You are on page 1of 19

Gürsel 

Aytaç 

“DENEME” TÜRÜNÜN ALMAN EDEBİYATINDA İLK 
ÖRNEKLERİ 
ABSTRACT 

The Ear ly Examples of Essays in the History of Ger man Literature 

Although Germany is renown for her being the home of authors and thinkers, the genre 
of “essay” in German literary history emerged by the beginning of the Nineteenth Century. 
There had been, however, some subjective pieces of work produced by some writers of the 
Age of Enlightenment. These works which had not been considered to be essays should be 
taken as  the first examples of the genre. Lessing, Lichtenberg and Herder were, therefor, the 
earliest representatives of essays in German Literature. “Die Erziehung des 
Menschengeschlechts” by Lessing is an essay, in which the author didactically interprets the 
history of 9religion with a rationalist point of view. Lichtenberg’s fragments bearing the 
quality of enigmatic sayings and Herder’s epistolary writings of thought can also be 
considered to be the important early examples of the genre. 

Key Words: Essay, Enlightenment, Lessing, Herder, Lichtenberg 

ÖZET 

Alman Edebiyat Tarihinde İlk Deneme Örnekleri 

Yazarlar ve düşünürler ülkesi olarak ünlenmiş Almanya’nın edebiyat tarihinde “essay” 
nitelemesini başlığında taşıyan yazılar ancak 19.y.y. başında görülse de adı böyle olmayıp 
“essay” özelliği taşıyan öznel fikir yazıları Aydınlanma döneminde ilk örneklerini vermiştir. 
Lessing, Lichtenberg, Herder bunların ilk temsilcileridir. Lessing’in “Die Erziehung des 
Menschengeschlechts”i bir rasyonalist gözüyle dinler tarihini eğitim amaçlı yorumlayan 
uzunca bir denemedir. Lichtenberg’in özdeyiş değerinde fragmanları, Herder’in mektup 
tarzında kaleme alınmış fikir yazıları da önemli ilk örnekler arasındadır. 

Anahtar Kelimeler: Deneme, Aydınlanma, Lessing, Herder, Lichtenberg 

Roman türü Türk edebiyatı için nasıl Batı’dan alınmış bir türse, 
“deneme”  türü  de  Alman  edebiyatı  için  dışardan,  önce  Fransa  daha 
sonra  İngiltere’den  alınmış,  deyim  yerindeyse  “kökü  dışarıda”  bir 
edebî türdür. Son 20­30 yıldan bu yana Alman edebiyatı tarihinde ve 
bugününde  “deneme”nin  nereden  nereye  geldiği  konusunda  bilimsel 
araştırmalar  fark  edilir  bir  yoğunlaşma  göstermektedir.  Türün

tanımında  bile  hâlâ  kesinlik  sağlanamadığı  gibi  felsefeyle  bu  kadar 


akrabalığı  olan  Alman  edebiyatı,  deneme  türünün  başat 
özelliklerinden  olan  düşünce  yoğunluğu  yönüyle  bu  türe  adı 
konulmamış bile olsa zengin örnekler sunmuştur. 
Fransızca’daki  “essai”,  İngilizce’deki  “essay”  kelimelerinin 
Almanca  karşılığı  olan  “Versuch”u  kullanmamakta  Alman  yazarları 
20.  yüzyıla  kadar  fark  edilir  bir  direnç  göstermiştir.  “Deneme” 
karşılığı  olan  bu  kelimenin  söz  konusu  türden  bekleneni  tam 
vermediği, yani o, fikir ağırlıklı öznel tavrın ciddiyeti yerine bir çeşit 
“emin  olmama”,  “sınama”  tarzını  sezdirdiği  gibi  çekinceleri  olmuş 
olabilir.
“Essay”  terimini  Alman  dil  bilincine  yerleştiren  yazar  olarak 
Hermann  Grimm  anılır.  Ünlü  Grimm  kardeşlerden  birinin  oğlu, 
öbürünün  yeğeni  olan  Hermann  Grimm,  böyle  bir  seçimi  (1859) 
yabancı  kelimeden  yana  yapmış,  sonra  da  bu  davranışıyla  beğeni 
toplamıştır.  Ne  var  ki  terimin  yaygınlık  kazanması  çok  daha  sonra 
gerçekleşmiştir. 
Montaigne’in  ilk  örneğini  verdiği  deneme  türünün  ondaki 
belirgin  özellikleri,  “ben”i  ön  planda  tutmak,  kendini  anlamaya 
çalışırken  önemli  insanlık  sorunları,  konuları  üzerine  düşüncelerini 
kısa ve çeşitli yazılarda ortaya koymaktı. 
İkinci  örnek  Bacon’ın  yazılarında  Montaigne’le  ortaklık, 
yalnızca  “deneme”  başlığının  benimsenmesi,  yazıların  kısa  ve  çeşitli 
oluşuydu.

“Deneme”nin  bu  klasik  örneklerinden  sonra,  ki  ilki  16.  ikincisi 


17.  yüzyıl  ürünü,  Alman  edebiyatında  “essay”  (deneme)  başlığıyla 
kaleme  alınmış  yazılara  rastlamıyoruz.  Ben  odaklı  fikir  yazıları, 
Alman  edebiyatında  başka  formlar  içinde  olmak  kaydıyla  18. 
yüzyıldan  başlayarak,  20.  yüzyılda  ise  doğrudan  “essay”  adı  altında 
süregeliyor.  Hattâ  modern  romanın  bir  “entelektüel  roman”  olma 
özelliğinin  gereği  olarak  roman  dokusuna  katılmış  fikir  pasajları 
şeklinde de devam ediyor. Edebiyat tarihinin akışı içinde “deneme”nin 
öznel  yorum,  yazarın  kendi  düşüncelerini  dile  getiren  ve  kurmaca 
olmayan  şekliyle  nasıl  bir  yol  izlediğine,  ne  gibi  değişimler 
geçirdiğine bakalım. 
İçerik  bakımından  denemeye  denk  düşen,  ama  yazarlarınca 
“deneme”  başlığının  kullanılmadığı  ürünlerin  ilk  örnekleri,  Alman 
Aydınlanma  Döneminde  karşımıza  çıkıyor.  Lessing  (1729­1781)’in 
din  konulu  tartışmalarını,  edebiyat,  sanat  sorunlarını  işleyen 
mektupları  gibi  “ Erziehung  des  Menschengeschlechts”   (1780)  İnsan 
Neslinin  Eğitimi”,  kısalık  dışında  denemenin  ana  unsuru  olarak 
bilinen öğeleri gösteren tipik bir eserdir: Kurmaca değildir, yazarının 
kendi  düşüncesini  mevcut  düşünce  ve  inanç  kalıplarını  bir  yana 
bırakarak  sergilemekte;  anlaşılır,  sade  bir  dille  anlatmaktadır.  Bu 
özellikleriyle eser, bir rasyonalist gözüyle dinler tarihinin özeti gibidir. 
Yüz  paragraf  halinde  plânlanan  bu  yazıda  ana  fikir,  dinlerin 
insan  neslini  eğitmek  için  Tanrı  tarafından  gönderildiğidir.  Dinlerle 
eğitim  arasında  bir  paralellik  kuran  Lessing,  bu  düşüncesini  a)

uygulama  nesnesi,  b)  uygulama  tarzı,  c)  ulaşılmak  istenen  gaye 


bakımından karşılaştırmalı olarak geliştirir. 
Eğitim,  Lessing’e  göre  bireyin  manevî  güçlerini  geliştirip  bir 
biçime  ulaştırarak  onun,  davranışlarında  vicdan  prensibine 
dayanmasını  sağlayacak  seviyeye  getirilmesidir.  İnsan  nesli  de  tarih 
boyunca  gelişim  basamaklarından  geçmiş  bir  bütündür.  Tek  tek 
insanlar  nasıl  çocukluk,  gençlik,  olgunluk  devrelerinden  geçerlerse, 
insan  nesli  de  çocukluk,  gençlik,  olgunluk  devirleri  göstermektedir. 
Bu  seviye,  bireylerin  meydana  getirdiği toplumlarda  ve  onların  tümü 
demek  olan  insan  neslinde  dinler  sayesinde  gerçekleştirilmek 
istenmiştir. 
İnsan  hayatı  nasıl  gelişim  basamakları  dizisiyse,  insan nesli  de 
tarih  boyunca  gelişim  basamaklarından  geçmiş  bir  bütündür.  İnsan 
hayatı  ile  insanlık  tarihi  arasında  böyle  bir  paralellik  görmek, 
Lessing’in orijinal fikri değildir. Lessing’in en çok sevdikleri arasında 
andığı,  Hıristiyanlığın  ilk  rahiplerinden  Ireäus  da  bireyin  gelişim 
basamaklarını insan neslinde de gördüğünü ileri sürmüştür. 
Doğrudan  doğruya  “gelişim”  ilkesine  inanç  ise  bütün  bir  18. 
yüzyılın  karakteristiğidir.  Christian  Wolff  aracılığıyla  Leibniz’i  iyi 
tanıtan  Lessing,  onun  Monadolojisinin  esasını  teşkil  eden  gelişim 
fikrini  tamamiyle  benimsemiştir.  Öte  yandan  Leibniz, 
“Theodizee”sinin  önsüzünde,  din  duygusunun  putperest  kavimlerde 
yalnız törenlerden ibaret bir kalıp halinde başlayarak sonra tek tanrılı 
dinlerde  nasıl  basamak  basamak  yükselip  manevîleştiğini  ve 
Hıristiyanlık’la  Müslümanlıkta  bu  duygunun  nasıl  erdem  ve  ahlâk

seviyesine  ulaştığını  belirtir.  Leibniz’e  göre  İsa  ve  Muhammed, 


Musanın başladığı eseri mükemmelleştirmek istemişler, Tanrıyı yalnız 
korku  ve  saygı  uyandıran  yaratıcı  olarak  değil,  aynı  zamanda  sevgi 
kaynağı olarak görmeği öğretmişlerdir. 
İnsanlık tarihinde bireyin gelişim basamaklarını gören ve bu fikri 
bir  tarih  felsefesi  halinde  edebî  ve  etkili  bir  şekilde  geliştiren  yazar 
olarak Herder’i anabiliriz. “Auch eine Philosophie zur Geschichte der 
Menschheit” adlı yazısı, 1774 yılında yayınlanır ve daha sonra yazdığı 
“Ideeen zur Philosophie der Geschichte der Menschheit” adlı ayrıntılı 
ve  derinliği  olan  esere  öncülük  eder.  Lessing’in  bu  eseri  tanımış 
olması  doğaldır.  İnsanlık  tarihinde  çocukluk,  gençlik,  olgunluk  gibi 
basamaklar  görmeyi  ana  fikir  olarak  kabul  edersek,  Lessing  ve 
Herder’i  birbirine  yaklaştırmış  oluruz.  Oysa  her  ikisinin  eserlerini 
karşılaştırmalı izlersek ayrıldıkları noktaların az olmadığını görürüz. 
Lessing’e  göre  Tanrı,  insan  neslinin  eğitilmesinde  kendine  bir 
kavim  seçmiş,  eğitimini  Musa  ve  İsa  peygamberler  vasıtasıyla  bu 
kavimde  gerçekleştirmiştir.  Bir  eğitici  hüviyetiyle  görülen  Tanrı,  iyi 
bir eğiticiden beklenen metotla gayesine doğru ilerlemiştir. Çocukluk 
çağındaki  insanlığa,  onun  gelişim  basamağına  uyun  bir  eğitim 
uygulamıştır.  Yani  ona  iyiliği  sevdirmek  için  mükâfat  vaat  etmeyi, 
onu  kötülükten  uzak  tutmak  için  de  cezalarla  korkutmayı  eğitim 
metodu  olarak  uygulamıştır.  Çocuk  ve  çocukluk  çağındaki  insanlık, 
uzun vadeli mükâfat ve cezayla harekete geçirilemiyeceğine göre ona 
hemen,  yani  bu  dünyada  uygulanacak  yaptırımlardan  söz  etmek

gerekliydi. Musa’nın dininde henüz öbür dünyadan söz edilmemesini 
Lessing böyle açıklar. 
Gençlik  çağında  yine  ahlâkî  davranışlar  için  dışardan  bir  motif 
gereklidir, ama bu, çocukluktakinden farklıdır: uzun vadeli mükâfat ve 
cezalar,  yani  ruhun  ölümsüzlüğü  ve  öbür  dünya,  bu  çağın  eğitim 
araçları olur. 
Olgunluk  çağı,  aklın  ve  vicdanın  erginleştiği  devirdir  ki  ahlâkî 
davranışlar  için  artık  dışardan  bir  motife  ihtiyaç  kalmaz.  İnsan  iyiyi, 
getireceği  mükâfatı  düşünerek  değil,  sadece  iyi  olduğu  için  yaptığı 
zaman ahlâkî mükemmelliğe erişmiş demektir. 
Bu seviyeye ulaşmak, insanlığın bütün basamaklarından geçmiş 
olmayı  gerektirir.  Bu  ise  Lessing’e  göre  “ruh  göçümü” 
(Seelenwanderung) sayesinde gerçekleşir. İnsanlık, çok eski çağlardan 
beri  ruhun  dünyaya  yalnız  bir  kere  gelmediğini,  her  seferinde  başka 
bir vücuda girerek tabiatın gelişim zincirini bizzat kendi hayatlarında 
gerçekleştirdiği  fikrine  karşı  esrarengiz  bir  ilgi  duymuştur.  Bazı 
çağlarda bir inanç şeklinde beliren bu duygu, bazen boş inanç sayılmış 
ama  hep  söz  konusu  olmuştur.  Lessing,  ebedi  gelişime  inandığı için, 
gelişimin  bir  ömür  içinde  tamamlanamayacağını  ileri  sürer.  Tabiatın 
ve  Tanrının  gayesi  olan  ahlâkî  mükemmellik,  bireyde  ancak  çok 
kareler dünyaya gelmek ve her seferinde bir basamak daha üstün ahlâk 
zihniyetini yaşamakla mümkündü. 
Lessing’in, son eseri olan “İnsan Neslinin Eğitimi”nde böyle bir 
ölümsüzlük  ümidini  dile  getirmesi  yalnız  ihtiyarlık  psikolojisiyle

açıklanamaz.  Bu  nokta  onun  rasyonalizmle  tatmin  olmayan,  yeni 


ufuklar arayan ruhunun bir belirtisi olabilir. 
Georg  Christoph  Lichtenberg  (1742­1799),  ölümünden  sonra 
(postum) “Vermischte Schriften” (Karma Yazılar) ortak başlığı altında 
1800­1806  yılları  arasında  yayınlanmış  9  ciltlik  yazılarıyla  deneme 
türünün  Alman  edebiyatı  tarihi  içindeki  ilk  temsilcilerinden 
sayılmaktadır.  Bu  yazıların  bir  kısmını  aforizmalar,  bir  kısmını 
günlükler, bir kısmını mektuplar oluşturmaktadır, ama gerek konuların 
çeşitliliği,  gerekse  öznelliğin  vurgulanışı  ve  düşüncelere  ağırlık 
verilmesi,  onların  “deneme”nin  Alman  edebiyatındaki  öncüleri 
arasında  saydırmaktadır.  Lichtenberg’in  “karalama  defterleri” 
(Sudelbuch)  halinde  kaleme  aldığı  fikir  yazıları,  denemenin  başka 
türlü  düşünmek,  değişik  şeyler  söylemek  gibi  özelliklerini 
gerçekleştirir.  Müler­Funk,  “Studien  zu  Theorie  und  Geschichte  des 
Essayismus” (Denemeciliğin Tarihi ve Kuramı Üzerine” (Berlin 1995) 
başlıklı kitabında Lichtenberg’in yazılarını “Yazmaya Karşı Yazmak” 
olarak adlandırır. Lichtenberg’in sayıları binleri bulan aforizmalarında 
sık  sık  dile  getirdiği  düşünce,  yazmanın,  hattâ  okumanın  hiç  de 
sanıldığı  gibi  insanı  ilerletmediği,  tam  tersine  onun  yaratıcılığını 
engellediğidir.  “Fikirlerle  deneylere  girişmek”  dediği,  kendi 
düşüncelerine yepyeni bileşimler, ayrışmalar uygulamayı denemektir, 
mevcut  fikirlere  el  atmak,  onlarla  “oynamak”tır.  Yayınlamayı 
düşünmediği  aforizmalarını  aklına  gelen  deneyimlerinden 
çıkarımlarını dile geldiği gibi ortaya koyar. Düzensiz izlenimini veren

aforizmalarında  belli  izler  arayan  araştırıcı,  Lichtenberg’in  düşünce 


çizgisini ortaya çıkarmakta zorlanmaz. 
Lichtenberg’i  Montaigne  ve  Bacon’a  bağlayan  özellik,  onun  da 
aynı  şekilde  o  zamana kadar  neden bu kadar  az  şeyin  keşfedilip  icat 
edildiği  konusunda  hayret  etmesidir.  Montaigne,  doğru  bilgiye 
ulaşmanın mümkün olabildiğinden kuşku duyardı. Birbirine neredeyse 
ters düşen aforizmalarının varlığı da onu Montaigne’e yaklaştırır. 
Lichtenberg  bir  fizikçi,  bir  doğa  araştırıcısıydı.  Yaşadığı 
dönemin  fizikçilerinden  beklenildiği  gibi  her  alanda  araştırmalarını 
sürdürüyordu.  Kendini  doğa  bilimlerinde  bir  öncü  (Pionier)  olarak 
görüyor,  astronomi,  jeoloji,  şifalı  sular,  elektriklenme,  paratoner, 
balonla havalanma gibi çeşitli konularla ilgileniyordu. Bütün bunların 
ötesinde  “kendimizi”  incelememizin  gereğine  parmak  basıyor,  bakış 
açımızın  içe  de  yönelmesini  istiyordu.  İnsana  yararlı  olacak  bir 
felsefenin  özlemini  duyarak  bu  felsefenin  her  şeyden  önce  “kendini 
gözlemlemek”, “kalbin ve ruhun doğa öğretisi” olması gereğini ifade 
ediyordu.  Aklın  ön  safhalarını  düşünmek  de  buna  dahildir.  Bu 
dünyada  niçin  varız,  niçin  böyleyiz  gibi  sorulara  cevap  arayan  bir 
hayat felsefesidir istediği. 
Lichtenberg  aradığı  bilgilerin  kitaplarda  değil,  insanın  kendi 
gözlemleri,  dışa  ve  içe  yönelik  araştırmalarıyla  ulaşılabileceğini  ileri 
sürer. Kitapların karşısında fazla vakit harcandığını, bunun keşif, icat 
merakına set çektiğini düşünür. Hattâ matbaanın insanlığa o kadar çok 
da yararlı olmadığını ileri sürer:

‘Kendiniz  düşünün’  tavsiyesinin  nedeni,  hakikati  aramada 


başkalarının  yanılgılarını  fark  etmekten  ibarettir.  Bu  bir 
faydadır,  ama  hepsi  bu  mu?  Ne  kadar  lüzumsuz  okumadan 
kurtulmuş  oluruz!  Okumak,  araştırmak  mıdır  ki?  Birisi,  hakiki 
bir  nedenle  iddia  etmiştir  ki  matbaa  gerçi  bilgililiği  yaymıştır 
ama  içerik  bakımından  azaltmıştır.  Çok  okumak,  düşünmeye 
zarar verir. Karşılaştığım en büyük düşünürler, tanıdığım bütün 
bilgiler  arasında  en  az  okumuş  olanlardır.  Duyuların  hazzı  hiç 
mi  önemli  değildir?”   (Lichtenberg,  Sudelbücher,  F.  439  Bd.  1, 
s.520, alıntı: Müler­Funk, Erfahrungu. Experiment s.122) 
Fazla  okumakla  icatlar,  yeni  fikirler  arasında  ters  bir  orantı 
sezdiğini, Almanları ve İngilizleri bu konuda karşılaştırarak şöyle dile 
getirir: 
“ Alman bilgin kitapların kapağını  fazla uzun  zaman açık  tutar, 
İngiliz ise onları fazla çabuk kapar.” (alıntı a.g.e. s.123) 
Lichtenberg, çok okumayı sakıncalı bulduğu gibi felsefeye karşı 
da  şüphecidir.  Dil  ile  mevcut  felsefenin  iç  içe  geçmiş  olması,  dilin 
zaten  başlı  başına  bir  felsefe  oluşu,  özgür  düşünmek  için  eski 
felsefenin  silinmesi  (destruktion)  gerektiğini  savunur.  Kelime  ile 
nesne  arasındaki  soyutlama  ilişkisi,  soyut  kavramlarla  çalışan 
felsefeye  soyutlama  dolayısıyla  benzemektedir.  Oysa  doğa 
araştırması, nesnelliğiyle farklıdır. Doğa insanını okumuş insan kadar 
felsefeye katılmaya çağıran Lichtenberg, hayat felsefesinden yanadır. 
Doğa insanının konuşma diline yoğunlaşma gereği, felsefenin ve 
sanat dilinin suniliğinden sıyrılmayı getirir ki bu da metaforik bir ifade
10 

tarzıdır.  Metaforları  anlamak,  bedenle  ruhun,  duygu  ve  heyecanların 


birlikteliğiyle  mümkündür  f.375  nolu  aforizmasında  Lichtenberg 
“ Yazar,  metafora  beden  verir,  okuyucu  ise  ona  ruh  katar”   demekle 
okumaya,  kitaba  karşı  oluşunu  belli  bir  tarza,  okuyucuyla  iletişimi 
özendirmeyen  tarz  kitaplarla  sınırlandırmak  gereğini  dile  getirir. 
Öğretmen, vaiz gibi belli doğruları dikte eden yazara, onun kitaplarına 
karşıdır.  Hattâ  onun  “kitap”  derken  öncelikle  İncil’i  kastettiği 
söylenmiştir.  Kendisinin  öğüt  veren  tondan  uzak  durduğu,  .­malı,  ­ 
meli  gibi  ifadelere  öncelik  verdiği  dikkat  çeker.  Karalama 
Defterlerinin  2.  cildi  35  numaralı  aforizmada  “ Halka  artık  hiçbirşey 
sözü vermeyeceğime söz veriyorum” der. 
Lichtenberg’in  aforizmalarındaki  “denemecilik”  ruhu,  bildik 
bakış  açısını  ters  çevirmesi,  “ben”e  yönelmesidir.  Amerika’nın 
Kolumbus  tarafından  keşfi  ifadesini  bakış  açısını  değiştirerek 
Amerikalı’nın  Kolumbus’u  keşfi  olarak  düşünmeyi  dener: 
“ Kolumbus’u  önce  keşfeden  Amerikalı  kötü  bir  keşifte  bulunmuştur”  
der (Cilt II, s.166, alıntı, Müler­Funk, s.132). 
“Ben”e  yöneliş,  içebakış,  çağının  fizyonomi  ve  antropoloji 
görüşleriyle  çatışma,  Lichtenberg’in  denemelerinin  değişik  düşünce 
tarzının odak noktalarını oluşturur. 
Aydınlanma  döneminin  önemli  isimlerinden  İsviçreli  Lavater’i 
(1741­1801)  düşmanı  sayarken  onun  fizyonomi  konusundaki 
görüşlerini  şiddetle  reddeder.  Lavater­Lichtenberg  kavgası,  iki 
Aydınlanmacının sürtüşmesi gibidir. Lichtenberg, Aydınlanma ruhunu 
kendi  içinde  gerçekleştiremeyen  bir  Aydınlanma’ya  karşıdır.  Onun
11 

karşısına  aldığı  yalnızca  Ortaçağ  Skolastiği  değil,  skolastikleşme 


eğilimi  gösteren  Aydınlanmacılardır.  Bu  yönüyle  Lichtenberg, 
Romantizm öncesi düşünürlerden sayılabilir. 
“Mektup”  türü,  içtenlik  ve  öznellik  özellikleriyle  zaten 
denemenin  ilk  belirtilerine  sahiptir,  ama  bu  özelliklere  düşünsellik 
eklendiğinde,  düşünce  yanı  ağır  basan  mektupları  “deneme”nin  adı 
konmamış öncüsü saymak, zorlama olmasa gerek. 
Herder  (1744­1803)’in  mektupları,  “Briefe  zur  Beförderung der 
Humanität”  (Hümanizme  Destek  Mektupları)  “deneme”  sayılacak 
mektuplara tipik örneklerdir. 1793­97 yılları arasında kaleme alınmış 
bu yazılar, aslında yazarın “Ideen zur Philosophie der Geschichte der 
Menschheit”” (İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünceler ) kitabının 
5.  bölümü  için  planlanmış,  ama  yayınlanmamış,  eserin  odak  fikirleri 
doğrultusunda  mektuplardır.  Öte  yandan  bunlarda,  Herder’in  ileriki 
“dünya  edebiyatı”  konseptinin  çekirdeklerini  keşfetmek  mümkündür. 
Bilindiği  gibi  Herder  “Volksliteratur”  (halk  edebiyatı)  derken 
halkların edebiyatını, daha doğrusu dünya edebiyatını kastetmektedir. 
Herder,  en  önemli  eseri  olan  “İnsanlık  Tarihi  Felsefesi”ni 
Fransız  İhtilâli’nin  hareketli  yılları  içinde  5.  bölümde  kesmiş,  ama 
düşüncelerini  daha  rahat,  daha  disiplinsiz  bir  biçimde,  “mektuplar” 
halinde  kaleme  almaya  devam  etmiştir.  Sözünü  ettiğim,  “deneme” 
türüne giren mektuplar işte bunlardır. İnsanlığın ilerlemesine inancını 
dile getirmesini istediği bu yazıları için “düşünce ormanında keyfince 
dolaşma” olarak adlandırmıştır. İlk versiyonu 24 mektuptan oluşur ve 
başlık “Hümanizmin İlerlemesine İlişkin Mektuplar”dır. İlk satırlarda
12 

Benjamin  Franklin’in  hayatını  “en  soylu  bir  halk  yazarı  ve  eğiticisi” 
olarak  niteler  ve  sağlıklı  bir  aklın  ürünü  sayar,  Rousseau  ile 
karşılaştırır.  Rousseau’nun  yanıltıcı  hayal  gücü  karşısında  Franklin 
yorulmak bilmez çabasıyla eğitici olmuştur. Seçkin şahsiyetlerin hayat 
hikâyelerini  öğütlerken  bir  de  Alman  Akademisinin  kurulmasını 
tavsiye  eder.  Prusya  Kralı  II.  Friedrich’in  Voltaire’le  mektuplaşmış 
olması,  Herder’i  ona  karşı  sempati  beslemeye  götürür,  çünkü  onda 
hümanizmin bir temsilcisini görür. 
İkinci  derlemede  giriş  sorusu:  Çağın  Ruhu  Ne?’dir.  Bu 
mektupların  merkez  figürü  ise  Luther’dir.  Onu  “büyük  vatansever” 
diye  adlandırır  ve  yeniden  Alman  milletinin  eğiticisi,  yol  göstericisi 
olmasını ister. 
Üçüncü  grup  mektupta  hümanizm  düşüncesini  eski  ve  yeni 
zamanların  yazar  ve  filozoflarında  izler.  Dördüncü  grup  mektupta 
Alman  ulusal  zihniyetiyle  hümanizmi  karşılaştırır.  Beşinci  grubun 
merkezinde “Bizde eskilerin halk ve vatanı hâlâ var mı?” başlıklı yazı 
yer alır. Ardından Petrarca, Comenius, Machiavell, Grotıus ve Leibniz 
üzerine  görüşler  dile  gelir.  Altıncı  grupta  Grek  sanatı  ele  alınır  ve 
Grek  sanatı,  “Hümanizmin  suskun  okulu”  olarak  nitelenir.  Edebiyat 
konuları  ise  bir  sonraki  mektuplarda  ele  alınır.  Antik  yazarlarla  yeni 
yazarların  kültür  ve  hümanizm  açısından  karşılaştırılmasını  yapan 
Herder,  “orta  dönem”in  edebiyatını  ele  alırken  İngiliz  edebiyatına 
yönelir.  Örnek  alma,  taklit  etme  konusunda  Alman  edebiyatını 
sorgular, ama sonunda sanatın aslında bu yolla geliştiği fikrine ulaşır: 
Roma’yı yeniler örnek alırken Romada antik Yunan’ı örnek almıştır.
13 

Fragman, “çeşitli halkların edebiyatlarının karşılaştırma sonucu” 
ile biter. Buna göre edebiyat, dile, geleneklere, alışkanlıklara, mizaca 
ve iklime göre biçimlenmektedir ama her devirde insan, insan olarak 
kaldığı  için  ve  edebiyatçıların  eserlerinde  “akıllı  ve  insancıl  ‘niyet’ 
egemen olduğundan” bütün halkların yolu “ sadelik, hakikat ve ahlâk 
ülkesine  gider.”   Demek  oluyor  ki  edebiyatın  en  yüce  görevi 
hümanizmi  yaymaktır.  Bu  yazılar  öbeğini  izleyen  9.  derlemede 
Almanların  Fransız  düşmanlığı  (Galikomanie),  cevabî  mektuplar 
halinde  söz  konusu  edilir  ve  Fransızların  Alman  dilini  (“ ruhsal 
güçlerin organı” nı) bozduğu dile  getirilir. Böylece  Herder  Hümanite 
mektuplarını,  yazılarının  ayrıntılı  bir  bölümüyle  sonlandırır.  En  son 
bölüm  olan  10.  mektup  öbeği  ise  Herder’in  artık  zorlandığının 
ifadeleriyle  doludur.  Hümanite  konusunun  kendisini  tükettiğinden 
bahisle  “ çok  fazla  yazıyor  gibiyim:  Yankı  bulmadan  şarkı 
söylüyorum.” der. 
Fikir  mektupları  niteliğindeki  bu  yazılar,  Aydınlanma,  Leibniz, 
Shaftesburg  felsefelerinden  izler  taşır  ve  her  şeyden  önce  insanı 
insancıllığa eğitmek gibi bir görev üstlenir. Sanatı ve bilimi  bu amaca 
götüren araçlar olarak görür. 
Düşünce  ağırlıklı,  öznel  anlatım  tutumuyla  yazılmış  kurmaca 
dışı yazılarını “Aufsätze” ya da “Aufsätze zur Literatur” yani edebiyat 
yazıları  ve  “Versuch”  başlığı  altında  yayınlayan  Alman  yazarları 
arasında tabiî ki Goethe’nin yeri vardır. Onun “Winckelmann” üzerine 
“Shakespeare”  üzerine  yazıları,  “Granit”  başlıklı  iddialı  yazısı  bu 
türün  örnekleri  arasında  doruk  kabul  edilenlerdendir.  Herder’in
14 

öğrencisi  sayılan,  felsefeye,  hayat  felsefesine  ilgi  duyan,  tabiat 


bilimleri,  sanat  v.b.  alanlarda  daima  söyleyecek  sözleri  olan,  fikir 
yürüten biri olarak Goethe, edebiyatın hemen her türünde olduğu gibi 
denemede de hatırı sayılır örnekler sunmuştur. 
“Deneme”nin Alman edebiyatındaki tarihçesinde “fikir yazıları” 
tarzındaki  ilerleyiş  çizgisini  izlerken  romantik  yazar  Novalis  (1772­ 
1801)’e  değinmek  gerekir.  Romantizm’in  dünya  görüşününde 
bilimlere,  sanata  bakışında,  insanı  değerlendirişinde  büyük  payı  olan 
bu  yazarın  kısacık  ömründe  gösterdiği  etkinliği,  şiirleri,  bir 
Bildungromanın  yanı  sıra  fragmanlarıdır  ki  kurmaca  eserlerindeki 
felsefesi  bu  yazılarında  özetlenmiştir.  Sağlığında  Athenäum 
dergisinde  “Blütenstaub”  (çiçek  tozları)  başlığı  altında  bir  bölümü 
yayınlanan  fragmanlar,  sonra  Friedrich  Schlegel,  daha  sonra  da 
Ludwig  Tieck  tarafından  üç  ciltlik  yazılarda  toplanmıştır.  Tieck’in 
bildirdiğine  göre  Novalis,  özel  bir  ansiklopedik  eser  planlandığını 
Just’a 1798 yılında yazar. Burada dile getirmeyi üşündüğü deneyim ve 
düşünceler  “ birbirini  çeşitli  bilimlerde  karşılıklı  olarak  açıklayacak, 
destekleyecek  ve  canlandıracak” tır.  Planlanan  bu  ansiklopedi  için 
notlar niteliğini taşıyan fragmanlar incelendiğinde bunların çok çeşitli 
alanlara  ilişkin  olduğu,  romantik  felsefe,  majik  felsefe,  fizik,  kimya, 
matematik,  insan,  hukuk,  devlet,  tarih,  din,  sanat  ve  edebiyata 
değindikleri  ortaya  çıkar.  Novalis’in  yetişme  tarzı,  üniversite 
döneminde  doğa  bilimleriyle  felsefeyi  bir  arada  ilgi  alanına  almış 
olması  onun  ansiklopedist  (bilimlerin  tümüyle  biçimlenmiş)  bir 
yaratıcı  yazar  olmasını  sağlamıştır.  Asıl  mesleği  jeologtur,  ama
15 

Fichte’yi öğrenciliği sırasında bizzat dinlemiş, onun “ben­felsefesi” ile 
hesaplaşmayı  sürdürmüştür.  Ansiklopedist  terimi,  Aydınlanma 
döneminde  Fransız  akılcı  filozoflardan  D’Allambert  (1717­1783)  ve 
Diderot  (1713­1784)’nun temsil ettiği felsefeden (bilgi sistemi) biraz 
farklı  haliyle  çıkar  karşımıza  Romantizm’de.  Rasyonalist 
ansiklopedicilerde bilimin zanaata, günlük hayatın somut ihtiyaçlarına 
alfabetik  bir  düzen  içinde  uygulanması  gözetilmiştir.  Kişinin  kendini 
bilgilendirmesine,  aydınlanmasına  hizmettir  amaç.  Romantizm’de  ve 
Novalis’de  ise  ansiklopedide  dışlanan, dışarıda bırakılan ne bir bilim 
ne bir sanat ne de politika vardır, ve en önemlisi: Bu alanlar birbiriyle 
ilişki  içinde  görülen  bir bütün  olarak  ele  alınır  olmuştur.  Rasyonalist 
ansiklopedistlerde alfabetik düzen esasken Novalis’te âdetâ  kasıtlı bir 
düzensizlik, bilimleri, sanatları iç içe görmenin sonucu bir karmaşıklık 
vardır  ve  bu,  fragmanların  çok  kolay  anlaşılır  olmamasına, 
açımlamaya,  yorumlamaya  davetiye  çıkarmasına  neden  olur  ki 
“deneme” türünün akıcı ifadesi, kolay anlaşılırlığı bunlarda yoktur. 
Novalis,  deneme  türünü  “mektupla  makale  arasında”  bir  tür 
sayar  ve  gözlemlenenle  gözlemleyen  arasında  gidip  gelen  bir  metin 
olarak  niteler.  “Das  Allgemeine  Brouillon”  başlığını  uygun  gördüğü 
ansiklopedisi,  deneme  özelliğini  bu  ben  ile  nesne  arasındaki  “gidip 
gelme”de,,  öznellikle  ortaya  çıkarır.  Fransızca  bir  kelime  olan 
“Broullon”,  Almanca’daki  (Lichtenberg’in  kullandığı)  “Sudelbuch”, 
yani  karalama  defteri,  müsvette  demektir.  “Düzensizlik”  bu  başlıkta 
Lichtenberg  gibi  Novalis’de  de  örtük  biçimde  dile  gelmiştir.  Öte
16 

yandan Novalis’in fragmanları Lichtenberg’in aforizmalarına biçim ve 
öz bakımından benzerlik gösterir. 
Ansiklopedi,  Novalis’in  çalışma projesindeki  üç  etkinlikten  biri 
olarak  yer  alır.  218.  Fragmanında  yapmak  istediklerini  şöyle  sıralar: 
“ 1.  Ansiklopedi,  2.  bir  roman,  3.  Schlegel’e  bir  mektup. 
Sonuncusunda  1.’nin  bir  parçasını  elden  geldiğince  romantik  tarzda 
sunacağım.”   Bu  projelerin  üçünde  de  Novalis’in  amacı,  “insanı  bir 
bütün  olarak  işlemek”  şeklinde  gerçekleşmiştir.  Ansiklopedinin  ve 
Schlegel’e  mektubun  tarzı  hakkında  tam  bir  karara  varamadığını  şu 
sözlerle dile getirir: 

“ Bu,  bir  araştırma  mı  (ya  da  deneme)  olsun,  bir  fragmanlar 
destesi,  bir  Lichtenberg’imsi  yorum,  bir  rapor,  bir  tavsiye 
mektubu,  bir  hikâye,  bir  makale,  bir  tanıtma,  bir  söylev,  bir 
monolog ya da bir diyalog parçaları mı olsun?”  

Görüldüğü  gibi  edebî  tür,  biçim  değildir  burada  önemli  olan. 


Asıl önemli olan, bütün bu türlerin denemeci bir açıyı içine almasıdır. 
Denemeci  tarzdaki  mektup,  kendine  sesleniş,  kendiyle  konuşma, 
dünyayı  fragmanlar  dizisi  içinde  yorumlamadır  Novalis’in  planı. 
Edebî  türler  arasındaki  sınırları  önemsemeyip  onları  tek  potada 
eritmek,  Novalis’in,  Romantizm’in  ana  ilkesini  âdetâ    bir 
uygulamasıdır. Bu ilke, bilimler arasındaki sınırları kaldırmak, bilim, 
felsefe  ve  sanatı  bir  arada  görmektir  ki  “universal  poesie”  (Evrensel 
Şiir) hepsinin ortak adıdır.
17 

Novalis, “evrensel şiir” anlayışının yanı sıra “ben”, “orjinallik”, 
“yabancılaştırma”  konularında  da  denememsi  fragmanlar  kaleme 
almıştır.  “ Her  yabancı  düşünceyi  kendisininkiymiş  gibi,  ve  kendi 
düşüncesini  yabancı  bir  düşünce  gibi  ele  almayan  kişi,  hakiki  bir 
bilgin değildir” der (716 Fragman). 
Aynı  şekilde  bilimlerin,  sanatım  ve  felsefenin  aralarında 
etkileşimini,  “synkritisch”  (ortak  eleştirel)  oluşu,  ansiklopedisinin 
ulaşmak istediği ideal sayar: 
“ Ansiklopedi,  ancak  tek  tek  bilimlerin  birbiri  üzerine  karşılıklı 
etkisiyle  ortak  eleştirel  olur.  Bir  bilimin  felsefesi,  bilimin  öz 
eleştirisi ve öz sistemi yoluyla oluşur. Bir bilimin uygulanışı, bir 
başka  bilimin  özel  öz  gelişimine  yardım  etmesiyle  olur.  Her 
bilim, salt potansielleştirme sayesinde daha yükseğine, bir felsefî 
olana,  bir  dizinin  halkası  ve  işlevi  olarak  geçebilir.”   (487 
Fragman) 

Müler­Funk,  Novalis’in  fragmanlarında  modern  felsefenin 


odaklandığı  şeyi,  yani  bilgi  teorisini  görüyor.  Denemeciliğin  de  bir 
özelliğinin,  kendi  kendine  düşünmede  (selbstdenken)  bilgi  teorisine 
dayalı  çözümlerin  boş,  yararsız,  hattâ  engel  olduğunu  savunuyor. 
Öğrenme  sorunsalının,  felsefeyi  kurgulayan  o  çözümsüz,  akıl 
karıştıran ana konularından olduğunu düşünerek şöyle diyor: 
“ Denemecilik,  bu  tür  problemlerin  çözümsüz  olduğunu  anlayıp 
göstermekle yetinir. Novalis, kafamızdaki imgelerin, kavramların 
ve tasarım komplekslerinin dış dünyanın nesnelerine uyuyor mu
18 

ya  da  bunların  mı  kurgulayıcı  yoksa  kurgulanan  mı  olduğunu 


sormaz.  Keza  kendiliğinden  şey  (Das  Ding  an  sich)’ın  ne 
olduğuyla  da  ilgilenmez  ve  aşkın  özneyi  energetik  bir  öze 
indirger;  bu  özden  de  dünyanın  sembolik  benimsenmesi 
kaynaklanır.  Yaygın  ruh  aynı  zamanda  o  araç,  o  oksijendir  ki 
onun  içinde  ve  onun  aracılığıyla  ‘ben’,  ‘beden  alevi’,  dünya 
masalını yazar. Bu dünyanın bizim masamız olmadan manası ve 
anlamı  olup  olmadığı  bu  açıdan  bakıldığında  önemsizdir.”  
(Wolfgang  Müler­Funk,  Erfahrung  ın  Experiment,  Berlin  1995, 
s.151) 

Konuyu toparlayacak olursak: Alman edebiyat tarihi içinde 18. ve 19. 
yüz  yıllarda  “deneme”  türünün  Fransız  ve  İngiliz  örneğinde,  o  adla 
olmasa  bile  düşünce  ağırlıklı,  öznel,  orijinal,  kurmaca  dışı  yazılara 
sıkça  rastlıyoruz.  Bunlar  açık  mektup,  fragman,  edebiyat  yazıları, 
karalamalar  v.b.  başlıklarla  sürdürülüyor.  “Essay”  sözünün  tam 
karşılığı  olabilecek  “Versuch”  kelimesine  itibar  edilmemiş,  bu  türün 
bir  şeyler  düşünmeyi  denemeden  çok  daha  ciddî,  çok  daha  iddialı 
olması  gerektiği  göz  önüne  alınarak  bu  yabancı  tür  terimi,  yani 
“essay”  (Fransızca  olan  assai’den  ziyade  İngilizceyi)  özellikle  20. 
yüzyıl edebiyatında kullanılır olmuştur.
19

You might also like