You are on page 1of 533

a

,. SENTEZ
z
-

lll
r- DANIEL BELL
m • • •
lll

LOJININ
...
r-

c.
tD

SONU
o
-

o
-....

:s

:s
Ellilerdeki Siyasi Fikirlerin

o Tükenişine Dair
:s
c

Çeviren: Volkan Hacıoğlu


Mehmet Altan'ın Sunuş yazısıyla

Yazarın "Yeni Yüzyılda Tarihin Yeniden Başlaması" adlı


yeni makalesiyle birlikte

,,
ideolojinin Sonu
Ellilerdeki Siyasi Fikir/erin Tükenişine Dair
© Daniel Beli
Sentez Yayıncılık 20 1 2

Yayın Editörü: Uğur Dolgun


ugurdolgun@yahoo.com

Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık Ltd. Şti.'ne aittir.


Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz ..

I SBN 978-605-5790-52-3

1 . Basım Sentez Yayınc ı l ı k


Ankara Nisan 20 1 3

Kapak ve Iç Düzen
Sentez

Baski
TARCAN MATBAACILIK YAYINCILIK SANAYi TiC. LTD. ŞTi.
Zübeyde Hanım Mah.Samyeli Sokak No: l 5 iSKiTLER-ANKARA
Tel: 031 2 384 34 35 Faks: 031 2 384 34 37
Sertifika No: 25744

SENTEZ
YAYlN VE DA<�ITIM EGiTiM ve
öG RETiM KURUMLARI TIC.ve SAN. A.Ş.
Cumhuriyet Cad. Eski Tahıl içi No:5 BURSA
Tel: (O 224) 225 l l 80 (pbx) Faks: (O 224) 225 02 00
bilgi@sentezdagitim.com.tr
Sertifıka No: 1 4399
Daniel Beli

ideolojinin Sonu
Ellilerdeki Siyasi Fikirlerin
Tükenişine Dair

Çeviren:
Volkan Hacıoğlu

Redaksiyana ve Yayma Haz1rlayan:


Uğur Dolgun

"
SENTEZYAYlNCillK
Sid ney Hook için
içindekiler

Sunuş 7
.......................................................................................................

Yeni Yüzyılda Tari hin Yeniden Başlaması ................................ 1 1


Giriş: Huzursuz Gösteriş ... ..... . ........ ............... .. ................ ..... ... 3 3
. . . . . . . ..

1 . Amerika: Teorinin Belirsizlikleri 39


1. BÖLÜM
Bir Kitle Toplumu Olara k Amerika:
Bir Eleştiri .
........................................................................ ... .. ................ 41
2 . BÖLÜM
Aile Kapitalizminin Parçalanması:
Amerika'daki Smtf Değişimleri Üzerine ....................................... 61
3. BÖLÜM
Amerika'da Yönetici Bir Sınıf Var mı?
iktidar E/it/erinin Yeniden Değerlendirilmesi ............ ... . ........... 69
4. BÖLÜM
Amerika n Kapitalizmininin Geleceği:
Keynes, Schumpeter ve Galbraith Üzerine ............................... 1 00
5. BÖLÜM
Amerikan Geçmişindeki Kırı l malar:
Milli Karakter Sorunu Üzerine ............ ................. . ..... .. . . . .. .... ..... .. 1 2 1
.

6. BÖLÜM
Statü Siyaseti ve Yeni Kaygı lar:
"Radikal Sol" ve Ellilerin ideolojileri Üzerine ................... ........ 1 30 .

ll. Amerika: Hayatın Karmaşıklıkları 151


7. BÖLÜM
Bir Amerikan Hayat Tarzı Olarak Suç:
Sosyal Hareketliliğin Sahte Basamaklan .
..... .... ...... ...... ..
. ... ... 1 53
...

8. BÖLÜM
Suç Dalgaları Efsanesi:
Birleşik Devletler'de Suçlardaki Gerçek Azalma ................ . . .... 1 78
9. B ÖLÜM
Haraca Boğulan Liman işçileri:
iktisat ve Siyaset Ağt ................................................................... . .. . . 204
10. BÖLÜM
Proletarya nın Kapitalizmi:
Amerikan Sendikactltğmm Bir Teorisi ........................................ 241
11. BÖLÜM
iş ve işten Duyulan Memnuniyetsizl ikler:
Amerika'daki Verimlilik Kültü ....................................................... 258

lll. Ütopyanın Tükenişi 307


12. B ÖLÜM
Amerikan Sosya l izminin Başa rı sızl ığı:
Etik ve Siyaset Gerilimi . ......
................... ............. .. 309
................. ..........

13. B ÖLÜM
üç Kuşağı n Ruh Hali: 333
.....................................................................

A . Bir Kez Doğanlar, i ki Kez Doğanlar ve Son ra Doğanlar . 333 ...

B. Otuzlardaki Masumiyet Kay bı . . . . . . . . . . . . . . . . . .


. . . . 337
. . . ....... ......... .

C. Kı rklardaki Siyaset . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 340


. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . ... .. . .

D. Elli l e rdeki Muhalif . ... .


...................................... 343 ......... ........

14. BÖLÜM
Gerçeklik Arayışında On Teori:
Sovyet Hareketinin Tahmini 350
.........................................................

15. BÖLÜM
Marx'dan Başlayan i ki Yol:
Sosyalist Düşüncede Yabanolaşma ve Sömürü Temalart 3 9 1 ..

Batı'da ideolojinin Sonu:


Bir Epilog . .. .. . ..
..................... ........................ . ............ . ........ ........... . ..... 43 1
Sonsöz, 1 988:
ideolojinin Sonu nun Yeniden Değerlendirilmesi
' ............... 447
Teşekkür . ... ..
.......... .............. .
............................... . ...................... ....... 493
Notlar .................................................................................................. 497
Sunuş

1 0 Mayıs 1 9 1 9 ta rihinde New-York'da doğan ve 25 Ocak 201 1


ta rihinde Cambridge, Massachusetts'de yaşama veda eden Da­
niel Beli, ikinci Dü nya Savaşı sonrası ABD'nin en etki li sosyologla­
rından bi riydi.
Beli, Sosyolojideki "Sanayi Sonrası Dönem" akımının kurucu­
sudur.
Bilindiği üzere, Beli'in tan ımladığı "Sanayi Sonrası Toplum";
1 950'1i yılla rdan itibaren modern kapitalist toplumlarda "oto­
masyonun işyerinde giderek yayg ı nlaşması" ve "artan refah" gibi
bir dizi sosyoekonomik değişmeye işa ret etmek için kullanılan bir
kavramdır.
Daniel Bel l'in, "Sanayi Sonrası Topl umun Gelişi" isimli kitabın­
da iyice temel lendirdiği kavram, esas olarak modern kapitalist
topl umlarının, sanayi üretim sisteminin aşılmasına yol açacak bir
takım temel ekonomik ve sosyal dön üşümlerin eşiğinde bulun­
duğunu ve bunun Sanayi Sonrası Topl um olarak isi mlendirilen
yeni bir toplumun oluşumuna yol açtığını içerir.
Bel i, Sanayi Sonrası Topl um'un en temel özel liğini, mavi yaka l ı
sanayi işçi lerinin, imalat sektörünün v e dolayısıyla örgütlü eme­
ğin ekonomi ve toplu m içindeki rol ve öneminin azal ması, yerine
beyaz yaka l ı işgücü ve hizmet ekonomisinin ön plana çıkması
olarak tanımlar.
Ayrıca bilgi esaslı bir refa h topl um olan Sanayi Sonrası Top­
lum'u yeni teknolojiler ve hizmet sektörü karakterize eder.
Daniel Beli her zaman çok tartışılan bir isim olmuştur. Sosyo­
lojinin Beli sayesi nde daha fazla bilim haline geldiğini vurgula-
8 IDEOLOJININ SONU

ya nlar kadar, onu muhafazakar bir teknokrat olarak niteleyenlere


de rastlanmış, ki mi de onun hi ppi kültürüne öncülük eden bir
ütopyacı olduğunu söylemiştir.
Ancak AnthonyGiddens, U rich Beck, Man uel Castells gibi gü­
nümüzün en ünlü ve etkili sosyologları üzerindeki etkisi tartışıl­
mazd ı r.
Daniel Bel i hem denemed hem de akademisyen ki mliği ile
Harvard ve Col umbia ü niversiteleri nde ders vermiş, klasikleşen
kita pları yan ı nda en etkin derg i ve gazetelerde de birçok makale­
si yayı mlanm ıştır.
Elinizde tuttuğunuz "ideolojinin Sonu" isimli kitabı Daniel
Bel i'in 1 960'da yayımlanan ilk kült kitabıdır.
Sanayi Sonrası Dönem'in ilk sinyal lerinin ele al ındığı bu temel
kitabı, 1 973'de yayımladığı ve görüşlerini daha da olgun laştı rd ığı
Sanayi Sonrası Toplumun Gelişi izlemiştir.
1 976'da da Ka pitalizm'in Kültürel Çelişki leri yayımlanmıştır.
Daniel Beli, ideoloji kavra m ı n ı siyasal bi lim açısı ndan ele alır,
ideolojiyi siyasal sistemlerin bir görüntüsü olara k tanı mlar.
"ideolojinin Sonu", soğuk savaş döneminin biti minden önceki
son 30 yılda d ü nyan ı n yaşad ığı sıcak savaş sonrası politik ortam ı
anlatıyor.
Beli için ideoloji adeta "seküler bir din"dir. Bug ünün sanayi
sonrası dünyasında bu seküler dinlerin sonu gel mekted ir, çünkü
refa h devletleri ka pitalizmin olumsuz yönlerini ivmesi artan bir
şeki lde törpülemektedi r.
Bell'e göre yen i kuşaklar ideolojilere yönelik değil, teknolojik
yenilikler ve pratik yarariara yönelik yaşamaktadır. Dolayısıyla
siyasal sistemler arasındaki çekişme azaldıkça, d ünya monist bir
düşü nce yapısına yönelecek, ideolojiler son bulacaktır.
Ayrıca, teknolojik gelişme, toplumsal değişim, zamanımız kül­
türü n ü de etkiler ve dönüştürür; "ideolojinin Sonu" bu konuyu da
irdeler.
Daniel Beli, "ideolojinin Sonu" adlı teorisinde iki ideolojik kut­
bun g iderek daralacağ ını ve sonuçta ideolojik farkl ı lıkların orta­
dan kalkacağını ileri sürer.
Bugün artı k soğuk savaş döneminin kapa ndığını, Sovyetler'in
çöktüğünü hatırlar isek, Beli'in 1 960'daki öngörü lerinin ne kadar
da isabetli olduğu görürüz. Zaten Daniel Beli, 1 9'uncu yüzyıl
ortalarından itibaren ivme kazanarak gel işen radikal ekonomi
SUNU Ş 9

politik tartışmalarının yeni kuşa klar bazında bittiğini ileri sürer.


Bu yeni kuşak Bel l'e göre ideolojileri ta rihin çöp sepetine
1 960'1arda atmışiardı bile . . .
Lafı uzatmaya gerek yok, elinizdeki kitabı okumaya başlayı n­
ca, Beli'in o muhteşem sezgisini, o sezginin ol uşturd uğu sosyolo­
jideki Sanayi Sonrası Dönem akı m ı n ı n temel taşlarının nasıl dö­
şendiğini somut bir şeki lde göreceksiniz . . .

Meh met Altan


Yeni Yüzy1lda Tarihin Yeniden Başlamasi

ideolojinin Sonu, ilk kez 1 960'da yayı m la nd ı . On yıl önce yazılmış


bir dizi makale, Marx'tan a l ı na n ve Karl Mannheim tarafı ndan
geliştirilen ideoloji kavramının değişik kullanı mları n ı, Marksizmin
entelektüel bir doktrin olarak değilse de siyasi bir doktrin olarak
tüken işini, özellikle Amerikan hayatındaki birçok çatışmayı açık­
lamakta sınıf kavra m ı n ı n kullanılmasındaki azalan faydayı konu
almaktadır:
ideoloji kavramı, beni m kullandığım şekliyle basit bir wel­
tanschauung, kültürel bir dünya görüşü veya bir menfaat maskesi
olmak yerine; fikirleri ihtirasla kaynaştıran, tarihsel olarak konum­
landırıl mış, fikirleri sosyal kaldıraçlara dönüştürmeye ça lışan ve
fikirleri dön üştürürken insanları da dön üştüren bir inanç sistemi­
dir. ideoloji, vurucu bir güç haline geldiği nde, d ü nyaya gözleri
ta mamen kapa lı bir halde bakan ve sorulacak herhangi bir soru­
ya hazır cevaplar üreten kapa lı bir sistemdir.
Bu, bireyleri harekete geçiren birçok inanç için geçerlidir. Yir­
mi birinci yüzyı l ı n iki nci ya rısında, özellikle ırkçı ve mill iyetçi ideo­
lojilerin ortaya çıkacağ ını söylememin nedeni budur. Tartışmam,
bir inanç olarak Marksizmin, ahlaki başarısızl ıkları ndan dolayı
entelektüeller ile kitleler arasında cazibesini kaybetmesine ve
Ma rksist siyasi sistem lerin geçerlil ikleri ni kaybederek neden ba­
şarısız olduklarına odaklanmaktad ı r. (Sovyetlerle ilgili teoriler

6. Bölüm'de işlenen "statü siyaseti," alternatif bir kavram olarak Richard


Hofstadter, Seymur Martin Lipset ve benim tarafımdan (Transaction Bo­
oks'un 2001 'de yeniden yayımladığı) Radikal Sağ adlı kitapta geliştirilmiş­
tir.
12 IDEOLOJININ SONU

üzerine olan 1 4. Böl ümün özellikle tota literyenizm kısm ına bakı­
nız.)
Bu konunun dolaysız bağlamı, savaş sonrasında o rtaya çıkan
siyasi tartışma lardı. Bu bakımdan elinizdeki kitap, "ideolojinin
sonu" ifadesini kullanan i l k kişi olan Albert Camus'nün görüşünü;
özellikle Arth ur Koestler ve lg nazio Silone'nin -R. H. Crossman
tarafından yayına hazırlanan- Başansızltğa Uğrayan Tanrı (The God
That Failed) adlı kitapta yer alan makaleleri ni ve Raymond
Aran'un Aydınlarm Afyonu (The Opium of the lntellectuals) adlı
müthiş kitabını taki p etmektedi r. (Bu bağlam, Sonsöz içinde ge­
l iştiri l miştir.)
Bu makale, -başlık ve konu üzerine yapılan siyasi tartışmalarca
anlaşılmaz hale getirilen- temeldeki tarihsel perspektifi ortaya
koymak ve Soğuk Savaş sonrası d ünyada "tarihin yeniden başla­
ması" olarak adlandırdığım bir sü reçte nerede olduğumuzu gör­
mek çabasıdır.

Yirminci yüzyı lın sonu, i ronik olarak iki sonun ilan edil mesiyle
di kkat çekmekted ir: ideolojinin sonu ve tarihin sonu. Her i kisi de
benzer görünmelerine rağmen, aslında çok fa rkl ıdırlar. Tarihsel
bir eleştiri olarak, ideolojinin sonu tarihin sonu değildir ve para lo­
jizmi tama mlamak üzere, tarihin sonu da ideolojinin sonu değil­
dir.
Bu kitabın temel bir tezi vardır. On yedinci yüzyıldan yirm inci
yüzyı la kadar, siyasi söylemin ve toplumsal kavra mların doğasın­
da büyük tari hsel bir kesişme vardı ve çatışan inanç sistemleri nin
-deyim yeri ndeyse, devrimci hareketlerin- büyük üst-an iatılarına
ait dil ve retori kte, dinden ideolojiye doğru bir geçiş yaşa ndı.
On yedi nci yüzyılda bir devrim çağı başlad ı . Bu, geçmişin son­
suz döngüsünün devri mi değildi. Daha çok, d ü nya nın altını üs­
tüne getirmek için; mevcut sosyal sistemin yıkıl ması, yeryüzüne
yen i bir cennetin geti ril mesi ve i nsanların ruhları ndaki günahın
bağ ışlanmasının devri miydi.
Bunun kaynağı, Protestan Reformasyonu süresince, insanların
bili nçlerine inanç fi krinin yeniden sokul masıyd ı. Reformasyon,
aynı za manda H ı ristiyanları, çeşitli Alman prensli kleri içi ndeki
siyasi bağ l ı l ı klada da bölmüştür. On altı ve on yedinci yüzyı llar,
din savaşları nın hakimiyetindeyd i. Bu süreç; cuius regio, eius re/i-
YENI Y0ZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 13

gio· doktrini ile 1 555'teki Augsburg Anlaşması'nda kesintiye uğ­


radı. Hükümran prensler, kendi bölgelerindeki d ini/ mezhebi
bel i rlediler; farklı ina nca sahip olanla rsa, ya -çok azının yapabildi­
ği g ibi- göç etmek, ya -ha lkın büyük çoğunluğunun başlıca kor­
kularından olan- d in/ mezhep değiştirmek ya da boyun eğip
yozlaşmak zorunda bırakıldı lar. Bir yüz yıl sonra, Vestfalya Anlaş­
ması ile Otuz Yıl Savaşları'n ı n ( 1 648'de) sona ermesiyle, isteyen
hükümdarlar için bir hoşgörü politikası mümkün hale gelmişti.
Reformasyon tarafından yaratılan milenyumcu heyecan, sekü­
ler olan her şeyin bozu lması i na ncını teşvik etmiştir. Bu, en saf ve
karakteristi k biçi mini, -Tanrı'n ı n kral l ığını Yeryüzü'nde gerçekleş­
tirmeye yönelik i l k sistemli çaba olan- 1 650 ingiliz Devri mi'ndeki
Beşinci Monarşi Adamları'nda.. bulmuş ve bu a la ndaki hiçbir
çaba onları n ki kadar belirgin olmamıştır. Kaynakları incil'di: Da­
niel Kitabı'ndaki kehanetler, uzun süre mi lenyuma ait umut ve
beklentilere neden olmuştur. Apokaliptik kehanet dört canavar
(aslında dört kra l) imajıydı, fakat Reformasyon'dan sonra dört
dünya impa ratorl uğunun tasviri hal ine geldi: Babil, Medes, Pers
ve Yunan. Son canavarın, on boynuzu (veya kra lları) ve onların
son uncusunu yok eden küçük bir boynuzu vard ı. Bu yıkımdan
sonra Beşinçi Monarşi, ebedi azizler krallığı geldi. Böylece ta rih,
takdiri ilahiye bağlı bir hü kme sahip oldu.
Beşinci Monarşi Adamları, Tan rı'nın krallığını Yeryüzü'ne ge­
tirmek için örgütlenmiş bir tari kattı. Mevcut toplumun, Hı ristiyan
Beşi nci Monarşi'ye karşı bir oluşum olduğuna i nan mışlard ı . Ve
"Tanrı'ya karşı itaatsiz olan herkesin öldürül mesi talebinde bu­
lundular. Onların olduğu yerde, günahkarların yaşama hakkı
yoktu." Toplum, Daniel Kitabı'nda belirtilen şekilde, yeniden dü-

Latince'den tam çevirisi; "öyle prens, öyle din" şeklindedir. Halkının dini­
ne ve inançlarına karar verebilen prensler için kullanılan ve 'iktidar kimin
elindeyse, onun dini geçerlidir' şeklinde de özetlenebilecek, kaynağını
Hristiyanlığın başlangıcından alan ilke. Yüzyıllar sonra, gömüldüğü top­
raktan çıkarılıp Augsburg Barışı'nın da özü olmuştur... (Editörü n Notu)
" Beşinci Monarşi Adamları (Fifth Monarchy Men): ingiltere'de 1 649-1 66 1
yılları arasında etkili olan mil lenarianist grup. isimlerini, i s a döndüğünde
kurulacak olan elli krallık konusundaki inançlarından almışlardır. Ana re­
ferans kaynakları nı, Daniel'in kitabı ile Yuhanna'nın Vahiy kitabı oluştu­
rur. Son'un başlangıcı olarak 1 650'yi ve Millenyumun başlangıcı olarak da
1 700'ü görmüşlerdir. (Editörü n Notu)
14 IDEOLOJININ SONU

zenlenmeliydi. Ancak bunlar o kadar kapsa m l ı kurallardı ki, asla


genel bir plan yapılamadı.
Tan rı'nın azizlerinin ingi ltere'de mi lenyumcu mücadeleye gi­
rişmiş old ukları ina ncı, seçi lmiş mil let teorisinin ortaya çıkmasına
yol açtı. John Mi lton 1 647'de "Tanrı'nın bu Ada'ya verd iği önceli k,
gömülü Hakikat'i tekrar gün ışığına i l k Çtkaran ol maktı r," diye
yazmıştır.
Beşinci Monarşi Adamları'n ı n retoriği, ingiliz Devrimi üzerinde
derin bir etki bırakmıştır. Ol iver Cromwell, ilk yıllarında, Beşinci
Monarşi cemaatinin üyesi değ ilse de sempatizanıydı. Fakat silaha
çok sık başvurmamaları itiba rlarını zedeled i. Onların ardından;
Püritanizm, azizler, "yeni insa nlar" fikri, yeni örgütlenmeler, ce­
maatler, a nlaşmalar ve yeni toplum düşü ncesi ile kutsal mil letler
topluluğu geldi. Hü kü mdarlar, -isa'nın dönüşüne kadar- tövbekar
olmamışları dini bir şeki lde yöneten, seçilmiş küçük bir azınlık
olaca klard ı . Cromwell'in ol uşturd uğu Yeni Ordu Modeli, askeri
tarihte benzersizd i. Efend i'lerinin hizmetinde olduklarından, sıkı
bir öz disiplin altında yaşamaktayd ılar ve hemen hemen bütün
ordular için tipik olan yağmacı lık ile soyg uncul uktan uzak d u r­
maktayd ılar.
Siyasi mücadele, hükümdarlığa karşı ülke ve monarşiye karşı
parlamento şeklinde yürüyordu. iktisadi menfaatler, elbette ki
söz kon usuydu. Fakat hakl ı l ı k nedenlerinin büründüğü dil ve
retorik kıl ıfı, bildikleri tek yoldan, dini yoldan yapılmaktaydı. Bla­
ke'in Milton'unda sonradan yazd ığı gibi, yapmayı umdukları şey
ing iltere'nin yeşil ve güzel topraklarında Kudüs'ü kurmaktı. An­
cak, Krallarm ve Majestelerin imtiyazt (Tenure of Kings and Magist­
rates) adlı eseri nde layık ol mayan kralın ölümünü bizzat savu nan
ve Cromwell hükü metinde Latince Dış ilişki ler Sekreteri olan
John Mi lton, aynı zamanda Özgür Bir Milletler Topluluğu Kurman m
Çabuk ve Kolay Yolu (Easy Way to Establish a Free Commonwealth)
adlı kitapçığ ında tek adam hükümdarl ığından duyduğu hayal
kırıklığını ifade eden il klerden birid ir. Mi lton, i l kler arasındayd ı,
fakat son değildi.*

Bu çağ için bkz. S. Capp, Beşinci Monarşi Adam/an, (Londra: Faber & Fa­
ber, 1 972) ve Michael Walzer, Azizierin Devrimi: Radikal Siyasetin Kökente­
rine Dair Bir inceleme (Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi Yayınları,
1 965)
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 15

Büyük dönüm noktası Fransız Devri mi ile geldi. Aydınlan­


ma'dan alınan Akı l'ın uygulandığı dil siyasiydi, fakat temeldeki
görüşler din iydi. Bu durum, Devrim'e a it her ayrıntıyı coşkuyla
kutlaya nların abartı lı ve sürekli taşkı n l ı kları olan karnava liarda
ifadesini bulmuştu.
Kutlamalar, Fransız hayatının geleneksel özelliği olmuştu. Ge­
nel likle kra liyet karnavalia rı ile dini kutlamaları n teatral perfor­
mansları neredeyse cümbüş şeklindeydi. Devrim, eski hiyerarşile­
ri a ltüst etmişti. insanları da eşit, bir başına ve ya lıtı lmış bir halde
bırakmıştı. Mona Ozouf, "Onları birbiri ne bağlamak artı k kanun
koyucunun görevidir ki bu da, yüzyı l ı n bütün ütopyaları tarafın­
dan titiz bir zevkle üstlenilen bir görevdir," diye yazm ıştır.
Karnaval aracılığıyla yeni sosyal bağlar ortaya çı kıyordu. Ya­
sama yoluyla insanlar için kanunlar yapı lmasına rağmen, karna­
vallar kanunlar için insan yaratıyordu. Karnava llar; Gençl iği, Zafer­
leri, Yaşl ılığı, Tarımı, Eşleri, Cumhuriyeti, Halkın Saltanatını, vs
hem bayraklar ve davullar hem de renkli flamalar ve şarkılarla
sınırsız bir kutlamaydı. Micehelet'nin bel irttiği g ibi; kutla nan,
halkın ortak duyg ularıydı. Bu karnava l ia rın en büyüğü, 50.000
kişilik bir kalaba l ığın Devri m'in kutsal mekanı ve a renası -Camille
Desmouli ns'in deyi miyle dini an ıtı- hal ine gelen tal i m alanında
(Champ de Mars) toplandığı ı 4 Tem muz ı 790'daki Federasyon
Karnaval ı'yd ı.
Robespierre'e göre, Devrim'in yüce lideri, Tanrı Karnavalı,
kendini yüceitme projesi olmuştu. "Va rl ı kların va rlığı," Hı ristiyan­
lardan ve -Ozouf'un da bel i rttiği gi bi, Berulle, Rousseau ve Voltai­
re'in geleneklerinin bul uşma noktası olan- filozoflar'dan öd ünç
alın mıştı. Ancak Özgürlük Ağacı'nın sulanması gerekiyordu ve bu
su da muhaliflerin kanıyd ı . Ozouf'un yazdığı gibi, "Devrimci olu­
şum, devrimci d üşü nce ile devrimci eyleme hü kmeden tek kura l
olan, arınma kura l ı na uymaktayd ı." Terör'ün, en yoğ un yaşandığı
ı 793'ün sonundan ı 974'e kadarki dokuz ayl ık dönemde 1 6.000
kişi giyotin bıçağ ının altında ca n vermiştir. Wi l liam Doyle şöyle
yazmaktadır: "Bütün Avru pa'nın büyülenmiş bir korkuyla seyret­
tiği soğ uk mekanik etkin yöntem." Kelleler sepetlere yuvarlanır­
ken, ka laba l ı k çılgın bir neşe duyuyordu. Terör'ü eleştirrnek kur­
baniara acı ma, ve onlardan biri olma riski taşıyordu.
Fransız Devri mi'nin çabası toplumu H ı ristiya n l ı k'tan uzaklaş­
tı rmaktı. Fakat onun yerine halk dindar olm uştu. Kutsallığın siyasi
16 IDEOLOJININ SONU

ve sosyal değerlere bu dönüşümü yeni bir meşruluk, insan tü rü­


nün kültü hal i ne gelmişti ve yeni bir çağ ı n, yeni bir sekü ler dinin
habercisi olan bu külttü:
Fransız Devrimi, Babeuf'den Buonarotti'ye, Blanqui'ye, Marx'a
ve Lenin'e kadar a rd ı ndan gelen bütün devri mciler için bir to­
temdi. Tarih, demiştir Engels, Zorunluluk Krallığ ı'ndan Özgürlük
Kra l l ığı'na bir sıçrama olmalıd ı r. Hiç beklenmeyen Bolşevik Dev­
ri mi, ideolojinin bir sıçramasıyd ı.
Lenin, Siyaset oyu nuna önem li yeni bir araç getirdi: Parti. Kit­
leler, demiştir Lenin, daha iyi bir hayata ulaşma çaba larında
"kendi hallerine bırakılırsa" sadece "sendika" bilincine varı rlar.
Sosyal ist bilinç kitlelere Parti tarafından "aşı lanmalıdır." Parti,
adanmış, güçlü i radeli merkezi yönetim a ltında daima korkusuz
bir şekilde saldı rıya geçebilecek bir grup insand ı r. Siyaset, demiş­
tir Lenin, a ralarında hiçbir uzlaşma olmaksızın kto-kvo'd u r veya
kim-kimi'di r, ya biri ya diğeridi r. Aynı şeki lde ideoloji de ya ko­
mün ist ya kapitalisttir ve hiçbir orta yol yoktur. Ki lise ve Ordu'yla
birl i kte Lenin'in bütün bunlarla yaptığı şey yeni bir örgütsel silah­
tır.
Lenin öldüğünde azizlik mertebesine yükselti ldi. Mumyalan­
mış bedeni Kremlin yakınlarındaki bir mezarda bir i kond ur.
ina nçlılar buraya hü rmetkar hac ziyaretinde bulunup bağ l ı l ı kları­
nı ifade ederler. Ü l keyi boydan boya donatan panka rtlarda (isa'yı
taklit eden bir şekilde) Lenin yaşadı, Leni n yaşıyor, Lenin yaşaya­
cak sloganları yazmaktadı r.
Marksizm sosyal değişimin toplumun bel irli iktisadi il işkilerin­
den ortaya çıkacağ ı n ı varsaymıştır. Fakat bugün tarih, yukarıdan
gelen bir devrimdir. Sta lin 1 934'de "nesnel şartlar deni len şeye
başvurmak asla savu nu lamaz," diye yazmıştır. "Nesnel şartlar
deni len şeyin rolü, asgari d üzeye indirilmiştir. Diğer taraftan,
bizim örgütleri mizin ve onların liderleri nin aynad ı kları rol belirle­
yici ve fevkalade olmuştur. Bu ne anlama gelir? Bunun anlamı
şud ur: bundan sonra yaptığımız işlerdeki başarı sızlıkların ile

Burada Mona Ozouf'un Karnova/lar ve Frans1z Devrimi'nin (Cambridge,


Mass.: Harvard Ü niversitesi Yayınları, 1 988) izinden gittim. Bkz. William
Doyle, Oxford Frans1z Devrimi Tarihi (Oxford: Ciarendon Yayınları, 1 989) s.
253 Terör rakamları.
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 17

mağlu biyetlerin onda dokuzu 'nesnel şartlar'a değil, bize a ittir."*


Tarihsel materyalizm li me lime olmuştur. Fakat tarihi ve i nsan­
ları dönüştürmeye çalışan egemen ideoloji de öyledir. Başarısız
olan Ta nrı'd ı r. Dönüm noktası sona ermiştir. "ideolojinin so­
nu"nun tezi budur.

Hegel tarafından icat edilen şekliyle "ideolojinin sonu" meta­


fizi k bir doktrindi. Tarih felsefesi, tarihin teolojik yönüne (ikame
değilse de) paraleld i. Hıristiyan doktri ninde insan dü nyaya sür­
gün edilmekle Tanrı'dan kopmuştur. Aug usti ne'in Kilise'nin gö­
rüşünü formüle ettiği gibi, parousia, ikinci Geliş ile insan Tanrıyla
tekrar birleştiğinde zama nın sonu gelecektir. Bu, tari hin ve insa­
n ı n yeryüzünde geçirdiği zama nın sonu olacaktır.
Hegel'ci görüşe göre, öz bili ncin ortaya çı kmasıyla kopan öz­
gün bir kozmik bilinç vardı. i nsan özne ve nesne, Ben ve Kendim,
görünüş ve gerçeklik a rasındaki fark olarak ikiye bölünm üştür.
Görünürde tari hin bölün meleri evrenselliğe geçişin araçları olan
Alexander, Caesar ve Napoleon gibi dü nya tarihi figürleri tarafı n­
dan gerçekleştirilmekteyken, zaman içinde bu böl ünme, aklın
kurnaziiğı yoluyla, fikir (begriff) yoluyla bilincin daha derin düzey­
lerine kadar ilerler. Hegel'ci tasawurda, tarihin sonu transandan­
tal alan haline gelir.
Marx, Hegel'ci dramayı almış ve ona sosyal bir yer tayin etmiş­
tir. Türsel varl ıkların (vesen) ve i l kel komü nel hayatın kökeni ndeki
birlik, zihni ve fiziki emek, kasaba ve taşra yaşa mı ve hepsinden
önemlisi mül kiyetli ile mül kiyetsiz (proletarya) tarafı ndan bölün­
müştür. Tarihin sonu sosyal düzeyde bu bölünmelerin komü nizm
altında sona ermesid ir. Ve bilinç düzeyinde bu, Engels'in söyledi­
ği gibi, ideolojinin sonu olacaktır, çünkü ideoloji, "yanlış bilincin"
aldatıcı i majları olan ideoloji, gerçekl iğin ya pısal kaynağı olan
maddi dü nya ile birleştirilebi lecektir.** Her iki doktrinde de görü­
nüşün ve gerçekliğin kaynaşması, i nsanların a rtık hayaletler, ruh­
lar, putlar -ya ni, d i n- tarafı ndan yöneti lemeyeceği, fakat Shel-

Robert V. Daniels, Komünizmin Doğasi içinde (New York: Random House,


1 962). s. 34.
·• Bu tartışmaların metinsel kaynaklarını Berke/ey Sosyo/oji Dergisi ndeki
'

"ideolojinin Yanlış Okunması: Marx'ın Düşüncesinde Fikirlerin Sosyal Be­


lirlenimi" adlı makalemde inceledim.
18 IDEOLOJININ SONU

ley'nin Zincirlerinden Kurtulmuş Prometheus'undaki (Prometheus


Unbound) ifadesiyle "eşit, sınıfsız, kavimsiz, mil letsiz,/ Kendi üs­
tündeki/ Kral korkusundan özgür . . . " olacağı anlamına gel mek­
tedir.
Francis Fukuya ma'nın kullandığı şekliyle tarihin sonu kavramı,
aynı sesi vermesine rağmen, Hegel'ci ifadenin çok farklı, hatta
sıradan kulla nı mıd ır. Bay Fukuyama'ya göre, Soğ uk Savaş'ın sona
ermesi demokrasi nin ve piyasanın, ve başka hiçbir rakibi olma­
ya n evrensel bir inancın zaferiydi. islam ve Katoliklik, evrenseki
dini iddialarda bulundular. Ve bir za manlar islam dü nyayı kılıçla
fethetmeye, Kataliklik ise modern zamana kadar seküler hükü m­
darların ord u larıyla fethetmeye kal kmasına rağmen, bugün her
ikisi evrensel olamamıştır. Özel likle teokratik görüşünün i ktisadı,
siyaseti ve dini (komü nizm gi bi) tek bir doktrinde bi leştirdiği
islam evrensel olamam ıştır. Bununla birlikte, demokrasi nin dün­
ya hakları nın bağlılıklarına hükmedeceğini varsaymak, "fi kirler"i n
tarihe hükmedeceğ ini varsaymaktır. Dahası, Tarih'in bir telos'u
değilse de bir yönü olduğuna dair sabit fi ki rli görüşle ayn ı çizgide
durmak ve yaşadığımız tarihin gerçek karmaşıkilkiarını an laşılmaz
hale getirmektir. Peki o zaman, "ideolojinin sonu"ndan sonra,
Soğuk Savaş sonrası dönemde ne olacaktır?

Hepi m iz tarihe gömülüyüz. En açık anlamıyla Şimdi, geçmiş


değildir. Öyle ki zaman içerisinde süreklilikler olmakla birlikte -
örneğin, insan kuru mlarının belki de en kalıcı olanları, büyük
tarihi dinler- bu süreklilikler bile farklı şeki ller alabilir ve zaman
içerisinde değişiklikler gösterebilir. Son dört yüzyı l içinde bilim ve
teknoloji sadece yeni düşünce tarzları değil; kendi mizi ol masa
bile doğayı yeniden yaratmanın yeni a raçlarını oluşturmuştur.
Fakat tarihin veya bilim tarihinin bir şey olmadığını, ancak de­
ğişen bir dizi il işkiler olduğunu nasıl ta nımlayacağız? Tarihsel
araştırmayı, önemli değişim şeki llerini beli rleme yollarını nasıl
tarif edeceğiz? Geleneksel olarak, genel l i kle Batı tari hinde takip
edilen bir sıra olmasına rağmen, a ntik, ortaçağ ve modern tarih­
ten söz ediyoruz. Adam Smith ve iskoç Aydınlan ması'ndaki diğer
meslektaşları, geçim tarzları temelinde toplumları n içinden geç­
tikleri dört aşamaya dair bir teori tanımlam ışlard ı r: avcı toplu m,
kırsal topl um, tarım toplumu ve ticari topl um. Marx, bunu atlaya­
ra k üretim tarzlarını sosyal evri min, köleliğin, feodalizmin ve ka-
YENI YOlYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 19

pitalizmin dayanak noktası yapmıştır.


Evrensel bir başvuru çerçevesi kurmanın zorlukla rından ayrı
bir şekilde tarihi anlamak için bir dizi çerçeve olarak birleştirilmiş
dönemsel/eştirme/er öne sürmenin zorluklarına da dair iyi sosyo­
lojik nedenler bulun maktad ı r. Toplumun her biri fa rkl ı örgütlen­
me "mantı kları nı" takip eden üç farklı a landan ol uştuğ unu ileri
sürebilirim: tekno-iktisadi örgütlenme, siyasi örg ütlenme ve kül­
türel örgütlenme.
Tekno-iktisadi örgütlenme, bir d izi değişkenin büyü klüklerin­
deki değişi m ierin ilgili iktisadi aktörlerin kararlarında diğerlerinin
yanısıra az veya çok bel i rli bir sonucu olan ve serbest bir şekilde
karşı lıklı olarak birbiriyle i lişkili birimlerden oluşan bir sistemdir.
Değişim doğrusald ı r şöyle ki eğer yeni bir ürün veya h izmet bir
öncekinden daha ucuz veya daha üretkense o zaman mal iyete
bağ l ı olarak o kullanı lmaktadır. Bu bir ikame sürecidir. Sistem
piyasalar yoluyla az veya çok dengeye doğru hareket eder.
Siyasi örgütlenme bir sistem değil sosyal bir düzendir; tama­
men farklı aktörler arasındaki rekabeti, siyasi arenadaki bütün
ayrıntı ları ve topl umdaki imtiyazları zorla veya rıza yoluyla dü­
zen leyen bir ku rallar bütü nüd ür. Siyasi örgütlenme aynı za man­
da (vaktiyle tan ı mlanan şekliyle) adaletin idaresi, bireylerin ko­
runması ve suçl uların cezalandırıl ması için kon ulmuş bir kurallar
bütü nüdür. Max Weber'in ünlü gözlemi ndeki gibi, devlet güç
ku llanımında yasal bir tekele sah i p tek sosyal birimdir. Doğrusal
bir hareket yoktur, fakat daha çok aktörlerde, genellikle çeşitli elit
g ruplarında değişikli kler olmaktad ı r.
Kültürün iki boyutu vardı r: dışavurumcu sanat tarzları ve ta­
ri hsel olarak dini anlam şekilleri. Katalik Ki lisesi'nin ayi ninde, d ua­
larında, müziğinde ve mimarisinde olduğu g ibi, bazen bu iki
boyut bi rbiriyle kaynaşıp birleşir. "Modern" za manlardaki gibi
genell ikle ayrı ka lmışlard ı r. D ışavurumcu sanatlarda ikame i l kesi
yoktur. Bou lez, Bach'ın "yeri ni doldu rmaz." Resimde yeni renk
ton lama ları n ı n veya perspektifi n kullanılması, i nsan türünün
estetik repertuarını genişletir. Büyük ta rihi di nler arasında Bu­
dizm, Konfüçyanizm, Yahudilik, Hıristiya n l ı k, islamiyet, şeklen
bütün değişi m leri ne rağmen esas karma ve transmigrasyon, tek­
tanncı l ı k ve ah it, Kuran ve peygamber doktri nleri bugün halen
ayı rt edilebi lir.
Gelenek, değişim ka pılarını korur ve senkretizm (Klasik Roma
20 IDEOLOJININ SONU

veya modern zamanlardaki gibi) kültürün mili veya tarihi bağ lar­
dan geçebilmesi için geçirgenlik sağlar. iktisadi sistemlerin yıkıl­
masına ve siyasi imparatorlukların ortadan kalkmasına rağmen
büyük tarihi d inler ve Mısır kabartmalarından Çin süslemelerine
kadar müzelerimizi doldurup taşan sayısız eserden oluşa n kültü­
rü n büyük anlatı rncı şekilleri beğeni g üçlerin i ve yenilenme güç­
lerini korumaktadırlar.
O za man iktisadı, siyaseti ve kültürü tek bir yapı' içerisinde ka­
rıştı ra n tarihsel zamanın birleşik dönemleri nin tutarlı old ukların­
dan nasıl bahsedilebi lir?
O za man tarihe nasıl bakmal ıyız? Clausewitz'e göre tarih Ak­
l ı n, ihtiras'ın ve Şans'ın karşılıklı etki leşimi tarafı ndan yönetilmek­
te, ve devletler, insanlar ve savaşlar tarafı ndan ortaya koyu lmak­
tadır. Geniş bir ta rihçi kitlesine göre felsefi veya iktisadi akımların
tarzlarını kapsayan Aydmlanma, ilerleme ve bugün de Küreselleş­
me g i bi üst-a niatı lar bulun maktadır. Bunların her birinin kendi
cazibesi va rd ı r fakat bir sosyolog için a mpirik alanın çok yukarı­
sından uçmakta ve sosyal ilişki şekil lerindeki önemli değişi mleri
beli rleyecek ve bunların, Husserl'ın /ebenswelt veya yaşanmış
deneyim dediği gündelik hayat üzerindeki etkilerini aniayacak
merceklerden yoksun kalmaktad ırlar.
Sosyolojik a raştırma için, birbirine benzemek zorunda ol ma­
ya n üç prizma öneriyorum:

Muhtemel dönüm nokta/art: tari hin akışını tamamen beklen medi k


yerlere doğru yeniden yön lendiren teknoloj i k veya siyasi
olaylar.

Marx, bir defasında, her üretim tarzı bir öncekinden nitelik olarak farklı
bir şekle sahipse, Yunanlı ların sanatsal ve dramatik eserlerine halen nasıl
değer verdiğimizi sormuştur. Hiçbir zaman açıkça bir cevap vermemiş fa­
kat ölümünden sonra yayı nlanan notlarında (nach/asse) "Yunanlıların in­
san soyunun çocukluğunu temsil ettiğini ve çocukların bütün güzel eser­
lerinden nasıl etkileniyorsak, onların bu eserlerinden de öyle etki lendi­
ğimizi" belirtmiştir. Fakat saygın bir cenaze töreni düzenlemek için kar­
deşlerinin naaşlarını isteyen Creon'a meydan okuyan Antigone bir çocuk
değildi. Stalin tarafından öldürülen kocası Osip'in naaşını saygın bir ce­
naze töreni yapmak için arayan Nadezdha Mandelstam da çocuk değildi.
Cenaze töreni, anıtlarıyla, medeni toplumun transandantal işaretlerinden
biridir.
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 21

Kurumsal yaptlar: Zaman içerisinde toplumsal tabakalaşma sis­


teminde bireylerin kon umu ve rolleri, statü ve sınıfl a rı için iliş­
ki ler kümesi ol uşturan yapı lar.
insanlarm kökensel kimlikleri: Sosyolog Franklin Henry Giddings'in
"tür bilinci" dediği şeyle birleşen ve bu bi rleşim i hem idari
hem kültürel ortak hayatta ifade eden ortak dil veya din pay­
laşımı.

Mu htemel olaylar kesin olmadıkları için doğaları gereği tah­


min edilemez ve şans eseri ortaya çıka rlar. Rusya'daki Şubat Dev­
rimi mevcut yapıların parça lanmasından kaynaklanan uzun bir
şartla r zinci rinin son ucuyd u. Fakat Bolşevikler'in iktidarı ele ge­
çirdikleri Ekim Devrimi başarılı bir kumard ı . Aynı şekilde, Nazi
Parti'sinin oy kaybetmeye başladığı bir za manda Hitler'in, Hin­
denberg tarafı ndan şansölyeliğe seçil mesi Hitler'in, von Papen ve
General Schleicher tarafından kontrol edilebi leceği inancıyla
gerçekleşm iş olabilirdi. Hitler her ikisini de yok etti.
Ancak olaylar şans eseri gerçekleşse de ayn ı za manda Michael
Oakeshott'un ça rpıcı bir ifadeyle "rastlantılar zinciri" dediği şeyi
üretebil mekted ir. Dönüşümün kendisi beli rsizdir fakat ard ı ndan
gelen, tarihi yeniden şekillendiren olaylar zinciridir.
Kurumsal yapı lar medeniyetin başla ngıcından beri tarihin
başlıca çerçevelerinden biri olmuştur. Teknolojik olarak pre­
endüstriyel, endüstriyel ve post-endüstriyel toplumlar vardı.
Feodalizm, kapita lizm ve sosya l izm egemen sosyal sistemler
olmuşlard ı r. Fakat siyasi olarak en kal ıcı kuru mlar, genellikle si­
lahlı kuvvetlerle geniş alan lardaki yığı nları bir a rada tutan i m pa­
ratorluklar olm uştur. Yirminci yüzyı l ı n komü nizm ve faşizm tara­
fı ndan gölgede bırakılan kaçı nıl maz gerçeği imparatorluk siste­
minin sona ermesidir.
Biri nci Dü nya Savaşı, Ha bsburg ve Romanev ha neda n l ı kları­
nın, Wilhelm Almanya'sı n ı n ve Osmanlı imparatorl uğu'nun par­
çalanmasına tanıkl ı k etti. Bunlardan Ha bsburg hanedanlığı Kutsal
Roma imparatorl uğu olarak başlamış ve bin yıldan fazla bir süre
ayakta ka l mıştır. Roma i m pa ratorl uğunun parçalanmasından ve
Bizans'ın bin yı llık varlığından bu yana bu kadar büyük çapta
siyasi bir değişim hiç olmamıştır.
Birinci Dü nya Savaşı'ndan sonra Avrupa ha ritası Polanya, Çe­
koslova kya, Macaristan ve Baltık devletleri gibi ü l keleri n ulus
22 IDEOLOJININ SONU

devletler haline gel meleriyle yeniden çizi ldi. Orta Doğu'da, Suri­
ye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi, a ralarında
sadece Suriye'nin tarihi bir ki m l iğe sahip olduğu devletler ortaya
çıktı. Britanya ta rafı ndan ku rulan diğer devletler endişeli bir şe­
kilde ki mliklerini bul maya çalıştılar.
iki nci Dünya Savaşı, ingi liz, Fransız, Hollanda, Belçika ve Por­
tekiz imparatorl uklarının son unu ve yıkı nti lardan yükselen yüz­
den fazla yeni devletin kuruluşunu gördü. Fakat neredeyse her
durumda ka bilelerin ve i nsanların eski doğal bağları yeni kurum­
lar tarafı ndan aşılmıştır.
1 989'da gölgelerin içinden çıkan onlarca halkın yeni bir bü­
tünlük ol uşturma çabasıyla Sovyet i m pa ratorluğu dağıldı ve Yu­
goslavya böl ündü. Sovyet'leri nki bir "yuka rıdan devrim" deneyi­
m iydi. Bugün bu insanlar geçmişe dönüp, Herder'in deyimiyle,
volk ol maya çalışmaktad ı rlar. Yirmi nci yüzyı l ı n sonunu bel i rgin
kılan, bir kez daha bu halk olma ça basıdır. Za manımızda üzeri m i­
ze damgasını vuran tarihin yeniden başlamasıd ı r bu.

Bir "ha l k" fikri amorf bir kavra mdır. Ancak kabile veya klandan
farklı olarak tarihteki en eski ve en güçlü duygulardan biridir.
Tarih, "hal kların," çoğu kez yağmacı ordular tarafından boyundu­
ruk altına a l ı n masıd ı r. Yok etme veya asimilasyon yoluyla bütün
halklar ortadan kaldırılırken, halkların direnişi ve belirli bir bölge
üzerinde özerklik kurma çabaları olağanüstüdür.
On dokuzuncu yüzyılda halklar için en sık ku llanıla n ifade, ge­
nel bir soyu gösteren bir kavram olan ı rktı. Bu kavra mı i l k kulla­
nanlardan biri, bug ün neredeyse unutulmuş, Marx ve Engels ile
birlikte üçüncü kişi olan (nihayetinde diyalektik bir üçlüd ür) sıra­
dışı bir adam olan Moses Hess'di. Hess, (Marx halen daha felse­
feyle haşır neşir olurken) Marx'a sosyal ve i ktisadi meseleleri öğ­
reten ve Engels'i komünizme inandıra n eski bir Hegel'ciyd i. Hess,
Alman ideoojisi'nin bölümlerini Marx'la beraber yazm ış hatta
Komünist Manifesto'nun ilk ta rtışma ianna bile katılm ıştır.
Marx'dan kopuşu ise Yahudilik meselesinden dolayı ol muştur.
Napoleon tarafından serbest bırakılan Alman Yahudileri kuşağı,
Alman prensleri nin geri dönüşüyle yeniden gettolara gönderil­
me tehditi altında kal m ışlard ı r. Marx'ın babası gibi, birçok Yahudi
din değiştirmiştir. Hess'in babası ve Hess din değişti rmemiştir.
Marx, kendisinden önce gelen Fichte gibi, Yahudi leri paragöz ve
YENI Y0ZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 23

gerici insanlar olarak görmüştür. Hess, Ya hudi lerin "dünya tari­


hinde medeni bir halk" olduğu ve dahası Yahudi düşmanlığının
yayg ın ve kökü kazınamaz olduğu bir Avrupa'da asla huzur için­
de yaşayamayaca kları fikrindeydi. Hess, 1 862'de Ya hudiler için
tek çözümün tabiyet kazanmak ve kendi devletlerini kurmak
olduğunu yazmıştır.
Hess kendi görüşlerinde, Marx'la şiddetli bir a nlaşmazlığa
düşm üştür. "Sosyal kurumlar," diye yazmıştır "manevi görüşler
gi bi, ı rki oluşumlardı r." Tarihe karışmış olayların hepsi ırk ve sınıf
mücadeleleri ile ilgi lidir. "Irk mücadelesi temeldir. Sınıf mücade­
lesi ondan sonra gelir. Irk düşmanlığı sona erdiğinde, sınıf müca­
delesi de sona erecektir. Bütün sosyal sınıfların eşitliği, bütün
ırkların eşitl iğinin ardından gelir ve n ihayetinde sırf sosyolojik bir
mesele olarak ka lı r."·
Tarihi ironi olarak görenler için, Hess'i n adı, Marx'ın ad ı gibi
mağluplar arasında geçmemektedi r. Bir proto-Siyonist olara k, bir
özlemi gerçekleştirmek için bir halkın, ta rih ve bir görüş tarafın­
dan desteklenen arzusunu dile getirmiştir. Neredeyse iki bin yıllık
bir diasporadan sonra bir Yahudi ulus devleti olarak israil'in ku­
rul ması, halkların tarihi ndeki olağan üstü olaylardan biridir.
Hess bir on dokuzuncu yüzyıl düşünürüydü. Ancak Leonel
Trilling'in (ırkı "insanların alışkanlıklarını, hayat tarzlarını, kurum­
larını ve yönetimleri ni nasıl belirledikleri ni" açıkla manın bir yolu
olarak kullanan) Matthew Arnold incelemesinde gözlem lediği
gi bi, ırk teorisi "on dokuzuncu yüzyı lda neredeyse tartışıl mazdı."
Ve şöyle devam etmiştir: "Stendhal, Meredith, Madam de Stael,
Carlyle, J. A. Froude, Kingsley, J. R. Green, Taine, Renan (ki Arnold,
Keltlere duyguğu ilgiyi ondan öğrenmiştir), Sai nte-Beuve hepsi

Moses Hess, Roma ve Kudüs (New York: Philosophical Library, 1 958).


Önsöz'ün sonunda, sayfa numarası yok. Yahudilerin Avrupa'daki kaderi
hakkındaki görüşlerinde Hess, Şam Vakası'nı n ardından 1 840'da Yahudi­
lere karşı girişilen vahşi bir saldırı üzerine şunları belirtir " . . . Almanlar
Özgürlük savaşından sonra Fransa'ya karşı onlarla savaşan Yahudileri
yal n ızca tanımamakla kalmadılar, dahası onlara 'Hep-Hep' nidalarıyla
zulmettiler. Alman vatanseverinin anayurdunda sevdiği şey Devlet değil,
ırk egemenliğiydi." A.e., s. 33.
Hiçbir muhalefete katlanamaya n Marx, tabii ki küfürbaz ve pislik atan bir
şekilde (bir gübre fabrikasından çıkmış biri) ve bir Yahudi olarak Hess'i
lanetlemiştir.
24 IDEOLOJININ SONU

birden eserlerinde ırk hipotezi kurmuşlard ı r. Aslında liste çağ ın


beşeri olaylar hakkında genellemeler yapan neredeyse bütün
yazarlarını içerecek kadar uzatı labilir."·
Irk bugün lekelenmiş, Naziler tarafından ki rletilmiş ve hatta
daha nötr bir kullanım a ranacak olursa, ten rengiyle güçlü bir
şeki lde özdeşleşmiş bir keli med i r. Ein Vo/k, Herder'deki kökenie­
rine rağ men, rahatsız eden türden ürkütücü çağrışımlara yol
açmaktadır. Ulus, halkların beraberl iği nden oluşur fakat bu ge­
nellikle Devlet'le sıkı sı kıya bağ lantılı ve vatandaşl ık meselesiyle
çelişen siyasi bir kavramdır. ("Sadece" bir u l usun toprağı nda do­
ğanlar d iğer kökenierine ve kan bağ iarına rağmen Birleşik Dev­
letler'deki gibi "vatandaş" sayı lan, fakat Almanya'da sayıl mayan­
lar m ı d ı r?)
Eğer "tarihin yeniden başla ması," ulusların ve devletlerin par­
çalanması ve tekil bir sosyal varl ı k olarak "ha l kların" yeniden or­
taya ç ı kmasıysa, amorfl uğu en aza indirgemek için başka bir ke­
li meye i htiyaç vard ı r. Burada yeni bir kavram olarak, Fransız sos­
yolog Dominique Schnapper tarafı ndan kulla nılan etnik grup
kel imesini beni msiyorum. Etnik grup, en derin içgüdüleri kendile­
rini ortak bir hayat yaşayan bir topluluk olarak ifade etmek olan
ve a ra la rında duyg usal ve dilsel bir bağ kuran insanları tanımlar
ki bu da efsaneleri nde, şi i rlerinde ve şarkılarında ölüme kadar
ortak bir kaderi ifade eder."

Baskıcı imparatorlukların parçalanmaları sadece yeni devletle­


rin sayısını değil, bu yeni devletler içerisindeki etnik g rupların da
sayısını çoğalmıştır. Bu her yerde yeni bir durumdu r. Eski Sovyet­
ler Birliği'nin sonu yen i ve daha küçük bir Rusya da dahil olmak
üzere on beş yeni devletin kurulması na, aslında yeniden ortaya
çıkmasına yol açmıştır:·· Yine de 25 mi lyon Rus bu yeni devletle­
re dağıl mıştır. Önceden kontrol ayg ıtının bir parçası olarak genel-

Lionel Triling, Matthew Arnold (New York: Meridian Books, 1 955), s. 2 1 4-


2 1 5. Eser ilk olarak 1 939'da yayımlanmıştır.
•• Dominique Schnapper, Vatandaşlar Topluluğu: Modern Milliyet Fikrine
Dair (New Brunswick: Transaction Publishers, 1 998)
... Bunlar Baltık bölgesi nde Estonya, Letonya ve Litvanya; Doğu Avrupa'da
Beyaz Rusya, Ukrayna ve Moldavya; Kafkaslarda Ermenistan, Azerbaycan
ve Gürcistan; Orta Asya'da Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan
ve Türkmenistan'dır.
YENI YOlYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 25

likle i mtiyazlı konu mlara sahi plerken bug ün hiç hazı rlıklı olma­
d ı kları durumla ra düşerek etnik g ruplar hal ine gelmişlerdir. Yen i
Rusya Federasyonu'nda etnik Rus'lar geniş bir çoğunluk ol uş­
turma larına rağmen (nüfusun yaklaşık yüzde 80'i) Rus ol mayan
birçok u l us etno-bölgesel ta nınmaya dayalı olarak kendi cumhu­
riyetleri ni kurmuş ve Rusya Federasyonu'nun toprak parçasının
tama m ı n ı n yüzde 53'ünü işgal etmiştir. Tataristan, Başkurdistan,
Udmurtya, Buryatya, Tuva, Komi, Yakutya gibi etni k milliyetler
kendi anayasalarında ayrı lma veya kendi cumhuriyetlerinde etnik
grup olarak i mtiyazlı bir statü talep etmektedi rler.*
Bağı msız devletler bile "milli ki mlik" ol uşturmakta zorl uklar
yaşamaktadırlar. Orta Asya'nın bili nen en eski soyu ndan gelen ve
Farsça konuşan Tacikistan, S milyondan biraz fazla bir n üfusa
sah ipti r fakat bunların sadece yüzde 60'ı Taciktir. Özbekler nüfu­
sun yaklaşık yüzde 25'ini oluşturmakta fakat Özbekistan'a komşu
sınırı n ötesinde 1 4 mi lyon Özbek daha bulun maktad ı r. Ve çok
sayıda Tacik, Özbekistan'da yaşa makta ve kabaca aynı sayıda
Tacik de Afganistan'da yaşamaktadır. Tacikistan nüfusunun yüz­
de 1 O' undan daha az olan Ruslar endüstride, mesleklerde, siyasi
idarede ve askeriyedeki önemli mevkileri iş g al etmişlerd i r.
1 992'de Rusya tarafı ndan desteklenen Özbek azı n l ı k, başkentin
kontrolünü ele geçirdiğinde iç savaş patlak vermiştir. Birleşmiş
Mil letler a racılığıyla yapılan müzakereler tedi rgin bir anlaşmayla
son uçlan mıştır. Burası bir zamanlar eski ipek Yol u'na ve Hausho­
fer d ünya askeri iktidar doktri nine ev sahipliği yapan Avrasya'n ı n
e n önemli bölgesidir. Fakat tarihin yeniden başlamasında kaç kişi
bu etnik zorl uklardan haberdardır?
i ki nci Dünya Savaşı sırasında (ayrıl ma la rından korktuğu için)
Stalin tarafından yerlerinden edilen ve dönüşlerine kadar topye­
klın Asya'ya sürülen bir grup direnişçinin bağı msızl ık hareketinin
bastı rılması için Rusya'nın başlattığı şiddetl i bir seferberl i kten
dolayı d ünya Çeçen istan'ı tanıdı. Fakat Kafkasya, Mihail Lerman­
tav'un ZamantmlZin Bir Kahramant (A Hero of Our Time) olarak
bilinen büyük romantik hikayelerinin okuyucula rı nın bild ikleri
g ibi, büyük dağların va hşi doğasına ve g üzel liğine, i htiras ve
va hşet hikayelerine sahiptir. Kafkasya neredeyse savaş için yara-

Bkz. Anatoly M. Khazanov, "Rusya Federasyonu'nda Etnik Milliyetçilik,"


Dedalus, Yaz 1 997, s. 1 35.
26 IDEOLOJININ SONU

tılmış gibi görünmektedir. Bölgeye adını veren 900 mil uzunlu­


ğundaki sıradağlar boyunca elli etnik grup yaşa maktadır. Güney­
de Ortodoks Hıristiyan kültürünün ilk ikisi olan Gürcistan, Erme­
nistan ve Azerbaycan, üçüncü olarak Kafkas Arnavutları nın Türk­
leşti rilmiş ve islam laştırılmış soyları yaşamaktadır. Türk bozkırla­
rında, Orta Doğu'dan, Doğu Avrupa'dan ve binyı llarca eskiye
dayanan zengin kaynaklı bir savaşçı geleneğinin yurdu Kafkas­
ya'dan gelen dört farklı medeniyet kesişmekte ve çakışmaktadır.
Dokuz yı llık komünist yönetim bu derin oyuklu farkları sileme­
miştir. Bunlar çağ ımııda yeniden canlan mışlard ı r.
Balkanlar'daki d u rum da bu türdendir. 1 945'de Tito'n un zaferi
bölge içerisine huzu rsuz bir barış ortamı getirmiştir. Yeni Yugos­
lavya altı cumhuriyetten -Sırbistan, H ı rvatistan, Bosna-Hersek,
Karadağ, Makedonya ve Slovenya- ve i ki özerk bölge olan Ko­
sova ve Voyvod in'den oluşmaktadır. Fakat durum a norma ldi.
Yugoslavya'nın kendisi tek bir ulus-devlet değildi ve ikisi arasın­
daki ayrı m bile bulanıktı. Sadece Slovenya'da ulus ve devlet bir­
leşikti. Yugoslavya komünist halklarm bir birliğiydi. Fakat Yugos­
lavya halkların birliği olurken 20 m i lyon kişiden ol uşan bir nüfus­
tan 4 mi lyonu yerinden edilmiş veya kendi yurtlarından uzaklara
taşınmış ve başka cumhu riyetlerde azı n l ı k hal ine gel mişti.
Ancak bu karmaşık ilişkilerde en çarpıcı olan şey, genellikle
binlerce yıl geriye giden duygusal bağlarını koruyan her halkın
etnik grup anlayışındaki deri nlikti. Onlarca farkl ı yöneti min a rt
a rda gelen rejimleri altında onları bir arada tutan tek şey geçmi­
şin efsaneleriydi.
The Economist'in bir yazısında belirttiği g i bi, Slovenya "Avrupa
ile sorunu olan herkes tarafından ayaklar a ltına a l ı n mıştır." Onla­
rın en uzu n süre ayakta kalan başkanları Slovenya'yı son yarım
bin yılda yönetmiş olan Avustu rya'lı Habsburg'lardı. Napoleon'un
yönetimi altındaki Fransa on dokuzuncu yüzyı lın başlarında Slo­
venya'yı fethetti. Başkent Lubliya na faşist dönemlerde, Hitler'in
Reich'i ile Mussolini'nin italya'sı arasındaki fay hattında kaldı.
Rusların başa geçmesi nden sonra Sırplar Slovenya'ya Belgrat'tan
hakim oldu lar. Yine de 1 99 1 'de Slovenya bir ulus ve bir halk ola­
rak ortaya çıktı. Slovenler altıncı yüzyılda Vistula ve Oder havzala­
rından büyük islav göçlerinin bir parçası olmuşlar ve Avusturya
yöneti mi a ltından Roma Katoli kliğini kabul etm işlerd ir. Fakat
u lusal bilinçleri on dokuzuncu yüzyı lda, Napoleon'un Avru-
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 27

pa'daki birçok halkla birlikte onları da kendi "ilirya bölgesi"ne


katmaya ka lkmasıyla özel bir dönüşüm yaşa m ıştır. Direniş bo­
yunca, şairleri geçmişe dair efsa nelerden ve faiklariardan oluşan
edebi bir külliyat geliştirmişlerd i r. Bu tür hikayelerin uydurulmuş
veya başka yerlerden alınmış olması mü mkündür, fakat asıl ger­
çek bu hi kayelere insanların inanmış ol maları ve bu hikayelerin
halkı bir etnik grup olarak yeniden şekillendiren duyg usal bir bağ
haline gel mesidir.
Altıncı yüzyılda diğerlerinin yanısıra Trakyalı ları, il irya lıları,
Daçyal ı la rı yerlerinden ederek Balkanlar'a gelen bir islav halkı
olan Sı rplara göre efsaneler, ta rihleri ni boydan boya kuşatan
kırmızı bir kurdele olmuştur. Osmanlı Türklerinin, Sırpları Kosova
Meydan Muharebesi'nde mağlup etmeleri üzerine ve Sırp lider
Prens Lazar'ın mu htemelen kafasını kesmeleri üzerine kader anı
gelmişti. Onun hikayelere konu olan, teslim olmaktansa ölümü
seçen, "Utanç içinde yaşa makta nsa savaş meydanında ölmek
yeğdir," sözü u l usal bilincin kurucu bir miti haline gelmiştir.
Savaşların ve isyanların uzun ka nlı ta ri hi boyunca Sırplar bir
arada kalmışlard ı r. Burada efsa neleri ki lise katipleri tarafı ndan
yazılan ve halk şiirinde tekrar tekrar kutsanan Prens Lazar'a geri
dön üyoruz. Lazar'ın naaşı 1 401 veya 1 402'de Ravanica'da kurdu­
ğu bir ma nastıra kon ulmuş ve üzeri öfkeli aslan süslemeli bir
palto ve kırmızı bir kefenle örtülmüştür. Büyük Meydan Muhare­
besi'nin 600'üncü yıl dönümündeki anma töreninde, kem i kleri
Sı rbistan'daki manastırlarda dolaştırıl mıştır. Bugün Lazar'ın ku­
rumuş kemikleri bir defa daha Ravanica'da yatmaktadır. Pazar
günleri tabut açılmakta fakat sadece kahverengi ve kuru muş
el leri kefenin altından görün mektedir. Alaycı olmak gerekir mi?
Bunları n hepsi yönetici rejimin sırf bir ma nevrası mıd ır? Belki.
Fakat geriye ka lan gerçek şudur ki efsaneler ve geçmiş, inanmak
isteyen insanlar içindir. Ve başka bir ikon hakkında şunlar söyle­
nebilir: Prens Lazar yaşadı, Prens Lazar yaşıyor, Prens Lazar (belki)
yaşayacak."

Bu sadece bir iktidar meselesi midir? Örneğin, Tito rejimi sırasında cesur
bir muhalif olan ve Jürgen Habermas ile siyasal teorisyen Seyla Benha­
bib'in işbirliğiyle çıkan liberal Marksist dergi Praksis'in o zamanki editörü
Mihalo Markoviç'in hikayesini düşünüyorum. Tito rejimi boyunca sür­
günde, Pennsylvania Ü niversitesi'nde ders vermekteydi. Bugün bir Sırp
28 IDEOLOJININ SONU

i kinci Dü nya Savaşı'ndan önce d ünyadaki kara parçalarının


yüzde 80'i ve d ünya halkları nın yüzde 80'i Batı'lı güçlerin yöneti­
mi altındayd ı. Sömürgeci lik yirmi birinci yüzyıl tarihçisini şaşırta­
cak kadar, siyasal tarihte görü l memiş bir hızla sona erdi. Elli üç
bağ ı msız ulus (ve birkaç bağ ı mlı halk) Britanya i mparatorlu­
ğu'ndan sonra ortaya çıktı. Fransa yöneti mi nden sonra yirmi ü l ke
ortaya çıktı. Bunların on altısı Afrika'da, i kisi Kuzey Afrika'da ve
ikisi -Vietnam ve Ka mboçya- Asya'dadır. i m pa ratorluk enka­
zından 1 20 yeni ulus ortaya çıktı.
Fakat bunların hepsi bugün d ünyadaki en bel irgin gerçekte
birleşmektedir. Dünyadaki neredeyse her ul us, azınlık ve çoğun­
luk g rupların çok anlamlı bir karışımı olan, çok kültürlülük hakla­
rını savu nan di lsel veya etn ik çoğul karışımı olan birer ul ustur.
Bugün hiçbir u l us homojen değildir. Bir zama nlar böyle olduğu­
nu iddia eden Japonya bile bug ün Tokyo'da ve Osaka'da yaşayan
Koreli lerden ve hatta Çiniiierden ve Pakistanl llardan oluşan bü­
yük düğümlere sahiptir ve çal ışan sınıfın n üfusu emekli lere, daha
uzun yaşayan işçilere oranla daraldığından göçmenleri açıkça
ka bul etme sorun uyla karşılaşmaktadı r. Kültürel olarak bütü ncül
olma iddiasındaki isveç, otoriteler için sorun haline gelen Çinge­
ne ve Türk g ruplarıyla ilg i lenmek durumundadır. Singapur çok
sayıda Pakista nl ıyı ve diğer yabancı işçileri kabul etmiş fakat altı
yıldan sonra şehrin kontrolünü sürd ürebilmek için bunları d üzen­
li olarak sınır dışı etmiştir.
Çok az ülke bu meseleden bağışık görün mekted ir. Devrimle
değil, evri mle uyu m l u olan dejenerasyon Birleşik Kral l ı k'ta kabul
edilen bir politika haline gel m iştir: bug ün iskoçya kendi parla­
mentosuna sah iptir ve kendi kültürel hayatının eğitim gibi yönle­
rini kontrol etmektedir. Galler'in kendi meclisi vard ı r. Ve Kuzey
i rla nda, ingi liz hükümetinden bağ ımsız hale gelmek üzeredir.
Birleşik Devletler'i n bir sonraki on yılda parçalanıp parçalanma­
yacağına dair bir soru bile sorulabilir. Belçika, Flamanlar ve Valon­
lar olmak üzere iki u l us a rasında etkin bir şeki lde böl ü n müştür.

vatanseveri olarak Miloseviç'in Sırp Sosyalist Partisi'nde başkan yardımcı­


lığı yapmakta ve Amerikan Iç Savaşı'nda Abraham Lincoln'ün Birlik'i kur­
tarma çabalarından esinlenerek Sırbistan'ın Hırvatistan'a ve Bosna'ya
karşı hareketlerini savunmaktadır.
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 29

Çekoslovakya, Çek Cumhu riyeti ve Slovakya olara k parçalara


ayrılmıştır. Romanya'da ve Slovakya'da büyük Macar azı nlıkları
bulunmaktad ır. ispanya'da Kata lonya ve Basklar vardır. Ermenis­
ta n ve Azerbaycan dama tahtası gibi şekillenmiştir. Türkiye'de,
Irak ve iran boyunca yayı lan ve halen kendi lerine ait ul usal bir
devlet a rayışı içinde olan Kürtler vard ı r.
Bu tür halk hareketleri tarih boyunca va r ol masına rağmen,
bugünkü yaygı n patlamaların bir açıklaması var mıdır? On doku­
zuncu yüzyı l Avrupa'sında romantizm tarafı ndan, şarkılarla ve
şiirlerle ve Gariba ldi gibi parlak kı rmızı tişörtlü l iderlerle ateşle­
nen bir ha reket olan mill iyetçi l i k, endüstri ve ticaretin gelişerek
yerel bölgelerden u l usal düzeye çıkmasıyla kurumsal bir a ltya pı
kazanmış oldu. Ve bu nedenle ulusal ordular bir yana, gümrük
vergileri, ithalat ve ihracat kontrolleri gibi ulusal siyasi hükümete
ihtiyaç duyuldu.
Paradoksal bir anla mda, fakat bu sefer tersine bir nedenden
dolayı, sorun tekrar mil liyetçi l i k olabil i r. Tektonik güçler, serma­
yenin, para birimleri nin ve malların ulusal sınırlar ötesine a kışıyla
gelişen ekonomik küresel leşme ve bunu takip etmeye çalışan
insanlardır. Birçok devlet ul usal para birimleri nin kontrolünü
kaybetm iş, U luslara rası Para Fonu tarafından izlen mekte veya
kendi para birimlerini dola rla i kame ederek kredi ve döviz kuru
kaynağı olarak "dolarizasyon"a başvurmaktadır.
Ulus devlet yeni çaptaki iktisadi faaliyeti karşılamak ve diğer
ulus devletlere karşı koymak için uyum l u bir a raçtı. Fakat a rtık
değil. U l us devletler artan bir şekilde Avrupa Topl uluğu (ve Avro
para birimi) ve Meksika'yı, Birleşik Devletler'i ve Ka nadayı'ı bir
üretim ve ticaret bloğu olarak bi rieşitren Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Anlaşması (NAFTA) gibi bölgesel güçlerle birleşmeye
başlamışlardır. Ve Ja ponya'nın sermaye yatırım g ücü, bir Asya
gücü ağıyla faaliyet göstermektedi r.
Siyasi böl ün me, demek ki, iktisadi entegrasyonla başlamıştır.
Bunların hepsi, bir ya ndan Batı emperya lizminin parçalanmasıyla,
diğer yandan komünist bloğun yıkıl masıyla artı bir ivme kazan­
mıştır.
Öyleyse Soğuk Savaş'tan sonra d ü nya toplum larının yeni bir
şekli var mıdır? Bir ya ndan Çin'in ve mu htemelen Hi ndistan'ın
gelişmekte olan büyük güç rollerini, diğer ya ndan etn ik çatışma
ve kaynakları n ı post-endüstriyel dünyaya taşıma i mkansızlığı
30 IDEOLOJININ SONU

içinde kırılan Gü ney Sahra devletlerinin ka l ıcı ekonomik sıkı ntıla­


rını d ışarıda tutacak olursam, yine de iyimser bir manzara çizebi­
l ir. Bu üretimin ve teknolojin in* yeniden bölüşüldüğü ortak bir
bütçe ve refa h kanun larıyla bir dizi bölgesel siyasi blok ve ulus
devletler ve bölgeler içerisinde kültürel özerklik kuran küresel
iktisadi bir toplum olacaktır.
Birleşik Devletler, bir kıta toplumu olarak böylesine umutlu bir
manzara için bir bakıma model olabilir. Başta gelen bütün Ame­
rikan şehirlerinde (Boston haricinde) siyahi bir beled iye başkan ı
ve yüzlerce yerel siyahi görevl inin bulund uğu gerçeği ı rk gerg in­
l i klerine rağ men, zenci topl umunun siyasal sisteme katıld ığını
göstermektedi r. Ancak ekonomik eşitsizlikler sürmektedi r. Ve
bunların birçoğu Birleşik Devletler'in ortaya koyduğu ekonomik
ca nlılık ve teknoloj i k inisiyatife bağ lıdır.
Ba l kanlar ve Kafkaslar haricinde Avrupa'da, yıkılan i m parator­
luklardan yayı lan etnik çatışmalar yaşa nmamıştır (ancak bazı
ülkelerde göçmenlere karşı şiddet end işe vericidir). Katalanya
ca nlı kültürel özerkliğin örneği olmuştur ve Almanya'da Türk
toplul uklarına gösterilen tolerans di kkate değer bir siyasi olgun­
luk beli rtisidir.

Bu umut deği lse de, iyimser bir görüştür. Tarihi (sadece ku­
rumların veya yapıların değil), halklarm tarihi olarak görmekteki
temel gerçek, Quebec'li lerin, Chiapas'lıların, Baskların, Lombardi­
ya'l ı la rın, Korsika'lı ların, Kosovalı'ların, Kürtlerin, Çeçenlerin, Kaş­
mirli lerin, Tam il'lerin, Tibetli'lerin, Filistin'li lerin, Doğ u Ti mur'lu­
ların ve Endonezya takı madalarından ya rım d üzine veya daha
fazla halkın d ünya çapı nda a rtan (siyasi değilse de) kültürel
özerklik talepleridi r:· Bu gerçekleştiri lebil i r mi? Avrupa Konse­
yi'nin kırk üyesi tarafından kabul edilen ve Mart 1 998'de yürürlü­
ğe giren Avrupa Bölgesel Diller ve Azı nlık Dillerini Koruma Ant­
laşması'nda, bölgesel dilin veya bir azı n l ı k dilinin özel ve kamusal
hayatta ku llanı lmasının "devredilemez bir hak" olduğu ka rarına
va rılmakta ve bunlar, nüfusları devlet nüfusunun geri ka lanından

Post-Endüstriyel Toplumun Geleceği'nin (New York: Basic Books, 2000)


yeni baskısının Önsöz'ünde bu sorunu uzun uzadıya ele aldım.
•• Bkz. Hurst Hannum, Özerklik, Bağ1mS1ZI1k ve Özgür irade, gözden geçiril­
miş yeni basım (Philadelphia: Pennsylvania Ü niversitesi, 1 996).
YENI YÜZYILDA TARIHIN YENIDEN BAŞLAMASI 31

sayısal olarak a z o l a n uluslar tarafından "geleneksel olarak kulla­


nılan" diller gibi tanımlanmaktadır. Teoride iyi olmasına rağmen,
antlaşma sadece sekiz ü l kede onaylanmış, Fransa anadilin sözde
kutsallığına yönelik tehlikelere dayanara k çekince göstermiştir.
Bunlar büyük çapta bir tarih olabilecek medeniyetler çatışması
değildir fakat devletler ve uluslar arasındaki küçük çapta bir tarih
olan, yine de i nsanların ihtiraslarına daha yakın olan hak mücade­
leleridir.

Sonuçta, i na nçların büyük ta rihi kesişmesi olarak "ideolojinin


sonu" sanırım devri ni tamamlamıştır. Bu, tarihin yeniden başla­
masıdır.
Giriş:
Huzursuz Gösteri'

Gelecek, ya kitlelere ya da onlara her şeyi


basitçe anlatan insanlara aittir
Jacob Burckha rdt

Bu makaleler, çoğ unl ukla, ell ilerin Amerika'sındaki sosyal deği­


şimlerle ilgilidir. Bu, özellikle beyaz yaka l ı işçi sınıfı n ı n gelişmesi­
nin ve varoşların genişlemesinin, önceki durgunluk öngörülerini
haksız çıkartan "zorunlu" ekonomik büyü menin, daimi askeri
kuru luşların oluşmasının ve temel bir savunma ekonomisi ile
Soğ uk Savaş'ın artan geriliminin sı nıf ya pısına damgasını vurdu­
ğu bir on yı ldı. Sonuçta, yurtdışında kendi mizi Hintli lere, Afrikalı­
lara, Araplara ve diğerlerine karşı tanımlama sorunu ve yurtiçinde
de sadece psi koa nalizi değil, popüler sosyolojinin aynası n ı da ön
plana çıka ran bir "ben lik" ve "statü" endişesi vard ı. "En hafif bir
eleştiriye dahi tahammül edemeyen ve övgüye doymak bilme­
yen" Amerikal ıyı yabancılarla olan il işkisinde Amerikalı ya pan,
Tocq uevi lle'i n söz ettiği "huzursuz gösteriş" yeri ni eleştiriden
korkan ve övgüye fena halde muhtaç end işeli bir aşağılık duygu­
suna bırakmıştır.
Amerika l ı n ı n karakter ya pısına kendimden bir katkı yapmaya
kalkışmadım. Amerikan deneyi minin eşsizliğine veya Amerika n
siyasetinin dehasına d a i r b i r tezi m de yok. "Amerika n Geçmişin­
deki Kı rılmala r" üzerine olan maka lede belirttiğim g i bi, basit her­
hangi bir dizi ayna n ı n Amerikan hayatının kaygan bel irsizl iklerine
ve karmaşı klıkianna odaklanıp onları yakalayabi leceği konusun­
da şüphelerim var. Burada üzerinde durmak isted iğim, basitleş­
tirmen in ya nlışlığı ve bu tarz basitleştirmelerin yol açtığı ideoloj i k
tuzaklard ı r. Bu t ü r çabalar ister istemez eleştireldir. J o h n Stuart
34 IDEOLOJININ SONU

M i l l, Bentham üzerine bir makalesi nde "eleştirmen akl ı n hüküm­


darlıklarının en alt kademede olan ıdır" demiştir. Demek ki ben en
alt basamaktan başl ıyorum.
Birinci bölü mde, Amerika hakkındaki birçok sosyal teori nin
yetersizliklerinin nedeninin büyük ölçüde, Avrupa sosyolojisin­
den al ınan dalaylı fi ki rleri n Amerikan hayatı nın geniş çapta farklı
yaşa ntıianna eleştiril meksizin uygulanması old uğ unu ileri sürü­
yorum . Bu en çok, Amerika n hayatının radikal ve aristokratik
aşağılanmasının teması haline gelen bir kavram olan kitle toplu­
mu teorisinde ve Amerikan siyasetini elit bakımdan görme çaba­
sında belirgindir. Bu teorilerin yanlış olduklarını düşünüyorum.
Grup menfaatleri nin tabiatı ve siyasi kavra miara dönüştürülen
statü a rzuları, Amerikan topl umunun Neo-Marksizmden esi nle­
nen geleneksel sınıf ve kitle teori lerini yanlış çıkarmaktad ı r. Bu­
nun ötesinde, son zamanlardaki sosyal değişim ierin kökeni olan
son on yı lın siyaseti, yirmi yıl öncesinden ta mamen fa rklı itici
güçlere sahiptir. 1 930'1arın siyasetinin ağırlık noktaları, neredeyse
ta mamen yerliydi ve bu dönemin sosyal bölün meleri sosyo­
ekonomik bakımdan neredeyse tamamen sı nıf bölü nmeleri ola­
rak içseldi. Bugün bunun çok az bir anlamı va rd ı r. Yirmi yıl önceki
saflaşmalar da son on yıldakilerle aynı değildir. Bugün siyaset,
herhangi bir içsel sı nıf bölü n mesinin yansı ması değildir ve ul usla­
rarası olaylarla şeki l lenmektedir. Ve siyaseti ifade eden dış pol iti­
ka, en öneml isi Rusya'nın niyetlerinin tahmini olan birçok faktöre
karşı bir cevaptır. ilk olarak Kennan, Acheson ve Truman tarafı n­
dan yapılan ve çok az ölçüde bir temel değişi klikle sonra ki yöne­
tim tarafından takip edi len bu tahmin -yani, kontrol altına alma
i htiyacı- daha başlangıçta bütün siyasi ve sosyal değişimierin
sonuçla rını ortaya koymuştur: askeri yapıla nma, bölgesel askeri
ittifaklar, "ikili ekonomi"nin ol uştu rul ması, bilim ve bilim i nsanları
için yeni bir rol, hepsi birden Amerikan toplumunun haritasını
yeniden çizmiştir. Bu nedenle, Amerikan topl umu ve siyaseti
hakkı ndaki herhangi bir teori, birtakım basitleştiricilerin meyilli
old ukları büyük teorik genelleştirmelere başvurmadan önce,
yakın ampirik d üzeyden işe başla malıdır.
i l k g ruptaki makaleler genel teori ile ilgilenirken, iki nci g rup­
takiler neredeyse mi kroskobik olara k Amerikan sosyal topolojisi­
ni ayrıntı l ı bir şekilde i ncelemektedir. Hepsi birlikte, Amerikan
hayatının karmaşıkilkiarını göstermeye çalışmaktad ı r. Örneğin,
GIRIŞ: HUZURSUZ GÖSTERIŞ 35

"Bir Amerikan Hayat Tarzı Olarak Suç" üzerine olan makale, ku­
marın sosyal örgütlemesinin tanımıyla konudan muhtemelen
uzaklaşmakla birlikte, aynı za manda etn ik g rupların sosyal hare­
ketl ilikle olan i lişkilerinin bir teorisini ve başarı basamaklarını
tı rmanmanın "marjinal" bir örneğini oluşturmaktad ı r. (Belki de bu
anla mda, Durkheim'ın suçun topl u m için gerekli olduğuna dair
paradoksal sözleri nin bir açıklamasıdır.) Liman işçileri üzerine
olan makale ekolojik ve piyasa faktörlerinin -bu örnekte, trafi k
yoğun luğu ve "za man" mal iyeti- endüstrinin iktisadi ya pısına
yerleşmiş, (nakliye şirketleri, haraççı lar ve siyasetçiler arasındaki)
uzlaşma yolla rına nasıl i mkan sağ ladığını göstermekted ir. Sendi­
kalar hakkındaki makale, ku rumsal bir sorunun yerleşik i mtiyazla­
ra uyu m göstermesinde, ideoloji ve statü faktörleri nin karşılıklı
etkileşimini ana liz etmekted ir. iş konusunda kitaptaki en uzun
makale, end üstri nin teknolojik ve sosyal organizasyonunun te­
melinde yer alan "veri mlilik" fikrinin işçilere olan zararlarıyla bir­
likte nasıl sorgu lanmadan kabul edildiğini göstermekted ir. Bu bir
dizi makalenin merkezinde sosyal hareket ve piyasa send ikacılığı,
etnik g rup zinciri ve sosyal hareketl ilik, statü ve menfaat g rubu
siyaseti, tekni k ve politik karar alma kon ularında daha ileri sosyal
araştırmalar için faydalı olacağ ını umduğum bir dizi ana litik ay­
rım bulunmaktad ı r.
Amerika'daki radikal hareketler ve Marksizm hakkı ndaki son
böl üm, ideolojinin siyasetteki rolüne ve ideolojinin entelektüel­
lerle olan ilişkisine dair birtakı m sorular ortaya koymaktadır. Sov­
yet hareketi nin ta biatı, Amerikan politikası için çok önem lid i r. Bir
makale de, Rusya'nın niyetleri hakkında bildiklerimizi ayrıntı lı bir
şeki lde açıklamaktad ı r. Yaba ncılaşma ve sömürü konuları, rad ika l
etiğin merkezindedir. Ve bu fikirlerin tari hinde ya pılan keşifler,
Marksizmin içyüzü nü ve başarısızl ı klarını açığa çıkarmaktadır.

On yıldan fazla bir zamanda yazı lan bu makaleler sadece me­


selelere göre değil, sebep sonuç ilişkileriyle olan bağ lantı ianna
göre de bir a raya geti rilmiştir. Uzmanlaşmamış, fakat eğiti m l i ve
fikirlere karşı duya rlı olan okurlara göre yazılmışlardır. Bugün
fikirlere karşı ilgi göstermeni n modası artık neredeyse geçmiştir.
Sosyal bilimlerin dili hipotezler'in, parametreleri n, değişkenler'in
ve paradigmalar'ı n di lid ir. Süreçler çok değişkenli (yani, belirli bir
değişkenin ağırlığını veya çoklu değişken ierin ka rşılıklı etki leşi-
36 IDEOLOJININ SONU

mini ölçmek için d iğerlerin i sabit tutarak münferit faktörleri veya


kümeleri ayrıştırmak) ve kantitatiftir. Hümanistler, jargonla ve
sosyal bilimcilerin buldukları önemsiz sonuçlarla a lay ederken,
genell ikle teknik eğitim gören birçok sosyal bili mci fikirleri ve
tarihi, beli rsiz ve hata l ı bularak küçümsemektedi r. Her ikisi de
birbirlerine ku laklarını kapamaktad ır. Hiç ki mse kafa karışıkl ığın­
dan çok, kesinliği hedef alan bir dilden veya teknik yöntemlerden
şi kayet etmez. Fakat bu tür yöntemler en iyi d u rumda, ku llandık­
ları soyutlama tarzlarıyla insanın görüşünü daraltmaktadı r.
Benim ilgi alaniarım farkl ı . Kontrol lü fakat soyutlanmış hi po­
tezlerin testi nden ziyade sosyal tanımlama ve açıklama ile, büyük
gerçekliğin taslağının çizil mesi ile ilgileniyorum. Bu, akademik
sosyolojiden daha az "bilimsel" olmak zorunda değildir. Asl ında
bu "edebi" de değildir. Bir "perspektif" olarak, d ü nya hakkında
bilgi sahibi olmanın bir yolu olarak sosyolojidir. Benzer kavra mla­
rı (grup, statü, sosyal ha reketl i lik) ku llanmak kon usunda akade­
mik sosyolojiden ve sosyal davranışın a hlaki boyutuyla ilgi len­
mekte edebi analizden bir farkı yoktur.
Sosyolojinin odağı edebi analizinkinden farklıdır, yöntemleri
ve keşifleri farklı yönlere götürür. Her ikisi de, diyelim ki Tennes­
see Willia ms'ın ve Wi lliam l nge'in oyu nları n ı n, Amerikan erkeği­
n i n değişen sosyal ve cinsel tepkilerini nasıl yansıttığıyla ilg ilene­
bilir. Ancak edebi analiz (eski kuşakta n Lionel Tri lling ve yeni
kuşa ktan Robert Brustein'in yaptığı gi bi) protatipik olanı veya
yaşa ntı n ı n kökenindeki fikirleri bul maya çalışır. Sosyolojik analiz
ise, bunu veri kabul ederek, tipik ola n ı veya birtakım fikirlerin
diğer sosyal ahlak kura l la rı ile olan ilişkilerini a raştırır. Edebi bir
a naliz metinsel'dir. "Eser"i dü nyası olarak görür. Sosyoloj i k analiz
bağlamsal'dı r. Toplumla olan farkl ılıkları n ı bir bütün halinde iliş­
kilendirebi l mek için daha geniş bir plan bul maya çalışır.
Eleştirel bir bakış açısından, fakat jargondan bağımsız olara k,
sosyolojik meselelerle ilgilenen bu makaleler sosyal bilimler ile
g ü ndelik hayat arasındaki boşluğu umarım doldurur.

Bir yazar, özellikle sosyal a na l iz konusundaki maka lelerde,


kendi değerleri ni ortaya koymaktan muaf deği ldir. Benimsediği m
perspektif a nti-ideolojiktir, fakat muhafazakar değildir. Son on
yılda, on dokuzu ncu yüzyıl ideolojileri nin, özelli kle de Marksiz­
min, kendi d ünya görüşleri için hakikat iddiasında bulunabilecek
GIRIŞ: HUZURSUZ GÖSTERIŞ 37

entelektüel sistemler olarak tükend iğine tanık olduk. Bu ideoloji­


lere -ve bun ların aklı ve duyguyu topyekun tesl i m a l ma mecbu­
riyetlerine- tepki olarak birçok entelektüel, "kitlelerden" veya
sosyal davranışın herhangi bir şekl inden korkmaya başladı. Bu
neo-muhafazakarlığ ı n ve yeni ampirizm i n temelidir. Bu korkula­
rın bazıları kaçınılmaz olarak paylaşıl maktadır. Fakat ideolojinin
anlamlı olduğunun reddi, sadece ütopyacı sistemin bir eleştirisi
değ il, mevcut topl umun da bir eleştirisi demektir. (Espri li Palon­
yal ı entelektüelin kapitalizmin ve komü nizmin diyalektik ta nımını
hatı rlamak gerekir. Kapita lizmin insanın i nsanı sömürdüğü bir
sistem olduğu söylenmektedir. Komü nizm ise ta m tersidir.) Eleş­
tirmene kalan şey, yabancılaşma nın g üçlüğü ve öteki lik d uygu­
sudur. Şüphe duyma hakkı, inanç duyma hakkından önce gelir.
insanın sorumluluğu işine bağlılığıd ır.
Yabancılaşma nihilizm değildir, fakat pozitif bir roldür. Her­
hangi bir nedenden dolayı bir şeye veya nihayetinde topl umun
herhangi bir özel bü nyesine karışmaya karşı kend ini uzak tutarak
korumaktır. Yaba ncılaşma, insanın kökleri ni veya yurdunu red­
detmesi olan bir kökünden kopma durumu da değildir. Bazı gayri
resmi ideolojiler, Amerika'nın eleştirel görüşünün Asya'daki ve
Afrika'daki entelektüelleri etki leyerek onların anti-Amerikan ol­
malarından veya demokratik değerleri reddetmelerinden kork­
maktadır. Bu, entelektüel hayatın dar bir görüşüd ür. Partiza nın ve
eleşti rmenin her ikisinin de meşru sesleri nin, -fikirlerin ve ya­
şantı nın sınanması olan- sürekli bir diyalog halinde olması sa­
yesinde bir topl u m en g üçlü ve en cazibeli durumuna ulaşır. in­
san, vaat ettiği şeylere düşman olmadan ülkesini eleşti rebil ir.

ideoloji kavra m ı n ı n ta rihsel gelişi mini izlemek ve birçok deği­


şik kullanımlarını açıklığa kavuşturmak için, "Batı'da ideolojinin
Sonu" hakkı ndaki ka panış maka lesini bu baskı için bir hayli uzat­
tım. Bu bakımdan, "ideoloji"yi sadece herhangi bir "inanç siste­
mi"ni beli rten anlamda değil, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çı­
kan özel karmaşık fikirler ve i htiraslar olarak kullan ıyoru m. Fritz
Stern'in Kültürel Ümitsizliğin Siyaseti (The Politics of Cu/tura/ Des­
pair) kitabında bel irttiği gibi, kavramı genel olarak sol-kanat dü­
şünceye uyg u ladığımın ve böylece alanını dara lttığımın farkın­
dayı m. Bu doğru. "Sol''un ya nısıra "sağ"ın da ideolojileri ol makla
birlikte -bugü n iktisadi gelişme "ideolojileri"ni n olması g i bi-
38 IDEOLOJININ SONU

kişi nin ta rihsel bağ lam ları, ku llandığı kavramları belirlemekted ir


ki; ideoloji "sol"un ürettiği bir kel i medir ve bu bağlamda beli rgin
bir yankı kaza n mıştır. işte bu, tartışmamın odak noktasıdır. "Yeni
sol"un bazı üyeleri nin, yeni devletlerde özgürlüklerin bastı rılma­
sını meşrulaştı rmak için kullandıkları yeni "devrim retoriği" üzeri­
ne bazı bölü mler ekledi m.
Taft-Hartley kanununun arka plan ı n ı ve bu tartışmada kamu­
oyunun maniple ed ilmesi ni kon u alan "Menfaat ve ideoloji: En­
düstriyel Tartışmalarda Kamuoyunun Rolü" adlı makale ise, daha
az tarihsel bir önem a rz etmesinden dolayı çıkarılmıştır.

DAN I EL BELL
Columbia Üniversitesi
Mart 1 96 1
1.
Amerika:
Teori n i n Belirsizli kleri
1
BÖLÜM

Bir Kitle Toplumu Olarak Amerika:


Bir E.le§tiri

. . . insanların ruhlarına çökmüş koyu bir me­


lankoli. . . . bazen öyle görünüyor ki sanki bu
dönem özel likle mutsuz geçmiş, ardında anı
olarak sadece şiddet, aç gözl ülük ve manevi
bir düşmanlık bırakmış . . . . Savaşları n alma­
ya meyil li olduğu kron ik hal, tehlikeli sın ıfla­
rın daimi tehditleri, adalete karşı duyulan
şüphe nedeniyle [had safhaya çıkmış] genel
bir güvensizl ik hissi. . . . Deyim yerindeyse,
dünyaya ve hayata açıktan açığa övgüler
yağdırmak kötü karşılanır olmuş. Sadece acı­
ları ve sefilliği fark etmek, her yerde deka­
danl ı k işaretleri ve sonun yaklaştığını gör­
mek, kısacası çağı aşağılamak veya çağın in­
sanlarını kınamak moda hal ine gelmiş.
-J. H. Huizinga, Ortaçağm Kapanmast

Geçen bi rkaç on yılda yaşanan olaylarla beraber hayatın rad i kal


olarak insansızlaştırılması hissi, "kitle toplumu" teorisinin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Öyle deni lebi lir ki, Marksizm bir yana,
bu teori bugün Batı d ü nyasında muhtemelen en etkil i sosyal
teorilerden biridir. Marx'ın kapitalizmde i nsan ilişkilerinin meta
değerlerine dönü ştürü lmesi veya Freud'un insan davranı şlarında
irrasyonel liğin ve bili nçaltı nın rolüyle il işki lend iril mesi gibi tek bir
kişinin isim damgasını taşıyor olmamakla birlikte bu teori mo­
dern toplumun temel aristokrati k, Katalik veya hut Va roluşçu
eleştirileri nin merkezi nde yer almaktadı r. Ortega y Gasset, Paul
Tillich, Karl Jaspers, Gabriel Marcel, Emil Lederer, Hannah Arendt,
vb. yazarların bu eleştirileri, kişi'nin topl um içindeki özgürlüğü ve
makineleştirilmiş toplumumuzda küçük bir azınlık için bireyin
42 IDEOLOJININ SONU

kendisi olması duyg usuna ulaşmanın olanaklarıyla ilgilendikleri


kadar, toplumda özgürlüğün genel koşul larıyla ilgilenmemişler­
dir. Zaten bu onların tek ilgi kaynağı d ı r.
Kitle toplumu kavramı aşağıdaki g i bi özetlenebilir: taşımacı­
l ı ktaki ve iletişim i m kanları ndaki devri mler insanları birbirleriyle
daha yakın bir hale getirmiş ve onları birbirine yeni yollarla bağ­
lamıştır. işböl ümü i nsanları birbirine daha bir bağ ı m l ı kılm ış, top­
lumun bir kesimi ndeki sarsıntılar diğer kesimleri de etki ler hale
gelmiştir. Ancak gelişen bu bağ ı m l ı l ığa karşın bireyler birbirlerine
daha çok yabancılaşmışlard ır. Eski temel aile bağları ve mahalli
cemaatler dağıl mış, eskiden kalma dar görüşlü inançlar sorgu­
lan maya başlanmıştır. Sadece bi rkaç bi rleştirici değer ortaya
çıkmıştır. Hepsinden önemlisi, eğiti mli elitlerin eleştirel standart­
ları art ı k düşü nce veya beğenilere şekil vermemektedir. Sonuç
olarak ahlak, gelenek ve görenek kuralları sürekl i bir akış içerisin­
de değişmekte, kişilerarası ilişkiler ya pısal olmaktan çok yüzeysel
ve kısmi ka lmaktad ı r. Ayn ı za manda a rtan mekansal ve sosyal
hareketlilik, ilgi leri statü üzerine yoğunlaştırmaktadır. Giyim ku­
şamla veya markayla sabitlen miş veya bilinen bir statü yerine her
bir bi rey çeşitli roller üstlenmek ve sürekli olarak değişen yeni
şartlar silsilesi içerisinde kendini ispatlamak zorundadır. Bütün
bunlardan dolayı bi rey uyumlu bir ben lik duyg usunu kaybet­
mektedir. Endişeleri a rtmaktadır. Bunun a rdından yeni inançların
arayışı gel mekted ir. Böylece kitle topl umunun yok ettiği eski
bi rleştirici inançlar yerine, herkes üzerinde zoru n l u bir saygınlık
ve sağlam bir kişi lik d uygusu uya ndıran karizmatik lidere, dü nye­
vi mesihe sahne hazır hale gel mektedi r.
Bi reysel ayrıca lık a rayan, değerlerin sürekli bir şeki lde ya l n ız
ka laba l ı klar dünyasında iktisadi hesaplanabilirliklere dönüştürül­
düğü, en uç şekliyle utancın ve bilincin dehşetin en korkunç hal­
lerini artık zapt edemediği durumlarda kitle toplumu teorisi mo­
dern topl umun güçlü, gerçekçi bir tanımı, modern hayatı n kalite­
sinin ve iç dünyasmm doğru bir yansı ması gibi görünmektedir.
Fakat kitle topl umu teorisi anal iti k olarak uyg ulanacak olursa çok
kaygan bir hal a l ı r. ideal tipler, Platon'un mağarasındaki gölgeler
g ibi, genel olarak bize bir sil uetten fazlası nı vermezler. Bu, "kitle
toplumu" teorisi için de geçerlidir. Teoriyi ol uşturan her bir ifade,
yukarıdaki iki nci parag rafta öne sürüldüğü g ibi, doğru olabil ir.
Ancak birbirleri ni zoru n l u olarak takip etmezler. Ayn ı şekilde, tarif
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 43

edilen bütün şartların, ne herhangi bir za manda ne de herhangi


bir yerde mevcut olacağ ını söyleyebil iriz. Bunun ötesinde, değer­
lerin altüst olması gibi genel bir kavramdan başka, teorinin birbi­
rinden ayrı her bir parçasını, bırakın ta rihsel olmasını, mantıklı ve
anlamlı bir bütün olarak bile bir a raya getirecek bir yol yoktur. Ve
teoriyi kendi çalışmalarında kullananları incelediğimizde, kendi­
mizi daha fazla bir kayıp içerisinde bul uruz.
Kitle kavramının kullanıl ışındaki bel irsizli kleri çözmek çabası
içerisinde beş farklı ve bazen de birbi riyle çatışan ku llanı mlarını
ayı rt edebi liriz:
ı . Farklllaştmlmamtş bir içerik olarak kitle. Yaygın olarak "kitle
medyası" kavramında ku llan ıldığı gibi "kitle," tek tipleşti rilmiş bir
materya l i n "tekd üze bir şeki lde topl umun tü m g ruplarına" i letil­
mesid ir.1 Sosyologlar tarafı ndan genel olarak a nlaşıldığı gibi kitle,
sm tfın veya herhangi bir sınırl ı ve göreli olarak homojen kesimin
aksi ne, heterojen ve farklılaştırı lmamış bir mevcuttur. Bazı sosyo­
loglar daha ileri giderek, "kitle"den daha çok aşağı layıcı bir kav­
ra m olarak söz etmekted i r. Kitle medyası farklı bir izleyici kitlesi
genel kültürel malzemelere maruz bı raktığı için bu deneyim lerin,
kişisel olanın ve bu nedenle anlamlı olanın mecburen dışında
kaldığı tartışı l maktad ı r. Örneğin, sinema seyi rcisi bir "kitle"dir.
Çünkü ekrana bakarken bireyler, Amerikan sosyaloğu Herbert
Blumer'ın sözleriyle, "ayrı, bağı msız ve anonim" ka lmaktad ır.
Kitlenin h içbir sosyal örg ütlenmesi yoktur, kitle hiçbir gelenek ve
görenek ya pısına sahip değildir, kitlenin ka bul edi lmiş hiçbir
ku ral ı veya ritüeli bulunmaz, ortak kan ıları yoktur. Kitle hiçbir
statü rolleri yapısına sahip değildir ve hiçbir liderlik kurumu ba­
rındırmaz.2
Kitlenin bir parçası olmak, kişinin kendisi nden ayrı l masını ve­
ya kendisine yaba ncılaşmasını gerektirir. Erkeklerin (kadınların ve
çocukların) kendi imago'ları veya ideal i majları ve a rzuları olarak
seçtikleri egemen sosyal değerleri yansıtan televizyon, radyo ve
si nema gibi a raçlar kendi seyi rcilerine bir kitle refleksi dayatırlar.
2. Vastfstzlann ortak kanaatleri olarak kitle. i l k olarak 1 93 1 'de
Ortega y Gasset'in son dönem lerindeki eseri Kitlelerin Ayaklan­
most'nda (Revolt of the Masses) ortaya konulduğu üzere "kitleler"
ve "kitle" kavra mları, "kitle medyası" kavra mında ku llanılan ifade­
si nden ve yanlış çağrışımlarından çok farkl ı bir a n lama sa hiptir.
Ortega'ya göre "kitle" sözcüğü kişilerden ol uşan bir topluluğu
44 IDEOLOJININ SONU

ta nımlamaz. Zamanın devrimci hareketleri nin her i kisini de aynı


kefeye koymasına karşın, kitleler işçi sınıfı nı değil bir zamanlar
eğiti m l i elitlerden ol uşan "beyefendi ler"i n yönetici konumlarını
kaybetmeleri sonucunda ortaya çıkan modern uyga rlığı n d üşük
kalitesini temsil etmektedi r. Modern beğeni, Ortega'ya göre,
vasıfsızların ortak kanaatleri ni temsil eder. Modern hayat "klasi­
sizmin tamamını bir tabula rasa haline getirir." Geçmişte kalan
h içbir şey "olası herhangi bir model veya standart oluşturmaz."
Dillere destan Rönesans bile kendisini dar bir taşra l ı l ı k çağı olarak
-neden söylemeyelim?- sıradan bir şekilde ortaya koymakta­
d ı r." Modern kültür, geçmişi reddettiğinden dolayı, "hayati a rzu­
larına özg ür bir ifade şekli" a ramaktad ı r; bu nedenle, haddini
bil meyen, hiçbir kontrol standartlarına sahip olmayan, "kaprisle­
rine s ı n ı r ta nımaya n" "şımarık çocuk" haline gel mekted ir.3 Orte­
ga'da "modern ite"ye karşı kapsam l ı bir saldırı bulun maktad ı r. O
H ü manizmi avam adına reddeden biridir.
3. Makineleştiri/miş bir toplum olarak kitle. Alman romantiz­
mi nde, doğa nın ve kır yaşa m ı n ı n ideal leştiril mesinde, modern
hayata karşı başkaldırının büyük bir kısmının kaynakları bulun­
makta d ı r. Bu yazarlar için ve tipik olarak Ernst ve F rederich Geor­
ge J uenger gibi şairler ve eleştirmenler için, insanları robotlaştı­
ra n unsur teknolojidir.4 Kitle toplumu mekanik bir topl umdur.
Toplu m bir "aygıt" haline gelmiştir. Makine kendi tarzının dam­
gasını insanların üzerine vurmakta, hayatı matematiksel ve kesin
kı lmakta, va rol uşa maske gibi bir kara kter vermekted ir: çelik kask
ve kaynak maskesi bireyin kendi teknik faal iyetlerinde kayboldu­
ğunu simgelemektedi r. Aya rlanmış, fonksiyonel insan, teknolojik
presin ça rklarında sert ve acı masız bir dişli olarak yeni bir tip şek­
linde ortaya çıka r.
4. Bürokratikleştiri/miş toplum olarak kitle. Daha az romantik
olmakla birl i kte aynı d üzeyde eleştirel olan bu teorisyenler, aşırı
akılcı laştırmayı ve aşırı bürokratikleştirmeyi -hayatın fazlasıyla
organ ize edilmesini- kitle topl umunun belirgin özellikleri a ra­
sında görmektedi rler. "Akılcı laştırma" fikri Hegel ile Marx'a kadar
uzanmakta ve "uzaklaşma," "yabancılaşma," "şeyleşti rme" ve
"metaların fetişleşti ril mesi" kavram ları ile aynı çizgide yer al mak­
tad ır. Bu kavramların hepsi modern toplum insanının hayatı ken­
di arzularına göre yeniden kurmak yerine, bir "şey" veya toplu m
tarafı ndan manipüle ed ilen b i r nesne haline geldiğini ifade et-
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 45

mektedir. Çağımızda George Sim mel, Max Weber ve Karl Mann­


heim bu kavra mları gel işti rmiş ve işlemişlerd i r. Mannheim'ın
eserinde, özellikle Yeniden Yapilanma Çağmda insan ve Top­
lum'da (Man and Society in an Age of Reconstruction), birçok farklı
görüş bir a rada topla nma ktadır.
Mannheim'ın görüşü, şematik olarak ortaya konulduğunda,
aşağıdaki gibidir: modern, geniş ölçekli organ izasyon sadece
veri mli liğe odaklanarak tüm karar merci ierinin en tepede top­
landığı bir h iyerarşi yaratır. Teknik ka rarlar bile üretim bölümün­
den çeki l miş, işle doğrudan herhangi bir bağlantısı olmayan uz­
manlaşmış birimlere devred i l miştir. insanların memnuniyetinden
çok, sadece veri mlilik üzerinde d u rulduğu için, sorunlara getiri­
len bütün çözümler tek bu değer üzerinden beli rlenmektedir.
Mannheim buna Akıl'ın insan ilişkileri ne uyg ulanması demek
olan "esas rasyonal ite"nin aksine "fonksiyonel rasyonal ite" veya
doğrudan araç-amaç ilişkisi adını vermekted ir.5
Karar mekanizması nın böylesine tek bir noktada toplanması
sadece tekd üzelik yaratmamakta aynı zamanda astiarın in isiyatif
ku llanmaları n ı da engeliernekte ve kişisel memnuniyetleri ile
itibarlarını aza ltmaktadır. (Aslında, aşırı rasyonaliteye teslim olma
talebi; kişiyi rasyonel ol ma, yan i akla uygun hareket etme g ücün­
den yoksun bırakır. Bu gerilim, ra hatla mayı irrasyonel yollardan
arar.) Normalde bir kişi nin yaptığı işin ruti nleşti ril mesi, geri limin
keskin ya nlarını köreltir ve bir miktar güvenlik sağlar. Ancak işsiz­
lik baş gösterdiğinde çaresizlik uç verir ve kişinin itibarı tehlikeye
girer. Bireyler kendi gerili mleri nin kaynaklarını (başka bir ifadeyle,
bizzat kişi ler-üstü bürokratik sistem) rasyonel olarak beli rleye­
med iklerinden dolayı, bu şartlar altında günah keçileri arayacak­
lar ve faşizme yöneleceklerdir.
S. Ayaktakımı olarak kitle. Mannheim'ın ve neo-Marksistler'in
kitle toplumunu monolitik bürokratikleşmeyle eşit görmelerine
karşın, Emil Lederer ve Hannah Arendt için kitle toplumu; farkl ı­
l ı kların ortadan ka l kması, tekdüzelik, amaçsızl ı k, yabancılaşma ve
entegrasyon un başarısızi iğı olarak tanımlanmaktad ı r.
Lederer'e göre topl u m, bazıları rasyonel ve bazıları da i rras­
yonel hedefleri olan faal iyetler veya kişisel menfaatler tarafı ndan
bir arada tutulan birçok sosyal g rupta n oluşmaktadır. Toplum
tabakalaştığı sürece, bu g ruplar sadece kısmi bir kontrole sahip
olabilirler ve i rrasyonel hisler kısıtlanır. Ancak sosyal g rupları
46 IDEOLOJININ SONU

birbirinden ayıran hatlar ortadan kal ktığında, halk bir lider tara­
fı ndan manipüle edil meye hazır, değişken ve ateşli "kitleler" hali­
ne gelir.6
Hannah Arendt, belki de on yıl kadar sonra yazdı ğ ı için, kitle­
lerin bağlarından çoktan sıyrıldığını söylemekted ir. Kitleler, sırf
kendi kayıtsızlıklarından veya kalaba l ı klarından dolayı "ne siyasi
partilere, ne beled iyelere, ne profesyonel örgütlere, ne de sendi­
kalara", kısacası ortak çıka rları koruyan mevcut kuruluşlara üye
ol mayan kişilerden oluşur ve "herhangi bir partiye asla üye ol ma­
ya n ve hemen hemen hiç oy kullan mayan tarafsız, siyasi olarak
kayıtsız çoğunluğu oluştururla r."
Böyle insanlar zaten toplumun "dışında" du rurlar. Kitlelerin
ayaklanması "ortak kanaatin kendi kafalarında bir anlam ifade
ettiği topl umsal il işkilerin tüm kesiminin yok ol masıyla birl i kte
ortadan kal ka n sosyal statüye karşı bir ayaklanmadır. Kitleler
realiteden kaçmak arzusunda obsesif bir hale gelmişlerd ir. Çünkü
kendi temel yersiz yurtsuzl uklarında realitenin rastlantısal akıl
al maz yanları n ı a rtık kaldıramamaktad ı rlar."7
Bu--nedenleL modern hayat tüm sosyal bağları kopardığı için
ve modem iletişim teknikleri, kitlelerin propaganda aracı lığıyla
�-
manipüle edilme yol larını kusursuz bir hale getirdiği için "kitleler
çağı" ağırlığını üzerimizde hissettirmekted ir.

Kitle topl umu kavramının bu değişik kullanımlarının i nsana


en çarpıcı gelen yanı, gerçek dü nyanın karmaşık ve gi rift sosyal
i lişkilerini ne kadar az yansıttığıdır. Blumer'ı n "ayrı, yalıtı l m ış ve
anonim" sinema seyircisi örneğini ele alalım. Mu htemelen, çok
sayıda bi rey, başla rından benzer deneyim ler geçtiği için, bireyler
arasındaki farkl ıl ı kları bulanı klaştıran birta kım genel psikolojik
gerçeklikleri paylaşacaktır. Bu nedenle, her bireyin şimdi "eşit
ağırlığa" sahip olduğu yönündeki sosyolojik varsayıma ulaşıyo­
ruz. Birbirlerine böylesine benzemeyen bireylerin görüşleri ni
bel irttikleri bir örneklem, "kitle kanaatini" oluşturmaktadır. Peki
durum gerçekten böyle m idir? Bireyler tabulae rasae değildirler.
Ayn ı yaşa ntılara değişik topl u msal görüşler getirebilirler ve birbi­
rine benzemeyen kanaatiere varabi lirler. Si nemada fil m seyre­
derken sessiz, yalnız, ya lıtılmış olabilirler. Fakat sonrasında a rka­
daşlarıyla konuşup fikir alışverişinde bulunurlar. Tekrar belirli
sosyal g rupların üyeleri haline geli rler. Yüzlerce veya binlerce
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 47

bi rey evlerinde tek başına oldukları nda, fakat hepsi de ayn ı kitabı
okuduğunda, hepsinin bir "kitle" ol uşturduğunu söyleyebilir
miyiz?
Romantik duygular eleştirel düşünceyi çarpıttığı için, modern
hayata saldırılar gereğinden fazla bir duygusal l ı k taşımaktad ı r.
Örneğin "kimliksizl ik" i mgesine Gabriel Mareel tarafından metafi­
zik bir çarpıtma atfed ilm iştir: "Birey kitleye ait olmak için başlan­
gıçtaki bireyselliğiyle i l işkilendirilmiş temel realiteden kendini
tecrit etmek zoru ndad ı r . . . Basın yayı nın, sineman ın, radyonun
inan ı l maz bir şekilde oynadığı kötü rol, bir çift makara aracı l ığ ıyla
orijinal rea l itenin yerine dayatılan kalıp fikirler, yaşantının özne­
sinin derin varol uşuna h içbir gerçek kökü olmaya n i mgeler koy­
masıdı r."8 Belki de "orijinal rea lite" veya "derin varoluşun gerçek
kökleri" kavramları n ı n ampirist an layışa uymayan anlamları var­
dır. Fakat bası n yayın, radyo, vs. vs. ol maksızı nki bunlar bir bütün­
lük içerisinde değildirler -bir anda her yer- de ol mayacağım ıza
göre, başka bir yerdeki olayları nasıl öğreneceğiz? Yoksa eski
zamanların mutlu cehaletine geri mi dönmemiz gerekiyor?
Eleştirmenler tarafından ortaya kon ulan kitle toplum hayatı­
nın bazı i mgeleri neredeyse karikatür düzeyi ne indirgenmekte­
dir. Ernst Juenger'e göre, trafik nasıl ki trafik kurallarını gerektirir­
se, aynı şeki lde halk da otomatizme şartlandırılmıştır. Karl Jaspers
"tekn i k kitle düzeni"nde evin "bir barı nak veya uyku yeri"ne dö­
nüştüğünü yazmıştır. Daha şaşırtıcı olanı ise modern tıpta n ya­
kınmaktır. "Tı bbi uygula malarda hastalara akılcılaştırma ilkesine
uygun olarak kitle hal inde bakı l maktadır: teknik tedavi a lmaları
için enstitülere sevk edili rler, g ruplar halinde sınıflandırı l ı r, şu
veya bu alanda i htisas yapmış bir bölüme başvururlar. Bunun
arkası nda yatan mantık şudur: tıbbi tedavi de diğer her şey gibi
bir mamul mal haline gelmiştir.''9
Kitle toplumuna karşı getirilen eleşti riler, bazen doğrudan bi­
limi hedef alacak kadar genişlemekted ir. Ortega'ya göre "bi lim
insanı, kitle insanının bir prototi pidir." Çünkü bilim uzman iaşma­
yı teşvik ederek, bilim insanını "kendi sınırları içerisinde hermetik
ve kendi halinden memnun" kı lm ıştır. Ortega buradan hareketle
şu genel yargıya va rır: "Bu dengesiz uzma niaşma nın en dolaysız
sonucu günü müzde her zamanki nden daha fazla 'bilim i nsanı'
olmasına karşın, mesela 1 750'1erdekinden daha az 'kültürlü' in­
san bulun masıd ı r."10 Peki ı.?SO'Ierle gün ümüz a rasında yapılan
48 IDEOLOJININ SONU

böylesi bir karşılaştırma nasıl ispatlanabilir? Karşılaştırılabilir ka­


tegoriler ol uşturabi leceğimiz halde, eminim ki her şeyden önce
Ortega'nın kendisi böylesi bir istatistiksel karşı laştırmadan kaçı­
nırdı. Dahası, bir i nsanın işinde uzmanlaştığı için boş zamanların­
da veya fikren kültüre değer veremeyeceğini varsayabilir m iyiz?
Peki, "kültür" nedir? Ortega, sadece doğa hakkındaki değil, i nsa­
nın iç dü nyası hakkındaki bugünkü bilgi birikimimizin 1 975'1er­
dekinden daha fazla olduğunu kabul etmez miydi? Bilgi ile kültür
bi rbirinden bu kadar uzak mıdır? Yoksa, "gerçek kültür," içinde
sonsuz hakikatin bulunduğu klasik eğiti min dar bir alanına mı
s ı kışmıştır?
Verdiğim önceki örnekten yola çıka rak, kitap okuman ı n si ne­
maya gitmekten kal itatif olarak farklı bir deneyi m olduğu el bette
ki söylenebilir. Ancak bu bizi doğrudan kitle topl umu teorisinde
baştan var olan yıkıcı beli rsizliğe götürür. Bu teoride i ki şey birbi­
rine karışmıştı r: bi ri, modern yaşantının kalitesi hakkı ndaki ka­
naat, ki aklıselim herkes bu konuda hemfikir olacaktır; diğeri,
sanayileşme ve kitlelerin eşitlik talepleri sonucunda ortaya çıkan
topl umsal düzensizlikle ilgili bilimsel varsayı mdır. Bu makalede
ikinci konu tartışılmaktadı r.
Toplumsal düzensizl ik teorisinin a rkası nda; topl umu küçük,
"organik" ve birbirine sıkı sıkıya bağ lı bireylerden ol uşan (sosyo­
lojik terminolojide gemeinschaften olarak adlandırılan) cemaatler
ve bunun karşısında da sanayileşme ile modern hayat tarafı ndan
paramparça edilerek yerine gayri-i nsani, eski cemaatlerde rastla­
nan temel memnuniyet hisleri ile sada katten yoksun "atomistik"
bir topl um (gesellschaft) olarak gören romantik ve biraz da yanlış
bir geçmiş düşüncesi yatmaktadır.1 1 Ancak bu farklar tamamen
değer ya rg ı la rı tarafı ndan bul a n ı k bir hale getirilmişlerdir. Herkes
atomizm ve "organik yaşam" karşıtıdır. Fakat sağ lam bir mantı kla,
"organik" kavra m ı n ı n yerine "bütün" kavra m ı nı, "atomistik" kav­
ramının yerine de "bireyselci lik" kavra mını yerleştiri rsek, tartışma
tama men başka bir şekil a l ı r. Ne olursa olsun, teori nin en büyük
zaafı, tarihsel bir düşünsellikten yoksun olmasıdır. Kitle toplumu­
na geçiş, öyle olsa bile, birden bire bir patlamayla bir batında
değil, nesi ller boyu süren bir gelişme içerisinde gerçekleşmiştir.
Hipetezi n sosyoloj i k determ inizme daya l ı bakış açısı, i nsan kapa­
sitesinin uyum sağlama ve yaratıcılık yön lerini, yeni sosyal olu­
şumla rı şeki l lendirme yeteneğini gözden kaçırmaktadır. Bu yeni
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 49

oluşumlar a rasında liderlerinin kademe atlad ığı send ikalar -ki


bu ülkede kendi küçük d ünyalarını kuran 50.000 yerel sendika
bulunmaktad ı r- veyahut etnik gruplar ile dayan ışma grupları­
nın oluşturdukları yeni şartlar a ltında gel işen d i renç g rupları sayı­
labilir.
Ancak kitle toplumu teorisinde; sadece basit bir kavram kar­
maşası, terminolojik bel i rsizli k, ta rihsellikten yoksun olmaktan
daha fazla sorun vardır. Bu teori özünde, bünyesinde önemli ama
gözden kaçırılmış özgürlük kavra m ı n ı da barındıran aristokratik
kültürel geleneğin bir savunmasıdır ve büyük kitlelerin gerçekten
eğitilebileceğine, kültür kazana bileceğine dair şü pheler taşır.
Böylece, teori çok defa i mtiyazl ı kesi min muhafazakar bir müda­
faası hal i ne gelir. Bu müdafaa bazen öyle bir had safhaya ulaşır ki,
"kültür" ve "sosyal adalet" arasında çatışma çıkarır. Matthew Ar­
nold'un Kültür ve Anarşi (Culture and Anarchy) adlı kitabını hatırla­
tan bu tartışma, sosyal gelişme için yapılaca k herhangi bir mü­
dahalenin kültüre zarar vereceği düşüncesi üzerinden şeki llen­
mektedir. Teori, temel olarak "burjuva" toplumunu hedef a l ması­
na karşın, radi kalizme ve eşitl ikçi görüşlere de saldırmaktadı r.
"Kitle" korkusu Batı lı siyasi düşü ncenin egemen muhafazakar
geleneğ inde kökleşmiştir ve halen sosyal teori nin, "akılsız kitle­
ler" i maj ında ve liderliğin otoriteryan tan ı m la rında olduğu gibi,
siyasi ve sosyolojik kategorilerini geniş ölçüde şeki llendirmekte­
dir. "Kitle" tablosuna, Aristo'nun Politika'sından kaynaklanan bir
şiddet ve aşırılık potansiyeli atfedil mekted ir. Aristo'nun üçlü ti po­
lojisinde demokrasi, demagog lar tarafından kolaylı kla etki lenen
hoi pol/oi ile kıyaslanmaktadır ve tiranl ığa kadar düşmektedir.
Helenistik çağ larda gel işti rilen bu kitle düşüncesi, Roma cumhu­
riyetinde köylüler ve aristokratlar a rası ndaki mücadelelerle ve
Sezar'ın halk tabakasının desteğini alma çabalarıyla derinleşmiş­
tir. Böylece "ekmekle ve eğlenceyle" beslenen kalabalık halk ta­
bakası imaj ı derin bir biçimde tari hte yer etmiştir. (Örneğ in, Plu­
tarkos'un ta nımladığı dönek kitleler ve sahtekar !iderler, Shakes­
peare ta rafı ndan Corio/anus adlı eserinde doğrudan kulla n ı l m ış­
tı r.) Eski Hıristiyanlık teorisi, kitle korkusunu i nsan doğasına dair
bir teori ile doğrulamıştır. Aug usti ne'in dini ifadesiyle ve sonra­
dan Hobbes'un sekülerleştirdiği yorumuyla, Dü nyevi Şeh i r sili­
nemez bir kan lekesi taşımaktad ı r: Cennette ne özel mül kiyet ne
de devlet vard ı. Mül kiyet ve polis, i nsanın cen netten kovul ması-
so IDEOLOJININ SONU

nın sonucunda ortaya çıktı. Bu nedenle mülkiyet ve polis, mede­


n iyetin değil, aksine bu medeniyetin çöküşünün işaretidir. i nsanı
zapt etmek için gerekli a raçlard ır.
Ancak modern bilinçsizliğin içine "akılsız kitleler"i katan Fran­
sız Devrimi'ydi. Ancien n?gime'in yıkıl ması ve hep bir ağızdan
"eşitlik" çağrılan, muhafazaka rların ve özellikle Katol iklerin korku­
larını çağaltarak (siyasi, sosyal ve d i n i dogma anlamında) gele­
neksel değerlerin yıkılabileceği yönündeki eleştirileri a rtırdı.12 Bir
Tocqueville, bir Acton için, özg ürlük ile eşitlik a rasında azaltıla­
maz bir çatışma vard ı. Özgürlük, herkese farkl ı olma hakkı n ı ga­
ranti ederken; eşitlik, toplumun beğeni düzeyinin en alt tabaka­
dan itibaren yükselmesi anlamına geliyordu. Bir Max Scheler,
yanısıra bir Ortega için, kitle toplumu sadece i rrasyonel güçleri
serbest bırakan "duyguların demokrasisi" demekti. Anglika n T. S.
Eliot için olduğu kadar, Katalik De Maistre için de i nsanların eşit­
liği, sağ l ı kl ı ve kaynaşmış bir topl u mda gerekli olan uyurnun ve
otoritenin yıkılması anlamına gel iyordu.13 Bu gelenekçi bakış
açısından Nazizm, demokrasiye bir tepki olarak değil, demokra­
sinin kaçın ı l maz bir sonucu olarak tan ı mlanmıştır. Hitler, a kı lsız
kitleleri etkileyen ve onları Avrupa'nın geleneksel kültürü ne karşı
nihi list bir isya na sürükleyen klasik bir demagog kopyası olarak
görül mektedir.
Bu kavramlar özgürlüğün ve mükemmel liğin anlamlarını
anı msatmak bakı mından önemli olmakla birlikte, insanlık olanak­
larının dar bir an layışını da yansıtmaktadır. Toplu msal değişim
soru nu, geniş bir politik tuval karşısında görülmelidir. Karl Mann­
heim'ın bel irtmiş olduğu üzere, modern siyasetin başlangıç nok­
tası, cenneti yeryüzüne indirmeye çabalayan binyı l ı n ya da dinsel
esinlenmelerle dolu bi nyı lların, toplumun alt katmanlarının sos­
yal ve ekonomik gelişme ta leplerinin ifadesi halini alan Refor­
masyon'dan sonra geldi.14 Şeylere karşı körü körüne gel iştiri len
kızg ı n l ı klar bu sayede bir ilke, bir akıl, eskatolojik bi r güç kazana­
rak kesin siyasi hedeflere yönelti ldi. Bütün ruhların eşitliği, bütün
bireylerin eşitliği, g itgide artan bir esinle aydınlanmış olarak her­
kesin hakkı haline geldi.
Modern sosyolojinin babası Comte, insanın evrensel düşü nce
özgürlüğü ha kkı karşısı nda dehşete düşmüştür. Beli rli derecede
birbirlerine güvenen i nsanlardan oluşmayan hiçbir toplum var
olamaz, diye yazan Comte, bu görüşün canı isteyen herkesin
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 51

topl umun temellerini tartışma hakkına sahip olma fi kriyle çelişti­


ğini beli rtmiştir. Serbest eleşti rinin tehlikelerine dikkat çekerken;
Comte boşa nmaların a rtmasını, geleneksel sı nıf fa rklarının orta­
dan kalkmasını ve ardından gelen kişisel hırsiarın küstahlığını
kanıt olarak göstererek, kam u ahlakının çöküşüne işaret etmiştir.
Entelektüel özgü rlüğün anarşik genişlemesini ve d üşüncelerin
yayı lmasını önlemenin, devletin görevi nin bir parçası olduğu
görüşündedi r.15
Modern toplum açıkça Comte'un görüşlerini doğ rulamamak­
tad ı r. i mtiyazın temel lerinin adalet adına tartışılmasına devam
edil mesine karşın topl um yıkı l mad ı. Bugün Malthus'un "insan
doğasının kaçı nıl maz yasaları karşısında bazı i nsan lar fakirliğe
maruz kalacaklard ı r. Bunlar hayatın büyük piya ngosunda boş
çeken kişilerdi r"16 şeklinde ifade ettiği kasvetli görüşlerine a ncak
bir avuç ahlakçı katı labilir. Kapitalist ve komünist modern hayatın
en çarpıcı gerçeği, sosyal değişime ideolojik adanmışlıktır. Deği­
şim ile kasted ilen maddi/iktisadi gelişme, bireylerin kendi yete­
neklerini ortaya koymaları için daha fazla fırsat tanın ması konu­
sunda mücadele verilmesi ve kültüre daha geniş kitleler tarafın­
dan daha fazla değer atfedil mesidi r. Herhangi bir toplum bu
istekleri yadsıyabilir mi?
idealize edilmiş feodal bir geçm işin merceği nden yansıyan
modern hayatın bu a ristokratik eleşti rileri nde, demokrasinin
sadece eşitl ikle tan ı mlanmış olması ilgi nçtir. Evrensel oy ku llan­
ma hakkıyla birlikte, Batı l ı demokratik yapının ayrıl maz parçaları
olan meşrutiyetin ve hu kuk kurallarının rolü gözden kaçırılmak­
tad ı r. Popü ler zevklere verilen tavizler tarafından bozu lan mo­
dern kültür portresi, kültüre atfedi len değerlerdeki genel yükseli­
şi d ışarıda bırakan bir portre olarak aynı şekilde a bartılmıştır. Eğer
kitle toplumu kısımlara ayrıl m ış, kişisel il işkilerde yapayl ığa düş­
müş, anonim, geçici, uzmanlaşmış, faydacı, rekabetçi, paragöz,
mobil, statü açl ığı içinde görülüyorsa, madalyonun öbür yüzüne
de bakmam ız gerekir: Mahremiyet hakkı, iş ve a rkadaş seçi m inde
özgürlük, aidiyetin a ksine başanya daya l ı statü, bir tek egemen
grubun toplumu i mtiyazlı ve monopolcü bir şekilde kontrol et­
mesi yerine normlarda ve standartlarda çoğull uk. Sör Henry Mai­
ne'in bel irttiği gibi, modern toplum hareketi, statüden sözleşme­
ye doğru gelişmiştir. Bu anla mda, dünyadaki sabit bir yerden
olası bir özg ürlüğe doğru ilerleyen bir harekettir.
52 IDEOLOJININ SONU

Kitle topl umunun ilk teorisyenleri (Ortega, Marcel) dikkatlerini


"kusursuzluğun bozulmasına" yoğ unlaştırırken, daha sonraki
teorisyenler (Mannheim, Lederer, Arendt) aşırı organizasyonla
birlikte faşizmin yükselişini kolaylaştıran sosyal dokunun parça­
lanmasına di kkat çekmişlerdir. Son za manlarda, komünist başarı­
ların ışığı altında, kitle toplumunun bireyin etkin sosyal g ruplara
gerçek katı lımını sağlayamadığı için, özellikle komü nizmin n üfu­
zuna karşı savunmasız ka ldığı ve kitle örgütlenmesin i n hantal
yapısından dolayı komünist n üfuza ve manipülasyona özellikle
açık bir hale geldiği i leri sürülmektedi r.17 Komün istler sızma ko­
nusunda kesinlikle müthiş başarı göstermişlerd i r ve onların "ön
örgütlenmeleri" yüzyı lı mızın büyük siyasi buluşlarından biri ola­
rak sayılabil ir. Ancak komünist teknikleri göz ardı etmeksizin,
buradaki gerçek problem (muhalif entelektüellerin modern kül­
türe saidı rmaianna karşı gösterdiği mazeret bir yana) "kitle top­
lu mu"ndan çok, veri li sosyal düzen in sosyal hareketliliğin taleple­
ri ile sosyal değişim başlad ığında ortaya çıkacak olan hayat stan­
dartları ndaki artışı karşılayabilme kapasitesi veya kapasitesizli­
ğinde yatmaktadır. Bu herha ngi bir rad ikal ha reketin kilit nokta­
sıd ı r.
insanları isyana sürükleyen şey, başlı başına yoksulluk değil­
dir. Yoksulluk daha çok kaderciliğe, üm itsizliğe, ritüellerle ve batıl
inançlarla şekillenen doğaüstü g üçlerden medet u mmaya yol
açar. Toplumsal gerginlikler, gerçekleşmemiş beklentilerin bir ifade­
sidir. Sadece beklentiler harekete geçtiğinde radikal izm başa
geçer. Sınıf fa rkı bilincinin derin leştiği, sosyal i lerlemenin olanak­
ları zorladığı ve kültür kurumlarının hırslı entelektüellere hareket
alanı açmakta yetersiz kaldığı toplumlarda radikal güç (ki burada
komünizm isteklerini, genel an lamda radikalizm isteklerinin de­
ğişik bir biçimi olarak görmek gerekir) muazza mdır.
Radi ka l izm, duyarsız köylülerden çok sanayi işçileri arasında
(Calabria'dan çok Milan'da) ya da uzun süredir send ikalaştı rılmış
işçilerden çok (örneğ in Hindistan) yolu tıkan mış entelektüeller
arasında yayılır. Kı rgınl ık, Max Scheler'in bel irttiği gibi, insani
dürtülerin en g üçlüleri a rasında yer a l ı r. Bu, siyasette de katiyen
böyled ir. Milli geliri n arttığı yerler, kitlelerin bu a rtıştan eşit pay
alma beklenti leri nin görel i olarak karşılandığı ve sosyal hareketli­
liğin her zamankinden daha fazla sayıda insanı etki lediği, aşırı
uçlardaki siyasetin en az geçerli olduğu (özellikle Birleşik Devlet-
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 53

ler, Britanya ve kuzeybatı Avrupa bölgesi gibi) ileri sanayi ülkele­


ridir. Merh um Joseph Schu m peter'in kötümser ola rak inanmış
olduğu üzere,1 8 Asya gibi yeni yeni uyanan toplumlarda, ki lit
topl umsal tabakanın (özellikle entelektüel lerin) sabırsız beklenti­
leri ekonomik gelişmenin gerçek olanaklarını öylesine aşabi lir ki,
komünizm çoğunluk için a kla yatkın tek çözüm g i bi görünebilir.19
Böyle bir durumun Hindistan'da m ı yoksa Endonezya'da m ı ola­
cağı, önümüzdeki on yı l ı n siyasi beli rsizl ikleri a rasındadır. Ancak
her ne olursa olsun, radika l çağnlara en güçlü karşı lığı veren, kitle
toplumu değil herhangi bir toplumun sabırsız popü ler beklenti­
leri en basit anlamıyla ka rşı lama yetersizliğidir.

Kitle toplumu hi potezi nin bakış açısından, Bi rleşik Devletler


siyasi muhalefete karşı özellikle savunmasız kalmak du rumunda­
dı r. Ü l kemizde şehi rleşme, sa nayileşme ve demokratikleşme, eski
temel ve toplumsal bağları tari hte daha önce görülmemiş bir
şekilde erozyona uğratmıştır. Yine de, depresyon döneminde
yüksek oranlı işsizlik, bu ü l kede -herhangi bir Batı Avrupa ülke­
sinde olduğundan- daha uzun sürmüş ve daha şiddetli yaşan­
mış olmasına karşın, ne komünist hareket Birleşik Devletler'de
gerçek an lamda ayak basacak sağ lam bir yer bulabi lmiştir, ne de
Avrupa modelinde görülen herhangi bir faşist harekete rastlan­
mıştır. Bu nasıl açıklanabil ir?
Birleşik Devletler'in, yal n ız ve yal ıtı lmış bireylerden oluşan
"atomize" bir toplum olduğu i leri sürülmüştür. Bazen alaya a l mak
için kullanılan, Amerika l ı ların dernek üyelerinden ol uşan bir ulus
olduğuna yönelik basmaka l ı p ifade unutul ma malıd ır. Bugün
Birleşik Devletler'de yaklaşık olarak toplam 80 mi lyon (gerçekte
bu rakam ı kat kat aşan) erkek ve kad ı n üyesi bulunan en azı ndan
200.000 gönüllü orga nizasyon, dernek, ku lüp, cemiyet, loca ve
birlik bulunmaktad ı r. Büyük bir olası l ı kla, dünya nın h içbir ülke­
sinde böylesine yüksek bir düzeyde, bazen a bsürt ritüeller halin­
de konulan, ama yine de gerçek ihtiyaçları gerçekten karşılayabi­
len gönüllü toplumsal hareketl ilik yoktur.20
"Yanlış old uğunu gördüğü bir şey için, 'buna karşı bir kanun
olması gerekir, ama aynı za manda bununla baş etmek için bir
organ izasyon kurulmal ı' diye düşün mek sırada n bir Amerika l ı için
doğaldır." der Gunnar Myrdal.21 Bu organ izasyonların bazı ları
işverenlerden, çiftçilerden, işçilerden, emeklilerden, sendi kalar-
54 IDEOLOJININ SONU

dan, kıdemli lerden vs. oluşan baskı gruplarıd ı r. Fakat daha bin­
lereesi de tı pkı Siya hi insanları Geliştirme Ul usal Birliği, Amerikan
Sivil Özgürlükler Birliği, Kadı n Seçmenler Derneği, Amerikan Ya­
hudi Cemiyeti, Öğretmen Anne Babalar Birliği, Mahalli Cemaatle­
ri Geliştirme Grupla rı, vb. gibi her biri yüzlerce insana elle tutu lur,
duyg usal olarak paylaşılabilen etki nlikler sunan gruplard ı r.
Bu ü l kede çeşitli kültürel, sosyal ve siyasi faal iyetler yürüten
etn i k g rup organizasyonlarının sayısı aynı şekilde oldukça şaşırtı­
cıdır. irlanda lı, italyan, Yahudi, Polonya l ı, Çekoslovak, Finlandiyalı,
Bulgar, Besarabya l ı ve diğer milli g rupların sayısı, bunlar a rasın­
daki daya nı şma, orta kl ık ve siyasi g rupların her birinin Ameri­
ka'daki rol ü şaşı rtıcı derecededir.22
Anonimleşmeni n gelişmiş olacağı düşünülen şehir merkezle­
rinde bile yerel bağların genişliği müthiştir. Chicago'nun şehi r
sınırları içerisinde, örneği n hafta lık ya klaşık bir mi lyon tirajı olan
82 cemiyet gazetesi bulun maktadır. Chicago'nun daha geniş
metropol bölgesinde, bu rakam 1 8 1 'dir. Standart sosyoloji teori­
sine göre, kent sakinlerine haber ve ded i kod u ulaştıran bu yerel
gazetelerin, ulusal medyanın baskısı altında yavaş y3vaş yok
olmaları gerekir. Ancak tam tersi olmaktad ı r. Chicago'da böyle
gazetelerin sayısı 1 9 1 O' dan bu yana yüzde 1 65 oranında a rtmış­
tır. Geçen kırk yıl içi nde ti raj yüzde 770 a rtmıştır. Bu yerel gazete­
leri araştıran sosyolog Morris Janowitz'in gözlemlerine göre:
''Toplum tek yönlü olarak gemeinschaft'dan gesel/schaft'a doğ­
-

ru- bir trend takip ettiğini düşünen lerce tan ı mlandığı şekilde
gayrı-insani, benmerkezci ve çorak bir hale geld iyse; o za man
sosyal bi limin araştırdığı suç ora nları, toplu msal düzensizli k ve
psikopatoloji olgularının (bugünkü gibi) teh likeli bir düzeyde
değil de daha az bir düzeyde ol ması gerekirdi."23
Gön üllülüğe dayalı bu tür derneklerin geniş g ruplarının, ilgili
ülkenin kültürel d üzeyi ne ilişkin bir gösterge olup ol mayacağı
tartışmalı bir konud ur. Ortega'n ı n savund uğu gibi, kültürel stan­
dartlar dü nya çap ı nda düşüşe geçmiş olabilir (mimaride, g iyim
kuşamda, tasa rı mda, her şeyde mi?). Bununla birlikte, bugün
nüfusun daha büyük bir böl ümü, değerl i kültürel etki nli klere
katılmaktad ı r. Bu, geçen elli yıl boyunca Amerikan hayat stan­
dardının ta m tamına ikiye katlanmasının doğal bir sonucud ur.24
Artan eğitim düzeyi, kültüre verilen değerin arttığı anlamına
gelmekted ir. Birleşik Devletler'de klasik müzik konserlerine,
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 55

beysbol maçlarından daha fazla para harcanmaktadır. Kitap satış­


ları on yıl içerisinde ikiye katlanmıştır.25 Bugün Birleşik Devlet­
ler'de binin üzerinde senfoni orkestrasının yanısıra yüzlerce mü­
ze, enstitü ve kolej sanata para harcamaktadır. Orta kültür top­
lumunun geniş bir kesiminin geliştiğini gösteren daha birçok
endeksten söz edilebilir. Önümüzdeki yıllarda sürekli olarak artan
verimlilik ve boş zamanla birlikte, Birleşik Devletler daha fazla
etkin bir kültür "tüketicisi" konumuna gelecektir:
Amerikan kitle toplumunun bireylerine fazladan bir konfor­
mist baskı yaptığı ileri sürülmüştür. Fakat kimin neye uyum sağ­
ladığını belirlemek kolay değildir. New Republic, "reklamcıların
kültürü allayıp pulladıklarını" duyurmaktadır. "Radikal sol"un
yayın organı National Review, toplumumuzda "liberaller"in fikir
üretme egemenliğine karşı putları kırma bayrağını kaldırmakta-

Kitle toplumu kavramının kullanımındaki diğer bazı belirisizlikler "kültür"


sözcüğünün antropolojik ve hümanist anlamlarındanki karışıklıklardan
ileri gelmektedir. Bazı eleştirmenler yerel geleneklerin veya şive farklılık­
ları, yemek kültürü, şarkı, dans, espri anlayışı, vb. bölgesel uygulamaların
"çöktüğünü" ve bunların yerine bireyleri aynı hizaya getiren kitle toplu­
mu kültürünün gerilemesinin bir sonucu olarak tekdüze milli kalıpların
geldiğini belirtmektedirler. Bu gerçek değişimler, dar görüşlü kültürel ka­
lıplardan daha evrensel kültürel biçimlere doğru bir değişim olarak sade­
ce antropolojik anlamda önemlidir. Ancak böyle değişimler, kültürün
hümanist niteliğine ilişkin bir yargı olmak zorunda değildir. (Geçmişte
kırsal kalıpların kırılmasının "yüksek kültür"ün gelişimi için bir başlangıç
olarak görülmesi ilginçtir. Bugün kırsal kalıpların kırılması hümanist kül­
türün yıkılmasının bir parçası olarak görülmektedir.) Aradaki farklar açık
olarak ortaya konulmalıdır. Antropolojik kültür kavramı rölativisttir. Her­
hangi bir kültüre ilişkin hiçbir yargıda bulunmaz ve "yüksek kültür"ü eleş­
tirrnek için kıstas olarak kullanılamaz. Zevk anlayışının halk danslarından
ve geleneksel espri anlayışından, Brezilya sambalarına ve Broadway ha­
vailiklerine doğru değişmiş olduğu gerçeği, kültürün karakterinden ana­
litik olarak daha farklı bir sorundur. Bu eleştiriler yapılırken, biri toplumun
varsayılan düzensizliğiyle, diğeri kültürün niteliğiyle ilgilenmektedir. Bu
makalenin amacı, toplumun düzensizliğine ilişkin bir yargıda bulunmak
için gelenek (gemeinschaft, vs.) fikrinin zikredilmesinin bilimsel anlamda
sahte olduğunu ve bir değeri gizlediğini belirtmektir. Ciddi olan diğer
eleştiri ise bu makalenin kapsamı dışında kalmaktadır. ("Üst kültür"e
karşı "orta kültür" tartışmaları için bkz. Cl ement Greenberg, "The Plight of
Our Culture," Commentary, Haziran ve Temmuz, ı 953. Aynı zamanda bkz.
Mary McCarthy, "Güzel Amerika," Commentary, Eylül. ı 947.)
56 IDEOLOJININ SONU

d ı r. Fortune, "örgüt mürid i"nin ortaya çıkmasını kınamaktad ı r. Bu


eğ ilimlerin her biri var olmakla birlikte tarihsel bir bakış açısından
bugünkü genel yönetim tarzında Amerika'da geçen yarım yüzyıl
içinde herhangi bir zamanda olduğundan mu htemelen daha az
konformizm bulunmaktadır. Yirmilerde olduğundan daha az
bohem hayatı (cinsel tolera nsın a rtmasına karşın) ve otuzlarda­
kinden (Yeniden Yapılan ma'n ı n genel reformlar başlatmış olma­
sına karşın) daha az siyasi radika l izm olduğu doğrud u r. Fakat
siyasi olarak ölü bir noktaya varılmış olması, kurumların da ölü
normları ol ması gerektiği anlamına m ı gelmektedi r? Hiç sanmı­
yorum. Bugünün Main Stree t'i nde, otuz yı l önce tam ı ta mına
Carol Kenn icott'unki kadar konformistli k bulmak bile zordur.
Artan eğitim düzeyiyle birlikte bi reyler daha geniş ilgi alanlarına
dal maktadırlar. ("Yirmi yıl önce New York'un d ışında Beethoven
satamazd ı nız," diye an latıyor bir plak satıcısı. "Bugün çok sayıda
Palestrina, Monteverdi, Gabriel li, Rönesans ve Barok m üzi kleri
satıyoruz.")
Birleşik Devletler'de hiç kimsenin konformizmi savun ma ması
ilginç bir gerçektir. Herkes ona karşıdır ve muhtemelen her za­
man karşı olm uşlardı. Otuz beş yıl önce orta sınıftan herhangi bir
Amerikalıyı "Babbitt" olmakla suçlayarak si nir edebilirdiniz. Bu­
gün aynı şeyi konformizm suçlamasıyla yapa bilirsi niz. Sorun ki­
min ki mi suçladığını bil mektir. Ara l ı k 1 958'de (on i ki milyon tirajlı)
Reader's Digest, (beş mi lyon tirajlı) Woman's Day'deki ''The Dan­
ger of Being Too Wei i-Adjusted," adlı bir maka leyi yeniden ya­
yımladı. Makalenin konusu büyük i nsanların topluma uyum l u
olmadıkları üzerineydi. Ve makalede "konformizmi din haline
getird i k," diyen bir psi kiyatrdan a l ı ntı yer almaktayd ı. Yine de
anımsamak gerekir ki her çocuk farkl ıdır ve farklı "olmalıd ır."
Böyle alıntılar, orta sınıfta "konformizmin" olmad ığını kanıt­
lamaz; kan ıtlad ığı durumlardaysa, beraberinde bununla ilgili
büyük bir kaygı ve suçlama da bulun maktadır. Toplumun uçla­
rında yaşaya n lar, davranışları çok geçmeden kültür adına bir ta rz
oluşturan üst sın ıftan Bohemler, her fırsatta konformist olmadık­
larını vurgulamak için çılgınca yeni yollar a ramaktad ı rlar. Pickfair
sosyetesinin yirmilerde (evlerinde XIV. Luis ile Barnum & Bailey
bir arada bulun mayan) Avrupa monarşisini taklit ettiğ i
Hol lywood'da, (okur sayısı yirmi beş m ilyon olan, 22 Ara l ı k 1 958
tari hli büyük boy 'eğ lence' sayısında) Life derg isine göre, "uyum-
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 57

suzluk, artık toplumsal itibarın anahtarıdır ve şu Kızgın Orta Yaşlı


Adam (Frank Sinatra) bunun peygamberidir ve topluma kral gibi
hükmetmektedir." Sinatra'nın tarzı, Life'ın belirttiğine göre, eski
Hollywood tabularıyla kasıtlı olarak dalga geçmektir. Ve bu tarz
ısrarla, konformist olmak istemeyen diğer tarzlar tarafından taklit
edilmektedir. Anlamlı bir biçimde, Life'ın söz etmediği bir gerçek
olarak, egemen toplumsal düzen ve onun liderleri olan Sinatra,
Dean Martin, Sammy Davis, Jr., azınlık gruplarından ve yolun
yanlış tarafından gelmektedirler. Sinatra ve Martin, italyan'dır.
Davis ise siyahidir. Eskiden Amerikan hayatında bir azınlık grubu
zirveye çıktığında genellikle toplumun kurulu düzeninin tarzını
ve tavrını taklit ederdi. Hollywood'da eski statü hiyerarşileri
fragmanlara ayrılmıştı, yeni tarzlar eskinin şatafatlı halleriyle alay
ederek kazandıkları zaferi kutlamaktadırlar.
Uyuşturucu kullanan, coşkulu, güçlü, kendilerini serseri ilan
eden Beatnik'ler edebi hayatın uçlarında ve farklı bir sosyal fe­
nomende yer alarak "Amerikan kültür hayatının gelenekle kabuk
tutmasını sağlayan yüksek düzeyde organize Neoanti-yeniden
yapılanmanın iş bulma kurumunun akademik ve edebi hareketi­
ne karşı olmuşlardır." Fakat Delmore Schwartz'un geçenlerde ileri
sürdüğü gibi, tek gerçek şu ki Beatnik'ler hayali isyancılardır, "işin
özünde şiddetli bir şekilde konformizm karşıtı olmaları vardır ki,
zaten öyleydiler . .. konformizm karşıtlığının hemen hemen her
çeşidi, herkese açık şekilde, kabul edilebilir ve itibar görür bir
hale gelmişti. Saygın toplumun, (kitapların sansür edilmesi, ya­
saklanması ve polis tarafından dayatılan ahlakçılık gibi çeşitli
şekillerdeki) egemen Püriten ve Viktoryen hayat tarzına saldıran
eski Bohem hayatının aksine, yeni konformizm karşıtlığının ger­
çek bir düşmanı yoktur .. . bu nedenle yeni isyan tarzı daha çok
ringde olmayan bir rakibi nakavt etmeye çalışan bir boksöre
benzemektedir."26 Ayrıca ironik bir gerçek olarak -Beatnik'lerin
olası hedefi durumundaki gri pazen giysili adam- Russell
Lynes'ın belirttiği üzere, özellikle reklamcılık veya eğlence sektö­
ründe çalışanın bizzat kendisi üst bohem sınıfındandır. iş ise gi­
yim kuşam, yeme içme, gezme eğlenme gibi kendine özgü zevk­
lerle övünmek ve hava atmak için gelir elde etmek amacıyla ka­
bul edilmiştir: Bu birçok grubun sorunu konformizm değil, yeni-

'
"Chicago Finansörü Albert Newman'ın zengin bir şekilde döşenmiş Lake
58 IDEOLOJININ SONU

l i k olarak kattıklarıdır.
Bir paradoks daha eklemek gerekirse, kitle toplumunun i l k te­
orisyenleri (örneğin Sim mel) i nsanların geniş metropoliten ko­
vanlarda birbi rleri nden izole olmalarından, birbi rleri ne karşı ka­
yıtsız ve anonim kal malarından dolayı kitle toplumunu eleştir­
mişlerdir. Diğerlerinin eleşti rilerine duyarlı olan Amerika l ı la r,
bunu kendi lerine görev addederek, savaş sonrası varoşları inşa
ederken kardeşlik, dayan ışma, birlik beraberlik ol uşturmaya ça­
lışmışlar ve sonunda kendi lerini konformist olmakla suçlanır bir
halde bul muşlard ı r. insanların şehirlere geri dönüş yaptı kları son
dönemlerdeki trende göre insanlar tepki olarak Avrupa sosyoloji­
sinin bir sonraki a raştı rmasında anonimliği, izolasyonu, ruhsuzlu­
ğu ve anomi'yi tekrar gü ndeme getirecek bariyerler oluşturmak­
tadı rlar.
Boşa nmanın, suçun ve şiddetin ü l kedeki geniş ça plı toplum­
sal d üzensizliğin göstergesi olduğu yön ünde şikayetler gel mek­
tedir. Fakat a rtan boşa nma oranları a ilenin parçalanmasını değ i l
de, d a h a özgür v e d a h a bireysel d üzeydeki terci hleri, "partner"
evliliğinin ortaya çı kmaya başladığını göstermektedi r. Suç konu­
sunda ise, aslında g ü n ü m üzde (sinema, televizyon ve basın yo­
luyla suça daha çok "pencere" açılmasına ve şiddeti n çeşitlenme­
sine karşın) yirmi beş otuz yıl öncesinde olduğundan daha az suç
ve şiddet olayla rının yaşandığını göstermeye (bkz. Böl ü m l l )
çal ıştım. Chicago, San Francisco ve New York o yıllarda kesinlikle

Shore Drive üzerindeki apartman dairesinde canlı bir sohbete dalan mi­
safırler duvardaki Picasso, Monet ve Jackson Pallock tablolarına bakmak­
tadırlar. Sehpalarda ve raflarda Peru'ya özgü bereket simgeleri, açık yeşil
bilezikler, bir Japon savaş gemisinin üst güvertesine benzeyen heykeller
durmaktadır... [Misafirler] dopdolu bir katalog olan U/uma adlı ünlü kita­
bın yazarı 32 yaşındanki Paterson'lı Alien Ginsberg'le tanışmaya gelmiş­
lerdir. ("Kendi kuşağırnın en aklıbaşında olanlarının çılgınca, aç çıplak bir
halde delilikten mahvalduklarını gördüm.") . . . Nihayet Şair Ginsberg al­
tında kot pantolon, üzerinde siyah-kırmızı kareli siyah yamalı oduncu
gömleğiyle geldi. . . tersine bir Marx Biraderler sahnesinin çarpıcı çılgınlı­
ğıyla Beatnik'ler [Gi nsberg ve i ki arkadaşı] şiirlerini okudular, yeni çıkan
Beatnik dergisi The Big Tab/e için para topladılar ve ard ından çekip gitti­
ler. . . Yüksek edebiyat sosyetesi, bu üçlüyle ani bir çarpışma yaşadı . . . [Er­
tesi akşam] S herman Otel'de Beatnik'ler (her biri 1 $ ve üzeri para öde­
yen) 700 kişilik meraklı bir kalabalık için daha çok şiir okudu . . ." (Time, 9
Şubat 1 959).
BIR KITLE TOPLUMU OLARAK AMERIKA 59

�iddet ve saldı rı olayla rının yoğ un yaşa ndığı şehirlerdi. Ancak


genellikle bir alt sınıf fenomeni olan şiddet suçu o zamanlar ge­
cekondu mahal lelerinin ekoloji sınırları içerisinde bulunmaktayd ı.
Bu nedenle insanlar geçmişte sessiz sakin, ağaçl ı yollarla dolu,
�uç olayları n ı n olmad ığı eski huzurlu günleri hatıriayıp hayatın
.:ıkışının daha düzgün olduğunu düşü nebilir. Fakat geçmişte
yaşa nanlara şöyle gelişigüzel bir bakış bile -çete savaşları, gene­
levleri, San Francisco'nun Barbary Sahil i'ndeki, Ch icago'nun Bi­
rinci Bölge'sindeki veya New York'un Beş Mahallesi'ndeki sokak
kavgalarını gözünüzün önüne getirin- gerçek hayatta bu şehir­
lerde ne kadar çok şiddet olduğunu görmeye yeter.
Bu noktada "kitle toplumu" gibi geniş çaptaki soyutlamalarla
elde ed ilen toplu msal düzensizl ik bulguları ve bunlardan sonuç
olarak çıkarılan çöküş a nlayışı, kıyaslama kıstasları ol maksızın
hiçbir anlam ifade etmez. Bugün Bi rleşik Devletler'de sosyal ve
kültürel değişim, herhangi bir ülkede olduğundan daha fazla ve
daha hızl ıdır. Ancak bu durumda, toplu msal düzensizl iğin ve
anomi'nin böylesi bir değişimden kaynaklandığı varsayımı ç ı ka rı­
la maz.
Bu belki de Bi rleşik Devletler'i n kültürüne "işlemiş" değişime
ve yen il iğe sahip, mu htemelen tarihteki tek büyük topl u m oldu­
ğu basit gerçeği nden dolayı böyledir. Eskiden beri veya bugün kü
gi bi, ister gelenekselci ister muhafazakar olsun, hemen hemen
bütün insan toplumları değişime direnme eğil imindedir. Azge­
lişmiş ülkeleri sanayileştirmek için verilen büyük çabalar, Avru­
pa'da işçi ha reketl iliğini artırmasına ve piyasa ları genişletmesine
karşın -ki bütün bunlar verimliliğin ve hayat standartlarının
artması için gerekl idir- tekrar ve tekrar değişime karşı kökleşmiş
bir dirençle karşılaşarak engellenmiştir. Bu nedenle Sovyetler
Birliği'nde değişim büyük çapta bir zorlama vasıtasıyla sağlan­
mıştır. Feodal bir geleneği ol mayan -Jefferson'un ifadesiyle,
Ta nrı'yı bir "zanaatçı" olarak addeden- pragmatik bir d ünya
görüşüne daya nan, geniş ve zengin bir a razi nin kendine özgü
şartlarından doğan sınırsız bir iyimserlik ile yeniye duyulan sürek­
li istekle harmanianmış bir kültür olan Bi rleşik Devletler'de, deği­
şim ve değişime hazır olmak kural haline gelmiştir. Bu asl ı nda
kendi lerini Avrupa geleneğ i ne temeliendiren teorisyen ler tara­
fı ndan öngörülen değişimin sonuçların ı n neden çok fazla doğru­
lanmadığını göstermektedi r.
60 IDEOLOJININ SONU

Kitle topl umu değişimin bir son ucudur ve bizzat kendisi bir
değişimd ir. "Kitleleri" bir zamanlar d ışland ı kları topluma kazan­
dırmaktı r. Fakat kitle toplumu teorisi bize değişimin kaynaklarını
bulabil memizi sağlayacak toplumun parçalarının birbirleriyle
olan ilişki lerini göstermez. Alternatif bir teori kurmak için elimiz­
de yeterli veri olmayabilir. Ancak, en azı ndan bu ü l kede, bazı
önemli faktörlerin geçmişe göre daha ya kı ndan incelenmeyi hak
ettiği görüşündeyim: idareli bir tasarruf topl umundan baş dön­
dürücü bir şekilde harcama toplumuna geçiş; aile kapita l izminin
parçalanması ve bunun kurumsal yapılanmalar ve siyasi iktidar
üzerindeki etkileri; karar mekanizmasının devlette siyasi olarak ve
büyük kurumsal ya pılarda iktisadi olarak merkeziyetçileşmesi;
yükselen statü ve sembol g ruplarının özel menfaat gruplarının
yerini alması ki tüm bunlar yeni toplumsal yapıların oluşmakta
olduğunu ve bunlarla birlikte kitle toplum hayatının karmaşıklı­
ğında daha büyük değişimler yaşanacağ ını göstermektedir.
Ailenin parçalan masında, bazılarının temel değerlerin bir
kaynağının kaybolduğunu bazılarını nsa serbest evliliklerin daha
sağlıklı birliktel i kler kuracağını görmesi gibi, bir ahlakçı çekince
duyabilir veya onay verebilir. Fakat tek gerçek şudu r ki, bu deği­
şimler geçen iki yüzyılı aşkın bir süredir Batı toplumunun sorun­
larına ve şimdi de dünyanın sorunlarına çözü mler getiren bir
toplumda ortaya çı kmaktadır: özgürl ükler çerçevesi içerisinde
hem insanların büyük çoğunluğunun hayat sta ndardını artırmak,
hem de toplumun yüksek kültür düzeyini korumak nasıl müm­
kündür? Bu nedenlerden dolayı kitle toplumu teorisi, Batı toplu­
munu açıklamakta a rtık yeterli değild i r. Sadece çağdaş yaşama
karşı romantik başkaldırının bir ideolojisi olarak görev görmekte­
dir.
2.
BÖLÜM
Aile Kapitalizminin Parçalanmasi:
Amerika ,daki Sınıf Deği,imleri Üzerine

Batı topl umunda sosyal sınıfların yükselişinin ve düşüşünün


hikayesi, Pirenne ile Schu m peter'ın bel i rttikleri gibi, ailelerin yük­
selişi ve düşüşü ile ilgi lidi r. Sın ıfsal konula rı bireysel düzlemde
görmeye al ışkın birçok Amerika lı sosyolog g ibi, bu gerçeği anla­
maksızı n, ne geçmişteki egemen iktisadi sı nıfların özel dayan ış­
ması ne de bugünün çağdaş topl umunun gücünün parçalanma­
sının kökenieri anlaşılabilir.

Ka pitalizm, Marx'ın görd üğü gibi, sadece işçi-işveren ilişki leri­


ne ve keskin ekonomik hatlarla birbirinden ayrı lmış sın ıfiara da­
yalı iktisadi bir sistem değ i ldir. Ancak iktidarın aileden ai leye
aktanldığı ve mülkiyetten duyu lan memnuniyetin kısmen a i leyle
ayn ı ismi taşıyan müesseseye dayandığı bir sosyal sistemdir.
(Marcel Pagnol'un Fanny adlı eserinde, ticari müesseselerin ço­
ğunda sürd ü rülen eski bir uygulama olan dükkanın kapısına " . . .
ve Mahdum ları" ibaresini ilave etme ümidi Paisse'yi mest etmek­
tedir.)
Ailenin sosyal organizasyonu iki müesseseye dayanmaktad ı r:
mül kiyet ve "hanedan" evliliği. Mül kiyet, ka nunlarla korunan ve
devletin zorlayıcı yaptı rı mıyla kuvvedendirilmiş iktidar demektir.
"Hanedan" evl iliği ise, mül kiyeti koruma ve miras yoluyla aktarma
ve bu sayede a ile m üessesesinin devamını sağlamaktır. (Bu süre­
cin klasik bir örneği, ünlü Alman çeli k şirketler zincirinin erkek
mirasçısı kal madığında Gustav von Bohlen'in soyisim olarak
62 IDEOLOJININ SONU

Kupp'u a l masıdı r.)


Mül kiyetin aile yapısıyla olan il işkisi Batı topl umun un, Ro­
ma'nın toprak kanun iarına kadar uzanan en eski müesseselerin­
den biridir. Toprak, tarihsel olara k, en eski ve en temel mül kiyet
ve iktidar şeklid ir. Roma kan un larında mül kiyet bel irli bir kişiye,
bir aile reisine ait değildir; mül kiyet varise aittir. Ve varis aile reisi
olduğunda, mülkiyet a rtık ona değil va risierine a ittir. Sör Henry
Mai ne'in deyimiyle mül kiyetin aid iyetine dair bu "kurgu", m ülkie­
rin "devred i l memesi" (yani kimsenin kendi isteğiyle malını mül­
künü elden çıkarmaması) amacıyla gereklidir. Toprak mül kiyetini
serbestçe elden çıka rmaya çalışmak -devredilebilmesini sağla­
mak- meşruten vakfed ilen mül kiyeti mu hafazadan feragat et­
mek, kati anlaşmalardan, m irasın ailenin en büyük va risine kal­
ması vs. gibi kurallardan vazgeçmek, mülkiyeti serbest bir mal
haline getirme çabalarının bir parçasıd ı r. ingiltere kanun ları nda
mülkiyetin devredilebilirliğ ine dair engel ler ancak 1 925'den son­
ra tamamen kaldırılmıştır.
Felsefi anlamda, birbirine bağli mül kiyet ve aile müesseseleri,
yerleşik bir topl umun her za man gerekli önkoşulu olarak görül­
müştür. On dokuzuncu yüzyı l ı n sonunda Godwi n ve Condorcet,
ilerlemen in ve özgürlüğün evlilik bağlarının kopmasıyla ve bütün
mül kiyetin payiaşıi masıyia mümkün olabi leceği konusunda ısrar­
lıydılar. Bunlara cevaben Rahip Malth us, aile ve mül kiyet bağları
olmaksızın şehvete ve a hlaksızl ığa dair "doğal" içg üd ülerin sınır
tanımaksızın ortaya çıkıp topl umun tüm bağ larını parçalayarak
geçim kaynaklarının tüken mesine yol açacağını ve sonuç olarak
i nsanlara m utlul uktan çok faki rlik ve sefillik geti receğini iddia
etmiştir. Nüfusa Dair Deneme, aslında demografik bir çalışma
değil, a hlaki bir vaazdır.
Ancak aile ve mül kiyet sistemlerinin bağlantısında, iktisadi ve
ahlaki fikirlerden daha fazlası mevcuttur. Her i ki müessesenin
kaynaşması sayesinde bir sınıf sistemi devam etmiştir: aynı sosyal
seviyedeki insanlar bir a raya gelm iş, zenginliklerine göre aynı
okullarda öğrenim görmüş, aynı hayat tarzla rı n ı ve ahlaki kura l la­
rı ben imsemiş, aynı kitapları okumuş, aynı önyarg ı ları taşımış,
ayn ı sosyal çevre içerisinde kaynaşmış, kısacası ayrıca lıklı bir ha­
yat tarzı yaratmış ve paylaşmıştır.
Önemli bir gerçek şud u r ki, geçen yetmiş beş yıl içinde mülki­
yet ve aile müesseseleri a rasında ki, Malthus'un savunduğu, top-
AILE KAPITALIZMININ PARÇALANMASI 63

lurnun "temel ka nu nları"nı temsil eden eski il işki çökmüştür. Bu


çöküşün belirli nedenleri kısa bir taslak için son derece karmaşık­
tır. Fakat süreç açıktır. Burjuva topl umunda evl ilik, ci nsel il işkileri
�ınırlar içerisinde tutmanın bir yoluydu: burjuva evli liğinde Denis
de Rougement'ın zekice gözlemlediği gibi, her kad ının bir kocası
ve arzuladığı bir sevgilisi vardır. On dokuzuncu yüzyılın büyük
Avrupai romanları, Tolstoy'un Anna Karenina'sı, Flaubert'in M a­
dame Bovary'si, aldatma ekseninde bu paradoksa işaret etmek­
tedirler. Romantizmin yükselmesi, bireysel bağlılığa, seçim öz­
gürlüğüne verilen yüksek değer, ihtirası n dünyevi ve cinsel yol­
larla an latı l ması, "hanedan" evl i lik sistemine karşı gelişmelerd ir.
Kad ı n ların özgürleşmeleri, bir anlamda burjuva toplumunun en
ka lıcı yanlarından birinin ortada n kal ması anlamına gelmektedir.
Eğer kad ınlar s ınıf farkia rına aldı rmaksızın arzularına göre özgür­
ce evlenirlerse, o zaman hanedan evliliği ile iç içe geçmiş i ktisadi
müessese kal ıcı gücünün birazını kaybeder.
Ancak modern aile kapitalizminin kaybolması nın iktisadi sis­
temin doğasına daha fazla özgü nedenleri de vardır. Bun lardan
bazıları geneld ir: geniş ailenin veya klanların ortadan kalkması
müesseseyi yönetmeye yetenekli varisierin seçeneklerini dara lt­
mış; profesyonel tekniklerin a rtan önemi kan bağlarından çok
yeteneğe daha bir değer veril mesine neden olmuştur. Bu neden­
ler genel anlamda Bi rleşik Devletler'e ve özellikle şirket işlerinde
yönetsel ve teknik yeteneğe sah i p kişilerin, sadece aile bireyleri­
nin egemenliğini reddetmeleri ve yönetimi ele almaları d u ru mu­
na bağ lıd ır. Yine de Avrupa'da, örneğin David Landes'in çalışma­
larının gösterdiği gibi, aile müessessinin sürekliliği dikkate de­
ğerdir.27 Ve böylesine tedbirli, muhafazakar, d ışarıdan gelen ser­
mayenin kendi işlerine karışması konusunda korkuları olan aile
müessesleri nin devam eden varlığı, Landes'e göre Avrupa kıta­
sında şimdiye kadar devam eden yavaş büyüme oranının başlıca
nedenlerinden biridir.
Amerika'daki d u ru m, baştan beri biraz daha farklı olmuştur.
Bunun en önemli neden lerinden biri, Bi rleşik Devletler'deki he­
men hemen bütün toprak sahipliğinin, Avrupa'daki gibi h ususi
bir varisler sınıfına munhasır olmayan mülk şeklinde olması ve
ailenin kurucularının mülkiyetin gelecek nesillere aktarılması
konusunda göreli olarak daha az etki g ücüne sahip olmasıdır. Bir
diğeri ise, Birleşik Devletler'de çeşitli karmaşık nedenlerden dola-
64 IDEOLOJININ SONU

yı bir gelenek -veya en azından bir mit- olarak oğulun baba­


nın halefi değil, daha çok kendi ad ına m ücadele veren bir birey
olmasıdır. Tarihsel ve sosyo-psikolojik bu iki faktör, Birleşik Dev­
letler'deki aile kapitalizmi sisteminin ta m a n lamıyla gelişmesini
engel leyen ayırt edici unsurdur.
Yine de böylesi bir sistem yaratmak için sürekli çaba gösteril­
miştir. Bernard Bailyn'in on yedinci yüzyıldaki Amerikan tüccarla­
rına dair eserinde bel irttiği gibi, Birleşik Devletler'de girişimciliğin
yükselişe geçmesi bireysel inisiyatiften değil, aile daya n ışmasın­
dan dolayı m ümkün olmuştur.28 Aile başlangıç sermayesinin
kaynağıdır ve geniş bir ai lede g irişi mciliğin gelişmesini sağlaya­
cak çeşitli yetenekler bulunmaktad ı r. Aile şirketleri Batı sahil şeri­
di boyunca -özellikle Bostan, Philadelphia ve New York'un baş­
lıca şehi rlerinde- post-kolonyal dönemde oldukça yaygındı ve
"toplum" önde gelen bu aile kla nla rından oluşmaktayd ı. Sürekli
Batı'ya hareketin, yayg ı n spekülasyonların, şiddetli iktisadi dalga­
lanmaların hepsi yı kıcı faktörler olarak rol oynam ıştı r.29
iç Savaş'ın a rd ı ndan gelen h ızlı sanayileşmeyle birlikte, yeni
şirketler genell ikle aile g rupları olarak kurul muştur. Kapitalist bir
toplumda para n ı n ve kredinin kontrolü, sermaye oluşumunun
kaynakları iktidarın dayanak noktasıdır. Yeni kurulan şirketlerden
bi rkaçı ka mu kuruluşuydu. Bunlar aile holdinglerinden sermaye
sağladılar ve "otofi nansman" yoluyla genişledi ler. Ü l kedeki "orta­
ölçekli" birçok end üstri tipik aile şi rketiydi. Bu, en çok tekstil ve
maya l ı içki sektörleri için geçerliyd i . Fakat diğerlerinde de durum
farklı değildi. Birçok işin "gizli" doğası ve dünyanın fa rkl ı yerlerin­
de g üvenilir kişilere duyulan ihtiyaç nedeniyle uluslararası ban­
kacılık, tipik olarak bir "ai le" işiydi. Aynı durum gemicil i k için de
geçerlidir. Ki myevi maddeler, sabun ve gazeteciliğin yanısıra
paketleme, tarihsel nedenlerden dolayı sıkı sıkıya a ileye bağl ı
şi rket g ruplarından biri olmuştur. Amerikan sanayisinde büyük
"isimler" başlangıçta "aile" isimleri olarak ortaya çıkmıştır: du
Pont, Swift, Armour, Grace, Ford, Olin kimyasal ları, Dow, vs. Bu­
gün bile, birçok büyük gazetenin sahipleri piyasadaki kamu kuru­
luşlarından ziyade ai lelerd ir.
Aile sisteminin aynı za manda toplumsal bir karşılığı da vard ı r:
a i le müessesesinin ikamet ettiği kasabalarda önde gelen a i lenin
egemen liği. End üstriyel işletmelerin birçoğu, en azından on do­
kuzuncu yüzyı l ı n sonları ile ve yirminci yüzyıı l ı n başlarında, nehir-
AILE KAPITALIZMININ PARÇALANMASI 65

vadi bölgelerinde yerleşmişlerdi. Taba ka laşmanın topografik bir


bağ lantısı da va rd ı r: işçiler vadi lerde yaşamaktayd ılar, çünkü
fabrikalar oralarda kurulmuşlardı. Aile sahi pleri ise "tepede" ya­
şamaktaydı lar, çünkü hakim bir manzarası vard ı.
Bununla birlikte aile kapita lizminin çoğu kendi leri ni birçok or­
ta ölçekl i işletmelere sabitlem işlerdi ve o kadar çok şehre kendi
damgalarını vurmuşlardı ki, büyük ölçekl i sermaye end üstri leri­
nin bul unduğu bölgelerde egemen lik kurma bakı mından asla
başarı kazanamadı lar. Bunun için, Amerikan kapitalizminin en
önemli dönemi olan 1 890- 1 9 1 O dönemine damgasını vuran özel
ekonomik olaylara bakmak gerekir.
Aile kapitalizminin parçalanması, Amerikan sanayisinin ken­
di nden fazla açıldığı ve bir dizi kriz yaşadığı yüzyı l ı n yaklaşık ola­
rak sonunda başlad ı. Bu noktada, parayı ve krediyi kontrol a ltında
tutan bankerler meydana çıktı ve ülkenin önde gelen birçok iş­
letmesini yeniden düzen leyerek yöneti mi ele geçirdi. Yüzyı l ı n
son unda US Steel oluşumunda bel irgin özel liğini bulan büyü k
birleşmeler, bu ülkede "fınans kapitalizminin" ortaya çıkışının
göstergesid ir. Bunların müdahaleleriyle yatırım bankerieri aslında
kapitalist düzenin topl umsa l kökleri ni kopa rd ı lar. Bankerler, iş­
letmede hiçbir hissesi ol mayan ve bu nedenle iktidarı otomatik
olarak oğullarına devredemeyen ve dışarıdan kontrol ed ilebilen
profesyonel yöneticileri başa geçi rerek, mülkiyet ile a ile a rasında
radi kal bir kopuş gerçekleştirdiler.
"Modern" şi rketleri kuran insanlar a i le işletmecileri deği ldir.
Bu insanlar bitmiş rutin işleri yöneten yönetici bürokratlar da
değildir. Şirket organizatörleri, kendinden emin bir görev bilin­
ciyle yeni bir iktisadi düzen yaratmak isteyen ve ödülleri başlı
başına para olmayan -bun lardan çok azı bir Carnegie, bir Roc­
kefeller, bir Harriman veya bir Ford tarafı ndan elde edilen büyük
servete sahip olabilmiştir- fakat daha çok statü ve nihayetinde
bağı msız bir güç peşinde koşan mü hendislerden oluşan farkl ı bir
türdü r. American Telephone&Telegraph'ın kurucusu T. N . Vail, US
Steel'in halkla il işkiler kısmına bakan El bert Gary (Ben Stolberg
bir seferinde "ölene kadar hiç maden ocağı patlaması görmedi"
diye kendisinden acı bir şeki lde söz etmişti), General Motors'un
merkezi ol mayan yapısına şekil veren Alfred P. Sloan, General
Electric ile Wlater Teagle'ı bir arada tutan, Standart Oil'i rasyona­
l ize eden Gerard Swope ne bir kişisel hanedanlık bı raktı, ne de
66 IDEOLOJININ SONU

artık şi rketler aile isim leriyle a n ı l ı r oldular. Ancak bunlar Ameri­


kan toplumu üzerinde silinmez izler bıraktı lar. Bunları takiben
Harvard Yüksek Ticaret Okulu sıra larından geçen "taşral ı genç­
ler"in ön lerinde a rtık yüksek topl u msal ve ekonomik konumlara
yükselebilecekleri alanlar açı l m ıştı. Böylece aile ka pitalizmi top­
lu msal hareketlil iğe yol açtı.
Ancak za manla, özellikle son yirmi yıl içinde, yönetici lerin
kendilerini fi nansal denetimden kurtarmaya ve kendi kuru mla­
rında bağımsız bir g üç kazan maya başla malarıyla birlikte banker­
Ierin güçleri de azaldı. Bazı durum larda bunu başara bi lmelerinin
bir nedeni de şirket m ühendisleri nin sağ lam karakteriere sahip
olma larıd ır. Daha önemlisi ise, yatırı mcı bankerierin para piyasası
üzerindeki etkisini sınırlayan yatı rım ve bankacılık işlemlerinin
New Deal ka nunlarıyla birbirinden zorla ayrı l masıdır. Fakat hep­
sinden önemlisi, belki de Amerikan şi rketleri nin devasa büyüme­
sinin kendi yayılmalarının fı na nsma nını para piyasasından borç
al maktan çok, kendi karlarından karşıla malarıd ı r.

Aile kapita lizminin pa rça lanması, bağ ı msız idari kontrollere


yeni bir ivme ve yeni bir şevk kattığı için, modern Amerika n kapi­
ta lizminin "d inamik" doğası nı kısmen açıklayabilir. And rew Car­
negie'n in kendi çelik şirketinden elde ettiğine benzer muazzam
bir zenginlik kaza nmaksızın müdürlerin başlıca teşvik a raçları
performans ve büyüme olmuştur. Bu tür hedefler, değişen vergi
ka nun larıyla bi rleştiğinde, karların yeniden yatırımına dön üş­
mektedir. 1 929'da şirket karlarının sadece yüzde 30'u yeniden
yatırıma dönüşü rken, savaş sonrası yıllarında şirket karla rının
yaklaşık yüzde 70'i genişleme a macıyla sermayeye katılmıştır.
Yeni yönetici lerin gelenek destekli sınıfsal konumdan yoksun
olmaları gerçeği, kendi i ktidarlarını ve prestijlerini meşru kılmak
adına bir ideolojiye ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Başka
hiçbir kapitalist sistemde, Amerika'daki gibi bir ideoloji baskısı
böylesine zorunlu bir şekilde hissedilmemiştir. Diğer sistemlerde
daha hafif bir ihtiyaç duyulmuştur. Özel mül kiyet her zaman,
felsefi olarak bir doğal haklar sistemi ile i lişkilendirilmiştir. Bu
nedenle mül kiyet, bizzat ahlaki bir hak olmaktad ı r. Fakat şahsa
ait ü retken mül kiyet, özellikle Birleşik Devletler'de, genelde bir
kurgudur. Ve şi rket yöneticisinin a hlaki bir kaynağa dayanan
iktidarının uya nd ı rdığı bir duyguyu artı k pek ender uyandırmak-
AILE KAPITALIZMININ PARÇALANMASI 67

tad ı r. Şi rketlerde sahiplikten idari kontrole geçil mesi g ibi, sem bo­
lik düzeyde iktidarın meşrulaştı rılması olarak "özel m ü lkiyet"ten
"şi rket"e geçilmiştir. Herhangi bir ideolojide olduğu gi bi, burada
da bazen sembol bizzat kendi adına itici bir g üç, bizatihi "per­
forma ns" ise Amerikan şirket yönetici leri için bir motivasyon
kaynağı olmaktadır.
Sosyolojik olarak, Amerikan aile kapita l izminin pa rça lanması,
Batı toplumunda bir bütün olarak iktidardaki bir dizi değişimle
ilgilidir. Artık ne Amerika'nın "Altmış Ailesi" (ne de Fransa'n ı n "iki
Yüz"ü) vardır. Aile kapita lizmi, toplu msal ve siyasi egemen liğin
yanısıra i ktisadi egemenlik demekti. Artık böyle değil. Birçok orta
ölçekli işletme (örneğin, biracı l ı k) halen baba oğul silsilesi saye­
si nde ai lelerin mülkiyetinded ir. St. Louis ve Cinci nnati gibi birçok
kasaba, aile egemenl iğinin izleri ni halen taşımaktadır. Fakat aile
kontrolü sistemi genel olarak bitmiştir. O kadar ki, R. S. Lynd'in
Middletown in Transition'ı gibi Amerikan hayatına dair klasik bir
çalışma, "X" ai lesi nin kasabaya egemen olması portresiyle yirmi
yıldan az bir zamanda modern toplumdan çok geçmişten bir
sahne haline gel miştir.
Modern toplumda iktidar ve sınıfsal konum arasındaki il işki­
lerde yaşa nan "sessiz" devrim sanki sü rmektedi r. Bunlardan biri,
artık sırf mirasın belirleyici olmamasından dolayı, iktidara geçme
ta rzlarındaki değişimdir; diğeri, mül kiyetten çok teknik yetene­
ğin, zenginlikten çok siyasi d u ruşun ön plana çıkmasından dolayı,
iktidarda kalmanm kendi doğasi ndaki değişimdir.
'

Bu iki "devrim" eşzamanlı bir süreç izlemekted ir.' Siyasi olarak


en önemli sonuç, "yönetici sınıf''ın dağ ı l masıdır. Yönetici bir sın ıf,

iktidarın sosyal analizindeki büyük problemlerden biri, iktidarın sabit


organizasyonu bakımından zamanın "kısaltılması"dır. Temel bir iktidar
taw olarak özel mülkün sahipliği Batı kanunları nda yaklaşık iki yüz yıldır
değişmemiştir. Ve bu süre içerisinde toprak uzun zaman temel mülkiyet
şekli olarak kalmıştır. Bu iktidar tarzı içinde belirli aile grupları on kuşak
kadar geniş bir yelpaze üzerinde iktidar kurmuştur. Tek kelimeyle vurgun
yapan italya'daki condottieri gibi, i ktidarı ele geçirmenin yeni yolları orta­
ya çıktığında bile iktidarın meşrulaştı rılması mülkiyetle mümkündür. Son
yüz elli yılda hem bizzat iktidar tarzının, hem de bu iktidar tarzına daya­
nan ailenin ve sosyal grupların devamının parçalanmasına tanık olduk.
Bu nedenle iktidarın ölçülmesi için geçerli zaman aralıkları belirlemek
zordur.
68 IDEOLOJININ SONU

yerleşik bir menfaat çevresi ve sürekliliği olan i ktidardaki bir g rup­


tur. Bugün bir "yüksek sınıf" ve bir "yönetici grup" bulunmakta­
d ı r. Yüksek sı nıfın bir üyesi olmak (yani, çeşitli i mtiyaziara sahip
olmak ve bu i mtiyazları belirli bir şekilde kullanmak) a rtık yönetici
g rubun bir üyesi olmak anlamına gel memekted ir. Çünkü yönet­
mek, a rtık mülkiyetin geleneksel temelinden fa rklı bir kritere
sa hiptir. Modern yönetici sınıflar esasen koa lisyon lardan ol uş­
maktad ı r. Ve sahip oldukları iktidarı devretme yolla rı veya (siyasi
yoldan olsun, askeri müdahaleyle olsun) herhangi bir şekilde
iktidara gelme tarzlarının kuru msallaştı rılması henüz tam olarak
belirlenmemiş ve yerleşmemiştir.
3.
B Ö LÜ M
Amerika'da Yönetici Bir S1n1f Var m1?
iktidar E/it/erinin Yeniden
Değerlendirilmesi

iktidar zor bir konud ur. Sonuçları nedenlerinden daha fazla göz­
lemlenebflir. i ktidarı el lerinde tutanlar bile genel likle kendi karar­
larını nelerin belirlediğini bil mezler. i nsan davra nışları n ı n her­
hangi bir şekl inden daha kalıcı sonuçları vard ır ve bunların kont­
rol altına a l ı n ması ve tahmin edil mesi daha zordur. C. Wright
Mi lls'in iktidar E/it/eri (The Power Elite), iktidarın kaynaklarını bel irli
bir elitler topl uluğuna temellendi rmeye çalıştığı için, sırf bir ta­
nı mlama veya metodolajik bir tartışmadan çok "nedensellik dün­
yası"yla ilg ilenen çağdaş sosyoloji alanındaki nad i r kitaplardan
biridir. Buna ek olarak başka bir durumu daha va rd ı r: farklı i nsan­
ların içinde kendi duyg ularını bulabil melerine olanak sağlayan
gevşek dokusu ve güçlü retoriği olan siyasi bir kitaptır. Bu kitap
ingiltere'deki genç neo-Marksistler için {bkz. Un iversities and Left
Review [Üniversiteler ve Sol Dergist] etrafındaki g ruplar) ve Polan­
ya'daki eski Ortodoks Marksistler için (bkz. Parti'nin resmi filozofu
Adam Schaff'ın verd iği tepki) Amerikan siyasetini ve yönel i m leri­
ni anlatan bir el kitabı olmuştur. Mills bir Marksist olmadığı için
bu tuhaftır, hatta metodu ve sonuçları anti-Marksist'tir. Fakat
inatçı olduğu için ve iktidara dair naif, popülist il lüzyonun "mas­
kesini düşürdüğü" için, rad ikaller arasında hemen bir karşılık
bulmuştur.
70 IDEOLOJININ SONU

Hal ve Niyet
Mills'in kitabına ve birçok eserine hakim olan ruh hali bazı ipuçla­
rı taşımaktadır. Emek (iktidarm Yeni insam-The New Men of Power),
beyaz yakalı sınıf ve ardından iktidar elitleri -toplumdaki sınıf
yelpazesi- hakkında yazarken Mills, kendine Balzac'ı model
alıyordu ve Balzac'ın etude de moeurs, ahlak "komedi"si dediği
şeyi yazıyordu. Bilimsel buluşları şiirle bağdaştırmak ve gerçekle­
re dayalı ayrıntıları yığarak görsel etki yaratmaya çalışmak Bal­
zac'ın metotlarından bazılarıydı. Mills, istatistik üstüne istatistik
yığdıktan sonra bunları öfkeli metaforlarla kuşandırır.
Ancak stilistik analojiden daha fazlası söz konusudur. Balzac
bizimkine çok benzer bir çağda yaşadı: eski ahlak kurallarının
sorgulanmaya başlandığı, sınıf değişimlerinin yaşandığı, bireysel
sosyal hareketliliğin ilk kez olanaklı duruma geldiği bir değişim
çağı. Louis Lambert, Rastignac ve (John Gay'in Beggar's Ope­
ra'sındaki Macheath'le aynı soydan gelen) tüm Vautrin'in pek
çoğu ilk önce toplumda kendilerine bir yer arayan soylu insanlar
olarak karşımıza çıkar fakat sonunda gördükleri burjuva toplu­
mundan nefret eder hale gelirler. Duruşları aykırı kişilerin duru­
şudur. Dünyaları (Bertolt Brecht'in Üç Kuruşluk Opera'sındaki ye­
raltı dünyası gibi, üstteki dünyaya karş1 bir yerdir Vautrin'in yeral­
tı dünyası) kamu ahlakının, örf ve adetlerinin, ideallerinin hepsi­
nin bir sahtekarlık olduğu temeline dayanmaktadır. Mills'in, Bal­
zac'ın "Her servetin altında bir suç yatar" özdeyişini onaylayarak
alıntılaması ve bunu bugün için de aynı şekilde geçerli olarak
görmesi ilginçtir. Çünkü Mills de aykırı bir kişidir.
Başlangıçtaki duygusal etkisi her ne olursa olsun, Mills'in kita­
bı direkt şekilde entelektüel öncellerin kalıplarında şekillenmiştir.
Retorik ve ironiyi Veblen'den kopyalamış; sınıflardan ziyade dikey
hareketlik veya Standen hakkındaki sosyal yapı portresini We­
ber'den almış; en önemlisi de, elit tanımları çok farklı olmakla
birlikte, metodunu da Pareta'dan almıştır. Veblen ve Weber'e
olan borcunun bilincinde olmasına karşın, muhtemelen Pare­
to'ya olan borcunun farkında değildir. Yine de fikirleri küçümse­
yen yaklaşımından, iktidarın uygulanmasında ideolojinin işlevsel
bir anlamı olduğunu reddetmeye kadar benzerlik göstermekte­
dir. Mills'in, iktidarı "kurallar bileşkesi"nin altında yatan faktör
olarak görmesi ile Pareta'nun sosyal grupları "kalıntılar bileşkesi"
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 71

olarak görmesi arasında, metot bakım ı ndan bir paralellik bul un­
maktadır. Retorikteki dinamizme rağmen bu, sanırım durağan ve
ta rih dışı bir ya klaşım taşımaktadı r.* Birçok okuyucu nun, gön­
dermeleri ni böylesi bir analiz sanarak ya n l ış anlamış olmasına
rağmen, iktidar E/it/eri (The Power Elite) Birleşik Devletler'de i ktida­
rın ampi rik bir anal izi değil, iktidarın analizi için bir p/an'd ı r. Ve
sanırım, kitapta ta rtışılan kon uların di kkatli bir okuması, bu pla­
nının ne kadar karmaşık ve yetersiz olduğunu gösterecektir.

Tartışma
Mills'in kitabı farkl ı bir açıdan incelenebilir... Ancak öncelikle
metinsel bir analiz yapı l malıdır: anahta r kavramlar bel irlenmeli,
bunların nasıl tuta rlı bir biçimde ku llanıldıklarına bakılmalı ve
tartışmanın tutarlılığının test edil mesi için önermelerle ka n ıtların
il işkilendiril meleri gerekmekted ir. Bu anlamda hermenötik bir
ça lışma yapılacaktır.
Mills'in açılış bölü münde (diğer bölü mler tezin geliştiril mesi
veya tanıtılmasından çok, genellikle d üzensiz açıklamalard ı r)
ortaya koyd uğu şekliyle tartışma iktidarın nasıl kullanıldığına
i l işkin temel sorun etrafı nda karmaşık bir şekilde ileri geri mekik
dokumaktad ır. Bu, yorum ya pmak için, zor olsa da gerekli bazı

Bu anlamda benim kendi ustalarım Dewey ve Marx'dır: Yapıdan (zihni


yapıdan) değil de, bir şeyin sorgulanmaya neden başlandığına, şeylerin
neden değiştiğine ve insanların neler yaptıklarına ilişkin sorulardan baş­
lamak konusunda ısrarcı olduğu için Dewey; ideoloji ve iktidar arasındaki
karşılıklı etkileşime, tarihe ve dönüştürücü ivmeler olarak krizlere, maddi
çıkariara kök salmış bir faaliyet olarak ve belirli stratejiler çerçevisinde
oynanan politikaya verdiği önemden dolayı Marx.
" Bu türden farklı bir açıya örnek olarak bkz. Talcott Parsons'un makalesi
"The Distribution of Power i n American Society," World Politics, Ekim
1 957, C. X, No. 1 . Parsons, Mi lls'in iktidarı sıfır toplam lı bir oyunda iktidar
sahiplerine odaklanan ikincil bir "dağıtıcı" kavram olarak gördüğünü ileri
sürer. Parsons, analizini, iktidarın toplumu düzenlemek için başvurduğu
foksiyonel ya da entegratif hedefleri üzerine kurmaktadır. Toplum çıkar­
ları için sosyal değerleri güvence altına almakta i ktidarı pozitif bir güç
olarak gören bir diğer bakış açısı, editörlüğünü Arthur Kornhauser'in
yaptığı Robert S. Lynd'in sempozyum metninde geliştirilmiştir: Problem
of Power in American Democracy, Wayne State Press, 1 958.
72 IDEOLOJININ SONU

ayrıntıl ı a lıntılarla gösterilebilir.'


Amerikan topl umunda, der Mi lls, başlıca milli güç "şu an ikti-
sadi, siyasi ve askeri alan larda bulunmaktadı r."

Amerikan eliderinin iktidarını anlamanın yolu ne sadece olay­


ları tarihsel ölçekte kavramakta, ne de görü nürdeki kararları
alan insanların belirttikleri kişisel farkı ndalıklarını kabul et­
mekte yatmaktadır. Böylesi insanları n ve tarihsel olayların ar­
kasında her ikisi ni birbirine bağlayan modern topl umun bü­
yük kurumları bulunmaktadır. Devletten, şirketlerden ve as­
keriyeden oluşan bu hiyera rşiler iktidar kanallarını oluşturur­
lar. Bu nedenle insanlık tarihinde daha önce eşi benzeri gö­
rülmemiş bir öneme sahiptirler. Ve hepsinin tepesinde, bu­
gün Amerika'daki yüksek çevrelerin rolünü anlamamız için
bize sosyolojik bir anahtar sağlayacak olan modern toplumun
karargahı yer almaktad ır [s. 5].

Böylece, i ktidarın iktidar olması, açıkça iktidar kurumlan üze-


rinde kontrol kurması anlamına gel mektedir:

Güçl ü derken, el bette ki, başkalan karşt koysa bile kendi istek­
lerini gerçekleştirebilenler'i kastediyoruz. Bu anlamda büyük
kurumların yönetimini ele geçirmediği sürece hiç kimse ger­
çekten güçlü olamaz, çünkü gerçek güç, her şeyden önce, ik­
tidarın bu kurumsal kanalları üzerindedir ve ona sa hip olanlar
gerçekten güçlüdür.

i ktidar sadece bi rkaç kişi tarafı ndan paylaşılmaktad ı r:

iktidar elitleri, en azmdan milli öneme haiz konularda ortak ka­


rarlar alan, birbirinin içine geçmiş karmaşık hiziplerden olu­
şan siyasi, iktisadi ve askeri çevrelerdir. Milli olaylar hakkındaki
konulara iktidar elitleri karar verirler [s. 1 8].

Ancak bu kişiler önemli kararlar almalarına karşın çağlarının


"ta rih yazan" insanları değildirler. Mil ls, "i ktidar elitleri"nin bir
tarih teorisi o l madığını, ta rihin bili nçli ve bilinçsiz olarak alına n
kararların karmaşık b i r a ğ ı olduğunu söyler (s. 20).

Aksine bir durum belirtilmediği takdirde tüm italikler bana aittir. Bunlar
önemli ifadeleri vurgulamak için kullanılmaktadır. Bütün alıntılar C.
Wright Mills'in iktidar E/it/eri, New York, Oxford Üniversitesi Yayınları,
1 956, eserinden yapılmıştır.
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml7 73

iktidar elitleri fikri şöyle bir karar alma sürecine dair hiçbir şey
ifade etmez: her ne özellikte olursa olsun içerisinde bu sürecin
devam ettiği sosyal alanları sınırlandırmak. Sü rece dahil olan
kişi'ye ait bir kavramd ır [s. 2 1 ).
Gene de tari hsel kara rlar alın maktad ır:

Çağım ızda bir kırılma noktası ortaya çı kmaktad ır. Ve bu nok­


tada bir grup azınlık karar al makta veya karar almakta başarı­
sız kalmaktad ı r. Her iki durumda da onlar bir iktidar elitidir. . .
[s. 22).

O zaman tarihe yön veren elit sın ıfı mıd ır? Bazen kend ilerine
roller verilir, bazen de onlar rol dağıtırlar (s. 22-25) . Mills açıkça
çel işkili bir durumla mücadele etmektedir. Eğer i ktidar elitleri
tarihe yön vermiyorsa, onları neden bu kadar dert edel i m? Eğer
tarihe yön veriyorlarsa, o zaman bu bizi fazla basit bir tarih teori­
sine götürür. Mi lls nihayet meseleyi çözer:

"Tarihsel bir zorunluluk" değildi fakat Truman adında bir


adam beraberindeki birkaç kişiyle Hiroşi ma'ya atom bombası
atma kararı aldı. Tarihsel bir zorunluluk değildi fakat küçük bir
çevre içerisinde geçen tartışma, Amiral Radford'un teklifini
bertaraf ederek Dienbienphu düşmeden önce lndochina'ya
asker görderme kararı aldı [s. 24).

Tüm bu notlardan ve alıntılardan bir sonuç çıka rmak istersek


şunu söyleyebi li riz: devletin, iktisadi hayatın ve askeriyenin üst
kademelerinde her za mandakinden daha fazla yer alan bir g rup
azı nlık, Birleşik Devletler tari hinde bize bizati hi bir şey ifade et­
meyen fakat daha önce olduğundan daha fazla öneme haiz bir
takım sorumluluklara ve karar alma yetkisine sahiptir.
Ancak tartışmanın kendisi nden çok retoriği yankı bulm uştur.
Ve Mills'in kitabında önemli olan birta kım geçerli kavramların -
kurumlar (ki nüfuz alanları, yüksek zümre, zirve hizipler kavra mları
ile serbestçe değişmeceli olarak ku llanılmaktad ı r), iktidar, ka­
rargôhlar ve büyük kararlar- siyasi kullanımı kitaba i nand ı rıcı lık
kazandırmaktadı r. Bunlar "el it" kavra m ı n ı n önemli ta mamlayıcı la­
rıd ı r. Ne anlama gelmektedirler?
74 IDEOLOJININ SONU

Kavramlar
(a) E/it. Kitap boyunca elit kavra mı değişik şekillerde kul lanılmak­
tad ı r. Bazen bu kavram "hizip benzeri gruplara mensu biyeti,"
bazen "belirli şahsiyet türleri nin ahlak anlayışını," bazen de zen­
ginlik, siyasi duruş vs. "seçkin değerlerin istatistiğini" ifade et­
mektedi r. Sadece bir yerde, 336'ıncı sayfanın uzun dipnotunda,
Mills kavramların birbi rleri yerine yoğ un kullanımlarından kay­
naklanan ka rışıklığı düzeltmeye çalışmaktad ı r. El itleri, öncelikle
"kurumsal konum" temeline dayanarak tan ı mladığını söylemek­
tedir. Peki bu ne demektir?
(b) Kurumlar, Nüfuz Sahas1, vs. Mills'e göre insanların ve olayla­
rın arkasında, her ikisini birleştiren, topl umun askeri, siyasi ve
iktisadi büyük kurumları bulun maktad ı r. Fakat aslında Mi lls'in bu
kavramları kullandığı şekliyle askeriye, iktisad iyat ve siyaset ku­
rum değil sektördür. Weber'in deyimiyle -her biri kendi kapalı
katmanında- toplumdaki "sistemler" veya dikey hiyera rşilerd i r.
Herhangi bir sektörün veya sistemin bir diğerinden daha önemli
olduğunu söylemek -ki bazı toplum larda, örneğin dini kurallar
siyasi kura llardan daha önem l idir- bilgiye büyük çaplı sın ırlar
koymamıza neden ol ur. Fakat el bette ki bundan daha fazlasını
istiyoruz, bize bundan daha fazlası lazım.
"Askeriye," "siyasi idarecil i k" vs. ku l lanımlar son derece geniş
anlamlıdır. Bun ları kuru mlar olarak bel i rlemek zordur. Kuru mlar
zı mnen veya aleni biçi mde bir kurala bağl ı l ı k duyan ve normları
çiğ ned iklerinde (endişe, suçl uluk, utanç, kovu lma) gibi kontrolle­
re tabi bel irli grupların davranışlarını şeki l lendiren özel, yerleşik
yönetim ku rallarından ortaya çıka r. Eğer iktidara dair en önemli
faktör insanların iktidarı nereden ele geçirdikleri ise; o zaman
g ruplaşma ları, "kuru msallaşmış sistemler," "nüfuz sahaları," "ca­
mialar" vs. kavra mlardan daha ayrı ntı lı tanımlamamız gerekmek­
tedir.
(c) iktidar. Kitap boyunca iktidar kelimesi ilginç bir biçimde
tan ı msız kalmaktadır. Kelimenin belirli bir çerçeve içerisinde ger­
çekten sadece i ki kez kullanıldığı görülür:

Güçlü derken, el bette ki, başka ları karşı koysa bile kendi istek­
lerini gerçekleştireb ilenleri kastediyoruz [s. 9).
Siyasetin tamam1 i ktidar mücadelesidir: iktidarın nihai şekli
şiddettir [s. 1 7 1 ).
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 75

Weber'in de bel i rtmiş olduğu g i bi şiddetin, iktidarın nihai


müeyyidesi olduğu son derece doğrudur. En uç d u rumlarda (ör­
neğin, ispa nyol iç Savaşı, I rak, vb.) şiddet şekillerinin kontrolü,
iktidarı ele geçi rme veya elinde tutma kon usunda belirleyici ola­
bil ir. Fakat iktidar Mills'in ve diğerleri nin sa ndığı gibi amansız,
acımasız, kaya kadar sert bir kuvvet değildir. (Merriam bir defa­
sında "tecavüz, siyasette olsun cinsel l i kte olsun karşı konulmaz
bir iktidarın kanıtı değildir," demiştir.) Ve siyasetin tamammm bir
iktidar m ücadelesi olduğunu söylemek doğru m udur? Hedefte
ideal ler yok mudur? Ve eğer idealler -her zaman ol masa da­
iktidar yoluyla gerçekleştirilebiliyorsa, siyasetin şiddetini yatıştı­
ramazlar m ı ?
Mil ls'in deyimiyle, iktida r hü kmetmektir. Ancak bu i ktida r an­
layı şının birçok sorunu çözmekten çok, sorunlarla yüzleşmekten
kaçı ndığını görmek için, özellikle M ills'in ilgilendiği şiddet olarak
iktidar kavram ka buğundan kurumsallaşmış iktidara doğru hare­
ket edersek ayrı ntı lı tartışmalara g i rmemize gerek kalmaz. Çünkü
toplumda, özellikle şiddetin kural ol madığı anayasal rejimlerde;
kurumlar içerisinde, normların, değerlerin, geleneklerin, ka nu nla­
rın, konsensüsün, liderliklerin, ta n ı mlamaların, ka bul veya redde­
dilen, g ü ndel i k hayatı şeki l lendiren, şiddet içermeyen her türden
kontrol ve otorite mekanizmaları n ı n alanına gireriz. Mills iktidarın
bu yanlarından uzak d u rm uştur.
(d) Karargahlar. M il is'in i ktidar sahiplerini askeri bir güç olarak
tanımladığı metafor göz önüne a l ı ndığında, şiddet olarak iktidar
ve siyaset i majı çok çarpıcıdır. Bunu Mil ls'in gizl i planının bir ipu­
cu olarak görebili riz. Fakat bir metafordan biraz fazla anlam ifade
etmekle birlikte, i ktidarın kim'de olduğuna dair hiçbir şey söyle­
mez. i ktidara sahip olan lar, iktidar barı ndıra n organizasyonları
veya nüfuz sahalarını yönetenlerdir, der. Ancak bireylerin iktidara
sahip olup o l madıklarını veya ne tür bir iktidara sahip old uklarını
nereden bileceğiz? Mi lls'in basit varsayı mlarını sıralarsak: ( 1 ) or­
ganizasyonlar veya kurumlar iktidar barındırı rlar; (2) buralardaki
mevkiler iktidar sağlar. Nereden biliyoruz? Aslında iktidarın var
olup olmadığını bile insanların kendi iktidarlarıyla neler yaptıkla­
rına bakarak anlayabiliriz.
insanlar ne tür bir iktidara sa hiptir, ne türden kararlar al mak­
tad ı rlar, bunları nasıl yapmaktadırlar, bunları yaparken hangi
faktörleri hesaba katmaktadırlar -tüm bunlar mevki'nin i ktidara
76 IDEOLOJININ SONU

dön üştürülüp dön üştürülemeyeceği sorusunda bulun maktadır.


Mills'in deyimiyle: "iktidar elitleri fi kri, karar a l ma süreci hakkı nda
hiçbir anlam ifade etmez. Aslında bu fikir, her ne özellikte olursa
olsun, bu süreci n yaşandığı sosyal a la nları sın ırland ı rmak çabası­
d ı r. Sürece kimin dahil olduğuna dair bir kavra md ı r" (s. 21 ). Böy­
lece kendi mizi şaşkın bir halde bul u ruz. Kim mevki'ye bağ lıdır?
Daha önce beli rtmiş olduğum gibi, mevki, söz konusu iktidarın
kullanı larak a l ınan kararların özelliği ta nım lanabildiği ölçüde
a n lamlıdır. Mil ls, bu sorundan da kaçı nmaktad ı r.*
Mills, bundan başka, iktidar sah ipleri nin kişisel farkı ndalıkları
sorunundan veya kişisel farkı ndalıklarının karar almadaki rolün­
den uzak d u rmak istediğini belirtmekted ir. ("Eiitlerin iktidarını
anlamanın yolu ne sadece olayları ta rihsel ölçekte kavra makta,
ne de görünürdeki kararları alan i nsanların belirttikleri kişisel
farkı ndailkiarını kabul etmekte yatmaktad ı r." [s. 1 5].) Fakat i ktidar
el itleri, Mills'in oazen beli rttiği gibi tarihe yön veren kişiler değil­
se (s. 20), o� iktidar e/it/eri smtft olarak kendi konumlarmm
anlamt nedir? Etki li kararlar alabilirler veya alamazlar. Birçok kişi
horoz gibi öterek g üneşin doğmasını sağladığına inanır ancak
böylesi bir iktidar sadece kendini kandırmak ise, o zaman bu
durum da iktidarın bir a n lamıdır.
(e) Büyük Kararlar. i ktidar el itleri "büyük kararlar"da kendini
gösterir. Aslı nda bu, elitlerin iktidarı nın üstü kapa lı bir tanımıdır:
onlar yal nızca "büyük kararlar"da etki li olabili rler. Yeni bir sosyal

Ordu, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri arasında stratejik kavramlar


konusunda çıka n siyasi çatışmaları, sınırlı m u harebeler için taktik nükleer
silahiara ve konvansiyonel kara kuvvetlerine karşı ağır askeri bombardı­
man ve topyekun misilierne gibi askeri kurumlar içerisindeki iktidar den­
gelerini derinden etkileyen siyasi meseleler hakkında anlattığı olağanüs­
tü hikayede, General James Gavin Savunma Bakanlığı içerisindeki köklü
bürokrasiye karşı Ordu'daki bazı üst düzey yüksek rütbeli subayların ça­
resizliğini çarpıcı bir örnekle sunmaktadır. " 1 947'de Savunma Bakanlı­
ğı'nın kurulmasıyla birlikte," diye yazar, "hizmetler üzerine ek bir sivil yö­
netim katmanı yerleştirilmiştir. Dahası, Askeri görevlilerin Savunma Ba­
kanlığı'nda yönetici konumlarına gelmeleri kanunlarla engellenmiştir.
Sonuç olarak Savunma Bakanlığı'nın Yardımcı Sekreterleri, ağırlıklı olarak
Savunma Bakanl ığı'nda karar alma konusunda askeri veya sivil herhangi
bir gruptan muhtemelen daha fazla etkiye sahip yüzlerce sivil memura
bağlı kılınmıştır." Uzay Çağmda Savaş ve Banş tan, (Harper and Brothers)
'

Life'da yeniden yayı mlanmıştır, 4 Ağustos 1 958, s. 8 1 -82.


AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml7 77

denge, çoğulculuk veya emeğin yükselişi hakkında konuşan kişi­


ler, Mi lls'e göre, eğer doğru söylüyorlarsa, iktidarın "orta kademe­
leri"nden söz ediyorlar demektir. Büyük kararları görmekte başa­
rısız ka lmaktadırlar.
Ancak, ilginç bir şekilde, birkaç örnek haricinde, Mills büyük
ka rarların ne old uğunu bel irtmemekted ir. Kararların gerçekten
nasıl alındığına veya bu kararları ki mlerin aldığına dair herhangi
bir analiz yapmaksızın o rtaya konulan bu bi rkaç örneğ in sayısı da
bir elin parmaklarını geçmez: i kinci Dü nya Savaşı'na müdaha leye
adım adım g iden yol; Hi roşima'ya ve Nagazaki'ye atom bombası
atma ka rarı; Kore'ye savaş ilan etme; 1 955'de Quemoy ve Matsu
hakkında a l ınan ka rarlar; Dien Bien Phu'nun düşmesine çok az
ka lmışken lndochina'ya müdahalenin gecikmesi.
Mills'in siyaset a nlayışına uyg un bir biçimde büyük kararlar
olarak beli rttiği bütün ka rarların şiddet'le i lişkili ol ması son derece
ça rpıcıd ır. Bunların bir topl umun alabileceği en nihai ka rarlar
oldukları doğrud ur: savaşa g irmeye karar vermek veya savaşa
gi rmeyi reddetmek. Bu anlamda Mills haklıdır. Bunlar büyük ka­
ra rlard ı r. Bu kararların neredeyse gelişigüzel tartışmasında aynı
derecede çarpıcı olan, bunların iktidar elitleri tarafından alınma­
dığını görmekte başarısız olmasıd ı r. Bu kararlar, sistemimizde
seçi mlerinin sonuçlarından anayasal hak dolayısıyla sorumlu olan
kişinin, ya ni başkanın kararlarıdır. Ve bu durum, deyim yerindey­
se, i ktidar sahiplerinin zor ku llanmasından çok, Anayasa'da dene­
time açık soru ml ulukların özel bir biçimde tan ı mlandığı birkaç
özel durumdan biridir. Doğal olarak, bir başka n diğerleri ne danı­
şacaktır. Ve Mills'in söz ettiği örneklerde başka n öyle ya pmıştır.
Richard Rovere, Mi lls'in söz ettiği kararlar hakkında ayrı ntı l ı bir
analiz yazmıştır (Progressive, Haziran 1 956). Ancak Mills'in elit
tan ı m ı ndaki bir "iktidar eliti"n in kararlara gerçekten dahil olduğu
fikrini çürütmüştür. Başkanın ha ricinde birkaç kişi daha karar
alma süreci nde yer almaktad ı r: atom bombası kon usunda Stim­
son, Churchill ve birkaç fızikçi; Kore kon usunda Acheson ve Brad­
ley gibi fikir ayrı lığı taşıyan bir grup; Quemoy ve Matsu'da özellik­
le Eisenhower; Dien Bien Phu için askeri üyeler ve Bakanlar Kuru­
lu üyelerinden ol uşan daha geniş bir kesi m. Ancak bu son örnek­
te, dar anlam ıyla i ktidar elitleri, Eisenhower'ın tek başına m üda­
hale ve asker gönderme kara rına, Rover'e göre, öncelikle kam uo­
yu baskısından dolayı karşı olmasına rağmen müdahale kararı
78 IDEOLOJININ SONU

alm ışlard ı r.
Böylesine önemli ka rarların bir avuç insanın elinde ol maması
gerekir. Fakat milli in isiyatif ve 1 938-39'da Ludlow kanun değişik­
liği teklifi gibi referandum sisteminin dışında veya ü l ke kararla­
rında partilerin sorumlu olduğu siyasi bir yapılanma d ışında
Mil ls'in haykırd ığı şeyleri görmek zordur. Ülke liderleri nin önemli
kararlar al mak konusunda anayasal sorumlul ukları olduğunu
söylemek oldukça klişe bir şeyd ir. iktidar el itleri nin böyle kara rlar
ald ıklarını söylemek belirli bir duruma vurgu yaparak duygusal
bir etki yaratır a ncak çok az bir anlam ifade eder.

Menfaatler Meselesi
Buraya kadar "karargahlar" ve "iktidar elitleri" kavramlarını
Mills'in kendi ku llanımıyla kabul ettik. Ancak şimdi karşımıza bir
sorun çı kmaktadır: iktida r elitlerinin kimlerden oluştuğ unun yanı­
sıra bunların ne kadar bağ/aytct olduğu sorusu. Mills komplo teo­
risine inanmadığını söylese de, iktidarın elitler a rasında merkezi­
leşmesi konusundaki genel açıklaması şüpheli bir şekilde buna
ya klaşmaktadır. (Bu daha çok, Birinci Dünya Savaşı öncesinde
sosyalist hayal g ücünü ve düşüncesi ni bir hayli etkileyen Jack
London'ın Demir Ökçe'sine (The Iran Heel) benzemekted ir.)
Yine de iktidarın merkezileşmesinin anlamını insanların elle­
rindeki g üçle ne yaptıkları temelinde değerlend irebiliriz. Onları
birleştiren nedi r? Onları aytran nedir? Burada menfaatler'i n tan ı m­
lanması devreye g irmektedir. Mills'in genel deyimiyle: "Bütün
iktidar a raçları bunları yöneten el itler için amaçlar haline gelme
eğ ilimi nded i r. işte bu nedenle iktidar elitleri ni, kararga hiarda
oturanlar gibi, iktidar bağlamında tanımlayabili riz" (s. 23). i ktida­
rın, iktidar elitleri için bizzat bir a maç olduğunu söylemek ne
anlama gelir? Eğer elit sın ıfı bağlaşık bir yapıdaysa ve diğer bir
iktidar g rubuyla karşı karşıya gelmişse, iktidarın idame ettiril mesi
bizzat bir a maç haline gelebi lir. Peki, elit sınıf bağ laşık bir yapıda
mıdır? Menfaatler meselesine geri dön meden bunu bilemeyiz.
Menfaatlerin tabiatı, bir grubun veya kısmen bir g rubun diğerle­
rinin üzerinde seçmiş olduğu değerleri ifade eder. Buradan da
belirli ayrıcalıkları n, vs. tanımlanması konusu ortaya çıkar.
El bette ki menfaat grup/art olmaksızın iktidar elitlerinden veya
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 79

bir yönetici sı nıfından bahsetmek mü mkün değildir. Mills bun­


lardan birini şöyle ifade eder: elitlerin menfaati, kapitalist siste­
min bir sistem olarak sürdürül mesinden yanad ır. Ancak bu, kapi­
talizmin a nlamı, siyasi kontrollerin topl um üzerindeki etkisi, son
yirmi beş yılda kapitalizmdeki değişimler bakı mından hiçbir za­
man tartışılmamış veya analiz edilmemiştir.
Fakat menfaatler Mil ls'in ifade ettiği kadar geniş olsa bile, sis­
temin ve bahsed ilen meselelerin ve menfaatlerin deva m ı n ı n
şartlarının ortaya konul ması zorunluluğu halen mevcuttur. Daha­
sı, bağlaşıklığın veya belirli g rupların ortaya çıkışının ve kaybolu­
şunun bel irlen mesi için menfaatlerin devaml11iğ1 olup olmadığına
bakı l malıdır.
Kararga hiarın önemi konusundaki temel tartışmalardan biri
olan iktidarın artan merkezileşmesi, menfaatlerin tabiatı hakkın­
da bir anlam ifade etmekted ir. Ancak merkezi leşmeye yol aça n
güçler konusunda hal ihazırda devam eden hiçbir tartışma bu­
lunmamaktad ı r. Bunlar, bir şekilde varsayım halinde kitapta ka lan
fakat asla açıklığa kavuştu rul mayan konulard ı r. Bana göre bu
eğ ilim lerin sürekli bir tartışması iktidar ve ondaki değişimierin
yerlerini ortaya çıkarabil ir. Örneğin: şirket ölçeğ inde temel faktör­
ler olarak teknolojinin ve artan sermaye mal iyetleri nin rolü; a rtan
iletişimden dolayı düzenleme ve ulusal boyutta planlama yapma
ihtiyacı gibi iktidarın federa l hale gel mesinde rol oynayan güçler,
yaşamın karmaşıklığı, sosyal ve askeri hizmetler ve ekonominin
yöneti lmesi; ul uslara rası i lişkilerin rolü. Davran ışları m ızın çoğu­
nun Ruslar tarafından dikte edilmesine rağmen, kitapta ilginç bir
biçi mde Sovyet Rusya'n ın adı bile geçmemektedir.
iktidara kim'in sahip olduğuna odaklandığı için, Mills zirvede­
ki lerin sosyal köken ierinin izi ni sürmek kon usunda büyük çaba
göstermektedi r. Fakat kitabın sonuna doğru bir reddiyede (s.
280-87) iktidar elitleri kavramının genel sosyal temel lere
(Sch umpeter'in sın ıfların yükselişi ve çöküşü düşü ncesin i n altın­
da yatan bir konu) veya kişisel ilişkilere dayanmadığını fakat (açı k
bir biçimde ortaya konulma m ış olmakla birlikte varsayı lan) "ku­
rumsal konum"lara dayandığını beli rtmektedi r. Ancak böyle bir
ifade her şeyden daha önem li bir soruya yol açar: iktidar sahipleri
arasmdaki işbirliği mekanizmalan Mills'in dalaylı olarak bel irttiği
g ibi, "birbi rleriyle karşılaştı klarını" söyleyebi liriz. Fa kat bu çok az
şey ifade eder. Eğer onlar her bir kon umun bir diğeriyle birleştiği
80 IDEOLOJININ SONU

durumlarda sabit kalıyorlarsa, bunlar hangi du rumlardır? Mil ls'in


dediği gibi, hükümetin yeni şartlar altında siyasi kadrolara ha rici
gruplardan takviye yaptığını söyleyebi li riz.' Peki o zaman bunlar
hangi gruplard ı r ve ne yapmaktadırlar?
Mills bir yerde, Demokratların Dillan ve Read'den, Cum huri­
yetçilerin ise Kuhn ve Loeb'den işe a l ı m yaptıklarını söylemiştir.
Ancak konuyu geliştirmediği için ne demek isted iğini anlamak
zordur. Demokratların, bilim danışmaları n ı Chicago ve Los Ala­
mos'dan, Cumhuriyetçilerin ise Livermore'dan işe a ldıkları pekala
söylenebilir. Eğer bu herhangi bir anlam ifade ediyorsa, ki sanırım
ediyor, fa rkl ı işe alımların sonuçlarının farklı insanların davramşla­
rmda izlenmesi gerekmekted ir. Mills sürekli olarak konuyu anali­
zin başlaması gerektiği noktaya getirip bırakmaktad ı r.
Amerika n dış politikası -ki, iktidarın en önemli alanıd ır­
hakkı ndaki en olağanüstü gerçek, askeriye ve dış işleri baka n l ı kla­
rı a rası ndaki koordinasyon eksikliği ve her ikisinin de siyasi an­
lamda düşünme başa rısıziiğı olmuştur. Bunun bir örneğini, ikinci
Dünya Savaşı'nın son g ünlerinde ortaya çıkan i letişim kopuklu­
ğunda ve savaş sonrası Avrupa'nın güç dengesi üzerinde hesap
edilemez sonuçlar doğuran Bi rleşik Devletler general leri nin siya­
set dışı ka rarlarında görmek mümkündür. Sovyetler Birliği'nin
aksine, Bi rleşik Devletler siyasi soru nları, acil askeri amaçlar için
bir kenara bırakm ıştır. Savaş sonrası Avrupa'nın Sovyetler Birliği
tarafından yöneti l mesinden korkan ingilizler, savaşın son ayla­
rında Rusları vurmak veya ele geçirmeye katı lmak için Müttefik
kuvvetleri bir an önce Kuzey Almanya'dan Berl in'e çekme telaşı
içi ndeydi ler. Fakat Bi rleşik Devletler'in kurmayları için Berlin i kin­
cil bir öneme sahipti.
Kurmay Başkanı General Marsha ll'ın sözleriyle: "Berlin'in Rus-

Mills'in şaşırtıcı bir şekilde hiç bahsetmediği, Marksistler için temel bir
teorik nokta olan iktidarın nihai kaynağı sorusudur. Siyasi idare otonam
mudur? Askeriye bağımsız mıdır? Öyleyse, neden? Ekonomik güç ile bu
ikisi arasındaki ilişki nedir? Mill s "Bugün iktidar elitlerinin yapısal anahtarı
genişletilmiş olduğu ve askeri devlette bulunduğu sürece, bu anahtar
askeri üstünlükte kendini belli eder. Diktatörler kesin siyasi ilişkiler kur­
muşlardır ve bugün askeri yapı, siyasi yapının önemli bir parçası haline
gelmiştir," diye yazar (s. 275). Peki o zaman Mills'in Birleşik Devletler'de
kapitalist sistemin esasen değişmediği yönündeki bir diğer önemli var­
sayımı hakkında ne demeli? [bkz. aşağıda "iktidarın Sürekliliği" bölümü]
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? Bl

lardan önce ele geçi ril mesinden kaynaklanaca k olası siyasi ve


psikolojik üstü nlükler, Alman silahlı kuwetlerinin dağıtı l ması ve
ortadan kaldırılması gibi bizi m açım ızdan önemli bir askeri göre­
ve engel olmamalıdır."
Ray S. Cli ne, i ki nci Dünya Savaşı'nın resmi askeri tarihinin
Washington Command Post: The Operations Division cildinde "dış
politikanın askeri planlama ve sistemik koordi nasyon" eksikliği
içerisinde olduğunu ve 1 944 sonbaharında bile Dışişleri Bakanlığı
görevlileri nin Al manya'nın teslimi ve işgaline i l işkin d ı ş politika
konusundaki belirsizl iklerine işaret etmekted i r.
Ve genel likle Bi rleşik Devletler dış politikasının soğukka n l ı si­
yasi beyin takı m ı olarak görülen Pentagon bi le, Berlin'in işga li
görüşmelerinde Batı Almanya'da n Berl in'e tam bir ara bölge
teklifıni, 'Sovyetler Birliği'nin müttefik ol ması nedeniyle böyle bir
ara bölgenin gereksiz olduğu' gerekçesine daya na rak reddetmiş­
tir.

Avrupalı imajı
Bu iktidar ve siyaset i maj ı, toplumda sabit yerleri olan içine kapalı
g rupların niyetleri bakı mından nasıl açıklanabilir? Mills'in, kullan­
dığı bütün örnekleri Amerikan hayatından vermesi ne rağmen,
anahtar kavra mları Avrupa yaşantısından alması ilginç bir du­
rumd ur. Egzotik cazibesinden ve astigmatizmden dolayı i ktidar
el itleri fikrine inanıyoru m:

Amerikan sosyolojik düşüncesini büyük ölçüde çarpıtan inatçı bir sorun­


dur bu. 1 930'1ar boyunca, Amerikan entelektüelleri özellike faşizmin or­
taya çıkmasıyla birlikte Birleşik Devletle'in sosyal gelişmesinin kaçını lmaz
olarak her zaman Avrupa'yı takip edeceği beklentisi içerisinde olmuşlar­
dır. Bu beklentiler siyasetin tamamını büyük ölçüde ekonomik krizierin
bir yansıması olarak gören ve her ülkenin geçirmesi gerektiği sosyal ev­
rim aşamaları olduğu varsayımında bulunan mekanik Marksizmin bir so­
nucudur. 1 948 gibi geç bir tarihte dahi, Harold Laski "Birleşik Devletler'in
tarihi, her şeye karşın, Avrupa'daki kapitalist demokrasi genel kal ıbına
uymaktadır," diye yazabilmektedi r (Harold Laski, American Democracy,
New York, 1 948, s. 1 7). Ve Joseph Schumpeter gibi zeki bir gözlemci bile
Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı eserinde, hileyle, karamsar öngö­
rülerine ulaşmak için Amerikan deneyimini Avrupalı kavramlarla karış­
tırmaktadır.
82 IDEOLOJININ SONU

Örneğin, şiddete karşı kesin bir politika ve güç ku l la n ı l ması


durumu nda, Mills şu kışkırtıcı soruyu ortaya atmaktadır: şiddet
kullanma a raçlarına -askeri- sahip olanlar kendilerine neden
Batı'da yaptıklarından daha fazla bir iktidar kurmadılar? Askeri
diktatörlük neden hükümetin normal bir şekl i değildir?
Mills'in cevabı statü rollerine işaret etmek olmuştur. "Şeref
mertebesinde prestij ve bunun ifade ettiği her şey, sanki askeri
iktidardan vazgeçmenin karş ı lığıdır . . . " (s. 1 74)
Şu halde, doğru olduğu ölçüde bu durum temel olarak Avru­
palt portresine uygundur. Askeriye, Kıta'da ahlak kura l ları koyd u
ve hayat tarzını buna göre düzen ledi. Avrupa edebiyatının birçok
eseri bu kura l ları kon u almakta d ı r ve Avrupa'da yazılan piyeslerin
birçoğu, özell ikle Schnitzler'inki, bu kura l la rı yermekted ir. Peki
aynı kurallar Birleşik Devletler'e uygulanabilir mi? Bi rleşi k Devlet­
ler'de askeriye (Deniz Kuvvetleri bir ya na) şerefle kontrol altına
a l ı nabilir mi? Askeriye çeşitli değişik nedenlerden dolayı Ameri­
ka n hayatında iktidara -veya statüye- sahip deği ldir: Ordu'nun
gerçek a n la mda halkın mil isieri olması; Ordu'da asker -genellik­
le ka hra man- olmanın popül ist i majı; Harp Okulu'na "demokra­
tik" yollardan öğrenci a l ı n ması; zorunlu askerliği kabul etmedeki
tereddüt; para kazanmanın ya nı nda askerl iğin iti barının daha
düşük ol ması; sivil hayat geleneği, vs.
Bunların hepsi Mills'in gördüğü ve bildiği şeylerdir. Fakat "şe­
ref" ve "şiddet" geçmişimizde bir şey ifade etmiyorsa, bu kavram­
ların Amerikan hayatında bir yeri olmadığı halde askeriye soru­
nunu neden genel bir kategori olarak şiddet ve şeref kavramlarıy­
la açı klayalım? M i l ls böyle bir varsayımda bulunmadığı için, bir­
çok entelektüelin otuzlarda ya ptığı g ibi, yine Avrupa deneyi mini
takip edeceğiz.
Prestij konusunda da benzer bir zorl uk bulunmaktad ır. Mi lls'in
sözleriyle: "Amerika'da başarıya ulaşanları n hepsi -köken leri nin
genişliği veya ha reket a lan ları ne olursa olsun- şöhret dü nyası­
na dahil olma durumundadırlar." Dahası, "ekonominin şi rketleş­
mesiyle, askeri kurumların yükselişiyle ve geniş devletin merkezi­
leşmesiyle, karar merciierinde bulunmak suretiyle tanınma ola­
nağı bulan ve yoğ un ya pılanmada söz sahibi olan milli elitler
ortaya çıkmıştır. iktidar e/it/eri üyeleri bulunduk/art konumlardan ve
aldtkiart kararlardan dolayt tantnmtş kişilerdir" (s. 7 1 ).
Ün lüler derken, Mills daha fazla tamnma gereği duymayan
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 83

isimler'den söz etmekted ir. Fakat ü n, prestij, statü ve iktidar ilişki­


leri Mi lls'in beli rttiği kadar doğrudan m ıdır? Amerika n hayatında
elbette şan ve şöh ret mevcuttur. Fakat bunlar bir elitin değil, kitle
tüketim topl umunun bileşenleri veya ayrıl maz parça larıdır. Böyle
bir cazibe ve a l ben i sistemi gerektiren satış yöntemleriyle uğra­
şan bir toplum. Fakat iktidar mevki leri nin kişiyi bu cazibe siste­
mine dahil edeceği varsayım ı nda nasıl bulunabiliriz? Sofistike bir
okuyucu, Fortune dergisi nin en büyük SOO şi rket l istesindeki,
örneği n New Jersey Standart Oil, A.T.&T., General Motors, vs. ilk
on şi rketin başka n ve yönetim kuru lu başkanını çabucak tanıya­
bilse de, örneğin Müşterek Kurmay Başkanları Başka nı'nı, Ordu
kumandanı nı, Deniz Kuvvetleri Harekat Başkanı'nı, Hava Kuvvet­
leri Kurmay Başkanı'nı, SAC. Generalini ve ba kanlar kurulu üyele­
rini bilebilir mi?
Milss'in eski, Avrupalı prestij kavramlarını düşüncesizce kul­
lanmasından kaynaklanan bir karmaşa daha karşı m ıza çıkmakta­
dır. Böylesi feodal benzeri hiyerarşilerde prestij, şeref ve saygı ile
özdeşleşmektedir. i ktidarı elinde bulunduranlar şeref ve saygı
beklerler. Bu, Avrupa'da geçerlidir. Peki Birleşik Devletler'de du­
rum böyle m idir? Otuzların son unda Harold Lasswell saygıyı ilk
kez temel bir sembol olarak kullan maya kalktığı zaman zaten
baştan yan ı l mıştı. Mills, aslı nda, cazibenin veya şöhretin yerine
sayg ıyı koyar ama yine de ayn ı sonuca varır. Peki bugün i ktidar
bir isme derhal şan ve şöhret kazandırabilir mi? Eğer kitle tüketim
topl umunda şan şöhret, prestij ve iktidar kavramları Mil ls'in ileri
sürdüğü ya n anlamlara sahipse ve o şeki lde ilişkilend irilirse o
za man durum şüphelid i r.

Tarih ve Fikirler
iktidar kaynakları ile tarzla rındaki değişimler veya iktidarın uyum­
lu ve merkezi bir hale geti rilmesi söz konusu olduğunda soruna
tarihsel açıdan bakmak gerekecektir. Bir iki örnek dışında Mills
tarihsel boyutu göz a rdı etmektedi r. Bir yerde Amerikan tarihinin
-siyasi i ktidarın, i ktisadi iktidarın yerin i aldığı- dönemlere ay­
rılmasından söz eder. Fakat bu bir şey ifade etmeyecek kadar
gen iştir. Bir başka yerde -tarihsel anlamda sosyal değişimin
somut olarak tartışıldığı tek yer- ilginç bir istatistik aktarır:
84 IDEOLOJININ SONU

On dokuzuncu yüzyılın ortasında - 1 865 ile 1 881 yılları ara­


sında- devletin zirvesindekilerin sadece yüzde 1 9'u siyasi
kariyerlerine ulusal düzeyde başlamıştır; fakat 1 905'den
1 953'e kadar siyasi elitlerin üçte biri bu düzeyde başlamıştır.
Eisenhower yönetiminde ise, bu oran yüzde 40'dır, ki bu Bir­
leşik Devletler siyasi ta rihinin tamamında ulaşılan en yüksek
rakamdır [s. 229].

Soru nların çoğunun eyaletlerden çok Washington'da yoğun­


laşmış ol ması ve bu nedenle başkente her za manki nden daha
fazla kişi al ın ması dışı nda, kendi kavramlarıyla bile tartışmanın
kesin anlamını çıka rmak çok zordur. Bunların birçoğu için basit
bir açıklama elbette ki vardır. ikinci Dünya Savaşı sırasında milli
birlik bera berl ik ve uzmaniaşmaya duyulan büyük i htiyaçtan
dolayı dışarıdan, bakanlar kuruluna ve yönetici mevkilerine her
za mankinden daha çok kişi a l ı n m ıştır. Cumhuriyetçilerin yirmi
yıldır yüksek görevlerin dışında tutu lduğu ve yönetim kariyerin­
de giderek azalan sayıda bulundukları 1 95 2'den bu yana, dışarı­
dan yüksek sayıda kişi a l ı n mıştır.
Bu tür bir verinin kullanımı nda ilginç olan şey, o rtaya koyd u­
ğu metodolajik tarafgirliktir. Böyle bir veri ve daha küçük veya
ulusal düzeyde d eğişkenler kullanıla rak farkl ı isti hda m türlerinde
yüksek görevlerde bulunanların karakterlerine ilişkin fa rklılıklar
ayırt edilebi lir ve bu nedenden dolayı kendi siyasetlerinin karakte­
ri de farklı olacaktır. (Mi lls bunu ima eder gibi görünmekle birlikte
siyasette üçüncü şahts/ar bug ün revaçtad ı r, demek dışında konu­
ya i lişkin herhangi bir açıklama getirmemektedi r. Ancak karşı bir
metodoloji olarak, istihdamdan veya sosyal kökenden değil de
siyasetin karakteri'nden başlamak bana daha doğru gelmektedir.
Değ işen herhangi bir şey var mı? Eğer varsa değişen nedir ve
neden değişmiştir? Bu değişim işe a l ı mlardan (sınıf ve etnik kö­
ken farkları) dolayı mıdır, yoksa daha başka bir nedenden dolayı
mıdır? Bu soru lar sorulduğunda sosyal kökenieri n değil, fikirterin
ve mesele/erin a raştırıl ması gerekmektedir.
Ancak Mil ls, en azından bu noktada, fikirlere ve meselelere
karşı neredeyse tamamen kayıtsıı ka lmaktad ı r. Siyasette kendisi­
ni ilgilend iren kon ular: stratej i k mevki lerin ne yönde değiştiği ve
hangi mevkilerin ön plana geçtiğidir? Mills'e göre iktidardaki
d eğişimler genel olarak farkl ı mevkil erin birbirini takip etmesid ir.
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 85

Farklı yapısal veya kurumsal mevkiler (örneğin askeri, i ktisadi,


siyasi) bir a raya geldiği nde, farklı iktidar kademeleri m ü m kün
olmaktad ır. Pareta'nun elitlerin sirkülasyonuyla anlatmak istediği
grupların oluşumundaki farkl ı "ka l ı ntılar"ın değişimi, burada ku­
rumsal mevkiler silsilesine dönüşmektedi r.
Fakat bunun insanlarla ne ilgisi vardı r? insanlar -karakterler,
fikirler, değerler- mevkiler'le mi beli rlenmekted ir? Diyelim ki
öyle, peki bu ne şeki lde ol makta d ı r? Siyasi tarihi somut menfaat
gruplarından veya sın ıflarından çok, "kurumlar"ın iktidar mevkile­
rindeki değişim olarak anlamak siyaseti olağanüstü soyut bir
şekilde okumak demektir. Bu, fikirlerdeki ve menfaatlerdeki deği­
şim leri göz a rdı etmektir. Mills'in yi rmi yıllık bütün New Dea l ve
Fair Deal tari hini çarpıcı bir şeki lde minimize etmesinin nedenle­
rinden biri bud ur. Ona göre bu yirmi yıl, topl umun büyük, özellik­
le siyasi "kuru mlar"ının merkezileşme eğilimleri ni sadece teşvik
ettiği için önemlidir.
Bu görmezden gelme tavrında, hatta fikirlerin ve ideoloji lerin
reddiyesi ile Pareta'nun italya'daki sosyal değişimleri açıklaması
arasında çarpıcı bir pa ralellik bulun maktadır. Pareta'ya göre ital­
ya'da sosya l izmin yükselişi, temel kökenierindeki bileşim aynı
kal ı rken, (maskelerden veya ideolojilerden ol uşan) sırf "yüzeysel"
bir değişimdi (No. 1 704).30
Aslında, sosya l izmin tabiatının nasyonalizmden l i beral izme
doğru değişmesi, ll. kategori kal ı ntıların (yani, grup sürekl iliğin­
deki ka lıntılarını dağılımı ndaki değişimleri yansıtmaktadır. Bu
nedenle siyasi sınıf değişimleri, sosyo-psikolojik türlerin dolaşı m ı
anlamına gelmektedir. Bütün ideoloji ler, bütün felsefi iddialar
"tartışmaya sadece partizan bir kolaylık sağlaya n maskelerd ir.
[Bunlar] ne doğru ne yan l ış sayı l ı rlar; [fakat] h içbir anlam ifade
etmezler" (No. 1 708).
Aynı şekilde, Mi lls'e göre, iktidar değişim leri ya pısal konum bi­
leşi mlerindeki değişimlerdir ve muhtemelen sadece bu, anlamlı
bir gerçekl iktir.

Başarısız iç savaş dışında Birleşik Devletler'in i ktidar sistemin­


deki değişimler temel kabullere karşı öneml i bir meydan
okumayı içermez. . . Amerikan iktidar yapısındaki değişim ler
genel ola rak siyasi, iktisadi ve askeri sistemlerin göreli ko­
numla rındaki kurumsal değişimler sonucu nda ortaya çıkmış-
86 IDEOLOJININ SONU

tır [s. 269].

Böylece Amerikan hayatındaki olağan üstü değişimler, mülki­


yet, idari kontrol, hükümet sorumlu luğu kavram larındaki deği­
şimler, New Deal tarafından ortaya konulan ahlak a nlayı şındaki
değişimler kurumsal değişimlere "indirgenmiştir." Ancak Ameri­
kan hayat tarzının ka bul görmüş temel değerleri ne karşı hiçbir
meydan okuma olmamış mıdı r? Birleşik Devletler'deki iktidar
sistemi ne kadar sürekl idir?

iktidarın Sürekliliği
Mills siyaset analizinde Pareta'dan ya rarlandığı gibi, iktisadi ikti­
dar hayalinde "kaba" bir Marksist ol maktadır. Mi lls'in sözleriyle:

Amerikan kapital izm inin yakın sosyal tarihi yüksek kapita list
sınıfının sürekliliğ inde herhangi bir kırılma göstermez . . . Siya­
si sistemde olduğu gibi iktisatta da son yarım yüzyılda men­
faatierin sürekliliği' nde bunları koruyan ve artıran yüksek
zümreden iktisadi şahısların lehine olacak türden dikkate de­
ğer bir gelişme görülmektedir. . . [s. 1 47] .

Belirsiz bir ifade olmasına rağmen, bu önermeye veri lecek ce­


vap, mantıksal veya metodolajik bir tartışmada değil a mpirik
a landa aran malıdır. Amerika'daki aile kapita lizminin parçalanma­
sı üzerine olan ikinci Bölüm'de, bu tür bir cevap vermeye çalıştı m.
Malthus'un bel i rttiği toplumun "temel kanunlar"ını gösteren
mül kiyet sistemiyle aile arasındaki köklü ilişkiler son yetmiş beş
yılda çözülmüştür. Ve bu da burjuva sınıf sisteminin sosyal yapı­
taşı olan aile kapitalizminin parça la nması anlamına gel mektedir.
Ekonomik kontrol özeti nde Mil ls, daha sıradışı bir portre çiz-
mektedir:

En büyü k şirketler harika bir şeki lde izole olmuş devler değil­
dir. Kendi sanayileri ve bölgeleri arasındaki açık cem iyetler ve
National Assodation of Manufactu rers (NAM) gibi üst­
cemiyetler ağıyla bir araya gelmişlerdir. Bu cemiyetler idari
elitler ve şirketin diğer zengin ortakları arasında bir birlik
kurmaktadır. Bunlar dar ekonomik güçlerini endüstri ve sınıf
genelinde bir g üce dönüştürmekted irler. Ve bu gücü ilk ola­
rak iktisad i cephede, örneğin emek ve onun örgütlenmesin-
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 87

de ve ikinci olarak siyasi cephede, örneğin siyaset sahasındaki


geniş rol lerinde kullanmaktadı rlar. Daha küçük çaplı işadam­
larının iş ufu klarını genişletmelerini sağlamaktadırlar [s. 1 22].

Bu eski TN EC raporlarından veya Robert Brady'nin Bir iktidar


Sistemi Olarak Şirket'indeki (Business as a System of Power) Spit­
zenverbande (zirvedeki şi rketler) teorisinden de daha geniş kap­
samlı, nefes kesen bir ifaded ir. Belirli b i r işbirliği olduğu açıktır.
Anca k bu alanda tam bir bütü nlük ve uyumluluk neredeyse ha­
ya l d i r. Mills bu iddialara karşı hiçbir ka nıt göstermez. Gerçekler,
asl ında, ta m tersi yöndedir. Birleşik Devletler'de tica ret birlikleri
azalm ıştır. Bunlar özellikle savaş zamanında hü kü met diva nında
sanayiyi temsil etmek bakımından önem arz ediyordu. NAM gi­
derek işe yaramaz bir hale geldi. Üyelerinin ve destekçi leri nin
sayısı bir hayli azaldı. Ve sanayi emek politikası da dahil birçok
değişik konuda bölündü (örneğin, büyük çel ik ve otomobil şir­
ketleri ek işsizlik yard ı mlarını ka bul ettikleri için General Elektrik
ve diğer fi rmalar tarafı ndan saldı rıya uğradılar) .
M i l l s bunların "siyasi alandaki geniş roller"inden söz eder. Fa­
kat iktidar elitleri ki me karşı bi rleşmişlerd i r ve siyasi alanda onları
bir araya getiren ne tür meselelerdir? En büyük şi rketlerin bi rle­
şebilecekleri sadece bir şey düşünebi l iyorum : vergi politikası.
Diğer meselelerin hemen hemen hepsinde ayrı lmaktadırlar.
Emek meselesinde bir şekilde ayrı lmaktad ı rlar. Şahsi menfaatler
alanında, örneğ in demiryolu ve ka myonculuk, demiryolla rı ve
havayolları arası nda; veya kömür ve petrol, kömür ve doğalgaz
meselelerindeki menfaatlerde büyük uyuşmazlıklar bulun makta­
d ır. idari elitler siyasi meselelerde, ideolojik anla mda, bel irsiz
durumlar dışı nda, göreceli olarak daha az fi kir birliği içindedi rler.
Kimin kimin/e neden birlik olduğu sorusu, a mpirik bir sorun
olup Mil ls'in eserinde yer almamaktad ı r. Eğer Mi lls'in tarif ettiği
gibi bir işbirliği varsa, o zaman bunun nasıl olduğuna dair bir
başka soru ortaya çıkar. Örneğin bürokratikleşme sonucunda
şi rketler içindeki kariyer basamakları artmış ve sonuç olarak en
üst basamağa çıkanlar için görev süresi kısa lmıştır. On yıllık bir
dönemde A.T.&T. hepsi şirket içinde otuz kırk yılını harca mış üç
müdür yardı mcısı değiştirdi. Eğer i nsanlar kendi şi rket ka bukları
içi nde bu kadar çok za man harca rlarsa, "elit" grup üyeleri birbir­
lerinden nasıl haberdar olurlar?
88 IDEOLOJININ SONU

Elitlerin idaresinden aşırı end işeli bir halde Mi lls, ülkenin gün­
delik hayatında iktidar soru nları n ı ol uşturan şeylere karşı kayıtsız
ka lmaktadı r. Bu, "büyük kararlar"ın d ışında ka lan bütün diğer
sorunla rı "orta derecede" ve muhtemelen gerçek bi r anlamı ol­
madığı düşüncesiyle göz a rdı etmesinden bell idir. insanları ayı­
ran ve menfaat mücadelelerine neden olan, hali hazırda devam
eden bir gerçeklik olarak emek, ı rk, vergi politikası g ibi insanları
ilgilendiren meseleler siyasetin malzemesi değil midir? Bunlar
insanların hayatiarına dokundukları ha lde, iktidarın anlamına dair
herhangi bir şey ifade etmezler mi? Elit kavramının kul lanılması,
i ktidar ta rtışmasında bu kavramın kulla nı labilirliğinin sınırlarına
dair diğer bir sorun ortaya koymaktadır. Karar verenler veya ida­
reciler yerine neden e/it kelimesi kullanılmaktadır? Karar-almak'­
ta n bahsederken politika ol uşturmak, baskı g rupları kurmak vs.
ta rtışılmalıdır. idare'den bahsedi ldiğ inde, idarenin tabiatı tartı­
şılma lıdır. Fakat eğer el itten bahsedersek, sadece kurumsal mev­
kiden bahsetmek gerekir. Bu ise, Mil ls'in farzettiği g i bi, sistemin
temel tabiatı değişmediği sürece mü mkündür. Bu durumda tek
sorun, döng üyü şema halinde göstermektir. Sistemin temel tabi­
atı nın -yani, temel haklar, kapitalist sın ıfın sürekl il iği- değiş­
meyeceği görüşü ilginç bir ta rtışmad ı r; çünkü eğer iktidar,
Mi lls'in varsaydığı g ibi, bu kadar merkezileşmiş ve senkronize
olmuşsa, bu sistemdeki temel bir değişme değil midir?
Yine de, eğer elitler bakı mından konuşacak olursak, Amerikan
toplumunda iktidarda önemli değişimierin olduğunu söyleyebili­
riz: aile kapitalizmi nin parça lanması (ki bu bir bütün olarak Batı
toplumunda iktidarda bir dizi değişimlerle ilişki lidir), fakat en
önemlisi ve en açıkçası bunun siyasi arenadaki beli rleyici rol üdür.

iktisattan Siyasete
Biri nci Dünya Savaşı'ndan önceki on yılda tröstlerin büyüyen
g ücü, bankerierin ekonomiye doğrudan etkisi ve sosyalizmin
ideolojik yükselişi, hep birden di kkatleri -toplumu şeki l lendir­
mede ve sosyal değişimi sağlamada gizli fakat aslında bel irleyici
unsur olan- sınıf sistemine çekmiştir. Bir grup "realist" tarihçi,
özellikle J. Al ien Smith ve en önemlisi Cha rles A. Beard, erken
kolonyal ve yapısal mücadeleleri i ktisadi an lamda yeniden yo-
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 89

rumlama görevi ni üstlenmişlerd i r. Beard'in yorumu, şematik


olarak, kabaca şöyledir:
Amerikan tarihindeki en eski mücadeleler, Federalistler tara­
fından temsil edilen tüccar g rupları ile Demokratlar tarafından
temsil edilen çiftçiler arasındaki doğrudan sınıf mücadeleleridir.
Toplum, oldukça açık bir şekilde birbirine muhal if, i ki menfaat
grubuna ayrılmıştır (gümrük tarifesi, düşük faizle kredi vs.). Sınıf
mücadelesinin "kurucu babalar" ta rafı ndan sade bir şekilde tar­
tışması, Federalistlerin belgeleri nde çarpıcı bir halde bulunabi lir.
ingi liz toprak sahibi eşraf ile imalatçı sınıf a rasındaki korumacı
hububat ka nunları hakkı nda daha sonraki bir mücadelede, her­
hangi bir taraf lehine kesin bir zafer toplumun temel yapısını
belirleyebilirdi. Fakat bu eski Amerikan plütokrasisi nin, Doğulu
tüccarların, siyasi inisiyatifi sağlamakta yetersiz ve istikrarsız bir
sosyal g rup olduğu ortaya çıkm ıştır. Bu nedenle Federalistler
kaybettiler. Fakat Demokratlar -burjuva kapitalist hayatı nın
iktisadi gerçekleri karşısında- gerçekten kaza namadılar. Ve "Jef­
ferson'cu devrim," Jefferson'un fiil iyata geçi rmekten çok, kolay
vaatler vermesine yarayan bir şeydi.
Ancak daha sonraki tarih yazı mı, bu basit ışık ve gölge oyu­
nunu düzeltmiş ve siyahla beyazın a rasına birçok i nce ton yerleş­
tirmiştir. Dixon Ryan Fox'un, on dokuzuncu yüzyı lın ilk kırk yılın­
da bir eya letteki siyaset ça lışması olan Yankees and Yorkers'da
belirttiği gibi:
"ingilizler ve Hollandalılar, Presbiteryenler ve Anglika nlar,
tücca rlar ve çiftçiler ve diğerleri arasındaki reka betten dolayı,
parti ruhu New York'ta erkenden ortaya çıkmış ve değişen mani­
festolarla sürmüştür. Fakat fakirler ve zenginler arasındaki parti
hatları çok yakın değildir. Aristokratlar kendi sosyal kon umların­
dan o kadar emindi ler ve o kadar farklı geçmişlerden geliyorlardı
ki tek bir menfaat fikri üzerinden ha reket etmiyorlardı. Ai leler
Capulet'ler ve Montague'ler olarak karşı karşıya gel iyorlardı.
Henry Ada ms'ın işaret ettiği g i bi, 'Bütün şu Jay'ler, Schuyler'lar,
Livinstone'lar, Clinton'lar, Bu rr'ler, New England'da yaşa mış ol sa­
lardı muhtemelen birlik olurlardı. Fakat New York hemşerileri
olarak tartışıyorlardı.' Torie ai lesi taşındığında, Whig ailesi çok
geçmeden sadece iki g ruba değil, her biri tica rete ve uzlaşmaya
hazır bi rçok parçaya böl ündü."
Tam bu noktada, ilginç bir şeki lde Amerikan parti sistem inin
90 IDEOLOJININ SONU

çekirdekleri ni bul uyoruz. Mutlak hakimiyet girişimlerinin karşılıklı


olarak sonuçsuz ka lması, sosyal sistemi daha en başında ta n ı msız
bırakmıştır. Ta m olarak ticari, köleci, serbest, ta rıma daya l ı, en­
düstriyel veya proleter bir toplum değild i r. Zeng i n aileler doğru­
dan siyasi kontrolü kaybettiklerinden, siyasetçiler aracıl ığıyla
dalaylı yollardan müdahil ol maya ça lışmı şlard ı r. Fakat, büyü klü­
ğü, çel işen çeşitli menfaatleri gölgede bırakarak h ızla değişen bir
topl u mda; siyasetçi ancak aracı olursa ve parti sistemi de ancak
aracı bir acente rolü üstlenirse başarı kaza nabi lir.
Bu, sınıfların va rlığını veya sı nıf sisteminin tabiatı n ı i nkar et­
mek demek değildir. Fakat toplum yüksek derecede katmanlaş­
madiği sürece, sm1f yapiSI doğrudan siyasi bir analiz olarak kul/ant­
lamaz. Bir sınıf sistemi toplumda zengin olmanın ve ayrıca l ı k
kazanmanın tarz'ını beli rler. ( B u ta rz, bir arazi [gayrimenkul], şir­
ket hissesi ["itibari" menkul kıymet], kabil iyet [teknik veya idari],
para l ı asker [condottienl veya doğrudan siyasi paylaşım [parti,
bürokrasi veya askeri] şekl inde olabilir ve bu sınıf sistemi sürekli­
lik kaza nabil mesi için hukuki bir şekilde meşrulaştı rılmalıdır. Ge­
nel likle bu zengi nlik ve imtiyaz, güç ve prestij kazandırır ancak
a ralarında doğrudan bir korelasyon yoktur.) Hepsinden öneml isi,
ne tarz olursa olsun, sınıf analizi bize i ktidarın kim'de olduğunu
söylemez. iktidar için bu tarzda bir rekabet hakkında da bilgi
vermez. Bu tarza ve bu tarzın meşrulaştırıl masına doğrudan karşı
çıkılmadığı sürece, bir sı nıfı n birleşik bir halde bir sınıf olara k
ha reket etmesine ender rastlanır. B i r defa belirli b i r tarz ortaya
konulduğunda, sistem içerisinde ayrıcalık için rekabet a rtar. Çe­
şitli ve farkl ı menfaatler ortaya çıka r. Toplumun gel işen karmaşık­
lığı, bu mahalli veya fonksiyonel menfaatleri mecburen çoğa ltı r.
Ve açık bir topl umda siyasi a rena -sistemi çökertmek için bir
çekişme olmadığı sürece- farklı menfaatlerin avantaj sağlamak
için mücadele alan ıdır. "Sınıf" prizmasının farkl ı siyasi g rupların
hızlı oyunlarını takip etmede i l kel kalmasının nedeni bud u r.
Avrupa topl umunda siyasi meseleler, özellikle Fransız Devri­
m i'nden sonra, sınıf hatları boyunca ilerleme eğ ilimi gösterd i.
Fakat o zaman bile, herhangi bir ayrı ntı l ı ana liz sadece genel
sınıfsal meselelere odaklanmak suretiyle olayları çarpıtma riskine
g i rmiştir. Louis Bonaparte'm On Sekizinci Brumaire'i (The Eighte­
enth Brumaire) g i bi bir Marksist siyasi analiz klasiğini bugün ca n l ı
kılan, Marx'ın farklı menfaat g ruplarını ustal ı kla a nlatmasıdır. Bu
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 91

menfaat g rupla rı, Louis Napoleon tarafından daha geniş sınıf


menfaatleri görünümü altında otoriter bir şekilde manipüle
edil miştir. Başlang ıcından bu yana bir hayl i heterojen olan ve
çeşitli etnik, milli ve dini farklarla daha fazla çata l lanan Birleşik
Devletler'de sonunda azınlık g ruplarının liderleri için imtiyaz
sağlayan bağ ı msız bir yol haline gelen siyasi sistemi, iktisadi sis­
temin bir ya nsıması olarak anlamak daha zordur. Aralarında ka­
baca bir benzerlik bulunduğu durumlarda dahi, fa rkl ı menfaatle­
rin faaliyeti çok fazladı r. 1 892 kadar geç bir tari hte, Marx'ın mes­
lektaşı Friedrich Engels, arkadaşı Sorge'a gönderdiği bir mektup­
ta şunları yazmaktadır: "Amerika'da hala üçüncü bir parti için yer
olmadığına ina nıyoru m. Aym sınıfı n g rupları nda dahi menfaat
farkları o kadar büyük ki bu muazzam ala nda iki büyük parti nin
her biri içinde, bölgeye bağ lı olarak, farklı gruplar ve menfaatler
tamamen temsil edil mektedi r. Ve egemen sınıfların bel irli kesim­
lerinin hemen hemen her birinin çok sayıda temsilcisi, iki partide
de bulun maktadır. Bugün Cumhuriyetçilerin ta mamının merke­
zini büyük sanayi ol uşturuyor olsa da, aynı şekilde Güneyli büyük
topra k sahi pleri Demokratların merkezini ol uşturmaktadır. Görü­
nürdeki bu rastgele birbirine ka rışmışlık sayesinde, çürümenin
harika toprağı oluşmakta ve buradan o kadar güzel bir şekilde
gelişen devlet yağma ed i l mektedir."31
Amerikan ta rihinin daha i leriki bir aşa masında egemen işve­
ren sınıfı -herhangi bir toprak sahibi ağalığından çok, pl ütokra­
si- Amerikan siyasetine damgasını vurma noktasına yaklaşmış­
tır. Yirminci yüzyılın başlamasıyla birlikte, gelişmekte olan sanayi
s ı nıfı ezici bir i ktisad i zafere imzasını atm ıştır. Bu zaferle birl i kte,
grup menfaatleri yapısı n ı bozmak için, ortaya çıkmakta olan ulus
bilincine de hizmet edecek yayg ı n bir siyasi ideoloji gel işti rme
çabaları başlamıştır. Bu çabalardan ilki, Beveridge'in "kader mani­
festosu"ndaki em peryalizm doktrini ve Franklin Giddings'in
"Ameri ka nizm"idir. Bu, heterojen insanlara yabancı veya en azın­
dan va ktinden önce gelen bir durumdur. Bir iki ncisi ve başarı
ba kımından en önemlisi, kapitalizmin demokrasiyle özdeşleşti­
rilmesidi r. Eski tüccarlar sınıfı, "hayvani bir ka laba l ığın" (Burke)
radikal bir despotizme yol açacağı demokrasiden, siyasi bir enst­
rüman olarak korkmuşlard ı r. Muzaffer sanayi kapita l izmi nin ideo­
lojisini, demokrasiyi özg ürlük sözleşmesi olarak neredeyse ta­
mamen uzlaşılabilir iktisadi şartlarda tanım lamışiard ır.
92 IDEOLOJININ SONU

Eğer egemen işveren sınıfı toplu m üzerinde doğrudan siyasi


bir kontrol kura madıysa, ideoloj i k hegemonyasını ol uşturma lıydı.
1 880 ile 1 9 1 2 döneminde orta sınıf (küçük çiftçiler, işadam la rı ve
birçok meslek sahibi) tek tük yapılan a nti tröst ve anti monopal
gösterilerine destek vermişlerdir. Bu görüşler ve hareketler a r­
dından gelen yi rmi yıllık savaş, zenginlik ve propaganda dönem­
lerinde dağılm ıştır.
Bu birlik, iyi kötü özel g irişim ideologlarının ortaya çıka n "ka­
mu laştı rı lmış" ekonominin gerçekleri ni anlamadıkları için zengin­
l i k balonuyla patlamıştır. Bu tür bir piyasa ekonomisinin herkes
üzerine ne derecede bel irli bir bağ ı m l ı l ı k yükleyeceğini kavra­
makta başarısız kaldılar.
Pür piyasa toplu munda, Marx'ın deyimiyle, herkes kendini
düşünür ve hiç kimse herkes için plan yapmaz. Bugün a rt ı k piya­
sada bireyler değil her biri fiyat yönetimi, çiftçi yardı mları, stan­
dart ücretler vb. yöntemlerle kendileri ni piyasa risklerinden ko­
ruyan belirli kolektif oluşumlar bulun maktadır. Her grubun ken­
dini g üvenceye aldığı önlemler, ekonominin a narşik bir emniyet
izdihamına sürüklenmemesi için devlet müda halesine yol aç­
maktadır.
De Tocq ueville, aristokratik çağlarda yaşayan ta rihçilerin olay­
ları iradi bir şekilde ve bireylerin kah rama nca karakterleri üzerin­
den okuma eğ ilim lerine karşın, demokratik çağ larda yaşayan
tarihçilerin mecburen genel nedenlerle ilgi lendiklerini belirtmiş­
tir. Franklin D. Roosevelt'i n göz kamaştıran cazibesi, New Deal
dönemini tarihsel bir perspektife yerleştirme çabalarını çoğ un­
lukla zorlaştırmıştır. Bugün bile dönemin siyasi anlamda yeterli
düzeyde bir tan ı mına sahip değiliz. Roosevelt'in kendi renkli
kişiliğinden ve enerjisi nden kaynaklanan birçok tarihsel analoji
yapı l m ıştır. Örneğin, Roosevelt, malı mülkü ol mayan kitlelerin
devrim yapmasını siyasi reformlarla engellemeye çabalaya n ı l ı mlı
bir Salon olara k görül mekteyd i; Roosevelt, kendi sın ıfını terk
ederek halkı n a rasına karışan asi lzade Tiberius Gracchus'du; Roo­
sevelt, kendi kurallarını sürdürmek için önce bir sınıfı, daha sonra
diğerini mani püle ederek her i ki tarafı da idare eden bir Louis
Napoleon'du. Bunlar tabii ki yeni menfaat g ruplaşmalarının orta­
ya çıkmasını ve değişen bu koalisyonların hareket tarzlarını an­
lamak için yeterli tanımlamalar değildir.
New Deal'ın kam usal tarafı, bir dizi genel sosyal reformdu ve
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 93

oldukça saf bir şekilde birçok yazar, (aslında Roosevelt'in kendisi


de) New Deal'ı mülkiyet haklarını pekiştiren insan haklarının bir
savunması olarak adlandırmıştı. Fakat bu kavramlar ister felsefi
ister pragmatik anlamda olsun fazla bir anlam ifade etmemekte­
dir. Çiftçiler için "destek fiyatlar" bir mülkiyet hakkı mıdır, yoksa
insan hakkı mıdır? Aslında, New Deal'ın yaptığı şey, grup hakları
fikrini ve grupların bireylerden ziyade grup olarak devlet desteği
taleplerini meşru/aştirmak olmuştur. Böylece sendikalar toplu
pazarlık hakkı kazanmış ve sendika işletmesi sayesinde grup ka­
rarlarını bireyler üzerinde uygulama gücü bulmuşlardır. Yaşlılar
emekli maaşlarını, çiftçiler sübvansiyon, gaziler yardım paralarını,
azınlıklar yasal koruma haklarını vs. kazanmışlardır. Bunların hiç­
biri kendi başına bir değer ifade etmez. Bir araya geldiklerinde,
hep beraber olağanüstü bir sosyal değişime yol açarlar. Benzer
şekilde, devlet ekonomiyi yönetmekte her zaman belirli bir rol
üstlenmiştir. Ancak devletin, bir yandan tam istihdam ihtiyacın­
dan dolayı, diğer yandan genişleyen askeri yapılanma nedeniyle
mecburen sürekli olarak büyüyen rolü Washington'da tarihte
daha önce hiç görülmemiş genişlikte farklı bir iktidar sistemi
yaratmıştır.
Geriye dönüp bakıldığında şaşırtıcı olan şey, siyasi olarak yö­
netilen bir ekonomiye bağlılık öngörülebilecekken, bu konudaki
iktisadi düşüncemizi organize etmekte son derece berbat bir
halde olmamızdır. Yönetilen bir ekonomi, en büyük pay olarak
devlete ayrılan bir bütçenin yanısıra toplumun bir bütün olarak
ekonomik etkileşiminin temel büyüklüklerine uygun bir bütçe
gerektirir -bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin miktarı
ile bir yıl içerisinde elde edilen gelirlerin miktarı. Bu rakamlarla
tüketim ve yatırım harcamaları arasındaki farkı hesaplayabilir ve
eğer gerekirse uygun mali önlemlerle bu farkları kapatabiliriz.
Ticaret Bakanlığı ilk milli gelir raporunu ancak 1936'da yayınladı
ve yine ancak ilk defa 1942'de iktisadi bilançonun diğer tarafı
olan gayri safi milli hasıla devlet tarafından tahmin edildi. iktisadi
sağlığın nabız atışları olan bu iki endeks, Başkan Roosevelt'in
bütçe konuşmasında ilk defa bir araya getirilerek ancak 1945'de
yayımlanmıştır.
Siyasi iktisadın ortaya çıkmasıyla birlikte yeni bir tür karar al­
ma söz konusu olmuştur. Piyasa toplumunda insanların ihtiyaçla­
rı, arz ve talebin otomatik etkileşiminin bir parçası olarak "dolar
94 IDEOLOJININ SONU

oyl.ırıyla" kaydedil mekted ir. Birbiri nden bağ ı msız olarak ha reket
ı•dt>n bireysel dolar-ve-sent karalarının genel toplamı, Bent­
h.ım'ın düşündüğü gibi, sosyal bir karar yani genel bir konsensüs
ol uştu rmaktadır. Böylece piyasa a racılığıyla kaynakların dağılımı­
na ilişkin bir karar alındığ ında, ne üretileceğ ine ideoloji değil
dolarlar karar vermekted ir. Bu anlamda i ktisat sosyal iktidarın
anahta rıd ır, siyaset ise onun solgun bir ya nsı masıd ır.
Fakat devlet aracılığ ıyla ya pılan siyaset, sosyal ve iktisadi ka­
rarların alı nmasında giderek a rta n bir öneme sahiptir. Burada
piyasadaki gibi bağı msız hareket etmekten ziyade, bireyler kendi
isteklerini gerçekleştirebii rnek için belirli topluluklarla ortak ha­
reket etmek zorundadırlar. Yönetilen bir ekonomide başlıca ü re­
timi dolarlar değil, "siyaset" belirlemekted ir. Devlet müdaha lesi
baskı grupları nın tanımlarını keski nleştirmekle kalmaz, fakat her
birini kendi talepleri ni haklı çıka racak ve belirli bir "milli menfaat"
kavra m ıyla bağdaşacak bir ideoloji ben i msemeye zorlar.

Karar Türleri
Sonuç olara k, eğer iktidar tartışılmak isteniyorsa, bu konuyu el it­
lerden ziyade karar türleri bakı m ı ndan tartışmak daha faydal ı
olacaktır. Ve ilginç bir şekilde kitabın özünün Birleşik Devletler'de
kararların demokratik olarak al ındığını söyleyeniere karşı bir po­
lemik olduğu konusunda Mil ls'le hemfikir olduğumu bel i rtebili­
rim:

Temel meseleler giderek artan bir şekilde Kongre nezdinde


karar aşamasına gel memektedir. . . seçmenler nezd inde ise
durum daha nadirdir [s. 255]
iktidar eliderinin kilit taşı siyasi sisteme bağ lı olduğu sü rece,
bu kilit taşı alternatif kararların gerçek ve kamusal tartışmaları
olarak siyasetin çöküşüne neden olmaktadır . . . Amerika bu­
gün büyük ölçüde daha çok resmi bir siyasi bir demokrasidir
[s. 224].

Bugün bu bir bakıma doğru olmakla birlikte, bana göre,


M ilis'in vardığı haksız yargıyla bağdaşmamaktadır.
Birçok d urumda "ilgili halk" bile olaylara müdahil alamamak­
tan dolayı kendini, deyim yeri ndeyse "kapana kısı lmış" hisset-
AMERIKA'DA YÖNETiCi BiR SINIF VAR Ml? 95

mektedir. Bunların birçoğu, sorunların güvenlik doğasından kay­


naklanmaktadır ki bu nedenle meseleler genellikle bürokratik bir
labirentte halledilmektedir. H-bombası kararı bu meselelerden
biridir. Burada askeri bir kesimin karşısında, özellikle SAC, bir
grup bilim adamı durmaktadır. Karar alma sürecine dahil olan
herkesin iktidar elitleri grubu üyesi -ki bu döngüseldir- oldu­
ğu varsayılmadığı sürece, iktidar sosyo/ojisi sorunlarmm merkezini
oluşturduk/art için bu tür karaiann kaynaklartm belirlemek zorun­
daytz.
Olaylara müdahil olarnamanın bir diğer ve bir o kadar da
önemli nedeni, kabaca "teknik karar alma" diyebileceğimiz kav­
ramın ortaya çıkmasıdır: bir defa bir politika kararı alındığında
veya teknolojik bir değişim ön plana çıktığında veya uzun za­
manda gelişen bir değişim meydana geldiğinde, "fonksiyonel
olarak rasyonel" düşünen biri kaçınılmaz olarak bunların birçok
sonucu olduğunu görecektir. Bu nedenle iktidardaki değişiklikler
bu tür "kararlar"ın "teknik" tamamlayıcılarıdır. Ve iktidar sosyalo­
jisi farklı türlerdeki kararların ardından gelecek çeşitli sonuçları
belirlemelidir.
Üç kısa örnek duruma açıklık getirecektir:
(1) Ekonomik denge çarkt olarak federal bütçe. 1931'den
1935'e kadarki depresyon yıllarında, federal bütçedeki her tür­
den toplam harcamalar ortalama 5,2 milyar dolardı. 1936'dan
1940'a kadar, bu rakam 8 milyar dolara ulaştı. (Bu dönemdeki
gelirler, harcamaların yüzde 60'ı kadardı.). Dört yıl sonra, federal
hükümet, şaşırtıcı bir şekilde yıllık toplam 95 milyar doların üze­
rinde bir harcama yapıyordu ve bir önceki on yılın beş katından
daha fazla milli borç birikmişti. Bu rakamlar sabit dolar üzerin­
dendir.
Daha önemlisi, bu harcamalar bir yıl içerisinde üretilen mal ve
hizmet toplamı olan gayri safi milli hasılayla (g.s.m.h.) karşılaştı­
rılmalıdır. On yıllık depresyon döneminde, o zamanki göreceli
olarak yüksek devlet harcamalarına karşın, federal bütçe
g.s.m.h.'nın yüzde S ila 1O'u civarında bir tüketim yapmış ve bunu
ekonomiye geri pompalamıştır. Savaş sırasında, bu rakam yüzde
40'lara tırmanmıştır. Fakat bu "anormal" olarak yüksek bir rakamı
ifade etse de, savaş sonrası on beş yıllık bir dönemde devlet,
toplam g.s.m.h.'nın yaklaşık dörtte birinin "tüketici"si haline gel­
miştir. Federal bütçenin (257 milyar dolarlık g.s.m.h.'sına göre) 33
96 IDEOLOJININ SONU

milyar dolarlık düşük bir düzeye indiği savaş sonrası tarihinin tek
"ba rış dönemi" olan 1 948 yı lı dışı nda, Kore seferi harcamaları ve
soğuk savaş silahianmasını sürdürmek için yapılan harca maların
toplamı federa l bütçeyi rekor düzeylere taşımıştır. 1 950'deki on
yıllık dönemin son yarısında federa l bütçe 70 milyar dolara ulaş­
m ış, g.s.m.h. ise 325 milyar dolar olmuştur. 1 960'da federal bütçe
(tahmi ni) 80 milyar doların üstü ne çıka rken, g.s.m.h. 400 mi lyar
dolardan fazla olacaktır. 1 950'1erde 7,2 m i lyar doların üstündeki
sırf ka mu borçları n ı n yıllık fa izi, federal hükümetin depresyon
boyunca yıllık harca malarının top/am 'ından daha fazladır.
Federal devlet harcamalarındaki bu devasa artışın herhangi
birinin veya bir g rubun "isteği" üzerine olmadığı, fakat kaçınılmaz
olarak savaşın ve onun etkilerinin sonucu olduğu bir gerçektir. Ve
federal devletin ülkenin ekonomik denge çarkı olarak kalıcı rolü
bu gerçeğe daya lıdır.
(2) 7 950-SS'in ikili ekonomisi. 1 950'de Kore savaşı çıktığı nda,
devlet mevcut fa brika üreti mini savaş malzemelerine çevirmek
veya yeni fabrikalar ku rmak konusunda acil bir seçim ya pmak
durumunda kal mıştır. Karar ne tür bir savaş olacağı ta hminine
daya n maktad ır. Eğer Kore savaşı genel bir savaşa dönüşebilecek
gibi görün üyorsa o zaman sivil tesislerin büyük mühi mmat depo­
larına dönüştürülmesi emri veri l melidir. Siyasi-askeri ta hminlere
daya l ı bu karar "ikili ekonomi"dir. Ekonomik an lamda başl ıca
sonuç, sermaye akışını h ızlandırmak için firmaların normalde
yirmi beş yıl değil de beş yıl içinde yeni tesis masraflarının silin­
mesi kararıdır. (Böylece firmalar yeni mal iyetleri nin yüzde 20'sini
kardan düşebi lecekler ve bir hayli vergi geliri sağlayaca klardı r.)
Bu, beş yı l l ı k vergi a mortismanı planı olağan üstü yüksek oranda
sermaye yatırımına yol açmıştır. Bu şü phesiz ki elli lerin ortasın­
daki refah patlamasını teşvik etmiş ve 1 958-59 resesyonuna etki
eden aşırı kapasite kulla nımına neden olmuştur.
(3) Silah teknolojisi. Yeni silahların hızla ortaya çı kması, askeri­
ye ve askeriyenin her bir kuweti ile farklı kol ları içerisindeki göre­
li gücün ve etki nin ağırlığını kesi nlikle etki lemektedi r. Böylece,
füzelerin ku llanıl maya başlanması, bir zamanlar deniz kuwetleri­
nin ve ordunun demirbaşı olan savaş gemi lerinin önemini azalt­
m ıştır. Yeni teknolojide, örneğ in füze yü klü denizaltılar temel
vurucu güç olu rken, uzun menzilli füzeler de insanlı uçakları kul­
lanı lmaz d u ruma getirmiştir. Silahlı kuwetlerin yapılanmasındaki
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 97

bu değişiklikler, teknisyenlerden ve teknoloji uzmanlarından


oluşan yeni yetenek gruplarına duyulan gereksinim, askeri gücün
profilinde bir değişim anlamına gelmektedir. Araştırma ve Geliş­
tirme, Operasyonlar'dan daha önemli olmakta ve bilim adamı,
mühendis, teknoloji uzmanlarının önemi bu nedenle artmakta­
dır.
Bütün bu sonuçlar, Mills'in sözünü ettiği "büyük kararlar"dan
çıkmaktadır. Fakat Mills'in bahsettiği temel politika meseleleri,
daha önce işaret ettiğim gibi, temel olarak savaşa girmek veya
girmernek veya daha genel anlamda dış politika sorunlarıdır. Ve
Mills'in tamamen gözardı ettiği bu sorunu tartışmaksızın soğuk
savaşı ve duruşumuzun Ruslar tarafmdan ne kadar şekiilendirildiği­
ni nasıl tartışabiliriz! Birleşik Devletler'in dış politikası, 1946'dan
beri -veya daha kesin olarak Byrnes'in zayıflayan Almanya'daki
konumumuzu tersine çeviren Stuttgart konuşmasından beri­
Birleşik Devletler'deki dôhili sosyal bölünmelerin veya sınıf mese­
lelerinin bir yansıması değildir; Rusya'nın niyetlerinin tahminine
dayalt olmuştur.
Bu tahmin, baştan "iktidar elitleri" tarafından da yapılmış de­
ğildir. Bu, en başta George Kennan ve Dışişleri Bakanlığı'nın poli­
tika-planlama kurmayları ile Amerikan bilimsel uzmanları tarafın­
dan yapılmıştır. Bu tahmin, ideolojik bir fenomen olarak Stalinci­
lik ile jeopolitik bir güç olarak Rusya'nın agresif şekilde askeri ve
ideolojik anlamda yayılmacı olduğu yargısına dayanmaktadır. Bu
nedenle hızlı bir askeri yapılanmayı içeren bir engelleme politika­
sı gerekmektedir. Truman'ın Grek-Türk politikasının, Marshall
Planı'nın ve Avrupa'nın yeniden yapılanmasına destek verme
isteğinin özünde bu vardır. Bu politikalar Birleşik Devletler için­
deki güç burçlarının bir yansıması değildir. Milli menfaat ve milli
idame hesaplarıdır.
ilk kararın ardından başka birçok karar geldi: havadan uzun
menzilli vurucu silahlar, Batı Avrupa Savunma Birliği'nin (ve bu­
nun başarısız olmasının ardından NATO'nun) kurulması. Bu her
stratejik adımın değişmez bir şekilde ilk kararın ardından atıldığı
anlamına gelmez (Fransa, Batı Avrupa Savunma Birliği'ni reddet­
tiğinde, askeri destek için Almanya'ya daha çok güvenmek zo­
runda kalınmıştır), fakat genel şartlar ortadadtr.
Bu genel hatlar bir kere ortaya konulduğunda, menfaat grup­
ları etkilenmiş ve Kongre -genellikle korkunç bir şekilde- baskı
98 IDEOLOJININ SONU

gruplarına büyük para ya rd ı mları ayıran yasalar geçirmek için


(örneğin, hem sendikaların hem denizci lik sanayisinin baskısıyla
geçiri len Marshall Planı yard ı m ı n ı n yüzde SO'sinin Amerika'nın alt
tabakasına g itmesini sağlayan Bland Ka nunu) veya Dışişleri Ba­
kan l ığı'nın esnekliğini engellemek için (örneğin, Sovyet blokuyla
ticareti yasaklayan ve aslında müttefı ki miz olan Seylan'a, Çin'e
ka uçuk satması halinde yard ı m ı keseceğ i tehdidinde bul unarak
zara r veren Savaş Kanu nu) kullanılm ıştır.
Bu tür "zorunlu" karar alma sorunlarını gözardı etmek, bana
öyle gel iyor ki, siyasetin özünü ve çağdaş toplumda iktidarın yeni
doğasını gözardı etmektir. i ktidar el itleri teorisi elitler a rasında,
ispat edilmemiş veya ortaya konulmamış bir hedef birliğini ve
menfaat ortakl ığını belirtir. Bu sadece bir iddiad ı r.

Koda
Mills'in eseri nin büyük bir böl ümünün a rkasındaki motivasyon,
hayatın a rtan bürokrati kleşmesine -ki bu onun tarih teorisidir­
ve onun suç orta kla rına karşı duyd uğu müthiş öfkedi r. Bu, kitaba
çekici lik ve dokunaklılık kazandı rmaktadır. Birçok kişi kend isini
çaresiz, bilgisiz hisseder ve buna karşı öfkeyle hareket eder. Fa­
kat, sanırım Mills'in yaptığı g ibi, modern hayata karşı "romantik
protesto"larla kimseni n uğraşmaması için çaresizliğin nedenleri­
nin açıkça belirtil mesi gerekir. (Şiddet olarak iktidarın Sorel'ci
an layışı ve iktidarı g izli bir komplo olarak hayal eden popülist
görüş, Mi lls'in kita bında rahatsız edici bir yan kı bulmaktadı r.)
Bilginin çoğalması sırasında ka rmaşıklık ve uzmanlaşma, üre­
timin organizasyonu, siyasi toplumun geniş kesiminin koordi­
nasyonu kaçınıl mazd ır. Bunla rın, özellikle eğiti m ve geli r d üzeyi
artan, beğenileri çoğalan bir topl umda hayatın "bü rokratikleş­
mesine" kaç ı n ı l maz olarak yol açması zorunlu değildir. Daha da
önemlisi, bürokratikleşme ve i ktidar elitleri gibi kavramların böy­
le belirsiz kulla n ı mları, çoğunl ukla çaresizl ik duygusunu körükler
ve özg ür bir topl umun kaynaklarını maskeler: muhtelif menfaat
mücadeleleri, kamusal sorumluluğun artması, geleneksel özgür­
lüklerin ağırlığı (bkz. Yüce Divan, Mills'in tartışmayı ihmal ettiği
bir kurum), gönüllülerin ve cemaat g ruplarının rolü, vs. vs. Ko­
m ü nistlerin otuzlarda rastgele kullandıkları "burjuva demokrasi-
AMERIKA'DA YÖNETICI BIR SINIF VAR Ml? 99

si" kavramı gibi veya Bumham'ın kırklardaki "idari toplum"u gibi


veya ellilerdeki "totaliteryanizm" kavramı gibi toplumlar arasın­
daki özel ve önemli farklar karanlıkta kalmıştır. iktidar Elitleri'ndeki
(The Power Elite) gibi, "büyük" kararlara vurgu yapan bu arnort
olma hali, iktidarı tartışan fakat siyasete nadiren değinen bir ki­
tap ortaya koymaktadır. Ve bu gerçekten çok tuhaftır.
4.
BÖLÜM

Amerikan Kapitalizmininin Geleceği:


Keynes, Schumpeter ve Galbraith Üzerine

Özel likle otuzları hatırlayan herhangi biri için, Amerikan kapita­


l izminin kıskanı lacak bir itibar ve özellikle bir za manlar muhalif
olan Keynes'ci eleştirilerden yeni bir teorik ta n ı m kaza nması çar­
pıcı bir kültürel fenomend ir. "Amerikan kapitalizmi" kavra mı,
yeterli entelektüel sözcü lerden asla mahrum kal mayan neo­
klasik i ktisat için, genel olarak ka pita lizm i n temel kurallarına sınır­
lar çizen zorun l u bir ayrıma işa ret eder. Günümüzde Frank Knight
ta rafı ndan keskin bir şekilde ileri sürülen serbest piyasa an layışı
-rekabetçi toplumun, kaynakların hem etkin dağıl ımı hem tüke­
tici terci hi özgürlüğünün kaza n ı l ması bakı mından vazgeçilmez
bir model olduğu önermesi- kendisini sağ lam bir şekilde ispat­
lam ıştır. Bu, yal n ızca sosyal ist bir topl umun büyük kurumsal eko­
nomi lere özgü yapısal katıl ıkları ortadan kaldıra rak serbest piya­
sayı kuracağını ileri süren Oscar Lange ve A. P. Lerner gibi sosya­
list teorisyen ler tarafı ndan bile kabul ed il miştir.
Ancak belirgin ya nı (açı kça) felç edici kurumsal bir hantallık
olan Amerikan kapitalist realitesini ki m haklı çıkartmaya çalışmış­
tır? 1 940'1a birlikte genç i ktisatçıların büyük bir böl ümü ekono­
mi mizin sürekli (uzun vadeli veya kal ıcı anlamda) bir stagflasyon
aşamasına girdiğine ikna olm uşlardı. Bu yeni inancın peygambe­
ri, Harvard'dan Alvin Ha nsen'di. Ancak bunun ana kaynağı açı kça
John Maynard Keynes'di. Marksist bir i ktisatçılar korosunun yaş­
lanan kapitalist sisteme on yıl larca ağıtlar yakmasına karşın, Key­
nes daha az apoka l ipti k bir tarzda bunun nedenlerini dejeneras-
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECEGi 101

yana bağladı. Sistem işlemiyor, diyordu, çünkü tasarruflar (genel


olarak karlar anlamında) kolaylıkla yatırıma (özellikle üretici mal­
larındal dönüşmüyordu. Bu nedenle mal ve hizmetlere ait top­
lam talep, ekonominin üretim kapasitesinin altında kalıyordu.
Sonuç işsizlikti.
Klasik iktisat, anımsanacak olursa, kapitalizmde krizleri kabul
etmiyordu. Her üretim miktarının tam olarak aynı tüketim mikta­
rına, yani nihai tüketim malların üretimi için harcanan paraya
denk geldiğini, bu nedenle ne bir "aşırı üretim" ne de "eksik tüke­
tim" olabileceğini söyleyen Say Kanunu'nu tekrarlıyordu. işsizlik,
bundan dolayı, üretim ile tüketim dengeleninceye kadar geçici
bir durumdu. (Fiyatlar tüketicileri satın almaya sevk ederek dü­
şerse dengesizlikler düzelir, işsizlikse ücretler işverenleri istihda­
ma sevk ederek düşerse azalır. Bu tamamen bir serbest piyasa ve
zaman meselesidir.)
Sismondi ve Marx'dan Hobsob'a kadar Ortodoks olmayan ikti­
sadın hemen hemen her kolu, Say Kanunu'nun reddine dayan­
maktadır. Fakat bu reddiye, daha önce hiç bu kadar zarif bir şe­
kilde ifade edilmemiştir. Marx hiçbir zaman tam bir kriz teorisi
ortaya koymadı, fakat analizlerinde birçok teori iç içe geçmiştir.
Malthus ve diğerlerinin eksik tüketim tezini geliştirirken Marx,
gelirin emek ve sermaye payları ("artık değer") arasındaki eşitsiz
dağılımına işaret etmiştir. Ancak böylesi bir eşitsizlik, bir yandan
eksik tüketime neden olurken, sadece kaba ve kısmi bir açıklama
olabilirdi. Genişlernek isteyen herhangi bir ekonomi, sosyalist
ekonomi dahil, yatırım sermayesi olarak "artık değer"e gerek
duyar. Marx, özellikle kapitalizmin genişleme aşamasında üreti­
min farklı kolları arasındaki orantısız gelişmeye ikinci bir açıklama
getirdi; böylece, sermaye malları ile tüketim malları arasındaki
eşitsiz talep oranları ortaya çıktı. Ama bu bile, sistemdeki uzun
vadeli veya sürekli gerilemenin nedenini zorunlu olarak göster­
memektedir. Marx, kendi zamanında bile geleneksel olan bu
düşüncelerin ötesine geçti ve diğer iki düşüncesini ileri sürdü.
Gayrişahsi piyasanın doğası gereği, kapitalizmin tüketime bak­
maksızın genişlernek zorunda kaldığını, bu nedenle aşırı üretim
dönemlerinin ortaya çıktığını ve bu dönemlerde üretimle tüke­
tim dengeleninceye kadar sermaye mallarının eritilmesi gerekti­
ğini söylemiştir. Sonuç olarak, Marx kapitalist ekonominin "hare­
ket kanunu" olduğunu sandığı azalan kar oranları kanununu ileri
1 02 IDEOLOJININ SONU

sürm üştür. Rekabet veya düşük emek mal iyetleri a rzusundan


dolayı kapita list, fa brikasına teknoloj i k araçlar kurar ve böylece
her işçi için daha çok sermaye yatırımı yapmış ol ur. Bunun karşı­
lığında, üretimde daha az emek ku llanıldıkça birim ka rlar azalır
(artık değer çıkarıldıktan sonra karların hesa plandığı varsayı lmak­
tad ı r), böylece kapitalist karını koru mak için giderek daha geniş
alanlara yayılmak zorunda kal ı r. Marx bu genişleme baskısı nı,
kapitalistin uzun dönemdeki en önemli problemi olarak görmek­
tedir. Ancak, Marx'ın metin lerinin hiçbir yerinde, kapitalist iktisa­
di üreti min çökeceğine dair bir öngörü bulunmadığ ı n ı bel irtmek
önemlidir. Bundan ziyade, kapitalizm için anahtar olan sermaye
birikim ora nı yavaşlad ıkça krizierin daha sert olacağının genel bir
ifadesi bulun maktadır. Bir iktisatçı olarak Ma rx, eği l i m olarak
tan ı m ladıkları n ı demir kanunlar olarak yorumlayan öğrenci lerinin
çoğ undan daha az kesindi.
Keynes, 1 9 1 9'da yazdığı ünlü eseri Barışın iktisadi Sonuçla­
ri'nda (Economic Consequences of the Peace), modern ekonomik
durgunluk teorisinin ana hatları nı önceden göstermiştir. O za­
man için yeni olan tartışma bugün bilin mekted ir. Keynes metafo­
rik bir ifadeyle, topl umu bir arada tutan zorlayıcı sosyal mitin,
"pastan ı n tüketi lmemesi" olduğunu söylemiştir. işçiler, on doku­
zuncu yüzyı lın artan üretim inden az bir pay al mayı kabul etmele­
ri için "alışka n l ı kla, gelenekle, otoriteyle kandırılmaktadı r." Bunu
tüketmekte serbest olan kapita list ise, "erdemi n onda birini 'birik­
ti rmeyi' görev bilip, pastanın büyü mesi ni gerçek dinin hedefi
yapmaktad ı r." Böylece üretimden büyük bir pay yatırıma ayrıl­
maktad ır. Bu, on dokuzuncu yüzyı l ı n gerçeğiyle bağdaşmaktad ır:
yiyecek, giyecek ve barınma i htiyacıyla artan nüfus; söm ürü ge­
rektiren yeni gıda ve hammadde kaynakları; yeni end üstrilere izin
veren teknolojinin gelişmesi. Bu şartlar altında g i rişi mci, pastayı
yememek için pasta yapmaya devam etmiştir.
Ancak yine de bu, der Keynes, iktisat tari hinde sadece sürekli­
liği ol mayan olağandışı bir dönemdir. 1 920'1erle birlikte nüfus
artışı yavaşlam ış, yatırım fırsatları ortadan ka lkmış, girişimcilik
ruhu gevşemeye başlamıştı. Ve belki de hepsinden önemlisi,
tasarruflar sosyal fonksiyonunu yitirmişti. Büyük meblağların
tüketimden kaçı nması artık üreti m i arttırıcı faydalı bir etki yap­
mamakta, daha çok ekonomik kriziere ve durgunluğa yol açmak­
taydı. (Keynes bu nedenle yatı rımın üretkenlik arttırıcı ya nlarıyla
AMERIKAN KAPITALIZMiNINiN GELECEGi 103

ilgilenmemişti: bu konu onun ardından gelenler tarafından ele


alınmıştır. Keynes'in teşhisi ekonominin doygunluk noktasına
yaklaştığıydı ve bu mesele ancak devletin harcamalar yoluyla
efektif taleb'i uyarması sayesinde halledilebilirdi.)
Keynes'in sonraki on beş yıl içinde yazdıkları, analizini ayrıntılı
bir şekilde ispatlama çabalarıydı. Esas musibet, burjuvanın tu­
tumluluk "erdem"iydi ("Giadston'cu finansın ufak hesapları") ve o
neslin zorunlu entelektüel görevi hayaleti avlamaktı. Keynes'in
istihdam, Faiz ve Paramn Genel Teorisi üzerine büyük eseri, sadece
iktisadi bir sistem değil, "üretim tarzlarının yanı sıra eğlence tarz­
larını da gözardı eden püritanizme . . . " karşı acımasız bir sosyolo­
jik polemikti.
Keynes'in hedefi, kısmen sabit bir cemiyette serbest ve engel
tanımayan bir tüketimin keyfini çıkaran "rantiye'yi ötenazi" et­
mekti. Çünkü bu sınıf, büyüme isteği ya da büyüme gereği duy­
muyor, tasarrufları pek az değerlendiriyordu. Fakat tasarruflara
karşı bu psikolojik devrimin etkili olması güç olduğu için, yığılmış
ve kullanılmayan sermayeyi iktisadi faaliyeti canlandıracak kanal­
lara yönlendirmek, sadece bir tek etkili gücün elindeydi ki o da
devletti. Cesur bir hamleyle Keynes, organize bir konsensüs (sos­
yal fayda) tarafından bilinçli bir şekilde tanımlanan insani hedef­
leri ifade ettiğini düşündüğü siyasal iktisat sahasını, bireysel ka­
rarların toplamıyla piyasa tarafından belirlenen "pür iktisat" veya
bölüşümün "tabii kanunları"na karşı yeniden tanımladı. Bizim için
bürokratikleşme ve iktidar gibi zorlu sorunlar ortaya çıkaran bir
konsensüse nasıl ulaşılacağı ve burada alınan kararların nasıl
uygulanacağı yönündeki siyasi meseleler Keynes için dert değil­
di. ingiliz siyasi düşüncesinin kesintisiz geleneği içerisinde, ho­
mojenlik anlayışı ve "Devlet politikasına ortak çıkarların dahil
edileceği" hayaliyle yazan Keynes, bu tür meselelerin kolaylıkla
ve akıl yoluyla halledileceğini sanmıştı. "içerikte ılımlı muhafa­
zakar" olarak ifade ettiği programı, üretim araçlarının mülkiyeti
meselesini tamamen dışarıda bırakmıştır. Tam istihdamı sağla­
mak için gereken tek şey, diye yazar ağırbaşlılıkla, yatırımın kap­
samlı bir sosyalizasyonudur:

1930'1ardaki sosyalistlerin Keynes'den daha dogmatik olduklarını belirt­


mek gerekir. Sosyalist iktisat doktrininin "ya-hep-ya-hiç" anlayışından do­
layı, sosyalist partiler kapitalizmi "kurcalayabileceklerini" ve iktisadi faali-
1 04 IDEOLOJININ SONU

Keynes'i n depresyonun nedeni olarak formüle ettiği "aşırı ta­


sarruf teorisi", genç Amerikan iktisatçıla rı tarafı ndan şevkle geliş­
tiriidi ve Geçici Milli iktisat Komitesi'nin araştırmalarına ve otuzla­
rın i ncelemelerine kılavuzl uk eden bir a n layış haline geldi. Key­
nes'in Genel Teori'si analitik kal m ı ştı, Amerikan ekolü ya klaşan
"sürekli durgunl uk" için daha çok kanıt getirmek adına teoriye
tari hsel bir boyut eklerneye çal ıştı. Öncü lüğü en başta Alvin Han­
sen ve Hansen'in 1 941 'deki temel eseri Fiscal Policies and Business
Cyc/es'da özetlenen konular yapm ıştı.
Ha nsen'in, genel olarak Alman i ktisatçısı Spiethoff ile Rus
Kond ratieff'in istatistiksel araştı rmalarına dayanan teorisi, birta­
kım faktörlerin rastlantısal birleşi mi sonucunda yaşanan sanayi
patlaması nın on dokuzuncu yüzyıl ı ayrıcalıklı bir çağ durumuna
getird iğini bel irtmekteydi. Biz, diyordu Hansen, g ücü tükenme­
yen "uzu n dalgalar" tarafı ndan kıyıya fı rlatı ldık. On dokuzuncu
yüzyıl ortalarındaki Amerika'nın (1 840'da n 1 870'e) itici g ücü de­
miryolu olmuştur. Yirmi nci yüzyıl ı n i l k yarısı ( 1 890'dan 1 930'a)
elektrik ve otomobil çağ ıdır. Fakat Hansen "hızla ortaya çıkan
yeni sanayileri zengin yatırım fırsatları olarak kabul edemeyiz,"
diye yazmıştır. Ayn ı zamanda diğer fa ktörler de durgunluğa ne­
den olmaktad ı r: bun lardan en önemlileri nüfus artış oranındaki
yavaşla ma, yeni a razilerin ortadan kal kması, fıyat koru macı lığı
yoluyla rekabetçi sürecin destekleyeceği yeni araçların kullanıl­
masını engel leyen monopol ün ve eksik rekabetin artmasıdır.
Kapitalist sistemin kendi işleme mekanizması içerisi nde bazı
dahili güçler toplumu kireçlendirmektedir. Keynes endüstriyel

yetine istikrar kazandırabileceklerini asla düşünmemişlerdir. Bu nedenle


Almanya ve ingiltere'deki sosyalistler siyasal nedenlerden dolayı iktidara
gelmek zorunda kaldıklarında iktisat politikaları tamamen Ortodokstu.
işçi Partili başbakan Ramsay Macdonald 1 93 1 iktisadi bunalımının altında
ezildi, çünkü bütçeyi dengeleyerek yurtdışına sermaye akışını durdur­
manın işsizlik yardımla rını artırmaktan daha önemli olduğuna ingiltere
Bankası tarafından inandırılmıştı. Almanya'da, sosyalist iktisat politikası
altın standardına sıkı sıkıya bağlıydı. Fakat 1 933'de, Almanya'da Hjalamar
Schacht, Hitler'e kam u i şleri ve borç finansmanı yoluyla devletin ekono­
miye müdahalesinin işsizliği nasıl ortadan kaldırdığını gösterirken, Frank­
lin D. Roosevelt Birleşik Devletler'i altın standardından çıkardı ve sermaye
kaçışına ambargo koydu. (Bu meselenin bir tartışması için bkz. Adolf
Sturmthal'un The Tragedy ofEuropean Labor, New York, 1 943).
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECE�I 1 05

orga nizasyonla ilgilenmemişti. Hansen ilg ilenmişti. Hansen, "bü­


yüklük" bir depresyon nedenidir, diye bel irtmiştir. Çünkü büyük
şirketler, fabrika ve ekipman yeni lernesi için kullanıl mayan ve d ı ş
fi nansmanı gereksiz kılan büyük a mortisman rezervleri yığmak­
tayd ı la r. Buna ek olarak, "emek-tasarrufu" yeri ne "sermaye­
tasarrufu" sağlayan ve uzun dönemde sermaye üretim oranını
azaltan makinelerin a rtışı, ku l l a n ı lmayan sermayenin yığılmasına
katkıda bulunmuştur. Hansen'in ulaştığı sonuçlar, New Deal poli­
tikaları için mantıksal bir temel oluşturmaktaydı: ku llanılmayan
sermayeyi harekete geçirmek için devlet müdaha lesi, "monopol­
leri" parçalama çabaları ve yüksek-tü ketim, yavaş-büyü me eko­
nomisine geçiş.
Kırkların başlarındaki kapitalizm i majı buydu: pinti bir ihtiyar
olan kapitalist, ekonomiyi batıran steril külçe yığınlarının başında
oturmaktadır. Kapitalist, parayı i htiyaç d uyulan ekonomiye sok­
mayı i m kansız buld uğundan, (eğer bu ekonomi üretim kapasite­
sinin teknolojik olarak elverdiği ölçüde iş ve hayat standardı sağ­
layacak bir ekonomiyse) o zaman devlet kapitalistin elinden pa­
rayı zorla veya vergi yoluyla almalı ve faydal ı projelere harcama­
lıdır.

ll
Ekonomiyi "politize etmek" kon usunda, bir de karşı atak ortaya
çıktı. Başı çeken, Hayek'in The Road to Serfdom adlı kitabıyd ı . Ha­
yek laissez-faire ekonomi lerinin dengeye uyarianma eğ iliminde
olduklarını, fakat devletin keyfi m üdahalelerinden dolayı krizierin
meydana geldiğini ileri sü rüyordu. Hayek, h ü kü metlerin ve ban­
kaların borçları ucuza kapatmak ve para kaza nmak arzusuyla
enflasyonist eğilim iere sahip olduğunu belirtmiştir. Sonuç, tasar­
rufların yatırıma veya tüketime ayrılmasını sağlayan faiz oranla rı­
nın gerçek hedefi nden sapması ve kredilerin aşırı artması olm uş­
tur. Devlet, Hayek'e göre, yönetici sınıfın bir icra komitesi değil­
dir. Fakat (Schmol ler ve Max Weber'den alınan bir görüşe göre)
kendi Leviathan doğasıyla, zorlayıcı ve özg ürlüğe karşı bağ ı msız
bir bürokratik güçtür. Devletin rol ünü g üçlendiren her politika
l i beralizmi reddeder.
iş çevreleri Hayek'in kitabını heyecanla karşıladı. Fa kat kitaba
1 06 IDEOLOJININ SONU

verilen değer, sunduğu reçetelerden çok, bir slogan olan adın­


dan kaynaklanmaktayd ı. Sonuçta işada mlarının beklediği, güm­
rük vergilerinin tamamen ortadan kalkması, "adil-ticaret" fiyat­
landırması, fiyat şemsiyeleri ve rekabeti ortadan kaldıran benzeri
a raçlar değil miydi? Diğer ya ndan li beraller, özde "devletçiliğin"
tehlikelerine karşı duyarlı ka lmakla birlikte, Hayek'te bayat Öz­
gürlük klişeleri görmüş ve iktidarın tekel leşmesinin tehlikelerine
karşı devletin "refa h" önlemlerine meydan okumayı reddetmiş­
lerdir. Kitabının ideolojik duruşundan dolayı, Hayek'in h içbir za­
man Keynes'ci düşüncenin inandırıcı bir ra kibi ola mayacağı orta­
ya çıkmıştı. Kısacası, ideoloji dışında, hiç kimse "iktisad i libera­
lizm"i istemiyord u.
Keynes'i n ve hatta muhtemelen Marx'ın aya rında muhafa­
zakar bir teorisyen varsa, o da Joseph Schu mpeter'd i. Sch umpe­
ter'in 1 942'de yayı m lanan Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi'si
(Capitalism, Socialism and Democracy) dar bir çevrenin dikkatini
çekmişti. Ancak 1 946'da yeni bir bası mla ve dört yı l ı n eleştirel
değerlendirmeleriyle kitap daha geniş bir kesimin ilgisini kazan­
dı. 1 950'deki ölümüyle bir dizi yorum yazısı yazılmaya başlandı
ve Schum peter'in ilk eserlerinden bazıla rıyla toplu makaleleri
kitap halinde yayı m landı.
Schumpeter'in temel teorik an latım ları, 1 9 1 2'de -27 gibi
genç bir yaşta- yazd ığı iktisadi Kalkmma Teorisi'nde (The Theory
of Economic Development) zaten sağ lam bir şekilde yer al mak­
tayd ı. Otuz yıl sonra bu fi kirlerin ka bul görme zamanı gelmişti. Bir
ya ndan, savaş boyunca süren büyük üretim çabalarının bir sonu­
cu olarak, Birleşik Devletler tica reti müthiş bir kendine güven hali
içerisindeydi. Peter Orueker gibi yaza rlar ve Fortune editörleri
sayesinde, önce sosyal sorumluluk an layışına dayalı bir mantık
kazan ıyor ve sonrasında da büyük Avru palı akranlarının aksine
Amerikan kapita lizmi nin ku llanılmamış bir dinamizmini ve itici
gücünü keşfediyordu. Diğer yandan, bir zamanlar eleştirmeksizin
kabul ettikleri devletçi l i k anlayışından artık korkar hale gelen ve
her Keynes'ci iktisatçının kendinden emin bir halde öngördüğü
savaş sonrası resesyonu n { 1 947'de "altmış milyon iş"e ulaşılmıştı)
olma masından etki lenen entelektüeller g iderek daha çok sessiz
ve aklı ka rışmış bir duru mdayd ı lar.
Sch umpeter, entelektüel bir kutup yıldızı olarak önem liydi;
çünkü görüşleri ni, Amerika n Keynes'cilerinin {ve Ma rksistleri nin)
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECEGI 1 07

ta rtışmanın şartları olarak bel irled ikleri temellere dayandırmıştı:


klasik iktisad ı n ta m rekabet denge şartları altında maksimum
üretim soru nundan deği l, tarihsel zamanda işleyen somut sosyal
bir kurum olan kapitalizmden söz ediyordu. Amacı kapitalist
sosyal organ izma nın ortaya çıkış, büyüme ve çöküş koşullarını
sosyolojik ve tarihsel olarak inceleyerek anla maktı. Bu nedenle,
diğerleriyle birlikte, eseri nin tüm radikal içeriğine karşın temel
olarak somut tarihten soyutlanmış statik iktisat çerçevesi içeri­
sinde kalan Keynes'i reddediyordu. Keynes, "üretim tekni klerinin
değişmediği varsayı mı ile sınırlı bir fenomen"le ilgi lenmişti. An­
cak kapitalizmde üretim tekniklerinin hızla değiştiği gerçeği
Schu mpeter için belirleyici olm uştur.
Schu mpeter'in kapitalizm savu n ması, en önemli başlangıç
noktası olarak, kapitalist topl umun kesinti li fakat yüksek bir üre­
tim a rtışıyla tan ı mlan mış olmasıydı. Üretken liğin çağdaş yeniden
keşfi (ve son uçta bu kavramın "Amerikan" kapita lizmini statik
"Avrupalı" kapita lizmi nden ayıran unsur olarak kullanımı),
Schum peter'in kitabında veri ml iliğe verilen temel önemde ken­
dini göstermekted ir. "Kapitalist başarı genel likle kraliçelere daha
çok ipek çorap sağlamakta değil, bunları sürekli azalan bir çaba
karşı lığında fabrika kızlarının a l ı m gücüne sunmakta yatar." Kaba
hesa plamalar kullanarak, Bi rleşik Devletler milli gelirinin yı l l ı k
birleşik yüzde 2 oranında artış gösterd iğini bel irtmiştir. Fakat
veri mlilik a rtışı, ancak girişimci lerin ve sosyal değişim mühendis­
lerinin faaliyeti sayesinde mümkünd ür. Maliyetleri azaltarak, yeni
pazarlar açarak, yeni üretim tarzları yaratarak, kısacası teknolojik
gelişme sayesinde girişi mci kendi karının kaynağı olan geçici bir
monopol kon umuna ulaşabil ir. Kapitalizm, kitlelerin hayat stan­
dartlarının uzun vadeli a rtışı için ödemek zorunda oldukları bir
bedel ve "kısa-vadeli eşitsizl iğin" kaynağı olan g irişi mcinin ödü­
lünü almasını sağlaya bildiği sü rece devam edebilir.
Schum peter'in put kırıcı lığı, aynı zamanda "büyüklük" sa­
vunmasına kadar uzanır. Büyüklük bir üstünlüktür, çünkü sadece
büyük şi rketler teknik değişim için gerekli olan araştırmalara
muazzam ve bazen verimsiz harca malar yapabili rler. Büyüklük,
bu anlamda, teknik değişi min sosyal fiyatını temsil etmekted ir.

Peki, Büyük Bunalı m'da durum ned i r? Sch umpeter, kendi an­
latı mına göre, 1 929- 1 932 döneminin, kapitalist üretim mekaniz-
1 08 IDEOLOJININ SONU

masının itici g ücünde bel irleyici bir kı n lmayı temsil ettiğ ini ka bul
etmemektedir. Klasik veya Keynes'ci birçok i ktisatçının görüşleri­
nin tersine depresyonların doğal, kaçın ılmaz ve hatta i ktisadi
büyüme için tedavi edici olduklarını seri n kan l ı l ıkla kabul etmek­
tedir. Teknolojik devri mler mevcut sanayi yapısını periyodik ola­
rak yeniden şekil lendirmekted ir. "Kapitalist süreç, bir tesadüf
olarak değil, kendi mekanizması sayesinde kitlelerin hayat stan­
dard ı n ı sürekl i olarak artırır. Bunu bir dizi iniş Çikişfar yoluyla yapar
ki bu iniş ç1k1şfann şiddeti ilerlemenin hlZiyla orant1fld1r." Her deği­
şim süreci kesinti yaratır. Depresyon, yeniden düzenlemeni n ve
yerleştirmeni n normal bir süreci; eski, marjinal ve kullanılmaz
olanın si lkelenip atıl masıd ı r. Onun için 1 929 bunalımı (otuzların
"ilerleme hızı"ndan ve iktisadi büyü menin "uzu n dalga"sı nı gel iş­
ti rmesinden dolayı}, sadece 1 873-79 bunal ı m ıyla karşılaştı rılabi­
lecek özel bir durum olarak kalmıştır. Birleşik Devletler'de topar­
lanma, diyelim ki, Fransa'dakinden daha yavaş olmuştur. Çünkü
otuzlarda yen i bir sosyal atmosfer ve yeni mali politikalar özel
yatırı m ı aşağı çekmiştir. i ktisat politikasının geliri yeniden dağ ıt­
ma ve tüketimi artı rma çabaları, Sch umpeter'e göre sadece i ler­
lemeyi engel lemiştir.
Genişleyen bir ekonominin olanakları bakı m ı ndan Hansen ve
Keynes'in kötümserl iğine karşın, Schu mpeter yeni ufuklar açmış­
tır. "Teknolojik i m kanlar keşfed ilmemiş bir deniz gibid ir" diye
yazar; bir yatırım kaynağı olarak elektriğin a rdından gelecek yeni
bir "kimyasal maddeler" çağ ında büyük buluşlar şeklinde olabi lir
veya tek başına hiçbir etki yapmayacak ancak bir araya geldi kle­
rinde otomobil gibi yeni bir gelişmeye yol açacak birçok yeni
ürünün çokl u bir bi leşkesi şekli nde olabil ir.
Gelecek, girişimcinin omuzlarındadır. Sch umpeter, kendi giri­
şimcilik teorisinde; Marx'a ve Keynes'e -asl ında bütün klasi k
iktisat okuluna- karşı çıkmıştır. Marx'a göre, iktisadi büyüme,
sürekli yeni pazarlar arayan sermaye birikiminin bir sonucudur.
Keynes, tasarruf a rzusunun aşırı bir hale geldiğini ve devlet mü­
dahalesinin olmaması durumunda efektif talebin azaldığ ı n ı gör­
müştür. Schu mpeter, kron ik aşırı tasa rrufun teorik temellerini
reddetmiştir. Marx'a ve Keynes'e verd iği cevap, tarihsel temel lere
dayanmaktad ı r. Oria göre, sanayi büyümesi sermayenin "itmesiy­
le" değil, girişimcinin "çekmesiyle" ortaya çıkar. Sch umpeter'e
göre sanayi, genell ikle bankalar ve kredi a rtışı tarafı ndan finanse
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECE�I 1 09

edilmektedi r. Girişimci, "başkalarının parası"yla iş yapar. Eski ve


verimsiz kanal lardan para toplamak ve kaynakları yönetmek için
fa iz öder. Ödülü kardır. iktisadi gelişme, bu nedenle, aşırı tasarruf
veya tasarruf eksikliğinden ve hatta g irişimcinin tasarrufları top­
lama beceriksizliğinden dolayı yavaşlamaz, yal n ızca g irişimcinin
ortaya çıkma ve kar a macıyla yen i bir iş kurma fırsatı bulamama­
sından kaynaklanır. Bu nedenle devletin görevi, Keynes'in görü­
şüne göre yatırımları yönlendi rmek değil, gi rişimeiyi teşvik et­
mektir.
Yine de, der Sch umpeter, Marx'ın vizyon'u doğruydu. Marx'ı n
ileri sürdüğü nedenlerden dolayı olmasa da, kapitalizmin kaderi
gerçekten karayd ı. Kapitalizm parçalanmaktadı r; çünkü zihniyeti,
kendisine düşman bir sosyal atmosfer yaratmaktadır ve aynı
zamanda ticaretin bürokratikleşmesi de, itici g ücünü -yani g i ri­
şimcinin işlevini- köreltmektedir.
Paradoksal olara k, kapitalizm kendi başarısı tarafından yıkıl­
maktadır. Açık bir toplumun ortaya çıkması, kapitalizmin bile
gerçekleşti remeyeceğ i daha büyü k istekler ve beklentiler ortaya
çıkarmıştır. Son uçta, Amerika'nın ideal şartlarında dahi, veri mli liği
yı l l ı k yüzde 2 ila 3'ten daha fazla a rtırmak mümkün değildir. Eğer
kapitalizm için durum uzun vadeli başaniarına bağlıysa, kısa va­
dede karlar ve veri msizli kler resmi kaplamaktadır ki bu da eleştiri­
lere sürekl i olarak cephane taş ı maktad ı r. Kapita lizm, kendini
tehdit eden eleştiriyi teşvik etmektedir. "Kapitalist süreç," diye
yazar Schu mpeter, "davra nışları ve fikirleri rasyonalize eder ve
böyle yaparak her türden metafizik inançlar, m isti k ve romantik
fikirler boyunca aklı m ızı kovalar." Böylesi bir rasyona liten i n yarat­
tığı eleştirel düşünce tarzı hiçbir sınır tanı maz ve bütün kurumla­
rı, bütün kabul edilmiş gelenek ve görenekleri, bütün otoriteyi
karşısına a l ı r. Mantıksal olarak, "entelektüel"in ortaya çıkmasıyla
en son noktaya ulaşır. Entelektüel hem bir eleştirmen hem bir
ütopyacı d ı r: ona bir kah raman gerekir. Ka pitalist, kumar oyna­
makta n çok ka hrama nca olmayan bir şekilde tahmin yapar, hare­
ket etmekten çok değer biçer. Schumpeter'in ironik bir şekilde
bel irttiği g i bi, "Menkul Kıymetler Borsası, Kutsal Kase'nin kötü bir
kopyasıdır." Benzer biçimde, kapitalist rasyonalizmin ü rünü olan
entelektüel de, sisteme sırtı n ı döner ve toplumun geri kalanına
hayal kırıkilkiarını aşılar. Aynı şekilde topl umun antikapitalist
tavrına karşı duya rlı kalan devlet de, girişimci ruhunu sını rlayan
1 10 IDEOLOJININ SONU

kanunlar çıka rır.


Kapitalist sistem, sadece içeriden değil aynı za manda dışarı­
dan da tehdit altındadır. "Gelenek pastası"nı bölen g i rişimcinin
yerine "yönetici" geçmiştir ve teknoloji birtakım uzmanların işi
haline gelince yen i l i k rutinleşm iştir. Bu nedenle, i ktisadi süreç,
insansıziaşma ve otomatikleşme yolundadır ve hemen ol masa da
"kaçınıl maz" olarak yıkılacaktır. Kapitalizmin bürokratikleşmesi
baskın çıkmaktadı r.
Sch umpeter'in eski "sol" entelektüeli ne olan ilgisi anlaşılabilir.
Burada nadiren de olsa trajik bir hayat görüşüne sa hip bir i ktisat­
çı şeklinde karşı m ıza çıkmaktad ı r. Dahası, Sch umpeter'in doktri ni,
kapita l izm eleşti rmenlerinin pastadan pay a l masına ve hatta
yemesine i m kan tanımaktadır: kapital izm iyi d i r fakat artık i nsan­
'

sıziaşmış ve bürokrati kleşmiştir. Bun lar, sistemin kendi kend ine


yüklediği cezalard ı r. Fakat gelecekteki bazı sorunları açık ve basit
bir şekilde anlamak için Sch umpeter'in görüşleri sınırlı kalmakta­
dır. Schu mpeter, muhteşem eserinde, Keynes g i bi "ekonomi­
ler"den değ i l daha çok "kapitalizm"den söz etmekted ir. Bununla
birlikte, somut kapitalist toplumlardan söz etmemektedir. Bu ne­
denle, analizinde, Amerikan sanayisinin i ktisadını ve Avrupa top­
lumunun sosyolojisini seçtiğini fa rk etmek kolay değildir ve kapi­
ta l izmi meşrulaştıran görüşlerini birincisinden, kapitalizm i n kade­
ri ne dair kıyamet kehanetleri ni ise i kincisi nden a l mıştır.
Sch umpeter, kapita lizmi ilginç bi r biçimde "aile kapita l izmi"
ile ta nım lamaktadır ve itici gücünü yeni sın ıfın i ktidar kazanmak
ve topl umda bir yer edin mek çabalarının bir parçası olarak gör­
mektedir. Aynı şekilde, Amerikan kapitalizmini on dokuzuncu
yüzyı l ı n "yeni insanla r"ıyla özdeşleştirmiştir. Böylece, ilk olarak,
modern şi rketlerin büyürnek için kendi teşvi klerini sağlad ıkianna
ve i kinci olarak da devletin çeşitli nedenlerden dolayı (örneğin
savun ma, sosyal soru mlul uk, vs.) i ktisadi büyürneyi mecburen
gara nti altına alacağ ına inan mayı reddetmiştir. Sch umpeter daha
çok, devletin yard ı mcı veya a racı bir birim olduğuna inanan bir
Avru palıyd ı . Ona göre devlet, kendi bürokratik hareketleri için
toplumu yönlendiren otonam bir güçtü. Bu bağlamda, "kapita­
lizm"in çöküşüne ilişkin öngörü leri, kullandığı tanımiara bağ lıdır.
Sch umpeter, demokrasiyi ve Avrupa felsefi geleneğinin çerçevesi
içerisinde entelektüel leri n ve işçilerin mu halefetlerin i aynı şekilde
kavra mıştır. Jefferson'cu felsefi kökenieri ve çoklu grup topl u mu-
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECEGI 111

na geçmesiyle, Amerikan demokrasisinde kapitalizm için Avrupa


demokrasisinde olduğundan daha farklı sonuçlar olabi l i r. Ancak
Sch umpeter bunu görernemiştir veya görecek di kkati göster­
memiştir.

lll
Kapita list topluma n e olduğuna dair gerçekçi bir portre elde
etmek istiyorsak, Keynes ve Sch umpeter arasındaki köklü çel işki­
lerin çözü l mesi gerekmektedir. Her ikisinin de geleneksel kapita­
l izmin çözüldüğü konusunda aynı görüşü paylaşmaianna karşın,
değişimin nedenlerine ilişkin teorileri o kadar fa rklıd ır ki kapita­
l izmi kurtaracak politika önerileri birbiri ne doğrudan ters d üş­
mektedir. G. K. Galbraith'i n Amerikan Kapitalizmi'n in (American
Capitalism) en önem l i özelliklerinden biri, Schumpeter ve Key­
nes'deki ortak soru nları daha basit ve bir o kadar da anlaşılır bir
şeki lde ortaya koym uş ve dalaylı olarak uzlaşma g i rişiminde bu­
lunmuş olmasıd ır:
Gal braith'in başlangıç noktası, üretim araçlarının Birleşik Dev­
letler tarihinde geçm işteki herhangi bir dönem kadar hızlı geli­
şim gösterd iği bir zama nda, kapitalizmin geleceğ ine i l işkin Ame­
rikan toplumunun tüm katmanlarında görülen d ikkate değer
"sinir bozukluğu"dur. iş çevreleri, kapitalizmi n özünde isti kra rsız
olduğuna inanmak için, Marx tarafından hipnotize edi l m iş gibi
görünüyordu. Endüstri yöneticileri, en az libera l i ktisatçılar kadar,
V-J (Victory over Japan/ Japonlara karşı zafer günü) günü nde ve
ondan sonraki her yıl şiddetli bir i ktisadi çöküş ve buna bağ lı
olarak düşük stok pol itikası, kısıtlı kar payı, büyü k fi na nsal kaynak
yığılımı bekliyorlardı. Galbraith, bunların hepsi nin, "rekor gelir ve

Keynes'ci iktisat modeli temel olarak statik ve Schumpeter'ci iktisat mo­


deli tarihçi olduğu için tam bir uzlaşma sağlamak son derece zordur.
Schumpeter, Keynes'ci "aşırı tasarruf" fikrini, kendi sistemi içerisinde
"özel bir durum" olarak değerlendirmektedir. Son yıllarda, bazı ingiliz ik­
tisatçıları, özellikle J. R. Hicks ve Roy Harrod, Keynes'ci düşünce temelin­
den yola çıkarak dinamik bir sistem oluşturmaya çalışmışlardır. Bu iki sis­
temin sentezi; Keynes'ci gelir, üretim ve istihdam problemleri ile Schum­
peter'in girişimcilik, yenilik ve denge konularına verdiği önemi birleştir­
mek durumundadır. Tam bir sentez halen yapılmayı beklemektedir.
1 12 IDEOLOJININ SONU

kar ora nlarına rağmen" olduğunu söylemiştir. Çiftçiler ve Kong re,


benzer görüşler beli rtmiştir. Bunlar, çoklarının hayal bile edeme­
diği bol luk yıllarıd ı r. Yine de savaşın a rdından gelen on yılda
Kong re, fiyat destekleri ve hasat garantisi düzenlemeleri yapı­
yordu. Bu sırada li beraller, iktisadi iktidarın sözde iki nci Dü nya
Savaşı'nın hızlandırdığı a rtan tekel leşmesinden yakı n ırken; mu­
hafazaka rlar, kendi özg ürlükleri ni azaltacak ve baskıcı bürokrasiyi
yerleştirecek Kadiri mutlak Devlet'in dehşetli görüntüsünü haya l
ediyorla rdı. Gal braith'in gözlemlediği bütün bu korkunç öngörü­
ler doğru olsaydı, mu hafazaka rlar yirmi beş yı llık Demokratik
yönetimin ard ı ndan çoktan tahl iye edil miş, liberal lerse iş çevrele­
ri nin "sırf bir kukla"sı haline gelmiş ol urlardı.
Bu her iki resmin de, günümüzün realitesinin ya kı nından bile
geçmediği bir gerçektir. Peki bu şiddetl i sap/anti/ar, bu yüksek
dozda illüzyon ve güvensizl ik neden? Gal braith, her iki kampın
da, "dünyayı şüphe ve telaşta görmelerine neden olan fikir/erin esiri"
oldukları cevabını veriyor. Bu fikirler, klasik iktisat sistemi nden ve
onun iktida r teorisinden türemektedi r.
Klasik iktisatçıların sistem leri nin kökeninde, konsantre iktidar
korkusu bulunmaktad ı r. Bu nedenle, li beral bir toplum, dağınık
iktida r toplumudur. iktisadi alanda hiçbir bi rey veya grup ki min
neyi üreteceği ni belirleyemez. Fiyatların arz ve talebe göre ko­
layca dalga landığı, üreticilerin piyasaya giriş ve çıkışları nın ser­
best olduğu, vs. bir piyasa topl umu tasarlamışlardır. i ktisadi de­
terminist öncüllerden ha reket eden nihai varsayım, serbest piya­
sa n ı n serbest insanlar doğurduğudur. Fakat iktisadi iktidar pa rça­
lara ayrıl mışsa, o zaman siyasi iktidarın da atomize olması gerekir.
Ü retimin başlıca sanayi kolları nda, topl umdaki yayg ı n özelli­
ğin, azınlığın egemenliği anlamına gelen oligopol ler olduğu
el bette ki bir gerçektir. Fiyatlar, piyasada oluşmaktan ziyade "ta­
yin" edil mekte ve diğer fi rma lar bu "fiyat liderliği"ni takip etmek­
te, piyasaya giriş çıkışlar son derece zor ol maktad ı r. i ktisadi i kti­
darın konsantre old uğunu gören libera l ler, bunun tehlikeli oldu­
ğuna inanmakta ve bunu parçalamanın yollarını aramaktadırlar.

Schumpeter'in liderl iğinde Gal braith'in işa ret ettiği tek nokta
oligopolün var olmasına karşın, li bera l lerin korktu kları sonuçlar­
dan birkaçı gerçekten de ortaya çıkmıştır. Oligopol düzeni, doğal
ve yüksek yatırım ekonom isinde neredeyse kaçın ı lmazdı r; önceki
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECE�I 113

Money Trust ve sonraki Pecora ile TNEC araştırmaları nın düşün­


dürdüğü gibi bir suikast planı değil, piyasanın kendi işleyişid ir. Bir
sanayi gelişirken hali hazırda faa liyette olan firmalar, büyük ölçek­
li üretimden kazandıkları teknik verimliliklerden yaralanarak bü­
yürler. Yerleşik fi rmalar, aynı zamanda "deneyim ekonomisi"nden
de faydalanırlar. Sermaye ha reketliliğine sahip yeni bir firma,
personel yokl uğu ve deneyi msiz yöneticiler gibi ek zorluklarla
karşı laşır. Bu nedenle yeni rekabet zordur. M. A. Adelman'ın en­
düstri konsantrasyonu üzerine çal ışmasında ortaya koyduğu gibi,
herhangi bir sanayi kolunda ol igopol birkaç yıl gibi kısa bir za­
manda kuru lur ve bir defa dengeye ulaşı ldığında konsa ntrasyo­
nun derecesi di kkate değer bir biçimde sabit ka lır (Review of Eco­
nomic Statistics, Kası m 1 95 1 ). "imalatta daha büyük bir konsant­
rasyona dair g üçlü ve devamlı bir eğilim olsaydı . . . bu istatistikler
onu göstermezd i."
Pür fiyat teorisinin mukayese standard ı na rağmen, son uçta
kaynakların dağılı mında birtakım çarpı klıklar ve verimsizlikler
olabilir. Fakat bunun telafisi, büyük şi rketler tarafından teşvik
edilen teknolojik ilerlemede yatmaktad ı r. "Büyük şirketler tekno­
lojik gelişmeyi finanse edecek harika bir donanıma sahiptir. Bun­
ların organizasyonu gelişim göstermek ve bunu kullanıma sun­
mak konusunda güçlü teşvi kler sağ lamaktad ı r . . . Şirkete, fiyatlar
üzerinde birtakım etkilere sa hip olma i mka nı sağlayan güç, so­
nuçta elde edi lecek kaza nçların masraflar telafi edi l meden (araş­
tı rma-geliştirme maliyetlerinde hiç payı ol mayan) taklitçiler tara­
fı ndan kam uya mal edilerneyeceği g üvencesini vermektedir. Bu
sayede teknik gelişme teşvik tedbirleri, piyasa güçleri tarafmdan
korunmaktad1r." Rekabetçi modelin hal ihazırda geçerli olduğu
ziraat sahasında çiftçi kendi adına neredeyse hiçbir a raştırma
yapmaz. Bu tür işler, devletin deney merkezlerine ve Birleşik Dev­
letler Ziraat Dairesi'ne bırakılmıştır.
işte bu, performans kriterine dayalı büyüklüğün sağlam ve so­
fistike bir müdafaasıdır. Fakat Gal braith'in, işadamlarının ve l i be­
rallerin neden eski hayaletlerin esiri olduklarını açıklamaya çal ış­
tığı nokta buradadır: işadamları muazzam bir güç ku llandıklarını
kabul edememekted ir. "Bu kısmen bir gelenek meselesidi r ve
ayn ı zamanda kamuyu ve Adalet Baka n l ığı'nın anti-tröst şubesini
dikkate davet etmektir. Bundan dolayı, federa l düzenlemeyi ka­
bul etmekteki isteksizliğini haklı çıkartmak için işadamı, iktisadi
1 14 IDEOLOJININ SONU

iktidar kullanımını ta mamen i nkar etmek ve rekabet ideolojisini


koru mak zorundad ı r."
Madalyonun diğer yüzü libera llerin hayalidir: "i ktisad ı n hakim
tepelerinde" sağlam bir şekilde duran serbest şi rket gücünün
hayaleti. Gal braith'in geliştirdiği ve birtakım gözlemcilerin top­
l u m hakkındaki h islerini, hayali basitliği içerisinde billurlaştıran
bir ifade olan "telafi edici güçler" teorisi, aslında li beral görüşe
karşıdır.
Genelde bu fi ki r, birbi rleriyle karşı karşıya gelen ve bi rbirlerini
kısıtlayan sanayi, emek, çiftçiler vb. "fonksiyonel bloklar" imajın­
da özetlenmektedir. Gal braith'in görüşü, nitelend irme bakımın­
dan daha zekicedir. "Dogmatik olarak ifade edildiği nde . . . şahsi
iktisadi iktidar ona ta bi olan telafi edici g üçler tarafından kontrol
altında tutul maktad ı r. i l ki, ikincisine yol açar. Endüstriyel teşeb­
büsün nispi olarak birkaç şirketin elinde konsantrasyona yönelik
uzun trendi, iktisatçıların varsayd ıkları gibi sadece güçlü bayileri
değil, aynı za manda yine onların görmekte yetersiz kald ıkları
güçlü müşterileri de mevcut hale getirmiştir." Bug ün Amerika'da
piyasa nın kendi düzenleyici mekanizması, oligopolün hakim
olduğu üretici rekabeti tarafı ndan değil, bayilerin ve müşterilerin
kendi lerinden kaynaklanan telafi ed ici güçleri tarafı ndan kurul­
maktadır.
Teori, ücretierin tayininde şi rketlerin gücünü kontrol etmek
için güçlü sendi ka ların ortaya çıktığı işçi-işveren il işkileri sahasın­
da daha bir açıkl ı k kaza nmaktad ı r. Fakat diğer sahalarda da faali­
yet göstermektedir: Sears Roebuck gibi büyük satınalma zinci rle­
ri, toptan a l ı m la rı sayesi nde kauçuk fiyatlarının oligopolcü haki­
miyetinden kaçınabil mektedir. A&B, imalat faal iyetine başlama
tehdidinde bulunarak, g ıda fiyatlarını düşürebil mektedir. Gal bra­
ith, "Birleşik Devletler'de herhangi bir öneme sahip tüketici koo­
peratifleri bulunmamaktad ı r, çünkü mağaza zincirleri her şeyden
önce telafi edici gücün kazanı mlarını boşa çıkarttı." diye bel irtir.
Otomobil şi rketleri nin g ücü çeliği frenledi. (Anayasa Mahkemesi
tarafı ndan faa liyet yasadışı ilan ed ilene kadar Detroit, Birleşik
Devletler'deki farkl ılaştıncı çel ik ta ban fiyatlarına tabi tek şehirdi.)
Bazı du rum larda, örneği n i nşaat sektöründe, birbirine karşı ol ma­
sı gereken g üçler netice itibariyle iktisadi veri mliliği kaybetme
pahasına g izli bir anlaşmaya va rabilirler.
Bu i ktisadi birleşme değerleri, al ıcıların satıcılara karşı birleşti-
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECEGI 115

ğ i yirmilerde gelişmiştir. Bu tür dengeleri kuramayan çiftçi lerden


ve işçilerden ol uşan g ruplarda devlet yardı m eli uzatmaya zor­
lanmıştır. Çiftçi lerin du rumunda, hamle Federal Çiftçi Dairesi'n in
milli kooperatifler sistemine spansor olmayı üstlendiği Hoover
tarafı ndan başlatılmıştır. Fakat genelde dezavantajlı g ru pların
telafi edici gücünü New Deal ol uşturmuştur. Galbra ith, şahsi
iktisadi i ktidarın düzenleyicisi olara k rekabetin yerine telafi edici
gücü i kame etme teorisinden, -düzenleyici ve hatta "güven
yıkıcı" değil de, bu g ücü gereken yerde geliştirici devlet müdaha­
lesine göre- bir mu kayese sta ndardı ol uşturmaya çalışmıştır.
Tüm bunlarla Gal braith, ustal ıkla iktisad i devierin eski reka­
betçi dünyasından daha uygun, realist bir siyasal iktisat teorisi
geliştirmiştir. Ve Gal braith, bunun yine de yeterli olmadığını bile­
cek kadar yeterli bir Keynes'ciydi. "Ekonomi içerisi nde uygun
performansı sağlamak için otonam olarak hareket edecek bir
rnekanizmaya sahip değiliz. Amerika n ekonomisinin barış za manı
kurallarının mutlaka yüksek bir üretim ve isti hdam düzeyi nde bir
istikrar sağla mayacağı, hem pratik hem teorik bakımdan maale­
sef bel lidi r." Bu neden le mallara a it topla m talebi vergi veya dev­
let harcamaları yoluyla etkileyecek bir tür merkezi devlet kararı­
na, ya ni maliye politikasına gerek vardır. "Eğer Keynes'ci formül
uygulanabilirse, o zaman Amerika n kapita lizmini tehdit eden
başl ıca nedenlerden sonuncusu ortadan kal kmaktad ı r."
Ancak Gal braith'in kitabı, çok önemli sosyolojik bir durumda
başarısız ka lmaktad ı r. Kendi sorusuna asla cevap vermez: neden
iş çevreleri ve bir realite tan ı mına tutsak sol artık mevcut değildir;
neden, m itoloji realiteden daha çok merak uya ndı rmaktadır?
Rea litenin daha hakiki bir portresini, Gal braith'in yaptığı gibi
ceva p olarak sunmak, nevrotik birine korku larının sırf yersiz ol­
duğunu söylemeye benzer. Belki öyledi r, fakat bu gerçek, korku­
larının kaynağını açığa çıka rmadıkça nevrotik birini ikna etmeye­
cektir.
Belki de bugün Amerikan iş çevreleri hakkındaki sosyoloj i k
olarak e n önemli gerçek, yönetici sı nıfın güvensizliği'dir. Şirket
kendi nden emin bir devamlılık gösterirken, yönetici leri bu güve­
ni gösteremeyebi lir. Bu, "aile kapita lizmi"ndeki değişiklik ile d i k­
kate değer parçalanmanın ve şirket kapitalizmine dönüşü mün
bir sonucudu r. Orta sı nıf hayatının piyango torbasından çekilip
alınmış yeni yönetici sınıf, eski sı nıf kökenli sistemin sağladığı
1 16 IDEOLOJININ SONU

kendinden emin meşru luk hissine sahip değildir. Sistemde m ü l­


kiyet payları yoktur. Kendi iktidarlarını, mirasçılarına geçiremez­
ler. Bir başarı işareti olarak kazanma i htiyacının ve meşru kılma
yolu olara k ideolojinin önemi a rtmaktadı r. ideoloji, işveren sınıfı­
nı birbirine bağlayan sosyal bir harç görevi görmektedir.

Yeni yöneticiler, kendi durumları kon usunda g üvensiz ve sa­


vunmacı old ukları için, kapita l izmin eski -özel mül kiyete daya­
lı- meşrulaştırma şeki l lerini koruma ihtiyacı artmıştır. Bunlar, bir
anlamda yöneticilerin bi ldikleri tek meşrulaştırma yol la rıdır. An­
cak son zamanlarda üretkenl iğe ve performa nsa veri len önemle
birlikte yeni meşrulaştırma yolla rı ortaya çıkmaktad ı r. iş organi­
zasyonunda "sahip olmak"tan "kontrol etme"ye doğru geçişe
paralel olarak, formülize etmede de "mülkiyet"ten "şi rket"e doğ­
ru bir değişim olmuştur. Aynı zamanda iktidarın iktisadi sahadan
siyasi sahaya geçişi de, bağımsız g üçler sistemini ön plana çıka­
ran ve müdaha leci devletin rolü n ü aza ltan bir meşru laştırma
sistemini -kapita lizmin rekabetçi model ini- koruma i htiyacı nı
a rtırmaktadır. Çünkü eğer devlet refa h veya savu nma nedenle­
rinden dolayı topl umda kendi rol ü n ü ön plana çıkarırsa, o za man
şi rketleri n sosyal ayrıca lık talepleri (vergi muafiyeti, sübvansiyon­
lar vs.) ikinci planda kalacaktır.
Bu nedenler özellikle müdürler için geçerlidir. Orta ölçekli iş­
letmeler içinde -çoğu ağırlıklı olarak aile işletmesi olan- diğer
fa ktörler işin içine gi rmekted ir. Toplumun d üzensiz hali, yeni ve
tehditkar menfaat g ruplarının, sosyal hareketlerin ve ideoloji lerin
ortaya çıkışı; kendi küçük göletleri içinde bir za manlar i ktidar
sa hibi olan ve şimdi kendi lerini hızla değişen akıntıya kapı lmış
halde bulan insanları n endişeleri ni artırmaktadır. Kızgın Taft par­
tiza nları, aksi "küçük-kasaba" zi h niyeti bu g ruplar içi nden çıkar.
Toplumun d üzensizliği l i beral ler için de bir sorun çıkarır. Ge­
çen on yıl boyunca veya daha kesin olarak savaş ekonomisinden
beri, liberaller de en azından New Deal'ın ilk zama nlarındaki gibi
iktidarı paylaşmad ılar. Savaş ha reketliliğinin rüzgarına ka pılan ve
sağa sola ya lpa laya n siyaset, Calder'in dengede asılı ha reket dü­
zenekleri gibi bir hal aldı. Devlet anlaşmalarının dağılımı ve ma­
denlerin böl üşümü g i bi önemli kararlar, mevcut kaynakları en
çabuk bir şekilde yönetmek i htiyacı ndan dolayı g iderek daha çok
teknik kara rlar olmak durumundadır. Fakat teknik kararların arka-
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECE�I 117

sı ndaki fi kir genel l i kle bilinmemekted ir ve bu kararların a rkasında


gizli bir neden veya bir iktidar kaynağı görmek veya yakalamak
mümkündür.
Bu nedenle farklı g ruplar arasında "telafi edici güç" yeni ger­
çeğini yadsıma sosyal baskısı olmaktad ı r.
Fakat modern toplumun hem siyasi hem iktisadi taraftan
telafi ed ici sistemi, bizzat enflasyon ve savaş dolayısıyla parça­
lanma süreci ndedir. Dengeleyici güç, talebin göreli kitlik çerçevesi
içerisinde faaliyet gösterir -yan i müşteri nin emri nded i r. Satıcılar
piyasasının hakim olduğu enflasyon durumunda, müşteri çare­
sizd ir ve piyasada satıcının fiyatı geçerlidir. Enflasyon tehdidi,
temel olarak savaş nedeniyle ortaya çıka r. Ve bu ikisinin birleşi­
minden, dağ ınık i ktisadi kara rlar sistemi olarak tan ı mlanan ve
meşru laştırılan bugünkü kapitalizmin en büyük teh l i kesi ortaya
çıkmaktadır. Toplumdaki dengeleyici g ücün ortadan kaybolma­
sını telafi etmek için, enflasyon ve savaş, iktidarı devlet'te toplar.
"Cüzdana bağlı" olmaktan çok, devlet veya büyük şi rket tarafın­
dan alınan yönetici kararlar, kaynakların dağı l ı m ı ile ekonomideki
üretim ve tüketim kararlarının alınmasında başlıca yol haline
gelir.
Sürekli savaş ekonomisinin ortaya çıkardığı sorunlar, Galbra­
ith tarafı ndan tuhaf bir şekilde göz ardı edilmiştir. Cumhuriyetçi­
leri n o kadar acı bir şekilde şi kayet ettikleri "sinsi sosyalizm", i ra­
deli ideolojik bir planın sonucu değil, toplumun savaşa karşı ne­
redeyse bili nçsizce bir cevabıd ı r. Son on yılda Amerikan ekono­
misindeki en önemli değişim, federal bütçenin büyümesi olmuş­
tur. ı 953'de Bi rleşik Devletler hü kü meti tarafından harcanan her
bir doların seksen sekiz senti, savu nma ve bitmiş savaş harcama­
larına gitmiştir. Sosyal güven l i k, sağlık -refa h, eğiti m ve hane
halkı harcamaları ise bütçenin yüzde 4'ünü oluşturmaktad ı r.
Cumhuriyetçi bir yönetim, harca maların toplam büyüklüğüne
kayda değer bir etki yapamamaktadır. Sadece vergi politikası
aracı lığıyla, kü lfetin dağılımını etki leyebi lir. Böylece en önemli
iktisadi karar -bütçenin büyükl üğ ü,- soğ uk savaş ekonomisin­
de iş çevreleri nin veya ülkedeki diğer herhangi bir grubun erişi­
minden uzak kalmaktad ı r.
Kapitalist bir ekonomide özgürlük derecesi ve dengeleyici
gücün başanya ulaşması, savaş i htiyaçlarını karşılamak için ge­
rekli olan hareketl ilik derecesine bağlıdır. Tek tek şi rketler ve
118 IDEOLOJININ SONU

güçlü g ruplar özel avantaj sağlama i mkanına sahi pken, sistemin


temel organize ed ici özellikleri öyle teknik bir mantık dayatmak­
tad ı r ki a ncak göz ardı edil mesi çok zordur.
Topyekun bir savaş ekonomisi, ancak el koyma yoluyla ger­
çekleştirilebi lecek, farklı parçaların ayrıntıl ı koord inasyonundan
oluşmaktad ır. Bu, örneğin sadece temel madenierin böl üşümünü
değil, aynı zamanda şi rketin günlük faal iyetlerini kontrol eden
ayrıntıl ı programlamayı da ifade etmektedir. Modern sanayi i kti­
sadında bütün toplum, çocuk tekerlemesi ndeki gibi, "bir çivi
i htiyacı" ["want of a nail"] etrafında dön mektedir. Kore savaşı
boyunca en önemli ihtiyaçlardan biri olan n i kel konusunda oldu­
ğu gibi, doğrudan pla nlamanın tekn i k gerekl i likleri son derece
ayrıntı lıdır; N PA, imalatçı nın ürettiği her bir külçe için, nikel mik­
tarını kesin olarak beli rlemek zorunda kalmıştır.
"Topyekun" savaş, bizati hi bir mitoloji olabilir. Örneğin, Alman
savaş ekonomisinin ne kadar verimsiz ve plansız olduğunu bili­
yoruz. Kendi planlamamız da, muazzam bir zarara neden oldu.
Fakat savu nma ekonomisi, önemli derecede üstü ka pa lı planla­
ma ve yönetim gerektirmektedir. Ve artık toplumun temel özelli­
ği olan "hazırl ıklılık ekonomisi," liberalleri yıllarca rahatsız eden
soruyu tartışma kon usu yapmaktadır: Amerika n ekonomisinin
olağanüstü ü retken liği, savaş emi rleri olmadan tam olarak kul la­
n ı labilir mi? Gerçek şudur ki öngörülebil i r gelecekte "savunma"
ve onun büyük bütçeleri g ü ndemimizde olacaktır.
Fakat savu nma temeli bir ya na, ikinci Dünya Savaşı'n ı n so­
nundan bugüne kadar yaşa nanlar, ekonominin şoklara karşı di­
renci nin arttığını göstermiştir. Hükümet harca maları, 1 944'te 1 35
milyar dolarlık yüksek bir raka mdan, 1 946'da 25 mi lyar dolara
düşmüştür. Talepteki bu büyü k dara l maya ka rşın, ekonomideki
topla m üretim sadece yüzde l S azalmıştır. Tüketici ta lebindeki
büyük birikim, tükenen stokların sürekli olarak yeniden a rtması
ve yeni fabrikaların ku rulması gevşekliği gidermiştir. 1 947'ni n
başında tüketi m mal larında (tekstil, ayakka bı, giyim) durgunluk
başladığı nda, iktisatçılar tekrar kötümser olmuşlardı. Duran ihra­
cat piyasası tekrar hareketlenmeye başlad ı. Fakat Marshall Planı
ve konut inşaatları karşı baskı yarattı.
Bu direncin kaynakları old ukça açıktır. Çiftçi fiyat destekleri ve
(emekli ödemeleri, sosyal g üvenl i k vb. aracı lıyla) gelirin sınırlı
olarak yeniden dağılımı için küçük bir dayanak noktası sağlamış-
AMERIKAN KAPITALIZMINININ GELECEGI 119

tır. Şi rketlerdeki yapısal değişimler çok önemlidir. 1 929'da yüzde


3 1 ve savaş öncesindeki üç yılda yüzde 41 ora n larıyla karşılaştı­
rıldığında, 1 946-48 boyunca şi rketler vergi sonrası karla rının yüz­
de 62'si ni yeniden yatırıma dönüştürmüşlerd ir. Demografların
üm itsiz tahmi nlerinin tersine, Amerika'daki doğum oranları dur­
madan artmaya başlamıştı ve geç on dokuzuncu yüzyıl iktisad ı­
n ı n sürekli genişlemesinin arkası ndaki temel nedenlerden biri de
yeniden ortaya çı kmıştı. (Aivin Hansen, sürekli durgunluk teorisi­
ni, aza lan doğum oranları üzerine kurmuştur.)
Bunlar defterikebirin artı hanesindeki ya pısal gerçeklerdi r. Ek­
si hanesinde ise çoğunlukla siyasi dengeleyici güçler tarafı ndan
ekonomiye dayatı lan yeni istikrarsızl ı klar bulunmaktad ı r. Kuzey
tekstili gibi eskimiş sanayiler, eski ve harap ha ldeki fa brikaları
koru mak için siyasi baskı g rupları n ı ku llanmaktayd ı . Ücret oranla­
rı "yapışkan" olma eği limi ndeydi. Bu nedenle, fiyatlar düşmüyor
veya kolayl ıkla yeniden uya rlanam ıyordu. Ve işveren son uçta
üreti mi kısmak yoluna gidiyordu. Harcama baskısı, topl umun
kayda değer maaş alan kısmı ile rantiye kesimlerini zor durumda
bırakan uzun vadeli enflasyonist genişleme yaratıyordu.
Fakat denge, kaçı nıl maz olarak devlet tarafından korunacaktı.
Gayri safi milli hasılanın yaklaşık yüzde yirmisi nin devlet tarafın­
dan emildiği ve harcandığı bir noktaya yaklaşmakta olduğu muz
görünmekted ir. Son derece basit mali ödemeler (örneğ in, vergi
ve sübvansiyon) yoluyla devlet ekonomiye para pompalaya n ve
(siyasi anlamda daha zor olsa da) fazla parayı ekonomiden mas­
sedecek doğrudan bir rnekan izmaya sah iptir. Uluslararası denge­
lerin doğasından ve geçmişteki borçlardan dolayı
öngörülebi l i r bir gelecekte- federal bütçe sabittir. Herhangi bir
yöneti min, bütçeyi sürekli ha reketlilik gerektiren yüzde yi rmilik
sınırın altına nasıl çekeceğ ini görmek gerçekten zordur.
iktisadi a nlayışı m ıza, Keynes ve Sch um peter'le gelen çarpıcı
ilerleme ve Galbra ith'in yaptığı kısmi sentez, bize çağdaş toplu­
mun daha bütü nlüklü bir portresi ni sunmaktad ı r. Fakat bu başa­
rılar, entelektüel anlamda olağanüstü ol malarının yanısıra sağ­
lam bir iktisadi mantıktan geliyor olmakla birlikte, iktisadi değiş­
kenierin (örneğ in yatırım ve tüketi m varsayı mlarını n) belirli anali­
tik çerçevesi içerisinde sınırlıdırlar ve (pratik farkı ndalıkta olmasa
da) teori nin bir parçası olara k ekonominin siyasi yanını göz a rdı
etmeye zorlanmışlard ı r. Fakat bu siyasi meseleler bugün en
1 20 IDEOLOJININ SONU

önemli meselelerdir.
Geriye kalan önemli tek sorun siyasi iktisat ile alaka l ı d ı r. Ü re­
ti m orga nizasyonu, enflasyon kontrolü, tam isti hdamın sürdü­
rül mesi, vs. kon u lardaki iktisadi çözümler teknik düzeyde mev­
cuttur. Bizi mki gibi menfaat grupları toplumunda, siyasi çözüm­
ler bulmak kolay deği ldir. Fakat uzun vadede, külfetlerin dağılımı
ve kontrollerin gerekl iliği konularından kaçı nıla maz. Tekn ik araç­
larıyla "devletçi"nin yarı savaş ekonomisi isteği, şirket müdü rleri­
nin anti-devletçi ya klaşımlarıyla çarpışma içindedi r. ilk Cumh uri­
yetçi yönetim, anti-devletçi şirket müdürleri ni temsil etmesine
karşın, yirmi yıl içinde hükü met harca malarını etkili bir şekilde
değiştiremedi. Uluslararası d u rum, Cumhu riyetçiler'e olduğu
kadar Demokratlar'a da aynı engelleri koymaktadı r. Zorunlu hale
gelen yarı savaş hali, devlete kaçınılmaz olarak, ekonom inin
kontrolörü ve selefi rolünü vermektedir. içişlerindeki meselelerde
gerçek siyasi sorun, ek külfetlerin mal iyetini hangi grubun üstle­
neceğ idir.
Amerikan kapita l izminin entelektüel rehabilitasyonu, realite­
n i n kendisi hızla değişirken ta mamlanmaktad ı r. En yeni ideoloji­
ler bi le, demade hale gelebilir ve geniş kesimler tarafından ania­
şılıp kabul edilmeden çok önce yeni revizyonlara uğrarnaları
gerekebilir.
s.
BÖLÜM

Amerikan Geçmişindeki K1rllmalar:


Milli Karakter Sorunu Üzerine

Amerika kendine özgü bir nedenden dolayı keşfed il işinden son­


raki yüzyı l larda Avrupa'nı n hayal gücünü ateşlemiştir. Bir zaman­
lar sadece bir rüya sanılan ve şimdi bir gerçekl ik olarak gözler
önüne serilen bakir kıtada "el değmemişlik" göze çarpmaktadır.
Montaigne ("Yamyam lara Dair-Of the Cannibals)" denemesi nde)
milletler topluluğu manzarası taslağı çizer ("Doğada bulunan her
şey zorlan madan veya zahmetsizce . . . saf insanları m ı besieyecek
kadar bol luk ve bereketle kendi türünü üretir") ki Shakespeare
Flftına'da (The Tempest) (Gonza lo'nun konuşmasında) neredeyse
harfi harfine bunları tekrarlar. Rousseau iktidar tarafı ndan bo­
zulmamış bir topl um tanımı yapmıştır. Ve bütün bu cennet
mekanlar bugün Amerika'nın düzlükleri üzerinde yükselebilir.
Örneğin, Haziran 1 794'de Coleridge, Oxford'da Southey'le ta nışır
ve ikisi Coleridge'in icat ettiği "pantisokrasi" fi kri ni geliştirirler. Bu,
Amerika'nın cömert atmosferinde ütopyacı bir yerleşim için soylu
ve felsefi bir projed i r, on i ki genç adam ve eşleri "i nsan mükem­
mel l iğinin deneyi mi ni" yaşayacaklard ı r.
Amerika her zaman böylesi u mutlar vaat etmiştir ve her za­
man bu umutları bir şekilde boşa çıkarmıştır. Amerikan macera­
sının başlang ıcından bu yana gezgi nler, tarihçiler ve felsefeci ler,
bu deneyi mi anlamlı bir bütün içerisinde asimile etme çabası
içerisinde olmuşlard ı r. Fakat Kaptan Ahab'ın balinası g ibi, elle
tutulur sebepler bulunmamaktad ı r.
Amerikan deneyiminden bir anlam çıkarma çabalarının en
1 22 IDEOLOJININ SONU

sonuncusu, Max Lerner'in Bir Uygarlık Olarak Amerika'sıdır (Ame­


rica as a Civilization). Ka psamı ve alanı bakı mından bu kesi nlikle
en iddialı alanıdır. Bu nedenle Bay Lerner'ın çabaları, kendi bağ­
lamında değil -çü nkü birçok farklı alana yayı l masından dolayı
bir denemed için bunu yapmak çok zor olurdu,- benzer a lanla­
ra giren diğerleri ne göre değerlendiril melidir.
Bay Lerner'ın kitabını ele almanın belki de en veri mli yolu, bir­
çok eleşti rmeni n yaptığı g ibi, onu Tocq ueville veya Bryce karşıtı
olarak okumak yerine -bilinçli olsun ya da olmasın, Lerner'ın
kitabından tam on yıl sonra yayı mlanan- Harold Laski'n i n Ame­
rikan Demokrasisi (The American Democracy) kita bına karşı oku­
maktır.
Yüzeysel benzerli kler ça rpıcıdır: her ikisi de büyük kitaplard ı r.
Lerner'ın kitabı 1 036 sayfayken, Laski'nin kitabı daha küçük pun­
tolarla 783 sayfadır. Konu larda olağanüstü bir çakışma vard ı r:
Laski, Amerika'nın geleneklerinden başlar, eğiti mle, kültürle, iş
hayatıyla, siyasi sistemle, bir dü nya g ücü olarak Amerika'yla ilgi­
lenir ve bir uygarl ık prensibi olarak Amerikanizm'le bitirir. Lerner
da aynı şeki lde gelenekle başlar, bir uygarlık olarak Amerika fik­
riyle devam eder, Laski gibi ayn ı alan lara g i rer fakat yeni ilgi alan­
larına uyarak ebeveyn-çocuk ilişkileri ve Amerikan karakteri üze­
rine iki bölüm ekler ve Laski g ibi, bir dü nya gücü olara k Ameri­
ka'yla bitirir.
Siyasi ve m izaç olarak her ikisinin de birçok ortak yan ı bulun­
maktadır. Her ikisi de, temel olarak otuzların ve kırkların libera l
orta sınıf entelijensiyası için fomüle ed ilmiş ifadelerden ol uşan
ka lemlerd ir ("zamanımızın devrimi," "fikirler silahlardır"). Ler­
ner'in g iderek şiddetli bir şekilde a nti-Stalinist olmasına karşın,
her ikisi de "popüler cephe" ideolojisinin sesidir. Her ikisi de, an­
gaje olmakla birlikte; açık, g i rişken ve kaygısızdır. Her ikisi de,
akademik olarak gençleri etki lemek ve siyasi kültürü şeki llendir­
rnek istemekte fakat görevden ve örg ütsel adanmışlıkta n kaçın­
maktadırlar. Laski kolaylıkla bir işçi Partisi üyesi olabilirdi; Lerner
da A.D.A.'da bir görev a lmaktan kaçınmıştır.
Her ikisi de, Yahudi olarak, toplumun yerleşik idol lerine olan
mesafelerinin farkındayd ı . Her ikisi de, kendi farkl ı a rzula rının ve
rollerinin bir hayli bilinci ndeyd iler (Holmes'e yazd ığı mektuplar­
daki tavırları ndan anladığım ız üzere, Laski durumun daha fazla
fa rkındaydı). Her i kisi de, bir kuşağı değerlendirmekte olduklarını
AMERIKAN GEÇMIŞINDEKI KIRILMALAR 1 23

an lamışlard ı . Her i ki kitap da, on yıl içerisinde yazılmış ve on yıl


cırayla yayımlanm ıştır.
Aralarındaki farkı işaret eden, işte bu on yıldır.
Laski, Amerika'nın Marksist bir analizini yazmaya çalışıyordu.
Amerikan geçmişinin karmaşıklıkları n ı n bütün fa rkı ndalığına
karşın, çizdiği çağdaş hayatın portresi dar bir çerçeve içerisinde
sunulmuştur: Amerika, sadece "servetin sultasını varsayan fakat
dile getirmeyen" orta sınıfa a it siyasi bir demokrasidir ve "mülk
sahiplerinin demokrasinin ötesine geçmemesi gereken değişmez
sınırlar olarak çizdikleri hakları teh likeye" atma maya di kkat et­
mektedi rler. Mahkemeler "yasama meclisinin demokrati k adetle­
rini fren leme görevi yaparken," siyasi demokrasi nin "[türlerinin]
oligarşik bir karakterde gelişen iktisadi temeller üzerine kuruldu­
ğu gerçeği de gizlenemez." Vard ığı sonuç kara n l ı ktır. "Antisemi­
tizmin gelişmesiyle ve Zenci hareketi ne karşı şiddetli düşma n l ı kla
birlikte, bin dokuz yüz kırklarda Amerika'nın ruhu d ü rüst bir göz­
lemciyi sonuç itiba riyle teredd ütte bırakacaktır."
Bu, New Deal ve Fair Deal'dan on dört yıl sonra 1 947'deki Las­
ki'dir. "Birleşik Devletler'in ta rihi, her şeye karşm, Avrupa'daki ka­
pitalist demokrasi modelini izlemektedi r," şeklindeki Marksist
sosyal evrim görüşüne i nanmasından dolayı, Birleşik Devlet­
ler'deki hayatın ayrıntıları hakkında bilgi ve pratik sahibi olarak
bu görüşleri beni mseyebilir.
Koşulsuz "her şeye karşın" ifadesi ne kadar düşüncesizd ir. Fa­
kat bu ina nç, otuzların ve kırkların birçok solcu entelijensiyası
tarafı ndan sarsılmaz bir şekilde ka bul edil miştir. Ve bu, solun
Amerikan siyasi gelişmelerini ısrarla yan l ış yorum la ması nın ne­
denlerinden biridir.
Lerner'ı okurken, anahta r kavra mlardaki farklar hemen göze
çarpar: dil artık Marx'ın dili değildir, bir Jung'cının ağzından kül­
türel antropolojik ve gergin sosyolojik deyimlerdir. Burada, Laski
için Bi rleşik Devletler, yal nızca sosyo-ekonomik güçler, menfaat
gruplan ve iktidar kavram larıyla belirli bir perspektif kaza nır. Ler­
ner'da efsane, normlar, karakter, kültür ve kişilik vard ı r. Laski'nin
Avrupa'nın kaderini tekra rladığı mızı düşündüğü yerde, Lerner'a
göre (The Golden Bough'ya refera nsla) "babanın sembol ik katlin­
den" kaynaklanan "Avrupa'yı reddetmek için ruhsal bir gereklilik"
bulun maktadır. Laski için hayal kırı klığı sosyo-politik bir prob­
lemdir, çünkü "Birleşik Devletler'in yönetici sın ıfı geleneksel
1 24 IDEOLOJININ SONU

Amerikan ruhunu Amerikan hayatının karşılaşılan gerçekiere


uyumunu engellemek için kulla n mıştır." (ya ni, iktisadi sorunlara
sosyalist bir çözüm arayışıdır). Lerner'a göre hayal kı rıkl ığı, başa­
rının neden olduğu sosyo-psikolojik bir d ramdır. Değerlerdeki
çatışmalar ve statüleri yükselen bireylerin yeni hayat tarzlarını
öğrenmede gösterdikleri yetersizliktir.
Amerika nizm i majındaki tezatlar daha fazladır. Amerika'da
Henry Ja mes'i n "Avrupalı kaçış," Willa Cather'ın "dini kaçış," Tate
ve Ra nsom'un (ya ni, Gü neyli çiftçi lerin) "provakatif muhalefet"
fikrinden sorumlu bir rahatsızl ık bulunmaktad ır, der Laski. Bu
rahatsızlığın, "eşitlikçi bir topluma doğru tarihi akışın [Ameri­
ka'daki] başarısızlığını g izlemek için" endüstriyel oligarşi tarafın­
dan teşvik edi len şovenist bir doktrin olan Amerikanizm'den kay­
naklandığı görüşü ndedi r.
Lerner, bir paragrafta kendi nden geçmişçesine, Amerika l ı
mükemmel, huzursuz, hareketli, enerjik, üstün v e iktidar sahibi
bir insa nd ı r, der. O, özellikle duvarların kendisi için yıkıldığı kişi­
dir. "Biri eski uygarlığın engellerini aşan başıboş bir barbar gibi
gezen, diğeri ruhunu satmak pahasına olsa bile bilg iye ve dene­
yime karşı tabuları yıkan Marlowe of Tamerlane'daki ve Dr. Fa­
ustus'daki çifte fig ürdür . . . böylece Rönesans'ın ve Reformas­
yon'un büyük temaları arketipik modern bir insan olarak Ameri­
ka l ı'da gerçekleşmiştir: yeni yerlerin keşfedil mesi, gökyüzünün
haritasının çıkarıl ması, iktidarın cazibesi, kişinin kendini işinde
gerçekleştirmesi, bi limin büyüsü, bireyin bilinçliliği, tarihi birlik
duygusu." Bu vaatler, der Lerner (Wyndham Lewis'i takiben),
kendi coğrafyasının ve tarihinin "ma ntığıyla" beraber Amerika'yı
"tüm topl umların si mgesi" yapacaktır.
Bu i majlar sadece bir on yıl kadar uzaktadır. Peki gerçekl ik ne­
rededir?
Laski'nin çizdiği portre bugün açıkça bulanık kalmaktad ı r. iş
hayatı daha fazla manipülatif ve güven lik bilincinde olmasına
karşın daha az maddi ve açgözlüdür; bel irli bir sosyal düşüncel ilik
düzeyine ulaşmış ve en azından "m uaf" personeline karşı daha
hoşgörü lü olmuştur (Taft-Hartley ka nununa göre sendikalardan
m uaf tutu lanları veya Walsh-Healey kanununun geçerli olmadığı
fazla mesai h üküm leri ni bel i rtmek için kullanılan tuhaf bir yasal
terim). Son on yıldaki sosyal geri l i m, mül kiyet üzerine değil statü
üzerine olm uştur: geleneksel muhafazakarlar, McCarthy'ye karşı
AMERIKAN GEÇMIŞINDEKI KIRILMALAR 1 25

\ağlam bir siper alırken, McCarthy büyük şirketler tarafından


değil, entelektüelizmden nefret ederek bir a raya gelen yen i ve
zengi n etnik grupların tuhaf bir karışımı tarafından desteklenmiş­
tir. Geçmişte sosyal kanu nları lağveden mahkemeler, bu defa
demokratik kanunlara karşı a nayasa ruhunu savu nmuşlard ı r.
Fakat Birleşik Devletler'in, Lerner'ın ditiramb'ına· göre, tüm
diğer toplu mları temsil edi p ederneyeceği tartışmalı bir kon ud ur.
Doğru ve açıklanması gereken önemli gerçek şudur ki Birleşi k
Devletler mu htemelen kültür içerisinde değişimi ve yaratıcılığı
i nşa eden ilk büyük çaplı toplumd ur. Bu değişmeyen "yaratıcı
yıkı m," yeni sosyal grupların sosyal düzende bi r yer edinme ta­
leplerine yol açarak, toplumun topografisini sürekli olarak yeni­
den işlemekted ir. Bu değişim süreci ne çok sonra dahil olan daha
eski toplumlar, geleneksel ya pıları n yıkılmasıyla neredeyse a ltüst
olmuşlard ı r. Ve kitle toplumunun başlıca teorisyenleri -Karl
Mannheim, Emil Lederer, Hannah Arendt- Avru palı olarak kendi
kavra mlarını Avrupa yaşantısından alm ışlard ı r.
Şaşı rtıcı olan şey şudur ki bir sonraki yarım yüzyı lda insanlık
tarihinde i l k defa bütün kültürlerin altında ortak bir teknolojik
temel olacaktır. Yine de bu, bütün topl umların birbirine benze­
yeceği anlamına gel mez. Sanayileşme gerçeğini takip eden kesin
bir mantığa ka rşı n (teknik eğ itim, yeni profesyonel sınıflar, beyaz
yakalı mesleklerin artması), bu i l kelerin profillerinin birbirinden
belirgin bir şekilde farklı olması nedeniyle, her topl um kültürel
gelenekleri nde yeteri kadar tekil kalmaktad ır. Ve Laski'nin karan­
lık öngörülerini boşa çıkartan, aslında bu kültürel "üstya pı"d ı r.
Adı Amerika olan bu çeşitl iliği kapsamaya çal ışaca k herhangi bir
girişim, sadece bu değişimleri tan ı mlamakla ka lmamalı, bu akıcı­
lığa ve değişime neden olan itici güçleri bir bütün haline geti re­
cek bir şema veya metot da bulmal ıdır.

Bir topluma veya bir çağa bakarken bir eseri büyük yapan şey,
ya (Tocq uevi lle'in eserindeki gibi) yeni bir görüş ya (Henri
Adams'ın Eğitim'i ndeki gibi) bir trajedi duygusu ya da bütün
bunlar ol maksızın (Montesq uieu tarafı ndan ortaya atılan önemli
bir soruya cevap olarak) bir uygarl ığın manevi birlikteliğinin yeni
bir görü ntüsüdür: tüm bunlar nasıl bir a raya gelebilir? Eski a h lak-

· Abartılı heyecanla okunan yazı veya dionysos şerefine yazılmış ilahi. (ç.n.)
1 26 IDEOLOJININ SONU

çılar, Tanrı'nın veya şansın dünyayı yönettiğini düşün üyorlardı.


(lsaiah Berlin'in bize hatı rlattığı gi bi, Desca rtes tarihten söz eder­
ken "boşboğaz bir dedikodu veya sadece vakit geçirmeye yara­
ya n bir gezg in hi kayesi" demektedir.) Fakat ilk sosyolog olan
Montesquieu'ya göre, toplumlar heterojen unsurlardan veya
yapay düzenlerden oluşan tesadüfi yığınlar değil, "iklimin, dinin,
ka nunların, devlet düsturlarının, geçmiş şeylerin örnekleri nin,
gelenek ve görenekieri n, örf ve adetleri n ve genel bir ruhun do­
ğurduğu etkilerin bileşi miyle ta nı mlanabi lir bir kara ktere sahip
doğal oluşumlard ı r."
Fakat her toplum bu faktörleri farklı yollardan bir araya getirir.
Her toplumun kendine özgü bir iç yapısı ve "genel ruhu" vard ı r.
Amerika'n ınki ned ir? Laski, bütün diğer davranışların temelinde
kitlelerin eşitlik istekleri ile end üstriyel oligarşi a rası ndaki geri li­
min bulunduğu fi kri nde ısrar ederek, soru nu daraltmakta ve
"üstya pı" tepesine yıkılmaktadır. Diğerleri -ki Lerner ciddi çaba­
lar ortaya koyan yi rmi kişilik bir liste çıkarır- gelişi mimizin bazı
ayırt edici yanla rından Amerika'nın "eşsizliğini" yakalamaya ça­
l ışmışlard ı r: örneğ in, feodal geçmişin ol mayışı, otoriteyi reddet­
mek, etnik grupların çeşitl iliği, vs. Bu, sonsuz bir araştı rmad ı r.
Hepimiz gi bi, Lerner da sıkı bir analizde dağılıp gitmeyecek
bir tanımlama yapamamanın ka panına kısılmıştı. Yıldan yıla bu
sorun üzerinde uzun uzadıya düşünd üğü, önceki tüm çözümleri
okud uğu ve bunların eksiklerin i ortaya çıka rdığı görülmekted ir.
Yine de, kaygan bir kayaya ayağını koyma kta zorlanan bir dağcı
gibi birdenbire çekil mekte ve "Amerikan uygarlığının gizini çöze­
cek bir tek tılsım yoktur, bir tek düzenleyici prensip bulunma­
maktad ı r," demektedir. Tezini savunurken, Lerner sosyal bilimiere
başvurur. "Nedensellik," der, en yeni metodolojilerinde "ilişki ve
karşılıklı etki leşime yol açmaktadı r." Her evet için bir hayır vard ı r.
Ve başarısızl ı k, i ncelenmesi gereken bir sorun olmaktadı r. "Ame­
rikan uyga rl ığının incelenmesi nedenselliği çözecek tek bir anah­
tarın bulun ması değil, bizzat zıt kutupların i ncelenmesi anla mına
gelmektedi r," der Lerner.
Sonuçta, çözüm değil sü reç bulun maktad ı r. Lerner, analizin
sadece "maddi dü nya ile ahlaki-psikolojik dünyanın karş ı l ı klı bir
oyu nu"ndan i ba ret olduğunu söylemek zorunda kalmıştır. Hem
Ameri ka'da n bir "uygarl ık" olarak cesu rca söz ederken hem de bu
kavram ı "tari hsel olarak şeki l lenmiş ve birey ile diğerleri tarafın-
AMERIKAN GEÇMIŞINDEKI KIRILMALAR 1 27

d;ın yeni bir yaşam tasarımı olarak kabul edilerek bel i rg i n bir
'.>L'ki lde yer etmiş bir hayat tarzı" olarak tanımlarken, son uçta
"karşılıklı etkileşim" bütünlüğü çözer ve ortada birleştirici bir
qörünüş kalmaz.
Geriye ka lan şey tartışmal ıdır: çağdaş sosyal bilim lerden a l ı­
nan yeni bir dizi etiket. Kendi öncelleri nin -ve özellikle Las­
ki'n in- determinist çabalarına karşılık olarak, Amerika'daki haya­
t ı n çeşitliliğine ve ka rmaşıklığına vurgu yapmak istemiştir. Fakat
�on uçta, teoriyi ve metodu, tan ı m adına feda eder. Kültürel a nt­
ropolojinin dilini çağdaş ta rihe uyg ulama umudu içerisinde Ler­
ner, sanırım sosyal bilimler ta rafı ndan baştan çıkarılmıştır. Antro­
polojinin kavram ları "bütünsel"dir, yani bütün bir kültürü kavra­
maya çalışır. Fakat modern toplum bir yana, ilkel bir toplumu
anla maya yönelik en başarılı çabalar bile tanım sorununu çöze­
memiş ve (Ruth Benedict'in kültürleri Apollon'cu veya Diony­
sos'cu olarak ta nımla ması g ibi) metaforlara başvurmak zorunda
kalmıştı r. Fakat metaforlar, en iyi anlamda fikir vericidirler ve en
kötü anlamda ise bütün tarihi sisli bir soyutlamaya gömerler.
Sanırım topl um yumağını çözmek için ta rihe ve -her zaman
kısmi olmakla birl i kte- nedensellik zincirini bulma çabalarına
geri dön mek, bize belki de "maddi ve ahlaki-psikoloj i k dünyaların
karşı lıklı etkileşimi"ndeki nedensel liğin çözülmesinden daha
faydalı olacaktır.
Sadece bu deneyimin ve belgelenen malzemelerinin bir tek
kişinin baş ederneyeceği kadar geniş olmasından değil, başl ığın
kend isinin hatalı olduğunun anlaşılmasından ve bel i rsizliğin
gerçekten birçok anlama gelen Amerika kavramının kendisinde
olmasından dolayı, Lerner'ınki Amerikan deneyi mini tüm genişli­
ğiyle kapsamak için konuyu aynı yönden ele alan çaba ların so­
nu ncusu olabi lir. Amerika'nın sı rrı nedir? diye sormak, a macı
ideolojik veya efsane yaratmak olan metafizik bir soru ortaya
atmaktır. Ve ne yazık ki Amerika'yı bu şekilde görme isteği, savaş
sonrasında ortaya çıkan, dünya n ı n geri kalanına Amerika'nın da
bir kültürü olduğunu "kan ıtlamaya" çabalayan ve kendi meşrui­
yeti ni böylesi bir metaforik veya sahte, Hegel'ci deyi mle "Ameri­
kan Çalışmaları" prog ramlarıyla desteklemekted ir.
Fakat Birleşik Devletler'de belirli karakter ve ya pı oluşumları­
nın nasıl ve neden ortaya çıktığ ını sormak, Robert Merton'un
adland ı rdığı g i bi orta ölçekli, a mpirik sınamalarda ve kontrollü
1 28 IDEOLOJININ SONU

genelleştirmelerde şüpheli sorular sormak demektir.


Gelecek yıllarda önemi artacak olan alan, karşı laştırma lı konu­
lard ı r. Örneğin McCarthy'cilik neden Britanya'da değil de Birleşik
Devletler'de başarılı olm uştur? Edward Shils, Torment of Sec­
recy'de bazı cevaplar vermiştir: fa rkl ı elitist yapılar ile Birleşik Dev­
letler'deki ısrarla açığa vurmaya ve eşitlerneye dayal ı popül izmin
aksi ne, mahremiyete ve sosyal mesafeye verd iği önemle Britan­
ya'daki uygarlık geleneği. Amerika'nın imajının dünyadaki diğer
i nsanlara yansıdığı bir çağda Amerikan karakterine yönelik hiçbir
araştırma, ka rşılaştırmalı konuları göz a rd ı edemez.
i kinci bir alan, "karşı lıklı etki leşi m" yerine kurumlar a rası ndaki
"fonksiyonel" ilişkid ir veya bir yerdeki davranışı n diğer yerlerdeki
davranışlar tarafından nasıl şekillendiği ve ortaya çıktığ ıdır. ör­
neğin Eric Erikson, Childhood and Society'de ai leyi siyasal yapıyla
i l işkilendirmeye çalışmaktad ır. Avrupa ailesi nin aksine Amerikan
ai lesi eşit ol mayan partneriere böl ünmemiştir (çocuklardan önce
yetişkin ler; karılarından önce kocalar; kardeşlerden önce abiler
ablalar) fakat bunun yerine herkes eşit haklara sahip olduğunu
ve kimsenin ayrıca lık kazanmadığını söyler. Amerikan ai lesi, böy­
lece farklı menfaatlerin toleransında bir eğiti m alanıdır ve Erikson
burada siyasi sistemle bir bağlantı görür: "içinde uzlaşmayan
kesinl iklerin boğuld uğu, engellerin ve dengelerin dalga lı denizi."
Dahası iyi bir yasanın ka bul edil memesi nin sebebi, (çoğunluk
tarafından menfaatlerine aykırı olduğu için belirgin bir şeki lde
kabul edilemez olan bazı kanunların geçmesinden daha az
önemli olduğu Kongre'ye paralel olarak) aileye verilen önemden
dolayı, herkesin yapılmasını isted iği şeye karşın, herhangi bir üye
için en az kabul edilebi lir olanın yapılmasıd ı r.
Üçüncü bir alan olan "kontrollü araştırma," kuru mlardaki veya
zaman içinde karakter yapıları ndaki bel irli değişimleri takip et­
mek ve sadece nasıl değişti klerin i değil, diğer kurumların nasıl ve
neden değişmediğini de görmektir. Son zamanlardaki değişim
teorileri -"içeriden-yönlendiril miş" olandan "d ışarıdan-yönlen­
diril miş" olana veya "protestan ahlakı"ndan "sosyal ahlak"a- bu
değişimieri n nasıl, ne za man ve nerede olduklarını belirtmedikle­
ri için son derece basittir.
Dörd üncü bir a lan, tarihi krizleri, diğer alternatifiere karşı ül­
ken in ve onun l iderleri nin yaptıkları terci hleri a raştırmaktır. Ka­
rakterin kendini tercihte tan ım la ması herkesin bildiği varoluşsal
AMERIKAN GEÇMIŞINDEKI KIRILMALAR 1 29

bir gerçektir. Öyleyse Amerikan ta rihi ndeki önemli dönüm nokta­


larını belirleyip aldığı mız veya almakta başarısız kaldığımız karar­
lara (örneğin Kore savaşına m üdahale kararı, McCarthy'den ön­
ceki korkaklık, ikinci Dünya Savaşı'nda N isei tutuklamaları, vs.)
neyin yol açtığını aniayabilir miyiz?
Bu araştırma alan ları, Amerika'yı metaforik ve metafizik kav­
ramlarla görmekte ısrar edenleri nki nden daha az edebi bir ilgi
uyand ı ra bilir. Fakat sadece bunlar geçmişe bağlı kal makla birlikte
bazı özel durumlara daha geniş bir bakış açısı sağlayarak Ameri­
kan yaşantısının parçalarını sun maktadır.
6.
BÖLÜM

Statü Siyaseti ve Yeni Kayg•lar:


"Radikal Sol, ve Ellilerin ideolojileri
Uzerine

Yüzyıl ı n ortasında Amerika her bakı mdan kargaşa içinde bir ül­
kedir. Ne tuhaftır ki bu kargaşa depresyondan değil zenginlikten
kayna klanmaktad ı r. Zenginliğin bütün sosyal soru nları çözeceği­
ne il işkin basit görüşün aksi ne, Amerikan deneyim i zeng inliğin
yeni kayg ılar, yeni gerili mler ve yeni zorunlul uklar uyandırdığını
göstermektedir. Genellikle on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl
Amerikan deneyim inden al ınan geleneksel siyasi anal iz, bu yeni
durum karşısında sanki kayıp bir şey haline gelmiştir. McCar­
thy'cilik olayı ndan önceki şaşkı n l ı k ve aldanmann nedeni budur.

Birleşik Devletler'deki siyaset genel likle üç noktada kil itlen­


miştir: ( 1 ) seçmen yapısının rolü, (2) demokratik geleneğ in rolü,
(3) bölge veya sınıf olarak menfaat gruplarının rolü.
Belki de Amerikan siyasi yapısın ı n bel irleyici gerçeği iki parti
sistemidir. Her parti, yüzlerce işportacının di kkat çekmek için
gürültü yaptığı büyük bir pazaryeri gibidir. Pazar içi ndeki hayat,
serbestçe akmakta ve giriş izni kolay a l ı n maktad ı r. Fakat tüm
alışverişler çad ı rların altında ya pılmalıdır. Seyya r satıcılık yapanlar
az satış ya pmak d u ru mundad ı r. Bu durum, Amerikan hayatının
çarpıcı gerçeklerinden biri olarak düşünüldüğünde anlam kaza­
n ı r: Amerika'da sayısız sosyal hareket meydana gelmiş, a nca k
(Avrupa'nı n siyasi hayatının aksine) birkaç sosyal hareketin ka lıcı
siyasi partilere dönüşmesinden dolayı, göreceli olarak az sayıda
siyasi parti uzu n ömürlü olabi l miştir. Amerikan hayatının hem
statik hem hareketli olmasının nedenleri nden biri budur. Bu re-
STATÜ SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 131

form grupları Esperantistlerden vejetaryenlere, gümüş para yan­


l ı larından yeşilcilere, kuyruk taşıyıcılardan sosya listlere elli yedi
çeşittir. Bu yoğun ve ideolojik olarak ka ra rlı gruplar, sayısız üçün­
cü partiler kurm uşlardır -Greenback partisi, Anti-Monopal par­
tisi, Eşit Haklar partisi, Yasak partisi, Sosya list işçi partisi, Sendika
işçi partisi, Çiftçi-işçi partisi, Sosya list Parti. Hiçbiri başa rılı ola­
mam ış, çok azı uzun süreli olmuştur.
Önemli bir neden, seçim sisteminin kısıtlayıcı rolüdür. Bi rleşik
Devletler ve Kanada'nın Orta Batı'sındaki tuhaf durumu ele ala­
lım. Kuzey'de merkezi düzlüklerdeki buğday çiftçileri, homojen
bir kültürel görün üşe ve milli sınırlarla bölünemeyen ortak iktisa­
di sorunlara sahiptir. Yine de Kuzey Dakota'daki kardeşleri, Sosya­
list Pa rti'nin yapamayacağını anladıktan sonra Cumhu riyetçi Parti
içerisinde Partizan Olmayanlar Cemiyeti'ni kurarken, Kanada'da
buğday çiftçileri "parti yapısı" dışındaki ha reketler olarak Al ber­
ta'da Sosyal Kredi Parti'sini ve Saskatchewan'da Kooperatif Eyalet
Federasyonu'nu kurmuşlard ı r.
Sıkı seçim ya pısına ait bu faktörler, Amerikan hayatında sol ve
sağ protesto hareketleri ne kesin sınırlar çizmiştir. (Bir Amerikalı
siyasetçi "Ben işime bakarım, ideal leri kim yaparsa ya psın," de­
miştir.) 1 936'da sağ-kanat Lemke-Coughlin Hareketi'nin ve
1 948'de sol-kanat Wallace-Prograssive Partisi'nin başarısız ol ma­
sında bunların büyük payı vard ır. Bunlar sendikalar ve Demokra­
tik Parti a rası ndaki yeni temel ittifaktan soru mludur. Birleşik Dev­
letler'de işçi partisi için sendikaların uzun süredir besledikleri
umut ne olursa olsun, Kasım 1 954'de E.O.M. (Endüstri Organizas­
yonu Meclisi) kongresinde taşı macı l ı k lideri Mike Quill'e cevaben
Birleşik Devletler seçim sistemi nde üçüncü bir pa rtinin i mkansız­
lığına işaret eden Walter Reuther tarafı ndan defed i l m iştir. Bu, her
sosyal hareketin aldığı bir derstir. Ve Bi rleşik Devletler'de sosyal
değişimi etki lerneyi veya sosyal değişime diren meyi umut eden
herhangi bir sosyal hareket, bu her iki partinin bir veya diğerinde
faa l iyet göstermeye zorla nmaktad ı r.
Geleneksel kategorilerin ikincisi olan demokratik gelenek,
Amerikan siyasi ya pılarının şeki llenmesinde önemli rol oynamış­
tır. Bi rleşi k Devletler'deki siyasi geleneği n ayıt edici yanı, siyasetin
ayaktakımının arenası olduğudur. "Sıradan insan" otorite deği lse
de son başvuru kaynağıdır. Başla ngıçta bu böyle değildi. "Kurucu
babalar" Roma Cumhuriyeti'ni düşünerek, Konfederasyon Mad-
1 32 IDEOLOJININ SONU

deleri bir yana, fa kir ve mülksüz sınıfların mülk sahiplerine karşı


ayaklandığı "demokratik aşırı l ı klar"da n korkm uşlard ı r. Ameri ka n
tarihinin Beard'ci yoru munun gerçek yetersizli kleri h e r ne olursa
olsun, 1 787'deki mülkiyet bilincinin ve insanların seçi m rolleri nin
sı nırlandırılması nın Anayasa'yı ol uşturanların en başta düşündük­
leri şey olduğu apaçıktır. Ve bu, eyaletler tarafından seçilen po­
püler ol mayan Senato, ömür boyunca görevde kalan ve tayi nle
gelen yargıçlar, dolaylı ve hantal bir seçmen heyeti tarafı ndan
seçilen bir başkan vs. gibi kurumların oluşması nda kendini gös­
termekted i r.
Ancak engeller çok geçmeden yıkıldı. Jefferson'cuların zaferi,
Amerikan demokrasisinin popül ist karakterinin kurulmasına gi­
den ilk ad ı mdı. Jefferson'cu ların metotları nın başarısını gören
Federalistler "popüler, şenlikli, hayırsever" teknikleri taklit etme­
nin gerekliliğini fa rk etti ler. 1 802 gibi erken bir tarihte Bayard'a
yazd ığı bir mektu pta Hamilton, "Washington 'kült'ü ve onun
cömert davranışları yoluyla" kitlelere hitabeden "Hı ristiyan Ana­
yasal Toplumu"nun bir planını yapm ıştır. Washington Hayı rsever
Cemiyeti 1 808'de kurul muştur. Fakat çok geçtir. Federalistler
çoktan kaybetm işlerdir. Bununla birlikte, otuz yıl sonra onların
ma nevi torunları Whig'ler, Demokratlara kendi oyunlarıyla ağır
bir darbe indirmişlerd ir. Hami lton'cu görüşleri aşırı iyi yerleşmiş
olan Henry Clay'i bir kenara atarak, Whig'ler Andrew Jackson'ın
halefi Martin Van Buren'e karşı Tippecanoe savaşı ka hramanı
General Wi lliam Henry Harrison'u göreve geti rmişlerd ir.
ilginç bir biçimde, modern olan kampanya taktikleri, eski
Merkez Bankası başkan ı ve Jackson'ın muhal ifi Nicholas Biddle
tarafından beli rlenmiştir. "Eğer General Ha rrison aday olarak
çıkacaksa geçmişten dolayı olacaktır. . . prensipleri veya i nancı
konusunda tek kelime etmesin -hiç konuşmasın- hiç vaat
vermesi n. Ne düşündüğüne ve hiçbir Komite, hiçbir kongre, hiç­
bir kasaba mecl isi, ağzından bundan sonra ne yapacağına i l işkin
tek kelime duymasın. Kalem in ve mürekkebin kullanı lması ta­
mamen yasakla nsı n," dem iştir.
1 840'daki "elma şarabı seçimi," Amerikan siyasi hayatında bir
dönüm noktasıdır. Ha rrison, tepesinde bir kulübe ve kalaba l ı klar
için bir fıçı sert elma şarabı taşıyan büyük bir yük a rabasıyla ora­
dan oraya gezmiştir. Daniel Webster, a ba rtılı bir demagog diliyle
büyük kardeşleri nin hayata barakalarda başlad ıklarını söylemesi-
STATO SIYASETI VE YENI KAYGILAR 1 33

ne karşın onun kulübede doğmamış old uğuna hayıflanm ıştır.


Utanmaz bir biçimde Whig hatipleri, Van Buren'i Lord gibi yaşa­
dığı için azarlamışlar ve bıyıklarına kolonya sürdüğü, a ltın ta bak­
tan yemek yed iği, "şehirdeki kadınlar gibi korse giydiği ve onların
en incesinden daha ince göründüğü" için suçlam ışlard ı r.
Harrison kaza ndı ve bundan alınan ders açıktı. Kitleleri mani­
püle etme yeteneğ i olarak siyaset, siyasi hayatın yerleşik bir özel­
liği haline gel m işti. Ve, bazen paralı menfaat g rupları n ı n piyonu
olan bazen de kendi adına bir manipü latör olan siyasetçi ön pla­
na çıktı. Yüksek sınıflar, siyasete doğrudan katılımdan giderek
çeki ld iler. Avukatlar, gazeteciler, başıboş gezenler, aşağı orta
sınıftan gelenler siyaseti bir i lerleme basa mağı olarak gördüler.
Eşitlik geleneği yerleşti. Siyasetçi, insanlara demokratik yollarla
hitap etmeliyd i.
Siyasetçi, i nsanlara h itap ettiğinde "menfaatler" için hareket
etmiş ol ur. Siyasetin menfaat g rupları temelinin farkı ndaliğı -
geleneksel kategorilerin üçüncüsü- Cumhuriyet'in ilk günlerine
kadar dayanır. Madison, sıklıkla alıntılanan Federalist Belgelerin
On Nu maral ı olanı nda, "gruplaşmaların en genel ve kalıcı kayna­
ğı, mülkiyetin değişik ve eşitsiz dağılımı olmuştur. Mülk sahibi
olanlar ve ol mayanlar, topl umda her zaman farklı menfaatler
ol uşturmuşlardır," diye yazar. James Harrington'ın "iktidar m ü l ki­
yetin a rd ı ndan gelir" deyi mi, za manın dikkat çeken muhafazakarı
John Adams tarafı ndan "mekanikteki etki tepki ka nunları kadar
yıkılmaz bir siyaset deyi mi" olarak değerlendirilm iştir.
Küçük çiftçiler ve topraksızlar tarafından mül kiyete yöneltilen
tehdit, Amerikan siyaseti ndeki ilk h uzursuzl uğun temelini ol uş­
turmuştur. General Henry Knox'un George Washington'a yaptığı
şikayette, "Massachusetts'deki Shay isya n ı'nın ve d iğer ayaklan­
maların destekçi leri, Bi rleşik Devletler mülkünün ortak çabalar
sonucunda Britanya'nın istimlakı ndan korunduğuna inan makta­
d ı r," den mektedir. Geleceğe bakan Madison, "insanların büyük
çoğunluğunun sadece topraksız olmakla kal mayıp herhangi bir
mülk sahibi de olamayacaklarını" tahmin etmiştir. Bu olduğunda
mül kiyetsiz kitleler, "ya genel d u ru mları nın etkisi altında bir a raya
gelecekler ki bu durumda mülkiyet hakları ve kamu özg ürlüğü
g üvence altında olmayacaktır; ya da daha büyük bir olas ı l ı kla,"
diye devam eder Romalı demagoglardan a l ı nan dersleri düşüne­
rek "her i ki taraf için de eşit teh like a rz eden bir zeng inlik ve h ı rs
1 34 IDEOLOJININ SONU

a racı olacaktı r."


Amerikan siyasi hayatındaki i l k grup m ücadeleleri, nüfusun
ağırlıklı olarak çiftçilerden oluşmasından dolayı kırsalda olmuş ve
çok geçmeden bölgesel hale gelmiştir. Farklı bölgelerin farkl ı
menfaatleri olmasından dolayı bu kaçı nıl mazdı: Güneyde pirinç,
tütün ve pamuk; New Engla nd'da bal ı kçı l ı k, kerestecilik ve tica­
ret. Federa listler ilk defa yukarı ve aşağı Gü ney kesiminin büyük
çiftlik sahipleriyle birlikte Kuzey Atiantik bölgesinin ticari menfa­
atleriyle mücadelede başanya ulaştıklarında ve Jefferson Kuzeyli
ve Gü neyli tohum üreticileri ile diğer küçük çiftçileri rakip bir
partide toplayıp bu birlikteliğe meydan okud uklarında milli parti­
ler ortaya çı kmaya başlad ı.
O zamandan beri, milli partiler heterojen bölgesel g rupların
tuhaf ittifaklarından ol uşmaktad ı r: Orta Batı çiftçileriyle Doğ ulu
fi nansörler; Kuzeyli şeh ir göçmenleriyle Gü neydeki ı rkçılar ve
yerliciler. Etnik ve fonksiyonel g ruplar genel likle tarihi tesadüfler­
le iki partiden birine yönelmişlerdir: Zenciler iç savaştan dolayı
altmış yıl kadar Cumhu riyetçi lere oy verm işlerd i r; irlandalılar
Tam ma ny Derneği'yle olan kökensel bağ larından dolayı Demok­
rat olmuşlard ı r; Almanlar Orta Batı'ya yerleşerek Cumhuriyetçi
olmuşlardır; şehirli italyanlar, irlandalılar tarafından şeh ir siyase­
tinden d ışlanma ianna tepki olarak başta Cumhuriyetçi olm uşlar­
dır.
Amerika n siyasi hayatının bölgeselliği içinde belirli partilerin
dışında duran, hiçbirine bağ lı ol mayan, sadece bir mesele etra­
fı nda destek gören veya destek veren baskı g rupları nın daha dar
ve daha esnek taktikleri ortaya çıkmaktadır. Bu beceri kli taktikie­
rin yaratıcılarından biri Robert Owen'ın meslektaşı, 1 830'1arın ve
40'1arın bir dönem başı çeken figürü George Henry Eva ns'd ı r.
Evans, 1 829'da ortalama bir başarıyla başlayan fakat ideoloj i k
farklar hizipçi l iği ateşlediğinde v e Demokratlar onların a c i l istek­
lerini ben i mseyerek "şimşeklerin i çald ığında" sönüp giden bir
New York partisi olan Worki ngman partisinin liderlerinden biri
olmuştur. Serbest toprağın sınıf gerili mlerini ve mülksüz işçilerin
soru nlarını çözeceğine inanan Evans, 1 840'da bir Çifti Derneği
kurmuştur. Bir azınlık partisinin, kendi oylarıyla kaza namayacağı­
nı ve "ideallere değil, işine bakan" siyasetçilerin bir g rup tarafın­
dan iktidar dengesi ni sağlayacak önlemleri destekleyeceğini
kendi deneyim lerinden öğren mişti. Evans bu nedenle bütün
STATO SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 35

adaylardan "hareketli önlemler"ini desteklemelerini istemişti.


Böylesi bir söz karşılığında adaylar onun a rkasındaki işçilerin
oyları n ı kazanacaklard ı. Çiftçi Derneği ortalama bir başarı sağlar­
ken, tahrik ve taktikleri sonraki Çifl i k Kanunları'nın geçmesinde
etki li olm uştur.
ı 933'de yeni bir çağ ı n açıldığına dair bir anlayışın oluştuğu,
New Deal tarafından haber olarak duyurul m uştur. Harva rd'lı
Profesör Arthur N. Halcom be, yaygı n a l ı ntı ya pılan kitabı The New
Party Po/itics'de, "Eski parti siyaseti gözle görünür bir biçimde
ortadan ka lkmaktadır. Yen i parti siyaseti nin özelliği, temel olara k
şeh ir nüfusunun menfaatleri ve tavırları ta rafı ndan belirlenecek­
tir . . . daha az bölgesel siyaset ve daha fazla sınıf siyaseti olacak­
tı r," diye yazmaktadır.
Fonksiyonel g rupların, özellikle işçi g ruplarının ortaya çıkışı ve
etnik g rupları n artan bildiri leri değişi mi vurgular görünmektedir.
Franklin Roosevelt'in, bazıları Cumhu riyetçiler'den ol uşan ve
çiftçilerle ittifak halinde olan bu grupları bir a raya getirebi ldiği
gerçeği, bi rta kım tarihi gruplaşmaların olduğunu göstermekte­
dir. Fakat bazı yeni gruplaşmalar önceden düşünü ldüğü kadar
etki leyici olmamıştır. i l k defa siyasi olarak ifade bulan send i ka
hareketi açıkça Demokratiktir ve işçi sın ıfı oyları da genell ikle
Demokrat olmuştur. Öne çıkan etnik g ruplar genellikle Demokra­
tik partiye olan bağ l ı l ı klarını koru muşlardır. Artan zenginlik ve
yükselen sosyal statünün sonucunda, bu milli g ruplar ile azı nlık
grupların büyük bir bölümünün bağlılıklarını değişti rdiklerine
dair bi rçok gösterge bulun maktadır. New Deal tarafından sağla­
nan büyük fi nansal yard ı ma rağmen, çiftçiler Cumhu riyetçi ta rafa
geri döndüler.
Ancak bölgesel siyaset bir şekilde aza l ı rken sınıf siyaseti kendi
yerini almadı. Bunun yerine, baskı g ruplarında ve I abi lerde kıs­
men bölgesel kısmen sın ıfsal kısmen de ideolojik olağanüstü bir
artış oldu. Bu baskı g rubu taktiğ inin en çarpıcı ku llanımı, ı 895'de
kurulan Anti-Bar Derneğ i'nin on beş yıldan daha kısa bir süre
içerisinde Bi rleşik Devletler'de likör üretimi ve satışını yasaklayan
Anayasal düzenlemeyi geçirmeyi başarması olmuştur. O zaman­
dan beri, federal tıbbi progra m lara karşı ta rife reformu muhalefe­
tinde olsun veya israil devleti ne siyasi ya rd ı m meselesinde olsun,
baskı g rubu aygıtı binlerce orga nizasyon tarafı ndan ben imsen­
miştir. ı 949'da Ticaret Baka n l ığı milli tica ret, profesyonel ve diğer
1 36 IDEOLOJININ SONU

dernekleri n sayısının 4.000 olduğunu tahmin etmiştir. Bayiler


dahil olmak üzere siyasi faaliyet yürüten 1 6.000 yerel iş kuruluşu,
70.000 mahalli işçi sendikası, 1 00.000 kad ı n kulübü ve 1 5.000 sivil
g rup bulun maktadır. Bu tür g rupların olağanüstü a rtışı, şu veya
bu menfaatlere karşı olan adayiara yönelik tehditleri ortadan
kaldırmaktadır. Fakat ayn ı zamanda küçük menfaat g rupları nın
büyük siyasi çıkış yapma faal iyetlerini mümkün kılmaktad ı r. Böy­
lece 1 95 5'de fıstık çiftçilik sübva nsiyon programından çıka rıldı­
ğ ı nda, Georgia fıstı klarının çiftçi gelirlerinin yüzde birinden daha
azı nı sağlamasına karşın, yüzden fazla Güneyli kongre üyesi süb­
vansiyon geri alını ncaya kadar hububat destek yasasını savun­
muştur. (Geçen on yılda fıstık sübvansiyonu Birleşik Devletler
hükümetine yüz mi lyon dolardan daha fazlaya mal olmuştur.)
Eski aile kapitalizmi nin parçalanması ve şirketlerde yeni yöne­
tici sınıfların i ktidara gel mesiyle aynı anda gerçekleşen menfaat­
lerin a rtması ve g rupların böl ün mesi, Birleşik Devletler'de siyasi
iktidarın kaynaklarını bel irlemeyi zorlaştı rmaktadır. Birleşik Dev­
letler'de h ükü met, John Chamberlai n'ın eski deyimiyle, her za­
manki nden daha fazla "simsar devlet" olmuştur. Simsar devlet
demek, menfaat g ruplarının hepsi nin eşit g üce sahip old ukları
anlamına gel mez. Bu bir iş dünyasıdır. Fa kat sendikalar tarafı n­
dan düzenlenen ve devlet kontrol ünde olan şirket kapita l izmi nin
genel kabul üyle a nlaşmalar ve menfaat g ruplarının ticareti iler­
lemektedir.
Siyasi analizin bu geleneksel hatlarına hayatiyet veren -
sosyal hareketleri ve sosyal çatışmaları sınırlayan iki parti siste­
minin rolü, insanların görüşlerine doğrudan başvuran siyasi ge­
lenek, yasama politikasının şeki llenmesinde ve düzenlenmesinde
menfaat g rupları nın gücü- hepsi birden, 1 9SO'Ierdeki on yıllık
siyaseti yönlendiren meseleleri anlamamız için yetersiz kalmak­
tad ır. Bu tarz düşünce şekli, örneğin Komünist sorunu, Senatör
Srieker ve Knowland'in yeni mill iyetçiliğin ardındaki güçleri ve
a n l ı k destekleri ve Senatör McCarthy tarafından yaratı lan yoğu n
duyg usal harareti anlamamıza yard ı mcı olmamaktad ır. Kısaca,
geleneksel olarak adlandırılan menfaat grupları siyaseti, S. M.
Li pset tarafı ndan "radikal sağ" -radi kal çünkü birey haklarına
duyduğu sayg ıdan dolayı geleneksel mu hafazakarlığa muhalefet
etmektedir ve Amerika n hayatına yeni tarzlar dayatmaktad ı r­
olarak adland ı rılan yeni Amerikan sağ ka nadının ortaya çıkışını
STATÜ SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 37

açıkla maya yard ı mcı olmamaktadır. Tüm bunlar, McCarthy ve


Komün istler sorunu nda özetlen mektedir.
Özellikle Avrupalılar için Komü nist sorunu bir bulmaca gibidir.
Sonuçta Birleşik Devletler'de, Fransa ve italya'daki gibi bir Komü­
nist Parti bulunmamaktad ı r. Bi rleşik Devletler'deki komünist
pa rtinin h içbir za man 1 OO.OOO'den fazla üyesi olmamıştır. Son
beş yılda komün ist soru nu milli sahneye çıktığında, komünistler
zaten bir zamanlar sahip oldukları siyasi etki nin büyük bir bölü­
münü kaybetmişlerdi. Komünist sendikalar E.O.M.'den· çıkarıl­
mışlard ı . Henry Wal lace tarafı ndan reddedi len i lerici Parti başarı­
sızlığa uğramıştı. Ve entelektüel ca miada hızla güç kaybetmek­
teyd iler.
Liberallerin Komün ist sorununu hafife alma eği l i minde olduk­
ları doğrud ur. Truman yöneti minin karşıt duruşu, bu karışıklıklar­
la birleşmiş ve telaşı a rtırmıştır: bir ya ndan Truman'ın kendisi
dahil yönetimin ileri gelenleri eski Komünist nüfuzu en aza i n­
dirmeye çalışmış; d iğer yandan yönetim kişisel özg ürlüklere ve
haklara çok az önem veren güven lik düzen lemeleri ni yayl ı m ate­
şine tutmuştur.32 Gü ney Kore'n i n işgal i ile Çi nli ve Rus Komünist­
lere karşı gösteri len ve ülke içindeki Komünistlere kadar varan
duygusal tepki, Komün istlerin yüksek devlet görevlerine n üfuz
etmeleri nin özellikle Wh ittaker Chambers ta rafı ndan ifşası ve
casusluk devrelerinin varlığı ve son olarak Britanya'daki Allan
Nun n May davası ile Kanada'daki casusluk araştırmaları nın yan ısı­
ra Rosenberg olayında Sovyetlerin, Birleşik Devletler'i n atom
sırlarını çaldığının ortaya çıkması hepsi birden milli gerilimi a r­
tırmada rol oynamıştır.
Fakat tüm bunların doğal etkileri hesaba katı ldığında dahi,
Senatör McCarthy'nin hiçbir di renç görmeden bu kadar uzun
süre görevde kalmasını açıklamak zordur. McCarthy ve diğerleri­
nin yol açtıkları komünist sorununun demokratik dokuya verdiği
büyük zararı ve soruna karşı orantısız kalan düşüncesizce yön­
temleri hesaba katmakta hala yetersizd ir: kam püslerdeki bağlılık
yem in leri, bir izci Kız El Kitabı üslubuyla ülkeye karşı tehlikeler
gören mecburi Amerikanizm, Amerika'nın Sesi'nin {Avrupa'da

1 952'de McCarthy'ciliğin zirvesinde, 1 944'deki yüzde yirmilik sendika


üyeliğiyle karşılaştırıldığında Komünistler, Birleşik Devletler işçi üyeleri­
nin yüzde beşinden daha az bir üyelikle sendikaları kontrol etmişlerdir.
1 38 IDEOLOJININ SONU

entelektüel propaganda yürüten Bertram D. Wolfe gibi anti Ko­


mün istlerin liderliğindel şiddetli çıkışları, sert ha ber başl ıkları ve
Fort Monmouth'daki Signal Corps radar araştırma programına
anlamsızca zarar verilmesi -kısacası Amerikan siyasetinde bü­
yük bir rol oynayan şüphe ve korku dolu ki rli hava. Geleneksel
siyasi analiz, ona veya onun destekçilerine bir açıklama geti re­
mez. Onu bir demagog olarak adland ı rmak çok az şey ifade eder.
Onun kime veya neye karşı demagoj i k olduğu sorusu ortaya
çıka r. McCarthy'nin hedefleri gerçekten tuhaftı . Son büyük de­
magog Huey Long zenginlere bel i rsiz bir şeki lde saldırmış ve
"serveti paylaştırmaya" çalışm ıştır. McCarthy'nin hedefi entelek­
tüeller, özellikle Harvard'lılar, Anglofil ler, enternasyonalistler ve
Ordu'ydu.
Fa kat bu hedefler; sağ kanat, onun a rd ındaki "radikal sağ"
desteği ve bu desteği n nedenleri için önem l i i puçları vermekte­
dir. Bu gruplar tuhaf bir ka rışıklık içermektedir: Theodore Roose­
velt'in dekadan bir Avrupa'yı reddeden, a rtık ortadan kaybolan
maskülen Amerika l ı i majı ndan ol uşan duygusal karakteriyle ha­
yatta ka lan son oğlu Archibald Roosevelt gibi kokuşmuş i nce bir
asi lzade katmanı; servetlerini (gerçekte olduğu gibi) devlet yar­
d ı m ıyla değ il de ataları gibi kendi lerinin kazandıkianna dair psi­
kolojik g üvence ihtiyacı içinde olan ve vergilerin kendi zenginlik­
lerini soyacağına inanan yeni zengi n ler -otomobil tacirleri, em­
lak manipülatörleri, petrol kaşifleri;- çeşitli etnik g rupların yük­
selen orta sınıf katmanı, özellikle kendi Amerikanizmleri ni ispat­
lamaya çalışan irlanda lılar ve Almanlar (ikinci Dünya Savaşı bo­
yunca üstü kapalı sadakatsizlik kusurları ndan dolayı özellikle
Alma nlar); ve nihayet Bi rleşik Devletler'in eşsiz kültürel tarihi,
bazı ları McCartthy'nin etrafında dolaşan mahvolmuş eski Komü­
n istler'den oluşa n ve genelde li beralizme savaş açan küçük bir
entelektüel grup.
"Lord'un ve Gideon'un kılıcı nı taşıyan" bu tuhaf koa lisyon,
Amerikan siyasetine uygulanan geleneksel kavramlarla açı kla­
namazsa neyle açıklanabil ir? Richard Hofstadter tarafından eski
aristokrasinin statü kayg ı larını ve S. M. Lipset tarafı ndan da yeni
zenginlerin statü korkularını incelemek için kullanılan önemli bir
kavram "statü siyaseti" fikridir.33
Statü siyaseti kavramının temel fi kri, refah düzeyi ve sosyal
konumu yükselen g rupların, genellikle declasse olan g ruplar ka-
STATO SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 39

dar kayg ılı ve siyasi olarak ateşli ol malarıdır. Birçok gözlemci,


sosyal konumlarını kaybeden g rupların, kendilerinin bir zamanlar
temsil etti kleri topl umun eski değerleri ni bütün gruplara daha
şiddetle dayattıkla rını belirtmiştir. Lipset, yükselen g rupların
kendileri ni kabul ettirmek için benzer bir konformizmde ısrarlı
olabilecekleri ni göstermiştir. Bu çıkış, sınıf veya menfaat g rubu
çatışmalarının g üçleri nin çoğ unu kaybettikleri bol luk dönem le­
rinde gerçekleşir. Hofstadter, iktisad i meselelerin sadece depres­
yon dönemlerinde Amerikan siyasi tarihinde önem arz ettiğini
ileri sürmüştür; refah dönem lerinde ise, statü meseleleri ortaya
çıkmaktadır. Fakat genellikle kara kter olarak "vata nperver" olan
bu mesel eler, amorf ve ideolojiktir.
Bu siyasi güçler doğaları gereği istikrarsızdır. McCarthy bizzat
kendi siyasi konumunun ma ntığ ıyla ve kendi kişiliğinin doğasıyla
uç noktaya kadar gitmek durumundaydı. Ve sonunda Eisen­
hower'a meydan okudu. Bu McCarthy'n in büyük kumarıyd ı.
Cumhuriyetçi bir azınlığın Cumhuriyetçi bir başkana meyda n
okuması sadece partiyi böleceğ inden dolayı McCarthy kaybetti.
Bu tehditle karşı karşıya ka lan parti, Eisenhower'ın a rkasına sığın­
dı ve McCarthy ya ln ız kaldı. Bu anlamda, Walter Lippmann'ın ve
Alsop'ların 1 952'de Fair Deal tarafından başlatılan ve sürdürülen
iç ve dış politikanın sürekliliğini sadece Cumhuriyetçi bir başka­
n ı n sağlayacağı tezinin sağ lamlığını ortaya koymaktad ır. Demok­
ratik bir başkan, partileri kutuplaştı rabilir, aşırı Cumhuriyetçi ka­
nada sa ldırıda bulunma izni verebilirdi. l l ı m l ı bir Cumhuriyetçi
yönetim, aşırı sağda tam pon görevi görmekted ir.
Kore'deki uzlaşmadan sonra ul uslararası geri l i mi n aza l ması
McCarhthy'nin yeni lgisini doğrulamıştır. Yine de McCarthy, a rka­
sındaki insanlar ve bu g rupların ortaya koyduğu değişen siyasi
ortam bağlamında anlaşılmalıdır. O patlayıcı bir güç değil, bir
kata lizördü. Bu güçler halen yerli yerindedir.

Bunlar Amerikan hayatındaki değişen siyasi ortam ı n birçok


sonucud ur. En öneml isi "büyük çaplı" a hlaki meselelerin siyasi
tartışmaya dahil edil mesidir. Genel olarak bu yen id i r. Tarihleri
boyunca Amerikalılar siyasette olağan üstü bir uzlaşma yeteneği­
ne ve ahlakta aşıncı l ığa sahip olmuşlardır.
Amerikan siyaseti nin, deyim yerindeyse, mazur görülecek ya­
nı her türlü g rubun tolere edil mesi, a n laşma sisteminin toleran-
1 40 IDEOLOJININ SONU

sın felsefi prensibinin pragmatik bir karşılığı haline gelmiş olma­


sıdır. Fakat tavır, a h lak ve yönetim kon ularında -özell i kle küçük
kasa ba larda- diğer ülkelerde rastlanmayan sofu tavırlara daya lı
bir vahşet yaşan m ıştır.
Bu a hlakçı lığın kaynakları değişiktir. Bu bir orta sınıf kültürü
haline gelmiş ve Max Scheler'in ah laki öfkeni n, bastırılmış kıs­
ka nçlığın gizli bir şekl i ve orta sınıf psikolojisinin tuhaf bir gerçeği
olduğu genellemesinde çok fazla gerçek payı bulunan d u ru m­
dur. Aristokrat kültü rlerde, onların rahat hallerinde, zevk a rayışla­
rında ve estetizme odaklanmalarında kendi huylarının bir özel liği
olarak ah laki öfke bulunmaz. Bazı Katalik kültürlerde, sahip ol­
dukları akıl ve insan zaaflarına gösterdi kleri tolerans sayesinde,
kumara, içkiye ve hatta sekse korkuyla bakı lmamaktadır. Kınama
günahın kaçı nılmaz olduğu duygusuyla uyum l u hale geti ril mek­
tedir. Ve kurtuluş bu dünyaya değil, öbür dünyaya a ittir. H ı rs ızlık
yine de affedilebilir bir suçtur. Fakat gurur ölümlü günahın leke­
sini taşır.
Ahlaki öfke ve a h lakçılık, ahretl ik meşgaleleri bir kenara bıra­
kıp bu dünyadaki işlere odaklanan dinlerin özelliğidir. Protestan­
l ı kta böylesi bir yer değişimi dindarlığın ahlakçılığa, teolojinin de
etiğe dönüşmesi ne neden olur. Saygıdeğer olmak "ahlaki" i ler­
lemeyi temsil eder ve idareyi düzenlemek, ya ni o konuda "ahlaki"
olmak Amerika'nın Protestan ki liseleri için büyük endişe ol uş­
turm uştur.
Bu ah lakçılık, bizzat Amerika için eşsiz değil, fakat eşsiz olan
bir evanjelizmle ilgilidir. Amerika'nın püriten bir kültür olduğuna
dair edebiyatçılar tarafı ndan desteklenen ve sosyologlar tarafın­
dan karıştı rılan uzun bir efsane bulun maktadır. Sosyologlar için
bu, Protestan etiğinin Püriten kodlarla özdeşleştiril mesi yanl ışlı­
ğından kaynaklanmaktad ı r. Püritenlik ve "New England düşü nce­
si" Amerikan hayatında büyük bir entelektüel rol oynamıştır.
Fakat kitlelerin al ışkan l ı klarında ve törelerinde, yüksek duyg usal­
lığıyla, coşkunluğuyla, hevesiyle, heyecanıyla, dini uya nışıyla, aşırı
günah işlemesi ve yüksek gerilimli iti rafıyla Metod izmin ve Bap­
tism'in tuhaf evanjelizmi daha önemli bir rol oynamıştır. Meto­
dizm ve Baptism, tercih ed ilen Amerikan dini mezheplerindendi r.
Çünkü bunlar kırsal ve sınır d i nleriydi. Alexis de Tocqueville,
"Ameri kalılar Neden Bir Tür Fanatik Spiritüalizm Sergi lemektedir"
başlıkl ı yazısında gözlemlerini şöyle aktarır: "Birliğin tüm eyaletle-
STATÜ SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 41

rinde ve özellikle Uzak Batı'nın yarı yerleşik kesimi nde gezgin


vaizler, Tanrı kelamını diyardan diyara taşıyanlarla karşı laştırılabi­
l ir. Bütün a ileler, yaşlı adamlar, kad ınlar ve çocuklar bu vaazları
din led i kleri dini toplantı lara katı lmak için zorl u yollardan geçerek
uzak mesafelerden gelip günlerce ve gecelerce iş sorunlarını ve
hatta vücutlarının en acil i htiyaçları n ı tamamen unuturlard ı."
Daha saygıdeğer Protestan kuruluşlar, vaizlerinin gelişen
alanlara geçerek onların ruhunu ya nsıtmalarından dolayı değiş­
meden d u rurken, Baptist ve Metodist kil iseler gelişmiştir. H. Ric­
hard N iebuhr'un gözlemlerine göre: "Di ni toplantılarda ve siyasi
meclislerde 'heyecanın dili' coşkulu bir cevap beklerken, mantık­
sal söylem hiçbir işe yaramazdı."
Dini toplantıların ruhu eşitlikçi ve a nti entelektüeldi. Cüppe­
lerden ve resmi ayi nlerden sıyrı l m ı ş, onun yerine m üjde ve hara­
retli ilahiler vaaz ederdi. Bu eva njelizm, Batı'nın hem dini hem
iktisadi savun ucusu William Jennings Bryan'ın a hlakçı l ığ ı na ve
onun müjde coşkun luğundan ortaya çıkan Dwight Moody ile
Y.M.C.A. hareketine yansımıştır. Liberaller kurumlarda reform
ya pmak isterken, evanjel i k kil iseler i nsanı geliştirmek istemiştir.
Evanjelik ki liseler yasaklayıcı kanunların ve Sabbath törenlerinin
savu nucusu olmuştur. Onların diliyle reform, refah kanunlarmda
değil, günaha kurban gidenlerin kurtarı/masmda yatmaktadir; gü­
nah içki, hafıfmeşrep kadınlar ve kumar demektir.
Amerikan mizacının karakteristiğ i olan bu ahlakçı l ı k, tuhaf bir
şizoid özel liğe sahiptir: Kültür ve idare ala n ları ile özel al ışkanl ı k­
lara şiddetle dayatı lmaktad ı r; kitapların sansür ed ilmesi, "ahlaksız
sanat"a saldırı lar, vs. Fakat işyerlerinin yağ malanması ve siyasetin
çürümesi konuları nda sesi pek duyul maz. Bu konularda ki liseler
genellikle suskun kalır.
Ahlakçılık mizacının bir diğer sonucu daha va rdır. Amerikan
topl umunun "popülist" karakterinin g üçlend irilmesi. Uzun za­
man önce bu kıyı lara seya hat edenler, Amerikan gelenek ve gö­
renekleri nin aşırı eşitl ikçi liğini gözlem lemiş ve sırad ışı insanlar­
dan çok, sıradan insanların yüceltil mesi nin "genelleştirici" son uç­
larına dikkat çekm işlerdi r: eğer herkesin en az bir diğeri kadar iyi
olduğunu söylersek, o zaman kimseni n kimseden daha iyi ol ma­
ya hakkı yoktur, demek çok kolay olacaktır. Fakat maalesef iyi ve
daha iyinin ta nımı asla yapıla mamıştır. Hiç kimseni n doğuştan bir
statü sahibi olduğuna dair hak iddia ederneyeceği anlaşılabilir bir
1 42 IDEOLOJININ SONU

şeyd ir. Bu a nlamda herkes en az bir diğeri kadar iyidir. Fakat po­
pülizm daha ileri gider: bazı ları nın fi ki r beyan etmek konusunda
diğerlerinden daha ka lifiye oldukları iddiası şiddetle reddedilmiştir.
Amerikan hayatın ı n popü list izlenimin in, negatif tarafları ol­
duğu kadar pozitif tarafları da vardır. "insanların bilme hakkı"
fikri; özg ür bası nın, sınırsız a raştı rmanın ve serbest tartışmanın
güvencelerini desteklemektedir. Fakat bu hak, popülist bir çerçe­
vede sınır tanımadan faaliyet göstermekte ve insanların mahre­
miyeti ni ihlal etmektedi r. "insan lar'ın bilme hakkı vardır," ile kas­
tedilen nedir? Birinin ahlak kurallarını ve alışkanl ıklarını mı bil­
mek? Birinin siyasi görüşlerini mi bilmek? Ahlak kurallarının ken­
dinden menkul gardiyan ları olan eski reformcular, kamu ahlakı
adına özel hayatın incelenmesi noktasında ısrar etmişlerdir. Daha
sonraki Kongre m üfettişleri, a raştırma hakkı nın kanuni maksatlar­
la kısıtlanmadığı nda, "halk bekçi liği" yapma sürecinin doğal yan­
larından biri olduğu nda ısrar etmişlerdir.
Bütün bunlar, demokrasinin a hlakçılık ve popülist kavramları,
aynı za manda sosyal kontrolün -idare kontrolü, yaptırımların
ka nunlardan ziyade "kamuoyu" yoluyla faal iyet göstermesi­
farklı bir tarafı na bağ lı ol masaydı, mahremiyete ve özgü rl üğe
daha az zarar verebi lirdi. Hukuk, en azından geçmişte, geleneğe
bağ lı ve kısıtlayıcı olduğu için değişimi engelleyicidir; ve i nsanla­
rın yaşantıları ve i htiyaçlarıyla bağdaşmamaktadı r. Fakat insanın
adaletsizli k karşısında zor bir kazanımı olarak kanıtların kabul
edil mesinde ve suçun beli rlenmesi nde, sıkı bir prosed ür ve kura l­
lar bütünü ortaya koymaktadır. Sabırsız insanlar olan Amerika l ı­
lar, hukuka karşı da sabırsız olmuşlard ı r. Bu nedenle, süratli yasa­
dışı cezalandırmalar ve kanaate dayalı kınamalar ağır basmakta­
d ı r. Dahası, Amerikan mizacının küçük kasaba karakteri, gücünü
fısıldanan dedikodulardan ve kanundan ziyade kamuoyu yoluyla
idareni n düzen len mesinden al maktadır. Sindair Lewis tarafı ndan
Main Street'de vahşice sald ırılan, bu konformizm faal iyetidir.
Amerikan küçük kasabasına sald ı rmak, sosyal eleştirinin ve yirmi­
lerin edebiyatının temel motiflerindendi.
Küçük kasaba Amerikan kültüründe "mağlup" olurken (popü­
ler kültürde Hol lywood'un sımaşık havasıyla birleşmekle birlikte),
Amerikan siyasetinde hala egemendir. Kırsal kesimin egemenli­
ği ndeki mecl is üyelerinin seçim bölgelerinde hile yapmalarından
dolayı, Kongrenin orantısız bir yüzdesi küçü k kasabalardan gel-
STATÜ SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 43

mektedir. Bu insanlar genell ikle daha uzun görev sürelerine ve


kıdeme sahiptir. Ve bir ideoloji olarak Kongre'nin terkibi küçük
kasaban ı n sözde eşitlikçi tutumlarını ya nsıtmaktad ı r. Dü nyevi
deneyi mler küçük kasaba alg ısı içerisinde özümsendiği sürece,
yan i, bütü n sorunlar küçük kasaba bakış açısından değerlendiril­
diği sürece, siyaset ve ahlakç ı l ı k ayrı mı sürüp gidecektir. iş hayatı
iş hayatıydı, kilise de kil iseydi ve siyaset de bir işti. Fakat uluslara­
ras ı ideolojilerin gel işmesi, piyasa mekanizması nın bozu lması,
iktisadi kararların şaşırtıcı karmaşıklığı, g izli g rupların artmasıyla,
karar alma endişeleri yoğun bir hale gelmiştir.
Amerikan siyaseti nin Çin'e karşı ta kındığı tavır ve Chiang Kai­
shek'in mağlu biyeti muhtemelen konuyu en iyi açıklayan du­
rumdur. Denis Brogan'ın bel i rttiği gi bi, olağanüstü iyimserlikle­
riyle, mağlup olmak Amerika l l la ra zor gelmektedir. Sıktı rıcı bir
sınırsız güç duyg usu, bilinçsiz bir öz-imaj olarak Amerikan g ücü­
nün temel ini ol uşturmaktad ı r. Bu nedenle, eğer Chiang Kai-shek
rejimi devrildiyse, sebebi ni 1 9 1 1 'deki Cumhuriyetten beri Çin
kurumlarının yıkılmasını anlamak için bi linmesi gereken ka rmaş ı k
olaylarda v e Çin'deki iç savaş ile işgalden dolayı güçlü b i r siyasi
yapının kurulamamasında aramak yerine, Dışişleri Bakanl ığı'nın
veya entelektüel lerin ihanetine bağlamak kolaydır.
ihanet feryatları ve komplo suçlaması, Amerikan siyaseti nde
eskidir. Bunun temel köklerinden biri; end üstriyel sisteme karşı
ihtilafı nda, para ve kredi sistemini sembolize edenler a rasında
kendi şeytanlarını bulan siyasi Popülist ha rekettir. Popülizm, iç
Savaş'tan sonra Güney'in ve Batı'nın fa kir çiftçileri arasında orta­
ya çıktı. Tariteleri serbestçe manipüle ederek çiftçileri adaletsizce
"verg ilendiren" demiryol larına ve para-kredi hacm ini daraltıp faiz
oranlarını artırarak çiftçi nin tohum almasını ya da ipoteklerini
ödemesini zorlaştıran bankeriere karşı bir protesto hareketiydi.
Şikayetler gerçek ve genel likle haklı olmakla birlikte, Popülistleri n
an lamadıkları şey, suçlu ola nın bi reyler değil si stem olduğuydu.
Georgia'lı Tom Watson'ın durumu, bu konuya örnektir. 1 896'da
Popül ist Parti aday listesinde başkan yardımcılığına oynayan
Watson, çıka rdığı "Watson'ın, Jefferson'cu Hafta l ı k Gazetesi" ile
kira sisteminin, kredi manipülasyonun ve Amerikan hayatındaki
d iğer kötü lüklerin keskin bir analizini yaparak, haksızlıkları ortaya
çıkaran bir öncüydü. Fakat yüzyı lın bitmesinin ardından popülist
hareket bölünm üş, büyük bölümü Brya n'ı takip ederek Demokrat
1 44 IDEOLOJININ SONU

partiye geçmiş, diğerleri de sosyalistlere katılmıştır. Watson gide­


rek daha kindar olmuştur. Wal l Street'e, uluslararası bankeriere
ve n ihayet Yahudilere saldırmıştır. Yahudilerin parasal güçle öz­
deşleştirilmeleri eski bir şeyd ir. Orta Batı popülizminin sözcüsü
lg natius Donnel ley, bu konuyu yıllar önceki Caesar's Column adlı
romanının ana teması yapmıştır. Donnelley, Yahudi leri, ortaçağ­
da borç para vermenin onlara tanınan bi rkaç işten biri olmasın­
dan dolayı, kurban olarak görmekted ir. Watson ise, Yahudileri,
d ünyayı yöneten gizli bir komplonun aktif aktörleri haline getir­
mişti. Watson, 1 920'de Georgia'dan B irleşik Devletler senatosuna
seçi lmiştir. Alabama'lı Tom Heflin, Mississi ppi'l i Theodore Bilbo
ve Georg ia'lı Eugene Talmadge'den ol uşan Gü neyli demagogla­
rın yeni bir tohumunun prototipi olmuştur. Ve öldüğünde Euge­
ne Debs yine de hayatı boyunca insanlar için mücadele etmiş biri
olarak onun yasını tutmuştur.
Popül üzmin34 karmaşık ağı nda, yüzeyde metamortoz olarak
görünen fakat d i pte popül ist mizacın temelindeki çalışma şeklini
gösteren başka tuhaf hikayeler de bulunmaktadır. William Lem ke
ve Gerald Nye, -kendi lerini i ki parti sisteminin dışında faaliyet
gösteremez halde bularak eya letin Cumhuriyetçi Parti'sini ele
geçi ren- bağımsız bir radikal çiftçi g rubu olan Kuzey Dakota
Partizan Olmayanlar Cemiyeti'nden gelmektedirler. Kuzey Da ko­
ta i lerici liği, yirmileri n ve otuzların reform ve sosyal yasama öncü­
leri nden birid ir; halk i ktidarı, a nti i htar kanun ları, çocuk işçi dü­
zenlemeleri, vs. Nye, otuzlar boyunca savaş malzemesi imalatçıla­
rıyla yaptığı ünlü a raştı rmasında, savaş sebeplerini "ölüm tacirle­
ri"nin kar açlığıyla basit bir şekilde özdeşleştirerek tarihçileri ke­
derlend irmiştir.
Bu i nsanlar, "berbat basitleştiriciler"d i. Siyasetin tamamı bir
komploydu ve bu ağın merkezinde "uluslara rası bankerler" ve
"para değiş tokuşu yapanlar" bulunmaktaydı. Böylece savaş otuz­
ların sonlarına kadar geldiğinde, anti-popülist zihn iyetin kökeni
olan bankerlerden duyulan şüphe Yahudi lere odakla ndı. Ve tu haf
bir şekilde, 1 936'da Peder Coug hlin ve onun Sosyal Adalet hare­
keti tarafı ndan düzen lenen parti aday listesinde, Wi llim Lemke'yi
Bi rleşik Devletler başkanlığına oynarken görüyoruz. (Otuzların
ortasında, radyo konuşmaları ndan dolayı milli bir figür olan Pe­
der Coughlin "Silver Charlie" laka bıyla para reformcusu olarak işe
koyulurken, adaylığı; i leri yaş tasarısı, para dolaşımını artıran bir
STATÜ SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 45

araç olarak sunulan Dr. Francis Townsend tarafından desteklen­


miştir.) Bugün bir şekilde azalmış olan bu basitleştirmeler, daha
yeni olaylar için halen bir zemin oluşturmaktadır. Fakat diğer
güçler de faa liyet göstermekted ir.
Tedirgin bir toplum daima endişelidir. Ve bu durum Birleşik
Devletler'de daha da geçerl idir. Statünün sabit olmadığı -ve
insanların doğuştan ya da giyim kuşa mdan, kon uşmalarından ya
da hal ve hareketlerinden derhal tanı narak fa rk ed ilmediği­
eşitlikçi bir toplumda, statünün elde edi l mesi hayati önem taşı­
maktadır ve birinin statüsüne yönelik tehditler endişe uyandırıcı
olmaktad ır. Gunnar Myrdal, Amerika'daki Zenci sorunuyla ilgili
araştırmasında, sınıf düşmanlığının en alt sınıflarla en üst sınıfla r
arasındakilerden çok, "komşu" sı nıflar a rasında daha g ü ç l ü oldu­
ğunu belirtmiştir. Bu nedenle Gü ney'de Zencilere yönelik olan en
deri n öfke, faki r beyazlar ile özel l i kle bir za manlar fakir olup son­
radan zeng inleşen ve kend ileri nin altında kilerle olan mesafeye
daha bir önem veren kesim lerden gelmektedi r. Bir za manlar
kraldan daha çok kralcı olanlar gibi, yerleşik a ilelerden bile daha
gelenekçi ol maktadırlar ve milliyetçi g ru plarda olduğu gibi, eski
ai lelerden daha tutkulu Amerikalılar haline gelmektedi rler.
Myrdal'ın Güney'de farkına vard ığı sosyo-psikolojik tavır,
Amerikan hayatı nın göçmen karakterinde de aynıdır. Art a rda
göç eden i nsanlar gruplaşarak bir a raya gelmekte ve bir sonraki
gruba düşmanlık ve korkuyla bakmaktadırlar. On dokuzuncu
yüzyı lda yabancı düşma n l ığı gerilimi, Amerikan hayatının en
derin a kı m larından biri olmuştur. iç Savaş'tan önce, Katalikler
başlıca hedefti. 1 820'1erde Bostan'da ayaklanmalar, li nçler ve
manastır yakma olayları yaşanmaktaydı. 1 832'de Sam uel F. B.
Morse'un Foreign Conspiracy against the Liberties of the United
States kitabının yayı mlanmasıyla, anti-Katalik ha reket teşvik
edil miştir. Morse, popüler ders kitapları nda, sadece öncü bir
portre ressamı ve telgrafın kaşifi olarak tanıtıl maktadır. Metter­
nich'in Avrupa'sı nda papalığın etkisinin yayı l masından korkan
Morse, Kilise'yle mücadele etmek için Anti-Papalık Birliği'ni kur­
muştur. Bu birliğin ajitasyonları ndan, bütün yabancı ları dışlama­
ya ve vatandaşlığa ka bul süresini yirmi yıla çıkarmaya çalışan,
Yerli Amerika l ılar adlı siyasi bir parti doğmuştur. Yerellik anlayışı,
1 843'de Ja mes Harper'ı New York belediye başkanı olarak seçmiş
ve 1 850'de başka n Taylor'ın ölümünün ard ı ndan başkan olan
1 46 IDEOLOJININ SONU

M i l lard Fill more'un 1 856'da tekrar başka n l ı k için Know-Nothing


partisi aday listesinden aday gösteri lmesin i sağlamıştır. Anti­
Katalik kışkırtması, iç Savaş'ın a rkasına saklanmış fakat geri lim
bugüne kadar sürmüştür. Doğu'da Katolik siyasi iktidarı Bostan,
New York, Jersey City ve Ch icago gibi şehirlerde öne çıkmıştır.
Orta Batı'da Amerikan Korumacı Derneğ i'nin ve fu ndamental ist
Protestan kiliselerinin kışkırtmaları sayesinde, on dokuzu ncu yüz­
yı l ı n ikinci yarısının sonlarında siyasi bir mesele olarak ka lm ıştır.
Ancak dini ayrı mcılık olarak başlayan şey, iç Savaş'ı takip eden
on yıllarda sosyal ayrı mcılığa dönüşm üştür. Bu olaylar, yeni sos­
yal sınıfla rın statü sın ırları ol uştu rmaya başladıkları bir za manda
ortaya çı kmıştır. 1 870'1erin ve 1 880'1erin gelişme ve bol luk yılla­
rında Oscar Handlin şöyle demektedir: "Birçok kişi, hatta en sıra­
danlar bile, bir servet yaptı kta n sonra kendilerini karmaşık kayg ı­
ların yükü altı nda bulmuştur. Başa rının, doğası gereği geçici ol­
duğunu biliyorlardı. Servet sadece kaybetmek için yapılır. Bir
nesilde kazanıla n, bir sonraki nesilde kaybolur gider. Bu nedenle,
böyle bir kişi, sadece kazandıklarını eli nde tutmak değil, aynı
za manda sahip olduklarının keyfini çı kartmasını sağ layacak sos­
yal itibar kazanmak ister. Ve zaman içinde bunu ai lesine de ak­
tarmaya çalışır. . . on dokuzuncu yüzyı lın son on yılları seçkin
g rupları işaret eden ayrıca lıklı alanlar ol uşturma gi rişimlerine ve
bunları dışa rıdakilerle aşırı i rtibattan koruma çabalarına tanıkl ı k
etmiştir. ingiliz modelini taklit ederek kendi protokolü ve gele­
nekleriyle, ayrıcal ıklı kulü pleri ve eğlence medyasıyla zengin
ailelerin refahını gösterecek ve koruyacak bir "yüksek sosyete"
yaratma çabaları vardı."
Genel l i kle 1 890'1ardaki refahla ilgili statü sınırlama ları süreci,
son yıllarda Amerikan hayatı nda kendi yeni kon umlarının tanın­
masını isteyen yükselen etni k gruplar için de bir sorun olmakta­
dır. Fakat böylesi bir ayrımın eski yöntemleri kaybolm uştur. Çün­
kü kitle tüketim ekonomisinde, bütün gruplar dışarıdan bir statü
n işanı a labil mekte ve gözle görü nür ayrım ları sil mektedir. Bu ne­
den le, yükselen etnik g rupların kendi yeni iktidarları nı ve sosyal
kon umlarını bel irtmeleri, genellikle siyaset yoluyla olmaktadır.
Bu ah lakçılık, popülizm, Amerikanizm ve statü kayg ı larından
oluşan unsurlar, Amerika siyaseti nin değişen doğasından dolayı
ell ilerde garip bir şeki lde çakışmıştır: siyasetin başlıca soru nu
olarak dış politi ka nın ortaya çıkması. 1 930'1arın siyaseti neredey-
STATO SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 47

se tamamen içe kapa lıydı ve bu on yılın keskin siyasi çatışmaları


iktisad i meseleler ile menfaat g ruplarındaki böl ünmeler etrafı nda
oluyordu. Savaşa g i rmek veya g i rmernek konusundaki tartışma,
şiddetli olmasına karşın son derece kısaydı ve savaş yılları yüksek
derecede milli birlikle belirgi nleşmişti . Fakat savaş sonrasında
Avrupa kıtasında egemen bir güç olarak Sovyet Rusya'n ı n ortaya
çı kmasıyla, eski kolani impa ratorl uklarının yıkıl ması, Çi n'de ve
Güneybatı Asya'da Komünist meydan okumaların patlak vermesi
ve Kore'deki savaşla, aniden Pearl Harbour tarafından kesilen
1 930-41 arasındaki savaş ta rtışmaları kıl ı k değişti rmiş bir şeki lde
geri gelmiştir. Demokratlara vatan hainliği suçlaması, Srieker'ın
ve Knowland'in yeni mil liyetçiliği ve McCarthy'nin pervasız ha re­
ketleri, en son kertede bu ilk tartışmanın ya nlarını göstermekte­
dir. Bu nedenle, yeni meseleler artık eski menfaat g ruplarını veya
iç iktidar bölünmeleri ni temsil etmemekte, fakat eski geri limler
ile kaygıların bittiğini göstermekted ir.
Birkaç "sembol," bu değişimi Dean Acheson'un rolünden da­
ha fazla temsil eder. New Deal'ın ilk günlerinde genç bir avukat
olan Acheson, dolarla aynanmasın ı ve Ortodoks uyg ulamaların­
dan uza klaşılmasını protesto etmek için, Hazine'nin Asistan Sek­
reterliği'nden istifa etti. Acheson, New Deal'a karşı muhafazakar
protestonun sem bollerinden bi riydi. Bir on beş yıl kadar sonra,
Truman'ın Dışişleri Bakanı olarak Fair Deal'ın rad ikal politikaları­
nın sembolü oldu. Bu şartlarda kavra msaliaştırma el bette ki an­
lamsızd ı.
Fakat siyaset arenasında a rtık a hlaki geril imlerin ön plana
geçmesine izin veren dış politika vardı. Amerika n siyasetinin eşsiz
yanlarından biri, iç meseleler uzlaşma yoluna dayanarak gerçekçi
ve pratik şartlarda tartışı lı rken, dış pol itika daima a h lakçı terimler­
le ifade edil miştir. Belki de bağımsız bir ülke olarak ortaya çıkmış
almamızın doğası, bizi dünya n ı n geri ka lanına karşı ah laki bir d u­
ruş sergilerneye zorlamıştır. Belki de menfaat çatışmaları nın ger­
çek merkezinden uzak kalışı mız, bizi gerçeklerle yüzleşmekten
çok d indarlığa zorlamıştır. Fakat dış politika genell ikle pragmatik
söylemden çok, a hlaki çerçeve içinde kaldığı için, ellilerdeki tar­
tışmalar ahla ki kavramlar etrafında olmuştur. Ve Komünist soru­
nu hakkı ndaki tek gerçek, Amerikan siyasi hayatında ender rast­
lanan bir çapta, a hlaki bir meseleyle bir tutulan ideolojik bir me­
sele olmasıd ır ve komünizme yapılan saldı rı ların zorlayıcı bir öf-
1 48 IDEOLOJININ SONU

keyle yapılmasının sebebi komü nizmin g ü nahla bir tutulmasıd ı r.


Bu durum kendi içinde Amerikan hayatındaki ilginç bir deği­
şimi ya nsıtmaktadı r. Özel a h laki kurallara karşı daha rahat bir
tavır sergilerken, kamu hayatında daha aşırı olmaya başlad ık.
Siyasetin "ideoloji haline geti ril mesi," Amerikan hayatı nda
"sembolik g ruplar" olarak adland ırılabi lecek bir diğer bağı msız
eğilimin ortaya çıkmasıyl a güç kazanmıştır. Bunlar genell ikle
büyük harflerle "Emek," "iş," "Çiftçiler" vd. olarak bilinen ve ge­
lişme aşamasında olan oluşumlard ı r. Bu oluşumların bütünsel bir
felsefesi, tan ı m lanmış bir amacı olduğu ve somut güçleri temsil
ettiği varsayı lmaktad ı r. Bu eğilimin farklı kaynakları vardı r. Fakat
en büyük itici güç, modern toplumda iktisadi karar-a lmanın de­
ğişen doğasından ve d üşünce oluşturman ı n değişen tarzından
kaynaklanmaktad ır. Başlıca iktisadi karar-alma mekanizmasının
gayrişahsi piyasaya yayılmak yerine Washington'ın dar kokpitin­
de odaklandığı gerçeği; Milli i malatçılar Derneği, Tarım Bürosu,
Amerikan işçi Federasyonu vs. grupları, "iş Dünyası," "Emek" ve
"Çiftçiler" adına söz a l maya sevk etmektedi r. Aynı zamanda (be­
l i rli menfaatlere sahip belirli bir bi rey ol mayan) "Vatandaş"a, "iş
Dünyası," "Emek" ve "Çiftçiler" hakkında sorular soran kamuoyu
yoklamaları sayesinde yükselişe geçen "Kamuoyu"na karşı da
artan bir hassasiyet bulunmaktadır. Asl ında bu g ruplar genellikle
tek bir ki mlik edinmeye ve normalde old uklarından daha büyük
bir tutarlılık içinde ol maya zorlanmaktadırlar.
Siyasi tartışma, bu nedenle, meselelerin tanımlanabildiği ve
uzlaşmanın sağlanabildiği bel irli menfaat çatışmalarından, deği­
şik g rupları kutuplaştıran ve topl umu bölen ideolojik çatışmalara
kaymaktad ı r.

Somut meseleleri ideolojik sorunlara dön üştürme eğilimi,


bunlara ahlaki ve aşırı duyg usal bir hava vermek, topl uma zarar
verecek çatışmalara davetiye çıkarmaktır. Walter Lippma nn yıllar
önce "Her parti nin kend ini bembeyaz ve diğerlerini simsiyah
gördüğü, 'prensipte' uzlaşmaz bir şeki lde böl ü nmüş bir mil let
kendini yönetemez," diye yazmıştır.
Siyasetin dai ma, ölümüne savaşlar silsi lesinden çok, pragma­
tik uzlaşma yoluyla ya pıl ması, Bi rleşik Devletler'in g urur kaynak­
ları ndan biri ol muştur. Sonuçta Theodore Roosevelt'in "pratik
siyaset"ine ve onun pratik çözüm yol larını reddederek reformla-
STATO SIYASETI VE YENI KAYGlLAR 1 49

rını asla gerçekleştiremeyen Gadkin ve Vi i iard gibi i htilafçıla rı kü­


çümsemesine hayran olmamak elde değildir. Ed mund Wilson'un,
T.R.'in tavrı nı ta nımladığı gibi, "siyaset lekesiz bir bayrağın düş­
manı yere serdiği ah laki bir haçlı seferi değil, kişinin kendini her
türden insana ve duruma uyd urması, oyunun kuralları n ı kabul
ederek ve rakipleri ni ta nıyara k ilerleme kaydetme meselesidir."
Demokratik siyaset, meşru g ru plarla pazarlık yapmak ve uz­
laşma a ramak demektir. Bu d urum, l i bera lizmi n tari hi katkısının
hukuku ahlaktan ayırmak olmasından dolayı böyledir. Bu ikisinin
ayrı ol ması gerektiği düşüncesi genellikle bir şok yaratır. "iki kı lıç"
doktri ni tarafından yönetilen Eski Katalik toplumla rda, devlet
Kilise'nin seküler bir koluydu ve halka Kilise'ni n a hlaki buyrukla­
rını dayatmaktayd ı. Bu, pratikte ol masa da siyaset teorisinde
doğruydu, çünkü topl um homojendi ve herkes aynı dini değerle­
ri kabul etmişti. Fakat Reformasyon'un a rdından gelen d i n savaş­
ları, çoğ ul bir toplumun tolerans prensiplerini d ikkate aldığı sü­
rece varlığını sürdürebileceğ ini kan ıtlamıştır. Katalik olsun Pro­
testan olsun hiçbir g rup, ahlaki değerleri ni bütün insanlara da­
yatmak için Devlet'i kullanamaz. Politiques partisinin belirttiği
gi bi, "sivil toplu m inanç uğruna yok olup gitmemelidir."
Modern li beral toplumun bu teorik temelleri, kanun ve ahlakı
birbirinden ayıran ve i lki ni, deyim yerindeyse, "oyunun kuralı"
olarak ta nım layan Kant tarafı ndan tamamlanmıştır. Hukuk asli
meselelerle değil, yarg ılama yöntemlerine ait meselelerle ilgile­
nir. Asli meseleler, temel olarak Devlet'in müdahale etmemesi
gereken vicdan i meselelerdir.
Bu ayrı m, Amerikan demokrasisinin köken ini ol uşturmuştur.
Madison'a göre gruplaşmalar (veya menfaatlerin farkl ı laşması)
özg ürlüğe kök sal mıştır, kaçınıl mazd ır ve Cumhuriyet'in görevi,
gruplaşmaların kaynaklarını, yan i özgürlüğü ve "özgür i nsa nın,
'farklı' insanın, hata ya pabi len, heterojen, heterodoks, dik kafa l ı,
tartışmacı insanın gruplaşmaların ham maddesi olmasından do­
layı insanların yetenekleri nin farkl ıl ıklarını" korumaktadır.
Gruplaşmalar kaçınılmaz olduğu için, sebepleri ni ortadan kal­
d ı rmak yerine sonuçlarıyla ilgilenmek gerekir. Federal sistem
tarafı ndan kullanılan bir yol, devletin güçlerini ayırmaktır. Böyle­
ce hiçbir grup, g ücü kolaylıkla tekeli nde toplayamaz. Fakat Madi­
son bunun yeterli olmadığını bil iyordu. Özgürlüğe yönelik teh­
ditler, temsili h ü kü met tarafı ndan azaltı labilir ve bu geniş cumhu-
1 50 IDEOLOJININ SONU

riyet'te a rtan menfaatler "özel hakların g üvensizl iği"ni aza ltabilir.


Fa kat John Stuart Mill'in ikna edici bir şeki lde beli rttiği g i bi, tem­
sili hükü met bütün menfaatleri temsil etmelidir, "çü nkü d ışlanan­
ların menfaati daima göz a rd ı edilme tehlikesi altındad ır." Ve göz
a rd ı ed il meleri, diye ekler Calhoun, toplum düzenine karşı bir
tehlike ol uşturur.
Ancak temsili hükümet bütün temsili menfaatleri dahil ede­
rek, "sürekli ilerlemenin gerçek g üvencesi olan zıtların etkisi"ni
ca nlı tuta bi lir. Calhoun'un bel i rttiği gibi bu, "uzlaşan çoğunlukla­
rı" güvence altına almanın ve "popüler" çoğunluğun tiranlığını
kontrol altında tutmanın tek yoludu r. Çünkü bir konsensüse, bir
uzlaşmaya varmak sadece temsili hükümet sayesinde mümkündür.
Bu, Komünist "menfaat"in toplumdaki diğer menfaat g rupla­
rını nkine benzer bir meşruluğu olduğunu veya Kom ünist mese­
lenin tamamen önemsiz olduğunu söylemek değildir. Meşru
muhalif bir g rup olmaktan çok, bir komplo olarak komünist hare­
ket, demokratik topluma karşı bir tehdit olarak durmaktad ı r.
Demokratik topl um, "bariz ve hazır" tehlike kriteri ne daya narak,
zaman za man bu komploya karşı ha rekete geçmekted ir. Fakat
bunlar hukuki ala nda ele alı nması gereken konulard ı r. Komü nist
meseleyi diğer partilere veya g ruplara karşı siyasi bir çomak ola­
rak kullanma eğilimi veya hukuki sorunla rı a hlaki meselelere
dön üştürme (ve böylece yargı yol larını mahkemelerden ve ka­
nuni otoritelerden özel şahıslara kayd ı rma) eği limi, li beral bir
toplumda sadece geri lim yaratır.
Kuruluşundan bu ya na geçen 1 70 yıl içerisinde, Amerikan
demokrasisi sadece bir defa -iç Savaş sırasında- bölünmüştür.
O za mandan beri "dışlanan menfaatleri," işçileri ve küçük çiftçileri
dahil etmeyi kolay ol masa da öğrendik. Bunlar Amerika n siyasi
dengesinde meşru bir yer ed inmişlerdir. New Deal'ın ilk yıl larında
topl umu neredeyse parçalamakla tehdit eden ideolojik çatışma­
lar yatışmıştır.
Yeni orta sınıf grupları n ı n statü kaygılarından dolayı ortaya çı­
kan yeni bölü n meler yeni bir tehdit ortaya koymuştur. McCar­
thy'ciliğin öfkesi en çirkin aşırılıkianna varmıştır. Fakat bir tek
siyasi liderin veya g rubun şimdiye dek hakimiyet kuramayacağı
kadar büyük ve ka rmaşık olan Bi rleşik Devletler, şü phesiz ki bu
bölü nmeleri de za manında azaltacaktır. Bu, açık bir toplumdur ve
bu kaygılar açık topl umun bedelinin bir parçasıdır.
ll.
Ameri ka:
Hayat1n Karmaş1kh klar1
7.
BÖLÜM

Bir Amerikan Hayat Tarz• Olarak Suç:


Sosyal Hareketliliğin Sahte Basamakları

1 890'1arda Peder Dr. Cha rles Parkhurst New York'un genelevleri­


ne verilen polis koru masından şok olmuş bir halde h ü kü met
soruşturması talebinde bulundu. Ard ı ndan yapılan Lexow soruş­
turmasında, genç ve cesur William Travers Jerome sansasyon
üstüne sansasyon uyandıran halka açık bir dizi duruşmaya çıktı.
Kendi maaşını kat kat aşan bir refah ve zenginliğin hesabını sor­
mak için Emniyet Müdürlüğü'nün Birinci Müfettişi, "Ciu bber"
Williams'ın yakasına yapıştı. Clu bber, serveti ni "Japonya'daki" bir
arazi spekülasyonuyla kazandığını kısaca açıkladı. "Tenderloin
bölgesi''nin -Broadway'in otellerle, tiyatrolarla, restora nlarla,
kumarha nelerle ve barlarla dolu ünlü merkezi- "tahsilatçı"sı
tıknaz polis şefi Schmittberger, koruma paralarının emniyet g üç­
leri tarafı ndan nasıl bölüşüldüğünü ayrı ntı larıyla anlattı. Dolandı­
rıcılar, polis memurları, kamu görevlileri, iş adam ları hep beraber
mahkemenin karşısında gösteri yaparak her biri iğrenç çürüme
ve suç hikayelerine kendi böl ümlerini kattılar. Ortaya çıkan bütün
bu şeylerin sonucu, güvenilir iş adamı William L. Strong'un bele­
diye başkanı ve Theodore Roosevelt'in polis komiseri olara k se­
çildiği reformlar olm uştur.
Kal ıcı olmayan önceki reform zaferleri g ibi, elbette ki bu da
kalıcı olmadı. Yine de ritüel drama tekrar sahneye kon uldu. Otuz
yıl önce New York'daki Seabury soruşturması 'teneke kutu eki­
bi'ni ve 'otuz üç küçük McQuade'i ortaya çıkarm ıştı. Jimmy Wla­
ker belediye başkanlığından atı ldı ve yerine Fiorello LaGuardia
1 54 IDEOLOJININ SONU

getirildi. Tom Dewey bölge avukatı oldu; end üstri haraçlarının


önünü kesti, Şanslı Luciano'yu hapse gönderdi ve Al bany'de
hü kümet koltuğuna oturd u. Ondan sonra reform 1 950'de Ketau­
ver ve onun komisyon dan ışmanı Rudolph Hal ley d i psiz görünen
kuyuya yeni bir taş atana kadar çürümenin pisboğazına otu rdu.
Tekrarlanıp duran bu döngü nasıl açıklanır? Açıkçası reform is­
teğ inin derin köklerinde yatan "iyi adamlar" ile "kötü adamlar"
a rasındaki basit ahlaki ayrımın, Amerika n topl umu ndaki organize
suçların rolüyle çok az ilgisi vard ı r. Peki o za man neyle ilgilidir?

Sahte Basamaklar
Amerikalıların siyasette uzlaşmak ve a h lakçı l ıkta aşı rıya kaçma k
konusunda olağanüstü bir yetenekleri vardır. En utanmaz siyasi
an laşmalar (ve "kaçakçılıklar"), acil bir çözüm yolu ve gerçekten
gerekli olduğu ileri sürü lerek rasyonel leştirilm iştir. Yine de hiçbir
ülkede i nsanların iştahını gem iemek ve bun ları yasadışı olarak
yafta lamak gibi mu hteşem gi rişimiere ve böylesine parlak başarı­
sıziıkiara rastlanmaz. Başlangıçtan beri Amerika her şeyin yolun­
da olduğu öncü bir topl um ve içki yasaklayan kanunlarla adil bir
ülke olmuştur. Yüzyı l ı n sonunda, büyükşeh ir ve küçük kasaba
töreleri arası ndaki ayrı m genişlemiştir. Suç, gelişen bir iş sahası
ola rak sonuna kadar açık, şehirli toplumun cesaretlendirdiği ve
orta sı nıf Protestan ahlakı n ı n başka herhangi bir uygar ülkede
görül meyen bir şiddetle bastı rmaya çalıştığı fahişelik, a l kol ve
kumar gelirleriyle beslenmiştir. Katalik kültü rler, nadiren böylesi
kısıtlamalar getirmiş ve böylesi aşırı i l kiara nadiren maruz ka lm ış­
tır. Aşırı resmi ve düzg ün Angl ikan ingi ltere'de bile, fahi şel ik Pic­
cadi l ly gece hayatında yaygındır. Kumar da, en büyük ve en po­
püler endüstrilerden biridir. Amerika'da kamu ahlak kura l larının
dayatı lması, tarihi mizin devam eden bir özel liği olm uştur.
Max Scheler'in, ah laki öfkenin orta sınıf psikolojisinin tuhaf bir
gerçeği olduğu ve bastırılmış bir kıskançlığı gösterdiği genelle­
mesinde gerçek payı olabil ir. Belki de en büyük gerçek, Amerikan
gelişiminin kavgacı doğasında ve suçun sosyal karakterinde yat­
maktad ır. Suç birçok açıdan, a h laki değerler ile topl umun gele­
nek ve göreneklerini karikatürleşti ren sihirli bir aynadı r. Amerikan
iş çevrelerinin va hşi hayat tarzı, özellikle yüzyılın sonunda kaba
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 55

gangster unsurların "iş" yapma tarzı na yansımıştır. Bunların bir­


çoğu, Horatio Alger'in i leri sürmüş olduğu gibi, "i leri gelen" yeni
göçmen ailelerden gelmekted ir. Eskiden Protestan geleneğinde,
Daniel Drew'inki gibi yoğun bir açgözlülük, zorlayıcı ah laki öfkey­
le rasyonalize edilmişti. Fakat iş dü nyasında acı masız iş adamları­
nın ki liseye giden Sabbath dindarianna yaptıkları resmi reveransı
gangsterler yapamazlar. Dahası, kalaba lık şehirlerin asfalt orma­
n ı nda avianan genç suçlu için Amerikan kahramanı, ka labalıkları
kurnazca manipüle eden işadamı yerine, "si lahlı adam"d ır. Bir
defasında Teddy Roosevelt, "Hiçbir ticari zenginlik kahrama nca
erdemierin yerini tutamaz," diye yazmıştır. Amerikalı "avcıdır,
kovboyd ur, sınırda oturan kimsedir, askerdir, deniz ka hramanı­
dır" ve kalabalık varoşlarda gangsterd i r. Ta bakalaşmış toplumun
ka rmaşı k sistemlerinde kendisinden esirgenen kişisel değeri,
silahla elde etmeye çalışan bir adamd ır o. Ve kanunla ya pılan
düel lo, mükemmel likle boy ölçüşen bir ahlak oyu nud ur: yasadışı
arzuları m ızı taşıyan gangster ve nihai hükmü temsil eden savcı
ve hukukun g ücü.
Yine de bütün bunlar daha geniş bir bağlamda ortaya çık­
maktadır. Ka nunlardan ayrı bir tarzda tatmin edilen a rzular, gele­
neksel ahlak kuralları nın "yasak meyve"sine duyulan açlıkta n
daha fazla bir şeydi r. Bunlar aynı zamanda -kend ine ait bir iş
yoluyla elde edilen bağımsızlı k, sosyal ilerleme ve sosyal prestij
arzusu olara k "ahlaki" istekler g i bi- Amerika'nın "açık" toplu­
munun çarpı klığı ile dokusunu ol uşturan karmaşık ve sirkülasyon
halindeki grup, sınıf, etn ik katman laşma yapı larına da g i rmekte­
dir. Sosyologların dili nde, suçun toplumda "fonksiyonel" bir rolü
olduğu için, şehir haraçç ı l ı kları -bireysel yasadışı faaliyetlerden
çok, ka rların devam etmesi için orga nize edilen yasadışı faaliyet­
ler- Amerikan hayatında sosyal hareketl iliğin sahte basa ma kla­
rından biridir. ( 1 ) kitle tüketim ekonomisinin bir fonksiyonu ola­
rak organ ize kumarın ayırt edici rolü; (2) birbiri ardına marjinal
işlere ve suçlara bulaşan göçmen g rupları n ı n rol ü; (3) suçun şe­
hirli siyasetin mekanizması n ı n değişen karakteriyle ilişkisi değer­
lendiril meden, Ameri ka'da organ ize suç soru nunun a n iaşılama­
yacağ ı n ı söylemek abartılı ol mayacaktır.
1 56 IDEOLOJININ SONU

Gatsby Modeli
Bir toplum değişti kçe gecikmeli bir şekilde suç türleri de değişir.
Amerikan toplumu daha düzen li oldukça, Amerikalı iş adamları
daha çok "medeni" ve "daha az "korsan" oldukça, Amerikan ha­
raççıları da duruma ayak uydurmaktadır. iş kuruluşlarının yapı­
sında önemli değişi klikler olması gibi, "kuru msa llaşm ış" suç ör­
gütleri de değişime uğramıştır.
Amerika'da son elli yılda toplumun temel yönel i mi; sanayi nin
rasyonal izasyonuna, sanayinin kendi kendini yetiştirmiş kaba
liderlerinin yol yordam bilen saygıdeğer kişilere dönüşmesine ve
kitle tüketim toplumunun ortaya çı kmasına doğru olmuştur.
1 940'1arda "ku rumsallaşmış" suç alanı ndaki en önemli değişim,
diğer yasadışı faaliyetler karşısında kumarın a rtan önemidir. Mil­
yarla rca dolarl ı k bir iş alanı olarak kumar, Amerikan şirketlerinde
yaşanan genel değişi me paralel bir dönüşüm geçirmiştir. Bu pa­
ra lel lik için birçok örnek verilebi l i r: kumar oyunların ı n end üstriyel
organizasyonu bakı m ından (yani milli ya rışlar ve bahislerde riskin
azaltı lması gibi) karmaşık teknoloji lerin gelişmesi; itibar bakı mın­
dan, tatil köylerinde büyük ve popüler kumar gazi noları nın açıl­
ması ve metropol bölgeleri ne uydu konul ması; kitle tüketim
ekonom isindeki fonksiyonel rolü bakı m ından (yüklü m i ktarda
para ta mamen el değiştirdiği için elli milyon yetişkin Amerikalı­
n ı n bu heyeca nını hiçbir şey asla bastıramamaktadı r); spor ve
eğlence dü nyasında, yani "kafe sosyetesi nde," önemli kon umlar­
daki kuma rbazların sosyal olarak kabul edilmiş olması bakımın­
dan.
Asl ı nda kendini meşrulaştırma çabası içerisinde kumar, daha
eski ve teh likeli yasadışı faaliyetlere karşı bir güç haline gelm iştir.
Örneğin 1 946'da, bir Chicago gangsteri olan Pat Man no, Accar­
do-Guzik şebekesi adına kumarhaneleri ele geçirmek için Dallas,
Texas'a gittiğinde Şerif'e şu şekilde g üvence vermiştir: "Uyuştu­
rucu kaça kçı la rı na, yan kesicilere, kiralık kati liere karşıyım. Bu
hazmedemed iğim bir şeydir. Ve oradaki ahbapları m, ekip böyle
bir şeye katlanamamaktadır. Onları korkutuyarlar ve hatta mer­
keze gidip bu kon uda neden bir şey ya pmadıklarını soruyorlar."
Jimmy Cannon bir defasında, Chicago'da kumarhane baskın­
ları başladığında "şebeke"n in mevcut sağlam ilişkileri bozarak,
sırf olay çıkartmaları için pol isin genç pankçılar ile serserilere göz
BIR AMERIKAN HAYATTARZI OLARAK SUÇ 1 57

yumasını protesto ettiğini bel irtmiştir. Bugün Bi rleşik Devlet­


ler'de, yirmi veya kırk yıl önce olduğu kadar büyük organize çap­
ta fuhuş yoktur. Örf ve adetler ile ahlak kurallarının değişmiş
olduğu gerçeği bir yana, bir endüstri olarak fuhuş, kumar kadar
kazanç sağ lamamaktadı r. Bunun ya nısıra, fuhuşun varlığı, Ameri­
kan hayatında kumarbazların ve kumarı n kazandığı üstü kapalı
ahlaki kabulü ve kısmi itibarı tehdit etmektedi r. Herhangi bir
kumarhane işletmedsinin ifadesiyle, fuhuş "kumarhane işi için
kötüdür."
1 940'1arın suç dü nyasının ku mar endüstrisinin şefleri tarafı n­
dan belirlenen tarzı, on yıl öncesinin şartlarına göre tam bir tezat
ol uşturmaktadır. Eğer o za manlar bir Kefauver raporu hazırlanmış
olsaydı, başlıca isim ler Lepke ve Gurrah, Dutch Schultz, Jack
"Legs" Diamond, Şanslı Luciano ve biraz geriye g iderek yeraltı
dünyasının çarı Arnold Rothstein olurdu. Bu adamlar (narkotik ve
fuhuşla iştigal eden Luciano dışında) başlıca "endüstri haraççıla­
rı"d ı r. F. Scott Fitzgerald'ın Great Gatsby'deki kumarbaz Wolf­
sheim karakterine model olan Rothstein'ın daha büyük bir görevi
vard ı: o, daha sonradan Fra n k Castelio'nun olduğu gibi, yeraltı
dünyasının finansörü, koord inasyon mantığını anlaya n, düzen li
bir gelir kaynağı olarak organize suç peşinde koşan ve mesleği
suç olan öncü, büyük bir işadamıyd ı . Bu yöndeki temel ilgi alanı
endüstri haraççılığ ıyd ı. iş anlaşmazlıkları yoluyla bu alana g iriş
ya pmıştır. Bir seferinde hazır giyim sektöründeki işverenler Legs
Diamond'u ve adamlarını g revleri kırmak için tutm uşlardı. O za­
manlar palto imalatçı ları sendikasını kontrol eden Komün istler,
g rev gözcü leri ni korumak ve g rev kırıcıları dövmek için Little
Orgie'yi kiralamı şlard ı . Ancak çok sonra her iki taraf da, Legs Di­
amond ile Little Orgie'nin aynı adam, (Rothstei n) için çalıştıklarını
anlamıştı.
Rothstein'ın başl ıca taki pçileri Lepke Sucha lter ve Gurrah
Shapiro, otuzların başlarında erkek ve kad ı n g iyi m sanayileri ne,
boya, kü rk, un taşımacılığı ve diğer alanla ra hakimdi. Giyim sek­
törü gibi son derece kaotik ve acımasız bir endüstride haraççılar,
paradoksal olarak rekabeti düzenleyerek ve fiyatları sabitleyerek
istikrar sağlayıcı bir rol oynamışlard ı r. N RA geldiğinde ve bu gö­
revi üstlendiğinde işadamları bir zama nlar kısmen iktisadi bir
hizmet olan şeyin şimdi tam bir zorba l ı k haline geldiğini fark
etmiş ve polis müdahalesi ni istemişlerdir. Diğer haraççılık türle-
1 58 IDEOLOJININ SONU

rinde, haraççıların kend ilerini aracı olarak gördükleri -ne gemi­


cilerin ne de kamyoncuların üstlenmek istediği bir görevi ala­
rak- kolay bozulan g ıda maddeleri taşı macı lığında ve liman
yüklemelerinde iyi kötü bir tür uzlaşma sağlanmış ve haraççı lar
kısmen meşru bir maskeye bürünmüşlerdi. Eskiden liman bölge­
sinde haraççılar gerekli yükleme görevini fahiş bir fiyatla yerine
geti rirlerd i. Bu tekel, hem send ikalar hem nakliyeciler hem de
üstü kapa lı olarak devlet tarafından tan ınmıştı.
Fakat son on beş yılda endüstri haraççılığı fazla bir imkan ta­
nımadı. Amerikan kapitalizminin kendisi gibi, suçun önemi üretim­
den tüketime doğru kaydt. Suç vatandaşın, genelde kumar yoluy­
la, bir tüketici olarak doğrudan söm ürül mesine odaklandı. Ve bu
büyük gelirlerin koru nması siyasetin ayrıl maz bir parçası olduğu
halde, kumar ve çeteler a rasındaki ilişki giderek daha ka rmaşık
bir hal al mıştır.

Büyük iş Bahisçileri
Gayri safi milli hasılada asla görünmediği ha lde, geçen son on
yılda kumar Birleşik Devletler'de en büyük end üstrilerden bi riydi.
Kefauver Komitesi 20 mi lyar dolarl ı k bir iş hacmi tahmininde
bulun muştur. Bu rakam rastgele bulunmuş ve yayg ın bir şekilde
kullanıl mıştır, fakat asl ında kumar "ci ro"sunun ve "gel ir"inin ne
kadar olduğunu, ne kadarının meşru (at ya rışı bah isleri, vs.) ne
kadarının gayrimeşru olduğunu kimse bil memekted ir. Asl ı nda
komite tarafından bel irtilen rakam rastgeled ir ve old ukça uydu­
ruk bir şekilde hesaplanmıştır. Komite üyelerinden birinin dediği
gibi: "Harca nan para hakkında hiçbir fikrimiz yok. . . Cal ifornia suç
komisyonu 1 2 milyar dolar dedi. Chicago'dan Virg il Paterson
otuz milya r olarak tahmin etti. Biz de her ikisinin orta laması olan
20 mi lyar doları aldık."
Eli mizde kapsamlı bir veri olmasa da, bazı örneklerden birçok
faaliyetin büyükl üğünü çıkarabili riz. Aşağıdaki rastgele seçi lmiş
örnekler bir gösterge olabilir:
James Carroll ve M&G şebekesi, St. Louis'de yıllık 20 mi lyon
dolarl ı k iş ya pmıştı. Bu, şehi rdeki en büyük iki kumarhaneden
biriydi.
Miami'deki S&G şebekesi nin yıllık 26 milyon dolarlık bir iş
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 59

hacmi vard ı. Florida'daki toplam rezervasyonlar 40 milyon dolara


ulaşmıştı.
1 95 1 'de 69.786 müessesede kumar makinesi vardı (her biri
Milli Geli r Bürosu'na 1 00$ lisans ücreti ödemişti); genel orta lama,
bir lisans için üç makinedir ki bu da Birleşik Devletler'de toplam
2 1 0.000 ku mar maki nesi çalışıyor demekti. Bahislerin az veya çok
düzen l i olduğu yasal alanla rda, her bir makine için orta lama brüt
"kazanç" haftal ı k 50$'dı. Chicago'daki en büyük şans çarkı "Black
Beit" 1 946'dan 1 949'a kadar olan dört yıllık dönemde, old ukça
büyük "genel giderler" indiriminden sonra verg ilend i rilebilir net
karını 3.656.968$ olarak bildirmiştir. 1 947'de büyük "beyaz" şans
çarklarından biri 2.1 37.000$ brüt gelir ve 205.000$ net kar beyan
etmiştir. Bir E.O.M görevlisi, kendi send ikasın ı n alt kademedeki
görevlilerinden belki yüzde 1 5'inin şans oyunla rına karıştığını
belirtmiştir (bir işletmede serbestçe dolaşan bir h izmetli bahisleri
organize etmek için mükemmel bir kon umdadır).
Spor alanındaki bahislere harca nan dolarlar düşünüldüğünde
-beysbol için tahmini altı mi lyar, futbol için bir mi lyar, basketbol
için bir mi lyar, at yarışı için altı mi lyar- Elmo Roper'in "sadece
g ıda, çel i k, otomobil, kimya, makine sanayi leri nin büyük iş hac­
mine sahip olduğu" yönündeki yargısı o kadar da inanılmaz gö­
rünmemektedir.
Birleşik Devletler'de kumar uzun za mandır gelişmiş olmasına
karşın, büyük matyan ı n endüstriye girişi -ve yayı l ması- Yasak­
lama'nın yürürlükten kaldırı l masının onları yeni alanlar a ramaya
zorladığı otuzlarda başla mıştır. (Bu değişimin, kabaca kuma rın
"demokratikleşti ril mesi" olduğu söylenebilir. 1 860'ların,
1 870'leri n ve 1 880'lerin New York'unda şehrin zengi n lerinin,
bankerlerinin ve sporcu larının kumar oynadığı zarif mekanlar
bulun maktayd ı. Meyhane, işçi nin eviyd i. O zamanların orta sınıfı
kumar oynamazdı. Amerika'nın değişen gelenek ve görenekleriy­
le 1 930'larda ve 1 940'larda kumarın yükselişe geçişi, orta sın ıfın
bir hayat tarzı olarak gazi nalarda kumar oynamaya başlaması
anlamına gelmektedir.) Artan gelirlerle beslenerek gelişen kumar
oynama alışkan l ığı görünürde en kazançlı alandı. içki kaça kçı l ı­
ğından kumara geçiş, büyü k ölçüde iş faaliyetlerinin transferiydi.
Doğu'da, Fra n k Costello, kumar makineleri ve bir dizi gösterişli
gazina işletmedl iğine başladı. Aynı zamanda diğer bahisçiler için
ba his "dağıtan" Erickson, "bahisçi"si için "ba n ker"lik yaptı. Benzer
1 60 IDEOLOJININ SONU

şekilde Joe Adonis, özel likle New Jersey'de birçok gazino açtı.
Baştan sona bütün ülkede birçok gangster bahisçil iğe başladı .
Diğer haraççılık türleri azalırken, kumar ve özel likle a t yarışı kırk­
larda gelişti ve yarış bilgilerini kontrol konusunda bir m ücadele
ortaya çıktı.
At yarışı bahisleri, belirli bir endüstriyel organizasyon gerekti­
rir. Temel bileşen zamandır. Bir bahisçi eğer yarış başlamadan en
son dakikada bahis oranları ile ilgili bilgi alabili rse iş ya pabili r.
Böylece bahisleri "riskten korur" veya "gara ntiye a l ı r." Yarışların
ülke genelinde aynı anda birçok yerde yapılmasından dolayı, bu
bilginin hızla ve doğru bir şekilde toplanması gerekir. Bu nedenle
ya rış ağı, yarış bahislerinin sinir düğümüdür.
Yarış ağı haberleri, yirmi lerdeki vahşi ve şiddetli Chicago ga­
zete savaşlarında -Hearst'ın ti raj m üdürü olarak kendisine kor­
kunç bir ün sağlayan- merhum Moe Annenberg'in dehası saye­
sinde başlamıştır. Annenberg, hipodromlardan bilgi toplayan ve
bunları derhal yarış listelerine, bahisçilere dağıtan telgraf ha ber­
leri fikrini keşfetmiştir. Bazı durumlarda hi podrom sahi pleri, An­
nenberg'e hipodromlardan haber gönderme hakkını verm işlerd i.
Bu haberler genellikle, hipodromlarda veya hipodrom yakı nla­
rında ça lışan elema nlar tarafından "ça l ı n maktayd ı ." Bu haber
dağıtma sistemi o kadar veri mli olmuştu ki 1 942'de kumarbazla­
rın yanısıra Hava Kuwetleri'ne de hizmet veren önemli bir telgraf
devresine uçak çarptığ ında, Continental Press kumarbazlar için
yarış haberleri ağı hizmetini on beş dakikada onarırken, bu iş
bütü n Batı Sahili'nin savunmasından sorumlu Dördüncü Or­
du'nun yaklaşık üç saatin i a l mıştır.
Annenberg, sadece telg raf haberlerini dağıtmanın yanısıra alt
kaynakları da kontrol altında tutan, ülke genelinde bir yarış en­
formasyonu zinciri kurmuştur. 1 939'da Milli Gel i r Bürosu'nun
gelir vergisi tarafından baltaianmış ve telgraf hizmeti üzerinde
monopal kontrolü kurmakta n yakalanmış olarak işi bıraktı. Ne
hissesini sattı, ne bir kar kurtarmaya çalıştı. Sadece işi bıraktı. Yine
de yerleşik ve başarıl ı herhangi bir kuru luş gibi, dağılmış bir hal­
de de olsa şirket devam etti. Annenberg'in operasyon müdürü ve
aynı za manda eski Chicago ti raj savaşları gazisi James Ragen,
milli telgraf hizmeti ni sahte bir a rkadaş a racı lığıyla üzerine aldı ve
Continental Press Service adını verdi.
Birçok şubesinin faal iyetleri gibi resmen yasadışı olan (yani
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 61

haber çalan, bahisçilere enformasyon tedarik eden, vs.) Annen­


berg ve Ragen telgraf hizmetinin faaliyetindeki en önem li nokta,
gangsterlerin hiçbir payı olmamasıd ı r. Gerçekten yasadışı bir işti,
fakat her şeyden önce bir işti. Kumarbazlar ile gangsterler arasın­
daki fark, göreceğimiz gibi konuyla ilgili bir ayrımdır.
1 946'da temel ilgi alanı gazinalarda kumar oynatmaktan çok
bahisçilik yapmak olan Chicago çetesi, telgraf monopolüne doğ­
ru geçmeye başlad ı . Yasakların yürürl ükten kaldırılmasının a r­
dından Capone'n in yardımcıları, Lepke gibi işçi şantajcı l ığ ı na
başladı. ("Deve") Murray Humphries kamyonculuk, işletim mü­
hend isliği, yıkama-kurula ma, çamaşırhane, keten bezi end üstrile­
rini zorladı. Önemsiz bir serserilikten gelen Willie Bioff ve sendi ka
görevlisi George Browne, Capone'nin başlıca takipçileri ("Ki ra l ı k
Katil") Frank N itti ile Paul Ricca si nema filmleri sendikas ı n ı n kont­
rolünü ele geçird i ler ve "grevleri önlemek" için aldıkları büyük
parala rla si nema end üstrisini haraca bağlad ı la r. 1 943'de devlet
müdahale ederek endüstri haraçiarına kuvvetli bir darbe indirdi­
ğinde, geriye kalan kodamanlar Charley Fischetti, Jake Guzik ve
Tony Accardo kumara yoğ unlaşmaya karar verdiler ve özellikle
yarış haberleri ni ele geçi rmeye başladılar.
Chicago'da yarış haberleri servisinin bir a lt bayisi ni kontrol
eden Guzi k-Accardo çetesi, Continenta l'ın telgraflarını g izlice
din lemeye başlad ı. Los Angeles'da Continental'ın yerel dağıtım
acentesi başkanı, Mickey Cohen ve Joe Sica hesabına ça l ışan
serseriler tarafından dövüldü. Kavgadan sonra, ülke ça pında
Tra ns-Amerikan Publishing olarak bili nen yeni ve rekabetçi bir
telg raf enformasyon-dağ ıtım hizmeti kuruldu. Bunun için gerekli
olan para, Chicago çeteleri ile o zaman Las Vegas'da bahisçi lik ve
telg raf haber servisi monopolü olan Bugsy Siegel tarafı ndan
sağlanmıştır. Birçok bahis Continental'dan çekilmiş ve yeni kuru­
lan işletmeden bilgi satın almıştır; birçok ba his de her ikisinden
satın alınan bilgi lerle riskten koru nm uştur. Yi ne de, yıl sonunda
Capone'nin çetesinin haber ağı yaklaşık 200.000$ kaybetmiştir.
Ragen şiddetli olaylar çıkacağını hissederek, Cook bölge avukatı­
na gitmiş ve rakipleri nin kendisini öld ürmekle tehdit ettiğini
söylemiştir. Ragen raki pleri ni tanıyormuş. Haziran 1 946'da av
tüfeğiyle vurularak öldürüldü.
Bundan sonra, Capone çetesi Trans-Ameri kan'ı bıraktı ve Con­
tinental'ın bir "parça"sını ele geçirdi. Milli yarış haberleri ağı üze-
1 62 IDEOLOJININ SONU

rinde kurdu kları yeni kontrol sayesinde Capone çetesi, sözde S &
G şebekesi tarafından işletilen ka rlı Miami kumar işini zorlamaya
başladı. Uzun bir zaman S & G'nin bahisçi lik üzerindeki monopal
etkisi o kadar eksiksiz olmuştur ki New York kumarbazı Frank
Erickson pahalı Roney Plaza Otel i'nde 45.000$'a üç ayl ı k bir bahis
imtiyazı satın aldığ ında, yerel polis bir hayli rekla m ı ya pılan bir
baskı nla üstüne çullan mıştır. Bir sonraki yılda Roney Plaza yine
yerel yetenekleri kullanm ıştır. Anca k Capone g rubu daha sı kıydı .
M i a m i bah isçi liği üzerinde hisse ta lep ettiler v e reddedildiklerin­
de de büyük otel lerdeki bazı bahisçi leri kendi lerine katıl maya
ikna ederek kendi şebekeleri ni kurmaya başladı lar. Florida Va lisi
Warren'in -Valinin kampanya fonuna 1 00.000$ katkıda bulunan
eski Ch icago köpek yarışları işletmecisi William Johnston'ın bir
a rkadaşı gibi görünen- suç müfettişi ortaya çıktı ve sadece S &
G ile bağı bulunan bahisçilere baskı nlar düzenlemeye başladı.
Bunun üzerine yarış haberlerini Continental Press'in yerel bayi­
si nden al makta olan S & G kendi haber servisinin birdenbire ke­
sildiğini görd ü. Bi rkaç gün için şebeke New Orleans'dan bilgi
sızdı rmaya çalıştı fakat işlerin aksad ığını fark etti. On günlük yıp­
ratıcı bir savaş sonrasında S & G'nin beş ortağı, ya nlarına bir yılda
toplam 26.000.000$ kazandıran Miami işine 20.000$ göstermelik
yatırım ya pan altıncı bir ortak buldular.

Kumarbazlar ve Beyler
Amerikal ılar kumarı yasadışı ilan ettikleri ha lde, onun ahlaksız bir
şey olduğuna yürekten inanmad ı lar; kiliseler bile bingo ve piyan­
go çılgınlıkları ndan faydalandı. Böylece, kumar oynadılar ve ku­
mar gelişti. Bu açık tablo karşısı nda, Kefauver soruşturması sıra­
sında Senatör Wiley'nin öfkeli ses tonuyla, Senatör Tobey'in sar­
sılmış dürüstl üğü tuhaf bir şeki lde d u rmaktad ı r. Yine de muhte­
melen Kefauver Komitesi'nin faal iyetlerine etkileyici bir nitelik
kazandıra n, bu şaşkı nlık havası olmuştur. işte birçok Amerika l ı nın
bildiği hayatın gerçeklerini görü nürde bilmeyen birtakım sena­
törler. işte Senatör Tobey'in şahsında eski New England Püriten
ina ncı, kendi kurd uğu fakat asla görmed iği bir dü nya olan en­
düstriyel Amerika'da el yordam ıyla dolaşmaktad ı r. işte kinizmin
kamu hayatında yaygın hale geldiği bir za manda eski moda ah-
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 63

laki öfke.
Böylesi bir a hlaki coşku övgüye değer olduğu kadar, gerçekle­
rin zekice bir ayrı mını yapmamıştır. Kefauver dava ları sırası nda,
örneğin bütün kumarbazla rın her zaman gangster oldukları sanı­
sı egemend i r. Bu, geçmişte birçok türde gangsterlik olayında
parmağı olan, Chicago'n un Accardo-Guzik şebekesi için geçerl iy­
se de; Amerika'daki birçok büyük kumarbaz için geçerli değild ir.
Bunların birçoğu, temel bir Amerikan oyun ihtiyacını karşıladıkla­
rını düşün mekte ve içki kaça kçıları gibi nasıl anıldıklarına bakarak
bir suçl uluk duygusuna ka pılmamaktadır. Sonuçta, Sherman
Billingsley, Klüp "2 ı "deki Kriendlers g ibi, g izlice içki satan bir
işletmed olarak işe başlam ıştır. Bugün Stark Club ile eski Jack ve
Charlie'ni n yeri, Amerika'daki en gözde gece kulü pleri ve resto­
ra nlarıdır (Stark Clup'ın önem li bir patronu: J. Edgar Hoover).
Miami'deki (Harold Salvey, J ules Levitt, Charles Fried man,
Sam Cohen ve Edward [Eddie Luckey] Rosenbaum tarafı ndan
yönetilen) S & G şebekesi; örneğin telefon hizmeti veren, "koru­
ma" sağ laya n, zor bahislerde nakit ihtiyacı olanlara bankerli k
yapan, kısacası tekstil alan ındaki büyü k imalatçı şi rketlere veya
otomobil end üstrisindeki kredi şi rketlerine benzer bir şeki lde
faa l iyet gösteren iki yüz kadar bahisçiden oluşan bir uzman ekip­
tir. Yine de Kefauver'e göre, S & G'nin adamları "kaypak ve küstah
karakterlerdir. . . . Salvey, örneğin yirmi yıldır bahisçi likten veya
diğer bahisçi leri fi nanse etmekten başka bir şey ya pmadığını
söyleyen eski bir bahisçidi r." Komite açıklamaları ve Miami poli­
si ndeki yeni temizlik operasyonları sonucunda S & G şebekesinin
işi bı rakma nedeni, birliğin avukatının Kefauver'e söyled iğine
göre, "elemanların" dünyadaki en kötü canavarlar olarak göste­
ril mekten bıkmalarıyd ı . Cohen,"kanunları çiğnedikleri doğru"
diye onayla mıştır. Fakat kumardan başka kötü bir şey ya pmam ış­
Iardı ve bunun için "dünyayla savaşmaya değ mez."
Hepsi nden çok merak uyandıran, -yı llarca Kentucky Derbisi
kış bahisleri ile beysbol şampiyonluk ya rışlarında bahis oranlarını
belirleyerek, ülkeni n spor gazetelerinin sayfalarında kendinden
en çok a l ı ntı yapıla n- St. Louis "bahis komisyoncusu" Ja mes J.
Caroll'dı. Senatör Wiley, Camus'nün Yabancı (The Stranger) roma­
n ı ndaki savcı gi bi konuşmaktadır:

SENATÖR WILEY: Çocuğunuz var mı?


1 64 IDEOLOJININ SONU

BAY CARROLL: Evet, bir oğlum var.


SENATÖR WILEY: Kaç yaşında?
BAY CARROLL: Otuz üç.
SENATÖR WILEY: Kumar oynuyor mu?
BAY CARROLL: Hayır.
SENATÖR WILEY: Onun büyüdüğünde profesyonel veya a ma-
tör bir kumarbaz olduğunu görmek ister misiniz?
BAY CARROLL: Hayır.
SENATÖR WILEY: Peki. Oğlunuz sizin işinizle ilgileniyor mu?
BAY CARROLL: Hayır. O bir imalatçı.
SENATÖR WILEY: Neden onu işe sokmuyorsunuz?
BAY CARROLL: Şey, pek çok insan psikolojik olarak kumara
uyg un deği ldir.

Senatör bu satrançta geri hamle yaparak, Carroll'un siyasi


kampa nyalara yaptığı katkıları tespit etmeye çalışm ıştır:

SENATÖR WILEY: Şimdi bu sabah size siyasi adayiara veya par­


tilere para ya rdımında bulunup bulunmad ığı nızı sordum ve siz
de bir seferinde 200$'dan fazla yard ı m yapmadığınızı söyled iniz.
Bu raka m ı n herhangi bir ka mpanyaya yaptığ ınız katkı ların top­
lamını göstermed iğini sanıyorum, doğru mu?
BAY CARROLL: Şey, doğru olabilir de ol mayabilir de, Senatör.
Birçok du rumda "muhalif" old um. Elli yıldır, The Nation okuru­
yum. Farklı adayiara farkl ı nedenlerle katkı ya pma çağrısında
bulunan reklamlar veriyorlar. . . . George Norris için bir reklam
kampanyası yürüttüler. Sanırım ona ve büyük LaFol lette'ye kat­
kıda bulundum.

1 899'dan beri bahisçi lik işinde olduğunu itiraf eden Carroll,


ahla kçı Wiley'nin safıstike -fakat ahlaksız değil!- bir karşıt ka­
rakteriydi. işte yeraltı dünyasının veya yeraltı nın damgası n ı taşı­
mayan bir adam. O dü nyeviyd i, resmi retoriğe karşı a laycıyd ı,
insanların d ü rtülerine karşı önya rgıl ıydı, "bütü n kumar ka nu nla­
rı nın kendisinden özel menfaat sağ lamak isteyen birtakım g rup­
lardan veya insanlardan kaynaklandığını" düşünen bir "muha­
lif"ti.
insanların neden kumar oynad ığı sorulduğunda, Carrol l'ın elli
yı llık deneyi mini özetiediği açıklama, Amerikan topl umsal tari-
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 65

h inde önemli bir yeri hak etmektedir: "Soruyu nasıl cevaplayaca­


ğımı gerçekten bil miyorum. San ırı m ku mar bazı tipler için biyolo­
jik bir ihtiyaç. Sanırım kumarın insanların haya llerini gerçekleş­
tirmelerine yarayan bir özelliği var," demiştir.
Bir anlamda bütün Kefauver belgeleri, farkında olmadan bu
açıklamayı ortaya koyma ktad ı r. Komitenin zaman zaman yaptığı
açıklamalar, kumarı Amerikan hayatının serbestçe gel işen ve
yaygı n bir şekilde kabul edi len temel bir kurumu olarak göster­
mektedi r. Küçük kasabaların birçoğu nda kumarhaneler, meyha­
neler kadar alenidir. ill inois Maison'daki Havana bölgesi, Vali
Adlai Stevenson'un yerel kumarhanelere yaptığı müdaha leye
karşı tepki göstermiştir. 1 950'de kasaba 50.000$'1 ı k bütçesinin
1 5.000$'1ık kısmını, her ay kumarhanelere yapılan dostane bas­
kınlarla ve mekan sahiplerine kesilen cezalarla karşıla mıştır. Bele­
diye Başkanı Clarence Chester, "Kumar ceza ları ol mazsa gelecek
yıl zor geçecek," d iye şi kayet etmiştir.
Kumarbazlardan ayrı olarak bir de gangsterler vardı. Fakat
Senatör Kefauver'in ve adamlarının anla madığı şey, gangsterlerin
-ku marbazlar ve genel olarak bütün gangster dünyası g i bi­
kısmen itibar kaza nmaya ve Amerikan hayatında kendilerine bir
yer açmaya çalışmış olmalarıd ı r. Gangsterler genellikle göçmen
köken liydi ve suç, (örneklerden görüld üğü g ibi) sosyal yüksel işin
ve Amerikan hayatında yer edinmenin bir yoluydu.

Mafya Efsanesi
Gangsterler, kumar işine isted ikleri za man zorla girebilmekteyd i.
Çü nkü yerleşik kumarbazlar, ta mamen savun masızd ı ve koruma
için kanuna başvuramamaktayd ı . Bununla birlikte, ülke çapında
yasadışı unsurların komplosundan söz etmek, bir kumarbaz i le
bir gangsteri bi rbirinden ayırmayı reddeden senatörlerin kolayı­
na gelm iştir. Senatör Kefauver şu iddiada bulunm uştur: "Çeşitli
suçlu ya kınlarının protestoları na, bağı msız siyasetçi lere, gözü nün
önündeki ni görmeyen a ptal lara ve böyle bir şebekenin olmadı­
ğına dair yanlış yön lendirilen diğerlerine rağmen, Bi rleşik Devlet­
ler'de ülke çapında bir suç örgütü va rd ı r." Senato komite raporu,
durumu daha dra matik olarak bel i rtmektedir: "Ülke ça pında Mat­
ya olarak bilinen bir suç örgütü vardı r. . . Bu örgütün !iderleri,
1 66 IDEOLOJININ SONU

kendi şehirleri ndeki en karlı haraççı l ı kları kontrol leri altında tut­
maktadırlar. Bu haraççılıkların kontrolünün merkezi bir yerden
idare edildiğine dair i puçları bulun maktadır. . . Mafya, New
York'un Costello-Adonis-Lansky şebekesi ile Ch icago'nun Accar­
do-Guzik-Fischetti şebekesi ni birleştirmektedir. . . Bu g ruplar
ülkeden sürüldüğünden beri Luciano ile irtibat halindedi rler."
Maalesef bu kadar iyi bir hi kayeye ve bu hikayedeki balina
olan Mafya'ya rağmen, ne Senato Suç Komitesi'nin ifadesinde ne
de Kefauver'in kayıtlarında fonksiyonel bir örgüt olarak Mafya'nın
varlığına dair herhangi bir gerçek ka nıt ortaya konulabi l miştir.
Polis mem urlarının, Kefauver komitesinin önü nde, Mafya'nın
varlığına inandtkfannt belirttikleri bilin mekted ir. Narkotik Büro,
iddialara göre Luciano tarafından yöneti len dünya çapında bir
uyuşturucu şebekesi nin, Mafya'nın bir parçası olduğunu düşün­
mektedir. Fa kat ortaya konulan diğer tek kan ıt -neredeyse bü­
tün italyan gangsterleri Mafya hakkında bir şey bilmediklerini
bel irttiklerinde, Senatör Kefa uver ve Rudolph Hal ley'in şüpheli
cevapları bir yana- birtakım suçların "Mafya'nın işaretleri ni"
taşıdığıdı r.
Mafya, son yı llarda, genellikle Jack La id ve Lee Mortimer'in
dedektif öyküleri yazan ekibi tarafından efsane haline geti ril miş­
tir. Chicago Confidentia/'da, örgütü Amos ve Andy Kingfısh çevre­
sinin bir rakibi olarak gösteren, bir dizi isim ve unvan sayıp dök­
tüler. Fakat çok az ciddi muhabir bunlara itimat etti. "Ci nayet
A.Ş." zincirini kıran Brooklyn savcısı Surton Turkus, Mafya'n ı n
varlığını reddetmiştir. Senatör Kefauver de, ulusal çapta s u ç ör­
gütü portresine uygun bir şey bulamam ıştır. "Bugün bu örgüt var
olmakla birlikte yakalan ması zor ve şü pheli olsa da, örg ütün ve
entri kalarının kolayl ıkla ortaya çıkarı lamayacağını" itiraf etmek
zorunda kal mıştır.* Kefauver'in, birçok gangsterin yı l ı n belirli

Kasım 1 957'de New York Apalachin'de, italyanların- çoğu yeraltı ve


polis kayıtlarından oluşan- bir görüşmesinin poli s tarafından tesadüfen
o rtaya çıkarılması, Mafya söylentilerini yeniden canlandırdı. Time dergisi,
Serrell Hillman adlı muhabirini konuyu araştırması için görevlendirdi ve
muhabirin bildirdikleri şöyleydi: "Sözde Mafya i le ilgili bulabildiğim her
ipucunun peşinden koşarak New York, Washington ve Chicago'da birkaç
hafta geçirdim. Federal, eyalet ve yerel kanun uygulayıcılarıyla, polisle,
muhabirlerle, avukatlarla, dedektiflerle ve Chicago Suç Komisyonu gibi
kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşlarıyla görüştüm. F.B.I., Adalet
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 67

zamanları nda Hat Springs veya Arkansas gibi yerlerde topland ı k­


Iarına dair "kan ıt"ı fazla bir şey ifade etmez, "meslek"teki insanlar
genelli kle böyle yaparlar, New Jersey'li geveze, merhum Willie
Moretti'nin, merhum Al Capone'yle bir hipodromda nasıl tanıştı­
ğını anlatı rken söyled iği gibi: "Bak, iyi huylu insanlarla ta nıştırıl­
mana gerek yok, onlarla kend iliğinden ka rşılaşırsın."
Senato Suç Komitesi, neden bir Mafya ve milli suç örgütü teo­
risi nin üstüne atlad ı? Kısmen kendi dedikoduları onları ya nlış
yönlendirdi. Senato komitesi özg ün bir araştırma yapaca k ko­
numda değildi. Yasa l kadro ile araştırmacı kadrosu inanı lmaz bir
şekilde dardı. Senatör Kefauver, bu kadar duman çıka n yerde
korkunç bir yangın olması gerekir ya klaşı mıyla araştırmaya baş­
lamıştı. Fakat duman aynı zamanda bir sis perdesi demekti. Çete
faal iyetleri, yoğ un dedikodu ve aba rtı nın, radikal siyasi bir g rup­
ta kinden daha çabuk geliştiği bir alandır.
Amerika n mizacında, "biri leri nin" bu d üzensiz d ü nyayı dans

Bakanlığı ve Narkotik Büro yetkililerinden alt düzey görevlilere kadar­


Mafya i le sıradan bir bar kavgası arasında her zaman ilişki kurmaya hazır
olarak bir sokak satıcısından şüphelenen-Hearst'ın birkaç adli muhabiri
hariç hiç kimse böyle bir Mafya'nın varlığına inanmıyordu. Uyuşturucu
trafiğindeki büyük sorunlarla mücadele etmesi gereken Narkotik Büro,
italya ve Sicilya'daki organize bir Mafya ile Birleşik Devletler'deki Mafya
arasında işbirliği olduğunu iddia ediyordu. Fakat Büro hiçbir zaman bunu
kanıtlayamadı ve F.B.I. da bu konuda şüpheciydi. Edinilen genel kanı, sıkı
l;ıağlara sahip bir örgütün olmadığıydı. Bunun yerine, çeşitli şehirler ve
bölgelerdeki kendi alanlarında kendi işlerini yürüten, fakat (Appalac­
hin'liler toplantısındaki gibi) karşılıklı menfaatler söz konusu olduğunda
ortak çalışmaya başlayan serbest "ticaret birlikleri" bulunmaktaydı. Her
ne olursa olsun, hiç kimse bir Mafya'nın faaliyetlerine dair belirli bir kanıt
ortaya koyamamıştır."
1 959'un başında, Reader's Digest'in editörlerinden biri olan Fredric Son­
dem, Mafia üzerine çok satan Şeytamn Kardeşliği kitabını yayımladı. Fakat
Sondem'in metninin dikkatli bir oku ması, kaynaklarının genellikle Narko­
tik Büro dosyaları ndan alındığını ve kendi bulduklarının daha önceden
açıklanan belgelerin yeniden ortaya konulmasından başka bir şey olma­
dığını göstermektedir. (Kitabın çarpıcı bir eleştirisi için bkz. Times Literary
Supplement, Londra, 1 2 Haziran 1 959, s. 35 1 .) Ne ilginçtir ki; Mayıs
1 959'da New York'da eski bölge avukatı asistanı olan ve haraççı Johnny
Dio'yu yargılayan Alvin Goldstein, Vali Pat Brown için Califomia ile ilgili
bir suç araştırması yürütmüş ve Califomia'da Mafya'nın varlığına ilişkin
hiçbir delil bulamadığını bildirmiştir.
1 68 IDEOLOJININ SONU

etti ren karmaşık i plerle "bir yerlerde" oynadığı duygusu da vard ır.
Siyasette emek imajı "Wa l l Street" veya "Dev Şirketler"dir. iş dün­
yasının klişesi "Yeniden Yapı laşmacılar"dır ["New Dealers"]. Suç
alanında ise, herkesin dil inde dolanan a lçak, "Costel lo"ydu.
Kefa uver Komitesi'nin kendi yarattığı, her şeye g ücü yeten
Mafya ve zorba Costello efsanesine kapı l ması nın belirgin bir ne­
deni, kurumsal laşmış suçun Amerika'daki büyük şehir cemaatle­
riyle olan ilişkisi ha kkındaki sosyolojik gerçeklerden üçünü
özümsemekteki ve a nlamaktaki başarısızlığıdır. Bunlar sırasıyla
( 1 ) Büyük oranda italyan seçmen ierin ikamet ettiği bölgelere
sah i p New York, Chicago, Kansas City, Los Angeles gibi birçok
şehirde, bağ ımsız fakat eşzamanlı bir süreç olan önem li siyasal
kon umlara gelmek için birbirini takip eden kaçı nılmaz etnik ha­
reketli l iğin bir parçası olarak Amerika n italyan ortaklığının ortaya
çıkması; (2) Bugün kumarhanelerde ve çetelerde önem li ve ge­
nellikle lider roller üstlenen italyanların olduğu gerçeği; (3) ital­
ya n kumarbazların ve ga ngsterlerin genellikle italyan toplumun­
da "statü" ve şehir siyasetinde "nüfuz" sahibi oldukları gerçeği.35
Aslında bu üç gerçek birbiriyle bağ lantı l ıdır fakat bir "komplo"
kuracak kadar değil.

Yahudiler. . . irlandahlar. . . italyanlar


italyan toplumu, önceki göçmen g ruplardan çok sonra ve daha
zor bir yoldan zeng inlik ile siyasi n üfuza sahip olmuştur. Yahudi­
ler (on dokuzuncu yüzyı lın Alman Yahudi leri) ilk servetleri ni ge­
nellikle bankacı lık ve ticaretten elde etmişlerdir. Buna göre, Ya­
hudi topl um undaki egemen g ruplar şehirli siyasi mekan izmaların
d ışında ve bun lardan bağımsız ka lmışlardır. Sonraki Yahudi ser­
veti, Doğu Avru palı göçmenler a rasında tipik endüstri haraççıları
olan (Arnold Rothstein, Lepke ve Gurrah, vs.) birtakım Yahudi
gangsterlerin de katı l masıyla konfeksiyon alan ından elde edil­
miştir. Küçük bir azınlık olan Yahudi avukatlar a rasında (Sam
Ornitz'in Haunch, Paunch and Jow/'dakine benzer bir kah raman
olan) ''Tammany avukatı" gibi siyaset sayesinde yükselenler ve
suçun kıyısından geçenler bulun maktad ı r. Genelli kle toplumsal
liderler olan Yahudi avukatlarının birçoğu, yerleşik ve meşru Ya­
hudi serveti nin sağladığı fırsatla rla h ızlı bir tırmanışa geçmiştir.
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 69

Kuzey şehir merkezlerindeki iriandalı göçmenlerin serveti, genel­


li kle inşaat, taşı macılık ve liman bölgelerinde yoğu nlaşan ve
önemli ölçüde siyasi birlik (örneğin şeh i r sözleşmelerinde adam
kayı rma) yoluyla biri kmiştir.36
Böylece şehir siyaseti nin kontrolü, iriandalı siyasal servetin
deva m ı için önemli olm uştur. iriandalı göçmen serveti ve siyaseti
arasındaki bu ortaklık karşılıklı olm uştur. iriandalı işadamları ser­
vetlerin i iriandalı siyasetçilere kariyerlerinde ilerlemeleri için
ödünç verirken, birçok ünlü i riandalı siyasi figür de kendi isimle­
rini şirketler için önemli bir vitrin süsü olarak ödünç vermişlerd i r
(Örneğin, yöneticiliğini yıllarca N e w York l i m a n bölgesindeki
sözde "Mr. Big" William J. McCormack'ın yaptığı Bi rleşik Devletler
Taşı macıl ı k Şirketi'nin kurulmasına ya rd ı m eden Al Smith). irian­
dalı gangsterler, irianda toplumunda nadiren statü sahibi olmuş­
larsa da, seçi m zamanında siyasetçilerin sağ kolu olarak görev
yapmışla rd ır.
ita lya n lar, en belirgin büyük şehir yollarının sonradan görme
zengi nler tarafından kapatıldığını gördüler. Bu kısmen eski ital­
yan göçmenlerinin karakterlerinden kaynaklanmaktayd ı. Bunla­
rın birçoğu vasıfsız ve köy kökenliydi. Jacop Riis, doksa nlarda
"italyanlar en d i pten geli rler ve orada kalırlar," demiştir. Malsız
mülksüz bu tarım işçileri ka nallarda, demiryollarında, doklarda,
hizmet sektöründe, ayakkabıcı, berber, konfeksiyoncu olara k iş
bulmuşlar ve orada kal mışlardır. Birçoğ u "patron" sistemi tarafın­
dan kırkı l mıştır. Sadece birkaçı bostancılık, şarap i malatçı l ığı,
pazarlama işlerinden zengin olmuş, ama bu marjinal servet tutar­
lı ve dengeli bir siyasi iktidarın kaynağı olamamıştır.
Di kkate değer bir şekilde, Birleşik Devletler'deki italya n la rın
sayısı irlandal ıların sayısından üç kat daha fazladır. Otuz mi lyon­
luk Katolik cemaati nin yaklaşık yarısı nın irianda kökenli ve altıda
birinin italyan olmasına rağ men, bu ülkede yüzlerce Katol i k pis­
kopos arasında bir tane bile italyan piskopos ve 21 başpiskopos
arasında bir tane bile italyan başpiskopos bulunmamaktad ı r.
i rlandalılar tam bir tekel kurm uşlardır. Amerikan kilisesi nin siya­
setiyle ilgili bir faktörd ür bu. italyan Amerika l ı lar a rasında önemli
veya yeterli zenginliğe sahip bir güç bulunmamaktadır.
Göçmenlerin çocukla rı, i ki nci veya üçü ncü nesil, şehrin varoş­
larında tecrübe kazanm ışlardı r. Siyasi basa maklardan dışianmış
bir halde -otuzların başlarında şehirlerdeki en iyi işlerde çalışan
1 70 IDEOLOJININ SONU

hiçbir italyan yoktu, bu dönemin kayıtlarında italyan siyasi lider­


lerinin tartışmaianna rastlamak da mümkün deği ldir- zenginli­
ğe g iden birçok yolun kapanmış olduğunu görüp yasadışı yollar
aramaya başlamışlardır. 1 930'1arın çocuk mahkemelerine ait ista­
tistiklerde en büyük suçlu grubunu ita lyanlar ol uşturmaktadır. Bu
sorunlarla baş edecek herhangi bir italyan Derneği de bul unma­
maktadır. Yine de, garip bir şekilde, şeh irli siyasi mekanizmanın
iktidar yapısında italyanlara en büyük siyasi desteği veren, itibar
a rayan sabıkalı gangsterlerdir.
italyan siyasi bloğunun bu yükselişi, en azından Kuzeyin başl ı­
ca şehir merkezlerinde, siyasetçiler ile koru nan veya göz yumula n
yasadışı vurgu ncular a rasındaki geleneksel ilişkinin geçmişte
olduğundan daha ya kın bir duruma gel mesiyle ilgilidir. Bir za­
manlar büyük iş sahiplerinin ağırlıklı olarak belediye siyasetine
akan ya rdı m ları bugün iktidar konumunun kaymasıyla büyük
oranda milli meselelere gittiği için, şehirli siyasi mekanizma yen i
fon sağlama yolları bul mak zoru nda ka lm ıştır. (Son Kongre soruş­
turmalarının gösterdiği gibi milli siyasetteki yozlaşma küçük bir
mesele deği ldir. işadamları n ı n vicdanı kumarbazları ndakinden
daha üstün görünmemektedir.) Şehirli siyasi mekanizmaların fon
sağ lama yolu, a rtık Wa ll Street'e bağ lı olmaya n büyük şi rketlerin­
kine benzemekted ir: otofina nsman, ya ni Beled iye ile ücret artışı
için toplu pazarl ı k yapan büyük sayıdaki belediye işçi leri ni "vergi­
lendirmek" yoluyla. Böylece itfaiyecilerin send ikası O'Dwyer'ın
seçim kampanyasına para ya rdımı yapmıştır.
ikinci bir yöntem, kumarbazları vergilendi rmektir. Life'ı n be­
l i rttiği gibi, klasi k örnek, Jersey City'de Hague siyaset çarkının en
üst başkanının tüm mesaisini gayri resmi bahisçi lik lisansı başvu­
rularını a raştırmaya ayırmasıd ı r. Eğer ka bul edilebi lir bulunursa,
başvuru sahibine genelli kle zorla alınan rantın büyük bir bölü­
münü kasaya aktaran sadık bir seçim bölgesi çalışanının evi veya
dükka nı olan bir "yer" verilmekteyd i. Jersey City'de bin kadar
bahisçi ve onların ev sahipleri, Hague için kan ter içinde oy topla­
yan siyasi çarkın çekirdek kadrosunu kurmuşlard ı .
Bu siyasi çarkları fi nanse etmenin üçüncü bir yolu yeni v e ge­
nellikle yasad ışı yol la rdan kazanılan italyan servetiyd i. Bunun en
iyi örneği, Castelio'nun kariyeri ve onun New York'ta siyasi bir
iktidar olarak ortaya çı kmasıdır. Buradaki başlıca neden kişinin
kendisi ve etn i k g rubu için, egemen büyük şeh ir çevrelerine bir
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 71

giriş yolu aramak olmuştur.


Frank Costello aslen içki kaçakçı lığından para kazanmıştır. Ka­
nu nların yürü rlükten kaldırılmasından sonra eski siyasi çarklarla
mücadele etmek için nakit para i htiyacı içerisinde olan Huey
Long, Costello'yu Lousiana'ya kumar makineleri kurmaya davet
ettiğ inde büyük bir fırsat yakalamıştır. Costello bunu yapmış ve
başarılı olmuştur. "Züppe" Phil Kastel'le, birlikte ayn ı zamanda
New Orleans'ın hemen dışında Amerika'daki en gözde eğlence
merkezlerinin bulunduğu şık bir kumarhane olan Beverly Club'ı
açm ıştır. Ardından, parasını New York'taki {daha sonradan sattığı
79 Wa l l Street dahil olmak üzere) gayrimenkul lere, Copacabana
gece kulübü ne ve lider bir ma rka olan iskoç viskisine yatırmıştır.
Roosevelt ve LaGua rdia'nın himayesinden yoksun kalarak pa­
ra açlığı içi ndeki bir Ta mma ny'nin* finansal destek için ona baş­
vurmasıyla Castelio'nun karşısına siyasi bir fırsat çıkmıştır. New
York'taki italyan cemaati, yı llarca siyasi iktidarı tekellerinde tutan
irlandalılar ile {daha az bir düzeyde) Yahudi siyasi g ruplara karşı
bir ki n beslemiştir. Adli işlere girememekten, italyan kongre üye­
lerinin sayısının az -genell ikle bir kişi- olmasından ve eyalet
seçim listelerinde temsil edi lmemekten şi kayet etmişlerd ir. Fakat
italyanlar kendi isteklerini gerçekleşti recek araçlara sahip değil­
lerdi. Geniş bir oy bloğu ol uşturmalarına karşın, siyasi ku lüpleri
finanse edecek yeterli servete nadi ren sahiplerdi. Genellikle Gü­
ney italya'dan ve Sicilya'dan gelen fa ki r köyl üler olan italyan göç­
menler, Yahudilerin ticari tecrü beleri nden ve iriandalı göçmenle­
rin yetmiş beş yılda ed indi kleri siyasi deneyimden yoksundula r.
Yasaklama yı lları boyunca italyan gangsterler, koruma sağla­
mak için birtakım siyasi temaslarda bulun muşlard ı r. Her za man
kaba kuvvet ku llanmak yerine, a rabul ucu ve iş bitirici bir yöntem
izleyen Costello, Tamma ny Derneği'nde Batı Yakası'nın g üçlü
lideri J i mmy Hines'la irtibat kuran ilk kişiydi. Fakat irlandalılardan
şüphe duyan ve daha doğrudan bir iktidar arayışı içerisinde olan
rakibi Şanslı Luciano, Al Marinell i'yi destekiemiş ve onu Aşağı Batı
Yakası'nın bölge lideri olarak seçmiştir. Marinelli, 1 932'de Tam­
many Derneği'ndeki tek italyan liderd i . Büyük ve meşru bir içki

Reform hareketinin 1 970'1erde başanya ulaşmasından önce Demokrat


Parti'nin New York Kenti Yürütme Kurulu'na verilen takma ad. Siyasal
yozlaşmayla eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. (Ç.N.)
1 72 IDEOLOJININ SONU

şirketinde gangster Johnny Tarrio'nu n ortağı olan Dr. Paul Sa­


rubbi, sonradan ona katı l mıştır. Elbette, Costello ve Luciano i kti­
dar bakı m ından "ortak" bir hareketle, italyanları bir bütün olarak
temsil etmemektedi r. italyan cemaati içerisinde, herhangi bir
grupta olduğu kadar böl ünmeler bulu nmaktadı r. Önemli olan,
farklı italyanla rı n, farklı nedenlerle ve çeşitli şekil lerde, i l k defa
nüfuz sahibi olmalarıydı. Marinel li, New York'un yerel yönetim
bölgesi müd ürü ve Tammany'de lider bir güç olm uştur. Marinelli,
1 93 7'de Tom Dewey tarafından hezi mete uğratı ldıktan sonra,
"hırsızların . . . ve büyük gangsterlerin siyasi bir dostu" ola rak
bölge avukatiiğı yaparken, Val i Lehman tarafından görevden
a l ı nmıştır. Luciano ve Hines'ın sonradan Dewey tarafından suç­
lanması ve LaGuardia'nın seçil mesi, Tam ma ny ku lüpleri nin bir­
çoğunu fi nansal olarak zayıf ve iflas etmiş bir halde bırakmıştır.
Costello, tam bu za manda haml�sini yapmıştı. Birkaç yıl içinde,
akıllı finansman yoluyla, Dernek'teki italyan liderleri nin bir blo­
ğunu -bunun ya nısıra yukarı Batı Yakas.ı'ndaki bazı irla ndalı ları
ve Doğu Yakası'ndaki bazı Ya hudileri- kontrol a ltına aldı ve
birta kım italyan yargıçlarının seçi l mesini sağ ladı. Castelio'nun
telefonunun d i nlemesi sayesinde ortaya çıkan en önemli olay,
adaylığı için Costel lo'ya tamamen g üvenen Anayasa Mahkemesi
yargıç adayı Thomas Aurelio'nun 1 943'deki "Teşekkür ederim
Francisco," şekl indeki konuşmasıydı.
Bazılarının içki kaçakçılığı ve kumar yoluyla "zengin olmaları­
na" karşın, yeni zengin italyanlardan yard ı m ka bul etmeye istekli
olan sadece Tam many değildi. Eritme potası siyasetinin ürettiği
en cin fi kir kafa olan Fiorello LaGuardia, otuzların başlarında üstü
kapa lı desteğ in çoğunun nereden geld iğini anlamıştı. (Aynı şe­
kilde, ustanın zeki çırağı Vito Marcantonio da d u rumu kavram ıştı:
Marcantonio, Ta m many Derneği'ndeki italyan liderlerle sürekli
a nlaşmalar yapmaktayd ı . 1 943'de Aurelio'yu destekledi ve De­
mokratik Parti onu resmen reddettiğinde bile bunu kabul etme­
d i .) Yirmi lerin son larında gizli içki satan bir barda işletmedl i k
yaparken siyasi bir taraftar kitlesi toplamış olan Joe Adonis,
1 933'de LaGuardia'ya hatırı sayı lır miktarda fi nansal yard ı m yap­
mıştır. Adonis bir a rkadaşına "Demokratlar italya nları tan ı mad ı,"
demiştir. "italyanlar için LaGuardia'dan başkası n ı desteklemenin
hiçbir anlamı yok. Yahudiler Demokratlarla oynadılar ve el lerine
bir şey geçmedi. Şimdi bunun fa rkındalar. LaGuardia'ya oy vere-
BIR AMERIKAN HAYATTARZI OLARAK SUÇ 1 73

cekler. italyanlar da öyle yapacak."


Adonis kartlarını kurnazca oynadı. LaGuard ia'ya destek verdi.
Fakat aynı zamanda mahalli ve adli görevler için birtakım De­
mokratları da destekledi ve Brooklyn bölgesinde bir güç ol uştur­
du. Coney Isiand Demokrat l ideri Kenny Sutherland, Alba ny'deki
Demokrat azınlık l ideri l rwing Steing ut, sonradan kongre üyesi
olan Anthony DiGiovanni, Wi lliam O'Dwyer ve Jim Moran onun
restoranına s ı k sık giderlerdi. Fakat 1 937'de Adonis, Royal Cope­
land'i LaGuardia'ya karşı destekleme hatasına düştü. Ve öfkeli
Fiorel lo sonunda Adonis'i New York'tan sürdü.37
LaGuardia sonradan öfkesini eastella'ya karşı da yöneltti. Yine
de Costello hayatta kal mayı başardı ve 1 942'de Tam many Der­
neği lideri Michael Kennedy'nin seçil mesine aracı olduğunda
nüfuzunun zi rvesine ulaşm ıştı. eastel la'ya kötü ün getiren Au re­
lio fiyaskosuna ka rşın, halen Dernek'te Hugo Rogers'a Tam many
lideri olarak oy toplayacak kadar yeterl i bir g üce sahipti. O yıllar­
da birçok Ta m many lideri şa pkaları el lerinde Castelio'nun apart­
manına gelmiş veya adli bir göreve aday olmak için golf sahala­
rında onu a ra mıştır.
Bu dönemde d iğer italyan siyasi liderleri de ön plana çıkmaya
başlamıştı. Siyasi temasları sayesi nde -Colonial Sand ve Stone
adlı- şirketleri zenginleşen Generoso Pope, özellikle ona şehrin
italyanca kanalları üzerinde bir fi ki r tekeli kurması nı sağlayan,
(sonradan da bi rleşen) iki büyük italyan gazetesi ile bir radyo
istasyonunu satın alarak önem l i bir siyasi fıgür haline gelmişti.
Generoso Pope ve Costello sayesinde halyanlar New York'da
temel bir siyasi güç haline gelm işlerdi.
Genellikle Demokrat olan şehirli siyasi çarkların, ağır seçim
mal iyetlerinin fi nansmanını "paral ı menfaatler"e başvurmakta n
ziyade bu yoldan sağ lamaları, parasal kaynaklarını iş çevrelerin­
den sağlamış olmala rı halinde bu çarkların maruz kalacakları
baskılar ol madan New ve Fair Deal'a neden destek verebildikleri­
ni açıklamaktad ır.* Siyasi görüşlerini halka hiçbir zaman açıkla-

Amerikan siyasetinde bu eski bir hikayedir. Şık bir gazi no ve genelev olan
American Mabille'nin sahibi kumarbaz ve bar işletmecisi Theadar Alien
(bir defasında bir Kongre soruşturma komitesine New York'taki en berbat
adam olduğunu söylemiştir) 1 864'de Abraham Lincol n'ün yeniden se­
çilmesi için Cumhuriyetçi Patran Thurlow Weed'e kampanya yardımı ola-
1 74 IDEOLOJININ SONU

madığı halde, Frank Costello'nun, Franklin D. Roosevelt'in ve


onun sıradan insanlara yardım etme çabalarının ateşli bir hayranı
olduğu muhtemeldir. Bugün birçok Amerikalının kamu yararı
adına görüş birliği nde olduğu New Deal'in temel maddeleri,
"yozlaşmış" büyükşehir çarkları olmadan mümkün ola mazd ı.

"Yeni" Para ve Eski Para


Yirmi yı l önce Doğ u Avru pa lı Yahudilerin çocuklarının ve ondan
önce de irianda kökenl ilerin organize suçlarda başkah raman
olmaları gibi, kumar ve çete olaylarında başrollerde çoğunlukla
italyan kökenli lerin olduğuna dair çok az şüphe vard ı r. Bir ölçüde
istatistiksel rastlantılar ile gazetelerin bi rkaç sansasyonel si maya
di kkat çekmesi, gerçek olamayacak kadar çok yasadışı faal iyetle­
rin ağırl ı kl ı olarak bir tek etn ik g rup tarafı ndan yapıldığı yan ı lsa­
masına yol açmaktad ı r. Birçok şeh i rdeki (özel likle Gü ney ve Batı
Kıyıları nda) çete ve kumar orta klığı, birçok başka g rubu ve ağırl ı k­
lı olarak da bu bölgelerin yeriisi olan beyaz Protesta nları içermek­
tedir. Ancak Kuzey'deki başl ıca şehir merkezleri ile buralardaki
yasadışı servet elde etme tarzlarında, beli rgin bir etnik sıra lama
va rd ır. Son italyan unsurların durumunda, eski içki kaçakçıları ve
kumarbazlar, siyasi nüfuzun gelişimi için önemli bir ka ldıraç gö­
revi görmüşlerdir. Bugün New York kürsüsünde oturan italyan
yargıçları n ı n önemli bir böl ümü, şu veya bu şeki lde bunu Castel­
lo'ya borçlud ur. Birçok italyan bölge l ideri de -bazı Yahudi ve
i riandal ı siyasetçiler dahil- aynı şeki lded i r. New York'taki ita l­
ya nların siyasi prestij oluşturma nedeni, şahsi menfaat sağ lamak­
ta n çok daha fazla bir anlam içermekted ir. Costello için bu, ta­
ma men etnik gurur meselesidir. Amerika'nın eski dönem leri nde­
ki gi bi, organize yasad ışılık sosyal yükselmenin bir basa mağı
hal ine gelmiştir.
Örneğin, Frank Si natra'nın eski italyan gangsterleriyle sıkı fıkı
olduğuna yönel ik ha berler ve resimler, dünya genelinde şok
etkisi yapmıştır. Yine de Sinatra ile birçok italyan'a göre, bu
adamlar kendi çevrelerinde büyümüşler ve birçok durumda yar­
dı mseverl ikleri ve iyili kleriyle ta nınır olm uşlard ı r. Eski italyan

rak 25.000$ vermiştir.


BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 75

gangsterleri, kaba ve okuma yazma bil meyen genç serserilerdi


(Al Capone, g ücünün zirvesindeyken sadece yi rmi dokuz yaşın­
daydı). Hayatta kalanlar, uyu m sağlamayı öğrendiler. Artık orta
yaşlı veya daha yaşl ıyd ıla r. Muhafazakar bir şekilde g iyi nmeyi
öğ rendiler. Evleri, sayg ı n banl iyölerded i r. Çocuklarını iyi okullara
gönderip, kendileri ortalıkta görünmemeye özen göstermekte­
dirler: Costello, kendisine karşı alınan tavı rlardan dolayı keder
veren bir aşağ ı l ı k duygusundan kurtu lmak için psi kiyatriste bile
gitmişti.
Amerikan topl umunda bütün "yeni" para larda olduğu gibi,
kaba ve işini bilen müteahh itler, i nşaatçılar, taşımacı girişimciler,
gangsterlerle birlikte durumları n ı düzeltip kendi etn ik ve genel
toplumlarında tan ı nmışlık ve itibar kazanmaya çalışmışlardır.
"Şantiye"deki iriandalı "dantel perde" kullanır olmuş ve daha
büyük bir itibar kazanmak için açılmıştı r.38 Yerleşik "Amerikan"
toplumunda kabul görmek bazen önce gelir ve bu sonradan
etn i k cemaat tarafı ndan tanınmak için bir belgedir. Önde gelen
popüler şovmenlerin yanısıra Sugar Ray Robi nson ve Joe Luis
gibi kişilerin yerleşik zenci toplumuna geç kabul edilmeleri bu
sü rece iyi bir örnektir.
Yine de, nihai süreçte, birçok seçkin Amerikan serveti, şiddet
içeren ve a h laki olarak kınanması gereken faaliyetlerle elde edil­
miştir. Amerikan kapitalizmi nin öncüleri, Harvard Üniversitesi'nin
iş idaresi böl ümünden mezun deği ldir. Eski yerleşirnciler ile kuru­
cu baba ların ya nısıra, "Batı'yı ele geçiren" ve hayvancıl ık, maden­
cilik ve diğer faaliyetlerden zengin olanlar, servetleri ni genellikle
önemsiz olmayan şiddet olaylarıyla ve kara n l ı k spekülasyonlarla
yapmışlard ı r. Amerika'nın ve kendilerinin yoluna çıktığında ka­
nunu görmezden gelmişler, atiatm ışiar veya esnetmişlerd i r -
veya kendi amaçlarına hizmet ettiğinde kendi leri kanun olmuş­
lard ı r. Kalabalık şeh ir nüfusunun değişen şartları altı nda, kendile­
rinden sonra gelenlerin ayn ı acımasız taktikler kullanmalarına

1 949'da Yuletide'da bahçesindeki 12 metrelik bir ağaçla ve hemen altına


yerleştirilmiş ahşap bir Noel baba ve ren geyiğiyle dekore edilen ve ho­
parlörden yüksek sesle söylenen Noel şarkıları duyulurken bahçeni n etra­
fında elektrikle çalışan kayakçı figürlerinin neşeyle dolaştığı zarif Nehir
Orman evinde komşularıyla zaman zaman aşırı içli dışlı olan Tony Accar­
do gibileri istisnadır. Bir sonraki Noel'de Accardo'nun bahçesi karanlıktı.
Tony, Kefauver'den kaçmıştı.
1 76 IDEOLOJININ SONU

karşı ahlaki bir öfke duymuşlard ı r.

Suçun Burjuvalaşması
ironik olarak, siyasi n üfuzun artmasını mü mkün kılan sosyal ge­
lişme, italyan gangsterleri nin ölümünü ilan etmiştir. Mesleki eği­
tim almış ve meşru işlerde başarı kazanmış ita lyanların sayı larının
artması, italyan g rupları n ı n siyasi nüfuz sağlamasına yol açmış ve
izin vermiştir. Bugün sayıları a rtan profesyoneller ve işadamları,
italyan gençl iğine örnek olmaktad ı r. Bu örnekler yirmi yıl önce
çok nadi rdi. ironik olarak, italyan "gangsterlerinin" işlediği "suç"
haberleri ve skandalları, olaylardan çok sonra ortaya çıkmıştır. En
büyük suç figü rlerinin birçoğu yı llarca önce şiddeti bırakmaya
yem i n etmiş kişilerdir. Gelirlerinin büyük bir böl ümünü yasal
yatırımlardan (Costello örneğ inde emlak, Adonis örneğ inde mo­
torlu taşı macı lık ve otomobil alım satı mı) veya kumarhane ve
gazi nalar gibi kısmen yasal olmasına karşın toplum tarafı ndan
itibar gören kaynaklardan sağlamaktad ı rlar. Castelio'nun ve
Adonis'in hapis kararına karşı toplumun "misi llemesi," toplumsal
ikiyüzl ülüğü gizleyen uydurma bir ah lakçılıktan biraz fazlasıydı.
Bu düşüncelerin yanısıra, suçun ve Amerikan hayat tarzı nın
genel bağ iarnı nedir? Fair Deal'in ortadan ka lkması, tuhaf bir
şekilde yasadışı faal iyetlerin eski tarzlarının ortadan kalkmasının
sinyalini vermiştir. Geçen on beş yılın kumar heyecanı, a rtan ge­
l i rlerin bolluk ve coşkusunun bir parçasıydı; genel li kle yen i üst
orta sınıf zengi nlerinin gösteriş tüketi mine de ilk g irişim leriydi.
Bu g rup, Amerikan yaşam tarzı nda önemli bir yeni tabakalaşmayı
ol uşturmaktaydı. Bunlar, (on dokuzuncu yüzyı ldakiler kadar mu­
azzam servetiere sahip olmasa lar da, genellikle çok u l uslu şirket­
lerin yöneticilerinden daha fazla miktarlarda gelir elde eden)
cömert kumarhane ve gazinaların baş patronlarıyd ılar. Seya hatin
zor olduğu on yı l l ı k savaş döneminde kumarhaneler ve içki li lüks
mekan lar, bu toplumsal sı nıf için önemli satış noktaları olm uştur.
Bugün yerleşik hayata geçip Avrupayı ve Avrupa kültürünü öğ­
renmekted irler. Küçük kasaba hayatının can sı kıntısı n ı g ideren
iddia ve bingo gibi küçük kumar oyunları ya da kenar mahalle
sakin leri nin "şa nslı numara" veya "şa nslı at"tan büyük bir kaza nç
beklentisi devam etmektedir. Bernard Baruch'ın dediği gibi: "in-
BIR AMERIKAN HAYAT TARZI OLARAK SUÇ 1 77

sanları at yarışı oynamaktan alıkoyamazsınız. Neden bir insanın


kendi yargısının a rkasında d u rmasın ı yasaklıyorsunuz ki? Bu kişi­
sel girişimin başka bir şeklidir." Fakat koordinasyon maliyetleri
arttıkça, kumardan elde edilen büyük karlar azalmaktadır. Ve
gelecekte kumar, fu huş g i bi zoru nlu bir gerçeklik olarak ve üstü
kapal ı bir kabul görerek, dağınık şekilde ve küçü k işletmeler ba­
zında devam edecektir.
Suçla olan karşı l ı klı il işkilerinde "hi maye" sağlayan ve gelir el­
de eden "patronlar"ın siyasi sistemi de, siyasi bir düzen olarak
ortadan kalkmaktadır. "Patron" sisteminin çökmesi, Roosevelt
döneminin bir sonucud ur. Yirmi yıl önce Jim Farley'nin görevi
basitti, sadece bazı önemli eyalet patronlarıyla ça lışmak zorun­
dayd ı. Şimdi a rtık bu türün nesli tükenmiştir. New Jersey Demok­
rasi'si, bir za manlar Frank Hauge tarafı ndan yönetil mekteyd i;
bugün şu anda eyalette onun tarafını tutan veya parti g rubunda
yer alan, her biri "büyük patron" olan beş veya altı adam vard ı r.
Şeh i r merkezlerinde New York, Bostan, Newark ve Ch icago'da
eski i rlandalı ların egemenliğindeki siyasi çarklar bölünmüştür.
Büyükşehir merkezlerin dağılması, kenar mahal leler ile uydu
kentlerin ortaya çıkması, eski kenar mahalle ve geçiş bölgesi
ekoloj i k ka lıpları n ı n kırıl ması, fonksiyonel g rupların artışı ve Ame­
rikan hayatının artan orta sı nıf karakteri bu çöküşe katkı yapm ış­
tır.
Bazı yasadışı faa l iyetleri n ekonominin yapısı içerisinde rasyo­
nel leştirilmesi ve özümsenmesi, suç üzerinde hegemonya kuran
yerleşik eski bir nesl in sona ermesi,39 azı n l ı k g ruplarının genel
sosyal kon umlarındaki yükselişi ve şehirli patran sisteminin par­
çalanmasıyla, tartıştığımız suç şeki lleri de sona ermekted ir. Elde
etme tutkusu ve a rzusu devam ettiği sürece, elbette ki suç da
devam edecektir. Fakat geçen yetmiş beş yıllık dönemden aşina
olduğumuz büyük organize şehir suçlarının, bu evrensel neden­
lerden daha geniş bir temeli vard ı r. Bu suçlar Amerikan ekonomi­
sinin, Amerika n etni k g rupları nın ve Amerikan siyasetinin birta­
kım özelliklerine bağlıdır. Bütün bu alanlardaki değişimler, bildi­
ği miz suç şekilleri nin de değiştiği anlamına gelmektedi r.
8.
B Ö LÜ M

Suç Dalgalar• Efsanesi:


BirleJik Devletler'de Suçlardaki Gerçek
Azalma

Gazetelere ve suç istatistiklerine ina nacak olursak, Birleşik Devlet­


ler'de her yıl yeni ve daha ciddi bir suç dalgası görülmekted ir.
Dönemsel ola rak, büyükşehirlerdeki gazeteler sokaklardaki aleni
saldırıları göstermekte ve geceleri g üven l i ol mayan yerlerle ilgili
uyarılarda bulunmaktad ır. Çocuklarda, suç işlemeni n sürekli a rt­
tığı görülmektedir. Bu öyle sert bir artıştı r ki, California'da Eyalet
Gençlik Müdürlüğü'nün 1 958'deki raporuna göre, on yedi yaşın­
daki her dört gençten biri o yıl eyalette tutuklanmıştır. Ketau­
ver'den McCiella n'a Kongre soruşturmaları; rüşvet, yolsuzl uk ve
haraççılıkla ilgili sansasyonel hikayeler ortaya çıka rmıştır.
Yine de, soruna ciddi bir bakış, bugün Birleşik Devletler'de
yüzyıl veya elli yıl ve hatta yirmi beş yıl önce olduğundan daha az
suç işlendiğini ve günümüzde Birleşik Devletler'in kamuoyu nun
sandığından daha yasal ve güvenl i bir ülke olduğunu göstermek­
tedir. Ka nıt ned i r?
Bir kere, halkın gözündeki imajın tek kaynağı olan gazete ha­
berlerin i çok di kkate almamak gerekir. Uzu n zaman önce, kaleme
aldığı Otobiyografi'sinde Lincoln Steffens, gazetecilerin a raların­
daki rekabetten dolayı polis kayıtlarından aldıkları sıradan hırsız­
lık olaylarından nasıl "suç dalgası" yarattı klarının ve bunları koyu
harflerle manşetten verdi kleri nin h i kayesini anlatmıştır. O zaman­
lar polis komiseri olan Theodore Roosevelt, bu rekabete bir son
verdiğinde "suç dalgası" da sona ermiştir. ("Sabah gazeteleri,"
diye anımsatı r Steffens "aylık dergiler ve üç aylık bilimsel dergiler
kanu nsuzluğun dönemselliğine il işkin birtakım geci kmiş ağır
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 79

[metinde aynen böyle] yanlış ana lizler yaparken 'kararsız' halkı


suçtan bıkmış bir halde buld u.")
Suç h i kayeleri elbette ki tiraj a rttı rıcıd ır: panik yaratır, korku
uyandırı r, ön lem alınması için uyarıcı olur -klişeleştirildiği nde
Aristoteles'in dramaturj i k katarsis ta nımına uygu n bir örnek.
Fakat bu h i kayelerin doğruluk payı şüphelidir. Genelde Doğu
Pakistan ve Gü ney Vietnam hakkı ndaki hikayeler okurlara b ı kkın­
lık verdiğinde suç manşetleri atı lmaya başlandığı için, böylesi
haçl ı seferleri nin zama nlaması 'suç gerçekten a rtı mı, yoksa sade­
ce suç hakkında heyecanlı hikayeler mi çoğaldı' sorusunu akıl lara
getirmekted ir.
Peki, o za man istatistiklere ne demel i? Örneğin 1 954'te, J.
Edgar Hoover bir yıl içinde temel suçlarda yüzde sekiz ora n ı nda
bir a rtış olduğunu duyurdu; eğer bu trend önlenemezse, Ameri­
ka'da kanu nsuzluğun yeni bir saltanatı hüküm sürüyor demekti.
Sonuç son derece retorik olmakla birlikte, rakam oldukça kesin­
dir. Fakat, maalesef, "gerçek" yaşını söylemekte bir kad ı na ne
kadar güvenilirse, suç istatistiklerine de o kadar güvenilir. FBI
tarafı ndan bildirilen yıllık rakamlar, 6.595 polis şefi ile ajanların
raporlarına dayanmaktadır. Fakat suçun sabit bir tanımı yoktur
-çünkü bunlar eyaletler tarafı ndan belirlenmektedi r'- ve daha
da önemlisi sabit bir ra porlama sta ndardı bulunmamaktad ı r.
Philedelphia'daki korkutucu durumu ele alalım: City of Brotherly
Love 1 95 1 'deki 1 6.773 rakamına kıyasla, 1 953'de 28.560 temel
suç rapor etmiştir -yüzde yetmişten daha çok ve beklenmedik
bir artış. Fakat suçlu istilası baş göstermemiştir. Beled iye başkan ı
Clark'ın reform yöneti minin b i r parçası olarak 1 952'de göreve
gelen polis komiseri Thomas J. Gibbons, şehi rdeki suç oranlarını
en aza indirmek için suç kayıtlarında sahtekarlık yapı ldığını fark
etmişti. Bir şehir merkezi kayıtlarına geçenden 5.000 kadar daha
çok şi kayetle uğraşmıştı. Yen i bir merkezi raporlama sistemi ku­
ruldu ve sonuç olarak "suç" rakamla rı a rttı. Hatta New York'ta
olağan üstü bir olay meydana geldi. FBI suç rakamları n ı n dikkate
değer bir şekilde düşük olduğunu düşündü. Kontrol sırasında,
örneğin 1 950'de polis tarafından bildi rilen mülk suçu raka m la rı­
nın, sigorta şirketlerinin özel raporları ndakilerin yarısı kadar ol-

Roscoe Pound'un beli rttiği gibi, Rodos Adası'nda dava açılabilecek suç
sayısı elli yılda ikiye katlanmış ve 1 00 yılda sekiz kat artmıştır.
1 80 IDEOLOJININ SONU

duğu ortaya çıktı. Dedektifler, çözüm lenememiş çok sayıdaki


h ı rsızlık olayları nın provokasyon yaratmasından korktukları için,
yerel polis bölgeleri şikayetlerin üstünü kapatmıştı. Dedektifler,
h ı rsızlı kla ilgili raporları "hasır altı" etmişler ve -bir hırsız yakala­
n ı p "çözümlenmemiş" diğer h ı rsızlık olayla rın ı iti raf edene ka­
dar- beklemişlerdir. Uzman polis Bruce Smith tarafı ndan yapı­
lan bir araştırmanın ard ından, yeni bir merkezi kayıt sistemi ku­
ruldu. Örneğin, bütün polis bölgesi n umaraları New York telefon
rehberinden çıkarıldı ve bir suç olayını bildi rmek isteyenler her­
hangi bir merkezi karakolu a ramak zorundayd ı : Spring 7-3 1 00.
Değ işimi izleyen bir yılda, 1 948 rakamlarına göre; sald ı rılar yüzde
200, soygun lar yüzde 400 ve hırsızl ık olayları da yüzde 1 .300 arttı.
Smith'in sonuç olarak bel irttiği gibi, "bu korkunç a rtışlar . . . bizzat
suç a rtışlarını değil, daha ziyade suçların bild i ril mesindeki a rtışları
göstermektedi r."
Sadece istatistiksel açıdan, orta Atiantik eyaletlerinde bütü n
temel suçlarda 1 950-1 954 arasında korkunç bir a rtış yaşanmıştır.
Fakat New York ve Philadelphia, (nüfusu 1 00.000'den fazla olan
şehirlerde) nüfusun yüzde 25'ini oluşturmaktadır. O za man bir
suç dalgasından mı söz etmeliyiz, yoksa bir "suç bildirimi" dalga­
sından mı?'
Şaşırtıcı bir gerçek şudur ki, Birleşik Devletler'de her on yılda
bir suç sayısında "otomatik olarak" bir düşüş yaşanmaktad ı r. Yani
on yıl boyunca her yıl suç ora nla rı h ızla artmakta fakat onu ncu
yılda düşmektedir. Bu durum g üneş lekeleri veya diğer bir dön­
g üsel teoriden ileri gelmemekted i r, fakat basit bir istatistiksel
tuzaktı r.40 Suç oranları ile ilgili bir rapor el bette ki kaba bir en­
dekstir çünkü suçlardaki a rtış nüfustaki değişime göre beli rlen­
melidir. FBI rakamları suç oranlarını 1 00.000 kişilik nüfusla ra bağ­
lamaktad ı r. Fakat nüfus sayı mı yılları arasında nüfus artışı bilin­
memektedi r. Bu nedenle oranlar, on yıllık bir dönemin en düşük
nüfusunu yansıtmaktadır. Ancak daha önem lisi, büyük iç göçleri
hesaba katmamaktadır. Böylece 1 949'da California'da cinayet

Bildirilen suçlardaki artışlara yönelik zıt bir anlam da belirtilebilir: küçük


yankesicili kler, rüşvet, fuhuş, kumar vs. birçok suç, polis tarafından bilin­
mesine rağmen sadece ara sıra bildirilmektedir. Bildirilen suç sayısı ndaki
artış, kanunun daha iyi uygunlandığı anlamında paradoksal bir sonuca
da götürebilir.
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 81

oranla rı her ı 00.000 kişide 4,97; soyg un ı 36, ı ; hırsızl ı k 2. ı 4 ı ,6 vs.


olmuştur. ı 940'ta n ı 9SO'ye kadar, California'ya üç milyon yeni
i nsan geldi ve nüfus yüzde SO a rtmış oldu. N üfus sayımı yılları
arasında resmi ra kamlar olmadığından, ı 940 ile ı 949 yılları (bu­
nu pay olarak kabul edel im) a rasında işlenen bütün suçlar, daha
küçük bir sayı olan ı 940 paydasına dayanmaktadı r. ı 9SO'de yeni
nüfus sayımı yapıldığında suç oranları ayarlanmış ve suç ilg inç bir
biçi mde "düşmüştür." ı 940-50 a rasındaki on yıl boyunca, üç Pasi­
fik kıyı eyaletinin nüfusu yaklaşık olarak yüzde 40 a rtmıştır. Ancak
ı 949 yılındaki suç oranları, halen ı 940 yı lındaki (daha az) nüfusa
göre hesaplanmıştır. Aslında ı 949'daki daha büyük suç rakamla­
rı, nüfusun sadece yüzde 60'ına göre hesaplanmıştır. Bu nedenle
suçl uluk miktarı büyük ölçüde abartı lmıştır. Aksine, nüfus kaybı­
na uğrayan eyaletlerdeki suçl uluk da, olduğundan daha az gös­
teri lmiştir.
Belirli suç oran larının yeterli olduğu varsayılsa bile, bir "suç
dalgası"nın veya "gerçek suçluluk" miktarının kriterleri nedir?
ı 957'de, örneğin ı .070.794 tutu klama olmuştur. Bunların
800.000'i içkili olmaktan, 200.000'i ise topl um h uzurunu kaçıran
davranışlardan dolayıd ır. Fakat bu rakamlar ne ifade eder? H ı rsız­
lık, saldırı ve soyg unculuk son yıllarda artmış, a ncak cinayet ve
adam öldürme olayları azalmıştır. Halkın huzurunu en çok kaçı­
ra n adam öldürme olayları nın sayısı, g ü nümüzde yirmi beş yıl
öncesine göre daha azdır. Cinayetler ı 930'da her ı 00.000 kişide
8,9 iken, ı 9S S'te 4,6 olmuştur. Gelişmiş hastane h izmetleri ve
tıbbi tekniklerin daha önce olduğundan çok daha fazla sayıda
insanın hayatını kurtard ığı varsayıldığı nda, düşüş neredeyse
yüzde 48 oranındadır. Otuzların başları nın korkulu rüyası adam
kaçırma, neredeyse ortadan kal kmıştır. Bu durumlar nasıl değer­
lendiri lmel idir?
Genel kanu nsuzl uğu -hırsızlıkları (soygunculuk, araba çal­
ma) ve şahsa yönelik suçları (gasp, saldırı, cinayet, tecavüz)- ve
suçla sıradan bir şekilde ilişki lendirdiğimiz faaliyet türleri ni (i sta­
tistiksel özellikler de dahil olmak üzere) hesaba katacak olu rsak,
suç a rtmış mıdır?
Genel bir bakış açısı, bize bu konuda pek çok şey söyler:
(2.500 ila ı 0.000 kişi lik) çok küçük kasabalardaki suç portresi,
adam öldürme dışında, ı 940'dan ı 953'e kadar daha karanlık bir
hal almıştır. Fakat ı 00.000 ila 250.000 nüfuslu şehirlerde suç
1 82 IDEOLOJININ SONU

azalmıştır. En büyük artışlarsa, büyükşehi rlerde kaydedilm iştir.


Örneğin, soygun oranlarındaki en yüksek a rtışların neredeyse
ta mamı, nüfusu 2SO.OOO'den fazla olan şehirlerde yaşanmıştır.
Hal böyle iken, şeh irlerde şaşırtıcı değişimler olmuştur. San Fra n­
cisco'da saldırı dışında hiçbir artış yaşanmamıştır. Los Angeles'da
bütün suçlar a rtmıştır. Portland ve Seattle'da, yüzde 21 'lik nüfus
a rtışına karşın suçlarda azalma görülm üştür. Miami'de, yan kesici­
lik ile araba hırsızl ığının başı çektiği suçlar fırlamıştır. Cleveland
ve Ch icago'da, (Chicago'da araba h ı rsızlığının a rtmasına karşın)
çok az bir değişim olmuştur. Detroit'te, suç oranları t ı rmanışa
geçmiştir. Omaha ve Nebraska'da azal mış, Nebraska'da (yetki li le­
rin raka mların geçerl iliğine i lişkin şü pheci olmalarına karşın) beş
yılda yüzde SO'Iik bir düşüş gerçekleşmiştir. Boston, Birmingham
ve Memphis'de çok az değişim olmuştur. Houston ve Dal las'da
büyü k a rtışlar görü lmüş, New Orleans'da a raba hırsızl ığındaki
a rtışla birlikte birtakım küçük artışlar olmuştur.
Analistler, bu tabloya anlamlı bir nedensellik açıklaması ge­
ti rmek için zorlanmıştır. Arta n a raba h ırsızlığını açıklamak kolay­
dır: etrafta çalı nacak çok fazla a raba va rdır ve a ra ba h ı rsızlı kları­
nın yüzde BO'i gençler tarafından genellikle düşüncesizce ya pıl­
maktadır ki bugün gençlerin sayısı da a rtmıştır. Aynı za manda,
ça lınan a rabaların hemen hemen hepsi hasar görmeden çabucak
kurtarıl maktadır. Fakat kimi lerine göre, "artan kanunsuzl uğun"
bir göstergesi olan saldırı suçları hızla yükselmiştir. Ancak cinayet
ve kazara öld ürme olayları tutarlı bir şekilde düşük ka lm ıştır. At­
lanta gibi şehirler, suç artışını sırf nüfus artışına bağlamıştır. Fakat
nüfusun 1 949'dan beri yüzde 1 2 arttığı Los Angeles gibi bir şehir,
birinci sınıf suçlarda (hırsızl ık, soyg unculuk vs.) yüzde 34 a rtış
yaşa mıştır. Dallas ve Houston'daki suçlar, nüfus a rtışını fazlasıyla
geçmiştir. Los Angeles polis şefi Wi lliam Parker tarafı ndan da
yapılan genel bir açıklama, "bir tür ahlaki dejenerasyonun başla­
dığı" şekl indedir. iyi günlerde, kötü gün lerde olduğundan daha
çok suç işlendiğini ve artan boş za manların da bu gerçeği açıkla­
dığını beli rtmiştir (fakat Los Angeles polis istatistiklerinde ağırlıklı
olarak yer a lan, temel sosyal haklardan mahrum zenci g rupları
gerçeği nasıl açıklanabili r?)
Los Angeles'daki ve diğer birkaç yerdeki suç a rtışına i lişkin en
anlamlı açıklama, belki de nüfus yapısının doğasında bulunmak­
tad ı r. Los Angeles büyük bir geçici nüfusa sahiptir; yıl boyunca
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 83

çok para çeken ve bu paranın da peşi ndekilerle birlikte istenme­


yen birçok şeyi de bera berinde getirdiği bir konaklama köyüd ü r.
Houston ve Dallas g i bi büyük a rtışlar yaşanan diğer şeh i rlerde de
suç, daha çok yeni gelenlerle ve geçici ziyaretçilerle mantar gibi
artmaktadır. Bu farkl ılıkların basit bir açıklaması da, suç oranla­
rındaki artışın polis kuvvetinin kalitesiyle doğrudan bağlantılı
ol masıdır. iyi bir polis kuvveti olan yerde, daha çok tutuklama
olur (ve insanların kendilerini güvende hissetmeleri, hırsızl ık ve
soygunculuk gibi küçük suçların daha çok bildirilmesini sağlar)
ve daha çok vaka bildirildiği ve kaydedildiği için, başlangıçta
daha çok suç olur. Fakat bir süre sonra katı yaptırım, suçluları
şehirden uzaklaştıracağı için suç da aza lır.
Ancak bu açıklamalar, önemli olma kla birlikte, suçun kaynak­
larına ve doğasına ilişkin çok az şey söyler. Bu nedenle genellikle
göz ardı edilen iki faktöre bakmamız gerekir: gençlerin ve azı nlık
gruplarının (özellikle de zencileri n) rolü.
Tutuklamalar göz önüne alınacak olursa, bütün suçların nere­
deyse ya rısı yi rmi beş yaşın altındaki gençler ta rafı ndan işlen­
mektedir. Gençlerin tecrübesiz oldukları için daha kolay yakalan­
dıkları fikri bir kenara bırakı laca k olursa, tüm soygunculuk va kala­
rının yüzde 1 9,4'ü, yankesici likleri n yüzde 36,9'u, hırsızlıkların
yüzde 47,8'i ve araba hırsızl ı kları nın yüzde 52,6'sı on sekiz yaşın
altındaki g ruplar tarafından işlen miştir. 1 953'de suçlu bulunan
1 . 1 1 0.000 kişinin yüzde 44'ü yirmi beş yaşın altındadır.
Son on beş yılda suçlardaki dalgalanmaları açıklama n ı n bir
yolu, savaş yılla rı boyunca suç oran larında bir azalış olduğud u r.
Bu, milyonlarca gencin denizaşırı ülkelerde askerli k yaptığı 1 946-
47 ile Kore Savaşı yıllarının ardından milyonlarca gencin sivil
hayata geri dön mesiyle suç piyasasının tekrar aktif hale geldiği
basit gerçeğinden hareketle yapılabilir. iki nci bir gerçek de, a rtan
ve değişen nüfusla daha çok suça rastla nacağı ve -savaş döne­
mi bebekleri büyüdükçe ve savaş dönemi gençleri n üfusun daha
büyük bir bölümünü oluşturdukça- suçun artacağıdır.
Gençli k sorunu dışı nda, zenci ihla lci lerin büyük rolü bulun­
maktadır. Cleveland'de bütün büyük suçların dörtte üçünden
fazlası nüfusun yüzde 1 6,2'sini ol uşturan zenciler tarafından iş­
lenmektedir. Chicago'da suçların daha büyük bir bölümü, (Gü ney
Yakası'nın aşağısını hançer gibi oyan dar ve boğuk) zenci gettosu
"Bronzeville"de işlen mekted ir. Atlanta'da suç unsuru taşıyan
1 84 IDEOLOJININ SONU

saldırıların yüzde yetmiş beşi, nüfusun üçte birini oluştura n zen­


ciler tarafı ndan işlenmektedi r. Zencilerin nüfusun yüzde 1 7'sin i
oluşturduğu Detroit'te, silahlı soygun nedeniyle tutuklanan zen­
cilerin sayısı, beyazlarındakinden iki buçuk kat daha fazladır.
Philadelphia'da nüfusun dörtte birini oluştura n zenciler suçların
üçte ikisinden sorumludu r. Bostan ve New Orleans'ta da benzer
durumlar bildirilmiştir.
Şeh ir pol isin in, zenci saldırganlara karşı daha sert davranma
eğiliminde olduğu ve bir zenciye bir beyazda n daha fazla suçlu
gözüyle bakıldığı di kkate alınmalıdır. Ve birinin diğerine sadece
sözlü sataşma yaptığı durumlarda, zenci olan dezava ntaj lı ko­
numdadır.41 Fakat bütün bu durumlar hesaba katıldığında bi le,
istatistiksel ve sosyolojik anlamda, zencilerin oransal olarak be­
yazlardan daha çok suç işlediği gerçeği değişmemektedir.
Bir a nlamda, bu a nlaşılabilir. Bu türden suçlar, "dağı nık sınıf
m ücadelesi"nin bir şeklini temsil eder.42 Ve kaba bir tabirle, trendi
ta kip eder. Suç bir tür hı nçtır, elde etme hırsıdı r, daha fazlasına
sa hip olan kişiye karşı bir şiddet hareketidir. Bunlar a lt sınıf suçla­
ndır. Ve zenciler a lt sınıfın esas kısmını ol uşturmaktadır. Bu ı rki bir
gerçek değildir. Yüzyıl ı n son unda bu türden suçların büyük bir
böl ümü, ağırlıklı olarak iriandalı lar, sonra ita lyanlar ve daha sonra
da Slavlar tarafından işlenmiştir. Bugün marjinal konu mda olan
zenciler ve daha az bir düzeyde Porta Ri kol ular bu rolü oynamak­
tad ı r. Birbirini izleyen bu g ruplar arası nda, 1 954'de Min neapolis
Hintli lerle sorunlar yaşamıştır. Devlet, Hintii iere ayrı lan bölgeler­
den giderek çekilmeye başladıkça, g iderek daha çok Hi ntli şehi r­
lere akın etti. Sarhoşluk ve saldırılar a rtmaya başlad ı. Hintlilerin,
Minneapolis nüfusunun sadece 0,9'unu ol uşturmalarına karşın,
erkekler hapishanesi ndeki tutu kluların yüzde 1 O'n undan fazlasını
ve kadınlar hapishanesindeki tutu kluların yüzde 69'unu oluştur­
maktadır.
Genel teori her ne ileri sürerse sürsün -ahlaki karakter veya
sınıf karakteri- suç oran larındaki değişi mlere il işkin açıklamalar
belirli suçlardaki dalgalanma larla ve n üfus değişimleriyle ilgili
olduğu sürece anlamlıdır. Elimizdeki istatistikierin zaman a ral ığı­
nın yirmi beş yıldan az olduğu gerçeği ( 1 930'dan önce sta ndart
suç raporları bulunma maktayd ı) ve elimizdeki veriler bile, -
yukarıda tartışıldığı üzere- tamamen g üvenilir değildir. Sırf bu
nedenle, bir ahlakçı n ı n tahmini maalesef en az bir sosyaloğun
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 85

ta hmini kadar iyid ir.

Gençliğin Haykırışı
Suç oranlarının izlediği yol çok açık değilse de, genç suçluların
durumu biraz daha iyid ir. Genç suçları hakkında bi linenler, yetiş­
kin lerin kinden biraz daha azdır. "Yetişkin suç" oranları, "polisin
bildiği" (ya ni şi kayet yoluyla bildirilen) suçlara dayan maktadır.
Ancak gerçekten genç suçları olduğunu söylemek için öncel ikle
suçlu gençlerin yakalan ması gerektiği nden, gençler için "tutuk­
lama" rakam la rı kullanılmalıdır. Fakat tutuklama rakamlarının
ku llanımı birtakım sorunlar içerir. Profesör Sellin'in beli rttiği gibi,
"Polisin sırf şüphe üzerine gençleri tutuklaması ve sorgulamak
için gözaltında tutması, yetişkinlere oranla daha mu htemeld ir.
Aynı zamanda, belirli bir yılda tutukla nan gençlerin sayısı, aynı
kişinin tekrarlanan tutuklamalarını da içerir. Bir gençl ik çetesinin
tanınan bir üyesi, defalarca tutuklanarak toplamı a rtırmış olabi­
lir."
Bu böl ümün başında Cal ifornia Gençlik Müdürlüğü'nden alı­
nan, 1 957'de California'da tutuklanan on yedi yaşındaki gençler­
den dörtte biri şekli ndeki rakam anla msızd ır. Daha kötüsü, Cali­
fornia'da bir polis memuru tarafı ndan du rd urulan bir yeniyetme­
nin her seferinde isminin a l ı na rak California'daki Suç istatistikleri
Bürosu'ndaki kayıtlara yeni bir "tutuklama" olarak geçmesid ir.
California Gençl ik Müdürlüğü'nün di kkatsiz istatisti klerini açıkla­
masının bir nedeni, halkı şaşı rtarak bir sonraki yasama mecl isi
topla ntısında ödenekierin a rtması kon usunda baskı oluşturmayı
ummasıdı r. Böylesi bir suç "enflasyonu", bugün Bi rleşik Devlet­
ler'deki hukuki uygulamanın ender görünen bir şekli değildir.
Tutu klama rakamları yetmezse, (Birleşik Devletler Çocuk Bü­
rosu tarafı ndan sağ lanan kaba bir rakam olan) mahkemelere
çıkan çocuk sayısı kullanılabi lir. 1 940'ta 235.000 genç, milli çocuk
mahkemelerine çıkarılmıştır. 1 953'te, 1 0- 1 7 yaşları arasındaki
yaklaşık olarak aynı sayıdaki gençlerden (yaklaşık 1 9 mi lyon),
yüzde 85'1ik bir artışla 435.000 vaka mahkemelere gel miştir:

Oğlanlar kızları yaklaşık olara k sekiz buçuk kat geçmektedir. Oğlanlar


genellikle hırsızlık ve kötü niyetli zarar verme suçlarından, kızlar ise cinsel
1 86 IDEOLOJININ SONU

Ancak büyük sorun çocu k suçla rının halen belirsiz ta nımında


yatmaktad ı r. Yasal tanımlamalar sadece eya letler a rasında de­
ğişmemekte (New York'ta 1 6 ile 2 1 yaşları arasındaki çocuklar asi
azı nlıklar olarak sınıflandırı larak mahkeme önüne çıka rı l mamak­
tad ı r), fakat duygusal uyumsuzl ukta n ebeveyn lerin çocuklarının
başı boş ve huzursuz ha reketleri ni kontrol edememelerine kadar
bi rçok davranış sorunu suç olarak mahkemelere taşınmaktad ı r.
(Bir yılda bir milyondan daha fazla çocuk; küçük hırsızl ıklardan,
cam kırmakta n veya okuldan kaçmakta n dolayı pol is tarafı ndan
toplanmaktadı r.) Bi rleşik Devletler'deki çocuk suçları ha kkı nda
Birleşmiş Milletler'e bir rapor hazırlayan önde gelen sosyolog lar­
dan olan Paul Tappan, bütün çocuk mahkemesi davalarının yak­
laşık ya rısın ı n ted birsizlik, okuldan kaçma, evden kaçma, d isipl in­
sizl i k suçları ile cinsel suçlardan kaynaklandığını beli rtmektedir:
"Çocuk mahkemelerinin baktığı davranış sorunlarının büyü k bir
böl ümü, başka yerlerde mahkemeye başvurmaksızın özel sosyal
kurumlar veya bizzat ebeveynler tarafı ndan çözü lmektedir. Bu
tip 'gayri resmi davalar'ın h ızlı artışı, geleneksel olarak ortaya
çı kmayan veya dünyanın diğer ü l keleri nde görül meyen mahke­
me idaresine yönel ik bu trendi destekled iği çok açıktır" dem iştir.
Britanya tamamen fa rklı bir prosed ür izlemiştir. Hakim karşısı­
na çıka rılan suçlu bir genç için ilk sorun, öncelikle suçun beli r­
len mesi konusundaki h u kuki olgudur. Eğer genç suçlu bulunur­
sa, o za man ıslah etmeye yönel ik adımlar atı l ı r. Bi rleşi k Devlet­
ler'de sadece iflah ol maz mahkemenin ilgili kuruma göndermeye
karar verdiği kişiler dışında sorun, suç sorunu olmaktan öte "başı
belada" olma durumudur. Ve başı belada olma genel deyimi
suçla bir tutulmaktad ı r.

Kaslı Suçlular
Çocuk suçları nın "nedenleri" eski bir sorud ur. Tanımlar beli rsiz
olsa da birta kım trendler bel lidir. Çocuk suçları savaş sırasında
h ızla a rtmıştır. 1 940'dan 1 943'e çocuk mahkemeleri davalarının

suiistimal ve benzeri suçlardan dolayı çocuk mahkemelerine getirilmek­


tedir. Aradaki bu büyük farkın nedenlerinden biri polisin genellikle eve
dönen veya sosyal bir kuruma gönderilen kızları yakalamakta isteksiz
davranmasıdır.
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 87

sayısı neredeyse ikiye katlan mıştır. ı 945'te zirve yapmış, fakat


davaların sayısı savaş son unda azalmıştır. Ayn ı şekilde, suçlar
Kore savaşın ı n çıkması n ı n a rd ı ndan h ızla a rtmış ve ı 953'te
( ı 945'teki kadar yüksek olmamakla birlikte) zirve yapmış, daha
sonra d üşmeye başlamıştır. Birtakım genel faktörler bellid ir: savaş
boyunca evler yıkılmış veya nakledil miştiL Aile ve pol is gözetimi
zayıflamıştır.
Temelde çocuk suçları, organize hal iyle, varoşların ve büyük­
şehi rlerdeki sanayisi gelişmemiş bölgelerin bir sorunudu r. Orta
sı nıf çocukları arasında suç, genel likle psikolojik bozukluğun bir
yansı masıdır. "Varoş" çocukları arasında {özellikle de a ilevi kültü­
rel parçalanmalarda n kaynaklanan çatışmalar yaşayanlardal suç,
fa rkl ı değerlerin ve normların bir ifadesi olarak toplumsal başka l­
dırının bir şeklidir. "Gruplar" ol uşturmak, ı 0- ı 8 yaşları arasındaki
bütün çocu kların doğal bir sürecid i r. Kişi nin kend ini ai leden
ayı rması, akran ları ile kendisi nden biraz büyükleri arasında duy­
gusal destek bularak büyümesi için gerekli bir adımdır. "izci Ço­
cuklar" gibi birta kım g rupların neden verili kod lar kulland ı kları
sorusu ve diğerleri ni nse kabadayılık ve şiddet yoluyla itibar ka­
za nma çabaları, bel irli g ruplara ait kültürel ve çevresel faktörler
araştırılarak cevaplanabilir.
Bu "eğ ilim ler" göz önüne a l ı ndığı nda, suç faal iyetlerini tetik­
leyen şey ned i r?
Revaçta olan teori, suç artış ı n ı savaş yılları ndaki şiddeti n ve bu
şiddetin medyadaki farkl ı ya nsımaları n ı n bir sonucu olarak gör­
mektedir: Ekranlarda vahşetin gösteri l mesi, Mickey Spillane'in
popüla ritesi, televizyondaki korku fi lmleri, vs gibi. Bunların hep­
sinin, suça sevk eden sadist güdüleri uyardığı iddia edilmektedi r.
Soru n, büyük "çizgi roman" çekişmesinde odaklanmıştır. New
York Eyaleti Çizgi Roman Yayı nlarını Araştırma Bi rleşik Yasama
Komitesi, varsayılan şu sonuçları duyurmuştur: Suç olgusu kon u
alan çizgi romanların çocuk suçlarına yol açan faktörlerde payı
vardır. . . Çizgi romanlar suç, şiddet ve korku unsurlarını resmet­
mekted ir ve ırk düşmanlığı yarata rak çocukları n etnik gelişimini
engellemekted ir."
Bu bakış açısı, psikiyatrist Fred ric Wertham'ın Seduction of the
Innocent kitabında ateşli bir şekilde tartışılmaktadı r. Çizgi roman-
1 88 IDEOLOJININ SONU

ların· i nkar ed ilemez korkunç içeriğine atfen, Wertham şu sonuca


varır: "geçen on yılda çocuk suçlarıyla ilgili bir hayli tecrübesi
olan herhangi biri, çocuk oyunla rı ndaki vahşetin ve suç faa l iyet­
lerindeki şiddetin büyük ölçüde arttığını görecektir."
Bir yılda doksan mi lyon çizgi roman basıldığını, 1 954'te 6- 1 1
yaş g rubu çocukların yüzde doksan beşi nin bir ayda on beş ve
1 2- 1 8 yaş g ru bu ndaki on çocuktan sekizi nin43 bir ayda bir d üzine
çizgi roman okuduğunu d üşünecek olursak, tahminler eğer doğ­
ruysa ortada ciddi bir tehlike var demektir.
Ancak ta hmi nler tartışmalıdı r. New York Üniversitesi'nden Dr.
Marie Jahoda'nın Amerikan Kitap Yayıncıları Kurulu için yaptığı
bir çalışmada beli rttiği gibi, l iteratürün etkisine dair teoriyi des­
tekleyecek yeterli kanıt bulunmamakta d ı r. Okumak, başl ı başına
kişinin dürtülerini "ha rekete geçirmek" demek deği ldir. Çizgi
romanlar, genell i kle çocukların gerçeklerden kurtu lmalarını sağ­
lar ve dünyadaki vahşete ilişkin duygularını köreltir.
Bununla birlikte, çizgi romanlar veya korku fi lmleri gibi şeyler,
rastlantısal suç unsurları deği ldir. En kötü ihtimalle, birtakım g izli
dürtüleri tetikler. Diğer birtakım fa ktörler faaliyete geçmektedir.
Daimi çocuk suçlular ile yasayla başı hiç derde girmemiş çocuklar
arasındaki farkı ortaya çıkaran en kapsa m l ı girişim, Harva rd Hu­
kuk Fakü ltesi'nden Sheldon ve Eleanor Glueck'in Unraveling Ju­
veni/e Delinquency adlı kitabıdır. Glueck'ler, SOO suçlu ile SOO
"suçsuzu"; yaşlarını, zekalarını, uyruklarını, eğiti m düzeylerini vs.
temel ala rak "karşılaştırm ış"tır. Daha sonra her iki gruba da a nt­
ropometri (bünye ve büyüme), zeka ve Rorschach testleri ve
psi kiyatrik a n ketler ya pılmıştır.
Gl ueck'ler kültür çatışması (örneğin, göçmen altyapı ve farklı
kültürel değerler), büyük aileler, bozuk sağ l ı k durumu, ebeveyn­
ler a rasındaki yaş farkları, ailede annenin baskınlığı, aşırı rekabet­
çilik ve kenar mahallede yaşıyor olmak g i bi, sosyologların üze­
rinde önemle durdu kları birtakım unsurları, psikolojiye ve karak­
tere ait fa ktörleri ortaya çıka rtmak için sabit olarak ka bul etmiştir.

Bazı ön kapaklar şöyledir: Kapağın üzerinde sinsi bir surat, yüzleri "silin­
dikten" sonra hiç kimsenin "cesetleri tanıyamayacağı" için sevinirken, bir
otomobil iki kişiyi ölümüne sürüklemektedir. Diğer resimlerde ise; bir gö­
zünü çiviyle çıkarmış bir kadın, bir adamın suratına vuran çivili bir bot ve­
ya bir kız kor bir şişle tecavüze uğrarken görül mektedir.
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 89

Glueck'ler, çocuk suçluların, sevgi bağları zayıf olan ailelerden


geldiklerin i belirtmiştir. Ebeveynlerin, çocuklarının kendilerini
entelektüel olarak doğrudan ve somut bir şekilde ifade edebil­
melerine veya semboller ile soyutlamaların kullanımında daha
hünerli olmalarına yard ı m edecek etkil i birer rol modeli olama­
dıklarını göstermiştir. Suçluların, mizaç olarak huzu rsuz, enerjik
ve yı kıcı -Giueck'lerin düzensiz gelişim veya biyolojik olgunlaş­
ma şekillerine bağladıkları faktörler- oldukları n ı bulmuştur.
Bünye veya vücut tipi üzerinde d u rmak, sosyologların şimdiye
kadar hafife ald ıkları bir şeydi r. Çeşitli nedenlerden dolayı sosyo­
loglar, çevresel faktörlere önem vermeyi tercih etmişlerdir. Bu,
kısmen "doğal" grup faktörleri araştı rmasından, kısmen de "libe­
ra l" siyasi eği lim lerden kaynaklan maktadır. Bünyesel özellikler
veya ka htım fa ktörleri, değişmeyen özelli klere vurgu yaptıkları
için, genellikle siyasi muhafazakarlıkla ilişkilendirilmiştir.
S heldon tarafı ndan tanımlanan bünyesel tipleri (ektomorf ve­
ya zayıf, endomorf veya şişman, mesomorf veya kaslı) kullanan
Gl ueck'ler, suçsuzların vücut ya pısında ektomorfik (ince, zayıf)
özellikler baskı nken, suçl uların vücut ya pısında mesomorfik (kas­
l ı, ka l ı n) özelliklerin baskın olduğunu çarpıcı bir şekilde göster­
miştir. Suçlular arasında geci kmiş büyüme sıçrayışiarını beli rtir­
ken, psikoloj i k gerilimlerin birikmesi nin iddia lı, fevri tavırlara yol
açtığını ileri sürmüşlerdi r. Suçluluğun 1 0- 1 9 yaşlarında sürekli
olarak a rttığı nı, 27-28 yaşiarına kadar sabit ka ldığını ve daha son­
ra azaldığ ı n ı bel irtmişlerdi r. Bunun "gecikmiş genel olgu nlaşma"
ile ilgili olduğunu ve a rtan olgun laşmayla birlikte suç işlerneyi
bırakma eği liminin başladığını ileri sürmektedirler.
Bunların hiçbiri, bizzat suç "oluştu ra n" faktörler değildir. Hep­
si, çıkış yolunu çevrede bulan kabiliyet eğili mlerid ir. Suçla ilgili
faktörlerin birçoğ una bakı lacak olursa (yüksek mesomorfik ya pı,
güçlü agresif dürtüler, soyut ve semboli k olandan çok, doğrudan
ve somut olanın tercih edilmesi), bunların işadamı i maj ına uyg un
olduğu söylenebi lir. Böylece sorun, dürtülerin nasıl yönlendiril­
di kleridir. Burada, psikolojik unsur (a nne baba imajının içselleşti­
rilme yolu) ve sosyolojik unsur (çocuğun ait olduğu alt kültür
grubunun normları ve değerleri) önemli olmaktad ır.
Gl ueck'ler, gelecekteki suçlular için, bugün New York'ta uzun
za mandı r test edilen bir tanıma tekniği geliştirm işlerd ir. Bronx'ta­
ki iki okulun biri nci sınıf öğrencilerine yapılan beş faktör testi: bir
1 90 IDEOLOJININ SONU

çocuğa babası tarafı ndan verilen disiplin, annenin gözetimi, ba­


ban ı n çocuğa gösterdiği sevgi, annenin sevg isi ve ailenin birlik
beraberl iği. Gl ueck'ler başı belaya g i recek bir çocuğ u n bu işlere
genellikle 8 yaşında başladığını bulmuşlard ı r. Bir çocuğun suçlu
olma ihtimali yüzde elli oranı nda olduğu nda, çocuğun ve ai lesi­
n i n psikiyatrik tedavi a l maları sağlanmaktad ı r. Test, üç dört yıl
boyunca devam etmektedir.

Kontrollü Suç
Suçun genel veya uzun dönem li nedenleri her ne olursa olsun,
bir şehirdeki "kanu nsuzl uğun" ölçüsü, her şeyden önce hukuki
yaptırırnın ve bizzat polis kuvvetlerinin kalitesinin bir fonksiyo­
nudur. 1 954'de, en azı ndan bu araştırma yapıldığı dönemde, suç
dalgası n ı n -eğer vuku bulm uşsa- suçlular a rasında değil poli­
sin kendi içinde olduğu görülmektedir. Bununla ilgili bazı örnek­
ler vermek gerekirse:
New Orleans'da pol is müfettişi ve dedektif şefi, bir eczaneyi
soymakla suçlanan iki memurun davasında uygunsuz davra narak
görevi suistimal etmekle suçlanmıştır; bir düzine veya daha çok
polis, "harici" gel irleri konusunda ya lancı şahitlik yaptıkları için
za n altında kalmıştır. Ve Mart 1 954'te, büyü k jü ri, "New Orlea ns
şehri ndeki ka nunların yaptırımında bir boşluk olduğu yönünde­
ki" "kaçını lmaz ya rg ı"ya varmıştır.
Miami Beach'te pol is şefi, i hmalkarlıkta n dolayı işten atılm ıştır:
Bir soygunu araştıran iki polis memuru hırsızl ı k yaparken yaka­
lanmış, bir dedektif ise eski bir mahkum olan otel kati bini soygu­
na karşı diren memesi için uya rd ıktan sonra i ki silahlı soyg uncuyu
oteli soymaları için gönderirken tutuklanmıştır.
Ditroit'te on sekiz polis memuru, rüşvet aldıkları gerekçesiyle
zan altında kal mıştır.
Chicago'da (savaştan sonra Berl in polisini yeniden örgütle­
yen) üniformalı polis şefi Başkomiser Redmond Gibbons, Sun­
Times'ın -kendi el yazısıyla yazı ldığı varsayı lan ve içinde "koru­
ma" karşılığ ı nda haftal ı k ödeme yapan birtakım gece kulüpleri ile
barların listesi bulu nan- "küçük kırmızı bir kitap" yayınlamasın­
dan sonra görevden alınmıştır.
Birmingham'da, 2-3 yıllık bir döneme yayı lan ve bir polis şe-
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 91

bekesi tarafından organize edilen bir dizi hırsızlık olayı ortaya


çıkmıştır.
Brooklyn bahisçisi Harry Gross'un koruma için polis mem urla­
rına yılda 1 .000.000$ öded iğinin ve bu ödemelerin başkamiser­
den devriye polisine kadar i nen bir zincir dahilinde yapı ldığının
ortaya çı kmasıyla, New York da polis skandalları serisine katı lmış­
tır. Durum o kadar vahimdi ki, 1 95 1 'de Brooklyn Büyü k J ürisi,
geçen on yılda bölge amiri olan bütü n polis memurlarının -
bahisçileri korud ukları için- işten çıkarılmasını istemiştir.
( 1 959'da, New York'ta, bahisçileri koru makla ilgili bir diğer polis
skandalı yaşandı.)
Yolsuzl uk olayiarına karışan polislerin, diğer şirket veya sendi­
ka kuruşlarındakinden az veya çok olduğunu söylemek kolay
değildir. New York'ta 1 8.000 polis memuru arasında, düzenli ko­
ruma parası alanların oranı yüzde S'i geçmemektedir. Ancak bun­
lar arasında, 400 önemli şef ve sivil polis bulunmaktad ı r. Bu bağ­
lamda iki şey beli rti l melidir: En ciddi yolsuzl uk örnekleri; genellik­
le kumar, fuhuş ve uyuşturucuyla mücadele eden ya da istih barat
gerektiren benzeri olaylarda g izli görev yapan eki pler a rasında
bulunmaktad ı r. i kinci ola rak, bu ihmalkarl ı k, geriye ka lan tüm
emn iyet g üçlerinin moralini kaçınılmaz şekilde bozmaktadır.
Bazı şehi rlerdeki emniyet müdürl ükleri kin izm veya ataletten
dolayı, "kontrollü suç" teorisini ka bul etmekted irler. Hem birta­
kım fuhuş, uyuşturucu, kumar vs. suçlarını bastırmak daha mali­
yetli olacağından hem de daha çok suç ve polis yolsuzluğu yara­
tacağından, belli oranda suç tolere edil mekted ir. Birçok büyü k­
şehir, metropol merkezi ni serbest bırakma ve kumar, fu huş,
uyuşturucu suçları n ı "uydu" kentlere "boşaltma" teorisini benim­
semektedir. Bu nedenle, Cincinnati yıllarca sıkı denetim a ltında
tutu lan bir şehirken; Newport, Kentucky nehir boyunca a labildi­
ğine serbestti.
Emniyet g üçleri nin, -dürüstlük bir yana- veri mlilik sorunu­
nun odak noktası, polisin başına buyruk memurlara dava açmak
veya disiplin cezası vermek konusunda isteksiz davra nmasıd ır.
Pek çok du rumda siyasi baskılar şahısları koru maktadır. Bruce
Smith, "New York polisinin şahsi ra porla rı, kamusal hayatlarının
önemli bir bölümünü zan altında geçiren suçlu polis memurları­
nın görevlerine tekrar ve tekrar iade ed il mesi örnekleriyle dolu­
dur. . . . belirli bir şehirde gerçek rakamlar büyü k ol masa bi le, bu
1 92 IDEOLOJININ SONU

uygulamanın d iğer polis memurlarının morallerine ve disiplinle­


rine verdiği zarar ne kadar abartılsa azdır," diye yazar. Yirmi yı llık
bir dönemde New York'ta pol islere ait disiplin davalarını incele­
yen Smith, ha kkında dava açılanların yüzde 88'inin suçlu bulun­
makla birlikte, bu polis memurlarının sadece yüzde SS'inin ceza
aldığını ve sadece yüzde 2'sinin pol is kuvvetleri nden ihraç edil­
diğini veya istifa ettiğini ortaya koymuştur.
Moral ve disiplin uzun zamandır süregelen polis sorunlarının
bir ya nıysa, mu htelif polis faa liyetleri arasında kesin i lişki bağ ları
kurmak diğer bir yanıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde, yerel oto­
nomi bu kadar aşırı uçlara taşınmamıştır. Hemen hemen her ye­
rel hükü met, kendi polis kuvvetini kulla nmaktad ı r ve köy polisi,
kasaba polisi, taşra şerifi, şehir polisi, eya let devriyesi ve federa l
ajanlar (ile federal hü kümet içinde de göçmen ve sınır kontrol
polisi, gümrük karakolu, hazi ne memuru, narkotik, gizli servis,
posta kontrolörleri ve F B I) karışıkl ı k, karmaşa ve yıkıcı rekabet
yaratmaktadır.
Bu örnekler ve üst üste binen parçalar, elbette ki hükümetin
çok katman l ı yapısını yansıtmakta ve sırf bu nedenle büyü mek­
tedir. Yerel yönetimlerin çoğalmasından kaynaklanan yüksek
mal iyetler ile vergiler sorunu bir yana, bu tür çekişmeler haraççı­
ların burunlarını kanuna sakmalarını sağ layan rekabetçi bir "hi­
maye" sistemi ne yol açmaktadır. Bir önceki on yılda "uydu kent­
ler"in a rtmasının temel nedeni "hi maye"nin taşra şeriflerinden ve
siyasi baskıya ile paraya (şehir polislerinden) daha açık olan bölge
pol islerinden kolaylı kla sağ lanmasıdır.
Genel likle varoşların h ızla büyümesiyle ortaya çıkan "yatak­
hane şehirler"in gen işlemesi yeni sorunlar yaratmaktad ır. Örne­
ğin Bostan'da tam 800.000 kişi oturmaktad ı r. Massachussetts
nüfusunun ise, yüzde SS'i (yaklaşık 2.500.000 kişi) şehrin yirmi mil
uzağında yaşamaktadır; bunların da çoğu, şehre günübirlik gel­
mekte ve bil inen trafik sorunla rı yan ı nda birçok d u rumda suç
sorunlarına da neden olmaktadı r. Bostan'da suç nedeniyle tutuk­
lanan bütün şahısların yaklaşık üçte bi ri, bu şeh i rde oturmayan
kişilerdir. Bölgenin yoğunluğundan dolayı, bu oran hiç şüphesiz
ülkenin diğer şehi rlerinden daha yüksektir. Vergi yükünün dağı­
lımı ve şehir, i lçe ve kasaba polisinin iç içe geçmiş olması akıl
al maz idari sorunlar yaratmaktadır.
Birçok büyükşehirdeki köhneleşmiş ve geleneksel yapısı ndan
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 93

dolayı yürümeyen emniyet teşkilatı, veri mliğin temel olduğu iş


dünyasında yayg ı n olan basit organ izasyonel prensipleri benim­
semekte başarısız olmuştur. Emniyet teşkilatı, polis kuvvetlerini
elden geçirmek yerine, -yeni sorun larla baş edebi lmek için­
genellikle sayısı hızla artan bel irli hizmetler ile uzmanlaşmalara
yönelmektedi r. New York'ta, örneğin Smith'in idare a raştırma­
sında beli rttiği gi bi, "em niyet ya pısı genel personel prensiplerin­
den gerçek bir yard ı m al maksızın, tekn ik hizmetler teşkilat planı­
na sıkı sı kıya bağ lı kalmıştır."
Özerk yönetim aşırı uçlara varırken, çok az gözlemci ul usal bir
pol is kuvveti taraftarı olmuştur. Bu arada belirtilmesi gerekir ki,
FBI adam kaçırma konusunda temel sorumluluğu üstlendiğinde,
suç neredeyse tamamen ortadan ka lkmıştır. Fakat J. Edgar Hoo­
ver'in i l k defa beli rttiği gibi, ne herhangi bir milli emniyet teşkilatı
on bin lerce cemaatin mu htelif sorunla rıyla, ne de fazlasıyla bü­
rokrati kleşmiş bir ul usal emn iyet teşkilatı bölgesel şartlarda orta­
ya çıka n yüz binlerce sorunla baş edebi lir. Ancak, metropoliten
ve mahalli hatlarda, emniyet teşki latı nın yeniden planlanması
gerekmektedir. Bu iş kend iliği nden hal ledilemez, eyaletlerin
kendi siyasi-idari ya pılarının yeniden planla nması nın bir parçası
ve böl ümüdür.

Haraçlardaki Azalma
Buraya kadar, "organize olmayan" bir suç olarak yasadışı kazanç­
ları tartıştık. Taciz, hırsızl ı k, soygun vb. suçlar, genel likle şahıslar
tarafından seyrek ve çeteler tarafından ara l ı klı olarak işlenen
"serbest" vaka lard ı r. Fakat suçta -Amerikan hayatını etkileyen­
"büyük para," halkın yasadışı ve yasak istekleri için organize edi­
len bir hizmet sayesinde düzenli kazanç sağlama teşebbüsü nde­
dir: fuhuş, içki kaçakçılığı, ku mar ve hatta end üstriyel haraççılık.
Bu, bir "Amerikan Hayat Tarzı" olarak suçtur. Bu neden böyle
olm uştur?
Kırk elli yıl kadar önce ticari fuhuş, hem yasad ışı servetin hem
pol isin yolsuzlukla rı nın temel kaynağıyd ı . Kötü şöhret salmış
şatafatlı evler New York'un meşh ur Tenderloin bölgesinde ve
Chicago Çevre Yol u'nun transit hattında bulunmaktaydı. Yirminci
yüzyılın meşhur skandalları, Peder Parkh urst'ün New York'un
1 94 IDEOLOJININ SONU

batakhaneleri boyunca yaptığı geziden ve Tom Dewey'in New


York'un kötü efendisi Şanslı Lucia no'yu tutuklamasına kadar,
fu huşla alakal ıydı.
Bugün, Bi rleşik Devletler'de düzen li olarak faaliyet gösteren
fu huş yuvaları sadece birkaç büyükşehirde bulun maktadır. San
Francisco'nun meşhur Barbary Sahili kapanmıştır. 1 938'de, polis
ta hmin lerine göre, ya klaşık 1 .600 hayat kadını çalışmaktayd ı .
1 950'ye gelindiğinde, S a n Francisco'da aleni faal iyet gösteren
birta kım müesseseler bulunmaktayd ı. Fakat California Suç Ko­
misyonu ayrı ntı ları açıkladı ve fu huş son nefesini verdi.
Organize fu huşun çöküşü birçok nedene bağ lanabilir. Fuhuş
yuvaları teşhirden kaçmak için sürekli taşı n mak zorundayd ı ve
savaş boyunca (konut kıtlığ ından dolayı) bu müesseseleri devam
etti rmek daha zor bir hale gelmişti. Özellikle kız çocuklarını vah­
şice istismar eden Luciano davasındaki açıklamalardan sonra,
fu huşun koru nmasına karşı duyulan tepki, işletmecilerin polis
koruması sağlamasını daha da zorlaştırmıştır. Ve sırf bir iş olara k
fu huştan elde ed ilen kazanç, kumar ve diğer haraççılık işlerindeki
riskler ile para kazanma imkanlarına göre, haraççılara cazip gel­
memiştir.
Fuhuş bir süre için metropoliten merkezlerinden çekilmiş ve
polis korumasının daha kolay olduğu "uydu kentler"de gelişmiş­
tir. Cincinnati'de nehir boyunca Newport ve Covington, Chica­
go'da gü neyde Calu met City, Detroit'de nehir boyundaki Fair­
mount yoluna yakın Mt. Celemens, St. Louis matelleri va rd ı . Bu
mekanların birkaçı bugün faa liyet göstermekted ir. Mt. Clemens
ve Miami bölgesindeki ler gibi, birçoğu savaş sırasında temizlen­
di. New Port ve New Orleans'daki mahalleler, Kefauver soruştur­
masının ardından kapandı. Alabama'daki Phoenix City, eyalet
polisi tarafı ndan kapatı ldı. Ch icago'da, son döneme kadar, idari
bölge hakimi Gutknecht'e göre, asıl şehir sı nırları dışında kumar
ve fu huşun halen arttığı yetmiş sekiz mekan bulunmaktayd ı,
fakat Chicago Üniversitesi'nde eskiden bir sosyolog olan Joseph
Lah man'ın yeni şerif olarak seçi lmesi kapa nmalarına yol açtı.
Ahlak anlayışındaki değişmeler, gençler arasında daha serbest
cinsel ilişkiye izin vermekted ir. Ve evlenme yaşının düşmesi, ticari
sekse duyulan talebi azaltmıştır. Fakat hayat kadınlığı ta mamen
ortadan kalkma mıştır. Birçok şehi rde müşterilerin refera nsla
partner bulduğu "randevu evleri" çalıştı rı lmaktadır. Büyükşehir-
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 95

lerdeki barlarda, müşterilerden içki ısmarlamalarını isteyen "kon­


somatrisler" vard ı r. Bug ün derme çatma moteller, genelev olarak
hizmet vermektedi r. Kuzey Batı'da bazı bölgelerde, büyük federal
baraj ve inşaat projeleri nin yakın ları nda, karava n larla ticari fuhuş
faa liyetlerine rastlan maktad ı r. Fakat ü l ke genelinde pol is koru­
ması altında zincirleme faal iyet gösteren organize bir iş olara k
fuhuş, Amerikan hayatı ndan çıkmıştır.
Kı rklarda yasad ışı kazancın temel kaynağı olan kumar, hatırı
sayı lır bir şeki lde azalm ıştır. Yıllar önce Miami Beach'in okya nus
tarafı ndaki beş millik hat boyunca neredeyse her lü ks otelde, at
yarışı sonuçları n ı n sokaktan duyulacak kadar yüksek sesle söy­
lendiği bir hoparlör sistemi vard ı. Mayolu turistler havuzun kena­
rına oturup kendilerine içki getiren garsonlara bahisleri ni verir­
lerd i. Kumar oynamak istedikleri nde li muzinlerle birtakım göste­
rişli gazinalara g iderlerdi. Miami Beach'deki belediye görevlerine
düzen li olarak bir "belediye bahisçisi" getirildi. Miami çevresinde
köşe başlarında, bilardo sa lonları nda, sigara tezgahlarında ve
ga nyan bayilerinde bah isçil i k alabildiğine serbestti. Bugün bu
mekanlar tamamen kapanmıştır. Hoparlörler sessizdi r. Kumar
oynanan yerler kepenkleri indi rmiştir.
lşı ltı lı bir gece kulübü olarak Miami ile ayn ı seviyede olan New
Orleans, özellikle Huey Long'un kumar maki neleri ni ve kumar
"i mtiyazlarını" Fra n k Costello'ya verd ikten sonra daha bir sönük
kalmıştır. Şovlarının ihtişamı ve ku mar hisselerinin büyüklüğü
bakı m ı ndan ü l kenin önde gelen gece kulübü olan Costello­
Kastel Beverly Cl u b 1 95 1 'de ışıkları n ı söndürmüştür. On yıl önce
şehir merkezi boyunca caddelerde yürüd üğünüzde at yarışı so­
nuçlarının ilan ed ildiği hoparlörlerden asla kurtulamadığınız
halde, bug ün bahisçi lik hemen hemen önemsiz bir iştir. Bugün
New Orleans'da veya Jefferson ile St. Bernard mahallelerinde,
ku mar maki neleri artı k eskisi kadar kolay bulunma maktad ı r.
Brooklyn bahisçisi Harry Gross'un bir za manlar polise koruma
parası olarak 1 .000.000$ öded iği ve Frank Erickson'un ülkedeki
en büyük ganyan bayiini yönettiği New York'ta halen kaçak bir
bahisçi bulunabilir, fakat d üzenli büyük at yarışçı ları büyük bahis­
lerin sığındığı Montreal'i a ramak zoru ndad ı r.
Kumar, savaş boyunca gelişti; çünkü sıcak paranın ve karabor­
sa geli rlerinin uygu n bir pazara i htiyacı vardı. Fakat daha genel
olarak kumar, seyahatin yerine geçen bir heyecand ı. Tüketici
1 96 IDEOLOJININ SONU

a l ışkanlıklarındaki değişiklik, bu dönüşümün itici bir g ücü olm uş­


tur. Kefauver soruşturmasının ardından, Federal faal iyet de bir
faktördü r. 1 952'de Kongre, kumarbazları tescile ve gelir beyanına
zorlamıştır. Federal aja nların da devreye girmesiyle bölgesel
koruma yetersiz kalmıştır. Federal aja n lar, bölgesel polis karakol­
Iarına haber vermeden bahisçi baskıniarına başlamıştır. Bu bas­
kınlar, korumanın temeli olan uyarı sistemini çökertmiştir. Bahis­
çiliğin halen yapıldığı yerler bölgesel, küçük ölçekli ve bağı msız
kişiler tarafı ndan yönetilen yerlerd ir.

Emeğin Ahlaki Düşüşü


1 957-58'deki McCiellan Komitesi soruşturmaları, işçi hareketin­
deki olağan üstü suistimal dalgasını ortaya çıkardı. Fakat zorunlu
bir ayrım açıkça bel irtilmelidir. Ortaya çıkan olaylar -kamyon
şoförleri ve restoranlarda ça lışa n kesim dışı nda- haraççılık değil
yolsuzl uk olayla rıyd ı. Düzinelerce send ikada işçi !iderleri, sendi­
kaya kendi mal ıymış gibi davranm ıştı. Kişisel amaçlar için para
savurm uşlar veya send ika fonlarını a rkadaşlarının ya da kendi le­
ri nin kişisel yatırımları için ku llanm ışlard ı r. Ancak 25-30 yıl önce­
siyle karşı laştırıldığında, end üstriyel haraççılık azalmıştır. Bir dö­
nem çeteler bay bayan giyim sanayisi ni, temizleme ve boyama
işlerini, mal piyasalarını ve gıda sanayisini ele geçirm işti. George
Browne ve Willie Bioff, tiyatro ve Hol lywood sendi kalarını yö­
netmiş, nüfuzlu stüdyo sahi plerinden düzenli olarak para sızd ı r­
mıştı. Joey Fay, Batı'da i nşaat sektörüne hakimdi. George Sca lise,
inşaat Hizmetleri send ikasını kontrol ediyordu. Yasaklama'nın
ard ından yeni gelir kaynakları a rayan haraççı ların sendika alanına
bir giriş yolu bulmala rıyla emek alanına h ücum başlamıştır. Fakat
önemli bir nokta belirti lmelid i r: haraççı lar, kaotik rekabetin sür­
düğü küçü k, birim ölçekli end üstrilere girebilmişlerdir. Çünkü
haraççı lar, hiçbir firma ya da firma grubu end üstriyi organize
veya rasyonalize edemediğinde girebil mektedir.
Sevkiyatları kontrol etmedeki stratejik kon umundan ve şah ıs­
ların küçük hakimiyetler kurmalarına imkan sağlayan adem-i
merkeziyetçi kontrolü nden dolayı, haraççılık için en büyük po­
ta nsiyel Kamyon Şoförleri Sendikasıdır. Kamyon Şoförlerinde,
istikrar ve haraççı lık a rası nda i nce bir çizgi vardır. Bu, en iyi şekil-
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 97

de, otomatik satış maki neleri ve parayla çalışan otomatik müzik


kutusu endüstrilerinde görül mekted i r. Cleveland'de, örneği n
endüstri Gramofon Tücca rları Birl iği, Otomatik Satış Ma kineleri
Hizmetleri işçileri ve Kamyon Şoförleri Lokali 41 O tarafı ndan
kontrol edil mekted ir. Tek kişi lik bir işin başı nda, birtakım otoma­
tik müzi k kutularını kiraya veren, i mtiyazla r kaza nan ve makinele­
ri kendisi servis eden bir kişi, derneğe ve sendikaya üye olmak ve
her ikisine de a idat ödemek zoru ndad ı r. Otomatik müzik kutusu
tapta ncıları ve dağıtımcıları, mallarını sadece dernek üyelerine
satmak veya kiralamak zorundad ı r. Aksi halde sendika tarafı ndan
boykot edili rler. Asl ında bu, sendika tarafından yönetilen bir te­
keldir. Sendika başka nı, 1 949-SO'de işverenler cemiyetini yöne­
ten Wi l liam Presser'dı r. 1 95 1 'de send i ka başkanı olmuştur. Böl­
gede bir güç olan Presser, Cleveland Kamyon Şoförleri Bölge
Konseyi ve Ohio Kamyon Şoförleri Konseyi başkanıd ır.
Taşımacıl ı k endüstrisi nin, Beck ve Hoffa yönetimi nde "rasyo­
nal izasyon"uyla birlikte, haraççı l ı k ilginç bir şeki lde endüstri nin
yakasından düşmüştür. Rasyonal izasyon sürecinde anlaşmalar,
artık bölgesel değil yaklaşık 1 1 -1 2 eyalet genelinde standart ola­
rak yapılmaktad ı r. Böylece, işveren in ve rakipleri nin maliyetleri
sabitlenmekted ir. "Kenar bölgeler" oldukça karlı olabilir. Bir eya­
lette, örneğin bir barda veya dükkanda bulunan ve mekan sahi­
bine ayl ık elli sente satılan her otomatik müzik makinesinin üze­
rinde Teamster etiketi taşıması gerekmekted ir. Bu bölgedeki
ı 0.000 makine, maaşları na ve masrafiarına ilaveten Kamyon Şo­
förü bayilerine ayl ık 5.000$ gelir bırakmaktadır. Korunacak böyle­
sine kolay bir yatırımı olan destekçiler üzerine siyasi bir meka­
nizma kuru lduğunda, küçük haraççıları yerinden çıkartmak kolay
değildir.
Bazı bölgelerde bir zamanlar haraççılık olan şey kurumsal laş­
mıştır. Bu, özellikle asl ı nda müteahhidin "kukla patronu" olan
işyeri temsilcilerine genellikle hizmet karşılığı düzen li tazminatlar
ödend iği inşaat sektöründe geçerlidir. Benzer bir d üzen, yükleme
haraçlarının bir hayat tarzı olarak kabul edildiği ve mal iyetierin
kamuya ya nsıtıldığı liman bölgesinde bulunmaktadı r.
Daha önem lisi, "iş" yaşamına otuz yıl veya daha önceleri baş­
lamış birçok eski tarz haraççı, doğal olara k yerleşmek ve (dövül­
mekten öldürülmeye kadar) hayatın risk unsurlarından uzak
durmak istemektedir. Bu şa hıslar, genellikle sendikalardan özel
1 98 IDEOLOJININ SONU

koruma veya imtiyaz kaza nan "meşru" işlere yatırım yapmışlardır.


Hazır giyim, taşımacı lık, biracılık, madeni para satıcı lığı ve resto­
ran sektörü nde du rum böyle olm uştur. Burada artı k sorun meşru
ve gayrimeşru arası ndaki çizgi değil, a h laki ve gayriahlaki a rasın­
daki çizgid ir.
Ciddi endişe kaynağı olan şey, işçi hareketindeki bu kadar çok
haraççılıkla birlikte, ahlaki tavrın keskin d üşüşü ve yolsuzl uğun
yükselişi değildir. Bu, bi rçok fa rkl ı şekil alabilir. Şaşırtıcı sayıda
send ika lideri, bir yandan ticari faa l iyetlerde bulun maktadır. Bun­
lar, yasal kuruluşlard ı r. Fakat etik bir çizgi çekmek zordur. A.i.F.
(Amerikan işçi Federasyonu) yerel et doğrayıcıları n ı n patronu,
New York'ta meşhur bir et lokantası işletmektedi r. Bir Orta Batı
B.O.i-E.O.M. (Birleşik Otomotiv işçileri-Endüstriyel Organizasyon
Meclisi) görevlisi, sendi kayla sözleşmesi olan şi rketlere dikim için
spor ma lzemeleri satan bir mağaza yönetmekted i r. Kamyon Şo­
förleri sendikasının i ki önem li görevlisi olan Hoffa ve Bren nan'ın
eşleri, büyük bir nakliyeci ta rafı ndan kurulan sahte bir nakl iye
şi rketinden 60.000$ kar payı a l mışlard ı r. Birtakım işçi liderleri ağır
bir "merdiven altı faal iyeti" ile bir "işçi gazetesi" çıkartarak ü l kenin
her tarafı ndaki işverenlerden reklam alan bir yayı ncılık şi rketi nin
hisselerine sahip olmuştur. At ya rışlarındaki skandallar, çeşitli işçi
liderlerinin işçi danışmanı olarak ücret bordrolarında göründük­
lerini ortaya çıka rmıştır. Refah fonu ifşaları, yüzlerce sendika gö­
revlisinin nasıl yüksek ayl ı klar aldıklarını veya vakıf fon larından
komisyon paralarını nasıl cebe indirdikleri ni göstermiştir.
Bu tür davranışlar, işçi liderleri nin çoğ unlukla sonradan gör­
me olduklarını ve tek tabancaymış gibi davrandıkları n ı göster­
mektedir. işçi lideri, Amerika'da "kendinden menkul" son insan­
lardan biridir. Çok az sayıda sendika başkan ı avukat veya uzman
olarak "dışarıdan" gelmiştir. Hemen hemen hepsi aşağıdan gel­
miş ve birçok send ikada -herhangi bir Jersey ha pishanesindeki
kadar şiddetl i- kıra n kı ra na bir iktida r mücadelesi yaşanmıştır.
Bu insanlar genellikle, köşeleri n tutu lduğu ve "kolay para" kazanı­
lan ya da sendika liderinin benzer bir tavır almasını sağ layan
kinizmin hakim olduğu endüstrilerde bulun maktadır.

Haraççı lık devam ediyorsa, müşterinin hizmet ihtiyacından


veya g izli bir an laşmayla biraz kazanç sağlama gücü nden dolayı­
dır. Aslında bir haraççı, ister sendika derneği ister siyasi bir pat-
SUÇ DALGALARI EFSANESI 1 99

ronun koruması olsun, ancak siyasi bir korumayla varlığını sürdü­


rebili r. Kumarbaz Joe Adonis ve ortağı Willie Moretti, Fiorello
LaGuardia ta rafı ndan New York'tan sürüldüklerinde nehrin karşı­
sı ndaki Jersey'e taşınd ı la r. 1 953'teki özel bir soruşturma, Moret­
ti'nin "koruma" için Va li Driscoll'ün bir yard ı mcısına 286.000$
ödediğini göstermiştir. Longy Zwi l l man'ı n* bir ortağı olan Joseph
Bozzo, Cumhuriyetçi eya let komitesine 25.000$ "borç" vermiştir.
Bu koruma geri çekilmeden haraççılık ortadan kaldı rı lamaz.
Amerika lılar, tipik olarak, haraççı sorununa ahlaki bakı mdan
ya klaşmıştır. Ve reform hareketleri, siyasi hayat aracı lığıyla ritmik
olarak yol larını kapatmıştır. Fakat haraççı l ı k, topl umun birtakım
ihtiyaçlarını karşılayan bir "marjinal iş" şekl id ir. Ve genell ikle par­
ya mesleklerinde olduğu gi bi, toplumdaki marjinal g ruplar tara­
fı ndan ve marjinal bir iş olarak ya pılmaktad ı r. Bu nedenle haraççı­
lar, daha çok yabancı doğumlu ve iki nci nesil Amerikal ılar a rasın­
dan çıkmaktadır.
Yasadışı istekler her zaman var olabil ir. Fakat meşru veya gay­
rimeşru tanımları, ahlaki anlayışa ve topl um adetlerine göre de­
ğişir. Suç sorunu, insan doğası hakkındaki basmakalıp bilgilere
değil, kaza nç sağlama yöntem leri nin organize ed ilme yollarına
dayanmaktadır.

Şiddet Gösterisi
Kanıtlar, her ne kadar yetersiz olsa da, bugün Birleşik Devletler
tari hinde önceki dönemlerde olduğundan daha az suç işlendiği­
ni gösteriyorsa, günümüzde hayatın her za mankinden daha şid­
detli olduğu görüşü'ne bir açıklama getirmek nihai meseledir.
Modern hayatın -topl umsal bağ ları koparmasından ve her ge­
çen gün daha fazla gerilime yol açmasından dolayı- artan oran­
da şiddet gösterileri ile sadizme neden ol ması, stres düzeyi ni
arttırması ve daha çok parça lanmalara yol açması, a h lakçının
sta ndart klişesidir.
Yüz veya elli yıl önceki hayata bakarak bug ünün şartlarını kar-

New Jersey'de otomatik satış makinesi işine hakim "saygıdeğer" bir


işadam ı olan yasak içki kaçakçısı Zwillman, gelir vergisi kaçakçılığından
federal suçlama altındayken 26 Şubat 1 959'da intihar etmiştir.
200 IDEOLOJININ SONU

şılaştı rmak ıçın endeksler ol uşturmak zordur. Goldhamer ve


Marshall tarafı ndan ya pılan Psikozlar ve Uygarlik adlı bir Rand
araştırması, yüzyıl önceki delilik miktarının bugünküyle aynı ol­
duğu şaşırtıcı sonucuna ulaşmıştır. 1 840'larda Massachusetts
hastanelerine kabul edilen lerin oranları günümüzdeki lerle karşı­
laştırıl mıştır. ("Mania," "mela nkol i" ve "şüphe saplantısı" olara k
bilinen bozuklukların ayrıntılı ta nımları, bunların günü müzdeki
manik-depresif ve şizofrenik psi kozla rla benzer olduğunu gös­
termekted i r; bu neden le denkl ikler kurulabilir.) Yazarlar, yaş kar­
şı laştı rmaları yaparak, elli yaşına kadar akıl hastalıkları nedeniyle
hastaneye kabul edilenlerin oranlarının genelli kle şimdikiyle aynı
olduğunu belirtmekted ir. Elli yaş üstü grupla ilgili temel fark,
yüzyıl önce yaşlıların bakımının bug ünkü gibi akıl hastanelerinde
değil, ai lelerinin yanında yapılmış ol masıdır. Diğer bir deyişle,
stres, akıl sağlığı, vs. hakkındaki görüşler del i liğin değ i l ona olan
ilgi'nin a rttığını göstermekted ir.
Şiddet soru nu farklı bir şeyd ir. Amerikalıların kişisel yaşamla­
rmda, edebiyatta, sinemada, tiyatroda vs. daha çok şiddet "göste­
risi" bulunurken (ve yirminci yüzyıl hayatı nın korkunç gerçekle­
rinden biri olarak toplama kamplarında, savaşlarda vs. "şiddetin
bürokratikleştiril mesi" yaşa nırken), şehrin g ündelik ruti ninde yüz
veya yüz elli ve hatta yirmi beş yıl öncesine göre daha az şiddet
olayları yaşanmaktad ı r. Bu yargıyı ispatlamak için, New York ve
San Francisco'daki hayatın güncel kayıtlarına bakmak yeterlidir.
1 850'lerde, Broadway'den "bir taş atımı" mesafede bulunan
en berbat yerlerden biri New York'taki Five Poi nts'ti. Polisler bu­
raya ikişerli g ruplar halinde ve daima silahlı olarak girerlerdi.
Saygıdeğer New Yorkl ular, g ündüz bile bu bölgeden uzak d u rur­
lardı . . . Kati llerin, hırsızların, hayat kad ı nlarının ve çalı ntı mal
al ıcılarının buluşma yeriydi." Five Points'in hükümdarı, (büyük bir
haydut çetesini harekete geçirerek seçi mler süresince seçim böl­
gelerinde terör estiren ve kendisine batakhane, kumarhane vb.
faal iyetleri için yasal dokunul mazlık sağ layan) Fernando Wood'u
Val i yapan "Şef" lsaiah Nynders'd ı.
1 835'ten 1 870'e kadar tuttuğu günl ükleri on dokuzuncu yüz­
yıl topl umsal tarihinin büyük kaynak kitaplarından biri olan
önemli bir New York avukatı George Templeton Strong, 1 869 yılı
için günlüğüne şöyle yazar: " 1 2 Şubat . . . Şiddet suçları -hı rsız­
l ı klar, yol kesmeler, soygunlar, ci nayetler- son zamanlarda eşi
SUÇ DALGALARI EFSANESI 201

benzeri görülmemiş şekilde a rtmıştır . . . bu geeeki Post 'saygıde­


ğer vatandaşların g izli toplantıları'ndan ve bu bölgede ve diğer
bölgelerde harekete geçmeye hazır ve çoktan organize olmuş
ihtiyat Komiteleri'nden bahsetmekted i r. Fena halde bir Vehmge­
sich('e ihtiyacımız var."
Bir yı l sonra Strong, h iddetle bir kazayı kaydetmektedi r: "25
Ocak, Salı. Geçen akşam saat on buçukta [Franklin Huges] Dela­
no, John Astar'un verdiği bir akşam yemeğinden evine dönerken
Beşinci Cadde'yle On Birinci Sokağın birleştiği köşede üç kişi
tarafı ndan saldırıya uğradı ve soyu ldu. Tabii ki hiç tutuklanan
olmad ı. Suç hiç bu kış olduğu kadar cüretkar, olağan ve pervasız
olmamıştı. Çok az suçlu ya kalandı ve çok azı cezalandırıldı. New
York'ta belediye ka nunu bir başarısızlıktır ve çok geçmeden he­
pimiz nefs i müdafaa kan ununa geri dönmek zorunda kalacağız."
Ü l kenin diğer tarafı nda, San Francisco'da olaylar aynı şeki lde
şiddetl iyd i. Herald, 1 855'de şöyle şikayet ediyordu: "Şehrimizde
bazı noktalar en başıboş erkek ve kadı nların isti lasına uğramıştır...
Hava karard ı ktan sonra Pasifik Caddesi'nin üst kısmı hırsızlarla,
kumarbazlarla, aşağ ılık kadı nlarla, sarhoş gemicilerle dolud ur."
Bunlar Barbary Sahili'nin binlerce barında, kumarhanelerinde ve
batakhanelerinde toplanmaktad ı r. 1 860'1arın çağdaş kayıtlarının
bir derlernesi olan San Francisco vakayinameleri, şeh ir merkezi­
nin rıhtım bölgelerinde "hava karardı ktan sonra sokakta yürüyen
hiçbir düzg ün insanın güvende olmadığı nı; diğer yandan, gece
gü ndüz fa rk etmeksizin günün her saatinde malının ve mülkü­
nün kundakçılık ve soygunculuk tehlikesi altında old uğunu,"
bildiriyordu. 1 860'dan 1 880'e kadar Barbary Sahili'nde en az bir
cinayet işlenmediği veya sayısız soyg un yapılmadığı bir gece
yoktu. Barbary Sahili'nin "şöhreti" ile genelevleri nin ve "baraka la­
rının" ünü her tarafa yayı lmıştı. Ve a ltmış yıl boyunca, şehir Birinci
Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde temizlenene kadar, ticari
fuhuş ve suç, kısmi bir kanunsuzluk statüsünün keyfini sürd ü.
Fuhuşun korun ması nın ya nı sıra yozlaşmış siyasetçiler ile polis
arasındaki bağlantılar, yetmiş beş yı ldan fazla bir za manda suçun
temel özelli klerinden ve şeh ir merkezlerinin sokaklarındaki şid­
detin asıl kaynaklarından biriydi. New York'ta, sayısız reform so-

Vehme on altıncı yüzyılda suçlar konusunda "insan lara adalet" dağıtan


gizli Alman mahkemeleriydi. Bunlar ihtiyat komiteleri için bir modeldi.
202 IDEOLOJININ SONU

ruşturmasının gösterd iği gibi; Ta m ma ny Derneği, emn iyet ve


yeraltı dünyası aleni bir ittifak halindeydi. Ta mma ny, seçim böl­
gelerini yönetmek için çeteleri kullan ıyordu ve yera ltı dü nyası da
polis tarafı ndan korunuyordu. 1 9 1 O' larda New York'taki en ünlü
iki çete, (gerçek adı Paul Vaccarel l i olan) Paul Kelly ile Monk
Eastman tarafı ndan yöneti lmekteyd i. Kelly'nin çetesinin, bin beş
yüz üyesi olduğu söylenmekteyd i. Eastman'in listesinde ise, bin
iki yüz kişi va rd ı. iki çete birbi riyle bozuştuğunda öyle korkunç bir
kan davası oldu ki, iki yıllık bir geri lla savaşının a rd ı ndan, iki nci
Cadde ile Rivington Sokağı'nda bir gece yüzlerce gangsterin
katı ldığı bir meydan savaşı yaşandı.
Batı Ha rlem'deki genç çete savaşları, Bronzevi lle'deki aralıklı
şiddet olayları veya Kuzey Sahili'ndeki sokak kavga ları ne kadar
korkunç olsa da, bugünkü şiddet olaylarının sayısı 30-40 yıl önce­
sinin ilkel sokak kavgalarına asla yaklaşamaz.
Modern hayatın kişisel boyutta daha çok şiddet barı ndırdığı
idd iası, genelde edebi bir kurgu olabi lir. Edebiyat derg ilerinde
geniş yankı uyand ıran ünlü bir makalesinde George Orwell; suç
romanlarındaki sta ndart karakterin, beyefendi bir hırsız olan Raff­
les'den Faulkner'i n Kutsal S1ğmak'ı ndaki (Sanctuary) Popeye ka­
rakterine ya da Ja mes Hadly Chase'nin Bayan 8/andish için Hiç
Orkide Yok'undaki (No Orchids for Miss 8/andish) haydutlara doğru
kaydığını belirtmiştir. Orwell, roman kurgusundaki bu değişimin,
toplu mdaki bir değişimi ya nsıttığını düşün müştür. Ancak bu
daha çok tarihsel gerçeklikteki veya bir an lamda edebiyatın "de­
mokratikleşmesindeki" bir değ işim değil midir? Belki de asıl me­
sele, toplumun değişmiş olması değil edebiyatın hayatı yakala­
mış olmasıd ı r.
Yüz elli yı l önce sınıflar a rasındaki sınırlar sosyal ve ekolojik
olarak çizil mişti. Eski dönem lere ait, şehrin ağaç gölgeleri a ltın­
daki huzurlu yerleri nin "nostaljik" hatıraları, za manda olduğu
kadar mekanda da o kadar çok bozulmamıştır. Çünkü şehrin
sınırları birbirine komşu semtlerle öyle bir çizi lmişti r ki, birbirini
farkında olmaya n her bölgedeki veya sınıftaki insanların yan ı sıra
suç ve asayiş bir arada var olabil mektedir.
Sınıfların ahlak kural ları ve hayat tarzları, g üçlü biçi mde birbi­
rine zıttır. Şiddet, genel li kle Defoe'nun Londra'sındaki veya Ge­
orge Templeton Strong'un New York'u ndaki gibi, aşağı sınıf ha­
yatının coğrafik sınırlarıyla kısıtlanmış temel bir aşağı sı nıf fena-
SUÇ DALGALARI EFSANESI 203

men id ir.
Son kırk yı lda, sınıf hatlarında kültürel ve ekolojik bir bula n ı k­
lık olm uştur. Ve bu bulanıklık ile sın ıfların bu karmaşasında, şid­
detin değil şiddet içeren yaşam boyutlarının farkı ndaliğı a rtmış­
tır. Sinemaların ve diğer araçların çoğal masıyla, seyirci kitleleri nin
de artması sayesi nde, orta sı nıfı n büyük kesi minin mahrum ka l­
dığı hayatın bütün alanlarına açı lan "pencereler" genişlemiştir.
Bu "pencerelerin" genişlemesiyle, şiddet gösterilerine yansıyan
hayali deneyimlerden zevk alma durumu da ortaya çıkmıştır. Bu
nedenle, bir zama nlar eli kolu bağlanan şiddet duvarlardan atla­
mışsa, şiddet olaylarının a rttığı doğru değildir.
Tealog ların söyledikleri gibi, suç bizzat insan kusurunun bir
işaretidir. insan lar, daima birbirlerinin zayıfl ı kianna hayıflanırlar.
Ve her çağ, görünen manzara ka rşısında korkuyla haykırır. Fakat
"mutlak" olandan nispi olana gidilirse, (sosyologların sorması
gerektiği gi bi) bugün herhangi bir yerde daha çok veya daha az
suç olup ol mad ığı, suç şeki llerinin değişip değişmediği ve değiş­
tiyse neden değiştiği g ündeme geldiği nde, cevaplar efsanelerde
değ il gerçeklerde a ranmalıdır.
9.
BÖLÜM

Haraca Boğulan Liman i şçileri:


iktisat ve Siyaset Ağ1

Yirminci yüzyı lın düzenli ticari faa l iyetlerinden çok on dokuzuncu


yüzyı lın kavgacı paragözl üğünü hatırlatan eskilerden kalma bir
dü nya olan New York limanı, çelik bir bariyerle ve gemi bölmele­
ri nden bir duvarla şehrin geri kalan kısmından ayrı l mıştır. Gölge
hattı nı geçtiğinizde, boğa gibi "işveren patron ların" hakim iyetin­
deki, haraca boğulmuş sınır bölgesine adım atarsınız. Burada,
karmakarışık bir italyan göçmen g rubuyla, Slav ve zenci işçiler,
h uzursuz ve ted irgin i riandalı g ruplar a rası ndaki disiplini sağla­
mak için, gerektiğ i zaman yük kancası ve bıçak yardı m ıyla kaba
kuvvet ku llanıl maktad ır. Burada rüşvet, tefecilik, ufak tefek gasp,
h ı rsızlık, araklama ve cinayet, liman hayatının sıradan olaylarıd ı r.
Pek çok dok, doğrudan ya da dalaylı olara k yerel l i ma n send ika­
sına egemen olan iş alanlarını parselleyen ve haraçiarı yöneten
gangsterler tarafından kontrol edil mektedir. Sendika başkanl ığı­
nın yaptığı herhangi bir anlaşmaya alaycı lıkla bakan alt tabaka,
bazen bildiği tek şey olan gayri resmi g revi yapar, yan i "ayaklarıy­
la oy verir" ve ard ı ndan (bu olayı, yerleşik çetelere meydan oku­
mak için kullanan) muhalif haraç liderleri nin desteğine sığın ır.
Savaş sonrasındaki on yılda, nakl iye şi rketleriyle liman sendikası
a rasındaki bütün önemli toplu pazarlık a n laşmaları, işçiler tara­
fı ndan reddedilmiştir.
Bu maka lenin konusu, haraççıların hakim iyeti nin neden de­
vam ettiğidir. Genel olarak cevap; bu endüstrinin iktisadi işleyişi­
ni, liman şehirlerine hakim sendika ile kent soylu Demokratik
HARACA BOOULAN LIMAN IŞÇILERI 205

Parti mekanizması arasındaki tuhaf siyasi ilişkiyi, l i ma n işçi g rup­


ları arasındaki etni k köken leri, izole olmuş bir kitle olara k etrafia­
rındaki şehir toplumundan şüphe d uya n liman işçi leri nin psikolo­
jisini ve bizzat sendikanın "Çi n l i diktatör" yapısı nı an lamakla i lgi­
lid ir. Fakat bu unsurlar, sadece bir çerçeve sağlar. Ayırt edici olan
şey, başlangıçta kısmen-meşru i ktisadi bir fon ksiyonu olan ve
böylece yapıyı bir arada tutan toplumsal bir yapıtaşı görevi gö­
ren endüstri haraççı larının rolüdür.
Yolsuzluk ve end üstriyel haraççı lık a rasında gerekli ayrım ı ya­
pıyoru m. Yolsuzluk; sendi ka fonlarının, ödeneklerin, rüşvetlerin,
haraçların, vs. ta lan edil mesidir. Görevin suistimal edil mesinin
veya suçl unun şahsi kazanç için diğerleri ni gasp etmesinin bir
şeklidir. Eğer mal iyet çok yüksek ol mazsa veya bu mal iyet inşaat
sektöründe olduğu gibi başkalarına kolaylıkla yansıtı labi lirse, o
za man bu durum iş yapmanın kabul edilen bir yolu hal i ne gelir.
Maliyetin aşırı yüksek olması d u rumunda ise, devlet müdahalesi
talebine neden olabilir. Halbuki endüstriyel haraççılık -ağ ı r bir
bedelle- diğer a racıların yapamadığı, kaotik bir piyasayı istikrara
kavuşturma görevi görür ve endüstriye bell i bir düzen i le yapı
sağlar. Endüstriyel haraççıl ı k, sadece belirli bir tür iktisadi piyasa­
da var olabil ir. Oligopolcü bir tarzda faaliyet gösteren birkaç dev
şi rketin, end üstride düzen li bir fiyat sistemi kurduğu çelik, oto­
mobil, kimya, kauçuk, vs. alanlarda var ola maz. Endüstriyel ha­
raççıdan başka salt hiçbir kuvvetin endüstriye istikrar sağ layacak
kadar güçlü ol mad ığı taşı macıl ı k, hazır g iyi m, g ıda, temizli k, bo­
ya, vs. g i bi küçük ölçekli ve fazlasıyla rekabetçi yerel mal piyasala­
rında va rlı k gösterebi lir. Bu durum özel likle endüstriyel haraççı lı­
ğın gel iştiği 1 920'1er için geçerlidir. 1 930'1arın başlarında N RA
yoluyla New Deal tarafı ndan yasallaştı rılan fıyat sabitlemesi, en­
düstriyel haraççı lığın rolünü azalttı. Bugüne kadar kısmen i ktisadi
fakat zoru n l u bir fonksiyon olan şey, gün üm üzde tamamen ge­
reksiz bir zorbal ı k halini a l mıştır. Lepke ve Gurrah'ın hakimiyetin­
deki hazır g iyim alanında, restoran sektöründe ve endüstriyel
haraççıların isti lasına uğrayan benzeri end üstrilerde, işverenler
ve send ika devletin yardı mına başvu rmuşlardır. Bu durum, otuz­
ların ortasında New York bölge avukatı olan Tom Dewey'ni n bir
savcı olarak ilk defa nasıl önem kazandığını göstermektedir.
N RA'nı n ortadan kalkmasının a rdı ndan, bu alanların birçoğ unda­
ki send ikalar, endüstriye istikrar ve kontrol sağlama rol ünü üstle-
206 IDEOLOJININ SONU

necek kadar g üçlü lerdi. New York limanında haraççı lık düzeni
devam etti. Neden?
Bu makalenin tezi, li manların ayrıcal ıklı iktisadi matrisi nin,
nakliyeciler ile haraççılar arasında bir uzlaştırma düzeni oluştur­
duğu ve sistemin devamını sağ ladığıdır. Bu ekonomik gereklilik­
ler olmaksızın sistem çöker. Günümüzde iktidarın ve manipü las­
yonun büyüsüne kapılarak, genellikle bunların a ltında yatan
iktisadi dayanak noktasını gözden kaçı rıyoruz. 1 95 3'de ve sonra­
sında New York limanının durumuna devletin, federal ajanların
ve A.i.F.'nin siyasi müdahaleleri, liman sendikasında değişen
i ktida r il işkileri ile haraççı lığa yol açan koşulların ortadan kaldırı­
lacağı i na ncına dayanmaktayd ı . Bu elbette ki Eisenhower ve
Dewey hükümetlerinin, Cumhuriyetçi lerin devletin işçi-işveren
anlaşmalarından elini çekmesini beli rtmeleri ne karşın, 1 955 ve
1 956'daki liman g revierine olağan üstü müdahalelerini meşrulaş­
tırılma yoluydu. Siyasi çaba başarısız oldu. Başarılı olsaydı bile,
haraççı l ı k düzeninin bozulması şüpheliydi. "Teknolojik" çevrenin
(keli meyi ekolojik, mekanize yükleme boşaltma teknikleri ve
faal iyetlerin ekonomik yön leri ni kapsayacak şekilde en geniş
anlamıyla kullanarak) yeniden şeki llendirilmesi ve rasyonalizas­
yonu ya pılmaksızın haraççı lığa neden olan koşullar devam eder.
işte bu makalenin göstermeye ça lıştığı şey tam da bud ur. Eğer
bundan sonra anlatılacaklar büyük ölçüde tari hse, o za man, bu
sosyoloj i k bir perspektiften yazı lan bir tarihtir: haraççı lığın sendi­
kaların nasıl ayrılmaz bir parçası olduğunu açıklamak ve karmaşık
bir toplu msal ilişkiler kümesini şeki l lendirmede özel bir tür piyasa
rolü oynad ığını göstermektir.

iktisadi Dayanak
New York'un, Birleşik Devletler'deki en büyük şehir olarak, hakim
kon umunu olağan üstü !imanına borçlu olduğu okul çocuklarının
bile bildiği bir şeydi r. Ü l kenin gel işen ticaretinde, hiçbir şehir
onun özellikleri ni taşımaz: geniş ve deri n kanallar ile buzdan
arınd ırılmış sular ve nadiren sisli hava; büyük yük gemicilerinin
karaya birkaç mil sokularak bir dizi geniş doğal limana, -koylara
kıvrılan- korumal ı haliçiere ve ulaşımı kolay sayısız rıhtımlar
barı nd ı ra n, seyrüsefere müsait nehi rlere ulaşabilmelerin i sağla-
HARACA BO<� U LAN LIMAN IŞÇILERI 207

mıştır. Bu nedenle, gemiciliğin New York'a gelmesi kaçınılmazd ı .


Deniz yolcu lukları nın sıklığı, y ü k a l a n ı n ı n müsait olması, birbirine
kavuşan birçok demiryolu hattı ve hazır bankacı l ı k im ka nları,
limanı çok geçmeden hem yurtiçinden Avrupa'ya mal gönder­
mek isteyen hem de yurtdışından Birleşik Devletler'e mal ithal
etmek isteyen aracı kuru luşlar için cazip hale getirmiştir. Ağır
tica retten dolayı, bankalar ellerinde büyük rezervler tutmayı adet
haline getirmişlerdi. Bu nakit sermaye birikimi, New York'u ü l ke­
nin güvenlik ticaret merkezi yapmıştır. Yüzyı lın sonunda New
York, Birleşik Devletler'de ekonomik ve sosyal gücün en yoğun­
laştığı nokta ol muştu. Şeh ir merkezi ndeki fi nansal gökdelenler ve
onların mekansal karşı lığı olan Batı Yakası'ndaki a lçak barakalar,
fi nans ile ticaretin bu karşılıklı ibadetinin topografik bir sembolü
olmuştur.
New York limanı yedi yüz millik dola mbaçlı bir hat çizse de,
limanın merkezi Manhattan'ın Batı Yakası'nda 4-5 mil boyunca
sıralanan iskeleler ve yükleme alanlarıdır. Buraya okya nus aşırı
yolculuk yapan gemiler ya naşır. Şehirde tüketilen, diğer şehi rlere
gönderilen veya yu rtdışına ihraç edi l mek üzere end üstriyel Ba­
tı 'ya yollanan muazzam miktardaki kargo ve ürünün, yü kleme ve
boşaltma işlem leri burada ya pılır. Ancak, Man hattan bir adadır ve
kendine özgü handikapları vardır. Genel kargo tonajlarının büyük
bir bölümünün dar Manhatta n'da yapılmasına karşın, adada
demiryolu hattına doğrudan bağlantısı olan bir karayolu ile bir
tek vapur iskelesi bile yoktur. Demi ryolu yükü, liman çevresinde
dolanan mavna lar veya kamyonla gemi lere taşı nmalı veya gemi­
lerden a l ınmalıdır. Fakat iskeleler arasındaki mesafe, hem okya­
nus aşırı yük gemilerinin ya naşması için hem de ka rgoları bo­
şaltmak ya da yüklemek için (gemilerin yanı sıra) sefer yapan
küçük mavnalar açısından da yetersizdir. Bu nedenle ağır yoğ un­
luk ve gecikme, maliyetli vardiya harcamalarına neden olmakta­
dır. Ve iskeieierin darlığı, rıhtıma yanaşan gemi lere büyük hasar
vermektedi r. New York'un iskeleleri nin sadece birkaçına, kargo
taşıyan on metrelik büyük kamyonlar sığabil ir. Bundan dolayı,
yükün büyük bir böl ümü iskeieierin dışındaki kalaba l ı k dar sokak­
lardan taşınmaktadır. Yoğunluk o kadar korkunç ve bekleme
süresi o kadar uzundur ki; büyük motorlu taşıyıcı firmalar, metro­
politan bölgelerinde, va pur iskeleleri ne ya pılan sevkiyatlar için
cezai faiz uyg ulamaktad ı r.
208 IDEOLOJININ SONU

Bu çağdışı imka nların nedeniyle, bir zamanlar gemi işletmeci­


liği nde küçük bir faktör olan kıyı nakliye masrafları; birçok d u­
rumda gemi lerin amortisman maliyetlerinin, mürettebat ücretle­
rinin, sigortanın, malzemelerin, genel giderleri n, bakım-onarım
ve yakıt masraflarının toplamından daha fazla olmaktadır. Sevki­
yat sırasında, geminin toplam harcamalarının yüzde SO'sine va­
ran en büyü k nakliye masrafları, kıyı boyunca ya pılmaktadır. Eğer
bir gemicilik şi rketi karlı bir sefer yapmak istiyorsa, limanda kalış
süresi kısa olma lıdır; ya ni, hızlı bir yükleme ve boşaltma ya pması
ve denize çabuk açılması gerekmektedi r. Bunun için de, hazır ve
uyumlu bir işgücüne ihtiyacı vardır.

iŞGÜCÜ ARZININ DURUMU


Gemicilik, geleneksel olarak, "tesadüfi" bir faaliyettir. Endüstrisi,
bizzat mevsimsel ve döngüseld i r. iş hacmi; savaşlara, ticaret yol­
larındaki siyasi sorunlara vs. bağ l ı d ı r. Sevkiyat programları; hava
şartlarına, limandaki gecikmelere, hacimli malları n türüne vs.
göre değişir. işgücü ta lebi, limandaki gemilerin sayısına bağ l ı
olarak büyük iniş çıkışlar gösterir. Nakliye şirketleri hızlı b i r "tra­
fik" sağ lamak için, -elleri nin altı nda hazır bulunan, haftanın
yoğ un bi rkaç gün ünde uzun saatler boyunca çalışabi lecek ve iş
olmadığı zaman larda da bir sonraki gemiyi sabırla bekleyebile­
cek- bir işg ücü fazlasına ihtiyaç duyarlar.
ihtiyaçları düzensiz olduğu için birçok nakliye şirketi, doğru­
dan liman işçisi istihdam etmez. Fakat gemilerinin yüklenip bo­
şaltılması için, ta hliyeci aracılarıyla ton başına an laşma yaparlar.
Ya klaşık olarak almış tahliyeci şirket, bütün dak işçilerini kiralar ve
deniz taşımacılığı hatlarıyla birlikte sendika larla (ücret ve ça l ı şma
şartları konu larında) paza rlık yapan New York Gemicilik Birliği'ni
ol uşturu rlar.
Tarihsel olarak, gerekli aşırı arzı yönetmenin yolu, "a mele pa­
za rı" kurmaktır; diğer deyişle, her türden geçici işçiyi lima nda
toplayarak a ralarından seçim yapmaktır. Bir taksi şoförü, boştaki
bir kamyon şoförü ve hatta görevdeki bir itfaiyeci ya da polis
memuru için bu sistem, özellikle fazla mesai ücreti alınan hafta
sonları ile akşamları ek bi rkaç dolar kazanmanın kolay bir yolu­
d u r. Böyle binlerce işçi, kısa ve d üzensiz zaman ara l ı klarıyla lima-
HARACA BaGULA N LIMAN IŞÇILERI 209

na geti rilmektedi r. Ancak düzenli bir geçim kaynağı a rayan bu


bi nlerce işçi için, a rnele pazarı orta m ı ve onun neden olduğu
adam kayı rmacılık katlanı lamaz bir durumdur.
iki nci Dünya Savaşı öncesinde isti hdamın ta mamı a rnele pa­
zarı yoluyla yapı lmaktaydı. Günde iki defa, sabah 7.55'de ve öğ­
leden sonra 1 'de (ve gerektiğinde akşam üçüncü bir defa) işçiler
iskelenin önünde geniş bir yarı çember etrafında "hizaya" gelirler
ve yarım günlük işler için bir "işveren patron" veya tellal tarafın­
dan seçi lirlerd i. işçilere g ünden güne nerede ihtiyaç olduğunu
bildirecek resmi bir sistem yoktu. Bazı işçiler iskelelerdeki ilan
tahtalarından, bazı ları dedikod u yoluyla, bazıları günlük ve ticari
gazeteleri takip ederek bilgi al ırlardı. Eğer bir işçi sabah 7.55'de iş
bulamadıysa, günün geri kalan kısmı nda iş bulma şansı çok azd ı.
Rı htımda başka nerede iş old uğunu bil meksizin, o iskelede boş
oturmaktayd ı . Başka bir iskeleye gitse bile, geç ka lmış olma veya
bir diğer geçici işçi nin işi almış o l ması i htimali yüksekti. Herha ngi
bir bilgi olmadığı için, işçiler her zaman iş aldıkları iskelede top­
lanırlardı. Böylece her iskelede veya belirli birkaç iskelede, bile­
nen bazı işçiler toplanmaktayd ı. Hepsi zencilerden oluşan Lokal
968 gibi bazı liman işçileri lokalleri nin belirli bir iskelesi yoktu.
Çünkü onların Brooklyn rıhtımları, bir italyan lokali tarafından tıka
basa daldurulmuştu ve g rup üyeleri ya şehirde aylak aylak dala­
şıriardı ya da Harlem'de kendi "işgücü piyasalarını" ol uşturu rlard ı .
N isan 1 942'de o za manki Savaş Gemisi idare başkanı Tuğa mi­
ra l La nd, a rnele pazarı usulünü veri msiz ve kaotik bularak şiddetli
bir şekilde eleştirmişti. işg ücü kıtlığından dolayı ve güvenl i k ne­
deniyle "amele pazarı," -yani bir grupta n rastgele işçi seçme
düzeni- önceleri kendi çetesinin bulunduğu rıhtımda iş aramış
olanlardan oluşan sabit ve düzenli çetelerin ortaya çı kmasıyla
değişti. (Savaştan sonra d üzen li çete sistemi Hudson Nehri bo­
yu ndaki birçok l i manda devam etti. Batı Nehri ve Brooklyn bo­
yu ndaki diğerleri a rnele paza rlarına geri döndüler veya gezgin
çeteleri kullandılar.)
Düzenli çete sistemi, yeni dayanışma şekilleri ortaya çıkard ı .
Ve savaştan sonra N e w York limanında g revierin ortadan ka l kma­
sı -yirmilerde, otuzlarda ve savaş sırasında hiç g rev yoktu- bir
tür istihdam düzen inin yerleşmesiyle mümkün olmuştur.
Arnele pazarı, açıkçası nakliye şi rketlerine, ihtiyaçları olan sey­
yar işgücünü sağlamıştır. Savaş sonrasının zirve yı lı olan 1 946'da,
210 IDEOLOJININ SONU

toplam 60.000 liman işçisi rıhtımlarda istihdam edilm iştir.


1 950'de nakliyeciliğin gerilemesinden dolayı, bu rakam 40.000'e
düşmüştür. Bu, d üzenli ve geçici işçiler dahil olmak üzere, toplam
işgücü arzıyd ı. Asl ında ta m gün liman işgücü, 1 6.000 ile 20.000
işçi a rası ndaydı . Geri kalanı seyyard ı . Düzenli g rubun sadece
yüzde S ile 8'i a rası ndakiler yılda 20.000 saat ça lışıyordu (yani elli
haftada, haftalık kırk saatlik işgücü). Yüzde 20 ile 25 arasındaki
işgücü, yılda 1 .200 ile 2.000 saat a rasında ça lışıyordu. Geriye ka­
lan yüzde 35 ile 45 arasındaki işgücü ise, yılda 700 ile 1 .200 saat
a rası nda çalışıyord u. New York liman işçilerinin düşük ve d üzen­
siz gelir durumunun en basit göstergesi, bankaların ve finansal
şirketlerin l i man işçilerine kişisel borç vermemeleriyd i. Liman
işçileri, düşük gelirl i kiracılar olarak, genelli kle ka mu ya da özel
konut projelerine kabul edi l memekteyd iler.

PATRON VE AMELELER
Arnele pazarı sistemi, işin bel irsizlik ve g üvensizlikleri üzerinde
durmuştur. Başlarında güçlü bir liderle, rıhtımdaki tüm işleri ken­
dilerine ayarlayan gruplar ortaya çıkmıştır. Haraçlar çoğalmıştır.
iki sosyal güvenl i k kartına sa hip bir işçi, bir ya ndan d üzen l i olarak
ça l ışmaya devam ederken, diğer ya ndan da bir diğer kartla çalı­
şarak sigorta parası al maktad ı r. Fazla mesai kartları, listeye sahte
bir iş çetesi eklenerek ücret bordresunu şişirmek için kullanılmak­
ta ve ekstra para, işveren patron, mutemet ve ekip tarafı ndan
paylaşılmaktayd ı . Tefeci liğin yan ı sıra ücret bordroları�ın bu şe­
kilde şişiril mesi ve diğer parazit uyg ulamalar, o zamanda Birleşik
Devletler end üstrisi dışındaki her yerde ortadan kalkmış olan
"para çeki"* sayesinde mü mkündü. işçi, para çekini nakde çevire­
rek ödemesini alabilirdi. Ancak, elinde çek olan herkes aynı şeyi
yapa bilirdi. Ödeme g ü n ü nden önce işi bırakan veya borçlarını

Vasıfsız işçilere ödeme yapmak için kullanılan eski bir sistem. Bir işçiye
çalıştığı her gün için bir para çeki verilirdi. Ve bu çekler hafta sonunda
nakde çevrilirdi. Böylece defter tutma asgari düzeye i ndirilmiş ve sadece
birkaç kayıt tutulmuş olurdu. Bir zamanlar hayat kadıniarına bu tarz bir
ödeme yapıldığı için bu söz özellikle Dünya Endüstri işçileri arasında aşa­
ğılama deyimi haline gelmiş ve U pton Sindair'in "korunan" basın üzerine
yazdığı bir kitabının adı olmuştur.
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇILERI 21 1

ödemek için acil pa raya i htiyacı olan liman işçileri, çeklerini belirli
bir yüzde ka rşılığında satmaktayd ı . Yükleme ve boşaltma şirketle­
ri haraca göz yumuyordu, çünkü işçileri büyük bir veri miilikle
kullanan esnek işveren patrandan sağlad ı kları büyük faydanın
ya nında bunlar ufak miktarlardı.
Limandaki en önemli adam, işveren veya "tel lal" patrondu.
Aslı nda, işveren patron, bir işçibaşı olarak yöneti mi temsil ettiği
için; bütün işveren patronlar, Ul uslara rası Liman işçileri Birliği
(U.L.i.B.) üyesiydi ve seçilmeleri yerel sendikalar tarafından dikte
edilmekteydi. Bir nakliye veya yükleme-boşaltma şirketi, nadiren
bir işveren patron belirleyebilirdi. Önemli bir kayırma işi olan
seçim, tercihini bir a rkadaşından yana kullanan sendika görevli­
sine bırakılmaktayd ı.
iskeieierin çoğunda, işveren patronların sabıka kaydı olması
sıradan bir durumdu. Bunun bir nedeni, büyük bir yükleme­
boşaltma şirketinin konuya alaycı şeki lde yaklaşan bir görevlisi
tarafından şöyle açıklanmıştır: "Eğer baş belası bir sabıka l ı ile
sabıka kaydı ol mayan iki kişi a rası nda seçim yapmak du ru munda
kalsaydım, terci himi daha çok sabıkalı olandan yana kullanırdım.
Neden bil iyor musunuz? Çünkü patron olduğunda işçi leri hizaya
getirecek ve onların azami iş çıkarmalarını sağlayacaktır. işçiler
ondan korkacaklardır."

U.L.i.B. DÜNYASI
Sendika, bu durumlara neden göz yumdu? Daha basitçe ifade
edersek, Uluslararası Liman işçi leri Birliği (U.L.i.B.) neden bir sen­
dika gibi davranmadı? Amerikan send ikacılığının klasik şekli ve
varoluş nedeni, iş kontro/ü'dür. iş kontrolü, iş sayısını ya da iş
arayan işçi sayısını sınırlamak ve iş tan ı mında eşitli k ile g üvenlik
sağ lamak için bir kıdem sistemi ol uşturmaktır. Birleşik Devlet­
ler'de çok az send ika, işçi ler a rasında iş için kıran kırana bir reka­
bete destek verir veya bir iş g üvencesizliği d u rumuna göz yumar.
U.L.i.B., bunlardan biridir.
Cevap uzun za man önce bel liydi. 1 939'da "Liman işçileri Prob­
lemi" adlı bir eser yayı niayan Katolik rahip Monsenyör Swanst­
rom şunları yazmıştır: "Yaln ızca durumun bir açıklaması olarak
[sendi ka] görevlileri ve delegeler üyeli k d üzeyini yüksek tutmak-
212 IDEOLOJININ SONU

tan menfaat sağlamaktadır." Sendika, işgücü fazlasını teşvik ede­


rek, şirketlere yard ım etmektedir. Sendika başkanlığı, a rnele pa­
zarını kontrol ederek, işçiler üzerinde etki li olmaktad ı r.
Aslı nda, U.L.i.B. bir sendikadan çok, her biri i rili ufa klı bölgele­
re h ü kmeden bir Çinli diktatörler g rubu gibi olmuştur. New York
bölgesinde, bazı ları el sanatları, diğerleri coğ rafık temel li, her
birinin 1 .000- 1 .500 a rasında değişen üyeleri olan yaklaşık yetmiş
lokal bulunmaktad ı r. Bunlardan kabaca otuzu, genelde komşu
olan bir veya bir grup iskelede, coğrafik yetki sınırlarına sahip
liman lokallerid ir. Ek olarak, U.L.i.B. marangozlar, memurlar, m u­
rakıplar ve kereste işçileri, ambar işçileri, petrol işçileri, itfa iyeciler,
römorkör mü hendisleri, tah ıl arnbarı işçileri, kalafatçılar, mavna
kaptanla rı ve "Yük Hayvan ı Bakıcıları," "Tahıl Ambarcıları," "Deniz
Marangozları," "Şeker Pancarcı ları," 'Ta hıl Biçicileri" "Boru ve Ha­
lat Testi" çalışanları vs. gibi fantastik adlardan oluşan el sanatla rı
loka l leri ni de içermektedir.
Bir loka l içindeki küçük üyelikler ve yüz yüze iletişim, küçük
g ruplar için kontrol kazanmayı ve "dayatmayı" mümkün kılmıştır.
Sad ı k takipçiler için, düzen li işlerin kayı rılan birkaç kişiye dağıtıl­
dığı sıkı bir mekan izma kuru lmuştur. Geriye kalan üyeler, ayrı mcı­
l ı ktan dolayı iş kaybetme korkusuyla sindirilm iştir. ilk defa bazı
kayıtların tutulduğu savaş sonrası yılları nda, sadece yedi lokalde
g izli oylama yoluyla düzenli seçimlerin yapıldığı ortaya çıkmıştır.
Diğerlerinde, açık oylama yapılmış veya hiç oylama yapı lmam ış­
tır.
Demokrasi nin ihlal edilmesi, sadece lokal lerde değil seçim
bölgelerinde de yaygındı. New York bölgesindeki liman lokalleri;
l i man işçi leri nin, kontrolörlerin, kargo ta mircilerinin vs. soru nla­
rıyla ilgi lenen bir Beled iye Meclisi'nde toplanmıştır. Fakat bölge­
de siyasi olarak seçim hilesi ya pılmıştır. Sahte üyelerden ol uşan
çok sayıda l i man lokali oluşturulmuştur. Her türlü faal iyet Beled i­
ye Meclisi tarafı ndan onaylandığından, kura la uymayan lokaller
kolayl ıkla oy kaybetmekted ir. Önemli grev meselelerinde çağdışı
bir oylama sistemi, en üst düzey görevlilerin seçim son uçlarını
manipüle etmeleri ni sağlamıştır. Bir seçim yapı lacağı za man,
Mai ne'den Virginia'ya kadar send ika loka l lerinin her birine seçim
sandığı yerleştirme adeti vard ı . Oy toplamları seçim sonuçla rın ı n
tablolar hal ine getirildiği Uluslara rası Birlik ofislerine teletonlarla
bildirilir, sonuçlar duyurulur ve oy toplamlarının a l ı ndığına yöne-
HARACA B�ULAN LIMAN IŞÇILERI 213

lik onay mektubu her lokale gönderilirdi. New York Eyalet Araş­
tırması kurulunun raporuna göre, 1 95 1 'deki g rev oylamasında
"kanıtlar göstermektedi r ki, New York Limanı'ndaki bir tek lokal
bile raporu telefonla veya telgrafla teyit etmemiştir. Kanıtlar, ayn ı
zamanda i ncelenen lokal kayıtlarında hiçbir oylamanın sonucu­
nun bulunmadığını göstermektedi r. . ."

HARAÇ DAYANAGI
Umanda bir sendi ka lokalinin kontrolü, siyasi zaferin sıradan
mükafatla rından daha fazlasını ifade eder. Bir sendika lokalinin
kontrolü; bir iskelen in kontrolü ve l imandaki birçok haraç nokta­
sının kontrolü demektir. Ga lip gelen grup, parselleyebileceği
imtiyaziara sahip olmaktadır. Bunlar a rasında bah isçil i k, tefeci lik,
iş rüşvetleri, vs. vardır. Ve genellikle, şiddetl i kontrol m ücadeleleri
ile sert bir muhalefet baskısı yaşan maktad ı r.
Ancak hepsinden büyük ödül, "yükleme haracı"d ı r. Otuz yı ldır
New York l i manları nda yapılan kanlı rıhtım savaşları, "yükle­
me"nin kontrolü ve karlı kazancı içindi r. "Yükleme haracı," U.L.i.B.
şubeleri nin suça bulaşması nın ve heybetli haki miyetinin temeli­
dir; bunun New York limanı tari hi nde, iktidar unsurları a rasındaki
ka rmaşık siyasi ve iktisadi paylaşımı her şeyi ortaya koymaktadır.
Umumi yükleme, ilginç bir durumdan dolayı ortaya çıkmıştır.
Yükleme ve boşaltma şirketleri, bir mal ı gemiden iskeleye ind ir­
dikten sonra sorumluluk a l ma maktadır. Malı al maya gelen bir
kamyoncu, sevkiyatı kamyona kendisi yüklemek veya biraz yar­
d ı m almak zorundadır. Umumi yükleme, iskeledeki hangariarda
depolanan malları elle veya mekanik olarak forkliftle limandan
alıp orada bekleyen bir kamyonun kasasına yüklemektir. Ya klaşık
ya rım metrelik bir forklift. Hepsi bu: Anca k farklı iskelelerdeki
yükleme i mtiyazları n ı kontrol etmek ad ına sayısız i nsan öldü rül­
müş, önemli na kliye şirketi müd ürleri sindirilmiş, tüm sendika
lokal leri gangsterlerin eline geçmiş ve şeh ir yetki li leri başka tara-

Umumi yüklemeci, bu nedenle, yükleme boşaltma şirketleri tarafından


gemilere yükleme ve boşaltma yapmak için çalıştırılan liman işçilerinden
farklıdır. Umumi yüklemeciler, esasen demiryolu istasyonlarında trene
girmelerine izin verilmeyen hamallara benzemektedirler. Onlar aslında
yükleme boşaltma işlemleriyle kamyoncular arasındaki "aracılar"dır.
214 IDEOLOJININ SONU

fa bakmaya zorlanmıştır. Bu, nasıl olmuştur?


"Vakit," demiştir Benjamin Franklin, "nakittir." Cevap, za man­
d ı r. Birinci Dünya Savaşı sırasında lima nlara yük götürüp getiren
a raçların sayısı muazzam şekilde artmıştı. Liman boyunca uza nan
taşlı yollar, böylesi bir trafik için yapılmamıştır. Şehrin dar iskele­
leri de buna uygu n değildir. Uzun sıralar ol uşmaktad ır. Kamyon­
culukta en pahalı maliyet kalemi, bekleme süresidir. Bir şoför
muavinine kamyonda uyuklaması için para ödemektense, şoförü
iskeleye tek başına göndermek ve şoförün yakınlarda bir bardaki
"shenango"lardan veya bar kuşlarından birini kiralaması adet
olm uştur.
Gitgide, boşta gezen işçilerin ha kla rını korumak adına, çeşitli
kişiler her iskelede yükleme tekeli kurmaya başladılar. Önceleri
bir hizmet veriyorlardı. Ve klasik tekel tarzında, trafiğin ka ldıra­
bildiği kadarıyla herkesten ücret almaya başladı lar. (Özellikle
acelesi olan kamyoncular, bir "hızlandırma" ücreti ödeyerek sıra­
nın başına geçebil iyorlard ı .) Böylece, geçiş ücreti ortaya çıktı. Bir
yüklemeciye i htiyacınız olsun olmasın, hizmet için para ödemek
zorundaydı n ız ve malların her tonu için ekstra bir vergi a l ı nmak­
taydı. Böylece end üstriyel haraççılık kurulmuş oldu. Haraççı, stra­
tejik bir bağ lantı ve kazanç elde ederek bu avantaj l ı kon umunu
kendi karı için korumaktayd ı.
iyi bir şeye sahip olduğunuz da, demiştir şeytan, onu düzene
koyu n. 1 93 1 'de Alva Joh nston, New York Tribune'deki yazıla rın­
dan birinde ele aldığı yükleme konusuyla ilgili makalede, "iskele­
lerini, bir ele geçirme süreci yoluyla, askeri bir işgal altında tutu­
yorlar" demiştir. Ancak bir gangsterin tacı, Nem ra hipleri nin Altın
Çelenk'i gibid i r. Kişi, sadece kendinden öncekini katiederek kral
ol mayı başara bi lir. Yirmilerde, liman hanedanının bir düzine üye­
si, hızlı bir şekilde birbirleri a rdı sıra başa geçmişlerdi r.* Otuzların
ortalarında barış sağlandı. Batı Yakası iskelelerindeki çeşitli yük­
leme patronları g üçleri ni bir araya getirerek, gangsterlere merke­
zi bir tahsilat acentesi ve şiddet faal iyetleri hizmeti veren, Varick

En kısa liman saltanatı, yönetirnde beş dakika kalan Eddie McGuire'ındı.


1 928'de liderlik boş kaldığında iskele liderleri Kolombiya iskelesinde top­
lanıp liderlik için zar attılar. Eddie kazandı. Beş dakika sonra Eddie hariç
herkes iskeleden ayrıldı. Bir bekçi vücudunda beş kurşunla onu ölü bul­
du.
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇILERI 215

işletmeleri A.Ş. olarak bilinen örgütü kurdu lar. Örgütün öyle


etkin bir istih barat servisi vardı ki, ister deniz yoluyla ister demir­
yoluyla olsun, şehre varan her sevkiyat için kesin bir ta kip kaydı
bulunmaktayd ı. Acente aracı l ı ğ ıyla faal iyet gösteren çeşitli yük­
lemeciler, terminaliere gid ip, kamyoncuların adları n ı ve yükleri­
nin ağırl ı ğ ı n ı kontrol ederek -herhangi bir hizmet verilse de
verilmese de- ücret miktarını gösteren bir yükleme bileti kesi­
yorlardı. Ard ından, tahsilatçı lar işe çı kıyorlardı. Ödeme yapmak
istemeyen olursa Varick, sendika bağ lantıları aracılığ ıyla bu nakli­
yeciyi işi yavaşlatmakla veya g revle tehdit ediyordu.
Bir seferinde Tammany Derneği'nde bir liderin seçil mesine de
yard ı m eden Varick işletmeleri, kırklı yılların ortasında Bölge Avu­
katla rı, faal iyetleri ni araştırmaya başladığında dağıldı. Patron
yüklemecilerin her bi ri, önceki bölgeleri kontrol görevlerine geri
dönd üler.
"Şaşı" John Dunn'ın kariyeri, a rta n yükleme haraçlarının yan ı
sıra elde edi len hazır kaza nçlar ve rastgele cinayetlerle dolud ur.
Bir süre iki ıslahevinde çalışmış ve Sing Sing ha pishanesinde kal­
mış bir adam olan Dunn, 1 936'da limana geri döndü. Hemen iki
kişiyi öldürerek ve bir kişi de yaralayarak, iskele 59'da yükleme
kontrolünü ele geçirdi. Kasım 1 936'da, o ve yard ı mcıları önce bir
işçi komitesi kurdular, sonra da U .L.i.B.'den Terminal Kontrolörle­
ri ve Platform işçileri Lokali 1 346-2 olarak bilinen bir sendika loka­
li için imtiyaz kazandıla r. Bu sayede Dunn, sadece iskeleleri değil
yurtiçi nakliye terminallerini de kontrol etmeyi planlıyordu.
Dunn, işçileri örgütlemedi. işvereniere giderek, bir sözleşme "pa­
zarl ığı" yaptı. Daha sonra navl un idareci lerine, kendi sendikasına
ait olduklarını söyledi. Bir sonraki yıl, Dunn faaliyetlerini geliştirdi.
U .L.i.B. imtiyazını feshetti ve milli A.i.F.'den, Otomobil ve Otobüs
Terminali Kontrolörleri Platformu ve işçi leri adı altında üç federal
imtiyaz aldı. i mtiyazlar New York, New Jersey ve Pennsylvania
içindi; Dunn, kendini, New York lokalinin iş temsi lcisi ve başkan
veki li ilan etti. Kira l ı k boksörü "Şaşı" Andrew Sheridan ise Jersey
lokalinin örgütleyicisi oldu. Bu loka l ler sayesinde Dunn, taşımacı­
lık endüstrisinde bir iktidar haline geldi ve aynı za manda birta­
kım iskeieierin kontrolünü sürd ü rdü.
Mayıs 1 946'da, savaştan kısa bir süre sonra, Anthony H i ntz ad­
lı bir adam iskele 51 'e işveren patron olarak tayin edildi. Hintz,
Dunn'la top çevi rmek istemedi ve korkutma çaba larına rağ men
216 IDEOLOJININ SONU

ayak di red i. 8 Ocak ı 947'de Hintz limana gitmek için evi nin mer­
diveninin basa makları ndan aşağı inmeye başladığında üç adam
çıkageldi ve içlerinden biri ona a ltı kurşun sıktı. Hi ntz, üç gün üç
gece ölüm kal ı m m ücadelesi verdi. Tam ölmek üzereyken polise,
"Beni Dunn vurdu" dedi. Sebebi basitti. Dunn'ın ortağı Şaşı She­
ridan a raya g i rdi ve polise: "Bir iskeleyi kontrol etmek için bir
yüklemeyi kontrol etmeniz gerekir. . . Andy [Hintz] bir patran
yüklemeciydi," ifadesini verdi. Sheridan, sadece bir iskeleden
elde edi len karların, haftada ya klaşık 900$ olduğunu söylemiştir.
Bir an, Dunn sanki konuşacak ve yükleme haraççılığ ıyla bağ­
lantılı olan diğerleri nin adlarını söyleyecek g ibiydi. Ancak sonun­
da sessiz kaldı. Dunn ve Sheridan, Temmuz ı 949'da elektri kli
sandalyeyle idam edi ldi.
Savaş sonrası yıllarında, umumi yüklemecil iğe isteksizce bir
yasa l l ı k giysisi g iydi ri Idi. Sü reç, yersiz bir şeki lde yükleme haraçia­
rını n korkunç yüksek rakamlara ulaşmasıyla başlad ı. ı 948 sonba­
harında Motorlu Taşıtlar Derneği'nin kabadayı, bağrı açık idari
müdürü Joseph Adelezzi savaş ilan etmeye hazırdı: "Bunlara kar­
n ı m ız tok, . . . Yükleme ücretlerinde bir sta ndart bulunmamakta­
d ı r. . . Hiçbir sistem, hiçbir düzenleme, hiçbir kontrol yok. Bıçak
kemiğe dayandı. Artık bundan ötesi yok. Silahlarına aldırm ıyo­
ruz." demiştir.
Kamyoncular, iskeleleri kiralayan gemicilik şi rketleri nin veya
onların yükleme boşaltma acenteleri nin yükleme işini almalarını
ta lep etmiştir. Bu, gemicilik şirketleri tarafından düzenli ücretierin
tayin edil mesi ve haracın sona ermesi demektir. Ancak gemici l i k
şi rketleri b u n u reddetti. Gemi lerinin lima nda kal ış süresinin kısa
ol ması, ihtiyaç halinde büyü k bir işgücü a rzının hazırda bulun­
ması ve işçilerin emre a rnade ol ması onları daha çok ilgi lendi ri­
yordu. Bunun için "işbirlikçi" bir send ika loka line ihtiyaçları vard ı.
Ve o güne kadar loka l ler, haraççılar tarafından kontrol edil mek­
teydi. Dahası, gecikme, yavaşlatma ve g rev sayesinde iskele çete­
leri şirketler üzerinde zara r verici baskı gücüne sah ipti. Bu neden­
le, gangsterlerle işbirliği yaparak onlara rüşvet vermek gemicilik
şi rketleri nin işine gel iyordu.
Bundan dolayı, gemicilik şi rketleri yükleme işine girmeyi red­
detti. Aslında kamyoncular da yükleme işini al mayı istememişti.
Karşı oldukları şey, m üşteri lerine ekstra bir ücret olarak kabul
ettirmekte zorlandıkları düzensiz ve keyfi fiyatlardı. istedi kleri tek
HARACA BoGULAN LIMAN IŞÇILERI 217

şey istikrar v e düzend i.


U.L.i.B. Başkanı Joe Ryan, umumi yüklemedler ile kamyoncu­
lar arasında acilen bir toplantı yapma çağrısında bulundu. Kam­
yoncular, yüklemeyi kendileri nin yapması hakkı nı içeren ve stan­
dart ücretleri tayin eden bir sözleşme karşılığında çağrıyı kabul
etti. Sözleşme imzalandı. Ancak tacizler devam etti. Tekra rlanan
şikayetlerin a rdından Soruşturma Komiseri Murtagh, yükleme
boşaltma şirketlerinden yüklemeyi kendilerinin yapmalarını veya
iskelelerde faal iyet göstermeye yetki li umumi yüklemecilerin
isimlerini yazarak atamada bulunmalarını talep etti. O za mana
kadar yüklemecilerin resmi kimli kleri bile bi linmiyordu. Ödeme­
ler nakit yap ı l ıyor, ne bir defter ne de bir kayıt tutul uyord u. Yük­
leme boşaltma şi rketleri, yüklemecilerin g ücünü göz önünde
tutarak, işi üstlenmeyi reddettiler. Böylece, bi rçoğ unun sabıka
kaydı olan ve işin meşru düzenbazları olarak halen iskeieierin
kontrolünü el leri nde bulund uran aynı kişilerle çalışmayı sürdür­
dü ler. Şehrin zayıf refleksleri nin sonucu, li mandaki umumi yük­
lemecilere resmiyet ve itibar kaza nd ı rmak olm uştur. Asl ında sıkı
bağımsız sözleşmed ler olan umumi yüklemeciler, liman sendika­
sının resmi üyesi oldu lar. Yüklemeciler, kamyoncular birliğiyle
ücret pazarl ığı ya ptı lar. New York'ta yüklemedlik "meşru laştı rıl­
mış" oldu.
Yüklemeni n "güzelliği," neredeyse h içbir yatırım yapmaksızın
ve hiç ki mseyi kaba kuvvetle tehdit etmeksizin olağan üstü bir
kaza nç için; yasal, uysal bir maske ve sadece konjonktürün ola­
ğan kaprislerine tabi (öl üm ve vergiler kadar düzen li) ka rlı bir
gelir sağlamasıydı.44
Sosyoloj i k a raştırma için haracın asıl önemi "yükleme"ni n sa­
dece New York limanında bulunmasıydı. Birleşik Devletler'deki
diğer büyük deniz lima nları olan San Francisco, New Orleans,
Baltimare veya Philadelphia'da yükleme haracı diye bir şey asla
yoktu. Haracın buralarda neden olmadığına i lişkin birçok doğal
ve tarihsel faktör bulunmaktadır. Fakat en önemli gerçek, diğer
limanların mekônsal olarak yüklemen in asla "fonksiyonel" bir
anlam kaza na mayacağı şeki lde d üzenlenmiş olmalarıdır. New
York haricinde, bu limanların hepsinde, iskeieiere doğrudan ka­
rayolu bağlantısı va rd ı r. Bu nedenle, kargoların nakliyesi, kolayl ık­
la ve çabucak tamamlanmaktad ı r. Bu limanlarda, New York'ta
olduğu gibi, kamyoncuları beklemek, "gecikme cezaları" yığ mak
218 IDEOLOJININ SONU

ve iskeleden uzakta yükleme yapmak zorunda bırakan kalaba l ı k


v e bağucu d a r sokaklar da yoktur. işte "ekonomik matris"teki bir
fa rkın, haraççı lık ya pı lmasının veya yapılmaması n ı n nedenini
kısmen açıklamaya yaradığı bir nokta.

U.L.i.B.'nin Tarihi
Sendikanın geçm işinde veya doğasında ne vardı da bu kadar zor
bir duruma d üştü?
"Göçmen" sendikaların siyasetleri ve taktikleri şeh ir siyasetin­
de yarışan etnik grupların karmaşık altyapısıyla karşılaştırı lırsa
daha kolay a nlaşı l ı r. New York'taki Yahudi sendikaları -Bayan
Konfeksiyon işçileri, Sentetik Giyim işçi leri ve Şapkacılar- Sosya­
list Partiyle iç içe doğmuş ve büyümüşlerd i r. Bundan dolayı, New
York'taki "irlanda l ı ların" -liman işçilerinin, kamyon şoförlerinin,
inşaatçıların- send ikalarının Ta mmany Derneği ve onun imtiyaz
sistemi ile kopmaz bağları vardır. Birçok eski i nşaatçı, müteahhit
ve liman işçisi, kendileri için g rev yapan sendika işçi leriyd i. Birço­
ğu şehirde asfalt, taşıma, inşaat, vs. işler için sözleşmeler ya para k
zengin leşmiştir. Bu çaba ları, send ika liderleri tarafından siyasi
nüfuzla desteklenmiştir. Bu an laşma d üzenlemeleri dışı nda, kar­
maş ı k bir a rkadaşlık ağı ve siyasi birlikler ortaya çıkmıştır. Ernek­
Ierne gü nleri ndeki kısa bir dönem dışı nda, liman işçileri send ikası
bu ağın bir parçası olmuştur.
Liman d üzenlemesi nin, Batı Sahi li'nde dağınık bir tari hi vardır.
1 870-SO'Ierde bir grup işçi, daklardaki koşulları dengelemek
amacıyla Liman işçileri Birliğini Koruma Derneğ i'ni (L.i.B.K.D.)
kurmuştur. 1 880'1erin ortasında New York'a Londra ve Glasgow'­
dan liman işçileri temsi lcisi olarak -liman işçileri sendikasını
d üzenlemek ve böylece aksi işvereniere karşı Atiantik'in her iki
yakasında eş za manlı bir sendi ka faaliyeti yürütmek için- gelen
ing iliz Edward McHugh ta rafı ndan daha kararlı bir çaba gösteril­
miştir. McHugh, Amerikan Liman işçi leri Birliğini kurmuş, ancak
zama nın birçok sendi kacısı g i bi çok geçmeden siyasete yönel­
miştir. 1 886'da McHugh ve gelişmekte olan liman işçileri sendi­
kası, Henry George'un belediye başkanlığı seçi mlerinde aktif rol
oynamıştır. Fakat bir sonraki yıl Birleşik işçi Partisi koalisyonu
dağıldığında, send ika kapanmış ve McHugh Lond ra'ya geri dön-
HARACA BoGULAN LIMAN IŞÇILERI 219

müştür.
New York'taki l i man düzenlemesi, yüzyı lın sona ermesinin a r­
dı ndan, Dick Butler adlı müthiş bir Batı Yakası karakteri tarafın­
dan yeniden ca nlandırılmıştır. Butler, sendikanın eski ismini dev­
ralmış ve bağı msız Liman işçileri Birliğini Koruma Derneğ i'ni ye­
niden kurmuştur. Gençliğinde liman ve inşaat işçiliği yapan But­
ler, çok geçmeden siyasetin çiçekli yolunu tutmuş ve bir Bro­
adway züppesinin bon vivant hayat tarzın ı ve bar işletmeciliğini
kendi zevkine daha uyg un bulm uştur. Fakat bütün bu maceralar
boyunca, sendikadaki önemli rolünü korumuştur. Eski bir New
York polis şefi ve bir Ta mmany asisi olan Büyük Bill Devery'nin
taraftarı olan Butler, send ikanın hem siyasi anlaşmalar yapmak
hem de Tamamny önde gelenlerinin kavgaları sırasında oy ka­
za nmak ve oyları elinde tutmak için uyg un bir yol olduğunu fark
etmiştir. Onun toplu pazarlık yöntemi ilkeldL L.i.B.K.D.'n in yeni­
den ca nlandırılmasından kısa bir süre sonra işçi ücretlerine saatte
üç sentlik zam kazandı. Sonradan "Bunu, seviyemi düşürerek ve
şimdi U l uslararası Deniz Tica reti başkan ı olan P. A. S. Franklin'le
samimi bir sohbet yaparak başa rdım," diye a nlatmıştır. Bugüne
kadar kişisel temas, U .L.i.B.'n in egemen pazarlık yöntemlerinden
biri olmuştur.
Bu a rada, ı 892'de Amerikan işçi Federasyonu'na bağ lı (A.i.F)
bağ lı olarak "Büyük Göl lerin Kereste işçileri" birliği kurulm uştur.
Bir yıl sonra yönetmeliği, bütün liman işleri ni kapsayacak şeki lde
genişletil miştir. Sonraki yıl, ı 894'te, U l uslara rası Liman işçi leri
Birliği ad ını a l mıştır. Birlik, Büyük Göller bölgesi nde bir römor­
körde liman işçisi olarak ça lışmaya başlayan T. V. O'Connor lider­
liğinde gelişmiştir. ı 906'da O'Con nor, Büyük Göl leri n Ru hsatlı
Römorkörleri'ni Koruma Birliği Başkanı ve sonra da U .L.i.B. Başka­
nı olm uştur.
ı 9ı 2'de O'Connor Batı Sahili'ne zorla g irme tehdid inde bu­
lun muştur. Kardeş kavgasına gi rmernek için Dick Butler,
L.i.B.K.D.'ni Uluslararası Liman işçi leri Birliği ile birleşti rmiş ve
U .i.L.B.'n in ilk Atiantik Bölge Başka nı olmuştur. ilk U .i.L.B. liderleri
arasında, otorite sahibi üçüncü bir isim daha va rdı. Bu, Paul Kelly
takma ad ıyla tanınan, italyan profesyonel boksör Paul Vacarel­
li'ydi . Vacarelli, çalışma kariyerine bir çöp mavnasında başlamış
ve çok geçmeden mavna imalatçı ları sendikasını kurmuştur. Ka­
raya ayak basmış ve Butler gibi, sendika görevini sürdürü rken bar
220 IDEOLOJININ SONU

işletmed liğine soyunmuştur. Siyaset, bir sonraki tabii meslekti ve


Büyük Tim Sul l ivan'ın vesayeti a ltında Vacarelli aşağı Batı Yaka­
sı'nın siyasi patronu oldu. Great Jones Caddesi'ndeki "Küçük Na­
pol i" adlı barı; New York aleminin Monk Eastman, "Altı Parmak"
Mu rphy, "Dokuz-Göz" Donnigan, "Yaky Yaky" Brady, Büyük Jack
Zelig gibi meşhur karakterleri nin takıldığı bir yerdi.
iktidardaki üçlü otorite, istikrarsız bir birleşimdir. ı 9ı 7'de Dick
Butler, O'Connor'a meydan okumaya başlad ı. Tabii ki birtakım
savaş gücüne i htiyacı vardı ve Butler, siyasi ile yeraltı arkadaşları­
na başvurd u. Aşağı ve yukarı Broadway'deki bütü n büyük ku­
marbazlar, Butler'ın savaş fonuna destek verdi. (Yeraltı dü nyası­
nın finansörü Arnold Rothstein ı .500$ verdi.) Butler sadece:
"Kumarbazlar minnetta rd ılar çünkü ben on ları Gaynor rejimi
boyunca korumuştum" demiştir. Butler, Atiantik Bölgesi'nin ve
onun yükselen güçlerinden ikisinin, Joseph P. Ryan ile Al Marinel­
li'nin desteğini almıştı.45 Butler, troika'nın bir diğer üyesi Paul
Vacarel li'nin klasik tarzdaki desteğini de kazanm ıştı. Anca k Vaca­
relli, son daki kada Butler'ı aldatmış ve desteğini O'Connor'dan
yana çevi rmiştir. Şiddetli bir mücadelede sonrası ndaysa, Butler
kaybetmiştir.
iki yıl sonra, ı 9 ı 9'da Galveston'da, Butler başka bir deneme
daha yaptı. Joe Ryan'ı başkanlığa aynaması için ikna etmeye
ça l ı ştı fakat sonradan reddedildi. Big Dick kurultaya geldiği nde, o
ve a rkadaşı Marineili koltukları olmadığını gördüklerinde şaşır­
mıştır. Butler, O'Connor'a grev kırıcı olarak saldırm ıştır. O'Connor
karşılık olarak, Butler ve Mari nel li'nin işçilerden "koruma" amacıy­
la para s ızdıran özel bir dedektiflik bürosu kurduklarını ileri sür­
müştür. Bu suçlamaları protesto eden Butler: "Bu g üzel işi destek­
lemek için her işçiden yılda bir dolar toplad ık ki bu örgütl ü emek
mücadelesinde yayg ı n bir uygu lamadır. O'Connor bunların hep­
sinden haberdard ı fakat bunları bize karşı propaganda ya pmak
için ku llandı" demiştir.
Butler, ı 9 ı 9'daki meşhur liman grevi nde, mu hteşem bir şe­
kilde iktidara gelmeye çalışmıştır. Savaş sırasında yaşam maliyet­
leri h ızla yükselmişti, fakat liman işçileri nin ücretleri devletin Milli
Düzenleme Komisyonu tarafından saatl ik 65 sentte tutul muştu.
işçiler, mesai saati için bir dolar ve fazla mesai saati için iki dolar
ta lep etmişlerd i. Onun yerine, mesai saati için beş sent ve fazla
mesai saati için on sentl ik "Woolworth zammı" almışlard ı r. Alt
HARACA BoGULAN LIMAN IŞÇILERI 221

tabaka, lideriere aldırmadı. Ve 25.000 liman işçisi, limanı tama­


men felç ederek yürüyüşe geçti. işçileri kontrol edemeyen
O'Connor, "l imanın Birinci Dünya Savaşı ve Bolşevik etkisi altında,
izdiham yaratarak izinsiz g rev yapan sorumsuz liman işçileri tara­
fı ndan işgal ed ildiğini" duyurmuştur. Ancak "yıkıcıların" lideri, -
William Randolph Hearst'ı n kuklası olan New York Beled iye Baş­
ka nı Hylan Dick ile Jersey City Beled iye Başkanı Hague tarafından
tuhaf bir şekilde (veya o kadar da tuhaf değil) desteklenen­
Butler'dan başkası değildi. Aslı nda gemicilik şirketleri g rev kırıcı­
ları Jersey dakiarına geti rmeye ça lıştıklarında, Hag ue'un polisleri
onların ka rşısında sımsıkı durmuştu. Şiddet, limanı baştan başa
sarmıştı. işçiler, dört hafta boyunca sağlam bir şekilde d i rendi.
Sonunda, Çalışma Bakanlığı Sekreteri Wi lson'un müdahalesiyle;
Belediye Başkanı Hylan, Vaca rel li ve Ja mes Hug hes'den oluşan
bir uzlaşma komisyonu kuru ldu. Hylan ve Butler, yeni bir zam
vaadiyle g revdeki liman işçilerini tekrar işbaşı ya pmaya ikna etti­
ler.
1 9 1 9 g revindeki bu rol ünün öd ülü olarak O'Connor, Başkan
Harding tarafı ndan Nakliye Kurulu üyel iğine getirildi ve Coolidge
tarafından bu kuru lun başkanlığına atandı. Hoover, onu daha
sonra yeniden atadı ve yerin i daha sonra Frankl i n D. Roosevelt'e
bıraktı. Butler, Tam ma ny siyasetine geri döndü ve Jimmy Wa l ker
tarafından "beyaz fil" Bronx Termianli'nin müfettişi olarak seçildi.
Send ikanın başkan vekili olarak Vacarelli'nin yerine geçen Joe
Ryan, son unda U.L.i.B.'ni n başka n ı oldu. Butler neşeli bir şeki lde
şöyle demiştir: "[Joe Ryan] 1 91 3'de bana bağ l ı olarak işe başladı
ve ona öğrettiğim hileleri unutmad ıysa ilerleyecektir." ilerledi
de . . .
Joe Ryan, çeyrek yüzyı lda U.L.i.B.'ni n kahra manı oldu. Suç da­
vaları nın yarattığı sıkıntılardan önce, (sa ğ l ı k ve sı hhati nin yerinde
olduğu altmış sekiz yaşında) bir karikatüristin Tam many Derneği
beyefendisi karikatürüne benziyordu: Özel dikilmiş ağır dökü mlü
giysiler, saka r elleri nin ka lın pa rmaklarından birinde parlaya n i ri
bir pırlanta ve etli bir surattan sarka n soğan gibi bir burun. Ryan,
Broadway'in sportif kalabalığına ka rışmış bir halde iyi bir yaşam
sürdü ve en sevdiği Chelsea restoranda yiyip içti; itiraf ettiğine
göre, daklardaki boşaltma sırasında nefıs Rus yiyeceklerinin a m­
balajları yı rtı lıp açıldı ğ ı nda gelişti rd iği bir zevk olan havyarın eşsiz
tad ı na da zaman zaman bu restoranda varmıştır.
222 IDEOLOJININ SONU

Hayat, Joseph Patrick Ryan için her zaman bu kadar kolay de­
ğ i ldi. 1 884'de doğmuştu. Bahçıva n olan babası, genç Joe birkaç
yaşı ndayken öl müştü. Kısa bir süre sonra a n nesi de vefat etti. Ve
Joe, Hudson yakı nındaki zorlu Batı Yakası'nda büyüdü. iyi bir
Chelsea geleneği olarak, a ltıncı sın ıfı tamamladıktan sonra oku l u
bı raktı. Ard ı ndan çeşitli işlerde ça lışıp, 5-5.5 y ı l boyunca vatman­
lık ve 2 yıl kadar da araba muayene memurluğu yaptı. Rutinden
sıkılan Joe, 1 9 1 2'de lima ndaki g ü ndelik işlere döndü. Ve çok
geçmeden keyifli tavı rları, ağır yumrukları, zengin ve etkileyici
üslubuyla send ikada lider oldu. Lima ndaki i l k yılında askıdaki ağır
bir yükün koparak ka lın demir parçalarının üstüne dökül mesiyle
kısmi felç geçirdi. Ryan'a a it olan lokal, Lo ka l 79 1 , ona yarı zaman­
lı fi nansal sekreterlik görevi vererek yard ımına yetişti. Ryan bu
olaydan sonra herhangi bir liman işi yapmadı. Üç yıl içinde görevi
ta m zamanlı işe çevri ldi. Ryan kendini usta bir işçi siyasetçisi ola­
ra k ka nıtlayarak, 1 9 1 8'de Ul uslararası başkan veki li ve 1 927'de
send ika başkan ı olm uştur. 1 943'de kendisine minnettar bir kurul­
tay, onu hayat boyu sendika başkan ı seçmiştir. On yıl sonra, eleş­
tiriler karşısında aşırı duygusal bir kederle görevi bırakmı ştır.
Joe Ryan liman işçileri nin "irlandalı" yönetimini simgelerken,
aslında send ikada ita lyanlar her za man çoğunlukta olmuştur.
Ryan zirvede kaldı, çünkü Tammany Derneği'ndeki irianda lider­
liği sayesinde siyasi nüfuza sahipti. Polisin iskele haraççılarına
m üdahale etmemesi için siyasi destek gerekliydi. Çünkü "cephe"
alm ıştı. Ve çoğunluğu göçmen olan halyanlar arasında toplumsal
bir fig ür olacak çok az sayıda kişi varken, onun armatörlerle a rası
iyiydi. Joe Ryan, halyan ları kesi nl ikle yalnız bırakmıştı.
Bu siyasi bölün men in altında kaba bir coğ rafi ayrım yatmak­
tad ı r. Hudson nehri boyunca hemen hemen bütün Batı Yakası
iskeleleri i rlandalılar tarafından kontrol ed il mekteydi. Bunlar böl­
gede inşa ed ilen i l k iskeieierdi ve i rlandalılar da ilk göçmenler
olarak bu alanlarda toplanmı şlard ı . Bunlar Batı Yakası yakı nlarda­
ki iskelelerde, Chelsea'de ve Tenderloin ile nehir arasındaki kah­
verengi kumtaşı şeridinde yaşayan işçilerden oluşan bir topl ul uk­
tu. Hayatları, kilise ve meyhane a rasında meki k dakuyarak geçi­
yordu. Nad i ren uzaklara taşı n ı rlard ı . Şehi rdeki diğer etn ik kitlele­
re karşı izole bir kitle olarak yaşamaktayd ı lar.
Biri nci Dü nya Savaşı'ndan sonra gemici lik yayg ı nlaştığ ı nda,
ka laba l ı k Hudson iskeleleri trafiği kald ıramaz hale geld i. Bunun
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇiLERi 223

üzerine Brooklyn'de, Staten Adası'nda ve Hoboken'de yeni iske­


leler ve gemi bölmeleri kuruldu. Bu iskeieierin yakı nındaki kenar
mahal lelerde yaşayan italyan cemaatleri de işlere talip oldu. içki
kaçakçılığı, kumar ve narkotik suçlarına boğazına kadar batmış
italyan çeteleri hızla iskeieiere akın etti.
Brooklyn'deki çete kontrolünün kal bi, U.L.i.B.'nin sözde altı
italyan lokaliyd i. Bu lokalin dört bin üyesi, Brooklyn Köprü­
sü'nden Yirminci Cadde'ye kadar uzanan hat boyundaki iskele­
lerde çalışmaktayd ı . Bu loka l ler, yirmi yıl boyunca kötü nam sal­
mış Camarda ailesi ile onların yeraltı dünyasındaki ortakları tara­
fı ndan yöneti lm iştir. Bunlar a rasına, yı llar geçtikçe Al bert Anasta­
sia, Joe Adonis ve italyan gangsterleri nin kötü nam sa lmış diğer
üyeleri de katılmıştır. 1 939'da Peter Panto adlı bir alt tabaka lide­
ri, liman boyundaki haraççılık ile yağmalamayı protesto ettiğinde
korkunç bir şeki lde katiedilmiş ve vücudu iki yıl sonra New Jer­
sey'deki bir kireç çukurunda bulun muştur. "Ci nayet A.Ş."nin baş
infazcısı Albert Anastasia cinayet suçundan tutukla nmıştır. Çete­
nin eski bir tetikçisi olan Al lie Tan nenbaun, Anastasia'nın cinayeti
şahsen azmetti rdiğine dair şahitlik yapmış olmasına rağmen,
Bölge Avukatı William O'Dwyer anlaşı lmaz bir şekilde suçlamayı
örtbas etmiştir. (O'Dwyer yıllar sonra New York Beled iye Başkanı
olduğunda bile yakasını bırakmayan bir davadır bu.) Anasta­
sia'nın serbest bırakılması, Kefauver Komitesi tarafından ortaya
atı lan ve O'Dwyer'ın asla tatm in kar bir şeki lde ceva playamadığı
bir soruydu. Panto cinayetinin ard ı ndan açılan soruştu rmalarda
Brooklyn Büyük J ü risi, 1 940'ta altı lokalin kasasının yüz binlerce
dolar yağmalandığını açıklamıştır. Ancak mu hasebe kayıtları
oldukça esrarengiz bir şeki lde ortadan kaybolmuş veya ya kı l mış
halde bulunmuştur. Cinayetten sonra U.L.i.B. Brooklyn lokal lerin­
de reform ilan ettiği ha lde, Camarda ai lesi altı loka l i n kontrolünü
etkin bir şekilde eli nde tutmayı sürdürmüştür. Zamanla başa
Albert'in kardeşi Tony Anastasia geçmiştir. Anastasia, 1 946'de bir
grup g rev kırıcıyı Phel ps-Dodge şi rketi için geti rmiş olduğu hal­
de, Erie Basin dak grubunun ve çok geçmeden bütün Brooklyn
limanının patronu olmuştur.
224 IDEOLOJININ SONU

Siyasi Destek Sistemi


Bir şehrin siyasi düzeni, suçun an laşı lmasında esastır. Kı rk yıldan
fazla bir dönemde reformun ya nı sıra Tamanny yönetimleri saye­
si nde, limanlar siyasi olarak korunan bölgelerdi. Bunda, liman
bölgelerini olduğu gibi tutmak isteyen iş çevreleriyle olan ilişkile­
rin ve onlardan vergi alan siyasi mekanizmaların payı vardır.
New York Limanı'nda iş ya pan 1 55 gemi hattı, bir düzine bü­
yük (ve yirmi küçük) yükleme boşaltma şi rketi, ya rım düzine bü­
yük demiryolu hattı, bir dizi mavna işletmecisi, vs. bulunmakta­
dır. "Anlayışlı" iş adamları, bağlantıları kurarken, hem düğümleri
nerede çözecekleri ni hem de en büyük düğümün siyasi olduğu­
nu bilmek zorundad ı r. Liman bir belediye işletmesi olduğundan,
işadamları iskele kira ları için şehirde pazarlık yapmak, çeşitli izin­
ler almak ve Den izci lik ve Havacı lık Dairesi'nde iş bitirmeyi öğ­
renmek durumundadır. Birtakım siyasi bilgi ler ve siyasi destek
olmaksızın bir işadamı genel an lamda batm ış demektir.
iskele sözleşmelerini isti smar imka nları, ya klaşık elli yıl önce
Tammany Derneği'nin meşh ur lideri Charles F. Murphy tarafın­
dan gelişti ri l miştir. O dönemde, New York World'ün 1 Ekim 1 905
tari hli sayısında şöyle bir açı klamaya yer veri l miştir: "Bay
Mu rphy'n in bir Tammany lideri olarak kısa kariyeri süresince
genelli kle Dak Bakanlığ ı'nın manipü lasyonu yoluyla
30.000.000$'1 ı k a nlaşma yapı lmıştı r."
Seabury soruşturması, otuzların başlarında Kuzey Alman
Lloyd Hattı'nın, Milli Demokratik Dernek Başkanına şehre kurulan
yeni bir iskele için 50.000$ ödediğini ortaya çıkarmıştır. 633.000$
değerindeki iskele, Tammany Derneği lideri George Olvany'nin
hukuk şi rketi a racı lığıyla 3.000.000$ karşılığında şehre sunul muş­
tur. Bu tür olaylar her nesilde tekrar etmiştir. 1 947'de O'Dwyer
rejimi sırasında bir iskele kiralamak isteyen eski bir içki kaçakçısı­
na, Tammany Derneği'nde bir güç olan Clarence Neal'i görmesi
ve 1 00.000$ karşılığında hizmet alması söylenmiştir. Bu olayların
ortaya çıkması sonucunda, Bay O'Dwyer'ın Denizci lik ve Havacı l ı k
Şefi ile iki başyard ımcısı sessizce istifa etmiştir.
Tamma ny Derneği her za man önem taşıdığından, U.L.i.B.'nin
New York'taki güç kaynaklarından biri, Tammany Derneği'ndeki
nüfuzu olmuştur. 1 928'den 1 938'e kadar, Joe Ryan A.i.F. Merkezi
Ticaret ve iş Kurulu Başkanıyd ı ve bu görevde siyasi kampanya-
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇILERI 225

l.ırda "işçi ler" adına konuşmuştu. Böylece, işçiler yoluyla resmi


\iyasi destek aslında Joe Rya n'dan gelmişti. Daha somut olara k,
li man işçileri uzu n zamandan beri kamyon şoförleriyle ittifak
halinde ol makla, Ta mmany kampanyaları için işgücü ve para
�ağlayan g üçlü bir siyasi blok ol uşturmuşlardı. Ryan, uzun za­
mandır "Batı Yakası" Ta mmany bloğunda genelli kle irianda lı
liderlerin bir figürüydü ve 1 938'de Michael J. Kennedy'nin Kong­
re'ye seçilmesinde a racı olmuştu. Sonradan Kennedy, Ta mmany
Derneği başkanı seçilm iştir.
U.L.i.B.'nin uzun yı llar boyunca bir diğer g izli nüfuzu, Joe Ryan
ile -farklı liman ve iş alanlarında faaliyet gösteren- Wi lliam J.
McCormack ad lı önemli bir New York işadamı a rasındaki tuhaf
fakat güçlü dostluk olm uştur. Otuz yıllık bir dönemde McCor­
mack, Demokratik siyasetin sessiz güçlerinden biriydi. Örgütçü­
lerdendi ve birçok yıl boyunca yönetim kurulu başka n ı Alfred E.
Smith olan Birleşik Devletler Taşımacı l ı k Şi rketi'nin yönetici baş­
kan vekiliydi. Birtakım an laşma ve otobüs işletmeci liği işlerinde
siyasi olarak güçlü olan Sam Rosoff'un bir ortağıyd ı .' Birtakım
şehir a nlaşmaları yapan i nşaatçı lara yapı malzemesi sağlayan
Transit-Mix Beton Şi rketinin sahibidir. Morania Petrol Şirketi,
şehre yakıt sağlamaktad ı r. En büyük kuruluşu olan Penn Yükleme
Boşaltma Şirketi, Pennsylvania Demiryolu tarafından şehre getiri­
len bütün navlun ile özellikle günlük olarak metropele gelen
bütün meyve ve sebzeleri boşaltma işini a l mıştır. Asl ı nda
McCormack, yı llarca New York siyasetinde Pennsylvania Demir­
yolu Şirketi'nin bir şubesi olarak faal iyet göstermiştir.
McCormack'ın, Joe Rya n'la olan samimi ortaklığı uzun za man
devam etmiştir. Aslında McCormack, Joseph P. Rya n'ın yıllık
danslı yemek toplantı larının eski resepsiyon başkanıdır. Bu, şeh­
rin önde gelenlerinden ol uşan acayip bir topl ul uğun, gemici lik
şi rketi görevl ilerinin ve bir Damon Ru nyon öyküsünden çıkıp
gelmiş liman müdavimlerinin yılda bir defa bir araya geldiği bir

McCormack ve Rosoffun benzersiz bir ortaklığa başladıkianna ilişkin,


doğruluğu şüpheli bir hikaye vardır. Rosoff okullar dahil şehrin binaların­
dan bütün cürufu atmak için New York'ta bir anlaşma yapmıştır. McCor­
mack da, şehrin caddelerini asfaltlama işi için bir New York Şehri a nlaş­
ması imzalamıştır. Rosolf, McCormack'ın kamyonlarının kaldıracağı ve
caddeleri asfaltlamakta kullanacağı cürufu Batı Yakası'nda boş bir arsaya
boşaltmıştır.
226 IDEOLOJININ SONU

dostl uk kulübüd ür.


Sendika çevreleri' ile liman işçi lerinin yanı sıra kamyon şeför­
leri üzerindeki nüfuzundan ve iş alanındaki duruşuyla siyasetteki
g ücünden dolayı, sessiz William McCormack uzun za man !imanın
gerçek çarı veya "Bay Büyük"ü olarak görülmüştür. McCormack'ın
Ryan'la olan arkadaşl ığının, U.L.i.B.'ni n -Pennsylvania Demiryo­
lunun liman boyunca dolanan bütün yük vagonları nı boşaltan­
Penn Yükleme Boşaltma Şi rketi ile olan ilişkisi nde kendi yararına
ağır bastığı görülmektedir. U.L.i.B. 1 95 1 'de liman işçi ücretleri ni
saatte 2,1 0$ olarak belirlemişken, McCormack'ın iskelelerinde
çalışan işçiler ile ayrı bir U .Li. B. loka l i üyeleri, saatte sadece 1 ,54$
almıştır (iskelelerde çal ışan 2.000 ve daha fazla işçi nin sırtından
saatte 56 sent tasarruf!). Bu duruma getirilen açıklama, bu işçile­
rin demiryolu "yük taşıyıcıları" oldukları ve liman işçisi olmad ı kla­
rıd ı r. Anca k bu işçilerin Demi ryolu Emeklilik Kanu nu'ndan yarar­
lanma haklarının olup olmadığı soru lduğunda, bu sefer de bun­
ların liman işçisi oldukları söylen miştir.
Siyasi desteği n sonuçları, !imanda gerekli reformların karga­
şaya getirilmesinde açıkça görül mektedir. 1 948'de New York
Liman Müdürlüğü.. beled iyeye l i manı, Liman Müdürlüğü kura l la­
rına bağ lı herhangi bir işletme gibi, siyasi ol mayan bir temele
yerleştiren kapsamlı bir plan sunmuştur. Suyun üzerine (dağınık
Wash ington Pazar alanının yerine) inşa ed ilecek büyük bir termi­
nal, yük vagonları, yeni iskeleler ve trafik kontrolü için 1 1 4 mi lyon
dolar sermayeli bir yatırım projesiyd i. Tasarım, işin daha çok me­
kanize hale getiri lmesini, bekleme süresi nin azaltılmasını ve is­
tihdamın d üzenlenmesinde esnek planlama öngörüyord u. Kısa­
cası, kaotik ve dağ ı n ı k endüstriyi "rasyonalize" edecek ve limana
eski önemi ni yen iden kazandıra rak kullanışlı hale getirecek ko­
layl ıklar sağl ıyordu; fakat aynı zama nda, McCormack'ın bazı iske­
lelerdeki kontrolünü de ortadan kald ırmıştır. Teklif, belediye tara­
fı ndan redded i ldi. Gerekçe, belediyeye gara nti edilen finansal

Bay McCormack'ın U.L.i.B. ile olan dostluk bağları o kadar güçlüdür ki;
New Yorker'a göre McCormack, restoran sahibi Toots Shor'un doğan i l k
çocuğuna g ü m ü ş bir kargo çengeli v e U.L:i.B.'ne ömür boyu üyelik kartı
hediye etmiştir!
•• New York ve New Jersey Eyaletleri tarafından kiralanan ve Hudson Nehri
köprüleri ile tünelleri yan ında metropoliten bölgesindeki hava alanları ile
çeşitli liman tesislerini de yöneten bağımsız bir acente.
HARACA BoGULAN LIMAN IŞÇILERI 227

geri dönüşün yetersiz olmasıydı. Anca k daha önemli bir neden


açık bir şeki lde ortadadır: yerleşik menfaatler bozulabilirdi.
Hayatın daha basit ve doğrudan, siyasetin ise daha vahşi ve
çıplak olduğu Jersey City'de; Hudson Nehri boyunca U.L.i.B.'nin
siyasi d üzenle olan i l işkisi, siyasi desteği n anlamının berrak bir
yansıması n ı ortaya koym uştur. Jersey City'de iskeleler, halen
sisteme sadık ka lanlar için başlıca iş kayırma kaynaklarını ol uş­
turmaktadır ve yükleme imtiyazları siyasi zaferin mü katatlarından
biridir. işlerden alınan rüşvetler ile bu kazançların değerlendiril­
mesi, siyasi mekanizmayı finanse etmekted ir.
Bir değişim dönemi, her zaman olağanüstü bir sosyolojik la­
boratuar olm uştur. Jersey City'deki Hague siyasi d üzeninin çök­
mesi, haraca boğulan send ikaların ka rmaşık ve yozlaşmış bağları
i le yolsuzl uklarla şeki llenen şeh ir mekanizmasına iyi bir bakış
imka nı sağla maktadır. 1 948'de yozlaşan Hague iktidarı, asi bir
başkan olan John V. Kenny tarafından yıkılmıştır. Tabii ki yeni
seçilen Belediye Başkanı Ken ny'ni n taraftarları memuriyet istedi­
ler. "Muhafazakar grup," Hague ile harika ilişkiler sürd üren Joe
Ryan tarafı ndan desteklendi. Bir ayl ı k bir grevden sonra,
Kenny'nin adamlarının D iskelesi n i aldığı ve Hag ue-Ryan yükle­
meci lerinin yakındaki F iskelesi nin kontrolüne devam ettiğ i bir
uzlaşma sağland ı .
Fakat huzura ermek zordu. Şanslı Luciano'nun eski ortağı olan
Tony Strollo (takma adıyla Bender) tarafından yönetilen yeni bir
New York çetesi, Bi rleşik Devletler Ordusu'n un Li nden Caddesi
iskelesini ele geçirdi. Jersey City Belediyesi, Linden Caddesi'nde
güvenilir h içbir iş bulamadı. Belediye Başkanı Kenny devreye
girdi ve halk arasında Bender olarak bilinen bir "New York gangs­
teri" ile gececi işveren patran olan kardeşi Domin ic'i iskeleden
men etti. Sonunda Beled iye Başkanı Kenny barış isted i. Mütevazı
bir halde nehri geçti ve Bender'le gece yarısı g izlice bir New York
otelinde bul uştu. New York Bölge Avukatı Hogan bul uşmayı
açıkladı ve bunu "li mandaki yeraltı hükümdarlığının berbat bir
göstergesi" olarak tanımladı.
Gemicil i k şirketleri bu olayı fazla dert etmedi, çünkü bu kont­
rol onlara fazla bir şey kaybettirmemişti. Asl ı nda esnek bir sendi­
kayla pazarlığa oturarak hatırı sayı lır kaza nçlar elde ettiler.
228 IDEOLOJININ SONU

iktisadi Destek Sistemi


Biri nci Dünya Savaşı'nın sona ermesi i le işçilerin devletin geçici
ücret zam m ı nı46 protesto etmek için sokaklara döküld üğü
1 9 1 9'dan, ikinci Dünya Savaşı sonunda New York daklarında ani
bir gayri resmi g revle işlerin d u rduğu 1 945'e kadar, işçilerin men­
faatlerine karşı armatörler ile send ika baronlarının yararına çalı­
şan bir i ktisadi destek sistemi vardı . Toplu pazarlık anlaşmaları,
d üzen li olarak ve hiçbir g rev yaşanmaksızın yapılmaktayd ı. Ancak
bu anlaşmala r, işçilere ufak tefek saatlik ücret zamları d ışında
hiçbir fayda sağlam ıyordu. isti hda m ı n a rnele pazarı ve bunun sıkı
kontrol sistemi, işçileri h izaya sokmuştu. Emeğin ülke çapında
şiddetli bir şekilde örgütlendiği ve yeni kazanımlar için şartları
zorladığı 1 930'1ar boyunca bile U.L.i.B. -Batı Sahil i'ni yeni örgüt­
lediği l i man işçilerini U.L.i.B.'den çıkartıp End üstriyel Organizas­
yon Meclisi'ne (E.O.M.) sokan Ha rry Bridges'e kaptırmasına rağ­
men- dağınık New York dakları nda katı bir kontrol sürd ürebil­
m iştir. Komün istlerin italyan işçileri arasında yer bul maya çalıştığı
Brooklyn daklarındaki birkaç isyan da aceleyle bastırı l mıştır.
New Deal'ın korumacı atmosferi, ikinci Dünya Savaşı birliği ve
E.O.M.'ni n agresif ruhu sayesi nde, a rmatörler tartışmasız bir üs­
tünlük kurmuştur. 1 945'de iktisadi destek sistemi aniden çök­
müştür. Neden?
Nedenlerden biri, yeni keşfedilen işçi dayan ışmasıdır. Birinci
Dünya Savaşı s ı rasında, ilk defa olarak düzenli iş çeteleri aynı
dokta isti hdam edildi ve iş düzenlemesi yapıldı. işçiler bu yeni
sistemin sürd ü rülmesi nde önemli bir paya sahipti. Loka l ler daha
da güçlendi ve Ryan'a meydan okuyan yeni liderler ortaya çıktı.
Daha az bariz iki nci bir neden, doklara yeni suç unsurlarının gi ri­
şiydi. Savaş sırasında Deniz Kuvvetleri haraçlar üzerinde sıkı bir
kontrol kurmuştu. Aynı zamanda eski Batı Yakası gangsterleri,
LaGuardia reformu yöneti mi sırasındaki polis koru masını kay­
betmişti. Buna karşın LaGurdia, bizzat dokları temizlemek için
asla doğrudan bir a d ı m atma mıştır. Hal ihazırdaki h ı rs ızlık fırsatla­
rı, savaş sonrasında gemi taşımacı lığının yayg ı nlaşması ve li man­
da kalma sürelerinin h ızla kısal ması (ki bu d u rum, a rmatörleri
g rev ve gecikmelere karşı daha hassas bir hale getirmiştir), yük­
leme kazancı fırsatları g i bi etkenler yeni u nsurları doklara çekmiş­
tir. Alt tabakanın Ryan'a karşı başka ldırdığı hemen hemen her
HARACA BOOULAN LIMAN IŞÇILERI 229

durumda, a rkalarında bazı gangster unsurlar vardı. M u rray


Kempton'un kibar bir şekilde belirttiği g ibi: "Her iki tarafta da
kabadayı lar vard ı. Ancak bazı kabadayılar işçilerle beraberdi,
bazılarıysa onlara karşıydı." Üçüncü bir neden, Anastasia yöneti­
mi altındaki italyan g ruplarının, Brooklyn ve Jersey daklarındaki
iktidarlarını gen işletme baskısıyd ı. italyanlar, eski irianda yöneti­
mi altında uzun zama ndır yıpranmışlardı ve kazançtan daha çok
pay almak istiyorla rdı. Ryan'ı a ncak armatörler sayesinde vurabi­
lirlerdi. Ve öyle de yaptı lar. Bu u nsurların birleşmesi, savaş sonra­
sını gerçekten şiddetli bir dönem haline getirmiştir. 1 946'dan
1 95 1 'e kadar olan yıl larda, Ryan ve armatörler a rasındaki hemen
hemen her a nlaşmanın a rd ından, l i manı bağlayan gayri resmi bir
grev yapılmıştır. Muhaliflere kalan tek yol buydu.
Yıllar boyunca Ryan, pazarlığı kontrol eden bir teknik üzerin­
de çal ıştı. işverenler, sadece New York Limanı nakliyecilerini ve
onların New York yükleme boşaltma müteahhitlerini temsil et­
mekteyd i. Ancak send ika grubu, kıyı boyundaki delegeler ile
liman işçileri ya nında kontrolörlerden, kargo tamircilerinden, vs.
oluşmaktayd ı. Newfoundland'den Cape Hatteras'a kadar Atiantik
Sahili bölgesindeki, ne kadar küçük olsalar da -ki çoğunun üye
sayısı elliden azdı- dört U.L.i.B.'den her birinin, üyelik ora n larına
göre ek ayların yan ı sıra tek oy hakkı vardı. Bunun sonucunda,
New York'taki büyük liman lokallerine karşı ayrı mcılık yapıl maya
başla nd ı. Ve anlaşmalar New York nakliyedieriyle olmasına kar­
şın, Atiantik Kıyı bölgesinin tamamı, genell i kle New York için
geçerli olan a nlaşma ları sağlayanlara oy verdi.
Ekim 1 945'de sözleşme müzakereleri yeni ta mamlanmışken,
aşağı Hudson boyunca G race Hattı iskelelerinde çalışan liman
işçileri yürüyüşe geçti; çü nkü send ika paza rlıkçıla rı, askı yükleri­
nin iki tonla sınıriandın iması talebinde baskı yapmayı başara­
mamışlardı. Ryan, yürüyüşü "hiddetlilerin" işi olarak kınadı. Bir
gün sonra Atiantik ücret müzakerelerinde yeni a nlaşma oy birli­
ğiyle kabul edildi. Müzakerelerdeki oybi rliğine rağmen, !ima nda
başı çeken ve bi rçok Hudson Nehri iskelesini yöneten m u halif
Lo kal 79 1 , geri adım atmamak için oy verdi ve 30.000 liman işçisi
onu izled i.
Ryan, a rmatörlerle yeniden pazarlığa başlad ığını duyurarak,
işçilerin işlerine geri dönmelerini sağ lamaya çalıştı; bunun yerine,
referand umda oy veren işçilerin yüzde yetmiş beşi işbaşı yapma-
230 IDEOLOJININ SONU

yı onayladı . Lokal 791 'in liderliği salla ntıdaydı. Ancak liderliği ni


Wi lliam E. Warren ad lı birinin yaptığı -fakat fiilen Komün istler
tarafından yönetilen- Brooklyn'deki bir alt tabaka komitesi, yeni
bir unsur olarak limana dahil oldu. Strateji, John Steuben adlı bir
Komün ist Parti görevlisi tarafı ndan pla nlanmıştı. Witt and Cam­
mer hukuk şi rketi nden Harold Cammer, a lt tabaka komitesinin
yasal danışmanı olmuştu. Ancak şikayetler gerçekti. Ve işçiler,
Ryan'a duyd ukları öfkeyle harekete geçtiler.
Alt tabaka isyanı a rabuluculuk vaadiyle bastırıldı. Wi lliam H.
Davis tarafı ndan sağ lanan arabulucu zammı, alt tabakayı tatmin
etti. işçiler ı O sent yerine saatte yirmi beş sentl ik bir ücret zammı
aldılar, üçüncü işveren şahsın men edil mesin i sağladılar ve yılda
1 .350 saat çalışan bir işçi için bir haftal ı k ücretli tatil hakkı kaza n­
d ılar.
Kontrolünü sıkılaştırmaya ça lışan Ryan "temizliğe" başladı.
Brooklyn lokallerinin lideri Warren ("aidatları ödemed iği" için)
sendikadan uzaklaştırıldı. Çalışmasına bir mani olup olmadığı
soruld uğunda, bir U.L.i.B. görevlisi: "Elbette ki rapor edebi lir.
Ancak kendi kendine düşer de kendini sakatiarsa bu kimsenin
kabahati değ i ldir" demiştir. Sonraki gün, Warren'ın Columbia
Caddesi iskelelerinde ça lıştığ ını ve "düşerek kendini sakatladığı­
nı" rapor etmiştir. Kısa süre sonra Warren, komün istler tarafı ndan
a ldatıldığını duyurmuş ve Witt ile Cammer'ın rolünü reddetmiş­
tir.
Sonraki yı llarda da, daklardaki huzurluk devam etti. 1 946 ve
1 947'de, Lokal 791 birçok gayri resmi greve liderlik yaptı. Kazan
kaynıyordu ve sonunda 1 948'de patladı. Olay, mu htemelen ücret
meselesiydi. Fakat gemi taşımacılığı mü hend islerini korkutan
şey, sonrada n "fazla mesai üstüne fazla mesai" olarak bilinen
iktisadi bir meseleydi. Esas sendika soru nları gibi, karmaşık bir
mesele olan finansal sorunlard ı . Bu nedenle, bu konu birtakım
ayrıntılara gi rmeyi hak etmektedir.
1 945'e kadar U .L.i.B. ile New York Gemi Taşımacı lığı Derneği,
normal haftalık mesai saati olarak kırk dört saat beli rlemişti ve
fazla mesai bu saatler üzerinden ödenmekteyd i. Fa kat "mesai
saatleri dışında" -ya ni geceleri ya da pazar gü nleri- liman işleri
için bir prim veya ekstra ödeme yapılmaktayd ı. Bazen bir işçi kırk
dört saatten daha çok ça lışmakta, fakat bu asıl kırk dört saatlik
zama nın bir bölümü bir buçuk kat prim hak eden akşam saatleri-
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇILERI 231

ne veya pazar gününe denk gelmekteyd i. Fazla mesai ücreti (kırk


dört saat dışı ndaki saatler), normal mesai ücretinin bir buçuk katı
kadar mıydı yoksa bu bir buçuk kat normal mesai ortalaması ve
prim ödemesine mi dayanıyordu? Kura l olarak: Fazla mesai, nor­
mal mesai oranının bir fonksiyonu olarak mı yoksa (prim ödemesi
dahil) fiili kazanç oranının bir buçuk katı olarak mı öden meliydi?
Meseleyi daha fazla karıştırmak üzere, 1 940'da kabul edilen Fe­
deral Ücret ve Saat Ka nunu, hafta l ı k çalışma saati olarak klfk saat
belirlemiştir. Liman sözleşmesi normal mesai saati ni kı rk dört
saatte tutarken, federa l kanun kırk saatten sonraki saatleri fazla
mesai olarak belirlem iştir. Liman işçileri, kırk saat ve kırk dört saat
arası ndaki fazla mesai farkı kadar bir geri ödemeye hak kazanm ış­
lar mıydı?
1 94 1 'de bi rkaç U .L.i.B. işçisi, gerçek fazla mesai ücreti nin
ödenmediği suçlamasıyla dava açm ıştır. Talepleri, Ücret ve Saat
idaresi ve (Birleşik Devletler Çevre Temyiz Mahkemeleri de dahil
olmak üzere) yedi farklı mahkeme tarafı ndan ka bul edilmiş ve
sonunda 1 948'de Bi rleşik Devletler Anayasa Mahkemesi liman
sözleşmeleri nin Ücret ve Saat Ka nunu'nu ihlal ettiği kararına
varmıştır.* Gemici lik şirketleri bu karar sonucunda milyonlarca
dolar geri ödeme yapmaları gerektiğinden korkm uşlard ı r. Bunun
ötesinde, kime ne kadar geri ödeme yapılması gerektiğini beli r­
lemek için, savaş zamanı muhasebe kayıtlarının açı lmasının ge­
tirdiği rahatsızlık da vard ı. Bu dönem boyunca tüm ödemeleri
maliyet a rtı kar bazında devlet yaptığı içi n, maaşların ne kadar
şişi rildiğini, sahte istihdam kayıtlarını ve diğer faaliyetleri ortaya
çıkaracak bir işbirliği gerektiren bir süreçti. Bu nedenle gemici lik
şi rketleri, send ikadan işçilerin tüm fazla mesai taleplerinden fe­
ragat etmelerini isted i. Tartışmal ı meselelerden biri de bu olm uş­
tur.
Ağustos 1 948'de tarafların anlaşma sağlayamaması üzerine,
Başkan Tru man devreye g i rdi ve seksen günlük Taft-Hartley i hta­
rını verd i. ihtarın sona ermesinden bir gün önce, Ryan ve nakliye­
ciler anlaşmaya vard ılar. Send ika, Kongre'nin, gemici lik şirketleri
ile beraber lima n endüstrisini prim ödemeleri konusunda Ücret

Mahkemenin kararı: "mesai saatleri dışı"nda yapılan ödemeler fazla me­


sai ücreti değildir, normal mesai ücretidir ve buna göre fazla mesai ücreti
ödenmelidir.
232 IDEOLOJININ SONU

ve Saat Kanu nu'ndan muaf tutması ve bütün eski hesapların


kapatı l ması kon usunda anlaştı! Ryan aynı zamanda saatte on
sentl ik bir zam, dört saatlik asgari iş garantisi ve ücretli izin ha kkı
için gereken çalışma saatleri nin, 1 .350 saatten 1 .250 saate i ndi­
ril mesini sağlad ı. Ryan bunu, "iyi bir iş" ve "güzel bir a nlaşma"
olara k n iteledi. işçiler, başka şeki lde düşündüler. Tekrar yürüyüşe
geçtiler. Bu sefer Ryan, yüz seksen derece döndü. Yürüyüşü kabul
etti ve g rev resmi leşti. Bu, sendika tarihinde resmen kabul edilen ilk
grevdi. Ryan müzakerelere geri gönderi ldi. işverenler bunu, "mo­
dası geçmiş bir bozgun" olarak adlandırd ı . Halen "bozgun" hiç de
fena bir şey değil. Sendikadan ve nakliyecilerden gelen baskı,
Mart 1 949 Anayasa Mahkemesi ka rarını tersine çeviren bir kong­
re kararıyla sonuçland ı. Karar, prim ödemesini fazla mesai ücreti
ola rak sınıflandırarak, liman endüstrisini Ücret ve Saat kanun un­
dan muaf tutmuş ve 1 940- 1 948 dönemi ndeki ücretierin geri
ödeme taleplerin i iptal etmişti. işçi-işveren "uzlaşması" sağlamak
için işçilerin yasal hakkı olan mi lyonlarca dolardan vazgeçmek,
send ika adı na ender rastlanan bir "fedakarlık" kanu nuydu.
Limandaki h uzursuzl uk, 1 948 g revi ni takip eden yıl larda daha
da arttı. "Şaşı" Dunn davası, gerilimi artırd ı . Yattığı Sing Sing ha­
pishanesi nin ölüm hücreleri nden, Bölge Avukatı'na "konuşmak"
isted iğini bildiren bir haber gönderdi. Limandaki en üst düzey
güç olan Bay Büyük'ü ima eden birtakım dedikodular ortalıkta
dolaşmaya başladı. Dunn, ka muoyuna herhangi bir açıklama
yapmadan elektrik sandalyede idam edildiği ha lde, olayın kendi­
si halk arasında merak uya ndırdı. Liman ska ndallarının, sonradan
Pul itzer Ödülü'nü kazanan Malcolm Johnson tarafı ndan New
York Sun'da yayımlanması harareti artırd ı. Xavier işçi Okulu'ndan
Cizvit rahip Peder John Corridan tarafından başlatılan cesur bir
haçlı seferi, Ryan'ı rahatsız eden sorular ortaya çıkardı. Peder
Corridan liman işçileri nin durumuna i lişkin iktisadi bir a naliz yaptı
ve i l k defa gündelikçi işçi ler ile düşük ücretierin boyutu nu ortaya
koyan verileri ele geçirdi. Kefauver Komitesinin müfettişleri, özel­
likle makul ayl ı klar alan sendika göreviilierinin büyük finansal
varlıklarına i lişkin utanç veren sorular sordular. Mu rray Harnp­
ton'un New York Post'taki bir d izi sert köşe yazısı Ryan'ı afişe etti.
Sonuçta, l i man üzerine uzmanlaşmış eski bir avukat yardı mcısı
olan William J. Keating başkanlığındaki bir alt komisyon, New
York Anti-Suç Komitesi ve gazeteciler, işçilerin kötü koşullarına
HARACA BOOULAN LIMAN IŞÇILERI 233

di kkat çekmek için serbestçe kullanılan geniş bir veri yığ ı n ı n ı bir
araya getirdiler.
Böylesine gergin bir atmosferde, en küçük bir kıvılcım limanı
tutuşturmaya yeterdi. Kıvılcım 1 95 1 müzakereleriydi. U.L.i.B. saat­
te on sentlik bir zam -ki o zama nki Ücret istikrar Kurulu kararla­
rına göre bu makul bir miktard ı- ,günde tek mesa i ve sosyal
haklar kazandı. Paradoksal olarak Ryan'ın müzakerelerde kazan­
dığı haklar, kazanılabilecek en iyi sözleşme şartlarıyd ı . Yine de
gayri resmi bir g rev yapıldı. Gerçekçi olarak bakıld ığı nda, savaş
zamanı Ücret istikrar Kurulu çerçevesi içerisinde g revcilerin kaza­
nabilecekleri şeyler çok azdı. Ancak yürüyüşün a rdındaki neden,
artık iktisad i değildi. "Ayaklarıyla oy veren" yorgu n bir g rubun
tam bir tepkisiydi.
Lokal 791 ve onun şubesi "Gene" Sampson başı çekiyordu.
Fakat bu defa başkanlıkta da diğer unsurlar ortaya çıktı. Birtakım
yerel çeteler, Ryan'dan kurtu lma fırsatı bularak onu öldürmek için
harekete geçti. Ryan'ın rejimi, ilk defa hakikaten tehlikedeydi.
Ryan'ın ekarte edi l mesinin şiddetl i bir yen i i ktida r m ücadelesine
yol açaca ğ ı n ı gören a rmatörler, yaşlı U .L.i.B. başka n ı n ı n ya nında
yer a l ma kararı alarak uzun bir greve g ittiler. Grev yirmi beş gün
sürdü. Son unda New York Eyaleti Aracı lık Kurulu tarafı ndan du­
rumu kurtaran bir manevra ya pıldı. Alt tabaka, anlaşmanın yasa­
dışı olarak yapıldığı suçlamasında bulundu. Şimdi bir delil topla­
ma kurulu anlaşmanın uygu n bir biçi mde onaylanıp onaylan ma­
dığına karar verecekti. iki bin sayfalık bir ifade veren otuz şahidi
di nledikten sonra Kurul, (Sü leyman'vari bir hüküm le) birçok alt
tabaka suçlamalarını doğru buldu ama yine de an laşmayı geçerli
olarak onadı.

Müdahale
Liman bir yıldan fazla bir süre, içten içe kaynadı. Soruşturma de­
dikoduları her ta rafa yayıldı. Jersey limanını kontrol için süren
ka n davası, Jersey City daklarında devam eden yumruklaşmalar,
bom balamalar ve dövüşler haberlere yansıdı. Kasım 1 95 2'de,
kaynayan kazan taştı. O zamana kadar parça parça ortaya çıkan
olaylar New York Eyalet Suç Komisyonu'nun Aralık 1 952'de kamu
davaları açmasıyla ve birtakım tan ı kları liman hayatının çirkin
234 IDEOLOJININ SONU

taraflarını an latmaları için kürsüye getirmesiyle patlak verdi. Ge­


nel portrede çok az yeni şey va rd ı. Ancak Suç Komisyonu'nun
yaptığı şey, mahkemeye çağ ırılan lardan ele geçirilen veriler yar­
dı mıyla, her "i"ye bir nokta koymak ve her "t"ye bir çizgi çekmek
olm uştur: Yükleme boşaltma şi rketlerinin sendi ka görevlilerine
verdikleri hediyeler, suç imtiyazlarının parsellenmesi, yükleme­
den elde edilen gelir, vbY
Liman yolsuzl uklarının belgelenmesi kayıtlara geçer geçmez,
Amerikan işçi Federasyonu ve New York Eyalet yetki lileri temizli­
ğe başlamak zorunda kalmıştır. Faaliyet, kamuoyu nun gücünün
di kkate değer bir takdiriydi. Tabii ki gemici lik end üstrisi destek
sisteminin devamını istemişti. U.L.i:B. açı kça hiç değişiklik iste­
med i . Amerika n işçi Federasyonu, şubeleri nin iç işlerine müdaha­
le etmeme geleneğiyle eli kolu bağ lı olarak karışmama pol itikası
izledi. New York Şehri, Fiorel lo H. LaGuardia'nın reform yöneti­
minde ve O'Dwyer ile l mpel literi'nin gevşek rejim leri nde bile
yerleşik güçlere karışmaktan korkmuştur. Fakat durum çok de­
ğişkendi. Aralıklı gayri resmi g revler, sözleşme ihtilaflarını kazanı
kaynatmak için kullanan yeni gangster unsurlarını çeken ka rlı
haraç kaza nçları ile basın ve medya eleşti rileri nin sürekli top ate­
şi, sonunda yetki li leri harekete geçirdi. Cumhuriyetçilerden yük­
sek mevkidekiler dahil olduğu at yarışı koşularındaki eş zamanlı
skandallarla taciz edilen Vali Dewey, lima n olayı nı kendine yara­
yan ve Demokratlara zarar veren bir reklam a racı olarak görmüş­
tür. işçi yolsuzl ukları hakkında devam eden propagandanın Fe­
derasyon'a olan zararını selefinden daha fazla düşünen George
Meany de kendini harekete geçmek zorunda hissetmiştir.
Çeteler korkunç bir aya kta kalma mücadelesi verd i. Yükleme­
cilerin temsilcileri devlet görevl ilerine yaklaşıp, iskeleleri etkin
olarak kendi kontrol lerine bırakan çeşitli yasal hi leler teklif ettiler.
Çetelere "pa rava n" olan iti barlı banka görevli lerinin isimleri, dev­
letin en üst düzey ileri gelen leri ni bile afallatmıştır. Tony Anasta­
sia, A.i.F.'na şahsen yaklaşmış ve eğer A.i.F. onun baron luğuna
dokun mazsa, Batı Yakası'nın irianda çeteleri ni dağ ıtaeağını be­
l i rtmiştir. iriandalı çeteler de, Anastasia için aynı teklifi yapmışlar­
d ır. Fakat olaylar çok fazla ileri gitti. Geri dönüşü olmaya n bir
noktaya gelindi. Eyl ül 1 953'de A.i.F., U.L.i.B.'ni azietti ve onun
yerine yeni bir send ika kurdu. New York ve New Jersey eyaletleri
liman işçileri, yüklemedler ve yükleme boşaltma şi rketleri üze-
HARACA B� U LAN LIMAN IŞÇILERI 235

rinde geniş bir kontrol gücü ol uştura n çift eya letli bir liman ko­
misyonu kurdu. Esasen l iman, kısmi bir kamu kuruluşu olarak ilan
edildi ve herhangi bir end üstriye uygulananlar kadar sıkı bir dizi
kontrol geti rildi. Bütün iskele kontrolörleri ile işveren patronlara,
lisans a l ma zorunluluğu geti rildi. Ve geçen beş yıl içinde iyi hal
göstermed iği takdi rde, bu işlerde hiçbir sabıka l ı n ı n çalıştırılama­
yacağı şartı geti rildi. Bütün liman işçileri tescilli olmak zorunday­
d ı . Bir liman işçisinin tescilini sürd ü rebi l mesi için, sürekl i olarak
çal ışması gerekiyord u. Dokuz ay çalışmayan bir liman işçisinin
tescil hakkı kayboluyordu. Komisyon bu yolla, karlı gece ve hafta
sonu pri mi için işveren patraniara rüşvet vererek, li mandaki dü­
zensizl iği artıran g ü ndelik veya hafta sonu işçi arzı n ı kısıtlamaya
çalışmıştı. Komisyondan temiz kağ ıdı almadıkları sürece, sabıkalı­
lar tesci lden men edil mişti. Amele pazarı ortadan kaldırıldı. Onla­
rın yerine istihdam merkezleri kuruldu. Yükleme boşaltma şi rket­
lerinin istihdam üzerindeki kontrolleri halen devam etmekteydi
fakat sadece tesci lli liman işçi leri ni istihdam edebil mekteyd iler.
Mecburi umumi yükleme yasad ışı ilan edildi. Nakliye şirketleri
veya kamyon şoförleri kendi işçilerini çal ıştırabi lirdi. Lisans ve
tescil şartla rından ayrı olarak, New York Eyaleti liman kanunu
ayn ı za manda, görevl ileri arasında hüküm g iymiş suçl ular olan
send ika loka l leri nin tesci lli liman işçilerinden aidat toplayamaya­
cakları şartını getird i. New York limanındaki U.L.i.B. görevlilerinin
yaklaşık yüzde üçünün sabıka kaydı olduğu ta hmin edil mekteyd i.

Bu değişiklikler ya pılırken, gemicilik şirketleriyle eski U.L.i.B.


a rası ndaki toplu pazarl ı k anlaşmaları son bulmuştur. Her iki taraf
da limanın tek kontrolünü U.L.i.B.'ne bırakan uzun dönemli bir
aniaşamaya varmıştı. Ancak bu zor bir d u rumdu. Eski U.L.i.B. a rtık
nakl iyecilerin bir a racı olmad ığını işçilere göstermek için büyük
taleplerde bulundu. Nakl iye şirketleri bedel ödemekte isteksizd i.
30 Eyl ül 1 95 3'de eski U.L.i.B. yeni bir an laşmayı kazanmak için
korkunç çaba gösterirken, Doğ u Sa hili limanlarını etkin bir şeki l­
de kapatan bir g rev ilan etti. Aksi ihtimaliere rağmen böyle dav­
ra nabilmesi, daklardaki hakim iyetini ispatlamıştır.
Çeşitli baskılara cevaben Başkan Eisenhower, Taft-Hartley i h­
tarının öncesinde bir Araştırma Kurulu kurmuştu. Kurul, hakkında
bir hüküm vermesi gereken meseleyi dolandırd ı . Asl ı nda i htar
kararı idare'n in hesaplaşmasına bırakılmıştı. Ve Val i Dewey'nin
236 IDEOLOJININ SONU

bakanlığı tarafı ndan yönetilen idare de meseleyi A.i.F.'na bıraktı!


A.i.F. ile devlet görevli leri arası ndaki işbirliği o kadar yakındı ki
eğer A.i.F.'nu Taft-Hartley i hta rına karşı çıkmış olsaydı ortada
h içbir mesele kal mazdı.
idare seksen günlük bir ihtar için federal mahkemeye başvur­
du. i htar altında, muhtemelen gelişmeye başlayan A.i.F. birliği,
nakliyeciler üzerinde serbestçe baskı uygulaya bili rken U.L.i.B.
g rev yapamazdı. A.i.F.'na açıkça yardım niyeti taşıyan siyasi bir
hareketti. iki ateş arasında kalan nakliyeci ler bir temsilci seçimi
yapmak için Milli Emek i lişkileri Kurul u'na başvurdu. Ve Kurul
yasal bir pazarlık temsi lcisi belirleyene kadar U.L.i.B. ile herhangi
bir anlaşma i mza lamama sözü verd i. Taft-Hartley ihtarı nın sona
ermesinin kendilerinin suçlanacağı yı kıcı bir l i man savaşı anlamı­
na geleceğ inden korkan Milli işçi-işveren ilişkileri Kurulu (M.i.i.K.)
22 Aralık'ta bir seçi m düzenledi. Sonuçlar açıklandığına U.L.i.B.
kaza ndı. A.i.F. 7.568 oy alı rken, U.L.i.B. 9.060 oy a l m ıştı. Çoğunluk­
la A.i.F. Iehindeki 4.399 oy geçersiz sayı lmıştır.
Böylesine açıktan açığa çürümüş ve söm ürücü d u rumdaki es­
ki sendikanın zafer kazanması nasıl açıklanabil ir? U.L.i.B. i l k defa
A.i.F.'nundan çıka rıld ığında, birçok gözlemci eski sendikanın
dağılacağını ve sonunda haraççıların elinden "kurtu lan" liman
işçilerinin neşeli bir şekilde yeni send ikanın sıralarına akın edece­
ğini düşünmüşlerdi. Fakat öyle olmadı. Buna neden olan faktörle­
rin listesi soru nun karmaşıklığını göstermekted i r:
( 1 ) Liman işçileri nin birçoğ unun sindirilmiş ve sömürülmüş
ol masına rağ men, büyük kesiminin (işgücünün yaklaşık üçte
birinin) adam kayırma sisteminden dolayı önemli ayrıcal ı kları
vard ı. Bu grup, U.L.i.B. için çok ça lışmıştır.
(2) Toplu pazarlık a n laşmaları üzerine yapılan birçok gayri
resmi yürüyüş, göründüğü kadar "kendil iğ inden" değ ild i; bu
yürüyüşleri nakliye şirketlerinden para sızdırmak veya (yerleşik
g ru plardan) bazı iskeieierin kontrolünü koparmak için kullanan
muhalif haraççı unsurlar tarafından teşvik edil miştir. Bu nedenle,
A.i.F.'nunun "kendiliğinden" ala bileceği desteğin büyüklüğü
abartılmıştır.
(3) Siyaset temel olarak bir örgütlenme meselesidir. Ve örgüt­
len me, liman gibi başına buyruk bir yerde, gayri resmi ve "tabii"
grup liderleri tarafından yapıl ma ktad ı r. Ancak yıllarca yapılan
haraç kontrolü, işçiler a rası ndaki bağı msız liderliği ortadan kal-
HARACA BoGULAN LIMAN IŞÇILERI 237

dırmıştır.
(4) Etn i k düşünceler önemlid i r. Brooklyn'deki italyanlar, Anas­
tasia'dan korkuyorlardı. Fakat onu kendi lerinden biri olara k gö­
rüyorla rdı. A.i.F., s ıkı italyan cemaatine adımını bile atamadı.
(S) A.i .F., sıkı çete bağlantıları olan (özellikle Jersey City'den
"Cheese" Tony Marchitto gibi) birçok eski U.L.i.B. görevlisini safla­
rına ihtiyatsızca katmıştır.
(6) U.L.i.B. kendisine bir "reform" maskesi takmıştı. Kasım or­
tası nda, Phi ladelph ia'daki özel bir toplantıda "ömü r boyu" baş­
kan ilan edi len Joe Ryan ve küçük bir mavna lokalinin başkanı
olan Şef Wi lliam Bradley başkan olarak seçildi. Bunun üzerine,
A.i.F.'daki iktidar veya tah rik nedenlerinden dolayı, John L. Lewis
"yeni" U.L.i.B.'ni desteklediğini duyurdu ve A.i.F. ile mücadele için
send ikaya 200.000$ yard ı m sözü verdi.
(7) Liman işçileri, A.i.F.'n un Dewey yöneti miyle olan yakın
bağ ları ndan rahatsızlık duymuş ve A.i.F.'nun Liman Kanunu'nun
lisans ve tescil şartlarını desteklemesinin devletin isti hdam büro­
ları kurmasına yol açacağı ndan korkmuştur.
Vali Dewey'den sonra yapılan i ki nci bir M.i.i.K. seçi mi Kuru l'ın
"kolu nu bükmüştür." Seçimi, 9.1 1 O'a karşı 8.977 oyla tekrar
U.L.i .B. kazandı. U.L.i.B. lehindeki 1 .797 oy geçersiz sayı ldı. U .L.i.B.
saflarını tekrar tutmuş ve fırtı nadan sağ salim çıkmıştı.
1 953'den 1 956'ya bir sonraki üç yı lda, U.L.i.B. işçi hareketi nde
itibar kazan maya ça lışmıştır. Yolsuzl uk, Amerikan topl umunun
"kamu a hlakı" kıl ıfına uyd urul u rsa tolere edilebi lir, fakat çıplak
halde huzuru bozar. ilk başta U.L.i.B., eski bir mavna kaptan ı olan
William Bradley'nin yeni "reform" liderliğinde, madenciler ile
bi rleşmeye çalıştı. Fakat Lewis, Taft-Hartley Kanunu'nun komü­
nist ol mayan yazı l ı ve yeminli ifadesi ni i mza lamayı reddettiği için,
madenciler M.i.i.K. seçi mlerine katılmayacağından bu mümkün
değildi. Bundan sonra Bradley, -Orta Batı kamyon şoförlerinin,
send ikadaki iktidar alanını genişletmeye çalışa n, h ızlı patronu­
Jimmy Hoffa ile "karşılıklı bir yard ı m paktı" üzerinde çalıştı. Harry
Bridge'in Batı Sa hili l i man işçileriyle de özel m üzakereler yapıyor
gi biydi. Bu, şahsen Hoffa tarafı ndan desteklenen çift taraflı bir tür
kamyon şoförü-l iman işçisi hareketiyd i fakat gerçekleşmedi.
Ekim 1 956'da A.i.F., U.L.i.B.'ne son bir defa daha meydan oku­
du. Fakat çok az şansı olduğu belliydi. Denizci lik birliği lideri Joe
Curran, daklardaki l i man işçileri nin işbirliğine olan ihtiyacı n ı far-
238 IDEOLOJININ SONU

kı nda olarak, U.L.i.B.'ni desteklediğini kamuoyuna duyurdu. Oyla r


açıklandığında U.L.i.B. 1 1 .827'ye 7.428 kazan mıştı.
Bütün bu zorl u temizlik çabalarının a rd ı ndan, kontrol halen
eski güruhtaydı. Daha iyisi için birtakı m değişiklikler yapıl mıştı.
Liman Komisyonu, çalışmaya uyg un l i man işçisi sayısını azaltmak
suretiyle, istihdamı n düzenlenmesine yardı mcı olmuştu. Send ika,
bizzat düzen li kayıtlar tutmaya ve sosyal hakları düzen lemeye
başlam ıştı. Fakat çete kontrolü g üvendeydi. Kabadayı Tony Anas­
tasia, iktidarını Brooklyn dakiarına kadar genişletti. Ed Florio,
Atlanta hapisha nesinde geçi rdiği on dört aydan sonra Hobo­
ken'de tekrar iktida rdayd ı . Batı Yakası'nda yüklemeyi düzen leyen
Bowers g rubu halen yerli yerindeydi. Ve U.L.i.B. bizzat li mandaki
işler üzerinde daha büyük güç kaza n masını sağlayan bir sendika
işletmesi kazanmıştı.

Kısırdöngü
Kırk yıla dönüp bakıldığında, böylesi bir yolsuzl uk ve kokuşmuş­
luk durumu nasıl bu kadar uzun süre devam edebildi? Olaylarla
ilgili, birçok kişi nin kötülüğün yüzü nü tanımakta zorlanması basit
bir cevaptır. Joe Ryan kötü bir adam değildi. Asık suratl ı ve duy­
g usal biri olarak, "na kliye işine g i rip" başarı lı ol maya başladı. Eski
bir gü mrük memurunun büyük seyya hların ahlaksızl ı klarını ve
ikiyüzl ül üklerini bi raz bil mesi gi bi, o da hayatın güçl üklerle dolu
tarafını öğrendi. Liman zordu ve o hayatı böyle ka bul etti. Kendi
kendini yetiştirmiş birçok i nsan g i bi, iyi niyetli leri ve sıkı yumruk­
ları asla bil meyen reformcuları küçümsedi ve onlardan korktu.
Ryan, send ikada bir esirdi. iskele etrafındaki veya ya kınlardaki
her bir küçük lokal; kendi gelenekleri, ayrıcal ıkları, hizipleri ve
kıskançl ı klarıyla kendi kendine moleküler bir dünyayd ı . Her yerel
diktatör, kendi işini bilir ve kendi çöpl üğünde öterd i. Toplumun
geri kalanı ile "gölge hattı"nın ötesindeki gökdelen dünyasının
karmaşı klıkları, kendi a nlayış ı n ı n dışındayd ı . Joe Ryan bu d ü nya­
nın temsilcisiydi. Kaba kuvvete rağmen, sözünü geçiren ve mev­
kisini koruyan bir "kalafatçı"yd ı. Bu nedenle hü küm sürdü, fakat
hükmetmedi.
Gemicilik şirketleri de "zorlu dünyayı" kabul ettiler. "Uzlaş­
mak" daha kolay bir yoldu. Üstelik "işçiler disipl insizdi ve g üçlü
HARACA BOGULAN LIMAN IŞÇILERI 239

bir ele ihtiyaçları vard ı." işveren patron un işçileri hizaya getirme
ve gemilerin hızlı bir şekilde girip çıkması sözüne karş ı l ı k olarak,
yükleme veya diğer karlı imtiyazların verilmesi şirketlerin iş yap­
ma şekliydi. Bunun yan ı sıra, iş yapı lan birçok sahil, devletin de­
nizci lik sübvansiyonlarını almaktayd ı. Peki, bu nda heyeca nlana­
cak yan neydi?
Korkusuz Batı Yakası dünyasından gelen kabadayı serseriler
olan yüklemedler için, liman herkesin para kazanabiieceği bir
yerdi. Onlar neden kazanmasındı? "Gemici lik şi rketleri şi kayet
edemezdi. Yüklemecileri iskeleye geti rmen in onlara hiçbir mali­
yeti yoktu. Peki ya kamyon şoförleri? Yüklerneye karşı çıkmaları­
nın tek nedeni, işi kendileri yapmak ve böylece parayı bizden
değil müşteriden almak istemeleridir. Alıcılar? Neden karşı çıksın­
lar ki? Maliyetleri müşterilere kolayca yansıtabilirlerdi. Halk? O
nedir? Herkes ekmeğini kovalıyor. Ki mi kazan ıyor, kimi kazana­
mıyor. işte hayat."
Her üçünün de a ltında -yükü taşıyan- liman işçi leri va rd ı.
Elli yıl önce i rlandalılar egemen gruptu. Batı Yakası Hudson iske­
lelerinin çoğ u halen i riandalı lar tarafından yöneti l mektedir. Fakat
bugün liman işçi leri nin büyük böl ümü, halyan iardan ve -bütün
Slavlar ile Doğu Avrupal ıları kapsayan belirsiz bir deyim olan­
"Avusturyalıla rdan" oluşmaktadır. Geleneksel olarak liman işçile­
rinin birçoğu; dakiara yakın yerlerde yaşa mış, birbirine benzeyen
ve kendi kendine yeten toplul uklar oluşturmuşlard ı r. Evleri nin
ya kınlarında bir bar, bir kulüp ve bazen toplum hayatı nın merkezi
olarak bir ki l ise bulunmaktayd ı. Batı Yakası'ndaki St. Veronica
Kil ise'si tipik bir harabeydi. işçiler, Houston ile Federal Hapishane
arasındaki dar bir gecekondu hattında yaşa maktaydı. Günd üzleri
çocukların süpürge sopasıyla ve lastik bir topla beysbol oynadık­
ları ve geceleri ayyaşların sarhoşluklarını uyutmak için cadden in
sonunda gözden kaybolana kadar salland ığı, bir blok uzu n l u­
ğunda çakı l taşlı, çöp dolu cadde, merkezi boydan boya kesen
Pig Alley'dir. Yazın cadde oturma odasıd ı r. Alışılmış kavga g ürül­
tü hiç eksik ol maz. Ve paza rları küçük kızlar, beyaz muslin leri
içinde kendilerinden emin bir halde komünyona giderler. Birçok
kişi, doğdukları evlerde yaşar ve ölür. Alışı lagelen düşma nlıklar
ve kavgalar olur. Ancak bununla birlikte, bu bir cemaattir. Kimse
"polis çağ ı rmaz." Son yıl larda birtakım liman işçileri daklardan
kaçıp kurtulmaya çalıştı. Queens'e, Bronx'a ve Washington Tepe-
240 IDEOLOJININ SONU

lerine taşı ndılar. Sebep genellikle "çocuklar"dı. Dünya va hşi bir


orma ndı. Ve onlar çocukla rına daha iyi bir başlangıç sağ lamak
istediler. Doklarda sadece gangsterler başarılıd ır. Onlar da sada­
katin kötü bir örneğidir.
i rlandalılar daklardan taşınırken, italyanlar doklara taşınmak­
tayd ı. Ve eski sömürü düzeni feci şekilde bir defa daha o rtaya
çıkıyord u. işçilerin birçoğu ül keye -büyükbaş hayvan g i bi­
g izl ice sokulan yasadışı yabancılard ı . Ve bu yabancıların birçoğ u
da, U.L.i.B. örgütçülerinin memleketinden gelmekteydi. Dok
anonim bir işyeriydi. Tutukianma ve sınır dışı edilme tehdidi al­
tında kalan işçiler uysaldı. Bu nedenle "küçü k çeteler" kurmak
kolaydı. On beş işçi düzen l i olarak "isi mleri" muhasebe defterleri­
ne kayıtlı yirmi iki işçinin işini yapmaktaydı. Aradaki fark işveren
patron ve yüklemed arasında böl üşülüyordu. Buhar gemisi şir­
ketleri a ldırmıyordu. işçiler h ızlı ve verimli çal ışıyorla rdı.
Bu kısırdöngü nasıl kı rılabi lir? Cevaplardan biri, işin "düzen­
lenmesi"dir. Liman Komisyon u'nun faaliyeti bu yönde atılmış bir
adımdır. Fakat bu yeterl i değildi r. Problemin matrisi limanın ha­
rap ha ldeki fiziki koşullarıdır. New York limanı; eski, kırık dökük ve
trafi kle tıkalı bir halde durmaktad ı r. Herkes, mekan kalabalığı
kadar "za man" kalabalığı da yaratıyor ve köşe başlarını tutmaya
çalışıyor. Ve za man, halen dayanak noktası. Yükselen dak mali­
yetlerini dengelemek için, gemilerin seri ve h ızlı şekilde g i riş çıkış
yapmaları gerekiyor. Kamyonlar yükleme veya boşaltma ya pmak
için halen uzun saatler boyunca bekliyor. iskele im kanları kargo
akışını h ızlandırmak için halen yetersiz. Dar ve salkım saçak iske­
leler, halen kamyonların manevra ve boşaltma yapmalarına yet­
meyecek kadar küçük bir dairesel alana sahip. Dar kanal şekl in­
deki sokaklara atlar ve yük arabaları sığ makta zorlanıyor, onların
a rdında bekleyen kamyonlar bütün trafiği tıkıyor. Limanların
sırtına gangster çeteleri biniyor. Kamyonculuk ve gemicil ik şirketi
a rasındaki avantajlı noktada, ortaçağ haydut baron ları gibi du­
rup, ka nal kapılarını tutup baç a l ıyorlar. Surlar yıkılmış olabilir.
Fakat harabe olduğu g i bi du ruyor.48
1 0.
BÖLÜM

Proletaryanin Kapitalizmi:
Amerikan Sendikaciiığının Bir Teorisi

Sendikacılık, demiştir George Bemard Shaw, proletaryanın kapi­


talizmidir. Bu, bütü n bu tür epigramlar gibi, yarı yarıya doğru bir
deyi mdir ve diğer yarısına inanan insanları rahatsız etmek için
düşü nülmüştür. Amerikan sendi kacılığı, Shaw'ın tanımına olsa
olsa yarı yarıya uymaktadır. Amerikan işçi liderinin, sosya l izmle
dalga geçeceği ve kapita lizmin tarafı n ı tutacağı doğrudur. Yine
de o, dü nyadaki en agresif ve dahası ekonomik kaza nların da
ötesinde bir menfaat sağlayan sendika hareketlerini oluşturmuş­
tur. Avru palı Marksistler, işçi liderinin serbest girişim sisteminin,
bir işçi nin ü l ke zenginliklerinden en adil ve en yüksek payı ala bi­
leceği şimdiye dek keşfedilmiş en başarı lı yöntem olduğuna dair
övg üler duymaktadır. Bi rleşi k Devletler'de ise, Amerika l ı bir işa­
damı, işçi liderinin -en va hşi ve en kayıtsız retorikle- kendisin­
den; açgözlü bir fırsatçı, tekelci ve söm ürücü diye söz ettiğini
duymaktadır. Bu zıtlıklar nasıl uzlaşabilir? Bi rleşik Devletler'deki
işçi liderlerinden biri bunu şöyle yapmaya çalışmıştır: Karın ıza
dair demek başka bir şey, karınız hakkmda demek daha başka bir
şeyd ir. Çok zekice. Bu da, doğruluk payı a ncak yarı yarıya olan bir
deyi mdir.
William James, bir defasında, ne za man bir tezatla karşılaşır­
sanız bir ayrım yapmanız gerekir, dem iştir. Çünkü i nsanlar aynı
kelimeleri kullanmakta fakat fa rklı şeyler söylemek istemekted ir.
Bu nedenle, görü nürdeki bu tezatlıkta n kurtulmanın bir yolu,
Amerikan send ikacılığının sosyal bir hareket ve iktisadi bir güç
242 IDEOLOJININ SONU

(piyasa-sendikaoltğt) olarak iki bağlamda va r old uğunu; bundan


dolayı da, her birinde farkl ı roller oynad ığını görmektir. Sosyal
hareket; emeği, kuru lu düzene meydan okuyan tarihsel trendin
bir parçası olarak gören entelektüeller tarafı ndan şekiilendirilmiş
ideolojik bir kavra mdır. Diğer yandan piyasa sendikacı lığı, sendi­
kan ı n faaliyet gösterdiği belirli end üstriyel çevrenin gerçekleri
tarafı ndan dayatılan bir rol ve fonksiyon sınırlaması olan iktisadi
bir kavramdır.
ister toplu mcu ister komü nist ister sendikacı olsun, herha ngi
bir işçi ha reketi kend isini "sol"un bütün ideolojik haskı larına tabi
bir halde bul ur. Nihayeti nde bu sosyal hareketler, işçiler adına
slogan atmaktadır. Ve bizzat işçi hareketi, sosyal değişimin başlı­
ca araçlarından biridir. Ancak Birleşi k Devletler'de sosyal bir ha­
reket olarak send ikacılık imajı -büyük ölçüde John R. Com­
mons'un ve Selig Perl man'ın "Wisconsin Okulu"ndan esin lenen­
"emekçilik" (laborism) teorisinde bel irtildiği gi bi, benzersiz bir
seyir izlemiştir. Bu teori, sendika ha reketinin, ideolojik olarak
şekillenmiş olsa da, radi kal hareketten, -ya ni sınırlı, sosyal ge­
lişmenin gü ndelik beklenti lerinden- daha fa rkl ı bir uyu m kay­
nağına sahiptir. Eldeki bel irli meselelere odaklanarak uzu n eri mli
sosya list ve rad ika l ideolojileri zorunlu olarak reddetmek duru­
mundadır; bunların aksi ne, o hem dü nya içinded i r hem de dün­
yaya dairdir. işleyişi sırasında sosyal değişim için gerçek bir güç
olabilir. Ancak topl umun rad ikal dönüşümünü araştırmaktan çok,
sadece gücü "paylaşarak" bunu başara bil ir. Bu "güç paylaşım ı",
hem fabrikada -ücretler, çalışma koşulları ve bazen de üretim
standartları üzerine paza rlık yoluyla- hem de daha büyük top­
l umlarda işçi nin refa h a rtışı için kanun a rayışında olmaktad ı r.
"Emekçi lik," Amerikan işçi hareketi nin eli ndeki tek egemen
ideolojidir. Geçmişte radikallerin karşıl ıklı suçlamalarına karşı,
sendikanın muhafazakar bir müdataası haline gelmişti. "Emekçi­
l i k," sendikaların pür iktisad i rol lerinin rasyonalize edilmesiydi.
Yine de, teorisyen lerine rağ men, kendi adına siyasi bir güç ola­
bildi. Sınırlı bir ideoloji olmakla birlikte, sendikacılığı halen bir
sosyal hareket olarak görmekte ve kendini halen işveren sınıfı n ı n
tamamına muhalif olarak kabul etmekted ir. Çağdaş Amerikan
sendikacılığı a ncak New Deal tarafı ndan sağ lanan elverişli bir
siyasi ve sosyal iklim sayesinde gelişebilird i . Daha önemlisi, Roo­
sevelt Hükümeti kanun a racı l ığıyla iki olağan üstü koruma sağla-
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 243

mıştır: i l ki, işverenin sendikalarla toplu paza rlık yapma yasal zo­
run luluğu ve ikincisi, tan ı m l ı bir pazarlık birimi içinde bir tek sen­
dikaya ayrıcal1kl1 temsil hakları nın tan ı n mış olmasıd ı r. Çeşitli sen­
dika güven lik a raçları nın (örneğin üyeliğin korun ması maddeleri,
sendika işletmeleri vs.) gelişimiyle birlikte, bu send ikalara her­
hangi bir yerde çok az sendikanın sahip olduğu yasal bir koruma
sağlamıştı r.49 "Emekçilik" genell ikle; New Deal, Fair Deal ve De­
mokratların sol ka nad ı ile ilişki lendirilmekted ir. Ağırl ı kl ı payın
zenginlere düştüğü bir vergi program ıyla gelişmiş bir sosyal re­
fah istemekte ve "tekellere" karşı sürekli olarak haykırmaktadır.
Fakat tuhafl ı k ve çelişkinin kaynağı burada yatma ktad ı r: piya­
sa-sendikaollğl'na göre, toplu-pazarlık sendikacılığı sadece işve­
renler veya sendikalar tarafından ol uşturulan tekelci durumlarda
var olabilir. Aslında bugün Birleşik Devletler'de send ikacılığın
güçlü olduğu sektörler, sadece end üstri veya sendi ka tekeli d u­
rumunda var olabil ir.
Sebebi oldukça basittir. Piyasa sendikaollğmm baş/1ca amac1
ücretleri bir rekabet faktörü olmaktan Çlkarmaktlf. Bir end üstrinin
sadece kısmen sendi kalaştığı ve bu nedenle ücretierin bir reka­
bet man ivelası olarak ku llanıldığı yerlerde bir sendika ya tekel
oluşturacak ya da batacaktır. Amerikan tekstil send i kalarının
erozyonu söz konusu duruma bir örnektir.
Tekel düzeni, farkl ı piyasa sistem lerine benzemekted ir. Oligo­
polcü piyasalarda, yani birkaç dev şi rketin egemen olduğu en­
düstri lerde, send ikalar endüstrideki bütün şi rketlere ücret a n­
laşmaları dayattı kları "düzen li pazarlık" yoluyla ücretleri bir reka­
bet faktörü olarak ortadan kaldırmaktad ı r. Teorik olarak pazarlık
halen tek tek şi rketlerle yapı lsa da prati kte (çelik örneğ i nde gö­
rüldüğü gibi) a nlaşma endüstri genel indedir. Yüksek rekabetin
olduğu veya küçük-biri m-ölçekli a lanlara send ikalar m üdahale
etmekte ve piyasaya bir tekel yapısı getirmekte, endüstriye giren
şirket sayısını sınırlamakta, fiyat hadleri koymaktadır. Bu durum
daha çok kömür, konfeksiyon ve i nşaat endüstri lerinde geçerlidir.
End üstri nin işi bizzat üstlenmediği kömür sektöründe, ma­
denciler sendikası bütün endüstri için temel bir fıyat taba n ı n ı
zoru nlu kılmaktad ı r. N e w Deal'ın ilk yı llarındaki Guffey Kömür
Kanu nu'nda görülen yasal fiyat sabitlerneleri yoluyla, eyalette
çıkarı labi lecek taşkömürü m i kta rını ton bazı nda sını rlayan
Pennsylvania'da olduğu g i bi bu, üretim-sı nırlama programlarıyla,
244 IDEOLOJININ SONU

maden ieri haftada sadece üç gün açık tutarak veya kömür fazla­
l ıklarını azaltmak için aşamalı grevler yaparak vs. yol lardan ger­
çekleştirilmekted ir.
Konfeksiyoncuların sendikaları, erkek ve kad ı n g iysi leri için
sabit bir d izi fiyat haddi veya derecesi bel irlemiştir. Böylece kao­
tik rekabete bir düzen getirmiştir. Ul uslara rası Bayan Giyi m işçile­
ri Send ikası, bir tek imalatçı için g iysileri d i ken ve tamamlayan
taşeron ların sayısını sın ırlamak ve şirketlerin sabit bi r coğrafi
alandan taşı n malarını durdurmak su retiyle, endüstrideki şirket
sayısını sını riayıp piyasayı kontrol altına a l mıştır.
En gelişmiş piyasa stabilizasyonuna inşaat sektöründe rast­
lanmaktadır. Sendikaların güçleri, işveren için bir m üteahhit gibi
(yani işgücü istihdam şubesi gibi) çalışmalarında yatmaktad ı r.
Ağ ı r i nşaat işlerinde (barajlar, güç istasyonla rı, yollar, fabrikalar,
atom tesisleri, vs.) i ha leye gi ren çok az firma sürekl i bir işgücünü
m uhafaza edebil ir. Bunlar, yerel emek piyasasını bil memekte ve
tecrübeli, vasıflı işçi arzı için sendi kaya g üven mektedir. Küçü k
kon ut inşaatçısı bile istikrar sağlamak için sendikaya ihtiyaç du­
yar. Rekabet hali ndeki her konut inşaatçısı nın mal iyetindeki en
büyük faktör, ödenmesi gereken ücretlerdi r. Yalnızca Kuzey Cali­
fornia'da değişik konut inşaatlarında ihaleye giren 1 2.000 inşaat
şi rketi bulun maktadır. Sendika her bir mütea hhitle pazarl ık yapa­
cak durumda değ ildir. Bu nedenle sendi ka, bir işverenler derneği
kurar ve ücret hadlerini belirli bir dönemde sabit tutarak piyasa­
da istikrarı zorunlu kılar.
Uzun zaman önce i nşaat send i kaları ve müteahh itler karşılıklı
işbirliği ile elde edecekleri tekel avantajlarını çabuca k fark etmiş­
lerd i . Bu nedenle b i rçok yerel projede harici m ütea hhitler dışarda
tutuldu çünkü send ika onlara işgücü a rz etmeyi reddetti. Bir ihale
kazanmaları durumunda g revlerle veya iş yavaşlatma eylemleriy­
le karşı laştılar.
Sendika genellikle, kömür konusunda olduğu g i bi, çiftçilerin
kaderi ni ve end üstrinin geleceği n i de bel irlemekteydi. Doğal gaz
ve petrol g i bi akaryakıt rekabeti nden dolayı son on yılda kömür
talebi neredeyse üçte bir ora n ında daraldı. John L. Lewis ve sen­
d i ka bir tercih yapmak zorunda kaldı. Ya üretimi kısacaklar ve
end üstrideki bütün fi rmaları daralan piyasayı paylaşmaya zorla­
mak yoluyla marjinal fı rmaları kurtaraca klardı ya da marjinal fir­
maların iflasa sürüklenmelerine seyirci kalacaklard ı . 1 952 n i hai
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 245

kömür müzakerelerinde, çoğun lukla daha küçük maden sahiple­


rinden ol uşan Gü neyli köm ü r üreticileri, Lewis'in end üstriye üç
günlük ü retim siparişi vermesi halinde sendi kanın bütün taleple­
rini karşılamayı teklif ettiler. Büyük mekanize madenler, ku llanıl­
mayan ekipmanların maliyetinin daha masraflı olmasından dola­
yı bu harekete karşı çıktılar. Lewis önceki teklifini geri ala rak bü­
yük mekanize madenierin tarafını tuttu ve onların sürekl i üretim
ta lepleri ni savundu. Karar, işçiler için daha yüksek ücret fakat
endüstri için daimi iş kaybı anlam ına geliyordu. Send ika, maden­
ci işgücünün doğal yıpranmasından dolayı bunu kabul edebilirdi.
Diğer send ikalar bu i ki lemden o kadar kolay ku rtulamadı.
Şu halde, bel irli bir piyasa etrafında faal iyet gösteren bir sen­
dika, mecburen "kendi" endüstrisinin müttefiki olmak durumun­
dadır. iş sözleşmelerinin gelişiminde daha az farkında olunan
gerçek ise, send ikanın "idari kontrol sistemi"nin bir parçası oldu­
ğudur. C. Wright Mills'in beli rttiği g i bi, "memnuniyetsizl iğin ida­
recisi'' haline gelmektedi rler.
Pazarl ı k masasında bir g rup agresif sendika lideriyle karşı kar­
şıya gelen bir idareci nin, sendi kanın onun için çok önemli bir
görev yaptığını fark etmesi zordur. Sendikadan dolayı tek düşü­
nebildiği şey gücünün bir kısmını kaybettiğidir. Bu büyük ölçüde
doğrudur: bir işçiyi isted iği za man işten çıkartamaz, terfi ler kıde­
me bağlıdır, bir işçi lideri iş transferi yapamamaktad ır. Bu genel­
likle send ika tarafından yapılmaktad ır.
Ancak send ika bu güçleri ele geçirmekle taleplerin öncelikle­
rini belirleme görevinin zorluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Ve
böylece, idarecileri birçok siyasi baş ağrısından kurtarman ı n ya­
nında idare ve alt tabakanın çekişmeleri a rasında da tam pon
olmaktad ı r. Send ika, özellikle yerel fabrikalar bazında bir bütün­
lük göstermese de fabrika organ izasyonu içinde işg ücü nün en alt
biriminden daha aşağı ulaşa n bir menfaat g rupları ağıdır. Menfa­
atler genell ikle çatışmaktadır: vasıflı-vasıfsız, parça başı-saatli k
ödeme, gece vardiyası-gündüz vardiyası, yaşlı-genç. Talepleri ni
oluştururken sendi kanın karar vermesi gereken şey, bir ücret
a rtışı nın "geniş kapsamlı" mı (ya ni, herkese eşit mi), yoksa yete­
nek farkları n ı ayırt edecek şeki lde yüzde üzeri nden mi olması
gerektiğid i r?
i ki nci bir gerçek şudur ki, sendika genell ikle idareci lerin başa­
ramadığı yerde işçileri disipline etme görevini üstlenmektedi r.
246 IDEOLOJININ SONU

Bu, özellikle işçilerin idareci lerin otoritesin i ta nı mayı reddettikleri,


fakat pazarlık mantığ ıyla bir sözleşmeyi şart koşan sendika lider­
leri tarafı ndan işbaşı yapmaya zorlandıkları "gayri resmi g revler"
için geçerl idir.
Bu memnu niyetsizlikleri yönetmek, sadece pazarl ı k dönemle­
rinde değ i l bütün yıl boyunca zor olmaktadır. işten çıkarma dö­
neminde ne tür bir kıdemin, (bel irli bir iş türüne göre mi yoksa
fa brika genelindeki listeye göre mi?) baz alı nacağı ekmek kavga­
sına dönüşmektedir. Fakat asıl dert, şirketin rekabet ka bil iyeti ni
ve iş i mkanlarını koruyabilmesi için işçi ücretlerinde kesintiye
gidil mesi, iş yükünün ağırlaşması, üreti m a rtışı nın ka bul edil mesi
esnasında yaşan maktad ı r. Aslında sendikanın endüstri genelinde
uyg ula maya çalıştığı standart sistem bozulmaktad ı r. "Önce be­
nim şirketim" anlayışı, Birleşik Otomotiv işçilerine bela olan bir
d urumdur: milli büro aynı standartları korumaya ça lışmalı ve
böylece marjinal şirketleri iflasa sürüklemeli midir? Yoksa ücret
kesintisine izin vererek ve standartları düşürerek işçileri nin isti h­
dam edi l meleri nin devamını mı sağla malıdır?
"Önce benim şi rketim" an layışının bir benzeri, farklı sendikala­
rın "önce ben i m endüstri m" yaklaşı mında bulunmaktad ı r. Böyle­
ce menfaat çatışmaları milli düzeye yayılmış olur. Kamyon şoför­
leri devletin demiryolu desteğine karşı çı kmaktadır. Kömür sen­
dikası, ya bancı petrol üretimine karşı yüksek gümrük vergileri
istemekte ve -demi ryolları gelirinin büyük bir böl ü münü kömür
taşı macı lığından elde ettiği için- ortak lobi girişimlerinde bulu­
narak demiryollarıyla birleşmektedi r. Gemi i nşa eden kazan i ma­
latçı ları daha büyük bir deniz fi losunda ısrar ederken, uçak en­
düstrisinde güçlü olan makineci ler daha çok uçak için lobi yapa­
caklard ı r. Daha genel olarak, sendikalar talebi uyarmak ve iş
i mka nla rı sağlamak için, bel li bir endüstriyle ortak destek kam­
panya ları yapacaktır. Bu durum "sosyalistlerin" Bayan Giyim işçi­
leri için geçerli olduğu kadar dar, zanaatçı zihniyetli Sıvacılar
Sendi kası için de geçerlidir. Diğer Başka birçok örnekte olduğu
gibi (örneğ in taşı macı l ı k, cam, vs.), bu örneklerde de i nisiyatif
daha güçlü ve piyasaya herhangi bir fı rmadan daha fazla hakim
olan sendikalardan gel mektedir.
O za man, piyasa send ikacılığı mantığı; sendika ve şi rket ya da
send ika ve end üstri a rasında, sınırlı ve ted irgin bir ortaklığa yol
açmaktadır. Tedi rgindir, çünkü birçok durumda sendikalar tara-
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 247

fı ndan menfaatleri korunan tecrü beli işverenler bu tür ittifakların


değerini bildikleri ha lde, bazı işverenler tek güç sahibi ol mayı
tercih etmektedi r. Ted irgindir, çünkü işçilerin toplumsa l bir ha re­
ket halinde faaliyet gösteren ve işvereniere bir sınıf olarak karşı
olma yönü ndeki tarihsel eği l imleri halen mevcuttur. Bu eğilim,
emeğin ideolojik olarak "ezilen" olma anlayışından kaynaklan­
maktadır. Daha özel olarak, işçilerin organize faaliyetleri için yasal
koruma sağ layan New Deal'ın ilk günlerinde ol uşan siyasi ittifak­
lar tarafı ndan desteklenmiştir. Bu siyasi ittifaklar grup veya sı nıf
mücadelelerinin daha geniş alanla ra taşınmasını zorunlu kılar:
vergi politikası, konut sübvansiyonu, sağ l ı k sigortası ve li beral
siyasetin az çok bütüncül bir felsefesi ni oluşturan her türden
refa h önlem leri.
Sosyal hareket ve piyasa sendikao!Jğ1 arasındaki fark, ilk bakış­
ta görülebi leceği gi bi, siyasi ve toplu pazarl ık sendikacı l ığı ara­
sındaki farktır. Bugünkü toplumda, siyasi ve toplu paza rl ı k sendi­
kacı lığı arasındaki fark artık mevcut değ i ldir. Bütün sendikalar,
ister istemez, siyasete mecburd u r. Mesele ne tür bir siyasetin
ortaya konu lacağıdır. A.i.F., -E.O.M. üyeleri nden ol uşan- çeşitli
menfaat gruplarını koruyan piyasa sendi kacılığının basit bir siyasi
kolu mu olacaktır, yd�sa gerçek bir sosyal ha reketi n parçası m ı ?
Cevap için bazı ipuçları, Amerikan işçi sınıfı n ı n geçmişinde bu­
lunabilir. On dokuzuncu yüzyılda dört ana kol va rdı: dayanışma,
işbirliği, siyasi faaliyet ve toplu pazarlık.50 Toplu pazarlığın Ameri­
kan sendikacılığının benzersiz bir şekl i olduğunun kolayca varsa­
yıl masına karşın, bu hale gel mesi neredeyse yarım asırl ık bir tar­
tışma ve tecrübe gerekti rmiştir. Bi rleşik Devletler işçi sın ıfı, ücret
sistemini kabul etmekte daima isteksiz olm uştur. ilk düzenleyici­
ler kurtul uşu, serbest arazide ve para reformunda aramışlar, bun­
larda başa rılı alamayı nca ü retici kooperatiflerinin oluşturul ması­
na başvurmuşlard ı r. Endüstri nin engin g ücü ve siyasi sistemin
açıklığı, birçok kişi nin daha iyi şartlara ulaşmak için siyasi faal iye­
tin iktisadi pazarl ıktan daha kolay bir yol olduğunu düşün mesine
neden olmuştur. Örneğin 1 880'1erde daha kısa mesai saatleri için
ya pılan büyük hareket neredeyse tamamen siyasi içerikliydi.
Ancak Sosya listlerin hedeflerini değişti rmedeki isteksizlikleri ve
Gompers'in piyasada bütüncül bir rol oynayacak ayrı send ikalar
konusundaki ısrarı, Amerika n işçi sınıfı n ı pazarlık rolüne geri
döndürmüştür. Fakat daima eşza manlı bir sosyal hareket i majı
248 IDEOLOJININ SONU

vard ı. Geçmişteki sosyal hareket ve piyasa sendikacılığına baka­


cak olursak aşağıdaki dönemleri görebiliriz:
( 1 ) 1 860'dan 1 880'e Birleşik Devletler işçi sınıfı temel olarak
sosyal bir hareketti. Sosyalist ve anarşist etkiler olağanüstüydü.
Aşırı derecede bir siyasi faa l iyet ve işçi partileri kurmak için birçok
çaba mevcuttu. Sendikalar üretici kooperatifleri kurmakta ve
birçok reform projesine destek vermekteydi. Ancak organizasyo­
nun boyutu dardı.
(2) 1 880'den 1 920'ye i ki eğ i l im çatışma içindeydi: A.i.F. dar
a n lamda piyasa send ikacı lığını temsil ederken, Sosyalistler, Dün­
ya Endüstri işçileri (D.E.i.) g ibi g ruplar ve diğer anarko-send i kacı
unsurlar radi kal işçi hareketi oluşturmaya çal ışıyorlardı. Son uçta
A.i.F. galip geldi.
(3) 1 933'ten 1 940'a ( 1 920 dönemi bir d u rgunluk dönemiydi)
işçi sınıfı bir kez daha sosyal hareket rolünü üstlendi. Gelişmekte
olan E.O.M., endüstriyel tröstlerin saldırılarıyla karşılaşarak, ideo­
lojik bir özellik kazanma eğili minde oldu. Özellikle sosya listler ve
komünistler tarafı ndan entelektüellerin isti lası, bu radika l siyasi
özelliği daha da a rttırmıştır. Federal hükümetin desteği, işçi sını­
fı na siyasi faaliyetin gerekliliğine dair bir farkındalık kazand ırmış­
tır. Uyanık ve dinamik bir işçi lideri olan John L. Lewis yeni bir
siyasi bloğun oluşma imkanını fark etmiştir.
(4) 1 940'dan 1 955'e işçi sın ıfı bu ideolojik havayı kaybetti ve
bunun yerine piyasa send ikacı l ığında ısrar etti. Bunun çeşitli ne­
denleri vardı. ilki, savaşın ortaya çıka rdığı milli birlik ve beraberlik
duygusudur. i ki ncisi, önce kesintisiz ü retim i htiyacından dolayı
ve sonra da send ikaların doğrudan yıkılamayacağı n ı n farkına
va rılması nedeniyle sendikacılığın endüstrinin geniş bir kesi mi
tarafından kabul edi l mesidir. Üçüncüsü, yeni kurulan sendika la­
rın fabrikadaki toplu pazarlık konumlarını sağ iarniaştırma i htiya­
cıd ı r. Dördüncüsü, 1 947'den başlamak üzere sendi kalardaki ko­
mün istlere yapılan saldırılar ve n i hayetinde nüfuzlarının ortadan
kal kmasıdır.

Peki ya gelecek? Birleşik Devletler işçi sınıfı nın buradan nere­


ye varacağı, sendika ha reketinin çıkmazda olmasından dolayı zor
bir sorudur. Bu zorl uğun kaynağı bugü n kü Amerikan hayatının
gerçekleri nin derinliklerinde yatmaktad ı r.
1 . Sendika üyefiği en üst smmna u/aşm1ştır. Son yedi yılda, Birle-
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 249

şik Devletler sendi ka la rının gelişi mi durmuştur. Aslında işgücü


içi ndeki send ikalaşma oranı fiilen azalmıştır.51
Çeyrek yüzyıl önceki 20 m i lyon üyelikle karşı laştı rı ldığında,
bugün kabaca 1 6 milyon işçi (Kanada'ya bağ l ı 850.000 üye ile
birlikte) Amerikan send ika larına bağlıdı r. 65 m i lyonluk işgücü
sayısına göre bu, yüzde 25'in biraz altındad ı r. Daha gerçekçi ola­
rak, ücretli ve maaşlı kişilerin (ya ni çiftçiler, serbest çalışan pro­
fesyoneller ve küçük iş sahipleri) dışında sendikalar topl umun
yaklaş ı k yüzde 30'u nu örgütlemiştir. Ancak bu yüzde 30'u nu
örgütlerken bir doyum noktasına ulaşmışlardır. Kendi potansiyel­
leri dahil inde bir örgütlen meye gitmişlerdir.
Mavi yakalı işçiler ile beyaz yakalı işçiler a rasında bir ayrım ya­
pılaca k olursa, mavi yakalı işçilerin -fabrika işçi lerinin, madenci­
lerin, demiryol u çalışanlarının, yapı ustalarının ve emekçilerin­
yaklaşık yüzde 75'i nin sendi kalara bağlı olmaları muhtemeldir.
Kömür ve metal madencil iği, demiryolu ve inşaat işleri ile kamu
hizmetlerinde sendikalar, mavi yaka l ı işçi leri yüzde 80 ila 90 a ra­
sında örgütlemiştir. Temel i malat alan ı nda -otomobil, uça k,
çelik, kauçuk, gemi, ca m, kağıt, elektrik teçhizatı, taşıma araçla­
rı- fabrika üretim işçilerinin yaklaşık yüzde 80'i örgütlen miştir.
Örgütlen meyen birimlerin geriye kalan tek engeli küçü k ölçekl i
olmalarıd ı r. Örneğin Bi rleşi k Otomotiv işçileri'nin (B.O.i.) bir a raş­
tırması, sendi kanın "yetki sınırları" içerisinde örgütlenmemiş
fabrikaların yüzde 97'si nin elliden az işçi çalıştırd ı kları n ı göster­
miştir. Bu fabrikaların örg ütlenmesi son derece zordur. Küçük bir
firma içindeki sosyal i l işkiler, büyük firmalardakine göre çok fark­
lıdır: işverenle özdeşleşme daha çoktur veya işverenin karşı bas­
kısı daha kolaydır. Sendika n ı n bu işyerlerine ulaşmasının ve hiz­
met vermesi nin maliyeti çok yüksektir ve genellikle "ekonomik
değildir." Çünkü send ikaların da birer işletme olarak maliyetleri
ve veri mlilik sorunları vard ı r. Örgütlenmemiş endüstriler petrol,
kimyevi madde ve tekstildir. Petrol ve ki myevi madde endüstrile­
rinde ücretler olağan üstü yüksektir çünkü emek maliyetleri top­
lam maliyetler içerisinde küçük bir kalemdir ve işçiler bağı msız
send ikalarda örgütlenmişlerdir. Tekstilde eski ataerkil ve Güneyli
atölye kültürü, send ikalaşmaya d i renecek kadar güçlüdür.
Diğer alanlarda durum ned i r? Genellikle d iğer sendikaların
örgütlen meye destek olabild ikleri metropoliten merkezler dışın­
da yaklaşık on beş mi lyon işçi nin çal ıştığı ticaret ve hizmet alanla-
250 IDEOLOJININ SONU

rında -restoranlarda, otellerde, çamaşırhanelerde- sendikala­


rın girebi ldikleri yerler çok azd ı r. Bu işletmelerin birçoğu küçük­
tür ve bu nedenle örgütlenmeleri zordur. Dağıtım alanının geniş­
lemesiyle birl i kte Kamyon Şoförleri gibi genel sendikalar büyü­
rnek zorundad ı r. Özellikle Kamyon Şeförleri nin örg ütlen me yön­
temi, genellikle işveren dernekleri ni örgüdemek ve işçileri send i­
kalara "hapsetmektir." Fakat bu büyüme endüstriyel işgücünün
daralmasıyla dengelen mektedir:
Beyaz yakalı ve ofis alan ında (bankalar, emlak, sigorta ve bü­
yük end üstriyel şi rketlerin ofis ça lışanları) sendikalar beli rgin
şeki lde başarısız olmuştur. Mavi yaka l ı işgücünün örg ütlendiği
fabrikalarda fi rmalar, genellikle ofis çalışanlarına a rt arda ücret
a rtışları yapma adetlerini sürdürmekted ir. Böylece ofis çalışanla­
rı nın sendikaya üye olma ihtiyacı veya isteği ortadan kalkmakta­
dır. Sigorta şirketlerinde ve genellikle beyaz yaka l ı işlerde büyük
bir iş hacmi mevcuttur. Genç kızlar, doğrudan okuldan işe a l ı n­
makta ve beş ya da altı yı l sonra evlenmek için işten ayrılmakta,
send ikaya üye olmak istememektedir. Genelde Bi rleşik Devlet­
ler'deki beyaz ya ka l ı işçiler statü nedenlerinden dolayı kendileri­
ni, el leri kirli mavi ya kalı işçilerle bir tutmaktan korkmaktad ı r.
Avrupa ve Asya ülkelerinde öğ retmenler ve memurlar kendileri ni
çalışan sı nıfın lideri olarak görebilirler. Birleşik Devletler'de bu
g ruplar aralarındaki farkı belirginleştirmeye çalışmaktad ır.
2. Sendikalar toplu pazarlık sınırlarına ulaşmıştır. Bu şaşırtıcı bir
ifade olabil ir. Ancak yi ne de Amerika n işçi sınıfı hareketi ni yeni­
den şeki l lendiren en önemli gerçeklerden biridir. Toplu paza rlık
sınırları, sendikaların ülkenin ü retkenlik artışına denk bir ücret ve
refah artışı sağ layabileceklerine dair artan farkındailkiarını ifade
etmek istiyorum. Bu tür bir h i kaye, ü l kelerinin ticaretteki konumu
hakkında hassas olan Avrupa'daki sendikalar için eski olabi lir.
Fakat Birleşik Devletler'de yenidir.
Ü retkenlik fikri bile göreli olarak yen idir. (Bu, belki de Marx'ın
kapitalizm ana lizi nin ya nlış çıkma neden lerinden biridir. Marx'a
göre servet, söm ürü yoluyla kaza nılmaktad ı r. Bugün bu serveti n,

Birçok zanaat ve endüstri sendikalarının daralmaya karşı koymak için


ellerindeki her türlü işçiyi üyeliğe kabul ederek "genel" sendika olacakları
açıktır. Hem Hoffa'nın ı 959'da yaptığı ve hem de John L. Lewis'in Maden
işçileri Bölge SO'de yapmaya çalıştığı da budur.
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 251

özel şi rketlerin serveti ve milli servet, sadece üretkenlikteki artış­


larla arttığını görmekteyiz.) Amerikan işçi sın ıfı tarihindeki dö­
nüm noktası, sanırım yıllık veri mlilik ücret artışları fikriyle başla­
mıştır. Bu kavram, işçilerin her yıl yaşam mal iyetleri nin değişimi­
nin üstünde ve ötesinde bir ücret a rtışına hak kazandıklarını be­
lirtir. Ne kadar üretkenlik sağlandığı konusunda tartışılabi lir: yüz­
de 2 mi yüzde 3 mü veya yüzde 4 mü? Bunlar istatistiksel soru­
lard ı r. Değişmeyen şey, her yıl işçilerin hayat sta ndardının a rta­
cağı gerçeğ idir. Otomotiv işçi leri konusunda bu oran yüzde 3'tür.
(Yüzde 3'1ük artış bileşik olarak hesaplanırsa, hayat standardı
yirmi beş yıldan biraz fazla bir zamanda ikiye katlanmış olacaktır.)
Tuhaf bir şekilde, verimlilik ücret artışı fikri, bir send ika icadı de­
ğildir ve General Motors şi rketine aittir. Şi rket, beş yı llık bir söz­
leşme karşı lığında bu tür bir ücret a rtışı teklif ederek, iş huzurunu
garanti etmiştir.
Bugün veri mlilik ücret a rtışı fikri, temel Amerikan imalatı n ı n
çoğu na yayılmış du rumdadır. Bu yolla, ekonom iye güçlü b i r talep
faktörü yerleştiril mektedir. Böylece konjonktürün inişe geçmesi
engellen mektedi r. Fakat ücret artışları, ekonomi nin en üretken
sektörlerine yönelmiştir. Doğaları gereği üretkenlikleri ni artıra­
mayan veri msiz firmalar veya end üstriler (berberler, garsonlar,
vs.) bu artışları karşılamak zorundad ı r. Bu, ekonomi üzerinde
güçlü bir enflasyonist etkiye yol açmaktadır.
Bu tür sorunlar bir yana, verimlilik ücret a rtışının önemi, sürüp
giden militanlık retoriğine rağmen, send ikaların ekonomik pazar­
lık yoluyla kaza nabi lecekleri şeylerin sınırları olduğu fikrini ka bul
etmesidir. Artık daha fazla pazarl ı k ol mayacak anlamında bir şey
söylemiyorum. Ancak burada, s ı n ı rların oluşmasında pazarlığın
bürokratikleşmesini görmekteyiz.*
3. Maaşl1 çalişanlarm art1ş1. Amerikan işçi sınıfı hareketi ndeki
üçüncü bir önemli değişim, işgücü yapısı ndaki kaymadan kay­
naklanmaktad ı r. Kısaca, proletarya 'nın yerine maaşlı kesim geç­
miştir. Ve sonuçta işçilerin psikoloji leri değişmiştir. Coli n Clark'ı n
uzun zaman önce belirttiği gi bi, b u trendle arta n ü retkenlik saye-

Arthur Ross, "grevin önemini kaybettiğini" belirtmiştir. Aslında Birleşik


Devletler'de ve hemen her ülkede grev sayısında sürekli bir azalış vardır.
Bunun, böylesi bir bürokratikleşmenin ve sınırların tanınmasının bir so­
nucu olduğunu söyleyebilirim.
252 IDEOLOJININ SONU

sinde daha az bir işg ücü ile daha büyü k ü retim sağlanmakta,
d iğer yandan yeni hizmetler, eğlence, boş zaman değerlendirme
ve a raştı rma talepleri daha çok ve yeni orta sınıf iş alanlarının
açılmasını sağlamaktadır.
Fakat dev imalatçı firmaların bünyesindeki işgücü değişimleri­
ne fazla değin med i k. Ü retimdeki artışla birlikte a raştırmalarda,
ticarette, satış ve ofis görevl ilerinde de a rtış yaşanmaktadı r. Ör­
neğin kimya sanayisinde 1 947'den 1 952'ye üretim yüzde 50 a rt­
m ış, mavi yaka l ı işg ücü yüzde 3 artmış, beyaz yakalı işgücü ise
yüzde 50 artmıştır. Ü l kedeki en büyük elli şirkette maaşlı işgücü
saatl ik işgücünün üçte biri ile yarısı a rasındad ır. Örneğin:

Saatlik Çalışanlar Maaşit Çalışanlar


du Pont 52.000 3 1 .000
Standart O il 30.000 27.500
Westinghouse 70.000 40.000
Ford 1 35.000 40.000
G.M. 360.000 1 30.000

"Maaşlı kesim"e geçiş, 1 950'1erde iki önemli gelişmeyle yo­


ğun laşm ıştır: Amerikan endüstrisinde yeni bir teknik sı nıf yaratan
a raştırma-geliştirme faal iyetlerindeki devasa artış ve vasıflı işçile­
rin terfi etmelerine yarayan otomasyon süreçleri. 1 947'den
1 957'ye profesyoneller ile tekn ik çalışanların sayısı yüzde 60 arttı
ki bu ikinci Dü nya Savaşı sonrasındaki dönemde herhangi bir iş
kolu ndaki en yüksek büyüme oranıdır. Bir sonraki on yılda bu
grupta ek olarak yüzde 43'1ük veya bütün bir işgücünden iki bu­
çuk kat daha h ızlı bir a rtış daha gerçekleşti. Yarı vasıflı grup yıllar
boyunca sabit ka ldığı halde ( 1 2,2 ila 1 2,9 mi lyon işçi); aynı dö­
nemde teknik ve profesyonel, ü retim dışı işçilerin sayısı yüzde 50
a rtmıştır. Hizmet sektörü hariç, 1 956'da Bi rleşi k Devletler'deki
beyaz yakalı işçilerin sayısı, Birleşik Devletler ta ri hinde i l k defa
mavi yaka l ı işçilerin sayısını aşmıştı r.52
Bu maaşlı gruplar, emeğin eski dilini konuşmamaktad ır. Eski
sı nıf bili nci kavra mlarıyla da açıklana mazlar. Bunların ortaya çı kı­
şı, Amerika n işçi sınıfı hareketi için zor bir sorun ol uşturmaktadır.
4. Şevk kaybı ve genel memnuniyetsizlik. işçi hareketinin yaşı,
şu anki haliyle, yirmi beş yıldan azd ı r ve en tepedeki ler kurucu-
PROLETARYANIN KAPITALizMI 253

lardan oluşmaktad ır. Fakat artık genç değildirler. A.i.F.-E.O.M.


yönetim kurulunun yaş ortalaması, altmışların orta larıdır. Ve şevk­
lerini kaybetm işlerdir. Örgütleyici kadro da yaşlanmıştır. Ve a rtık
fabrikalarda broşür dağıtmak için g üvenilir genç radikaller de
ka lmamıştır.
Fakat daha önemlisi, sendika ahlakında ve halkın g üven inde
bir kriz yaşanmaktadır. Bu basit bir haraççılık meselesi değ ildir:
Haraççılık piyasa tarafı ndan şeki llendirilmiştir. işveren için en
büyük mal iyet "bekleme süresi" olduğundan işverenden kolaylık­
la para koparılabilen küçük ölçekli i nşaat işleri ile liman ve kam­
yon şoförlüğü işlerinde her zaman geçerli olmuştur. Ancak kitle
üretim endüstrilerinde hiçbir haraççılığa rastlanamaz. Para sız­
dırmaların yaygın olduğu alanla rda dahi, haraççı lığın çapı -
Bi rleşik Devletler'de end üstriyel haraççı lığın gel iştiği- yirmi beş
yıl öncesine göre bugün oldukça daralmıştır. Gerçek memnu ni­
yetsizl ik, sendikacı lığın a hlaki bir meslek olarak düşüşünde yat­
maktad ır. iş çevrelerinin en iğrenç yön lerini üstlenerek kişisel
kaza nç uğruna sendika kaynaklarını yağmaladıkları gerçeği, bir­
çok sendi ka liderinin paragöz olduğunu göstermektedi r. Kamyon
şoförleri, fı rıncılar, tekstil ve çamaşırhane sektörleri nin send ika la­
rında tipik olan tam bir talanın yaşanmadığı durumlarda, sendika
liderlerinin a lt tabaka ile olan ilişki lerinde iktidarın yolsuzluğun­
dan kaynaklanan korkunç bir ki bir ve despotluk bulunmaktadır.
Bu türden toplu güç gösterileri, sendikalara sempati duymasa da
yirmi yıldır tolerans gösteren orta sı nıftan halkı yabancılaştırmış­
tır.
Herhangi bir ha reketin geleceği; o hareketin liderlerin i n ka­
rakterine, geleneklerinin g ücüne (itici g üç), hedeflerinin kesinli­
ğine (zorlayıcı güç) ve parçası olduğu toplumun sorunlarına bağ­
lıd ı r.
Elbette işçi hareketinin radika l geleneği neredeyse ortadan
kalkm ıştır. Dubinsky, Potofsky, Rieve, Curran, Quill ve Reuter gibi
sosyalist veya sol kanat hareketlerin içinde yer alanlardan sadece
Reuter, işçi sınıfı nın hedeflerinin ta nımını genişletmek gayretinde
ve a rzusundadır. Bugün işçi sendikalarının tepesindekiler, i nsan-

Piyasa sendikaclftğt ile sosyal hareketler arasında yaptığım ayrıma göre;


haraççılık piyasa sendi kacılığının bir patolojisi iken, komünizmin de sos­
yal hareketin bir patolojisi olduğu söylenebilir.
254 IDEOLOJININ SONU

lar yoğ un bir siyasi faaliyet göstermek veya yol gösterici siyasi bir
rol almak için çok az bir enerjiye sahiptir. Milli ölçekten çok eyalet
ve şehi r ortam ı nda kendilerini ifade eden orta kademelerdeki
birçok genç işçi lideri, kendi statü leri ni ve iktidarlarını gel iştirme
yolları a ramakta isteklidir. Bu i nsanların iti bar kazanmak için siya­
si arenaya adım atacakları ve bunu Demokrat partide daha aktif
ol makla gerçekleştirecekleri kuvvetle muhtemeldir.
Milli a la nda sahnedeki kişiler George Meany, Ji mmy Hoffa ve
Walter Reuter'dir. Meany, yeniden bir a raya gelen işçi hareketi nin
başına geçerek, tari hteki yeri ni almıştır. Hoffa, hırslıdır fakat onun
-iktidarını güçlü bir sendikada yoğunlaştı rmaktan ve böylece
a leyhindekilere nanik yapmaktan başka- siyasi ola rak yapabile­
ceğ i fazla bir şey yoktur. Hoffa anti-entelektüel, fikirlerden ve bu
alanlardaki seviyesizliğinden dolayı bunları ifade edenlerden
rahatsız olan, herhang i bir siyasi veya ah laki perspektiften mah­
rum biridir. Bazen Walter Reuter'in yapabileceği ve hatta söyle­
yebileceği herhangi bir şeyden daha kaba olarak ilkel bir sınıf
savaşını telkin edebi lir. Fakat bu, onun her meseleyi fi kirlerden
çok fi iliyatta halleden mizacının bir yansı masıd ı r. Olağan üstü bir
enerji ve hırsa sahiptir, fakat bir hedefi yoktur ve çeşitli yardımcı­
ları n ı n ona bir hedef sağlama konusundaki çabaları Hoffa'n ı n
sabırsızl ığından dolayı boşa gitmiştir. N ihayeti nde, Hoffa'yı gem­
Ieyecek olan şey sertlik maskesi altındaki itibar arzusudur. Fakat
ondaki bu a rzu onu d izginleyecektir. Walter Reuther, diğer işçi
liderleri nin arad ığı itibara -basının ve iş çevreleri nin ikiyüzl ü l ü­
ğü- çok az önem vermektedir. Halen (dog mati k uçları törpü­
lenmiş olsa da) bir görev duyg usu ile l i beral çevreden yirmi yıl
önce kazandığı itibara sahiptir. Elli yaşında ( 1 958'de), Reuter'in
önünde hala uzun bir gelecek va rdır. işçi g rupları arasında popü­
ler değildir. Onları rahatsız etmekted ir. Rahat durmayacaktır.
Kusurları az ve enerjisi muazza mdır. "Viski rahipleri"yle karşılaşan
Ja nsen'cı gibi, kendi ah laki durumu insanlara ibret olmaktad ır.
Yine de görünürde liderlik yapacak kimse yoktur. Yetenekleri
gayet pratik olmasına rağmen Reuter yaradılıştan bir ideologdur;
hayali, gerçekli k kal ı bına dökebi lir ve işçi ha reketi a nlayışı, sosyal
bir an layıştır.
Şimdi inşaat sektöründe olduğu g ibi, işçi hareketi nin yavaşça
ve miski n bir şeki lde, end üstri nin genç bir partneri olarak piyasa
rolüne soyunacağı kuvvetle muhtemeldir. Fakat benim fikrime
PROLETARYANIN KAPITALiZMI 255

göre önümüzdeki yıl larda Bi rleşik Devletler işçi sınıfı nı sosyal bir
hareket olarak kendini yeniden tanımlama çabası içinde bulaca­
ğı mız daha kuvvetle muhtemeldir.
Reuter'in muhtemel rolünden ayrı olara k, siyasetin pazarlı kla
bu kadar çok iç içe geçmesiyle; işçi sınıfının siyasi iktidarının ge­
nişleme ihtiyacı, sendikaların Demokrat pa rti içinde daha doğ ru­
dan bir rol oynayaca kları ve parti içi ndeki kendi kon umlarını sağ­
la mlaştırmak için liberal bir koalisyon kuracakları a n lamına gel­
mektedir. Toplu pazarl ı k bir s ı n ı ra vard ığı nda, siyaset önem li bir
arena olmaktad ır.
Siyasi sürecin kendisinde, kitlesel medya ve kitlesel iletişimin
yayg ı n laşmasıyla şekillenen küçük bir değ işim, bu eğ ilimi g üç­
lendirmektedir. Bu belirli bir somut g rubun belirli somut menfaa­
tini korumaya odaklanan "menfaat" gruplarının aksi ne, "sembol"
g rupları olarak adla ndırı labilecek olan şeyin (veya ideolojik eti ket
taşıyan grupların) ortaya çıkışıd ı r. Kamuoyunun hükümdar oldu­
ğu kitle toplumunda çeşitli g ruplar birtakım ortak kimli kler
edinmeye ve hedeflerini milli veya genel menfaat kisvesi altında
tutmaya her zaman kinden fazla zorlanmaktad ır. Demokrasinin
seçim kavramının geçerli olduğu yerlerde bu özel likle doğrudur.
Çünkü seçi mler, sorunları sadece sembolik a nlamda formüle
eder. Şöyle ki ("çiftçi"nin tüm bir i nsan spektrumunu ol uşturması
karmaşıklığına takılmadan) çiftçinin yapması gereken şey ned ir?
("işçi Sınıfı" gibi genel bir kavra m ı n anlamı hakkında fazla bir
araştırma yapmaksızı n) işçi Sınıfı ne yapmalıdır? Bununla birl i kte,
hem seçimlerin doğası hem de devletteki gayri resmi g rupların
temsil edi lmesi nin yeni süreci, ortak ki mliklerin kaynaşmasına
şekil veren bir unsur olmaktad ı r. Böylece "iş Dünyası"ndan, hü­
kümetin danışma kuru lundaki temsi lcilerini bel irlemesi isten­
mekted i r. işçi sınıfı ndan da aynı şey beklenmektedir. Siyasi mese­
leler kapsam bakı mından milli hale gelmekte ve "işçi sın ıfı"ndan
sem bolik bir g rup olara k bu meselelere karşı tavrı n ı beli rlemesi
ve böylece içsel farklı l ı klarını ol uşturmayı öğrenmesi istenmek­
ted ir. A.i.F. ile E.O.M. a rasındaki birlik baskılarından biri de çeşitli
milli meselelerde "işçi sın ıfı" adına konuşacak tek bir dizi sözeüye
duyulan i htiyaçtır.
Üçü ncü bir unsur, iş çevrelerinde "statü end işesi"nin artışıdır.
Sendika ha reketi nin ideolojik olarak tükendiği ve örgütsel da­
marlarındaki daralmadan dolayı rahatsız olduğu bir zamanda,
256 IDEOLOJININ SONU

"Büyük işçi Sın ıfı"nın tehdidine ve onun siyasi nüfuzuna dair a r­


tan bir ilgi söz konusudur. "Ça lışma hakkı" kanunları üzerine yapı­
lan ajitasyon, işçi sınıfı n ı n iktidarı ile meşgul olma gayreti ndeki
milli bir menfaat davasından çok, duyg usal bir haçlı seferinin tüm
izlerini taşı maktad ı r. Texas'da çalışma ha kkı kanunundan beş yıl
sonra, bu kanunun Cumhuriyet Fonu üzerindeki etkilerine dair
Frederic Meyers tarafı ndan 1 958'de yapılan bir ça lı şma, h içbir
etkisi olmadığını göstermiştir. Send ikalar zarar görmemiş ve en­
düstriyel ilişkiler eskisi nden farklı bir hale gelmemiş, fa kat işve­
renler işçi sınıfın ı n uğruna mücadele verd iği kanunun kitaplarda
kal masından dolayı duyg usal bir tatmin yaşam ıştır. 1 958'de Ohio,
California'daki ve diğer eyaletlerdeki çalışma hakkı kam pa nyaları
ağı rlıklı olarak orta ölçekli işletmeler tarafı ndan destekleni rken,
büyük şirketler (General Electiric hariç) mesafeli durmuşlard ı r.
Mi lyon dolarlık endüstri lerin başındaki birçok işveren, isti krarlı bir
iktidar ol masına ve end üstriyel il işkilerin oturmuş olmasına kar­
şın, sendika iktidarının kızgınl ığıyla motive olmaktad ı r. iş çevrele­
ri, Dwight Eisenhower ve Cumhuriyetçi parti nin seçil mesiyle ve
sonradan bir kez daha seçilmesiyle sendikaları n devri leceğini ve
tesl i m olacağını düşünmüş olabilir. Fakat send ikalar yıkı l madı.
Özellikle onunla hiç iş yapma mış olan bi rçok işverenin ve
B.O.i.'nin (ki onlara göre yeni işçi sınıfı iktidarının sembolü olan)
Walter Reuther ismine karşı duyd ukları asabi reaksiyon göster­
mektedir ki milli ve siyasi a landa işçi sınıfı ile idareciler a rasındaki
geri l i m, halen mevcut olmakla birlikte, a rtık menfaat g ruplarının
m ücadelesiyle ateşlenmemekte fakat daha çok sembol ik ve duy­
g usal boyutta ka lmaktadı r.
Amerikan işçi sınıfı bir sonraki on yılda sosyal bir hareket ola­
rak daha da gelişirse, bu yeni sendi kacı lığın siyasi ve ideolojik
içeriği ne olacaktır? Bunu söylemek zordur. "Sol" ideoloji son
yıllarda tamamen tükenmiştir. Ve devletleştirme fi kri hiç ilgi
çekmemekted ir. Büyük ihti malle "Emekçilik"in, -konut, daha
çok okul, yeterli tıbbi bakım, fa brikalarda daha "insancıl" bir iş
atmosferi yaratılması ve benzeri haklarda daha ısrarcı olan­
eskisinden daha g üçl ü bir şeklinin yeniden ortaya çıktığını göre­
ceğiz. Bunlar aslında genellikle sıradan şeyler. Ve bunları d ra ma­
tize etmek kişi adına büyük çaba gerektirir. Mesele işçi liderleri
arası nda, send ika liderinin ve alt tabakanın hayal gücünü ki min
canlandıracağıdır. Walter Reuther bunu kendisinin yapabileceği-
PROLETARYANIN KAPITALIZMI 257

ni sanmaktadı r. Fakat kendisine bu fırsatın veri lip verilmeyeceği


şüphelidir.53 Ona karşı işçi g rupları a rasındaki muhalefet o kadar
büyüktür ki, George Meany'nin emekliliğinin ardından işçi hare­
keti liderliğine soyunacak olursa bir bölü n me yaşanacaktır. Böyle
bir böl ünmeden kaçınmak için A.i.F.-E.O.M'nin Makinistler sendi­
kasından Al bert J. Hayes gibi orta yolu tutan bir kişiyi seçeceği
mu htemel görünmektedi r. Ve Walter Reuther'in, John L. Lewis
gibi, işçi sınıfı n ı n "kayıp bir lideri" daha olması mu htemeldir. Kişi­
liğin ve hayal gücünün sosyal faal iyetlerde rolü olduğu sürece ­
ki bana göre çok fazla ağırl ıkları vard ır -bu gerçekten bir kayıp
olacaktır.
11.
BÖLÜM
. .

Iş ve Işten Duyulan Memnuniyetsizlikler:


Amerika'daki Verimlilik Kültü

Jüpiter'in zamanından önce hiçbir çiftçi top­


rağ ı zapt etmezdi. Araziyi işaretiemek ve
parseliemek bile yasad ışıyd ı. i nsanların ka­
zançları ortaktı ve kimse armağan dilemedi­
ğinde toprak kendinde ne varsa daha cö­
mertçe verirdi. Ateşi gözlerden gizleyen ve
her yerde nehirlerden akan şarabı durdu ran
insandı . . . Ardından demirin sertliği ve tes­
tere ağzının keskinliği geldi ki ilk insan dallı
budaklı ağaçları biçip kenarlı köşeli hale ge­
tirdi. Ardından birçok zanaat ortaya çıktı.
Emek, sürekli emek dünyayı işgal etti ve dar
günde toprağın ni metlerine göz dikti.
-Verg ilius, Çiftçilik Sanatt

Bunlar "iş üzerine notlar," bazı düşünceler ve birtakım değerlen­


dirmelerdir. Notlar, okura yabancı gelen bir türdü r. Okur, yaza rın
tezini veya en azından ba kış açısı n ı bilmek ister. Kelimenin düz
anlamıyla, bu makalenin bir tezi yok. idarecilerin, mühendislerin
veya iş hakkında yazan sosyologların ortaya attığı geleneksel
sorunlara bir çözüm getirmiyor. Konu hakkında Montaigne,
"Bezgin bir ha lde, nasıl derler, ayaklarını sürüye sürüye işe gider­
ler," diye yazmıştır. Herhangi bir ahlaki duruş bel i rsiz kalacağ ın­
dan, sanayi toplumuna verilecek kaçınıl maz cevap budur. Tekno­
lojinin vaatleri ne şükretmek, makinelerin gayriinsaniliğini kına­
mak kadar kolayd ır. Bir ideolog veya bir ahlakçı olma n iyetinde
değilim. Bu notların bir a raya getirdiği şey, ruhsal bir durum ve
birtakım soru nlard ı r. Bir sorunun sorulma tarzı nın cevabı belirle­
diği ve hazı rladığı doğrudur. Ancak diğerleriyle birlikte, Herbert
Butterfıeld'in belirttiği g ibi, bilgi yeni gözlem veya deney yoluyla
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 259

değil, soruları değiştirerek -ister bir hareket problemi ister rüya


tabiri olsun- bil inen gerçekiere farklı açılardan bakarak kazanılır.
Bu makale, modern end üstriyel hayatın en çok bilinen a nca k
henüz incelen memiş bir gerçeğiyle, veri mlilik kavramıyla ilgi­
len mekted ir. Verimlilik deyince, geometrideki g ibi, i ki nokta a ra­
sı ndaki en kısa mesafenin bir doğru olduğunu varsayarız. Peki ya
menzi lde bir şey varsa? Aynı hafta içeri sinde bir problem iki farklı
yerde ortaya konuldu. New York'ta New England'dan aşağı inen
yeni otoban, New Rochelle'de şehrin Fransız kurucuları nın gö­
müldüğü yer olan eski Huguenot mezarlığıyla kesişmişti. Oto­
ba n'ın g üzergahı mı yoksa mezarlığın yeri mi değişti ril meliydi?
ingi ltere'de, üstü dik köşeli ve iki katlı yeni bir otobüs fı losunun,
şehrin tarihi surları n ı n antik Gotik kapı larından geçemed iği fark
edildi. i ki katl ılar parçalanıp kasaları yeniden mi yapılmal ıydı,
yoksa otobüs g üzergah ı uzak bir mesafeden mi geçmeliydi? Her
iki durumda da akla uyg un çözüm hang isiydi? New York'ta me­
zarl ığın yeri, ingiltere'de otobüslerin güzergahı değiştirildi. Her
bir tercih, toplumların birbiriyle çelişen değerleri ni yansıtmakta­
dır.
Rasyonalitenin birbi riyle çelişen tanımları ve -işe uygulanan
şekliyle- veri mlilik maliyetleri, bu makalede işlenen kon ulardır.

Zamanın Yeni Hesabı


Modern reformu n piri Jeremy Bentham, fazlasıyla dolu yaşa m ı n ı n
yaklaşık yirmi y ı l ı boyunca enerjisinin çoğunu mükemmel veri mli
bir hapishanenin planlarını en küçük ayrı ntısına kadar geliştirme­
ye adamıştır. Bu, yıldız şeklinde karmaşık olarak i nşa ed ilmiş ve
"merkezde duran bir gardiya n ı n gözetimi altında her suçlunun
hayatını sonsuz bir ya lnızl ık içinde geçirdiği" meşh ur panopti­
con'dır.
Felsefi radika l leri n lideri Bentham, panopticon fi kri ni, Rusya'ya
gemi yapmak için Büyük Katerina hesa bına çalışırken böyle bir
fa brika tasarlayan -meşhur bir gemi mühendisi olan- zeki
kardeşi Sör Samuel Bentham'dan alm ıştır. Aslında Jeremy Bent­
ham, bir tarafı hapishane bir tarafı da fabrika olan "beş katlı" bir
panopticon inşa etmek için Parlamento'dan yıllarca para al maya
çalışmıştır. Bentham'a göre panopticon tembellik için bir ilaç,
260 IDEOLOJININ SONU

"na mussuzları dürüst, aylakları çalışkan olarak öğ ütecek bir de­


ği rmen" olacaktır. (Sonunda 1 8 1 3'de model yapmak için ha rca­
dığı paralar karşılığında 23.000f almıştır.)
Fabrika ile hapishanenin bu özdeşliği belki de Bentham için
son derece doğaldı. Fabrika ve ha pishane, onun filozof kafası nda,
düzenlilik ve verimlilik gibi faydacı kavramla rla birleşmişti. Fay­
dacılığın kökeni, bir düzen tutkusu ve kesin ölçülerle uygulandığı
takdirde, bireyin doğruluk ve ça lışma derecesini düzeltecek teş­
vik hesaplarını geliştirmektir. Faydacı l ı k yeni bir rasyonal ite ta nı­
mı getirmiştir: aklın kuralı yerine ölçünün kura l ı . Böylece insan
a rtık kendi eliyle denetlenebilir. Kural, mü hendis tarafı ndan -
faydacı lık ile mükemmel lik eşit olaca k şekilde- uygulandığında
sadece iş küçük parçalara böl ünmüş ol mayacak, ayn ı zama nda
küçük parçalarla ölçü lmüş olarak metrik mikta rlarla tanımlanan
zaman birimlerine göre ödeme yapılacaktır.
Bu yen i rasyonalite ile birl ikte, geçmişteki iş temposunda eşi
görülmemiş ani bir du ruş yaşandı. Bununla beraber, çeşitli yol lar­
la ifade edilen zama nın yeni rolü ortaya çıktı. i ki zaman şekli
hakim oldu: uzayın bir fonksiyonu olarak zaman ve süre olarak
zama n. Uzayın bir fonksiyonu olarak za man, yerkürenin hareke­
tinin ritm ini ta ki p etmektedi r: bir yıl, gü neş etrafı ndaki kavisli bir
elipstir; bir gün, yerkürenin kendi ekseni etrafında dön mesidi r.
Saati n kendisi de dairedir ve saat bir doğrunun 360 derecelik bir
alanı taramasıdı r.54 Fakat fi lozoflar ile edebiyatçıların -ve sıra­
dan insanların- bi ldikleri 'zaman' doğa ldır. Farklı a l g ı ları barı ndı­
ra n felsefi türleri de bulunmaktad ı r: sı kıcı anlar ve çabuk geçen
anlar, kasvetli anlar ve büyük mutl uluk anları, uzayıp giden za­
manın ve geçi p giden zamanın acısı, hatı rlanan zaman ve bekle­
nen zaman. Kısacası, uzayın kronolojik fonksiyonu ol mayan fakat
yaşantının fonksiyonu olarak hissed ilen zaman.
Faydacı rasyonalite, süre olarak zaman hakkında çok az şey bi­
li r. Hem ona göre hem de modern sanayi hayatına göre, zaman
ve çaba sadece saat gibi düzenli "metrik" vuruşlarda aksamakta­
d ı r. Modern fabrika temel olarak etki ve tepkinin, iş temposunun,
zama nın ve mekanın mekanik olarak dayatılan anlamından kay­
nakland ığı düzenli bir yerdir: O zaman Aldous Huxley şunu tabii

"Düzen," demiştir Freud "bir şeyin ne zaman, nerede ve nasıl yapılacağı­


nın emredildiği ve böylece benzeri her durumda şüphe ve tedirginlikten
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 261

ki ileri sürebi lir: "Bugün verimli her iş, her modern fabrikadaki
işçilerin bir makinenin içi nde olmanın bili ncinden mustarip ol­
dukları panopti k bir hapisha nedi r." Doğru olması durumunda
ezici olan iddia, en büyük suçlamayı Bi rleşik Devletler'e karşı
yapmaktad ı r. Çağdaş Amerika, her şeyden önce, bir makine me­
deniyetidir. On binlerce işçinin dağınık fabrikalardan akın etmesi
imajı, Amerika'nın sınai portresine damgasını en az on dokuzun­
cu yüzyı l ı n cephedeki yeleli g üderi at ve tüfek imajı veya Kolon­
ya! Virginia'nın peruk veya dantel i majı kadar silinmez bir şeki lde
vurmuştur. Amerikalı ların büyük çoğunluğunun hiçbir zaman
cepheye gitmemiş olması g ibi, birçoğu da fabrikalarda çalışmıyor
ve Georgia'daki evlerde hiç yaşamamış olabil i rler. Yine de, her
devri n ayırt edici kültürel yapısı, bu tür a rketiplerde bulunmakta­
dır.
Bugünün Amerika n hayatında iş'in doğası nedir?

Tanrımn ihtiyatlı Eli


Çağdaş işletmeler üç özel teknolojiye uyacak şekilde ku rul m uş­
tur: ölçek mantığı, "metrik" zaman mantığı ve hiyerarşi mantığı.
Mühendislik rasyonal itesinin ürünü olan bu üçlüden her biri,
işçinin her gün mücadele etmek zorunda kaldığı birtakım sın ırlar
koyma ktadır. Bunlar işçi nin va roluşunun g ü ndelik gerçekleri ni
şartland ırmaktadır.
Mesai saatleri sabah sekiz akşam beş olan işçiler için gün, on­
lar daha işyerine ulaşmadan çok önce başlamaktad ı r. Acele bir
banyo ve h ızlı bir kahvaltıdan sonra, fabri kaya gitmek için kendi
arabaları ya da tra mvay, otobüs, metro yola koyu lmaktad ı rlar.
(Bertrand Russell'ın belirttiği g ibi, sanki şöyle bir ka nun bulun-

uzak kalınan bir tür tekrar zorunluluğudur. Düzenin faydaları inkar edi­
lemez: zihinsel enerji sarfiyatından tasarruf ederken zamanı ve mekanı
en avantajlı bir şekilde kullanmamıza i mkan sağlar. Bütün insan faa liyet­
lerine muhalefet göstermeksizin kendini daha baştan sabitlemiş olmasıy­
la haklı çıkarılabilir. Ve tam aksine, bunun böyle olmadığı, insanların işle­
rinde doğuştan gelen bir i hmal, düzensizlik ve güvenilmezlik sergiledik­
leri ve göksel modellerini taklit etmek için zahmetli bir şekilde eğitilmele­
ri gerektiği de ileri sürülebilir." Medeniyet ve Medeniyetten Duyulan Mem­
nuniyetsizlikler (Hogarth Press, Londra, 1 946), s. 55-56.
262 IDEOLOJININ SONU

maktad ı r: ulaşımdaki gel işmeler seya hat süresin i azaltmamıştır,


sadece insanların seyahat edecekleri alanı gen işletmiştir.)
Emekçi büyük insan kitleleri nin ortak bir işyerine geti rilmesi
gerekmekted ir. Bu, modern iş hayatının en açık gerçeği olmasına
karşın, yazar bu konuyla ve bunun altında yatan varsayı mla çok
az yazar ilgilenmiştir. Mühendisler, uzma niaşmanın teknolojik
olarak verimli olduğuna i nanmaktadır: güç kaynakları, hammad­
deler, parçalar ve üretim bantları bir çatı altında toplanmalıd ı r.
Öyle ki, bugün General Motors tarafı ndan kullanılan ve çapı bir
milin üçte ikisi kadar bir alana yayılan, eni ise bir çeyrek mil geniş­
liğ inde olan hallaç maki nesi gibi devasa mega litler veya Wichita,
Kansas'taki Boeing fabrikasındaki gibi mil lerce uzu n l uğunda üstü
kapa lı asfa lt yollar görmekteyiz.
Ölçünün yara rı na dair inanç, kullanılan enerji türüne göre
şartland ırıl mıştır. Buhar ku llanı mında, sın ırlı miktarda bir güç
mevcuttur. Buhar çabucak yok olduğu için mühendisler aynı mil
üzerinde veya aşırı yoğ un laşmadan kayı plar olmaksızın borularla
taşı nacak bir buhar basıncı içinde olabildiği nce çok üretim birimi
toplamaya ça lışmaktadır. Makinelerin düz bir hat üzerine yerleşti­
ril meleri gerektiği nden, bu durum işçilerin işyeri düzeni içinde
yığı lmasına neden olmaktad ır.
Elektrik gücünün ve elektrik motorlarının icadı daha büyük bir
esnekliğe im kan sağ ladı ve fabrika içinde bu kolayl ıklardan fay­
dalanıldı. En yeni iş akışı tasa rı m ları düz bir hatta sıralanan eski
mil leri ve eski fa brika koridorlarını ku llanmadı. Fakat fabrikanın
ha rici hacmi aynı ka ldı. Neden? Çünkü mühendisler veri mliliği
sadece teknolojik bakımdan değerlendi rmektedir. Temel bir
mal iyet olan işçi nin seyahat süresi ni önemsemedikleri için böyle
düşünmektedi rler. Ancak şu soru sorulmalıdır: büyük kitleler
ortak bir ça lışma alanına getirilmeli midir? Hangisinin taşınması
daha ucuzdur? Günde iki defa işçilerin taşı nması mı? Yoksa, diye­
lim ki haftada iki defa hammaddeler ile mekanik parçaların ta­
şı nması mı? Percival ve Paul Goodman'in Communitias kitabında
bel irttikleri gibi: "bir parça meta l i n ömrü, kamyonu beklerken
tükenmez. Bir parça metal, bal ı k istifi gibi taşı nmaya aldırmaz."
Goodma n'lerin önerdiği şey, entegre üretim hattı yerine çok,
"küçük parçalar" şekl i nde üretimdir. Fabrikalar işçi mahal lelerine
yakın yerlerde kuru lursa, işçiler işe gitmek için uzun yol katetmek
zorunda kalmaz. işlenmiş maddeler imalat için farklı yerlere gön-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 263

derildikten sonra montaj band ı nda bir araya getiri lebilir. Ancak
sadece bi rkaç end üstride işçilerin seya hat süreleri için doğrudan
ödeme yapı ldığından bu sorun üzerinde fazla durulmamaktad ı r.
Sırf piyasa maliyetleri bakımından yapılan hesaplar, işletmeleri
işe gelip gitme süresi ya da yolların ve diğer taşıma a raçları n ı n -
işveren veya topl um tarafından verg iler yoluyla ka rşı lanan­
mal iyetleri gibi faktörler üzerinde düşünmekten al ıkoymaktadır.
işe gelip gitme süresi içerisinde işçiler za mana mahkum olmak­
tadır. Zaman, iş ekonomisini yönetmektedir. (Cüceler, Gull iver'e
saati nin fonksiyonları hakkında sorular sorduktan sonra, onun
Tanrı olduğuna inan maya başlamışlard ı .)
Modern iş hayatının peygamberlerinden biri Frederick W. Tay­
lor'd ı r ve kronometresi onun kutsal kitabıdır. Bu kadar büyük
herhangi bir sosyal değişim bir kişiye bağlanabilirse, bir hayat
tarzı olarak verimlilik mantığı ona aittir. Taylor tarafı ndan ifade
ed ildiği gibi "bili msel yönetim" sayesinde eski kaba iş bölümü
hesa pları çok geri lerde kalm ıştır. Bizzat zaman böl ümüne geçm iş
bulunuyoruz.
Frederick W. Taylor 1 856'da, Freud'la aynı yılda doğdu. Biyog­
rafisini yazan Roger Burli nga me, Taylor'un çocu kluğunda ve ye­
tişkinliğinde d ünyasını en küçü k parçalara böld üğünü bel irtmek­
tedir. Kri ket oynarken, vuruş yaptığı nokta ları işaretlernesiyle
arkadaşlarını çileden çıkarırdı . Yü rürken en veri mli adımın nasıl
atı l d ı ğ ı n ı öğrenmek için adımlarını sayardı. Sinirli, gergin, -ne
içki ne sigara ne kahve ne de çay ku llanmasına karşın- tüm
hayatı boyunca uykusuzluk ve kabusla rın kurbanı olmuştur. Sır­
tüstü yatmaya korktuğu için, yata kta veya bir sandalyede otura­
rak uyuyabilirdi. Boş bir tezgah veya aylak bir adam görmeye
daya namazd ı . Hiç aylakl ık etmemişti ve hiç kimseni n de aylaklık
etmeyeceğ i nden emin olmak istiyordu.
Bu medeniyete damgasını vuran, Taylor'un kompü lsif karak­
teridir. işe i l k başladığı yerde bir makinist "el yordamıyla" iş yap­
maktayd ı . Maki nelerin süratini, araçların seçimini ve ça l ışma yön­
temleri ni, aklına estiği gibi veya sezgiyle yapıyordu. Taylor, za na­
atkarl ı k döneminden miras ka lan bu miskin tempon un yerine,
parçalara ayrılmış zamanın daha üstün rasyonalitesinin gel mesi
gerektiğini ispatlamaya ka l ktı.
Kronometre yeni bir şey değildi. Taylor'dan önce de iş hayatı
zamana göre ayarlanmıştı. Ancak sadece işin tamamı için. Tay-
264 IDEOLOJININ SONU

lor'un yaptığı şey, her işi bileşen parçalarına ayı rmak ve her birine
'zaman kazandırmak' olmuştur. Bu aslında bir bütün olarak bilim­
sel yöneti mdir: sistematik analiz ve işin en küçük meka n i k bile­
şenlerine ayrılması yoluyla ve bu unsurların en verimli şekilde
tekrar düzenlenmesi. Taylor i l k derslerin i 1 895'de (ironik olarak
Freud ve Breuer'in psikoa nal izde "çığır açan" Histeri Üzerine Ça­
ltşmalar'ı-Studies in Hysteria yayı mladığı yıl) Amerikan mühendis­
lerine vermiştir. Ancak Taylor'ın üne kavuşması, 1 899'da Sch midt
adlı bir Hollandal ıya gü nde on iki ton yerine kırk yedi buçuk ton
dökme demir çıkarmayı öğretmesiyle olmuştur. işçilerin yapacağı
her ayrı ntı belirlenmiştir: küreğ in ölçüsü, kürek vuruşu, dolu kü­
reğ in ağırlığı, yürüme mesafesi, gidiş gelişler ve Sch midt'in din­
lenme süreleri. Taylor her bir faktörü sistematik olarak değişti re­
rek, el arabası nın alacağı optimum yük miktarını hesaplam ıştı r.
Kesin bir hesa pla mayla doğru miktarı bulm uştur.
Fakat Taylor böylesine mekanik bir yöneti min insanı ne du­
ruma geti receğini ya da daha doğrusu ne tür bir insanın bu deli
göm leğ ini g iyeceğini bil iyord u. "Dökme demir işini düzenli bir
meslek olarak yapacak işçi o kadar salak ve o kadar duygusuz
olmalıdır ki, o da her şeyden çok bir öküze benzer,"· diye yazmış­
tır.
Taylorizm in mantığ ı açıktır: her işçinin yaptığı iş kendisi ile öl­
çülmelid i r: bir işin yapılacağı süre, gayrişahsi "standart za man"
olarak "pazarlıksız" belirlenmel idir. Ücret, yapılan iş miktarına ve
o işi yapmak için gereken zamana göre hesapla nmalıdır:· Mo­
dern iktisatta, küçük zaman farkı çok önemlidir. (Max Weber'in
Protestan Ahlak'ı için prototip olan Benjamin Fra nklin'in dediği
g ibi, "vakit nakittir.") General Motors g ibi büyük bir şirket işçi lerle
altı dakika bazında sözleşme yapmaktadır. (Ücret bordrosu he-

Bu tür sonuçları ilk gören Taylor değildi. Yüz elli yıl önce Adam Smith

şöyle yazmıştır: "işçilerin büyük bir kısmının anlayışları, yaptıkları sıradan


işler tarafından şekillenmiştir. Ömrünü birkaç basit işi yapmakla geçiren
bir işçi aklını kullanmaya fırsat bulamaz. Genellikle bir insanın olabileceği
kadar aptal ve cahil olur." Milletierin Zenginliği (Modern Library, 1 937), s.
734.
� Katalik sosyal doktrinin geçerli olduğu italya ve diğer ülkelerdeki aile
ücreti sistemini, "protestan" endüstriyel i ktisadın benimsernemesinin
nedeni budur. Aile ücreti sisteminde çocuklu bir işçi, kendisiyle aynı işi
yapan çocuksuz bir işçiden daha çok ücret almaktadır.
1$ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 265

saplaması için General Motors saati a ltı dakikalık on bölüme


ayı rmaktad ı r).
Taylorizmin önemi, sosyal bir fizik başlatma ça balarında yat­
maktadır. Taylor, iş hayatın ı n bili msel olarak planlanması duru­
munda ne kadar çok çalışıl ması gerektiğ i veya ne kadar ücret
ödenmesi gerektiği hakkı ndaki tartışmaların sona ereceğini dü­
şünm üştür. Bir defasında "doğan ve batan güneşin zamanı ve
yeri hakkında pazarlık yapmada epey ı srarcı olabiliriz," demiştir.
Yüzyılın sonunda "doğal haklar"ın mistik meşruiyetinin erozyona
uğramasına tanık olan bir yönetici sın ıfı için yönetim bilimi ah laki
otoritesi ne kendi içinde yeni bir temel sağlamıştır.
Taylor iş ve zaman arasındaki ilişkileri a raştırı rken, Fra nk Gi lb­
reth ( 1 868-1 924) süreci bir adım ileri taşıd ı: insan hareketini bi­
reyden ayırdı ve onu soyut bir görsellik haline getirdi. Sadece
makinelerin işleme şekli değil, insan ha reketi de parçalara ayrıla­
rak "fonksiyonelleştirilebilird i ." Kolların ve bacakların doğal hare­
ketleri "en iyi şekilde" ça lışmak için düzenlenebil irdi. Günü müz­
deki ünü ironik olarak, büyük bir ailenin g ündelik hayatını konu
edinen bir fil mi n (Cheaper by the Dozen) senaryosuna dayanan
Gilbreth, kineti k birimleri veya hareketleri on sekiz temel kalıba
böl müştür. Bunlar onun mütevazıca "therbligs" dediği (Gilb­
reth'in tersten okunuşu) tutmak, kımıldatmak, kavramak, vs. ha­
reketleridir. Gil breth, 'therblig' birleşi mlerinin analizinden, "hare­
ket iktisad ı" prensiplerine varmıştır. Örneğin: Dinlenme süreleri
dışında i ki el birden aynı a nda boş ka lmamalıdır. Kolların ha reket­
leri ters ve si metrik yönlere doğru olmalıdır vs. Bu kura l ları ihlal
etmenin cezası ziya ndır.
Rasyonalizasyonun acımasız mantığı nda bir adım daha vard ı .
Taylor fabrika faal iyetleri ni sistematize ederken, Gilbreth zarara
yol aça n ha reketleri en aza indi rmeye çal ıştı. Charles Bedeaux
bunları birleştirerek i nsan gücünün birimini ölçmeye çal ı ştı. Ve
bu na, tabii ki "B" veya fizikteki meka n i k güç biri mine karşılık ge­
len "dyn" adını verdi. "Bir 'B', toplamları bir olan fakat işin zorlu­
ğuna göre yüzdeleri değişen bir dakikalık işin bir bölümü ile bir
dakikalık din lenmenin bir bölümü" olarak ta nımlanmıştır. Be­
deaux, bu ayrıntılı hesaplamayı kullanarak, sadece yapı lan işi
değil çeşitli faaliyetler için gereken di nlenme süreleri ile ücretie­
rin buna göre artı p azalması n ı da içeren -ka rmaşık fakat mate­
matiksel olarak d üzenli- bir ücret ödeme sistemini formüle
266 IDEOLOJININ SONU

etmiştir.55 işin bölüm lere ayrılması, işçiyi atomize etmesine karşın


aynı zama nda bir iş hiyera rşisi ve bağl ı l ı k yaratmıştır. iş böl ümü­
nün doğasında var olan, Marx'ın "oransal l ı ğ ı n demir yasası" de­
diği şeydi r. Böylece, üretim sürecinde farklı iş prosesleri için ge­
rekli olan farklı işçi sayıları arası ndaki oranlar, teknolojik koşulla rla
düzen lenm iştir. Marx, hurufat ima latı ndan bir örnek vermiştir: Bir
dökümcü saatte 2.000 harf dökmekte, kırıcı 4.000 harf kırmakta,
cilacı aynı sürede 8.000 harfi bitirmektedir. Bir cilacının çalı şması­
nı sürdürmesi için işletmenin iki kırıcı ve dört dökümeüye i htiyacı
vard ır ve bu nedenle işe alına n veya işten çıkarı lan birimler yed i­
nin katları olacaktır. Diğer bi rçok işlerde, özellikle bir üretim ban­
dında, benzer değişmez oranlar kullanıl maktad ır. işçilerin işe
a l ı nması veya işten çıkarılması bu oranların katiarına göre gerçek­
leşmekted ir. Fakat böylesi bir bağımlıl ık, koordinasyonu ve koor­
dinasyonla beraber h iyerarşi lerin katla narak artmasını gerekti rir.
Modern sanayinin yarattığı üç ma ntıktan üçüncüsü olan hiye­
rarşi mantığı; her kompleks işletmenin isted iği gibi, artan göze­
timin sadece sosyolojik bir gerçekl iği değildir. Özel olarak, tekno­
lojik bir zoru nluluktur. Örneğ in basit işbölümünde işçi kendi
çalışma koşulları üzerinde geniş bir denetime sahiptir. Makineleri
kurmak ve hazırlamak, temizlemek ve ta mir etmek, kendi ham­
maddelerini a l mak vs. Karmaşık bir işböl ümünde bu görevler
kendi kontrolü dışına çıkmakta ve bunların uygun bir şekilde
yapılması görevi ni yönetime bırakması gerekmekted ir. Bu ba­
ğ ı m l ı l ı k bütün ü retim sürecine yayı lır. Son uçta modern sanayi,
üreti mi düzenleyen ve yönlendiren tamamen yeni bir yönetimsel
üstyapı kurmak zorundadır. Bu üstyapı her türlü zihinsel faaliyeti
işyerinden uzaklaştırır. Her şey planlama, programlama ve tasa­
rım böl ümlerinde odaklanmıştır. Ve bu yeni hiyerarşide, emek­
leme döneminde ne zanaatkarlar ne de endüstri tarafından fark
edilen bir figür durmaktadır: tekn ik işçi. Fonksiyonların ayrılması
onunla ta mamlan ır. Sadece bir ayrıntıya odaklanan en alttaki işçi,
yaptığı üretimle ilgili herhangi bir karar alma veya değişiklik
yapma sürecinden koparı lmıştır.
Boyut, za man ve hiyerarşi mantığı sanayi teknolojisinin büyük
buluşu olan üretim bandında bir a raya gel mekted ir: uzun paralel
hatlar, kapalı büyük alanlar gerektirir. işin ayrı ntı lı olarak böl üm­
lere ayrı lması, mekanik tempol u ve belirli bir dizi hareket gerekti­
rir. Koord inasyonun derecesi, yeni tekni k ve sosyal hiyerarşiler
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 267

yaratmaktad ı r.*

Kuyu ve Sarkaç
Taylor'ın ölümünden sonraki kırk yılda Micomicon kra l l ığ ı nda
sihirli bir harmoni a rayışları yoğunlaşarak devam etti. Kaptan
John Smith'in 'ça lışmayan aç ka l ı r' şeklindeki eski püriten ahlakı,
'tam gün' çalışmayan 'tam ücret' ala mayacaktır yönü ndeki mü­
hend islik a hlakına dönüşmüştür. Bugün Bi rleşik Devletler sanayi­
sinde milyonlarca kişinin hayatı birçok mühendis ve yöneticinin
"doğan ve batan gü neşin zamanı ve yeri" kadar tartışmasız gör­
düğü ü retim standartları tarafı ndan düzenlenmektedi r.
Mantık nasıl prati klik kazanmaktad ır? "Tam işgünü" an layışı,
somut olarak neyi ifade eder? Bir işçiden ne beklenmektedir?
ABD Çeli k Şi rketi ile E.O.M. Çel ik işçileri arasındaki temel ücret
sözleşmesi örnek olarak verilebilir. ilk kez 8 Mayıs 1 946'da yapılan
bir sözleşme, "tam işgünü"nü "normal bir tempoda çalışan kal ifi­
ye bir işçi ta rafı ndan yapılan iş miktarı" olarak tanımlamaktad ır.
"Norma l bir tempo; saatte üç mil hızla, bir şey taşımadan, yerde
rahat yürüyen bir insanın temposu na eşittir."
Bu eğlenceli ta nım çeşitli işlerde sarf ed ilen gayret derecesi­
nin bir "kriteri" veya göstergesi olm uştur. Örneğin:

Kum küreme
Malzeme: Nehir kumu, rutubet yaklaşık %5.5, ağırlık kü bik fit
ı 00-1 1 O li bre.
Teçhizat: Malzemelerin tutma yeri (çelik), yerden yüksekliği
32" kürek, fırın no. 2
Çal ışma şartları: Ka palı alan, düzgün beton zemin, tüm diğer

Üretim bandının hem çalışma tarzı hem dilbilimsel bir kavram olarak ne
kadar yeni olduğu dikkat çekicidir. Oliver Evans 1 800'de tahıl öğütrnek
için kesintisiz bir üretim hattı geliştirmiştir. 1 870'1erde mezbaha endüst­
risi, kesilen hayvanların işlenmesi için havada asılı taşıyıcılar kullanmaya
başlamıştır. Ancak modern bir buluş olarak üretim bandı asıl başarısını
Henry Ford'a ve 1 9 1 4'de Highland Park, Michigan'da kurulan otomobil
fabrikasına borçludur. Ve ancak 1 933'de Oxford ingilizce Sözlüğü o yılki
ekinde kelimenin anlamını vererek kavramı meşrulaştırmış oldu. (Bkz.
Siegfried Giedon, Mechanization Takes Command.)
268 IDEOLOJININ SONU

şartlar normal.
Üretim hızı: Yığından kovaya kürenen kum -kürekteki orta­
lama kum miktarı- ı s libre; dakikada ı 2,5 kürek dolusu.

Z1mba teli paketierne


Malzeme: 3/4x ı 4 ölçüsünde zımba; her karton kutu ı libre.
Teçhizat: 3 libre kapasitesinde metal kepçe, platform kantar;
doldu rmak için bir ağzı açık hazır karton kutular; metal kaplı
çalışma yüzeyi.
Üretim hızı: tabladaki zımba teli yığınından kepçeleri doldu­
rarak kantardaki bir tabiaya ı libre boşaltmak, tablayı kaldır­
mak ve karton kutuya boşaltmak, kutunun kapaklarını ka­
patmak, bir kenara koymak yaklaşık 24" -dakikada 5,9 kutu.

ABD Çelik Şirketinin a ncak ı 947'de tamamlanan ücret-rasya­


nal izasyon programındaki ı 52 temsili sınıflandırma içi nde, 1 . 1 50
iş tanımı benzer bir kesi nlikle hesa planmıştır. Bu tür şartnarnele­
rin hepsi, 75.000 işçiyi kapsa makta ve şi rketi n teşvik program ı bu
minimal standartiara dayanmaktadır.
Amerikan end üstrisinde (bazı ları fil mlerde resim şekl inde gös­
teri len) bir düzine performans ölçüm sistemi, belirli işler üzerine
ciltler dol usu "sta ndart veri" ve çeşitli nesnel. kapsa mlı anca k yine
de basit iş ölçüm araçları bulunabilir. Eski Hava Kuvvetleri Sekre­
teri Harold Talbott'un ortağı Paul Mulligan tarafı ndan keşfed ilen,
ofis işçi leri nin zaman ve hareket sistemi çalışmaları nda, bütün
faa liyetler ofis işlerinin şematik bir göstergesi olan "akış şema­
sı"nda resmedi l miştir. Bu yolla herhangi bir tekra rlama, gerileme
veya gereksiz adımlar çabucak ortaya çıkmaktadı r. Mulligan, The
Manual of Standart Data for the Office adlı bu kal ı n başvuru kıla­
vuzunda, i ncelenen departmanda elle ve maki neyle yapılan çe­
şitli işler için standart za manlar belirlemektedir. Örneğin veri mli­
l i k uzmanı, bir m u hasebeci nin beklenen hızda ça lışıp çalışmadı­
ğını ağır çekim fı lmlerle değerlend i rebilir. Muhasebecinin göre­
vi ni yerine getirirken yaptığı her hareket fi lme alınmakta ve sonra
a naliz edil mekte, kameranın içi ndeki "hareket-sayıcı" bir elektrik
saatiyle sürekl i olarak zamana karşı ölçül mektedir. Her hareket
bir saatin ondalık fraksiyonlarıyla ifade edi l mektedir.
Rasyonal izasyondaki 'bi linmeyen', belki de Amerikan Alümin­
yum Şi rketi tarafından ya kınlarda gel iştirilen, ücret farklarını bi-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 269

li msel olarak hesaplamak için işler a rasındaki ince yetenek fa rkla­


rını beli rleyecek matematiksel formüldür. Maliyeti 500.000$ olan
ve 56.000 işi kapsayan programın ta mamlanması üç buçuk yı l
sürmüştür. Üç sayfa uzunluğundaki nihai denklem, elli dokuz ayrı
değişkenle hakkabazl ı k yapmaktad ı r. Otuz beş saatli k Univac
za manı almış ve hesaplamanın maliyeti 1 0.000$ olmuştur.'
Alcoa'nın mahcup bir halde söyled iği gibi, form ül sadece
"günlük ücret problem lerini rasyonel olarak ve tartışmasız bir
şekilde çözmenin matematiksel a racıdı r."
Neredeyse kompü lsif olarak, bir mühendis bütün düşünceleri
kapsayacak mükem mel bir metafiziksel sisteme ulaşan bir tealog
gi bi; işi sırf parçalarına ayırman ı n ötesine geçerek en basit ayrın­
tısına kadar indikten sonra -şimdi de yeri süpüren bir haderne­
nin süpürgeyi doğru kullanmasından klavyeye ritmik olarak vu­
ran sekretere kadar- bütü n zaman ve hareketi kapsayan basit,
genel bir sistem kurmaktadır. Her bir örnekte amaç; en küçük
atom parçacı ğ ı na kadar neredeyse sonsuz sayıda değişkenle,
simyasal bir tarzda yeniden birleştirilebilecek ve yine de iki bo­
yutlu tek bir karta sıkıştı rılabi lecek nü kleer birime ulaşmaktır.
Böyle bir temel birim ayrıştırılabilirse, o zaman bel i rli işler konu­
sundaki zaman çalışmaları gereksiz kalacak ve gerekli olan tek
şey de herhangi bir bileşik faa liyetin nasıl ölçü leceğini gösteren
elementlerin "periyodik ta blo"su olacaktır. "Metot-Zaman­
Ölçüm" (M-Z-Ö) adı verilen bir sistemle böyle bir tablo yapmak
için gösteri len idd ialı ça balardan da anlaşılacağı gi bi, bu edebi
bir metafor değildir. Eski Westi nghouse mühendisleri Maynard,
Schwab ve Steg merton tarafı ndan gel iştirilen M-Z-Ö, (tutmak,
hareket etmek, dön mek, kavra mak, yerleşmek, geri çeki l mek vs.
diye ta nımlanan) iş hareketleri nin, her bir hareket için belirlenmiş
za man değerleri şeması nı gösteren ve hepsi pratik bir karta dü­
zen li olarak işaretlenmiş kısa bir katalogud ur. Yazarlar bununla
endüstrideki her iş için standart bir performans zamanının bel ir­
lenebi leceğini söylemektedir.

Eğer bir şirketin ücret düzenlemesinin kesin bir tanımı bu kadar çok
değişken gerektiriyorsa, sorunu bir de genel olarak uluslararası ilişkilerin
karar alma veya iktisadi meselelerde politika geliştirme konusundaki
karmaşık değişkenleri çözümlerneye çalışan sosyal bilimler açısından bir
düşünün.
270 IDEOLOJININ SONU

Mühendisiere göre, işçilerin "makul mesai" tan ı m ı n ı kabul


etmekte isteksiz davranmaları, onların i rrasyonel karakterlerinin
ne kadar derin kökleri olduğunu göstermekted ir. Şaşkın yönetici
de, işçilerin neden ısra rla üretimi kıstıklarını ve gelirlerini azalttık­
larını anlamamaktadır. Yine de, işe karşı isyan yayg ı n d ı r ve birçok
şekilde olabilir. Zaman za man fabrikaları gezmiş bir romancının
veya kendi deneyi mleri ni anlata n fabrika işçileri nin edebi protes­
tola rına da rastlanmaktadır.
"Bu alet saatte sekiz yüz tane hazır ayakkabı yapmaya prog­
ramlanmıştır," diye belirtmektedir Clayton Fou nta in adlı bir sen­
d i ka örgütçüsü. "Marifetli bir operatör, üretim ya pmak için sürekli
olarak işinin başında durmak zorundadır. Bu, işe yeni başlayanla­
rın sadece operatörün bunu yapa bildiği katı gerçeği dışında
imkansız olduğuna inand ıkları bir maharet gerektirir. Aslında bu
işte usta lık kazanabil mek hem karnınızı ovmanızı hem başınızı
akşamanızı gerektiren eski bir marifet ister. Yani bir elinizle bir işi
yaparken diğer elinizle başka bir iş yapmayı öğrenmeniz gerekir.
Makinenin programlandığı andan itibaren bir eliniz boşta tek elle
iş yapamazsı n ız. Eski kalıplarla çalışırken ayakkabı lar, yapıldıktan
sonra bu kalıplara ya pışıp ka lmakta ve işi zorlaştırmaktayd ı . O
za man başka bir işlem yapmak gerekiyord u: bir ayakkabıyı ka lıp­
tan çıkarabilmek için başka bir ayakkabıyla ona vurma k."
"Her şey o kadar otomatikleşti ki, iş başındayken ciddi düşün­
celere dalabilirsiniz," diyordu bir Chicago işçisi olan Casm i r Pan­
towski. "Ancak çeliği presin altına koyarken dikkatli almalısı nız.
Ayakta uyumak çok tehlikelidir. Kendi vardiyarnda altı kişinin
parmakları koptu."
Din lenme süreleri de rahatl ık sağla maz. Genç bir yazar olan
Edward Wahl "Birkaç ay sonra mala düzeni, günü mahvetme yolu
olarak sizin ona bağlıl ığınız amacı nı tamamen ortadan ka ldır­
maktad ı r," diye yazmaktadır. "Çarşamba gü nkü i l k molan ız, o gün
için altı saatiniz ve haftan ı n geri kalanında yi rmi iki saatiniz kaldı­
ğ ı anlamına gel mekted ir. Gerekli kırk saatin daha yarısı bile geç­
memiştir, sadece çarşamba gününün dörtte biri bitmiştir."
Fakat birçok işçi, genellikle işleri konusundaki düşüncelerini
bu kadar açık bir şeki lde ifade etmemekted ir. Kendi davran ışları
bir ya rgıdır. iş konusundaki düşüncelerden sürekli kaçmaları, iş
başı ndayken obsesif hayallere dalmaları ve işin zah meti yerine
boş za manın cazi besini koymaları ile bell i olmaktad ı r. Fakat bu-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 271

nun daha şiddetli tarafları da vard ı r. Bunlar zamana karşı çılgın


bir yarışa girmek veya işi yavaşlatmak -üretim standartlarına
karşı sessiz savaş- ya da daha olağanüstü bir halde "hızlandır­
malara," yani bir işi bitirmek için gereken zamanın değişmesine
karşı şiddetli gayri resmi grev patlamaları şeklinde olabilir.
Eğer "gösteriş tüketimi," yükselen orta sınıfın işaretiyse, "gös­
teriş aylaklığı" bezgin işçi sı nıfının muhalif ifadesidir. Sosyolog
Donald Ray'un ta nımladığı gibi, bi rçok makine fabrikasında işçi­
ler "iş-bitirme" oyu nu oynamaktad ı r, yani içlerinden biri nin pa rça
başı kotasını doldurmak için tehlikeli bir hızda ça lışmak suretiyle
o işçi nin g ü n ü n geri ka lan kısmı nda serbest ka lmasını sağ lamak­
tad ı rlar. Genel likle "gündelik iş" yerine parça başı iş veya saat
ücreti tercih edil mektedir. Gündeli k işte bir operatörün -
za ma n ı n bir kum saatindeki kum gibi anlamsız akışını kırmak
için- sadece öğle tatili vardı r. Parça başı işte zamanla yarışarak
za man aralıkları oluşturulabil ir. Böylece bir işçi bir iş günü içeri­
si nde saat başında ta mamlad ığı işi ayarlaya bi lir. işi erkenden
"bitirerek" küçümsediği zaman etüdü yönetimi ka rşısında zafer
kazanmış olur. iş ne kadar kolay biti rilirse, zaferle o kadar çok
övü nül ür. işi erkenden "bitiren" işçi, ustabaşı karşısında da özgür­
lüğüyle hava atar: Tam bir günlük işin tama mlanmasından sonra
bile bir işçinin ataleti, ya pı lacak hiçbir şey ol masa dahi, tezgahı
boş tutmamak gibi geleneksel kontrol tali matlarını ihlal ettiği
içi n," diye yazar sosyolog Roy, "bir işi dört veya beş saate bitir­
mek, kotanın doldurulamadığı za manlarda uygulanan baskılara
karşı ustabaşından intikam almanın bir yolu olarak ku llanılmak­
tad ı r."
Fakat "iş-bitirme" gibi oyu nların bile hemen ortaya çıkan sınır­
ları vard ı r ve bazen iş sınırları termesifon gibi a niden patlar.
Temmuz 1 949'da Ford üretim bandındaki hızlandırmaya tepki
ola rak, River Rouge'daki hazırl ıksız g rev çarpıcı bir örnektir. Kriz­
lerden bu ya na gerilimin kaynağı olduğundan, River Rouge ola­
yının birtakım ayrı ntılarına inmek gerekir.
Tartışma, Ford şi rketinin günün çeşitli saatlerinde üretim hat­
larını kararlaştırıldığından daha çok h ızlandırması üzerine çıkmış­
tır. River Rouge'daki B binası nın altı üretim hattındaki hız, nor­
malden yüzde 3 ila 5 daha fazlayd ı. Highla nd Park'taki Lincoln
Fabrikasındaki üretim hattı yüzde 1 O daha h ızlı çalışıyordu.56
Fakat şirketin iddialarına göre bu hızlandırma, hattın g ü n içeri-
272 IDEOLOJININ SONU

sinde periyodik olarak devre dışı ka ld ığı zamanlardaki kayıpları


telafi etmek içindi. Sekiz saatl ik bir vardiya süresince herhangi bir
işçiden beklenen orta lama iş hızı, kararlaştı rılandan daha çok
değ ildi. Meseleni n aslı buydu. Ford, dinlenme ve telafi süreleri ni
kendi isted iği gibi belirleme hakkına sahip miydi?
Sorun şu durumdan kaynaklandı. iki nci Dü nya Savaşı'ndan
hemen sonra Ford şirketi bütün iş faaliyetleri için bir zaman etü­
dü yaptı. Her bir iş, etüt edildi ve sabit bir süre beli rlend i. Ancak
zaman-etüd ü sta ndard ı, üretim hattının hızından bağ ı msız olarak
belirlendi. Bu, basit bir performans göstergesiydi. ideal olarak
üretim hattı, bütü n işçilere eşit görevler verecek şeki lde düzen­
lenmeliydi. Pratikte teknik kısıtlamalar, böylesi bir d üzenlemeyi
i m ka nsız kı lmaktaydı. Sonuçta, üretim hattı normal olarak çalıştı­
ğ ı nda bile, iş aralığı eşit değ i ldi. Bu nedenle, bi rçok işçi yanı ba­
şındaki işçiden daha önce işini bitirip beklemek zorundaydı. Fa­
kat o zaman bi le, üretim hatları uzun süre normal olarak çalış­
mazdı. Ford, üretim hatla rının h ızını, günün sonunda üretmesi
gereken belirli sayıda otomobile göre ayarlamak zorundaydı.
Fakat bu tür ü rünler için veri len -gövde rengi, beyaz çeperli
lastikler g i bi- özel siparişler üretim programını o kadar karmaşık
bir hale getiriyordu ki ü retim hattı kaçı nılmaz olarak gecikmelere
maruz kalıyor veya d u ruyordu.
Gün boyunca birta kım gecikmeler öngörülebil ir. Fakat bu ge­
cikmelerin zamanı ve süresi öngörülemez. Günlük üretimi karşı­
lamak için üretim hattı nın periyodi k olarak hızland ırılmasının
nedeni buydu. Ancak tempo artı rıldığında, zaten gereken hızda
ça lışan işçiler, yanı başlarındaki işçilere yetişebil mek için za man­
etüdü normundan daha hızlı çalışmak zorundaydı. Tartışma, bu
g rup etrafında döndü. Şi rket şunu iddia ediyordu: "Sözleşmede
üretim standartlarımızı saatl ik bazda veya her bir işçinin göster­
diği farkl ı performans bazında değil de, iş günü bazında bel i rle­
yemeyeceğ imize dair herhangi bir şart yok."
Ford'un iddiası, aslında toplam iş'i, iş h1z1'dan ayı rmaya çalışı­
yordu. Özetle şöyle devam ediyordu: "Sözleşmede veya sta ndart­
larda, şirketi, işin sürekli olarak böl ünmeksizin sabit bir süratte
yapılması konusunda zorunlu tutacak herha ngi bir şey mevcut
değildir. Şirket, işçilerin yorgunluğunu gün içerisindeki d u raksa­
malarla telafi ederek, aynı işi biraz daha hızlı bir tempoda yaptı­
rabi lir." Dahası, şirket teknik nedenlerden dolayı, yeniden bir iş
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 273

dağ ı l ı m ı n ı n yapılamayacağını belirtmiştir. Ekstra dinlenmeyle


işçilerin maliyeti yüzde S a rta ra k, sendi ka tarafından talep edilen
yı llık beş mi lyon dolara gelmektedir.
Sendika, "üretim standardı" kavram ı na karşı çıktı. Sendika, şir­
ketin gün boyunca yapılması gereken toplam iş ta nımının bir
üretim standardı değil, daha çok programlanmış bir hedef oldu­
ğunu bel irtti. Eğer bu hedefe belirli işler için ayrılan zamanda
ulaşılabilirse, ne iyi. Fakat işçilerin kabahati ol mayan gecikme
d u rumu nda, işçiler hata lı planla madan sorumlu tutulamaz ve
işçilerden i ş için belirlenen zaman-etüdü hızından daha hızlı çalı­
şarak gecikmeleri telafi etmeleri beklenemez. Şi rket bunun aksini
ispat etmek için, gün boyunca üretim hattı ndaki d u raklamaların
eşit di nlenme süreleri sağlad ığını ileri sürm üştür. Ancak sendika
böyle bir düşü nce tarzı n ı n, bir işçi nin kendi temposuna göre
h ızlanmakta veya bir kenara çeki lmekte serbest olduğu bi reysel
bir işte müm kün olduğu cevabını vermiştir. Ü retim hattındaki
işçi, bu kadar serbest değildir.
Hakem kurulu, send ika lehine karar verdi. Üretim hatlarını ça­
lıştırı rken şirketin her işçinin yapması gereken işi yüzde 1 00 ola­
rak o iş için gereken za man za rfında beli rlemesi gerektiğini be­
lirtmiştir, o kadar.
Send i kaların karşı çıkmalarının yan ı sıra, birtakım endüstriyel
mühendisler de Taylorizmi n bilimsel geçerl iliğini sorgula maya
başladı. Belki de en güçlü eleştiriler Adam Abruzzi'nin (Work Me­
asurementc) ve -Uluslara rası Bayan Giyim işçileri Sendikası'nın
(U.B.G.i.S.) end üstri mühendisliği eski di rektörü- William Gom­
berg'in (A Trade Union Analysis of Time Study) adlı eserlerinde
ortaya çıktı. Abruzzi, mühendisler ta rafı ndan gel işti rilen "sta ndart
veri" süreçlerine, geniş çapl ı bir şeki lde karşı çıkmaktayd ı . Stan­
dart veride bir iş için çalışma periyodu her biri zamana göre
programlanmış temel parçalara ayrılmaktayd ı . Daha sonra karşı­
laştırmalı işlemlerin ta mamı için standartlar geliştiril mekteydi.
Abruzzi her bir parça nın istatisti ksel olarak gerçekten bağ ı msız
olup olmadığını bul maya çalıştı. Ya ni her bir işlem için belirlenen
za man, atamistik olarak değerlendirilebi lir miydi veya her bir
parça kendi nden bir öncekinden veya sonrakinden bağ ı msız
mıydı? Abruzzi, istatistiksel bağı msızlığın kurulamayacağı kararı­
na vardı. işlemler a rasındaki ilişkilerde herha ngi bir istikrar da
bulunma maktaydı . Parçaların za man lamasında işçiden işçiye
274 IDEOLOJININ SONU

değişmeler standart veri nin objektifl iğine gölge düşü recek kadar
büyüktü.
Standart verinin sorgula nması, Gilbreth ta rafı ndan gelişti rilen
(bugün konuyla ilgili her ders kitabında bulunan) iş yapmanın
"en iyi tek yolu"nun da sorgulanmasına neden olm uştur. Abruz­
zi'nin bel i rttiği g ibi, "hareket parçaları" birbirine eklenip, parçala­
rın mekanik toplamının en verimli hareketi ol uşturduğu i leri sü­
rülemez. Herhangi bir Gestalt'ta olduğu gi bi, tan ımsız herhangi
bir ha rekette bütün, parçaların birleşmesinden daha büyüktür.
Önde gelen ingiliz mühend islerinden biri olan James Gil les­
pie'in yeni kitabında bu nokta vurgulanmaktadı r: "Hareket ince­
lemesi; hareket kamera ları, 'therbligs', mi kro-hareket saatleri ve
mikro-hareketçilik haline gelm iştir. . . bunun gereksiz zaman
çizelgeleri karmaşık, kullanışsız bir teknik olmuştur. Daha kötüsü
minimum ha reket gibi prensipierin yayı mla nmasıyla kendini
pratik, i nsancıl bilgiden koparmıştır." der. Ve bu "pratik, insancıl
bilgi" bir işçi nin kendine has mizacı veya ellerini kullanırkenki
"doğal" riti m leri, ni hayeti nde meka n i k en iyi tek yol kavram ı ndan
daha veri mli olabil ir.

işlevsiz Şekil
Felsefi bir radi kal, yeni bir rasyonal ite ta nımlamıştı; mü hendisler
ise onu, en rad ikal şekliyle hayata geçirmişlerdi. Zamanı süre
olarak yaşayan sanatçı ların, buna karşı çıkması beklenirdi. Ancak
sanatçılar da maki neler ta rafından asimile edildiler. Son on beş
yıla kadar "makine" canlı bir ilginin nesnesi oldu ve tartışmalar
alevlendi. Veblen gibi bazı sosyal düşünürler, makineleşme sü re­
cinde bir rasyonalite fark ettiler. Karl Jespers gi bi diğerleri de,
muhalif bir görüşle, bu süreci n mekanik karakteri ni kınadılar.
Bugün sanatçı lar ve entelijansiya, tartışmaya ve buna neden olan
ilerleme mücadelesine karşı kayıtsız kalmaktadır.
Aradan bir yüzyıl bile geçmed i. On dokuzuncu yüzyıl, yeni bir
esnekliğin ve -Da Vinci'nin hayali tasa rı mlarının, mühend islik
ka l ı pları içinde somut uygulama alanı bulduğu- yeni materyal­
Ierin çağıyd ı . Her düşün ür, gel işme havasını sol umuştur. "ideal
insanın nihai gelişimi mantıken kesi ndir, en sarsıl maz inancı yer­
leştirdiği miz herhangi bir sonuç kadar kesi ndir." der Herbert
1$ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 275

Spencer. Lewis Munford'un aktardığına göre, Walt Whitman'ın


on yedi nci doğum gün ünde Mark Twain, mekanik gelişmenin
dev adımlarıyla -buharlı gemi, demiryolu, telgraf, elektrik ışığı
vb.- iftihar eden bir tebrik mesajı göndermiştir. Twain mesajını
bir zafer nidasıyla tamamlar: "Otuz yıl bekle ve sonra yeryüzü ne
şöyle bir bak! Doğuşuna şahit olduğun şeylere art a rda eklenen
harikalar göreceksin ve onlara di kkat edersen müthiş sonuçla rını
göreceksin -insan nihayet tam olarak ayağa kalktı!- ve hala
büyüyor, ba ktığında gözle görü l ü r bir halde büyüyor . . ."
Bu iyimser hava, geniş bir okur kitlesine ulaşan Vi ktoryen The
Martyrdarn of Man kitapçığının, başa rısı nın zirvesindeki üç keşfi
(kömür yerine a ka ryakıt ku llanımı, havasal hareket, gıdaların
sentetik bileşimi) işlediği Winwood Reade tarafından da solun­
muştur. insanın yeryüzündeki nihai görevleri arasında geriye
ka lan tek şey hasta l ı kların kökü nün kurutu l ması ve ölüme çare
bulu nmasıd ı r.
Tasarı mcılar ve mimarlar bu öngörülerle harekete geçtiler.
1 90 1 'de Fra n k Lloyd Wright, "çeli k ve buhar çağı" üzerine bir
övgü yazmıştır. "Makine çağında lokomotif motoru ile end üstri
maki nelerinin . . . Sanat'ın tarihin bir önceki aşamasındaki yeri ni
almakta old uğunu," belirtmiştir. Wright, yirminci yüzyıl sanatçısı­
nı, kendi tarzına maki neleri entegre etmeye çağı rmıştır.
Bu çağrıdan "modern tarz" doğm uştur. ilk olarak Weimar ve
Dessau'daki ünlü Bauha us'ta (Gropius Klee, Ka ndinsky ve Mo­
holy-Nagy eserlerinde işlenen bu tarzla birlikte) tasarım ala nında
yeni bir devrim başla mıştır. Gropius, "Bauhaus makineni n yeni bir
modern tasarım a racı olduğuna inanmakta ve onunla uzlaşmaya
ça lışmaktad ı r," diye yazmıştır. Yeni Sanat'a, a nla msız süslemeye,
kullanışsız dekorasyona ve duygusal nesneye karşı, Bauhaus
fonksiyonalizm bayrağını açmıştır. Bina ya pımında kemerli barok
ve kıvrımlı rokokonun yeri ni, katı geometrik yüzeyler ve süsleme­
siz perde duvarlar alm ıştır. Wright gibi bazı öncüler tarafı ndan
reddedilse de, "modern ta rz" bir nesil içinde zafer kazanmıştır.
Ancak Bauhaus makinenin rasyonalitesini kabul ederken,
onun yaptığı devrim işin organizasyonunda değ il tasarım, mal­
zeme ve ü retim alanındaydı. Yeni estetiğin "işlev şekilden önce
gelir" hükmü nadiren işieve karşı çıkmıştır. Buna kesin gözüyle
bakı lmıştır. Dahası, tekni k işböl ümü gibi, kendini i nsan ölçeğin­
den koparmış ve parça lanmıştır. Gil breth'in, bir işçi nin hareketle-
276 IDEOLOJININ SONU

rini fotoğrafik bir tabelada takip eden krono-siklog rafla rı g i bi,


hareket hal indeki i nsandan kopmuş soyut hareket eğrileri yaka­
lamıştır. Böylece, Kandi nsky'nin uçucu renkleri patlamakta veya
Klee'nin kucaklayan kemerleri kendilerini elle tutu lur nesneler­
den kopa rmak suretiyle saf soyut bir görsellik kazan maktadı r.57
Mareel Duchamp'ın akademizme karşı başka ldırı si mgesi olan
"Merdivenden inen Çıplak" adlı tablosu, kasıntı l ı sa lınımla rında
bir hareket hissi yaka lamakta fakat i nsan şekl ini kaybetmektedir.
Sanatta i nsani değer kaybı yaşandıysa ve mimaride Mies ve
Gropius'un taklitçileri aseptik ve steril tarzda işlevsiz biçim yarat­
tılarsa, yazınsal protesto da tükenmiştir. Yirmi lerde ve otuzlarda
çok moda olan ma kinen in cazibesi körelmiştir. Fabrika ve hapis­
hane ortak motiflerini kullan Chaplin'in Modern Times'ı veya Rene
Clair'in A Nous a Liberte'si gibi sert yergiler kaybolmuştur. Hart
Crane, The Bridge'de, ritmlerini şiirde verebil mek için maki neyle
uzlaşmaya çalışmıştır. Fakat şairler ortadan kayboldu. Bugün
fabrika, sosyolog ların ve psi kologların uzmanlık a lanıdı r. Ancak
her i kisinin de ilgi leri işe dair değ ildir.

Toplum Nehrindeki Damlalar


Mü hendisler gibi sosyologlar da, genelde iş süreçleri nin yeniden
düzen lenmesine yönel ik her çabayı başa rısız saymıştır. ixion gibi
mitolojik bir karakter olan işçi sonsuz olarak dönen bir çarka zin­
cirlenm iştir. Fakat manzaranın cesaret kırıcı bir ya nı vard ı r ve
insan lıktan uzaklaşma hissi bunaltıcıdı r. Bu nedenle end üstri için,
üretimin sırf mekanik tarafları göz önüne alınırsa üretimin zarar
göreceği söylen m iştir. Bundan dolayı "insan ilişkileri" son yı llarda
moda olan bir deyi mdir. Bunun mantıksal temeli Comeli'den
Wi lliam F. Whyte ta rafı ndan: "Zanaatçılığın mesleki hoşnutl uğu
kaybolmuştur ve onu bir daha asla geri getiremeyiz," diye yazar.
"insanların ellerindeki işten alacakları tek tatmin buysa, yaptıkları
işler kısır bir deneyim olmaktan ileri g idemez. Bugün başka
önemli memnuniyetler vard ı r: i nsan i lişkilerinden duyulan mem­
nuniyeder ve işle ilgili teknik ve i nsani sorunların çözülmesinden
duyulan memnuniyetler."
Bu görüş, Harvard Ticaret Okulu'ndan merh um Elton Mayo ile
takipçileri nin hakim ekolünü özetlemekted ir. Fransız sosyolog
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 277

Emi le Durkheim'ı takip eden Mayo'ya göre, modern hayatın belir­


leyici gerçeği, sürekli ve yıkıcı bir değişimin varlığıdır. Sosyal bü­
tünlüğün temel topluluğu olan ai le, iş ve eğitim birimi olarak
parçalan maktadır. Komşuluk kökleri koparılmıştır. Ve i nsan
memnun iyetinin en önemli kaynağı olan sosyal dayan ışma yerini
anomi'ye bırakmaktad ır. Eğer dayanışmanın yen iden kurulması
gerekiyorsa, bu şirket ve fabrika içinde yapılmak zorunda olacak­
tır.
1 880'de Avustralya'da doğan Elton Mayo, Birleşik Devletler'e
1 923'de Pennsylvania Ün iversitesi'nde a raştırma yard ı mcısı ola­
rak gelmiştir. ilk araştırmalarını 1 925'de Philadelphia'da bir do­
kuma fabrikasında yapmıştır.58 Amacı, bel i rli bir işlernde -"ip
eğirme"- işçiler a rasındaki işgücü devrinin, fa brikanın diğer
bölümlerinden neden elli kat daha fazla old uğunu bulmaktı.
Verimlilik mü hendislerine başvurulmuş ve çeşitli ücret teşvik
planları geliştirilmişti. Ancak devir oranı yine yüksek kalm ıştı.
Fabrikanın diğer böl ümlerinde şartlar iyi görünüyordu. Moral
yüksekti. Fabrikanın başında işçilerinin birçoğ unun savaşta emri
altında olan eski bir al bay bulunmaktayd ı. Ve kişisel sadakat bağ­
ları g üçl üydü.
Mayo, ip eğirme dairesindeki maki nelerin orada çalışan işçile­
rin birbirleriyle nadi ren iletişim kuracak şeki lde yerleşti rilmiş ol­
duğunu fark etti. işçi ler, obsesif hayaller ile da lg ıniıkiarın esrikl iği
altında kalmakta ve mela nkolik kişilik özel likleri göstermekteyd i­
ler. Araştırma ekibinin bir üyesi olarak bir hemşire çağ ırıld ı ve
işçiler sorun larını ona anlatmak için ikna edildi. işçilerin şikayetle­
ri veri mlilik mühendisleri ne o kadar imka nsız görü nmüştü ki,
anlattıkları hikayeler önemsenmedi. Kendi leri ni din leyen anlayışlı
birini bulan işçiler dertlerini dökmeye başlad ı. Buna ek olarak
Mayo, gün boyunca iki dinlenme süresi verdi. Sonuçlar şaşırtıcıy­
dı. Devir oranı azaldı. Ve ilk defa ip eği rme dairesindeki işçiler,
za man etüt uzmanları tarafından konulan üretim sta ndartlarına
ulaşabilmişlerdi.
Mayo bu değişimin neden ileri geldiğini o zamanlar tam ola­
rak anlamamıştı. Hemşirenin ve di nlenme sürelerinin rolü sadece
ilk ipuçlarıydı, bunlar daha sonra ünlü Hawthorne deneylerinde
kullanıldı (bir fanatik, fiziki bi limlerde Galileo'nun ortaya koyd uğu
düşme yasaları neyse, sosyal bilimlerde de Hawthorne deneyleri
odur, diye haykırmıştır) .
278 IDEOLOJININ SONU

Chicago'daki Hawthorne işletmesi, Batı Elektrik Şi rketi'nin


imalat fabrikalarından biridir. Batı Elektrik mü hendisleri, farklı
ayd ı nlatma koşullarının üretim üzerindeki etkisini beli rlemeye
çalışmışlard ı r. Doğal olarak daha iyi bir aydı nlatmanın daha iyi bir
çalışma veya daha kötü bir aydı nlatmanın daha kötü bir çal ı şma
sağlayacağını düşünmüşlerdir. Ancak deney, böylesi bir son uca
yol açmamıştır. Bili msel yöntemin bütü n kriterleri denenmiştir.
Deney g rubu ile ona eşlik eden bir kontrol g rubu bulunmaktayd ı.
Bir grup için değişiklik yapılı rken, diğer g rup için yapılm ıyordu.
Deney odasında artı rılan ayd ınlatma sayesinde üretim artm ıştı.
Ancak aydınlatmanın a rtırılmadığı kontrol odasındaki üretim de
a rtmıştı. Deney odasındaki ayd ı nlatma tekrar azaltıldığında, üre­
tim a rtmaya yine de devam etti. Aydınlatma nın değişmediği
kontrol odasında da üretim a rtmaya devam ediyord u!
Bunun üzerine Maya ve Harvard End üstriyel Araştırma De­
partmanı dokuz yıldan fazla süren bir dizi deneye başlad ı.59 Beş
yıl süren temel deneyler, telefon teçhizatı parçalarını birleştiren
beş kızın çalıştığ ı "röle test odası"nda gerçekleşti rildi. Testler,
işçilerin birtakım psikolojik testlerle ölçülen yorgunlukianna bağ lı
olara k üretim miktarının değiştiği temel hipotezini ispatlamak
için düzen lenmişti. Veri mlilik üzerinde etki li olup ol mad ı klarını
(üretim miktarı olarak) görmek için aşağ ıdaki faktörler birbirin­
den ayrıştırılmıştı: ( 1 ) aydınlatma; (2) bir önceki gece dinlenme
süresi; (3) aybaşı dönemleri; (4) rutubet ve ha raret; (S) iş türü nde­
ki değ işikli kler; (6) tatil günleri; (7) gün içinde farkl ı sürelerde ve
farklı şekillerdeki dinlenme zamanları; (8) kan basıncı ve damar
dokusu testleri ile ölçülen, gün içinde artan yorgunluk; (9) zeka;
(1 O) el çabukl uğu; ( 1 1 ) farkl ı türlerdeki ücret teşvi kleri.
On üç haftal ı k dönemlerde, her defasında bir faktör değişti­
riimiş veya i ncelen miş, diğer bütün faktörler ise sabit tutul muş­
tur. "Yetenekli bir istatistikçi" olan Roethlisberger raporunda
şunları bel i rtmiştir: "bu beş operatörün fiziki şartları ndaki değişik­
likleri il işkilendirmek için yıllar harca nmıştır. Örneğ in her kızın
yatakta geçirdiği za man ile, bir sonraki gün üretimdeki değişiklik­
ler bağdaştırılmıştır. Gece geç yatman ı n etkisinin bir sonraki gün
değil de ondan sonraki gün h issedildiğinin bel irtil mesi üzerine,
üretimdeki değişiklikleri operatörlerin iki gece önceki din lenme
süreleriyle ilişkilend iri l miştir. . . . Fiziki şartlardaki farkl ı l ıkları üre­
timdeki değ işikliklerle il işkilendi rme çabasında bir tek korelasyo-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 279

nun bile istatistiksel olarak anlamlı çıkmadığı, konudan biraz


an layan herhangi bir istatistikçi tarafı ndan fa rk edi lecektir."
Ardı ndan büyük açtklama geldi. Deneyin X I I . Periyod unda, -
48 saat çalışılan bir haftada hiç ara vermeden, öğle yemeğ ine
çıkmadan ve deneyin başladığı zamankiyle aynı aydınlatma ko­
şul larında- kızlar ekmek ve suyla t;>eslendi ler. Üretim yine de
artmaya devam etti. O zaman işçi kızların, fizyolojik herha ngi bir
değişkene değil, kend ilerinde odaklanan ilgi ve dikkate cevap
verdi kleri ortaya çıktı. Herhangi bir d ışsal fa ktörden çok, deneyin
kendisi kayıp halkayd ı, bilin meyen belirleyici faktörd ü.
Bu, Hawthorne deneyi nin ikinci aşamasına yol açtı: Huzursuz
olan bir işçinin sıkıntılarını her an durup dinlemeye hazır gezici
dan ışmanlar iş yeri nde dolaşmaya başlad ı . Maya'ya göre dan ış­
ma nlık "insan kontrolünün yeni bir yöntemi" demekti. Fakat bu­
na benzer her türl ü amaçta olduğu gibi, bu konuda da kimin ne
amaçla kontrol edi ldiği sorulabilir. Cevap, Roethlisberger tarafın­
dan veri lmiştir: Danışmanlıkta "başvuru çerçevesi" değişti ril meye
çalışılır. Böylece işçi, şikayetini yeni bir açıdan görebi lir. Bir
Hawthorne danışmanının süreci tanımladığı gibi: aşağı dereceli
bir işçi nin durumunda . . . işçi nin sözde haksızl ı k, devir veya aşa-
ğılanma gibi şi kayetleri . . . mutsuz aile hayatına kayd ırılır. Ardın-
dan, ilk şikayetine geri döndüğünde, işlerin o kadar kötü olmadı­
ğ ı anlaşıl ır."60
Hawthorne araştı rmaları nın ve aynı yönde yapılan diğer araş­
tırmaların sonucunda Maya eki bi, üretimin yorgun luğa bağ lı
olarak büyük miktarda değiştiğine dair end üstriyel psikolojinin
eski hi potezleri ni bir kenara bırakmış ve gelecekteki araştırmalara
kı lavuz olacak bazı "teorik çerçeveler" gel işti rmiştir:
ı . Bir fabrika, bölümleri arası ndaki ilişki lerin form el yapısından
çok, informel yapısı ve davran ışları motive eden seremoni ler,
ritüeller, irrasyonel görüşlerle sosyal bir sistem olarak düşünül­
mel idir.
2. Yöneticinin fonksiyonu, salt pol itika yapmak yerine, bunun
"en alt kaderneye kadar" ka bul edi l mesi ni sağlamaktır. insanlar
genelli kle değişime ayak d i redikleri için; değişimin ka bul edil me­
si, emirlerin bu direnişi engelleyen şartlara dönüşmesi ni içerir.
Ürün lerin halka "satı l ması" g i bi, programların da personele "sa­
tılması" gerekir.
3. Herhangi bir sosyal sistem g i bi, bir fabrika sisteminin de
280 IDEOLOJININ SONU

farklı böl ümlerinin fonksiyonel olarak birbiriyle uyum sağladığı


bir dengeye doğru yöneldiği düşünülmelidir. Değ işim dengeyi
bozduğunda yöneticinin görevi, dengeyi yeniden kurmak için
hangi böl ümlerin düzenleme gerektird iğini görmektir. (Denge
kavramı, italyan sosyolog Vilfredo Pareta ile Maya ekibini büyük
ölçüde etkileyen fizyolog L. J. Henderson'dan gelmekted ir.)
Hawthorne araştı rmalarının büyük prestij i, bili msel nesnellik
iddialarından ileri gelmekted ir. Sosyal bilim lerde daha önce bu
kadar büyü k çapta gerçekten çok az a raştırma yapılm ıştır. Yön­
temlerin düzgün ve kesin olmalarına ve şa rtların değişti rilmesiyle
deneysel yöntemin bütün kriterleri nin gözlemlenmesine rağmen
Hawthorne a raştırmasının ve ondan esinlenen bir dizi araştırma­
nın ta mamen nesnel sonuçlara ulaşma iddialarını geçersiz kılan
derin önyargıları vardır. Bu a raştı rmalar, mekanik verimliliğin ve
yüksek üretimin "iyi" sonuçlara ulaşmanın tek ölçüsü olduğu g izli
varsayı mına dayanmaktadır. Bu nedenle, kullanılan kavramlar
nesnel işlevsel kavra mlar değil beli rsiz değer yargılarından kay­
naklanan kavram lard ı r. Batı Elektri k'teki deneyinde, Maya eki bini
banka havale odasındaki araştırmada yönlendiren "üretimin
kısıtlanması" kavra mını ele alal ım. Banka havale odasında Maya
ekibi, işe "çomak sokan" ya da hiçbir işçi nin performansı eksik
bulunmasın diye üretimi -herhangi bir g rup üyesi tarafı ndan
aşıl ma ması gereken belirli bir düzeyde- kısıtlayan "gayri resmi"
bir grubun varlığı n ı fark etti. Bu davranışın anlamı "kısıtlama"
kavra mı bağ lamında açıklanmaktadır. Ancak "üretimin kısıtlan­
ması" kavramı ya l n ız zıt bir rasyonal ite tanımını belirtmektedir.
Yöneticinin "kısıtlama" dediği şey, işçi için "makul mesai" olabil ir.
"Bilim insanı" olarak araştı rmacılar, bunun "ne olduğu" ile i lgi­
lenmişler fakat a h laki değerler ile daha büyük sosyal meselelere
karışma mışlard ı r. Soruna, kendilerine verildiği g i bi yaklaşarak
hem de soru nu belirli bir çerçeve içerisinde tutarak, tekn isyen
gibi hareket etmişlerdir. Birçok sosyolog, endüstri mühendisleri­
ne karşı kendini , "insan mühendisi" olarak görmektedir. End üstri
mühendisinin mekanik verimlilik sağlamak için iş akışı n ı sağla­
ması gibi, "insan mühendisi" de insan denkleminin endüstriyel
denklemle eşleşmesi için işçinin işe "uyum" sağlamasına çalış­
maktadır. Bazı sosyolog lar, fabrikadaki işçilerin mutsuzl uk eği li­
m i nde olduğunu kabul etmemekte ve işçilerin işlerinden oldukça
memnun olduklarını göstermek için -çoğu yönetim tarafı ndan
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 281

toplanan- a raştırma veri lerine işaret etmektedir. Bununla birlik­


te, tartışma i ki önemli noktayı kaçırmaktadır. Elbette iş orta mının,
işten başka, (arkadaş grupları kurmak, şakalaşmak, ayla kl ı k etmek
gibi) memnuniyet veren birçok yanı bulunmaktadır. Fakat bu,
işyeri nin yorucu ya nlarını ve memnuniyet vermedeki başarısızlık­
larını ortadan kaldırmaz. ikinci olara k, işçi alternatif iş imkfınlarını
farkmda olmadığı sü rece, memnun iyet hakkındaki herhangi bir
soru anlamsızd ı r. (Bu, san ı rım eski bir özdeyişin anlamıdır: Paris'i
bir kez gördükten sonra onları nasıl tarlada tutabilirsin ki? Paris'i
hiç görmemiş veya hiç bilmeyen bir çiftçi, kendi toprağından
mem nun olabil ir. Fakat bir defa ufku genişlerse, memnun iyeti
devam edebilir mi?)
John Dewey'n in ileri sürdüğü g ibi, bir bilim insanının sadece
"ne olduğunu" a raştırması fikri, dar görüşlü bir bilim anlayışıdı r.*

John Dewey, '"ne olduğu' üzerindeki tırnak işaretlerini severim," diye


yazmıştır, "çünkü bilimsel araştırmanın yaptığı en üstün iş, ne olduğu'nu
sormak ve bul maktır . . . [endüstriyel sosyoloji] araştırmalarındaki sıkıntı,
gerçekten bilimsel olmakta başarısız kalmalarıdır; çünkü insan ilişkilerin­
deki gerçekleri, araştırmalarının konusu olarak alıp ne olduğu'nu sormak
yerine ne olduğuna dair yapılan araştırmayı otomati k olarak sınırlayan
bir önyargıyla başlamaktadırlar. . . Bu bilimsel olmayan sınırlama ortadan
kaldırıldığında, "daha büyük sosyal meseleler" (ve bu meselelere dahil
olan ahlaki değerler) gerekli ve kaçınılmaz olarak araştırmanın konusu­
nun tamamlayıcı bir parçası olacaktır." ("Liberating the Social Scientist,"
Commentary, Ekim 1 947).
Profesör Dewey, endüstriyel sosyolojide yukarıdaki çerçeve içinde yapı­
lan bir düzine veya daha fazla araştırmayı analiz eden "Adj usting Men to
Machines" (Commentary, Ocak 1 947) adlı bir makaleme cevap veriyordu.
Bu makale, Nathan Glazer'ın "Government by Manipulation" (Commen­
tary, Temmuz 1 946) adlı makalesiyle birlikte, sosyal bir meseleyi yalnızca
"verili" olarak kabul eden sosyolojik araştırma yöntemini sorguluyordu.
Profesör Dewey, benim makalemle birlikte Glazer'ın makalesini de tartı­
şırken, sosyal araştırmayı "mevcut" sosyal sistemle sınırlayan yaklaşımın
sosyal bilimlerin alanını sınırlamaya çalışan dini kültür tarafından yaratı­
lan tarihsel ayrımdan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Dewey'in başka bir
yerde üzerine basarak söylediği gibi: "Sosyal meselenin temelindeki ah­
laki tabiatı belirsizleştiren her şey, fiziki veya psikolojik teori tarafından
ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın zararlıdır. Değerlerin seçimi
fonksiyonunu ve seçilenler adına arzunun ve duyguların ifade edilmesini
ortadan kaldıran ve hatta belirsizleştiren herhangi bir doktrin, yargı ve
eylem konusundaki kişisel sorumluluğu zayıflatır."
282 IDEOLOJININ SONU

Çok az endüstriyel sosyolog, sosyal bilimin fonksiyonlarından


birinin de, zaten var olan işleri daha veri mli kılmak yerine alterna­
tif (ve daha iyi, yani daha insancıl) çalışma d üzenleri keşfetmek
olduğunun farkı ndadır. Bu tür keşifler ya pılmaksızın, insan po­
tansiyeli ve sosyal davranışın gerçek alanı hakkında hiçbir fikir
edinilemez. Hawthorne'daki araştırmacı lardan ve son yılların
önde gelen idari danışmanlarından biri olan Burleigh Gardner,
bu sosyolojik araştırmaların amaçlarını kısaca şöyle açıklamıştır:
"[işçi] ne kadar memnun ol ursa, özgüveni o kadar yüksek ve daha
mutlu olacak, bu nedenle yaptığı işte de daha veri mli olacaktır."
insan sosyolojisine değil "inek" sosyolojisine uygun bir tanı mla­
ma.6ı
Birçok örnekte olduğu gibi, bunda da sosyal m ühendislik sa­
natı ta klit etmekted ir. Yirmi yıl önce, ilk "dayanışma ilah isi" Al­
dous Huxley tarafından Cesur Yeni Dünya 'da kaleme alındı. Alfalar
ve Beta lar tarafından seslendirilen nakarat, endüstriyel sosyoloji
için bir okul şarkısı olabi lir:

Ford, bir düzineyiz, birleştir bizi bakalım


Toplum nehrindeki damlalar misa l i
Hadi artık hep beraber akalım
Parlak kül üstür otomobilin kadar süratli

Hawthorne bulgularına ve Mayo'nun daha sonraki çalışmala­


rına karşı gösterilen büyük ilgi sonunda, "insan il işkileri" büyük
bir rağbet görmeye başlam ıştır. Kişisel danışmanlık, -daha geniş
anlamda- ortaya çıktığı Beli Telefon Sistemi'nde bile bir süreli­
ğine yayg ı n l ı k kazanmadı. Bunun nedeni, büyük oranda, onun
fonksiyonlarını yönetimin kend isinin de tam olarak an lamamış
olmasıd ı r. Azalan maliyetlerde elle tutulur bir "kazancın" veya
yöneti min işa ret edeceği bir üretim artışı olmadığı görülmektey­
di. Dahası, bazı larına, çok "üstüne düşülüyor" gibi gel mekteyd i.
iki nci Dü nya Savaşı'ndan bu yana ve daha çok kad ınların sü­
rekli olarak işgücüne katılmalarından dolayı danışmanlık giderek
bir şirketin işçilerine verdiği sağlık hizmetine yakın bir öneme
sa hip olmaya başladı. Du Pont ve Eastman Kodak gibi bazı büyük
şi rketler, işletme psikiyatristleri al mayı sürd ürd üler. Hughes Ai rc­
raft ve Raytheon gibi birçok şi rketi n, işçilere mali ve ailevi çeşitli
sorunlarda danışmanlık yapan tam zama nlı sosyal ça lışanları
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 283

va rd ı. Fakat bu d u rumda, ironik olarak, Huxley'nin "ileri duygusal


mü hend islik" olarak ta nımladığı avantajiara değer vermediği için
yöneticiyi suçlayan psi kiyatristti. Yönetime bu psikolojik numara­
ları kabul ettiren, idari danışmanlığın artan prestijiydi.
Danışma n l ı k dura klama yaşarken, "iletişim ve katı l ı m" çabu­
cak idari hevesler haline geld i . Teoride, i letişimin, yolun aşağ ısın­
dakilerin yolun yukarısındakilere karş ı l ı k verdiği çift şeritli bir yol
açtığı ve böylece işletmeye katılım sağ landığı varsayı lmıştır. Bu
tür sistemler çok az örnekte kullanışlı olm uştur. Birçok d urumda
iletişim sadece işçi haber bültenlerinden veya başkan yard ı mcısı­
nın müdürlerle, müdürlerin şeflerle, şefierin usta başılarla görüş­
tüğü -en a lt kaderneye kadar- inen "emir komuta zinciri" kon­
feranslarından oluşmaktadır. Bazı durumlarda sistem kendine
has bir reklam-acente döng üsüyle çalışmaktad ır. Örneğ in Wes­
tinghouse'da şi rket politikası kararları teybe kaydedilmekte ve
fabrika içindeki bir telefon sistemi aranarak yüzlerce üst düzey
şefe gönderilen mesajlar d i nlenebil mekted ir. 1 .200 şef işçiyle
sınırlı telefon nu marası görünürde gizli tutulmaktad ı r. Prati kte
şefiere nu mara "gizliliğini" çeşitli işçilere "sızdırmaları" tali matı
verildiği için sadece adı gizlidir. Ve bu işçiler bir sır öğrenmenin
sevinciyle bilgiyi diğerleri ne çabucak yaymaktad ı r. Sonuç olarak
diğer zamanlarda tam bir kayıtsızl ık örneği gösteren binlerce işçi,
teşvik konuşması n ı din lemek için büyük bir istekle akın etmekte­
dir.
"insan ilişkileri" modası hakkında beli rtilmesi gereken iki nok­
ta daha var. Birincisi, anlamaya, i letişime ve katılıma duyulan açık
ilgiden, bütün bir kültürde gerçekleşen değişime pa ralel olarak
idari a nlayışın hakimiyet kurma yol larının otoriteden manipülas­
yona doğru değiştiğini anl ıyoruz. Şirketin hedefleri aynı ka lmakta
fakat yöntemleri değişmektedir. Ve eski aleni baskı tarzla rı nın
yerine bugün psikolojik ikna geçmiştir. Emirler veren sert ve kaba
ustabaşının yüksek sesinin yerine, "insan ilişkilerine oda klanmış"
şefin yumuşak sesi gelmiştir. işçi ler şüphesiz ki bu değişimleri
gelişme olarak görmekted ir. Ve kısıtlan ma hissi buna bağ l ı olarak
bastırılmaktad ır. Amerikan toplumunun geniş kesim lerinde ol­
duğu gi bi, endüstriyel il işkilerde de çatışmanın yeri ni bir tür uz­
laşma a l mıştır. ikinci nokta, bu insan il işki leri yaklaşımlarının, iş
sürecinin kendisi hakkında düşünmenin yerini almış olmasıd ı r.
Bütün memnuniyetin, çalışma progra mı dışı ndaki a rkadaş grup-
284 IDEOLOJININ SONU

larında ve boş zamanlarda aranması gerekmekted ir. Böylece,


çalışma soru nları d ışarıya yansıtılmakta ve psikolojik pamuğa
sarı l maktadır.
Psikolojinin bu tiran lığı, yönetimi tuhaf bir şekilde "i ktisadi in­
san"ı önemsememeye itmiştir. işçinin gerçekten isted iği şeyin
g üven lik, itibar, verimli kişisel ilişki ler olduğu ve işçilerin "fa brika,
iş dışındaki daha büyük" diğer meselelerden çok, bunlarla ilgi­
lend iği söylenmiştir. Harvard iş idaresi Fakültesi'nden bir yetkili,
"işçi sorunlarının daima ücretler, çalışma saatleri ve fiziki şartlar
konusunda ortaya çıktığını" belirtmektedir. "Bu taleplerin aldatıcı
veya henüz fark edemediğimiz kökleri çok daha derinlerde olan
i nsan hallerinin semptomatik ifadeleri olması mümkün değil
midir?"
Bu tür bir ifade, işçilerden çok Harvard iş idaresi Fakültesi hak­
kında bir fi kir vermektedir. Akademisyenlerin, atölyedeki işçilerle
nasıl konuşacaklarını bi lmedi klerini göstermekted ir. Bir atölyeye
g iden sosyologdan biri şunla rı belirtmekted ir: "Şimdi atölyemde­
ki makine operatörleri iktisadi i nsanlar gibi sesler çıkarmakta.
Konuşmaları, hesap ya pa n kurnaz kimseler olduklarını göster­
mekte ve her makinenin direk tepesi nden dolar işaretleri dalga­
lanmaktad ı r."
Asl ı nda Amerikan işçisinin gerçekten veya temel olarak para­
sal an laşmazlıkla rla ilgilenmediğini söylemek, derin bir a nlamda
iktisadi sistemin gerçek itici g ücüyle çel işmektedir. i nsanlar ken­
dilerini böyle bir iş ortamına başka neden teslim etsi nler?

Öğütme Değirmeni
insanlar neden çalışır? Daha özel olarak, insanlar neden kendile­
rini lxion'un çarkına bağ laya n zor, monoton, tekrarlanıp duran
işleri kabul eder? Şimd iye kadar verilen geleneksel cevap Protes­
tan Ahlakı'dır. Bu açıdan, Max Weber, kendini Tanrı'ya ispat etme
ihtiyacından dolayı sonsuza kadar çalışan, mahrumiyeti kabul
eden, rahatı nı en aza indiren ve çevreye karşı sert davranan hip­
notik insan anlayışıyla sosyal bil imler üzerinde aldatıcı bir etki
bırakmıştır.
Burjuva g i rişi mci, belki bu karakterde biriydi. işçinin böyle
olup olmadığı şüphelidir. Hogarth'ın Gin Alley'sindeki işçiler veya
Iş VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 285

Melvi lle'i n Red burn'ü nün Liverpool varoşlarında gördüğü insan­


lar, Ta nrı'nın ceza veren eliyle çok az ilgi liydiler. Onları çalışmaya
iten şey açlıktı. Ve i l k sosyal protesto hareketleri nin çoğu sadece
bu gerçek göz önünde bulundurularak a nlaşılabili r.
Açlık her za man tek dürtü değildi. 1. El izabet dönemi nden beri
fakir ingiliz halkı ve ça lışa mayacak durumda olanlar kamu yardı­
mıyla hayatlarını idame ettirmekteydi ler. 1 795'de hü kü met Spe­
enhamland Kanunu'nu çıkartarak bu sistemi genişletti. Canning
ve diğer ingiliz devlet adamları, Fransa'da çoktan yayı lmış olan ve
şimdi de ingi ltere'yi tehdit eden devri mi defetmek için bunu bir
önlem olarak görmüşlerdi. Karl Polanyi'nin beli rttiği gibi, ka nun
aslında emeği piyasa ekonomisinden dışlıyordu. Ücretler asgari
bir noktanın altına düşerse hükümet farkı telafi edebi lird i . Bu
yolla her işçiye asgari geçi m güvencesi sağlanmış oluyordu. Pra­
tikte işveren, devletin ücretleri telafi etmesi ni beklediği için, bü­
tün ücretler çok geçmeden asgari düzeyin altına düşmekteydi ve
hiçbir işçi nin işvereni memnun etme niyeti yoktu. Speenham land
kaytarmaya prim vermişti ve böylece fa kirliğin cazibesini a rtır­
m ıştı .
Protestan rahi plerine (ve tüccar sınıfı na) göre Speenhamland
Kanunu bir lanetti. Ahlakçılar ateş açmışlard ı . Wi lliam Townsend
açlığın erdemlerini açı kça övmekteyd i. "Açlık en vahşi hayvanları
bile ehli leştirir, en yoldan çıkmışlara ağı rbaşl ılık ve terbiye, boyun
eğme ve itaat sağlar . . . [faki rleri] teşvik edecek ve kışkırtacak
olan tek şey açl ı ktır. Buna rağmen ka nunlarımız onların asla aç
kalmayacaklarını söylüyor . . . "

Belki de dönemin en g üçlü sesi Thomas Malth us'tu. God­


win'in ve diğer ütopyacıların iyimserl iğine karşı, topl umun sade­
ce güçlü kısıtlamalar ve kontroller altında tutularak varlığını sür­
dürebi leceğini ileri sürmüştür. Bu tür kısıtla malar ol maksızın ah­
laksızl ık egemen olur, nüfus artar, sefalet baş gösterir. Yoksu l l u k
yasası, sadece kötülüğü a rtırır, diye gürlemiştir Ma lthus. "Yard ım­
severliği miz ayrım gözetmezse . . . beş para etmeyeni kıymetliler­
le bir tutmuş oluruz. Tembelliği teşvik edip, end üstriyi engel le­
miş olu ruz. Ve en di kkat çekici bir şekilde insan mutluluğundan
çok şey kaybetmiş oluruz . . . tabiat kanun ları St. Paul'le dile gelir,
'Eğer bir i nsan çalışmazsa, yiyecek de bulamaz.' " Jeremy Bent­
ham, panopticon gibi sistemlerle sesini duyurur. 'Geçim düzeyini
artı rmak için hukuk ne yapa bilir' sorusuna Bentham, "Doğ rudan
286 IDEOLOJININ SONU

h içbir şey," cevabını vermiştir.


Bu birçok baskı nın sonunda Speenhamland Kanunu 1 832'de
yürürlükten kaldırıldı. Ve 1 834'de Yen i Yoksulluk Yasa ları ile "lais­
sez-fa i re" çağı birden bire başlamış oldu. (Belirtmek gerekir ki,
ingi ltere'de /aissez-faire "asgari faydacı uygulama" ile planlan mış­
tı r.) Yeni kanuna göre birine yardım verilmeden önce gelir tes­
tinden geçmesi gerekmekted ir ve yoksullar yurdu ahla ki bir leke
taşımaktadır. Artık topl umun hor görmesi onu işe sürüklemekte­
dir. Ancak ücret ya rd ımları kesildiği nden dolayı, işçi ücretleri
işveren in ödediği kadardır. Bundan böyle emeğin fiyatı, dalgala­
nan piyasalarda belirlenecektir ve protestolara rağ men emek bir
meta hal ine gelmiştir. (Ni hayetinde, büyük bir bol l u k ekonomisi,
yüksek bir içgüd üsel baskı olmaksızın üretilemez ve işçiler d üzen­
li iş boyu nduruğu altına alı nmak zorundad ır.) And rew üre'nin
yüzyıl önce beli rttiği "Düzensiz, şiddetli gayret krizlerine al ışkın
olan çalışan i nsanların yansıtıcı mizaçları," bugün artık ehli leşti­
rilmiş ve çalışkanlık düzene konul muştur. Milli klişeye göre sert,
bireyci ve bağ ımsız bir i nsan olan işçi bile, saati n tiranlığına tes­
lim olm uştur.
Fakat günümüzde itici güç kesinl ikle fiziksel açlık değildi r. Ye­
ni bir açlık vard ı r. Şekerli havuç, (yani, mallara olan rağbet) sapa­
n ı n yerini a l mıştır. Hayat standardı, yerleşik otomatik bir dürtü
halini almıştır. Barutun keşfi nden beri insanoğlunun en korkunç
iki bul uşu olan reklam ve taksit imkanlarının ya rd ı mı ve özendir­
mesiyle, çağdaş Amerika'n ı n en çarpıcı faa liyeti satış ya pmak
olmuştu r.62 Satış, kanaatkarlığın aksine israfa, çileciliğin aksine
müsrifl iğe önem vermekted ir. Tarihte hiçbir yaratık, Amerikan
tüketicisi kadar karısına düşkün olmam ıştır. Ve bu itaatkarlık da
onu, satın al maya sevk etmekted ir. "Altın zincir," ertelemeli öde­
me planıd ı r. işçi geleceğini ipotek a ltında bırakarak ev, araba,
araç gereçler ve diğer avuntuları satın ala bilir. Bu ürünlere sahip
olmakla, bugüne kadar sadece yüksek zümre'nin emrindeki alan­
lara girmektedi r. Homo Amerikanus'un işitme sinirleri dayanı lmaz
bir perdeye kadar geril mektedir. Bir defasında Fortune'un belirt­
tiği gibi, Amerikan vatandaşı gün doğumundan gün batı mına
kadar bir kuşatma altında yaşamaktadır. "Neredeyse gördüğü,
duyduğu, dokunduğu, tattığ ı ve kokladığı her şey ona bir şey
satma çabası içi nded ir. . . Koruyucu kabuğunu kırmak için rek­
lamcılar onu sürekli olara k şok etmekte, kızdı rmakta, g ı d ı klamak-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 287

ta ve rahatsız etmekte veya Çinii ierin su işkencesi nin sonsuz tek­


ra r yöntemini ku llanarak şıp-şıp-şıp diye onu damla damla aşın­
dırmaktad ır. Reklam, duvar yazısıdır, gökyüzü nde bir işa rettir, her
gece düzenli olarak yanan burçtur."
Amerikan işçisi ehlileştiril mişse, bu makine disiplini sayesinde
değil -ça l ışma hayatının iki nci geliri olan ücreti nin ve kolay
kredinin izin verdiği ölçüde daha iyi bir hayat imkanı sunan­
"tüketim topl umu" sayesinde olmuştur. Bu hiçbir yerde Detroit'te
olduğundan daha belirgin değ ildir. Amerikan rad ikal folklorunda
otomotiv işçisi -Amerika'da birine bile rastlanabi lirse- yerel
sınıf bili nci olan radikalleri n kökeni olarak düşünülmektedir. Tek­
lifsiz, köksüz (birçoğu Ozark vadi lerinden işe a l ı n mıştır), neredey­
se nihilist karakterli otomotiv işçileri, işleri tarafı ndan kapana
kısıldı klarını fark eder etmez (ki Ma rksistler böyle düşünmektedir)
devrimci düşünceni n hammaddesi olmaktad ı r. Bugün çok az
otomotiv işçisi, işlerinin ötesine geçen bir geleceğe sahiptir. Çok
azının sosyal gelişme şansı vard ı r. Fakat radikal değildi rler. Ger­
çek şud ur ki, eski hedefler yenileriyle değişti rilmiştir. Ve Ameri­
kan Rüyası'na yeni bir cila çekilmiştir. işi nde başarı lı olmak, hayat
tarzında başarı lı olmaktan daha az önemli hale gel mektedir. Eli
Chiony'nin son zamanlardaki a raştırmasında işaret ettiği g i bi, bir
işçi kendini fabrikada terfi ettiğ i için değ il -Henry Ford ve Wal­
ter P. Chrysler ta mirci tezgahında63 işe başlamış olsalar bile bu
merdivenin kaybolduğunu bil mekted ir- "küçü k ve g üzel mo­
dern bir ev" için çal ıştığından dolayı "başarı lı" görmekted ir. De­
ğerlerdeki bu değişim, genç işçilere en şiddetli şeki lde yansımak­
tad ı r. Hemen memnuniyet a rzusu -bir a raba almak, para har­
ca mak, bir kız edinmek- kuvvetle alevlenmektedir. Okumakla
zor yı llar geçirmek yerine, bir işçi derhal bir fabrikada cazip baş­
langıç ücretiyle işe girmektedir. Fabri kaya girer g i rmez, tiksindiri­
ci bir şekilde şeyta nla pazarlık yaptığını fark eder. Terfi etmesi,
aldığı eğitime bağ l ı d ı r. Fakat o bu ha kkı ndan feragat etmiştir.
Rahatsız olur. Ancak işyerindeki tatminsizlikler, zaman za man
seyrek taşkınilkiara rağmen, azi m göstermeye değ i l -bir maki ne
atölyesine, bir hi ndi çiftliğine, bir petrol istasyonuna, "kendine ait
küçük bir d ü kkana" sahip olmak g ibi- hayal perest tantezilere
neden ol ur. Aylak bir rüya!
288 IDEOLOJININ SONU

Çabalar
Bu makale daha çok fabrika işçisi ni ve ona dayatılan kısıtlamaları
konu al maktadır. Büyük çaplı genellemeler, karmaşık ve değişken
gerçekli kle karşılaştırıldığında kesinlikle bula nık kalmaktad ı r. Ve
fabrika işi, Bi rleşik Devletler'de ya pılan iş türleri nin sadece bir
parçasını ol uşturmaktad ı r. Diğer meslek g ruplarının kendi iş psi­
kolojileri ve soru nları vardır. Vasıflı bir işçi işini monoton bul ur­
ken, hareketli bir metropoliten otelindeki hizmetl i işinden mem­
nun olabil ir. Belki de hiçbir şey, bir banka memurunun kapal ı ve
izole katesi ndeki ya da bir asansör operatörünün kutusundaki
yaylı kukla hayatından daha öld ürücü olamaz. Mesleklerine gü­
venen liman işçi leri rahatl ıkla kuvvet kullanmaktan ve bir büyük­
şehir limanındaki hareketli hayattan memnun olu rken, bir kürsü­
ye veya bir tezgaha bağ lı kalanla rı küçük görmektedi r. Müzisyen­
lerin, matbaacı ların, madenci lerin, denizci lerin, kerestecilerin,
inşaat işçi leri nin hepsinin iş hayatında özel bir rol ü va rd ı r. Fakat
fabrikanın usta l ıklı temposu, işin genel karakterini, boyan ı n ku­
maşı kaplaması gibi etkiler. Maki neleşmeni n temposu bir za man­
lar bireysel tarzda yapılan işlere de yansımaktad ı r. Bir za manlar
"yeraltı çiftçiliği" olarak söz edilen kömür madenciliği, bug ün
kesme ve taşıma işlemlerinin maki neleşmesiyle fabrika işinin
birçok yönünü almış du rumdad ı r. Yüksek h ızlı hesa p makineleri­
nin, tabülatörlerin, otomatik fatura makinelerinin ofisiere yerleş­
tiril mesi, beyaz yaka l ı işçileri mekanik hareketli robotlara çevir­
mektedir. Makineleşmenin (depolarda ve sü permarketlerde)
"malzeme yükleme ve boşaltma" işlerinde kullanıl maya başlan­
ması, ekonominin dağıtım sektörüne mekanik bir tempo getir­
miştir.
Bu değişimler Amerikan fabrika işçisi için oldukça karakteristik
olan ve bug ün bütün işçileri meşgul eden işten kurtulma eğilim­
lerine de işa ret etmektedir. Kaçıp kurtulmanın en büyük cazibesi,
"kendi kend inin patronu" olabilme umududur. Sosyolog Rei n­
hard Bendix ve S. M. Li pset, "'bi reysel girişim ina ncı'nın genellikle
işçi sınıfı nın tek derdi olduğunu" beli rtmekted ir. "Geçmişte hem
işçi sınıfına hem orta sın ıfa can l ı l ı k vermesine rağ men, bu d üşün­
ce artı k bir orta sınıf ideali olmaktan çı kmıştır. Bunun yerine, orta
sınıf mensupları a rtık profesyonel ol maya çalışmakta ve ikinci bir
şans olarak da beyaz yaka l ı işçilerin üst sınıfında yer almak iste-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 289

mektedi r."
Bu istekler ne kadar gerçekçidir? Ekonominin işgücünün deği­
şim geçirdiğini biliyoruz. Uzun zaman önce Coli n Clark, iktisadi
Gelişmenin Koşullan (Conditions of EconomicProgress) adlı eserin­
de, gelirler ile üretilen malların miktarı ve kalitesi arttıkça, eko­
nominin büyük kesi minin hizmet sektörü ile diğer "üçüncü dere­
ce" mesleklere kayacağını bel irtmiştir. 1 9 1 O'dan beri çiftçilerin,
çiftlik sahiplerinin ve işgücü ndeki vasıfsız işçilerin oranı, toplam­
da keskin bir şeki lde artmıştır. Bu dönemde işgücündeki vasıflı
işçilerin oranı aynı kalmış, hizmet sektöründeki işçilerin oranı
biraz a rtmış, profesyonellerin ora nı yüzde 4,4'den 7,5'e yüksel­
miş, işletme sahi plerinin ve yöneticilerin oranı yüzde 6,5'den
8,8'e çıkmıştır. En büyük artış, yarı vasıflı işçiler ile tezgahtar ve
satış personeli kategorilerinde yaşanm ıştır. 1 9 1 O ile 1 950 yılları
arasında, yarı vasıflı grup yüzde 1 4,7'den 22,4'e yüksel miş ve
beyaz ya kalı işçilerse yüzde ı 0,2'den 20,2'ye çı kmıştır.
Cla rk'ın kavra msal çerçeveyi gel iştirmek isteyen ta kipçileri,
dördüncü derece (i letişim, fi nans, taşıma, ticaret) ve beşinci de­
rece (tıbbi bakım, eğitim, araştırma, eğlence) mesleklerden söz
etmişlerdir. El bette ki Amerika n ekonomisinin genişlemesi birçok
yeni kariyeri mü mkün kıl mıştır. Ve bu yeni meslekler, fabrikanın
ta mamen dışında yer almaktad ı r. Fakat bu büyüme oranlarının
cazibesi, bizi bu iş pozisyonları n ı n sınırlı sayıda olduğu veya Bir­
leşik Devletler'deki sosyal ha reketl iliğin nesi ller arasmda yaşan­
dığı gerçeğ ini düşün mekten a l ı koymamalıdır. Öne geçebilecek
olan baba lar değil, çocuklard ı r. Baba bir yere gelir ve orada du­
rur. Bendix ve Lipset'in yaptığı mesleki hareketl ilik a raştırmaları,
bireylerin yirmi beş yıl içinde orta lama 4,8 iş değişti rd ikleri ni
göstermektedir. Ancak işçiler iş değiştiri rken, "el işi yapanlarla
yapmaya nlar a rasında göreceli olarak az bir değişim vardı r." El işi
yapan ların hepsi, çalışma hayatları n ı n yüzde 80'ini el işlerinde
geçirmiştir. El iş yapmayanların tümü ise, çalışma hayatlarının
yüzde 75'ini el işi dışı ndaki mesleklerde geçirmiştir.
Bir yere çakı lıp kalma duygusu ezicidir. Büyük şi rketlerde ol­
duğu gibi, yüksel rnek mümkün olsa bi le, yürüyen merdivene
benzeyen bu süreç yavaştır. Buna karşıl ı k, i nsanlar kendi lerini
geliştirmese de, mesleklerin i kendi çaba larıyla geliştirmek için
büyük ve bazen de pateti k bir gayret göstermektedirler. Sosyo­
log Everett Hughes, statü ve prestij düzenlemeleri nin doğru ol-
290 IDEOLOJININ SONU

ması hali nde, bir işçi nin fiziken muazzam miktarda kirli bir işi
ya pabi leceğini belirtmiştir. Bir daktorun yaptığı fiziken çirkin
işlerin sayısı çoktur. işi "profesyonel leştirme" çabaları, işin doğa­
sına uyg un olmadığı halde, yapılan işe onur nişanı kazandırma­
nın temel yolu olmuştur. Otel yönetimi ve sosyal hizmet oku l la­
rı mız var. Garajlar "araba yıkama yağlama" yeri haline gelmekte­
di r. insanlar, "kap kaçak" satıyorum demek yerine "satışta ça l ışı­
yorum" demektedi r. Haderne "yetkili memur" olmaktad ı r. Hasta­
ne odacısı, idareciye dönüşmektedir. Sekreter, yönetici asistand ı r.
Ve piskoposluğa yükselerneyen papaz, başarısını kilise cemaati­
nin sosyal sınıfı içinde ölçmektedir.

Oyunun Peygamberleri
işten en önemli kaçış şekli, ümitsiz "boş zaman" isteğidir. iş, kö­
tüdür ve işten kaçı nmak mümkün deği lse de yapılan iş azaltılabi­
l i r. Modern zamanlarda ideal olan, hem işin keyifsiz taraflarını
keyifli eğlencelerle (müzikle, rengarenk duvarlarla, dinlenme
süreleriyle) mümkün olduğunca en aza indi rmek, hem de işten
kirlenmemiş ve etki lenmemiş bir halde mümkün old uğu nca h ızlı
uzaklaşmaktır. Life dergisindeki iki sayfa l ı k parlak reklamda, zarif
bir şekilde döşenmiş sade bir evin oturma odasının bahçesindeki
g üzel bir Lincoln araba eşl iği nde şu ilan verilmiştir: "Evi nizin
ca mdan duva rları var. Mutfağınız bir mühendislik hari kası. El bise­
leriniz ve mobilya la rınız şık bir tarzda fonksiyonel. Rahatça çalışı­
yor, sıkı oynuyorsunuz."
Oyun, boş zaman ve eğlence, bugünkü kültürü müzün hakim
temalarıdır. Bunlar "sabit fikirli lerin" ilgilendikleri şeylerd ir. Spor
kıyafetleri, seyahat, açık havada barbekü ve portatif TV seti, hepsi
zama nın damgası olmuştur. Pasif hallerinde zaten çürümen in
çekirdekleri bulun maktadır. Yine de önemli bazı eleştirmenler,
boş zama nın gelişmesinde, iş kısıtlamaları ile disipli nsiz hareket­
leri sert karşılayan eski ahlaki yarg ılardan bağ ımsız olarak, içten
gelen bir güç potansiyeli görmektedi r. David Riesman, modern
end üstriyalizme "eğlence ve anlam" katmaya çalışanlarla alay
etmektedir: "Yanlış yere koydukları yanlış bir katı lım düşü ncesiyle
fa bri kayı ve beyaz yakalı dünyayı kişisel leştirmek, duygusal laş­
tırmak ve ah laki leştirmek istiyorlar" demekted ir. "Fakat modern
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 291

endüstrinin gayrişahsilik damarına karşı olmaktan çok, işteki


makineleşmeyi bizzat iş için değil zevk ve tüketim için a rtı rmaya
ça lışmak daha anlamlıdır."
Reisma n'ın isted iği "serbest eğlence"dir. iş süresinden ve iş
duygusundan a rta ka lan bir alan olmaktan çok [eğlence] yete­
nekierin gel işmesinde ve hayat sanatında ustalık kazanmada
gitgide genişleyen bir alan ola bilir. Eğlence sözde otonom i nsa­
n ı n sosyal karakterinin geniş ta leplerinden bireysel karakteri ni
gel iştirebileceği bir imkanın halen var olduğunu ispatlaya bii ir.
Belki de bu kadar arnort olduğu için, pek az kimse bu fikri tar­
tışma konusu yapmıştır. ("itiraf etmek gerekir ki eğlence hakkın­
da çok az şey biliyoruz, araştırmalar temel olarak ü reticinin 'sos­
yal karakteri' ile ilgilenmiştir." diye yazar Reisman.) "Fakat 'eğ len­
ce' işten ayrılabilir mi? Bel irtmek gerekir ki eğlence, en azından
Platon'dan T. S. Eliot'a kadar gelen klasik imajı içinde 'boş za man'
değildir. Bir boş zaman meden iyeti, bel irli bir kültürel mirası keş­
fetme ve gel iştirme misyonuna sahiptir. Josef Pieper'in beli rttiği
gibi, boş za man zevk ve sefahat düşkünlüğü değildir. ince beceri­
lerin geliştiril mesi ve centilmenl iğe ya raşır hedefler "peşinde
koşmaktır." Dinlenme de, eğlence değildir. Dinlenme -ister
vakit geçirmek için ister hayal kurmak için olsu n-, iki tepe a ra­
sındaki vadi olan bir çal ışma arasıdır. işi nde "mola" veren her­
hangi bir işçinin bildiği gibi "serbest zaman" değildir, iş tempo­
sunun tamamlayıcı bir parçası olarak geçen zamandır.
Eğlence (boş za man veya dinlenme deği l) iş gerilimi nden
uzaklaşarak, aklın ve kasların alternatif bir ku llanımıdır. Fakat
heyecaniand ıra n veya bitkin leştiren bir gerilim, sadece va hşice
saldırgan bir eğlence veya pasif, vurdumd uymaz bir hal ortaya
koya bil ir. "Serbest zaman"a sahip olmak için, boş bir günün yor­
gunluğuna değil ilginç bir günün heyeca nına i htiyaç vardır. iş,
ixion'un ça rkı nın günlük dönüşü ise; çarkın bir sonraki dönüşüne
kadar araya gi ren eğlence, hareketli bir andan daha fazlası ola­
maz mı?
Edward Bel iamy Looking Backward'da hayatının yirmi, yirmi
beş yılını gü nde birkaç saat yorucu bir tempoyla geçiren ve daha
sonra kendi istekleri ni yapmak için serbest olan birinin halini
tahmin etmektedi r. Burada, Birleşik Devletler'de, yirmi nci yüzyılın
ortasında, tuhaf bir şekilde Bel iamy'nin tahmini gerçekleşiyor.
Haftalık ortalama ça l ışma saati ( 1 850'de) 70,6 saatten (1 950'de)
292 IDEOLOJININ SONU

40,8 saate düşmüştür. Bugün, Amerika n hayatındaki iki g ü n l ü k


hafta s o n u standart h a l e gelmiştir v e yedi saatlik işgünü kapıda­
dır. işçiler de, işyeri nde yapamadıkları şeyleri şimdi çeşitli yol lar­
dan yapmaya çalışmaktadı r. Geçen on yılda el sanatları, fotoğraf­
çıl ık, seramikçilik, ev içinde kurulan ve motorlu a raçlarla çalışan
mara ngozluk atölyeleri, dağala en yakın ses veren a letler, elekt­
ron ik, a matör radyoculuk vb. gibi habilerde olağan üstü bir artış
yaşandı. Amerika'da, geçmişte eşine benzerine rastla n mayan
çapta bir "amatör" g rup patlaması görüldü. Asl ı nda bu övgüye
değer ol makla birlikte bedeli de, ağır olmuştur: iş memnun iyeti
kaybı.

Solun Tükenişi
Kapitalist end üstriyel sistemde iş mantığını nasıl kaybettiyse,
sosyalist reji mlerde de herha ngi bir yeni anlam bulmakta başarılı
olamamıştır. Belki de son yılların en önemli sosyoloj i k gerçekle­
ri nden biri, Avrupa kıtası ndaki ve ingiltere'deki sosyalist düşün­
cen in tükenişidir. Sosyal istler ta mamen hatalı değ i l ler. Ada veya
kara Avrupası'ndan milli ekonomiler, özellikle dü nya tica ret den­
gelerine bağ ımlıdır ve manevra alanları sınırlıdır. Asl ı nda sessizce
ilerleyen "idari devri m" (yani, ekonomi uzmanlarının teknik karar­
lar a l maları), bugün siyasetçilerin açı klamaları üzerinde beli rleyi­
cid ir.
Fakat sosyal ist doktrin, mevcut sıkıntıların sorumluluğundan
tamamen muaf değildir. Sosyalizm, temel olarak bir bölüşüm
felsefed ir. Marx'ı n Manifesto'su, Hilferdi ng'in Finanskapital'i ve
Webb'lerin Fabian makaleleri, gayet memnun bir halde üretim
sorun ları nın kapitalizm tarafı ndan çözüldüğünü ve sosyalizmin
görevi nin de ni metleri daha eşit bir şekilde bölüştürmek olduğu­
nu varsaym ıştır. Ka mu laştırma kendi içinde çok az harikalar ya­
ratmışken, on dokuzuncu yüzyıl ı n sermaye a rtışı, teşvikler, üret­
kenl i k gibi sorunları bugün can l ı lığını yine de koru maktadır.
Hepsinden daha di kkat çekici olanı, belki de, ka mulaştı rılmış
end üstrilerdeki işçilerin duyarsıziiğı ve (Michael Polanyi'nin ye­
rinde deyi miyle ingiliz Denizciler'in kendileri ni Kra liyet Donan­
ması'nın "sahibi" sa nmadıkları kadar) fabrika "sa hi biymiş" gibi
davranmaktaki isteksizl ikleridiL ingiliz demiryolu işçisi ve ma-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 293

dencisi, kam u kuruluşları yıllık raporlarını açıkladıklarında şükür­


ler olsun diye bağıramamaktadır. Bunun birtakım neden leri
geçmişe daya n ı r: kam ulaştırı lmış endüstrileri n birçoğ u a rkaik bir
teknolojinin ve yüklü borçların ağırlığ ı a ltındadır. Derin köklü iş
al ışkanl ıklarının, özellikle ücretierin ind i rilmesi nin değiştiril mesi
zordur. işçi M. P. Austen Albu'nı n Yeni Fabian Makaleleri'nden
birinde ded iği gibi, "Ka mulaştı rı lmış end üstrilerin karşı laştıkları
i nsan ilişkileri soru nları, temel olarak organ izasyon yapılarının
ölçeği ile karmaşıklığından kaynaklanmakta ve benzer ölçekte
her organizasyon aynı sorunla karşılaşmaktadır."
Sosyal istlerin bu kadar gecikmiş olarak karşılaşmaya başladık­
ları i ktisat ve bürokrasi sıkıntılarının a rkasında, temel bir uyum
sağ lama soru nu yatmaktadır. Sosyalizm, özellikle Batı'da, iş anla­
yışında bel irgin olarak faydacıdır. ilgi alan ları genellikle piyasa
olmuştur. Sosya list devlet yolunda Dickinson, Lange ve Lerner
ta rafı ndan ortaya konulan iktisadi rehberler, güdümlü bir eko­
nomide piyasa analizinin mümkün old uğunu ispatlamaya çal ış­
mıştır. Diğer yandan Webb'lerin sosyal gerekçeleri, sadece sosya­
lizmin verimlilik ve düzen sağ layacağı neden ine daya nmaktad ı r.
William Morris'ten çıka n insancıl dürtüler kaybol muştur. Morris
News From Nowhere'de mimariyi, endüstri yerleşimini ve şehir
planlamasını birleştiren organik bir sistem tasarlamıştır. Fakat
yeterince tuhaf olan bu tasarılar da Fabia n'cı lara göre ütopiktir.
ilk Fabian makaleleri arasında yer alan "Sosya l izmde Endüstri"
üzerine de, (sonradan olağan üstü bir teosofı sözcüsü olan) Annie
Besant hayali bir "yeni Kudüs" kuranları eleştirmekted ir. "Gerçek­
çi olarak" sosyalizmdeki endüstri organizasyonu mevcut eğilim­
lerin bir yansıması olabilir. Webb'ler de sosyal değişimi sadece bir
düzen ku rma n ı n yolu olarak görmüşlerdir. Onları harekete geçi­
ren bir verimlilik tutkusudur. insani duyg ular taşımamaktad ı rlar.
H. G. Wells The New Machiavelli'de, Altiora Bai ley (Beatrice Webb)
için "ruhu kemi ktendi r" diye yazmıştır. "Eğer evren onların [Aitio­
ra ve kocasının] eline geçmiş olsaydı eminim ki bütün ağaçları
devirip yerlerine mühürlü yeşil metal güneşli kler ve g üneş ışığı
akümülatörleri koyarlardı. Altiora ağaçların korkunç biçimde
düzensiz olduklarını ve deniz kayal ıkları n ı n büyük bir hata oldu­
ğunu düşün üyordu." Eserleri, "Savunma Baka n l ığ ı kışla mi marisi''
kadar fonksiyoneldi. Temelde şöyle bir d ü nya hayal ediyorlardı:
"modern bilim kadar kend inden emin ve güçlü, bir vücut kadar
294 IDEOLOJININ SONU

dengeli ve güzel, güneş ışığı kadar yara rlı bir düzenli devlet. . .
Bireycilik . . . d üzensizl ik demektir, her biri inatla ve cahi lce zıt bir
şekilde kendi bildiğini yapan disipli nsiz ayrı ayrı küçük i nsan ka­
labalıkları demektir. . . Düzen li devlet karmaşaya tamamen son
vermelidir. Bütün fikirlerimizi yönetir, bütün isteklerim ize şekil
verir."
Karmaşayı bitirmeye ve sosyal disiplin sağlamaya yönel ik bu
çaba, Lenin'in m izacının da bir özelliğiydi. Lenin'in, Frederick W.
Taylor'un eserinden derinden etkilen mesi oldukça ilgi nçtir. Dev­
rim'in sonuna yakın, end üstriyel üreti mi organize etme göreviyle
karşılaştığında Lenin'in çözü mü, Haziran 1 9 1 9'daki di kkate değer
konuşmasında özetied iği gibi, pa rça başı iş ve Taylorizm'e geçiş
olmuştur. Lenin "Sosya lizm i mka nını, Sovyet kanununu ve Sovyet
organizasyonunu veya yönetimini kapitalizmin en ileri gelişme
a raçları ile birleştirmedeki başarı mız belirleyecektir," diye yazmış­
tır. Rusya'ya, Taylorist sistemin çalışmasını ve ilkeleri ni geti rmeli­
yiz, bunu sistematik olarak ku llanmalı ve beni msemeliyiz."64
En insancıl du rumunda bile modern sosyalist d üşü nce kendi­
ni piyasa maliyetleri ve veri mlilik mirasından zor ku rtarmıştır.
ingi liz sosyalistlerin en endişelilerinden olan Austen Al bu, sorunu
bu anlamda dert etmektedi r: keşke işçilere "karar al maya katıl­
ma" anlayışı aşıla nsa, keşke "çalıştıkları endüstride ortaklık ve
sorumluluk duygusu kazansalar. . . . " Fakat "endüstriyel demokra­
siye veya işçilerin kendi kendi leri ni kontrol etmelerine dair eski
sloganların, büyük çaplı bürokratik kuru luşlar için bir çözüm ge­
ti rmediğini" bil mektedir.

Gevşeklik ve Yönetim
Fabrikaları "parçalamak" ve yeşil şehi rlere küçük birimler yerleş­
tirmek ya da bir ingiliz yazarın deyi miyle bütün işçilerin yerlerinin
teknoloj i k olarak değişti rildiği "tektopia"yı beklemek gibi muaz­
zam çapta planlar dışı nda, ağır iş sorununa hiçbir çözüm bulu­
na maz mı? iş teknolojisine geri dönerek verimlilik kavra m ı n ı tar­
tışmak tutarlı bir çözüm olabilir.
işçiler a rasında yen i bir ruh ve yeni bir iş isteği uyandırmak is­
teniyorsa, işçi nin fabrikadaki "insan il işkileri"nin bir parçası olma­
sından daha fazlasının düşünülmesi gerekir. işçi sadece karnını
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 295

doyu rmama lıdır, ruhunu da beslemelidir. "Üretim bandı" soru­


nuna geri dönüp bir bakalım. Bir Amerikan sosyolojik a raştırma­
sının -Charles Wal ker ve Robert Guess'in The Man on the As­
sembly Line'ı- etkileyici buluşlarından biri, bağ lı oldukları meka­
nik boyunduruğa kızan işçilerin bi raz değişiklik ya pmak ve kendi
çalışma tempolarını ku rmak için, "ü reti m band ı n ı basit bir şeki lde
protesto" etmeleridir. Bunun yol larından biri kümeler ol uştur­
mak; ya ni alt montaj hatları kurara k malzemeleri biriktirmektir.
Bir diğeri, "üretim band ını çok hızlı çalıştı rmak" ve a rdından bir
nefes almaktır. Fabrikadaki en popüler işler, üretim bandı işine en
az benzeyen yedek işçilerin, ustabaşıların ve tamircilerin işleridir.
Çeşitli za manlarda üretim ba ndındaki işçilerin yerine geçen ye­
dek işçilerin, bütün üretim bandı hakkında bir fi kir edin mesin­
den, farklı işçilerle karşılaşıp konuşmalarından ve her türlü işten
anlad ı klarından bahsetmekted ir. "Üretim bandı ndaki iş deneyi­
mine ya bancı olan biri için, beş işlemli bir iş ile on işlem li bir iş
arasında veya tamamlanması iki dakika süren bir iş ile dört dakika
süren bir iş arasındaki fark çok karmaşık görünebi lir. . . . [yine de]
işçi için bu araştı rmanın en çarpıcı bulgularından biri, iş yaşantı­
sındaki daki kalık değişimierin bile psikolojik önemi olmuştur."
diye beli rtmekted ir yazarlar.65
Wal ker ve Guest a raştı rmasının anlamı son derece basittir. işin
ayrıntılara bölünmesi sosyal (ve insani) olarak kendi kendine
zarar verici olduğu için, çözüm iş rotasyonunda, iş "genişleme­
sinde" ve iş süresinin uzatı lmasında yatmaktadır. Zaman ve hare­
ket etütleri -ile maliyet- açısından bunun neden olduğu kayıp
her ne olursa olsun, düşünmemiz gereken asıl konu işçi memnu­
niyeti ndeki a rtıştır.
Böyle bir "çözüm", yüzeysel olarak yönetim için kabul edilebi­
l i r. Psikologlar daha memnun olan bir işçinin daha üretken ola­
cağ ı n ı söylememiş miydi? Peki ya bu böyle değ ilse? işçileri daha
çok memnun etmenin mal iyeti, üreti m artışıyla dengelen mezse
ne ya pılmalıdı r? Son zamanlarda Michigan Üniversitesi'ndeki bir
araştı rma ekibi, büyük bir sigorta şi rketindeki bir buçuk yı llık bir
deneyin sonuçlarını açıklamıştı r.66
Bant tip üretim tezgahındaki i ki grup çalışana ne za man mala
alı nacağına, gecikmelerle nasıl başa çıkı lacağına ve fazla mesaiye
kimin kalacağına dair iş düzenlemesi ile ilgili kon ularda geniş
çapta bir karar alma serbestliği tanınmıştır. ilk iki g rupla her ba-
296 IDEOLOJININ SONU

kımdan kıyaslanabilen diğer iki g ru ba ise, sıkı bir denetim uygu­


lanmış ve bütü n kararlar yönetim kademesindeki amirler tarafın­
dan alınmıştır. Kurt Lewin'in teori lerine istinaden a raştı rmacılar,
"karar a l mada artan katı lımın üretim motivasyonunu a rtıracağını"
varsaymışlard ı r. Fakat onları şaşkına çeviren sonuçlar öyle çık­
mamıştır. "H iyerarşik olarak örg ütlenmiş" g rup, üretkenlikte en
büyük artışı gerçekleştirmiştiL (Deney prog ramının dışında ka lan
karşılaştırılabilir g ruplar, ayn ı dönemde h içbir ilerleme göster­
medikleri için, bu a rtışlar dışsal fa ktörlere de bağ lanamaz.) Ancak
kendi iş tempolarını kendileri kontrol eden işçiler, işlerini idari
kontrole maruz kalan işçilerden daha çok sevmiştir. Ve h iyerarşik
sistemdeki işçiler, katı bir şekilde g rup kararı sürecini tercih et­
miştir.
Burada i nsan il işkileri mühendisleri için açık bir "değer" soru­
n u bulunmaktad ır. Maksim ize etmek için hangi değişkeni a rama­
lı, doğrudan çalışma g rubunun memnun iyeti mi yoksa şirketin
üretkenliği mi? Daha genel bir ifadeyle: iş, üretimi a rtırmak ve
maliyeti azaltmak ve -bu faydaların gerçekleştiğini varsaya­
rak- topl uma daha çok üretim sağ lamak için mi düzen lenmeli­
dir yoksa işbaşındaki kişilerin yararına göre mi düzenlenmelidir?
Göreceli maliyetler faydacı hesapları m ızın etrafı nda döndüğü
değişkenlerden ol uştuğu ndan dolayı maliyetlere kim katla nacak­
tır, tüketiciler mi işçiler mi?
Tarihsel olarak, piyasa topl umunun cevabı tü keticinin fayda
sağlaması olmuştur. Bu, veri mlilik kavramının temelini ol uştur­
maktad ır. Rekabetçi bir ekonomide bütün rakipler aynı şeyi yap­
madıkça, herhangi bir şirket a rta n mal iyetleri nasıl karşılayabilir?
Sosyalistlerin bile kendi sorunları vardır. Örneğin ingiliz işçi Parti­
si de çeyrek yüzyıldan daha uzun bir zaman önce, kamulaştı rma­
n ı n devlet tarafı ndan yöneti len fakat bir tür sendikal kontrol ya
da dernek sosyalizmi nden çok piyasaya duyarlı "kamu şirketleri"
yoluyla ya pı lması gerektiği kararını verd iği nde, veri mlilik normla­
rını kabul etmiş ol uyord u. işçilerin kend ilerine baskı yapmaları
dışında, modern işletmenin iş akışı nı yeniden düzenlemek için
yapacağı hiçbir şey yoktur.67 Fakat sendikalar bile bu sorunla
yüzleşmekte başarısız kalmıştır. Bu şekilde, birçok diğer yöntem­
de olduğu g ibi, (disiplin zorlaması, işçi nin üretim üzerindeki
kontrolünün "kopa rılması" vs.) sendikalar yöneti min kontrol sis­
teminin parçası olmuştur.
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 297

Arcadia ve Ütopya
insan umutlarının ve özlemlerinin tari hinde, a rcadia· ve ütopya
zıt kutuplu imajları kavisli evrende bir noktada buluşmaktadır.
insanlar daima altı n bir çağ için geçmişe dön müşler veya altın bir
rüya için geleceğe bakmışlard ı r. i ki yüzyıl önce Cicero'nun çağ ı n­
da bir Yunan şairi, tahıl öğütmek için su deği rmen leri nin keşfi ni,
kad ı n kölelere özgü rlük sağladığından dolayı övgüyle karşı lamış­
tır. "Öten horozlar şafağı d uyursa bile geç va kte kadar uyuyun . . .
Peri ler el lerinizin gördüğü işi yapmaktadır . . . N isiroslu deği rmen­
lerin ağır obruğunu döndürmektedi r." Aristo, dokuma tezgahları
kendi kendine dokuma yaptıklarında köleliğin ortadan ka l kaca­
ğını tahmin etmiştir. Çünkü o zaman ustabaşının ya rd ı mcılara,
ustaların da kölelere i htiyacı kalmayacaktır. Romantikler, bu ha­
yallerin h içbirine sahip değillerdi. Samuel Butler'ın Erewhon'un­
da, keşifler yasaklanmıştı. Beliamy'nin Looking Backward'ı, zorun­
lu endüstriyel ordusundan dolayı, Wi lliam Morris tarafından "kor­
kunç bir doğu Londralı rüyası" olara k tan ı mlanmıştır. Gotik can­
lan mada yüceltilen ilkellikti: vurmak, kapana kıstı rmak, ağaçları
kesmek, toprağı sabanla sürmek, bir maden damarı bulma bek­
lentisi. Bunlar, işin erdemleriydi.
Bugün bu ümitlerin ve özlemierin birleştiği yerde d u ruyoruz.
Üretim bandı, bir yandan işi işçilerin ayağına getiri rken diğer
yandan onları band ı n temposuna bedenen kilitleme yolundadır.
Otomatik kontrol ve sürekl i akıştaki büyük gelişmeler, işçileri
üretimden ta mamen saf dışı bırakma imkanı yaratmaktad ı r. Bu­
günkü ölçekte ve ka rmaşıklıkta sürekl i akışın keşfi, New Jer­
sey'deki Standard Oil ile M. W. Kel log Şirketi'nin petrol end üstri­
sinin ilk büyük katal itik krakerlerini kurduğu 1 939'a kadar götü­
rül mektedir. Bu yeni fabrikalardaki sıvı veya gaz ha mmadde, bir
yandan sürekli olarak içeri akarak ka rmaşık işleme aşa ma la rından
geçmekte ve d iğer ya ndan da 24 saatlik üretim akışı nda mamul
mal haline gelmektedir. Tüm fabrika merkezi kontrol odaların­
dan, kontrol paneli ndeki birkaç işçi tarafından yöneti li rken, mobil

Eski Yunanda, sade ve mesut bir ırkın oturduğu rivayet edilen dağ l ı k
ülke. B i r diğer anlamda da, cennet hayatı yaşatan kırlar (Editörün notu)
298 IDEOLOJININ SONU

bakım ekibi her türlü arızayla ilgilen mektedir. Cleveland'deki


1 952'de açılan Ford'a ait yeni motor fa brikası, -ilk kurnun dö­
külmesinden kalıpların çıkarılmasına ya da dökme demirin akı­
şından ta mamen dökülmüş motor bloklarının açılmasına kadar­
iş akışını h ızlandırmak için boş göstergeleri kontrol eden ve me­
ta l kütleleri ni ka ldırmak için yüksek asılı vinçleri kullanan birkaç
insan eli dışı nda, sürekli bir otomasyon hali nded ir. insanın yaptı­
ğı en pis işlerden olan dökümcü lük işi makinelere bırakılmıştır.
Bu yeni endüstri devrimi, "otomasyon" kelimesiyle sembolize
edilm iştir. Kavram, 1 948'de Ford Motor Şirketi'nin mühend islik
bölümü tarafından, dökme ka lı plarını mekanik olarak gövde
preslerinden boşaltan ve bunları otomatik olarak delip yuva ları
diğer parça lara takma k için taşıyan araçların önüne yerleştiren
birtakım yeni "transfer maki neleri"nin faal iyetleri ni tanımlamak
için kullanılmaktadır. Sadelik ya nlısı mü hendisler, Ford sürecini
"ileri makineleşme" veya kullanmak istemed ikleri deyimle "Det­
roit otomasyonu" olarak reddetmektedir. Onlara göre otomas­
yon kavramı, yüksek hızlı ve geribildirim yoluyla, diğer makinele­
rin faaliyetleri nin kontrol ed ildiği işleme verilen isimdir: Otoma­
ti k araçların ta rihinin, old ukça eski olduğunu beli rtmektedirler.
Romalı lar, depolama tankları ndaki su seviyesini düzenlemek için
hidrolik akış va naları ya pmışlardı. Hollandalılar, bu a raçları rüzgar
değirmenleri nin yüzün ü rüzgara doğru çevirmek için kulla nm ış­
lardır. James Watt, buhar maki nesini sabit bir sü ratte tutmak için
"hava regülatörü" icat etmiştir. Oldukça dahiyane bir şekilde,
Kuzey Amerika'daki eski un değirmenleri, yüz elli yıl önce gerçek
"otomasyon" i l kelerine göre çalışmaktayd ı : hububat, vagonlar­
dan önce bir amba ra ve ard ı ndan da dişli bir konveyör ve kepçeli
bir kaldıraçla en üst kata taşınmaktaydı. Orada, hububat çekim
kuvvetiyle değ irmenlere g iden miktarı düzen leyen besleme hu­
ni lerine boşaltı l maktaydı . Un haline gelen hububat, yere dökül­
d ü kten sonra eleklerle mekanik olarak fıçılara elenmekte, sonra
da mavna lar veya vagonlarla taşınmaktayd ı .
Eskiler n e h a k iddia ederlerse etsinler, bugün yeni olan şey,
doğrudan insan emeğini saf dışı bırakan mekanik veya elektronik

Tost makinesi otomatiktir fakat "önceden belirlenmiş" bir çalışma şekli


vardır. Ve değişikliklere göre ayarlanamaz, diğer yandan geribildirim yo­
luyla "otomatikleştirilmiş" bir makine kendini değişikliklere göre ayarlar.
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 299

ayg ıtların iş akışını düzen lediği birçok farkl ı sürecin eşa nlı olarak
ortaya çıkmasıdır. Bu süreçler dört aşamalıd ır:
( 1 ) Petrol rafinerilerindeki veya yeni makine döküm fabrikala­
rındaki gibi sürekli bir akış veya otomatik ha reket faal iyetleri. Bu
sü reçte işçi, gösterge ayarlayıcısı ve bakım onarım elemanıdır.
(2) Veri-işlem süreçleri ya da mi lyonlarca bit enformasyonu
depolayabilen ve gerekli malzemeyi saniyeden daha kısa bir
sürede seçebi len dev elektronik beyin ierin kullanımı. Bi rleşik
Devletler Çelik Şi rketi, gelen siparişlerin aynı anda bantlar a racılı­
ğıyla -üretime, planlamaya, ticarete, ilgili fabrikanın sipariş sev­
kıyatına, şi rketin faal iyet ve fi nansal kayıtları için ticaret hacmi ile
gelir bilgisine, hesap çı kartmaya, fatura kesmeye ve müşterilere
fiyat bildi rmeye dönüştü rüldüğü- bir veri-işlem süreci kurmuş­
tur. Amerikan Bankası'nın, 1 7.000 radyo lambası ile mi lyonlarca
fit uzu n l uğundaki elektrik kablosundan oluşan, utangaçça "Er­
ma" d iye adlandırılan ve günde 50.000 vadesiz hesabın ayrı ntı lı
muhasebe kaydını tutan 25 ton luk bir "ba nka memuru" vard ır.
Ödeme d u rdurma ve sipa riş tutma ta limatlarını kabul eder, fazla
para çekilen hesapları gösterir, dakikada 600 satırl ı k bir hızla ayl ık
hesap bildirim cetvelleri ni yaza r.
(3) Maki nelere delikli bantlarla "tali mat" veren ve kendi hata­
sını düzelten kontrol araçla rı, eski otomatik piyanolara benze­
mektedir. Arma Şi rketi tarafı ndan geliştirilen otomatik bir torna
tezgahı, delikli bantla verilen tali matlar yoluyla, normalde mat­
kapla ça l ı şan kal ifiye bir makinecinin yarım saatte işlediği bir
parça işi dört dakikada 0,0003'1ük hata payıyla işlemekted ir. Cle­
veland inşaat Malzemeleri Şirketi'nin kullanımında olan bir beton
karma tesisi, hazır karışım kamyonlarına 1 .500 farklı beton karma
formül ünden herhangi birini yüklemektedir. Formülün kod landı­
ğ ı delikli bir kart, elektronik bir kontrol paneline yerleştiril mekte
ve istenilen ka rışım konveyörlerle kamyona yüklen mektedir.
Kontrol meka nizmaları kurnun içindeki eksi k veya fazla su, i ri
ta neli taş ve cüruf miktarını ölçmekte ve gerekirse ayarlamakta­
dır.
(4) Otomatik montaj. Admiral Şi rketi ve diğer belli başlı birta­
kım elektrikli ma lzeme imalat şi rketleri, ta mamen monte edilmiş
radyoları "kusan" makinelere sahiptir. General Mills tarafı ndan
üretilen Autofab adlı bir montaj maki nesi, daha önceden bir işçi­
nin bir gününü alan bir dizi elektronik ün iteyi bir daki kada ta-
300 IDEOLOJININ SONU

mamlamaktad ı r.
Bu tesislerden bazıları bil imkurgu yazarlarının yıllardan beri
kurg ulad ıkları "robot fabrikası" imajına benzese de, halen tam bir
otomasyon bir adım uzaktadır. Bugün tam olarak otomatik mon­
taj, sadece bir üründen çok büyük m i ktarda üretilrnek istendi­
ğ i nde mümkündür. Ancak böylesi katı ve tek amaçlı bir maki ne­
leşme, orta veya kısa vadeli ü retim için çok maliyetl idir. N i haye­
tinde bu tür makinelerin kullanıl ması, tasarı mın ve üreti min tek­
nolojik aşaması nın "don uklaşmasına" neden olur. Eric Leaver'ın
ve John J. Brown'ın planladığı g ibi, gerçek bir otomasyon her
ürün için bir makineden çok, ürünleri çok amaçlı makinelere göre
tasarlar. Bugüne kadar böyle maki neler üreti lmiş olsayd ı, sadece
teknolojide değil estetikte de bir devrim yaratı rdı. Örneği n bir
radyonun ya da bir sobanın neye benzeyeceği düşüncesi, büyük
oranda değişrnek zorunda kal ı rdı. i l k end üstri devriminde, bir
makinenin tasarımına sabit estetik anlayış egemen olmuştur.
1 85 1 'deki meşhu r Kristal Saray Serg isi'nde demir, maki necil i k
d ışında i nşaat sektörüne d e tanıtıldığında i l k binalar ve yapılar
egemen hayal g ücüne sadık kalara k, faydacı olmaktan çok süs­
lemeli ve barok tarzı ndayd ı. Dış görünüşün, gizlemekten çok
açığa çıka rması gerektiğine di kkat çeken "modern" a nlayışla,
fonksiyon a ncak yavaş yavaş üstünlük kazanmaya başladı. Tasa­
rımcı artık öyle olmasa da, mühendis halen muhafazakardı. Sürat­
li ve şaşırtıcı sonuçlar ü retebi lecek tek amaçlı otomatik bir maki­
ne üretmek onun için kolayd ı . Fakat bu paha lı maki nelerin ku lla­
n ı l ması, geniş bir çeşitl ilikte ürünler üretebilen ve gerçek bir ma­
ki ne devrimi yaratan esnek otomatik maki nelerin kullanılmasını
geci kti recekti.
katları abartma huyu olan Ameri kal ılar, otomasyonun geti re­
bi leceği değişimler hakkında korkulara kapıldı. Sibernetik üzerine
yazd ığı kitabıyla, "iletişim teorisi" modasını başlatan Norbert
Wiener, işsiz bir nüfusun satın alamayacağı mal yığ ı n ları üreten
insansız fabrikalardan oluşan karanlık bir dü nya portresi çizmiştir.
Bu tür öngörüler a ptalcadır. Otomatik kontrol, maliyetler di kkate
a l ı nmadan onları derhal kulla nacak bütün fabrikalara dağıtılsa
bi le, işgücü nün sadece yüzde sekizi doğrudan etki lenir.
Otomasyonun aksa klı klar yaratacağ ı bel lidir. Ve birçok işçi,
özelli kle daha yaşlı olanlar, yeniden uygun bir iş kolaylı kla bula­
mayacaktır. Eski endüstriler kayboldukça veya uzaklara taşındık-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 301

ça, Birleşik Devletler'in küçü k coğrafik bölgeleri kendilerini "dar­


boğaza girmiş" bir halde bulabil i r. Fakat atomasyanun ekonomik
etki leri nin, beğenilerdeki değişi mierin a rdından gelen sosyal
karışıklı kla rdan ya da malların i ka mesi nden veya gelenek ve gö­
reneklerdeki değişikliklerden daha büyük olması mu htemel de­
ği ldir. Örneği n mimaride fon ksiyonel ol mayan tarzın yükselişi;
tuğla örücü lerinin, sıvacıların, boyacıların ve kalıpçıların önemini
azaltm ıştır. Kömür yerine petrol kullanımı, i htiyaç duyu lan ma­
denci sayısını yarı yarıya azaltmıştır. Bugün gençlerin erken yaşta
evlenmeleri gerçeği, tekstil ve g iyim endüstri lerinde ani bir düşü­
şe neden olm uştur. Çünkü erken yaşta evlenmek, daha basit ve
daha sıradan g iyinmek, aile bütçesini ev ve mobi lyalara harca­
mak anlamına gel mekted i r.
Halkın bütün bu karışıkl ı kları özümseyip özü mseyemeyeceği,
iktisadi faaliyetin genel düzeyine ve bu da ekonomideki üretken
büyümen in fonksiyonuna bağ lıdır. Geçen on beş yılda Amerikalı­
lar, esnek vergi ve maliye pol itikası a racılığıyla ekonomiyi nasıl
düzenleyeceklerini ve büyürneyi nasıl uyaracaklarını öğrendi ler.
Devlet, denge çarkı olarak, aşırı üretim ve eksik tüketi mi denge­
lemektedir. Devletin gerektiğ inde müdahale etme isteği, i ktisadi
olmaktan çok siyasi bir meseledir.
Bununla birlikte, atomasyanun muazzam sosyal etkileri ola­
caktır. Fabrika işinin temposunun toplum üzerinde iz bırakması
g ibi; atomasyanun temposu da işe, hayata ve eğlenceye yeni bir
karakter kazandıracaktır.
Otomasyon, işgücünün temel yapısını değiştirecektir. Otoma­
tik süreç ü reti m için gerekli end üstri işçi lerinin sayısını azalttıkça,
proletarya yerine yeni bir maaşit kesim yaratacaktır. Örneği n kim­
ya endüstrisinde, 1 947'den 1 954'e kadar beyaz yaka l ı işçilerin
sayısı sadece yüzde 1 ,3 a rtarken, ü retim yüzde SO'nin üzerinde
bir artış göstermiştir. Aynı zamanda i malat dışındaki işçilerin, yani
profesyonellerin, yöneticilerin, sekreterierin ve satış elemanları­
nın sayısı yüzde SO artmıştır. 1 947'de i malat işçi lerinin i malat dışı
işçilere ora n ı 3 : 1 'di . 1 954'de, yedi yıllık bir dönemde, bu oran
yüzde 2:1 'e düşm üştür.
Otomasyonun ortaya çı kması nın en önemli sonucu, şi rketlerin
artık büyük işçi a rzına ihtiyaç duymayacak olmalarıdır. Bu, yeni
fabrikaların büyü k şehirlerden uzakta ve piyasaların ya da ham­
madde ve a ka ryakıt kaynaklarının ya kın larında kurulabileceği
302 IDEOLOJININ SONU

a n lamına gelmektedi r. Örneği n kırk üç tesisi olan Sylva nia, en


yeni tesislerini Nelsonwil le, Ohio; Buli ngton, lowa ve Shawnee,
Oklahoma gibi sapa yerlerde kurmuştur. Şirket aynı zamanda
tesisleri nin daha küçü k olmasında ısrar etmiş ve tesislerde çalışa­
cak eleman sayısı n ı 700 kişiyle sınırlandırmıştır. Bu yolla şirket
yeni sosyal kontroller uygulaya bil ir. iş yöneticisi, bütün işçileri
şahsen tanıma imkanına sahiptir ve küçük kasaban ı n sosyal kat­
manları fabrikadaki sosyal kademelenmeyi takviye edebilir. Bu
şartlar a ltında yen i bir malikane topl umu oluşum aşamasında
olabi lir.
End üstrinin dağı lması, Birleşik Devletler'in sosyal topografisini
ta mamen devrime uğ ratabilir. Kasabaların etrafı na yeni fabrikalar
kuru ldukça ve genişleyen şehrin kıyısında giderek daha çok işçi
yaşamaya başladıkça, şeh ir ve varoş ayrı mı g iderek yok olmakta­
dır. Bunun yeri ne kasaba, varoş, kır, yaban hayatı için tek bir
ma nzara ortaya çıkabilir. William Ja mes'in beli rttiği g ibi, çevre
egonun uzantısıd ı r. Yeni topog rafide, ingiliz Architectural Re­
view'nü n editörleri nin "subtopia" ded i kleri şeyle karşı karşıya
gelebiliriz.
Fakat topografik değişimlerden fazlası söz kon usudur. En te­
mel kalıplar da değişecektir. En önemli iktisadi gerçek şudur,
otomasyanda temel maliyet emekten çok amortismandır. Ve
emek göreceli olarak ucuz olduğ unda, son derece pahalı bir ma­
kineyi atıl tutmak ekonomik ol mayacaktır. Otomati kleştirilmiş
fabrikalar büyük sermaye yatırımını amorti etmek ad ına, makine­
lerin g ünde 24 saat çalışması için vardiya la rını g iderek daha da
a rtı racaktır. Böylece giderek daha çok işçi, kendini "mesai saatleri
d ışında" çalışır halde bulacaktır. Bu tür iş toplul ukları nda uyuma,
yemek yeme, sosyal ve cinsel hayat tempoları bozulmaktad ı r.
Düzen li sekiz-dört vardiyasındaki bir işçi çalışma, dinlenme ve
uyku döngüsünü ta kip eder. Aynı gün içinde dört-on i ki vardiya­
sındaki işçi dinlenme, çalışma ve uyku döngüsünü takip etmekte­
d ir. Gece va rd iyasındaki işçi ise, yirmi dört saat boyunca uyku,
dinlenme ve çalışma döngüsündedir. Bu durumda a rkadaşl ık
kal ı pları da an iden değişmektedir. Eş ve çocuklar "normal" ruti ni
takip ederken, işçi gün boyunca uyumakta, ev ve seks hayatı
bi rbirinden kopmaktadır.
iş gününün bu parça lanması -gün ışı rken insan neden çalış­
sın ki? köy hayatından kalma eski bir al ışkanlıktır bu- ülkeni n
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 303

değişen iktisadi şekl inin farklı yönleri tarafı ndan vurgulanmakta­


dı r. Gelirler arttıkça ve çalışma saatleri azald ı kça, giderek daha
çok aile dinlence ve seyahat için daha çok para harcamaktadır.
Oteller, moteller, tatil köyleri, garajlar, tiyatrolar, restoranlar, tele­
vizyonlar için a rtan eğlence ve hizmet ta lebi, daha çok kişinin bu
istekleri karşılamak adına "mesai saatleri d ışında" -akşamları ve
hafta sonları nda- ça lışmasını gerektirmektedir. Bir sonraki on
yılda, işgücünün dörtte biri ve belki de daha fazlası özel saatlerde
çalışıyor olacaktır. Kendi içlerindeki hayat ve dinlenme tarzlarıyla
bu tür özel çalışma grupları nın artması, tüketim odaklı kültürün
özelliklerinden birid ir.
işçi için otomasyon, yeni bir ben lik kavram ı getirebi lir. Çünkü
otomasyanda işçi ler, sonunda iş "duyg usunu" kaybetmektedir.
Küçük düşürücü etkileri ne ol ursa olsun, motorla çalışan a raçları
kullanan işçiler -neredeyse bir otomobil kullan ıyormuşçasına­
bu a raçları kendi vücutlarının bir uzantısı olarak hissetmekted ir.
Kullandı kları maki neler, neredeyse organik bir şekilde emi rleri ni
yerine getirmekte ve kendi kas kuvvetlerine yeni bir hüner kat­
maktadır. Bugün bir işçi, makine bakıcısı olarak iş sahası dışında
durmaktadır. Ve bir za manlar var olan "çomak sokma" (yani, üre­
timi kısıtlama) kontrolü son unda yıkılmıştı r. Bir çelik işçisinin
dediği g ibi, "aralıksız tavlama maki nesi ni bir nefes a l ma k için
yavaşlatamazsınız." Yeni tuş takı mlarıyla, kas yorgunluğunun
yerini, biti msiz bir izlemen in ve sonsuz konsantrasyonun getirdi­
ği zihinsel gerilim almıştır. (Pü riten ahlakında şeyta n her zaman
"boş eller" için yapacak bir iş bulur ve fabrika insanın ellerini
meşgul eder. Ancak bu ahlak anlayışı hayal dünyasını ve onun
etkilerini göz a rd ı etmektedir. Bugün makineler izieni rken boş
eller olacak ama "boş zihinler" ol mayacaktır. Ahlak anlayışında bir
ilerleme mi?)
Yine de bu yeni süreçte işçi için bir kaza nç vardı r. Otomasyon
fa brikayı bir bütün olarak düşünebilecek işçilere gerek duyar. Az
zanaat ve az uzman iaşma varsa, birden daha çok iş bilme i htiyacı
da vard ı r. Kazan ile türbin i birbirine bağ lamak, pres ve matkap
kullanmayı bilmek ve her bir işi birbi riyle ilişkilendirmek.
En önemlisi, -belki, en sonuncusu da olabilir- işin ölçümü­
dür. Modern end üstri, fabrikayla değ il işin ölçül mesiyle başladı.
Ürünün maliyeti ü rün birimleriyle tanımlandığında, işçi nin mali­
yeti de benzer şeki lde ölçül müştür. Zaman etüdü m ühendisleri,
304 IDEOLOJININ SONU

birim kavra m ı altında, bir işçinin daha fazla para karşılığında da­
ha çok üretim yapacağını hesapladılar. Bu, ücret-teşvik program­
larının (asl ı nda üretim-teşvik programlarının) ve "makul mesa i,
makul ücret" a nlayışı ndaki mü hendislik ahlakının varsayım ıd ı r.
Fakat sürekli a kışla, otomasyon sisteminde bir işçi nin mal iyeti
artık üretim birimleriyle hesaplana maz.68 Bu nedenle üreti m­
teşvik plan ları ölçüm teknikleriyle ortadan kal ka bi lir. Onları n
yerine, Ada m Abruzzi'nin önceden belirttiği g i bi, yeni bir iş a hlakı
o rtaya çıka bilir. Maliyet tek bir "en iyi yolla", hesap cetvel i ve
kronometreyle, parçalan mış zaman ve üretim birimleriyle değil,
plan lama ve organ izasyon temel inde ve sistemin sürekli pürüz­
süz bir faa liyet göstermesiyle tanımlanacaktır. Burada işçi değil,
ekip yeni bir önem kazanacaktır. Ve sosyal mü hendis, hak ettiği
yere gelecektir. Peki ya işin kendisi?

Kader ve Ölüm Tanrısı


Batı medeniyetinde iş, ister la netli ister kutsal olarak görülsün,
her zaman a h la ki bil incin merkezi nde yer al mıştır. "Ekmeğini
a l n ı n ı n teriyle kazanacaksın" der Yaratı lış. Eski kilise baba ları,
Adem'in cennetten kovul madan önce ne iş yaptığını merak et­
mişlerdir. Hiçbiri onun boş durduğunu düşünmemiştir. Kendini
bahçıva nlığa vermiştir. St. Augustine, "Çiftçilik makul bir meslek­
tir" der.
Protestan anlayışında, her işe ayrı bir erdem bahşedi l miştir.
"Kendi işini yapan bir ev h izmetçisi, Tan rı'ya minberdeki rahipten
daha uzak değ i ldir" der Luther. Sadece bir avuç i nsan değil her­
kes "davetlidir," sadece ki lise değil her yer Tanrısallıkla dol udur.
Zwingli ve hatta asık suratlı Calvin bile işi, yaratma neşesiyle ve
dahası yaratılışın harikalarının keşfiyle i lişkilendirmiştir.
i nsan 1 9. yüzyılda Cariyle ile başlamak üzere, homo faber (işçi
insan) olarak tasavvur edilmiş ve insan zekası araçlar keşfetme ve
kullanma kapasitesiyle tanım lanmıştır. insan, Ma rksist anlamda
kendinden "yabancılaşmışsa"; ben lik, insanın parçalanıp bizzat
şeyleşmesindeki yabancılaşmadan çok, insanın şeyler "yapma"
potansiyeli olarak anlaşılm ıştır. (Marx erken felsefi-iktisadi elyaz­
malarında, A. E. Housman'ın sonradan materne dön üştürdüğü bir
i majı ku llanarak "doğa i nsanın işi ve gerçekl iği olduğundan, in-
IŞ VE IŞTEN DUYULAN MEMNUNIYETSIZLIKLER 305

san özgürleşecektir ve kendi yaptığ ı dü nyada kendini tanıyacak­


tır" demiştir.) Aynı şeki lde John Dewey, insanın "yapara k öğren­
diğini" i leri sürm üştür. Fakat artık bugün, yenilikçi ekol saçma lığı
sayılan bu deyim, i nsanların önceden düşünülmüş deneyi mlerle
değil yeni çözüm ler gerektiren sorunlar a ramasıyla gelişebi lece­
ğini söylemektedi r. (Dewey "Bir aleti ku llanmanın aksine, bir ma­
kinenin programlanması insa n ı gel iştirmez ve insana yen i bir şey
öğretmez" demiştir.)
Bütün bunlar, normatif fikirlerdir. Bununla birlikte, Batı tari­
hinde iş daha derin bir "ahlaki bili nçsizliğe" sahiptir. Din ile birlik­
te iş, va roluşun saçma lığıyla ve daha ötesiyle yüzleşmenin bir
yoludur. insan kuru mlarının en yaygını olan din, toplumda bir tek
sembolik rol oynam ıştır. Çünkü bireyin ölüm sorun uyla yüzleş­
miştir. Ölümün sonsuz hayata geçişten başka bir şey olmadığı
yerde, cennet ve cehennem ciddi bir söylemin konula rı olabi lir ve
yeryüzündeki egemen liğin önemi aza l maktadı r. Fakat dini ina n­
cın zayıflamasıyla birlikte, sonsuz hayata duyu lan inancın gücün­
de de bir azalma yaşa ndı. Onun yerine ölü mün, benliğin tama­
men yok ol ması anlamına gelen katı beklentisi ortaya çıktı. (Max
Horkheimer'ın bel i rttiği gi bi, "Hamlet sırf ölümün kesinliğinden
korktuğu için, bu boşl uk korkusu, ben lik fi krinin Hamlet'te vücut
bulmuş halid i r")
Bu korkuların birçoğu, iş tarafından defedi l miştir. Din gerilese
bile, duygusal enerji leri yaratıcı dürtülere dönüştürebilme konu­
sunda iş, önemini halen koru maktadır. (Tolstoy'a ya da sonradan
israilli kibutzim Siyonistlerine göre, iş bir dindi. Kooperatif top­
lumların teorisyeni A. D: Gordon, kurtuluşun fiziki ernekte oldu­
ğunu vaaz etmiştir.) insan, ölümü iş sayesinde en aza indirerek
bili ncinden si lebi lir. insa n, işçi insan (homo faber) olarak doğayı
öğren meye ve kend ini disipline etmeye çalışmalıdır. Freud'un
dediği gibi iş, bireyi gerçekliğe bağlaya n en önemli yold ur. O
zaman makineler sadece işçinin değil bizzat işin de yerini alı nca
ne olacak?
..
lll.
Utopyan 1n Tü kenişi
1 2.
BÖLÜ M

Amerikan Sosyalizminin Başar1s1zhğ1:


Etik ve Siyaset Gerilimi

Zen-Hahamı kendi hakkındaki şu hikayeyi


anlatırdı:
"Gençliğimde Tanrı aşkıyla yanarken, tüm
dünyayı Tanrı'ya inand ırabileceğimi sanmış­
tım. Ancak çok geçmeden sadece kendi şeh­
rimde yaşayan insanları inandırabilmenin
oldukça yeterli olduğunu fark ettim ve uzun
zaman boyunca buna çabaladım fakat başa­
rılı olamadım. O zaman planımın çok fazla
iddialı olduğunun farkına vardım ve kendi
hanemdeki kişiler üzerine yoğunlaştım. Fa­
kat onları da inandı ramadım. Sonunda anla­
dım ki önce kendi üzerimde çabalamalıy­
dım, böylece Tanrı'ya gerçek bir hizmet
sunmuş olabilirdim. Ancak bunu bile başa-
ramad ım."
-Hasidik Meseli

Kendisinin yanı sıra başkalarının ruhlarının


kurtuluşuna uğraşan kişi, bunu siyaset are­
nasında aramamalıdır.
-Max Weber

Sosya lizm uçsuz bucaksız bir rüyayd ı. Fourier, sosyal izmde in­
sanların en azı ndan "üç metre boyu nda" olacaklarına söz vermiş­
ti. Didaktizmi n vücut bulmuş hali olan Karl Kautsky, sosyalist
topl umun orta lama vatandaşının mu htemelen bir süpermen
olacağ ı n ı ilan etmiştir. H iddetli Antonio Labriola, italyan yandaş­
Iarına sosyal ist olarak büyütü len çocukları nın her birinin birer
Gal ileo ve Giordano Bruno olacağını söylemiştir. Ve kibirli, tumtu-
310 IDEOLOJININ SONU

ra klı Troçki sosyalist mi lenyumu "insanın sınırsızca güçlend iği,


akıl landığı, özgürleştiği, bedenen daha orantı l ı olarak uyumlu
hale geldiği, hareketlerinin daha ritmik olduğu, sesi nin daha
ezg ili olduğu ve varoluş şekil lerinin olağanüstü bir dina mizm
kazandığı bir çağ" olarak tan ımlamıştır.
Amerika da uçsuz bucaksız bir rüyayd ı. Amerikan koloni leri
ingi ltere'den koptukları nda, Kongre ta rafı ndan onaylanan Novus
Ordo See/orum -biz "çağların yeni düzeniyiz" büyük m üh rü­
nün- a rkasına Amerikan çağının başlangıcını kazı mışlard ı r. En­
gin topra kları ve muazzam zenginli kleriyle büyük bir sosyal la bo­
ratuar olmak, Amerika kıtasının kaderinde vard ı. Burada "Tanrı,
Efendi, işçi" tasarı mları gözler önüne seril mekted ir. Ta nrı'nın
kesin bir esinden çok zanaatkar ya n ı üzerinde d u ran böylesine
maskelenmiş bir Tanrıcılık, pragmatik mizacın gel işmesine uy­
gundu. Bu, küçük g rupların mi lenyum tasa rı mını keşfetme çaba­
larını hoş karşılamasa da en azından hor görmeden kabul eden
bir toplumdu. Düşmanca tepkiler topladıkları yerlerde mutlu
gelecekçi arayışlarına devam edebilecekleri, Texas'dan lowa'ya
kadar uza nan, meraklı gözlerden uzak ikaros'vari bakir alanlar
va rdı. O zaman bu türden çok sayıda koloninin ortaya çıkmasına
şaşmamak gerekir.
Bu da sosya l izmin en güzel çağı gibi görünmektedir. Belki de
bakir alanları n genişliğinden esinlenerek, Marx ve Engels sınırsız
bir iyi mserl ik duymuştur. 1 879'da Marx şöyle yazmıştır "Bugün
Birleşik Devletler edinilmiş servet büyüklüğü bakı m ı ndan halen
geri kalsa da iktisadi geli şme hızı nda ingi ltere'yi geçmiştir. Fakat
aynı za manda kitleler daha çabuklaşm ıştı r ve ellerinde bu nokta­
da ulaşılan gelişme şekl ine karşı çıkacak daha büyük siyasi
i mkanlar vardı r."69 1 880'1erde ve 1 890'1arın başında Amerika
manzarası üzerine yirmi mektup yazan Engels, bu tahmini defa­
larca tekra rlamıştır. ingiltere'de işçi S1mfmm Koşullan'n ı n (The Con­
ditions of the Working Class in England) Amerikan baskısı nda,
1 886 olayla rı-özellikle New York'taki Emek Şövalyeleri'nin muh­
teşem ortaya çıkışı ve Henry George kampanyası -üzerine a rta n
bir heyecanla yazı l m ı ş giriş yazısında şöyle der: "Hiçbir ortaçağ
harabesinin yolu ka pamadığı, ta rihin on yedi nci yüzyı lda gelişen
modern burjuva topl umunun unsurlarıyla başladı ğ ı, Amerika'nın
bereketli topraklarında işçi sınıfı iki gelişim aşamasını [ulusal
send ika hareketi ve bağımsız bir işçi partisi] on ayda geçmiştir."
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLIGI 31 1

Engels, beş yıl sonra işlerin kötü gitmesine rağ men aza l mayan
iyimserliğ iyle Schleuter'e şöyle yazm ıştır: " . . . sürekl i olarak yeni­
lenen ilerleme dalgalarını aynı ora nda gerilernelerin izlemesi
kaçınıl mazdır. Sadece ileri atılan dalgalar daha güçlü olur, geri
çeki l meler daha az aksatıcıdır. . . Amerika lıların bu işe başlar baş­
lamaz gösterecekleri enerji ve şiddet, bizimkiyle karşılaştırıldı­
ğı nda biz Avru padakiler çocuk kal ı rız."70
Fakat yüzyı l ı n sonunda Werner Sambart'ı n Birleşik Devletler'de
Sosyalizm Neden Yoktu? (Why ls There No Socialism in the United
States?) ad lı kitabında ortaya attığı soruda, halen melankolik bir
hava esmektedi r. Sambart bu soruya bir dizi cevap vermiştir. Açık
sınırlara, bi reysel çaba yoluyla sosyal yüksel meye ve artan hayat
sta ndardına işaret etmiştir. Diğer yaza rlar bu düşü nceleri geniş­
letmişlerdi r. Selig Perl man Emek Hareketinin Teorisi (Theory of the
Labor Movement) kitabı nda, Birleşik Devletler'de sınıf bilincinin
olmamasına üç neden göstermiştir: yerleşik bir ücretli sın ıfın
olmaması; seçimlerdeki "bedava a rmağanlar" (diğer ülkelerde bu
tür hakları reddeden işçiler -örneği n ingiltere'deki Çartist'ler­
iktisadi motivasyondan çok siyasi motivasyon geliştirmişlerd i r;)
ve üçüncü olarak, bi rbiri a rdına gelen göç dalgaları n ı n etkisi.
Amerikan işçi sınıfına etnik, di lsel, di nsel, kültürel çeşitlilik kaza n­
d ı ran ve göçmenlerin çocu kla rı nın düşük statü lerinden kurtulma
h ı rsiarını arttı ra n şeyin göç olduğunu söyler Perlman. Yirmi lerde
bu topraklarda bir gezgin olan Kont Keyserli ng, eşitlikçi lik inan­
cıyla Amerikanizmin, sosya l izmin yerine geçtiğini gözlemlem işti r;
on dokuzuncu yüzyılın sonunda buraya gelen birçok Alman sos­
ya listin "dönmesi" de bu ifadenin geçerliğini doğrulamaktad ı r.
Bazı yazarlar, iş çevrimlerine göre rad i kalizm ile muhafazakarlık
arasında gidip gelen çiftçiler ve Amerikan hayatının tarımsal
temeli üzerinde durmuştur. Diğerleri, iki pa rti sisteminin kayı rma,
fırsatçılık ve siyasal söylem tarzı olarak boş retoriğine vurgu ya­
parak, temelde fonksiyonel olmaktan çok kısmi olan örgütlen­
mesine işaret etmişlerd i r. Bu nedenle sıkı i l kelerden çok, uzlaşma
ve menfaat odaklı siyasi bloğun ilgisini çekmektedir. Son uçta
bütü n bu açı klamalar, Amerika'nın doğal kaynaklarına ve geniş
maddi i mka nlarına dayan maktadır. Kuzey Amerika l ı bir işçinin,
bir Alman işçisine göre üç kat daha fazla ekmek ve et, dört kat
daha fazla şeker tükettiği gerçeği karşısında dehşete düşen
Sambart şöyle haykırmıştır: "Biftek ve elmalı turta kaya lıkları nda,
312 IDEOLOJININ SONU

her türden sosya l ist ütopya kaderi ne terk edilmiştir."71


Bu analizierin bi rçoğ unda ima edilen fi ki r, bu tür du rumların
geçici olduğud ur. Gelişen sosyal bir sistem olarak kapitalizm
mecburen "olgunlaşacak," kriz a rdına kriz yaşayacak ve büyük,
kendini bilen bir işçi sınıfı ile Avrupa tarzı nda bir sosyalist hareket
ortaya çıkacaktır. Bütün toplumun kendine g üvenini sarsan d uy­
g usal bir sarsıntı olan büyük bunalım, bu tür bir krizdi. Amerikan
işçilerinin aklında bir yara izi bırakmıştır. On yılda, 3 mi lyon işçi­
den ı s m i lyon işçiye ya da ülkeni n ücretli ve maaşlı işgücünün
neredeyse yüzde 30'una ulaşan devasa bir sendi ka hareketi ör­
g ütlenmesi ni teşvik etmiştir. Bu kervan beraberinde, s ıcak du­
manı tüten örg ütlenme istekleri ni ve ülkeye g üçlü bir sınıf m ü­
cadelesi havası veren Ohio end üstriyel vadisindeki yerleşimleri
getirmiştir. Antikapitalist ve a ntiplutokratik popülist ha reketler
(örneği n Huey Long'un servet paylaşımı, Peder Couglin'in sosyal
adaleti veya Dr. Townsend'in emekli maaşı programını) meydana
getirmiştir. Sosyalistlerin uzun zamandan beri bekled ikleri bere­
ketli topraklar görünürde buradayd ı .
Fakat hiçbir sosya list hareket ortaya çıkmadı. işçi hareketin­
den veya devletten, bütünlüklü bir sosya l ist ideoloji fi l izlenmedi.
Daha önce sözü edilen genel nedenler ve eski Amerikan izm ideo­
lojisi gibi, New Deal farkl ı bir şeki lde sosya l izmin yerin i almıştır.
Ancak tüm bu açı klamalar rad i kal hareketi n, deyim yerindeyse
"dışı ndad ı r" ve doğru olsa lar bile madalyonun sadece bir yüzü­
d ü r. Diğer yüzü: sosyalistler dünyayı nasıl gördü ve bu görüşle­
rinden dolayı hareket Amerikan portresi ne uyu m sağlamakta
neden başarısız oldu? Rasyonel seçimde neden yetersizd i?
Sosyal ist hareketin neden gerçek durumlarla yüzleşemediği­
ne -ve bu ya rgıları n her zaman olaydan sonra gel mesi ne- dair
genel bir cevap, sosyal karakterin karşlfık!J etkileşimini (ya ni hare­
ketin sosyal yapısı ve üyelerinden talep ettiği bağ l ı l ı k şekli}, diğer
kurumlara erişim derecesini ve ideolojisinin doğasını içermekte­
dir.72 Sosyal hareketin başarısızl ığının -veya başarısı nın- tam
bir açıklaması, bu üç unsuru n birbi rini nasıl etkiled iğini beli rtme­
lidir. Böylece, etnik veya duygusal nedenlerden dolayı topl uma
tamamen yabancılaşmış bir hareket, mevcut sistemle uzlaşma
yolları bulmakta zorla nır. Bu tür durumlarda hareketin sosyal
karakteri, değişen gerçekliğe uyum göstermedeki başarısızlığının
belirleyici bir açıklaması olabilir. Büyük ora nda sendika üyelerin-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLI�I 313

den oluşan sosyal bir ha reket, diğer siyasi g ruplarla a rasına kolay
"köprüler" kurma lıdır. Bu nedenle "erişim derecesi" önemli bir
faktörd ür. Diğer örneklerde, ideolojinin doğası eylem ikilemi
yaratan etkendir. ideoloji, bazı hareketler için kolayl ıkla kaybedi­
len bir d u ruş, bazıları içinse bir bağdır.
Bu bölümün kon usu, sosyalizmin ideolojisidir. Birleşik Devlet­
ler'deki sosyal ist hareketin başarısızlığının, etik ve siyaset ikilemi­
ni çözmekteki yetersizliğinden kaynaklandı ğ ı n ı i leri sü rüyorum.
Sosyal ist hareket kendi hedefini bel irleme ve kapita list sistemi bir
bütün olarak reddetme tarzıyla, bugünkü uzlaşı temelli siyasi
dü nyadaki toplumsal hareketlerin sorunlarıyla ilgi lenemez. Özet­
le, dü nyada yaşa manın fakat onun bir parçası olmamanın mutsuz
soru nu tarafından ka pa na kısılmıştır. Ahlaki bunalı mlarla yoğru­
lan bir topl u mda, siyasi değil, ah laki yönüyle öne çıkmaktad ı r. işçi
hareketinin yaptığı gibi kapitalist toplumu kabul edip onu içer­
den değiştirmek veya komünistler gibi topl umun yeminli düş­
manı ol mak, temel meselesini asla çözemez fakat iki tarafı birden
idare eder. Di nsel bir hareket bağ l ı l ıklarını bölebilir (Luther'cilik
gibi) ve dünyanın bir parçası olmadan dü nyada yaşayabilir (niha­
yetinde bu hayatla değ il bundan sonraki hayatla ilgil idir) fakat
siyasi bir ha reket bunu yapamaz.

iki Etik
En geniş anlamda topl um, mükafatlar ile imtiyazların dağıtıl ması
ve soru m l uluklar ile görevlerin verilmesi için örgütlen miş bir
sistemdir. Bu çerçevede etik, -bir adalet teorisi i masıyla- bölü­
şümün nasıl olması gerektiğiyle ilg ilenir. Siyaset, imtiyazların
dağ ıtı lmasını beli rlemek için örgütlü gruplar arasındaki güç mü­
cadelesini içeren böl üşümün somut tarzıdır. Sosyal davranışlar­
da, etik ve siyaset a rasında kaçınıl maz bir geri lim vard ı r. Lord
Acton sorunu bir notunda şöyle beli rtmiştir: "Siyaset, idea l leri
gerçekleştirme g irişimi midir, yoksa ahlak sınırları içerisinde men­
faat sağlama çabası mıd ır?" Daha kısaca, "ahlak, bir a maç mıdır
yoksa bir sınır mıdır?"73
Ta rihin bazı dönemlerinde, genellikle kapa lı toplumlarda, etik
ve siyaset el ele yürümüştür. Orada, teoride ahlak kuralı ile adil
bedel kura l ı hakimdir ve toplumun her katmanı sabit statülere
314 IDEOLOJININ SONU

göre i mtiyaz kaza nır. Fakat modern topl umun ayırt edici bir özel­
liği, etik ve siyasetin ayrıl masıdır. Çünkü hiçbir grup sivil kuvvet
yoluyla kendi ahlak anlayışını tüm topluma dayata maz. Genel
menfaatin ve özel kişisel menfaati maskeleyen evrensel değerle­
rin yüzü olan ideoloj i, ahiakın yerine geçmektedir. Topl umsal
m ü katatlar ile i mtiyazların yeniden böl üşümü, sadece siyasi are­
nada yapı labilir. Fakat siyasete bu kaçınılmaz girişle birlikte, sı­
n ı rdan (veya sadece oyunun kura l la rı ndan) ziyade amaç (veya
son uç) olarak ifade edilen bir etik, siyaseti mecburen ya hep ya
hiç savaşına dönüştüren rad ikal bir ada nmışlık talep eden uzak
bir hedef haline gel mektedi r.
Acton'un ikilemi, daha açık bir şekilde Max Weber tarafı ndan;
bir hayat tarzı olarak siyaset tartışmasında yeniden form üle edil­
miştir. Siyasi oyun, "sorumluluk a hlakı" (veya sınırların kabulü) ya
da "bilinç a hlakı" (veya mutlak sonuçlara adanmışlık) olarak görü­
lebi lir, demiştir Weber. ilki, uzlaşmayı hedef alan pragmatik bir
görüştür. Diğeri, saf ve sönd ürü lemez bir ateşle yanan "gerçek
mü mi n ler" yaratır, inançla hiçbir uzlaşma ka bul etmez.
Weber, kamu huzuru koru nmak isteniyorsa siyasette sadece
sorumluluk ahlakının mümkün olduğunu ileri sürerek şunları
yazar: "Ya ln ızca a h laki olarak ki min doğru kimin yan l ış olduğu­
nun soru l madığı, fakat 'ilgili olan herkes için en az içsel ve dı şsal
tehlikeyle mevcut çatışma nasıl çözülebilir' sorusu soru lduğu
sü rece, mesele ba na o kadar korkunç görünmemektedir."74
ister yıkıcı bir topl umsal g üç olarak Bolşevizm olsun ister top­
l u mdan pasif bir uzaklaşma olarak di nsel pasifizm olsun, kayıtsız
şartsız bir adanmışlıkta n çok bu tür bir siyaset görüşü, a ncak
çekişen gruplar a rasında toplu msal varoluşlarını sürdürebil meleri
için birbirlerinin haklarına saygı duyma konusunda temel bir
uzlaşma olduğu sürece mümkünd ür. Bu nedenle çoğulcu bir
toplumun temelleri, bu etik ile siyaset ayrımına ve etiğin, oyunun
resmi kurallarıyla sınırianmasına dayan maktadır. Pratikte sosya­
l istler, bu gerçeği kabul etmişlerdir. Teoride ise, temeli nde var
olan topl umu reddinden dolayı, sosyalist hareket bu yaklaşımı
asla kabul etmemiştir. Ve kendilerini, önemli doktrinsel mesele­
lerde engellenmiş bir halde bul muşlardır.
Feodal, köylü veya geri kalmış topl umlarda olduğu gibi, olay­
ların kaderci bir şekilde kabul edil mesi yerine sosyal değişim
hareketlerine toplumun bütün katmanları n ı n dahil olması, mo-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLI�I 315

dern siyasetin ayırt edici karakteri olduğundan, 'etik'in kabul


meselesi önemli olmaktad ı r. Başlangıç noktası, -Karl Mann­
heim'ın mükemmel bir şekilde beli rttiği gibi- Anabaptistlerin
"şehevi d i ri l işi" Milenyu m'u birden gerçekleştirme çılgın çabası­
dır. Martin Luther, kutsal hayatla laik hayatı birbirinden ayıran
ma nastı r duvarlarını yıkmıştır. "Müminlerin eşitliğinde" azizierin
vekaleten kefareti yerine herkes a rtık tek başına kal mıştı r ve her­
kes kendi kendini ispatlayarak ve H ıristiyan hayatını doğrudan
bizzat yaşamak zoru ndadır. Fakat eğer bütün insanlar eşitse,
efendi ve köle nasıl olacaktır? Kurtuluş konusunda herkes Tan­
rı'n ı n ka rşısında çıplak kalaca ksa, dünya hayatının maddi ni met­
lerini eşit bölüşmeleri gerekmez mi? Öteki dünyanın d insel sü­
kCıneti birdenbire, Mi lenyu mu bugün burada gerçekleştirmek için
devrimci bir eyleme dönüşmektedir. Böylece eski dini düzen in
zinci rleri ni parçalayan mutlu gelecekçilerin dini aşırı l ı kları, top­
lumsal düzen i de bozma tehd idinde bulunmaktad ı r. Bir tek zali­
mi hedef alan önceki devri m ierin aksi ne, mutlu gelecekçilik mev­
cut topl umsal düzeni tamamen ortadan ka ldırmaya çalışmıştır.*
Mutlu gelecekçiliğin bel irgin psikolojik gerçeği, onlar için
"zamanın içsel bir telaffuzunun olmamasıdır." Sadece "mutlak bir
şimdi" vard ı r. Şehevi enerjiler ve çılgın taşkı nlıklar, dünyevi bir
şeki lde işlemeye başlar ve daha önce gü ndelik hayata yayı lan
gerilimler onun içinde patlayıcı etkenler haline gelir.75 Mutlu
gelecekçi, ne d ü nyadad ı r ne de onun bir parçasıdır. Dünyanın
dışında, ona karşı d u rur çünkü kurtuluş (Mi lenyum) hemen ya nı­
başı ndadır.
Böyle bir ümidin mü mkün olduğu, böyle bir sosyal hareketin
toplumu afet gibi ani bir alevle dön üştürdüğü yerde "sıçrama"
gerçekleşir. Ve ateşin yardımıyla, etik ve siyasetin kaynaşması
mümkündür. Fakat topl umların istikrarlı olduğu ve sosyal deği­
şimin yavaş yavaş gerçekleştiği yerde pür m utlu gelecekçi, yerle­
şik hiyerarşik sistemle zor uzlaşmalara g i rmektense çaresizlik
içerisinde nihi list ol ur. "Bu ruh kaybolduğunda ve bu hareketleri

Munzer'in mutlu gelecekçi rüyaları, bir yüzyıl kadar sonra Robert Sur­
ton'un Melankolinin Anatom isi' nin özsözündeki cennet mekanı ve Ba­
con'ın Yeni Atlantis'inin teknolojik cenneti gibi edebi ütopyaları canlan­
dırmış ve Cromwell isyanında da Eşitlikçiler ile Askerlerin eşitlik taleple­
rinde de siyasi ifadesini bulmuştur.
316 IDEOLOJININ SONU

terk ettiğinde," diye yazar Mann heim, d ünyada ondan geriye


çıplak bir kitlesel çılgınlık ve ruhsuzlaşmış bir öfke kal ır." Bu yak­
laşım, ifadesi ni daha sonraki ve laikleşmiş bir şekil de Rus anar­
şizminde bulmuştur. Bakunin şöyle yazar: "Yıkı m a rzusu aynı
zamanda yaratıcı bir a rzudur."
Ancak sadece anarşistler değil, sosya l istler ve siyasi Mesih
i na ncına dönüş çabaları, mutlu gelecekçilik benzeri bir şeyin
başlangıcıd ı r. Yen i bulunan coşku larda, baskılanmış bir g rupla
özdeşleşmede, "nihai mücadele"nin ya kında ortaya çıkacağı
umudu ve bastı rılmamış aciliyeti mevcuttur. ("Zamanı mızdaki
sosya l izm," Norman Thomas'ın 1 930'1arda Sosyal ist partiye yeni
katılanlar için kaldırdığı bir bayraktı). Fakat devrim daima yakında
değildi. Ve bu mutlu gelecekçi şevkin nasıl disipline edileceği ve
hazırda bekletileceği sorusu, rad i ka l stratejinin her zaman temel
bir problemi olm uştur.
Anarşistler die Tat, "eylem" a nlayışına sahiptir. Bir vuruşun
dünyayı bir şi mşek çakımında dönüştürebileceği ve bu atış yapıl­
dığında ana hükmedebileceklerine dair g izli ve sonsuz güçteki
inançları, Henri Ja mes'i n Prenses Casamassima'sındaki Paul Mun­
numit gibi monoton ve sıradan bir hayat sürmelerini sağ lamıştır.
Anarşizme inananlar, uyurgezerler gi bi, sadece i majı kadar güçlü
bir fantezi içinde yaşayabilm işlerd i r. Anarşistler, yaln ızca fantezi
sayesinde i nananların yorulmasını veya ruhsuzlaşmasını önleye­
bilirlerdi. En rad i ka l yaklaşım, devrim efsanesi (images de batail­
/es) anlayışıyla George Sorel'inkiydi. Anarko-sendikalistler için
kurtuluş öğretisinin yozlaşmış bir versiyonu olarak işlev gören bir
efsane. Bi rleşen bu i majlar ne doğrulanabi lir ne de yan l ışlanabil ir,
diye yazar Sorel; böylece, topl umda var olan farklı anlayışlardaki
kitlelerden, "bölünmemiş bir bütün ol uşturma becerisi ne" sahip­
lerdir. "Sendikal istler bu sorunu sosya l izmin ta mamını genel g rev
dra masına yoğunlaştırarak mükem mel bir şekilde çözmektedi r.
Bu nedenle, profesörlerin kel i me oyu nlarındaki zıtl ıkları n uzlaş­
masına artık yer yoktur. Her şey açı kça planlanmıştır öyle ki yalnız
bir tek sosya lizm yorumu mümkünd ür." Sarel'in deyimiyle sosya­
lizmin bu "yı kıcı anlayışı", önemli fakat tamamen hayaldir.76
Ancak gerçekl ik sürekli olarak onu yan l ış çıkarıyorsa, bir hayal
ne kadar devam edebi lir?
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLI�I 317

Proletaryanin Maskeleri
Proletaryan ı n kendisi ned i r? Tarihin sosyalist d ra masındaki rol ü
nedir? Proleta rya, belirsizlik maskesi a rdından nasıl görmektedi r
ve kişisel farkındalığına nasıl ulaşmaktad ır? Marx, i s a ile birlikte
"Tüm sefaleti sürdürmeye değil, sona erd irmeye geld i m," der.
Onun rolü, modern i nsanı köleleştiren putları kendi kişisel i ma­
jında ortaya çıkarmak ve Hegel'in özg ürlük ile rasyonal itenin
çokta n beri elde edildiğine dair iddiasını çürütmektir. Fakat eski
ustası g i bi o da, sosyal hareket mekan ikleriyle değil sadece tari­
hin "içkin" g üçleri ile ilgilenmektedir.77
Marx, bütün siyasi hareketler geçmişin sembolleri nin esiri ol­
muştur, diye yazar. ("Böylece Luther, Havari Paul'ün maskesini
takmıştır. 1 789'dan 1 8 1 4'e kadar olan Devrim kend ini alternatif
olarak Roma Cumhuriyeti ve Roma i m pa ratorl uğu şekl i nde gös­
termiştir, diye yazar On Sekizinci Brum aire'de.) Fakat tarih ilerici
bir aydınlanma sürecidir. insanlar a rtık nehir tanrıianna ve ta rım
toplumlarının i nsan biçimindeki tanrıianna bağ l ı değildir; burju­
va Protestan l ı ğ ı nın soyut gayrişahsi tanrısına da i htiyaçları yok­
tur. i nsan potansiyel güçtü. Fakat bu potansiyel güç nasıl açığa
çıkar? Entelektüel, kendi kurtu luşunu kısmen gerçekleştirebil i r;
çünkü kendi kökenierini aşma hayal g ücüne sahiptir. Fakat prole­
tarya, bir sı nıf olarak, kölenin ayaklarındaki zincirler gibi, toplu­
mun sosyal ilişki leri nin izin verdiği ölçüde ilerleyebilir. Ma rx, Das
Kapital'de, insanın emeğini istediğine satma kta serbest ol ması
onun özgür olduğunu göstermez, demiştir. Sömü rü, ka pita list
toplumun temel yapısında üstü kapalı olarak mevcuttur. Bu top­
lum varlığını sürdü rmek için, sürekli olarak a rtı değerle genişle­
rnek ve yeni sermaye birikimi yapmak zorundadır. Bu sü reçte
proletarya, insan varoluşunun en yalın asgari düzeyi ne (artan
sefalet kanuna) ind irgenmiş ve böylece herhangi bir ayrıcalık
alameti nden mahrum bırakı l mıştır. Yabancılaşma ıstırabı içinde,
kendini diğerleriyle birleştiren bir özdeşlik duygusunun fa rkına
varır ve devri min kapsam l ı bir sosyal hareketi ni yaratır. Eyleme
geçmekle, artı k manipüle ed ilmemekte, fakat kend ini de "gerçek­
leştirmektedir."78
Böylece büyük drama için sahne kurulmuştur. Kapita lizm i n iç­
kin, sarsıcı tezatlarından, m ücadele yayı lmaktad ı r. Ne d ü nyada
olan ne de d ünyanın bir parçası olan proletarya, d ü nyayı devral-
318 IDEOLOJININ SONU

maktadır.
Fakat 'tarih' {bu kişileştirmeleri kullanarak) en azı ndan Batı'da
Marx'ın kehanetin i bozmuştur. Artan sefalet kanunu, teknolojinin
muazzam gelişmeleri tarafından geçersiz kıl ınmıştır. Sendikalar
işçilerin payı n ı iyileştirmeye başlamıştır. Ve a rd ı ndan gelen siyasi
mücadelelerde kendi varlığını topl uma karşı devrimci bir araç
olarak değil, toplum içerisinde bir yer edi nerek sürdürebileceğini
fark etmiştir.

Güneşli Bir Yer


On dokuzuncu yüzyıl Amerika'sında neredeyse her sosyal hare­
ket işçinin işçi olarak payına düşenden kurtu lma çabasını içer­
mektedir. Çözüm zaman zaman serbest toprak, ucuz faizle kredi,
ü retici kooperatifleri veya ütopyacı rüyalarının sihirbaz çantasın­
dan çıkan diğer bi rtakım hayal ürün leridir. Amerikan işçi Fede­
rasyonu'nun kuru lması, bu Peder John diyarı arayışının sonuna
işa ret etmiştir. Gompers şöyle demiştir: "Ça lışan i nsanların ça lış­
ma şartla rı n ı n derhal düzeltilmesi -onların bütün enerjileri ni
düşünmesi güzel bir sona adamalarını sağ laması bakı m ı ndan­
çok büyük bir ihtiyaçtır. . . ücret sistemi nden çıkış daha yüksek
ücretler yoluyladı r."79
Gompers'i siyasi sosyalistler a rasında göklere çıkaran, mese­
lenin ekmek kavgası boyutu nu göz ard ı eden hizipçilerin inatçı
tavrıdır. 1 880'1erde Gompers'in başkanlığını yaptığı sigara üretici­
leri sendikası, ki ra l ı k evlerde sigara üreti mini yasaklayan bir ka­
nun çıkarmaya çalışmıştır. Bu ted bir aleyh ine oy veren meclis
üyeleri ni misilierne için mimlemiş ve lehine oy verenleri ise des­
teklemiştir. Fakat siyasi sosyalistler eski parti adaylarına karşı oy
kullanmakta istekliydiler. Emek ya nl ı la rı bile, böyle bir hareketin
sigara üreticilerine geçici kazançlar sağlayacağı a ncak işçi hare­
ketini "yolsuzlaştıracağı" suçlamasında bulunmuştur. ilk kiralık ev
ka nun tasa rısı çıka rı ldığı nda, sosyalistler -Gompers'in adamı ve
ted birin kabul ettiril mesinde a racı olan- Edward Grosse'nin
yeniden seçi l mesine destek vermeyi reddetmişlerd i r. Bu, Gom­
pers'in asla unutmad ığı bir derstir.
Fakat dünyada bir yer aramanın; Gompers'in daha az duyarlı
ol madığı, fakat durumu ifade etmekte gerçek yüzü nü daha fazla
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLIGI 319

gizlediği başka b i r ya nı daha vard ı. Hallandalı ve Yahudi b i r anne


baba n ı n oğlu olan Gompers, Birleşik Devletler'e on üç yaşında
geldi. Hayatının büyük bir böl ümünde yabancı olduğunun, şid­
detli bir şekilde farkındaydı. Amerikan işçi sınıfı l iderleri nin birço­
ğu, göçmenlerden veya göçmen soyundan gelen lerden çıkmıştır.
Ve Marcus Lee Hansen'in bel irttiği g i bi, kabul görme a rzusu bir­
çok göçmenin yoğ un statü dü rtüsünün bir parçasıydı. Aslında
göçmenler Amerikan hayatında rad i kal bir güç olmamıştır. Tam
tersine, göçmen kuşağ ı muhafazakar olma eğilimindedir.
1 900'1erin başlarında A.i.F., -Cumhuriyetçi siyasi patron ve baş­
kan çıka ran- Mark Hanna tarafından yönetilen bir organ izasyon
olan Milli Yu rttaş Vakfı'na gi rmek için çok tartışılan bir adım attı­
ğında, Gompers hareketi şu sözlerle açıklamıştır: "Sendikaların
tama mlayıcı sosyal bir unsur olarak kabul görmeleri a lışkanlığının
yerleşmesine ve mantıksal olarak sendika temsilcilerinin politika
tartışmaları için g ruplara dahil ol malarına ya rd ı m etmiştir"80 Bu,
işçi sınıfı nın tek arzusuydu: Amerikan hayatında iş dü nyası ve
kiliseyle eşit bir şeki lde "meşru" bir sosyal grup olarak ka bul gör­
mek. Göçmen çocuğu olan Gompers'e göre bu aynı zamanda
kişisel bir haçlı seferiyd i . Amerikan medeni hayatının her köşe­
sinde işçilerin itibar kazanmasına çalışmıştır: Beyaz Saray'a g ir­
mek ve yönetirnde resmi bir söz ha kkı almak ve toplumda genel
bir kabul görmek. itibar kaza n mak, Gompers'in ve işçi sınıfının
hedefidir. Ve yüzyı l ı n ortasında işçi sınıfı, Amerikan hayatında
gerçekten sonradan görme bir güç haline gelmiştir.

Sosyalizmi Beklemek
Ne on dokuzuncu yüzyıl Amerikan rad i kalleri ne de Amerika n
sosyal istleri, sosyal uzlaşma sorun uyla yüzleşmişlerdir. On doku­
zuncu yüzyılda bu kadar bolca saçı l ı p evi rilip çevrilen ütopyalar,
evrim sürecinde "aklın" kendi yol unu bulacağını ve mükemmel
topl umun kurulacağını varsaymıştır. insan mutl uluklarının bu tür
ütopya lardaki model görünüşleri o kadar mekaniktir ki, örneğin
Beliamy'nin modern bir okuması (William Morris'i n Geriye Bak­
mak'da-Looking Backward "korkunç bir doğu Londralı rüyası"
dediği) işçi-asker ord uları pla nına sadece bir tepki yaratmaktadır.
Yüzyıl ı n sonunda ortaya çıkan "bili msel sosyalist" hareket, bu
320 IDEOLOJININ SONU

ütopyacı hayal lerle alay etmektedi r. Sadece proletaryan ı n örgüt­


lenmesi daha iyi bir dünya yaratabil ir. Fakat dünyayla olan görü­
nürdeki bu il işki bir hayaldir. Sosyalist ikilem halen "dünyada
ol makla dü nyanın bir parçası olmak" sorunuyla nasıl yüzleşi lece­
ğ i nde yatmaktad ır. Ve prati kte i l k sosyalist hareket, dü nyayı
"reddetmiş" yaln ızca yeni bir dünya beklemiştir. Amerika n Sosya­
list Partisi "aci l taleplerde" bulunarak ve gerekli sosyal reformlar
için baskı yapara k siyasi faal iyet göstermeye çal ışmışsa da, top­
lumun gündelik işleyişinde ortaya çıkan gerçek sorun lara nadiren
değinmiştir. Eugene V. Debs 1 900'de 'Emperya lizm,' 'yayı lma,'
'serbest güm üş,' 'altın sta ndardı' vs. kavramlar işçiler için anlam­
sız sözlerden başka ned ir ki? diye sormuştur. "Bay McKin ley tara­
fı ndan temsil edi len büyük kapitalistler ile Bay Bryan tarafı ndan
temsil edilen küçü k kapitalistler bu 'meselelerle' ilgilenmişler
fakat işçi sın ıfıyla ilgilenmemişlerdi r."
Bu meseleler kon unun dışındadır, dem işti r Debs, çünkü işçi
topl umun dışında durmaktadır. Bu nedenle Debs'in ve bir bütün
olarak sosyal ist ha reketi n, kapitalist partilerle yolu kesişmez. Ma­
halli belediye işlerinde dahi, parti uzlaşmaya ya naşmamaktad ı r.
Sosya l ist hareket, geleceğe yönel ik yüce inancından dolayı, bu
"saflığı" korumaktadır. "Sosyalist prog ram kabul edil mesi veya
redded il mesi için topluma dayatılan bir teori değildir. Er ya da
geç kaçınılmaz olanın açıklanmasından başka bir şey değ i ldi r.
Kapitalizm çoktandır kendi yıkı mıyla mücadele etmektedir." ilk
defa Sosyalist Pa rti tarafından 1 904'de düzenlenen sosyalist milli
platformu bildi risi böyledir.
Sosya l ist Parti ve lideri Gene Debs beklerneye başladı. Sosya­
list hareketi n tarih inde var olan tezatları -derin duygusal bö­
lün meleri, don kişotça, kendini uyuşuklaştıran siyasi davranışı,
somurtkan, asabi çıkışları- kendinde barı ndıraca k bir kişi varsa o
da Eugene Debs'tir. Debs, tealogların karizma dedi kleri deruni
erdem ışığına veya bir güneylinin kısaca beli rttiği gibi "ateşleme
gücüne" sa hipti. Uzun, paytak ayaklı bir adamdı. Dos Pasos,
"Demiryol u işçi lerini çarndan a hşap yemekhanelerinde ateşleyen
fırtı nal ı bir retoriğe sahipti . . . kardeşler a rasında her şeyin eşit
böl üşüldüğü kendi isted iği gibi bir dü nyayı istemelerini sağla­
mıştı," diye yazmıştır.
Ancak Debs, peygamberin Mesih rolünü tamamen fa rkınday­
dı. Bir siyasetçinin kararlılığından, a hlaki kesinlikleri alıp bunları
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLIGI 321

gerekli olan en az uzlaşmayla parçalara ayırma yeteneğinden


yoksundu. Sosyalist bir l iderin bu her iki rol ü de aynaması gerek­
tiğinin ve bu gerilirnde peygam berin gözden d üşmesi ve siyaset­
çinin etkisizliği risklerinin ortaya çıkacağının farkında değildi.
Fakat Debs peygamber rolünü tamamen oynayacak g üce asla
sahip olmamıştı. Sığ bir dogmatizm, ona katı bir ahlakçı l ı k illüz­
yonu kaza ndırmıştı. Sempatik bir biyog rafı yazarı şöyle yazmıştır:
"Aklı önerilen bir reform ile sosyalizm a rasındaki bağiantıyı kav­
rayamadığında, reform ile zaman harcamayı reddederdi. O za­
man tartışmak sonuç vermezdi . ikna olmazdı."81
Bu dogmatizm, Lenin'de olduğu g i bi güçlü bir devrim a rzusu
yerine, neredeyse kompülsif bir halde Ortodoks işçi sın ıfı görü­
şünün "solunda" olma arzusunda yatmaktadır. Bu güçlü daimi
muhalefet da marı, Haywood'ınki gibi bir mülksüzler isyanı ru­
hundan da beslen memekted ir. Onun kaynağı, on dokuzuncu
yüzyıl duyg usal romantizmidir. Onda, Eugene Sue ile Victor H ugo
ve onların mazl umlara olan ilgisinin ya nısıra naif bir Rousseau
iyimserl iği göklere çıkm ıştır. Yine de kişisel yaşamında, tavrında
ve alışkanlıklarında {son radan edindiği içki al ışkaniiğı dışında)
Debs itibarl ıydı ve neredeyse burjuvayd ı; karısı Kate ise daha da
fazla öyleydi. Edebi zevkleri sıradandı: en sevdiği şair Elbert Hub­
bard'd ı. Fakat siyasetinde, romantizmi bir palto gibi g iymişti. Ve
bu onun hem g üçlü hem zayıf ta rafıyd ı . Bu sayede retorik yapabi­
liyor ve duygusal olabiliyord u. Kendi leri d ışında bir a maç arayan
insanların arzuları n ı n h ı rpani kenarına hita p ediyordu. Bu aynı
za manda, prati kten uzaklaşmasına ve günlük siyasi ka rarların
soru mluluğundan kaçmasına neden ol muştur. En korkunç m ız­
rakları bürokratlara ve parti patronları na; sami rniyetini ve mu­
habbeti ni ise kendisininki gibi ka rgaşalı ve muhalif kariyerleri
olanlara ayırmıştı. Fakat en kolay yol, en diptekiydi.
Bununla beraber Debs'in yal n ızlıkla sarmalanmış fıgürü ve
yalvaran zayıfl ığı ona bakan herkesi delip geçiyordu. Bu n ihaye­
tinde bir anlamda onun bir protestan olduğu gerçeğine dayan­
maktayd ı. Debs uzun Reformasyon yol unun sonunda durmak­
tayd ı. Kendi benliğinin buyru klarına, neredeyse mistik ve bazen
de alimane bir inancı vardı. Eski Anaba ptistler misali, bütün me­
seleler kişisel bili nçle çözülmekteyd i. Bütün inananların ruhani
önderleri ni kendinde barı ndıra n ve insanlığın yükleri ni omuzla­
rında taşıyan yalnız bir birey haline gelmişti. Yal n ızlık ve büyük-
322 IDEOLOJININ SONU

lük duygusu, berbat tecrit duygusundan aynı şekilde etki lenen le­
re dokunmaktayd ı . Yalnızlık imajıyla bi reye ve onun haklarına
önem vermiştir. Ve en iyi ihtimal le, böylesi bir "otonomi" tavrı,
kişi nin ağı rbaşl ılığının eşsiz bir savunmasını sağlar. Fakat uçlara
varan a nti-nom ianizm inde, rasyonel ve geleneksel normlara
romantik isyan ında, acı masız bir dünyada yaşama mücadelesin­
den, (soyut mutla klıklar yerine) siyasette yapılması gerektiğ i gibi
sosyal fazilet ile siyasal adaletin göreceli standartlarını aramaktan
kaçmaktadır. Bu hareket, standartları ol uşturmak için gerekli olan
bir kutuptan başka bir şey değildir. Fakat tecrit halindeki protes­
tan ı n "günahka rlar" toplumuna katıl mayı reddetmesi gi bi, tecrit
hal indeki peygamber de siyasi hayatın sorumluluğundan kaç­
maktadır. Max Scheler bir defasında, peygamber bir işaret d i reği
olarak dağda durur ve yolu gösterir fakat oraya gidemez; giderse
geride bir işaret direği ka lmaz, dem iştir. Denebilir ki siyasetçi,
işareti kendiyle birlikte vadiye indirir.

Sosyalizm için Arada Kalmak


Diriliş gününü daima erteleyen, kurtuluşa yönelik öteki dünya
hareketlerinin aksine bugün burada yaşayan Sosyalist Parti akı­
beti göstermek zorundaydı; o, "tarih" i nancına dayanan bir hare­
ketti. Fakat kendini "zaman"ın dışında buldu. Sonunda Birinci
Dünya Savaşı yüzünü gösterd i. Pa rti ilk defa g üncel bir meseleni n
gerçekl iğ iyle yüzleşrnek zorunda ka lmıştır. Ve bu meselede par­
tinin entelektüel liderleri nin neredeyse tamamı ortadan kaybol­
du. Sonuç olarak, Amerikan sosya l izminin bel i kırıldı.
1 930'1arın sosyalist hareketi olan Norman Thomas sosyal izmi,
-tarihin kaçınıl maz akışı şekl indeki- eski inancının l ü ksünü
kaldıramazdı . Bel irli güncel meseleler karşısında bir duruş almak
zorundayd ı . Fakat bu meseleleri şeki l lendiren toplumsal temelle­
ri tamamen reddetti. Aslı nda Sosyal ist Parti dünyada yaşad ığını
kabul etmiş, fakat "on un" bir parçası ol mayı reddetmiştir.
Böylesi bir arada kal ış, siyasal bir hareket için i m kansızd ı r. Bu
d u rum, silah ve yer seçmeden, herhangi bir hazırl ı k yapmadan
düello yapmak g ibidi r. Siyasi olara k sonuç felaketti. Her mesele,
g ündelik seçim sorun uyla yaşayan -ne püristi ne de a ktivisti
memnun eden- belirsiz bir siyasi formü l le çözül meye çalışılm ış-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLI�I 323

tı. Örneğin ispanya'da Krala sad ı k ola nlar silahianma talep etti­
ğ i nde, Sosyalist Parti, kapitalist (devlet) desteği yeri ne zayıf "işçi
desteği" politikasıyla karşılık vermiştir. Ancak ispa nyollara göre o
zaman ı n gerektirdiği şey, teorik i ncelikler değil silahtı. Sosyal ist­
lerin işçi hareketi ne ektikleri genç send ikacılar i lerici yasal kaza­
nımları korumak için siyasi olarak Roosevelt ve New Deal yolunda
yürüme gerekliliğiyle ka rşılaştıklarında, Sosyalistler Demokratlar­
la işbirliği yapmak yerine, bir "işçi partisi" önermişlerdir. Ve böy­
lece Sosyalist Parti sendika taba nını neredeyse tamamen kay­
betmiştir. Son unda faşizm ve ikinci Dünya Savaşı tehdidi, sosya­
list argonotların a ralarından g üvenle geçemeyecekleri ça rpışan
kayalar haline gelmiştir. Kapitalist toplumun desteği olmadan
Hitler nasıl alt edilebilir? Bazı sosyalistler "üçüncü g üç" sloganını
ortaya atmıştır. Ancak Sosyal ist Parti bu çaba n ı n veri m liliğinin
farkına varmıştı. Belirgin bir şeki lde feragat etmeyi seçmiştir.
Faşizme karşı gelmenin en iyi yolunun, "demokrasiyi yurtiçinde
işler hale getirmek," olduğunu ifade etmiştir. Fakat mesele askeri
yollar dışında çözülemez miydi? Anti-Faşist hareketin temel endi­
şesi, faşist iktidarın merkezi olan H itler'i n Berl in'iydi. Ve herhangi
bir diğer endişe merkezden uza kta kalıyordu.
Modern sosyalizmin di nsel, mutl u gelecekçi kökeni kendini
başka bir şeki lde ortaya koym uştur: bölü nmelerin artmasında ve
hizipçi gruplarının sürekli oluşumunda, her biri bir diğeriyle -
iktidarın gerçek yoluna dair- ateşli tartışmalara girmiştir. Sosya­
lizm, eskatoloj i k bir harekettir. Kendi kaderinden emindir, çünkü
"tarih" onu hedefi ne ulaştıracaktır. Fakat sonundan emin olduğu
halde eldeki araçları sınamak için asla bir standart yoktur. Son uç,
sosyalist hayattaki sürekli dik kafa l ı l ıktır. Alı nan her konu ma, ha­
reketi nihai hedefi nden saptıracağını ve çı kmaz yola sürü kleye­
ceğ ini düşünenler tarafı ndan karşı çıkı l mıştır. Ve bütün insan
topl umunu kucaklayan ideolojik bir ha reket olmasından dolayı
Sosya list Parti, Vietnam'dan Finland iya'ya veya yasaklamadan
pasifizme kadar her meselede bir tavır serg ilemek zorunda bıra­
kılm ıştır. iki sosyalist arasında daima üç siyasi görüş olduğu için,
son uçta Sosyal ist partinin kendi bünyesinde bölünme tehdidiyle
karşılaşmadığı bir tek yıl bile yoktur. Bu nedenle zamanının ço­
ğunu, uzlaşma veya kopuş meselelerine harcamaktadır. Ameri­
kan sosya l izm inin siyasi bir hareket olarak son otuz yıldaki bece-
324 IDEOLOJININ SONU

riksizl iğinin ipuçları bu gerçekte yatmaktadı r.' Fakat siyaseten


iktidarsız olduğu ispatlanmış olsa da, a hlaki bir güç olara k kal mış­
tır. Ve Narman Thomas onun işaret d i reğidir.
Debs esasında Amerikan sosyal izminin d uygusal temsilcisiyse,
Narman Thomas onun manevi fıg ürüd ü r. Bi rleşik Devletler'deki
fakirliğe dair çalışmasının adını Kapitalist Sömürü (Capitalist Exp­
loitation) değil de insan Sömürüsü (Human Exploitation) koyma­
sından dolayı, komünist kanattan eleştiriler Narman Thomas'ı
küçük görmüştür. Eleştiriler, farkı nda ol madan Thomas'ın ortaya
attığı şeyin a nalitik ve sosyoloj i k değil a hlaki ve duygusal olduğu
noktasını yakalamıştır. Thomas entelektüel olara k suçlanması
gerekenin "sistem" olduğunu bil iyordu. Fakat bu tür soyutlama­
lar, onun için pek az bir anlam ifade ediyordu. O daima bireyler
tarafı ndan gerçekleştirilen kişisel adalet gerçeğine ilgi duymuştur.
Ve sosyalizm gayrişahsi temel nedenleri i ncelerken, meselen in
acil ve şahsi olduğu d u rumlarda ha rekete geçmekten her zaman
memnuniyet d uymuştur. Birdsong, Arkansas'daki ortakçı terörü­
nü kınama kon uşması nda; Terre Haute, Indiana'daki askeri kan u­
nu reddetmesinde; Tampda'daki Klan'ı açığa çıkarması nda;
J i m my Wal ker'ın New York'u ndaki belediye yolsuzluğunu ortaya
kaymasında; Jersey Patronu Hag ue'un ifade özg ürlüğü karşıtı
tal i matlarıyla mücadele etmesinde; bütün bu örneklerde Tho­
mas'ın sesi, bir Elijah Lovejoy'un veya bir William Lloyd Garri­
son'un zarif öfkesi kadar çınlam ıştır.
Bu dürtüler, Narman Mattoon Thomas'ın doğasında vardı. Din
-Ortodoks Presbiteryenlik- çocukluk evinin merkeziydi. Baba­
sı, -Galli büyükbabası gibi- bir bakandı. Katı sa betaycı kurallar­
la yetiştirildi. Fakat geçmişten gelen Ka lvinizminin katılığı, anne
babası n ı n şefkatiyle hafiflem iştir. Thomas, "teorik olarak sonsuz
lanete inanan babam, kimse için lanetli dememiştir," diye yazar.82
1 884'de Marion, Ohio'da doğan Thomas; çok hızlı büyüyen,

Hizipçi bir mevcudiyetin cazibesine kapılan psikolojik tipler meselesi, bu


makalenin konusu dışında kalmaktadır. Yine de tarihin kaderini belirleme
illüzyonu, kader ovalarındaki taklitçi mücadele ve yıkıcı muhaliflerin tem­
sili iktidarları, hepsi birden hizipçi hayatının devamını arzu edilir kılan ke­
sin bir mem nuniyet hissi yaratmaktadır. Dedikodu yoluyla yoğ u n saldır­
ganlık ve güçlü hizip grup oluşumları gibi birçok liderlik kompleksi belirli
birtakım psikolojik ihtiyaçlara ve bu anlaşılmaz, moleküler dünyalarda
tatmin edilen açiıkiara dayanmaktadır.
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLI�I 325

akranlarından çekinen, kend inden büyüklerle gevezel ik eden ve


tek mutluluğu okumak olan sakar, sıska ve hastalıklı bir çocuktu.
Norman, a ltı kardeşin en büyüğüydü. Ve aile daima ev işleriyle ve
küçük kasaba orta sınıf hayatının diğer faa l iyetleriyle meşguldü.
Ebeveyninden Emma Mattoon daha seçkin bir kişil iğe sahipti ve
"babası böyle o l masından memnund u." Küçü k Ohio kasabasın­
daki çocukl uğuna geri dönüp baktığında, Thomas şöyle demiştir:
"Modern psi kolojiyi temel alan bir biyog rafı yazarı veya romancı
için nasıl bir malzeme. Presbiteryen ortodoksluğuna karşı tepki
olarak isyan ve Orta Batı hayatında Vi ktoryen damgalı Püritenlik
araştırması. Tek sorun, yaşanan şeyin bu olmamasıdır."
Thomas, a mca larından birinin mali desteğiyle, çocukluk rüya­
sını gerçekleştirerek Princeton'a girmiş ve 1 905'de sınıf biri ncisi
olarak mezun olmuştur. Bakanl ığa gi rmek, az veya çok kaderinde
vardı . Fakat i lerlemeye olan i nanç çağı nda, eski ortodokslukların
ka bulü ortadan kalkmıştı. Zaman ı n toplumcu birçok ba kan ı g ibi,
Walter Rauschenbusch'ın modernist ve libera l müjdesi ilgi çek­
mekteydi. Fakat Thomas'ı aktif olarak sosyal reforma döndüren,
New York'un batı yakasındaki Spri ng Caddesi varoşlarının harap
haldeki apartmanlarındaki kirlilik ve fakirlikti. Onu sosyalist ya­
pan, Birinci Dü nya Savaşı ve pasifıst bir dini örgüt olan Barış Der­
neği'nin etkisidi r. "Eğer h izmetka rları sırf ona ve şeytani savaş
yol ları nın doğruluğunun nedenlerine hizmet ederse, Tanrı kesin­
likle 'efendi miz isa Mesih'in Babası' değildir." Thomas'ın tavrı onu
bakanlıktan siyasete ve gazetecil iğe götürdü. (Ki lisesinin aldığı
mali desteği tehl i keye atmaktansa, papazlıktan istifa etti.) Deri n­
leşmiş aristokrat yüz hatları, gür bir ses ile iyi bir Amerikan kimli­
ğine sahip uzu n boylu ve yakışıklı bir adam olarak, tanınmış sima­
lardan mahrum olan partide çabucak seçkin bir lider kon umuna
geldi. 1 924'te, New York va liliği görevine atandı. Dört yıl sonra
emekli iki parti lideri Morris H i l lqu it ve Victor Berger'in Avrupal ı
olmasından v e Milwauke valiliği göreviyle iştigal etmesi nden
dolayı, Thomas başkanlığa seçi ldi.
Bir parti lideri olara k Thomas'ın iki ciddi hatası vardı. i lki, kendi
nesiine karşı duyd uğu çarpıcı bir g üvensizlik ve kendisine karşı
-eleştirel ol mayan- bir hayranlık duyan gençleri etrafında
toplamasıdır. Diğeri, derin bir mani püle edi lme korkusud u r ki bu
her siyasi sald ı rıyı şahsi olarak algılamasına neden olmuştur.
Debs'in a ksine Thomas parti lideri olma niyetindeydi. Özellikle
326 IDEOLOJININ SONU

otuzların sonunda parti güncel bir durum gereği politik olarak


kendi yönel i mi nden başka bir yere sapma eğilimi gösterdiği nde,
Thomas istifa etme tehdidinde bulunurdu (aksi takdirde nasıl bir
saf akıl meselesinden bahsedebil i rdi?) Thomas yine de kara rları­
nı, siyasi sonuçlarını göz önünde bulundura rak değil a hlaki so­
nuçlarına bakarak a l ı rdı. Dahası, geçmişi ve mizacı gereği, fikir­
lerden çok meselelerle ilgiliydi. Ya ptığı tek şey bitmek bil mez
hizipler arası bölün meler pahasına "teori"nin geliştirilmesi olan
bir partide, Thomas'ın belirli olaylara i lg isi bu g rupların ortaya
çıkmasına neden olan entrikacı tartışmalara mesafesini korumak
veya farklı hiziplerle kurulan ittifaklardaki değişiklik anlamına
gelmekteydi. Böylece, otuzların sonunda işçi partisinin sağ kana­
d ı ndayken, savaş meselesinde pasifist ve sol kanada kayd ı . Tho­
mas'ın elli lerin başında ve ortasında muhtemelen en m utsuz
olduğu za man, sözde bir Marksizm karşıtı olarak devrimci Orto­
doksluğun elli yedi çeşit talep mücadelelerine karıştığı dönemdir.
Temelde etik içgüdülere sahip bir adam olarak Thomas, ah­
laksız bir dünyada gerçek bir ahlak adamı olmuştu. Fakat bir siya­
setçi olarak, "çözü m" ile ilgili alternatifiere ve daha az kötü lük
ikilemine içinden çıkı lmayacak bir şekilde takı lmıştı. Çok yön lü
modern bir insan olarak Thomas, bel irsiz rolünü ve siyasi tercile­
rini etkileyen hislerini kesin bir şekilde farkındaydı. 1 947'de "Kişi,
davranışlarını, ilgili sosyal sonuçlarına göre tartmalıdır . . . ve tra­
jedi şud u r ki, hiçbir tercih mutlak iyi değildir . . . Mutla klık [pasi­
fistler], zafer kazanması halinde dünyayı sadece köleleştirmeye­
cek ayn ı za manda mahvedecek de olan Nazizmi durdurma konu­
sunda hiçbir şey yapamaz. Tanrının gücüne olan dini inanç d ışın­
da hiçbir ölümsüzl ük i nancı daha güçlü değildir. Mücadele yön­
temi, iyi a maçlar için kendi kendini mahveden fakat yeterince
ikna edici ol mayan bir şeyd i. 'Bütün Amerika l ı la r Gandhi gibi
davransaydı' ortadaki faşizmi kesinlikle alt ederdik, demek yet­
mez. Muhtemelen neredeyse hiçbir Amerikalı böyle davranma­
yacağı için, geriye kalan tek şey ehvenişer sorunudur." Thomas
ehvenişer dersini aldı: m utlak bir pasifıst olmak yerine, her nasılsa
kararsız bir pasifıst oldu. Franko isyanı patlak verdiğinde, dini
pasifızmini bıraktı fakat "Ameri ka'nın zorunlu askerliği gerekli
kılan savaş yoluyla resmi müdahalesi" yerine, bireylerin gönüllü
olarak savaşa katılma hakkı n ı destekledi. Pearl Horbor'dan sonra,
Birleşik Devletler h ükümetinin -i lk yıl larda dış politikayı önem-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARısızu<;ı 327

sememekten ve ü l ke sınırlarındaki adaletsizl iklere karşı söz al­


maktan ol uşan bir pozisyon olan- eleştirel destekçisi" seçildi . Bir
başka bölü n meden daha korkan Sosyal ist Parti, pasifistler ile
savaş karşıtı ve savaş destekçisi sosyalistleri n varl ı kla rını parti
içinde sürdürebil meleri için, yeterince esnek ve beli rsiz bir formül
beni msedi.83 Anca k bu da pek işe yaramadı. Kimse uzlaşmadan
memnun ka lmamıştı. Ve hizipler bölünme niyetinden mahrum
bırakıldıkları için, üyeler tamamen istifa etti. Bu noktadan sonra
Sosya list Parti açıkça tü kendi.

Dışarıdaki Yabancı
Yirminci yüzyıl kom ünisti için mücadele halindeki etik ve siyaset
meseleleri nin hiçbiri yoktu. O, düşman topraklarda yaşayan bir
yabancıyd ı . Herhangi bir destek hareketi veya herhangi bir re­
form baskısı, sadece takti kti ve kaçı nılmaz bir yanılgı anı geçtik­
ten sonra düşürülecek maskelerdi. O, "kesin sonuçlar"ın etiğiydi.
Sadece hedefler önem liydi, araçlar önemsizdi.84 Böylece Bolşe­
vizm ne dü nyadaydı ne de d ünyanın bir parçasıyd ı . Ancak d ışarı­
da durmaktayd ı. Toplum içi ndeki herhangi bir davranışın sorum­
luluğunu al mamaktaydı. Kabul veya reddetme geril imden de
rahatsız değildi. Fakat komünistin aksine sosyalist, fanatik bakış
açısına sahip değildi. Bu nedenle topl umun g ü ndelik soru nlarına
katı lmanın ve sorumluluğu paylaşmanın s ı kı ntısıyla yüzleşmek­
teyd i.
Bol şevizme dini bir güç bahşeden, "mutlak" olana bu bağlılı­
ğıdır. Bu, yüzyı l ı n büyük siyasi efsaneleri nden birini -sağlam
i radeli Bolşevik efsanesini- ayakta tutan bir bağlılıktır. Özverili,
sad ık, beceri kli ve gayesi olan bir insan; o, modern bir Ka h ra­
man'dır. Bir eylem adamı ve geleceğ in bir neferi olarak sadece
Bolşevik, -Batı kültürüne ait a ristokratik bir m iras olan- burju­
va nın dar görüşlü ve maddi hesapları ta rafı ndan cansızlaştı rılan
cesaret geleneğini sürdürmektedir. (işadamı, ka hraman olabi lir
mi?) Birçok entelektüel a rasında derin bir kabul gören, bu türden
tuhaf bir efsa nedir. Bu, -kendini "meslekten menedilmiş pa paz"
gibi gören eski komü nist entelektüellerce- partiye karşı d uyu­
lan derin duyg usal nefret ile neredeyse patolojik öfkeden sorum­
lu olan bir efsanedi r. Mutlak özveri lik efsanesi sayesinde Bolşevik;
328 IDEOLOJININ SONU

hiçbir uzlaşmaya yanaşmayan, halis, "uçlarda bir insan" olma


idd iasındadır. Erdemli olma güd üsüyle entelektüel, kıyaslamadan
korkmakta ve iddiadan rahatsızl ı k d uymaktad ır. Bu nedenle, suç­
l u l u k duygusu ya da psikolojik bir yara taşımaktad ı r.
'Sağ lam i radeli bir kah raman olarak Bolşevik' efsanesine ilave­
ten, yirminci yüzyıl komünizmi modern siyaset teorisine ile prati­
ğ i ne birçok farkl ı katkılarda bulunmuştur. Diğer birçok sosyal
doktrin gi bi, bunların hiçbiri tamamen kendinden emin bir tarz­
da ve sistematik olarak ortaya kon ulmam ıştır. Ancak yı llar geçtik­
çe bütünsel bir felsefe olarak ortaya çıkm ışlardır. Bu katkı lardan
beşi sistematik olarak ilişki lendiri lebilir. Bunlar, Kom ünist Partinin
bu ülkedeki tarihini anlamak için esastır.
Bolşeviklerin en önemli yeniliklerinden biri, onların iktidar te­
ori leridir. Toplumsal kara rları karşıt menfaatlerin uzlaşma ve kon­
sensüs yoluyla anlaşması olarak gören bu teori, on dokuzuncu
yüzyı lın libera l bakış açısına karşı, iktidarı zorlama yol larından
başlıcası olarak ta nımlanmıştır. iktidar, neredeyse fiziki bir an­
lamda anlaşılmıştır, den klemi tam olarak "kütle çarpı kuwet"e
eşittir. Piyasa topl umunun liberal teorisinde esas olan bi rey, Bol­
şevikler için çaresiz bir varl ıktır. Sadece örg ütlü g ruplar önemlidir.
Ve sadece kitle tabanı toplumda bir kaldıraç görevi görebi lir.
Fakat kitle liderlik gerektirir. Ma rksist sosyolojinin çözü lmemiş
büyük ikilemi, proletarya nın kendi rolünün bil incine nasıl vardı­
ğ ı dır. Tarihin içsel gelişimini beklemek, ya n l ı ş yapılmış soyutlama
ya nılgısına düşmektir. "Kendiliğinden lik," Leni n'e göre, kitle siya­
setinde bir realite değildir. Sendika da etki li bir araç deği ldir.
Onun devrim teorisine en önemli katkısı, partinin öncü kuvvet
rolü yönündeki çözümlemesidir.
Send ikanın rol ünü aba rta n "iktisadiyatçılık" karşısında Lenin,
toplumun sırf sendika tabanında örgütlenmesinin devrim bilin­
cine değil ücret bilincine yol açacağını ileri sürmüştür. Rosa
Luxemburg'un kendiliğindenlik teorilerine karşı o, kitlelerin do­
ğaları gereği geri kalmış olduklarını beli rtmiştir. Sadece öncü
parti sosyal g üçlerin hassas dengesinin fa rkındad ı r ve hamleleri
değerlendirip taşları devrim yönü nde doğru bir şekilde oynaya­
bilir. Bu, Lenin'in Ne Yapmalı? (What ls to Be Done) isimli eserinde
ana hatlarını çizd iği devrimci öncülüğün klasik formülasyon udur.
Bu eserde, profesyonel eğitim görmüş, uzun bir hayat tecrü­
besi kazan mış, m ükem mel bir uyu mla çal ı şan bir "düzine" tecrü-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLIGI 329

bel i ve kabiliyetli l ider -ki doğuştan kabiliyetli kişilerin sayısı


yüzlerce değildir- olmaksızın, modern toplumda hiçbir sınıf
kararlı bir mücadele yürütemez, diye yazmıştır. "iddia ediyorum,"
der Lenin, "(1 ) sürekliliği sağlayacak istikrarlı bir lider örgütlen­
mesi olmaksızın h içbir hareket kalıcı olamaz; (2) kitleler ne kadar
geniş bir şekilde kendiliğinden mücadeleye çeki lir ve hareketin
taba nını ol uşturursa, bu tür bir örgütlen meye o kadar çok i htiyaç
duyu l u r ve bu örg ütlenme daha istikrarl ı olmalıd ı r (çünkü kitlele­
rin daha geri kalmış kesimleri ni caydı rmak demagoglar için daha
kolaydı r); (3) örgüt genelli kle devri mle bir meslek olarak meşg ul
olan kişi lerden oluşmalıdır.85
Eğer parti öncü olmak durumundaysa, eylem disiplinine ihti­
yacı vard ı r. Ve böylece parti hiyerarşisi prensibi ve "merkeziyetçi­
l i k" ortaya çı kmaktadır. Lider tarafı ndan tepeden ind irilen ve
herkesi bağlayan bir sıra! Len i n'in 1 903'te bu doktri nleri ilanı, Rus
sosya lizmini bölerek beraberinde Bolşevik ve Menşevik ayrı l ıkla­
rını ortaya çıkartmıştır. Troçki başlangıçta Lenin'in fi kirlerine karşı
çıkmış, fakat sonradan teslim olmuştur. Otobiyografisinde yazmış
olduğu gibi " . . . o zama nlar devrimci partinin mi lyonlarca i nsanı
eski sisteme karşı bir savaşa sevk etmesi için ne türden yoğ un ve
otoriter bir merkeziyetçil iğe ihtiyaç duyduğ unu tam olarak fark
etmemiştim . . . Devrimci merkeziyetçilik sert, mecburi ve kati bir
prensiptir. Tek tek üyelerle de bütün eski üye g ru plarıyla da olan
il işkisi nde, genel likle mutlak acımasızl ı k kisvesine bürünür. 'Uz­
laşmaz' ve 'bağdaşmaz' kel imeleri nin Lenin'in en sevdiği kelime­
lerden olması anla msız değildi r."86
iktidar prensibi ile parti örg ütlen mesi teorisinden, Bolşeviz­
min diğer iki önemli doktri ni ortaya çı kmaktadır. Biri, sı nıfları n
kutu plaşmasıd ır. Sadece n i h a i çatışmaya odaklandığı için, Bolşe­
vizm toplumu iki sınıfa -proletarya ve burjuva sın ıfı na- böl­
müştür. Proletarya da, sadece öncü bir parti tarafından kurtarıla­
bilir. Bu nedenle pa rtiye direnen herhangi biri düşman tarafın­
dand ı r. Lenin'e göre, m utlak etik kavram ı, "benim yan ımda olma­
ya nlar karş ı mdadır" anlamına gel mektedir. Böylece 1 930'1arın
başlarında "sosyal faşizm" teorisi nin bu formülasyonu, can düş­
man olarak Hitler'den ziyade sosyal demokratlar'ı damgalamış ve
bi rçok durumda komün istleri Alman Cumhuriyeti'ni devi rmek
için Nazilerle birleşmeye yöneltmiştir.
Kitlelerin geri ka l m ış doğası ndan türeyen i kinci doktrin, poli-
330 IDEOLOJININ SONU

tikanın tama mını etki leyici sloganiara dön üştüren önemli psiko­
lojik taktikti. Sloganlar; bir ya ndan olayları dra matize eder ve
meseleleri basitleştirir, diğer ya ndan da demokratik siyasi hare­
kete eşl ik eden nitelikleri, nüansları ve i ncel ikleri siler atar. Eseri­
nin sloganlar87 üzerine olan böl ümünde Lenin modern kitle psi­
kolojisinin ilk el kitaplarından birini yazmıştır. Devrim sırasında
Bolşevikler; ''Tü m iktidar Sovyetlere," "Vatan, Barış ve Ekmek" vs.
g i bi sloganlarla taktik esnekl iğine ulaşmışlardır. Dünya n ı n her
yerindeki bütün komünist partilerin temel siyasi taktikleri, politi­
kan ı n genel likle partinin alt taban ına ve a rd ı ndan da kitlelere
iletilen temel sloganların kullanımı yoluyla formüle edi lmesidir.
Öncü parti teorisinin ve onun kitlelerle olan ilişkisinin sonucu,
"iki hakikat" sistemidir: consilia evangelica ya da hayatları n ı dev­
rimci amaçlara adayanlara bahşedilmiş özel etik ve kitleler için
başka bir hakikat. Bu inançtan, Lenin'in ünlü öğüdü çıkmıştır:
hedefin kendisi daha yüksek bir hakikate sahip olduğu için, he­
defe giden her yol m ü ba h sayı l ı r.
Komünist Parti, faşizmi ve savaşı karakterize eden 1 935-45
dönemi dışı nda, Bi rleşik Devletler'de büyük bir yandaş kitlesine
ulaşamadı . Yanlış adlandırılan "Kızıl On Yıl" da Komü nist parti, asla
u l usal bir siyasi a ktör olmam ıştır. Ancak bir defası nda; yaklaşık
yüzde 20 Kongre üyel iğine sahip sendi kaları kontrol eden, daha
da önemlisi ulusal E.O.M.'de neredeyse tüm önemli kadroları
elinde tutan ve -New York, lllinois, California ile diğer- önemli
eyaletlerde etki li olan E.O.M.'de önemli bir nüfuz kazanm ıştır.
Komünist propagandanın en büyük zaferi -beşinci yen ilik­
sert kaplama cepheli örg ütlenmelerin ol uşturu lmasıd ı r. Bu cep­
heler, meşh ur isi mlere "kanca" takmaya çalışmakta ve bunları
manifestolar, açık mektuplar, i mza kampa nyaları, bildiriler, duyu­
rular, resmi açıklamalar, protestolar ve ülkedeki diğer fikir ka­
bartması illüzyonlar yoluyla sömürmekted ir. Cephe tekn iğinin
kısırlığı sırf "kolektif fı kri n" ağırlık taşıdığı sürü ruhunu teşvik et­
mesidir. Ve eğer bir eleştiri Sovyet ina ncı nın bir doktrinine karşı
çıkmaya cesaret ederse, çok sayıda sesten ol uşan bir kitle korosu
tarafı ndan bastırılmaktadır. Eugene Lyons'un beli rttiği gibi: "De­
d i kod ucular, kırk milyon Sovyet vata ndaşını Birleşik Devletler
kadar geniş bir a la nda 'cezaland ırmak' için korkunç bir açl ığın
Krem lin tarafından dayatı ldığı haberi ni yaymakla m ı görevlendi­
rildiler? Bunun üzerine, Beverly Tepeleri nden Park Bulvan terasla-
AMERIKAN SOSYALIZMININ BAŞARISIZLIGI 331

rı boyunca elli kadar beslenme ve tarım bilimi uzmanı isyandan


sorumlu kapita listleri ile Troçkistleri kınamış ve açlık ortadan
ka lkmıştır."
Cephe tekniğinin yozlaşması; büyü k davaların liderleri olduk­
larını za nneden bir yığ ı n zava l l ı safdilin kendilerini şöhret sarhoş­
luğunun esiri olmuş halde bulmaları ve sahnenin a rkasındaki
kom ünist manipü latörler için uygu n birer maşa haline gel meleri­
dir. Diğer örneklerde üst sınıf kad ı n yöneticiler ve h ı rslı aktristler,
kom ünist dava larda demode adetlerine konformizm karşıtı bir
kıl ıf bulmuşlardır. Asıl iha net, partinin çizgisi değiştiğinde acı bir
şeki lde sahte olduğunu anladıkları bir aid iyet duyg usu kazanan
cephe üyesi kitlelerin, kendilerinin parti manipülasyonunun kur­
banı olduklarını fark etmeleriydi.
Fakat böylesi bir nüfuz, o zamanlar Komün ist Parti nin -Hitler
ve Franco tarafı ndan duyg uları kabartı lan- liberal toplumla ayn ı
yönde hareket ediyor ol masıyla m ü m kündü. Yüksek örgütlen­
mesinden dolayı Komün ist Parti, birçok "davanın" liderliğini üst­
lenebi l mekteydi. Ve yeterince tuhaf bir şekilde asıl başarısı, yoz­
laşmaya yüz tutmuş bir nüfuzdu. 1 930'ların sonunda -Popüler
Cephe günlerinde- komünistler, daha önceden sürgün ed ildik­
leri veya küçü k görüldükleri (işçi hareketi, Hol lywood, şehir siya­
seti) alanlarında kendilerini birdenbire kabul görmüş halde bul­
du lar. Fakat Popüler Cephe bir taktikti. Milli ittifak a rayışında olan
Moskova politikasının bir parçası olarak d i kte ed ilmiştir. Komü­
nistler, devrim veya iktidar i nancından vazgeçmemişlerdi. Libe­
raller, manipüle edilmesi gereken bir g üçtü. 1 943'te, sözde Tah­
ra n Milli Birlik Bölgesi olarak adlandırılan yeni bir cephe açıldı.
Browder, Komün ist Partiyi siyasi bir parti olarak feshetmek ve
onu siyasi bir birlik olarak yeniden kurmak için kesin bir a d ı m attı.
Fakat işin içinde taktiklerden daha fazlası vardı. Popüler Cep­
he'n in önceki başarısı, partiye yeni bir perspektif kazandı rmıştı.
Browder, partinin itibarından ve gördüğü yeni kabulden bizzat
memnundu. Sosya list Partinin yerine Amerikan hayatında "meş­
ru" bir yer işgal eden ka bul edilmiş bir "sol" olma yolundayd ı . Bu
revizyonizmin ne kadar mesafe katedebildiği tartışmalı bir konu­
dur. Çünkü 1 945'te Browder birdenbire atı ldı ve parti -Mosko­
va'n ı n Batı karşıtı agresif çizgisine uyg un olarak- yeni bir sekter
aşamaya g irdi. 1 948'deki Wallece kampanyası, eski l i beral desteği
yeni aşırı çizgi için umutsuz bir kurtarma çabasıydı. Fakat bu çaba
332 IDEOLOJININ SONU

sadece, komünistlerin işçi sın ıfı hareketleri ile liberal hareketler­


den ayrılmasıyla ve partinin kapan masıyla sonuçlanmıştır.
Özetle, Komünist Parti temel olarak depresyon nesiinin m ü l k­
süz entelijensiyasını ile -yukarıda tarif edilen- elitist cazibeye
kapılan "gelecek mühendisleri"ni cezbetmiştir. Birçok Amerikalıyı
adaletsizliklere karşı ha rekete geçirmiş, ancak menfaat gereği
parti çizgisi değiştiği nde ve dava düştüğünde onları yarı yolda
bırakmıştır. Onun tedrisatından geçen bir nesle benzersiz bir
siyasi donanım sağla mıştır: Hoşgörülü, sabırlı ve g iderek büyü­
yen Amerika'ya, bu ülkenin gelenekleri ile karakteristik yön lerin­
den dolayı anlamakta zorlandığı bir örgütsel manipülasyon ve
inatçı bir ideolojik bağlılık dersi vermiştir. Fakat hepsinden
önemlisi; ektiği güvensizl ik ve endişe tohumlarıyla komünizm,
demokratik Amerika'nın uzun yıllar boyunca üzerinden atamaya­
cağı bir tepki, histeri ve ümitsizl ik duygusu yaratmıştır.

Sabı rsız bir acil kurtuluş şevkiyle yanan on a ltıncı yüzyıl m utlu
gelecekçisinden, Miami Sah ili kumsalında g üneşlenen yirminci
yüzyıl Amerikan işçi liderine kadar geçen süre, tari hin uzun ve
neredeyse sürrealist bir sıçramasıdır. Yine de bunlar, toplumdaki
h iyerarşik sosyal düzeni değişti rmeye çalışan tüm hareketleri
bağlayan kıvrık bir kurdelenin birbirine taban tabana zıt fıgürleridir.
Mutlu gelecekçi ve anarşist, Tarih'in kıyısında bir krizde yaşa­
makta ve d ü nyanın yıldırı m h ızıyla değişmesi ni beklemektedi r.
Bolşevik, kend ini Tarih'le özdeşleştirir ve çarkların dönüşü nün -
kendisini eskinin yerine başa geçireceğine- tam bir güveni var­
dır. O zaman, bunlara göre etik ve siyaset gerilimi a rasındaki sos­
yal uzlaşmanın hiçbir anlamı yoktur. Fakat diğerleri için, özellikle
sosyalistler için ikilem çözümsüz kalmıştır.
Dünyada yaşayan birisi, toplum kararla rına katı lma sorumlu­
luğunu reddedemez. Burada ve bugün, i nsanlar uçlarda (Sorel'in
m iti olan "bütü nlük"te) değil, yaşamlarını iş, ev, komşuluk, kar­
deşlik cemiyetleri şekl inde parçalara ayı ra n "kısımlar"da yaşa­
maktad ı r. Acton'un beli rttiği gibi, Tarih "şişelenmiş hakikatlerle"
hareket etmez. "Uzlaşma, siyasetin kanı değilse de ca nıdır . . . ve
ilerleme çapraz şeki lde kaydedil ir." Bu, dü nyada yaşayan fakat
onun bir parçası ol maya n sosyalist hareket için kabul edi lemez
bir anlayıştır. Hareket başarısız oldu, geriye doktrin ka ldı.
1 3.
BÖLÜ M

Üç Kuşağ1n Ruh Hali:

insan türünün yaşlılık çağında, her zaman


zararlı olan, hayatta son kalanlar olduğumuz
inancına sahibiz.
-N ietzsche

A. Bir Kez Doğanlar, iki Kez Doğanlar


ve Sonra Doğanlar
"Genç kuşak"tan olup olmadığımı bilmek beni m için zor. Siyasi
bilincim Büyük Bunalım döneminde ol uştu ve ( 1 932'de) 1 3 gibi
erken bir yaşta Sosyalist Gençler Derneği'ne katıldım. On beş
yaşımda "iktidara g iden yol" üzerine analiz yazı ları yazmaya baş­
ladım. New York Şehi r Koleji'nde, otuzların sonunda, hizi pler
a rası savaş gazisi olmuştum bile. 1 938'de mezun olduğumdan
beri yirmi yıldır, hayatımın yarısı boyunca, bir yazar veya bir öğ­
retmen olarak ça lıştı m. Kayda değer bir zaman dilimi olmasına
rağmen, biyografık ayrı ntı lar yayımlandığında benden neredeyse
kaçı nıl maz olarak Amerikalı genç sosyolog veya Amerika l ı genç
yazar d iye söz ed ilmektedi r. Kendi kuşağırndan benimle aynı
yaştaki veya benden biraz büyük diğerleri için de durum aynıdır.
Rastgele birkaç örnek vermek gerekirse: bugün otuz dokuz ya­
şında olan Ha rvey Swados üç roman yayı mlamış olmasına rağ­
men halen u mut vadeden "genç" bir yazar olarak adlandırıl mak­
tad ı r; dört tane biri nci sınıf ta rihi tercüme yayım iayan kırk iki
yaşındaki Richard Hofstadter'e Amerikalı genç bir uzman den­
mektedir; kırkını aşmış James Wechsler genç bir editördür; kırkın ı
aşmış Saul Bel law Amerikalı genç b i r romancıdı r; kırk ü ç yaşı nda­
ki Leslie Fiedler Amerika l ı genç bir eleştirmendir; kırk dört yaşın­
daki Alfred Kazin Amerikalı genç bir eleştirmend i r, vs. vs.
i ki kuşak önce kı rk yaşı ndaki bir adam genç olarak görü lmez­
di. Amerikan Cumhuriyeti'nin Kurucu Babalar'ı ü l ke kurulurken
334 IDEOLOJININ SONU

çoğ unlukla otuzlarındaydılar. Rus Devrimi'nin liderleri de öyleydi.


Fa kat bu daha yaşlı insanların dünyası ve "gölge hattı"nın uza­
masıyla birlikte genç kuşaklara bir ta mpon kon ulmaktad ır.
Fakat kültür tarzlarındaki genel değişikliğin dışında "otuzla­
rın" kolej kuşağ ının şimdiye kadar köşeye sıkışmasının özel bir
nedeni daha vard ı r: Otuzlara h ü kmedenlerin kendi leri ni kabul
ettirdikleri dönemlerde halen genç o l maları ve son zamana kadar
kültür üzerinde genel bir egemen lik kurma larıdır. Örneğin, Parti­
zan Dergisi (Portisan Review) otuz üç yaşındad ı r ancak (aşağı yu­
karı elli yaşında olan) editörleri William Phillips ve Philip Rahv
"yaşlı" değildir. Entelektüel akıl hocalarımız -Lionel Trilling,
Sidney Hook, Edmund Wilson, Reinhold N iebuh r, John Dos Pas­
sos, Newton Arvin, F. W. Dupee, Ja mes T. Farrell, Richard Wright,
Max Lerner, Elliott Cohen- yeni bir kuşak olarak kendi damgala­
rını vurduklarında yirmilerinin son ları ile otuzlarının başlarınday­
d ılar. Radi kal bir siyaset ileri sürerken kendilerinden kıdemlileri
yerinden etmeleri sırasında onlara karşı hiçbir başkaldırı olma­
ması nın nedeni kendi "karşı devrim"leri ni ya pmış olmalarıdır.
Hem ilyada hem odesa olarak putperest ve putkırıcıyd ılar. Kuv­
vetli, gayretli, tutku lu fakat Moskova Duruşmaları ve Sovyet-Nazi
paktı sonrasında hayal kırıkl ı ğ ı na uğramış ve düşüneeli bir hal­
deydi ler. Onlardan ve onların tecrü belerinden bugü nkü söyleme
egemen olan a nahtar kavramları devraldık: i roni, paradoks, bel ir­
sizl ik ve karmaşıklık.
Ü l kenin i l k siyasi kuşağından daha kederli ve bel ki de daha
akıllı olma mıza rağ men, tuhaf bir şekilde daha iyi veya daha bü­
yük değiliz. Bugün veya son yirmi yıldır Dewey'in, Beard'in, Hol­
mes'in, Veblen'in ya da Brandeis'in itibarları ve eserleriyle boy
ölçüşebilecek bi rkaç kişi veya bi rkaç kitap bulunmaktadır. Ancak
bugün bu i nsanları okumak, onların i nsanın akılcı lığına ve sağ­
duyusuna tam bir ina nca daya l ı özde iyimserli klerine (Veblen'de
bile, Mühendisler ve Fiyat Sistemi ile geleceğe dair teknokratik
görüşü) saplanıp kalmak demektir. Bizi m "iki kez doğanlar" kuşa­
ğı kendi bilgeliğini kötümserl ikte, kötül ü kte, trajedide ve ümitsiz­
likte bulmaktad ı r. Bu nedenle biz "zamanım ızdan önce" hem
yaşlı hem genciz.
Sözcü lerinden biri olarak Narman Podhoretz'in bel i rttiği g ibi,
kolej sonrası kuşa ğ ı ile ilgili en önemli gerçek, bu kuşağın siyase­
tin ve varoluşun karmaşıklıklarını aklı başında, gerçekçi ve "ol-
OÇ KUŞA� IN RUH HALl 335

gun" bir şekilde kabul ed işidir. Fakat aynı zamanda, bunun a ltın­
da yatan bir huzursuzl uk, aldatı l mışlık h issi ve i htiras a rayışına da
işaret etmektedi r. Asla boşa harca n mamış olduğu halde, boşa
harcanmış bir hayatın hasreti duyulmaktad ı r. {Estetizm, eşcinsel­
lik ve benzeri şeyler üzerinde ısrarla durul makla birlikte, Bay
Pod horetz'in kabul ettiğinden daha fazla gizli dekadan keşifler
olduğundan şüphe ediyorum.) Ve bizzat "bir dava"ya duyulan
a rzunun bilinçli farkındaliğı kend ini yok eden bir şey olmasına
karşın, en ağırbaşlı olanların içinde bile "bir davaya inanma öz­
lemi" yatmaktadır.
Ancak h içbir kuşa k olumsuz bile olsa bir deneyimden yoksun
bırakılamaz. Daha önceki ağırbaşl ılık dönemleri, doksa nlarda
ingi ltere'deki "Sarı Kitap estetizmi"ni veya 1 9 1 O'larda Rus ente­
lektüellerin mistisizmleri ile sefa hatlerini (krş. Artzybesheff'in
Sanine) görmüştür. Bugün ingi ltere, Kingsley Amis'in Talih/i
Jim'inde (Lucky Jim) veya John Osbome'un Öfkeyle Geçmişe Ba­
klş'ında (Look Back in Anger), -Ch ristopher Sykes'ın "kızıltuğlacı­
l ı k, taşracıl ı k ve bütün bu karın ağrıları" dediği,- Oxford ve
Cambridge'in kültürel melezleşmesine ve Refah Devleti'nin sığlı­
ğ ı na karşı isyan anlamına gelen gelişmeler yaşanmaktadır. Bi rle­
şik Devletler'de ne olacağını öngörmek zor. ister Zen ister soyut
ekspresyonizm, ister Jung'cılık veya progresif caz olsun, bütün
başkaldırı şekil leri hemen moda haline gelip sönüyor.' Hıristiyan
din değiştirme davalarında {ya ni, insan hayatını dön üştüren ger­
çek bir deneyim) birinin kurtarılması için kaybed il mesi gerekir.
Bugün bu deneyim ler, a h laki düzeyden psikoloj i k düzeye geç­
miştir. Ve kendinden geçmek için {genel anlamıyla "ecstatic," "ex­
stasis" veya kişinin kendinden çıkması) kişinin tamamen "kend ini
kaybetmesi" gerekir. Fakat ben l i k bili nci o kadar deri ndir ki,
"kendini kaybetme" d ü rtüsü bile bilinçli hale gelmekted ir. Böyle­
ce neredeyse sonsuz bir geri dönüş yaşanmaktad ır.
Fakat May Pod horetz'i n dediği g ibi, kuşak için sorun "dene-

Bu metin Beatnik modası çıkmadan önce yazılmış ve Podhoretz'in kendi


kuşağının radikal siyasi bir duruşu benimsemekte zorlandığı hakkındaki
eleştirisini konu almıştır. Beat'lerin, (Peter Pan gibi büyürneyi reddetme
çabalarına karşın) belirtmek gerekir ki, rollerin tuhaf bir şekilde değişme­
siyle, Beat Kuşağı'nın "sözcüsü" Jack Kerouac otuz yedi yaşındadır. Bu el­
bette ki apolitik bir harekettir. (Bkz. Narman Podhoretz'in makalesi "Cahil
Bohemler," Partizan Dergisi, 1 958.)
336 IDEOLOJININ SONU

yim korkusu"ndan çok, bir düşman belirleme yetersizliğidi r. An­


cak ki me karşı mücadele verdiğini bildiği takdirde kişi bir dava ve
bir h ı rs sahibi olabilir. Yirmilerin yazarları -Dadaistler, Mene­
ken'ciler ve nihilistler- burjuva ahlakını küçük görmüşlerdi r.
Otuzların radi kalleri "kapitalizm"le, sonra faşizmle ve bazıla rı da
Stali nizm'le savaşmıştır. Bugün entelektüel olara k, duygusal ola­
rak savaşı lacak düşman ki mdir?
Kuşağ ı mızın "kahrama nca" bir hayat sürmek istemesiyle, tam
bir "don kişot" i majı ortaya çıkması arasında bir paradoks va rdı r.
Bu, -Cervantes'in Don'u için olduğu g ibi- bir çağ ın son udur.
Bütün entelektüeller için olduğu kadar, genç kuşak için de kör­
düğüm budur. Bu, çağın, ideolojinin sonunu gördüğü bir dö­
nemdir.
Komünist, varoluşçu veya d i nci ideolog, uç bir noktada yaşa­
mak ister ve sıradan insa n ı büyük bir hayat sürmeyi başa ramadığı
için eleştirir. Bir anda, -gerçekten bir "dönüşüm an ında"- kur­
tuluşa veya devrime ya da gerçek bir a rzuya ulaşabilmesi müm­
künse insan böyle davra nabilir. Fakat bu türden mutlu gelecekçi
anlar yan ılsamadı r. Ve geriye ka lan, (hiç de kahramanca ol mayan)
rutin gündelik hayattır.
Kırk yıldan daha fazla bir zaman önce Max Weber "Bir Meslek
Olarak Siyaset" adlı çarpıcı makalesinde, sorunu "sorumluluk
etiğini" veya "nihai hedefler etiğini" kabul etmek şekli nde ortaya
koymuştur. Sonuncusu için -gerçekten inanan- hedefe giden
her yol mubahtır. Fakat sorumluluk alanlar ve ki bir günahından
tövbe eden ler için, hayatın nasıl düzenlen mesi ve yeni topl umun
ayrıntı l ı planının nasıl okunması gerektiğini düşünen ler için üst­
lenilecek rol, bütün m utlaklıkları reddederek pragmatik bir uz­
laşmayı kabul etmek olacaktır. Theodore Roosevelt'i n tavrını
tan ı mlarken Edmund Wilson'un yaptığı g ibi, paylaşılan bir uz­
laşmanın olduğu topl u mda siyaset, "lekesiz bir bayrağın düşmanı
yere serdiği ahlaki bir haçlı seteri değil, kişi nin kendini her türden
insana ve duruma uydu rduğu bir oyunun kurallarını ka bul ede­
rek ve ra kiplerini tan ıyarak i lerleme kaydetme meselesidir."
Bu a nlamda Lionel Tri lling ve Reinhold Niebuhr'un temsil et­
tiği otuz kuşağı, (Amerikan kültürü bakı m ından) yuvaya dönen
m i rasyedi çocuklardır. Fakat aynı yoldan iki kere geçil mez. Ve
evde kalmak, "ahlaklı" ve "soru mlu" olmak gerektiğini bilen bir
kuşağ ı n kaderidir.
Oç KUŞA� IN RUH HALl 337

B. Otuzlardaki Masumiyet Kaybı


Küçük bir g rup için otuzların özel bir a n lamı vard ı r. Bunlar, radikal
hareket içinde yer al mışlar ve o yılların damgalarını -görün me­
yen izler gibi- a l ı nlarında taşımaktad ırlar. Sayı ları azdır. Dört
mi lyon kolej li ve l ise li gencin yirmi bin inden azı veya yüzde biri­
nin yarısı rad i kal harekete katılm ıştır. Fakat g iysiye yayı lan bir
damla kumaş boyası gibi, bu sayı on yıla rengini vermiştir.
Bir radikal, mi rasyedi bir evlattır. Onun için dünya, kişi nin ka­
derine göre keşfedil mesi gereken tuhaf bir yerdi r. Sonunda bü­
yükleri nin evine geri dönebilir, fakat bu dönüş kendi tercihidir;
yoksa evden ayrı lmayan gibi, gözünü kırprnayan evlat itaati de­
ğildir. Esnek bir topl um, {her akıllı bir ebeveyn gibi) bu ritüeli
anlar ve gelenek ile meydan okumanın karşı kaşıya gel mesiyle
gelişir.
Fakat otuzlarda çatlaklar çok deri ndi. Görü nürde geri dönüle­
cek bir ev yoktu. Ancak i leri g idilebi lirdi. Sanki herkes yü rüyor,
yürüyor, yürüyordu. Marş Marş, ödül alan proleter bir romanın
ad ıydı. Geçit törenleri, grev gözcülüğü, protestolar, çiftlik tatilleri
ve hatta San Francisco'da genel bir grev vard ı . Aynı zamanda
yeni bir insan, kom ünist vard ı. Sadece daima yabancı, daima
deneyen yine de a maçlarında açık olan bir rad ikal değil, topl u ma
karşı savaşan g izli bir askerdi.
Bi rkaç kısa yıl içinde heyecan dağıldı. işçi hareketi hantallaştı
ve bürokratikleşti. Siyasi entelektüeller New Deal tarafından
emildL Sabun köpüğü proletarya romancı ları, Hol lywood'un ucuz
yaza rları olma yolunu tuttular. Amerika'n ı n otuzlardaki ayrıca l ı klı
deneyim i olan masumiyet kaybının a nlaşılabilmesi, mirasyedi
evlatların ve komünistlerin kaderi ni anlamaya bağ lıdır. Murray
Kempton, Çağtmtzm Bir Dönemi (Part of Our Time) adlı kitabında,
hayal kura n ve hayal kurdukları için "şüpheden başka bir şeye
sahip ol mayan" küçük bir g rubun bu haya li gerçekleştirmeye
ça lışmasını konu alm ıştır. Fa kat kişi harekete geçtiğinde kendi
an laşmasını bozar. Dem ir, kimi lerine göre kolay, ki milerine göre
ise zor kırılır. Diğerleri demiri fı rlatır atar ve bunun sonucunda
bazı kişiler bu demirin altında ezi lir. Son unda hemen hemen
herkesin hayali kaybol ur ve dünya şüpheden başka bir şey değil-
338 IDEOLOJININ SONU

dir.
H i kaye, Alger Hiss ve Whittaker Cham bers'la başlamaktadı r.
Kempton bilinen hi kayeyi tekrar, fakat özel bir nüansla a n latmak­
tad ır. Bu tuhaf çifti birleştiren, -Kempton'ın yurdu olan ve köh­
ne karakterini g üzel bir şekilde ya kaladığı- küflü şeh ir Balti me­
re'daki ortak yaşam ilişkileridir. Eski ve kibar bir Balti mare ai lesin­
den gelen H iss, Viktoryen tozları n ı n a rasında minnetle oturan ve
yeraltından gelen çok acılar çekmiş bir adam olan Chambers'la
tanışmak için sahip olduğu za rafetten vazgeçmiştir. Birbirlerine
g izliden gizl iye imrenerek, -her ikisi de yenilginin ağırlığ ıyla
suya gömülene kadar- her biri bir diğerinde reddettiği hayatı
bulmuştu.
H i kaye devrimci kolektif efsa nesinin, "asi kızları n," milita n işçi
liderlerinin, gençlik hareketinin ve tarihin dalgalarının tepesinde
yüzen diğerleri nin cazi besine kapılan yazariara kadar yayı lmış ve
onlara konu olm uştur. Bu, sol un resmi tari hi değ il bir dizi kısa
h i kayedi r. Ona özel bir rol atfeden ve muazzam bir cazibe kazan­
d ı ran matemli havası, ergen acılarına değinen yazı lardır.
Güneyli eski bir ai leden gelen Ja mes Murray Mason Ambler
Kempton, adında ve soyadında birçok soy taşımaktad ı r. Otuzlar­
da, kısaca bir kolej komünistti. Denize açıldı, sosya list oldu. New
York'un kopuk entelektüel muhabbetlerinden kaçarak askere
yazıldı. Bir süreliği ne, Yen i Gine'nin savaşan askeri müfrezelerin­
de bir cemaat buldu. Bütün ütopyacı unsurlar gibi bu cemaatin
de yaşama gücü, ka lıcı gerçekl ikten çok sadece hatıralardayd ı .
Kempton, geçen altı yı lda, N e w York Post'un e n çok okunan köşe
yazarı olarak çalıştığı New York'a geri döndü ve putkırıcı başka
bir Brann haline geldi.
Kitapta hiç kötü adam yok, sadece bir yalanı yaşayarak tü­
kenmiş kişilerin acısı: Çatışmacı eseri Processional'ın Amerikan
tiyatrosunda yeni bir tarz vaat etmesine rağmen devrimde bir
Hol lwood komiseri olarak "progresif diyalog" replikleriyle sıradan
fil mlerde rol almış John Howard Lawson; Phil Murray ve
E.O.M.'nin yerine Henry Wa llece ile ilericileri seçen, yanlış bir
seçim yaptığını da çok geçmeden anlayan çetinceviz ve zeki işçi
avukatı Lee Pressman; Genç Komünistler Derneğ ine katı ldığı
takdirde ateşli William Remi ngton'la evlenecek olan fakat sonra­
dan onun eski karısı olarak mahkemede ona karşı yalancı şah itl ik
yapan "asi kız" prototipi Ann Moos Remington.
OÇ KUŞA� IN RUH HALl 339

Kempton'un radikal bir yapısı olduğu için -hayal kırıklığına


uğrayan birçok kişinin aksi ne- devri mi 'kararlılıkla bir tutan
sonraki "realistler" tarafı ndan sıkıca korunmalarına karşın kibarlık­
larını ve ideal lerini koruyan ka hrama nlar da vardı r: Parlatılmamış
bir romancı olan Ja mes T. Farrell, belki dikbaşlı gerçeklik anlayışı
onu komünist yazarlar cephesine hücuma sevk etmiştir; Sacco­
Vanzetti savu nmasını örg ütleyen fakat tüm ahlaki kuralla rı hiçe
sayan komünistlerle çatışan Bahçıvan (Pat) Jackson; işçi sınıfı nı
soyut bir topluluk olarak değil, somut bireyler olara k ka leme alan
Mary Heaton Vorse; eleştiri kriteri nin onu d ü rüstl üğün çiğnen­
memiş yolundan ayırmayan Edmund Wilson.
Daha başka birçokları da var: kızıl Sadie Thompson'larla dü­
şüp kalkarak bunları ifşa etmekten şehvetli bir pişmanlık d uyan,
siyasi bir Peder Davidson olan J. B. Matthews; kom ü nist manipü­
lasyonları anarşist dürtüleri için çok korkunç bulan ve Cumhuri­
yetçi olan John Dos Passos. Park kanepesinden işçi liderliğine
giderek sorumluluk iki lemleri nin kapanına kısılan ve eski asi yan­
daşlarını bir kenara itmeye zorlanan Joe Curran; bohem tuzakla­
rına takı l madan ağırbaşlılıkla Ameri ka'ya sosyal disiplin aşıla maya
ça lışan Reuther gençleri. Ve daha birçokları -orta sınıf Vassar
kızları, ispanya'da ölen delikanlı, komün istleri reddeden ve yeni
bir sayg ı n l ı k kazanan zenciler. Malcolm Cowley'nin Sürgün'ün
Dönüşü (Exile's Return) veya Vincent Sheean'ın Kişisel Tarih'i (Per­
sonal History) gibi, Kempton'un kitabı da bir kuşağın hikayesidir.
Ve kimi zaman yirmi lerdeki olayları a nlatırken kişisel l i k u nsurları­
nı atiasa bile, kayıp Arcadia'n ı n ateşiediği bir gelişme ve g üce
sahiptir.
Son unda, kuşak başarısızlığa uğradı. Ancak ideal ist d ürtü lerin
tükenmesinden dolayı değil; bu, her radikal kuşağın kaçınılmaz
yörü ngesidi r. Olaylar öngörüleri ya nlış çıkarttığı için değ il; ki bu,
Amerika için daha iyi oldu. Fakat bu, bir çağı n son radikal kuşağı
olduğu için- son çünkü iktidarı tatmış ve yozlaşmıştır. (Yine de
Alex Comfort'un bel irttiği gibi, yozlaşan sadece bu iktidar değil­
dir, yozlaşan insanlar iktidar peşinde koşar.) Ancak yozlaşmanın
çekirdeği, "varl ıklıların" kibridir. Cömert d ü rtüleriyle, ada letsizliği
sone erdirmeye çal ıştılar. Fakat at gözlüğünden sıkı bir dogma­
tizm ve ki nik a hlaki anlayış türedi. Bu nedenle gerçeklik, görünü­
şü yanlış çıkardığında geriye kalan tek şey zorl uk ve ü mitsizli kti.
340 IDEOLOJININ SONU

C. Kırklardaki Siyaset
Dwight Macdonald, siyasi çıkışını 1 93 7'de Yeni Cumhuriyet'te
Makolm Cowley'nin Moskova d u ruşmalarının resmi belgelerini
çekingen bir şekilde eleştirmesini protesto eden beş sayfalık bir
mektup yazarak yapmıştır. Sıkı bir pazarlıktan sonra Yeni Cumhu­
riyet (New Republic) mektubun üçte birini yayımladı. Daha önce
Philips Exeter Akademisi'nde Pour Epater fes Bourgeos devrimci
sloga nıyla bir seçki nler kulübü kurmuştu. Yale'de olaysız, devrim­
siz geçen yılların a rdından, Büyük Bunal ı m'ın başlagıcı nda kısa
bir süre Yönetici Eğitmen Ekibi'nin bir üyesi olarak Macy's'de
çalıştı. {Sanırı m buna tepki olarak, şimdi şaka yoluyla söz ettiği
pembe ve siyah çizgili tişörtler giyme a lışkanlığını o zaman
edinmişti) Daha son ra, -Yakup'un Laban için çalışması gibi­
yı l larca Fortune için çalıştı. Macdonald, iki yı l boyunca Troçkistti,
Schachtmanites'in Nazi toplumunu bürokratik kolektivizmin yeni
bir sosyal oluşumu olarak niteleyen 30.000 kel i melik araştırmanın
4.000 kel imelik böl ümünü yayı mlamasıyla 1 940'da örgütlü siya­
setten ayrıldı. Macdonald, Siyasi Kom ite'ye 8.000 kelimelik bir
mektup yaza rak, devam eden i şbirliği için makalesi nin 4.000
keli melik bir böl ümünün daha yayımlanması "asgari ta lebinde"
bulundu. Komite, talebi ni kolektif ve bürokratik bir şekilde red­
dettiğinde istifa etti. Olayla ilgili ola rak, partinin ciddi bir şeki lde
"siyasetle değil siyaset ötesi ile ilg ilendiğini" belirtmiştir. {Daha
öneml isi, bu mi kro-siyasetle ilgili gibi görünmekteydi.) Macdo­
nald dikkatini Partizan Dergisi (Partisan Review) üzerine yoğunlaş­
tırdı. Fakat pasifızmi, d iğer editörlerle giderek büyüyen bir an­
laşmazlığa düşmesine neden ol unca, 1 943'te istifa etti. 1 943'te,
alanında olağanüstü bir başarı yakalayan süreli bir yayın olan
Siyaset'i (Politics) önce ayl ı k, sonra da üç ayl ık periyatlarla çıka rttı.
Macdonald bu ça balardan dolayı yorg un düşmüş bir halde Siya­
se t'i ve siyaseti bıraktı, New Yorker'ın soylu kırlarına yöneldi.
Bu, Bir Devrimcinin Anılan başmakalesinde gözler önüne seri­
len kariyeridir. "Siyasi Eleştiri Makaleleri" alt başlıklı bu anılar, giriş
makalesinden ayrı olara k otobiyog rafı veya anı türü nde yazılar
değildir. Toplamı elli olan bu seçi lmiş makaleler, -değerlendir­
meler, tanıtım ve eleştiri yazılarından ol uşa n,- birçoğu daha
önce Siyaset dergisi nde yayımian mış kısa ve genellikle bir yazarın
OÇ KUŞA�IN RUH HALl 341

notlarından alınmış yazı parçalarıdır. Kitap, Macdonald'ın Popüler


Kültür üzerine en ünlü makalesini ya da en iddialı makalesi olan
"Aslolan insandır"ı veya (Çağdaş Fransisken Dorothy Day biyog­
rafısi dışında) New Yorker'da yayı mlanan daha uzun yazıları (ör­
neğin, Mortimer Adler'in Syntopicon'unun i mhası, kendin yap
çılgınlığı, vs.) içermemektedi r.
Yine de bu eşkümeler, Macdonald'ı en iyi şekilde ortaya koy­
maktad ı r: canlı, zeki, çok yönlü ve en kötü i htimalle a laycı, üstün­
lük taslayan, rahatsız eden. Macdonald, "değişken dogmatik"
olarak adland ı rılabilir. Herhangi bir anda kendi konumundan
gayet emin ve rakibine karşı merhametsizdir. (Ustası olduğu
edebi bir i m ha işine gi riştiğinde, beceriksiz metaforlar kullanan
veya üslupta acem ilikler yapan yaza rın vah haline!) Hemen a r­
dından, Heisenberg partikülü g ibi, tari hin bir sonraki anında en
az eskisi kadar dog matik bir başka duruşa sıçramaktad ı r.
Bu değişkenli klerden neden sıkılmadığına dair (Macdonald'ın
iyi espri a nlayışından ve kendi hata larına gülme becerisinden ayrı
olarak) birçok başka neden vardır. Macdonald bir sosyal bilimci
veya bir filozof değil, hem bir gazeteci hem bir entelektüeldir.
Entelektüel, başlangıç noktası olarak kendini alır ve dü nyayı kendi
algıla rıyla ilişkilendirir. Bilim insanı, var olan bir bilgi alanını temel
alarak, keşfedilmemiş bölgeleri n haritasını çı kartmaya çalışır.
Gazeteci nin niyeti, g üncel olmaktır; kendi meraklarını günün
gerekl ilikleriyle ilişki lendiri r. Filozof, güneele aldırmaksızın, ger­
çek olduğunu düşündüğü şeyi a raştırır. Böylece deneyimin deği­
şen doğası, entelektüeli daima baştan çıka rı r. Macdonald'ın mi­
zaç olarak gerçekten fıkirlerle değil, fakat a hlaki d u ruşla ilg ilen­
mesi nin sebebi budur. Ve onunki değişken çeşitliliklerin değiş­
meyen bir a raştırmasıdır.
Bu dürtülerle birlikte kendi sanatına olan di kkate değer bağlı­
lığı, onun Amerikan entelektüel tarihinde bir an için eşsiz bir yere
gel mesine yol açmıştır. Bugün daha önceki on yıllar bizde a rtık
daha fazla merak uyandırdığı için, kırkiara daha yakından baka­
cak olursak, Siyaset'in ahlak a nlayışı nda yaşanan ve deri nl iklerin i
halen kısmen gerçekleştirebildiğimiz değişimierin farkında olan
ve bu değişi mlere di kkat çeken tek dergi olduğunu görürüz.
Siyaset'in tek teması gayrişahsileşme olayıdı r: Cinayetin gayri­
şahsileşmesi yoluyla bireyin aşağ ılanması, terörün ve aşırı du­
rumların rolü, toplumun bir makineye dönüşmesinde şeylerin
342 IDEOLOJININ SONU

nasıl insani kimlik kazandıkları veya i nsanların nasıl "şeyleştikleri."


Gayrişahsileşme teması varoluşçuluk, -Tillich'in teolojisi ve kitle
topl umunun popüler sosyolojisi tarafı ndan- bug ün neredeyse
edebi bir meta olarak soyutlaştırılmış ve nesnel leşti ri l miştir. Fakat
Siyaset'te elle tutulur, somut ayrı ntılarla bireylerin i nsa n l ı klarını
nasıl kaybettikleri açıklanmaktadır.
Kitaptaki lerin ne yazık ki sadece beşte birini ol uşturan en iyi
makaleler, -Macdonald'ın savaş sırasında önemli ayrı ntı lara
yönelttiği di kkatli bir bakışla- öld ü rmenin psikolojisini, suçu
cezalandırmanın hazi n çabalarını ve savaşın sahte cesaret göste­
risini açıkladığı yazılard ı r. Siyaset'in yayı mladığı belki de en ola­
ğanüstü makale, Bruno Bettelheim'ın Anormal ve Sosyal Psikoloji
Dergisi'ndeki röportajının kısaltı lmış şekli olan "Aşırı Duru mlarda
Davranış" yazısıdır. Uyand ı rdığı korku d uygusu toplama kam pla­
rındaki sadizm tasvirlerinden değil, kurbanın çocuksu, ilkel yan la­
rı nın d ı şı nda canava rların tarzın ı ve d uruşunu yansıtan iğrenç
maskeyi isteyerek takmasıd ır. iti raflar, beyin yı kama ve benzerleri
ha kkında önceden duyduğumuz hiçbir şey, kamuoyuna i l k açık­
lanan korkunç gerçeklerle karşılaştırılamaz.
Macdonald bu kon ulara karşı daha hassastı, çünkü bu olayla­
rın bir pasifist olarak savaşı meşru laştıran lardan daha fazla far­
kındaydı ve dehşete düşmüştü. Bu iğrenç olaylarla i l k elden karşı­
laşan N icola Chiara monte ve diğer göçmenlerden etki lenmişti.
Fakat daha temelde bu fa rkı nda l ı k siyasete dair ayrı bir ma­
sumiyetten kaynaklanmaktayd ı. Jud ith Sh klar'ın Ütopyadan Son­
ra (After Utopia) adlı kitabında anımsattığı gibi, Ortega y Gasset'in
l i bera lizme karşı getirdiği suçlamalardan biri olan siyasetin
özündeki şiddeti unutmuş olmasıd ır. Ortega'nın suçlaması, libe­
rallerin -Hobbes'cu sistemi sürd ürme ihtiyacından dolayı­
herkese karşı tehditle hükmetmesi gereken "Devlet'in vahşi do­
ğası"nı anlamaktaki başarısızl ı kları ndan kaynakla nmaktad ı r. (Bu
suçlamadan sonra, Ortega'nın özellikle mesleği hakikat a rzusu
olan entelektüel için bütün siyasi faaliyetlerin alçaltıcı olduğu
düşüncesi; onu, şahsi menfaatlerin, uzlaşmanın ve m itlerin pe­
şinde koşan siyasetçiye muhalif duruma getirmiştir.) Macdo­
nald'ın masumiyet kaybı, şiddeti n ve hükmetme arzusunun i nsa­
nın içini kemiren bir şey olduğunu ve -Hannah Arendt'ı taki­
ben- modern topl umun periyodi k olarak bu tü r bir şiddeti
uyandırmak ve bastı rmak için bir a raç haline geldiğini korkunç
Oç KUŞA�IN RUH HALl 343

bir şeki lde fark etmesiyle başlamıştır. Ve masumiyet suçlaması


radika l izmi hedef ala bileceğ inden dolayı siyaset ve Siyaset niha­
yete ermiştir.
Geriye, bu makalenin konusunu fazlasıyla aşan zor bir soru
ka lmaktad ır: bu tür bir teori ne kadar doğrud ur? Bu siyasi i majlar,
hayatın ve insanın bu hayattaki yerinin, "kahramanca" ve nihaye­
tinde romantik hayallerid ir. Siyaseti fa rklı menfaatleri uzlaştıracak
seviyede daha dü nyevi ve medeni bir halde görmek naif ol ur.
Fakat Britanya'nın deneyi mi ile (McCarthy'cilik dışı nda) Ameri­
ka'n ı n deneyi m i böyle olmuştur. Uçlarda yaşamıyoruz (Ve popü­
ler kültürde olduğu g ibi, yaşad ığı mız zaman da bu gerçek yaşan­
tıyı değil haya l i şiddeti yansıtmaktadır. Belki de bu, faydalı bir yer
değişimidir.) Avrupa'yı mahveden aşırı ideolojik çatışmaların
bazı larından uzak du rmuş almamızın nedeni belki de budur.
Veri mli elii lere olan ilgisizlikten ayrı ola rak, Siyaset'in ka lıcı ol­
mamasının belki de bir nedeni, yabancı deneyimlerden beslen­
miş olmasıdır. Amerikan hayatı nın kumaşı, Avrupa'da yaşanan
fikir ayrıl ı kiarına dayanacak kadar sağ lam mıd ır? Savaş bize ger­
çekten hiç zarar vermemiş midir? Dwight Macdonalds'ın a n ıları­
nın değeri, bizi bu tür va him meselelerle tekrar yüzleşmeye zor­
lamasıd ı r.

D. Ellilerdeki Muhalif
Muhalif (Dissent), Birleşik Devletler'i n siyasi yelpazesinde alenen
sosyal ist ve çağdaş kültür eleştirisinde de radi ka l olan süreli bir­
kaç kültürel yayından biridir. Ortodoks Ma rksizmin doktriner
yorumlarıyla çatışma lı iken yeni sosyalist hüma nizm a rayışlarıyla
ayn ı doğrultuda olan -ingi ltere'deki Üniversiteler ve Sol Dergisi
(Universities and Left Review) ile Fransa'daki Görüşler (Arguments)
benzeri- bir dergidir. Fakat önemli kon ulardaki farklı lıklar, ben­
zerliklerden daha fazladır. Üniversiteler ve Sol Dergisi, Stalin reji­
minin binlerce masum Komünisti canice öldürdüğünü Kruşçev'in
itiraf etmesinin a rd ı ndan, komün ist dünyadaki karışıklıktan doğ­
muştur. Görüşler, Polanya ve Macaristan'daki 1 956 olayla rından
sonra kurulmuştur ve yoğun felsefi içeriğiyle -Batı Avrupa'da
ortaya çıkan- revizyonist tartışmaları ya nsıtmaktadır. Diğer
ikisi nden beş yaş daha büyük olan Muhalif, genelde Troçkist ha-
344 IDEOLOJININ SONU

reketi birkaç yıl önce bırakanlar ( 1 950 mezunları) ve uzun zaman


Marksist tefsir sanatın ı n doktrin tartışmalarının okulunda okumuş
olanlar tarafından kurul muştur.
Kökendeki farklılık, eda ve içerikteki farklı l ı klardan kaynak­
lanmaktadır. ilk ikisi, savaşın ve emekli kıdemlilerin hikayeleri ile
geçmişten kopmuş ellilerin ürünüdü r. Son uncusu, matemli bir
hiddetle geçmişin endişelerini ve tartışmalarını tekrarlayan otuz­
ların bir ya nkısıdır. Üniversiteler ve Sol Dergisi ile Görüşler, gençli­
ğin tüm samimiyeti ve a matör a raştı rmacı ruhuyla yeni bir nesli
temsil etmektedir. Muhalif, "sonra doğan," zayıf ve halsiz bir ta­
raftar dergisidir. Üniversiteler ve Sol Dergisi ile Görüşler güçlü, coş­
kulu, naif, solun yirmi yıl önce tartıştığı teorik konular hakkında
yeni bir otod idaktik merak duygusuyla ya nıp tutuşmaktadır.
Muhalif ise, eleştiren, küçümseyen, amirane, sekter ama yine de
m uazzam donanı m lıdır.
Bu tarz farkla rı, aşırı ifadelerin adeti olduğu üzere, Avrupa ve
Amerika radikalizmi a rasındaki uçurumu karikatürize etmektedi r.
Bu sadece Amerika'nın eski radikal lere (ün iversitelerde ve yayı­
nevlerindel yer veren ve (bir bütün olarak topluma ol masa da
ün iversiteler ile yayınevlerine) prestij sağlayan bir refah topl umu
olmaktan öte -ki Muhalifin iki başed itörün ün, l rwing Howe ve
Lewis Coser'ın ü niversite profesörü olduklarını belirtmek ilginç­
tir- Amerikan rad ika lizmi nin bugün ciddi Avrupa Sol'una ıstırap
veren esas meseleleri uzun za man önce entelektüel olarak ba­
şından savm ış olduğunu göstermektedir. Amerika n topl umunun
Roosevelt ve Truman tarafından gerçekleşti rilen değişimler yo­
l uyla Marksist "faşizm ve yıkım" öngörülerini ya nlışlaması n ı n yan ı
s ıra iki kıta a rasındaki entelektüel atmosfer farkın ı da açıklaya n
b u gerçektir.
Bu görünürde bir paradokstur. Avrupa, yazı lı olara k, her za­
man incelikli felsefi tartışmaların yuvası olmuştur. Amerika, ki rli
bir prag matizmin diyarıd ı r. Avrupa'da ömrünü tamamlaya n soru­
lar, yirmi yıl sonra Birleşik Devletler'de (eski bir deyimle) reenkar­
nasyona uğramıştır. Bir zamanlar veri len söz her neyse, bugün
tam tersi geçerlidir. Son beş yılda Fransa'da Sartre ile Camus'yü,
Batı Almanya'da Wolfgang Harich'i, Polanya'da Kolakowski'yi
meşg ul eden meselelerden -araçlar ve a maçlar, sınıf gerçeği,
diyalektik materyalizmin bili msel bir yapı olarak anlamlı lığı, işçi
devletinin tan ı m ı, parti demokrasisi, bürokrasinin doğası, edebi-
OÇ KUŞA�IN RUH HALl 345

yatın propagandayla il işkisi, karma ekonomi meseleleri vs. -


herhangi birini alın. Bunların yirmi yı l önce, Partizan Dergisi (Parti­
san Review), Yeni Uluslararasi (New International) ve Yeni Lider
(New Leader) sayfalarında Sid ney Hook, Ernest Nagel, Lewis Ca­
rey, Ed mund Wilson, Philip Rahv, John Dewey ve düzinelerce
diğerleri tarafı ndan çöpe atı ldıklarını göreceksiniz. Bu adamların,
birçoğu (özellikle Ekmek ve Şarap'ta (Bread and Wine) lg nazio
Silone) bireysel olarak aynı meseleleri a raştı rmış olan Avrupa'daki
Marksistlerden daha fazla teorik zekaya sahip olduklarını söyle­
yemeyiz. Fakat Avrupa'da yal n ızca az sayıdaki bir grup entelek­
tüel savaştan önce komünist yörüngeyi terk ederken, Birleşik
Devletler'de Marksizmin cazibesine kapılan ciddi entelektüel
grupların neredeyse tamamı Kom ünist Partiden 1 940'da ayrı l mış­
tır. Böylece, entelektüel bir mesele olarak Bolşevizm, neredeyse
yirmi yıl önce Amerika n sahnesinden çekil miştir.
Davranışlardaki bu fa rkl ı l ı kların sosyolojik nedenleri çeşitlidir.
Avrupa'dan 3.000 mil mesafedeki Ameri ka l ı radikaller, faşizmle
doğrudan siyasi mücadele içerisinde olmaktan ve göçmen du­
rumuna düşme i htimali nden kurtul muşlard ı r. Bu nedenle, Mos­
kova Duruşmaları ve Nazi-Sovyet Paktı tarafından alevlenen siya­
si şüpheleri bastırmak için az bir neden vard ı. Dahası, Komün ist
Partinin Birleş i k Devletler'deki işçi hareketi nde asla fazla bir ta raf­
tarı olmadı. Böylece, partinin, entelektüelleri etki lemek için kulla­
nabi leceği duygusal bir g ücü yoktu. Kendileriyle birlikte büyük
bir siyasi ha reketi yönlendiren görevliler ya da memurlar olmak
yerine, özgür ru hlu entelektüeller olarak, tartışmaları daha "so­
rumsuz" ve yine aynı nedenle daha serbest ve daha samimiydi.
Böylesi bir özgü r ruhluluğun sonucu olarak, Birleşik Devlet­
ler'deki eski sol entelijansiya n ı n kırklardaki ve elli lerdeki temel
siyasi eği l i mi anti-ideolojik o l muştur. Bunun anlamı, sosya lizmin
-söm ürünün i ktisadi temellerini ortadan ka ldıra rak bütün sos­
yal meseleleri çözeceğine ilişkin- akı lcı iddialarına şüphecil i kle
yaklaşmaktır. Ve bu anti-rasyonalizm, büyük oranda Freud'culuk
ile neo-ortodoks teolojinin, (ya ni Rei nhold N iebuh r ve Paul Til­
lich'in) a nti-rasyonel stoacılıklarıyla entelektüel itibarları nın kay­
nağıd ır. Dahası Amerikan entelektüelleri, Birleşik Devletler'deki
çoğu lculuktan, Refa h Devleti'nin ka bulü nden, eğitimin yayg ın­
laşmasından, entelektüel isti hdam için genişleyen fırsatla rdan
dolayı ü l kelerinde yeni erdemler buldular. Ve gelişen Soğuk Sa-
346 IDEOLOJININ SONU

vaş'ta Sovyet Rusya'nın bugün dünyadaki özg ürlüğe karşı en


büyük tehdit olduğu gerçeğini kabul ettiler. Bu siyasi yaklaşımlar
genellikle Partizan Dergisi, Yorum ve Yeni Lider sayfa la rına yansıdı.
Bu üç dergi ve bu dergiler etrafında kümelenen yazarlar, Ameri­
kan Kültürel Özg ürlük Komitesi'nin çekirdeğ ini ol uşturmaktayd ı.
Bu yeniden değerlendirmeler akademik düzeyde Amerikan rad i­
kalizminin popülist temeli meselesini ortaya çıka rmış ve ell ilerin
-MacCarthy'cilik gibi siyasi çatışmaları ile sınıf ya da menfaat
g rubu mücadelelerinden çok- "statü endişesi" gibi sosyolojik
kavra mlarla daha veri mli bir şekilde açıklanabileceğini ileri sür­
müştür. Entelektüel ortamdaki değişimler, Lionel Tri lling'in Libe­
ral Hayalgücü (The Liberal lmagination), Richard Hofstadter'ın
Reform Çağı (The Age of Reform), Edwa rd Shi ls'in Gizlilik Eziyeti
(The Torment of Secrecy) ve McCarthy'cil i k üzerine Yeni Amerikan
Sağı'ndaki (The New American Right) çeşitli makalelerde görülebi­
lir.

Eski Sol'un parçalan ması bu bağ lamda olmuştur ve bu yeni­


den değerlendirmelere tepki olarak Muhalif ortaya çıkmıştır. He­
defi ndekiler, eski radikal klişeleri sorg ulayanlard ı . Ve Birleşik Dev­
letler'de genellikle olduğu gibi, o büyük egzotik kazanda, New
York'un entelektüel d ü nyasında içsel bir tartışma sürdü gitti.
Muhalif, Amerikan toplumunun konformizminden ve "yeni fikir­
ler"e olan i htiyaçtan söz ederken, radikalizmde çığır açan çok az
düşünce va rd ı . Editörlerden biri olan Lewis Coser, program nite­
liğ indeki bir makalesinde "Ne Yapmalıyız?" diye soruyordu. Ar­
d ından, "Her şeyden önce bana öyle geliyor ki," diyordu Coser,
radikaller '"radikal' türü nün gelişi minin devamı, teşviki ve gayret­
lendirilmesiyle ilgilenmelidirler. Eğer nesilleri tükeni rse, kültürü­
m üz meydan okuma i htiyacından dolayı kemi kleşecekti r." Fakat
neye meydan okuma? Neye karşı radi kal olma? Muhalif, rad ikal
ol mad ıkları için Partizan Dergisi ile Yorum'a sald ı rdı. Fakat Muha­
lifte bu derg i lere saldı rmaktan başka yeni olan bir şey yoktu.
Radi kalizmle ne a n latmak istediğini hiçbir zaman somutlaştırma­
dı. Ve özel likle siyasete herhangi bir yenilik getirmekte başarılı
olamadı.
Asl ı nda Muhalif, Sol'un tamamen olduğu gibi, kavramın an­
lamsızl ığına kılıf ol m uştu. Geçmişte radikalizmin can l ı l ığı vardı,
çünkü bu bir tür kıyamet'vari düşünceyd i. Bütün topl umu bir
Oç KUŞAGIN RUH HALl 347

gelgit dalgasıyla silip süpürrnek istemişti. (Muhalifin son sayıla­


rından birinde Livio Stecchini, derginin roma nti k hastal ığını ola­
ğan üstü bir şekilde ifade eden bir makalesinde "Yı llar yılı devrim­
ci düşüncelerle ve yaşantıyla hayal kırıklığına uğrad ığım için Kü­
ba'ya g ittim. Gerçekliğin şafağmdan önce hayattan umut ve a rzu
yoluyla gelen keyfi, bencilce paylaşmak istedim" diye yazmakta­
dır.) Fakat Karl Popper'in belirttiği g ibi, sorunların sıradan a ncak
önemli olduğu "kademeli teknoloji," okul mal iyetleri, belediye
h izmetleri, çarpık kentleşme ve benzeri konularda, ma rifetl i radi­
ka lizm ta m anlamıyla içi boş bir deniz ka buğu haline gelmekte­
dir.
Eğer Muhalif bir tek bi rleştirici bir fikre sahipse -ki bu her­
hangi bir radikal dergiye karakterini kazandıran şeydi r- o da
Amerika'yı bir kitle toplumu olarak kavra msal laştı rması ve bu tür
bir topl umun grotesk unsurlarına sald ı rmasıdır. Ve bu noktada
Muhalifin kiml iği, Üniversiteler ve Sol Dergisi ile Sol'un modern
toplumu eleştiren diğer sesleriyle birleşmektedi r. Ancak kitle
toplumu kavramının, tuhaf bir amorf hali vardır. Radi ka l izmin eski
kel i me haznesini kullananlar, "kapita listler"e ve hatta "burjuva"ya
sa ldırabilir. Fakat kitle toplumu'nda kişi, ta m anlamıyla "kültüre"
karşı silah çekmektedir. Kimin veya neyin düşman olduğu belli
değildir. Kitle topl umu kavramını ilk kullanan eski kuşa k bazı
yaza rlar için bu geçerli değildi. Bunlar, özel likle Ortega y Gasset,
Joseph Pi per, Karl Jaspers ve T. S. Eliot'tur. Onlar, aristokratik veya
Katalik veya elit bir kültür a nlayışına sahipti. Ve onlara göre, bir
zama nlar eğiti mli ve görgülü i nsanların koyd ukları beğeni ve
mükem mel l i k standartları, kitle topl umu tarafı ndan yıkı l m ıştı.
Onlar, eşitl ikçilik ve endüstri toplumuna karşıdırlar. Asl ı nda, kitle­
lere "kültürel oy kullanma hakkı" vermek istememektedirler. Fa­
kat "genç radikal" için, bu duruşu benimsernek zordur. Eski ge­
meinschaft'ın köklerinin, gayrişahsi ve makineleşmiş bir toplum
ta rafı ndan parça landığı yönü ndeki (Alman sosyolojisinden kay­
naklanan) pastoral-romantik i majı, birçoğu herhangi bir i kilemle
ka rşı laşmaksızın ka bul etse de entelektüel olarak kolayl ıkla
özümseyemezler. Bu protesto daima, şehrin köksüzlüğüne mah­
rem iyet ve özg ürlük sağlamakla birlikte, anonimliğ ine karşı kırsal
toplumun bir çığlığı olmuştur. (Fakat genç radi kal ler, köylü buda­
lalar değil lerdir.) Muhalif ile Üniversiteler ve Sol Dergisi tarafı ndan
kullanılan kitle topl umu imajının, yan l ış yönlend i rici olduğuna
348 IDEOLOJININ SONU

inanıyorum. Edward Shi ls'in belirttiği gi bi, "kitle"yi dışlandığı bir


topl umun içine sokmak, uzun ve zor bir süreçtir. Yine de i nsanla­
rın aynı sıkıcı, tekdüze ve merhametsizleştirilmiş hayatları yaşa­
dığı "geleneksel toplu m"a karşı -Saul Padover, Fransa üzerine
bir a raştı rmasında, Fransızların büyük böl ümünün hiç seyahate
çıkmad ı klarını, herhangi bir sivil topl u m kuruluşuna üye olmadık­
larını, hatta bir m üzenin içini bile gezmed iklerini belirtmekte­
dir- modern topl um; hareket i mkanlarıyla, mesleki tercihlerle,
tiyatrolarla, kitaplarla ve müzelerle çok daha farklılaşmış, renk­
lenmiş ve yaşam kalitesi a rtmıştır.
Muhalif ile Üniversiteler ve Sol Dergi'si nin sayfaları; reklama,
kitle kültürünün baştan çıkarıcılıkianna ve benzerlerine karşı
saldırılarla doludur. Ve bu eleşti rileri, (genelli kle Marx'ın erken
dönem diliyle, özellikle ya bancılaşma anlamında ifade etmek) bu
saldırılara görü nürde bir siyasi i çerik kazand ırmaktadır. Fakat asıl
kon u şud ur ki, bu meseleler esasen siyasi değil kültüreldir. Ve
bugünkü rad i kal düşü ncenin soru nu, kültürün toplumla olan
ilişkisi ni yeniden düşün mektir. Elbette ki çok az insan, bugün
kültürün siyasetle olan il işkisi nin, Marksist eleştirinin yirmi beş yıl
önce varsayd ığı kadar doğrudan olduğunu düşün mektedir. Tota­
litarizm ve bürokrasiden alınan dersler göz önünde bulundurula­
ra k -karma ekonomi ile siyasi çoğulculukta- sosyal siyasette
ı l ı ml ı lığı kabul edil meye başlandığında, "kültürel radikalizm"in
içeriğ ini beli rlemek daha da zorlaşmaktad ır. Paradoks şudur ki,
kültürde radikal olarak varsayı lan ne varsa çabucak kabul edil­
mekte ve -ister soyut ekspresyonizm olsun ister Beatnik şi iri­
olsun kendini avangart olarak tanımlayan ne varsa çabucak al kış­
lanmaktad ır. Schönberg'den Matisse'e ve ondan da /'ecole de
New York'a, yüksek kültür ürün leri en çok satan kültürel ma lze­
meler haline geldi klerinde, sta ndartların "yozlaşmasının" kayna­
ğını beli rlemek zor bir sorun olmaktadır. Avangard ı n ka bulü can
sı kıcı olmuştur ki Muhalifte yazan Hi lton Kramer (Güzel Sanat­
lar'ın editörlerinden bi ri) şöyle söyleme gereği duymuştur: "Ger­
çekten de 1 945'ten beri burjuva topl umu, dizginleri gevşeterek
bütün sanatlar üzerindeki kontrolünü sı kı laştırdı." (Buna, daha
serbest bir saltanat da denilebilir.)
Bunun kısm i bir nedeni, Amerikan hayatındaki yenilik ve he­
yecan arzusundan kayna kla nmaktad ı r. Fakat daha ciddi bir dü­
zeyde bu değişim ler, rad ika l izmin aynı zamanda toplum tarafın-
OÇ KUŞAGIN RUH HALl 349

dan özümsenmesi nin bir özelliği di r. idari otoritenin sendi kalar


tarafından kısmen paylaşı l ması g ibi, siyasi iktidar da etni k g ruplar
ve işçi grupları tarafından kısmen paylaşılmaktadır. Böylece kül­
tür de kısmen dön üştürül mektedir. Birçok kültürel yeni söz sahibi
(resimde element Greenberg ve Harold Rosenberg, edebiyatta
Lionel Trilling ve Alfred Kazin) kadim Sol'un bir parçasıdır; onların
beğenileri, sadece ciddi ressamlar ile romancıları değ i l çok daha
geniş bir topl um kesiminin standartları n ı da etkilemiştir. Bir diğer
önemli d üşüneeye daha değ i n mek gerekir. Kültürel elit -bir kişi
bile olsa ve ben olduğuna da inanıyorum- temel olarak Har­
vard'ın, Colum bia'nı n, Berkeley'in ve d iğer büyük merkezlerin
üniversite kültürüne a ittir. Ve elli yıl öncesinin aksi ne, görün ürde
eleştirel fi kirlere açık olan ve muha lefeti teşvik eden (bazen de
nostaljik olan) li beral bir kültürdür. Buna göre, Muhalif bile bu
kültürün kabul ed ilmiş ve hoşgörüyle karşı ianmış bir üyesidir ki,
bu da nihai paradokstur.
1 4.
BÖLÜM

Gerçeklik Aray1ş1nda O n Teori:


Sovyet Hareketinin Tahmini

Rus Devrimi ile a rd ı ndan gelen kırk yıllık Sovyet yönetimi ha kkın­
da yazılanlar, insanlık tarihinin karşılaştı rılabilir herhangi bir bö­
lüm ünden kesinlikle daha fazladı r! Fransız Devri mi üzerine yazı­
lanların bibliyografisi, söylendiğ ine göre Bibliotheque Nationa­
le'in boydan boya bir duvarındaki rafla rı işgal etmektedi r. Sovyet­
ler Birliği üzerine henüz derien meyi bekleyen ve -geometrik bir
hızda arttığı için- asla derlenemeyebilecek olan tam bir bibli­
yog rafya, mu htemelen bilginin bu ilk anıt mezarını (Karna k'taki
büyük siteden önceki koni k çatı lı mezarlar gibi) daraltırdı.
Buna karşın, bu korkunç üretimin ne kadarı böylesine kısa bir
zamanın testine dayanabilmiştir! Thomas Hobbes'un bir zaman­
lar söyled iği gi bi, eğer cehennem çok geç fark edilen bir hakikat­
se, cehenneme giden yol Rusya hakkı ndaki "hakikat"i keşfetme
iddiası ndaki bin lerce kitapla iki defadan daha fazla kated ilebilir.
Lanetii lere yapılacak işkence, -özell i kle mi lyonlarca insanın
kaderi ni Sovyet yöneticileri nin hareketleri ni doğru bir şekilde
tahmin edeceklerine dair ta m bir inanca bağlayan- diplamatla­
ra ayrılmıştı r.88
Son on yılda, özellikle Bi rleşik Devletler'de, Sovyet toplumu
üzerine muhtemelen yeni bir uzmaniaşma ve olağanüstü mik­
tarda bir araştırma ve yazıl ı eser üretimi olmuştur. Bunların bazı­
ları Rus mü lteciler tarafı ndan yapı lmıştır. Birçok çal ışma, devlet ya
da vakıf araştı rma bursları ile üniversiteler tarafından kurulan
özel enstitülerde, Sovyet hareketi hakkında güvenilir bilgi elde
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 351

etme çabaları sonucunda gerçekleşmekted ir. Siyasi fenomen


alanına a ntropoloji, sosyoloji ve psi kiyatri gibi yeni disipli nlerin
katıldığını da görmekteyiz. Bazı durumlarda bu yeni yaklaşımlar,
Sovyet hareketine tam bir açıklama getirdikleri iddiasındad ı rlar.
Diğer durumlarda ise mevcut açıklamalara ek yapmaktadırlar. Bu
a raştı rmalar o kadar yoğ un ve o kadar ağırdır ki batakl ı klar ara­
sından yol unu bulmaya çalışan d ışarıdan bir gözlemci, kendini
genell i kle (şu harika yansımalı Rus çağ rışımında olduğu gibi) şıp
diye çamura saplanmış bir halde bul ur. Ve bu yeni a raştı rmaları n,
genel d i lden çok -diğer söylem tarziarına bağlı- özel bir jar­
gona dayan ması gerçeği, insanı batağa daha da saplamaktadır.
(R. P. Blackmu r'un edebi Yeni Eleştiri için söylediği g ibi; termi no­
loji zaman içinde katılaşmakta, "bir yeteneğin normal patolojisi
metot haline ve metot da metodoloji hali ne gel mektedir.")
Bu böl ümde yazar, bir ta nımlama yapmaya çalışmakta ve ör­
nek teşkil eden durumlarda bu metodolojilerin ayrıntı lı bir değer­
lendirmesini sunmaktad ı r. Bu, Rusya'n ı n mevcut kapasitesi ile
zayıf taraflarının, -Milli Güvenlik Konseyi'nin ya ptığı türden­
sosyal, askeri ya da iktisadi açılardan "milli bir değerlendi rmesi"
değildi r. Bu, a m pirik bir a raştırma "incelemesi" de değildir. Yazar,
her biri birbiri üzerine çakışmasına karşı n, Sovyet hareketinin
bütünlüklü bir tahminini temsil eden on yaklaşımı ayrıştırmaya
ça lışm ıştır. Her birinin diğerine karşı yapılacak bir "oku masıyla",
analitik veya metodolajik birtakı m önemli farklı lıkların ortaya
çıkması umulmaktad ı r. Bunun dışı nda, böyle bir okuma, her en­
vanter çalışmasına temel olacak birtakım yargıların oluşmasına
yardımcı olacaktır. Bu nlar: ( 1 ) Hangi teoriler veya yaklaşımlar
olayları açıklamakta "ayakta kalabil miş" ve hangi leri kalamamı ş­
tır? (2) Bir karar mercii, gelecekte hangi a raştırmayı neden kul la­
n ı r?

1. Pirandella Girer
Hegel, bir defasında, mantıklı olan şeyin gerçek olduğunu söy­
lemiştir. Tartışma konusu olan her bir teori, mantıklı fakat yine de
tamamen gerçek değ ildir. Hegel'de, teorilerde ya da her i kisinde
de hatalı bir yan olabili r. Buna karar verecek kişi okurdur.
352 IDEOLOJININ SONU

KARAKTEROLOJIK TEORILER
( 1 ) Antropolojik. Ruth Benedict'in eseriyle başlayan ve a rdın­
dan Linton ile Ka rdiner, Margaret Mead ile Clyde Kluckhohn'la
devam eden çağdaş a ntropolog lar, "kültür ve kişi lik" kavra m ı n ı
geliştirdi ler. Verili b i r kültürün üyeleri nin, -duygusal d ü rtülerle
başetmenin yeteri kadar farkl ı yolları n ı ve diğer kültürel g rupların
hayat tarzından genelli kle di kkate değer bir şekilde ayrı lan ben­
zersiz bir hayat tarzın ı ol uşturan topl um yöneti mini düzenle­
yen- ortak nokta ları paylaştıklarını i leri sürdü ler. Grup "normla­
rı," bireyin sosyal yaşamda ortaya çıkan temel gerilimleri nasıl
yöneteceğ ini (yani otoriteye karşı tavırlar, dürtülerin engel len­
mesi, agresyon, vs.) ve bu normların ihlaline karşı sosyal kontrol­
lerin nasıl devreye gi receğ ini bel irler.
Margaret Mead,89 Geoffrey Gorer, John Rickman90 ve Henry V.
Dicks91, bu "kültür ve ki şilik" kavramlarını Rus hareketine uygu­
lamaya ça lışm ışlardır. Özellikle Gorer, şüphecilerin "diyaperoloji"
diye adland ı rd ı kları şeyle kötü bir şöhret kazanmıştır. Birinci
Dü nya Savaşı'nda Rusya'da yaşa mış saygı n bir ingiliz psi kiyatrist
olan merhum John Rickman'la birlikte Gorer, annelerin Rus be­
bekleri ni sıkı bir şeki lde kundaklama adetlerinin bir i htiyaç ve
tatmin döngüsü yarattığını ileri sürmüştür. Bu, "Büyük Rus" milli
karakterinin, uysallık ile şiddetli patlama, duygusuzluk ile yayg ı n
ra hatsızlık veren endişe veya oral açl ık ile perhiz arası ndaki sar­
kaçta sal ı ndığını varsayar.* Bu da, yetişkin Rusların sert otoriteye
teslim olma istekleri ni açıklamaktad ı r.
Dicks'i n eseri daha belirgind i. Savaş Bürosu Seçim Kuru l u'nu
oluşturan Tavistock Enstitüsü'nde bir ingiliz psi kiyatrist olan
Dicks'i n genel lemeleri, genellikle Rus mültecilerle yapılan uzun
röportajlara dayanmaktayd ı.92 Rus kişiliğinin olağan üstü özelliği

Bir dikotomi, bir kere parçalanan atom gibi, görünürde sonsuz sayıda
çoğaltılabilir. Bu nedenle Dinko Tomasic, Rus Kültürünün Sovyet Komü­
nizmi Üzerine Etkisi adlı eserinde (Giencoe, l ll. 1 953); Rus milli karakteri­
nin, biri "Avrasya steplerinin iktidar peşindeki ve kendini düşünen göçe­
be atlıların," diğeri de "anarşi ve grup odaklı [Siav] çiftçilerin" olmak üze­
re iki zıt etkinin tam ortasında kaldığını fark etmiştir. Gordon Wasson'un,
Rusların mikofil ve Anglo-Saksonların da m ikofob olduklarını keşfetmesi
türünden zıtlıklara da dikkat çekilebilir.
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 353

çelişik duygularıd ı r, der Dicks. Bir yanda olayların üzerine aceley­


le atlama ve çabucak tatmin ihtiyacı içinde "hepsini birden yut­
ma" eğilimi, sınırsız tanımayan manik güç nöbetleri, tüm bağ lar
ile sı nırl a rın ortadan kald ı rı l masına yönelik anarşist talepler; d iğer
ya nda melankolik yakı n l ı k ile şü phe, endişeli ve ası k suratlı uysal­
l ı k ve "Rus tabiatı nın aşırılıkianna karşı tek tem inat olara k düşü­
nü len güçlü ve keyfi bir otoriten i n ah laki mazoşizmi ile kindar
ideal leştiril mesi." Böylece otorite, otorite olacaksa, sert, mahrum
edici, keyfi ve kaprisli olmalıdır. Vlast [iktidar] zayıfsa, kimse ona
itaat etmez.
El itleri n zıt davranışları, Rus kitlelerin geleneksel düzensizl iği­
ne, sistemsizl iğine ve şeki lsizliğine karşıd ı r. Aşırı duygusallık ile
rahatına düşkünlüğe karşı tam bir kontrol sağ layacak kadar mu­
hafazakar ve "geleneksel" Rus karakteri nin a rad ığı tatminlerden
vazgeçecek kadar g üçlü olmak zorundadı r. Önemli noktalarda
ça kışmalar vard ı r. insanlar, acımasız, keyfi, kararsız otorite i majı
beklemekte ve bu beklentiyi elitler karşılamaktad ı r. Dahası, sis­
tem, nüfusun en otoriteryen kesiminin "içe yansıttığı bozuk nes­
ne il işkileri ni dışa vurmasına" yan i nefret edi len fakat g izli bir
şeki lde derinden derine özdeşleşilen baba figürünün (Çar, toprak
sahi bi, vs.) yerine geçmesine izin vermekted ir. "Bu hi potez saye­
si nde," der Dicks, "Sovyet Rusya'da ortaya çıkan sı kı, altın saçlı,
yoğun bir statü endişesi içerisindeki, i l k başta yeni sistem tara­
fı ndan başarı l ı bir şekilde eleştirilen esas eğilime ve onun Devrim
boyunca kurucu ianna karşı verilen mücadeleyi kaza nan bürokra­
siyi açıklayabilirim."93
Fakat hedeflerin bu gerçek dönüşümü, bilinçli veya bili nçsiz
bir düzeyde olsun, Sovyet sistemi ile geleneksel Rus kültür tarzı
arasında "bel irgin" bir ayrım yaratmaktad ı r. H ızla yeni tür bir
teknolojik ve idari kişilik yaratma i htiyacıyla karşılaşan el itler,
"insanları yeni kültürel norm ların kal ı plarına zorla sokabil mek için
kendi lerinin kötü bir şekilde asimile edilmiş ve çatışmaya dayalı
hedef dürtülerin i ku llanmaktadırlar." Baskı a rttıkça iç çatışmalar
da daha yoğun olacağından, elitler "kendi zorlayıcı ve sadist oto­
riteryen hakimiyet i htiyaçla rını ya bancı dış g ru plara ya nsıtmak­
tad ı rlar." Böylece psikoloj i k bir "kuşatma" durumu yaratılmakta
ve bütü n başarısızl ı klar dışarıdaki düşmanın işi olarak görülmek­
tedir. "Bu para noid davranışın ne kadarı n ı n bilinçli bir tasarı mın
ve ne kadarının -yöneti min başı ndaki liderleri n çok azının kav-
354 IDEOLOJININ SONU

rayabild iği- kültürel-psikolojik g üçlerin içsel zorla maları n ı n


sonucu olduğunu tahmin etmek zordur." d e r Dicks. " B u bakım­
dan, üzerinde ça lışabileceğimiz kıyaslanabilir bir iktidar kliği tara­
fı ndan sunulan psi kiyatrik portrenin şaşı rtıcı keşfine başvu ra bili­
rim: Hitler'in çevresi. Bu pa ranoid dinamiğin, Goebbels ve
H i m mler gibi karakterler tarafı ndan kin i k ve soğukka nlı bir şekil­
de söm ürüldüğünü varsayd ı k ve onun kurbanı olduklarını fark
ettik."94
Dicks, sanayi leşmenin hızlanması nın, el itler ile halk a rası ndaki
gerilimi artıracağ ını söylemiştir. Zorlamalar, "öfkeye yol açmış ve
rejime karşı öfke birikimi oluşmuştur." Birta kım nihai ve gayri­
şahsi iyilikler ad ına yaşa nan mahrum iyetler "aşktan ve duyg usal­
l ı ktan vazgeçmek" olarak yorumlanmıştır. Fakat bu tür bil inçsiz
bir öfke, otoriteye karşı gelmiş olmaktan kaynaklanan bir suçlu­
luk duyg usuna da yol açabilir; bu da, elitlere ya nsıtılmakta (elitle­
rin kitlelere karşı her düzeyde öfkeli oldukları ve onları cezalan­
d ı rmak istedikleri duygusu yaratmakta) ve "acı veren bir end işe
ve dağ ı l ma korkusu (strakh) atmosferinin büyü mesine neden
olmaktad ır." Böylece suçl uluk aynı za manda rejime karşı çıkma
veya boyun eğmeme eğilimini azaltmaktadır.
(2) Psikoanalitik. Rus karakter yapısın ı n yerine -özell ikle Po­
litbüro örneğ inde ortaya çıkan- Bolşevik karakter yapısını analiz
etme g irişimi, Nathan Leites tarafından hazırlanan ve ABD Hava
Kuwetleri'ni n95 finanse ettiği bir RAND çalışmasında yapılmıştır.
Fakat Leites'i n çalışması, davra nışın işlemsel bakımdan kodlan­
masının ötesine geçmektedi r. Leites ted birli, neredeyse ezoterik
bir tarzda son derece nefes kesen psikoanalitik bir açıklama
yapmaya ka l kışmaktadı r. Bolşevik elit hareketi, on dokuzuncu
yüzyıl enteliyansiyasının hareketine karşı görül mektedi r. Sonun­
cular aksidi r, si nirlidir, iç hesa plaşma yapar, kara kara düşün ür,
içine kapalıdır. "Bolşevikler" katıdır, şüphecidir, boyun eğmez, her
zaman ag resiftir. Özellikle Lenin i majına damgasını vuran bu
karakter, -psikoa nalitik olarak konuşacak olursak- ölüm korku­
su ile gizli homoseksüel dürtülere karşı bir "tepki oluşum u"ndan
kaynaklanmaktad ı r. (Leites'in 639 sayfa l ı k külliyatlı eseri; Bolşevik
hareketinin -özel likle uluslararası stratejide- "davranış ko­
du"nu okuyan en iddialı g irişimlerden biri olduğu için, teori daha
ayrı ntı l ı olarak ilerideki sayfalarda (ll. Kısım'da) ele alınmaktad ı r.
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 355

SOSYOLOJIK TEORILER
(3) Sosyal Sistem. Harvard'da Rus Araştı rmaları Merkezi'nde
gelişti rilen ve en özlü şekilde Raymond Bau ler, Alex lnkeles ve
Clyde Kluckhohn'un96 kitabında an latılan bu sosyo-psikolojik
teori; Sovyet sisteminin fonksiyonel olarak ilgili "faal iyet kara kte­
risti kleri ni" -kaynakların belirli a maçlar için aşırı şeki lde tahsis
edil mesi, "h ücum," iktidarın bağı msız konsantrasyonunun red­
dedil mesi- ve bu davra nış kal ı plarının çeşitli sosyal g ruplar üze­
rindeki etkisini belirlemeye çalışmaktad ır. Bu anlamda yaza rlar,
Sovyet sisteminin gerilim noktalarını bul maya çalışmaktadır.
(Sovyet ha reketi üzerine en kapsamlı ve tek araştırma projesinin
özet kitabı olduğu için bu eser ileride lll Kısım'da daha ayrıntı lı
olarak tartışılmaktadı r.)
(4) ideal Tipler. Genellikle Harvard'dan97 (M.I.T.'den W. W. Ros­
tow'un ve Tavistock'tan Henry Dicks'i n düşü nceleri ni etki lemiş
olmasına karşın) Barrington Moore, Jr.'ın yazı larında örneğ ini
bulan bu ya klaşım; topl umdaki iktida r örg ütlenmesine dair bir
dizi model kurd uktan sonra, herhangi bir toplumun -ve özelde
Rusya'nın- bu modellerin herhangi birine bağ lılığını ne kadar
sürdürebi leceğ ini a raştırmaktad ı r.
Moore'a göre, bir topl u mdaki iktidar ve konum, üç yolun bile­
şimi olarak ortaya çı kmaktadır: (a) geleneksel: iktidar ve statü, a i le
veya a kraba l ı k yoluyla babadan oğula devredi lmektedir; (b) ras­
yonel-teknik: iktidar ve statü, ailenin statüsüne bakıl maksızın,
bi rey tarafından yetenek ve teknik beceri temeline göre elde
edilmektedir; (c) siyasi: iktidar ve statü, siyasi bir lidere, partiye
veya kliğe bağ l ı lık temeli nde mü kafat olarak veril mekted ir.
Herhangi bir kriterin kullanımı, diğer soru nların çözümü için
işe yarar alternatiflerin alanını daraltmaktadır. Rasyonalite (b)
teknik yeterliğin isti hdam için bir kriter ol ması üzeri nde durmak­
tad ı r. Fakat i ktidar m ücadelelerinin tabiatı (c) işi g üveni lir olanın
müdür yerine komiserin almasını gerektirir ve siyasetin en sert
ifadelerinden biri olan itaatin, Sovyet sisteminin i l k kuralı oldu­
ğunu bi reylere hatı rlatır. Bu a rada gelenekçi lik (a) ha len köyl ülü­
ğ ü n "doğal" şeklidir ve Sovyet endüstrisi nin geniş kesimleri için­
de gizlilik ve gayri resmi bağlar, keyfi emirlere karşı gerekli ko­
runma yol ları ol maktad ı r. Rusya'da i ktidarın siyasi kriteri (örneğ in
356 IDEOLOJININ SONU

ord udaki komiserler veya partinin endüstriye dair kontrol fon ksi­
yon la rı), teknisyenler i le ordunun tecrübeli su baylarından (örne­
ğ i n 1 937-38'deki Yezhovschina adlı korkunç siyasi temizlik, za­
manın gizli polis başkanı Yezhov'un adını taşımaktadır) oluşan
geniş bir sınıfı feda etme pahasına fazla insafsızca uygulanmıştı r,
der Moore. Diktatörün herhangi bir zamanda idari hiyerarşiye
keyfi bir şekilde müdahale etme gücü, yürürlükteki sistemin kal­
dırmakta zorland ığı bir güvensizlik d üzeyi yaratmaktad ı r. Moo­
re'a göre çözüm, "si nsi rasyonal ite" veya gelenekçi likte ya da her
i kisinin birleşi mi nde yatmaktadır.
Sovyetler Birliği, sanayileşmede kararlı olduğu için, rasyonali­
zasyon unsurları nın toplumda daha derin bir şekilde yer etme
i htimali daha fazladır. Bunun anlamı, teknik kriterlerin siyasi ka­
rarların yerini alması, işlerin yeteneğe göre dağıtılması, kariyer
beklenti lerinin yüksek d üzeyde istikrar kaza nması, aile i mtiyazla­
rının çocuklara geçmesidir. Buna karşılık, endüstiyel yönetici,
m ühendis ile teknisyenin gücü ve prestiji artar, kontrol ayg ıtının
-parti ve gizli polis- elinde bulunan güç ve prestiji n payı ise
aza l ı r.
Moore'un siyasi olarak "bir şeki lde akla yatkın" bulduğu gele­
nekseki lik yönü ndeki a lternatif bir gelişi m, partin i n ve askeri
unsurların kontrolü ellerinde tutacakla rını, fakat bürokrasi içeri­
sindeki keyfi müda halelerin bu tür bağ l ı l ı kların odak noktası hali­
ne geleceğini göstermekted ir. Böylesine bir gelişim, yerel oto­
naminin artması ve yen iliğe ve değişime karşı direnç gösterilme­
si anlamına gel mektedir.
Bu a lternatifler kadar akla yatkın görünen Kruşçev'in geniş
"merkezsizleşme" planı, iktisadi olayların ele a l ı n masında mantı­
ken iktisadi rasyonaliteden çok siyasi kriterin yeniden ileri sürüi­
mesi anlamına gel mektedi r. Richard Lowenthal'ın bel irttiği gibi,98
gerçek iktisadi merkezsizleşme, partiyi ekonominin parazit bir
uzantısı haline getirir. Yöneticilerin parti içerisinde eritil melerine
rağmen, yöneticilerle parti denetçileri arasındaki fonksiyon ayrı­
mı çatışmaya neden olmaktad ı r ve bu, Malenkoz tarafı ndan, idari
g ruptan söz ederken kullanılmıştır. Gücü parti sekreteryalanndan
gelen Kruşçev'i n yaptığı şey, Cumhuriyet d üzeyindeki ve bölge­
sel d üzeylerdeki parti sekreterlerinin planın iktisadi performan­
sından sorum l u olacakları bir fonksiyon birliği kurmaktır.
Lowenthal'un sonuç olarak dediği gibi: "Son raundu kaza nan,
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 357

yanındaki yöneticilerle ve i ktisadi idareyle 'rasyonel' olan Malen­


kov değil, yanındaki parti patronlarıyla 'irrasyonel' olan Kruş­
çev'd i r. Bunun nedeni kesinl ikle parti rejiminin kend ini koruma
mantığında a ranmalıdır."99
Eğer Moore doğruysa, bu tür bir mantık iktisadi kriziere yol
açacaktır. Fakat bunu bekleyip görmek gerekir. Moore'un yaptığı
şey, dikkatini Marksist ve hatta Bolşevik ideolojiden çok, temelde
"zorun l u sanayileşme"nin bir fonksiyonu olarak Sovyet gelişimi­
ne yoğ un laştırmak ve Stalin'ci baskı nın -sanayileşme h ızı nın
dahili iktidar mücadeleleri veya Stalin'in yönetimini sağ iarniaş­
tırma a rzusu kadar- zorunlu bir sonucu olduğunu görmektir. Bu
konu, Raymond Aran ve lsaac Deutscher g i bi farklı görüşten
yazarların di kkatini a rtan bir şekilde çekmiş ve E. H. Carr'ın Sovyet
tari hini yorum layıcı a nalizinin merkezini ol uşturmuştur.100 Bu
mesele, sanayileşme hamlesi başarıyla sonuçlandığında, -
Sovyet topl umunun olası farklı profil leri konusunda spekülasyon
yapmak g ibi- Rusya üzerine yazı lanların çok azında olan bir
değere sahiptir.

SIYASi TEORILER
(S) Marksist. Direkt olarak lsaac Deutscher tarafı ndan ifade
edilen bu yaklaşım, üretici güç düzeyi nin hareket i m kanı üzerin­
de daima kısıtlayıcı bir rol oynadığı önermesine dayanan bir Sov­
yet gelişimi teorisi çizmektedi r. Stalin ist diktatörlüğün tarihsel
olarak "zorunlu" bir aşama olduğunu ve böylece kitlelerin sanayi­
leşmeye olan dirençleri nin kı rılacağını; fakat bu sosyal aşamaya
bir defa ulaşıldığında, diktatörlük ayg ıtın ı n iktisad i gelişmenin
yeni ve daha yüksek bir aşamasının gerekleriyle "sosyal çatışma­
ya gireceğini" i leri sürmekted ir.101
Deutscher tarafından geliştirildiği gibi -E. H. Carr'ın yazıla­
rında bir m ütabakat bulunabilir- 1 920 yılı devrimin dönüm
noktasını göstermektedi r:102 işçi sınıfı tüken miş, demoral ize ol­
muş, sayısı yarı yarıya azalmış, gevşeme ihtiyacı içerisindedir.
Serbest bi r seçimde Bolşeviklerin ayağı kayd ı rılabil ir. Bolşevik
liderliğinin sağlam iradesi, parti içinde demokrasiyi yerlerde sü­
ründürme pahasına (işçilerin muhalif kesimleri, eşitlikçi ler ve
ütopyacı hayal peresderi bastırarak) devri mi kurtarmıştır. Sonuç
358 IDEOLOJININ SONU

a normal bir d u rumdur: işçi sınıfı desteği olmaksızın yapılan bir


işçi devri mi. Bu paradaksun mantıklı açıklaması "tarihsel zoru n l u­
l u k"tur. Kamusal laştırı lmış mül kiyet, sosyal gelişmenin daha yük­
sek bir aşamasını temsil eder ve bu nedenle işçilere karşı bile
savunul ması gerekir.
Stalinist savu nmalar içermeyen teori, Troçki'ni n Yeni Rota (The
New Course) ( 1 923) ve sonradan ihanete Uğrayan Devrim (The
Revolution Betrayed) ( 1 937) eserlerinden kaynaklan maktad ı r. Bu
eserlerde Troçki, bürokrasi gel iştiği sırada Rusya'nın bir krizle
karşılaştığını ileri sürmektedir: ya üretici g üçler bürokrasinin ağır
eli nden kurtarılacak ya da "Thermidor" denilen devlet veya d iğer
bir tür kapitalist yönetim şekl ine geri dönüş yaşanacaktır. Bu
noktada Deutscher fa rkl ı düşünmektedi r. Köylü kitlelerin geri
ka lm ışlığı ve onların sanayileşme için fedaka rl ık ya pmada isteksiz
olmaları, Stali nizmin sert tedbirleri ni ve demir disiplinini gerekli
kılmıştır. Fakat, der Deutscher, 1 930'1arda ulaşılan ilerlemede
Stalinist terörizm ile "ilkel sihir," gerekenden fazla yaşa mışlardır
ve "Sovyet topl umunun yeni ihtiyaçları"yla çatışmaya başlamak­
tadırlar. Sanayileşmenin, "kitlelerin demokratik istekleri ni uyan­
dırma eğ iliminde olduğuna inanmaktadı r." Sovyet zenginliğinin
olağan üstü gelişimi sınıf ayrıcalıklarını ve ortodoksiyi yumuşatma
eğ ili mi ndeyken, Stali nizmin demir perdesi ve karmaşık m itolojisi
sosyal olarak faydasız hale gelmekted i r. . . Stalinizm, gelişen top­
lumun üretim güçlerinin şimdiki durumunda savunulamaz."103
Rusya ta ri hinde şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir si­
yasi iktidar olarak işçi sınıfının üzerinde önemle d u ran bu teori,
yenilerde yayı mlanan eserinde Duetscher tarafı ndan geliştiri lm iş­
tir.104 Sta lin sonrası reformların, genell ikle bürokrasiyi sağlama
a l ma niyetinde olan "yukarıdan" gelen reformlar olduğunu be­
l i rtmektedir. Fakat işçi sınıfı, özellikle (Rusya'nın işgücü nün üçte
birini isti hdam eden) m ühendislikteki vasıflı unsurlar, art ı k uzun
zama ndır bastırılan eşitl ikçi istekler göstermektedi rler. Bu eski
"i lerici" parçabaşı sistemindeki revizyondan bellidir: Büyük farklı­
lıkların dara ltıl ması, yeni bir emekli maaşı sisteminin getiri l mesi
ve eğitimdeki bütün harçların kaldırı l ması.
işçilerin ülkedeki yönetici güç olduklarını bel irten resmi ideo­
loji ta rafından dayatılan bu eşitlikçi istekler, i mtiyazını sürdürme­
ye ve statükoyu korumaya çal ı şa n bürokrasiyle çatışmaya başla­
yacaktır, der Deutscher. Ve yaklaşan böylesi bir çatışma, rejim için
GERÇEKLIK ARAYlŞlNDA ON TEORI 359

sorun yaratacaktır. Gizli polisin gücünün azal masıyla, sistemin


gardiyan ı olarak sadece ordu ka lmaktad ı r. Fakat ordu, sistemi
parti nin yara rına korumaktan çok, er veya geç kendi hesabına
çalışacaktır. "Diğer bir deyişle, l iderlikten ve açık bir siyasi amaç­
ta n yoksun kitle hareketleri nin fı rtınalı ca nlanışıyla ortaya çıkan
gerilim ve stres, Banapart tarzı bir diktatörlüğün kurulmasına yol
açabilir. Rusya'nın iktidar mevkilerine ve son savaşta ele geçirdiği
stratejik kazançlara karşı bir tehdit olarak görül mesi gereken bir
duruma askeriyenin kayıtsız kalması bir hayli zor görünmekted ir."
diye bağ lar Deutscher. 1 05
Sanayileşmenin (işçilerin, zenginliğin böl üşümünden daha
büyük pay alma ta leplerine neden olsa bile) özgürlük çaba larına
yol açıp açmadığı veya zeng inliğin artmasının sınıf imtiyazlarını
azaltma eğilimde olup olmadığı son derece ta rtışmalı bir konu­
dur. Rus üretkenliğinin a rtması ne kadar "olağan üstü" olursa
olsun, Sovyetler Birliği'ndeki göreli kıtlık uzun bir za man daha var
ol maya mahkCımd ur. Ve en tepedeki sosyal g ruplar bir güven lik
önlemi kazansa bi le, sınıf imtiyazlarının katılaşması herhangi bir
diktatörl ü k gevşemesine gerçek bir fren olacaktır. Elbette ki Zhu­
kov'un düşmesiyle birlikte askeriye en azı ndan bir süre için parti­
nin kontrol üne tekrar girmiştir. Deutscher, açıkça partinin rol ünü
küçümsemiştir ve { 1 953'de yayı mlanan) Rusya'da Strada Ne Var?
(Russia: What Next?)adlı eserinde Kruşçev'den bir kere bile bah­
setmemiştir. El itler içi ndeki mücadelelerden o kadar uzaktı. Bu
açıklamada önemli olan Deutscher'in a nal iz plan ında {gerçekten
ister doğru ister yanlış olsun) değişimin asıl kaynağına ait açıkça
belirleyici bir anlam vardır. Böylece, tüm sosyal teori nin yüzleş­
mesi gereken bir soruna odaklanır: sosyal sistemlerdeki değişim
kaynakları.
{6) Neo-Marksist. Troçki'nin Sovyet pol itikasının doğasına iliş­
kin tartışmasını geride bırakan bir grup teorisyen, kam usallaştı­
rılmış mül kiyete rağmen, Rusya'nın a rtık bir işçi devleti olmak
yerine, "bürokratik kolektivizm" deni len yeni tü r bir sosyal yapı
olduğunu i leri sürm üşlerdir.106 Bu ayrım, Marksist parti lerin ve
hiziplerin siyasi yönelimleri için önemli olmuştur. Örneğ in Orto­
doks Troçkistler, Rusya'nın -"dejenere" bir işçi devleti olmasına
rağ men- kamusallaştırılmış mül kiyetten dolayı "tari hsel olara k
i lerici" ve b u nedenle kapitalist i ktidarla olan m ücadelede savu­
nul maya değer olduğunu iddia etmişlerdir. Yeni bir sömürücü
360 IDEOLOJININ SONU

sınıf topl umunun kurulduğunu iddia eden muha lif Troçkistler,


"ne o-ne bu" ve "üçüncü bir kam plaşma" konumu almışlard ı r.
Analitik olarak -yani, tah min değeri açısından- Rus toplumu­
nun bürokratik kolektivist olduğu görüşü, tarafta rlarını ya Moo­
re'inkine benzer bir planı beni msemeye ya da rejimi siyasi ba­
kımdan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni totaliter bir top­
lum olarak görenlerden farkı ol maya n bir şekilde analiz etmeye
yol açmaktadır.
(7) Totaliteryan. Hanna h Arendt'ın 1 07 siyaset felsefesi metinle­
rinde en etkili şeki lde ifade edilen bu teori; tirani ı k, d i ktatörlük ile
otoriterya nizmden farklı ve radikal olarak, yeni bir sosyal formun
Almanya'da oluşturulduğunu ve bugün Rusya'da da yaşandığını
ileri sürmektedir. Temel olarak total iteryanizme ilişkin yen i ger­
çek, lider ve "kitleler" a rası ndaki aracı veya ikincil kurumların
ortadan ka lktığı ve yöneticinin yasal ya da siyasi kontrollerle sı­
n ı rlanmaksızın yönetim i terörle sürdürd üğüdür. Bertram D. Wolfe
tarafı ndan Sovyetler Birliği'ne uygulanan şekliyle teori, rejimin
doğasında hiçbir temel değişimin m ü m kü n olmadığını ve bu
tota literyanizmin kendine ait içsel bir "ideo-loji" ile demokratik
toplumlar ka rşısında savaşçı du ruşundan hiçbir zaman vazgeç­
meyeceğ ini göstermekted ir. Belirli siyasi durumları açıklamak için
"işe yarar bir araç" olarak total iteryanizm teorisi, -Karl Wittfo­
gel'in Oryantal Despotizm 'inden (Oriental Despotism) bir a l ı ntıyla
Wolfe'un bel irttiği gibi- çok geniş kapsamlıdır. Bu yüksekli kten
siyaset manzarası, tepeleri ve dereleri, d ü mdüz olarak gözük­
mektedir. Ve yorgun bir seyya h, somut soru nlara götüren birkaç
kı lavuz bulabilir. Daha basit ve sezg isel bir düzeyde; teori nin -
topl umun atomize, yönetimin anamik ve doğrudan olarak ad­
landırılan- temel varsayı mı sorgulanabi lir. Devlet bir kriz duru­
munda bütü n sosyal hayatı parçalara ayırabilir ve korkutma yo­
luyla i nsanları kendi isteğ ine uymaya zorlayabilir. Fakat bir top­
lum sürekli bir krizde yaşayabilir mi? Savaşa veya gevşemeye
dönüşmeksizin böylesine katı bir duruşu sürd ü rebilir mi? Top­
lu msal hayatın temel i, sadece asgari bir kişisel g üvenliği değil,
ailelerin çocuklarının eğitim görecekleri ne, kariyer yapaca kla rı na,
vs. dair makul beklentilerini gerektirir. Bu bakımdan, herhangi bir
kriz durum unda, "normalleşmeye" dönüş eğilimi yaşanmaktad ı r.
(8) Kremlinolojik. Franz Borkenau ve Boris N icolaevsky tara­
fı ndan tanımlanan bu spekülasyonlar, çekirdek elitler a rasındaki
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 361

iktidar m ücadelelerine odaklanmakta ve Kremlin içerisinde deği­


şen koalisyonları (kim ki min işini bitiriyor), siyasi olayların ta hmini
için temel almaktadır. Eleştiriye açık ol makla birlikte, bir defasın­
da, New York Post'un Beria hariç bütün Bolşevik liderlerin Bolşoy
Balesi'nde toplu halde görül melerinden ortaya çıka n spekülas­
yonlarla alay etmesinden dersini alması g i bi, tehl i keye rağmen
alay edenler kibirli lerd ir. "Belki de Beria, Bale sevmiyordu r" de­
mişti Post, küçümser bir şekilde. Belki de sevmiyordu fakat bunu
öğrenecek fırsatımız asla olmadı. Çünkü iki gün sonra Beria'n ın
vatan hain i olarak tutuklandığı haberi geldi.
Bugün Kremlinoloji, şu veya bu şekilde Dışişleri Bakanlığı ve
birçok gazeteci tarafı ndan uygulan maktadır; daha çok kişilik ve
iktida r g rupları üzerinde durmakta ve sosyal sistemler ile bu tür
sistemlerin liderleri kısıtlayıp kısıtlayamayacağı konusuna fazla
eğil memekted ir. (Bu tartışman ı n geniş bir şekli için IV. Kısı m'a
bakın ız.)

TARIHI TEORILER
(9) Slav Enstitüleri. Önceki kuşaktan N icholas Berdyaev, Sör
Bemard Pares ve John Maynard, bugün ise -bir dereceye ka­
dar- Edward Crankshaw, Ernest Simmons ve (Berlin Özg ür Üni­
versitesi'nden) Werner Philipp tarafından temsil edi len bu ekol,
çağdaş Rus hareketinin büyü k kısmının geleneksel Slav karakteri
ve enstitüleri i le açıklanabileceğini bel i rtmekted i r. Maynard'ın
Rus Köylüsü: Ve Diğer Araşttrmalar (The Russian Peasant: And Other
Studies) (Londra, 1 942) adlı eserinde yer alan önsözde Profesör
Ernest Barker, "Bütün değ işimlerine karşın Rusya'nın halen genel­
likle aynı kaldığını sık sık un utuyoruz" diye yazmıştır. Konu, Sör
John'un kitabında gelişti ri lmiştir: "Tü m Rus rejimleri birdenbire
ve keyfi o l muştur. . . Eski Rusya, Sibirya sürgünüyle daima katı
olmuştur. Yeni rejimin karakteristik özelliği olan planlama, i l k
bakışta göründüğü kadar yeni değ ildir. . . Pa rti bile -ki bu l ider­
lik misyonu için konulan yan l ış bir addır- gerçekten yeni değil­
dir: daha çok eski bir enstitü nün yeni bir uyg ulamasıd ır: rahiplik .
. ." vs., vs.
Profesör Werner Phillipp'in Kasım 1 95 1 'de Berl in Doğu Avru­
pa Enstitüsü'nün açılışı nda "Rusya'daki Siyasi Düşüncenin Tarih-
362 IDEOLOJININ SONU

sel Varsayı mlar!" üzerine verdiği konferansta benzer bir tartışma


bulunabilir. 108 Bir eleştirmenin Profesör Philli pp'in görüşünü
özetied iği gibi: "Şartlar ve gelenekler Rusya'da yüzyı llarca geriye
dayanan kesin bir siyasi zihniyet üretmiştir. . . Rusya'n ı n Batı'ya
olan güvensizliği, topl umun bireyden önce gelme kültü ile bilin­
ci, devlet otoritesinin toplum üzerindeki sınırsız g ücünün gördü­
ğ ü itibar ile politik rasyonal ite olarak kabul edilen ideal hedefle­
rin tümünün köken leri, Sovyet düşüncesi ile yaşantısının Rus­
ya'da on üçüncü yüzyı lın başlangıcıyla on a ltıncı yüzyı lın sonu
arasında oluşan şartlarına bağ lıdır."109 'Ebed i Rusya' teması,
Cra n kchaw'un Kremlin Duvarmdaki Çatlaklar (Cracks in the Krem­
lin Wa/1) (New York, 1 95 1 ) adlı eserinde de öne sürülmüştür.
Sovyet hayatının kökenierinin Rus geçmişinin deri nleri ne ka­
dar gitmesi (tartışmanın bazen savu nma şekl ine bürünmesine ve
1 930-1 940'1arda Bernard Pares ile Maurice Hindus gi bi isim lerin
Rus hareketini bu bakımdan sahi plen melerine rağ men) el bette ki
bu uygulamaları savu nmak anlamına gel mez. Fakat karakterola­
jik teoriler gibi Slavofi l teoriler de, Sovyet enstitüleri nin -
geçmişleri sosyal yapılarca şeki llenmiş ve i nsanların gelenekleri­
ne derinden kök sa lmış olmalarından dolayı- ancak yavaş yavaş
değişebileceğ ini belirtmekted ir.
( 1 O) )eo-politik. ikinci Dü nya Savaşı sırasında popü larite kaza­
nan (örneğ in Yale'den Nicholas Spykman ve Wi lliam T. R. Fax'un
Süper Güçler-The Super-Powers- adlı eseri) ve halen tarafta r bulan
bu ekol; Rus dış politikasının genellikle büyük bir karasal güç
olarak kendi kon umundan kaynaklanan uzu n vadeli stratejik
menfaatler tarafı ndan dikte edildiği ve çağdaş siyasi taleplerinin
(örneğin Orta Doğu'da) Büyük Rus politikasının tarihi hamleleri ni
yansıttığ ı görüşünded ir. Ekol genel li kle, ideolojiyi minimize etme
(Bkz. Walter Bedeli Smith'in, Marquis de Custine'in Günlükler'ine
(Diaries) (New York, 1 95 1 ) yazd ığı önsöz) ve Rus politikasını ge­
nellikle stratejik güç konumunun bir fonksiyonu olarak görme
eğ ilimi ndedir. George Ken nan'ı n (Bkz. Pri nceton Üniversitesi
Konfera nsla rı, Amerikan Dtş Politikasmm Gerçekleri (Realities of
American Foreign Policy), Princeton, N. J., 1 954) ve Henry Kissin­
ger'ın eski siyasi görüşleri bir bakıma bu düşüncelerle şeki llen­
miştir.
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 363

ll. Kto-Kovo-Bolşevizmin id ve Egosu


Kore'deki mütareke müzakereleri sırasında Nathan Leities'in Po­
litbüro'nun Hareket Kuralt (The Operational Code of the Politburo)
adlı i nce kitabı, Amerikan müzakerecileri tarafından taktik bir
kı lavuz olarak ku l lanılmıştır. Leites'in, genellikle Bolşevizm Araş­
tirmasi (Study of Bo/shevism) cildinde toplanan a raştı rması nın
sponsorl uğunu, ABD Hava Kuvvetleri nin RAND projesi yapmıştır.
RAND'in, Leittes'in (bugün Fransız siyaseti ile ilgili a raştırmalarda
uygulanan) öncü yöntemine güçlü bir destek verdiği gerçeği,
eseri nin daha ayrıntı l ı bir i ncelemesini gerekli kılmaktadır.
Leites, "Bolşevik karakter"i ni sosyal tari hte ayrı bir tür olarak
tan ı mla makla işe başlar. Tarihi karakter tan ı mlama g irişimi yeni
değildir. (Bugünlerde üzerinde aşırı bir şekilde durulmakta olan
"içgüdüleriyle hareket eden" Protestan i maj ına sahi biz.) Leites'in
eseri ni benzersiz kılan şey, seçtiği yeni kategoriler ve hepsi nden
de önemlisi yöntemidir. Hiç davranış gözlemi yoktur. "Protestan
ah lakı"nı Luther, Calvin, Baxter ve diğerlerinin yazılarından alan
Max Weber g ibi; Leites de, Bolşevik pa rtiye kılavuzl uk eden ben­
zer norm lar çıkarabil mek için, Leni n ile Stali n'in yazı larını gözden
geçirmiştir. Bolşevik karakterini; hayatlarını uyuyarak geçiren
Oblomov'lara, Rudin'lere, yüksekten atıp tutmasına rağmen asla
eyleme geçmeyenlere, kararsız, dengesiz, huysuz öğrencilere
karşı bir "tepki" olarak okumaktad ı r. Boris Pilnyak'ın bel i rttiği gi bi,
Bolşevik "Eski Rus ta rihimizin eski köylü köken lerine, onun amaç­
sızl ığına, teleolojik ol mayan karakterine. . . Tolstoy'un Karataev'i­
nin felsefesine karşıdı r." Rus enteliyansiyasının ahlaki eğiti mi,
egotizmin ve "kişinin kend ini kirletmesinin" yasaklanması üze­
rinde d u rm uştur. Bir za manlar Çehov şöyle demiştir: Eğer bütün
Sosyal istler kolerayı kendi a maçları için kul lanacaksa, onları kü­
çümserim." Fakat Bolşevikler için kötü yol la rı kullan mayı reddet­
mek, sırf bir duygusal l ı k ve apta l l ı k ifadesidir. Bolşevik doktri nin­
de en berbat egoist, ellerini kirletmeyi kesinl ikle reddeden kişidir.
Parti nin insa n l ı k ve "safl ı k" çabaları, ahlak dışı davranışın kişisel
reddine değil partiye bağlılığa dayanmaktadır. Bu tür bir bağ l ı l ı k­
ta bi rey, hem egotizme hem de kişisel ki rliliğe bir savu nma bul ur.
Nihai şeylerden ve kutsal değerlerden söz eden Rus entelijan­
siyasının aksine Bolşevikler kutsal l ı k konusunda sessizl ikleri ni
koru maktadırlar. Duyg uları açığa vurmanın erdemine karşı Bol-
364 IDEOLOJININ SONU

şevik, saklamanın erdemine inan maktadır. Depresif pasifl i k, içine


kapa n ı kl ı k, asabi hassasiyet ve yoğu n heyecan gibi eski Rus mi­
zacının ya da uzun süreli metafizik haki kat a raştırmaları ile ce­
vapsız sorular sorma geleneğinin karşısı nda yer alan 'tarihsel
determinizm', a macın kesinl iği, harekete bağ lılık, kişisel saldırı­
dan uzak d urma becerisi ile "maskülen" bir davranış serg ilemek­
tedir. Uğruna m ücadele edecek hiçbir şey ol mayan bir yaşama
karşı Rusların o meşhu r ölümle flörtlerine yol açan endişe ve
suçluluk duyg usunu uyandıra n kontrol edilemez dürtüsel tat­
m i niere karşı -Gorki gençl iğinde, tren üzerin ierine gelirken
del i kanlıla rı n demi ryolunda nasıl hareketsiz yattıkları n ı anlatır­
sabit iş hedefleri ve parti durmaktadı r. Ölüm yal nızca insanın
yararlt/1k yıllarını geride bıraktığı noktadır. Marx'ın damadı Paul
Lafa rg ue'ın i ntiharı üzerine Leni n şöyle yazar: " . . . eğer insan artık
parti için çalışa mayacaksa, o zaman hakikatin suratı na bakmaya
cesaret ed ip Lafa rg ues gibi öl mel idir."
Leites'in görüşüne göre, etik ve a hlaki m izaç gibi unsurlardan,
siyasetin "hareket kura l ı" ortaya çıkmaktad ı r. Bolşevizm için bü­
tün siyaset; kto-kovo, harfi harfine "kim-kimi" olarak çevri lebi lirse
de, en radikal anlamıyla "kim ki m i öldürecek" formül ünde özet­
len mekted ir. Siyasi ilişkiler, hükmedenlerle hü kmed ilenler ve
kullananlarla ku llanılanlar arası ndadır. Tarafsıziara yer yoktur.
Eğer siyaset kto-kovo ise, o za man bütün siyasi stratejiler şu te­
mel kuralı izlemektedir: biri son una kadar gider, biri provoke
ol mayı reddeder, biri hazır olduğunda harekete geçer, vs.
Bu ka l ı n hatlarla anlatıldığında kurallar, Machiavel li'nin askeri
stratejierine veya maksimlerine benzeyen siyasi basmakalıplar
haline gel mektedir. Leites'in analizine özellik ve kalite kazandı­
ra n, ayrıntı nın inceli kleridir: prosedüre! noktaların Bolşevikler
ta rafı ndan takas için ku llanılması; kişisel hakaretlerin kişisel ola­
rak değil siyasi olarak a l ı n ması beklentisi (Vişinski'n in B.M. Genel
Kurulu'nda Romula'ya aşağılar bir şekilde "boş bir fıçı" demesi ve
sonradan Romula'nun evindeki bir resepsiyana güller gönder­
mesi); provokasyonların rolü, vs.
Bolşevikler, kendi katı ve hesaplı davranış karakteristiklerin i,
muhaliflerine de atfetmekted ir. "Büyük burjuva" Bolşeviklerin
kendi lerini görd ü kleri gibi görül mekted i r: ciddi, hesapçı, i ktidarı
elinde tutan, iktidarın "kural larına" uyan insan. Siyasi hareketler
tesad üfi değildir. Yönetici sınıfa muhalif herhangi bir hareket,
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 365

ni hayetinde bir tarafın yok olacağı daimi bir savaşa düşmanca bir
adım atmak demektir. Diğer taraftan, Bolşeviklerin küçü k burju­
vaziye -özellikle de liberallere- karşı derin bir nefreti vardı r.
Onlar duygusal, yanı lsamalara kapılan, ideolojilerin vaatleriyle
aldatılan, ahlakçı, kısacası gayriciddi'di r.
Bolşevik karakteri, elli yıl öncesine göre aynı mıdır? Önemli
bakımlardan evet. Leites birtakım sabit kalıpların olduğuna
inanmaktad ı r. 1 91 7'den önce Bolşevizm, küçük bir parti olarak,
düşmanca bir devletle karşılaşmıştır. Bugün, kendi görüşüne
göre, düşmanca bir dünyayla karşı karşıyadır. Temel duruşu aynı
kal m ı ştır. Devrim öncesinde muhalif siyasi örgütlere karşı davra­
nış, bir defasında kendini küçük kafelerde ve gayet elektrikli ge­
çen toplantı salonlarında göstermiştir. Bugü nkü sahne, dünya
siyaseti nin büyük meclis salonlarıdır: Aynı davranış kendini tek­
rarlamaktad ı r. 1 900'de lskra'nı n yayın kurulunun ol uşturulmasına
ilişkin Lenin tarafından (rakip Sosyal Demokratlarla "bir a rada
yaşarken") bel i rtilen prosed ürle ilgili meselelerle -ufak bir ko­
nunun "kaçınılmaz olarak" büyüyeceğine ve g izlenmemesi ge­
rektiğine olan inançtan kaynaklanan- aşırı şeki lde meşgul olma
hali, 1 92 1 'deki parti içi tartışmalar ile 1 945'te Yalta'daki, San
Francisco'daki ve Dışişleri Baka nları Konferansı'ndaki ul uslara rası
müzakerelerde de tekrarlanmıştır.
Bu a na l izin siyasi sonucu kaçınıl mazd ı r: Eğer siyaset kto-kovo
ise, o zaman sürdü rülebilir bir hayat tarzı olarak "bir a rada yaşa­
mak" i m ka nsızdır. Leites meseleyi basitçe özetler: " . . . Batı tabi rle,
harici gruplarla uzlaşma -karş ı l ı klı yok etme tehdidini h ızlı ve
sınırsız bir şekilde azaltan bir a n laşma- g üçler a rası a n l ı k ilişki leri
kadiayan an laşmaların daima düşünül mesine ve genellikle bir
sonuca bağ lanmasına rağmen akıl al maz bir şeydi r." 1 1 ° Fakat
parti "temel çatışmanın tam olarak farkındadı r" ve stratejik anlar­
da tekrar ileri doğru baskı yapmaktadır. Lenin'in dediği g ibi, vaat­
ler yufka hamuru gibi "bozulmak için yapılmışlardı r."
Fakat, kitabındaki yenilik orada yattığı için, şimdi Leites'in psi­
koanalitik anlayışı kullanışına daha yakından baka l ı m . Leites'in
söylediği gibi, Bolşevik karakteri nin on dokuzuncu yüzyıl Rus
entelijansiyasının aşırı m izacına karşı bir tepkide yattığı n ı söyle­
mek, halen Freud'un yard ı m ı ol maksızın tarih yazmaktır. Lenin ve
yoldaşları, Karataev ve Oblomov'un üstesinden gelmek için Rus
karakterinin geleneksel kal ıplarını tersine çevi rme girişimin leri ni
366 IDEOLOJININ SONU

mükemmel bir şekilde bilincindeydiler. Fakat Leites, Bolşevik ka­


rakterinden bilinçsiz ve olağanüstü güçlü isteklere karşı bir "tep­
ki" olara k söz ettiğinde; siyasete, psi koanal izden önce düşüncesi
bile imka nsız olan bir şekilde yaklaşmaktadı r.
Leites'e göre, Rus karakterini i ki temel dürtü açı klamaktad ı r:
ölüm endişesi ve g izli pasif homoseksüel güdüler. Rus entelektü­
eli, Bolşeviklere korkunç gelen ölümü çekici bulmuştur. (Örneğin,
Tolstoy ölüm veya seks düşü ncesine katlanamazd ı.) Bu büyüye
karşı Bolşevik korunma, ölümü, çalışma yoluyla en az d üzeye
indirmektedi r. Ve en önemlisi, benliğin herkesi kucaklayan bir
ebedi pa rtide erimesi yoluyla, kişisel bir sınırsız güç ortaya koy­
maktır. Böylece Leites, "Ölümden dolayı yaşamın boş olduğu
yönündeki eski Rus a nlayışının yerine ölümün boş, önemsiz ve
hayata müdahale ederneyeceğ i yön ündeki Bolşevik anlayışı
geçmiştir," diye yazar.1 1 1
Çalışma kuralı hayati önem taşı maktadır. Tehditkar d uygulara
karşı temel bir savu n madır. Lenin'in karısı Krupskaya, Lenin'in
sürgü ndeyken kend ini saatlerce satranç oynamaya verdiğini
anlatır: "Rusya'ya dönüşünde Vlad imir l lyich 'satranç oynamayı
bıraktı. Satranç insanı çok fazla esir al ıyor ve iş ya pmasını engelli­
yor". Ve eşi devam eder: "Vlad imir ilyiç, ilk gençliğinden beri asıl
işini engel leyen her türlü faal iyeti bırakma kabiliyetine sa hipti."
Sürgü nde, pek çok siyasi m ü lteci sinemaya giderd i. Bu eğlence
tarzını küçük gören d iğerleri ise, yürüyerek beden eğiti mi yap­
mayı tercih ederlerdi. Grup, sinemacılar ve -şaka yoluyla "anti­
Semitistler" olarak adlandırılan- anti-sinemacılar diye i kiye ay­
rılmıştı, diye a nlata n Kru pskaya, Len in'in annesi ne "Volodya, ka­
rarl ı bir anti-sinemacı ve ateşli bir yürüyüşçü," diye yazm ıştır.1 1 2
Psikoa naliz iksirinin deri nliklerinde yatan gizli homoseksüel lik
meselesi, Rus entelektüel arzusunun baskılanmış bir sapkı nlığı
olarak görül mektedir. Dostoyevski'de aşırı heyecanlı ve d uyg u
yüklü karakterlerin nihai duyg u ifadesi, birbirlerine sarı lmak ve
kucaklaşmaktır. Bolşevizme göre, erkeklerin birbirlerini kucakla­
d ı klarını hayal etmek iğrenç ve korkunçtur. Leni n bir za manlar
kendisine yakın olan ve şimdi d üşmanlarıyla bir tuttuğu kişi ler­
den söz ederken, birbirleriyle "öpüştüklerini" ve "kucaklaştı kları­
nı" bel irtmekted ir. ("Scheidemann'cılar Kautsky'i öpüp kucaklar­
dı;" "Bernstein taraftarları [Piekhanov]'a terbiyesizce öpücükler
gönderiyorlard ı .")
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 367

Leites'e göre, daha önemli bir ipucu, Lenin'in şiddetli kopuş­


larla sonianan yakın arakadaşl ı klarında yatmaktayd ı . Bunlar ara­
sında, 1 890'1arda yakın bir işbirlikçi olan Struve; lskra'dan eski bir
a rkadaşı Potresev; Lenin'in, Menşeviklere teslim olan ve "çelişik
duygu larla sevdiği ustası" Plekhanov; Lenin'in 1 905'den sonraki
yıllarda kendisini bir Alman aja n ı olarak ih bar eden, belki de en
yakın a rkadaşı Alekinski; Lenin'in hakkı nda, "O bir başka Alekinski
olmayacak," dediği ve polis ajanı olduğu ortaya çıkan, Duma'daki
Bolşevik parti denetçisi Malinovski.
"Burada tartışılan veriler," der Leites "Bolşeviklerin aslında
düşman ları öldürme ve düşmanlar ta rafı ndan öldürülme ısrarla­
rının, erkekleri kucaklamak ve onlar tarafından kucaklanmak
konusundaki korku ve suçluluk duygusuyla dolu isteklerini uzak­
laştırma çabasından fazla bir şey sağlamayacağı ileri sürülebilir.
Bu varsayım, bu a raştırmada belirtilen birtakım sapkın Bolşevik
eğ ilim lerle tuta rlı l ı k içindedir. Pasif olma korkusu, kontrol edilme
ve kullanılma korkusu, bir saldı rıya teslim olma korkusu. Birinin
sizi öpmesi ni, onun sizi öldüreceğ ini i leri sürerek reddetmek,
kişinin yansıtma mekanizması yoluyla düşmanın kendisini öldü­
receğine olan inancını güçlendi rmesid i r ki bu da Bolşevikler tara­
fı ndan muhtemelen çok sık ku llanılmaktad ı r." 1 1 3
Nasıl b i r belgelerne üzerine böylesine genel leştirici sonuçlar
çıka rılabilir? Psikoanalitik teorileri ka bul etsek bile, Bolşevik lider­
leri -deyim yerindeyse- masaya yatı rmadan bu yargılar nasıl
haklı çıkarı labil ir? Leites'in metod u, Bolşevik liderler tarafı ndan
kullanılan hayali fantezileri, karakteristi k edebi metaforları ve
Bolşeviklerin özdeşleştikleri ya da sa ldırd ı kları kurgusal model leri
i ncelemektir. Rus edebiyatı ve Rusların bu edebiyata olan yakla­
şımları, böylesi bir varsayımı mü mkün kı lmaktad ı r. Çok az kültür­
de kurg usal karakterler böylesine keskin bir şeki lde ta nımlanmış
milli tipler haline gelmektedir: Dostoyevski'nin galerisi: Karama­
zov'lar, Raskolnikov, Mişki n, Verkovenski; Turgenyev'in Rudi n'i,
Gogol'ün Çiçi kov'u, Gonça rov'un Oblomov'u, Çehov'un çok çeşit­
li karakterleri: Bunlar psi kolojik maskeler olarak Ruslar tarafından

Milli karakterimizden izler taşıyan Hemmingway'in karakterini, Fitzge­


rald'ın gençlerin i, Horatio Alger'in teorilerin i, Huck Finn'i, Amerikan tiple­
ri olarak kovboy ve gangsteri daha kolaylıkla, daha çabuk ve tamamen
kabul ederiz.
368 IDEOLOJININ SONU

kabul edilen veya reddedilen model lerd i r. Leites'in belirttiği gibi,


Bolşevikler konuşmalarında ve söylevlerinde çok sık bir şeki lde ve
önemle bu tiplerden söz ederler {örneğin, Oblomov'dan partinin
uzak durması gereken bir tembellik hasta l ığı olarak söz etmeleri
g i bi).
Leites bu edebi kaynaklardan yola çıka rak, bel irli i mgelerin
g izli anlamlarını aydın latmak için Freud'un teorisini kullanmak­
tad ı r. Örneğin i ktidarsızlık korkusu, yenilgiye uğrama korkusu
{Stalin'in 1 93 1 'de Sovyet endüstrisi nin yöneticilerine yaptığı ü n l ü
kon uşmasında yen ilgi veya yeni lgiye uğrama i majı, paragrafiar­
dan biri nde ta m on bir kere geçmektedi r), parti nin "içini boşalt­
mak" hakkı ndaki şakalar, birinin kuyruğu olma korkusu, vs. Leites,
teorilerine başl ıca kanıt olarak sıraladığı bol miktarda imaja gü­
ven mektedi r. Sonuç, tuhaf ve ilginç bir alıntı çeşitl il iğidir: değişik
konu larda kabaca üç bin alıntı yapılma ktad ı r. Bu analiz metod u,
bütün fikirlerin daha ilkel bir şeyin esast olarak göründüğü {"in­
dirgemecilik" olarak ad landırılan) bir suçlama uya ndırmaktadır.
Böylece, Leites'in "kitleleri n doğa l l ı kları"na sa ldırısı fevri ve çılgın
tatmin arzularına karşı bir savunma olara k görü l ü rken, sol ipsizme
öfkel i saldırısı da yok etmeyle ilgili panik duyg usu olarak görül­
mektedir. Bir fı kri n arkasındaki i l kel d ü rtünün, fikrin kendisinden
ne anlamda daha "gerçek" olduğu soru labil ir? Bu, psikoanalitik
düşü ncede sıklıkla karşı laşılan bir zorluktur. Bir fikrin arkasmdaki
psikolojik d ü rtünün, o fikrin hakikati nin sınan ması ol madığı açık­
tır. Ha kikatin sınanması, fıkri n ortaya çıkmasından sonra gelir.
Fikirlerden çok, fikir/erin kabul edilip kullamlma yollanyla ilgilendi­
ğimiz için, bu saklı kaynakları hafife almamak gerektiğini öğren­
dik. Leites'in ileri sürd üğü şey -ben i msenen bütün kom ünist
görüşler gibi- i natçı lıkla, abartıyla ve şiddetle beni msenen ve
bütün rasyonel testleri reddeden herhangi bir görüşün, güçlü
bili nçsiz isteklere karşı bir savunma veya o fıkre karşı olan şeyler­
den korku olara k görül mesine yol açmaktadır. Maskülen olduğu
söylenen askerl ik gibi bir meslekte kariyer yapmak bir adama
"gizli homoseksüel" yaftas ı yapıştırmaz, fakat o kişi sebepsiz yere
sürekli olarak aşırı bir şekilde askeri duruşundan söz ederse o
zaman "sağduyu" onun daha az erkek gibi görünmekten korktu­
ğundan şüphe etmemize izin verir.
Kişi lik araştı rmalarında psi koa nalitik metod un geçerli oldu­
ğunu varsaysak bi le, siyaset analizine elverişli bir şekilde uygula-
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 369

n ı p uygulanamayacağını sorgulayabiliriz.
Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış'da (Escape from Freedom)
(New York, 1 94 1 ); Alman orta sınıfı için tipik olan sado-mazoşist
karakterin, Nazi partisi nde kendine bir çıkış yolu bulduğunu be­
lirtmektedir. T. W. Adorno ve Otoriteryan Kişilik'in (The Authorita­
rian Personality) (New York, 1 950) ortak yazarla rı, otoriter değer­
ler peşinde koşan katı ve ısrarcı kişilere işaret etmişlerdir. Harold
Lasswell eski Psikopatoloji ve Siyaset'te (Psychopathology and
Politics) (Chicago, 1 930), siyasi a renanın kişisel ihtiyaçların yer
değişimi olarak nasıl kulla nıldığını göstermeye çalışmıştır. (Örne­
ğin cinsel lik mücadelelerinde kendilerini suçlu hisseden ergenler,
kardeşliğe önem veren siyasi hareketlerin genel leşti rilmiş "aşk"
söyleminde bir yücelik bulmaktadırlar.) Bu a raştırmalarda mo­
dern sosyal bilimin özel liği olan sosyal yapı temel a l ı n mıştır ve
kişilik bileşenleri tepkiler olarak görül mektedi r.1 14
Ancak Leites'i n görüşü, bunun ötesine geçmekted ir. Aslı nda,
karakter, siyaseti belirler demektedi r. Bolşevizmin ana kaynağı
eylem olduğu için, ha reket, karakterini diğerleri üzerine dayata­
rak bütün siyaseti ve son uçta siyasi yapı nın kendisini dön üştür­
mektedir. (Farkı a n lamak için, eylem a maçlı Bolşevik tarzı örgüt­
lenme ile menfaat grubu pa rtilerini ka rşılaştırınız.) Bolşevizm bu
anlamda, tarihte tam bir i rade gösteren başarı lı birkaç hareketten
biri olarak düşünülebilir. Bu bakımdan onun tek rakibi, bazı dini
sistemlerdir. Modern hayatta fikirler (haki katin soyut, felsefi kav­
rayışlanı ideolojilere (bir i nancı hakikat yapmanın aktif mücadele­
lerine) dön üştürüldükleri için, -Leites'in tarzında olduğu g ibi­
sosyal gerçekl iği yansıta n bir analiz yapmak mümkündür. Aslında
ideoloji lerin -fi kirleri, davra n ışı ve karakteri bi rleştirme çabala­
rı- olduklarından sıkı bir bağ l ı l ı k gerektirirler. Komünist (veya
Faşist ya da kibbutznik veya yüzde 1 00 Amerikalı) sadece bazı
şeylere inanmak d u rumunda değil; harekete geçmek, bir şey
olmak ve hareketle karakterini sabitlemek zoru ndadır. ideoloji
"ciddi" olunduğunda "yaşanır." Böylece ideolojinin baştan bir
karakter varsayı mı yaptığı söylenebi lir.
Fakat karakteri temel olarak ne bel i rler? Robert Owen'ın Yeni
Toplum Görüşü (New View of Society) ve Edward Bel iamy'nin Geri­
ye Bakmak'ı (Looking Backward) tarafı ndan veri len libera l ve
ütopyacı cevap, çevrenin karakteri beslediğidir: örneğin, kapita­
lizmin açgözlü doğası rekabetçi karakteri şekillendirmiştir (Owen,
370 IDEOLOJININ SONU

libera l ina ncı n klasik bir anlatı mında "insan karakterinde suçu
yaratmak için bu şartları ortadan ka ldırın, suç yaratı lmış ol maya­
caktı r," der. Bolluğun hüküm sürdüğü ütopyacı topl u mda farklı
bir karakter ortaya çıkacaktır).
Bolşevik karakteri ni ne belirler? Leites bu soruya yan ıt verme­
ye yetersiz kalmaktadır. Çünkü mu htemelen kitabının a macı
başka bir şeyd i: komünizm etkisini yok etmenin pratik bir yolunu
geliştirmek için Bolşevik hareket tarzını ta nımlamakla meşg uldü.
Kendi çizdiği bu hareket tarzı portresinin doğru olup olmaması­
nın, Bolşevik hareketlerin kaynağından bağı msız olduğunu i leri
sürmekted i r. Ha reket tarzı nın geçerliliğinin içsel tuta rl ı l ığa, aynı
veriyi kullanan diğer analistleri n teyitlerine ve ni hayetinde öngö­
rülerde bulun maya ya ramasına bağ lı olmasından dolayı resmi
olarak doğrudur. Fakat entelektüel olarak bu hareket tarzın ı n
kaynakları önemlidir. Çünkü sadece bu kaynakların izini sürerek
tam bir sosyal a naliz modeline ulaşabiliriz.
Bolşevik karakterine i lişkin geleneksel cevap, Devrim'den ön­
ceki günlerde yeraltı çalışmalarının şartları nın, Bolşevik elitini ve
onun hareket tarzını ve disipl inini şeki l lendiren komplocu doğa­
sıdır. Fa kat aynı a la nda faa liyet gösteren Marksist ve Sosyal Dev­
rimci başka partiler de vardı. 1 903'de parti üyel iği vesilesiyle
Leni n ve Martov a rasındaki ideolojik tartışma, "parti çalışması"
oluşturulmasından öncedir: Martav bir Sosyal Demokrat'ın genel
olarak partinin prog ra mına ilgi duyan biri olması gerektiğini be­
lirtirken, Lenin sadece profesyonel bir devri mcinin, sadece bir
suikastçının parti üyesi olabileceğini belirtmiştir.
Bana öyle geliyor ki Leites, Bolşevik davranış kalıplarının yo­
ğun bilinçd ışı dürtüler tarafı ndan şeki i lendiri len tam bir i radenin
ürünü olduğunu iddia etmeye mecbu r ka lmıştır. Dahası, psikoa­
nalitik yaklaşı mla tutarlı olmak zorunda ka ldığı nda n, partiyi şekil­
lendiren şeyin parti örgütlenmesi veya Lenin 'i şekillendiren çevreden
çok, "esas baba" olan Lenin 'in karakteri {ta kipçileri kendilerini Le­
nin ist olarak adlandırıyorlardı) ve diğer Bolşevikler olduğunu i leri
sürmek durumundayd ı . Ve parti nin siyasetini değiştiren, Nisan ve
Temmuz 1 91 7'deki önemli kara rlarda olduğu g ibi, sırf Lenin'in
i radesiyd i. Bolşevik partisi tarihteki herhangi bir diğer partiden
daha fazla i rade göstermiştir. Pederşa hi eserleri sadece ka nonik
değil, "çeki rdek kadro" parti üyeleri nin oluşu munun "ders notla­
rı"d ı r. Farklı yönel imlerden bireyler partiye katılabilir, fakat hepsi
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 371

bir kalıpta damgalanmak zoru ndad ı r, yoksa partiden atılırlar.


"Narodnikler bi rbi rleri ni daha çok tutar . . . ve içlerindeki çok sa­
yıda g ruplaşma bölünmelere neden olmaz . . . [yine de] Narod­
nikler siyasi olarak i ktidarsızd ır . . . herhangi bir siyasi kitle hareke-
tini gerçekleştirme becerisine sahip değildirler . . . [hal buki] sayı-
sız böl ün melere uğrayan dogmatik 'Marksistler' . . . başarılı bir
şekilde aktiftir."
Komü nist partileri karakterize eden (i ktidar ele geçirildikten
sonra kan temizliği olan) bölünmeler ve partiden ihraçlar, kadro
ve kişi l i k seçi mi süreci olarak fa rkl ı sosyolojik bir açıdan görü lebi­
l ir: bu, hakiki Bolşevik ka l ı ba dökülmüş ve öyle kalan Bolşeviktir.
Tartışmayı şematik olarak özetleyecek olursak: Bolşevik karak­
teri eski Rus enteliyansiyasının karakter yapısının bileşenlerine
karşı bilinçli veya bili nçsiz bir tepkidir: Bu en karakteristik olarak
bizzat Leni n'de ve onun d uyg usal ve entelektüel mizacında gö­
rül mekted i r. Parti, Lenin'in ka libında damgalan m ıştır.

Leites'in a raştırmasıyla tarih ve siyaset teorileri döngüsünü


tama mlamış bulunuyoruz. Bu tarihsel değişi mi "büyük adamlar"a
ve onların kişili kleri nin gücüne atfeden yüz yıl önceki bir ta rzdı.
Sonradan, tarihi, bir şekilde fakat hiçbir zaman tam olarak a nlaşı­
lamayan bir yolla bireysel aktörler a racılığıyla kend ileri ni somut
olaylara dön üştüren soyut sosyal güçler -n üfus baskısı, yeni
pazarlar a rama, vs.- açısından yorumla maya başladık. Bu de­
terminist teorilerin göze batan yetersizli kleri, Freudiyen etki sa­
yesinde psikolojik ve karakterolajik açıklamalara yol açm ıştır.
Eski-Marksistler bile bundan muaf değildi rler. iktisadi g üçler üze­
rinde bugün moda olan "siyasetin üstünlüğü" teorisi, a raya soku­
lan psikolojik bir "iktidar" teorisi değil mid i r? Bugün Rusya'daki
durumu açıklama çabalarının birçoğu "iktidar" formül ünde ifade
bulmaktad ır. Fakat aslında "iktidar" formülü çok az şey ifade eder.
Farklı taktikler, farkl ı sosyal gruplar, iktidarın kullanılacağı farklı
hedefler hakkında h içbir şey söylemez. Psikoloj i k bir siyaset teo­
risi kullanı laca ksa, i ktidar dürtüsü ile ideolojiyi harmaniayan ka-

Leites otuzlarda Moskova Duruşmaları'nı açıklamak için görüşünü sonra­


dan Tasfiye Ritüeli (Giencoe, lll., 1 954) kitabında geliştirmiştir. Görüşü, kı­
saca, eski Bolşevikleri n psikolojik olarak kendi mantıklarının çarkına kapı­
larak kaybettiklerini tevekkülle itiraf ettikleri yönündedir.
372 IDEOLOJININ SONU

raktere verdiği önemle Leites'in görüşü bütün kısıtlılıkianna ve


bel irsizliklerine rağmen siyaset bilimcisinin kaçak psikolojisinden
daha i ncelikli ve daha yaratıcıdır.
Ancak geriye metot hakkında sorulacak iki soru kalmaktad ı r:
karakteri n süreklilikleri nasıl ol uşturu lmaktad ı r ve bir elit g rubu
kendi karakterini ü l keye ne tür zorluklarla dayatmaktadır?
Leites'in modeli nde görd üğ ü m üz g ibi, entelijansiya karakte­
rinde başlang ıçtaki değişimin -Bolşeviklerin ortaya çı kması­
nın- anlamı bir tepki oluşum uydu ve bunun siyasi süreci n i "esas
baba" karakteri beli rlemişti. Bu, Lenin için geçerli olsa bi le, Sta­
l in'e ve onun varisierine nasıl uygulanabilir? Ernest Jones, Hamfet
a raştırmasında babasın ı reddeden ve babası nın temel karakterin i
üstlenerek içselleştiren, süreç içerisinde o n u n özellikleri ni genel­
likle karikatürize eden iki tür evlat olmadığına işaret etmekte­
dir.1 1 5 Bu bakış açısına göre Stalin, baba nın özellikleri ni alan
oğuldur. Fakat hatlar daha kabad ır. Lenin'in za manında ileride
tekel olacak partiydi, Sta l i n yönetimi altında ise parti içinde bir
grup ve ni hayetinde bütün aklın kendisinde toplandığı bir tek
lider oldu. Düşmana saklanan a raçlar, özelli kle hile ve terör, par­
ti nin temsil ettiğini iddia ettiği kitlelere ve sonradan parti içi ndeki
rakipiere karşı ku llanılmı ştır. Len in kişisel karizmaya karşıydı ve
kişisel prestijin önemsizl iği konusunda ısrarcıydı. Stalinizm ufak
hakaretlere m utlaka siyasi bir yorum kattıktan sonra yoğun bir
şeki lde karşılık verd i. Lenin övgüye karşıyd ı . Stalin rejimi, tari hteki
en büyük kendini övme meraklısıydı. Lenin parti içinde skandal­
lar yaratıl masına karşıydı. Sta l i n parti kad rolarını en fantastik
suçlamalarla tasfiye etti.
Bolşevik davra nışındaki bu değişimler, Leites'in Bolşevik ka­
rakterinin nihai kaynakları olarak varsaydığı bilinçsiz isteklerdeki
ve korkulardaki değişimleri yans1tmak zorunda değildir. Psikolojik
savunma kal ıpları değişebi l i r. Aslında eski savunmalar yetersiz
hale geldikçe sıklıkla değişmelidir. Fakat geniş siyasi bir planda
bu tür değişimler olduğunda son derece önemli hale gelirler ve
savunma mekanizmaları nda neden değişi mler olduğu, neden
özellikle bu değişmlerin olduğunu ve daha ne türlü değişimierin
olabi leceğini sormak zorunda kal ı rız. Burada Leites'in pek fazla
yardımı dokunmaz. Onun teorisi oluşum süreci nde Bolşevizm
dinamikleri ile i lg ilenmektedir. Fakat Bolşevizm bir defa doğdu­
ğ u nda model onun ortaya koyd uğu şekliyle statiktir. Örneğin,
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 373

Kruşçev ve beraberindekilerin başlangıçta Stalin aleyhine dönü­


şünü ele alalım. Bunun baskıcı, neredeyse paranoid Stal i n'e bir
tepki olduğu söylenebilir veya daha "rasyonel" açıklamalar da
olabili r: kitle desteği ni kazanma i htiyacı, vs. Dahası, Kruşev'in
karakterinin görünen "açı klığını" ve d ikkat çekici kabalığını nasıl
açıklarız? Modelin kendisi nde değişim i mkanına ve doğasına dair
h içbir i pucuna sahip değil iz.
Model in statik n iteliği kısmen metodolojisinden kaynaklan­
maktadır. Bolşevik karakterinin temel hatları a mpirik eylem dün­
yasından değil, Bolşevik doktrinin soyut ka nonlarından a l ı nm ıştır.
Doktrin bizzat bell i olduğu için, bu büyük bir kusur sayılmaz.
Teori nin en büyük kusuru -ve paradoksal olarak, g ücü- statik
doktrinden "karakter" olarak tanımlanan statik bir güç varsayımı­
na ulaşmasında ve orada n da tüm i nsan eylemini bir kirpiye sı kış­
tırmasındadı r: Fakat sosyal eylemde karakter veya irade kendini
olaylara ne kadar sıklı kla dayatabil ir? i nsanlar genellikle sosyal
sistemlerde yaşarlar ve birbirlerine karmaşık yol la rdan "zincir­
lenmişlerdi r." Hepimiz, şüphesiz, "karakterimizi" d ünyaya kabul
etti rmek isteriz. Fakat pratikte imkantarla uyum sağlamak için
talepleri mizi gözden geçirmek zoru nda olduğumuzu anlarız.
Böylece Leites'in "karakter" kavramına ya nlış bir otonemi yükle­
diği ve bu kavram ı i mkanlar dahil inde fevkalade bir değişim fe­
nomeni olan siyasete uyg ularken konunun doğasını çarpıttığı
i leri sürülebilir.

lll. Harvard Sisteminin işleme Şekli


Şimdi sosyolojik yaklaşıma dönecek olursak, Raymond A. Bauer,
Alex lnkeles ve Clyde Kluckhohn adlı Harva rd'lı üç sosyal bili mci­
nin Sovyet Sisteminin işleme Şekli araştırması çağdaş sosyolojinin
ortaya koyd uğu en iyi a raştırmadır ve sırf bu nedenle d ikkate
değerdir. Kitap beş yıllık araştırmayı finanse etmekle görevlendi­
rilen A.B.D. Hava Kuvvetleri için hazırlanan Sovyet Sosyal Sistemi­
nin Stratejik Psikolojik Dayamklılıklan ve Kmlganlıklan adlı bir ra-

George lvask'ın dediği gibi, bütün insanlar tilkiler ve kirpiler diye ayrıla­
bilselerdi, Saltykov-Schedrin'in hicvini takiben pantolonlu oğlanlar ve
pantolonsuz oğlanlar olarak da ayrılabilirdi. Lenin pantolonluysa, Kruş­
çev pantolonsuz mudur?
374 IDEOLOJININ SONU

porun gözden geçi rilmiş şekl idir. Çalışma bir bakıma spansorl uk­
la yapılan bu türden a raştı rmaların riskleri ni göstermektedir.
Çünkü yazarlar kendi lerini, Hava Kuvvetleri sponsorlarının kendi
m u rakıplarına gösterecekleri "popüler" bir kitap yazma baskısı
a ltında bul maktad ı rlar. Sonuç mutlu bir bileşim değild i r: "tezler"
sıkıştırılmış ve kısmi bir belgelerneyle sunulm uştur. Kitap başarı l ı
ol mayan b i r konuşma d i l i üsl ubuyla yazıl m ıştır. ilticacı larla yapı­
lan sistematik görüşmelere dayalı proje, ayrıntı lı kişi lik testleri
dahil olmak üzere genişletilmiş 329 hayat hikayesini, 435 ek gö­
rüşmeyi, özel konularda ya klaşık ı 0.000 anketi, 2.700 genel anke­
ti ve Amerikalı bir karşılaştırma g rubuna kontrol a maçlı uygula­
nan ı 00 röportaj la psikolojik testi veri olarak al m ıştır. Toplamda
33.000 sayfalık veri derlenmiştir. Bunlarla birlikte, elliden fazla
yayı mlanmamış uzmanlık araştırması ve yaza rların kitabı hazırlar­
ken kullandıkları yayı m ianmış otuz beş makale ma lzeme kaynak­
larının ne kadar zengin olduğunu göstermektedir.
i ktisadi ve siyasi meseleler proje kapsamında düşünül memiş­
tir. Anahtar kavram "sosyal sistem" kavramıdır ki bu da Harvard
katkısının ka lbidir. Bir "sosyal sistem," topl umların veya alt grup­
ların bel irli hedeflere ulaşmak için kendi faaliyetleri ni düzen led ik­
leri belirgin yolla rdır. Sonuçta ortaya çıkan kuru mlar veya davra­
nış ka l ı pları mu htemelen anlamlı bir şeki lde bağla ntı lı olduğu
için bir a landaki değişimlere diğer alanlardaki düzenli ve bel irli
değişimler eşlik etmek durumundadır. (Bundan dolayı iktisadi
sistemin temel belirleyicilerinden biri olan sermaye birikim ora­
nındaki bir değişim, tüketim oranındaki değişi mlere vs. neden
olmaktadır.) Sosyal sistemde fabrikadaki otorite yapısın ı n yeni­
den düzen len mesi m uhtemelen okul sistemi, aile vs. ilgili düzen­
lemelerde de değişim lere neden olacaktır. Örneğin, Sta lin
ı 93 ı 'de fabrikalara tek adam kura l ı n ı ve sıkı işçi disiplinini getir­
diğinde, "yenilikçi" okuldan saygısız bir öğrenciyle karşılaşan bir
müdür "Bu nasıl bir holigandı r?" diye sorabilir ve öğrencilerin
itaat etmeyi öğren meleri için eğitim metotlarının değişmesinde
ısrar edebi li r. Fakat parçalanmış ai lelerden gelen "yabani" çocuk­
larla karşılaşan eğitim komiserleri, ailenin güçlend iril mesini ve
boşa nmanın zorlaştırılmasını talep etmeye zorlanabil irler. Ve
böylece, birbirine bağl ı bir şekilde, eski, geleneksel otorite tarzla­
rının yeniden ortaya çıktığını görürüz. 1 16 Yine de böylesi bir sos­
ya l değişim kendine zarar verici olabi l i r çünkü fabrikadaki baskı
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 375

yayg ın hale geldikçe bireyler korunma ihtiyacı d uyacaklar ve


ya kın aile bağiarına sığınacaklard ır. Ve böylece, bir süre sonra,
rejim aşırı ailecilikten şikayet etmeye başlayacaktır. Bu örnek
sosyal bir süreci aşırı basitleşti rmektedir fakat haksız değildir.
Bununla birlikte, Harvard g rubu değişimi topl umun gelenek­
sel kurumlarına -aile, siyasi sistem, eğitim, end üstri- yerleştir­
meye değil, yönetilenlerin hayatlarını d üzenleyen tipik uyumsal
davranış kal ı plarına odakla nmaktad ı r. Bu "merkezi ka lı plar," belli
bir ideolojiye uyma ihtiyacı, bağ ı msız iktidar kaynaklarına izin
vermeyi reddetme, bütün planlamanın ve kontrolün merkezileş­
tirilmesi, kaynakların belirli hedeflere aşırı bir şekilde ta hsis edil­
mesi, terör ve emeğin zorla kullanılması, hedeflere ulaşma nın bir
yöntemi olarak "h ücu m," planı gerçekleştirecek kaça rnaklara
gösterilen tolerans (örneğin, b/at, gayri resmi a nlaşma ağı) ve
benzerleridir. Harvard g rubu bu "faal özellikler" temelinde genel
olarak sistem'i n güçlü ve zayıf taraflarını bel irlemeye çalışmakta­
d ı r. Yani, zayıf taraflar: görev silsilesinde d üzenli süreçler yoktur,
ağır sanayideki iktisadi büyüme tüketim sanayilerindekine göre
orantısızdır, sürekl i tasfiyeler ve güvensizl ikler olmaktad ır. Güçlü
taraflar: di rencin parça lanması, Rusların dış dü nyanın gerçeklerini
görmezden gel meleri, yönetim g ruplarının sisteme olan derin
bağl ı lıkları.
Harvard grubunun seçi mleri beli rleyen bir d üzenleme ilkesin­
den yoksun olmasından dolayı, bu yaklaşımın bir soru nu aslında
"faal özelliklerin" hangilerinin merkezi, hangilerinin merkezi ol­
madıklarının bilinmemesidir. Örneğin, "zorunlu emek," sistemin
ayrıl maz bir parçası mıdır, yoksa elden çıkarılan ve atı labilecek
rastla ntısal bir unsur mudur? Eğer son uncusuysa, bu yargıya nasıl
va rı lmıştır? Terörün kendine zarar veren bir hale geldiği veya
ekonomik olmadığı veya kınandığı gerçeği temel inde mi? Yoksa,
başka nedenlerden mi? Dahası, başl ıca sosyal gruplar a rasında
bağlılığın ve yabancılaşma nın derecesini ölçmek için "Sovyet
liderliğinin çeşitli kesim lerinden olası tepkileri" öngörmek istenir­
se, "merkezi kalıplar" bu tür kesimlerin farklı menfaatlerinden ve
onların diğer menfaat grupları karşısındaki iktidarlarından daha
az önemli olabil ir. Mesele bir a naliz ta rzında ne a radığı mızdır?
Bir analiz tarzı, birbiriyle il işkili özelli kleri n bir grupta toplan­
dığı belirli kategorilerin bir fonksiyonudur. Siyasi teoride, Aris­
to'nun yaptığı g i bi, rej imler, monarşiler, ol igarşiler veya demok-
376 IDEOLOJININ SONU

rasiler olarak; veya, Max Weber'in yaptığı g i bi, geleneksel, rasyo­


nel ve karizmatik olarak sınıflandırılabilir. Seçilen hedef, perspek­
tifi beli rler. Tehli ke, kategorileri teorik yapılar olarak değil, ger­
çekl ikler olarak düşünme eğilim id ir. Bu hata basit tarzda bir sos­
yal sistem kavramını ilk olarak kullanan Marksist düşünce için
şaşırtıcı bir şekilde geçerlidir. Kapitalizmin basit Marksist mode­
l inde sınıflar ü retim a raçlarıyla olan il işkilerine göre ol uştu ruldu­
ğu için, basit düşünen Komüniste göre Rusya'da "insanlar" fabri­
kalara sahip olduklarından dolayı sömürü olamaz ve bu nedenle
orada sömüren sınıfla r bulunmamaktadır. Bu nedenle, Rusya'nın
bir "işçi devleti," "dejenere bir işçi devleti" veya başka bir şey
olduğuna dair şiddetli tartışmalar yapılmaktad ı r.
Fakat bütün bu tuzaklarla birlikte, bir sistemin esas tabiatı nı
tanımlama çaba larından elde edilecek kazanç, rastlantısal faktör­
lerin (modern jargonda, bağımsız değişkenler), sistemin tüm
diğer parçalarını etkileyen değişim ierin bel i rlenmesid i r. (Örneğin,
Marx'a göre kapitalizmin esas tabiatı birikim ve yeniden yatırım
baskısıdır. Birbirini takip eden üretim ve tüketim farkla rından
dolayı, aşırı üretimden dolayı ve muhtemelen yüksek sermaye ve
düşük emek girdilerinin bir fonksiyonu olan karların azalan ora­
n ı ndan dolayı krizler kaçın ı l maz olarak görül mekted ir.)
Ancak Harvard grubu sosyal sistemin itici g üçleri ni anladığı
gibi belirlemeye çalışmaktan kaçınmaktadır. Birbirine kenetlenen
bir sistemde her biri bir diğerine bağlı olduğu için bu faal özellik­
lere bir önem sırası atfetmek i m kansız değilse de zordur," de­
mektedi rler.1 1 7 Bu tür birbirine kenetlenmelerin sıkılığının (örne­
ğin, sistemin özelli kleri olarak "hücum" ve "zoru n l u emek" ara­
s ındaki bağ nedi r?) ve hatta "fa rklı faal" özelliklerin çakışmalarının
sorg ulanabi leceği gerçeğinden ayrı olarak, en önemli faktörün
ortaya çtkartlmast o kadar zor mudur? Sovyet sisteminin temel
olarak siyasi iktidarın merkezileştirilmiş kontrolü tarafı ndan beli r­
lendiği, çok az kurumsal kontralle bir komuta sistemi olduğu ve
sistemin bütün diğer yönleri nin -bağı msız iktidara izin vermeyi
reddetme, kaynaklara aşırı bağ l ı l ı k, vs.- bu gerçekten çıktığı çok
açık değil midir?
Fakat bu bir kere kabul edildiğinde büyük bir beli rsizlik u nsu­
runun da kabul edilmesi gerekir. Bu tür bir komuta sisteminde
birkaç adamın kararları -ve Stalin söz konusu olduğunda tek
adamın- sistemin tabiatın ı değiştirmekte bel i rleyicidi r. Eğer
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 377

Sta l i n değil de, Bukharin kaza nmış olsaydı, Rusya farklı bir top­
l u m ol maz mıydı? Veyahut Kruşçev değil de, Molotov iktidara
gelmiş olsaydı, bug ün Rusya'nın profili biraz daha farklı ol maz
mıyd ı ? Bu nedenle Sovyet topl umunun gelişimi, Sovyet siyasal
gelişmelerinin tabiatına bağlıdır.
Eğer bu doğruysa, o zaman Sovyetler Birliği'ni anlamaya çalı­
şırken, sonsuz bir şekilde şaşırtıcı ve genellikle çileden çıka ran,
akşam yemeği nde küçük protokol planının okült oyunu veya
Yüce Sovyet'te ki min konuşma yapacağını ve kimin "ilk" olacağı­
n ı tahmin etmek için hangi sıranın takip edileceğ ini beli rten
Kremli nolojiye geri dönmüş oluyoruz.
Asıl gerçek, itici bir güç duyg usundan yoksun olan Ha rvard
sisteminin, değişimin kaynaklarının sistem içindeki yerin i bel irle­
yemeyeceğ idir. Sosyal hareketin "sı nırlarını" bil mek önemli ol­
makla birlikte (örneğin, yeni teşvi kler getirmeden inatçı köyl üler
ne kadar zorlanabi lir veya hangi grup bağı msız bir hareket için
en büyü k potansiyele sahiptir), siyaset'te yönetici bir sınıfı kimin
oluşturduğunun, bu grubun nasıl karar aldığının, alt g rupların
talepleri nin nasıl değerlend irildiğ inin, vs. bilinmesi gerekir. Ku­
rumsal ve davra nışsal kal ı pların otonam olmadığı Rusya g i bi bir
topl umda, siyaset bağlamında tan ı mlan madıkça bir "sosyal sis­
tem"in hiçbir anlamı yoktur.

IV. Kim Yer Kim Bakar


Kremli noloji'nin temel varsayı mı, Rus verkhuska'sı ndaki her hare­
ketin protokol, prestij ve i ktidar m ücadelesi damgası taşıyor ol­
masıdı r. Böylece bir tek merkezin 300.000 işletmenin faa liyetini
yönetmesinin giderek i m kansız hale gel mesinden dolayı, Rus
ekonom isi nin özerk yönetime geçme ihtiyacı nın bel irginliği, bu
tür bir değişi m le ki min gücünün azalacağı ki min gücünün a rta­
cağı sorunu haline de gel mekted ir. Bu nedenle, son tahlilde de­
ğil, derhal bütün rasyonel teknik kriterler siyasi kriteriere boyun
eğmektedir. Ve böylece, Rus politikasındaki herhangi bir hamleyi
analiz ederken, bu tür iktida r m ücadelelerinin döndüğü Bizans
entri kalarına adım atmak zorundayız.
Asıl mesele, ilk olarak, mücadele halindeki iktidar gruplarının
tanımında ve i ki nci olarak bireylerin g ruplaşmalarının, özellikle
378 IDEOLOJININ SONU

a lt gru plaşmaların beli rlenmesinde yatmaktadır. Bir ya klaşım


iktidar g ruplarını "fonksiyonel" bakımdan tanımlamakta -
örneğin, parti, ordu, g izli pol is, devlet bürokrasisi vs.- ve bu
g rupların sözcülerini bul undukları kon umlara göre yerleştirmek­
tedir. Böylece Kremlinoloji'nin önde gelen uygulayıcılarından
Franz Borkenau, 6 Mayıs 1 957 ta rihli Yeni Lider'de (New Leader)
şöyle yazmaktadır: "Stalin'in ölümünden beri Pa rti diktatörlüğü­
nün temsilcisi olarak Kruşçev'le, idarecilerin bağı msızl ık taleple­
ri nin sözcüsü olan eski Başkan Georgi Malenkov a rasında aleni
bir mücadele şiddetle yaşan mıştır. Son dört yıl boyunca idareci­
ler ekonomide daha fazla özerk yönetim için giderek artan bir
şekilde etkin taleplerde bulun maktadırlar. Bu nedenle, Kruşçev
ve müttefiki Lazar Kaganovich, idari sınıfı n a ltını oymak için bu
entrikayı dolambaçlı bir plan olarak kurm uştur." Sonraki bir ma­
ka lede (3 Haziran) Kaganovich'in, Kruşçev'in tarafı nda değil, ke­
narda d u rduğu görülmüştür.
Genel türdeki bu ifadenin pek çok zorlukları bulun maktadır.
"idareciler" gibi bir kelime temel bir beli rsizl ik içermektedir. ida­
reciler bölgedeki fa brikaları yöneten adamlar mıdır? Mosko­
va'daki i ktisadi baka n l ı kların başındaki adamlar mıdı r? Yoksa
Gasplan'daki planlamacılar mıdır? Eğer idareci ler üç kategoriyi
birden içeriyorsa, bunlar arasında menfaat benzerlikleri var mı­
d ı r? (Kendi faal iyetleri üzerinde daha fazla kontrol kurmaya çalı­
şan bir fabrika ile Moskova'daki bir baka n l ı k arasında kayda de­
ğer bir sürtüşme elbette ki beklenebi li r.) Yoksa, bu üçünden
hangisi gerçek "idareci ler" dir?
ikinci bir zorl uk, blokların bi rbi rleriyle mekanik olarak karşı­
laşmasından kaynaklan maktadır. Fonksiyonel gruplar arasında
sıkl ı kla menfaat çatışmaları olduğu doğru olmakla birlikte, küçük
klikler ve zümreler tarafından yürütülen siyasi i ktidar m ücadele­
sinin esas tabiatı iktidar figürünün bütün grupların içinde mütte­
fiklere sahip olmasını gerekti rir. Böylece mücadele sadece "idare­
ci ler" ile "parti" a rasında veya "ordu" ile "parti" arasında ol maya­
bilir, bu gruplaşma ların dışına da çıkabil ir. Örneğin, ord u böl ün­
mez bir menfaat g rubu m udur? (Hangi menfaatlerde bi rleşmiş­
tir?) Yoksa Zhukov X'i n, Koniev Y'nin, Vasilievski Z'n in yan ı nda
m ı dır? Diğer yerlerdeki ordular hakkındaki bilgileri mizden, bu tür
iç m ücadelelerin ve farklı dış ittifakların olduğunu -örneğin
A.B.D. ord usunda MacArthur'a karşı olan Marshai i-Eisenhower
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 379

g rubu- söyleyebili riz. O zaman sorun, ordunun üzerinde birleş­


tiği bu meselelerle, en üst kademedeki subayların ayrıldığı mese­
leleri bel irlemektir. Ve bunu yaparken kl ikleri ve zümreleri birbi­
rine neyin bağladığını beli rleme sorunuyla karşılaşırız: okul arka­
daşlığı, terfi i m ka n ı sağlayan kişiye bağlılık, kuşak fa rkları, genel
savaş zamanı veya hizmet deneyi m leri vs., vs.
Önemli politika meselelerinde -tüketici maliarına karşı ağır
sanayi, Batı'ya karşı sert veya yumuşak tavır, bağ ımlı ülkelere
karşı sert veya yum uşak tavır- bu konulara karşı tutarlı bir tavır
dikte eden bütüncül bir ideoloji olmadığ ından, ideolojinin grup­
laşmaları beli rlediği söylenemez. Malenkov, Batı'ya karşı sert tavır
almak için yurtiçinde serbestlik istemiş olabilir. Dahası, sert bir
figür, bir destek teklifi nde oportün ist olarak ideolojik saf değişti­
rebil ir. Stalin'in tari hi bu bakı mdan kesinlikle yol göstericidir.
(Genel likle sorulan soru: Kruşçev, "Sta linist" fraksiyonu mu, yoksa
Malenkov'u mu temsil etmekted ir? Bu formülasyonların zorl uğu
şudur, gözlemlediğimiz şey bir fraksiyonun parçalanmasıdır ve
bu türden aşırı kişisel bir d urumda g ruplaşmaları beli rlemek için
resmi sosyolojik kriterlerin çok azı işe yarar.)
Gelecekteki destek il işkilerini bel irleme konusunda daha bü­
yük zorluklar bulun maktadır. Bütün Dışişleri Bakanlığı ve propa­
ganda örgütü en tepedeki m ücadelecilerin göreli güçlerini ölç­
menin bir yol u olarak kadro değişikliklerini takip etmek amacıyla
Sovyet el it üyelerinin geniş biyografık dosyalarını tutmaktadır. Ve
genellikle, aşağıda verilen örneğin gösterdiği gibi, metot son
derece temelsizdir. 1 1 8 Bu ayrıntı lı fakat mekanik kayıt tutma nın ne
kadar sürd ü rü lebileceği tartışmaya açıktır. Bir gözlemci, Boris
Meissner'in Das Ende des Sta/in-Mythos'unu eleştiri rken şöyle
şi kayet etmektedir: " . . . Kruşçev'den tut da Malenkov'un bir ada­
mına kadar, en tepeden en alt kademedeki herhangi bir parti
görevlisinin parti siyasetinin şu veya bu taktik inceliğinin destek­
çisi olduğunu söyleyebi leceğine inan ıyor. Bu ifadeler genellikle
konuyla ilgisi ol mayan biyografik bilgilere dayanmaktadır. Geç­
mişte Malenkov'a kim hizmet etmişse, Meissner'in görüşüne
göre, bugün her d urumda Malenkov yandaşı olarak düşünülme­
lid i r. Yirmi yıl önce Ukrayna'da Kruşçev'le ki m çalıştıysa bugün
halen onun ortağı o l malıdır." 1 1 9
Ve bazen d e aynı olay -bu örnekte Frol R . Kozlov'un parti
Başka n l ı k Heyeti'nin aday üyeliği görevine geti ril mesi- taban
380 IDEOLOJININ SONU

tabana zıt bir tarzda değerlendiril miştir. Harrison Salisbury, New


York Times'ın 1 6 Şubat 1 957 g ünkü sayısında Kozlov'un, Bay Per­
vukin'in dahil olduğu bir gruba üye olduğunu ve "muhtemelen
Bay Malenkov yandaşı" olduğunu belirtmiştir. Salisbury, Koz­
lov'un 1 953'deki "Doktorlar komplosu"nun en önemli propagan­
da belgelerinin yazarı olduğunu söylemektedi r. Ve bu nedenle,
Kremlinoloji mantığı doğrultusunda, Malenkov'un komplonun
yöneticilerinden biri olduğu tahmininde bulunulabilir. Fakat
Richard Lowenthal bir gün sonra, Londra Observer'da şu yorum­
da bulunmuştur: "Bay Kruşçev'in parti içindeki konumu sadece
Bay Şepilov'un parti sekreterliğine geri dön mesiyle değil, Lening­
rad bölgesinin ilk sekreteri olan Frol Romanoviç Kozlov'u n parti
Başkanlık Heyeti'nin aday üyeliğine terfi etmesiyle de güçlenmiş­
tir . . . Ma lenkov döneminin ilk zama nlarındaki bel irsizliğe geri
dönülerek, 1 953 son unda Kruşçev'in kişisel müdahalesiyle Le­
n i ngrad parti örgütünün başkanı olarak Malenkov'un himayesin­
deki Andrianov'un yerine getirilmiştir." Ve aynı mantıkla, Kozlov
"Doktorlar komplosu" nun başlangıcında uyanık olma kampanya­
sına işaret ettiği için, Kruşçev böylece kom plonun uygulanması­
na bağlı kalmıştır."
Bu, yöntemin yanlış olduğunu söylemek değil, ancak birinin
bilgisi nin yetersiz old uğunu söylemektir. (Bay Lowenthal'un,
Kozlov hakkında doğru, Sa lisbury'n in yanlış olduğuna d ikkat
edin.) Kremli noloji meseleleri nin ne kadar berbat bir halde çetre­
fil olduğu, Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı'nın, Sovyet Dışişle­
ri Bakanlığı'nı ki min yönettiğini ve prosedürleri ni kimin yazdığını
tamamen bilmediğini gösteren New York Times'ın 1 0 Ağustos
1 957 tari hli bir raporu ndan anlaşıl maktadır. Rapora göre:

Dışişleri Bakanlığı bir süred ir başarısız bir şekilde yeni bir


Kremlin sırrı nı çözmeye çalışıyordu.
Soru: Sovyet dış politikasını gerçekten yöneten adam kimdi?
Dışişleri Bakanı Dulles'in muadili Sovyet görevlisi kimdi? . . .
Bay Kruşçev ve Marshall Bu lganin, yanlarında dış pol itika uz­
manları ol maksızın Moskova'dan bunca zaman uzak kalmış­
lardı. Son aylarda "işlerle ilgilenecek" zama n ları muhtemelen
yoktu.
Yine de Dışişleri Bakanlığı bu dönemde Sovyet diplomasisinin
ka litesinin d ikkate değer bir şekilde geliştiğini ve bugün Ba­
tı'yı anlama kon usunda görülmemiş derecede bir uzmanlık
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 381

gösterdiğini düşünmektedir. . . .
Bakan, Birleşik Devletler istihbarat ajanlarının kanıtları ince­
lemelerini istemiş ancak şimdiye kadar müfettişler elleri boş
dönmüşlerdir. . . .
Bu durumun Washington'a olan etkisi, Dışişleri Bakanlığı'nın,
Sovyetler Birliği'nin bugünkü niyetlerini veya gelecekteki
mu htemel dış politikasını değerlendirmesini son derece güç­
leştirmesidir.

Değişim ilanının değişi min anlamına dair h içbir i pucu barın­


dırmadığı bir durumda lider kad ronun statüsündeki büyük bir
değişi min anlık yorumlarını yapmaya çalışan Kremlinolog'un
ikilemini de bir düşününün. Böylece Marshal Zhukov'un göre­
vinden alındığının ilan edilmesi nden bir gün sonra, New York
Times'ın uzma nı Harry Schwartz bu tarzdaki h i kayesine başladı:
Marshal Georgi K. Zhukov'un d ü n Sovyet Savunma Bakanı olarak
görevden a l ı n masının a rdından iki temel i htimal ortaya çıkmak­
tad ı r: gerçek gücünde önemli bir düşüş veya Sovyet hiyerarşisin­
de terfisine yönelik bir adım" (27 Ekim 1 95 7).
Bu mesleki riskiere ilgi duyulabil ir. Henry Adams, Otobiyogra­
fi'sinde Amerikan iç Savaşı sırasında Londra'da Bi rleşi k Devletler
Baka n ı olan babasının sekreterliğini yaparken Britanya Kabine­
si'ndeki görüş ayrı lıkları üzerine Amerikan politikasının temeli
olan (örneğ in, Mason-Si iddel olayı) ve ilk elden bilgi olduğunu
düşündüğü raporlar hazırlamaktaydı . Yirmi yıl sonra Kabine bel­
geleri açıldığında raporlarının tamamen yanlış old uklarını göre­
rek dehşete düşmüştü. Buda peşte'deki isyandan kısa bir süre
sonra Hugh Ga itskell, Avam Kamarası'nda Eden'in Süveyş'teki
faal iyet haberleri nden dolayı Rusların m üdahale için cesaret ka­
zan ı p kazan madıkları sorusunu ortaya attı. Gaitskell sırf siyasi
avantaj sağlama niyeti nde bile olsa soru haksız değildi. Böyle
olup olmad ığını bilmek önemliydi. Cevap neydi? Kaynaklara
ulaşma i m kanım ız yok.
Fakat metoda dair, en azından Kremlinolojinin uygulanma yo­
lu bakım ı ndan bir soru ortaya atı labil ir. En basitinden, Kremli no­
loji genellikle Bolşevik zihniyeti nin ön yüzüd ür -ya n i aşırı de­
terministtir. Bolşevik zihniyeti hakkındaki belirgin gerçek, rastlan­
tıyı ve tesadüfü reddetmesidir. Her şeyin bir nedeni, önceden
ta kdir edi l m iş bir gerekçesi vard ı r. Bolşevik retoriğindeki kötü
382 IDEOLOJININ SONU

naka ratın nedeni budur: "Rastlantı değil, yoldaş, sırf rastlantı


değil, o . . . " veya "Düşman neden bu za manı, neden özel likle bu
anı seçiyor. . . ?" Bu tü rden bütün soru lar, sinsi bir niyetle, nihai
soruya yol açmaktadır: kto-kovo, kim ki mi kullan ıyor? Ukraynalı
B.M. delegelerinin silahlı bir soyg un sırasında küçük bir New York
şarküterisine gird i klerini ve soyg uncuların emi rlerin i anla madık­
ları için içlerinden biri nin baldı rından vurulduğunu a n ı msamak
gerekir. Vişinski, Birleşik Devletler'i mahcup etmek veya gerçek­
ten şüphelendiği için, New York emniyet müdürlüğünün bunun
bir soygun olmasından dolayı ya ralamanın siyasi ola mayacağı
şeklindeki açıklamasını reddetmiştir. "Bu nasıl bir soyg u n ola bi­
li r?" diye sorm uştur. "Küçük bir şarküteriydi." Zengin, ka pitalist
Amerika'da küçük bir d ü kka n ı soymayı kim dert eder?"
Krem li nologlar arasında bazen aynı mantığa rastlanabil ir.1 20
Hem parti içindeki iktidar mücadelelerinde kadro, hem de parti
dışındaki uluslara rası arenada politika hareketleri nin her biri dik­
katlice planla nmış, komplo olarak düşün ü l m üş, her ihtimale karşı
önceden tasa rlanmış bir plan olarak görül mektedir. Her ha reket
ayrıntı l ı protokol planlamasıyla ve kelime saymakla çözülebilecek
g izli bir anlama sa hiptir. (Kremli nolog ve/veya psikoanal isti n,
Stal in'i yaşarken gören son yabancı H i nt Büyükelçisi K. P. S. Me­
non'un görüşme boyunca Sta l in'in kurt resimleri karalamakla
meşgul olduğunu söylemesinden ne anlam çıkarabi leceğ ini bir
düşünün.) Dünyadaki her ka nçılaryadan bil iyoruz ki siyasi (ve
hatta askeri) mücadelelerin çok azı bu kadar kesinl ikle hesap­
lanmıştır. ihtimalleri göz önünde bulundurmakta başarısız olan
anal ist, siyasi oyunu aşırı bir şeki lde d üzenleyen Bolşevik'le aynı
riske gi rmektedir. Ve bir adım daha atarak döng üyü ta maml ıyo­
ruz. iktidarın zi rvedeki önemi ne ol ursa olsun, h içbir iktida r fıgürü
grubu, yönetimleri ne kadar mutlak olsa da sonsuz bir iktidara
sa hip ola maz. Kremli nolojik ya klaşı mın soru nu, Leites'i nkiyle
aynıdır. Birinin isteklerini dayatmaya yönelik her girişim, doğal
kaynakların son l u sın ırlarını ve i nsan kurumlarının direngenliğini
hesaba katmak zorundadır121 -ama nasıl?

V. Tek Yol ve Birçoğu-Pirandello Çıkar


Birçok yol a raştırd ı k. Bizi gerçeğe diğerleri nden daha iyi bir şekil-
GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 383

de götü recek başka yollar var mıdır? (Talmud'dan bir pasaj: Ne­
reye g ittiğini bilmiyorsan, her yol seni oraya götürür.") Belki de
bi rkaç ayrı mın -ve soru'nun- sırasıd ı r.

FARKLI ANLAR
Önemli noktala rda biri diğerine bağı m l ı olmakla birlikte ger­
çekleşen değişim tü rleri, Sovyet topl umuyla (sosyal sistem) Sov­
yet siyaseti içi ndeki değişimler a rasında açık bir ayrım yapmak
gerekmektedir. Fark, bir süreçle bir olguyu ayrıştırma farkıdır;
veya, asabi sosyolog William Graham Sumner'in gelişen ve Çikan­
Ian değişimler arasında yaptığı eski bir ayrı m ı yeniden ca nla n­
dırmaktır.
Gelişen değişimler dalgalanan, ka baran, rastgele hareket eden
ve bir mikta r otonomiyle büyüyen değişi mlerdir. Çeşitli olarak
geleneğin orga nik büyümesinden veya değerlerdeki değişim ler­
den (örneğ in, insanların daha az veya daha çok çocuk yapma
kararları) veya önemli bir karar a l ı ndığında teknik i mkanlardan
(örneğin, bir ülke sanayileşmeye başladığında daha çok m ühen­
dis yetiştirme i htiyacı) kaynaklanmaktad ır.
Ç1kanlan değişimler kanun koyucuların veya yöneticilerin bi­
l i nçli kararları ve niyetlerid i r (örneğin, savaş ilanı, tarı mın kolektif
hale geti ril mesi, yeni sanayinin yeri, vs.). Değişime neden olanlar,
insanların örf ve adetlerini ve ellerindeki kayna kları hesaba kat­
mak zorundad ı rlar, fakat bunlar bel i rleyici değil sadece kısıtlayıcı
faktörlerdir.
Sosyolojik analiz, gelişen değişimlerle ilgi lendiğinde daha ke­
sind ir. Bu değişimler belirlenebilir, eğilimleri ölçü lebi lir ve buz­
dağı kütleleri gibi, hareketleri ve hatta parçalanmaları diğerlerin­
den daha kolayl ı kla beli rlenebilir. Fakat sosyolojik analiz, siyasal
kararları tahmin etmekte genellikle hataya d üşer. Tarihte He­
gel'in "eşsiz an lar" dediği zamanlar vard ır ve sırası geldiği nde saf
akıl değil, pratik muhakeme (bilgi nden, sezg iden ve empatiden
ol uşan değişken bileşim) devreye girmek zoru ndad ı r. Bolşevizm,
geçmişin di kkatle bilincinde ve olayların taktik ve stratejik nüa ns­
ları nın fevkalade farkında olan mükemmel bir hareket olmuştur.
Bu "eşsiz anların" (ilk defa Lenin'in ortaya attığı "devri mci du­
rum"un) sürekli olarak farkındadır ve Bolşevizm'in geçmişteki
384 IDEOLOJININ SONU

eşsiz siyasi avantajını sağlayan, zamanlamasını değişen duruma


uyarlama kabiliyetidir.

TAHMIN SORUNU
Tan ı mlanan değişim ierin doğası, ya pılabilecek tahminierin tü­
rünü belirlemekted ir. Yaygın gelişen değişimler tanımla nabi lir ve
tahmin edilebilir (örneğin, Sovyetler Birliği'nin kaynak şeki l leri -
ekilebi lir a razi m i ktarı, m ineraller, işgücü- bilinirse, iktisadi bü­
yüme oranındaki yavaşlama hakkında bir tahmin yapılabil ir).
Ancak kısa vadeli politika değişi mleri ni tahmin etmek isted iği­
m izde karşımıza, kaza, a ptallık ve basit i nsani aksi l i kler çıka r. Du­
rum 1 920'1erde iki radikalin Sovyet siyasetinin gelecekteki seyrini
tartışmasını hatırlatmaktadır. "Nesnel d urum," demiştir biri,
''Troçki'nin şöyle, şöyle ve şöyle yapmasını gerektiri r." "Bak," diye
cevap vermiştir diğeri, "sen Troçki'ni n ne yapması gerektiğini
biliyorsun, ben Troçki'nin ne yapması gerektiğini biliyorum, peki
ya Troçki ne yapması gerektiğini bil iyor mu?"
i ktidar analizindeki en önemli sorunlardan biri silsile şeklid ir.
Anayasal rejimin aksi ne, Sovyet sisteminde hiçbir resmi yasal l ı k
tanımı ve i ktidar ata ma sistemi o l madığı görülmektedir. Stalin'in
yüksel işini taklit etme çabasıyla Kruşçev parti sekretaryasını bir
iktidar ka ldıracı olarak kullanm ıştır. Fakat böyle yaparken büyük
bir ku mar oynuyord u. Savaş yıl larında ve sonrasında Stalin parti­
deki kon umundan çok, idari ve askeri unva niarına önem vermiş­
tir. 1 95 3'de öldüğü za man Stalin dokuz parti sekreterinden sade­
ce bi riydi. Fakat tek başına S.S.C.B.'nin Bakanlar Kurulu Başka­
nı'ydı. Malenkov bir tercih yapmaya zorland ığında parti sekreter­
liği görevi nden ayrı ldı ve Başka n l ı k görevi ve Bakanlar Kuru lu
a racıl ığıyla otoritesini meşrulaştı rmaya çalıştı. Teknik ve askeri
sınıfların yüksel işine rağmen siyasal iktidar meka nizmalarının
1 930'1a rdan beri temel olarak değişmediğini doğru bir şekilde
tahmin etmek Kruşçev'in zekasını göstermektedir. Ancak bu
"mekanik kan unları"n ı n Kruşçev'in halefinin tayininde de geçerli
olacağını varsayabii ir m iyiz? Güç dengelerini nasıl tan ı mlayacağız
ve uç verd ikleri yönü nasıl tahmin edeceğiz?
(Bütün bu soru nlar ve güçlükler göz önünde bulund urulara k,
bir g rup Sovyet uzmanının düzenli a ra l ı klarla muhtemel Sovyet
GERÇEKLIK ARAYIŞINDA ON TEORI 385

gelişmelerine dair farklı düzeylerde ta hminler yapması ve çıkar­


dıkları sonuçlar için sebepler ortaya koyması ileriye doğru atılmış
bir adım olacaktır. Örneğin, Bauer, l n keles ve Kluckhohn, Rus­
ya'daki mesleki iktidar sisteminin kendini sabitleyebi/eceğini be­
lirtmişlerd i r; Myron Rush öyle ol mayacağ ı n ı söylemiş ve Kruş­
çev'in iktidar olma çabasını tahmin etmiştir.122 Tahminlerin, başa­
rıları n ve başarısızlıkların sistematik olarak gözden geçi ril mesiyle
Sovyet davranışının daha geçerli bir hareket modeline m u hteme­
len ulaşılabilir.)

IRRASYONELLiGIN ROLÜ
Sosyal teoride analizin ağırlığı her za man rasyonel açıklama
ta rafı na kaydırılmıştır. Toplumun tercihleri ni, n ihayetinde karşı­
laştığı rasyonel alternatifler temelinde yapacağı varsayı m ı yapıl­
maktadır {bkz. Moore, Rostow, Deutscher, Aran, vb.). Fakat {ör­
neğin, Dedijer biyografısi nde1 23 belirtildiği gibi, bize "Komso­
mollar" gibi davranıldı," gerçeği üzeri ne Tito'nun öfkesi veya
Kruşçev'in Stalin tarafı ndan Gopak dansı yapmaya zorlanmasına
kızması gibi) siyasi davranışlardaki telaşı ve yoğunluğu açıklamak
için kışkırtma nın rolüne ne kadar anlam yüklenebi lir? Ve Leites'in
a raştı rmalarını göz önünde bulundurarak, bil inçli veya bilinçsiz
duygusal bi leşen lerin rolüne, siyasi duruşun bir i pucu olarak ne
kadar ağırlık veri lebilir? Siyasi söylemi beli rleyen sadece rasyo­
nellik ve duyguları beli rleyen sadece öfke midir? Yoksa ned i r?

MIT VE MONOLll
Sosyal bilim a nalizinin zorl uklarından biri, kategori lerle değil,
insanlarla ilgileniyor olmasıd ı r. Komünist ha reketin son zaman­
lardaki, özel likle Birleşik Devletler'deki, analizlerinde ha reket, her
bir tarafta rın "parti"nin emirlerini uygulamaya daima hazır, disip­
linli bir asker veya "hakiki bir mümin" olduğu bir monolit olarak
görülmüştür.
Kom ünist yöneticilerin yeni Sovyet i nsan ını şekil lendirmeye
çalıştıkları tam bir "Bolşevik" i majı tarafı ndan Batı bir bakıma
bizzat tahrik edilmiştir. Her i nsan topluluğunda olduğu g i bi, Ko­
münistler de kişisel çekişmelerden ve daha önemlisi bütü n radi-
386 IDEOLOJININ SONU

ka l hareketlere sıkıntı veren kendilerine has hizipçilikten m uaf


değildi. Aslında parti nin kutsal doğruluk mitini sürdürmesi için
gerektiğinde bazen bir "sol" ka nadı veya bir "sağ" kanadı bölmek
kon usunda hizipçi lik tartışı labi lir. Anca k kesi nl ikle geçmiş yı lların
gerilimlerinin ve hiziplerinin (Levi'nin, Ruth Fischer'in, Brand­
ler'in, Thal heimer'in, Souvarine'in, Rappaport'un, Rosmer'in, Bor­
diga'nın, Silone'nin, Cannon'un, Lovestone'un, Wolfe'un ayrı l ma­
ları) diğer ta raftaki karşılığı -m ücadeleler daha gizli ve baskı­
lanmış olmakla beraber- Marty, Tillon, Lecoeur, Herve, Cucchi,
Magnani, Reale, Tito, Petkov, Gom ulka, Rajk, Nagy ve daha bin­
lercesinin ayrı l maları, ihraç edil meleri ve katiedil meleri şekl inde
olmuştur. Aslı nda Komün ist hareketi n temel kuralı monol itizm
değil, partizanlık olmuştur. Ve bunu görüp kullanmakta başarılı
ola madık. ister send ika hareketi olsun, ister siyasi partiler olsun
genel siyasi deneyimden bil iyoruz ki yönetici gruplar nadiren
çöker, fakat önemli taraftar gruplarını kontrol eden kilit iktidar
fig ü rleri nin ayrı l masıyla düşebi lir. E.O.M.'nin Birleşik Devlet­
ler'deki "Komünist mesele" ile olan deneyi mi ve Tito'n un,
Nagy'nin ve (belki de) Gom ulka'nın uluslararası komünist hare­
ketteki anlamı buyd u.
Fakat yarıkiarı ve çatlakları kullan madaki taktik başarısızl ı klar­
dan daha fazlası söz konusud u r. Kara kter yaklaşımında ve Krem­
linoloji'de de genell i kle "yanlış bir somutl uk" olmuştur. Bütün
Kom ünistler "düşman," "Bolşevik" olarak görü l m üş ve özellikle
bağ ı m l ı ü l kelerdeki herhangi bir huzursuzluk, sadece rakip lider­
ler a rasındaki i ktidar mücadelesi olarak görülmüştür. Fakat hepsi
bu kadar değildi. i nsan varol uşuna ait sıradan bir inatçı l ı k ve sıra­
dan bir ı l ı millık alttan alta hissedil mekteyd i. Sadizm ve iktidarla
baştan çıkarılarak ki m aparaçik olmuştu, ki m olmamıştı? Bürokrat
kimdir? Gizli idea list ki mdir? Rakasi ki mdir? Gyulya Hay kimdir?
1 956'da Polanya'da ve Macaristan'da gördüğümüz gibi, bu soru­
lar kapalı bir kitap değildir.
Bugünden geriye baktığ ı m ızda, 1 954- 1 955'deki i l k Nagy reji­
minin gerçek anlamını, insanlar bi rbirleriyle iletişim kurabildi kle­
ri nde, deneyi mlerini paylaşabildiklerinde, biraz değişim umudu­
nun mümkün olduğunu fark ettiklerinde hareket gücünün nasıl
toplandığını görebiliyoruz: Fakat neden Sovyet meseleleri uz-

Tocqueville'in derin bilgeliğini de fark ediyoruz: ". . . devrimler her zaman



GERÇEKLIK ARA YIŞINDA ON TEORI 387

manları nın hepsi 1 954-SS'deki i puçları n ı n önemini kavra ma kta


başarısız olm uşlardır? Sosyal çatışmanın anlamının tek i pucu
olarak onun i nsanlar üzerindeki etkisini unutacak kadar sadece
"iktidar" düşü ncesinden hipnotize olmaları m ı ?
B u n u söylemiş ol makla birl ikte, siyasi olayların aynı yörünge­
de dönmediğinin de farkına va rmalıyız. "Eşsiz anı" yakalamayı
başaramamış ol makla, o anın bir daha geri gelmeyeceğini unut­
muşa benziyoruz. Batı Berlin'den Budapeşte'ye son birkaç yıldan
alınaca k ders şud u r: "çözülme," buz kütlelerin i parça lar ve sı kıştı­
m, çatlaklar ve yarıklar ol uşturur ve devasa buz kütlelerini tarih
denizinin d i bine gönderir. Fakat tari hten alı nacak derslere ço­
ğumuzdan daha duyarlı olan Ruslar da bunu fark etmiş ve bu
olaylardan ders alarak yeni "çözü l meleri" kontrol altına al maya
kararlı olamazlar mı?

DÜNYA VE EYLEM
Her toplum, her sosyal örgütlenme önemli derecede kendi
ideolojisi tarafı ndan dikte edilen bazı hedefler için yaşar. Doktri­
ner hedefleri hali hazırdaki gerçeklikle çatıştığında, birçok bireyin
ta mamen pragmatik olarak ha reket ettiğini -modern send ika
deneyi mi örneğini kullanarak- ve aynı şekilde uzlaşma sağladı­
ğını bil iyoruz. Ancak gü ncel yaşantı larından çok, uzaktaki mese­
leler konusunda bir duruş sergilemeleri gerektiğinde tek kel i me
hazinesi, tek retorik, tek analiz kategorileri ve hatta ellerindeki
tek basit formül eski ideolojik pankartiard ır. ideoloji katı laşmış bir
bağlılık, donmuş bi r fikir olduğu için, bunları kullanırlar ve kapa­
na kıs ı l ı rlar.
Bolşevik ideolojisi, Sovyet hedeflerinin elimizdeki tek resmi
ka nonu olduğu için, bu sorunun cevabı çok önemlid ir: Sovyet

işler kötüden daha kötüye gittiğinde ortaya çıkmaz. Aksine genellikle di­
reniş göstermeksizin uzun bir dönem baskıcı yönetime katianan halkın
yönetimin baskıyı gevşettiğini görerek ona karşı silaha sarılmasıyla ger­
çekleşir . . . çaresiz gibi görünen bir duruma bu kadar uzun zaman sabırla
katlandıktan sonra, onu devirebilme imkanı insanların aklından bir kere
geçtiğinde sorun a rtık dayanılmaz hale gelir. Bazı suiistimallerin ortadan
kaldırılması dikkati diğerlerine çevireceği gerçeğinden dolayı bunlar da­
ha fazla kızgınlık uyandıracaktır. . ." Alexis de Tocqueville, Eski Rejim ve
Franstz Devrimi, (Anchor ed.; New York, 1 955), s. 1 76-77.
388 IDEOLOJININ SONU

!iderleri, Bolşevik ideolojisine ne kadar bağlıdır (örneğin, uzlaş­


maya yanaşmamak, kapitalizmin asıl emperyalist hedeflere atfe­
dilmesi, vs.) ve bu ideolojiyi deneyim ve gerçekl ik temel inde
değiştirmeye ne kadar hazı rlıklıdırlar?
Cevaplar çelişki lidir: ( 1 ) Eğer "kategori k kanıt" (örneğin, Dicks,
Leites) kabul edilecek olursa, uzlaşma imkansızlaşmaktad ı r. Sov­
yet yöneticileri nin katı psikolojik d u ruşları ve hatta paranoid
şüpheleri onların Batı dünyasındaki değişimleri gerçekçi olarak
değerlendirmeleri ni zorlaştırmaktad ı r. (2) Uçlardaki bir Krem lino­
log, Sovyet yönetici lerinin ki nik oldu klarını ve ideolojiyi sadece
kitleler için gerekli olan bir mit olarak gördü kleri ni söyleyecektir.
(3) Tamamen rasyonali st bir görüşe sahip Jeopol iti k bir teorisyen,
Sovyet yöneticilerinin davranışlarını ideolojiden çok, stratej i k
menfaatleri n belirled iğini ileri sürecektir. (4) Birtakım ka nıtların
ağırlığı (Bauer, lnkeles ve Kluckhohn'un kitabının 29-35. sayfa la­
rına bakınız) ideolojinin Sovyet yöneticileri tarafından kin i k ola­
rak kullanılsa bile düşü nce ta rzlarında ve hedeflerin beli rlen me­
sinde gerçek bir faktör olduğunu göstermektedi r.
Fakat bunların hepsi Kruşçev'den önceydi. Parti, edebiyat ve
sanat alanla rında partinost'u tekrar savu nmak için harekete geç­
miş olsa bile, diğer alanlarda ideolojiden çok, pratik düşü nceler
politi kayı belirler gibi görünmektedir. Örneğin, Sovyet iktisatçı la­
rı Marksist değer teorisi gereği nce sermayenin üretkenliğin i veya
sermayenin rasyonel dağı lımını ölçmek için faiz oranını ku llan­
mayı kabul etmezler. Fakat sosyal izmde dahi sermaye kıtlıkları
mevcuttur ve maliyet ekonomi lerine ulaşılmak isten iyorsa faiz
oranının fon ksiyonunu yerine getirecek birtakım gizli tekniklerin
yaratı l ması gerekmektedir. Savaştan sonra dogmanın bu kaça­
makları ideologların saldırısına uğramıştır. Robert Campbell şöyle
yazar: "Devam eden sıcak tartışmada, planlamacılarla doktri nin
saflığını savunanların talepleri a rası ndaki çatışma çok açık hale
geldi. Sovyet liderleri bir açmazia karşılaştılar: Marksist iktisat
teorisi nin temel varsayı mlarından birinin yanlış çıktığı kendi de­
neyim leri tarafından ispatlanmıştı ve ideoloji ile rasyonel çıkar yol
a rası nda zor bir tercih yapmakla karşı karşıya ka lm ışlardı . . . Stalin
hayatta olduğu sürece kördüğümü çözmek için hiçbir resmi mü­
dahale ortaya çıkmadı. Ancak onun ölümünden yaklaşık bir yıl
sonra körd üğüm kesildi, hem de ortodoksluğun gerçekl iğe tes­
l i mini teşkil edecek şekilde kesi ldi."1 24
GERÇEKLIK ARAYI$1NDA ON TEORI 389

Tarım alanında Kruşçev, Sta l i n döneminde köylü lüğün orta­


dan ka ldırılmasında büyük bir ad ımı temsil eden makine ve trak­
tör garajlarını kapattı ve bunların eki pmanlarını kolkhozlara dev­
retti. Ve n ükleer fizik alanında bütün teorileri d iyalektik materya­
lizmin ritüelci formülüne sıkıştırma baskısı nın azalmış olduğunu
tahmin edebi li riz. Bugün elbette ki hiç ki mse yi rmi beş yıl önceki
g i bi, Einstei n'ın "burjuva" fiziğ inden söz etmemektedir.
Ve yi ne de bir noktada -nerede?- egemen ideolojinin bir­
takı m temel varsayı mları -fakat hangileri- sürd ürülmelidir
çünkü bazı süreklili klere sahip merkezi bir inanç sistemi ol maksı­
zın dağ ı l macı görüşler yayılmaya başlar (örneğin, Polanya). Bu
tür görüşlerin değişken etkilerini ve tekil olayların siyasetteki
rolü n ü Kruşçev'in Stali n'i karalayan konuşmasının yıpratıcı etkile­
rinden başka hiçbir şey daha iyi göstermez. Bir kere saçmalık
ortaya konulduktan sonra büyük i nsan kitleleri, özellikle gençler,
l iderliğin kendisi inancın a hlaki ve psikolojik temel ini yok ettiğin­
de, herhangi bir ina nca nasıl sahip olacaklard ı r? Paradoksal ola­
ra k bu, yöneticileri ideolojinin temel özelliklerinin geçerl iliğini
daha yoğun bir çabayla savunmaianna yol aça bilir. Bir ha reket
asla "keha net tutmadığı zamanki nden" veya ikiyüzlülüğün ortaya
çıktığı a ndakinden daha fanatik olmam ıştır çünkü insanların pa­
n ikleyen şüpheleri ni yatıştırma çabasıyla inancın temelleri ni sa­
vunmak için çabalarını ikiye katlar.125 Ve bir yönetici g rubu, kitle­
ler için gerekli olan "mitler" hakkında ne kadar ki nik olursa olsun,
bu tür durumlarda kendini kullandığı sözel formül tarafı ndan
psikolojik olarak kapana kısı l m ış bir halde bulur ve sanki ideoloji
gerçekmiş gibi davra nır.

YABANCI VE YERLi
Geçmişte yabancı Kom ü nist partilerin davranışını ve Sovyet
hükümetinin politikasını belirleyen bir faktör, Sovyet partisi için­
deki iktidar m ücadeleleri olmuştur. Fakat bugün dahili Sovyet
gelişmesinin başl ıca nedeni (örneğin, ağır sanayiye veri len öne­
min devam etmesi), d ü nyanın gerilimli d u rumuna bir tepkidir.
(Ve bugün Rus dış politikasının ne kadarı Kızıl Çin'in özerk bir
iktidar olarak yükselişini göz önünde bulundura rak belirlenmek­
tedir?)
390 IDEOLOJININ SONU

Hem karakterolajik hem jeopolitik yaklaşı m aslında Sovyetler


Birliği içi ndeki gel işmeler ne olursa olsun, Sovyet politikasının
kavgacı ve yayı lmacı olacağ ını, ve dahili ve harici hesa pların sa­
dece agresif ha reketleri n zama nlamasını etkileyeceği ni beli rt­
mektedi r. Fakat bu, kasıtlı niyetle, bu tartışmanın amacı olan
soruya yol açmaktadır: Sovyet sistemi ne dereceye kadar nitelik­
sel olarak kendi ka nun iarına tabi ve içeriden yıkıla mayan yeni bir
fenomendir; Sovyetler Birliği ne dereceye kadar kendi içinde
aşamalı olarak daha kal ıcı, normal bir topluma çevri lebilir?
Geniş bir şekilde karakterolojik, Kremlinolojik ve totaliteryan
olarak adlandırılan yaklaşımlar i l kini ileri sü rerken, sosyoloj i k ve
Neo-Marksist yaklaşı m larla birlikte bazı tarihçi ekoller diğer
önermeyi ileri sü rmekted ir.
Türev soru lar derhal ortaya çı kmaktadır: Stalin normalden
sapma m ıyd ı? Yoksa Komünizm gerçek doğasıyla (örneğ in, öncü
parti, proletaryan ı n diktatörlüğü, Bolşevik ideolojisi, vs.), Stalin
ol maksızın Stalinist tarzdaki bir dönemden geçer miydi? Avru­
pa'daki ve özellikle Asya'daki Komünist rejimler, Rusya'nın yaşa­
dığı türden karışıklıklar yaşamadan olgun bir aşamaya "doğ rudan
sıçrayabilir" mi? Baskıcı aşa malar sırf mecburi sanayi leşmenin bir
fonksiyonu mud ur? Bu aşamada yazar, gerçekl ik peşindeki Pi­
randel lo gibi, kendisini başlangıçta harekete geçiren on teoriyi
adeta tekrar etmenin çekici liğine kapılmaktad ır. Fakat bir fi nal
bölümü haricinde, oyun sona ermiştir.
Bu teorilerin doğal olarak yeterince hesaba katmadığı büyük
bir değişken vard ır: Komün ist liderlerin davra nış özgürlüğünü
kısıtlayan en önemli "gerçek faktör" olan özg ür dünyanın davra­
nışı. Burada sosyal bilimin rolü karakteristik olarak bel irsiz hale
gel mektedir. Tartışmış olduğu muz teoriler, özgür dünyanın ko­
münizme olan mu halif davranışını şekillendi rmek için tasa rlan­
m ışlardır a nca k böyle olmakla kendi kendini ispatlayan bir hi po­
tez riski taşı maktadı rlar. Çünkü komün istlerin nasıl davranacakla­
rı beklentisine dair yargımız, (tıpkı Rusların bizi benzer hazır ka­
lıplara yerleştirmeye zorlama ları gibi) onları bu yargıyı doğrula­
maya veya yanlışla maya iten politikalar beni msemeye zorlamak­
tadı r. Bu daima bir tehl ikedi r. Fakat sosyal bilim düşü ncemiz ne
kadar gel işirse gelişsin, za ruri iki tevazunun gerektirdiği pratik
esnekliğin yeri ni ala maz: bilgi m izin sınırlarının farkı ndaliğı ve
tarihin tarafsızl ığı.
ı s.
BÖLÜ M

Marx'dan Başlayan i ki Yol:


Sosyalist Dü§üncede Yabancıla§ma ve
Sömürü Temaları

Tarihsel Geri Bakış: Giriş Olarak Bir Hikaye


1 899'da az bilinen, çokta ndır u nutulan Waclaw Makayevski adlı
Polenyalı bir devrimci, Rusya'da gelişmeye başlayan Marksist
harekette korku uyandıran Sosyal Demokrasinin Gelişimi (The
Evolution of Social Democracy) başlıklı küçük bir kitap yayı mladı.
Bu kitap sosya l izmin yeni mesih inancının ted irgin entelektüelle­
rin bir ideolojisini maskeied iği ve yeni sosyalist toplumun ya ln ız­
ca bir yönetici sınıfı n yerine bir diğerinin geçmesinden başka bir
şey olmadığı, bu nedenle işçilerin bu defa yeni bir profesyonel
liderler sınıfı tarafından halen söm ürül meye devam edeceği tezi­
ni ortaya atm ı ştır.*

Entelijansiyanın rolünden duyulan korku yeni bir şey değildir. Bu aslında


Rus devrimci hareketini daha başlangıcından bölen temel bir meseledir.
1 870'1erin başında Zern/ya i Vo/ya (Toprak ve Özgürlük) hareketi devrimci
popülizmin çeşitli kollarını birleştirmeye kalkmıştır. Bu hareketin pey­
gamberi Peter Tkachev, o zaman, devrimierin kendiliğinden ortaya çık­
madıklarını ancak yaratıcı enerjiye sahip insanlar tarafından yapıldığını
ve pasif veya ilgisiz kitlelerden çok, yalnızca entelijansiyanın bir devrim
yapma gücüne sahip olduğunu belirtmiştir. Yalnızca "bilinçli bir azınlık" ın
harekete geçme kabiliyeti olduğundan, "iktidarın merkezileşmesi ve
fonksiyonun dağıtılması" ilkesi temelinde komplocu bir örgüt kurulması
talebinde bulunmuştur.
Rus Marksizminin kurucularından biri olan Paul Akselrod, Tkachev'e
cevaben, kitlelerin onları kendileri adına harekete geçirecek devrim bi­
lincinin gelişiminin sosyalistlerin esas görevi olduğunu belirtmiştir. Ve as-
392 IDEOLOJININ SONU

Kitap, a ralarında Rusya'nın gelecekteki yönetici lerinin de bu­


lunduğu, Sibirya'ya sürgüne gönderi l miş genç devrimciler tara­
fı ndan coşkun bir şekilde tartışılmıştır. Troçki, otobiyografisinde
"Ma kayevski'nin eseri, aylar boyunca Lena sürgün leri nin ilgi alan­
larının başı nda gel mekteydi," diye yazar. 1 902'de Londra'da Le­
n in'le ilk karşılaşmasında yaln ızca yirmi bir yaşında olan Troçki,
32 yaşındaki Len in'e sürgündeki insanların di kkatlerini çeken iki
eserin Makayevski'ni n kitapçığı ile Len in'in Kapitalizmin Rus­
ya'daki Gelişimi (The Development of Capitalism in Russia) olduğu­
nu söylemiştir. Bu i kisinden bugün hatırlanan Lenin'in kita bıd ır.
Ma kayevski'nin kasvetli teorisi, bel ki de ta mamen kaçınılmaz
olarak, sürg ünde gelişmeye başlayan devrimcilerin coşkuları
üzerinde çok az iz bırakmıştır. Troçki otuz iki yıl sonra bu eserden
"Sözel yadsımalarında son derece genel leştirici bir teori olarak
bana anarşizme karşı güçlü bir bağışıklık kazandırmıştır," diye söz
edecektir.127
Ma kayevski, 1 904'de Cenevre'de tezini yeniden ortaya koy­
duğu ve genişlettiği en önemli eseri Entelektüel işçi yi (The Intel­
'

leetual Worker) yayı mladı. Sosyalizm teorisinin proletaryan ı n


menfaatlerine göre değil, fakat yeni bir güç olarak "gelişmekte
olan entelektüel işçi ordusunun ve yeni orta sınıfın" menfaatleri­
ne göre işlediğini tekrar etmiştir. Sosya l izm adı altında yapı lacak
bir devrimin devlet kapitalizminin sömürgeci bir biçimi olarak
sonuçlanacağını ve bu sistemde teknisyenlerin, örgütçü lerin,

! ı nda bunun ardından gelen tartışma Rus Marksisımini oluşturmuştur.


Rus Marksizminin entelektüel babası George Plekhanov, Popülistlerin
yalnızca entelijansiyanın devrim yapabileceği iddialarına cevaben "sosyal
gelişmenin nesnel kan unlarını" veya "tarihin değişmez kanunlarını" göz
ardı eden herhangi bir hareketin başarısız olmaya mahkum olduğunu
belirtmiştir. Plekhanov, Rus Bolşeviklerinin favorisi olacak bir metafor kul­
lanarak, emek sıkıntılarını hafifletmek varken, yeni bir sistemin "zorla do­
ğurulmaması" gerektiği uyarısında bulunmuştur. Böylece o anki görev
"nesnel" sosyal koşulların gelişmesini beklemekti. Kitlelere liderlik yap­
manın gerekliliğini açıkça belirten Popülist entelijansiyanın aksine, (Le­
nin'in, hemen ardından, tamamen Tkachev'i hatırlatan bir şekilde, prole­
taryanın vesayetinden bahsetmiş olmasına rağmen) Marksistler kendile­
rini proletaryayla özdeşleştirmişlerdir. Bu nedenle Makayevski'nin, Mark­
sistlerin proletaryaya hükmetmek istediklerine dair getirdiği suçlama
yanlış partiyi hedef alır gibi görünmekte ve kolaylıkla reddedi lebilmek­
tedir. 126
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 393

idarecilerin, eğitmenlerin, gazetecilerin {entelektüellerin) "Devlet


olarak bil inen büyük anonim şirketi kuracaklarını ve kolektif ola­
rak kol gücü işçilerinin üzerinde yeni bir i mtiyazlı sosyal tabaka
oluşturacaklarını" söylemiştir. Böylece, demiştir Makayevski, "işçi
hü kümeti" diye bir şey ol mayacaktır. iktidarın ele geçiril mesi eski
yönetici sı nıfın yerine yenisinin geçiril mesinden başka bir şey
değildir. Tarih işçilerin devrimden sonra bile devrimci mücadele­
ye devam etmek zorunda old u kları daimi bir sı nıf m ücadelesidi r.
Hedefleri devleti feshetmek değil -çünkü devlet ayrı bir yöneti­
ciler sın ıfı olduğu sürece sınıf egemenliğinin bir aracı olarak var
olacaktır- fakat devleti kol g ücü işçileri nin ücretlerini, "eğitimli
efendiler"in hayat standartlarıyla eşit olana kadar a rtırmaya zor­
lamak olmalıd ı r. Sonuç olarak Makayevski, sadece gelir eşitliğinin
entelektüellerin ve işçilerin çocu kları için benzer eğiti m fırsatları
yaratabi leceğ ini belirtmiştir.128
Makayevski doktrini -kol g ücü işçileri ile entelektüeller a ra­
sındaki düşmanlık- Rusya'da 1 905 devri minin başarısızlığından
sonra uyanan hayal kırıklığında az bir rağ bet görmüştür. Maka­
yevski, Ekim Devri mi sırasında anarko-sendikacıları ve "sol" Ko­
münistleri etkileyen Rabochi Zagovor {işçi Kom plosu) adlı küçük
bir örgüt kurmuştu r. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinin a rdın­
dan Ma kayevski, Temmuz 1 9 1 8'de on sekiz yıl önceki uyarılarını
yinelediği, tek sayı yayımlanan Rabocha Revolutsia {işçi Devrimi)
adlı bir dergi çıkarmıştır. "işçi ler, kapita listler ortadan kaybold u k­
ta n sonra bile işçi hükü meti ni kuramayacaklardır," demiştir. "işçi
sınıfı cehalete mahkum olduğu sürece entelijansiya işçi temsilci­
leri aracı lığıyla hüküm sürecekti r."
Bu onun son sözüydü ve Ekim şafağında uyarı di kkatlerden
kaçtı. Ma kayevski'nin yaptığı gibi neredeyse bıktırıcı bir şeki lde
bir tek konuda tekrar tekrar kehanette bulunan çok az kişi uzun
süre muhata b bulabilir. Çok az kahin şerefle ölür. Makayevski,
Devri mden sonra Gosplan için iktisatçı olarak çalışarak, Rusya'da
ta nınmadan ve yok sayı larak karanlıkta yaşadı. Makayevski'nin
dikkat çektiği ve Troçki'nin yirmi yedi yıl önce reddettiği bürokra­
si meselesinde Troçki'n in Sta l i n'le olan iktidar mücadelesini kay­
betmesinden bir yıl sonra 1 926'da öldü.
394 IDEOLOJININ SONU

Dönüştürülmüş Yabancılaşma
Marksist teori daha sonraki eleşti rilere olduğu gibi, Makayevs­
ki'nin sosyalist toplu mda yeni, sömürgen bir sınıfı n çıkıp çıkma­
yacağına dair tartışmaianna basit ve "mantıklı" bir açıklama ge­
tirmiştir: söm ürü kapita listin değiş tokuş süreci yoluyla artı değeri
işçiden "koparması nı" sağlayan özel mülkiyet sisteminden kay­
naklanan iktisadi bir fenomendir. Özel mül kiyet bir defa ka mulaş­
tı rıldığında "artı değer" halka ait olacaktır ve sömürüye temel
olan metaryal, ta rihin belirli bir aşamasındaki üretim, ortadan
kaybolacaktır: Böylece, bütün önemli sorumluluk ve tercih me­
selelerinde olduğu gi bi, Marksist teori tesel lisini "tarih"te bul­
maktadır.
Ancak, Marx'ın dolambaçlı yoldan bir Ma rksist olması yolun­
da, garip gerçek şudur ki bir işçi devleti olarak Rusya'nın rasyona­
lizasyonuna yol açan bu tartışma, Hegel'in radikal takipçi lerini
bölen, yabancı laşmanın doğası üzerine olan büyük tartışmanın
ya l n ızca bir koludur. Ve içinde Marksist sosyolojinin en yeni ufuk­
lar açan fakat henüz el değmemiş fikirleri nin ve bu fikirlerin bir­
çok entelektüel siyasi nesli hi pnotize eden dar iktisadi kavram ia ra
dön üşmesinin kaynağını bulduğumuz tartışma bud ur.

Hegel'e göre insanın a macı kendi i radesi ni kullandığı ve kendi

Sidney Hook kadar donanımlı bir sosyalist bile ilk önemli Marx yorumun­
da sosyalizmdeki bürokrasi meselesinin nispi olarak basit olduğunu dü­
şünmüştür. Robert Michels'in "Oiigarşinin demir kanunu" sonucunda
"sosyalistlerin başarılı olabileceklerini fakat sosyalizmin (gerçek demok­
rasinin) asla başarılı olamayacağı" iddiasını çürütmeye çalışan Hook şöyle
yazmıştır: ". . . Michels'in gözden kaçırdığı, geçmişte oligarşik eğilim gös­
teren lideriikierin sosyal ve iktisadi varsayımlarıdır. Geçmiş toplumlarda
siyasi liderlik iktisadi i ktidar anlamına gelmekteydi. Eğitim ve gelenek ba­
zı sınıfların kendilerini zorla kabul ettiren yağmacı eğilimlerini güçlen­
dirmiş ve aynı zamanda siyasette kitleler lehindeki menfaatleri yok et­
meye çalışmıştır. Siyasi liderliğin idari bir fonksiyon olduğu ve bu neden­
le hiçbir iktisati iktidar taşımadığı, eğitim süreçleri nin kendini zorla kabul
ettirme fiziki eğili mlerini oligarşik hırsın 'ahlaki ve sosyal karşılıklarına'
yönlendirmeye çalıştığı, bir sınıfın eğitim tekelinin feshedildiği, kol gücü
ve beyin gücüyle çalışan işçiler arasındaki ayrımın artan bir şekilde orta­
dan kaldırıldığı-Michel'in 'oligarşi kanunu'nun kendini geleneksel şekil­
de ifade edeceği tehlike-sosyalist bir toplum uzak gözükmektedir. (Sid­
ney Hook, Karl Marx't Anlamaya Doğru [New York, 1 933], s. 3 1 2.)
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 395

"öz"üne sahip olduğu ve böylece benliğini tekrar bulduğu bir


özg ürlüktür. Fakat insan özü nden "ayrılmış" ve dünyaya özgü
gibi görünen iki koşula bağlanm ıştır: zorunluluk ve ya ba ncılaş­
ma. Zorunluluk doğaya bağ l ı l ı k ve doğa n ı n insanlar üzerine koy­
duğu, hem doğal sınırlar hem fiziki güç sını rları anlam ındaki kısıt­
lama ları ka bul etmek demektir. Yabancılaşma özgün anlamıyla
"ben liğin" a ktör ve şey olara k rad i kal bir şekilde i kiye böl ü n mesi,
kendi kaderi ni kontrol etmeye çabalayan bir özne'ye, ve diğerleri
ta rafı ndan maniple edi len bir nesne'ye dönüşmesidi r.
Bilimin gelişimiyle insan belki de zorunluluğun üstesi nden
gelerek doğaya egemen olabil ir. Ancak Orfeus'a özgü özne ve
nesne ayrı l ığının üstesinden nasıl gel inebilir. Yabancılaşma anto­
lojik bir gerçektir. Di lbilimin yapısında olduğu kadar hayatın ya­
pısında da benl i k, birey, d ünyayı sadece kendi amaçlarına göre
şeki llendirmeye çalışan bir "ben" değildir, fakat aynı za manda
ki m l iği ötekiler'in kafasında şeki llenen "bana" ait i majlar tarafın­
dan i nşa edilen bir nesnedi r. Böylece ben liğin sadece "ben" ol­
maya ça lıştığı, ötekiler tarafı ndan şeki i lendiri lmek yerine olayları
kendi iradesine göre şekillendirdiği tam bir özg ürlük durumu
bariz bir i mkansızlıktır. Bu indirgenemez özne-nesne, "ben" ve
"kendim" düalizminin ka rşısı nda, insan "öz-iradeli" olma amacına
nasıl ulaşabilir?
Marx'ı n i l k öğretmenlerinden ve arkadaşlarından biri olan
Bruno Bauer çözümün, insan i lişki leri nin "gizem"ini (yani, sosyal
davranışların a rkasındaki gerçek nedenleri) açığa çıka ra n "eleşti­
rel" bir felsefede yattığını düşün müştür. Birçok insan d ünyaya
gelir, onu basitçe kabul eder ve kendi ahlak ve i nançları nın, ras­
yonalitesinin veya i rrasyonalitesinin kaynaklarına kayıtsız kal ı r.
Bunlar d ünya ta rafı ndan bel i rlenmiştir. Ancak bütün i na nçları
eleştiriye tabi tutarak insan kendini bilebilir, aklı başına gelebilir
ve kendine sahip olabilir. Bu nedenle d üa lizmin üstesinden gel­
mek, kendini bil meyi başarmak yoluyla ol ur.
Marx'ın, Hegel'ci soyutlamalar sistemine ilk kez gerçekten
karşı çıkan biri olarak hakkını verdiği Feuerbach bütün ya bancı­
laşma kaynakla rını dini hurafelere ve fetişizme atfetmeye çalış­
mıştır. insanın, dem iştir, eli kolu bağlıdır çünkü kendindeki en iyi
yanı, duya rlığını a l m ış ve dışsal bir nesneye veya ilahi olarak ad­
landı rdığı bir ruha yansıtmıştır. Yabancı laşmanın üstesinden
gelmenin yol u ilahi olanı yeniden insani olana geri vermektir.
396 IDEOLOJININ SONU

Çünkü kendini yeniden taparlaması gereken, bir öz-sevg i dini


aracıl ığıyla Tan rı deği l, bir insan iyet dini a racılığıyla i nsand ı r. Eleş­
tirinin işlevi -ya ba ncılaşma ve kendinden uzaklaşma radi kal
araçlarını kullanarak- teolojinin yerine antropolojiyi getirmek,
Tan rı'yı tahttan indirip insanı tahta çıka rmaktır. insanların birbir­
leriyle olan i l işkileri, demiştir Feuerbach, (ki onun i l k kez kullan­
dığı kavramlar sonradan iron ik olarak Martin Buber tarafından
dini a maçlar için benimsenmiştir), Ben-Sen temeli nde olmalıd ı r.
Felsefe hayata yön lend irilmelidir. insan "soyutlamaların hayale­
ti"nden kurtulmalı ve doğaüstü bağlardan sıyrılmalıdır.
Dine karşı bu uzlaşmaz sald ı rı ayn ı şekilde bütün yerleşik ku­
rumlara karşı şiddetli bi r sald ırıyd ı. Ancak bunun ötesinde sol­
Hegel'ci lerin a kı llarındaki yabancılaşma kavramının daha radikal
sonuçları vardı: modernite çağ ında yol gösterici olmuş ve felsefe
tarihinde doğrudan bir kı rılma başlatmıştır. Klasik felsefede ideal
i nsan düşünen insandı. Ne Ortaçağ ne de modern zamanlara
geçiş dönemi (on yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyı la kadar)
kendini Stoa ideali nden asla ta mamen koparamamıştır. Faust'da
i l k modern i nsanı, sınır tanı maz hırsiarın insanını bize armağan
eden Goethe bile i nsan idealinin etik i maj ı nda Yunan'a geri
dönmüştür. Bununla birlikte, Hegel özg ürlüğü tartışı rken yeni bir
ilke getirmiştir: eylem ilkesi. insan, kendini gerçekleştirebii rnek
için onu bağlayan özne-nesne düalizminin üstesinden gelmeye
aktif bir şekilde ça balama lıdır. insan kendini eylem yoluyla bulur.
Kendi tercihleriyle kendi karakteri ni belirler. Hegel'e göre, eylem
i l kesi soyut kalmıştı. Feuerbach'ta yaba ncılaşma i l kesi açık bir
şeki lde tan ı mlanırken ve kaynağı dine atfedili rken geriye bir so­
yutlama kalmaktadır çünkü Feuerbach genel a nlamda insa n'dan,
i nsan türünden söz etmekted ir. Ma rx'ta, iş'e verilen yeni bir radi­
ka l önemle eylem belirlilik kazan mıştır. insan iş yoluyla i nsan
olur, can l ı olur. Çünkü insan yal ıtılmışlıktan iş yoluyla kurtulur ve
sosyal veya işbirliği yapan bir varl ık ol mayı öğrenir ve böylece
kendini tan ı r. insan iş yoluyla doğayı da dönüştürebi lir.
Marx, insanın yabancılaşması n ı işe atfederek felsefeyi somut
i nsan faaliyetine yerleştiren devrimci adımı atmıştır. Kendini so­
yutlamanın tiranlığından "ku rtarması" yolu ndaki adımlar uzun ve
zordur.1 29 Bir Hegel'ci olarak Marx başlangıçta işe yabancılaşmayı
idealist düaliteler bakı mı ndan düşünmüştür. insan iş yaparken
kend ini nesnel şeylerde (yani, yaptığı işi barındıran ürünlerde)
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 397

somutlaştırır. Bu em ek'tir (arbeit) ve "kendisine karşı gelen ya­


bancı ve d üşman d ünyanın" bir parçasıdır. Emek kullanılmıştır
(nicht freiwilling). Emekçi i nsan "tahakküm, zorlama ve diğer i n­
sanların boyu ndu ruğu altı ndad ı r." Buna karşın, insanın özgü r
bili nçle, kendiliğinden, yaratıcı ça lışmayla doğayı v e kendini dö­
nüştürdüğü özg ürlük durumu bulunmaktad ır. Ancak bu özgür­
lüğe g iden yolda karşısına nasıl bir engel çıkmaktadır? Gerçek
şud ur ki işe yabancı laşma sırasında i nsan iş sürecinin kontrolünü
ve emeğinin ürününü kaybetmektedir. Bu nedenle Marx için
Hegel'e verilecek cevap açıktır: yabancılaşmanın kaynağı ni haye­
tinde mül kiyet sisteminde yatmaktad ı r. (Din bu gerçeği g izleyen
bir afyondur. Bu nedenle Feuerbach'ın analizi ikincildi r.) işin ör­
g ütlenmesi -emeği n meta haline gelmesi- sırasında i nsan
diğerleri tarafından kullanılan bir nesne olur ve bu nedenle kendi
faa l iyetinden memnuniyet d uyamayacak duruma gelir. Bir meta
haline gel mekle, ki mlik duygusunu kaybeder. "Kendinin" algısını
kaybetmiştir.*
Fevkalade olan şey, Marx'ın Alman felsefesinin ontoloj i k bir
gerçek olarak gördüğü bir kavram ı alıp ona sosyal bir içerik ka­
zandırmasıd ır.*' Ontoloji olarak, bir son olarak, insan yabancılaş­
mayı yaln ızca kabul edebi lir. Belirli tarihsel ilişki ler sistemine kök
sa lmış sosyal bir gerçek olarak ya ba ncılaşmanın üstesinden sos­
ya l sistem değişti rilerek gelinebil i r. Ancak Marx, kavram ı daralta­
rak iki risk almaktad ı r: yaba ncılaşmanın kaynağını ya lnızca özel
m ü lkiyet sistemiyle yanlış bir şekilde özdeşleştirmek; ve özel
mül kiyet sisteminin ortadan kalkmasıyla birlikte insanın derhal

Morris Watnick'in bana işaret ettiği gibi, yabancılaşma kavram ı i le ilgili


bazı karışıklıklar, Marx'ın bu kavram ı iki anlamda kullanmasından veya
daha çok ikili bir okumaya imkan tanımasından kaynaklanmaktadır: duy­
gunun dünyadan yabancılaştığı çağdaş psikolojik anlam ve tarihsel gele­
cekte insanın ideal olarak olabileceği şeyden felsefi, Aristotelesçi anlam­
da uzaklaşması.
" Diğer bir uç noktada, Hegel'den esinlenen Kierkegaard da yaba ncılaşma
kavramını ele almış ve ona dini bir içerik kazandırmıştır. insan herhangi
bir rasyonel eylem yoluyla özne-nesne düalizminin üstesinden geleme­
yeceğinden dolayı dünya daima tamamen absürt olmuştur. Böylece,
dünyada, insa n ebediyen bağlıdır. Sadece bir inanç sıçramasıyla, kendi­
nin dışında bazı dini anlamların varlığını kabul ederek, insan mutlak olan­
la bir bakıma bütünleşmeyi başara bilir.
398 IDEOLOJININ SONU

özgürleşeceği fi kriyle ütopyacılığın işareti ni vermek.130 Maalesef,


her iki risk de teh like arz etti ve Marx'ın takipçileri bu sonuçlardan
"basit" anlamlar çıka rd ı lar. Bu adı mların izi ni ayrı ntı lı olarak sür­
meye değer.

i nsanların neden m ü l küz oldukları sorusu Marx'ın di kkatini ik­


tisada çevirmiştir. Adı "kötümser bilim"le o kadar çok ilişkilendiri­
len bir adam olarak Marx aslında iktisatla gerçekten hiç ilgi len­
memiştir. Sonraki yıllarda Engels'le yaptığı yazışmalar konuyu
küçümseyen atıflarla süslüdür (bir defasında "iktisad i pislik" d iye
söz etmiştir) ve topl umun iktisadi mekanizmalarındaki ayrı ntı lı
a raştırmalarının diğer çalışmalarını sürd ürmesini engel lediğin­
den yakı nmaktadır. Fakat araştırmalarına devam etti çünkü ona
göre iktisat felsefenin pratik tarafıydı -yaba ncılaşma n ı n esrar
perdesini ka ldırabilirdi- ve siyasi iktisadın kategorilerinde bu
yabancılaşmanın maddi ifadesini bulmuştu: sömürü süreci.
Bu gelişme en açık şekilde 1 844'de Marx'ın yirmi a ltı yaşın­
dayken yazd ığı, iktisadi-Felsefi E/yazma/art (Economic-Philosophi­
ca/ Manuscripts) olarak adland ı rılan eserlerde görülmektedi r.
E/yazma/art bir antropolojiydi, insan doğasının bir tartışmasıyd ı .
E/yazma/art, Marksist düşünce ta rihi nde, Marx'ın ilk dönem leri nin
soi-Hegel'ci liği ile bildiğ imiz Ma rksizm a rasında köprü olan
önemli bir belged ir. Bu eserde (soyut bir ruh veya d i nden çok)
iş'teki kökenleriyle yabancılaşma ve mül kiyet a na l izinin başla ngı­
cı ilk kez kavra msallaştırılmaktad ı r. M ü l kiyet analizinde Marx'ın
düşüncesi nin gelişi minde çok önemli olan, felsefi kategorilerin
iktisadi kategori lere dönüşümü yer almaktad ı r.
Başından beri Marx insanın kendi potansiyel inden yoksun bı­
rakı lma yol ları nı a raştırmaktayd ı. Feuerbach'a göre din i nsanın
kendinden yaba ncılaşmasını sağlaya n bir a raçtı. Çünkü dinde
i nsan kendi gerçek "ben liğini" dışsa llaştırm ıştır. Ancak Ma rx'a
göre "benlik" fikri çok fazla soyuttur. işin doğasında bir anahtar
bulmuş fakat iktisadi sisteme baktığında kapitalist iktisatta bi rey­
lerin şeklen özgür olduklarını, işçi-işveren a rası ndaki sözleşmede
temel bir pazarl ı k yapı ldığını görmüştür. O za man bir insanın
kendi nden bile ha bersizce yabancılaştı rıldığı ve köleleştirildiği
mekanizma ned ir? Marx cevabı para'da buldu. Para değerin en
gayrişahsi şekl idir. Görü n ü rde nötrd ür. Bir diğerine, serfi n efendi­
sine olduğu gibi, doğrudan yükü m l ü lüğü olan bir insan kendi
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 399

üzerindeki iktidar kaynağını doğrudan tanır. Fakat kendi emek


gücünü para için satan biri, kendisini özg ür h issedebi lir. Böylece
emekçinin üreti mi kolaylı kla para olarak "soyutlanabilir" ve değiş
tokuş sistemi yoluyla kendinden "soyutlana bilir."
Böylece para, Hegel'in hayali olara k "tin" diye tanımladığı fel­
sefi soyutlamanın somut olarak vücut bulmuş şekl idir. Meta sü­
reci ise emekçi nin kendi nden koparılan "artı değer"in farkı nda
olmadan emek gücünü para karşı lığında değiştirerek kendi öz­
gürlüğünden yoksun bırakılma aracıdır. O za man bu başlangıçta
yabancı laşmanın kaynağ ına il işkin olarak Hegel tarafı ndan ortaya
atı lan bi l meceye Marx'ın getirdiği somut çözümd ür. Bu, Hegel'i
dünyaya indi rmenin yoluydu. Böylece Feuerbach için din neyse,
Marx için siyasi iktisat o olm uştur: i nsani değerlerin insanın d ışına
"ya nsıtıldığı" ve kendi nden bağ ı msız bir varoluşa u laştığı bir yol.*
Ve böylece başlangıçta Marx tarafı ndan bireyin kendini işinde
ifade etme kapasitesinin kaybolduğu bir süreç olarak düşünülen
yabanctlaşma, şimdi de sömürü olarak veya emekçinin artı ürü­
nüne kapita list tarafı ndan el konu l ması olarak görülmeye baş­
lanmıştır. Böylece aslında sosyo-psikolojik bir d u rumu som utlaş­
tıran felsefi bir ifade, iktisadi bir kategoriye dönüştürülmüştür.

Hegel'in "gizemlerine" siyasi iktisatta çözüm bulan Marx felse­


fe ha kkı ndaki her şeyi hemen un utmuştur. (Feuerbach Üzerine
Tezler'i nde-Theses on Feuerbach- şöyle karalayıvermişti: "Filozof­
lar d ünyayı sadece farklı bir şeki lde yorumlamtşlardtr. Oysa önem­
li olan onu değiştirmektir.") 1 846'da Marx ve Engels iki büyük
oktav cildinde post-Hegel'ci felsefenin uzun bir eleştirisini ta­
mamlamış ve ( 1 875'de Gotha Programt'nm Eleştirisi'nde-Critique
of the Gotha Programme- bazı cümlelerdeki değiniler dışında) her
ikisi de bu konuya bir daha dönmemiştir. Ancak kırk yıl sonra,
Marx'ın ölümünün ard ı ndan, Alman sosyalist teorik derg isi Neue
Zeit Engels'den, o za manlar iyi tanınan bir antrapolog olan C. N.
Starcke'nin Feuerbach üzerine yazd ığı bir kitap için bir inceleme
yazısı yazmasını istemiştir. Engels zoraki olarak razı olmuş ve i ki

Marx'ın iktisadi toplumda Jahudi lere dair kaybolan analizinin arkasında


yatan, insanların sömürüldüğü bir mekanizma olarak para kavramıdır. Ve
doktriner kavramlarla ele alınan bu fetiş de Bolşeviklerin devrimin ilk
günlerinde parayı tamamen ortadan kaldırma çabalarının temeliydi.
400 IDEOLOJININ SONU

yıl sonra 1 888'de Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin


Sonu (Ludwig Feuerbach and the Outcome of Classical German
Phi/osophy) başlığıyla sonradan biraz genişleterek küçük bir kita p
olarak yayı miayacağı uzun bir eleştiri yazmıştır. incelerneyi ya­
zarken Engels, Marx'ın şekil lendirici bazı elyazmalarına geri dö­
nüp bakmış ve aceleyle karalanmış notları a rasında toplam bi rkaç
sayfa tutan "Feuerbach üzerine on bir tez"i bulmuş ve kitabına
eklemiştir. Önsöz'de Engels (Alman ideolojisi başlığından bah­
setmeksizin) uzun elyazmasını ima etmiş ve sadece yayı ncıların
basmaya isteksiz olmaları ndan dolayı yayımlanmadığını söyle­
mekle yeti nmiştir. Engels şöyle demiştir: "Eiyazma larını bir hayli
memnun iyetle farelerin kemirmesi için bı raktık ve böylece a ma­
cı m ıza ulaştık: kafa mız rahat."1 31 (Kemirmek doğru bir tabirdi
çünkü aslında birçok sayfa tamamen çiğnenmiştir!)
Genç felsefe öğrencileri olarak "kişisel aydınlanma" a macıyla
diğer genç Hegel'cilerle tartışmaları gerekirken, somut iktisadi
araştırmalara ve siyasi faal iyetlere dalmak onlar için erken dönem
felsefi soru nları giderek gerçekd ışı kıl mıştır. Engels Şubat 1 886'da
Amerika l ı çevirmeni Florence Kelley Wischenewetsky'e yazd ığı
bir mektupta 1 845'deki eserinden bahsetmekted ir: "eski kitabı­
m ı n epeyce bir bölümünün yarı-Hegel'ci dili ya lnızca çevrilemez
değil, fakat aynı za manda Almanca'daki anlamını bile büyük
oranda kaybetmiş durumdad ı r."132 1 893'de Engels'i ziyaret eden
Alexei Voden adlı bir Rus, eski felsefi elyazmaları nın yayım la n ma­
sı sorusu g ü ndeme geldiğinde Engels'in g üvensiz olduğunu fark
etmiştir. Voden bir hatırasında şöyle yazmaktadır: "Bir sonraki
sohbetimiz Marx ve Engels'in ilk eserleri üzerineydi. Bu eseriere
olan ilgimi belirttiğimde Engels önce utandı. Marx'ın öğrencilik
yılla rı nda şiir yazdığı ndan fakat bug ün ki mseni n bununla ilgi­
lenmediğinden söz etti. . . Eski eserlerden, Engels'in dişe dokunur
olarak gördüğü, Feuerbach üzerine olan parça yeterli değil miy­
di?" Engels "Hayatı m ı n geri kal a n ı n ı 1 840'1arın siyasi eserleri nin
elyazmalarını yayı mla ma kla mı, yoksa Kapital'i n lll. Kitabı çıktı­
ğ ı nda, Marx'ın a rtı değer teori leri nin tari hi üzerine elyazmalarını
yayı m lamakla m ı geçi rmem daha önemli" diye sormuştur. Engels
için cevap açıktı. Bunun yanısıra "bu 'eski hi kaye'ye nüfuz ede­
bilmek için bizzat Hegel'e ilgi duymak gerekliydi ki o zaman bu
kimsenin derdi deği ldi veya daha kesin olmak gerekirse 'ne Ka­
utsky ne Bernstein' bu konuyla ilgi leniyord u."1 33
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 401

Aslında Bruno Bauer ve arkadaşlarıyla beraber "kutsal aile"'yi


ol uştura n iki kardeşi ile alay eden makalelerden oluşa n yamalı bir
bohça olan Kutsal Aile (The Holy Family) dışı nda Marx'ın erken
dönem felsefi yazıları ne kendi hayatı boyunca ne de Engels'in
hayatı boyunca yayı mlandı . Başlıca yorumcularından olan Ka­
utsky, Plekha nov ve Lenin'in de bunları n içeriğini bilip bilmed ik­
leri belli değild ir. Yabancılaşma soru nlarının hiçbiri onların yazıla­
rında görünmemektedir. Felsefeyle ilgilenen post-Ma rksist yazar­
ların başl ıca ilgisi sadece ideal izme karşı materya list bakış açısını
savunmaktır.
Marksist düşüncede yaba ncılaşma fikri nin çağdaş olarak "ye­
niden keşfi," Hegel'e ilgi d uyan Macar filozof Georg Lukacs tara­
fı ndan yapılm ıştır. Yabancılaşma fikri romantizme doğal benzer­
liğinden dolayı Alman sosyolojisi nde, özellikle Lukacs'ın hacası
olan Georg Simmel'in düşünceleriyle zaten önemli bir rol oyna­
mıştır. Modern insanın "anonim liği" ha kkında yazan Simmel ya­
bancılaşmanın kaynağını ilk olarak insanı farklı roller kümesinde
"dağıtarak" öz ki m l iğini tahrip eden end üstriyel topl uma yerleş­
tirmiştir. Freud'un 1 927'deki eseri Medeniyet ve Medeniyetten
Duyulan Memnuniyetsizlikler'de (Civilization and /ts Discontents)
insanın mutsuzl uğunu içgüdüsel i htiyaçlar ile medeniyetin baskı­
ları a rasındaki gerilimin kaçın ı lmaz bir sonucu olara k görmesi
gibi, Sim mel, sonrada n yabancılaşmayı i nsanın yaratıcı lığı ile
sosyal kuru mların baskısı a rası ndaki çatışmanın kaçın ı l maz bir
sonucu olarak görmek için kavram ı genişletmiştir.

"Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi" alt başlıklı Kutsal Aile'nin ilk bölümü Proud­
hon'un mülkiyet üzerine eserinin Edgar Bauer tarafından sözde yanlış
okumasına ayrılmıştır. Kitap daha sonra Eugene Sue'nün Paris'in Gizemle­
ri'nin ayrıntılı analizine ve Paris'in iğrençliği ve sefilliği hakkındaki bu ki·
tabı n bir Bauer yanlısı tarafından "eleştirel yöntem"i göstermek için yan­
lış okunmasına sıçramaktadır. Son kısımlar Fransız Devrimi'yle ve Fransız
materyalizminin yükselişiyle ilgilenmektedir. Ağır elli iranisiyle Marx, ra­
kiplerine dini yaftalar yapıştırmaya bayılırdı. "Kutsal aile" olarak adlandırı­
lan yalnızca Bauer'ler değildi. Alman ideolojisi'nde Max Stirner, "Aziz Max"
olarak adlandırılmıştır. Marx fikirlerinin çoğunu akranlarından aldığı hal­
de-öz-bilinci Bauer'den, yabancılaşmayı Feuerbach'tan, komünizmi
Moses Hess'den, mülkiyet aşamalarını Proudhon'dan-sırf bu fikirlerin
bir sentezini yapmakla yetinmemiş fakat tamamen orijinal görünmek için
kararlı bir çabayla ve genellikle acımasızca bütün bu insanlara saldırmış·
tır.
402 IDEOLOJININ SONU

Ma rx'ı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra öğrenen Lukacs erken


dönem elyazmalarını bil meksizin, Marx'dan Hegel'e "geriye doğ­
ru bir okuma" yaparak, emeğin yaba ncılaşmasını insanın M utlak
Fikir'den öz-ya bancılaşmasının tü revi olarak anlamayı başarmış­
tır. Kautsky-Lenin kuşağı Marksizmi bili msel, ahlaki ol mayan bir
topl um analizi olarak kurmuşlardır. Fakat Lukacs'ın yorumunda
Marx'ı n topl umun iktisadi analizi tersyüz ed ilmiş ve Morris Wat­
nick'in bel irttiği gibi "bir ahlak filozofu nun i nsanın gelecekteki
va roluşunu sekü ler bir eskatoloji vurgusuyla telaffuz ettiği" bir
eser haline gelmiştir. 1 923'de yayı mlanan Geschichte und Klas­
senbewusstein (''Tarih ve Sınıf Bili nci") başlıklı bir toplu makaleler
kita bında Lukacs'ın yorumu ortodoks Marksistlere idealizmin
şamarı gibi gelmiş ve Lukacs Moskova'da derhal topa tutulmuş­
tur. Kitap, Komünist entelijansiya arasında gizli bir itibar kazan­
ma kla birlikte yabancılaşma tartışmasından çok, üstü kapa lı bir
şeki lde el iderin kon umunu ve Komün ist hareketle olan ilişkisinde
Kom ünist entelektüelin görünürdeki teslim iyet mecburiyetini
rasyonelleştiren diğer bir makaleden dolayı yasaklanm ıştır.
Lukacs otuzların başında Almanya'ya kaçtığında ve Sovyetler
Birliği'ne sığındığında makalelerin yayı mlanmasından on bir yıl
sonra ve bu defa kendini berbat bir şeki lde küçük düşüren bir
ha reketle kitabını tekrar inkar etmeye zorlanmıştır.B4
Marx'ı n erken dönem felsefi yazı ları gün yüzüne çıkarılarak
nihayet yayımland ığında,1 35 Lukacs genç Marx'ın düşüncesini ne
kadar doğru anladığını görerek tatmin olmuştu. Fakat bu onu
saldırılardan korumadı. Avrupa'da son bi rkaç yılda gerçekten
di kkat çeken şey, Lukacs'tan esi nlenen bütü n bir neo-Marksist
ekolün Marx'ın yeni, insancıl bir yorumuna temel bulabilmek için
ilk yabancılaşma doktrinlerine geri dön meleridir. Bu, topl uma
yeni, radikal bir eleştiri getirme çabası olması bakı m ından cesaret
vericidir. Fakat bu, Marx imajına tutu nmak için yeni bir mit ya­
ratma şekl i olması bakı mı ndan -ki daha çok böyle olduğu gö­
rünmektedir- yanlıştır. Çünkü o, kısa süreliğine erken dönem
Marx'dır, tarihsel Marx deği ldir. Aslında tarihsel Marx yabancılaş­
ma fi kri ni reddetmiştir. Hegel'ci i malarından dolayı kavram ona
göre fazla soyuttu. "insa n l ı k hali" gibi fı kirlerin psikolojik ya nkı la­
rını taşıdığı için çok fazla "idealistti." Marx'a göre yabancılaşma,
somut sosyal faaliyete kök salmış olmal ıydı. Ve Marx yabancılaş­
manın, deyim yerindeyse, iktisadi zemini olan söm ürü fikrinde
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 403

cevabı bulduğunu sanmıştı.


Ancak i ronik olan nokta, Marx'ı n "felsefe"den "gerçekliğe," fe­
nomonolojiden siyasi iktisada geçerken bizzat bir soyutlamadan
diğerine geçmesidi r. Onun sitemi nde öz-yabancılaşma dönüştü­
rülmüştür: i nsan, "insan türü" olarak (yani, genel anlamda insan)
insan smtflart'na ayrıl ı r. Tek sosyal gerçeklik insan değil, birey
değil, fakat iktisadi stntflardtr. Bireyler ve onların dürtüleri hiçbir
şey ifade etmez. Tek bilinç şekl i harekete geçirilebilen ve tarihi,
geçmişi, bugünü ve geleceği açıklayabilen sınıf bil incidir.
1 846'da yazılan Alman ideolojisi'nde (The German ldeology)
"benlik" fikri Marx'ın metinlerinde görül mez olmuştur. Marx artık
sol-Hegel'ci lerin "i nsan doğası, hiçbir sınıfa, h içbir gerçekl iğe ait
olmayan ve sadece felsefi fantezi dünyasında yaşayan genel
anlamda insan" sözleriyle alay etmekted i r. Saldırı, Komünist Mani­
festo'da daha açık ve aşırı bir şeki lde alaycıdır. Alman aydmlart,
demiştir Ma rx, "felsefi saçmalıklarını Fransız orijinallerinin altında
yazmışlardır. Örneğin, paranın iktisadi fonksiyonlarının Fransız
eleşti risinin altında 'insan lığın yabancı laşması'nı yazmışlard ır." Ve
eski felsefi yoldaşlarıyla alay eden Marx, küçü mseyerek şöyle
konuşur "Alman Sosyal istlerinin üzg ün 'sonsuz ha kikatleri ni'
sard ı kları bu transanda ntal kıyafet . . . retoriğ in çiçekleriyle süslü
örümcek ağlarından bu spekülatif kıyafet, hastalıklı bir hassasiye­
tin çiyinde ıslanmıştı r."
Ancak "her bir ayrı bireye içkin" hiçbir insan doğasının ol ma­
dığını (Marx'ın Feuerbach üzerine altıncı tezinde yaptığı g i bi)
fakat sadece sınıflar olduğunu söylemek yeni bir persona, yeni bir
soyutlama getirmektir. Marx Kapita/'e 1 867'de yazdı ğ ı önsözde
açıkça şöyle der: "Mu htemel bir yanlış aniaşıl mayı önlemek için . .
. kapitalisti ve toprak sahibini hiçbir şekilde tozpembe gösterme­
dim. Burada bireylere iktisadi kategorilerde kişileştiri ldikleri, be­
lirli sı nıf i lişkilerinde ve sınıf menfaatlerinde somutlaştıkları kadar
önem veri lmiştir. Toplumun iktisadi oluşumunun evrimini doğal
tari hin bir süreci olarak gören beni m bakış açım, insanı, kişinin
öznel olarak kendini bunları n üzerine çıkarabilmesine karşın,
içinde bulunduğu ve onun tarafı ndan yaratılan bir varlık olduğu
sosyal ilişkiler ağına diğerlerinden daha az bağ lı kılabilir."1 36
Böylece bi reysel soru mluluk sınıf a h lakına ve bi reysel hareke-
404 IDEOLOJININ SONU

tin anlamlılığı gayrişahsi rnekanizmaya dön üştürül müştür:


Tartışma şimdi çabucak özetlenebi l i r. Marx erken dönem fel­
sefi yazılarında, Hegel'in aksine, yabancılaşmanın veya benlik
d uygusu kaybının, temel olarak bilincin soyut gelişiminden çok,
iş'te kök saldığını görmüştür. iş'in örgütlenmesinde insanlar ken­
dileri için bir "amaç" değil, diğerlerinin yükselmesi için bir "araç"
olmaktad ırlar. Yaba ncılaşmış bir emek olarak kayıp iki kattır: in­
sanlar çalışma koşullafi üzerindeki kontrollerini ve emeklerinin
ürününü kaybetm işlerd ir. Bu iki yön l ü kavrayış, Marx'ın sonraki
dönemlerinde az çok bulunmaktad ır: iş üzerindeki kontrol kaybı,
iş bölümünün neden olduğu ve teknolojinin yoğ unlaştırd ığı
gayriinsanileşme, ürünün kaybı ise insan emeğinin bir böl ümü­
nün (artı değer) işveren tarafından alıkonulmasından dolayı sö­
mürü olarak görülmüştür. Fakat Kapital'de emeğ i n gayriin­
sanileşmesine ve iş bölümüne yapılan edebi göndermeleri n dı­
şında, meselenin bu ilk hali Marx tarafından görmezden gelin­
miştir. Marx, sonraki sosyologlarla benzer bir şekilde işin gayri in­
sanileşmesine karşı çözümü çalışma saatlerinin azaltıl masında,
emeğin otomasyonunda ve boş za manın a rtmasında bul muştur.
Kapital'i n merkezi nde yatan, teknolojinin ortaya çıkard ığı süreç­
lerden çok, özel mül kiyet tarafından yaratılan somut sosyal işçi­
işveren i lişkileridi r. Maki neleşme teknolojinin, sömürü kapitaliz­
min yarattığı bir şeyd ir. Kapital'i n ki lit böl ümü nde, "meta ların
fetişizmi" üzerine olan kısımda Marx sömürü sürecin i göstermeye
çalışmıştır: yani, emek şeklen özg ürken, karmaşık değiş tokuş
sürecinde, a rtı değer işçinin elinden alınmaktad ır. Bu nedenle
çözüm basittir: özel mül kiyet ortadan ka l ka rsa sömürü sistemi
yok olacaktır. Eleşti rmenler sosya list sistemin bizzat sömürgen
bir topl um olabileceğini ileri sü rdü klerinde Marksist'in cevabı
hazırd ı r: i ktidarın kaynağı iktisadid i r ve siyasi mevki sadece ikti­
sadi iktidarın idari bir açılımıdır. iktisadi iktidar bir defa sosyalleş­
tiril i rse insanın insanı sömürdüğü zem in ortadan ka l kacaktır. işte
cevap. Böylece sosyalizmin a macı ve rasyonelleştirmeleri şekil­
lenmiştir.

Lewis Coser gibi bazı Maksist düşüneeli sosyologlar bu tür bir ifadenin
bireyleri kapitalist veya işçi olarak rollerini gerçekleştirebilmeleri için be­
l irli şekillerde davranmaya zorlayan rol teorisinin bir tahmini olduğunda
ısrar etmektedirler fakat bu iddia ifadeyi çok fazla içeriden okumaktadır.
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 405

Sosyalist Toplumun Uzaktan Görünüşü


Sosyal düşünce tarihinde olağanüstü gerçeklerden biri Marx'dan
bu ya na sosya l izmin liderleri nin gelecekteki toplumun ve sorun­
larının durumu hakkında en ufak bir fikre sahip olmaksızın yeni
bir toplu m fikriyle milyonlarca i nsanı kazanmaya çalışmış ol mala­
rıdı r. Bu insa nlar kendi lerinden emin bir ha lde, düşüncesizce,
kıyamet günü gibi "devrimden sonraki gün"e inandıkları için
kısmen böyle davranabilirler a ncak rasyonalite tarih sahnesine
çıkar ve bütün topl umları doğru bir yere koyar. Troçki çarpıcı bir
pasajında kapita lizmi "herkesin kend ini düşündüğü ve kimsenin
herkesi düşün mediği"1 37 anarşik i ktisadi bir sistem olarak tan ı m­
lamıştır. Sosyalizmde muhtemelen "birisi" herkesi düşün ür. O
"birisi"nin, "Evrensel Akıl"ın, herkesi nasıl düşüneceğinin üzerin­
de h içbir zaman durulmam ıştır. Kapitalizmin temel olarak i rras­
yonel olduğu ve sosyal yönün tayin edil mesinin topluma düzen
getireceği basitçe varsayıl mıştır.1 38
Bugün sosya lizm genel likle planla mayla özdeşleştiri lse de
emrivaki yazılarda plan lama nın -üretim organizasyonu, kaynak
dağılımı, ücret ödemeleri nin belirlenmesi, işin kontrol edilmesi,
yeni ü rünlerin yaratı lması, yatırımın tüketime ora nı, vs.- ne an­
lama geldiğine dair çok az i pucu bulun maktadır. Yetersizl i k had
safhadadır. Uluslararası işçi Derneğ i'nin Genel Kurulu'na atfen
Fransa'daki iç Savaş başl ığıyla yayımlanan yazısının bir yerinde
Marx, komünizm "birleşik kooperatif topl umların ortak bir plan
altında milli üreti mi d üzenledi kleri bir sistem olmalıdır,"1 39 d iye
yazmış ve başka bir şey söylememiştir.
1 87 1 Paris Komünü, Proudhon'cu romantizmiyle Marx'ın söy­
lemine bir metin olarak hizmet etmiştir. Fakat sonraki bütün
Marksist-Leninist kuramsallaştı rmalara temel olan Komün patetik
bir modeldi. Sosya lizme doktrin olarak en büyük katkısı Emek ve
Değişim Komisyonu'nu işleri ve ücretleri eşit hale getirmekle
görevlendirmesiydi. Prati kte hareketin birkaç Marksist l ider katı­
l ı mcılarından birin olan Leo Franckel'in alaycı bir şeki lde ilan
ettiği gibi "tek gerçek sosyalist önlemi" fı rınlardaki gece vardiya­
larının feshedilmesi kararıd ır.140
Marx, gelecek topl um hakkındaki görüşlerini sadece bir diğer
406 IDEOLOJININ SONU

yerde gel iştirmekted ir: Gotha Programl'nm Eleştirisi (The Critique


of the Gotha Programme) olarak bilinen h ı rçın mektubunda.
1 875'te rahip Lasallean ve Eisenacher (Liebknecht, Bebel, Berns­
tein) hizi pleri Alman Sosyalist işçi Partisi'ni (Sozialistische Arbei­
terpartei) kurmak için Gotha'da buluşmuşlardır. Siyasi bir parti
olarak Sosya listler ilk defa sosyalizme geçiş konusunda siyasi bir
prog ra m sunma göreviyle karşı karşıya kalmışlardır. ipucunu
Komü n'den alan Gotha progra mı iki talebin üzerinde du rmuştu r:
devlet yard ı m ıyla üretici kooperatifleri nin örgütlenmesi ve eşitlik.
Marx'ı n eleştirisi va hşiydi. "Emek kazançlarının eşit dağ ılım ı,"
pür kom ünizm haricinde herha ngi bir diğer topl umda eşit olma­
ya n i htiyaçlar içerisindeki bireylere eşit pay dağ ıtı lması yeniden
eşitsizliğe yol açacağı ndan, tamamen bir burjuva hakkıyken,
üretici kooperatifleri talebi Buchez'in ( 1 848'in Anayasal Mecli­
si'nin başkanı) Katalik sosyalizminin izini taşı maktad ır. Marx, bir
geçiş toplumu tamamen komünal bir toplum ola maz, demiştir.
Kolektif mül kiyete dayalı kooperatif topl umda "üreticiler ürünle­
rini karşılıkl ı olarak değiştirmezler." Birtakı m sosyal ihtiyaçların
ka rşı lanması gerektiğinden, devlet mekanizmasına halen gerek
duyul maktadır. Merkezi idare bü rosu, idari mal iyetler, okul, sağlık
h izmetleri, vb. için sosyal üretimden kesintiler yapmalıdır.141 Yal­
n ızca Komü nizmde i nsanların üzerindeki bir hükümet olarak
Devlet'in yerini "idari işler" alabil ir.
Marx'ın eleştirileri siyasi değil felsefiyd i. (Metnin tonundan,
yok sayı ldığını düşü nerek kişisel nedenlere dayandığı ve halen
bir usta olduğunu göstermeye kararlı olduğu sonucu çıka rı labi­
lir.) Öğrencilerine ve nefret ettiği raki bi Lasalle'ye bir geçiş top­
lumu ile "pür komü nizm" arasındaki farkı kavra makta başa rısız
olduklarını göstermeye kararl ıydı. Bu fa rk yabancılaşma nın öz­
g ü rlük ile olan felsefi i l işkisi için geçerliydi ki bu yirm ili yaşlarının
son unda Hegel'den kopan genç Marx'ın kafasını meşgul eden bir
meseleydi. Fakat yayı mianmayan iktisadi-Felsefi Elyazmaları (Eco­
nomic-Philosophical Manuscripts) ile Kutsal Aile'yi (The Holy Fa­
mily) yazdıktan sonra Marx'ı n bizzat kendisi bu meseleyi kırk yıl
boyunca ihmal etmiş, değişim mekanizmaları ve kapitalist top­
lumda değer konularıyla ilgilenmiştir. Gotha Program1'nm Eleştiri­
si nde bu meselelere birdenbire dönüşü yeni Alman Sosyal ist işçi
'

partisinin programında gerçek sonuçları olacak geçerli birtakım


siyasi ayrı m ları yapmak için kendisinden ayrılmaya başlayan ta-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 407

kipçilerine üstünlüğünü ispat etmekle meşg ul olduğunu gös­


termekted ir. Geçiş progra m ı n ı n teorik eleştirilerine karşın, Eleşti­
ri'de hem geçiş hem pür komünist toplumlarında sosya list iktisat
mekan iklerine dair somut anlamda çok az şey bulun maktadır.
Sosya list toplumda üretim organizasyonuyla somut olarak il­
gilenen ilk çalışmalardan biri Marx'ın edebi vasisi ve Alman Sos­
yal Demokrasisi'nin seçkin teorisyeni Karl Kautsky tarafı ndan
yapıl m ıştır. Kautsky, ı 902'de "Devrimden Sonraki Gün" d ra mati k
başlıkl ı bir makale yayımladı. Ancak bu bir ukalanın anlattığı sıkıcı
bir okul çocuğu hikayesidir. iktidarın nasıl ele geçirileceği portresi
sırf naif bir şekilde tasvir edilebi lir. Sosya lizme giden yol, kapita­
listin eli nden "açlık ka mçı"sının a l ı n masıyla açı l ı r, demiştir Ka­
utsky. Kapitalistin en büyük gücünün işsizlik tehdidi nde yattığını
belirmiştir. Proletarya siyasi iktidarı ele geçi rd iğinde işsizlikle baş
etmen in önlemlerini alacaktır. O zaman -ki Kautsky burada
herhangi bir dar görüşlü mu hafazakarın ta m isti hdam korkusunu
doğrulayacak bir portre çizmektedir- "işçinin a rtık kapital iste
ihtiyacı kal mayacaktır, oysa kapitalist işçi olmadan işini sürd ü re­
mez. Olaylar bir kere bu raddeye geldiğinde işveren işçi leriyle
girdiği her mücadelede yen ilebilir ve onlara kolayl ıkla teslim
olabi lir. O za man kapitalistler fabrikaların idarecileri olmaya de­
vam edebi l i rler fakat artık efendi ve sömürgen ola mazlar. Ancak
kapitalistler riskleri ve kapitalist girişi min yükü n ü üstlenme ha kla­
rı olduklarını bir defa fa rk etti klerinde, bunlar kapitalist üreti mi
daha fazla a rtı rmayı bırakacak ve artık avantajlı bir şekilde sürdü­
remedikleri için g irişimlerinin satı n a l ı n masını isteyecek i l k kişi ler
olacaklardır.''142
Böylece kapitalizm, yılanın kurumuş ve parlak ölü pulları gibi
ta rihin yol kenarına d üşecektir. Sonradan büyük sanayiler ka mu­
laştı rılacak, elektrik enerjisi ve ulaşım gibi diğer yerel end üstriler
belediyeler veya kooperatifler tarafından işletilecektir. işçiyi ça­
lışmaya teşvik eden şey ne olacaktır? Send ika tarafından beli rtil­
diği gibi, "proleta ryanın disiplini." Kautsky, "Sosyal disiplinin sağ­
lanması, üreti m sürecine sadece send ika disiplininin getiril mesiy­
le mümkündür," diye yazmıştır. Her bir end üstri nin işçi örgütleri­
nin uyması gereken kendine has özelli kleri olduğu için, bu disip­
lin aynı şekilde uyg ulanamaz. Örneğin, demiryolla rı gibi bürokra­
tik bir örgütlenme olmaksızın faaliyeti ni sürd üremeyecek en­
d üstriler bulunmaktad ı r. Demokratik örgütlenme öyle bir ol uştu-
408 IDEOLOJININ SONU

ru lmalıdır ki emekçiler çalışma koşullarını d üzeitecek ve hüküme­


tin bürokratik meka nizmasını kontrol edecek bir tür parlamento
oluşturacak delegeleri ni seçebilmelid ir. Diğer endüstriler sendi­
ka ların idaresine bırakı labilir, ve daha başka ları da kooperatifler
tarafı ndan işletilebilir.143
Bunla rın hepsi 86 sayfalık bir makalede sosyalist sistemdeki
end üstrilerde idare, demokratik kontrol, vs. meselelerinde an la­
tılmaktadı r."

Yeni bir tarihsel aşamanın kanunlarının tahmin edilemediği doktrin


tarafından hipnotize olmayan Fabian'lar sosyalist bir toplumda yönetim
konusundaki araştırmalarında daha fazla spesifiktiler. Fabian Makaleleri
içinde yer alan "Sosyalist Sistemde Endüstri" üzerine makalesinde, son­
radan puslu gözlü bir teosofist olan Annie Besant yönetim sorunu üzeri­
ne gerçekçi bir rapor yazmıştır. 1 889'daki yazısında şöyle söylemiştir:
"Geçiş dönemi boyunca ve muhtemelen gelecekte daha uzun bir zaman
en iyi yönetim şekli endüstrinin değişik dallarını kontrol edecek komite­
ler belirleyecek Komünal Konsey yoluyla olacaktır. Bu komiteler her atöl­
ye, fabrika, vs. için gerekli idarecileri ve ustabaşlarını çalıştıracak ve işten
çıkarma yetkisini görev olarak elinde bulunduracaktır. idarecilerin ve us­
tabaşlarının doğrudan işverenler tarafından seçilmelerinin pratikte işe
yarar bir şey veya büyük bir herhangi iş girişimini sürdürmek için gereken
disiplinle tutarlı olacağına inanmıyorum. Komün'ün kendi Konsey'ini
seçmesi ve böylece genel otoriteyi kendi kontrolü altında tutması bana
daha doğru görünüyor. Fakat görevlileri seçmek için Konsey'in yetkilen­
dirilmesi gerekir ki çeşitli alt bölümler içerisindeki işe almalar ve işten çı­
karma lar doğrudan ilgili gruplar yerine tüm Komün'ün temsilcileri tara­
fından yapılabilsin." (Sosyalizm'de Fabian Makaleleri, Londra, 1 948 basımı,
s. 1 47)
Amerikan Marksist Daniel De Leon, teorik zeka konusunda hak etmediği
bir üne sahiptir. Parlamentoların coğrafi veya yerel bölge seçim sistemle­
rinin yerine, fonksiyonel veya sendikacı bir örgüt getirilmesinden söz et­
se de, aslında sosyalist bir toplumda üretim ve mübadele meselelerinden
asla bahsetmemiştir. Sadece, Kautsky gibi, sosyalizmde yapılması gere­
kenin kapitalizmde olduğundan daha basit olduğunu vurgulamıştır. Sos­
yalist endüstriyel parlamentodan söz ederken şöyle söylemiştir: "Yasama
işleri kapitalizm gibi menfaatlerin çatıştığı bir toplumda gerektiği kadar
karmaşık olmayacaktır. Daha çok ihtiyaç duyulan zenginlik, üretilebilir
zenginlik ve yapılması gereken i ş istatistiklerinde özetlenebilecek kolay
bir iştir" (Arnold Peterson'un, Proletarya Demokrasisi'ne Karşt Dikatölük ve
Despotizm1nde bahsedilmiş [4'üncü basım, New York, 1 937], s. 29).
Aslında De Leon 1 905'de endüstriyel sendikacılığı benimsedikten son ra
fikirlerinin çoğunu Fransız Sendikacılarından almıştır. De Leon hakkında
en iyi bilgi için bkz.: "Daniel De Leon'un Siyasi Teorilerini Şekillendiren
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 409

Kautsky'nin bu makalesi dışında bu konuda Kıta Avrupası'nın


sosya list düşüncesinde Bolşeviklere kadar çok az şey vard ı r. sos­
ya list toplumda ekonominin örgütlen mesi kon usunda Bolşevik
anlayışı tabii ki Lenin'in Ağustos 1 9 1 7'de, Bolşeviklerin iktidarı ele
geçirmesinden yaklaşık iki ay önce tamamladı ğ ı Devlet ve Dev­
rim'i nde (State and Revolution) bulunmaktadır. Kitapçık iyi bilin­
mektedir fakat onun yönetim portresinin yeniden özeden mesi
yol gösterici olacaktır.
1 870'1erin bir Alman Sosyal Demokratı, demiştir Lenin, zekice
sosyalist sisteme örnek olara k posta ne örneğini vermiştir. {Neden
zekice olduğunu a nlamak zor.) "Bütün milli ekonomiyi örgütle­
rnek için teknisyen lerin, idarecilerin, mu hasebecilerin yan ı sı ra
bütün resmi görevli lerin, posta sistemindeki gibi, hepsi silahlı
proleta ryanın l iderl iğinde ve kontrolünde olan 'işçi ücretleri'nden
daha yüksek ücret a l ma mala rı gerekmektedir -bu en acil a ma­
cım ızd ı r."144 Lenin, "Kapitalist kültür büyük ölçekli ü reti mi, fabri­
kaları, demiryol larını, posta hizmetlerini, telefonu, vs. yaratmıştır
ve bu temelde 'eski devlet iktidarı'nı n fonksiyonlarının büyük bir
çoğun luğu o kadar basit bir hale gelmiştir ki kayıt, dosyalama ve
kontrol etme gibi okuryazar her insa n ı n anlaya bileceği basit faa­
liyetlere indirgenebilirler ve bunları işçi ücretleri için işletmek
mü mkündür ki bu şartla r altında bu fonksiyonlar her türlü i mti­
yaz gölgesinden, her türl ü 'resmi heybet'ten sıyrı labilsin {ki sıy­
rılmak zorundadır)," diye yazmıştır.
Lenin, bunların hepsi ni kolayl ı kla ya pmak elim izdedir, demiş­
tir. "Kapitalistleri devirin . . . modern devletin bürokratik meka­
nizmasını kı rın ki karşmtzda en yüksek teknik ekipmanm mekaniz­
masmt 'parazitlerden' kurtulmuş, birleşik işçiler tarafmdan harekete
geçirilmeye haztr bir halde bulacaksmtz. Bi rleşmiş işçiler, kendi
teknisyenleri ni, idarecileri ni, muhasebecilerini tutacak ve hepsine
diğer devlet görevlileri gibi genel işçi ücretleri üzeri nden ödeme
yapacaklardı r." istisnasız bütün resmi görevl iler seçimle göreve
gelecek ve her a n görevden alınabilecek bir durumda olacaklar­
dır, demiştir Lenin. işte "somut, pratik, derhal uyg ula maya geçiri­
lebilecek" Komün deneyimine dayanan bir program. "Büyük öl­
çekli üretim temelindeki bu tür bir başlangıç tüm bürokrasinin

Entelektüel ve Tarihsel Etkiler" Donald McKee, yayımlanmamış doktora


tezi, Columbia Üniversitesi, 1 955.
41 0 IDEOLOJININ SONU

kendi liğ inden kaybol masına ve soru işaretleri ol mayan, ayl ı k


ücretlerle i ş i ol mayan, giderek daha da basitleşen kontrol ve
mu hasebe fonksiyonlarının kendi başına faaliyet göstereceği ve
adet haline geleceği ve ni hayetinde nüfuzun özel bir sosyal ta­
bakasının özel fon ksiyonlarının ortadan kalkacağı yeni bir siste­
min aşama aşama oluşturulmasına yol açacaktır," diye noktalar
Lenin.
Bunu okud uktan sonra, siyasi uygulama tari hine en önemli
katkısı örgütlenmen in özel bir şekli olarak amorf kitleler a rasına
parti kavra m ı n ı getirmek olan ve örgütün çok önemli doğası
hakkında öz-bil ince sahip olan bir adamın, idari kontrol, menfaat
çatışmaları ve bürokrasi meselelerinde bu kadar anlayışsız old u­
ğunu görmek tuhaf bir şeyd ir. Devlet ve Devrim, 1 91 7'den önce
Lenin'in iktidar hakkında sertleşen ifadelerine karşı okunursa,
iktidara geldikten a ltı ay sonra· Rus rejiminin gelişmemiş doğası
hakkında gerçekçi yargılar ışığında düşünül ürse ve hayatının son
yıllarında korkunç devlet bürokrasisinin büyümesi ve tehd idi ile
açık bir şekilde giderek daha çok ilgilendiği göz önüne a l ı n ı rsa,
daha çok, ideoloj i k inanç için ka nonik bir belge haline gelen Dev­
let ve Devrim'in normalden bir sapma hali olduğu açı kça anlaşıla­
bilir.
Fakat neden? Sanırım kısmen kapitalistlerin ortadan kald ırıl­
ması n ı n otomatik bir sonucu olan rasyonalite varsayı m ı ndan
dolayı. Michael Polanyi'nin işaret ettiği gi bi, ne Len in ne de Bol­
şeviklerden herhangi biri iktisadi rasyonalitenin, piyasa n ı n, fiyat­
landırmanın, kaynak dağıl ımının, vb. anlamına ilişkin herhangi bir
fikre sahipti. Ve sosyalist bir topl umun iktisadi işleme şekl ini açık­
lamaya i l işkin herhangi bir çaba kaçı nılmaz olarak yetersiz kala­
caktı. Fakat Devlet ve Devrim yal n ızca iktisadi değil, ayn ı zamanda

Nisan 1 91 8'de Tüm Rusya Merkezi Yönetim Komitesi toplantısında Lenin,


idari otoriteyi geri getirme çabalarında "devlet kapitalizmine yol açıldığı­
nı" gören "sol komünistlere" karşı bir polemik başlatmıştı. Aslında, demiş­
tir Lenin, "devlet kapitalizmi bizim için ileri doğru bir adımdır. Rusya'da
kısa bir süre içerisinde devlet kapitalizmine ulaşmayı başarabilseydik bu
bir zafer olurdu . . . o zaman tam sosyalizme geçiş kolay ve kesin olurdu.
Çünkü devlet kapital izmi bir merkezileşme, entegrasyon, kontrol ve sos­
yalizasyon sistemidir ki bu tam da bizim ihtiyacımız olan şeydir." (V. ı. Le­
nin, Socheniia, XXII, 482, Herbert Marcuse'ün, Sovyet Marksizmi'nde bah­
sedilmiş [New York, 1 958], s. 44.)
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 41 1

siyasi bir belgedir. Ve sadece siyasi bir belge olara k anlam ka­
zanmaktadı r. Tuhaf bir şekilde çaresizli k ifadesidir.
Bi rçok Marksist gibi Lenin de yoğu nlaşan iktisadi krizlerden
dolayı, ta mamen olgunlaşmış kapitalist iktisat içi nde i l k önce
sosyal ist devrimin olacağına inanıyordu. Rusya'da herkesin ön­
gördüğü devrim mecburen bir "burjuva devri mi" olacaktı. Büyük
bir işçi smıfı olmaksızın, başka türlü nasıl olabilirdi?* Fakat Nisan
ayında i ktidarı ele geçird i kten sonra taktik meseleleri, işçilerin
ruh halini değerlendirme, iktidarda alı n ması gereken acil önlem­
ler g ü ndeme geldi ve Lenin elinin altındaki tek tarihi deneyime,
Paris Kom ünü'ne başvurdu:·
Komün'ün temel dürtüsü, bütün spantane işçi man ifestola­
rında olduğu g i bi, sonradan anarşistler ve send ikacılar ta rafı ndan
en güçlü bir şekilde ifade edilen ilkel bir eşitlikçi likti. Ve Rus­
ya'daki işçilerin i l kel talepleriyle "sol" atmosferi açıkça anarko­
sendikacıyd ı. Ya lnız kalmaktan korkan Lenin, bu atmosfere ayak
uydu rdu. Lenin'in o za man devra ldığı işçi kontrolü talebi yükse­
len dalgaların üstüne çı kmak için oportünist siyasi bir çabayd ı.
Fakat oportünist olmakla Lenin sosyal ist topl umun nasıl işlerlik
kazanacağı na ilişkin meseleleri e uğraşmak zorunda ka ldı.
Lenin sonradan bu türden ütopik hayallere asla i nanmadığı nı,
1 9 1 7 sonlarında ve 1 9 1 8 başlarında komünizmin ilan ettiği sava­
şın diğer ü l kelerdeki proleta ryaya sol u k kazand ırmak için tasar-

1 875'de yeni Alman Sosyalist işçi partisi Gotha Programı'nı benimsedi­


ğinde ve "emek sarf eden i nsanların" demokratik kontrolü altında üretici
kooperatiflerinin örgütlenmesini istediğinde Marx onları "Almanya'da
emek sarf eden insanların büyük bir çoğunluğu proletaryadan değil, köy­
lülerden oluşmaktad ı r," diyerek azarlamıştır. (Gotha Programt'nm Eleştiri­
si, s. 25).
" 7- 1 4 Ekim 1 91 7'de yazılan "Bolşevikler Devlet iktidarında Kalabilecekler
mi?" başlıklı makalesinde Lenin şöyle yazmıştır: "Marx, Paris Komünü de­
neyiminden bize proletaryan ı n kullanıma hazır devlet mekanizmasını ba­
sitçe ele geçiremeyeceğini ve kendi amacı için kullanamayacağı nı, bu
nedenle proletaryanın bu mekanizmayı yok ederek bir yenisiyle değiş­
tirmesi gerektiğini öğretmiştir. (Bu konuyu Devlet ve Devrim-Marksizmin
Devlet Hakkmdaki Öğretileri adlı kitapçıkta ve Devrimde Proletaryanm Gö­
revleri' nde ayrıntılı olarak inceledim.) Bu yeni devlet aygıtı Paris Komünü
tarafından yaratılmıştır ve işçilerin, Askerlerin, Köylülerin temsilcilerinden
oluşan Soyvetler Birliği Rusya'sı aynı türden bir "devlet aygıtı"dır." (V. 1.
Lenin, Toplu Eser/er, XXI, 25.)
412 IDEOLOJININ SONU

lanmış bir propaganda olduğunu, Devri m'in başarısız olabi lece­


ğini, a ncak onun tarihteki yerin i belirten tarihsel bir a nıt mezara
gerek olduğunu bel irtmiştir.145 Bu ifade bizzat doğru olması
halinde Leni n'in işçilerin temel dürtülerinin değerlendirmesi nin
bir yansı ması olarak ilginçtir. Sonradan naif 1 9 1 7 formülasyonla­
rından utanan Len in'in bu yazıları taktiksel olarak kolayca red­
detmiş ol ması muhtemeldir. Lenin'in pratik bir meseleyle karşı­
laştığı son derece doğrudur. Fakat bir meseleyle karşılaşan kişi
al ıştığı a raçlara başvurur. Ve Lenin için tek ana liz "dili," anladığı
tek kavramsal çerçeve Marx'dı. Bunda bile "naif" rasyonalite ve
yönetim kavramiarına hapsolm uştu. Bu dönem boyunca Lenin'in
d üşü nce çizg isi izlenecek olursa, bu kavra m ların nasıl ku llanıldık­
l a rı görülecektir.
Ocak-Şubat 1 9 1 7'de Lenin, Gotha Programt'nm Eleştirisi'den
yaptığı a lıntılar ve di pnotlar dolayısıyla olağan üstü olan "Devlet'e
Üzerine Marksizm" adlı bir defter tutmuştur. i ktidarın ele geçiril­
mesi süresince ve sonrasında sosyal örgütlen menin doğasına
dair somut meseleler ha kkında hiçbir zaman düşünmemiş olan
Lenin, elinde her ne parça varsa ü mitsizce ona tutu nmuştur. Ve
bunlar Eleştiri'de yer alan şekliyle Marx'ın Komün ve Devlet'in
doğası üzerine görüşleridir. Buradan Devlet ve Devrim için komü­
nist toplumun aşamaları, yapılan iş kadar ödeme anlayışıyla geçiş
toplumu ve "herkese yeteneğ ine göre, herkese i htiyacına gö­
re"146 olan pür komünist toplumun "daha yüksek" aşaması fi kri ni
a l m ıştır.
Bütün bunlardan ortaya çıkan şey basitçe şudur ki Lenin
1 9 1 7'de meseleyle yüzleşrnek zoru nda kaldığı za man, sosyaliz­
min anlamına veya kesin içeriğine dair hiçbir fıkre sahip değildi.
Bu yal nızca teorik d üzeyde değil, fakat Ekim Devri mi'nden önceki
ve sonraki olağan üstü terminolojik karmaşıklıkta n da bellidir.
Nisan 1 9 1 7'de Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi'nin Bolşevik parti
kritik toplantısında yurtdışından yeni gelmiş olan Leni n (halen
Sosyal Demokrat olan) parti nin adını Komünist parti olarak de­
ğiştirmek de dahil olmak üzere izlenecek strateji üzerine birtakım
temel tezler sunmuştur. Sekiz numara l ı en önemli tez şuyd u:
"Sosya lizmin acil bir görev olarak 'getirilmesi' değil, Sovyet işçileri
Temsilcileri'ni malların sosyal üreti minin ve dağıtı m ının kontro­
lüne getiril mesi," Parti'nin görevidir. Fakat a ltı ay sonra Lenin,
"sosyal ist devlet"in hızlı bir kam usallaştırmayla ("teknik olarak . . .
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 41 3

yapı lacak iş bizi m için kapita lizm tarafından yapılmış" olduğun­


dan) ve işçilerin kontrole geçmesi yoluyla mümkün olmasından
dolayı i ktidarın ele geçiril mesini savun muştur.147
Sihirli "işçi kontrolü" tabiri, Devlet yönetimi ndeki bütün idari
zorlukların üstesinden gelme sözü vermiştir. Bu konuda Lenin
oportünizmiyle ve naif rasyonal itesiyle kaldıraçtı. Bir a n için Le­
nin'in işçi kontrolünün karmaşık bir topl umu idare edebileceğine
inandığı çok açık görünmekted ir. Naifliğinin genişliği, "sih irli"
idare kavramını açıklamak için Devrim'den hemen önce yazd ığı
olağan üstü bir maka leden yapılan uzun bir alıntıdan en iyi şekil­
de görülmektedi r. Bu, Maxim Gorki'nin Novy Zhin'i ndeki bir ma­
kalesine cevaptı.
"Bize Rusya'nın, Bolşevik pa rtinin 240.000 üyesi tarafı ndan
yönetilemeyeceği söylendi . . . [fa kat] devlet ayg ıtı mızı bir doku­
nuşta on kat artırmak için 'si hirli' bir yöntemimiz var, bu yöntem
asla kapitalist toplumun ku llanımında olmadı. Bu sihirli şey işçile­
ri, fakir insanları, devlet idaresinin s ı radan işine çekmektir.
"Bu sihirli yolu kullanmanın ne kadar basit olduğu nu, bu yo­
lun ne kadar kusursuz işlediğini açıklamak için çok basit ve açık
bir örnek vereceğiz.
"Devlet mecbu ren bir haneyi tahl iye etmek ve oraya başka bir
ai leyi yerleşti rmek durumundad ı r. Bu kapita list devlet tarafı ndan
defalarca yapıl mıştır. Ve şimdi bu bizim ta rafı m ızdan, proletarya
veya Sosyalist devlet tarafından yapılacak.
"Kapitalist devlet aile reisini kaybeden ve kira ödeyemeyen
'işçi ai lesi'ni tahl iye eder. icra memurla rı, polis memurları veya
milis askerler takım halinde sahneye çıkar. Bir işçi mahal lesi nde
ta m takım bir Kazak müfrezesi tahliye için gereklidir. Neden?
Çünkü icra memuru ve polis memuru çok güçlü bir askeri koru­
ma olmadan o bölgeye adım atmak istememekted ir. Tahliye
manzarasının etraftaki komşular a rasında i nfial yaratacağını, he­
men hemen binlerce insanın çaresizliğe kapılacağ ını, kapitaliste
ve kapita list devlete karşı bu türden bir öfkenin icra memurunu
ve polis ekibini her an parçalara ayırabileceğini bil mekted irler.
Büyük askeri kuvvetler zarurid ir. Askerlerin kasabadaki fakirierin
hayatlarını bil memeleri ve Sosyalizmin askerlere "bulaşmaması"
gerektiğinden, mecburen uzak mesafelerdeki bi rçok kışladan
kasabaya asker sevk edilmelidir.
"Proleter devlet çok ihtiyacı olan bir ai leyi zengin bir adamın
414 IDEOLOJININ SONU

meskenine mecburen taşı mak d u ru mundadır. işçi milisi m üfre­


zemiz diyelim ı s kişidi r -iki gemici, iki asker, {ara larından sade­
ce birinin Parti'mizin üyesi olması veya Parti'mize sempati d uy­
ması gereken) sınıf bilincine sahip iki işçi, bir entelektüel, a rala­
rından en az beşinin kad ı n, hizmetçi, vasıfsız işçi olduğu sekiz
fa kir emekçi, vs. Müfreze zengin adamın evine gelir, i nceleme
yapar ve iki erkek ve iki kad ı n için beş oda tespit eder. 'Bu kış,
vatandaşlar, kendinizi iki odayla s ı n ı rlamalı ve şu a nda kilerde
yaşayan iki ai leye iki odan ızı hazırla malısı nız. Şimd i lik, mü hendis­
lerden yard ı m a l ınca {sanırım siz bir m ü hendissi niz?) herkes için
iyi evler inşa edeceğiz, kendi rahatı nızı biraz bozmak zoru ndası­
n ız. Telefonunuz on ailenin h izmetinde olacak. Bu, telefon kulü­
beleri ne koşturmak için harcanan yüzlerce saatten tasarruf sağ­
layacak, vs. O halde ailenizde aydı nlatma işini yapabi lecek boşta
gezen iki yarı-işçi var demektir -SS yaşında bir kadın ve 1 4 ya­
şında bir oğlan. Günde üç saat görev başında olacaklar. On ai le­
nin ürün leri nin dağıtı mını kontrol edecekler ve gerekli hesapları
tutacaklar. M üfrezemizdeki bir öğrenci bu devlet emrinin metni­
ni iki nüsha halinde yazacak ve sizler de bize görevlerin izi doğru
bir şekilde yerine geti receğin izi taahhüt ettiği niz belgeyi nezake­
ten imzalayıp vereceksiniz.'
"Böylece, benim görüşüme göre, eski burjuva ile yen i Sosya­
list devlet aygıtı ve devlet idaresi a rası ndaki fark çok açık örnek­
lerle gösteril miştir."
Leni n böylece 7- 1 4 Ekim haftasında yazd ı kla rıyla Bolşeviklerin
devleti idare etme ka bil iyetini küçümseyenlere cevap vermiş
ol uyord u.148 Bu ya l ı n fikirle Bolşevikler i ktidarı ele geçirerek onu
dön üştürdüler ve yeni bir sistem kurmaya başlad ı la r.

işçi Konseyleri: Dönüm Noktası


Ancak "işçi kontrolü aslı nda ne anlama gelmektedir? Lenin ünlü
Ne Yapmali (What ls To Be Done?) formü lasyonunda şöyle demiş­
tir: işçiler, eğer kendi lerine bırakılırsa, sendikalar aracı lığ ıyla sade­
ce iktisadi bili nce ulaşabili rler; yaln ızca öncü parti nin ve onun
profesyonel devrimci kadrolarının aktif liderl iğinde işçiler sosya­
list bilince ulaşa bili rler. Fakat Biri nci Dü nya Savaşı'nın öncesinde
bile Lenin'in fi kirlerine sadece Rusya içinde Menşevikler {ve Troç-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 41 5

ki) tarafı ndan değil, özellikle Alma nya'da ve Polanya'da Rosa


Luxemburg ve Holla nda'da Herma nn Gorter'den oluşa n küçük
bir teorik Marksistler grubu tarafı ndan da karşı çıkılmıştı. Luxem­
burg ve Gorter, Lenin'in a nlayışının Rusya'nın geri kalmış koşul la­
rı tarafından şekillendiğini ileri sü rmüşlerdir. Modern endüstriyel
topl u m u n gelişi minin parti liderlerinin vesayetine a rtık bağ ımlı
ol mayan a ncak kendi inisiyatifleriyle hareket etme ka bil iyetinde
olan öz-bi l i nçli, eğitimli bir proletaryaya yol açacağını söylemiş­
lerd i r. Kriz duru mlarında işçilerin kend iliğ inden ve "kitle hareketi"
yoluyla eyleme geçeceklerini bel irtmişlerd i r:
Garip gerçek şuyd u ki 1 9 1 7-1 9 proletarya karışı klıkları Lenin'in
tahmin ettiği türden değildi ve Paris Kom ünü'nün Marksist ol­
madığı gi bi, Birinci Dünya Savaşı'nı n sona ermesiyle ortaya çıkan
ve şaşırtıcı bir hızla yayı lan işçi Konseyleri de Len inist değild i . Hiç
deği lse, bunlar Luxemburg-Gorter'in "kitlelerin kendiliğindenliği"
kavra m ı n ı doğrulamışlardır. Sistem ilk olarak Rusya'da 1 905'de
kurulmuştur. işçi Temsi lcileri Konseyleri, başlangıçta, yerel fabri-

Radikal siyaset tarihinde bilinçlilik ve kendiliğindenlik meseleleri muh­


temelen en önemli meselelerdir. Çünkü bu meseleler bir yandan parti
örgütlenmesinin doğasını ve onun kitlelerle olan ilişkisini, diğer yandan
entelektüelin rolünü kapsar. Dahası, eğer kitleler kendiliklerinden sosya­
list bilince ulaşmayı başaramazlarsa, bu varoluşun bilinçliliği belirlediği
bütün Marksist materyalizm teorisi için ne anlama gelmektedir? Ve daha­
sı, entelektüellerden alınan bu fikirlerin ve Lenin'in Ne Yapmalı'sındaki
birçok fikri kendisinden aldığı Kautsky'nin belirttiği gibi, bilim radikal bi­
linçliliğin kaynağı ise bu, fikirleri n Marksist teorisi için ne anlama gelmek­
tedir? Ancak bu tür bir tartışma bu makalenin bağlamının çok ötesine
geçmektedir. Bu meseleleri ayrıntılı bir şekilde i ncelediğim, yakında çıka­
cak olan Kom ünizm ve Amerikan işçi hareketi incelememin Leninizm
üzerine olan bölümüne bakabilirsiniz.
Parti örgütü üzerine Rus müzakerelerinin dikkatli bir tartışması, Leopold
Haimson'ın Rus Marksistleri incelemesinin ll. ve lll. Bölümlerinde yer al­
maktadır. Bay Haimson maalesef bu müzakereleri n izlerini diğer sosyalist
partilerde sürmemekte ve bilinçlilik ve kendiliğindenlik meselesinin Rus­
ya'nın koşullarına has özel bir sonuç olduğu izlenimi bırakılmaktadır. Le­
ninizmin ve bu meselelerin eski, bugün ihmal edilen, fakat halen en kav­
rayışlı açıklaması için Arthur Rosenberg'in Bolşevizmin Bir Tarihi'nin, (New
York, 1 934) özellikle s. 57-63'e bakınız. Gorter'in fikirlerinin ayrıntılı bir
tartışması için bkz. "Kitle Hareketi: Tepki," Uluslararast Sosyalist Dergi, Chi­
cago, Eylül 1 9 1 6. Rosa Luxemburg'un fikirlerinin bir tartışması için bkz.
Haimson, a.g.e., s. 1 94-96.
416 IDEOLOJININ SONU

kalarda metal işçileri ve tekstil işçileri tarafından oluşturulan ve


sonradan genel grev örgütünde bi rleşen hazırl ı ksız g rev komite­
leriydi. Bu send ikacı düzen, Rusya'da 1 9 1 7'de ve Merkez Avru­
pa'da tekrarlanmıştır. Kurulan işçi ve Asker Konseylerinin birçoğu
mağlup olan ülkelerde merkezi idarenin ve otoritenin yıkıl ması­
nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fakat bunların yöneti m i
siyasi partiler tarafından siyasi gayelerle çabucak devra l ı n mıştır.
iktisadi hayatın kontrolünü ele geçirmek için sadece birkaç yerde
gerçek bir çaba gösteril miştir. Bremen'de bir işçi ve Denizci Kon­
seyi, 1 O Ocak'tan 3 Şubat 1 9 1 9'a kadar iktidarı ele geçirmiştir.
Bavyera'da 1 3 Nisan 1 91 9'da kurulan bir Sovyet Cumhuriyeti, on
beş günden biraz fazla bir zaman içinde Alman hükümeti tara­
fı ndan devrilmeden önce fabrikalara ve kamulaştırı lmış bankala­
ra işçi kontrolünü getirmiştir. Avusturya'da işçi konseyleri yeni
cumhuriyetin sosyalist başkanı Karl Renner'in otoritesine tesl i m
olmadan önce üretimi kontrol etmiş v e fiyatları kontrol etmeye
çalışmıştır. Macaristan'da Bela Kun tarafı ndan kurulan Sovyet
Cumhuriyeti işçi konseylerinden ziyade üst düzey siyasi manev­
ra la rla resmi leşmiştir. Fakat bu kendiliğinden ha reketlerin görül­
düğü yerler sadece mağlup ülkeler değildi r. ingiltere'de daha
küçük çapta sendika temsilcisi hareketi bürokratik send ika kont­
rolüne karşı alt ta bakanın huzursuzl uğunu göstermiştir. Bunun
yanısıra, send ikalar işçileri kontrol eden organlar haline geldiğin­
de, işçi kitleleri kendi i htiyaçlarına cevap verecek kendi kurumla­
rını kurma tepkisi göstermişlerd i r.
Bu kendiliğinden hareketlerin yaşanmasının, en azından Rus
Devri mi'nden bir veya iki yıl sonra proletarya nın "öz-bilinç disip­
lini nin" sosya list toplumla rın ekonomisini kolaylıkla yönetmeye
izin vereceğine dair Lenin'i ikna eden bir faktör olduğu kuvvetle
m u htemeldir ki bu deneyimler 1 9 1 7-1 9 yılları boyunca yazıların­
daki sendikacı tasvirlerine neden olmuştur.
Fakat Avrupa'daki, özel likle Almanya'daki sol sosya listlerin si­
yasi başarısızlıkları Lenin'in d üşü ncelerinde derin bir değişim
yaratmıştır. Bu deneyi mlerle birlikte Rusya'daki Bolşevik parti nin
yeni ortaya çıka n merkezileşme rolü, Leni n'in aklına merkezi
örgütlenmen in önemini ve partinin öncü rolünün gerekliliğini
tekrar geti rmiştir. 1 9 1 9'da halen hapishanedeyken yazdığı ileri
görüşlü önemli bir uya rısı nda proletarya üzerine parti kontrolünü
yükleme g i rişi minin partinin diktatörl üğüne ve nihayetinde parti
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 41 7

içinde birkaç kişinin diktatörlüğüne yol açacağını ifade etmiş­


tir.149 Fakat uyanlara kulak asıl mad ı.
Komü nist Enternasyonal'in iki nci Kongre'sinde (Temm uz­
Ağustos 1 920) işçi konseyi deneyi mi tartışılmış ve fikir reddedil­
miştir. Sonuç olarak, Zinoviev tarafından tasarianarak kabul edi­
len bir d izi tez şunu ifade etmektedi r: "işçi konseylerinin, uğruna
mücadele verdikleri prensibin zaferi ni gara nti etmeni n ve böyle­
ce onları iktidara geçirmenin kesin yolu onların işçilerin siyasi
partisi tarafından yöneti l melerini gara nti etmektir. . . " Bu tezler1 50
halen Fransa'da ve ispanya'da ve farklı bir şekilde Alman Komü­
nist Parti işçileri ve Amerika n Dünya Endüstri işçileri ve ingi liz
send i ka temsilcisi hareketlerinde hüküm süren sendikacı ve doğ­
rudan ha reket eğ ilimlerine karşı l ı k olarak tasarlanmışlard ı r. ingiliz
sendika temsilci leri adına konuşan Jack Tanner, Ruslara, Batı'dan
öğrenecekleri çok şey olduğunu söylemiştir. Fakat Ruslar şu anda
yönetimi ta mamen ele geçirmiş olduklarından bu sözlere kulak
asmamışlad ır. Yaln ızca kendi deneyi mleri tüm diğer partiler için
model olacak duru mdaydı . Zinoviev, Paris Komünü'nün başarı­
sızl ığından söz ederken şöyle söylemiştir: "Eğer işçi sınıfı disiplinli
bir Komün ist Parti'ye sahip olsayd ı . . ." Ders besbell iydi. Tezlerin
beni msenmesi bundan sonra Komünist partilerin ve onların
kontrol ettiği hareketler, merkezi bir örgütlenme d üzeni ve s ı kı
bir askeri disiplin temel inde yürütü lecekti. Bütün "kendiliğinden"
hareketler ya yönlendiri lecek ya da bastırılacaktı. Bu, Komin­
tern'in bildirgesiydi ve izlenecek yol Rusya'da zaten bell iyd i.

Rusya'da işçi Kontrolünün Kaderi: Yokuş Aşağı


Kısa bir an için Rusya 1 9 1 7-1 8'de gerçekten bir işçi topl umuyd u.
Bunlar hızlı bir devrim ilanıyla yeni topl umun geleceği beklenti­
siyle geçen zor gün lerdi. Ekim devri minin hemen ard ı ndan işçiler
tal imatları beklemeksizin fabrikaları ele geçirmeye ve kapitalistle­
ri dışarı atmaya başladı lar. Milli atölyeler kurulacaktı. Daha çok
1 848'in takas bankaları prog ra m ı na benzer bir şekilde, kişiye
metalar üzeri nde hak sağlayan kısa vadeli kuponlar dolaşıma
girmişti. Basit Ma rksist görüşe göre para kapitalist sömürü n ü n bir
aracı olduğu ndan yürürlükten kaldırılmal ıyd ı. ( 1 92 1 kadar geç bir
tarihte bile Sovyet i ktisatçıları parayı tamamen ortadan kaldır-
41 8 IDEOLOJININ SONU

mak ve yerine "treb" adlı bir emek hesap birimi getirmek için bir
plan ya pmakla meşguldüler.) Bütün mutlu gelecekçilerde olduğu
gi bi, "Mutlak Şimd iki Zaman" d uygusu hakimdi.
ı 9 ı S'deki ilk Rus Send ika Kongresi, işçilerin üretim kontrolü
fi kri ni ciddi bir şeki lde ele alm ıştır. Send ikalar "en enerjik şekilde
bütün idari üretim departmanlarında emek kontrol kurullarını
örg ütlernek ve köy ve şehir a rasında emek değişimi yapmak için"
görevlendirilm işlerdir.
Bu görüş Komün ist parti tarafı ndan Mart ı 9ı 9'daki Sekizinci
Kongre'de kabul edilmiş, ı 903'deki eski programın yerine yeni
bir program benimsenmiştir. "Milli end üstrinin örgütleyici aygıtı
temel olarak send ikalara dayanmalıdır." Endüstri bir 'tek iktisadi
birim' etrafı nda toplanmalıdır ve sendi kalar emekçi kitleleri der­
hal iktisad i idareye katıl maları için ikna etmel idi rler.'' 1 51
Fakat dönem in kaos orta mı göz önünde bulundurulduğ unda,
işçi kontrolü kaçı nıl maz olarak bir maskaralıktı. Örneğin, Ocak
ı 9ı B'de demiryol u idaresi bir işçi komitesine emanet edi l m işti ve
bi rkaç ay içinde yollar çökecek duruma gel mişti. iş komiteleri
kura l la ra uymayan işçileri disipline etmekten acizd i. Eğer bir ko­
m ite bunu başarırsa seçimlerde kaybediyor ve yeri ne bir yenisi
geliyordu. Üç ay içinde demi ryollarının kontrolü işçilerin el lerin­
den alınmış ve tüm d iktatörce güçlerin kendisine verildiği Ko­
münikasyon Komiserliği a ltında merkezileştirilmiştir. Diğer işlet­
meleri işçilerin ellerinden almak için kamulaştırmayı genişleten
kara rlar çıkarıldı ve işletmeler devlet kontrolü altına alındı.
işçi kontrolünün çökmesinin a rd ı ndan yeni bir endüstriyel di­
siplin geldi: tek adam yöneti mi ve komü nist ol mayan uzmanların
istihdam ed i l mesi. Daha öneml isi, deneyim Bolşevik partide,
send ikaların bağımsız rolünün ve pa rti içindeki demokrasinin
ni hayet bitmesiyle sonuçlanan bir tartışma başlatmıştır.
ı 920 yılı Devri m'in krizini göstermiştir. işçi sın ıfı tükenmiş,
demoralize olmuş, yarı yarıya azalmıştır. E. H. Carr ve lsaac De­
utscher'in ka bul ettiği gibi, serbest bir seçimde Bolşeviklerin
iktidardan d üşecekleri m u htemeldir. Lenin'in ve Troçki'n in güçlü
iradeleri nin, işçilerin demokrasisi pahasına Bolşevikleri kurta rd ığı
nokta bud ur.
Mesele, Komün ist partinin Sekizinci Kongre'sinin temel prog­
ramında ekonominin yönetimini send ikalara aktarmaktan bah­
seden bir maddeye, "Sendikaların Rolü Hakkında" adlı bir broşür-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 419

le saldıran Troçki tarafı ndan başlatı l mıştır. Troçki, mu hteşem bir


totolojiyle, Sovyet devleti proleter olduğundan dolayı proletar­
yayı devletten korumaktan bahsetmek anlamsızd ı r, demiştir.
Troçki uzun vadeli bir hedef olarak sendikaları hükü metin idari
departmanlarıyla bi rleştirmeyi önermiştir. Hem siyasi hem pratik
iş hayatının özel bir emek ordusu konseyi tarafından sıkı bir şe­
kilde merkezi leştiril mesiyle sivil hayatın tamamen derhal askeri­
leştiri l mesini önermiştir. Troçki, ordunun endüstriyel verimlilik
için bir model olduğunu söylemiştir. Askeri kuru luşla rı, işçi tabur­
larına dönüştü rmeyi önermiştir. Kendisi de bir send ika lideri olan
destekçisi Goltsman, endüstri içerisinde eğiti lmiş işçiler a rasın­
dan seçilen, fabrikaları yönetecek idarecilerden oluşan bir "subay
sınıfı" ol uşturmayı önermiştir.1 52
Bu öneriler Lenin'in ve Troçki'nin hizipler arası rakibi olan ve
Lenin ad ıyla ona saldıran Zinoviev için son derece aşı rıydı. Fakat
en şiddetli sa ldırılar sendikalardan ve "işçi Muha lefeti" grupları n­
dan geldi. Ayakkabı ya nlış ayakta, diyorlardı. Send ikalar değ i l,
parti nin kendisi yeniden örgütlenmeliydi. Parti köylü ve orta sı nıf
g ruplar tarafından yozlaştı rıl m ıştı. Ve Ma kayevski tarzında şöyle
dediler: "idari mevkilerin büyük bir çoğ unluğu, fiziki emeği bı­
rakmamış işçiler ta rafı ndan işgal edilmelidir."
Muhalefet, "Komün ist Parti'n in her üyesinin fa brikalarda, de­
ği rmenlerde, madenierde veya köm ür ocaklarında yılda en az üç
ay fiziki emek sarf etmesini teklif etmiştir. Hiçbir Parti üyesinin bu
tür bir emek sarf etmeden ve işçilerin yaşadıkları aynı şartlarda
yaşa madan bir yıldan fazla bir zaman bir görevde ka lmamasını"
teklif etmiştir. Sonrada n yüz seksen derece dönen Buharin şöyle
demiştir: "bütün kuru mların idaresi send ikaların yönetiminde
olması gerektiğinden, Milli Ekonomi'nin Yüce Sovyet adayları
sendikalar ta rafı ndan seçi lmelidir."
Lenin, bu "sendikacı zı rva" konusunda ani bir dönüş yaptı. Bü­
tün "sendikacı saçmalık çöp sepetine atı lmalıdır," dem işti r.153
Lenin, Buharin'e cevaben şöyle demiştir: "Pa rti'nin değil, sadece
send ikaların adayları beli rleyeceğini ve yöneti rnde olacağı n ı
söylersek kulağa çok demokratik gelecektir fakat proletarya n ı n
diktatörlüğünü yıkacaktır."154
Lenin, dolambaçlı bir safsatayla parti programındaki milli
ekonominin sendika kontrolü üzerine yazılan kararın açıkça söy­
led iği şeyin o a n lama gelmediğini ispatla maya çalışmıştır. Karar
420 IDEOLOJININ SONU

"send ikalar bütün milli ekonominin idaresi ni ta mamen kendi


el lerinde toplamalı," a nlamındadır, ekonominin en üst yönetimi,
fakat idareciler tarafından yönetilmesi gereken end üstrinin belirli
kolları değil, demiştir Ocak 1 920'de ikinci Tüm Rus Madencileri
Kongresi'nde üç yıl önceki ünlü teorik açıklamalarından üç yüz
a ltmış derece dönmüştür. "Her işçi ülkeyi nasıl yöneteceğini bili­
yor mu?" diye haykı rmıştır. "Prati k i nsanlar bunların peri masalları
old ukları n ı bilir."
Fakat bu masalları kim uydurd u?
işçi muhalefeti ve parti liderliği arasındaki mesele 1 92 1 'de son
noktaya vard ı. Mesele görünüşte fa brikalarda tek adam yöneti­
m iydi. Aslında daha büyük mesele sendikaların parti kontrolün­
den bağ ımsızlıklarıydı.
1 9 1 8- 1 9'da işçi komiteleri nin fabrika kontrolü sistemi ha nta l
bir "ortak yöneti m" veya hiçbir pa rti uzmanının sendikada kont­
role ortak olmadığı mesleki yönetim kurulu sistemi şekliyle de­
ğiştirilmiştir. Fakat bu partinin Mart 1 920'deki Dokuzuncu Kong­
re'sindeki oyla mada tek adam yönetimi prensibini getirmesiyle
sona ermiştir. Bu tür bir d üzende sendi kalar yönetimin otoritesi­
ne karşı çıkarak a ncak biraz daha fazla pazarlık yapabilirdi. Fakat
sendikalar bu hakların bile kaybolmasından korktu ve bu korku­
lar taşı macı lık gibi önemli bir alanda tüm sendika haklarının askı­
ya alınmasıyla haklı çıktı. Böylece send ika bağı msızl ığı meselesi
keskin bir şekilde ön plana çıkmış oldu. Popüler olarak Tsektran
diye bilinen bir kuruluşun etrafında odaklandı.
Ağustos 1 920'de Troçki'nin Ulaşım Komiseri görevinde old u­
ğ u, kısa bir süre Ortak Merkezi Ulaşım Komitesi diye adlandı rılan
Tsektran kuruldu. Tsektran sendi kaların otoritesine karşı gelm iştir.
Sendikaların önceden kullandıkları güçlerin yerine merkezi hü­
kümet kontrolünü getirmiştir. Dahası, sendika görevl ileri artık
alttan seçi lmemekte, yuka rıdan atanmaktad ır.
Troçki askeri disiplin anlayışıyla sendika muhalefetin i kırmak
ve hatta gerekirse liderlerini hapse atmak niyetini gizlememiştir.
Muhalefetini haklı çıkarmak için Troçki'nin i leri sürdüğü teorik
tartışma şud ur: "işçi devleti nde . . . iktisadi organların ve sendi ka
örgütleri nin paralel varlıklarına yaln ızca geçici bir olay olarak
katlanı labilir." Lenin bu duruma çok doktriner olduğu gerekçesiy­
le karşı çıkmıştır. Sendikalar rahat hareket edebi l melid ir, iki orga­
nı eritme sorunu tempo meselesidir.
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 421

Tsektran'ın geleceği n gerçekliği olacağını h isseden Shlyapni­


kov önderliğindeki Metal işçileri sendi kasından bir g rup sendika­
cı 1 92 1 'deki Onuncu Kongre'den önce meseleyi resmen ortaya
koymuşlardır. Partinin, sendikaların milli ekonominin yönetimine
geçmeleri yönündeki resmi bildirgesine atıfta bulunan işçi Muha­
lefeti, otuz yıl önce Amerikalı Ma rksist Daniel De Leon'un önerdi­
ği planlara çok benzeyen, Sovyet topl umunun sendi kacı bir ye­
n iden örgütlenmesini önerisi nde bulun muştur. End üstriyel sen­
dikaların örgütlenmesini ve kurucu sendikalar tarafından seçi lmiş
merkezi bir kurul u n end üstriyi kontrol etmesini istemiştir. Her
fabrika içerisindeki kontrol, hiyerarşide sendika örgütünün altın­
da bulunan seçi lmiş bir işçi konseyi ne devred ilebil ir. Ancak en
önemli talep bütün görevlilerin seçilmesi prensibiyd i. Bunun
a macı partinin Merkez Komite'sinin ve sendikalar üzerindeki
yerel parti nin i ktidarını kırmaktı. Çünkü Merkez Kom ite send ika
görevl ileri ni ve komite üyelerini tayin etme g ücünü kaybederse,
merkezi aygıt, politikalarını hayata geçiremez.
1 92 1 'de Bolşevik partisinde üç görüş bel irginleşti. Troçki tara­
fı ndan temsil edilen, aslında sendikaları ortadan kaldırmayı, ikti­
darı merkezileştirmeyi, s ı kı kontrol uygu la mayı isteyen fakat yaş­
lanan bürokratların yerine gençlerin ve yetenekli işçilerin üst
kadrolara daha serbestçe geçmelerine izin veren görüştü. Zino­
viev'in sözcüsü olduğu çoğunluğun görüşü daha gevşek bir yapı,
daha az sıkı kontrol ve mevcut bürokratların iktidarının dondu­
rulması yönündeydi. Lenin, Zinoviev'in görüşünü desteklemiştir.
Pa rti ekonomisinin yönetimine gel memeleri gerektiğini düşün­
mekle birlikte, kökleri işçi sın ıfında olduğundan sendika la rın
düşman laştırıl mamaları gerektiğ ini anlamıştır. O dönemde dikka­
te değer bir ifadesinde Leni n şöyle demiştir: "Bizi mki bürokratik
eğilimli bir işçi hükü metidir. Mevcut Hü kümefimiz öyle bir hü­
kümettir ki son adamına kadar örgütlenmiş proletarya kendini
ona karşı koru malıd ı r. Ve işçi örgütünü kendi Hükü met'lerine
karşı korumak için kullanmal ıyız."155 Üçüncü g rup, sendikacıların
işçi m u halefeti grubuydu.
işçi mu halefeti nin en başta gelen sözcüsü, paradoksal olara k,
bir işçi değil, fakat sonradan Bolşevik'liğe dönen Çar ya nlısı bir
generalin kızı olan Alexandra Kol lontay'd ı.156 Renkli bir kişiliği ve
yetenekli bir kon uşması olan Kollantay olayları başarılı bir şeki lde
d ra matize etme becerisine sahipti. iki sorun var, d iye bağırmıştır,
422 IDEOLOJININ SONU

end üstri nin işçi kontrolü ve parti içindeki demokrasi. Endüstri nin
işçiler tarafı ndan örgütlenmesi "komünizmin esasıd ı r," demiştir.
Önemli mevkilerdeki işçilerin sayısı yüzde 1 7'yi nad i ren geçerken,
parti orta sınıf g rupların ve köylü lerin hakimiyeti altındadır. "işçi­
ler sormaktadır: biz kimiz? Biz gerçekten sı nıf diktatörlüğünün
dayanağı m ıyız, yoksa parti etiketinin g üvenli kıl ıfı içinde kitleler­
le tüm bağ larını kopararak kendi politikalarını uygu layan ve bi­
zim fı krim ize ve yaratıcı yetenekierimize değer vermeksizin en­
d üstriyi kuranlara destek olmak için h izmet veren itaatkar bir
sürü müyüz?" Bir adım daha attı. End üstri nin sadece sendi kalar
tarafında ve yerel idarenin de işçiler tarafı ndan kontrol edilmesini
talep etmekle kalmadı, bürokrasinin çoktan berid ir ülke hayatını
boğduğunu belirtti. Bunun nedenini pa rti nin eleştiriden korkma­
sı, karşı d üşünce avcı lığı, inisiyatifi ve tartışmayı boğması olarak
açıklamıştır. "Düşünce özgürlüğü ol madan kişisel faaliyet olma­
yacaktır."
Fakat pa rti demokrasisini genişletmek için o dönemde her
türlü şans, ki bu şanslar azd ı, Kronstadt denizcileri tarafı ndan
heba ed ilmiştir. Kronstadt denizci leri, Leningrad yakın ları ndaki
deniz üssünden Ekim Devrimi'nin başlangıç işa reti ni vermişlerd i.
Onların desteği Bolşevikler için belirleyici olmuştu. Şimdi partinin
artan merkezi kontrolünden rahatsız olan denizciler isyan ettiler.
Len ingrad'da patlak veren greviere destek verdikleri ni belirterek
serbest seçim istedi ler. Lenin ve Troçki h ızla harekete geçti. De­
n izciler d u rd u ruldu ve "düzen" yeniden kuruldu.
isyan parti liderlerine pa rti içi ndeki demokrasinin tolere edi­
lemeyeceğ ini açık bir şekilde göstermiştir. işçi muhalefeti ile (ço­
ğunluğu köylü ai lelerden gelen ve köylü sempatiza n ı olan)
Kronstadt denizcileri arasında hiçbir bağlantı olmamasına rağ­
men muhalefet isyana teşvikle suçla nd ı. Parti içindeki kontrol
sıkılaştırıldı, hizipler feshedildi, eleşti riler engel lendi. Lenin'in ve
Zinoviev'in bile feshed il mesi için oy kullandıkları Tsektran yeni­
den kuruldu. 1 92 1 Mayıs'ındaki Rus sendikaları kongresinde
(sonradan Marx-Engels-Len in Enstitüsü'nün başkanı olan) D.
Riazanov'a ait son m u ha lif ses susturu ldu. Riazanov, kongre için
kara rlar hazırlayan parti hizibi ne uzlaşma politikası önerdi. "Sen­
dika hareketi nde yönlendirici personelin seçiminin Parti'nin ge­
nel kontrolü altında yap ı l ması gerektiğini" kabul etti. Fa kat parti­
nin "her şeyden önce liderleri nin seçimi örgütlü kitleler tarafın-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 423

dan yapılması gereken sendikalarda proleter demokrasisi nin


normal yöntemlerini uyg u lamak için özel çaba göstermesini"
isted i. Ancak bu bile çok şey isternek demekti. Riazanov send ika
işinden men edildi ve "itaatsiz hizibi" kontrol altına a l mak için
Stalin görevlendirildi.
Melonkoli hikayesinin geri ka lanı çabucak an latı labil ir. 1 92 ı
kongresi sendi ka liderliğinin bağ ımsızlığını yok etti. Sendika
atama ları n ı n kontrolü sıkı bir şekilde pa rti nin Merkez Komitesi
tarafı ndan ya pıl maya başlandı. Ancak kısa bir süreliğine send ika­
lar için yeni bir rol bel irlendi. Lenin devlet ve parti meka nizması­
nın siyasi kontörl ünü sıkılaştırı rken Yeni iktisadi Politika (YiP)
a racılığıyla i ktisadi meselelerde devlet ve özel teşebbüsler için
hatırı sayı l ı r serbestlikler getirmiştir.
YiP, Lenin için olağanüstü bir adımdı. Çünkü "eski kitaplar"da
partiyi ka pitalizmin kısmi restorasyonuna götürecek bu türden
rad i kal bir adıma dair hiçbir şey olmadığını itiraf etmek zorunda
kal mı ştı. Ölüm ünden hemen önce yazd ığı, Lenin'in aklına hük­
meden doktriner temayülü gösteren bir makalede esefle şunu
ifade etmiştir: "Marx'm bu konuda bir kelime bile yazd1ğtn1 hatJrla­
mworum, bir tek kesin bir almt1 veya itiraz edilemeyecek bir aÇikla­
ma b1rakmadan öldü. Bu nedenle, bu güçlükten kendi çabam1zla
kurtulma1JyJz. ''1 57
YiP send ikalar için ücret politikasını ön plana ç ı kard ı . Savaş
komü nizmi nde bütün işçilere eşit şekilde ve genell ikle karneyle
(payok) ödeme yapılm ıştı. Yi P'te işletmelerin parça başı, pri m g i bi
fa rkl ı ödeme ta rifeleri kullanmalarına izin veri lmiş ve bunlar toplu
paza rlığa ta bi tutu lmuştur. Milli, bölgesel ve taşra l ı sözleşmeler,
hükü met güvencesiyle müzakere edilmişti. Şi kayet g iderme sü­
reci oluşturulm uş, uzlaştırma ve arabuluculuk mekanizmaları
devreye soku lmuştur. ı 923'den ı 927'ye kadar yönetime etkin
işçi katı l ı m ı artık o l mamakla birl i kte toplu paza rlık halen mevcut­
tu.
Sanayi leşmen in başlangıcı kısmi-bağı msız güçler olarak sen­
dikaların yok olmasına işaret etmiştir. Troçki ı 9ı 9'da sendi kaların
"kapalı bir lonca tarzında" faal iyet gösterdikleri ni ve yen iden
örgütlenmeleri gerektiğini söylemiştir. Bugün, on yıl sonra, aynı
keli meler Stalin tarafından ku llanı lmaktadı r. Sendikaların görevi­
nin emek üretkenliğini ve disiplinini, sosyalist rekabeti, lonca
kapalılığının ve 'sendi kacılığın' tü m kal ıntı larının kökü nün ka-
424 IDEOLOJININ SONU

zınmasını teşvik ederek" endüstriyi i nşa etmek olduğunu söyle­


miştir. Bu plan Komünist parti nin 1 930'daki On Altınca Kong­
re'sinde hazırlanm ıştır. " . . . send ikaların yeniden örgütlenmeleri­
nin temeli şok bir askeri harekettir." Fabrika müdürünün görevle­
ri hakkında ü n l ü iki konuşmasında Stalin,158 ücretlerdeki eşitl i kçi­
liğe sald ı rı ve işçileri fabrikalarına bağlayacak önlemlerin ol uştu­
ru lması çağrısında bulun muştur. Ardından bilinen acı masız ka­
nunlar çıktı: iş değişti rmek için fabrika müdüründen izin alma
zorunl uluğu, kota lar doldurulamad ığında alı nacak ceza, işe geç
ka lı n ması durumunda ödenecek sıkı para cezaları, vs., vs.
Bugün Sovyet fabrikası159 işçiler ve mühendisler a rasındaki
keskin sınıf ayrımlarıyla bel irginleşmiştir. Savaş sonrası bild irgede
karara bağlandığı üzere (Nisan 1 946'daki Onuncu Send ikalar
Kongre'si) sendi ka sadece fabrika yöneti minin bir kolu olarak
emek disiplinini sağ lamlaştı rmak için bulun maktadır. Kötü bir
durumda oransız ve parça baş ı ücret şekli olan edinonacha/i veya
rasyonel örgütlenme resmi yapısına rağmen "familyacı lık" veya
klik-koruma g ruplarının gelişimi, shturmovischina (veya kota
döneminin sonuna doğru sürekl i gecikmeler ve telaş), hepsi bir­
den ifade ve eleştiri kaynaklarının sıkı bir şekilde bastı rıldığı sos­
yal bir sistemde ortaya çıkan i rrasyonel likleri göstermektedir.
Müdür h ükmetmekte ve işçinin hiçbir şey üzeri nde kontrolü bu­
lunmamaktad ır.
Böylece işçi Kontrolü ad ıyla ortaya çıka n bir hareket şimdi işçi­
leri kontrol etmekted ir: Marx'dan başlayıp bug üne gelen o kadar
uzun bir yolculuğun tuhaf ve melankolik sonu.

işteki Anlam: Diğer Yol


1 840'1ardaki erken dönem felsefi yazılarında Marx, insanın kendi
davranışları üzerinde tam bir kontrol ku rabildiği ve sadece belirli
bir rolün yansı ması olmadığı özg ür, kom ünist toplumda insan
kişiliğinin doğası üzerine ku ramsal olarak epeyce düşünmüştür.
Bugün bildiği miz g ibi, bu erken dönem felsefi yazı ları "Ortodoks"
Ma rksizmin ve Len inizm gelişmekteyken yayı mlanmamıştı ve
bilin miyordu. Bu erken dönem felsefi spekü lasyon ların Marx'ın
iktisadi yazı larıyla olan ilişkisi bu nedenle anlaşılma mıştır. Ve bu
d u rum, gördüğümüz gibi, Marksist d üşüncenin tek yolda geliş-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 425

mesine neden olmuştur. Bu i nsana, yoksulluğa, sömürüye dair


ilkel iktisadi kavramların dar yolud u r. iş ve emeğin yeni, i nsancıl
an layışiarına yol açabi lecek diğer yol keşfedilmemiş bir halde
ka l m ı ştır. Belki de bu kaçı nılmazd ı. Fa kat yüksek teknoloj i k ge­
lişme ve kontrollerin aşırı merkezileşmesi aşamasında böyle bir
yolun keşfi gerekl idir.
Yaba ncılaşma kavra mının dön üştürül mesinde derin bir kök
kaybedilmiştir ki o da yabancılaşmanın aynı zamanda işin örgüt­
len mesinin bir sonucu olduğu ve yabancılaşmayı yok etmek için
iş sürecinin kendisinin i ncelenmesi gerektiğidir. Basit sosyal dav­
ranış an layışlarıyla ve sığ görüşlü "tarih" çözü mleriyle, şekl i değiş­
tirilmiş kişi leştirmelerden uza klaşmanın zamanı belki de gel miş­
tir. Ben lik kaybıyla, modern hayatta sorumluluğ u n anlamıyla
önemli bir şekilde i lgilenilmek isteniyorsa somut soru nlardan
başlan ı l ması gerekmektedir. Ve bu somut sorunlardan i l ki, ya­
bancı laşmanın ilk kaynağı olan bizzat iş süreci'nin doğasıd ı r.
Son yıl larda ya ln ızca özel mülkiyetin feshed ilmesi nin sömü rü­
yü yok etme gara ntisi vermeyeceğ ini an layan bir gelişme görül­
mektedir. Mesele şöyle ortaya konulm uştur: bürokrasi nasıl kont­
rol edilebilir? Mesele gerçek bir meseledir. Sosyal ist düşüncede
"yeni" çözüm "işçi kontrolü" konusunu tekrar ortaya çıkarmaktır.
Bu Fransa'da comites d'enterprise ta leplerinin, Almanya'da mits­
bestim-mungsrecht şekillen mesine neden olmuş ve ingiltere'de
ing iliz işçi partisi nin "End üstri ve Topl um" planına sol-kanat bir
çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Polanya'daki ve Yugoslavya'daki
işçi konseyleri taleplerinin altında tabii ki bu yatmakta d ı r. Başlı
başına talepten h içbir şikayetim yok. Fakat kavra mın ne anlama
geldiğini anlamak zordur.
Komün ist teoride (sendikacı fikirlerin oportünist benimsen­
mesi haricinde böyle bir teori olabildiği kadar), "işçi kontrolü"
sloganı kapitalist sistemde işveren sınıfı n ı n iktisadi iktidarını kır­
mak ve iktidarı bu yolla ele geçirmek için neredeyse tamamen
siyasal bakı mlardan düşünülmüş fakat bir demokratikleştirme
tekn iği veya sosya list toplumda end üstrinin idaresi anlamında
görülmem iştir.160
Diğer uçta Birinci Dünya Savaşı'ndan önce ve sonra ingi lte­
re'de Lonca Sosyalist Hareketi'ni başlatan ortaçağcılar, bölüşüm­
cüler ve sendikacı lar tarafından parçalar halinde bir a raya getiri­
len ayrıntı lı, hayali, fakat kullanışsız planlar vardı . Lonca Sosyalist-
426 IDEOLOJININ SONU

leri daha önceki Fabian'ların yaptıkları gibi, somut idare mesele­


leriyle boğuştukları için hareket yeterince değerlend irilmemişti L
Bugün sosyalist ve idari toplu mların ya kasını bırakmayan sorun­
ları çoğu Lonca Sosyalist ta rtışma larında önceden görü l m üş ve
yine bu tartışmalar sırası nda kaybolup g itmiştir. Ü retim a raçla rı­
n ı n ka mu laştırı lmasının tekil lancaların devlet tarafından sömü­
rülmesiyle sonuçlanacağ ının farkındaydılar (ya ni, tüketi m veya
eğlence pahasına yeni yatı rımların yap ı l ması, yüksek iş normları­
nın geti ril mesi, vs.). Diğer taraftan, sendikacı lık veya üreti min
tekil lancaların mülkiyeti nde olması bir tek lancanın diğerleri nin
feda edil mesi pa hasına fayda sağladığı bir tür ayrı mcıl ığa veya
"dar görüşlü emperya lizm"e yol açabilirdi. Lonca işçileri serma­
yeye tasarruf senedi ve devlet içi nde a razi hakkı vererek sorunu
"çözmüşlerdir." Fakat rant (veya faiz) karşılığında lancalara mülk
kiralamak hü kü met harca malarını karşılayacak kadar yeterliydi.
Lonca Devleti siyasi olarak biri coğ rafi parla mentodan, diğeri
fon ksiyonel (yani, mesleki) temsilci lerden oluşan iki med isli bir
yapı olmalıyd ı . Tüketici parlamento aracı lığıyla üreti m hedeflerini
belirleyecekti. Lonca Temsilcileri Konseyi end üstri nin veri mli
yönetil mesinden soru mluyd u. Her lonca yerel konseyler teme­
linde özerk bir yapıydı. Üyelik herkese açık olmalıyd ı . Fakat iş
olmaması du rumunda devlet bekleyen adayı iş bulana kadar
desteklemek zorundayd ı. Her lonca kendi çalışma koşullarını
belirleyecekti: ça lışma hızı şi kayet giderme süreçleri, vs. Lonca,
üyeli kleri oranında para alacak fakat payları ya eşit olarak ya da
yeteneğe göre değişen şekilde üyelerin isteklerine uyg u n olarak
dağ ıtacaktı. Üreti min a ksi ne, bölüşüm, devlet kontrolü altında
olacaktı. Parla mento ücret ve fiyat d üzeyleri ni ve yeni yatı rı mın
genel d üzeyini beli rleyecekti. Dış ticaret kaçın ı l maz olarak bir
devlet tekeli olacaktı. Fakat kişisel mülkiyetin olağan şekilleri,
evler, arabalar, vs. bi reye bırakı lacaktı.
Devletçi lik ve sendi kacılık a rasında bir uzlaşma olarak Lonca
Sosya lizmi bize çok ya rarlı yollar göstermiştir. Zayıflığı, birçok
soru nla boğuşmaya çal ışması ve çok fazla ayrıntılı bir plan ortaya
koymasıdır. Paradoksal olarak çok fazla rasyoneldir. insan top­
lumları yeniden (de novo) yaratıla mazlar. Prag matik olarak mev­
cut yapılardan ve ilgili i nsanların karakterlerinden, mizaçiarında n,
geleneklerinden, isteklerinden başlanmalıdı r.
"işçi kontrol"ü sloganı ortaya atı l ı rsa, belki de en basit başlan-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 427

gıç noktası, ne üzerinde işçi kontolü, diye sormaktır. Bütün eko­


nomi üzeri nde kontrol mü? Bu i m kansızd ı r. Sendikacı bir toplum
çok fazla tek menfaatli bir meseledir. Eğer kendi bürokrasisiyle
genişletilirse, sadece bir menfaat hakimiyeti şeklini bir diğeriyle
ikame eder. Tek bir endüstrinin veya işletmenin kontrolü mü?
Bunun da anlamlı -gerçekçi- bir kavram olup olmadığı sorgu­
lanabil ir. 1 61 Kamulaştı rı lmış mül kiyet şekli olarak !onca yapısından
çok, kam u kuruluşunu; sosyal kontrol şekl i olarak send ikacı ör­
gütlen meden çok müşterek istişareyi kabul eden Endüstrinin
Kontrolü'ne dair ı 932 tari hli ingiliz işçi Send ikası Kongresi raporu
işçi kontrol ünün s ı n ı rları nın gerçekçi bir şekilde tanın masıyd ı.
Devletin işletmelerdeki hisselere sahip olması yoluyla sosyal
kontrol fikrini genişleten yeni ingiliz işçi partisinin Endüstri ve
Toplum'a dair prog ra mı, yeni bir "ida ri" sınıf topl umu riski ni ar­
tırmasına rağmen, prensi pte, işçi kontrolünün de hedeflerinden
biri olan, şirketlerin topl uma karşı "sosyal sorumluluk"162 ol uş­
turmaları yol u nda atılmış büyük bir a d ı md ı r.
Sosyalistler ile sendikacılar tarafı ndan i leri sürüldüğü şekliyle
işçi kontrolü fıkrindeki en büyük karışıklık, kontrol kel i mesinin her
zaman iki anlam taşıyor olmasıdır: yönlendirme olarak (örneğin,
bir a rabanın gidişini kontrol etmek ve frenleme olarak (örneği n,
birinin öfkesi ni kontrol etmesi). işçi kontrolü tartışmalarında ta­
raflar genell ikle fa rklı anlamları nadiren ayırt etmektedi rler. Ka­
baca söylemek gerekirse, sosyalistler işçi kontolünden yönetim
veya bir işletmenin bizzat işçiler tarafından idare edilmesi veya
işçilerin yöneti me katı l ma ları anlam ında bahsetmekted irler. Bu
son anlamıyla işçi kontolü Yugoslavya'da denen mektedi r. işçi le­
rin yönetime katılmaları konusundaki asıl zorluk, işçilerin yöne­
timdeki ayrı menfaatlerin i minimize etme ve işçileri fa brikadaki
bağı msız d u ru mlarından mahrum etme eğ ilimidir.
Tarihsel olarak, işçilerin menfaatleri ni müdafaa etmek için ha­
reket eden işçi send ikası kısıtlayıcı ve koruyucu bir örgüt olm uş­
tur. Birlik ise milli birlik menfaatleri veya devlet adına işçi leri
kontrol eden bir a raç hal ine gelmiştir ve işçiler bunların yerine
geçecek başka kuruluşlar oluşturmuşlard ı r. Bu, Birinci Dünya
Savaşı boyunca ingiltere'deki işçi temsilcisi hareketinin ve Ekim
ı 956'da Polanya'daki işçi konseylerinin tarihidi r. Bugün Yugos­
lavya'da Komünist parti bir ikilemdedir. işçiler yönetime katı lmak
için görev başına getirildiklerinden, birliğin h içbir fonksiyonel
428 IDEOLOJININ SONU

rolü kalmamış gibidir. Ve bazı teorisyen ler işçi send ikalarının


ortadan kal kması gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdi r.
Diğer taraftan, ingiltere'de kamu laştı rılmış endüstrilerdeki birlik­
ler Yönetim Kurul larına katı l mayı veya üretimde sorumluluk al­
mayı ısrarla reddetmektedirler. Birlik, bağımsız, savun macı bir
kurum olarak yönetimle karşı karşıya gelmeye devam etmekte­
dir.
O zaman i şçi kontrolü için h içbir rol bulunmamakta mıdır?
Eğer işçi kontrolü fikri nin herhangi bir anlamı varsa o da işyerin­
de iş hayatını doğrudan etkileyen şeyler üzerindeki kontolüdür:
tempo, h ız, iş talepleri, eşit ödeme standartları belirlenmesi için
söz almak, kendi üzerindeki hiyerarşinin taleplerini kısıtlamak, vs.
Bunlar Karl Popper'ın "kademeli teknoloji" diye adlandırdığı,
büyük meseleler için belki de küçük çözümlerd ir. Eskatoloj i k
görüşlerin geti rd iği yere bakı n!
i ki önemli şeyi birbirinden ayıral ı m, fabrikada işçiyi etkileyen
şeylerden birinin ha kkan iyetli mua mele meselesi olduğuna ina­
n ıyorum; diğeri, teknolojinin ve m ühendislik kültürünün bizzat iş
süreci üzerindeki etkisidir.
Hakkaniyet sayesinde, hiçbir yönetici işçi üzerinde keyfi veya
kaprisli bir güç kullanamaz ve işçi şikayetlerinin ta rafsız bir hü­
küm bulduğu kanallar mevcuttur. i kinci olarak, hakkaniyet saye­
si nde, işçi fabrikadaki veya bölgedeki diğer işçilere göre makul bir
ücret alacağının garanti edi l mesi ni ister. Ücretlerdeki farkl ı l ı klar
meselesi zor bir meseledir. Geçmişte bu farklılıklar gelenek veya
piyasadaki a rz-talep dengesi tarafı ndan belirlenmekteydi. Son
yılla rda m ühendisler iş değerlendi rme planları yoluyla iş sınıfları
a rasına "tarafsız" mesafeler koymaya çal ıştı lar. Bunlar çoğu kez
başarısız olmuştur çünkü "geçimsiz" işçiler mekanik olarak uygu­
lanan mekanik kriterlerin hakkan iyeti temsil ettiğine inan maya
yanaşmamaktad ı rlar. Bazen de fabrikadaki "iktidar" grupları ken­
di aleyhlerine olan ücret tarifeleri ni kabul etmemekted irler.163
Batı'da genelde birl i klerin (veya Alma nya'da birl i kler bölgesel
ücret politikalarıyla ilgilendikleri ve işyerlerinde hiçbir kökleri
olmadığı için işyeri komitelerinin) fonksiyonları büyük çapta bir
başarıyla topl u pazarlık sözleşmelerine yazılarak tanınan hakka­
niyet standartlarını g üvence altına a l mak için yönlendirilmiştir.
Kıdemli lik, a rabuluculuk ve hakemlik süreçleri, birliğin ücret a rtış­
larını böl üşüm yöntemleri ni beli rlemesi (örneğin, eşit veya her-
MARX'DAN BAŞLAYAN IKI YOL 429

kese aynı veya yüzdelik a rtışlar yoluyla böl üşümler) hepsi fabri­
kada adil m ua mele meselelinde işverenin değil, işçilerin hakkani­
yet a n layışlarının zaferini ispatlamaktadı r.
Fakat kontrolün diğer tarafında, bizzat iş sürecine meydan
okuma kon usunda send ikal birlikler başarısız ol muşlard ı r. Bugün
Amerikan fabrika işçisi -ve muhtemelen diğer ülkelerdeki fabri­
ka işçileri- hakkındaki en bel irgin gerçek işe olan i lgisizliktir. Çok
az kişi "iş"ini kendini gerçekleştireceği bir yer olara k düşünmek­
tedir. Genelli kle işyeri samimiyeti, şakalaşma, dedikodu, siyaset
yapma veya g rup dayanışması yaşanmaktad ı r. Fakat bireyin
yapması gereken g ündelik görevlerden oluşan işin kendisi her­
hangi bir motivasyondan yoksun, kaytanlacak veya mümkün
olduğu nca hızlı bitiri lecek bıktırıcı bir angarya olarak görül mek­
tedir.
Birl i klerin iş sürecine karşı gelmeleri, bir bütün olarak topluma
radikal bir şekilde karşı gelmemelerini gerekti rir. Çünkü endüst­
rinin yerini veya fabrikanın büyü klüğünü sorg u lamak sadece
idari i mtiyazları sorgulamak değil, başlıca düşüncesi maliyetleri
azaltmak ve üretim i a rtı rmak olan tüketim ekonomisinin mantı­
ğını sorgulamaktır. Dahası, herhangi bir tek işletme rekabetçi bir
durumda rakiplerinin arkasında kal madan, iş a kışını kabul ederek
maliyetlerin i nasıl artıra bil ir? Fakat bu sadece "kapital ist" toplu­
mun başa rısıziiğı değild i r. Sosyalist toplumlarda, maalesef, iş
sürecinin anlamı üzerinde düşün meye dair neredeyse hiçbir
yaratıcı g irişimde bulunulmam ıştır. Azı n l ı k di ktatörl üğ ünün sü­
ratli end üstrileşmeyi h ızlandı rmaya çalıştığı Komünist ülkelerde
işçiler üzerindeki etki daha şiddetli olm uştur.
Hayat sta ndartlarının acınacak kadar düşük olduğu azgelişmiş
ülkelerde işin işçiye daha anlamlı kılı n ması için üretimin feda
edilmesinden bahsetmek bile zordur. Yine de bunlar ve/veya
şartlarına bağ lana maz, bağlanmamalıdır. Mühendisler verimlilik
hesa pları nın çok ileri götürül mesi -işin en küçük parçalarına
ayrılarak tamamen monoton laştı rıl ması- hali nde kendi kendile­
rine zara r verd ikleri ni öğrend iler. Soru her za man "ne kadar" so­
rusud ur. Fakat bu soru hesapların önüne kon u l malıdır.
Değişimierin mümkün olduğunu görmek için makine süreci­
nin kaderci liğini kabul etmek veya otomasyanda yeni ütopyalar
beklemek gerekmez. Bu değişimler, büyük işçi kitlelerini işyerine
taşı makta n çok, işi işçilerin ayağ ına getiren gerçek bir özerk yö-
430 IDEOLOJININ SONU

netim g i bi büyük çaplı değişim lerden, iş devirleri nin gen işleti l­


mesi, işlerin büyütü lmesi, işin doğal ritmine izin veri lmesi gibi
ufak fakat önem li değişimlere kadar sıralanmaktadır.
Kesin olan şud ur: esas itibariyle bir tavır değişikliği gerekmek­
tedir. Sosyolojik jargonu kulla nacak olursak, "ta lep akışı" yukarı­
dan dayatılan kısıtlamalardan çok, işçinin kendisinden gel melidir.
Örneğin, işçinin bir meta elmadığı söylenecekse, o zaman parça
başı işin feshedil mesi ve ayl ık veya yıl l ı k ücret alan bir işçi ile par­
ça başı veya saatl ik ücret alan işçi a rası ndaki ayrı m ortadan kaldı­
rıl malıdır. Eski sosyalist ve hüma nist geleneğin işçi protestosu
tekrar ka bul edi lecek olursa, o zaman, iş h ızının ve temposu nun
belirleneceği merkez, piyasa değil, bizzat işyeri olmalıdır.
Hayatın tamamı bizzat işin doğasında bulunmalıd ır.
Bat1'da i deolojinin Sonu:
Bir Epilog

insanlar umutlarına nerede sınır koyacakla­


rını bilmernek hatasına düşerler.
-Machiavelli

Hı ristiyan alegerisinde olduğu gibi, insanın bu d ü nyayı kaos ve


cennet a rasında ka lıcı, kesin bir şeki lde sabit olarak düşündüğü
birkaç çağ yaşanmıştır. Dört yüz yıldan daha fazla bir zaman önce
bir Mısır papirüsünde yazıldığı gibi: " . . . küsta h l ı k h ü küm sürmek­
te . . . ü l ke çömlekçi çarkı gibi çalkalanıp durmakta . . . kitleler ço­
bansız ürkek koyunlar gibi . . . dün fa kir olan bugün zengin ve
eskiden zengin olan ona övg ü ler yağdırmakta." Helenist çağ
Gilbert Murray'in tanımladığı gibi bir "sinir bozu kluğu" çağıydı.
"Kötü mserl iğin a rttığı, kendine g üvenin kaybolduğu, bu hayat­
ta n umudun kesildiği ve normal insan ça basına inancın tükendi­
ği" bir çağd ı. Ve ihtiyar hain Talleyrand ya lnızca 1 789'dan önce
yaşayanların hayatın bütün zevkleri ni tattı klarını iddia etm iştir.164
1 930 ve 1 950 arasındaki yirmi yıllık dönemin yazı l ı tari hte özel
bir yoğunluğa sahip olmasından dolayı, kendisinden önce gelen
uzun bir parlak u mut dönemiyle daha üzücü ve acı hale gelen bu
çağ ı n da kendine has örnekleri vardır: d ünya genel i nde iktisadi
buhra n ve şiddetl i sı nıf mücadeleleri, insan kültüründe i leri bir
aşamada d uran bir ülkede faşizmin ve radikal em perya lizmin
yükselişe geçmesi, insana dair daha güzel idealler vaat eden
devrimci bir kuşağın kendini trajik bir şekilde feda etmesi, bugü­
ne kadar görül memiş yayg ınlıktaki ve çaptaki yı kıcı savaş, topla­
ma kamplarında ve ölüm odalarında mi lyonlarca insanın bü rok­
ratikleştirilmiş katliamı. Bunların hepsi, geçen yüz elli yı l ı n dev­
rimci hareketlerinden bahseden radikal entelektüel için mutlu
432 IDEOLOJININ SONU

gelecekçi umutların, milenyu mculuğun, apokaliptik düşüncenin


ve ideolojinin sonu anlamına gelmektedir. Bu son, bir zamanlar
eyleme giden yol olan ideoloji için ölümd ür.
Fransız filozofları a rasındaki kökenieri her ne olursa olsun, fi­
kirleri eyleme dön üştürme yolu olarak ideolojiye en keskin ifade­
lerini sol Hegel'ciler, Feuerbach ve Marx kazandırm ıştır. Onlara
göre felsefenin görevi şimdiyi geçmişten kurta rmak için eleştirel
olmalıydı. (Marx, "Bütü n ölü kuşakların geleneği yaşayanların
beynine bir karabasan gibi çökmektedi r," diye yazmıştır.) Sol
Hegel'ci lerin hepsi nin en radikali olan Feuerbach kendini ll. Lut­
her olarak ilan etmiştir. Dini, mitolojiden arındırı rsak i nsan özg ür
olabili r, demiştir. Düşünce tarihinin tamamı, ilerici bir aydı nlama
tarihidir ve eğer nihayet Hıristiyanlık'ta Tanrı, dar görüşlü bir
ilahtan evrensel bir soyutlamaya dönüştü rülebilirse ya bancılaş­
ma veya insa n ı n özünden uzaklaşması radikal araçları n ı kullanan
eleştirinin rolü teolojinin yerine antropolojiyi, Tan rı'nın yerine
i nsan'ı koymak olacaktır. Felsefe hayata yönlendirilmeli, insan
"soyutlamaların hayaletinden" kurta rıimalı ve doğaüstü bağla­
rından koparılma lıdır. Din yaln ızca "yanlış bilinç" yaratmaya yarar.
Felsefe "doğru bili nci" ortaya çıka rı r. Ve Feuerbach bili ncin mer­
kezine Tan rı'nın yerine insan'ı yerleştirerek "fa nideki bakiyi" bul­
maya çalışmıştır.1 65
Feuerbach dini "dünyaya indirdiyse," Marx onu dön üştürme­
ye çalışmıştır. Ve Feuerbach'ın antrolopolojiyi ilan ettiği yerde
Marx, Hegel'deki bir kökü yeniden kullanarak Ta rih ve tarihsel
bağlamlar üzerinde d u rmuştur. Dünya, i nsan türü değil, insandır;
ve i nsanlardan, i nsan sınıflarından oluşur. insanlar sınıfsa l ko­
nu mlarından dolayı ayrılırlar. Ve hakikatler, sınıf hakikatleridir. Bu
nedenle bütün hakikatler maskelerd ir veya kısmi hakikatlerdir.
Fakat gerçek hakikat devrimci hakikattir. Ve bu gerçek hakikat
rasyoneldir.
Böylece ideoloji analizine ve yeni bir ideolojinin yaratılmasına
bir dinamik kazandırılmış oldu. Dini, mitolojiden arındıra rak,
i nsandaki pota nsiyel (Tanrı'dan ve güna hta n) kurta n i mış oldu.
Tarihin gözler önüne seril mesiyle rasyonalite ortaya çıkmış oldu.
Sınıf mücadelelerinde ya nlış bili nçten çok doğru bili nce ulaşılma­
l ıd ı r. Fakat hakikat eylemde yatıyorsa, eyleme geçmek gerekir.
Marx, sol Hegel'cilerin sırf edebiyat yaptıklarını söylemiştir. (Onla­
ra göre dergi bir "prati k"ti.) Marx'a göre, gerçek eylem yal nızca
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 433

siyasetteyd i. Fakat Marx'ın anladığı a n la mda eylem, devrimci


eylem sadece bir sosyal değişim değildi; Anabaptistlerin bütün
eski milenyumcu, mutlu gelecekçi fikirlerinin kendi yol u nda kal­
dığı yerden devam etmesiydi. Bu yeni görüşüyle, yeni bir ideolo­
jiydi.

ideoloji analizi ta m anlamıyla entelijansiya tartışmasına aittir.


Ra hip için d i n neyse, entelektüel için ideoloji od ur. Bu aslında
bize d ünyanın büyü klüğüne dair bir i pucu vermekte ve çok de­
ğişkenli fonksiyonlarının sebebini göstermekted ir. ideoloji keli­
mesi Fransız filozof Destutt de Tracy tarafı ndan 1 8'inci yüzyıl ı n
son unda icat edilm iştir. Özellikle D e Tracy, Helvetius v e Holbach
gibi materyalistler ve Aydınlanma filozoflarıyla birlikte, Kilise ve
Devlet tarafından teşvik edilen geleneksel inanç ve otorite yön­
temleri dışında bir "hakikat" tan ı m ı bul maya çalışıyordu. Ve aynı
şekilde, bu adamlar, Francis Bacon'un etkisi altında, hepsi Pla­
ton'un mağarasındaki gölgeler gibi hakikat ill üzyonları yaratan
tesadüfi eği l i mlerin, önyargısal çarpıtmaları n, yetiştirilme özellik­
lerinin, şahsi menfaat müda halelerinin ve basit i nanç isteğinin
kusurlarını ortadan kaldıraca k bir yol arıyorlardı: Amaçları "nes­
nel" hakikate ulaşmak ve düşü nceyi "düzeltmek" için fikirleri
"arındı rmak"tı. Bazıları, örneğin Helvetius, çarpıtmaların nasıl
başlad ığını görmek için kökene inip fikirlerin gelişimini a raştır­
mak gerektiğine inan mıştır. De Tracy fi kirlerin algılanması sağla­
narak "arı ndırılabileceğine" inanmış -Fransız'ların za r zor gizle­
nen din karşıtı yorumuyla, ingi liz am pirizm inin geç ka lmış bir
şekli- ve fikirlerin bu yeni bilimine "ideoloji" adını vermiştir.

Francis Bacon, Novum Organum'da farklı çarpıtma türleri tespit ederek


Mantık' ı "aklın kusurlarından" kurtarmaya çalışmıştır. Bunları Kabile idol/e­
ri, Mağara idolleri ("herkesin kendi eğitimine veya diğerleriyle olan mu­
habbetine veya okuduğu kitaplara, değer verdiği ve hayran olduğu kişi­
lerin otoritesi ne borçlu olduğu, doğanın ışığını kıran veya rengini bozan,
kendine ait bir mağarası veya ini var . "), Piyasa idol/eri ve Tiyatro idolleri
. .

("çünkü benim fikrime göre, kabul edilmiş bütün [felsefi] sistemler ger­
çekdışı ve güzel bir manzara görüntüsü arkasında kendi yarattıkları dün­
yaları temsil eden birer sahne oyunundan başka bir şey değildir") olarak
adlandırmıştı r. Sosyal bilimlerde ideoloji ile ilişkili olarak çarpıtma fikri ta­
rihinin bir tartışması için bkz. Reinbard Ben d ix, Social Science and Distrust
ofReason, (California Üniversitesi Yayın ları, 1 95 1 ).
434 IDEOLOJININ SONU

Kavra mın olumsuz yan anlamları Napoleon'la birlikte ortaya


çıktı. iktidarı n ı sağlamlaştırmış olarak, Milli Enstitü'deki ahlak ve
siyaset felsefesi derslerini yasa kladı ve "ideolog lar"ı ahlakı ve
vatanseverliği yıkan sorumsuz spekülatörler olarak ilan etti. Na­
poleon bir cumhuriyetçi olarak filozofların fikirlerine sempati
d uymuştu; impa rator olarak Devlet'in bekası için dini ortodoksi­
nin önemini kavramıştı.
Fakat "ideoloji" keli mesinin tuhaf bir şeki lde fa rklı birtakım
dönüşüm lere uğraması Marx sayesinde olmuştur. Alman ideoloji­
si (The German ldeology) eserinde bel irttiği g ibi, Marx'a göre ideo­
loji felsefi idea lizmle veya fikirlerin otonam olmalarıyla ve fikirle­
rin, bağı msız olarak, hakikati ve bilinci ortaya çıkarma g ücüne
sa hip olmalarıyla ilgilidir. Bir materyalist olan Marx'a göre bu, tam
tersinden çok, "varoluşun bilinci belirlemiş" olmasından dolayı
ya nl ıştı. Fi kirlerden bir gerçekl i k portresi çizmeye çal ı şa n her
g i rişim ya lnızca "yanlış bili nç" üretirdi. Böylece, örneğin, Marx'ın
ideoloji ve yabancı laşma analizinin çoğunda kendisinden yarar­
landığı Feuerbach'ın izinden g iderek dini bir ya nlış bilinç olarak
düşündü: Tanrılar i nsanların akıllarının eseriydi ve yaln ızca ba­
ğ ı msız olarak var olmak ve insanın kaderini beli rlemek için ortaya
çıkmışlardı. Bu nedenle din bir ideolojiydi.
Fakat Marx bir adım ileri gitti. ideolojiler yal nızca yanlış fikirler
değil lerd i r, fakat belirli menfaatleri maskelerler, demiştir. ideoloji­
ler hakikat olma iddiasındad ırlar fakat özel g rupların ihtiyaçları n ı
yansıtırlar. Devlet v e Topl um'un felsefi sorunlarıyla özel olarak
i l gilendiği birkaç yerden biri olan, Yahudi Sorunu üzerine erken
dönem makalelerinde Marx, Fransız Devri mi'nin insan Hakları
Bilgesi'nde ortaya çıkan ve bu hakların Pennsylvania ve New
Hampshire Eyalet anayasalarında beli rlenen ha liyle "doğal hak­
lar" kavramına şiddetl i bir şeki lde saldı rmıştır. "Doğal haklar,"
ibadet etme veya mülk ed inme özgürlüğünün "mutlak" veya
"yüce" haklar old uklarını varsaymaktayd ı. Marx'a göre, bunlar
sadece tarihsel olarak kazanıl mış, yanlış bir evrensel geçerlilik
iddiası nda olan "burjuva hakları"yd ı . Marx, Devlet'in görevinin
"genel i rade"ye bir zemin hazırlamak olduğ unu belirtmiştir. Bur­
juvazinin yarattığı sivil toplumda Devlet muhtemelen negatif
veya tarafsız olmak zorundaydı. Herkes kendi şahsi menfaati
peşinde koşabilir ve sosyal harmoni hüküm sürebilirdi. Fakat
aslında Devlet'in özel g rupların haklarını g üçlendi rmek için kul-
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 435

lanıldığını i leri sürmüştür. Böylece insanın kendini sadece top l u­


lukta geçekleştirebileceği nden dolayı, "doğal haklar" iddiası yan­
lış bir bi reyci l i kti. Gerçek özgürlük, mül kiyet özg ü rlüğü veya din
özg ü rlüğü değil, mül kiyetten ve dinden, kısacası ideolojiden
kurtu lma özg ürlüğüyd ü. Bu nedenle ideoloji, aslında bir sınıf
menfaati olan şey için evrensel geçerlilik iddiasında bulunmaktı.
Marx, bireylerin daima şahsi menfaatler tarafından motive
olmadıklarını fark etmekle Bentha m'dan ve diğer faydaolardan
ayrılmaktad ı r. (Bu "kaba hedonizm"di.) ideolojinin anlamlı bir güç
old uğunu söylemiştir. On Sekizinci Brüm er'de "Küçük burjuvan ı n
prensi pte egoist sı nıf menfaatlerini dayatmak için isted iği dar
görüşlü bir fikir oluşturmamak gerekir. Kend isinin ortaya çıktığı
özel şartların, modern toplumun kurtarılabileceği ve sı nıf m üca­
delesinden kaçınıla bileceği yegane genel şartlar olduğuna i nan­
maktadır," diye yazmıştır. Böylece ideolojinin "maskesinin d üşü­
rül mesi," fıkrin a rkası ndaki "objektif" menfaatin ortaya çıka rı l ma­
sını ve ideolojinin ne tür bir göreve hizmet ettiğini görmemizi
sağlayacaktır:
Tüm bunların içinde saklı olan anlamlar oldukça dolaysızd ı r.
Bunla rdan i l ki, siyasetin yaln ızca rasyonalist analizinin yetersizli­
ğidiL insanların i nandıklarını söyledi kleri şey her za man dış gö­
rünüşüne göre değerlendirilemez. Fikirlerin altındaki menfaat
yapıları araştırılmalıdır. Fiki rlerin içeriğine değil, fonksiyonuna
bakıl malıdır. ikincisi, daha radikal bir sonuç olarak şudur ki eğer
fikirler maddi menfaatleri maskel iyorsa, o zaman bir doktri nin
"hakikatinin sınan ması," o doktrinin hangi sınıf menfaatlerine
hizmet ettiğine bakmakla mümkündür. Kısacası hakikat, "sınıf
ha kikati"dir. Bu nedenle objektif felsefe yoktur, yal nızca "burjuva
felsefesi" ve "proletarya felsefesi" vard ı r. Objektif sosyoloji, fakat
"burjuva sosyoloj isi" ve "proletarya sosyoloj isi" vardır. Fakat
Marksizm sadece rölativist bir doktrin değildir. Sosyal evrenin
"tarih" tarafı ndan açığa çıkarılan "objektif" bir d üzeni vard ı r. Ta-

Bu bakımdan, "ideolojinin maskesinin düşürülmesi" bir şekilde Freudiyen


sistemdeki "rasyonalizasyon"a benzemektedir. Bir rasyonalizasyon altta
yatan dürtüyü gizler. Bu onun mutla ka yanlış olduğu anlamına gelmez.
Aslında görevini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için rasyonalizas­
yonun gerçeklikle "sıkı bir uyum" içinde olması gerekir. Ancak gizli veya
altta yatan bir dürtü de mevcuttur ve analiz bunu göstermeye çal ışır.
436 IDEOLOJININ SONU

rih, Hegel için olduğu kadar Marx için de i nsanın doğayı fethet­
mesi ve bütün mitolojilerin ve doğaüstü güçlerin yok olması
sayesi nde toplumu "daha yüksek aşamala ra" ulaştıran mantığın
ilerici bir şekilde gözler önüne seril mesidir. Bu nedenle doktrinin
"hakikat"i tarihin gelişimine olan "uyg u n l u k derecesi"ne göre
bel irlen melidir ki bunun prati kteki anlamı "hakikat"in devrimin
ilerlemesine katkıda bulunup bulunmadığına bakı lmaksızın beli r­
lenmesid ir.
"Fiki rlerin sosyal determi nasyonu" teorisinin birçok zorluğu
bulu nmaktad ır. Bunlardan bi ri, bi limin rolüdür. Marx doğal bilim­
lerden, ideolojiler olarak bahsetmed i. Yine de birtakım Marksist­
ler, özellikle 1 930'1arda Sovyetler Birl iği'ndeki ler, bir "burjuva
bilimi" ile bir "burjuva fiziği" ve bir "proletarya bilimi" ile bir "pro­
letarya fiziği" old uğunu iddia etmişlerdir. Böylece, Albert Eins­
tei n'ın rölativite teorileri "idea l ist" old u kları için saldı rıya uğra mış­
tır. Ve bugün Sovyetler Birliği'nde "burjuva fiziği"nden hemen
hemen hiç ki mse söz etmezken, Sigmund Freud'un teorileri idea­
l i st olarak resmen kınanmaktadır. Ancak bi lim sınıfa bağl ı değilse
de, bu sosyal bilim ler için de aynı şekilde doğru m ud ur? Bilimin
özerkliği soru nu Marksist düşüncen in asla tatminkar bir şekilde
çözemed iği sorunlardan biridir.
ikinci bir zorluk, bir grup fikir ile bazı "sı nıf" hedefleri a rasında
bire bir il işki olduğu determinist varsayı mında yatmaktad ı r. Ancak
d u ru m her zaman böyle değildir. Ampi rizm genellikle li beral
a raştırmayla ilişkilend irilm iştir. En "radikal" ampi rist olan David
H u me i ng iliz kral ı na bağ lılık taraftarıydı ve yeni bir toplum plan­
ları için gösterilen rasyonalist ça balara karşı çıkan Edmund Burke
Muhafazakar'dı. En derin materyal istlerden biri olan Hobbes bir
kralcıydı ve Büyük Britanya'daki idealist yeniden canlanmanın
liderlerinden biri olan T. H. Green bir l i beraldi.
Üçüncü zorl u k ise sınıfın tan ı mıdır. Marx'a göre (eseri nde sını­
fın hiçbir zaman güçlü bir şekilde ta nımlanmamış olmasına rağ­
men) topl umdaki önemli sosyal ayrı mlar m ü lkiyet böl üşümün­
den kaynaklan maktad ı r. Anca k politik-teknolojik bir d ünyada
m ü l kiyet giderek artan bir şeki lde iktidarın ve hatta bazen zen­
ginliğin beli rleyicisi olarak etkisini kaybetmiştir. Hemen hemen
bütün modern topl umlarda mesleğin belirleyici bir faktörü ola­
ra k tekn ik yetenek mirastan daha önem li olmaktadır ve siyasi
iktidar, iktisadi iktidardan önce gelmekted ir. O za man sın ıfın
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 437

anlamı ned ir?


Yine de d üşünce tarzla rının tarihsel sınıf g rupları ve onların
menfaatleri ile ilgili olduğu veya fikirlerin toplumdaki farkl ı g rup­
ların farkl ı d ünya görüşlerinin veya perspektiflerinin bir sonucu
olarak ortaya çıktıkları önermesinin g ücü göz a rdı edilemez. So­
run varoluşsal temelle "zihinsel üreti m" a rasındaki ilişkilerin nasıl
belirleneceğ id ir. Örneğin, sosyolog Max Weber fi kirler ve menfa­
atler a rasında "seçi mlik bir benzerli k" bulunduğunu ileri sürmüş­
tür. Bir fikrin, bir teorisyenin veya bir devri mcinin sosyal orijini
bi rtakı m fikirlerin, deyim yerindeyse, on ları uyu mlu bulan sosyal
g ruplar tarafından seçilmiş olmasından ve kabul edilmesinden
daha az önemlidir. Weber'in, bu fikirlerin uh revi temeline rağ­
men, Kalvin ist düşü ncenin bazı özell ikleri ni ve bu tür bir doktri­
nin uygu n gördüğü, kapita lizm in gelişimi sırasında rastla ntısal ve
gerekli olan kişilik tarzı nı tartıştığı "Protestan Ahlakı" teorisinin
temeli buydu. Diğer bir sosyolog Karl Mannheim sosyal düşün­
ceyi "ideolojik" ve "ütopyacı" olara k adlandırdığı i ki temel tarza
ayırmaya çalışmıştır. Marx'dan aldığı, "fi kirleri n zamana bağ lı"
olduğu önermesini kabul etmiş fakat bütün sosyologların olduğu
kadar Marx'ın fikirleri için de aynı şeyin geçerli olduğunda ısrar
etmiştir. Bütün fikirler menfaatlere hizmet ettiğinden mevcut
düzeni savunan fikirlere "ideolojik" fikirler, sosyal düzeni değiş­
tirmeye çal ışan fikirlere "ütopik" fikirler adını vermiştir. Fakat o
zaman nesnel hakikate yönel i k her çaba ümitsiz midir? Bacon'un
arayışı bu nedenle bir serap m ıdır? Mann heim tek sosyal g rubun,
entelektüellerin göreceli olara k nesnel olabileceğini düşünmüş­
tür. Entelijansiya topl umda "akışka n bir sosyal tabaka" olduğun­
dan ve bu nedenle diğer sınıf gruplarından daha az bağ ımlı ol­
duğundan, diğer sosyal g rupların dar görüşlü sınırlarını aşan çok
yön l ü perspektifiere ulaşabi l i r.

Sosyal bilimlerin gelişi m i sırasında Bacon, De Tracy, Marx ve


diğerleri tarafı ndan ortaya atılan sorun -sosyal değişirnde fikir­
lerin rol ünün belirginleştirilmesi- "bi lgi sosyolojisi" olarak bili­
nen tekni k bir alanın parçası olmuştur. (Bu meselelerin açık bir
tartışması için Robert K. Merton'un Sosyal Teori ve Sosyal Ya­
plsındaki Social Theory and Social Structure- bölüme bakın ız.)
-

Fakat "ideoloji" kel i mesinin popüler kullanımında kavram olarak


bir bel i rsizlik bulunmaktadı r. Bir dünya görüşünü veya bir inanç
438 IDEOLOJININ SONU

sistemini veya bir sosyal g rup tarafından ahlaki olarak doğru


ol makla meşru laştı rılan, toplumdaki sosyal d üzenlemeler hak­
kındaki inançlard ı r. insanlar o za man "küçük iş adamının ideoloji­
si"nden veya li beralizmden ve faşizmden bir "ideoloji" olarak söz
etmeye başlarlar. Bazı yazarlar "Amerikalıların doğan her çocu­
ğun 'fı rsat eşitliğ i'ne sahip olduğu, her i nsanın en azından bir
d iğeri kadar iyi olduğu bir yer olarak gördü kleri ü l kelerinden
ideolojinin hayal dünyası" diye söz etmekted irler. Bu a n lamda
ideoloji bir değerler kümesinden çok bir "mit"i göstermektedir.
Birçok şeyi birbirine karıştıran bu tür kullanımların sadece ka­
rışıklık yarattıkları açıktır. Bu nedenle bazı ayrımlar yapmanın
sırasıdır.
Belki de Mann hei m'ın ayrı mını ödünç alabiliriz ve "özel ideolo­
ji kavra mı" ile "genel ideoloji kavram ı " olarak adlandırdığı bir
ayrım yapabiliriz. ilkinde belirli değerler ileri süren bireylerin
menfaatlere de sahip olduklarını söyleyebili riz. Bu değerlerle
i nançların anlamını veya oldu kları yere neden geldi kleri ni, sahip
old ukları menfaatlerle il işki lendirerek anlayabiliriz. Anca k menfa­
atler her zaman iktisadi ol mayabilirler. Statü menfaatleri (top­
l u mda daha yüksek bir yer ve sosyal kabul isteyen bir etn i k grup
g i bi), temsil gibi siyasi menfaatler, vb. iş veya emek, vb. ideoloji­
lerden bu anla mda bahsedebili riz. (Eisen hower yönetiminde
Savunma Baka n ı Sekreteri ve General Motors'un eski genel mü­
d ü rü olan Charles E. Wilson "Karşı l ı klı olarak, Birleşik Devletler için
iyi olan, General Motors için de iyidir," dediğinde ideolojiden söz
ediyordu, ya ni ü l kenin refa hı iş d ünyası nın sağ lıklı o l masına bağ lı
olduğundan, iktisat politikasının iş çevreleri nin ihtiyaçlarına göre
bel irlen mesi gerektiği görüşünü dile getiriyord u. Geniş kapsa mlı
gerçekliğin her şeyi içeren sistemi olarak genel bir ideoloji bir
hayat ta rzını tamamen dönüştürmeye ça lışan tutku dolu bir dizi
ina nçtır. ideolojiye bu bağlılık -bir a maç için veya derin ah laki
d uyg u ların tatm ini için d uyulan özlem- menfaatlerin fikirler
şekl inde yansı ması olmak zorunda değildir. Bu an lamda ve bura­
da kullandığı mız anlamda ideoloji seküler bir dindir.

ideoloji, fı kirlerin sosyal kaldıraçlara dön üştürülmesidir. Max


Lerner i roni yapmaksızın bir kitabının adını "Fiki rler Silahlard ı r"
koymuştur. ideolojinin dili budur. Rus eleşti risinin babası Vissa­
rian Belinsky, Hegel'i i l k okuduğunda ve "olan, ol ması gereken-
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 439

dir," form ülünün felsefi doğru luğuna i kna olduğunda Rus m utla­
kıyetinin destekçisi haline gelmişti. Fakat ona Hegel'in düşü nce­
sinin aksi yönde bir eği lim içerdiği, oradaki "olan"ın diyalektik
olarak farkl ı bir şekilde geliştiği gösterildiğinde bir gecede dev­
rimci kesilmiştir. Rufus W. Mathewson şöyle eleştirmektedir: "Be­
li nsky'nin dönüşü fi kirlere yönel ik hem i htiraslı hem ileriyi göre­
meyen bir tutumu göstermektedir. Bu tutum fikirlere yazlı nca
yüzeysel bir ilgi temelinde ya klaşmakta ve onla rı kaçınıl maz ola­
rak araç d u rumuna indirgemektedi r."166
ideolojiye gücünü veren şey i htirasıdır. Soyut felsefi a raştırma
bütün fikirleri rasyonalize edebi lmek için ihtirası ve şahsı ortadan
kaldırmaya çalışmıştır. ideolog için haki kat eylemde ortaya çıkar
ve deneyime anlamını "dönüştüren an" verir. ideolog düşüncede
değil, "davranışta" hayat bulur. Aslında ideolojinin fonksiyonu
hakkında g izli kalmış en önemli gerçeği n heyecan yaratmak ol­
duğu söylenebilir. Dinden (savaştan ve mill iyetçilikten) başka,
duyg usal enerjiyi kanalize etmenin birkaç yolu vard ı r. Din duygu­
sal enerjiyi sembolize etmiş, boşa ltmış ve dünyadan a l ı p ayinlere,
komü nyonlara, dini törenlere, ma betiere ve sanatlara dağıtmıştır.
ideoloji bu enerjileri eriterek siyasete ka nalize eder.
Fakat d i n en etkili haliyle bir töreydi. insanların ölüm mesele­
siyle mücadele etmelerinin bir yol uyd u. Güçlü ve kaçı nılmaz
ölüm korkusu ve da hası, şiddetl i ölüm korkusu i nsan gücünün
parlak, etkileyici, bir anlık rüyasını param parça eder. Hobbes'un
beli rttiği gibi, ölüm korkusu bilincin kaynağ ıdır. Şiddetli ölümden
kaçınma ça bası ise hukukun kaynağıdır. Cennete ve cehenneme
inanmak, gerçekten inanmak mü mkün olduğ unda, ölüm korku­
sunu birazı hafifletebilir veya kontrol edebi lir. Böyle bir i nanç
olmaksızın, geriye sadece ben liğin ta mamen yok oluşu kal ır.167
Son yüzyı lda dini inancın ve ahlak kura l larının zayıflamasıyla,
bili nçsizce ifade edilen tamamen yok oluş olarak ölüm korkusu
mu htemelen a rtmıştır. Aslı nda zamanımızın ahlaki mizacında
dikkat çeken i rrasyonelliğin keşfedil mesi bir neden olarak i leri
sürülebilir. Elbette ki fa natikl ik, şiddet ve gaddarl ı k insa n l ı k tari­
h inde görül memiş şeyler değildir. Fakat bu tür aşırılıkların ve kitle
duygularının dini bağ lılık ve pratik yoluyla yer değiştirdiği, sem­
bolize edildiği, dışa rı boşa ltıldığı ve dağıtı ldığı bir çağ vardı. Şim­
di yal nızca bu hayat var ve diğerleri nin tahakkü mü altında benli­
ğin ifade edi lmesi mü mkün -bazılarına göre mecbur- hale
440 IDEOLOJININ SONU

gel mektedi r.' Bir hareketin (komünizmin "kaçın ı lmaz" zaferindeki


gibi) sınırsız g ücüne vurgu yapılara k ölüme meydan okunabilir
veya diğerlerinin kendi iradesi önünde eğilmeleri (Kaptan
Ahab'ın "öl ümsüzl üğünde" olduğu g i bi) sağla narak ölümün üs­
tesinden gelinebilir. Her iki yol da ku llanılmıştır. Fakat siyaset,
dinin yaptığı gibi, iktidarı kurumsal laştırabileceğ inden dolayı
ta hakküme hazır bir yoldur. Dünyayı genell ikle ve yal n ızca siya­
set yoluyla değiştirmeye dayanan modern ça balar (benliğin tüm
d iğer dini dönüşümlerinde olduğu g ibi) d uygusal enerjiyi hare­
kete geçi recek diğer bütün kurumsal yolların köreitici olacağı
anlamında gelmektedi r. Asl ı nda tarikat ve kilise, parti ve sosyal
hareket haline gelmiştir.
Sosyal bir ha reket üç şeyi yaptığında insanları ayaklandı rabilir:
fikirleri basitleştirmek, hakikat iddiasında bulunmak ve i kisinin
kaynaşmasıyla eyleme bağ l ı l ı k talebi nde bulun mak. Böylece
ideoloji sadece fikirleri dönüştürmekle kal maz, insanları da dö­
nüştürür. On dokuzuncu yüzyıl ideolojileri kaçınıl mazlık üzerinde
d u ra rak ve taraftariarına ihtiras aşılayarak dinle rekabet edebi lir­
di. Kaçınılmazlığı ilerlemeyle özdeşleşti rerek, bilimin pozitif de­
ğerleriyle bir bağlantı kurmuş oluyorlardı. Fakat daha önemlisi,
bu ideolojiler de topl um içinde bir yer edin meye çalışan yükselen
entelektüeller sınıfı ile bağlantılıydı.
Haksızlı k yapmaksızın, entelektüel ve alim a rasındaki farkları
anlamak önemlidir. Alim sınırlı bir bilgi, bir gelenek alanına sa­
hiptir ve geçmişin bir mozaik olarak birikmiş, test edilmiş bilgisi­
ne kendi katkısını yaparak onun içinde kendi yerini bul maya
ça lışır. Alim, a l i m sıfatıyla, kendi "benliğiyle" daha az ilgilid i r. En­
telektüel kendi deneyi minden, kendi bireysel dünya algıları ndan,
kendi ayrıcal ı klarından ve yoksunl uklarından başlar ve dünyayı
bu d uyarlıklarla değerlendiri r. Kendi statüsü en yüksek değerde
olduğundan topluma dair yarg ıları ona uyan davra nışları yansıt­
maktadır. Entelektüel, bir ticaret medeniyetinde ya n l ış değerlerin

Kendini ifade etmenin sınırlarını herkesten çok araştırmış olan Marquis


de Sade bir defasında şöyle yazmıştır: "Heyecanlandığında despot olmak
istemeyen bir tek kişi bile yoktur. . . dünyada yalnız olmak ister . . . o za­
man her türden eşitlik, keyfini çıkardığı despotizmi yıkabilir." Bu nedenle
Sade bu duyguların d ışarı boşaltılmasına hizmet edecek evrensel gene­
levlerin açılarak bu dürtülerin cinsel faaliyete kanalize edilmesi önerisin­
de bulunmuştur.
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 441

onurland ırıldığını düşünm üş ve toplumu reddetmiştir. Böylece


özgür gezen entelektüelin siyasi ol ması için içten gelen "yerleşik"
baskı bulunmaktadır. Bu nedenle, on dokuzuncu yüzyı lda ortaya
çıkan ideolojilerin a rkasında entelektüellerin baskısı vard ı r. Wil­
liam James'i n "inanç merdiveni" dediği şeye çıkmışlar ve oradaki
imkanlarla ihtimalleri birbirinden ayıramayacak bir gelecek görü­
şüne varmışlar ve ihtimal leri kesinliklere dönüştürmüşlerdi r.
Bugün bu ideolojiler tükenmiştir. Bu önemli sosyolojik deği­
şimin a rkasındaki olaylar karmaşık ve değişkendir. Moskova Du­
ruşmaları, Nazi-Sovyet Paktı, toplama ka mpları, Maca r işçilere
yapılan baskı gibi felaketler zincirin bir halkasını, kapitalizmde
değişikl i kler ya pılması, Refah Devleti'nin ortaya çı ması g i bi sosyal
değişimler de diğer halkasını ol uşturmaktad ı r. Felsefede basit,
rasyonal ist inançların zayıfladığı ve örneğ in Freud'un, Tillich'in,
Jasper'i nki ler gibi yeni stoacı-teolajik i nsan tasavvurlarının ortaya
çıktığı takip edilebilir. Bu, Fransa'daki ve italya'daki gibi komü­
nizm ideolojilerinin siyasi bir ağırlıkları olmadıklarını veya başka
kaynaklardan ivme kazanmadıklarını söylemek değildir. Fakat
bütün bu tarihten basit bir gerçek ortaya çıkmaktad ır: radi kal
entelijansiya için eski ideolojiler "hakikat"leri ni ve ikna güçlerini
kaybetmişlerdir.
Artık ayrı ntı l ı planlar yapılıp "sosyal mü hendislik" yoluyla yeni
bir sosyal harmoni ütopyasının gerçekleşti rilebi leceğ ini çok az
kişi ciddi bir şeki lde düşünmektedi r. Ayn ı zamanda, eski "karşı
inançlar" da entelektüel g üçlerini kaybetmişlerdir. Çok az klasik
l i beral Devlet'in ekonomide hiçbir rol oyna maması nda ısrar et­
mekte ve çok az ciddi muhafazakar, en azı ndan ingi ltere'de ve
Avrupa Kıtası'nda, Refah Devleti'nin "köleliğe giden yol" olduğu­
na inan maktadır. Bu nedenle, Batı dünyasında bugün entelektü­
eller arasında siyasi meselelerde kaba bir konsensüs bulun mak­
tad ı r: Refah Devleti'nin kabulü, güç dağ ı l ı m ının istenmesi, karma
ekonomik sistem ve siyasi çoğulcul uk. ideoloji çağı bu anlamda
da sona ermiştir.
Ancak olağanüstü gerçek şudur ki eski on dokuzuncu yüzyıl
ideolojileri ve entelektüel tartışmaları tükenmişken, yükselişe
geçen Asya ve Afrika devletleri kendi i nsanları için farklı bir cazi­
besi olan yeni ideolojiler tasarlamaktadırlar. Bunlar end üstrileş­
me, modernleşme, Pan-Arabizm, ı rkçı lık ve milliyetçiliktir. Yirmin­
ci yüzyılın i ki nci ya rısı nın büyük siyasi ve sosyal meseleleri, i ki tür
442 IDEOLOJININ SONU

ideoloji a rasındaki beli rleyici farkta yatmaktad ı r. On dokuzuncu


yüzyı lın ideolojileri evrensel, hümanist nitelikteydi ve entelektü­
eller tarafı ndan tasa rlan mıştı. Asya'nın ve Afrika'nın kitle ideoloji­
leri dar görüşlü, a raçsaldır ve siyasi liderler ta rafı ndan yaratı lm ış­
tır. Eski ideolojilerin itici güçleri sosyal eşitli k ve en geniş anlamda
özgürl üktü. Yeni ideolojilerin itici güçleri iktisadi gelişme ve milli
güçtür.
Bu çağrıya, Rusya ve Çin model olmuşlard ı r. Bu ülkelerin yay­
d ı kları büyü a rtık eski özg ür topl um fikri deği ldir, fakat yen i ikti­
sadi gelişme fi krid ir. Ve eğer bu, nüfusun topyekun zorla nmasını
ve i nsanları sü rükleyecek yeni elitlerin ortaya çıkmasını gerekti­
rirse, bu tür zorlamalar olmadan iktisadi ilerlemenin yeterince
h ızlı gerçekleşemeyeceği temelinde yeni baskılar meşru laştı rıl­
maktadır. Batı'nın bazı libera lleri için bile "iktisadi gelişme" eski
hayal kırıklı kları nı silip süpüren yeni bir ideoloji haline gel m iştir.
Hızlı iktisadi gelişme ve modern leşme çağ rılarından şi kayet
etmek zordur. Eşitlik ve özg ürlük çağrıianna çok az kişi nin karşı
çıkması gibi, bu hedeflere de çok az kişi karşı çıka bilir. Fakat bu
güçlü dalgalanmada -ki h ızı şaşırtıcıd ı r- bu hedeflere müda­
hale eden herha ngi bir hareket, bugü nkü kuşağı s ı rf yeni bir el it
sınıfı nın sömürüsünü görebilecek bir gelecek uğruna feda etmiş
sayı lır. Yeni yükselen ü l kelerde tartışma Komünizmin meziyetleri
üzerine değildir ki bu doktrinin içeriği dostlar ve d üşmanlar tara­
fı ndan benzer şekilde uzun zamandır unutu l muştur. Mesele daha
eski bir meseledir: yeni topl umların demokratik kurumlar kurara k
gelişip gel işemeyecekleri ve insanlara gön üllü olarak seçim -ve
fedakarl ık- yapma ha kkı tan ıyıp tanıyamayacakları veya iktidar­
la kuvvetli yeni el itleri n ülkelerini dön üştürmek için totaliter a raç­
lar dayatıp dayatmayaca kları meselesidir. El bette ki kitleleri n
kayıtsız old ukları ve kolaylıkla manipüle edilebi ldikleri bu gele­
neksel ve eski sömürge toplumlarında çözüm entelektüel sınıflar
arasında ve onların gelecek anlayışlarında yatmaktad ı r.
Böylece elli lerin sonunda beklenmedik bir d urak karşımıza
çıkmaktad ır. Batı'da entelektüeller arasında eski ihtiraslar ka l­
mam ıştır. Bu eski tartışmalarla ilgili hiçbir an ıya ve geleceğini
üzerine kurabileceği hiçbir g üvenli geleneğe sahip ol mayan yeni
kuşak kendini, entelektüel olarak konuşacak olursak, eski a poka­
l i ptik ve mutlu gelecekçi görüşleri reddeden siyasi bir topl um
çerçevesi içerisinde yeni hedefler a rayışında bulmaktad ı r. Bir
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 443

"amaç" arayışında derin, üm itsiz, hastal ıklı bir öfke vard ı r. Bu


konu, Britanya'daki bir d üzine çoşkun genç Sol Kanat entelektüel
ta rafı ndan Mahkumlar (Convictions) adlı di kkate değer bir kitap
boyunca işlen mekted ir. Aradı kları "amacın" içeriğ ini tan ım laya­
mamaktadırlar, fakat özlem duyd ukları belli olmaktadır. Bi rleşik
Devletler'de de yeni bir entelektüel rad i kalizm için h uzursuz bir
a rayış vardır. Richard Chase, Amerika n toplumunun di kkatli bir
değerlendirmesini yaptığı Demokratik Manzara'da (The Democra­
tic Vista) on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sının dünyanın geri kalanı
için büyükl üğünün (Whitman'ı n görüşü gibi) radikal insan görü­
şünde yattığında ısrar etmekte ve bugün yeni bir radikal eleştiri
çağrısında bulun maktad ı r. Fakat mesele şudur ki (endüstrinin
sosyalizasyonu gibi kon ularla meşg ul olan) eski siyasi-iktisadi
radikal izm anlamını kaybetmiştir. Bunun yan ısıra, çağdaş kü ltü­
rün apta l laştı ncı ya nları (örneğin, televizyon) siyasi bakı mlardan
yeni bir kıl ıfa soku la maz. Amerika n kültürü aynı zamanda özellik­
le sa natta avangard ı ta mamen kabul etmiş ve eski akademik
tarzlar tamamen terk edi lmiştir. Dahası, "amaçlar" arayanların
ironisi, dertleri bir zamanlar sosyal değişim için enerji toplamak
olan işçilerin topl umdan, entelektüellerden daha çok memnun
olma larıd ır. işçiler ütopya üretmemişlerd i r. Fakat onların beklen­
tileri entelektüel leri nkinden daha azd ı ve kazanı mları buna bağ l ı
olarak daha büyük oldu.
Genç entelektüel mutsuzd ur çünkü "orta yol" kendisi için de­
ğil, orta yaşlı içindir; i htirassızdı r ve öldürücüd ür.168 Doğası gereği
ya hep ya hiç meselesi olan ideoloji ile onun mizacı gereği isted i­
ği şey entelektüel olarak zayıflatılm ıştır ve artık çok az mesele
entelektüel olarak ideolojik kavra mlarla formülize edilmektedir.
Duygusal enerjiler ve ihtiyaçlar hali hazırda mevcuttur ve bu
enerjilerin nasıl harekete geçi ri leceği sorusu zor bir sorudur. Si­
yaset çok az coşku uyandırır. Bazı genç entelektüeller bilirnde
veya üniversite a raştırmalarında bir çıkış yolu bulm uşlardır. Fakat
bu genellikle kendi yeteneklerini tek bir tekni k içinde daraltmak
pahasına ol maktad ı r. Diğerleri kendilerini ifade etmenin yolunu
sanatlarda aramışlard ır. Fakat çorak ülkede içerik yokluğu, yen i
formlar v e tarzlar yaratmak i ç i n gerekli geri l i min de yok olduğu
anlamına gelmektedir.
Batı'daki entelektüellerin siyaset haricinde i htirasla r bulup bu­
lamayacakları tartışmal ıdır. Maalesef, sosyal reform ne herhangi
444 IDEOLOJININ SONU

bir birleştirici cazi beye sahiptir ne de genç kuşağın "kendi n i ifade


etmesi" ve "kendini tanımlaması" içi n i htiyacı olan bir çıkış yolu
sunabi lir. iktisadi ütopya için yeni coşkunluklarla şevkin yörünge­
si, önemli olan tek şeyin "gelecek" olduğu Doğu'ya kaymaktad ı r.

ideolojinin sonu ütopyanın da sonu değildir, olmamalıd ı r.


Hatta gerekirse ideoloji tuzağ ının farkında olarak, yen iden bir
ütopya tartışmasına başlanabilir. Mesele şudur ki ideologlar
"berbat basitleştiricilerdi r." ideoloji i nsanların bireysel meselele­
ri nde bireysel yetenekleriyle yüzleşmelerin i gereksiz kılmaktadı r.
insan sadece ideoloj i k bir otomata dönüşmekte ve ortaya hazır
bir reçete çıka rmaktad ı r. Ve bu ina nçlar apokal iptik şevkle dol­
duğunda, fikirler korkunç sonuçlara yol açan silahlar hal i ne gel­
mektedir.
insanların kendi potansiyel leri nin tasavvuruna, ihtirası n
zekayla ka rışmış b i r şekline h e r zaman i htiyaç duymaları gibi,
bugün de bu a nlamda bir ütopyaya her zamanki nden fazla ihti­
yaç vardır. Ancak Cen net Şehri'ne çıkan merdiven artık bir "inanç
merdiveni" değil, a mpirik bir merdiven olacaktır: i nsanın nereye
gitmek istediğini, oraya nasil gitmek istediğini, teşebbüsün mali­
yetlerini ve bedelini kimin ödeyeceğinin bel i rlenmesini ve meş­
rulaştırılmasını sağlayacak bir ütopya.
ideolojinin sonu, entelektüel olarak konuşacak olursak, sosyal
değişim için kolay bir "sol" reçete yazılan çağda kitabı kapatmak­
tad ı r. Fakat kitabı kapatmak, ona sırtını dönüp gitmek değildir.
Bugün geçmişe dair çok az hatırası olan "yeni Sol''un ortaya çıktı­
ğı bir çağda bu çok daha fazla öneml idir. Bu "yeni Sol" i htirasa ve
enerjiye sahiptir, fakat onun geleceğe dair çok az bir açıklama
gücü vard ır. Eskortları "hareket halinde" olmasından dolayı se­
vinçten uçmaktadır. Fakat nereye gittiği, bunun Sosya l izm için ne
anlama geldiği, bürokratikleşmeye karşı nasıl korunacağı, de­
mokratik planlama ve işçi kontrolü ile ne söylemek istendiği gibi
üzerinde yoğu n bir şekilde düşünül mesi gereken meseleler sırf
tumturaklı laflarla geçiştirilmektedir.
Entelektüel olg unluğun ve ideolojinin sonunun anlamı, Küba
ve Afrika'daki yeni Devletler'e alı nacak tavırla sınanacaktır. Çünkü
"yeni Sol" içinde bir tabula rasa yaratmaya, "Devrim" kel i mesini
nefret günahlarının bağ ışlanmasını sivil hakların ve muha lefetin
baskı lanmasını meşrulaştı rmak için kabul etmeye, kısacası son
BATI'DA IDEOLOJININ SONU 445

kı rk yıldan a l ınan dersleri hayret veren duygusal bir hevesle sil­


meye telaşla can atanlar bulunmaktadır. Gelişmekte olan bu
sosyal hareketlerin bi rçoğunun özg ürlük taleplerinin, kendi siyasi
ve iktisad i kaderleri nin kontrol hakları nın doğruluğu, kurtuluşları
adına yapmak isted ikleri her şey için bir açık çek kazanma hakları
olduğu anlamına gelmez. Özgürlük adına i ktidara gelen bu hare­
ketlerin yerine geçtikleri Devletler gibi, tarih sah nesine çıkma
sırası nın kendilerine geldiğini ileri sürerek {Pan-Afri kanizm veya
diğer başka ideolojik bir ad a ltında) kendi saltanatın ı düşünen
emperyal izme dönüşmeyecekleri ni kimse garanti edemez.
Eğer ideolojinin sonunun herhangi bir anlamı varsa o da,
edebiyat eleşti rmeni Laurent Tail hade'nin, Mil let Meclisi'ne
bomba atan genç Fransız anarşist Vail lant'ı savu nmasında: "Bir­
kaç i nsan ı n hayatının ne önemi var? Güzel bir eylemdi," diye be­
lirttiği "Devri m" retoriğinin ve retorikçileri nin sonunun geldiği
demektir. (Güzel bir eylem, denilebi l i r ki, acı bir eylemle son bul­
du: iki yıl sonra Ta ilhade, bir restarana fırlatılan bombayla bir
gözü nü kaybetti.) Bugün Küba'da George Sherman'ın Londra
Observer'a yaptığı haberinde özetiediği gibi: "Bugün Devrim, hiç
kimsenin açı kça hangi ka nun olduğunu söylememesine rağmen,
bir kanundur. Sizden sadece onun yan ı nda veya ka rşı sında ol­
manız ve ona göre bir ya rgıda bulunmanız veya hakkı nızda bir
yarg ıda bulunulması beklenmektedir. Nefret ve tahammü lsüzl ük
bulunabilecek herhangi bir ortay yol u yok etmekted ir."
Bugün yurtiçinde ve dünyada karşımıza çıkan meseleler "sol"
ve "sağ" a rası ndaki ideolojik tartışmanın eski kavra miarına d i renç
göstermekted ir ve eğer "ideoloji" şimdiye kadar, iyi bir nedenle,
geri geti rilemeyecek bir şekilde kulla nımdan düşmüş bir keli­
meyse, ütopyanın aynı kaderi payiaşması gerekmez. Fakat bugün
yeni ütopyalar için en yüksek sesle çağ rı yapanlar, birtakı m Ütop­
yacı ve devrimci amaçlar adına alçaltıcı yolları meşrulaştı rmaya
başlariarsa ve eski tartışmalar anla msız olsa da konuşma özgür­
lüğü, bası n özg ürlüğü, muha lefet hakkı ve a raştırma özgürlüğü
gibi bazı eski hakların anlams ız olmadığı yönündeki basit dersleri
unuturlarsa ütopya ideolojiyle aynı kaderi paylaşacaktır.
Geçen yüzyılın entelektüel ta rihinin herha ngi bir anlamı ve
ondan a lınacak bir ders varsa o da Jefferson'un (geleceğin ağır
eline karşı bir uyarı görevi de görebilecek olan geçmişin ölü elini
kaldırmaya yönel ik) "an yaşaya n ı ndır" hi kmeti ni tekrar savun-
446 IDEOLOJININ SONU

maktır. Bu kendi yurttaşları nın kaderine duya rlı olan eski ve yeni
devri mcilerin her nesilde tekrar keşfettikleri bir hi kmettir. Palon­
yal ı cesur filozof Leszek Kolakowski'n in yazd ığı dokunaklı bir
d iyalogda bir başkah raman şöyle demekted ir: "i nsan türünün
a hlaki ve entelektüel hayatının iktisadi kanunları ta kip ettiğine,
yan i bugün tasarruf ederek ya rın daha fazlasına sahip olabi lece­
ğ i mize, hakikatin zafer kazanması için bugün can l ı ları kullan ma­
mız gerektiğine veya soyl uluğa ulaşmak için suçtan yara rlanma­
mız gerektiğine asla inan mayacağ ı m."
Entelektüeller, "gelecek"le olan deneyi m lerinden, hüma nizm
talepleri ni beli rttikleri zaman, Polanya'nın "çözülmesi" sırasında
yazı lan bu satırlar, şu an ki insan türünü vaat edilmiş bir gelecek
için feda edebilecek eski bir devrimeiyi yeniden ele alan yüzyıl
önceki bir diyalogda Rus yazarı Alexander Herzen'in protestosu­
nu yankılamaktad ır: "Karyatitlerin bir gün başkalarının dans et­
mesi için açılan bir alana destek old ukları hazin rollerinden dolayı
bugün hayatta olan bütün i nsanları gerçekten kınamak istiyor
musunuz? Bir tek bu bile insan lara bir uyarıd ı r: sonsuzca uzak
olan hedef, aslında bir hedef değild i r, adeta bir tuzaktır. Hedef,
en azından, emekçi nin ücreti kadar veya ya pılan işten a l ı na n zevk
kadar ya kın olmalıdır. Her çağ ı n, her nesli n, her hayatın kendine
a it bir olgunluğu vard ı r. . ,''1 69
Sonsöz, 1 988:
Ideolojinin Son u nun Yeniden Değerlen­
'

dirilmesi

-Raymond Aran'un anısına

içeriklerinden çok, adları daha iyi bili nen kita plar vard ı r. Benimki
bunlardan biridir. Çeşitli eleştirmenler, genellikle Sol'dan, altmış­
ların ortasındaki rad i kalizmin yüksel işi nin kitabın tezini çürüttü­
ğüne işaret etm işlerdir. Diğerleri de eseri "teknokratik" düşü nce­
nin veya "statü ko"nun "ideolojik" bir savu nması olarak görmüş­
lerd i r. Birkaçı ise daha gülünç bir şeki lde kitabın ideallerin siya­
setteki rolüne saldırdığına inanmıştır. Kitap bunlardan hiçbiri
değildir.*
Kitabın çerçevesi "EI Iilerdeki Siyasi Fiki rlerin Tükenişine Dair"
a lt başlığıyla oluşturulmuştur. Ancak son böl ü m geleceğe bak­
makta d ı r. Genç sol-kanat entelektüellerin ideoloji için tekra rla­
nan arzuları n ı gözlemledikten sonra yeni esinlen melerin, yeni
ideoloji lerin ve yeni tanımlamaların Üçüncü Dünya'dan gelece­
ğini söyledim. Şöyle yazd ım:

olağanüstü gerçek şudur ki eski on dokuzuncu yüzyıl ideoloji­


leri ve entelektüel tartışma ları tükenmişken, yükselişe geçen
Asya ve Afrika devletleri kendi insanları için farklı bir cazibesi

Saçmalık devam etmektedir. "Genel Teori" üzerine bir kitabın 1 985'deki


bir önsözünde Quentin Skinner şöyle yazmaktadır: "Daniel Beli'in kitabı­
nın dile düşmüş başlığı, 'ideolojinin sonu'na gelindiğini iddia etmekte­
dir." Skinner bunu siyasi felsefenin sona erdiği ve "anlamlı bir şekilde
sosyal davranışın nötr değerli ampirik teorilerini kurma görevine devam
edilmesi" gerektiği inancıyla bir tutmaktadır. Quentin Skinner, ed., Beşeri
Bilimlerde Genel Teorinin Dönüşü(The Return of Grand Theory in the Human
Sciences), (Cambridge: Üniversitesi Yayınları, 1 985), s. 3-4.
448 IDEOLOJININ SONU

olan yeni ideolojiler tasarlamaktadırlar. Bunlar endüstrileşme,


modernleşme, Pan-Arabizm, ırkçılık ve milliyetçiliktir. Yirminci
yüzyılın ikinci yarısının büyük siyasi ve sosyal meseleleri, iki
tür ideoloji arasındaki belirleyici farkta yatmaktadır. On doku­
zuncu yüzyı lın ideolojileri evrensel, hümanist nitelikteyd i ve
entelektüeller tarafından tasarlanmıştı. Asya'nın ve Afrika'nın
kitle ideolojileri dar görüşlü ve araçsal olup siyasi liderler tara­
fından yaratılmıştır. Eski ideolojilerin itici güçleri sosyal eşitlik
ve en geniş anlamda özgürlüktü. Yeni ideolojilerin itici güçleri
ise iktisadi gelişme ve milli güçtür. (s. ?)

Ve bu sayfa lardan bel li olduğu gibi, Batı kültürü göz önünde


bulundurulduğunda H ı ristiyan düşüncesinin ütopyacı ve m utlu
gelecekçi köklerinin deri nlerinde yatan d ü rtüleri ortaya çıka raca k
bir amaç için her zaman bir açl ı k olacaktır, dem işti m.
ideolojinin Sonu, bir eser olarak, bağ ı msız değildir. ibretlik bir
h i kaye olarak, özellikle Avrupa'da, Sovyetler Birliği'nin ve Stali­
nizmin geleceğine dair entelektüel ler arasında sürüp g iden fikir
savaşlarının bir parçasıyd ı . Bir taraftan, Fransa'da Jea n Paul Sa rtre
ve Maurice Merleau-Ponty; Almanya'da Bertolt Brecht ve Ernst
Bloch gibi "Doğu"ya dönenler; ve gölgeler a rasından yeniden
çıkan, eminence grise, Georg Lukacs. Diğer taraftan, Al bert Ca­
mus, Raymond Aran, Arth ur Koestler, lg nazio Silon, George
Orwell ve Czeslaw Milosz gibi adamlar vardı. Zinoviev, Kamenev,
Bukharin ve bunların yanısıra başka yüzlercesi nden oluşan eski
Bolşevik lider kadrolarının neredeyse tama mının dehşetli bir
şeki lde infaz edildiği Moskova Duruşmaları; Yezhovshchina -N.
1. Yezhov'un gizli polis şefi olduğu dönemde yüz binlerce eski
parti aktivistinin genel tasfiyesi- ha kkı ndaki açıklamalar ve mil­
yonlarca insanın (Soljenitsin'in son rada n Gulag Ta kımadaları
olarak dramatize ettiği) emek ka mplarında hapsed ilmesi; Nazi­
Sovyet paktı (Ri bbentrop'un gelişi şerefine swastika'nın Moskova
havaalanının üzerine asılması ve Kızıl Ordu bandasun u n Horst
Wesse/ Lied'ine başlaması) g i bi olayların hepsi entelektüellerin
Sovyetler Birliği sevdasının sona ermesine neden olm uştur. Fakat
savaş sırasında Sovyet halkı tarafı ndan gösterilen büyük d i renç
ve fedakarlık ve rej i mde yeni bir rahatlama umutları, bi rçoğ unda
sosyal ist toplu m u n vaat edilmiş topraklarına doğru Tarih'in genel
yürüyüşünün (marche genera/e) yeniden başla ması özlemlerini
besi em iştir. Fransız fenomenolog filozof ve (Sartre'la beraber) Les
SONSÖZ, 1 988 449

temps modernes'in editörü Merleau-Ponty, baskıları i lerlemenin


d iyalektik döngüsünün mantığı olarak meşrulaştıran Hümanizm
ve Terör (Humanisme et terreur) adlı bir kitap yazmıştır. Bloch,
i nsanların özlem leri nin ütopyacı bir prensi bi nin gözler önüne
seri ldiği bir tarih felsefesi olan (Batı Al manya'ya dönmeden önce
New York'ta savaş sırasında yazdığı) ağır kitabı Umut ilkesi'ni (Der
Prinzip Hoffnung) yayı mlamıştır. Varol uşsal d üşüncenin filozofu
Sartre geleceğe miras kalacak tarihsel tercihin ya Sovyetler Birli­
ği'nden ya da Birleşik Devletler'den yana olacağını ve işçi sınıfı­
n ı n, kaba burjuva dünyasının vücut bulduğu Birleşik Devletler
yerine, evrensel sınıfı n cisim leştiği Sovyetler Birliği'ni tercih ede­
ceğini bel irtm iştir. "Gelecek" talepleri, ideoloji pankartı altında
yürüyüşüne yeniden başlad ı . Ve entelektüellerin her zaman yap­
tıkları g i bi, hegemonya m ücadelesinde kültür bir savaş alanı
haline gelmiştir.
Savaş sonrası tartışmada, ideolojinin sonu ifadesini ilk kul la­
nan kişi 1 946'da Fransız sosya l istlerinin Marksizm'den mutlak bir
felsefe anlamında vazgeçerek kendilerini onun eleştirel ya nıyla
sınırlandırmaları durumunda "çağ ımızın işaret ettiği ideoloji lerin
sonunun, yani ni hayetinde ödemeye mecbur oldukları bedelle
Tari h'te kendi lerini yok eden mutlak Ütopyalar'ın bir örneği ola­
caklarını" yazan Al bert Camus'd ür. ifadenin bağlamı, Fra nsız Sos­
yalist Partisi içinde Marksizm'i Tarih'in uzlaşmaz mantığı olarak
yeniden i leri sürmek isteyen bir g rupla, sosyalizmi etik bir güç
olarak yeniden şeki l lendiren diğer bir grup arasındaki bir tartış­
maydı. Camus şöyle yazmıştır: "Son parti kongresinin başlıca
görevi Marksizm'e sad ık kalma kararl ılığının öld ürücülüğünden
daha üstün olan yeni bir ahlak a rzusuyla uzlaşmaktı. Fakat uz­
laşmaz olan bir şeyle uzlaşılamaz."· Camus'ye göre ideoloji bir
kandırma şekliyd i.
Kend ini ka ndırma şekl i olara k ideoloji konusu sonradan kişisel

Albert Camus, "Ni victimes, ni bourreaux," Actuel/es: Chroniques 7 944-


7 948 içinde (Paris, 1 950). Makale ilk olarak Kasım 1 946'da Mücadele gaze­
tesinde çıkmış ve sonradan Dwight Macdonald tarafından "Ne Kurban,
Ne Cellat" adıyla tercüme edilerek Siyaset'in Temmuz-Ağustos 1 942 ta­
rihli sayısında yeniden yayımlanmıştır. Makale, Robert Pickus'un önsö­
züyle Continuum Books (New York, 1 980) tarafından kitapçık olarak ye­
niden yayımlanmıştır. Buradaki alıntılar kitapçığın bu baskısının 39. ve 36.
sayfaları ndan yapılmıştır.
450 IDEOLOJININ SONU

ve entelektüel bir dizi güçlü tartışmayla geliştiri lmiştir. R. H.


Crossman tarafı ndan yayına hazı rlanan Yenilgiye Uğrayan Tann
(The Gad That Failed) ( 1 949), Koestler, Silone, And re Gide, Richard
Wrig ht, Louis Fischer ve Stephen Spender'in Bolşevizm illüzyon­
ları hakkındaki ifadelerini taşı maktad ı r. Czeslaw Milosz, Esir
Akti'da (The Captive Mind) (1 953) entelektüellerin yeni bir teoloji
olarak diamat'ı (diyalektik materyalizmi) kucaklayarak kendi lerini
nasıl kandırd ı klarını göstermek için Müslümanların kitman kav­
ra mını kullanmaktadır. Kitman, ideolojik çarpıtma lar için bir sem­
boldü. George Orwel l'in tota liter bir sistemde ideolojinin ve siya­
setin birbiriyle kaynaştığı zamanki sarhoşl uğun gücünün portre­
sini çizdiği 7 984 ("Geleceğin bir resmini istiyorsanız insanın yü­
zünü ebediyen çiğneyen bir çizme hayal edin") açıkça anlaşılır bir
şeki lde Stal in'i ve Sovyetler Birliği'ni hedef alıyord u. Raymond
Aran'un Ente/ektüellerin Afyonu (The Opium of the lnte/lectua/s)
( 1 955), terörün gerekçesi olarak "tarihsel zorunlul u k" tartışmala­
rını susturan bir da rbeyd i.
Kruşçev'in 1 956'da Stalin'in iftira suçlarını açıklaması, hemen
ardından, Moskova'nın dayattığı eski rejimi kapı d ışarı eden genç
entelektüellerin l iderl iğindeki Polanya Ekimi ve (Ruslar tarafın­
dan idam edilen Kom ü nist başbakan l m re Nagy liderl iğindel
1 956- 1 957 Macar Devri mi, 1 930'1arın son undaki olayların önceki
kuşağın sona ermesine işaret etmesi gibi, inananlardan oluşan
başka bir kuşak için kitabı kapatmıştır.
Aran, 1 955'deki kitabını "ideolojik Çağın Sonu m u?" başl ıklı
bir bölümle nokta lamıştı ve bu soru 1 955'de Milan'da Kültürel
Özg ürlük Kongresi tarafı ndan desteklenen uluslara rası konferan­
sın konusuyd u. Bu konferansta sunulan bildirilerde Aron'un,
Michel Polanyi'nin, Edward Shi ls'in, C. A. R. Crosland'ın, Seymour
Martin Lipset'in fikirleri ve ben i m fi ki rleri m ortak bir zeminde
buluşmuştu. Sonraki yıllarda önem verilen noktalar ve kon ular az
çok değişse de temel d üşünce çeşitli semi nerlerde ve kitaplarda
geliştiril miştir. Kitabımın kon usu bu özel zemi nden esiniense de
daha başka birçok kaynağı ve a macı bulun maktayd ı. Bu kitap
bütü nlüklü bir çalışma değil, fakat birta kım ortak noktalarda bir
araya getirilmiş makaleler toplamıdır:
• Fikir mücadeleleriyle uğraşan entelektüellerin rol ünün
sosyolojik bir a raştı rması.
SONSÖZ, 1 988 451

• ihtirasları ve inançları, kısacası bir inanç sistemini ha reke­


te geçirmede dinin daha önceki rolüyle ka rşılaştırmalı
olarak ta rihsel bağlamı içi nde bir ideoloji an layışı.
• Özellikle sınıf kavramı gi bi, Marksizm'den alınan bi rçok
anal iti k kategorinin Amerikan topl umunun belirgin kar­
maşıklıkla rıyla baş etmekte neden yetersiz kaldığını gös­
termek için ya pılan, Amerika n topl umunun bazı sosyolo­
j i k araştırmaları.*
• Ve bir sonraki entelektüel kuşağı için bir "öğüt." Çağdaş­
larımın görüşlerinde yansımasını bulan ütopyacı umutlar
ve siyasal sınırlar konu ları "Üç Kuşağı n Ruh Hali" ha kkın­
daki makalelerde i ncelenmiştir. Genişletil miş ( 1 96 1 'de
yazılan) epi log umun son sayfaları melankolik bir tarzda
yeni bir aşamaya işaret etmektedi r:

ideolojinin sonu, entelektüel olarak konuşacak olursak, sosyal


değişim için kolay bir "sol" reçete yazı lan çağda kitabı kapatmak­
tadı r. Fakat kitabı kapatmak, ona sırtını dönüp gitmek değildir.
Bugün geçmişe dair çok az hatırası olan "yeni Sol"un ortaya çıktı­
ğı . . .

ilk baskıdaki (1 960, bölüm 1 O) "Menfaat ve ideoloji: Endüstriyel Tartışma­


larda Kamuoyunun Rolü(lnterest and ldeology: On the Role of Public
Opinion in lndustrial Disputes)" başlıklı makale, konu olarak aldığı Taft­
Hartley kanununun sınırlı bir güncellik taşımasından dolayı karton kapak­
lı baskılardan çıkarılmıştır. Yine de menfaat ve ideoloji arasındaki ilişki
hakkında genel bir nokta güncelliğini korumaktadır. Bu makalede Bent­
ham ve faydacılık teorisini kullanarak bir "sosyal karar" ile "bireysel karar­
ların bütünü" arasında, sembolik veya ideolojik yaklaşımlarla piyasa dav­
ranışı arasında bir ayrım yapmaya çal ıştım. M a kalenin içeriği, modern
toplumda yaratılan kamuoyuydu. ideoloji ve menfaat çatıştığı zaman
"Kamu menfaatini yansıtma iddiasında olan bir kamuoyu, doğal olarak
ideoloji ve piyasa kararlarının istikrarsız bir birleşimi olacaktır. Böyle gö­
rüşlerin harekete yol açıp açmayacağı ve bu hareketin ne türden bir ha­
reket olacağı iki tür dürtü arasındaki gerilimin ve biriyle veya diğeriyle
olan özdeşleşmenin derecesine bağlıdır," (s. 1 92) diye yazm ıştım. "Prole­
taryanın Kapitalizmi: Amerikan Sendikacılığının Bir Teorisi" üzerine maka­
le genellikle ideolojik amaçlarla gerçekleştirilen bir sosyal hareket ile di­
ğer sendikalar pahasına bile olsa öncelikle kendi üyelerinin ve ticaretinin
menfaatlerini düşünmek zorunda olan piyasa örgütlenmesi gibi iki tür
sendika hareketini ele alarak sorunu genelleştirmektedir.
452 IDEOLOJININ SONU

Entelektüel olgun luğun ve ideolojinin sonunun anlamı, Küba


ve Afrika'daki yeni Devletler'e al ınacak tavırla sınanacaktır.
Çünkü "yeni Sol" içinde bir tabula rasa yaratmak, "Devrim" ke­
limesini nefret günahlarının bağışlanması için kabul etmek . . .
kısacası son kırk yıldan alınan dersleri hayret veren duygusal
bir hevesle silmeye telaşta can atanlar bulunmaktadır:

Bu her ne kadar entelektüel savaşlara katılan biri olmam ba­


kım ı ndan "siyasi" bir kitap olsa da, burada geleneksel sosyolojik
kategorilerin kısıtlamaları ndan kurtu lmak çabasıyla sosyoloj i k ilgi
de siyasetle iç içe geçmiştir. Ve bu bağlamda Marksizm de bü­
tüncül veya totalist toplum görüşünde gelenekseldir. Bütüncül
tarziara karşı toplum hakkı ndaki düşüncem, kültür ve sosyal yapı

Aklımda, gelişmekte olan "Demokratik Toplum için Öğrenciler" vardı. Bu


toplumun kurucularından biri olan Tom Hayden, kolej gazetesinin editö­
rü olduğu ve o zamanlar Endüstriyel Demokrasi Derneği'ne bağlı bulu­
nan bir bölge kuruluşunun liderliğini yaptığı Michigan Üniversitesi'nden
mezun olduktan kısa bir süre sonra Columbia Ü niversitesi'ne beni gör­
meye geldi. Bana rahatsızlık veren, Hayden'la yaptığımız bu ilk görüşme­
lerdi. Bu görüşmelerde örgütsel manevra hakkında manipülatif bir alaycı­
lıkla karışık romantik bir tavır sergilemişti. Yıllar sonra önceki yoldaşların­
dan birinin onu Sol'un Richard Nixon'u olarak adlandırmasının nedeni
belki de buydu (bkz. "Radikal Metodram Dizisi" Richard Parker, Yeni Cum­
huriyet, 1 7 Kasım 1 979).
"Demokratik Toplum için Öğrenciler" kuruluşunun ve onun katılımcı
demokrasi umutlarının son zamanlardaki, bir bakıma daha pozitif bir gö­
rüşü için (bir bakıma nostaljik ve halen romantik olduğundan dolayı) bkz.
James Miller, "Port Huron'dan Chicago Çevresine Kadar Demokrasi Sokak­
larda
Democracy ls in the Streets, From Port Huron to the Siege of Chicago)('
(New York: Simon and Schuster, 1 987). "Katılımcı demokrasi" ifadesi Yeni
Sol'un kutup yıldızı olmuştur. insanların kendi hayatlarını etkileyen karar­
lar üzerinde kontrol sahibi olmaları gerektiğini belirtmektedir. iyi bir po­
pülist i nanç. Ancak naif olarak "insanların" ilerici olduklarını ve bu tür bir
kontrolden "elitler" veya "onlar" veya herhangi bir kötücül güç tarafından
bir şekilde men edildiklerini varsaymaktadır. Yine de radikaller insanların
tepkisel veya bağnaz oldukları yönündeki ahlaki ikilemle nadiren karşı­
laşmışlardır. Güney'deki (Güney Bostan'dakil insanlar kendi hayatlarını
kontrol etmek ve kendi topluluklarını bildikleri gibi sürdürmek için zenci­
leri okullarından uzaklaştırma hakkına sahip miydi? Ve Tocqueville'in bir
zamanlar belirttiği gibi, aynı zamanda özgürlüğü çiğneyebilecek "çoğun­
luğun tiranlığı" yok mudur? Tipik olarak burada retorik, düşünceyle yer
değiştirmiştir.
SONSÖZ, 1 988 453

arası ndaki bir ayrım varsayımı üzerinde i lerlemiştir. Fonksiyona­


l ist veya Marksist bir görüş, bu i kisini ya davranışı düzen leyen
değer sistemiyle bütünleşmiş olarak görü r ya da maddi d ü nyanın
a ltyapısının siyasal, yasal ve kültürel d üzenleri "beli rlediği" totali­
te olarak görür. Bu tür görüşlerin toplumlar tarihinin farklı d üzey­
lerindeki değişimin farklı riti m lerin i karıştırdığını i leri s ü rdüm.
Ekonomideki veya teknolojideki değişi mler araçsal olduklarından
"doğrusal" bir tarzda ilerler. Bu nedenle açık bir i kame i l kesi bu­
lunmaktad ır: eğer yeni bir şey daha veri mli veya daha üretkense
o zaman maliyete bağ lı olarak kullanı lacaktır (buna rağ men
Marksistler pratikte mül kiyetin "sosyal il işki ler"i nin üretimin ge­
nişleyen "güçlerini" kısıtladığ ını i leri sürmektedirler). Ancak kül­
türde bu tür bir ikame i l kesi yoktur: kültür ka pıları ya gelenek
tarafından korunmakta ya da senkretizm tarafı ndan şiddetli bir
şekilde sarsılmaktad ı r. Fakat estetik buluşlar önceki şeki lleri "de­
mode" hale getirmezler; i nsan türünün kültürel repertuarını ge­
n işletirler. Tarihsel olarak birçok alan (on sekizinci yüzyılda burju­
va karakterinin, kültürünün ve ekonomisinin birleşmesi gibi)
bazen gevşek bir şekilde birleştiri lebi lir. Ancak genellikle, bugün
olduğu gibi, birbirleriyle geri lim içi nded irler. Fakat bir beraberlik
zorunluluğu yoktur:
Odak noktalarındaki bu ayrım, bu kitabın d üzenlen mesine
yansımıştır. Kitabın i l k iki kısm ı egemen sosyolojik kategori leri
test etmeni n bir yol u olarak Amerikan toplu mundaki ya pısal
değişi mleri ele a l maktadır. Bunlar devletin i ktisadi bir a rabul ucu

Bu tür bir analiz tarzı, 1 970'1erdeki iki kitabımın temelinde bulunmakta­


dır: Post-Endüstriyel Toplumun Geleceği ve Kapitalizmin Kültürel Çelişkile­
ri(The Coming of Post-lndustrial Society and The Cu/tura/ Contradictions of
Capitalism). Ve bunun en güçlü örneği Hobhouse'ta verdiğim "Kutsalın
Dönüşü" konferansındaki sekülerleşme tartışması olmuştur. Orada birçok
sosyoloji eleştirmeninin modern Batı dünyasını tanımlamak için kullan­
dığı "sekülerleşme" kavramının iki farklı alandaki değişimleri birbirine ka­
rıştırdığını ileri sürdüm: eskatoloj i k otoritenin daralan bir role sahip ol­
duğu endüstriyel alan ve inançlar'ın düzeyindeki değişmeler. Fakat dini
inanç sistemlerinin yükselişi ve düşüşü, kurumlardaki değişimlerden
kaynaklanmamaktadır. Bu nedenle kurumları ele alırken dini ve seküler,
inanç özelliklerini ele alırken de ilahi ve dünyevi kavramlarını kullanarak
analizimi ikiye böldüm. Bu konferans metni, makaleler toplamından olu­
şan Do/ambaç/1 Yo/(The Winding Passage)(New York: Basic Books, 1 980)
adlı kitabımda yeniden yayımlanmıştır.
454 IDEOLOJININ SONU

olarak gelişen rolü; aile kapita lizminin parça lanması (Marx'ın asla
ta rtışmad ığı bir ta rz) ve yönetici bir g rubun mül kiyet sahibi bir
sın ıftan ayrıl ması; kişisel borçtan korkan kırılgan bir toplumdan
hedonist bir tüketim toplumuna geçil mesi; siyasette bir güç ola­
rak statü g ruplarının yükselişi; ve mesleki ka lıplardaki (endüstri­
yel işçi sınıfı nın daralması, send ika üyeliğinin hiç ilerleme kay­
detmemesi ve topl umun sınıf ya pısındaki) temel değişimlerd ir.
Eğer doğru bir şekilde ta nımlanırsa, yapısal değişimierin ortaya
çıkmaları uzun bir za man alır, ve özellikle meslek ve sınıf üzerine
yaptığ ı m bu ana lizierin ve ulaştığ ı m sonuçların yirmi beş yıldan
daha fazla bir zaman sonra doğrul uklarını koruduklarını belirt­
mek beni m için oldukça tatm in edicid ir.
Kitabın üçüncü kısmı, inançları ve bir tür inanç sistemi olan
ideolojinin sekü ler bir din olarak kristalize olmasını ele almakta­
d ı r. Ancak açıkçası buradaki analizden, tondan ve beni m kuşağı­
rnın deneyi m lerinin i nsan doğası ve tarih hakkındaki bir yargıyla
kaynaşması nın yoğunluğundan, tarafsız bir i lgiden daha fazlası
ortaya çıkmaktad ı r. Birçokları gibi ben de erken bir yaşta ( 1 932'­
de on üç yaşı mda) Genç Sosyalist ha rekete katıl m ıştı m. Otuzlarda
ve kırklarda yaşam, korkuyla kaplı bir keder yuvasıyd ı. Tüm me­
deni hayal gücünün ötesinde bir barba rlı k olan Nazi ölüm ka mp­
ları; bütün ütopyacı görüşlere bir kasvet havası veren Sovyet
toplama ka mpları va rd ı. Bunları kim, nasıl açıklayabilirdi? Sid ney
Hook'un gel iştirdiği natüralist bir görüş, bunların o toplumların
kültürel kal ı pları tarafı ndan şekiilendirildiğini ve bu nedenle ayrı­
calıklı tarihsel birer fenomen olduklarını ileri sürmüştür. Bu görü­
şün ka rşısı nda, bu tür dehşet veren davranışlarda insan doğası­
nın tekrarlanan ikiyüzl ü l üğünü gören Rei nhold Niebuhr'un mo­
dern zamanlarda homo duplex olarak özünde sonsuzluk arayan
ve sonlu luğun sınırları n ı aştığ ında putperestliğe varan neo­
Augustin'ci insan görüşü va rd ı . Ben ve arkadaşlarım için Nie­
buhr'unkisi daha i kna edici bir açıkla mayd ı . Burada yazd ığım gibi,
"Bizim kuşağımız kötü mserl ikte, şerde, trajed ide ve ümitsizlikte
h ikmet bulan bir kuşaktı."
Bunlar a rasında, kitle hareketinden, siyasetteki duygudan, ih­
tiras ve nefret siyaseti nden korku doğdu. Ve bu, hayatım boyun­
ca görüşleri mi şekillendirdi. i l k görüş biçimim Birleşik Devlet­
ler'deki bir popülist ha reketler araştırması ta rafı ndan ol uşturul­
muştur. Ve bu görüşlerim ilk hal iyle bu hareketlerin komplocu
SONSÖZ, 1 988 455

d ü nya görüşünün keşfiyle değil, çarpıcı bir şeki lde Nazi ideoloji­
sini haber veren anti-semitizmlerinin ve Jahudileri parayla özdeş­
leşti rmeleri nin keşfedilmesi a racı lığıyla şeki llenmiştir. Ancak bu,
popülizmde sadece tarımsal bir rad i ka l izmin erdemli bir şeklini
gören, Birleşik Devletler'deki "ilerici" tarihçiler tarafından bastı­
n i masa da genellikle görmezden gelinmiştir:
Bu korku, N iebuhr'un "ahlaksız topl umda ahlaklı insan" dedi­
ği, etik ve siyaset gerilimini inceleyen Marksist Sosyalizm ve Birle­
şik Devletler (Marxian Socialism in the United States) ( 1 952) adlı
monografimde ifade edilmiştir. Ku llandığım kontrol metaforu
"dü nyada yaşayan fakat onun bir parçası ol mayan" (sadece bi­
reysel bir kişi değil) siyasi bir hareketin ikilemidir. Bolşevik hare­
keti ne bu d ünyadadır, ne de bu d ü nyanın bir parçasıd ı r ve bu
nedenle "olağan" (onlara göre "burjuva") ahlak sorunlarından
kurtulm uşlardır. Böylece terör ve cinayet dahil her yol mubahtır.
Devam eden gerçeklikle bug ün burada yaşayan sendika hareketi,
topl uma olan soru mlulu kla rını yerine getirmek zorundadır. Fakat
kapitalist topl umu reddeden sosyalist hareket, toplumu g üçlen­
direbilecek sorumluluk davran ışları ndaki ikilem tarafı ndan ken­
dini havada ası lı halde bulmuş ve böylece siyasi teolojisiyle çe­
lişmiştir. Ve bu nedenle kend ini genel likle felç olmuş bir durum­
da bulmuştur:·

Bu fikirler ilk olarak 1 944'de bir makalede ifade edilmiş ve Richard Hofts­
tadter tarafından fark edilmiştir. Sonradan kendisi şunları yazmıştır: "Bu,
popül izmin bu konuda kazandığı hoşgörünün bir özelliğidir ki Carey
McWilliams imtiyaz için bir Maske: Amerika'da Anti-Semitizm'de ( A Mask
for Privilege: Anti-Semitism in America) (Boston, 1 948) eski Amerikan anti­
Semitizmini bir üst sınıf fenomeni olarak ele almaktadır." Anti­
Semitizmin yükselişine dair tarihsel açıklamasında Greenback-Popülist
geleneğinden bahsetmemektedir. Daniell Beli, 'Amerikan Yahudi Düş­
manlığının Kaynakları,' Yahudi Hududu, C.XI (Haziran 1 944) s. 1 S-20'de
çağdaş anti-Semitistlerle eski Popülist gelenek arasındaki herhangi bir
ilişki olduğunu fark eden birkaç yazardan biridir." Richard Hofstadter, Re­
form Çağ1(The Age of Reform) (New York: Knopf, 1 955), s. 80-8 1 , n. 3.
•· ikinci Dünya Savaşı'ndan önce bu tür bir temel mesele "burjuva" hükü­
metlerine geçme sorunuydu. 1 938'de Sosyalist Enternasyonel (Avusturya
Marksizminin saygıdeğer lideri Otto Bauer tarafından başlatılan ve ar­
dından Rus Menşevik Theodor Dan ve Fransız solcu Jean Zyromski tara­
fından sürdürülen) burjuva kabine koalisyonlarına herhangi bir sosyalist
katılımı, sosyalizme ihanet olarak kınayan sözde Bauer-Dan-Zyromski te-
456 IDEOLOJININ SONU

Bana göre etik ve siyaset a rasındaki bu gerilim en güçlü şeki l­


de Max Weber'in "soruml uluk etiği" ile "nihai hedefler etiği" ku­
tuplaşmasını herhangi bir siyasi aktivistin yüzleşmesi gereken
hareket tarzları olarak ortaya koyd uğu "Bir Meslek Olarak Siyaset
(Pol itics as a Vocation)" başlıklı etkili makalesinin sonuç bölü­
m ünde ifade edi l m iştir. Bu sayfala rda (ve sonrakilerdel açıkladı­
ğım g ibi, tercihim değişmez bir şeki lde "sorumluluk etiği"nden
ya na olmuştur:
Yine de savaş sonrası Batı'da, bazı siyasi umutlar vard ı. (N iyet
olarak opti mizm, kal p olarak pesimizm, kararsız mizacı mın geri­
limini ol uşturmuştur.) Büyük Britanya'da Clement Attlee'nin işçi
h ükümeti dört kısa yılda Beveridge sosyal güvenliği ve Milli Sağ­
l ı k sistemiyle adil bir refah devletinin temellerini atmıştır. işçi
Parti'sinin lideri olarak Attlee'n in halefi Hugh Gaitskell, (Sydney
Webb tarafından yazı lan) işçi Partisi tüzüğü nden Parti'nin başlıca
hedefi olarak end üstri nin ka mulaştırılmasına odaklanan tumtu­
raklı Dörd üncü Madde'yi çıka rmak için bir ka mpanya başlatmış­
tır. Ve Gaitskell'in hi mayesindeki, o zamanlar kendisiyle bi rçok
kez görüştüğüm Anthony Crosland, Emek'i n umutla rının merke­
zine Sosyalizmin Geleceği (Future of Socialism) (1 964) adlı etkili
eseri nde ele aldığı bir dizi konu olan eşitliği, fırsatı, değeri yerleş­
tiren sosya l ist felsefenin yeniden düşünül mesiyle meşguldü.
Almanya'daki Sosyal Demokrat Parti, Bad Godesberg'de (1 959)
Karl Kautsky tarafından Frederic Engels gözeti minde yazı lan 1 89 1
tarih l i Erfurt prog ra mından beri bağlı olduğu ortodoks Mark­
sizm'i ıskartaya çıkartan yeni bir parti programını kabul etmiştir.
Alman Sosyal Demokrat Parti'si artı k bir "sınıf partisi" olmayaca­
ğını, herhangi bir sosyalist siyasi d üzeninde demokrasinin esas
olduğunu ve devrimden çok reform arayışında olduğunu bildir-

zini tartışmıştır. Ancak ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir sosyalist parti
liderinin şu veya bu dönemde bir koalisyonda başbakan olarak hizmet
etmediği bir Batı Avrupa ülkesine rastlanmamıştır. Bunla rın en başarılısı,
ortak bir Sosyalist-Katalik koalisyonunun otuz yıldan fazla bir zaman yö­
netimde kaldığı Avusturya'dır.
Weber'in makalesinin son sayfaları bana daima, Weber'in onaylamadığı
n ihai hedeflere siyasi bir adım atan bir gençle gizli bir diyaloğu gibi gel­
miştir. "ilk Aşk ve Eski Keder (First Love and Early Sorrow)" (Partizan Dergi­
si, 4, 1 98 1 ) başlıklı makalemde bu ahlaki dedektif hikayesinin çözümünü
ve bu gizli yüzün, Georg Lukacs'ın yüzü olduğunu söylüyorum.
SONSÖZ, 1 988 457

miştir:
Bu siyasi gelişmeler teorik araştırmalar tarafından da destek­
lenmiştir. Alman sosyolog Ra if Dahrendorf, Endüstriyel Toplumda
Stmf ve Smtf Mücadelesi (Class and Class Conflict in lndustrial Soci­
ety) (Amerikan baskısı, 1 959) adlı kitabında ikinci Dünya Sava­
şı'ndan önce olduğu g ibi, kutuplaşmış bir topl umda a rtık bir sınıf
ayrı m ı olmadığını ileri sürmüştür. "ideolojik yönelimli on doku­
zuncu yüzyıl partisinin dara l ması" konusu Colum bia'da siyasal
felsefede Franz Neumann'ın halefi, Fran kfurt Okulu'nun eski üye­
si Otto Kircheimer tarafı ndan ( 1 957'de) vurgulanmıştır. Belki de
en çarpıcı olan, 1 930'1arda entelektüel kam uoyu nu ka pita l izmin
kaçı nılmaz çöküşüne ve sosyal izmin gerekl iliğine i kna etmede
son derece etkili i ki adamın entelektüel döneklikleridi r. Bunlar­
dan biri, Geleceğin iktidar Mücadelesi (The Coming Struggle for
Power) adlı eseri iktisadi Bunalım döneminde en çok satan kitap­
lar a rasında olan ingiliz yazar John Strachey ile Amerikan Kapita­
lizminin Çöküşü'nde (Dec/ine of American Capitalism) (1 932) geri
dönüşü ol mayan bir krizin azalan kar oranından dolayı çıktığını
i leri süren Lewis Corey'd ir. Yirmi yıl sonra her iki adam da, Co­
rey'i n beli rttiği gibi, "devletçi" olmaksızın karma ekonomi ve
iktisadi planlama ta raftarı olmuştur:·

Alman Sosyal Demokrasisi'nin reformist olarak görüşü, Ne Yapmali? gibi


erken dönem yazı larında partiyi gelecek için bir model alı rken, savaş çık­
tığında Kaiser'e destek verdiği ve Ekim 1 9 1 7'deki Bolşevik devrimini des­
teklerneyi reddettiği için partiyi küçümseyen Lenin prizması tarafından
her zaman bozulmuştur. Eduard Bernstein tarafından reformist bir prog­
ram teklif edilmiş fakat Kautsky'nin ortodoks sözcüsü olduğu parti içinde
yenilgiye uğramıştır. Avrupa'nın her tarafında ve sosyalist partiler içeri­
sinde Bad Godesberg bildirgesi klasik Marksizmin reddedilmesinde bü­
yük bir tarihsel dönüm noktası olarak tanınmıştır.
'' Corey, gerçek adıyla Louis C. Fraina, Amerikan Komünist Partisi'nin kuru­
cularından biri ve ilk liderlerindendir. 1 920'Ierin başında partiyi orada
yeniden örgütlernek için Lenin tarafından Meksika'ya gönderilmiş fakat
siyasi faaliyetten vazgeçerek Birleşik Devletler'e sessizce geri dönmüştür.
1 930'1arda bağımsız bir radikal olarak verimli bir şekilde yazmaya başla­
mış ve sonradan Antioch Koleji'nde iktisat profesörü olmuştur.
1 940'1arda (Amerikalılar için Demokratik Hareket'in öncülerinden olan)
Demokratik Hareket Derneği faa liyetlerinde ve 1 945'den 1 947'ye kadar,
Yeni Parti için Milli Eğitim Komitesi olarak adlandırılan başarısız bir siyasi
harekette Corey'le işbirliği yapmıştım. Bu çabaların genellikle Corey ve
458 IDEOLOJININ SONU

ideolojinin çöküşü kon usunun belki de en güçlü formülasyo­


nu, isveçli ünlü siyasi eleştirmen Herbert Tingsten'indir. Ti ngsten,
ı 955'de iskandinav deneyimini ya nsıtı rken şöyle yazmıştır: "Bü­
yük ideolojik çatışmalar. . . her durumda tasfiye edilmiştir. . . eski
anlamıyla Liberalizm hem Muhafaza ka rlar arasında hem Liberal
Parti içinde ölmüştür. Sosyal Demokrat düşü nce, doktriner Mark­
sizm'le olan neredeyse bütün bağ ları n ı koparmıştır. . . Gerçek
'sosya l izm' ve 'liberalizm' keli meleri sırf saygı ifadesi olma yolun­
dadır." Bu aynı zamanda ı 955'de M ilan'daki Kültürel Özgürlük
Kongresi'deki konulardan biriydi.*

benim tarafımdan yazılan belgeleri ideolojinin Son u'ndaki birçok konu­


nun habercisiydi.
Karma ekonominin teorik temeli en gelişmiş şekli A. P. Lerner'ın Kontrol
iktisadt(Economics of Control) ( 1 944) adlı eserinde yer almaktadır. Eski bir
Troçkist olan Lerner, 1 930'1arda Oskar Lange ile birlikte sosyalizmin ikti­
sat teorisi üzerine, planlı bir ekonomide rasyonel fiyatların belirlenmesi
sorununa dair Ludwig von Mises ve Frederick Hayek'e meydan okuyan
bir tepki olarak dikkate değer bazı makaleler yazmasıyla öne çıkmıştır. Bu
piyasa sosyalizmi tartışması, savaştan sonra Polanya'ya dönen ve yeni
Sovyet-kontrollü rejimin yetkiiilierinden biri olan Lange tarafı ndan red­
dedilmiş veya karıştırılmıştır. Birleşik Devletler'e göç eden Lerner, Key­
nesyen ilkeleri, demokrasiye daha büyük bir koruma sağlayan yol olarak
ekonominin yönetimine uygulayan ilk yazarlardan biriydi. Lerner bu gö­
rüşleri, benim şef editörü olduğum zamanda Yeni Lider' deki (Kasım-Aralık
1 944) dört bölümlük bir makaleler dizisiyle popülarize etti.
Bu gelişmelerden en çok dehşete düşen kişi Kölelik Yolu'nun (The Road
to Serfdom) ( 1 944) yazarı Frederick Hayek'ti. 1 955 konferansının kapanış
konuşmasında Hayek, bu görüş üzerindeki konsensüs konusunda üzün­
tülüydü. Seymour Lipsek'in, Hayek'in konuşmasını tarif ettiği gibi: "Yalnız
o, genel durumdan rahatsızdı. Onu rahatsız eden şey, siyasi inanca aldır­
maksızın, delegeler arasında solu ve sağı bölen geleneksel meselelerin
karşılıklı olarak önemsizleştiği yönündeki genel anlaşmaydı. Aslında çe­
şitli ülkelerde gerçekleşen devlet kontrolündeki artışın, demokratik öz­
gürlüklerdeki bir azal ışla sonuçlanmayacağı konusunda herkes hemfikir­
di. Sosyalistler artık sosyalizmi savunmuyorlardı. Onlar en az m uhafaza­
karlar kadar çok güçlü bir devletin tehlikeleriyle ilgiliydiler. Solu ve sağı
bölen ideolojik meseleler az veya çok kam u mülkiyeti ve i ktisadi planla­
maya indirgenmişti . . . Devlet müdahalesinin kötü ve tabiatı itibarıyla to­
tal iteryan olduğuna dürüstçe inanan Hayek, kendini demokratik kamp­
laşma içindeki bölünmeleri halen ciddiye alan küçük bir azınlık içinde bul­
du." Bkz. S. M. Lipset, "ideolojinin Sonu," Siyasi insan, gözden geçirilmiş
basım (Baltimore: John Hopkins Ü niversitesi Yayınları, 1 98 1 ) s. 440-441 .
SONSÖZ, 1 988 459

Fransız Devrimi'ndeki kökenleriyle, on dokuzuncu yüzyılın


ideolojik görüşü topl umun ta m bir dönüşümü üzeri nden şekil­
lenmiştir. Savaş sonrası yıllarda Batı'da ortaya çıkan normatif
konsensüs sivil siyasetin, ideolojik siyasetin yeri ni almasını; ta­
mamen ayrı ntı lı bir planla topl umu örgütleme hayalinin başarı­
sızlığa mahkum olduğu nu; her ne kadar gerekli görünürse gö­
rünsün, bazı beşeri ve sosyal mal iyetleri beli rlemeksizin geniş
ka psamlı hiçbir sosyal değişimin getiril memesi gerektiğini ve
hayat tarzında (toprağın kolektif hale getiril mesi g i bi) geri dönü­
şü ol mayan h içbir değişikliğin yapılmaması gerektiğini kabul
etmiştir. Kısacası, bu siyasette yanlışlıkla pragmatizm (daha az bir
felsefi anlamla sağduyu olabi lecek bir kelime) olarak ad land ı rılan
bir görüştü -ve halen öyledir- veya Dewey'i n beli rsiz bir şekil­
de adlandı rdığı gibi, sosyal hastal ıkları ve yetersizl ikleri iyileştir­
menin bir yolu olarak liberal değerler çerçevesi içerisinde problem
çözmeye odaklan ma zekasıyd ı .
O za man bu, "ideolojinin sonu" kon usunun siyasi ve entelek­
tüel arka pla n ıydı . John F. Kennedy'nin sözlerine ve inancına göre
bu, kitabımın yayımlan masından sonra önem kaza nan bir ko­
nuyd u. Haziran 1 962'de bir açılış kon uşmasında Başkan Kennedy
şöyle demişti:

çağ ımızın temel yu rtiçi meselelerinin çözümü daha zor ve


daha az basittir. Bunlar felsefenin ve ideolojinin temel çatış­
malarıyla ilişkili değ il, karmaşık ve zor meselelere gelişmiş
çözü mler getirmek için araştırma yaparak genel hedeflere
ulaşmanm yollarıyla ve araçlarıyla ilgilidir . . . iktisadi kararla­
rımııda söz konusu olan şey, ülkeyi ihtirasa boğacak rakip
ideolojilerin genel bir savaşı değil, modern bir ekonom inin
pratik idaresid ir . . . siyasi etiketierin ve ideolojik yaklaşımların
çözümlerle ilgisi yoktur.*

Birleşik Devletler Başkanlarmm Halka Ses/eniş/eri. no. 2ı 3, Vale konuşması


(A.B.D. Devlet Matbaa Ofisi, ı 963), s. 470-475. Bir ay önce Başkan Ken­
nedy, Washington'daki iktisat Kongresi'nin hemen öncesinde iktisadi
olaylarda mit ve gerçeklik ve iktisadi meseleleri n artan teknik doğası üze­
rine daha az dikkat çeken bir konuşma yapmıştı. Her iki konuşmanın da
taslağı, ı 955'de ideolojinin sonu konusunun ilk kez ortaya atıldığı Mi­
lan'daki Kültürel Özgürlük Kongresi'ne katılan Arthur M. Schlesinger tara­
fından hazırlanmıştı.
460 IDEOLOJININ SONU

***

ideolojinin Son u nun yayı mlanması siniriere doku nmuştur. Ki­


'

tap -veya daha çok başlığının sembol ize ettiği tez- Lionel
Trilling ile birlikte (Tri lling'i n, Jacques Barzunve ve W. H. Auden'le
birlikte başkanlığını yaptığı Yüzyıl Ortası Kitap Kulübü tarafı ndan
seçilmişti), Arthur Schlesinger, Jr. ve David Potter gibi tarihçiler
ile i ktisatçı Robert Heilbroner tarafından övü lmesine rağmen
birçok radikal yazarın saldırısına uğramış ve yirmi beş yıl boyunca
tartışmalı bir şekilde kalmıştır: "Aslında," diye yazar Howard

On yılın sonuna doğru temel makalelerin bazılarını ve karşılıklı görüşleri


topariayan iki kitap yayımlandı: Chaim 1. Waxman'in yayına hazırladığı
ideolojinin Sonu Tarttşmast{The End of ldeology Debate) (New York: Funk
and Wagnalls, 1 968) ve Mustafa Recai'nin yayına hazırladığı ideolojinin
Düşüşü mü?(Dec/ine of ldeology?) (Chicago: Lieber-Atherton, 1 97 1 ).
Waxman'in kitabı temel olarak karşılıklı polemik görüşleri bir araya ge­
tirmektedir; teze bir şekilde sempati gösteren Recai'nin kitabı ise birta­
kım ampirik kanıtlar ve bazı eleştiriler sunmak için Finlandiya'dan, Hol­
landa'dan, Japonya'dan ve Avrupa'dan makaleleri bir araya getirmekte­
dir.
Kitap ve genelde benim eserleri m çok sayıda doktora tezine konu olmuş
ve bunların oldukça büyük bir bölümü yayımlanmıştır. Bunlar arasında
Job L. Dittberner'i n ideolojinin Sonu ve Amerikan Sosyal Düşüncesi(The End
of ldeology and American Social Thought) (Ann Arbor: U Ml Araştırma Ya­
yınları, 1 979); Benjamin S. Kleinberg'in Post-Endüstriyel Çağda Amerikan
Toplumu: Teknokrasi, iktidar ve ideolojinin Sonu(American Society in the
Post-lndustrial Age: Technocracy, Power and the End of ldeology) (Colum­
bus: Charles E. Merrili Yayınları, 1 973); Nathan Liebowitz'in Danie/1 Bel/ ve
Modern Liberalizmin Actst (Madison: Wisconsin Ü niversitesi Yayınları,
1 986) bulunmaktadır. Liebowitz ve Brick'in kitapları New York Şehir Üni­
versitesi'nde ve Michigan Üniversitesi'nde yazılan kapsamlı doktora tez­
lerinin kısaltılmış versiyonlarıdır. Bu iki tezde eksiksiz biyografik bilgiler
bulunmaktadır. Liebowitz'in tezinde ( Yeni Lider için yazdığım gazete yazı­
ları haricinde) derlenmemiş 1 OO'ün üzerinde makaleye ve eleştiriye yer
verilmiştir. Brick'in tezinde ise Liebowitz'in bahsettiklerinden sonraki dö­
nemlere ait 40 kadar makale ve eleştiriye yer veri lmiştir.
Birleşik Devletler'de sosyalizmin kaderi hakkında Princeton monografi­
sinde ve bu kitabın 1 2. bölümünde ileri sürdüğüm özel tez bizzat geniş
bir uzmanlık literatürünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu makale­
lerin başlıca derlernesi John H. M. Laslett ve Seymour M. Lipset tarafın­
dan yayına hazırlanan Bir Hayal Kmkltğt: Amerikan Sosyalizm Tarihi Üzerine
Makaleler(Failure of a Dream?Essays in History ofAmerican Socialism) (New
SONSÖZ, 1 988 461

Brick, kitabın topladığı tepkilere geri dönüp baktığında, " 'ideolo­


jinin sonu' gelecek yı llarda entelektüel lerin odaklandıkları konu­
ların ağırlığını taşımaktaydı: modern toplumun değişim umutları
ve sın ırları neyd i: Bi rleşik Devletler'de radika l hareketler şimdiye
kadar neden başarısız oldu; entelektüellerin kendi ülkelerine
karşı ve onun kültürüne karşı olan sorumlulukları nelerdi, ente­
lektüeller mevcut sosyal ilişkilere karşı nasıl bir d u ruş -muhalif
veya pozitif- sergi lemel iydiler, yerleşik elitlerin i ktidarı kötüye
kullan malarından entelektüel ler ne kadar suçlu tutu labil i rd i."
Kitabı hedef alan beş farklı eleştiri vard ı:
• ideolojinin Sonu, statükonun bir savun masıydı.
• ideolojinin Sonu, toplumdaki siyasi tartışmalar yerine uz­
manların teknokratik rehberliklerini getirmeye çalışmıştı.
• ideolojinin Sonu, ah laki söylem yerine konsensüsü getir­
meye çalışmıştı.
• ideolojinin Sonu, Soğ uk Savaş'ın bir a racıydı.
• ideolojinin Sonu, Batı topl umlarının ya nısıra Üçüncü Dün­
ya'da radi ka lizmin ve ideolojinin yeni yükselişini gören
a ltmışlardaki ve yetmişlerdeki olaylar tarafından çürütül­
müştü.
En çarpıcı olan şey, eleştirilerin h içbirinin Batı topl umunun Ma rk­
sist portresi ile bu topl um hakkındaki tahmi nler; deri nleşen ikti­
sadi krizierin kaçınıl mazl ığı ile kapitalizmde kutuplaşmış sınıf
mücadelesi hakkı ndaki dogmatizm gibi klasik Marksizmi n kal bi­
ne giden önemli yapısal değişim analizlerine karşı çıkmamış ol­
masıydı.* Bu eleşti rilerin hiçbiri dış politikanın "içsel sınıf bölün-

York: Anehor Yayınları/Doubleday, 1 974) kitabı içindedir. Laslett şunu


kabul etmektedir: "Bell'in temel tartışması . . . Amerikan sosyalizminin
geçen yirmi yılda ortaya çıkan başarısızlığını açıklama çabalarının muh­
temelen en etkililerindendir" (a.e., s. 1 1 2). Lipset, ideolojinin sonu konu­
sunda ciltler dolusu makale yazmıştır. Bu makalelerin birçoğu Siyasi in­
san'ın (Baltimore: John Hopkins Üniversitesi Yayınları, 1 98 1 ) genişletilmiş
ve güneellenmiş baskısında özellikle 1 3. ve 1 5. bölümlerinde bir araya
getirilmiştir.
Kapitalizmdeki iktisadi krizler hakkın_da Marksist tartışmaların yörüngesi
oldukça öğreticidir. Bu tür krizleri çözmek için Devlet'in müdahale et­
memesi, bunalımın kendi döngüsünü tamamlaması gerektiği yönündeki
klasik görüş sistemdeki aşırı üretimin suyunu çıkarıyordu. ikinci Dünya
Savaşı'ndan sonra geçerli olan ikinci görüş, Devlet'in sadece savaşa ve
462 IDEOLOJININ SONU

mesi nin" veya iktidarlar a rası ndaki iktisadi rekabetin bir yansı ma­
sı olmadığı, fakat m i lletler arasındaki ta rihi çatışmaların bir sonu­
cu oluğu tartışmasıyla ilgi lenmemiştir.' Hiç kimse özel mülkiyetin
tekn ik yetenek karşısında rolünün azaldığı iktisadi i ktidarın tabia­
tındaki yapısal değişim lerle veya topl umun mesleki temeli olara k
proletaryanın yeri ni a l a n yükselen "maaşlı kesim"in yükselişiyle
de ilgi len memişti. Brick'in bel i rttiği gibi: "Beli' e yöneltilen eleştiri­
lerin hiçbiri nin onun sosyalizmin a rtık Batı lı end üstriyel toplum
sorunlarıyla ilgisi kalmadığı yönündeki temel tartışmasına doğ­
rudan karşı çıkmaması old ukça çarpıcıdır."
Kitap neden bu kadar çok "yanlış okundu". Bunun entelektüel
nedeninin, yalnız bir soruna veya ka rmaşık sorunlara bir tek çö­
züm getiren bir form ülasyon ortaya koyma konusundaki isteksiz­
liği m olduğuna inan ıyorum. Modern bir toplum (kısmen kültür
ve sosyal yapı a rası ndaki kopukl u klardan; kısmen de mül kiyetin
ve tekni k yeteneğ i n iktidarın temel i olması gibi çakışan bi rçok
sosyal formun "bir a rada yaşamasından" dolayı) çok fa rkl ı akımlar
içerir. Amacım daima ("kapita lizm" gibi) bir tek kavra msal a nlayış­
tan kaçı nmak ve karmaşıkilkiara göre ana litik ayrımlar ya pmak
olmuştur. Bu analitik ayrımlar kitaptaki hemen hemen her ya pısal
değişim tartışmasında bulunmaktadır. Bu nedenle polemikçi

askeri ekonomiye parasal kaynak sağlamak için müdahale etmesi yö­


nündeki görüştü. Aslında Roosevelt ve New Deal, iktisadi krizi çözmekte
başarısız olmuş fakat savaş tarafından "kurtarılmışlardır." James
O'Connor tarafından Devletin Mali Krizi'nde (The Fiscal Crisis of the State)
( 1 973) ifade edilen üçüncü görüş, "meşruluğu" güvenceye a l ma yolu ola­
rak kapitalist devletin sosyal hizmetler için para harcamak zorunda oldu­
ğunu, fakat bunu "birikim" (sermaye tasarrufu) pahasına yaptığını ve
böylece iktisadi büyürneyi boğduğunu i leri sürmüştür. Bu son görüşle i l­
gili gülünç olan şey, modern devletin refah yükün ü kınayan sağ-kanat ik­
tisatçıların tartışmalarını yansıtmasıdır. Ancak gerçek, birikimi ve meşru­
luğu dengeleme meselesinin iktisadi büyüme peşindeki bütün toplumlar
için geçerli olduğudur. Sovyetler Birliği'nde (Marx'ın kavramını kullana­
rak) "ilkel birikim," Stalin döneminin başlangıcından beri sosyal hizmetler
pahasına olmuştur.
1 925'de Nereye ingiltere(Whither England) kitabında Troçki, kapitalist
toplumun bir sonraki ve belki de son savaşının dünyadaki başlıca iki ka­
pitalist toplum oldukları için Birleşik Devletler'le Büyük Britanya arasında
olacağını tahmin etmiştir; A.B.D., Britanya'nın mali üstünlüğünü sarstı­
ğından, sonuçta bu i ki ülke derin bir çatışmaya girebilirdi.
SONSÖZ, 1 988 463

eleşti rmenler eleştirel bir itiraza başvurmak için bu ayrı mların şu


veya bu yanını kolaylıkla çekip çıkarmaktadı rlar:
Bunlar entelektüel ya nlış okumaların sorularıdır. Fakat diğer
duyg usal unsurlar da işin içine g irmektedir. Kitabın temeli ndeki
hayal kırıklığı ve romantik radikalizmin reddine dair hava göz
önünde bulund urulduğunda, birçok eleştirmen kendi ön varsa­
yımlarını okumakta ve kitaba kızıp ona göre tepki göstermekte­
di r. Dennis Wrong'un kitabıma olan karşıt görüşünde bel irttiği
gibi: entelektüeller "ideolojinin sonu"nu kabul ederek "bağı msız
eleştirmenler ve haya lperestler olarak kendi rolleri ni oynamakta
başarısızlığa d üşüyorla r." Buna verilecek tek cevap şud ur: ente­
lektüeller sadece eleştirmen midir? Hiç "yapıcı" ol mazlar m ı ? Ve
kendi haya l leri nin sorumluluğunu hiç al mazlar m ı ?
ideolojinin Son u'nun statükoyu güçlendirdiği tartışması yankı
veren bir boşluktur. Statüko ned i r? Birçok kez bel irttiğim g ibi,
hiçbir topl um bir bütün değildir. Kapitalizm gibi tek bir kavram
bile bir bütün değildir, fa rklı boyutlar barındırır: farklı değerler ve
fa rkl ı haklar iddia ederek yarışan gruplarla demokratik bir yöne­
tim, karma bir ekonomi, refah devleti, sosyal g rupların çoğulcu
çeşitl ilikleri, senkretist bir kültür, hukukun üstü nlüğü. Bunlardan
herhangi biri doğrudan bir diğerine de bağ lı değildir. Demokra­
tik bir yönetim piyasa ekonom isinin ürünü değildir ancak yasal
sistemde bağımsız köklere ve topl umsal haklar ile özgürlükler
geleneği ne sahiptir. Mesleki yapılar sosyal ilişki ler sonucunda
değ il, teknolojik gelişmeler sonucunda değişir. Son yirmi beş
yılda zenci lerin siyasi sü rece dahil ed ilmelerine tanık olan sivil
hakların genişlemesi iktisadi sınıf mücadelelerine bağ lı değildi.
Kitap sosyal-demokratik bir yönde "parçalı" bir değişimi savun-

"Bell'in belirsizliğinin kökeninde," diye yazar Howard Brick, "temel bir


metot meselesi vardır. William James'i yorumlarken Beli şöyle yazmıştır:
'Bir ikilemle karşılaştığınızda bir ayrım yapmalısınız.' Aslında ideolojinin
Sonu -işçi sendikalarının iktisadi fonksiyonu ile işçi hareketinin siyasi rolü
arasında, rasyonel iktisadi 'menfaatler'de kökleşmiş kooperatif siyaset ile
irrasyonel 'statü' görüşlerinde kökleşmiş yıkıcı siyaset, uzun vadeli hedef
veya 'gelişen' değişim ile 'siyasi karar' ve 'pratik yargı' söz konusu oldu­
ğunda 'eşsiz anlar'da geçerli olan, 'çıkarılan' değişim gibi analitik ayrım­
larla doludur. Bu ayrımların hepsi Beli'in düşüncesinin temel düalist yapı­
sını, şüphecilik ve ahlakçıl ı k, menfaatler ve ideal ler, nesnel yapılar ve öz­
nel amaçlar kutuplarını resmileştirmektedir."( s. 425).
464 IDEOLOJININ SONU

m uştur. Eğer bu "statüko"ysa, öyle olsun.


Kitabın topl umun teknokratik yöneti mini savunduğu ve C.
Wright Mi lls'in ifadesiyle sosyoloj iden bir "ampirizm fetişi" çıka r­
dığı yön ündeki tartışma da aynı şeki lde boştur.' Kitaptaki bazı
makalelerin (bkz. özell ikle "iş ve işten Duyulan Memnuniyetsizlik­
ler") Max Weber'in ilgi alanı olan, hayatın rasyonalize edil mesine
karşı olmalarından ve makalelerin ya rısından çoğunun (yine Ho­
vard Brick'in belirttiği gibi) "sadece onları çürütmek veya a mpirik
gerçekliği yanlış a nladıklarını ortaya çıka rmak a macıyla deği l,
aynı zamanda gerçekliğin gözleminde ve sosyal a naliz 'meselele­
ri nin' formü lasyonunda ve çözümünde teorinin gerekli ön varsa­
yımsal rolünü göstermek için" teori lerin ayrı ntı lı bir tartışmasına
ayrı lmış olmasından dolayı her iki ifade de anlamsızdır.- Sosyal
pol itika için a mpirik zem inin gerekliliğinin her zaman fa rkında
ol makla birlikte, politika ol uştu rulmasında prensi pierin ve değer­
lerin önceliği -ve siyasetin zoru nlu rolü- üzerinde her za man
ısrarcı olmuşumd ur.
ideolojinin sonunun kastettiği suçlama "ahlaki söylemin sona
ermesi ve siyasi hayatın her alanında 'prag matik söylem'in baş­
laması"'dır. Filozof Henry D. Aiken ta rafı ndan hedef a l ınan bu
suçlama özellikle konudan uzaktır:·· Örneğin, "retoriğ i n sonu"
(bkz. s. 406) çağ rımı belagatin, ahlaki yargın ın, ("genel refah,"

Zamandaki uzaklık arttıkça çarpıkl ı k büyümekte ve genelleştirmedeki


gerçek payı daha da azalmaktadır. Howard P. Segal adlı genç bir bilim ta­
rihçisinin yenilerde çıkan bir kitabı (benimle, Lipset'le, Shils'le ve Brze­
zinski ile ilgili olarak) şöyle demektedir: "mümkün olan her durumda ka­
rarların siyasi müzakere veya halkoylaması temelinde değil de teknik
zeminde alınmasını tercih etmişlerdir. Aslında siyasetin yerine teknoloji'yi
getirmek istemişlerdir [aynen böyle!]." Amerikan Kültüründe Teknolojik
Ütopyae�ltk(Technological Utopianism in American Culture) (Chicago: Chi­
cago Üniversitesi Yayınları, 1 985), s. 1 35.
'" Bu kitapta şöyle yazdım: "Bugün de bu anlamda bir ütopyaya her za­
mankinden fazla ihtiyaç vardır. Ancak Cennet Şehri'ne çıkan merdiven ar­
tık bir "inanç merdiveni" değil, ampirik bir merdiven olacaktır: insanın ne­
reye gitmek istediğini, oraya nastl gitmek istediğini, teşebbüsü n maliyet­
lerini ve bedelini kimin ödeyeceğinin belirlenmesini ve meşrulaştırılma­
sını sağlayacak bir ütopya."
·••Aiken'in "ideolojiye Karşı isyan"ı Yorum'un Nisan 1 964 tarihli sayısında
çıkmış ve ardından Ekim 1 964'de bir karşı eleştiri gelmiştir. Bunlar
Waxman'ın kitabında yeniden yayımlanmıştır.
SONSÖZ, 1 988 465

"ortak fayda" gibi) felsefi ifadelerin, siyasi soyutlamaların, (Pia­


ton'dan beri rasyonalistler şiirden korkar oldukları için) şiirin,
mecazi dilin sonu olarak özellikle yanlış yorumlamış ve beni
"Komünizm ideolojisine karşı dünya m ücadelesinde bizi çaresiz
durumda bıra kacak" kötümser bir am yaşa felsefesinin savu nucu­
su olmakla suçlamıştır.
Suçla maların hayret veren çarkıfeleğinde ne yapmak gerekir?
Aiken'in ideolojinin son unu sadece pragmatizmle özdeşleştirdi­
ğini tahmin edebilirim. Ve pragmatizm (on un yorumuna göre)
siyasi söylem ile i l k prensipiere karşıdı r. Fakat cevabı mda belirtti­
ğ i m gi bi, bunların hepsi siyasi felsefe ile siyasi ideoloji a rasındaki
ka rışıklığı göstermektedi r. Bu yal n ızca Aiken'le sınırlı kal mayan
bir ka rışıklıktır:
Çok farklı bir çıkış, ideolojinin Sonu'nu "duyarsızlığa övgü" ola­
ra k adlandıra n C. Wright Mills tarafından yapı lmıştır. 1 952'de
Partizan Dergisi "Bizim Ü l kemiz, Bizi m Kültürümüz" başlığı altında
bir sempozyum düzenlediğinde, Mills adet haline getirdiği bir
yabancı d u ruşuyla şöyle yazmıştır: "Eski Partizan Dergisi'nin 'Bi­
zim Ü l kemiz' başl ığını attığını hayal edin . . . Korkudan sinerdiniz."
Mil ls'e göre bu "bizim" ülkemiz değildi. 1 959'da Küba'ya gitti,
Castro'dan büyülend i ve Dinle Yanki (Listen Yankee) kitabını yazdı.
1 960'da "ideolojinin sonu"nun "tarihsel olarak modası geçmiş
olduğunu," bir değişim a ktörü olarak işçi sınıfının "tarihsel olarak
modası geçmiş olduğunu" ve yeni bir gücün, değişim için rad i ka l
a ktörleri n: öğrencilerin v e entelektüel lerin yükselişe geçtiğini
bel irttiği (Yeni Sol Dergisi'nde ingil izce yayımlanan) ünlü "Yeni
Sol'a Mektup"unu yazarak sald ı rıya devam etmiştir.

Bu meselenin objektif olduğunu düşündüğüm iki tartışması için bkz.


Martin Seliger, ideoloji ve Siyaset(ldeology and Politics) (Londra: Alien ve
U nwin, 1 976) s. 87, 291 -292; ve Walter Carlnaes, ideoloji Kavramt ve Siyasi
Analiz(The Concept of ldeology and Political Analysis) (Westport:
Greenwood Yayınları, 1 98 1 ) s. 237-238. Her ikisinin de belirttiği gibi, hem
Aiken hem benzer bir tartışma yapan bir yazar olan Joseph La Palombara
ideolojiyi siyasal söylemle ve felsefeyle bir tuttuklarından dolayı semantik
nedeniyle "ideolojinin sonu" olmayacaktır. Ancak her ikisi de Recai'nin ki­
tabında ideolojinin düşüşüne dair ampirik verileri göz ardı etmektedir.
Aiken (Sovyetler Birliği'ndeki kolektifleştirme gibi) ideoloji adına yapılan
değişimin maliyetlerini belirlemeye yönelik olarak sorduğum sorulardan
tamamen kaçmıştır.
466 IDEOLOJININ SONU

Hegemonyanın savaş meydanı, entelektüellerin soğuk savaşı


olmasından dolayı, M ilis sald ı rısını Sovyet entelektüel leri nin Batı lı
karşılığı olan "NATO entelektüel leri" dediği şeyde yoğunlaştırdı,
her ikisi a rasında a h laki bir eşitlik kurdu ve il kine güvensizlik
d uyd u. Makalesini çın layan bir çığlıkla bitird i: "Bırakın yaşlı kadın­
lar 'ideolojinin sonu'ndan bilgece yakınsın. Biz yeniden harekete
geçmeye başlıyoruz."·
Mil ls'in makalesinden bütünl üklü bir tartışma çıkarmak zor­
dur: tuhaf bir stakato tarzında yazı l mış, iç monologlarla bölün­
müş ve "radikal değişi m" için tekrarlanan tavsiyeler içermektedir.
Fakat neyin değişimi olduğuna dair tek kelime bile yoktur. Sekter
retoriğ i n klasik taktikleriyle tartışma ya pılamaz fakat oyuncular
(bilgi sosyolojisi diye adlandırarak) "yerleşti rilir" ve a lay etmenin
yeterli olduğu sanılır. Entelektüel bir fikir olarak değersizdir, fakat
polemik olarak çok daha fazla etkilidir. Mills yükselen bir ruh
halini hissetmiş ve onun makalesi genç Yeni Sol için bayrak hali-

1 950'1erdeki bu basit "ahlaki eşitlik" doktrini bilhassa gösterişlidir. Sov­


yetler Birliği'nde Stalin tekrar muhaliflere göz açtırmamaya başladı ve
Andrei Zhdanov, örneğin Leningrad hakkındaki şiirleri şehrin savunma­
sına ilham veren büyük şair Anna Ahmtova'yı "yarı rahibe, yarı fahişe"
olarak ilan edip "sosyalist gerçekçiliğin" ortodoksluğunu yeniden kurdu.
Savaştan sonra anti-faşist direnci örgütleyen Yahudi sanatçılar Feffer ve
Michoels, Bergelson, Markish ve diğer tanınmış Yahudi yazarlarla birlikte
idam edildiler. Ve Stalin'in Kremlin hastanesinden on altı Yahudi doktor
için halka açık idam planlarıyla göstermelik duruşmalar hazırlamak, anti
semitizm için yeni bir kampanya başlatmak, Yahudileri büyük şehirlerden
sürmek gibi, Stalin'in 1 953'deki ölümünden sonra vazgeçilen dehşet ve­
rici bir plan peşinde olduğunu biliyoruz.
Doğu Avrupa boyunca yeni taşkınlıklar ve göstermelik duruşmalar ol­
muştu. 1 948'de Çekoslovakya'da ülkenin ele geçirilmesinin ve Jan Ma­
saryk'in devri lmesinin ardından Çek ve Slovak parti liderleri Rudolf
Slansky ve Vlada Clementis, bir düzine diğerleriyle birlikte i ngiliz işçi Par­
tisi'nin sol-kanat liderleri olan R. H. Crossman ve Koni Zilliacus'la işbirliği
yapan Siyonist ajanlar olduklarını "itiraf" etmişler ve asılmışlardır. (Bu
olaylar, hayatta kalanlardan biri olan ve Costas Garvas'ın L'aveu [itiraf]
filminde dramatize edilen Artur London'un kitabına dayanmaktadır.)
Macaristan'da ve Bulgaristan'da Laszlo Rajk ve çiftçi lideri Nikola Pet­
kov'un asılmalarıyla sonuçlanan benzer duruşmalar yaşanmıştır. Bu olay­
ların tam bir tarihi henüz yazılmamıştır. Bu, soğuk savaşın, Mills'in ve
1 956'dan sonra çoğunun komünist partilerden ayrılmasına rağmen Yeni
Sol'dakilerin birçoğu tarafından tartışılmayan yan larıdır.
SONSÖZ, 1 988 467

ne gelm iştir.*

ideolojinin sonu teziyle çelişkili gorunen olay rad ika lizmin


altm ışların ortasındaki ve yetmişlerdeki yü ksel işidi r. Yoğunluğu,
öfkesi, retoriği, rad i kal değişim çağrısı, hepsi birden yeni bir ideo­
loji aşamasını göstermekted ir. Yine de bu radika l izmin çok azı
veya h içbiri iktisadi meselelerden bahsetmemiş veya (heretik
Marksizme sonradan tutunanlar haricinde) bütü n l ü kl ü bir siyasi
felsefe bile ol uşturamamışlard ı r. Radi ka lizm, ah laki ve katıydı.
Altmışların ve yetmişlerin rad i ka l izmi dört farklı akımı bi rleş­
tirm iştir: seksle ve haplarla serbest bir hayat tarzı sergileyen bir
gençlik kültürünün ortaya çıkışı; Birleşik Devletler'in başlıca şehir­
lerinde kundaklama ve yağ macı lığın yaşandığı özellikle "beş
sıcak yaz"da zenci iktidarı hareketlerinin d ra matik yükselişi; ken­
dinden emin bir şeki lde Batı'ya karşı muha lefet ilan eden bir
Üçüncü Dü nya'nın "özg ürlük" hareketleri ve retorik man ifestosu;
ve Cezayi r'in Fransaya'ya karşı savaşı gi bi, öğrenci nüfusunun
büyük bir böl ümünü radikalize eden Vietnam Savaşı.
1 . Ellilerde Amerikan toplumunun sıkıcılığı olarak Beats tara­
fı ndan sembolize edilen, tam gelişmemiş gençlik kültürü, s ı kıcı
diye beğenmedikleri Amerikan toplumundan kopmuşlard ı r.
Prensipte bu, geçen yüzyı l ı n yinelenen ve benzer bohem ve
gençl ik hareketlerinden, Rimbaud'nun Verlaine'le olan yetişkin
homoseksüel serseri liğ inden ve yirmi iki yaşında kara n l ı k Afri­
ka'da macera a ra masından veya yaklaşık bir yüzyıl kadar sonra
Alien Ginsberg'in ekibini Katmandu'ya taşımasından biraz farklı­
dır. Fakat farkl ı l ı klar iki önemli gerçekte yatmaktad ı r: birincisi,
savaş sonrası nüfus patlaması sonucunda kendi ayrı ki mliğinin
bili ncinde olan gençlik g rupları nın sayılarının olağanüstü bir a rtış
göstermesi; iki ncisi, boşuna ümit vadeden bu modellerin kitle

Mill's, "mektubu" Waxman'ın kitabında, s. 1 26- 1 40, yeniden yayımlanmış­


tır. Aralık 1 960'da Karşiiaşma'da "Kaba Marksizm'den kaba Sosyolojiye"
başlıklı makalemde cevap verdim. Bu makale Do/ambaç/1 Yol adlı makale­
ler kitabımda yeniden yayımlanmıştır. Mills, edebi vasilerinden biri olan
lrwing Louis Horowitz tarafından C. Wright Mil/s: Ütopyac1 Bir Amerikaf1(An
American Utopian) (Giencoe: The Free Press, 1 983) adlı eserde eleştiril­
miştir. Kitapta beni m kendisinden ilk kez 1 942'de Yeni Lider' de yazı ya­
yımladığım Mills'le olan eski arkadaşlığıma dair bir tartışma da bulun­
maktadır.
468 IDEOLOJININ SONU

medyası ve gelişmekte olan müzik end üstrisi yoluyla aşırı bir


şekilde yayınlanması ve varsayılan bu özgürlüğün birçok genç
tarafı ndan h ı rsla kucaklanması: "Dionysos'un demokratikleştiril-
mesi."
Rock ve uyuşturucu kültürünün merkezinde seksin sergi len­
mesi bir şımarıklıktı. Bu hareketle gençler kendilerini "Burj uva
ahla kına" karşı muhalif ilan etti ler fakat bu, ebeveyn lerinin elli yıl
önceki caz çağında kaybolup gitmiş bir tavırdı. Aslı nda yapmak
istedikleri, edebiyatta ve hayal dünyasında (ve genell ikle kapalı
kapılar a rdı nda) bu tavı rları kabul eden fakat hayal dünyasının
sınırlarını aştığında ve muhalif bir hayat tarzı haline geldiğinde
bu görüşleri kınayan liberal kültür'ün dışına çı kmaktı. i ronik bir
şeki lde gelişti çünkü toplumun zenginliği bu çiçek çocukların
toplumdan kopmalarına ve a ilelerinin gönderdiği paralarla ge­
çin melerine i mka n sağlıyordu.
2. Zenci hareketinin o rtaya çıkması da baskı nın değil l i beral
yönetim şeklinin bir örneğidir. John F. Kennedy'nin Demokratik
yönetimi (neredeyse bir on yı llık Cumhuriyetçi yöneti min a rdın­
dan) reform vaat etmişti fakat Tocqevil le'in yüz yıldan fazla bir
zaman önce söyled iği g ibi, reforma bir defa başlandığında deği­
şim için uzun zamandır bekleyenlere göre daima çok yavaş ilerii­
yarmuş g i bi görü nür. Kızg ınlık a rtık daha aleni bir şekilde ifade
edilebi lir çünkü adaletsiz yıllar boyunca beyaz liberallerin kusu­
rundan dolayı tahrik edil miştir.
Bunların çoğ u Oakland, California'daki zenci milliyetçilerden
oluşan ve yeni bir ideoloji isteyen bir g rup olan Kara Panterler
tarafı ndan istismar edil miştir: öyle ki baskılanan işçi sın ıfı değil,
Marx'ı n 1B'inci Brümer'de ( 18th Brumaire) "lümpen proletarya"
dediği ve bugün devrimci değişi min tarihsel a ktörleri olarak ses­
lerini duyuran suçlular, esrarkeşler ve serserilerdir. Tecavüzden
hüküm giyen bir tutuklu olan Elridge Cleaver, bu fikirleri (büyük
bir bölümü, eski sevgilisi olan beyaz kadın avukatı tarafı ndan
onun yerine yazılan) Buzdaki Ruh (Soul on Ice) adlı çok satan bir
kitapta topla mıştır. Ve Kara Panterler Huey Newton adlı !iderleri­
n i n, bir zamanlar elinde m ızrak tutan Afrikalı bir şef g i bi, hasır
koltukta oturan ve elinde bir tüfek tutan dra mati k bir fotoğrafıyla
ul usal bir ün kazanmışlardır.'

' i roni tekrar ediyor çünkü ironi, bu dönemin özelliğiydi. Newton ve Cleaver
SONSÖZ, 1 988 469

Kara Panterler, bell i devrimci ideolojileriyle, aşırı iddialar ve ta­


lepler a rasında sistemle uzlaşarak "dünyada" yaşa mak zoru nda
olan her harekette olduğu gibi kendi lerini g iderek parçalanmış
bir halde buldular. Sonunda, Panterler çöktü. Cleaver yurtd ışına
kaçtı. Küba'da ve Cezayir'de ağırlandı. Fakat yı llar sonra gözü nün
açıldığ ını söyleyerek ve yeniden doğan bir Hristiyan ve Ronald
Reagan destekçisi olarak yurda döndü.
Zenci hareketi nin daha ciddi tarafı siyasi sisteme yavaşça tır­
manışıyla ve bazı siyasi nimetlerden yararlanmasıyla başlad ı: sivil
haklar ka nunu, pozitif ayrımcı l ı k ve kayda değer seçim başarısı.
Böylece 1 980'1erde Los Angeles'da, Ch icago'da, Detroit'de, Phi­
ladelphia'da, Atlanta'da, Newark'da ve yüzlerce küçük kasabada
ve şeh irde büyük ora nda faki rlik olmasına rağmen zenci beled iye
başka nları vardı. Fakat altmışla rda ve yetmişlerde zenciler tara­
fından yaratı lan türbülans daha çok ses getiren kargaşa dönem­
lerine yol açtı.
3. Bu iki on yılda Üçüncü Dünya hareketlerinden ileri gelen
çarpıcı olan yeni bir kel ime vardı. Bu "özgü rl ü k"tü. Özg ürlüğün,
biri psi kolojik, diğeri siyasi olmak üzere i ki yan anlamı vard ı. Psi­
kolojik anlam en canlı bir şekilde, Yeryüzünün Zavallisı (Wretched
of the Earth) ad lı eserinde zencilerin kolonyal zu lmün mirasından,
za limlerin soyu ndan gelen masumlara yöneltilmiş olsa dahi sa­
dece temizleyici şiddet hareketleriyle kurtulabileceklerini i leri
süren Fransız eğiti mli Kuzey Afrika l ı zenci psikiyatrist Frantz Fa­
non tarafından dra matize edilmiştir. Fanon'un düşüncesinde
eşsiz olan şey, en çok di kkati bunun çekmesine rağ men şiddetin
meşrulaştı rılması değil, radika l izmin kaynağı olarak zeki ve oriji­
nal keşfi olan aşağılanma'dır. Seksen yıl önce Nietzsche alt s ınıf
motivasyonu ve ahlaki olarak öfke fikrine vurg u yapmıştır. Fakat
N ietzsche'nin (ve Scheler'ın) anlamlandırmasında öfke kıska nçlı­
ğa ve kendi nden üstün olanla rı yok etmeye dayanmaktayd ı. Fa­
non'un eseri, kolonyal yönetim altında yaşa mış olanların öfkesi-

her ikisi de fikirlerini oluştururken ve propagandalarını yayarken A.B.D.


hükümetinin kamu temsilciliği projesinde çalışmaktaydılar. Stalin, dev­
rime fon bulmak için bankaları soymak zorundaydı, fakat gerici bir çarın
yönetimi altında yaşıyordu. Newton ve Cleaver, ileri kapitalizmde yaşa­
dıkları için daha şanslıydılar. Park Avenue'daki beyaz l iberaller, Panteriere
fon sağlayan partileri devirme telaşındaydılar. Bu olay, Tome Wolfe'un
anılmaya değer "Radikal Şıklık" makalesinde ağır bir şekilde eleştirilmiştir.
470 IDEOLOJININ SONU

nin a rkasındaki onaylama güdülerinin daha şiddetli bir anlamını


ortaya koymuştur. Jean-Paul Sartre tarafından tanıtılan kitabı,
özellikle Fransa'nın kendisini Hindçini'nden sonra Cezayir'le "kirli
bir savaş" içinde bul masıyla Fransız entelektüeller ve ta bii ki
dünyanın her yerindeki zenci entelektüeller üzerinde derin bir
etki bırakmıştır:
Marksistlerin Batı'lı end üstriyel topl umlarda devri min a rtık
vazgeçilmiş bir i mkansızl ı k olduğunu düşündükleri bir za manda
devrim ateşini yeniden tutuşturan sadece otuz yaşındaki iki
adamın, Fidel Castro'nun ve Che Guevara'nın, heyecan veren
zaferi daha dra matikti. Devrim fikri -kelimesi- 1 789'dan beri
entelektüel ler için sihirli bir tılsım olmuştur. Disiplinli küçük bir
partinin başında iktidarı ele geçiren Lenin ve Troçki'nin Ekim
1 9 1 7'deki beklen meyen zaferi, i kinci Dünya Savaşı'ndan önce
benzer teatral rol ler özlemi duyan kafe entelektüellerinin fantezi­
lerini beslemiştir. Sierra Maestra dağlarında bir gerilla g rubu
manzarası, orduya dayalı bir rejimin devrilmesi, korkan genç
rad i kaller ve a rd ı ndan Che gibi devrim meşalesi ni önce Afrika'ya
sonra Bolivya'ya taşımak. New York, Londra ve Paris'te, bereli ve
sakallı bir halde caddelerde uzun adı mlarla yürürken Amerika n
emperya l izmini kı namak için yerel burjuvaya meydan okuyan
binlerce genç Che'nin resmini bir i kon gibi duvarlarına asmıştı r:·
Üçüncü Dünya'nın ortaya çıkması ve ulusal özgürlük hareket­
lerinin yayılması -ki bu olaylar zinciri i kinci Dünya Savaşı önce­
sinde hiç ki mse tarafı ndan tahmin edilmem işti- dünya ta rihi
sahnesine yeni bir grup aktör çıkarm ıştır. N krumah, Suka rno,
Nehru ve Zhou En Lai dünya siyasetinin yeni aşamasında başlıca
figürler olarak görün mekted ir. Ve bütün bunların arkasında Ko-

Tekrar ironi. Fanon kansere yakalandı. Amerika'dan yardım istedi ve ona


eşlik eden C.I.A. ajanları tarafından A.B.D.'ye getirildi. Bir Amerikan hasta­
nesinde öldü.
" Sıradan gerçekler başka türlüydü. ikinci Dünya Savaşının sonunda Birle­
şik Devletler Yalta'da ve sonrasında sömürgeciliğe ve Roosevelt'e karşı
çıkmış, ingilizlere, Fransızlara ve (Endonezya'yı yönetmiş olan) Hollanda­
hiara baskı yapmıştır. Küba'da bile (silahlanma çabalarını reddederek) Ba­
tista'nın devrilmesine doğrudan yol açan Castro'nun gücü değil Birleşik
Devletler'in faaliyetleriydi. Bunun gibi birtakım durumlar hem Castro
hem Brileşik Devletler tarafından her ikisine de utanç vermesinden dolayı
hası r altı edilmiştir.
SONSÖZ, 1 988 471

münist Çin'in, Mao'nun kutsal varlığının ve Kültür Devrimi'nde


saflığın, özverinin, ah laki teşviklerin hepsinin Ütopya'nın gerçek­
leşebileceğini ispatladığı yeni bir insani dönüşüm beli rmektedi r.
Eğer Marx sosyalizmin kapita list üretim tarzlarından tari hsel bir
zorunluluk olarak ortaya çıkacağına inanmakta hata yaptıysa,
Tarih, kalbi temiz ka lan ların itici gücüyle ve fikirlerle kaynaşan
yeterli bir arzu olduğunda -ki bu ni hayetinde "ideolojinin"
ota ntik tanı mıdır- bir inanç sıçra ması yapabilird i .
4 . Vietnam Savaşı iki sorun ortaya çıkarmıştır: a maçlarının a h ­
laki beli rsizliği; sömürgeciliği sona erdirmeye çalışan yerli insan­
ların karşısında Birleşik Devletler'i n Knud g i bi, tarihin akışını dur­
d u rmaya çalışması ve Sovyetler Birliğ i'ne karşı soğuk savaşın,
ideolojik olarak, Ho Chi Minh'in özveri li idealizmi üzerine çevril­
mesi.
Yine en önemli gerçek, bunun liberal lerin bir savaşı ol masıyd ı.
Vietman'daki kuvvetlerin a rtırılması (General Maxwel l Taylor'un
ve milli g üven lik danışmanı McGeorge Bundy'nin önerisi üzerine)
John F. Kennedy tarafından başlatılmış ve iron ik olarak aynı za­
manda eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte ve pozitif ayrı mcılık­
ta Büyük Toplum programlarını genişleten Lyndon Johnson tara­
fı ndan i lerleti lmiştir. Fransız sömürge g üçleri ayrı ldıktan sonra
Kennedy yönetimi devreye g i rmiş ve gerici imparator Bao Dai'nin
yerine Kuzeyli Katolik bir derviş olan Ngo Din h Diem getirilmiştir.
Fakat gece televizyonda seyredi len bombalamalar ve ya ngın
bomba ları, halkın savaştan giderek daha çok nefret etmesine
neden olurken, Komünizme karşı olan demokrati k g üçlerin dü­
şü ncesi, Vietkong efsanesi nin "ha l k"ına hiçbir zaman i nandırıcı
gelmemiştir.
Özel likle zorunlu askerlik, kendi lerini askerl ik mükel lefiyeti al­
tında bıraktığında hali hazırda öğrenci olanların teci l leri, aslında
ateş hattındaki askerlerin çoğunluğunun işçi sınıfı ndan ve zenci
gençlerden ol uştuğ u anlamına gel mesine rağmen, protestonun
liderleri öğrenci lerdi: Öğrenci radikalizmi Berkeley'de, Colum-

Yönetim, muhalefeti azaltmak için bir rotasyon sistemi başlatmıştır.


Böylece hiç kimse on sekiz ayda n daha fazla bir zaman Vietnam'da askeri
hizmet yapmamıştır. Ancak bunun gerçek etkisi, askerliğe alınabilecek
elverişli kişilerin sayısını artırmak ve askerlik hizmetlerinin sonuna yakla­
şan Vietnam'daki askerlerin motivasyonunu azaltmak olmuştur. Viet-
472 IDEOLOJININ SONU

bia'da ve muhalefetin yayıl masıyla Sorbonne'da ve diğer Avrupa


ü niversitelerinde 1 968 olaylarıyla patlak verdi. Bu öğrenci patla­
malarının a ltında yatan, birbi riyle i lişkili yap ısal unsurlar aranacak
olursa, belki üç faktör belirlenebilir. Bun lardan bi ri, topl ul ukların
"yığılmalarıydı." 1 940'dan 1 950'ye gençlik grupları nüfusa oranla
sabitti. 1 950'den 1 960'a sabitti. 1 960'dan 1 968'e savaş sonrasın­
daki nüfus patlaması sonucunda yedi yılda yüzde 54 a rtmıştır.*
iki nci unsur, bu kuşağın geleceği nde belirdiği görülen bir "örgüt­
lü koşum" duygusuyd u. Genç nüfusun büyüklüğü, iyi kolej lere
gi rme, yüksek oku llara ve mesleki okullara girme baskılarını, re­
kabeti (ve çekişmeyi) artırmıştı (Mezun olan her sınıfın yüzde 90'ı
dönemin Sarmaşık Derneği'ndeki kolejlerde okumaya devam
etmeyi planlıyordu, askere alınma korkusundan dolayı zorla yapı­
lan bir kariyer planı) ve okul kabul ofislerinin dar bacalarından
g i rmek için rekabet ve baskı artmıştı. Üçüncüsü, idealist bir a maç
a ranacak olursa, "beyazların i mtiyazlarının" reddi ve Üçüncü
Dünya ülkeleriyle özdeşleşme ve özgürlük fikri vardı.
Özell i kle medyanın obsesif d ikkatindeki heyecan, aşırılık ve
eski entelektüellerin gençleri sıkıntıdan kurtarmaktaki sabı rsızl ı k­
ları (Columbia'da Narman Mailer fon toplamak için büyük bir
parti verdi; Dwight Mcdonald, Demokratik Toplum için Öğrenci-

nam'daki askerler, yakınlarındaki afyon yetiştirilen bölgelerden ucuz


uyuşturucu bulmanın muazzam avantajından faydalanmakla kalmamış,
A.B.D. askeri tarihinde ilk defa askerlerin ateş hattında ilerlemeye zorla­
narak el bombalarıyla kendi subaylarını öldürdükleri "parça tesirli" olayla­
ra rastlanmıştır. Rotasyon örneği, beklenmeyen sonuçlar sosyolojik teo­
reminin ve rağbet görmeyen bir savaşta subayların sosyolojik ikilemleri­
nin bir açıklaması daha olarak görülebilir.
Öğrencilerin yüzde kaçının radikal, yüzde kaçının aktivist olduğunu
kimse bilmemektedir. Fakat yalnızca rakamlara odaklanmak, çekirdek
kadronun gücünün doğası hakkındaki temel sosyolojik noktayı ıskala­
maya neden olur. Bazılarının ileri sürdükleri gibi, radikal öğrencilerin
oranı 1 930'daki, diyeli m ki yüzde l O'Iuk oranı aşmamış olduğu söylenebi­
lir: fakat bin öğrencilik bir okulda yüzde 1 0, yüz kişi demektir. On bin kişi­
lik bir okulda yüzde ı O, bin kişi demektir. Yüzdeler aynı olsa da, kendi
grubu içerisinde bin kişi, kendi grubu içerisinde yüz kişiden daha etkili
bir vurucu güç olmaktadır. Daha gelişmiş iletişim tarziarına (telsiz tele­
fonlaral ve bulaşıcı bir tehdit haline gelen televizyon yayınına ek olarak,
ölçekteki değişme, öğrenci radikalizminin bazı faaliyetlerini anlamakta
anahtar değişkendir.
SONSÖZ, 1988 473

ler'i ("Students for a Democratic Society;" SDS) desteklemek


a macıyla a rkadaşlarından para "dilenen" bir mektup yazdı), katı­
l ı mcıların d ünyanın kendi yanılgılarının çemberine sığacak kadar
daraldığını düşün meleri ne neden olmuştur. Columbia'da işgal
edilmiş binala rdan bi rine giren Tom Hayden, Guevera tarafı ndan
yazı lan, Latin Amerika'da geri lla hareketi ne bir çağrı olan "iki, Üç,
Birçok Vietnam" adlı ünlü makalenin bilinçli bir yankısı olarak
Siper'de (Ramparts) "iki, Üç, Birçok Col um bia," adlı bir makale
yazd ı:
Karl Mannheim'ın daha önceki mutlu gelecekçi hareketler
hakkında yazd ıkları g ibi, patlayıcı devrim fantezileri d ünyanın bir
şi mşek çakı mında, die Tat, eylemle -bir kurşun atışıyla, bir bom­
balamayla, genel bir g revle- dönüştürülerek altının üstüne geti­
rilebileceğine ve yeni bir g ü n doğacağına dair tanteziye yol aç­
mıştır. Ancak böyle bir romantik spazm sadece bir sonraki kasvet­
li günün gerçekl iğ iyle yüzleşerek geçebilirdi. Chicago'da Weat­
hermen yeraltı örg ütünün yaptıkları gibi, birkaç kişinin "gazap
gü nü"nü yaşamaya devam edebilmesi, şiddet hareketleri ve çıl­
gın bombalama taktikleriyle (Greenwich Köyü'ndeki bomba fab­
rikasının patla mas ı n ı n genç Weathermen'leri öldürmüş olmasına
rağmen) polisi provoke edebilmesi veya yıllarca yera ltında yaşa­
yıp devrimci hareketin başla masını beklemeleri, yine onların
eskatolojisi tarafı ndan vaat edilen bir tür "isa'nın i ki nci gelişi,"
parousia'dır. Devrimci retoriği n sulandırılmış çorbasıyla beslenen
öğrenci hareketi, (zencilerin a ksi ne) kendi gelişmemiş ideolojisini
somut bir programa dönüştürememiş ve kaderi sönüp g itmek
olmuştur.-

Neçayev'in kateşizm duruşuyla, Regis Debray'in pratik eğitimini bir araya


getiren tuhaf bir apokaliptik dille Hayden şöyle yazmıştır: "Columbia di­
reniş hareketinde yeni bir taktik aşama başlattı . . . binaların bir gecelik
işgalinden sürekli işgaline; atölye içlerinden devrimci komitelerin oluştu­
rulmasına; sembolik sivil itaatsiziikten barikatlı direnişe geçti. Bu taktikler
sadece diğer kampüslerde taklit edilmekle kalmadı fakat daha militan
taktikler tarafı ndan kesinlikle gölgede bırakıldı . . . öğrenilen taktiklerin
çoğu grevler arasında daha küçük 'vur ve kaç' operasyonlarında kullanıl­
dı: silah araştırmaları yapan profesörleri n ofislerine yapılan baskınlar üni­
versiteyi bariz bir şekilde daha baskıcı bir hale getirirken öğrenciler ara­
sında muazzam bir destek kazanabil irdi."
" 1 969'da yazdığım gibi "Demokratik Toplum için Öğrenciler kendi tarzı
474 IDEOLOJININ SONU

Radikalizmin 1 960'1ardaki yüksel işi, "ideolojinin sonu" tezini


çü rüttü mü? San ı rı m hayır: Batı'da görülen siyasi değil, kültürel
(ve kuşaksa ll bir olayd ı. Eğer bu olayı ta nı m layan basit, sembolik
bir bildi ri varsa o da Mayıs 1 968'de Sorbonne'un sürgülü kapısına
ya pıştırılmış meşh ur afişti: Başlamakta olan devrim sadece kapi­
ta list topl umu değil aynı za manda endüstriyel topl u m u da sor­
gu layacaktır. Tü ketici topl umu zoraki bir öl ümle yok olup gitme­
lidir. Yabancılaşma topl umu tari hten silinmelidir. Yeni ve orijinal
bir d ünya yaratıyoruz: lmagination au Pouvoir:·

tarafından yok edilecektir. Kargaşayla beslenmekte fakat kaotik dürtüle­


rini geniş bir sosyal değişim için gerekli olan sistematik bir sorum l u dav­
ranışa dönüştürememektedir. Aslında, birçok mutlu gelecekçi mezhep
gibi, kendi ideolojik ahlaksızlığı, benzer bir psikolojik huya veya daha
doğrusu huysuzluğa yol açtığı için gerçek tarzı böyle bir yönetimin cazi­
besini reddetmektedir. Yeniliğe değil, yıkıma yönelmektedir. "Columbia
ve Yeni Sol" adlı makaleden alınmıştır, Kamu Menfaati, Sonbahar 1 968,
Daniell Beli ve lrving Kristal, Cepheleşme/er: Üniversiteler (New York: Basic
Books, 1 969) s. 1 06'da yeniden yayımlanmıştır.
Bu tartışmalar üzerine düşünen Aron şöyle yazmıştır: "Marksist-Leninizm
tükendiğinde onun yerini alacak halihazırda mevcut hiçbir ideolojik sis­
temin olmadığına dair teşhisi kimse reddetmemişti. Olaylarla çelişen şey
ideolojinin, fanatizmin ve mutlu gelecekçiliğin doktrinel sistematikleşti­
rilmesindeki karışıklıktır. Aynı zamanda, soğuk savaş sırasında unutulan
veya Batı'nın iktisadi meseleleri tarafından gölgede bırakılan sosyal pro­
testo konuları yeni bir değer kazan mıştır. Böylece, son büyük ideolojik
sistemin zayıflaması, siyasete pragmatik bir yaklaşımı desteklememiş
tam aksine genel bir sosyal protestoyu teşvik etmiştir." Raymond Aron,
"ideolojilerin Doğru Kullanımı Üzerine," Kültür ve Onun Yarattctlart, yayına
hazırlayanlar Joseph Ben-David ve Terry Nichols Clark, (Chicago: Chicago
Ü niversitesi Yayınları, 1 977). s. 3.
" Flaubert'in Duygusal Eğitim'inde(L'education sentimentale), 1 848 devri­
m inde başkanlığını dürüst pedagog Senecal'in yaptığı Club de
l'lntelligence'daki alaycı sahne akıl la ra geliyor:
"Bu dönemin figürlerinin, ideal bir kişiliğin ardından kendilerine onu
örnek almaları adettendi: bazıları Saint-Just'ü, diğerleri Danton'u, diğer­
leri de Marat'ı örnek almışlardı. Senecal, Robespiere'in bir takipçisi olan
Blanqui'ye benzerneye çalışmıştı . . . hava devrimci planlarla sisliydi . . .
'Kahrolsun akademi! Kahrolsun enstitü!'
'Artık kurullar yok!'
'Artık üniversite sınavları yok!'
'Kahrolsun üniversite dereceleri!'
'Hayır,' dedi Senecal, 'onları korumalıyız, fakat bırakalım evrensel haklar
SONSÖZ, 1 988 475

Ütopyacı bir rüyaydı. Fa kat bir rüyadan ya uya n ı l ı r ya da o rü­


ya kabusa dön üşür. Bütün bu kargaşa içerisinde hiçbir yen i sos­
ya list fikir, hiçbir ideoloji, h içbir program yoktu. Görünen tek şey
eski kuşa kların Arkadya'cı görüşleri ni yeniden ifade eden roman­
tik a rzuların patla masıydı. Rasyonaliteye karşı, otoriteye ve hiye­
rarşiye karşı ve hatta kültüre karşı bir tepkiyd i. Esas meseleler
vard ı : yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce Max Weber'in hayıf­
landığı hayatın rasyonalizasyonu; (üniversite profesörleri de dahil
olmak üzere) kendi otoriteleri ni kazanmamış olan eski el itlerin
i mtiyazları; sahte ve imal edilmiş bir kültürün, i ronik olarak Rock
ve heavy metal müziğin tamamlayıcı parçası olduğu dönemin
kitle kültürü.
Fakat bunların hepsi, bel irtmiş olduğum gibi, toplumların
dü nyanın yeni bürokrasilerine giren bireylere dayattıkları örgüt­
sel boyunduruklara karşı bir tepkiydi. Yine de gerçek payı olan bir
a ba rtıyla bun ları, tıpkı yüz elli yıl kadar önce ilk endüstri devrimi­
nin fa brika disiplinine ma kine düşmanlarının tepki vermeleri gibi,
post-endüstriyel topl umun ilk "sınıf m ücadeleleri" olarak ta n ı m­
ladım.*
Ancak bu gerçekçi bir sosyolojik analiz ve an layış ol maksızın
sadece romantik bir protesto olarak patlayabilirdi.
68 olaylarının a rd ı ndan kalan, bir ideoloji arayışındaki bir ku­
şaktı. Fi lozof Cha rles Frankel'in bir zamanlar gözlemlediği gibi:
radikal leri yaratan Ma rksizm değildir; her yeni radi kal kuşağı
kendi Ma rksizm lerini yaratmaktadır. Bu örnekte, ün iversitelerde,
yayı ncı lık şi rketlerinde, medyada (kadrolu) yerler bul maya başla­
yan kuşak kendi ideolojisini heretik Ma rksizm'de keşfetmiştir:
Fra nkfurt Okulu'nun eleştirel teorisinde, Georg Lukacs'ın yen iden
keşfedilen eserlerinde, Antonio Gramsci'nin açılan mühürlerinde.
Bu yazarların (birbirlerinden fa rkl ı olarak) ifadelerinde çarpıcı
olan şey, iktisadi veya programatik değil de kültürel (entelijansi­
yan ı n kendine kapal ı dünyası) olan eleştiri düzlemiydi. Pozitif

tarafından, gerçek yargıç olan halk tarafından müzakere edilsinler.' "


1 960'1arın ilk (ve en şiddetli) öğrenci ayaklanmaları, Zengakuren'in üni­
versiteleri kapattığı ve polisle şiddetli çatışmalara girdiği Jopanya'daydı.
Fakat daha sonra mezun olan öğrenciler sessizce şirketlere girdiler ve sa­
dece küçük bir azınlık Kızıl Ordu hizibinin faaliyetlerinde terörizme baş­
vurdu. Birleşik Devletler'de, bir on yıl kadar sonra (Jerry Rubin'e dikkat),
değişim Hippi'lerden Yuppi'lere doğru olmuştur.
476 IDEOLOJININ SONU

teklifler yoktu. Sosyal ist ideali, bir hayalet haline gel mişti. Ve aynı
şeki lde doğru olarak bu yazarların hiçbiri -ve çırakları arasında
onları okuyan birkaçı- Stal i nizmin tabiatıyla veya toplumu ve
insanı dönüştürmek için topyekun i ktidar kullanımında idealiz­
m i n yaziaşması hakkında N iebuhr tarafından ortaya konulan
traj i k paradokslarla açıkça yüzleşmemiştir. Bu yozlaşma, 1 975'de
d ürüst Pol Pot'un hükümdarlığı sırasında Ka mboçya'yı kızıla bo­
yamıştır.
***

Bugün halen g ündemde olan d iğer bazı entelektüel ve siyasi


meselelere kısaca bir göz atalım. Bu kitap yayı mlandı ktan sonraki
yirmi beş yılda ideoloji kavramı tamamen aydınlanmış oldu. Bu­
gün hemen hemen her şey ideoloji olarak nitelendirilmektedir:
fikirler, idealler, i na nçlar, mezhepler, i htirasla r, değerler, Weltan­
schauungen, d i nler, siyasi felsefeler, ahlak sistemleri, dilsel söy­
lemler, hepsi birden seferber edilmiştir. "Komünizmi nden ve
kapitalizmi nden raki p ideolojiler olara k" söz edili rken, "Birleşik
Devletler'in [Reagan'dan önce] bir ideoloji geliştirmedeki başarı­
sızlığı ndan" da söz edil mektedir. Partizan Dergisi'ndeki bir maka­
lede ideoloji, "iddia şekli nde sunulan bir fantezi," "pornografıyle
ayn ı nitel ikleri paylaşan," düşüncenin serbest ve çağrışımsal bir
şekl i olarak tanı mlanmaktadır. Times Edebiyat Eki'nin Hı ristiyanlık
öncesi din düşüncesi üzerine bir ön sayfa makalesinde "düşman
ideoloji lerin (örneğin, erken dönem Epiküryenizm in) H ıristiyan
savu nucuları" üzerindeki etkisinden söz edilmektedir. Ve askeri
strateji üzerine olan bir kitap Hücum ideolojisi: Askeri Karar alma
ve 1 9 14 Felaketi (The ldeology of the Offensive: Military Decision
Making and the Disaster of 1 9 14) başlığını taşımaktadır:

Çarpıcı olan şey şudur ki bazı kelimeler sözlüksel akıcılıkları sayesinde


çabucak dilsel bir evrensellik kazanmaktadırlar. Böylece az bir ortagrafik
değişiklikle ideoloji, ideologie, /deologie, ideo/ogia kelimelerinin neredey­
se bütün Avrupa dillerine girdiği görülmektedir. Eğer Marx maddi pratik
karşılığı olarak ideasyonalizm kavramını kullanmış olsaydı fıkrin kaderi nin
ne olacağı hayal edilebilir mi? Son zamanlarda bu farklı kullanırnlara bir­
takım tipolojiler oluşturma çabaları için Avrupa Üniversitesi Enstitü­
sü'nün Floransa'daki kolokyum unda Dearthe, Bachelar ve von Leyden'in
bildirilerinin yer aldığı ve Maurice Cranston ve Peter Mair tarafından ya­
yına hazırlanan ve 1 980 yılında sırasıyla Sijthoff (alphenaan den Rijn),
SONSÖZ, 1 988 477

Ve sonrasında, Marksist skolastik felsefenin pıhtılaşmış laf ka­


labalığı gelmektedi r. "Sinemada sosyal temsil" üzerine bir kitap,
ideoloj iyi "mevcut ü retim ilişkileri ni yeniden üreten" bir şey ola­
rak tanımlamaktad ı r. ideoloji "bizi şeylerin nasıl olduklarına, nasıl
olmaları gerektiğine ve bize sağlanan yerin bizim a l ma mız gere­
ken yer olduğuna ikna etmek için "i maj fabri kasyonunu" kullan­
maktadır. Bu tür bir ta nımlama a lt ve üstyapı veya sosyal varlık ile
bilinç arasındaki karşılıklı ilişkiye vurgu yapmaktadı r." Yine de
Marksist tarihçi George Rude ideoloj iyi, "ister eski tarz yöneticiler
olsun, ister 'yükselen' burjuva veya 'alçalan' sosyal g ruplar olsun,
sosyal ve siyasal faa liyetin temelini oluştura n tam bir fikirler ve
inançlar yel pazesi olarak" tanım layan ideoloji ve Popüler (ldeology
and Popu/ar Protest) adlı bir kitap yazmıştı r.*
Bu çelişen kullanı mların tek bir nedeni vard ı r. Hemen hemen
bütün sosyolojik kavra mlar için doğru olduğu g i bi, Marx kavram­
larını nadiren açıklığa kavuşturmuş veya bunların tuta rlı ku llanı­
mını korumuştur. Eserleri di kkatle oku nduğunda sersemleştirici
bir dizi karışıklık ve fikirler, ideoloji, bilinç ve üstyapı kelimelerinin
birbiri yerine kullanı ldıkları görül mektedir ve en son örnekte
üstyapının kuru mlara ve fikirlere ne za man uygulandığı genellikle
bilinmemektedir. Alman ideolojisi'nde "ideolojik üstyapı"nın kul­
lanımı bazen maddi pratik tarafı ndan beli rlenen veya maddi
pratikten farkl ılaşan bütün sosyal bilinç şekilleri kastedi lmektedir.
Diğer bir örnekte ( 7B'inci brümer) Marx üstyapı kavramını ayrı ve
"özel olarak şekillenmiş düşüncelere, ya nılsamalara, düşü nce
tarziarına ve maddi temel leri nin dışı nda bütün sınıfın yarattığı ve
şekillendirdiği hayat tarzlarına" atfen kullanmaktadır. Marx'ın
formülasyonunun sonraki bütü n tartışmalarının kökeni ve kay­
nağı (fons et origo) olan Siyasal iktisadın Eleştirisi'nin (Critique of
Political Economy) 1 859'daki önsözünde, "yasal ve siyasal üstya pı­
ların üzerinde yükseldiği gerçek temel olan ve belirli sosyal bilinç
şekillerine tekabül eden, toplumun iktisadi yapısı" (vurgu bana

Keltt-Cotta (Stuttgart), Bruylant (Brüksel) ve Le Monnier (Fransa) olmak


üzere dört yayıncı tarafından yayımlanan ideoloji ve Siyaset(ldeology and
Politics) adlı esere başvurabilirsiniz.
Bkz. Bill Nichols, ideoloji ve imaj(ldeology and the Image), (Bioomington:
Indiana Üniversitesi Yayın ları, 1 98 1 ), s. 1 , ve George Rude, ideoloji ve Po­
püler Protesto(ldeology and Popu/ar Protest) (New York: Pantheon Books,
1 980), s. 7-9.
478 IDEOLOJININ SONU

ait) hakkında yazmaktadır. Fa kat a rd ı ndan üç para lel ilişki grubu


m u gel mektedir: yapının yapıyla olan ilişkisi ve maddi pratiklerin
ideolojik fı kirlerle olan ilişkisi? Peki, ya pının fikirlerle olan i lişkisi
nasıldır ve bu nasıl ortaya çıkar? Maddi temel veya sosyal kon u m,
fikirleri nasıl beli rler veya nasıl şekillendirir? Marx ve Marksistler
asla bu "mi kro" sosyal sü reçlere i lişkin bir cevap vermemişlerdir:
i nsan bu böğürtlen ça l ıları arasından yol unu nasıl bulabi lir?
Kon u labi lecek herhangi bir sınır var mıd ı r? Bir strateji, kavramı,
yandaşlarına bazı zoru nlu luklar dayatan herhangi bir i na ncı veya
bütün ina nçları dahil edecek şeki lde genişletmektir. Bundan
dolayı, filozof Patrick Corbett şöyle yazma ktadır:

Bu nedenle, "ideoloji" ile insan doğası ve onun yaşadığı dün­


ya ha kkında bir dizi inançtan oluşan herhangi bir entelektüel
yapı, bu i ki dizinin birbirinden bağımsız olduğu iddiası ve bu
inançların bel irli bir sosyal g rubun tam bir üyesi olarak düşü­
nülen biri tarafından açıkça ifade edil mesi gerektiği talebi
kastedilmektedir. . . Bu ku llanım şekliyle Gandizm, Katoliklik,
Leninizm, Nazizim, Amerikan Demokrasisi ve Kra l ların ilahi
Hakkı birer ideolojidir veya ideolojiyd i. ingiliz Devlet Oku l ları
veya Amazonlu Kabile efsaneleri aynı ölçüde böyledir. Rölati­
vite Teorisi davran ışa dair hiçbir dalaylı a nlatıma sa hip olma­
dığı için böyle değild ir."'

Fakat vejeta ryenlikten manastır hayatına kadar hemen he­


men bütün i na nçlar -aslında sonuna izm eklenebilen her
inanç- neticede bazı davranış şartları koyd u klarından dolayı, bu
kadar gen iş bir ta nı mlama, bütün ayrımları ta mamen beli rsizleş­
tirir. Ve hatta ortodoks Len inistlere göre rölativite teorisi (ve ku­
antum mekaniği) basit kopya bilgi teorisi ile Lenin'in Materyalizm
ve Ampiryokritisizm'ine ters düştüğü için ve böylece "idealist bir
kozmoloji" ol uşturd uğu için, Corbert rölativite teorisi konusunda
hatal ıydı. Böylece on yıllar boyunca bu teoriler "burjuva fiziği"
olarak ilan edi lmiş ve Sovyetler Birliği'nde fizik müfredatında
okutulmamıştır.
Genel veya resmi bir tanım getirme çaba larında, ideoloji kav­
ramının nasıl o rtaya çıktığını ve nasıl ku llanıldığını görmek için

Bkz. Jorge Larrain, Marksizm ve ideo/oji(Marxism and ldeology), (Londra:


Macmillan, 1 983) , özellikle s. 1 70-1 7 1 .
•• Patrick Corbett, ideoloji(ldeology), (Londra: Hutcheson, 1 965), s . 1 2.
SONSÖZ, 1 988 479

bağlamsal olarak a nlaşıl ması gereken tarihsel bir kavram olduğu


unutul maktadır. Reinhard Bendix'in yazmış olduğu gibi:

[ideoloji] kavramı on yed inci veya on sekizinci yüzyıllardan


önce Batı kültürüne doğru bir şekilde uygulanabilir değildi.
"Ekonomi" veya "toplum" veya "entelektüeller" kavra mları gi­
bi modern öncesi döneme bir şekilde uymamaktayd ı. Bütün
bu kavra mlar insanların kendi toplumları hakkındaki düşünce
yollarına uygundu. Bu düzeyler arasındaki il işkiler de önemli
oldukları halde, değişim kültürel kal ıpların ve entelektüel
perspektifin yön değiştirmesiydi:

Kültür perspektifi nde, ideoloji, moderniten in boyutla rından


biridir. Geçen birçok yüzyılda Batı d ü nyası bilinçte tam bir olağa­
n üstü değişime tan ı k oldu. Modernite, bu büyük itici g üç, tekno­
loji patla masının, Devrim fikri nin, i nsan kitleleri nin topluma ka­
tılmalarının hepsi olmasına rağ men, bunların ortaya çıkmasından
çok daha fazlasıdır. Modern ite, Promete'va ri bir esin len medir.
Doğayı ve kendini dönüştürmek için, insanı değişimin efendisi ve
bili nçli bir plan ve a maç içerisinde d ü nyanın yeniden tasarı mcısı
kı lmak için bugün ete kemiğe bürü n m üş ve insan kı lığına girmiş­
tir.
Marksist ve Mannhei m'cı gelenekte ideoloji, iktisadi menfaat­
lerin sembol ik ifadesi, sınıf ve siyasetin kaynaşması olarak bir
epifenomendir. Gelişti rmeye çalıştığı m daha geniş bir tartışmada
ideoloji, kültür ve siyasetin karşılıklı etki leşimidir. On sekizi nci
yüzyılda gerçekleşen büyük kesişmede, ideoloji mutlu gelecekçi
dini hareketlerin siyasi bir güç olarak parçalanmasından ortaya
çıkmıştır. Din savaşlarında veya ingiliz Püriten devrim inde görü­
len siyasetin dini kavram la rla aynaması bugün sekü ler bakı mlar­
dan tükenen eskatolojik i nançların ("erdem din leri" veya "insa n l ı k
dinleri") siyasi ifadesi haline gel miştir.*" ideoloji kavra mı, o za man,

Reinhard Bendix, "Devamlı ve Değişen ideoloji Çağı (The Age of ldeology:


Persistent and Changing)," David Apter'in yayına hazırladığı ideoloji ve
Memnuniyetsizlik içinde (Giencoe: The Free Press, 1 964), s. 295.
•• Kesişme konusu ve on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllardaki dini
inançların parçalanmasına alternatif tepkiler Hobhouse konferansında
( 1 977) "Kutsalın Dönüşü?" ele alınmış, Dolambaçlt Yol'da yeniden yayım­
lanmıştır. ingilizce baskısı (Heinemann Eğitim Kitapları) basitçe Sosyolojik
Makaleler ve Seyahatler olarak adlandırılmıştır.
480 IDEOLOJININ SONU

benim kulland ı ğ ı m şekliyle bu tür inançları gerçekleştirmek için


i nsanları ha rekete geçi rir ve siyasi formül lerle ihtirasların bu kay­
naşmasında ideoloji hedefe giden her yol u n mubah sayıldığı bir
bağl ı l ı k ve bir dizi ahlaki kesinlik -Marksizm durumunda Tarih'in
hüküm vereceği görüşü- sağ lar. Bireylerin bu tür hareketlerin
sonuçlarından duydukları hayal kırıklığı, ideolojinin yandaşları
arasında dağılmasına yol açar veya bu tür ha reketler iktidarday­
ken, ideoloji uyu mu sürdü rmek için yöneticiler tarafı ndan dayatı­
lan zorlayıcı bir güç hal ine gelir.
Siyasi sonuçları bakı mından ideolojinin Son u'nu n, ikinci olarak,
komün ist d ü nyada yeni bir hayal kırıklığı döngüsüne girdiği miz­
den dolayı bugün bazı ya nkıları vard ı r. Otuzların sonlarında Mos­
kova duruşmaları ve Nazi-Sovyet paktı; 1 956'da Kruşçev'i n açık­
lamaları ve Macar ayaklanması; 1 968 Prag baharı ve Du bçek'in
"i nsan yüzl ü bir sosyalizm" getirme çabasının Brejnev rejimi tara­
fı ndan parçalanması olayları yaşanmıştı. Önceki hayal kırıkl ı kları
ahlaki, entelektüel ve siyasiydi. Fakat bu defa itiraf ed ilen başarı­
sızlıklar her şeyden önce iktisadi idi.
Önceki hayal kı rıkl ı kları ne olursa olsun, sosyalizmin üstünlü­
ğünün piyasa anarşisi olduğuna dair ağır basan tartışma yerini
bilinçli sosyal örgütlenmeye bıraktı. Engels'in Ütopik ve Bilimsel
Sosyalizm'de (Socialism: Utopian and Scientific) yazmış olduğu
gibi: "Toplum kanunla rı insanın kontrolü altında ol maya başlar ve
i nsan i l k defa kendi tarihini yazabilir." Stalin'in tarıma geti rdiği
zoru nlu sanayi leşmeni n ve kaba kolektivizminin gerekçesi olarak,
Sovyetler Birliği'nin geri kalmış bir ülke durumundan modern bir
devlet durumuna yal n ızca merkezi planlama mekanizması ve
sonradan ürün farklılaştırmasının ve tüketimin yayg ı nlaşmasının
temeli olarak ağır sanayiye verilen öncelik gösteri lmiştir. ikinci
Dünya Savaşı'ndan sonra Üçü ncü Dünya'nın ortaya çı kmasıyla

Bu ideoloji görüşünde Clifford Geertz'in etkili formülasyonuna da itirazım


var. Geertz'in ideolojiyi sadece soysal yapının bir yansıması olarak gör­
mekten çok, ideolojinin temel kültürel ve sembolik doğasına vurgu
yapmasının doğru olduğuna inanmakla birlikte kavram ı yandaşlarına
yönelimler ve anlamlar sağlayan herhangi bir grup dünya görüşünü kap­
sayacak şekilde genişletmekte, fakat böyle yaparak ideolojiye duygusal
ve harekete geçirici gücünü veren özel siyasi boyutunu göz ardı etmek­
tedir. Bkz. Clifford Geertz, "Kültürel Bir Sistem Olarak ideoloji," Kültürlerin
Yorumu içinde (New York: Basic Books, 1 973). Bölüm 8.
SONSÖZ, 1 988 481

birlikte Sovyet modeli, haksız ticaret ve kapita list toplurnlara olan


bağl ı lıkları nedeniyle iktisadi büyü meleri engel lenmiş "azgelişmiş
ü l keler" için uygu lanabi lecek tek model olarak ilan edilmiştir:
Fakat Deng Xiaoping ve Mihail Gorbaçov, merkezi planlama n ı n
hantal v e katı bir hale geldiğini v e h e r i ki ü l ke ekonomisinin dur­
gunlaşmaya başlad ığını kabul etmek zorunda kal mışlard ı r. Aynı
zamanda, Japonya'nın, Güney Kore'nin, daha küçük Doğu Asya
ülkeleri nin ya nı sıra Brezi lya'nın iktisadi meselelerde Sovyetler
Birliği'ndekinden daha kısa bir süre içerisinde gerçekleştirdiği
başa rılar, Üçüncü Dü nya ülkeleri için çok farkl ı bir karma piyasa­
devlet iktisat modeli sağ lamıştır.
Tarihsel geçmişe bakışta, Sovyet sanayileşmesi nin ü l ke d ışın­
dan şehirlere yapılan büyük işçi transferleri tarafından ve savaş
ekonomisi yaratan herhangi bir ülkenin yapabileceğine benzer
bir şekilde belli başlı birkaç hedefe odaklanarak i leried iği çok
açıktır. Fakat üretim a rtarken üretkenlik daima düşük kalmış ve
diğer end üstri sektörlerinde devasa bir i sraf ve veri msizlik olmuş­
tur. Bunun ya n ı sıra, diğer sektörlerde barınma, altyapı ve tüke­
tim gibi büyük eksikli kler vardı. Fakat bir defa büyük bir endüstri­
yel temel atı ldığı nda, sermaye muhasebesinin (sermayeni n mali­
yetlerini ölçen bir faiz oranının) bulu n ma ması ve ücretlerle fiyat­
ların sıkı kontrolü sayesinde Gasplan'ın üretim kotaları ve yüz
binlerce ürüne yapılan "zam lar" katı bir sistemi ve durgun bir
ekonomiyi daha da zor durumda bırakmıştır. Gorbaçov'un söy­
lemek isted iği şey, ü reti min sosyal ilişki lerinde (bürokraside) ve
üretim güçlerinde bir daralmadır:·

Mills'in makalelerinin ölümünden sonraki bir derlemesinin önsözünde


Horowitz'in yazmış olduğu gibi, liberalizmin ve muhafazakarlığın değeri­
ni yitirmesi yeni yolların sosyalist toplumlarda aranması gerektiği anla­
mına gelmektedir. "Bugün sosyal gelişme meselelerine farklı çözümler
getirilen ve bu meselelerle mücadele edilen yerler Sovyetler Birliği, Çin,
Polanya ve Küba'dır." Yayına hazırlayan 1. L. Horowitz, iktidar, Siyaset ve
insanlar: C. Wright M ilis'in Toplu Makaleleri (New York, Oxford Üniversitesi
Yayınları, 1 963), s. 1 3. Horowitz, düşüncesini sonradan değiştirmiş ve bu
rejimierin ateşli bir eleştirmen i olmuştur.
•• Bunların birçoğu Brejnev döneminde, bugün Gorbaçov'un danışmanları
olan Abel Aganbegian ve Tatiana Zaslavskaya yönetim inde (söylendiği­
ne göre) hazırlanan dikkate değer bir belge olan Novosibirsk raporunda
ortaya konulmuştur. Bkz. Araşttrma (Londra) 28.1 ( 1 984). Sosyalist bir
ekonominin piyasa süreçlerine uyarlanması sırasında karşılaşılan sorunla-
482 IDEOLOJININ SONU

Çin'de Mao Zedong, komünlerin küçük ocaklarında ve arka


bahçelerinde çelik ve makine teçhizatı üreterek mi lyonlarca in­
sanın ileri doğru büyük bir hamle yapmasına çabalaması,
Mao'n un muhaliflerinin onu bir kenara atmanın yol larını arad ı k­
ları bir felaketle son uçlanmıştır. Ve bu da yüz binlerce insanın
ölümünün ve aşağ ılanmasının ya nı sıra dörtler çetesi çökene
kadar birçok Avrupa lı ve Amerikalı safdil tarafından alkışianan ve
Çi n'de halen devam eden yıkım sancısı sırasında, Kültür Devri­
mi'ne karşı sert bir cevap olmuş ve hatta entelektüel kuru mların
yı kılmasına ve eğitimli kuşağın kaybol masına yol açmıştır.
Çi n'de ve Sovyetler Birliği'nde maddi teşvi kler sağla maya çalı­
şan yeni politikalar üretime, piyasa mekanizmalarının geti ril me­
sine, işletme yöneticileri nin kendi üretim ve fiyatlama ka rarlarını
almaları için büyük bir serbestliğe ve iflas ile işsizl ik pahasına dahi
olsa verimsiz fi rmaları eleyecek bir rekabet d üzeyi ne yön lenmiş­
tir. O za man "sosya lizm"in iktisadi anlamı ned i r? 1 920'1erde gaze­
teci Lincoln Steffens Sovyetler Birliği'nden döndüğünde i lerici
düşüneeli kişiler için on yıllarca bir slogan haline gelen şu ifadeyi
ortaya atm ıştı r: "Geleceği görd ü m, işler iyi gidiyor." Robert Littell
satiri k roman ı Rusya Ana'daki (Mother Russia) bir karakter aracı lı­
ğıyla Sovyet hayatı hakkında şöyle söylemiştir: "Geleceği gör­
d ü m, çalışması gerekiyor."
Siyasi düzeyde Doğu Avrupa'daki d u rum, Ma rksizmin ideolo­
jik toparlanmasını tamam layan mutsuz bir paradoks sunmakta­
d ı r. Toplumun maddi temellerini keşfetme yolunda Marx, He­
gel'in siyasi hayat ha kkı ndaki görüşlerinin yanlış bir ideoloji ve
gerçekl ik i lişkisinden kaynaklanan "yan ılsamalar"dan i baret ol­
duğunu göstermeye çalışmıştı. Hegel'in Hukuk Feslsefesi'nin Eleşti­
risi'nde (Critique of Hegel's Philosophy of Right) ve Yahudi Sorunu
Üzerine'de (On the Jewish Question) Marx, Hegel'in yanlış bir
özerklik varsayı mında bulunduğu Devlet'in sivil topl umla olan
i l işkisi ni tersine çevirdiğini ileri sürmüştür. Ve bu konuyu Feuer­
bach ve Alman Klasik Felsefesinin Sonu'nda (Feuerbach and the
Outcome of German Classical Philosophy) ( 1 888) ele alan Engels
şöyle yazmıştır: "Devlet kendini bize insan türü üzerindeki i l k

r ı n muhtemelen en iyi v e e n ciddi analizi, Janos Kornai'nin makalesidir:


"Macar Refrom Süreci: Görüşler, Umutlar ve Gerçeklik," iktisadi Literatür
Dergisi, 24 (Kasım 1 986), s. 1 687-1 737.
SONSÖZ, 1 988 483

ideoloj i k güç olara k sunmaktadı r," toplum tarafı ndan genel men­
faati korumak ad ına oluşturu l masına rağ men "kend ini toplum­
dan bağı msız hale getirmektedir. Aslında devlet ne kadar çok
böyle olursa, o kadar çok bel irli bir sınıfın organı haline gelir, bu
sınıfın üstün lüğünü o kadar çok doğrudan dayatır." Bu ifade Po­
lonya'da devleti n toplu mla, yani rejimin işçi sınıfıyla ve namenk­
fatura'nın Sovyetler Birliği'nde yen i i mtiyazlı sınıfın topl u m u n
geri kalanıyla o l a n i l işkisinin bir form ülasyonu olabilir k i ol muş­
tur.*
Marksizmin ideolojisi, gelişmiş Batı topl umunda kapital ist ve
işçi a rası ndaki kaçı n ı l maz kutuplaşmada akıl ma rifeti sayesinde
zoru nlu bir sonuç olarak proleta ryan ı n zaferine olan inançtır. Bu
inanç sistemi olarak "zoru nluluk krallığ ından özgürlük kral lığına
sıçra ma" kehaneti nde bulunan Augusti n'ci parousia'nın yerine
geçen tarih felsefesidir." Bu yan ı lsamalara hala inanan biri var
mı?
Fakat farklı b i r entelektüel ve teorik mesele söz kon usudur.
Marksist sosyolojinin temel teoremi esasen (au fond) şöyledir:
sosyal yapın ı n tamam ı sınıf ya pısıdır ve sınıf, kültür analizi için
dahi siyasetle ilgili bir birimdir. Hemen hemen bütün topl u mlar­
da, özellikle Batı'da, çarpıcı olan sadece endüstriyel işçi sınıfı n ı n
hızla daralması değil, aynı za manda sosyal bölünmenin temel
ekseni olarak iktisadi s ı n ıfın da parçalan masıd ı r. Her toplum (Ja­
ponya istisnadır) büyük azı n l ı k ka rışımlardan oluşan "çoğ ul bir
toplumdur." Ve cinsiyet, yaş, din, eğiti m ve meslekten ayrı olarak
etnik ki mliklerin grup bağlılığı için g iderek artan bir şekilde bel ir­
g i n oldukları görün mektedir. Ve g ruplar a rasındaki etn i k, dilsel
veya dini eksenlerdeki çatışmalar kültürel/siyasi ki mliklerin kay­
nağı olarak görünmektedir. Yine de Komünist Manifesto'da Marx
şöyle yazm ıştır: "insa nlar a rasındaki u l usal farkl ıl ıklar ve d üşman-

Distopyanın halinin en düzgün örneği, gecenin köründe tavsiye almak


için Lenin'in mezarını ziyarete giden General Jaruzelski'nin Leh hikayesi­
dir: "Yoldaş Lenin," demiştir, "bir karşı devrimle karşı karşıyayız." "Bir karşı
devrim mi?" diye cevap verir Lenin: "Çözümümüz daima bellidir: işçi sını­
fı nı silahlandırın!"
.. ifade Engels'in Batılı kapitalist toplumlardaki zenginliğin muazzam geli­
şiminden bahsederken sosyalizm imkanlarının bugün burada (vurgu ori­
jinal indeki gibidir) olduğunu belirttiği Anti-Dühring ( 1 877) adlı eserinde
yer almaktadır.
484 IDEOLOJININ SONU

l ı k, burjuvazinin gelişi minden, serbest ticaretin ve bir dünya pa­


zarının büyü mesinden ve endüstriyel süreçlerle buna bağl ı hayat
şartlarının artan tekd üzel iğinden dolayı g iderek ortadan kal kma
eğilimi içindedi r."
Bugün ul uslararası işçi sınıfı içinde geçen yüz yılda herhangi
bir zamanda olduğundan daha az işbirliği ve dayanışma ol ma­
sından başka, çarpıcı olan şey en az komünist dünyada olduğu
kadar dünyanın her yeri nde ul usal gerginl iklerdeki artıştır. Sov­
yetler Birliği ile Çin a rasındaki rekabet; Çin ve Vietnam a rasında
içten içe devam eden savaş; Kam boçya'nın Vietnamlı kuklalar
tarafı ndan işgali; Arnavutluk ve Yugoslavya a rasındaki silahlı
d uvar; Sırplar ile Hırvatlar ve Sırplar ile Arnavutlar a rasındaki ka­
d i m düşmanlık gözle görü nür hale geldikçe, Yugoslavya'n ı n par­
çalanma tehlikesi Ma rksist temelde nasıl açıklana bi lir ki? Macar
u l usal g ruplarından ol uşan büyük azınlıkların Romanya'daki,
Baltık halklarının Sovyetler Birl iği'ndeki, Sovyetler Birliği'ndeki
milliyet dengesini bozarak demog rafik büyü me ora n larını tehdit
eden Müslüman milliyetlerin Orta Asya'daki yerleşim bölgelerine
ne demeli?
Yirmi biri nci yüzyıla yaklaşırken ırk, kabi leci lik -Güney Doğu
Asya'da, Orta Doğu'da, Müslüman dünyasında kardeş öfkesi­
g i bi etn ik farklılıklar meseleleri çağdaş sosyolojin in, Marksizmi n
en ufak parçasının bile anlamak i ç i n hazırlıksız olduğu b i r sorun­
lar gündemi nden bahsetmektedir. Özel likle Ma rksizm'de sosyo­
lojik kategorilerimizin ne kadarının Batı toplumu bağlam ı içeri­
sinde sınırlandığını ve Aydınla n ma, rasyonal ite, sanayileşme,
bili nç, sınıf gelişi mi, "tarihsel ul uslar" fi krinin ve sosyal evri min
anlama prizmaları m ız haline geldiklerini görmekteyiz. Belki de
Marx ve hatta Weber ile Durkheim bile bu konularla ne kadar
alakasız kalmaktad ı r. Fakat bu da uzun ve farklı bir keşiftir.
Yirmi beş yıl sonra bu kitapla ilgilenmek için üçüncü bir ne­
den olabil ir. Bu kitap ellileri n bir ürünüd ü r ve savaş sonrası dö­
nemin sosyal değişi mleriyle ilgilen mekted ir. Bu dönemi, 1 930'1a­
rın ve depresyon döneminin yoğunluğuna, 1 960'1ardaki hararetli
gün lere ve (Eros'un özgürleşmesi veya en azı ndan gösterişi gibi)
kuwetli heyecaniara karşı çok az bir entelektüel ilgi veya heye­
can duyarak sıkıcı olmak ve ciddi düşünmek gibi bir eğilim vardır.
Kabul etmiyorum. Dönemin entelektüel özellikleri düşünülecek
olursa, bu bir yaratıcı lık dönemi değil aksine yeniden keşfetme
SONSÖZ, 1 988 485

dönemiydi. Kierkegaard'ın, Karl Barth'ın Paul Tillich'in ve Rein­


hold N iebuhr'un neo-ortodoksi ve neo Augustin'ci görüşlerinin
bir okumasıydı. "Kafkaesk" kavram ı n ı dili mize m i ras bırakan Kaf­
ka'nın, düzensiz ve kafası karışmış dünyasının keşfiydi. Simone
Weil'in yeterli bir i nanç bulamaması ndaki ümitsizl iğin okumasıy­
dı. "Kültürlü kibirli lere" karşı, din ta rtışmasının tekrar ciddi bir
şeki lde ele alındığı bir dönemdi. Eleştiri nin ve büyük eleştirmen­
lerin -Leavis ve Empson, Ransam ve Tate, Winters ve Blackmur,
Tril ling ve Wilson- çağıydı. Ve dönemin en çok tartışılan yazarı
Henri James'in açıklamasındaki gibi, karmaşıkl ı k, ironi, bel i rsizlik
ve paradoks üzerinde durulan bir çağdı. Bu aynı zamanda bir
sosyal eleştiri çağıydı. Hannah Arendt'ın, David Riesma n'ın, Wil­
liam H. Whyte'ın, John Kenneth Galbraith'in, Paul Goodman'in,
Louis Hartz'ın, Daniel Boorstin'in, Dwight Macdonald'ın, C.
Wright Mills'in eserleri ni ve benim eserlerim i eleştiren Rad ika l
tarihçi Richard H. Pells'in Muhafazakar Bir Çağda Liberal Bir Akti:
7 940'1ardaki ve 7 950'1erdeki Amerikan Entelektüelleri'nde (The Libe­
ral Mind in a Conservative Age: American lntel/ectuals in the 7 940s
and 7 950s) yazdığı gibi:
Aynı za manda onların söylediklerinin çağuna büyük bir hay­
ra nlık duyuyorum. Onları ne kendilerinden memnun birileri
olarak ne de vasat ruhlu statüko savu nucuları olarak görüyo­
rum. Aksine, savaş öncesi Sol'un ideolojik dogmaları na olan
düşmanlıklarından ve bunlardan kurtulmalarından, cevaplar
bulmak yerine sorular sormayı tercih etmeleri ve bir kitle ha­
reketinin öncüsü olmaktan çok, bağı msız entelektüeller gibi
hareket etme arzularından dolayı kendi toplumlarının,
1 930'1arın veya 1 960'1arın manifestolarında bulunabilecek
olandan daha fazla provakatif ve haya li eleşti rileri ni sunm uş­
lardır. Aslı nda yirminci yüzyılın diğer dönemleri boyunca
Amerika'da üretilen eserler toplamıyla karşılaştırıldığında,
[onların eserlerinin] daha üstün bir kalitede olduğunu görü­
yorum. Sonuçta, sonradan gelen bizler onların perspektifini
aşmaya çal ı şsak dahi onlara borçlu ka lmaktayız.'

New York: Harper and Row, 1 985, s. x. Paul Attewell'in Altmtşlardan bu


yana Radikal Siyasi iktisat: Bir Bilgi Sosyolojisi(Radical Political Economy sin­
ce the Sixties: A Sociology of Knowledge Analysis) (Ruthers Ü niversitesi Ya­
yınları) adlı eserine de dikkat çekebilirim. Emsallerinin bilimsel başarıları-
486 IDEOLOJININ SONU

Daha kişisel bir notla kapatmama izin verin. Son on yılda


"New York entelektüelleri" denilen kültürel fenomen ve onların
baba larıyla oğulları ha kkında büyük ve a rta n bir merak vard ı. Bu,
Partizan Dergisi, Siyaset, Yorum, Yeni Lider, Muhalif gibi dergilerle
bağ la ntı lı yazarlar ve eleştirmenler g rubuyd u ve ilk kuşakta Lio­
nel Trill ing, Sid ney Hook, Philip Rahv, Wi lliam Phill ips ve bunların
küçük kardeşleri olan Saul Bellow, Alfred Kazin, element Green­
berg, Harold Rosenberg ve Mary McCarthy gibi figürlerle özdeş­
leşmişti.' O dönem ve mekanlar, bireysel figürlerin kariyerleri ve
eserleri hakkında zama nın olayia rına katı lanlar tarafından anlatı­
lan birçok hi kaye ve biyografi, akademik ta rihçiler ve sosyologlar
tarafı ndan hazı rla nan bir yığın kitap vardı.
Çarpıcı olan şey, gençli kleri boyunca, g ruplardaki çatışmaların
ve kardeşler a rası ndaki aile tartışmalarının sonraki yı llarda daha
büyük kültür tuva l i ne karşı nasıl tüken miş bir hale geld iğidir. Ben
bu çevrenin bir ürünüydüm ve bu kum torbası savaşlarının bir
müdavimiydim. Entelektüel ilgilerim ve mera klarım, New York
Şehir Koleji köşeleri nde şeki llendi ve aklım bu entelektüel tartış­
maların kazanında pişti. Arkadaşım ve eski meslektaşım lrving
Kristal'ün bu eski gün ler hakkı nda yazdığı gibi: "Daniell Beli . . .
l rwing [Pole]'un karşı kutbundaydı. 'Karma ekonomi'ye, Brita nya
modeline dayalı iki parti sistemine ve diğer libera l sapkı n l ı klara
inanan sade ve basit bir sosya l-demokrattı . . . Yı llar geçtikçe siya­
si görüşleri mu htemelen geri kalanları mızdan daha az değişti.
Öyle ki eski sınıf arkadaşları onu Sol'dan eleştirirken, şimdi onu

nı değerlendiren Attewell, kuşaklar arası ndaki sürekliliğin kopmasından


yerinmektedir: "Amerika'daki sol-kanat akademinin genç kuşaklarının
Daniell Beli ve meslektaşlarıyla uzlaşmaya varmaları zordur. Eğer tarih bi­
raz daha farklı bir akış içinde olsaydı onun kuşağı, ikinci Dünya Savaşı
sonrası dönemin sol entelektüellerinin lider grubu olurdu. Çünkü onlar
Amerikan solculuğunun son büyük yükselişinden geriye kalan en önemli
entelektüelleridir. Otuzların siyasi karışıklığını yaşamışlar ve bu dönem­
den, siyasi örgütlenmeye olan pratik ilgileriyle birlikte sosyalist entelek­
tüel tarih bilgilerine bu ülkede henüz yetişilen sol bir entelijansiya olarak
çıkmışlard ı r," (s. 1 ). Attewell radikal siyasi i ktisatta halen bazı güçler his­
settiği için, bizim "sosyalist solu bırakıp" ideolojinin sonunu ilan etmemi­
ze üzülmektedir. Bu güçler var mı? Bu da ayrı bir tartışma konusudur.
"Amerikan Toplumunda Entelijansiya," Dolambaçll Yol, s. 1 27-1 29'da bir
aile "şeceresi" çıkarttım.
SONSÖZ, 1 988 487

ideolojik pusulanın bütün noktalarından eleştirmekted irler."·


1 965'de, Kristal'le birlikte, makul kamuoyu ta rtışması ve ob­
jektif ka mu politikası a raştırması yoluyla ideolojiyi aşmaya çalışan
bir dergi olan Kamu Men faati'nin (The Public lnterest) kurucu or­
tağıyd ı m . Objektif a raştırma daima zor bir konudu r. i l k sayıda
yazdığımız g i bi: "i nsan düşüncesinin ve davranışının bazı -
felsefi, dini, ahlaki ve her türlü- önyargılardan bağı msız ol ması­
nın mü mkün olmadığı besbellidir. Ancak ideolojinin esas tuhafl ı­
ğı sadece hedefler belirlemesi değil, aynı za manda mevcut sosyal
gerçekli klere ısrarla, önceden hazı rlanmış, bütün mantıklı dü­
zeltmelere d i renen şiddetli yoru mlar getirmesidir."
On yıl sonra, entelektüel yol la rı mız ayrıldığı için dergiden isti­
fa etti m. Kristol bütün modern siyasetin kaçınıl maz olarak ideolo­
jik olduğuna, çünkü bu görüşlerin geleceği şeki llendirme kontro­
lünün rekabeti olduğuna inanm ıştı ve libera l kültür Batı kültürü­
n ü özg ürlüğün yıkı mına sürü kleyen ütopyacı veya eskatoloj i k
iddiaların zorlamalarına karşı zayıf b i r akımdı. H e r i k i varsayım ı d a
kabul etmiyorum. Libera l izmin -lsaiah Berli n'in liberalizminin­
bu i l l üzyonlara di renecek kadar aklı başında olduğunu düşünü­
yoru m. Ve bütün ideolojilerin kendi kendilerini yı kmaya mahku m
olduklarını düşünüyorum. ideoloji bir cisim leşmedir, gerçekl iğin
donmuş bir taklididir, kategorilere yan l ış bir yaşam veren kav­
ramların bir soyutlamasıd ı r. Bu da onun kendini bilimin ve i nan­
cın diğer formları ka rşısında savu n masız bırakan öl ümcül kusuru,
zayıf noktasıdır.
Zama nı mızda, geçen iki yüzyılın siyasetinde birbi riyle çelişen
i ki ideolojik tarz gördük. Biri, Wi lliam Ja mes'in "ihtiraslı ve gönül­
lü," "inanma a rzusu," dediği şeyi harekete geçiren, duyg usal i hti­
yaçları tatmin etmek için insanı mantık sınırları dışına iten tarzd ı.
Dini bağların çözül mesi, dünyevi endişelerin başlaması, moderni­
ten in teşviki, hep birden seküler ütopya nın i nanç merdiven lerin­
de yüksel rnek için itici güç olmuştur. Ancak eski ideolojilerin
ka lıntıları nın ardından, geleneksel sembollerin yanı sıra, dü nya­
n ı n zeng inl iğiyle bağdaşan veya islam gibi öbür dünyada bir

"Bir Troçkistin Hatıra ları," Bir Neo-Muhafazakôrm Tefekkürleri içinde (New


York: Basic Books, 1 983), s. 9. Kendimle neo-muhafazakarlar arasındaki
farkları Partizan Dergisi'n i n 1 984'deki Ellinci Yıldönümü'nde "Bizim Mem­
leketimiz-1 984" adlı makalemde tartıştı m.
488 IDEOLOJININ SONU

şehit olan dini köktenciliklerin baskı lanan, yükselişe geçen d ü rtü­


leri nin geri dönmesiyle bug ü n "moderniteye karşı isyan" başla­
m ı ştır. ilk defa Nasyonel Sosya list rejimin "gerici modernizm"inde
gördüğümüz i htirasın ve ideolojinin, kan ı n ve ı rkın kaynaşması
bug ün, Ayetullah Humeyni'nin iran'ında olduğu g ibi, d ü nyanın
her yeri nde yeni öfke spazmları olarak yeniden ortaya çı kmakta­
dır. Ve bu türden atavizmlerin ve teknolojinin yeni "arzunun za­
ferleri"nde kaynaşmasının sonucunda insanın ka nını dondura n
sloga nları v e alışkan l ı kları tekrar görmekteyiz.*
iki nci tarz, iktidardaki ideolojid ir. Afişler ve sloganlar, "küçük
kırmızı kitap" veya "şa hsiyet kültü g i bi" propaganda a raçla rı,
kurucu lardan sürekli olarak ya pılan al ıntılar veya Len in'in meza­
rını ziyaret etme zorunluluğu ("Len in Yaşıyor"), sisteme katı lımcı
itaatkarlık aracı lığıyla vurgu yaparak uyu m sağla maya zorlayan
tota liter rejim ler. Bu ritüel leşti rilmiş kod ve ritüelleştiri lmiş ileti­
şim olan ideolojidir. i nsanları saran ve d ünyanın geri kalanını
anlaşıl maz kılan ideolojik mukozadır. Çek tiyatro yazarı ve büyük
muhalefet bildirisinin, Böl ü m 77, ilham kaynaklarından biri olan
Vaclav Havel'in i nanç aldatmala rma dair yazmış olduğu gibi:
ideoloji cephesi, sistemin koru ması içerisinde bi reysel kimli kle­
ri nden sıyrılabilmeleri için "insanlara bir ki mlik ya nı lsaması ve
kolayca terk edebilecekleri bir ahlak suna r.""" Yine bu tür bir ideo­
loji, endişeli bir meşru l uk için kullanı l masından dolayı yıkı l ı r. Bu­
nun bir nedeni, i l k başvurduğu şeyin, en kolay boyun eğdirme
yolu olan terör olmasıdır. Ancak terör, Stalin zamanının kol gezen
idam larında veya Kızı l Mu hafızlar'ın yayı lan histerisi sırasında had
safhaya varmıştır. Bu renksiz g ü ndelik hayatın sıkıcı uyumlu luğu
olsa dahi, insanlar hayatlarında bir normal leşme aramaktadırlar.
Ve bir defa meşruluğu yok edildikten sonra, Stali n'in 1 956'da
açıklanan paranoyaları örneğ inde olduğu gi bi, aleni teröre tekrar
başvuru lamaz.

Bkz. Jeffrey Herf, Gerici Modernizm: Weimar ve Üçüncü Reich'de Teknoloji,


Kültür ve Siyaset(Reactionary Modernism. Technology, Culture and Politics
in Weimar and the Third Reich) (Cambridge: Üniversite Yayınları, 1 984).
Bu, teknolojinin ve modernist estetiğin gerici güçler tarafından nasıl en­
gellendiğini gösteren öğretici bir derstir.
.. Vaclav Havel vd., Güçsüzlerin iktidar� (Londra: Hutchinson, 1 985). Hükü­
met ve Muhalefet'teki (Londra, ilkbahar 1 987) bir eleştirisinde beni kitap­
tan haberdar eden Alan Montefıore'ye müteşekkirim.
SONSÖZ, 1 988 489

Aynı zamanda (sol ve sağ) ideolojik söylemin bel irsizleştirme


eğiliminde olduğu bir gerçek de çok az bir hareketin monolitik
olduğu veya bu türden bir monotan iuğu çok uzun süre sağ la­
yamad ığıd ır. Her şeyden önce değişim için baskı doğura n yapısal
katı l ıkla r vardır: büyük, karmaşı k modern bir toplumda, gerek
iktisadi yönetim için, gerek siyasi idare için dar bir i ktidar zemi­
n i nde faal iyet göstermenin g iderek zorlaşması, böylece karar
a l ma a renası nın birtakım özerk yönetim leri ve bireysel inisiyatifi
mümkün kılarak genişlemesi, eğer bir topl um çöküntü veya dur­
gunluk içerisi nde deği lse, gerekli hale gel mektedi r: Bu tür ihti­
yaçların kurumsal değişi me dönüştürü lüp dönüştürülemeyeceği
el bette ki önemli bir soru ndur.
Bu tür toplumların dönüşümünde bir rol oynayan psikolojik
unsurlar daha soyut olabilir. Stal in'in ka prisinden dolayı palyaço­
luk yapmaya zorlanan Kruşçev'i n yaşadığı aşağılanma buna bir
örnektir. Kültür Devrim i sırasında domuz yetiştiricisi olmaya zor­
lanan Deng Xiaoping'in aşağılan ması, kendisini Maa Zedong'un
düşü ncesinde değişikli k yapmaya yöneiten motive edici bir un­
sur olabil ir. Eski Komünistleri n ve hatta iktidarda olanların kalple­
ri ndeki ve akıllarındaki idealizm unsurlarının da hafife a l ı n ma ma­
sı gerekir. Bu, Nagy'i ve Macaristan'daki entelektüel leri, Çekoslo­
vakya'daki Dupçek'i on yıllarca sonra insan yüzlü bir sosyalizm
arayışlarına itmiştir:· Komü nizm sadece itaat üretmez, eski Ko-

Bu tür baskıların öğretici bir hikayesi ve Sovyetler Birliği'nin geçmesi


gereken yolların ileri görüşlü bir anlatımı için bkz. Zbigniew Brzezinski, iki
Devir Arasmda(Between Two Eras) (New York: Vi king, 1 970), s. 1 64- 1 72.
" Bu bakımdan en öğretici kitaplardan biri, göz ardı edilen ve Zdenek
Mylnar tarafından yazılan etkileyici bir biyografi olan Prag'da Gece Aya­
Z/'dır (Nightfrost in Prague) (New York: Karz Yayınları, 1 980). Bir Çek olan
Mylnar, Moskova'da hukuk ve felsefe eğitimi almış ve ikinci Dünya Sava­
şı'ndan sonra üst düzey bir parti görevlisi ve Merkez Komite'de bir teoris­
yen olmak için geri dönmüştür. Yıllar geçtikçe, Dupçek'le birlik olarak,
komünizmin sadece katılıklarından dolayı değil, fakat orijinal idealizmine
ihanet ettiği için işlerlik kazanamadığını ileri sürmüştür. Mylnar, partinin
"demokratikleşme" planlarının taslağını hazırlamış ve Çek !iderler, Brezh­
nev'in davadan sapma suçlamalarına cevap vermek için Moskova'ya çağ­
rıldıklarında Dupçek'e eşlik etmiştir. Mylnar'ın kitabı sadece Çek revizyo­
nist düşüncesinin sergilenmesinin önemli bir açıklaması değil, aynı za­
manda Rus liderlerinin Çekleri nasıl ikna ettiklerinin ve ezdiklerinin ve ni­
hayetinde onları tanklarla Prag Baharı'nı sona erdirmeye göndermeleri-
490 IDEOLOJININ SONU

münistler de üretir (Bu kitabın "Mit ve Monolit" adlı kısm ı n a ba­


kınız).
Bütün bun ların ötesinde bel ki de hepsinden daha güçlü bir
çözücü faktör olabilir. Bu, insanların kendi davran ışiarına ahlaki
bir gerekçe bulmaları n ı n kaçınılmaz ve değişmez i htiyacıd ı r. in­
sa nlar ah laki gerekçeler, sonunda, karşıt inançların sınan masıyla
ve bazı tra nsandantal standartlarla karşı laşırlar. Marksist düşün­
cede bel ki de en kötü niyetli ve kendi kend ini yok eden teorem,
tari hsel materyalizm teorisini kuşata n ah laki rölativizmdir. En­
gels'in 1 877'de yazd ığı gibi:

Ebedi, nihai, değişmez etik kanunlar olarak bize herhangi bir


dogmacı ahlakçılığı, ahlaki dünyanın tarihin ve ul usa l farkl ılık­
ların üstünde duran kalıcı ilkeleri olduğu bahanesiyle haddini
bilmez bir şekilde dayatma çabalarını reddediyoruz. Aksine,
geçmişin bütün ahlak teorilerinin ni hayetinde topl umun
çağdaş iktisadi koşulları olduğunda kararlıyız. Ve tıpkı top­
lum ların bugüne kadar sınıf düşmanlıklarıyla hareket etmeleri
gibi, ahlak da daima bir sınıf ahlakı olmuştur.'

Yüksek ahlak adı a ltında Bolşevikler ya lan söylemişler ve al­


datmışlar ve yüz binlerce kişiyi idam etmişlerd i r. Burj uva demok­
rasisini sahte bir demokrasi olarak ilan etmekle Komünistler
1 930'1arda Weimar Cumhuriyeti'ni yıkmak için Nazilerle işbirliği

nin ilk elden birkaç anlatımından biridir.


Bu makalenin başında bahsedilen kişilere dönecek olursak: Sartre
1 956'da Mao'cu tarafa dönene kadar Sovyetler Birliği'ni desteklemiş; ha­
yatının sonuna doğru, uyuşturucu madde etkisi altında, kör bir halde eski
bir müridin etkisi altındayken dini hayallerden bahsetmiştir. Merleau­
Ponty terörü savunduğunu inkar etmiş fakat 1 961 'deki ölümü felsefeye
ve siyasete dair eserinin yarım kalmasına neden olmuştur. Brecht, Doğu
Berlin'de kalmış ve 1 953'deki bir işçi ayaklanması ndan sonra rivayete gö­
re alaycı tavrıyla şöyle demiştir: "insanlar hükümete karşı ayaklandılar;
hükümetin insanları değiştirmesi gerekir." Hayatının sonuna kadar Avus­
turya pasaportunu kullandı ve telif hakları Batı Alman yayıncısına ödendi.
Bloch savaştan sonra Leipzig'de profesörlük alarak (daha önce Alman­
ya'da önemli bir akademik görev almamıştı) 1 96 1 'de Batı'ya isteksizce
geri geldi. Lukacs, 1 956'da Nagy hükümetine katılmış ve devrim Ruslar
tarafından bastırıldığında tutuklanmıştır. Fakat Hegel'ci tarih aldanması
inancından vazgeçmeyi reddetmiş ve 1 97 1 'deki ölümüne kadar Macaris­
tan'da kalmıştır.
Anti-Dühring (Chicago: Kerr, 1 935), s. 93-94.
SONSÖZ, 1 988 491

yapmışlard ı r. Sosyalistler, ikinci Dünya savaşı sırasında ve sonra­


sında demokrasinin ve yasal hakların adil bir topl um için ihlal
edi lemez şartlar olduğunu ve bu özgürlüğün sosya lizmden bile
önce gelmesi gerektiğini nice acıdan sonra öğrenmişlerdir.
Kültür ve din, kökenlerinde, kendi çağları nın maddi şartların­
dan kaynaklanmaktad ı rlar fakat bir defa yaratıldıklarında, zaman­
la yen ilenen ahlak ina nçları n ı n kaynaklarına ulaşabili rlerse büyük
bir yaşama gücüyle kendi hayatiarına başla rlar. Kültürün sürekli­
liği bütün tari hselciliği çürütmektedir ve hakikati tekrar tekrar
arama g üdüsü sınırsız iktidarın kayası n ı oyan ısrarcı bir darbedir.
Hiçbir siyasi sistem ah laki gerekçeler bağla m ı n ı n dışında var
olamaz. Fakat ah laki bir düzen zorlama veya a ldatma olmadan
va r olmak istiyorsa, menfaatlerin dar görüşleri ni aşmak ve i htiras­
ların iştahını terbiye etmek zorundad ı r. işte ideolojinin yeni lgisi
budur.
Fakat bütü n bunlar ideoloj i k düşü ncenin bir zinciridir, Ni­
etzsche'n in daha geniş bir görüşle Ketten-Denken dediği, zincir­
leme düşünen ierin prangasıdı r.* Bugün ihtirasl ı söylemin geniş­
leyen döngüsünde bağlantılar karışmakta ve ideoloji inanma
a rzusuyla, dog matizmle veya yaygaracıl ıkla uyuşan neredeyse
her inancı tanımlamaktadır: Zenci i ktidarı, Yeni Sağ, Fem inizm
ideoloji leri, vs. Kavra mın tarihselliği, bağlamını kaybetmiştir.
Fakat geriye herhangi bir kavramsal netlik değil, sadece pejoratif
ve hakaret anlamlı yarı bir gölge ka lm ıştır. ideoloji geri getirile­
meyecek bir şekilde kullanımdan düşmüş bir kelimedir. Günah
da böyledi r.

insanca, Pek insan ca daki 376. Aforizma: "Zincirleme Düşünenler­


'

düşüncelerle o kadar dolu olan biri duyduğu veya okuduğu her yeni fikri
selamlar ve onları kendi zincirinin şekli içerisine yerleştirir" (kendi serbest
tercümem; ilk referansı Melvin J. Lasky'e borçluyu m).
Teşekkür

Borçlara teşekkür, yazar için bir zevktir fakat okur için genellikle
bir yüktür: sorumluluklarımı dengelerneye çalışacağım.

Bu makaleler, 1 958-1 959'da Davranış Bilimleri'nde i leri Araş­


tırmalar Merkezi'nde Öğretim Üyesi olduğum sırada bir a raya
geti rilmiş ve gözden geçi rilmiştir. Bundan -layıkıyla Teori Sınıfı­
n ı n Aylaklığı diye adland ı rılan- daha iyi bir ortam ve farkl ı bi lim
insanları tarafı ndan daha iyi bir teşvik buluna maz. Merkez'e olan
borcum gerçekten büyüktür. Bay Ruth Ohlin'e a raştırma yardımı
için ve Bayan Dorothy Brothers'a sekreterlik yard ımı için özel bir
borcum var. Bir a rkadaşım, Bayan Pearl Kazin, prova baskısını
kontrol etmek gibi zor bir görev üstlendi.
Bu makaleler, Fortune dergisinin emek editörü olduğum yıl­
larda yazı ldı. Ancak biri liman işleri üzerine olan, diğeri suç dalga­
ları üzerine olan sadece iki makale, Fortune makalelerine dayan­
maktadır. Kısmen metni n konusunun dışında kaldı kları için, kıs­
men de bu malzemeleri işçi hareketi üzerine daha derli toplu bir
kitapta yeniden işlernek istediğim için emek üzerine olan maka­
lelerimi bu kitaba dahil etmedim. (Fortune'daki başlıca emek
maka leleri nin bir listesi sayfa 46 1 'de bulunmaktad ı r.) Art a rda
gelen idari editörler Ralph D. Pai ne, Jr.'a ve Hedley Donovan'a
teşvikleri nden dolayı ve Fortune'da çalışmayı değerli bir deneyim
hal ine getiren, entelektüel farkl ı l ı klara duydukları sayg ı larından
dolayı teşekkür etmek isterim.
Bu makalelerden bazıları ilk olara k Yorum (Commentry) ve Kar­
şiiaşma (Encounter) derg ileri nin sayfalarında yer a l mıştır ve be­
nim en kal ıcı borcum bu iki derginin editörü olarak bu maka leleri
494 IDEOLOJININ SONU

yönlend iren ve bunları bir düzene koymak için çabalayan l rving


Kristol'ed ir.
Daha uzun makalelerin üçü ilk kez, totalitarizme karşı olan en­
telektüellerin ul uslara rası bir örgütü olan Kültürel Özg ü rl ü k
Kongresi tarafından desteklenen konfera nslarda sunulan bildiri­
lerd i r. 1 956-STde (Fortune'dan izi nli olduğum sırada) Kongre'ni n
ul uslararası semi nerleri nin di rektörü olarak Paris"te b i r y ı l çalışma
fırsatı yakalayabildiğim için şanslıyd ı m . Seminer planlama komi­
tesi -Raymond Aron, C. A. R. Crosland, Michael Pola nyi ve
Edwa rd Sh ils- ile yaptığım ta rtışmalardan çok şey öğrendim ve
birçok makale, özellikle ideoloji konusu üzerine olanlar bu tar­
tışmaları yansıtmaktad ır. Eski birer arkadaş olan Melvin Lasky ve
Herbert Passin ile birlikte Paris'te ve Tokyo'da heyeca nlandı rıcı ve
yorucu görüşmeleri miz vard ı. Ve m ü kellefiyeti keyifle eşitlemek
adına, pratik siyasi akl ıyla entelektüel fantezileri dengeleyen,
Kongre'nin idari sekreteri Michael Josselson'a çok şey borçluyum.
Sol Levitas'a ve otuz yı l yönetiminde bulunduğu Yeni Lidere
(New Leader) duyd uğum saygıyı bir başka vesi leyle ifade etmiş­
tim. ilk yazıların Yeni Lider içindi ve mevcut siyasi farklı l ı klar her
ne olursa olsun, ben i m için her zaman entelektüel bir yuva ol­
m uştur. Buradaki kısa makalelerin bazıları ilk olarak Yeni Lider'in
sayfalarında yayı mlanmıştır.
Bu birçok makalenin konula rı hakkında Nathan Glazer, Ric­
hard Hofstadter, S. M. Li pset, Robert Merton ve Elaine Graha m'la
olan görüşmeler, a ra l ı klı tartışmalar, bir cüm lede olsun, bir örnek­
te olsun, bir fikirde olsun bana soyut yollardan fayda sağlam ıştır.
Bununla birlikte, kişisel ve entelektüel bir anlamda teşekkürü
en çok, bana fikirlere değer vermeyi öğreten Sid ney Hook'a borç­
luyu m. Hiçbir zaman onun öğrencisi olmamama rağmen, onunla
ortak işlerde birlikte çal ışmak ve teklifsiz fakat tartışmacı fikir
alışverişi yapmak g i bi daha değerli yol la rdan çok şey öğrendim.
ihtirasları n ı n bazılarını kabul etmemekle birlikte, entelektüel
ilg ilerinin çoğunu paylaşıyorum. Fakat bütün bunların ötesinde
onun, ne kadar rağ bet görmeyen bir kon u ol ursa olsun, mücade­
leden kaçmayı reddetmesinde veya arkadaşlığını bitirmesinde
ifadesini bulan kişisel ve entelektüel cesaretine hayra nım. Bugün
onun adını duymuş olan herkes için de geçerli olduğu gibi, o
kuşağın en büyük hocalarından biriydi.
Yazar ve yayıncı, bu kita pta yer alan makalelerin yeniden ya-
TEŞEKKÜR 495

yımlanması için yayıncılar ve telif ha kkı sahi pleri tarafından veri­


len izne müşetekkird i r.
Bölüm ı , Eyl ül ı 9SS'de italya'nın M ilan şehrinde Kültürel öz­
gürlük Kongre'si ta rafı ndan desteklenen "Özgürlüğün Geleceği"
konferansı nda bildiri olarak sunulmuş ve biraz kısa ltılmış olarak
Temmuz ı 956'da Yorum dergisinde yayı mlanm ıştır.
Böl ü m 2, Milan konferansında sunulan orijinal bildirinin bir
parçasıydı ve şimdiki şekliyle ilkba har ı 957'de Partizan Dergi­
si'nde (Portisan Review) yayımlanmıştır.
Böl üm 3 ilk olarak Colombia Üniversitesi Sosyoloji Öğretim
Üyeleri Kolokyu mu'nda sunulan bir bildi rinin gözden geçi rilmiş
versiyonudur ve Kasım ı 958'de Amerikan Sosyo/oji Dergisi'nde
(American Journal of Socio/ogy)yayı mlanmıştır. Bu bölü mde, ilk
olarak Mart ı 949'da Yorum'da çıkan ve Bendix ile Lipset'in yayına
hazırladıkları S1mf, Statü ve iktidar'da (Class, Status and Power)
(Giencoe, lll. The Free Press, ı 953) yeniden yayı m lanan "Ameri­
ka'nın Marksist Ol mayan Devrimi (America's U n-Marxist Revolu­
tion)" adlı makalemden bazı sayfalar bulun maktad ı r.
Böl ü m 4, Mart ı 953'de Yorum'da yayı m lanm ıştır. (Bu makale­
nin kısaltı lması ve gözden geçiril mesi sırasındaki eleştirileri için
Columbia Üniversitesi iktisat Böl ümü'nden Profesör Gören Oh­
l i n'e teşekkür etmek isterim.)
Bölüm S, ı O Mart ve ı 7 Mart ı 958'de Yeni Cumhuriyet'te (New
Republic) yayı mlanan iki bölümlük bir makalenin geni şleti lmiş bir
versiyon udur.
Bölüm 6 i l k kez Ocak ı 956'da Karşi/aşma'da çıkmış ve benim
tarafı mdan yayına hazı rlanan Yeni Amerikan Sağ1'nın (The New
American Right) (New York: Criterion Books, 1 955) ilk bölümü
olarak yeniden yayı mlanmıştır. Mevcut versiyon, Haziran 1 944'de
Yahudi Hududu'ndaki (Jewish Frontier) "Amerikan Yahudi Düş­
manlığının Kaynakları (The Grass-Roots of American Jew Hatred)"
adlı makalemdeki Amerikan popü lizmi tartışmasından bazı par­
ça lar içermekted ir.
Bölüm 7 ilk kez Yaz 1 95 3'de Antakya Dergisi'nde çıkmıştır.
Böl ü m 8, Ocak 1 955'de Fortune'da yayı m lanan "Hangi Suç
Dalgası?" (What Crime Wave?) adlı makale için yapılan bir araş­
tı rmaya dayan maktadır. (Pennsylvania Ün iversitesi'nden Profesör
Thorstein Sellin'e ve Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden
Herbert Wechsler'e birçok önerilerinden dolayı min nettarı m.)
496 IDEOLOJININ SONU

Bölüm 9 bir Fortune projesi a raştırmasına dayanmaktadır. Ve­


rilerden bazıları Haziran 1 95 1 tarihli Fortune'da yayı mlanan ma­
ka lemde yer alm ıştır.
Bölüm ı O, L'Ecole Pratique des Hautes Etudes Sorbonne'da
Profesör Georges Friedmann seminerinde bildiri olara k sunul­
muştur.
Bölüm l l ilk kez Kasım 1 956'da Beacon Yayınları tarafı ndan
küçük bir ciltli kitap olarak yayı mlanmıştır. Mevcut versiyonu,
Haziran 1 947'de Yorum'da çıka n "insanları Makinelere Uya rlamak
(Adjusting Men to Machines)" adlı makalemden birkaç sayfa
içermekted ir.
Bölüm 1 2 ilk kez Mart 1 952'de Antakya Dergisi'nde yayı mian­
mış ve biraz kısa ltı l mış şekliyle "Amerika'da Ma rksist Sosya lizmin
Geçmişi ve Gel işimi (The Background and Development of Marxian
Socialism in America)" adlı monog rafi min giriş bölümü olara k,
Donald Egbert ve Stow Persons tarafından yayına hazırlanan
Sosyalizm ve Amerikan Hayatı -Socialism and American Life- (Prin­
ceton: Pri nceton Üniversitesi Yayınları, 1 952) adlı incelemede yer
almıştır.
Bölüm 1 3: Kısım A, genç kuşak üzerine olan bir sempozyumun
parçası olarak 1 Nisan 1 957'de Yeni Lider'de yayımlan mıştır; Kısım
B, 21 Mart 1 95 5'de Cumartesi Edebiyat Dergisi'nde (Saturday Re­
view of Literature); Kısım D, Eylül 1 959'da Karşılaşma'da yayım­
lanmıştır.
Bölüm 1 4, St. Antony Koleji, Oxford ve Kültürel Özgürlük
Kongresi desteği a ltında Haziran 1 957'de ingi ltere'nin Oxford
şehri nde "Sovyet Toplumundaki Değ işim ler" üzerine düzen lenen
konferansta bildi ri olarak sunulmuştur. N isan 1 958'de Dünya
Siyaseti'nde (World Politics) yayımlan mıştır.
Bölüm ı s, Eylül 1 958'de Kültürel Özgürlük Kongresi desteğiy­
le Viyana'da "işçilerin Yönetime Katıl ı mları" üzerine düzen lenen
ul uslara rası sem inerde bildiri olarak sunulm uştur. Bildirinin kısım­
ları Haziran 1 959'da Dünya Siyaseti'nde yayı mlanmıştır. Yabancı­
laşma üzerine olan kısmın genişleti lmiş bir versiyonu, Amerikan
Felsefe Derneği'nin Doğu Bölgesi'nin 1 959 Noel toplantılarında
oku nmuş ve bu toplantıla rdaki bildirileri kapsayan Felsefe Dergi­
si'nde (Journal of Philosophy) yayımlanmıştır.
Notlar

1 . Kitle iletişim inde, kitle fikrinin tarafsız bir tartışması için bkz., ör­
neğin, Paul F. Lazarsfeld ve Patricia Kendall, "Ortalama Amerika­
lının iletişim Davranışı (The Communication Behavior of the Ave­
rage American)" Kitle iletişimi (Mass Communication) içinde, yayı­
na hazırlayan Wilbur Schra m m (U rbana, l l l., 1 949).
2. Herbert Blu mer, "Ortak Davranış (Co/lective Behavior)," Sosyoloji
ilkelerinin Yeni Taslakları (New Outlines of the Principles of Socio­
logy) içinde, yayına hazırlaya n A. M. Lee (New York, 1 936). Daha
başka tartışmalar için bkz. El iot Friedsen, "Araştırma ve Kitle Kav­
ramı (Research and the Concept of the Mass)," Amerikan Sosyoloji
Dergisi, Haziran 1 953.
3. Jose Ortega y Gasset, Kitlelerin Ayaklanması (The Revolt of the Mas­
ses) (New York, 1 932), s. 1 8- 1 9, 39.
4. Friedrich George Juenger, Teknolojinin Başarısızlığı (The Failure of
Technology) (Chicago, 1 948).
S. Karl Mannheim, Bir Yeniden Yapılanma Çağmda insan ve Toplum
(Man and Society in an Age of Fleconstruction (Londra, 1 940) s. 53-
67. Mannheim analizini tamamlamak için başka birçok kavra m
kullanmaktad ır. Modern toplumun, belirsiz fakat Ortega'nın "kit­
leleşme" fikrine ya kın bir kavram olan "kökten demokratikleş­
me"ye dayanmakta olduğunu söylemektedir."Kökten demokra­
tikleşme," yani kültürün herkese ait olması gerektiği ve her insa­
nın kanaatinin en az başka bir insa nın kanaati kadar iyi olduğu,
kültürü devam ettiren yaratıcı el iderin h içbir fonksiyonu kalma­
dığı fikri.
6. E mil Lederer, Kitlelerin Durumu (The State of the Masses) (New York,
1 940), s. 23-40.
7. Hanna h Arendt, Totaliteryanizmin Kökenieri (The Origins ofTotalita-
498 IDEOLOJININ SONU

rianism) (New York, 1 95 1 ) s. 305, 341 -42.


8. Gabriel Marcel, Kitle Toplumuna Karşt insan (Man against Mass
Society) (Chicago, 1 952), s. 1 01 -3.
9. Karl Jaspers, Modern Çağda insan (Man in the Modern Age) (Londra,
1 95 l l. s. 65.
1 O. Ortega, A.g.e., s. 1 24.
l l . Alman sosya list Tonnies'le ilgili olan bu antitez hemen hemen
bütün modern sosyal teorilerin temelid ir: Weber'in geleneksel­
rasyonel davranışı, Durkheim'ın mekanik-organik dayanışması,
Redfield'in halk-şehir toplumu, vb. Bazen bu ayrım, toplumları
şimdiki zamanın aksine bel irsiz bir geçmişte tanımlaya n tarihsel
bir ayrı m olarak varsayılmaktadır. Bazen de birbiriyle tezat oluş­
turacak iki düşünce biçimini ortaya çıkaran tarih dışı, anal itik bir
ayrım olarak ku llanılmaktad ır.
1 2. Batı sosyal teorisinde "a kılsız kitleler" fikri nin kökenierinin bir
tartışması için bkz. ben im makalem "Otoriteryan ve Demokratik
Liderler Üzerine Notlar (Notes on Authoritarian and Democratic
Leaders," Liderlik Üzerine Araşttrmalar içinde, yayına hazırlayan
Alvin Gould ner (New York, 1 950).
1 3. Edward Shils, "Hayaller ve Kabuslar: Kitle Kültürü Eleştirisi Üzeri­
ne Düşünceler (Daydreams and Nightmares: Reflections on the Cri­
ticism of Mass Culture)" (Sewanee Dergisi, LXV, 1 957) adlı harika
bir makalede hem muhafazakar hem noe-Ma rksist eleştirmenle­
rin kitle kültürü ne sald ırılarındaki tuhaf birleşmeye işaret etmek­
tedir. Bu bakı mdan, radikaller geçmişin bugün geçersiz kılınan
yüksek bir kültürü n hakimiyetinde olduğu yönündeki aristokratik
görüşü eleştirmeksizinbenimsemektedirler. Asl ı nda, Shils'in be­
lirttiği gibi, birçok insanın hayatı zahmetli emek gerektiren uzun
mesai saatleri tarafı ndan gayri insanileşmektedir. Bununla birlik­
te, "kitle"nin topluma dahil olması bugüne kadar hayal bile edi­
lemeyen derecede kültürel -sanat, müzik ve edebiyat- geniş­
lemeyle sonuçlanmıştır. Bu tartışma, Haziran 1 959'da Kitle Kültü­
rü üzerine düzenlenen Tam i ment Konferansı için Profesör Shils
tarafından hazı rlanan ve Haziran 1 960'da Dedalus'da yayı mlanan
bir bildiride geliştirilmiştir.
1 4. Karl Mannheim, ideoloji ve Ütopya (ldeology and Utopia) (New
York, 1 936), s. 1 90-97.
1 5. August Comte, Pozitif Felsefe Dersleri (Cours de philosophie positi­
ve) (2'inci baskı; Paris, 1 864), IV-V. Kitaplar.
1 6. T. R. Malthus, Nüfusa Dair Bir Deneme (An Essay on Population)
(Chicago Üniversitesi araştırmalar içinde) Kitap lll, Bölüm ll.
NOTLAR 499

ı 7. Philip Selznick, Organize Silah (The Organizational Weapon) (New


York, ı 952), s. 275-308.
ı 8. Joseph Schumpeter, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi (Capita­
lism, Socialism and Democracy (New York, ı 942), s. ı 45-56.
ı 9. Morris Watnick'in çığ ır açan bir araştırmasında (Chicago Ün iversi­
tesi sem pozyu munda Azgelişmiş Bölgelerin ilerlemesi) belirttiği
gibi, Asya'daki Komünist partiler tamamen yerli entelektüellerin
eseridir. Çin Komünist partisinin, kurucuları olan Li Ta-Chao ve
Ch'en Tu-hsu'dan, bugünkü liderleri Mao Tse-tung ve Liu Shao­
Chi'ye kadar "tam anlamıyla entelektüeller tarafından kontrol
edilen rekoru kırılamamıştır." Bu aynı şekilde "ı 943'de ı 39 [Ko­
münist] parti delegesinden 86'sının profesyonel ve entelcktüel
grup üyesi olduğu" Hind istan için de geçerlidir. Ayn ı sistem,
"Hi ntçini'nindeki, Tayland'daki, Bu rma'daki, Malay'daki ve Endo­
nezya'daki Komü nist partiler için de geçerlidir. Bunların tama­
mında üst düzey l iderler arasında çoğunlukla gazeteciler, hukuk­
çular ve öğ retmenler bulunmaktadır."
20. Birçok derneğe üye olan 80 milyon Bi rleşik Devletler vata ndaşı­
nın 30 ila 40 mi lyon arasındaki bir bölümü kendi gönüllü işlerin­
de çalışmaktadır. ı 950'de 2 milyon gönüllü işçi Genel Yard ım
Sandıkları (Yerel hasta neler ve sosyal hizmet büroları için her bir
bölge halkı tarafı ndan ol uştu rulan fon toplama ve dağıtma ku­
rumları) için kaldırım taşı döşemiş ve 200 milyon dolarl ı k fon sağ­
lam ıştır. Diğer binlerce gönüllü, Yahudilerin Ortak Sesi için ı 00
milyon dolar, Kızıl Haç için 67 milyon dolar, Çocu k Felci M i l l i Vakfı
için 30 milyon dolar, Milli Tüberküloz Derneği için 20 milyon do­
lar, Amerikan Kanser Derneği için ı 3.600.000 dolar olmak üzere
hayırseverl i k adına bir yılda yaklaşık toplam bir milya r dolar fon
sağlanm ıştır. ı 950'de Birleşik Devletler'de ı O milyon kişinin ka­
tıldığı -ulusal, bölgesel veya eyaletler bazında, fakat yerel veya
mahalli olanlar hariç- ı 7.000 kongre düzenlenmiştir. Plajıyla
ünlü Atlantic City'de 244.000 kişi, Amerikan Periodontoloji Aka­
demisi'nden tutun da Amerika'nın Telefon Öncüleri'ne kadar ge­
niş bir yelpazede 272 kongreye katılmıştır. (Raka mlar, Fortune
dergisinin araştırma grubu tarafından derlenmiştir.
2 ı . Gunnar Myrdal, Bir Amerikan ikilemi (An American Di/em ma) (New
York, ı 944).
22. Örneğin, Aralık ı 954'de Kıbrıs meselesi ilk defa Birleşmiş Millet­
ler'in önüne getirildiğinde, kendi ifadesine göre "Amerikan va­
tandaşlarının bir örgütü" olan Kıbrıs için Adalet Komisyonu bu
soo IDEOLOJININ SONU

küçük adanın özerklik hakkını savunmak için New York Times'a


( 1 5 Aralık) tam sayfa l ı k bir reklam verdi. Kıbrıs için Adalet Komis­
yonu içerisinde sıralanan gruplar arasında: A.B.D. Hıristiyan Kar­
deşler Cemiyeti (AHEPA) Tarikatı, Penelope'nin Kızları, Pan­
Lakonyalı Federasyonu, Girit Federasyonu, Pan-Mesinalı Fede­
rasyon u, Pan-ikaryal ı Federasyonu, Amerika'nın Pan-Epirotik Fe­
derasyonu, Amerika'nın Pan-Eliyal ı Federasyonu, Amerika'nın On
i ki Ada Cemiyeti, Amerika'nın Pan-Ma kedon Derneği, Pan-Sisamlı
Derneği, Sterea Ellas Federasyonu, Amerika'nın Kıbrıs Federas­
yonu, Pan-Arkadyalı Federasyonu, Yunan Amerikan Yenil ikçi
Derneği (GAPA) ve Helen Örgütleri Federasyonu. Serbest bir
dünyada Rutenya'nın bölgesel birliği soru nu Birl eşmiş M i l letler
nezdinde ele alınmış olsaydı, "Amerikan vatandaşlarının oluştur­
d uğu" onlarca Macar, Romanya lı, U kraynalı, Slovak ve Çek örgütü
kendi anayurdarının adalet taleplerini Rutenya'ya karşı savun­
mak için basına hevesle hücum ederlerdi.
23. Morris Janowitz, Şehirsel Planda Cemaat Basını (The Community
Press, in an Urban Setting) (Giencoe, lll., 1 952), s. 1 7-1 8. Özellikle
ingiliz sosyologlar tarafından son zamanlarda ya pılan araştırma,
modern toplu m u n temel bağları kaçınılmaz olarak kopardığı fik­
rini sorgulamaktadır. Peter Will mott'un özetle belirttiği gibi: "Ka­
l ıplaşmış yarg ı l a r sosyologlar arasında bile kolay yok olmaz. Ton­
nies'in ve Durkheim'dan ailenin çöküşünü ilan etmelerinden bu
yana şehirli endüstriyel toplumlarda a ilenin köksüz ve atomize
olduğu, ebeveynlerle ve bağ ımlı çocuklarla sınırl ı bir halde akra­
ba ilişkilerinden izole olduğu düşüncesi hakimdir. Bu izlenime
ancak son yıllarda Londra'da ve diğer ingiltere şehirlerinde ve
hatta Detroit ve San Francisco gibi ihtimal dışı olarak düşünüle­
bilecek şehirlerde yapılan bölge araştırmalarıyla yeni yeni karşı
çıkıl mıştır. Bu a raştırmalar modern şehrin merkezinde akrabalı­
ğın, arkadaşlığın ve dayanışmanın önemli bir kaynağı olduğunu
göstermektedir" ("Akraba l ı k ve Sosyal Kanu nları (Kinship and So­
cial Legis/ation)" ingiliz Sosyoloji Dergisi, Haziran 1 958, s. 1 26). Baş­
l ıca ingiliz araştırmaları Bethnal Green'den Michael Young ve
Willmott tarafından yapılan Doğu Londra'da Aile ve Akrabalık
(Family and Kinship in East London) (Londra, 1 957) başlıklı araş­
tırma ile Michael Young başkanlığındaki Toplum Araştı rmaları
Enstitüsü'nün a raştırmaları ve özellikle Peter Townsend'in Yaşlı
insanların Aile Hayatı (The Family Life of Old People) (Londra, 1 95 7)
başlıklı araştırmasıdır. Amerikan araştırmaları arasında Will mott
tarafından atıfta bulu nulanlar: Detroit'in Sosyal Bir Profili: 7 955 (A
NOTLAR 501

Social Profile of Detroit: 7 955) (Ann Arbor, 1 956); Morris Zxelrod,


"Şehir Yapısı ve Sosyal Katıl ı m (Urban Structure and Social Partici­
pation)," Amerikan Sosyo/oji Dergisi, Şubat 1 956; Wendell Beli ve
M. D. Boar, "Şehir Komşulukları ve Teklifsiz Sosyal ilişkiler (Urban
Neighborhoods and Informal Social Relations).'' Amerikan Sosyo/oji
Dergisi, Haziran 1 957.
24. Amerikan hayat standartlarının bilimsel bir özeti için bkz. William
Fielding Ogburn, "Teknoloji ve Birleşik Devletlerde Hayat Stan­
dardı (Technology and the Standard of Living in the United States).''
Amerikan Sosyo/oji Dergisi, Ocak 1 955, s. 380-86. Kültürel katıl ı m
üzerine veri için bkz. F . B. Turek, "Amerikan Patlaması (The Ameri­
can Explosion).'' Aylik Bilim Dergisi, Eyl ül 1 952.
25. Makolm Cowley, "Milyonlar için Ucuz Kitaplar (Cheap Books for
the Millions)" üzerine makalesinde, 1 95 3'de yetişkinlere kitap tav­
siye eden yetmiş dört kulüp varken, 1 93 1 'de kitap yayıncılığı en­
düstrisi hakkında genel bir araştırma yapıldığında çok az kitap
kul übü olduğuna işaret etmektedir. Cowley, "Kulüplerin Ameri­
kan halkına tekdüze genel bir zevk aşılamasından korkuluyord u,
ancak bunun yerine, kitap kulüpleri bir dereceye kadar farklıl ıkla­
rı teşvik etmekteydi," diye yazmaktadır (Edebi Şartlar [New York,
1 955], s. 1 O l ).
26. Delmore Schwartz, "Şiirin Mevcut Duru m u ( The Present State of
Poetry) :· Yüzyil Ortasmda Amerikan Şiiri (American Poetry at Mid­
Century) içinde (Whitta l l Konferansları, Kongre kütü phanesi,
1 958), s. 26.
27. Bkz. David Landes, "Fransız iş Dünyası ve iş Adamları: Sosyal ve
Kültürel Bir Analiz (French Business and the Businessman: A Social
and Cu/tura/ Analysis).'' Edward Mead Earle tarafından yayına ha­
zırlanan Modern Fransa (Princeton, 1 95 1 ) içinde.
28. Bemard Bailyn, On Yedinci Yüzyılda Yeni ingiltere Tacirleri (The
New England Merchants in the Seventeenth Century), (Cam bridge,
Mass., 1 955).
29. Robert K. Lamb, "Girişimci ve Toplum ( The Entrepreneur and the
Community)," William M iller tarafından yayına hazırlanan iş Dün­
yasmdaki insanlar (Men in Business) (Cambridge, Mass., 1 952)
içinde. Bu makalede geliştiri lenden, kapitalizmde özgü bir du­
rum olarak ailenin ve işletmenin kaynaşmasının görüldüğü biraz
farkl ı bir görüş için bkz. Talcott Parsons ve Neal Smelser, Ekonomi
ve Toplum (Economy and Society) (Londra, 1 956), s. 285-90.
30. V. 1. Pareto, Akıl ve Toplum (The Mind and Society) (New York,
502 IDEOLOJININ SONU

1 935). Numaralandırma Pareta'n un paragrafiarda kullandığı no­


tasyon sistemini takip etmekted ir. Burada ba hsedilen kısımlar lll.
Cilt, s. 1 1 46-56'da yer almaktadır.
3 1 . Engels'den Sorge'ye, 6 Ocak 1 892, Karl Marx ve Frederich Engels
içinde, Amerikaltiara Mektuplar: 7848- 7895 (Letters to Americans:
7848- 7 895) (New York, 1 953), s. 239. italikler eserin orijinali ndeki
gibidir.
32. Bu faal iyetler arasında: Aslen güvenlik riskleri için bir kılavuz
olarak ku llanılan Başsavcı'nın kam u huzurunu bozan örgütler l is­
tesinin, listedeki örgütlere ait olan bireylerin sadece memu riyet­
lerinin değil aynı zamanda pasaportlarının, hatta memu riyet dışı
işlerinin de reddedil mesi amacıyla boş bir kontrol listesi olarak
görül mesi; bireylerin kendilerini suçlayanların yüzlerini bile gö­
remedikleri adaletsiz bir bağ l ı l ı k progra m ı; Komün ist liderlerin
Smith Kanunu altında tutukla nmaları.
33. Hoftstadter ve Lipset'in makaleleri, diğerlerinin yanısıra Talcott
Parsons, David Riesman, Nathan Glazer ve Peter Viereck'in ba­
ğ ı msız olarak "statü siyaseti" kavram ına odaklanan makaleleri,
Daniel Beli tarafından yayına hazırlanan Yeni Amerikan Sağt'nda
(The New American Right) (New York, 1 955) yayımlanmıştır.
34. Popü lizmin a nti-Semitizm ile olan ilişkisi için bkz. Danel Beli,
"Amerikan Yahudi Düşmanlığının Kökenieri (The Grass-Roots of
American Jew Hatred)," Yahudi Hududu, Haziran 1 944; ayrıca Ric­
hard Hoftstadter, Reform Çağt (The Age of Reform) (New York,
1 957).
35. Komite oturumlarının sonuna doğru Senatör Kefauver italyan
kökenli öfkeli bir vatandaştan gelen ve komitenin Amerika'daki
organize suçların bel irgin bir şekilde italyan teşebbüsü olduğu
izlenimi yaratmasını protesto eden bir telg raf okudu. Senatör bu
vesileyle zaten bariz olanı dile getirdi: italya n haraççıların olması,
haraççıların italyan oldukları anlamına gel mez. Ancak Kefauver
Komitesi'nin Amerika'daki organize suç şebekesi ile mafya tara­
fından kontrol edilen suç şebekesinin peşine düşmesinden beri
bu tür bir yanlış aniaşılma ortaya çıkmıştır. Etnik grupların ve et­
nik meselelerin yasadışı ve kısmen yasal faa liyetlerle olan bağ­
lantılarının göstermelik olarak göz ardı edil melerinden dolayı, bu
alanın Mortimer ve La it tarafından kötü ma ksatir bir sansasyonel­
ciliğe açık olduğunu bel irtmen in belki de tam sırasıd ır.
36. On dokuzuncu yüzyılda Amerika n demiryollarının, kongre üyele­
rine rüşvet vererek yaklaşık 1 90.000.000 dönüm arazi çald ığı ger­
çeği ve daha yenilerde Harding yönetimi sırasında, Yüce Divan'ın
NOTLAR 503

söylediğine göre, "komplo, sahtekarl ı k ve rüşvet yoluyla yapılan"


Teapot Deme'daki petrol gaspları Beyaz Saray'ın eşiğine kadar
ulaşmıştır.
37. Adonis, ortağı Willie Moretti ile birlikte nehrin karşısı ndaki New
Jersey'nin Bergen Vilayeti'ne taşınmış ve orada eski haraççı
Abner "Longie" Zwil l man'la birlikte eyaletteki siyasi i ktidarlardan
biri haline gel miştir. Kumar, Bergen Vi layeti'nde ya klaşık bir on yıl
kadar gelişmiş, fakat Kefa uver soruşturmasından sonra eyalet,
kanunlara uymaya zorlanm ıştır. 1 95 3'de Nelson Stamler başkan­
lığındaki özel bir araştırma, Moretti'nin Vali Driscol l'ün bir yar­
dımcısına "koru ma" için 286.000$ ödediğini ve Cumhuriyetçi
eyalet komitesin in, Zwi l l man'ın bir ortağı olan kumarbaz Joseph
Bozzo'dan 25.000$ "borç" ka bul ettiğini ortaya çıkarm ıştır. Mo­
retti sonradan öld ürüldü ve Adonis italya'ya sınır dışı edildi.
38. Kapalı azınlık gruplarındaki etni k gurur, Amerika n siyasetinin en
eski zeka örneklerinden biridir. Fakat daha dikkat çekici olan şey,
bu özdeşleşmenin ikinci ve üçü ncü kuşaklar tarafından da ısrarla
sürdürül mesidir. Bu gerçek, Samuel Lubell tarafından, son seçim­
lerdeki siyasi davranışın açı klayıcı anahtarlarından biri olan Ame­
rikan Siyasetinin Geleceği'nde (Future of American Politics) belir­
tilmiştir. Sağlam bir Demokratik blok olarak iriandalı bloğunun
kırıl maya başlamasına rağmen özel l ikle orta sınıf statüsü olarak
bireyleri GOP'la daha güçlü bir şekilde özdeşleşmeye yöneltmek­
tedir. Massachusetts'de Jack Kennedy'nin Bi rleşik Devletler Sena­
tosu için adaylığı, iriandalı seçmenler arasında muazzam bir da­
yanışma yaratmıştır. Ve Eisenhower eyaleti yıkıp geçtiği halde
Kennedy, Lodge'un yerine seçilmiştir.
39. 1 959'da Adalet Bakanlığı "suç örgütleri"ni araştırmak için özel bir
ekip kurmuştur. Ekip bir ön hazırlık raporunda, eski suç liderleri­
nin şiddetten kaçındıklarını ve meşru işlere girerek "başarı l ı bir iş
adamı görüntüsü" yarattıklarını belirtmiştir. Bu eski gangsterle­
rin, bu alanların (taşımacılık, işportacılık, restoran, eğlence) bir­
çoğunda çeşitli yollardan rekabet avantajı kaza ndıkları kuvvetle
muhtemeldir. Fakat sosyolojik anlamda önemli olan, bu yeni
alanların meşru iş alanları olduğud ur. Ve bu, Adalet Bakanlığı'nın
yorumladığı gibi, ga ngsterlerin yeni suç alanlarına "sızd ıkları"n ı
değil, fakat kısmi b i r itibar kazanma çabasında olduklarını göste­
rir. Life dergisi 23 Şu bat 1 958'de Adalet Bakanlığ ı'nın bulg uları­
nın büyü k bir grafik gösterimini sunduğunda, seçilen şahıslar
otuz yıldan fazla bir zamandan beri zaten haraççılık işinde olan
504 IDEOLOJININ SONU

kişilerdi. Bu nokta, Life dergisi ve Adalet bakanlığı tarafından


gözden kaçırılmıştır. Suç a lanında nispeten az ve genç insanlar
da vardı. Asıl gangsterler henüz otuzlu yaşlarının başlarındayken
hegemonya kazanmışlar ve bu hükümra n l ığ ı tüm bu zaman bo­
yunca el lerinde tutmuşlardır. Suç alanında "kuşaklar" sorunu
hiçbir zaman araştırılmamıştır ki bu, Birleşik Devletler'de çok il­
ginç bir konu olabilir.
40. Pennsylvania Ün iversitesi'nde üst düzey bir kri minolog olan
Thorstein Sellin şöyle demiştir: "Birleşik Devletler şüphesiz ki öz­
gür dünyanın diğer önemli u l usları arasında en berbat istatistik­
lere sahiptir. Bu kısmen bizimki gibi Federal hiçbir devletin, ulu­
sal çapta sistematik ve karşılaştırmal ı istatistik geliştirmede başa­
rıl ı olamamasından kaynaklanmaktadır. Fakat birçoğu nüfus,
zenginlik ve kriminal ite bakımından Avru pal ı u l us devletleri ge­
ride bırakan kurucu eyaletlerimizi kriminal istatistik geliştirmek
için sırf zayıf çaba lar göstermiştir. . . H ukuki istatistiklerimiz şüp­
hesiz ki kafilenin en zayıfıdır."
4 1 . Ekim 1 95 1 'de Chicago'da Harold Miller adlı genç bir zenci bir
otobüste beyaz bir kadının morarmış bir suratla kendisine dik dik
baktığını fark etti ve kendini kadın tarafı ndan i ki gece önce ona
tecavüz etmekle suçlanır bir halde buldu. Suçun geçtiği iddia
edilen bölge kalaba lık bir nüfusa sahip olmasına rağmen, hiç
kimse kadının çığlıklar atarak caddenin kenarına sü rüklend iğini
görmemişti. Bir yalan makinesi, Mil ler'in yalan söylediğini bulgu­
Iadı ve gazetelerin çektiği dikkati göz önünde bulu nduran
hakim, Miller'i ömür boyu hapse mahkum etti. Bir Sun Times mu­
habiri tarafından yürütü len iki yıllık bir a raştırma, kad ının tecavü­
ze uğramamış olduğunu ortaya çıkardı. Davacı diğer adamın
serbest kal ması için rüşvet a l mıştı ve polis kayıtsız bir halde kadı­
nın hikayesinin dışında hiçbir araştırma yapmamıştı.
42. Fakat fi ili saldırılar, soyg unlar, hırsızlıklar a lt sınıf suçları olarak
görülürse, banka hortumculuğunun bir orta sınıf suçu olarak pat­
lama ya ptığı da bel irtilmelidir. 1 948'de SOO vaka varken, geçen
yıl 1 .1 03 vaka vardı. Edwin Sutherland, yanıltıcı olarak Beyaz Ya­
kalı Suç (White Co/lar Crime) adını verdiği ve çok tartışılan kita­
bında yüksek sosyo-ekonomik sınıftan kişilerin hukuk tarafından
kabul edilen fa rklı idari prosedürlerle maskelenen d ikkate değer
kriminal faa liyetlerde bulunduklarını i leri sürmektedir. Suther­
land, Birleşik Devlet'lerin en büyük 200 şirketinin yüzde 70'inin
faaliyet süreleri boyunca toplam 980 "suç" işledi klerine işaret
etmektedir. Bunlar arasında ticareti kısıtlamak, reklamlar aracılı-
NOTLAR 505

ğ ıyla bile bile ya nlış bir şekilde tanıtım yapmak, patent ihlali,
usulsüz işçi çalıştırmak, usulsüz fatura kesmek vs. bulunmaktadır.
Borç para veren şirketlerin etik dışı davran ışları, Serbest Tica ret
Komisyonu'nun, yanlış tanıtım, patent ihlalleri ve ticaretin kısıt­
lanması gibi, savaş boyunca şirketlerin savaş za manı idari düzen­
lemelerini ihlallerine yaptığı atıflar da eklenecek olursa, o zaman
hortumculuk da dahil olmak üzere beyaz yakalı suçların mali ma­
liyeti "alışılagelmiş bir şekilde suç sorunu olarak görülen bütü n
suçların mali maliyetlerinden muhtemelen kat kat fazladır."
Sutherland'in tartışmasının mantıki hakl ı l ığ ı ne ol ursa olsun, sila h l ı
soyg u na uğrayan veya evi soyu lan bir kişinin bakış açısından so­
nuç doğrudan ve derhal bir kayıptır. Bunun yan ı sıra, iş dü nya­
sındaki zimmete geçirmeler ve sahtekarlıklar tıpkı bir vergi gibi
toplumsal yaygınlık kazanm ıştır. Bir kimse suçtan söz ettiğinde,
aklında kendisini doğrudan etkileyen bir şey vardır.
43. Kathryn Wolf ve Marjorie Fiske tarafından yapılan bir a raştırmada
bir çizgi roman hayranı, çizg i roman ka hramanının hayali koru­
ması a ltında güvenlik haya l leri kuran, özgüvenden yoksun biri­
dir. Güvensizl iğin rolüne dair bir endeks olan bu araştırma, nor­
mal boyun altında olan çocu kların yüzde 52'sinin çizgi roman
hayran ıyken, normal boyun üstünde olan çocu kların yalnızca
yüzde 1 6'sının çizgi roman hayranı olduğunu bel irtmektedir.
44. Yüklemeden elde edilen gelir birçok sansasyonel açıklamada
rivayet edildiği kadar haya li olmasa da oldukça öneml iyd i. On
beş iskeleden a l ı na n rakamlar 1 950'de genel olarak yükleme işi
için 1 .807.000$, bir yüklemeciye ise ortalama 1 4.600$ ödendiğini
göstermekted ir. Ancak bu ortalamalar yanıltıetdlr. Teoride, yük­
lemedler gel irlerini birleştiren ve alınan ücretleri eşit olarak bö­
lüşen işçilerd ir. Bu en azından Uluslararası Liman işçileri Birliği ta­
rafından sürdürülen ve sendika üyeliğini bu temelde gerekçe­
lendiren bir hikayeyd i. Aslı nda, ağır yük kaldırma işini ya pan yük­
lemeciler sadece (birçok iskelede hiçbir zaman işin başında d u r­
mayan) yüklemed patronun veya ondan sonra gelen adamların
kira ladığı işçilerdi ve gelir dağılımı çok farkl ıyd ı. Çalışan bir yük­
lemednin bir yılda 4.000$ ücret aldığı varsayı ldığ ında, Kayıkçı is­
kelesinde işleri kontrol eden küçük bir grubun net geliri yı l l ı k
300.000$, Luckenback iskelesinde yıllık 1 80.000$, Küba Postası
iskelesinde yıllık 72.000$ olması muhtemeldir. Birkaç iskeleyi
kontrol eden küçük bir birlik daha sıkı bir şekilde bir araya gelir­
ken, karlar da tabii ki daha yüksek olmaktaydı. Böylece, Bowers
506 IDEOLOJININ SONU

çetesi hakimiyetindeki Bi rleşik Yükleme Boşaltma Şi rketi, aşırı se­


fer yapan büyük gemilerin ya naştığı 84 ila 92 numara l ı iskeleleri
kontrol etmiştir. Mevcut herhangi bir rakam olmamasına rağ­
men, bu iskelelerden elde edilen gelirler ra hatl ıkla yı llık bir mil­
yon doların üzerindedir.
45. New York'ta uyuşturucuyu ve fu huşu kontrol eden, Sicilyal ılar
Çetesi'nin yer altı lideri Marinelli, Şanslı Lucia no'nun desteğiyle
1 93 1 'de Tammany Derneği'nde ilk italyan bölge lideri oldu.
1 937'de i lçe Sekreteri olan Marinel l i, Bölge Avukatı Dewey tara­
fından "hırsızların ve kodaman haraççıların müttefiki" olarak dar­
be yemiş ve Va li Lehman tarafından görevden alınmıştır. Şehrin
ikinci senyörü olmakla suçlanan ve ömür boyu hapse mahkum
edilen Luciano esrarengiz bir şekilde Vali Dewey tarafından affe­
dil miş ve boya l ı basın yaza rları tarafı ndan zaman za man renkli
bir başrole yerleştirildiği italya'ya sınır dışı edil miştir.
46. i l k toplu pazarlık 1 936'da Derin Deniz Gemicilik Birliği ile U.L.i.B.
arasında imzalan mıştır. Fakat 1 9 1 7'den 1 9 1 9'a kadar toplu pazar­
lık hükümetin Milli Düzenleme Komisyonu tarafı ndan resmileşti­
rilmiştir.
47. Liman işçileri, sürünen fellahlar gibi zahmet çekerken, hepsinin
üzerinde efendilik kurarak pa şalar gibi yaşayan Joseph P. Rya n'd ı.
1 952'den önceki beş yılda Joe Ryan sendika kasasından toplam
241 .097$ alm ıştır. Bunun 1 1 5.000$'ı maaş, geriye kalanı masraflar
içindir. Masraflar arasında: Kadillak'lar almak için 1 2.494$, Gua­
temala'ya gemi seya hati yapmak için 460$, sigorta pri mleri için
1 0.774$, golf kulübü aidatiarı ve ücretleri için 1 .332$, baldızının
cenaze töreni için 478$ gibi kalemler yer almaktadır. Levanten
havasında, iş dünyası kendi çamuruna derinlemesine batmıştı.
Bir yükleme boşaltma şirketi olan Jarka, "prestij" kazanmak için
beş yıl boyunca gemicilik şirketi görevlilerine "ufak masraflar" adı
a ltında 89.582$ ödemiştir. 20.000$ (A.B.D. Çelik'in sahibi olduğu)
Kıstak Deniz Hatları müdürü Walter Wel ls'e gitmiş, bundan başka
34.000$ Holla nda-Amerika Deniz Hatları müdürü Adriaan
Roggoveen'e g itmiştir, vs. Manşetlerde sendika l iderleri sırf kötü
adam figürüyle yer a l m ışlar ve denizcilik hatlarına verilen rüşvet­
ler çabucak unutulm uştur. Fakat armatörler de sistemin bir par­
çasıyd ı. iltimaslar için kara para ödemişlerdir ve kara paranın bir
bölümü üst düzey işletme görevlilerine geri dönmüştür. Bu li­
man gölgesi boyunca iş yapma yöntemiydi.
48. Bu makale için a raştırma i l k kez 1 95 1 'de, Fortune dergisinin Hazi­
ran 1 95 1 sayısında yayımlanan "iş Haraçlarının Sonuncusu (Last
NOTLAR 507

of the Business Rackets)" makalesi ile bağlantıl ı olarak ya pılmıştır.


Buradaki bilgileri, Xavier Emek Oku l u'undan Peder John Corri­
dan'a ve New York ilçe Bölge Avukatı eski Yardımcısı William J.
Keating'e borçluyum.
Yükleme üzerine veriler, Kefauver Komitesi dosyalarının yayım­
lanmamış kaynak malzemelerinden alın mıştır. iktisadi veri ler Alt
Komite'nin Kargo Nakliyesi üzerine olan raporu ndan ve Va li'nin
Liman Endüstrisi üzerine Genel Masraflara dair 2 Ocak 1 95 1 tarih­
li Müşterek Komite Raporu'ndan alınmıştır.
Limandaki emek koşul ları üzerine daha fazla malzeme, Atiantik
Kıyısındaki Denizcilik Endüstrisinde Liman işçilerini ve Mesleki
Birlikleri içeren Emek Tartışması'na dair Başkan'a sunulan 2 1
Ekim 1 948 ta rihli nihai raporda ( 1 948 grevindeki Taft-Hartley He­
yeti) ve Liman Endüstrisi'ndeki iş Durd urmaları üzerine New York
Eyaleti Araştırma Heyeti'nin 22 Ocak 1 952 ta rihinde yayımlanan
nihai raporda bulunabil ir.
Haraççı nüfuzu nun öneml i bir değerlendirmesi Malcolm John­
son'un "Emek Cephesinde Suç (Crime on the Labor Front)," (New
York, 1 950) adlı eserinde yer almaktadır. New York Eyaleti Suç
Komisyonu'nun Aralık 1 952'den Şubat1 953'e kadar deva m eden
duruşmaları, limanda işlenen suçlar üzerine en kapsa mlı veri
kaynağını oluşturmaktadır.
New York !imanına dair eski araştırmalar için bkz. Monsenyör
Edward Swanstorm'un Liman'daki Emek Meselesi (The Waterfront
Labor Problem) adlı kitabı ve William Jay Schiefflein başka n l ığın­
da Vata ndaş'ın Liman Komitesi'nin 1 946 tarihli "New York Lima­
nı" raporu.
Sendika tarihine dair çok az yayın bulunmaktadır. ilginç bir
kaynak, Dick Butler'ın Joseph Driscoll tarafından yazılan Dok Da­
yakçısı (Dock Walloper) adlı biyografisidir. Send ikadaki Paul
(Kelly) Vacarelli gibi diğer eski figürlere dair bazı malzemeler
Herbert Asbury'n in New York Çeteleri'nde (The Gangs ofNew York)
ve Thompson ve Raymond'un New York'ta Çete Hakimiyeti'nde
(Gang Rule in New York) bulunabil ir. Büyük Göller'deki eski liman
örgütlenmelerinin bir hikayesi John R. Commons'un Emek ve ida­
re (Labor and Administration) (New York, 1 944) adlı kitabının bir
böl ümünde yer a l maktad ır.
49. Sendikaların oluşturulmasına yardımcı olmakta hükümetin rol ü­
nün en kısa özeti Archibal Cox ve John T. Dunlop tarafı ndan Har­
vard Hukuk Dergisi'nde yayı mlanan iki maka lede bulunabilir: "Mil-
508 IDEOLOJININ SONU

li Emek ilişkileri Kurulunun Toplu Pazarlık Düzenlemesi (Regula­


tion of Col/ective Bargaining by the N.L.R.B.)," 63 Harvard Hukuk
Dergisi 389 ( 1 9SO) ve "Topluca Pazarlık Yapma Görevi (The Duty
to Bargain Col/ectively)," 63 Harvard Hukuk Dergisi 1 097 ( 1 9SO).
Birleşik Devletler Emek Kanunu'nun ayrı ntıl ı bir tartışması için
bkz. Mills ve Brown, Wagner Yasast'ndan Taft-Hartley'e (From the
Wagner Act to Taft-Hartley) (Chicago, 1 9SO). Tarihsel ikiimin bir
eleştirisi için bkz. Derber ve Young (yayına hazırlayanlar) Emek ve
Anlaşma (La bor and the Deal) (Madison, Wis., 1 9S7).
SO. Emek hareketinin standart tarihleri tabii ki John R. Commons ve
meslektaşları tarafından yazılan Birleşik Devletler'de Emek Tari­
hi'dir (The History of Labor in The United States). Bu ciltler temel
olarak iş bilincini, Amerika n emek hareketinin "doğal" bir ifadesi
olarak görmekle A.i.F.'nin bakış açısını paylaşmaktadırlar. Değişik
bir bakış açısı, bugün göz ardı edilen Narman Ware'in Endüstriyel
işçi 7 840- 7 860 (The lndustrial Worker 7 840- 7 860) ve Birleşik Devlet­
ler'de Emek Hareketi, 7 860- 7895 (The Labor Mavement in the Uni­
ted States) adlı iki kita bında bulunabilir. A.i.F.'nin en a lt safhasın­
da olduğu yirmilerde yazan Ware, onun başa rısı konusunda şüp­
heciydi ve Emek Şövalyeleri'ne karşı, Avam'ın baş müridi Selig
Perlman'dan daha olumlu bir tavır aldı. Ware'in kitaplarının en
değerli böl ü mleri, Avam'ın kitaplarında olmayan, sanayileşme ve
bunun sendikalaşmaya dair sonuçları üzerinde durduğu bölüm­
lerdir.
s ı . Sendika gelişiminin sabit bir düzeye ve muhtemel bir doyu m
noktasına ulaştığı şeklindeki tartışma fikri ilk defa Fortune'u n
emek kısmında 1 9S l ve1 9S2'de yayı mlanan bir dizi makalede
sunulmuş ve Fortune'un Nisan 1 9S3 sayısında yayımlanan "Bir
Sonraki Amerikan Emek Ha reketi" makalemde özetlenmiştir. Me­
seleler, End üstriyel i l işkileri Araştırma Derneği'nin Yedinci Yıllık
Toplantısı'nda tartışılmış ve bu toplantının Tutanaklar kitabında
yayı mlanm ıştır. istatistiki ispatı mın bir özeti için bkz. bu toplantı
tutanaklarındaki Aralık 1 9S4 ta rihli ve "Sendika Gelişimi" başlıklı
bildirim.
S2. Bu değişi mlere dair ayrıntıl ı birtakım istatistikler için, Nisan ve
Haziran 1 9S8 tarihli Fortune'un Emek kısmındaki iki makaleme
bakın ız. Birleşik Devletler sınıf yapısındaki değişimlere dair temel
rakamlar aşağıdaki tabloda görülebilir.*
NOTLAR 509

*Birleşik Devletler'in Sınıf Yapısındaki Değişimler


1 947 1 956 1 947-56
(bin haneli (bin haneli (%'/ik deği-
rakam/arta) rakam/arta) şim)
Toplam çalışan 57.843 64.928 1 2,2%

BEYAZ YAKALl MESLEKLER


Profesyonel, teknik 3.795 6.096 60,6
vb. işçiler
Müdürler, memurlar 5.795 6.552 1 3, 1
v e işletme sahipleri
Büro işçileri vb. işçiler 7.200 8.838 22,8
Satış işçileri 3.395 4.1 1 1 21 ı
'
MAVi YAKALl MESLEKLER
Zanaatkarlar, 7.754 8.693 1 2, 1
ustabaşılar vb.
Operatörler vb. işçiler 1 2.274 1 2.8 1 6 4,4
(yarı vasıflı)
Çiftçiler ve madenciler 3.526 3.670 4,1
haricinde emekçiler

KARIŞIK MESLEKLER
H izmet işçileri 4.256 5.485 28,9
Özel-hanehalkı işçileri 1 .73 1 2.1 24 22,7

TARIM MESLEKLERi
Tarım emekçileri 3. 1 25 2.889 (-7,6)
ve ustabaşılar
Çiftçiler ve çiftlik 4.995 3.655 (-26,8)
kahyaları

53. Bu makale şematik bir şekilde yıllar boyunca Fortune'daki başlıca


makalelerimde değ indiğim birtakım konuları özetlemektedir. Bir­
leşik Devletler'deki Emek'le ilgili daha geniş analizlerimle ilgile­
nenler için, bunların Fortune'da yayımlandıkları sayılar şunlardır:
"Emeğin Dili" (Eylü l 1 95 1 ) (The Language of Labor); "Emeğin Orta­
çağdan Çıkışı" (Ekim 1 95 1 ) (Labor's Coming of Middle-Age); "Em e-
510 IDEOLOJININ SONU

ği n Yeni iktidar insanı" (Nisan 1 9S3) (Labor's New Men of Power);


"Bir Sonraki Amerikan Emek Hareketi" (Haziran 1 9S3) (The Next
American Labor Movement); "Yı l l ı k Ücretin Ötesi" (Haziran 1 9SS)
(Beyond the Annual Wage); "Emek Buradan Nereye Gidiyor?" (Ara­
l ı k 1 9S 7) (Where Does Labor Go From Here?). Komü nizme ve Ame­
rikan emek hareketine dair yakında yayımlanacak bir araştır­
mamda, daha kapsam l ı bir Amerikan emek ha reketi teorisi kur­
mak için bu bölü mde kullanılan ayrı mları genişletti m.
S4. Uzayın bir fonksiyonu olarak za man tartışması için bkz. C. F. Von
Weizacker, Doğa Tarihi (The History of Nature) (Chicago, 1 949), s.
1 2- 1 3, 48-SO.
SS. Bedeaux sistemi revaçtayken, Birleşik Devletler'de 67S.OOO işçi
istihdam eden 720 şirket tarafından ku llanılm ıştır. ikinci Dünya
Savaşı boyunca Bedeaux'nun Vichy ile işbirliği yaptığı suçlamala­
rının yan ı sıra sendikaların bu mekanik ücret hesaplama yönte­
mine sert bir şekilde karşı çıkmalarından dolayı bu ü l kede siste­
min ku llanımı bırakılmıştır.
S6. Bir üretim hattı ne kadar hızlı çalışmal ıdır? ideal bir zaman yok­
tur. Çünkü hız eldeki siparişlere göre ve aynı hatta her biri değişik
miktarda iş gerektiren bir, i ki veya üç farklı modelin üreti ldiği "iş­
bileşim ine" göre değişmektedir. Genel anlamda, hattın hızı üç
faktöre bağlı olacaktır: üretilecek otomobil sayısı, işçi sayısı ve
parçaların hat üzerindeki mesafeleri. Bunların herhangi birindeki
değişikl ik, mantıksal olarak, diğerlerini de etkileyecektir.
Hiçbir karmaşıkl ı k yaratmayan ve arıza çıkarmaya n basit bir
üretim hattı faa l iyeti farz edelim. Yönetim 8 saatl ik bir işgününde
(yani 480 dakika) 267 otomobil üretmek istesin. Her bir otomobil
1 8 fit uzunluğu ndadır. Zaman etüdü uzma nları bir otomobil i n
montajının 1 47.48 da kika alacağını hesaplamış olsunlar. H e r b i r
işçi nin h a t boyunca sabit bir faaliyeti vard ır. Bir işçi bir otomobi­
lin uzunluğu ve bir sonraki otomobil arasındaki mesafe olarak
tanımlanan bir iş istasyonunda d u rmaktadır. 480 da kikada 267
otomobil üretileceğ inden, şerit üzerindeki her otomobil bir iş is­
tasyonundan 1 ,8 dakikada geçecektir. Bu örnekte, iş istasyonu­
nun uzunluğu 21 fittir ( 1 8 fıt otomobil uzunl uğuna ilaveten 3 fit
iş mesafesi). Artık hattın h ızını hesaplayabiliriz. Şeridin 2 1 fitinin
bir işlem birimini ı ,8 dakikada geçmesi gerektiğinden, hat her bir
dakikada l l ,67 fitl ik bir mesafe katedecektir. Ve bu hızda, gün
boyunca her ı ,8 dakikada ta mamen monte edilmiş bir otomobil
hattan ayrılacaktır.
Eğer işlem birimleri arasındaki iş mesafesi kısaltılırsa ve üretim
NOTLAR 511

hattı daha önceki h ızıyla aynı hızda çal ıştırıl ırsa, o zaman işçi,
otomobil iş istasyonunu geçmeden önce işini bitirebi lmek için
faa l iyetini "hızlandırmak" zorundadır. Fakat iş mesafesi aynı kalır
da, üretim hattı daha h ızlı çal ıştırıl ırsa, bir işçi hattın hızına yetiş­
rnek için iş devrini 1 ,8 dakikadan daha az bir zama nda tamamla­
mak zorundadır.
Bir şirket, üretim hattı nı daha hızlı ça lıştırmaksızın veya iş mesafesini
kısaltmaksızın işçi sayısını azaltarak faaliyetleri "hızland ı rabil ir."
Gereken işçi sayısı genell ikle başlang ıçta tahmin edilen iş mikta­
rına ve bu nedenle bir a rabanın ta mamen monte edil mesi için
gereken zamana bağlıdır. Bu örnekte, tahmin 1 47.48 dakikalık iş
süresiydi. Ancak her bir işçi için iş devirleri eşit bir şekilde mesafe­
lendirilebileceğinden dolayı (örneğin, bazı işlemler yalnızca 1 ,6
daki ka alabilir), bu durumda her bir otomobil için 7,32 dakika
olarak hesaplanan, işin doğasına özgü bir gecikme olacaktır.
1 54,80 dakika olan yeni toplam süre her bir istasyondaki iş devri
süresi olan 1 ,8 dakikaya böl ü ndüğü nde yaklaşık 86 işçiye karşıl ı k
gelmektedir. Fakat h e r bir işçin in gün boyunca 3 0 dakikalık bir
dinlenme hakkı olduğundan (ve çalışan işçi 30 dakikalık izni hak
ettiğinden) 450 dakika çalışıp nöbetieşe 30 dakika d in lenen işçi­
ler, gün boyunca 1 5 işçiye bedel olmaktadırlar. 267 otomobil
üretmek için sürekli üretim hattında bulunan 86 işçi, nöbetieşe
dinlenen 6 işçi ve toplam 92 işçi gerekmektedir. (Hesaplamaları,
Birleşik Otomobil işçileri'nin Mühendislik departma nından Ro­
bert Kanter'e borçluyu m.)
57. Mühendislerin görselleştirme tarzı ile modern sanatın ifade şekil­
leri arasındaki il işki, Siegfried Giedion'un Makineleşme Yönetimi
Ele Geçiriyar (Mechanization Takes Command) (New York, 1 948)
adlı eserinde etki li olarak a nlatılmaktad ır.
58. Endüstriyel Medeniyerin Beşeri Sorunları'nda (The Human Problems
of an lndustrial Civilization) (New York, 1 933) bel irtilmiş, Harvard
Üniversitesi Yayınları tarafından 1 946'da yeniden yayımlanmıştır.
59. T. North Whitehead, Endüstriyel işçi (The lndustrial Worker)
(Cambridge, Mass., 1 938); F. L. Roethlisberger ve W. L. Dickson,
Yönetim ve işçi (Management and the Worker) (Cambridge, Mass.,
1 938). i kinci eser deneyin tamamını anlatmakta ve teorik olara k
kastettiği şeyleri ortaya çıkarmaktadır.
60. Açıklama şu halk h i kayesini a kla getirmektedir: Bir köylü küçük
kulübesinin dehşetli bir şekilde aşırı kala balıklığını rahibe şikayet
etmektedir. Rahip köylüye önce ineğini, bir sonraki hafta koyun-
512 IDEOLOJININ SONU

larını ve daha sonraki hafta da atın ı evi ne alması tavsiyesinde bu­


l unur. Köylü şimdi sürüsünden daha fazla şikayet etmektedir. O
zaman ra hip köylüye önce ineği d ışarı çıkarması, bir sonraki hafta
koyunları dışarı çıka rması ve bir sonraki hafta da atını dışa rı çı­
karması tavsiyesinde bulunur.
6 1 . Sosyal psikolojide bazı "esas prensiplere" bu kadar yıl temel olan
Harwood imalat Şi rketi'ndeki araştırmalara bir tepkinin anlatıl­
mamış hikayesini anlatmanın belki de tam sırasıdır.
Pijama ve kadın g iysisi üreten Harwood imalat, ileri görüşlü
genç bir sanayici olan ve merhum Kurt Lewin yönetiminde sosyal
psikoloji doktorası ya pan Alfred Ma rrow başka n l ığındaki bir aile
işletmesiydi. New York'daki emek maliyetlerini yüksek bulan şir­
ket, öğrenim görmemiş vad i kıziarına basit dikiş becerileri ka­
za ndırma soru nu olan Batı Virginia'ya taşınd ı. Marrow önce,
Lewin'in bir öğrecisi olan Alex Bavelas'ı ve sonraki yıl da John R.
P. French'i ve Lester Coch'u fabrika psikiyatristi olarak işe aldı.
Bütün deneyierin kayıtları itinayla tutu ldu: genç kızların işlerinde
usta laşı rken çok kolay pes etmediklerini görmek için öğrenme
eğrileri istek düzeylerine göre kontrol edilmişti. Zah metli işleri
kimin yapması gerektiği belirlenmiş ve işyerindeki değişiklik so­
runları "grup kararı"yla çözülmüştü. Üretim artmaya devam et­
miş, kızlar mutlu, psikologlar triko ekipleriyle meşgu l görünü rken
fabrika Robert Owen'ın veya en azından Elton Maya'nun aradığı
bir dayanışma içinde olan bir topluluk görüntüsü vermekteydi.
Psikologlar deney yerleri olarak Harwood'dan bahsetmeksizin
araştırmalarını yavaş yavaş yayımlamaya başladılar. (Fabrikadan
gözünü ayırmayan Lewin, ölümünden sonra yayımlanan Sosyal
Çatışma/ann Çözümü (Reso/ving Social Conflicts) adlı kita bında yer
alan birçok inceleme yazmıştır.) Bu fevka lade sosyal deneyin
yaygın bir şekilde kutlanması gerektiğini düşünen Marrow -ki
bu belki de en azından Howthorne kadar çığır açan bir deney­
di- gru p kararlarını uygulamak ve gerilimleri yakından takip
etmek suretiyle fabrikanın üretimi arttırmayı ve sendikalaşmadan
kurtulmayı başardığını bel irterek Fortune dahil iş basınında bü­
yük bir şöhret kazandı. Eğer işçiler m utluysa ki mevzu buydu, bir
sendika istemeyeceklerdir.
Bu iddia üzerine, U l u slararası Bayan Giyim işçileri Sendikası Batı
Virginia'ya bir örgütçü gönderdi. Örgütçü, iş basınında çıkan öv­
gü dolu sözleri içeren kitapçı klar dağıttı ve bunların ka rşısına şu­
nu yazd ı: "Harwood imalat işçileri'ne: Kobay fareleri olarak kulla­
nıldığmızı biliyor musunuz?" Sendika, fabrikayı mühürledi.
NOTLAR 513

62. Bkz. "Reklamın Toplum Üzerindeki Etkisi (Advertising: /ts lmpact


on Society)" adlı ma kalem, Dinleyici, 27 Aralık 1 956.
63. Birleşik Devletler'de en büyük üçüncü otomobil impa ratorluğu­
nu kuran Chrysler'in otobiyografisine Bir Amerikan işçisinin Hayatt
(the Life of an American Workman) adını verdiği eski Amerika n ef­
sanesi de bir o kadar sürükleyicidir. Avrupalı zengin bir işadamı
hiç böyle olabilir m iyd i?
64. Leni n'in Haziran 1 9 1 9'daki "Bi limsel Yönetim ve Proletarya nın
Diktatörlüğü" başlıklı bir kon uşmasından. J. R: Commons'un Sen­
dikao/tk ve Emek Sorunlan (Trade Unionism and Labor Problems)
(ikinci Seri, 1 92 1 ) adlı kita bında ve aynı zamanda Lenin'in Toplu
Eserleri'nde, C.VII, yeniden yayımlan mıştır.
65. Marx'ın modern endüstri tanımını okurken sosyolog kuşaklarının
gözünden kaçan basit ayrımları nasıl kavrad ığını görmek çarpıcı­
dır. Makine işinin köreitici etkilerine geti rdiği çözüm çeşitl ilikti.
"Tek ve değişmeyen ufak bir faa l iyetin ömür boyu tekrarı tarafı n­
dan felce uğratılan ve sırf bir insan kırıntısına indirgenen detay
işçisinin yerine çeşitl i işlere müsait, herhangi bir üretim değişikli­
ğini göğüslerneye hazır ve yerine getirdiği farklı sosyal fonksi­
yonların, doğal ve kazanılmış güçlerine serbest alan tanımanın
çok çeşitli tarzlarından başka bir şey olmadığı, ta m anlam ıyla ge­
lişmiş bir bireyin geti rilmesi toplum için ölüm kal ı m meselesi
haline gelmiştir. . . " Ve bir dipnotta Marx onaylayıcı bir şekilde,
deneyimlerini San Francisco'nun "yeni dü nya"sında anlatan bir
Fransız işçisinin hikayesini imrenilecek bir model olara k al ıntıla­
maktadır: "Tipo baskı ma kinesinden başka elimden hiçbir iş gel­
mediğine iyice ikna olmuştum . . . Tişört değiştirdikleri kadar sık iş
değiştiren bu maceracılar dünyasının ortasında, vallahi, ben de
diğerleri gibi ya ptım. Madencilik yeterince kazançlı çıkmad ığın­
dan, şehre gidip sırasıyla tipograf, arduvaz döşeyici, su tesisatçısı
vs. oldum. Elimden her iş geldiğini fark etmemin son ucunda
kend imi bir sümüklüböcekten çok, daha bir insan gibi hissettim."
(Bkz. Kapital [Chicago, 1 906], 1, 534.)
66. "Ana Bir Örgütsel Değişken in Deneysel Değişimi (The Experimen­
tal Change of o Major Organizational Variable)," Nancy C. Morse
ve Everett C. Riemer, Anormal ve Sosyal Psikoloji Dergisi, Ocak
1 956. Müdürlerin ve şefierin test edil mesinde değer soru nunun
bir tartışması için bkz. "Bir Demokraside Liderleri i ncelemek
(Screening Leaders in o Democracy)," başlıklı makalem, Yorum, Ni­
san 1 948.
514 IDEOLOJININ SONU

67. Alternatif iş örgütlenmesinin daha haya l i keşiflerinden biri, Bri­


tanya kömür madenciliğ inde makineleşmenin etkisi üzerine Eric
Trist ve Londra'daki Tavistock Enstitüsü tarafından yapılan keşif­
tir. Geleneksel madencil ikte, kömür yatağında işin kontrol edil­
mesi ve düzenlenmesi, "kendi kendine düzenleme, görev sürekli­
liği ve yer altı iş d urumuna uygun rol rotasyonu gelenekleri oluş­
turan" iş ekibi tarafından otonom bir şekilde yapılmaktaydı. Ma­
kinelerin kullanımına başlan masıyla, uzmanlık gerektiren yeni
görevler gel işti, eski iş ekipleri dağıldı ve faal iyetlerin kontrolü
çoklu yönetim kademeleri boyunca "yukarı doğru" genişledi. Fa­
kat Trist'in belirttiği gibi, örgütlenme varsayımları bizzat mekanik
olarak iş görevlerinin mühendislik kavramları temel inde yapıl­
mıştır. Araştırma ekibi işin, kömür yatağından ekibin kendisine
bırakı ldığı "otonom kontrolüne dönüş" teklifleri üzerinde d i kkat­
lice ça lışmıştır (bkz. "Kömür Yatağında iş Örgütlenmesi: Madenci­
lik Sistemlerinin Karşılaştırmalı Bir Araştırması," E. L. Trist ve H.
M urray [Tavistock Enstitüsü, teksir rapor, Haziran 1 958]). Teklifie­
rin Kömür Komisyonu'ndaki ve hatta sendika içindeki bazı görev­
liler tarafından tepkiyle karşılan ması şaşırtıcı değildir.
68. Bazı mühendisler denemekten asla vazgeçmemişlerdir. 1 955-
56'daki uzun Westinghouse grevi, şirketin "gündüz tarifesi" işçi­
leri denilen (örneğin, malzeme idarecileri, ta mirciler, çöpçüler)
işçilere performans standardı getirmek için zaman etütlerine
başlamasıyla yoğunluk kaza nm ıştır. Bu asl ında Birleşik Devletler
endüstri tarihinin ilk "otomasyon" greviyd i. Otomasyon, doğru­
dan üretim işçilerinin sayısını azaltarak ve dolaylı üretim işçileri­
nin sayısını artırarak endüstriyel işgücündeki "bileşimi" değiştirir.
Bu son grubun artan mal iyetlerini kontrol etme çabası içerisinde
Westi nghouse bugüne kadar ölçülemez diye nitelendirilen işleri
ölçme araştırmalarına başla mıştı.
69. Da nielson'a mektup, No. 1 69, Karl Marx ve Frederich Engels: Se­
çilmiş Yazışmalar (Karl Marx and Friedrich Engels: Selected Cor­
respondence), 1 846- 7895 (New York, 1 934), s. 360.
70. Schleuter'e mektup, No. 222, A.g.e., s. 497.
71 . Goetz A. Briefs tarafından al ıntılanm ış, Proletarya (The Proletariat)
(New York, 1 937), s. 1 93. Bu d urumdan mahcup olan komün ist
iktisatçılar bu maddi kazancı inkar etmeye çalıştılar. Bugün Doğu
Alman hükümetinde memurl uk yapan bir istatistikçi olan Jurgen
Kucinski, Marx'ın kapitalist sistemde işçi sınıfının artan fa kirleş­
mesi önermesini savunma çabasıyla on dokuzu ncu yüzyılda
Amerikan işçilerinin yaşam şartlarının aslında kötü leştiğini ileri
NOTLAR Sl S

sürmüştür. 1 790'dan 1 900'e kadar reel ücretierin a rttığı gerçeği­


ne dair kendi ispatıyla ters düşen Kucinski, kapitalizmin fayda
sağladığı bir emek aristokrasisi içinde işçileri böldüğü ve aslında
yüksek ücretlerle onlara rüşvet verdiği ve daha büyük bir sömü­
rülmüş kitleler grubu yarattığı yönündeki Leninist teoriye baş­
vurmuştur. Fakat bu istatistiki olmaktan çok, yaln ızca retorik bir
iddiayd ı. Bkz. Jurgen Kucinski, Endüstriyel Kapitalizmde Emek Şart­
larının K1sa Bir Tarihi (Amerika Birleşik Devletleri, 7 789'dan Bugüne,
C.ll) (A Short History of Labour Conditions under lndustrial Capita­
lism) (Londra, 1 943).
72. Ancak yukarıdaki gibi genel bir hipotez sadece bir cevap önere­
bilir. Şartları beli rtir, insanı soru nlara hassas bir hale getirir. Fakat
bir sosyal hareketin kaderine dair deneysel bir araştırma belirli
zaman, mekan ve fırsat sorunlarına bağ l ı olmak zorundadır. Sos­
yal bir hareket, bir birey gibi, yaptığı tercihlerde kendi karakterini
belirler. Bu nedenle kriz noktaları belirlenmeli, hareketin karşılaş­
tığı alternatifler tanımlanmalı ve yapılan tercih ierin nedenleri an­
laşılmalıdır. "Birleşik Devletler'de Marksist Sosya lizmin Geçmişi
ve Gelişimi (The Background and Development of Marxian Socia­
lism in the United States)" adlı monog rafimde, Amerikan Sosya­
lizmindeki bu türden dönüm noktalarını belirlemeye çal ıştı m.
(Bkz. Egbert ve Prsons [yayına hazırlayanlar], Sosyalizm ve Ameri­
kan Hayati (Socialism and American Life) [Princeton, 1 952], s. 2 1 5-
404.
73. Gertrude Him melfarb tarafı ndan a l ıntılanm ış, "Lord Acton'un
Siyasi Teorisinde Amerikan Devrimi (The American Revolution in
the Political Theory of Lord Acton)," Modern Tarih Dergisi, Ara l ı k
1 949, s. 3 1 2.
74. "Bir Meslek Olarak Siyaset (Politics As a Vocation)," Max We­
ber'den: Sosyoloji Makaleleri, yayına hazırlayanlar H. H. Gerth ve C.
W. Mills (New York, 1 946), s. 1 1 9 ve devamı; ayrıca s. 9.
75. Karl Mannheim, ideoloji ve Ütopya (ldeology and Utopia) (New
York, 1 936), s. 1 90-93.
76. Georges Sarel, Şiddet Üzerine Düşünceler (Reflections on Violence)
(3'üncü baskı, Glencoe, lll., 1 950)
77. Marx, Alman ideolojisi'nde şahsi menfaatin ideoloji haline nasıl
geldiği sorusunu sorar: "Şahsi menfaatler, şahıslara rağ men, nasıl
sınıf menfaatleri, şahıslar üzerinde bağı msız bir varlık kazanan or­
ta k menfaatler haline gelmektedir; bu bağımsızlıkla, genel men­
faatler şeklini al makta, böylece gerçek şahıslara muhalefet et-
516 IDEOLOJININ SONU

mekte ve bu muhalefette, genel menfaatler olarak ta n ı m la nma­


ları bakımından, bil inç tarafından ideal ve hatta dini, kutsal men­
faatler olarak düşünül mektedirler?" Fakat Ma rx, öfkel i bir halde,
soruya asla bir cevap vermez. (Bkz. Alman ideolojisi [New York,
1 939], s. 203.) Sidney Hook, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi'ndeki
(New York, 1 933) "Materyalizm" üzerine makalesinde, X, 2 1 9, bi­
linç soru nunu bu bakı mlardan yeniden ifade etmeye çalışmıştır:
"Bireylerin dürtülerinin, her zaman şahsi menfaatler tarafından
ha rekete geçiril mediği varsayılacak olursa, iktisadi şartların sınıf
alışkanlıklarını ve dürtüleri ni etkileyen özel meka nizmalar neler­
d ir? Sınıflar bireylerden ol uştuğu için, sınıf menfaatleri bireylerin
iktisadi ol mayan dürtüleri tarafından nasıl gel iştirilmekted ir?" Fa­
kat bunu daha keskin bir şekilde ifade etmekle birlikte, o da bu
konuyu bir 'soru' olarak bırakmaktadır. Bugüne kadar hiçbir
Marksist teorisyen "kişileştirmelerin" veya sınıf rol ü maskelerinin
bireyler tarafından öz kimlik olara k nasıl takıldığını gösteren
öneml i psikolojik ve kurumsal bağların ayrıntısına girmemiştir.
78. Proletarya nın öz bilince nasıl ulaştığı ve başka sın ıftan bir kişi
olan entelektüelin proletarya nın lideri olarak rolü şekli ndeki so­
ru nlar rad ikal hareketi uzun zaman zora sokmuştur. Marx'ın yazı­
larında üç farkl ı sınıf kavra mı vardır. Komünist Manifesto'da tari­
hin Götterdam merung'unun (Ta nrıların Alacakara n l ığı) toplumu
iki sın ıfta kutu plaştırdığı eskatolojik görüş ve açılan uçuruma
bakmaktan kaynaklanan sın ıfsal konum farkındalığı bulunmak­
tad ır. Das Kapital'in sonunda Ma rx, gelir kaynakları temelinde ba­
sitleştirilmiş bir "esas" sınıf ayrımı (yani, gerçeklikten çok, ideal
türler olarak) anal izine başlar. Fakat gelir gruplarının benzer ka­
tegorilere dönüştürü l meleri halen öz farkındalık mekanizmaları­
nın neler olduğu sorusunu g ündeme getirmekted ir. Marx'ın, On
Sekizinci Brümer'de olduğu gibi, asıl ta rih anal izleri sosyal ayrı m­
ların nüa nslarına dair ince bir fa rkında l ı k göstermekted ir ki bun­
lar fiil iyatta çok çeşitli sosyal kategori lere ve fa rkl ı menfaat grup­
larına yol açmaktadır. O zaman sınıf ayrımının ve kimliğin Mark­
sist siyaset için önemli bir hale gel mesi gündelik siyasetten ziya­
de "nihai" örneklerde olmaktad ır. (Marx'ın sınıf teorisinin bir tar­
tışması için bkz. Raymond Aron "Sosyal Yapı ve Yönetici Sınıf (So­
cial Structure and the Ruling Class)," ingiliz Sosyoloji Dergisi, Mart
1 950.) Bilinç sorunu temelinde entelektüellerin proletaryayla
olan il işkileri soru nu bir sonraki "Marx'dan Başlayan iki Yol (Two
Roads from Marx)" başlıklı böl ümde ayrı ntılarıyla incelenmiştir.
79. Gompers'in Sosya listlerle yaptığı bir tartışma sırasında, sonrada
NOTLAR 517

A.i.F.'nin, saf v e basit sendikacılığın genel tanımı haline gelen bu


tabiri ilk defa kullandığı yer bu ifadedir. Bkz. Samuel Gompers,
Yetmiş Yıllık Emek (Seventy Years of Labor), 1, 286-87.
80. A.e., ll, 1 OS.
8 1 . Ray G inger, Eğik Geçiş (The Bending Cross) (New Brunswick, N. J.,
1 949).
82. Thomas, Bence (As 1 See lt) (New York, 1 932) adlı eserinde bazı
otobiyografik referanslar vermiştir. Yukarıdaki a l ıntıların yanı sıra
Thomas'ın ina nçlarının birtakım tanımlamaları Thomas'ın
1 944'de ailesine yazdığı ve benim ulaşabildiğim yayımlanmamış
günlüklerinden alınmıştır.
83. Dwight Macdonald'ın şu yorumu yapmasına neden olan bir
durum: "Savaş meselesini ele veren bu başarısızlık bana daima
bütü n S.P. hiziplerinin bel irl i bir siyasi cidd iyetten yoksun olduk­
larının bir göstergesi gibi gelmiştir." (Norman Thomas'a Neden
Destek Vermeyeceğim (Why 1 wi/1 Not Support Norman Thomas),"
Siyaset, Ekim 1 944, s. 279).
84. "Bir nihai hedefler etiğine inanan biri," diye yazar Max Weber,
"sadece saf niyetin alevi nin sönmemiş olduğunu görmekle 'so­
ru mlu' olduğunu hisseder."
85. V. ı . Lenin, Ne Yapmalı (What ls To Be Done) (New York, 1 923), s.
1 1 6.
86. Leon Troçki, Hayatım (My Life) (New York, 1 930), s. 1 61 -1 62.
87. V. 1. Lenin, "Sloganlar Üzerine (On Slogans)," iktidan Ele Geçirmeye
Doğru, Toplu Eserler (Toward the Seizure of Power, Collected Works)
içinde (New York, 1 932), XXI, Kitap ı, 43-50.
88. Joseph E. Davies'in Moskova duruşmalarının güvenil irliğini sa­
vunan Moskova Misyonu (Mission to Moscow) adlı kitabının sayfa
kenarına: "Bu kitap kalıcı olacak," diye yazan Başka n Roosevelt'in
izniyle. Richard H. Ulman, "Davies'in Misyonu ve Bi rleşik Devlet­
ler-Sovyetler Birliği ilişkileri (The Davies Mission and United States­
Soviet Relations), 1 937-1 941 ," Dünya Siyaseti (World Politics), IX,
No. 2 (Ocak 1 957), 220.
89. Margaret Mead, Otoriteye Karşı Sovyet Tavırlan (Soviet Attitudes to
Authority) (New York, 1 95 1 )
90. Geoffrey Gorer ve John Rickman, Büyük Rus Halkı (The People of
Great Russia) (Londra, 1 949).
9 1 . Henry V. Dicks, "Çağdaş Rus Davranışı Gözlemleri (Observations
on Contemporary Russian Behavior)," Beşeri ilişkiler (Human Relati­
ons), V, No. 2 ( 1 952), 1 1 1 -75.
518 IDEOLOJININ SONU

92. Dicks'in orijinal araştırması Edward A. Shils ile bağlantılı olarak


yapılmıştır. Shils'in daha geniş kapsamlı eseri, spansoru olan
RAND Şirketi tarafından maalesef açıklanmamıştır ve bu nedenle
tartışma için mevcut değildir.
93. Dicks, A.g.e., s. 1 7 1 .
94. A.e.
95. Nathan Leites, Bir Bolşevizm Araştırması (A Study of Bolshevism)
(Giencoe, lll., 1 954).
96. Raymond A. Bauer, Alex l nkeles ve Clyde Kluckhohn, Sovyet Sis­
teminin işleme Şekli (How the Soviet System Works) (Cambridge,
Mass., 1 956).
97. Barrington Moore, Jr., Terör ve ilerleme-S.S.C.B. (Terror and Prog­
ress-USSR) (Cambridge, Mass., 1 954) ve Sovyet Siyaseti: iktidar iki­
lemi (Soviet Politics: The Dilemma of Power) (Cambridge, Mass.,
1 950).
98. "Sürekli Devrim Tekrar Devrede (The Permanent Revolution ls on
Again)," Yorum, XXIV, No. 2 (Ağustos, 1 957), 1 05-1 2.
99. A.e., s. ı 09.
1 00. Bkz. özellikle E. H. Carr'ın Tek Ülkede Sosyalizm (Socialism in One
Country), Sovyet Rusya Tarihi'nin beşinci kısmı (Londra, 1 958).
1 O l . lsaac Deutscher, Rusya: Daha Neler? (Russia: What Next?) (Lond­
ra, 1 953)
ı 02. lsaac Deutscher, Silahlı Peygamber: Troçki (The Prophet Ar­
med:Trotsky), 7 879- 7 92 7 (New York, 1 954).
1 03. Rusya: Daha Neler? (Russia: What Next?)s. 1 23, 1 25.
1 04. lsaac Deutscher, "Değişen Rusya (Russia in Transition)," Üniversi­
teler ve Sol Dergisi, 1, No. 1 (Bahar, 1 957), 4- 1 2.
1 05. A.e., s. 1 2.
1 06. Rusya'nı n, -bürokratik kolektivizm d iye tanımladığı- yeni bir
sınıf devleti olduğunu iddia eden ilk kitap Bruno R.'n in La burea­
ucraticisation du monde (Paris, 1 939) adlı eseridir. Konu 1 940'Iarın
başında Menşevik basınında, Novy Put'da Rusya'nın halen bir işçi
devleti olduğunu ileri süren merhum Theadar Dan ile birlikte
Rudolf Hilferding ve Solamon Schwarz'ın Vestnik'te aksi yöndeki
iddiaları çerçevesinde tartışılmıştır. (Rus işgalinin ard ı ndan Dan,
Rus rejimine şartlı destek vermiştir.) Hilferding'in, Neo-Marksist
fikrin klasik bir ifadesi olan iddiası, "Devlet Kapitalizmi veya Tota­
liter Devlet Ekonomisi (State Capitalism ot Totalitarian State
Economy)" başlığı altında Modern Dergi'de, 1, No. 4 (Hazira n
1 947) yayımlanı rken Schwarz'ın verileri sonradan "Rus Fabrikala­
rının Başkanları (Heads of Russian Factories)" başlıklı makalesin-
NOTLAR 519

d e Sosyal Araşttrmalar'da, IX, N o . 3 (Eylü l 1 942) 3 ı 5-33 yayım­


lanmış ve Gregory Bienstock ile Aaron Yugow'la gerçekleştirdiği
ortak çabaların sonucunda Rus Endüstrisinde ve Tartmmda Yöne­
tim (Management in Russian lndustry and Agriculture) (New York,
ı 944) adlı kita pta yer almıştır. Tartışma ı 940'1arda Troçkist bası­
na, özellikle New York'ta çıkan Yeni Enternasyona/'e ve Dördüncü
Enternasyona/'e de ya nsım ıştır. Troçki'nin nihai ta rtışması (Küçük
Burjuva Muhalefetine Karşt) Marksizmi Savunurken (New York,
1 942) derlemesinde yer a l maktadır. Revizyonist pozisyon James
Bumham'ın idari Devrim'inde (The Manageria/ Revolution) (New
York, ı 94 ı ) ve Max Schactman'ın, Troçki'nin Yeni Rota'sının (The
New Course) (New York, ı 943) gözden geçirilmiş baskısına yazdı­
ğı giriş yazısında bulunabilir. Fransız süreli yayı nı Le contract so­
cia/'in Mart ı 959 tarih l i sayısındaki uzun bir tartışma, Bruno Rizzi
adlı bir italyan olan Bruno R.'nin kariyerini ve bürokratik kolekti­
vizm teorisinin kökenierini ayd ınlatmaktadır. Daha fazla tartışma
için Yeni Lider' in 28 Eylül ı 959 tarihli sayısında yayımlanan "Bru­
no R.'nin Tuhaf Hikayesi (The Strange Ta/e of Bruno R)" adlı maka­
leme başvurabilirsiniz.
ı 07. Hanna h Arendt, Totaliteryanizmin Kökenieri (The Origins of Tota­
litarianism) (New York, 1 95 1 ; ingiltere'de Çağtmtztn Külfeti olarak
yayı mlanmıştır).
ı 08. Horst Jablonovski ve Werner Philipp (yayına hazırlayanlar),
Forschungen zur ost-europöischen Geschichte, C.l (Berlin, ı 954).
ı 09. Han s Ko h n, Rus Dergisi içinde, XIV, No. 4 (Ekim ı 95 5), 373.
1 ı O. Bir Bolşevizm Araşttrmast, s. 527.
1 1 1 . A.e., s. 1 37.
ı ı 2. A.e., s. 1 35, 26ı .
ı ı 3. A.e., s. 403-4.
ı ı 4. Bilinçsiz mücadelelerden "sosyal karakter" inşa etme çabası
psikoanal izle sınır değildir; örneğ in, Pareta'nun sosyolojisinde
merkezi bir yeri vardır. Pa reto'ya göre sosyal faal iyetin kaynakları
"menfaatler" (veya rasyonel hesaplar), türevler (veya rasyona li­
zasyonlar) ve "kalıntılar" (veya temel dürtüler) idi. Pareta'nun eski
bir takipçisi olan George Homa ns'ın bir zamanlar yazm ış olduğu
gibi: "Amerikan tarihçileri 'Öncü karakteri'ni, 'Öncü ruhu'nu uzun
uzadıya tartışmaya düşkündürler. Sadece hikaye anlatmadıkla­
rında bahsettikleri şey bel irli kal ıntıların, özellikle bireyleri bütün­
leştirenlerin 'öncüleri'nin önemidir."
ı ı 5. Ernest Jones, M.D. tarafindan yaption Psikolojik Bir Araşttrma ile
520 IDEOLOJININ SONU

Ham/et. . . (Londra, 1 947), s. 22. Tartışma Jones'un Ham/et ve Oi­


dipus'unda (New York, 1 95 1 ) gel iştirilm iştir.
1 1 6. Örnek, Alex l n keles'den uyarlanmıştır: "Yabancı Bir Topl u m u
Anlamak: Bir Sosyoloğun Görüşü (Understanding a Foreign Soci­
ety: A Sociologist's View)," Dünya Siyaseti, l l l, No. 2 (Ocak 1 95 1 ),
269-80.
1 1 7. Bauer, lnkeles ve Kluckhohn, A.g.e., s. 20.
1 1 8. Özgürlük Radyosu'nun 1 4 Mayıs 1 957 tarihli Günlük Haber
Bü lteni, "Andropov-M.K. Uydu Ü l keler Departma nı Başkanı"
başlıklı şu haberi vermiştir:
"1 2 Mayıs 1 95 7'de Pravda, S.S.C.B.'nin Macaristan'daki eski Bü­
yükelçisi Yu. V. Andropov'dan iki defa 'S.S.C.B.'nin Merkez Komi­
tesinin bir departmanın başkanı' olarak bahsetmektedir. Prav­
da ya göre, Andropov, Kruşçev'in Moğol istan Halk Cumhuriye­
'

ti'nden gelen delegelere verdiği resepsiyonda ve Bulganin tara­


fından ayn ı delegasyonun şerefi ne verilen öğle yemeğ inde bu­
lu nmaktaydı.
"Tass raporlarında Andropov'un hangi departma nı kontrol et­
tiği kesin olarak belirtil mese de, bunun (resmi adı bilinmemesine
rağmen) oldukça gizli uydu ü l keler departmanı olduğu tahmin
edil mektedir.
"Geçmişte 'S.S.C.B: Merkez Komitesinin daimi bir üyesi' olarak
adlandırılan B. N. Ponomarev, bu tür resepsiyonlarda ve parti şe­
refine verilen ziyafetlerde ve uydu ülkelerin hükümet delegas­
yonlarında bulunmuştur. Ponomarev'in işgal ettiği mevkiden
hiçbir yerde bahsedil memiştir. Bu mü nasebetle, Bulganin ve
Kruşçev tarafından Arnavut partisi ve hükü met delegasyonu şe­
refine bu yıl (Pravda, 1 3 N isan 1 957) 1 2 Nisan'da verilen öğle
yemeği ne katılanlar sırasıyla şöyledir:
". . . Serov-Ponoma rev-Palgu nov-N ikitin . . .
"Moğolistan delegasyonu için Bulganin tarafından verilen öğle
yemeğ inde protokol sırası aşağıdaki gibidir:
". . . Serov-Andropov-N ikitin-Pulganov. . . . * [Dipnot: *Kruş­
çev tarafından verilen resepsiyondaki protokol sırası şöyledir:
Gromyko-Pisarev (Moğol istan büyükelçisi)-Andropov. Ancak
yabancı bir delegasyon için verilen bir resepsiyondaki protokole
göre o ü lkenin ilgili Sovyet büyükelçisine, protokol merdivenin­
deki yerine gerçekten layık olup olmadığına bakılmaksızın daima
şeref yeri verilir.']
"Bütün bu gerçekiere rağmen, Ponomarev'in yerine Andropov'un
getirilmiş olduğu sonucuna varmak erken davranmak olacaktir.
NOTLAR 521

Çünkü Panomarev bir ölçüde enternasyonel komünist hareketiyle


bağlantll1d1r. (Örneğin, Haziran 1 956'da Frans1z Komünist Parti­
si'nin On Dördüncü Kongresi'nde S.S.C.B. 'nin delegasyon üyesiydi).
Daha muhtemel bir aÇiklama şöyledir: Merkez Komite'de 'enternas­
yonel bir işbölümü' uygulanmlŞtir. Andropov uydular/o ilgilenirken,
Panomarev bundan böyle sadece yörünge d1şmdaki Komünist par­
tilerle kontak kuracakt1r.
"Andropov'un, D1şişleri Bakanliği görevini birakmadan k1sa bir sü­
re önce Şepilov tarafmdan başlatiian, Dişişleri Bakanllğ1'nm üst dü­
zey görevlilerinin tekrar değiştirilmesi sürecinde ('başka bir işe trans­
fer olma münasebetiyle'-Pravda, 7 Mart 1 957) ortaya ç1kt1ğ1 göz
önünde bulundurulduğunda, Andropov'un terfisini kime borçlu ol­
duğu hususunda hiçbir şüphe kalmamaktad1r (Andropov şimdi
'protokol merdiveninde,' Dışişleri Baka nlığı'nın ilk vekil bakanı
olan eski şefi V. V. Kuznetzov'un epey yukarısındad ır. Bkz. Pravda,
1 2 Mayıs 1 9S7)."
1 1 9. lmmanuel Birnba u m, "Destalinizasyon: Sebepleri ve Sonuçları,"
Komünizmin Sorunlan (Destalinization: Motives and Consequences,
Problems of Communism), VI, No. 1 (Ocak-Şubat, 1 9S7), 41 .
1 20. Sovyet elit manevralarını "Kremlinolojik" metotlarla en olağa­
nüstü izleme çabası belki de Myron Rush'un Kruşçev'in Yükselişi
(The Rise of Khrushchev) (Washington, D.C., 1 9S8) adlı RAN D araş­
tırmasıdır. 1 9SS'de Kruşçev'in parti baş sekreteri, unvanının (pervi
sekretar) olarak Rus basınında normalde küçük harflerle yazı lır­
ken, 2S Mayıs 1 9SS tarihli Pravda'da birden bire Pervi Sekretar
olarak yazıldığına d ikkat etmiştir. (Ertesi gün büyük 'S' küçültül­
müş fakat büyük 'P' olduğu gibi kal mıştır. Ve bundan sonra un­
van Pervi sekretar olarak yazılmıştır.) Bu kadar küçük bir ipucun­
dan ve ilk bakışta aynı şekilde maksatl ı görü nen diğerlerinden
(örneğin, Kruşçev'in, Sta l i n'in kullandığı otriskoi kelimesini veya
Malenkov'u "ileri püsküren" bir sağ deviasyonist olarak karakteri­
ze etmesini benimsernesil hareketle Rush, o zamanki RAN D için
hazırlad ığı bir raporda Kruşçev'in iktidara gelme isteğinin ortaya
çıkmaya başladığını ve yükselrnek için Stalin'in merdivenini, yani
parti sekreterya aygıtın ı kullanabileceğini ileri sürmüştür. Bay
Rush'ın muhakemesinin ayrıntılı bi rtakım sorgulamaları için
onun kitabına yaptığım eleştiriye başvurabilirsiniz: Komünizmin
Sorunlan (Problems ofCommunism), C.VII, No. 2, Mart-N isan 1 9S8.
1 2 1 . Örneğin, Sovyet bilim adamlarının bilimsel bilgi ortak fonuna
uyg u n olarak çalışmalar yürüttükleri sırada kaytarma tekniklerine
522 IDEOLOJININ SONU

yeterl i d i kkat gösterilmemiştir. Sovyetler Birl iği'nde fizik dergisi­


nin bir editörü ve sonradan 1 937-38 tasfiyelerinde hapse atıl ma­
dan önce Kharkov'daki bir enstitüde direktör olan Alexander
Weissberg-Cybulski, derg i makalelerinde Rusya'daki araştırma
gelişmelerinin siyasi zorunluluk dışında diyalektik materyal izm­
den kaynaklanan bir bilgeliğe nasıl atfed ildiğinin ve Alman Bilim
Akademisi yeni metodun sırrını öğrenmek istediğinde editörlerin
karşılaştıkları sorunların bir hayli eğlenceli hikayesini anlatmak­
tad ı r. (Bkz. Bilim ve Özgürlük, Hamburg Konfera nsı Tuta nakları
[Londra, 1 955].)
Daha yen i lerde, Ivan D. London, partinost'un bil imdeki büyük
çaplı bir kaytarmasını fark etmiştir: "Örneğin, konuşmalardan,
önsözlerden, giriş parag rafi a rından vs. özetlenen malzemelere
dayanarak Sovyetler Birliği'nde duyu organları fizyolojisindeki
bütün gelişmelerin 'Lenin'in yansıma teorisine somut bir temel'
sağlamak ve endüstriyel, tıbbi, askeri ve özell ikle son ikisinin uy­
gulama taleplerini ka rşılamak için komü nist parti tarafından be­
lirlendiğini göstermek zor değildi r. Yine de yıllar geçtikçe teknik
literatürün, çeşitli toplantıların, konferansların, vs. yayı mianmış
tutanaklarının ayrıntılı bir incelemesi, Sovyetler Birliği'nde duyu­
sal fızyoloji alanındaki ciddi araştırma progra mlarının herhangi
bir bakımdan pratik düşüncelerden veya Parti diktasından etki­
lendiğini akla getirebilecek çok az şey ortaya koymaktad ır. El bet­
te ki yüzeysel olarak pratik progra matik hedeflere planlı bir
uyum görü lebil i r -nihayetinde 'Sovyet d i l i' iletişimin yanısıra
koruyucu fonksiyonları da yerine getirmektedir- fakat kendi
alanında d i kkatli olan herha ngi bir duyusal fizyolog, araştırma
programlarının bel i rl i böl ü m lerindeki 'göze kum atma' amacını
fark edecektir. . . " ("Sovyet Biliminin Gerçekçi Bir Değerlendirme­
sine Doğru," Atomik Bilginler Bülteni, XIII, No. 5 [Mayıs 1 957], s.
1 70.)
1 22. Bauer, lnkeles ve Kluckhohn, A.g.e., s. 239; Rush, A.g.e., s. 2 1 .
1 23. Vlad imir Dedijer, Tito (New York, 1 953), s. 327.
1 24. Robert W. Campwell, "Sovyet iktisat Pol itikası ndaki Bazı Yeni
Değişimler (Some Recent Changes in Soviet Economic Policy),"
Dünya Siyaseti, IX, No. ı (Ekim 1 956), s. 8.
1 25. Bu hususta bkz. Leon Festinger, Henry W. Riecken ve Stanley
Schacter tarafından ya pılan ilginç bir çal ışma Kehanet Boşa Çıktı­
ğında (When Prophecy Fails) (Minneapolis, 1 956).
1 26. Bu bahsin geçmişteki bir tartışması için bkz. Leopold Haimson,
Rus Marksistler ve Bolşevizmin Kökenieri (The Russian Marxists and
NOTLAR 523

the Origins of Bolshevism) (Cambridge, Mass., 1 955), s. 36-45.


1 27. Leon Troçki, Hayatım (My Life) (New York, 1 93 1 ), s. 1 29-43.
1 28. Makayevski'nin eserlerinin ingil izce'de sadece ufak parçaları, V.
F. Calverton tarafından yayına hazırlanan Toplum Kurmak (The
Making of Society) (New York, 1 937) adlı antolojide yer almakta­
dır. Makayevski'nin fikirlerinin tam bir açıklaması, Max Nomad'ın
"Beyaz Yakalılar ve Nasırlı Eller (White Col/ars and Horny Hands)"
(Modern Üç Aylık Bülten, C. VI, No. 3, Güz 1 932) makalesinde bulu­
nabilir ki ben bilg ilerimi bu açıklamaya borçluyum. Makayevs­
ki'n in başl ıca müridi olan Nomad, onun teorisini kendi i ki kita­
bındaki devrimci kişilikler araştırması anal izine çerçeve olarak
kulla nmıştır: isyancılar ve Dönekler (Rebels and Renegades) (New
York, 1 932) ve Devrimin Havari/eri (Apostles of Revolution) (New
York, 1 939). Makayevski'nin fikirleri Nomad aracılığıyla önde ge­
len Amerikalı siyaset bilimci Harold Lasswell'in eserlerini açıkça
etkilemiştir. Lasswell, bir d izi kitapta on dokuzuncu yüzyıl dev­
rimlerinin, sosyalizmin mitleri ve sembolleri adına bu devrimleri
kendilerini i ktidara getirmek için kullanan entelektüeller tarafın­
dan yönetildiği teorisini yorumlam ıştır. Bkz. özel l i kle, Harold
Lasswell, Dünya Siyaseti ve Kişisel Güvensizlik (World Politics and
Persona/ Jnsecurity) (New York, 1 93 5), s. 1 1 1 -1 6 ve Çağımızın Dün­
ya Devrimi (The World Revolution of Our Time) (Stanford, Cal if.,
1 95 1 ). Bugün belki de ki işe haline gelen, entelektüellerin çift rol ü
teorisi Robert M ichels'in v e Joseph Schumpeter'in eserlerinde d e
bulunabilir k i b u n u n en keskin ifadesiyle lgnazio Silone'n in anıl­
maya değer romanı Ekmek ve Şarap'daki (Bread and Wine) Pietro
Spina ile Ul iva arasındaki d iyalogda karşı laştım. Makayevski'nin
adı Sovyetler Birliği'nde hemen hemen hiç bilinmemektedir fa­
kat hayatının ve fikirlerinin gelişigüzel bir hikayesi büyük Sovyet
Ansiklopedisi'nin A kısmı ndaki maka lede bulunabili r.
1 29. Genç Marx'ın düşüncesinin en ilginç tartışması, Hannah
Arendt'ın yenilerdeki eseri insanlık Hali'nde (The Human Condi­
tion) (Chicago, 1 958) bul unabilir. Marx'ın erken dönem görüşle­
rinin en kapsam l ı açıklaması, Robert W. Tucker'ın Benlik ve Dev­
rim: Marx'ın Ahlaki Bir Eleştirisi (The Self and Revolution: A Moral
Critique of Marx) başlıklı yayımlanmamış doktora tezi nde (Har­
vard, 1 957) yer almaktadı r. Bu a raştırma 1 960'da Karl Marx'ın Ya­
bancı/aşmış Dünyası (The Alienated World of Karl Marx) ad ıyla
Cambridge Ü niversitesi Yayı nları tarafından yayımlanmıştır. Bay
Tucker, Marx'ın felsefi düşüncesinin i ktisadi kategorilere dönü-
524 IDEOLOJININ SONU

şümünün izini uzun uzadıya süren i l k kişidir. Birçok kavrayışı ona


borçluyum. Erken dönem elyazmalarının daha ortodoks bir tar­
tışması, Herbert Marcuse'ün Akli ve Devrim'inde (Reason and Re­
volution) (New York, 1 941 ) bulunabi l i r. Marx'ın Komünist Mani­
festo'dan önceki yazılarının faydalı ve biraz da basit bir a nlatı mı
H. P. Adams'ın Erken Dönem Yazılarında Karl Marx (Karl Marx in
His Early Writings) (Londra, 1 940) adlı kitabında bulunabil ir.
Marx'ın genç Hegel'cilerle olan il işkilerinin en ayrıntılı bir araş­
tırması, Sidney Hook'un Hege/'den Marx'a (From Hegel to Marx)
(New York, 1 936) adlı kitabında yer almaktadır. Bununla birlikte,
Hook, Marx'ın başl ıca yabancılaşma tartışmalarının bulunduğu
tamamlanmamış yazısı iktisadi-Felsefi Elyazmaları'nı (Economic­
Philosophical Manuscripts) göz ardı etmektedir. Erken dönem
Marx'ı, Komü nist bakış açısından yen iden inşa etme çaba larının
en iddialısı August Cornu tarafından sarf edilmiştir: Karl Marx et
Friedrich Engels (Cl: Les annees d'enfance et dejeunesse: La gauche
hegelienne) (Paris, 1 955). Ayrıca Katalik bir bakış açısından, Pere
Jean-Yves Calvez tarafından hazırlanan fevkalade esaslı bir eser
olan Etudes sur Hegel et Marx'a (Paris, 1 955), özellikle s. 1 47-1 55'e
başvurabilirsin iz.
1 30. Ancak belirtmek gerekir ki özel mül kiyetin feshed il mesi, erken
dönem Marx'a göre, insanı özg ürlük durumuna götürmeyecektir.
Özel mülkiyetin feshedilmesi yalnızca "düşüncesiz" veya "ham"
komü nizm üretir.
Marx, komünizm hakkındaki fikirlerinin çoğunun açıkça Pro­
udhon'un büyü k eseri Mülkiyet Nedir?'den (What ls Property) al­
mıştır. Proudhon tarih taslağında üç aşamalı bir evrim portresi
çizmektedir: ilki nde, ilkel komünizmde yaşayan insanoğlu tüm
kadınları ve tüm üretim a raçlarını eşit bir şekilde paylaşmaktadır;
ikincisinde, özel mül kiyet aşamasında, güçlü bireyler hırsızlık yo­
l uyla komünal mül kiyeti özel kul lanımla rı için kend ilerine male­
debilmişlerdir; üçüncüsünde, en üst aşamada, kooperatif iş dı­
şında bireysel mül kiyet yoktur.
Marx, Feuerbach'ı tartışırken bir yadsımanın yadsımasının ken­
diliğinden bir onaylama olmadığını bel irtir. Aynı şekilde, (Eiyaz­
maları'nda) özel mülkiyetin feshedilmesinin, yadsıma, insani öz­
g ürlük değil,"ham komünizm" üreteceğini söylemiştir. Bu tür bir
komünizm, demiştir, "insanın kişiliğini ta mamen yadsımaktadır."
"Her şeyi ortak bir düzeye indirme kıskançlığını ve arzusunu" ifa­
de etmektedir. Bu "evrensel kıskançlık, i ktidar şekline bürü n müş­
tür." Ancak ham komünizm "özel mülkiyetin pozitif olarak aşıl-
NOTLAR 525

ması" sayesi nde haki ki komünizme ve "kendi yarattığı dünyada


insanın kendini tan ıyabildiği" pozitif bir hümanizme yol açmak­
tad ı r. Bu nedenle kendi "türünün karakterine" geri dönmektedir.
Artık sınıf davranışıyla kısıtlı kısm i bir i nsan değil, tekrar insani öz­
yabancılaşmayı aşan ve "kendine dönen," kendi türüne özgü bir
insandır.
Yirmi beş yıl sonra, Marx gelecek toplumun doğası sorunuyla
yüzleşrnek zorunda kaldığında, Gotha Programı'nın Eleştirisi'nd e
(Critique o f the Gotha Programme) iki aşamalı gelecek toplum ha­
yali tekrar uyanmıştır. Bu bağ lamda, "derhal geçiş aşaması" ola­
rak "proletaryanın diktatörlüğü"nden bahsettiğinde, ham komü­
nizmin yerine geçecek olan, "herkesten yeteneğine göre, herke­
se ihtiyacına göre" ilkesiyle hakiki komünizmin pastaral dünya­
sıydı. Lenin'in Devlet ve Devrim'de (State and Revolution) topl umu
iki aşamaya ayırması nda, Marx'ın ne demek istediğinin fa rkında
olduğu aynı şekilde açıktır. Lenin'e göre geçiş aşaması da tatsız
bir aşamayd ı. Bütün ücretleri ortak bir düzeye indiren Paris Ko­
münü'nü "na if, prim itif demokrasi" d iye adlandıran Edward
Bernstein'ı azarlayan Lenin şöyle demiştir: "[Berstein] her şeyden
önce kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin 'primitif demok­
rasi'ye bir ölçüde 'dönmeksizi n' mü mkün ol mayacağını anlamak­
ta tamamen başarısız olmuştur."
Marx ve Lenin tarafından konulan kriterlerden, bugünkü Sov­
yet toplumu nun, "düşüncesiz" veya "ham komünizm"i n görüle­
bilecek en deforme hali olduğu söylenebilir.
1 3 1 . Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Alman Klasik Felsefesinin
Sonu (Ludwig Feuerbach and the Outcome of German Classical Phi­
/osophy), Karl Marx içinde, Seçilmiş Eserler (Moskova, 1 953), 1, 4 1 7.
1 32. Engels'den Florence Kelley Wischnewetzky'ye, 25 Şu bat 1 886,
Karl Marx ve Friedrich Engels içinde, Amerikalı/ara Mektuplar:
7848- 7895 (New York, 1 953), s. 1 5 1 .
1 33. A. Voden, "Engels'le Konuşmalar (Talks with Engels)," Marx'dan
ve Engels'den Hatıralar (Reminiscences of Marx and Engels) içinde
(Moskova, tarihsiz), s. 330-3 1 . Bu referans için kendisine borçlu
olduğum Lewis Feuer bana ayrıca Engels'in "Otorite Üzerine"
başlıklı az bilinen bir makalesinde anarşistlere karşı giriştiği bir
polemikte "modern teknolojinin insanların üzerine bütün sosyal
örgütlenmelerden bağı msız gerçek bir despotizm" dayattığını
ileri sürdüğünü söylemiştir. Bu nedenle, bir fabrikadaki otorite­
nin doğasını sorgulamak ütopikti. ("insan, bilgisi ve yaratıcı
526 IDEOLOJININ SONU

zekası sayesinde doğanın güçlerini zapt ettiyse, doğa insanı kul­


landığı bütü n sosyal örgütlenmelerden bağ ımsız gerçek bir des­
potizme tabi kılarak öcünü al ır. Büyük çaplı endüstride otoritenin
feshed ilmesini beklemek, bizzat endüstrinin feshedilmesini is­
temekle, çı krığa dönmek için elektrikli dokuma tezgahını parça­
lamak istemekle aynı şeydir.") Böylece çağdaş sosyoloji için de
geçerli olduğu gibi, bilimsel sosyalistlerin "realizm"i, Marx'ı ve
Engels'i yabancı laşmanın ve resmi, sosyal işçi işveren ilişkilerinin
kaynağı olan iş süreci'nden uzaklaştırmışlardır. Engels'in makalesi
için bkz. Marx ve Engels: Siyaset ve Felsefe Üzerine Temel Yaztlar
(Marx and Engels: Basic Writings on Politics and Philosophy), yayına
hazırlayan Lewis S. Feuer (Anchor Books; New York, 1 959), s. 48 1 -
85.
1 34. 1 934'de Komünist Akademi'nin felsefe böl ümüne hitaben,
Lukacs'ın ifadeleri şöyledir:

"Tarih ve Smıf Bilinci (History and Class Consciousness) adlı ki­


tabımda düştüğüm hata lar ta mamen bu sapmalarla [yani,
Lenin'in Materyalizm ve Ampirik-Kritisizm'inde saldırılaniarial
aynı çizgidedi r . . . Simmel'in ve Max Weber'in bir öğrencisi
olarak başladım . . .
"Aynı zamanda send ikacılık felsefesinin (Sarel) gelişimim üze­
rinde büyük etkisi olmuş, bu felsefe romantik anti-kapitalizm
eğ ilim lerimi güçlendirmiştir. . . . Böylece bel irgin bir şekilde
sendikacı ve ideal ist bir dünya görüşüyle 1 9 1 8'de Macaristan
Komü nist Partisi'ne gi rdi m . . .
"1 923'de yayımladığım kitap bu eğilim lerin felsefi bir özetiy­
di. . . . Pratik parti ça l ışmalarım ve Lenin ile Stalin'in eserlerine
aşina olmam sırasında dünya görüşümün bu idealist sahnele­
ri giderek artan bir şeki lde güvenilirliğini kaybetti. O zaman
satışta olan kitaplarımın yeniden yayımlanması iznini verme­
diğim halde, 1 930-3 1 'de Sovyetler Birliği'ni ziyaretim sırasın­
da bu felsefi meseleleri, özell ikle o zaman devam eden fel sefi
tartışmalar sayesinde tam olarak kavradım.
"Alman Komü nist Partisi'nin pratik çalışmaları, sosyal Faşist ve
Faşist ideolojiye karşı doğrudan ideolojik mücadele hepsi
birden entelektüel alanda idealizm cephesinin, faşist karşı dev­
rim ve onun suç ortakları Sosyal Faşistler cephesi olduğu yö­
nündeki inancımı güçlendirdi. ideal izme verilen her imtiyaz,
ne kadar önemli olursa olsun, proleter devrimi için bir tehlike
anlamına gelmektedir. Böylece, yirmi yıl önce yazd ığım kita-
NOTLAR 527

bın yal n ızca teorik yanlışliğmı değil, aynı za manda pratik tehli­
kesini de anladım . . . .
"Komintern'in, Birleşik Komünist Partisi'nin ve onun l ideri
Yoldaş Sta lin'in, bu demir d isiplin için mücadelenin, Birleşik
Komünist Pa rtisi'nin uzun zaman önce ulaştığı Ma rksizm­
Leninizm'den tüm sapmaları affetmemenin ve bunlarla uz­
laşmayı reddetmenin yard ımıyla . . . "

Bu ifadeler, Morris Watnick'in Sovyet Araştırması'nda (Londra) No.


23-25 çıkan incelemesinin "Georg Lukacs: Bir Entelektüel Biyog­
rafı (An lntellectual Biography)" bölümlerinden alınmıştır. (Bu in­
celeme son yıllarda Marksist revizyonizme dair çıkan tartışmalar
arasında en iyisid ir.) Lukacs'ın kitabına burada genel olarak ulaşı­
lamamaktadır. Bu kitapta n, "Ortodoks Marksizm Nedir" başlıklı
bir böl üm Yeni Enternasyonel'de Yaz 1 957'de yayımlanmıştır. Ki­
tabın bazı böl üm leri Les Editions de Minuit tarafından yayımla­
nan Tartışmalar dergisinde Fransızcaya tercüme edilmiştir.
1 35. iktisadi-Felsefi Elyazmaları (Economic-Philosophical Manuscripts)
ya bancılaşma sorununu konu a l ı rken, Alman ideolojisi (The Ger­
man ldeology}, özellikle Böl üm 1, çoğunl ukla ta rihsel materya lizm
soru nlarıyla ilgilenmekted ir. Aslında, Kutsal Aile'deki (The Holy
Family) bir tür tartışmadan başka, yabancılaşma kavramının tek
güçlü tartışması Elyazmaları'ndadır. Elyazmaları 1 844'de, Kutsal
Aile 1 845'de ve Alman ideoloji'si 1 845-46'da yazıl mıştır.
Erken dönem fel sefi yazılar, özell ikle tamamlanmamış iktisadi­
Felsefi Elyazmaları ve Alman ideoloji'si ilk kez (eksik bazı küçü k
bölümler dışında) 1 932'de S. Landshut ve J. P. Mayer tarafından
Der historische Materialismus başlığı altında yayımlanmıştır. (Al­
man ideolojisi'nin üçüncü böl ümündeki, Stirner üzerine, bazı kü­
çük parçalar Edward Bernstein tarafı ndan 1 902-3'de Dokumente
des Sozialismus'da yayı mlanmıştır. Erken dönem elyazmalarının,
özel likle Alman ideolojisi'nin ayrıntılı bir açıklaması 1 927'de D. Ri­
azanov tarafı ndan Marx-Engels Arşivi'nin 1. cildinde yayı mlanmış­
tır. Tam metinler V. Adoratski yönetiminde Marx-Engels Gesam­
tausgabe'de (Berl in, 1 932) mevcuttur. Marx'ın erken dönem ma­
kaleleri S. La ndshut tarafından 1 932 baskısını da içeren Die
Frühschriften von Karl Marx adlı bir kitapta yayımlanmıştır.
Marx'ın eserlerinin ta m bir rehberi Maximilien Rubel'in Bibliog­
raphie des oeuvres de Karl Marx (Paris, 1 956) adlı kita bında bulu­
nabil ir.
1 36. Kapital (Kerr ed.; Chicago, s. 1 2), vurgu bana ait.
528 IDEOLOJININ SONU

ı 37. Leon Troçki, Karl Marx'ın Yaşayan Düşünceleri (The Living Tho­
ughts of Karl Marx) (New York, ı 939), s. 6.
ı 38. Bolşevizmin apokaliptik iktisad ındaki rasyonal ite meselesine
nüfuz eden bir tartışma için bkz. Michael Polanyi, "Ta rihin Aptal­
lığı (The Foolishness ofHistory)," Karşılaşma, Ekim ı 9S7.
ı 39. Karl Marx, Seçilmiş Eserler (Se/ected Works) (Moskova, ı 93S), ll,
474.
ı 40. Charles Rihs, La commune de Paris (Geneva, ı 9SS), s. 70-72, 244;
ayrıca Fra nk Jellinek, 1877 Paris Komünü (The Paris Commune of
1 87 7) (Oxford, ı 937), s. 398, 403.
ı 4 ı . Karl Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi (Londra, ı 943) özellikle s.
ı 2-1 3, 26.
ı 42. Karl Kautsy, Sosyal Devrim (The Social Revolution) (Chicago,
ı 902), s. 1 1 2.
ı 43. A.e., s. ı 26-27.
ı 44. Bütün alıntılar Lenin'in Toplu Eserleri'nden, C.XXI (New York,
ı 932); bkz. özellikle s. ı 84-89. Aksi belirtilmedikçe, vurgular bana
aittir.
ı 4S. Bu iddianın değişik yorumları için bkz. Alfred G. Meyer, Leninizm
(Cambridge, Mass., ı 9S7), s. ı 87-96. Ayrıca bkz. bu kitapta Le­
nin'in, 'Rusya kapitalist devlet olmuş olsaydı geçiş süreci daha
kolay ol urdu' şekl indeki ifadesini içeren s. 37ı -72'deki dipnot.
ı 46. Lenin'in defterlerinden seçme parçalar ve onun Eleştiri üzerine
marjinal yorumları için bkz. Ek ll, Gotha Programı'nın Eleştirisi,
Marksist-Leninist Kütüphane baskısı, No. ı s (Londra, ı 933), s. 6S-
8S.
ı 47. Bu önemli pasajlar için bkz. Lenin, Toplu Eserler (Collected
Works), XX, Kitap ı , ı o ı ve XXI, Kitap 2, 28-29.
ı 48. "Bolşevikler Devlet iktidarında Ka lacaklar mı? (Wi l l the Bolshe­
viks Retain State Power?)"dan, Toplu Eser/er, XXI, Kitap 2, 34-3S.
Rusya'daki işçi konseyleri tarihinin ve Rus hareketinin bu sorun
üzerindeki teorik uyuşmazlıklarının ilk sistematik anlatımı Oskar
Anweiler'in Die Rötebewegung in Russland: 1 905- 1 92 1 (Leiden,
ı 9S8) adlı eserinde bulunabilir.
ı 49. Bkz. Ro sa Luxemburg, Die russische Revolution, Die Aktion içinde,
Jhrg. ı 2 Heft, C.V, No. 6, 4 Şu bat ı 922. ingil izcede Sertram D.
Wolfe'un önsözüyle Rus Devrimi (New York, ı 940) adıyla yeniden
yayımlanmıştır.
ı so. Bkz. Komünist Enternasyonel Belgeleri, ı 9 ı 9-ı 947, C.l, ı 9 ı 9-
ı 922, Jane Degras seçkisi (Oxford, ı 9S6) içinde "K.E.'in Temel Gö­
revleri Üzerine Tezler" ve Proleter Devriminde Komünist Parti'nin
NOTLAR 529

Rolü Üzerine Tezler," s. 1 1 3-27 (özellikle s. 1 26), 1 28-36.


1 S 1 . Man ya Gordon'un, Lenin Öncesinde ve Sonrasında işçiler (Wor­
kers Before and After Lenin) (New York, 1 94 1 ) adlı eserinde bah­
sedilmiş, s. 79.
1 52. Bu bahsi n bir ta rtışması için bkz. Leonard Schapiro, Komünist
Otokrasinin Kökeni (The Origin of the Commun ist Autocracy)
(Londra, 1 955), s. 254-55.
1 53. Toplu Eserler (Col/ected Works) (3'üncü Rus baskısı), XXVI, 1 O l ,
1 03.
1 54. A.e., s. 1 41 .
1 55. Lenin, Seçilmiş Eser/er, IX, 9. Len i n'in derhal ve daima mevcut bir
gerçeklik olarak bürokrasi tehdidinin "pratik" farkındalığı, onun
tarafından ifade edilen na if fikirlerle tuhaf bir şekilde çelişmekte­
dir. iktidarın ele geçirilmesinden bi rkaç gün sonra yazılan "Fes­
hetme Hakkına Da ir Rapor (Report on the Right to Recall)" başlık­
lı bir maka lede Lenin, herha ngi bir devlet var olduğu sürece bir
Marksist'in özgürlükten bahsetme hakkı olmadığını söylemiştir.
"Devlet bir zorlama aygıtıdı r," d iye yazmıştır; "Daha önce bu bir
demet para kesesi tarafından bütün millete dayatılan bir baskıydı
. . . mecburiyeti işçi sınıfı menfaatlerine göre örgütlernek istiyo­
ruz." Lenin için öneml i olan, devletin işçilerin kontrolü a ltında
olması ve böylece engellemeye tabi ol masıyd ı. "Feshetme Hak­
kına Dair Rapor," Seçilmiş Eser/er, XXII, 97.
1 56. Burada, Leonard Schapiro'nun, A.g.e.'deki a nlatımının izinden
gidiyorum.
1 57. Lenin, Seçilmiş Eser/er, XIV, 338, Theadar Draper'ın Amerikan
Komünizminin Kökenieri'nde (The Roots of American Communism)
(New York, 1 957) alıntılanmış, s. 249.
1 58. Bkz. Joseph Stalin, Leninizm, C.ll, "iş idarecilerinin Görevleri
(Tasks of Business Managers)," 4 Şu bat 1 93 1 ; "Yeni Şartlar, Yeni
Görevler (New Conditions-New Tasks)," 23 Haziran 1 93 1 .
1 59. Bkz. Alexander Vucinich, Sovyet iktisat Enstitüleri: Üretim Birimle­
rinin Sosyal YapiSI (Soviet Economic lnstitutions: The Social Structu­
re ofProduction Units) (Stanford, 1 952)
1 60. Bkz. örneğin, Troçki'nin Über Arbeiterkontrol/e der Produktion
başlıklı, 1 93 1 tarihli mektubu; Yeni Enternasyonel'in Mayıs­
Haziran 1 95 1 tarihli sayısında yeniden yayımlanmıştır, s. 1 75-78.
"Bizim için," demiştir Troçki, "işçi kontrolü kavramı kapitalist re­
jimin kapsamı içinde, burjuva hakim iyetinde yer al maktadır . . .
fabrikada, bankalarda, ticari işletmelerde, vs. bir tür i kili i ktisadi
530 IDEOLOJININ SONU

iktidar demektir. . . . Bu nedenle bir işçi kontrolü rejimi, doğası


gereği, burjuva devletinin yıkılması sırası nda yal n ızca nihai ol­
mayan, geçici bir rejim olarak düşünülebilir. . . . "
1 6 1 . Totaliteryanizmin en zeki öğrencisi ve işçi konseylerinin sempa­
tik eleştirmeni Hannah Arendt, 1 957 Macar ve Polonya deneyim­
leri sırasında şöyle yazmaktadır: " . . . eşitlik ve otonomi siyasi
prensiplerinin hayatın iktisadi alanına da uygulanıp uyg u la na­
mayacağı şüphelidir. Arkaik bir siyasi teorinin, iktisadın hayatın
zorun l ulukianna bağlı olmasından dolayı iyi işlemesi için efendi­
lerin yönetimine ihtiyacı olduğunu bel irtmesi, nihayetinde o ka­
dar da yanlış sayıl maz." 1 957 olayları sırasında işçi konseylerinin
kendiliğinden ortaya çıkışiarına dair olağanüstü bir tartışma için
bkz. onun makalesi, "Totaliter Emperyalizm (Totalitarian lmperia­
fism)," Siyaset Dergisi, XX ( 1 958), 5-43.
1 62. Müşterek istişarenin bile slogan haline gelme teh likesi taşıd ığı­
nı belirtmek gerekir. Pratikte müşterek istişarenin, her bir parti­
nin ya nısıra müdürler ve işçi konseyi temsi lcileri nin kendi sorum­
l u l uklarından kaçtıkları, sırf bir "para aktarma" meka n izması hali­
ne geleceği alaycı bir şekilde belirtilebilir. Özell ikle "menajerya­
lizm" hayaletinden korka nlar, bunun açıklayıcı bir portesi için
bkz. Elliot Jaques'in araştırması, Bir Fabrikanın Değişen Kültürü
(The Changing Culture of a Factory) (Londra, 1 95 1 ).
1 63. Ücret farkiarına dair ilginç bir "objektif" standart bel irleme ça­
bası için bkz. Ell iot Jaques'ın Yeni Bilgin 'deki makalesi (Londra, 3
Haziran 1 958), s. 3 1 3. Jaques, bir bireyin kendi inisiyatifiyle faali­
yet gösterd iği işlerde "zaman-aralığı"nın ölçülmesi sayesinde
"verili herhangi bir iş düzeyi için makul ücreti teşkil eden normlar
sistem ini ortaya çıkarabileceğ ine" inan maktadır. Ve bu normlar
"çalışan kişiler tarafından sezgisel olarak fark edilmektedir."
Jaques, bunun "ul usal ücretler ve maaş politikası için ampirik bir
temel olacağını" söylemektedir.
1 64. Karl Jaspers, kendi dönemlerini kriz, geçmişi ise altın çağ olarak
gören her dönemdeki filozofların hayıflanmalarının harika bir ko­
leksiyonunu yapmıştır. Bunların yanısıra, Mısır papirüsleri ve Tal­
leyrand'in yorumu, Jaspers'in Modern Çağda insan (Man in the
Modern Age) (gözden geçirilmiş baskı, Londra, 1 95 1 ), Bölüm ll,
adlı eserinde bulunabil ir. Gil bert M urray'den ya pılan a l ıntı Yunan
Dininin Beş Aşamasi (Five Stages of Greek Refigion) (2'inci baskı;
New York, 1 930) adlı eserinin IV. Bölü m'ündendir.
1 65. Alıntı, Marx'ın ü n l ü Louis Napoleon'un On Sekizinci Brümer'i (The
Eighteenth Brumaire of Louis Napoleon) adlı eseri nin açılış pasaj la-
NOTLAR 531

rındandır. Bu eserde genel bir yabancılaşma tartışması vardır. Fa­


kat ben burada Hans Speier'in Sosyal Düzen ve Savaşın Riskleri
(Socia/Order and the Risks of War) (New York, 1 952) adlı eserinin
Xl. Bölüm'ündeki tartışmasını faydalı bir şekilde izledim.
1 66. Rufus W. Mathewson, Jr., Rus Edebiyatında Pozitif Kahraman
(The Positive Hero in Russian Literature) (New York, 1 958), s. 6.
1 67. Bkz. Leo Strauss, Hobbes'un Siyasi Felsefesi (The Politica/ Philo­
sophy of Hobbes) (Chicago, 1 952). S. 1 4-29.
1 68. Rayman d Aran, Ente/ektüellerin Afyonu (The Opium of the lntel­
lectuals) (New York, 1 958); Edward Shils, "ideoloji ve Meden iyet
(ldeology and Civility)," Sewanee Dergisi, C. LXVI, No. 3, Yaz 1 958 ve
"Entelektüeller ve iktidarlar (The lntel/ectuals and the Powers),"
Karşiiaştırmaii Toplum ve Tarih Araştırmalan içinde, C.l., No. 1 ,
Ekim 1 958.
1 69. Tarihi hassasiyetlerdeki ve tarzdaki değişim ler, ve hatta farklı
sı nıfların ve insanların d uygusal enerjilerini harekete geçirme ve
farkl ı a hlaki du ruşları benimseme şekilleri olara k görmek nispe­
ten yenid ir. Ancak ahlaki mizaç tari hinin, toplumu ve özellikle in­
sanların içindeki irrasyonel güçleri anlamanın en önemli yol la­
rından biri olduğunu düşü nüyorum. Kültürel bir dönem için ha­
rika bir model, J. H: Huizinga'nın öl üme, acımasızlığa ve aşka kar­
şı değişen yaklaşımların tartışıldığı Ortaçağın Kapanmasi (The
Waning of the Middle Ages) adlı eseridir. Büyük Fransız tarihçisi
Lucien Febvre, uzun zaman önce farklı duyarlıklar bakımından
tarih yazımına işaret etmiştir. Onun Rabelais ve saklı inanç soru­
nu üzerine çalışması (Le probleme de l'incroyance du XV/erne
siecle) bu yaklaşımın büyü k dönüm noktalarından biridir. Birçok
sosyal hareket tarihçisi, doktrin veya düzenleme tekn iği üzerinde
d urulduğu, ancak duyg usal tarzlar üzerinde durulmadığı husu­
su nda aşırı bir şekilde "entelektüalist" olmuşlardır. Nathan Lei­
tes'in Bir Bolşevizm Araştırmasi (A Study of Bolshevism), nihayetin­
de Rus entelijansiyasının değişen mizaçiarını ele a lmasından do­
layı resmi Bolşevik araştı rmasından daha öneml i olmuştur. Art­
hur Koestler'in romanları ve otobiyografisi, Avrupa l ı entelektüel­
lerin inanç değ işimlerinin parlak bir aynasıdır. Herbert Leuthy'nin
oyu n yazarı Bertolt Brecht üzerine araştırması (Karşiiaşma, Hazi­
ran 1 956), "Bolşevik" i maj ının ka bul edilmesiyle yaratılan ahlaki
yarg ıdaki değişimierin incel ikli anal iziyle bir cevherdir. Macar
Ma rksist Georg Lukacs'ın kariyeri, Komün ist etiğin askeri disipli­
nini kabul etmiş bir entelektüel olması bakımından öğreticidir.
532 IDEOLOJININ SONU

Franz Borkenau'nun keskin fakat kısa açıklamalarından (bkz.


Dünya Komünizmi [New York, 1 939)), s. 1 72-75) ve Morris Wat­
nick'in makalelerinden (Sovyet Araşttrmast [Londra, 1 958), No. 23-
25) başka, bu olağanüstü adam hakkında çok az şey yazılmıştır.
lgnazio Silone'nin "Yoldaşların Tercihleri (The Choice of Comra­
des)," (Muhalif Sesler [New York, 1 959) içinde yeniden yayımlan­
mıştır) radika l izmin pozitif deneyimlerinin d uyarlı bir yansıması­
dır. Milenyumcu ve m utlu gel ecekçi hareketlerin ilginç bir tarihi,
Norman Coh n'u n Milenyumun Ardmda (The Pursuit of the Millen­
nium)'sıdır. Katolik bir bakış a çısından Peder Ronald Knox'un Şevk
araştırması, Hı ristiyan tarihindeki "ekstatik" hareketlerle ilgilen­
mektedir.
DAN I EL BELL

iDEOLOJiNiN SONU
E l l i l e rdeki S iyasi F i k i rleri n Tü ke n i ş i n e Da i r

İDEOLOJİNİN SONU Amerikan toplumsal düşüncesinde bir dönüm


noktası olmuştur. 1960'da daha i l k basıldığında bile bir klasik olarak
görü l m ü ştür. D a n i e l l Beli, 19. yüzyıl ile 20. yüzyı l ı n başl a r ı n d a n
devralınan eski hümanist ideoloj i lerin tükendi ğ i n i v e d a h a bölgesel
yeni ideoloj i lerin ortaya çıkmakta olduğunu ileri sürmüştür. Kita bın
2000 yılı nda yapılan baskısında yer alan yeni bir makalesinde Beli,
ko m ü n i z m i n sona ermesi ile a ğ ı r ideoloj i k örtü nün kalkması na,
tarihin yeni bir başlangıcına ve eski sosyalist devletler ile dünyanın
diğer yerlerinde etn i k ve d i n i çatışmaların geri dönüşüne ta n ı k l ı k
ettiğ i m i z i söylemekted i r. Aslında dü nya i ktisadi bir entegrasyona
d o ğ ru i l erlerken, k i m l i k a rayışı i ç i n d e k i i n s a n l a r ı n d a h a i l kel
topluluklara dönmesiyle, aynı zamanda büyük siyasi bölü nmeleri n
de gerçekleşti ğ i n i beli rtmekted i r.

"İdeoloj i n i n Sonu, 19SO'Ier hakkındaki en etkili, en tartışmalı ve en


yanlış a n laşılmış kitaptır. Ancak (şüphesiz öyle olma kla birlikte) b u
kitap sadece bu yılların entelektüel tarihinin temel bir metni değildir.
Bizi halen ilgilendiren siyasi ve felsefi meselelerin, Amerika'n ı n en
yaratıcı düşünü derinden biri tarafı ndan ele a l ı n d ı ğ ı provakatif b i r
tartışma d ı r."
-ALAN BRINKLEY

" Da n i e l Beli, çağdaş Ameri k a ' n ı n e n d e r rastl a n a n deri n l i k ve


yoğunluktaki toplumsal ve siyasi düşünüderinden birid ir. ideolojinin
Sonu'nda öngörülen meselelere iyice hakim o l madan, hiç ki mse
siyasi anlamda b i l g i sahibi olduğunu söyleyemez."
-TH EODORE DRAPER

ISBN 978-605-5790-52-3
,,
SENTEZY A YI N C I LI K
JIIJIJillllll l� � lll � lll Cumhuriyet cad. Eski Tahıl İçi No: 138 BURSA
Tel : 0.224.225 ll 80 (pbx)
b i l gi@sentezdag iti m .com . tr
Faks: 0.224.225 02 00

You might also like