You are on page 1of 1

Genç adam askere gidecekmiş. Yeni de evliymiş.

Hanıma seslenmiş kulağına


eğilmiş:”Hanım sana mektupta ayrıca yer veremem, ayrı bir mektup yazamam edebe
muğayirdir. Ama her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım. O üç noktalar senin için.” 
“Tamam” demiş gelin hanım.
Beyefendi askere gittikten sonra mektuplar gelir, üç gün kayınvalidenin elinde, beş gün
kayın pederin elinde, amca, dayı, teyze dolaştıktan sonra nihayet gelin hanımın eline gelirmiş,
sayfaları hararetle çevirip o en sondaki üç noktaya bakarmış gelin hanım. Bazen göz yaşı
döker, bazen en mahrem hasret sözcüklerini, sevgi sözcüklerini okurmuş o üç noktaların
içerisinde. 
Gel zaman git zaman aradan yıllar geçmiş ihtiyar bir hanım nine olduktan sonra sakladığı
mektubun birini çıkartmış sayfaları o ilk günün heyecanıyla çevirip üç noktaya bakmış: “sahi
Ahmet bey” demiş “ne güzel mektuplar yazardın eskiden”. 
Bu hikâyenin yazarı, hikâyenin sonunda şöyle bir ifade kullanıyordu; 
“Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat şerhten âciz kalır. Nokta
dediğimiz, adı üstünde noktadır işte. Geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur. "İlim bir
nokta idi, onu cahiller çoğalttılar" sözü, size noktanın basitliğinde gizlenen olgunluk ve
mükemmeliği çağrıştırabilirse de, sıradan üç noktanın ima ettiği mutlaka daha fazla birşeydir.
Çünkü üç nokta arasındaki mesafaye kendinizi koyabilirsiniz; hayalhanenizi, hislerinizi ve
tasavvurlarınızı... Üç noktalık bir hacmi siz inşa eder ve orada kendinizi tarif edebilirsiniz.”...

You might also like