Professional Documents
Culture Documents
0
MİLLETLERARASI TEBLİGAT...................................38
Türkiye’den Yurtdışına Milletlerarası Tebligat.............38
Yurtdışından Türkiye’ye Milletlerarası Tebligat...........42
DAVA ŞARTLARI............................................................43
1) Yargı Hakkı................................................................44
Yargı Muafiyeti:................................................................44
Yargı Bağışıklığa Sahip Olan Kişiler...............................46
2. Yargı Yolu......................................................................48
3. Görev..............................................................................48
4. Kesin Yetki.....................................................................48
5. Ehliyet.............................................................................48
6. Dava Takip Yetkisi........................................................50
7. Vekilin Vekalet Yetkisine Sahip Olması......................50
8. Gider Avansı..................................................................50
9. Teminat..........................................................................50
MÖHUK’ta Düzenlenen Teminat Hükmü:.....................51
HMK’da Düzenlenen Teminat Hükümleri:....................53
10. Hukuki Yarar...........................................................53
11. Derdestlik.................................................................54
II. BÖLÜM: VATANDAŞLIK HUKUKU.....................................................................57
VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI.............................57
1- DOĞUM YOLUYLA KAZANMA...........................57
1
2- EVLİLİK YOLUYLA KAZANMA..........................58
3- İRADİ YOLLA KAZANMA.....................................58
VATANDAŞLIK HUKUKUNUN GENEL
PRENSİPLERİ..................................................................58
TÜRK VATANDAŞLIĞI TANIMI.................................59
A. DOĞUMLA KAZANILAN TÜRK
VATANDAŞLIĞI..............................................................60
Kan Esasına Göre Kazanma......................................60
Doğum Yeri Esasına Göre Kazanma........................62
B. SONRADAN KAZANILAN TÜRK
VATANDAŞLIĞI..............................................................63
Yetkili Makam Kararıyla Kazanma.........................63
İSTİSNAİ YOLLA VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI
.............................................................................................64
YENİDEN VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI..........66
Türk Vatandaşlığının İkamet Şartı Aranmaksızın
Yeniden Kazanılması.........................................................66
EVLAT EDİNME YOLUYLA TÜRK
VATANDAŞLIĞININ KAZANILMASI.........................67
EVLENME YOLUYLA TÜRK VATANDAŞLIĞININ
KAZANILMASI................................................................68
VATANDAŞLIĞIN KAYBI.............................................69
ÇIKMA İZNİ İLE TÜRK VATANDAŞLIĞININ
KAYBEDİLMESİ (devam)...............................................71
MAVİ KART.....................................................................71
2
KAYBETTİRME KARARIYLA VATANDAŞLIĞIN
KAYBI................................................................................73
TÜRK VATANDAŞLIĞININ İPTALİ............................74
SEÇME HAKKIYLA TÜRK VATANDAŞLIĞINDAN
ÇIKMA...............................................................................75
III. BÖLÜM: YABANCILAR HUKUKU.......................................................................78
3
Yabancıların Türkiye’ye Girişinin Engellenmesi...........86
YABANCILARIN TÜRKİYE’DE İKAMETİ................87
İkamet İzni Türleri............................................................89
1- Kısa Dönem İkamet İzni:...........................................90
2- Aile İkamet İzni:............................................................91
3- Öğrenci İkamet İzni:.....................................................92
4- Uzun Dönem İkamet İzni:............................................93
5- İnsani İkamet İzni:........................................................94
6- İnsan Ticareti Mağduru İkamet İzni:.......................95
Kesintisiz İkamet...............................................................96
SINIR DIŞI ETME............................................................96
ULUSLARARASI KORUMA........................................101
Mülteciler.....................................................................101
Şartlı Mülteci...............................................................101
İkincil Koruma............................................................102
Uluslararası Koruma Statüsü Sahiplerinin Hakları.....105
GEÇİCİ KORUMA.........................................................107
SUÇLULARIN İADESİ..................................................108
Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi................110
YABANCILARIN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ.........111
Yabancıların Basın Özgürlüğü.......................................111
4
Yabancıların Dernek Kurma Ve Üye Olma Özgürlüğü
...........................................................................................111
Yabancıların Vakıf Kurma Özgürlüğü..........................112
Yabancıların Sendika Kurma Ve Üye Olma Özgürlüğü
...........................................................................................112
YABANCILARIN ÇALIŞMASI....................................112
Çalışma İzni Alma Muafiyeti..........................................113
Çalışma İzni Başvurusu ve Değerlendirilmesi...............114
Ön İzin..............................................................................115
Çalışma İzni Başvurusunun Reddi.................................116
Çalışma İzni Türleri........................................................116
1- Süreli Çalışma İzni...................................................116
2- Süresiz çalışma izni..................................................117
3- Bağımsız Çalışma İzni..............................................117
4- İstisnai Çalışma İzni.................................................118
5- Turkuaz Kart............................................................118
Çalışma İzninin İptali ve Sona Ermesi..........................120
Çalışması Özel Olarak Düzenlenmiş Kişiler.................121
Uluslararası Koruma Kapsamında Olan
Yabancılar m.17...............................................................121
Yabancı Öğrenciler m.19.........................................121
Mavi Kartlılar...........................................................121
Türk Soylu Yabancılar............................................121
5
Türk Vatandaşlarına Hasredilmiş İşler.........................122
YABANCI YATIRIMLAR.............................................123
Yabancı Yatırımcının Amaçları.....................................123
Ev Sahibi Ülkenin Yatırım Beklentileri.........................123
Doğrudan Yabancı Yatırımlara İlişkin Esaslar............124
YABANCILARIN TAŞINMAZ EDİNMELERİ..........125
Yabancıların Taşınmaz Edinmelerinde Kanuni
Sınırlamalar.....................................................................128
Özel Kanuni Düzenlemeler.............................................129
Yabancıların Miras Yolu ile Taşınmaz Edinmeleri......129
YABANCILARIN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM VE
ÖĞRETİM ÖZGÜRLÜĞÜ............................................130
Milletlerarası Özel Öğretim Kurumları........................130
Yabancı Okullar..............................................................131
Azınlık Okulları...............................................................131
6
I. BÖLÜM: MİLLETLERARASI USUL HUKUKU
MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUK KAVRAMI
Milletlerarası özel hukuk kavramı 2 unsurdan oluşur:
2)Yabancılık unsuru
Milletlerarası özel hukuku ilgilendirebilmesi için söz konusu işlemin milletlerarası
nitelik taşıması gerekir. Milletlerarası nitelik, bir işlemin, bir ilişkinin, bir olayın tamamen
Türkiye’ye ait olmaması, Türkiye’nin sınırlarının dışına taşan herhangi bir unsurunun
olmasıdır. İşte biz bu unsura milletlerarası unsur veya yabancılık unsuru diyoruz.
Bir işlemde, bir ilişkide yabancılık unsuru var ise ve bu bir özel hukuk ilişkisi ise ilk
adres milletlerarası özel hukuktur.
Yabancılık unsuru nasıl olur? Hemen buna basit bir örnek verelim.
Sadece taraflara bakmıyoruz. Herhangi bir ilişkide, işlemde Türkiye sınırları dışına
taşan bir unsur varsa biz buna yabancılık unsuru diyoruz.
7
İkincisi: Tahkim için uyuşmazlığın niteliği müsait değilse veya taraflar arasında tahkime
gitmek konusunda bir anlaşma yoksa elimizdeki tek seçenek devlet mahkemeleridir.
Çağlayan’daki, Bakırköy’deki, Kartal’daki adliyelerde yer alan mahkemelerdir.
Ancak sorumuz burada bitmez. Sonraki sorumuz ise şudur: Hangi devlet mahkemeleri
yetkilidir? Bir uyuşmazlıkla ilgili olan devletlerin mahkemeleri kendilerini yetkili bulabilir.
Bu problemin adı yetki problemidir.
Devam edelim diyelim ki bir davayı Türkiye’de açtık. Birçok usul hukuku problemiyle
karşılaşırız. Mesela yurtdışına nasıl tebligat yapılacaktır veya Türkiye’de bulanan Bulgar
vatandaşına tebligat Bulgarca mı yapılacaktır? Dava yurtdışında açılsa Türkiye’ye tebligat
nasıl yapılacaktır? Milletlerarası tebligat çok ciddi bir problem teşkil eder.
Bulgar B, A’nın kendisine dava açmasına sinirlendi. Kendisi de gitti Sofya’da aynı
davayı açtı. Taraflar, konu, talep aynı. Bu bize derdestliği hatırlatır. Bizim usul hukukunda
gördüğümüz derdestlik iki Türk mahkemesi arasında söz konusu olmaktadır. Aynı dava Türk
ve yabancı mahkemede açılırsa Türk mahkemesi ne yapacak?
Yabancı devlet mahkemelerinin verdiği kararlar, ister borçlar hukuku alanında olsun
ister aile hukuku alanında olsun, Türk makamlarını bağlar mı? Bunlar çok mühim sorulardır.
Tüm bu soruların ortak paydası nedir? Usul hukukuna ait olmasıdır. Peki, bu derste
usul hukuku anlamında ne göreceğiz? Yabancılık unsurlu davara özgü usul hukuku kurallarını
göreceğiz. Medeni usul hukukunu tekrar etmeyeceğiz. Burada göreceğimiz usul hukuku
‘Milletlerarası Usul Hukuku’ kurallarıdır. Ama usul hukuku kurallarını uygulamak suretiyle
uyuşmazlığı esastan çözemezsiniz. Uyuşmazlığı esastan çözmek için maddi hukuk kuralları
gerekir.
8
Usul hukuku problemlerini tamamladık diyelim. Yetkili mahkemeyi bulduk, tebligatı
yaptık, derderstlik problemini çözdük, bekletici mesele hakkında karar verdik. Artık usul
kısmı bitti. Geldik esasa. Böyle bir evliliğin geçerli olup olmadığı hususunda
uygulayacağımız maddi hukuk kuralları nelerdir? Olay Türk mahkemesinin önüne geldiğinde
Türk kanunlarını uygulayamayacaksak hangi kuralları uygulayacağız? İşte bu soru
milletlerarası özel hukukun diğer temel sorusudur. Burada karşımıza çıkacak olan temel
ihtimaller:
1. Milletlerarası özel hukuk ilişkileri için özel olarak tasarlanmış maddi hukuk kuralları
Bu maddi hukuk kuralları uluslararası sözleşmelerde yer alabilir. Milletlerarası özel
hukuk ilişkilerinde uygulanmak üzere özel kurallar getirelim diyerek devletler çok taraflı
anlaşmalar yapabilirler. En ideal olan budur. Türk mahkemesi bu uyuşmazlığı çözmek için
taraf olduğu uluslararası sözleşmeyi uygulayabilir. Uygulayacak milletlerarası sözleşme
olmazsa da kanunlar ihtilafı metodu uygulanır.
Kanunlar ihtilafı metodu, birden fazla devletle temas halinde bulunan böyle ilişkilerde
hangi devletin maddi hukukunun uygulayacağını söyleyen maddi hukuk kuralıdır. Mesela
evlenmenin şekli konusunda evlenmenin yapıldığı devletin maddi hukuk kuralları uygulanır
der. Türk hakimi de bakar evlenmenin yapıldığı ülkeye, sonra da o devletin hukukunu
uygular. Evlenme ehliyeti konusunda kendi vatandaşı olduğu devletin hukukunu uygularım
diyebilir. O zaman A için Alman hukukuna, B için Bulgar hukukuna bakar. Bu da dersimizin
ikinci ana konusudur. Biz buna kısaca kanunlar ihtilafı hukuku olarak adlandırıyoruz. Hakim
hangi maddi hukuku uygular sorusunun cevabını kanunlar ihtilafı verir.
9
Bizi ilgilendiren ikinci ihtimal şu şekildedir: Dava Türk mahkemelerinde açılmadı.
Yabancı devlet mahkemelerinde açıldı. Ancak yabancı ülkede görülen davada verilen karar,
hüküm, ilam şu veya bu şekilde Türkiye’yi ilgilendirir. Bu yabancı ilamın hukuki sonuçlarının
Türkiye’de doğması gerekir. Bu mümkün mü?
Milletlerarası usul hukukunda çok temel bir prensip vardır. Derste Latince kavramlar
göreceksiniz. Bunlardan bir tanesi ‘’Lex Fori’’dir. Hakimin hukuku demektir. Yani
mahkemenin kendi hukuku demektir. Bizim perspektifimizden bakacak olursak lex fori Türk
hukukudur. Olayda yabancı bir mahkeme yoksa lex fori denildiğinde Türk hukukunu
anlayacağız.
Her hakim, kendi usul hukukunu uygular. Türk hakim, Türk usul hukukunu uygular.
Alman hakim, kendi Alman usul hukukunu uygular. Bu evrensel bir prensiptir.
Peki, sizce neden böyle oluyor? Türk hakimi maddi hukuk açısından da Türk hukuku
ile donanmış olmasına rağmen, kanunlar ihtilafı derslerinde de göreceksiniz, Türk hakimi
icabında Lüxemburg Ticaret Kanunu’nu, İspanyol Borçlar Kanunu’nu uygulamak zorunda
kalacaktır. Uyguluyor da. Usule geldiğimizde ise böyle bir ihtimal yoktur. Yabancı bir
devletin usul yasasını, Türk hakiminin uygulaması söz konusu değildir.
1) Hakimin kendisi dil biliyor olabilir. Bir merakı olabilir. Bu şekilde kendi araştırıyor
olabilir.
10
2) Sırf bu konuda yapılmış bir uluslararası anlaşma vardır.
Adı, Yabancı Hukuk Hakkında Bilgi Edinilmesine Dair Avrupa Konseyi
Sözleşmesi’dir. Konusu sadece budur. Bir hakim devlet mahkemesi, bir başka devletin
hukukunu uygulamak zorunda kaldığında bu sözleşmedeki mekanizmaları işleterek yabancı
hakim devlet makamlarından destek alıyor. Bunun içinde yabancı yargısal içtihatlar da
doktrinler de var. Burada hakime en fazla yardımcı olabilecek şey taraflardır. Düşünün ki bu
davada siz tarafsınız. Lüxemburg şirketler hukukunun uygulanması ister davacı ister davalı
vekili olun, sizin işinize geliyorsa siz Lüxemburg hukukunu öyle bir güzel şekilde hakimin
önüne sunarsınız ki işinize yarayan kanun maddelerini, doktrinsel tartışmaları, içtihatları
yeminli tercümanla tercüme ettirip hakime sunulabilir. Lüxemburg’daki avukatlardan,
hocalardan görüş alınır. Oradaki kitaplar makaleler tercüme edilir. Hakim bir anda kendini
Lüxemburg hakimi gibi hisseder. Hakime bu konuda en çok yardımı taraflar; taraflar
yapmazsa bilirkişilerden yardım isteyebilir. Bunlar da hep tartışılacak.
Maddi hukuk açısından yabancı maddi hukuk kurallarının uygulanma ihtimali var
dedik. Ama usul hukuku açısından yoktur. Usul hukuku açısından bir yasalar çatışması
durumu yoktur.
Milletlerarası usul hukuku, milletlerarası yani yabancılık unsuru taşıyan özel hukuk
uyuşmazlıklarının çözümünde uygulanacak, bütün uyuşmazlıklara özgü usul kurallarını ifade
ediyordu.
Milletlerarası usul hukukunun temel niteliği:
yargılama faaliyetini düzenlemesidir.
kamu düzenine ilişkin olmasıdır.
Bu itibarla dünyada genel olarak geçerli olan bir prensip vardır:
‘’Usul, hakimin kendi hukukuna tabidir. Yani usul, lex fori’ye tabidir.’’
Yani dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi devletin mahkemesine müracaat
ederseniz edin hakim daima kendi usul hukukunu uygulayacaktır.
Bizim açımızdan önemi şudur; Türk hakimi Türk usul hukukunu uygular. Biz
milletlerarası usul hukuku dersimizde Türk mahkemelerinin önüne gelen yabancılık unsurlu
uyuşmazlıklarda Türk hakiminin uygulayacağı Türk milletlerarası usul hukuku kurallarını
göreceğiz. Adı sizi yanıltmasın, gerçek anlamda milletlerarası nitelikte kurallar yok. Bizim
parlamentomuzun yürürlüğe koyduğu veya taraf olduğu, tercih ettiği anlaşmalar ve
kanunlarda yer alan milli nitelikteki kurallarla yabancılık unsuru taşıyan meseleler
düzenlenmiştir.
Milletlerarası usul hukukunun en önemli, en temel konusu yetkidir. Hatırlarsanız
geçtiğimiz derslerde yöntem olarak şunu izleyeceğimizi ifade etmiştik; milletlerarası usul
11
hukuku ve ardından gelen kanunlar ihtilafını yani maddi hukuk kısmını bir dava silsilesi
üzerinde göreceğimizi söylemiştim.
İşte ilk konumuz, usulün de ilk sorusu; yetkidir.
MİLLETLERARASI YETKİ
Yabancılık unsuru taşıyan bir özel hukuk uyuşmazlığı hangi devletin mahkemelerinde
görülür? Bakın bu bizim açımızdan ilk sorudur.
Milletlerarası yetki kavramı, yabancılık unsuru taşıyan özel hukuk davalarının hangi
devletlerin mahkemelerinde görüleceğini gösteren kurallardır.
Milletlerarası yetki kavramını herkesin anlaması gerekiyor.
Alman A ile Bulgar B arasında İtalya’da gerçekleşen nikah işleminin geçerliliğiyle
ilgili bir davada acaba hangi mahkemeler yetkili olur diye sormuş ve bu soru bakımından
şöyle bir yanıt vermiştik: Her devlet, kendi mahkemelerinin milletlerarası yetkisini yani
yabancılık unsurlu davalarda yetkili olup olmayacağını kendisi tayin eder. Buna bağlı olarak
da Alman devletinin Alman yetki kuralları, Alman mahkemelerini yetkili sayabilir; Bulgar
yetki kuralları Bulgar mahkemelerini yetkili sayabilir; İtalyan yetki kuralları da İtalyan
mahkemelerini yetkili sayabilir. Şu veya bu şekilde bu davada Türk mahkemeleri de eğer
birtakım unsurlar işin içine dahil olmuşsa kendini yetkili sayabilir.
Milletlerarası yetkiyi evrensel bir kavram olarak incelediğimizde karşımıza çıkan,
aklımızda tutmamız gereken iki unsur şudur:
Milletlerarası yetkinin tanımı
Milletlerarası yetkinin kaynağının egemenlik olması
Milletlerarası yetki, devletlerin egemenliğine dayanan bir kavramdır. Her devlet kendi
mahkemelerinin milletlerarası yetkisini kendi koyduğu kurallarla bizzat kendisi tayin eder.
Tabi ki biz dünyadaki bütün devletlerin milletlerarası yetki sistemlerini göremeyiz. Burada
bizim için önemli olan Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisidir. Biz, yabancılık unsuru
taşıyan bir özel hukuk davasının Türk mahkemelerinin önüne getirilip getirilemeyeceğini
göreceğiz.
Örnek üzerinden devam edersek bizim bu ders için sorumuz şu değildir; Bu davada
Alman mahkemeleri yetkili midir? Bizi ilgilendiren soru, bu davada Türk mahkemeleri yetkili
midir değil midir? Biz, Türk milletlerarası yetki kurallarıyla işte bu soruya cevap vereceğiz.
Biraz önceki örnekte bütün mahkemeler kendini yetkili sayıyor diyelim. Hangisinde
davayı açacaksınız? Bu sorunun cevabını davacı verecektir.
Davacı kendini yetkili sayan bu mahkemelerden hangisinde davayı açacağına kendisi
karar verecektir. Peki bu kararı neye göre karar verecektir? Tamamen kendi avantajını,
menfaatini düşünerek karar verecektir. Bu konuda davacıyı engelleyen hiçbir husus yoktur.
Devletler bu konuda egemenlik yetkilerine dayanarak tamamen serbestçe tercihler
yapabilirler. Yani kendi mahkemesinin ne zaman yetkili ne zaman yetkisiz olacağını her
devlet kendisi belirler. Peki, burada yetkili mahkemeyi tayin ederken acaba neyi esas
alacağız? Bu, yerel yetki ve milletlerarası yetki açısından genel bir şekilde şöyle ifade edilir:
12
Mahkemelerin yetkisi daima mahkemenin bulunduğu yer ile taraflar arasında veya
mahkemelerin bulunduğu yer ile uyuşmazlık konusu arasında bir irtibat/bağlantıya dayanır.
Mesela bizim hukukumuzda dünyanın birçok hukukunda olduğu gibi genel yetki kuralı,
davalının yerleşim yeridir. Bunun mantığı mevcut düzeni, statüyü bir başkası aleyhine
bozmak istiyorsan onu ayağına çağıramazsın, sen onun ayağına gideceksin mantığıdır.
Tarafların uyuşmazlıkları bir akdi ilişkiden kaynaklanıyorsa o zaman bir de yetki tesisine
ifa yeri eklenir.
Haksız fiilden doğan bir uyuşmazlık varsa kanun koyucumuz, davalının yerleşim yerine
de götürebilirsiniz, bir de o ilişkiyle bağlantılı yere de götürebilirsiniz diyor. Fiilin işlendiği
yer, zararın meydana geldiği yer şeklinde. Hatta bir kademe daha ileri giderek haksız fiil
mağdurunun kendi yerleşim yerinde davayı açabileceğini söylüyor.
Taşınmazın aynı ile ilgili bir dava varsa ona göre yetki esası, tüketici akitleriyle ilgili bir
dava varsa ona göre bir yetki esası belirleniyor. Yani hem tarafların bağlantılı olduğu yerleri
hem de uyuşmazlık konusunun bağlantılı olduğu yerleri dikkate alarak hangi yerdeki
mahkemenin yetkili olacağını kanun koyucular belirliyor.
Acaba devletlerin bu serbestliğinin bir sınırı var mıdır?
Yani devletler; “Yetkiyi dilediğim gibi belirlerim, hiçbir sınır tanımam” diyebilir mi?
Kural olarak diyebilirler. Çünkü bu, egemenlikle ilgili olduğu için hiçbir devlet, hiçbir sistem
buna müdahale edemez. Ama buna karşın diğer devletler bir savunma mekanizması
geliştirebilirler. Nitekim geliştirmişlerdir.
Bu tür yetki tesisinin literatürde bir adı vardır: aşırı yetki veya aşkın yetki. Bir devlet,
bir davada mahkemenin yetkisini tesis ederken çok zayıf irtibatları esas almışsa (aşırı yetki
veya aşkın yetki denilir.) bile hiçbir devlet, diğer devlete “Sen böyle bir irtibat noktası
göremezsin.” diyemez. Ama şunu yapabilir; bu yetki esasına göre yetki kazanan mahkemenin
verdiği karara kendi ülkesinde hukuki sonuç bağlamayı reddedebilir.
Yine zayıf irtibatlarla alakalı ikinci bir husus vardır. Bu davada bu verilere göre Türk
mahkemelerinin yetkili olması sizce mümkün müdür? Bakın olayımızda başka hiçbir veri
yok. Ama şunu eklersek işler tabi ki değişecektir: Davalı B’nin yerleşim yeri Türkiye’dir. Bu
durumda Türk mahkemelerinin yetkili olup olmadığı hususunda fikir yürütebiliriz. Ama bu
ekleme olmaksızın elimizdeki veriler üzerinden konuşursak böyle bir davanın Türkiye’de
açılması için farklı bir bağlantı gözükmüyor.
Amerikan mahkemelerinin uyguladığı bir kural vardır. Amerikan mahkemeleri bu tür
davalar önüne geldiğinde “Bu davanın benimle olan bağlantısı zayıf, bir başka devletle olan
bağlantısı çok daha kuvvetlidir, bu sebeple ben bu davaya bakmayı reddediyorum, yetkisizlik
kararı veriyorum.” diyebiliyorlar. Bunun da literatürde Latince kökenli bir adı var: Forum
Non Conveniens. Yani mahkemenin uygun bir mahkeme/yargı mercii olmadığı anlamına
gelen bir kavramdır.
Hala bu sorunun üzerinden gidersek davalının yerleşim yeri değil de mutad meskeni
Türkiye’de ve mutad meskenine istinaden davayı açtık diyelim. Mutad mesken de HMK’da
yetkiyi tesis eden esaslardan bir tanesidir. Taraflardan biri Alman, diğeri Bulgar, evlilik
İtalya’da gerçekleşmiş. Türk yargısının bu uyuşmazlıkta yok denecek kadar az bağlantısı var.
Türk mahkemesi; “Ben bu davaya bakmıyorum.” diyebilir mi? Çünkü ileride göreceksiniz
böyle bir uyuşmazlığı çözmek Türk hakimi için gerçekten zordur. Alman A’nın evlenme
ehliyet ve şartlarına sahip olup olmadığını Alman yasalarına göre; Bulgar B’nin evlenme
13
ehliyet ve şartlarına sahip olup olmadığını Bulgar yasalarına göre; evlilik merasiminin şeklen
geçerli olup olmadığını İtalyan yasalarına göre araştırmak zorunda kalacaktır. Böyle bir
davada Türk hakimi; “Ben nereden bunu araştıracağım, diğer devlet mahkemeleri daha sıkı
bağlantıya sahiptir.” diyebilir mi? Bu sorunun cevabı olumsuzdur. Çünkü Anayasa’nın 36.
Maddesine göre hiçbir mahkeme görev ve yetki kuralları dairesinde önüne gelen bir
uyuşmazlığa bakmaktan kaçınamaz.
Eğer bu uyuşmazlık görev ve yetki esasına göre görevli ve yetkili bir Türk
mahkemesinin önüne gelmişse hakim, bu davayı çözmek zorundadır. Başka bir devletin
yargısının daha ilişkili olmasından hareketle, Türkiye ile ilgili bir dava olmaması gerekçesiyle
davaya bakmaktan kaçınamaz.
14
seçme imkanı tanımıyorsa, yetkili mahkemeyi doğrudan doğruya kanun belirliyorsa bunun adı
objektif yetki sistemidir.
Türk milletlerarası yetki sistemini anlatırken öncelikle bu ayrıma göre hareket
edeceğiz.
15
m.42 yabancıların kişi hallerine ilişkin bazı davalarla alakalı,
m.43 miras davalarıyla,
m.44 iş akitlerinden doğan davalarla,
m.45 tüketici akitlerinden doğan davalarla
m45 sigorta sözleşmesine ilişkin davalarla alakalıdır.
Bakın bu saydığımız ilişki tipleri, yabancılık unsuru taşıyarak Türk mahkemelerinin
önüne geldiğinde yetkili Türk mahkemesinin tayin ve tespiti ilgili özel yetki kuralına göre
olacak ve ilgili özel yetki kuralı hiçbir Türk mahkemesini işaret etmiyorsa çıkacak sonuç; bu
konuda Türk mahkemelerinin yetkisi yoktur, olacak.
Buna bağlı olarak genel yetki kuralının kapsamını şöyle ifade edelim; m.41-46
arasında sayılan özel yetki kurallarının kapsamına girmeyen uyuşmazlıklarda, Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi MÖHUK m.40’taki genel kurala göre tayin olunur.
Milletlerarası yetki
MADDE 40 – (1) Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları
tayin eder.
Dava, davalının yerleşim yer mahkemesinde görülür. Yabancılık unsurlu bir davada
davalının yerleşim yeri Türkiye’deyse o zaman davayı açabilirsiniz. Yabancı bir şahsın
yerleşim yeri Türkiye’de ise HMK-m.6’ya göre Türk mahkemelerini milletlerarası yetkisi
vardır. Bununla bağlantısı olan bir başka maddeye göz atalım;
Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması hâlinde yetki
MADDE 9- (1) Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme, davalının
Türkiye’deki mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir. Ancak, diğer özel yetki hâlleri saklı kalmak üzere,
malvarlığı haklarına ilişkin dava, uyuşmazlık konusu malvarlığı unsurunun bulunduğu yerde de açılabilir.
Yerleşim yeri; bir kişinin yerleşmek amacıyla oturduğu yerdir. Tüzel kişiler söz
konusu olduğunda ise M.K-m.51 gündeme gelecektir;
D. Yerleşim yeri
MADDE 51- Tüzel kişinin yerleşim yeri, kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunmadıkça işlerinin
yönetildiği yerdir.
Çok olası bir durum değil ama statüde yerleşim yeri gösterilmediyse o zaman tüzel
kişinin fiilen işlerinin yürütüldüğü yer yani fiili merkez onun idare merkezi olarak kabul
edilir. Türk hukukunda gerçek kişiler ile tüzel kişiler bakımından yerleşim yeri nasıl
tanımlanıyorsa yetki tesisini yerleşim yerine göre tayin edeceğiz.
Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan bir şahsa karşı dava açmak istiyorsanız varsa
onun mutad meskeninde dava açabilirsiniz.
HMK-m.384 ile devam edelim;
Çekişmesiz yargı işlerinde yetki
MADDE 384- (1) Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, çekişmesiz yargı işleri için talepte bulunan
kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir.
Yabancılık unsuru taşıyan bir çekişmesiz yargı işi olduğunda m.384’e dayanabilirsiniz.
Bakın burada da farklı bir durum söz konusudur. “Oturduğu yer” tabiri kullanılmıştır. Mesken
sahibi olmak, sakin olmak anlamına gelir. Bir kişinin bir yerde oturması, mutad hale gelmese
bile kişi fiilen bir yerde oturuyorsa orası HMK-m.384’e göre yetki kazanır.
Akitten doğan uyuşmazlıklarda HMK-m.10 gündeme gelir;
Sözleşmeden doğan davalarda yetki
MADDE 10- (1) Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.
Sözleşmenin ifa edileceği yer eğer Türkiye’de ise o yerdeki Türk mahkemesi de
milletlerarası yetkiye sahip olur. Çünkü HMK-m.10 MÖHUK-m.40’ın yaptığı atıf sonucu
aynı zamanda bir milletlerarası yetki kuralına dönüşerek ikinci bir fonksiyon ortaya çıkmıştır.
Burada da “ifa yeri” kavramının tespitinde ufak bir sorun yaşayabiliriz. Şunu peşinen
söyleyelim; taraflar ifa yerini belirlemişlerse o zaman bu problemle karşılaşmayız. Taraflar ifa
yerini açıkça kararlaştırmışlarsa sorun yoktur. Ama kararlaştırmamışlarsa neye göre
belirleyeceğiz? Burada tartışmalı bir alan vardır. Bir görüş diyor ki; bu sözleşmenin tabi
olduğu devlet hukukuna göre belirlenir. Diğer görüş diyor ki; ifa yeri usul hukuku kavramı
olup lex fori’ye göre vasıflandırılmalıdır. Bu sebeple ifa yeri sözleşme hangi ülkeye tabi
olursa olsun biz ifa yerini TBK-m.89’a göre belirlemeliyiz.
B. İfa yeri
MADDE 89- Borcun ifa yeri, tarafların açık veya örtülü iradelerine göre belirlenir. Aksine bir anlaşma
yoksa, aşağıdaki hükümler uygulanır;
1. Para borçları, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde,
2. Parça borçları, sözleşmenin kurulduğu sırada borç konusunun bulunduğu yerde,
3. Bunların dışındaki bütün borçlar, doğumları sırasında borçlunun yerleşim yerinde, ifa edilir.
17
Alacaklının yerleşim yerinde ifası gereken bir borcun doğumundan sonra alacaklının yerleşim yerini
değiştirmesi sebebiyle ifa önemli ölçüde güçleşmişse borç, alacaklının önceki yerleşim yerinde ifa edilebilir.
Bu unsurlardan herhangi biri Türkiye’de ise (haksız fiilin işlendiği yer, zararın
meydana geldiği yer, zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yer veya zarar görenin
yerleşim yeri) o zaman Türk mahkemeleri milletlerarası yetkiye sahip olur.
18
HMK-m.13 karşı davayı düzenlemiştir;
Karşı davada yetki
MADDE 13- (1) Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hâllerde, asıl davaya bakan mahkeme, karşı
davaya bakmaya da yetkilidir.
Esas davada Türkiye’de yetkili bir mahkemede açılmışsa o zaman karşı dava esas
davanın görüldüğü mahkemede açılabilir. Yabancılık unsuru davalarda da bu hüküm
uygulanır.
Genel kurallarla ilgili söyleyeceklerimiz şimdilik bu kadardır. Sınavlarda genel yetki
kuralını uygulamanız gereken bir soru çıkarsa eğer MÖHUK-m.40’ı yazmadan doğrudan
doğruya HMK, TTK veya MK’daki yetki kurallarına giderseniz soruyu bütünüyle yanlış
yanıtlamış olursunuz. O kuralların tek başına milletlerarası usul hukukunda bir anlamı yoktur,
MÖHUK m.40 ile birlikte kullanıldıklarında bir anlam ifade ederler. Dolayısıyla genel kuralın
uygulanacağı bir soruyla karşılaşırsanız MÖHUK m.40’ı bir iki cümleyle açıkladıktan sonra
olayda yetkiyi tesis eden özel yetki kuralını yazın ve Türk mahkemesinin yetkili olup
olmadığını belirleyin.
Maddede ilk olarak dikkatimizi çeken şey, maddenin belli bir amacı olmasıdır. Bir
Türk vatandaşının yabancılık unsurlu bir kişi haline ilişkin bir davayı Türkiye’de açamama
ihtimali yoktur. Şöyle bir örnek verelim; Almanya’da doğmuş, büyümüş, hayatında hiç
Türkiye’ye gelmemiş bir Türk vatandaşının kişi haline ilişkin bir davayı mesela boşanma
davasını Türkiye’de açamama ihtimali yoktur. O olmazsa o mahkeme, bu olmazsa bu
mahkeme, hiçbiri olmazsa Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinde davayı açabilir.
Maddenin en önemli özelliği budur. Kanun koyucunun amacı Türk vatandaşlarının kişi
hallerine ilişkin davaları bakımından daima Türk mahkemelerini hazır bulundurmaktır
Kişi hallerinden ne anlamamız gerekiyor? Kişi hali kavramından, bir kişinin şahsi
statüsünde değişiklik meydana getiren davaları anlamamız gerekiyor. Mesela boşanma,
evliliğin geçersizliğinin tespiti, soy bağı davaları, babalık davası, kişinin ehliyet durumuyla
ilgili davalar vs. kişinin şahsi statüsünde değişiklik meydana getiren davalara örnektir. Yine
evlat edinme davaları buna örnektir. Ancak aile hukukunun içinde yer alan nafaka davaları bu
kapsamda değerlendirilmez. Çünkü nafaka talep açısından bakılacak olursa parasal davalardır.
m.41’deki birinci yetki esası, Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemedir. Yabancılık
unsurlu bir dava açtığımızda bu, bir Türk vatandaşının şahsi statüsünde değişiklik meydana
getirebilecek bir davadır. Bu davanın Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede
açılabileceği ilk söylenen şeydir. Bu madde aynen MÖHUK-m.40’ın yaptığını yapıyor.
Öncelikle iç hukuktaki yerel yetki kurallarına atıfta bulunuluyor. Bu da bizi çoğunlukla
MK’daki yetki kurallarına –m.168 gibi, velayet gibi, soy bağı gibi- götürüyor. Ancak tabi
19
bunlarla sınırlı değil, uygulanma kabiliyeti olduğu müddetçe HMK’daki yetki kuralları da
m.41’in atıf yaptığı kurallar arasındadır.
Eğer Türk vatandaşının kişi hallerine ilişkin bir davada yerel yetki kurallarına göre
yetkili bir Türk mahkemesi buluyorsak artık davanın bu mahkemede açılması gerekiyor,
bundan sonraki basamaklara geçemiyoruz. Bu kısım önemlidir. Basamaklar arasında bir
hiyerarşi vardır.
Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkeme yoksa ilgilinin –yani Türk vatandaşının
Türkiye’de sakin olduğu –yani oturduğu, mesken sahibi olduğu yer- yerin olup olmadığına
bakacağız. Varsa bu yer mahkemesinde bu davanın açılması gerekiyor.
Yoksa Türkiye’de son yerleşim yeri mahkemesine gideceğiz. Yani hayatında
Türkiye’de bir yerleşim yerine sahip olmuşsa buradaki mahkemede dava görülür.
Şayet bu da yoksa davacı çaresiz kalmasın diye bu dava Türkiye’de görülebilsin diye
kanun koyucu son basamakta Ankara, İstanbul ve İzmir mahkemelerinden birini
yetkilendirmiştir.
MÖHUK m. 41, Türk vatandaşlarının kişi hallerini ilgilendiren davalarda Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisini tayin eden bir kuraldır. Bir yabancılık unsurlu dava
eğer bir Türk vatandaşının kişi hallerini ilgilendiriyorsa bu takdirde Türk mahkemelerinin
yetkili olup olmayacağını MÖHUK m.41’e göre belirlemek durumundayız. MÖHUK
m.41’deki hükümlere göre Türk mahkemesi yetkiliyse; Türk mahkemelerinin milletlerarası
yetkisi vardır, yoksa yoktur, sonucuna varıyoruz.
m.41’in işletilebilmesi için öncelikle 2 unsur aranır:
o Davanın bir Türk vatandaşının kişi haline ilişkin olmasıdır. Türk vatandaşının davacı
veya davalı olması bir fark yaratmıyor.
o Davanın kişi hallerine ilişkin olmasıdır. Burada ifade edilmek istenen husus kişi
hallerine ilişkin –eski tabiriyle ahvali şahsiye- davada bir kişinin şahsi statüsünde
değişiklik meydana getiren her türlü davadır.
Soybağının kurulması, boşanma davası, evlat edinme davası, evliliğin iptali davası,
vesayet, kısıtlılık, kayyımlık gibi davalar şahsın statüsünde değişiklik meydana getirdiği için
m.41 kapsamındaki davalardır. Nafaka davaları MÖHUK-m.41 kapsamında değerlendirilmez.
Nafaka davalarında Türk mahkemelerinin yetkisi genel milletlerarası yetki kurallarına tabidir.
Burada çok önemli bir husus daha var. M.41’e tekrar dönelim ve giriş kısmını tekrar
okuyalım. “Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde
açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede ……”
şeklinde başlayıp yetkili mahkemeler sayılıyor. Kanun koyucu kişi hallerine ilişkin davalarda
bu dört basamaktaki Türk mahkemelerinin yetkili olabilmesini bir ön koşula bağlamıştır;
Türkiye’de açılmak istenen veya açılan bu davaların yabancı bir devlet mahkemesinde
açılmamış veya açılamamış olması koşuluna bağlamıştır.
Burada derdestlik kavramını hatırlamanız gerekiyor. Siz bu davayı yabancı bir
mahkemede açmışsanız aynı davayı bir daha Türk mahkemesinde açamazsınız. Derdestlik
konusunu dava şartlarını incelerken ele alacağız ama burada şu kadarını söyleyelim. Bizim
milletlerarası usul hukukunda yabancı bir devlet mahkemesinde görülen davanın derdestlik
20
sebebi yapılmasının öngörüldüğü iki tane özel hüküm vardır, işte onlardan birisi m.41’dir.
m.41’de yabancı derdestlik veya milletlerarası derdestlik dediğimiz durum dikkate alınmıştır.
Türk mahkemesinin kişi hallerine ilişkin bir dava, yabancı bir devlet mahkemesinde açılmış
durumdaysa o zaman Türk mahkemesinde aynı davanın açılması engellenmiştir. Tabi burada
derdestlik kavramının gerektirdiği koşullar gerçekleşmiş olmalıdır. Yani davanın tarafları,
konusu, sebebi, talep gibi hususlar aynı olmalıdır.
m.41’deki derdestlikle alakalı son bir husustan bahsedelim. HMK’da derdestlik bir
dava şartıdır. Acaba milletlerarası usul hukuku bakımından da yabancı derdestlik bir dava
şartı mıdır? Bu hususta bazı tartışmalar vardır. Bizim kanaatimiz milletlerarası usul hukuku
açısından yabancı derdestlik bir dava şartıdır. Buna yönelik olarak şöyle bir eleştiri getiriliyor;
Türk hakimi davanın yabancı 200 tane devlette açılıp açılmadığını resen nasıl araştırsın?
Dosyada yer alan belgeler ve bilgiler kapsamında böyle bir davanın açıldığını gören Türk
hakimi, davalı bunu bir itiraz olarak ileri sürmese bile dikkate alarak resen dava şartı görüp
davayı reddedebilir. Bu, işin mahiyetine uygun bir çözümdür.
Burada neden derdestliğin kabul edildiğini de bir iki cümleyle söyleyelim. Türk
vatandaşlarının kişi hallerini ilgilendiren davalarda dünya üzerindeki farklı mahkemelerin
vereceği kararlarla ortaya çıkan çelişen durumları kanun koyucu engellemek istemiştir.
Evvela neden böyle bir hüküm getirilmiş ifade edelim. Burada sayılan bütün unsurlar
bir araya getirildiğinde karşımıza çıkan tablo şudur; kanun koyucu Türkiye’de sakin olan veya
Türkiye’de malları bulunan bir yabancı hakkında hükümde sayılan haller bakımından Türk
mahkemelerini yetkili saymak istemiştir. Çünkü bu bir ihtiyaçtır. Türkiye’de yaşayan biri var
ve bu kişinin vesayet altına alınıp alınamayacağını değerlendiriyoruz. Bu kişi Türkiye’de
yaşıyor ve burada gaiplik kararı verilmesi gerekiyor.
İleride uygulanacak hukuk kısmına geldiğimizde kanun koyucunun saydığı bu davalar
bakımından yetki ve uygulanacak maddi hukuku birbirine paralel bir şekilde bağlamıştır.
Böyle davalarda hem Türk mahkemelerini yetkili kılmış hem de Türk hukukunun
uygulanmasını istemiştir. Sebebini de az önce söyledik, Türkiye’de yaşayan bir kişinin
vesayet altına alınıp alınmaması konusunda Türk mahkemeleri yetkili olmalı ve Türk
hukukuna göre karar verilebilmesi gerekir durumda olmalıdır. Burada sayılan haller kişinin
hem şahsını hem de malvarlığını yakından ilgilendiren, kişinin şahsının ve mallarının
korunmasını icap ettiren hallerdir. Boşanmayı saymamış çünkü boşanmada kişinin
korunmasını icap ettiren bir durum yoktur. Halbuki bir kişi vesayet altına alınacak ve
korunacaktır; gerek onun gerekse onunla işlem yapacak herkesin korunması açısından bu
kararın verilmesi için Türk mahkemelerini yetkili sayılmıştır. Bu iki unsur yoksa (Kişi
Türkiye’de sakin değilse, kişinin Türkiye’de malları yoksa) varacağımız sonuç; Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi yoktur.
21
Miras Davalarında Yetki
Miras davaları
MADDE 43 – (1) Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye'deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son
yerleşim yerinin Türkiye'de olmaması hâlinde terekeye dâhil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
Mirasçılık belgesi talep edenin yabancı olması halinde mirasçılık belgesi noter
tarafından verilemez. Burada anlaşılmayacak bir şey yok ama yönetmelik bunu aşan bir
düzenleme getirmiştir. Yönetmelikte denmiş ki, yabancılık unsuru içeren miras olayları
hakkında mirasçılık belgesi düzenlenemez.
İkisi arasındaki farkı yakalayabiliriz. Birinde notere gidip mirasçılık belgesi talep eden
kişi yabancıysa, noter ona mirasçılık belgesi veremez, deniliyor. Ötekinde ise notere gidip
mirasçılık belgesi isteyen kişi Türk vatandaşı olsa bile o mirasçılık ilişkisinde bir yabancılık
unsuru varsa –mesela miras bırakan yabancıysa, mirasçılardan biri yabancıysa, terekeye dahil
mallar arasında Türkiye dışında bulunan herhangi bir malvarlığı unsuru varsa- o zaman
22
yabancılık unsuru içeren bir miras olayı söz konusu olacağından mirasçılık belgesi
düzenlenemez. Ancak Noterlik Kanunu’na böyle hallerde mirasçılık belgesi talep eden Türk
vatandaşı olsaydı noterler mirasçılık belgesi düzenleyebilecektir.
Burada kanun ile yönetmelik arasında bir çatışma var. Yönetmelik, kanunu aşıyor. Bu,
normlar hiyerarşisine uygun değildir. Ama nitelik itibariyle doğrusu hangisidir diye
sorarsanız, doğrusu yönetmelik hükmüdür.
MÖHUK m.44, 45 ve 46’da yer alan özel milletlerarası yetki kurallarının üzerinde
duracağız. Bu üç kuralın ortak paydası vardır. Öncelikle bundan bahsedelim. Bu üç kural,
zayıf tarafı koruma amacıyla getirilmiştir:
23
Üç yetki kuralının ortak paydası, zayıf tarafı korumak amacıyla getirilmiş özel
milletlerarası yetki kuralları olmasıdır. Peki, nasıl bir koruma sağlıyorlar? Bu konuda da iki
basamak vardır:
1. Basamak: Tek tek yetki kurallarını incelediğimizde çok daha net bir şekilde
anlaşılacak ama kanun koyucu ilk basamakta şunu yapmış:
o Dava zayıf tarafa açılıyorsa, zayıf tarafın en sıkı ilişki içinde bulunduğu yer
mahkemesini tek yetkili mahkeme olarak göstermiştir.
o Dava zayıf tarafça açılıyorsa zayıf tarafın önüne bir sürü seçenek sunmuştur.
Zayıf taraf, dilediği yer mahkemesinde davayı açabilmektedir.
İlk cümlede kanun koyucu lafı biraz uzatmış. Buradaki yetki esası, işçinin işini yaptığı
yerdir. Elbette bu yer Türkiye’deyse bu hükmün bir anlamı vardır
‘’…mutaden yaptığı işyeri…’’ kavramına bakalım, işçinin işini normal olarak yaptığı
yer ile mutaden yaptığı yer arasında fark vardır. Eğer işçi, işini tek bir yerde yapıyorsa
mutaden lafını hiçbir şekilde zaten duymayız. Ama işçi, iş akdinin bir gereği olarak işini
birden fazla yerde yapıyorsa o takdirde işini yaptığı yerlerden birini mutat işyeri olarak kabul
edeceğiz. Bunun için de hangisinde işin ifasının daha yoğun olduğuna yani hangi işyerinin
daha mutat olarak işçinin işini yaptığı yer olduğuna bakarız. Hem süreye hem de yapılan işin
niteliği ve yoğunluğuna bakacağız. Dolayısıyla işçi işini nerede yapıyorsa yani uyuşmazlığa
konu olan iş akdinden doğan edimlerini nerede yapıyorsa o yer mahkemesi yetkilidir. Bu
işyeri Türkiye’deyse bu yetki kuralının bir sonucu ve anlamı olur. Türkiye’de değilse bu yetki
esasının bir anlamı yoktur. İşçi işini birden fazla yerde yapıyorsa, o zaman mutaden yaptığı
işyerini tespit etmemiz gerekir.
İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları
MADDE 44 /cümle 2– İşçinin, işverene karşı açtığı davalarda işverenin yerleşim yeri, işçinin yerleşim
yeri veya mutad meskeninin bulunduğu Türk mahkemeleri de yetkilidir.
İlk cümle işçiye karşı açılan davalara ilişkindir. Maddeyi ikiye ayırmak durumundayız.
1) Dava işçiye karşı açılıyorsa o zaman kanun koyucu bir tane yetkili mahkeme
getirmiştir. O da işçinin işini yaptığı yer mahkemesidir.
2) Davayı işçi, işverene karşı açıyorsa o zaman işçinin pek çok seçeneği vardır:
a. Kendi(işçinin) işini yaptığı yer mahkemesi
b. İşverenin yani davalının yerleşim yeri
c. İşçinin kendi yerleşim yeri
d. İşçi kendi mutad meskeninin bulunduğu yer
İşçi bu yerlerden hangisi daha menfaatine ise orada davayı açacaktır. Ancak şunu
tekrar belirtmemiz gerekir ki burada sayılanların hepsi bir Türk mahkemesini işaret ediyorsa o
zaman böyle bir seçimlik imkandan bahsedebiliriz. İşçinin kendi yerleşim yerinde dava
24
açabilmesi için buranın Türkiye’de olması gerekir. Mutad meskenini tercih edebilmesi için
mutad meskeninin Türkiye’de olması gerekir. Saydığımız yerlerden hiçbiri Türkiye’de değilse
o zaman Türk mahkemelerine müracaat etme imkanı bulunmayacaktır.
Mahkemenin önüne yabancılık unsuru içeren bir tüketici uyuşmazlığı geldiğinde bunu
hangi maddi hukuk kurallarına göre çözeceğini 26.maddeden anlıyoruz. Buna göre;
25
MADDE 46 – (1) Sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta
sözleşmesini yapan şubesinin ya da acentasının Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Ancak sigorta
ettirene, sigortalıya veya lehdara karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, onların Türkiye’deki yerleşim yeri
veya mutad meskeni mahkemesidir.
1) Davayı zayıf taraf konumunda kabul edilen sigorta ettiren, sigortalı ya da lehdar
açıyorsa;
a. Davalı sigorta şirketinin esas işyerinin bulunduğu yer (Bir tane iş yeri varsa
orası; birden fazla işyeri varsa merkez konumunda olan, işlerin yoğun olarak
idare edildiği yer esas işyeri olarak kabul edilir.) mahkemesi,
b. Söz konusu sigorta sözleşmesini yapan şubenin/acentenin bulunduğu yer
mahkemesinde açabilir.
2) Dava zayıf tarafa karşı açılıyorsa yani sigorta ettiren, sigortalı veya lehdara
açılıyorsa;
a. Bu kişilerin yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde,
b. Bu kişilerin mutad meskenlerinin bulunduğu yer mahkemesinde açılır.
Bu mahkemelerin ikisi de aynı yerde bulunabilir. Ama bulunmayabilir de. Tekrar
tekrar söylüyoruz: Bunlara müracaat edilebilmesi için söz konusu saymış olduğumuz yerlerin
Türkiye’de bulunması gerekir.
Her tür sigorta sözleşmesi 46.maddeye bağlı olacaktır. Ticari sigortalar da buna
dahildir, hayat sigortaları sağlık sigortaları da.
MÖHUK m.47, yetki anlaşmasıyla ilgili bir maddedir. İş, tüketici ve sigorta
uyuşmazlıklarında kanunun belirlenmiş olduğu mahkemelerin yetkileri, yetki anlaşması ile
bertaraf edilemez. Buradan ne anlaşılması gerekir? Bunu bu konularda yetki sözleşmesi
yapılamaz mı olarak anlamamız gerekir?
Kanun koyucunun amacı geçersiz kılmak olsaydı geçerizdir diyerek geçerdi. Çok
net, kesin bir sonuç olurdu. Bunu dememiş. Ama diğer taraftan da 44, 45, 46’daki sistemi
bozmadan yetki anlaşması yapılabilir şeklinde bir sonuç doğurtmuş. Bu nasıl olacaktır?
26
Yetki anlaşmalarını tacirler ve kamu tüzel kişileri yapabilir koşulu yalnızca HMK
bakımından öngörülmüştür. MÖHUK m.47’de bu şekilde bir koşul yoktur. Hem geçerli
olacak hem de 44, 45, 46’daki sistemi bozmayacaksa tek bir ihtimal vardır. Bu yetki
anlaşması zayıf tarafın başvurabileceği ama güçlü tarafın başvuramayacağı bir imkan yaratır.
Ancak bunu kabul edersek 44, 45, 46’daki sistem bozulmamış olur. Her iki taraf da
başvurabilir dersek sistem bertaraf olur. Dolayısıyla taraflar iş akdinde ‘‘İşbu sözleşmeden
doğan uyuşmazlıklar Tokyo mahkemelerinde çözümlenecektir.’’ Demişlerse bu ancak işçi
Tokyo mahkemelerine giderse diğer seçeneklere ek bir seçenek olarak müracaat edilebilir bir
seçenek olacaktır. İşverenin buraya müracaatını Türk hukuku kabul etmemektedir.
Peki, ister taraflar yetki anlaşması yaparak Moskova mahkemeleri yetkilidir dediler
ve işveren buna istinaden Moskova mahkemesinde dava açtı isterse de bir yetki anlaşması
yapmadılar ama arada bir tüketici sözleşmesi olduğu için davalı, tüketicinin mutad meskeni
Türkiye’de olmasına rağmen, gitti davayı Zürih’te açtı. İsviçre hukukunda Zürih
mahkemelerinin bu dava yetkisi olduğunu kabul edelim. Sağladığımız koruma nereye
gidecek? Türk hukukundan bir kol uzanıp, bir dakika denilerek davacıya ‘’Hayır, sen burada
dava açamazsın, buna müsaade etmiyoruz.’’ mu diyecekler?
Bakın burada tam anlamıyla bir koruma sağlayabilmemiz için bir imkanımız vardır.
İşte zayıf taraf sağlanan korumanın bir diğer ayağı budur. Yani biz bir yetki sistemi
oluşturarak zayıf taraf koruma sağlamışız. Bu korumaya aykırı olarak güçlü taraf gidip
yabancı bir devlet mahkemesinden karar alırsa da bu kararı Türkiye’de tanımaz ve tenfiz
etmeyiz. Güçlü tarafın yabancı bir devlet mahkemesine gitmesine müdahale edemeyiz.
Zayıf taraf, kendi iradesi ise yabancı bir devlet mahkemesine gidip buradan kendi
aleyhine bir karar alırsa bu aldığı karardan sonra gidip de bu mahkemede ‘’Aslında bu konuda
Türk mahkemeleri münhasır yetkiliydi. Ben bu mahkemeye başvuramazmışım.’’ diyemez.
27
MİLLETLERARASI YETKİ SÖZLEŞMELERİ
YETKİ
ANLAŞMALARI
28
en uygun devlet hangisi olacaksa orada açabiliyordu. Kimse davacıya niye orada açtın
diyemiyordu. Ancak bu çok büyük bir belirsizlik ifade edebilir.
Sözleşmeyi tanzim ederken ideal olan belli bir hukuku esas olarak sözleşmenin
maddelerini yazmaktır. Örneğin sözleşmede diyebilirsiniz ki ‘’İşbu sözleşmeden doğan
uyuşmazlıklar İsviçre hukukuna tabidir.’’ Bugün dünyadaki tüm modern hukuk sistemleri
taraflara uluslararası ticari ve ekonomik sözleşmelere taraf olan şirketlere, kişilere bu imkanı
tanır.
İrade serbestisinin birinci ayağı hukuk seçimidir. Taraflar aralarındaki akdi ilişkiye
uygulanacak hukuku seçebilirler. İkinci ayağı da bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıkları
çözecek devlet mahkemelerini seçmektir ve hatta devlet mahkemelerini bypass edip tahkim
mahkemeleri dediğimiz devlet yargısı dışında kalan özel kişi veya kurumlara yetki
tanınmasıdır. Bunlar hep irade serbestisinin milletlerarası özel hukuktaki temel
görünümleridir.
29
kazanmayacağı esas itibariyle yetkili kılınan mahkemenin bulunduğu devletin yasalarına göre
belirlenir. Bu, egemenlik ilkesinin son derece tabii bir sonucudur.
Peki o zaman bu madde 47 neyi içeriyor?
Yetki anlaşması ve sınırları
MADDE 47 – (1) Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar,
aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin
mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur.
Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında
bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.
(2) 44, 45 ve 46 ncı maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf
edilemez.
Öncelikle bu konunun çok önemli bir yönü vardır. Ne yasada ne de tabloda
görebilirsiniz. Acaba biz, Türk kanun koyucusu olarak yabancı mahkemenin hangi koşullarla
yetkili kılınacağını neden düzenlemiyoruz.? Hatırlarsanız yetki ile ilgili olarak en temel
ilkenin egemenlik ilkesi olduğunu söylemiştik. Her devlet kendi mahkemelerinin nasıl ve
hangi şartlarla yetkili olacağını kendisi tayin eder. Bir yandan bunu söylerken Bir yandan da
MÖHUK m.47’de bir yetki anlaşması yapılarak yabancı mahkemenin yetkili kılınmasının
şartlarını düzenliyoruz. Burada bir çelişki var gibi gözüküyor. Ancak açıklamasını yaptığımız
zaman çelişki kalkacaktır.
Yabancı bir mahkemeyi yetkili kılan bir anlaşma yaptınız ve buna rağmen davacı
geldi davayı bir Türk mahkemesinde açtı. Yetki anlaşması geçerli ise mahkeme yetki
itirazında bulunulduğunda ‘’Geçerli bir anlaşma yapmışsınız. Davayı yetkili kıldığınız
mahkemede açın.’’ Diyecektir.
Daha net olarak anlatalım. Yabancı mahkeme lehine yapılan bir yetki anlaşmasının,
Türk mahkemelerinin yetkisi üzerindeki etkisini belirleyebilmek için bu hüküm
düzenlenmiştir. Yetki anlaşması MÖHUK m.47’ye uygunsa Türk mahkemelerinin yetkisi
ortadan kalkar. Eğer uygun değilse bu durumda Türk hukukuna göre geçersizdir ve kanunen
yetkili Türk mahkemelerinde davanın görülmesi mümkün hale gelir.
Yabancı mahkemeyi yetkili kılan bir anlaşma yaparsanız 47’deki koşullara uygun
olarak yapmak yetmez. Hangi devletin mahkemesini yetkili kılıyorsanız, o devletin yasalarına
da uygun olmasını da sağlamalısınız.
MÖHUK m.47’ye göre yabancı mahkemeyi yetkili kılan yetki anlaşmasının geçerli
olabilmesi için;
30
1- Uyuşmazlıkta yabancılık unsuru olmalıdır.
2- Uyuşmazlığın borç ilişkilerinden kaynaklanması gerekir.
3- Uyuşmazlığın kaynaklandığı hukuki ilişkinin belirli olması gerekir.
4- Yetkili kılınan mahkeme belirli olmalıdır
5- En önemli koşullardan biri uyuşmazlık hakkında Türk mahkemelerinin münhasır
yetkisi bulunmamalıdır.
6- MÖHUK m.47 yazılı şekli bir ispat şekli olarak aramıştır.
7- Yabancı mahkemelerin yetkili kılındığı anlaşmalar açısından borçlar hukukundaki
sözleşmelerin geçerliliği ile ilişkili hükümler geçerlidir.
44, 45 ve 46. maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla
bertaraf edilemez. İş, tüketici ve sigorta akitlerinden kaynaklana uyuşmazlıklarda yapılan
yetki anlaşmaları ancak zayıf tarafın başvurabileceği bir imkan olarak karşımıza çıkar.
Yabancı mahkemeleri yetkili kılan bir yetki anlaşması karşımıza geldiğinde bunun
sonucu nedir? MÖHUK m.47’ye uygun olarak yapılan bir yetki anlaşması Türk
mahkemelerinin yetkisini ortadan kaldırır. Yani 47.maddeye göre Berlin mahkemelerini
yetkili kıldınız. Ama davacı geldi, Bakırköy mahkemesinde davasını açtı. Davalının süresinde
yetki itirazında bulunması gerekir. Bulunmazsa mahkeme yetkili hale gelmiş olur.
Ancak m.47’ye göre yapılan bir yetki şartı, yabancı mahkemeyi yetkili kılmak
açısından yeterli olmayabilir. Hangi devletin mahkemesini yetkili kılıyorsanız, bu yetki
şartının o devletin yasalarına uygun olması gerekir. Peki, tarafların yetkili kıldığı yabancı
mahkeme kendini yetkisiz sayarsa ne olacaktır? Kanun buna 47.maddede açıkça cevap
veriyor. Diyor ki, yetki anlaşmasına rağmen davanın Türk mahkemelerinde görülmesi iki
şekilde mümkündür:
Burada çok önemli, pratik ve güncel bir husus daha var. Bir yabancı mahkeme
kararının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için birtakım koşullar bulunur. Bunlardan biri de
mütekabiliyettir. Mesela Alman mahkeme kararlarının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için
Türk mahkeme kararlarının Almanya’da tenfiz edilebiliyor olması gerekir. Taraflar yetki
anlaşması yaparken bunları ıskalayabiliyorlar. Yarın oradan bir karar alsalar Türkiye’de bunu
tenfiz edemeyecekler. O karar hiçbir işe yaramayacak. Boşu boşuna yabancı ülkede emek
harcayacaklar, zaman harcayacaklar. Sonunda da hiçbir şey elde edemeyecekler. Oradan
alınan karar, Türk mahkemesinde tenfiz edilemeyen takdiri bir delil olur.
31
Yabancılık Unsurlu Davalarda Türk Mahkemelerinin İhtiyati Tedbir Kararı
Verme Yetkisi
Yetki ile ilgili hangi problemle karşılaşırsanız karşılaşın ilk önce şununla başlamanız
gerekir: Milletlerarası yetkiyi düzenleyen temel kanun MÖHUK’tur.
(1) İhtiyati tedbir talebini esas davayı açmadan önce alacaksanız HMK m.390’a gideriz.
Çünkü esas dava ile birlikte bunu talep ettiğinizde davalı bundan haberdar olup o
mallarını elinden çıkarması söz konusu olabilir. Bunu engellemek için öncelikle
ihtiyati tedbir alıp sonra esas dava açmak daha mantıklıdır. Bu ihtimalde kanun
koyucu esas dava bakımından yetkili olan mahkemeyi, ihtiyati tedbir bakımından da
yetkili kılmıştır. İhtiyati tedbir talebini müstakilen öne süreceksek öncelikle esas
hakkında hangi mahkemenin yetkili olduğunu bulmamız gerekir. Ardından da talebi
buraya yaparız. Birinci olasılık budur.
(2) İkinci olasılık ihtiyati tedbirin esas dava ile birlikte veya dava açıldıktan sonra talep
edilmesidir. Burada da yetkili mahkeme esas davaya bakmakta olan davanın
görüldüğü mahkemedir.
Bu kural tamamen yerel bakış açısıyla getirilmiştir. Milletlerarası özel hukuk
ihtiyaçlarına cevap vermez. Birkaç soru ile ele alalım:
İhtiyati tedbir kararı bağlamında esas dava bakımından yetkili bir Türk mahkemesinin
bulunmama ihtimali var mıdır?
Bu soruyu HMK’daki yetki kurallarıyla birlikte değerlendirelim. Soruda esas
davanın henüz açılmadığı aşamadan bahsediyoruz.
Esas davayı nerede açacağımızı HMK’daki kurallar bize prensip olarak gösterecek.
Davalının yerleşim yerinde açılabilir; sözleşmeden kaynaklanıyorsa ifa yeri mahkemesinde;
haksız fiilden kaynaklanıyorsa haksız fiilin gerçekleştiği yer mahkemesinde açabilirsiniz.
Davaya konu mal varlığının bulunduğu yere ilişkin yetki kuralı, bu sorunun cevabını
verir. İhtiyati tedbirler bakımından davalının Türkiye’de yerleşim yeri yoksa; sözleşmenin ifa
yeri Türkiye değilse; haksız fiilden doğuyorsa ve buna ilişkin Türkiye’de dava açabileceğimiz
yetkili mahkeme yoksa bildiğimiz HMK kuralları Türkiye’de bir mahkemeye işaret etmiyorsa
bile davaya konu mal varlığının Türkiye’de bulunması HMK m.9’a göre bize bir yetki tesis
eder.
Bakın herhangi bir malın bulunduğu yer mahkemesi değil; dava konusu malın
bulunduğu yer mahkemesinden bahsediyoruz. İhtiyati tedbir de dava konusu mal için söz
konusudur. Dolayısıyla davaya konu mal Türkiye’deyse her halükarda Türk mahkemelerinin
ihtiyati tedbir kararı verme yetkisi vardır.
32
HMK m.390’da iki tane yetki kuralı vardır: Biri esas dava açılmadan diğeri esas dava
açıldıktan sonra. Esas dava açıldıktan sonra HMK diyor ki ihtiyati tedbir talebi bu
mahkemeden talep edilir. Sorumuz şu: Esas dava, yabancı bir devlet mahkemesinde
açılmışsa ama esas davaya konu malvarlığı Türkiye’deyse ve bu malvarlığı üzerinde bir
tedbir alma ihtiyacı doğmuş ise ne olacaktır?
Bizim yetki kurallarımız ancak bizim mahkemelerimizi yetkili kılabilir. Dolayısıyla
esas hakkındaki davaya Berlin mahkemesi bakıyor diye biz HMK m.390’a göre Berlin
mahkemesini yetkili kılamayız. Ama şunu söyleyebiliriz: Esas davayı yürüten bir Türk
mahkemesi olmadığı için ihtiyati tedbir bakımından yetkili bir Türk mahkemesi yoktur
diyebiliriz.
1. Biri az önce söylediğimiz görüşü esas alarak: Esas davaya bakan bir Türk mahkemesi
yoksa tedbir talebini yöneltecek bir Türk mahkemesi de yoktur.
Maalesef mahkemelerimiz bunu uyguluyor. Dava yurtdışında açılmıştır ama mallar
buradadır. Gemi buraya yanaşmıştır veya tır buradan geçiyordur. Mallar buradadır. Ama esas
dava yabancı ülkede görülüyordur. Tedbirin Türkiye’de alınması gerekir. Ama HMK diyor ki
artık esas dava nerede açıldıysa tedbire de o bakar. Türk mahkemeleri maalesef bu yorumu
benimsediler. Buradaki sıkıntı düzenlemenin yerel ilişkiler gözetilerek düzenlenmesidir.
Yetki anlaşmasıyla yabancı bir devlet mahkemesi veya tahkim anlaşmasıyla tahkim
mahkemesi yetkili kılınmış ise Türk mahkemeleri ihtiyati tedbir kararı verebilir mi?
Yetki anlaşmalarının Türk mahkemelerinin yetkisi üzerinde doğurduğu sonuç neydi?
Kanunen yetkili olan Türk mahkemesinin yetkisini ortadan kaldırıyordu. MÖHUK m. 47’ye
uygun olarak taraflar yetki anlaşması yapmış ve Paris mahkemelerini yetkili kılmış iseler bu
anlaşma kanun gereği yetkili olan davalının yerleşim yeri gibi, sözleşmenin ifa yeri
mahkemesi gibi veya davaya konu malın bulunduğu yer gibi yetki kurallarını bertaraf eder.
Bir yetki anlaşmasıyla taraflar Paris mahkemelerini yetkili kıldı. Ama davaya konu
mallar Türkiye’de ve ihtiyati tedbir kararı alınması gerekiyor. Bu durumda ne olacaktır?
Bakın burada da hakimlerimiz az önceki yoruma benzer bir yorum yaptılar. Dediler ki
‘’Yetki anlaşmasıyla yabancı bir mahkemeyi yetkili kılışsınız. Ben artık davalının yerleşim
yeri mahkemesi olsam bile benim yetkim ortadan kalkmış. Ben artık HMK m.390 anlamında
esas dava hakkında yetkili mahkeme değilim.’’ Gittiniz sözleşmenin ifa yeri mahkemesine o
da aynı şeyi söylüyor: ‘’Yetkili kılınan mahkeme Paris mahkemeleridir. İfa yeri burası ama
sizin yaptığınız yetki anlaşması benim yetkimi ortadan kaldırmış.’’ veya dünyanın herhangi
bir yerindeki tahkim mahkemesini yetkili kılan bir tahkim anlaşması yaptınız. Mesela buna
bir örnek var. Liverpool’daki Dünya Pamuk Birliği bünyesinde tahkim mahkemesini taraflar
yetkili kılmışlar. Dava konu malvarlığı pamuk. Pamuklar da Urfa’dan. Pamuklarla ilgili bir
tedbir kararı alınması gerekiyor. Avukat Urfa mahkemesine gidiyor. Urfa mahkemesi diyor
ki ‘’Ben esas dava hakkında yetkili mahkeme değilim. Git esas dava hakkında neresi
yetkiliyse oraya git.’’ diyor. Ve maalesef yine bu düzenleme sebebiyle ikinci bir problem
daha yaşıyoruz.
Bu problemleri biz, yorum yoluyla yine geçici bir şekilde çözüyoruz. Bizim
önerdiğimiz geçici çözüm Türk mahkemelerinin şu şekilde bir yorum yapmasıdır: Taraflar
arasında bir yetki anlaşması yokmuş gibi kendi yetkilerine bakmaları gerekir.
33
Yabancılık Unsurlu Davalarda Türk Mahkemelerinin İhtiyati Haciz Kararı
Verme Yetkisi
İhtiyati haciz, para alacaklarının garanti alınması için borçlunun mallarını, parasını,
üçüncü kişiden olan alacaklarını geçici bir şekilde bloke edilmesi anlamına geliyor. İhtiyati
haciz konusunda Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisine baktığımızda MÖHUK’ta
düzenleme bulamadığımız için MÖHUK m.40’a gidiyoruz. Bu kural da bizi iç hukukun yer
itibariyle yetki kurallarına gönderir. İhtiyati haciz konusunda iç hukukun yer itibariyle yetki
kurallarına baktığımızda İİK m.50’ye gideriz.
II. YETKİ
Yetki ve itirazları:
Madde 50 – (Değişik: 3/7/1940 - 3890/1 md.)
Para veya teminat borcu için takip hususunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yetkiye dair
hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur. Şu kadar ki, takibe esas olan akdin yapıldığı icra dairesi de takibe
yetkilidir.
Yetki itirazı esas hakkındaki itirazla birlikte yapılır. İcra mahkemesi tarafından önce yetki meselesi
tetkik ve kati surette karara raptolunur.
İki icra mahkemesi arasında yetki noktasından ihtilaf çıkarsa Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
25 inci maddesi hükmü tatbik olunur.
Bu madde de yetkiyi bizzat düzenlemez. İİK m.50 de MÖHUK m.40’ın yaptığı gibi
atıf yapmaktadır. Diyor ki, ihtiyati haciz talebine alacak teşkil eden alacak bakımından
HMK’daki yer itibariyle yetki kuralarına bakılır. Dolayısıyla birkaç atıf sonucunda HMK’ya
ulaşıyoruz. HMK hükümlerine göre para alacağı bakımından yetkili bir Türk mahkemesi var
mıdır yok mudur bunu tespit edeceğiz.
İhtiyati hacze esas teşkil eden alacak nedir? Kimle kim arasındadır? Hangi hukuki
ilişkiden kaynaklanır? Bu ilişki bakımından HMK’da hangi Türk mahkemeleri yetkilidir? Bu
soruların cevabına göre yetkili mahkemeyi belirleriz. Ama taraflar yetki veya tahkim
anlaşması yaparak yabancı veya tahkim mahkemelerini yetkili kılmışlarsa ne olur? Bakın bu
HMK’nın 2011’de ortaya attığı problem kadar yeni bir problem değildir. İcra İflas Kanunu
hükümleri çok eski hükümlerdir. Bu konuda yerleşmiş Yargıtay içtihatları vardır. Yargıtay
şunu söylüyor: Türk mahkemelerinin ihtiyati haciz verme yetkisi, cebri icra hukukundan
kaynaklanan bir yetkidir. Tarafların yaptığı yetki anlaşmasından veya tahkim anlaşmasından
etkilenmez. Taraflar yetki anlaşma yaparak hangi mahkemenin ihtiyati haciz kararı verme
konusunda yetkili olduğunu belirleyemezler. Tarafların yapacağı yetki anlaşması veya tahkim
anlaşması yalnızca esas hakkında karar vermek yetkisini tayin eder. Türk mahkemelerinin
ihtiyati haciz kararını verme yetkisi, yetki ve tahkim anlaşmalarının konusuna girmez.
Yargıtay burada çok iyi bir yorum yapmıştır. Taraflar nasıl bir anlaşma yaparsa yapsın ihtiyati
haciz kararı verme yetkisi bunlardan bağımsızdır ve HMK’daki yetki kurallarına göre
belirlenir. Aynı yorum ihtiyati tedbir kararı verme yetkisi bakımından da düşünülebilir.
İhtiyati haciz kararı bağlamında esas dava bakımından yetkili bir Türk mahkemesinin
bulunmama ihtimali var mıdır?
Vardır. HMK’daki yetki kurallarının hiçbiri Türk mahkemelerini işaret etmiyorsa o
zaman ihtiyati haciz kararı verecek bir Türk mahkemesi olmayacaktır.
Peki, borçlunun malları Türkiye’deyse veya Türkiye’de banka hesabı varsa bunlar
yetki tesis etmez mi?
34
Malvarlığının bulunduğu yer mahkemesinin yetkisi, davaya konu malvarlığı
bakımından geçerlidir. Dikkat ederseniz, ihtiyati tedbir ile ihtiyati haczin farkı; ihtiyati haciz,
davaya konu malvarlığı üzerinde uygulanabilen işlem değildir. İhtiyati haciz için para alacağı
gerekir. Para alacağını garanti almak için borçlunun banka hesaplarına, üçüncü kişi elindeki
mallarına, alacaklarına yöneliyorsunuz. Bu sebeple davalının Türkiye’de yerleşim yeri,
mutad meskeni yoksa; sözleşmenin ifa yeri Türkiye’de değilse; haksız fiilden doğan bir dava
ise zararın meydana geldiği yer, davacının yerleşim yeri gibi yerlerin hiçbiri Türkiye’de
değilse o zaman borçlunun Türkiye’de parasının bulunması veya malının bulunması yetki
tesis etmez. Bu da yeni HMK ile gelmiş, bizim eleştirdiğimiz bir husustur. Eski Usul
Kanunu’nda malvarlığının bulunduğu yer kuralı, ‘’davaya konu’’ malvarlığı şeklinde bir
sınırlamaya tabi değildi. Davalının Türkiye’de herhangi bir malvarlığını yakalamışsanız,
orası yetki tesis edebiliyordu. O zaman da ihtiyati hacizler bakımından da şunu
söyleyebiliyorduk: Davalının Türkiye’de malı veya parası varsa orası yetkilidir
diyebiliyorduk. Ama bugün için bunu söyleyemiyoruz. Çünkü HMK’da Türk
mahkemelerinin yetkisini malın bulunduğu yer esasına göre düzenleyen kurala ‘davaya konu’
mal şeklinde bir sınırlama getirilmiştir.
Önce Türk mahkemesinden ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz kararı aldınız sonrasında
esas davayı yabancı devlet mahkemesinde veya milletlerarası tahkimde açtınız. Bu
Türkiye’den aldığınız ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir devam eder mi?
Bu çok önemli bir sorudur. Mutlaka hatırınızda kalması gereken bir konudur.
HMK’da dava öncesinde alınan ihtiyati tedbirin devamı için gereken işlemler ifade edilmiş.
Önce ihtiyati tedbir aldıysan bunu aldığın tarihte, uygulanmasını talep ettiğin tarihten
itibaren 2 hafta içinde esas davayı açacaksın. Sonra bu davayı açtığına ilişkin belgeyi ihtiyati
tedbir dosyasına sunacaksın. 2 hafta içinde yapmazsan ihtiyati tedbir kendiliğinden kalkar.
Bakın bu kural, esas davayı yurtdışında açtığınız hallerde de aynen geçerlidir. Önce
İstanbul’dan tedbir alıp, sonra davayı Londra’da açtınız. Bir kere tedbiri alıp uygulanmasını
talep ettikten sonra Londra’daki davanın 2 hafta içinde açılması lazım. Sonra Londra
organlarından buna ilişkin bir belge alınmalı. Bu belgeye apostille şerhi vurulmalı. Tercüme
ettirilmeli ve sonra da getirilip burada Türk mahkemesinde sunulması gerekir. Bunun anlamı
şudur: Bütün bu hazırlıklar tedbiri almadan önce yapılmış olmalıdır. Yoksa hayatta 2 haftada
yetişemezsiniz.
İhtiyati haciz kararında da önce ihtiyacı haciz kararını aldınız ve bunu devam
ettirmek istiyorsunuz. İhtiyati haczin infazını istedikten sonra ihtiyati haczin
uygulanmasından itibaren 7 gün içinde esas davayı açmanız gerekir. Yabancı mahkemede
davayı açıp buna ilişkin belgeyi Türk mahkemesine sunacaksınız.
Yabancı mahkemeden tedbir kararı alırsak bu Türkiye’de icra edilebilir mi? Hayır,
edilemez. İleride tanıma tenfiz konusunda bunu detaylı olarak göreceğiz. Bir yabancı
mahkeme kararının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için ilam niteliğinde olması gerekir. Kesin
hüküm niteliği taşıması gerekir. O sebeple mallar Türkiye’deyse Türk mahkemelerinden
tedbir alınması, ihtiyati haciz kararı alınması bir zorunluluktur. Davalının malları, paraları
35
Türkiye’deyse Türkiye’den ihtiyati haciz kararı alınması zorunluluktur. Yabancı mahkeme
bu konuda bir karar vermiş olsa bile bu kararın bir değeri yoktur.
MİLLETLERARASI TEBLİGAT
Tebligat bakımından ilk ihtimalimiz, Türkiye ile tebligatın yapılacağı devlet arasında
herhangi bir uluslararası anlaşma bulunmaması ihtimalidir. Böyle bir durumda elimizde
öncelikle diplomatik usul vardır. Nasıl işlediğini tabloda görüyorsunuz:
Öncelikle Türk mahkemesi tebligatı çıkarıyor. Sonra bu tebligatı kendi bağlı olduğu
kurum olan Adalet Bakanlığına yolluyor. Adalet Bakanlığı, Türk Dışişleri Bakanlığına
gönderiyor. Türk Dışişleri Bakanlığı, tebligatın yapılacağı ülkede yer alan Türk
konsolosluğuna gönderiyor. Türk konsolosluğunun kendisi tebligat yapma özelliğine sahip
değildir. Bunu kendi muhatabı olan yabancı devletin dışişleri bakanlığına yöneltiyor. Yabancı
devletin dışişleri bakanlığı da tebligat yapan makamlar değildir. Genelde adalet
bakanlıklarının bünyesinde tebligat yapılır. Ama yabancı devletlerde başka mekanizmalar da
olabilir. Dolayısıyla o kısmı genel bir şekilde ifa etmemiz gerekiyor: Yabancı devletin
dışişleri bakanlığından sonra mutlaka devletin tebligatı yapmaya yetkili bir makamı bulunur.
Yabancı devletin dışişleri bakanlığı da aldığı tebligatı bu makama yollar.
Türk Mah. > Adalet BK. > Dışişleri BK. > İlgili Devletteki Türk Konsolosluğu > İlgili
Devletin Yetkili Makamı
Hukuk usulüne dair sözleşme tebligat yapılması hakkında taraf devletler bakımından
bir zorunluluk getirir. Bu devletler bakımından tebligat yapılması hukuki bir yükümlülüktür.
Anlaşmaya göre devletler kendi ülkelerinde tebligatları yapmaktan ne zaman çekinebilir? Bu
tebligatın yapılması o devletin kamu düzenine aykırılık teşkil edecek ise o devlet, tebligatı
yapmaktan çekinir. Bunun dışında tebligat yapılmasından kaçınılırsa bu nezaketsizlik değil;
hukuka aykırılık teşkil eder. 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Sözleşme’nin ihlali anlamına
gelir. Buna karşı yapılacak şey, devletler genel hukukunun genel kuralıdır. Bir uluslararası
anlaşma ihlal edildiğinde bunun müeyyidesini burada tartışmaya gerek yok.
Bu anlaşma diplomatik usule nazaran bir fark getirmiştir. Ama pratik açıdan
bakıldığında çok da önemli bir kolaylık sağlamamıştır. Yine aylar süren bir tebligat işlemi
karşımıza çıkmaktadır.
2) 1965 tarihli Hukuku ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı
Memleketlerde Tebliğine Dair Sözleşme
Devletler, uluslararası toplum, tüm bunların öncülüğünü yapan Lahey örgütü bunu
dikkate alarak 1965 yılında bu sefer müstakil şekilde, sadece uluslararası tebligatı düzenleyen
yeni bir uluslararası sözleşmeyi yürürlüğe sokmuştur. Bu sözleşmeye kısaca tebligat
sözleşmesi diyebilirsiniz. Bu sözleşme gerçek anlamda kolaylıklar sağlamaktadır. Anlaşmada
merkezi makam usulü öngörülmüş ve anlaşma 1954 tarihli sözleşmenin çok ötesine geçerek
37
devletlerin kendi iç mekanizmalarını da düzenlemiştir. Tebligatı çıkaran mercii - yani yargı
açısından baktığımızda Türk mahkemesi – örneğin Çağlayan’daki bir mahkemedir.
Almanya’ya bir tebligat yapacağı zaman 1965 tarihli sözleşmeye göre – bu sözleşmede
birtakım İngilizce formlar vardır. Standart şekildedir, sözleşmenin eki şeklindedir. Tebligat da
bu formlara göre yapılır, tercümesi yapılır. – Türk mahkemesi bunu doğrudan doğruya Alman
merkezi makamına gönderir.
Genel olarak söyleyecek olursak, tebligatı çıkaran mercii, sözleşmeye uygun olarak
hazırlanan bu tebligatı doğrudan doğruya – hiçbir aracı olmaksızın – muhatap devletin
merkezi makamına yollar. Bu çok kıymetli bir kolaylıktır. Yani bizim Çağlayan’daki
mahkeme tebligat evrakını hazırlayacak ve postaya vererek Alman merkezi makamına
yollayacaktır. Bu da tahmini olarak 15-20 günlük bir süreçtir. Oldukça kolaydır. Akabinde
daha kolaylık sağlayan bir sözleşme henüz yapılmamıştır. Bugün biz hala 1965 tarihli
sözleşmeyi kullanıyoruz.
1965 tarihli sözleşmede merkezi makam usulünden daha da ileri bir kolaylık sağlayan
hüküm vardır. Sözleşmenin 10.maddesinin a bendinde, doğrudan doğruya adi posta yoluyla
tebligat yapma imkanı tanınmıştır. Ancak başta söylediğimiz temel prensip ile birlikte
düşündüğümüzde – her devlet kendi ülkesinde yapılacak tebligatı kendi makamları eliyle
yapar. Çünkü tebligat bir egemenlik tasarrufudur. – bu usul, istisnai bir usuldür. Anlaşma
bunu zorunlu bir uygulama olarak getirmemiştir. Anlaşma hazırlanırken yapılan itirazlar
dikkate alınmış ve bu hüküm, taraf devletlerin arzu ettikleri takdirde özel bir beyan ile kabul
edebilecekleri ek bir seçenek haline getirilmiştir.
Taraf devletler eğer doğrudan doğruya adi posta yoluyla tebligat yapılmasına razıysa
eğer bu konuda bir beyanda bulunması gerekir. Tebligatı çıkaran makam, beyanda bulunan
devletlerin ülkelerinde bulunan şahısların - hangi devletin vatandaşı oldukları önemli değildir.
Beyanda bulunan devletin ülkesinde bulunmaları yeterlidir. –adresine doğrudan doğruya
tebligatı gönderebilir. Bu milletlerarası tebligatın geldiği en son noktadır.
Türkiye’nin birçok devletle yaptığı iki taraflı adli yardımlaşma sözleşmeleri vardır. Bu
adli yardımlaşma anlaşmalarında neler var derseniz, aslında milletlerarası usul hukukuna
ilişkin hükümler vardır. Yani milletlerarası istinabe, milletlerarası tebligat, teminat gibi
milletlerarası usul hukukunu ilgilendiren konularda devletler karşılıklı işbirliği içinde imza
38
atmışlardır. Bunlar da üç aşağı beş yukarı benzer hükümler vardır. Uygulamada bu hükümleri
de işletebilirsiniz.
Yurt dışında tebligat yapılacak şahıs Türk vatandaşıysa o zaman mahkeme, hiç bu
usulleri işletmeksizin şunu yapabilir. Bu tebligatı muhatabın bulunduğu ülkedeki Türk
konsolosluğuna gönderir. Türk konsolosluğu muhatap Türk vatandaşına göndermez. Ama ona
bir bildirim gönderir. Tebligat konsoloslukta bekler. Bildirimde der ki ‘’ Şu mahkemeden şu
konuda gelmiş bir tebligatınız var. Bunu gelin kendiniz alın. Eğer gelip almazsanız size bu
bildirimin ulaştığı tarihten 30 gün sonra tebligatı almış sayılacaksınız ve tebligata bağlı
süreler işlemeye başlayacaktır.’’ Bu usul, en başta bahsettiğimiz ilkeyi hatırlarsak – hiçbir
devlet kendi ülkesinde yabancı devlet makamlarının tebligat yapmasına müsaade etmez.
Çünkü bu bir egemenlik tasarrufudur.
39
Yurtdışından Türkiye’ye Milletlerarası Tebligat
3) 1965 tarihli Hukuku ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı
Memleketlerde Tebliğine Dair Sözleşme
Burada tam anlamıyla bir merkezi makam söz konusuydu. Yabancı mahkeme tebligatı
sözleşmeye uygun olarak hazırlayıp, zarfa koyup doğrudan doğruya Adalet Bakanlığına
gönderecektir. Çünkü biz bu sözleşme çerçevesinde Adalet Bakanlığını merkezi makam
olarak tayin ettik. Adalet Bakanlığı bu tebligatı yine savcılık marifetiyle tebliğ edecektir.
Biz 10 (a) maddesine göre özel bir beyanda bulunmadığımız için bizim ülkemizdeki
kişilere adi posta yoluyla tebligat yapılması mümkün değildir. Bununla birlikte uygulamada
40
Türkiye’de bulunan şahıslara doğrudan posta yoluyla tebligat yapıldığını duyuyoruz. Mesela
geçen sene Kanada’da Quebec eyaletinde verilmiş bir mahkeme kararı, bir Türk vatandaşına
doğrudan posta yoluyla tebliğ edilmiş. Bu yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de
tanınması ve tenfizine ilişkin koşullara aykırıdır. Bu koşullardan biri şunu der: ‘’ Davalıya
tebligat hukuka uygun olarak yapılmış olmalıdır.’’ 1965 tarihli sözleşmeye aykırı olarak
yapılan tebligat hukuksuz tebligattır. Böyle bir tebligata binaen yabancı ülkede verilmiş
kararın Türkiye’de tanınması ve tenfizi mümkün değildir.
DAVA ŞARTLARI
Dava şartları
MADDE 114- (1) Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması.
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde,
temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne
uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.
41
Bu şartlar, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için gerçekleşmesi gereken
koşulları ifade eder. Bunların muhakkak bulunması gerekir. Bunlarda herhangi bir eksiklik
varsa mahkeme davanın esasına giremez ve davayı usulden reddeder.
1) Yargı Hakkı
Yargı Hakkı: Devletin ülkesi üzerinde sahip olduğu egemenlik hakkının yargısal alanda
mahkemeler eliyle kullanılmasıdır.
Yargı Hakkı (Yetkisi) ≠ Milletlerarası Yetki
Prensip: Devletin mahkemeleri, egemenlik sahasına dâhil işlem, ilişki veya olaylarda herkesi, her
konuda yargılama yetkisine kural olarak sahiptir.
İstisna: Devletin mahkemeleri, yargı bağışıklığına (yargı muafiyetine) sahip gerçek veya tüzel
kişileri bazı konularda yargılayamaz.
Devlet ülkesi üzerinde tek egemen güç olduğu için yargı hakkı da münhasıran devlete
aittir. Devlet de bunu kendi mahkemeleri eliyle kullanır. Devletin, ülkesi üzerindeki
egemenliğinin kaynağı devletler hukukudur. Buna göre her devletin, ülkesi üzerinde
egemenlik hakkı vardır. Bir devletin sahip olduğu egemenlik yetkisinin sınırlarını diğer
devletlerin egemenlik yetkisi çizer. Buna bağlı olarak da şunu söyleyebiliriz: Evet, egemenlik
yetkisine dayanarak ülkesinde sınırsız bir yargı hakkına sahip olabilir. Ama sınırsızlık
kavramı tam olarak doğru değildir. Çünkü bunun bir sınırı vardır. Egemenliğinin kapsamında
kalan ölçülerde bu yetkiyi kullanabilir. Milletlerarası yetki, yabancılık unsuru içeren
uyuşmazlıklarda mahkemelerin yer itibariyle yetkili olup olmayacağı anlamına gelir. Dikkat
ederseniz sadece yer itibariyle yetkiden bahsedilmektedir. Yer itibariyle yetki kurallarına
bakarız ve Türk mahkemelerinde yer itibariyle yetkilidir veya değildir deriz. Halbuki yargı
hakkında soru şudur: Türk mahkemesi herkesi, her konuda yargılayabilir mi? Bakın bunun yer
ile alakası yoktur. Türk mahkemesinin işin esası hakkında karar verebilmesi için hem
milletlerarası yetkiye sahip olması gerekir hem de yargı yetkisine sahip olması gerekir. Bu iki
kavramı birbirine karıştırmayalım. Ayrı kavramlardır.
Yargı Muafiyeti:
Kural devletin yargı yetkisine sahip olmasıdır. İstisnaen diğer devletler, devletlerin
temsilcileri vs. söz konusu olduğunda devlet bu kişileri yargılayamamaktadır. Bu istisnaya
yargı bağışıklığı veya yargı muafiyeti denilmektedir. Yargı bağışıklığı çok kritik bir
kavramdır. Çünkü bir kişiye, bir kuruma yargı bağışıklığı tanıdığınızda bunun anlamı şudur:
O kişiye ya da konuma karşı Türk mahkemelerinde dava açılmasına izin vermemiş olursunuz.
Böylece yargı muafiyeti yargıya erişim hakkını engeller.
Yargıya erişim hakkı, AİHS ile korunan bir haktır. Yasa koyucunun ve uygulayıcının
arada çok önemli bir denge kurması gerekir. Yargıya erişim hakkını sağlama hedefi ile
devletlerin egemenlik alanlarına tecavüz etmeme kaygısı çok hassas bir tartıda
dengelenmelidir. Bunun yanında bununla ilgili AİHM’e giden kişiler oldu. AİHM yargı
bağışıklığının çok net düzenlendiği durumlarda buna saygı duyulması gerektiğini, yargı
bağışıklığı hakkının kullandırılmasının, uygulanmasının yargıya erişim hakkının engellenmesi
42
olarak nitelendirilemeyeceğini söyledi. Ama uygulamadaki bu tutuma karşı doktrin biraz daha
eleştirel yaklaşmaktadır.
Yargı bağışıklığı kural olarak devlet ve o devleti temsil eden kişiler bakımından söz
konusudur. Bunun dışında devletler üstü kurumlar olarak nitelendirebileceğimiz milletlerarası
örgütler bakımından da yargı bağışıklığı söz konusu olabilmektedir. Yabancı devletler
açısından yargı bağışıklığını düzenleyen hukuk kuralı, MÖHUK m. 49’dur.
Yabancı devletin yargı muafiyetinden yararlanamayacağı hâller
MADDE 49 – (1) Yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı
muafiyeti tanınmaz.
(2) Bu gibi uyuşmazlıklarda yabancı devletin diplomatik temsilcilerine tebligat yapılabilir.
İşlemin özel hukuk ilişkisi olup olmadığı Lex Fori’ye göre belirlenir. Yani hakim bunu
kendi hukukuna göre belirler. Türk hakimi, Türk hukukuna göre belirleyecektir. Dolayısıyla
bir işlem, bir ilişki Türk hukukuna göre özel hukuk işlemi veya ilişkisiyse, bu konuda Türk
mahkemeleri de yabancı devletleri veya bu devletlerin organlarını yargılayabilir. Egemenlik
tasarrufuysa yargılanamaz.
Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanlığı: Bununla ilgili bir pozitif hukuk kuralı
yoktur. Yani bir milletlerarası anlaşma, kanun hükmü yoktu. Milletlerarası hukuk alanındaki
en önemli kaynaklardan biri olan örf ve adet hukukundan kaynaklanan bir anlayıştır. Bir
devlet başkanı, bir devletin dışişleri bakanı özel hukuk süjesi olarak düşünülmüyor. Çünkü
devlet tüzel kişiliğini uluslararası alanda temsil eden kişiler olarak görülüyor. Dolayısıyla
uluslararası örf ve adet hukuku bu kişilere mutlak bir muafiyet öngörüyor.
44
Diplomatik Temsilciler: Diplomatik temsilciler görev yaptıkları devlette ceza yargısı
bakımından tam bağışıklığa sahiptirler. Tutuklanamazlar, gözaltına alınamazlar, tanıklık
yapma zorunlulukları yoktur.
(1) Taşınmazlarla ilgili ayni hak davalarında bunların muafiyeti yoktur. Görev yaptıkları
devletteki yani kabul eden devletteki taşınmazlar bakımından olan ayni hak davalarıdır.
Gönderen devlet adına açılmış bir dava olmaması gerekir. Yani diplomatik temsilcinin
şahsi bir davası olmalıdır.
Uluslararası Örgütler: Uluslararası örgütler hiçbir devlete ait değildir. Bunlar adeta
uluslararası hukuk süjesidir. Bunların yargı bağışıklığına sahip olduğu hallerde ortaya çıkan
sonuç çok daha vahimdir. Bu örgütlere karşı hiçbir devlet mahkemesinde dava açılamayacağı
anlamına gelir.
2. Yargı Yolu
Yargı yolu yabancılık unsurlu davalar açısından herhangi bir farklılık arz etmez.
Yerel davalarda yargı yolu için olan esaslar neyse milletlerarası özel hukuk davaları açısından
da aynı durum söz konusudur.
3. Görev
Yerel davalarda görevli mahkeme hangisiyse milletlerarası özel hukuk davalarında da
görevli mahkeme aynı şekilde tayin edilir. Farklılık arz eden bir düzenleme değildir. Yerel
davalardaki görev esasları ile yabancılık unsurlu davalardaki görev esasları aynıdır.
4. Kesin Yetki
Kesin yetkinin bulunduğu hallerde de durum aynıdır. Yerel davalarda kesin yetki söz
konusu olduğunda ne yapıyorsak aynı kurallar milletlerarası özel hukuk davalarında yine dava
şartı olarak mahkeme tarafından gözetilmek zorundadır. Bunun da üzerinde durmamıza gerek
yoktur.
5. Ehliyet
Dava şartları arasında tarafların taraf ehliyetine, dava ehliyetine sahip olması,
46
Kanuni temsilin söz konusu olduğu hallerde temsilcinin temsil yetkisine sahip olması,
Dava takip yetkisine sahip olunması,
Vekilin davaya vekalet ehliyetine ve usulüne uygun düzenlenmiş vekaletnameye sahip
olması şartları aranır.
Bu şartlar yabancılık unsurlu davalarda özellik arz eder. Mesela bir yabancı gerçek
kişinin veya yabancı tüzel kişinin veya tüzel kişiliği bulunmayan yabancı kişi topluluğunun
taraf ehliyeti var mıdır sorusunun cevabı neye göre verilecektir.
Taraf ehliyeti, hak ehliyetinin usul hukukundaki görünümüdür. Taraf ehliyeti aslında
hak ehliyetidir. Hak ehliyetine sahip olan herkes taraf ehliyetine sahiptir. Dava ehliyeti de fiil
ehliyetinin özel hukuktaki görünümüdür. Ehliyet söz konusu olduğunda MÖHUK m.9’a
gideceğiz. Çünkü 9.maddede yabancılık unsurlu uyuşmazlıklarda ehliyet konusunda hangi
devletin hukukunun uygulanacağı söylenmektedir.
Ehliyet
MADDE 9 – (1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
(2) Millî hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin yapıldığı ülke hukukuna göre ehil ise yaptığı
hukukî işlemle bağlıdır. Aile ve miras hukuku ile başka bir ülkedeki taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin
işlemler bu hükmün dışındadır.
(3) Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının değişmesi ile sona ermez.
(4) Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi
hukukuna tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye'de olması hâlinde Türk hukuku uygulanabilir.
(5) Statüsü bulunmayan tüzel kişiler ile tüzel kişiliği bulunmayan kişi veya mal topluluklarının ehliyeti,
fiilî idare merkezi hukukuna tâbidir.
Gerçek kişilerin hak ehliyeti, fiil ehliyeti, bunların varlığı, yokluğu, sınırlandırılması,
sınırlandırılması bakımından söz konusu olan sonuçlar gerçek kişinin milli hukukuna tabidir.
Tüzel kişilerde ise vatandaşlık gerçek kişilere özgü bir kavram olarak kabul edildiği için tüzel
kişilerin idare merkezinin bulunduğu yer hukuku ehliyet problemleri söz konusu olduğunda
bakılması gereken yerdir.9.madde tüzel kişiliği bulunmamakla beraber birtakım konularla
sınırlı olarak hak ehliyeti ve fiil ehliyeti tanınabilir.Bu kavramlarla karışan kavramımız taraf
sıfatıdır. Taraf sıfatı dava şartı değildir. Ama karıştırılabildiği için anlatıyoruz. Taraf sıfatı
davaya konu hakkın sahibi olup olmamakla alakalı bir kavramdır ve dava sonunda verilen
nihai kararla ortaya çıkar. Gerçekten alacaklı mısınız değil misiniz? Borçlu musunuz değil
misiniz? Bu soruların cevabı bize taraf sıfatını verir.Yabancılık unsurlu bir davaysa davanın
esasına tatbik edilen hukuka göre taraf sıfatı belirlenecektir.
Kanuni temsil açısından kanun diyor ki; ‘’kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde,
temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.’’ Yani hukuka uygun bir kanuni temsil yetkisine
sahip olması ve davaya bu yetkinin sınırları dahilinde bakılması gerekir. Yerel bir dava ise
sorun yoktur. Ama yabancılık unsurlu davalarda başınızı ağrıtacaktır. Kanuni temsilci, çocuğu
temsilen velayet hakkına sahip ana babadır. Velayet hakkına sahip olan kişinin, çocuğu
temsilen, sahip olduğu kanuni temsil yetkisine ilişkin olarak dava açması halinde dava şartları
bakımından kanuni temsilcinin gerekli yetkiye sahip olup olmadığı velayeti uygulayan
hukuka göre belirlenecektir. Burada Türk hukukuna tabi olmayan bir velayet ilişkisi söz
konusu olabilir. Velayetten kaynaklanan kanuni temsil yetkisi ve bu yetkiye dayanılarak
açılan davalardaki temsilcinin gerekli yetkiye sahip olup olmadığı velayeti uygulayan hukuka
göre belirlenir. Aynı şey vasi açısından da söz konusudur. Vasi, vesayet altına alınan kişi nam
ve hesabına kanuni temsilci sıfatıyla bir dava açarken 114.maddenin aradığı anlamda vasinin
yetkisi vesayeti uygulayan hukuka göre belirlenecektir.
47
Tüzel kişilerin temsili gerçek kişiler tarafından yapılmaktadır. Yönetim kurulu vardır,
denetim kurulu vardır. Tipine göre değişir. Yönetim kurulundaki kişiler tüzel kişiden vekalet
almazlar. Bu kişiler zaten kanun gereği temsil yetkisine sahiptir. Dolayısıyla tüzel kişiyi
temsil yetkisiyle dava açan, davaya katılan, davalı olan organların, kişilerin kanuni temsil
açısından gerekli niteliğe sahip olup olmadığı tüzel kişinin ehliyetine uygulanan hukukuna
göre belirlenecektir.
Dava takip yetkisine ilişkin hükümler bazen ve genellikle usul hukuku hükümlerinde
yer alır. Bunlar usuli düzenlemelerdir. Mesela acentenin sahip olduğu dava takip yetkisi gibi.
Böyle hallerde dava takip yetkisi, Lex Fori’ye yani bizim açımızdan Türk hukukuna tabidir.
Yani bir acentenin temsil ettiği yabancı şirket namına burada izafeten dava açıp açamayacağı,
o şirket namına dava takip yetkisi kullanıp kullanamayacağı usule uygulanan hukuk olan Türk
hukukuna göre belirlenir. Bazen ise dava takip yetkisine ilişkin düzenlemeler maddi hukuk
alanında yer alır. Mesela miras hukukunda: Miras ortaklığına ilişkin hükümler, miras
ortaklığının mirasçıları temsilen açabildiği davalar. Böyle hallerde ise ilgili maddi hukuk
müessesesinin tabi olduğu hukuk, dava takip yetkisine de uygulanır. Yani mirasa uygulanan
hukuk, miras ortaklığının sahip olduğu dava takip yetkisine de uygulanır.
Birinci husus yani vekilin davaya vekalet yetkisi Lex Fori’ye yani Türk hukukuna
tabidir. Türkiye’de açılan davalarda vekilin, davaya vekalet etme yetkisine sahip olup
olmadığı Türk hukukuna göre belirlenir. Çünkü bu usuli bir meseledir. Bakın yanlış
anlamayın. Parantez içinde şunu söyleyelim: Vekalet sözleşmesine uygulanacak hukuk ayrı
bir problemdir. Ama Türkiye’de açılan davada, bir vekilin davaya vekalet etme yetkisine
sahip olup olmadığı Türk hukukuna göre belirlenir.
İkinci husus usulüne göre düzenlenmiş bir vekaletname bulunması gerekir. Eğer dava
vekil marifetiyle takip ediliyorsa bu da bir dava şartıdır. Bu vekaletname Türkiye’de
düzenleniyorsa kural olarak noter tarafından düzenlenir. İstisnaen kamu kurumları bunu
düzenleme yetkisine sahiptir.
8. Gider Avansı
9. Teminat
Teminatla ilgili olarak iki düzenleme söz konusudur:
MÖHUK m. 48,
Hmk m. 84 vd.
48
MÖHUK’ta Düzenlenen Teminat Hükmü:
Teminat
MADDE 48 – (1) Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı
gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere
mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır.
(3) Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan
muaf tutar.
Teminatın cinsini miktarını hakim takdir eder. Möhuk’ta bu konuda hüküm yok.
Möhuk’ta hüküm bulunmayan usuli meselelerde biz genel olarak HMK’yı uygularız.
MÖHUK teminat yükümlülüğü getirmiş. Ama teminat ne kadar olacak, cinsi ne olacak
düzenlememiş. Bu durumda HMK’ya bakmamız gerekir. HMK bu konuyu hakimin takdirine
bırakıyor. Teminatın miktarı kısmı çok önemlidir. Bu yükümlülük, yargıya erişim hakkına
getirilmiş kısıtlamadır. Bir kişinin sırf yabancı olması sebebiyle Türkiye’de dava açmasını bir
miktar para yatırmasına bağlıyorsunuz. Bu davaya ilişkin veya mahkemeye ilişkin olarak
AİHS’te ‘acces to justice’ olarak yer alan kimilerinin davaya erişim kimilerinin de yargıya
erişim, adalete erişim olarak isimlendirdiği kavrama getirmiş olduğunu sınırlamadır. AİHM
içtihatlarına bakıldığında, AİHM yabancılık teminatının bütünüyle AİHS’e aykırı olmadığını
söyler. Ama istenen teminat miktarı, kişinin yargıya erişim hakkını engelleyecek nitelikteyse
o zaman yargıya erişim hakkı zedelenir ve AİHS’ne aykırılık niteliğine gelir.
Möhuk’ta teminattan muafiyet için karşımıza tek bir imkan çıkar: Bu durum
karşılıklılık (mütekabiliyet)tır. Möhuk’un ilgili maddesine göre ‘’Mahkeme dava açanı,
davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar.’’
Mütekabiliyet varsa mahkemenin takdir hakkı yoktur. Teminat yükümlülüğü ortadan kalkar.
49
Ancak MÖHUK’taki teminat yükümlülüğü başka hiçbir unsura dayanılarak kaldırılamaz.
Yani bu davayı çocuğun menfaatini korumak için açıyorum derseniz bu durum olmaz.
Möhuk’ta buna elverişli bir muafiyet getirilmemiştir. ‘’Davacının Türkiye’de son derece
kıymetli hisseleri var, bankalarda paraları var. Bu kişiden neden ayrıca teminat yatırmasını
istiyorsunuz.’’ da diyemezsiniz. Çünkü teminatın kalkması Möhuk’ta tek bir şarta
bağlanmıştır. O da mütekabiliyettir. Burada devletler birbirlerinin vatandaşlarına yaptıkları
muameleyi esas almışlar. Davalının zarar ve ziyanını görmezden gelmişlerdir. Devletin
iradesi, siyasesi bakış açısı burada öne çıkmıştır. Türk Devleti diyor ki ‘’Eğer bir devlet, Türk
vatandaşı orada dava açtığından sırf yabancı olduğu için ondan teminat istemiyorsa o zaman
biz de istemiyoruz.’’ Bu kanun koyucunun tercihidir.
Türk hukukunda teminat ya Möhuk m.48 ya HMK m.484’tür. Yani ‘’Davacı ister
Türk ister yabancı olsun, açtığı davanın niteliğine bakarak hakim bir teminat alabilir.’’ diye
hüküm yoktur. Bu mütekabiliyet karşımıza esas itibariyle iki şekilde çıkabilir:
Bu konuda Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalardan biri Hukuk Usulüne Dair Lahey
Anlaşmasıdır.
Yaklaşık 30 küsür ülkenin taraf olduğu bir anlaşmadır. Avrupa Birliği’nin önemli bir
kısmı buna taraftır. Bu anlaşma uygulamada önemli bir teminat muafiyeti sağlamaktadır.
Bir de fiili mütekabiliyet var. Fiili mütekabiliyet, anlaşma veya kanuni bir açıklık
bulunmasa bile Türk vatandaşlarından bir devletin mahkemesinde dava açtıklarında
50
yabancılık teminatının fiilen alınmaması durumudur. Bu durumda bizde o devletin
vatandaşından Türkiye’de yabancılık teminatı almayız.
Mütekabiliyet akdi, kanuni veya fiili olabilir. Akdi mütekabiliyet taraflar arasındaki
anlaşmaya dayanır. Bu konuda Türkiye’nin taraf olduğu çok taraflı, iki taraflı anlaşmalar
vardır. Bunların içeriklerini bilmek zorunda değilsiniz. İsimlerini de bilmek zorunda
değilsiniz. Ama iki taraflı ve çok taraflı anlaşmalarda teminattan muafiyet sağlayan hükümler
olduğunu bilin. Şunu da bilmeniz icap edebilir: Mültecilerle ilgili sözleşme de teminattan
muafiyet söz konusu olduğu için mülteciler Türkiye’de teminat yatırmak durumunda değildir.
Teminatın miktarını ve cinsini hakim serbestçe tayin eder. Teminatın miktarı çok
önemlidir. Hakimin dengeli bir miktar tayin etmesi gerekir. Çünkü teminat, mahkemeye
erişim hakkını sınırlayan bir dava şartıdır. Genelde mahkeme davanın niteliğine bakmaksınız
otomatik olarak %15 uygulanıyor. Bu da doğru değildir. Davanın niteliğine, tarafların
durumlarına bakarak bu teminat miktarlarını belirlemesi doğrusudur.
HMK’daki teminat Türk vatandaşları için öngörülmüş bir teminattır. Hangi Türk
vatandaşları dersek bunlar mutad meskeni Türkiye dışında bulunan Türk vatandaşlarıdır. Bu
kişiler Türkiye’de dava açtıklarında, davaya katıldıklarında veya icra takibi yaptıklarında
teminat yatırmakla yükümlüdürler. HMK’daki teminatın miktarını da hakim serbestçe tayin
eder. Bu açıdan da ikisi arasındaki bir fark yoktur. İkisi arasındaki fark muafiyette karşımıza
çıkar. HMK’da davacının teminattan muaf olabileceği haller m.85’te sayılmıştır.
51
Hukuki yarar yabancılık unsuru taşıyan ve taşımayan tüm davalarda aranan bir şarttır.
Türk mahkemelerinde görülen bir davanın çözümünde, yabancı bir devletin maddi hukuk
kuralları uygulanabilir. En az Türk maddi hukukunun uygulanması kadar doğal bir olaydır.
Bu milletlerarası özel hukuk açısından oldukça doğal bir durumdur.
11. Derdestlik
Aynı davanın daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması bir dava şartıdır.
Tarafları, konusu ve hukuki sebebi aynı olan iki dava kastediliyor. Bu madde iki Türk
mahkemesinin aynı anda aynı davalara bakmasının önüne geçmek istiyor. Bu hem usul
ekonomisi açısından yersiz bir durumdur hem de çelişkili kararların önüne geçilmek için
düzenlenmiş bir dava şartıdır. Acaba biz bunu dikkate alacak mıyız? Burada birkaç
parametreden bahsedelim. Evvela yerel uyuşmazlıklarda derdestlik neden kabul ediliyor?
Çelişen kararların ortaya çıkmasını engellemek ve usul ekonomisini sağlamak. Burada bu
amaçlar geçerli midir? Ortada iki Türk mahkemesini meşgul eden bir durum yok. Dolayısıyla
usul ekonomisi bakımından haklı bir gerekçe yok diyebiliriz. Çelişen kararların ortaya çıkma
ihtimali var mı? Teorik olarak vardır. Yani Alman mahkemesi karar verecek, Türk
mahkemesi de bir karar verecek bu iki karar çelişebilir. Ama şunu unutmayın – henüz tanıma
tenfiz görmedik – bir mahkeme kararı doğrudan Türk hukukunda sonuç doğurmaz. Önce
tanıma veya tenfiz prosedüründen geçmesi, birtakım şartlar açısından denetlenmesi ve sonuç
olarak bu şartlara uygunluk varsa ancak Türk hukukunda sonuç doğurması söz konusu olur.
MÖHUK’ta yabancı derdestlik ile bir hüküm yoktur. Boşluk vardır. Yani ne
engelleyen bir hüküm vardır ne de müsaade eden bir genel hüküm vardır. Burada genel
hükmün altını çiziyorum. Çünkü burada m.41 ve m.47’den bahsedeceğiz. Genel hüküm yok.
Bu boşluğu nasıl değerlendirmeliyiz? Bunu konuşmadan önce 41 ve 47’den bahsedelim.
Türklerin kişi hâllerine ilişkin davalar
MADDE 41 – (1) Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde
açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin
sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı
takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.
Madde 41, Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin davalar ile alakalı şunu diyor:
Türk vatandaşlarının kişi hallerini ilişkin davaları yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı
veya açılamadığı takdirde şu şu şu Türk mahkemelerinde açılır diyor. Türk vatandaşlarının
kişi hallerine ilişkin bir davanın burada sayılan yetkili Türk mahkemelerinde açılabilmesini,
bu davanın yabancı bir mahkemede açılmamış olması koşuluna bağlıyor. Yabancı bir
mahkemede açılmışsa bu dava, o zaman Türk mahkemelerinin yetkisi doğmuyor.
Yetki anlaşması ve sınırları
MADDE 47 – (1) Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar,
aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin
mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur.
Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında
bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.
(2) 44, 45 ve 46 ncı maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf
edilemez.
Birine göre burada ancak bir yetki problemi vardır. Yani yabancı mahkeme lehine bir
yetki anlaşması yaptınız. ‘’İşbu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklar Berlin Mahkemelerinde
52
çözümlenecektir.’’ dediniz ve gittiniz davayı Berlin’de açtınız. Daha sonra davacı veya davalı
gelip Türkiye’de aynı davayı açarsa, ikisi de söylenebilir. Burada bir derdestlik durumu var
denilebilir. Burada olsa olsa bir yetki itirazı ileri sürülebilir de denebilir. Davalının Türk
mahkemesinde açılan davaya karşı yetki anlaşmasını ibraz ederek ‘’Ey mahkeme biz bir yetki
anlaşması yaptık. Sen bu davaya bakamazsın.’’ diyerek itirazı ileri sürmesi gerekir. Bu kısım
yine burada da tartışmalıdır. Derdestlik diyen de vardır yetki diyen de vardır. Yargıtay
kararları da bu noktada karışıktır. Mesela bir Hukuk Genel Kurul Kararı var. ‘’47.maddeye
göre açılmış davalarda koşulları varsa derdestlik dikkate alınır.’’ diyor. Bunun dışında taraf
olduğumuz bazı sözleşmelerde derdestliğin dikkate alındığını görüyoruz. İki tane örnek
verecek olursak. Bir tanesi akdi konularla ilgili bir tanesi de aile hukukuyla ilgili:
Diğer hallerde ne yapacağız? Burada karşımıza biri klasik biri modern iki görüş
çıkmaktadır. Teoride ve pratik de bu tartışmalı bir durumdur. Tartışmanın kesilmesi için
yasaya hüküm bir konulması gerekir. Ya belli şartların halinde derdestliği kabul eden ya da
derdestlik dikkate alınmaz diyen bir hüküm konulmadıkça uygulama açısından tartışmalar
devam edecektir. Teorisyenler zaten her durumda durumu tartışacaklardır. Ancak pratik
alanda tartışma olmasının faydadan çok zararı vardır.
Klasik görüş
Eğer bir Türk mahkemesinin, bir davanın daha evvel yabancı bir mahkemede açıldığı
gerekçesiyle önündeki davayı karara bağlamaktan kaçınırsa, bu Türk mahkemesinin yargı
yetkisinden sebepsiz yere feragat etmesi anlamına gelir. Çünkü böyle bir durumda derdestliği
dikkate alıp böyle bir davaya bakmaktan kaçınırsanız ne yapmış oluyorsunuz? Sizden hukuki
himaye talep eden davacıya şunu söylemiş oluyorsunuz: ‘’Aynı davaya zaten Yunan
mahkemesi bakıyor, o kararını versin. Türkiye’de bir sonuç doğurması icap ediyorsa o kararı
getirip burada tanıma tenfiz yaparsınız.’’ İyi de bu kişi Türk mahkemesinden hukuki himaye
istemiş. Kaldı ki yabancı devletteki yargılama sonucunda verilecek kararın Türkiye’de tanınıp
tenfiz edileceğini de kesin bir şekilde söyleyemezsiniz.
53
Modern görüş
Modern görüş olaya şu açıdan bakıyor: Günümüzde ulaşım, iletişim olanaklarının
artması, globalleşme gibi sebeplerden ötürü artık vatandaşı olduğu devletler dışında
yaşayanlar, yabancılarla yapılan evlilikler, yabancı devletlerde yapılan yatırımlar bunlar
hayatın gerçeği oldu. Neredeyse yerel ilişkiler kadar yabancılık unsurlu ilişkiler de vardır. Bu
gerçeklik karşısında yabancı derdestliği dikkate almam demenin, bu ilişkilerinin gerektiği
ihtiyaçlara cevap vermeyeceğini düşünerek modern görüş ortaya atılmış. Modern görüş şunu
söylüyor: – İsviçre MÖHUK’undan ilham alarak – Eğer aynı dava, daha önce yabancı bir
devlette açılmış ve sonra Türk mahkemesine getirilmişse Türk mahkemesi, ‘Bu yabancı
devlet mahkemesinde görülmekte olan davanın ve burada verilecek kararın Türkiye’de
tanıma-tenfiz olasılığı nedir?’ sorusunu sormalıdır. Eğer tanıma tenfiz olasılığı açısından bir
sorun görülmüyorsa o zaman mahkemenin takdirindedir. Mahkeme milletlerarası derdestliği
dikkate alabilir. Çünkü Möhuk’ta bunu engelleyen bir hüküm yoktur. Bu da modern görüşün
bakış açısıdır.
54
II. BÖLÜM: VATANDAŞLIK HUKUKU
Vatandaşlık, bir kişinin bir devlete olan bağıdır. Devlete aidiyetidir. Topluma ait
olmanın, o sosyal toplumun özelliklerini de bir şekilde kişiye geçireceğini, bu anlamda bir
aidiyetin söz konusu olacağını söyleyebiliriz.
Vatandaşlığın karşılıklı bir hukuki ilişki olması sebebiyle kişiye ve devlete karşılıklı
borçlar ve haklar yüklediğini söyleyebiliriz. Bu borçlardan bir tanesi kişinin vatandaşı olduğu
devletin kanunlarına uyma zorunluluğudur. Esasında herkesin bu kurallara uyması beklenir.
Bununla birlikte vatandaşı, yabancıdan ayıran şey vatandaşın devlete olan sadakat bağıdır.
Devletin de vatandaşlarına eşit davranma yükümlülüğü vardır.
VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI
Vatandaşlığın tüm dünyada çeşitli kazanılma halleri vardır. Bunları ele alalım.
Bizde toprak esası hep ikinci bir yol, istisnai bir yol olarak görülmüştür. Bir bebek
bizde doğdu, anadan babadan vatandaşlık alamıyor, bu bebek vatansız kalmasın diye ona
vatandaşlık verilmiştir. Ancak dediğimiz gibi istisnaidir.
55
2- EVLİLİK YOLUYLA KAZANMA
Genel kabul gören hallerden bir tanesidir. Bizde eskiden her Türk vatandaşı ile
evlenen kadına Türk vatandaşlığı verilirdi. Ancak bu, yabancı erkeklere verilmiyordu. Çokça
eleştirildi bu durum. Sebebi sizce ne olabilir? Sebebi; erkek egemen toplum olmamızdır.
Hakimiyet hakkından gelen bu hukuki tasarruf sonsuz mudur? Yani bir devlet istediği
her kimseyi vatandaşlığa alabilir mi? Vatandaşlığa kabul edilme kurallarının milletlerarası
hukuka, vatandaşlık hukukunun genel prensiplerine ve milletlerarası sözleşmelere de uygun
olması gerekir.
Eskiden deniliyordu ki “Herkesin tek bir vatandaşlığı olmalı.” Şimdi o prensip kalktı.
“Herkesin en az bir vatandaşlığı olsun” prensibi geldi. Çünkü devletlerin birçoğu çifte
vatandaşlığı kabul ediyor. Bizim 2009’daki yeni vatandaşlık kanunumuzda çok vatandaşlık
kavramı vardır. İzin almamıza gerek yok. İsterseniz 10 tane vatandaşlığınız olabilir.
Yukarıda bahsettiğimiz usulün aksine eskiden izin alınması gerekirdi. İzin almadan
başka bir devletin vatandaşlığına geçersem devletin benim vatandaşlığımı kaybettirme hakkı
vardı. En fazla vatandaşlık kaybettirme nedenlerinden birisi de buydu; izin almaksızın
56
yabancı devlet vatandaşlığına geçmek. Şu an artık izin alınması gerekmiyor. Sadece bildirim
gerekiyor.
Vatandaşlığa genel olarak alınma yollarından bahsettik; doğum, evlilik ve yetkili makam
kararıyla olmak üzere 3 yoldan bahsettik. Bunlar zaten ayrıntısıyla anlatılacaktır.
57
Mustafa Kemal Atatürk’ün millet tanımı aynen şöyledir; zengin bir hatıra mirasına
sahip, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan
mirasın muhafazasına beraber devam hususunda müşterek iradeye sahip olan insanların
birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet denilir. Bu hangi anlayıştır? Sübjektif millet
anlayışıdır.
M.66’nın lafzı Türk olsa da ruhu milletten bahseder. Millet olduğu zaman da kendisini
o milletin içinde saymak isteyen herkes girer. Devletin bu tabirle seni de kapsadığını,
kucakladığını hissedersin. M.66’nın şöyle bir özelliği vardır; bu maddenin ülkede yaşayan
herkesi kucaklaması lazım. Yani herkesin kendisini Türk devleti tarafından, vatandaşlık
kavramı bakımından kucaklandığını hissetmesi gerekir.
Benim bulduğum çözüm; devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar, ırk, dil, din,
mezhep ve cinsiyet gibi farklılıklara bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını
oluştururlar.” düzenlemesidir. İnsan cinsinde olabilecek bütün farklılıklar koyularak yani bir
insan topluluğunu millet olmaktan çıkartabilecek argüman olarak kullanılan ırk, dil, din,
mezhep ve cinsiyet gibi farklılıklara bakılmaksızın vatandaşlık tanımı oluşturulabilir. Bunlar
sınırlayıcı değildir.
Türk vatandaşlığının kazanılması konusunu kanun maddelerini inceleyerek takip
edelim. m.5 ile başlayacağız.
Türk vatandaşlığının kazanılması halleri
MADDE 5 – (1) Türk vatandaşlığı, doğumla veya sonradan kazanılır.
Kanun vatandaşlığın kazanılmasını ikiye ayırmıştır; Türk vatandaşlığı doğumla veya sonradan
kazanılır
58
Kan Esasına Göre Kazanma
Bizim her zaman kanunlarımızda doğumla vatandaşlığın kazanılması ilk kural olarak
getirilmiştir. Bu ilk kuralın da ilk kuralı; soybağı esasına göre/kan esasına göre Türk
vatandaşlığının kazanılmasıdır.
Soybağı esasına göre vatandaşlığın kazanılması ilk kuralsa doğumla vatandaşlığın
kazanılmasını kendi içinde bölmemiz gerekiyor.
Soy bağı
MADDE 7 – (1) Türkiye içinde veya dışında Türk vatandaşı ana veya babadan evlilik birliği içinde
doğan çocuk Türk vatandaşıdır.
(2) Türk vatandaşı ana ve yabancı babadan evlilik birliği dışında doğan çocuk Türk vatandaşıdır.
(3) Türk vatandaşı baba ve yabancı anadan evlilik birliği dışında doğan çocuk ise soy bağı kurulmasını
sağlayan usul ve esasların yerine getirilmesi halinde Türk vatandaşlığını kazanır.
59
(2) Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka tâbidir.
Biz bunlara terditli bağlama kuralları diyoruz. Bu bağlama kuralının bir amacı vardır;
soybağı bir şekilde kurulsun. Kanun maddesi kanunlar ihtilafında bir çocuğu soybağının nasıl
ve hangi hukuka göre kurulacağını söylüyor. Bu hukuklardan bir bize Türk hukukunu verirse
biz biraz önce söylediğimiz M.K’da bulunan soybağının kurulması hükmüne gideriz.
Biz size kanunlar ihtilafı anlatıyoruz. Kanunlar ihtilafının genel prensiplerinde size
anlatacağımız ön mesele konusu var. Türk vatandaşı babadan ama yabancı anadan evlilik
dışında doğan çocuk acaba Türk vatandaşı mıdır, değil midir şeklinde mahkemenin önüne
herhangi bir nedenle bir dava gelse bu takdirde hakimin öncelikle çocukla baba arasında
soybağı var mı, bakması gerekiyor. Yani hakimin önündeki uyuşmazlıkta çocuk Türk
vatandaşı değil mi, tartışılıyor. Ancak hakimin önce başka bir şey belirlemesi gerekiyor; bu
çocuk bu adamın çocuğu mudur? Önce belirlenmesi gereken bu gibi durumlara biz devletler
özel hukukunda ön mesele diyoruz. Ön meselenin nasıl çözüleceğini ilerleyen derslerinizde
öğreneceksiniz.
Soybağını kanunlar ihtilafı kurallarına göre çözeceksiniz. Burada buna soybağı
diyebilmeniz, karar vermeniz devletler özel hukukunda vasıflandırma olarak adlandırılıyor.
Yani olayın/ihtilafın vasıflandırılması gerekiyor. Yapmanız gereken şey çocuk, bu adamın
çocuğu mu değil mi, çözümlemektir. Türk hakimi olarak bu hukuken, soybağının kurulmasına
girer. İşte bu soybağının kurulmasına girer, dediğimiz yorum devletler özel hukukunda
vasıflandırmadır. Davanın esası, bağlama konusu genellikle lex fori’ye göre vasıflandırılır. Şu
anda biz bir vatandaşlık sorusuna cevap verirken devletler özel hukukundaki ön meseleyi ve
vasıflandırmayı da aynı anda yapıyoruz. Çocuğun soybağı kurulabiliyorsa bu çocuk babaya
soybağı ile bağlanır. Ondan sonra vatandaşlık konusuna gelinir.
Babalık davasıyla ilgili size birkaç husustan bahsedelim. Babalık davasını TMK’ya
göre kim açar? Ana ya da çocuk açar. Peki, evlilik birliği içinde doğan çocuk karine olarak
kimin çocuğudur? O ana ve kocanındır. Dışarıdan birisi o çocuğun kendi çocuğunu öğrense
tanıma davası açabilir mi? Açamaz. Burada bir hak var; babalık hakkı. Varsayalım ki o kişi
gerçekten de baba ve bu çocuğuna ulaşamıyor. Çocuk M.K uyarınca gerçekten o kişinin
babası olduğuna inandıysa 18 yaşına geldikten sonra davayı açabilir. Yahut kadının
halihazırdaki eşi de davayı açabilir. Ancak bu iki ihtimal söz konusu değilse gerçek babanın
hakkı korunmaz. Korunmamasının sebebi de aile birliğinin öncelenmesidir.
Burada bazı şartlar vardır. Bir defa bir amaç vardır. Bir çocuk var ortada, Türkiye’de
doğduğu karine olarak kabul ediliyor. İhbar geldi, çöpte bir çocuk bulundu ve bulunan çocuk
siyahi. Bu çocuğun Türkiye’de doğduğu kabul ediliyor.
Bir Kanadalı turist çift Türkiye’ye tatile geliyor. Kadın, 6.5 aylık hamile diyelim.
Çocuk Türkiye’de iken bir anda doğuyor. Doğduğu anda, bu ana babanın vatandaşlık
kanununa göre doğum yeri esas kuraldır. Kanadalıların doğan çocuğunun Kanada
60
vatandaşlığını kazanması için Kanada’da doğmuş olması gerekir. Bu çocuk Türkiye’de
doğdu. Dolayısıyla çocuk ana-babasından vatandaşlığı alamadı. Bizde kan yoluyla
vatandaşlığı da alamadı. İşte kanun koyucu bunun için o çocuğa istisnai olarak toprak esasına
göre vatandaşlık kazanma imkanı tanıyor.
Türkiye’de doğmuş çocuk aksi sabit olmadıkça Türkiye’de doğmuş sayılır. Bu da
ikinci fıkrada bahsettiğimiz karinedir.
İstisnai yoldan Türk vatandaşlığını kazanmış olan bebekler sonradan 18 yaşını
doldurduklarında 3 yılın içinde seçme yoluyla Türk vatandaşlığından çıkma haklarının
olduğunu göreceğiz. İstiyorlarsa Türk makamlarının hiç bir takdir hakkı olmadan
vatandaşlıktan çıkabiliyorlar. Çünkü çıkarken de takdir hakkı vardır; idari makamlardan izin
alınarak Türk vatandaşlığından çıkabiliyor. Seçme hakkını yaparken vatandaşlığı nasıl
kazanacak? Mesela sonradan Kanada’ya döndüklerinde kendi kanunlarına göre Kanada
vatandaşlığını kazanmak için gerekli başvuruları yapacaklar daha sonra çocuk 18 yaşına
geldiğinde 3 yıl içinde Türk vatandaşlığından çıkabilir.
Kanun koyucu takdir hakkını son cümleyle ortaya koymuştur. Yani m.11’de belirtilen
şartlar –birazdan bahsedilecektir- zaten taşınması gereken asgari şartlardır, bu şartlar
taşınmadan Türk vatandaşı olunamaz. O şartların hepsinin tek bir amacı vardır; vatandaşlık
başvurusunda bulunan ve vatandaşlık kazanmak isteyen kişinin Türk devletine, Türk
milletine, Türk sosyal yapısına, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına entegre olup olmadığını
ölçmektir.
İçişleri Bakanlığı vatandaşlığa alınıp alınmamaya karar veriyor yani yetkili makam
İçişleri Bakanlığı’dır. İçişleri Bakanlığı’na bağlı her ilin valiliğinde kurulmuş bir vatandaşlık
komisyonu vardır. O komisyonun raporuyla birlikte vatandaşlık talepleri İçişleri Bakanlığı’na
gidiyor, eğer İçişleri Bakanlığı kabul ederse, vatandaş oluyor, kabul edilmezse vatandaşlık
talebi reddediliyor.
Bu şartlar nelerdir?
61
Başvuru için aranan şartlar
MADDE 11 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;
a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak,
b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,
c) Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,
ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,
d) İyi ahlak sahibi olmak,
e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,
f) Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire veya
mesleğe sahip olmak,
g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak, şartları aranır.
(2) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda, yukarıda sayılan şartlarla birlikte, taşıdıkları
devlet vatandaşlığından çıkma şartı da aranabilir. Bu takdirin kullanılmasına ilişkin esasların tespiti Bakanlar
Kurulunun yetkisindedir.
62
İSTİSNAİ YOLLA VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI
Devlet; “Bazı öyle insanlar var ki bu insanlar için genel yolla vatandaşlığın
kazanılmasındaki şartlar aranmaz.” diyor. İstisnai yolla bazı kimselerin vatandaşlığa alınması
nasıl olur? Bu kişilerde genel yolla vatandaşlığa alımda aranan şartlar aranmaz, tek bir şey
aranır; milli güvenliğe aykırı bir kişi olmamasıdır.
Milli güvenlik dışında hiçbir şart aranmayan bu şanslı kimseler kimlerdir? Genel yolla
vatandaşlığa alınmada yetkili makam İçişleri Bakanlığı’dır. İstisnai yolla vatandaşlığa
alınmada yetkili makam Bakanlar Kurulu’dur. Ancak Bakanlar Kurulu İçişleri
Bakanlığı’nın teklifiyle alıyor. İçişleri Bakanlığı’na da kişinin niteliğine göre o kişiyle ilgili
olabilecek bakanlık aday gösteriyor.
Türk vatandaşlığının kazanılmasında istisnai haller
MADDE 12 – (1) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak
şartıyla Bakanlığın teklifi, Bakanlar Kurulunun kararı ile aşağıda belirtilen yabancılar Türk vatandaşlığını
kazanabilirler.
a) Türkiye'ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel,
sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında
gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.
b) (Ek: 28/7/2016–6735/27 md.) 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma
Kanununun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi uyarınca ikamet izni alanlar ile Turkuaz Kart sahibi
yabancılar ve bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuğu.
c) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.
d) Göçmen olarak kabul edilen kişiler.
a bendindeki kişiler kimler olabilir? Atletizmde diğer başka sporlarda yapılıyor. Ben,
buna eskiden Naim Süleymanoğlu maddesi derdim. Naim Süleymanoğlu’nu İçişleri
Bakanlığı’na hangi bakanlık tavsiye edebilir? Spor Bakanlığı. Diyelim ki Madonna Türk
vatandaşı olmak isteseydi Kültür ve Turizm Bakanlığı tavsiye edecekti. Yani ilgili bakanlık
İçişleri Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı da Bakanlar Kurulu’na teklif edecektir.
b bendinden devam edelim. En son Turkuaz kart çıkarıldı. Mavi kartlılarına mavi kartı
gibi şimdi yatırım yapanlara da verilen bir Turkuaz kart vardır. Bunların eşi ve çocukları da
istisnai yolla Türk vatandaşı olabiliyorlar. İşte, işadamı olanlar, para yatıracak olanlar bu
kişilerdir.
TÜRK VATANDAŞLIĞI KANUNUNUN UYGULANMASINA İLİŞKİN YÖNETMELİKTE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1– 11/2/2010 tarihli ve 2010/139 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Türk
Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, mevcut fıkralar buna göre teselsül ettirilmiş, aynı maddenin mevcut dördüncü
fıkrasında yer alan “(b) bendine” ibaresi “(b) ve (c) bentlerine” şeklinde, “ikinci” ibaresi “üçüncü” şeklinde
değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.“
(2) Aşağıdaki şartlardan herhangi birini sağlayan yabancı, Kanunun 12 nci maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendi kapsamında Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığını
kazanabilir:
a) En az 2.000.000 Amerikan Doları tutarında sabit sermaye yatırımı gerçekleştirdiği Ekonomi
Bakanlığınca tespit edilen,
b) En az 1.000.000 Amerikan Doları tutarında taşınmazı tapu kayıtlarına üç yıl satılmaması şerhi
koyulmak şartıyla satın aldığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca tespit edilen,
c) En az 100 kişilik istihdam oluşturduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tespit edilen,
ç) En az 3.000.000 Amerikan Doları tutarında mevduatı üç yıl tutma şartıyla Türkiye’de faaliyet
gösteren bankalara yatırdığı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunca tespit edilen,
63
d) En az 3.000.000 Amerikan Doları tutarında Devlet borçlanma araçlarını üç yıl tutmak şartıyla satın
aldığı Hazine Müsteşarlığınca tespit edilen.”
İkinci fıkrada belirtilen parasal değerlerin belirlenmesinde, tespit tarihindeki Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankasının efektif satış kum esas alınır.”
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Burada sakın bir yanılgıya düşmeyin. Bu meblağ devlete verilmiyor. Yani kişinin
kendi evi, kendi hisse senedi, kendi yatırımı; ama 3 yıl bozdurmayacak. Yani ekonomiye bu
meblağlar uyarınca katkı getirecek.
Diğer şıkka bakalım. Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler ifadesi bize devletin
takdir hakkını gösteren bir benttir. Yani öyle bir takdir hakkı var ki devletin hiçbir açıklama
yapmasına gerek yoktur, istediği kişiyi vatandaşlığa alabiliyor.
d bendinde göçmen olan kişiler sayılmıştır. Kimlerin göçmen olduğu İskan Kanunu’na
göre belirlenir. İskan Kanunu’na göre kimlerim göçmen olduğunu Bakanlar Kurulu belirler.
Genel yolla vatandaşlığın kazanılmasında 5 yıl Türkiye’de ikamet şartı vardı. Geçen
ders 6 aylık bir süreden bahsetmiştik. Bu kişilerin 6 ay yurtdışına çıkamayacaklarını
söylemiştik.
690 Sy. KHK (İl ve ilçelerde müftülere nikah kıyma yetkisi veren KHK) ile Nüfus
Hizmetleri Kanunu’nda değişikliğe gidildi. Burada 6 aylık süre 12 aya çıkarılmıştır.
Hatırlarsanız genel yolla vatandaşlığın kazanılmasındaki en zor şartın 5 yıl Türkiye’de oturma
zorunluluğu olduğunu söylemiştik. Kişinin Türk vatandaşı olmayı ne denli istediğini gösteren
bir şart ve tüm dünyadaki vatandaşlık kanunlarında belirli sürelerle buna benzer şartların
olduğunu ifade etmiştik. Kişi 6 ay boyunca yurtdışına çıkabilir 6 ayı aşamaz, bu süreyi aşarsa
fazlalığı kadar 5 yılın doldurulması gerekir. Bundan önceki vatandaşlık kanununda o 6 aylık
süreyi 1 gün bile geçerse geride kalan süre yanıyordu. Şimdi buradaki süre 12 aya
çıkarılmıştır. Yani toplamda 5 yıl boyunca 12 ay boyunca yurtdışına çıkabiliyorsunuz.
64
Buradaki bakanlık İçişleri Bakanlığı’dır. Bakın size soru sorulduğu zaman soruyu
cevaplarken önemli olan; “Şuna göre kazandı”, “Kazanmaya karar veren makam bu makam”,
“Kişi vatandaşlığı yeniden kazandı” yahut “Kişi vatandaşlığı evlat edinmeyle kazandı.”
şeklinde değerlendirme yapmanızdır.
Tasarıda “17 yaşından küçük çocuk” Türk vatandaşlığını kazanır, deniliyordu. Yani
tasarıda “kişi” ibaresi yerine “çocuk” ibaresi kullanılmıştı. 17 yaşından küçük çocuğun milli
güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir hali de bulunmadığı için “milli güvenlik” ibaresi
de yoktu. Ancak kanunlaşma sırasında kanun koyucu tasarı halindeki bu ibareleri değiştirdi.
Yetkili makam kararı olduğu için “milli güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir halin
bulunmaması” ifadesi buraya koyulmuştur. Çocuk lafı özellikle kullanılmıyor, 17 yaşındaki,
16 yaşındaki kimseyi de evlat edinebilirim, o kimseyi çocuk olarak görmüyor.
Karar tarihinden itibaren Türk vatandaşlığının kazanılmasındaki karardan kasıt hangi
karardır? Ben bir çocuğu evlat edinmek istesem nasıl olur? Mahkeme kararıyla olur. Burada
kastedilen karar ise yetkili makam kararıdır. Ne zaman ki İçişleri Bakanlığı vatandaşlığa
geçilebileceğini söyler, o zaman vatandaşlık kazanılır.
Vatandaşlığa alınma şeklini de size çeşitli vesilelerle anlattık. Tekrar değinelim. Yurt
içinde kaymakamlık/valiliğe, yurt dışında yurt dışı temsilciliklerine başvuruluyor. Ardından
komisyon bahsi gündeme geliyor. Komisyondan sonra artık ya bakanlık ya Bakanlar Kurulu
ya da istisnai hallerde İçişleri Bakanlığı’na Spor, Kültür, Eğitim Bakanlığı vs. teklif edecek ve
karar verilecektir.
Evlenme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılmasından önce Türk vatandaşlığını
kazanmanın geçerliliği ve sonuçlarından bahsedelim.
Bir defa Türk vatandaşlığının kazanılması kazanma tarihinden itibaren geçerlidir,
Resmi Gazetede yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir. Karar tarihinden itibaren hüküm
sürer ama o karar Resmi Gazetede yayımlanır.
Türk vatandaşlığının kazanılması eşin vatandaşlığına tesir etmez. Ben, eşimle birlikte
başvuruda bulundum, beni alabilir, eşimi almayabilir yahut eşimi alabilir beni almayabilir.
Takdir hakkı tamamen devlettedir.
Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılmasının geçerliliği ve sonuçları
MADDE 20 – (1) Türk vatandaşlığının kazanılmasına ilişkin kararlar, karar tarihinden itibaren hüküm
ifade eder.
(2) Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılması eşin vatandaşlığına tesir etmez. Ana veya
babanın Türk vatandaşlığını kazandığı tarihte velayeti kendisinde bulunan çocukları, diğer eşin muvafakat
etmesi halinde Türk vatandaşlığını kazanır. Muvafakat verilmemesi halinde ana veya babanın mutad meskeninin
bulunduğu ülkedeki hakim kararına göre işlem yapılır. Türk vatandaşlığını birlikte kazanan ana ve babanın
çocukları da Türk vatandaşlığını kazanır.
(3) Ana veya babanın Türk vatandaşlığını kazandığı tarihte kendileri ile birlikte işlem görmeyen
çocukları, ergin olduktan sonra Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvurdukları takdirde haklarında 11 inci
madde hükümleri uygulanır.
65
2. fıkranın ikinci cümlesinde geçen “Türk vatandaşlığını kazandığı tarihte” ibaresi yeni
çıkan torba yasada değişti. Bu çocuklara Türk vatandaşı olmayı isteyip istemedikleri
sorulmuyordu. Sonra bu çocukların ergin olduktan sonra 3 yıl içinde seçme hakkıyla Türk
vatandaşlığından çıkma hakları vardı. Seçme hakkıyla çıkmazlarsa eğer izinle çıkabilirler.
Diyelim ki ben Türk vatandaşlığına geçiyorum. Fransız bir anneyim, kocam da Fransız
vatandaşı. Velayet bende, kocam da çocukları ile hiç ilgilenmiyor. Ben Türk vatandaşlığına
geçiyorum, bir Türk vatandaşıyla evlenmişim, çocuğumu da getireceğim. Ancak benim eski
kocam izin vermiyor. Eski kocam izin verirse çocuğumu da alıp geliyorum. Ancak izin
vermemesi halinde kanun diyor ki; muvafakat verilmemesi halinde ana veya babanın mutad
meskeninin bulunduğu ülkenin hakim kararına göre işlem yapılır. Burada vatandaşlık
hukukunun genel prensiplerine aykırı düşen bir hal var. Kanun koyucu aslında iyi bir şey
yapmak istemiş. Vatandaşlıktan çıkmayı anlatırken çocukların tesliminde bahsedeceğiz;
vatandaşlıktan çıkanlar, velayeti kendisinde olan kişi çocuğu götürür. Ana ve baba birlikte
çıkıyorlarsa çocuk da onlarla birlikte çıkar. Eğer ana baba çıkarken da çocuğun vatandaşlıktan
çıkması halinde, çocuk başka bir devletin vatandaşlığını kazanamayacaksa devlet, ana baba
çıksa bile çocuğun çıkmasına izin vermez. Çünkü çocuk vatansız kalır.
Ana vatandaşlıktan çıkıyor, velayet de kendisinde, bir de Türk baba var. Baba, izin
vermiyor. Halbuki çocuğunu görmüyor, yükümlüklerini ihmal ediyor. Baba izin verirse çocuk
anayla birlikte gidiyor. Vermezse eğer Türk mahkemesi çocuğun üstün yararını göz önünde
bulundurarak karar veriyor. Çıkmada böyledir. Aynı mentaliteyi yani çocuğun üstün yararı
kanun koyucu meselesini vatandaşlığa girmede de uyguluyor. Vatandaşlığı kazananın
kendisinin kazanacağını söyleyip eşe tesir etmeyeceğini belirtiyor. Çocuk meselesi için; ikisi
birlikte gidiyorsa çocuk da gelir. Bunlar boşanmışlarsa ve çocuğun velayeti de bir taraftaysa,
geliyor, diğer taraf izin verirse getirir. İzin vermezse ananın veya babanın mutad yer
mahkemesi karar verir ve ona göre işlem yapılır. Çocuğa Türk vatandaşlığı verip vermemek
hakkı egemenlik hakkı gereği bizdedir. Ama bu düzenlemeyle çocuğun Türk vatandaşlığını
kazanıp kazanmayacağını yabancı bir devlet mahkemesi kararına göre belirliyoruz. Buradaki
niyet esasında kötü değildir. Çocuğun vatandaşı olduğu devletin –mutad mesken bakımından
söylüyoruz- mahkemesi o çocuğun Türk vatandaşlığına geçip geçmeyeceğine, vatandaşlığa
geçip geçmemenin onun hayrına olup olmayacağına karar veriyor. Ama bu iş kulağa ve
vatandaşlık hukukunun temel prensiplerine, vatandaşlıktan çıkarken Türk hakiminin karar
vermesiyle aynı şekilde gelmiyor. Başka bir devletin yargısının benim kimi vatandaşlığa alıp
almayacağıma karar vermesi şeklinde ortaya çıkıyor.
VATANDAŞLIĞIN KAYBI
Vatandaşlığın kaybı yetkili makam kararı veya seçme hakkının kullanılmasıyla olur.
Türk vatandaşlığının kaybı halleri
MADDE 23 – (1) Türk vatandaşlığı, yetkili makam kararı veya seçme hakkının kullanılması ile
kaybedilir.
67
- Kaybettirme
- İptal
Türk vatandaşlığından çıkmak isteyen kişinin bir defa, rüştünü ispat etmesi ve akli
melekelerinin yerinde olması gerekiyor.
68
c bendine göre; hiçbir surette bir suçtan dolayı aranan, soruşturulan, kovuşturulan,
hüküm altına alınan ya da asker kaçağı olan kişi vatandaşlıktan çıkmak istediğini söyleyemez.
Vatandaşlıktan çıkmak için izin almak isteyen kişinin devletle hiçbir sorununun olmaması
gerekiyor, devlete hiçbir borcunun olmaması, devlet tarafından takip ediliyor olmaması
gerekir.
ç bendine göre kişinin devlete hiçbir borcu olmayacak, vergi borcu olmayacak. Sadece
askerlik değil, suç işlememek değil; mali bakımdan da devlete borç olmayacak.
b bendini açalım. Eskiden yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olma ve haber
vermeme kaybettirme nedeniydi. Şimdi o kalktı, artık çok vatandaşlık kavramı vardır.
Eğer kişi henüz yabancı devlet vatandaşlığını kazanmamış ama kazanacağına ilişkin
inandırıcı belirtiler varsa izinle Türk vatandaşlığından çıkabilir. Kişi, diyelim ki Alman
vatandaşlığına geçmek istiyor, geçmek için başvurmuş, Almanya da vatandaşlığına geçmek
için her türlü şartın var olduğunu tespit etmiş. Ancak Almanya’da çifte vatandaşlık olmadığı
için başvuruda bulunan kişiye Türk vatandaşlığından çıkmasını, bu halde vatandaşlığa
alınacağını söylüyor ve bir de belge veriyor. Kişi, bu belgeyi getiriyor Türk devletine veriyor.
İşte bu inandırıcı belirtidir. Devlet bu kişiye bahsettiğimiz halde çıkma izin belgesi veriyor.
Çıkma izin belgesinin süresi 2 yıldır. 2 yılın içinde yabancı devlet vatandaşlığına geçildiğine
ilişkin belge getirildiğinde devlet çıkma izin belgesini alıyor, çıkma kağıdını veriyor. Çıkma
kağıdı verildiği anda bu kişi Türk vatandaşlığından çıkmış oluyor. 2 yılın içinde getirilmezse,
çıkma izni belgesinin hiçbir etkisi kalmayıp hiç verilmemiş gibi oluyor.
Bütün kaybettirme hallerinde devletin tam anlamıyla iradesi vardır. Devletin iradesi de
öyle bir iradedir ki mesela ben yabancı devlet vatandaşlığına geçtim, sen de geçtin. Benim
hakkımda kaybettirme kararı verir, senin hakkında kaybettirme kararı vermez.
MAVİ KART
Çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybeden kişilere tanınan haklar
MADDE 28 – (Değişik: 9/5/2012-6304/14 md.)
(1) Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve
üçüncü dereceye kadar olan altsoyları, bu maddede belirtilen istisnalar dışında Türk vatandaşlarına tanınan
haklardan aynen yararlanmaya devam ederler. Millî güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklıdır.
(2) Bu madde kapsamında bulunan kişilerin, seçme ve seçilme, muafen araç veya ev eşyası ithal etme
hakları ile askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü yoktur. Bu kişilerin sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları
saklı olup bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabidirler.
(3) Bu madde kapsamında bulunan kişiler, bir kadroya dayalı ve kamu hukuku rejimine tabi olarak asli
ve sürekli kamu hizmeti görevlerinde bulunamazlar. Ancak kamu kurum ve kuruluşlarında işçi, geçici veya
sözleşmeli personel olarak çalıştırılabilirler.
(4) Bakanlar Kurulu gerekli görmesi halinde üçüncü dereceden itibaren hangi dereceye kadar olan
altsoyların bu maddede tanınan haklardan faydalanabileceğini belirleyebilir.
(5) Bu madde hükümlerinden yararlanacak olan altsoyun, üstsoyu ile soy bağını belgelendirmesi şarttır.
(6) Bu madde kapsamında bulunan kişilere, talepleri halinde bu maddede belirtilen haklardan
faydalanabileceklerini gösteren Mavi Kart düzenlenir. Bu Kart, 21/2/1963 tarihli ve 210 sayılı Değerli Kağıtlar
Kanunu kapsamındadır.
(7) Bu maddenin sağladığı hakların kullanılmasında Mavi Kartın ibrazı yeterlidir. Kartın ibraz
edilememesi durumunda Kimlik Paylaşımı Sistemi aracılığıyla Mavi Kartlılar Kütüğünden alınacak kayıt örneği
ve uyruğunda bulunulan devlet makamlarınca verilmiş kimlik bilgilerini gösteren belge ile işlem yapılır. Bu
kişilerin kimlik bilgilerinde değişiklik olması durumunda uyruğunda bulunduğu devlet makamından alınmış eski
69
ve yeni kimlik bilgilerini gösteren belgenin usulüne göre tasdik edilmiş Türkçe tercümesi ile birlikte ibrazı
zorunludur.
(8) Bu madde kapsamında bulunan kişilere Bakanlığın tespit edeceği esaslar çerçevesinde kimlik
numarası verilir. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası aranan yerlerde bu kimlik numarası kullanılır.
(9) Mavi Kartın düzenlenmesi ve dağıtılması ile Mavi Kartlılar Kütüğünün elektronik ortamda
tutulmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.
(10) Kamu kurum ve kuruluşları, bu madde hükümlerinin uygulanması amacıyla her türlü tedbiri alır ve
gerekli düzenlemeleri yapar.
Çıkma izni ile Türk vatandaşlarından çıkanlara Türkiye’nin sağladığı birtakım haklar
var. Bu haklar çok ciddi haklardır. Bunlara mavi kartlılar diyoruz.
Mavi kartlılar izin ile Türk vatandaşlığından çıkıp da yabancı devlet vatandaşlığına
geçen kişilere Türkiye Cumhuriyeti, başka hiçbir devlette olmayan haklar tanıyor. Fakat hep
söyledim. Çifte vatandaşlık Türkiye’de 1989 yılından beri verilen bir haktır. Sebebi ise TC
vatandaşlarının 1960’lı yılların sonundan itibaren Almanya’ya göç yoluyla gitmesiydi.
Çifte vatandaşlık meselesi tamamıyla siyasi ve politik ve ekonomik çıkarlarla ilgilidir.
Artık Türkiye bakımından çifte vatandaşlık değil, 2009 yılından beri çok vatandaşlık söz
konusudur. Bizim bakımımızdan artık yabancı devlet vatandaşı olurken izin almak diye bir
şey söz konusu değildir. Eskiden izin almadan vatandaşlığa geçenler için kaybettirme söz
konusuyken artık böyle bir şey söz konusudur.
(1) Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve
üçüncü dereceye kadar olan altsoyları, bu maddede belirtilen istisnalar dışında Türk vatandaşlarına tanınan
haklardan aynen yararlanmaya devam ederler. Millî güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklıdır.
(2) Bu madde kapsamında bulunan kişilerin, seçme ve seçilme, muafen araç veya ev eşyası ithal etme
hakları ile askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü yoktur… Bu kişilerin sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış
hakları saklı olup bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabidirler.
70
Mavi kartlılar yönetmeliği vardır. Mavi kart ve çok vatandaşlık meselesinin iyi
bilinmesi gerekiyor. Bu Türkiye’nin yakın geçmişinin özetidir.
Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle doğumla Türk vatandaşı olanlardan
yabancı ana veya babanın vatandaşlığını doğumla veya sonradan kazananlar.
Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle Türk vatandaşı olanlardan doğum yeri
esasına göre yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar.
Evlat edinilme yoluyla Türk vatandaşlığını kazananlar.
Doğum yeri esasına göre Türk vatandaşı oldukları halde, sonradan yabancı ana veya
babasının vatandaşlığını kazananlar,
Herhangi bir şekilde Türk vatandaşlığını kazanmış ana veya babaya bağlı olarak Türk
vatandaşlığını kazananlar.
Kaybettirme kararıyla vatandaşlığın kaybına dönelim. Öyle bazı fiiller vardır ki bu
adamlar bu fiilleri işlerler ise devlet, kendisi vatandaşlıktan atabiliyor.
Genel tabiri atmak olarak adlandıralım. Ama bu atmanın yolları vardır. Eskiden üç
taneydi. Şimdi iki tanedir. Eskiden kaybettirme, çıkartma ve iptaldi. Kanun çıkartmayı
kaldırdı. Çıkartma yoluyla giden bir daha asla Türk vatandaşlığına geri dönemezdi. Ama bu
kaybettirme yoluyla atılanlar, iptal yoluyla atılanlar ileride şartlar oluşursa yeniden TC
vatandaşlığına geçebilirler. Merve Kavakçı izin almaksızın ABD vatandaşlığına geçtiği için
Türk vatandaşlığından kaybettirme yoluyla atılmıştır. Sonradan da bir Türk vatandaşıyla
evlenmiştir. Türk vatandaşı ile evlendiği için evlenmenin şartlarını tamamlamış ve
başvurusunu yapıp yeniden Türk vatandaşlığını almıştır. Ama devlet sizi alır, almaz burada
devletin takdir hakkı vardır.
Türk vatandaşlığını kaybettirme
MADDE 29 – (1) Aşağıda belirtilen eylemlerde bulundukları resmi makamlarca tespit edilen kişilerin
Türk vatandaşlığı Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kaybettirilebilir.
71
Mesela diyelim ki Türkiye’nin şuanda İsrail’le arası çok kötü ve hatta birbirimize
savaş ilan etmişiz. Ama daha kimse ilk bombayı bırakmamış. Ben de öyle bir ekonomistim ki
İsrail beni merkez bankasının başına geçirdi. 1 seneden beri de İsrail Merkez Bankası
başkanıyım. İsrail’in ekonomisini de düzeltip duruyorum. Devlet diyor ki bu bizim
vatandaşımız, bir de İsrail’in merkez bankası başkanlığını yapıyor. İsrail’le zaten aramız kötü.
Bunun üzerine devlet bana haber yolluyor. Eğer o görevi en az 3 ay içinde bırakmazsan,
vatandaşlığını kaybettiririm diye haber yolluyor. Benim en az üç ay için bu işimden ayrılmam
gerekiyor.
b) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde Bakanlar Kurulunun izni
olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler.
Savaş çıkmış. Sen biliyorsun ki görev aldığın ülke ile Türkiye arasında savaş var. Bu
durumda hemen bırakman lazım. Eğer devlet izin verdiyse devam edilebilir. Ama bunun için
tebligat, 3 aylık süre yok. Öğrenildiği anda bırakılması gerekiyor.
c) İzin almaksızın yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar.
Mesela Suriye’ye gittin ve Esad’ın milisi oldun. Paralı askerlik yapıyorsun. Burada ne
izin, ne süre, ne tebligat hiçbir şey yoktur. Direkt senin vatandaşlığını kaybettiriyorlar.
(2) (Ek: 2/1/2017 - KHK-680/75 md.) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302 nci,
309 uncu, 310 uncu, 311 inci, 312 nci, 313 üncü, 314 üncü ve 315 inci maddelerinde yazılı suçlar nedeniyle
hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen ve yabancı ülkede bulunması nedeniyle kendisine ulaşılamayan
vatandaşlar, bu durumun soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma aşamasında mahkeme
tarafından öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde vatandaşlıklarının kaybettirilmesi amacıyla Bakanlığa
bildirilir. Bakanlıkça Resmî Gazetede yapılan yurda dön ilanına rağmen üç ay içinde yurda dönmemeleri
halinde, bu kişilerin Türk vatandaşlıkları Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla kaybettirilebilir.
Türk vatandaşlığını kazanma kararı, kişinin yalan beyanı veya vatandaşlığı kazanmaya
esas teşkil eden önemli hususları gizlemesi sonucunda verilmişse bu karar kararı veren
makam tarafından iptal edilir.
İptal kararı sonucu vatandaşlığı kaybeden kişinin çocukları veya eşi bu kişiye bağlı
olarak vatandaşlık kazanmışsa bunların da vatandaşlıkları iptal edilir.
Örneğin cepte çocuk olarak çocuğu kazanmışsa onun da vatandaşlığı iptal edilir.
Çünkü burada kişiye bağlı olarak bir vatandaşlık verilmesi söz konusudur.
İptal kararı ile birlikte varsa Türkiye’deki mallarının tasfiyesine de karar verilir.
72
Malların tasfiyesi
MADDE 33 – (1) Vatandaşlığı iptal edilenler hakkında 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı Yabancıların
Türkiye'de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Bunlardan mallarının tasfiyesi gerekli
görülen hallerde bu husus iptal kararında belirtilir. Bu kişiler en geç bir yıl içinde Türkiye'deki mallarını tasfiye
etmek zorundadır. Aksi halde, malları Hazinece satılarak bedelleri nam ve hesaplarına kamu haznedarlığı
sistemine dahil bir kamu bankasına yatırılır.
(2) Bu kişiler iptal kararı aleyhine yargı yoluna başvurdukları takdirde malların tasfiyesi dava sonuna
bırakılır.
İptal kararının iptali için dava açarsanız tedbir talep edebilirsiniz. Bu şekilde malları
tasfiyesi davanın sonuna kadar durur.
Vatandaş zarara uğraması diye getirilmiştir. Çünkü mallar tasfiye edildikten sonra
kişi hakkında verilen kararın yanlış olduğu sonucuna ulaşılırsa bunun altından kalkmak o
kadar kolay değildir. Malların tasfiyesi bu sebeple dava sonuna kadar durur.
Bu hakkı kullanmaya hakkı olan kişi nereden bellidir? Kanunda bu kişilerin kimler
olduğu tek tek bellidir. Eğer ki talepte bulunan kişi onlardan biriyse o takdirde seçme hakkını
kullanarak Türk vatandaşlığından çıkabilir. Kişinin çıkmak için hakkı varsa, talebin
reddedilmesi mümkün değildir.
Hakkı olan kişiler kimlerdir? Eski çocuklardır. Yani bu çocuklar Türk vatandaşlığını
kazandıklarında bilinçleri yoktur. Bilinçlendikten sonra gitmek istemeleri söz konusu olabilir.
Türk vatandaşlığının seçme hakkı ile kaybı
MADDE 34 – (1) Aşağıda durumları belirtilenler, ergin olmalarından itibaren üç yıl içinde Türk
vatandaşlığından ayrılabilirler.
Bu bir önceki kanunda 1 yıldı ve bu 1 yıl çok az bir süreydi. Biliyorsunuz seçme
hakkıyla Türk vatandaşlığını kazanma da 3 yıldır. Bu da eskiden 1 yıldı. Sürenin arttırılması
gayet doğru bir karardır.
a) Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle doğumla Türk vatandaşı olanlardan yabancı ana veya
babanın vatandaşlığını doğumla veya sonradan kazananlar.
Yani bu kişiler anası veya babası Türk vatandaşı olduğu için doğumla Türk
vatandaşlığını kazanıyorlar. Ama bu esnada yabancı ana veya babanın yabancı devlet
73
vatandaşlığını kazanamıyorlar. Ama sonradan yabancı vatandaşlığı kazanıyor ve çifte
vatandaşlığa geçiyor. Geçtikten sonra birden uyanıyor ve diyor ki ‘’Türk vatandaşı olmak
istemiyorum.’’ Bu sebeple seçme hakkıyla çıkmak istiyor. Bunu da reşit olmasından itibaren
3 yıl içinde yapabilir. 3 yıl tamamlandıktan sonra bu hak kullanılmak isterse idare, dur
bakalım nereye gidiyorsun diyebilir. 3 yıl geçtiği için idare artık kişiyi isterse çıkarır
istemezse çıkarmaz. Üç yılı 1 gün geçtiği andan itibaren idarenin takdir hakkı başlar.
Ama üç yıl içinde idarenin takdir hakkı yoktur. Talep edeni çıkarmak zorundadır.
Çıkma izni alarak da Türk vatandaşlığını kaybetme yolu vardı. Burada idarenin takdir
yetkisi vardır. Bunu anlatırken de demiştik ki çıkma iznini kullanan kişinin askerlik sorunu
yoksa, devletle, maliyeyle derdi yoksa, aranmıyorsa, cezai herhangi bir şey yapmadıysa yani
kaçıp gitmiyorsa Türk devleti adamı zorla tutmaz. Muhakkak çıkma izni verir demiştik.
Burada da üç yıl bir gün oldu. O zaman bakılacak. Örneğin erkek olanlar askerlik yapmamış
olabilir. Askerliğini yapmadan hiçbir yere gidemezsin diyebilir idare.
b) Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle Türk vatandaşı olanlardan doğum yeri esasına göre
yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar.
Yani bu kişiler ABD’de doğmuşlar. Ana ya da babaları Türk. Mesela annesi Fransız,
babası Türk. ABD’de Miami’de doğmuş olsun. Doğum yerine göre ABD vatandaşı,
anasından dolayı Fransız vatandaşı ve babasından dolayı Türk vatandaşı. 18 yaşına geldikten
sonra bir kez bile gitmedim, TC vatandaşlığını istemiyorum diyerek Türk vatandaşlığından
ayrılabilir.
c) Evlat edinilme yoluyla Türk vatandaşlığını kazananlar.
Evlat edinme yoluyla vatandaşlığın kazanılması tam bir yetkili makam kararıyla
vatandaşlığın kazanılması şekliydi. Bu kişi evlat edinildi ve evlat edinmesi yetmedi bir de
vatandaş yaptı. Evlat edinilen kişi 18 yaşını geçtikten sonra Türk vatandaşlığını istemiyorum
diyebilir.
ç) Doğum yeri esasına göre Türk vatandaşı oldukları halde, sonradan yabancı ana veya babasının
vatandaşlığını kazananlar.
Bir tane Fransız kadın vardı. Fransız kocasından da bir oğlu vardı. Sonra aşık oldu
gelip Türk vatandaşı ile evlendi. Evlenme yoluyla Türk vatandaşlığını kazandı. Velayeti
74
altındaki Fransız babadan olma Fransız çocuk da anayla beraber Türk vatandaşı oldu. Bu
çocuk sonradan ‘’Bana mı sordunuz Türk vatandaşlığına geçirirken. Üvey babamı da
sevmiyorum, Türkiye’yi de sevmiyorum. Ben babamın yanına gidiyorum.’’ Diyerek Türk
vatandaşlığından çıkmak istediğinde çıkabilir.
(2) Yukarıdaki hükümler gereğince vatandaşlığın kaybı ilgiliyi vatansız kılacak ise seçme hakkı
kullanılamaz.
75
III. BÖLÜM: YABANCILAR HUKUKU
Yabancılar hukuku, yabancıların hak ve özgürlüklerini düzenleyen bir alandır.
Yabancılar hukuku oldukça dağınık mevzuata sahip bir alandır. Yabancılar hukuku,
vatandaşlık hukuku alanına kıyasla dağınık bir mevzuat olup konu itibariyle de çok daha
kapsamlıdır.
Öncelikle yabancı kimdir, buradan başlayalım. Bizim bir devletin vatandaşlığına sahip
olmayan kişi yabancıdır, dememiz yeterli olacaktır.
Yabancı tanımının içerisinde pek çok farklı kategori söz konusu olabilir. Ancak biz
yabancı kavramını birkaç farklı kategoriye ayırabiliriz. Mesela yabancı; bir devletin vatandaşı
olabilir, birden fazla devletin vatandaşı da olabilir ancak hiçbir devletin vatandaşı da
olmayabilir. Yahut göçmen statüsünde olabilir, vatansız da olabilir. Bunun dışında az önce
bahsettiğimiz mülteci gibi diğer uluslararası koruma statülerinden faydalanan yabancı da
olabilir. Yine azınlıklar bir kavram olarak karşımıza çıkabilir.
Vatansızlar:
İlk kategorimiz vatansızlardır. Vatansız; hiçbir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı
olmayan kişidir. Vatansız kişiler, bir devlete veya birden fazla vatandaşlık bağı ile bağlı olan
kişilere kıyasla daha dezavantajlı durumdalar.
Ayrıca biz yine bu kişilere yabancılara mahsus damgalı pasaport denilen bir pasaport
veriliyor. Çünkü pasaport alabilecekleri bir devlet olmadığından giriş çıkışlarının
sağlanabilmesi için böyle bir pasaport düzenlenmektedir.
76
Vatansız kişiler, kamu düzenini, güvenliğini ciddi anlamda tehdit edecek bir tehlike
arz etmedikleri sürece sınırdışı da edilemezler.
Göçmenler:
Göçmeleri, mültecilerden ayırıyoruz. Göçmenlerde de bir yer değiştirme söz
konusudur. Yani kendi bulundukları yerden, vatandaşı olduğu ülkeyi terk edip başka bir
ülkeye gitmek söz konusudur. Ancak burada sebepler çok daha çeşitlidir; ekonomik, siyasi
veya dini sebeplerle vatandaşı olduğu ülkeden ayrılıp yerleşmek maksadıyla başka bir ülkeye
giden kişiyi anlıyoruz. Mültecilikle bunu karıştırmayalım. Mültecilikte biraz canını kurtarma
söz konusudur. Bir zorunlulukla başka bir ülkeye kendini atma durumu söz konusudur yani
yerleşme niyeti gibi bir durum söz konusu değildir.
Göçmenlik durumu bizim hukukumuzda biraz daha dar anlamda kabul edilmiştir.
Bizim İskan Kanunumuzda göçmenlik düzenlenmiştir ve buraya baktığımızda göçmenlik
durumunun çok daha dar bir alana hapsedilmiş olduğunu görüyoruz. İskan Kanunu şunu
diyor; Türk soyundan Türk kültürüne bağlı olup yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu
olarak Türkiye’ye gelen ve İskan Kanunu’na göre kabul edilen kişiler göçmen olarak kabul
olunanlardır.
Demek ki yerleşmek amacıyla gelen her kişi göçmen olarak kabul edilmiyor. Devletler
çeşitli menfaatlerle, sebeplerle, değişebilecek olan politikalara göre göçmenliği çok daha
geniş yahut dar kategoride kabul etmiş olabilirler. İskan Kanunu’ndaki kabul gerçekten sınırlı
bir alanda olup soy esasını gözetmektedir. Buna kim karar veriyor? İlgili bakanlıkların teklifi
ve Dış işleri Bakanlığı’nın teklifiyle Bakanlar Kurulu kimin Türk soyundan olduğu ve Türk
kültürüne bağlı olduğuna karar verir.
Bir kişiyi göçmen olarak kabul ettiğinizde ona vatandaşlığa girme imkanı tanımış
oluyorsunuz. Bu konuya şimdilik girmeyelim ancak şu kadarını söyleyelim, vatandaşlık
kazanma bakımından göçmenlere ayrıcalıklı bir durum yaratmış oluyorsunuz.
77
Türk Vatandaşlığı Kanunu m.28’de düzenlenmiş olan kişiler
Bu kişiler; doğumla Türk vatandaşı olup yani doğdukları andan itibaren Türk
vatandaşlığını kazanmış olup da sonradan izinle Türk vatandaşlığından çıkan başka bir
devletin vatandaşlığını kazanan kişiler ve bu kişilerin üçüncü dereceye kadar olan
altsoylarıdır. Ben Türk vatandaşıyım ancak özel bir izinle Türk vatandaşlığından çıksam bir
yabancı olacağım artık, ancak herhangi bir yabancı olmayıp Türk Vatandaşlığı Kanunu
m.28’e uyan bir yabancı olacağım ve bazı haklardan istifade edeceğim. Ne gibi haklardan
istifade edeceğim? Belirli sınırlamalar haricinde –kamu düzeni ve milli güvenlik- Türk
vatandaşlarının faydalandığı haklardan aynen yararlanmaya devam edeceğim. Çok ayrıcalıklı
bir statüden bahsediyoruz. Bazı ülkeler çifte vatandaşlığı kabul etmiyorlar. O yüzden
mecburen kişiler Türk vatandaşlığından çıkmak zorunda kalıyorlar, onlara sanki çıkmamışlar
gibi muamele edilmesini sağlanıyor.
Azınlıklar
Azınlıklar asla yabancı değillerdir. Azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti devleti
vatandaşlarıdır. Neden ayrıcalıklı bahsedilmiş olabilir? Bunların Lozan Anlaşması ile statüleri
ayrıca düzenlenmiştir. Yabancı kategorisi altında değil ama kimi özellikleri bakımından
ülkede yaşayan diğer çoğunluğa göre ayrı bağlara sahip olan kişilerdir.
Kuruluş yeri teorisine göre bir tüzel kişilik nerede kurulursa, hangi devletin ülkesinde
kurulursa o devletin tabiiyetinde sayılmalıdır.
Bu teori, tüzel kişinin nereden idare edildiğini merkezi neresiyse buna göre
tabiiyetinin belirleneceğini ifade eder. Merkezi hangi ülkedeyse tüzel kişilik o devletin
tabiiyetinde sayılmalıdır.
3- Kontrol Teorisi
Kontrol teorisinde merkezin nerede kurulduğunun bir önemi yoktur. Bundan bağımsız
olarak başka şeylere bakıyor, perdeyi biraz aralıyoruz. Tüzel kişinin hissedarlarına,
sermayedarlarına, ortaklarına, kurucularının vatandaşlığına, sermayesinin nereden geldiğine
vs. bakıyoruz. Bütün bunları kontrol teorisi çatısı altında toplayabiliriz.
Dolayısıyla tek bir kriter yoktur ancak bizim hukukumuzda temel olarak merkez
yerinin ağırlıklı olarak kabul edilmiş olduğunu kuruluş yerinden de kimi kaynaklarda söz
78
edildiğini görüyoruz. Merkezi Türkiye’de olan tüzel kişiler Türk tüzel kişisi olarak kabul
ediliyor.
Kontrol teorisi bizde prensip olarak kabul edilmiyor. Yani Türkiye’de tamamen
yabancıların kurduğu bir ticari şirket veya dernek yahut vakıf söz konusu olabilir. Tamamen
yabancı sermaye ile kurulmuş bir tüzel kişilik söz konusu olabilir. Bu, bir tüzel kişiliğin Türk
tüzel kişilik sayılmasına engel teşkil etmiyor. Dolayısıyla tüm kurucuları, üyeleri vs. yabancı
da olsa merkezi Türkiye’de bulunan bir tüzel kişilik Türk tüzel kişisi olarak kabul edilecektir.
Yani kontrol teorisinin bizim hukukumuzda etkisi yoktur. Kontrol teorisine sadece açık olarak
belirtildiği yerlerde kısmen bir etki tanındığını görüyoruz. Bu, o tüzel kişiyi Türk tüzel kişisi
olmaktan çıkarmıyor ancak yapılan muameleyi farklılaştırabiliyor.
1- Eşitlik esası
2- Karşılıklı muamele (mütekabiliyet) esası
3- Misilleme (mukabele bilmisil) esası
4- En çok gözetilen ulus (en ziyade müsaadeye mazhar millet) esası
5- Kazanılmış haklara saygı esası
- EŞİTLİK ESASI
Eşitlik esasında yabancı ile vatandaşın eşitliğini anlıyoruz. Öncelikle belirtelim ki bu
saydığımızın esasların bütün yabancılar hukukunun hepsinde etkili olan, sınırlaması olmayan
ve mutlak anlamda uygulanan esaslar değiller. Bunlar belirli ölçüde yabancılar hukuku
düzenlemelerine etki ediyorlar. Bu esaslardan devletler kendi uhdesinde yabancıların tabi
olacağı rejimi kendisi belirliyor. Tabi uluslararası hukuktan kaynaklanan birtakım sınırlamalar
olabiliyor.
Eşitlik derken yine mutlak bir eşitlikten elbette söz etmiyoruz. Zira mutlak bir eşitlik
olsa yabancı ve vatandaş ayrımının yapılmasına gerek kalmazdı. Bu esası Anayasa’da
görüyoruz. Ancak tabi temel hak ve özgürlüklerin çeşitli gerekçelerle sınırlanabileceğine dair
hükümler de görüyoruz. Mesela yabancılar için m.16 ayrıca düzenlenmiştir.
V. Yabancıların durumu
MADDE 16 – Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla
sınırlanabilir.
Bunları dikkate alması gereken devlet yabancıların temel hak ve özgürlüklerini
sınırlarken mutlak olarak serbest değildir. (Milletlerarası anlaşmalar, örf-adet hukuku vs.)
- MÜTEKABİLİYET ESASI
Bir devletin yabancıya tanıdığı bir hakta o yabancının tabi olduğu devletin diğer
devletin vatandaşlarına da aynı hakkı verip vermediği dikkate alınır. Yani bir hakkın
79
karşılıklılık şartına bağlanması bu anlama geliyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti yabancıya bir
hakkın tanınmasında karşılıklılık şartına bağlı olarak tanımışsa bu şu anlama geliyor; ben o
yabancıya Türkiye’de o hakkı tanımak için acaba o yabancının tabi olduğu devlet de Türk
vatandaşına kendi ülkesinde aynı hakkı tanıyor mu, bakarım.
Bu esas da tıpkı eşitlik gibi yabancıların istifade edeceği her hak bakımından söz
konusu değildir. Ancak açık olarak bir hakkın tanınması karşılıklılığa bağlanmışsa
karşılıklılık etki gösterir. Yoksa yabancıların Türkiye’de istifade edebileceği birçok hak
mütekabiliyete bağlı değildir. Özel olarak ilgili düzenlemede mütekabiliyet şartına bağlanan
bir hak bakımından o yabancıya hakkı tanıyıp tanımamakta mütekabiliyeti ararız.
- Kanuni karşılıklılık
- Akdi karşılıklılık
- Fiili karşılıklılık
- MİSİLLEME ESASI
Yabancı devletin kendi ülkesinde Türk vatandaşlarının haklarını ihlal eden olağanüstü
düzenlemeler yapmasına aynı misliyle karşılık verme anlamına geliyor.
80
vatandaşlarına tanımasını arıyoruz. Yani hakkın tanınmasını mütekabiliyet şartına
bağladığımızda yabancı devletin Türk vatandaşına o hakkı tanıyıp tanımadığına bakıyoruz.
Misillemede ise yabancı ülkede Türk vatandaşlarının sahip olduğu haklara el konulması,
olağanüstü birtakım idari işlem ve tedbirlerle o hakkın ihlal edilmesi söz konusu olduğunda
buna karşı işlem yapma hakkını ifade ediyor.
82
Kişi; 90 güne kadar kalacaksa Türkiye’ye girişte vize alması gerekiyor.
Vize, Türk konsolosları tarafından veriliyor. Kişinin vize alması için buralara
başvurması gerekiyor. Başvurudan sonra bu işlemin 90 gün içinde nihayete erdirilmesi
gerekiyor. Kişi vatandaşı olduğu ülkedeki veya umumi bir konsolosa giriş amacını belirtecek
şekilde başvuracaktır.
Vize bir süreye tabi olarak veriliyor, maksimum 5 yıllık süre için vize verilmesi söz
konusudur. Ama vize ancak 180 günlük bir dilim içinde en fazla 90 günlük bir kalış hakkı
sağlıyor. Bu düzenlemenin getirilmesinin sebebi suiistimallerin engellenmesidir.
Bir kişiye vize verilmiş olması, o kişinin Türkiye’ye girişi için bir mutlak hak
sağlamaz. Vize konusunda Bakanlar Kurulu’na oldukça geniş bir yetkinin verilmiş olduğunu
görüyoruz. YUKK’un ilgili maddesinde vize alma imkanının sınırlandırılması, ilave şartlar
getirme, muafiyet getirme, vize kolaylıkları sağlama gibi birçok alanda Bakanlar Kurulu’na
yetki verilmiştir. Buna istinaden de Bakanlar Kurulu’nun birçok ülkeye –yüzü aşkın ülke
vatandaşı- özel bir vize kolaylığı sağladığını, giriş kapılarında verilen kaşe vize olarak
adlandırılan bir kolaylık getirmiş olduğunu görüyoruz.
Aynı şekilde ticari veya turistik amaçlarla gelen kimi devlet vatandaşları bakımından
da elektronik vize verilmesi gibi bir kolaylık sağlanmış olduğunu söyleyebiliriz.
İstisnai sınır vizesi diyebileceğimiz bir vize türü vardır. Bu da bir tür vize kolaylığıdır.
Vizesiz bir şekilde sınır kapılarına gelmiş olan ve istisnai bazı durumlar içinde bulunan kişiler
bakımından süresinde Türkiye’den ayrılacağını belgeleyen kişilere sınırda valilikler
tarafından verilen bir tür vizedir.
Burada dikkat edilecek olursa vizeyi veren makam konsolos değil valiliktir. Bu vize en
çok 15 gün kalma hakkı sağlıyor. Hastalık, mücbir sebep veya kişi ülkesinde Türk
konsolosluğu bulunmadığından başvuramamış olabilir.
Havalimanı transit vizeleri Türkiye’den transit geçecek olan kişilere veriliyor.
Prensip kişinin, ülkeye girişte vize almasıdır. Ama muafiyet de söz konusu olabilir.
Belirli kategorideki kişiler idarenin takdirine bağlı olmaksızın vize muafiyeti kapsamındaki
kişiler kapsamındaki kişiler olarak kabul edilmiştir. YUKK m.13’te bunlar sayılmıştır.
Milletlerarası sözleşme hükümlerine göre kendilerine vize muafiyeti getirilen kişiler.
Bakanlar Kurulu’nun vize muafiyeti kapsamında olduğuna karar verdiği devletlerin
vatandaşları
Kişinin geçerli çalışma izni veya ikamet izninin olması veya çalışma izninden
muafiyet veya ikamet izninden muafiyet belgesine sahip olanlar; yani siz Türkiye’de
ikamet belgesine sahip durumda olan bir yabancıysanız Türkiye’ye girişte ayrıca vize
almanız gerekmeyecektir.
Yabancılara mahsus damgalı pasaport sahibi olan kişiler.
Türk Vatandaşlığı Kanununun 28. maddesi kapsamındaki kişiler. Doğumla Türk
vatandaşı olup da izinle Türk vatandaşlığından çıkan kişilerdir. Mavi kart sahibi
kişilerdir. Türk vatandaşlarının sahip olduğu haklardan kimi sınırlamalarla aynen
yararlanmaya devam eden kişilerdir.
Seyahat belgesi sahipleri.
83
İskan Kanunu’na göre göçmen belgesi sahibi olan kişiler.
Vatansız kişi kimlik belgesi sahipleri
Uluslararası koruma başvuru sahibi veya statü sahibi kişiler.
Geçici korumadan faydalanan kişiler.
Bazen de idarenin takdirine bağlı olarak vize aranmayan kişiler de vardır. Kanun
bunları da m.14’te saymıştır.
o Kişi mücbir sebeplerle Türkiye’deki hava veya deniz limanlarını kullanmak zorunda
kalmış olup da bu liman şehirlerine çıkmış ise bu kişilerde vize takdiri olarak
aranmayacaktır.
o Deniz limanları ve bu civarda gezecek turizm amaçlı gelen kişilerden 72 saate kadar
sürelik kalacak kişiler.
Kimlere vize verilmeyecektir? Yani vize verilmesi için belirli şartların yerine
getirilmesi gerekiyor. Eğer vize verilmeyecek kişilerden sayıldıysanız bu, sizin
konsolosluktan vize almanıza engel olacak bir durumdur.
Türkiye’ye girişi yasaklı olan kişiler
Vize başvurusunda talep edilen vize süresini en az 60 gün şekilde aşacak bir pasaport
veya pasaport benzeri belgenin olması gerekiyor. 1 yıllık süreli bir vize talep
ediyorsanız onu en az 60 gün aşacak geçerlilik süresine tabi bir pasaportunuzun olması
gerekir. Eğer pasaportunuzun geçerlilik süresi vize sürenizden daha kısaysa size vize
verilmeyecektir.
Kamu düzeni ve güvenliği bakımından tehlike eden kişiler
Kamu sağlığını tehdit eden bir hastalığa sahip olanlar
Kalınacak süre için geçerli bir sigortaya sahip olmayanlar
Kalış amacını haklı bir nedene dayandırmayan kişiler
Kalışını maddi olarak karşılayamayacak kişiler
Türkiye Cumhuriyeti devletinin taraf olduğu anlaşmalara göre suçluların iadesi
anlaşmaları uyarınca sanık veya hükümlü olan kişiler
Daha önce Türkiye’ye giriş veya Türkiye’de ikamet kurallarını ihlal ettikleri için
cezaya çarptırılmış olup bu ceza bedelini ödemeyen kişiler
Bütün bu şartlara rağmen yine de vize verilmesinde yarar görülen kişiler
Verilen vizenin kimi durumlarda iptali söz konusu olabilir. M.17’de vize verilmiş
olmasına rağmen verilmiş vizenin iptal edilebildiğini görüyoruz.
Vize başvurusunda sahte bilgi, belge verdiği tespit edilen kişiler
Vize verilmiş olup da girişi sonradan yasaklanan kişiler
Vize verilmiş olup da kamu güvenliği ve düzenini tehdit ettiği sonradan anlaşılan kişiler
Vize amacı dışında kullanan kişiler
YUKK m.9
Girişin engellenmesi ki bu sınır kapılarında söz konusu oluyor, m.9 kapsamında
düzenlenmiştir. Belirli şartlarla yabancıların Türkiye’ye girişi yasaklanabiliyor.
Türkiye’ye giriş yasağı
MADDE 9 – (1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak,
Türkiye dışında olup da kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde
sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.
(2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler
tarafından yasaklanır.
(3) Türkiye’ye giriş yasağının süresi en fazla beş yıldır. Ancak, kamu düzeni veya kamu güvenliği
açısından ciddi tehdit bulunması hâlinde bu süre Genel Müdürlükçe en fazla on yıl daha artırılabilir.
(4) Vize veya ikamet izni süresi sona eren ve bu durumları yetkili makamlarca tespit edilmeden önce
Türkiye dışına çıkmak için valiliklere başvuruda bulunup hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıların
Türkiye’ye giriş yasağı süresi bir yılı geçemez.
(5) 56 ncı madde uyarınca Türkiye’yi terke davet edilenlerden, süresi içinde ülkeyi terk edenler
hakkında giriş yasağı kararı alınmayabilir.
(6) Genel Müdürlük, giriş yasağını kaldırabilir veya giriş yasağı saklı kalmak kaydıyla yabancının
belirli bir süre için Türkiye’ye girişine izin verebilir.
(7) Kamu düzeni veya kamu güvenliği sebebiyle bazı yabancıların ülkeye kabulü Genel Müdürlükçe ön
izin şartına bağlanabilir.
Eğer vize süresi veya vize muafiyet süresini aşacak şekilde veya 90 günden fazla
Türkiye’de kalacak olan kişinin ikamet izni alması gerekir. Bunun usulü, türlerinden
bahsedeceğiz. Ama yabancının Türkiye’de ikameti konusunda kanunların getirdiği birtakım
düzenlemeler söz konusudur. Kanuni sınırlamalara baktığımızda mevzuat olarak iki kanunla
karşılaşıyoruz;
1- Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Hakkında Kanun
2- Köy Kanunu
Askeri bölgeler ve güvenlik bölgeleri konumundan dolayı özel öneme sahip olup
rejime tabi tutulmuştur. Yabancıların buralarda oturmaları veya başka hakları bakımından da
katı bir rejimin olduğunu görüyoruz.
85
Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu bölgeleri, 1. derece ve 2. derece
askeri yasak bölgeler olarak ayırmıştır.
1. derece askeri yasak bölgeler, bir askeri tesisin bulunduğu ve bunun çevresinde
belirli bir uzaklığa kadar olan alanı kapsıyor. Buralara zaten prensip olarak görevlilerin
girmesi mümkündür. Yabancılar ancak geçici olarak girmeleri mümkündür. Yabancıların
geçici olarak girmesi veya geçici olarak belirli bir süre kalması Genelkurmay Başkanlığı’nın
iznine tabidir, bu konuda kanun çok katıdır.
2. derece askeri yasak bölgeler de 1. derece askeri yasak bölgelerin bittiği yerden
itibaren başlayıp belirli bir alana kadar yayılan, onu çevreleyen bölge veya bir başka stratejik
önemi dolayısıyla ilan edilmiş yerlerdir. 2. derece askeri yasak bölgelerde biraz daha esnek bir
rejim vardır. Yabancılar buraya girebilir, oturabilir, çalışabilir ama bütün bunları izinle
yapabilirler. Eğer bir resmi sıfatı haiz görevli bir yabancı söz konusuysa Genelkurmay
Başkanlığı’ndan izin alması gerekir, sivil bir yabancıysa valiliklerin izni gerekecektir.
Bunun dışında bir sınırlama da söz konusudur. Yabancı kişilerin –ister gerçek ister
tüzel kişi- taşınmaz kiralamaları da ayrıca izne tabi tutulmuştur. Yabancı kişilerin zaten 1.
derece yasak bölgelerde taşınmaz kiralamaları mümkün değildir ama 2. derece yasak
bölgelerde taşınmaz kiralamaları ayrıca bir izne tabi tutulacaktır. Genelkurmay Başkanlığı’nın
uygun görmesi üzerine İçişleri Bakanlığı’nın karar vermesi gerekecektir.
İkinci mevzuatımız da Köy Kanunu’dur. Köy Kanunu’na baktığımızda yabancıların
köylerde ikametinin İçişleri Bakanlığı’nın iznine tabi odluğunu görüyoruz.
Kanuni çerçevede böyle sınırlamalar söz konusudur. Bunun dışında konunun
başlangıcında dediğimiz gibi yabancıların vize süresini aşacak şekilde Türkiye’de kalmaları
bir ikamet izni almalarına bağlıdır. Muafiyet hallerini de kanun düzenlemiştir. Belirli
özelliklere sahip kişiler ikamet izninden muaf olmak üzere Türkiye’de kalabiliyorlar. Bundan
da ayrıca bahsedeceğiz.
Türkiye’de ikamet izni alan kişinin bu izni 6 ay içinde kullanması gerekiyor. Ülkeye
girdikten sonra da 20 günlük süre içinde de kendisini adres kayıt sistemine kaydettirmesi
gerekiyor.
İkamet izninin alınması için kişi nasıl ve nereye başvuracaktır?
İkamet izni başvurusu
MADDE 21 – (1) İkamet izni başvurusu, yabancının vatandaşı olduğu veya yasal olarak bulunduğu
ülkedeki konsolosluklara yapılır.
(2) İkamet izni için başvuracak yabancılarda, talep ettikleri ikamet izni süresinden altmış gün daha
uzun süreli pasaport ya da pasaport yerine geçen belgeye sahip olmaları şartı aranır.
(3) Başvuru için gerekli olan bilgi ve belgeler eksik ise, başvurunun değerlendirilmesi eksiklikler
tamamlanıncaya kadar ertelenebilir. Eksik olan bilgi ve belgeler ilgiliye bildirilir.
(4) Konsolosluklar, ikamet izni başvurularını görüşleriyle birlikte Genel Müdürlüğe iletir. Genel
Müdürlük, gerekli gördüğünde ilgili kurumların görüşlerini de alarak başvuruları sonuçlandırdıktan sonra,
ikamet izninin düzenlenmesi ya da başvurunun reddedilmesi için konsolosluğa bilgi verir.
(5) Başvurular, en geç doksan gün içinde sonuçlandırılır.
(6) İkamet izni başvurusunun reddine ilişkin işlemler ilgiliye tebliğ edilir.
(7) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) İkamet izni başvuruları yetkili aracı kurum tarafından da yapılabilir.
86
İkamet İzni Türleri
Kanunda 6 tane ikamet izni türü belirlenmiştir. Her bir ikamet izni türünün kendine
göre farklı farklı şartları vardır. Hepsi bakımından ortak şart; kişinin talep ettiği ikamet
süresinden 60 gün daha fazla geçerliliği olan bir pasaport veya pasaport benzeri belgeye sahip
olması gerekir. Eğer 1 yıllık bir başvuru var ve pasaportun süresi de 1 yıllıksa, bu durumda
talepten daha az bir süreyle ikamet izni verilir. Maksimum pasaport süresi olan 1 yıldan 60
gün daha az süreyle ikamet izni verilmesi söz konusu olacaktır.
Prensibimiz kişinin Türkiye’ye gelmeden ikamet iznini alması ve onunla Türkiye’ye
gelmesidir. Kişinin geçerli ikamet izni varsa vize almasına gerek yoktur. Prensip yurt dışından
başvuru almak iken bazı hallerde ülke içinden de ikamet izni alınabilir. Yurt içinden başvuru,
valiliklere yapılır. m.22’de hangi hallerde ikamet izni başvurusunun yurt içinden
yapılabileceğini belirtilmiştir.
Türkiye içinden yapılabilecek ikamet izni başvuruları
MADDE 22 – (1) İkamet izni başvuruları, aşağıdaki hâllerde istisnai olarak valiliklere de yapılabilir:
a) Adli veya idari makamların kararlarında veya taleplerinde
b) Yabancının Türkiye’den ayrılmasının makul veya mümkün olmadığı durumlarda
c) Uzun dönem ikamet izinlerinde
ç) Öğrenci ikamet izinlerinde
d) İnsani ikamet izinlerinde
e) İnsan ticareti mağduru ikamet izinlerinde
f) Aile ikamet izninden kısa dönem ikamet iznine geçişlerde
g) Türkiye’de ikamet izni bulunan anne veya babanın Türkiye’de doğan çocukları için yapacağı
başvurularda
ğ) Geçerli ikamet izninin verilmesine esas olan gerekçenin sona ermesi veya değişikliğe uğramasından
dolayı yeni kalış amacına uygun ikamet izni almak üzere yapılacak başvurularda
h) 20 nci maddenin ikinci fıkrası kapsamında yapılacak ikamet izni başvurularında
ı) Türkiye’de yükseköğrenimini tamamlayanların, kısa dönem ikamet iznine geçişlerinde
87
ç) Türkiye’de görevli diplomasi ve konsolosluk memurlarının ailelerinden Dışişleri Bakanlığınca
bildirilenler
d) Uluslararası kuruluşların Türkiye’deki temsilciliklerinde çalışan ve statüleri anlaşmalarla
belirlenmiş olanlar
e) Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu anlaşmalarla ikamet izninden muaf tutulanlar.
f) 5901 sayılı Kanunun 28 inci maddesi kapsamında olanlar
g) 69 uncu maddenin yedinci fıkrası ile 76 ncı ve 83 üncü maddelerin birinci fıkraları kapsamında belge
sahibi olanlar
(2) Birinci fıkranın (c), (ç), (d) ve (e) bentlerinde belirtilen yabancılara, şekil ve içeriği Bakanlık ve
Dışişleri Bakanlığınca birlikte belirlenen belge tanzim edilir. Bu yabancılar, ikamet izninden muafiyet sağlayan
durumları sona erdikten sonra da Türkiye’de kalmaya devam edeceklerse, en geç on gün içinde ikamet izni
almak üzere valiliklere başvurmakla yükümlüdür.
Spesifik bir durumdan kısaca bahsedelim. Eğer kişi Türkiye’de zorunlu olarak
bulunuyorsa yani kendi iradesi dışında devletin birtakım yaptırımları sebebiyle –tutukluluk,
idari gözetim gibi- bulunuyorsa kişinin ikamet izninin ihlal edildiği anlamına gelmeyecektir.
Kanun bunu özel olarak m.26’da düzenlemiştir.
YUKK’da 6 kategoride ikamet izni türleri düzenlenmiştir.
İkamet izni çeşitleri
MADDE 30 – (1) İkamet izni çeşitleri şunlardır:
a) Kısa dönem ikamet izni
b) Aile ikamet izni
c) Öğrenci ikamet izni
ç) Uzun dönem ikamet izni
d) İnsani ikamet izni
e) İnsan ticareti mağduru ikamet izni
88
(2) (Değişik: 28/7/2016-6735/27 md.) Kısa dönem ikamet izni, birinci fıkranın (j) ve (k) bentleri hariç
olmak üzere, her defasında en fazla ikişer yıllık sürelerle verilebilir.
(3) Birinci fıkranın (h) bendi kapsamında verilen ikamet izinleri en fazla iki defa verilebilir.
(4) Birinci fıkranın (i) bendi kapsamında verilen ikamet izinleri, bir defaya mahsus olmak üzere en fazla
bir yıl süreli verilebilir.
(5) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) Birinci fıkranın (j) ve (k) bentleri kapsamında verilen ikamet izinleri
en fazla beşer yıllık sürelerle verilebilir.
89
muvazaa tespit edilirse aile ikamet izni iptal edilir. Eş için 18 yaş ve birden fazla eş varsa
bunlardan birisi için öngörülüyor.
Şayet destekleyici ölürse, kısa dönem ikamet iznine geçiş imkanı sağlanıyor.
Yine destekleyicinin gerçekten kanunun gereğini yerine getirecek durumda olması
lazım.
Aile ikamet izninin şartları
MADDE 35 – (1) Aile ikamet izni taleplerinde, destekleyicide aşağıdaki şartlar aranır:
a) Toplam geliri asgari ücretten az olmamak üzere, ailedeki fert başına asgari ücretin üçte birinden az
olmayan aylık geliri bulunmak
b) Ailenin nüfusuna göre, genel sağlık ve güvenlik standartlarına uygun barınma şartlarına sahip olmak
ve tüm aile fertlerini kapsayan sağlık sigortası yaptırmış olmak
c) Başvuru tarihi itibarıyla, beş yıl içinde aile düzenine karşı suçlardan herhangi birinden hüküm
giymemiş olduğunu adli sicil kaydıyla belgelemek
ç) Türkiye’de en az bir yıldır ikamet izniyle kalıyor olmak d) Adres kayıt sisteminde kaydı bulunmak
(2) Bilimsel araştırma amaçlı ikamet izni ya da çalışma izni bulunanlar, 5901 sayılı Kanunun 28 inci
maddesi kapsamında olanlar veya Türk vatandaşlarıyla evli olan yabancılar hakkında, birinci fıkranın (ç) bendi
uygulanmaz.
(3) Türkiye’de, destekleyicinin yanında kalmak üzere aile ikamet izni talebinde bulunacak yabancılarda
aşağıdaki şartlar aranır:
a) 34 üncü maddenin birinci fıkrası kapsamında olduğunu gösteren bilgi ve belgeleri ibraz etmek
b) 34 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen kişilerle birlikte yaşadığını veya yaşama niyeti
taşıdığını ortaya koymak
c) Evliliği aile ikamet izni alabilmek amacıyla yapmamış olmak
ç) Eşlerden her biri için on sekiz yaşını doldurmuş olmak
d) 7 nci madde kapsamına girmemek
(4) Türkiye’de bulunan mülteciler ve ikincil koruma statüsü sahiplerinde, bu maddenin birinci
fıkrasında belirtilen şartlar aranmayabilir.
Eğer destekleyici mülteci veya ikincil koruma sahibi söz konusuysa bu imkanları
yerine getiremeyebilir. Bu sebeple bu kişiler bakımından şartlar bir miktar es geçilebilir.
Aile ikamet izni talebinin reddi, iptali veya uzatılmaması
MADDE 36 – (1) Aşağıdaki hâllerde aile ikamet izni verilmez, verilmişse iptal edilir, süresi bitenler
uzatılmaz:
a) 35 inci maddenin birinci ve üçüncü fıkralarında aranan şartların karşılanmaması veya ortadan
kalkması
b) Aile ikamet izni alma şartları ortadan kalktıktan sonra kısa dönem ikamet izni verilmemesi
c) Hakkında geçerli sınır dışı etme veya Türkiye’ye giriş yasağı kararı bulunması
ç) Aile ikamet izninin, veriliş amacı dışında kullanıldığının belirlenmesi
d) (Mülga: 28/7/2016-6735/27 md.)
(2) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) İkamet izninin yurt dışında kalış süresi bakımından iptaline ilişkin
usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.
90
(2) Bakımı ve masrafları gerçek veya tüzel kişi tarafından üstlenilen ilk ve orta derecede öğrenim
görecek yabancılara, velilerinin veya yasal temsilcilerinin muvafakatiyle öğrenimleri süresince birer yıllık
sürelerle öğrenci ikamet izni verilebilir ve uzatılabilir.
(3) Öğrenci ikamet izni, öğrencinin anne ve babası ile diğer yakınlarına, ikamet izni alma konusunda
hiçbir hak sağlamaz.
(4) Öğrenim süresi bir yıldan kısa ise öğrenci ikamet izni süresi öğrenim süresini aşamaz.
(5) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) Kamu kurum ve kuruluşları aracılığıyla gelerek Türkiye’de öğrenim
görecek yabancılara, öğrenim süresince ikamet izni verilebilir.
Uzun dönem ikamet izni Türkiye’de kesintisiz olarak 8 yıl boyunca ikamet etmiş olan
kişilere veriliyor.
Uzun dönem ikamet izninin şartları
MADDE 43 – (1) Uzun dönem ikamet iznine geçişte aşağıdaki şartlar aranır:
a) Kesintisiz en az sekiz yıl ikamet izniyle Türkiye’de kalmış olmak
b) Son üç yıl içinde sosyal yardım almamış olmak
c) Kendisi veya varsa ailesinin geçimini sağlayacak yeterli ve düzenli gelir kaynağına sahip olmak
ç) Geçerli sağlık sigortasına sahip olmak
d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından tehdit oluşturmamak
(2) Göç Politikaları Kurulunun belirlediği şartlara sahip olması nedeniyle uzun dönem ikamet izni
verilmesi uygun görülen yabancılar için birinci fıkranın (d) bendi dışındaki şartlar aranmaz.
Prensip Türkiye’de 8 yıl kesintisiz ikamet olmakla birlikte kanunda bir istisna da
öngörülmüştür. Göç Politikaları Kurulu’nun belirlediği koşulları taşıyan yabancılara da
İçişleri Bakanlığı’nın onayıyla uzun dönem ikamet izini verilebilir Burada artık 8 yıllık
kesintisiz ikamet şartına bakılmayacaktır.
Yine kanunda önemli bir sınırlama vardır; eğer kişi, uluslararası korumadan
faydalanan veya geçici korumadan faydalanan kişiyse insani ikamet izni sahibi olan
kişilerdense uzun döneme geçiş imkanı sağlanmamıştır.
Uzun dönem ikamet izni önemlidir. Diğer ikamet izni türlerinden farklı bir yerde
duruyor. Çünkü sağladığı çok önemli haklar vardır. Adeta bunlar için imtiyazlı bir durum
91
oluşturulmuş diyebiliriz. O yüzden uluslararası koruma veya geçici koruma sahiplerinin
kaldığı süreler uzun dönem ikamet izni imkanı sağlamayacaktır.
Uzun dönem ikamet izninin yarattığı imkanlar m.44’te düzenlenmiştir;
Uzun dönem ikamet izninin sağladığı haklar
MADDE 44 – (1) Uzun dönem ikamet izni bulunan yabancılar;
a) Askerlik yapma yükümlülüğü,
b) Seçme ve seçilme,
c) Kamu görevlerine girme,
ç) Muaf olarak araç ithal etme,
ve özel kanunlardaki düzenlemeler hariç, sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı kalmak ve bu
hakların kullanımında ilgili mevzuat hükümlerine tabi olmak şartıyla, Türk vatandaşlarına tanınan haklardan
yararlanırlar.
(2) Birinci fıkradaki haklara kısmen veya tamamen kısıtlamalar getirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Bunların durumu TVK m.28’deki kişilere benziyor. Bizim can alıcı noktamız Türk
vatandaşlarının faydalandığı haklardan faydalanmalarıdır. Ancak tam olarak m.28
kapsamındaki mavi kartlıların durumuyla aynı değillerdir. Bu kişiler bakımından çalışma,
ikamet, taşınmaz edinme gibi konularda Türk vatandaşlarına uygulanan mevzuat
uygulanacaktır ama özel kanunlarda sadece Türk vatandaşlarına hasredilmiş olan haklardan
faydalanamayacaklardır.
Uzun dönem ikamet izninin iptali
MADDE 45 – (1) Uzun dönem ikamet izinleri;
a) Yabancının, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehdit oluşturması,
b) Sağlık, eğitim ve ülkesindeki zorunlu kamu hizmeti dışında bir nedenle kesintisiz bir yıldan fazla
süreyle Türkiye dışında bulunması, hâllerinde iptal edilir.
(2) Birinci fıkranın (b) bendi kapsamında uzun dönem ikamet izni iptal edilen yabancıların, bu izni
tekrar almak üzere yapacakları başvurular ve bunların sonuçlandırılmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle
belirlenir.
92
Diğer ikamet izni türlerinden farklılığı; kişinin talebi olmadan resen verilebiliyor
olmasıdır.
Maddede düzenlenen hallerin bir kısmı sınır dışıyla alakalıdır. Yani öyle bazı
durumlar var ki normalde bir kişi hakkında sınır dışı etme sebepleri olmasına rağmen o kişi
hakkında sınır dışı etme kararı alınamıyor. İşte bu durumların bazılarında kişinin içinde
bulunduğu durum sebebiyle insani ikamet izni verilmesi icap ediyor. Kişi, ülkesinde bulunan
birtakım sebepler sebebiyle iade edildiğinde onur kırıcı davranış ve muamelelere maruz
kalacaksa yahut sağlığı, yaşı, hamilelik durumu veya tedavi durumu gibi hallerde kişiye insani
ikamet izni verilmesi söz konusu oluyor.
m.46 olağanüstü durumlardan da bahsediyor. Burada kapsam çok geniştir. Yani somut
olayın niteliklerine göre kişinin Türkiye’de kalması gerekiyor ama kişinin Türkiye’de kalışını
bir yasal zemine oturtamıyorsanız yani başka bir ikamet izni türüne de dahil edemiyorsanız
böyle bir durumda kişiye insani ikamet izni verilmesi söz konusu olabilir.
93
Kesintisiz İkamet
Türkiye’deki bir ikamet ne zaman kesintiye uğrayacak ne zaman kesintisiz ikamet söz
konusu olacaktır? Kanun yurt dışında bulunulan süreleri dikkate alarak bir düzenleme
yapmıştır.
İkamette kesinti
MADDE 28 – (1) Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasında; zorunlu kamu hizmeti, eğitim ve sağlık
nedenleri hariç, bir yılda toplam altı ayı geçen veya son beş yıl içinde toplam bir yılı aşan Türkiye dışında
kalışlar ikamette kesinti sayılır. İkamet süresinde kesintisi olanların ikamet izni başvurularında veya başka bir
ikamet iznine geçişlerinde, önceki izin süreleri hesaba katılmaz.
(2) Kesintisiz ikamet izin sürelerinin hesaplanmasında, öğrenci ikamet izinlerinin yarısı, diğer ikamet
izinlerinin ise tamamı sayılır.
Eğer bir kişi yıl içerisinde toplamda 6 ayı geçecek şekilde yurtdışında bulunmuşsa;
bunun süreyi keseceği veya son 5 yıl içerisinde 1 yılı geçecek şekilde yurtdışında bulunmuş
ise ikamette kesintinin varlığından bahsedilir. Ancak kişi sağlık sebebiyle veya zorunlu bir
kamu hizmeti sebebiyle yurtdışında bulunursa bu durumlar ikamette kesinti sayılmayacaktır.
İkamette kesinti sayılmasının anlamı şudur, süre tekrar sıfırdan işlemeye başlayacaktır.
Bu bakımdan kesintiye ne zaman uğrayacağı önemlidir.
Öğrencilerin, öğrenci ikamet iznine bağlı olarak Türkiye’de kalışları bakımından bir
farklılık öngörülmüştür. Öğrenci ikamet iznine bağlı olarak kalınan sürenin, ikamet süresinin
hesaplanmasında yarısının dikkate alınabileceğidir. Yani 4 yıllık lisans programına dahil
olarak Türkiye’de öğrenci ikamet izniyle kalan bir öğrencinin 4 yıllık süreli ikamet izni;
ikamet izni süresinin hesabında 2 yıl olarak dikkate alınacaktır.
Türkiye’de ikamet izni ile kalan yabancılar bakımından “yabancılar kütüğü” adı
verilen bir kütük oluşturulması öngörülmüştür. Bu kütüğe 6 aydan daha fazla süreli kalacak
yabancılar kaydedilecek, kendilerine bir yabancı kimlik numarası verilecektir. Yabancı kişiler
yerleşim yerlerinin bulundukları nüfus müdürlüklerinde kendilerini ve kendileriyle ilgili olan
birtakım nüfus olaylarını –doğum, evlenme gibi- nüfus kütüğünün sağlıklı tutulabilmesi için
bildireceklerdir. Yani sadece nüfus kaydı Türkiye’deki Türk vatandaşları için değil ikamet
izniyle kalan yabancılar bakımından da söz konusu olmaktadır. Bunları biliniz.
Burada kişi dokunulmazlığı konusu yabancı ile vatandaş arasındaki farkın ortaya
çıktığı alanlardan bir tanesidir. Sınır dışı etme konusunda böyle bir ayrım vardır. İlk olarak
sınır dışı etme, daha sonra suçluların iadesi ve daha sonra da uluslararası korumadan
bahsedeceğiz.
94
Sınır dışı etme; kişinin ülkenin dışına çıkarılması anlamına geliyor. Devletler bunu
ülkeleri üzerindeki egemenliklerinin bir sonucu olarak kabul etmişlerdir. Sınır dışı etme
müessesesi bugün bütün hukuklarda olan bir müessese olup bizim hukukumuzda da
düzenlenmektedir. Düzenlemelerimize baktığımızda ise bir defa Anayasamız vatandaşın sınır
dışı edilemeyeceğini belirtmiştir. Yabancıların sınır dışı edilmesi konusu da YUKK
hükümlerinde düzenlenmiştir.
Bizim kanunumuzda yabancıların menşe ülkesine, transit gideceği bir ülkeye veya
üçüncü bir devletin ülkesine sınır dışı edilebileceğinden bahsediliyor.
a bendinde TCK m.59’dan bahsediliyor. Bunun dışında 13-14 tane sebebin olduğunu
görüyoruz. Genel olarak bunların Türkiye’deki kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu sağlığı
ile veya Türkiye’ye giriş, Türkiye’de ikamet, Türkiye’de çalışmaya ilişkin kuralların ihlaliyle
alakalı bazen de bazı suçlarla alakalı olduğunu görüyoruz.
m.54’e baktığımız zaman, uluslararası koruma statüsüne sahip olan kişiler bakımından
sınır dışı etme sebeplerinin özel olarak düzenlenmiş olduğunu görüyoruz. 2. fıkra uyarınca
halihazırda uluslararası koruma statüsü sahibi olanların sınır dışı edilebilecekleri söyleniyor
ve bu kişilerin belirli sebeplere dayanarak sınır dışı edilebilecekleri belirtiliyor. Uluslararası
koruma statüsü sahibi olan bir kişi şu 3 şekilde sınır dışı edilebilir;
- Terör örgütü veya çıkar amaçlı suç örgütünün üyesi, yöneticisi, destekleyicisi olma
95
- Kamu güvenliği, kamu sağlığı, kamu düzeni bakımından tehlike teşkil eden bir durumunun
olması.
Uluslararası koruma statüsü sahibi olan kişiler; mülteciler, şartlı mülteciler ve ikincil
koruma sahibi olan kişiler. Demek ki bu kişiler bakımından sadece bu sebeplerle sınır etme
sebepleri olacaktır. Çünkü aslında diğer sınır dışı etme sebeplerine baktığımız zaman ülkeye
giriş şartlarının ihlal edilmesiyle alakalı olduğunu görüyoruz.
Geçici korumadan faydalananlar bakımından açık bir düzenleme söz konusu değildir.
Çünkü uluslararası koruma statüleri 3 tanedir. Geçici koruma ayrı bir koruma türüdür. Bu
konuda bir açık olduğunu söyleyebiliriz. Anayasa Mahkemesi bir kararında geçici korumadan
faydalanan kişilerin sınır dışı işlemine tabi olmadığı gibi bir sonuca ulaşılıyor.
Biz kimler hakkında sınır dışı etme kararının alınabileceğini gördük. Kanun m.55’te
ise haklarında sınır dışı kararı alınamayacak kişilerden söz etmiştir.
Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar
MADDE 55 – (1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı
etme kararı alınmaz:
a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya
muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar
b) Ciddi sağlık sorunları, yaş ve hamilelik durumu nedeniyle seyahat etmesi riskli görülenler
c) Hayati tehlike arz eden hastalıkları için tedavisi devam etmekte iken sınır dışı edileceği ülkede tedavi
imkânı bulunmayanlar
ç) Mağdur destek sürecinden yararlanmakta olan insan ticareti mağdurları
d) Tedavileri tamamlanıncaya kadar, psikolojik, fiziksel veya cinsel şiddet mağdurları
(2) Birinci fıkra kapsamındaki değerlendirmeler, herkes için ayrı yapılır. Bu kişilerden, belli bir adreste
ikamet etmeleri, istenilen şekil ve sürelerde bildirimde bulunmaları istenebilir.
Hakkında sınır dışı etme kararı alınmasına neden olacak bir kişi kolluk tarafından
yakalanırsa, bu kişinin durumunun derhal valiliğe bildirilmesi gerekiyor ve valilik sınır dışı
etme kararı alma konusunda yetkili kabul edilmiştir. Valilik bu kararı ya resen alıyor ya da
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün daha önce yapmış olduğu değerlendirme ve talimat üzerine
alıyor.
Bir defa sınır dışı etme kararının ilgiliye tebliğ edilmesi gerekiyor. Kişiye yapılan
tebliğde hakkında hangi gerekçeyle sınır dışı etme kararının verildiği ve buna ek olarak buna
itiraz usul ve sürelerinin bildirilmesi gerekiyor ki kişi sınır dışı kararına isterse itiraz
edebilsin.
Sınır dışı etme kararına kendisine tebliğ edilmesinden itibaren 15 gün içerisinde idare
mahkemesine itiraz imkanı vardır. İdare mahkemesinin de 15 gün içinde karar vermesi
gerekiyor ve vereceği karar kesindir.
96
Sınır dışı etme kararı
MADDE 53 – (1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce
alınır.
(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal
temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından
temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında
bilgilendirilir.
(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden
itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını
veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır.
Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma
süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri
ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç, yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.
Uluslararası koruma statüsü sahiplerinin ancak sınır dışı etme sebepleri olarak
başvurabilecekleri 3 hal söz konusu ise (yukarıda gösterilmiştir) buna yapılan itiraz sınır dışı
etme işlemini durdurmayacaktır.
Dikkat edelim bu sebepler sadece uluslararası korumsa statüsü sahibi olanlar
için değil herkes için geçerliydi.
Karşımıza idari gözetim diye bir kavram çıkıyor. Kanun belli hallerde hakkında sınır
dışı etme kararı verilen bir kişini idari gözetim altına alınacağından söz ediyor. Bu husus
YUKK-m.57’de düzenlenmiştir;
Bu haller aslında terke davet süresi verilmemesiyle paraleldir. Yani terke davet süresi
verilmediğinde idari gözetim altına alınma söz konusudur, diyebiliriz. O da; eğer kişinin
kaçma/kaybolma tehlikesi varsa, sahte/asılsız belge kullanmışsa, Türkiye’ye giriş-çıkış
kurallarını ihlal etmişse, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni bakımından tehlike arz
eden bir hali varsa, bunlar aslında terke davet süresi verilmemesini gerektiren sebeplerdir.
Buna ilave olarak da kişi terke davet edilmiş ancak kendisine tanınan süre içinde ülkeyi terk
etmemişse kişi hakkında idari gözetim kararı alınmasını gerektiren bir sebeptir.
97
Bazen şöyle olabiliyor; terke davet edilmeme sebepleri ile idari gözetim altına
alınmama sebeplerinin büyük ölçüde aynı olduğunu söyledik. Ama terör örgütü veya çıkar
amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi olanlar bakımından bunun ayrıca idari
gözetim altına alınma sebeplerinde ayrıca sayılmadığını görüyoruz. Bu kişilere ne terke davet
süresi verilerek ne de idari gözetim altına alınarak sınır dışı etme işlemi tatbik edilir, bu kişiler
hakkında karar verilir verilmez kolluk tarafından doğrudan sınır kapılarına götürülürler.
İdari gözetim kararı valilikçe verilir. İdari gözetim kararına da itiraz söz konusu
olabilir. İdari gözetim altına alınma kararı verilmişse buna itiraz usul ve sürelerinin de kişiye
yapılan tebligatta belirtilmesi gerekiyor. Burada kişinin sulh ceza mahkemesine itiraz imkanı
var ve sulh ceza mahkemesinin de 5 günlük bir süre içinde ivedilikle değerlendirerek karar
vermesi gerekiyor. Ancak burada sınır dışından farklı olarak idari gözetim kararına altına
alınma kararına yapılan itiraz idari gözetimin uygulanmasını durdurmuyor.
Biz sınır dışı konusuna başlarken kişi dokunulmazlığına herkesin sahip olduğunu ama
yabancı ve vatandaş bakımından kişi dokunulmazlığının farklı düzenlendiği konulardan bir
tanesinin sınır dışı etme konusunun olduğunu söyledik. Kişinin yer değiştirmesine alınan bir
kararla sebep olunuyor. İdari gözetim de bu sınır dışı etme prosedürü içinde yer alan bir
müessesedir. Ama her zaman idari gözetim kararı her sınır dışı işleminde alınmayabilir. Kişiyi
hürriyetinden yoksun bırakıyorsunuz, hakkında idari gözetim kararı alınan kişi geri gönderme
merkezi –kendi yönetmelikleri vardır- dediğimiz yerlere götürülüyor. Geri gönderme
merkezlerinde bu kişiler belli sürelerle tutuluyor.
İdari gözetim süresi maksimum 6 aydır. Alınan süre her ay valilik tarafından tekrar
kontrol edilmelidir. Valilik idari gözetimin devamına gerek var mı, kontrol edecektir. Kişi
hakkında idari gözetim kararı kaldırılabilir de. Eğer kaldırılırsa bu sefer kişiye terke davet için
süre veriliyor çünkü sınır dışı etme kararı kaldırılmadı.
İdari gözetim altına alınan kişi bakımından 6 aylık sürenin öngörüldüğünü söyledik.
Ancak bu süre eğer işlemler tamamlanamazsa, kişi işbirliği yapmadığı gerekli bilgi ve
belgeleri vermediği için tamamlanamazsa en çok bir 6 ay daha uzatılabilir. İdari gözetimin
amacı nedir; kişiyi göndermek istiyorsunuz, onu yerleştirebileceğiniz bir ülkeye göndermeye
çalışıyorsunuz ama bu arada aslında sahip olduğu tehlikeyi –kişiyi terke davet ettiğiniz zaman
kaçması, saklanması gibi- ortadan kaldırmaktır, kişiyi devletin gözetimi altında tutmuş
oluyoruz.
Hakkında sınır dışı etme kararı verilen kişiler bakımından bunun Türkiye’ye girişinin
yasaklanmasını gerektiren bir sebep olduğundan söz etmiştik. Bu husus YUKK-m.9’da
düzenlenmişti. Hakkında giriş yasağı konulacak kişilerden bir tanesi hakkında sınır dışı etme
kararı verilen kişiler idi.
Pek çok milletlerarası sözleşmede de sınır dışı etmeye ilişkin hükümler bulunduğunu
görüyoruz.
YUKK-m.4’te geri göndermeme ilkesiyle alakalı bir düzenlemedir.
Geri gönderme yasağı
MADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya
muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri
dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.
98
ULUSLARARASI KORUMA
Kanunumuzda 3 tane uluslararası koruma kategorisi ve ayrıca özel olarak geçici
koruma düzenlenmiştir. Uluslararası koruma kategorileri gerek şartları gerekse sonuçları
bakımından birbirinden ayrılan kategorilerdir.
- Mülteciler (m.61)
- Şartlı mülteciler (m.62)
- İkinci koruma (m.63)
Mülteciler
Mülteciler Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle –bu husus önemlidir- kişi, ırkı,
dini, tabiyeti, belli bir toplumsal gruba aidiyeti, siyasi fikirlerinden dolayı zulme
uğrayacağından haklı olarak korkacaktır ve bu sebeple de vatandaşı olduğu ülkeyi terk etmiş
olacak ve de bu ülkenin korumasından faydalanamayacak yahut duyduğu korku sebebiyle
faydalanmak istemeyecektir. Mutlaka belli bir devletin vatandaşı olmaya gerek yoktur, yine
yukarıda saydığımız sebeplerle yine zulme uğrayacağı korkusu olduğu için daha önce ikamet
ettiği ülkeyi terk etmiş ve geri dönmek istemeyen, dönemeyen bir vatansız olacaktır.
Mülteci
MADDE 61 – (1) Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir
toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle
korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz
konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet
ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye
statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.
Şartlı Mülteci
Şartlı mülteciye baktığımız zaman esasında burada da tanımın aynı olduğunu
görüyoruz.
Şartlı mülteci
MADDE 62 – (1) Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir
toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle
korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz
konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet
ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye
statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı
mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir.
Burada mülteciden nasıl ayıracağız, fark nedir? Bunların Avrupa dışından geliyor
olmasıdır, sadece coğrafi bir farklılık söz konusudur, şartlar aynı olduğu için mülteciler
başlığı altında söylediklerimiz burada da geçerlidir.
Böyle bir ayrımın yapılmasının çeşitli politik mülahazalardır, diyebiliriz.
99
İkincil Koruma
İkincil koruma
MADDE 63 – (1) Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya
ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;
a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,
b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak,
c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet
hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak,
olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu
tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında
ikincil koruma statüsü verilir.
İkincil koruma; mülteci ve şartlı mülteci kategorilerinden biraz daha farklıdır, mülteci
veya şartlı mülteci olarak korunmasını gerektirecek sebepler olmayan fakat belirli sebeplerle
menşe ülkesine, vatandaşı olduğu ülkeye yahut vatansız olanlar bakımından ikamet ettiği
ülkeye dönemeyen kişiler söz konusudur.
Sebepler nedir? Ya kişi ölüm cezasına mahkum olacaktır veya geri döndüğü takdirde
işkence ve insanlık dışı muameleye tabi olacak, silahlı çatışmalar sebebiyle kendi şahsına
yönelik ciddi bir tehdit altında olacak.
Bu üç kategoride de ortak olan kişinin bir korumadan mahrum kalmasıdır. Kişi
vatandaşı olduğu veya ikamet ettiği ülkede sahip olduğu korumadan faydalanamıyor olacak.
O yüzden siz bu kişiyi uluslararası koruma altına alabileceksiniz.
Kişinin uluslararası korumadan faydalanabilmesi için kendisini kayıt ettirmesi
gerekiyor. Bu, bazen kişi, daha sınır kapılarından girerken söz konusu olabilir. Yahut
yasal/yasa dışı yollarla ülkeye girmiş kişinin talepte bulunması gerekiyor. Kişinin başvurusu
üzerine kişi kayıt ediliyor. Bu başvuru valiliklere yapılıyor. Kişi kendisini kayıt ettirdiğinde
bir kayıt belgesi veriliyor. Uluslararası koruma sürecine giren kişilere birtakım belgeler
veriliyor. İşte bunlardan bir tanesi de kayıt belgesidir. Bu kişi hakkında başvuru süreci
başlamış oluyor. Kişi hakkında artık değerlendirme yapılacaktır. Öne sürülen gerekçeler,
kendisi bakımından veya menşe ülke bakımından doğru mudur, bakılacaktır. Daha sonra
kişiye 30 gün içinde mülakat yapılacaktır. Mülakat aşamasının tamamlanmasından sonra bu
kez uluslararası koruma başvuru kimlik belgesi verilecektir. Bu belge, 6 aylık geçerlilik süresi
olan bir belge olup 6 aylık sürelerle uzatılabilir. Bu belge, kişinin başvuru işlemleri
tamamlanıncaya kadar Türkiye’de kalışına zemin teşkil etmiş olacaktır.
Kişiler giriş kurallarını ihlal etmiş ve yasa dışı yollarla giriş yapmışlarsa eğer makul
sürelerde kendilerini kayıt ettirmişlerse kendileri hakkında bir cezai işlem uygulanmayacaktır.
Kararı vermeye yetkili olan makam, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’dür. Yapılacak
değerlendirme sonucunda kişi, şartları taşıyorsa uluslararası korumaya kabul edilir. Bu karar,
kayıttan itibaren 6 ay içinde verilmelidir. Ancak bu süre prensip süredir ancak uzaması söz
konusu olabilir. Eğer başvuru kabul edilirse, mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma olarak
uluslararası koruma statüsü sahibi kimlik belgesi verilecektir. Bu belge yabancının kimlik
numarasını da içeren bir belge olacaktır.
Kanun, bazı kişilerin uluslararası koruma haricinde tutulacağını öngörüyor. Bu husus
m.64’te düzenlenmiştir.
100
Uluslararası korumanın haricinde tutulma
MADDE 64 – (1) Başvuru sahibi;
a) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dışında, diğer bir Birleşmiş Milletler organı veya
örgütünden hâlen koruma veya yardım görüyorsa,
b) İkamet ettiği ülke yetkili makamlarınca, o ülke vatandaşlarının sahip bulundukları hak ve
yükümlülüklere sahip olarak tanınıyorsa,
c) Sözleşmenin 1 inci maddesinin (F) fıkrasında belirtilen fiillerden suçlu olduğuna dair ciddi kanaat
varsa,
uluslararası korumadan hariçte tutulur.
(2) Birinci fıkranın (a) bendine giren bir kişi hakkındaki koruma veya yardım herhangi bir nedenle sona
erdiği zaman, bu kişilerin konumları Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan kararlara istinaden kesin bir
çözüme kavuşturulmadığı takdirde, bu kişiler bu Kanunun sağladığı korumadan yararlanabilir.
(3) Başvuru sahibinin, uluslararası koruma başvurusu yapmadan önce, Türkiye dışında hangi saikle
olursa olsun zalimce eylemler yaptığını düşündürecek nedenler varsa birinci fıkranın (c) bendi kapsamında
değerlendirme yapılır.
(4) Birinci fıkranın (c) bendi ile üçüncü fıkrada belirtilen suç ya da fiillerin işlenmesine iştirak eden
veya bu fiillerin işlenmesini tahrik eden kişi uluslararası korumadan hariçte tutulur.
(5) Birinci fıkranın (c) bendi ile üçüncü ve dördüncü fıkralardaki durumlara ek olarak; kamu düzeni
veya kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğuna dair ciddi emareler bulunan yabancı veya vatansız kişi ile
birinci fıkranın (c) bendi kapsamında olmayan, fakat Türkiye’de işlenmesi hâlinde hapis cezası verilmesini
gerektiren suç veya suçları daha önce işleyen ve sadece bu suçun cezasını çekmemek için menşe veya ikamet
ülkesini terk eden yabancı veya vatansız kişi, ikincil korumadan hariçte tutulur.
(6) Başvuru sahibinin uluslararası korumadan hariçte tutulması, hariçte tutma nedenlerinden herhangi
birinin diğer aile üyeleri için oluşmaması şartıyla, başvuru sahibinin aile üyelerinin de hariçte tutulmasını
gerektirmez.
Tabi şuna dikkat edelim; uluslararası korumadan hariç tutulma tamamen kişinin
kendisine özel sebeplerdir, diğer aile üyelerinin değerlendirilmesi ayrı yapılır.
Bazen kişinin başvurusu “kabul edilemez” başvuru olarak bulunuyor. Eğer aynı
başvurusunu yeni bir sebep olmadan ikinci defa yapmışsa kabul edilemez bir başvurudur.
Kişi, zaten uluslararası korumadan faydalandığı bir ülkeden gelmişse veya faydalanma imkanı
olan, aslında yeterli güvenlikte olan üçüncü ülkeden gelmişse yaptığı başvuru, kabul edilemez
başvuru oluyor ve uluslararası korumadan faydalandırılmıyor.
Kabul edilemez başvuru
MADDE 72 – (1) Başvuru sahibi;
a) Farklı bir gerekçe öne sürmeksizin aynı başvuruyu yenilemişse,
b) Kendi adına başvuru yapılmasına muvafakat verdikten sonra, başvurunun herhangi bir aşamasında
haklı bir neden göstermeksizin veya başvurunun reddedilmesinin ardından farklı bir gerekçe öne sürmeksizin
ayrı bir başvuru yapmışsa,
c) 73 üncü madde kapsamında olan ülkeden gelmişse,
ç) 74 üncü madde kapsamında olan ülkeden gelmişse, başvurusunun kabul edilemez olduğuna ilişkin
karar verilir.
(2) Birinci fıkrada belirtilen durumların, değerlendirmenin herhangi bir aşamasında ortaya çıkması
hâlinde değerlendirme durdurulur.
(3) Başvurunun kabul edilemez olduğuna ilişkin karar, ilgiliye veya yasal temsilcisine ya da avukatına
tebliğ edilir. İlgili kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri
hakkında kendisi veya yasal temsilcisi bilgilendirilir.
Özel birtakım hallerinde varlığı söz konusu olursa başvuruda bulunan kişi hakkında
ayrıca bir idari gözetim kararı verilir. Bu husus YUKK-m.68’de belirlenmiştir.
Başvuru sahiplerinin idari gözetimi
MADDE 68 – (1) Başvuru sahipleri, sadece uluslararası koruma başvurusunda bulunmalarından
dolayı idari gözetim altına alınamaz.
(2) Başvuru sahiplerinin idari gözetim altına alınması istisnai bir işlemdir. Başvuru sahibi sadece
aşağıdaki hâllerde idari gözetim altına alınabilir:
101
a) Kimlik veya vatandaşlık bilgilerinin doğruluğuyla ilgili ciddi şüphe varsa, bu bilgilerinin tespiti
amacıyla
b) Sınır kapılarında usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alıkonulması amacıyla
c) İdari gözetim altına alınmaması durumunda başvurusuna temel oluşturan unsurların
belirlenemeyecek olması hâlinde
ç) Kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehlike oluşturması hâlinde
(3) İdari gözetimin gerekip gerekmediği bireysel olarak değerlendirilir. İkinci fıkrada belirtilen
hâllerde; idari gözetim altına alınmadan önce, 71 inci maddede belirtilen ikamet zorunluluğu ve bildirim
yükümlülüğünün yeterli olup olmayacağı öncelikle değerlendirilir. Valilik, idari gözetim yerine başka usuller
belirleyebilir. Bu tedbirler yeterli olmadığı takdirde, idari gözetim uygulanır.
(4) İdari gözetim kararı, idari gözetim altına alınma gerekçelerini ve gözetimin süresini içerecek şekilde
idari gözetim altına alınan kişiye veya yasal temsilcisine ya da avukatına yazılı olarak tebliğ edilir. İdari gözetim
altına alınan kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kararın sonucu ve itiraz usulleri hakkında kendisi
veya yasal temsilcisi bilgilendirilir.
(5) Başvuru sahibinin idari gözetim süresi otuz günü geçemez. İdari gözetim altına alınan kişilerin
işlemleri en kısa sürede tamamlanır. İdari gözetim, şartları ortadan kalktığı takdirde derhâl sonlandırılır.
(6) İdari gözetimin her aşamasında, kararı alan makam tarafından, idari gözetim sonlandırılarak, 71
inci maddede belirtilen yükümlülüklerin veya başka tedbirlerin yerine getirilmesi istenebilir.
(7) İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetime karşı sulh ceza
hâkimine başvurabilir. Başvuru idari gözetimi durdurmaz. Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili
sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza
hâkiminin kararı kesindir. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim
şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir.
(8) İkinci fıkra uyarınca idari gözetim altına alınan kişi, usul ve esasları yönetmelikle belirlenmek üzere
ziyaretçi kabul edebilir. İdari gözetim altına alınan kişiye yasal temsilcisi, avukat, noter ve Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlileriyle görüşme imkânı sağlanır.
Kişi hakkında idari gözetim kararı alma tek yol değildir, başka tedbirler de söz konusu
olabilir. Kişinin belirli bir yerde belirli ilin sınırları içinde ikamet etmesi gibi bir zorunluluk
getirilebilir yahut belirli dönemlerde belirli dönemlerde kendisi ile ilgili bildirimde bulunması
gibi zorunluluklar getirilebilir. İşin hakkında değerlendirme yapılana kadar böyle usuller söz
konusu olabilir.
Uluslararası koruma statüsü kabul edilen kişiye uluslararası koruma statüsü sahibi
kimlik belgesi veriliyor.
Uluslararası koruma başvuru sahibi kimlik belgesi
MADDE 76 – (1) Mülakatı tamamlanan başvuru sahibine ve varsa birlikte geldiği aile üyelerine,
uluslararası koruma talebinde bulunduğunu belirten ve yabancı kimlik numarasını içeren altı ay süreli
Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi düzenlenir. Başvurusu sonuçlandırılamayanların kimlik
belgeleri altı aylık sürelerle uzatılır.
(2) 72 nci ve 79 uncu maddeler kapsamında olanlar ile bunların aile üyelerine kimlik belgesi verilmez.
(3) Kimlik belgesinin şekli ve içeriği Genel Müdürlükçe belirlenir.
(4) Kimlik belgesi, hiçbir harca tabi olmayıp ikamet izni yerine geçer.
102
yabancılara da pasaport verdiğini söylemiştik. Yabancılara mahsus pasaport, ikincil koruma
sahibi olanlar ve şartlı mülteci olanlara hatta vatansızlara da veriliyordu.
Bütün bunları aslında ezberlemeniz gerekmiyor. Siz bir kişiye gereklilik dolayısıyla
koruma tanıdınız. Artık bu ihtiyaç söz konusu değilse ve biz bu durumu tespit edebiliyorsak o
zaman uluslararası korumanın süresi dolmamış olsa bile sona ermesi gerekecektir.
Bazen uluslararası korumanın iptali söz konusu olabilir. İlgili hükme bakalım;
Uluslararası koruma statüsünün iptali
MADDE 86 – (1) Uluslararası koruma statüsü verilen kişilerden;
a) Sahte belge kullanma, hile, aldatma yoluyla veya beyan etmediği gerçeklerle statü verilmesine neden
olanların,
b) Statü verildikten sonra, 64 üncü madde çerçevesinde hariçte tutulması gerektiği anlaşılanların,
statüsü iptal edilir.
(2) Maddi gerekçelerini ve hukuki dayanaklarını içeren iptal kararı, ilgiliye veya yasal temsilcisine ya
da avukatına tebliğ edilir. İlgili kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kararın sonucu, itiraz usulleri ve
süreleri hakkında kendisi veya yasal temsilcisi bilgilendirilir.
Uluslararası koruma kararının reddine veya iptaline karşı kişinin idari yargıya başvuru
imkanı vardır. 30 günlük bir süre öngörülmüş olup idare mahkemesine başvuru
yapılabilecektir.
103
Uluslararası Koruma Statüsü Sahiplerinin Hakları
Bir defa uluslararası koruma statüsünden faydalanan kişiler karşılıklılık şartından muaf
olacaktır. Yine YUKK-m.89’da birçok haktan ve yükümlülükten bahsedilmiştir. Altını
çizelim ki m.89’da belirtilen hak ve yükümlülükler sadece uluslararası koruma statüsü
sahipleri bakımından değil uluslararası korumaya başvuran kişiler bakımından da söz konusu
olacaktır.
Uluslararası koruma sebebiyle kişinin sahip olduğu haklar bir Türk vatandaşından
daha geniş anlaşılacak şekilde yorumlanamaz. YUKK böyle bir prensibi kabul etmiştir.
Yardım ve hizmetlere erişim
MADDE 89 – (1) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişi ve aile üyeleri,
ilköğretim ve ortaöğretim hizmetlerinden faydalanır.
(2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerden ihtiyaç sahibi olanların, sosyal
yardım ve hizmetlere erişimleri sağlanabilir.
(3) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerden;
a) Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayanlar, 31/5/2006 tarihli ve 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerine tabidir. Genel sağlık sigortasından
faydalanacak kişilerin primlerinin ödenmesi için Genel Müdürlük bütçesine ödenek konulur. Primleri Genel
Müdürlük tarafından ödenenlerden ödeme güçlerine göre primin tamamı veya belli bir oranı talep edilir.
b) Sağlık güvencesi veya ödeme gücünün bulunduğu veya başvurunun sadece tıbbi tedavi görmek
amacıyla yapıldığı sonradan anlaşılanlar, genel sağlık sigortalılıklarının sona erdirilmesi için en geç on gün
içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilir ve yapılan tedavi ve ilaç masrafları ilgililerden geri alınır.
(4) İş piyasasına erişimle ilgili olarak;
a) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci, uluslararası koruma başvurusu tarihinden altı ay sonra çalışma
izni almak için başvurabilir.
b) Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi, statü almasından itibaren bağımlı veya bağımsız olarak
çalışabilir. Yabancıların çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin diğer mevzuatta yer alan hükümler saklıdır.
Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kişiye verilecek kimlik belgesi, çalışma izni yerine de geçer ve bu
durum kimlik belgesine yazılır.
c) Mülteci ve ikincil koruma statüsü sahibinin iş piyasasına erişimi, iş piyasasındaki durum ve çalışma
hayatındaki gelişmeler ile istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik şartların gerekli kıldığı hâllerde, belirli bir
süre için, tarım, sanayi veya hizmet sektörleri, belirli bir meslek, iş kolu veya mülki ve coğrafi alan itibarıyla
sınırlandırılabilir. Ancak, Türkiye’de üç yıl ikamet eden veya Türk vatandaşıyla evli olan ya da Türk vatandaşı
çocuğu olan mülteci ve ikincil koruma statüsü sahipleri için bu sınırlamalar uygulanmaz.
ç) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerin çalışmasına ilişkin usul ve esaslar,
Bakanlığın görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenir.
(5) 72 nci ve 79 uncu maddelerde sayılanlar hariç olmak üzere, muhtaç olduğu tespit edilen başvuru
sahibine, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlığın belirleyeceği usul ve esaslar çerçevesinde
harçlık verilebilir.
104
kalıyorsa, bir Türk vatandaşı çocuğu varsa bu gibi durumlarda o sınırlandırmaların bu kişiler
bakımından uygulanmayacağı kabul edilmiştir.
Şartlı mülteciler de Türkiye’de çalışabilirler ancak bu kişilerin çalışma izni almaları
gerekir. Şartlı mülteciler gibi başvuru sahipleri de -bir kişi uluslararası korumaya başvurdu,
diyelim ki mülteci olması söz konusu, çalışma izninden muaf olarak çalışabilmesi için bu
statüyü kazanması lazım- başvuru aşamasında çalışma izni alarak çalışabilirler. Bu kişiler ilk
başvurudan 6 ay sonra çalışma izni için başvuruda bulunabilirler.
Birtakım yükümlülüklerin de olduğunu söyledik. Kendileriyle ilgili her türlü bilgiyi
(doğum olayları, adres olayları vs.) ve değişiklikleri bildirmekle yükümlüdürler. Aynı
zamanda kendilerine sağlanan hizmetlerden de iyiniyetle istifade etmeleri gerekiyor eğer
haksız bir şekilde istifade ederlerse yapılan harcamaların giderleriyle sorumlu olacaklardır.
Uluslararası korumayı böylece bitirmiş olduk. Geçici korumaya gelelim.
GEÇİCİ KORUMA
Yılın başından beri bahsettiğimiz üzere geçici koruma kanunda kabul edilmiş
uluslararası koruma statülerinden biri olmayıp ayrıca ve özel olarak düzenlenmiş bir alandır.
Bunların hukuki rejimi ayrıdır.
Bu koruma kategorisi Suriye’den gelen kişiler için oluşturulmuş özel bir kategoridir.
Kimlerin bu korumadan faydalanacağından bahsedelim.
Kanun bunun tanımını yapmıştır. YUKK-m.91’de düzenleme söz konusudur.
Yönetmelikte de daha detaylı düzenlemeler mevcuttur.
Geçici koruma
MADDE 91 – (1) Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici
koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma
sağlanabilir.
(2) Bu kişilerin Türkiye’ye kabulü, Türkiye’de kalışı, hak ve yükümlülükleri, Türkiye’den çıkışlarında
yapılacak işlemler, kitlesel hareketlere karşı alınacak tedbirlerle ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar
arasındaki iş birliği ve koordinasyon, merkez ve taşrada görev alacak kurum ve kuruluşların görev ve
yetkilerinin belirlenmesi, Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
SUÇLULARIN İADESİ
Suçluların iadesi konusu da yabancılar arasındaki kişi dokunulmazlığı ayrımın ortaya
çıktığı hallerden bir tanesidir. Sadece yabancılar için kabul edilen bir kurumdur. Mevzuatta
düzenlenmiştir. Burada hem Türkiye’den yapılacak olan iade talepleri hem de Türkiye’ye
yapılacak iadeler konusu düzenlenmiştir. Türkiye’nin iadesi usulü düzenlenmiştir. Türkiye ne
gibi suçlarda iade yapacaktır bunu görüyoruz. Biz Türkiye’den yapılacak yabancıların iadesi
üzerinde duracağız.
Suçluların iadesi kurum olarak ne anlama gelir? Bir kişi, suç teşkil eden bir fiili
gerçekleştirmiş ve bu fiil de belirli bir devletin yargı yetkisi dahilindedir. Söz konusu fiili
gerçekleştiren kişi, o devletin ülkesinde değil de başka bir devletin ülkesindeyse, bu fiilden
dolayı kişi hakkında yargılama faaliyetinin yürütülebilmesi için veya yargılaması zaten
yapılmış ve hakkında hüküm verilmiş olan kişinin hükmünün infazının yapılabilmesi için
işletilen kurumdur. Kişi hakkında ülkesinde bulunduğu devletten iade talep edilir. Aslında
kavram olarak bakıldığında suçluların geri gönderilmesi, geri verilmesi veya suçluların iadesi
kavramları kullanılıyor. Ama bu aşamada kişi henüz suçlu olmamış olabilir. Yani hakkında
verilmiş bir mahkumiyet kararı olmayabilir. Kişi sanık konumunda olabilir. Ama yine de tam
örtüşmese de kavram olarak bunlar kullanılmaktadır.
106
Cezai konulardaki Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’nda düzenlenmiş bir konudur.
Tabi ki milletlerarası sözleşmelerle de düzenlenmiş olabilir. Buralarda da hükümlerin
olduğunu görüyoruz. Özellikle suçluların iadesine dair bir Avrupa sözleşmesi vardır. Türkiye
de bu sözleşmeye taraftır. Sözleşmenin kapsamına giren hallerde sözleşme uygulanması
esastır. Bunun dışında ikili sözleşmelerde de – bu konuda yapılmış adli işbirliği
sözleşmelerinde – bu konuyla ilgili hükümler sevk edilmiş olabilir.
Suçluların iadesinde temel prensip, vatandaş iade edilemez prensibidir. Bunun sadece
bir istisnası vardır: Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın getirdiği yükümlülükler.
Uluslararası Ceza Divanı bir ulusal yardım merkezi değildir. Suçluların iadesinde bir kişinin
başka bir devlete iadesi söz konusudur. Yargılanmak üzere verilmiş olan cezanın infazı
içindir. Yani ulusal bir yargı sistemine iadesi söz konusu oluyor. Halbuki uluslararası ceza
divanı zaten ulusal bir sistem değildir, uluslararası bir sistemdir. Burada tabi ki gerçek kişiler
yargılanır. Kişilerin birtakım suçlardan dolayı – barışa karşı suçlar, insanlığa karşı suçlar,
soykırım suçu, savaş suçu gibi kategorilerde – ceza yargısı yapılır. Bu birtakım özel suçlar söz
konusu olduğunda buraya taraf olmanın verdiği yükümlülük, vatandaşın dahi o divana
gönderilmesidir. Bunu bir kenara bıraktığınızda prensip olan vatandaşın iade
edilemeyeceğidir.
Suçlunun iade edilebilmesi için birtakım şartların olması gerekiyor. Kanunumuz bunu
bu şekilde düzenlemiştir. Bazı hallerde suçluların iadesini engelleyen birtakım durumlar söz
konusudur.
(1) Bir kere fiil, Türk kanunlarına göre suç değilse bu iadeye engel bir sebeptir.
(2) Düşünce suçu, siyasi suç veya sırf askeri bir suç ise bu bir iadeye engel sebeptir.
Burada sadece sırf askeri nitelikte suçlardan bahsediyoruz.
(3) Eğer suç Türkiye devletinin güvenliği aleyhine işlenmiş bir suç ise yine iade
gerçekleşmeyecektir.
(4) Suçtan zarar gören TC devleti, bir Türk vatandaşı/vatandaşları, Türk tüzel kişiliği ise
bu durumda da suç iadeye tabi değildir.
(5) Türkiye’nin yargı yetkisine giren bir suç ise iadeye engeldir.
(6) Zamanaşımı ya da affa uğramış bir suç ise iade olmaz.
(7) Türkiye’de daha önce aynı fiile alakalı olarak bir mahkumiyet ya da beraat kararı
verilmişse bu da iadeye tabi bir suç değildir.
(8) Ölüm cezasını gerektiren bir suç ise ya da verilmiş olan ceza ölüm cezası ise bu da
iadeye tabi değildir. Kişi bu durumda iade edilmeyecektir. Sadece te bir halde iade söz
konusu olabilir. Eğer iadeyi talep eden devlet, ölüm cezası verilmeyeceğine ya da
verilmiş olan ölüm cezasının infaz edilmeyeceğine dair bir taahhütte bulunursa ancak
bu halde iade söz konusu olabilir.
(9) Bunlar dışında biraz da kişiye özel, takdiri sebepler de söz konusu olabilir. Kişi 18
yaşının altındaysa veya Türkiye’de bir aile yaşantısı varsa yani iadesi aile ilişkileri
açısından çok ağır neticeler doğuracak durumdaysa tamamen kişiler duruma bakılarak
verilecek kararla iadeden kaçılabilecektir.
(10) Eğer kişinin ırkı, dini, dili, tabiiyeti, belirli, bir toplumsal gruba aidiyeti veya siyasi
görüşlerinden dolayı – suç bununla alakalı olmayabilir.- aslında kovuşturulacağına ya
da hakkında verilen suçun infaz edileceğine dair hakkında ciddi bir kanaat varsa bu
107
durumda da bu iadeye engel bir durum olacaktır. İşkence edileceği ya da onur kırıcı
cezaya maruz kalacağına ilişkin bir kuvvetli şüphe varsa bu da engel sayılacaktır.
Yani prensip olan adi suçların iadesidir. Çünkü siyasi suçluların, düşünce suçlularının
zaten iadesi mümkün değil. Ama adi suçlarda bile eğer sırf bu sebepler yüzünden kişinin
kovuşturulacağına veya hükmün infaz edileceğine dair bir durum söz konusu ise yine iade
gerçekleşmeyecektir.
Birden fazla devlet, aynı suçtan dolayı kişinin iadesini talep ediyor olabilir. Farklı
suçlardan dolayı da olabilir. Bu durumda bizim iade konusundan yetkili olan makamımız olan
Adalet Bakanlığı, hangi devlete iadenin gerçekleşeceğine karar verecektir.
Bizim hukukumuzda iade konusunda karar vermeye yetkili olan yer kişinin bulunduğu
yerdeki ağır ceza mahkemesidir. İade şartlarını değerlendirir. Eğer bu yer tespit edilemiyorsa
her halükarda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi iade talebini değerlendirecektir. Süreci
cumhuriyet başsavcısı talepte bulunarak başlatıyor. Kararı da ağır ceza mahkemesi veriyor.
Karara karşı yargı yolları açık. Ama iadeye karar verilmesi halinde kararın uygulanabilmesi
için kesinleştiğinde Başbakanlığın onayından geçmesi gerekir. Öncelikle Adalet Bakanlığının
da teklif etmesi gerekiyor. Adalet Bakanlığının da Dışişleri ve İçişleri Bakanlığının görüşünü
alması gerekiyor.
Kişi ancak iadesi istenen suçtan dolayı yani hangi suçtan iadesi talep edilmişse bu
suçla ilgili yargılama ya da verilmiş cezanın infazı söz konusu olabilecektir. İadeden sonra
başka suçlar işlemişse ayrıdır. Ancak o döneme kadar olan suçlar bakımından talepte
bulunulmuş suç/suçlar bakımından yargılama yapılması ya da infaz yapılması mümkündür.
108
(1) Bir kere yine siyasi suçların iade edilemeyeceği öngörülmüş. Devlet başkanının ve aile
fertlerinin hayatına kast etmek siyasi saikle yapılmış olsa bile iade edilir. Bunu adi suç
saymış. Bir suçun siyasi suç olup olmadığı her ülkenin kendi kanununa göre belirlenir.
Ancak devlet başkanı veya ailesinin hayatına kast suçu, o devletin kanunlarında siyasi
suç olarak yer alıyorsa bile sözleşmeye taraf olmanın gerekliği dolayısıyla söz konusu
devlet artık bu suçu siyasi sayamayacaktır.
(2) Adi suçlarda yine kişinin yine dini, ırkı, siyasi görüşleri vb. dolayısıyla kişilerin
cezalandırılacağı anlamını taşıyan bir yargılama veya ceza verme söz konusu olacaksa
iade söz konusu olmayacaktır.
(3) Sırf askeri nitelikteki suçlar iadeye tabi olmayacaktır.
(4) Mali suçlar iadeye tabi değildir. Ancak taraflar özel olarak kararlaştırmışlarsa iadeye
tabi olacaktır.
(5) Zamanaşımına uğramış olma iadeye engeldir.
(6) İadeyi talep eden devlette suç, ölüm cezasını gerektiriyorsa iadeye engeldir. Ama
kendisinden iade istenen ülkede böyle bir ceza yoksa ancak bir güvence verilmesi
şartıyla iade söz konusu olur.
(7) Suç kısmen ya da tamamen kendisinden iade talep edilen devlette işlenmişse - onun
yargı alanına giriyordur ya da o devlette takibat yapılmıştır – bu durumlarda yine
iadeye engeldir.
Yabancılar süreli yayın sahibi olabilirler. Türkiye’de belirli aralıklarla çıkan gazete,
dergi gibi yayınların sahibi olabilirler.
Türkiye’deki bir süreli yayının sorumlu müdürü olabilirler. Eskiden izne tabiydi.
Bir yabancının Türkiye’deki bir süreli yayının sorumlu müdürü olması izne tabiydi.
Karşılıklık şartı ve söz konusu kişinin Türkiye’de ikamet etmesi şartı aranıyor.
Türkiye içinde veya dışında basılan süreli/süresiz yayınlar Türkiye’de
yayımlanabilir. Ama bazı suçları içermesi halinde bunların satışının ve
dağıtılmasının yasaklanması söz konusu olabilir.
Matbaalar Kanunu’nda bir engel yoktur. Yabancılar matbaa kurabilirler.
Radyo Televizyonların Kuruluşu ve Yayını Hakkında Kanun, yabancıların hak ve
özgürlüklerini sınırlandırmıştır.
Yabancı gerçek ve tüzel kişiler, Türkiye’de yerleşik radyo ve televizyon
kuramazlar. Bu açık bir şekilde düzenlenmiştir. Sadece sermayesi %50’yi
geçmeyecek şekilde bir ortaklıkları söz konusu olabilir. Yine bu tip şirketlerin genel
kurullarında, yönetim organlarında yabancıların çoğunlukta olmaması gerekiyor.
Yarıdan az olmalıdır.
Bu sınırlamalarla faaliyet gösterebilirler.
109
Yabancıların Dernek Kurma Ve Üye Olma Özgürlüğü
Herkes önceden izin almaksızın dernek kurabilir, üye olabilir. Yabancı, vatandaş
arasında bir fark gözetilmemiştir.
YABANCILARIN ÇALIŞMASI
Bu konuda özel bir kanun vardır: Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun.
Fakat bu kanun mülgadır. 2016 tarihli Uluslararası İş Gücü Kanunu, bu kanunun yerini
almıştır. Bugün itibariyle UGK, yabancıların çalışma hak ve özgürlüklerini düzenlemektedir.
Tabi ki birçok başka mevzuatlarımız da vardır.
Bir kere eski kanun, kavram olarak Yabancıların Çalışma İzni Hakkında Kanun’du
ve esas olarak bunu düzenliyordu. UGK’nda da yabancıların çalışma izni düzenleniyor.
Dolayısıyla karşımıza uluslararası işgücü kavramı çıkıyor. Yani uluslararası işgücü ile kast
edilen Türkiye’de çalışacak yabancıların sahip olacağı hukuki rejimdir.
İster bağımsız ister bir işverene bağımlı olarak çalışma olsun bundan bahsediliyor.
Belirli bir meslek konusunda mesleki eğitim almak, staj görmek üzere yapılan
çalışmalar olsun bunlardan bahsediliyor.
Gerek çalışacak yabancılar gerekse onların işverenlerinin de bu kanuna bağlı
olduğunu görüyoruz.
Ayrıca yine bu kanunda sınır ötesi hizmet, sınır ötesi çalışan kavramları karşımıza
çıkmaktadır. Türkiye’de geçici nitelikte bir işi yapmak üzere çalışan, ücretini
yurtdışından veya ülke içinden de alabilecek olan kişiler kast edilmektedir. Bu
kavram da eski kanunda olmayan bir kavramdır.
110
Eski kanunda var olan çalışma izni türlerinin aynen alınmakla beraber turkuaz kart
dediğimiz yeni bir çalışma izni türü kabul edilmiş durumdadır. Bu da yine kanunun
getirmiş olduğu yeniliklerden bir tanesidir. Turkuaz kartını da siz vatandaşlık hukuku
dersinde Türk vatandaşlığının kazanılmasında gördünüz.
Uluslararası işgücü politikalarının belirlenmesi konusunda yeni birtakım kurumlar
getirilmiştir. Uluslararası işgücü politikalarının belirlenmesi bakımından Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına yardımcı olmak amacıyla Uluslararası İşgücü Genel
Müdürlüğü ve Uluslararası İşgücü Politikası Danışma Kurulu adında iki tane kurum
bizim karşımıza çıkmaktadır.
Bunları birebir ezberleyin diye saymıyorum. Anlatmak istediğim şey, bu kanun kendi
teşkilatını da oluşturuyor, yeni kurumlar getiriyor. Ancak ana kurumu koruyor. O da eski
kanunda olduğu gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıdır.
(1) Yabancılar, ancak kendilerine men edilmemiş işlerde çalışabilirler. Eski kanunda da
bu şekildeydi UGK’nda da böyledir. Öyle bazı meslek ve sanatlar vardır ki bunlar
sadece Türk vatandaşlarına hasredilmiştir. Bu işlerde yabancılar çalışamazlar.
(2) Yabancılar çalışma izni alarak çalışabilirler.
Bu iki şart ana şartlardır. UGK bu şartları muhafaza etmiştir. Bu şartların da tabi ki
istisnaları vardır. Çalışma izni muafiyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda bazı
ayrıcalıklı kişiler yabancılara men edilmiş işlerin bir kısmında çalışabilmektedirler.
UGK ana sistemi korumakla beraber bunun yanında bir yenilik getirmiştir. Bazı
çalışma alanları bakımından ön izin koşulunu aramıştır. Bu da eski kanunda olmayan
kurumdur.
Yabancıların çalışma izni süreçleri konusunda belirleyici olan şey Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın belirlediği uluslararası işgücü politikalarıdır. Bu politikalar dahilinde
yabancıya çalışma izni verilip verilmemesi söz konusu olacaktır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı bu politikaları belirlerken birçok şeyi dikkate alacaktır:
111
Öncelikle kişi kendisine kanun tarafından men edilmemiş işlerde çalışacak ve bunun
için çalışma izni alacak, dedik. Bir de bazı alanlar bakımından getirilmiş ön izin meselesi
vardır. Hangi mesleklerin yabancılara men edilmiş olduğundan en son bahsedeceğiz.
UGK dışındaki kaynaklardan da biz bazı kişilerin çalışma izni muafiyetine sahip
olduğunu çıkarıyoruz. Mesela uluslararası koruma ile alakalı olarak muafiyet söz konusuydu.
Kimlerdi bunlar?
- Mülteciler
- İkincil koruma sahipleri
Bu kişiler YUKK’un hükümleri gereği çalışma izninden muaftırlar. Bunların sahip
oldukları uluslararası koruma statüsü sahibi kimlik belgesi hem ikamet izni hem de çalışma
izni yerine geçmekteydi. Bu kişiler çalışmak izin çalışma izni almaya ihtiyaç duymuyorlardı.
Onun dışında yine ayrıcalıklı bir statü var. Hem vatandaşlık hukukunda gördünüz hem
de yabancılar hukukunda gördünüz. Bu imtiyazlı yabancılar, mavi kart sahibi olanlardır.
UGK’nun dışına baktığımız zaman çalışma izninden maufiyet yine bazı yerlerde
karşımıza çıkmaktadır. Mevsimlik tarım ve hayvancılık işçileri bakımından geçici koruma
sahibi olanların çalışma izni almasına gerek yoktur. Çalışmaları özel olarak düzenlenmiştir.
TTK’ya göre kurulmuş anonim şirketlerin Türkiye’de ikamet etmeyen yönetim kurulu
üyeleri
Türkiye’de kurulmuş olan şirketlerin yönetici sıfatına sahip olmayan ortakları
Türkiye’de kurulmuş birtakım şirketlerin yöneticileri ve ortakları bakımından böyle
bir muafiyet getirilmiş.
112
Bu kişiler genel olarak yabancı devletlerin Türkiye’deki diplomatik misyonlarına bağlı
olan okul, eğitim kurumu, kültür kurumu ya da hayır kurumu niteliğinde olan yerlerde çalışan
kişilerdir. Diplomatik misyonlara bağlı kurumlardır. Keza diplomatik misyonlarda veya
konsolosluklarda çalışan kişilerin özel hizmetlileri de çalışma izni muafiyetine sahiplerdir.
Aile üyeleri de çalışma izninden muaf olabilirler denmiş.
Kişi çalışma izni veya çalışma izninin muafiyeti başladığı tarihten itibaren eğer
yurtdışındaysa 6 ay içinde Türkiye’ye gelmek zorundadır.
Kanun bazı kişiler bakımından dışişleri bakanlığına yapılacak bir başvurudan söz
ediyor. Özel nitelikteki kişiler bakımından söz konusudur. Burada ayrıca İçişleri Bakanlığının
olumlu görüşü aranır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından karar verilir.
Ön İzin
Ön izin
MADDE 8- (1) Mesleki yeterlilik gerektiren sağlık ve eğitim hizmetlerinde çalışacak yabancıların
çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde ön izin alınması zorunludur.
(2) Sağlık hizmetlerinde Sağlık Bakanlığı, eğitim hizmetlerinde Millî Eğitim Bakanlığı bu hizmetlerde
mesleki faaliyette bulunacak yabancılara ön izin vermeye yetkili olup ön izin alınması gereken meslekler anılan
bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir.
(3) Ön izin alan yabancıların çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde, bu Kanunun 9 uncu
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi hükmü uygulanmaz.
(4) 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 34 üncü maddesi uyarınca çalışacak
yabancı uyruklu öğretim elemanlarına çalışma izni, Yükseköğretim Kurulunun ilgili mevzuata göre vereceği ön
113
izne istinaden Bakanlıkça verilir. Ön izne istinaden çalışacak yabancı öğretim elemanlarının çalışma izni
başvurularının değerlendirilmesinde, bu Kanunun 7 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları ile (f),
(g) ve (ğ) bentleri saklı kalmak üzere 9 uncu maddesinin birinci fıkrası uygulanmaz.
(5) Çalışma izni uzatma başvuruları da ilgili bakanlığın veya Yükseköğretim Kurulunun ön iznine
tabidir.
(6) 28/2/2008 tarihli ve 5746 sayılı Araştırma, Geliştirme ve Tasarım Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun ve ilgili mevzuat kapsamında Ar-Ge Merkezi Belgesi olan firmalarda Ar-Ge personeli olarak
çalışacak yabancıların çalışma izni başvuruları Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının olumlu görüşü olması
hâlinde değerlendirilir.
Çalışma izni türleri vardır. Beş tür olarak düzenlenmişti. Bu kanunda bir tür arttırılmış.
Turkuaz kart dediğimiz bir çalışma izni türü düzenlenmiştir.
114
1- Süreli Çalışma İzni
Çalışma izni türleri
MADDE 10/2- Bu Kanunun 7 nci maddesine göre yapılacak uzatma başvurusunun olumlu
değerlendirilmesi hâlinde yabancıya aynı işverene bağlı olarak ilk uzatma başvurusunda en çok iki yıl, sonraki
uzatma başvurularında ise en çok üç yıla kadar çalışma izni verilir. Ancak, farklı bir işveren yanında çalışmak
üzere yapılan başvurular bu maddenin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilir.
Bu en temel olan, en basit çalışma izni türüdür. Kişiye 1 yıllık süre için verilmesi söz
konusu olmaktadır. Belirli bir işverenin yanında, belirli bir işte çalışmak üzere verilmesi söz
konusu olmaktadır. Süreli çalışma izni bağlı bir çalışma izni türüdür.
Bu çalışma izninin aynı işverenin yanında çalışmak üzere aynı işyerinde veya bu
işverenin farklı işkolundaki farklı işyerlerinde çalışmak üzere aynı işi yapmak şartıyla
uzatılması söz konusu olabilmektedir. İlk uzatmada 2 yıla kadar uzatılması söz konusudur.
İkinci uzatmada da 3 yıllık bir uzatma söz konusu olabilmektedir. Yani 1 yıl + 2 yıl + 3 yıl.
Süresiz çalışma izninin iki kategorideki kişilere verilmesini kanun kabul etmiş:
115
(8) Bağımsız çalışma izni, bu maddede yer alan süre sınırlamalarına tabi olmaksızın süreli olarak
düzenlenir.
Bağımsız çalışma izninde bir işverene bağımlı olmadan olan bir çalışmadan
bahsedilmektedir. Bu kişi yanında birilerini çalıştırıyor da olabilir olmayabilir. Önemli olan
bir işverene bağlı olmadan çalışıyor olmasıdır.
Bağımsız çalışma izninin verilebilmesi için 5 yıl Türkiye’de ikamet şartı vardı. Bu
şartın UİK’nda artık aranmadığını görüyoruz. Bağımsız çalışma izninin ne kadar süreye
ilişkin olarak verileceği konusunda da bir düzenleme yoktur.
Kendi adına kendi namına çalışacak olanlar bağımsız çalışma iznini alacak olanlardır.
Onun dışında bu kişilerin yanında kanun başka kişileri de saymış. Türk Ticaret Kanununa
göre kurulmuş olan şirketlerin üst düzey yönetiminde görev alacak olanlar bakımından da
bağımsız çalışma izni alma imkanı düzenlenmiştir:
İstisnai çalışma izni kanunda belirtilen usullerden, sürelerden, şartlardan muaf olarak
çalışma izni verilmesi anlamına geliyor.
116
süre veriliyordu. Düşünmesi ve işbirliği için de 6 ayı geçmemek üzere toplamda 3 yıla kadar
uzatılabiliyordu. İstisnai çalışma izni bu süreyle sınırlı olarak verilmektedir.
5- Turkuaz Kart
İlk defa bu kanunla kabul edilmiş bir çalışma izni türüdür. Kanunun 11.maddesinde
düzenlenmiştir.
Uluslararası İşgücü Kanununun kabul edilmesinin altında yatan şeylerden bir tanesi
de bu alanı biraz daha sistematik bir şekilde düzenlemektir. Özellikle de birtakım gelişmeleri,
yatırımları Türkiye’ye çekebilmek amaçlanmaktadır. Turkuaz kartın yaratılmasının altında da
bunlar yatar. Nitelikli işgücü buraya çekebilmek ve o kişilere vatandaşlık verilmesi imkanını
da bununla paralel olarak getirmiş bir düzenlemedir.
Turkuaz kart sahiplerinin 3 yıllık bir geçiş süresi vardır. Geçiş süresinde bu kişiler
kontrol ediliyorlar. Kendi durumları gereği bilgi sunmak durumundalar. Geçiş süresi
bitmeden önce, bitmeye 180 gün kala geçiş sürecini sonlandırmak için başvuruda bulunmaları
gerekiyor. Ondan sonra turkuaz kart sahibi statüsüne geçeceklerdir. Zaten vatandaşlık
117
kazanmaları da eğer başvururlarsa bu 3 yıllık sürenin bitmesinden sonra söz konusu
olabilecektir.
Turkuaz kart için başvuracak kişiler bakımından bir sınırlama vardır. Geçici koruma
sahipleri, turkuaz kart başvurusunda bulanamaz.
Genel olarak hepsi bakımından çalışma izni sahibi olan kişilerin artık ikamet izni
alması gerekmez. Çalışma izni, ikamet izni yerine geçer veya çalışma izninden muafiyet de
keza ikamet izni yerine geçer. Çalışma izninden muafiyetle Türkiye’de çalışanlar bakımından
çalışma izninden muafiyetle geçirilen süre, kanuni çalışmanın hesaplanmasında dikkate
alınmaz. İkamet izni yerine de geçiyor demiştik. İkamet izni süresinde de dikkate alınmaz.
Çalışma izninden muafiyette de ayrıca ikamet izni alınması gerekmez. Ama bunların
çalışma muafiyetiyle geçirdikleri süre çalışma süreleri veya ikamet sürelerinin
hesaplanmasında dikkate alınmaz. Çünkü Türkiye’de çalışmanın veya ikametin sağladığı
birtakım imkanlar vardır. Mesela süresiz çalışma izninde ve uzun dönem ikamet izninde var.
Buralarda dikkate alınmıyor.
Çalışma izninin mahiyeti
MADDE 12- (1) Bu Kanuna göre verilen çalışma izni veya çalışma izni muafiyeti, 6458 sayılı Kanunun
27 nci maddesi uyarınca ikamet izni yerine geçer. Ancak, 6458 sayılı Kanunda tanımlanan mülteci ya da ikincil
koruma statüsü dışında yabancının herhangi bir nedenle ikamet izni olması yabancıya çalışma hakkı vermez.
(2) Yurt dışından yapılan başvuruya istinaden çalışma izni verilen yabancı, çalışma izninin
geçerliliğinin başladığı tarihten itibaren altı ay içinde Türkiye’ye gelmek zorundadır. Bu süre içinde Türkiye’ye
gelmeyen yabancının çalışma izni iptal edilir.
(3) Türkiye’nin taraf olduğu ikili veya çok taraflı sözleşmelerle sağlanan haklar saklı kalmak kaydıyla
ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde çalışma izinleri; iş piyasasındaki durum ve çalışma hayatındaki gelişmeler,
istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik konjonktür koşullarının gerekli kıldığı hâllerde, belirli bir süre için tarım,
sanayi veya hizmet sektörleri, belirli bir meslek, işkolu veya mülki ve coğrafi alan itibarıyla sınırlandırılabilir.
118
Çalışma İzninin İptali ve Sona Ermesi
Çalışma izni ve çalışma izni muafiyetinin geçerliliği ve iptali
MADDE 15- (1) Çalışma izni ve çalışma izni muafiyeti, sürenin sona ermesi veya Bakanlıkça iptal
edilmesiyle geçerliliğini kaybeder.
Çalışma izni veya muafiyeti ne zaman sona erer? Süresinin sona ermesinde sona
erecektir. Tabi süresiz çalışma izni bakımından böyle bir şey söz konusu değildir. İstisnai
çalışma izni kanundaki sürelere bağlı olmadan veriliyor zaten.
Çalışma izni veya çalışma izni muafiyetinin geçerlilik tarihinden itibaren altı ay
içinde Türkiye’ye gelmemesi,
Kanunda belirtilen hükümlere aykırı olarak çalıştığının tespiti,
Çalışma izni başvurusunun sahte veya yanıltıcı bilgi ve belgelerle yapıldığının
sonradan tespiti,
Çalışmasının herhangi bir nedenle sona ermesi,
Turkuaz kart sahipleri bakımından geçiş süresi içinde talep edilen bilgi ve belgeleri
sunmaması ya da bunların niteliklerini kaybettiğinin anlaşılması,
Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından Türkiye’de
çalışmasında sakınca olduğunun ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca bildirilmesi,
Verilecek çalışma izni süresinin her halükarda kişinin pasaportunun veya pasaport
yerine geçen belgesinin geçerlilik süresinden 60 gün daha kısa olması gerekir. Bu
durum ikamet izninde de vardı. Yani yeterli sürenin kalmamış olması,
pasaportunun veya pasaport yerine geçen belgesinin geçerlilik süresinin
uzatılmaması,
Sağlık sebepleri veya zorunlu kamu hizmeti gibi mücbir sebepler dışında süreli
çalışma izinlerinde aralıksız olarak altı aydan, bağımsız ve süresiz çalışma
izinlerinde ise aralıksız olarak bir yıldan uzun süre Türkiye dışında kalması,
Turkuaz Kart sahibi olması hâlinde yurt dışında kalış süresinin Bakanlıkça
belirlenen süreyi aşması,
Durumlarında iptal edilir.
Esas olarak buralardaki sürelere çok fazla takılmayalım. Sadece süreler bakımından
engel olduğunu bilmeniz yeterlidir. Yurt dışında kişi belli bir süreden uzun kalırsa bu çalışma
izninin iptaline yol açabilecektir.
Çalışma izniyle alakalı olarak verilen kararlara karşı yargı yolu açıktır. Öncelikle karar
ilgili kişiye veya işverenine tebliğ edilir. Tebliğden itibaren bu kişilerin Çalışa ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığına 30 gün içinde itiraz etme hakkı vardır. Demek ki önce itiraz imkanı var.
Hala da itiraz reddedilirse idari yargı yoluna başvurulacaktır.
119
Çalışması Özel Olarak Düzenlenmiş Kişiler
Mavi Kartlılar
(Çalışma izni almaları gerekmiyor demiştik)
120
Serbest mali müşavirlik yapılması karşılıklılık şartına bağlıdır. Maliye Bakanlığının izni
ve başbakanın onayı öngörülmüştür. Zorlaştırılmış durumdadır.
Borsalara üye birtakım kuruluşlar söz konusudur. Yabancı tüzel kişilerinde üye
olabilmektedirler. Ama borsada o üyeyi temsil eden kişinin mutlaka Türk vatandaşı olması
gerekmektedir.
YABANCI YATIRIMLAR
Biz genel olarak yabancı yatırımların hukuki rejiminden bahsedeceğiz.
121
DYYK’ye göre yabancı yatırımcı kimdir?
Tanımlar
Madde 2 - Bu Kanunda geçen;
a) Yabancı yatırımcı: Türkiye'de doğrudan yabancı yatırım yapan,
1)Yabancı ülkelerin vatandaşlığına sahip olan gerçek kişiler ile yurt dışında ikamet
eden Türk vatandaşlarını,
2) Yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişileri ve uluslararası
kuruluşları,
Doğrudan Yatırım:
Mevzuata göre neler doğrudan yatırım değeridir?
Tanımlar
Madde 2 - Bu Kanunda geçen;
b) Doğrudan yabancı yatırım: Yabancı yatırımcı tarafından,
1) Yurt dışından getirilen;
- Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca alım satımı yapılan konvertibl para şeklinde nakit sermaye,
- Şirket menkul kıymetleri (Devlet tahvilleri hariç),
- Makine ve teçhizat,
- Sınaî ve fikrî mülkiyet hakları,
2) Yurt içinden sağlanan;
-Yeniden yatırımda kullanılan kâr, hâsılat, para alacağı veya malî değeri olan yatırımla ilgili diğer
haklar,
- Doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklar,
Gibi iktisadî kıymetler aracılığıyla;
i) Yeni şirket kurmayı veya şube açmayı,
ii) Menkul kıymet borsaları dışında hisse edinimi veya menkul kıymet borsalarından en az % 10 hisse
oranı ya da aynı oranda oy hakkı sağlayan edinimler yoluyla mevcut bir şirkete ortak olmayı,
c) Müsteşarlık: Hazine Müsteşarlığını,
İfade eder.
Doğrudan yatırım ikiye ayrılır:
1) Yurtdışından getirilen doğrudan yabancı yatırım
2) Yurtiçinden sağlanan doğrudan yabancı yatırım
Yurtdışından Türkiye’ye neler doğrudan yatırım olarak gelebilir:
Yeniden yatırımda kullanılan kâr, hâsılat, para alacağı veya malî değeri olan yatırımla
ilgili diğer haklar
Bu değerler yine yatırımda kullanılırsa bunlar da doğrudan yatırım değeri olabilir.
122
Doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklar
Yani yurtiçindeki kaynakların çıkarılması hakkı
Bir tanesi yatırım serbestisi ve milli muamele olarak adlandırdığımız bir esastır.
Bundan aslında biraz bahsetmiştik. İlk olarak Türkiye’de doğrudan yatırım serbestisi vardır.
Kanunlardaki veya uluslararası anlaşmalarda aksine hüküm getirilmedikçe yatırım serbesttir.
İzin sisteminin kaldırılmış olması bunu gösteren husustur.
İkinci olarak eşit muamele esası söz konusudur. Yerli ve yabancı yatırımcı eşit
muameleye tabi tutulacaktır. Yabancı yatırım olduğu için bu yatırım negatif bir ayrımcılığa
uğramamalıdır. Tabi ki bazen mesela taşınmaz edinmede istisnasını görüyoruz.
Doğrudan yabancı yatırımlara ilişkin esaslar
Madde 3 –
b) Kamulaştırma ve devletleştirme
Doğrudan yabancı yatırımlar, yürürlükteki mevzuat gereğince; kamu yararı gerektirmedikçe ve
karşılıkları ödenmedikçe kamulaştırılamaz veya devletleştirilemez.
123
Doğrudan yabancı yatırımcı yatırımını hangi usulle gerçekleştirebilir? Bunun birtakım
yolları vardır:
Yabancıların taşınmaz edinmesi prensip olarak iki temel şarta bağlanmıştır. Çok
uzunca bir süre boyunca da 2012 yılına kadar bu iki şart varlığını korumuştur.
124
Yabancılar taşınmaz veya bağımsız ve sürekli nitelikte ayni hak edinebilirler. Ancak
hükümde bu koşullara bağlanmıştır. Miktar sınırlamasına tabidir. Yabancı uyruklu gerçek
kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam
alanı:
- Özel mülkiyete konu olan ilçe yüz ölçümünün yüzde 10’ununu geçemez.
- Ülke genelinde de kişi başına 30 hektar geçilemez.
Bakanlar Kurulunun bunu iki katına kadar arttırabileceği öngörülmüştür.
Eğer yabancı kişi, alacağı taşınmazda ya da sınırlı ayni hakta bir proje geliştirmek
amacıyla – örneğin turizm işletmesi kurmak amacıyla veya petrol arama tesisi kurmak
amacıyla – yapısız bir taşınmazı alırsa bu taşınmazda gerçekleştireceği yapının projesini 2 yıl
içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak durumundadır. Tapu Kanunu tarafından bir de böyle
bir şart getirilmiştir.
Eğer bu sınırlamalara uygun olunmazsa yani Tapu Kanunu veya diğer kanunlarda
getirilen sınırlamalara aykırı bir durum söz konusuysa (Ya hiç uygun değil ya da
sınır aşılmış olabilir.)
Edinim amacına aykırı kullanılmış olduğu tespit edilirse ya da
2 yıl içerisinde proje onaylatılmamışsa
Taşınmazsın tasfiyesi gerekir veya sınır aşımı söz konusuysa aşılan sınırın tasfiyesi gerekir.
Tüzel kişilerin durumuna bakalım. Gerçek kişiler bakımından temel olarak iki
sınırlama var demiştik: ‘Kanuni sınırlamalara uygun olma’ ve ‘uluslararası ilişkilere ve ülke
menfaatlerine uygun olma’. Tüzel kişilere baktığımız zaman 35.maddede şöyle bir düzenleme
125
görüyoruz: Yabancı ülkelerde o ülkelerin kanunlarına kurulmuş olan ticaret şirketlerinin
Türkiye’de özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz edinebileceklerdir.
Az önce bahsettiğimiz gerçek kişiler için aranan iki şart ve sonradan bahsettiğimiz
BK’nın sınırlama getirebileceği haller – kişi, ülke, coğrafi alan vs. - tüzel kişiler bakımından
da söz konusudur. Bu yabancı tüzel kişiler, bir proje gerçekleştirmek amacıyla edinmişlerse
yine bunların da 2 yıl içine onaya sunmaları gerekir. Eğer kanuna aykırı olarak edinmişlerse
yine bunların da tasfiyesi gerekir, sınırlamaların aşılması durumunda da aynı sonuç söz
konusudur. Bu hükümler ortaktır.
- Sayılan kişilerin yüzde 50 ve daha fazla oranda hissesine sahip oldukları Türk
şirketleri,
o TVK m.28 hariç yabancı gerçek kişilerin
o Yabancı tüzel kişilerin
o Uluslararası kuruluşların
(Yabancılar Türk şirketlerin tamamına da sahip olabilirler belirli oranlarda da sahip
olabilirler. Yabancılar bu şekilde yatırım yapabiliyorlardı. Burada yüzde 50 ve fazlasına
sahip oldukları Türk şirketlerinden bahsediyoruz.)
- Yönetim hakkını haiz kişileri atayabilme yetkisi yabancılarda olan Türk şirketler
Ana sözleşmelerinde belirlenen faaliyet konularını gerçekleştirmek üzere taşınmaz alabilir,
herhangi bir taşınmaz alamaz. Bu şekilde bir sınırlama söz konusuydu. Eğer yüzde 50’nin
altındaysa veya yüzde 50’nin altında olsa bile yönetim hakkını haiz kişileri atama yetkisi
yabancılarda değilse böyle bir sınırlama söz konusu olmayacaktır. Dikkat edin bu bir yabancı
şirket değil. Türk kanunlarına göre kurulmuş Türk şirketinden bahsediyoruz. Ama içerisinde
sahip olduğu yabancıların payları veya yetkileri sebebiyle taşınmaz edinme bakımından özel
bir muameleye tabi tutuluyorlar. Bu Türk şirketlerinde yabancıların sahip olduğu pay, ilk
başta yüzde 50’nin altında olabilir. Sonradan sermaye artırımı ile oran aşılabilir.
126
o Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar
artırmaya yetkilidir.
2. Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı
ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine
sınırlı ayni hak tesis edilemez. Yani yabancı dernek ve vakıflar Türkiye’de taşınmaz
edinemezler.
3. Bakanlar Kurulunun taşınmaz edinimini sınırlandırabileceği veya
durdurabileceği haller
Ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı gerçek kişiler ile yabancı tüzel kişiliğe
sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; çeşitli kriterlerle
sınırlandırabilir, durdurabilir, yasaklayabilir.
Yabancı ülkede Türk vatandaşının sahip olduğu bir taşınmaz söz konusu. Türk
vatandaşı taşınmazı edinebilmiş. Ama yabancı devlet fevkalade birtakım kararlarla veya
işlemlerle Türk vatandaşının malını elinden alırsa örneğin bu tip işlemlerle kamu yararı bile
olmadan elinden alırsa, kamulaştırırsa o zaman o devletin Türkiye’deki vatandaşlarının sahip
olduğu mallara da aynı şekilde muamele edilip el konulabilir.
127
Yabancıların Miras Yolu ile Taşınmaz Edinmeleri
Az önce bahsettiğimiz Tapu Kanunu’ndaki düzenlemeler sağlararası işlemler yoluyla
taşınmaz edinmeyi düzenliyordu. Ölüme bağlı tasarruflarla yabancıların taşınmaz edinmesi
yolu nedir diye bakacak olursak;
Eskiden yabancıların miras yoluyla taşınmaz edinmeleri iki tane şarta tabiydi:
Bugün ise 2005 yılında yapılan değişiklikle miras hakkı bakımından karşılıklılık
kalktı. Dolayısıyla yabancılar mirasa uygulanacak hukuk bakımından mirasçı ise mirası elde
edebilecektir. Ama taşınmazı edinmesinde sınırlama söz konusu olabilir.
Bugün Tapu Kanunu madde 35’e baktığımız zaman mirasın ayrıca düzenlenmemiş
olduğu ve 35.maddenin 1. fıkrasına atıf yapıldığını görüyoruz. Diyor ki 35/1’e aykırı olarak
miras yoluyla elde edilmişse bu tasfiye edilir.
Miras hakkı ile miras yoluyla taşınmaz edinmeyi birbirinden ayırt etmeniz
gerekmektedir. Mirasa uygulanacak olan hukuk kişiyi Türkiye’de mirasçı kılıyorsa kişinin
Türkiye’de miras hakkı vardır. Ancak 35/1’deki şartlar söz konusu değilse miras hakkı olan
kişi taşınmazı iktisap edemez. Tıpkı sınırı aşmış gibi tasfiyesi söz konusu olur.
Kişiye miras kalan yer ikinci derece askeri bölgedeyse – Türk vatandaşları burada
taşınmaz edinebiliyorlar – miras hakkı vardır. Ama burada yabancı iktisap edemez.
Dolayısıyla taşınmazın tasfiye edilmesi gerekir.
Türk vatandaşları için örneğin ilköğretim zorunlu iken, yabancılar için ilköğretim
ihtiyaridir.
Peki, nasıl açacaklardır? Yabancı tüzel kişiler Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu
çerçevesinde Türkiye’de bir ortaklık kurabilirler veya kurulmuş bir ortaklığa sonradan
hisselerini alarak ortak olmaları söz konusu olabiliyordu. Yabancı gerçek ve tüzel kişiler
doğrudan yabancı yatırımlar kanunu çerçevesinde Türkiye’de bir milletlerarası özel öğretim
kurumu açabilirler. Tabi bunu ille de yabancılar yapmak zorunda değildir. Bu bir imkan
sadece. Türk gerçek veya Türk tüzel kişilere de hiç işin içinde yabancı olmadan sadece
yabancı öğrencilerin devam edebileceği milletlerarası özel öğretim kurumları açabilirler.
Tabi ki burada tamamen bir serbesti yoktur. Bunların müfredatları, programları MEB
bakımından gözden geçirilip onaylanması gerekiyor. Birtakım özel güvenlik, TC devletinin
menfaati gibi kriterlere uygun bir programlarının eğitim öğretimlerinde olması gerekiyor.
Yabancı Okullar
İkinci istisnai kategori ise yabancı okullardır. Birçoğunu siz de biliyorsunuz: St.
Benoit, Robert koleji gibi okullar. Son duruma baktığımız zaman 1914’e kadar varlıkları
tanınan Fransız, İngiliz ve İtalyan okullarının varlıklarını devam ettireceği ama yenisinin
açılamayacağı kabul edilmiştir.
Bunların statüsü aslında Lozan çerçevesinde, Lozan’la bağlı olarak kabul edilen
ikamet ve akdi selamet sözleşmesinde düzenlenmiş. Aslında o sözleşmenin ilgili hükmünün
yürürlüğü sona ermiştir. Ama bu hukuki durum, kazanılmış hak olarak devam etmektedir. H
Azınlık Okulları
Üçüncü kategori olarak da azınlık okullarından bahsedilmektedir. Bu azınlık okulları
meselesi yine Lozan’da ele alınmış ve düzenlenmiş bir konudur.
129
Bu okullarda tüm yabancılar öğretim göremez. Sadece bu azınlığa mensup kişilerin
eğitim görmeleri mümkündür. Yine müfredatları kontrollü biçimde MEB’in kontrolünde
oluşturulur. Kendi dillerinde eğitim yapabilirler. Fakat Türk dilinin öğretilmesi zorunlu kabul
edilmiş.
130