Professional Documents
Culture Documents
GELİBOLULU MUSTAFA A A
ALI
Ö N S Ö Z .................................................................................................................. V
[- H A Y A T I ;.................................... .-......................................................... 1
II- KİŞİLİĞİ ........................................ .......................... .............................. 6
III- ESERLERİ ........................................................................................... I I
IV-KAYNAKLAR 20
.a) M a n z u m Ö r n e k l e r v e - A ç ı k l a m a l a r ................................ 24
1- D i v a n ..................................................................... ...................24
2- Milır ü M â l ı ........................................................................ . 50
3- Sad-G ülıer.......... ............... ..................... 58
b) M e n s u r Ö r n e k l e r ..................................................................... (M.
1- K i i nl ı ü' l - a lı bâ r ....................................................................... 64
2- Meı ı â kı b- ı M ü n e r v e r â n ................. ................... ..............8 5
3- Mâl at iı ’İ -kâl ı i r e M i n e T A d a l i ’z - Z â l ı i r e .......................92
4- Me v â i c l ü' n - ne f â i s fî k n v â i d i ' l m e c a l i s .......................9 9
5- N üshatü’s-selâlîn ......................................:................... 106
III
ISBN 9 7 5 -1 7 -.0 2 3 8 -O
(c)Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988
V
Kültür tarihimizin bu önemli adını yeni yetişen kuşaklara
tanıtmak için hazırlanan bu çalışmada, müellifin hayatı, eserleri ve
sanatı anlatılmış, ayrıca kitaplarının en tanınmışlarından örnekler
verilmiştir. Seçilen m etinlerden manzum olanlar açıklamalarıyla
birlikte, m ensur olanlar ise sadeleştirilmiş şekilleriyle verilmiştir.
Manzum örneklerin okunuşları, günümüz imlasına yaklaştırılmış-
tır. Şiirler açıklanırken beyitlerin nesre çevrilmesiyle yetinilmiş,
gerektiğinde parantez içinde açıklamalara gidilmiştir.
M ustafa İSEN
VI
I.HAYATI
1
reketle de Boşnak bir aileden gelmiş olabileceği, Atsız tarafından
ileri sürülmüştür. Bu iddiayı doğrulayacak başka deliller de var
dır; Alî’nin, daha sonraki bölüm lerde görüleceği gibi, şehzâdelerin
yanında çalışmadığı sıralarda, maiyetlerinde görev yaptığı Lala
M ustafa Paşa ve Ferhat Paşa gibi önemli devlet büyükleri Boşnak
asıllı kişilerdir. Çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı Osmanlı top-
lumunda, herhalde hemşehrilik yabana atılması mümkün olmayan
bir hadisedir. Babasının, yazar tarafından H âce Ahmet olarak ta
nımlanmasından mesleğinin ticaret olduğu anlaşılıyor.
2
Böylesine güzel bir beyitin bir anda söylenmiş olması şeh
zadeyi son derece sevindirir ve genç kâtibe yüz sikke altın bağış
lar.
3
yıl kadar sözü edilen yörede Lala Mustafa Paşa’nın yanında kaldı.
Gözü hep yükseklerde olan ve sürekli kıymetinin bilinmediğinden
yakınan Gelibolulu, artık kendisine, padişahların berat ve ferm an
larını hazırlayıp mühürleyen yüksek devlet görevlisi anlamına ge
len nişancılık görevinin verileceğine inanıyordu. Bu isteğini bir şi
irle açıkça ortaya koyduysa da yararı olmadı ve Şirvan’ın fethinden
sonra H alep tım ar defterdarlığına tayin edildi: Fakat H alep?e gi
demedi. Serdar M ustafa Paşâ’nın buyruğu ile Erzurum ’da görevli
bulunduğu sırada, adı geçen paşanın yerine tayin edilen Sinan Pa-
şa’nın emri gereği Trabzon’a gitti ve ordu için gönderilen erzakın
depolanması işiyle ilgilendi. D aha sonra H alep’teki görevine giden
yazar, burada tımar defterdarı olarak ne kadar kaldı bilinmez. Fa
kat bu görev gelir açısından düşük bir zeametti. Alî’nin bu görevi
sırasında kaleme aldığı sultanlara öğütler veren kitabı N ushatü’
s-selâtîn, bu hırslı vc yetenekli mülellifin düşlerini gerçekleştire-
meyişinin hazin bir romanı gibidir. Yine H alep’te kaieme aldığı
Nusretnâm e’si ile Şehzâde M ehm ed’in 1582 yılındaki sünnet dü
ğününü anlatan Câm iu’l-buhûr der Mecâlis-i Sûr adlı çalışmaları
nı padişaha sunmak ve karşılık olarak da daha üst seviyede bir gö
rev almak için İstanbul’a geldi. Ama yeni görev almak şöyle dur
sun H alep’teki görevinden de azledildi. İki yıllık bir beklem eden
sonra 1585 baharında Erzurum Mal defterdarlığına (1585) altı ay
sonra da oradan Bağdat mal deftardırhğına (1580) atandı. Alî’yi
memnun eden bu atam alar uzun sürmedi ve kısa bir m üddet sonra
yeniden görevine son verildi.
4
nin şekillenmesine ve yeteneğinin gün ışığına çıkarılmasına katkı
sağlamış olmasıdır.
.5
rurlu, hem hırslı, hem de düşündüklerini ifadeden ve doğru bildi
ğini söylemekten çekinmeyen biri için daha sık rastlanılır olması
kaçınılmazdı.
II. KİŞİLİĞİ
6
başlamıştır. Bence Alî’nin kişiliğini çözecek anahtar kelimelerden
biridir, bu m ahlas değişikliği; Bilindiği gibi taşıdığımız isimleri hiç
birimiz kendimiz seçmedik. A caba böyle bir imkânımız olsa bu
adları ne oranda muhafaza ederdik. Bir başka ifadeyle söylemek
gerekirse, taşıdığımız adlar, bizim zevkimizi değil, başta anne ve
babamız olmak üzere yakınlarımızın tercihini yansıtır. Oysa mah-
lâs seçiminde durum bunun tam tersnelir. N adiren mahlasın da
başkaları tarafından verildiği vâki ise de çoğunluk bunlar belli bir
yaşa geldikten sonra şâir tarafından seçilmektedir. Öyleyse mah-
lâslar, şâirin mizacını ve psikolojik konumunu ele veren son dere
ce önemli ip uçlarıdır. Alî de. bu mesele için son derece karakte
ristik bir örnektir.
7
tadır. Düşünce olarak bunları doğru bulan Alî, uygulamada tam
tersi bir kişilik sergileyerek hırsından ve gururundan sıyrılamamış
tır.
8
m ur vakasına bütün Osmanlı tarihçilerinden farklı ve düşmanlık
tan uzak bir tavır içinde yaklaşmıştır. Alî’nin tarihçiliğinde görülen
bir başka özellik de kullandığı kaynakları zikretmiş olmasıdır. Ya
zar, Künhü’l-ahbâr adlı önemli tarihinin önsözünde yüz otuz ka
dar eserin bu kitabın kaynağı olduğunu, bunların da en az dört
beş kitaptan yararlandığı düşünülecek olursa Künhü’l-ahbâr’m al
tı yüz kitabın özü sayılacağını anlatır. Ayrıca eserde yeri geldikçe
bu listede belirtilen eserlerin dışında da çok sayıda çalışma, yine
kaynak olarak zikredilir. Eski yazarların önemli özelliklerinden bi
ri, kaleme aldıkları eserlerde faydalandıkları kaynakları belirtm e
miş olmalarıdır. Yazarlar kaynaklardan elde ettikleri bilgiyi çoğu
zaman, kendi kişisel bilgi ve görüşleri gibi göstermeyi alışkanlık
haline getirmişlerdir. Bu konuda Alî’yi çağdaşlarından farklı bir
tutum içinde görmekteyiz ki bu da onun tarihçi olarak dikkate
alınması gereken yanlarından birisidir.
9
biyata, özellikle de şiire önem vermiş, şâirleri, sanatçıları korumuş
ve değerli eserleri ödüllendirm işlerdir. Bilimin, sanatın, şiir ve
edebiyatın gelişmesini hazırlayan böyle bir ortam da XVI.yüzyılda
büyük bilim adamları, tarihçiler, şâirler ve nesir ustaları yetişmiş
ve Devlet’in ihtişamına uygun bir Osmanlı-Türk kültür ve edebiya
tı meydana gelmiştir. Fuzûlî (Ö.1556), Bâkî (Ö.1600) ve Hayâlı (ö.
1557) gibi yalnız bu yüzyılın değil, Türkçenin en büyük ses ustaları
ile çağdaş olan Alî, tarihçiliği yanında çağının iyi şâirlerinden ve
nesir ustalarından biridir. Fakat o, nazım tekniği bakımından ku
sursuz manzumeler kaleme almış, bu alanda bol örnekler de ver
miş olmasına rağmen adı geçen şâirlerin gölgesinde kalmış ve
ikinci derece bir şâir olarak tanınmıştır. Diğer eserlerinde sıkça
karşımıza çıkan bulunduğu durum u kabullenmeme, kıymetinin bi
linmediğini açıkça dile getirme konusudaki kanaatlerine bakılacak
olursa Alî, kendini çağının ve daha önceki dönemlerin en büyük
şâirlerinden biri sayar. H atta tenezzülen Hayâlı Bey’e nazire yaz
dığını belirtecek kadar ileriye gider. Tabii bütün bunları divan şi
irine has şâirce övünmeler olarak değerlendirmek gerekir. Tezki-
reciler içinde Riyâzî (ö. 1644) hariç, hakkında söylenen övücü söz
leri. de şâirliğinden çok diğer eserlerindeki başarısına bağlamak
yerinde olacaktır.
10
birini takip eder ve cümleciğin sonunda ortaya çıkarlar. Belirtmek
gerekir ki Alî’nin nesri, devrinde ve daha sonra zaman zaman gö
rülen sözü manaya, hüneri gerçeğe tercih etme alışkanlığına düş
memiştir. Onun düz yazısında sunilik yoktur denebilir. Açık ve
canlı bir ifade, onun üslûbunun başlıca özelliğidir.
III. ESERLERİ
I. Tarihî eserler
II. E debî eserler
III. Sosyal hayatla ilgili eserler
IV. Diğer konulardaki eserler
ana başlıklarıyla verilegelmiştir. Pedagojik bir kolaylık sağladığı
için biz de aynı tasnife göre eserleri değerlendireceğiz.
I. Tarihî Eserleri:
1. Künhü’l-ahbâr:
il
man; bülün yaratıkların ortaya çıkışı, hayvanlar, balıklar, dağlar,
denizler, nehirler, göller, adalar ve iklimler, 2. Rükn’de Hz.Adem ’
den başlayarak peygamberler, A rap ırkı, Hz.Peygamber, onun
peygamberliği ve mucizeleri, Emevîler, Abbasiler, A rap emirleri,
bilginler, şeyhler, hekimler anlatılır. 3. R ükn’de ise Türk ırkı,
Oğuzlar, Türk ve Çerkez Kölemenleri, Fatimiler, Eyyûbîler, Ak-
koyunlu ve Karakoyunlular, Dulkadirliler ve diğer Türk hakanla
rından söz edilir. 4.Rükn Osmanlı tarihine ayrılmıştır. Osmanlı
devletinin kuruluşundan 1596 yılına kadar geçen olaylar, padişah
lar, şehzâdeler, devlet adamları, şeyhler, bilginler ve şâirler hak
kında bilgi verilir, Künhü’l-ahbâr’ın ilk üç R ükn’ü ile dördüncü
R ükn’ün İstanbul fethine kadar olan bölümü beş cilt halinde basıl
mıştır. (İstanbul 1277) -
12
araştırmacı yönü ile kaynakların verdiği bilgileri toplayıp ayıkla
mış, zaman zaman da onları ikmal etmiştir. Bu gibi özellikleriyle
Alî’nin biyografileri, ayrıntılı bilgileri açısından Aşık Çelebi’ye,
isabetli edebî değerlendirm eleri bakımından da Latîfı’ye benzer.
Denebilir ki o, biyografi alanında özellikle de şâir biyografilerinde
Türk edebiyatının iki seçkin tezkirecisinin mükemmel bir sentezi
dir.
Franz Babinger 1927 yılında yayınladığı Osmanlı Tarih Ya
zarları ve Eserleri (Türkçe çevirisi Coşkun Üçok, Ank. 1982) adlı
eserinde Künhü’l-ahbâr’m yayınlanmamış olmasını büyük bir ek
siklik olarak nitelendirir. Am a eser, yakınmanın üzerinden altmış
yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ yayınlanmamıştır.
2. M enâkıb-ı Hünerverân:
3. H âlâtü’l-Kâhire m ine’l-Adâti’z-Zâhire:
13
bebini anlatıp eserini adadığı-Gazanfer Ağa’yı över. Ayrıca İslâm
tarihi öncesi M ısır’ı da bu bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde
M ısır’ın güzellikleri ve övülecek yönleri, ikinci bölümde ise bunun
tam tersi, beğenilmeyen, çirkin tarafları ele alınmıştır. Tezyil adı
verilen ek bölümde ise yazar, anlattıklarını bir değerlendirmeye
tabi tutar. Burada, ilk gidişinde gördüğü bayındır Mısır’ın, ikinci
gidişinde kötü idareciler elinde nasıl harab olduğuna tanık oluruz.
5. Nusretnâme:
E ser basılmamıştır.
6. Fursatnâmc:
14
Fursatnâm e basılmıştır.
7. N âdirü’l-Mehârib:
8. Heft - Meclis:
9. Z übdetü’t-Tevârih:
Eser basılmamıştır.
15
A lî’nin bu eseri de basılmamıştır.
11. M irkatü’I-Cihâd:
1. Divan:
2. M ihr ü Mâh:
3. M ihr ü Vefâ:
16
bu eserin, 7000 beyitlik mesnevi tarzında yazılmış bir aşk hikâyesi
olduğunu kaynaklar belirtiyor.
4. Tuhfetü’l-Uşşâk:
5. Sadef-i Sad-Güher:
6. Riyâzü’s-Şâlikîn:
1. Nushatü’s-Selâtîn:
17 ,/
lep tımar defterdarlığı sırasında (1580) yazılmış olup çağının siyâ
sî ve sosyal durum unu gösteren önemli bir eserdir. Ayrıca bu
eserde yazarın biyografisine dair de bolca bilgi bulunmaktadır.
Eser, bir önsöz, 4 bölüm ve bir sonuçtan meydana gelir. Önsözde
padişahların devlet idaresi sırasında mutlaka yerine getirmeleri
gerekli şeyler, birinci bölüm de padişahlara gerekli işler,ikinci bö
lümde kanunsuz karışıklıklar, üçüncü bölümde devletin bu olaylar
karşısındaki aczi, dördüncü bölümde ise Alî’nin hayatı ve sıkıntı
ları anlatılmıştır. Sonuç bölümünden sonra "Tezyil ve Teznîb'' baş
lıklı iki ilâve bölüm daha vardır.
2. M evâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis:
3. M ehâsinü'l-Adâb:
18
4. H ülâsatü’l-Ahvâl der Letâfet-i Mevâz-i Sahîh-i
Hâl:
5. Tuhfetü’s-Sulehâ:
1. Nevâdirü’l-Hikem:
Nevâdirü’l-Hikcm basılmamıştır.
2. Hakâyıkü’l-Ekâlim:
3. M enşeü’l-İnşâ:
19
mak üzere beş bölümdür. Kendi 'biyografisinin d e en
önemli kaynağını m eydana getirirler.
4. Münşeât:
IV. KAYNAKLAR
Ana Kaynaklar:
20
Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, I, 799.
Kitap ve Makaleler:
21
;Son Hattatlar, İst. 1970 s. 7-8.
23
a) MANZUM ÖRNEKLER ve AÇIKLAMALAR
24
M erhum Sultan M ehm ed’in (III. M ehmed) Övgüsü H ak
kında
(30a)
26
13. İrfan gözü uykuya dalsa söz ustaları vecd içinde olur;
ben uyanık değilsem sanki bütün dünya uyur.
27
D er M ezem met-i Nâ-ehilân u Bû-cühelân
28
Ehil Olmayanlarla Kara Cahil Olanların Kötülenmesi
Hakkında
29
11. Kcnâra çekdi dürü bir sadef gibi bî-dil
Bu acılıkları çekse aceb değil deryâ
(52b)
30
11. Denizin bu ızdırapları çekmesi boşuna değil; halden an
lamayan cahil kişiler incileri sadef gibi kucakladılar.
21. Gelin dua edelim de Allah onlara insaf versin, kimine ce
hennem korkusu kimine de hicvedilme ürküntüsü...
31
1. Ne deryâ sâhilinde oldu yâ R ab huşk u ter peydâ
Ne bahrin mâlikindendir melek zâhir beşer peydâ
Sanasın kâtrelerdir.anda her pinhân ü her peydâ
Vücûd-ı mutlakın bahri ne mevci kim eder peydâ
E ne’l-Hak sırrım söyler eğer mahfi eğer peydâ
32
Usûlî’nin Gazelini Tahmis
(96b)
36
Gazel -1-
37
Gazel -2-
(% b)
38
Gazel -2-
39
Gazel -3-
(143 a)
Gazel -3-
2. Bu kadar çok dert ve üzüntü ile pek çok tuhaf hal mey
dana gelir de deli gönlüm gene zamaneden şikayetçi olmaz.
41
Gazel -4-
(158 a)
42
Gazel -4-
5. Alî, senin düzgün boyuna tûbâ dedi. Oysa ben senin bu
lunduğun yere yüce cennet, sana ise Rıdvan diyemem. (Tûbâ, Al
lah’ın kudret eliyle diktiği, kökü yukarda, dalları aşağıda olan bir
cennet ağacı. Sevgilinin boyu bu ağaca benzetilir. Rıdvan ise cen
netin kapıcısı olan melek. Sevgilinin güzelliği ve lütfü Rıdvan’a
benzetilir.)
43
Gazel -5-
(195 b)
44
Gazel -5-
7. Alî, yürü ona yaşlı felekten ihsan iste; sevin çünkü yüce
sultanlar sultani yenilendi.
45
Gazel -6-
(L97İJ)
46
Gazel -6-
48
Gazel -7-
49
M ihr u Mah, Sül. Ktp. İsmilıan Sultan Nu: 342 yk: 15
1. Yani dünya evinde c§i benzeri olmayan bir düşkün vaı dı.
5.1
15. Düştü sevdasına olup fi’I-hâl
Aşkı ile derûnu mâlâınâl
23. Ey şanlı sultan, lütfen bir nefes alıp verecek kadarlık bir
an için beni dinle, dinle de sana halimi anlatayım.
53
29. Sûz-i âhım sipihre âteş urur
Sanmasınlar şafak durur ki turur
35. Seni kim böyle güzel yarattıysa beni onun hakkı için peri
şan etme.
36. Gerçi gönül alan güzeller dik başlı olurlar, buna karşılık
âşığın âhı da ateş doludur.
55
43. Gül dilerken nasibi hâr oldu
H uld umarken mekânı nâr oldu
56
43. Gül isterken nasibi diken oldu, cennet umarken yeri ce
hennem oldu.
44. Ahlar edip vccd haline dü§tü, yüzünü yere koyup secde
ler etti.
46. Yine hâle ile bağlanıp gezer oldu. Böyle ağlayıp inleme
lerle vakit geçirirdi.
57
3.Sâdef-i Sad-Güher
58
Sadcf-i Sad-Güher
6. Yüce Tanrı Hakkı için bunların her birinde ele gelir ga
zel otuza kırka çıkmamıştı.
10. İşin ehli olan iki divanımı görsün; ben öyle kendimi öv
mem, şanımı bilen bilir.
59
12. Bile tâ ben nice suhendâmm
Milket-i nazm u nesre hâkânım
13. Vatanum kişver-i Gelibolı’dtr
Rehgüzerdür A rab Acem yolıdır
60
12. Böylece benim nasıl bir söz ustası olduğumu, şiir ve nesir
ülkesinin sultanı olduğumu bilsin.
14. O güzel yer, bağı bahçesi cenneti andıran bir deniz sahili
dir.
22. Ayrıca Tekke Baba ile Ali Baba adlı iki ermiş de burada
yerleşmiştir.
61
25. Mcvlidimdir benim hem ol kişver
Pcykerim anda buldı kuvvet ii fer
62
25. O şehir benim doğduğum yerdir, orada biiyüdiinı, geliş
tim.
28. Kul idi ama, Usâm e gibi bir kul... Ahlâkı Yûsuf gibi ve iyi
huylu bir insandı.
63
b) MENSUR ÖRNEKLER
Künhü’l-ahbâr’d a n ^
1) M e tin le r için. Süleyriıaııiye K ütü p h an esi F atih 4225 nolu nüsha esas alınmış, -
gerektikçe Ü niversite K ütü p h an esi Ty. 5959 nolu nüsha ve M atbu nüsha ile
karşılaştırılm ışım . V arak ya da^sayfa n u m a ra la n m etin so n u n d a gösterilm iş
tir.
64
yadedilmişlerdir. Bununla birlikte Acem ülkesinde köy m uhtarla
rına da m elik derler. Bu kelime padişah manasında kullanılırken o
tür değersizlere de ünvan olur, ayrıca Mileyyed nıin Indillah, ulu
luk gösteren bir sıfattır. H er savaşta başarı kazanan ve her büyük
m uharebede kesinlikle galip gelen şahlara denir. Pek çok savaşta
galip gelse ancak birinde yenilgisi görülse ne ona Miieyyed nıin In-
dillah derler, ne de öyle sıfatla ululanmasına rıza gösterirler. Ama
Salıibkıran şu şan sahibi şehriyarın ve âlemi ele geçirenin sıfatıdır
ki bu sıfata layık olan büyük gayret göstermeli. Nitekim hicretten
önce gelen dindar padişah, yani İskender’le sefih kafirlerden orta
ya çıkan kötü işli yani sapık Buhtu’n-Nasr bu sıfata layıktırlar.
H icretten sonra ortaya çıkan hakanların sahipkıranlarından biri
Cengiz, biri de ulu Timur’dur.
65
padişah ortaya çıkmadı. İskender, Cengiz ve Tim ur gibi yeryüzünü
doğudan batıya dolaşmış, bayındır ülkeleri mağlup etmiş hiç kimse
Osmanoğularından görülmedi. Am a Mısır fatihi Sultan Selim
Han, eğer yaşasa -Allah bilir ama- Sahibkıran olurdu. İran padişa
hını ve Çerkeş beylerinin Kansu Gavri gibi güçlüsünü sındırdığı
gibi diğer padişahları da dönem inde hüsrana uğratırdı.
2) B akara suresi. 2.
66
ünnehir tarafından gelmiş olan ulu Osmanlı aşireti ki, sanki Sel
çuklularla bir ocakta yetişmiş iki aşirete benziyorlardı, bu anılan
saf kalpliler, Yunan sınırında yerleşti. Otuz kırk yıl kadar esir al
dıkları kafir çocukları ve eskiden o yörede bulunan çeşitli ırklarla
karışık yaşadılar. Rum eli’ye açıldıktan sonra kafir ülkelerinden
pek çok yer kendi yurtlarına katıldı. Böylece çeşitli Müslüman gu
rupları ortaya çıktı ve varlık bağ bahçesinde sanki çeşitli meyveli
ağaçlar görünmeye başladı. Öncelikle M üslümanlar iki bölük ol
dular; Akdeniz’in doğusundaki yerler, yani A rabistan’dan beri,
bayındır yerleşim merkezleri ki önceleri Yunan veya Erm en ülkesi
ya da Rum adı verilen yerler ki Anadolu olarak anıldı. Nitekim
Ege’nin batı yakasındaki yerler, Rum ıstılahı üzre Rumeli adıyla
bilindi. Kafirlerden M üslümanlara karışanlarla, kadın erkek cihe
tinden birbirlerine nikahla bağlananlar, oniki millet olarak şöyle
belirlendi; Arnavud, Çerkeş, Abaza, Hırvat, Frenk, Macar, G ür
cü, Rus, Erdel, Boğdan, Eflak ve Alman. Bu ırkların esirleri gelip
döle düştü, yetenekli kısrakları aşan aygırlardan peri gibi el değ
memişler, oğul balı gibi şan sahibi dilberler, yasemin göğüslüler,
suskun gönül alanlar meydana geldi. Ama irfan sahibi tanınmış
bilginler bu zümreden nadiren göründü. Kırk elli yıl geçinceye ka
dar, Rum ülkesinin yetenekli bilginleri öğrenim görmek için Acem
ülkesine gitmekteydi. Am açlarına ulaştıktan sonra kimi orada ka
lır, kimisi de geri ülkelerine dönerlerdi. Yüz yıl kadar geçtikten
sonra Rum ülkesi halkından da mahalli meyveler ve aşılama ağaç
lardan yetişmiş güzel elmalar, seçkin yeni türler elde edildi.
(3a.)
67
söylemeyip susmuş. Şu ana kadar ki ev sahibi ve hizmet edenler
yemeklenip yatmışlar. Sanki bengisu çeşmesinden el yıkamışlar.
Ertuğrul abdest alıp farz, sünnet ve vacibi kıldıktan sonra Kur’an’a
karşı el kavuşturup sabaha dek uykusuz, yıldız gibi gözünü yum
mamış. Başını bir saat rahat yastığa koymamış. Sonunda fakih ve
hizmetçiler uykudan uyandıklarında onu yatar görmüşler. Akşam
dan sehere kadar uyudu sanmışlar. Bir saatlik hafif kestirmesi sı
rasında salih bir rüya ile saltanat müjdesini işitmiş. Yani uykusun
da güzel ilahi hitap şöyle olmuş; M ademki sen benim kitabıma
böyle saygı gösterdin, ben de seni ve soyunu aylar, yıllar, asırlar ve
zamanlar sürecek devlet ve saltanatla değerli kıldım, buyurulmuş.
O rüyadan sonra Ertuğrul’un bahtı yıldızı mutluluk şerefiyle par
layıp her yerde değerli ve üstün olmuş.
3) V akıa su resi. 2.
4 ) B akara su resi, 260.
68
yırlı halef olduğunu ispatladı. Z ira ki mevalîd-i se la se y e^ uygun
üç bahadır ünlü oğlu, yani Gündüz Alp ve Saru Yatı adlarıyla ta
nınan çocukları vardı. Ama Osman H an en büyükleri ve en layık
yiğitleriydi.
(7a)
SULTAN MURAT HAN DEVRİ BİLGİNLERİ:
O değerli zümrenin ilki, yanı bilgin ve mükemmeli MUH-
HAMMED OĞLU MEVLANA CEMALEDDİN MUHAMMED
AKSARAYİ’dir. A rapça bilmekte mahir, şer’i ve nakli bilimlerde
telife kadir bir alimdi. Tefsir-i K eşşaf a^6' haşiye yazdı. M eânî ala
nında İzah’ı^7) şerh edip sikkeyi m erm erde kazdı. Aynı şekilde he
kimlik sahasında Mûcez’i ^ şerh edip sahip olduğu bilgiyi göster
mişti. Soyu dördüncü göbekte Fahreddin Razi’ye™) çıkacak şekil
de tanındı. Yani Fahreddin Razi oğlu M uhammed, onun oğlu
M uhammed, onun da oğlu M uhammed olarak alimler arasında
imtiyaz buldu. Önce Karam an’daki Müselsele medresesine mü
derris oldu. Vakıf şartı, ilk dersi Sihah-ı Cevheri’yi(10) ezberleyene
şart kılındığı için zorunlu olarak adı geçen bilginin tasarrufuna la
yık görüldü. Talebesi üç kısma ayrılmıştı: Bir kısmı, adı geçen
medreseye giderken önünde yürür, gidilecek yere varana kadar
derslerini öğrenirlerdi. Bir bölüğü yaşlarının küçüklüğünden dola
yı m edresenin revnaklarında otururken öğrenirlerdi, Diğer grup
ise yazabilecek bilgin düzeyinde olup dersleri kendileriyle tartışa
rak m üzakere ederlerdi. Anlatılır ki Seyyit Şerif Cürcani^11) adı
geçen bilginin ününü duymuş ve öğrenme heyecanı ile Rum ’a yol
lanmış. Yolda İzah’a yazdığı şerhi görünce "sığır etine konmuş ka
ra sinek" deyip beğenmeyerek yine İran’a dönmüş. Bazılarına göre
da anlatması yazmasından üstündür diye işittiği için tekrar Kara-
man’a gelmiş. M uta adlı kasabadan M evlana Cem aleddin’in çıktı
ğı güne raslamış. O arzusuna kavuşamaymca, Mevlana Fenari’
ye( ) yakın olup birlikte M ısır’a yollanmışlar.
5 ) M aden, bitki ve 'hayvan olm ak üzere tab ia tın üç alem inden söz e d en bilim .
6) Z e m a h şc rî ebu'I-kasım M ahm ud b .Ö m e r’in (Ö.1144), çok tanınm ış tefsiri.
7) C elalüddin M uham m ed b .A b d u rrah n ıa n el-K azvtni (Ö.1338) nin nıeâni ve b e
yan a lanında kalem e alınm ış eseri.
8 ) ’İbnünnefis lakabıyla tanınan A laü d d in A li b .E bilhazm 'ın (Ö.1288) hekim likle
ilgili tanınm ışı eseri. Adı geçen kitaba çok sayıda şe rh yazılm ıştır.
9) R e y d e d oğdu ve H e ra t'd a öldü: (1148-1209). T efsir a lanında tanınm ış bilgin.
10) İsm ail b.H am m ad (Ö.1003) tara fın d a n kalem e alınm ış eser.
11) Ali bin M uham m ed E l-C ürcânî (T uca E ste râ b â d 1339-Şiraz 1413) İranlı kelam
bilgini, felsefeci vc yorum cu.
12) M olla F en ârf M aham m ed b.H am za b .M uham m ed Şem seddin (F e n e r
1350-1430) lI.M u ra d devrinin tanınm ış bilgin ve şeyhülislam ı.
69
MEVLANA MAHMUD BEDRETTİN: Sultanönü adlı
yerde doğdu. Bülün bilimleri öğrendikten sonra Bursa’ya kadı ol
muş ve halk arasında güzel huylarıyla gönüllerin sevgilisi olup,
Koca Efendi diye şöhret buliiıuş. Anlatılır ki Sultan M urat Han,
Germiyan beyi iken kızını oğlu Beyazid H an için alınca, önde ge
len beylere ve hanımlara adı geçen bilgini başkan yapmış ve uğurlu
ayağını, yüce bereketin gereği bilip o işe gönderilmesini uygun
görmüş. Adı geçenin M ehm ed adında bilgili bir oğlu olmuşsa da,
uzun yaşamayarak çocuk yaşta ölmüş. Allah rahmet etsin. Daha
sonra Musa adında bir oğlu doğdu. Acem ülkesine gidip Kadı-za-
de-i Rumi adıyla şöhret bulmuştur. H atta Uluğ Bey M irza’nın^13)
yanında çok iltifat görmüş ve matematik alanında 'Eşkal-i T e’sis’
e(W) şCrh yazmıştır. Bu eserin yazılış tarihi 1412 yılıydı.
(24a)
DÖNEM BİLGİNLERİ:
70
Babaları o yörede kadı olııp onların da atası ulu Selçuk vezirlerin
den olmak üzere tanınmışlardır. Kısacası Gazi Hüdavendigar za
m anında dünyaya gelmişlerdir. K ur’an ve tecvidi babasından gör
müş, dedesi Mevlana Şahidî’den ve Molla Yusuf’tan okumuş, on
dan sonra Konya’da Fazlullah’ın öğrencilerinden Mevlana Feyzul-
lah’tan dört ay kadar ders almıştır. Onun ölümü üzerine Abdül-
mümin oğlu Müeyyed adlı amcasıyla Kahire’ye gidip Seyyit Şerif
Cürcanî ile beraber M übarek Şah M antıkrden^17^ ders görmüşler.
D aha sonra hocası ile haccedip M ekke’de Mevlana Zeyle’î’den
yararlanmışlar. Tekrar Mısır’a dönüp Hidaye’yi^18) şerh eden Ek-
m elüddin’den ders almışlar. Seyyit Şerifle okul arkadaşıydı. H atta
Seyyit Şerif Cürcanî, onun bilgisini hep övmüştür. Kısacası Molla
Bedrcddin, bilgisiyle o kadar ün kazandı ki Mısır Sultam Berkok
oğlu Ferce kendisinden ders aldı. H atta bu öğretimde adı geçen
bilgin Cürcanî’den daha üstündür. Çünkü sultana öğretmen ola
rak, en değerli ve en bilgili kişinin uygun görülmesi aklın alacağı
şeydir. Sonunda adı geçen bilgin, İlahî cezbeye mazhar düştü. Ka-
hire’de bulunan bilgin Seyyid Hüseyin A hlatî huzuruna vardı
ve ona biat edip yüce keram etlere ulaştı. D aha sonra şeyhin işare
ti üzerine Tebriz’e gitti. Şeyhler ve bilginler arasında büyük bir il
gi gördü. H atla Em ir Timur Tebriz’e gelince o çevrenin değerli
bilginlerini huzurunda ilmi tartışmalar yapmakla görevlendirdi.
Ama tartışmalar son bulmadı. Birinin kararına diğeri uymadı. Bu
nun üzerine Şeyh Bcdrcddin’i Mevlana Cezerî Timur’a övdü, "on
lar bu toplantılara gelmeyince bunların tartışması sona ermez" de
di. Böylece vakarlı Timur, adı geçen bilgini meclisine getirtti. Bil
ginler arasında hakem tayin edip hemen adı geçene konuşma izni
verdiler. Düşüncelerini birer birer söylediler. O da geciktirmeden
güzel cevaplar verdi. İki tarafın rızaları gerçekleşip hiç kimsede
niçin ve neden diyecek hal kalmadı. Emir Timur adı geçendeki
geniş bilgiyi görünce, sınırsız caizeler bağışladı ve sonsuz iltifatlar
da bulundu. Bundan sonra Şeyh Bedreddin tekrar Mısır’a döndü.
18) B u rhaniiddin Ali h.Hbi B ekr r.l-M e rg in ân fn in (ö. 1197) fıkıhla ilgili tanınm ış
eseri.
19) Seyyid H üseyin A h lâ tî (1319-1387). Şeyh B ed red d in 'in M ısırd a yakını olm uş
m utasavvıf.
71
Seyyit Hüseyin Ahlatî ölmüş olduğundan seccadesi ona teklif edil
di. Bir kaç yıl orada oturduktan ve susayan müridleri, sözleriniıı
saf suyuyla kandırdıktan sonra Konya’ya, ardından da Tire’ye git
ti. Sakız adası hakimi olan A ’kal Nusar’ın İslamla şereflenmesine
delalet etti. Beyin bir rüya görmesi üzerine adı geçen adaya davet
edildi. Gelir gelmez de onun telkini ile bey İslam dinine girdi ve
Bedreddin’e pek çok iltifat etti. A rdından E dirne’ye geldi. H atta
babasını hayatta buldu. Hikm et Allahındır, Sultan Musa kardeşi
Süleyman Şah’ı öldürüp Osmanlı ülkesi tahtına oturunca, sözü
edilen bilgini kendisine kazasker tayin etti. Onun devleti çökünce
Sultan M ehmet Han, ayda bin akça maaş bağlayıp iltifat ve ihsanla
onu çoluk çocuk İznik’e gönderdi. Burada göz hapsine alındı ve
herhangi bir yere ayrılmaması belirtildi. Ama bir süre sonra ora
dan kaçarak Isfendiyar beyinin yanına gitti. Kıpçak çölü diye anı
lan ve T atar ülkesi olarak bilinen yere gitmek istediyse de, İsfen-
diyar beyi emeline kavuşmasına izin yermedi. Osmanoğlullarınm
şiddetli öfkesinden korktuğu için durum u bildirip şeyhi başkente
gönderdi. Bu defa Zağra adıyla bilinen yerde oturması emredildi.
Çevredeki bağlıları durum unu duyup huzurunda toplanmaya baş
ladılar. Buıîun üzerine kötü huylu fesatçılar, Sultan M ehmet’e "bir
çok bağlısıyla saltanat istediği ortadadır." dediler. Kendisinin tale
besi durum undaki Deylemt, yani Mevlana Haydar-ı Acemtf20) bu
şekilde öldürülmesine fetva verip, ortadan kaldırılması için devrin
padişahına izin verdi.
Ama adı geçenin bilgisine son yoktu. Eserleri de, veliliğini
belirten keram etleri gibi pek çoktu. En m eşhur kitapları fıkıhla il
gili Letaifü’l-İşârât ile Teshil şerhi idi ki İznik’de hapisken yazmış
tı. Cam iü’l-Fusaleyn, M aksud şerhi, U kûdü’l-Cevâhir, tasavvufla
ilgili Varidat ve M eserretü’l-Kulûb diğer eserleridir. Kerametini
açıklamak sadedinde, bir iki defa ölüleri dirilttiği pek meşhurdur.
Acıklı ölümü, yani ebedilik âlemine göçüsü 1415 yılı içinde oldu
diye yazılmıştır.
Sultan M usa’nın padişahlığı zamanında bunlardan başka
bilginin var olduğu bilinmez. "Allah birdir binleri besler" düsturu
gereğince adı geçen bilginin yerini tutacak muasırlarından hiç
kimsenin yetişmediği gerçektir.
_______________________ (45 b)
20) Şeyh B ed rcd d in 'in ö ld ü rü lm esin e fetvâ veren bilgin (Ö.1427)
72
Yücelik Gösterin Sadrazam Hakkında Mülkü Süsleyene On
Madde:
21) O sm anlı devlet kuru m ların d a çeşitli hizm etleri yapan görevlilere verilen ad.
O sm anlı o rd u su n d a üst k o m u ta n ların buyruklarını astların a ulaştıran g ö
revlilere de çavuş denir.
22) P adişah divanında s o n u ç la n d ırılm a y a n işlerin görüşülm esi için sadrazam k o
nağında ya da sadrazam lık dairesin d e, salı ve perşem b e günleri dışında,
ikindi nam azından so n ra kurulan divan.
23) B aşta sadrazam olm ak üzere vezirler ve üst seviyedeki görevlilerin giydiği
p ro to k o l kavuğunun adı. Ağzı yukarısına nisbetle d ah a dar. tepesi kırm ı
zı re n k te çıkıntılı, m ukavvadan yapılm ış b ir başlık. Ü stü n e beyaz tülb en t
sarılır.
73
Beşincisi, saray ağalarının ululamalarıdır. H er hafta Pazar
tesi günü kendilerinin mücevveze, adamlarının ise üsküflü^24) ola
rak sadrazamın kalına gelmeleri hususudur.
74
lara has bir durumdur. Diğer vezirlere gitmezler, eğer giderlerse
bu dostluk için uğrmadır ve mücevveze giymezler.
Şiir:
İyi düşünccli vezir, padişah gibi her şçyi yerli yerine koyun
ca işlerin dizildiği gerdanlık düzenli olur. Adalet her tarafa
yayılır. Ülkenin emniyette oluşu da, padişahın adil oluşu da
vezirin güzel düşüncelerine bağlanır, töre böyledir.
75
nndan biri de beraber gönderilir. Bunların dışında parlak yüce
tuğraya da izin verilir. Kendi tezkirecisi reisü’l-küttâb^"8) yetkisiyle
hizmet eder. Gittiği yerlerde şikayetçileri dinlemek, din ve kanun
lara göre hüküm vermek, yeniçeri ve sipahilere töresince riayet et
mek görevidir. Özetlenecek olursa beylikler vermek ancak padişa
hın izni ile caiz olur. H er halükârda yaptığı tayin ve aziller her za
man makbul tutulur. Hizmeti tamamlayıp devlet kapısına geldiğin
de veziriazama yaptıklarını sunar. Verdiği yüksek makamlar, ça
vuşluklar ve müteferrikalıkların makbul tutulmasını rica edip yal
varır. Yaptıkları, iyiliklerin artm asına vesile olur ve yerine getirdi
ği iş, yüce ricasıyla gönlün beğendiği bir hizmet ise verdiği her şey
kabul edilir.
İkinci önemli kişiler, kazaskerlerdir. Veziriazama yakın
olanı, Rumeli kazaskeridir. Günlük beş yüz akça geliri vardır. G e
nellikle Rum eli’deki askerin vergi gelirlerinden de tahminen gün
lük sekiz bin akça elde etmesi mümkündür. İdaresi altında olan
büyük şehirlerde kadılar vc m üderrisleri kendisi tayin eder. Ancak
yüz elli akçalı önemli kadılıklarla kırk akçalı İçel m edreselere yap
tığı atam aları sadrazamın onayına sunar. Kasaba kadılıkları ile
günlüğü elli akçadan aşağı İçel m edreseleri onun arzı ile verilir.
İçel tabiri, İstanbul, Edirne, Bursa ve bunların çevresinde bulunan
kasabalardaki önemli m edreseler için kullanılır. Anadolu kazas
kerleri de beş yüz akça gelire sahiptirler. R ütbe bakımından R u
meli kazaskerinden aşağıdırlar. Ancak gelir açısından Rumeli’nin
iki katı gelire sahiptirler. Tahm inen günlük on beş bin akça geliri
m ukarrerdir. Anadolu vilayetlerindeki kadılık ve müderrislikleri
yukarıda açıklandığı üzere bunlar verirler. Sadrazama sunulması
gerekli olan şeyleri bildirirler. Divan-ı hümayun’daki önemli işleri,
Rumeliylc ilgili diğer hususları ve padişah kullarıyla ilgili davaları
Rumeli Efcndi’si dinler. Anadoluyla ilgili olanları ise Anadolu ka
zaskeri dinler. Bunlardan herhangi biri azl edilse yüz elli akça ile
emekli edilirler. Eğer çok bilgili ve çalışmadan tat alan biriyse Se-
mâniye m edı'esesr29) veya D arü’l-hadis^30) medreselerinin biri
saygı olarak maaşına eklenir. Padişahın yüce katma işler sunmak
üzere girmeleri eskiden beri, haftada dört kez toplanan divanda
28) XVII.yüzyıla k a d a r saray divan katip lerin in yöneticisi.
29) Sem an m ed reseleri (sekiz m ed re se ) İsta n b u l’da, Fatih cam im in iki tarafında
ka rg ır vc kurşunlu sekiz m ed re se hakkında kullanılır b ir tabir. B unların
d ö rd ü K aradeniz, d ö rd ü d e A kdeniz tarafın d a o lu p h e r birinin adı vardı.
D u n la r yüksek öğrenim veren m edreselerdi.
30) H adis te d ris vc tetk ik le rin e tah sis'ed ilm iş ihtisas m edreseleri.
76
mümkün olmaktadır. D ördünde de arza girilir. Çoğu kez de gün
lerin birisiyle yetinilir. Huzura, yemek yendikten ve yeniçeri ağası
girip çıktıktan sonra, iki kazasker birlikte girerler. Görülmesi ge
reken işlerle tayinleri sunarlar. Çıktıklarında da yüce divandaki
yerlerine dönüp otururlar. Bir süre sonra da vezirler arza girerler.
Onlar da çıktıktan sonra kazaskerler bir m üddet iş görürler. Daha
sonra büyük veziri selamlayıp giderler. A rdından Babü’s-saâde^31^
mâbeyninde bir süre oturarak bazı işleri daha yerine getirirler.
Sonra da ulu makamlarına gidip haftanın üçüncü ve dördüncü gü
nü haricinde her gün görev yerlerinde ikindi divanı yaparlar. G ö
rev isteyen kadılarla müderrisler, töreye göre selama girerler. 1582
yılma kadar bu işler birlikte görülürdü.Ancak sûr-ı hümâyundan
sonra Acem ’den pek çok yerler feth edilip halkın işleri arttığından
anadolu kazaskeri divanı ikiye ayrıldı. Yani m ü la z ım la rın ^ işleri
gün aşırı görülmeye başlandı. Bir gün yüz elli akçalı ve daha yuka
rı olan kadıların işleri görülür, ertesi gün yüzden aşağısının mese
leleri çözülürdü. H er hafta altı günün üçü ileri gelenlere, diğer üçü
de diğerlerine ayrılmıştı.
31) A k ağ alar kapısı. T o p k ap ı sarayında iç saray ile dış sarayı birb irid en ayıran
üçüncü kapı.
32) A ta n m a k için sıra bekleyen m ü d erris ya da kadı adayı.
33) O sm anlIlarda yıllık geliri 3000-20000 akça tu ta n to p ra k dirliği.
77
benimsenip rüşvetten kaçınıldığı takdirde anılan bu üç makamın
her birinin senelik geliri ise on beş y ü k e ^ ulaşır. A rap ve Acem
defterdarlarının geliri ise yirmi beş yüke varır. Anılan bu defter
darlardan her biri, kendi kaleminde bağımsızdırlar. Kenar defter
darlıklarındaki önemli işlerin sunulmasını baş deftardar yerine ge
tirir ve hepsinin nezaretçisi durum undadır. Mâliyeye ilişkin dava
lardan da onlar sorum ludur. Şikayetçileri dinler ve gerektiğinde
tuğralı emirler verirler. Ancak kendilerinden çıkan işlerin altına
imza atabilirler. H er haftanın üçüncü günü padişahın yüce katına
vezirler ile arza girerler. Vezirlerin huzurunda önce baş defter
dar, sonra ikinci ve üçüncü defterdar arza gerek duyulan işleri
özetleyip okur. İtiraz vaki olduğunda cevabını veziriazama hitaben
verirler. Arz edecekleri işleri içeri girmeden öncc veziriazama bil
dirirler. Yani karşılaşmalarından önce bir süre m üzakerede bulu
nurlar. Once baş defterdar ve kenar defterdarları el öpmeye varır
ve beraberlerinde bulunanlar vezirlerin karşısında otururlar.
M adde m adde her hususu okurlar. Sadrazamın izin verdiğini içe
ride sunarlar. İzin vermediğini geçerler. Anlatılan bu işler diğer
vezirlerce de bilinir. Yani okunurken onlar da işitirler. Ancak
şimdiki durum da bidatler çoğaldı. Bu yüzden hazine-i âmiredeki
paralar da azaldı. Yani Tuna civarındaki hasların tahammülü yok
ken önce başka bir defterdarlık ihdas edildi. Altı yedi yıl kadar
bağımsız defterdarı vardı. H er biri denetlem e ve çeşitli karışıklık
larla ortadan kaldırıldı.Bu durum lar divana sunulduğunda, saygı
değer haremin ileri gelen bazı mutlu kişileri bu görevlere talip ol
dular. Yüz yirmi bin akça hasla buralara atandılar. Bunlara dör
düncü defterdar diye ad konup kışlığı yazlığı ve diğer gerekli şey
leri tayin edildi. Ancak gereksiz bir bidat olduğundan sonradan
ortadan kaldırıldı. Bu yüzden kenar defterdarlığı parça parça oldu
ve beylerin hizmetlerindeki subaşılığa döndü, işe, rüşvet yolu ile
bazı kadılar karıştığından defterdar divanı nahiye mahkemelerine
döndü. Önce Diyarbakır ayrıldı. İkinci olarak Şam başka bir def-
tardarlık yapıldı. Üçüncü olarak Erzurum da müstakil defterdarlık
oldu. D ördüncü olarak Trablusşanı ayrılıp başka bir defterdara
verildi. Yani A rap ve Acem defterdarlığı toplam beş defterdarlık
oldu. Başkentteki Anadolu kaleminde de önce Sivas, ardından da
Karam an yöresi bağımsız defterdarlıklar haline geldi. Orası da üç
makam olarak sonuçlandı. Anılan bu makamlar arzu edip isteyen
78
ler arasında açık artırm a ile yapılan satışlara dönüp siyakatta^35)
m ananın gelişini anlayamayan, dahası hesaptan haberi olmayan
cahillere verildi ve M üslümanların devlet hâzinesi ehil olmayan,
hiç bir işten anlamayan kadıların eline kaldı. Sicil ve hüccet rüsu
muyla kıt kanaat geçinen parazitlere dünya el verdi. Fakirlerden
fazlasıyla vergi alındı. Belki üçer dörder yıllık vergilerini vermek
zorunda kaldılar. Ancak bütün bunların onda biri bile hazine-i
âmireye girmedi. Onların yerine gelen defterdarlar ise halkın ço
ğunu yerinde bulamadı.
Önemli görevlilerin bir diğeri de değeri yüce olan ve padi
şah ferm anlarına tuğra çeken nişancılardır. Bunlar rütbe bakımın
dan defterdarlar ile aynı seviyededirler. Kıdemliliklerine hizmetle
rindeki eskilik neden olur, hangisi daha önce tayin edilmişse o kı
demli sayılır. Ancak yıllık gelir yönünden defterdarların gelirleri
daha fazladır. Rütbe yönünden de nişancılar daha üst seviyededir
ler. Defterdarlıktan doğrudan vezir olmak merhum Piri Paşa’ya
nasip olmuştur .Ancak nişancılara vezirlik verilmesi on defadan
fazla vuku bulmamıştır. D efterdarların zeametlerinin en yükseği
yüz altmış bindir. Nişancı hasları üç yüz binden fazla olup yazlığı
ve kışlığı ile diğer gelirleri yine defterdarlarla aynıdır. Nişancılara
tuğra hizmeti verilir, lâkin nişancıların defterdar olmasına az ras-
lanır. Nişancıların yapmaları gereken hizmetler şunlardır: Yüce iş
lere tuğra çekmek, işlerin sıkışıklığında en aşağı mevkideki vezire
bunları bölük bölük gönderip nişan çektirmek ve kanunlarla ilgili
işleri yazmaktır. Kısacası mevkilerle ilgili olmayan ve reis tarafın
dan yazılan dini ferman vc kanunları gözden geçirip düzeltmektir.
Nişancılar divanda sağ tarafa otururlar.Divanhane-i hümâyunda
bey adı ile bilinip halk arasında nişancı lakabı ile tanınırlar. Rei-
sülküttâb olan mutlu ve bilgili kişi katipler ve talebe durumundaki
kimselerden itibar bulduğu takdirde akıl sahiplerinin en önde ge
leni olup nişancı olan beylere tam bir teslimiyetle ve bağlılıkla hiz
met ederler. H atta büyük b ir toplulukta, büyük vezirlerin gelmele
ri gereken eşi bulunmayan mutluluk dolu düğünlerde sofrayı ku
rup nezaketle kulluklarını göstermeleri eski bir kanundur. Bunun
gibi tczkirccilcriii de katiplere nisbetle rağbeti o m ertebededir.
Yani reisülkütlâb nefis bir ziyafet verdiğinde sofraıım serilme hiz
meti onlara düşer.
35) M ali işlerde kullanılan b ir yazı çeşidi. H e r kelim ede kısaltm a yapıldığı, çoğu
defa da nokta kullanılm adığı için okunuşu ancak siyak ve sibak delaleti
ile olur.
79
Devletin ileri gelenleri-olarak sayılan kişiler değerli insan
lardır. Bunlarda berat olmaz. M akamları verildiğinde m üjde ile
gelen şerefli hükümden başka bir senet verilmez. Yani kişilikleri
senet ve delildir. Şöhret, devlet ileri gelenlerine gerekmez.
(101b)
80
Paşa memur edilmişti. Sonraları yaşlandığı ve hastalıklı olduğu için
emekliliğini istedi. Arzusu üzerine de Selanik kendisine emeklilik
hakkı olarak verildi.
81
metleri görmezlikten gelm di.'Ö nce azledildi ve Edirne civarında
bir köşede oturması uygun görüldü. İkinci olarak da, şehzadenin
matemi sırasında devlet ileri gelenlerinin hepsi siyahlar giyinmiş
lerdi. Bazı münafıklar, "Mahmut Paşa bu konudaki emre uymadı.
Belki de emrin aksine hareket edip mutluluk elbisesi giyip sevinci
ni belli etti'' diyerek gammazladılar. Bunun üzerine bir casus vası-
tasıyle gerçek araştırıldı. Allahın hikmeti, paşa, bir hafta em re uy
duktan sonra matem elbisesini çıkarmış, bazı musahipleriyle sat
ranç oynarken bulundu. D urum bildirilince padişahın latif mizacı
tümüyle incindi. Adı geçeni Yedikule’de. habs etti. On altıncı günü
de hapisten şehadet yoluyla cennete uçtu. Böylece vücudu ortadan
kaldırıldı.
82
Ahm et Paşa’yı anıp "hala o kullan bu işe memur ve kadir olsaydı
sultanın kendisinin bu sıkıntılara katlanması gerekmezdi" diyerek
serbest bırakılmasını ima etti. Gedik Ahm et Paşa’nın, devlet bina
sı inşaatından bir laşı gediğine koymakla sanki kelimeyi gereği gi
bi yerine oturttu. İstanbul’dalci görevliye, adı geçinin bırakılmasını
emir ve tedarikini görüp Hevelonya tarafına gönderilmesini işaret
etti. İskenderiye çevresi ve Pulya karşısındaki Hevelonya vilayeti
hükümetiyle emsallerine üstün olup o vadilerde pek çok gazalar ve
fetihler yaptı. Kısacası bunlar kendi dönemlerinde tam bir dira
yetle akran vc emsalinin kıskandığı biri idi. D aha sonra Sultan B a
yezid H an’ın padişahlığı sırasında bazı kıskanç kişilerin tahrikle
riyle öldürülüp vücudu yok edildi.
83
devrinde de yüce vezirlik makamında bırakıldı. Cem Sultan’la
Bursa civarında yapılan savaşta, harp alanındaki askerin öncüsüy-
ken şehitlik mutluluğuna ulaştı.
36) M etin. İbnülem in M ahm ud K em al İn al'ın hazırladığı M enak ıb ü 'l-h ü n erv erân
(İ s t.1926) ile H a tta tla rın ve K itap Sanatçılarının D e sta n la rı (H az.D r.-
M üjgan C u m h u r A n k ara. 1982) adlı çalışm adan alınm ıştır.
37) A yet. İn fita r suresi. 10-11.
38) A yet. A 'ra f suresi. 145.
39) A yet. M ücâdele suresi. 21
40) A yet. K alem suresi. 1
41) H z.P eygam berin dam adı ve am casının oğlu olan IV .halife İm am b.E bi T alip ’in
(598-661) sözü.
42) O n iki im am ın alım cısı (700-765). H adis alanındaki d e rin bilgisi ile tan ın m ış
tır.
43) T anınm ış Y unanlı bilge (M .Ö .427-347).
44) C alinus. G a len u s C laudius (130-200). M ü slü m an lar arasın d a C alinus adıyla
tan ın a n Y unanlı filozof.
85
boşaltmak suretiyle sözü yok e d e r't45) demişlerdi. Belagat sahibi
bazı bilge kişiler ise "İnsanların akılları kalemlerin sivri uçları al
tındadır" rumuzunu açıklamışlardır.
45) fiuklid cs (\1.Ö .III.yüzyıl), \liia liim a n dünyasında L'klidcs adıyla tan ın an eski
çağ filozofu.
4 6 ) Ilc rm e s. bir A rk ad ia tanrısı T h o l ile karıştırılıp H e rm es T rism egislos d a d e
nir. Sihir, astroloji ve simya üzerine bazı ese rle ri olduğu söylenir.
47) S uhuf indirilen n eb ilerd en o lu p Y uşa bin A n ıcn devrinde yaşam ıştır.
muhakkak ve rik’adır. Bunlardan başka nesta’lik, çep hattı, divanî
kırması ve deştî yazı vardır ki toplamı on kalem olur. Böylece ka
mış kalem sanatının "O tam ondur"(48) güzel ayetinin beraatına
uygunluğu gerçekleşmiş olur. Öyleyse buradaki sayı, yazının üslu
buyla ilgili olan farklardandır. Bizim açıkladığımız kalemlerin sa
yısındaki bu sınırlama, tasnif edilmiş harflerin çeşitli şekillerindeki
uyuşmazlıklanndandır. Yani onların altı kalemi ve diğerleri toplam
olarak bir kalemdir. Bu bakım dan kasd olunan, üslubun birbirine
benzememesi değildir. Belki cevher harflerin başka tarzda yazıl
masıdır.
87
İşin gerçeği araştırılırsa, dünyanın güzel yazıcıları ve çok
bilgili yazarları olan üstadların, kalem kısmının elbette vâsitisini
kullanmaları uygun olur. Onun da çok sağlam, dayanıklı ve demir
gibi olanını seçmelidirler. M ürekkeplerin çıra isinden yapılmış
cinsini kullanmayıp hibr kısmının gayetle siyah ve parlağını kullan
malıdırlar. Çünkü bu, zamanın geçişiyle hep aynı durum da kalır,
rengi ve cilası zamanla daha netleşmesinin dışında irfan sahipleri
ne arm ağan ve zaman sayfalarına marifet süsü olan kıt’alara vas-
sallık gerektikte altına bir kat daha kâğıt yapıştırıldığında veya
yanlışlıkla suya dokunup nemlendikte yazısı bozulup ortadan kalk
maz. Ayrıca bir parçacık ellenmekle nakış ve resmi bozulup git
mez. Kağıt cinsinden de kesinlikle H aşebî ve Dımışkî’ye önem ve
rilmelidir. Kâğıdın Sem erkandî’sinden aşağı inilmemelidir. Kâğıt
türünün en alçağı Dımışkî olup derecesi bilinmektedir. İkincisi
Devletâbâdî’dir ki kalitesi herkesçe malumdur. Üçüncü, Hıtayî,
dördüncü Adilşâhî, beşinci ipek Scmerkandî, altıncı Sultânı Se-
mcrkandî, ycdinci Hindî, sekizinci Nizâmşâhî’dir. Dokuzuncu Ka
sım Bigi, onuncu İpek H indî olup küçürek boydadır. On birinci
KevnîTebrîzi şeker renklidir. İşlemesi Tebrizli’lere özgedir. Oni-
kincisi Muhayyer’dir, o da şeker renklidir. Sözün kısası kağıt ko
nusunda eski katiplerden şöyle bir manzum kıt’a kalmıştır:
88
ye sorduğum uzda bin beyil ona beş floriye yazdırılır diye cevap
vermişlerdi.
90
yezid Han devrinde Osmanlı ülkesine gelip arpalık zeametiyle ve
otuz akça gündelikle göreve ^tanmış, özellikle m erhum Sultan Ba-
yezid H an’ın en candan musahibi ve vezirlerin bile haset ettiği
saygıdeğer yakını olmuştu. Mısır fatihi Sultan Selim H an zamanın
da öldü. Bütün Osmanlı hattatları arasında ona gösterilen saygı
başkalarına gösterilmemiştir. Birçokları onun hakkında şöyle d e
mişlerdir.
50) M etin , H â lâtü 'l-K âh ire M in c l-A d â li'z -Z â h irc (H az.O .Ş aik Gökyay, A nkara,
1984) adlı çalışm adan alınm ıştır,
51) N il'in sularının kabarm asını ve çekilm esini ölçm ek üzere yapılm ış olan ölçek.
E m evi h alifelerinden Süleym an zam an ın d a dikilm iş ve 715 yılında ta
m am lanm ıştır. A bbasi halifelerin d en M c'm uri zam anında (813-883) 814
yılında onarılm ıştır.
52) Sözüne, güvenilir d e m e k o lan b u kelim e H z. Y u s u f un sıfatı o larak kullanılır.
92.
tüfekler atıp şenlikler yaparlar. Nil nehrinden Halic’e su akıtacak
ları gün de büyük ziyafet softaları kurulur. Su ilkin şehrin Haliç’
ine, sonra köylere ve çevrelere ulaştırılır. Bundan sonra nice bin
köy halkı ekinlerini ekip o yerlerin kıtlığı ve pahalılığı bolluğa ve
ucuzluğa döner. Bir de Peygamber’in Mısır ülkesiyle ilgili bir ha
disinin sonunda "Sübhanehu H ak Teala, Nil nehrine yılda iki kez
güzel vahyini ulaştırır; birinde buyurulduğu üzre ak denilmiştir.
İkincide, suların alçalması ferm an olunup azalarak akması irade
edildiği kendisine duyurulmuştur."
93
yararsız öldürücü zehirler, dünyanın önemli nesneleri olan timsal
lerin bir arada toplu bulunduğu yerler haline getirildi. Sonra siyah
boncuktan hazinedar tılsımı düzülüp eline bir harbe verildi; bir
kürsünün üzerine oturtulup çevresine öfkeyle bakıyor olarak gös
terildi; onun adına da Ebülhevld denildi. Hepsinin yapıları ta
mamlanınca o üç ehram a ihram yerine dibalar giydirdi. Tam am
landıktan sonra şu anlam da bir kıt’a kitabe yazılıp kondu:
(s.26-30)
94
de zamanede kahve içenlerin ayrıntılarıyla ele alınmasının daha
doğru olduğu malumdur. Kısacası, Mısır diyarında kahvehanelerin
çoğu aşağılıklarla ve tiryakilerle doludur. Bunların, nicesi emekli,
yaşlı çavuşlar ve m üteferrikalarla dolup taşm aktadır; bunlar güneş
doğm adan gelirler, altlarına bir eski hasır döşeyip akşam oluncaya
değin eğlenirler. Kimisi köle kısmının keyf ehlidir; söze geldikçe
törpü dillilerin keskin kılıcı, dünyanın olaylarını bilir geçinir Köle
menlerdir. Bunlara "idrak semtine gel" deseler aklın yarattığı yola
girmez, "kelemen" kelimesini anlamaz; "gelemen" sözünden geç-
mez^53); "Kareşet" kemikesini'salt bundaki harflerin boğazdan çık
tığı yerlerin yakınlığına dayanarak "kara eşek" sözünden ayırama-
yam54) bir bölük iki ayaklı eşeklerdir. Bir takımı da ata, dona gücü
yetmez, divan hizmetini yapmaya gitmez, adları çavuş ve m ütefer
rikadır; bedava geçinmekle ün almış bir fırkadır ki işleri kahveha
nenin üst köşesine geçip oturm aktır; söze geldikçe zenginlikten
dem vurup veresiye kahve içmektir. Yalan yanlış kimi girişler ya
parak otu geçtiği^5) gibi kendisinden geçmektir; yani çoğu sözleri
yalandır; boş dedikoduları ya birini çekiştirmek, ya birinin kötülü
ğünü söylemektir; yahut koğuculuk ve iftiradır; "filan zam anda fi
lan idim ve filan devletlüye kethüda idim ve filan serhadde pehli
van idim; ve filan savaşta kimi Rüstem, kimi Neriman idim." diye
kesip atarlar. Bu gün de kendilerinden doğru bîr söz işidilmesi ne
mümkündür, ne de bunun kolayı vardır.
53) K elem en-gelirim ". K ölem enler. M ısır'a getirilm iş kölelerdir. B u n lar Kıpçak
o lara k ad lan d ırılan b ir T ü rk lehçesi kon u şm ak tad ırlar. Bu lehçede "Kele-
m en" gelirim . O sm anlıca ise "gelem em " dem ek tir. Y azar bu yolla onların
bilgisizliğini gösterm ek istem iştir.
54) "K araşet" ebced adı verilen b ir sıralam an ın a ltın a bölüm ü. Bu h a rfle r sayı d e
ğ erlerin e göre sıra la n m ıştır ve tarih d ü şü rm e b u n ların sayı değerleriyle
m eydana getirilir.
55) E sra rk e şle rin y u ttukları afyonun tesirinin geçm esi.
95
Kâzibin yüzüne bakan kişinin onm az işi
Erişir mamelekine nice yüzden hüsrân
Bir kız ere verilse önce kadınların düğün toplantısı olur; kı
na gecesi denen bir gece toplantısı yaparlar. O gcce mutlaka gü-
veyiyi donatıp bir kürsi üzerine oturturlar. Bildiklerinden ve ya
bancılardan orada bulunan kadınlar ve kız-oğlan kızlar ve erkek
lerden kadınları seyr etmeğe düşkün olan çapkın âşıklar iki tarafa
saf bağlayıp otururlar. Sonra süslenmeye alışık olan gelini donatır
96
lar. Yüz yazıcılar kudretlerini gösterip gelini süsledikten sonra
balmumu ile göz kapaklarını berkitirler, bununla başkalarına bak
mayıp gözünü açınca güveyi görsün dem ek isterler.
İmdi gelinin giyeceği kaç pare elbise varsa mutlaka bir bir
giydirirler. Süsleyip donattıktan sonria güveyinin karşısına getirir
ler. Güveyi de bir nice gelini buradan seyr eder. Gelin o toplanılan
yere gözü bağlı gelir gider. Gelinin süslenme işi tamamlanıp ka
dınlara özgü giyeceklerden sonra gelin bu kez erkekçe kılıklarda
görünür. Hepsi gâh perişanı destâr ile /57) gâh kellepûş ve gecelik
külah giymiş olarak dürlü kılıkta ortaya çıkar. En sonra da çavuş
ların giydiği mücevveze*-58) ve bozdoğanla^59) gösterirler. Ama bu
nazlı gelin dam ada yakın gelince elindeki topuzla vurup onu buy
ruğu altında tutmayı kasd eder. Lâkin, gelinin, tarafları bu işe'çalı
şırlarken, güveyinin yakınları da hemen o anda zavallıyı kapıp gö
türür, kurtarmaya çalışırlar. Oysa o iki halden biri olur; ya gelin o
anda güveyiyi vurur ya da bunu yapamaz. Gerçi, bunca namahrem
avratlar ve kız-oğlan kızların yüzleri açık olarak oturmaları ve gü
veyinin kendilerine mahrem gibi sayılması meselesi, erkekler'kıs
mının da levend ve evbaşlarınm zam para denilen, nefislerine? düş
kün nice kallaşları birer köşeden bu durum u seyr ederler. H atta
bu filanın avratı, bu da filanın melek huylu bakire kızıdır diye bir-
birleriyle işaretleşirler; belki kadınların nicesine göz ucuyla ezilip
büzülerek yalvarıp yakarırlar. Bütün bunların yüce şeriata aykırı
olduğu meydandadır. Oysa bu çirkin ve kötü hal, "atalarımızdan
böyle gördük" diyen âyet gereğince elbette kendilerinden görül
mektedir. Şu A rap kavmi, içlerinden o temiz kişi, Ahm et kendile
rine gönderilmiş olsun da onlar böylesine yakışıksız işler yapsın
lar; bu ya bir hiledir, ya da sonsuz bir beladır; sanırım ki o uğursuz
güruhun her biri çetin azaplar çekecektir.
Ama kimi doğru sözlü yakın dostlarımdan bu anlatılanın
gerçek mi yalan mı olduğunu sorduğum da bana gerçek olduğunu
söylediler. M emleketin namuslu olan, sayılır ulu kişilerinin ve vila
yetin ileri gelenlerinin düğünlerinde bu kepazeliğe izin verilmedi
ği, kimi fellahların ve aşağılık kimselerden nice ırz ve namus yok
sulu küstahların düğünlerinde bunun olduğunu söylediler. Hele o
gece gelinin elleri bileklerine dek ve ayaklan topuklarına varınca
57) K ulların ve uşakların giydiği b ir çeşit başlık.
58) Bakınız. 23 nolu not.
59) D e m ir topuz.
97
ya dek gül, sümbül, lale ve karanfil resimleriyle bezenir, baharlar
ve çiçeklerle nakışlar yapılırmış, bunların olağan işlerden olduğu
nu bana söylediler.
98
4. M evaidü’n-Nefais fi Kavaidi’l-M ecalis’ten^60*
60) M etinler. Z iyafet Sofraları (H az.O .Ş aik Gökyay, İst. 1978) adlı e serd en a lın
m ıştır.
99
şiye ^aj^acağını yapar, nicc bin insana eziyet etmeye güç bula-
(s.43-44)
61) Pencik gılm anı. savaşla tu tsak edilen çocu klardan ve devşirm e kanunuyla re
aya çocu k ların d an seçilerek so n ra ları kuloğlu adı verilen kapıkulu e rle ri
nin çocuklarından m eydana gelenlere verilen ad.
100
Bir Kişi Ağzına Düşmcyecek Sözü Söylemek Konusunu
Anlatır
101
Seyyidlerin Çokluğunu ve Onların Yalancılığını Anlatır
62) T âh â vc Y âsîn soyiı. Peygam berim izin soyundan g e le n ler dem ektir.
63) Peygam berim izin soyundan olm ayan ulu kişi.
64) A bâdîle. A b d u llah 'ın çoğuludur. A b d u llah la r d em ek tir. A bdullahoğlu ise. b ir
deyim o lu p babası belli olm ayan çocuklar karşılığı kulanılm aktadır. bu
ta b ir hem devşirilen çocukları hem de kim in çocuğu olduğu belli olm ayan
kim seleri kapsar.
102
lunmaz ki orada bir kaç tane şerif denen adam olmasın. Ve olur
olmaz kasabalarda bir mahalle bulunmaz ki orada bir nice eşrâf
biribirinin üzerine yığılmasın.Oysa bunların soy kütükleri, çiçeği ve
meyvası çürük olan bir kuru ağaca benzer. Bunların temessükleri
ve hüccetleri bir yalancının bir sahtekârın araları ve çevreleri
m ühür ve imza ile dolu olup vereceği hükümde zamane kadılarını
şaşırtan m ahzara dönmüştür^65). Sözün kısası, ulu seyyidlerin te-
messüklerle bilinmeleri mümkün değildir. Ahlakı ve erdem leri ba
kımından eşrâfa benzemeyenlerin gerçekten eşrâf olup olmadıkla
rı yaptıklarına kalmıştır. Çünkü hesap defterlerine sayılarak yazıl
maları imkansızdır.Çünkü ak başlılar^66) seyrek bulunup çoğunun
yeşil giymeleri^67) açıkça yalan söylediklerini gösterir, ^emişlerdir.
Yazarındır:
Kahvehaneleri Anlatır
Arabistan’da eskiden beri bulunan kahvehaneler,dokuz yüz
altmıştan (1553) beri palahtta, yani Kostantiniyye’de ve Osmanlı
104
kat etmek, edebin gerektirdiği işlerdendir.Çünkü henüz değnek
vurulmamış çocuklar ve keyfi geçip ayak yoluna gelişi güzel daya
nan ve kötü işler yapan tiryakilerin çoğu o yakışıksız işi işlerler.
Yani gözleyenler, o türlü çirkinlikleri onların yaptığını görürler.
105
S.Nüshatü’s-Selatin’den^68)
68) M e tin le r, C ounsel F o r S u ltan s o f 1581 (H a z.A n d re as T ietze, W ien 1979) C .I!
de n sa deleştirilm iştir.
106
rin ülke işlerine karıştırılmalarına engel olurlar,özellikle millet ve
mülk binasının sağlam temelleri ile din ve devlet divanhanesinin
direği olan tanınmış bilginlere ve hukuka iyice nüfuz etmiş bilgili
kişilere son derece iltifat ve rağbet ederler, fetih ve savunma ge
reçleriyle yok edip ortadan kaldırma mühimmatına sahip bayındır
gönüllü mutlu ve zafer işaretli askerler hakkında ağır görevlere
izin vermezler, idareleri altındaki zayıf ve fakirleri, yoksulluk ve
güçsüzlük ateşinden cömertlik el açıklığı ve sınırsız bir ihsan ile
himaye ederlerse onların kalplerini kazanır, kılınan beş vakit na
m azda izzet ve devletinin artması için dualarına sebep olurlar.
Temsil
107
Sadüddin’i (70) makamı yüce Ebussuûd Efendi’nin güzel taraf
larına; ulu şeyhlerden, parlak yorumları olan vaiz, söyledikleri bel
gelere dayalı nasihatler, yüce K ur’an’ın işaretlerini bilen, yorumla
ilgili tüm meseleleri kendinde toplamış olan Şeyh M uslihiddin İbn
N ureddin’in hidayet sığınağı olan cenaplarına sebepsiz yere
düşmanlık etmiş ve yüze gü}me eksikliği yüzünden dirayeti bırakıp
böyle üç güçlü hasmı, afyona olan düşkünlüğü ve ilhad sırrından
108
■saygı gösterilm esi gerekli M evlana E bu ssuûd’dan başka seçkin bir m ü ellif
ortaya çıkm adı. M esela G azi Sultan M eh m ed H an çağında m ü elliflerd en
M onla Ş em sed d in Guranî, M onla H ızır Bey, M evlâna A li Kuşçu, D ü rer ü
G urer sahibi M evlâna H usrev, M on la Şem sedd in H ayâlı, M o n la M u sli-
hiddin H ocazâd e, M evlâna M uhyiddin H atibzâd e, M on la Y akup Paşa,
M evlâna H aşan Ç eleb i, kezalik B ayezid H an zam anı m üellifi olarak M ev
lâna Lutfî, M ola Y akup, Seydî A lizâd e, M evlâna İdris, M on la Kara K e
mal, M evlân a K estelli ve bunlar ayarında bilgili daha pek çok kişi bulu
nuyordu. A yrıca Sultan Selim H an ve Sultan Süleym an H an zam anların
daki bilginlerden M on la Ş em sed d in K em al Paşazade, M on la T aşköprîzâ-
de, M on la H atip K asm ıoğlu,M onla Sadi Ç eleb i, M evlâna E bussuûd, H o
ca Ç eleb i v e bunların dengi n ice ahlakı gü zel bilgin, şu an b ile ruhani
alem d en ifadeleriyle, büliin bilginlerin ve m eşhur alim lerin zihin b a h çele
rinin havuzlarına sürekli m arifet v e olgunluk katm aya devam etm ek ted ir
ler.
110
88. 06 Y . 0001 - 929
N» 10081