You are on page 1of 144

1914-1918 OSMANLI/AVUSTURYA-MACARİSTAN

İMPARATORLUĞU İLİŞKİLERİ

HASAN KESKİN

MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Lisansüstü Öğretim Yönetmeliği’nin Tarih Anabilim Dalı İçin Öngördüğü


YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak Hazırlanmıştır.

HATAY
OCAK, 2006
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne,

Bu çalışma, jürimiz tarafından ..................................................... Anabilim/Anasanat


Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan -----------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad

Üye --------------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad

Üye --------------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad

Onay

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

.../.../.....

Prof. Dr. Cemal YÜKSELEN

Enstitü Müdürü
ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşına İttifak Devletleri yanında savaşa


girmiş, İtilaf Devletlerine karşı verdiği mücadele ile Avusturya-Macaristan’ın
Avrupa savaş alanlarındaki yükünü hafifletmişti. Özellikle Çanakkale Savaşı
sonucunda Rusya’ya yapılacak yardımın ortadan kalkması ve bu yüzden Rusya’nın
Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesi Avusturya-Macaristan’ı rahatlatmıştı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu savaş süresince, neredeyse Almanya


kadar ayrıcalıklı haklarla Osmanlı topraklarında etkin faaliyetlerde bulunmuştur.
Avusturya-Macaristan’ın Doğu ve Osmanlı politikası çerçevesinde Almanya’nın
gölgesinden kurtulmak ve Almanya’yla rekabet edebilmek için, ekonomik, kültürel
ve bilimsel, özellikle de askeri alanlarda Osmanlı Devleti ile yoğun ilişkiler içerisine
girmişti. Osmanlı Devleti’ndeki görevlilerinin çalışmalarıyla, görevlendirdiği en üst
düzey subaylar, imkanlarını zorlayarak yaptığı yardımlarla Almanya’nın gerisinde
kalmamaya; kısa zamanda Osmanlı Devleti’ne karşı müttefik olma gereklerini yerine
getirmeye çalışmıştı. Osmanlı Devleti de Galiçya, Makedonya ve Romanya
Cephelerine en seçkin askerlerini göndererek üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştı.

Bu çalışma süresince bana kaynak gösterme ve metot konularında


yardımlarını esirgemeyen hocalarıma, başta danışman hocam Sayın Yrd. Doç. Dr.
Songül ÇOLAK olmak üzere, değerli zamanını her fırsatta bana ayıran Sayın Yrd.
Doç. Dr. Mustafa ÇOLAK’a, Tarih Bölüm Başkanı Sayın Yrd. Doç. Dr. Süleyman
HATİPOĞLU’na, Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ’e ve Arş. Gör. Ülkü AĞIRTAŞ’a
teşekkürlerimi borç bilirim. Ayrıca Almanca kaynakların çevirisi aşamasında büyük
desteğini gördüğüm değerli dostum Yrd. Doç. Dr. Mehmet CANBULAT’a,
Avusturya/Viyana’dan kaynak temini konusunda yardımcı olan Sema GÖK’e, edebi
yönden çalışmamı inceleyen Selim KARADAŞ’a ve son olarak çalışma süresince
bana büyük bir hoşgörü ve sabır göstererek beni destekleyen sevgili eşim Selma
CEYLAN KESKİN’e teşekkür ederim.

HATAY 2006 Hasan KESKİN


ÖZET
1914-1918 OSMANLI/ AVUSTURYA-MACARİSTAN İMPARATORLUĞU
İLİŞKİLERİ
HASAN KESKİN
Tarih Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans
Danışman Yrd. Doç. Dr. Songül ÇOLAK
Ocak 2006, 133 Sayfa

XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde ilk kez karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti ile
Avusturya arasındaki ilişkilerin esasını Macaristan ve Balkanlardaki çıkar çatışması
oluşturmaktadır. XIX. yüzyılda Rusya’nın Balkanlarda etkili olmaya çalışması
üzerine, Avusturya artık diplomaside Osmanlı Devleti ile işbirliği içerisine girmiştir.
1866’da Avusturya İmparatoru, Macar tacını giyerek Avusturya ve Macaristan’ın
birleştiğini ilan etmiştir.
Avusturya-Macaristan’ın 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etmesi, Trablusgarp
ve Balkan Savaşları’ndaki pasif tutumu, Osmanlı Devletini Birinci Dünya Savaşı
öncesi Avusturya-Macaristan’la arasında mesafe yaratmıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nın engellenemez bir yola girmesi üzerine Osmanlı Devleti kaybettiklerini
kısmen de olsa elde etme adına ittifak kurma çalışmalarına başladı. İtilaf
Devletleri’nden olumlu yanıt alamayan Osmanlı Devleti İttifak Devletleri’yle
müzakerelere başlamış, sonuçta bu blokta yer almıştır.
Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile savaş öncesi pek
de olumlu ilişkiler kurmamıştı. Ancak savaş başladıktan sonra yoğun ilişkiler
içerisine girmiştir. Avusturya-Macaristan, Doğu ve Osmanlı politikası çerçevesinde
Osmanlı sınırlarında faaliyetlerde bulunmuştur. 1914-1918 yılları arasında yaptığı
yardımlarla Osmanlı Devleti’nin savaş yükünü bir nebze de olsa hafifletmiştir. Bu
bağlamda öncelikle Obüs ve Havan bataryaları, motorize birlikler, sağlık ekipleri,
askeri teknik personel ve kayak eğitmenleri göndermiştir. Osmanlı Devleti de en
seçkin askerlerini Avrupa savaş alanlarına göndererek üzerine düşeni yapmıştır.
Avusturya-Macaristan, ekonomik ve kültürel alanlarda yaptığı faaliyetlerle de
Osmanlı topraklarında Almanya ile rekabet etmeye çalışmış, kısmen de başarılı
olmuştur. İmparator ve İmparatoriçenin İstanbul ziyaretleri, Osmanlı Devleti’ni ne
kadar önemsediklerini göstermiştir.
İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi ve imzalanan Mondros
Mütarekesi’nin 25. maddesi gereği Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği, Askeri
Ataşesi, askeri yetkili ve birlikleri memleketlerine dönmüşlerdir.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu, Enver Paşa, Pallavicini, Pomiankowiski
ABSTRACT
THE RELATIONSHIPS OF AUSTRIA-HUNGARY EMPIRE AND
OTTOMAN BETWEEN 1914-1918
HASAN KESKİN
History Department, Master Of Science
Supervisör: Assist. Prof. Dr. Songül ÇOLAK
January 2006, 133 Pages

The base of relationships between Ottoman Empire and Austria, having met
in the first quarter of 19th century for the first time, is constituted by prafit conflict in
Hungary and Balkans, Since Russia tries to be powerful in Balkans, Ottoman Empire
cooperates with Austria in politics. In 1866 the emperor of Austria wedring
Hungarian crown, declares that Austria and Hungary are united.
The fact that Austria-Hungary invades Bosnia-Herzegovina in 1918 and its
passive attitude in Balkan War distance Ottoman Empire from Austria-Hungary
before First World War. As First World War is inevitable, Ottoman Empire tries to
establish alliance for the sake of getting back what he has lost. Ottoman Empire, not
having been able to get a positive answer from Mutual states, starts to negatiate with
alliance states, and eventually he takes place in this group.
Ottoman Empire doesn’t have good relationships with Austria-Hungary
Empire before thi war. Homewer, he has intensive relationships after the war breaks
out. Austria-Hungary is active in Ottoman borders for the sake of his East and
Ottoman politics. He relieves the heavy burden of Ottoman State by means of his
helps between 1914-1918. Firstly he sends Howitzer shell and mortar batary,
motorize troops, health stuff, military technical stuff and ski trainers. As for Ottoman
Empire he does his best by sending his good soldiers to European war zones.
Austria-Hungary Empire tries to compete with Germany in economical and
cultural areas and he partially succeeds in doing it. The emperor’s and queen’s visit
of İstanbul shows how they give importance to Ottoman Empire.
Since alliance states lose the war and as a result of 25th matter of Mudros
Pact, Austria-Hungary Ambassadorship, Millitary Attache, millitary authorities and
troops return to their country.
Key Words: World War I, Ottoman Empire, Austria-Hungary Empire,
Enver Pasha, Pallavicini, Pomiankowiski.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
TÜRKÇE ÖZET........................................................................................................... i
İNGİLİZCE ÖZET......................................................................................................iii
İÇİNDEKİLER.............................................................................................................v
KISALTMALAR.......................................................................................................viii

1. GİRİŞ......................................................................................................................1

2. TEZİN ÖNEMİ VE AMACI..................................................................................4

2.1. Yöntem..................................................................................................4

2.2. Kavramsal Çerçeve...............................................................................5

2.3. Kapsam ve Sınırlılıklar..........................................................................5

2.4. Veri Toplama Tekniği...........................................................................5

3. BULGULAR VE YORUMLAR.............................................................................6

3.1. Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girişi ve Avusturya-Macaristan İttifakı..................6


3.1.1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı Hükümeti’nin İttifak Kurma
Çalışmaları....................................................................................................6
3.1.2. Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan ile İttifakı ve Birinci Dünya
Savaşına Girişi............................................................................................11

3.2. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Politikası............................18


3.2.1. Doğu Politikası............................................................................................18
3.2.2. Osmanlı Politikası........................................................................................19

3.3. Osmanlı Topraklarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Eğitim ve


Misyonerlik Faaliyetleri....................................................................................23
3.3.1. Papaz Musil’in Faaliyetleri..........................................................................23
3.3.2. Osmanlı Devleti’ndeki Avusturya-Macaristan Kayak Ekibi.......................26

3.4. Avusturya-Macaristan’ın Gizli Komando Faaliyetleri........................................28


3.4.1. Avusturya-Macaristan’ın Kafkasya’da İhtilal Çıkartma ve Bakü Petrol
Yataklarını Sabote Etme Girişimi..............................................................28
3.4.2. Cemşe Petrol Yataklarını Sabote Etme Girişimi........................................31

3.5. Çanakkale Savaşları ve Avusturya-Macaristan...................................................34


3.5.1. Çanakkale Savaşları ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun
Tutumu.......................................................................................................34

3.5.2. Obüs ve Havan Bataryalarının Gelişi..........................................................38

3.6. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Faaliyet Alanlarının Genişletilmesi............42


3.6.1. Dağ Birliklerinin 1916 Yılı Faaliyetleri.......................................................48
3.6.2. 1916 Yılında Türkiye’deki Mobil Birlikleri................................................50
3.6.3. Sağlık Birimleri (Sıhhiye)............................................................................55
3.6.4.Avusturya-Macaristan Hava Kuvvetlerinin Osmanlı Devleti’nde Muhabere
Çalışmaları....................................................................................................57

3.7. Avrupa Savaş Alanlarında Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan..............58


3.7.1. Galiçya Cephesi...........................................................................................58
3.7.2. Diğer Cepheler.............................................................................................64

3.8. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Osmanlı Devleti’ndeki Genel Durumu


(1917)................................................................................................................69
3.8.1. Avusturya-Macaristan Eğitim Birliklerinin Faaliyetleri..............................73
3.8.2. Sağlık Birimleri (Sıhhiye)............................................................................73
3.8.3. Ara İstasyon (Lojistik) Birlikleri.................................................................74
3.8.4. Arşidük Hubert Salvator’un Anadolu ve Ortadoğu Ziyareti........................75
3.8.5. Dannhofer Olayı...........................................................................................79

3.9. Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’nın Osmanlı Devleti’ndeki Ekonomi ve


Kültürel Faaliyetleri.............................................................................................82
3.9.1. Ekonomi Faaliyetleri....................................................................................82
3.9.2. Kültürel Faaliyetleri.....................................................................................89

3.10. İmparator Karl’ın ve İmparatoriçe Zita’nın İstanbul Ziyaretleri.......................92

3.11. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Osmanlı Devleti’ndeki Genel Durumu


(1918)..............................................................................................................96
3.11.1. Mondros Mütarekesi Öncesi ve Sonrası....................................................98
3.11.2. Mütareke Sonrası Osmanlı Topraklarındaki Avusturya-Macaristan
Birliklerinin İstanbul’da Toplanmaları ....................................................102
3.11.3. Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği ve Askeri Birliklerinin Yurda
Dönüşü......................................................................................................107

SONUÇ.....................................................................................................................112

KAYNAKÇA............................................................................................................114
EKLER......................................................................................................................119

EK-1: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Topraklarındaki


Görevlilerini Gösteren Tablo....................................................................................119
EK-2: Osmanlı Sınırlarında Savaş Alanlarını Gösteren Harita................................122
EK-3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan Osmanlı Devleti’ne Gönderilen
Obüs ve Havan Bataryaların Gelibolu Yarımadası’nda Bulundukları Yerleri Gösteren
Harita.........................................................................................................................123
EK-4: RESİM 1: Osmanlı Devleti Harbiye Nazırı Ve Başkomutan Vekili Enver
Paşa...........................................................................................................................124
EK-5: RESİM 2: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi
Johann Markgraf von Pallavicini..............................................................................125
EK-6: RESİM 3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Askeri Ataşesi
Joseph Pomiankowiski..............................................................................................126
EK-7: RESİM 4: İttifak Devletleri Askerleri Bir Arada...........................................127
EK-8: RESİM 5: Avusturya-Macaristan Askerlerinin İstanbul’daki İkametgahı.....128
EK-9: RESİM 6: Gelibolu’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 9
Numaralı 24 cm’li Motorlu Havan Bataryası...........................................................129
EK-10: RESİM 7: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 36 Numaralı 15 cm’li
Obüs Bataryasının 1915’te Gelibolu’ya Nakli..........................................................130
EK-11: RESİM 8: Üsteğmen Gomolka’nın Dağ Topçu Birliği İçin Osmanlı
Askerlerini Eğitmesi.................................................................................................131
EK-12: RESİM 9: Diyarbakır’da Park Halinde Bulunan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun 2 Nolu Mobil Birlikleri..............................................................132
EK-13: RESİM 10: Askeri Ataşe Pomiankowiski ve Askeri Birliklerin Reşit Paşa
Gemisiyle Yurda Dönüşü..........................................................................................133
KISALTMALAR

AOK : Avusturya-Macaristan Ordular Başkomutanlığı


BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Bkz., bkz: Bakınız
Dr. : Doktor
Çev. : Çeviren
s. : Sayfa
1. GİRİŞ

Osmanlı Devleti ile Avusturya’nın tarihi, karşılaştırmalı olarak gözden


geçirildiğinde, bu iki devletin doğuş, yükseliş ve çöküşlerinde bir benzerlik, bir
paralellik olduğu görülmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Meydan Muharebesi (1526)’nden sonra


Avusturya, Osmanlılarla karşı karşıya gelir ve bu andan 1683’e yani İkinci Viyana
Kuşatması’nı başarıyla püskürtünceye kadar birkaç ciddi tehlike atlatır. Ortalama
150 yıl süren bu dönem, Avusturya tarih kitaplarında “Türk tehlikesi” ya da “Türk
çağı” olarak adlandırılır.

İkinci Viyana Kuşatması’ndan sonra Avusturya, topraklarını daima


Osmanlılar aleyhine, doğuya doğru genişletir. 1789’da Belgrad’ın alınmasından
sonra Tuna ve Sava nehirleri, Avusturyalıların Osmanlılara karşı doğal sınırı olur.

Avusturya ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin esasını, Macaristan ve


Balkanlardaki çıkar çatışması teşkil eder. Bu çıkar çatışmasından kaynaklanan
olaylar, her iki devletin yakın tarihinde geniş yer tutar.

XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı-Avusturya ilişkileri tamamen


diplomasi alanına kaymış, hiçbir şekilde silahlı çatışmaya dönüşmemiştir. Bu
nedenle Ziştovi Barışı (1791) tarihin uzun ömürlü barışlarından biri olmuştur.
Balkanlarda Rusya ile çıkar çatışmasına giren Avusturya artık diplomaside Osmanlı
Devleti’ni desteklemekte ve Balkanların, gittikçe güçlenen Rusya’nın eline
geçmesine engel olmaya çalışmaktadır.

1866’da Prusya’ya yenilen Avusturya, tüm dikkatini Balkanlara vermiş iç


huzursuzluklarını halletmeye çalışmıştır. Çünkü Milliyetçilik akımları Avusturya’yı
da etkilemiş, parlamentonun kararlarına uymak istemeyen Macarlar ayaklanmışlardı.
Bunun üzerine İmparator, 8 Haziran 1866’da Macar tacını giyerek Avusturya ve
Macaristan’ın birleştiğini ilan etmiştir1. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adını

1
Avusturya İmparatorluğu-Macar Krallığı tek bir İmparator Kral’a bağlı iki devletti. Ulusal bakımdan
karmakarışık durumdaydı. Halk başlıca şu unsurları kapsamaktaydı: Alman: 12.011.000 (% 28,38),
Macar: 10.120.000 (% 19,71), Romen: 3.222.000 (% 6,27), Slav: 23.416.000 (% 45,59), Diğer
alan devlet, gerçekte iki güce ayrılmış (Avusturya-Macaristan) yalnız ordu,
donanma, dış politika da birleşmişti.

Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’ni, Avusturya-Macaristan’a


yaklaştıracak gelişmeler söz konusu değildi. Bosna ve Hersek’in elden çıkışı,
hafızalardan henüz silinmemiş. Avusturya-Macaristan’ın Trablusgarp ve Balkan
Savaşları’ndaki pasif tutumu, Osmanlı Devleti’ni olumsuz etkilemişti.

Bu çalışmamızda; Birinci Dünya Savaşının kaçınılmaz bir duruma


gelmesiyle Osmanlı Devleti’nin ittifak kurma çalışmaları, üçlü İtilaf Devletlerinden
olumlu yanıt alamayınca üçlü ittifak tarafına geçiş süreci üzerinde duracağız. 2
Ağustos 1914 tarihli antlaşma ile Osmanlı Devleti üçlü ittifakta yer alan müttefikleri
ile yoğun ilişkiler içerisine girmişti. Müttefiklerden Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ile eşit haklara sahip bir şekilde Osmanlı
Devleti’nde ağırlık kazanmak ve etkili olma yolunda birtakım ilişkiler içerisine
girmiştir. Bu politikanın uygulanmasında ise en çok Osmanlı Devleti’nde uzun
zamandır görev yapan Pallavicini ve Pomiankowiski gibi görevlilerine güveniyordu.

Avusturya-Macaristan’ın Ortadoğu politikası doğrultusunda Katoliklerin


dinsel liderliğini ele geçirmek için yaptığı misyonerlik faaliyetleri önemli bir yer
teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında Avusturya-
Macaristan İmparatorluğunun çıkarlarını korumak ve propagandasını yapmak
amacıyla askeri, ekonomik, kültürel ve bilimsel alanlardaki faaliyetleri ve Osmanlı
Devleti ile yaptığı işbirliği dikkate değerdir. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de varını
yoğunu ortaya koyarak hazırlamış olduğu en seçkin askerlerini müttefiklerine yardım
amacıyla Galiçya, Romanya ve Makedonya Cephelerine göndermişti. Oysa Osmanlı
Devleti’nin müttefikleriyle ilişkilerini ele alan Türkçe eserlere baktığımızda
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerine pek

Uluslar: 2.585.000 (% 5,05). Bunlardan başka İtalya sınırı dolaylarında 768.000 İtalyan-Latin
yaşıyordu. Slav ulusları arasında devlete en bağlı olanlar Lehlerle, Slovenlerdi. Avusturya’da
Almanlar ve Macaristan’da Macarlar egemen ulus durumundaydılar. İmparatorluğu teşkil eden iki
devletten Macaristan’da Macarlar halkın % 54,5, Avusturya’da ise Almanlar % 35,38 i olup bu
yüzden Macarlar devletlerini ulusal bir devlet sayıyorlardı. Avusturya’da ise Almanların aynı iddiada
bulunmalarına imkan yoktu(Bayur 1991b: 23-24).
değinilmemektedir. Bu çalışmamızda kısmen bu eksikliği gidermeye ve 1914-1918
yıllarında iki müttefik arasındaki ilişkiler üzerinde duracağız.
2. TEZİN AMACI VE ÖNEMİ
Çalışmamızın ana konusunu, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı/Avusturya-
Macaristan İlişkileri (1914-1918) oluşturmaktadır.

XX. yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nin Bosna ve Hersek’i kaybedişi


hafızalardan silinmeden, Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının ağır sonuçları
yaşanmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşının başlaması üzerine Osmanlı Devleti,
kaybettiklerini kısmen de olsa elde etmek adına ittifak kurmak çalışmalarına başladı.
Üçlü İtilaf Devletlerinden olumlu yanıt alamayınca Üçlü İttifak Devletleriyle ilişki
kurmuş, sonuçta bu blokta yer almıştır.

Osmanlı Devleti ile İttifak Devletleri arasında yapılan antlaşmalarda


tarafların ihtiyaç durumunda karşılıklı yardım taahhütleri söz konusuydu. Osmanlı
Devleti’nin müttefiklerinden olan Avusturya-Macaristan ile savaş öncesinde pek de
olumlu ilişkileri olmamasına rağmen savaş başladıktan sonra yoğun ilişkiler içerisine
girdiğini görüyoruz. Bu bağlamda özellikle askeri, ekonomik, sağlık v.b. alanlarda
yardıma gereksinim duyan Osmanlı Devletine 1915’te Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu ilk olarak topçu bataryalarını göndermiştir. Bunlar; Çanakkale
Boğazı’nda, Süveyş Kanalı’nda, Romanya’da, Filistin ve Suriye’de Osmanlı
kuvvetlerinin yanında savaştılar. Ayrıca Avusturya-Macaristan motorize birlikleri,
sağlık ekipleri, savaş danışmanları ve askeri teknik personeli ile Asya’da savaş
alanlarında Osmanlı ordularının yanında yer aldılar. Oysa Birinci Dünya Savaşı
yıllarına ait çalışmalara baktığımızda Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu ile ilişkilerinden, Avusturya-Macaristan ordularının Türk
sahalarındaki varlıklarından çok az bahsedildiğini görüyoruz.

2.1. Yöntem
Birinci Dünya Savaşında Osmanlı/Avusturya-Macaristan İlişkileri (1914-
1918) konulu tez çalışmamızda, ilk aşamada konuya ilişkin kaynakların bir ön
taraması yapılmış Almanca kaynaklar, Avusturya-Macaristan’ın İstanbul Askeri
Ataşesi Joseph Pomiankowiski’nin anıları, Türkçe kaynaklar ve kısmen arşiv
belgelerinden faydalanılarak 1914-1918 yıllarında iki devlet arasındaki ilişkilerin
boyutu değerlendirilmeye çalışılmıştır.
2.2. Kavramsal Çerçeve
Çalışmamız, iki farklı devletin ilişkilerini esas aldığından, tarih biliminin en
önemli yönü olan objektifliğin, bu çalışmada temel ilke olarak alınmasına büyük
önem verilmiştir. Olaylara ve değerlendirmelere tek taraflı yaklaşmış olmamak için
yabancı kaynaklar da incelenmeye çalışılmıştır. Yine olayların değerlendirilmesinde
olayın geçtiği dönemin şartlarının da çok önemli olduğu gerçeğiyle hareket
edilmiştir.

2.3. Kapsam ve Sınırlılıklar


Bir araştırmada önemli olan nokta konunun belli bir zaman dilimi içerisine
oturtulması ve araştırmanın bu doğrultuda sürdürülmesidir. Bu çalışmamız Birinci
Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nin ittifak kurma çalışmaları ve devamında
üçlü ittifaka katılımıyla başlayan 4 yıllık zorlu süreçte müttefiklerinden önemli bir
yere sahip olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile olan ilişkileri ele alınmıştır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Osmanlı politikası, 1914-1918 arası
Osmanlı Devletindeki askeri, ekonomik, kültürel vs. faaliyetleri araştırmamızın
sınırlarını oluşturmaktadır.

2.4. Veri Toplama Tekniği


Araştırma ile ilgili olarak ilk önce literatür taraması yapılmıştır. Elde edilen
kaynaklar tasnif edilmiş, Almanca, İngilizce ve Osmanlıca kaynaklar günümüz
Türkçe’sine çevrilmiştir. Elde edilen kaynaklar kronolojik bir sıra halinde tasnife tabi
tutulduktan sonra yazım aşamasına geçilmiştir.
3. BULGULAR VE YORUMLAR
3.1. Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girişi ve Avusturya-Macaristan İttifakı

3.1.1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı Hükümeti’nin İttifak


Kurma Çalışmaları

Birinci Dünya Savaşı öncesinde; 1911’de İtalya’ya karşı Trablusgarp’ta


verilen büyük mücadele, 1912-1913 yıllarında Balkan Devletlerine karşı yapılan
savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti yorgun düşmüş, büyük toprak kaybına uğramış,
ekonomik durumu da çok bozulmuştu.

Osmanlı Devleti mevcut askeri gücüne dayanarak artık herhangi bir savaşa
giremez ve gireceği savaşı devam ettiremezdi. Ancak jeopolitik ve stratejik durumu
dolayısıyla herhangi bir dünya savaşında tarafsız kalması da mümkün değildi.
Bundan dolayı herhangi bir dünya savaşında yeterli bir dış yardımı esirgemeyen
kuvvetli bir Avrupa devletine dayanmak uygun olurdu(Akbay 1991: 140; Bayur
1991b: 504).

Osmanlı Hükümeti, kendini Balkanlılardan daha büyük istek ve ihtiras


sahibi devletlerin, özellikle de Çar Hükümetinin ihtiraslarından korumak için
ordusunu yeniden teçhiz etmek ve ülke kalkınması için gerekli olan masraflarını
karşılamak için para bulmak zorundaydı. Bu yüzden Osmanlı Hükümeti bir taraftan
müttefik ve koruyucu arayacak diğer taraftan da hem kapitülasyonların kaldırılması
veya hafifletilmesi ile devlete yeni gelir kaynakları bulacak hem de borçlanma
yoluyla para elde edilmesi için büyük devletlerle müzakereye girişecekti.

Avrupa’da mevcut iki ittifak sisteminden hangisine katılmanın Osmanlı


Devleti için daha yararlı olacağı konusunda devlet adamları değişik görüşlere sahipti.
Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’ni diplomatik yalnızlığa itmişti. İttihatçılar sürekli
yalnız kalmanın Osmanlı Devleti’nin sonu demek olacağı inancındaydılar. Sürekli
yalnız kalmaktansa herhangi bir ittifakı kabul etmeye esasen hazırdılar(Zürcher
1995: 164; Çeliker 1977: 32).
Fransa ve İngiltere’nin ikisi de gündemlerinde ilk yeri tutan Rusya ile şimdi
iyi ilişkiler içerisindeydi ve Balkan Savaşı’ndan sonra Yakındoğu söz konusu
olduğunda, bu iki devlet Balkan Devletleri ile yapılacak ittifakı Osmanlılarla bir
bağlantıdan daha fazla tercih ediyorlardı(Zürcher 1995: 164-165). Esasen İtilaf
Devletleri’nin, paylaşmaya kararlı oldukları bir ülkeyi müttefik olarak aralarına
almaları da beklenemezdi.

Osmanlı Devleti, Üçlü İtilaf Devletlerine ayrı ayrı başvurarak ittifak


önerisinde bulunmuş, ama önerisi reddedilmiştir. Osmanlı Devleti ilk ittifak
teşebbüsünü İngiltere nezdinde yaptı. Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekiminde
İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill’e bir mektup yazarak iki ülke arasında bir
İttifak yapılmasını teklif etti. Churchill, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na danışarak
verdiği cevapta “... şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz...” diyerek bu teklifi
geri çevirdi(Bayur 1991a: 510).

Diğer bir teşebbüs ise Fransa nezdinde yapıldı. Bahriye Nazırı ve Türk-
Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa, Fransız Dışişleri Bakanlığı ile temasa
geçerek iki ülke arasında bir İttifak yapılmasını sağlamaya çalıştı. Verilen cevapta,
Rusya razı olmadıkça böyle bir İttifakın mümkün olmadığı bildirildi(Bayur 1991a:
549-558).

Bu başarısızlık o tarihlerde, Osmanlı Devleti’nin zayıflığına bağlanmış; bu


yüzden büyük devletlerin yük altına girmek istemedikleri şeklinde
yorumlanmıştır(Çeliker 1977: 33). Nitekim yapılan tekliflerin kabul edilmemesi
üzerine Osmanlı Devleti Üçlü İttifak Devletlerine yanaşmak zorunda kalmıştı.
Balkan Savaşı’ndan sonra Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında doğrudan bir sınır
kalmamıştı. Bu sebeple Osmanlı devlet idarecileri arasında Almanya, Avusturya
ittifakına karşı eğilim artmış ve Akdeniz’de güçleri az olan bu devletlerden Osmanlı
Devleti’ne bir zarar gelmeyeceği inancı hakim olmuştu(Bayur 1991b: 508-509;
Genelkurmay 2002: 2).

Osmanlı Hükümetinin Bulgarlarla bir ittifak görüşmesi oldu (29 Eylül 1913)
Bulgarlar bu ittifak ile Makedonya üzerindeki milli emellerini gerçekleştirmeyi ve
İkinci Balkan Savaşı öncesinde olduğu gibi bir Sırp-Yunan ittifakı karşısında yalnız
kalmamayı istemişlerdir. Osmanlı Devleti de, Balkan Devletleri’nin kendisine karşı
ikinci bir ittifak kurmalarını önlemek ve Romanya’yı da kazanmaya çalışarak
Balkanlarda düşman kuvvetlerin durumundan faydalanmayı düşünmüştür.

Ne var ki, Bulgarlar ittifak antlaşmasını Birinci Dünya Savaşı içinde dahi
imzalamadılar ve devamlı olarak Osmanlı Devleti’nden toprak koparmak fikrini
muhafaza ettiler. Bunda, Rusya’nın ve Romanya’nın da durum ve tutumlarının
önemli etkisi olmuştur denilebilir(Yılmaz 1993: 15).

Avusturya-Macaristan, Sırbistan ile yapacağı muhtemel bir savaşta


kendisine yardımcı olabileceği düşüncesiyle Osmanlı Devleti ile bir askeri
ittifak(Görgülü 1993: 48), olasılığına dair nabız yoklamış, Talat ve Enver
yüreklendirici cevaplar vermişti(Zürcher 1995: 164-165; Bayur 1991b: 629).

Fakat Almanya, Osmanlı Devleti ile askeri ittifak konusunda duraksıyordu;


çünkü Osmanlı Devleti’ndeki askeri heyetten aldığı raporlar, Türk ordusunun yakın
bir gelecekte Alman askeri stratejisine yardımcı olacak duruma gelip gelemeyeceği
konusunda kuşku oluşturuyordu(Görgülü 1993: 48-49). Almanya’nın İstanbul
Büyükelçisi Wangenheim1 18 Temmuz 1914’de: “Türkler henüz ittifak yapmaya
hazır değiller” diyordu(Jaeschke 1977: 734). Gerek İstanbul’daki Alman
Büyükelçisi, gerekse Berlin’deki Hariciye Nezareti bir ihtilal (1908 İhtilali) ve üç
talihsiz savaş (Trablugarp, I.ve II. Balkan Savaşları) sonucunda zayıf düşmüş olan
Osmanlı Devleti ile bir ittifak antlaşmasının yapılamayacağını bunun yükten başka
bir şey olmayacağı fikrindedirler; Büyükelçi Birinci Dünya Savaşı’ndan bir hafta
öncesine kadar bu düşüncededir. Fakat İmparator II. Wilhelm sayesinde bu konudaki
bütün bağlar koparılmamıştı(Kressenstein 1943: 5; Bayur1938: 323).

1
Hans Frhr. Von Wangenheim, 1912 ile 1915 yılları arasında İstanbul’daki Alman Büyükelçisi ve
aynı zamanda da kordiplomatik çevrenin en güçlü şahsiyetlerinden biri idi. Aslen topçu yüzbaşısı
olup, II. Wilhelm’in teveccühü ile henüz 50 yaşında iken İstanbul Büyükelçisi olmuştu. Osmanlı
Devleti’nin Almanya ile imzaladığı 2 Ağustos antlaşmasında önemli rol oynamıştır. Ekim 1915’de
İstanbul’da aniden ölmüştür(Pomiankowiski 1990: 47-51).
Bütün bu düşüncelere rağmen Temmuz 1914’te Saraybosna krizi1 baş
gösterdiğinde, Avrupa’da genel savaş kaçınılmaz bir hal almıştı. İmparator II.
Wilhelm’in Osmanlı Devleti ile ittifakı daha ciddi bir şekilde ele aldığı ve askeri
heyetlerinden bir teminat beklediği görüldü(Görgülü 1993: 48-49).

Resmi askeri ittifak önerisi, ilk kez 22 Temmuz 1914’te Harbiye Nazırı
Enver Paşa tarafından İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim’a yapıldı. Aynı
tarihte Sadrazam Sait Halim Paşa da Avusturya Büyükelçisi Pallavicini’ye2 ittifak
teklif etti(Bayur 1991: 629; Görgülü1993: 49). İmparator II. Wilhelm 22 ve 23
Temmuz tarihinde “Şimdi her tüfeği elde etmek gerekiyor” ve “Biz onları (Türkleri)
hangi şartlar altında olursa olsun, reddedemeyiz” dedi(Jaeschke 1977: 734).

Wangenheim ile Liman von Sanders’in3 karşı çıkmalarına rağmen,


İmparator II. Wilhelm 24 Temmuz 1914’te “opportunist nedenlerden”4 dolayı
Almanya’nın Osmanlı Devleti ile ittifak yapmak zorunda olduğuna inanıyordu.
Böylece, her iki taraftan en üst düzeydeki bazı diplomat ve askerlerin dahi
beklemediği bir anda ve Osmanlı’da Sait Halim Paşa, Talat Paşa, Halil Paşa ve Enver

1
28 Haziran 1914’de Saraybosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahtı Franz
Ferdinant ve eşinin Sırp milliyetçileri tarafından öldürülmesi, savaşın eşiğinde bekleyen Avrupa
devletlerinin harekete geçmesine neden olmuş ve Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Veliaht Ferdinant
yapmak istediği reformlarla Avusturya-Macaristan Monarşisini çöküşten kurtarmanın yollarını
arıyordu. Bundan dolayı o, Sırbistan’ın himayesinde, Hırvatistan ve Slovenya’dan oluşacak bir
“Güney Slav Devleti” kurmak isteyen Sırp milliyetçilerinin hedeflerini gerçekleştirmesine engel
görülüyordu (Çolak 1999: 26). Ayrıca Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun seferberlik ilanı
ayrıntılı bilgi için bkz. Norman Stone, “Die Mobilmachung der Österreichisch-Ungarischen Armee
1914”, Militä ärgeschichtliche Mitteilungen, 2/74, s. 67-95.
2
Johann Markgraf von Pallavicini, 18. 03.1848’de Padua’da doğdu. 1874’de Berlin Ataşeliği,
1878’de Paris’te, 1880’de Londra’da, 1887’de Belgrad’da Elçi Sekreterliği, 1894’de Münih’te Elçi
Danışmanlığı ve daha sonra St. Petesburg’da, 1899’da ise Bükreş Elçisi, 1906-1918 yılları arasında
ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi olarak görev yaptı. Birçok ödüller
almıştır. 1926’da Magnatenhauses üyesi oldu. 04.05.1941’de Pusztaravany’de öldü(Jung 1992: 172).
3
Liman von Sanders, Balkan Savaşından sonra oldukça kötü duruma düşmüş olan Osmanlı
ordusunu yeniden tensik ve ıslah etmek için, 1913 yılında İstanbul’a gönderilmiş olan “Alman Askeri
Misyonu” ‘nun başkanı idi. Almanya ile yapılan antlaşma gereği beş sene müddetle ve geniş yetkilerle
İstanbul’a gelen von Sanders, önce Osmanlı I’inci Kolordu Komutanı, daha sonraları, Birinci Dünya
Savaşı içerisinde de I’inci ve V’inci Osmanlı Orduları Kumandanlığı ve Yıldırım Orduları Grup
Kumandanlığı görevlerinde bulunmuştur. Osmanlı ordusunda geçirdiği beş yılını, Fünf Jahre Türkei
adlı eserinde detaylı olarak ele almaktadır(Çolak 1999: 27).
4
Wangenheim’in, Enver Paşanın Almanya ile ittifak isteyen ancak kendisinin bu ittifaka karşı olduğu
görüşlerini içeren 22 Temmuz 1914 tarihli telegramının kenarına İmparator II. Wilhelm şöyle not
düşmüştür: “... Şimdi Avusturya’nın Slavlara karşı girişimini destekleyecek Balkan Devletleri’ni
kazanma zamanı olduğundan, bir Türk-Bulgar ve peşinden de Avusturya ittifakı tabiiki kabul
edilebilir. Buna Opportunitatspolitik denir ki, bu politika burada uygulanmak zorundadır”(Çolak
1999: 41).
Paşa dışındaki diğer kabine üyelerinin bile haberi olmadan, kamuoyundan da gizli
tutulan 2 Ağustos 1914 tarihli Osmanlı-Alman ittifakı ortaya çıktı(Yılmaz 1993: 65-
66; Bayur 1991b: 629).

Bu antlaşmanın birinci maddesine göre, Almanya ve Osmanlı Devleti hali


hazırdaki Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki çatışmada tarafsız
kalacaklardır. Ancak ikinci madde de “Rusya müessir askeri müdahalelerde bulunur
ve bu durum Almanya için Avusturya-Macaristan ile ittifak sebebi (Casus Foederis)
oluşturursa, bu ittifak sebebi aynen Osmanlı Devleti için de geçerli olacaktır”
denilmekteydi. Bu demek oluyordu ki Rusya, Avusturya-Macaristan veya Almanya
ile savaşa girecek olursa, Osmanlı Devleti de doğrudan Almanya’nın yanında savaşa
katılacaktı. Halbuki Almanya zaten bu antlaşmanın imzalanmasından bir gün önce
yani 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etmişti. Bu duruma göre daha
antlaşmaya imzaların atıldığı andan itibaren Osmanlı Devleti için “Casus Foederis”
durumu yürürlüğe girmiş ve Osmanlı Devleti savaşa girmiş demekti(Yılmaz 1993:
66-67).

Birinci Dünya Savaşı başladıktan ve Osmanlı-Alman ittifakı imzalandıktan


birkaç gün sonra Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa Rus Askeri ataşesi General
Leontief’e Ege adaları ve Batı Trakya’nın Osmanlı Hükümetine geri verdirilmesi
karşılığında bir Osmanlı-Rus ittifakı teklif eder. (Rus Büyükelçisinin 5 Ağustos 1914
tarihli teli).

Rus Büyükelçisi bu işe taraftardır, ve Enver’in samimiyetini denemeyi teklif


eder, fakat 10 Ağustos 1914’te Rus Hariciye Nazırı Sazanoftan şöyle bir tel alır:

“.... Enver’le görüşmelerinizde vakit kazanmak lüzumunu unutmayın.


Unutmayın ki Türkiye’nin bize karşı doğrudan doğruya hareketleri bizi korkutmaz.

Aynı zamanda Türklerle danışmalarınızda dostane bir tarz muhafaza


etmekle beraber onlara anlatmaya çalışınız ki bizim muvafakatimiz olmayan
hareketlerde bulundukları taktirde müttefiklerimiz Fransa ve İngiltere ile beraber
hayatını elimizde tuttuğumuz bütün Küçük Asyayı tehlikeye koyacaklardır. Halbuki
onlar bize fenalık edebilecek vaziyette değildirler”(Bayur 1938: 323). Rus Hariciye
Nazırı’nın ne kadar yanıldığını Çanakkale Savaşları sonucunda Çarlığın yıkılması
gösterecektir.

Sonuçta Osmanlı Hükümeti çok zamandır peşinden koştuğu, fakat kendisi


sadece bir yük sayıldığı için, bir türlü sonucuna ulaşamadığı bir büyük devlet
ittifakına, Birinci Dünya Savaşı fiilen başladıktan sonra kavuştu. Fakat artık bu
ittifak Osmanlı Hükümeti için bir nimet değil, onu uçuruma sürükleyecek ve hayatını
sona erdirecek tehlikeli bir girişim olacaktır.

3.1.2. Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan ile İttifakı ve Birinci


Dünya Savaşına Girişi

Avusturya-Macaristan birliklerini İstanbul’da Askeri Ataşe olarak Joseph


Pomiankowiski1 temsil ediyor, elçilik görevlerini de Johann Markgraf von
Pallavicini yürütüyordu. Bu iki şahsiyet yıllardır Osmanlı Devleti’nin başkentinde
görev yapmaktaydılar. Pallavicini 1906’dan beri, Pomiankoviski ise 1909’dan beri
bulunuyordu. Bu iki kişi uzun süre İstanbul’da olmalarından dolayı durumu yerinde
tespit etme konusunda etkin ve yetkindi. Diğer yandan bu iki arkadaş Bab-ı Ali’de
oluşturdukları güven ile Viyana’ya gönderdikleri raporların nasıl etki yapacağını
biliyordu. Bilhassa Pomiankowiski’nin Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi
olmasından dolayı Jöntürk hareketinin oluşumunu, yani Enver Paşayı, Cemal
Paşa’yı başından beri takip edebilmiş ve doğru zamanda gelecek için gerekli ilişki
ağlarını oluşturmuştur.

1914 yılında Pomiankowiski’nin hareket alanı o kadar gelişmişti ki


Avusturya-Macaristan ile Osmanlı Devleti arasında oluşan gerilimden bağımsız
olarak çalışabiliyordu. Pallavicini ve Pomiankowiski Osmanlı birimleriyle uyumlu
bir işbirliği yapmış ve kendilerine duyulan güvenin bozulmaması için de Avusturya-
Macaristan’ın diğer ülkeler gibi Anadolu’daki çıkarlarını açıkça ortaya
koymamışlardı(Jung 1992: 9).

Osmanlı Devleti’nin Üçlü İttifak ile birleşmesi konusu, Temmuz 1914


ortalarında Avusturya hükümetince ele alınır. Bu hükümet Sırbistan’la kesin bir
hesaplaşmaya karar verdiği sırada, Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Berthold,
Pallavicini’den Osmanlı’nın Üçlü İttifak tarafından elde edilip edilemeyeceğini
sordu. Pallavicini verdiği cevapta, o sırada İstanbul’da Rusya’ya yaklaşmak için bir
eğilim olduğunu, İtalya’nın Anadolu’da beslediği ihtirasların bu eğilimi artırdığını,
Fransa ve Rusya’nın da İstanbul’da çok çalıştıklarını bildirir. Büyükelçiye göre
Osmanlı’nın Avusturya’ya ve onun müttefiklerine yaklaşması için Avusturya’nın
Sırplara karşı elde edeceği başarılarla Balkanlarda üstün bir durum elde etmesi
gerekiyordu(Bayur 1991b: 626).

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Deniz Kuvvetleri elçilikte bir deniz


elçisi tarafından değil de Haliç’te demirlemiş olan Avusturya-Macaristan’ın bir
gemisiyle (Taurus Gemisi) temsil edilmekteydi. İstanbul’un su yollarında trafiği
düzenlemek için elçiliğe bağlı bir birim faaliyet göstermekteydi. 1 Ağustos 1914’te
Taurus Gemisi “bir tamirat” bahane edilerek geriye çağrıldı. Bu hareket İstanbul’daki
diplomatik çevrelerce Avusturya-Macaristan’ın savaş hazırlığını gösterir bir davranış
olarak lanse edildi. Taurus’un geri çağrılması biraz aceleci bir davranıştı. Çünkü bu
gemi savaş gemilerinin direk aktif birliğine dahil edilmesi düşünülmüyordu. Dünya
politikası açısından geminin dönmesi ile hareketli günler başladı(Jung 1992: 10).

Osmanlı Hükümeti’nin Almanya ile ittifak kurduğu 2 Ağustos günü


Arabistan’daki 7’inci Bağımsız Kolordu ile 21’inci Asir ve 22’inci Hicaz Tümenleri
hariç bütün birlikler seferberliğe başlamıştı(Yılmaz 1993:95).

1
Joseph Pomiankowiski, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ndeki en
önemli son iki diplomatından biri olan Pomiankowiski, 28 Kasım 1866’da bugünkü Polonya’nın
Jaroslaw şehrinde dünyaya gelmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun önce Belgrad (1901-
1907), daha sonrada İstanbul Askeri Ataşesi (1909-1918). Savaşın başlamasıyla birlikte, Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul’daki tam yetkili Askeri Ataşesi olarak savaş sonuna kadar
çalışmıştır. 23 Ocak 1929’da Lemberg’de öldü. Osmanlı Devleti’ndeki anıları için bkz. Joseph
Pomiankowiski,Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü “ 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı” (Çev.
Kemal Turan), Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1990; Jung 1992: 172; www.otw.co.at.
Avusturya-Macaristan ordusu için bu yeni durum, tarafsız bölgede yani
Osmanlı topraklarında her türlü aracı kullanarak bilgi toplama girişimlerinde
bulunabilme anlamına geliyordu. Bu amaçla General Pomiankowiski’nin yanına
deniz kuvvetlerinden ayrılma subay Gustav Ritter Von Korwin görevlendirildi.
Korwin savaş boyunca Pomiankowiski’nin yanında kalacaktır. Korwin’in, Osmanlı
Devleti’ndeki her kesimden insanla olumlu ilişkileri vardı. Öyle ki İstanbul’da
yaşayan Yunanlılar bile ona bilgi veriyorlardı(Jung 1992: 10-11).

Avusturya’nın savaş yükünü hafifletmek için Osmanlı savaş sahnelerindeki


harekatın mümkün olduğu kadar çabuk başlaması gerekiyordu (Kressenstein 1943:
13). Bunun üzerine 4 Eylül’de, General von Moltke1, Avusturya-Macaristan savaş
yönetiminin Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa girmesi gerektiği düşüncesini Liman
von Sanders’e, şu ifadelerle iletmiştir: “Arzu ediliyor ki, Osmanlı Devleti yakında
taarruza geçsin ve bu durum en geç Çanakkale Boğazı’nın savunmaya
hazırlanmasından sonra gerçekleşsin”(Yılmaz 1993: 85-86).

Osmanlı Devleti’nin çok geniş bir sahaya yayılması∗, demiryolu, deniz


ulaşımı, kara yolu, savaş malzemesi ve nakliye araçlarının yetersizliği, merkezden
muhtelif uzaklıktaki cephelerde bulunan orduların seferber olmalarını ve yığınak
yapmalarını geciktirdi (Pomiankowiski 1990: 70).

Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914’te ittifak antlaşmasına rağmen savaş


hazırlıklarını tamamlamak ve içteki Almanya karşıtı muhalifleri yumuşatmak için

1
Helmuth Graf von Moltke, 1835 ile 1839 yılları arasında Osmanlı Devleti hizmetinde bulunmuş
olan Mareşal von Moltke’nin yeğeni olup, Birinci Dünya Savaşı başladığında Alman Genelkurmay
Başkanı idi. Kayzer II. Wilhelm’in yakın çevresinde yer alan Moltke, Alman Ordularının
“Schlieffenplan” ı uygulayarak bu genel savaşı kısa bir sürede galibiyetle bitireceğine inanıyordu. Bu
plana göre, Alman Orduları Belçika üzerinden Fransız ordularına geniş bir alanda saldıracak, büyük
ve tek bir muharebede bu orduyu yok edecekti. Savaş sonrasında da çok tartışılan Schlieffen
tarafından ortaya konan ve von Moltke’nin de uygulamak istediği bu plan, Alman Genelkurmayınca
istenilen sonucu vermedi. 5-12 Eylül tarihleri arasında, Paris’e 50 Km. uzaklıktaki Marne’de yapılan
savaşlarda Fransızlar Alman ordularını durdurmayı başardı ve Almanlar Fransız ordusunu yok
edemedi. Bu da Birinci Dünya Savaşı’nın uzamasına neden oldu. Marne yenilgisinde kendini sorumlu
gören Moltke’nin psikolojik yapısı bozuldu. Her ne kadar 1914 yılı sonuna kadar resmen
Genelkurmay Başkanı olarak kaldıysa da, 14. 09. 1914’den itibaren Alman ordularını yönetme
görevini General Erich von Falkenhayn’a devretti(Çolak 1999: 28).

Esasen Osmanlı cephelerinin uzaklığına baktığımızda Türklerin işinin zor olduğu görülmektedir.
Kafkasya cephesi ile İstanbul arası uzaklık 1100 km., Mısır cephesi ile İstanbul arası 1600 km., İran
körfezi ile İstanbul arası 2400 km.dir(Bihl 1975: 218).
tarafsızlığını mümkün mertebe korumaya çalışıyordu. Ancak Alman Ordularının 12
Eylül 1914’te, Fransız orduları tarafından Marne’da durdurulması ve Avusturya-
Macaristan’ın Ruslar karşısında zor duruma düşmesi(Çolak 1999: 43), bu iki devleti,
her zamankinden daha fazla Osmanlı Devleti’nin yardımına muhtaç duruma
getirmiştir. Bu sıralarda, İstanbul’daki Rus gizli teşkilatının elde ettiği 5 Ekim tarihli
ve Pavlov imzalı Avusturya telinde şöyle denilmektedir.

“Bugün Sadrazama dedim ki, Viyana ile Berlin şu düşüncededir: Osmanlı


Devleti için savaşa katılmak zamanı gelmiştir ve artık donanmanın Karadeniz’e
çıkması göze alınmalıdır. Bu ana kadar Rusya ile bozuşmayı gerektirebilecek bir
girişimde bulunmaktan sakınan Sadrazam benim kanıtlarımı iyi biçimde dinledi ve
bende Osmanlı Devleti’ni derhal harekete geçmek... (eksik) lüzumuna
inandırabileceğimiz duygusu uyandı. Sadrazam tek bir itirazda bulundu: O da
donanmanın hareketinin durum üzerinde kesin bir tesiri olmayacağıdır”. Karşılık
olarak dedim ki: “Eğer Türk donanması Karadeniz’e hakim olursa bu bütün İslam
Dünyası ve Balkan Devletleri üzerinde kuvvetli bir tesir yapar. Öbür Türk devlet
adamları üzerinde de bu istikamette tesir yapmaya çalışıyorum. Aynı yönergeyi alan
Alman büyükelçisi de Sadrazam’la görüşeceği vaadinde bulundu”(Yılmaz 1993: 87-
88). Bu tel, Rusya’ya saldırmak konusunda, Sadrazamın ılımlı bir tutum içerisinde
bulunduğunu göstermektedir.

Osmanlı Devleti ile Alman İmparatorluğu arasında imzalanan 2 Ağustos


1914 tarihli gizli anlaşmadan hemen sonra, İmparator II. Wilhelm 8/9 Ağustos
1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun, Alman Genelkurmayı’ndaki
temsilcisi General Josef Grafen Stürgkh’den Avusturya-Macaristan donanmasının
boğazlardan geçerek, İstanbul’daki iki Alman gemisi1 “Goeben” ve “Breslau”‘in de

1
Amiral Souchon komutasındaki iki Alman gemisi -23 bin tonluk Goeben Kruvazörü ile 6.500 tonluk
Breslau Kruvazörü-, 11 Ağustos günü Çanakkale Boğazı’na girdi. Her iki gemi, Temmuz ayında
Akdeniz’de bulunuyordu. İngiliz donanmasının sıkı takibinden kurtularak kritik bir dönemde emir alıp
İstanbul’a doğru yola çıkmayı başardılar. İngiltere, düşman gemilerinin İstanbul Limanı’na girişlerini,
Bab-ı Ali nezdinde derhal protesto etti(Pomiankowiski 1990: 67).
yardımlarıyla Odesa’yı bombalayıp, orada bulunan Rus donanmasını yok etmelerini
istedi. Bu şekilde Güney Rusya’da panik yaratılarak, buraya Osmanlı Devleti’nin
askeri bir çıkartma yapması sağlanacaktı(Çolak 1999: 50). Aynı zamanda Viyana ve
Berlin’de planlanan iki askeri girişim Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinde etkili
oldu. Birincisi, 50.000 kadar Türk birliğinin Besarabya’ya çıkmasıydı.
Pomiankowiski’ye göre bu plan Viyana’dan Berlin’e ulaştırıldı. Liman von Sanders
de bu planı Enver Paşaya aktardı. Liman von Sanders, bu planı gerçekçi buluyordu
ve Enver’in onayıyla detaylı bir planın hazırlanmasına gitti. Birliğin çıkartma
yapacağı yer olarak Akkerman yakınındaki bir yarımada seçildi. Zamanında yeterli
sayıda asker bulunmaması ve Türk ticaret gemilerinin bu çapta bir birliği
taşıyamamasından dolayı plan başarısızlığa uğramıştır. Gitme ve gelme 10 günden
fazla sürecekti ve buna bağlı olarakta orayı ele geçirmek 3 aydan daha çok zaman
alacaktı. İkincisi, Kuzey Kafkasya’da Kuban Kazaklarının ve Çerkezlerin Rusya’ya
karşı ayaklanmasına teşvik edilmesiydi. Bu iki projede gerçekleşmedi. Avusturya-
Macaristan Genelkurmayınca gerçekleşemeyen bu iki projenin temel amacı,
Galiçya’da ağır savaşlar veren birliklerini rahatlatmaktı(Jung 1992: 15-16).

İki Alman savaş gemisinin Çanakkale Boğazı’na sığınmasına izin veren ve


başlangıçta tarafsız olan Osmanlı Devleti için bu hoş olmayan bir durumdu. Çünkü
İngiltere bu gemilerin kendilerine teslim edilmesini istedi. Osmanlı Devleti zaman
kazanmak ve tarafsızlık pozisyonunu korumak için bu iki Alman savaş gemisini satın
aldığını söylemek suretiyle adlarını “Yavuz” ve “Midilli” yaparak Türk donanmasına
kattığını ilan etti. Fakat gemilerdeki Alman komutanı ve personeli, uzman personel
yetersizliğinden dolayı değiştirilemediği gibi, bu filonun komutanı olan Amiral
Souchon da Türk Donanma Komutanlığı’na atandı. Bu durum Osmanlı Devleti’nin
Almanya’nın yanında savaşa girmesine neden olacak olayların doğmasına neden
oldu. Almanya ve Avusturya-Macaristan deniz kuvvetleri arasında işbirliği ve
haberleşmeyi sağlamak amacıyla 6 tane Avusturya-Macaristan irtibat subayı da bu
gemilerde görev yaptı(Jung 1992: 13).

Bu dönemde Avusturya-Macaristan baskıda bulunmaz iken, Almanya


Osmanlı Devleti’nin kendi tarafında savaşa girmesi için ültimatom verircesine baskı
yapmaya başladı. Amiral Souchon Karadeniz’e açılmak ve tahrik olsun diye Rus
birliklerine saldırmakla Osmanlıyı tehdit ediyor ve çok sayıda Alman subayı da
Osmanlı tutumunda bir değişiklik olmaması durumunda Osmanlı ülkesini terk
edeceklerini ifade ediyorlardı. Ancak askeri zorunluluklar Osmanlı diplomasisinin
karar alma mekanizmasını yavaşlatıyordu. Seferberlik sonucunda ancak 50.000 kişi
toplanmıştı. Kafkaslardaki 3’üncü Ordu hazır olmadığı gibi Güneydeki 4’üncü Ordu
da hazır değildi.

İstanbul’daki Alman Elçisi Wangenheim’ın, Sadrazam nezdindeki “Savaşa


girin” görüşü destek bulamayınca Alman temsilci, Enver, Talat ve Cemal Paşaya
yöneldi ve bu etkili gruba büyük vaatlerde bulundu. Büyük çapta krediler, yapılacak
bir askeri harekatın savaş araç-gereç ve askerlerle desteklenmesi gibi vaatler
Jöntürkleri iknaya yetmişti(Jung 1992: 16).

Hem Enver Paşa hem de Cemal Paşa bu iki Alman savaş gemisinin yanı sıra
bir ya da iki Avusturya-Macaristan savaş gemisine ihtiyaç duymuşlardı. Özellikle
İngiliz-Fransız ve İtalyan donanmalarının üstünlüğü karşısında Avusturya-
Macaristan donanmasının zayıf kalmasına rağmen Enver Paşa ve Cemal Paşa’ya
göre istemiş oldukları iki savaş gemisi Karadeniz’de, Adriyatik Denizi’ndekinden
daha etkili rol oynayabilirdi. Ancak bu istek Avusturya-Macaristan deniz kuvvetleri
komutanı Amiral Haus’un itirazıyla mesele AOK (Avusturya-Macaristan Ordular
Başkomutanlığı) ’ca gerçekleştirilmemişti(Pomiankowiski 1990: 68).

Bu iki geminin (Goeben ve Breslau) vurucu gücünün Karadeniz’deki kuvvet


dengesi bakımından çok önemi vardı. Nitekim bu gemiler ile Osmanlı donanması
Rus donanması karşısında güç kazanıyordu. Gerçi Sivastopol’da Goeben’den daha
büyük tonajlı üç savaş gemisi daha bulunuyordu. Ancak bu gemiler, savaş esnasında
bilinmeyen nedenlerden dolayı bir türlü hazırlanıp denize açılamıyordu
(Pomiankowiski 1990: 68). İttifak Devletleri, Marne’da ve Galiçya’da ciddi direnişle
karşılaşmaları, Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girmesi yönünde özellikle
Almanları harekete geçirdi. Osmanlı Devleti savaşa girerse1, Ruslar birliklerini

1
Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasında Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nca
umulan faydalar şöyledir.
Kafkasya’ya yollamak zorunda kalacak, İngiltere Süveyş Kanalı ile Mısır’ı korumak
gereğini duyacak, Batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır. Eylül’ün sonlarından
başlayarak, Bab-ı Ali ile Berlin arasındaki pazarlıklar – Von Wangenheim
aracılığıyla- hızlanmıştır(Mantran 1995: 275). 11 Ekim’de Alman Elçisi
Wangenheim, savaş ilan edildiği taktirde Osmanlı Hükümetine 2 milyar altın kuruş
gizli yardım yapılacağı bildirildi. 21 Ekimde paranın gelmesiyle harekete geçmemek
için bir neden kalmamıştı. Enver ve Cemal Paşalar diğer kabine üyelerine
danışmadan Souchon’a Karadeniz’de Ruslara saldırması için emir verdiler(Shaw-
Shaw 1983: 375). Nihayet, 27 Ekim 1914’te tatbikat amacıyla Karadeniz’e çıkan
donanma, Rus savaş gemileriyle çatıştı, bazı Rus limanlarını1 bombardıman etti.
Bunun üzerine 1 Kasım 1914’de Rusya, 5 Kasım 1914’de İngiltere ve Fransa
Osmanlı Devleti’ne ve Osmanlı Hükümeti’de 11 Kasım 1914’de bu devletlere karşı
savaş ilan etti.

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ile Kafkas Cephesinin açılması


Avusturya-Macaristan’ın rahatlamasını sağlayacağı düşüncesi cephenin çok uzak
olmasından dolayı gerekli etkiyi yapamadı. Nitekim Sarıkamış faciasından sonra
Ruslar Osmanlı savaşı başlamadan önce Kafkasya’da bulundurdukları birliklerin bir
kısmını oradan alıp Alman ve Avusturya cephelerine göndermişlerdi. Dolayısıyla
Osmanlı Devleti tarafsız kalsaydı Rusları daha çok rahatsız edecek ve Rus kuvvetleri
Kafkaslardan ayrılmayacaktı.

Osmanlı Devleti’nin savaşa girişi ile müttefiklerinin Orta Avrupa’da


rahatladığını söyleyebiliriz. Çanakkale Boğazı’nın kapatılmasıyla da Çarlık Rusyası
savaş dışı kalmıştı. Çanakkale Savaşlarında elde edilen başarılar Bulgaristan’ın
İttifak Devletleri tarafında savaşa girmesinde etkili oldu. Ayrıca Asya’da ve

1) Kafkas Cephesine yeni Rus kuvvetleri çekerek Almanya ve Avusturya’nın Doğu Cephelerinin
yükünü hafifletmek.
2) Süveyş su yolunu tıkamak ve hiç olmazsa o bölgede büyük İngiliz kuvvetlerini bağlı tutmak.
3) Hilafette var olduğu sanılan manevi kuvvete dayanarak İslamcı propagandaya girişmek,
böylelikle İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslüman halkı, ayrıca Rusya’da yaşayan Türk ve
Müslümanları ayaklandırmak, bu dinden olan askerlerin sadakatini sarsmak(Bayur 1991b: 269-
270).
1
Amiral Souchon emrindeki Osmanlı Filosu ile 29 Ekim’de Rus limanlarından Sivastopol, Odesa,
Feodosia ve Novorossiisk’yi bombardıman etti, oralardaki petrol ve tahıl depolarını yaktı ve birçok
Rus gemisini batırdı. Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu(Çolak 1999: 44).
Ortadoğu’da açılan cephelerle savaş geniş sınırlara yayılmış, bu durum savaşın
uzamasında etkili olmuştu.

3.2. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Politikası

3.2.1. Doğu Politikası

Avusturya-Macaristan’a göre İran, Mısır ve Kafkasya asıl cephe değil yan


cephelerdir. Temsilciler buradaki mücadeleleri hiçbir zaman tasvip etmemişlerdir
(Bihl 1975: 113). Avusturya-Macaristan, Osmanlıların bu savaşta özellikle
İstanbul’u, Boğazları, Anavatanını korumasını istemiştir. Pallavicini’ye göre;
İstanbul’un kaybedilmesi Belçika’nın kaybedilmesinden daha ağır sonuçlar
doğurabilirdi(Bihl 1975: 114).

Avusturya-Macaristan’ın Mısır politikası çok açık değildi. Pallavicini


Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’nin İngilizlere karşı Mısır harekatına asker
gönderilmesine karşıydı(Bihl 1975: 118). Ancak Temmuz 1916’da II. Süveyş
Harekatında Avusturya-Macaristan buraya 2 tane dağ topu ile teknik eleman
göndermişti. Bu harekat geri çekilmeyle sonuçlandı.

Avusturya Dışişleri Bakanlığı müttefiklerine (Almanya, Osmanlı Devleti)


Süveyş harekatında çok dikkatli olunması hakkında uyarılarda bulunuyordu. Oysa
Mısır halkının İngilizleri desteklediği Viyana’da biliniyordu. Ayrıca Avusturya-
Macaristan Almanya’nın Mısır’da kurulacak yönetimin kendi yönetimlerinde
olmasını hedeflediklerini düşünüyordu.

Avusturya-Macaristan’ın İran politikasına baktığımızda, halkın çoğu şiî


olduğu için cihat çağrısının problem teşkil edeceğini düşünüyordu. Avusturya-
Macaristan Dışişleri Bakanı Burian, Alman Büyükelçisi Grafen Kanitz’in Rusya’nın
elindeki 50.000 Avusturya-Macaristan savaş esirinin kurtulması planını desteklemiş
ve masrafların yarısını vereceğini bildirmişti. Ancak Avusturya-Macaristan
Büyükelçisi bu planın geçersiz olacağını düşünüyordu(Bihl 1975: 119).

Avusturya-Macaristan’ın 1914-17 Kafkas politikası İslam politikasının bir


parçası olarak görülmektedir. Yalnızca Dr. Pietschmann’ın politikası islam
politikasından ayrı bir politika olarak görülür. Avusturya-Macaristan’ın etkin Kafkas
politikası 1918 yılında başlamıştır.

Bir ülkenin savaş politikasını her ne kadar o ülkenin ulusal hedefleri ve dış
politikası tayin ederse de, savaş durumlarının savaş politikası üzerindeki etkisi
küçümsenmeyecek oranda önemlidir.

3.2.2. Osmanlı Politikası

Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı dönemindeki temel politikası, Osmanlı


Devleti, İtalya ve Balkan ülkeleri gibi diğer toplulukları, toprak kaybı pahasına olsa
etkilemek, ne pahasına olursa olsun savaşı kazanmaktı. Avusturyalılar ise savaşı
kazanma gerekliliğini kabul ediyor; ama savaş sonrası Yakındoğu’da kendi
pozisyonlarına zarar verebilecek bir durumu göz ardı etmiyorlardı. Avusturyalılar
bunların ötesinde, krallığın birliğini sağlamada kararlıydılar. Eğer savaş sonrası
krallık parçalanacaksa savaşmanın bir anlamı olmayacaktı(Bridge 1990: 347).

Avusturya-Macaristan’ı Sırplılarla çarpışmaya zorlayan ve böylece Birinci


Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açan siyasi durumun nedenleri konusunda,
Avusturya-Macaristan’ın İstanbul Büyükelçisi Johann Markgraf von Pallavicini’nin
önemli görüşleri vardır. Pallavicini’ye göre; Bosna ve Hersek’in ilhakı, Avusturya-
Macaristan siyasetinin bozulduğuna işaret etmekle beraber bütün kötülüklerin
başlangıcı olmuştur. Pallavicini’ye göre tamamen gereksiz olan bu hareket, Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğüne yönelen ilk tecavüz olup, İtalyanların Trablusgarb’a
saldırmaları ve böylece Osmanlı - İtalyan Savaşının ve ardından Balkan Savaşının
çıkmasına da temel neden teşkil etmişti.

Avusturya-Macaristan’ın İstanbul Askeri Ataşesi Josef Pomiankowiski,


Büyükelçinin bu açıklamasını doğru bulmakla beraber bazı ilavelerde de
bulunmaktadır. Ona göre; Bosna ve Hersek’in ilhakı gerçekten büyük bir hata idi.
Özellikle İtalyanların Trablus’u almalarına Avusturya-Macaristan’ın rıza göstermesi,
Balkan Devletleri’nin 1912’de Osmanlı Devleti’ne karşı giriştikleri mücadelede de
İmparatorluğun pasif kalması Avusturya-Macaristan diplomasinin büyük ve
affedilmeyen hatası idi. Avusturya-Macaristan’ın devamlılığının, Balkan Savaşına ve
Osmanlı Devleti’nin gittikçe zayıf düşmesine engel olunmasına bağlı olduğunu
dışişleri diplomatları idrak edememişti(Pomiankowiski 1990: 42-43). Ancak Nisan-
Mayıs 1914 aylarında Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Kont Berchtold
mecliste dış politika konusunda yaptığı açıklamada, Balkan Devletleri ile yapılan
savaşta yenik düşen Osmanlı Devleti’nin Yakındoğu’da kuvvetli olduğu ve
Avusturya’nın Osmanlı Devleti’nin politik ve ekonomik bakımdan kalkınmasını
istediğini ifade etmişti(BOA, HR.SYS.,Dos. 171, Gömlek: 70-72).

Büyükelçi Pallavicini ve Askeri Ataşe Pomiankowiski, diğer müttefiklerden


(Almanya-Bulgaristan) ayrı bir dış, bir Osmanlı politikası oluşturmaya çalışmışlardır.
Ana hedef, Alman İmparatorluğu ile eşit haklara sahip Osmanlı Devleti’nde ağırlık
kazanmak ve etkili olma yoluna girmektir.

Almanya ve Avusturya’nın Osmanlı toprakları üzerinde çıkarları


örtüştüğünden çoğu zaman karşı karşıya gelmelerine ve rakip olmalarına rağmen
Jöntürklerin bazen “Türkçü” bazen de “İslamcı” politikaları bu iki ülkeyi ortak
hareket etmeye itmiştir. Pallavicini ve Pomiankowiski, Osmanlı ile yapılan ittifakı
problem etmeyip Almanya’nın Osmanlı ve doğu politikasını yazdıkları raporlarda
şiddetli bir şekilde kritik etmişlerdir(Bihl 1975: 113).

Savaşın başlangıcında Osmanlı Devleti’nin savaş politikası, silahlı


tarafsızlık politikası olmalıydı ve hükümet de esasen bu politikayı açıkça ilan etmişti.
Osmanlı Devleti toprak kaybına son vermek, Devletin eski itibarını iade etmek için
boğazları, Doğu Anadolu’yu elinde bulundurmak, Arap yarımadası ve Süveyş
Kanalı’ndaki kontrolünü kuvvetlendirmek, İslam alemindeki liderliğini sürdürmek ve
İran, Azerbaycan ve Türkistan’daki Türkleri kendi liderliğinde birleştirmek istiyordu
(Çeliker 1977: 34). Ancak elde edilmesine çalışılan bu hedefler daha savaşın ilk altı
ayı içinde ortadan kalkmıştı. 1916’dan hatta 1915’den itibaren Osmanlı Devleti’nin
savaş politikası, artık ne mümkünse onu kurtarmayı hedef alan bir savunma
politikasına dönüşecekti(Çeliker 1977: 37). Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı
politikası genel olarak dikkatli, Türk psikolojisine önem vermekte. Almanya ile
kıyaslandığında daha akıllıca görülmektedir. Avusturya’nın çok büyük bir avantajı
vardı, çünkü Osmanlı Devleti’nde görev yapan görevlileri çok uzun zamandır burada
bulunuyorlardı(Örneğin Pallavicini 12 yıl, Pomiankowiski 9 yıl).

Almanya’nın, Avusturya-Macaristan’ın 1914-1917 arasında Osmanlı


Devleti’nden toprak alma gibi bir düşünceleri yoktu. Osmanlı Devleti’nin iç
politikasında kimin hakim olacağı, etkin rol oynayacağı problemi vardı. Almanya
Enver ve Talat, Avusturya Cemal, Cavit ve Sait Halim Paşa ile ilişki kurmaya
çalışıyordu(Bihl 1975: 115).

Almanya ve Avusturya-Macaristan ileri gelenleri, özellikle İmparator II.


Wilhelm halifenin İslam dünyasında etkileyici bir nüfuza sahip olduğuna
inanıyorlardı. Osmanlı Padişahı’nın bu nüfuzunu kullanarak, sömürge altındaki
Müslümanları ayaklandırabilecekleri görüşünde idiler. Nitekim Almanların isteği
doğrultusunda, 11 Kasım 1914’de Osmanlı Ordusu Başkumandanı, Sultan ve 300
milyon Müslüman’ın Halifesi sıfatıyla IV. Mehmet orduya ve donanmaya gönderdiği
iradesinde yıllardır İngiliz, Fransız ve Rus zulmü altında ezilen Müslümanların hak
etmedikleri bu durumlarına son vermek için, bütün Müslümanları “Cihat” a
çağırıyordu1. Hemen akabinde de, 14 Kasım 1914’te Fatih Camii’nde Şeyhü’l-İslam
Hayri bir Avni el-Ürgübi’nin (Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi) cihadın farz-ı ‘ayn2
olduğunu belirten fetvası bir bayram havası içinde okundu. Beş bölümden oluşan
fetva, farklı diller konuşan Müslümanların anlayabilmeleri için dört değişik dilde
(Arapça, Farsça, Tatarca ve Hinduca) 500.000 adet basıldı. Fetvada esas itibariyle
bütün Müslümanlardan halifenin müttefikleri olan ve İslam ülkelerini koruyan
Almanya ve Avusturya-Macaristan Devletlerine yardımcı olmaları isteniyor ve bu
devletlere karşı savaşacak olanların cezalandırılacağı ve cehennem ateşinde
yanacakları belirtiliyordu(Çolak 1999: 31-33).

1
Padişah bu iradesinde, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını ilan ettiği halde Rus donanmasının
Karadenize inerek İstanbul Boğazı çıkışını mayınladığını ve devletin bazı gemilerini bombalamak
suretiyle Osmanlı Devleti haklarına tecavüz ettiğini ve bu olaydan sonra özür dilemesi gerekirken,
İstanbul’daki Büyükelçisini çektiğini ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerini kestiğini bildirmiştir. Aynı
şekilde İngilizlerin de Çanakkale Boğazını zorladıklarını belirten Sultan, Osmanlı Devleti’nin Alman
ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarıyla birlikte vatanını savunmak mecburiyetinde olduğunu
açıklamıştır(Çolak 1999: 32).
2
Farz-ı ayn; edası her ferde lazım olup, bazılarının yapması ile diğerlerinden sakıt olmayan emir
demektir. Namaz ve Oruç gibi. Bkz, Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
İstanbul 1993, C. I, s. 589.
14 Kasım 1914’te Cihat ilan edildikten sonra, Bosna-Hersek
Müslümanlarına gelen fetva ile Avusturya-Macaristan safında savaşa katılmaları
bildirilmişti. Pallavicini bu fetva üzerinde iyi düşünülmesi gerektiğini ifade etmiş,
bunun aynı zamanda Şeyhülislamın Bosna-Hersek üzerindeki etkisini de
göstereceğini belirtmiştir. Pallavicini’ye göre Reis-ül Ulema’nın fetvayı
değerlendirme şeklide önemlidir. Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’ten nasıl
davranacağına dair bir açıklama istemektedir. Avusturya-Macaristan’a göre, Osmanlı
Devleti ile ittifak içinde olduğundan Bosna-Hersek Avusturyalıların yanında savaşa
girmelidir. Girerlerse de dini vecibelerini yerine getirmiş olurlardı.

5 Aralık 1914’de Avusturya-Macaristan fetvanın içeriğinden oldukça


memnun kalmıştır. Avusturya-Macaristan cihatın uygulanmasını büyük bir titizlikle
yapmak istiyordu. Çünkü cihadı bütün Hıristiyanlığa uygulatmaya kalkarsa diğer
müttefik Hıristiyan ülkeler zarar görebilirlerdi, oysa İngiltere, Rusya ve Fransa zarar
görmeliydi. Bu amaçla Kasım 1914’den Temmuz 1915 arasında Papaz Musil bir
heyetle beraber Arap şeyhlerini, ittifak Hıristiyanlara karşı kışkırtmayı amaçlamıştır.
1915 yazında ise Avusturya-Macaristan, Madrid Büyükelçiliği aracılığıyla Arapça
yazılan ve muhtemelen cihata davet eden (özellikle Fransa Fas’ında) bildirileri
dağıtmaya başladı(Bihl 1975:117).

Avusturya-Macaristan, Uluslararası politikanın gereği olarak Osmanlı


politikasında da mevcut çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir. Birinci Dünya
Savaşı boyunca Osmanlı sınırları içerisinde Almanya ile eşit şartlarda rekabet
edebilmiş, zaman zaman daha fazla etkili olmuştu. Osmanlı Devleti’nde uzun zaman
görev yapan görevlileri sayesinde Türk insanını iyi analiz etmeleri kurulan ilişkilerde
avantaj sağlamıştı. Halkın Avusturya-Macaristan askerlerine sempatiyle
yaklaşmasında etkili oldu. Böylece Avusturya, askeri, ekonomik ve kültürel
alanlarda bir sorunla karşılaşmadan Almanya’dan bağımsız bir şekilde Osmanlı
politikasını gerçekleştirmiştir.
3.3. Osmanlı Topraklarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun
Eğitim ve Misyonerlik Faaliyetleri

Bilimsel, kültürel ve ekonomik alanlarda Avusturya-Macaristan


İmparatorluğunun çıkarlarını araştırmak ve Katolik propagandası yapmak amacıyla
bir takım misyonerlik faaliyetleri söz konusudur. Özellikle Ortadoğu’da yaşayan
Katoliklerin dinsel liderliğini Fransa’nın elinden alma öncelikli durumdu. Bu
anlamda görevlendirilen yüksek rütbeli ruhani birisi olan Musil’in faaliyetleri ön
plana çıkmaktadır. Ayrıca Musil Osmanlı topraklarında Avusturya-Macaristan’ın
izlerini bırakma adına kültürel ve bilimsel alanda neler yapılabileceği konusunda da
araştırmalarda bulunacaktır. Eğitim faaliyetleri çerçevesinde ise Doğu Anadolu’da
Ruslara karşı Osmanlı askerlerine verilen kayak eğitimi önemlidir.

3.3.1. Papaz Musil’in Faaliyetleri

Birinci Dünya Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra Avusturyalı Katolik
Papaz Alois Musil1, Viyana’dan İstanbul’a geldi. Çek asıllı bir aileden gelen Musil,
İncil tefsiri okumuş, uzun yıllar Filistin, Suriye ve Arabistan’da kalmıştı. Mükemmel
Arapça konuşur, Arap ülkesini, halkını, emir ve şeyhleri tanırdı. Musil’in görüşüne
göre, Orta Arabistan halkının hemen hemen hepsi Müslüman olmasına rağmen,
ülkelerinde pek cami ya da okul görülmüyordu. Bu da, oradakilerin kültür
seviyesinin düşüklüğünü gösteriyordu(Pomiankowiski 1990: 153).

Musil, Avusturya-Macaristan ve Alman hükümetleri tarafından


Arabistan’daki emir İbn-i Suud ile İbn-i Reşit’i barıştırmak ve Osmanlı Devleti ile
ittifak sağlayarak İngiltere’ye karşı harekete geçirmek göreviyle Orta Arabistan’a
gönderildi. Musil, bu güç görevi yerine getirmek için Sultan Halife tarafından emir

1
Dr. Alois Musil, 06.07.1868’de Richterdorf’ta doğdu. 1887’de Olmütz Üniversitesinde Teoloji
okudu. 1891’de rahip oldu. 1895’te Teoloji’de doktorasını bitirdi ve aynı yıl ilk doğu gezisini yaptı.
1902’de Prof., 1904’de Olmütz Üniversitesinde İncile yardımcı anabilim dalı Prof. oldu. 1909-1919
arasında Wien Üniversitesinde Prof.’luk yaptı ve Avusturya-Macaristan Bilimler Akademisi üyesi
oldu. 1908-1909 arasında Kuzey Arabistan’da bilimsel seyahate çıktı, 1910’da Hicaz’a gitti. 1912’de
araştırma amacıyla Prens Bourbon ile birlikte Kuzeydoğu Arabistan ve Güneydoğu Mezopotamya’ya
gitti. 1914-1915 yılları arasında İmparator Joseph ile tekrar Arabistan seyahatine başladı. 1917’de
Savaş Meclisine üye olup, Savaş Bakanlığı bünyesinde oluşturulan doğu misyonu başkanı oldu.
Savaştan sonra Münih şehrine yerleşti, daha sonra gazetecilikle uğraştı ve 12. 04. 1944 yılında
öldü(Jung 1992: 174).
almak zorunda olduğuna inanıyordu. Musil, büyükelçilik kanalıyla Osmanlı Dahiliye
Nezaretine başvurdu. Enver Paşa’nın itirazlarına rağmen, oradan Arabistan’a gitmek
için izin aldı ve gerekli belgelerle birlikte Eylül 1915 sonunda İstanbul’dan ayrıldı.
Birkaç ay sonra hastalanarak İstanbul’a geri döndü. Bu birkaç aylık süre zarfında
sadece İbn-i Suud ve İbn-i Reşit ile görüştü. Arapların, kendisini iki imparator (Franz
Joseph, II.Wilhelm) ile padişahın elçisi olarak karşıladıklarını belirtti. Musil,
İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra Viyana’ya hareket etti(Pomiankowiski 1990:
154).

Musil’in inisiyatifi ile 26 Haziran 1916’da bir Balkan ve Ortadoğu ticareti


ile ilgili bir dernek kuruldu. Bu dernek iki ana gruba ayrıldı. Bunlar ekonomi ve
eğitim-kültür alanlarında faaliyet gösterecekti. Musil eğitim-kültür bölümünün
başkanı olmak istiyordu. Bilim, ekonomi için gerekli olan altyapı bilgilerini
hazırlamalıydı. Hatta Musil’in bir planı vardı. Doğudan gelecek 250 öğrenciye pratik
ve teorik olarak meslek ve üniversite eğitimi vermeyi amaçlıyordu. Böylece bunlar
kendi anayurtlarına döndüklerinde Avusturya-Macaristan ile ilişkilerini
kesmeyeceklerdi.

Musil tarafından Avusturya-Macaristan’da, “Ortadoğu İçin Avusturya-


Macaristan Aylık Dergisi” adında bir dergi 1916’dan itibaren çıkartılmaya başlandı.
Musil’in girişimleriyle Avusturya-Macaristan’da kamu kurumlarında Ortadoğu
dillerinin öğretilmesi ile ilgili birimler açıldı. Viyana Üniversitesi’ne bağlı olarak
Yunan, Slav, Kilise öğretisi ile ilgili bir kürsü kurulmasını istedi. Tarih, anayasa,
coğrafya, iktisat ve trafik ile ilgili kitapların bulunacağı Bulgaristan, Osmanlı Devleti
ve Arap ülkelerinde kütüphaneler kurulmalı ve Avusturya-Macaristan ile ilgili
kitaplar tercüme edilerek bu kütüphanelere konulmalıydı. Musil, Doğu ve Ortadoğu
Araştırmaları Enstitüsünün kurulması için de çaba harcamıştı. Ayrıca Avusturya-
Macaristan Dışişleri Bakanlığı Marmara denizi kıyılarında Deniz Biyolojisi Enstitüsü
kurulması için de Osmanlı Devleti’ne teklifte bulundu(Bihl 1992: 135).

Avusturya-Macaristan her şeyden önce Osmanlı Devleti’ndeki


Hıristiyanların güvenliği ile de ilgilenmiştir. Özellikle Katolikleri himaye hakkının
kendisine verilmesini istiyordu(Bihl 1992: 135). Avusturya-Macaristan Birinci
Dünya Savaşı esnasında sadece Osmanlı Devleti’ndeki Ruhban okullarının devamı
için çaba sarf etmemiş, Osmanlı Devleti’nin onayını alarak İttifak Devletleri’nin
misyoner ve din adamlarının güvenliği ve rahat çalışmaları için de çaba harcamıştı
(Bihl 1992: 136). Dernek 3 Ağustos 1917’de bir teklifte bulundu. Bu misyon
Suriye’deki bütün Avusturya-Macaristan askeri birliklerine, hastahanelerine,
Osmanlı Devleti’ne zarar verici ve Avusturya-Macaristan imajını zedeleyecek
konulardan kaçınmaları için seminerler vermeliydi(Bihl 1992: 137).

Filistin’deki kutsal şehirler ve Osmanlı toprağındaki Hıristiyan


vatandaşların hakları Osmanlı makamlarına karşı Fransız elçi ve konsolosları
tarafından üstlenilmekteydi. Bu koruma Osmanlı makamlarının keyfiyetine bağlı
olduğundan günlük yaşantıdan daha ziyade kurgusal bir özelliği vardı. 1914 yılının
sonbaharında Osmanlı Devleti’nin aktif olarak savaşa girmesinden sonra
Jöntürklerin birçok konuda karşı çıktıkları kapitülasyon anlaşmaların tamamı iptal
edildi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bu anlaşmaya ve bu fesh edilme olayına
istemeyerek de olsa katlanmak zorunda kaldı. İmparator Karl’ın tahta geçmesiyle
beraber ilk fırsatta Fransa’nın yerine Ortadoğu bölgesindeki Hıristiyanların dinsel
liderliğini devralma düşüncesi ortaya atıldı. Bu düşünce İttifak kuvvetlerinin Filistin
bölgesinde güçlü olmadığı bir döneme denk gelmişti. Bu düşüncenin temelinde
Musil’in o bölgeye gönderilip bir misyon açması olmuştur. Dinsel niyeti belli
olmaması için kendisine Avusturya-Macaristan ordularının üst düzey danışmanı
sıfatı verildi ve rütbeli olarak bu bölgeye gönderildi. Musil’in Ortadoğu’daki
faaliyetlerine Arşidük Hubert Salvator’un Ortadoğu ziyareti konusunda ayrıntılı
olarak değinilecektir(Jung 1992: 127).

Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Doğu


Misyonu Bölümü başkanı Papaz Musil, ülkesinin çıkarları doğrultusunda bir takım
girişimlerde bulunmuş sonuçta pek başarılı olamamıştır. Emirlerden İbn-i Suud’un
Türk vilayeti el-Hassa’yı istila etmesi, Musil’in teşebbüslerini sonuçsuz bıraktığını
gösteriyordu. Bölgede İngiliz ve Fransızların propagandaları daha fazla etkili
olmuştur.
3.3.2. Osmanlı Devleti’ndeki Avusturya-Macaristan Kayak Ekibi

Osmanlı Devleti’ni doğuda Ruslara karşı verdiği mücadelede en çok


zorlayan faktörlerden biri kışın zorluklarıydı. Özellikle kar yağışının yolları
kapatması Ruslara karşı verilecek mücadelede dezavantaj bir durum oluşturuyordu.
Enver Paşa, aynı iklim ve yeryüzü şekillerine sahip Avusturya’nın bu alandaki
zorlukları yenmek için kullandığı kayak sporunu Osmanlı topraklarında kullanmak
istiyordu. Doğu Anadolu’nun uzun karlı kış aylarında ulaşımdaki güçlükler ve
ordunun mutlak bakımı nedeniyle savaş sırasında bu spor zorunlu hale gelmişti.
Enver Paşa, bu amaçla Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığınca Osmanlı
Devleti’ne askeri bir heyet gönderilmesi isteğinde bulundu. Bu heyet, Türk subay ve
erlerinden oluşturulacak bir kayak ekibinin teşkilini üzerine alacaktı.

Ocak 1915’te Enver Paşa, Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi


Pomiankowiski ile, Kafkasya’daki Osmanlı 3’üncü Ordusu içinde bir kayak ekibinin
oluşturulması konusunda anlaştı. Avusturya-Macaristan’dan bu ekibin eğitimini
üstlenecek bir heyetin getirilmesi konusu da karara bağlandı. Bunun üzerine 6 kişilik
bir grup –değişik askeri rütbelerle- İstanbul’a geldi(Çolak 1999: 66).

Bu heyette, Binbaşı Dr. Pietschmann’dan başka, Dr. Otto Hübner (Viyana),


Albert Bildstein (Bregenz), Mühendis Paul Ippen (Viyana) ve Dr. Alexander
Maksymowicz (Viyana) bulunuyordu. Bunlar Avusturya-Macaristan’ın Birinci
Dünya Savaşı sırasındaki en iyi kayak eğiticileriydi(Pomiankowiski 1990: 159; Bihl
1975: 129; Jung 1992: 30). Eğitim alacak belirli sayıdaki Türk subayları ve bu heyet
3’üncü Ordu bünyesindeki 9’uncu Kolordu emrine verildi(Bihl 1975: 129).

Bu heyet, Türk hükümeti tarafından 4 ay alı konuldu ve 3 Şubat 1915


tarihinde eğitim şubesinin kurulduğu Erzurum’a hareket etti. Dersler 5 Nisan’da
başladı. Yedek subaylar tercüman olarak çalışıyorlardı. 100 çift kayak Viyana’dan,
180 çift ise Türk atölyelerinde yapılmıştı. Bu heyete askeri görevler de verildi(Bihl
1975: 129).

Mayıs 1915 ortalarına doğru Erzurum’da karların erimeye başladığı 2650 m.


yüksekliğindeki Palandöken sırtında bir çadırlı ordugah kuruldu ve orada 6 subay, 10
astsubay ve 80 er tarafından bir Türk birliği teşkil edildi(Pomiankowiski 1990: 159).
Burada Türk subaylarının eğitiminin yanı sıra silahların nasıl taşınabileceği de
öğretildi(Bihl 1975: 130).

17 Haziran 1915’te Avusturyalı kayak hocaları İstanbul’a döndüler. Dr.


Pietschmann, İstanbul’a döndükten sonra ve Osmanlı Devleti’nde kaldığı süre
zarfında, Bakü petrollerinin nasıl tahrip edilebileceği konusunda ortaya bir plan
koydu(Çolak 1999: 66).

Çok enerjik ve atılgan bir insan olan Dr. Pietschmann, sadece kayak eğitimi
ile yetinmek istemiyor aynı zamanda Anadolu’nun doğusundaki Bakü petrol
kuyularının tahribi için bir keşif seyahati de yapmak istiyordu. Bu amaçla kayak
eğitimi sona erince Erzurum’dan Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi kenarındaki
Enzeli’ye hareket etmeyi, oradan bir kayıkla Bakü’ye geçerek top ateşi ile kuyuları
ateşe vermeyi veya tahrip etmeyi planlamıştı. Bu gaye ile yola çıkmıştı. Alman
Deniz Üsteğmeni Engelking’in çabuk ateş edebilen küçük çapta bir deniz topu ve
birkaç bahriyeli ile haziran ortasında Enzeli’ye gelip orada Pietschmann’la buluşması
konusu Donanma komutanlığınca kararlaştırılmıştı. Ancak plan gerçekleşemedi.
Çünkü bu sırada Rusların Azerbaycan’dan çıkartılmasıyla ilgili Osmanlı harekatı
sonuçsuz kalmıştı. Dr. Pietschmann, kayak eğitimi bittikten sonra Ağustos 1915’te
Avusturya’ya döndü(Pomiankowiski 1990: 160; Jung 1992: 30).

Enver Paşa, 1918 yılı başında Pomiankowiski’den Kafkasya’ya sevk


edilmek üzere yeni bir kayak ekibinin gönderilmesini istemişti. Askeri Ataşenin
teşebbüsü üzerine, AOK’ca Yüzbaşı Hubka ile birlikte bir subay ve 5 astsubaydan
oluşan bir ekip Osmanlı Devleti’ne gönderildi. Bu ekip, 12 Şubat’ta İstanbul’dan
Doğu Anadolu’ya hareket etti. Önce Sivas’ta daha sonra Erzurum’da çalışmalar yaptı
ve Eylül 1918’de tekrar Avusturya’ya döndü(Bihl 1992: 132; Pomiankowiski 1990:
353).

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı süresince İtilaf Devletlerine karşı


verdiği mücadelede cephelere sevkiyatta değişik yollar kullanmıştı. Doğu
Anadolu’nun karlı bölgelerinde Mobil birliklerin aktif rol oynayamadığı zamanlar
olmuştu. Osmanlı Harbiye Nezaretinin bu sorunu çözmek için yardımını aldıkları Dr.
Pietschmann ve ekibinin çalışmaları başarılı olmuştur. Avusturya-Macaristan kayak
eğitmenlerinin yetiştirdikleri Osmanlı kayak birliklerini Ruslara karşı verdikleri
mücadele ile üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yapmışlardır.

3.4. Avusturya-Macaristan’ın Gizli Komando Faaliyetleri

3.4.1. Avusturya-Macaristan’ın Kafkasya’da İhtilal Çıkartma ve Bakü


Petrol Yataklarını Sabote Girişimi

Avusturya-Macaristan’ın Kafkasya Politikası ile ilgili pek fazla bilgiye


rastlanılmamakla birlikte Kafkasya ile ilgili direk bir ilgisinin olmadığı
görülmektedir. Kafkasya, Viyana ve Budapeşte için Rusya ile sürdürülen savaşta ve
Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerde küçük bir parça oluşturmaktadır.

Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti aracılığıyla cephelerin


hafifleyeceğini düşünüyordu. Rusya, Galiçya cephesinden askerlerini alıp
Kafkasya’ya yığacağından Galiçya Cephesi hafifleyecekti. Ayrıca Osmanlı
Devleti’nin saldırıya geçmesiyle Bulgaristan ve Romanya’nın İttifak Devletleri
tarafına geçmesinde etkili olacaktı(Bihl 1975: 127).

Avusturya-Macaristan bu düşüncelerden hareketle Osmanlı ve Alman


çalışmalarına katkı amacıyla Kafkas halklarını Ruslara karşı ayaklandırma
çalışmalarında bulundu. Esasen bu ayaklanmalarla belli miktarda Rus ordusunu
Kafkasya’da tutup, Doğu’daki cephelerde rahatlamak ve mümkün olduğu kadar
Rusya’yı zayıf düşürmek amaçlanıyordu. Başka bir ifade ile Kafkasya’da
ayaklanmalar Rusya’ya karşı bir savaş aracı olarak kullanılmıştır. Öncelikle
yapılması gereken Kuzey Kafkasya’da Kuban Kazaklarının ve Çerkezlerin Rusya’ya
karşı ayaklanmasının teşvik edilmesiydi. Avusturya-Macaristan Genelkurmayı,
Anadolu’nun kuzey sahilinde 50 000 kişilik bir birlik oluşturmak, bu birliği Kuban
Bölgesine göndermek ve burada Rus güçlerine karşı bir isyan başlatmak için
Osmanlı Devleti’ni etkilemeyi hedefliyordu. Önemli bir noktayı gözden
kaçırmışlardı. Eylül-Ekim 1914’te Osmanlı Devleti savaşa girecek hiçbir harekette
bulunmadı. Gerçi ordu seferberliği ilan edilmişti ancak Osmanlı Devleti,
Pomiankowiski’nin de ifade ettiği gibi; Osmanlı Devleti 50 000 kişilik bir birliği hiç
tanımadığı bir kişiye teslim etmeye niyeti yoktu. Diğer taraftan Çar’ın en sadık
kulları olan ve İslam düşmanı olan Kuban ve Terek Kazakları ile Türkler arasında
doğal bir düşmanlık vardı. General Conrad’ın hayal ettiği bir işbirliği ve ortaklık
gerçekleştirilemezdi(Jung 1992: 15-16).

Diğer taraftan 3 Eylül 1914’te İstanbul’daki Gürcü Komitesi Pallavicini’ye


götürdükleri teklifle gerekli silah, cephane ve savaş malzemesi yardımı yapmaları ve
otonom bir devlet olarak kabul edilmeleri koşuluyla Rusya’ya karşı isyan
edebileceklerini söylediler.

6 Eylül 1914’de Berthold, Pallavicini’ye gönderdiği haberde Gürcülerin


Türklerle beraber hareket etmeleri halinde her türlü şekilde destekleneceklerini ifade
etti ve Pallavicini’ye bu yönde hareket etmesi söylendi. Alman İmparatorluğu,
Avusturya-Macaristan’ı Osmanlı Devleti-Gürcü antlaşmaları hakkında
bilgilendirmedi. Ancak detaylarından Mayıs 1915’de haberdar etti(Bihl 1975: 128).

Ocak 1915’te AOK Erzurum Cephesine yüksek rütbeli bir subay göndermek
istedi. Bundan amaçlanan bu yüksek rütbeli subayın Avusturya makamlarına
göndereceği direk bilgilerin daha sağlıklı olacağının kanaatine varılmasıdır. Bu iş
için Viyana Harp Okulunda görevli Kostellezky hastalandı. Gerek gönderecekleri
subayın hastalanması gerekse Pallavicini’nin -Osmanlı Devleti’nin de Galiçya’ya
aynı yetkilere sahip bir subay gönderebileceği düşüncesiyle- karşı çıkmasıyla bu
proje gerçekleşememiştir(Bihl 1975: 129).

Avusturya-Macaristan’ın Kafkas ihtilaliyle bir direk bağlantısı Bakü


petrollerini sabote etme işidir. Aynı şekilde Almanya’nın da Rusya’yı zayıflatmak
için, Kafkasya’daki faaliyetleri sadece Kafkas halklarını Rusya’ya karşı
ayaklandırmakla sınırlı kalmamış, Rus savaş ekonomisi için de önemli kaynaklardan
biri olan Bakü ve Batum’daki petrol yataklarının ve petrol depolarının tahribi de
hedeflenmiştir. Bu planı yürütmek üzere de, bir petrol mühendisi olan Dr. Paul
Schwarz Erzurum’a Konsolos Vekili olarak atanmış ve Kasım 1914’te de mühendis
Max von Scheubner-Richter yine bu planla bağlantılı olarak Konsolos Yardımcısı
görevi ile Erzurum’a gönderilmiştir(Çolak 1999: 65).

Osmanlı 3’üncü Ordusunun kurmaybaşkanı Yarbay Dr. Felix Guse’de 4


Nisan’da Gelibolu’daki Liman von Sanders’e, Bakü’deki petrol kaynaklarına karşı
girişilecek faaliyetler için şimdiye kadar kendisine üç kişinin başvurduğunu1, ancak
Osmanlı makamları tarafından konuyla ilgili herhangi bir yazının gelmediğini, böyle
bir faaliyetin başarı şansının şu anda az olduğunu ve Pietschmann’ın2 denizden Bakü
petrol yataklarının bombalanması planının tehlikeli olduğunu, çünkü Rusların Hazar
denizi kıyısında ne tip ve ne kadar silahları olduğunu bilmediklerini belirtmekte idi.

Bakü’deki petrol tesislerinin, Pietschmann’ın oluşturacağı bir askeri birlikle


ve Hazar Denizi’nden bombalanmasının, gerek Rusların Hazar Denizi kıyısında
bulundurdukları ağır silahlar ve gerekse Kafkas Cephesinde şu andaki Rus
üstünlüğünden dolayı ancak güzel bir fantezi olabileceğini, başarı ihtimalinin ise
olmadığını belirten Scheubner, bu petrol tesislerinin ancak buradaki ayaklanmalarla
tahrip edilebileceğini Wangenheim’a bildirmiştir(Çolak 1999: 66).

Wangenheim 19 Mayıs 1915’te Alman Deniz Subayı Engelking ile


Pietschmann’ın Bakü’ye karşı yapacakları faaliyetlerden vazgeçtiklerini ve
Pietschmann’a, Scheubner ile birlikte çalışmasının tavsiye edildiğini Alman Dışişleri
Bakanlığı’na bildirir. Ayrıca Pietschmann’ın Doğu Kafkasya’daki ayaklanma
faaliyetlerini yürüten Emir Aslan ile beraber çalışacağı ve Erzurum’daki irtibat
subaylığının emrinde olacağını da yazmıştır(Çolak 1999: 66-67).

1
Bu üç kişi; Scheubner, Pietschmann ve Emir Aslan’dır(Çolak 1999: 65).
2
Çok enerjik ve atılgan bir insan olan Dr. Pietschmann, sadece kayak eğitimi ile yetinmek istemiyor
aynı zamanda Anadolu’nun doğusundaki Bakü petrol kuyularının tahribi için bir keşif seyahati de
yapmak istiyordu. Bu münasebetle kayak eğitimi sona erince Dr. Pietschmann emrine Alman Bahriye
Nazırı tarafından deniz üsteğmen Engelking ve gemiden iyi ateş edebilen birazda deniz eri verip,
Haziran’da Hazar Denizi kenarındaki Enzeli’nde Dr. Pietschmann ile buluşacaklardı. Oradan bir
kayıkla Bakü’ye geçerek top ateşi ile kuyuları ateşe vermeyi, veya tahrip etmeyi planlamıştı. Ancak
Rusların Azerbaycan’dan çıkartılmasıyla ilgili Türk harekatı gerçekleşemediğinden, bu plan
gerçekleşememiştir(Pomiankowiski 1990: 159; Bihl 1975: 130).
3.4.2. Cemşe Petrol Yataklarını Sabote Girişimi

Bugün tamamen unutulan, üzerinde pek durulmayan ve pek araştırılmayan


konulardan biri de Georg Gondos ve Dr. Paul Simon’un Cemşe1 petrol yataklarını
sabote etme çabalarıdır. Gondos sivil petrol teknikeri, Simon ise Hukuk alanında
doktora yapmıştı. Gondos çok sayıda yabancı dili hem okuyabiliyor hem de
yazabiliyordu(Jung 1992: 23).

Ekim 1914’te Gondos ve Simon, Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’na


başvurarak, İngilizlerin denetimi altında bulunan Mısır’daki Cemşe petrol kuyularını
sabote etme planlarını açıkladılar. Cesur bir müteşebbis genç bir Macar savaş
gönüllüsü olan Gondos savaştan önce adı geçen Cemşe petrol bölgesinde iki yıl
kadar çalışmıştı ve bu suretle tesisleri bütün ayrıntılarıyla biliyordu. Kuyuların
yanında İngiliz donanması ve hava filosuna gerekli yakıtı sağlayan bir rafineri
bulunuyordu. Petrol kuyularının ve tesislerinin tahribi, İngiltere için telafisi çok güç
olan büyük bir kayıp olacaktı(Erden 1954: 74-75; Pomiankowiski 1990:76). Bunun
üzerine Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı, Avusturya-Macaristan Donanma
Komutanlığından Cemşe bölgesiyle ilgili detaylı bilgi istedi. Böylece Gondos ve
Simon planlarını uygulamak için Avusturya-Macaristan yetkililerinden onay aldılar
ve kendilerine iki eleman verildi. Bunlar bomba uzmanı mühendis Wienecke ve
diğeri ise Temeşvar’daki Alman yayınları gazetesinin redaktörü Kastriner’di. Kasım
başlarında İstanbul’a geldiler ve burada Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi’nin
emrine girdiler. Musil olayının tersine Askeri Ataşe Pomiankowiski ve Liman von
Sanders bu olaya karşı çıkmayıp, tam tersine bunların düşüncelerini desteklediler.
Hatta Pomiankowiski bu tarihlerde Osmanlı 8’inci Kolordu Kurmay Başkanı Albay
Kress von Kressenstein’in bunlara destek sağlayabileceği vaadinde de bulundu.
Gondos ve planının Kress’e tavsiye edilmesi önemliydi. Çünkü bu görev 8’inci
Ordunun görevleri arasındaydı(Jung 1992: 24).

Gondos’un grubu, 12 Kasım 1914’te İstanbul’dan ayrıldı, 20 Kasımda


Şam’da Albay Kress ve Cemal Paşa’ya kendilerini takdim etti. Süveyş Kanalı ve

1
(Mısır’da) Kızıldeniz kıyısında, Sina Yarımadası’nın karşısına düşen bir yer.
çevresi hakkında bilgi edinebilmek için Gondos, 26 Kasım 1914’te Şam’dan
ayrıldılar. Yanlarında bir Türk subayı ve iki bedevi olduğu halde Sina Yarımadasını
geçtiler. Bu keşif ziyaretinden sonra 30 Aralık 1914’te Kudüs’e döndüler. Grup
Albay Kress’in emrine girdi. Dr. Simon, Şam’dan Kudüs’e planları için gerekli olan
cephaneyi sınıra nasıl ulaştırılacağını organize etti.

Wienecke, 1914 yılının Noel’ine kadar Hebron ve Birüssebi’ye kadar 50 km


yolu askeri nakliyatın yapılabileceği şekle getirdi. Kastriner, askeri bir özelliği
olmadığı için Albay Kress’in çeviri işlerine bakıyordu. Gondos, Süveyş Kanalının iki
tarafının iyi korunduğunu tespit etti. İlk plana göre ise Süveyş Kanalının iki
tarafındaki petrol borularının ve petrol borularını besleyen tesisleri tahrip etmeyi
amaçlıyordu, ancak bu şimdi riskli görünüyordu. Onun için bu boruları tıkayarak
kullanılamaz hale getirmeyi amaçladılar. Böylece bomba uzmanı olan Wienecke’ye
fazla ihtiyaç kalmadı. Wienecke ise artık Türklerle çalışıp Karadeniz kıyısına mayın
döşeme işini üstlendi(Jung 1992: 24).

Gondos ve Simon 2 Ocak 1915’te gece 2’de Kudüs’ten bu macera dolu


planlarını gerçekleştirebilmek üzere yola koyuldular. Jericho üzerinden Amman’a
ulaştılar. Orada ek bir trenle Hicaz demiryolundan Maan’a gittiler. Develerle
Akabe’ye ulaştılar. 5 Ocak 1915’te onlara iki bedevi katıldı (Gondos bu iki bedeviyi
keşif seyahati sırasında tanımıştı). Bu grup 9 Ocak 1915’te Sina’da olan Kalat el
Nachl’a ulaştı. Burada Gondos, gönüllülerden oluşan bir müfreze oluşturmaya çalıştı.
Bunun için 3 tane astsubay ile 10 tane de er 4’üncü Ordudan Gondos’un emrine
verildi. Bu müfrezenin tamamı mavzerlerle donatıldı. 12 Ocak 1915’te yola çıktılar.
Ancak bu tarihte Nachl’den Tour’a hareket ederken grupta deve ve erzak sıkıntısı
çekilmekteydi. 19 Ocak 1915’te Tour’a ulaştılar. Ancak burada Tour’u koruyan 300
adamla karşılaştılar ve şehre girmek mümkün olmadığı görünce önünde durdular.

20-24 Ocak 1915 tarihleri arasında özellikle su kuyuları için Tour


şehrindekilerle çarpıştılar. Fakat böyle devam edecek olursa Gondos’un müfrezesi
fazla dayanamazdı, çünkü iaşe eksikliği vardı. Bunun üzerine Gondos müfrezesinden
iki adamdan birini Albay Kress’in yanına, diğerini ise Katharinen Manastırına
gönderdi(Jung 1992: 25).
Gondos gizlice birkaç erle kasabaya girerek hükümet konağını havaya
uçurmuş, Karantine mevkiindeki eczaneye girerek ilaç ve ecza almış, Karantine’ye
su veren kuyuları, motorlu bir tulumbayı ve bir elektrikli motoru berhava etmiş ve
kuyuları zehirlediğini zannettirmek için içlerine anilin boyası atmıştı(Erden 1954: 74-
75). Gondos buradan Abu Semina şehrine geldi, oradan bir motorbot ile bir yelkenli
buldu, aynı zamanda bu botu kullanan bir kişi buldu. Bu kişide Gondos’u Cemşe’ye
götürebileceğini söyledi. Bu motorbotla yapılan gece seyahati sonucu şafak zamanı
Gondos ve ekibi Cemşe’ye, petrol kuyularına ulaştı. Gondos burada 3 tane petrol
borusunu kullanılamaz hale getirdi. 4’üncü boruyu ise belli bir süre için kullanılamaz
hale getirdi ve bu petrol borularını korumakla görevli düşman askerlerle girdiği
çatışmada 6 adamını kaybetti ve Sina Yarımadasına geri döndü(Jung 1992: 26; Erden
1954: 74-75; Pomiankowiski 1990: 77).

Gondos’tan hemen sonra Simon’da Tour’dan gönüllü bedevilerde 9 günlük


deve yolculuğundan sonra Nachl şehrine ulaştı ve oradan temin ettikleri erzakları
Tour’a ulaştırdılar. Simon Nachl’te hemen bir Osmanlı deve birliği ile diyaloga geçti.
Bunların sayesinde Hefir’e ulaştı. Hefir’de Gondos’un ve Osmanlı ordusunun dönüş
yolunda olduğu haberi alınca Simon’da İstanbul yolunu tuttu ve 25 Mart 1915’de
İstanbul’a ulaştı.

Gondos delil olarak petrol kuyularının havaya uçuruluşunu gösteren


fotoğraflar getirmişti. Bazı Osmanlı subaylarına göre ise Gondos sadece ünlü olmak
için bu işe girişmişti. Gondos’un Kanal’ın girişinde yaptığı mücadele ile petrol
kuyularının tahribini gerçek dışı ve fotoğraflarının ise sahte olduğu iddia ediliyordu.
Osmanlı subayların bu iddiası üzerine Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun tam
yetkili Askeri Ataşesi’nin de izni alınarak Albay Kress soruşturma açtı. Ancak bu
soruşturma sonucunda Gondos’un raporlarının tamamen doğru olduğu ve işe yaradığı
ortaya çıkmıştır. Gondos ve Simon’un bu cesaret dolu başarılarından dolayı 15 Eylül
1915’te Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph bunları Teğmenlik
rütbesiyle yedek subay olarak orduya aldı. Ayrıca Gondos’a I. Dereceden Altın,
Simon’a ise Gümüş madalya verildi. Gondos ve Simon ekibinin 1915 yılı içerisinde
Cemşe petrol kuyularına verdikleri zararlar 20 Temmuz 1916’da Mısır gazetelerinde
yer almıştı(Jung 1992: 26; Pomiankowiski 1990: 77).

3.5. Çanakkale Savaşları ve Avusturya-Macaristan

3.5.1. Çanakkale Savaşları ve Avusturya-Macaristan


İmparatorluğu’nun Tutumu

Çanakkale Boğazı’na hakim olma mücadelesi, Birinci Dünya Savaşının en


önemli olaylarından birisidir. Çünkü burada cereyan eden savaş, hem deniz
kuvvetleriyle boğazın zorlanması ve böylece tahkimat ve kara birliklerine karşı
saldırıya geçilmesi hem de kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek taarruzu
bakımından benzeri görülmemiş bir harekattır. Birbirine çok yakın siperlerde geçen
bu savaşlar, dünya savaş tarihlerinde benzerine az rastlanabilen baş döndürücü,
amansız bir mücadeleler zinciridir.

Bilindiği üzere İngiltere ve Fransa’nın müttefikleri olan Rusya ile sınırları


olmadığından aralarında ulaşım çok zor ve sınırlıydı. Birbirinden ayrı kalan bu iki
müttefik arasında birleşmeyi sağlamak için en gerçekçi yolun Osmanlı Hükümeti’nin
daha tarafsız iken kapatmış olduğu Çanakkale Boğazını ve onun devamındaki
İstanbul Boğazını zorlamaktı. Birçok İngiliz ve Fransız siyasi ve askeri ileri gelen
devlet adamlarının düşüncesine göre bu boğazın zorlanması muazzam Rus kitlelerini
silahlandırıp canlandıracağı için çok önemli bir zafer olacaktı(Bayur 1938: 325).
Rusya, Doğu Anadolu’ya yapacağı saldırıyı kolaylaştırmak amacıyla İngilizlerden
Osmanlıları oyalamak için bir harekete geçmelerini istemişti. İngilizler uzun
düşüncelerden sonra Winston Churchill’in önerisiyle, ‘hedef İstanbul olmak üzere
Çanakkale Yarımadasını bombardımana tutup ele geçirmek’ amacıyla bir deniz
harekatı hazırlıklarına başladılar(Shaw-Shaw 1983: 380). İngiliz Bahriye Nazırı
Churchill, Çanakkale seferinden beklenilen faydaları şöyle saymaktadır: “ Cihan
tarihini değiştirmek, Osmanlı Devleti’ni ikiye bölmek, payitahtını felce uğratmak,
düşmanlarımıza karşı Balkan Devletleri’ni birleştirmek, Sırbistan’ı kurtarmak,
Büyük Düke (Rus orduları başkumandanı Büyük Dük Nikola Nikolayeviç) başlıca
harp hareketlerinde yardım etmek ve harbin devamını kısaltmakla sonsuz insan
hayatı kurtarmak”(Bayur 1938: 325). İngilizlere göre, Boğazların alınmasıyla
Osmanlılar savaş dışı bırakılacak, Almanların doğuya yayılma çabaları önlenecek,
İngilizlerin Mezopotamya’da tasarladıkları kampanyalar kolaylaşacak, Mısır’daki
durumları güvence altına alınacak ve Karadeniz’den Rusya’ya yardım
gönderilebilecekti (Shaw-Shaw 1983: 380).

Osmanlı Devleti Eylülde Çanakkale Boğazını mayınlarla kapatmaya çalıştı.


Ancak İngiliz deniz kuvvetlerinin halen İstanbul’da olmasından dolayı bu kolay bir iş
değildi. 15 Eylülde tüm İngiliz subayları, bir Türk vapuru ile İngiliz donanmasından
gelen bir gemiye bindirilecekleri yer olan Çanakkale Boğazı’na sevkedildi. 27 Eylül
1914’te müttefik deniz kuvvetleri boğazları tüm deniz trafiği için kapattıklarını ve
Akdeniz’e açılmak isteyen tüm ticari gemilerini de durdurmayı ve batırabileceklerini
ilan ettiler(Jung 1992: 16).

İngilizler, Çanakkale Boğazı’ndan çekildikten sonra, Boğazların


savunulması işine süratle girişildi. Üç sıra deniz mayını döşendi ve Marmara
Denizi’ne, denizaltıların girmesine engel olmak için, Çanakkale Boğazı’nın en dar
yerine 35 metre derinliğine varan bir ağ çekildi. Mayınlar, genellikle İstanbul’daki
Alman uzman Gehl’in sevk ve idaresinde döşenmişti. Rusları zaman zaman İstanbul
Boğazı ağzında batıran mayınlar, kısmen burada da kullanılmıştı. Ruslar çekildikten
sonra, Türkler tarafından Boğazın girişine yerleştirilen mayınlar kaldırılıp Çanakkale
Boğazı’na götürülerek tekrar döşeniyordu. 27 Eylül günü Çanakkale Boğazı, artık
milletlerarası deniz ulaşımına resmen kapatıldı(Pomiankowiski 1990: 71-72).

Sırbistan’ın savaşta olmasından dolayı Tuna nehri üzerinden insan ve


malzeme taşımacılığı yapılamıyordu. Tarafsız olan Romanya üzerinden taşıma
yapılamayacağından Avusturya-Macaristan üzerinde büyük bir baskı oluştu.
Avusturya’nın deniz kuvvetleri komutanı Amiral Haus’un üzerindeki baskı arttı,
ancak onun dikkatli ve stratejik tutumu sayesinde Avusturya-Macaristan birlikleri
kolay yem olmamıştı. Osmanlı Devleti’nin isteği üzerine Alman yönetimi
Avusturya-Macaristan deniz kuvvetlerinden bir denizaltının Çanakkale Boğazına
gitmesini istedi. Ancak Haus elinde kullanılabilir iki denizaltının bulunmasından
dolayı reddetmiştir. Almanlar bu durumu ihmal etmediler. Almanlar demiryolu ile
küçük sahil denizaltılarını Avusturya’ya gönderebileceklerini belirttiler(Jung 1992:
34).

Avusturya-Macaristan için tuhaf bir teklifti; çünkü İmparatorluk Alman


deniz kuvvetleri 1914 yılı savaş başlangıcında Alman tersanelerinde Avusturya-
Macaristan için inşa edilen gemilere el koymuştu ve bunları o tarihe kadar teslim
etmemişti. Almanya, Avusturya-Macaristan deniz kuvvetlerine Osmanlı Devleti’ne
bir denizaltı göndermesi karşılığında iki gemi teklif etmiştir. Avusturya-Macaristan
deniz kuvvetlerinin kabul etmemesindeki temel düşünce kısa mesafeli
operasyonlarda kullanılabilen denizaltılar olmasından dolayı bu gemiler
Çanakkale’de kullanılamazdı(Jung 1992: 34).

Bir diğer plana göre; Avusturya-Macaristan deniz birliklerinin tamamı


Adriyadan çıkış yaparak Çanakkale Boğazı’nın İtilaf Devletleri’nin gemilerine
arkadan saldırmaktı. Ama burada da diplomatlar ve stratejistler önemli bir ayrıntıyı
atlamışlardı. İttifak Devletleri’nin Çanakkale Boğazı önünde iki tane yaşlı gemisi
bulunmaktaydı. Avusturya-Macaristan donanması Adriyadan çıkabilmesi için
Fransız Akdeniz donanmasıyla karşı karşıya gelecekti ve donanmada İngiliz
gemileriyle desteklenmişti. Fransız donanması atlatılmış olsa bile Çanakkale
Boğazı’na yardım kısa süreli olacaktı, çünkü yakınlarda bir donanma merkezi
bulunmamaktaydı. Donanma komutanı Haus Avusturya-Macaristan diplomatlarına
ne yapacağı belli olmayan İtalya’ya karşı kendi sahillerinin savunmasız kalacağını
düşünerek çekimser bir tutum sergilemeleri gerektiğini belirtti. Almanya’yı hayal
kırıklığına uğratmama adına Alman denizaltılarının Çanakkale Boğazına gitmelerine
yardım edebileceklerini ifade ettiler. Bu amaçla demiryolu ile Adriyadaki Avusturya-
Macaristan tersanelerine gelen Alman denizaltı parçaları monte edilerek
Çanakkale’ye gönderilmek üzere hazır hale getirildi. Bu gemilere daha önce
Almanya’nın vermeyi taahhüt ettiği ancak vermediği gemilerin adı verildi, dikkat
çekmemek adına. Bunlar; U7, U8 ve U9’dur(Jung 1992: 35).

Osmanlı Devleti’ne silah ulaştırılması ile ilgili iki ilginç olay daha vardır:
Ocak 1915 yılında Souchon, Amiral Haus’a mühimmat talebini ulaştırmıştı. Haus’ta
Novarra adlı gemiyle 200-300 ton mühimmatı İzmir’e göndermeyi teklif etti. Ancak
limanın mayınlarla tamamen kapatılmasından ve yeterli kömürün olmamasından
dolayı gerçekleşememiştir. Nisan ayında benzer bir talepte Çanakkale’deki durumun
kötüleşmesinden dolayı yine gerçekleşemedi(Jung 1992: 36).

Çanakkale Boğazı’nın dış kısmındaki tabyaların tahribi, Fransızlar ile


İngilizlerin devamlı karaya çıkma girişimleri, İstanbul’da korkunç bir paniğe neden
oldu. İstanbul’da bu sırada büyük telaş içinde olan birisi de Avusturya-Macaristan’ın
İstanbul Büyükelçisi Pallavicini’dir. Nitekim o da Amerikan büyükelçisine:
“İngilizler dün şimdiye kadar dünya tarihinde yapılmamış olan bir saldırıya
geçmişler ve Çanakkale sırtları ile Gelibolu tepelerini dövmüşler” diyordu(Bardakçı
1985: 530). İmparatoruna ve memleketine, ölümü kabul edecek derecede sadakatle
bağlı olan Pallavicini ilave ediyordu: “Eğer İstanbul düşecek olursa, reel olarak
Osmanlı Devleti düşmanlarımızın egemenliğine girerse bu sadece Avusturya-
Macaristan’ın hayati öneme sahip isteklerinin tehlikeye girmesi değil, Almanya’yı da
çok fazla olumsuz etkileyecektir”.

11 Mart 1915’te Pallavicini, Burian’a yazdığı bir raporda şunu demişti:


“Bugün İstanbul’un düşüp düşmeyeceği dolayısıyla Ortadoğu’ya kimin hakim
olacağı söz konusudur. Bana göre bu savaşın sonucu burada (Çanakkale Cephesi)
belli olacaktır”(Bihl 1975: 114).

Pallavicini, 2 Nisan 1915’te Dışişleri Bakanlığına yazdığı bir diğer


raporunda ise Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu şu sözleriyle ifade
ediyordu: “İttifak Devletleri’nin isteği üzerine Osmanlı Devleti bütün makamları
seferber ederek bir ordu oluşturdu. İttifak Devletleri ve özellikle Almanya’nın isteği
üzerine Osmanlı Devleti Kafkasya’da ve İran’da Ruslara, Mısır’da İngilizlere karşı
saldırıya geçti. İngilizler buna şiddetle özellikle Mezopotamya’da karşı koydular.
Osmanlı Devleti şimdi 3 büyük devlete karşı boğazlarını ve başkentini savunmak
zorunda kaldı. Bu durum Türk halklarını öyle zarara uğrattı ki, diğer ülkelerin hiçbir
halkı böyle zarara uğramamıştır”(Bihl 1975: 218).

Sadece Türk halkı değil, aynı zamanda hükümet de düşman donanmasının


Çanakkale Boğazı’nı geçerek başkenttin önlerine kadar gelebileceğinden
endişeleniyordu. Bu yüzden hükümet İstanbul’u tahliye etme hazırlıklarına girişti.
Padişah sarayı, hükümet ve idari makamlar Eskişehir’e nakledilecekti. Bu nedenle
eşyalar, arşiv ve buna benzer kıymetli evrak oraya nakledildi. Hazine, müzeler ve
mukaddes emanetler ise, Konya’ya götürüldü. Büyükelçilik mensupları ve
diplomatlar, Anadolu’daki yeni yerlerinin belirlenmesi konusunda hükümetle
mutabakata vardılar. Yabancı elçiliklerinde yardımlarıyla gerekli eşyaların
Anadolu’ya sevkiyatı sağlandı(Pomiankowiski 1990: 104)

Osmanlı Devleti hem 18 Mart 1915’te boğazlarda, hem de 25 Nisan sonrası


karada büyük başarılar elde etmiştir. Çanakkale Savaşlarından dolayı İtilaf Devletleri
tarafından Rusya’ya yardım gönderilememesi Rusya’nın savaştan çekilmesinde etkili
olmuştu. Bu durum Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu Rus tehdidinden
kurtarması açısından önemlidir. Bulgaristan’ın da İttifak Devletleri tarafında savaşa
girmesiyle Almanya ve Avusturya-Macaristan artık ulaşım problemini aşarak
Osmanlı Devletine gerekli yardımı göndermeye çalışacaktı. Netice itibariyle
diyebiliriz ki, Çanakkale Zaferi Osmanlı/ Avusturya-Macaristan ittifakını
perçinletmiştir.

3.5.2. Obüs ve Havan Bataryalarının Gelişi

1915 Ekim’i başlarında Sırbistan seferi başladı. Seferin başlangıcında


Sırbistan’ın kısa bir süre içinde teslim olacağı ve böylece İstanbul ile İttifak
Devletleri arasında bağlantının kurulacağı umuluyordu. Bu düşünce ile, Gelibolu
yarımadasında görev yapacak olan ağır dik uçuş yollu ateş eden bir bataryanın
Osmanlı Devleti’ne gönderilmesiyle ilgili Enver Paşa’nın isteği, Avusturya-
Macaristan’ın İstanbul Askeri Ataşesi tarafından, AOK’ya acele bildirildi. General
Mackensen’in Avrupa’daki başarıları sonucunda Bulgaristan İttifak Devletleri
tarafına katıldı. Bu durum Ekim 1915 sonuna kadar Osmanlı Devleti’ne cephane ve
savaşçı birliklerinin gönderilmesini mümkün kılmıştı(Pomiankowiski 1990: 123).
Akaryakıt tedarik ve ikmali de (gazyağı dahil), Başkomutanlık Vekaleti Levazım
Dairesi Başkanlığı’nca Avusturya-Macaristan’dan getirtilerek, önce İstanbul’da
depolanıyor, buradan birliklerin gereksinimine göre dağıtım
yapılıyordu(Genelkurmay 2002a: 240). İstanbul’daki Avusturya-Macaristan askeri
yetkilisi ilk fırsatta Avusturya-Macaristan Genelkurmayınca 30,5 cm’lik Havan1
bataryası ve 15 cm’lik Obüs2 bataryalarının Çanakkale’deki savaş alanlarına
gönderileceği haberini aldı(Jung 1992: 37). Bundan kısa bir süre sonra iki
Avusturya-Macaristan topçu subayı İstanbul’a geldi. Bunlar, yol keşfi yapmak ve
konaklama subayları olarak bataryalar için iş görmekle görevli idiler. Üzerlerindeki
Avusturya-Macaristan üniformaları, kendilerinin başkentte kolayca tanınmalarına ve
böylece Türk halkının da sempatisini kazanmalarına yardımcı
oluyordu(Pomiankowiski 1990: 123).

Uzunköprü istasyonundan Yarımadaya giden yolun keşfi yapıldığında, bu


yol üzerindeki köprülerin 30,5 cm’lik Havanları çekmeleri imkansız göründüğünden
24 cm.lik Motorlu-Havan bataryalarına karar verildi. Aynı zamanda Viyana ve
Budapeşte’de, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti için cephane ve savaş araç gereçleri
teknelere yüklendi. 22 Ekim 1915 yılında Transyük Viyana’dan hareket etti.

1
HAVAN [Top] Barutun icadından sonra dik kavisli atışlar yapmak üzere imal edilmiş olan ilk ateşli
silahın adıdır. Miladi 16. yüzyıl ortalarında 400-600 fond ağırlığına kadar gülle atar bazı büyük
havanlar icat olunmuş, taş gülleler atılmıştır. 17. yüzyıl başlarında ateşli maddeler ile dolu ve ahşap
tıpalı demir humbaralar içat olundu. Havanların çeşitli şekilleri vardı. Küçükleri insan ve hayvan
öldürmekte, büyükleri de istihkam gibi, kale gibi yerlerin tahribinde kullanılırdı. Barutun
dökülmemesi için bütün havanların falye deliği arkasında midye kabuğu gibi bir çanaklık yapılırdı.
Büyük havan toplarından başka “çakmaklı havan” ve “el havanı” adıyla iki küçük havan vardı. Havan
aracılığıyla atılan mermilere “humbara” denilirdi(Pakalın 1971: 770).

2
OBÜS [Top] İçi boş uzunluğu havanla top arasında olan ve muhtelif barut haklarıyla muhtelif
kavisli atışlar yapabilen bir silahın adıdır. Miladi 16. yüzyılda icat edilmiştir. Bir mainanın arkasında
bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak
suretiyle atış yapmak maksadıyla icat edilmiştir. Obüslerin büyük ve küçükleri vardı. Obüs topları
toptan kısa, havandan uzundu. Obüsler alelade toplar gibi üç kısımdan oluşuyordu. Bu üç kısma
“kuyruk payı”, “muylu payı”, “uzun pay” denilirdi. Obüslerde atılan mermilere “gülle” denilirdi.
Güllenin humbara gibi içi boştu. Bu boşluk ecza ile doldurulur, düştüğü yerde patlamak suretiyle tesir
yapardı. Obüslerin ağırlığı gülleleri her kaç okka gelirse okkaları dokuz çapında obüslerde 40, on dört
çapında olanlarda 50, daha ziyade çaplarda olan obüslerde 70 okkaya ve işbu obüslerin demirden
yapılmış olanlarının da bunun gibi vezin gülleleri 80 okkaya darp olunurdu(Pakalın 1972: 711).
Sırbistan’dan elde edilen bölgelerden gemilerin güvenli geçişi için 4 subay ve 80
asker görevlendirildi(Jung 1992: 36).

Yüzbaşı Kodar bu bataryanın kumandanı olarak 15 Kasım 1915’te


Uzunköprü’ye geldi, orada gerekli koşum hayvanlarını alarak derhal harekete geçti.
15 cm’lik Obüs topu bataryası arkasından gelecekti(Pomiankowiski 1990: 123-124).

Mareşal Liman von Sanders, Havan bataryasının gelişine çok sevinmişti.


Batarya için Anafartalar kesiminde bir yer buldu. İngilizlerin üzerine bir an önce
Havan ateşini başlatmak istiyordu(Pomiankowiski 1990: 124). Ancak ağır
Havanların nakli oldukça zordu. Çünkü yol son derece bozuk ve inişli yokuşlu idi.
Bütün geçitlerden seller akıyor, vadiler yağmur sularıyla dolup taşıyordu. Kodar,
Mareşal’dan savaş alanına bir an önce ulaşması konusunda kesin emir
almıştı(Pomiankowiski 1990: 125). Sırbistan felaketinden sonra İngiliz karargahında,
İttifak Devletleri’nin ağır dik uçuş yollu ateş eden bataryayı Gelibolu’ya sevkettikleri
ve buna İngiliz-Fransız mevzilerinin uzun zaman dayanamayacağı söylentileri
yayıldı.

Kasım ayından itibaren Gelibolu Yarımadasında bulunan İtilaf kuvvetlerinin


durumu, iklimin sertleşmeye başlaması yüzünden gittikçe kötüleşiyordu. Avusturya-
Macaristan Havan bataryası tarafından ateş açılması, öteki ağır bataryaların
İngilizleri karşı harekete geçirileceğine bir işaret sayılırdı. Buna rağmen İtilaf
kuvvetlerinin kısa zamanda yarımadadan çekileceklerine dair hiçbir işaret de yoktu.
Aralık ayı başında Anafartalar’da İngiliz cephesinden karşı taraftaki Türk siperlerine
yazılı bir kağıt atıldı. Kağıtta şunlar yazılıydı: “Yüz Avusturya bataryası gelse bile,
İtilaf kuvvetleri gene de yarımadadaki mevzilerini terketmiyecekti ”(Pomiankowiski
1990: 126).

8 Aralık 1915’te Yüzbaşı Manouschek komutasındaki bir Avusturya-


Macaristan 15 cm’lik ağır Sahra Obüs bataryası Uzunköprü’ye gelmiş ve orada
gerekli koşum hayvanlarını almıştı. Batarya mükemmel durumdaydı ve planlı
hücumda işbirliği yapmak için Arıburnu cephesinde mevzilendirilecekti.
Düşmanın Arıburnu ve Anafartalar cephesinden geri çekilmesinden sonra,
Mareşal, Türk birliklerinden büyük bir kısmının yarımadanın güneyine kaydırılması
için emir verdi. Özellikle topçu birliği ve Avusturya’nın 15 cm’lik Obüs bataryası
zorlu yürüyüşle Seddülbahir cephesine doğru çekildi. Oradan mümkün mertebe
çabuk İngiliz ve Fransızların geri çekilmeleri engellenecek ve onlar ya esir alınacak
ya da düşmana karşı büyük çapta imha harekatına geçilecekti(Pomiankowiski 1990:
127).

İtilaf birlikleri Gelibolu’dan çekildikten sonra Osmanlı Devleti’nin durumu


düzelmişti. General Enver Paşa için, Alman genel karargahı emrine birlikler
verilmesi mümkün olmuştu. O, Osmanlı Devleti için muharebenin diğer savaş
alanlarında kesin sonuca bakacağını hakkiyle idrak etmiş olarak yardımda
bulundu(Ludendorff 1920-II: 17).

Pomiankowiski’ye göre; “Çanakkale Cephesi’nin başta deniz harekatı


(boğazın zorlanması) ve onu izleyen kara hareketleri, kuşkusuz sıradan birer askeri
operasyon ya da muharebe olayları gibi açıklanamaz. Çanakkale’nin başarılı
savunulması, şüphesiz Birinci Dünya Savaşının en güzel ve en yüksek
menkıbelerinden biriydi. Türk askerlerinin ifadesi güç mahrumiyet içerisinde ve
katlanılması oldukça zor şartlar altında cesaret ve metaneti, fedakarlık ruhu ve
kabiliyeti, eskiçağ kahramanlarının mücadele meziyetleriyle mukayese edilebilecek
derecede kayda değerdi. Bu askerler, yazın kavurucu sıcaklarında sinek ve böcekten,
kışın dondurucu soğuktan, kardan, yağmurdan, gereğince aç susuz durmadan
dinlenmeden devletin başkenti, Sultanları ve Halifeleri için en modern silah ve
cihazlarıyla donatılmış üstün düşman kuvvetlerine ve dünyanın en güçlü
donanmasına karşı savaşmışlardı”(Pomiankowiski 1990: 130).

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman cephane, savaş


malzemesi, eğitimli subay açısından sıkıntı içerisindeydi. Müttefiklerden beklediği
yardımı tam olarak alamamasına rağmen, Çanakkale Savaşlarını mevcut imkanları
ile sürdürmeyi başaran Osmanlı Devleti, muhtelif cephelerde bir milyona yakın
düşman askerini oyalamış, durdurmuş; böylece müttefiklerine en büyük yardımı
yapmıştır. Bu dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun göndermiş olduğu
Obüs ve Havan bataryaları ile İtilaf kuvvetlerinin Çanakkale ve Gelibolu
Yarımadasından çıkarılmasında katkı sağlamıştı.

3.6. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Faaliyet Alanlarının


Genişletilmesi

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı topraklarında Almanya’nın


gölgesinden kurtulmak amacıyla aktif rol almaya çalıştı. Osmanlı Devleti’ndeki
faaliyet alanlarını genişletmek için hazırlıklara başladı.

İtilaf Devletleri’nin Çanakkale ve Gelibolu’dan geri çekilmesi ve İngiliz


birliklerinin Kut bölgesinde kuşatılması Enver Paşa’nın 1916 yılı için büyük hedefler
koymasına neden oldu. Bu amaçla Falkenhayn’a batı cephesinde görevlendirilmek
üzere 10 veya 20 kara birliği teklif etti. Alman Genelkurmayı kendi cephelerindeki
durumlarını düzeltmelerinin daha yararlı olacağını ifade etti. Enver Paşa böylece
asker göndererek askeri yardımlara daha kolay ulaşabilecekti. Avusturya-Macaristan
ile Osmanlı Devleti arasında bu dönemde Skoda fabrikasıyla büyük çapta silah alım
antlaşması imzalandı(Jung 1992: 40).

İngiliz ve Fransızların, Gelibolu Yarımadasından çekilmelerinden sonra,


AOK’nın onayı alınmak üzere, Gelibolu’daki 24 cm’lik Motorlu-Havan bataryasını
ve Obüs bataryasının Kafkas cephesinde kullanılması konusunda Enver Paşanın
isteği, General Bronsart tarafından Askeri Ataşeye bildirildi(Pomiankowiski 1990:
222-223). Ancak Pomiankowiski bu bölgeye ulaşımın zor olduğunu, bu durumda
Avusturya-Macaristan’ın hem askeri hem de ekonomik propaganda çıkarlarına ters
düştüğü için Viyana’nın buna müsaade etmeyeceği düşüncesiyle onay vermedi1.

1
Bu hususta askeri ataşenin raporunda; savaş halinde bulunmanın son derece güç ve Doğu
Anadolu’daki olumsuz ulaşım şartlarını belirterek böyle bir yerde her iki bataryanın kullanılmasını
hem askeri hem de siyasi ve ekonomik açıdan faydasız olduğunu açıklamıştı. Bu nedenlerden Enver
Paşa’nın isteğinin yerine getirilmesi uygun görülmedi. Fakat askeri ataşe Osmanlı Devleti’nde Doğu
Anadolu savaş alanında başka türlü yardım edilmesi teklifinde bulundu. Bu yardım, Avusturya-
Macaristan’ın, Türkiye’ye Osmanlı ordusunda sıkıntısı çekilen modern silah, top malzemesinin derhal
gönderilmesi, topların atışa hazır edilmesi, Doğu Anadolu’da ulaşımı sağlama şeklinde olabilirdi.
Böylece topçular için uygun talimgah birlikleri ve özellikle dağlık arazide savaşmada tecrübeli subay,
Pomiankowiski’nin bu tutumundan askerlerini o bölgeye göndermek istemediği
ortaya çıkmaktadır(Jung 1992: 41).

Osmanlı Devleti’nin Asya bölgesinde savaşmak zor idi. Osmanlı


Devleti’nin ulaşımları sırf köy yollarından ibaretti. Birinci Dünya Savaşı’nda
demiryolu ve denizyolları ulaşımlarına büyük ihtiyaç vardı. Kafkas sınırına doğru
Ankara ile Sivas arasında demiryolu yapımı yeni başlamıştı. Toros ve Amanos
sıradağlarıyla kesilen Bağdat hattı henüz Dicle’ye yetişmemiş(Ludendorff 1920-I:
210), tünel çalışmaları ise sürdürülüyordu.

Bu resmi müracaat, Avusturya’nın menfaati bakımından Osmanlı


Devleti’nin Asya’daki savaş meydanlarında Avusturya-Macaristan ordularının
kullanılması konusuna karşı vaziyet alınmasına fırsat verdi. Pomiankowiski; büyük
ordu birliklerinin gönderilmesinin ne siyasi bir gayesi olabileceği ve ne de Avusturya
ordusunun durumunun uygun olacağı görüşündeydi(Pomiankowiski 1990: 166-167).
Türklere iyi niyetini göstermek için Pomiankowiski bazı eski ve iyi durumda olan
araç gerecin ve modern bataryaların gönderilmesi konusunda desteğini verdi.
Türklerin eğitimi için oluşturulan eğitmen takımına tecrübeli bir general
görevlendirildi. Buna bağlı olarak kara birliklerini desteklemesi için tecrübeli
subaylar gönderilecekti(Jung 1992: 41).

Pomiankowiski’ye göre; Bu bir taraftan Osmanlı Devleti’ne diğer taraftan


Osmanlı Devleti topraklarında Avusturya’nın siyasi ve iktisadi münasebetlerinde
önemli ölçüde yarar sağlayabilirdi. Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’nin iç
kesimlerini iyi bilmemesi ve kullanılan müşterek dilden dolayı Alman
İmparatorluğunun bir devamı olarak görülebilirdi. Fakat Avusturya-Macaristan
ordularının ortaya çıkışı, Avusturya-Macaristan ile Almanya arasındaki farkı, değişik
üniforma ile halka hissettirecekti. Böylece doğuda Avusturya’nın prestiji artacak ve

topçu ve ordonat subaylarının gönderilmesi gerekiyordu. Bu subaylar, Doğu Anadolu’da yapılacak


harekat için uygun bir alan bulacaklardı(Pomiankowiski 1990: 222-223).
her iki devletin sanayi ve ticaretine büyük ölçüde yarar sağlayacaktı. Ayrıca
birliklerinde en iyi şekilde kabul göreceklerine inanıyordu.

Bu konuda hem İmparator Franz Joseph hem de ordu kumandanlığının ve


özellikle Viyana’daki Savaş Bakanlığının onayının alındığını bildiren haber, 1915
sonunda Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’nde girişeceği harekatın esasını
öngörüyordu(Pomiankowiski 1990: 166-167).

Enver Paşa verilen sözden dolayı 24 cm’lik Havan bataryası ve 15 cm’lik


bataryayı Kafkas yerine Kut-el Amara bölgesinde kullanmayı 15 cm’lik Obüs
bataryasını da Süveyş Kanalında kullanmayı tasarlamıştır. Bu Viyana’yı zor
durumda bıraktı. Çünkü ilk başarısız Kanal (Mayıs 1915) seferinden sonra Türk
tarafı daha iyi donanımlı ve güçlü bir operasyonun yapılmasına ve bu yapılırken
Avusturya-Macaristan Dağ Obüs bataryaları kullandırtmasını tasarlamıştı. Bu
bağlamdaki Enver Paşa’nın isteğini Pomiankowiski Viyana’ya iletti. Ancak kendisi
Avusturya-Macaristan birliklerinin Ortadoğu’daki savaş alanlarında daha büyük rol
almamasının doğru olacağını iletti. Ancak küçük çaplı kara ve teknik birliklerini
uygun gördü(Jung 1992: 44).

Bu sayede Osmanlı Devleti’nden gelen acil yardım talepleri nispeten


karşılanmış olacak ve Avusturya’nın prestiji kurtulmuş olacaktı. Osmanlı Devleti
tarafında Avusturya-Macaristan’ın Almanya İmparatorluğunun bir uydusu gibi
algılanmasının önüne geçebilecekti.

Viyana’da Pomiankowiski’nin görüşlerine inanma eğilimi ağır basıyordu,


aynı zamanda Avusturya-Macaristan Obüs bataryalarının gönderilmesini
geciktiriyordu. Alman askeri misyonu Liman von Sanders ve Osmanlı savaş
yöneticileri Süveyş Kanalı’na sınırlı bir güçle yapılacak bir saldırının anlamı
konusunda hem fikir değillerdi. Türkler bu operasyonla belki bir tesadüf başarısı elde
edebileceklerini ve İngiliz birliklerinin Filistin ve Suriye’de bir cephe
oluşturmalarına engel olunabilirdi(Jung 1992: 45).

Enver Paşa büyük top malzemesinin devir ve teslimi teklifini aldı.


Halihazırda Kut-el Amara’yı topa tutan 15 cm’lik ağır obüs topu ve havan
bataryalarını ve özellikle Obüs bataryasını, muhtemel ikinci bir Süveyş Kanalı
harekatında kullanmak istiyordu. Fakat o ana kadar Süveyş Kanalı için Enver Paşa
tarafından istenen Obüs-toplu tümenin gönderilme işi karara bağlanmamıştı. AOK ve
Savaş Bakanlığı, Osmanlı Devleti’nin isteğinin yerine getirilmesi için kesin karar
vermekte gecikmişti. Gecikmenin asıl nedeni, Liman von Sanders’le Pallavicini’nin
Avusturya-Macaristan birliklerinin Süveyş Kanalı harekatına katılmalarına karşı
çıkmalarıydı.

Kanal harekatına katılması için Türkler tarafından istenen Obüs-toplu


tümenin gönderilmesiyle, Avusturya’nın prestij ve ekonomik menfaati açısından
büyük yararlar sağlayabileceğini Askeri Ataşe ileri sürmesine rağmen, Avusturya-
Macaristan birliklerinin bu kadar uzak diyarlarda savaşmaları fikrine Pallavicini karşı
çıktı. Çünkü ona göre, bu birlikler, bu gibi yerlerde hiçbir varlık gösteremeyecekleri
için büyük tehlikelere maruz kalacaklardı(Pomiankowiski 1990: 223-224). İlk defa
Avusturya-Macaristan Genelkurmayı, Girit adasının kuşatılmasında 1897-98
yıllarında Doğu Akdeniz ikliminde askerleri savaşmış ancak bu Girit’in şartları ile
Çöl’ün şartları kesinlikle karşılaştırılamayacağını ifade etti(Jung 1992: 45).

Tüm tereddütlere rağmen İmparator Franz Joseph, 26 Ocak 1916’da


Avusturya-Macaristan’ın iki dağcı Obüs birliğini ve iki bataryayı Filistin ve
Mezopotamya için görevlendirilmelerini uygun gördü. Ancak şunu da ifade etti: “
Gidenleri bir daha göremeyeceğiz...”(Jung 1992: 46). Nisanın ortalarında Birüssebi’e
ulaşan Avusturya-Macaristan dağ Obüs taburu mükemmel teçhizata sahip
bulunuyordu. Avusturya bataryalarında çok sayıda subay ve er vardı. Sekiz top için
hemen bin kişi. Onlar, küçük bir bando ile Çigan orkestrası da getirmişlerdi ki, bu
genel bir sevinç doğurmuştu. Bölgede herkes musikiye adeta susamış bir haldeydi.
Erler çoğunlukla Macardı. Obüsler sökülebilir bir halde olduğundan Çöldeki
nakliyata özellikle elverişliydiler(Kressenstein 1943: 98). Fakat yaşlı İmparatorun bu
konuda tesir altında kaldığını, Nisan ayında Askeri Ataşeyi huzuruna kabul ederek
Güney Filistin’deki hava ve hayat şartları hakkında ondan ayrıntılı bilgi isteyişinden
ve askerlerin bu şartlara dayanıp dayanmayacağı hususundaki endişelerini
belirtmesinden anlaşılmıştı.
Bu kötümserliğe rağmen, Avusturya-Macaristan birlikleri, Osmanlı
topraklarında kaldıkları sürece esaslı bir güçlükle karşılaşmadılar. 1840 yılındaki
Akka olayı dışında, Avusturya-Macaristan birlikleri tarihte ilk defa uzak Asya savaş
alanlarında çarpışıyorlardı(Pomiankowiski 1990: 224).

Avusturya-Macaristan İtalya ile olan mücadelesinde kendi ordusu için


ihtiyaç duymasına rağmen, 1916 yılında toplam 17 batarya ve 7,5 cm’lik dağ
toplarını da Osmanlı Devleti’ne göndermişti(Jung 1992: 41).

Ortadoğu için Avusturya-Macaristan birliklerinin serbest bırakılmasına


rağmen birliklerin çöl şartlarına uygun hale getirilmesi gerekiyordu. Bu birliklerin
hazırlanmasında ve askerlerin seçilmesinde şu kriterlere bakılmıştır:

1. Tropik bölgelerde hizmet yapabilir olmalı. Her türlü kronik, bağırsak


rahatsızlığı olmamalı.
2. Söz konusu askerler görev itaat anlayışı, morali sağlam ve başkasından
emir alacak şekilde olmalılar.
3. İlla o bölgeyi bilenlerden seçilmesi gerekmemeli.
4. Dinsel açıdan dikkatli olmalı çünkü Yahudiler Osmanlı nezdinde iyi
değildi. Bu yüzden subay düzeyindekiler Yahudilerden seçilmemeli.
5. Askerlerin illa gönüllü olması şartı aranmamalı.
6. Subayların seçiminde Fransızca’ya hakim olanlar tercih ediliyordu,
çünkü Fransızca konuşularak iletişim sağlanıyordu.
7. Türklerle sürekli işbirliği yapılacağından, Türklerin eşit olarak
algılanması konusunda dikkatleri çekilmiştir (kendileriyle).

Avusturya-Macaristan öncelikle Osmanlı Devleti’nde bulunan 2 subay ve


108 askeri Tropik bölgelerde savaşmak için gerekli eğitimler verilmediği için geri
çekti(Jung 1992: 46).

Avusturya-Macaristan askeri alandaki faaliyetlerini genişletmesi için


İstanbul’da büyük binaların hizmete sokulması gerekiyordu. Şubat 1916’da
Gelibolu’da bulunan 15 cm’lik Obüs bataryalarını hem sergilemek üzere hem de
Türk subay ve birliklerinin eğitimi için İstanbul’a getirildi (Jung 1992: 49).
Organizasyonun yapılması ve Lojistik desteğin sağlanması için aşama
aşama depoların yapılması ve teçhizatın Avusturya-Macaristan’dan gönderilmesi
gerekiyordu. Demiryollarından gelecek taşıma için de Yüzbaşı Hoffman Edler von
Ostenhof görevlendirildi(Jung 1992: 48).

1916 Sonbaharında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nca hazırlanan


malzemeler Avusturya Ordusunun ihtiyaçları da dikkate alınarak aşağıdaki miktarlar
kadar ve kısım kısım Osmanlı Devleti’ne gönderilmiştir. Bunlar; 50.000 yün gömlek,
100.000 adet yün don, 100.000 adet altlık kaput, 50.000 adet ceket-pantolon-kaput,
20.000 adet palaska ve kütüklük, 50.000 adet arka çantası, 100.000 adet Alman çadır
bezi, 150.000 adet yün çorap, 50.000 bel kuşağı, 50.000 dolak, 50.000 adet örme
yelek, 50.000 adet yün eldiven, 50.000 adet bilek eldiveni ve 50.000 adet kar
başlığından ibarettir(Yılmaz 1993: 165-166).
1916 yılının sonlarına doğru Avusturya-Macaristan’a 73 Milyon lira
karşılığında sipariş edilen 5 batarya (7.25 cm’lik toplar) ile 9.256 adet top mermisi,
9.450 adet şarapnel, muhtelif top malzemesi ve 1.800 atım topçu cephanesi de yurda
gelmiştir.
Yapılan yazışmalar, gelen silah ve malzeme miktarları ve geliş tarihleri
dikkate alındığında, 1916 yılında da arzu edilen seviyede bir yardım yapılmadığı,
taleplerin çeşitli nedenlerle geciktirildiği, yardım mahiyetinde veya parası
karşılığında teminine çalışılan bu silah ve malzemelerin daha çok yılın sonuna doğru
gönderildiği ve gelenlerin de önemli bir kısmının Avrupa cephelerine gönderilen
Türk birliklerine tahsis edildiği görülmektedir(Yılmaz 1993: 168).
Osmanlı Orduları, 1916 yılı itibari ile hemen bütün cephelerde başarılı
savaşlar vermelerine rağmen, kaybedilen topraklar ve tükenmeye yüz tutan insan
kaynakları nedeniyle ekonomik ve askeri çöküntü de başlamış bulunuyordu(Yılmaz
1993: 188).
Osmanlı Devleti’nde gittikçe artan Avusturya-Macaristan birliklerinin
sayısı, bir kısmının Osmanlı ordusu içinde yer alması bu yapının 1916 içerisinde bir
düzenleme ile her iki ülkenin niyetlerine uygun bir biçimde düzenleme ihtiyacı
doğurdu. 1916 sonbaharında uzun süren görüşmeler sonucunda Osmanlı Devleti’nde
bulunan Alman birliklerinin de kabul ettiği bir düzenlemeye gidildi. Buna göre:
1. Yurtdışında müttefik ülkeden gelen askerler, söz konusu ülkenin
silahlı kuvvetlerine tabii olacaklardır.
2. Emre verilen askerler başka bir amaç için kullanılmayacaktır.
3. Gönderilen askeri birlikler bir bütün olarak tutulmak zorundadır.
4. Özel durumlarda alınmış kararlar gerekirse emre verilen subaylar
tarafından sorgulanabilecektir.
5. Eğer bir karara emir zorunluluğu doğarsa bu askeri misyona telgrafla
bildirilmelidir.
6. Emre verilen askerler merkezle ve memleketlerdeki makamla ve
askeri yetkililerle görüşme hakkına sahiptirler.
7. Kendi kanunlarına göre yargılama olacaktır(Jung 1992: 69).

Düzenleme çok açık bir şekilde kişilerin ve grupların Osmanlı Devleti’nin


emrine taktiksel yönden bağlandığını gösteriyordu. Esasen Osmanlı Devleti’nin
emrinde gözükseler de ekonomik ve temsilen bu birlikler Avusturya-Macaristan
askeri yetkililerinin emrindeydi.

3.6.1. Dağ Birliklerinin 1916 Yılı Faaliyetleri

Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Balkan savaşlarından sonra ekonomik


yönden oldukça yıpranmıştı. Birinci Dünya Savaşı öncesi yaşadığı ekonomik
sorunların yanı sıra bir çok subayını da kaybetmişti. Bu yüzden de uzman subay
eksikliği Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra birliklerin oluşturulmasında, savaş
araç gereçlerin kullanılmasında birtakım güçlüklerin ortaya çıkmasına neden
olmuştu. Osmanlı Devleti’nin askeri alanda yeniden yapılanması gerekiyordu. 1916
yılı başlarında Avusturya tarafından gönderilen bataryaları kullanacak kişilerin
olmayışı, ayrıca topçu birliklerinin yetersizliği Osmanlı Harbiye Nezaretinin,
Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığından yardım istemesine neden oldu.

Karşılıklı varılan anlaşma gereği Osmanlı Devleti’ne topçu materyalleri


gönderme hazırlıkları Viyana’da başladı. Yüzbaşı Fritz Iselstöger Osmanlı subay ve
takımlarının yetiştirilmesi ve düzenlenmesi amacıyla görevlendirildi. Ayrıca bir
birimde bir subay ve 6 astsubay olacaktı(Jung 1992: 58).
Gönderilecek materyalin çeşitliliğinden dolayı eğitim için her yönüyle
uzman kişiler seçildi. Ekipler 31 Mart 1916 yılında Viyana’dan trenle İstanbul’a
hareket ettiler ve 8 Nisanda cephanelerle birlikte İstanbul’a vardılar. Getirilen
malzemeler Osmanlı yetkililerine teslim edildi ve Mayıs ayının ortalarında Osmanlı
bataryalarının eğitimine başlandı. 1916 yılının yazında eğitilen Osmanlı kara
birliklerinin asker sayısı 1.200 kişiye ulaştı. Rakam değişse de eğitim görenlerin
sayısı hiçbir zaman 300’ün altına düşmedi. Eğitime gönderilen Türkler kurs boyunca
her yönüyle Avusturya-Macaristan eğitim birliklerinin emrine veriliyordu. Bu durum
Yüzbaşı Iselstöger’i Osmanlı askerlerini konaklama ve beslenme işlerine de bakmak
zorunda bırakıyordu. Çok sayıda Türk’e tercüman aracılığıyla hizmet verilmesi
birkaç hafta sonra yönetim açısından imkansız hale geldi. Avusturya-Macaristan’ın
gönderdiği ekip azınlıkta kalınca Türkler yönetimde etkin rol oynamaya başlar hale
geldi. Parasal işleri bir Türk muhasebeci düzenlemeye başladı. Kurs katılımcılarının
tıbbi açıdan kontrolünü bir Türk doktor yapmaya başladı(Jung 1992: 59).

İlk başlarda eğitim sadece İstanbul’daki Türklere yönelik iken uzak


bölgelerden kursa katılacakların İstanbul’a gönderilmesinin zor olacağı ve o
bölgelerdeki kişileri cepheden çekmenin zor olacağının kanısına vardılar. Bu nedenle
3’üncü Ordunun bulunduğu Erzincan’da böyle bir eğitimin verilmesi kararlaştırıldı.
14 Temmuz 1916’da Üsteğmen Gomolka’nın emrinde trenle Erzincan’a gittiler.
Gomolka, 3’üncü Ordunun Ruslara karşı zor durumda olduğunu fark etti, geldiğinde
ona verilen brifingde kendisinin en kısa zamanda Suşehri’ne gitmesi ve orada dağ
topçu birliklerinin eğitimine başlaması bildirildi. Askeri açıdan bu ordunun durumu o
kadar kritikti ki değerli bataryaları Ruslara kaptırma kaygısından dolayı cepheden
uzakta bir yerde eğitim yapmaya başladı. Gomolka bataryaların hızlandırılmış
eğitimine kısa bir sürede başladığında, Türkler Erzincan’da yenilgiye
uğradıklarından eğitim birliği Zara’ya taşınmak zorunda kaldı.

26 Temmuz’a kadar Gomolka yarı eğitilmiş bataryasıyla kaçan insanlarla


birlikte Zara’ya geldi ve eğitimine başladı. 1 ay sonra bir gösteriş atışından sonra
Türk gözlemcilerce övgüyle kabul edilen bataryaları 3’üncü Ordu hizmetine verdi ve
İstanbul’a geri döndü. Sonbahar boyunca İstanbul’a parça parça batarya materyalleri
geldi ve bunlar ekip tarafından birleştirildi ve Osmanlılara verildi(Jung 1992: 60).

Bu dönemde üsteğmen Johann Maschauer İstanbul’a geldi. Bu ekibin


görevi Çanakkale Boğazı’nda 7,5 cm’lik M.15 dağ topçu bataryaları yetiştirmekle
görevlendirildi(Jung 1992: 60). Osmanlı Devleti’ne gelen malzemeler (4 batarya) ana
karargah tarafından Diyarbakır’a; 4’üncü Ordunun bulunduğu Suriye’ye gönderildi,
bir kısmı da eğitim ekiplerine ulaştırılmıştır. Suriye’deki eğitim için Gomolka,
Diyarbakır için üsteğmen Erwin Steinhart görevlendirildi. Yolculuk kardan, kıştan 50
gün sürdü, ekip vardığında sağlık açısından pek iyi değildi. Avusturya-Macaristanlı
astsubaylar daha ziyade bitkinlik belirtileri gösterirken eşlik eden 9 Türk’ten 6’sında
Tifo belirtileri ortaya çıktı.

Avusturya-Eğitim birliklerinin oluşturulmasından beri geçen sürede


Osmanlılara 20 batarya ve 80 topçu birliği yetiştirdi(Jung 1992: 61).

3.6.2. 1916 Yılı Türkiye’deki Mobil Birlikleri

Osmanlı Devleti ulaşımı sınırlarındaki cephelere daha çok demiryoluyla


sağlıyordu. Demiryolunun olmadığı yerlerde ulaşımda sorunlar yaşanıyordu. Yeterli
mobil birliklere sahip olamayan Osmanlı Devleti müttefiklerinden de başlangıçta
yeterli yardımı görememişti. Çünkü balkanlardan direk bir bağlantı kuramıyordu.
Bulgaristan’ın İttifak Devletleri tarafında savaşa dahil olması, Osmanlı Devleti ile
müttefikleri arasında ulaşımın daha kolay sağlanmasına neden oldu. Böylece yapılan
görüşmeler sonucu Almanya’nın yanı sıra Avusturya-Macaristan Savaş
Bakanlığı’nca Osmanlı Devleti’ne hatırı sayılır miktarda mobil birlikler, seyyar
tamirhaneler ve benzin gönderilecekti.

Başkomutanlık 3’üncü Şubesince, Şark Hattı Askeri komiserliğine


gönderilen 26 Kasım 1915 tarihli yazıda; “Toros Nakliyatı için Almanya’dan gelecek
olan otomobil kollarının Alman vagonları ile ve Deniz yolu ile Haydarpaşa’ya ve
oradan da Pozantı’ya sevklerine müsaade edildiği, vagonların Pozantı’dan acele
İstanbul’a avdet ettirilmelerinin temini” istenmektedir(Yılmaz 1993: 130).
Başkumandan vekili Enver Paşa’nın, Levazım Genel Başkanlığı ile 3’üncü
Şube Müdüriyeti tarafından vaki olan takrir üzerine, Osmanlı Memleketindeki
Otomobil Teşkilatı için Avusturya-Macaristan’dan tedarik ve ithali öngörülen
benzinin tanzim ve icrasını belirten tamimi şöyledir:

1. Levazımat-ı Umumiye Dairesi, Yüzbaşı Pawer vasıtası ile lüzumu kadar


benzin satın alınması hakkında mukavele imzalanacaktır. Benzin ihtiyacı olan
makamlar, sahip oldukları otomobil ile beraber ne miktar benzine ihtiyaçları
olduğunu Levazım Dairesine bildireceklerdir.

2. Benzinin, muhtelif orduların menzillerinin bulundukları noktalara kadar


sevk ve itasını 3’üncü Şube deruhte edecek ve benzin nakliyatı için hususi bir kısım
teşkil edecektir.

3. Benzinin, Avusturya-Macaristan’dan İstanbul’a kadar nakliyatını temin


için Osmanlı-Avusturya-Macaristan ve Alman Şimendifer şubeleri arasında hususi
bir tarife yapılacaktır.

4. Sevk edilen benzinler, İstanbul’da, 3’üncü Şubenin benzini ile müstakil


kısmı tarafından teslim alınacaktır. İlgili kısım, bunların 4’üncü ve 6’ıncı Ordular ile
Toros’a naklini temin edeceklerdir. Benzinin İstanbul’da depo edilmesi, aktarılması
ve tekrar sevki ilgili kısma aittir. Bundan başka ilgili kısım, benzinin tevziatını
Levazım Dairesinden alacağı emir dairesinde icra edecektir. Menzil Müfettişliği, her
an Haydarpaşa’ya benzin ikmalini temin için kafi miktarda nakil aracını hazır
bulundurması hakkında iskele ve liman kumandanlığına talimat verecektir.

5. Avusturya-Macaristan’dan benzin ithalatını temin için gelen dolu benzin


fıçısı miktarı kadar boş fıçının iadesi icabettiğinden Levazım Umumi Dairesi,
İstanbul’da toplanabilecek boş benzin fıçılarını toplayarak 3’üncü Şubedeki benzin
kısım amirine teslim edecektir.

Bu belgeden de anlaşılacağı gibi, Almanya’dan gelmeye başlayan


otomobiller, akaryakıt ihtiyacı ile birlikte yol ve nakliye problemlerini de birlikte
getirmiştir(Yılmaz 1993: 130-131).
Talep edilen ve şiddetle ihtiyaç duyulan çeşitli savaş silah ve malzemeleri,
büyük bir gayret gösterilmesi ve her çareye baş vurulmasına rağmen, yol bağlantısı
kurulamadığı için temin edilememiş ve Osmanlı Devleti’ne getirilememiştir. Ancak,
Bulgaristan’ın İttifak Devletleri yanında yer alması ve 23 Eylül 1915’de Sırbistan’a
savaş ilan etmesinden sonra, Tuna nehri üzerinden ulaşım imkanı
sağlanmıştır(Yılmaz 1993: 132).

Berbat haldeki ulaşım sorunu çözmek için trenle ulaşılamayan bölgeler için
Enver Paşa, Doğu Anadolu’da hareket halinde bulunan 2’inci Ordunun ikmali için
kamyonların getirtilmesi konusunda Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi vasıtasıyla
Avusturya-Macaristan’dan mobil kuvvetler istedi. Bu niyet Nisan 1916’da
Pomiankowiski tarafından Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’na iletildi ve
bakanlık yaptığı inceleme sonucunda bu istek kabul edilerek dört konvoyluk mobil
kuvvet gönderilmişdi. Bu konvoylardan birisi, Toros ve Amonos dağları üzerinden
yapılacak sevkiyatta, diğer üçü de Ras-ül’ayn istasyonu ile Diyarbakır nakliye
işlerinde kullanılacaktı(Pomiankowiski 1990: 224).

İstanbul’dan Suriye’ye giden birliklerin yaşadığı zorluklarda dikkate


alındığında sağlıklı bir ulaşım sisteminin önemi ortaya çıkıyordu. Bu yüzden
Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı gidecek ilk mobil kuvvet birliklerini,
Avusturya-Macaristan askerlerinin Toroslardaki ulaşım işlerine odaklanacağını ve
daha sonra gidecek birlikler Osmanlı ulaşım sistemine dahil edilecekti. Bunun
dışında ön hazırlıklar Ortadoğu bölgesine gönderilecek mobil birliklerin kendilerine
ait hareket merkezi tamir ve depolama merkezi olması ile Alman ve Türklerden
bağımsız olarak hareket edebileceklerdi(Jung 1992: 61).

Bu faaliyetin organizasyonu için Avusturya-Macaristan mobil birliklerinden


Klosterneuburg’daki askeri araç birlikleri görevlendirildi. Her ekip için bir şahsi kişi
taşıyacak otomobilin, bir araç gereç kamyonun ve 10 tane 3 tonluk kamyon yer
alacaktı. Osmanlı Devleti’ndeki tüm araç gereç yapılandırılmasında Yüzbaşı von
Seutter görevlendirildi.
18 Temmuzda bir numaralı konvoy hareket etti. 25 Temmuzda İstanbul’a
vardı. Demiryolu ile Pozantı’ya oradan da kendi başına Çamalan’a gitti.14
Ağustos’ta Pozantı-Gülek arasındaki taşımacılık işlemlerine başladı. 75 km’lik bu
mesafe gidiş-dönüş olarak 2 günde alınıyordu. Bu konvoyun işe başlamasıyla
Filistin’e giden eşyaların taşınmasında büyük kolaylık sağlandı(Jung 1992: 62).

Konvoy’un haberlerine göre; ilk aylarda sert iklim şartlarına göre geçici bir
barınakta kalması gerekti. Kasımda ekip kendi başına sağlam bir karargah kurmuştu.
Osmanlı Devleti’ndeki merkezlerdeki araç gereçlerin bakımı için 3 tane seyyar
tamirhane tasarlandı. Bunlar Eylül ayında İstanbul’a geldi. İlk araç direk
Diyarbakır’a gönderilirken İkinci seyyar tamirhane Çamalan’a gönderildi ve oradaki
araçların bakımına başlandı. Ekim 1916 yılının son seyyar tamirhanesi Halep’e
gitmek üzere geldi. Kasım ayında göreve başladı. Bu dönemde sadece Avusturya-
Macaristan araçlarını değil Osmanlı ve Alman araçlarını da tamir etmişti. Ayrıca
Almanya’nın Halep’teki hastahaneleri içinde önemli araç gereç üretmişti. Eylül
sonunda 2, 3 ve 4 numaralı araç konvoyları da İstanbul’a ulaştı ve 13-27 Ekim
tarihlerinde Diyarbakır’a varmışlardı. Ras’ul-ayn-Mardin, Mardin-Diyarbakır,
Diyarbakır-Osmaniye ve Diyarbakır-Karabahçe arasında faaliyet gösterdiler(Jung
1992: 63).

Konvoylar, daha ziyade; gıda, mühimmat ve teçhizatın cephaneye


götürülmesinde ve dönüşte yaralı ve hastaları getirmek üzere, ayrıca değerli
hammaddeleri(Bakır, Buğday...) cephe bölgesinden arka bölgelere taşımada
kullanılmıştır. Bu Konvoyların kendi başlarına yeterliliklerini sağlamak üzere
İstanbul’da yedek depo, Halep’te bir ara depo bunun dışında Pozantı’da benzin ve
lastik depoları kurdular. Bu konvoyların artmasında bir tesadüf rol oynamıştır(Jung
1992: 63).

1916 yılı başında Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı ,


Pomiankowiski’ye İstanbul’da kullanmak üzere 3 tane 1,5 tonluk Fiat-Tripolis
marka, kamyon göndermiştir. Enver Paşa 1916 İlkbaharında cephelerde
incelemelerde bulunmak için yola çıktığında ona Pomiankowiski kendisine tahsis
edilen araçlarla eşlik etmiştir(Jung 1992: 64).
Bu araçlar bilhassa çölde çok büyük bir performans göstermiştir. Enver Paşa
1916’da ayaklanan Mekke emirine karşı harekete geçmek için Avusturya-
Macaristan’a bu araç tipiyle donatılmış 42 kamyondan oluşan bir konvoyun Osmanlı
Devleti’ne satılıp satılamayacağını sordu. Osmanlı Devleti Hac bölgesinde yapılacak
bu faaliyet için araçları kiralamak istiyordu. Viyana yapılan bu teklife olumlu yanıt
verdi. Hicaz seferi için sipariş edilen 1,5 tonluk 3 konvoydan oluşan 42 araçlık Praga
kamyonların ilk konvoyu eylül sonlarında İstanbul’a gönderildi diğer konvoylar ise
kademe kademe yıl sonuna kadar İstanbul’a getirildi. Her biri 14 kamyon, bir
cephane silah arabası ve bir de binek otomobili olmak üzere 3 konvoydan
oluşuyordu(Yılmaz 1993: 165-166; Jung 1992: 64). Hicaz seferi için istenen
motorize birliklerin başında Yüzbaşı Joseph Jobb bulunuyordu. Jobb’un görevi
Türkleri araçları kullanmak konusunda eğitmekti(Jung 1992: 122).

Fakat Enver Paşa, Mart ayı sonunda 3 konvoyun Hicaz’a değil de, 6’ıncı
Ordu emrine verilerek Musul’a hareket etmesini emretti. Aynı zamanda Avusturya-
Macaristan eğitim kısmının sürekli olarak konvoyların yanında kalmasını ve bunlara
kılavuzluk yapmasını da istedi. Bu istek kabul edildikten sonra eğitim kısmı uygun
bir şekilde takviye edildi ve konvoylar Nisan 1917’de Musul’a hareket ettiler. Bu
konvoylar, Bağdat demiryolunun son bulduğu yer ile Musul arasında ve Dicle’nin
doğusundaki yer ile Kifri arasında nakliye işlerini yürüteceklerdi(Pomiankowiski
1990: 282; Jung 1992: 122).

Toroslar üzerinden geçen demiryolunun tamamlanması dolayısıyla Pozantı


yakınlarındaki Çamalan’da konaklayan Avusturya-Macaristan konvoyları 1
Haziranda kısmen hazır olmuşlardı. Bu yüzden 6 kamyon Sina cephesine sevkedildi
ve önceden de bahsedildiği gibi, Gazze yakınlarında bulunan Avusturya-Macaristan
bataryalarına ikişer araba verildi.

İstanbul’dan benzin, oto yedek parça vb. gönderilmesini kolaylaştırmak için


de Anadolu yakasındaki Haydarpaşa’da iki ikmal deposu kuruldu. Buna mukabil
Beyoğlu’nda bir otomobil tamir atölyesi kurulmasına çalışıldı. Bu atölyede her türlü
tamir işleri yapılabilecekti. Ağustosta, o ana kadar motorlu birlikler kumandanı olan
Yüzbaşı von Seutter Avusturya’ya geri çağrıldı ve yerine geçmek üzere Binbaşı
Ritter von Henrigvez İstanbul’a geldi(Pomiankowiski 1990: 283).

Savaşların sonucunu belirleyen unsurların başında cephe gerisinde yapılan


hazırlıkların savaş alanlarına çabuk ve sağlıklı ulaştırılması gelir. Osmanlı
Devleti’nde savaş alanlarının uzak olması merkezden cephelere ulaşımı
zorlaştırıyordu. Ayrıca her tarafa demiryolu ağının ulaşmaması mobil birliklerin
önemini ortaya koymuştu. Bu sorunun giderilmesinde Avusturya-Macaristan Savaş
Bakanlığı’nın göndermiş olduğu mobil kuvvetler Anadolu ile Ortadoğu arasındaki
sevkiyatta önemli rol oynadı.

3.6.3. Sağlık Birimleri (Sıhhiye)

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun önem verdiği konulardan biri de


sağlıktı. Bu amaçla Osmanlı sınırlarında Osmanlılar ve Almanlardan bağımsız olarak
kendi personelinin sağlık ihtiyacını giderebilecek birtakım düzenlemeler yapma
yoluna gitti. 1916 başından itibaren İstanbul’daki birlikleri için Avusturya-
Macaristan’ın tek hastahanesi bulunuyordu. 1 Nisan 1916’dan itibaren Macar
Kızılhaç’ının yardımıyla bir hastahane daha kuruldu. Pomiankowiski sağlıkla ilgili
daha fazla kurum istemiyordu. Çünkü bu konuda Viyana’dan kendisine verilen bir
emir yoktu.

Mart 1916’da Dr. Feistmantel Osmanlı Devleti’ndeki Sağlık kuruluşlarının


organizasyonu ve bunların durumunu belirtmek için İstanbul’a gönderildi. İstanbul’a
ulaştığında Pomiankowiski ile görüşemedi. Çünkü Pomiankowiski Enver Paşa ile bu
tarihte Güney Cephesini denetliyordu. Pomiankowiski seyahatinden önce Dr.
Feistmantel’in geleceğini bildiğinden ona gerekli yetkiyi bırakmıştı(Jung 1992: 64).
Dr. Feistmantel İstanbul’a ulaşır ulaşmaz önce sağlık kuruluşlarındaki hijyenik
durumu incelemeye aldı. Pera’da bir hamam, temizlik ve bakımevi açma girişiminde
bulundu ve 1916 sonlarında hizmete açtı(Jung 1992: 65).

1916 sonbaharında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nca, sıhhiye


malzemesinin yanı sıra biri Türkçe bilen 10 doktorla bir o kadar gönüllü doktor
subay adayının ambulanslarla birlikte gönderilmesi düşünülmüştü. Ancak,
otomobillerin ağır oluşları ve düzgün yollarda kullanılabilecekleri düşüncesinden
hareketle, böyle bir imkana sahip bulunmayan Osmanlı Devleti’nde bunların
kullanılamayacakları kanaatine varılarak vazgeçilmişti. Bunların yerine 80 adet çift
koşulu at arabasının gönderilmesine karar verildi. Ayrıca bunlarla birlikte 10 nefer
gönderilecektir Baytar konusunda hala sıkıntı çekildiğinden, şimdilik 10 baytar
tahsisi edilebilecektir(Yılmaz 1993: 165-166).

Dr. Feistmantel İstanbul’dan uzak olan Suriye Cephesi’nde Avusturya-


Macaristan topçu birliklerinin faydalanabileceği bir sağlık evinin Suriye’de açılması
içinde başvuruda bulundu ve Viyana bunu onayladı. Kudüs’te İlkbahardan itibaren
bir hastahane yapımına başlandı. Ratisbone Manastırı’nın da yardımıyla ağustosta
hizmete sokuldu. Aynı zamanda Kudüs yakınlarındaki Ain-Karim’de nekahat
dönemine girmiş hastaların rahat etmesi için bir yer kuruldu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ilk keşif birliği Süveyş Kanalı’na


doğru harekete geçtiğinde küçük bir seyyar sağlık ekibi de Kudüs’ten askeri yürüyüş
yolu olan Birüssebi’ye doğru yola çıktı. Bu sağlık ekibi aynı zamanda Alman ve
Osmanlı askerlerine de hizmet veriyordu. Filistin’deki uzun yürüyüş yolundan dolayı
Dr. Feistmantel Şam’a bir Ambulans istedi, ayrıca Halep’e de bir hasta evi açılmasını
istedi.

1916 yılının ikinci yarısında mobil birliklere hizmet etmesi amacıyla sağlık
hizmeti veren yerler genişletildi ve bu amaçla Çamalan’da bir hasta evi,
Diyarbakır’da bir yedek hastahane ve Musul’da bir tedavi odası kuruldu. 1916 yılı
içerisinde Adana’ya da bir bakteri laboratuarı kuruldu. Laboratuarın amacı
Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna lojistik destek sağlayan askerleri dezenfekte
etmekti. Ayrıca bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek için kurulmuştu(Jung 1992:
65).

1916 yılı içinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun


hastahanelerinden işi en zor olan ise Dr. Schrötter ve bağlı olan Kudüs’teki
hastahaneydi. Burada Sonbahar ve Kış 1916’da Sıtma, Tifo ve Kolera gibi bulaşıcı
hastalıklarıyla baş edilmeye çalışılmış ve bu tür hastalarla uğraşırken Alman,
Osmanlı ayrımı yapılmamış hatta bölge halkına da yardım ettiklerinden Avusturya-
Macaristan askerleri bölge halkından çok büyük sempati gördüler(Jung 1992: 65-66).

Bu bulaşıcı hastalıkların yayılmasında Ain-Karim’deki dinlenme yerinin


hijyenik yerin standartlarının çok altında olması etkiliydi. Bundan dolayı burası
ancak üç ay işletildi ve kapatılmak zorunda kalındı. Personeli ise Kudüs’e
gönderildi(Jung 1992: 66).

1916 yılı içerisinde Osmanlı topraklarında görev yapan Avusturya-


Macaristan sağlık birimleri kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yapmışlardı.
Özellikle Güney Cephesi’nde kurdukları hastahane, laboratuvar, dinlenme yerleri ile
bulaşıcı hastalıkların bir nebze önüne geçerek, yaralılara yerinde müdahale ederek,
moral ve motivasyon sağlayarak önemli bir rol oynamış oldu. Avusturya-Macaristan
askerlerinin yanı sıra Osmanlı ve Alman askerlerine de hizmet vermeleri müttefikler
arasındaki yardımlaşmaya iyi bir örnek teşkil etti.

3.6.4. Avusturya-Macaristan Hava Kuvvetlerinin Türkiye’de Muhabere


Çalışmaları

Avusturya-Macaristan Ordusu İstanbul’a gönderdiği muhabere birliği ile


çok modern ve daha deneme aşamasında bulunan çok yüksek tekniği Osmanlı
Devleti’ne gönderdi. Bu faaliyet Alman müttefikinin hizmetine verildi. Avusturya-
Macaristan gruplarının Balkan ülkelerinde faaliyette bulunan Alman Hava
Kuvvetlerinin –gemilerinin- iletişiminde kullanılacaktı. Bu araç gereç Selanik’e karşı
ve Karadeniz’de Sivastopol’a karşı kullanılan taarruzda kullanılmıştır.

Avusturya-Macaristan hava birlikleri Osmanlı Devleti’ne bir ekip


göndermeden önce tüm Balkanlarda Almanya için haberleşme merkezleri kurmuş ve
bu merkezi işletmişlerdi. Temeşvar’dan başlayarak Jambol ve Sofya’da merkezler
kurulmuştu. Avusturya-Macaristan hava birlikleri kısıtlı olanaklara rağmen, üstün bir
çabayla bir iletişim ağı kurmuştur. Bu iş için yetişmiş eleman sıkıntısı vardı. Dinleme
hizmetindeki uzmanlar ve araç gereçler kısa süreli için deniz kuvvetlerinden ödünç
alınmıştı.
Muhabere birliği ve ekibi Viyanalı Teğmen Richard Erban tarafından
yönetilmekteydi. R. Erban İstanbul’da büyük özveriyle çalışmalara başladı. O kadar
çalışkandı ki görevi olmamasına rağmen, üç kez Türk keşif uçaklarıyla İmroz
Adasındaki İngiliz birliklerinin üzerinden uçmuştu(Jung 1992: 66).

Avusturya-Macaristan muhabere istasyonun faaliyetleri esnasında, Alman


hava gemisi LZ 85 1916’da Selanik’e ve oradaki askeri tesislere iki kez saldırmış
(17 Mart-5 Mayıs) ancak aldığı darbeler üzerine Vardar nehrinin bataklığına acil iniş
yapmak zorunda kalmış ve geminin askerleri esir düşmüşlerdir(Jung 1992: 67).

Avusturya-Macaristan’ın kurduğu muhabere istasyonu iletişimi


kolaylaştırıyor ve Osmanlı-Alman deniz kuvvetlerine bilgi ulaştırıyordu. 1916
Nisan’ında İstanbul’dakine benzer ama daha düşük güçte bir Alman istasyonu
Avusturya-Macaristan istasyonunun yanına kurdurulmuştur. Almanya, Osmanlı
Hükümeti’nden Avusturya-Macaristan istasyonunun kaldırılmasını istedi. Çünkü
teknik alanlarda örneğin; hava kuvvetlerinde Almanya hakimdi ve kendi planlarına
Avusturya-Macaristan’ın karışmasından hoşlanmıyorlardı. Osmanlı subaylarını
etkilemek zorunluluğu doğduğunda Almanya’nın gizli bütçeleri vardı. Bu bütçelerle
Osmanlıyı etkileyebiliyorlardı. Oysa Avusturya-Macaristan’ın subaylarının maddi
imkanları fazla olmadığı için Osmanlıları etkileyemiyorlardı(Jung 1992: 67).

Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’nın sahip olduğu muhabere


sistemleriyle Osmanlı Devleti’nde Almanya’dan bağımsız hareket ederek etkili
olmaya çalıştı. Almanya’nın sahip olduğu ekonomik güç her alanda Avusturya-
Macaristan’ın bir adım önünde bulunmasını sağladı. Haberleşme konusunda da
Almanya maddi gücüyle istediğini yapmıştır.

3.7. Avrupa Savaş Alanlarında Osmanlı Devleti ve Avusturya-


Macaristan İttifakı

3.7.1. Galiçya Cephesi

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti, Merkezi Devletlerle yaptığı


ittifakla savaşa katılmıştı. Avrupa Cephelerinde ve Osmanlı Devleti topraklarıyla
sınırlarında yönetilen harekatta, müttefik devletlerin siyasi ve stratejik hedeflerinin
gerçekleşmesi için, ittifak üyelerince, elden gelen bütün fedakarlıklar yapılmıştı.

1915 yılının ilk aylarında, Ruslar bir yandan Avrupa cephesinde taarruza
geçerek Almanları işgal ettikleri araziden çekilmeye mecbur etmiş, diğer yandan
Avusturyalıları Galiçya’dan Karpatlar’a kadar geriletmişti . Ruslar, Brussilovs
taarruzu ile (4 Haziran 1916) Avusturya-Macaristan ordusuna ağır darbeler indirdi ve
50 km. genişliğinde bir yarma yaparak 100.000’den fazla esir aldı1. Almanya ve
Avusturya-Macaristan kuvvetlerinden karma ve Bothmer komutasında bulunan
Güney ordusu Rus taarruzunu güçlükle durdurabildi(Barlas 1996: 9). Güney ordusu,
adeta, bütün Avusturya-Macaristan cephesinin temel taşı durumundaydı;
mevzilerinde tutunamazsa, bu cephe düşebilirdi. O halde, zor durumda olan Bothmer
Ordusunun pekiştirilmesi gerekiyordu(Akçayalıoğlu 1982: 21-22).

1916 Şubat’ında cephenin takviyesi için AOK, Enver Paşa’dan Galiçya


Cephesi için iki tümen talep etmişti. Enver Paşa bu talebi olumlu karşıladı(Jung
1992: 74). Fakat Paşa bu konuda sık sık karar değiştirdiği için, General Conrad da
sonunda bu işten vazgeçti(Pomiankowiski 1990: 205).

Brussilovs harekatı, Luck felaketine ve böylece Brody ile Karpatlar arasında


Avusturya-Macaristan’ın tuttuğu cephenin geri kaydırılmasına neden olduğu zaman,
mevcut Alman ve Avusturya-Macaristan yedekleri gediklerin doldurulmasını ve
cephenin desteklenmesini sağlayamadıklarından, müttefikler Osmanlı yardımını
kabul etmek zorunda kalmışlardı. Bu hususta Enver Paşaya olan istek bu sefer
Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi tarafından değil de, Alman Genelkurmayı
aracılıyla yerine getirildi(Pomiankowiski 1990: 205; Jung 1992: 74).

Başkomutan Vekili Enver Paşa, savaşın kesin sonucunun Avrupa


cephelerinde alınacağı düşüncesiyle toplam mevcudu 100.000’i aşan, seçkin ve

1
Ludendorff’a göre; “Avusturya-Macaristan ordusu savaşın başlangıcında değerli bir savaş aleti
değildi. Savaştan önce taarruz fikirleri besleseydik Avusturya-Macaristan ordusunun düzeltilmesi için
direnirdik. Tamamiyle yetersiz olan demiryolu ağının düzeltilmesi gerekti. Bununla beraber buna
rağmen bu ihmalimiz büyük bir hatadır(Ludendorff 1920: 79).
yetişkin subay ve erlerden oluşan üç Türk Kolordusunu, doğu Avrupa’daki Müttefik
cephelerinin takviyesinde kullanmaya karar verdi(Görgülü 1993: 175). Enver Paşa
bu birlikleri, İstanbul’un ve Asya kıyısının korunması görevini üzerine almış olan
General Liman von Sanders ordusundan almıştı.

Osmanlı ordusu yıpranmıştı. Yeniden savaşa girdiği zaman, Balkan


savaşının yarası henüz kapanmamıştı. Büyük savaş kayıplarına bir de hastalıklar
eklenmişti(Ludendorff 1920-II: 18). Bu, Osmanlı topraklarının savunulması zararına
yapılmış çok büyük bir özveriydi Öylesine ki; Kafkas Cephesinde Ruslar yılın ilk
aylarında doğu illerinin çoğunu ellerine geçirmiş; İngilizler de yıl sonlarında Irak
Cephesinde Kut-el Amara-Bağdat, Sina Cephesinde Filistin doğrultusunda ileri
harekata başlamışlardı. Alman Askeri Heyeti Başkanı Liman von Sanders bile Türk
Başkomutan Vekilinin bu kararına karşı çıkmaktan kendini alıkoyamadı
(Akçayalıoğlu 1967: 1) ve ülkenin büyük bir kısmı düşman tarafından işgal edilmiş
ve son erine kadar bütün personel gücünü silah altına almış bir devletin dış ülkelere
birlik göndermeyeceğini 11 Temmuz 1916’da Askeri Kabine’ye yazdı. Bu askeri
düşüncelere ek olarak politik düşüncelerini de Almanya Dışişleri Müsteşarı Jagow’a
açıkladı. Osmanlı Devleti iki imparatorluğun kurtarıcısı rolü oynayacaktı ve
tesadüfen hesap doğru çıkacaktı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, barış yapılırken
bütün isteklerini desteklemesi için Almanya’yı sıkıştıracaktı. Buna karşılık General
Falkenhayn, Avusturya-Macaristan birliklerinin geri çekilmesiyle meydana gelen
askeri durumun, Galiçya’daki siperlere bağlanan iki seçkin Alman tümeni yerine
Türk birlikleri kullanılmasını zorunlu kıldığını savunuyordu. “25.000 Alman yerine
bu sayıda Türk’ün Galiçya’da kanını akıtması” çok daha yararlıydı(Wallach 1985:
187-188).

Enver Paşa, Temmuz ve Ağustos 1916’da 19’uncu ve 20’inci Osmanlı


Tümenini Galiçya’ya gönderdi(Jung 1992: 75; Yalt 1973: 104). 19’uncu ve 20’inci
Tümenler ile 33.000 er ve 520 subayı bulunan 15’inci Kolordu’nun taşıma, sıhhi
malzeme ve temizlik eşyası ihtiyacı, Avusturya Hükümeti tarafından
karşılanmış(Çubukçu 1997: 100) , yine aynı şekilde teknik ekipleri de Avusturya-
Macaristan ve Almanya İmparatorluğu tarafından tahsis edilmişti(Jung 1992: 75).
Kolordu Komutanı Kurmay Albay Yakup Şevki, Kurmay Başkanı Yarbay Hayri,
19’uncu Tümen Komutanı Piyade Yarbay Mehmet Şefik, Kurmay Başkanı Binbaşı
Lütfü, 20’inci Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Yasin Hilmi, Kurmay Başkanı
Yüzbaşı İsmail Hakkı idi(Akçayalıoğlu 1982: 21-22).
12 Ağustos 1916’da 15’inci Kolordu’ya bağlı 19’uncu Osmanlı Tümeni
Galiçya’da cepheye varmış ve Alman Güney Ordusu Bothmer’in emrine girmişti
(Arı 1997:237; Yalt 1973: 104). 19’uncu Tümen, savunma görevine başlamıştı. Öte
yandan, 20’inci Tümen Komutanı ve karargahıyla bazı bağlı birliklerinin de dahil
bulunduğu kafile, 10 Ağustosta Zemlin’e gelerek beş gün kadar burada kaldıktan
sonra 19 Ağustosta Lipicadolna köyüne varmış, ayrıca tümen karargahı da oraya
yerleşmişti.63’üncü Alay hariç, 20’inci Tümenin diğer birlikleri toplanma
bölgelerinde tertiplendikten sonra 22 Ağustosta, Pototory ile Bozykw arasında
54’üncü Avusturya Tümeninin savunma bölgesini teslim aldılar. 63’üncü Alay son
kafile olarak trenden indiğinden, ancak 24/25 Ağustos gecesi 310’uncu Macar Honat
Alayının mevzilerini devraldı(Arı 1997:238; Akçayalıoğlu 1967: 32).
20 Ağustos 1916’da Avusturya-Macaristan Veliahtı Frederik Karl 15’inci
Türk Ordusu Karargahı mensuplarını Hodorow İstasyonu’nda kabul etmiş ve
iltifatlarda bulunmuştu. 21 Ağustos 1916’da da ordu komutanı General Bothmer
15’inci Türk Kolordusu’nun karargahını ziyaret etmiş ve iltifatkar sözler
sarfetmiştir(Arı 1997: 174).
15’inci Kolordu 22 Ağustos 1916’da Güney Ordusunun savunma
cephesinde, Alman Hoffman Kolordusuyla 1’inci Bavyera İhtiyat Tümeni arasında
yaklaşık 20 Km.lik bir cephenin savunma sorumluluğunu üzerine aldı(Görgülü 1993:
176). 4 Eylül 1916 Hofmann Kolordusu’na 15’inci Türk Kolordusu’nun ateş desteği
vardı(Arı 1997: 176). General Hofmann 15’inci Kolordu Komutanlığına, yapılan
yardımlardan dolayı teşekkürlerini bildirmişti(Akçayalıoğlu 1967: 35). Kolordu bu
mevzide başarılı bir savunma yaptıysa da Güney Ordu Komutanlığından aldığı bir
emirle -genel duruma ayak uydurarak- 6 Eylül 1916 günü 15-16 Km.lik bir çekilme
yapmak zorunda kaldı, 20’inci Tümen çekilme sırasında ağır zayiat verdi. Bu
tümenin bir bölüğü tümüyle esir oldu.
Düşman, 7 Eylül sabahı iki tümenle 15’inci Kolordunun yeni mevzilerine
taarruz ettiyse de düşman karşı taarruzla püskürtüldü. İki gün süren bu muharebede
kolordunun zayiatı şehit, yaralı ve kayıp olmak üzere 1.500 kişiyi buldu.

16 Eylül’de düşman Kolordu bölgesine dört piyade tümeniyle taarruz etmiş


ve bir ara zehirli gaz da kullanmışsa da o gün ve ertesi günü akşama kadar cereyan
eden muharebeler sonunda Kolordu; ağır zayiat vererek; mevziinde tutunmayı
başarmıştı. Bir aydan kısa bir sürede Türk Kolordusunun 95 subay, 7.000 er
kaybettiği düşünülecek olursa yapılan fedakarlığın büyüklüğü daha iyi
anlaşılır(Görgülü 1993: 176-177).
Kayıpların büyük olduğu bu savaşta sağlık hizmetleri zor ve ağır şartlar
altında başından sonuna kadar iyi bir şekilde yürütülmüştür. Yirmi kilometrelik savaş
alanından gelen hasta ve yaralılar önce araba durak yerlerinden sıhhiye bölüklerine
kadar taşınıyor, oradan gerideki seyyar hastahanelere gönderiliyordu. 19’uncu
Tümen Sıhhiye Bölüğü yaralıları arabalarla, 20’inci Tümen Sıhhiye Bölüğü ise tren
ile nakledilmiş ayrıca nekahathaneler ve yurt için hastahanelerden
yararlanılmaktaydı(Çubukçu 1997: 100).
Başkomutan Vekili Enver Paşa eylül 1916 içinde Alman İmparatorunu ve
doğu cephesini ziyaret etti. İmparator, Türk Kolordusu hakkındaki takdirlerini
kendisine bildirmiş, Enver Paşa da Türk Ordusuna şu genelgeyi göndermişti:
“Galiçya’daki kıtalarımızı görmek ve gösterilen arzu üzerine Alman ve
Avusturya orduları Başkomutanlıklarıyla da görüşmek üzere Doğu Avrupa harekat
alanında yaptığım seyahatte Alman İmparatoru hazretleri Osmanlı Ordusunun
savaşın başından beri her yerde gösterdikleri şecaat ve fedakarlığı büyük ölçüde
takdir buyurduklarını ve kazandıkları başarılarından dolayı Türk Ordusu silah
arkadaşlarını tebrik ve kendilerine özellikle selam ettiklerini “Garde Füsilier”
alayının erkanı arasına aldıklarını beyan buyurmuşlardır. Bütün silah arkadaşlarım
hakkında gösterilen bu değerli iltifat ve selamın orduya duyurulmasını rica ve
hakkımda açıklanan teveccühün ancak silah arkadaşlarımın memleket içinde ve
dışında gösterdikleri sürekli kahramanlıklara dayanarak bildirilen bir iltifat
olduğunu övünerek duyurur ve teşekkür ederim”(Akçayalıoğlu 1967: 91).
15’inci Kolordu baştabipliğinin 12 Aralık 1916’da yaptığı denetleme
sonunda yayınlanan kolordu emrine göre; beslenme, giyinme genel olarak iyi
görünmüştü. Birliklerin çoğunda toprak altı barınakları, temizlik ve çamaşır yıkama
yerleri yapılmış, sıhhi tesisler ve özellikle kıta revirleri açılmıştı. Bazıları da açılmak
üzere idi. Erlerin sağlıkları genellikle iyi bulunmuş, yalnız bir alayda iki tifüs olayı
görülmüş ve gerekli tedbirler alınmıştı. Kıtaların sıhhi malzeme ve temizlik eşyası
ihtiyacı Avusturya Hükümeti tarafından ayniyat karşılığı sağlanıyordu(Akçayalıoğlu
1967: 109).
Galiçya’da çeşitli değişiklikler geçiren ve zaman zaman pekiştirilen 15’inci
Kolordu 1917 yılı başlarında müttefik topçu bataryaları, istihkam ve amele birlikleri,
uçak bölüğü, balon takımı, ekmekçi takımları, ulaştırma birlikleri, seyyar hastahane
ve hayvan hastahanesi gibi kuruluş ve birliklerle takviye edilmiş bulunuyordu.
1917 yılı başlarında bölüklerde bir mangalık, taburlarda birer yarım takımlık
ve her alayda bir takımlık hücum birliği ve bunlara er yetiştirmek üzere kolordu depo
alayında her tümen için birer hücum bölüğü kurulmuştu. Bu yılın ilk aylarında
tümenlerde mevcut ve sonradan alınan bomba toplarıyla her tümende birer bomba
bölüğü teşkil edildi. Tümen numaralarını alan bu bölüklerde üçer grup vardı.
Cephane ve gereç ikmali Avusturya-Macaristan irtibat subayı aracılığı ile
sağlanıyordu.
Erleri Avusturyalı olan 6, 31,32 numaralı orta bomba topu takımları 20’inci
Tümen emrine verilmişti. Küçük bomba takımları ikişer takım halinde alaylara
dağıtılmış, cephane ve gereç ikmali görevi tümenlerin yanındaki irtibat subayına
verilmişti. Bu gruplar muharebe görevlerinde topluca kullanılıyordu.
Güney ordusuna bağlı personelin deney ve bilgilerini artırmak üzere Türk,
Alman, Avusturya ve Macaristan subaylarından ikişer kişi, Ocak 1917’de Verdün ve
Som cephelerinde inceleme gezisi yapmışlardı.
Kolordu depo alayı ikmal ve eğitim merkezi görevini yapıyordu. Bu alay
her zaman başarı kazanmış, ordular grubu ve Alman Güney Ordusu Komutanı ile
15’inci Türk Kolordusu Komutanının denetlemeleri sonunda övgü almıştı.
Galiçya’daki Türk kıtalarının moralini yükseltmek üzere 4 Ocak 1917’de
gelen Şehzade Abdurrahim ve Osman , kolordu karargahını ve 19’uncu Tümeni
ziyaret ettikten sonra 7 Ocak’ta Avrupa Doğu Cephesi karargahına gitmek üzere
kolordudan ayrıldılar(Akçayalıoğlu 1967: 62-63). 1917 Martından itibaren de ihtilal
nedeniyle Rus Ordusu, muharebe gücünü yitirmeye başladı.

Mayıs 1917’de 15’inci Kolordunun yurda dönmesine karar verildi. Haziran


ayı içinde 19’uncu Tümen döndü. 20’inci Tümen, bir süre daha kaldı ve
Müttefiklerin Temmuz ayında yaptıkları genel karşı taarruza katıldı. Galiçya
Cephesinde bulunan yaklaşık 33.000 mevcutlu olan 15’inci Kolordu, buradaki
savaşlarda 15.000 şehit ve yaralı verdi. 100 subay şehit oldu, 120 subay da yaralı bir
şekilde 8-9 Ağustos 1917 gecesi bölgesini 24’üncü Alman İhtiyat Tümenine teslim
ederek Eylül 1917’de İstanbul’a döndü(Görgülü 1993: 177-178).

Bir yıldan fazla bir süre, Galiçya Cephesinde görev almış ve savaşmış
bulunan 15’inci Kolordu; bu bölgeye gönderilmesindeki siyasi, stratejik düşünce ve
gerekleri ne olursa olsun, verilen savaş görevlerini yapmış, bağlı bulunduğu Alman
Güney Ordusuna üstün ölçüde hizmette bulunmuştur.

3.7.2. Diğer Cepheler

Rusların 1916 Haziran’ın başlarında yaptıkları Brussilovs taarruzuyla


Avusturya-Macar cephesinde kazandıkları büyük başarı üzerine Romanya 17
Ağustos 1916’da İtilaf Devletlerine katıldı ve 27 Ağustos 1916’da Avusturya-
Macaristan İmparatorluğuna savaş ilan etti. Savaş ilan eder etmez Avusturya-
Macaristan sınırını geçen Romenler kısa sürede Transilvanya’nın üçte birini işgal
ettiler ve Karpatlardaki Avusturya-Macaristan cephesini geriden vurabilecek bir
durum oluşturdular. Bunun üzerine diğer müttefik cephelerinden (Alman, Avusturya,
Bulgar, Türk) ayrılacak kuvvetlerle Romen Ordusuna taarruza karar verildi(Görgülü
1993: 179). Bu sırada General Mackenzen 28 Ağustos 1916’da Tuna ve Dobruca
sınırında bulunan Alman, Avusturya-Macaristan, Bulgar ve Türk birliklerin
komutasını üzerine almıştı(Ludendorff 1920-II: 11).

Romanya’nın Avusturya-Macaristan’a savaş ilan etmesinden sonra


müttefikler tekrardan Enver Paşa’dan üç Tümen daha talep ettiler ve Enver Paşa
buna da onay vermiştir(Jung 1992: 75). Böylece 29 Ağustosta Osmanlı Devleti ve
Almanya, 1 Eylülde de Bulgaristan Romanya’ya savaş ilan ettiler(Güleç 1967: 35).
Mustafa Hilmi Paşa kumandasında, 15, 25 ve 26’ıncı Tümenlerinden oluşan 6’ıncı
Kolordu cepheye naklinin tamamlanışı 6 Ekim 1916’da sona erdi(Arı 1997: 244).
Beraberinde daha önce Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’ne göndermiş
olduğu 9 numaralı 24 cm’lik Havan bataryası ve 36 numaralı 15 cm’lik Obüs
bataryası ile savaş alanına ulaştılar. Bu bataryalar 26’ıncı Osmanlı tümeninin
emrindeydiler(Jung 1992: 75).

11’inci Alman Ordusu emrine verilmek üzere 177’inci Piyade Alayı teşkil
edildi. Alayın mevcudu, 3.598 insan, 440 hayvan, 6 ağır makinalı tüfek, 4 top ve 13
arabaydı. Hazırlık 28 Kasım 1916’da tamamlandığı halde, ulaştırma olanaksızlıkları
yüzünden taşıma işi ancak aralık ayı sonunda yapılabildi(Görgülü 1993: 182).
3 Aralık 1916’da General Mackenzen komutasındaki Müttefik Tuna Ordusu
Romen kuvvetlerini Arges nehri kenarında yenilgiye uğratmış ve hareketin Romanya
içlerine doğru yayılarak sürdürülmesi ile Bükreş ele geçirilmiştir(Arı 1997: 251).
Daha sonra, İttifak Devletleri Romanya içlerine harekata devam ettiler. Dobruca’daki
birlikler de bu arada Tuna ağzına kadar ulaşmışlardı. Diğer birlikler de 1916’nın
sonuna doğru Seret nehrine kadar ilerlediler(Yalt 1973: 106).
İttifak Devletleri 12 Aralık 1916’da bir ateşkes ve barış teklifinde
bulunmuşlarsa da kabul edilmemiş; ayrıca Amerika Birleşik Devletleri
Cumhurbaşkanlığı’na yeniden seçilen Wilson da, 18 Aralıkta bir barış teklifi ile
aracılık yapmış, bu da reddedilmişti.

Dobruca Harekatı 5 Ocak 1917’de tamamlanmış ve buradaki Osmanlı


birlikleri çoğunlukla Eflak’a intikal etmişti(Güleç 1967: 136-137). Romanya’daki
savaşların hızlı bir şekilde bitirilmesi, Bükreş’in ele geçirilmesi (6 Aralık 1916) ile
birçok Osmanlı birliği 1917 yılının İlkbaharında Osmanlı Devleti’ne dönmeye
başladı(Jung 1992: 75). Nisan 1917’de 26’ıncı Tümenin İstanbul’a nakli başladı
(Güleç 1967: 134). Gelişinde olduğu gibi yurda dönüşünde de 6’ıncı Kolordu parça
parça cepheden ayrıldı. Önce 25’inci Tümen, 4-25 Aralık 1917 tarihleri arasında
İstanbul’a döndü(Görgülü :179; Güleç 1967: 157). 15’inci Tümen ise, ilk kafilesiyle
13 Mayıs 1918’de İbrail’de nakliyata başlayarak kademe kademe Köstence’ye intikal
etti. Buradan vapurlara bindirilerek beş kademe halinde Batum’a çıkarıldı.
Romanya’da kalmış olan geri hizmet birlikleri de yavaş yavaş deniz yolu ile
İstanbul’a taşınmaya başlamıştı(Güleç 1967: 161). Bu muharebelerde Türk
birliklerinin verdiği toplam zayiat 412 şehit, 1.620 yaralı, 605 kayıp olmak üzere
2.637 kişidir(Görgülü 1993: 179). Böylece iki yıla yakın bir zaman Romanya
cephesinde başarılı sonuçlar alan 6’ıncı Türk Kolordusu Romanya’dan ayrılmış oldu.

1916 yılı Ağustos ayı sonunda Alman Genelkurmay Başkanlığına


Hindenburg, II. Başkanlığına da Ludendorff atanmış ve Eylül ayının ilk haftasında
Almanya’da ,Enver Paşa’nın da katıldığı, Makedonya cephesindeki durumu
kapsayan bir görüşme yapılmıştı.
Viyana-Belgrat-Sofya-İstanbul yolunun sürekli olarak açık bulundurulması,
böylece Türk kuvvetlerinin şiddetle ihtiyaç duydukları özellikle II. ve V. sınıf ikmal
maddelerinin Almanya’dan Osmanlı Devleti’ne akımının aksamaması ve İngilizlerle
Fransızların Balkan yarımadası üzerinden Rusya ile bağlantı yapmalarının önlenmesi
çoğunlukla Makedonya’daki başarıya bağlı idi(Karlıdağ-Ciner 1967: 25-26).
1916 Kasım’ında Romanya’nın yardımına gelen General Sarrail’in taarruzu,
Bulgar ordusunu güç bir duruma soktuğu zaman Alman ve Bulgarlar tekrar Enver
Paşadan yardım istediler. Bu defa da Enver Paşa müttefiklerin isteğini yerine
getirdi(Pomiankowiski 1990: 208-209; Jung 1992: 75). Enver Paşa Aralık ayında
İstanbul’da bulunmakta olan 46’ıncı Piyade Tümeniyle, Makedonya’daki 50’inci
Piyade Tümeni ve 16’ıncı Depo Alayından kurulmak üzere, 9 Kasım 1916’da 20’inci
Kolordunun oluşturulması emrini verdi ve Kolordu komutanlığına Aldülkerim
Paşa’yı getirdi. Makedonya’daki birlikler kolordu komutanının oraya varışından
sonra emrine girecekti(Karlıdağ-Ciner 1967: 38-39). Ayrıca Enver, kendi
isteklerinden birini yerine getirme fırsatını bularak bunun yanında ordudan ve
saraydan gizli olarak 177’inci Osmanlı Piyade Alayını Alman-Bulgar ordusunun
Generali Bellow’un emrine verildi(Jung 1992: 75).

177’inci Piyade Alayı; 3 taburluk bu 400 askeri birlik; bir makineli tüfek
birliğinden, bir dağ bataryasından, 10 süvariden, istihkam bölüğü ve bir takımdan
oluşmaktaydı. Öncelikle bu kuvveti Makedonya’daki Köprülü’ye yolladı. Orada
önceden Türk ordusunda hizmet görmüş 3.000 Arnavutla birlik takviye edilerek yeni
bir düzenleme yapıldıktan sonra Alman generali Below’un Alman-Bulgar ordusunun
batı kanadından cepheye sokuldu. Sarrail’in ordusu arkadan
kuşatılacaktı(Pomiankowiski 1990: 208-209).
20’inci Türk Kolordusu 2’inci Bulgar Ordusu emrinde Serez batısından Ege
kıyılarına kadar olan bölgeyi savundu ve 177’inci Alay, 11’inci Alman Ordusunda
tertip edilmiş Tümen emrinde savaşlara katıldı. Her iki birlik de katıldıkları
savaşlarda büyük başarılar sağladılar(Görgülü 1993: 182).

Türk Başkomutanlığı milli cepheleri takviye edebilmek üzere Avrupa


cephelerinde bulunan kuvvetlerinden bir kısmını çekmek düşüncesiyle İttifak
Devletleri Başkomutanlığı nezdinde girişimde bulundu ve Makedonya cephesindeki
Türk birliklerinin (50’inci Tümen ve 177’inci Alay hariç) yurda dönmesi kararına
varıldı(Karlıdağ-Ciner 1967: 50).

Irak ve Filistin cephelerindeki vaziyetin kritik bir durum alması üzerine


Nisan 1917’de Makedonya’dan İstanbul’a gelen birlikler burada bir süre kalarak
eğitim yaptılar. Sonradan 20’inci Kolordu karargahı Filistin; 46’ıncı Tümen Irak
cephelerine gönderildiler. 50’inci Tümen ise Haziran 1917 ortalarında yurda dönerek
Halep’te görev aldı(Görgülü 1993: 182; Karlıdağ-Ciner 1967: 52).

Böylece cephede Türk birliği olarak yalnız Manastır bölgesinde bulunan


177’inci Piyade Alayı kalmıştı(Karlıdağ-Ciner 1967: 53). 177’inci Piyade Alayı 5
Mayıs 1918’e kadar 11’inci Alman Ordusu emrinde kaldı 28 Haziran 1918’de yurda
hareket etti(Karlıdağ-Ciner 1967: 66; Görgülü 1993: 182).

İtilaf ve ittifak orduları propaganda işlerine o zamanki yöntemlere göre


önem veriyorlardı. İtilaf Devletleri çeşitli propagandalarla, özellikle uçaklar
vasıtasıyla hazırlamış oldukları broşürleri havadan dağıtarak halkı etkilemeye
çalışmışlardı. Yapılan açıklamalarla Osmanlı kuvvetlerinin Osmanlı toprakları
dışında müttefikler adına savaştırılmasını da özellikle eleştiri konusu yapmışlardı.
Bir belgede İttihat ve Terakkinin Irak ve Filistin cephelerinde Osmanlı kuvvetlerinin
peş peşe mağlubiyetlerinin yaşandığı 1918 yılı ortalarında bile Dobruca, Tuna,
Galiçya ve Riga cephelerinde Türk neslini Alman menfaatleri için savaştırarak yok
ettirdiği propaganda edilmektedir. 10 Eylül 1917’de cephelerimize atılan “Ey
Mazlum Askerler” başlıklı bir bildiride de Türk vatanı ayaklar altında çiğnenirken,
İslam dini oyuncak haline getirilirken Osmanlı askerlerinin İttihat ve Terakki
tarafından Alman tesiri ile Alman menfaatleri için ülkeden çok uzaklarda
savaştırılması eleştirilmiştir(Sarısaman 1999: 32).

Rus askerlerinin, İtilaf Devletleri askerleriyle dostluk kurmak için


fırsatlardan faydalanarak, siperlere girerek çeşitli yiyecek ve giyecek armağan
etmeleri bunlardandı. Ekim 1916 ayı içinde iki taraf erlerinin özellikle muharebe ileri
karakollarında bu gibi ilişkileri artırması üzerine ordu komutanlığınca, önleyici
tedbirler alınması emredilmişti. Son zamanlarda Rus tarafına giden erlerin geri
gönderilmemesi işin önemini daha çok artırmıştı. Ruslar siperlere bildirgeler de
atmaktaydılar. 20 Ocak 1917’de ele geçenlerden birisinde “savaşmak için sebep
olmadığı, paylaşılamayacak bir şey bulunmadığı, Almanların bütün dünyayı ele
geçirmek istedikleri ve İttifak Devletleri’nin açlık ve yoksulluk içinde bulunduğu”
ileri sürülüyor, savaşa son verip karşılıklı olarak kucaklanılması teklif ediliyordu.
Propaganda ve dostluk gösterilerine daha çok yortu günlerinde önem verilmekteydi.

Müttefik orduları ve Osmanlı Kolorduları da karşı propagandadan geri


kalmıyor, düşman askerlerine bildirgeler yolluyorlardı. Alman İmparatoru ordunun
maneviyatını artırmak için, aşağıdaki 6 Ocak 1917 tarihli genelgeyi yayınlamıştı:

“Ordu ve donanmaya mensup askerler; müttefiklerimizle birlikte bir an önce


barış görüşmelerine girişmeyi düşmanlarımıza teklif etmiştik. Bunu kabul etmediler.
Almanya’nın yok olmasını istiyorlar. Muharebe devam edecektir. Sizleri kurtarmak
istediğim büyük fedakarlıkların sorumluluğu, Tanrı katında ve bütün insanlık
karşısında düşmanlarımızın olacaktır. Onların bu zorbalık ve hırslarından dolayı
göstereceğiniz haklı öfkenizle çoluk, çocuğunuzu ve yurdunuzu çelik gibi bir direnişle
savunacaksınız. Düşmanlarımızın kabul etmediği teklifi Tanrının yardımı ile zorla
kabul ettireceğiz”.

Padişah Mehmet Reşat da daha önce, 26 Aralık 1916 tarihinde, Osmanlı


ordularına şu emri yayınlamıştı:

“Asker evlatlarım,
Sizlerin ve silah arkadaşlarınızın kazandığınız zaferlerin devamı ile
düşmanlarımızı tamamen yeneceğimizden emin olduğum halde daha ziyade kan
dökülmesine yer vermemek için müttefik hükümetlerle birlikte düşmanlarımıza barış
görüşmeleri teklif ettik. Bu insanca davranışın verimli bir sonuç verip vermeyeceğini
bilmiyorum. Bununla birlikte şerefli bir barış elde edinceye kadar benzeri direnme ve
kesin karar ile aynı kahramanlık ve fedakarlıkla görevlerinizi yapmanızı isterim.
Şimdiye kadar olduğu gibi Cenabı Hakkın yardımlarını dilerim”.

“Ben, Alman ve Avusturya dostlarımıza bir yük olmak istemiyorum, sadece


onlara bütün kuvvetlerimle yardımcı olmak istiyorum”(Yılmaz 1993: 189) diyen ve
Birinci Dünya Savaşı’nın kesin sonucunun Merkezi Avrupa’da alınacağına inanan
Enver Paşa’nın uğraşları sonucunda, en iyi birlik, silah, teçhizat ve mühimmatın
merkezi Avrupa’ya gönderilmesi sonucunda, savaş gücünün azalması daha da bariz
bir şekilde görülmeye başlamıştır. Avrupa cephelerine gönderilen birlikler kafi
görülmemiş, ayrıca bunlar en değerli silah, araç, gereçlerle donatılmış ve bunların
çoğunluğu diğer ordulardan sağlanmıştır. Daha da önemlisi, böyle bir uygulama ile
sonraki yıllarda Anadolu’nun savunulmasını tehlikeye düşürecek ve telafisi mümkün
olmayacak sonuçlara neden olmuştur(Yılmaz 1993: 189).

Durum böyleyken ve Almanlarla 1914’de yapılmış olan ittifak


antlaşmasında bir sorumluluk ve zorunluluk yokken -bunun tersine olarak
müttefiklerimizin gerektiğinde bize yardım etmeleri gerekirken- Başkomutan Vekili
Enver Paşa’nın kişisel düşünceleriyle Avrupa Cephelerine Türk kuvvetlerinin
gönderilmesi, 1917 ve 1918 yıllarında kendi cephelerimizdeki Türk Ordularının
takviyesiz kalmalarının ve zor durumlara girmelerinin nedenlerinden biri olmuştu.

3.8. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Osmanlı Devleti’ndeki Genel


Durumu (1917)

1915-16 yıllarında Gelibolu’daki faaliyetlerinden sonra, Avusturya-


Macaristan askerlerinin ve araç gereçlerinin değişik bölgelerde kullanılmasının
getirdiği yeni durum değerlendirilmeye alınmıştır. Bilhassa iyi seçilen elemanların
başarısı dikkat çekmekteydi. Subayların, astsubayların ve birliklerin yöneticiliği ya
da becerisi değişik yerlerde, iklimlerde ve farklı kültürlerle başa çıkmayı
başarmışlardı. Özellikle subaylar hem kendi takımlarıyla hem de müttefiklerle ve
halkla pozitif bir ilişki kurabilmişlerdi. Marne’daki dağ Obüs birlikleri başarılı
faaliyetlerde bulunmuşlardı. Benzer pozitif değerlendirmelerde motorlu birlikler için
söz konusuydu. Türkler onların disiplininden ve tedbirli olmalarından dolayı çok
etkilendiler(Jung 1992: 89).
1916 yılı askeri alanda -uzak cephelerde- yedek kuvvetlerin bulunması
ihtiyacını ortaya çıkardı. Avusturya-Macaristan tarafından gönderilen silahlara ait
verilen eğitim Türkler tarafından kabul görmüştü.
1916’da Üsteğmen Karl Chevalier Hervay’a topçu birliklerinin yanında kara
birliklerinin de yönetimi verildi. Bu sayede tüm Osmanlı Devleti’ndeki birlikler ve
hizmet birimlerinin üst makamı oluşturuldu. Aynı zamanda Hervay askeri yetkilinin
(Pomiankowiski) de yardımcısı oldu(Jung 1992: 90).
1916’da Osmanlı Devleti’nde müttefiklere karşı bir isteksizlik oluşmaya
başladı. 1916 yılı sonlarına doğru bu isteksizlik ve güvensizlik açık bir şekilde ortaya
çıktı. Türkler ve Almanlar arasındaki problemler, Türklerin Almanlara karşı
sempatisinin azalmasına ve zamanla Avusturya-Macaristan’a doğru bir sempatinin
yoğunlaşmasına neden oldu. Bu da Alman İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan
arasında gerilimin artmasına neden oldu. Bunun nedenleri çok farklıydı. Öyle ki
Almanlar, Osmanlı Devleti’ni Mısırlaştırmaya, her alanda kontrolü elinde tutmaya
çalışmışlardı. Almanlar büyük miktarda para ve silah yardımında bulunduklarından
doğal olarak bu silah ve parayı kontrol etmek istiyorlardı. Bu tarz da Türklerin
yapısına ters geliyordu(Jung 1992: 85).
Avusturya-Macaristan ile Alman İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin
bozulmasında Osmanlıların Alman cephanesi yerine Avusturya-Macaristan’ın
ürettiği savaş aletlerine yönelmesi etkili olmuştur(Jung 1992: 86). Bu alanda
Pomiankowiski’nin görevden alınması bile askeri ve diplomatik kanallardan ifade
edilir oldu. Çünkü onun iyi ilişkileri, ekonomik alanda Türklerin güvenini
kazanmasına neden olmuştur. Almanya’nın Pomiankowiski’nin görevden alınmasına
yönelik çabasına karşılık Avusturya Pomiankowiski’yi görevinde yükselterek, askeri
ataşesinin arkasında durduklarını gösterdi.
1916 yılının sonuna doğru Pomiankowiski, Avusturya ve Almanya
arasındaki farkların artmasından dolayı görevden ayrılmak istemiştir. Ancak
Avusturya’nın üst makamları İstanbul’daki yerinin doldurulamamasından dolayı bu
isteği reddedilmiştir. Almanya’nın kişisel olarak saldırıları 1917’de de artmıştır.
Bilhassa gittikçe artan ekonomik avantajlar Almanya’nın hoşuna gitmemeye
başladı(Jung 1992: 90).
1917 yılı başında ne Osmanlı Devleti ne de müttefikleri tarafında genel
durumla ilgili iyimser olabilecek bir gelişme yoktur. 1916’dan 1917’ye geçiş
döneminde tüm cephelerde aldatıcı bir sessizlik hakim olsa da savaşın devamı gün
geçtikçe Osmanlı Devleti’nin hamle yapmasını engeller hale geliyordu. Kafkasya
Cephesinde, bu bölgede kış aylarının zor geçmesi sessizlik yaratmıştı. Türkler bu
bölgede savaşmadan ziyade mevsimlere yenilmemeye çabalıyorlardı. Filistin-
Mısır’daki çöl sınırında saldırıdan ziyade savunma için pozisyon alındı.
Mezopotamya’da da (Kut-el-Amara, Suriye) durum farksızdı. Sınırsız ulaşım
yollarından dolayı İngilizler Mısır’da bir taarruz için hazırlık yapma imkanı buldular.
Avusturya-Macaristan subaylarının gözlemleri sonucu, matematiksel olarak
da İngilizlerin saldırısının kaçınılmaz olacağını ve bu saldırının 1917 yılının
Martında gerçekleşeceğini söylüyorlardı. Nitekim o tarihte saldırı gerçekleşmiştir.
Şaddülarap bölgesinde, yıldönümünde askeri hareketlenmeler ve gemilerin
yük getirmelerinde artışlar gözlenmişti. İngilizlerin 1917 yılı için hedefleri II.
saldırıda Türklerden Bağdat’ı koparmaktı(Jung 1992: 83).

Başkomutan vekili Enver Paşa’nın bütün dikkati, şüphesiz bu sırada Filistin


kapısındaki İngiliz ordusundaydı. O, I. ve II. Gazze Muharebeleri’nin verdiği zafer
coşkusuyla söz konusu düşmanı yok etmek azmindeydi. 19 Nisan 1917’de İngiliz
taarruzunu savmaya gücü yeten Filistin Cephesi’ndeki kuvvetler, Enver Paşa’nın
istediği gibi İngiliz ordusunun sağ yanını kuşatarak denize atabilirler miydi? Bu çok
şüpheliydi. Fakat bunun çaresi de büsbütün yok değildi. Romanya’daki 6’ıncı
Kolordu (15’inci, 25’inci ve 26’ıncı tümenler), Makedonya’dan Halep’e
nakledilmekte olan 46’ıncı Tümen ve Galiçya’daki 15’inci Kolordu (19’uncu,
20’inci tümenler) derhal Filistin Cephesi’ne nakledilmeliydi(Erkilet 2002: 47).
İstanbul’a para almak için bir haftalığına gelen Cemal Paşa, 1917 yazında,
nedenini bilmemesine rağmen, Alman İmparatoru tarafından Batı cephesini ziyaret
etmek üzere özel bir davet aldı. Almanya elçilik müsteşarı(Cemal Paşa 1977: 249)
Kont Waldburg –ki o sırada maslahatgüzarlık görevindeydi- İmparatorun bu özel
davetini resmen hariciye nezaretine bildirdiği gibi, Cemal Paşa’ya da İmparatorun
selamları ile beraber tebliğ etmişti. Aynı günde Avusturya İmparatoru tarafından
dahi, Avusturya cephesini ziyaret etmek için davetli olduğuna dair Avusturya
elçiliğinin tebligatını aldı(Cemal Paşa 1977: 250). Bu davetler üzerine Cemal Paşa
25 Ağustos 1917’de Avrupa’ya gitti(Erkilet 2002: 51).

4’üncü Ordunun irtibat subayı olarak Kress Paşa’nın (yani Sina Cephesi
Komutanlığının) yanında yetkili kişi olarak Avusturyalı Yüzbaşı Friedrich Freiherr
von Latscher bulunuyordu(Erkilet 2002: 54). Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı
Devleti’ndeki asker sayısı 1917 Kasımında 2.400 kişi ve 170 subaydan oluşuyordu.
Ekim 1917 başlarından itibaren 5 tane 7 cm.lik M.99 dağ topu ve 29 tane 7 cm.lik
M.15 dağ topu ve 10,5 cm.lik M.16 Obüs bataryası ve bir bataryada M.14, 15 cm.lik
düz alanlarda kullanılan Obüs bataryası vardı(Bihl 1992: 132).

6 Kasım 1917’de III. Gazze Muharebesinde kuvvetlerimiz mağlup olunca


çekilen kuvvetlerimizi takip eden düşmanlar, 8/9 Aralık 1917’de Kudüs’ü ellerine
geçirmişlerdi. Kudüs’ün boşaltılması bütün Hıristiyan dünyasında olduğu gibi
Osmanlı Devleti’nin müttefiki Avusturya’nın başkenti Viyana’da bile sevinçle
karşılanmıştı(Şahin 1997: 170).

Bir tarafı sahil diğer tarafı çöl olan Suriye, deniz yollarının kapanması ile
uzun süren savaşta çok sıkıntılı zamanlar geçirmiştir. Şam’daki kuvvetlerden bir
kısmı kuzeye doğru çekilmiş diğerleri esir düşmüşlerdi. Mustafa Kemal’in Rayak
grubu Lübnan’da bulunan yedi taburu 43’üncü Tümenle, Alman Asya kolundan ve
bir menzil alayından ibaretti. Hayfa’dan Beyrut’a çekilebilen Alman, Avusturya
birliği Rayak’a alınmıştı. Beyrut ve güneyinde bulunan ve çoğu Arap olan sahil
muhafız taburlarından da bir fayda beklenemezdi. Bir taraftan da 7’inci İngiliz
Tümeni sahilden Beyrut istikametine doğru ilerlemekte idi(Belen 1967: 120).
Osmanlı Devleti’nde daha etkin rol oynama adına Almanya ile Avusturya-
Macaristan arasındaki rekabet 1917 yılında artarak devam etti. I. ve II. Gazze
Savaşlarında elde edilen başarılar bir heyecan uyandırsa da III. Gazze Savaşında
İngilizlerin başarısı ve Kudüs’ün elden çıkması engellenememişti. Bu durum gerek
Osmanlı Devleti’nde gerekse Almanya ve Avusturya’da hükümetlere duyulan
güvenin sarsılmasına neden oldu. Artık amaç mevcut sınırları korumaya yönelik
olacaktı.

3.8.1. Avusturya-Macaristan Eğitim Birliklerinin Faaliyetleri

1916 yılında oluşturulan eğitim birliklerinin faaliyetlerine 1917’de de


devam ettirildi. İstanbul eğitim hizmetlerinin merkezi olarak devam ediyordu. Ancak
seyyar eğitim birliklerinin sayısı artırılmak zorundaydı. 1917 yılı İlkbaharında
İstanbul’un dışında Suriye’de ve Diyarbakır çevresinde iki eğitim grubunun
oluşturulması düşünülüyordu. Bu faaliyetler Avusturya tarafından onaylanmış; ancak
uygulanamamıştı. Yılın bitimine kadar başkentteki merkez en üst birim olarak
faaliyetlerine devam etti ve İstanbul’dan uzaktaki birimleri yönlendiriyordu(Jung
1992: 117).
Yüzbaşı Fritz Iselstöger 1917’de de yeni Türk topçu birliklerini eğitmeye
devam ediyordu. Osmanlı Devleti’nde üretilen cephanelerle de ateş talimleri
yapılıyordu. Osmanlı Devleti’nde üretilen cephane Avusturya’dan gelen bir top’un
bozulmasına neden olmuştu.
İstanbul’daki eğitim faaliyetleri gittikçe kötüleşen, beslenme sorunları,
ekonomik zorluklar yönetimin Osmanlı Harbiye Nezareti’ne geçmesine neden oldu,
bu da mevcut durumu biraz da olsa düzeltti(Jung 1992: 117).

3.8.2. Sağlık Birimlerinin (Sıhhiye) Durumu

Suriye’deki Avusturya-Macaristan hastahanelerinin yanında Mart ayında


Şelale denilen yerde bir sargı merkezi kuruldu ve sürekli sağlık personeliyle
desteklendi. Dschulis’te seyyar bir ameliyathane ve 40 yatak ve 2 çadırda oluşan bir
birim kuruldu. Bu birim, iki ay süre ile hizmet verdi. Bu birimin yararı, bilhassa II.
Gaza muharebesinde ortaya çıktı. Kolera tehdidine karşı Vadi Sarar ve Bethanun’da
karantina merkezleri oluşturulması gerekli kılındı. Savaş bölgesinde yaşayan sivil
halk içinde önleyici tedbirler alındı.

III. Gaza muharebesinde Osmanlı cephelerinin çökmesi sonucunda sağlık


birimlerinin Suriye’ye geri çekilmesi, Kudüs’teki yedek hastahanelerinde Şam’a
aktarılması sağlandı(Jung 1992: 124).

1917 Sonbaharında İstanbul’da (Şişli’de) 100 yataklı bir Avusturya-


Macaristan ihtiyat (geri hizmet) hastahanesi kuruldu. Hastanenin başhekimi Dr.
Silatschek oldu. O ana kadar hizmet gören Beyoğlu’ndaki ilk yardım hastanesi,
ihtiyat hastahanesine hafif yaralı hastalar kısmı olarak eklendi.

Filistin’deki ordu birliklerinin geri çekilmesi ve Kudüs’ün boşaltılması


sonunda Avusturya-Macaristan sağlık kuruluşları geriye çekilerek yeniden kurulmak
zorunda kalındı. İhtiyat hastahanesi Şam’a, nekahate giren hasta yurdu Zahle’ye,
seyyar hastahane ise Afule’ye nakledildi

Aralık 1917’de 202 nolu tabib yüzbaşı Dr. Horak’ın ve 309 nolu
Regimentarzt Dr. Szörffy’in istihdam edildiği iki Avusturya-Macaristan sahra
hastahanesi Suriye’ye geldi. Bu hastahaneler, Galiçya’da kullanılan 15’inci
Kolordunun (19’uncu ve 20’inci tümenler) emrine verilmişti ve Kolorduya, Osmanlı
Devleti’ne dönerken AOK tarafından bırakılmıştı(Pomiankowiski 1990: 283; Jung
1992: 124).

3.8.3. Ara İstasyon (Lojistik) Birlikleri

Gittikçe artan cephe hizmetleri için eleman ihtiyacı, lojistik destek


birimlerini yeterli derecede desteklemesini engelliyordu. Pomiankowiski,
Avusturya’dan bilhassa lojistik alanda eğitilmiş bir birliğin Osmanlı Devleti’ne
gönderilmesini talep etti. Bu grubun Osmanlı Devleti’ne gelmesiyle lojistik yapı
yeniden düzenlendi ve yapısı değiştirildi(Jung 1992: 124). Daha iyi kontrol ve
tedarik için Pozantı ve Halep’te grup merkezi kuruldu. Bunun yanında en ince
ayrıntıya kadar planlamalar yapıldı. Buna bağlı olarak şu yerlerde lojistik birlikler
kuruldu: Pozantı, Karapınar, Gülek, Islahiye, İncirlik, Ras’ul-ayn, Gelebek, Mamure,
Dırbassiye, Halep ve Rayak(Jung 1992: 124-125).
Avusturya-Macaristan’ın dağ Obüs birimleri Şam’daki lojistik birimleri
elinde tutuyorlardı. Motorlu araç birlikleri de Pozantı-İzzet Paşa ve Kudüs’teki
benzin depolarını ve Halep’teki benzin ve lastik ve malzeme depolarını kontrol
altında tutuyorlardı(Jung 1992: 125).
Uzak bölgelerdeki Avusturya-Macaristan askerlerinin haberleşmesini
kolaylaştırmak için o yılın yaz aylarında 451 ve 452 nolu Sahra postahaneleri
İstanbul’da ve Halep’te faaliyete geçti. Bu tarihe kadar Avusturya-Macaristan
askerleri Alman ve Türk birimleri tarafından yönetilmekteydi. Bunun yanında büyük
çapta paketleri diplomat postası olarak Viyana’ya gönderme imkanı vardı. Bu iki
Sahra postahanesinde çalışan elemanın büyük bir bölümü başka ülkelerde çalışmış
deneyimli kişilerden oluşmaktadır(Jung 1992: 125).

1916 yılı başlarından itibaren savaşın sona ermesine kadar olan dönem
zarfında önceden olduğu gibi bu sınıflara ait ikmal maddelerinin tedarik, ikmal ve
bütünlenmesi gibi faaliyetlerin büyük bir kısmı, yurt içi kaynaklarından özellikle
İstanbul’da bulunan Bakırköy, Zeytinburnu, Kağıthane, Maçka ve Tophane
fabrikaları ile Adana, Diyarbakır gibi cepheye yakın vilayetlerdeki savaş sanayi
kaynaklarından, bir kısmı ise Almanya ve Avusturya’dan sağlanmaktaydı(Irak-İran
2002: 6).

3.8.4. Arşidük Hubert Salvator’un Anadolu ve Ortadoğu Ziyareti

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu doğu ve Osmanlı politikası


çerçevesinde Anadolu ve Ortadoğu’da yaşayan Hristiyanların lideri olmak, Almanya
ile rekabet edebilmek Osmanlı halkının sempatisini kazanmak istiyordu. Bu amaçla
Birinci Dünya Savaşı boyunca Avusturya’nın çıkarlarını korumak adına üst düzey
yetkililerin zaman zaman İstanbul, Anadolu ve Ortadoğu’ya bir takım ziyaretlerde
bulunduklarını görüyoruz. Bunlardan biride Arşidük Hubert Salvator’un ziyaretidir.

Avusturya-Macaristan ordularının en yüksek rütbeli kişilerinden olan


Arşidük1 Hubert Salvator’un resmi ziyareti çok amaçlı bir ziyaret idi. Birincisi,
Ortadoğu’da yaşayan Katolik Hıristiyanların dinsel liderliğinin Habsburg-Lothringen

1
Arşidük; Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan , bkz. Türkçe Sözlük 1 (l988),
“Arşidük”, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, s. 88.
ailesine verilmesi, (çünkü savaş başarılı bir şekilde bitirilirse Avusturya Kralı aynı
zamanda Kudüs Kralı olarak da anılmak istiyordu. Habsburg Sarayı bu fikri birkaç
kez dile getirdi ancak sürekli ertelemek zorunda kaldı) İkincisi; Fransa’nın bu dinsel
liderliği elinde bulundurmasıydı. 1251 yılında kutsal Ludvig’e zamanın Suriye’nin
Müslüman Sultanı Fransa’ya bu yetkiyi vermişti. Bu koruma Osmanlı Devleti’nin
Fransa’yla düzenlemiş olduğu ve XIX. yüzyılın sonuna kadar Avusturya-Macaristan
gibi diğer ülkelerinde katıldığı Kapitülasyon anlaşmalarının dayanaklarından bir
tanesi de Fransa’ya verilen Ortadoğu’daki Hıristiyanların lideri olma imtiyazı idi. Bu
anlaşmaya dahil olan ülkelere ekonomik alanlarda büyük özgürlükler tanımaktaydı.
Bu anlaşmaların en belirgin göstergesi Osmanlı topraklarındaki yabancı posta
merkezleriydi(Jung 1992: 125).

Franz Salvator ve Yeğeninin kızı Arşidüşes Marie Valerie’nin 22 yaşındaki


oğlu Arşidük Hubert Salvator tarafından Anadolu ve Ortadoğu’ya yapılan ziyaret
önemlidir. Yaşı itibariyle üsteğmen olmasına rağmen Osmanlı topraklarındaki
Avusturya-Macaristan ordularını ve birliklerini teftişle görevlendirilmişti. Bu ziyaret
Avusturya-Macaristan askeri hizmet birimlerinde ve Avusturya-Macaristan
kolonilerinde ülkelerinin bu göreve duyduğu minneti ifade edecek aynı zamanda
sorunlu bölgelerdeki sorunları çözmek ve ilişkileri yoğunlaştıracaktı. Arşidükün
askeri rütbesinin düşüklüğü dikkate alınarak talimatlarda da onun var oluşunun resmi
bir kimlikle değil de daha ziyade ekibin içinde bir katılımcı olarak algılanması
isteniyordu. Bundan dolayı Türk ve Alman kamuoyunda dikkatleri üzerine
çekmemesi gerekiyordu. Türk tarafı Avusturya-Macaristan Arşidükünün bu geziye
katılacağından dolayı gruba gerekli ilgiyi göstermeliydi. Talimatlar gereği Arşidük
Hubert Salvator bu gezi süresince hiçbir zaman Avusturya’daki iktidarı elinde
bulunduran krallığın resmi temsilcisi olarak ortaya çıkmayacaktı(Jung 1992: 126).

Esas gözetleme ve izleme görevleri yolculuğa eşlik eden diğer subaylara


verilmişti. Savaş Bakanlığı danışmanı Musil tüm seyahat eden grubun lideri olarak
gerekli ilişkileri kurma ve yolculuğun güzergahına dikkat etme konusunda, Yarbay
Gisbert Liber Avusturya-Macaristan birliklerinin durumu, yönetimi, morali ve sağlık
durumu hakkında bir rapor hazırlamak(Jung 1992: 126) ve Üsteğmen Rottauscher
Osmanlı Devleti’ndeki genel atmosferi, olası ekonomik bağlantıları, politik ve
kültürel ağırlıklı konularda raporlar hazırlayacaktı(Jung 1992: 127).

3 Eylül 1917’de Arşidük Hubert Salvator, Papaz Musil, Yarbay Liber,


Haznedar ve bir yaverden oluşan heyet İstanbul’a geldi. Padişah, Sadrazam ve Enver
Paşa adlarına yaverleri karşılama töreninde hazır bulundu. Ayrıca o bölgede bulunan
tüm komutanlar ile Türk ve Alman tarafı karşılamada askeri öğrencilerle temsil
ediliyordu(Pomiankowiski 1990: 274). Osmanlı Hükümeti bu misyonu olumlu
karşılamış ve kendi çıkarları için kullanma düşüncesindeydi. Oysa Almanlar bu
misyonu hoş karşılamayıp, rakip olarak görüyorlardı(Bihl 1992: 137).

Pomiankowiski’ye göre; Arşidük Hubert Salvator, sevimli, mütevazı ve


sempatik tavırlarıyla iyi bir etki bırakırken Musil giyiminden dolayı her tarafta dikkat
çekmekteydi. Pomiankowiski anılarında Musil ile ilgili hiçbir olumlu ifade
ayırmazken Enver Paşanın Musil’i gördüğünde alaycı bir şekilde güldüğünü ve
İstanbul’dan Suriye çölüne kadar herkesin onun bir rahip olduğunu anlayabileceğini
ifade etti(Jung 1992:127).

Ekonomi, bilimsel ve kültürel alanlarda Avusturya-Macaristan’ın çıkarlarını


araştırmak ve Katolik propagandası yapmak amacıyla oluşturulan bu misyondan
Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’nın beklentisi ise şudur: “Avusturya-
Macaristan ile Osmanlı Devleti’nin kaderlerinin birbirlerine bağlı olduğunun
belirtilmesi ve Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerde askeri ilişkilerin ön plana
çıkarılmasıdır”(Bihl 1992: 136). Buna ek olarak Avusturya-Macaristan, Alman
İmparatorluğu ile Osmanlı topraklarında ekonomide ve diğer konularda eşit haklara
sahip olmak istiyordu. Bu amaçla Osmanlı topraklarında Alman tekelciliğinin
oluşmasının engellenmesini ve bu konuda bir platformun oluşturulması, bu
platformda da Alman İmparatorluğunun alışılmış tekelci davranıştın vazgeçmesi
sağlanmalıdır. Burada Almanya, Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan’ın
üçünün müttefik olduğu vurgulanmalıdır(Bihl 1992: 136).

Arşidük, İstanbul’da 5 gün kaldıktan sonra heyetle birlikte 8 Eylülde gemi


ile Bandırma’ya geçti ve oradan İzmir’e vardı(Pomiankowiski 1990: 274). Hubert
Salvator’un günlüğüne göre; “İzmir Valisi.... bu misyona mesafeli yaklaştı. Zira Vali
İtilaf Devletlerine sempatiyle bakan ve özellikle İngiltere ile olan ticari
bağlantılarıyla çıkar sağlıyorduı”(Bihl 1992: 138). Oradan da Afyonkarahisar, Halep
üzerinden 26 Eylül günü Şam’a hareket etti. Grup küçük mesafeler katederek Filistin,
Kudüs ve Sina cephelerini gezdi. Arşidük burada Avusturya-Macaristan ordularını
ziyaret etmiş ve denetlemiştir. Musil her fırsatta, her türlü Hıristiyan cemaatlerinin
ruhani temsilcileriyle görüşmeler yapmıştır(Jung 1992: 127). Hubert Salvator’un
tutmuş olduğu günlüğüne göre; Musil’in fikir babalığı yaptığı çalışmalar sonucu
Halep’teki din adamları (Yunan, Ermeni ve Latin) Avusturya-Macaristan’a ılımlı
bakmaya başladılar. Bunların çoğu bu ana kadar İtilaf Devletleri’ni destekliyorlardı.
Çünkü bunların çoğu eğitimlerini İtalya ve Fransa’da yapmışlardı. Bu Avusturya-
Macaristan için çok iyi bir çalışma oldu(Bihl 1992: 138).

Hubert Salvator, Ermenilerin katledildiği ve Hıristiyanlara karşı kötü


davranıldığı şeklindeki söylemlerin İtilaf Devletleri tarafından korkunç derecede
abartıldığını ifade etmektedir. Ermenilerin savaş bölgelerinde Ruslara yardım
ettiklerini, bundan dolayı birçoğunun vatan haini sayıldıkları için yargılandıklarını ve
idam edildiklerini belirtmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda da aynı
şekilde düşmana yardım edenlerin idam edildiğini eklemiştir. Almanların da bu
durumdan faydalanarak bölgede nüfuzlarını artırma yoluna gittiğini ifade etmektedir.
Bu amaçla Almanlar bölgeye daha fazla hemşire, din adamı gelmesini ve kimsesiz
yurtların yapılması çalışmalarına ağırlık verdi(Bihl 1992: 139). Hubert Salvator
Kudüs’e gelince, burada Avusturya-Macaristan’a ait hacıların konaklama yerini
Almanlar bir okula dönüştürdüğünü gördü. Hubert Salvator’a göre, Katolik bir dünya
gücü olan Avusturya-Macaristan’ın Kudüs ve Filistin’de diğer bütün ülkelerden
farklı ve nüfuzlu bir rol üstlenmesi gerekiyordu. Özellikle İmparator Karl’ın Mayıs
1918 İstanbul ziyaretini Türkler Filistin’i tekrar kurtarmak için kullanabilir,
Kayzer’den garanti isteyebilirler, fakat bizde buna karşı bazı haklar temin edebiliriz.
Mesela Filistin bölgesindeki nüfuzumuzu ve pozisyonumuzu daha da
güçlendirebiliriz. Bu amaçla Avusturya-Macaristan bölgeye daha fazla top
göndermeyi düşünüyordu. Doğu misyonu çerçevesinde 111 askere ve 97 sivil
personele Avusturya madalyası verildi(Bihl 1992: 139).
İki aylık bir geziden sonra 8 Kasım tarihinde grup İstanbul’a dönmüştür ve
10 gün de şehrin görülmeye değer yerlerini gezdikten sonra 17 Kasımda Viyana’ya
hareket etti(Pomiankowiski 1990: 274). Pallavicini, Hubert Salvator’un Doğu
misyonunun İstanbul’a gelmesine başlangıçta iyi bakmamış olmasına rağmen 13
Kasım 1917’de İstanbul’da Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Czernin’e bu
misyonun Türkler tarafından olumlu algılandığını yazdı. Hubert Salvator bütün
Hristiyan grupların liderlerinin kendisiyle görüşmek isteyenleri kabul etti. Türkler
bunun bir misyonerlik faaliyeti olduğunu anlayamadılar Hubert Salvator Suriye ve
Filistin’deki durumu iyi kavradı (Halkın İtilaf Devletlerine karşı sempatisi olduğunu,
Arap aşiretlerinden iş çıkmayacağını, Türklerin İngilizler karşısında askeri açıdan
zayıf olduğunu)(Bihl 1992: 140). Arşidük hareketinden önce, İmparator’a Osmanlı
Devleti’nde bulunan tüm Avusturya-Macaristan birliklerinin durumu hakkında
sevindirici rapor vereceğini söyledi(Pomiankowiski 1990: 274).

Pomiankowiski’nin ifadelerine göre Arşidük yolculuk boyunca olumlu


tepkiler almıştır. Hubert Salvator Avusturya-Macaristan birliklerinin tutum ve
yönetimlerinden çok etkilenmiştir ve izlenimlerini dönüşünde İmparator’a
aktarmıştır. Bu olumlu haberlere rağmen İmparator Karl gezinin başarısından fazla
etkilenmemiştir. Çünkü Musil’in konuşmaları istenilen etkiyi yaratmamıştır.
Ortadoğu’da dinsel-politik alanda propaganda yapılmaktan kaçınılması bir anlamda
bölgedeki başarısızlığın göstergesidir(Jung 1992: 127).

3.8.5. Dannhofer Olayı

Osmanlı Devleti ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında Birinci


Dünya Savaşı süresince dostane ilişkilerin var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 1917
yılının ikinci yarısında İstanbul Sirkeci istasyonunda meydana gelen gelişmeler iki
müttefik arasında diplomatik krize neden olmuştur. Bu olumsuz gelişmenin nasıl
ortaya çıktığına bakacak olursak:

Sirkeci istasyonunda 22 Haziran 1917’de Viyana’ya hareket etmek üzere


tren beklemekteydi. Bu tren aynı zamanda askeriyenin görevleri ve izinleri için de
kullanılıyordu. Osmanlı tarafında tren komiseri Çakır Bey, trenin dolu olması
münasebetiyle her türlü görevli ve izinlinin 24 saat önce kendisine bildirilmesini
talep etmişti. Sirkecideki Alman tren istasyon şefliği Çakır Bey’in bu talimatına
uyduklarını dile getirmiş, ama Avusturya-Macaristan tren işletmelerinin şefi Yüzbaşı
Hoffman Ostenhof buna uymamıştır. Nedeni ise acil durumlarda birini trene
bindirme yetkisini elinden bırakmak istememesidir.

22 Haziran 1917’de W. Dannhofer istasyon şefi olarak Sirkeciye gönderildi.


Görevi Avusturya-Macaristan ordusuna ait yolcuların işlemlerinin yapılmasıydı. Bu
tarihte 4 Avusturya-Macaristan askeri ellerinde Türkler tarafından verilen hareket
kağıtlarıyla istasyonda beklemekteydiler. Trene binmek istediklerinde Türk
görevlileri tarafından engellendiler. Onlar da bunun üzerine Avusturya-Macaristan
tren istasyonluğu makamına Onbaşı Traub’dan yardım istediler. Traub durumu
Dannhofer’a bildirdi. Dannhofer da bu askerlerin trene binmesine izin verdi.
Avusturya-Macaristan askerleri 2/3 oranında boş olan askeri vagona bindiğinde
büyük bir tatsızlık yaşandı. Türkler durumu Çakır Bey’e bildirdiler. Çakır Bey de,
Dannhofer’ın bu konu ile ilgili ifadesini almak istedi. Dannhofer da kendisine Çakır
Bey’in talimatlarını, dikkatlerine uyması yönünde bir emir almadığını ve bu
emirlerin kendisi ve Avusturya-Macaristan askeri şahsiyetlerince geçerli olmadığını
belirtti. Öfkelenen Çakır Bey Dannhofer’a bu şartlarda trenin hareket edemeyeceğini
ve istasyonda tek başına kalacağını bildirdi(Jung 1992: 86). Bunun üzerine
Dannhofer trende oturan Avusturya-Macaristan askerlerine hiçbir şekilde trenden
inmemelerini istedi. Kısa bir süre sonra Çakır Bey Dannhofer’ı problemi çözmek için
bürosuna çağırdı. Ancak çok sert bir dille konuştu. Dannhofer kendisine Fransız
dilinde; kendi pozisyonunu ifade etti ve gerekli talimatlarını gerektiğinde Yüzbaşı
Hoffman Ostenhof veya onun temsilcisine söylemesi gerektiğini ifade ederek Çakır
Bey’in bürosunu terk etti. Yarım saat gecikmeyle Çakır Bey treni hareket ettirdi.
Ancak tren hareket etmeden önce askeri vagonun bir sonraki istasyonda ayrılmasını,
kapılarının kilitlenmesini ve yeni emre kadar kontrol altında tutulması emrini verdi.

Kısa bir süre sonra Çakır Bey, Dannhofer’ı tekrar bir tercümanla ve Türk
subayıyla odasına çağırdı. Dannhofer geldiğinde Çakır Bey odasında değildi. Ancak
Türk subay yanından hiç ayrılmıyordu. İstasyon komutanı Nizami Bey’de
Dannhofer’ı muhatap kabul etmedi. Bunun üzerine Dannhofer tercüman aracılığıyla
bu iki Türk beyefendinin kendisiyle görüşmek istediğinde kendi makamında
görüşebileceklerini söyledi(Jung 1992: 87).

Dannhofer perona geldiğinde 6 Türk Jandarması tarafından tutuklanmak


istenirken Avusturya-Macaristanlı subay tabancasını çekti ve bunun üzerine Türkler
uzaklaştılar. Bu gelişmelere bağlı olarak prestij sorunu Avusturya-Macaristan ve
Türk ordu yönetimlerinde büyük dalgalanmalara neden oldu ve aynı gün iki ülke
arasında sayfalarca telgraflar çekildi.

Avusturya-Macaristan açısından bir Avusturya-Macaristan subayının


topluma açık bir yerde yüzlerce kişinin önünde tutuklanmaya çalışılması kabul edilir
bir davranış olarak görülmüyordu. Dannhofer’ın davranışı incelenecekti ve Türk
tarafının da bu olayı hassasiyetle incelemesi isteniyordu. Dannhofer’ın görevden
alınması da kendi itibarlarını korumak için söz konusu olamıyordu. Türk tarafı da
farklı davranmıyordu. Bir gün sonra Avusturya-Macaristan istasyon görevlisi Traub
yeni bir suni sorunla karşı karşıya bırakılmıştı. Türk askerleri istasyondaki yasağı
Avusturya-Macaristan askerleri için devam ettiriyorlardı. Traub’un birine bahşişle bu
işi daha hızlı ve iyi olur demesi üzerine Türklerin gururu incindiğinden büyük tepki
aldı. Kendisinin görev yerinin değiştirilmesi olayı büyütmedi. Daha zor olan
Dannhofer olayının çözümü idi. Avusturya-Macaristan Çakır Bey’den
Dannhofer’dan resmi bir şekilde özür dilemesini istiyordu. Ancak Çakır Bey bunu
reddetti. İki tarafta diplomatik kanallardan bir çözüm ararken istasyondaki çalışma
ortamını zorlaştırmıştı. Çünkü Çakır Bey, Avusturya-Macaristan’ın tren
istasyonundaki birimine her türlü ilişkiyi yasaklamıştı.

Enver Paşanın Avusturyalılara yazdığı özel bir mektupta kısmi bir başarı
getirdi. Mektubunda sorunun iki tarafın askeri mahkemelerince çözülmesi gerektiğini
ancak Çakır Bey’in özüre zorlanamayacağını ama bu önerisiyle sorun diplomatik
yolla çözülebilirdi(Jung 1992: 88). Zaten daha önce yapılan düzenlemeye göre
Dannhofer üst rütbeli Türk subayına (Çakır Bey) uymak zorundaydı. Avusturya-
Macaristan Dışişleri Bakanlığı’nın bakanları da Enver Paşanın görüşünü
destekliyorlardı. Neticede, Dannhofer Kasım 1917 yılında başka bir bölgeye eğitimci
olarak atanmasıyla bu olay kapanmıştır(Jung 1992: 89).

3.9. Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’nın Osmanlı Devleti’ndeki


Ekonomik ve Kültürel Faaliyetleri

3.9.1. Ekonomik Faaliyetleri

Mevcut ittifak ilişkilerine zarar gelmemek üzere, Osmanlı Devleti ekonomik


sahasında savaş malzemeleri ve borç konusu Avusturya-Macaristan ve Almanya
arasında sürekli çatışmaya, güvensizliklere neden olmuştu. Almanya’nın Osmanlı
Devleti’ni kendi yayılma alanı olarak görmesi ve bu çerçevede Avusturya-
Macaristan’a bir rol biçmesi Avusturya-Macaristan’ın hoşuna gitmiyordu ve
dolayısıyla Almanya ile eşit şartlarda bir rekabet görmüyorlardı.

Avusturya-Macaristan, ekonomi ilişkilerde, Osmanlı Devletindeki Alman


gücünü etkileyecek ve itibarını zedeleyecek durumda değildi. Ama yine de
kendisinin ekonomik alanında bir yeri olsun istiyordu(Pomiankowiski 1990: 49).
Pallavicini ve Pomiankowiski başta ekonomi alanda olmak üzere bir çok alanda eşit
şartlara sahip olmayı ifade eden raporlar yazmışlardı(Bihl 1975: 120). Bu durum
zaman zaman karşılıklı anlaşmaları bozmayacak şekilde sürtüşmelere neden
olmuştur. Pallavicini, Osmanlı Devleti’nin sempatisini kazanmakla hedeflerine daha
hızlı ulaşabileceklerini ifade ediyordu.

Avusturya-Macaristan ile Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde en önemli


rekabet alanı, savaş malzemeleri konusundaydı(Bihl 1975: 120). Avusturya,
Almanya’nın rakibi olarak ortaya çıkmıştı. Avusturya, Alman rekabetine karşı
mücadeleyi sürdürmek zorundaydı1. Türk ordusunun silahlanması için, Avusturya-
Macaristan topları, Obüsleri, 15 cm’lik ağır Obüs-topları, makineli tüfekler vb.

1
Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı Harbiye Nezareti Skoda fabrikasına 192 adet 7,5 cm.lik
Dağ topu, 296 adet 10,5 cm.lik Dağ Obüsü ve 36 tane 15 cm.lik Obüs bataryası ısmarladı.
Pomiankowiski bu siparişlerle Almanlarla olan rekabette büyük bir başarı elde ettiklerini
düşünüyordu(Bihl 1975: 132).
gönderilmişti. Avusturya fabrikalarına da çok sayıda otomobil ve kamyon siparişi
verilmişti. Osmanlı topraklarında madencilik, inşaat, petrol, elektronik alanlarda
Avusturya-Macaristan mühendis ve teknisyenlerinin kullanılması, gerçekten
Avusturya’nın menfaati açısından Almanya’ya karşı yönetilen bir faaliyet olarak
nitelendirilebilirdi(Pomiankowiski 1990: 269-270).

Avusturya-Macaristan 1915’te Osmanlı Devleti’ni cephane, mühimmat,


savaş araç gereçleri, eğitim birlikleri ve cephe birlikleri ile aktif olarak desteklerken
aynı yıl Türk topraklarındaki yer altı kaynakları ve diğer kaynakları kullanarak bu
gönderilen ve verilen desteğin karşılığını almak istemiştir. Bu tarz programları
koordine etmek ve yürütmek için Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı daha
1915’te Avusturya-Macaristan Askeri Ataşeliğinde ekonomik temsilciliği açtı. Yer
altı zenginlikleri bulmak ve işletmek üzere uygun insanları görevlendirdi. Var olan
zengin yer altı kaynaklarının elde edilmesine ve değerlendirilmesine özel bir önem
verildi. Var olan ürünler (hammaddeler) alındı ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi
artırıldı. General İsmail Hakkı Paşanın isteği üzerine temsilcilikte ikinci bir grup
oluşturuldu. Bu grubun uzmanları Türklere kendi kaynaklarını kullanmada yardımcı
olacaktı. Bunlar ağırlıklı olarak elektro-teknik, kömür işletmeleri, kömür üretimi ve
tarım olmuştur. Ekonomi temsilciliğine zamanla üçüncü bir grup eklendi. Bu grup
Osmanlının ekonomik merkezlerinde direk olarak etkin olacaktı. Ana görevi; su
üretimini artırmak, alt ve üst yapı çalışmaları yapmak, demiryolu inşaatları, teleferik
inşaatları ve elektrik santrallerinin kurulmasıydı. Uzmanların çoğu savaş hizmetleri,
savunma alanında geri hizmet subayları olduğundan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun askeri yetkilisinin emrinde çalışıyorlardı.

1917’nin ikinci yarısında ekonomi temsilciliğinin çalışmaları o kadar


genişlemişti ki hem İstanbul hem Viyana’da organizasyon açısından tedbirler
alınması gerekiyordu. Viyana’daki Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı özel bir
Ortadoğu bölümü oluşturdu. Bu bölümün görevi; Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve
Osmanlı Devletinden getirilen hammaddelerin dağıtımını, taşınmasını ve güvenliğini
sağlamaktı. Diğer taraftan, Bulgaristan’a ve Osmanlı Devletine yapılan ihracatlardaki
alacakların, hammadde olarak tahsil edilmesini sağlamaktı(Jung 1992: 128).
Ekonomi açıdan amaca dönük işlerin görülmesi için 1917’nin başlarında
Macar Krallığı temsilcisi üsteğmen Dr. Paul Forkas, Pomiankowiski’nin emrine
verildi. Fakat bu yalnız bırakılmış faal kimselerin çalışmalarını kontrol edebilmek
için, bunlar Ağustos ayında bir araya getirilerek başlarına Avusturya-Macaristan
konsolosu ve ihtiyat Yarbay Adolf Ritter von Zambauer tayin edildi. Askeri
yetkililerin emrine verildi(Pomiankowiski 1990: 286). Bu birim tüm uzmanların
yönetimini ve kontrolünü birleştirmiş görevini - 1918 yılında ayrılan bir grup hariç -
savaş sonuna kadar devam ettirmiştir.

Bu organizasyon değişikliği artan teknik faaliyetlerden dolayı 1918’in ilk


aylarında gerçekleşmiştir. 1918’de ekonomik temsilcilerden teknisyenleri ayırdı ve
onlardan Avusturya-Macaristan askeri yetkililiğine bağlı teknik grup oluşturdu ve
savaş sonuna kadar özerk olarak çalışmalarına devam etti.

Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’nın ekonomi temsilciliği beş


birimden oluşmaktaydı. Adına “hammadde grubu” denilen birinci grup üretim ve
değerlendirmeyle uğraşmaktaydı. İkinci gruba “maden grubu” denildi. Bu grup
kömür, kurşun, bakarit ve mangan alanlarının bulunması ve üretilmesiyle
ilgileniyordu ve bu amaca yönelik örneklerin kimyasal analizlerini yapabilen bir
laboratuarı vardı. Üçüncü birim olarak “teknik grup”1 vardı. Bu grup Şubat 1917

1
1917 yılı sonuna doğru Avusturya-Macaristan teknik personeli ile birlikte çalışan Türklerin sayısı,
özel bir kumanda altında idare edilmeyi gerekli kılmıştı. Bu amaçla Pomiankowiski 1918 Ocak ayında
teknik birlikleri için kurmay bir subayın görevlendirilmesini teklif etti. Bu subay, münferit branştaki
birliklerin çalışmalarını denetleyebilecek, münferit subaylar ile mühendislere gerekli sicilleri
verebilecekti. Ayrıca Osmanlı Hükümetinin Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı ve Avusturya ya
da Macar firmalarına olan istek veya siparişlerine da aracı olabilecekti. Bu talebe dayanarak AOK,
1918 yılı başında Yarbay Johann Ritter von Gawin-Niesiolovski’yi Avusturya-Macaristan askeri
murahhasın teknik birliği başkanı olarak İstanbul’a gönderdi(Pomiankowiski 1990: 360).

Teşkil edilen Teknik Birlik şu kısımları içeriyordu:

1. Maltepe’deki Osmanlı makine-teknik eğitim bölüğünün talimgah ekibi. Görevi, hizmet


ve bakıma elverişli Türk askerlerinin yetiştirilmesi ve çeşitli müteharrik makine parçalarının tamiri
idi. Bunlar elektrik takımı, taş ocaklarını delme takımları-makinaları, sondaj takımları, filitre tesisatı,
vantilatör gibi savaşta çok kullanılan şeylerdi. Kumandanı ise, mühendis üsteğmen Hocstein idi.
2. Türk Harbiye Nezareti Emrindeki Teknik Personel

a) Su İşleri Mühendisliği

İstanbul civarında 1917 ve 1918 yaz aylarında bir kısım suların temizlenip ölçümünü yapan
ve ayrıca Kızılırmak’ın yaklaşık 120 km.lik bir bölümünün detaylı olarak krokisini çıkaran
Avusturya-Macaristan’a ait ikişer fotogrametri takımı görevlendirildi. Komutanı inşaat başmühendisi
Born idi.

b) Makine Mühendisliği

Bu kısım, Haydarpaşa’da elektrik santrali kurdu. Defterdar’daki devlete ait kumaş


fabrikasının müteharrik demir aksamı ile Kemerburgaz’a kömür naklini sağlayan demiryolunu yaptı.
Komutanı mühendis Yüzbaşı Linder idi.

c) Maden Mühendisliği

Bu teşkilat, kömür ocaklarının üretiminin artırılması amacıyla kuruldu. Komutanı mühendis


Veith idi.

3. Milli Banka İçin Türk Maliye Nezareti Emrine Verilen Uzmanlar

a) İnşaat Mühendisliği

Belediyeye ait zemin üstü inşaat projelerinin ıslahı ve tanzimi, İzmir şehrinin
düzenlenmesi, İstanbul’daki mezbaha, liman inşaası, yangın yerlerinin temizlenmesi ve yeniden
inşaası gibi işlerin yapılması için kuruldu. Komutanı mühendis Üsteğmen Frankl idi.

b) Yol Mühendisliği

Son derece ormanlık bir bölgenin yolunu açmak amacıyla Anadolu’da İnebolu-Kastamonu
arasındaki dar hatlı demiryolunun proje ve güzergahı için kuruldu. Komutanı mühendis Üsteğmen
Marek idi.

c) Jeolojik Mühendisliği

İzmit Körfezi’nde Jeolojik araştırmaları için Jeolog Dr. mühendis Üsteğmen Sander
görevlendirilmişti(Pomiankowiski 1990: 361).

Bu üç kısmın dışında teknik çalışmalarla ilgili olarak Üsteğmen Ronda komutasında bir
foto merkezi, Dr. Teğmen Raab komutasında bir biyoloji istasyonu ile mühendis Üsteğmen Riedmann
komutasında teknik malzemenin ikmali merkezi açılmıştı.

Doğu Ürdün’de bulunan Osmanlı 8’inci Kolordusu için teknik birliklerin kumandanları
Yüzbaşı Öhlschlaeger ile mühendis Teğmen Fluss, 1918 yılı sonbaharında İstanbul’a gelmişlerdi.
Fakat bunlar Suriye cephesinin çökmesi neticesinde görevlendirildikleri yerlere (Ürdün’e)
gidemediler.
yılından itibaren çalışmalarına başladı. Bu gruba zamanla bir makine mühendisi,
elektro tekniker ve baraj uzmanı katılmıştır. Bu grubun çalışmaları o kadar genişledi
ki 1917 yılının yazında bunlara destek olmak için Osmanlı Devleti’ne göndermek
zorunda kalındı. Dördüncü gruba “genel grup” denilebilir. Bu grup maden ve
hammadde dışındaki ticaret ve ekonomi işlerinden sorumluydu. Beşinci grup ise
“tarım ve ormancılık” işleriyle uğraşan gruptur.

Teknik grubun 1918 Şubatında ayrılmasından sonra yerine 5. Grup olarak


“yayın grubu” geldi. Osmanlı topraklarında çıkan gazetelerle ilgilenen ve diğer
birimlerin iletişimini sağlıyordu. Ama gerçekte, bu grubun etki alanı başlangıçta
konulan durumun dışına çıkmış, ve savaşın son döneminde politik havayı yansıtan,
Osmanlı Devleti’nde oluşan akım ve düşünceleri yansıtan bir olgu haline gelmiştir.
Teknisyen grubunun oluşmasında yeni kurulan Milli Osmanlı Kredi Bankası (Crédit
National Ottoman) etkin olmuştur(Jung 1992: 129).

Milli Osmanlı Kredi Bankası, Maliye Bakanlığı aracılığıyla


Pomiankowiski’den 1917’nin Aralığında Osmanlı Devleti’ne 8 mühendis subayın
gönderilmesini talep etmiş ve bu talep karşılanmıştır. Osmanlı Harbiye Nezareti de
1918’de taş delme makinaları, havalandırma, pompalama ve elektrik işlerinin
desteklenmesi için teknik yardım talebinde bulunmuştur. Avusturya-Macaristan
Savaş Bakanlığı’nın 8. Dairesi tüm Türkler tarafından sözü edilen alanlarda
öğretmen ve eğitici yetiştirmek üzere makine teknisyenliği öğretim birliğini
oluşturmuştur. Albay mühendis Rudolf Hochstein yönetiminde ekip Mart 1918’de
İstanbul’a gelmiş ve Nisan ayında eğitimine başlamıştır(Jung 1992: 130).

Mondros Ateşkes Mütarekesi, teknik birliğin çalışmalarına beklenmedik bir anda son verdi.
Bu teknik birlik, kısmen Avusturya-Macaristan sanayiinin, ekonomik gücünü Yakın Doğuya
taşıyacaktı. Bütün bunlara rağmen, savaştan sonra bu teknik birlikleri oluşturan bir kısım teknik
elemanlar, savaş esnasında kurulmuş ilişkiler ve kazanılan dostluklarla Türkiye’nin yeniden
inşaasında kendilerine çalışma alanları bulabileceklerdi(Pomiankowiski 1990: 362).
Baron Gröd firması1 1917 sonlarında Kastamonu’da ormanları işletme
hakkını aldı. Kızılırmak projesi2 1917’de devam etti. 1917’de Ereğli-Adapazarı arası
kömür nakli için demiryolu projesi de devam etti. Pallavicini 18 Mart 1918’de
Dışişleri Bakanı Czernin’e yazdığı raporda; Dr. Ogur Legand3 ve Macar Tekeli
Jöntürklerin desteğini alarak Karadeniz kıyılarına seyahat edip oralarda tarımda ve
yer altı kaynaklarının kullanımı konusunda fizibilite çalışmalarında bulundular.
Pallaviciniye göre; Kastamonu vilayeti sınırları içindeki tarım alanları, ormanlar ve
yer altı zenginlikleri açısından inanılmaz imkanlar sunuyordu. Kuzey Anadolu
vilayetleri Avusturya-Macaristan’ın bir kısım ihtiyaçlarını 10 yıllarca
karşılayabilecek imkanlara sahip olduğundan buralarda bir Avusturya-Macaristan
nüfuz alanı yaratılabilirdi. Esasen Güney Anadolu kıyı şeridi, İzmir ve Marmara
bölgesi Alman İmparatorluğu, İngiliz ve Fransızların ilgi alanına girdiği için Kuzey
Anadolu’ya daha fazla önem verildi(Bihl 1992: 133).

1918’de Osmanlı Devleti’nde ekonomik anlamda büyük sıkıntılar söz


konusuydu, pahalılık hat safhadaydı, kıtlık baş göstermişti. İstanbul’da yakacak odun
ve kömür bulmak mümkün değildi. Şehir içinde ve civarında kullanılabilecek bütün
ağaçlar kesilmişti. Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğinin bulunduğu Yeniköy’deki

1
Avusturya’nın en büyük kereste firması Baron Grödl, Kuzey Anadolu’daki (Kastamonu) ormanlara
dikkat çekerek bu ormanların işletilmesi için ruhsat isteğiyle memurlarından birisini İstanbul’a
göndermişti. Memur, araştırmalarda bulunma hakkını aldı. Yetkili kimselere alan keşfi yaptırdı,
projeler hazırlandı ve 1917 yılı sonunda da Osmanlı Hükümetinden, Grödl firması adına Kastamonu
ilindeki ormanların işletilmesine dair ruhsat aldı(Pomiankowiski 1990: 287).
2
Osmanlı hükümeti uzun zamandan beri Kızılırmak’ın temizlenip düzene sokulmasını ve üzerinde
seferler yapılmasını ve yarımadanın ta iç kısımlarına kadar sokulduğu için küçük tonajlı gemilerle
buralardaki ürünlerin nakli bakımından önem taşıyordu. Bundan en çok Avusturya-Macaristan ticareti
yarar sağlamıştı. Çünkü mallar önce Kızılırmak’ın ağzından Karadeniz’e ve oradan da Tuna yolu ile
kolayca Avusturya’ya ulaşıyordu. Avusturya-Macaristan tarafından ırmağın gemi seferlerine elverişli
hale getirilmesi amacıyla 1917 yılı başlarında Krakau’daki su işleri genel müdürlüğünden inşaat baş
mühendisi Born birkaç mühendis ile İstanbul’a gönderildi. Heyetin yaptığı keşif pek ümit verici
değildi. Baş mühendis Born, nehrin meyilini o kadar fazla bulmuştu ki, seferin ancak çok küçük
gemilerle yapılması mümkündü(Pomiankowiski 1990: 287).
3
Avusturya-Macaristan Savunma Bakanlığı Doğu masası yetkilisi
ağaçlar tamamiyle kesilmişti. Böylece yazın şiddetli güneşine karşı insanı koruyan
ağaçların gölgesinden mahrum kalınmıştı.

Brest Litowsk Barışı sonucunda Ereğli kömür ocaklarının tekrar işletmeye


açılmasına rağmen kömür pahalıya mal oluyordu. Bu pahalılığın nedeni, maden
ocaklarının Rus donanması tarafından sık sık topa tutulmasıyla çok hasar görmesiydi.
Ayrıca buna işçilerin eksik bilgileri ve nakliye gemilerinin kifayetsizliğini de
eklemek gerekirdi. Çünkü savaş sırasında Türk Ticaret filosuna bağlı gemilerin
hemen hemen hepsi devre dışı bırakılmıştı. İşçi bulmak için General İsmail Hakkı
Paşa, 1918 yazında Pomiankowiski’den, Viyana’daki Savaş Bakanlığı tarafından
gönderilmesi vaadedilen 300 işçinin getirtilmesini istedi. Fakat savaşta Avusturya-
Macaristan’ın yenik düşmesi nedeniyle bu vaad yerine getirilemedi(Pomiankowiski
1990: 363).

Askeri Ataşenin ekonomik birliği ile teknik birliğinin oluşumunda bir


değişiklik oldu. Bu organlar ham madde alımı ve konsessiyon ile meşgul oluyorlardı.
Ekonomik birliğinin temsilcisi Yarbay Zambauer, yazın hastalandığı için
Avusturya’ya dönmek zorunda kaldı. Ağustos ayında yerine Yüzbaşı Erich von
Heller tayin edildi.

1917’de Yıldırım Harekatı ve Filistin savaşları için gerekli sevkiyatın


Anadolu ve Suriye’deki mevcut demiryollarıyla yapılması, bu sektördeki talebi
artırmıştır. Ancak demiryolları, bu artan talebi karşılayabilecek kapasitede değildi.
Ayrıca hükümet, sayıca az ve üstelik yeterli bilgiye sahip olmayan personeli bu işte
çalıştırıyordu. Sonuçta bu işte çalıştırılacak eleman temini yoluna gidildi. Bu amaçla
Budapeşte’deki Ulaştırma Bakanlığı demiryollarında görevli bir kısım personelin
Osmanlı Devleti’nde kullanılması konusunda teklif yapıldı. Bu konuda oldukça çok
aday başvurdu. İçlerinden 1918 yılı içinde çok sayıda memur alınarak Anadolu ve
Suriye’de bulunan bazı istasyonlara şef tayin edildi.

Fakat bundan kısa bir süre sonra bütün Macarları kontratlarını feshettiler.
Alışık olmadıkları hayat şartları, bekledikleri ücreti bulamamaları bu kararı
almalarında etkili oldu. 1 Haziran günü İstanbul’da yaklaşık altı bin evin yanarak kül
olduğu ve elli binden fazla insanın evsiz kaldığı büyük bir yangın oldu. Bunların
hepsi yatacak yer bulamadığı için, hükümet baraka şeklinde evler yapmaya karar
verdi. Bu evlerin yapımında Viyana’dan görevlendirilen mühendisler aynı zamanda
İstanbul’daki askeri ataşenin teknik kısmını oluşturdu(Pomiankowiski 1990: 363).

3.9.2. Kültürel Faaliyetler

Birinci Dünya Savaşı, o zamana kadar görülmüş en büyük ve en felaketli


savaştı. Bu savaşın getirdiği en önemli unsur, yeniçağdan itibaren gelişen strateji ve
teknoloji sayesinde mümkün olan ve geniş kitleye karşı yürütülen siyasi savaş
propagandasıdır. Bu savaş, aynı zamanda psikolojik saldırıların uygulandığı bir
savaştı. Propaganda mühim bir gelişme kaydetmiş, bir sisteme oturtulmuş ve
kusursuz bir yöntem olmuştu

Osmanlı Devleti ile Avusturya-Macaristan arasındaki kader birliği, zengin


haber ve propaganda malzemelerine de yansıdı. Bu malzemelerin başlıcaları, film,
kitap, dergi, gazete, broşür, afiş, seramik, porselen, pul, el ilanları, kibrit kutuları,
sikkeler, madalyalar, içki takımları ve kartpostaldı. İşte bütün bunlar, Osmanlı-
Avusturya ilişkilerini olumlu yönden etkiledi(www.otw.co.at).

Ekonomi faaliyetlerden bağımsız olarak Avusturya-Macaristan Savaş


Bakanlığı Osmanlı Devleti’nde politik ve kültürel propaganda da yapmıştır. Her
şeyden önce İstanbul’da ve Osmanlı Devleti’nin öteki büyük şehirlerinde haber
merkezleri kuruldu. Bu merkezlerde, Avusturya-Macaristan’ın batı cephelerindeki
başarılarını bildirmek amacıyla Türkçe, Almanca ve Fransızca yayınlar yapılarak
Türk halkını etkilemeye çalışmıştı(Jung 1992: 131). Tiyatro salonlarında Avusturya-
Macaristan kültürüyle ilgili resimler sergileniyordu. Ayrıca Avusturya-Macaristan’a
ait savaş resimleri de yayınlanıyordu(Bihl 1975: 124). Bu merkezlerde resimli
broşürler ve mecmualar da bedava dağıtılıyordu. Bunlar özellikle Türk halkının
sevdiği şeylerdi. Büyük şehirlerdeki sinemalarda filmler arasına Avusturya-
Macaristan’a ait çeşitli savaş alanlarından sahneler, askerlerinin görüntülerini
gösteriyorlardı, Viyana’dan veya Budapeşte’den resimler ve bu şehirleri tanıtan
filmler parasız olarak gösteriliyordu(Pomiankowiski 1990: 290; Bihl 1975: 124).
Türk cephelerine bazı generallerin ve devlet adamları ile öteki önemli
kişilerin portrelerini, Türklerin savaş sahnelerini, manzara ve şehir resimleri yapan
ressam ve oymacılar gönderildi. Bu suretle 1915-1916 yıllarında tanınmış Viyanalı
Prof. ve Akademik Ressam Wilhelm Victor Krauss Türkiye’ye birçok kez gelmiş ve
bu münasebetle manzara ve savaş resimleri yapmış, Türk heyetinin önemli kişilerinin
de portrelerini çizmiştir(Jung 1992: 131). Viyana’ya döndükten sonra çalışmalarını
katalog halinde “I. Dünya Savaşında Türkiye’den Tablolar ve Krokiler” adlı bir eser
meydana getirmişti. İstanbul’un bütün önemli kişilerinin resimlerini, Çanakkale
Boğazından manzara resimlerini içeren bu eser, Avusturya-Macaristan Savaş
Bakanlığı’nın savaş kayıt bürosu tarafından elde edilen önemli röprodüksiyonlarla
birlikte bastırıldı ve Avusturya-Macaristan kamuoyuna sunuldu(Pomiankowiski
1990: 290).

Viyana’nın Opera tiyatrosu da 1916-1918 yıllarında İstanbul’da haftada üç


defa temsil verdi. Her oyunu ile hep satılık evleri konu eden bir Operet topluluğu idi.
Biletleri yok satıyordu. Kadınlar ve erkekler birlikte gidemediklerinden öğleden
sonraları da kadınlar ve çocuklar için özel matineler düzenleniyordu(Bihl 1975-I:
124). Opera müziğini, Avusturya-Macaristan piyade alayının orkestrası yapıyordu.
Bu orkestra tiyatro müziğinin dışında, açık yerlerde, bahçelerde de müzik icra
ediyordu ve İstanbul halkının beğenisini kazanıyordu(Pomiankowiski 1990: 290).
Pallavicini; Osmanlı kamuoyunu etkileme konusunda hiçbir şeyin tiyatro kadar etkili
olamadığını ifade etmiştir(Bihl 1992: 134).

Kültürel propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi için Pomiankowiski'’in


emrine bir propaganda subayı verilmiştir. Bu kişinin aynı zamanda Osmanlı resmi
dairesiyle iletişimi sağlama görevi de bulunmaktaydı. Propaganda subayı Scherker’in
organize ettiği en eğlenceli propaganda faaliyetlerinden biri Viyana’daki bayan
konfeksiyon mağazalarının 1917 Nisanında İstanbul’da Pera Palas Otelindeki moda
defilesiydi(Jung 1992: 132; Bihl 1975: 124).

Bu defile, kadın dünyasının güzel ve zevkli tuvaletlerinin sadece Paris’ten


değil aynı zamanda Viyana’dan da alınabileceğini sergiliyordu. İçinde Alman
sanatkarlarının konser verdiği defile, İstanbul için emsalsiz sosyal bir olayı
yansıtıyordu(Pomiankowiski 1990: 290-291).

Savaşa kadar sadece Paris hayranı olan İstanbul sosyetesine 1916, 1917 ve
1918 yıllarında propaganda ile Viyana sanat eserleri ve sanayisi tanıtıldı. Viyana
sanat eserlerinin birçok yönlerden Paris’tekilerle pekala rekabet edebilecek durumda
olduğu İstanbullulara gösterilmişti. Viyana’nın Paris’ten daha yakın olduğu da telkin
edilmişti(Pomiankowiski 1990: 291).

Pallavicini’nin raporuna göre; Osmanlı Devleti’nde etkili olmanın bir yolu


da basındır. 1908’den beri Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğinin çeşitli iletişim
araçlarına özellikle gazetelere belli oranlarda yardımlarda bulunarak taraflı yazılarla
Osmanlı kamuoyunu kendi tarafına çekmek ve sempatisini kazanmak amaçlanmıştır.
Rus Orangebuch kitabında yer alan Osmanlı gazetelerine yapılan parasal yardımlar1
belirtilmiş olmasına rağmen bu Wangenheim tarafından yalanlanmıştır. Ancak
Tasvir-i Efkar, Servet-i Fünun, Tanin, İkdam, Vakit, Sabah gazetelerine Avusturya-
Macaristan’ın kağıt gönderdiği belgelerle ispatlanabilir(Bihl 1975: 123-124).
Avusturya-Macaristan iç basında da Osmanlı sempatisini yaymaya çalışmış ve bazı
Osmanlı gazetelerinden alınan bazı yazıları kendi ülkesinde önemli gazetelerde
yayınlama yoluna gitti(Bihl 1975: 134).

Avusturya-Macaristan Osmanlıların sempatisini kazanma adına kendi


sınırları içerisinde de bazı projeler gerçekleştirme yoluna gitmişti. Örneğin
Viyana’da Belediye Başkanı Luger’in tahsis ettiği arazi üzerine bir cami inşaatı
projesi başlamış, hatta İmparator Franz Joseph 25.000 altın bağışta bulunmuştu
ancak bu projenin hayata geçirilmesi1979’u buldu. Ayrıca Budapeşete’de de savaş
sonrası için bir Gülbaba2 Camiinin kurulması planlanmıştı(Bihl 1992: 135).

1
İkdam, Sabah, Tanin, Tasvir-i Efkar ve Tercüman’a toplam 4000 ltq. verilmiştir. (İkdam 1000,
Sabah 1000, Tanin 1000, Tasvir-i Efkar 500, Tercüman 500)(Bihl 1975: 124).
2
Gülbaba; XV. yüzyıl sonlarıyla XVI. yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşî dervişidir. Evliya
Çelebi'nin babasından naklen yazdığına göre Merzifonludur ve Fatih döneminden Kanunî döneminde
Budin (Buda)in fethi sırasında şehit düştüğü 1541 tarihine kadar birçok savaşa katılmıştı. Şeyhülislâm
Ebussuud Efendi'nin 2 Eylül 1541 tarihinde cenaze namazını kıldırdığı ve bu namazda Kanuni Sultan
Süleyman'ın bulunduğu bilgileri de Evliya Çelebi'den alınmadır. Evliya Çelebi, elinde büyük bir
Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı topraklarında kültürel alanlardaki
propagandaları, Almanlar tarafından kendi menfaatlerine göre zararlı faaliyetler
olarak görülüyor ve bu düşünceyle mücadele ediliyordu. Pek çok Almanın, Osmanlı
Devleti’ni yalnız kendi yayılma alanı olarak gördüğü ve Avusturya’ya serbest
rekabet hakkını tanımak niyetinde olmadığı söylenebilirdi.

3.10. İmparator Karl’ın ve İmparatoriçe Zita’nın İstanbul Ziyaretleri

21 Kasım 1916’da Avusturya-Macaristan İmparator’u Franz-Joseph 68


yıllık saltanattan sonra 86 yaşında ölmüştü. Yerine yeğeni Karl geçmişti. 1917 Aralık
ayı sonunda İmparator Karl ile İmparatoriçe Zita’nın 18 Ocak 1918’de Sultanı
ziyaret etmek için İstanbul’a geleceği, Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğine resmen
bildirildi. Fakat ziyaret ertelenerek ziyaretin Mart ya da Nisan ayında olabileceği
bildirildi. İmparator ile eşinin Sofya’da Bulgar Kralı Ferdinand’a yapacağı ziyaretin
herhalde İstanbul seyahatiyle ilgisi vardı.

Önemli meseleler, İmparatoru Viyana’da alıkoydu ve seyahatin bir süre


ertelenmesine yol açtı. Bunlar, başta Brest-Litowsk Barış görüşmeleriyle ilgili
Avusturya’nın menfaati açısından çözümlenmesi gereken güç
problemlerdi(Pomiankowiski 1990: 306).

1917 Nisanında Arşidüşes Maria Theresa, Kontes Bardi ve 3 subay ile


İstanbul’a geldi. Bayanlar bir hafta kaldılar. Tüm hastaneleri, birliklerin kaldıkları
yerleri, asker yurdunu ve İstanbul’un görülmeye değer çevrelerini
gezdiler(Pomiankowiski 1990: 310).

kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, külahında daima bir gül taşımasının
sebep olduğunu da belirtmiştir.

Budapeşte’de bulunan türbesi, 1543-48 yılları arasında Budin Beylerbeyi Yahya Paşazâde
tarafından yaptırılmıştı. Bu türbe Török (Türk) Caddesi yukarısında, şimdiki Gülbaba türbesinin
bulunduğıı Gültepesi’nin doğu yamacındaydı. 60 dervişi barındıracak kapasite de olan bu tekkenin
kalıntıları 19 y.y. sonundaki yapım sırasında ortadan kalkmıştır.
Türbe, tekkenin yanında yer alır. Kanunî çağının mimarî özelliklerine uygun olarak yapılan
türbe sekiz köşelidir. 1690 yılında türbe küçük bir Şapel’e (kiliseye) çevrildi ve yıkılmaktan kurtuldu.
Fakat bu arada orada Türklere ait eşyalar yok edildi. 1885’te İstanbul’un başvurusu ile yeniden türbe
haline getirildi. 1945-46 Sovyet istilası sırasında büyük hasara uğradı(www.macaristan.org;
www.discoverturkey.com).
Mayıs başında İmparator’un İstanbul’u ziyaretiyle ilgili olarak tertibat
alındı. İmparator ile eşi 19 Mayıs öğleden önce saat 11’de İstanbul’a gelecek ve 21
Mayıs akşamı geri döneceklerdi. İmparator ile eşini karşılamak üzere Büyükelçi
Pallavicini ve Askeri Ataşe Pomiankowiski 18 Mayıs akşamı Çerkezköy’e hareket
ettiler(Arı 1997: 352; Pomiankowiski 1990: 311).

İmparator ile eşi, kalabalık bir maiyetiyle geldi. Çerkezköy İstasyonunda bir
kıta askeri merasim eşliğinde, mızıka Avusturya-Macaristan marşını söyledi(BOA
Kütüphanesi: 1). Maiyetinde iki başyaveri, tüm general Prens Lobkowtz ve Baron
Zeidler, şeref konuğu olarak Prenses Schwarzenberg ile Battyanyi, Orgeneral Baron
Dankl, Prens Thun ve Esterhazy, Kont Berctold, Binbaşı Kont Hunyady, Dışişleri
Bakanı Baron Burian, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Baron Arcz ve yüksek rütbeli
subaylar bulunuyordu(Pomiankowiski 1990: 312).

İlk karşılama, Küçük çekmece İstasyonunda oldu. Orada İmparator ile


eşinin maiyetine verilen Türk karşılama heyeti takdim edildi. Bu heyette bulunan
Mareşal Ahmet İzzet Paşa ile bir albay İmparatorla; eski dışişleri bakanı Rıfat ve
Diplomat Osman Nizami Paşa da İmparatoriçeyle meşgul olacaktı.

Sultan, veliaht, sarayın bütün şehzadeleri, kordiplomatik çevreler, vezirler


ile birlikte Sadrazam ve İstanbul’da bulunan bütün Avusturya-Macaristan subayları,
İmparator ile eşini zengin dekore edilen İstanbul garında bekliyordu(Pomiankowiski
1990: 312). İmparator Karl ve İmparatoriçe Zita’nın bindikleri tren 19 Mayıs 1918
Pazar günü öğleden sonra saat dördü yirmi geçe Sirkeci İstasyonuna ulaştı(BOA
Kütüphanesi: 1).

Karşılama töreninden sonra Sultan ve maiyetindekilerin karşılıklı takdimi


yapıldıktan sonra sıra şeref kıtasının teftişine gelmişti. Bundan sonra şehzadelerin,
diplomatik heyetin, hükümetin ve Avusturya-Macaristan subaylarının takdimi
yapıldı(Pomiankowiski 1990: 312). Takdim merasiminin sonucunda Padişah,
İmparator ve İmparatoriçe ile veliaht ve bunların karşısında da Rıfat Paşa ile birlikte
dörder atlı saltanat arabalarına binerek Merasim Köşkü’ne doğru hareket emri
verildi. Arabalara binilmesi emrinin verilmesinden sonra durulacak yerlerde top
atışlarıyla selam durulacaktı(BOA Kütüphanesi: 2-3). Ayrıca 23 atlı saray muhafızı
ve yüzlerce özel araba ve otomobiller korteji izliyordu. İmparator ile eşi, merasim
alanında hazır bulunanların üzerinde çok olumlu etki bırakmıştı. Mükemmel bir
şekilde süslenmiş ve binlerce kişinin doldurduğu şehrin sokaklarından geçiş gerçek
bir zafer alayını andırıyordu. Toplanan binlerce insanın coşku ve heyecanı sonsuzdu.
Türk halkının İmparator ile eşine gösterdiği tezahürat dikkat çekiciydi.

İmparator ve eşi, İstanbul’a gelen bütün prensler gibi, Merasim Köşkü’ne


ulaştıklarında Piyade taburundan bir bölük resmi selama durmuştu. Bu arada saray
mızıkası Avusturya-Macaristan marşını söyledi. Merasim dairesinde salonda bir süre
dinlendikten sonra 19 Mayıs günü öğleden sonra saat altı buçukta İmparator ve
İmparatoriçe, padişahı, şehzade Abdülmecid ziyaret etti. Yabancı devletlerin
temsilcilerini ve Osmanlı Devletindeki yüksek dereceli devlet adamlarını kabul etti
ve saat sekizde otomobillerle geldikleri Dolmabahçe Sarayında piyade taburundan
bir bölük resmi selam durdu(BOA Kütüphanesi: 3-4). Padişah sadece Avusturya-
Macar ve Türklerden yaklaşık 24 kişinin katıldığı bir ziyafet verdi(Pomiankowiski
1990: 313). Ziyafet esnasında mızıka-ı hümayun orkestrası çalıyordu. Akşam
ziyafetinden sonra İmparator ve İmparatoriçe Dolmabahçe Sarayından Merasim
Köşküne dönüşlerinde geldikleri şekilde uğurlanmışlardı(BOA Kütüphanesi: 3-4).

20 Mayıs Pazartesi günü saat dokuz sıralarında İmparator Karl ile


İmparatoriçe Zita Beyoğlunda Avusturya-Macaristan Kilisesi Santa Maria’da
yapılacak bir ayinde hazır bulundu ve daha sonra Topkapı Sarayı’nı ziyaret etti(BOA
Kütüphanesi: 4). Öğleden sonra Padişah, İmparatora iadei ziyarette bulunarak ona
bu vesileyle Türk Mareşal üniformasını takdim etti(Pomiankowiski 1990: 313).

İmparator saat üç buçuk da Malta Kasrında veliahd hazretlerine ve daha


sonra Çadır Köşkünde şehzade Abdülmecid Efendi’yi iadei ziyarette bulundu. Saat
dört buçuk da Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğine resmi ziyarette bulundu(BOA
Kütüphanesi: 5). İmparatoriçe Zita ise öğleden sonra saat üç buçuk da Çit Kasrında
Sultanın yakınlarını kabul etti(BOA Kütüphanesi: 6).
İmparator ve İmparatoriçe dört atlı saltanat arabasına binerek
mahiyetindekilerle beraber saat yedi buçukta Merasim Köşkü’nden Dolmabahçe
Sarayına doğru yola çıktılar. Kapıda yine bir bölük resmi selama durmuş, mızıka-i
hümayun orkestrası Avusturya-Macaristan marşını söylemişti. Padişah yine
İmparator ve İmparatoriçeye üst katta özel daireyi hazırlatmıştı. İmparator burada
yabancı devletlerin temsilcilerini kabul etmişti. Daha sonra ziyafet salonuna gelerek
yemeklerini yediler. Büyük ziyafetten sonra İmparator ve İmparatoriçe Merasim
Köşküne döndüler(BOA Kütüphanesi: 5-6).

21 Mayıs Salı günü sabah saat sekiz buçukta Taksim’de Avusturya-


Macaristan birlikleri, İmparator ve İmparatoriçenin önünde resmi geçitte
bulundu(BOA Kütüphanesi: 6). Etrafını büyük bir kalabalık sarmıştı. Halkanın iç
kısmında İmparatorun gelmesini bekleyen diplomatik camianın üyeleri toplanmıştı.
İmparator Karl, biraz sonra göründü. Bütün subay, astsubay ve erlere hitap ederek,
memnuniyetini bildirdi. Pomiankowiski’ye de sonuç olarak birlikleri çok iyi
bulduğunu ve çoktan beri böylesine disiplinli bir birlik görmediğini ifade
etti(Pomiankowiski 1990: 313). Buradan camii şerifeyi ve Topkapı müzesini ziyaret
ettikten sonra Merasim Köşkü’nde öğle yemeklerini yediler(BOA Kütüphanesi: 6).

İmparatoriçe Zita’nın şehir gezisi sırasında İstanbul halkı büyük ilgi gördü,
sempatiyle karşılandı. Bu gezi İmparatoriçe üzerinde büyük etki bıraktı, yıllar sonra
bile İstanbul’u hep anlatmıştır(Jung 1992: 160).

21 Mayıs akşamı Beyoğlu’ndaki Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğinde


İmparator ile eşi şerefine bir veda yemeği verildi. İmparator ve eşi, yemekte hazır
bulunanlar, Dolmabahçe Sarayı’na doğru hareket ettiler. İmparator, Padişahı orada
kısa bir süre ziyaret ettikten sonra kortej, geldiği şekilde İstasyonun yolunu tuttu(Arı
1997: 353; Pomiankowiski 1990: 313; BOA Kütüphanesi: 6). Bu ziyarette iki
hükümdar da birbirlerine fahri Mareşallik rütbesi verdi(Bayur 1991b: 348).

Şehir, Boğaziçi, Haliç, kortejin geçtiği caddeler iyi ışıklandırılmıştı ve yol


kenarlarını dolduran halk İmparator ile eşine “Çok yaşa” diyerek tezahüratta
bulunuyordu. Resmi sıfatı bulunan herkes uğurlama töreni için istasyonda
toplanmıştı. Milli marşın çalınması ve oradaki hazır bulunan halkın alkışları ve çiçek
atışları arasında İmparatorun treni yavaş yavaş istasyondan ayrıldı. Büyükelçi
Pallavicini ve Askeri Ataşe Pomiankowiski İmparator ile eşine Bakırköy’e kadar
refakat ettiler(Pomiankowiski 1990: 314).

3.11. Avusturya-Macaristan Birliklerinin Osmanlı Devleti’ndeki Genel


Durumu (1918)

I. ve II. Gazze Savaşlarında elde edilen başarılar İttifak Devletleri’ni savaşın


gidişatında olumlu düşünmeye sevketsede bu durum uzun sürmedi. III. Gazze
Savaşında İngilizlere karşı elde edilen başarısızlıklar Osmanlılar aleyhine geri
çekilmeleri de beraberinde getirdi. Kudüs’ün elden çıkması da bu süreci hızlandırdı.

1918 yılı başlarında 8’inci Ordudaki Yüzbaşı Friedrich Freiherr von


Latscher Avusturya’ya çağrılmış ve yerine Yüzbaşı Hoffman von Ostenhof
atanmıştı. Ostenhof 8’inci Ordudaki görevinin yanı sıra İstanbul’daki Pomiankowiski
ile Yıldırım Orduları arasındaki irtibatı sağlamakta görevleri arasındaydı. Ostenhof
daha önce İstanbul’daki demiryollarının Avusturya-Macaristan temsilcisiydi, ondan
boşalan yerede Üsteğmen Ernst Megay atandı.
Brest-Litowsk1 görüşmeleri sırasında Osmanlı Devleti donanması adına
müzakerelerde bulunan Rauf Bey, Avusturya-Macaristan donanması adına bulunan
Olaf Richard Wulff’a İstanbul’a bir Avusturya-Macaristan Deniz Ataşesi atamalarını
istedi. Wulff Avusturya’ya dönünce bu isteği Donanma komutanlığına iletti. Sonuçta
Deniz subayı Richard Schönthaler görevlendirildi. Schönthaler Nisan 1918’de
İstanbul’da görevine başladı(Jung 1992: 142).
Pomiankowiski Suriye’deki Avusturya-Macaristan birliklerini teftiş için 16
Martta bölgeye hareket etti. Sadece yük kamyonundan yararlanabildiğinden yolculuk

1
3 Mart 1918’de Bolşevikler Brest-Litowsk antlaşmasını imzaladı. Anlaşma şartları uyarınca Rusya,
Polonya ve Litvanya’yı kendi geleceklerini belirlemek üzere Almanya ve Avusturya-Macaristan’a
bıraktı. Rusya, Estonya, Finlandiya’yı ve Aland Adalarını boşalttı. Aynı zamanda Ukrayna’yı
boşaltmak ve Ukrayna Cumhuriyeti’nin İttifak Devletleri ile yaptığı anlaşmayı tanımak zorundaydı.
Kars, Ardahan, Batum’u Osmanlı Devleti’ne bıraktı ve Bolşevik propagandasını sona erdirmeyi
taahhüt etti. Rusya Almanya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Bunun yanında nüfusunun 3’te
birini, demir üretiminin % 73’nü, kömür üretiminin % 89’nu kaybetti(Tucker 1998: 157).
ağır gidiyordu. 21 Martta Halep’e 24 Martta da topçu bataryalarının tamir atölyeleri
ile ihtiyat hastanesinin bulunduğu yer olan Şam’a vardı. 26 Mart günü, Mareşal
Liman von Sanders’in Nasıra’daki karargahına ulaştı. Liman von Sanders, 9 ile 11
Mart günleri arasında İngiliz saldırılarına karşı başarılı şekilde direnmesine rağmen,
çok kötümserdi. Ordunun elbise, iaşe ve ikmali bakımından zor durumda olduğunu
söyledi(Pomiankowiski 1990: 307).
Pomiankowiski daha sonra iyi tanıdığı 8’inci Ordu kumandanı Cevat Bey’i
Tul-Kerem’de ziyaret etti. Daha sonra 200 ve 309 numaralı Avusturya-Macaristan
sahra hastanelerini, Kalkiliye istasyonu yakınlarında mevzilenen iki Avusturya-
Macaristan sahra Obüs bataryası ile uzun namlulu bir top bataryasını teftiş etti.
Havan bataryasını teftiş etmek için Kalkiliye’den Hayfa’ya geçti. Dönüşte
Avusturya-Macaristan otomobil tamirhanelerinin kurulduğu Beyrut’u
gezdi(Pomiankowiski 1990: 308).
III. Gaza muharebelerinden sonra Suriye’deki Avusturya-Macaristan sağlık
kurumları tehlikeli alana girdikleri için Kudüs’ten Şam’a nakledildi. Burada Eylül
1918’e kadar faaliyetlerine devam ettiler. Bir Ambulans ve bir de dinlenme evi ile
takviye edildi. 1917 yılının ikinci yarısında Filistin’de kurulan 202 ve 309 numaralı
seyyar hastahaneler 1918 yılının İlkbaharında Tul-Kerem’e ve Anepta’ya
nakledildiler ve cephe çökünceye kadar da burada kaldılar. Diyarbakır’daki araba
bakım-onarım birliği için kurulmuş olan sağlık yerleri Suriye’deki birlikler geri
çekilince İstanbul’a nakledildiler. Sadece küçük bir sağlık ekibi Mısır’da
bırakıldı(Jung 1992: 156).
Savaşın son yılı olan 1918 yılı başlarında 6’ıncı Orduda hizmet gören
Alman, Macar ve Avusturyalı subayların Türkçe öğrenmeleri için ordu karargahında
kurslar düzenlenmiştir. Mart 1918’den itibaren de Türkçe kurslarına mukabil
Almanca öğrenimi için kurslar planlanmıştır(Genelkurmay 2002b: 687).
Ağustos 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun askerlerinin
dağılımı şöyleydi:
İstanbul’da tam yetkili askeri ataşe ve karargahı, bütün birliklerin kumandanı,
topçu birlikleri kumandanı, hastahane, mobil birlikleri komutası, sağlık (sıhhiye)
birlikleri şefi, dağ topçuları şefi, 15 cm.lik Obüs batarya, 24 cm.lik Havan bataryası,
dağ komando bölüğü, mobil birliklerin yedek depoları, sıhhıye malzemeleri deposu,
telgraf askeri birliği, Sirkeci istasyonunun komutası, Haydarpaşa istasyonu komutası,
Pavliköy istasyonu komutası (Bulgar sınırında), Kocaçeşme’de (Saros Körfezinde)
24 cm.lik havan bataryası, dağ topçuları için uçak keşif kolu, İntepede (Çanakkale
çıkışında) 15 cm.lik Obüs bataryası, İzmir’de dağ topçuları için keşif uçuşları yapan
birlik. Adana’da biyokimya laboratuvarları, Pozantı’da lojistik birlikler, posta
birlikleri (Bihl 1992: 131), benzin depoları, Çamalan’da mobil birlikleri T.1,
Karapınar’da posta birlikleri (Gelebek, Gülek, Mamure, İncirlik, Islahiye, Ras’ul-
ayn, Dırbassiye...), Diyarbakır’da mobil birlikleri kumandası ile birlikte T.2, T.3, T.4
birlikleri, tamir istasyonu, dağ topçularının uçuş keşif birlikleri, hastahane, İzzet
Paşa’da benzin istasyonları, Musul’da mobil birlikler kumandası, tamirhane,
hastahane, Halep’te lojistik grup komutanlığı, posta birlikleri, lastik ve benzin
depoları, Şam’da dağ topçuları, top bakım yeri, ambulans, Rayak’ta posta hizmetleri
birliği, Kudüs’te bakımevi, Ain-Karim’de bakımevi, Bisekala’da ambulans, Gaza
cephesinde dağ topçu birliği ve 10 cm.lik topçu bataryası(Bihl 1992: 132).

Eylül 1917 başlarına kadar Osmanlı Devleti’ne 22 tane dağ top bataryası, 3
tane 15 cm.lik ağır Obüs bataryası ve Haziran 1918’e kadar ise 10,5 cm.lik Dağ
Obüslerinden 10 tane gönderildi. 15 Eylül 1918’den itibaren Doğu Ürdün cephesinde
1 tane 7,5 cm.lik dağ topçu birliği, Mart 1918’den itibaren AOK’nın İstanbul’daki
karargahında bir teknik heyet görev yaptı(Bihl 1975: 132).

3.11.1. Mondros Mütarekesi Öncesi ve Sonrası

Suriye ve Bulgaristan’daki yenilgiler çevreye gittikçe yayılmalarına rağmen,


Avusturya-Macaristan ve Almanya kendilerini mağlup saymıyorlardı. Ancak
Bulgaristan ordularının tamamen çökmesi ve ihtilalin başlaması üzerine 25 Eylül’de
mütarekeye ayrıca 29 Eylül’de de bir bakıma teslim anlamına gelen ve Trakya’daki
Osmanlı sınırına İtilaf Devletleri ordularının saldırabilmesiyle ilgili şartların
kabulüne zorlandı. Mareşal Liman von Sanders, Suriye’de İngilizlerin ilerlemesini
durduracak güçte değildi(Pomiankowiski 1990: 344).

Avusturya-Macaristan ordusu da çok bitkin düşmüştü. Yeterli ikmal eratı


bulamıyordu. 1918’de Avusturya-Macaristan’ın siyasal birliğinin artık imkansız
olduğu görülmekteydi. İkili hükümeti (Avusturya-Macaristan) bir arada tutan sadece
ordusuydu(Ludendorff 1920-III: 4).

Avusturya-Macaristan’ın kalan birlikleri Rayak ve Humus’tan Halep’e


ulaştılar. Burada Yıldırım Orduları bünyesinde bulunan Avusturya-Macaristan irtibat
subayı Yüzbaşı Paul Mayern etrafında toplandılar. Hasta, yaralı ve işsiz kalan subay
ve birlikler buradan İstanbul’a nakledildiler. 4 dağ topu bunları korumakla
görevlendirildi. Özellikle Amanos dağları ve Adana’yı geçerken bunların korunması
gerekiyordu. Bu birlikler 27 Ekim 1918’e kadar İstanbul’a ulaştılar.
Bu arada İngiliz ve Bedeviler 01 Ekimde Şam’a ulaştılar. Şam daha
önceden düzensiz Arap birliklerince işgal edilmişti.
01 Kasım 1918’de İstanbul’a ulaşmış birliklerin listesi:
Batarya 1/ Dağ topçu birliği: 125 Takım
Batarya 1/ Obüs birliği: 4 Gagisten, 185 Takım ve 4 Top
Batarya 2/ Obüs birliği: 126 Takım ve 5 Top
10 cm.lik Topçu batarya birliği: 3 Gagisten, 82 Takım ve 3 Top
9 Nolu 24 cm.lik Havan batarya birliği: 3 Gagisten, 11 Takım
Toplam:10 Gagisten, 529 Takım ve 12 Top (Jung 1992: 167).

Bulgar cephesinin çökmesi ve Alman ordularının batı cephelerinde


yenilgiye uğraması bu devletleri de ister istemez mütareke yapmaya zorlamıştır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ilk barış girişimi, Bulgar cephesinin
çökmesinden ve imparatorluk topraklarının güneyinden istila tehlikesiyle karşı
karşıya kalmasından sonra Dışişleri Bakanı Burian’ın1 Amerika Cumhurbaşkanı
Wilson’a 5 Ekim 1918’de gönderdiği bir notayla başlamıştı.

Wilson bu notaya verdiği cevapta, “Barış esası olarak milletler için


muhtariyetin kabul edilmeyeceği” yer aldığından imparatorluk dağıtılmış, bağımsız
devletler ortaya çıkmıştı. Bunun sonucu olarak Polonyalılar 15 Ekim 1918’de,
Çekoslovaklar da 28 Ekim 1918’de bağımsız devletlerini kurmuşlar, 1 Kasım 1918
tarihinde de Macaristan Avusturya’dan resmen ayrılmıştır.

1
Nisan 1918’de Czernin’in yerine dışişleri bakanı oldu.
Avusturya ile mütareke antlaşması İtalya’da Villa Guisti’de 3 Kasım 19181
günü taraflarca imzalanarak yürürlüğe girdi. Bu anlaşmadan ayrı olarak Macarlarla
da 13 Kasım’da Belgrad’da bir anlaşma imzalandı(Renouvın 1969: 265; Irak-İran
2002: 602).

5 Ekimde 1918’de Avusturya ve Almanya gibi Osmanlı Devleti de, ABD


Cumhurbaşkanı Wilson’a 14 nokta üzerine topladığı prensiplerle bir barışın
yapılabilmesi için başvurdu. Bu hususta Sadrazam Talat Paşa, Pallavicini’ye,
amaçlarının tek başına bir barış elde etmek olmadığı konusunda teminat verdi. Eğer
İstanbul dolaylı olarak tehdit altında olmasaydı, Osmanlı hükümetinin her ne
pahasına olursa olsun, derhal barış yapmaya mecbur olmazdı(Pomiankowiski 1990:
345). Osmanlı Devleti ittifaka oldukça sadakatli idi. Ancak kuvvetinin sonuna
gelmişti. Bu duruma gelmesi ister kendi hatası sonucu ile olsun, ister olmasın, her
ikisi de farksız idi. Erat mevcudu pek ziyade azalmakta idi. Ordusu, az çok -kısmen-
o da kağıt üzerinde mevcut idi(Ludendorff 1920-III: 6).

7 Ekim günü İttihatçı hükümet istifa etti. İktidarı eline alan Ahmet İzzet
Paşa ittihatçıların güttüğü politikaya şiddetle karşıydı; 1914’de Osmanlı Devleti’nin
savaşa girmesinin aleyhinde bulunmuştu; şimdi tek bir kaygısı vardı: En kısa
zamanda barışa kavuşarak çöküşü önlemek; Almanya teslim olmadan önce ayrı bir
mütareke imzalamak. Böyle yapmakla, Almanya’dan ayrılışının mükafatı olarak
düşmanın Osmanlı Devleti’ne daha hafif şartlar koşacağını umuyordu(Renouvın
1969: 258-259).

Bu mütareke isteğinde bulunmak için kime başvurmalıydı? Balkanlardaki


müttefikler arası ordunun komutanı General Franchet d’Esperay’e mi, Akdeniz’deki
müttefik donanmasına komuta eden Fransız amiraline mi? İsviçre’deki elçilikler
aracılığı ile İtilaf hükümetlerine mi? Yeni hükümet bu yolların hepsini aynı zamanda
denedi. Bern’e bir heyet gönderdi; General Franchet d’Esperay’e bir mürahhas
göndermek istediyse de, bu savaş hatlarından geçemedi. Fakat düşmanla temas
kurabilmek için elinde bir fırsat vardı: İngiliz Generali Townshend 1916’dan beri

1
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun imzaladığı 3 Kasım 1918 tarihli antlaşmanın tam metni için
bkz., “ Übersetzung des Waffenstillstandsvertrages vom 3 November 1918”, Österreiche
esir olarak, Büyükada’da tutuklu bulunuyordu. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa İngiliz
generalini İstanbul’a getirtti. İngiltere, vaktiyle, Osmanlı Devleti’nin dağılmasına
karşı değil miydi? Şimdi de Osmanlı Devleti’ni temelden bir çöküşe uğrama
tehlikesine karşı koruyamaz mıydı? Townshend rolünü kavramıştı. Türk hükümeti
derhal Almanya’dan ayrılırsa, nispeten hafif şartlarla karşılaşacağı fikrini vermeye
çalıştı. 15 Ekim’de Sadrazam’a, Ege denizindeki İngiliz filosu komutanına Türk
tekliflerini götürmeye hazır olduğunu bildirdi. Mütareke esaslarının taslağını da
şöyle çiziyordu: Boğazların açılması, Irak’a, Suriye’ye ve Kafkas bölgelerine
özerklik verilmesi. Sadrazam Ahmet İzzet paşa “İngiltere hükümeti Osmanlı
Devleti’ni koruduğu taktirde” bu şartları kabul edeceğini söyledi. Serbest bırakılan
Townshend, 18 Ekimde İzmir’e gitti, iki gün sonra Mondros’taydı. Böylece Osmanlı
Hükümeti manevrasına başladı: Son dakikada, Almanya ile olan ittifakını bozduktan
sonra, bütün İtilaf Devletleri yerine, İngiltere’ye başvurmakla, bozgunun
sonuçlarından mümkün olduğu kadar çabuk kurtulacağını umuyordu(Renouvın 1969:
259; Tansel 1991: 19).

İngilizler Osmanlı temsilcilerine Osmanlı Devleti’nin kayıtsız şartsız


teslimini öngören barış şartlarını ancak 26 Ekim günü bildirdiler. Tamamen bitkin ve
savaşacak halde olmayan Osmanlı Devleti’nin, öne sürülen bu ağır şartları kabul
etmekten başka çaresi yoktu. Ateşkes görüşmeleri Mondros koyunda demirlemiş
bulunan İngiliz zırhlısı Agamemnon’da yapılmış ve dört gün süren görüşmelerden
sonra 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. İtilaf Devletleri adına
mütarekeye imzasını koyan kişi sadece Amiral Calthorpe olmuştu(Mantran 1995:
296; Lewis 1996: 239; Pomiankowiski 1990: 346).

Mondros Mütarekesi sonrası dönem, askeri açıdan İtilaf Devletleri’nin


politikalarına bir karşı duruşu getirmiş olmakla beraber, üzerinde çok fazla
durulmayan ancak bir dönem için oldukça önemli olan dış siyaset ilkelerini de
zorunlu olarak değiştirmiştir. Çünkü Mütareke, uzun bir zamandan beri devam eden
Türk-Alman yakınlaşmasının İtilaf Devletleri eli ile bitirildiğini de ifade eder.
Nitekim Mütarekenin 19. maddesi “Denizci, asker ve sivil tüm Almanların ve

Militärische Zeitschrift, 6/1968, s. 476-479.


Avusturyalıların bir ay içinde Türk ülkelerinden çıkartılması; uzak bölgelerdekilerin
de olanaklı en erken bir tarihte çıkartılması”nı kayda bağlamıştır(Soysal 1983: 14).
Bütün Alman ve Avusturyalılar bir ay içinde Türk bölgelerinden tahliye
edileceklerdi; uzak bölgelerde bulunanlar için eldeki olanaklara göre bu süre çok
azdı(Wallach 1985: 226). İmparatorluğun savaşa girerken müttefiki olan Almanya ve
Avusturya ile olan ilişkileri yine Mütarekenin 23. maddesindeki “Türkiye
bakımından Merkez devletleri (Almanya, Avusturya) ile tüm ilişkilerin kesilmesi
zorunluluğu” hükmü ile sonlandırılmıştır(Soysal 1983: 14).

Genelde Alman ve Avusturya-Macaristan asker personelini ilgilendiren


madde, Ahmet İzzet Paşanın isteği üzerine İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı
Calthorpe tarafından konmuştu. Ahmet İzzet Paşa mütarekenin onayını bu maddenin
kabulüne bağlıyordu. İngilizler aslında Osmanlı Devleti’nde bulunan bütün Alman
ve Avusturyalı asker personelini savaş esiri saymak istiyordu. Savaşta kader birliği
yapmış müttefiklerin menfaatlerinin savunulmasında, sadece Ahmet İzzet Paşa’nın
kişiliği değil, aynı zamanda Türk halkının son ana kadar gösterdiği sabrın da rolü
olmuştu(Pomiankowiski 1990: 347).

3.11.2. Mütareke Sonrası Osmanlı Topraklarındaki Avusturya-


Macaristan Birliklerinin İstanbul’da Toplanmaları

Yeni Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, İtilaf Devletleriyle barış yapılması


konusunda hükümetinin kararını 18 Ekim günü Pomiankowiski’ye bildirdiği zaman,
İtilaf Devletleri’nin pek yakında İstanbul’u işgal edeceklerinden Pomiankowiski’nin
şüphesi kalmamıştı. Bu yüzden Avusturya-Macaristan askeri birliklerinin devam
etmekte olan harekatı nedeniyle, İstanbul’a sevkedileceği veya yürüyüşe geçirileceği
hususunda Ahmet İzzet Paşa ile anlaştı. Ağır malzemelerin, mesela topların, top
mermilerinin, cephane arabalarının, otomobillerin vb. nakliyesinden hiç söz
edilmeyince, Pomiankowiski Ahmet İzzet Paşaya, Avusturya-Macaristan Savaş
Bakanlığıyla hesaplaşmak üzere bunların Osmanlı Devleti’ne bırakılacağını açıkladı.
Ahmet İzzet Paşa da buna çok memnun olarak teşekkür etti(Pomiankowiski 1990:
349).
Pomiankowiski bunun üzerine, Çanakkale’de, Anadolu’da, Suriye’de ve
Irak’da bulunan birliklerin İstanbul’a gelmelerini telgrafla bildirdi. Binbaşı Mayern,
Suriye’de en kıdemli subay olarak sevkiyatla ilgili hazırlıkları Mareşal Liman’ın
talimatlarına göre yaptı. Musul’daki talimgah birliği kumandanı Yüzbaşı Jobb’a,
orada bulunan Alman ve Osmanlı birlikleriyle anlaşarak yürüyüşe geçmeleri
konusunda emir verdi. Eğer Halep üzerinden geçen yol düşman tarafından kesilecek
olursa, birlikler Sivas üzerinden Samsun’a geçecekler ve oradan da gemilerle
İstanbul’a döneceklerdi. Bütün birlikler yürüyüş sırasında kullanmadıkları ağır
malzemeleri, en yakın Türk Ordu kumandanlığına makbuz karşılığında teslim
edeceklerdi(Pomiankowiski 1990: 349).
Avusturya-Macaristan birliklerinin yurtlarına ilk geri dönüşü 27 Ekimde
STELLA Gemisiyle olmuştu. 667 asker, 8 top (bu toplar arasında 2 nolu dağ
bataryası bulunuyordu), 70 at, 14 araba ve 250 ton savaş malzemesi ve 160 ton
cephane, 2 subay ve 83 Polonya uyruklu asker (Polonyalılar Osmanlıların Kafkasya
Cephesinde esir aldıkları kişilerdi) İstanbul’dan gönderildi(Jung 1992: 168). Bunlar,
Suriye cephesinin çökmesi sebebiyle oraya bir daha geri dönmemiş olan top
bataryası, Çanakkale’den ilk olarak İstanbul’a gelen Yüzbaşı Manouschek’in 15 cm
çaplı ağır Obüs bataryası ile İstanbul’da kalması gerekli görülmeyen bazı küçük
birliklerdi(Pomiankowiski 1990: 350).
1918 Ekiminin sonlarına doğru Avusturya-Macaristan monarşisinin
çökmesiyle ilgili haberler İstanbul’a ulaşmaya başladı. Bu haberler İstanbul’da
toplanmış olan Avusturya-Macaristan askerleri arasında etkili oldu. Avusturya-
Macaristan’ın İstanbul’daki mobil birliklerindeki astsubaylar ‘askeri birlikler’ adı
altında oluşturdukları kurul aracılığıyla Pomiankowiski’ye 15 maddelik bir istekler
paketi sundular. Buna göre kasa ve bütün askeri malzemelerin kendilerine teslim
edilmesini istiyorlardı. Pomiankowiski 2 saat süre istedi ve bu süreyi hemen
yakınındaki subayları çağırıp bu isyanın boyutunu öğrenmeye çalıştı. Üsteğmen
Chevalier Hervay kendi takımının tamamen Pomiankowiski’ye bağlı olduğunu ama
garanti veremeyeceğini belirtti. Pomiankowiski isyanı kontrol altına almak için
Osmanlı Harbiye Nazırı Cevat Paşa’yı arayarak yardım isteğinde bulundu. Cevat
Paşa’da yarım bir birlik gönderdi(Jung 1992: 168).
Cevat Paşa’nın söz verdiği birlikler hemen geldi. Kısa bir görüşmeden
hemen sonra isyancılar tekrar birliklerine döndüler. Ancak subaylar arasındaki
huzursuzluk sona ermese de, dışarıya karşı herhangi bir harekete geçmediler.
Pomiankowiski’ye göre ise mümkün olduğunca çabuk bu birliklerin memleketlerine
dönmesi gerekirdi(Jung 1992: 169). Ekim sonlarında 30 subay ile 200 askerden
oluşan kafile vapurla Odesa’ya hareket etti. Ancak Karadeniz’de çıkan şiddetli fırtına
yüzünden geminin kaptanı İstanbul’a geri dönerek havanın düzelmesini beklemeyi
uygun gördü. Fırtına birkaç gün devam edeceğe benzediğinden subay ve askerler
gemiden karaya çıkarılarak kaldıkları yere geri geldiler ve orada geminin yeniden
yola çıkma zamanını beklediler(Pomiankowiski 1990: 350).
9 Kasımda Avusturya-Macaristan birliklerinin Odesa’yı boşaltmasından
kısa bir süre önce bir İngiliz kömür vapuru ( İRİS ) üç taşıma girişimi ile birliklerin
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun subay ve astsubaylarını Odesa’ya
göndermeye çalıştı ve bundan Alman Asya Kolordusu haberdar edilmeye
çalışıldı(Jung 1992: 169).
10 Kasım 1918’de Osmanlı Harbiye Nezareti, müttefik kontrol teşkilatına,
Osmanlı Devleti’nde halen yaklaşık 13.500 Alman, 1.500 Avusturya askeri
bulunduğunu bildirdi. 27 Kasımda Haydarpaşa’da hala 8.000 Alman askeri
vardı(Wallach 1985: 227-228). İtilaf Devletleri İstanbul’u işgaliyle Avusturya-
Macaristan Askeri Ataşeliğinin ve Büyükelçiliğin 12 Kasım 1918’den itibaren
Viyana ile bağlantısı koptu. Çünkü İtilaf Devletleri Viyana ile irtibatı sağlayan
Radyo istasyonuna el koydular(Jung 1992: 169).

1 Aralık’ta Avusturya askerleri silahlarını teslim ettiler, fakat ulaştırma


güçlüklerinden boşaltılamadılar. Silah bırakışması anlaşmasının uygulanmasını
kontrol eden İngiliz generali, Alman ve Avusturyalıların boşaltılmasında hala büyük
güçlükler olduğunu 15 Aralık’ta üstlerine rapor etti(Wallach 1985: 227-228).

Mondros Mütarekesi hükümleri İtilaf Devletleri tarafından uygulamaya


konulunca, daha önce bahsettiğimiz 19. madde gereğince asker ve sivil Alman ve
Avusturyalıların imparatorluk topraklarından çıkarılması ile ilgili yazışmalar da
hemen başlamıştır.
6 Kasım 1918 yılında Vilayat ve Elviye-i Müstakile’ye gönderilen tamimde,
“İngiltere ile yapılan Mütareke gereğince Alman ve Avusturya tebaasının bir ay
zarfında ve uzak yerlerde bulunanların ise bir aydan sonra en kısa zamanda
Memalik-i Osmaniye’yi terk etme zorunluluğu bulunduğu, bu nedenle tamim
gönderilen yerlerdeki bu kişilerin isimleri, lakapları ve bulundukları yerin adresini
içeren birer defterin gönderilmesinin gerekli olduğu”(Alim Baran 2003: 141)
bildirilmiştir.

Alman ve Avusturya vatandaşları hakkındaki bilgileri içeren cetvellerin


süratle gönderilmesi, “ Mühim ve Müstaceldir” başlıklı yazılar ile illerden ve
mutasarrıflıklardan (ilçe) istenmeye başlanmıştır. Ayrılmaları zorunlu olan Alman ve
Avusturya vatandaşlarının belirtilen süre içerisinde aileleri ile birlikte gitmeleri
gerekiyordu. Söz konusu vatandaşlarla ilgili bilgileri içeren cetvellerin süratle
gönderilmesi isteği bu süre içerisinde birkaç kez yinelenmiştir. Vilayetlere ve
mutasarrıflıklara gönderilen değişik yazılarda, “Mütareke hükümlerinin bila istisna
hepsini kapsadığının altı çizilerek derhal Dersaadet’e sevklerinin önemi”
vurgulanmıştır. Adana vilayetine gönderilen yazıda bu gereklilik “Alman ve
Avusturya tebaasının kalmalarına izin verilemez” hükmü ile, bu konuda gelebilecek
isteklerin geçersizliğine dair kesinlik kazanmış görünmektedir(Alim Baran 2003:
141-142).

Ancak bu kesin ifadelere rağmen, bir süre sonra Emniyet Genel


Müdürlüğü’nden gönderilen şifre yazılardan, bu konunun siviller açısından çok
çabuk çözümlenemeyecek bir hal almaya başladığı anlaşılmaktadır. Mütareke Alman
ve Avusturya uyrukluların gitmesini bir süreye bağlamış olmakla beraber, hastalık,
demiryollarında çalışanların ayrılmasının işleri aksatacak olması ve gitmeyip burada
kalmak isteyenlerin varlığı gibi bir takım sebepler nedeniyle bu süre oldukça
aşılmıştır. Osmanlı tabiiyetine geçmek isteyen Alman ve Avusturya uyruklulara karşı
ne yapılması gerektiği sorununa ilk etapta “Badel Mütarekedeki durumun şartları
değiştirmeyeceği” dolayısıyla, bu talepte bulunanların da aynen diğerleri gibi
ihraçlarının gerekli olduğu cevabı verilmiştir. Ancak bir süre sonra, Türkiye’de
kalmak isteyen Alman ve Avusturya uyrukluların Mütareke gereğince ayrılmaları
zorunlu olmasına rağmen, bir dilekçe ile veya şahsen Muhtelif Komisyona
başvurmaları karara bağlanmış ve Trabzon’a 30 Aralık 1918 tarihinde gönderilen bir
yazıda bu durum biraz daha açıklığa kavuşturularak, hangi sebepten dolayı burada
kalmak istediklerinin dilekçelere yazılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu durum,
değişik il ve mutasarrıflıklara gönderilen yazılarla birkaç kez ifade edilmiş ve bu
talepte bulunan şahıslarla ilgili bilgiler verilmiştir(Alim Baran 2003: 142).

Görüldüğü üzere, kalmak isteyenler konusunda asıl belirleyici olan,


İngiltere başta olmak üzere karma komisyondur. Bazı yerlerde bulunan Alman ve
Avusturya uyruklulara daha sonra verilecek ikinci bir emre kadar yerlerinde
kalmaları için İngiltere Fevkalade Komiserliği’nin izin verdiğine oldukça sık
rastlanmaktadır∗. Söz konusu Alman ve Avusturya uyruklu kişilerin titizlikle
belirlendiği, izinlerinin takip edildiği ve bitiş sürelerine yaklaşıldığının hatırlatıldığı
görülmektedir(Alim Baran 2003: 142).

Hangi yolla olursa olsun bir şekilde kalmalarına izin verilmeyen veya daha
önce izin almasına rağmen, izin süresi dolan Alman ve Avusturya uyruklular sıkı bir
şekilde izlenmektedir. İzin süresi dolduğu belirlenmiş olanların hangi gerekçe ile
hala yerlerinde bulundukları ilgili yerlerden sorulmakta ve eğer yeniden edindiği bir
izin kağıdı varsa bunun da bir suretinin gönderilmesi istenmektedir1 (Alim Baran
2003: 145).

Bu konudaki ısrarın ve sıkı takibin sebebi hiç kuşkusuz bunun bir Mütareke
hükmü olmasıydı. Hem merkez devletleriyle ilişkilerin kesilmesi hem de Alman ve
Avusturya tebaasının ülkeyi terk etmesini kararlaştıran Mondros Mütarekesi
hükümlerinin uygulamaya konulmasıyla, derhal gereğinin yapılması konusunda
işlemlere başlanmıştır(Alim Baran 2003: 148).


DH.ŞFR,94/175 Söz konusu belgede Tekfurdağı’nda bulunan Avusturya tebaasının daha sonra
verilecek emre kadar orada kalmalarına İngiltere Fevkalade Komiserliği tarafından izin verildiği ifade
edilmiştir(Alim Baran 2003: 142).
1
Bolu Mutarsarrıflığına yazılan yazıda “Zonguldak’ta bulunan Avusturya tebaasından Kazimir
Furuşand’ın elinde mezuniyetinin uzatıldığı hakkında ikinci bir vesika yoksa Dersaadet’e sevki”
istenmiştir. DH.ŞFR.98/149(Alim Baran 2003: 145).
İstanbul Hükümeti Mondros Mütarekesi’nin uygulanması konusunda diğer
maddelerde olduğu gibi bu konuda da, elinden geleni özellikle İngiltere’nin istekleri
doğrultusunda yapmıştır. İlgili maddelerde dile getirilen bu hüküm, belirlenen süre
içerisinde gerçekleşmediği gibi, başlangıçtaki genel ilke de değişik mazeretlerle
aşılmış görünmektedir(Alim Baran 2003: 149).

Görüldüğü üzere Mondros Mütarekesi’nin ilgili hükümleri gereğince


Osmanlı İmparatorluğunun bağlantısının kesildiği, eski müttefiki olan devletlere ait
vatandaşların gönderilmesi, Mütareke yazıldığı süre içerisinde gerçekleşememiştir.
Ya sağlık sorunları ya da izin taleplerinin incelenmesi ve uygun görülenlerin
kalmalarına izin verilmesi nedeniyle bu süre Mütarekede belirtilenden daha uzun bir
döneme yayılmıştır.

3.11.3. Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği ve Askeri Birliklerinin


Yurda Dönüşü

30 Ekimde imzalanan Mondros Mütarekesi ile Kasım ayının ilk günlerinde


çeşitli İngiliz, Fransız ve İtalyan teknisyenleri İstanbul’a gelerek anlaşmanın
münferit noktalarının uygulanması amacıyla çalışmaya başladılar. Üç İtilaf
Devletinden her biri, özel kara ve deniz kuvvetlerinin temsilcilerinin maiyetine
verildiği yüksek bir komiser tayin etti.

Pomiankowiski İtilaf Devletleri askeri temsilcileriyle temasa geçerek


Osmanlı Devleti’ndeki Avusturya-Macaristan birliklerinin bir an önce
memleketlerine dönme isteklerinin yerine getirilmesini rica etti. Onlarda ellerinden
geleni yapacaklarına dair söz verdiler.

Pomiankowiski hem kendisini karşılamak hem de komutası altındaki


Avusturya-Macaristan birlikleri hakkında bilgi edinmek için Suriye’den dönen
Liman von Sanders’i ziyaret etti. Sanders, Adana’da kumandanlığı devretmeden
Avusturya-Macaristan ve Alman birliklerinin mümkün olduğu kadar çabuk
İstanbul’a sevk edilmesi konusunda emir verdiğini belirtti(Pomiankowiski 1990:
371).
İstanbul’dan Viyana’ya giden demiryolunun Bulgarlar ve Sırplar tarafından
kesildiğinden beri Avrupa ile posta ve kurye bağlantısı kesilmişti. Avrupa’da cereyan
eden olaylar hakkındaki az sayıdaki haberler sadece İstanbul’da kısıtlı olarak çıkan
günlük gazetelerden alınabiliyordu.

Pomiankowiski 12 Kasım öğleye doğru Osmanlı Harbiye Nezaretinden


ataşeliğe geldiğinde kendisini bir İngiliz ve bir de Fransız subayı bekliyordu.
Subaylar bir Fransız piyade tugayının İstanbul’a geleceğini ve Avusturya-Macaristan
topçu subaylarının kaldıkları binada, karargah kuracaklarını bildirdiler. Bunun
üzerine bina o gün boşaltıldı(Pomiankowiski 1990: 372).
Fransız tugayının gelişinden kısa bir süre sonra İngiliz tugayı da İstanbul’a
ulaştı. Onları İtalyan deniz piyadeleri izledi. İngiliz Generali Wilson, şehirdeki bütün
İtilaf kuvvetlerinin kumandanlığını üstlendi. 13 Kasım günü İtilaf donanması
İstanbul Limanına girmişti(Pomiankowiski 1990: 373).

İstanbul’un işgali ile İngiliz Başkomutanlığı, Avusturya-Macaristan


birliklerinin şimdilik Rumeli yakasındaki konaklama yerlerinde kalabileceklerini ve
hem subay hem de askerlerin şehirde serbestçe dolaşabileceklerini bildirdi.
Pomiankowiski, İngiliz ve Fransızlara defalarca Avusturya-Macaristan birliklerinin
taşınması için istekte bulunmasına ve İtilaf Devletleri’nin Avusturya-Macaristan
birliklerinin yurtlarına dönmeleri konusunda yardımcı olacaklarına dair söz
vermelerine rağmen, gerçekte hiçbirini yerine getirmiyorlardı. Gerçi İngiliz ve
Fransızlar İstanbul’daki Avusturya-Macaristanlılara savaş esiri muamelesi
yapmadılar ama taşınmaları içinde çaba sarfetmediler(Jung 1992: 169).

Avusturya-Macaristan birliklerinin ülkelerine dönebilmeleri için


izleyebilecekleri tek yol, Ege Denizi ile Adriyatik Denizinden Tiryeste’ye giden
deniz yoluydu. Fakat bunun için uzun bir yolculuğa elverişli bir gemi ve bol
miktarda kömür lazımdı. Yardım İtalyanlardan geldi. İtalyan yüksek komiserliğinin
pratik çözümü sayesinde Kasım sonunda Osmanlı askeri nakliye gemisi 4 000 gros
tonluk “Reşit Paşa” tahsis edildi(Pomiankowiski 1990: 374). Ancak şart koştular;
sadece askeri personelin değil, Osmanlı Devleti’ndeki Avusturya-Macaristan
cemaatlerinin de gitmelerini istedi(Jung 1992: 169).
25 Kasım’da İtalyan yüksek komiseri Kont Stroza, Markgraf Pallavicini’ye,
İtilaf Devletleri’nin, o zamanki Avusturya-Macaristan büyükelçiliği, konsolosluk
mensuplarının ülkelerine gönderilmesi için özel bir tren verileceğini söyledi. Yola
çıkma programına göre tren 30 Kasımda İstanbul’dan hareketle Sofya üzerinden
Rusçuk’a gidecekti. Oradan sevkiyat gemi ile Orsova’ya yapılacak ve sonra tekrar
trenle Budapeşte üzerinden Viyana’ya varılacaktı. Böylece İtilaf Devletleri’nin bu
planıyla Pallavicini’ye, sözde, insanca davranmanın yanında hürmet ve takdirlerinin
bir ifadesi gösterilmiş oluyordu(Pomiankowiski 1990: 374). Fakat büyükelçi, bu
takdir edilişten hiç memnun değildi. Kış ortasında böyle eziyetli bir yolculuğu
yapmak istemeyip ilkbahara kadar İstanbul’da kalma isteğini yüksek komiserliğe
bildirdiyse de bu isteği kabul edilmedi. Ayrıca kendilerine vaadedilen özel tren
yerine sadece plana göre, Sofya’ya gidip gelen karma trene büyükelçilik ve
konsolosluk mensupları için birinci ve ikinci mevki iki vagonun eklenmiş olduğu
görüldü. Bu durumda aileleriyle birlikte çok sayıda personelin yerleştirilmesi haliyle
sıkışıklık yarattı. Seyahat kafilesi, Rusçuk’da iki küçük otelde kalmak suretiyle 14
gün geminin gelmesini beklemek zorunda kaldı. Macaristan’a yapılan yolculuk,
anarşi ve Bolşevik çetelerinin saldırı tehlikesiyle çok yavaş ve can sıkıcı
geçmişti(Pomiankowiski 1990: 375). Böylece Mondros Mütarekesinin 19. maddesi
gereği Avusturya-Macaristan’ın İstanbul’daki Büyükelçisi Pallavicini 12 yıl boyunca
görev yaptığı ülkeyi terk ederek Viyana’ya; Osmanlı Devleti’nin son Viyana
Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa’da İstanbul’a döndü(Soysal 1983: 84).

Büyükelçiliğin İstanbul’dan ayrılışından sonra İtilaf Devletleri, Avusturya-


Macaristan birliklerinin Beyoğlu’ndaki yerler dahil kaldıkları yerleri bırakıp 30
Kasım’a kadar Anadolu yakasına yerleşmeleri gerektiğini Pomiankowiski’ye
bildirdiler. 3 subayın Anadolu yakasında yaptıkları keşif sonucunda yerleşme düzeni
şu şekilde belirlenmişti: Pomiankowiski’nin karargahı Moda’da kurulacaktı. 400
askerden oluşan Topçu birliği Haydarpaşa’da çadırlarda, 300 askerli motorlu birlik
Büyükada’da Otel Splendid’de, 350 askerden oluşan teknik birlik ve diğer kısımlar
ise savaş esirleri için yapılmış Maltepe’deki barakalarda kalacaklardı. Sayısı 200
kadar olan subaylar, birliklerin yakınlarındaki mahallelerde kalacak yerler
araştırdılar(Jung 1992: 170; Pomiankowiski 1990: 377).
Bu dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldığı için
Pomiankowiski de doğal olarak hukuken yetkilerini kaybetmişti. Bununla beraber
Pomiankowiski savaş sırasındayken emri altındaki subay, astsubay ve erlerin
memleketlerine sağ salim dönebilmeleri için her türlü gayreti göstermişti. Özellikle
birlikler arasındaki disiplin ve düzenin bozulmamasına önem verdi(Pomiankowiski
1990: 378).

10 Aralık 1918’de Osmanlı Harbiye Nezaretinden, Avusturya-Macaristan


askeri yetkili ve birliklerini memleketlerine götürecek “Reşit Paşa” gemisinin
Haydarpaşa’ya geldiği ve Pomiankowiski’nin emrine hazır olduğu
bildirildi(Pomiankowiski 1990: 380).

“Reşit Paşa” gemisi 2 Ocak 1919’da içecek su, 3 ve 4 Ocak günleri kömür
aldı ve 5 Ocak’ta da yük ve yolcuları alacağı Haydarpaşa iskelesine yanaştı. Gemide
200 subay, 1.050 asker ve 200 sivil bulunuyordu. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan
sonra yolculuk başladı(Jung 1992: 170; Pomiankowiski 1990: 382-383).Gemi 20
Ocak günü Triyeste limanına girdi. 23 Ocak’ta bütün yolcular trenle uzun ve tehlikeli
yolculuktan sonra yakında ülkelerine ve ailelerine kavuşacak askerlerin neşelerine
diyecek yoktu(Pomiankowiski 1990: 385).

Steinbrück İstasyonunda Avusturyalı, Çek, Polonyalı ve Rutenyalıların treni


24 Ocak’ta vardığı Viyana’ya doğru yol alırken, Macaristan’a gidecek vagonlar da
trenden ayrılarak Budapeşte’ye yöneldi. Viyana öncesindeki istasyonlarda da birçok
asker inmişti. Pomiankowiski Viyana’ya ulaşma zamanını Harbiye Nezaretine
bildirmesine rağmen, hiç kimse Viyana’da tren istasyonunda karşılamaya
gelememişti. Birlikler istasyonda merasim düzenlenmeden dağıldı(Pomiankowiski
1990: 385-386).
Ayrıca Reşit Paşa gemisi Haydarpaşa’dan ayrıldığında, dayanamayacak
derecede hasta olan bir kısım Avusturya-Macaristan askeriyle bazı tüccarlar ve
bunlarla ilgilenecek bir grup asker de İstanbul’da kalmışlardı. Sağlam olan bu
askerler, 200 kadar görev yapamaz eri toplayarak Nisan 1919’da İtalyan gemisiyle
Cenova’ya gelmişler ve oradan da İsviçre ve Tirol üzerinden ülkelerine
dönmüşlerdi(Pomiankowiski 1990: 386).
Filistin Cephesinde İngilizlere esir düşen Avusturya-Macaristan askerleri de
Ras el Tin ve Sidi Bishir mevkilerinde toplandılar ve oradan 1919 yılı içerisinde
memleketlerine gönderildiler(Jung 1992: 1970).
Böylece 1914’de Osmanlı topraklarına gelmiş olan Avusturya-Macaristanlı
askerler 1919’da tamamen dönmüş oluyordu.
SONUÇ

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri safında yer


alması, karşılıklı beklentileri de beraberinde getirmişti. Almanya ve Avusturya-
Macaristan, Doğu Cephelerinin yükünün hafifleyeceğini, Süveyş Cephesinde İngiliz
kuvvetlerinin durdurulacağını ve Hilafetin Cihat çağrısıyla İtilaf Devletleri’nin
sömürgelerindeki Müslümanların ayaklanacağını umuyordu. Bundan dolayı Türk
savaş sahnelerindeki harekatın mümkün olduğu kadar çabuk başlaması gerekiyordu.
Osmanlı Devleti de az da olsa XX. yüzyıl başında kaybettiği toprakları geri alma
umuduyla savaşa girdi. Ancak Balkan savaşları Osmanlı Devleti’ni her yönden
tüketmişti. Savaşta ayakta kalabilmesi için Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın
desteğine ihtiyacı vardı.
Avusturya-Macaristan, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın gölgesinden
kurtulmak için çaba harcamıştır. Osmanlı toprakları üzerinde de her iki devletin
çıkarları örtüştüğünden çoğu kez karşı karşıya geldikleri alanlar olmuştur.
Avusturya-Macaristan, Almanya ile kıyaslandığında daha gerçekçi bir politika
izlemiştir. Türk psikolojisine önem vererek hareket etmesi ekonomik alanda zaman
zaman Almanya’nın bir adım önünde olmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde
uzun süredir görev yapan Büyükelçi Pallavicini ve Askeri Ataşe Pomiankowiski’nin
bilgi ve tecrübeleri sayesinde, Avusturya-Macaristan birlikleri daha rahat hareket
edebilmiş ve Türk halkının sempatisini kazanmıştır.
Osmanlı sınırları içerisinde askeri faaliyetlerin yanı sıra ekonomik, kültürel
ve dinsel faaliyetlerde de bulunan Avusturya-Macaristan, hedeflerine kısmen
ulaşmıştır. Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti’ni askeri açıdan desteklerken
aynı zamanda Osmanlı topraklarındaki yer altı ve yer üstü kaynaklardan da azami
derecede faydalanmaya çalışmıştır. Askeri Ataşelik’te açmış olduğu “Ekonomi
Temsilciliği” bölümüyle koordineli bir şekilde bu işi yürüttü. Ekonomi temsilciliği
bünyesinde oluşturulan beş birim (hammadde grubu, maden grubu, teknik grup,
genel grup, yayın grubu) sayesinde Osmanlı Devleti’nde bir ekonomik canlılık
olmuştu. Böylece Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihracatlardan
alacaklarını hammadde olarak almıştır. Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı
Harbiye Nezareti, Avusturya fabrikalarına çok sayıda savaş malzemesi siparişi
vermişti. İki ülke arasındaki ticaret hacmi bu dönemde oldukça artmıştı.
Ekonomik faaliyetlerden ayrı olarak Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı
politik ve kültürel faaliyetlerde de bulunmuştur. Türk halkını etkilemek için
tiyatrolarla, operalarla, resim sergileriyle, defilelerle ve özellikle basın yoluyla
propaganda yaptılar. Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni kendi yayılma alanı olarak
görmesi ve Avusturya’ya serbest rekabet hakkını tanımak niyetinde olmaması iki
ülkeyi bu alanda da karşı karşıya getirmişti. Ancak Avusturya ekonomik güç
açısından Almanya ile boy ölçüşecek durumda değildi. Avusturya imkanları oranında
en iyi sonuçları elde etmiştir.
Avusturya, ekonomik ve kültürel faaliyetlerinin yanı sıra misyonerlik
çalışmalarında da bulunmuştur. Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyanların güvenliği ile
ilgilenmiştir. Özellikle Ortadoğu ve çevresinde yaşayan ve Fransa’nın elinde bulunan
Katoliklerin himaye hakkını elde etmeye çalıştı. Ancak istediğine savaş sonunda
ulaşamadı.
Avusturya-Macaristan, 1914-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti ile her
alanda yoğun ve olumlu ilişkilerde bulunmuştur. Savaş süresince Osmanlı
topraklarında görev yapan tüm Avusturya-Macaristan birlikleri çok iyi karşılanmış
ve onlara büyük bir değer verilmiştir. Sonuçta her iki ülke de savaş başlangıcındaki
hedeflerine ulaşamamıştır.
Bugüne kalan izler nelerdir? diye bakacak olursak: Avusturya-Macaristan
İmaparatorluğu’nun Ortadoğu’daki izlerini araştırmak, bölgedeki politik durumdan
dolayı pek kolay olmayacaktır. Avusturya-Macaristan ordusuna ait Ortadoğu’da ölen
kişilerin sayısı tabelalarda sadece 100 olarak gösterilmektedir ki bunların mezarları
bugün İstanbul Feriköy’de, Kudüs’teki Protestan mezarlığında, Ramleh’teki İngiliz
askeri mezarlığında ve Şam’daki Hristiyan mezarlığında bulunmaktadır. Diyarbakır
ve Tahran’da gömülmüş olan Avusturya-Macaristan askerlerinden ise hiç iz yoktur.
KAYNAKÇA

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR.SYS.,Dos. 171, Gömlek: 70-72.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kütüphanede Bulunan 1474 Demirbaş Nolu 6


Sayfalık Matbu Osmanlıca Belge.

AKBAY, Cemal (1991), Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Osmanlı


İmparatorluğunun Siyası ve Askeri Hazırlıkları ve Harbe Girişi, Ankara:
Genelkurmay Basımevi

AKÇAYALIOĞLU, Cihat (1967), Birinci Dünya Harbi Avrupa Cepheleri (Galiçya


Cephesi), Ankara: Cilt VII, Kısım I, Genelkurmay Basımevi.

AKÇAYALIOĞLU, Cihat (1982), “15. Türk Kolordusu’nun Birinci Dünya


Harbi’nde Galiçya’ya Gönderilmesi ve Oradaki Harekatına Kısa Bir Bakış”,
Askeri Tarih Bülteni, Ankara: Yıl: 7, Sayı: 14, s. 17-30.

ALİM BARAN, Tülay (2003), “Mondros Mütarekesi Gereğince Osmanlı


İmparatorluğu’ndan Ayrılan Alman Ve Avusturya Vatandaşlarının
Durumu”, Belleten, Ankara : Cilt LXVII, Sayı: 248, Türk Tarih Kurumu
Yayınevi, s. 139-149.

ARI, Kemal (1997), Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Ankara: Genelkurmay


Basımevi.

ARMAOĞLU, Fahir (1984), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1918, Ankara: Tisa
Matbaası.

AVCI, Orhan (1996), “İttihat ve Terakki Partisi Döneminde İzlenen İktisadi


Politikalar (1908-1918)”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara: Yıl: 21, Sayı: 40,
s. 165-184.

BARDAKÇI, İlhan (1985), İmparatorluğa Veda, İstanbul : Hülbe Basımevi.

BARLAS, Gülhan (1996), Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Avrupa Cepheleri
(Özet), Ankara: Genelkurmay Basımevi.
BAYUR, Hikmet (1938), “Son Yirmi Beş Yıllık Tarihimize Bakışlar”, Belleten,
Ankara: Cilt II, Sayı: 7-8, s. 309-335.

BAYUR, Yusuf Hikmet (1991a), Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Cilt II, Kısım IV.

BAYUR, Yusuf Hikmet (1991b), Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Cilt III, Kısım I-IV.

BELEN, Fahri (1967), Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1918 Yılı
Hareketleri, Ankara: Cilt V, Genelkurmay Basımevi.

BİHL, Wolfdieter (1975a), Die Kaukasuspolitik der Mittelmachte, Wien: Cilt I.

BİHL, Wolfdieter (1992b), Die Kaukasuspolitik der Mittelmachte, Wien: Cilt II.

BRİDGE, F.R., (1990), The Habsburg Monarchy Among The Great Powers,
1815-1918, New York.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI (2002a), Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi,


V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekatı 1’inci, 2’inci ve 3’üncü Kitapların
Özetlenmiş Tarihi (Haziran 1914- 9 Ocak 1916), Ankara: Genelkurmay
Basımevi.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI (2002b), Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi


Irak-İran Cephesi 1914-1918, Cilt III, Kısım II, Ankara: Genelkurmay
Basımevi.

Cemal Paşa, (1977), Hatıralar, Tamamlayan ve Derleyen: Behçet Cemal, İstanbul.

ÇELİKER, Fahri (1983), Avusturya’nın Ve Türk-Avusturya İlişkilerinin


Tarihçesi, Ankara : Genelkurmay Basımevi.

ÇELİKER, Fahri (1977), “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Savaş Politikası”, Askeri
Tarih Bülteni, Yıl: 2, Sayı: 4, s. 28-37.
ÇOLAK, Mustafa (1999), Alman Arşiv Belgelerine Göre Alman
İmparatorluğu’nun Doğu Siyaseti Çerçevesinde Kafkasya Politikası
(1914-1918), (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun: Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

ÇUBUKÇU, Bayhan (1997), “Birinci Dünya Savaşı, Galiçya Cephesi ve Türk Sağlık
Ekibinde Avusturya Madalyası Alanlar”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara:
Yıl:22, Sayı: 42, s. 100-107.

ERDEN, Ali Fuad (1954), Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları, İstanbul :
Cilt I, Halk Matbaası.

ERKİLET, Hüseyin Hüsnü Emir (2002), Yıldırım, Ankara : Genelkurmay Basımevi.

GÖRGÜLÜ, İsmet (1993), On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, Ankara: Türk


Tarih Kurumu Yayınları.

GÜLEÇ, Fikri (1967), Birinci Dünya Harbi Avrupa Cepheleri (Romanya


Cephesi), Ankara: Cilt VII, Kısım II, Genelkurmay Basımevi.

KARLIDAĞ, Fazıl- CİNER, Kani (1967), Birinci Dünya Harbi Avrupa Cepheleri
(Makedonya Cephesi), Ankara: Cilt VII, Kısım III, Genelkurmay
Basımevi.

KURAT, Akdes Nimet (1966), Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de


Bulunan Alman Generallerinin Raporları, Ankara : Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları:23, Seri: III, Sayı: B3.

KRESSENSTEİN, Kress von (1943), Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, (Çev.


Mazhar Besim Özalpsan), İstanbul: Askeri Matbaa.

LEWİS, Bernard (1996), Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev. Metin Kıratlı),


Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

LUDENDORFF (1920), Harp Anıları, İstanbul: Cilt I-II-III, Harp Akademileri


Basımevi.
JAESCHKE, G., (1977), “I. Ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye’nin Dış Politikası”,
Belleten, Ankara: Cilt XLI, Sayı: 164, s. 733-737.

JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen


Orient, 1915-1918, Wien.
MANTRAN, Robert (1995), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, (Çev. Server Tanilli),
İstanbul: Cem Yayınevi.
MASON, John W. (1997), The Dissolution of the Austro-Hungarian Empire,
1867-1918, London.
PAKALIN, Mehmet Zeki (1971), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü
I, İstanbul: 9. Fasikül, Milli Eğitim Basımevi, s. 770.

PAKALIN, Mehmet Zeki (1972), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü


II, İstanbul: 17. Fasikül, Milli Eğitim Basımevi, s. 711.

POMİANKOWİSKİ, Joseph (1990), Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü “ 1914-


1918 I. Dünya Savaşı”, (Çev. Kemal Turan), İstanbul: Kayıhan Yayınevi.

RENOUVIN, Pierre (1969), Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918), (Çev.


Adnan ÇEMGİL), İstanbul : Cilt I, Altın Kitaplar Yayınevi.

SARISAMAN, Sadık (1999), Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Cephelerinde


Beyannamelerle Psikolojik Harp, Ankara : Genelkurmay Basımevi.

ŞAHİN, Seyit (1997), Birinci Dünya Harbinde Dördüncü Ordunun Faaliyetleri,


Konya : (Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, AİİTBD),
Doktora Tezi.

SHAW J., Stanford-SHAW, Ezel Kural (1983), Osmanlı İmparatorluğu ve


Modern Türkiye, İstanbul: Cilt II, e yayınları.

STONE, Norman (1974), “Die Mobilmachung der Österreichisch-Ungarischen


Armee 1914”, Wien, Militargeschichtliche Mitteilungen, Sayı: 2, s. 67-95.

SOYSAL, İsmail (1983), Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), Ankara:


Cilt I.
TANSEL, Selahattin (1991), Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, İstanbul: Cilt I,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

TUCKER, Spencer C. (1998), The Great War 1914-1918, London.

Türkçe Sözlük I (1988), “Arşidük”, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, s. 88.

“ Übersetzung des Waffenstillstandsvertrages vom 3 November 1918”, Österreiche


Militarische Zeitschrift, 6/1968, s. 476-479.
YALT, Ali Rıza (1973), Birinci Dünya Savaşı, İstanbul: İstanbul Gazetesi Yayını.

YILMAZ, Veli (1993), I. Dünya Harbi’nde Türk-Alman İttifakı ve Askeri


Yardımlar, İstanbul: Cem Ofset Matbaacılık.

YÜCEER, Nasır (2002), Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunun


Azerbaycan ve Dağıstan Harekatı, Ankara : Genelkurmay Basımevi.

ZÜRCHER, Erik Jan (1995), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul : İletişim


Yayınları.

WALLACH, Jehuda L. (1985), Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (Çev. Fahri


Çeliker), Ankara: Genelkurmay Basımevi.

www.balkan.gen.tr

www.discoveryturkey.com

www.macaristan.org

www.otw.co.at.
EKLER
EK-1: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Topraklarındaki
Görevlilerini Gösteren Çizelge (1914-1918)

ADI- SOYADI GÖREVİ YILI


Johann Markgraf von Avusturya-Macaristan’ın 1906-1918
PALLAVİCİNİ İstanbul Büyükelçisi
Joseph POMİANKOWİSKİ Avusturya- Macaristan’ınİstanbul 1909-1918
Askeri Ataşesi
Alois MUSİL Papaz, Misyoner 1914-1915
Dr. Paul SCHWARZ Erzurum Konsolos Vekili 1914
Georg GONDOS Petrol Teknikeri 1914-1915
Dr. Paul SİMON Hukukçu 1914-1915
WİENECKE Bomba Uzmanı 1914
Dr. PİETSCHMANN Kayak Eğitmeni 1915
Dr. Otto HÜBNER Kayak Eğitmeni 1915
Albert BİLDSTEİN Kayak Eğitmeni 1915
Paul IPPEN Kayak Eğitmeni 1915
Alexander MAKİYMOWİCZ Kayak Eğitmeni 1915
Yüzbaşı KODAR 24 cm’lik Havan Bataryası Komutanı 1915-1918
Yüzbaşı MANOUSCHEK 15 cm’lik Obüs Bataryası Komutanı 1915-1918
Yüzbaşı Hoffman Edler von Avusturya-Macaristan Tren 1915 -1918
OSTENHOF İşletmelerinin Şefi
Yüzbaşı Fritz ISELSTÖGER Osmanlı Subay ve Takımlarının 1916-1918
Eğitmeni
Üsteğmen GOMOLKA Dağ Topçu Birlikleri Eğitmeni 1916
Üsteğmen Johann 7,5 cm’lik M.15 Dağ Topçu Bataryası 1916
MASCHAUER Eğitmeni
Üsteğmen Ervin STEİNHART Diyarbakır Bölgesi Eğitmeni 1916
Yüzbaşı Joseph JOBB Motorize Birlik Komutanı 1916-1918
Musul’daki Talimgah Birliği
Komutanı
Yüzbaşı von SEUTTER Motorlu Birlikler Komutanı 1916
Binbaşı R. von HENRİGVEZ Motorlu Birlikler Komutanı 1916
Dr. FEİSTMANTEL İstanbul’daki Sağlık Kuruluşları 1916
Organizasyonu Görevlisi
Dr. SCHRÖTTER Kudüs Hastanesi Sorumlusu 1916
Teğmen Richard ERBAN İstanbul Muhabere Birliği Sorumlusu 1916
Üsteğmen Karl CHEVALİER Topçu ve Kara Birlikleri Komutanı 1916-1918
HERVAY
Yüzbaşı Friedrich Freiherr 4. Ordu İrtibat Subayı 1917-1918
von LATSCHER
SCHERKER Propaganda Subayı 1917
Dr. SİLATSCHEK İstanbul, Avusturya-Macaristan 1917
Hastanesi Başhekimi
Yüzbaşı Dr. HORAK Suriye, Avusturya-Macaristan Sahra 1917
Hastanesi
Dr. SZÖRFFY Suriye, Avusturya-Macaristan Sahra 1917
Hastanesi
W. DANNHOFER Sirkeci İstasyon Şefi 1917
Yarbay Adolf Ritter von Ekonomik Birliğin Temsilcisi 1917
ZAMBAUER
Yarbay Johann Ritter von Teknik Birliğin Başkanı 1918
GAVİN NİESİOLOVSKİ
Üsteğmen HOCHSTEİN Maltepe, Makine-Teknik Eğitim 1917-1918
Bölüğü Talimgah Ekibi Komutanı
BORN İnşaat Mühendisi 1917-1918
Yüzbaşı LİNDER Makine Mühendisi 1917-1918
VEİTH Maden Mühendisi 1917-1918
Üsteğmen FRANKL İnşaat Mühendisi 1917-1918
Üsteğmen MAREK Yol Mühendisi 1917-1918
Üsteğmen SANDER Jeoloji Mühendisi 1917-1918
Üsteğmen RONDA Foto Merkezi Komutanı 1917-1918
Teğmen RAAB Biyoloji İstasyonu Komutanı 1917-1918
Üsteğmen RİEDMANN Teknik Malzeme, İkmal Merkezi 1917-1918
Komutanı
Yüzbaşı ÖHLSCHLAEGER 8. Kolordu Teknik Birlik Komutanı 1918
Teğmen FLUSS 8. Kolordu Teknik Birlik Komutanı 1918
Albay Rudolf HOCHSTEİN Makine Teknisyenliği Oluşturdu 1918
Yüzbaşı Erich von HELLER Ekonomik Birlik Temsilcisi 1918
(Zambauer’in yerine)
Yüzbaşı HUBKA Kayak Eğitmeni 1918
Üsteğmen Ernst MEGAY İstanbul Demiryollarının Avusturya- 1918
Macaristan Temsilcisi
Richard SCHÖNTHALER Avusturya-Macaristan Deniz Ataşesi 1918
Yüzbaşı Paul MAYERN Yıldırım Orduları Bünyesinde İrtibat 1918
Subayı
EK-2: Osmanlı Sınırlarında Savaş Alanlarını Gösteren Harita ∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan Osmanlı Devleti’ne
Gönderilen Obüs ve Havan Bataryalarının Gelibolu Yarımadası’nda
Bulundukları Yerleri Gösteren Harita∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-4: RESİM 1: Osmanlı Devleti Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver
Paşa∗


www.balkan.gen.tr
EK-5: RESİM 2: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul
Büyükelçisi Johann Markgraf von PALLAVİCİNİ∗


www.otw.co.at
EK-6: RESİM 3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Askeri
Ataşesi Joseph Pomiankowiski ∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-7: RESİM 4: İttifak Devletleri Askerleri Bir Arada∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-8:RESİM 5:Avusturya-Macaristan Askerlerinin İstanbul’daki İkametgahı ∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-9: RESİM 6: Gelibolu’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 9
Numaralı 24 cm’li Motorlu Havan Bataryası∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-10: RESİM 7: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 36 Numaralı 15
cm’li Obüs Bataryasının 1915’te Gelibolu’ya Nakli∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-11: RESİM 8: Üsteğmen Gomolka’nın Dağ Topçu Birliği İçin Osmanlı
Askerlerini Eğitmesi∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-12:RESİM 9: Diyarbakır’da Park Halinde Bulunan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun 2 Nolu Mobil Birlikleri∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-13: RESİM 10: Askeri Ataşe Pomiankowiski ve Askeri Birliklerin Reşit
Paşa Gemisiyle Yurda Dönüşü∗


JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.

You might also like