You are on page 1of 29

VITALA

a
WORDS

fB3.4O&4*3
_?V4Lf4*OS

www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

diagnosis
diagnosis (n): teşhis, tanı
diagnose (v): teşhis etmek

to be diagnosed with: ... teşhisi konmuş Preposition

diagnose a disease: bir hastalık teşhisi koymak


make diagnosis: teşhis koymak Collocation
early diagnosis: erken teşhis
accurate diagnosis: doğru teşhis

● Jack's father was diagnosed with a brain tumour last year.


Jack'in babasına geçen yıl beyin tümörü teşhisi kondu.
● Early diagnosis can make a big difference.
Erken teşhis büyük bir fark yaratabilir.

treat
treat (v): davranmak | tedavi etmek
treatment (n): tedavi | davranış, muamele

treat like: ...gibi davranmak


Preposition
treatment for: ...için tedavi

treat a disease: bir hastalığı tedavi etmek


treat a patient: bir hastayı tedavi etmek
Collocation
treat fairly: adil bir şekilde davranmak
treat equally: eşit davranmak

● The teacher treated all the students fairly.


Öğretmen bütün öğrencilere adil davrandı.
● I don't like being treated like a slave.
Bana bir köle gibi davranılmasını sevmiyorum.
● Surgical intervention may be required to treat this disease.
Bu hastalığın tedavi etmek için cerrahi müdahale gerekebilir.
● Children do not get the same treatment for heart failure as adults.
Çocuklar kalp yetmezliği için yetişkinlerle aynı tedaviyi görmezler.
● Civil rights groups have complained about the harsh treatment of prisoners.
Kamu hakları grupları, mahkumlara sert muamele konusunda şikayet etti.

disease
disease (n): hastalık

disease of: ...hastalığı Preposition


with a disease: ...hastalığı olan

www.remzihoca.com 2
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

develop a disease: bir hastalığa yakalanmak


contract a disease: bir hastalık kapmak
spread a disease: hastalık yaymak
prevent a disease: bir hastalığı önlemek Collocation
suffer from a disease: bir hastalık muzdarip olmak
fatal disease: ölümcül hastalık
life-threatening disease: yaşamı tehdit eden hastalık
contagious disease: bulaşıcı hastalık

● Vaccinations help prevent childhood diseases.


Aşılar, çocukluk hastalıklarının önlenmesine yardımcı olur.
● She's suffering from a serious disease.
Ciddi bir hastalıktan muzdarip.
● He contracted an incurable disease during his visit to Africa.
Afrika ziyareti sırasında tedavi edilemez bir hastalık kaptı.
● You should keep away from people with infectious disease.
Bulaşıcı hastalığı olan insanlardan uzak durmalısınız.

Synonyms disease, illness, sickness, ailment, condition, disorder, complaint, affliction, malady

patient
patient (n): hasta
patient (adj): sabırlı
patiently (adv): sabırlı bir şekilde
impatient (adj): sabırsız
patience (n): sabır
impatience (n): sabırsızlık

patient with: ...hastalığı olan hasta


Preposition
patient with: ...ya karşı sabırlı

examine a patient: hastayı muayene etmek


treat a patient: hastayı tedavi etmek Collocation
discharge a patient: hastayı taburcu etmek

● A doctor should never let a patient die.


Bir doktor hastanın ölmesine asla izin vermemelidir.
● Some patients with diabetes may suffer from kidney disease.
Bazı diyabet hastaları böbrek hastalığından muzdarip olabilir.
● A good teacher must be patient with his students.
İyi bir öğretmen öğrencilerine karşı sabırlı olmalıdır.
● I was impatient for the game to start.
Oyunun başlaması için sabırsızlanıyordum.
● My patience is wearing thin.
Sabrım tükeniyor.

3 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

evidence
evidence (n): kanıt, delil

evidence for: ...için kanıt Preposition


evidence against: ...nın aleyhine kanıt

look for evidence: kanıt aramak


come up with evidence: kanıt bulmak
gather evidence: kanıt toplamak Collocation
conclusive evidence: kesin kanıt
destroy evidence: kanıtı yok etmek

● I can't find any evidence to support your accusation.


Suçlamanı destekleyecek hiç kanıt bulamıyorum.
● There was no conclusive evidence against him.
Onun aleyhine hiç kesin kanıt yoktu.

Not: Evidence, that SVO alabilen bir isimdir


evidence that SVO: ...olduğuna dair kanıtı

● He has found the evidence that bees can communicate with each other.
Arıların birbiriyle iletişim kurabildiğine dair kanıt buldu.

Synonyms evidence, proof

pain
pain (n): ağrı, acı
painful (adj): ağrılı, acılı, acı verici

recurrent pain: tekrarlayan ağrı


severe pain: şiddetli ağrı
slight pain: hafif ağrı
unbearable pain: dayanılmaz ağrı Collocation
reduce pain: ağrıyı azaltmak
painful death: acılı ölüm
painful illness: ağrılı hastalık
painkiller: ağrı kesici

● I have a slight pain in my neck.


Boynumda hafif bir ağrı var.
● He went to work despite severe pain in his right arm.
Sağ kolunda ciddi bir ağrı olmasına rağmen işe gitti.
● Arthritis is a painful condition that affects the joints.
Romatizma, eklemleri etkileyen ağrılı bir rahatsızlıktır.
● A bee sting can be very painful.
Arı sokması çok acı verici olabilir.

www.remzihoca.com 4
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

drug
drug (n): ilaç | uyuşturucu

drug for: ...için ilaç


Preposition
drug against: ...ya karşı ilaç

take drug: ilaç/uyuşturucu almak


drug treatment: ilaç tedavisi
prescription drug: reçeteli ilaç
administer drug: ilaç vermek Collocation
addictive drug: bağımlılık yaratan ilaç
drug abuse: uyuşturucu kullanımı
drug addiction: uyuşturucu bağımlılığı

● A number of countries have strict laws against drugs.


Birçok ülkenin uyuşturucuya karşı katı yasaları vardır.
● Many criminals in America are addicted to drugs.
Amerika’da birçok suçlu uyuşturucu bağımlısıdır.
● The elderly man takes strong drugs for his heart.
Yaşlı adam kalbi için güçlü ilaçlar alıyor.
● We don't yet know the side effects of the drug.
Henüz ilacın yan etkilerini bilmiyoruz.

Synonyms (ilaç): drug, medicine, medication

research
research (n): araştırma
researcher (n): araştırmacı

research into: ...hakkında araştırma


Preposition
research on: ...üzerine araştırma

carry out research: araştırma yapmak


conduct research: araştırma yapmak Collocation
previous research: önceki araştırmalar
subsequent research: sonraki araştırmalar

● Research on the causes of cancer is very expensive.


Kanserin nedenleri üzerine araştırmalar çok pahalıdır.
● The scientists are conducting medical research.
Bilim insanları tıbbi bir araştırma yapıyor.
● The researchers were given a budget of $10,000.
Araştırmacılara 10.000 dolarlık bir bütçe verildi.

Synonyms research, study, inquiry, analysis, investigation

5 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

vaccine
vaccine (n): aşı
vaccinate (n): aşı yapmak
vaccination (n): aşılama

vaccine for: ...için aşı


vaccine against: ...ya karşı aşı
Preposition
vaccinate against: ...ya karşı aşı yapmak
vaccination against: ...ya karşı aşılama

develop vaccine: aşı geliştirmek, oluşturmak


vaccinate child: çocuğa aşı yapmak Collocation
get vaccination: aşı olmak
compulsory vaccination: zorunlu aşı

● Jonas Salk developed the polio vaccine in 1952.


Jonas Salk, 1952'de çocuk felci aşısını geliştirdi.
● Scientists haven't found a vaccine for cancer yet.
Bilim adamları henüz kanser için bir aşı bulamadılar.
● I was vaccinated against the flu.
Gribe karşı aşı oldum.
● The vaccination left a little mark on my arm.
Aşı kolumda küçük bir iz bıraktı.

organs
heart (n): kalp
brain (n): beyin
lung (n): akciğer
liver (n): karaciğer
kidney (n): böbrek
spleen (n): dalak
stomach (n): mide
uterus (n): rahim
skin (n): deri
bowel (n): bağırsak
intestine (n): bağırsak

organ transplant: organ nakli


internal organs: iç organlar
heart attack: kalp krizi
suffer/have heart attack: kalp krizi geçirmek
heart rate: kalp atış oranı
heart failure: kalp yetmezliği
heart palpitation: kalp çarpıntısı Collocation
lung cancer: akciğer kanseri
liver fattening: karaciğer yağlanması
kidney stone: böbrek taşı
pee/pass a kidney stone: böbrek taşı düşürmek
upset stomach: mide fesadı
full stomach: tok karın

www.remzihoca.com 6
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
empty stomach: boş mide, aç karın
sensitive skin: hassas cilt Collocation
small bowel/intestine: ince bağırsak
large bowel/intestine: kalın bağırsak

blood
blood (n): kan
vessel (n): damar, gemi
vein (n): toplardamar
artery (n): atardamar
capillary (n): kılcal damar

blood stream: kan dolaşımı


blood circulation: kan dolaşımı
blood flow: kan akışı
blood type: kan grubu
blood sample: kan örneği Collocation
blood pressure: kan basıncı, tansiyon
blood clot: kan pıhtısı
blood loss: kan kaybı
blood vessel: kan damarı

skeleton

skeleton (n): iskelet


muscle (n): kas
spine (n): omurga
nerve (n): sinir
bone (n): kemik
joint (n): eklem
skull (n): kafatası
rib (n): kaburga

muscle contraction: kas kasılması


bone marrow: kemik iliği
Collocation
broken bone: kırık kemik
bone fracture: kemik kırığı
cracked bone: çatlak kemik

examination
examine (v): incelemek, muayene etmek | sınav yapmak
examination (n): inceleme, muayene | sınav

on examination: incelemeden/muayeden sonra Preposition


under examination: incelenmekte

7 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
examine patient: hastayı muayene etmek
examine an issue: bir konuyu/sorunu incelemek
examine thoroughly: iyice/baştan aşağı incelemek
carry out examination; inceleme/muayene yapmak
Collocation
brief examination: kısa inceleme/muayene
take/sit examination: sınava girmek
pass examination: sınavı geçmek
cheat in an examination: sınavda kopya çekmek

● Do you think that he will pass the examination?


Sence sınavı geçecek mi?
● Examinations interfere with the real purpose of education.
Sınavlar, eğitimin asıl amacına müdahale eder.
● The examination revealed that the skull had been cracked.
Muayene kafa tasının çatladığını gösterdi.
● Dentists take x-rays to examine your teeth.
Diş hekimleri dişlerinizi incelemek için röntgen çekerler.
● The doctor examined over fifty patients that day.
Doktor, o gün elliden fazla hastayı muayene etti.
● You'd better examine the contract carefully before signing.
İmzalamadan önce sözleşmeyi dikkatlice incelemelisiniz.

cure

cure (n): çare, tedavi


cure (v): tedavi etmek, iyileştirmek
curable (adj): tedavi edilebilir
incurable (adj): tedavi edilemez
curative (adj): şifalı

cure for: ...için tedavi


Preposition
cure sb of sth: birinin hastalığını geçirmek, iyileştirmek

look for cure: tedavi aramak


develop cure: tedavi geliştirmek/bulmak
cure illness: hastalığı tedavi etmek Collocation
curable disease: tedavi edilebilir hastalık
incurable disease: tedavi edilemez hastalık
curative power: iyileştirici güç

● No cure for the common cold exists, but the symptoms can be treated.
Soğuk algınlığının tedavisi yoktur, ancak semptomlar tedavi edilebilir.
● Cancer can be cured if discovered in time.
Zamanında keşfedilirse kanser tedavi edilebilir.
● The doctor cured him of his cancer.
Doktor onu kanserden kurtardı.
● Many diseases which once were fatal are today curable.
Bir zamanlar ölümcül olan birçok hastalık bugün tedavi edilebilir.

www.remzihoca.com 8
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● The local water is said to have curative powers.


Yerel suyun iyileştirici güçleri olduğu söyleniyor.

lack
lack (n): eksiklik
lack (v): eksik olmak, yoksun olmak
lacking (adj): eksik

lack of: ...eksikliği


lack in: ...bakımından eksik olmak Preposition
laciking in: ...bakımında eksik

lack of appetite: iştahsızlık


Collocation
lack completely: tamamen yoksun olmak

● A lack of sleep affected the singer's performance.


Uyku eksikliği, şarkıcının performansını etkiledi.
● What we lack in talent, we make up for with enthusiasm.
Beceri bakımından eksiğimizi coşkuyla telafi ediyoruz.
● He is totally lacking in experience.
Tecrübe bakımından tamamen eksik.

Synonyms lack, shortage, deficiency, absence, inadequacy, scarcity, shortness, insufficiency

Synonyms lacking, deficient, absent, short, insufficient, inadequate

region
region (n): bölge
regional (adj): bölgesel

in a region: bir bölgede Preposition


in the region of: aşağı yukarı, civarında, yaklaşık

rural region: kırsal bölge


urban region: kentsel bölge
surrounding region: çevre bölge
abdominal region: karın bölgesi Collocation
particular region: belirli bölge
regional government: bölgesel hükümet
regional distribution: bölgesel dağılım

● Food is still scarce in the region.


Bölgede yemek hala az.
● Rice is grown in rainy regions.
Pirinç yağışlı bölgelerde yetişir.
● The majority of the population supported the regional government.
Nüfusun çoğunluğu bölgesel hükümeti destekledi.

9 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● It will cost something in the region of 500 dolars.


Yaklaşık 500 dolarlık bir fiyata mal olacak.

Synonyms area, region, district, zone

purpose
purpose (n): amaç

on purpose: kasten, bilerek


for the purpose of: ...amacıyla Preposition
without purpose: amaçsız

main purpose: temel amaç


original purpose: asıl amaç Collocation
research purpose: araştırma amacı

● Atomic energy can be utilized for peaceful purposes.


Atom enerjisi, barışçıl amaçlar için kullanılabilir.
● He bought the land for the purpose of building a house on it.
Araziyi üzerine bir ev inşa etmek amacıyla aldı.
● Jack broke his mother's valuable vase, but he didn't do it on purpose, so she wasn't angry.
Jack annesinin değerli vazosunu kırdı, ama bunu bilerek yapmadı, o yüzden sinirlenmedi.
● It is better to remain silent, than to talk without purpose.
Sessiz kalmak amaçsız konuşmaktan daha iyidir.

Synonyms purpose, aim, goal, target, intention, ambition, objective, aspiration

maintain
maintain (v): devam ettirmek | bakım yapmak | iddaa etmek
maintenance (n): bakım | nafaka

in maintenance: bakımda Preposition

maintain peace: barışı devam ettirmek


maintain control: kontrolü sağlamak
maintain health: sağlığı korumak
maintain family: aileye bakmak Collocation
carry out maintenance: bakım yapmak
annual maintenance: yıllık bakım
pay maintenance: nafaka ödemek

● He has to maintain a large family on a small salary.


Küçük bir maaşla büyük bir aile bakması gerekiyor.
● The smoke alarm has never been maintained.
Duman alarmına hiç bakım yapılmadı.
● He maintains that all occupations should be open to women.
Tüm mesleklerin kadınlara açık olması gerektiğini iddia ediyor.

www.remzihoca.com 10
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

“iddia etmek” anlamında kullanıldığında sonrasında “that SVO” gelebilir.

● The accused maintained his innocence.


Sanık masum olduğunu iddia etti.
● The website was down for maintenance.
Bakımdan dolayı internet sitesi kapalıydı.

improve
improve (v): gelişmek
improvement (n): gelişme

on the improve: gelişmekte


Preposition
improvement in: ...da gelişme

improve rapidly: hızla gelişmek


improve dramatically: çarpıcı biçimde geliştirmek
remarkable improvement: dikkate değer gelişme Collocation
show improvement: gelişme göstermek
noticeable improvement: göze çarpan gelişme

● Practice is the best way to improve your English.


Pratik, İngilizcenizi geliştirmenin en iyi yoludur.

● Improvements in technology helped them succeed.


Teknolojideki gelişmeler onların başarılı olmalarına yardımcı oldu.

Synonyms improve, enhance, upgrade, better, amend

Synonyms improvement, advance, progress, enhancement, amendment

prevent

prevent (v): önlemek
prevention (n): önlem
preventable (adj): önlenebilir
preventive (adj): önleyici

prevent sb from doing sth: birinin ...yapmasını önlemek, engellemek Preposition

prevent illness: hastalığı önlemek


prevent spread: yayılmasını önlemek
prevention measures: önlem tedbirleri
accident prevention: kaza önleme Collocation
preventable disease: önlenebilir hastalık
entirely preventable: tamamen önlenebilir
preventive medicine: önleyici ilaç

11 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● Eating healthfully can help prevent heart disease.


Sağlıklı yemek, kalp hastalığının önlenmesine yardımcı olabilir.
● Heavy snow prevented the train from departing.
Yoğun kar yağışı trenin kalkmasını engelledi.
● Disease prevention is crucial to improving your long-term health.
Hastalığın önlenmesi, uzun süreli sağlığınızı geliştirmek için çok önemlidir.
● Overdose deaths have now become the leading cause of preventable death in the United States.
Aşırı doz ölümleri şuanda Amerika Birleşik Devletleri'nde önlenebilir ölümlerin önde gelen nedeni
olmuştur.
● Preventive measures are much more effective than the actual treatment.
Önleyici tedbirler asıl tedaviden çok daha etkilidir.

protect

protect (v): korumak


protection (n): koruma
protective (adj): koruyucu

protect from: ...dan korumak


protect against: ...ya karşı korumak
protection from: ...dan korumak Preposition
protection against: ...ya karşı korumak

protect effectively: etkili bir şekilde korumak


protect from infection: enfeksiyondan korumak
basic protection: temel koruma Collocation
offer/provide protection: koruma sağlamak
protective layer: koruyucu tabaka
protective glove: koruyucu eldiven

● Parents must protect her child's teeth from decay.


Ebeveynler, çocuğunun dişlerini çürümeden korumalıdır.
● Fur provides animals protection against the cold.
Kürk, hayvanlara soğuğa karşı koruma sağlar.
● We must take protective measures against floods.
Taşkınlara karşı koruyucu önlemler almalıyız.

allow

allow (v): izin vermek | olanak sağlamak, mümkün kılmak

allow time: zaman tanımak Collocation


allow access: erişimine izin vermek

Not: Allow, infinitive (to V1) ile kullanılabilen bir fiildir.


allow sb to do sth: birinin bir şey yapmasına izin vermek / olanak sağlamak

● Her higher salary will allow her to live comfortably.


Maaşının yüksek olması rahatça yaşamasına olanak sağlayacak.

www.remzihoca.com 12
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● Minors aren't allowed to enter.


Küçüklerin girmesine izin verilmemektedir.
● Her father didn't allow her to go to movies alone.
Babası yalnız sinemaya gitmesine izin vermedi.

Synonyms (izin vermek): allow, permit, let

Synonyms (olanak sağlamak): allow, enable, permit

expose

expose (v): ortaya çıkarmak, maruz bırakmak


exposure (n): maruz kalma
exposed (adj): maruz kalmış
overexposure (n): aşırı maruz kalma

expose sth to sth: bir şeyi bir şeye maruz bırakmak


to be exposed to sth: bir şeye maruz kalmış
Preposition
exposure to sth: bir şeye maruz kalma
overexposure to sth: bir şeye aşırı maruz kalma

expose truth: gerçeği ortaya çıkarmak,


expose corruption: yolsuzluğu açığa çıkarma
chemical exposure: kimyasala maruz kalma Collocation
brief exposure: kısa bir süre maruz kalma
avoid overexposure: aşırı maruz kalmaktan kaçınmak

● Don't expose your skin to the sun for too long.


Cildinizi güneşe uzun süre maruz bırakmayın.
● Embarrassing details of their private life were exposed to the public.
Özel yaşamı ile ilgili utanç verici detaylar halka açıklandı.
● The inhabitants have been exposed to radioactive rays.
Sakinler radyoaksitf ışınlara maruz kalmış durumda.
● Mercury exposure has been linked to several types of cancer.
Civaya maruz kalma birçok kanser türüyle ilişkilendirilmiştir.
● Overexposure to ultra-violet rays from the sun can lead to skin cancer.
Güneşten gelen ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalmak cilt kanserine neden olabilir.

habit
habit (n): alışkanlık
habitual (adj): alışkanlık haline gelmiş olan

habit of: ...alışkanlığı


out of habit: alışkanlıktan, alışkanlıkla Preposition
from habit: alışkanlıktan, alışkanlıkla
by habit: alışkanlıktan, alışkanlıkla

13 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

give up habit: bir alışkanlığı bırakmak


healthy habit: sağlıklı alışkanlık
smoking habit: sigara içme alışkanlığı Collocation
acquire habit: alışkanlık kazanmak
habitual behaviour: alışkanlık haline gelmiş davranış
habitual drinker: alkolik, içici

● He acquired the habit of smoking in high school.


Lisedeyken sigara içme alışkanlığı edindi.
● It is a good habit to look up new words in a dictionary.
Yeni kelimelere sözlükten bakmak iyi bir alışkanlıktır.
● The line between habitual drug use and addiction is unclear.
Alışkanlık haline gelmiş uyuşturucu kullanımı ile bağımlılık arasındaki çizgi belirsizdir.

component
component (n): bileşen, parça

chemical component: kimyasal bileşen


integral component: ayrılmaz bileşen
common component: ortak bileşen Collocation
key component: önemli bileşen
genetic component: genetik bileşen

● The components of this equipment are easily replaceable.


Bu ekipmanın bileşenleri kolayca değiştirilebilir.

fail

fail (v): başarısız olmak


failure (n): başarısızlık

fail class: sınıfta kalmak


end in failure: başarısızlıkla sonuçlanmak
heart failure: kalp yetmezliği Collocation
renal failure: böbrek yetmezliği
academic failure: akademik başarısızlık

● He entered the university after failing the examination twice.


Sınavda iki kez kaldıktan sonra üniversiteye girdi.
● He failed in spite of his great efforts.
Büyük çabalarına rağmen başarısız oldu.
● She's lucky to be alive after her heart failed while behind the wheel of her car.
Arabanın direksiyonunda kalbi durduktan sonra hayatta olduğu için şanslı.
● His failure results from his carelessness.
Başarısızlığı dikkatsizliğinden kaynaklanıyor.
● He died quite suddenly of heart failure.
Aniden kalp yetmezliğinden öldü.

www.remzihoca.com 14
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

fail to do sth: “bir şeyi yapmayı başaramamak” veya “bir şeyi yapamamak” şeklinde çevrilebilir.

● He failed to escape from the fire and burned to death.


Yangından kaçmayı başaramadı ve yanarak öldü.
Yangından kaçamadı ve yanarak öldü.
● I failed to catch the last bus, and came home by taxi.
Otobüse yetişemedim ve eve taksiyle geldim.

recover
recover (v): iyileşmek, kurtulmak
recovery (n) iyileşme, kurtulma

recover from: ...dan kurtulmak, iyileşmek


recovery from: ...dan kurtulma, iyileşme Preposition
beyond recovery: iyileşemeyecek kadar/derecede

recover soon: yakında iyileşmek


recover gradually: yavaş yavaş iyileşmek Collocation
full/complete recovery: tamamen iyileşme
accelerate recovery: iyileşmeyi hızlandırma

● It took me a long time to recover from pneumonia.


Zatürreden kurtulmam uzun sürdü.
● I cannot say for certain that the patient will recover.
Hastanın ne zaman iyileşeceğini kesin olarak söyleyemem.
● Though the doctor did his best, the patient's recovery was slow.
Doktor elinden geleni yapmasına rağmen hastanın iyileşmesi yavaştı.
● Is there any chance of his recovery?
Onun iyileşme ihtimali var mı?

prevalence
prevalent (adj): yaygın
prevalence (n): yaygınlık, sıklık, prevalans

prevalence of a disease: hastalık prevalansı / bir hastalığın görülme sıklığı Collocation

● Colds are prevalent this winter.


Bu kış soğuk algınlıkları yaygın.
● Prevalence of mental illnesses among inmates has increased dramatically in recent years.
Mahkumlar arasında zihinsel hastalıkların görülme sıklığı son yıllarda çarpıcı bir şekilde artmıştır.

pregnancy
pregnant (adj): hamile
pregnancy (n): hamilelik

15 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

abort (v): bitmeden önce durdurmak, kürtaj yapmak


abortion (n): kürtaj
miscarry (v): düşük yapmak
miscarriage (n): düşük
childbirth (n): doğum
delivery (n): dağıtım | doğum
caesarean section (n): sezaryen doğum
stillbirth (n): ölü doğum
breastfeed (v): emzirmek
in vitro fertilization (n) tüp bebek
infertility (n): kısırlık
newborn (n): yeni doğan
infant (n): bebek

deliver a baby: bir bebek doğurmak


postpartum depression: doğum sonrası depresyon
abort pregnancy: hamileliğe son vermek
get/become pregnant: hamile kalmak
formula feeding: mamayla besleme
breastfeeding: emzirme Collocation
ban/prohibit abortion: kürtajı yasaklamak
have miscarriage: düşük yapmak
natural chidlbirth: normal doğum
delivery room: doğumhane
breastfeed infant: bebeği emzirmek

prescription

prescribe (v): reçete yazmak


prescription (n): reçete

without a prescription: reçetesiz


Preposition
prescription for: ...için reçete

prescribe drug/medicine: ilaç yazmak


prescription drug/medicine: reçeteli ilaç Collocation
non-prescription drug/medicine: reçetesiz ilaç
medical prescription: tıbbi reçete

● The physician prescribed his patient some medicine.


Hekim hastasına bazı ilaçlar yazdı.
● You cannot get this medicine without a prescription.
Bu ilacı reçetesiz alamazsınız.

emergency

emergency (n): acil durum


emerge (v): ortaya çıkmak

www.remzihoca.com 16
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
in an emergency: acil bir durumda
in case of an emergency: acil bir durumda Preposition
emerge from: ...dan çıkmak, gelmek

emergency room: acil servis Collocation


accident and emergency: acil servis

● In case of an emergency cal 911.


Acil bir durumda 911’i arayın.
● Paramedics are trained to handle emergencies.
Paramedikler acil durumlarla baş etmek için eğitilir.
● The sun emerged from behind the clouds.
Güneş bulutların arkasından ortaya çıktı.
● Bears emerge from their caves in the spring.
Ayılar ilkbaharda mağaralarından çıkar.

fatal

Aşağıdaki kelimelerin hepsi “ölüme sebep olan/olabilen” anlamında kullanılır.

fatal (adj): ölümcül


kaza, hata, yaralanma, hastalık ve saldırıları niteler.
deadly (adj): ölümcül
zehir, zehirli hayvan, silah ve saldırıları niteler.
lethal (adj): ölümcül
doz, karşım ve silahı niteler.
malignant (adj): kötü huylu
genellikle tümörleri niteler.
terminal (adj): ölümcül
genellikle yavaş yavaş ölüme sebep olan hastalıkları niteler.
incurable (adj): tedavi edilemez, tedavisi olmayan
tedavisi mümkün olmayan hastalıkları niteler.

● The slightest mistake may lead to a fatal accident.


En küçük bir hata ölümcül bir kazaya yol açabilir.
● The tip of the spear was dipped in a deadly poison.
Mızrağın ucu ölümcül bir zehre batırıldı.
● The court condemned the man to death by lethal injection.
Mahkeme, öldürücü iğneyle adamı ölüme mahkum etti.
● He has a malignant tumour in his brain.
Beyninde kötü huylu bir tümör var.
● Terminal patients usually prefer to spend their remaining days at home.
Ölümcül hastalar genellikle kalan günlerini evde geçirmeyi tercih ederler.
● He contracted an incurable disease during his visit to Africa.
Afrika ziyareti sırasında tedavi edilemez bir hastalık kaptı.

17 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
benefit
benefit (n): fayda | para yardımı
benefit (v): faydalanmak
beneficial (adj): faydalı

benefit of: ...nın faydası


benefit from: ...dan fayda Preposition
benefit from: ...dan faydalanmak

nutritional benefit: besinsel fayda


provide benefit: fayda sağlamak Collocation
unemployment benefit: işsizlik yardımı, parası

● We can all benefit from his experience.


Hepimiz onun tecrübesinden faydalanabiliriz.
● The health benefits of cinnamon are numerous.
Tarçının faydaları saymakla bitmez.
● Millions of beneficial organisms live in the human digestive tract.
İnsan sindirim sisteminde milyonlarca faydalı organizma yaşar.

ill
ill (adj): hasta
illness (n): hastalık
sick (adj): hasta
sickness (adj): hastalık
unwell (adj) hasta
unhealthy (adj): sağlıksız
infirm (adj): halsiz

health
health (n): sağlık
healthy (adj): sağlıklı
unhealthy (adj): sağlıksız

threaten health: sağlığı tehdit etmek


health sevice: sağlık hizmeti
health care: sağlık hizmeti
Collocation
overall health: genel sağlık
health insurance: sağlık sigortası
poor health: kötü sağlık

● Country life is healthier than city life.


Kırsal yaşam, şehir yaşamından daha sağlıklıdır.
● Don't forget the fact that smoking is bad for your health.
Sigara içmenin sağlığınız için kötü olduğunu unutmayın.
● He neglected his health and now he's sick in bed.
Sağlığını ihmal etti ve şimdi yatakta hasta.

www.remzihoca.com 18
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
● A healthy man does not know the value of health.
Sağlıklı birisi, sağlığın kıymetini bilmez.

cell
cell (n): hücre
cellular (adj): hücresel
unicellular: tek hücreli
multicellular: çok hücreli
tissue (n): doku | kağıt mendil

red/white blood cell: kırmızı/beyaz kan hücresi


cancerous cell: kanserli hücre
cell wall: hücre duvarı Collocation
connective tissue: bağ dokusu
surrounding tissue: çevreleyen doku

● A human body consists of a countless number of cells.


İnsan vücudu sayısı sayısız miktarda hücreden oluşur.
● The patient's lung tissue was damaged from years of working in a coal mine.
Hastanın akciğer dokusu, kömür madeninde yıllarca çalışmasından hasar gördü.

cause
cause (n): sebep
cause (v): sebep olmak

cause of: ...nın sebebi Preposition


caused by: ...dan kaynaklanmak

cause of death: ölüm sebebi


determine cause: sebebini belirlemek
cause trouble: soruna sebep olmak Collocation
cause pain: ağrıya sebep olmak
cause pollution: kirliliğe sebep olmak

● A lot of human deaths are caused by smoking cigarettes.


Birçok insan ölümü, sigara içmekten kaynaklanmaktadır.
● Absence of rain caused the plants to die.
Yağmurun olmaması bitkilerin ölmesine sebep oldu.
● Car exhaust causes serious pollution in towns.
Araba egzozları şehirlerde ciddi kirliliğe sebep olur.
● Common causes of stress are work and human relationships.
Stresin yaygın sebepleri, iş ve insan ilişkileridir.
● Drinking alcohol during pregnancy can cause birth defects.
Hamilelikte alkol içmek, doğum kusurlarına sebep olabilir.

Synonyms (n): cause, reason, grounds, motive, motivation, justification

19 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
Synonyms (v): cause, lead to, bring about, result in, induce, give rise to

advice
advice (n): tavsiye
advise (v): tavsiye etmek
recommend (v): tavsiye etmek
recommendation (n): tavsiye
recommended (adj): tavsiye edilen

get advice: tavsiye almak


expert/specialist advice: uzman tavsiyesi
follow advice: tavsiyesine uymak
a piece of advice: küçük bir tavsiye
advise strongly: şiddetle tavsiye etmek Collocation
accept recommendation: tavsiyeyi kabul etmek
make recommendation: tavsiyede bulunmak
recommended treatment: tavsiye edilen tedavi
recommended dosage: tavsiye edilen doz

Not: advise infinitive ile kullanılabilen bir fiildir.


advise sb to do sth: birine bir şey yapmasını tavsiye etmek

● Although teachers give a lot of advice, students don't always take it.
Öğretmenler birçok tavsiyede bulunsa da öğrenciler onlara daima uymaz.
● I advise you not to borrow money from your friends.
Arkadaşlarından ödünç para almamanı tavsiye ederim.
● Doctors recommend eating three meals a day.
Doktorlar günde üç öğün yememizi tavsiye ediyor.
● I want to buy a good dictionary. Do you have any recommendations?
İyi bir sözlük satın almak istiyorum. Hiç tavsiyen var mı?
● When using a medicine, do not exceed recommended dosage.
Bir ilacı kullanırken tavsiye edilen dozu aşmayın.

discharge
discharge (v): taburcu etmek

discharge from: ...dan taburcu etmek Preposition

discharge a patient: bir hastayı taburcu etmek Collocation

● Jack will likely be discharged from the hospital tomorrow.


Jack muhtemelen yarın hastaneden taburcu olacak.

secrete
secrete (v): salgılamak

secrete hormone: hormon salgılamak Collocation


secrete saliva: tükürük salgılamak

www.remzihoca.com 20
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST
● Parathyroid glands secrete hormone that regulates the amount of calcium in the blood.
Paratiroid bezleri kandaki kalsiyum miktarını düzenleyen hormon salgılar.

look after

look after (pv): ilgilenmek, bakmak

look after an ill person: hasta birine bakmak, onunla ilgilenmek


Collocation
look after health: sağlığına dikkat etmek

● Babies are not capable of looking after themselves.


Bebekler kendilerine bakabilecek durumda değildir.
● Let's ask the neighbours to look after the dog while we're away.
Komşumuzdan biz yokken köpeğimize bakmasını isteyelim.

Synonyms look after, take care of, care for, keep an eye on

suffer from

suffer from (pv): ...dan muzdarip olmak, yaşamak, çekmek

suffer from an illness: bir hastalıktan muzdarip olmak Collocation

● People who regularly work in the open air do not suffer from sleeplessness.
Düzenli olarak açık havada çalışan insanlar uykusuzluk çekmez.
● Black Americans continue to suffer from racism.
Siyahi Amerikalılar ırkçılıktan muzdarip olmaya devam ediyor.

pull through

pull through (pv): iyileşmek,hastalığı) atlatmak

● His wounds are severe but he's expected to pull through.


Yaraları ağır, ama iyileşmesi bekleniyor.

Synonyms recover, pull through, get over, get better, recuperate

cut down on

cut down on (pv): azaltmak, kısmak, kesmek

cut down on drinking: içkiyi azaltmak


cut down on consumption: tüketimi azaltmak
Collocation
cut down on expenditure: harcamayı azaltmak
cut down on waste: israfı azaltmak

21 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● Education about birth control might help cut down on adolescent pregnancies.
Doğum kontrolü hakkında eğitim, ergen gebeliklerini azaltmaya yardımcı olabilir.
● The doctor told him to cut down on smoking.
Doktor sigarayı azaltmasını söyledi.
● If you want to lose weight, you should cut down on between-meal snacks.
Kilo vermek istiyorsanız, öğün arası atıştırmaları azaltmalısınız.

fight off

fight off (pv): ...ya karşı savaşmak, korumak, defetmek

fight off an illness: bir hastalıkla savaşmak


Collocation
fight off bacteria: bakteriyi (vücuttan) defetmek

● Antibodies fight off infections and viruses.


Antikorlar enfeksiyonlara ve virüslere karşı savaşır.
● Vitamin C is needed to fight off infections.
Enfeksiyonlarla savaşmak için C vitamini gerekir.

keep away

keep away (pv): uzak durmak

keep away from: ...dan uzak durmak Collocation

● We should keep away from the poisonous plants.


Zehirli bitkilerden uzak durmalıyız.
● Tell the children to keep away from the water's edge.
Çocuklara suyun kenarından uzak durmalarını söyle.

cope with

cope with (pv): başa çıkmak, üstesinden gelmek, halletmek

cope with an emergency: acil bir durumla başa çıkmak


cope with a difficulty: bir zorluğun üstesinden gelmek Collocation
cope with stress: stresle baş etmek

● Laughter helps us cope with the difficulties of life.


Kahkaha, yaşamın zorluklarıyla başa çıkmamıza yardımcı olur.
● The doctor knew how to cope with an emergency like this.
Doktor böyle bir acil durumla nasıl baş edeceğini biliyordu.

Synonyms cope with, deal with, handle, overcome

www.remzihoca.com 22
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

permament
permament (adj): kalıcı
permanently (adv): kalıcı olarak

permanent damage: kalıcı hasar


permanent solution: kalıcı çözüm
permanent scar: kalıcı yara izi
permanent effect: kalıcı etki Collocation
delete permanently: kalıcı olarak silmek
impair permanently: kalıcı olarak bozmak
permanently injured: kalıcı olarak yaralanmış

● Absolutely nothing is permanent in life.


Kesinlikle hiçbir şey hayatta kalıcı değil.
● Cocaine causes permanent damage to the body.
Kokain vücuda kalıcı hasar verir.
● The injury was so serious that it impaired his health permanently.
Yaralanma o kadar ciddiydi ki, sağlığını kalıcı olarak bozdu.

almost
almost (adv): neredeyse, yaklaşık, hemen hemen

almost extinct: neredeyse nesli tükenmiş


almost never: neredeyse hiçbir zaman/asla
almost completely: neredeyse tamamen
almost the same: neredeyse aynı Collocation
almost inevitable: neredeyse kaçınılmaz
almost half: neredeyse yarısı
almost forget: neredeyse unutmak

● Almost all of the passenger in the bus were asleep when the accident happened.
Kaza meydana geldiğinde otobüsteki yolcuların neredeyse hepsi uyuyordu.
● By the time my father retires, he will have worked for almost thirty years.
Babam emekli olduğunda, neredeyse otuz yıl çalışmış olacak.
● It is almost impossible to learn a foreign language in a short time.
Yabancı bir dili kısa bir sürede öğrenmek neredeyse imkansızdır.

Synonyms almost, nearly, virtually, practically

severe
severe (adj): ciddi, şiddetli
severely (adv): ciddi bir şekilde, şiddetli bir şekilde
severity (n): ciddiyet, şiddet

23 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

severe pain: ciddi acı


severe side effect: ciddi yan etki
severe illness: ciddi hastalık
severe burn: ciddi yanık Collocation
severe injury: ciddi sakatlanma
affect severely: ciddi biçimde etkilemek
damage severely: ciddi biçimde zarar vermek
severity of an illness: bir hastalığın şiddeti, ciddiyeti

● The high temperature can cause severe burns.


Yüksek sıcaklık ciddi yanıklara neden olabilir.
● The symptoms can vary from mild to severe.
Belirtiler hafif ila şiddetli olabilir.
● The storm severely damaged the crops.
Fırtına mahsullere ciddi hasar verdi.
● The severity of the punishment should be in accordance with the seriousness of the crime.
Cezanın ciddiyeti, suçun ciddiyetine uygun olmalıdır.

come up with
come up with (pv): (çözüm yolu vs) bulmak

come up with an answer: bir cevap bulmak


come up with a solution: bir çözüm bulmak
come up with an explanation: bir açıklama bulmak Collocation
come up with an idea: bir fikir bulmak
come up with an invention: bir icat bulmak

● It was impossible to come up with a really satisfactory solution.


Gerçekten tatmin edici bir çözüm bulmak imkansızdı.
● Scientists will come up with new methods of increasing the world's food supply.
Bilim insanları, dünyanın yiyecek tedarikini artırmanın yeni yöntemlerini bulacaklardır.

determine
determine (v): belirlemek, karar vermek
determination (n): kararlılık, karar
determined (adj): kararlı

determine outcome: sonucu belirlemek


determine precisely: tam olarak belirlemek
determine future: geleceği belirlemek Collocation
determined effort: kararlı çaba
have determination: kararlı olmak

● The doctors couldn't determine the cause of death.


Doktorlar ölüm sebebini belirleyemedi.
● The lives of most people are determined by their environment.
Çoğu insanın hayatı, çevreleri tarafından belirlenir.

www.remzihoca.com 24
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

● I am determined to give up smoking.


Sigarayı bırakmaya kararlıyım.
● No matter what happens, my determination won't change.
Ne olursa olsun kararlılığım değişmeyecek.

obvious
obvious (adj): bariz, açık, net
obviously (adv): bariz, açık, net bir şekilde

obvious difference: bariz fark


obvious similarity: bariz benzerlik Collocation
obviously related: bariz bir şekilde ilişkili
obviously true: bariz bir şekilde doğru

● It was obvious that he was lying.


Yalan söyledi barizdi.
● Jack is mad because Mike obviously does not intend to return the money.
Jack çok kızdı çünkü Mike açıkça parayı geri verme niyetinde değil.

hardly
hardly (adv): neredeyse hiç, zar zor
barely (adv): neredeyse hiç, zar zor
scarcely (adv): neredeyse hiç, zar zor

Not: hardly, barely scarcely zarfları eş anlamlıdır ve şekil olarak olumlu görünmelerine rağmen olum-
suz bir anlamları vardır. Daima olumlu cümlede kullanılır ama cümle olumsuz çevrilir.

hardly ever: neredeyse asla


remember hardly: neredeyse hiç hatırlamamak
hardly sufficient: neredeyse hiç yeterli değil
hardly likely: neredeyse hiç olası değil
hardly visible: neredeyse hiç görünmeyen Collocation
affect barely: neredeyse hiç etkilememek
breathe barely: zar zor nefes almak
scarcely distinguishable: zar zor ayırt edilebilir
scarcely surprising: neredeyse hiç şaşırtıcı değil

● He was so tired that he could hardly walk.


O kadar yorgundu ki neredeyse hiç yürüyemiyordu.
● I have hardly any money left.
Neredeyse hiç param kalmadı.
● After the disaster, there was scarcely any water left on the island.
Felaketten sonra adada neredeyse hiç su kalmadı.
● Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
Yoğun sis nedeniyle önümüzdeki yolu neredeyse hiç göremiyorduk.

25 www.remzihoca.com
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

occur

occur (v): meydana gelmek, olmak

an explosion may occur: bir patlama meydana gelebilir


an earthquake may occur: bir deprem olabilir
Collocation
an accident may occur: bir kaza olabilir
usually occur: genellikle meydana gelmek

● A major earthquake could occur in Istanbul at any moment now.


İstanbul'da her an büyük bir deprem meydana gelebilir.
● As soon as the accident occurred, a police car rushed to the scene.
Kaza meydana gelir gelmez, olay yerine bir polis arabası geldi.
● I will do my best to ensure that such mistakes do not occur in future.
Gelecekte bu tür hataların olmamasını sağlamak için elimden geleni yapacağım.

Synonyms occur, happen, take place, come about

adverse

adverse (adj): olumsuz


adversely (adv): olumsuz bir şekilde

adverse effect: olumsuz etki


adverse result: olumsuz sonuç
adverse condition: olumsuz (ters) durum
Collocation
affect adversely: olumsuz etkilemek
respond adversely: olumsuz cevap vermek
react adversely: ters tepki vermek

● Television has adverse effects on small children.


Televizyonun küçük çocuklar üzerinde olumsuz etkileri vardır.
● Some patients may experience an adverse reaction to the anesthesia.
Bazı hastalar anesteziye ters tepki verebilir.
● Litter adversely affects the environment.
Çöp, çevreyi olumsuz yönde etkiler.

concern

concern (n): endişe


concern (v): endişelendirmek | ilgilendirmek
concerned (adj): endişeli | ilgili
concerning (adj): endişe verici
concerning (prep): ...ile ilgili

www.remzihoca.com 26
YÖKDİL SAĞLIK VOCABULARY LIST

concern about: ...konuda endişe


concern over: ...konuda endişe
concern for: ...için endişe
concerned with: ...ile ilgili
concerned about: ...konuda endişeli
concerned over: ...konuda endişeli
concerned for: ...için endişeli

● News of his death caused great concern throughout the country.


Ölümünün haberi ülke genelinde büyük endişe yarattı.
● This problem concerns all the people living there.
Bu problem orada yaşayan bütün insanları ilgilendiriyor.
● He is concerned about the result of the exam.
Sınavın sonucundan endişeleniyor.
● This book is chiefly concerned with the effects of secondhand smoking.
Bu kitap başlıca pasif sigara içmenin etkileri ile ilgilidir.
● I have received a letter concerning our proposal.
Teklifimiz ile ilgili bir mektup aldım.
● The increase in air pollution in urban areas is very concerning.
Kentsel alanlarda hava kirliliğindeki artış çok endişe vericidir.

27 www.remzihoca.com
YDS DERSLERİ
Çeviri, kelime, okuma çalışmaları ve soru çözüm stratejileri ile
seviyeniz ne olursa olsun sizi YDS’ye eksiksiz hazırlayacak internetin
olduğu her yerden istediğiniz zaman ulaşabileceğiniz online eğitimler
sunuyoruz.

YÖKDİL DERSLERİ
Sosyal Bilimler, Sağlık Bilimleri ve Fen Bilimleri alanlarına yönelik
çeviri, kelime, okuma çalışmaları ve soru çözüm stratejileri ile
seviyeniz ne olursa olsun sizi YÖKDİL’e eksiksiz hazırlayacak internetin
olduğu her yerden istediğiniz zaman ulaşabileceğiniz online eğitimler
sunuyoruz.

ÇEVİRİ DERSLERİ
İster sınav için ister akademik kariyeriniz için katılabileceğiniz
Akademik Çeviri Dersleri ile kısa sürede İngilizce'den Türkçe'ye çeviri
bilginizi geliştirebilirsiniz. Çeviri dersleri aracılığıyla çeviri bilginizin
yanı sıra hem okuma-yazma becerinizi hem de kelime bilginizi ileri
seviyeye taşıyabilirsiniz.

KİTAPLAR
YDS ve YÖKDİL’e yönelik titizlikle hazırladığımız kitaplarımızı, internete
erişiminizin olmadığı zamanlarda YDS ve YÖKDİL sınavlarına eksiksiz
hazırlanmak için rehber olarak kullanabilirsiniz.

ONLINE UYGULAMALAR
İnternete bağlanabilen tüm cihazlarda rahatça kullanabileceğiniz
İngilizce öğrenme uygulamalarımızla, öğrenmeyi hem zevkli hale
getiriyor hem de bireyselleştiriyoruz. Üstelik tüm uygulamalarımızı
online derslere katılan kullanıcılara ücretsiz sunuyoruz.

Rh Pozitif Yayıncılık Danışmanlık ve Eğitim, Öğretim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
Ertuğrulgazi Mahallesi Ceylanbeyli Sk. No:29 Pk:26140 Tepebaşı | Eskişehir
0(850) 532 74 74 | 0(532) 365 01 08
iletisim@remzihoca.com

www.remzihoca.com

You might also like