Professional Documents
Culture Documents
Çağdaş Türk Öykücülüğünde Çeşitlilik - Mine Söğüt Ve Cemil Kavukçu
Çağdaş Türk Öykücülüğünde Çeşitlilik - Mine Söğüt Ve Cemil Kavukçu
İncelemesi
Kaan Gözütok
24 Nisan 2019
Ön Söz
öğretmenim Ramize Sibel Köksal’a ve aileme teşekkürlerimi sunarım. Bu tez çağdaş Türk
Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu’nun farklı yazım biçimlerini ele almaktadır. Bu makale yazılırken
temel olarak Mine Söğüt’ün “Gergedan” ve “Deli Kadın Hikayeleri” adlı öykü kitapları, Cemil
Kavukçunun “Maviye Boyanmış Sular” ve “Uzak Noktalara Doğru” adlı kitapları kullanılmıştır.
Referans amacıyla diğer iki önemli yazar olan Faruk Duman’dan “Nar Kitabı” isimli kitabından
2018’de başlayıp araştırma ve makalenin yazılması dört ay sürmüştür. Makale temel araştırma
24 Nisan 2019
Orhan Pamuk’tan, Halid Ziya Uşaklıgil’e; Nazım Hikmet’ten, Sabahattin Ali’ye pek çok önem
arz eden yazara ve nice eserlere tanıklık etmiştir. Nitekim Türk edebiyatı zaman içerisinde
önemini yitirmemek ile birlikte zaman içinde değişime uğrayıp gelişmiştir. Bu değişim Türk
öykülerinde de bir hayli açık ve ortadadır. Bu sebepten ötürüdür ki çağdaş Türk öyküleri diğer
öykülerden son derece ayrı düşmektedir. Türk öykülerinde zaman içerisinde tabii olarak her
dönemde olduğu gibi temalar gittikçe modernleşmiş, feminizm gibi akımların etkisi görülmüş,
konuşma biçimi ve günlük hayatta kullanılan üsluplar olduğu gibi aktarılmış, okurda
uymasının önünde tutulmuş, öykülerdeki karakter, zaman, yer kavramları kimi zaman
Söğüt, Cemil Kavukçu, Yiğit Okur, Faruk Duman gibi yazarlar bulunmaktadır. Bu yazarlardan
her biri belirli özellikler açısından benzerlik göstermiş fakat bu kuralların içinde kendilerine ayrı
bir üslup ve kurgu biçimi bulmuşlardır. Bu dört çağdaş yazar arasında Mine Söğüt’ün ve Cemil
Kavukçu’nun yazıları en çok zıtlaşarak, çağdaş Türk öykücülüğünün geniş yelpazesini okura
sunmaktadır. Mekan, olay, karakterler ve zaman gibi ögeler ve üslup bakımından -buradaki
özellikleri barındırmak ile beraber- Mine Söğüt tamamen yenilikçi bir yaklaşım sergilerken
Cemil Kavukçu daha geleneksel ve klasik bir şekilde yazmaktadır. Cemil Kavukçu’nun
öykülerinde görülen zaman çizgisi, betimlenen mekanlar, derin karakterler -daha da detaylı
inceleneceği üzere- Mine Söğüt’ün öykülerin’de yoktur. Mine Söğüt ise çağdaş dönemin
çoğunlukla öykünün anlatımı sırasında mekana dair ipuçları verir ve yalnızca karakterlerin
mekan ile etkileşimi sırasında mekandan bahseder. Neredeyse hiçbir zaman mekanın adı öyküde
geçmez, ve okur mekandaki nesnelere göre mekana karar verir; kısaca mekan belli başlı ögeler
dışında kalan boşluk okurun beyni tarafından nasıl doldurulursa odur. “Gergedan adlı” kitabının
ilk öyküsü olan “Aile Ölüyor” adlı öyküsünde mekan hakkında herhangi bir betimlemeye yer
verilmez. Yalnızca karakterler, durum ve anlatıcı vardır. Bu belirsizlik çoğunlukta olsa da hava
durumunun betimlenmesi de az görülen bir olay değildir. Özellikle de “Gergedan” adlı kitabında
“Haneke, Pasolini, Greenaway Bir de Ben” ile “Dışına Uzayan Cambazla İçine Kıvrılan
Salyangozun Hüzünlü Hikayesi” adlı öykülerde olay yağmurlu bir ortamda başlar. Bu durum ise
girmesine yardımcı olduğu tezini destekler. Öyle ki Mine Söğüt Mekanı atmosferi vermek için
yeterli olacak kadar betimleme yapar ve mekanı kesinleştirir. Örnek olarak “Deli Kadın
Öyküleri” adlı öykü kitabında Mine Söğüt yeri geldiğinde aktarmak istediği delilik temasının
mekanların kaotikliğini kullanarak aktarımını daha etkili hale getirmiştir, yeri geldiğinde ise
öyküde sembollere yer vererek öyküyü değiştirmek, okura ipuçları vermek gibi genel olarak
öykünün genel yapısını güçlendirecek şekilde kullanmıştır. Bu kitaptaki öykülerden olan “Naz
Neden Derine Gömmemiş Kediyi” adlı öyküde Naz adlı karakterin annesinin üstü örtülü bir
biçimde tecavüz kurbanı olduğu kesitte olayın geçtiği mekan olan gar betimlenirken etraftaki her
şey cılız, acı, hurda olarak beklenmiş; taciz eden kişinin alkolle olan ilişkisini aktarmak adına
anason kokusu çeşitli nesnelere işlenerek sembolleşmiştir. Aynı kitapta bulunan “Sinekler
sevişirken” adlı öyküde ise öyküdeki mekanın lamba, tavan, yatak ve pencereden oluşması
olayın ve anlatımın karakter ve dörtlüye yoğunlaşmasını sağlamış karakterin geçirdiği kriz anının
daha iyi yansıtılmasına sebebiyet vermiştir. Bu örnek aynı zamanda ortamların yeterli seviyede
betimlendiği savını da savunur niteliktedir. Sık görülen mekanlar arasında ise Mine Söğüt’ün
öykülerinde sıklıkla görülen temalar olan aile, ev yaşantısı veya genel olarak ev gibi temalarla
bağlı olarak mahalle, ev apartman gibi yerler vardır. Örnek olarak verilebilecek mekanlar
arasında “Hatmi Çayı” adlı öyküdeki ev, “İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın” adlı öyküdeki
apartman ve sokak, “Sinekler Sevişirken” adlı öyküdeki oda vardır. Bir diğer önemli yazar olan
Cemil Kavukçu ise Mine Söğüt’ün öykülerinden tamamen farklı olarak, çağdaş dönemde
yazılmamış Türk öykülerinde de sıklıkla görüldüğü üzere, mekanların ismini kesin olarak
belirtmesinin yanında mekan betimlemesine sıklıkla yer vermiş, Mine Söğüt’e kıyasla mekanı
okurun hayal gücüne daha az bırakmıştır. Cemil Kavukçu’nun Çağdaş dönem özelliği olan
soyutluğu en çok öne çıkardığı öykülerden biri olan “Gemide” adlı öyküde dahi bütün o
belirsizlik içinde mekan mümkün olduğu kadar betimlenmiş anlatıcı ne görüyorsa aynı şekilde
okura aktarılmıştır. Öyle ki“Maviye Boyanmış Sular” adlı kitabında Cemil Kavukçu kitabın
içindeki öyküleri mekan bakımından bağlar, o kadar betimlemenin ardından ise okurun gözünün
önüne aynı mekanlar gelmeye başlar ve buna bağlı olarak kitaptaki öyküler -aynı zamanda bir
yer olan- deniz teması etrafında birleşir. Denizin dışında spesifik olarak gemi, kayık, kayalık,
karakterler ve farklı öyküler geçse dahi her biri bu mekanların etrafında geçmektedir. Bu da
mekanların kitabın sonlarına doğru örtüşmesinin sebebidir. Mekan konusunda daha geleneksel
bir tavır sergileyen yazar, bu mekanları da doğal olarak modernize etmiş, geçmişteki halleriyle
yanı sıra kesin olarak mekan belirttiği öykülerin sayısı da oldukça fazladır. Örneğin “Kargalar
Rotası” öyküsü mutfakta, “Ormanın İçlerine Doğru” öyküsü bir kamyonun içinde başlar. Bu tür
öyküler Mine Söğüt’e tamamen zıt düşecek şekilde yazdığı öyküler ve mekanın belirsiz olduğu
öykülerin sayısından fazladır. Mine Söğüt tüm bu taktikleri kullanarak gereksiz gözdüğü tün
detayları silikleştirerek ortadan kaldırır ve okura aktarmak istediği detaylar üzerine yoğunlaşır.
Mine Söğüt’ün öykülerinde en çok silikleşen ögelerden biri mekandır. Böylece yazar aktarmak
istediği şeyler en etkili bir biçimde karşıya geçirmektedir. Cemil Kavukçu ise belirgin olmayan
ögeleri benimsemesine rağmen mine söğüt kadar mekanda detayları öldürmez. Belirsizlikten
elde ettiği odağı tüm ögelere yayar ve bu şekilde çağdaşlığı ve gelenekselliği birleştirir. Bu
Öykünün ögeleri arasında geçmişte önemli bir yer edinse de çağdaş dönemde en çok
gözardı edilen öge zamandır. Mine Söğüt ve Cemil Kavukçu ortak olarak öykülerinde zaman
ögesine pek de fazla yer vermemişlerdir. Öyle ki okura zaman ile ilgili çok nadir olarak ipucu
verilmiş ve neredeyse hiçbir zaman, zaman ile ilgili kesin bir yargı söz konusu olmamıştır. Öte
yandan öyküde zaman yalnızca öykünün geçtiği zaman değil, öykünün geçtiği zaman aralığı da
önemli bir husustur. Öykülerin çok da uzun bir zamanı kapsamaması tüm öyküler için ortak bir
özellik niteliğindeyken iki yazarın bu konuda da yaşış biçimi farklıdır. Mine Söğüt öykülerinde
daha kısa bir zamandan veya iki kısa zaman aralığından bahsederken, Cemil Kavukçu’nun
öykülerinde peş peşe ardalanan günler söz konusudur. Bunun sebebi ise Mine Söğüt’ün
çoğunlukla durum öyküleri; Cemil Kavukçu’nun ise olay öyküleri yazmasından ötürüdür. Mine
Söğüt öykülerinde daha çok karakterlerin iç dünyalarına yoğunlaşır. Cemil Kavukçu için ise olay
daha çok önem arz etmekle beraber her şeye odaklanmaktadır. Çoğu zaman için Mine Söğüt’ün
öykülerinde olaylar arka planda ve anlatıcılar ile karakterlerin bu olay hakkındaki hisleri
düşünceleri ön plandadır. Cemil Kavukçu ise kesin bir zaman vermese de gelenekselliğini korur
ve Mine Söğüt’e yine ters düşen bir biçimde doğrusal zaman çizgisi üzerinde karakterlerini
oynatır. Cemil Kavukçu’nun “Telsizci” adlı öyküsü, yazarın zaman konusundaki gelenekselliğini
destekler. Öykü ana kahramanın çarkçıbaşının odasına davet edilmesiyle başlar. Bu başlangıçtan
itibaren bir sürü olay peşi sıra ardalanır. Bu sırada “gece”, “başka bir gece”, “öğleye doğru” gibi
kelimelerle hikayedeki zaman akışı desteklenmiştir. Fakat Mine Söğüt’e gelindiğinde ise örnek
olarak yazarın “Deli Kadın Hikayeleri” adlı kitabına bakılabilir. Kitabın içinde bulunan yirmi bir
öykünün hiçbirinde zaman ve zaman akışı kesin değildir. Okur ancak geçmiş, gelecek ve şimdiki
zaman ayrımını yapabilmektedir. “Balon” ve “Yılan” gibi öykülerde olduğu gibi zaman kavramı
yoktur. Geçmişe bakıldığında, Türk öykücülüğünde bir durum söz konusu olduğunda bile
hikayelerle, -geleneksel tutumu ile yenilik yaratan- Cemil Kavukçu’nun hikayeleriyle mukayese
edildiğinde, gerçekten de herkesten farklı bir öykü anlayışı geliştirdiği ve öykülerinde tamamen
yaratmış ve çağdaş dönemde yazılan öykülere yenilik getirmiştir. Karakterler de mekan gibi
Mine Söğüt’ün öykülerinde tanıtılmaz veya en aza indirgenmiş bir biçimde tanıtılır, okur
karakterleri olay veya durum süresince tanır. “Kendi Hayatlarımızı Yaşamak varken” adlı öyküde
de bu durum çok net bir şekilde gözlemlenir. Karakterler durumla ve mekanla, öykü okundukça
birer insan oldukları çok az anlaşılır. Karakterler detaylı değildir ve öyküde odak noktası ne ise
ona yönelik özellikleri vardır. “Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat” adlı öyküde belirtildiği
üzere karakterler yalnızca konuya hizmet eder. Bu hikayede karakter yalnızca olması gerektiği
gibi çocuklarını kaybetmiş, çocuklarının her birini şarkılarla özdeştirmiş bir ebeveyn rolündedir
ve karakter tamamen bundan ibarettir. Hikayede doktorla konuşur ve nasıl ölüp de bildiği
şarkıları kaybetmek istemediğinden bahseder. İsmi, dış görünüşü, hatta cinsiyeti bile kesin
değildir. Yalnızca ismi geçen ve ana karakter tarafından hitap edilen doktor karakteri hakkında
ise okur çok daha az bilgiye sahiptir. O yalnızca doktordur. Mine Söğüt’ün öykülerinde
karakterler bazen gerçek dışına çıkabilmekte, Mine Söğüt fabl türüyle bağdaşmasa da hayvan
dahi olabilmektedir. Bu iki durumun en iyi örnekleri “Madam Arthur Bey”, “Dışına Uzayan
karakterlerin okur tarafından anlamlandırılmasının kolay olmadığı bir hikayedir. Sözlü şiddete
maruz kalan bir anne ve kızının gözünde isminin DefolGitOrospu’ya dönüşmesi, Son derece
öfkeli, adeta ateş saçan ve bu sebeple ejderha manasına gelen Dragon adı konmuş bir baba ve
hem annenin hem de babanın aşık olduğu ve hikaye içinde cinsel birliktelik yaşadığı Madam
Arthur Bey olayın ana kahramanlarındandır. Madam Arthur Bey hakkında ise kiliseye gittiği ve
önceden isminin Madam Eleni olması dışında bir şey bilinmez, içinde erkek ve kadın olan iki
farklı karakter olmasından söz edilir. Geriye kalan diğer iki öyküde ise sırasıyla karakterler
öykülerin isimlerinden de anlaşıldığı üzere bir cambaz, salyangoz ve gergedandır.Bunun yanı sıra
Mine Söğüt hikayelerinde az sayıda ve daha önce de bahsedildiği üzere az özellikli karakterler
kullanır. Bu da karakterlerin olay için varolduğu tezini destekler. Mine Söğüt’ün yazdığı
neredeyse hiçbir öyküde beşten fazla karakter geçmezken Cemil Kavukçu rahatça sekiz karakteri
bulabilmektedir. Mine Söğüt’ün hikayelerinde olay aktarıldığı sürece fazladan karaktere yer
yoktur. Var olan karakterler ya olayın içindedir ya da iki gerçekliği içinde barındıran öykülerdeki
görüldüğü gibi şimdiki zamanda var olup geçmişte yaşanmış olayı anlatan anlatıcı konumundaki
karakterlerdir. Cemil Kavukçu’nun karakterleri ise çoğunlukla -mekanla paralel olarak- sıradan,
günlük hayatta rahatça görülebilen sıradan insanlardır, soyut ve gerçekdışı bir yanları bulunmaz.
Cemil Kavukçunun öykülerinde karakterler olaya değil olay karakterlere hizmet eder. Buna bağlı
olarak da Mine Söğüt’ün aksine Cemil Kavukçu’nun öykülerinde fazla karakter vardır. Deniz ile
ilgili olan hikayelerinde mürettebat, kaptan, barda görülen insanlar hepsi ayrı ayrı karakterlerdir
ve farklı özellikler barındırırlar. Her birine ne kadar eşit olmasa da ayrı önem verilir ve ayrı
iyi örneklerden biri “Kamarot” öyküsüdür. Bu öyküde Hurşit, İdris, çarkçıbaşı, Mustafa, Fehmi,
Muharrem gibi çokça karakter bulundurmaktadır. Şüphesiz bazı karakterler diğerlerinden daha
detaylıdır: örneğin bu öyküde Hurşit, İdris ve anlatıcı olan belirsiz kişi öne çıkmaktadır fakat bu
öyküde diğer karakterlerin Mine Söğüt’ün öykülerindeki kadar silik olduğu manasına gelmez.
Mine Söğüt ile Cemil Kavukçu arasındaki farklılık o kadar büyüktür ki Mine Söğüt’ün ana
karakterleri ve anlatıcıları neredeyse Cemil Kavukçu’nunkilerden daha detaysızdır. Buna bağlı
olarak da şu tez ortaya çıkar: Cemil Kavukçu’nun öykülerinde karakterler olay için değil, olay
karakterler olduğu için vardır. Aynı zamanda Kavukçu karakterler hakkında yer yer olayın içine
karıştırılmamış bilgiler verir ve zaman zaman karakterlerin geçmişlerine iner. Dolayısıyla, okur
tüm bu bilgilere bir anda erişmese bile zaman içinde çıkarımlar da yaparak karakterleri iyice
tanır. Bunun en önemli bir kanıtı ise Cemil Kavukçu’nun karakterlerine her daim isimler hatta
alışılmışın dışı değildir. Sonuç olarak karakterler Mine Söğüt için bir odak noktası değilken
Mine Söğüt’ün öykülerinde yaşanan olay veya durum da diğer ögelerle uyum içerisinde
belirsizlik ve soyutluk içermektedir. “Pencereler Kelebek Delileri Sever” adlı öyküde olay o
kadar karmaşık ve anlaşılmazdır ki okuru belirsizlik içinde, hikayede elle tutulur bir şeyler
aramaya zorlayarak okumaya devam etmesini sağlar. Hikaye deli bir kadır, bu kadının kardeşi ve
hemşire olan bir kadın ve hemşire kadının çocuğu ile ilgilidir. Çocuk hikayede çok hastadır ve
vücudunun her yerinde delikler vardır. Hikaye deli bir beyaz kedinin bu deliklerden birine
girmesiyle sonlanır. Bütün öyküler adeta yazarın aklına bir saniyeliğine gelmiş resimler veya
gece görülen bir rüyadan uyanır uyanmaz sabah akılda kalanlar gibidir. Mine Söğüt’ün
“Gergedan” ve “Deli Kadın Hikayeleri” adlı öykü kitaplarında bir takım öykülerden sonra
gerçek algısını ve hayal gücünü zorlayacak niteliktedir. “Yılan” adlı öyküde kabağı olan üç
kadının lanetlenerek rüyalarında yılan doğurmaları bu sürrealliğe bir örnektir. Elbette bunun gibi
olaylar yalnızca yazarın bir hayali değildir. Mine Söğüt’ün olaylarına değer katan bir diğer
durum ise tüm bu belirsizliğin farklı sembollere işaret etmesidir. Örnek olarak verilmiş “Yılan”
öyküsünde anneanne, anne ve kızın aynı kişi ile cinsel birliktelik yaşamasına işaret etmektedir.
Rüyasında yılan doğurduğunu gören kadının kızına o adamla ilişkiye girmemesini tembihlemesi,
kızın adamla birlikte olmasının ardından rüyasında yılan doğurması, adamın yaşlı olarak
dünyaya yeni bir bakış açısı getirir ve okurlara yeni bir pencere açar. Yarattığı durumlar ve
olaylar okurların görmeyi beklemeyeceği, kimi zaman garip kimi zaman ise kan donduran
olaylardır. Klasikleşmiş aşk, aile, ev temaları işlense dahi bu temaları daha önce yazılmamış bir
biçimde aktarır Mine Söğüt. Buna örnek olarak “Hatmi Çayı” adlı öyküsünde babası tarafından
tacize uğramış bir kadının tramvasını, ana karakter olan bu kadının ölmüş veya felç geçirmiş
babası ile aynı evde yaşamaya devam etmesi ve onunla konuşarak geçmişlerini anlatması,
babasına bakmaya devam etmesi ve öyküyü “Siz bilmezsiniz ama kızlar babalarını çok severler.
Her halleriyle severler.” Şeklinde çarpıcı bir son ile aktarır. Şimdiki zaman ve geçmiş zamanın
bu öyküde görüldüğü üzere iç içe geçmesi mine söğüt tarafından pek çok kez kullanılan bir
tekniktir. “Annemin O Harikulade Saçları” isimli öyküde pek çok gerçeklik iç içe geçmiş aynı
anda ise falcının ,ve kişinin anlatımları da birbirine girerek kargaşa yaratmıştır. Mine Söğüt bu
tür teknikleri kullanarak okuru olayın içine katar, öyküsünü daha etkileyici bir hale getirir ve
yazarın öykülerini diğer öykülerden tamamen farklı kılar. Cemil Kavukçu’nun çağdaşlığı ise
karakterleri ile birlikte olaylarıdan gelmektedir. Her şeyi bu kadar geleneksel bir biçimde
kullanmasına karşın yazar karakterlerini ve kullandığı mekanları modern bir durumun etrafında
toparlar. Modern karakterler ise modern mekanlarda bir araya gelmesi, modern durumları
doğurur. Radyo gibi teknolojiler ve AIDS ile kanser gibi hastalıkların bahsinin “Telsizci” adlı
öyküde geçmesi de bunu kanıtlar niteliktedir.n Bunun dışında “a a” adli öyküde aa adlı
karakterin Almanyadan alıp Helga adını koyduğu, cinsel tatmin almak için kullandığı plastik
durmadan gemideki motorların arızalanması, gidilen barlarda seks işçilerinin, eşcinsel ve trans
bireylerin bulunması geçmişte yazılmış Türk öykülerinde göremeyeceğimiz durumlar olup Cemil
da tamamen bırakması söz konusu değildir çünkü Mine Söğüt’ün aksine aşk, özlem ve gurbet
gibi temaları başkalaştırmadan olduğu gibi öykülerinin arkaplanında işlemeyi terk etmemiştir.
“Mor Çiçekli Toka” adlı öyküde aynı zamanda anlatıcı olan ana karakterin barda gördüğü bir
kadına aşık olması ve bu kadının hayallerine girmesi “Kamarot” adlı öyküde korku, gurbet ve ev
ile aileye duyulan özlem gibi klasik konular açıkça görülmektedir. Diğer ögelerde olduğu gibi
olay kurgusunda da Cemil Kavukçu Mine Söğüt ile çok ayrı düşmektedir. Mine Söğütteki
sembolizm Cemil Kavukçu’nun neredeyse tüm hikayelerinde mevcut değildir. Olay açık bir
şekilde okura aktarılır, semboller yoktur. Okuma deneyimini zenginleştiren semboller daha çok
nesnelere bağlıdır. “Mor Çiçekli Toka” adlı öyküdeki mor toka aşkı, “a a” adlı öyküdeki Helga
ise tabulaşmış cinselliği, ve sahibinin utancı ile ona kurulan komployu sembolize eder. İki
yazarda da hikayeler bir ders çıkarmak amacı gütmez ve hikayelerin sonuca bağlanmaması
olasıdır. Cemil Kavukçunun kaleme aldığı “Gemide” adlı yazıda hikaye rüyada olduğunu
zanneden bir adamın gemide uyanmasını anlatmaktadır. İki gün boyunca bu karakter gördüğü
şeyleri anlamlandıramaz ve hikaye son derece belirsiz bir şekilde kaçırılması ve rüyada
olmadığını anlaması ile biter. Mine Söğüt’ün bir öyküsü olan “İyi Geceler Ölü Kediler”de ise
önce ana karakter tarafından çevrede yaşayan kediler kişileştirilir ve bunun ardından olay
dışarıdan geçen birine ve ardından ana karakterin bu kişide uyandırdığı izlenim ve son olarak da
dışarda yürüyen bu kişinin hatıralarına kayar. Hatırlanan hatırada yoldan geçen kişinin ablası
kendisi ile birlikte evi yakmakta ve Tevrat’tan bahsetmektedir. Ana karakterin de tevrata takıntılı
olması ve vücudunda cılk yaralar olması, ana karakterin yoldan geçen kişinin ablası olduğuna
işaret eder fakat öyküde kesin bir şeyden bahsedilmez. Öykü ise her şeyden bağımsız olarak ve
gizemli bir şekilde “İyi geceler ölü kediler!” Olarak son bulur.
Dil ve üsluba gelindiğinde ise Mine Söğüt anlatıcı ve karakterleri birbirine katar ve
gündelik bir dil kullanır. Cemil Kavukçu da gündelik ve sade bir dil kullansa dahi diğer
etmenlerle de bağlı olarak verilen hissiyat ve ortaya çıkan sonuç oldukça farklılık
gösterebilmektedir. Mine Söğüt’ün öykülerinde belirli bir anlatıcı yoktur çünkü anlatıcı öykü
içinde birden fazla kere değişebilir veya adeta diyalog içerisindeymiş gibi sırayla ve düzenli bir
şekilde sırayla gelen iki anlatıcı bulunabilir. “İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın”daki
geçmişi gören anlatıcı ile olayları yaşayan şair, “Maharetli Pembe El” adlı öykünün sonunda
anlatıcının anneden çocuğa geçmesi gibi örnekler bir çok öyküde görülmektedir. Öyle ki
anlatıcıların her birinden bağımsız kavramlar, kesitler, cümleler de öykünün içinde yer
bulamaktadır. Bunun en çok görüldüğü öykülerden biri “Naz Neden Derine Gömmemiş
Kediyi”dir. Bu öyküde neredeyse tüm paragrafların arasında böyle bir bölüm vardır. Bunlara da
ebe…” cümleleridir. Bu cümleler tamamen o anki hissiyat ve atmosfer ile alakalı olduğu için
plandadır zira öykünün en büyük amacı ders vermek veya bir şeyler öğretmek değil; okuru
atmosfere sokabilmektir. Buna bağlı olarak karakterin dünyası ile birlikte anlatım birbirini tekrar
etmesi, sürekli olarak aynı kelimenin görülmesi, anlatımın hızlanması ve yavaşlaması veya
döngüye girmesi görülen durumlardır. Sırası ile bahsetmek ve örneklendirilmesi gerekirse tekrar
eden kelimeler ve cümleler özellikle “Deli Kadın Hikayeleri”nde çok fazla görülmektedir.
oturup beklediğimi”(67) görüldü gibi ifadelere yalnızca hikayelerde değil aynı zamanda
hikayelerden önce gelen şiirlerde dahi görülmektedir. Kitapta en çok tekrar eden bozulma budur.
İkinci olarak olay veya durum hızlandıkça kısa cümleler metne hakim olur. Bu da öyküdeki
akışın hızlanmasına ve yavaşlamasına sebebiyet verir. “Kürt Kediler Çingene Kelebekler” isimli
öyküde ana karakterin Kürtlere ve Çingenelere karşı duyduğu endişe ve huzursuzluk en üst
seviyeye ulaştığında aynı zamanda anlatıcı olan ana karakter, Madam “Çingeneler.”, “Hırsız
gelip hırsız gidecekler.”, “Ben ölünce evimi sökecekler.”, “Çökecek evim.” gibi cümleleri peş
peşe sıralar. Üçüncü olarak ise, döngüden kasıt öyküdeki durumun tekerrür etmesidir. Örnek
olarak Mine Söğüt’ün “Yılan” adlı öyküsünde anlatılan durum tamamen bir döngüden ibarettir.
Önce ana karakterin annesinin ona olan hamileliğini, sonra ana karakterin kızına hamileliğini, en
sonunda isi kızının torununa hamileliğini küçük değişikliklerle tekrar ederek anlatır. Bu öyküde
bahsedilen lanet durumu ise sonuç bulmaz, diğer tezleri de destekler biçimde, tüm kadınlara
genellenir ve öykü biter. Üslup olarak süslü bir dil kullanılmaz, anlatım bozuklukları günlük
hayatla örtüşmesi için bilinçli olarak yapılır, okur bu anlatım sayesinde öykünün içine çekilir.
Öyküler genel olarak anlamına göre kesitlere ayrılabilmektedir “Kendi Hayatlarımızı Yaşamak
Varken” öyküsünde hikaye iki karakterin iç dünyasının iç içe geçerek sırayla anlatıcı olması
üzerine kuruludur. Bu metnin düzeninde de bir anlatıcının anlatımlarını içe doğru girintili
yaparak vurgulanmıştır. Bunlara ek olarak bu farklı anlam kesitleri arasında belirli bir geçiş
olması veya tamamen bağlantılı olması Mine Söğüt için bir gereklilik değildir. “Annemin O
Harikulade Saçları” adlı öyküde önceden bahsedildiği üzere geçmiş zaman ile şimdiki zaman iç
içedir ve bu iki kesit arasındaki kesitler son derece kesindir. Aniden geçmişten bahsederken
falcının bulunduğu şimdiki zamanın gerçekliğine dönülebilmektedir. Cemil Kavukçu ise Mine
söğüt gibi öyküleri olsa dahi genele vurulduğunda mantıklı geçişler kullanır ve ani anlatıcı
değişimleri yoktur. Fakat öykülerini başlıklara ayırıp farkı bir anlatıcı ile yinelemesi veya
öyküyle alakalı farklı bir olaydan bahsetmesi çok da az görülmez.“Uzak Noktalara Doğru” adlı
öykü kitabının içinde “Yosun Tuttu Gözlerim” ve “Raci’ye Selam” gibi bölümlere ayrılmış
öykülere rastlanılır. Mine Söğüt ile Cemil Kavukçu’nun öykülerinin benzediği en önemli
noktalardan biri de öykülerinin -ne kadar çoğunlukla giriş gelişme sonuç şeklinde yazılmamış
olsalar da- başlangıç kısımlarında öyküdeki ögeler tanıtılmaz ve okur doğrudan olayın içine
dalmış olur. Olayı anlatan kişinin ana karakter veya herhangi başka biri olması durumu
değiştirmez okurdan hikaye başladığı andan itibaren kendi çıkarımları yapması beklenir. Bu
noktalardan bir diğeri ise üslubun ve anlatımın karaktere göre de değişiklik göstermesidir. Mine
Söğüt’ün öykülerinde öykünün içinde Fransızca cümleler bulunması olarak en çok görülürken,
Cemil Kavukçu’nun öykülerinde bu çalışma kapsamında okunan kitaplar içinde doğal olarak
“Maviye Boyanmış Sular” adlı romanda kullanılan denizci jargonudur. “kamara”, “NOHAP”,
“filika”, “çarkçıbaşı” gibi kelimeler tüm kitap boyu sıklıkla tekrar eder. Jargon kategorisine
girmeyip argo olan sözcükler de Mine Söğüt’ün öykülerine oranla fazladır. Bu durum ise Cemil
bakımından; ikisi de çağdaş Türk öyküleri yazsalar ve benzer özellikler taşısalar dahi Cemil
Kavukçu ve Mine Söğüt yazılarında iki farklı yol çizerek günümüzdeki öykülere çeşitlilik
bugüne kadar yaşatılmıştır. Bu tez yazısında kullanılan eserler ve daha niceleri ise ister daha
geleneksel ister tamamen yenilikçi bir tutum izlesin; Türk öykücülüğünün asla gerilemeden
Türk öykücülüğü ve edebiyatı, Türk milleti var olmaya devam ettiği sürece varlığını sürdürecek
Söğüt Mine. Deli Kadın Hikayeleri: öykü. Yapı Kredi Yayınları, 2011.
Kavukçu Cemil, and Faruk Duman. Uzak Noktalara doğru: Öykü. Can Sanat Yayınları, 2012.