You are on page 1of 17

Özel Üsküdar Amerikan Lisesi

Çağdaş Türk Öykücülüğünde Çeşitlilik: Mine

Söğüt ve Cemil Kavukçu

Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu Üzerinden Çağdaş Türk Öykücülüğünün

İncelemesi

Kaan Gözütok

9C Türk Dili ve Edebiyatı

Ramize Sibel Köksal

24 Nisan 2019
Ön Söz

Bu tezin yazımında ve genel olarak bu sene boyunca benden desteklerini esirgemeyen

öğretmenim Ramize Sibel Köksal’a ve aileme teşekkürlerimi sunarım. Bu tez çağdaş Türk

öykücülüğünün özelliklerini, çeşitliliğini ve özellikle de en önemli çağdaş öykücülerden olan

Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu’nun farklı yazım biçimlerini ele almaktadır. Bu makale yazılırken

temel olarak Mine Söğüt’ün “Gergedan” ve “Deli Kadın Hikayeleri” adlı öykü kitapları, Cemil

Kavukçunun “Maviye Boyanmış Sular” ve “Uzak Noktalara Doğru” adlı kitapları kullanılmıştır.

Referans amacıyla diğer iki önemli yazar olan Faruk Duman’dan “Nar Kitabı” isimli kitabından

ve Yiğit Okur’un “Tır Kamyonları” isimli kitabından yararlanılmıştır. Çalışma 27 Kasım

2018’de başlayıp araştırma ve makalenin yazılması dört ay sürmüştür. Makale temel araştırma

ilkelerine uyularak yazılmıştır.


Kaan Gözütok 655

Ramize Sibel Köksal

9C Türk Dili ve Edebiyatı

24 Nisan 2019

Çağdaş Türk Öykücülüğünde Çeşitlilik: Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu

Türk edebiyatı çağlar boyu en bağımsız, en belirgin ve en farklı edebiyatlardan olup,

Orhan Pamuk’tan, Halid Ziya Uşaklıgil’e; Nazım Hikmet’ten, Sabahattin Ali’ye pek çok önem

arz eden yazara ve nice eserlere tanıklık etmiştir. Nitekim Türk edebiyatı zaman içerisinde

önemini yitirmemek ile birlikte zaman içinde değişime uğrayıp gelişmiştir. Bu değişim Türk

öykülerinde de bir hayli açık ve ortadadır. Bu sebepten ötürüdür ki çağdaş Türk öyküleri diğer

öykülerden son derece ayrı düşmektedir. Türk öykülerinde zaman içerisinde tabii olarak her

dönemde olduğu gibi temalar gittikçe modernleşmiş, feminizm gibi akımların etkisi görülmüş,

konuşma biçimi ve günlük hayatta kullanılan üsluplar olduğu gibi aktarılmış, okurda

uyandırılmak istenen hisler ve gerçekçilik yazının dilbilgisi ve yapısal olarak kurallara

uymasının önünde tutulmuş, öykülerdeki karakter, zaman, yer kavramları kimi zaman

silikleşmeye ve belirsizleşmeye başlamıştır. En ünlü çağdaş Türk öykücüleri arasında Mine

Söğüt, Cemil Kavukçu, Yiğit Okur, Faruk Duman gibi yazarlar bulunmaktadır. Bu yazarlardan

her biri belirli özellikler açısından benzerlik göstermiş fakat bu kuralların içinde kendilerine ayrı

bir üslup ve kurgu biçimi bulmuşlardır. Bu dört çağdaş yazar arasında Mine Söğüt’ün ve Cemil

Kavukçu’nun yazıları en çok zıtlaşarak, çağdaş Türk öykücülüğünün geniş yelpazesini okura

sunmaktadır. Mekan, olay, karakterler ve zaman gibi ögeler ve üslup bakımından -buradaki

özellikleri barındırmak ile beraber- Mine Söğüt tamamen yenilikçi bir yaklaşım sergilerken
Cemil Kavukçu daha geleneksel ve klasik bir şekilde yazmaktadır. Cemil Kavukçu’nun

öykülerinde görülen zaman çizgisi, betimlenen mekanlar, derin karakterler -daha da detaylı

inceleneceği üzere- Mine Söğüt’ün öykülerin’de yoktur. Mine Söğüt ise çağdaş dönemin

getirdiği yeni kalıpları alıp bir üst seviyeye taşımaktadır.

Öykünün temel öğelerinden olan mekan, özellikle de Mine Söğüt’ün öykülerinde

belirsizdir ve okurun akında oluşturduğu resme bırakılmıştır. Mine Söğüt öykülerinde,

çoğunlukla öykünün anlatımı sırasında mekana dair ipuçları verir ve yalnızca karakterlerin

mekan ile etkileşimi sırasında mekandan bahseder. Neredeyse hiçbir zaman mekanın adı öyküde

geçmez, ve okur mekandaki nesnelere göre mekana karar verir; kısaca mekan belli başlı ögeler

dışında kalan boşluk okurun beyni tarafından nasıl doldurulursa odur. “Gergedan adlı” kitabının

ilk öyküsü olan “Aile Ölüyor” adlı öyküsünde mekan hakkında herhangi bir betimlemeye yer

verilmez. Yalnızca karakterler, durum ve anlatıcı vardır. Bu belirsizlik çoğunlukta olsa da hava

durumunun betimlenmesi de az görülen bir olay değildir. Özellikle de “Gergedan” adlı kitabında

“Haneke, Pasolini, Greenaway Bir de Ben” ile “Dışına Uzayan Cambazla İçine Kıvrılan

Salyangozun Hüzünlü Hikayesi” adlı öykülerde olay yağmurlu bir ortamda başlar. Bu durum ise

öykülerinde kullandığı mekanları olayın anlatımında kullandığı ve mekanın okurun duyguya

girmesine yardımcı olduğu tezini destekler. Öyle ki Mine Söğüt Mekanı atmosferi vermek için

yeterli olacak kadar betimleme yapar ve mekanı kesinleştirir. Örnek olarak “Deli Kadın

Öyküleri” adlı öykü kitabında Mine Söğüt yeri geldiğinde aktarmak istediği delilik temasının

mekanların kaotikliğini kullanarak aktarımını daha etkili hale getirmiştir, yeri geldiğinde ise

mekanları karakterlerle bağdaştırarak karakterlerin iç dünyasını yansıtmış,yeri geldiğinde ise

öyküde sembollere yer vererek öyküyü değiştirmek, okura ipuçları vermek gibi genel olarak
öykünün genel yapısını güçlendirecek şekilde kullanmıştır. Bu kitaptaki öykülerden olan “Naz

Neden Derine Gömmemiş Kediyi” adlı öyküde Naz adlı karakterin annesinin üstü örtülü bir

biçimde tecavüz kurbanı olduğu kesitte olayın geçtiği mekan olan gar betimlenirken etraftaki her

şey cılız, acı, hurda olarak beklenmiş; taciz eden kişinin alkolle olan ilişkisini aktarmak adına

anason kokusu çeşitli nesnelere işlenerek sembolleşmiştir. Aynı kitapta bulunan “Sinekler

sevişirken” adlı öyküde ise öyküdeki mekanın lamba, tavan, yatak ve pencereden oluşması

olayın ve anlatımın karakter ve dörtlüye yoğunlaşmasını sağlamış karakterin geçirdiği kriz anının

daha iyi yansıtılmasına sebebiyet vermiştir. Bu örnek aynı zamanda ortamların yeterli seviyede

betimlendiği savını da savunur niteliktedir. Sık görülen mekanlar arasında ise Mine Söğüt’ün

öykülerinde sıklıkla görülen temalar olan aile, ev yaşantısı veya genel olarak ev gibi temalarla

bağlı olarak mahalle, ev apartman gibi yerler vardır. Örnek olarak verilebilecek mekanlar

arasında “Hatmi Çayı” adlı öyküdeki ev, “İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın” adlı öyküdeki

apartman ve sokak, “Sinekler Sevişirken” adlı öyküdeki oda vardır. Bir diğer önemli yazar olan

Cemil Kavukçu ise Mine Söğüt’ün öykülerinden tamamen farklı olarak, çağdaş dönemde

yazılmamış Türk öykülerinde de sıklıkla görüldüğü üzere, mekanların ismini kesin olarak

belirtmesinin yanında mekan betimlemesine sıklıkla yer vermiş, Mine Söğüt’e kıyasla mekanı

okurun hayal gücüne daha az bırakmıştır. Cemil Kavukçu’nun Çağdaş dönem özelliği olan

soyutluğu en çok öne çıkardığı öykülerden biri olan “Gemide” adlı öyküde dahi bütün o

belirsizlik içinde mekan mümkün olduğu kadar betimlenmiş anlatıcı ne görüyorsa aynı şekilde

okura aktarılmıştır. Öyle ki“Maviye Boyanmış Sular” adlı kitabında Cemil Kavukçu kitabın

içindeki öyküleri mekan bakımından bağlar, o kadar betimlemenin ardından ise okurun gözünün

önüne aynı mekanlar gelmeye başlar ve buna bağlı olarak kitaptaki öyküler -aynı zamanda bir
yer olan- deniz teması etrafında birleşir. Denizin dışında spesifik olarak gemi, kayık, kayalık,

sahil kasabası ve özellikle bu kasabadaki barda yoğunlaşmaktadır. Kitap boyunca farklı

karakterler ve farklı öyküler geçse dahi her biri bu mekanların etrafında geçmektedir. Bu da

mekanların kitabın sonlarına doğru örtüşmesinin sebebidir. Mekan konusunda daha geleneksel

bir tavır sergileyen yazar, bu mekanları da doğal olarak modernize etmiş, geçmişteki halleriyle

kullanmamıştır. Buradaki geleneksellik mekanın kullanımından ötürüdür. Yazarın betimlemenin

yanı sıra kesin olarak mekan belirttiği öykülerin sayısı da oldukça fazladır. Örneğin “Kargalar

Rotası” öyküsü mutfakta, “Ormanın İçlerine Doğru” öyküsü bir kamyonun içinde başlar. Bu tür

öyküler Mine Söğüt’e tamamen zıt düşecek şekilde yazdığı öyküler ve mekanın belirsiz olduğu

öykülerin sayısından fazladır. Mine Söğüt tüm bu taktikleri kullanarak gereksiz gözdüğü tün

detayları silikleştirerek ortadan kaldırır ve okura aktarmak istediği detaylar üzerine yoğunlaşır.

Mine Söğüt’ün öykülerinde en çok silikleşen ögelerden biri mekandır. Böylece yazar aktarmak

istediği şeyler en etkili bir biçimde karşıya geçirmektedir. Cemil Kavukçu ise belirgin olmayan

ögeleri benimsemesine rağmen mine söğüt kadar mekanda detayları öldürmez. Belirsizlikten

elde ettiği odağı tüm ögelere yayar ve bu şekilde çağdaşlığı ve gelenekselliği birleştirir. Bu

sebeple mekan iki yazarın en zıt düştüğü noktalardan biridir.

Öykünün ögeleri arasında geçmişte önemli bir yer edinse de çağdaş dönemde en çok

gözardı edilen öge zamandır. Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu ortak olarak öykülerinde zaman

ögesine pek de fazla yer vermemişlerdir. Öyle ki okura zaman ile ilgili çok nadir olarak ipucu

verilmiş ve neredeyse hiçbir zaman, zaman ile ilgili kesin bir yargı söz konusu olmamıştır. Öte

yandan öyküde zaman yalnızca öykünün geçtiği zaman değil, öykünün geçtiği zaman aralığı da

önemli bir husustur. Öykülerin çok da uzun bir zamanı kapsamaması tüm öyküler için ortak bir
özellik niteliğindeyken iki yazarın bu konuda da yaşış biçimi farklıdır. Mine Söğüt öykülerinde

daha kısa bir zamandan veya iki kısa zaman aralığından bahsederken, Cemil Kavukçu’nun

öykülerinde peş peşe ardalanan günler söz konusudur. Bunun sebebi ise Mine Söğüt’ün

çoğunlukla durum öyküleri; Cemil Kavukçu’nun ise olay öyküleri yazmasından ötürüdür. Mine

Söğüt öykülerinde daha çok karakterlerin iç dünyalarına yoğunlaşır. Cemil Kavukçu için ise olay

daha çok önem arz etmekle beraber her şeye odaklanmaktadır. Çoğu zaman için Mine Söğüt’ün

öykülerinde olaylar arka planda ve anlatıcılar ile karakterlerin bu olay hakkındaki hisleri

düşünceleri ön plandadır. Cemil Kavukçu ise kesin bir zaman vermese de gelenekselliğini korur

ve Mine Söğüt’e yine ters düşen bir biçimde doğrusal zaman çizgisi üzerinde karakterlerini

oynatır. Cemil Kavukçu’nun “Telsizci” adlı öyküsü, yazarın zaman konusundaki gelenekselliğini

destekler. Öykü ana kahramanın çarkçıbaşının odasına davet edilmesiyle başlar. Bu başlangıçtan

itibaren bir sürü olay peşi sıra ardalanır. Bu sırada “gece”, “başka bir gece”, “öğleye doğru” gibi

kelimelerle hikayedeki zaman akışı desteklenmiştir. Fakat Mine Söğüt’e gelindiğinde ise örnek

olarak yazarın “Deli Kadın Hikayeleri” adlı kitabına bakılabilir. Kitabın içinde bulunan yirmi bir

öykünün hiçbirinde zaman ve zaman akışı kesin değildir. Okur ancak geçmiş, gelecek ve şimdiki

zaman ayrımını yapabilmektedir. “Balon” ve “Yılan” gibi öykülerde olduğu gibi zaman kavramı

yoktur. Geçmişe bakıldığında, Türk öykücülüğünde bir durum söz konusu olduğunda bile

zamandan bahsedildiği görülmektedir. Bu yönüyle Mine Söğüt, geçmişte kaleme alınmış

hikayelerle, -geleneksel tutumu ile yenilik yaratan- Cemil Kavukçu’nun hikayeleriyle mukayese

edildiğinde, gerçekten de herkesten farklı bir öykü anlayışı geliştirdiği ve öykülerinde tamamen

yeniliği benimsediği görülmektedir.


Diğer bir öge olan öyküdeki şahıslar bakımından Mine Söğüt yine en soyut karakterleri

yaratmış ve çağdaş dönemde yazılan öykülere yenilik getirmiştir. Karakterler de mekan gibi

Mine Söğüt’ün öykülerinde tanıtılmaz veya en aza indirgenmiş bir biçimde tanıtılır, okur

karakterleri olay veya durum süresince tanır. “Kendi Hayatlarımızı Yaşamak varken” adlı öyküde

de bu durum çok net bir şekilde gözlemlenir. Karakterler durumla ve mekanla, öykü okundukça

tanınır. Zaman içinde konuşmalarından ve iç dünyalarının anlatıcı yoluyla aktarılmasından nasıl

birer insan oldukları çok az anlaşılır. Karakterler detaylı değildir ve öyküde odak noktası ne ise

ona yönelik özellikleri vardır. “Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat” adlı öyküde belirtildiği

üzere karakterler yalnızca konuya hizmet eder. Bu hikayede karakter yalnızca olması gerektiği

gibi çocuklarını kaybetmiş, çocuklarının her birini şarkılarla özdeştirmiş bir ebeveyn rolündedir

ve karakter tamamen bundan ibarettir. Hikayede doktorla konuşur ve nasıl ölüp de bildiği

şarkıları kaybetmek istemediğinden bahseder. İsmi, dış görünüşü, hatta cinsiyeti bile kesin

değildir. Yalnızca ismi geçen ve ana karakter tarafından hitap edilen doktor karakteri hakkında

ise okur çok daha az bilgiye sahiptir. O yalnızca doktordur. Mine Söğüt’ün öykülerinde

karakterler bazen gerçek dışına çıkabilmekte, Mine Söğüt fabl türüyle bağdaşmasa da hayvan

dahi olabilmektedir. Bu iki durumun en iyi örnekleri “Madam Arthur Bey”, “Dışına Uzayan

Cambazla İçine Kıvrılan Salyangozun Hüzünlü Hikayesi” ve “Gergedan” adlı öykülerde

bulunmaktadır. “Madam Arthur Bey” karakterlerin belirsizleştiği hikayelerden olmasa dahi

karakterlerin okur tarafından anlamlandırılmasının kolay olmadığı bir hikayedir. Sözlü şiddete

maruz kalan bir anne ve kızının gözünde isminin DefolGitOrospu’ya dönüşmesi, Son derece

öfkeli, adeta ateş saçan ve bu sebeple ejderha manasına gelen Dragon adı konmuş bir baba ve

hem annenin hem de babanın aşık olduğu ve hikaye içinde cinsel birliktelik yaşadığı Madam
Arthur Bey olayın ana kahramanlarındandır. Madam Arthur Bey hakkında ise kiliseye gittiği ve

önceden isminin Madam Eleni olması dışında bir şey bilinmez, içinde erkek ve kadın olan iki

farklı karakter olmasından söz edilir. Geriye kalan diğer iki öyküde ise sırasıyla karakterler

öykülerin isimlerinden de anlaşıldığı üzere bir cambaz, salyangoz ve gergedandır.Bunun yanı sıra

Mine Söğüt hikayelerinde az sayıda ve daha önce de bahsedildiği üzere az özellikli karakterler

kullanır. Bu da karakterlerin olay için varolduğu tezini destekler. Mine Söğüt’ün yazdığı

neredeyse hiçbir öyküde beşten fazla karakter geçmezken Cemil Kavukçu rahatça sekiz karakteri

bulabilmektedir. Mine Söğüt’ün hikayelerinde olay aktarıldığı sürece fazladan karaktere yer

yoktur. Var olan karakterler ya olayın içindedir ya da iki gerçekliği içinde barındıran öykülerdeki

görüldüğü gibi şimdiki zamanda var olup geçmişte yaşanmış olayı anlatan anlatıcı konumundaki

karakterlerdir. Cemil Kavukçu’nun karakterleri ise çoğunlukla -mekanla paralel olarak- sıradan,

günlük hayatta rahatça görülebilen sıradan insanlardır, soyut ve gerçekdışı bir yanları bulunmaz.

Cemil Kavukçunun öykülerinde karakterler olaya değil olay karakterlere hizmet eder. Buna bağlı

olarak da Mine Söğüt’ün aksine Cemil Kavukçu’nun öykülerinde fazla karakter vardır. Deniz ile

ilgili olan hikayelerinde mürettebat, kaptan, barda görülen insanlar hepsi ayrı ayrı karakterlerdir

ve farklı özellikler barındırırlar. Her birine ne kadar eşit olmasa da ayrı önem verilir ve ayrı

özellikler barındırırlar. Yine de bu özellikler çoğunlukla fiziksel değildir. Buna verilebilecek en

iyi örneklerden biri “Kamarot” öyküsüdür. Bu öyküde Hurşit, İdris, çarkçıbaşı, Mustafa, Fehmi,

Muharrem gibi çokça karakter bulundurmaktadır. Şüphesiz bazı karakterler diğerlerinden daha

detaylıdır: örneğin bu öyküde Hurşit, İdris ve anlatıcı olan belirsiz kişi öne çıkmaktadır fakat bu

öyküde diğer karakterlerin Mine Söğüt’ün öykülerindeki kadar silik olduğu manasına gelmez.

Mine Söğüt ile Cemil Kavukçu arasındaki farklılık o kadar büyüktür ki Mine Söğüt’ün ana
karakterleri ve anlatıcıları neredeyse Cemil Kavukçu’nunkilerden daha detaysızdır. Buna bağlı

olarak da şu tez ortaya çıkar: Cemil Kavukçu’nun öykülerinde karakterler olay için değil, olay

karakterler olduğu için vardır. Aynı zamanda Kavukçu karakterler hakkında yer yer olayın içine

karıştırılmamış bilgiler verir ve zaman zaman karakterlerin geçmişlerine iner. Dolayısıyla, okur

tüm bu bilgilere bir anda erişmese bile zaman içinde çıkarımlar da yaparak karakterleri iyice

tanır. Bunun en önemli bir kanıtı ise Cemil Kavukçu’nun karakterlerine her daim isimler hatta

bazen lakaplar vermesidir. Mine Söğüt’ün öykülerinde isimsiz karakterlerle karşılaşmak

alışılmışın dışı değildir. Sonuç olarak karakterler Mine Söğüt için bir odak noktası değilken

Cemil Kavukçu için en çok yoğunlaşılan ögelerden biridir.

Mine Söğüt’ün öykülerinde yaşanan olay veya durum da diğer ögelerle uyum içerisinde

belirsizlik ve soyutluk içermektedir. “Pencereler Kelebek Delileri Sever” adlı öyküde olay o

kadar karmaşık ve anlaşılmazdır ki okuru belirsizlik içinde, hikayede elle tutulur bir şeyler

aramaya zorlayarak okumaya devam etmesini sağlar. Hikaye deli bir kadır, bu kadının kardeşi ve

hemşire olan bir kadın ve hemşire kadının çocuğu ile ilgilidir. Çocuk hikayede çok hastadır ve

vücudunun her yerinde delikler vardır. Hikaye deli bir beyaz kedinin bu deliklerden birine

girmesiyle sonlanır. Bütün öyküler adeta yazarın aklına bir saniyeliğine gelmiş resimler veya

gece görülen bir rüyadan uyanır uyanmaz sabah akılda kalanlar gibidir. Mine Söğüt’ün

“Gergedan” ve “Deli Kadın Hikayeleri” adlı öykü kitaplarında bir takım öykülerden sonra

illüstrasyonlar bulunurken “Kırmızı Zaman” ve “Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979”da

bulunmaması bu tezi destekler niteliktedir. Mine Söğüt’ün öykülerinde anlatılanlar okurun

gerçek algısını ve hayal gücünü zorlayacak niteliktedir. “Yılan” adlı öyküde kabağı olan üç

kadının lanetlenerek rüyalarında yılan doğurmaları bu sürrealliğe bir örnektir. Elbette bunun gibi
olaylar yalnızca yazarın bir hayali değildir. Mine Söğüt’ün olaylarına değer katan bir diğer

durum ise tüm bu belirsizliğin farklı sembollere işaret etmesidir. Örnek olarak verilmiş “Yılan”

öyküsünde anneanne, anne ve kızın aynı kişi ile cinsel birliktelik yaşamasına işaret etmektedir.

Rüyasında yılan doğurduğunu gören kadının kızına o adamla ilişkiye girmemesini tembihlemesi,

kızın adamla birlikte olmasının ardından rüyasında yılan doğurması, adamın yaşlı olarak

betimlenmesi bu sembolizmi destekler. Bu bakımdan Mine Söğüt kitaplarında çevremizdeki

dünyaya yeni bir bakış açısı getirir ve okurlara yeni bir pencere açar. Yarattığı durumlar ve

olaylar okurların görmeyi beklemeyeceği, kimi zaman garip kimi zaman ise kan donduran

olaylardır. Klasikleşmiş aşk, aile, ev temaları işlense dahi bu temaları daha önce yazılmamış bir

biçimde aktarır Mine Söğüt. Buna örnek olarak “Hatmi Çayı” adlı öyküsünde babası tarafından

tacize uğramış bir kadının tramvasını, ana karakter olan bu kadının ölmüş veya felç geçirmiş

babası ile aynı evde yaşamaya devam etmesi ve onunla konuşarak geçmişlerini anlatması,

babasına bakmaya devam etmesi ve öyküyü “Siz bilmezsiniz ama kızlar babalarını çok severler.

Her halleriyle severler.” Şeklinde çarpıcı bir son ile aktarır. Şimdiki zaman ve geçmiş zamanın

bu öyküde görüldüğü üzere iç içe geçmesi mine söğüt tarafından pek çok kez kullanılan bir

tekniktir. “Annemin O Harikulade Saçları” isimli öyküde pek çok gerçeklik iç içe geçmiş aynı

anda ise falcının ,ve kişinin anlatımları da birbirine girerek kargaşa yaratmıştır. Mine Söğüt bu

tür teknikleri kullanarak okuru olayın içine katar, öyküsünü daha etkileyici bir hale getirir ve

yazarın öykülerini diğer öykülerden tamamen farklı kılar. Cemil Kavukçu’nun çağdaşlığı ise

karakterleri ile birlikte olaylarıdan gelmektedir. Her şeyi bu kadar geleneksel bir biçimde

kullanmasına karşın yazar karakterlerini ve kullandığı mekanları modern bir durumun etrafında

toparlar. Modern karakterler ise modern mekanlarda bir araya gelmesi, modern durumları
doğurur. Radyo gibi teknolojiler ve AIDS ile kanser gibi hastalıkların bahsinin “Telsizci” adlı

öyküde geçmesi de bunu kanıtlar niteliktedir.n Bunun dışında “a a” adli öyküde aa adlı

karakterin Almanyadan alıp Helga adını koyduğu, cinsel tatmin almak için kullandığı plastik

bebeğin patlatılmış olması, bu öykünün de içinde bulunduğu kitaptaki öykülerde görülen

durmadan gemideki motorların arızalanması, gidilen barlarda seks işçilerinin, eşcinsel ve trans

bireylerin bulunması geçmişte yazılmış Türk öykülerinde göremeyeceğimiz durumlar olup Cemil

Kavukçu’nun yazılarına yenilik getirmektedir. Öte yandan Kavukçu’nun gelenekselliği bu alanda

da tamamen bırakması söz konusu değildir çünkü Mine Söğüt’ün aksine aşk, özlem ve gurbet

gibi temaları başkalaştırmadan olduğu gibi öykülerinin arkaplanında işlemeyi terk etmemiştir.

“Mor Çiçekli Toka” adlı öyküde aynı zamanda anlatıcı olan ana karakterin barda gördüğü bir

kadına aşık olması ve bu kadının hayallerine girmesi “Kamarot” adlı öyküde korku, gurbet ve ev

ile aileye duyulan özlem gibi klasik konular açıkça görülmektedir. Diğer ögelerde olduğu gibi

olay kurgusunda da Cemil Kavukçu Mine Söğüt ile çok ayrı düşmektedir. Mine Söğütteki

sembolizm Cemil Kavukçu’nun neredeyse tüm hikayelerinde mevcut değildir. Olay açık bir

şekilde okura aktarılır, semboller yoktur. Okuma deneyimini zenginleştiren semboller daha çok

nesnelere bağlıdır. “Mor Çiçekli Toka” adlı öyküdeki mor toka aşkı, “a a” adlı öyküdeki Helga

ise tabulaşmış cinselliği, ve sahibinin utancı ile ona kurulan komployu sembolize eder. İki

yazarda da hikayeler bir ders çıkarmak amacı gütmez ve hikayelerin sonuca bağlanmaması

olasıdır. Cemil Kavukçunun kaleme aldığı “Gemide” adlı yazıda hikaye rüyada olduğunu

zanneden bir adamın gemide uyanmasını anlatmaktadır. İki gün boyunca bu karakter gördüğü

şeyleri anlamlandıramaz ve hikaye son derece belirsiz bir şekilde kaçırılması ve rüyada

olmadığını anlaması ile biter. Mine Söğüt’ün bir öyküsü olan “İyi Geceler Ölü Kediler”de ise
önce ana karakter tarafından çevrede yaşayan kediler kişileştirilir ve bunun ardından olay

dışarıdan geçen birine ve ardından ana karakterin bu kişide uyandırdığı izlenim ve son olarak da

dışarda yürüyen bu kişinin hatıralarına kayar. Hatırlanan hatırada yoldan geçen kişinin ablası

kendisi ile birlikte evi yakmakta ve Tevrat’tan bahsetmektedir. Ana karakterin de tevrata takıntılı

olması ve vücudunda cılk yaralar olması, ana karakterin yoldan geçen kişinin ablası olduğuna

işaret eder fakat öyküde kesin bir şeyden bahsedilmez. Öykü ise her şeyden bağımsız olarak ve

gizemli bir şekilde “İyi geceler ölü kediler!” Olarak son bulur.

Dil ve üsluba gelindiğinde ise Mine Söğüt anlatıcı ve karakterleri birbirine katar ve

gündelik bir dil kullanır. Cemil Kavukçu da gündelik ve sade bir dil kullansa dahi diğer

etmenlerle de bağlı olarak verilen hissiyat ve ortaya çıkan sonuç oldukça farklılık

gösterebilmektedir. Mine Söğüt’ün öykülerinde belirli bir anlatıcı yoktur çünkü anlatıcı öykü

içinde birden fazla kere değişebilir veya adeta diyalog içerisindeymiş gibi sırayla ve düzenli bir

şekilde sırayla gelen iki anlatıcı bulunabilir. “İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın”daki

geçmişi gören anlatıcı ile olayları yaşayan şair, “Maharetli Pembe El” adlı öykünün sonunda

anlatıcının anneden çocuğa geçmesi gibi örnekler bir çok öyküde görülmektedir. Öyle ki

anlatıcıların her birinden bağımsız kavramlar, kesitler, cümleler de öykünün içinde yer

bulamaktadır. Bunun en çok görüldüğü öykülerden biri “Naz Neden Derine Gömmemiş

Kediyi”dir. Bu öyküde neredeyse tüm paragrafların arasında böyle bir bölüm vardır. Bunlara da

örnek olarak önceki cümlenin tekrar edildiği “Bıçakonayardımeder.”(88) ve öyküde üç kere

görülen “Birki üçdört boşaltı yedisekizdokuz on… önümarkamsağımsolum sobe saklanmayan

ebe…” cümleleridir. Bu cümleler tamamen o anki hissiyat ve atmosfer ile alakalı olduğu için

dilbilgisinin ve anlatımın duygulardan önemsiz olduğu tezini kanıtlamaktadır. Anlatım ve


dilbilgisi bakımından doğru olması değil okura duyguyu ve atmosferi aktarmak her zaman ön

plandadır zira öykünün en büyük amacı ders vermek veya bir şeyler öğretmek değil; okuru

atmosfere sokabilmektir. Buna bağlı olarak karakterin dünyası ile birlikte anlatım birbirini tekrar

etmesi, sürekli olarak aynı kelimenin görülmesi, anlatımın hızlanması ve yavaşlaması veya

döngüye girmesi görülen durumlardır. Sırası ile bahsetmek ve örneklendirilmesi gerekirse tekrar

eden kelimeler ve cümleler özellikle “Deli Kadın Hikayeleri”nde çok fazla görülmektedir.

“MadamArthur Bey” öyküsünde “Korukollakorukollakorukolla amin.”(78), “Kendi

Hayatlarımızı yaşamak varken”de “Beklediğimi, sabırla beklediğimi, taburenin üzerinde öylece

oturup beklediğimi”(67) görüldü gibi ifadelere yalnızca hikayelerde değil aynı zamanda

hikayelerden önce gelen şiirlerde dahi görülmektedir. Kitapta en çok tekrar eden bozulma budur.

İkinci olarak olay veya durum hızlandıkça kısa cümleler metne hakim olur. Bu da öyküdeki

akışın hızlanmasına ve yavaşlamasına sebebiyet verir. “Kürt Kediler Çingene Kelebekler” isimli

öyküde ana karakterin Kürtlere ve Çingenelere karşı duyduğu endişe ve huzursuzluk en üst

seviyeye ulaştığında aynı zamanda anlatıcı olan ana karakter, Madam “Çingeneler.”, “Hırsız

gelip hırsız gidecekler.”, “Ben ölünce evimi sökecekler.”, “Çökecek evim.” gibi cümleleri peş

peşe sıralar. Üçüncü olarak ise, döngüden kasıt öyküdeki durumun tekerrür etmesidir. Örnek

olarak Mine Söğüt’ün “Yılan” adlı öyküsünde anlatılan durum tamamen bir döngüden ibarettir.

Önce ana karakterin annesinin ona olan hamileliğini, sonra ana karakterin kızına hamileliğini, en

sonunda isi kızının torununa hamileliğini küçük değişikliklerle tekrar ederek anlatır. Bu öyküde

bahsedilen lanet durumu ise sonuç bulmaz, diğer tezleri de destekler biçimde, tüm kadınlara

genellenir ve öykü biter. Üslup olarak süslü bir dil kullanılmaz, anlatım bozuklukları günlük

hayatla örtüşmesi için bilinçli olarak yapılır, okur bu anlatım sayesinde öykünün içine çekilir.
Öyküler genel olarak anlamına göre kesitlere ayrılabilmektedir “Kendi Hayatlarımızı Yaşamak

Varken” öyküsünde hikaye iki karakterin iç dünyasının iç içe geçerek sırayla anlatıcı olması

üzerine kuruludur. Bu metnin düzeninde de bir anlatıcının anlatımlarını içe doğru girintili

yaparak vurgulanmıştır. Bunlara ek olarak bu farklı anlam kesitleri arasında belirli bir geçiş

olması veya tamamen bağlantılı olması Mine Söğüt için bir gereklilik değildir. “Annemin O

Harikulade Saçları” adlı öyküde önceden bahsedildiği üzere geçmiş zaman ile şimdiki zaman iç

içedir ve bu iki kesit arasındaki kesitler son derece kesindir. Aniden geçmişten bahsederken

falcının bulunduğu şimdiki zamanın gerçekliğine dönülebilmektedir. Cemil Kavukçu ise Mine

söğüt gibi öyküleri olsa dahi genele vurulduğunda mantıklı geçişler kullanır ve ani anlatıcı

değişimleri yoktur. Fakat öykülerini başlıklara ayırıp farkı bir anlatıcı ile yinelemesi veya

öyküyle alakalı farklı bir olaydan bahsetmesi çok da az görülmez.“Uzak Noktalara Doğru” adlı

öykü kitabının içinde “Yosun Tuttu Gözlerim” ve “Raci’ye Selam” gibi bölümlere ayrılmış

öykülere rastlanılır. Mine Söğüt ile Cemil Kavukçu’nun öykülerinin benzediği en önemli

noktalardan biri de öykülerinin -ne kadar çoğunlukla giriş gelişme sonuç şeklinde yazılmamış

olsalar da- başlangıç kısımlarında öyküdeki ögeler tanıtılmaz ve okur doğrudan olayın içine

dalmış olur. Olayı anlatan kişinin ana karakter veya herhangi başka biri olması durumu

değiştirmez okurdan hikaye başladığı andan itibaren kendi çıkarımları yapması beklenir. Bu

noktalardan bir diğeri ise üslubun ve anlatımın karaktere göre de değişiklik göstermesidir. Mine

Söğüt’ün öykülerinde öykünün içinde Fransızca cümleler bulunması olarak en çok görülürken,

Cemil Kavukçu’nun öykülerinde bu çalışma kapsamında okunan kitaplar içinde doğal olarak

“Maviye Boyanmış Sular” adlı romanda kullanılan denizci jargonudur. “kamara”, “NOHAP”,

“filika”, “çarkçıbaşı” gibi kelimeler tüm kitap boyu sıklıkla tekrar eder. Jargon kategorisine
girmeyip argo olan sözcükler de Mine Söğüt’ün öykülerine oranla fazladır. Bu durum ise Cemil

Kavukçunun yarattığı karakter profili ile ilgilidir.

Sonuç olarak gerek öyküdeki ögelerin kullanımı, gerekse bu ögelerin aktarımı

bakımından; ikisi de çağdaş Türk öyküleri yazsalar ve benzer özellikler taşısalar dahi Cemil

Kavukçu ve Mine Söğüt yazılarında iki farklı yol çizerek günümüzdeki öykülere çeşitlilik

katmakta, ortak temellere rağmen bambaşka yazıların yazılabileceğini kanıtlamaktadırlar. Türk

edebiyatının tarih boyunca zenginliğini ve bu geniş çeşitliliğini koruduğu görülmüş ve bu miras

bugüne kadar yaşatılmıştır. Bu tez yazısında kullanılan eserler ve daha niceleri ise ister daha

geleneksel ister tamamen yenilikçi bir tutum izlesin; Türk öykücülüğünün asla gerilemeden

geliştiğini göstermekte ve Türk edebiyatına çok büyük katkıda bulunmaktadır. Şüphesizdir ki

Türk öykücülüğü ve edebiyatı, Türk milleti var olmaya devam ettiği sürece varlığını sürdürecek

ve günümüze gelen çeşitliliği ve birikimi devam ettirecektir.


Kaynakça

Söğüt Mine. Deli Kadın Hikayeleri: öykü. Yapı Kredi Yayınları, 2011.

Söğüt Mine. Gergedan: öykü. Yağı Kredi Yayınları, 2019.

Kavukçu Cemil. Maviye boyanmış Sular: öykü. Can, 2016.

Kavukçu Cemil, and Faruk Duman. Uzak Noktalara doğru: Öykü. Can Sanat Yayınları, 2012.

Okur Yiğit. Tir Kamyonlari: öykü. Can, 2011.

Okur Yiğit. Tir Kamyonlari: öykü. Can, 2011.

You might also like