Professional Documents
Culture Documents
İMPARATORLUĞU İLİŞKİLERİ
HASAN KESKİN
HATAY
OCAK, 2006
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne,
Başkan -----------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad
Üye --------------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad
Üye --------------------------------------------------------------------
Akademik Ünvanı, Ad-Soyad
Onay
.../.../.....
Enstitü Müdürü
ÖNSÖZ
XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde ilk kez karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti ile
Avusturya arasındaki ilişkilerin esasını Macaristan ve Balkanlardaki çıkar çatışması
oluşturmaktadır. XIX. yüzyılda Rusya’nın Balkanlarda etkili olmaya çalışması
üzerine, Avusturya artık diplomaside Osmanlı Devleti ile işbirliği içerisine girmiştir.
1866’da Avusturya İmparatoru, Macar tacını giyerek Avusturya ve Macaristan’ın
birleştiğini ilan etmiştir.
Avusturya-Macaristan’ın 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etmesi, Trablusgarp
ve Balkan Savaşları’ndaki pasif tutumu, Osmanlı Devletini Birinci Dünya Savaşı
öncesi Avusturya-Macaristan’la arasında mesafe yaratmıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nın engellenemez bir yola girmesi üzerine Osmanlı Devleti kaybettiklerini
kısmen de olsa elde etme adına ittifak kurma çalışmalarına başladı. İtilaf
Devletleri’nden olumlu yanıt alamayan Osmanlı Devleti İttifak Devletleri’yle
müzakerelere başlamış, sonuçta bu blokta yer almıştır.
Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile savaş öncesi pek
de olumlu ilişkiler kurmamıştı. Ancak savaş başladıktan sonra yoğun ilişkiler
içerisine girmiştir. Avusturya-Macaristan, Doğu ve Osmanlı politikası çerçevesinde
Osmanlı sınırlarında faaliyetlerde bulunmuştur. 1914-1918 yılları arasında yaptığı
yardımlarla Osmanlı Devleti’nin savaş yükünü bir nebze de olsa hafifletmiştir. Bu
bağlamda öncelikle Obüs ve Havan bataryaları, motorize birlikler, sağlık ekipleri,
askeri teknik personel ve kayak eğitmenleri göndermiştir. Osmanlı Devleti de en
seçkin askerlerini Avrupa savaş alanlarına göndererek üzerine düşeni yapmıştır.
Avusturya-Macaristan, ekonomik ve kültürel alanlarda yaptığı faaliyetlerle de
Osmanlı topraklarında Almanya ile rekabet etmeye çalışmış, kısmen de başarılı
olmuştur. İmparator ve İmparatoriçenin İstanbul ziyaretleri, Osmanlı Devleti’ni ne
kadar önemsediklerini göstermiştir.
İttifak Devletleri’nin savaşı kaybetmesi ve imzalanan Mondros
Mütarekesi’nin 25. maddesi gereği Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği, Askeri
Ataşesi, askeri yetkili ve birlikleri memleketlerine dönmüşlerdir.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu, Enver Paşa, Pallavicini, Pomiankowiski
ABSTRACT
THE RELATIONSHIPS OF AUSTRIA-HUNGARY EMPIRE AND
OTTOMAN BETWEEN 1914-1918
HASAN KESKİN
History Department, Master Of Science
Supervisör: Assist. Prof. Dr. Songül ÇOLAK
January 2006, 133 Pages
The base of relationships between Ottoman Empire and Austria, having met
in the first quarter of 19th century for the first time, is constituted by prafit conflict in
Hungary and Balkans, Since Russia tries to be powerful in Balkans, Ottoman Empire
cooperates with Austria in politics. In 1866 the emperor of Austria wedring
Hungarian crown, declares that Austria and Hungary are united.
The fact that Austria-Hungary invades Bosnia-Herzegovina in 1918 and its
passive attitude in Balkan War distance Ottoman Empire from Austria-Hungary
before First World War. As First World War is inevitable, Ottoman Empire tries to
establish alliance for the sake of getting back what he has lost. Ottoman Empire, not
having been able to get a positive answer from Mutual states, starts to negatiate with
alliance states, and eventually he takes place in this group.
Ottoman Empire doesn’t have good relationships with Austria-Hungary
Empire before thi war. Homewer, he has intensive relationships after the war breaks
out. Austria-Hungary is active in Ottoman borders for the sake of his East and
Ottoman politics. He relieves the heavy burden of Ottoman State by means of his
helps between 1914-1918. Firstly he sends Howitzer shell and mortar batary,
motorize troops, health stuff, military technical stuff and ski trainers. As for Ottoman
Empire he does his best by sending his good soldiers to European war zones.
Austria-Hungary Empire tries to compete with Germany in economical and
cultural areas and he partially succeeds in doing it. The emperor’s and queen’s visit
of İstanbul shows how they give importance to Ottoman Empire.
Since alliance states lose the war and as a result of 25th matter of Mudros
Pact, Austria-Hungary Ambassadorship, Millitary Attache, millitary authorities and
troops return to their country.
Key Words: World War I, Ottoman Empire, Austria-Hungary Empire,
Enver Pasha, Pallavicini, Pomiankowiski.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
TÜRKÇE ÖZET........................................................................................................... i
İNGİLİZCE ÖZET......................................................................................................iii
İÇİNDEKİLER.............................................................................................................v
KISALTMALAR.......................................................................................................viii
1. GİRİŞ......................................................................................................................1
2.1. Yöntem..................................................................................................4
3. BULGULAR VE YORUMLAR.............................................................................6
SONUÇ.....................................................................................................................112
KAYNAKÇA............................................................................................................114
EKLER......................................................................................................................119
1
Avusturya İmparatorluğu-Macar Krallığı tek bir İmparator Kral’a bağlı iki devletti. Ulusal bakımdan
karmakarışık durumdaydı. Halk başlıca şu unsurları kapsamaktaydı: Alman: 12.011.000 (% 28,38),
Macar: 10.120.000 (% 19,71), Romen: 3.222.000 (% 6,27), Slav: 23.416.000 (% 45,59), Diğer
alan devlet, gerçekte iki güce ayrılmış (Avusturya-Macaristan) yalnız ordu,
donanma, dış politika da birleşmişti.
Uluslar: 2.585.000 (% 5,05). Bunlardan başka İtalya sınırı dolaylarında 768.000 İtalyan-Latin
yaşıyordu. Slav ulusları arasında devlete en bağlı olanlar Lehlerle, Slovenlerdi. Avusturya’da
Almanlar ve Macaristan’da Macarlar egemen ulus durumundaydılar. İmparatorluğu teşkil eden iki
devletten Macaristan’da Macarlar halkın % 54,5, Avusturya’da ise Almanlar % 35,38 i olup bu
yüzden Macarlar devletlerini ulusal bir devlet sayıyorlardı. Avusturya’da ise Almanların aynı iddiada
bulunmalarına imkan yoktu(Bayur 1991b: 23-24).
değinilmemektedir. Bu çalışmamızda kısmen bu eksikliği gidermeye ve 1914-1918
yıllarında iki müttefik arasındaki ilişkiler üzerinde duracağız.
2. TEZİN AMACI VE ÖNEMİ
Çalışmamızın ana konusunu, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı/Avusturya-
Macaristan İlişkileri (1914-1918) oluşturmaktadır.
2.1. Yöntem
Birinci Dünya Savaşında Osmanlı/Avusturya-Macaristan İlişkileri (1914-
1918) konulu tez çalışmamızda, ilk aşamada konuya ilişkin kaynakların bir ön
taraması yapılmış Almanca kaynaklar, Avusturya-Macaristan’ın İstanbul Askeri
Ataşesi Joseph Pomiankowiski’nin anıları, Türkçe kaynaklar ve kısmen arşiv
belgelerinden faydalanılarak 1914-1918 yıllarında iki devlet arasındaki ilişkilerin
boyutu değerlendirilmeye çalışılmıştır.
2.2. Kavramsal Çerçeve
Çalışmamız, iki farklı devletin ilişkilerini esas aldığından, tarih biliminin en
önemli yönü olan objektifliğin, bu çalışmada temel ilke olarak alınmasına büyük
önem verilmiştir. Olaylara ve değerlendirmelere tek taraflı yaklaşmış olmamak için
yabancı kaynaklar da incelenmeye çalışılmıştır. Yine olayların değerlendirilmesinde
olayın geçtiği dönemin şartlarının da çok önemli olduğu gerçeğiyle hareket
edilmiştir.
Osmanlı Devleti mevcut askeri gücüne dayanarak artık herhangi bir savaşa
giremez ve gireceği savaşı devam ettiremezdi. Ancak jeopolitik ve stratejik durumu
dolayısıyla herhangi bir dünya savaşında tarafsız kalması da mümkün değildi.
Bundan dolayı herhangi bir dünya savaşında yeterli bir dış yardımı esirgemeyen
kuvvetli bir Avrupa devletine dayanmak uygun olurdu(Akbay 1991: 140; Bayur
1991b: 504).
Diğer bir teşebbüs ise Fransa nezdinde yapıldı. Bahriye Nazırı ve Türk-
Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal Paşa, Fransız Dışişleri Bakanlığı ile temasa
geçerek iki ülke arasında bir İttifak yapılmasını sağlamaya çalıştı. Verilen cevapta,
Rusya razı olmadıkça böyle bir İttifakın mümkün olmadığı bildirildi(Bayur 1991a:
549-558).
Osmanlı Hükümetinin Bulgarlarla bir ittifak görüşmesi oldu (29 Eylül 1913)
Bulgarlar bu ittifak ile Makedonya üzerindeki milli emellerini gerçekleştirmeyi ve
İkinci Balkan Savaşı öncesinde olduğu gibi bir Sırp-Yunan ittifakı karşısında yalnız
kalmamayı istemişlerdir. Osmanlı Devleti de, Balkan Devletleri’nin kendisine karşı
ikinci bir ittifak kurmalarını önlemek ve Romanya’yı da kazanmaya çalışarak
Balkanlarda düşman kuvvetlerin durumundan faydalanmayı düşünmüştür.
Ne var ki, Bulgarlar ittifak antlaşmasını Birinci Dünya Savaşı içinde dahi
imzalamadılar ve devamlı olarak Osmanlı Devleti’nden toprak koparmak fikrini
muhafaza ettiler. Bunda, Rusya’nın ve Romanya’nın da durum ve tutumlarının
önemli etkisi olmuştur denilebilir(Yılmaz 1993: 15).
1
Hans Frhr. Von Wangenheim, 1912 ile 1915 yılları arasında İstanbul’daki Alman Büyükelçisi ve
aynı zamanda da kordiplomatik çevrenin en güçlü şahsiyetlerinden biri idi. Aslen topçu yüzbaşısı
olup, II. Wilhelm’in teveccühü ile henüz 50 yaşında iken İstanbul Büyükelçisi olmuştu. Osmanlı
Devleti’nin Almanya ile imzaladığı 2 Ağustos antlaşmasında önemli rol oynamıştır. Ekim 1915’de
İstanbul’da aniden ölmüştür(Pomiankowiski 1990: 47-51).
Bütün bu düşüncelere rağmen Temmuz 1914’te Saraybosna krizi1 baş
gösterdiğinde, Avrupa’da genel savaş kaçınılmaz bir hal almıştı. İmparator II.
Wilhelm’in Osmanlı Devleti ile ittifakı daha ciddi bir şekilde ele aldığı ve askeri
heyetlerinden bir teminat beklediği görüldü(Görgülü 1993: 48-49).
Resmi askeri ittifak önerisi, ilk kez 22 Temmuz 1914’te Harbiye Nazırı
Enver Paşa tarafından İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim’a yapıldı. Aynı
tarihte Sadrazam Sait Halim Paşa da Avusturya Büyükelçisi Pallavicini’ye2 ittifak
teklif etti(Bayur 1991: 629; Görgülü1993: 49). İmparator II. Wilhelm 22 ve 23
Temmuz tarihinde “Şimdi her tüfeği elde etmek gerekiyor” ve “Biz onları (Türkleri)
hangi şartlar altında olursa olsun, reddedemeyiz” dedi(Jaeschke 1977: 734).
1
28 Haziran 1914’de Saraybosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahtı Franz
Ferdinant ve eşinin Sırp milliyetçileri tarafından öldürülmesi, savaşın eşiğinde bekleyen Avrupa
devletlerinin harekete geçmesine neden olmuş ve Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Veliaht Ferdinant
yapmak istediği reformlarla Avusturya-Macaristan Monarşisini çöküşten kurtarmanın yollarını
arıyordu. Bundan dolayı o, Sırbistan’ın himayesinde, Hırvatistan ve Slovenya’dan oluşacak bir
“Güney Slav Devleti” kurmak isteyen Sırp milliyetçilerinin hedeflerini gerçekleştirmesine engel
görülüyordu (Çolak 1999: 26). Ayrıca Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun seferberlik ilanı
ayrıntılı bilgi için bkz. Norman Stone, “Die Mobilmachung der Österreichisch-Ungarischen Armee
1914”, Militä ärgeschichtliche Mitteilungen, 2/74, s. 67-95.
2
Johann Markgraf von Pallavicini, 18. 03.1848’de Padua’da doğdu. 1874’de Berlin Ataşeliği,
1878’de Paris’te, 1880’de Londra’da, 1887’de Belgrad’da Elçi Sekreterliği, 1894’de Münih’te Elçi
Danışmanlığı ve daha sonra St. Petesburg’da, 1899’da ise Bükreş Elçisi, 1906-1918 yılları arasında
ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi olarak görev yaptı. Birçok ödüller
almıştır. 1926’da Magnatenhauses üyesi oldu. 04.05.1941’de Pusztaravany’de öldü(Jung 1992: 172).
3
Liman von Sanders, Balkan Savaşından sonra oldukça kötü duruma düşmüş olan Osmanlı
ordusunu yeniden tensik ve ıslah etmek için, 1913 yılında İstanbul’a gönderilmiş olan “Alman Askeri
Misyonu” ‘nun başkanı idi. Almanya ile yapılan antlaşma gereği beş sene müddetle ve geniş yetkilerle
İstanbul’a gelen von Sanders, önce Osmanlı I’inci Kolordu Komutanı, daha sonraları, Birinci Dünya
Savaşı içerisinde de I’inci ve V’inci Osmanlı Orduları Kumandanlığı ve Yıldırım Orduları Grup
Kumandanlığı görevlerinde bulunmuştur. Osmanlı ordusunda geçirdiği beş yılını, Fünf Jahre Türkei
adlı eserinde detaylı olarak ele almaktadır(Çolak 1999: 27).
4
Wangenheim’in, Enver Paşanın Almanya ile ittifak isteyen ancak kendisinin bu ittifaka karşı olduğu
görüşlerini içeren 22 Temmuz 1914 tarihli telegramının kenarına İmparator II. Wilhelm şöyle not
düşmüştür: “... Şimdi Avusturya’nın Slavlara karşı girişimini destekleyecek Balkan Devletleri’ni
kazanma zamanı olduğundan, bir Türk-Bulgar ve peşinden de Avusturya ittifakı tabiiki kabul
edilebilir. Buna Opportunitatspolitik denir ki, bu politika burada uygulanmak zorundadır”(Çolak
1999: 41).
Paşa dışındaki diğer kabine üyelerinin bile haberi olmadan, kamuoyundan da gizli
tutulan 2 Ağustos 1914 tarihli Osmanlı-Alman ittifakı ortaya çıktı(Yılmaz 1993: 65-
66; Bayur 1991b: 629).
1
Joseph Pomiankowiski, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ndeki en
önemli son iki diplomatından biri olan Pomiankowiski, 28 Kasım 1866’da bugünkü Polonya’nın
Jaroslaw şehrinde dünyaya gelmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun önce Belgrad (1901-
1907), daha sonrada İstanbul Askeri Ataşesi (1909-1918). Savaşın başlamasıyla birlikte, Avusturya-
Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul’daki tam yetkili Askeri Ataşesi olarak savaş sonuna kadar
çalışmıştır. 23 Ocak 1929’da Lemberg’de öldü. Osmanlı Devleti’ndeki anıları için bkz. Joseph
Pomiankowiski,Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü “ 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı” (Çev.
Kemal Turan), Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1990; Jung 1992: 172; www.otw.co.at.
Avusturya-Macaristan ordusu için bu yeni durum, tarafsız bölgede yani
Osmanlı topraklarında her türlü aracı kullanarak bilgi toplama girişimlerinde
bulunabilme anlamına geliyordu. Bu amaçla General Pomiankowiski’nin yanına
deniz kuvvetlerinden ayrılma subay Gustav Ritter Von Korwin görevlendirildi.
Korwin savaş boyunca Pomiankowiski’nin yanında kalacaktır. Korwin’in, Osmanlı
Devleti’ndeki her kesimden insanla olumlu ilişkileri vardı. Öyle ki İstanbul’da
yaşayan Yunanlılar bile ona bilgi veriyorlardı(Jung 1992: 10-11).
1
Helmuth Graf von Moltke, 1835 ile 1839 yılları arasında Osmanlı Devleti hizmetinde bulunmuş
olan Mareşal von Moltke’nin yeğeni olup, Birinci Dünya Savaşı başladığında Alman Genelkurmay
Başkanı idi. Kayzer II. Wilhelm’in yakın çevresinde yer alan Moltke, Alman Ordularının
“Schlieffenplan” ı uygulayarak bu genel savaşı kısa bir sürede galibiyetle bitireceğine inanıyordu. Bu
plana göre, Alman Orduları Belçika üzerinden Fransız ordularına geniş bir alanda saldıracak, büyük
ve tek bir muharebede bu orduyu yok edecekti. Savaş sonrasında da çok tartışılan Schlieffen
tarafından ortaya konan ve von Moltke’nin de uygulamak istediği bu plan, Alman Genelkurmayınca
istenilen sonucu vermedi. 5-12 Eylül tarihleri arasında, Paris’e 50 Km. uzaklıktaki Marne’de yapılan
savaşlarda Fransızlar Alman ordularını durdurmayı başardı ve Almanlar Fransız ordusunu yok
edemedi. Bu da Birinci Dünya Savaşı’nın uzamasına neden oldu. Marne yenilgisinde kendini sorumlu
gören Moltke’nin psikolojik yapısı bozuldu. Her ne kadar 1914 yılı sonuna kadar resmen
Genelkurmay Başkanı olarak kaldıysa da, 14. 09. 1914’den itibaren Alman ordularını yönetme
görevini General Erich von Falkenhayn’a devretti(Çolak 1999: 28).
∗
Esasen Osmanlı cephelerinin uzaklığına baktığımızda Türklerin işinin zor olduğu görülmektedir.
Kafkasya cephesi ile İstanbul arası uzaklık 1100 km., Mısır cephesi ile İstanbul arası 1600 km., İran
körfezi ile İstanbul arası 2400 km.dir(Bihl 1975: 218).
tarafsızlığını mümkün mertebe korumaya çalışıyordu. Ancak Alman Ordularının 12
Eylül 1914’te, Fransız orduları tarafından Marne’da durdurulması ve Avusturya-
Macaristan’ın Ruslar karşısında zor duruma düşmesi(Çolak 1999: 43), bu iki devleti,
her zamankinden daha fazla Osmanlı Devleti’nin yardımına muhtaç duruma
getirmiştir. Bu sıralarda, İstanbul’daki Rus gizli teşkilatının elde ettiği 5 Ekim tarihli
ve Pavlov imzalı Avusturya telinde şöyle denilmektedir.
1
Amiral Souchon komutasındaki iki Alman gemisi -23 bin tonluk Goeben Kruvazörü ile 6.500 tonluk
Breslau Kruvazörü-, 11 Ağustos günü Çanakkale Boğazı’na girdi. Her iki gemi, Temmuz ayında
Akdeniz’de bulunuyordu. İngiliz donanmasının sıkı takibinden kurtularak kritik bir dönemde emir alıp
İstanbul’a doğru yola çıkmayı başardılar. İngiltere, düşman gemilerinin İstanbul Limanı’na girişlerini,
Bab-ı Ali nezdinde derhal protesto etti(Pomiankowiski 1990: 67).
yardımlarıyla Odesa’yı bombalayıp, orada bulunan Rus donanmasını yok etmelerini
istedi. Bu şekilde Güney Rusya’da panik yaratılarak, buraya Osmanlı Devleti’nin
askeri bir çıkartma yapması sağlanacaktı(Çolak 1999: 50). Aynı zamanda Viyana ve
Berlin’de planlanan iki askeri girişim Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinde etkili
oldu. Birincisi, 50.000 kadar Türk birliğinin Besarabya’ya çıkmasıydı.
Pomiankowiski’ye göre bu plan Viyana’dan Berlin’e ulaştırıldı. Liman von Sanders
de bu planı Enver Paşaya aktardı. Liman von Sanders, bu planı gerçekçi buluyordu
ve Enver’in onayıyla detaylı bir planın hazırlanmasına gitti. Birliğin çıkartma
yapacağı yer olarak Akkerman yakınındaki bir yarımada seçildi. Zamanında yeterli
sayıda asker bulunmaması ve Türk ticaret gemilerinin bu çapta bir birliği
taşıyamamasından dolayı plan başarısızlığa uğramıştır. Gitme ve gelme 10 günden
fazla sürecekti ve buna bağlı olarakta orayı ele geçirmek 3 aydan daha çok zaman
alacaktı. İkincisi, Kuzey Kafkasya’da Kuban Kazaklarının ve Çerkezlerin Rusya’ya
karşı ayaklanmasına teşvik edilmesiydi. Bu iki projede gerçekleşmedi. Avusturya-
Macaristan Genelkurmayınca gerçekleşemeyen bu iki projenin temel amacı,
Galiçya’da ağır savaşlar veren birliklerini rahatlatmaktı(Jung 1992: 15-16).
Hem Enver Paşa hem de Cemal Paşa bu iki Alman savaş gemisinin yanı sıra
bir ya da iki Avusturya-Macaristan savaş gemisine ihtiyaç duymuşlardı. Özellikle
İngiliz-Fransız ve İtalyan donanmalarının üstünlüğü karşısında Avusturya-
Macaristan donanmasının zayıf kalmasına rağmen Enver Paşa ve Cemal Paşa’ya
göre istemiş oldukları iki savaş gemisi Karadeniz’de, Adriyatik Denizi’ndekinden
daha etkili rol oynayabilirdi. Ancak bu istek Avusturya-Macaristan deniz kuvvetleri
komutanı Amiral Haus’un itirazıyla mesele AOK (Avusturya-Macaristan Ordular
Başkomutanlığı) ’ca gerçekleştirilmemişti(Pomiankowiski 1990: 68).
1
Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasında Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nca
umulan faydalar şöyledir.
Kafkasya’ya yollamak zorunda kalacak, İngiltere Süveyş Kanalı ile Mısır’ı korumak
gereğini duyacak, Batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır. Eylül’ün sonlarından
başlayarak, Bab-ı Ali ile Berlin arasındaki pazarlıklar – Von Wangenheim
aracılığıyla- hızlanmıştır(Mantran 1995: 275). 11 Ekim’de Alman Elçisi
Wangenheim, savaş ilan edildiği taktirde Osmanlı Hükümetine 2 milyar altın kuruş
gizli yardım yapılacağı bildirildi. 21 Ekimde paranın gelmesiyle harekete geçmemek
için bir neden kalmamıştı. Enver ve Cemal Paşalar diğer kabine üyelerine
danışmadan Souchon’a Karadeniz’de Ruslara saldırması için emir verdiler(Shaw-
Shaw 1983: 375). Nihayet, 27 Ekim 1914’te tatbikat amacıyla Karadeniz’e çıkan
donanma, Rus savaş gemileriyle çatıştı, bazı Rus limanlarını1 bombardıman etti.
Bunun üzerine 1 Kasım 1914’de Rusya, 5 Kasım 1914’de İngiltere ve Fransa
Osmanlı Devleti’ne ve Osmanlı Hükümeti’de 11 Kasım 1914’de bu devletlere karşı
savaş ilan etti.
1) Kafkas Cephesine yeni Rus kuvvetleri çekerek Almanya ve Avusturya’nın Doğu Cephelerinin
yükünü hafifletmek.
2) Süveyş su yolunu tıkamak ve hiç olmazsa o bölgede büyük İngiliz kuvvetlerini bağlı tutmak.
3) Hilafette var olduğu sanılan manevi kuvvete dayanarak İslamcı propagandaya girişmek,
böylelikle İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslüman halkı, ayrıca Rusya’da yaşayan Türk ve
Müslümanları ayaklandırmak, bu dinden olan askerlerin sadakatini sarsmak(Bayur 1991b: 269-
270).
1
Amiral Souchon emrindeki Osmanlı Filosu ile 29 Ekim’de Rus limanlarından Sivastopol, Odesa,
Feodosia ve Novorossiisk’yi bombardıman etti, oralardaki petrol ve tahıl depolarını yaktı ve birçok
Rus gemisini batırdı. Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu(Çolak 1999: 44).
Ortadoğu’da açılan cephelerle savaş geniş sınırlara yayılmış, bu durum savaşın
uzamasında etkili olmuştu.
Bir ülkenin savaş politikasını her ne kadar o ülkenin ulusal hedefleri ve dış
politikası tayin ederse de, savaş durumlarının savaş politikası üzerindeki etkisi
küçümsenmeyecek oranda önemlidir.
1
Padişah bu iradesinde, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını ilan ettiği halde Rus donanmasının
Karadenize inerek İstanbul Boğazı çıkışını mayınladığını ve devletin bazı gemilerini bombalamak
suretiyle Osmanlı Devleti haklarına tecavüz ettiğini ve bu olaydan sonra özür dilemesi gerekirken,
İstanbul’daki Büyükelçisini çektiğini ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerini kestiğini bildirmiştir. Aynı
şekilde İngilizlerin de Çanakkale Boğazını zorladıklarını belirten Sultan, Osmanlı Devleti’nin Alman
ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarıyla birlikte vatanını savunmak mecburiyetinde olduğunu
açıklamıştır(Çolak 1999: 32).
2
Farz-ı ayn; edası her ferde lazım olup, bazılarının yapması ile diğerlerinden sakıt olmayan emir
demektir. Namaz ve Oruç gibi. Bkz, Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
İstanbul 1993, C. I, s. 589.
14 Kasım 1914’te Cihat ilan edildikten sonra, Bosna-Hersek
Müslümanlarına gelen fetva ile Avusturya-Macaristan safında savaşa katılmaları
bildirilmişti. Pallavicini bu fetva üzerinde iyi düşünülmesi gerektiğini ifade etmiş,
bunun aynı zamanda Şeyhülislamın Bosna-Hersek üzerindeki etkisini de
göstereceğini belirtmiştir. Pallavicini’ye göre Reis-ül Ulema’nın fetvayı
değerlendirme şeklide önemlidir. Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’ten nasıl
davranacağına dair bir açıklama istemektedir. Avusturya-Macaristan’a göre, Osmanlı
Devleti ile ittifak içinde olduğundan Bosna-Hersek Avusturyalıların yanında savaşa
girmelidir. Girerlerse de dini vecibelerini yerine getirmiş olurlardı.
Birinci Dünya Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra Avusturyalı Katolik
Papaz Alois Musil1, Viyana’dan İstanbul’a geldi. Çek asıllı bir aileden gelen Musil,
İncil tefsiri okumuş, uzun yıllar Filistin, Suriye ve Arabistan’da kalmıştı. Mükemmel
Arapça konuşur, Arap ülkesini, halkını, emir ve şeyhleri tanırdı. Musil’in görüşüne
göre, Orta Arabistan halkının hemen hemen hepsi Müslüman olmasına rağmen,
ülkelerinde pek cami ya da okul görülmüyordu. Bu da, oradakilerin kültür
seviyesinin düşüklüğünü gösteriyordu(Pomiankowiski 1990: 153).
1
Dr. Alois Musil, 06.07.1868’de Richterdorf’ta doğdu. 1887’de Olmütz Üniversitesinde Teoloji
okudu. 1891’de rahip oldu. 1895’te Teoloji’de doktorasını bitirdi ve aynı yıl ilk doğu gezisini yaptı.
1902’de Prof., 1904’de Olmütz Üniversitesinde İncile yardımcı anabilim dalı Prof. oldu. 1909-1919
arasında Wien Üniversitesinde Prof.’luk yaptı ve Avusturya-Macaristan Bilimler Akademisi üyesi
oldu. 1908-1909 arasında Kuzey Arabistan’da bilimsel seyahate çıktı, 1910’da Hicaz’a gitti. 1912’de
araştırma amacıyla Prens Bourbon ile birlikte Kuzeydoğu Arabistan ve Güneydoğu Mezopotamya’ya
gitti. 1914-1915 yılları arasında İmparator Joseph ile tekrar Arabistan seyahatine başladı. 1917’de
Savaş Meclisine üye olup, Savaş Bakanlığı bünyesinde oluşturulan doğu misyonu başkanı oldu.
Savaştan sonra Münih şehrine yerleşti, daha sonra gazetecilikle uğraştı ve 12. 04. 1944 yılında
öldü(Jung 1992: 174).
almak zorunda olduğuna inanıyordu. Musil, büyükelçilik kanalıyla Osmanlı Dahiliye
Nezaretine başvurdu. Enver Paşa’nın itirazlarına rağmen, oradan Arabistan’a gitmek
için izin aldı ve gerekli belgelerle birlikte Eylül 1915 sonunda İstanbul’dan ayrıldı.
Birkaç ay sonra hastalanarak İstanbul’a geri döndü. Bu birkaç aylık süre zarfında
sadece İbn-i Suud ve İbn-i Reşit ile görüştü. Arapların, kendisini iki imparator (Franz
Joseph, II.Wilhelm) ile padişahın elçisi olarak karşıladıklarını belirtti. Musil,
İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra Viyana’ya hareket etti(Pomiankowiski 1990:
154).
Çok enerjik ve atılgan bir insan olan Dr. Pietschmann, sadece kayak eğitimi
ile yetinmek istemiyor aynı zamanda Anadolu’nun doğusundaki Bakü petrol
kuyularının tahribi için bir keşif seyahati de yapmak istiyordu. Bu amaçla kayak
eğitimi sona erince Erzurum’dan Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi kenarındaki
Enzeli’ye hareket etmeyi, oradan bir kayıkla Bakü’ye geçerek top ateşi ile kuyuları
ateşe vermeyi veya tahrip etmeyi planlamıştı. Bu gaye ile yola çıkmıştı. Alman
Deniz Üsteğmeni Engelking’in çabuk ateş edebilen küçük çapta bir deniz topu ve
birkaç bahriyeli ile haziran ortasında Enzeli’ye gelip orada Pietschmann’la buluşması
konusu Donanma komutanlığınca kararlaştırılmıştı. Ancak plan gerçekleşemedi.
Çünkü bu sırada Rusların Azerbaycan’dan çıkartılmasıyla ilgili Osmanlı harekatı
sonuçsuz kalmıştı. Dr. Pietschmann, kayak eğitimi bittikten sonra Ağustos 1915’te
Avusturya’ya döndü(Pomiankowiski 1990: 160; Jung 1992: 30).
Ocak 1915’te AOK Erzurum Cephesine yüksek rütbeli bir subay göndermek
istedi. Bundan amaçlanan bu yüksek rütbeli subayın Avusturya makamlarına
göndereceği direk bilgilerin daha sağlıklı olacağının kanaatine varılmasıdır. Bu iş
için Viyana Harp Okulunda görevli Kostellezky hastalandı. Gerek gönderecekleri
subayın hastalanması gerekse Pallavicini’nin -Osmanlı Devleti’nin de Galiçya’ya
aynı yetkilere sahip bir subay gönderebileceği düşüncesiyle- karşı çıkmasıyla bu
proje gerçekleşememiştir(Bihl 1975: 129).
1
Bu üç kişi; Scheubner, Pietschmann ve Emir Aslan’dır(Çolak 1999: 65).
2
Çok enerjik ve atılgan bir insan olan Dr. Pietschmann, sadece kayak eğitimi ile yetinmek istemiyor
aynı zamanda Anadolu’nun doğusundaki Bakü petrol kuyularının tahribi için bir keşif seyahati de
yapmak istiyordu. Bu münasebetle kayak eğitimi sona erince Dr. Pietschmann emrine Alman Bahriye
Nazırı tarafından deniz üsteğmen Engelking ve gemiden iyi ateş edebilen birazda deniz eri verip,
Haziran’da Hazar Denizi kenarındaki Enzeli’nde Dr. Pietschmann ile buluşacaklardı. Oradan bir
kayıkla Bakü’ye geçerek top ateşi ile kuyuları ateşe vermeyi, veya tahrip etmeyi planlamıştı. Ancak
Rusların Azerbaycan’dan çıkartılmasıyla ilgili Türk harekatı gerçekleşemediğinden, bu plan
gerçekleşememiştir(Pomiankowiski 1990: 159; Bihl 1975: 130).
3.4.2. Cemşe Petrol Yataklarını Sabote Girişimi
1
(Mısır’da) Kızıldeniz kıyısında, Sina Yarımadası’nın karşısına düşen bir yer.
çevresi hakkında bilgi edinebilmek için Gondos, 26 Kasım 1914’te Şam’dan
ayrıldılar. Yanlarında bir Türk subayı ve iki bedevi olduğu halde Sina Yarımadasını
geçtiler. Bu keşif ziyaretinden sonra 30 Aralık 1914’te Kudüs’e döndüler. Grup
Albay Kress’in emrine girdi. Dr. Simon, Şam’dan Kudüs’e planları için gerekli olan
cephaneyi sınıra nasıl ulaştırılacağını organize etti.
Osmanlı Devleti’ne silah ulaştırılması ile ilgili iki ilginç olay daha vardır:
Ocak 1915 yılında Souchon, Amiral Haus’a mühimmat talebini ulaştırmıştı. Haus’ta
Novarra adlı gemiyle 200-300 ton mühimmatı İzmir’e göndermeyi teklif etti. Ancak
limanın mayınlarla tamamen kapatılmasından ve yeterli kömürün olmamasından
dolayı gerçekleşememiştir. Nisan ayında benzer bir talepte Çanakkale’deki durumun
kötüleşmesinden dolayı yine gerçekleşemedi(Jung 1992: 36).
1
HAVAN [Top] Barutun icadından sonra dik kavisli atışlar yapmak üzere imal edilmiş olan ilk ateşli
silahın adıdır. Miladi 16. yüzyıl ortalarında 400-600 fond ağırlığına kadar gülle atar bazı büyük
havanlar icat olunmuş, taş gülleler atılmıştır. 17. yüzyıl başlarında ateşli maddeler ile dolu ve ahşap
tıpalı demir humbaralar içat olundu. Havanların çeşitli şekilleri vardı. Küçükleri insan ve hayvan
öldürmekte, büyükleri de istihkam gibi, kale gibi yerlerin tahribinde kullanılırdı. Barutun
dökülmemesi için bütün havanların falye deliği arkasında midye kabuğu gibi bir çanaklık yapılırdı.
Büyük havan toplarından başka “çakmaklı havan” ve “el havanı” adıyla iki küçük havan vardı. Havan
aracılığıyla atılan mermilere “humbara” denilirdi(Pakalın 1971: 770).
2
OBÜS [Top] İçi boş uzunluğu havanla top arasında olan ve muhtelif barut haklarıyla muhtelif
kavisli atışlar yapabilen bir silahın adıdır. Miladi 16. yüzyılda icat edilmiştir. Bir mainanın arkasında
bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak
suretiyle atış yapmak maksadıyla icat edilmiştir. Obüslerin büyük ve küçükleri vardı. Obüs topları
toptan kısa, havandan uzundu. Obüsler alelade toplar gibi üç kısımdan oluşuyordu. Bu üç kısma
“kuyruk payı”, “muylu payı”, “uzun pay” denilirdi. Obüslerde atılan mermilere “gülle” denilirdi.
Güllenin humbara gibi içi boştu. Bu boşluk ecza ile doldurulur, düştüğü yerde patlamak suretiyle tesir
yapardı. Obüslerin ağırlığı gülleleri her kaç okka gelirse okkaları dokuz çapında obüslerde 40, on dört
çapında olanlarda 50, daha ziyade çaplarda olan obüslerde 70 okkaya ve işbu obüslerin demirden
yapılmış olanlarının da bunun gibi vezin gülleleri 80 okkaya darp olunurdu(Pakalın 1972: 711).
Sırbistan’dan elde edilen bölgelerden gemilerin güvenli geçişi için 4 subay ve 80
asker görevlendirildi(Jung 1992: 36).
1
Bu hususta askeri ataşenin raporunda; savaş halinde bulunmanın son derece güç ve Doğu
Anadolu’daki olumsuz ulaşım şartlarını belirterek böyle bir yerde her iki bataryanın kullanılmasını
hem askeri hem de siyasi ve ekonomik açıdan faydasız olduğunu açıklamıştı. Bu nedenlerden Enver
Paşa’nın isteğinin yerine getirilmesi uygun görülmedi. Fakat askeri ataşe Osmanlı Devleti’nde Doğu
Anadolu savaş alanında başka türlü yardım edilmesi teklifinde bulundu. Bu yardım, Avusturya-
Macaristan’ın, Türkiye’ye Osmanlı ordusunda sıkıntısı çekilen modern silah, top malzemesinin derhal
gönderilmesi, topların atışa hazır edilmesi, Doğu Anadolu’da ulaşımı sağlama şeklinde olabilirdi.
Böylece topçular için uygun talimgah birlikleri ve özellikle dağlık arazide savaşmada tecrübeli subay,
Pomiankowiski’nin bu tutumundan askerlerini o bölgeye göndermek istemediği
ortaya çıkmaktadır(Jung 1992: 41).
Berbat haldeki ulaşım sorunu çözmek için trenle ulaşılamayan bölgeler için
Enver Paşa, Doğu Anadolu’da hareket halinde bulunan 2’inci Ordunun ikmali için
kamyonların getirtilmesi konusunda Avusturya-Macaristan Askeri Ataşesi vasıtasıyla
Avusturya-Macaristan’dan mobil kuvvetler istedi. Bu niyet Nisan 1916’da
Pomiankowiski tarafından Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı’na iletildi ve
bakanlık yaptığı inceleme sonucunda bu istek kabul edilerek dört konvoyluk mobil
kuvvet gönderilmişdi. Bu konvoylardan birisi, Toros ve Amonos dağları üzerinden
yapılacak sevkiyatta, diğer üçü de Ras-ül’ayn istasyonu ile Diyarbakır nakliye
işlerinde kullanılacaktı(Pomiankowiski 1990: 224).
Konvoy’un haberlerine göre; ilk aylarda sert iklim şartlarına göre geçici bir
barınakta kalması gerekti. Kasımda ekip kendi başına sağlam bir karargah kurmuştu.
Osmanlı Devleti’ndeki merkezlerdeki araç gereçlerin bakımı için 3 tane seyyar
tamirhane tasarlandı. Bunlar Eylül ayında İstanbul’a geldi. İlk araç direk
Diyarbakır’a gönderilirken İkinci seyyar tamirhane Çamalan’a gönderildi ve oradaki
araçların bakımına başlandı. Ekim 1916 yılının son seyyar tamirhanesi Halep’e
gitmek üzere geldi. Kasım ayında göreve başladı. Bu dönemde sadece Avusturya-
Macaristan araçlarını değil Osmanlı ve Alman araçlarını da tamir etmişti. Ayrıca
Almanya’nın Halep’teki hastahaneleri içinde önemli araç gereç üretmişti. Eylül
sonunda 2, 3 ve 4 numaralı araç konvoyları da İstanbul’a ulaştı ve 13-27 Ekim
tarihlerinde Diyarbakır’a varmışlardı. Ras’ul-ayn-Mardin, Mardin-Diyarbakır,
Diyarbakır-Osmaniye ve Diyarbakır-Karabahçe arasında faaliyet gösterdiler(Jung
1992: 63).
Fakat Enver Paşa, Mart ayı sonunda 3 konvoyun Hicaz’a değil de, 6’ıncı
Ordu emrine verilerek Musul’a hareket etmesini emretti. Aynı zamanda Avusturya-
Macaristan eğitim kısmının sürekli olarak konvoyların yanında kalmasını ve bunlara
kılavuzluk yapmasını da istedi. Bu istek kabul edildikten sonra eğitim kısmı uygun
bir şekilde takviye edildi ve konvoylar Nisan 1917’de Musul’a hareket ettiler. Bu
konvoylar, Bağdat demiryolunun son bulduğu yer ile Musul arasında ve Dicle’nin
doğusundaki yer ile Kifri arasında nakliye işlerini yürüteceklerdi(Pomiankowiski
1990: 282; Jung 1992: 122).
1916 yılının ikinci yarısında mobil birliklere hizmet etmesi amacıyla sağlık
hizmeti veren yerler genişletildi ve bu amaçla Çamalan’da bir hasta evi,
Diyarbakır’da bir yedek hastahane ve Musul’da bir tedavi odası kuruldu. 1916 yılı
içerisinde Adana’ya da bir bakteri laboratuarı kuruldu. Laboratuarın amacı
Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna lojistik destek sağlayan askerleri dezenfekte
etmekti. Ayrıca bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek için kurulmuştu(Jung 1992:
65).
1915 yılının ilk aylarında, Ruslar bir yandan Avrupa cephesinde taarruza
geçerek Almanları işgal ettikleri araziden çekilmeye mecbur etmiş, diğer yandan
Avusturyalıları Galiçya’dan Karpatlar’a kadar geriletmişti . Ruslar, Brussilovs
taarruzu ile (4 Haziran 1916) Avusturya-Macaristan ordusuna ağır darbeler indirdi ve
50 km. genişliğinde bir yarma yaparak 100.000’den fazla esir aldı1. Almanya ve
Avusturya-Macaristan kuvvetlerinden karma ve Bothmer komutasında bulunan
Güney ordusu Rus taarruzunu güçlükle durdurabildi(Barlas 1996: 9). Güney ordusu,
adeta, bütün Avusturya-Macaristan cephesinin temel taşı durumundaydı;
mevzilerinde tutunamazsa, bu cephe düşebilirdi. O halde, zor durumda olan Bothmer
Ordusunun pekiştirilmesi gerekiyordu(Akçayalıoğlu 1982: 21-22).
1
Ludendorff’a göre; “Avusturya-Macaristan ordusu savaşın başlangıcında değerli bir savaş aleti
değildi. Savaştan önce taarruz fikirleri besleseydik Avusturya-Macaristan ordusunun düzeltilmesi için
direnirdik. Tamamiyle yetersiz olan demiryolu ağının düzeltilmesi gerekti. Bununla beraber buna
rağmen bu ihmalimiz büyük bir hatadır(Ludendorff 1920: 79).
yetişkin subay ve erlerden oluşan üç Türk Kolordusunu, doğu Avrupa’daki Müttefik
cephelerinin takviyesinde kullanmaya karar verdi(Görgülü 1993: 175). Enver Paşa
bu birlikleri, İstanbul’un ve Asya kıyısının korunması görevini üzerine almış olan
General Liman von Sanders ordusundan almıştı.
Bir yıldan fazla bir süre, Galiçya Cephesinde görev almış ve savaşmış
bulunan 15’inci Kolordu; bu bölgeye gönderilmesindeki siyasi, stratejik düşünce ve
gerekleri ne olursa olsun, verilen savaş görevlerini yapmış, bağlı bulunduğu Alman
Güney Ordusuna üstün ölçüde hizmette bulunmuştur.
11’inci Alman Ordusu emrine verilmek üzere 177’inci Piyade Alayı teşkil
edildi. Alayın mevcudu, 3.598 insan, 440 hayvan, 6 ağır makinalı tüfek, 4 top ve 13
arabaydı. Hazırlık 28 Kasım 1916’da tamamlandığı halde, ulaştırma olanaksızlıkları
yüzünden taşıma işi ancak aralık ayı sonunda yapılabildi(Görgülü 1993: 182).
3 Aralık 1916’da General Mackenzen komutasındaki Müttefik Tuna Ordusu
Romen kuvvetlerini Arges nehri kenarında yenilgiye uğratmış ve hareketin Romanya
içlerine doğru yayılarak sürdürülmesi ile Bükreş ele geçirilmiştir(Arı 1997: 251).
Daha sonra, İttifak Devletleri Romanya içlerine harekata devam ettiler. Dobruca’daki
birlikler de bu arada Tuna ağzına kadar ulaşmışlardı. Diğer birlikler de 1916’nın
sonuna doğru Seret nehrine kadar ilerlediler(Yalt 1973: 106).
İttifak Devletleri 12 Aralık 1916’da bir ateşkes ve barış teklifinde
bulunmuşlarsa da kabul edilmemiş; ayrıca Amerika Birleşik Devletleri
Cumhurbaşkanlığı’na yeniden seçilen Wilson da, 18 Aralıkta bir barış teklifi ile
aracılık yapmış, bu da reddedilmişti.
177’inci Piyade Alayı; 3 taburluk bu 400 askeri birlik; bir makineli tüfek
birliğinden, bir dağ bataryasından, 10 süvariden, istihkam bölüğü ve bir takımdan
oluşmaktaydı. Öncelikle bu kuvveti Makedonya’daki Köprülü’ye yolladı. Orada
önceden Türk ordusunda hizmet görmüş 3.000 Arnavutla birlik takviye edilerek yeni
bir düzenleme yapıldıktan sonra Alman generali Below’un Alman-Bulgar ordusunun
batı kanadından cepheye sokuldu. Sarrail’in ordusu arkadan
kuşatılacaktı(Pomiankowiski 1990: 208-209).
20’inci Türk Kolordusu 2’inci Bulgar Ordusu emrinde Serez batısından Ege
kıyılarına kadar olan bölgeyi savundu ve 177’inci Alay, 11’inci Alman Ordusunda
tertip edilmiş Tümen emrinde savaşlara katıldı. Her iki birlik de katıldıkları
savaşlarda büyük başarılar sağladılar(Görgülü 1993: 182).
“Asker evlatlarım,
Sizlerin ve silah arkadaşlarınızın kazandığınız zaferlerin devamı ile
düşmanlarımızı tamamen yeneceğimizden emin olduğum halde daha ziyade kan
dökülmesine yer vermemek için müttefik hükümetlerle birlikte düşmanlarımıza barış
görüşmeleri teklif ettik. Bu insanca davranışın verimli bir sonuç verip vermeyeceğini
bilmiyorum. Bununla birlikte şerefli bir barış elde edinceye kadar benzeri direnme ve
kesin karar ile aynı kahramanlık ve fedakarlıkla görevlerinizi yapmanızı isterim.
Şimdiye kadar olduğu gibi Cenabı Hakkın yardımlarını dilerim”.
4’üncü Ordunun irtibat subayı olarak Kress Paşa’nın (yani Sina Cephesi
Komutanlığının) yanında yetkili kişi olarak Avusturyalı Yüzbaşı Friedrich Freiherr
von Latscher bulunuyordu(Erkilet 2002: 54). Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı
Devleti’ndeki asker sayısı 1917 Kasımında 2.400 kişi ve 170 subaydan oluşuyordu.
Ekim 1917 başlarından itibaren 5 tane 7 cm.lik M.99 dağ topu ve 29 tane 7 cm.lik
M.15 dağ topu ve 10,5 cm.lik M.16 Obüs bataryası ve bir bataryada M.14, 15 cm.lik
düz alanlarda kullanılan Obüs bataryası vardı(Bihl 1992: 132).
Bir tarafı sahil diğer tarafı çöl olan Suriye, deniz yollarının kapanması ile
uzun süren savaşta çok sıkıntılı zamanlar geçirmiştir. Şam’daki kuvvetlerden bir
kısmı kuzeye doğru çekilmiş diğerleri esir düşmüşlerdi. Mustafa Kemal’in Rayak
grubu Lübnan’da bulunan yedi taburu 43’üncü Tümenle, Alman Asya kolundan ve
bir menzil alayından ibaretti. Hayfa’dan Beyrut’a çekilebilen Alman, Avusturya
birliği Rayak’a alınmıştı. Beyrut ve güneyinde bulunan ve çoğu Arap olan sahil
muhafız taburlarından da bir fayda beklenemezdi. Bir taraftan da 7’inci İngiliz
Tümeni sahilden Beyrut istikametine doğru ilerlemekte idi(Belen 1967: 120).
Osmanlı Devleti’nde daha etkin rol oynama adına Almanya ile Avusturya-
Macaristan arasındaki rekabet 1917 yılında artarak devam etti. I. ve II. Gazze
Savaşlarında elde edilen başarılar bir heyecan uyandırsa da III. Gazze Savaşında
İngilizlerin başarısı ve Kudüs’ün elden çıkması engellenememişti. Bu durum gerek
Osmanlı Devleti’nde gerekse Almanya ve Avusturya’da hükümetlere duyulan
güvenin sarsılmasına neden oldu. Artık amaç mevcut sınırları korumaya yönelik
olacaktı.
Aralık 1917’de 202 nolu tabib yüzbaşı Dr. Horak’ın ve 309 nolu
Regimentarzt Dr. Szörffy’in istihdam edildiği iki Avusturya-Macaristan sahra
hastahanesi Suriye’ye geldi. Bu hastahaneler, Galiçya’da kullanılan 15’inci
Kolordunun (19’uncu ve 20’inci tümenler) emrine verilmişti ve Kolorduya, Osmanlı
Devleti’ne dönerken AOK tarafından bırakılmıştı(Pomiankowiski 1990: 283; Jung
1992: 124).
1916 yılı başlarından itibaren savaşın sona ermesine kadar olan dönem
zarfında önceden olduğu gibi bu sınıflara ait ikmal maddelerinin tedarik, ikmal ve
bütünlenmesi gibi faaliyetlerin büyük bir kısmı, yurt içi kaynaklarından özellikle
İstanbul’da bulunan Bakırköy, Zeytinburnu, Kağıthane, Maçka ve Tophane
fabrikaları ile Adana, Diyarbakır gibi cepheye yakın vilayetlerdeki savaş sanayi
kaynaklarından, bir kısmı ise Almanya ve Avusturya’dan sağlanmaktaydı(Irak-İran
2002: 6).
1
Arşidük; Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan , bkz. Türkçe Sözlük 1 (l988),
“Arşidük”, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, s. 88.
ailesine verilmesi, (çünkü savaş başarılı bir şekilde bitirilirse Avusturya Kralı aynı
zamanda Kudüs Kralı olarak da anılmak istiyordu. Habsburg Sarayı bu fikri birkaç
kez dile getirdi ancak sürekli ertelemek zorunda kaldı) İkincisi; Fransa’nın bu dinsel
liderliği elinde bulundurmasıydı. 1251 yılında kutsal Ludvig’e zamanın Suriye’nin
Müslüman Sultanı Fransa’ya bu yetkiyi vermişti. Bu koruma Osmanlı Devleti’nin
Fransa’yla düzenlemiş olduğu ve XIX. yüzyılın sonuna kadar Avusturya-Macaristan
gibi diğer ülkelerinde katıldığı Kapitülasyon anlaşmalarının dayanaklarından bir
tanesi de Fransa’ya verilen Ortadoğu’daki Hıristiyanların lideri olma imtiyazı idi. Bu
anlaşmaya dahil olan ülkelere ekonomik alanlarda büyük özgürlükler tanımaktaydı.
Bu anlaşmaların en belirgin göstergesi Osmanlı topraklarındaki yabancı posta
merkezleriydi(Jung 1992: 125).
Kısa bir süre sonra Çakır Bey, Dannhofer’ı tekrar bir tercümanla ve Türk
subayıyla odasına çağırdı. Dannhofer geldiğinde Çakır Bey odasında değildi. Ancak
Türk subay yanından hiç ayrılmıyordu. İstasyon komutanı Nizami Bey’de
Dannhofer’ı muhatap kabul etmedi. Bunun üzerine Dannhofer tercüman aracılığıyla
bu iki Türk beyefendinin kendisiyle görüşmek istediğinde kendi makamında
görüşebileceklerini söyledi(Jung 1992: 87).
Enver Paşanın Avusturyalılara yazdığı özel bir mektupta kısmi bir başarı
getirdi. Mektubunda sorunun iki tarafın askeri mahkemelerince çözülmesi gerektiğini
ancak Çakır Bey’in özüre zorlanamayacağını ama bu önerisiyle sorun diplomatik
yolla çözülebilirdi(Jung 1992: 88). Zaten daha önce yapılan düzenlemeye göre
Dannhofer üst rütbeli Türk subayına (Çakır Bey) uymak zorundaydı. Avusturya-
Macaristan Dışişleri Bakanlığı’nın bakanları da Enver Paşanın görüşünü
destekliyorlardı. Neticede, Dannhofer Kasım 1917 yılında başka bir bölgeye eğitimci
olarak atanmasıyla bu olay kapanmıştır(Jung 1992: 89).
1
Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı Harbiye Nezareti Skoda fabrikasına 192 adet 7,5 cm.lik
Dağ topu, 296 adet 10,5 cm.lik Dağ Obüsü ve 36 tane 15 cm.lik Obüs bataryası ısmarladı.
Pomiankowiski bu siparişlerle Almanlarla olan rekabette büyük bir başarı elde ettiklerini
düşünüyordu(Bihl 1975: 132).
gönderilmişti. Avusturya fabrikalarına da çok sayıda otomobil ve kamyon siparişi
verilmişti. Osmanlı topraklarında madencilik, inşaat, petrol, elektronik alanlarda
Avusturya-Macaristan mühendis ve teknisyenlerinin kullanılması, gerçekten
Avusturya’nın menfaati açısından Almanya’ya karşı yönetilen bir faaliyet olarak
nitelendirilebilirdi(Pomiankowiski 1990: 269-270).
1
1917 yılı sonuna doğru Avusturya-Macaristan teknik personeli ile birlikte çalışan Türklerin sayısı,
özel bir kumanda altında idare edilmeyi gerekli kılmıştı. Bu amaçla Pomiankowiski 1918 Ocak ayında
teknik birlikleri için kurmay bir subayın görevlendirilmesini teklif etti. Bu subay, münferit branştaki
birliklerin çalışmalarını denetleyebilecek, münferit subaylar ile mühendislere gerekli sicilleri
verebilecekti. Ayrıca Osmanlı Hükümetinin Avusturya-Macaristan Savaş Bakanlığı ve Avusturya ya
da Macar firmalarına olan istek veya siparişlerine da aracı olabilecekti. Bu talebe dayanarak AOK,
1918 yılı başında Yarbay Johann Ritter von Gawin-Niesiolovski’yi Avusturya-Macaristan askeri
murahhasın teknik birliği başkanı olarak İstanbul’a gönderdi(Pomiankowiski 1990: 360).
a) Su İşleri Mühendisliği
İstanbul civarında 1917 ve 1918 yaz aylarında bir kısım suların temizlenip ölçümünü yapan
ve ayrıca Kızılırmak’ın yaklaşık 120 km.lik bir bölümünün detaylı olarak krokisini çıkaran
Avusturya-Macaristan’a ait ikişer fotogrametri takımı görevlendirildi. Komutanı inşaat başmühendisi
Born idi.
b) Makine Mühendisliği
c) Maden Mühendisliği
a) İnşaat Mühendisliği
Belediyeye ait zemin üstü inşaat projelerinin ıslahı ve tanzimi, İzmir şehrinin
düzenlenmesi, İstanbul’daki mezbaha, liman inşaası, yangın yerlerinin temizlenmesi ve yeniden
inşaası gibi işlerin yapılması için kuruldu. Komutanı mühendis Üsteğmen Frankl idi.
b) Yol Mühendisliği
Son derece ormanlık bir bölgenin yolunu açmak amacıyla Anadolu’da İnebolu-Kastamonu
arasındaki dar hatlı demiryolunun proje ve güzergahı için kuruldu. Komutanı mühendis Üsteğmen
Marek idi.
c) Jeolojik Mühendisliği
İzmit Körfezi’nde Jeolojik araştırmaları için Jeolog Dr. mühendis Üsteğmen Sander
görevlendirilmişti(Pomiankowiski 1990: 361).
Bu üç kısmın dışında teknik çalışmalarla ilgili olarak Üsteğmen Ronda komutasında bir
foto merkezi, Dr. Teğmen Raab komutasında bir biyoloji istasyonu ile mühendis Üsteğmen Riedmann
komutasında teknik malzemenin ikmali merkezi açılmıştı.
Doğu Ürdün’de bulunan Osmanlı 8’inci Kolordusu için teknik birliklerin kumandanları
Yüzbaşı Öhlschlaeger ile mühendis Teğmen Fluss, 1918 yılı sonbaharında İstanbul’a gelmişlerdi.
Fakat bunlar Suriye cephesinin çökmesi neticesinde görevlendirildikleri yerlere (Ürdün’e)
gidemediler.
yılından itibaren çalışmalarına başladı. Bu gruba zamanla bir makine mühendisi,
elektro tekniker ve baraj uzmanı katılmıştır. Bu grubun çalışmaları o kadar genişledi
ki 1917 yılının yazında bunlara destek olmak için Osmanlı Devleti’ne göndermek
zorunda kalındı. Dördüncü gruba “genel grup” denilebilir. Bu grup maden ve
hammadde dışındaki ticaret ve ekonomi işlerinden sorumluydu. Beşinci grup ise
“tarım ve ormancılık” işleriyle uğraşan gruptur.
Mondros Ateşkes Mütarekesi, teknik birliğin çalışmalarına beklenmedik bir anda son verdi.
Bu teknik birlik, kısmen Avusturya-Macaristan sanayiinin, ekonomik gücünü Yakın Doğuya
taşıyacaktı. Bütün bunlara rağmen, savaştan sonra bu teknik birlikleri oluşturan bir kısım teknik
elemanlar, savaş esnasında kurulmuş ilişkiler ve kazanılan dostluklarla Türkiye’nin yeniden
inşaasında kendilerine çalışma alanları bulabileceklerdi(Pomiankowiski 1990: 362).
Baron Gröd firması1 1917 sonlarında Kastamonu’da ormanları işletme
hakkını aldı. Kızılırmak projesi2 1917’de devam etti. 1917’de Ereğli-Adapazarı arası
kömür nakli için demiryolu projesi de devam etti. Pallavicini 18 Mart 1918’de
Dışişleri Bakanı Czernin’e yazdığı raporda; Dr. Ogur Legand3 ve Macar Tekeli
Jöntürklerin desteğini alarak Karadeniz kıyılarına seyahat edip oralarda tarımda ve
yer altı kaynaklarının kullanımı konusunda fizibilite çalışmalarında bulundular.
Pallaviciniye göre; Kastamonu vilayeti sınırları içindeki tarım alanları, ormanlar ve
yer altı zenginlikleri açısından inanılmaz imkanlar sunuyordu. Kuzey Anadolu
vilayetleri Avusturya-Macaristan’ın bir kısım ihtiyaçlarını 10 yıllarca
karşılayabilecek imkanlara sahip olduğundan buralarda bir Avusturya-Macaristan
nüfuz alanı yaratılabilirdi. Esasen Güney Anadolu kıyı şeridi, İzmir ve Marmara
bölgesi Alman İmparatorluğu, İngiliz ve Fransızların ilgi alanına girdiği için Kuzey
Anadolu’ya daha fazla önem verildi(Bihl 1992: 133).
1
Avusturya’nın en büyük kereste firması Baron Grödl, Kuzey Anadolu’daki (Kastamonu) ormanlara
dikkat çekerek bu ormanların işletilmesi için ruhsat isteğiyle memurlarından birisini İstanbul’a
göndermişti. Memur, araştırmalarda bulunma hakkını aldı. Yetkili kimselere alan keşfi yaptırdı,
projeler hazırlandı ve 1917 yılı sonunda da Osmanlı Hükümetinden, Grödl firması adına Kastamonu
ilindeki ormanların işletilmesine dair ruhsat aldı(Pomiankowiski 1990: 287).
2
Osmanlı hükümeti uzun zamandan beri Kızılırmak’ın temizlenip düzene sokulmasını ve üzerinde
seferler yapılmasını ve yarımadanın ta iç kısımlarına kadar sokulduğu için küçük tonajlı gemilerle
buralardaki ürünlerin nakli bakımından önem taşıyordu. Bundan en çok Avusturya-Macaristan ticareti
yarar sağlamıştı. Çünkü mallar önce Kızılırmak’ın ağzından Karadeniz’e ve oradan da Tuna yolu ile
kolayca Avusturya’ya ulaşıyordu. Avusturya-Macaristan tarafından ırmağın gemi seferlerine elverişli
hale getirilmesi amacıyla 1917 yılı başlarında Krakau’daki su işleri genel müdürlüğünden inşaat baş
mühendisi Born birkaç mühendis ile İstanbul’a gönderildi. Heyetin yaptığı keşif pek ümit verici
değildi. Baş mühendis Born, nehrin meyilini o kadar fazla bulmuştu ki, seferin ancak çok küçük
gemilerle yapılması mümkündü(Pomiankowiski 1990: 287).
3
Avusturya-Macaristan Savunma Bakanlığı Doğu masası yetkilisi
ağaçlar tamamiyle kesilmişti. Böylece yazın şiddetli güneşine karşı insanı koruyan
ağaçların gölgesinden mahrum kalınmıştı.
Fakat bundan kısa bir süre sonra bütün Macarları kontratlarını feshettiler.
Alışık olmadıkları hayat şartları, bekledikleri ücreti bulamamaları bu kararı
almalarında etkili oldu. 1 Haziran günü İstanbul’da yaklaşık altı bin evin yanarak kül
olduğu ve elli binden fazla insanın evsiz kaldığı büyük bir yangın oldu. Bunların
hepsi yatacak yer bulamadığı için, hükümet baraka şeklinde evler yapmaya karar
verdi. Bu evlerin yapımında Viyana’dan görevlendirilen mühendisler aynı zamanda
İstanbul’daki askeri ataşenin teknik kısmını oluşturdu(Pomiankowiski 1990: 363).
Savaşa kadar sadece Paris hayranı olan İstanbul sosyetesine 1916, 1917 ve
1918 yıllarında propaganda ile Viyana sanat eserleri ve sanayisi tanıtıldı. Viyana
sanat eserlerinin birçok yönlerden Paris’tekilerle pekala rekabet edebilecek durumda
olduğu İstanbullulara gösterilmişti. Viyana’nın Paris’ten daha yakın olduğu da telkin
edilmişti(Pomiankowiski 1990: 291).
1
İkdam, Sabah, Tanin, Tasvir-i Efkar ve Tercüman’a toplam 4000 ltq. verilmiştir. (İkdam 1000,
Sabah 1000, Tanin 1000, Tasvir-i Efkar 500, Tercüman 500)(Bihl 1975: 124).
2
Gülbaba; XV. yüzyıl sonlarıyla XVI. yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşî dervişidir. Evliya
Çelebi'nin babasından naklen yazdığına göre Merzifonludur ve Fatih döneminden Kanunî döneminde
Budin (Buda)in fethi sırasında şehit düştüğü 1541 tarihine kadar birçok savaşa katılmıştı. Şeyhülislâm
Ebussuud Efendi'nin 2 Eylül 1541 tarihinde cenaze namazını kıldırdığı ve bu namazda Kanuni Sultan
Süleyman'ın bulunduğu bilgileri de Evliya Çelebi'den alınmadır. Evliya Çelebi, elinde büyük bir
Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı topraklarında kültürel alanlardaki
propagandaları, Almanlar tarafından kendi menfaatlerine göre zararlı faaliyetler
olarak görülüyor ve bu düşünceyle mücadele ediliyordu. Pek çok Almanın, Osmanlı
Devleti’ni yalnız kendi yayılma alanı olarak gördüğü ve Avusturya’ya serbest
rekabet hakkını tanımak niyetinde olmadığı söylenebilirdi.
kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, külahında daima bir gül taşımasının
sebep olduğunu da belirtmiştir.
Budapeşte’de bulunan türbesi, 1543-48 yılları arasında Budin Beylerbeyi Yahya Paşazâde
tarafından yaptırılmıştı. Bu türbe Török (Türk) Caddesi yukarısında, şimdiki Gülbaba türbesinin
bulunduğıı Gültepesi’nin doğu yamacındaydı. 60 dervişi barındıracak kapasite de olan bu tekkenin
kalıntıları 19 y.y. sonundaki yapım sırasında ortadan kalkmıştır.
Türbe, tekkenin yanında yer alır. Kanunî çağının mimarî özelliklerine uygun olarak yapılan
türbe sekiz köşelidir. 1690 yılında türbe küçük bir Şapel’e (kiliseye) çevrildi ve yıkılmaktan kurtuldu.
Fakat bu arada orada Türklere ait eşyalar yok edildi. 1885’te İstanbul’un başvurusu ile yeniden türbe
haline getirildi. 1945-46 Sovyet istilası sırasında büyük hasara uğradı(www.macaristan.org;
www.discoverturkey.com).
Mayıs başında İmparator’un İstanbul’u ziyaretiyle ilgili olarak tertibat
alındı. İmparator ile eşi 19 Mayıs öğleden önce saat 11’de İstanbul’a gelecek ve 21
Mayıs akşamı geri döneceklerdi. İmparator ile eşini karşılamak üzere Büyükelçi
Pallavicini ve Askeri Ataşe Pomiankowiski 18 Mayıs akşamı Çerkezköy’e hareket
ettiler(Arı 1997: 352; Pomiankowiski 1990: 311).
İmparator ile eşi, kalabalık bir maiyetiyle geldi. Çerkezköy İstasyonunda bir
kıta askeri merasim eşliğinde, mızıka Avusturya-Macaristan marşını söyledi(BOA
Kütüphanesi: 1). Maiyetinde iki başyaveri, tüm general Prens Lobkowtz ve Baron
Zeidler, şeref konuğu olarak Prenses Schwarzenberg ile Battyanyi, Orgeneral Baron
Dankl, Prens Thun ve Esterhazy, Kont Berctold, Binbaşı Kont Hunyady, Dışişleri
Bakanı Baron Burian, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Baron Arcz ve yüksek rütbeli
subaylar bulunuyordu(Pomiankowiski 1990: 312).
İmparatoriçe Zita’nın şehir gezisi sırasında İstanbul halkı büyük ilgi gördü,
sempatiyle karşılandı. Bu gezi İmparatoriçe üzerinde büyük etki bıraktı, yıllar sonra
bile İstanbul’u hep anlatmıştır(Jung 1992: 160).
1
3 Mart 1918’de Bolşevikler Brest-Litowsk antlaşmasını imzaladı. Anlaşma şartları uyarınca Rusya,
Polonya ve Litvanya’yı kendi geleceklerini belirlemek üzere Almanya ve Avusturya-Macaristan’a
bıraktı. Rusya, Estonya, Finlandiya’yı ve Aland Adalarını boşalttı. Aynı zamanda Ukrayna’yı
boşaltmak ve Ukrayna Cumhuriyeti’nin İttifak Devletleri ile yaptığı anlaşmayı tanımak zorundaydı.
Kars, Ardahan, Batum’u Osmanlı Devleti’ne bıraktı ve Bolşevik propagandasını sona erdirmeyi
taahhüt etti. Rusya Almanya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Bunun yanında nüfusunun 3’te
birini, demir üretiminin % 73’nü, kömür üretiminin % 89’nu kaybetti(Tucker 1998: 157).
ağır gidiyordu. 21 Martta Halep’e 24 Martta da topçu bataryalarının tamir atölyeleri
ile ihtiyat hastanesinin bulunduğu yer olan Şam’a vardı. 26 Mart günü, Mareşal
Liman von Sanders’in Nasıra’daki karargahına ulaştı. Liman von Sanders, 9 ile 11
Mart günleri arasında İngiliz saldırılarına karşı başarılı şekilde direnmesine rağmen,
çok kötümserdi. Ordunun elbise, iaşe ve ikmali bakımından zor durumda olduğunu
söyledi(Pomiankowiski 1990: 307).
Pomiankowiski daha sonra iyi tanıdığı 8’inci Ordu kumandanı Cevat Bey’i
Tul-Kerem’de ziyaret etti. Daha sonra 200 ve 309 numaralı Avusturya-Macaristan
sahra hastanelerini, Kalkiliye istasyonu yakınlarında mevzilenen iki Avusturya-
Macaristan sahra Obüs bataryası ile uzun namlulu bir top bataryasını teftiş etti.
Havan bataryasını teftiş etmek için Kalkiliye’den Hayfa’ya geçti. Dönüşte
Avusturya-Macaristan otomobil tamirhanelerinin kurulduğu Beyrut’u
gezdi(Pomiankowiski 1990: 308).
III. Gaza muharebelerinden sonra Suriye’deki Avusturya-Macaristan sağlık
kurumları tehlikeli alana girdikleri için Kudüs’ten Şam’a nakledildi. Burada Eylül
1918’e kadar faaliyetlerine devam ettiler. Bir Ambulans ve bir de dinlenme evi ile
takviye edildi. 1917 yılının ikinci yarısında Filistin’de kurulan 202 ve 309 numaralı
seyyar hastahaneler 1918 yılının İlkbaharında Tul-Kerem’e ve Anepta’ya
nakledildiler ve cephe çökünceye kadar da burada kaldılar. Diyarbakır’daki araba
bakım-onarım birliği için kurulmuş olan sağlık yerleri Suriye’deki birlikler geri
çekilince İstanbul’a nakledildiler. Sadece küçük bir sağlık ekibi Mısır’da
bırakıldı(Jung 1992: 156).
Savaşın son yılı olan 1918 yılı başlarında 6’ıncı Orduda hizmet gören
Alman, Macar ve Avusturyalı subayların Türkçe öğrenmeleri için ordu karargahında
kurslar düzenlenmiştir. Mart 1918’den itibaren de Türkçe kurslarına mukabil
Almanca öğrenimi için kurslar planlanmıştır(Genelkurmay 2002b: 687).
Ağustos 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun askerlerinin
dağılımı şöyleydi:
İstanbul’da tam yetkili askeri ataşe ve karargahı, bütün birliklerin kumandanı,
topçu birlikleri kumandanı, hastahane, mobil birlikleri komutası, sağlık (sıhhiye)
birlikleri şefi, dağ topçuları şefi, 15 cm.lik Obüs batarya, 24 cm.lik Havan bataryası,
dağ komando bölüğü, mobil birliklerin yedek depoları, sıhhıye malzemeleri deposu,
telgraf askeri birliği, Sirkeci istasyonunun komutası, Haydarpaşa istasyonu komutası,
Pavliköy istasyonu komutası (Bulgar sınırında), Kocaçeşme’de (Saros Körfezinde)
24 cm.lik havan bataryası, dağ topçuları için uçak keşif kolu, İntepede (Çanakkale
çıkışında) 15 cm.lik Obüs bataryası, İzmir’de dağ topçuları için keşif uçuşları yapan
birlik. Adana’da biyokimya laboratuvarları, Pozantı’da lojistik birlikler, posta
birlikleri (Bihl 1992: 131), benzin depoları, Çamalan’da mobil birlikleri T.1,
Karapınar’da posta birlikleri (Gelebek, Gülek, Mamure, İncirlik, Islahiye, Ras’ul-
ayn, Dırbassiye...), Diyarbakır’da mobil birlikleri kumandası ile birlikte T.2, T.3, T.4
birlikleri, tamir istasyonu, dağ topçularının uçuş keşif birlikleri, hastahane, İzzet
Paşa’da benzin istasyonları, Musul’da mobil birlikler kumandası, tamirhane,
hastahane, Halep’te lojistik grup komutanlığı, posta birlikleri, lastik ve benzin
depoları, Şam’da dağ topçuları, top bakım yeri, ambulans, Rayak’ta posta hizmetleri
birliği, Kudüs’te bakımevi, Ain-Karim’de bakımevi, Bisekala’da ambulans, Gaza
cephesinde dağ topçu birliği ve 10 cm.lik topçu bataryası(Bihl 1992: 132).
Eylül 1917 başlarına kadar Osmanlı Devleti’ne 22 tane dağ top bataryası, 3
tane 15 cm.lik ağır Obüs bataryası ve Haziran 1918’e kadar ise 10,5 cm.lik Dağ
Obüslerinden 10 tane gönderildi. 15 Eylül 1918’den itibaren Doğu Ürdün cephesinde
1 tane 7,5 cm.lik dağ topçu birliği, Mart 1918’den itibaren AOK’nın İstanbul’daki
karargahında bir teknik heyet görev yaptı(Bihl 1975: 132).
1
Nisan 1918’de Czernin’in yerine dışişleri bakanı oldu.
Avusturya ile mütareke antlaşması İtalya’da Villa Guisti’de 3 Kasım 19181
günü taraflarca imzalanarak yürürlüğe girdi. Bu anlaşmadan ayrı olarak Macarlarla
da 13 Kasım’da Belgrad’da bir anlaşma imzalandı(Renouvın 1969: 265; Irak-İran
2002: 602).
7 Ekim günü İttihatçı hükümet istifa etti. İktidarı eline alan Ahmet İzzet
Paşa ittihatçıların güttüğü politikaya şiddetle karşıydı; 1914’de Osmanlı Devleti’nin
savaşa girmesinin aleyhinde bulunmuştu; şimdi tek bir kaygısı vardı: En kısa
zamanda barışa kavuşarak çöküşü önlemek; Almanya teslim olmadan önce ayrı bir
mütareke imzalamak. Böyle yapmakla, Almanya’dan ayrılışının mükafatı olarak
düşmanın Osmanlı Devleti’ne daha hafif şartlar koşacağını umuyordu(Renouvın
1969: 258-259).
1
Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun imzaladığı 3 Kasım 1918 tarihli antlaşmanın tam metni için
bkz., “ Übersetzung des Waffenstillstandsvertrages vom 3 November 1918”, Österreiche
esir olarak, Büyükada’da tutuklu bulunuyordu. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa İngiliz
generalini İstanbul’a getirtti. İngiltere, vaktiyle, Osmanlı Devleti’nin dağılmasına
karşı değil miydi? Şimdi de Osmanlı Devleti’ni temelden bir çöküşe uğrama
tehlikesine karşı koruyamaz mıydı? Townshend rolünü kavramıştı. Türk hükümeti
derhal Almanya’dan ayrılırsa, nispeten hafif şartlarla karşılaşacağı fikrini vermeye
çalıştı. 15 Ekim’de Sadrazam’a, Ege denizindeki İngiliz filosu komutanına Türk
tekliflerini götürmeye hazır olduğunu bildirdi. Mütareke esaslarının taslağını da
şöyle çiziyordu: Boğazların açılması, Irak’a, Suriye’ye ve Kafkas bölgelerine
özerklik verilmesi. Sadrazam Ahmet İzzet paşa “İngiltere hükümeti Osmanlı
Devleti’ni koruduğu taktirde” bu şartları kabul edeceğini söyledi. Serbest bırakılan
Townshend, 18 Ekimde İzmir’e gitti, iki gün sonra Mondros’taydı. Böylece Osmanlı
Hükümeti manevrasına başladı: Son dakikada, Almanya ile olan ittifakını bozduktan
sonra, bütün İtilaf Devletleri yerine, İngiltere’ye başvurmakla, bozgunun
sonuçlarından mümkün olduğu kadar çabuk kurtulacağını umuyordu(Renouvın 1969:
259; Tansel 1991: 19).
Hangi yolla olursa olsun bir şekilde kalmalarına izin verilmeyen veya daha
önce izin almasına rağmen, izin süresi dolan Alman ve Avusturya uyruklular sıkı bir
şekilde izlenmektedir. İzin süresi dolduğu belirlenmiş olanların hangi gerekçe ile
hala yerlerinde bulundukları ilgili yerlerden sorulmakta ve eğer yeniden edindiği bir
izin kağıdı varsa bunun da bir suretinin gönderilmesi istenmektedir1 (Alim Baran
2003: 145).
Bu konudaki ısrarın ve sıkı takibin sebebi hiç kuşkusuz bunun bir Mütareke
hükmü olmasıydı. Hem merkez devletleriyle ilişkilerin kesilmesi hem de Alman ve
Avusturya tebaasının ülkeyi terk etmesini kararlaştıran Mondros Mütarekesi
hükümlerinin uygulamaya konulmasıyla, derhal gereğinin yapılması konusunda
işlemlere başlanmıştır(Alim Baran 2003: 148).
∗
DH.ŞFR,94/175 Söz konusu belgede Tekfurdağı’nda bulunan Avusturya tebaasının daha sonra
verilecek emre kadar orada kalmalarına İngiltere Fevkalade Komiserliği tarafından izin verildiği ifade
edilmiştir(Alim Baran 2003: 142).
1
Bolu Mutarsarrıflığına yazılan yazıda “Zonguldak’ta bulunan Avusturya tebaasından Kazimir
Furuşand’ın elinde mezuniyetinin uzatıldığı hakkında ikinci bir vesika yoksa Dersaadet’e sevki”
istenmiştir. DH.ŞFR.98/149(Alim Baran 2003: 145).
İstanbul Hükümeti Mondros Mütarekesi’nin uygulanması konusunda diğer
maddelerde olduğu gibi bu konuda da, elinden geleni özellikle İngiltere’nin istekleri
doğrultusunda yapmıştır. İlgili maddelerde dile getirilen bu hüküm, belirlenen süre
içerisinde gerçekleşmediği gibi, başlangıçtaki genel ilke de değişik mazeretlerle
aşılmış görünmektedir(Alim Baran 2003: 149).
“Reşit Paşa” gemisi 2 Ocak 1919’da içecek su, 3 ve 4 Ocak günleri kömür
aldı ve 5 Ocak’ta da yük ve yolcuları alacağı Haydarpaşa iskelesine yanaştı. Gemide
200 subay, 1.050 asker ve 200 sivil bulunuyordu. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan
sonra yolculuk başladı(Jung 1992: 170; Pomiankowiski 1990: 382-383).Gemi 20
Ocak günü Triyeste limanına girdi. 23 Ocak’ta bütün yolcular trenle uzun ve tehlikeli
yolculuktan sonra yakında ülkelerine ve ailelerine kavuşacak askerlerin neşelerine
diyecek yoktu(Pomiankowiski 1990: 385).
ARMAOĞLU, Fahir (1984), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1918, Ankara: Tisa
Matbaası.
BARLAS, Gülhan (1996), Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Avrupa Cepheleri
(Özet), Ankara: Genelkurmay Basımevi.
BAYUR, Hikmet (1938), “Son Yirmi Beş Yıllık Tarihimize Bakışlar”, Belleten,
Ankara: Cilt II, Sayı: 7-8, s. 309-335.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1991a), Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Cilt II, Kısım IV.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1991b), Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Cilt III, Kısım I-IV.
BELEN, Fahri (1967), Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1918 Yılı
Hareketleri, Ankara: Cilt V, Genelkurmay Basımevi.
BİHL, Wolfdieter (1992b), Die Kaukasuspolitik der Mittelmachte, Wien: Cilt II.
BRİDGE, F.R., (1990), The Habsburg Monarchy Among The Great Powers,
1815-1918, New York.
ÇELİKER, Fahri (1977), “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Savaş Politikası”, Askeri
Tarih Bülteni, Yıl: 2, Sayı: 4, s. 28-37.
ÇOLAK, Mustafa (1999), Alman Arşiv Belgelerine Göre Alman
İmparatorluğu’nun Doğu Siyaseti Çerçevesinde Kafkasya Politikası
(1914-1918), (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun: Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
ÇUBUKÇU, Bayhan (1997), “Birinci Dünya Savaşı, Galiçya Cephesi ve Türk Sağlık
Ekibinde Avusturya Madalyası Alanlar”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara:
Yıl:22, Sayı: 42, s. 100-107.
ERDEN, Ali Fuad (1954), Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları, İstanbul :
Cilt I, Halk Matbaası.
KARLIDAĞ, Fazıl- CİNER, Kani (1967), Birinci Dünya Harbi Avrupa Cepheleri
(Makedonya Cephesi), Ankara: Cilt VII, Kısım III, Genelkurmay
Basımevi.
Türkçe Sözlük I (1988), “Arşidük”, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi, s. 88.
www.balkan.gen.tr
www.discoveryturkey.com
www.macaristan.org
www.otw.co.at.
EKLER
EK-1: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Topraklarındaki
Görevlilerini Gösteren Çizelge (1914-1918)
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan Osmanlı Devleti’ne
Gönderilen Obüs ve Havan Bataryalarının Gelibolu Yarımadası’nda
Bulundukları Yerleri Gösteren Harita∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-4: RESİM 1: Osmanlı Devleti Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver
Paşa∗
∗
www.balkan.gen.tr
EK-5: RESİM 2: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul
Büyükelçisi Johann Markgraf von PALLAVİCİNİ∗
∗
www.otw.co.at
EK-6: RESİM 3: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Askeri
Ataşesi Joseph Pomiankowiski ∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-7: RESİM 4: İttifak Devletleri Askerleri Bir Arada∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-8:RESİM 5:Avusturya-Macaristan Askerlerinin İstanbul’daki İkametgahı ∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-9: RESİM 6: Gelibolu’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 9
Numaralı 24 cm’li Motorlu Havan Bataryası∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-10: RESİM 7: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na Ait 36 Numaralı 15
cm’li Obüs Bataryasının 1915’te Gelibolu’ya Nakli∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-11: RESİM 8: Üsteğmen Gomolka’nın Dağ Topçu Birliği İçin Osmanlı
Askerlerini Eğitmesi∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-12:RESİM 9: Diyarbakır’da Park Halinde Bulunan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun 2 Nolu Mobil Birlikleri∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.
EK-13: RESİM 10: Askeri Ataşe Pomiankowiski ve Askeri Birliklerin Reşit
Paşa Gemisiyle Yurda Dönüşü∗
∗
JUNG, Peter (1992), Der k.u.k. Wustenkrieg: Österreich-Ungarn im Vorderen Orient, 1915-
1918, Wien.