Professional Documents
Culture Documents
Tiyatro Araştırmaları Dergisi (Sayı 3)
Tiyatro Araştırmaları Dergisi (Sayı 3)
Ölümünün Yıldönümünde
. 1 "Geceleri Bizi Kimler Bekliyor?" adı altında 1933 yılında kitap olarak basıldı.
2 "Dişi Aslan", "Kadın Bir Defa Sever", "Valide Sultan'ın Gerdanlığı" (1954).
d
2 MELAHAT ÖZGÜ
3 Acar Başkut'un 8 Ekim 1971 tarihli mektubu (D. T. C. F. Tiyatro Enstitüsü Ar-
şivinde.).
CEVAT FEHMİ BAŞKUT 3
Zati Sungur cevap verdi: «Metin bizim sanatı bizden iyi bilir, sık
sık buluşur sohbet ederiz". Başkut'un gözleri aydınlandı. Aradığı
adamı bulmuştu, hem kahramanının ,sanatının inceliklerini hem de
tiyatroyu tanıyan birisine oyununu anlatmak, danLŞmak istiyordu.
Ertesi günü evinde buluşmamızı istedi. Ancak ertesi gün ben, gece
treniyle Ankara'ya dönüyordum, akşamüstü bilmediğim Esentepe' de
evini arayıp bulmak, orada tam tatlı bir söyleşiden silkinip uzun bir
yolu aşarak Haydarpaşa'ya gitmenin zorluğunu anlattım. Ama o
öylesine istiyordu ki, kırmamak için «gelmeye çalışırım, bir aksilik
olursa telefon ederim» dedim. Oyunu yeni tiyatro süremine yetiştir-
mek istiyordu. Ne var ki ertesi gün çağrısına gidemediğim gibi sağa
sola koşuşmaktan telefon da edemedim». Başkut' a verdiğim sözü tu-
tamamanın ezikliğini hep içimde duyuyorum.»4
Cevat Fehmi Başkut'un yayınlanmış bir «Günlük" ü yoktu;
tutup tutmadığını da öğrenemedik. Yalnız oğlu Acar «Hatıra» olarak
bize aklına gelen «gülünç, ama buruk ve düşündürücü» iki tanesini
anlattı:
İlki:
«38 yaşında iken ilk oyunu «Büyük Şehir" i yazıp, yırtıp yeniden yaz-
dığı zamana rast/ar. Oyunu E. Muhsin' e okumayı ve beğendirmeği
başarmış sevinçlidir, mutludur artık. Yaptığı çabanın mükafatını
görmüş, tenkidleri düzeltmek amaciyle yeniden, bir yeniden daha yaz-
mış ama sonunda muvafak olmuştur artık. Tüy gibi hafiftir, sevinçli-
dir. Götürüp ilk piyesini o zamanki Tepebaşında Dram kısmındaki
Müdüriyete teslim eder. Aradan zaman geçer, ses seda çıkmayınca
«her halde artık provalarına başlamışlardır" düşüncesiyle tiyatroya»
bir uğrar, eline bir zarftutuştururlar hemen, merakla açar: 'Piyesiniz
Büyük Şehir, kanuni, ictimai ve terbiyevi yönlerden mahzurludur
oynanamaz. Gelin geri alınl' kabilinden bir kaç söz. İmza: Sansör
Heyeti. Merhum Babacığım tabit vurulmuşa döner, öyle ya tiyatro-
nun İntendantina, M. Ertuğrul' a kabul ettirmiş oyunu, gelelim yu-
karıdaki sebeplerden oynanamıyor. Yazı ile cevabını' verirler. Suçu-
nun sebebini sorduğunda, cevap aynen şöyledir: •....... gerekçe: Sir-
keci otellerinde kirli çarşaf olmaz. Bundan böyle oyunun Tiyatromuz-
da oynanması ..... .' Babacığım çaresiz düzeltiyor ve oyunun provaları-
na başlanıyor."s
4 MELAHAT ÖZGÜ
İkincisi:
Cevat Fehmi Başkut'un kişiliğini ve değerini yansıtıyor.
«... 1958-59 sezonu henüz başlamış. Babamın kulağına şöyle bir
laf çalınmış: 'Her sene bir oyununu oynatıyor, tabif o, gazetede Yazı
İşleri Müdürü iken ... hem Edebf Heyet Azasi, hem falan gazetenin
başında .... Buna alınan babam (müthiş alıngandı) Edebf Heyet'ten
istifa etmiş ... Bu da bazı art fikirlileri sevindirmişti. Bu arada babam
gene yazı odasına girmiş, gizli gizli bir şeyler karalıyordu... Ben,
şimdikieşim Gül ile nişanlıydık o zamanlar. Nihayet babam, yaz-
malarını bitirdi ve planını açıkladı: Madem ki onun gazetedeki mü-
him mevkiini ve Edebf Heyetteki nüfuzunu kullanarak eserlerini
oynattığını iddia ediyorlardı, o da her ikisini de kullanmadan bu
işi başardığını, bu haddini bilmeZıere bildirecekti ve planını açıkladı:
Oyun bir uydurulmuş isimli yazar tarafindan (bu ismi bulmuş-
tu bile: Fehmi Şumnulu) Anadolu'nun, şimdi ismini pekhatırlaya-
mıyacağım şehrinden taahhütlü olarak Edebf Heyet adına postala-
nacaktı ...
Bu iş yapıldıktan 3 hafta kadar sonra, Fehmi Şumnulu adına belir-
tilen şehire bir mektup geldi (o sıralar telif piyes sıkıntısı çekiyordu
Şehir Tiyatrosu) şöyle deniyordu: 'Gelin konuşalım'. Fakat Başkut,
sonuna kadar oynamaya kararlıydı.Cevap göndertti o şehirden: 'Va-
zifem icabı gelemiyorum, sizlerle İstanbul' daki akrabam konuşacak'.
Pek merak etmişlerdi. Anadolu'nun göbeğinden böyle kabiliyet-
li birinin çıkacağına inanası gelmiyordu hazretlerin. Ve Istanbul'-
daki akraba olarak Nişanlım Gül'ü hazırlamıştı bile babam.
Verilen cevaplar, en ince ayrıntılarına kadar Fehmi Şumnulu'-
nun akrabasiyle konuşuldu ve 1959 Ekim ayının son günlerinde Tab-
lodaki Adam'ın prömiyeri yapıldı. C. Fehmi koluna gelinini almış,
yavaş, vakur edasiyle Yeni Komedi Tiyatrosu'ndan içeriye giriyordu ...
Fehmi Şumnulu'yugörünce, tiyatro yijneticilerinin ve Edebf Heyet
Vükeliisı'nın ne hale girdiklerini artık düşüncelerinize bırakıyorum."6
Son derece heyecanlı bir olay! Oğlu Acar'ın dediği gibi de: «sanki
oyunlarından birinin bir sahnesi!.." -
Cevat Fehmi Başkut'u, ölümünün yıldönümünde saygı ile anıyor,
Kürsümüzde yapılan araştırmalar sonucunda, oyunları üzerinde iki
ınceleme yazısını sunuyorliz.
Prof. Dr. Melahat ÖZGÜ
6 Acar Başkut'un 8 Ekim 1971 tarihli mektubu (D. T.C. F. Tiyatro Enstitüsü Arşivinde).
'POPÜLER' YAZAR CEVAT FEHMİ BAŞKUT
__________ ....;... rl
8 SEVDA ŞENER
Cevat Fehmi Başkut bir yıl sonra yazdığı Paydos'da aynı kö-
tÜIllserliği sürdürür. Bu kez kurban bir ilkokul öğretmenidir. Değer
farklılaşmasının yarattığı bölünme, Koca Bebek'de olduğu gibi efendi
hizmetkar, eski yeni arasında kalmamakta, karı ve koca arasına da
girmektedir. Kocasının öğretmen maaşlile sağlayabildiğinden çok daha
gösterişli bir hayatın özlemi içinde olan kadın, kocasının düşmanları
ile iş birliği yapıyor ve kocasını dürüst çalışma yolundan saptırmağa
uğraşıyor. Öğretmen Murtaza'nın karşısında, onun dürüstlüğünü, va-
tan ve çocuk sevgisini, meslek düşkünlüğünü çekemeyen bir Muhtar
ile kızını öğretmen Murtaza'11ln yüksek tahsil yapan oğluna vermek is-
teyen madraba:z bir tüccar vardır. Muhtar, öğretmenin, dayandığı ma-
nevi değerlerle toplumda kendine mevki sağlamasına ve onun vakur tu-
tumuna kızmaktadır. Tüccar ise, kızının kayınbabasının y~ksul bir kü-
çük memur olmasını istemez. Onların Murtaza'yı öğretmenlikten vaz
geçirme çabasına Murtaza'nın karısı da katılır. Bu üçlü işbirliğinin çe-
virdiği dolapIarın üstesinden gelecek kadar kurnaz değildir öğretmen
Murtaza. Onun benimsemiş olduğu değerler böyle bir çatışma için ha-
zırlamaınıştır onu. O, alçakgönüllüdür, yumuşaktır. Değişen düzende
eski ahlak değerlerine bağlı kalanlar ezilmeğe mahkumdur. Murtaza'-
nın dostu, eski muharrirlerden Muhittin şöyle özetler durumu:
"Muhittin - Sizin anlayacağınız cemiyette muvazene bozuldu,
kantarın topu kaçtı. Muallim misin, muharrir misin,
alim misin seni bekleyen sefalet. Hammal mısın,
bakkal mısın, marangoz veya dülger misin seni
bekleyen refah, servet. Okumak kabahat oldu Ha-
tice Hanım, kabahat.
Hatice - Çok doğru ... Çok doğru ...
Muhittin - Bir arkadaşım daha var benim gibi. Üniversitede
doçentti. Neredeyse profesör olacaktı. Bastı istifayı
yağcı oldu ... Şark vilayetZerine gidip yağ topluyor.
Getirip istanbul'da satıyor ... iki senede bir apart-
man yaptı. Geçen gün konuştum. O da benim gibi
hiç pişman değil."
(Paydos, II. Perde, 12. Meclis)
Murtaza'yı zorla öğretmenlikten vazgeçirip bakkallık ettiren
Hacı Hüsamettin ise ona bir bakkalın nasıl satış yapması gerektiğini
şöyle açıklamaktadır:
«Hüsamettin- .... Çuvalın yanında daima ağzına kadar dolu bir su
tenekesi bulunmalı.
18 SEVDA ŞENER:
26 SEVDA ŞENER
kı karşısında baş vurmak zorunda kaldığı hile gerçek bir tehlike ya-
ratınca, hepsi durumlarını ve inançlarını bir kez daha gözden geçirmek
zorunda kalacaklardır.
Cevat Fehmi Başkut'un oyunlarını ana hatları ile tanıdıktan son-
ra şu sonucu çıkarabiliriz : Yazar öncelikle bir toplum portresi yapmak
ve bu portre aracılığı ile toplumun bazı sorunlarını sergileyip denetle-
mek amacındadır. Toplum portresi .yaparken genellikle gözlemlerin-
den hareket eder. Ele aldığı konular yazıldığı yılların ilgi çeken gerçek-
lerini içerir. Güncel sorunlar incelenir. Yazarın kendi açıklamalarında
da, oyunlar üzerine çıkan eleştiri yazılarında da bu oyunların güncel
olduklarından bahsedilmiştir.
«Bazı münekkidler mevzularını aktüel mevzular arasından seçmemi
benim zaaflarımdan biri olarak öne sürüyor/ar. Bence bu benim kuv-
vetlerimden biridir. Sanatın da bir vazifesi olduğuna daima inandım
ve inanıyorum. Kadıköy İskelesrnde gene aktüel bir mevzuu ele
aldım. Ancak öyle sanıyorum ki aktüel mevzuun esere ilave ettiği
renk kazınacak olursa eser yine ayakta duracak kuvveti kendi bün-
yesinde bulacaktır." ı _
1 Başkut, Cevat Fehmi: "K.adıköy İskelesi", Türk Tiyatrosu Dergisi, Ocak, ı953
"POPÜLER" YAZAR CEVAT FEHMİ BAŞKUT 31
zekasını saf, bön bir görünüş altında gizleyen sevimli bir adamdır.
Doktor için ilmı seviyesi bir mahalle doktoru kadar düşük olmasına
rağmen nasılsa isim yapmış, sosyetede dahi aranan bir adamdır,
diyeceğiz. Müthiş dedikodu düşkünüdür. Herkesi tanır, her şeyi
bilir. Bahtiyar yaşında, o yaşa göre fazla şık giyimlidir. Aile harim-
lerinde çöplenen bir seçkin bekar, yaşlı bir çapkındır."
(Üzüntüyü Bırak, Ön açıklama)
Cevat Fehmi Başkut'un oyun kişilerini şöyle grupluyoruz:
A. Olumlu Kişiler
ı. Memur tipi: Aynı zamanda evli ve çocuk sahibidir. Namuslu-
dur, çalışkandır, mesleğini sever. Ortahalli yaşantısına rağmen hayatın-
dan şikayet etmez. Alçak gönüllü olduğu kadar vakurdur da. Yumuşak
başlı olduğu için, eğer karısı mütehakkim tipse, onun boyunduruğu al-
tına girmiştir. Çocuklarına karşı şevkat dolu olduğu halde, çoğu kez
onlar tarafından da sömürülür. Cevat Fehmi Başkut'un oyunlarında
bu tipe çoğu kez. oyunun kahramanı olarak rastlarız. .
ÖZDEMİR NUTKU
meden ölüme terketmiş ilkel bir toplumun kesitini ele alır. Böyle bir
toplumda herkes birbirini suçlar ve bir an için bile kendisini suçla-
mayı düşünmez, çünkü davramşlarındaki yanlışlığın farkında olmak
şöyle dursun, bu davramşları doğalmış, doğruymuş gibi kabul eder.
Ayrıca, kendi de baskı içinde büyümüş olduğu için, kendinden sonra
gelenleri de hoşgörüyle karşılıyamaz, çünkü bir hastalık gibi manevi
hayatını sarmış çeşitlibaskıların etkisiyle, yetiştirdiği çocuklarım da
kendine benzetmeye çalışır. Bundan' değişik bir yönelişi getirecek ne
anlayışı, ne ekonomik temeli, ne de psikolojik hazırlığı vardır. Bir in-
samn yaşamındaki tatminsizliği toplum ilişkileri içindeki kısır döngü
ve ekonomik durumundaki bozukluk ile ortaya çıktığına göre,
her şeyin para tarafından denetlendiği bir toplumda, onun bütün
maddi ve manevi değerleri de para ile ölçülür. Bir çok manevi de-
ğerle birlikte kız da, erkeklerin ticari toplumu içinde, parayla
alımp satılacak bir meta durumuna girer. Meta olan bir şey ise
satıcı bulabilmesi için iyi korunup saklanması gereken bir eşya du-
mundadır. Onun için de ekonomik temeli zayıf olan ülkelerde, kızlar,
ahlakçı olduğunu savunan burjuvaların, karşılığında para getirecek,
iyi korunması gereken malları durumundadırlar. İnsam bir nesne, bir
şey, bir mal durumuna indirgeyen bu anlayış aslında insamn ahlak duy-
gusunu incitecek en önemli neden olmasına karşın, bütün varlığım
para üzerine kurmuş insanlar için bu; onları birbirine karşı «ahlaklı"
gösteren bir davramş oluverir. .
Toplum içindeki birikimle belirlenen ve ekonomik nedenlerin en
büyük rolü oynadığı insan psikolojisi de para üzerine kurulmuş bir te-
melin özelliklerini yansıtır. Dar ahlak anlayışı içinde üst üste yığdığı
tabulardan koskocaman, çirkin bir amt diken bu toplumun bireyleri
yeni yetişen kuşaklar önüpe de insanı kısırlaştıran tabuları öldürücü
engeller olarak koyar. Çünkü bireyin kendi tatminsizdir, kısırdır ve
eksik kalmıştır. Bu eksik bireyler nasılsa toplumun genel kısırlığının
üzerine çıkmış artıları yok etmek ya da en azından oruarı eksiltmek için
çalışır; böylece kendi tatminsizliğinin öcünü alır ve kötürümleşmiş
duygularım tatmin etmeye yönelir. Çünkü bunlar iç yaşamlarım zin-
cirleyip tutsak bir duruma getirmişlerdir; başkalarının yaşamı onlar
için daha önemlidir. Kendilerini öldüren toplum düzeninin öcünü baş-
kalarından alırlar. Farkında olmadan öldürmüşlerdir içtenliklerini;
kendi öz yaşamlarına yabancılaşıruşlar, düzenin kalıpları içinde git-
tikçe birbirlerine benzemeye ve otomatlaşmaya başlamışlardır. Bu in-
sancıkların her durumda kullandıkları birbirine tıpatıp benzeyen an-
latım biçimleri vardır; katılıyormuş, seviniyormuş, üzü1üyormuş, se-
"EveİLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI 55
1 Bkz. Medeni Kanun, maddeler 95, 152, 153, 154, 158, 159, 239, 259, 263, vb.
1
"EveİLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI
2 Hamit Zübeyr Koşay, Türk Düğünleri tlzerine Mukayeseli Malzeme, Ankara 1944,
344
3 Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, I. Kitap, Ankara 1969, 150
4 Koşay, xiii
5 Bölge Ağızlarında, 150
58 ÖZDEMİR NUTKU
lum ilişkileri içinde kadın para karşılığı alıp verilen bir meta'dan baş-
ka bir şey' değildir.
Kızın bu tutsak durumu bu yörelerde açıkça söylenmese bile
ağızlarda kına gecesi söylenen manilerde yansır. Örnek olarak kına
gecesi söylenen iki maniyi ele alalım; bunlardan biri «Gelini Okşama"-
dır:
«Analar besler hurma ile
Eloğlu döver yarma ile
Eloğlu oldum yalvarma ile
Git kızım sağlıklarla
Sil gözünü yağlıklarla". ı
Böylece, evlenen kızın ölüme gider gibi bir görünüşü vardır. Evlenen
kız mutlu görünmemek zorundadır; ağlayıp dövünecektir. Ana baba
için de satılan kız başkasımn malı durumuna girecektir, bunun için
kaybolmuş bir metadır. İşte kına gecesi söylenen bir başka manide
yine gelinlik kızların alınyazıları dile getirilir:
«Yol üstünde bir kütük uzanmış yatır
Kütük değil, sarhoş olmuş ya tır
Karalar bağlasın şu zamane kızları
Sarhoş kocaların altında, elinde satır".
Halk dilinde de sevgiliyi dile getirmek için kullamlan imajlar,
genelolarak, kızı ve kadım bir insan olarak değil, güzeli gösteren hay-
van, böcek ve çiçek adlarıyla ortaya çıkar. Kadın bu şiirlerde, insan-
dan soyutlanarak ceylan, gazal, güvercin, kısrak, keklik, kuğu, turna,
gül, bülbül, kelebek,lale, karanfil, vb. gibi imajlarla amlır. Bu şiirlerde
sevilen kız doğamn güzellikleri ile anlatılır; ama bir insan, bir varlık
olarak değil, koparılıp koklanan bir çiçek, tutulup bakılan bir kelebek,
vurulup öldürülen bir ceylan, akıp giden su, sesi dinlenilen bülbül
olarak görülür. Aşık Gevheri sevgiliye yazdığı şiirinde
«Güzellik tahtında ol iki server
Biri nazlı kuğu, biri toygundur,"
derken, Ruhsatl,
"Onbirinde bir güzele hizmetim
Yeni açmış has bahçede gül gibi
On ikide henüz gelmiş baharı
Akar gider boz bulanık su gibi",
6 Koşay, 155
"EvcİLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI 59
diye duygularını dile getirir. Gerçi halk şiiri içinde, sevgilinin adını
kullanıp kızı somut bir biçimde ele alan ozanlar da vardır; ancak bun-
lar da kadıni bir birey, bir insan olarak değil, bir dişi olarak anlatırIar.
***
Evcilik Oyunu', yukarda kısaca açıklamaya çalıştığımız durumun
bir kesitini ortaya çıkarır. Oyun altı tablodan kuruludur; ilk ve son
tablolar, ortadaki gerçekçi sahneleri gösteren tablolardan ayrı bir özel-
liktedir. Bu ilk ve son tablo oyunun çerçevesini kuran, genellemeyle
evrensele yönelen, yorumda evrenseli getirmesi gereken ve oyun düzeni
ile oyunculukta belli bir stilizasyonu gerektiren bölümlerdir. Böylece,
oyunun sahne uygulaması için yapılan yorumunda estetik açıdan iki
ayrı yönelişin saptanması gereklidir. İlk ve son tablolar, genel anlamı
içinde, havası çekilen burjuva evliliklerinin sonucunu, soyutlamalara
giderek gösterirken, ortadaki dört tablo, ülkemizin gerçeklerini yan-
sıtacak biçimde gerçekçi sahneler ve konuşmalardan kurulmuştur.
Bunu şöyle de açıklıyabiliriz: yazar, kalıplaşmış burjuva evliliklerini
genel bir açıdan ele alırken, bir pencere açarak kendi toplumumuzdan,
değişik, ama yine de birbirini tamamlıyarak geliştiren kesitleri göster-
miştir. Böylece, oyun evrenselden başlayıp yöreseli getirmekte, sonuçta
da yöreselde açımladıklarıyla evrensele yönelmektedir. Öyleyse, oyu-
nu yeni baştan bölümlememİzgerekmektedir. Tablolar 1 den başlıya-
rak 6'ya kadar gitmeyecektir:
Ön Oyun Evrensel (giriş çerçevesi)
1. Tablo Yöresel (Küçük çocuk dönemi)
2. Tablo "(Gençlik dönemi)
3. Tablo "(Evlenme Öncesi)
4. Tablo "(Evlenme)
Son Oyun Evrensel (bitiş çerçevesi)
Böylece, oyunu dört tablo olarak ele almak gerekmektedir; Ön ve Son
Oyunlar da bu dört tablonun prolog ile epilog bölümlerini kurmaktadır.
Ön ile Son Oyunlarda, genellerne yapıldığı için adları olmayan,
kadın ile erkek görünmeyen bir yargıç önündedirier, yüzleri seyirciye
dönüktür. Bu yönden, yargıç bir yönden seyirciler tarafından da yansı-
lanmaktadır. Yargıç'ın tepkilerini yine bu kadın ile erkeğin konuşma-
larından çıkarırız. Yargıç arada tokmak vurarak kadınla erkeği sus-
turur. Türk mahkemelerinde yargıçlar tokmak kullanmazlar, bu daha
7 Adalet A!j;ao!j;lu, Evcilik Oyunu, İstanbul 1964
60 ÖZDEMİR NUTKU
evinden çıkarak «Ben gelin oldum! Ben gelin oldum," diye zıplayarak
geçmesi ile sona erer.
Son Oyun'da artık ölmüş olan çift, birbirlerini sevmenin belki
ölümle geleceğine inanınışken, baskıyı simgeleyen gardiyanın "Mev-
zuat!" sözüyle bunun da imkansız olduğunu anlarlar:
"Erkek: Peki, biz ne zaman sevişeceğiz?
Kadın: N e zaman göreceğiz erkeğimizi? N e zaman ?" (Son oyun, 76)
Onları ölümde de ayıran baskı gücünden hiçbir yanıt gelmez. O zaman
ufak da olsa bir umut belirir. Belki yeniden doğabilirler, belki o zaman
her şey başka olur. Ama, hayır! Aralarında girmiş baskının sert, taş
gibi duruşu vardır. Her şeyden önce bunun kalkması, bunun kalkması
için de daha insansal bir ilişkiyi sağlıyacak bir anlayışın ve düzenin
gelmesi gerekmektedir.
Ön ve son oyunların çerçevelediği ortadaki dört yöresel ve ger-
çekçi sahne bir yandan, burjuvanın dar ahlak anlayışını dört yetişiş
evresinde geliştirirken, bir yandan da her sahnede ayrı ailelerin kesit-
lerini getirmektedir. Örneğin, ön ve son oyunlarındaki kadın, II. Tab-
lo'da, Çiğdem, III. Tablo'da Nilüfer, LV. Tablo'da Yaseınin'dir. Bu-
nun gibi, Erkek, II. Tablo'da Ahmet, III. Tablo'da Ömer ve IV. Tab-
lo'da Ali'dir. Aynı yolda Tablo'lardaki anneler, babalar ve komşular
da ayrı adlar altındadırlar. Bu rollerin aynı sanatçılar tarafından oy-
nanması bu kişileri birbirinden ayırmada zorluk çıkarır. Ancak bu,
bütün kişilerin, toplumun kalıplaştırmasıyla birbirlerine benzediklerini
anlatmaktadır.
Oyun boyunca, insanların dar ahlak anlayışı kadar, birbirlerine
olan iki yüzlü tutumları da sergilenıniştir. İnsan olarak kısıtlanmış,
ekonomik ve özgürlük durumlarını güven altına alamamış bu toplu-
mun insanları aynı zamanda birbirlerini seviyormuş görünerek bir-
birlerini aşağılamayı ve en önemlisi, onlar gibi olmayan, nasılsa top-
lumun baskısından kendilerini bir an için kurtarıp içten ve doğru bir
ilişkiyi bulmaya çalışan kişileri yok etmeyi sürdüren kişilerdir. Bu gö-
rünüşü ortaya çıkan çeşitli sorunlar, oyunda, belli temel duygu ve ta-
vır yönelimi içinde verilıniştir.
i. Tablo'da toplumun yarattığı baskının ve önerdiği ahlak anlayı-
şının tavırlarını park bekçisi ile gazetecide daha oyun başlar başlamaz
izleriz. Park'ta erkekle kadını yanyana oturtmayan, namus duygusun-
dan söz eden bekçinin durmadan mırıldandığı şarkının sözleri kendi
iç çelişkisini ortaya çıkarır:
64 ' ÖZDEMİR NUTKU
"İfakatim gelecek
BCınalokum verecek
Dar sokakta kıstırdım,
Amanın kıstırdım, amanın kıstırdım" (I. Tablo, 19)
Bunun yamtı gazeteci çocuktan gelir: "Yazıyyoor! Yatağında karısını
gazla yakan adamı yazıyoor!" Bu şarkı giderek tatmin olmamış insanca
duyguların bayağı bir anlatımını getirir:
"lkimizi bir odaya koysalar
Üstümüze altın kilit vursalar."
Ve yine gazeteci çocuğun aym yamtı ... Bekçi, bu toplumdaki ahlak
anlayışım simgelerken, gazeteci çocukta toplumsal durumun habercisi
olmaktadır. Çünkü yine aym gazeteci başka bir tabloda "Zifaf odasında
kendini asan yeni gelin" in haberini getirecektir. i
Aym tabloda; Lale adı verilen küçük kız kalıplaşmış bir terbiye
sisteminin aile içindeki başlangıcım yansılar:
"Lale: (Bebeğine) Seni terbiyesiz seni! Uyu bakayım. Uyumaz-
san şimdi kömür!ükteki umacı babayı çağırırım... Seni
çingenelere versin de gör" (I, Tablo, 27)
Burada geleceği kuracak olan küçük kız, ailesinin ona verdiği görgüyü
ve terbiyeyi sürdürmektedir. Ona bu terbiyeyi veren Anne ise eve ge-.
len konuk kadımn çocuğuna gösterdiği anlayışı kendi kızına göster-
meyen, evini kendi için değil, eve geleceklere göre ayarlayan, kendi ha-
yatım değil, başkalarımnkini yaşayan, bunun için de iki yüzlü1üğü
belki de farkındaolmadan trajik bir duruma getiren bir kadındır. Baba
ise çıplak kadın resmi bulunan dergileri gizlice alan ve bundan farkın-
da olmadan suçluluk duyan anne kadar yalnız bir adamdır. Trajik bir
alayı kapsayan bu tablodaki bazı olaylar yer yer tersinIerne ile gelişir.
Özellikle, annenin çelişkisi konuklar gelince ortaya çıkar. Bu da bir
tersinlerneyi getirir. Buna bir örnek, kızına şekeri bir hasislikle ve an-
cak uslu durduğu takdirde veren anne, konuk kadınlardan birinin,
elini şeker hokkasına daldırıp ceplerini şeker1edolduran, arsız çocuğu-
na büyük bir hoşgörüyle davramr. Bu doğalolarak yanlış bir nezaket,
daha doğrusu kişiliğinin varettiği gösteriş duygusuyla yapılmış bir şey-
dir. Doğalolarak ikiyüzlülüğü yeşertir. Buna başka bir örnek de, ko-
nuklar kapıyı çaldıklarında, "O arsız oğlanı da getirdiyse işimiz var",
diye yakınan annenin, konuk kadınlardan birinin üç çocukla başa çı-
kamadığından şikayeti ü~erine, "Ayol insan tutar küçüğü yollayıverir
"EveİLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI 65
***
Aynı anda üç ayrı yeri gösteren "simu1tane" bir sahne ve oyun
düzeni içinde, Evcilik Oyunu'nun uygulanmasında gerekli dramaturgi
çalışması yapılarak, oyunun sonuçta getirdiği karamsar ton, anlamı
bozmadan, hatta yer yer yazarın belirttiğini vurgulamak için bir umut
ışığına yer verilmek üzere değiştirilmiş metin üzerinde, bazı eklemeler
ve budamalar yapılmıştır. Uygulamada başlangıca ve sonuca iki kısa
sözsüz oyun eklenmiştir. Başlangıçtaki oyun, zaman zaman yüzlerine
ışık vurarak onları aydınlığa çıkaran bir tarama ışığının altında ve si-
nir bozan bir sesin eşliğinde oyunda toplumun çeşitli kişilerini yansı-
tan insanları, oldukları yerde döndürmen vitrin mankenleri olarak
gösterir. Bununla, manen ölmüş kişilerin dondurulmuş, kalıplaşmış
durumları anlatılmak istenmiştir. Sonraki sözsüz oyunda ise, Erkek ile
Kadın ölümden sonra da birleşemeyip umutlarım yitirdikten sonra,
aym zamanda iki mezar taşı görünümü verilmiş olan iskemlelerin ar-
kasında kaybolurlar. Onlar kaybolurken, yalnızlık, burukluk, ama
aym zamanda umudu da kapsayan bir melodinin eşliğinde oyundaki
iki küçük çocuk beyazlar giymiş olarak,boylarından çok büyük bir
papatyayı iki mezar taşının arasından geçirip sahne önüne dikerler;
çocukları çiçeğin toprağını bastırıp bu boylarından büyük çiçeğe,
yukarı doğru bakarlarken oyun biter. Bitişte, yöresel ışık iki beyaz
68 ÖZDEMİR NUTKU
mezar taşı ile çiçeği ve bu çiçeği seyreden iki küçük çocuk üzerinde
kalır ve sahne yavaş yavaş, melodinin uzaklaşmasına paralel bir
biçimde, kararır. Bununla da, ölenin yerine yetişmekte olanların gel-
dikleri ve boyların dan büyük de olsa doğamn ve doğasallığın simgesi
olan çiçeği büyütme olanakları olduğu anlatılmak istenmiştir. Baştaki
ve sondaki sözsüz oyunlar arasında da bir değişimin mutlaka olacağı
vurgulanmak istenmiş, insanoğlunun değişken ve gelişebilir niteliği
üzerinde durulmuştur.
Oyunun anlamım daha iyi ortaya çıkartmak düşüncesiyle metnin
çeşitli yerlerinde yapılan budamalar arasında, ön oyunda tekrar ola-
rak izlenen bölümler ya da bli bölümün evrenselliğini zedeleyen ve
yöreselliğe çağrışımda bulunan sözler budanmıştır. Örneğin, bu bö-
lümde Erkek'in "Banka'da memurum", sözü "memurum" yapılarak
evrenselliğe yardımcı olunmak istenmiştir. Bunun gibi, bu evrensel
havası olan bölümde kendi toplumumuzun formaliteleriyle ilgili söz-
ler, yöresel atasözleri, kadım belli bir çağrışım içinde anlatan dikiş
dikme durumu, vb. budanmıştır; bunlar budanmadığı takdirde, met-
nin bu bölümü evrenselolma iddiasını yitirmekte, ama yöresel de ola-
mamaktadır. Böylece, bu zaten statik olan bölüm hem zaman olarak,
kısaltılmış, hem de evrensellik açısından bütünlenmeye çalışılmıştır.
Son Oyun'da da tekrarlı olan, gerçekçi ve oyunun havasına gitmeyen
günlük esprili sözler budanmış, ama önemli değişiklik (yazarından izin
alınarak) bu bölümün sonunda yapılmıştır. Şimdi esas metin ile uygu-
lamada yapılan değişikliği görelim:
Kadın: Gidelim ya. Bıktltn artık. Aslında Kadın: Gidelim ya. Bıktım artık. Aslında
ayıp olmasın diye öldük (Birden gözleri neden öldürüldük bunu biliyoruz. (Birden
parlar) Hah işte buldum. Ayıp olmasın gözleri parlar) Hah işte buldum. Bizi on-
diye öldük. Karşımıza durmuş hald da lar öldürdüler, Bizi kendimiz öldürdük
"ayıp insan öldürülürmüy müş?" diyor! (Yargıç'a, yani seyirciye döner) Bizi siz
(s. 75) öldürdünüz!
(Bekçi gelir. Gardiyan kılığında. İkisinin (Bekçi gelir. Gardiyan kılığında. İkisi-
arasına gİrer. Kadınla Erkeği birbirin- nin arasına girer. Kadın'la. Erkeği
den ayırır). birbirinden ayırır)
Bekçi: Kadınla erkeğin aynı koğuşta yat- Bekçi: Kadınla erkeğin aynı koğuşta yat-
maları yasak. maları yasak.
Kadın: Ama biz evliyiz. Bir hücrede birlik- Kadın: Ama biz evliyiz. Bir hücrede, bir-
te olmak için evlendik. likte olmak için evlendik.
Bekçi: Farketmez. Bekçi: Farketmez!
Erkek: Hemde ölüyüz. Erkek: Hem de ölüyüz.
"EvcİLİK OYUNU" ÜZE.ıtiNDE SAHNE ÇALIŞMASI 69
göre III. Tablo'da konuşmalar çok kısa aralarla değişik yerlerde sü-
rüp gider. Oyunculuk yönünden olduğu kadar ışıklama açısından da
oldukça güç olan bu sahnelerin dengelenmesinde, konuşmaları birbi-
rine bağlarken, ayrı yerlerde konuşulduğunu gösterebilmek için, ko-
nuşmanın bittiği sahneyi bir kartpostaldaki gibi dondurup ışıklama
derecesini indirdik. Ayrı yerlerde geçtiği takdirde bu dengeleme iste-
diğimiz etkiyi yarattı. '
Ne var ki, yazar, bizim bölümlernemize göre I. Tablo'da, aynı yer-
de (Ev içinde) iki ayrı gurup için de aynı düzeni kurmuş; anne ve komşu
kadınlar konuşuyor ve susuyorlar, sonra küçük çocuklar konuşuyor-
lar. Böylece, aynı yerde bir gurup konuşurken öbürünün oldukça uzun
bir süre beklernesi gerekiyor. Aynı yerde oldukları için, bir gurup ko-
nuşurken öbür gurubu kartpostal görünüşü gibi dondurmak inan-
dırıcı olmadığından bu sahnenin konuşma düzeninde. uygulama için
bir düzeltmeye girdik ve iki gurubun konuşmalarını birbirinin arasına
serpiştirdik; daha doğrusu birbiriyle içiçe bir duruma getirdik. 1. Tab-
lo'nun tümünün burada verilmesi uzun olacağı için bu sahnede yapı-
lan değişikliğe örnek olmak üzere yalnızca iki kısa bir bölümü ele alalım:
Esas Metin Uygulama Metni
(Birinci Kadın hep yün örer. Anne kalkar Hasan: Peki niye saklıyorsun güzel oyun-
sigara dağıtır) caklarını?
1. Mİ. K.: (Başını Kaldırmadan) Bana LiHe: Saklıyorum işte. Annem diyor ki, ter-
verme.
biyeli kızların her şeyi saklı olur, diyor.
ll. Mİ. K.: Bı~ak canım şunu elinden. Tüt- ı. Mİ. K.: (Cıgara tutan Anne'ye) Bana
türüver bir tane .. Sıkıntın dağılır. verme.
1. Mİ. K.: Örgü için değil vallahi. Bizimki
II. Mİ. K.: Bırak canım şunu elinden. Tüt-
farkına varırsa küplere biner. istemiyor. türüver bir tane. Sıkıntın dağılır.
Anne I: Aman her şeyimize de karışıyor-
1. Mİ. K.: Örgü için değil vallahi. Bizimki
lar. (II. ciye) Sen al bari.
farkına varırsa küplere biner istemiyor.
II. Mİ. K.: Alayım ya. Giderken ağzıma (U.le farkında olmadan hemen açılan
bir ciklet atarım. işte bu. Oldu bitti. Be- dizini örter. Son derece çocuksu bir
nimkinin ruhu bile duymaz. harekettir bu)
Hasan: Peki niye saklıyorsun güzel oyun- Hasan: Dizine ne oldu akıllı?
caklarını? Lale: Hiiçç!
LiHe: Saklıyorum işte. Annem diyor ki. Ter- Anne I: Aman her şeyimize de karışıyorlar.
biyeli kızların her şeyi saklı olur, diyor. Hasan: Baklym, bakiym ...
(Farkında olmadan hemen açılan dizi- Ul1e: Olmaz be, dokunma ... (Birden ağla-
ni örter. Son derece çocuksu bir ha- maya başlar).
rekettir bu)
Hasan: Dizine ne oldu akıllı?
Lale: Hiiçç!
Hasan: Bakiym, bakiym ...
LiUe: Olmaz be... Dokunma ... (Birden ağ-
lamaya başlar) (s. 26)
"EvciLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI 71
Anne: (Elinde kahve tepsisiyle gelir) Kusu- Anne: (Elinde kahve tepsisiyle gelir) Kusu-
ra bakmayın. Sizi yalnız bıraktım. ra bakmayın sizi yalnız bıraktım.
ll. Mİ. K.: (I. nin ördüğü yünü göstererek, ll. Mİ. K.: A valla pek güzeloluyor. Bence
yüksek sesle) A valla pek güzeloluyor. hiç -budandı- eksiltme. (Kahve fincanını
Bence koltuktan hiç eksiltme. (Kah- alır).
ve fincanını alır). i. Mİ. K.: N'olacak şekerim. Biz de konu-
I. Mİ. K.: (Yünü bırakarak) Ne ola~ak şe- şuyorduk işte. (Kahve fincanını alır).
kerim. Biz de konuşuyorduk işte. (Kah- Hasan: Ama babalar anneleri de pataklar.
vesini alır). II. Mİ. K.: Süheyld'yı diyordum. Kadının
II. Mİ. K.: Süheyld'yı diyordum. koca moca taktığı yok.
Kadının koca moca taktığı yok. Ule: Niye?
i. Mİ. K.: (Hemen ilgilenir) Aman pek iyi i. Mİ. K.: (Hemen ilgilenir) Aman pek iyi
ediyor. Bizimki de aptallık. ediyor. Bizimki de aptallık.
Anne: Ayol boyu kadar kızı var. Hasan: Tabii, akıllı. Babalar, annelere ya-
I. Mİ. K.: O kız da ne kız ya. nıma yat da uyu derler, anneler olmaz der-
Il. Mİ. K.: Geçende bizim Nihat görmüş ... se, babalar bi yakalar anneleri, bi patak-
Erkek kardeşim. E, yani anlattı da pes lar.
dedim. Anne: Ayol boyu kadar kızı var.
Anne: Biriyle geziyormuş, değil mi? Lale: Anneler de hemen uyur mu?
II. Mİ. K.: Oğlanı da bilirim. Ahidksızın i. Mİ. K.: O kız da ne kız ya.
biri. Habire kız peşinde ... Bunlar geçen Hasan: Tabii uyur akıllı.
gün tenha bir parkta ... II. Mİ. K.: Geçende bizim Nihat görmüş ...
Hasan: Ama babalar anneleri de pataklar. Erkek kardeşim. E, ytini anlattı da pes
Ule: Niye? dedim.
Hasan: Tabii akıllı. Babalar annelere yanı- Ule: Hiç bile değil işte.
ma yat da uyu der, anneler olmaz derse, Anne: Biriyle geziyormuş değil mi?
bi yakalar anneleri, bi pataklar. II. Mİ. K.: Oğlanı da bilirim. AhIdksızın
Ule: Anneler de hemen uyur mu? biri. Habire kız peşinde. Bunlar geçen gün
Hasan: Tabii uyur akıllı. tenha bir parkta ...
Ule: Hiç bile değil işte. Lale: Burası bizim yatağımız olsun bakalım.
Hasan: Amma değil. Hadi bana yat de bakalım. Ya(yanıma de
U.le: Hadi bakalım. Şimdi burası bizim ya- de bakalım ...
tağımız olsun bakalım. Hadi bana yat de Anne: Seni edepsiz seni. (Çocuğu kolun-
bakalım. Yat yanıma de bakalım. dan tutup hızla öbür tarafa çeker ve
Anne: (Lale'nin konuşmasını duyar, bir- ~aba etlerine vura vura odadan çıkarır)
den yerinden fırlar. çocuğu kolundan Bir daha ağzından böyle ldf duymıya-
tutup hızla öbür tarafa çeker. Ağzına yım, biber doldururum. Ay deli olacağım!
iki tokat atar). Seni edepsiz seni! Bir Nerden öğreniyor bunları?
daha ağzından böyle ldf duymıyayım,
biber doldururum. Ay deli olacağım!
Nerden öğreniyor bunları? (ss. 30-1)
~
..
"EveİLİK OYUNU" ÜZERİNDE SAHNE ÇALIŞMASI 73
mu, geriye kalan ölümdür ... Evcilik Oyunu'nun sonunda da manen ölen
ve artık hiçbir işe yaramayan, her şeye yabancılaşan, kuruyan, aldır-
mayan iki kişiyi izleriz. Böyle bir yaşam içinde tek bir umut kalmıştır:
Yarını kuracak olanlar, yeni yetişenler.
Bu oyunu, Ankara'daki ilk oynanışında olduğu gibi, komik olan-
ları ön düzeye getirerek güldürme çabasına girmedik. Çünkü bunda
gülünecek hiçbir şey yoktur. Belki gümlümsenecek bazı sahneler var-
dır, ama mutlaka bu gülümseme seyredenlerin boğazlarında düğümle-
necektir. Düğümlenmelidir ve görmelidir seyirci günlük dertlerinin için-
de nasıl farkında olmadan kısır bir döngü içine girmek zorunda kal-
dığını. İlk oynanışında olduğu gibi, kişileri de karikatürleştirerek
boyutsuz, deri tasvirler durumuna getirmedik; bu kişilerin de birer
boyutu ve derinliği var, çünkü incelenmesi, gözlenmesi ve üzerlerinde
karar verilmesi gereken insanlardır.
Kürsümüzde oyunculuk dersleri başlayalı henüz iki ay oluyor.
Bunun için de, sahne aktörlüğünde geliştiremedik henüz kendimizi.
Ama sevgiyle yapıyoruz bu işi. Öğrenciler, yoğun ders programları
dışında, yönetim yardımcılığından oyunculuğa, dekoru hazırlıyanlar-
dan, kostümcülüğe ve aksesuvarcılığa, dramaturgluktan alım satım
işlerine koşanlara kadar, fazladan haftada otuz kırk saat çalıştılar .
.İşte onların bu çalışmalarını görüyor, onları seviyor ve yarına güvenle
bakabiliyorum.
-----,
TİYATRONUN İÇERİGİ
VE
SEYİRCİYE YÖNELİşİ
İnsan yaşamı içinde, tiyatro olgusunun yerini doğru bir yolda sap-
tayabilmek için her şeyden önce bu sanat dalının toplumdaki görevini
açık ve seçik ortaya koymak gerekir. Çünkü tiyatro, bir arada, topluca
yaşayan insanların -tek tek değil- yine topluca katıldıkları bir anlatım
aracıdır. Bunun için de, edebiyat türlerinden daha değişik özellikleri
içerir. Tiyatronun kaynağı, yaşamsal ihtiyaçlarını sağlayan ilkel in-
sanların, onları yaşatan, üreten ve geliştiren eylemlere, duygulara ve
düşüncelere karşı takındıkları tavırdadır. İlkel insanların avladıkları
hayvanlar, dalından koparıp yedikleri meyveler, yağmura, sel baskınına
karşı kurdukları evler, ısınmak için kestikleri ağaçlar, suyu geçmek
için yaptıkları sanar, ağaca tırmanmak için ördükleri saz ipler onla-
rın doğaya sağladıkları üstünlüğü getirir. Bunun da bilincine varmış-
tır ilkel insan; bu bilgisini de bazı hareketler yaparak, sesler çıkararak
topluca değerlendirir. Doğanın durmadan insan yaşamını etki altında-
tutmasına karşı, insan da doğalolanı değiştirerek bir üstünlük sağlama
yoluna gıder. Bu üstünlüğün anlatımı ise ilkel insanın birlikte düzenle-
diği yalın ve yabanıl oyunlarla ortaya çıkar. Bu ilkeloyunlar gittikçe daha
belirgin ve düzenli bir durum alarak birer ritüel, yani dinsel tören
aşamasına doğru gelişir. Bir yandan da, insanların vakit geçirmek,
eğlenmek içirr buldukları topluluk oyunlarından homo ludens, yani
"oynayan insan" doğar. Dinsel tören, insanın doğayla çatışmasını sim-
gelerken, homo ludens'i ortaya çıkaran topluluk oyunları insanın insanla
çatışmasını işler ve din dışı bir kaynağa sahiptir. Dinsel törenin düze-
nindeki özellikler insan organizmasının çalışma niteliklerine bağlı ola-
rak varolur. Homo ludens de bu özelliklerle yaratıcı olur. Örneğin, in-
sanın soluk alıp vermesi, kan dolaşımı, sinir sistemi onun gövdesel
hareketlerini düzenlerken onun duyuları da (cinsel itki, tat, koku, ışık
ve renk, dokunma, işitme) bu gövdesel hareketlere kendine özgü ayrın-
tıları ve anlatımı sağlayan kaynaklar olur. Bundan da, insanındoğaya
76 ÖZDEMİR NUTKU
san hakları için savaşan bir kralın hizmetine girin," demesi bu yapıtın
çağdaş bir yoruma oturtulmasında bir anahtar olabilir; çünkü çağını
yorumlayabilen bir yönetmen, "Hangi devlet bu, hangi kral?" sorusu-
nu sormayı zorunlu görecektir.
Ya da İbsen'in bir oyununu, örneğin Brand'ı çağdaş bir yorumla
ele alacaksak, Brand'ın başkaldırısını, değirmenlere saldıran Don Ki-
hote'nin düşsel eyleminin benzeri olarak izleyeceğiz. Çünkü Brand güzel
konuşmasını bildiği halde, "Bütün gücünüzle saldırını" dediği düş-
manı göstermez. Brand'ın ateşli söylevinde "hiç" in karşısına koyduğu
"hep" nedir? Bunu Brand'ın kendi de bilmez. Kısacası, Brand bilinme-
yen bir ülkü için başkaldıran bir hayalperest olarak değerlendirilebi-
lir çağırnızda. Oysa Brand yazıldığı dönemde (1866) bir idealist olarak
alkışlanmıştır.
Bir başka tanınmış örnek alalım: Hamlet. Bu oyunda çeşitli so-
runlar vardır: siyasal, ahHiksal sorunlar, aşk sorunu, yaşamın son ereği
üzerine kuramsal ve deneysel tartışmalar, aile sorunu, vb. Aynı zaman-
da, ölüm, sonsuzluk, yeniden doğuş, madde ve yaşam kavramları
metafizik aşamada ele alınır. Hemen her'şey vardır bu oyunda: derin
psikolojik incelemeden, kanlı çatışmalara kadar. Yönetmen vurgula-
mak için bunlardan birini seçer. Ama önemli olan yönetmenin neyi
seçtiğidir. Ye doğru olan da, o yönetmenin çağdaş sorunlar açısından
içinde bulunduğu çağın insanlarını ve sorunlarını eleştirmesi ve yorum-
lamasıdır. Bir düşünürün dediği gibi, çağımızın ana sorunu siyasettir.
Metafizik çağı da çoktan geride bıraktığımıza göre, bugünün tiyatrosu
içinde, Hamlet tragedyasının önemli yanı da bu yapıtın siyasal yanıdır.
Bu oyunun başından sonuna siyaset bir itici güç olarak belirir. Oyun-
daki hiçbir karakter de siyasetin dışında değlıdir, siyasetten kurtula-
maz. Konuşmaların ana ç~zgisi siyasettir. Ophelia bile bu mekanizma~
nın dışına çıkamaz ve onun kurbanı olur. Böyle siyasal cinayetlerin iş-
lendiği bir düzende aşka yer yoktur; Opheha'nın oyun içindeki anlamı
budur. Bugünün Hamlet yorumunda önemli olan Danimarka Prensi'.
nin ruhsal durumu değil, tarihsel çatışmalar yoluyla tutulan yol ve
Hamlet'in bU-Çatışmalar içindeki çeşitli ilişkileridir. Nitekim, aynı tu-
tumu yansıtan çağımızın ünlü yönetmenlerinden biri olan Meyerhold,
Hamlet kişiliğinde Prens Bakunin'i billur. Polonyalı Wyspianski'nin
yorumunda ise Hamlet, bir türlü harekete geçemeyen, "elinde kitapla
dolaşan zavallı bir genç" tir. Bu oyundaki yozlaşmış düzene son veren
de bir eylem adamı olan genç Fortinbras'tır. Bu yozlaşmış dü.zen her.
kesin başını yedikten sonra, başkaldıran gençlerden ~n güçlüsü ve en
82 ÖZDEMİR, NUTKU
tıc ı tiyatro, yani estetik öğelerden yoksun bir tiyatro yarar değil, zarar
getirir". Halk tiyatroya neyalnızca sanat görmek, ne de yalnızca söy-
lev dinlemek için gider. Halkına katkıda bulunan, ona bir şeyler ekle-
yen, onu etkileyip onda birikim sağlayan tiyatro bu ikili özü uyumlu
bir yolda kaynaştırmış, uyumlu bir senteze varmış olan tiyatrodur.
Yazıma son verirken, yukardaki düşüncelerin ışığında ülke-
mizdeki bir tiyatro konusuna kısaca değinmek isterim. Bunun için de
bir örnekle işe başlıyacağım. Weimar Saray Tiyatrosu'nun başında
bulunan büyük Alman ozanı Goethe, Fransa'nın melodram patronu
Pixerecourt'un Montargis'in Köpeği adlı vodvilinin kendi yönettiği ti-
yatroda oynanacağını öğrenince görevinden çekilmişti; bir tiyatro kah- .
ramanının köpek oluşunu bayağı buluyordu. Ne var ki, Pixerecourt,
saray tiyatrosunun müşterilerini yakından tanıyordu. Sonra işin daha
çok satışıyle ilgilendiğinden bir köpeğin tam bu alıcıların beğenisine
göre olduğunu Goethe'den daha iyi biliyordu. Nitekim oyun saraylı
seyirciler tarafından tutuldu. Weimar Dükalığında halk en hayati ih-
tiyaçlarından yoksunken, saray köpekleri kuş tüyü yataklarda yatırı-
lıyor, bunlara işlemeli keten örtüler üstünde biftekler yediri1iyordu.
Özel doktorları ise köpeklerinüşümemelerine çok dikkat gösteriyor-
lardı. Bu yönden Montargis'in Köpeği sarayın çok yakından tanıdığı
bir kahramanı işliyordu.
Bu örnekte "popüler" bir. yazarın topluma bakışındaki insansız-
laştırma eylemini izleriz. Yazar, yüzeyde bir taşlamaya giderken insa-
sanı ortadan kaldırıyor ve yerine bir köpeği koyuyor. Bu özdeşleştir-
me çabası içinde insan bir "hiç" tir, para ve başarı her şeydir. Artık
"insani olan hiçbir şey yabancım değildir", sözleri tiyatro sanatını ti~
carete iİıdirgemiş bir yazar için anlamsızdır. Bu tutumda Cezanne'nın
acı dolu kaçışındaki neden bile yoktur; Cezanne, bir kez şöyle demişti:
"Daha hiç resmi yapılmadı kırılan. İnsan hiç ortada olmamalı, o, kır
görünümünde özümlenmeli", Ünlü ressam insanın yerine doğayı ko-
yuyordu bu kaçışında. Örnekte belirttiğimiz "popüler" vodvil yazarı
ise sanatsal kayguyu bir yana bırakarak insanın yerine bir köpeği ge-
tiriyordu. Böylece, o yazar için insani olan her şeyona yabancıydı. İşte
bu noktada tiyatro sanatı özünden soyutlanıp boş bir kalıp, daha doğ-
rusu yararsız bir iş, bayağı bir ticaret "meta" ı olarak kullanılmakta-
dır.
Her şeyin temeli para olan bir düzende, tiyatro sanatı da yozlaş-
tırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü orta sınıfın boş hareketlerin-
in ardında barındırdığı dar ahlakçılığı, evrensel ahlak kavramını ve
84 ÖZDEMİR NUTKU
gerçek insani açıyı yok ettiği gibi, bir ülkenin halk edebiyatındaki ve
halk fantazisindeki zengin anlamı ve dili de ortadan kaldınr. Bu geniş
ve zengin dünyanın yerine basmakalıp sözler, ayak üstü bira içilirken
yapılan espriler, her durumda kullanılan anlatım biçimleri konuluyor.
Oysa her insan, az ya da çok, kendini yenileme gereksinmesi içindedir.
Kendisi ve çevresini değiştirmek özlemini duyar. Onu yaşama bağla-
yan, onu yaratıcı duruma getiren de onun bu itkisidir. Sanatın buna
yardımcı olması gerekirken, sanat adı altında yürütülen ticaretle insanı
değişmezmiş, yenilenmezmiş, gelişmezmiş gibi göstermek, ya da insan-
ın kendini yenileme devinimini unutturacak bir uyuşturma, yatıştırma
ticaretine girmek, insan yaşamı içinde işlenen en büyük manevi cina-
yetler dizisini vareder.
Kendi sanat kimliğini, değil halk çoğunluğunda, tiyatro eylemi
olan bir kaç büyük kentinde bile henüz varedememiş olan bu ülkede,
az sayıdaki olumlu tiyatro topluluklarının bu alanda yaptığı deneme-
leri yok sayan çok sayıdaki tiyatro bezirganları bir kültür sarsıntısı-
na yol açmaktadırlar. Bu tiyatro simsarlarına mal bağlayan yazarlar
da vardır. Bunlar, içinde yaşadıkları toplumun yükselmesinden, geliş-
mesinden hiçbir sorumluluk duymayan ve halkın ne istediği üzerinde
bir an bile düşünmedikleri halde, "halk bundan hoşlanıyor", damga-
larını vurarak halkı manen ve maddeten sömüren, kendi ceplerinin dol-
masına bakan kimselerdir. Bu tutumda elbet maddi çıkarlar ve halkına
karşı saygısı olmayan bir yöneliş vardır. Halkın sanattan anlamadığı-
nı sananların her şeyden önce kendilerinin sanattan .\laberleri yoktur.
Çünkü bilgisi kıt olan halk kesiminde bile yüzyılların getirdiği kültür
birikimi içinde gelişmiş bir algılama yeteneği vardır. Üstelik sanat, hal-
kın ötesinde ve erişilmez bir şey değildir; tersine, halka yararlı olacak,
onun yaşamından doğacak, ona kendini yenileme heyecanını getirecek
belli kuralları olan bir araçtır. Brecht'in deyimiyle, sanat "en yüce sa-
nat olan yaşama sanatına yardımcı olacak" bir. araçtır.
Tiyatronun yozlaştınlma işlemine karşı gerçek tiyatro sanatını
uğraşı edinmiş kişilerin de daha dikkatle eğilmeleri gereken noktalar
var. Bunların en başında oyunculuk sorunu geliyor. Tiyatro sanatının
temeldeki anlatımını içeren oyuncunun yöntemli bir yolda eğitilmesi ve
onun, yarım yamalak, yalnızca ham maddesindeki yetenek ile ortaya
çıkardığı hayaletler tiyatrosunun önüne geçilmesi bugün bir zorunluluk
olmuştur. Teknik ve biçim, özü geliştirmede, o özü anlaşılabilir, etki-
liyebilir nitelikleriyle ortaya. çıkartmada önemlidir ve uygulayıcılar
tarafından atılması gereken ilk adımdır. Etkili ve usta bir oyunculuk
TİYATRONUN İÇERİGİ VE SEYİRCİYE YÖNELİşİ 85
r 86
. ÖZDEMİR NUTKU
ıri!. nı bir kaç yıl içinde geliştirebilir,.buna karşılık, uçmaya yarayan kanat-
t i"
5 Bkz. Edward H. Michelsen, The Ottoman Empire and its Resources, London 1854.
6 Bkz. "Tableau de la presse periodique et quotidien a Constantinople en ı864",
Journal Asiatique, ocak-şubat 1865, ss. 170-175.
7 Bkz. lonnis Sideris, "Shekespeare in Greece" Theatre Research, Vl/2 1964 ss.
85-99.
8 Aynı dizi olup olmadığını bilmemekle birlikte aylık çıkan ve oyun metinleri yayın-
layan Menandros dizisinden Aristidis Vlastos yönetiminde bir sürel~ gene İstanbul'da ya-
yınlanıyordu. bkz. M. Valsa, Le TMatre Grec Moderne de 1453 tl 1900, Berlin, 1960, s. 278
nr. 3
9 Bkz. Metin And, "İzmir'de İlk Tiyatrolar", Tarih Mecmuası, 1 temmuz 1967;
İstanbul'da bir çok tiyatronun değişik tarihlerde yönetici veya işleticisi Yunanlı hiç değilse
adindan Yunanlı oldUğu anlaşılmaktadır. Örneğin Odeon Tiyatrosunun ve ayrıca Fransız
tiyatrosunun yöneticisi P. Raftopoulo, Alkazar de Byzance'ın yöneticisi Miltiadis Lambiki,
Pangaltı Çiçek Bahçesi yazlık tiyatrosunun sahibi Demetre Pappageorgiou, Tepebaşı ti-
yatrosu işletmecisi Tambouridis, gene Tepebaşı tiyatrosu işletmecisi Stavro Pappadopou-
lo, 1881'de Tepebaşı Belediye Tiyatrosu işletmecisi Dionis, 1884'de Kadıköy tiyatrosunun
iki yöneticisi vardı, Alaksandr Georgiadis ve Takvor İnciyan, 1894'de Tepebaşı Tiyatrosu
işletmecisi Apostoli, 1886'da Concordia tiyatrosu yöneticileri A. Ksenato ve A. Livada.
ESKİ İSTANBUL'DA YUNAN SAHNESİ 89
10 "Italianisches Theater in Athen", Magazin jür die Literatür des Aus!andes No.
129, 27 ekim 1837.
II Yunan tiyatrosu üzerine önemli araştırmalar Yunanca olduklarından bunlardan
yararlanamadık. Başvurduğumuz İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca incelemeler
ise çoiıukez bilgi bakımından eksiktir. Bu arada Türkiye'de de geçen yüzyılda Fransızca
imzasız bir yazı yayınlanmıştır. bkz. "Le Theiitre grec moderne", Orienta! Advertizer, 25
ocak 1893, Biz burada günlük gazeteleri tarayarak saptadığımız bilgilerde eser ve kişi ad-
larını denetlernek için özellikle şu incelemelere başvurduk: Valsa, a. g. e.; Nicolas J. Las-
caris, Le TMatre Neo-Grec, Atina 1930; A. Andreades, Le tMdtre grec contemporain, Ce-
90 METİN AND
nevre 1927; G. Bourdon, Le thetitre grec moderne, Paris 1892; l. Esmein, "Theatre grec
d'aujourd'hui", Revue theatrale No. 18, 1951; D. C. Hesseling, Histoire de la litterature
, grecque moderne, Paris 1924; B. Lavagııini, Storia de/la letterature neo-ellenica, Milano
1955 ;.A. Mirambel, La litterature grecque moderne, Paris 1953; Filippo Maria Pontani,
Teatra Neoellenica, Milano 1962; Yannis Sideris, "Das Neugriechi~che Theater" Maske
und Kothum, heft 1, 1966, ss. 15-45; opera için Fivos Anoyanakis, "Die Oper in Griec-
henland", Maske und Kothum, heft 1, 1966, ss. 10-14. Ayrıca Enciclopedia dello Spettacolo'-
nun ilgili maddelerine, baktık. Buna rağmen yazımızda geçen birçok yazar, sanatçı ve oyun
adını aydınlatmaya bu kaynaklar yetişmedi.
12 Bkz. "Nathan der Weise in Konstantinopel", Magazin/ür die Literatur des Aus-
landes, 21 (1842), s. 228
13 Bkz. Valsa, a. g. e., p. 278
ESKİ İSTANBUL'DA YUNAN SAHNESİ 91
ve dağılan aile sonunda İstanbul'da biraraya gelirler. Aynı yıl iki Yu-
nan operası oynandı: Verdi tiyatrosunda E. Ksinda'nın Öpücük adlı
opereti, Concordia tiyatrosunda Spirodou Samaras'ın operası Flora
Mirabilis (librettosu F. Fontana'nın). Birincisi besteci ile Bay ve Bayan
Dimitrakopulo yararına verildi. Gene 1891'de Verdi tiyatrosuna Alek-
siotis topluluğu geldi Marula'nın devamı olan Barba Linardos'u, L'-
Antiquaire amoureuse, Fransızca Le Parjure, Galileo-Galilei, Othello'yu
oynadı. Oyuncular arasında Melpone Konstantinopoulou vardı. Gene
aynı yıl Dionissio Tavoulari'nin Menandro topluluğu İzmir'den İs-
tanbul'a geldi, Verdi tiyatrosunda temsilIerine başladı. toplulukta 22
erkek, 8 kadın vardır. Kadın oyuncular şunlardı: Sophia Tavoulari,
Hariklea Athanassopoulo, Amelya Pisti, Hrissanthi Karakalo, Maria
Petridi, Maria Sphyka, Elpinik Rousso, Helena Nisiphore, erkekler
G. Nisiphore, Spyridion Tavoulari, Demesthene Pisti, N. Zanno, P.
Rousso, J. Karakalo, P. Stamatopoulo, G. Krysofonis. Ayrıca D. Tavo-
ulari kendisi, Spyridion Sphyka, G. Petridis, E. Fari. Gösterilen oyun-
lar arasında Ch. Annino'nun Bir Uşak Aranıyor, Legouve'nin Par droit
de conquete, Othello (Tavoularis Othello'yu, Ekaterina Veroni Desdo-
mona'yı oynadılar), Le Bourgeois Gentilhomme, Shakespeare'in Yanlış-
lıklar Komedyası, Barba Linardo veya Marula'nın Sonu, Certainement
Certainement, Aşık Değirmeneller ve Dimitrios Vyzantios'un (1790-
1840) i Vavilonia (Babil Kulesi) oynandı. Vyzantios İstanbul doğumlu-
dur, asıl adı Aslanis'dir. Ancak bu oyunun İstanbul'da oynanmasına
nasıl izin verildiği sorulmaya değer, çünkü oyun 8 ekim 1827'de Türk
donanmasımn Navarin'de yok edilmesi üzerine verilen şenlikte Türk
yenilgisinin kutlanmasını ele almaktadır. 1892'de Tavoularis toplulu-
ğu İzmir'e döndü. 1893'deVerdi tiyatrosuna Ekaterini Veroni'nin başın-
da bulunduğu topluluk geldi. L'Amiral, Cicconi'nin Canlı Heykel,
Jeune fiile a marier et Jument a vendre adlı bir perdelik komedyadan
başka Marula'nın Kısmeti'ni ve Dimitrios Kokkos'un i lira tou Gero
Nikola (Yaşlı Nikola'nın Liri) adlı oyunu gösterdi. Bu oyun paranın
mutluluk getirmediği ana fikrine dayanmaktadır. Atina'da yoksullar
mahallesinde geçen oyunda lir çalgıcısı baba Nikola ve ailesinin mut-
suzluğu varlıklı bir komşunun gelişiyle bozulur. Ancak bu zengin pa-
rası verilip ondan kurtulduktan sonra aile eski mutluluğuna kavuşur.
Burada lirin senbol değeri vardır. Topluluk ayrıca Panayotis Zanos'un
(1850-1923) Erotiki apopeira (Aşka Kalkışma) adlı Yunan oyununu
oynadı. 1893'te Concordia tiyatrosunda ve Kadıköy'de temsiller ve-
ren bir Yunan topluluğu Melesville'in Elle est Folle, Octave Feuillet'-
nin Dalida ve Dimitrios Koromilas'ın O Thanatos tou Perikleous (Pe-
ESKİ İSTANBUL'DA YUNAN SAHNESİ 97
rikles'in Ölümü) adlı bir perdelik komedyasını oynadı. Oyunda bir aile
kızlarını evlendireceklerdir. Evlenmeden önce kayınbaba ile damat ko-
nuşurlarken konu Perikles'den açılır, İspartalı olan kayın baba Perikles-
in ölümünün Yunanistan'ın iyiliğine olduğunu söyler, Atinalı damat ise
tersini ileri sürer, tartışma ateşlenir ve sonunda evlenme de suya düşecek
olur. Bu sırada anne ile kız gelir, anne kocasından, kız da nişanlısın-
dan yana olurlar. İkinci bir tartışma açılır, bu sırada içeriye giren hiz-
metçi ile uşak da gene Perikles üzerine üçüncü bir tartışma açarlar.
Sonda herşey tatlıya bağlanır. Aynı yıl bir Yunan topluluğunun yöne-'
ticisi Departa İstanbul'a gelip topluluğunun temsilIeri için boş tiyatro
aradı. Ancak Tepebaşı Tiyatrosunu kısa bir süre için elde etti burada
Le Gamin de Paris, Le Bourgeois Gentilhomme, Ahçı Yazman ve Spy-
ridou Vassiliadis'in (1845-1875) Galateia adlı beş perdelik dramını
oynadı. Oyun mitologyadan ünlü Ghalatia ve Pygmalion'un öyküsünü
işlemektedir.
Ertesi yıl 1894'de Khristophoros Missaili Kadıköy'de temsilIer
veriyor. Veroni topluluğu Tepebaşı tiyatrosuna geliyor. Topluluk, bu
temsilIerinde Adrienne Lecouvreur, Gran Via, Yaşlı Nikola'nın Liri,
Maitre de Forges, Les Filons, Sapho, Marula'nın Kısmeti, Les deux
Orphelins, La Foi, l'Esperance et la Charite, M. de Pourceaugnac,
Cicconi'nin Etten Hetkel, Aşık Değirmenciler, Le Fils de la Nuit, Les
Marins de la Havane ve daha önce oynanmamış iki Yunan oyunu gös-
teriyor. Bunlardan Niko1aos Kotse1opu1os'un Sphouggarades (Sünger
Avcıları) ikincisi O agapetikos tis Voskopoulos (Çoban Kızının Sevgilisi)
adlı Dimitrios Koromi1as'ın oyunudur. Yunanistan'da dağlarda temiz
bir çoban aşkını ele alan bu oyun yalınlığı içtenliği, sağ1amlığıyla çok.
sevilmiş, tutunmuştur. 1895'te Veroni'nin Tepebaşı Tiyatrosunda tem-
silIeri sürüyordu. Ekatirini Veroni ve Smaragda Veroni Sarah et Char-
les adlı 5 perdelik tragedyayı oynadı. Gazeteler Veroni için Doğunun
Sarah Bernardt'ı diyorlardı, gene gazetelerde Veroni'nin Paris'te tem-
silIer vereceği duyumldu. Aynı yıl Yunanlıların ünlü kadın oyuncusu
Evanguelia Paraskevopoulou Tepebaşı tiyatrosunda La Tosca ile Ra-
cine'nin Phedre'ini oynadı. 1896'da Kajouris ve Porfantis yönetiminde
Yunan topluluğu Tepebaşı tiyatrosunda ilk temsil olarak Grange ve
Deslande'ın Les Domestiques'ini oynaddar. Concordiatiyatrosunda ise
Missaelidis ve Petridis topluluğu Yaşlı Nikolas'ın Liri, J. Petridou'nun
bir monoloğunu gösterdiler. Aynı yıl gene Tepebaşı tiyatrosunda Di-
mitrios Kotopoulis yönetiminde Proodhos topluluğu Etten Heykel,
Les dissemblables, La Foi, l' esperance et la charite, Qui se ressemble
s'assemble, La Fille Adoptive, Leonidas, Vasso pendamorphi, Marula'-
98 METİN AND
6 Orhan Burian'm çevirisi; altı çizili sözcükler bugi\nkü kullanışa göre değiştirilmiş-
tir, (M. E. B.), Ist. 1946, s. 83
7 Kott, s. 56
8 II. Perde, 2. sahne.
9 Eyüboğlu'nun çevirisi, s. 12. Burian son dizeyi, "devletimizin beklenmedik bir de-
ğişiklik geçireceğine iiliimettir", diye çevirmiştir (s. 9).
ÇAGDAŞ HAMLET 111
21 aynı, s. 141
27 aynı, s. 181
116 ÖZDEMİR NUTKU
çüp biçmeden kabul eden, aslında yumuşak başlı bir gençtir. Düzeni
beğenmese bile pek ses çıkartmayan, o düzeni değiştirmek için bir şey-
ler yapmaktansa, Fransa'ya kaçıp kendi keyfine bakan bir kimsedir.
Büyüklerin önünde silik, kızkardeşi ve Hamlet üzerinde, alışagelinmiş,
basmakalıp düşünceleri olan bir ,gençtir. Laertes'in önemi baş kaldıran
gençliğin başka bir yüzünü yansıtmasıyla ortayaçıkar. O, bu çürümüş
düzenin değişmesini, farkında olmadan, yavaşlatıcı öğelerden biridir.
Ancak yeni bir düzen içinde yararlı olabilecek nitelikleri olan bir dü-
rüstlüğü olduğunu da yadsımamak gerekir. Laertes, etki altında kalan
bir genç olduğu için, kötü aşıyla her kötülüğü de yapabilecek biridir.
Nitekim, Claudius'a uyarak ucuna zehir sürülmüş kılıcı alır, ama Ham-
let'in üstün oyunu karşısında bu zehirli kılıçla bir türlü onu yaralıya-
maz. Hakemler, Hamlet'i üstün ilan edip onları ayırdıktan sonra, La-
ertes kılıcını bırakmış olan Hamlet'i öyle yaralar. Bu da Laertes'in
yanlış yola sevkedilince, her yanlışı yapabilecek özelliğini gösteriyor;
Laertes'in insan yanı zayıftır. Ve onun ülkesini bırakıp Fransa'ya kaç~
masından da oldukça bencil olduğunu anlarız.
Bugün Hamlet'i sahneye koyarken ilk düşünülmesi gereken nokta
şudur: Hamlet ne felsefi, ne ahlaksal, ne de psikolojik bir belgedir; bu
yapıt tiyatro için yazılmıştır; başka deyişle, olayların ve kişilerin geliş"'
mesini gösteren bir senaryodtır. Bu senaryo ön düzeye alındığı anda,
oyunun yönelişini açıklayan da Fortinbras'ın getireceği sonuçtur. Ham-
let'in kişiliği Fortibras ile karşıtlanmadıkça oyunun çağdaş anlamı açık
ve seçik ortaya çıkmayacağı gibi, baş kaldıran üç gencin -Hamlet, La-
ertes, Fortibras- tamamlanmamış bir yorum içinde ele alınmaması da
özü bulanıklaştıran nedenlerden en önemlisidir. Bu yozlaşmış düzen
içinde, öldükten sonra ırmakta sürüklenip gittiği gibi, sürüklenen Op-
helia yalnızca babasına bağlı, babası öldükten sonra da aklını yitiren
bir genç olarak incelenmemelidir. O Hamlet'in "beyninin gözleri" nde
yarattığı maraz sevginin bu düzen içindekisimgesidir. Önceleri bu saf,
bu el değmemiş sevgi, Danimarka'daki düzenin boğucu havası içinde
kirlenmiş, hastalanmıştır.
Hamlet tragedyası Shakespeare'in en ince ve zor oyunlarından biri,
Hamlet kişiliği de bu büyük yazarın en içine kapanık, çok yönlü bir
kahramanıdır. Hamlet'in, belli bir psikolojik açıyı ön düzeye alarak in-
celenmesi bu kişiliğe yalnızca tek bir yandan bakmak demektir. Başka
deyişle bu Hamlet'in kişiliğini eksik bırakmak olur. Çünkü onun bir
değil, bir çok psikolojik yönelişi vardır; ve bu psikolojik yönleri Ham-
let karakterinin bütünlüğü içinde göstermek için de onun davranışları
ön düzeye alınmalıdır. Ancak o zaman Hamlet'in karakteri ortaya çıkar.
Davranışlar çeşitli psikolojik gelişimlerin sonuçlarıdır. Bu zor karak-
teri sonuçlandırmak için de birbirini tamamlayan psikolojik gelişim-
leri bütünleyen davranışlar üzerinde durmak doğru olur. Zaten çağdaş
insanı yansıtabilecek b~r Hamlet de ancak davranışlarıyla anlaşılabilir.
SClDLLER'İN "WALLENSTEIN" TRAGEDYASINDA
suç VE SUÇSUZLUK SORUNU
mese de, yüreğini kendisine açmış olan bir dostun güvenini sarsmış,
sonra da inanç dolu, barışçıl, insancıl bir dünyaya politik hesaplar'
sokmuş oluyor, "devlet sanatı" uğruna, insanlık üzerine kurulmuş olan
değerleri yıkıyor. Böyle bir tutum, ahlak değerlerini göreliğe (izafiliğe)
götürür, ölçüsünü de gene oğul ile baba arasındaki bunalım verir.
Oğul, babasına şunları söyler:
"Başkomutan, sana içtenlikle
kötü bir erek için yüreğini döktü, diyorsun...
Sen de onu, iyi bir erek için aldatıyorsun!
Söyleme artık yalvarırım, benden dostumu
çalamazsın; bana da babamı yitirtme!"(V. I)
İyi ve kötü ereklerin birbirlerine zincirlenmesinde, bütün eylemler,
suç olur; çünkü doğru olmayan düzenlerin "politik". havası, yalnız
yasanın ve kamu vicdanının doğru bulduğu' hakkı, haksız yapmaz,
aynı zamanda arı, insancılolanı da yalanla zehirler. Öte yanda da,'
aşağı ve kötü olana sarılan politik eylemin "gerçekçi" yargısı, Wallen-
stein'i olduğu gibi, Octavio'yu da mazur gösterir; çünkü "devlet sanatı"
her ikisini de, birini dünya sahnesine kıral, ötekini de başkomutan ola-
rak çıkmak için, her ne pahasına olursa olsun zorlar. Wallenstein'in
etrafına kurulmuş olan tuzaklar, onu adeta "ihanet"eiter: İmparato-
runa karşı, düşmaniyle birleşecektir. Bunu, ahlak alanında, hep arı ve
ince duygulu kalan, aldanmadığına da güvenen Max, kavrayamaz.
Babasına şöyle der:
"Evet, sizler, suçlu olmasını istediğiniz için,
Onu daha da suçlu yapabilirsiniz!" (V. 3)
Wallenstein'e bağlı kalan Generaller: Terzky ile İllo, İmparatora karşı
eyleme geçmesi gerekirken duraklayan Başkomutanlarını, davranması
için zorlarlar: Şölen hazırlarlar ve subaylarının önüne k()şullu bir bağ-
lılık planı koyarlar. Karar şudur:
"İmparatora ettiğimiz yemin, yararlı olacağı ölçüde
Kanımızın son damlasına değin savunacağız!" (IV, I)
Bir de bu koşulu çıkartıp, planın bir kopyasını hazırlarlar. Şölen sonun-
da da mutlu içki sarhoşlukları içinde iken, subayların önlerine, imzala-
maları için koyarlar. Hepsi imzalar, yalnız Max bunu gereksiz bulur.
O, Wallenstein'in kızını sevmekte ve Başkomutanına tapmaktadır.
Onuniçİn İmzanınne gereği vardır? İllo, Max'ın imzalamamasına öfke-
lenİr ve çıkarmış olduğu koşul cümlesini ağzından kaçırır. Şimdi İşte
SCHILLER'İN "WALLENSTEIN" TRAGEDYASI 129
herkes duraklar. Octavio ise içinden, oğlu Max'ı bile kendi yanında gö-
rür. Wallenstein de, Viyana Sarayı'nın güvensizliği yüzünden, önceleri,
üzerinde çokça durmadan "olabilir" diye düşündüğü ve planladığı bir.
eyleme zorlanır. İmparator için şöyle der:
"Onun bana artık güveni kalmadı.
Ben de işte artık geri dönemem!"
Wallenstein'in, düzeni değiştirmek için verdiği karar, hayal gücünde,
suç işlerneğe değin götürür. Bu kararda, doğruluğun "iyi vicdan"ı
yoktur. Ama, Schiller, bunu da bir biçim1e yükseltir: Schiller, ne Wal-
lenstein'i, ne de Octavio'yu alelade bir "hain" yapmaz. Max'ın, ken-
disini babasına karşı savunması, babasının da oğluna duyduğu sevgi,
bencil babayı sıcak ve insancıl çizgilerle gösterir. Onun İmparatora olan
ilişkisi -bilinçli karşıt olarak- dostluk ve bağlılık üzerine değil, "ikti-
dar" ve "fırsat" üzerine kurulmuştur. O, İmparator adına, taht adına,
ülkede, kurulmuş düzen önünde yapılması gereken işleri yapar; Düka
mantosunu da, "cinayet" denilebilen hizmetlere borçludur. Burada da
gene ahlak kavramları zayıflamakta, İmparatorun buyruğuüzerine
yapılmış kötü işler "iyi" sayılmakta, İmparatorun aleyhine yapılacak
olanlar da "cinayet" diye nitelendirilmektedir.
Hak ve haksızlığın birinden ötekine geçen bu suç sorunlarının
zincirinde, Wallenstein de vardır. Wal1enstein, insanları, "figür" ola-
tak kullanır; bununla da her birinin onurlarını kırar. Bu büyük hesap-
çının hesabı bıraktığı ya da yan.lış hesap ettiği yerde, Octavio'ya olan iliş-
kisinde olduğu gibi, yalnız dostluklara güvenmesi trajiktir. Tersine de: .
Gerçekçi olarak insanları kullanmak, onlardan faydalanmak istemesi,
kendisini de uçuruma sürükler, kişiliğine daha sıkı bağlayabilmek için
dragon şefi Buttler ile iki türlü oyun oynar. Bu da gene, bir yalan do-
lan oyunudur. Wallenstein'i, kendisinin erişmek istediği ereğin tam ters
ucuna götürür: Buttler Wallenstein'e bağlanacağı yerde, onuru kırıl-
dığı, aldatıldığı için, onun korkunç bir karşıt oyuncusu, hatta katili
olur.
Schiller, kişilerini hem insancıl, hem de politik ilişkileri içinde,
çok karışık dokumuştur. Bunun için de bu ilişkileri ayrı ayrı ele almak
gerekir:
1. Wallenstein'in baba oğul Piccolomini'ler'le olan ilişkisi,
2. Wallenstein'in İmparator ile olan ilişkisi,
3. Wallenstein'in Buttler ile olan ilişkisi.
130 MELAHATÖZGÜ
Ve devamla:
"İsveçlilerden bana ne? Ben onlardan,
cehennem bataklığından tiksinir gibi tiksiniyorum;
yakında, onları Baltık Denizi'nin ötesine püskürtmeyi düşünüyorum.
Benim için söz konusu yalnız 'bütün'dür. Bakını
Benim de bir yüreğim var,. Alman ulusunun yakınması içimi
burkuyorl" (III, 15)
SCHILLER'İN "WALLENSTEIN" TRAGEDYASI 131
sında kendisini, bir çok ödevlerle döğümlenmiş görür. Onun şimdi iki
şıktan birini seçmesi gerekir:
1. Çok sevdiği Başkomutammn babaca düşünülerinin önderliği-
ni mi seçsin? Yoksa babasına olan bağlılığını mı yeğlesin?
2. Vicdaniyle sorumlu bulunduğu İmparatoruna mı bağlı kalsın ?
Yoksa sevgilisinden mi ayrılsın?
Böylesine açılan yüreğinin, sonunda, kendisine, öz sesine
güvenini de yitirme tehlikesi vardır. Kaderi ve yüreği şimdi
karşı karşıyadır.
Max itiraf eder:
"Pek çok güvendim ben yüreğime,
Şimdi de sendeliyorum, ne yapacağımı bilemiyorum !" (III, 21)
Birbirine karşıt yargılar arasında, ikisinden birini seçmek zorunda kal-
ması, kendisini, bu dünyadan el çektirecek olan acılı yol üstünde bul-
durur: İmparator, ordusunda, İsveçlilerle savaşır ve şehit düşer. Ne
yapacağımbilmeyen şaşkın ülkücü kahramamn sonudur bu. Ülkücü
anlayışın hakkım verir ama, politika bakımından anlamsız bir ölümdür.
Schiller'e göre, eylemdir insam yapan. O zaman eylem de, ülkücü var-
lığı kurban eder: Arı vicdan, ancak gerçeklerden vazgeçmekle koruna-
bilir. Ülkücü olan, kendisini özverilikle kurtarabilir.
"Karal$:ter" ve "kader" karşıtlığında gdişen olaylar gene zorunlu
olarak "karakter" ve "kader" birliğine götürür. İnsamn eylemi, onun
kaderidir. Kader, insam düşüren bir güç, bir eylem oluyor ve insamn
karakterinden doğuyor. Özgürce eyleme geçişte, varlığı üzerinde ka-
rar veriyor. Olayların zorunlu. oluşu, bunları yapan insanların birarada
gösterilişi, oynamşı, tragedyayı kuruyor. Zorunluğun ölçüsü, güçlerin
yavaş yavaş egemen oluşunda beliriyor. İyi ve kötü diye ayırmıyor
Schiller insanları ya da olayları; mükMatlandırılacak ya da cezalandırı-
lacak diye bir yargıya da varmıyor. İnsamn her türlü davramşlariyle,
bu davramşların sonunda duyduğu acıyı, kendi içinde, kırgınlığı için-
de gösteriyor. Max ile Wal1enstein, yalmz değillerdir. İkisi de, belli
insanların çevresi içindedirler. Her ikisi de bir dünya felaketinin tem-
silcisidider. Birini arı bir anlayış, ötekisini de dolambaçlı bir politika,
yenilgiye sürükler. Max ile Wal1enstein arasındaki anlaşarnamazlık,
her birinin yaptığı ayrı ayrı seçimden ileri gelmiştir:
MAX Kendisine bağlı kalmayı ve özgür olmayı
seçmiştir.
W ALLENSTEIN Tehlikeli ve ölüme eğğin politika eylemini
seçmiştir.
134 MELAHAT ÖZGÜ
ILLO,bu suçu, çıkar için elverişli bir durum olarak görür. Fortu-
na'nın (Kader'in) şansını yakalamak, vicdansızca erişilen ereği izlemek
gerektir, der.
DüşEş, Wallenstein'in İmparator'dan ayrılmasını, ölçüsüzlük,
korkunç bir tutum olarak nitelendirir.
GORDON,alt ve üst karşıtları çarpıştırmaktan kaçınmak, alçak
gönüllülükle, bulunduğu durumdan yakınmayan insan, kendi yaşamı-
nın biçimine sığınmalı, der.
MAX da yüreğinin kaymayan sesiyle "arı aklın" nedenlerini anla-
yamadığını söyler.
W ALLENSTEIN'inkendi eylemine karşı olan tutumuna gelince:
Böyle bir davranış için, onun hayat görüşüne bakmalı. Böyle bir eyleme
girişmekle o, kaderini sağlamış oldu. Yüreğinin güvenli köşesinden
ayrılınca insan, güven vermiyen aldatıcı güçlerin eline düşer.
Üçlü eserin üçüncü bölÜmü olan "Waııensteİns Tod" (Wallenstein'in
Ölümü) bunu açıkça monoloğunda söyler:
"Ya senin yapmak istediğin nedir,
bunu kendine sordun mu hiç?
Sen kıralolmak istiyorsun, erinçlikle, güvenle
zamanın kutsallaştırdığı,
alışkanlığın temeli üzerinde duranı
ulusların suçsuz, çocukça inanışlarının
binlerce kök saldığı
tahtta oturanı sarsmak istiyorsun!
Gücün güce karşı savaşı değildir bu.
Korkutmaz beni. Görebildiğim,
kavrayabildiğim her kişinin,
dolu yüreğiyle yüreğimi alevlendiren
her düşmanın karşısına çıkabilirim.
Yalnız ne var ki, içten pazarlıklar,
korkunçtur, titretir yüreği.
Canlı, güçlü gösteren kendisini
tehlikeli değildir benim için!
Bugünkü alışkanlıklar, dünküler,
her zamankiler, durmadan dönenler
hep geçerli olduklarından, yarın da olacaklardır;
bu da tehlikelidir; tehlikelidir, çünkü insan
alışkanlıklariyle yoğrulmuştur,
SCHILLER'İN "WALLENSTEIN" TRAGEDYASI 137
ı6 Oskar Jiiger: "Geschichte der neueren Zeit" Neubearbeietet von Arnold Reimanri
ı926. Vrlg. Velhagen und Klasing. S. 312, "Katastrophe Wallensteins" 1634.
Schiller: "Wallenstein'in Ölümü" Gustav Gründgens
Deutsches Schauspielhaus, Hamburg. Foto: Rosemarie Clausen, Hamburg.
Ölümü'nün 100. Yıldönümünde:
muştur. Aşık olduğu adam, Phaon, bir Yunanlıdır. Onu, şimdi kendi
yurdu olan Lesbos'a (Midilli adasına) getirir ve burada onu kazanabi-
leceğini umar. Oysa Phaon, bu kadın şair için aşk değil, yalnızca bir
saygı duyar. O, Sappho'nun genç ve güzel kölesi olan Melitta'yı sever.
Acı ve ezici kıskançlık içinde Sappho, kölesini başka bir adaya sürmek
ister. Ama, Phaon, maksadı anlar, Melitta ile birlikte kaçar; Kaçanla~,
bir kıyı kenarında, balıkçılar tarafından yakalanır ve geri getirirler.
Phaon'u elden kaçırmamak için planlar kurmuştur Sappho. Ama, bu ara-
da, birdenbire, suçunun kendinde olduğunu idrak eder; çünkü o, hem
sanat, hem de hayat aşkını birden istemiş, hiç birinden vazgeçememiştir.
Yaşama hırsı ile sanat görevi arasındaki bu ikilem, onuölüme sürükler:
kendisini kayalardan denize atar.
"Sappho" dramı, bir "sanatçı tragedyası" dır. Bu da gene kade-
rin tek yanlı oluşunu bir sızı halinde duyuştan doğmuştur. Sappho'-
nun dünyası, bir gerilim dünyasıdır. Karşıt duyguların birbirleriyle ça-
tışması yaratmıştır bu gerilimi, istek ile zor arasından doğmuştur. Se-
ven kişi, kendisini sevgide eritrniştir. Burada yalnız edebiyat bakımın-
dan değil, ayni zamanda oyun bakımından da erişilmiş bir şey vardır:
Antik ile Modern yaşamın, klassisizm ile naturalizmin bileşimi olmuş-
tur bu dram. Kindermann buna "Avusturya müzikalitesi" diyor. .
Sophie Schröder, Sappho rolilnde, yeni olanı, Schiller'den uzak-
laşan Grillparzer tarzını iyi kavramıştı. Bunun için de klasik-romantik
tiyatroyu iyi bilen rejisör August Klingemann, Sophie Schröder'in
Sappho oyununu şu sözlerle saptar:
"Her şey, hayat ve duygu idi. Her sözünde bir ruh vardır ve yürek-
lere yöneliyordu. Boş, güzel konuşmaya dalıp soğuk ve parlak bir
yankı yapmadan söylüyordu .... Rolün söz kısmı kadar mimik de işlen-
di ve sanatçı sustuğu yerde bile oynadı; dinlerken bile çok kez, söy-
leyenlerin üstüne çıkıyordu". 3
Bunun1a Sophie Schröder'in Burgtheater'in o zamanki Iphigenie'si,
Phadra'sı ve Elisabeth'i, Grillparzer sayesinde, o zamana dek Burg-
theater'in tragedya üslübunun "soğuk ve parlak güzel konuşmaları"
uygulamaları aşmıştı. .
Wilhelmine Korn da başka zamanlar, modern oyunlarda, neşeli,
tasasız, genç kiz rollerini oynadığı halde, burada, baştan edalı olarak
ortaya çıkması gerektiğine inanmıştı, ama, son provada, Grillparz~r'in
kişisel öğütleri karşısında, Melitta rolünü öylesine doğal ve Grillpar-
3 A. Klingemann: "Kunst und Natur" Brauıischweig 1819--1829, Bd. II, s. 234 ff.
148 MELAHAT ÖZGÜ
zer'in sonraları anlattığı gibi: öylesine sevimli oynamış ki, onun kanı-
sına göre, o gece, oyun tacını, Wilhelmine Korn giymiş.
Yeni olan: Viyana gevşekliğin ve canlılığın şimdiye dek Burgthea-
ter'in tragedya oyunlarının "yüksek üslübu" na girmesi,. seyirciler
için bir sürpriz olmuş. Halk, bu yeni olanı öylesine kavramış ki, tem-
sil aralarında bile alkışlar kesilmemiş. Schreyvogel de not defterine:'
"Bütün kent 'Sappho' yüzünden kaynaşmaktadır!" diye yazmış.
Medea, bir barbardır. Jason ise bir Yunanlı. Jason'un, yabancı ülkeye
. attığı ilk adımı, iki ayrı dünyanın birbiriyle teması oluyor. Ka~er, bu
Yunanlı erkek ile barbarkadının daha ilk karşılaşmasında kendisini
sezdirir.
Kolehis.: Mitolojik bir ülke, ilkel ana dünyadır, daimonik doğadır.
Eski-Yunanistan: Terbiye ve ahlak ülkesidir, düzendir, kültürdür.
Bu iki ülke, "menşei" ve "gaye" gibi durur karşı karşıya. Karşıtlar,
büyük çapta ve dramatik düşünülmüştür.
diler. Bu da çok şey söyler: Onun "M~dea" sı, tamanlamiyle trajik bir
oyundur. Sonunda da suçu idrak etme vardır. Çıplak, acı yaşamı an-
lamak vardır:
Dir scheint der Tod das Schlimmste;
lclı kenn' ein noch viel .Iirgres: elend seiil.
Türkçesi:
"Sana ölüm, en kötüsü olarak gürünüyor.
Ben ise çok daha kötüsünü biliyorum: yoksul düşmek". (V.)
Jason, yanlız kalır, kadınsız, çocuksuz kalır ama, Medea da, kendisin-
denvazgeçer.
Böylesine duygulu, şiirli bir oyun için Grillparzer'in Burgtheater-
Ensemble'inden beklediği bir çok şeyler vardı. Psikoloji yönden çok
yanlı bir oyun sanatı istiyordu o ... Sophie Schröder Medea rolünde,
oyunun sonunda, amansız öç alan kadımn katılığında çok başarı gös-
termişti. Başlangıçtaki genç, seven, kendisini veren Medea'yı oynaya-
mamış. O, gerçi, karar vereceği anda da, Kolehis ile Yunanistan'ın
yaşam biçimlerinin trajik karşıtlığım parlatabilmiştir. Bunu, Grill-
parzer kendisi şöyle anlatır:
"Bu oyunda, trajik olanın temelinde büyük bir ayrım var!"
Laube de Sophie Schröder'in özelliğini şöyle belirtmiştir:
"Onun gücü, güçlü bir irade gücü idi. Güçlü kararlardan dahada
güçlü idi." 4
Sonra da o, çocuklarım öldürdükten sonra sütunlar arasından çıkı-
yor, Grillparzer'in anlatışına göre de:
"Sol elinde bir kama, yukarıya doğru kaldırdığı sağ eliyle de sus-
malarını buyuruyordu." -
Bu jesti, yazar kendisi, kalemle çizdiği bir desende saptamıştı. (Res. 3)
Sophie Schröder'e de bu sahne, çağdaş bir gravürden verilmişti. Grill-
parzer'in isteği, Medea;mn değişmesinin nedenlerini vererek üçlü oyu-
. nun üçünün birden oynanmasiydi ama, Sophie Schröder bunu başara-
mamış. O, yalmz, Laube'nin anlattığına göre, kendisi yaşlı olduğundan,
Medea'mn, genç, güzelolduğuna işaret eden yerleri çıkarmıştı. O, he-
nüz daha, iki yanlı bir oyunu oynayamıyordu. Bu da işte Grillparzer'in
dramlarının sahne sanatçılarından istedikleri, isteklerinin gerçekleş-
tirilmesini imkansız kılıyordu. Schreyvogel zamamnın oyuncuları, yal':
4 H. Laı,ıbe: "Da,ş Burgtheater" Wien 1868, Bd. l, s. 166,
152 MELAHAT ÖZGÜ
olmak için evlenen Kıral, ülkesini ve ailesini unutarak yalnız Rahel ile
ilgilenir. Bunun için de Kıraliçe ve devlet büyükleri, bu güzel yahudi
kızını öldürrneğe karar verirler. Kızın cesedi karşısında, Alphons, gene
kendine gelir, hatta, kızın katillerini bile affeder ve onlarla birlikte, düş-
manlarına karşı, ülkesini oğluna devretrnek üzere, savaşır ve kurtarır.
Sorunu, ortaya koyuştaki ve insan portresini çizmekteki yenilik,
Rahel rolünü oynayacak olan Charlotte Wolter gibi büyük bir kadın
oyuncusunu bile şaşırtmış. 'Rahel rolünü nasıl oynayacağım diye dü-
şünmüş uzun uzun ... çünkü iki cepheli bir oyundu Raheloyunu!
Yalnız o zamanlar, Burgtheater'in salon kahramanı ve Lessing'in
Tellheim rolünü büyük bir başarı ile oynamış olan Sonnenthal, Kı-
ralın karakter portresini, tavırlarını ve sözlerini iyi verebilmiş.
Grillparzer'in, her zaman için istediği bir şey vardı: Ruh değişi-
minin ifadesini, insanların birbirleriyle olan temaslarından gelen deği-
şimleri verebilmek...
"Libussa" adlı tragedyası da, Bohemya efsanesinden alınarak iş-
lenmiştir. Libussa, Bohemya Kıralı'ııın üç kızından biridir. Yarı kahin,
yarı orman perisidir. Babasının ölümünden sonra, Bohemya Kıralıçası
olarak devlet ve aşk işlerine karışır. Kendisi yumuşak ve hoşgörürlükle
yönetir ülkesini. Ama, sevdiği adamla evlendikten sonra, kocası Pri-
muslaus, onun bu doğa güçlerine olan ilişkisine son verir. Oysa Libus-
sa, bu güçlere dayanarak, insanları, her birini ayrı ayrı yönetiyor, her
birine başka başka davranıyordu. Şimdiise bu mitolojik çevreden uzak-
laşır ve kocasının yanında, onun Bohemya halkını nasıl yönettiğini iz-
ler. Kocasının biçimlendirdiği devlet, ona aykırı gelir: Kocası toplum-
cuclur, kendisi ise bireyci.. Eşit hakları, eşİt durumları, eşit insanları,
Libussa can sıkıcı ve anlamsız bulur. Böyle bir ülkeyi yönetmek,
onun gücünü aşar. İç ve dış çatışmalar içinde, peygamberimsi bir eda
ile Çek halkının kaderini önden söyleyerek mahvolur. Libussa'nın
ölümü, kadın egemenliğinin sonunu ve gelecek hukuk devletinin baş-
langıcını vermiştir. '
"Libussa" da gene ilk kez, Burgtheater'de oynandı (1874). Oyunu
son perdeye dek, hemen hemen bütün seyircilerihayranlıkla karşılamış-
lar. Yalnız eleştirmenler, oyunun komedya ile başlayıp sonunun tra-
gedya ile bitmesini organik bir bütün olarak sayamadıklarından,
Charlotte W olter de baş rolde, sonun trajik kehanetini daha baştan
belirttiğinden, oyun şöyle yargılandı:
FRANZ GRILLPARZER'İN TİYATRO İLE İLİşKİ 161
i .
162 MELAHAT ÖZGÜ
Resim 2: "Sappho", Yakalama Sahnesi, Burgtheater, ilk temsil (1818) Sophie Schrö-
der, Maximilian Korn ve Wilhelmine Korn, İmzasıs bir baskı. Avusturya Milli Kütü-
hane, Resim Arşivi.
Resim 3: "Medea" ıv. Perde, Son Sahne. Grillparzer'in kendi çizdiği resim. Burg-
theater, ilk temsil 1821. Viyana, Tarih Müzesi.
Resim 4: "Rüya, bir Yaşam" IV. Perde, 5. Sahne. Burgtheater'de ilk temsil (1834).
Kıral Sarayı'nda bir salon: Antani. De Pian'ın dekoru. kişiler: Sağda, Rustan (Löwe)
ve Zanga (La Roche). Ortada Günare (Antonio Fournier). Solda, İhtiyar Kaleb
(Heurteur). Kostümler: Philipp von Stubenrauch'un. Geiger'in renkli baskısı. Bauer-
les Theaterzeitung'un Resim-Galerisinde, yıl 1834. Avusturya Milli Kütüphane,
Resim Arşivi.
BİR TANZİMAT OPERETİ: "PENBE KIZ"
METİN AND
..
164 METİN AND
Birinci Meclis
(Penbe yalnız, set üzerinde)
Müzik solo
Penbe - Ruhefza-yı Kainatsın
Pek latifsin ey bahar
Mevsimin mucib-i-ferahtır
Hem cınana neŞ'e-bar
Açılmış güller sünbüııer
Andeliban nağınesaz
Can katar cana hubüb
Ettikçe bad-i müşkbar
(Müzik ile oynar. Tekrar soloyu söyler)
Penbe - Of! ne kadar içim sıkılıyor. Ey, bu kardeşim hala gelmedi.
Böyle güzel bir havada eğlenceli bir günde nerede kaldı? Ne ce-
henneme gitti. Deminden beri tepede bekliyorum. Şimdi nerde ise
bizimkiler yola çıkarlar. Ah sana ne diyeyim, Ey? bu senin gibi
kardeş olmaz olsun.
(Sağ tarafa bakar)
Hah odur. İşte bayırdan iniyor. Hey İbo! İbo! Buraya gel!
Buradayım, sesime gel.
İkinci Meclis
İbo- (Girer) Geldim, Penbe geldim. Beni dinle Penbe.
Penbe - Seni dinlerneğe vaktim yok. Herkes giyinmiş, kuşanmış,
cüubüşe gidecekler, biz daha gideceğiz de hazırlanacağız oh ba-
bam oh.
İbo- Sen beni dinler isen bize cünbüşün münbüşün lüzumu yok.
Penbe - Çabuk ol söyle bakalım niye böyle telaş ediyorsun? .
İbo - Bu gün burayabir mirasyedi gelecekmiş.
Penbe - Ey bundan bize ne, a koca Çingene?
İbo - A yine sızlanma da sözümü bitireyim.
Penbe - Söyle bakalım.
İbi - Bizim ölen tosunun şehirde bir kaç kişide alacağı var idi. On-
ları toplamak için şehre gitmişdim. Herkesin ağzında bu. Akşam o
beyin buralarda bir eğlence yapacağım söylüyorlardı. Kayıklar
donanmış, yemekler hazırlanmış, hemen yola çıkmak üzere imiş-
ler. Mirasyediymiş, çokparası varmış. Aman Penbe fıkaralığa
,
paı;!¥1'*r7;""""~PB--;";;'"""":""""""""~"'" ',.'",;"ifE""''''~~~'.~'
, -;,~.,
," '
İKİNCİ PERDE
(Sahne: Çayırlık Geride bir çergi görünür.)
, Birinci Meclis
Memo-Çingeneler-Esma-Ayşe Kadın
(Çolak çergide, uykuda. Demir döğerler, sepet, süpürge yapmakla
meşgulolurlar)
Müzik-Umum
Servet-i samammız' yok
Örs çekiçtir varımız
Gayrı bir san'atımız yok .
Demir dövmek karımız
Erkeğimiz demir döver .
Körük çeker karımız.
Sıkılmayız hiç bir şeyden
, Yok cıhanda arımız
Izkara maşa yaparız '
Ucuz ucuz satarız.
Memo - Ey çocuklar yaparız, satarız demekle iş bitmez, üzüm vakti
yaklaştı, yarın öbürgünesnafın hepsi sepet ister. Ne vereceğiz yal-
mz kuru kalabalık meydana iş çıktığı yok, şehre gidecek ıskara,
maşa ateş küreği bitti mi? 500 çift süpürge lazım, onların hepsi
bağlandı mı? Ne gezer böyle iş görülmez. Kız Esma dün sen ma-
halleye çıkmıştın, ne yaptın satışı?'
Esma - Kendime bir iskarpin aldım. Ayağıma giyeceğim.
Memo - Oh ne a~a,iskarpin almış, bari bir de araba al da seyre çık,
çingene1iğini unuttun mu be?
Esma - Camm sağ olsun.
<." \
birlikte bizim İbo olduğunu ve kendilerini kibar bir aile diye beye
yutturduklarını anladı:ı'h.
Memo - Aferin Korteş bize iyi bir haber getirdin.
Tabansız - (Gülerek) İşte Çolak bu tarafa geliyor.
Çolak - (Gelerek) Evi öğrendim, şehirde Kani bey midir, Kami bey
midir? Nedir onun evi hem de zannedİyorsam bizim Penbe de
orada.
Memo - Ya ... !
Kızılkurt - Çeri Başı durmayalım, gidelim Peiıbe'yi getirelim.
Memo -'- Evet durmayalım. O. İbo da rezil olsun.
(Cümlesi gitmek için hazırlanır/ar)
Müzik
Umum (Koro) ,
Çingene derler ki bizim adımız
Herkesi hoş eyler olunca yadımız
Kim bizi sevmezse pişman olur
Çünkü pek yamandır intikamımız.
Kızılkurt (sola)
Haydi gidip şunları getirelim
Andan alıp çergeye getirelim
Kahramandır kabilemiz, kahraman.
Perde İner
. Üçüncü Perde
(Sahne: Konak bahçesi. İki taraflı saldalyaler. Solda bahçe kapısı)
Birinci Meclis
İbo - (Yalnız. Şık giyinmiş, boynunda kıravat, gözünde gözlük, san-
dalyede oturmuştur) Kıyafetim düzgün, konuşmamı da düzeltsem
ne iyi olacak, konuşurken ödüm kopuyor. Eğer çingene olduğumu
anlarlarsa bizim altınlar gidecek. Ah Penbe başıma ne işler açtın.
İkinci Meclis
İbo-Bülbül-(Sonra) Kami
Bülbül - (Gelerek) Vay maşallah kayınça beyerken kalkmışsınız.
İbo - (Kendi) Eyvah şimdi konuşmamdan anlarlarsa halim harap
(Aşikar) Erken kalktım da burada oturuyorum.
Bülbül - Aman efendim zatıalinizin mizac-İ tab-ı Hitif-İİçin neler
ihzar buyurdular?
İbo - Ne kadar kalabalık davet etmişsiniz. Saatçi Ali, Mezarcı Tay-
yip, Hasırcı Latif. Bunlar hep düğünde mi bulunacak?
Bülbül - Efendim bunlar davetli değil et'ama-i nefise
178 METİN AND
,
ıso METİN AND
Öğretim tJyemiz:
MAX MEINECKE KÜRSÜMÜZDE
(1965 .:. 1970)
2. Okuma provaları: Her öğrenci, oynayacağı rolünü okur ve seslendirme işlemi ger-
çeklendirilirdi. Bu sırada da tonlamağa dikkat eder, gereken yerlerde açıklamalar yapar,
nedenini, biçimini vermek için metin incelemeleri yapardı. Sonunda da sesleri banda aldı-
rırdı.
3. Okuma provalarından sonra mis-en scene (sahneye uygulama) gelirdi. Sahnede
dekorların aksesuvarların yerlerini gösterirdi öğrencilere ..
Teknik alanda: Her bir öğrenciye bir görev verildiğinden, öğrenciler, dekor, maske,
perüka aksesuvar ve ışık gibi teknik işleri tamamlarlardı.
Bütün bu bölümlerin çalışmalarını da idare bölümü ayakta tutardı.
Böylece normal bir tiyatroda uygulanan iş bölümünü, Deneme Sahnemizin Toplulu-
ğuna da uygulatırdı Max Meinecke; uygulatırken de reji defteri tuttururdu.
ReJi Defteri: Meinecke, iki türlü reji defteri tanırdı:
ı. Rejinin ön plan defteri: Bu defteri, Meinecke, provadan önce, provaya hazırlık ol-
mak üzere kendisi tutardı. Buraya, her sahne üzerinde temel düşüncelerini yazar, kişilerin.
giriş ve çıkışlarını çizgilerle gösterirdi. Provaların temeli de onun için bu defterdi.
2. Reji defteri: Bu defteri, provalarda reji asistanlığı görevini verdiği öğrenciye tut-
tururdu Meinecke. Bu öğrenci, sahnede geçen her şeyi bu deftere işlerdi.
Bu iki reji defterini Meinecke, rahat ve yöntemli bir çalışma için gerekli bulurdu.
Aynı zamanda tiyatro sanatı araştırmaları için de bir rejisörün sanat anlayışını, düşünüşü-
nü ve çalışma yöntemini gösterdiğinden çok yararlı bir kaynak olurdu.
Reji defterinde, iki türlü işaret verdirtirdi Meinecke:
1. Nereden nereye? Niçin ve nasıl? sorularını cevaplandıran işaretler,
2. Teknik işleri gösteren işaretler.
Birinci, soruların işaretlerini gösterirken de üç noktaya dikkat ettirirdi:
ı. Hareketlere ve jestlere (yerleştirmelere),
2. Psikolojik motif/ere ve durumlara,
3. Yüz (mimik) ve ton deyişlerine.
Teknik işaretlere gelince, bunlarda d~ gene üç noktaya ~ikkat ettirirdi:
1. Sahne ve dekor durumuna (giriş çıkışlarda),
2. Işık durumuna ve değişimlerine,
3. Müzik ve gürültü efektlerinin yerli yerlerinde yapılmasına.
Çalışmalar bittikten sonra, çalışmaya katılan her öğrenciden, kendi alanındaki ince-
leme ve araştırmaları özetleyen birer yazı (ödev) isterdi. Temsilin programı ile birlikte bu
yazıları, bir dergi halinde, temsile gelen seyircilere sundururdu. Öğrenciler için de bu dergi,
bir öğretim aracı (kaynak) olurdu.
Max Meinecke'nin amacı, sahneye koyduğu bu üç oyunda da, öğrenciler arasında oyun
araciyle birlik, beraberlik içinde çalışmalarını sağlamak, oynarken öğretmekti. Onun bu ça-
lışmaları, genellikle tiyatronun öz yapısına uyuyordu. Böylece oyunlar, hem yazarlarının
çağında hangi temel düşüncelerle sahnelendiği incelenmiş, Kürsümüzün sahne olanakları
içinde yüzyıllık bir klasik eserin kendi özellikleri gözden kaçırılmadan ve günümüz
açısından nasıl oynanacağı üzerinde çalışılmış olurdu.
Max Meinecke'nin özel yeteneği, onun pratik bir tiyatro adamı ve aynı zamanda iyi
bir öğretici oluşundadır. Rejisör ve dekoratör olarak da ondauzun yılların tecrübesi vardı.
184 ENSTiTÜ ÇALIŞMALARI
Çalışmaları disiplinli, yöntemli idi. Tam onsekiz yıl yurdumuzda çalıştıktan sonra artık
yurt özlemine dayanamamış olacak ki, kendi isteğiyle 1 Ekim 1970 tarihinde Fakültemiz.
den ayrıldı. Kendisine bu yararlıkları dolayısiyleTiyatro Kijrsüsü Öğretim Üyeleri ile öğ-
rencileri teşekkürlerini sunarlar..
Tiyatro Kürsüsü Profesörü
Dr. Melahat ÖZGÜ
ginleştirmiş, halkı, bir çok güzel, unutulmaz "Söz söylerken, tempoyu ve tonu de-
temsillerle etkilemiş, Brahm'ın tek yönlü ğiştirerek insanları kavramalı... Ko-
naturalist repertuvarında, büyük oyuncula- layca, ama vurguları yerlerine oturta-
rın içgüdüleri gevşemiş, bir çoğu da yalnızca rak konuşmalı... Sözcükleri boşu bo-
düşünceyi temsil etmekten usandıkları için şuna yürütmeli; vurguları konuştur-
Brahm'dan ayrılmak zorunda kalmış- malı ... hepsini ruhla doldurmalı ... In-
lar. Bu nedenle işte, bir zamanlar, XVIII. sanlar, söyleneni dinlemek istemezler ...
yüzyıl başında Neuberin'in Alman ti- tembeldirIer. Onları yakalamak ... on-
yatrosunu geliştirmek için Hanswurst'u lara kolaylaştırmak ... düşünceleri sun-
sahneden kovduğu gibi, Brahm da, büyük mak gerekir ki, oyunu izleyebilsinler." ı
oyuncuları sahneden öylesine. kaçırmış. Reinhardt, "tiyatro" kavramı altında
Tam bu sırada da Max Reinhardt ortaya da şunu anlıyordu:
çıkar ve sahneyi oyuncuya oyun<;uyu da "Insanlar, tiyatronun dekor olduğunu
gene sahneye kavuşturur. Bu nasıl olur? söylerler ve oyunculara bakarlar. Ben
ise 'tiyatro' kavramı altında, bir metni
Reinhardt, oyuncuları, özlemle~inde
gerçekten yaşayıncaya değin, çağımı-
ve tutkularında serbest bırakırmış. Kendisi
zın havası ile doldurmayı anlıyorum;
üstün bir oyuncu idi. Naturalizmin temizle-
sözcüklerde, sözün içinde olanı anlı-
yici okulundan gelmişti. Dilde içtenlik ve
yorum ben 'tiyatro' dan" diyordu. 2
naturaliı;min ruh, can isteyen sanatını, bü-
yük çap üslııbunu manzum drama uygula- Reinhardt'ın oyuncular üzerinde de etkisi
mağa ve onunla ahenkli bir bütün elde et- büyükmüş; hem de öylesine büyük ki, on-
rneğe çalıştı. Bu sırada da hayal gücünden ları kendisine körükörüne bağlatır, koşulsuz
doğan sahne donatımı sanatından yararlan- bir güven sağlarmış. Onda,oyuncular üze-
dı. O, bütün gökyüzü ışıklarını: güneş, ay ve rine ışık saçan, hemen hemen mistik de-
yıldızları kullandı. Onun sahne donatımı nilebilecek bir hava varmış. Öğrencilerin-
da içten biçim değiştirdi. Yaratıcı olan çalış- den Eduard Winterstern şöyle anlatıyor:
.malarında o, asıl işini, sözler üzerinde dur- "Maeterlinck'in 'Pelleas ile Melisan-
makta görüyor, diksyonun prüssüz olmasını de' adlı oyununun ilk provasında idi.
istiyor, bunu da sevgi ile, titizlikle başarıyor- Reinhardt'ın, tek başına sahneye koy-
muş. Onun çok kolaylıkla düzenlediği kitle duğu ilk oyundu bu. Ben, daha bu ilk
sahneleri, provalarında çok az bir zaman günden, sanatında büyüklüğün nere-
alırmış. Döner sahnenin çıtırdaması, helezon de olduğunu sezdim: Başka rejisörlerin,
merdivenlerde konuşmalar, .seyircilerin çoş- her .hangi bir oyun, her hangi bir rol
kunlukları, oyuncuların tepinmeleri, her üzerinde belli düşünceleri vardı. Onlar,
şeyi altüst etse bile, tek bir hecenin başarısız bu düşüncelerini, oyuncuya kabul ettir-
söylenen tonu karşısında hiç kalırmış. Rein- meğe çalışırlardı: başarılı da olmaz
hardt, kaşlarını çatarak konuşma tonunu değillerdi. - Reinhardt ise, oyuncuyu
ayarlar, yanlışı düzeltir, sözlerin' prüssüz göz önünde bulundurur, ona rolü zor-
çıkması içinbir avcı gibi tetikte bulunur, lardı. Daha iyi bir deyişle: O, rolü,
gözden çok kulağa önem verirmiş. Onun ku- oyuncunun içine tıka basa doldururdu.
lağından hiç bir bozuk ses kaçmazmış, Kendisi, oyuncuyu iyi tanır, onun ye-
Reinhardt'ın kulağı, reji sanatının üstün bir teneklerini bilir, sınırlarını: darlıkları-
etkeni imiş. 1916 yılının Kasım ayında yap- nı, genişliklerini, oyuncunun kendisin-
tığı bir provada, şöyle demiştir: den daha iyi görürdü. Bunun için de
1 "Der neue Weg" 59. Jhrg. Berlin ı. Haziran 1930, No. 11, s. 216.
2 Berthold Hehr'e söylemiş. ("Der neue Weg" 59. Jhrg. Berlin,I. Haziran 1930,
No. 11. s. 215-16.
186 ENSTİTÜ .ÇALIŞMALARI
sı, Reinhardt ile güçlükle geçirdiği on yılı cuların, rejisör Max Reinhardt'a olan sev-
"çok şükür artık ardımda" der. Ama, gene gileri, ancak, onun oyuncularla olan iliş-
de, gerektiğinde, gece yarısı, yatağından fır- kisi ile aydınlatılabilir. Bütün dünyanın ti-
layıp, gün ağırmadan, saat üçte, hiç diren- yatro çevreleri, Max Reinhardt'ı, "sahne re-
meden, onun provasına, sahnesini oynamak formcusu" olarak anmakta, dünya' oyun-
üzere koştuğunu da itiraf eder. cuları da, onun reformunun dıştan değil,
Yer yüzünde hiç bir rejisör, Reinhardt'- içten geldiğini, ön planda. da oyuncu ile reji-
ın, oyunculardan istediklerini isteyemezmiş. sörün yakın ilişkisinde bulunduğunu, her
Böyle olduğu halde, her biri, onun bu istek- biri kendi yaşantılarını ekleyerek anlatırlar.
lerini seve seve yapmağa çalışmışlar. Oyun. Prof. Dr. Melahat ÖZGÜ
Kutlama Törenİ:
CEMAL S A H İ' R' i n
daima uyanık duran anlamına" geliyor. Bunun sembolik anlamı da kendisinin karanlık-
larda bile aydın bir insan oluşudur.
Cemal Sahil', 1916 yılında Macaristan'a gitmiş, Budapeşte Tiyatro Akademi'sine
devametmiştir. Birinci Dünya Savaşı bitince Viyana'ya geçmiş ve Burgtheater'de staj
görmüştür. üç yıl sonra (1919) yurda dönünce İstanbul Operet Heyeti arasına girmiş.
1922 yılında bu topluluktan çıkarak, arkadaşı ile birlikte kendi adı altında "Sahir Opereti"ni
kurmuş ve kendi yönetiminde tamamiyle Batı örneğine uygun, yabancı operetleri dilimize
çevirerek, aslındaki müziği ile temsiller vermiştir.
Meşrutiyet döneminde Türk müziğini armonize ederek yaratmış olduğu operetlerini
oynatmıştır. "Cemal Sahir Opereti"nde' batı örneklerinin aslındaki müzik ile oynanması,
halkınıizı batı müziğine alıştırma bakımından çok faydalı olmuştur.
Milli Eğitim Bakanı'nm gönderdiği
telgraf:
. 17.12.1971
Resmi bir iş için İstanbul'da olacağımdan büyük sahne sanatçımız Cemal Sahir'in
bu mutlu gününde bulunamıyacağım için üzgünüm. Nazik davetinize teşekkür eder değerli
sanatçımıza bundan sonraki yaşantısında da sağlık ve başarılar diler saygılarınuzı sunarım.
İsmail ARAR
Milli Eğitim Bakanı
Ankara Üniversitesi Rektörünün Gönderdiği
Mektup: 13.12.1971
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğüne,
Tiyatro Enstitüsünün, büyük sahne sanatçısı Cemal Sahir'in sanat hayatının 50.
yıldönümünü kutlamak için düzenlediği törene katılamamamın üzüntüsü içindeyim. Başta
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı olmak olmak üzere, müdürü bulunduğunuz
"Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü" üyelerinin ve' öğrencilerinin bu kadirbilirliliğini takdirle
karşılıyorum. Eminim ki Türk müzikli tiyatrosuna büyük katkıda bulunan seçkin operet
sanatçımız, bu bilimsel görü.ş ve takdirinizin onur verici gururunu taşıma imtiyazına maz-
har olmanın gurur verici heyecanını daima duyacak ve başarılarınızı iainançla izleyecektir.
Bu kararınızı takdirle karşılar ve sanatçımıZ1 Ankara üniversitesi adına saygı ile selam-
larım. Prof. Dr. Tahsin ÖZGÜç
yaşadığı ortam, Orhan Kemal, 'Kardeş Payı' Taşlama Açısından Musahipzade Ce-
nın malzemesi. Uygulama çalışmaları: Mit- lal'in Oyunları ve 'Bir Kavuk Devrildi':
hatpaşa Tiyatro'sunda sahneye koyuşun 21287 Sevinç Süelkan.
kısa değerlendirilmesi, dekor plan ve eskiz- Tiyatro tarihi ve Dramaturgi inceıe-
leri, genel ışık planı, kostüm çizelge ve eskiz- mesi: (112 s.) Musahipzade Celal, eserlerin-
leri, aksesuvar listesi, reji defteri, fotoğraf- deki taşlama özellikleri ve taşladığı kurum-
lar, basında eleştiriler. lar, 'Bir Kavuk Devrildi'. Uygulama çalış-
Suçluluk Sorunu ve Necati Cumalı'mn maları: Yönetmenin yorumu, sahne, ışık,
'Vur Emri': 16940 Ersan Edinç. dekor, planları, dekor eskizleri, kostüm çi-
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele- çizelge ve eskizleri, aksesuvar listesi, reji
defteri, fotoğraflar.
mesi: (57 s.) Çağdaş Türk tiyatrosunda suç-
luluk sorunu, Necati Cumalı, 'Vur Emri'nin Geleneksel Türk Tiyatro Sanatı Açı-
incelenmesi. Uygulama çalışmaları: Altın- sından Sadık Şendil'in 'Ihtilal Var'ı: 18503
dağ Tiyatrosu'nda 'Vur Emri'nin sunuluşu, Hilmi Özdemir.
rejisörün yorumu, genel dekor ve ışık plan-
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele-
ları, dekor eskizi, kostüm çizelge ve eskiz-
mesi: (88 s). Sadık Şendil, Eserlerinin tür-
leri, aksesuvar listesi, reji defteri, fotoğraf-
leri ve ortak özellikleri, 'İhtilal Var' oyunu.
lar, eleştiriler.
Uygulama çalışmaları: Sahnede 'İhtilal
Orman Köylüsünün Sorunları, 'Or- Var: Kenterler Tiyatrosunda, Mithatpaşa
manda' ve 'Büyük çınar': 16371 Yılmaz Tiyatrosunda, açıklama ve eleştiriler, genel
Şekerbay. dekor plan ve eskizi, ışıklama planı, kostüm
Tiyatro tarihi. ve Dramaturgi incele- çizelge ve eskizleri, aksesuvar listesi, reji
mesi: (41 s.) Orman köylüsünün genel so- defteri, fotoğraflar.
runları, bir orman köyünün etnolojik ince-
Batı Tiyatrosu
lemesi, Cahit Atay, 'Ormanda' oyunu, Hü- .
seyin Batuhan, 'Büyük Çınar' oyunu, iki Trajik Olan ve 'Antigone': 51775 Faruk
oyunun öz yönünden karşılaştırılması. Uy- Ersöz
gulama çalışmaları: 'Ormanda' yorum, genel
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele-
sahne ve ışık planı, dekor eskizi, kostüm
mesi. (48 s.) Tragedya'nın dOğuşu, dialogos
çizelge ve eskizleri, reji defteri, fotoğraflar.
ve hypokrites, dramatik olan, trajik olan,
Ankara Deneme Sahnesi ve' Uzundere': trajik olanın estetik yönü; trajik etki, trajik
19607 Meral Gençer. olanın evrensel yönü, trajik olanın XX.
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele- yüz y.'daki yeri, Sophokles'in Antigone'si,
mesi: (39 s.) Ankara Deneme Sahnesi, Anouilh'un Antigone'si, Trajik olanın ti-
'Uzundere'. Uygulama çalışmaları: Dekor ve yatro açısından değerlendirilmesi. Uygula-
ışık planları, dekor eskizi, kostüm çizelge ve ma çalışmaları: Kenter'lerdeki Antigone,
eskizleri, aksesuvar listesi, reji defteri, fo- ışık ve dekor plan ve eskizi, kostüm çizelge
toğraflar. ve eskizleri, reji defteri, fotoğraflar.
Köy Oyunlarında Güçlü Kadın Kişiler Toplum Sorunları Açısından Aristo-
ve 'Batak Göl': 19312 Gürbüz Özçelebi phanes'in 'Lysistrata'sı 18405 Yesari Atma~
calar.
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele-
mesi: (53 s.) Köyoyunlarında güçlü kadın Tiyatro tarihi ve Dramaturgi ince-
kişiler, 'Batak Göl'. Uygulama çalışmaları: lemesi: (81 s.) Aristophanes çağında Yuna- .
Işık ve dekor planları, dekor eskizi, kostüm nistan, Klasik Yunan komedyası, klasik
çizelge ve eskizleri, aksesuvar listesi, reji Yunan komedyasında toplum sorunu, Aris-
defteri, fotoğraflar. tophanes ve eserlerinde toplum sorunu,
ENSTİTÜ ÇALIŞMALA1U 191
Konferansıar:
Doç. Dr. Sevda ŞENER: Ölümifnün Yıl Dönümünde Cevat yehmi Başku!' Tiyatro
Kürsüsü öğrencilerinin sunacağı örneklerle (14. Nisan, Cuma 1972)
Asistan Sevinç SOKULLU: Cevat Fehmi Başkut'un Oyunlarında Güldürü Öğeleri
Tiyatro Kürsüsü Öğrencilerinin sunacağı örneklerle (21 Nisan, Curp.a 1972)
Prof. Bedrettin TUNCEL: Devlet Tiyatrosu Kurulmadan Önce Tatbikat Sahnesi'nde
Ilk Yerli Oyun (28 Nisan, Cuma 1972) .
Doç. Dr. Özdemir NUTKU: Tiyatronun Içeriği ve Seyirciye Yönelişi (5 Mayıs, Cuma
1972) ,
Dr. Metin AND: Batı Tiyatrosu ile Tanışmamızda Başlıca Etmenler (12 Mayıs, Cuma
1972)
Prof. Dr. MeUihat ÖZGÜ: Tiyatro Sanatı Alanında Bilimsel Çalışmalar (24 Mayıs,
Çarşamba 1971)
Kongre:
The İnternational Federation for Theatre Research'in 3-11 Eylül tarihleri arasında
düzenlediği Kongre'ye Enstitümüz üyelerinden Doç. Dr. Özdemir Nutku "Instruction
Methods at the Drama Department, Ankara Universityand some notes on the aim o/the Dra-
ma Department" adlı bildiri ile katılmıştır.
Bu kongreye davetli olan Doç. Dr. Sevda Şener kendi gidemediği için "The Research
Methods o/the Theatre Institute in Ankara 'University"adlı bildirisini yazılı olarak gönder-
miştir.
Her iki bildirinin özeti "Maske und Kothurn" adlı dergide yayınlanmıştır. (17.'
Jahrgang 1971, Heft 4).
who received some financial aid from the Rockefeller Foundation for this purpose. At the
beginning we also had two visiting professors from the U. S. A., Kenneth Macgowan and
Grant Redford, who held seminars in playwriting. But the essential function of this institu-
te was to collect material and to estiıblish an archive on Turkish theatre, both traditional
and modern. This institute was closed four years Iater, in 1962, by the Council ofProfessors
of the Faculty of Letters with a view to establishing a fully operating drama department,
which materialized in the fall of 1964, with Prof. Dr. Melahat Özgü (German Lit.), as its
acting head. For the inauguration Prof. Dr. Heinz Kinderman and Prof Dr. Margarete
Dietrich were invited from the University of Vienna. These eminent professors delivered
the first lectures in the newly established Drama Department. In 1969 we had our
"Institute for Dramatic Research" established.
The man who first emphasized the importance of a Drama Department at the university
is someone from outside the academic circles, Muhsin Ertuğrul, a distinguished theatre
man, generally known as the "father" of modern Turkish theatre. In 1953, he sent a memo-
randum to Istanbul University suggesting that a drama department be created within the
Faculty of Humanities. In 1956, he expressed again the necessity of university training in
the field of drama at the "First International Theatre Congress" held in Bombay. Muhsin
Ertuğrul, the grand old man of Turkish theatre is now the honorary member of the "Ins-
titute For Dramatic Research" at Ankara University.
The undergraduate curricula for the Drama Department at the University of Ankara,
are considered in three sections:
I. General background courses, such as foreign languages, Turkish composition,
education, modern Turkish history, etc., providing theoretical.and practical background
knowledge for students who plan to be future teachers in public schools. These courses are
supervised by the Faculty aıid are not restricted only to the drama students. Audio-visual
methods are used in the teaching of modern !anguages. The compu!sory courses for the
first yea.r are as follows:
Foreign Language (English, French or German) 10 units,
Turkish composition 4 units per week
Modern Turkish History 2
During the second year, students are required to do 6 hours of modern !anguages.
During third and fourth years, the following optiona! courses, main!y on educational
princip!es are offered.
II. Main courses for drama students, supervised and directed by the Drama Depart-
ment, cover the second section of the undergraduate curricuIa. In the first year there are
nine compulsory Cüurses:
History of Theatre I 2 units per week
Turkish Theatre' I
Dramaturgy I 1 unit
Text Interpretation 2 units "
History of Theatre Technique I 1 unit
Technical Drawing I
Preliminary Seminar i 2 units ' "
Recently two new courses, "Phonetics" and "Diction" are added to this list; but inst-
mction has not yet started because a qualified teacher could not be found.
In "History of Theatre I", the origin and the early history of the theatre are covered.
Ancient Greek and Roman culture are also treated in this ,course. "Turkish Theatre I"
deals with theatre, players and showmen after the Turkish İnvasion of Anatolia (l071 A.
D.), through the reign of the Seljuks and Ottomans, and until the beginning of the XIX th.
Century. Within the scope of this course imperial festivities are examined and compared
to the festivals in the European tradition. The Shadow Theatre (Karagöz), the pupetry and
improvised foIk theatre (Orta Oyunu) are also dealt with.
'''Dramaturgy I" gives preliminary and comparative knowledge on dramatic theories.
in the first semester The Poetics of Aristotle is examined, while Horace and other important
classical masters down to the beglıinings of the Renaissance are considered in the second
semester.
"Text Interpretation" deals with methods of analyzing plays from the Vİewpoint of
a stage director. Within this course characters, dialogue development, progress of ideas,
stmcture and dynamic units of the scenes are systematically studied on the stage. For this
we invite also professional actors to help us on the stage. This course is the first step to
advanced "Production" course, which starts first in the third year.
"History of Theatre Technique I" and "Techıiical Drawing" are two closely related
courses. The former deals with the ~istorical development of theatre architecture, scenery
and costumes. The latter is a course which teaches students how to draw plans of perspec-
tive; elevation and usometry as well as scaled sketches of scenery.
In the "Preliminary Seminar I" students are assigned topics for group discussion by
the professor in charge. Thİs course is designed to stimulate the imagination of the students
and it also provides an introduction to more extensive discussions to be held in the second
year.
There are eight, compulsory and four optional courses, two of which must be chosen
by the student İn the second year:
CompuIsories:
History of Theatre II 3 units per week
Turkish Theatre II 2
Dramaturgy II 2
Production Preliminaries 2
History of Theatre Technique II 1 unİt per week
Technical Drawing II
ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI 195
Optionals:
Radio Plays i 2
Television i 2
Cinema i 2
Introduction to Musicology 2
"History of Theatre II" deals with the theatre in the Middle Ages during the first
semester, and in the second with the beginnings of the Renaissance, and with the political,
social and cu1tural changes that it has brought about. "Turkish Theatre II" comprises a
. special period of Turkish history, in the XIXth. Century, called Tanzimat, when the Turkish
theatre was subjected to the influence of western European models. This period is' also the
beginning of dramatic literature in Turkey. "Dramaturgy II" compares various theories
in the Renaissance and deals with changing aspects of the Renaissance thought in the
XVlIth. and XVIIith. Centuries.
"Production Preliminaries" is a sequel to "Text Interpretation" of the first year. Here
the methods of procedure in preparing a production are taught. Students learn how to pre-
pare a production score, a rehearsal schedule, casting, light script and how to use various
stage equipments. Each student is expected to do some practical work within the scope of
this course. "History of Theatre Technique II". deals with the comparatiye study of theatre
architecture during the Renaissance. In "Technical Drawing II" students work on more
complex plans as well as on plans of carpentry and requisites.
":Preliminary Seminarır' is an advanced phase of free group discussions. Here each
student is required to write and original research paper on a given subject.
Among the four optionals, "Radio Plays I" is concerned with the particularities and
the technique of radio plays. "Television I" covers the demands and the prospects of televi-
sion, its relation to sound radio, the film and the stage play. In the first semester"Cinema I"
deals with the beginnings, the so-called Kinetographic Theatre, silent films and Charlie
Chaplin; and in the second; the development' of the sound films. "Introduction to Musi-
cology" is a course for the beginners.
In the third year, there are eight compulsory courses and six optionals, four of which
are advanced courses carried on from the preceding year. Students are ı:equired to choose
one of the two new optionals: eitheı er "Stage Lighting" or "Stage Movement". These
courses cannot, however, be started due to lack of a qualified instructor. The main courses
run as follows:
Compulsories:
History of Theatre III 3 units per week
Turkish Theatre ın 2
Dramaturgic Problems 2
Problems in Play Production I 2
Production ı 2
History of Theatre Technique Rı 1 unit
Technica! Drawing III 1
Undergraduate Seminar I 2 units " "
196 ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI
Optionals:
Radio Plays II .2 units per week ,
Television II 2
CinemalI 2
History of Music 2 ".
Stage Lighting i 2
Stage Movement 2
"History of Theatre III". covers the theatre in the Renaissance and in the period of
Englightenment. "Turkish Theatre ID" is concerned with a typical phase in the Turkish his-
tory of theatre, drama and theatre from the time of the Second Constitution (1908) to the
Declaration of the Republic (1923), when theatrical life in Turkey was about to undergo
great changes. "Dramaturgic Problems I" is the advanced phase of "Dramaturgy" offered
in the previous year. Here, the problems and arguments arising from various modern
dramatic theories are discussed. "Problems in Play Production" which is a new course,
intends to discover and discuss successful productions and great theatre directors in detai!.
Every year one epoch-making director is thoroughly studied with his production scores
and achivements.
In "Production I" there are planning, executing and supervising production work in set
construction, scene painting, costumes, lighting, properties; assignments as house manager
. and assistant .stage manager. Each year third year students share the responsibility of the
play produced annually. For the annual production there are extra rehearsal hours, which
do not coincide with other courses. The first performance takes place every year on March
27, World Theatre Day. At the end of each academic year documentation of the annual pro-
duction is completed under the supervision of the production instructor. "History of The.
atre Technique III" comprises modern architecture, modern scenery and costumes. "Tech.
nical Drawing III" is concerned with plans of modern theatres, drafts of modern settings
and costume sketches.'
In "Undergraduate Seminar I" free discussions are held and thesis topics are assig-
ned. Students are obliged to complete this by the end of their final year.
In the optionals, "Radio Plays II" emphasizes studio w.ork in a professional broad-
easting laboratory. In "Television II" the lay-outs of the script, the production routine and
studio work are presented to the student. "Cinema II" Covers modern tendencies in the
movie world and some aesthetic problems related to this field. In "History of Music" va-
rious phases of musical develoment are taught by the recordings of characteristic musical
compositions.
The fourth year brings ten compulsory courses and three optionals. The student must
choose one of the optional courses; if he has aIready chosen "Stage Lighting I" in the pre-
vious year, he must proceed to "Stage.Lighting IL"
The main courses in the fourth year are as follows:
Compulsories:
History of Theatre IV 3 units per week
Turkish Theatre IV 2
Dramaturgic Problems II 2
Problems in PlayProduction II 2
Production II 2
Theatre Administration 2
ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI 197
Optionals:
Stage Lighting LI 2
Pantoınime 2
Make-up and Mask 2
Fourth year brings two new courses: "Theatre Administration" and "Technical
Problems." The former, in acıdition to problems of theatre administration tries to make the
student famillar with the current laws on copy-right and taxation. "Technical Problems"
attempts to find solution to some difficulties and problems of technical nature.
"History of Theatre IV"deals with the XlXth.and XXth.Centuries. "Turkish Theatre
IV" is about modern Turkish drama and theatre after the Declaration of the Republic.
"Dramaturgic Problems IT" is the sequel to the advances course offered during the prece-
ding year. "Problems in Play Production II" is an advanced course on directors and direc-
tion. In "Production IT" advanced students are assigned positions as head or assistant head
of various technical crews, for example, lights, costumes, properties, paints, stage mana-
gement, house manager, carpentry, ete. The fourth year students also operate as assistant
director sand actorso
"Technical Drawing IV" is a classroom and laboratory study of drawing and painting
techniques pertaining to the presentation and execution of designs for a stage setting. Prob-
lems are set to them both in model and sketch form, and theyare asked to solve them using
various media such as water color, tempera, pastel, ete. "History of Theatre Technique IV"
concentrates on modern architecture and stage structure,
In "Undergraduate Seminar II" further discussions are held and final corrections
made on the thesis of the students. Students read the drafts of their work in the class for
discussion.
III. The elective courses are designed to provide the student a broad cultural back-
ground. Two courses from the following list are selected, one during the third year, and the
other during the fourth year. The third year electives are as follows:
Modern Turkish Literature
Folk Literature
A Foreign Language 2 units per week
Psychology, Pedagogy
History of Art
History of Philosophy
History of Folklore
Folkloric Methods and Theories
The fourth year electives are:
Classical Greek Literature
Latin Literature
Modern Turkish Literature 2 units per week
Folk Literature
A Foreign Language
Thesis: A student of Drama is required to submit a thesis to prove that he is quali-
fied to enter the final examinations. He must begin his thesis after the second year, and must
attend the seminars and take an active part in the discussions. Through his thesis the ştı,ı-
198 ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI
dent must prove that he is able to carry out independent research in either histarical or cri-
tico-analytical aspects of the theatre or drama. If he is doing an analytical work on a play,
he must alsa prepare a detailed production score together with the necessary technical
plans. The candidate for the "licence" degree is expected to submit his finished thesis
within two calender years.
As will be seen from the above exposition, the Drama Department at the University
of Ankara, considers applications of theory and practice as one of the chief teaching prin-
ciples. Practical and theoretical courses are interrelated so that modern creative practice
is grounded in comprehensive study of the history of the theatre, dramatic literature and re-
lated arts. The aim is to acquaint students with all aspects of theatrical art, so that the gra-
duates of the Department are alsa provided with a broad training, both theoretical and
practical, in allied subjects.
Yet intention is something and execution of it is anather thing. Does the Drama De-
partment, at Ankara University truly realize all its objectives? I would say, no! Most of
the practical courses, though in the schedule of the Department have not yet started; gene-
rally because we are not yet ready to accept practice as an academic achievement. We pro-
duce our plays not with trained actors and actresses, but with talented boys and girls. We
are boy-scouting in Titania's beautiful forest.
Aristot1e finds three principal activities in man: recognition, actian and creation res-
pectively. And these three activities, according to him, are explored by three sciences: re-
cognition by theoretice, actian by practice and creatian by poetice. These three principal
activities of man embody the core of theatre arts, which is an important means for man in
reflecting and recreating himself, and a possibility of realizing the reason of his existence.
Theatre, as a field of scientific research and a platform of artistic achievement, must
therefore be taken in three consequent academic planes: instructions in theory, experiments
in practice and seminars for creative work. The absence of one of the planes from the curri-
. cula of any higher educational institution concerning drama leaves the trainİng of students
incomplete. As mere theoretical instruction cannot fu1fil the requirements of theatre science
mere practice within the bounds is not sufficient to disclose the meaning of it. The divorce
of practice from theory, technical matters from academic is as alarming as a surgeon who
does not have manual skill even though he has sufficient knowledge of surgery. Intellectual
knowledge must be supported by experiments, and experiments must be evaluated by
creative work to be developed in the seminars.
Throughout the tradition of theatre -though not very long- on the university campus,
the distinguishing factor has always been that the methods used and usable for instructing
literature have never proved adequate within the scope of dramaturgy. One reason is that
while text is the basic material for a literature student, it is onlyone of the ingredients that
student of drama has to deal with. The criterion of the drama students is utterly different
from that of literature. Since creation in the field of drama depends upon various interac-
ting factors, the evaluation of it has to be from many angles, both theoretical and practical.
The collectivİty öf theatre arts demands through its particularities, different methods and
requires a new attitude in the instruction and training of students.
Taday, nevertheless, there are still a few people who think that drama or theatre has
no place in a university curricu!a, and others still who believe that the universities should
be concerned only with intellectual but not technical matters. Anather typical attitude,
which we as instructors of drama and theatre may confess is that we generally have anatian
ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI 199
that technical matters are beneath the dignity of an academic discipline. This kind of con-
ceit, i believe, derives from the idea that practical work is inferior to intellectuaL. But cer-
tainly the practical knowledge and manual skill of a surgeon is superior to the intellectual
endeavour of a would-be playwright.
it has been fully recognized today that practical training in such subjects as chemistry,
dentistry, medicine, ete. has now become indispensable at the university. But in the sphere
of art -I accept theatre as a field of art demanding a great deal of technical knowledge- more
precisely of theatre, we generally like to stay on the intellectual plane and concentrate our
attention upon historyand theory of it. We do not çntirely omit the practice at various uni-
versities, but we do scarcely aim at bringing up professionals. Why shouldn't we?
First of all, it is necessary to designate what Drama Departments of the universities
should aim for! Is it to raise cultural attaches? Is it to fabricate culturally-mollified govern-
ment employees ? Or to bring up intellectual nonentities, for which Drama Departments are
in the meantime generally responsible.
Definitely, Drama Departments are not established for such objectives. Yet to be
able to train highly qualified men in the field of theatre, universities must conceive to bring
up professionals: critics with sufficient technical knowledge, administrators wjth adequate
intellectual experience, directors with a broad cultural background, actors who are also tra-
ined in theory. I think the negligence of either theory or practice in instructing drama at the
universities results in ha1f-disciplined graduates, who a little later become alienated from the
achievements of various workers in the field. Playwright and critic limit themselves within
the theory, whereas actor and director are preoccupied more with the tethnical side of the
theatre. And this situation creates a scene where deaf men excommunicate each other. This
is why directors and actors condemn critics, and the critics hold them up to public ridicule.
I believe that in dramatic training neither theory nor pactice is more important than
the other. They make up each other. What is of prime importance is to work upon the ima-
gination of the student. And this can be done not only through theory; theory must be stir-
red to life by practical demonstrations. Discussions of a play, for instance, should continue
on the stage by using professional actors and actresses; the problems that may arise
in the text can more vigorously be solved on the stage.
There are however faculties who believe that drama could not reasonably be taught
without intermingling practical with theoretical work. Yet even in these departments, as
far as I have seen, technical work seems to me rather sketchy. Students spend a great deal
of time rehearsing and performing plays; but most of these endeavours, especially in pro-
ducing classics, are dull and unimaginative, because the students don't have adequate tech-
nical training. This is like listening to semeone who tries to playasonata by Mozart on the
piano with one finger.
For a successful application of pratice and theory in Drama Departments. we have
to escape from amateur work and try to attract the professional cooperation for technical
instruction in order to have good actors, actresses and able technicians for the stage expe-
riments and dramatic problems. This is the only conceivable way of harmonizing the aca-
demic instruction of drama with the demands of contemporary life.
Unless Drama Departments determine for themselves more serviceable and clear-
cut aims and accomplish professional training, they will not be taken seriously by other
departments of the universityand by students. if we wish to change the general impression
200 ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI
2 Ekim 1971 Teatro di Palazzo Grassi, van, bebek resimleri, çiçekler ve şapkalardan
Teatr Wybrzeze, Polonya: oluşan dekor, yazarın üslfıbuna uygun düş-
J. JOYCE 'Ulisses', Yön. memişti. Bütün sembolleri birden somut ola-
Zygmunt Hübner. rak sahneye getirmek seyircinin dikkatini
eserden uzaklaştırıyordu.
3 Ekim 1971 Teatro la Fenice, Basler
Theater, İsviçre: DIETER Toplulu~un ikinci .oyunu "Barış" ise
FORTE, 'Martin Luther ve çok yalın, stilize dekorları ve Peter Hacks'ın
Thomas Münzer'. Yön. Kos- uygulaması ile günümüz seyircisi için de ge-
ta Spaic. çerli bir oyun olmuş, teknik olanaklardan
bilinçli olarak yararlanılmıştı. Fonda duyu-
6 Ekim 1971 Teatro la Fenice, Narodni
lan caz müzi~i oyunu destekliyordu.
Divadlo, Prag: BERTOLD
BRECHT, 'Cesaret Ana' Shakespeare'in "Kral Lear'ini Pros-
Yön. Jan Kacer. peet Theatre Toplulu~u sundu. Yönetmen
Toby Robertson, bu eserin, zamanımızı
7 Ekim 1971 Palazetto dello Sport Mest-
"Hamlet"teİı daha iyi yansıttı~ı gerekçesi
re, La Logetta, Brescia-La-
ile oyunu, belirli bir stilizasyona gitmeden
boratorio Aperto, Firenze:
ele almak istemiş. Gereksiz kalabalıktan ve
GIULLlANO SCABIA,
sahne takımlarından kaçınarak başarılı
'Scontri Generali'. Yön. G.
sayılacak bir yorum ortaya çıkarmış.
Scabia.
Polonya'dan Teatr Wybrzeze ise Ja-
9 Ekim 1971 Teatro di Palazzo Grassi,
mes Joyce'dan Maciej Slomezynski'nin uy-
II Gruppo della Rocca,
guladı~ı "Ulisses"i seçmişti. Zygmunt Hüb-
Firenze: VOLTAIRE'den
ner'in yönetmenli~ini yaptığı bu oyun, bi-
uygulayan Roberto GU-
zim için soyut tiyatronun. ilginç bir örne~i
ICCIARDINI, , Candido '
oldu. Hübner'e göre ça~daş dramaturgide
Yön. R. Guicciardini.
insan yaşantısını ve ölümünü bu kadar de-
10 Ekim 1971 Theatre de la Cite, Ville- rinli~ine işleyen bir yapıt daha bulmak zor-
urbanne:ROGER PLANC- dur.
HON 'Bluus, Blancs, Rou-
Şenlikte İsviçre'den Basler Theater da
ges'. Yön. R. Planchon
genç yazar Dieter Forte'nin "Martin Lut-
Şenli~in ilk oyunu, Fenice Tiyatrosu- her ve Thomas Münzer ya da Muhasebeci-
nun önündeki meydanda, podyumların üze- li~in Başlangıcı' adlı eserini oynadı. Dinsel
rinde temsil edilen "Talihli Isabella" adlı gelişmelerin ekonomik ve politik güçlerle
Commedia dell'Arte'den alınmış bir göste- nasıl sıkı sıkıya bağlı oldu~unu anlatan bu
riydi. Bu temsilden sonra Fenice tiyatrosun- oyunun yönetmeni Kosta Spaic idi. Yönet-
da Goldoni'nin 'Aşık Asker'i (L'Amante men bu çalışmasında tarihi olaylara gir-
Militare) oynandı. Teatro lnsime, Roma top- meden, tarihsel ilişkilerin bizi ilgilendi-
lulu~u oynadıkları bu iki eserde özgürlük, ren yönlerini çatışan düşünce ve durum-
adalet ve karşıt fikirlerin çatışmasına yer larla belirtmiş. Bu yönü vurgulamak için
~ererek Commedia dell'Arte ile İtalyan Ti- de dekor ve giysilerden çok, sürekli tartış-
yatrosu arasındaki ilişkiyi göstermek iste- malardan faydalanmış.
diler. Brecht'in "Cesaret Ana" sı Berliner
Deutsehes Theater'dan Lorca'nın "Do- Ensemble geleneğinden ve Brecht'in oyun-
na Rosita" sı ile Aristophanes'in "Barış" ını larını Çekoslovakya'da ilk temsil eden toplu-
seyrettik. Reji, Lorca'nın şiirsel dünyasını luklardan olan Narodni Divadlo (Ulusal Ti- .
yansıtma da yer yer başarılı olabilmiş. Ama, yatro) tarafından oynandı. Yönetmen Jan
ifadesiz yüzler, birbiri üzerine yı~ılmış hay- Kacer, eserin yapısını değiştirmeden, ka-
202 ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI
rakterlerin yorumunu psikolojik açıdan vur- Bu gibi festivaller tiyatro dalında eği-
gulayan ve oyundaki dramatik yönü ortaya tim gören ve çalışanlar için gerçekten yararlı
çıkaran bir çalışmayı uygun görmüştü. oluyor. Herkesin gelirken ,getirdiği çeşitli
İtalyanların başarısız sayılacak birkaç yazılar ve ayrılırken şenlik hakkında düşün-
denemesinden' başka, Roger Planchon'un celerini yansıtan raporlar vermeleri iyi dü-
"Bleus, Blancs, Rouges" adlı eseri de gös- şünülmüş bir özelliktL Ancak, bunun bile
terilen oyunlar arasmdaydı. Bu oyun, Fran- yeterli olmadığı görüldüğü için gelecek yıl-
sız İhtilali ve sonrasından bölümler gÖs- larda şenliğe katılacakların' film, resim, kitap
tererek aksak yönleri ve bazı politik kişileri ve plak gibi daha geniş bilgi ve örneklerle
eleştiriyor. _Oyunun yönetmenliğini de ya- gelmeleri öngörüldü ve olumlu karşılandı.
pan yazar, epik stili ile, kısa kısa bölümler ve
konuşmalarla gelişen bir anlatım biçimi uy- Nevin KINACı
gulamış.