You are on page 1of 7

Doktorun Sözü Dinlenir Mi?

doğruluk: Bir önerme, inanç, düşünce ya da kanaatin, bazı temellere ya da ölçütlere göre veya
bağlı olarak sahip olduğu doğru olma özelliği. (Felsefe Sözlüğü, Ahmet Cevizci, 1999)

Doğruluk değişmez ama tanımlama ve saptama yöntemleri (kuramları) farklılaşabilir. Tekabüliyet (İng.
correspondence), tutarlılık (İng. coherence), apaçıklık, tümel uyuşma, deflasyonist, pragmatik gibi
doğruluk kuramları vardır. Bunlar birbiriyle rekabet eden farklı doğruluk iddiaları değildir. Daha çok
aynı gerçeğe ulaşmak için izlenen farklı kavramsal yollardır.

Tekabüliyet (karşılama) kuramı felsefeyle ilgilenen ilgilenmeyen herkesin bilerek veya bilmeyerek en
sık başvurduğu doğruluk anlayışıdır. Savın1 doğruluğu, gözlenen durumla uyuşmasıyla, yani savın
betimlediği gerçekliğe karşılık gelmesiyle sınanır.

Tutarlılık olarak doğruluk kuramı, doğruluğu düşüncelerin ve savların gözlenen durumla değil kendi
içindeki uyuşması olarak tanımlar. Buna göre, bir savın doğruluğunu, onun kabul edilmesi ya da
reddedilmesi gerektiğini belirleyen ölçüt, savın daha önce doğru olduğu kabul edilmiş olan başka
savlarla uyuşmasıdır. Böylece doğru olduğu kabul edilen savların oluşturduğu anlam dünyası
genişlerken, her yeni savı sınayacak ölçüt tabanı da genişlemiş olur. Biraz daha basit söyleyecek
olursak dünya hakkındaki bilgimiz arttıkça o bilginin gözlenen durumla çelişme olasılığı azalır. Böylece
tutarlılık yolunun, tekabüliyet yoluyla kesiştiği bir noktaya yaklaşılır.

Kişinin söylediği ile eylediği arasındaki tutarsızlık çok konuşulan konulardan biridir.2 Çünkü insanlar,
karıncalar ve arılar gibi ancak toplumsal olarak sağ kalabilen canlılardır. Bu yapı içinde güven, olmazsa
olmaz bir yapıtaşıdır. Asker arının kovanı koruyacağına güvenemeyen işçi arı çalışamaz ve bütün
kovan ölür. Bundan dolayı insan toplumundaki işbölümünü ayakta tutan sistemlerin istisnasız hepsi
güven üzerine kuruludur. Güven ise kendini söz ve eylem arasındaki tutarlılıkta gösterir. İnsan zihni
sözün sözle tutarlılığını, eylemin eylem ile tutarlılığını ve bu ikisi arasındaki tutarlılığı sürekli olarak
sınayıp saptamak üzere evrilmiştir. Tutarsızlıkları yakalamakta beceriksiz zihinlerin baskın olduğu bir
toplum sağ kalamaz, çok basit. İşte bunun için toplumun bireyleri sürekli olarak birbirlerini tutarlı
olmaya zorlarlar.

Belki çoğumuzun bildiği bu temelleri anımsadıktan sonra uygulamaya geçelim. Doktorluk uygarlığın
en eski ve en saygın mesleklerinden biridir. Doğası gereği ahlakla ilişkisi çokça vurgulanmış bir
meslektir. Mesleği uygulayanların ahlaki duygu ve denetimden uzaklaşmalarının sonucu toplum için
yıkıcı olduğu çok iyi bilindiğinden, ahlaki öğüt gerek ima edilerek gerekse doğrudan verilerek her
zaman doktorluk eğitiminde önemli yer kaplamıştır. Geleneksel ahlak kavramı terk edilmiş ve yeni bir
ahlak iskeleti oluşturulmuş olsa bile modern zamanlarda da bu böyle sürmüştür. Modern zamanın
doktorları mesleğin ayakta kalabilmesi ve topluma hizmet edebilmesi, yani doktorluk hizmetinde
güvenin sağlanması için ahlak ilkeleri belirlemişlerdir. Bu ilkeler meslek üyelerine ant içme, meslek
örgütünün uyguladığı kurallar oluşturma, yasa çıkarma ve bire bir ilişkilerde anma gibi türlü yollarla
ayakta tutulmaya çalışılır.

1
giriş
2
Bu üçüncü kişiler hakkında olduğunda çoğunlukla “dedikodu” sayılır. Dedikodunun içinde meşru bilgi alışverişi
de bulunur, gıybet veya çekiştirme dediğimiz işbölümünü zedeleyici gerçekdışı bilgi üretimi de. Meraklısı,
dedikodunun evrimsel olarak nasıl gelişmiş olabileceğinin bir tartışmasını Robin Dunbar’ın Gossip… kitabında
bulabilir.
Bugün dünya doktorların ve Türk doktorlarının davranış kurallarını belirleyen açık ve anlaşılır metinler
vardır. Doktorların karşı gelme, esnetme veya kişisel olarak aykırı yorumlama özgürlüklerinin
bulunmadığı bu metinlere Türk Tabipler Birliği’nin internet sitesinden erişilebiliyor.

Bu metinlerde açıklanan ilkeler ve kurallar temsili demokratik yolla yazılmadı. Bunları kuşaklar
boyunca doktorlar kendileri oluşturdular. Son iki yıldır ise az sayıda istisna dışında hepsi, üzerinde
kendi uzlaştıkları, kendi kurguladıkları, birbirlerine öğütledikleri bu ilke ve kuralları çiğniyorlar veya
çiğnenmesine tepkisiz kalıyorlar. Yani tekabüliyet ve tutarlılık açısından doğru olmayan bir tutum
içindeler. Sözleri sözleriyle, eylemleri eylemleriyle ve sözleri eylemleriyle çelişiyor.

Şimdi doktorların mesleğin doğruları olarak kabul edip üzerinde birleştikleri bu metinleri inceleyelim.

Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi


Madde 3b) “Zihinsel yeterliği olan erişkin bir hasta herhangi bir tanı veya tedaviye yönelik
girişim konusunda onam verme ya da vermeme hakkına sahiptir. Hastanın kendi kararını
verebilmesi izin gerekli bilgiyi alma hakki vardır. Hasta uygulanacak tanı ya da tedavi
girişiminin amacının ne olduğunu, sonuçlarının neler olabileceğini ve tedaviyi kabul etmemesi
durumunda ortaya çıkabilecek sonuçları açık bir şekilde anlamalıdır.”
(https://ttb.org.tr/images/stories/haberler/file/DTB_Hasta_Haklari_Bildirgesi.pdf)

Son iki yıldır TTB başta olmak üzere hükümete akıl ve basın üzerinden halka öğüt veren doktorların
“Kovid aşısı” olduğu öne sürdükleri ürünler de “tedavi” kavramının içindedir. Randevulu veya
randevusuz aşı olduğu öne sürülen sıvıyı kanınıza koydurduğunuz yerler en az bir doktorun mesleki
sorumluluğu altındadır. Bu doktorlar hastaya yukarıdaki maddede anılan bilgileri, sözgelimi aşı olduğu
öne sürülen ürünün şimdiye dek kaç kişiyi öldürdüğü bilgisini vermiyorlar. Tersine, sorumluluğu
bütünüyle hastaya yıkan hukuki olarak geçersiz bir belge imzalamaya zorluyorlar veya hastanın bu
belgeyi çoktan imzalamış olduğunu bilerek işlemi yürütüyorlar. Bunu “bakanlığın zorladığı” gibi bir
savunma geçerli olmayacaktır. Çünkü gerek DTB gerekse TTB Nürnberg kurallarını3 benimsemişlerdir.
Nürnberg kuralları Nazi Almanya’sında mahkumlar üzerinde mahkumların rızası olmadan deneysel
tıbbi araştırma yapıldığı iddiasını doğru kabul ederek bunu yasadışı ilan etmiştir. Bu iddiaların doğru
olduğuna karar veren Nürnberg Askeri Mahkemesi4 askerlerin, teknisyenlerin ve doktorların “bana
emredileni yaptım” savunmasının geçersiz olduğuna karar vermiş ve onları suçlu bularak mahkum
etmiştir. Doktor, meslek kuralları gereği eğer kendisi yeterince bilgilendirilmediyse bunu hastaya
açıkça bildirmeli, hastanın sağlığını savunmalı ve aşı olduğu öne sürülen ürünü kabul etmemesini
tavsiye etmelidir. Bakanlık bir zorlama yapacaksa bunu doktorun yetki alanı dışında pekâlâ yapabilirdi
ve bu, doktoru sorumluluk altında bırakmazdı. Mevcut durumda doktorun “ben de bilmiyordum”
diyerek kendini savunma olanağı yoktur.

Demek ki doktorların “Kovid aşısı” vurmaları veya vurdurmaları, daha önce doğru kabul ettikleri söz
ve eylemlerle ve toplumun doğru kabul ettiği söz ve eylemlerle çelişiyor. Metinleri incelemeyi
sürdürelim.

3
https://en.wikipedia.org/wiki/Nuremberg_Code
4
https://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BCrnberg_Uluslararas%C4%B1_Asker%C3%AE_Ceza_Mahkemesi
Hekimlik Mesleği Etik Kuralları
Hasta Haklarına Saygı
Madde 21) “Hekim hastasının sağlığı ile ilgili kararlar alırken; bilgilenme hakkı, aydınlatılmış
onam hakkı, tedaviyi kabul ya da red hakkı vb. hasta haklarına saygı göstermek zorundadır.”

Aydınlatılmış Onam
Madde 26) “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi
yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler,
verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi
durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında
aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen
gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde
verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her
türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit,
eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.”

Deneğin Bilgilenmesi ve Aydınlatılmış Onamı


Madde 41) “İnsan üzerinde yapılan araştırmalarda her deneğe araştırmanın amacı,
yöntemleri, beklenen yarar ve olası yan etkileri hakkında, deneğin anlayabileceği dilde ve
biçimde yeterli bilgi verilmesi zorunludur. Deneğe, çalışma başladıktan sonra isterse
araştırmaya katılmaktan vazgeçebileceği ve onamını geri alabileceği, ancak bu nedenle daha
sonraki tedavisinin ve takibinin aksamayacağı anlatılır. Bilgilendirme sonrasında deneğin
konuyu yeterince anlayıp anlamadığı değerlendirilir. Araştırma hakkında yeterli
bilgilendirme sağlandıktan sonra, deneğin yazılı onamı alınır. Bu onam, deneğin özgür
iradesine dayanmalıdır.” (https://www.ttb.org.tr/kutuphane/h_etikkural.pdf)

Tıbbın bütün yasal ve ahlaki metinlerinde aynı şey karşımıza çıkacak. Son iki yıldır yapılanlar ister
koruma olsun, ister deney olsun doktorluk meslek etik kurallarına açıkça aykırıdır. Doktorların
hastalara vurdurduğu iğne eğer aşı ise 21. madde, eğer yeni bir ürünün denemesi ise (çünkü ruhsatı
yok ve ilk kez kullanılıyor) 26 ve 41. maddeleri açıkça çiğneniyor5. Bir başka deyişle doktorlar doğru
olduğunu kabul ettikleri ilke ve kurallarla çelişen şeyleri söylüyor ve eyliyorlar.

Tıp Etiği El Kitabı


“Helsinki Bildirgesi’nde ise, ‘tıbbi araştırmanın birincil amacı yeni bilgi üretilmesiyse de, bu
amaç asla araştırmaya katılan bireylerin hakları ve çıkarlarının üzerinde tutulmayacaktır’
denmektedir.” (https://www.ttb.org.tr/kutuphane/tip_etigi_2017.pdf sayfa 29)

İki yıldır “aşılama” adı altında yapılanlar bir araştırma ise (çünkü ürünün ruhsatı yok ve ilk kez
uygulanıyor) üretilmeye çalışılan yeni bilginin (ne üretilmeye çalışıldığı söylenmiyor) bireylerin hakları

5
Amerikan ilaç ve gıda dairesi olan FDA’nın verdiği söylenen onay yine tam onay (full license) değildir, acil
kullanım onayıdır. mRNA iğnelerinin ruhsat işlemi tamamlanmamıştır. Kaynak:
https://www.bmj.com/content/374/bmj.n2086 Tam onay verildiğini söyleyen basın şirketleri halkı aldatmak
amacıyla açıkça yalan söylüyorlar. Ayrıca Türklere de vurulan mRNA iğnesini üreten Pfizer şirketinin ABD
tarihinin en büyük sağlık dolandırıcılığına karışmış olması daha taze haberdir:
http://web.archive.org/web/20210421065911/https://www.justice.gov/opa/pr/justice-department-
announces-largest-health-care-fraud-settlement-its-history İnternet kullanmayı bilen herhangi birinin
ulaşabileceği bu bilgilerden daha fazlasını “konusunun uzmanı güvenilir kişiler” sayılan doktorların bilmeleri ve
bildirmeleri beklenirdi.
ve çıkarlarının üstünde tutulduğu açıktır. Çünkü hastalar hastanelik olma, ölüm gibi yan etkilerden ve
hastalığa karşı hiçbir yarar sağlamama olasılığından haberdar edilmiyor.

“BİREYLER NEYİN AHLAKİ OLDUĞUNA NASIL KARAR VERİR?

Akılcı-olmayan yaklaşımlar:

Boyun eğme, özellikle çocuklar ve ordu, polis, bazı dini örgütler, çoğu iş kurumu gibi otoriter
yapılarda çalışanlar için yaygın bir ahlaki karar verme yöntemidir. Kişi aynı fikirde olsa da
olmasa da ahlaklılık, otorite sahibinin emir ya da kurallarına uymaktan oluşur.”

Akılcı yaklaşımlar:

Deontoloji, ahlaki karara temel oluşturacak iyi-gerekçelendirilmiş kurallar arayışı içindedir. Bu


türden bir kurala örnek, “Başkalarına eşitinmiş gibi davran”dır.

Sonuçsalcılık, ahlaki kararları çeşitli eylem seçeneklerinin olası sonuçlarının çözümlenmesi


üzerine dayandırır.

İlkecilik, isminden de anlaşılacağı gibi ahlaki kararlar verebilmek için etik ilkelerini kullanır.
Hem kuralları hem de sonuçları dikkate alarak yapılması gereken doğru şeyin ne olduğunu
belirleyebilmek için, bu ilkeleri özgün olaylar ya da durumlara uygular.

Erdem etiği karar vermekten çok, davranışına yansıdığı biçimiyle karar verenin karakterine
odaklanır. Erdem ahlaki bir mükemmellik türüdür. Yukarıda vurgulandığı gibi, hekimler için
özellikle önemli bir erdem, sevecenliktir.” (aynı belge, sayfa 30-31)

DSÖ’nün doğrularını ve Bakanlığın yasadışı buyruğunu sorgulamadan uygulamak, hastanın sorularını


baştan savma yanıtlarla geçiştirmek, konuyu hastayla tartışmaya çekinmek sevecenlik değildir.
İnanmayana denemesi bedava; sıkıştırın doktorunuzu ve sözü nasıl dolaştırdığını, yanlış bir şey
söylememek için nasıl kıvrandığını görün. Bunlar sevecenlik değil, korku güdümlü davranışlardır.
Yukarıdaki belgeye göre doktorlar son iki yıldır neyin ahlaki olduğuna boyun eğme yaklaşımıyla karar
veriyorlar. Deontoloji ilkesini benimsemedikleri, hastalara eşitleriymiş gibi davranmadıklarından
bellidir. Sonuçsalcılığı benimsemedikleri, aşı olduğu öne sürülen ürünün yararıyla olası zararını
tartmadıklarından, hatta toplumda ürünü denememiş bir “kontrol grubunun” kalmasına izin vermek
istemeyişlerinden bellidir. İlkeciliği benimsemedikleri, kendi yazdıkları sayfalar dolusu etik kuralları
çiğnemelerinden bellidir.

“Hekimler hastalarına kendi kararlarını verebilmeleri için gerekli bütün bilgiyi sağlamak
durumundadırlar. Karmaşık tanı yöntemleri, prognoz ve tedavi biçimleri yalın bir dille,
hastanın tedavi seçeneklerini anlaması sağlanarak, her seçeneğin üstünlükleri ve olumsuz
yönlerini de içerecek biçimde açıklanmalı, hastaların sorabilecekleri her soru yanıtlanmalı,
hastanın verdiği karar, olası ise gerekçeleriyle birlikte anlaşılmalıdır.” (aynı belge, sayfa 45)

“Bağışıklama kampanyaları ve bulaşıcı hastalık salgınlarına acil yanıt oluşturma gibi halk
sağlığı önlemleri bireylerin sağlığı için önemlidir; ancak barınma, beslenme ve çalışma da en
az onlar kadar, belki de daha fazla önemlidir. Hekimler, hastalarını var olan sosyal hizmetlere
yönlendirebilseler de, hastalıklarının toplumsal kökenlerini çok ender olarak iyileştirme
gücüne sahiptirler.” (aynı belge, sayfa 74)

Bu son paragraf için aslında yoruma bile gerek yoktur. Kendi işsiz ve parasız kalmayacağını bilmenin
rahatlığıyla, öldürme olasılığı binde bir bile olmayan bir “salgın” için başkalarının barınma, beslenme
ve çalışma olanağını ortadan kaldırmaya yardım ve yataklık etmek nedir? Üstelik solunum yolu
virüslerinin asla bitmeyeceğini ve sürekli yenisinin türediğini bildikleri halde!

“Örneğin DTB’nin Uluslararası Tıp Etiği Kuralları’nda ‘Hekim, meslek ahlakına aykırı
davranan ya da yeterliğinde eksiklik bulunan ya da sahtecilik ya da dolandırıcılığa karışan
hekimleri ilgili yetkililere bildirecektir’ ifadesi yer almaktadır. Bununla birlikte bu ilkenin
yaşama geçirilmesi oldukça güçtür. Hekim kıskançlık gibi kişisel nedenlerle bir meslektaşına
saldırmak ya da kendisine yöneltildiğini düşündüğü bir saldırıya karşılık vermek istiyor olabilir.
Diğer taraftan hekim, arkadaşlık ya da acıma duygusu ile meslektaşının hatalı davranışını
bildirmek istemeyebilir. Bu türden bir bildirim, neredeyse kesin olarak suçlananın ve büyük
olasılıkla diğer meslektaşların düşmanlığını kazanmak gibi, bildiren için oldukça zararlı
sonuçlara yol açabilir. Bu çekincelere karşın yanlış davranışların bildirimi, hekimlerin mesleki
bir ödevidir. Sadece mesleğin toplum gözündeki saygınlığını korumak için değil, genellikle
yetersizliği veya hatalı bir uygulamayı ayırt edebilecek tek kişi olduklarından da böyle bir
yükümlülükleri vardır.” (sayfa 86)

Başka Profesör Doktor Bingür Sönmez olmak üzere televizyon, gazete ve internet röportajlarında
kendisi gibi düşünmeyenleri aşağılayan, tıp diploması olmayıp kendi fikrine sahip olan yurttaşlarla
alay eden, hatta yetkin bilimsel görüşünü bildiren meslektaşlarını bile susturmaya çalışan sayısız
doktor ve meslek örgütü hakkında doktorlar bugüne dek ne yaptılar? Kaç doktor meslek etik
ilkelerinin yanında toplumun “etik ilkelerini” de çiğneyen bu kişiler hakkında suç duyurusunda
bulundu? Kaç doktor bu kişilerin meslek kurallarını çiğnediğini TTB’ye ihbar ederek bu kuralların
arkasında durdu? Sonuçtan yola çıkarak sayının çok olmadığını anlıyoruz. Çok değil, yüz suç duyurusu
savcıları, bin şikayet dilekçesi de TTB’yi baskı altına almak için yeterliydi. Demek ki doktorların ezici
çoğunluğu, doğru olduğunda uzlaştıkları sözlerle çelişen bir davranış içindeler.

“Tıp, matematik ve fizik gibi kesin bir bilim değildir. Çoğu zaman geçerli olan birçok genel
ilkesi bulunur, ancak her hasta farklıdır ve toplumun %90’ı için etkin olan bir tedavi, geri kalan
%10 için etkisiz kalabilir.” (aynı belge, sayfa 96)

Doktorlar bu bilgiye saygı duysalardı hakkında hiçbir şey bilmedikleri hastalara birer makineymiş gibi
davranıp aynı reçeteyi yazmaz ve günde sekizer, on altışar klorokinin, Favipiravir, antibiyotik vb.
haplar yutturmaz, kendi hatalarından (malpraktis) ölen hastaların ölüm raporuna “Covid”
yazmazlardı. Bir kısmı önlenebilir bu ölümler karşısında doktorların tutumu, önlenebilir madencilik
kazalarına Bakan’ın “Allah’ın takdiri” demesinden farksızdır. “Covid’in takdiri!”

“Yeni bir ilacın düzenleyici kurumlarca onaylanmasından önce, yaygın biçimde güvenlilik ve
etkililik testlerinden geçmesi gerekir. Süreç laboratuvar çalışmaları ile başlar, hayvan
deneyleri ile devam eder. Eğer bu aşamada söz konusu madde umut veriyorsa, sıra klinik
araştırmanın dört basamak, ya da ‘faz’ına gelir:

Faz bir, …

Faz iki, …

Faz üç, ...

Faz dört araştırması ilaç ruhsat aldıktan ve pazara çıktıktan sonra yürütülür. İlk birkaç yılda
ilaç önceki fazlarda görülmeyen yan etkiler açısından izlenir. Ek olarak, ilaç şirketi genellikle
ilacın hekimlerce ve hastalarca nasıl karşılandığı ile ilgilenir.” (sayfa 97)
Doktorların etik el kitabı böyle söylerken faz dörde hiçbir zaman geçmemiş olan “aşı”ları milyonlarca
kişiye vurdurmaları sözle eylemin açıkça çelişmesidir. Faz üç çalışmaları bile doğru düzgün
tamamlanmamış6 ticari ürünleri tam bir özgüvenle savunabiliyor, karşı gelenleri “bilim karşıtı” olarak
etiketleyip hedef gösterebiliyor olmaları ilke ve kuralları değil, güç dengelerini gözettiklerini
gösterir.

“Araştırma etiğinin temel ilkeleri oldukça iyi yapılandırılmıştır. Ancak bu her zaman böyle
değildi. 19. ve 20. yüzyılda birçok ünlü araştırmacı, hastaların onamını almadan ve iyilikleri
hakkında pek de kaygılanmadan deneylerini uygulamışlardır.” (aynı belge, sayfa 99)

Anlaşıldığı kadarıyla geriye gidilmiş. Çünkü bugün milyonlarca sağlıklı insan rızaları ve bilgileri
olmadan doktorlar tarafından denek yapılıyor. 19. Yüzyıl’da onam almadan deney yapan ahlaksız (!)
doktorlar hiç olmazsa deney yaptıklarını meslektaşlarından gizlemiyorlarmış. Hatta bugün izinsiz ve
gizli yürütülen bu deneyin çıktıları deneyi yürüten doktorlara değil yalnızca ilaç şirketlerine ulaşacak.
Doktorlar ilaç şirketlerinin ücretsiz stajyerleri olmayı kabul ederek meslek saygınlığını kendi kararları
ve kendi etkinlikleriyle yerle bir ediyorlar. Çünkü kendi oluşturdukları ahlakla çelişen tutumlar
içindeler.

Alternatif tıbbın ve alternatif tıp adı altındaki şarlatanlıkların ve sahte bilimin yükselmesi doktorların
toplumun güvenini yitirdiklerinin göstergesidir. İnsanlar sorunu tam olarak teşhis edemeseler ve
tanımlayamasalar bile, davranışı tutarsızlaşan kişiye güvenmemeye başlarlar. Yazının girişinde
örneklediğim doğruluk kuramlarını farkında olmadan uygulayarak görece tutarlı, görece uyumlu söz
ve eylemlere yönelirler. Bu hepimizin sahip olduğu bir sezgidir.

“Bilimsel Yararlılık: Helsinki Bildirgesi’nin 21. maddesine göre, insanlar üzerindeki tıbbi
araştırmaların bilimsel temellere dayanarak haklı çıkarılabilmesi gerekmektedir. Bu gereklilik,
örneğin yöntemi uygun olmadığı için başarı şansı düşük ya da başarılı olsa bile üreteceği
sonuç önemsiz olan projelerin geri çevrilmesi anlamına gelir.” (aynı belge, sayfa 102)

Salgın hastalık uzmanları Covid-19 aşılaması için çoktan geç kalındığını söylediler bile. Yani ülke, kıta,
küre ölçeğinde yürütülen bu deneysel araştırma başarılı olsa bile kamu yararına üreteceği sonucun
önemsiz olacağı bellidir. Hele kendiliğinden geçeceği ve sürü bağışıklığı oluşturacağı çok iyi bilinen bir
salgına karşı...

Bir kez daha doktorların ve TTB’nin kendi belgelerinde yer alan taahhütleri çiğnediklerini anlıyoruz.

“Riskler ve yararlar: Bir projenin bilimsel açıdan yararlı ve toplumsal açıdan değerli olması
sağlandıktan sonra araştırmacının, sonuçlar kendilerine yarar sağlamayacak olsa bile
araştırmaya katılanların üstlendikleri risklerin araştırmanın beklenen yararları açısından
uyumsuz ya da orantısız olmadığını göstermesi gerekir.” (aynı belge, sayfa 103)

6
“Tam onay” verdiği öne sürülen FDA, deneyin yetersiz olduğunu kendisi söylüyor. 51. sayfada:
https://web.archive.org/web/20210827012353/https://www.fda.gov/media/144416/download 56. sayfada:
http://web.archive.org/web/20210813003751/https://www.fda.gov/media/144673/download

Biontech’in faz 3 denemelerinde deney grubunda da kontrol grubunda da hiç kimse ölmemiş. Bu durum
deneyin geçerliliğini sorgulatıyor. Kaynak: https://archive.is/5IH7P

Sonuçta mRNA iğnelerinin denemeleri ölümü önleme yeteneğini ölçmemiş. Kaynak:


http://web.archive.org/web/20210826073613/https://www.bmj.com/content/371/bmj.m4037
Genel anesteziyle yapılan sıradan bir ameliyatta bile hastaya o çok küçük ölüm riskini anlatan
doktorlar, BİNLERCE kişiyi öldürmüş bulunan iğneyi tavsiye ederlerken bundan söz etmiyorlar.7 Kendi
bilimsel ve ahlaki ilkelerini çiğniyorlar. Önceki davranışlarıyla çelişen davranışlar sergiliyorlar. Önceki
sözleriyle çelişen sözler söylüyorlar.

“Aydınlatılmış onam: Nürnberg Kuralları’nın ilk ilkesi, ‘Araştırmaya katılacak insanların


gönüllü onamı, kesinlikle alınmak zorundadır.’ der. Bu ilkeyi izleyen açıklayıcı paragrafta,
diğer şeylerin yanı sıra, ‘araştırmaya katılanın aydınlatılmış bir karar verebilmesi için,
araştırma hakkında yeterli derecede bilgilendirilmesi ve bu bilgiyi anlamasının sağlanması
gerekir’ ifadesine yer verilmiştir.” (aynı belge, sayfa 104)

Doktorlar ruhsatı alınmamış, faz 3 denemeleri bile yapılmamış olan ürünlerin riskleri hakkında
hastaları aydınlatmamayı seçerek yukarıdaki gerekliliği iki yıldır çiğniyorlar. Ama doktorlar bunun bir
araştırma veya deneme olduğunu bile söylemeyerek meslek ilkelerinden fazlasını çiğniyorlar. Eşini
aldatıyor gibi olmaktan korkan kişilere verilen ölçüt burada da geçerlidir: Ondan gizlediğin şeyi
öğrendiğinde bu yaptığını hoş görür müydü? İşte bu ilke ilişki için geçerli olduğu kadar iğne için de
geçerlidir. Çünkü doktor-hasta ilişkisi de, karı-koca ilişkisi de, her türlü insan ilişkisi de aynı şeye
dayanır: Güven.

“Sonuç: Geleceğin kendisine içkin olan öngörülemezliği nedeniyle, tıp etiğinin bir süredir
olduğu gibi esnek ve değişikliğe açık olması gereklidir. Bununla birlikte, temel ilkelerinin,
özellikle sevecen yaklaşım, yetkinlik ve özerkliğin, temel insan haklarına saygı göstermek ve
mesleğe adanmışlıkla birlikte yerinde kalacağını umabiliriz.” (aynı belge, sayfa 116)

Umadursunlar bakalım... Yakın gelecekte 2020-2021 yılları doktorların mesleklerini kendilerinin yok
ettikleri utanç yılları olarak hatırlanacak. Çünkü kendi taahhütlerini, kendi sözlerini çiğniyorlar.
Doktorlar iki yıldır sözleri arasında, eylemleri arasında ve söz-eylem arasında tutarsız davranışları olan
bir toplum kesimi oldu. Bu durumda sorgulanacak veya yargılanacak veya kendisinden kuşku
duyulacak kişiler onlara güvenmek için haklı bir neden bulmakta zorlanan insanlar değildir.

Bu yazıda doktorların toplum ahlakına veya ülkenin yasasına uyumları değil, yalnızca kendi üretip
kabul ettikleri ilke ve kurallara göre tutarlılıkları incelendi.

Bu yazıda gösterilen tutarsızlığın giderilmesi için doktorların gerek örgütlü gerekse bireysel olarak
aşağıdakilerden birini veya birkaçını yapmaları gerekir veya gerekirdi:

- İki yıldır içinde bulundukları söz-söz, söz-eylem ve eylem-eylem tutarsızlıklarının meslek etik
ilke ve kurallarına uyumlu olduğunu kanıtlamaları gerekir.

- 2020 başlarında meslek etik ilke ve kurallarını değiştirerek /kaldırarak son iki yıldaki söz-
eylem uyumsuzluğuna olanak vermemeleri gerekirdi.

- Bu davranışa bir son vermeleri ve yukarıda anılan meslek ilke ve kurallarına aykırı eylemde
bulunduklarını kamuoyu önünde kabul etmeleri gerekir. Bu, uyumsuzluğu gidermeyecektir
ama yitirdikleri güvenin bir bölümünü geri kazanmayı hak etmelerini sağlayacaktır.

Bu yazı Türkiye’de türünün tek örneğidir. Yararını gördüyseniz çoğaltınız, yayınız, duyurunuz.

7
Yalnızca ABD’de, yalnızca Pfizer-Biontech iğnesi 30 Temmuz 2021’e dek 8500 kişiyi öldürmüş:
http://web.archive.org/web/20210808232054/https://medalerts.org/vaersdb/findfield.php?TABLE=ON&GROU
P1=AGE&EVENTS=ON&PERPAGE=100&VAX=COVID19&VAXMAN=PFIZER/BIONTECH&DIED=Yes

You might also like