You are on page 1of 258

OBAR

'i
1■

"’M1 '-kî' . -r—•■ ş. , .ı z- / //

'bw^î:i; W»
:z
•i^>rı-wi
" îr

te".
•k ■
;X . y-if “BABA ı-‘

.4
■ * ty
■\-Jc 1,1 fj, ’ı

; 1 '2İİÛBP
hft
0 i
Çoğunuz soracaktır: İkinci kitap niye?
Pablo Escobar Benim Babam kitabında zaten her şeyi anlatmadın mı?
Cevabım kısa ve net olacak: Bu kitapta şimdiye kadar
\\
anlatılmamış hassas konulara değinip babamla doğrudan ilişkili
ve bugüne dek gizli kalmış gerçekleri anlatacağım.
■rS

Elimde bir listeyle, sırayla intikam almak niyetinde

i değilim. Ne babamın kurbanlarını rahatsız etmek istiyorum ne de


hâlâ gizlice suç işlemeye devam eden kişileri tehdit etmek.
Tek istediğim, yalnızca bir ülkeye değil, tüm bir kıtaya leke süren
olaylann gerçek yüzünü ortaya çıkarmak adına bir katkı sunmak. i

$ /l
Juan Pablo ESCOBAR

f'

Bir gece La iguanadan çıkarken


£ ı
yanındaki arkadaşlarının asla
K •:
HARCOS"
s unutamayacakları bir şey söyledi babam.
Ciddi ve kararlı bir tonda çıkmıştı sesi. 3
* ■

Eİ J\ I
! “Otuz yaşıma geldiğimde bir milyon peso
kazanmamış olursam, kendimi öldüreceğim!
Yirmi altı yaşına geldiğinde, kendini
JÜAN PABLC ESCOBAR öldürmesine gerek kalmamıştı.

■<*

1^^987452
THG
I■
L SNO
rfKİ C;57152 SMO
ISBN 978-605-9545-99-0
ıl !
® instagram.com/nemesiskitap
T. I
T facebook.com/nmssktp
B twitter.com/nemesiskitap
nemesis
KİTAP
•I ’'
__ - ■a
PABLO

i[ö M O
SUÇUSTÜ
M

j
NEMESİS KİTAP

No 400

Pablo Escobar Benim Babam 2 Juan Sebastian Marroquin Santos


Suçüstü
Kitabın Özgün Adı Pablo Escobar In Fraganti
İspanyolca Aslından Çeviren Nergis Turan

Yayın Koordinatörü Hasret Parlak Torun


Editör Mustafa Güdük
Düzelti Merve Mumcu

Kapak Tasarımı Cem özcan


Sayfa Düzeni Tülay Malkoç

© Nemesis Kitap © Juan Sebastian Marroquin Santos,


2016
© Editorial Planeta Colombiana S.A
Latin Amerika Haklan - Grupo Planeta

Bu kitabın yayın haklan Kalem Telif Haklan Ajansı


aracılığıyla alınmıştır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

ISBN: 978-605-9545-99-0
2. Baskı: Şubat 2021

NEMEStS KİTAP
Gümüşsüyü Mah. Osmanh Sok. Osmanlı İş Merkezi 18/9
Beyoğlu/İstanbul
Tel: (0212) 222 10 66 - 243 30 73
Faks: (0212) 222 46 16
info@nemesiskitap.com
www.nemesiskitap.com
Sertifika No: 49065

Baskı ve Cilt:
Dörtel Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Zafer Mah. 147. Sok. 9-13A Esenyurt/İstanbul
Tel.: 0212 565 11 66
Sertifika No: 40970
JUAN PABLO ESCOBAR

PABLO

S1 > jj | A f J /
§ rOj iUi
SUÇUSTÜ

İSPANYOLCA ASLINDAN ÇEVİREN:


NERGİS TURAN

nemcsis
KİTAP
t
I

Oğlum Juan Emilio ve tüm insanlara;


böylesi bir hikâyenin tekrar yaşanmaması için
ardımda babamın bana bıraktığı gibi
bir miras bırakmayacağıma söz veriyorum.

Kayıtsız şartız sevdiğim eşime, anneme, kız kardeşime,


anneanneme ve iyi bir adam olmamda
katkısı olan tüm kadınlara.
t

i*.
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 9

1. Barry Seal'ın Peşinde 13


2. ../nın Oğlu Olmanın Sonsuz Dramı 43
3. "Dokuz Canlı Adam" 61
4. Eski Hikâyelerin Yeni Versiyonları 71
5. Santofimio 95
6. Babam ve "Malevolo" 107
7. Babamın Son 72 Saati 129
8. "Tren" Hattı 141
9. Babamın Hazinedarı 153
10. "Finevery" 165
11. Anekdotlar 175
12. Babam ve Narko-Diziler 187
13. İkinci Bir Şans 199
44
GİRİŞ

Çoğunuz soracaktır: İkinci bir kitap niye? Pablo Escobar, Be­


nim Babam kitabında zaten her şeyi anlatmadın mı? Cevabım
kısa ve net olacak: Bu kitapta şimdiye kadar anlatılmamış has­
sas konulara değinip babamla doğrudan ilişkili ve bugüne ka­
dar gizli kalmış gerçekleri anlatacağım.
Editörüm eşliğinde, altı ay boyunca Kolombiya’yı köşe bu­
cak gezerek yaptığım araştırmada babamı suçüstü yakalamamı
sağlayan insanlar ve hikâyelerle karşılaştım.
Bu kitapta; adamlarının Adalet Bakam Rodrigo Lara Bo-
nilla’yı öldürdüğü gün babamın nerede ve kiminle olduğunu,
M-19 silahlı örgütüyle bilinmeyen ilişkilerini, en iyi arkadaş­
larından birinin kardeşinin kaçırılmasındaki rolünü, CIA pilotu
ve DEA1 muhbiri Barry Seal ile olan sıkı ilişkilerini, zengin
olma yolunda kullandığı tüm yöntem ve araçları, kendisini ye­
nen milis lideri ile olan çarpıcı hikâyesini, baş düşmanlarından
birinin oğlunun düşüncelerini ve öğrendiğim zaman dehşete
düşmenin yanı sıra yayımlamaya çekindiğim uluslararası yol­
suzluk anlaşmalarmı öğreneceksiniz.
Oldukça açık, derin ve kişisel olan bu hikâyeleri aynı şey­
lerin bir daha yaşanmaması adına bir örnek teşkil etmesi için
anlatıyorum. Babam Pablo Escobar’ın yanında nasıl bir hayat
geçirdiğimi ve bende bıraktığı, asla onun gibi olmayacağım

1 DEA: Amerika Birleşik Devletlerinde görev yapan Drug Enforcement


Administration (Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi) kurumunun kısaltması
-yhn. (Aksi belirtilmedikçe dipnotlar yazara aittir.)
9
1

JUAN PABLO ESCOBAR

dedirten derin yaralan sîzlerle paylaşmak istiyorum. Anla­


tacaklarım barış ve huzurun bir ütopya olmadığını da gözler
önüne serecek. Herkesin benim hikâyemden, hatalarımdan ve
babamın hatalarından kendisine ders çıkarmasını umuyorum.
Pablo Escobar’ın işlediği cinayetlerden etkilenen herkese doğ­
rulan anlatmayı bir borç bilerek, sizlerle bu sayfaları paylaş­
mak istiyorum.
Elimde bir listeyle, sırayla intikam almak niyetinde değilim.
Ne babamın kurbanlannı rahatsız etmek istiyorum ne de hâlâ
gizlice suç işlemeye devam eden kişileri tehdit etmek. Tek iste­
diğim, yalnızca bir ülkeye değil, tüm bir kıtaya leke süren olay­
ların gerçek yüzünü ortaya çıkarmak adına bir katkı sunmak.
2 Aralık 1993, saat sabah 03.30, Kolombiya’da güne şöy­
le uyandım: “O orospu çocuklannı tek başıma geberteceğim!”
Acı içindeydim. Babam ölmüştü ve ben henüz ne dediğini bil­
meyen, ergen bir çocuktum. Hayatımın en büyük ikilemiyle
karşı karşıyaydım: Ya babama rehber olmuş kin ve kan dolu bir
yoldan gidecektim ya da yönümü değiştirip kimsenin benim
yüzümden acı çekmeyeceğine dair kendime söz verecektim.
Ateşin ortasında yaşasam da barışı tercih ettim. Yirmi üç yıldır
sözümü tutuyorum. Bugün söyleyebilirim ki, ikinci bir şans in­
sana adım adım yaklaşır. Ben gurur duymadığım bir hikâyenin
taşıyıcısıyım, fakat karakterim beni yaşananların tekrarlanma­
ması için bilinç oluşturmayı seçmeye itti. Babamın hikâyesi
büyük bir sorumluluk duygusuyla anlatılmalı.
Ben bir mimarım. Mesleğim bana hayal etmeyi, tasarlama­
yı, kendimi yeniden inşa etmeyi ve zemini sağlam bir adam
olmayı öğretti. Yıkıntılar arasından yeni bir hayat kurmak zo­
runda kalsak da, oğluma her zaman bunu öğretmeye çalıştım.
Pes etmemek ve hayatı güzel yaşamak en önemli amacımız ol­
malıydı. Ve hayatın bir oğul, bir baba ve bir adam olarak bana
dayattırdıklarını kabul ederek buradayım.
10
GİRİŞ

Bana, hayatımı yasal yollarla kazanmanın ne kadar önemli


olduğunu öğreten babamın düşmanlarına teşekkür ediyorum
ve hiçbirine kin duymuyorum. Bugün büyük bir zenginliğin
içinde yaşıyorum çünkü oğluma bakabiliyor, onunla oyunlar
oynayabiliyor ve ona hikâyeler okuyabiliyorum. Hayattayım,
özgürüm ve iyi günde de kötü günde de, her zaman yanımda
olan harika bir ailem var. Benim zenginliğim bunlar.
İçinde seni bekleyen biri olmayınca, bir villada yaşamanın
ne anlamı var? Sonunda hepsi, ailen dâhil, birer enkaza dö­
nüşecekse, bir imparatorluk kurmanın ne anlamı var? Açlığını
yatıştırmak için pirinç almaya bile çıkamadıktan sonra, tonlar­
ca paran olsa ne yazar? Sonunda aileni de uçuruma sürükleye­
cekse, ülkeye terör salmak neden? Babam, hiç bu açıdan baka­
madı. Servetiyle birlikte hayatı da bitti. Serveti, kurbanlarına
yardım için bile kullanılmadı.
Sevgiyle dolu bir evde büyüdüm. Babam sert ve duygusuz
bir suçlu olsa da bizim için sevgi dolu, kızına şarkı söylemek­
ten, benimle oyun oynamaktan keyif alan bir adamdı. Gözü
gibi koruduğu ailesiyle geçireceği mutlu anlan kaybetti. Ço­
cuklarının büyüdüğünü göremedi. Torunlarını hiç tanımadı.
Annemle yaşlanamadı.
JUAN PABLO ESCOBAR

11
i

I
MRR''SEAV1N PE‘S* '

“Juan Pablo, sana mesaj göndermeme izin verdi­
ğin için çok teşekkürler. Benim adım Aaron Seal,
babamınki ise Barry Seal. Eminim bu ismi çok
duymuşsundur. Tıpkı benim, senin babanı duydu­
ğum gibi. Babanın geçmişindeki insanları arayıp
onlarla uzlaşma sağlamak istediğini okudum ve
bunu çok takdir ettim. Ben de babamı öldüren ki­
şilerle iletişime geçip onları affettiğimi söyledim.
Babanın, babamın suikastı için para ödediği söy­
leniyor. Sadece, onu affettiğimi bilmeni istiyorum.
Tüm içtenliğimle, babanı ve adamlarını bir anda
karşısına alan babamı affetmeni istiyorum senden.
Babamın tek amacı kendini kurtarmaktı ve sonun­
da bedelini ödedi. Bil ki, ne benim ne de annemin
tarafından herhangi bir dargınlık söz konusu değil.
Juan, hayatının ne kadar zor geçtiğini herkesten
daha iyi anlıyorum. Benimki de öyleydi ama daima
Tanrı ya sığındım. Bana cevap vermek istemezsen
anlayışla karşılarım. Tanrı seni kutsasın. Aaron. ”

25 Temmuz 2016 sabahı sosyal medyadan gelen mesajlara


bakıyordum. Bir tanesinin soyadı ilgimi çekti. Aaron Seal’m
hislerini ve düşüncelerini okumak beni çok şaşırmıştı. Hemen
onunla iletişime geçmeye karar verdim.

15
1

JUAN PABLO ESCOBAR


1!
İntikam için babamın emriyle öldürülen Adler Berriman
Seal’m oğlu Aaron’dan bahsetmemek olmazdı. Babam ve i
i
“Meksikalı” lakaplı Gonzalo Rodriguez Gacha’nın 1984 yılın­ \
da, Nikaragua’ya iniş yapan bir uçağa kokain yüklerken çe­
kilmiş fotoğrafları vardı2. Babamın, uyuşturucu kaçakçılığı ile
doğrudan ilişkisini gösteren tek belgelerdi.
Barry Seal ismini tercih eden Adler Berriman Seal, çeşitli
ticari havayolu şirketleri için çalışmış Amerikalı tamnan bir
pilottu. Aynı zamanda CIA gizli ajanı, DEA muhbiri ve sek­
senlerin başında, Medellin Karteli altın çağındayken, babamm
pilotluğunu da yapmıştı.
Seal, henüz yirmi dört yaşında, Amerikan havayolu şirketi
TWA’da, Birleşik Devletler’de tek başına uçan en genç pilot
olmuştu. Öyle gözü karaydı ki, 1930’da kendi uçaklarıyla Bir­
leşik Devletler topraklarını savunmak için gönüllü olan sivil
havacılar tarafından kurulan Civil Air Patrol örgütünün aktif
bir üyesi olmuştu. Sözü edilen örgüt daha sonra Air Corps’un
yetkisi altında Savaş Bakanlığı’na atanmıştı. Fakat 1943 yılın­
da, Başkan Harry Truman, örgütü kalıcı olarak Amerika Birle­
şik Devletleri Hava Kuvvetleri ile birleştirdi.
Seal birkaç yıl ticari pilot olarak çalıştıktan sonra; dünya­
daki çeşitli çatışmaları, özellikle de antikomünist operasyonla­
rı finanse etmek amacıyla Birleşik Devletler’e yapılan, eroin
yüklü, yasa dışı uçuşlarla ilgili CIA’e yardım etti. Fakat hırsı
yüzünden cezaevine girdi. 1979 yılında uyuşturucu kaçakçılı­
ğından Honduras’ta tutuklandı. Dokuz ay Tegucigalpa’da bir
hapishanede yattı. Orada, kendisine Medellin Karteli için ça­
lışmayı teklif eden KolombiyalI pilot William Rodriguez ile
tamştı. Seal, serbest kalmca kendisine -“The Marihuana Air
Force” adım koyduğu dört DC-10 uçağı vardı- ve babama ait

2 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, sf. 171 -yhn.

16
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

uçakların pilotluğunu yapmaya başladı ve koka taşımacılığın­


daki namı Kolombiya’dan Florida’nın güneyine kadar yayıldı.
Seal cezaevinde “Mackenzie” olarak tanınıyordu.
Babamla Seal arasındaki yakın ilişkiyi şu anekdotla anla­
tabiliriz: Bir gün babam, beni Nâpoles Malikânesi’ne3, sadece
Douglas DC-3 tipi bir uçağın iniş yapabileceği 900-1200 metre
uzunluğundaki piste inanılmaz bir iniş yapan “Çılgın Gringo”yu
izlemeye götürdü. Uçağın içi, malikânedeki hayvanat bahçesine
konulacak hayvanlarla doluydu.
Pistin yan tarafında yerimizi aldık, bir anda gökyüzünde
dev bir uçak belirdi. Şiddetinden toprak, âdeta çatlayacakmış
gibi sarsılıyordu. Uçak pilotun keskin bir hareketiyle yere değ­
di ve pist boyunca kaymaya başladı. Mesafe durabilmesi için
yetersiz görünüyordu. Frenlerden kıvılcımlar çıkmaya başla­
mıştı ki pilot, uçuruma yuvarlanmamak için ani bir hareketle
arka tekerleri çevirdi. Büyük bir toz bulutunun içinde kalan
uçaktan şişman, kısa boylu bir adam inerek babamı selamladı.
O muhteşem inişi yapan, “Çılgın Gringo” Barry Seal’ın ta ken-
disiydi. Cesur gösterisinde hayvanların hiçbirine zarar gelme­
den iniş yapmayı başarması babamı oldukça etkilemişti.
Seal, bu maceranın karşılığında aldığı yüksek miktarda pa­
rayla eve döndüğünde, yalnızca babam gibi birinden gelebile­
cek egzotik bir sürprizle karşılaştı: Ayakkabı kutusuna konmuş,
Brezilya’ya özgü sümbül ara papağanı. Babam, Temsilciler
Meclisi’ne yedek üye olarak seçilmesinin ardından, 1982 yı­
lında Brezilya’ya yaptığı bir seyahatten dönüşünde, yasa dışı
bir şekilde, çok güzel bir sümbül ara papağanı getirmişti4. İl­
ginçtir ki, babam, o seyahatini Seal’ın Birleşik Devletler’deki
Lear Jet adlı uçağıyla gerçekleştirmişti.

3 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 7 -yhn.


4 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 9 -yhn.

17
■■■

JUAN PABLO ESCOBAR


ı
Anlatılanlara göre, Seal’ın babamın takdirini nasıl kazan­
7
dığını anlamak kolaydı: Bir kere gözü karaydı, taşıdığı uyuş, 5
i
turucu ve silahları koşullar ne olursa olsun, çeşitli yöntemlerle
>
Birleşik Devletler’in göbeğine ulaştırmayı başarıyordu. Şöyle
bir sistem geliştirmişti örneğin; pilot, paraşüte bağlı olan yükü 1
boşluğa bırakıyor, düşerken açılan paraşütün üstünde bulunan
takip cihazı bir çeşit sinyal iletiyor ve anında, bir helikopter
belirip yükü kancayla tutuyordu. Ardından, orta hızda giden
bir kamyon beliriyor ve helikopter, kargoyu kamyonun arka­
sına bırakıyordu. Her şey kusursuz bir biçimde hesaplanmıştı.
Aynı operasyon uyuşturucunun bataklığa atılıp hoverkraftla
toplanmasında da gerçekleştiriliyordu. Keza denizde de Elli
Mackenzie (adından ileride söz edeceğim), balıkçı teknesiy­
le topluyordu. Kaçakçılık için kullandığı yöntemlerle birlikte
Seal’ın, Kolombiya’nın en ücra köşelerinden taşınan kargoları
götürmeyi çok sevdiği bir yer vardı: Louisiana Eyaleti, Port
Vincent’taki Summer Field Road olarak bilinen iniş pisti.
Fakat Seal’ın göz kamaştırıcı kariyeri, Birleşik Devletler
uyuşturucuyla mücadele birimi DEA tarafından sekteye uğra­
tıldı. 1984 yılının ilk aylarında, kara para aklamaktan ve o za­
manlar gençlerin eğlence için kullandığı güçlü bir sakinleştiri­
ci olan Quaalude veya Metacualona kaçakçılığından Miami’de
tutuklandı. Aaron’ın anlattığına göre babasının tutuklanmasına
neden olan mal Quaalude değil, şekerdi. Hikâyenin aslı şu ki;
Seal, bir tuzağa kurban gittiğini anlamıştı. Kargoyu imha et­
meye çalıştı ama bir arkadaşı, hapları Miami diskoteklerinde
satabileceğini söyledi. Sonuç olarak komploya kurban gitti.
Cezasında indirim karşılığında KolombiyalI ortaklarını ifşa et­
mesi istendi ve bir anlaşma imzalatıldı.
Seal’ın DEA ile olan ortaklığının nasıl başladığı artık bili­
niyor: Medellin Karteli’nin patronlarına, orada daha güvende
olacaklarını söyleyerek, onları Louisiana, Baton Rouge’daki
18
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

evinde saklamayı teklif etti. Cesur girişimi, kendi uçağında uç­


malarını da içeriyordu. Seal, teklifi Panama şehrindeki mafya
zirvesinde sundu. Başlangıçta kulağa oldukça mantıklı gelmiş,
ilgilerini çekmişti. Fakat patronlardan birinin eşi (ismini söyle­
meye yetkim yok), Seal’ın onlara tuzak kurduğunu sezdi. Sezgi­
lerinde haklıydı. Bir süre sonra Seal’ın asıl amacının patronları
uçağa bindirip DEA’ya teslim ederek kartelin işini bitirmek ol­
duğu anlaşılacaktı. Doğrusu, kadın “Mackenzie”yi hiçbir zaman
sevememişti ve şüpheleri, patronları, Birleşik Devletler’de sak­
lanma teklifini kabul ederek tuzağa düşmekten kurtarmıştı.
Bunun üzerine Birleşik Devletler gizli ajanları, gözlerini
Nikaragua’da takip altına alınan babam ve “Meksikalı”ya çe­
virdiler. Kokainleri Nikaragua’dan Florida’nın güneyine gön­
derebilmek için Sandinistler’le bağlantı kurmuşlardı.
Kuzey Amerikalılar’ın, Seal’ın kullanacağı uçağın gövdesi­
ne gizli bir kamera yerleştirerek cüretkâr bir operasyona başla­
maları da böyle olmuştu. Amaç Nikaragua’daki Sandisitler’le
Kolombiya mafyası arasındaki ilişkileri deşifre etmekti.
Bu karmaşık hikâyenin içyüzü tam olarak şöyle: Gizli ajan­
lar ve Seal kamera kaydı alabilmenin en güvenilir yolu olarak,
babama askeri bir uçak satmakta karar kılmışlardı. Fakat kar­
şılarına bir engel çıkmıştı. Bu tipteki uçakların katalog kaydı
yoktu ve ticaretini yapmak mümkün değildi. Bunun üzerine,
uçağın fotoğraflarını çekip havacılıkla ilgili bir dergide yayın­
ladılar. Babam yemi yutmuştu. Buluştuklarında Seal ona fo­
toğrafları göstermiş, babam da Nikaragua’dan uyuşturucu ka­
çakçılığı yapabilmek için böyle bir uçağa ihtiyaçları olduğunu
söyleyerek hemen satın almasını istemişti.
Güçlü türbo pervaneleri olan C-123 gelir gelmez Seal, ona
“The Fat Lady-Şişman Kız” adını verdi; iniş yaparken zor­
landığı için uçağın kargo rampasını tamir etmesi gerekmişti.

19
'1
JUAN PABLO ESCOBAR
i
Daha sonra CIA tarafından gönderilen bir teknisyen, kamerayı
uçağın arka girişinde sağ üst köşeye yerleştirdi fakat büyük İ
i bir sorun vardı. Kameranın uzaktan kumandası yetersizdi ve
çekim yaparken, düğmesinden fazlasıyla gürültülü bir klik sesi
çıkıyordu. Bu nedenle babam ve yanındakileri uyandırmadan
çekim yapmanın tek yolu motorun çalışır durumda olmasıydı.

25 Mayıs 1984 tarihinde Seal, iniş yaptıktan sonra yardımcı


pilotuna motoru açık tutmasını söyledi. Bu arada fotoğraf çek­
mek için uygun zamanı kollayacaktı. Gürültüden rahatsız olan
babam, Seal’a motoru kapatmasını söyledi. Seal ise bunu tek­
nik nedenlerden ötürü yapmadığını, aksi hâlde kalkışta sorun
yaşayacaklarını söyledi. Babam, açıklamasını makul bulmuştu.
En sonunda, Barry Seal, birkaç NikaragualI askerin yardı­
mıyla içinde altı yüz kilo kokain bulunan dört çantayı yükle­
mekte olan babam, “Meksikalı” ve Nikaragua İçişleri Bakanlı-
ğı’nda yüksek mertebeli bir memur olan Federico Vaughan’ın
fotoğraflarını gizlice çekmeyi başarmıştı. Nikaragua’nın baş­
kenti Managua’nın hemen dışında kalan küçük havaalanı Los
Brasiles’ten yaptıkları ilk nakliyattı. Aynı akşam Seal, Flori-
da’da bulunan Homestead Hava Üssü’ne iniş yaptı.
O dönem babam ve “Meksikalı”, 30 Nisan 1984’te gerçek­
leşen Adalet Bakanı Rodrigo Lara Bonilla suikastından dolayı
Kolombiya’da aranıyorlardı.
Babam ve “Meksikalı”nın boy gösterdiği bu fotoğraflar,
Temmuz ayı ortalarında Birleşik Devletler’deki çeşitli gaze­
telerde yayınlanmıştı. Fotoğraflar kuşku götürmezdi, babamı
iş üstünde yakalamışlardı. Barry Seal, ona ihanet etmişti ve bu
hayatına mal olacaktı.
Fotoğrafların basına sızması çifte belaya neden olmuştu:
Birincisi, babam ve “Meksikalı” iş üstünde yakalanmıştı; İkin­
cisiyse, Sandinist rejimle büyük Kolombiya mafyasının iliş-

20
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

kileri ortaya dökülmüştü. Skandalin ardından babam ve arka­


daşının Nikaragua’daki konumları sarsılmış ve iki hafta sonra
Kolombiya’ya dönmek zorunda kalmışlardı.
Bu bölümü yazmak için yaptığım araştırmada babamın, Se-
al’ı bir an önce öldürmeye karar verdiğini ve bunun için Birle­
şik Devletler’deki adamlarından birkaçını aradığını öğrendim.
Seal’ı ortadan kaldırma görevini üstlenen ilk kişi New
York, Brooklyn kökenli bir makine mühendisi olan Max Mer-
melstein’dı. Max aynı zamanda kartel için de çalışıyordu ve
Birleşik Devletler’e birkaç yıl içerisinde soktuğu 56 ton koka­
inle yaklaşık üç yüz milyon dolarlık bir kazanç sağlamasıyla
ismini duyurmuştu. Mermelstein, babamın teşkilatına yetmişli
yılların sonunda, Birleşik Devletler’deki güvendiği adamların­
dan biri olan Rafael Cardona, namıdiğer “Rafico”nun tavsiyesi
üzerine alınmıştı.
Fakat Mermelstein, 5 Haziran 1985 sabahı, babamın tali­
mattan üzerine Seal’a düzenlenecek olan komploya doğru gi­
derken, Jaguar marka lüks otomobilinde tutuklanmıştı.
Başta sakindi. Babamın teşkilatına kabul edildiğinde yap­
tıkları anlaşma uyarınca Medellin Karteli’nin, hapis cezasını
paraya çevireceğini ve bu süreçte de ailesiyle ilgileneceği­
ni düşünüyordu. Fakat düşündüğü gibi olmamıştı. “Rafico”,
Mermelstein’ın serbest kalması için ödeyeceği 550.000 dolan
hâkime vermek yerine, Mermelstein’ı tehdit ederek babam ve
adamlarının aleyhine tanıklık etmesini istemişti.
Babam ve adamlarının aleyhine tanıklık etmek Mermels-
tein’m aklına yatmamıştı çünkü araştırma esnasında evine gi­
rerlerse, yatağm altında saklanan 250.000 dolar, işlediği suça
kanıt olurdu. Fakat “Rafico”dan korktuğu için, kendi ve aile­
sinin yaşamını tehlike atmaktan kaçınarak Birleşik Devletler
tarihinin en cesur ve pahalı muhbirlerinden birine dönüşmek-

21
1 r>

JUAN PABLO ESCOBAR

ten başka seçeneği kalmamıştı. Böylece, Adalet Bakanhğı’nın İ


Tanık Koruma Birimi’ne ailesinden 31 kişinin koruma altına
alınması önerisini sunmuş ve 16’sı için kabul görmüştü.
Mahkemeye çıktığında Mermelstein, Seal’a düzenlenen komp­ i
loyu ifşa etti. Planın bilerek ağırdan alındığını çünkü babamın cina­
yeti işleyecek olan kişi veya kişilerin Amerikalı olması gerekti­
ği emrini verdiğini söyledi. Olur da kiralık katiller yakalanırsa,
Medellin Karteli’nin suikastle bir ilişkisi olmadığını göster­
mek istiyordu.
1990 yılında yayımlanan The Man Who Made It Snow ki­
tabında Mermelstein, Seal’ı hiçbir zaman öldürmek isteme­
diğini çünkü bu işi öldürmekten değil, kaçakçılıktan zevk
aldığı için yaptığını belirtmişti. Ayrıca, verilen emri yerine
getirmezse hayatından olacağını bildiğinden korktuğunu söy­
lemişti.
Mermelstein, Seal’ı öldürmek için Birleşik Devletler’deki
yerel mafya ile olan bağlantılarıyla övünen, Jon Pemell Ro-
berts isimli bir adamla iletişime geçtiğini açıkladı. “Kuşkusuz
‘işi’ halledecek kişi oydu,” dedi. Pemell aynı zamanda, Mer-
melstein’ı Reed Barton ile görüştürmüştü. İkisi eski arkadaş­
tılar ve biri, diğerine kokain nakliyatı için araç kiralıyordu.
Seal’ın en sık uğradığı yerleri araştırmak için birlikte Baton
Rouge’a seyahat etmiş fakat onu bulamamışlardı. Deneme ba­
şarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Babam, Seal cinayetinin bir an önce gerçekleşmesi için
Mermelstein’ı, kaçakçılık işleri için Kolombiya topraklarında
çok kez Seal’la birlikte yolculuk etmiş olan “Cano” lakaplı bir
pilotla tanıştırmıştı. “Cano”, Seal’ın yaşadığı yeri, günlük ru­
tinlerini, en sevdiği restoranı ve hatta çalışmak için tercih etti­
ği mekânı dahi biliyordu. “Cano”nun aktardığı bilgiler küçük
kâğıtlara yazılıp Mermelstein’ın cüzdanına konulmuştu. Bu

22

r.
BARRY SEAL’IN PEŞİNDE

durum onu paniğe sürüklemişti çünkü Seal öldürülürse suçlu


duruma düşeceğine emindi.
İşlemediği bir cinayetten sorumlu tutulma ihtimali Mer-
melstein’ı, Birleşik Devletler’deki cezaevinden Medelh'n’deki
“Rafıco”yu arama noktasına getirmişti. “Barry Seal’ı rahat bı­
rakın!” diye bağırmıştı ama babam emri vermişti bir kere, geri
dönüşü yoktu. “Rafıco” ile geçen çetin konuşmanın ardından
Mermelstein da artık kendini ölü bir adam olarak sayıyordu
çünkü önceden babamın karteline para kazandırmak için bir­
likte çalıştığı arkadaşı, telefonda onunla gayet soğuk ve kü­
çümseyen bir tavırla konuşmuştu.
Korkuya kapılan Mermelstein5, avukatını arayıp tek bir
şey söyledi: “Benim için mümkün olan en iyi anlaşmayı yap”.
Avukatı bir süre beklemenin daha iyi olacağını, ellerindeki
kozun fazlasıyla zayıf olduğunu söylemişti. Fakat yetkilile­
rin onu serbest bırakmaya niyeti yoktu, nitekim 550.000 dolar
olan kefaleti 2 milyon dolara yükseltmişlerdi.
Max Mermelstein’ın tutuklanmasıyla, ona verilen görev
de sekteye uğramıştı. Babam planı değiştirip Seal’ın başına
bir ödül koymuştu: Onu Medellm’e canlı getirene bir milyon,
öldürene ise yarım milyon dolar. Onun için önemli olan tek
şey Seal’ın ölmesiydi. Bunun için görevi “Cuchilla”ya verdi.
“Pasarela” lakabını da kullanan Guillermo Zuluaga, Kolombi­
ya’nın La Estrella bölgesinden bir suçluydu, aynı zamanda da
Envigado Futbol Kulübü’nün kurucu üyelerindendi.

5 Max Mermelstein’ın varlığından ilk kez, babamı Fidel Castafio, Francis­


co ‘Kiko’ Moncada ve Femando Galeano ile birlikte, endişeli bir hâlde
ellerindeki The Man Who Made It Snow kitabına bakarken gördüğümde
haberim olmuştu. Kitabın belli sayfalarına ayraçlar konmuş ve üstüne bir
sürü not alınmıştı. Antioquia’nm El Penol bölgesinde, La Isla diye bilinen
gizli bir evde saklanıyorduk. O dönemde kartel ilk büyük vurgununu ye­
mişti: Gonzalo Rodriguez, namıdiğer “Meksikalı” 15 Aralık 1989 günü
polis tarafından öldürülmüştü.

23
11

JUAN PABLO ESCOBAR


i
“Cuchilla”, Seal cinayetini gerçekleştirmek için Luis Car-
los Quintero Cruz’un adamları Bemardo Antonio Vâsquez ve
takma adı “Cumbamba” olan Miguel Velez’i tutmuştu. İkisi
öncelikle, Meksika sınırından Amerika’ya kaçak yollarla giriş
yapmışlardı. “Cumbamba” zaten Miami’de yaşıyordu ve uyuş­
turucu kaçakçısı olan Griselda Blanco ile eşi Dario Sepûlve-
da’nın çalışanıydı.
Sonunda, Barry Seal 19 Şubat 1986 akşamı saat altıda,
babamın gönderdiği adamlar tarafından öldürülmüştü. Onu,
Kurtuluş Ordusu bürolarından birinin otoparkında, 1979 mo­
del, beyaz Cadillac’ını park ederken yakalamışlardı. Luis
Carlos Quintero, susturucu takılı 45 kalibrelik Ingram Mac-
10 makineli tabancasıyla kurşun yağdırmıştı. Şoför koltuğun­
da oturan Seal’ın bedenine dört kurşun isabet etmişti. O an
yaşamını yitirdi. Aracının torpidosunda taşıdığı İncil kana
bulanmıştı.
Fakat cinayet cezasız kalmayacaktı, Louisiana kolluk kuv­
vetleri büyük bir baskın düzenleyerek olayın faillerini yakala­
mayı başarmıştı. İki kişi FBI tarafından şehrin havaalanında
yakalanmıştı, üçüncü kişiyse Kolombiya’ya kaçmak için tak­
siyle Florida’dan Miami havaalanına gidiyordu ki şansı yaver
gitmedi: Araç yola çıkan bir geyiğe çarptı ve sürücü, orman
korucularım aramak zorunda kaldı. İspanyol asıllı zanlı her ta­
rafta arandığı için tanınması zor olmadı.
O dönemde Medellin’de Tom Cruise’un başrolde oynadığı
Barry Seal Kaçakçı filmi çekildiğinden gözler bu olaya çev­
rilmişti ve 20 Eylül 2015 tarihinde Times gazetesi, babamın
gönderdiği katillerle ilgili şöyle bir haber yaptı: '73 Mayıs
1986, Louisiana’da bir jüri, savcılık iddianamesinde elektrikli
sandalyede idamları istenen üç kiralık katili idam edilmekten
kurtardı ve ömür boyu hapis kararı verdi. Vtlez, Louisiana ’da-
ki Angola Cezaevinde 66 yaşında yaşamını yitirdi. Quintero
24
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

Cruz ve Vasquez ise ömür boyu David Wade Islahevi ’nde ka­
lacaklar. ”
Max Mermelstein, üç suçlunun baş tanıklarından biri ol­
muştu. İfadesi ikna ediciydi çünkü Seal’ı vurduktan Ingram
makineli silahla daha önce evinde alıştırma yaptıklannı belirt­
ti. Adli tıp uzmanlan duvannda cinayet tabancasının balistik
raporlanyla örtüşen delikler buldu.
25 Mayıs 2015 günü, cinayetin üzerinden otuz yıl geçtik­
ten sonra İngiliz Daily Mail gazetesinde yapılan bir röportajda
Seal’ın dul kalan eşi Debbie, kocasının ölüm haberini telefonla
arayan bir arkadaşından aldığını anlatıyordu: “Hemen çocukla­
rımı arabaya koyup oraya doğru sürmeye başladım. Çok fazla
trafik vardı, ben de telefon kulübesinin olduğu bir yerde durup
arkadaşımı aradım. “Hangi hastaneye gideceğim bilmiyorum ”
dedim. O da bana: “Debbie, eve git. Onu hastaneye götürmeye­
cekler” dedi. Çocuklarıma, babalarının öldüğünü söyledim. Eve
gittik. Tek yapabildiğim şey mutfağa gidip ağlamak oldu ”
Debbie Seal birçok yerde, kocasını öldürmek isteyenlerin
babam ve “Meksikalı” olduğunu fakat Seal’ın ayrıca Nikara­
gua’daki Kontralar isimli silahlı örgütün operasyonlarını fi­
nanse ettiği uyuşturucu kaçakçılığı eylemlerine göz yumanlar
arasında CIA ve bazı politikacıların da bulunduğunu bildi­
ğini belirmişti. Seal bunun yanı sıra, Albay Oliver North’un
da dâhil olduğu ve İran’dan, Nikaragua’daki antikomünist
mücadeleyi desteklemek amacıyla, yasa dışı silah alımlarmı
kapsayan ‘İran-Kontra’ skandalına ilişkin sırlan da biliyordu.
İlginç bir şekilde FBI, Seal’ın üstünde, Amerika’nın o dö­
nemki Başkanı Ronald Reagan’m uyuşturucuyla mücadele­
den sorumlu yardımcısı olan George Bush’un telefon numa­
rasını bulmuştu. Bu durum olayın ne denli derinlere indiğini
gösteriyordu.

25
1i

JUAN PABLO ESCOBAR

Birleşik Devletler yetkililerinin Seal’ı korumaktaki özen­


i
sizliği şaşırtıcıdır. Sonuçta, Kolombiya Adalet Bakanı Rodrigo
!
Lara Bonilla suikastının ardında babamın olduğu ve oluşturdu­
ğu tehdit bilinmekteydi.
Benzer sebeplerden dolayı, Seal’ı tek başına bırakmanın
onu birçoklan için av haline getireceği ortadaydı, ölümü sade­
ce Medellin Karteli’ne yaramayacaktı. CIA gizli ajanı ve DEA
muhbirinin hareketleri hâkim Frank Polazola tarafından kısıt­
lanmıştı. Polazola, Seal’a her gün akşam altıdan sabah altıya
kadar, sonunda cesedini bulacaklan Kurtuluş Ordusu bürosun­
da kalmasını emretmişti. Etrafı tehlikeyle örülü olmasına rağ­
men, hâkim, Seal’m kendine koruma tutmasını yasaklamakla
kalmamış ayrıca üstünde herhangi bir silah taşıdığını görürse
kendisini hapse atacağını da söylemişti.
Adler Berriman Seal’ın mezar taşında, “Zamanında Ame­
rika’yı harika bir yer yapan asi bir maceraperest” yazıyordu.
Ölmeden önce seçtiği bu metni karısına vermiş, mezar taşına
yazdırılmasını istemişti.
Barry Seal, ben dokuz yaşıma girmeden beş gün önce öl­
dürülmüştü. Şimdi, bu korkunç olaydan otuz sene sonra, bek­
lenmedik bir mesaj üzerinden, oğlu Aaron ile görüşmemizin
anlamı çok büyüktü.

“Merhaba Aaron,
İçten mesajın beni bir hayli şaşırttı. Samimi duy­
gularla yazdığını biliyorum, bunu hissedebili­
yorum. Bilmeni isterim ki babamın işlediği suç­
lardan kesinlikle gurur duymuyorum. Kaybın ve
çektiğin acılar için çok üzgünüm. Babamın adına
senden özür diliyorum. Daima gençlere örnek ol­
mak için çabalıyor ve onlarla konuştuğumda şunu

26
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

söylüyorum: Babamın hayatında, bize kattığı tek


şey hangi yoldan gitmememiz gerektiğini göster­
mesiydi.
Doğrusu seninle tanışmayı çok isterim. Bence
barış imkânsız bir hayal değil. Birbirimizden ve
hatta babalarımızdan çok şey öğrenebiliriz. Pay­
laşacağımız çok şey olabilir. Seninle bire bir gö­
rüşmek isterim. Senin için mümkün müdür?
Vizem olmadığı için Amerika'ya seyahat ede­
miyorum ama istersen başka bir ülkede görüşebi­
liriz. Sebastian. ”

Aaron ile birkaç mesajlaşmanın ardından, görüntülü konuş­


ma yaparak aynı zamanda görüşmeyi kaydetmeye karar verdik
çünkü sohbetimiz gelecekte epey olumlu bir etki yaratabilirdi.
Aramızda geçen ve daha sonra İngilizceden çevrilen diyalog
şöyleydi:

Aaron Seal: Merhaba.


Juan Pablo Escobar: Merhaba Aaron. Nasılsın? Seninle
iletişime geçmek, konuşmak benim için gerçekten çok önemli.
A.S.: Benim için de çok önemli.
J.P.E.: Kaç yaşındasın?
A.S.: Sanırım senden birkaç ay büyüğüm. 1976 Ekim ayın­
da doğdum. Seninki Şubat 1977 olmalı.
J.P.E.: Anlatsana, babanı iyi tanıma şansın oldu mu? Geç­
mişte birlikte zaman geçirebildiniz mi?
A.S.: Onu öldürdüklerinde ben dokuz yaşındaydım. Birlikte
fazla zaman geçiremedik ama geçirebildiğimiz kadarı güzeldi.
J.P.E.: İlişkiniz iyi miydi?
27
JUAN PABLO ESCOBAR

A.S.: Öldürülmeden önce evet, ilişkimiz iyiydi. İyi bir adamdı


Ailesine bağlıydı. Benden on beş ay büyük bir ağabeyim ve üç
yaş küçük bir kardeşim var. Ayrıca babamın önceki evliliğinden
olan iki üvey kardeşim. Onlar 40-45 yaşlanndalar. Üvey ablamla
hiçbir ilişkimiz yoktu, ağabeyimle de pek geçinemiyorduk.
J.P.E.: Benim bir kız kardeşim var. 32 yaşında. O ve an­
nem, Tanrıya şükür çok iyiler. Savaş denen şeyin sonuçlarını
bilirsin. Şu an hayatta olmamız bir mucize.
A.S.: Öyle. Tanrıya şükür.
J.P.E.: Evet, gerçekten korkunç bir savaştı. Umarım tekrarı
yaşanmaz. Hiçbirimiz babamın izinden gitmek istemiyoruz.
A.S.: Ben uzun yıllar boyunca babamın izinden gittim.
Onun kadar ilerlemedim tabii ama birçok anlamda izinden git­
tim. İlaç kaçakçılığına bulaştım. Meksika’dan reçeteli ilaçlar
getiriyordum. Sonra ciddi bir şekilde bağımlı oldum ve yıllarca
bundan kurtulmak için mücadele ettim. Tanrı beni kurtardı ve
şimdi rahip olarak çalışıyorum. Bir de sonunda, bana katlana­
bilen bir kadın buldum, dört buçuk yıldır evliyim.
J.P.E: Ben 13 yıldır evliyim ama 24 yıldır beraberiz. Juan
Emilio adında üç buçuk yaşında bir oğlum var. Çocuk sahibi
olmak için uzun yıllar bekledik çünkü büyük bir sorumluluk
olduğunu düşünüyorduk. Geleceğiyle ilgili kaygılarımız vardı.
Nihayetinde, Tann bize sağlıklı, akıllı ve çok güzel bir çocuk
bahşetti. Aaron, annen nasıl?
A.S.: îyi desem yalan olur. Hâlâ hayatta, sağlığı yerinde
ama duygusal bakımdan ara sıra çöküntü yaşıyor. Geçmişte ya­
şadıklarını tamamen atlatamadı. Sadece babam ve ölümünden
dolayı değil, onunla birlikte yaşadığı hayattan dolayı da. Dü­
rüst olmam gerekirse hiçbir zaman üstesinden gelemedi.
J.P.E.: Lütfen kendisine şunu ilet: Kocasının ölümü için ai­
lem adına özür diliyorum.
28
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

A.S.: Onun kimseye karşı kini yok. Sadece acılarının üs­


tesinden gelemedi. Yalnızca babamın ölümü değil, kısacası
onunla yaşarken çektiği sıkıntılar, polislerin peşinde olması
vesaire. Gerçekten, hiçbir zaman atlatamadı. Sana bahsettim
mi bilmiyorum, annemle beraber, babamı vuran kişilerden iki­
siyle iletişime geçtik ve onlara herhangi bir kin gütmediğimi­
zi, onların suçu olmadığını, babamın böyle bir hayat yaşamayı
seçtiğini söyledik, insanlara bundan söz ettiğimde babanı öl­
dürenleri nasıl affedebilirsin, diyorlar. Bense şöyle diyorum:
“Bakın, babamı öldüren bu adamlar değil, hırsı ve işlediği gü­
nahlar.” Yani biz, olanlardan babamı sorumlu tutuyoruz. Evet,
onu çok seviyoruz ve çok özlüyoruz ama ben ve annem adına
konuşuyorum, hissettiklerimiz bunlar. Başkaları ne düşünürse
düşünsün.
J.P.E.: İngilizce doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyorum
ama umarım bu düşünce şekli sana huzur getirmiştir.
A.S.: Kesinlikle. Rahiplik yaparken de, insanlar birini af­
fetmek istemediklerini söylediklerinde onlara, bu şekilde
karşınızdakine değil kendinize zarar veriyorsunuz, diyorum.
! Diyorum ki: Sen onlara bir şey yaptığını sanıyorsun ama tek
yaptığın kendine zarar vermek.
J.P.E.: Kesinlikle seninle aynı fikirdeyim. Sana babam
hakkında yazdığım Pablo Escobar, Benim Babam isimli kitap­
tan göndermek isterim.
A.S.: Tabii ki. Zaten seni de o kitap aracılığıyla buldum.
J.P.E.: O kitabı gözyaşları içerisinde yazdım ama kimse­
ye kin beslemeden. Ben gerçeğin peşindeydim. Gerçeği ve
babamın verdiği hayat derslerini yazmaktı niyetim. Yaptığı
kötü şeyleri savunmak için yazmadım. Bildiklerimizi sakla­
yıp geçmişimizden kaçmaya çalışırsak toplum olarak hiçbir
yere varamayız. Bugün babamla ilgili bir sürü dizi çekiliyor.

29
JUAN PABLO ESCOBAR

Bu durum günümüz toplumunda değişime yol açmakta. Gen


nesiller uyuşturucu kaçakçısı olmaya özeniyor. Her şeyi dizide
gördükleri gibi sanıyorlar. Sonsuz bir sefa olarak hayal ediyor­
lar. Hâlbuki gerçek bu değil. Yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz
bunlar değildi. Şu an babamı yer altı dünyasının süper kahra­
manı haline getirdiler.
A.S.: Aynen öyle. Bilmiyorum haberin var mı, babamla
ilgili ikinci bir film çekiliyor. İsmi Barry Seal, Kaçakçı ola­
cakmış. Yapım ekibindekiler, halalarından birinin, anneme bir
mesaj götürülmesini istediğini söylediler.
J.P.E.: Benim babamın ailesiyle hiçbir ilişkim yok. İlk ki­
tabımda nedenini daha iyi anlayacaksın. Ölümünden sonra,
babama akrabaları tarafından ihanet edildiğini öğrendim. İn­
san herkesten, hatta kendi eşi ve çocuğundan bile ihanet bekler
ama ailesinden hiçbir zaman ummaz.
A.S.: Ben de benzer şeyler yaşadım. Babamın mali işleri­
ne yardım eden insanların çoğunluğu akrabalardı. Babam ölür
ölmez ortalıktan yok olup bizi terk ettiler. Ben, kardeşlerim
ve annem bir başımıza kalmıştık. Kimse bize borçlu olduğu
parayı getirmiyordu. Her şeyi götürdüler. Sonunda hiçbir şeyi­
miz kalmadı. Yani seni çok iyi anlıyorum. Üvey kız kardeşim
bile bizden para istedi. Babam kamuya mal olmuş biri oldu­
ğundan hakkında çekilecek film için özel hayatına dair şeyler
öğrenmek istiyorlardı, biz de verdiğimiz bilgiler karşılığında
danışmanlık ücreti adı altında bir miktar ödeme aldık. O da,
bunu duyunca hemen para istedi. Kendisini en son babamın
cenazesinde görmüştüm. Şimdi gelmiş bize ödedikleri paradan
pay istiyor. Yani görüyorsun, babam öleli otuz yıl oldu ama
aile içinde hâlâ böyle sorunlar yaşanıyor. Hepimiz bir araday­
ken her şey daha sevgi doluydu fakat babam ölünce hepsi yitip
gitti.

30

ı
I

BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

J.P.E.: Başka bir şey daha soracağım. Babanın Medettin


Karteli’nde “Mackenzie” olarak tanındığını biliyor muydun?
A.S.: Tabii, elbette. Ellie Mackenzie’den geliyor. Babamın
Birleşik Devletler’deki operasyonlar için kullandığı, karides
teknesi kaptanı, Afroamerikan bir adam. Babamın havadan
denize fırlattığı yükleri toplamakla yükümlüydü. İyi arkadaş­
lardı. Bir gün babam, bir işe girmek için ondan belgede kendi
adını kullanmasına izin vermesini istemişti. Fotoğrafının altına
Mackenzie ismini yazarak Medellin Karteli’nde işe girdi. Mac-
' kenzie’nin sonu hazin oldu. Babamın ölümünden kısa bir süre
sonra işkenceye uğramış hâlde cesedi bulunmuştu.
J.P.E.: Bu bölüm için yaptığım araştırmada açıkça anladım
ki babanın cesur tavrı, babamla arasında sıkı bir ilişki oluşma­
sına neden olmuştu.
A.S.: Hem de ne cesur. Babamın uyuşturucu nakliyatını ilk
defa helikopterden atıp yakalama denemesine ait bir video var.
Görüntülerde yakındaki birkaç sokağı kapatan polisler görülü­
yor. Babam, kendini çiftçilere yardım amaçlı gübre ve başka
ihtiyaçlar taşıyan bir teknisyen olarak tanıtarak polisleri kan­
dırıyor ve taşıdığı yükten dolayı etrafa herhangi bir zarar gel­
mesin diye bölgeyi kordon altına almalarını istiyor. Videoda
babamın, bölgeyi koruyan polis araçlarını izlerken bir yandan,
“İlk üç yüz kilo kokain aşağıya gidiyor!” diye bağırdığı duyu­
luyor.
J.P.E.: Gerçekten inanılmaz, Aaron. Şimdi konuyu biraz
değiştireceğim, uyuşturucuyla mücadele hakkında ne düşünü­
yorsun?
A.S.: O zamanlar babam uyuşturucudan uzak durmamı,
bunun çok tehlikeli bir şey olduğunu söylerdi. Ben ilkin ma­
rihuana ile başladım. Hâlâ marihuananm kötü bir şey olmadı­
ğını düşünüyorum ama ben sadece onunla kalmayıp yıllarca

31
JUAN PABLO ESCOBAR

kendime eroin ve morfin enjekte ettim. Öyle ileri gittim ki ne


redeyse canımdan oluyordum. Rahip olarak çalışmaya başladı-
ğım günden itibaren daima, uyuşturucunun ne kadar zararlı bir
şey olduğundan bahsettim. Bir sürü insanın hayatı bu yüzden
mahvoluyor. Fakat devletin yaptığı düzenlemeleri de hatalı bu­
luyorum. Bence bütün ilaçlar yasal olmalı ve vergi ödenmeli.
Geçmişte yaşananlann tekrar etmemesi için en doğru çözüm
bu olur. Kilise aracılığıyla Avrupa’daki rahiplerle de iletişim
halindeyim. Mesela Hollanda’yı örnek alabiliriz. Hepsi yasal
olmalı, özellikle de marihuana. Birleşik Devletler’de kısmen
yasal. Baktığın zaman, Tylenol daha zararlı bir şey. Ağır ilaç­
ların kullanımı doğru değil, biliyorum ama devletin bunu dü­
zenleme şekli yanlış. Onlar kendi işleriyle meşgul olsunlar. Ye­
tişkin bir birey olarak sorumluluğu alıp eroin bağımlısı olmak
istiyorsam bu benim sorunum. Onların bunu bana yasaklamaya
haklan yok. Hiçbir hükümet biriminin, bana, ne yapacağımı
söylemeye hakkı yok. Tanrı bize seçme hakkı vermiş, kullan­
mak da bir tercih yapmaktır.
J.P.E.: Doğrusu, bu oldukça karışık bir mesele çünkü bir
sürü insanın hayatı söz konusu. Bir yandan yasak oluşu da ton­
larca para dönmesine neden oluyor. Babalarımızın dönemin­
de yasal olsaydı, muhtemelen bugün hiçbirinin adı bilinmiyor
olurdu.
A.S.: Evet, babamın da bu işe girmesinin nedeni paraydı.
Aynı şekilde senin babanm da. Fazla getirisi olan bir şey olma­
saydı onlar da bu işin içinde olmazlardı.
J.P.E.: Doğru. Yasak olması şiddeti de beraberinde getiri­
yor. Bence toplum olarak çözüm için başka yollar denemeliyiz.
Benim ailemde eroin hariç tüm uyuşturucuları deneyen bir am­
cam vardı. Genç yaşta öldü. O marihuana kullanmaya başla­
dığında ben 11 yaşındaydım. Her türlü tedaviyi denedik, uzun
süre rehabilitasyon gördü ama iradesine yenik düştü ve kurtu-
32
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

lamadı. Ne zaman sokağa çıksa uyuşturucu alırdı. İşin tuhaf


yanı da onu asıl öldürenin yasal bir uyuşturucu olması: Sigara.
Hayatı boyunca kendini illegal uyuşturucularla öldürmeye ça­
lıştı ama sonunu getiren yasal bir uyuşturucu oldu. Yani aile
içinde de uyuşturucu bağımlılığından çok şeyler yaşandı.
A.S.: Ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
J.P.E.: Uyuşturucular insan ayırt etmiyor. Herkesin ulaşa­
bileceği yerlerdeler ve aslında kimse güvende değil. Sekiz ya­
şındaydım, bir gün Nâpoles Malikânesi’ndeyken babam bana
uyuşturucudan bahsetti. O zamanlar pazarda erişilebilen uyuş­
turucu çeşitlerinin hepsini gösterdi. Aralarında kokain, mari­
huana, crack ve LSD olan toplam on çeşit uyuşturucu. Bana,
çoğunu denediğini ama eroine asla yaklaşmadığını söyledi.
Ardından ekledi: “Bir gün denemeye kalkışırsan benim yanım­
da yapmanı isterim. Çünkü cehalet fazla cesaret getirir.” Bu
cümlenin benim hayatımda çok büyük değeri var Aaron çünkü
bana bunu, uyuşturucu satan bir adam söyledi. Sayesinde bu
tür şeyleri hiç merak etmedim.
A.S.: Aslında ikimiz çok farklı deneyimler yaşamışız, bir
yerde. Benim hayatımda iki dönem var; bir, babamın uyuşturu­
cu sattığı, bir de, benim uyuşturucu kullandığım dönem.
J.P.E.: Bu yüzden yaşadığımız gerçekleri paylaşıp insan­
lara aktarmalıyız. Bu savaşı, silahı en büyük olan kazanma­
yacak. Buna son vermenin yolu bu değil. Bu şekilde her şey
sadece daha kötüye gider.
A.S.: Doğru. Uyuşturucu ile mücadele etmek yerine onunla
barış sağlamaya ihtiyacımız var.

Sohbetimiz yaklaşık otuz dakika sürmüştü. Aaron’un son


yorumu ikimizi de güldürmüştü.

33
JUAN PABLO ESCOBAR

A.S.: Belki de çıkardığımız dersleri anlatacağımız dünya


turumuzun adı bu olmalı: Uyuşturucuyla barışmak. Yaşadığa
devletin uyuşturucuyla mücadeleden bahsetmesi oldukça çe­
lişkili bir durum. Zira tek yaptıkları daha fazla savaşa neden
olmak. Her seferinde bizi 30 yıl daha geriye götürüyorlar. Alt­
mışlı yıllarda yoksullukla mücadeleden bahsederlerdi, yetmiş­
lerde daha fakir olduk. Uyuşturucuyla mücadele dediler, şimdi
her şey daha kötü. Kitâb-ı Mukaddes’te, bir gün aslanla kuzu­
nun yan yana yatacağından bahsedilir, işte o gün barışın geldi­
ği gün olacak. İnsanlar sürekli babamla ilgili sorular sorduğu
için annem, Baton Rouge’da daha fazla kalmak istemedi. Ama
eşim ve ben hâlâ burada yaşıyoruz. Uyuşturucu bağımlısı ol­
duğum zamanlar büyükannemle yaşıyordum. Bana her koşulda
evini açmıştır. Kısa süre önce öldü. Ah, bu arada Babamın Gü­
nahları adlı belgeselini izleme şansı buldum.
J.P.E.: Benim için unutulmaz bir tecrübeydi. Hem baba­
mın mağdur ettiği insanlarla buluştum hem de 14 yıl sonra Ko­
lombiya’ya geri döndüm. O belgeselde, 1984 yılında babamın
emriyle öldürülen Adalet Bakanı Rodrigo Lara Bonilla’nın üç
oğlundan biri olan Rodrigo’dan da bahsediyorum. Ayrıca en
küçükleri Jorge ile güzel bir dostluk kurdum. Yaşananlar için
af dileyip barış sağlamak adına görüştüğüm insanlar o belge­
selle sınırlı değil, sonrasında başka ailelerle de görüşmeye de­
vam ettim.
A.S.: Ne güzel. Eğer daha çok insana ulaşmak istiyorsan
vize alıp buraya gel. Barry Seal, Kaçakçı filminin gala gece­
sine birlikte gidebiliriz. İnsanlar bizi beraber görüp ne yaptı­
ğımızı sorarsa, uyuşturucu kullanmanın ve kaçakçı olmanın
övünülecek bir şeymiş gibi gösterilmesini önlemek amacıyla
bir araya geldik, deriz.
J.P.E.: Vizeyle ilgili başıma gelenleri anlatayım. Önceden,
15 senelik vizem vardı ama 1993 yılında, babam aranmakta
34
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

olduğu için iptal ettiler. 2010 senesinde, Babamın Günahları


belgeselini göstermek için Birleşik Devletler’deki Sundance
Film Festivali’ne davet edilmiştik. Buenos Aires’teki Birleşik
Devletler Büyükelçiliği’ne gidip yeniden vize başvurusu yap­
tım. Festival yöneticisi aktör Robert Redford, HBO, Discovery
Channel ve Council of the Americas6 tarafından yazılan davet
mektuplarını sunmuştum. Sürpriz bir şekilde bir hafta sonra
evime, beş yıllık vize verildiğine dair bir posta geldi. Çok se­
vinmiştim ki birkaç gün sonra arayıp bir yanlışlık olduğunu
söylediler.7
Elbette yanlışlığın sebebi babamın Pablo Escobar olmasıy­
dı. Formları doldururken hiçbir yalan ifade kullanmadım, asıl
adımı yazdım ama belli ki o âna kadar kime vize verdiklerinin
farkında değillerdi. İptal haberini verdiklerinde itiraz hakkım
olduğunu söylemişlerdi. Ben de DEA, Birleşik Devletler Kon­
solosluğu ve Dış İşleri Bakanlığı’ndan bir temsilciyle bir dizi
görüşme yaptım. DEA çalışanı, yıllarca hakkımda araştırma
yaptıklarını ve kaçakçılıkla hiçbir ilişiğimin olmadığını, bu
nedenle Amerika Birleşik Devletleri için herhangi bir tehlike
arz etmediğimi, haliyle ülkeye giriş yapmamı engelleyecek bir
neden olmadığını belirtti. Fakat dünya o kadar küçük ki, bir­
kaç kaynaktan, bana vize verilmesine karşı çıkan kişinin Ko-

6 Council of the Americas: Her iki Amerika kıtasında serbest ticaret ve iş­
birliği sağlanması amacı güden ticari organizasyon. 1965 yılında David
Rockefeller öncülüğündeki bir grup işadamı tarafından kurulmuştur, -yhn.
7 Vizemi aldığım gün, haberi vermek için annemi aramıştım. Bana şöyle
demişti: “Ah, sana verdilerse o hâlde belki bana ve kardeşine de verirler”.
Annem de, kendisi ve kardeşim için aynı güne başvuru randevusu almıştı.
Pek ihtimal vermesem de, destekleyici belgeler adı altında sunmak için an­
neme de Birleşik Devletler’den bana gönderdikleri davet mektuplarından
göndermelerini sağlamıştım. Annem ve kardeşim konsolosluğa gidince
gözler benim vizeme çevrildi ve sonunda iptal karan verildi: “Cancelled
without prejudice” (Koşulsuz olarak iptal edilmiştir). Konsolosluktaki
üniformalı bir memur, anneme, “Hanımefendi ne hakla vize başvurusu
yapmaya geliyorsunuz?” demiş.
35
JUAN PABLO ESCOBAR

lombiya’daki eski DEA ajanı Javier Pena olduğunu öğrendim


Aaron, sohbetimizin asıl konusuna dönersek, babanı öldüren
insanlarla nasıl iletişime geçtin?
A.S.: Yirmi yaşından beri tanıdığım bir arkadaşım var. Bıçak­
la adam öldürmekten hapse atılmıştı. Girdiği cezaeviyse “Cum-
bamba” lakaplı Miguel Velez’in yattığı Angola Cezaevi’ydi.
Birkaç yıl önce, ileri evre kanser hastalan koğuşunda olduğunu
söyleyen bir haber görmüştüm. Ölüm döşeğinde olduğundan,
bir an önce iletişime geçmek istedim. Mailini bulup ne annemin
ne de benim kendisine karşı kin beslemediğimizi yazdım. O da
bana cevap verince sohbetimiz ilerledi fakat cezaevi yönetimi
görüşmeden haberdar olunca iletişimi kesti çünkü teknik olarak
konuşmamız yasa dışıydı. Ben, onun mağdur ettiği insanlardan
biriydim, benimle konuşamazdı, konuşturmadılar. Babamı öldü­
ren diğer iki adam Louisiana’nın kuzeyinde, yani benim yaşa­
dığım yerde. Biri Luis Carlos Quintero Cruz. “Cumbamba”dan,
Facebook yoluyla iletişime geçtiğimizi duymuş. Böylece ortak
tanıdığımız olan bir kadın aracılığıyla mesajlaşmaya başlamış­
tık. Onların şartlı tahliye alabilmek için görüşmek istediklerini
biliyorduk. Annemle ben, serbest bırakılmalarında bizim için bir
mahzur olmadığını söyledik ama yetkililer, salıverilmeleri için
bir sebep olmadığını ve ömür boyu hapiste kalmak zorunda ol­
duklarını söylediler. Serbest kalmalarına dair fikrimizi sorsalar
da aslında hiçbir zaman umursamadılar. Karar çoktan verilmişti.
Sadece Bemardo Antonio Vâsquez ile konuşamadık çünkü İngi­
lizce bilmiyordu, hâliyle anlaşamadık.
J.P.E.: Onlarla iletişime geçtiğinde sana ne dediler?
A.S.: “Cumbamba” ile konuştuğumda mutlu görünüyordu.
Annesi, yaptıklarından ötürü Tanrıdan af dilemesini istemiş. O
da hücresinin duvarına Meryem Ana’yı çizmiş. Sanattan çok
iyi anlayan biriydi. Kendisiyle iletişime geçtiğim için bana
minnettar olduğunu, onu affettiğimi öğrenince içinin rahatla-
36
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

dığını söyledi. Sözlerimiz karşısında oldukça etkilenmiş görü­


nüyordu. Diğer çocuğa da annesi, ölmeden önce Tanrıdan ve
Barry Seal’ın eşi ve çocuklarından af dilemesini söyledi.
J.P.E.: “Cumbamba”ya babanın cinayetiyle ilgili bir şey
sorabildin mi?
A.S.: Olayın nasıl geliştiğini, uzun süre boyunca topladığım
bilgiler ışığında öğrendim. Cinayetin yarım saat öncesinde ba­
bam, annem, ben ve kardeşlerim bir kafede krep yiyorduk. Ani­
den içeriye takım elbiseli bir adam girdi ve gözlerini doğruca
babama dikti. “Cumbamba”, bana o adamın kendisi olduğunu
söyledi. Babamı takip ediyormuş ve tam fırsatı diye düşünerek
cinayeti bizim önümüzde gerçekleştirmeye karar vermiş. Ara­
basının bagajındaki silahı almak için kafeden çıktığını fakat
tam o sırada içeriye polislerin girdiğini ve bu yüzden planını
bozmak zorunda kaldığını anlattı. Yemeğimizi bitirir bitirmez
babam kafeden çıkıp hâkim Frank Polazola’nın dayattığı prog­
rama sadık kalmak için Kurtuluş Ordusu bürosuna, kendi ölü­
ı müne doğru yol aldı. “Cumbamba” cinayet ânında, arabasında
i sigara içerek diğer iki katilin işlerini bitirmesini beklediğini
söyledi. Birinin görevi kurşun sıkmak, diğerininkiyse ödeme
alabilmek için kanıt olarak fotoğraf çekmekmiş. Yıllar sonra
cinayet mahallinde bulunan iki polisle konuşma şansım oldu.
Bana, beklenmedik bir şekilde birkaç federal ajanın ortaya çı­
kıp sürece aykırı davranarak, babamın Cadillac’mın bagajında
duran kişisel arşivini götürdüklerini anlattılar. Polisler engel
olmaya çalışmışlar ama iş, karşılıklı silah çekilmesi noktasına
gelmiş ve sonuç olarak hiçbir şey yapamamışlar. Uzun zaman
sonra belgelerin sadece bir kısmını bize geri verdiler.
J.P.E.: Sana ve annene cömertliğiniz ve bağışlayıcı tavanız
için teşekkür ederim. Ayrıca barış ve uzlaşma mesajların için
de. Bunun bize her şeyi daha iyiye götürme şansı vereceğine
inanıyorum. Birlik olmamız çok önemli.
37
jdAN pablo escobar

A.S.: Kesinlikle. Şimdi, kaybedilen zamanı telafi etme za­


manı. Kolombiya’da kendini güvende hissediyor musun Se-
bastiân?
J.P.E.: Son birkaç aydır Kolombiya’dayım. Burada, elinde
fazlasıyla güç olan insanlar var. Şimdiye kadar isteseler bana
rahatça zarar verebilirlerdi. Umarım babamın düşmanları beni
bir tehdit olarak görmüyorlardır çünkü kesinlikle değilim ve
hiçbir zaman olmayacağım. Ben barış insanıyım.

❖❖❖

Babamın, Barry Seal’m öldürülmesi emrini vermesinin üzerin­


den otuz yıl geçtikten sonra Aaron Seal ile Meksiko’da buluş­
tuk. Tarih 27 Eylül 2016’ydı.
Sevilla Palace otelinin 22. katında gerçekleşen buluşma,
her ne kadar öncesinde bir video konferans görüşmesi yapmış
olsak da, bizim için kolay olmamıştı. Aaron, hasır bir çatının
altındaki yuvarlak, beton bankta oturuyordu. Bense, elimde
kitabımın Thomas Dunne Books yayınevinden yeni çıkan İn­
gilizce baskısı Pablo Escobar, My Father ile ona doğru ilerli­
yordum.
Yürürken tutunabileceğim tek şey kitabimdi. Babamın şid­
detinin kurbanlarından biriyle aramda birkaç adımlık mesafe
vardı ve “hediye” olarak kendi hikâyemden başka götürecek
bir şey bulamamıştım.
Aaron da eli boş gelmemişti. Babasına ait, derin anlamı
olan bir eşya getirmişti. Gelmeden önce arayarak babasına ait
bir şeyi hediye olarak getirmesinin benim için sorun olup ol­
mayacağını sormuştu. Elbette olmayacağını söyledim.
Aaron, maddi ve manevi değeri paha biçilemez bir şeyi bana
hediye olarak veriyordu: Mezun olduğunda TWA’nın, şirkette­
ki en genç pilot olarak babasına verdiği Acemi Pilot rütbesi.
38
BARRY SEAL'IN PEŞİNDE

Babasının şüphesiz gururla taşıdığı rütbeyi elime alınca his­


settiklerimi tarif etmem imkânsız. Barry Seal’ın 24 yaşında,
Birleşik Devletler’in en genç ve en cesur ticari pilotu olarak
tanınıp hak ettiği bir başarıydı.
Özre dair bir şey konuşmasak da sarılmamız fazlasıyla do­
kunaklıydı. Beraberinde özrü de getiren ve defalarca tecrübe
ettiğim bu hissiyat bana, Arjantin’de Babamın Günahları bel­
geselini çekerken zamanın senatörü Rodrigo Lara ile olan gö­
rüşmemizi hatırlatmıştı.
Hediyeleri odalarımıza bıraktıktan sonra Aaron ile birlikte
Polanco caddelerinde yürümeye başladık. Fotoğraflar çektik
ve onu Loma-Linda restoranında yemeğe davet ettim. Bloody
Mary kokteyli ile patates püresi ve salata eşliğindeki ızgara
etimizin tadını çıkarırken bir yandan bana, üvey kız kardeşiyle
arasındaki Barry Seal, Kaçakçı filminin telif hakları ile ilgili
davanın gelişmelerinden bahsetti:
“İlk karar Universal Pictures, annem Debbie ve benim le­
hime çıkmıştı fakat üvey kardeşim itiraz ettiği için filmin gös­
terimi ertelendi. Hâlbuki kazanma ihtimali çok düşüktü çünkü
anlatılan babamın hikâyesiydi, zamanında Birleşik Devletler’e
yasa dışı yollarla en fazla uyuşturucu sokan, kamuya mâl ol­
muş bir adamdı,” dedi.
Saatler sonra otele döndük ve ertesi gün de görüşmeye ka­
rar verdik. Tüm gece gözüme uyku girmemişti. Sadece sabahın
beşinde biraz olsun uyuyabilmişim ama bu süreçte zaman kay­
betmedim ve yaşadığım günün getirdiği tecrübeleri yazdım.
Yeni arkadaşımla ikinci buluşmam duygu dolu geçmişti.
Birkaç saat sohbetin ardından ondan kitabın babası ve görüşme­
mizle ilgili olan bölümünü okumasını istedim. Aaron ile geçen
sohbetimizde yaşadığımız en çarpıcı his Barry Seal ve Pablo
Escobar hakkında konuştukça babalarımızın birçok ortak yönü

39
JUAN PABLO ESCOBAR

olduğunu fark etmemizdi. Beni oldukça şaşırtanlardan biri Se-


al’ın Tegucigalpa cezaevinde tutuklu olduğu ve Aaron’un ziya­
rete giderken annesine eşlik ettiği günle ilgiliydi. Yaşı küçük
olduğundan Aaron’a, babasının hapishanede çalıştığını ve bu
yüzden muhafız üniformasını giydiğini söylemişlerdi. Yıllarca
öyle olduğuna inanmıştı, ta ki babasının, muhafızlara tutuklu
olduğunu oğluna söylememeleri için para verdiğini öğrenene
kadar. Babam da benden bazı gerçekleri gizlemeye çalışırdı.
Akşamında Aaron, 1.200 kişinin katıldığı Bu Tarih Teker­
rür Etmemeli adlı konferansıma geldi. İngilizce çevirisini din­
lerken, söylediklerimi birkaç kez başıyla onayladığını gördüm.
Sahneden iner inmez bana sarılıp ağlamaya başladı.
Daha sonra biri ilginç bir hediyeyle yanıma geldi: 12 yaşın­
daki oğlunun Nâpoles Malikânesinden söküp aldığı bir çini
parçası. Orijinal bir parça olduğuna eminim çünkü o çinilerin
hepsi bir bir hafızama kazılıydı.
Aaron, ne olduğunu sorunca ben de ona hediye ettim.
“Gözüm gibi bakacağım dostum,” dedi.

❖❖❖

Babamın mali işler sorumlusu ve kitaptaki bölümlerden birinin


başkahramanı “Quijada”, babamın Barry Seal’ın ölümüyle so­
nuçlanan suç planını konuşmak için Miami’ye çağırdığı insan­
lardan biriydi. Aaron Seal’mkiyle de uyuşan hikâyesi şöyle:
“Pablo, bir gün beni arayıp birini ortadan kaldırmak için
Kolombiya 'dan üç kişinin geleceğini fakat benim olaya karış­
mamamı çünkü Miami’de işlerin zaten karıştığını söyledi. Sa­
dece gerektiği yerde dâhil olmamı istedi. Gelenlerin, “Cuchilla "
lakaplı Guillermo Zuluaga, Pedro ve Bemardo olduklarını söyle­
di. İkisi Meksika 'dan, '‘Çukur " üzerinden yasa dışı yollarla giriş
yapmıştı. Görevim onları almaktı, sonrasında da bir otele yer-
40
BARRY SEAL’IN PEŞİNDE

leştirdim. “Cuchilla”, Barry Seal’ı hatırlayıp hatırlamadığımı


sordu. Elbette hatırladığımı, Pablo’yu ifşa eden o gammazı
nasıl unutabileceğimi söyledim. Bunun üzerine bana, Louisia-
na eyaletinde Seal ’ı devredeceklerini (öldüreceklerini) söyledi.
Orada korunuyordu fakat içeri girip işini nasıl bitireceklerini
biliyorlardı. Onları bir daha görmedim. Sonradan öğrendim ki
“Cuchilla” kaçmıştı, diğer ikisini de kaçtıkları araç bir geyi­
ğe çarpınca Turnpike otobanında yakalamışlardı. Adamlardan
birinin Sabaneta "da yaşayan annesine iki yıldan fazla bir süre
boyunca para yardımı yaptık.”

41
BÖLÜM 2
... ’NIN ÇOCUKLARI OLMANIN
SONSUZ DRAMI
“Hayatında zor günler geçirdiğin ama sonunda düze çıktığın
zamanlar olmuştur. Benim için daima daha kötüye gitti. Yasa
dışı bir şey yapmadığım hâlde hep kanun dışı sayıldım. Bize
düşen hayatta yaşadığımız fazlasıyla ortak şeyler var. Sen de
takip edildin, ben de. Sen de ölümün kıyısına geldin, ben de.
Her zaman ... *nın çocukları olarak anıldık. ”
Bu vurucu sözlerin sahibi, babamın baş düşmanlarından,
hatta ölümünde belirleyici olmuş kişilerden Miguel Rodriguez
Orejuela’nın oğlu William Rodriguez Abadia idi.
Babamın hayatını gözden geçirirken, yaklaşık otuz yıl önce
dünyanın en büyük iki kokain kartelinin başları haline gelen
ve aynı zamanda babamın ölümü, William’m akrabalarımnsa
Birleşik Devletler’de uzun yıllar hapis yatmasıyla sonlanan
şiddetli bir çatışmaya neden olan babası Miguel ile amcası
Gilberto Rodriguez ve babamın dehşet verici hikâyesini tam
olarak anlamak için Rodriguez Abadia ile iletişime geçmemek
olmazdı.
Hayat bizi daha en başından çok farklı noktalara koymuştu:
William, iş dünyasında bir dönem başarı sağlamış, tanınan bir
aileden geliyordu, Birleşik Devletler’in en prestijli okullarında
eğitim alma şansı olmuştu fakat babasıyla iyi bir ilişkisi ol­
mamıştı. Benimse anlatacak pek bir şeyim yok: Babam istese
kendini geliştirebilirdi ama onun yerine yasa dışı işler yapmayı
tercih etti ve bizi de şiddet dolu dünyasma sürükledi. Hiçbir

45
JUAN PABLO ESCOBAR

zaman akademik anlamda kendimizi geliştirme şansımız olma­


dı. Ekonomik anlamda bir gelecek kurmaktan söz etmiyorum
bile. Her şeye rağmen William’dan şanslı olduğum bir nokta
vardı: Kısa sürse de babamla daima sevgi dolu, yakın bir iliş­
kimiz olmuştu.
Paradokslardan bahsedecek olursak, William ile benim
aramda birkaç tane mevcut ama en ilginci o Birleşik Devlet­
lerden çıkamıyor, bense giremiyorum. O göçmenlik durumu
çözülsün diye yıllardır beklediği için çıkamıyor, bense babam
Pablo Escobar olduğu için vize alamıyorum. Sohbet edip bil­
mediğimiz şeyleri keşfetmek, doğruları anlatmak ve yıllardır
benim gibi, “...’nm çocuğu” olarak anılmış biriyle konuşabil­
mek için teknoloji kilit rol oynuyordu.
i
William Rodriguez Abadıa ile Skype üzerinden, her şeyi
açıkça ve uzun uzun konuştuğumuz, çarpıcı bir görüşme yap­
tık.
Juan Pablo Escobar: Doğrusunu istersen, William,
“...’nın çocukları” olmak hayatımız boyunca üstümüzde ka­
lacak. Burada amaç geçmişimizi inkâr etmek değil, babaları­
mızın çizdiği hatalı yoldan ilerlememek ve kendi geleceğimizi
kurmak. Fakat sana o zamanlar babamla ilgili ne düşündüğünü
sormak isterim.
William Rodriguez Abadia: Maalesef babanla ilgili ak­
lımda güzel şeyler kaldığını söyleyemeyeceğim. Onu her za­
man düşmanımız olarak gördük. Pablo Escobar adına karşı
korku besledik ve sadece karanlık yanını tanıdık. Takip edil­
dik, o saçma savaşta birçok iyi insan canından oldu. Bana
göre o tüm değerini yitirmiş bir adam çünkü güç gözünü kör
etti ve tüm ülkeye terör yayacak kadar kendini kaybetti. İnsa­
ni tarafını tanımıyorum. Bir tek konuşulanlardan ve babamın
anlattıklarından duyduğum kadarını biliyorum. Dürüst olmak

46
,..'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

gerekirse babanla ilgili olumlu şeyler söyleyemem. Babamla


amcamın düşmanıydı, bense bu düşmanlığın bir kurbanıydım.
Bu adamların kendilerini nasıl bu derece mahvettiklerini aklım
hiçbir zaman almadı. Asıl düşman başkalarıydı ve bizler onlara
yardım ettik. Amerikalıların ve bu ülkedeki burjuvazinin işle­
rini kolaylaştırdık.
J.P.E.: Babam hiç sana bir şey yapmaya kalkıştı mı?
W.R.A.: Bildiğim kadarıyla hayır. O zamanlar ortalıkta dö­
nen bir sürü söylenti vardı. En az Medellin’den gelenler kadar,
Cali’den yapılan saldırılar da oldu. En azından, savaşın büyük
bir kısmında ailelere dokunmama kuralına uydular. Kendi ara­
larında geçen kanlı bir savaştı. Arkadaşlarımdan biri babamın
güvenlik şefi olmuştu ve bana Cali’de yapılan operasyonları,
Medellin’den yok ettikleri insanları anlatıyordu. Fakat o za­
manlar çocuktum, anlamaya çalışıyordum çünkü benim haya­
tım babamın hayatıydı ve ona bir şey olmasını istemiyordum.
Korkunç zamanlar yaşadık. Babama düzenlenen saldırılar,
öfke nöbetleri... Eminim senin babana da birçok saldırı olmuş­
tur. Korku dolu bir dönemdi.
J.P.E.: Aynı korkuyu biz de Medellin’de yaşadık. Savaş
başlayana kadar görece sakin bir yaşantımız vardı. Sonrasın­
daysa gece gündüz kaçtığımız bir yaşam...
W.R.A.: Bilmeni istediğim en önemli şey hiçbir zaman
sana karşı bir düşmanlığım olmadı Juan Pablo. Sen de bana
hiçbir şey yapmadın. İkimiz çok farklı insanlarız. Ben ken­
dimden başka kimseyi umursamayan biriyim fakat kabul et­
mem gerekir ki sen konuyu alıp çok başka, çok güzel yerlere
taşıdın. Ben daha çok aklıma estiği gibi hareket ediyorum.
Sen öfkeni kontrol etmeyi başarıp ciddiyetle, sakin ve serin­
kanlılıkla sana ait olmayan bir sorumluluğu üstlendin. Üste­
lik bunu aklıselim ve cesur bir tavırla gerçekleştirdin. Sonuç

47
jUAN PABIO ESCOBAR

olarak senin baban öldü ama benim amcamla babam hâlâ ha­
yatta, Birleşik Devletler’de bir hapishanedeler. Sen bir şekil­
de üstündeki yükü attın.
J.P.E.: Şüphesiz. Her ne kadar babasız kalmış olsam da
ne zaman suçluların iadesiyle ilgili bir haber duysam kendimi
şanslı hissediyorum. Babam hâlâ hayatta ve akrabalarınla ben­
zer koşullarda hapis yatıyor olsaydı, hayata karşı duruşumda
da nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum. En sonu, ba­
bamın hayatta olmamasma şükrediyorum, yoksa şimdi, akla
hayale sığmayacak zorluklarla karşılaşıyor olurdu.
W.R.A.: Babam ve amcam, saçma düşüncelerinden ötürü
adaletle işbirliğine girmeyi tercih etmediler. Yalnızca ailenin
bir kısmını kurtarmak için bazı mal varlıklarını teslim ettiler.
İsteseler daha az yatabilirlerdi ama dört duvar arasında ölmeyi ■

3
seçtiler. Babam 73 yaşında ve hâlâ 13 yılı var. 85-86 yaşında
çıkacak. Fazla yaşayacağını sanmıyorum. Amcam Gilberto ile
fazla iletişimim yok ama o da yaşlı. Hasta olduğunu söylediler.
Neyse Juan Pablo, şimdi aynı soruyu ben sana sormak istiyo­
rum: Miguel ve Gilberto Rodriguez hakkında ne düşünüyor­
sun?
J.P.E.: Adlarını ilk kez 13 Ocak 1988’de, annem ve kız kar­
deşim Manuela ile yaşadığımız Mönaco binasında bomba yük­
lü arabayı patlattıkları gün duydum. O gün canımızı kurtararak
oradan kaçmayı başardık. Aslında biz bomba olduğunu düşün­
memiştik. O zamanlar Kolombiya’da o çapta bombalar patla­
mazdı. Deprem ya da doğal afet olduğunu düşündük. Bomba
hiç aklımıza gelmemişti. Oradan, babamın bizi beklediği, Pob-
lado bölgesine yakın, bizimkilerin “Los Viejitos”, yetkililerin­
se “El Bizcocho” diye andığı bir koya götürüldük. Öldüğümü­
zü düşünmüştü çünkü tüm iletişimi kaybetmiştik. Vardıktan bir
iki saat sonra hâlâ elinde telefonla aramalar yapıyordu ve çok
gergindi. Tekrardan hayata dönmüştük ve neler olduğunu yeni
48
...’NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

yeni anlamaya başlamıştık. Aniden babama bir telefon geldi.


Sadece, içten bir tavırla “Tamam dostum, çok teşekkürler,”
dediğini duyabildim. Ardından, kapatıp şöyle demişti: “M6-
naco’da olduğumu sanıp hayatta mıyım diye bakmak için evi
aramış orospu çocukları.” İlk kez o zaman “Kimler? Kimler
aramış? Bunlar neden oluyor?” diye sordum. Babamın cevabı
şu olmuştu: “Bana karşı büyük bir saldırı düzenlediklerini bi­
liyordum ama aileme karşı değil.”8 İlk kez o akşam, Miguel ve
Gilberto Rodriguez Orejuela’dan ve yaşadıkları yer olan Ca-
li’den bahsettiğini duydum.
O andan itibaren babam, bana Cali Karteli’yle ilgili bilgi
vermeye başladı. Bize zarar verdiklerini ve aramızda bir savaş
olduğunu söyledi. Bunları bilmem konusunda oldukça istek­
li görünüyordu. Güvenliğim için endişe ediyordu. Ailenden
binlerinin, para için adam kaçırmalarından veya beni öldür­
melerinden, bunun gibi daha bir sürü ihtimalden korkuyordu
çünkü hepsi gerçekleşmesi mümkün şeylerdi. Sürekli dikkatli
olmam gerektiğinden bahsediyordu. Bir gün, Rodriguez aile­
sindeki herkesin, çocukların, amcaların, kuzenlerin nerede bu­
lunduklarını bildiğini söyledi ama ardından “Hiçbirine zarar
vermeyeceğim çünkü bu savaş bizim aramızda,” diye ekledi.
William, karteller arasındaki savaşın nasıl başladığını biliyor
musun?
W.R.A.: Bildiğim iki versiyon var. Babam ve amcam, ba­
kan Rodrigo Lara cinayeti ve polise karşı mücadele gibi büyük
saldırılarda kendisine yardım etmedikleri için Pablo’nun onla­
ra çok öfkeli olduğunu söylemişlerdi. Kanunsuz işlerde olmayı

8 Patlama, ardında dört metre derinliğinde ve on metre çapında bir oyuk


bırakmıştı. İki kişi öldü. Biri binanın arka tarafinı kollayan Miguel idi.
Cali patronlarından biri olan Helmer “Pacho” Herrera iki adam tutmuştu.
Onlardan biri “Kızılderili” lakaplı Germân Espinosa idi. Babam, yerini
bulana üç milyon dolar ödül vereceğini duyurdu. Fazla geçmeden genç bir
çift “Kızıiderili”yi Cali’de bulup öldürerek ödülün sahibi olmuştu.

49
jUAN PABLO ESCOBAR

seviyorlardı. Babana, “sen devam et, biz sana para yardımı y


a-
panz ama kendimiz hiçbir işe bulaşmayız,” demişler. Her şey
öyle başlamış.
İkinci versiyonda ise, sahneye Bay Helmer “Pacho” Her-
rera çıkıyor. Amcam Gilberto, 1984 ve 1986 yılları arasında,
Ispanya’da hapisken operasyonlarla ilgileniyordu. O zaman­
lar babam ve “Pacho” sıkı arkadaş olmuşlardı. Babam malla­
rı gönderiyor, “Pacho” da onları New York’ta satıyordu. Bu
arada, çalışanlardan biriyle sorun yaşandı. Jorge “Negro” Pa-
b6n. Bir de kardeşi vardı, şimdi ismini hatırlamıyorum. Ben
onları 1979 yılında tanımıştım. Amcam, Adam Kaçıranlar’a
karşı başlattığı savaşta9 Pabön kardeşlerden yardım almıştı.
Kolombiya’nın Cauca Departmanı’nda10 bulunan Silvia’daki
yazlıkta top oynadığımızı bile hatırlarım. İkisi de orada ya­
şıyordu. Filistinliydiler. Pablo ile de arkadaştılar ve bir gün
Medellin’e gittiler. Orada “Pacho” için çalışanlardan biri Pa­
bön kardeşlerden birini öldürmüş. Baban da “Pacho”yu ara­
yıp kim öldürdüyse onu kendisine teslim etmesini istemiş.
“Pacho” hayır, deyince Pablo, babamı ve amcamı arayıp bu
sefer “Pacho”yu ona teslim etmelerini istemiş. Onlar da, “biz
arkadaşlarımızı öldürmeyiz, sen de onunla ölürsün,” demiş
ve her şey öyle başlamış. Sadede gelecek olursam Juan Pablo,
babana yönelik büyük bir operasyon düzenlemişler. El Bizco-
cho’daki yazlığında neredeyse kıstırıyorlarmış. İçeride, bize
ait evlerin, özellikle amcamdan daha dikkatsiz olan babama
ait yerlerin videolarını bulmuşlar. Babamın gittiği yerleri

9 MAS (Muerte a Secuestradores): “Adam Kaçıranlara Ölüm” anlamına


gelen, devrimci örgütlerin insan kaçırma eylemlerine karşı kurulmuş, Ko­
lombiyalI paramiliter örgütlenme. Ayrıca Bkz: ilk kitap bölüm 8, MAS
Kargaşası, -yhn.
10 “Departman” burada, Fransız ve İspanyol kültürünün hâkim olduğu, çoğu
eski sömürge olan ve Kolombiya’mn da dâhil olduğu bazı ülkelerde mev­
cut bulunan, eyalet benzeri idari yapılanmaya işaret ediyor, -yhn.

50
...'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

ve günlük rutinini kaydetmişler. Oradan, babanın tek hede­


finin “Pacho” Herrara değil, amcam ve babam olduğunu da
anlamışlar. Uzun zaman sonra, ben kaçak olarak yaşarken,
“Mühendis Canaro” dedikleri bir adamdan yardım almıştım.
Bana, Monaco binasına düzenlenen saldırının detaylarını an­
latmıştı. Sizi görmüş, Pablo’nun o gece evde olduğunu dü­
şünmüşler ve zalimce bir hareketle arabayı havaya uçurmuş­
lar. Ailede bu olayı bilen tek kişi benim. Bazı şeyleri dobra
dobra konuşmak lazım. Ben bu suç faaliyetini hiçbir zaman
paylaşmadım. Aslında ihbar etmek istedim çünkü içimden bir
ses o emri amcam Gilberto, “Pacho” Herrera ve babamın ver­
mediğini söylüyordu.
J.P.E.: Babamın binada olduğunu düşündüler çünkü gece
yarısı arabayla, tipi babama benzeyen biri gelmişti. Aslında bu,
kısa bir süre önce vefat eden dayım Femando Henao idi. Tu­
haf bir önseziyle bizi ziyarete gelip açıklama yapmadan, “Kötü
şeyler olacak, gidelim buradan,” demişti. Umursamamıştık
ama sonrasında bunlar yaşandı.
W.R.A.: Onlar da binayı gözetliyorlardı. Babana benzeyen
birini görünce arabayı binaya doğru sürüklenmesi için boşta
bırakmışlar fakat yoldan sapmış ve binaya isabet etmemiş,
yoksa binayı tam anlamıyla yerle bir edebilirlerdi.
J.P.E.: Anlıyorum. Fakat senin ailen oldukça avantajlıydı
çünkü polis onların tarafındaydı. Hatta özel harekât birimi de
amcan ve babanla birlik hâlinde çalışıyordu.
W.R.A.: Doğru. O zamanlar polis bizi koruyordu, hatta şe­
hirde özgürce hareket edebilmemiz için özel bir kimlik ver­
mişlerdi. Polisin kontrolü tamamen elimizdeydi, babanın bize
saldırması için Medellı'n’den gönderdiği adamlara operasyon
düzenleyip hepsini yakalıyorlardı. Özel harekât birimi? El­
bette, Medellin biriminin operasyon müdürleri Albay Danilo

51
jUAN PABLO ESCOBAR

Gonzâlez ve Albay Hugo Aguilar tarafından kontrol ediliyor­


du; onlar da Cali Karteli tarafından kontrol ediliyordu. Sana
şu bilgiyi vereyim Juan Pablo: Babanı öldürdükleri gün haberi
ilk alan babam oldu çünkü özel harekâttan arayıp “Efendim, iş
tamamdır,” dediler. Bunu bana babam anlattı.
J.P.E.: Babamın hayatını kaybettiği eve ilk giren kişi oldu­
ğunu söyleyen Carlos Castano’nun hikâyesiyle ilgili ne düşü­
nüyorsun?
W.R.A.: Bu doğru değil. Önce babam, daha sonra da Da
nilo Gonzâlez, onu Hugo Aguilar’m öldürdüğünü söylediler.
J.P.E.: Aguilar’m anlattığı hikâye biraz çelişkili çünkü on<
göre babam kaçmaya çalışırken pencereden düşüp elli metre
den yere çakılarak ölmüş. Vurulmamış. Anlattıkları, fotoğraf
larla çelişiyor. Dahası, babamın taşıdığı silahtan vücudundak
yaralara kadar hiçbir nokta anlatılanlarla uyuşmuyor.
W.R.A.: Anlıyorum. Babam bana sadece Aguilar’m onu öl
dürdüğünü söyledi. Sonra aynı şeyi Danilo Gonzâlez de anlatt:
J.P.E.: Cali Karteli düşman olduğu Medellin Karteli’nd
öncelikli olarak kimleri hedef almıştı?
W.R.A.: Başlıca hedefleri bariz bir şekilde baband]
İkincisi Gustavo Gaviria ve üçüncüsü de amcan Robertc
Roberto’ya ayrıca öfkeliydiler çünkü neredeyse tüm ec
zaneler bombalarla yıkıldığından Antioquia de Drogas L
Rebaja’yı yağmalamak için Medellin’e gönderdiği iki adar
orada öldürülmüştü.11 Ölenlerden biri Gilberto amcamın ço
cuğu, kuzenim Humberto ile birlikte okumuştu ve oldukç
yakın bir ilişkimiz vardı çünkü ben 13 yaşımdan itibaren
Gilberto’nun çocuklarıyla birlikte büyümüştüm. Bu yüz
den amcam, Roberto’yu kafasına takmıştı. “O şerefsizi el
bet öldüreceğim,” derdi. Itagüi’deki bombalı saldırıyı onla

11 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 11 -yhn.

52
...'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

düzenlemişti. Fakat canını neden bağışladıklarını bilmiyo­


rum.12
J.P.E.: Öfkeli oldukları doğruydu. Ben de babamla amcan
arasındaki birkaç telefon görüşmesine tanık oldum. Barışma­
ya çok yakınlaştıkları zamanlar da oldu. Bütün tartışma bir ya
da iki milyon dolar içindi. Fakat bir sebepten ötürü Roberto,
o anlardan faydalanıp telefonu babamın elinden alarak küfür
ve tehdit yağdırmaya başlıyordu. Akrabalarından evindeki kö­
peğe kadar herkesi öldüreceğim, diyordu. Hâliyle işin boyutu
değişiyordu. Roberto ve amcamdan bahsetmişken; William, şu
konuya değinmek istiyorum: Babamın ölümünden sonra kar­
tellerle yapılan ve bizi öldürmemeleri koşuluyla, geriye kalan
mal varlığının düşmanlarına aktarılmasını içeren barış antlaş­
ması. Bu karmaşık süreçte Cali’ye yaptığımız sayısız seyahat­
te babamın ailesinin bize ihanet ettiğini öğrendik. Baban hiç
düşünmeden yardım ederek olayın doğruluğunu tasdik ettirdi.
Şöyle söyleyeyim; her ne kadar açık ifadeler olmasa da, ba­
banın söylediği birkaç şeyi hiçbir zaman unutmuyorum. Üstü
kapalı bir şekilde babamın tarafına karşı dikkatli olmamız ge­
rektiğini ima ediyordu. Bir gün annem, babamın mal varlığını
teslim etmek için Cali’ye gitti ve karşılığında babamın ailesine
de bir şey yapmamaları için ne isterlerse vereceğini söyledi.
Görüşmenin sonunda baban, anneme şunu söylemiş: “Hanı­
mefendi, o insanlar için para ödemeyin, onlar sizin gözünüzü
oyacak.”
Öyle de oldu. Bir gün babamın düşmanlarıyla buluşmak
için Cali’ye yaptığımız başka bir seyahatte diğer amcam Arge-
miro, babaannem Hermilda ve halalarım, aynı şekilde amcam

12 Roberto Escobar’a düzenlenen saldın babamın ölümünden iki hafta sonra


19 Aralık 1993’te gerçekleşti. Anlatılanlara göre Bogota’dan başsavcının
gönderdiği karton dosyayı açtığında gerçekleşen patlamayla gözlerinde ve
yüzünde ciddi yaralanmalar olmuştu.
53
JUAN PABLO ESCOBAR

Roberto’nun oğlu Nicolâs, utanmadan babamın, kız kardeşim


Manuela ve bana bıraktığı en değerli malları bizden almak is­
tediler. Senin baban William, bunlara hiç aldırmadı. Sonuna
kadar bizi savundu ve Pablo’nun vasiyetine saygı gösterilmesi
gerektiğini söyledi.13
W.R.A.: Bundan hiç haberim yoktu. O zamanlar bu olay­
lardan uzaktım. Ama babam sonradan annen ve seninle yap­
tığı görüşmelerden bahsetti. Bir sürü insan size zarar vermek
isterken hayatınızı kurtardığını anlattı. Savaşın sonra erdiğini
ve sana hayatını kurtarman için ülke dışına çıkmanı tavsiye
ettiğini söyledi; iyi ki öyle de yapmışsın. Babam, burada kal­
san seni daha fazla koruyamayacağını ve öldürülebileceğini
söylüyordu. Carlos Castano kaçığının sizi öldürmek istediğini
herkes biliyordu. Neyse ki buralardan gittiniz.
J.P.E.: William, babamın ölümünden sonra ülkeden bir tek
annem, kız kardeşim ve ben kaçtık. Başka kimse gitmedi. Tüm
Escobar ailesine vize yasağı gelmesine rağmen babaannem Her-
milda, beş ay sonra sorunsuz bir şekilde New York’a seyahat
etti. “Los Pepes”in14, amcam Roberto’nun oğlu Nicolâs’ı kaçırıp
sonrasında özgür bırakması ve NicolâsTn babamm ölümünden
birkaç gün sonra “Pacho” Herrera’nm hediye ettiği araç ve silah­
larla ortaya çıkması sence de ilginç, değil mi? Roberto’nun, ki­
tabımda Alberto Fujimori ve Vladimiro Montesinos’un babam­
la ilişkileri olduğundan bahsetmem karşılığında, bize Birleşik
Devletler vizesi önermesi tuhaf, değil mi? Babam öldükten son­
ra Roberto’nun, Birleşik Devletler Büyükelçiliğine gidip DEA
şefi Joe Toft ile görüşmem için bana bir kod vermesi normal mi?
Hazır bahsi açılmışken, Roberto hakkında ne diyorsun?

13 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 14 -yhn.


14 Los Pepes: Adını, “Pablo Escobar kurbanları” anlamına gelen “Persegui-
dos por Pablo Escobar”’dan alan örgüt -yhn.

54
...'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

W.R.A.: Şimdi düşünüyorum da, Roberto belli bir anlaşma


yapmış olmalı çünkü babam ve amcam, Pablo’dan çok Rober-
to’ya öfkeli olduklarını söylüyorlardı. Sonunda canını neden
bağışladılar bilmiyorum. Biri araya girmiş olmalı. Yoksa bi­
zimkiler her zaman “Ondan bir cacık olmaz,” diyorlardı.
Sonunda her şeyi ortaya koyup iyi bir amaç için ko­
nuşmamız güzel oldu. Babana, yaptığı her şey için, özellikle de
riske girerek bizi korumayı tercih ettiği zamanlar için minnet­
tar olduğumu söylemeden edemem.
W.R.A.: Her ne kadar bazıları anlamayıp onun bir haydut
olduğunu söylese de, babam sözünün eri bir adamdır. Ona,
lakapları olan “Tocayo” ve “Machete” ile seslenmek yerine
“Efendim” demelerinin bir nedeni vardı. Ne yazık ki saçma bir
savaşın içine girmek zorunda kaldı ve tüm hayatımız değişti.
Babanla olan kutuplaşmalarından önce uyuşturucu işi de olsa
sadece işle meşgul olan insanlardı. Zaten bu sayede uyuşturu­
cu kaçakçılığını uluslararası bir seviyeye getirebildiler. Onla­
rın derdi paraydı ama savaş tüm değerleri değiştirdi. Etraftan
bir anda çatışma isteyen haydut ve katillerle doldu. Savaştan
önce babam sadece iki korumayla gezerdi. Huzurlu, sakin bir
hayatı vardı. Fakat sonra on kişi oldu, on beş oldu, yirmi oldu.
Tam bir delilik. Benim de bir korumam varken, beşe çıktı. Pab-
lo ile olan savaş hayatımızı kötü yönde değiştirmişti. Baba­
nın ölümünden sonra ise babam ve amcamın gözünü güç hırsı
bürüdü. Hukuki meselelerini halletmek için onca yol varken,
nasıl bu hâle geldiler anlamıyorum. Kurtulma şansları varken,
kendilerini dokunulmaz sanıp egolarına yenik düşerek fırsatı
kaçırdılar.
J.P.E.: Babam ölünce uyuşturucu kaçakçılığının göze çar­
pan tek yüzü senin ailendi. Takip edecek başka insan kalmadı­
ğından yetkililerin amcan ve babana odaklanacakları belliydi.
Ben, kurumlarla olan o zamanki iyi ilişkilerinizden en az yirmi
55
JUAN PABLO ESCOBAR

yıl başınıza bir şey gelmez, sorun yaşamazsınız diye düşün­


müştüm fakat şaşırtıcı bir hızla düşüş yaşadınız.
W.R.A.: îki yıllık süre boyunca, isteseler her şeyi yoluna
sokabilirlerdi ama savcı ve polisle olan ilişkilerini yokuşa sür­
düler, hükümetin ve Amerikalıların anlaşmaya yatkın olan tav­
rını tersine çevirdiler. En kötüsü de, gerçeklik kavramını kay­
bettiler. Gilberto hapse girer, Miguel dışarıda kalır; her şeyi bu
şekilde yönetebilirler diye düşündüler. Hayalperestlikten do­
ğan, saçma düşüncelerdi bunlar. Dünyayı Gringoların yönetti­
ğini unuttular. Gringolar, önce babanı öldürmek için bizi, sonra
bizim işimizi bitirmek için Norte del Valle Karteli’ni ve daha
sonra da başkalarıyla savaş başlatmak için de Varela’yı kullan­
dılar. Onlar için oyunun bir parçasıydık ve kullanım süremiz
dolmuştu. Geriye ne kaldı? Anlatılacak hikâyeler.
J.P.E.: Geriye dönersek, babam teslim olduğunda Cali Kar­
teli’ndekiler savaşın bittiğini mi düşünmüştü?
W.R.A.: Hayır, onlar hâlâ Pablo Escobar’ı öldürmek isti­
yorlardı. Bırak savaşın bittiğini düşünmeyi, babanın bulundu­
ğu La Catedral Hapishanesine15 fırlatmak üzere “Papaya” adı
verilen bombalardan almak için Kosta Rika’ya gitmişlerdi. Üs­
telik orada soyguna uğradılar. Sanırım iki bombayı ülkeye sok­
mayı başardılar fakat fırlatarak patlatmak için özel bir uçağa
ihtiyaç vardı. Sınırları olmayan bir savaştı. Anlaşmaya varmak
çok zordu çünkü Pablo da, onlar da kendi bildiklerini okuyor­
lardı. Belki bir dönem düzelebilirdi ama sonrasında bir sürü
olay yaşandı. Hem Pablo hem de onlar yüzünden. Önceden
La Catedral’in yerini bilmiyorlardı ama sonradan tespit ettiler.
Gerçi, artık daha çok korunuyordu, ona ulaşmak her zamankin­
den daha güçtü ama ne olursa olsun, onu ortadan kaldırmayı
kafalarına koymuşlardı.

15 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 12 -yhn.

56
... 'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

J.P.E.: “Papaya” bombalarından haberdar olunca babam


çılgına döndü ve hapishanenin merkezi bölümüne girmemizi
yasakladı.
W.R.A.: Evet daima fırsat kolluyorlardı ama Pablo’nun
da durumu düzeltmek için bir şey yapmadığı ortada. Onun da
sonu Cali Karteli’ndekiler gibi oldu.
J.P.E.: Haklısın. Her şeyi ortaya döküp birkaç yıl sessiz kal­
sa bu öfke dinerdi ama istemedi. Doğrusu ben başta babamın
teslim olup her şeye bir son vermek istediğine inanıyordum
ama yanıldığımı anlaman uzun sürmedi. La Catedral’i keyif
çattığı bir yere dönüştürdü. Ciddiye almadı. Egosu yüzünden
elindeki fırsatı göremedi ve kaybetti. Babam kendi imparator­
luğu ve devlet arasındaki çatışmanın bedelini canıyla ödedi.
William, peki akrabalarının geleceğiyle ilgili ne düşünüyor­
sun? Sence bundan sonra ne olacak?
W.R.A.: Otuz yıllık hapis cezasını çekmek zorundalar. Çı­
kabilmeleri için en azından yirmi beş yılı doldurmaları gerek.
i
Kimsenin onlara iyi hâlden indirim yapacağını sanmıyorum.
Amcam Gilberto, babam ve senin baban uyuşturucu kaçak­
çılığının sembolleri hâline dönüştüler. Babana olan oldu ama
Gringolar, Cali Karteli’ndekilere pahalıya ödetecekler. Eğer
dayanabilirlerse, amcam 89, babamsa 86 yaşında çıkacak. Ba­
bamın hâline bakınca, ölmüş olsa daha iyi olurdu, diye düşü­
nüyorum. însanm içi acıyor. Federal sistemi biliyorum ve ce­
zaevleri hiç de insanların düşündüğü gibi dinlenme tesislerine
benzemiyor. İçeride işler oldukça karışık. Sadece hükümetin
oluşturduğu düzenden değil, mahkûmlar arasında da kanunlar
var. Anlayacağın Juan Pablo, onlar bu yaşamı seçti ve artık
pişman olsalar da fayda etmez. Bir kere fırsatı teptiler, şimdi
sonuçlarına katlanmak zorundalar. Bana kalırsa hayatları ceza­
evinde son bulacak.

57
JUAN PA8LO ESCOBAR

J.P.E.: Bunları duyduğuma üzüldüm fakat belli ki babanla


aranızdaki ilişkide de zorlu zamanlarınız olmuş.
VV.R.A.: Babamla amcamdan farklı bir tutum beklerdim;
sınır dışı edilmem konusunda yardım etmelerini istemiştim.
Fakat ne yazık ki onlar, Kolombiya’da kalmak gibi bir stra­
teji gözettiler. Ben de kararlarına saygı duydum, söz konusu
olan babamdı sonuçta. Ona bu şansı vermek istedim. Birle­
şik Devletler’e giden uçağa bindirilene kadar onu bekledim.
Sonrasındaysa, artık eşim ve çocuklarımı düşünmem gereki­
yordu. O zamana kadar hep babamı düşünmüştüm. Bu yüzden
teslim oldum. O andan itibaren aramızda bir kopukluk oldu.
Ben onun bana ihanet ettiğini düşünüyordum; o da benim ona
ihanet ettiğimi düşünüyordu. Uzun zaman sonra cezamı yatıp
hapisten çıktığımda sonra iki kez görüştük. Olanlar hakkında
konuşmaya çalıştık ama ikimiz de kırgınlıklarımızı atamadık.
Aslında benim atmam gerek çünkü bu yükle, babamla hiçbir
zaman iyi bir ilişkim olmadığını bilerek yaşamak istemiyorum.
Juan Pablo, sen bu konuda daha şanslıydın. Her zaman babanla
yakın bir ilişkin oldu. Her ne kadar birlikte az vakit geçirmiş
olsanız da bunu güzel değerlendirdiniz. Benimkiyse tam bir
travmaydı. Annem, beni yıllar boyunca Kolombiya’dan uzak­
laştırdı ve döndüğümde aramıza çok mesafe girmişti, babamla
yakın bir ilişki kuramadık. 1995 yılında yakalandığı zaman,
bir ara yakınlaşır gibi olduk çünkü işlerini halletmesi için bana
ihtiyacı vardı. Kartel Çocuğu Olmayı Ben İstemedim adlı kita­
bımı yayımlayınca çok kızdı. Ona göre, babamı kötü göster­
miştim. Hâlbuki her şeyi saygı çerçevesinde anlattım. İyi bir
ilişkimiz olmadığını söyledim çünkü gerçek buydu. Kitap yaz­
maya karar veriyorsan gerçekleri anlatmak zorundasın. Maksat
bir işe yarasın, başkaları ders çıkarsın. Kimisi zamanında sefa
sürdüğümüzü söylüyor. Ben o sefa için 20 yıl çile çektim ve
her gün daha da beterini çekiyorum. Babanı hapiste, aileni ya-

58
...'NIN ÇOCUKLARI OLMANIN SONSUZ DRAMI

sal sorunlar içerisinde görmek kolay değil. Babamla yakınlaş­


mayı planlıyorum. Son bir kez aramızı düzeltmeye çalışmam
gerektiğini hissediyorum. Aramızdaki buzları eritmek için son
bir şansı hak ediyoruz çünkü biliyorum, hiçbir şey onun düşün­
düğü gibi değil ve belki benim de yanıldığım noktalar vardır.
J.P.E.: Zor bir durum William. Baban ve amcanla ilgili
söylemlerin oldukça sertti.
W.R.A.: Kanun kaçağıyken onları dört yıl bekledim. O süre
zarfında babam, “Endişelenme oğlum ben bir şeyler ayarlaya­
cağım,” deyip durdu ama hiçbir zaman sözünü tutmadı. Ben de
bir an önce bir şeyler yapsın diye üstünde baskı oluşturmak için
teslim olma kararı aldım. Fakat karakola gitmek delilik olurdu
çünkü kendimle beraber ailemden aranan dört kişiyi daha feda
etmiş olurdum. Kız kardeşim Femanda ve amcam Gilberto’nun
çocukları, benim kuzenlerim Humberto, Jaime, Alexandra.
Onların tutuklanmaması koşuluyla teslim olacağımı söyledim.
Özel ajan Edward Kacerosky’ye sorabilirler. Herkesin tanıdığı,
Amerikalı bir dedektif. Sözünü tutup akrabalarımın iade süre­
cini iptal etti, ben de teslim oldum. Birleşik Devletler’e varır
varmaz Kolombiya’daki siyasetçilerle olan tüm ilişkimi itiraf
ettim. Ama o, bu haberleri babamla amcamın aleyhine ifade
vermişim gibi yansıttı. Bu söylenti amcam Gilberto’nun kula­
ğına gitti. Çok gururlu biridir. Bana çok öfkelenmişti. Olanları
tüm gerçekliğiyle anlatması için eşimi babam ve amcamla ko­
nuşmaya gönderdim. Amcam bunun bir tuzak olduğunu düşü­
nerek onu kabul etmedi. İlişkimiz orada koptu ve tansiyon o
kadar yükseldi ki, ona “Öyle olsun bunak herif, seni ellerimle
gömeceğim,” bile dedim. Hiçbir zaman onların aleyhinde ifade
vermemiştim çünkü karakola gitmedim, dediğim şeyi yaptım.
Bu mu onlara zarar verdi sanki? Hiçbir zaman beni düşünme­
yen onlardı! Ben en iyi kararı aldığımı düşünüyorum. Olan bi­
ten buydu. Yaşanan onca şeyden sonra, teslim olmamdan sonra

59
JUAN PABLO ESCOBAR

böyle bir şey olması üzücü çünkü Kongre’de ciddi bir hukuk
savaşı verdim ve sağ çıkmamın imkânsız olduğu toplantılara
gittim. Babama bu hale nasıl geldiğimizi sormak isterdim. Hiç
gereği yoktu. Birazcık aklı olan insan, otuz yıl ceza yiyecekle­
rini bilir. Her zaman bana bir yol göstereceklerini düşünürdüm
ama sonunda kendi yolumu kendim bulmak zorunda kaldım.
J.P.E.: Babanla aranı düzeltemezsen çok yazık olur.
W.R.A.: Son bir kez daha deneyeceğim. Seninle yüz yüze
konuşma fırsatımız olmadı. Mecburen Skype üzerinden görü­
şüyoruz ama tek yolu bu. Ben Amerika’dan çıkamıyorum, se­
nin de girmene izin vermiyorlar.
J.P.E.: Senin neden çıkmana izin vermiyorlar?
W.R.A.: Hâlâ göçmenlik sorunumu çözemediler. Vize ve­
receklerine dair söz verdiler. Her gün parmak izimi alıyorlar,
az kaldı, yakında alacaksın diyorlar ama altı yıldır bir şey ol­
duğu yok. S Vizesi16 almak on yılı bulabiliyormuş. Çıkması da
neredeyse bir mucize.

16 S Vizesi: Suç veya suçlarla ilgili şahitlik yapan ve/veya ihbarda bulunan
kişilere verilen vize.

60
BÖLÜM 3
“DOKUZ CANLI ADAM”
Babamla çatışıp bir bakıma galip gelen güçlü paramiliter ko­
mutan Ramon îsaza ile bir görüşme ayarlamak, yirmi yıldan
uzun süre önce etrafımızı saran savaşın dinamiğini başka bir
perspektiften görüp anlamanın kilit noktasıydı.
İsminden bahsedildiğini en son, babamın ölümünden altı ay
sonra, 1994 yılının ortalarında duymuştum. Annem, kız karde­
şim ve ben iki savcı ve bir polis ajanı ile Nâpoles Malikâne­
sine dönmüştük. Bölgedeki bir uyuşturucu kaçakçısına, sahip
olduğumuz birkaç arsayı teslim etmek için Magdalena Me-
dio’ya seyahat etmiştik. Yine babamın düşmanlarının, haya­
tımızı bağışlama karşılığında öne sürdüğü koşullardan biriydi.
Annem mal varlıklarımızı teslim ettikten sonra hafta sonunu
Nâpoles’te geçirmeye karar vermiştik. Gitmeden önce bir elçi
aracılığıyla İsaza’ya haber yollamıştık. Güvenliğimizi sağla­
yacağına dair bize garanti vermişti.
Yıllar sonra malikâneye dönmek garip ve hüzünlüydü
çünkü La Mayoria adını taktığımız ana binanın dört bir yanı
yabani otlarla sarılmıştı ve vaktiyle sahip olduğumuz lüks ve
konfor tamamıyla ortadan kaybolmuştu. Bu yüzden Nâpoles’te
babamın inşa ettirdiği, içerisinde dört küçük kulübe, Tablazo
isimli bir bar, bir muayenehane ve bir eczane olan, “diğer ta­
raf’ diye bilinen yerde konaklamıştık. Malikânenin bu kısmı
da talandan payını almış ancak odalar ayakta kalmıştı, yalnızca
biraz temizlik gerektiriyordu.

63
JUAN PABLO ESCOBAR

Pazar sabahı boğucu bir sıcakla uyanmıştım. Dışarıda silahlı iki


adamın dolaştığını görünce çok korktum. Bir süre inceledikten son­
ra pek de dost canlısı olmadıklarını görünce gidip sordum. Ramon
îsaza tarafından gönderildiklerini söylediler. Dediklerine göre kısa
bir süre önce bölgeye dönen ve Nâpoles’in Panaderia bölgesinde
yuvalanan ELN17 gerillalarıyla silahlı çatışma yaşanmıştı.
O gece, Pablo Escobar’ın ailesi olarak, Ramon İsaza’nın
tehlike arz etmediğinden ve onun için savaşın sonra erdiğinden
emin olmuştuk. Onu hiç görmemiştim ama bizi koruyarak gös­
terdiği jeste içimden teşekkür etmiştim.
Bu yüzden, şimdi babamı yeniden keşfetmeye girişmişken
Aralık 1993’te Medellin Karteli liderinin ölümüyle sonuçlanan
takip sürecinde İsaza’nın oynadığı kilit rolü es geçmek olmazdı.
Avukatlarından birinin aracılığıyla, benimle Magdalena Medio’da
konuşmayı kabul etmişti fakat önemli bir şartı vardı: Görüşme
kısa olmalıydı çünkü 75 yaşın getirdiği sağlık problemleriyle ol­
dukça zayıf düşmüştü; bu yüzden mahkeme kararıyla kendisine
şartlı tahliye verilmişti. İsaza, 990 kişilik Magdelena Medio sa­
vunma birliğini feshettiği 2006 yılında hapse girmişti
Antioquia, Doradal’daki, Nâpoles Malikânesi girişine iki
kilometre uzaklıkta kalan bir kafede iki saat boyunca sohbet
ettik. İnsanların ona seslendiği adıyla “Don Ramon” mesafeli
olsa da oldukça nazikti. Alçak sesle konuştuğundan söylediği
her şeyi anlamak kolay olmuyordu.
Yine de hayatından bahsettiği akıcı bir diyalog gerçekleştir­
dik. Yetmişli yılların başında Caquetâ Departmam’nda askeri
hizmete başladığını ve orada FARC18 örgütüne karşı savaşmayı
öğrendiğini anlattı.

17 ELN (Ejercito de Liberation National): Ulusal Kurtuluş Ordusu, 1964 yı­


lında kurulan KolombiyalI, Marksist gerilla yapılanması, —yhn.
18 FARC (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia): Kolombiya
Devrimci Silahlı Göçleri, 1964’te kurulan, KolombiyalI, Marksist-Leninist
gerilla yapılanması. Kurucusu Manuel Marulanda’dır. -yhn.
64
DOKUZ CANLI ADAM

“Komutanımız her zaman, baş düşmanımızın Manuel Ma­


ndanda, namı diğer ‘Tirofijo’olduğunu, onunla cesurca savaş­
mamız gerektiğini söylerdi.”
Yıllar sonra, 1978 civarında ordudan çıkıp Puerto Triunfo
. şehrinde bulunan Las Mercedes kasabasında bir çiftliğe yerleş­
ti. îsaza burada, Magdelena Medio’da üslenen ELN’nin, çiftçi
ve çobanlara saldırılar düzenlediğini gördü; aynı zamanda İsa-
za’yı da kaçırmayı planlıyorlardı.
îsaza geri durmaktansa orduda öğrendiği askeri teknikle­
ri uygulayarak kendini savunmaya karar verdi. Kendi cümle­
leriyle, karşı saldırıda bulunup devrimcileri püskürtmek için
etkili bir gerilla savaşı başlattı ve çok az sayıda adamla geniş
bir alana hâkim oldu. Sekiz genç ve aynı sayıda silahla mu­
haliflerin bir kısmını ortadan kaldırdı, diğerleriniyse kaçmaya
zorladı.
Sonrası bilindik hikâyelerdi. Fazla detaya da girmek iste­
memişti. Sonuçta görüşmemizin asıl amacı babam hakkındaki
düşüncelerini ve nasıl düşman olduklarını öğrenmekti.

❖❖❖

Anlattığına göre, “Jairo Caballo” olarak da tanınan Jairo Cor-


rea Alzate ve babam, Magdalena Medio’dan kaçak yollarla
çıkarılan ve Florida’nın güneyine kadar sorunsuz bir şekilde
ulaşan uyuşturucu trafiğini en az beş yıl boyunca birlikte yü­
rütmüşler.
İçinde güç ve para barındıran her şeyde olduğu gibi Correa
bir yerden sonra malın bir kısmını ayırıp sadece kendi için ka­
çakçılık yapmaya başlamış. Zamanla zengin bir toprak sahibi­
ne dönüşüp Caldas Departmam’ndaki Dorada şehrinin en iyi
arazilerini satın almış. Bu topraklardan biri olan Japön Malikâ­
nesi, 500 hektarlık topraklarıyla kısa sürede bölgedeki gücün

65
JUAN PABLO ESCOBAR

simgesi hâline gelmiş. Correa’nın hâkimiyeti Dorada ve Puerto


Boyacâ’dan, kuzeyde Puerto Berrio ve batıda Concordia’ya,
Antioquia Departmanı’na kadar genişlemiş.
Correa’nın ihanetiyle öfkeden çılgına dönen babam onu ka­
çırmaya karar vermiş ve bunun için Henry Perez’den yardım
istemiş. Perez, Puerto Boyacâ’daki silahlı güçlerin lideriydi ve
“Meksikah” diye bilinen Gonzalo Rodriguez Gacha’ya çok ya­
kın biriydi. O zamanlar Ramön îsaza, küçük örgütünün lider­
liğini yapıyor ve operasyon merkezi olarak Perez’in yönetimi
altında Puerto Triunfo bölgesini kullanıyordu.
Elbette Perez, eski dostu ve müttefiki olduğu için Correa’yı
kaçırmayı kabul etmemiş. Bunun üzerine babam da, dostu ol­
mayan herkesin düşmanı olduğu düşüncesi üzerinden hareket
edip ilerleyen haftalarda sayısız ölüme yol açacak yeni bir mü­
cadele planına yönelmiş.
Correa ve Perez’e saldırmak için planlar yaparken, Puerto
Triunfo’daki Ramon îsaza’nın Nâpoles Malikânesi’ne yakınlı­
ğından dolayı başına bela olabileceğini fark eden babam ondan
kurtulmaya karar vermiş. Fakat bunu oldukça özel bir yolla
gerçekleştirmiş: Bu sefer kurşunla değil, içten fakat ültimatom
niteliğinde bir mesaj göndererek.
îsaza gözlerinde bir parıltıyla, bir gün babamdan gelen kısa
bir mektupla şaşkınlığa uğradığını söyledi. Babam mektubun­
da Magdalena Medio’yu terk etmesi için otuz gün süre verdiği­
ni çünkü onu öldürmek zorunda kalmak istemediğini yazmıştı.
îsaza, bu mektuba yirmi yıldan uzun süredir yaşadığı ve beş
çocuğuyla kök saldığı bir bölgeden hiçbir sebeple ayrılmaya­
cağını söyleyerek cevap vermiş.
Bunun üzerine babam ona başka bir mesaj göndermiş. Bu
kez mektubu çalışanlarından biriyle yollamış ve iki yüz silahlı
adamın öyle ya da böyle onu oradan çıkarmak için Magdalena
Medio’ya gitmeye hazır olduğunu söylemiş.

66
DOKUZ CANLI ADAM

“Birbirine mektup yollayan iki sevgili gibiydik,” dedi İsaza


yüzünde bir gülümsemeyle.
Cevabı oldukça iddialı olmuştu. Babamın çalışanı hiçbir za­
man geri dönmemişti ama içinde iki satırlık yazı olan bir mek­
tup gelmişti: “Bay Pablo, isterseniz beş yüz adam gönderin, bu
silahlar FARC ile olan çatışmada epey işimize yarıyor.” Savaş
ilan edilmişti.
O andan sonra ülkenin şimdiye kadar şahit olmadığı, sınır
tanımayan bir savaş başlamıştı. Babam ve Ramon İsaza en az
üç yıl boyunca, karşılıklı olarak çokça kayıp verdikleri, kanlı
bir mücadeleye giriştiler.
İlk olay Antioquia, Sonson şehrinin Danta kasabasını Do-
radal’a bağlayan hatta gerçekleşti. Babamın adamları İsaza’ya
sekiz saldırı düzenledi fakat sonuç alamadılar. Hatta yüksek
güçte bombalar, parça tesirli el bombaları kullanmalarına, AK-
47 ve AR-15 tüfekleriyle birkaç saat boyunca kurşun yağdır­
malarına rağmen İsaza tek bir yara bile almamıştı.
İsaza mucizevî bir şekilde yara almadan kurtulduğu güne
dair özellikle hatırladığı bir şeyi anlattı. Bir gün Danta’dan çı­
kıp kamyonetiyle Doradal’a doğru gidiyormuş ama içinden bir
ses yolda bomba patlayacağını söylemiş. Adamları yolu sıkça
kontrol etse de içi rahat değilmiş, tehlikede olduğunu hisse-
diyormuş. Ve olanlar olmuş: İçinde patlayıcı yüklü bir araç,
kamyonetinin yanından geçerken havaya uçmuş ve yan tarafı­
na düşmüş. Şoför patlama esnasında hayatını kaybetmiş. İsaza
kamyoneti aracın üstüne devrildiğinden sağ kapıdan çıkmak
zorunda kalmış. Güç bela kapıyı açmış ve elinde tüfekle ken­
dini yere atmış. Tam o anda kiralık katillerden biri, öldürmek
için kendisine doğru geliyormuş. Fakat İsaza daha hızlı davra­
nıp saldırganı etkisiz hale getirmeyi başarmış ve hayatı bir kez
daha kurtulmuş.

67
JUAN PABLO ESCOBAR

Babamın adamları başka bir sefer Danta rotasına iki güç­


lü bomba yerleştirmiş. Patlamayla İsaza’nm içinde bulunduğu
araç ikiye ayrılmış ama o zaman da bir şey olmamış.
Peş peşe gelen başarısızlıklardan sonra babam bir gün onun
için “Bu adam dokuz canlı,” demiş.
Ancak babam, La Catedral Hapishanesi’ndeyken Magdale-
na Medio’daki düşmanlarına iki büyük darbe indirmeyi başar­
mış ve cinayet makinesini yeniden çalıştırmaya başlamıştı. 20
Temmuz 1991 ’de, teslim olduktan dört hafta sonra, üç adam
ve bir kadından oluşan bir grup Puerto Boyaca, San îsidro’da
yapılan geçit töreninde Henry Perez’i öldürdü. Aralık ayında
ise babamın kiralık katilleri Ramon İsaza’nm oğullarından biri
olan John îsaza’yı kurşuna dizdiler.
Magdalena Medio savunma birliklerinin en üst rütbeli li­
deri olan Henry Perez’in ortadan kayboluşu, Ramon îsaza için
yükseliş fırsatı olmuştu. Bölgedeki gücü büyük bir hızla arttı.
İlk görevi babamın saldırılarıyla mücadele etmekti, bunun için
orduda öğrendiği kontrgerilla taktiklerini uyguladı. Adamları
bu yolla Magdalena Medio’nun geniş alanlarını abluka altına
alıp babamın bölgeye gönderdiği onlarca adamı püskürtmeye
başladılar.
İsaza’nm zekâsı ve savunma taktikleri çok etkiliydi çünkü
bölgede yabancı biri varsa hemen tespit edip yakalatıyordu.
Yakalanan tüm şüpheliler neden orada olduklarına dair ikna
edici bir neden sunamadıklan takdirde öldürülüyorlardı. Baba­
mın kaç adamım öldürdüğünü söylemeyi tercih etmese de hafif
bir gülüş ve uzun bir sessizlik tahmin ettiğim üç yüz rakamının
pek de abartılı olmadığını gösteriyordu.
Babamm La Catedral’den firar etmesinin ardından îsaza,
Los Pepes örgütüne katıldı ve Magdalena Medio’dan babamın
eski hâkimiyet alanma dönmesini engellemeye çalıştı. Ayrıca

68
DOKUZ CANLI ADAM

özel harekâttaki yetkililere bölgede olup bitenler hakkında bil­


gi veriyordu.
Uzun bir sürecin ve mahkemeyle yapılan anlaşmaların so­
nucunda Ramon Isaza, dönem dönem Bogota ve Medellin’de
duruşmalara katılması gerekse de, acımasız cinayet makinesi
ve ekonomik gücü ile tanınmasına neden olduğundan babam
için sembolik değer taşıyan iki yerde, Doradal ve Puerto Tri-
unfo’da aktif bir rol oynuyor.

69
BÖLÜM 4
ESKİ HİKÂYELERİN
YENİ VERSİYONLARI
Babamın, 19 Nisan Hareketi’nin (M-19)’9 önemli liderleriyle
kurduğu ilişki hakkında son 30 yıl boyunca epey yazılıp çizil­
di. Geçen yıllar boyunca bu ilişkilerin ülkenin mevcut durumu­
na olan çeşitli etkileri ortaya çıkartıldı.
Babamı yeniden keşfetme girişimim beni bu konuyla ilgili
yeni araştırmalar yapmaya sürükledi. Öğrendiklerim karşısın­
da hiç tanımadığım, farklı yüzleri olan bir Pablo Escobar ile
karşılaştım ve kafam iyice allak bullak oldu.
M-19 ve babam arasında yaşananları araştırırken devrimci
örgütün kurucularından Otty Patino’ya ulaştım. 1980 ve 1991
• yılları arasında çeşitli çıkar ortaklıkları sayesinde dönem dö­
nem bir araya gelen solcu asilerle mafya örgütleri arasında ya­
şanan olayları tüm gerçekliğiyle anlatmaya gönüllü olmuştu.
Mesafeli biri olsa da oldukça bilgili ve nazik bir tavır ser­
gilemişti.
“Size anlatacaklarım, olanlarla ilgili kişisel yorumum değil,
bilakis gerçeklerin ta kendisi olacak,” dedi Patirio, kendinden
emin bir şekilde.
Patiho’nun Pablo Escobar’ın oğlu karşısmda olmaktan do­
layı pek de rahat olmadığı açıktı. Kısa sürede benimle bir ilişki
kurmak istemediğini fark ettim. Tek amacı, zamanında şahit
olduğu ve benim de iki yıl önce, ilk kitabım Pablo Escobar

19 M-19 (Movimiento 19 de Abril): 19 Nisan Hareketi, KolombiyalI gerilla


örgütü. Ayrıca Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, Bölüm 8 -yhn.
73
JUAN PABLO ESCOBAR

Benim Babam'da değindiğim olayların perde arkasını gün yü-


züne çıkartmaktı.
Herhangi bir açılış konuşması olmadan, daha önce ayarlan­
mış gibi M-19 örgütünün 12 Kasım 1981’de, Medellin’de Mar­
ta Nieves Ochoa’yı kaçırma olayından konuşmaya başladık.
Bu, babamla devrimci örgütün yollarının kesişeceği olaylardan
ilki olacaktı. Bilindiği üzere kaçırılma olayı Adam Kaçıranlara
Ölüm, MAS hareketinin oluşmasına neden oldu. Yasa dışı ör­
güt özellikle Marta Nieves’i kurtarmak için kurulmuştu.
Anlattıklarına göre 1981 yılının başlarında M-19 iki cid­
di sorunla karşı karşıyaydı: Aldığı ciddi darbeler ve hâkimiyet
alanı, donanım ve üslerini kaybetmesi ve örgütün {inansal du-
ıımunun iyice kötüye gitmesi. O zamanlar ancak adam kaçırıp
fidye alarak para kazanabiliyorlardı.
Belirtilen zorlukları atlatmak için M-19’un en rütbeli lideri
Jaime Bateman Cayön, yasa dışı yollarla zamanın Cafe bölgesi
kumandanı Patifio ile iletişime geçti ve ondan Bogota’ya gidip
örgüte askeri güç sağlamak için şehirden insan toplamasını ve
ekonomik gelişim için faaliyetlere yani büyük çapta adam ka­
çırma işine odaklanmaya başlanılmasını istedi.
“Bateman, adam kaçırmanın politik ve sosyal açıdan zararlı
olduğunu biliyordu. Bu yüzden az sayıda ve mümkünse yaban­
cı uyruklu fakat iyi para getirecek insanları kaçırmak diyor­
du,” dedi Patino.
Patino, görevi kabul ettikten sonra, memleketi Cali’yi bıra­
kıp M-19’da kurucu olarak yerini alan sosyoloji profesörü El-
vencio Ruiz’e, Medellin’e gidip ses getirecek bir adam kaçırma
eylemi gerçekleştirmesini emretti. O zamanlar M-19, ülkenin o
bölgesinde somut bir şehir yapılanmasından yoksundu ve ide­
olojisine yakın duran bazı toplumsal tabakaların sempatisini
kazanmış olsa dahi, ses getiren operasyonlarına değin (Domi-

74
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

nik Cumhuriyeti Büyükelçiliği işgali, Canton Norte’deki silah


deposundan 4.000 silahın çalınması ve Simon Bolivar’ın kılı­
cının çalınması) silahlı operasyon kuvvetine dönüşecek gücü
yoktu.
Cesaretiyle tanınan Ruiz, Antioquia’nın başkentine varın­
ca bir çıkmazla karşılaştı: Tendencia ML20 grubunun dağıtılma
sürecinden dolayı Medellin’e bir sürü militan gelmişti. Gemi
batmakta olduğundan içinde bulunanlardan bazıları uyuştu­
rucu kaçakçılığı yapan örgütlerde veya M-19’da kendine yer
bulmaya çalışıyordu, diğerleri ise yasa dışı bir siyasi yaşam
sürdürmeyi tercih etmişti.
Tendencia ML grubunun eski üyelerinden bazılarıyla ileti­
şime geçen Ruiz, hareketi büyütecek bir hedef bulmuştu: Pab-
lo Escobar Gaviria. Hakkında fazla bilgiye ulaşılamayan ama
her yerde, çok parası olduğuna dair söylentilerin dolaştığı bir
adam.
Elvencio Ruiz’e, yerini tespit edip Escobar’ı kaçırabilmesi
için önerilen ilk isim 4. Ordu Tugayı’nda, B-12 isimli istihba­
rat bölümünde Pablo için çalışan bir adamdı. Ruiz bunu bil­
miyordu ve adamla buluştuklarında onu yakalayıp Escobar’a
götürdüler.
Böylece gerilla Elvencio Ruiz, Medellin Karteli’nin güçlü
patronu olduğunu bilmeksizin Pablo Escobar ile karşı karşıya
geldi.

“Yani beni kaçıracak kişi siz misiniz? Kimsiniz, nereden ge­


liyorsunuz? ”
“M-19’danız. Para bulmak için Medellin'e gelmemiz em­
redildi. ”

20 Tendencia ML (Tendencia Manâsta Leninista- Maoist): Marksist-Leni-


nist-Maocu Yön, KolombiyalI, komünist ideolojiye sahip örgütlenme, -yhn.

75
JUAN PABLO ESCOBAR

Örgütle babam arasındaki konuşma birkaç dakika boyunca


sorunsuz ilerlemişti fakat Otty Patino’nun dediğine göre bir
süre sonra beklenmedik bir şey oldu.
“Ben size anlattıkları kadar zengin biri değilim,” demiş
babam. “Ayrıca solcuyumdur. Burada, Medellin de gerçekten
zengin insanlar var. Mesela Ochoalar.”
“Onlar kim?” diye sormuş Ruiz.
“Çok varlıkhlar. Atları, arsaları, bir sürü paralan var.”
Konuşmanın sonunda babam, Ruiz’i serbest bırakıp yolcu
ederken eline on bin dolar vermiş. Hızlıca Bogota’ya dönen
devrimci, Medellin’de başına gelen şaşırtıcı olayı anlatmak
için Otty Patino’yu aramış.
Sonuçta Ruiz, M-19 için büyük bir kazanç sağlamak is­
tiyormuş. Bu yüzden Escobar’m söylediği Ochoa ailesinden
birini kaçırma fikrini akima koymuş. Tanıyan binlerini araş­
tırmaya koyulmuş. Birkaç hafta içinde arama sonuç vermiş ve
Antioquia Üniversitesi’nde okuyan ve önceleri Tendencia ML
için mücadele eden, daha sonra gizli aktivist olarak M-19’a
katılan Marta Helena Correa’mn fakülteden Marta Nieves
Ochoa isimli bir arkadaşı olduğunu öğrenmiş. Medellin’de çok
tanınan bir ailenin üyesiymiş ve zengin olduğu her halinden
okunuyormuş. Aslında sınıf arkadaşından çok, sıkı dostlarmış.
Marta Helena, Tendencia ML’ye üye olduğu için hapse atıldı­
ğında Marta Nieves’in ona çok yardımı dokunmuş.
Birkaç günlük takibin ardından üç adam Marta Nieves’i
okul dışında yakalayıp Medellin yakınlarında bir araziye gö­
türmüşler. Aile uzlaşmadan yana olmayıp Marta Nieves için
bir kuruş bile vermeyeceğini söylemiş. M-19 örgütünde ise
bir anda kaçırılmalar ve cinayetler yaşanmaya başlanmış.
Olanlara bir anlam verilemezken birkaç hafta sonra Medel­
lin’den Bogota’ya kaçan Marta Helena Correa, Otty Patino

76
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

ve M-19 yöneticileriyle görüşüp bir anda baş gösteren cina­


yetlerin Marta Nieves Ochoa’nın kaçırılmasıyla ilişkili oldu­
ğunu söylemiş.
“Marta Correa, sadece arkadaşını değil kendi hayatını da
tehlikeye attığını anlamıştı,” diye anlattı Patino.
Marta Correa olanlardan dolayı çok üzgün ve pişmandı.
Yaptıklarından dolayı hem sınıf arkadaşı alıkonmuş hem de
M-19’daki arkadaşları Marta’yı kurtarmaya gelen yasa dışı bir
grubun cinayetine kurban gitmişti. Ne rehin alanlar ne de M-19
örgütü, MAS’ın bizzat Pablo Escobar tarafından yönetildiğini
biliyorlardı. Paramiliter örgüt, Fidel Castano ile diğer mafya
babalarından doğrudan destek alıyor ve ordu memurları ile
Medellin polisinin gizli yardımları sayesinde istihbarat toplu­
yordu.
Konuşmanın bu kısmında Patino, Marta Correa’nın örgü­
tün başka bir üyesi Luis Gabriel Bemal ile olan duygusal iliş­
kisi sona erdiğinden zor günler geçirmekte olduğunu açıkla­
mak için hikâyesine ara verdi. Patino sorunlarını çözmesine
yardımcı olmak için onu Cali’ye göndermiş ve Marta Nieves
Ochoa’yı kapalı tutulduğu yerden alıp başka bir yerde gizle­
meleri için Medellin’e yeni bir gerilla ekibi yollamış. Patino bu
arada Elvencio Ruiz’i de Bogota’nın güneybatısında bulunan
Ciudad Montes’teki evinde saklıyormuş.
“Gönderdiğim kişinin Medellin’de toplumsal tabanı yoktu;
bu yüzden Marta Nieves bir dağın başında tutuluyordu ve gü­
venli koşullarda bulunmuyordu,” dedi Patino.
Her şeye rağmen strateji işe yaramıştı; çünkü MAS kaçırı­
lan kadının izini kaybetmişti. Kaçırılmanın ardından yedi haf­
ta geçtikten sonra, 1982 Ocak ayının başlarında Ochoa ailesi,
çeşitli gazetelerde Marta Nieves’i bulana 25 milyon peso ödül
vereceğini duyurdukları ilanlar verdi.

77
JUAN PABLO ESCO8AR

M-19 liderleri Ochoa’nın iyi durumda olmadığını biliyor­


lardı ama en azından onu kaçıran gerilla yapısından uzaktaydı.
Bu sayede ardı arkası kesilmeyen takipler devam etse de katli-
amlar ciddi ölçüde azalmıştı.
Tam sular durulmuşken Otty Patifio’nun başına gelen, kıl
payı kurtulduğu bir olayla ortalık yine karışmıştı. Luis Gab-
riel Bemal ile görüştüğü gündü. Bemal, kendisine Marta Cor-
rea’nın Cali’den döndüğünü ve onunla ilişkileri hakkında ko­
nuşması gerektiğini söyledi.
“Olmaz kardeşim dedim, görüşmeyin. Güvenlik meselesini
düşündüğümden değil, bu kadar çatışmalı bir ilişkiyi yürütme­
nin manası yoktu. Marta’nın hâli perişandı. İkisi de iyi değildi.
Çok zor bir dönemden geçtiğimizi, aşk meşk sorunlarıyla uğraş­
manın zamanı olmadığını söyledim,” diye açıkladı Patino.
Bemal, Patifio’nun tavsiyesini dinlemişti. Patino, Marta
Correa’yı Bogota’daki Novios parkından alıp güvenli bir yere
götürecekti fakat yoldayken Bateman’dan bir mesaj aldı. Şeh­
rin başka bir bölgesinde acil yardıma ihtiyacı olduğunu söylü­
yordu. Bunun üzerine Patifio o zamanki eşi Ana’dan Marta’yı
alıp güvenli bir yere götürmesini, kendisinin daha sonra gele­
ceğini söyledi. Ana görevi kabul etti ama iki çocuğuyla parka
doğru giderken takip edildiğini fark etti ve yönünü Chapine-
ro’ya doğru değiştirdi. Orada bir alışveriş merkezinin tuvaleti­
ne saklanmaya çalışsa da çocuklardan birinin ağlamaya başla­
masıyla B-2 askeri istihbaratı tarafından yeri bulundu. Kadını
alıkoyup nerede yaşadıklarını söylemeye zorladılar.
“Ben sözleştiğimiz yerde bekliyordum fakat gelmediğini
görünce evi aradım. Telefonu Elvencio Ruiz açtı. Kardeşim
acele et Ana gelmedi, hemen kaç oradan dedim. Fakat dedi­
ğimi yapmadı. Durumu fazla ciddiye almayıp orada kaldı. El­
vencio fazla soğukkanlı biriydi. MAS ve B-2, eşim ve iki ço-

78
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

cuğumuzla birlikte eve gidince Elvencio ile karşılaştılar,” diye


anlattı Patino.
Askerler ve MAS onu bilinmeyen bir yere götürüp karanlık
bir odaya kapattılar. Ardından Ana’yı saatlerce sorguya çekip
Marta Nieves Ochoa hakkında bilgi istediler. Çok geçmeden
onun konuyla ilgili hiçbir şey bilmediğini ve M-19’da aktif bir
militan olmadığını anladılar.
Hızlı bir kapanış olmuştu: Otty Patino’nun ailesi serbest
kaldı çünkü askerler Marta Nieves ile bir ilgisi olmadığından
emin oldular. Marta Correa ve Elvencio Ruiz, MAS tarafından
Medellin’e götürüldüler ve birkaç gün içinde Marta elleri ke­
lepçeli bir şekilde, üstünde adam kaçıran yazan bir işaretle El
Colombiano gazetesinin kapısında göründü. Elvencio ise canlı
hâlde bir çuvalın içine konarak terk edildi.
Her şeye rağmen MAS, Marta Nieves’in yerini hiçbir zaman
tespit edemedi ve Ochoa ailesi M-19 ile anlaşma yapmak zorun­
da kalarak onu kurtarmak için bir milyon ödedi. Nihayet Marta
Nieves 16 Şubat 1982’de Genova, Quindio’da serbest bırakıldı.
Otty Patino hikâyesine ara verdiği yere dönerek babamın,
Elvencio Ruiz’e solcu olduğunu söylemesiyle ilgili derin bir
analiz yaptı:
“Pablo çok ama çok karmaşık biriydi. Orduyla ilişkileri
vardı ama polise savaş açıyordu, Bemardo Guerra gibi gele­
neksel politikacılardan arkadaşları vardı ama solcularla da ar­
kadaşlık kuruyordu. Halka hitap eden bir lider olmak istiyordu,
çok yönlü bir insandı. Kesin olan bir şey varsa o da Cali Kar­
teli’yle arasında büyük bir fark olduğuydu. Miguel Rodriguez,
Cali polisinin başıyken; Pablo, Medellın haydutlarının başıydı.
Ve bu da halkla daha köklü ilişkiler kurmasını sağlıyordu. Sı­
nırlan olmayan, daima yeni şeyler peşinde koşan cesur biriydi.
Uzun vadede ise gerçek dostları yoktu.”

79
JUAN PABLO ESCOBAR

Otty Patino ile adam kaçırma ve Marta Nieves Ochoa’nın


serbest bırakılma süreci hakkındaki konuşmamız sona ermiş
gibi görünse de öyle değildi. Dediğine göre, M-19’un eski
lideri ve seçimlerdeki Başkan adayı olan21 Carlos Pizarro
Leongömez’in Nisan 1990’da, Barranquilla’ya seyahat ettiği
uçakta vurularak uğradığı suikastten birkaç ay sonra; artık
tasfiye edilmiş olan M-19’un, aralarında onun da bulunduğu
bazı eski üyeleri bu cinayeti aydınlatmak üzere hükümetçe
görevlendirilmişlerdi.
Cinayetin ardından güvenlik güçleri, herhangi bir araştırma
yapmaksızın, azmettirici olarak babamı hedef göstermişlerdi.
Bu yüzden babamın suikastçı olarak anılmasının ardından biz­
zat bana yaptığı bir yorumdan bahsettim.
“Gregory (bana aile içinde böyle seslenirlerdi) inkâr bile
edemiyorum, etsem bu sefer Castano ile aramda savaş çıka­
cak. “Carlitos" (Castano) beni arayıp ‘Patron bırak bizim üs­
tümüze yıksınlar, ‘dedi. ”
Söylediklerimin ardından Patino, Pizarro cinayetinin gerçek
nedenlerini ortaya çıkarmak için araştırma yaparken Ochoa ai­
lesinin, kendisiyle bizzat görüşmek istediğine dair bir mesaj
aldığını söyledi. Görüşmesine izin verildikten birkaç gün sonra
Marta Nieves Ochoa, Patino’yu Medellin’de bir yerden alıp
doğruca yüksek güvenlikli Itagüi Hapishanesi’ne götürmüş.
Orada kendisini, Aralık 1990’da adalete teslim olan kardeşler
Jorge Luis, Juan David ve Fabio Ochoa Vâsquez bekliyormuş.

21 M-19 Hareketi 1980’lerin sonlarında silahlı kanadını tasfiye ederek seçim­


lere girdi. Bu tasfiye sonrasında “Alianza Democrâtica M-19” (AD/M-19),
yani M-19 Demokratik Birliği olarak anılırlar, -yhn.

80
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

“Pizarro cinayetiyle ilgili bilgiler vereceklerini düşün­


müştüm. îç Güvenlik Birimi başkanı Miguel Maza, cinaye­
ti Pablo’nun gerçekleştirdiğini iddia etse de Pablo Escobar’m
doğrudan bu konuyla ilişkisinin olmadığı barizdi. Ben onun
yapmadığına emindim ama kimin yapmış olabileceğine dair bir
fikrim yoktu. Sonuçta o dönemde çok karmaşık güçler vardı.”
Birkaç dakikalık konu dışı sohbetin ardından Ochoa kar­
deşler ve Patino, Marta Nieves’in kaçırılmasıyla ilgili neredey­
se on yıl öncesine ait detaylar hakkında konuşmuşlar.
“Beni yaşça büyük olan Jorge Luis ve Juan David selamladı.
Konuşmaya başlayınca şöyle dediler: “Eşini ve çocuklarını biz
kaçırdık ama onlara iyi davrandık, herhangi bir zarar vermedik.”
Bense bu konuyla ilgili konuşmak istemediğimi söyledim.”
Ochoa kardeşler daha sonra tuhaf bir teklif sunmuşlar.
“Martha Nieves’i M-19 Demokratik Birliği’nin Medellm
Konseyi listesine eklemenizi istiyoruz.”
Teklifleri Patino’nun kafasını karıştırmıştı. Bunun tek ba­
şına karar verebileceği bir şey olmadığını, örgüte danışması
gerektiğini söylemişti. Nihayetinde girişimleri sonuç bulmadı
ve Patino ile Ochoa kardeşler bir daha görüşmediler.

❖❖❖

Otty Patino ile sohbetimizin devamında, Carlos Pizarro suikas­


tı soruşturmasıyla ilgili konuşurken birkaç kez sözünü ettiği
isimle ilgili daha çok bilgi vermesini istedim: Fidel Castano.
. Kabul ederek, söze Pizarro cinayeti soruşturması sırasında
M-19 yöneticisi olan Âlvaro Jimenez ile birlikte Las Tangas Çift-
liği’nde Fidel Castano’yla buluştuklarını anlatarak başladı. Las
Tangas, Cördoba Departmanı’nındaki paramiliter kuvvetler için
önem atfedilen bir bölgeydi, orada uzun bir görüşme yapmışlardı.

81
JUAN PABLO ESCOBAR

Fazla detaya girmeden, Castano’nun serinkanlılıkla Carlos


Pizarro suikastını gerçekleştiren kişinin arkasında olduğunu
beyan ettiğini söyledi.
“Fidel’e sordum. Gururlu bir tip olduğu için muhtemelen
yalan söylemek ona ters geldi ve Pizarro’nun ölümüyle ilgi­
si olduğunu söyledi. Daha fazla detay öğrenmeye çalışsam da
cevap vermek istemedi. Israrla emri kimin verdiğini sordum.
Oligarşi, dedi. Ardından sordu: “Oligarşinin kim olduğunu bil­
miyor musunuz? Siz gazeteleri okumuyor musunuz? El Tiem-
po22 da mı okumuyorsunuz?”
Patino, Castano’nun uzun süre sessiz kaldıktan sonra başka
bir konuya, o günlerde tüm ülkenin konuştuğu konuya geçtiği­
ni söyledi: Babamın adalete teslim olması ve Haziran 1991’de
La Catedral Hapishanesi’ne kapatılması.
“Pablo teslim olarak sınıfta kaldı. O adam sınıfta kaldı,”
dedi Fidel Castano lafı dolandırmadan. Kaçakçılık jargonun­
da sınıfta kalmak teriminin, bir ayağı çukurda olmak anlamına
geldiğini anladım.
Yaptığı bu yorumla görüşmedeki soğuk hava biraz olsun kı­
rılmıştı ve Patino ile Jimenez’in tuhaf ve anlaşılmaz buldukları
Castano, onlara hayatıyla ilgili bilmedikleri bir kısımdan bah­
setmeye başlamıştı. Anlattıklarıyla, Fidel ve Carlos Castano
kardeşlerin, babalarının FARC tarafından kaçırılıp öldürülme­
sinin ardından devrimcilere savaş açtığı söylentisinin doğru
olmadığı anlaşıldı.
“Ben 13 kardeşten en büyüğüydüm. Babam Jesûs bize çok
kötü davranan pislik herifin tekiydi. Bizi güneşin altında saat­
lerce köle gibi çalıştırırdı. Bu yüzden okula gitmek bizim için
mutluluk kaynağıydı,” diye açıklamıştı Castano.

22 El Tiempo: 1911 yılında yayın hayatına başlayan ulusal çaplı, günlük ga­
zete. -yhn.

82
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

Daha sonra 14 yaşında evden kaçıp daha iyi bir gelecek ara­
yışında Guyana’nın başkenti Georgetovvn’a gittiğini söyledi.
Çok geçmeden iyi bir iş de bulmuştu. Elmas ticaretine girmişti.
Kısa sürede Avrupa’ya seyahat edebilecek kadar para kazan­
mış ve orada İsrail cemiyeti içerisinde etkili kişilerle bağlan­
tı kurmuştu. Yurt dışında kısa bir süre geçirdikten sonra biraz
para biriktirerek Kolombiya’ya geri dönmüş ve zalim babasına
karşı gerçekleştirdiği bir çeşit darbeyle ailenin reisi olmuş; ilk
iş olarak da hayatları boyunca yaşadıkları Antiquia, Amalfı’de-
ki topraklarını satıp Cördoba’da bir malikâneye yerleşmişti.
Fidel Castano’nun anlattığına göre Antioquia’da yeni yeni
kokain işine başlayan kaçakçılarla da o dönemde iletişime geç­
mişti. Bolivya’dan gelen hamuru işleyip kokaine dönüştürüyor-
larmış. Orada babamla tanışmış. O ve iki kardeşi yüksek miktar­
da kokain üretimi için gerekli olan hammaddeyi getirmek üzere
Bolivya ve Peru’ya seyahat etmeye başlamışlar. Castafio kardeş­
ler kısa sürede zengin olmuş. Bu sırada Fidel, yağmacıları ve
gerillaları öldürmesine göz yuman Cördoba’daki ordu memur- .
lan ile sıkı bir ilişki içindeymiş. Tüm bunlann yaşandığı sırada,
seksenli yıllann başında Castano kardeşlerin babalan, Fidel’in
satın aldığı arsadan birkaç FARC militanmca kaçınlmış.
Gerillaların Jesûs’u öldürmelerinden korkan eşi Rosa Eva
ve kızlarından birkaçı Fidel’den fidyeyi ödemesini rica etmiş­
ler fakat o, devrimci bir örgüte maddi destek vermeyeceği­
ni söylemiş. Yine de ısrarlar sonuç vermiş ve sonunda ciddi
miktarda parayı fidye olarak göndermiş. Fakat FARC, baba­
sını iade etmemekle kalmayıp üstüne daha çok para istemiş.
Castano tekrar fidye ödemeyeceğinde ısrar etmiş ve kısa süre
sonra, babasının haftalar önce öldürüldüğünü öğrenmiş.
“Sonuç olarak FARC, Castano kardeşlerin zenginliğinden
faydalanmak için babalarını kaçırdığı dönemde Fidel Castano
zaten paramiliter güçlerdendi,” diye ekledi Patino.
83

1
JUAN PABLO ESCOBAR

Patino, Fidel Castafio ile ilgili sohbetimizde son olarak


Carlos Pizarro’nun Kolombiya’ya barış getirecek, uyuşturucu
kaçakçıları dâhil olmak üzere yasa dışı aktörleri temizleyecek
hareketleri daima savunduğunu belirtti. Bu konuyla ilişkili
olarak Pizarro’nun, babamla masaya oturup anlaşmaya hazır
olduğunu söylediği bir mesaj ilettiğini hatırladı. Fakat Castano
bu fikri sabote ettiği için çabalar boşa çıkmıştı.
“Fidel, barışa karşı direnç gösteren sivil ve askeri bir taba­
kanın kuklasıydı. Pizarro’nun ölümüne de bunlar sebep oldu.”

❖❖❖

Otty Patino ile tansiyonun giderek düştüğü uzun sohbetimizde


sadece çetrefilli olmakla kalmayıp yıllar geçtikçe hem onun
için hem de M-19 için gurur meselesi hâline gelen bir konuya
değindik: Kurtarıcı Simön Bolivar’ın çalınıp daha sonra iade
edilen kılıcı.
Neden? Çünkü bu değerli sembolün Ocak 1974’te çalınma­
sı (yükselişe geçen M-19’un gerçekleştirdiği ilk büyük eylem­
di bu) ve on yedi yıl sonra iade edilmesi sürecinde babamın da
parmağı vardı.
Konuyla ilgili olarak muhatabımla, ilk kitabım Pablo Es-
cobar Benim Babam'da, babamın, Kurtarıcı Simön Bolîvar’a
ait olduğunu söyleyerek hediye ettiği kılıcı yıllar sonra, aldığı
kişilere iade etmesi gerektiği için geri vermemi istediğini an­
lattığım bölümden bahsettik.
Patino söze girmeden önce kendisine, babamın yaptığı uy­
gunsuz şeylerden bana çokça bahsettiğini ve bu yüzden hiçbir
zaman bana hediye ettiği Bolivar kılıcının gerçek olduğundan
şüphe etmediğimi belirttim.
Patino’nun, söylediklerime verdiği cevap fazlasıyla açık­
layıcı oldu. Bogota’nın merkezinde, Quinta de Bolivar’da
84
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

gerçekleşen hırsızlıktan sonra kılıcın başına neler geldiğini


anlattı.
“Bu doğru değil. Eline bir kılıç vermiş olabilir ama ‘Al
Grdgory, bu Bolivar’ın kılıcı,’ demesi gerçek değil. Neden
öyle dedi, bilmiyorum. Belki onu da kandırmışlardır. Her
ne kadar Pablo Escobar’ı kandırmak kolay iş olmasa da, sa­
tan kişi Bolivar’ın kılıcı, demiştir; o da satın aldıktan sonra
onunla ne yapacağını bilemeyip sana vermiş olabilir. Küçük
bir ihtimal ama mümkün. Kesin olan bir şey var ki; o da Qu-
inta’dan çalınan Bolivar’ın kılıcı değildi. Sana şu hikâyeyi
anlatayım: Cantön Norte silahlarının çalınmasının ardından
silahları kimin çaldığını ve nerede sakladıklarını öğrenmek
için tutuklulara yapılan işkenceli sorguda en önemli soru Bo-
livar’ın kılıcı ve Jaime Bateman’ın nerede olduğuydu. Ba-
teman durumun farkındaydı ve ‘Kendi hayatımı kurtarmaya
bakacağım,’ dedi ama Bolivar’ın kılıcının ülkeden çıkarıl­
ması gerekiyordu. Kılıç Bogota’daydı, Kübalılarla iletişime
geçtik ve kılıcı Kolombiya’daki Küba Büyükelçisi Femando
Ravelo’ya teslim ettik. Kübalılar kılıcı alıp Bogota’daki bü­
yükelçilikte muhafaza ettiler. Bu sürece ben de katılmıştım.
Sonra ne oldu? Küba’da eğitim görmüş bir M-19 gerillası ya­
kalanınca Julio Cesar Turbay hükümeti, Havana ile olan iliş­
kilerini sonlandırdı. Bu yüzden, Kübalıların aldığı ilk emir
kılıcı oradan götürmek oldu. Onlar da öyle yaptılar. Kılıcı
alıp Panama’ya götürülmek üzere General Ömar Torrijos’a
teslim ettiler. Bir süre orada kaldı, Torrijos’un ölümünden
sonra yeniden Kübalılara geçti. Bu kez Panama’daki Küba
Konsolosluğu’na götürüldü. Demek istediğim kılıcı Kolom­
biya’dan çıkardıktan sonra ancak geri aldığımız gün gördük.
Bu noktada Otty Patifio, kısa bir süre önce M-19’un silah
bırakmasının 25. yılım kutlamak amacıyla Küba’da gerçekleş­
tirdiği bir görüşmeden bahsetti. Orada Femando Ravelo ve Pa-
85
JUAN PABLO ESCOBAR

nama’daki Küba Konsolosluğu’nun başsekreteri olan Alberto


Cabrera ile görüşmüş ve kılıcın yaptığı son yolculukla ilgili
hatırladıklarını paylaşmışlardı. Bu ikisi, Havana’daki merkez­
le birlikte Küba hükümetine bağh olan Amerika Departmanı
için çalışıyordu.
“Cabrera, Aralık 1989’daki Amerika Birleşik Devletleri
istilası meydana geldiğinde General Manuel Noriega’yı al­
mak için Panama’da bulunduğunu, kılıcın da konsoloslukta
olduğunu söyledi. ‘Çatal’ı atsınlar mı, yoksa ne yapsınlar,
diye sormak için Amerika Departmanı başkanı olan Manuel
‘Barbarroja’ Pineiro’yu aramış. ‘Çatal’ kelimesini kılıç an­
lamında kullanıyorlardı. Barbarroja, canın pahasına da olsa
getir, demiş. Panama’dan çıkmak için uçağa binmesi gerek­
tiğinden ve Gringolar havaalanını ele geçirdiğinden Cabre­
ra, ‘Çatal’ı birkaç örtüye sarıp diplomatik çantasının içinde
taşımış.”
Kılıç artık Havana’da yüksek koruma altındaydı. M-19
örgütü silah bırakıp sivil hayata dönüş yaptığında, aralarında
meclis başkanı Pablo Victoria’nın da bulunduğu çeşitli kongre
üyeleri M-19’un eski kumandanlarından olan ve kısa süre önce
Cesar Gaviria tarafından Sağlık Bakanı görevine getirilen An-
tonio Navarro WolfTu kılıcın geri verilmesi konusunda sıkış­
tırmaya başlamışlar. Navarro ve Patino konuyla ilgili konuşup
şöyle bir sonuca varmışlar:
“Navarro’yu rahatsız etmeye başladılar. Biz de, o aptal kılı­
cı geri alalım, dedik. O zamanlar Küba’da Kolombiya temsil­
ciliği olmadığı için Caracas’a gidip Venezuela’daki Küba Bü­
yükelçisiyle görüştüm. Kılıca ihtiyacımız olduğunu söyledim.
Onlar da Navarro’nun bizzat gelmesi gerektiğini söylediler.
Navarro gidip kılıcı aldı. Hükümete teslim edene kadar kendi
evimde muhafaza ettim. O yüzden, birinin Pablo Escobar’a si­
yasi bir mesele haline gelmiş bir şeyi emanet etmesine imkân
86
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

yok. M-19’un en önemli sembolüydü o kılıç. Baban gibi birine


veremeyecekleri kadar değerliydi.”
Nihayet M-19 kumandanları, 31 Ocak 1991’de özel bir tö­
renle kılıcı Gaviria’ya teslim etti. Fakat bir şartları vardı:
“Güvenli bir yere koymalarını şart koştuk çünkü FARC kı­
lıcı yeniden çalabilirdi. Onlar için birer hain olduğumuzdan
M-19’un sahip olduğu şey artık bizde, diyebilirlerdi. Tüm en­
dişemiz buydu. Bunun üzerine hükümet, kılıcı Repûblica Ban­
kası’ndaki bir kasaya koydu.”

Bolivar’ın kılıcının serüveni henüz bitmemişti. Bu kez daha çar­


pıcı bir şeyle karşı karşıyaydı: Kasım 1985’te Adalet Sarayı işgali.
Otty Patino ile olan görüşmemiz, babamın olayla ilgisi ol­
duğuna dair yıllardır süregelen efsanenin gizemini kesin olarak
çözmüştü.
Adalet Sarayı’nı işgal etme fikri, o zamanki M-19 lideri
Alvaro Fayad’a aitti. Fayad, İvân Marino Ospina’nm Ağustos
1985’te ordu tarafından öldürülmesiyle örgütün aldığı darbe
üzerine çılgına dönmüştü. Başkan Belisario Betancur ile sür­
dürülen barış süreci yeni ve kalıcı bir darbe almıştı. Bu nedenle
Fayad, harekete geçip hükümeti sürece devam etmeye zorlama
vaktinin geldiğini düşünmüştü.
“Belisario’nun süreçle artık ilgilenmediği açıktı. İşgal, di­
yaloga devam etmek için bir tür baskıydı çünkü diyalogsuz bir
barış süreci, ölü bir süreçtir. Zaten sürekli gelişen olaylardan
dolayı süreç, her seferinde daha çok zarar görüyordu. Kurtar­
manın tek yolu buydu. Fayad da bunu açıkça görüyordu. Yayın
organları, ordu ve hatta siyasetçilerin yaydığı bir sürü yalan
haber olduğundan ilkin o âna kadar süreçle ilgili neler olduğu­
na dair kamuoyuna duyuru yapılacaktı.”
87
JUAN PABLO ESCOBAR

Patino operasyona katılmadı ama tesadüfi bir şekilde detay­


larından haberdar oldu:
“O zamanlar ben, M-19’un propaganda ofisinde çalışıyor­
dum. Alfonso Jacquin beni arayıp Adalet Sarayı’nın İvân Mari­
no Ospina isimli bir komando (komutan yardımcısı) tarafından
ele geçirileceğini söyledi ve operasyonla ilgili bildiri yazmak
için benden yardım istedi. ‘Otty bu olayla ilgili propaganda
yapmamız lazım. Bizi öldürürlerse kimse olanları bilmez’
dedi.”
“Antonio Narino23 Operasyonu ve İnsan Hakları” isimli
meşhur bildiri bu şekilde ortaya çıktı. Hükümete yönelik çeşitli
talepler içeriyor ve Başkan Belisario Betancur veya delegesini,
mevcut hükümete karşı yapılan suçlamaların her birine ivedi­
likle net bir cevap vermek üzere Yüksek Adalet Divam’na çık­
maya çağırıyordu. Jacquin’in Patirio’ya dediğine göre Andres
Almarales, Luis Otero ve Elvencio Ruiz gibi işgalden sorumlu
kişiler, Başkan’ı kendileriyle diyaloga geçmeye ve kamuoyuna
açık bir yargı sürecine razı etmek taraftarıydı.
Saray ele geçirilince eylem yanlılarıyla eylemi yapanlar fi­
kir ayrılığına düştüler. Patino olanları kesin bir dille anlattı:
“Aralarında Andres Almarales ve Luis Otero’nun da olduğu
eylemciler Saray’ı ele geçirip Belisario Betancur’u diyaloga ça­
ğırmak ve kamuoyuna açık bir yargı süreci başlatmak için onu
zorlamaya karar verdiler ama Fayad bu konuda hemfikir değildi.
Fayad, ‘Antonio Narino Operasyonu ve İnsan Haklan’ bildirisi­
ni duyunca endişeye kapılıp telsizle bana ‘Kardeşim, Narino Sa­
rayı ile iletişime geç ve niyetimizin sadece, Başkan’la konuşmak

23 Antonio Narifio (1765-1824): Tam adıyla Antonio Amador Jose de Na-


riflo Bemardo del Casal, Kolombiya bağımsızlık hareketinde ilk teoris-
yen ve kumandanlardan biridir. 1794 yılında “İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesini (1789) İspanyolca’ya çevirerek kendi imkânlarıyla çoğalt­
mıştır. -yhn.

88
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

olduğunu söyle,’ dedi. Ulaşmaya çalışsam da başaramadım ama


sonradan Fayad’ın başka insanlar vasıtasıyla mesajını ulaştıra-
bildiğini öğrendim. Başkan’a karşı herhangi bir yargı sürecinin
söz konusu olmadığını, asıl niyetin bu olmadığını belirtmiş. Bu
‘papayazo’24, Saray’ın hızlı ve şiddetli bir şekilde geri alınma­
sıyla sonuçlandı. Her hâlükârda bir saldın olacaksa da M-19’un,
General Rafael Samudio’ya yaptığı saldın, Armenia kentindeki
bir garnizona gerçekleştirilen acımasız baskın ve Narino, tpia-
les’te tank birliğine saldırma teşebbüsü gibi operasyonlar ordu
içinde büyük bir öfke yaratmıştı. Bu yapılanlar karşısında ordu,
bizi düşman olarak görüyordu. İşgal, bardağı taşıran damla oldu.
Artık yeter, ne olursa olsun işlerini bitireceğiz, dediler.”
Babamın işgal operasyonundaki rolünü anlatırken Patino
sesini alçalttı. Anlattığı hikâye şöyleydi:
“Saray işgali operasyonunun uyuşturucu kaçakçılarıyla iliş-
kilendirilmesi en karmaşık konulardan biriydi. Hâlâ etkileri­
ni gösteren bir karalama kampanyasıydı. Suçluların iadesiyle
ilgili belgelerin yakılıp ortadan kaldırılmasıyla oldukça ilgisi
var. Aynı zararı vermek için bir komandonun bomba yerleştir­
mesi yeterliydi. Ya da Pablo Escobar’ın bomba yüklü bir ara­
bayı bodruma sokup binayı havaya uçurması... Bu kadar basit­
ti. Bana göre Pablo Escobar bir şekilde istihbarat alıyordu. Ya
içerde bir adamı vardı ya da biri tedbirsizce davranıp her şeyi
anlattı ve o da bu durumdan faydalanıp operasyonu kendisinin
finanse ettiğini söyledi, istediği etkiyi yaratınca da göğsünü
gere gere ne yaptığımı görün dedi. Fırsatları asla kaçırmazdı.
Operasyonu finanse ettiğini söylemesi ona prestij ve askeri ka­
pasite sağlıyordu.”

24 Papayazo (İsp.): Kolombiya suç argosunda kişinin savunmayı bırakıp tes­


lim olması, geri adım atma. -yhn.
89
JUAN PABLO ESCOBAR

Otty Patifio ile sohbetimizde 1990 ile 1991 yılları arasında gö­
rev yapan Milli Kurucu Meclis’in, 1886 Anayasası nda yaptığı
değişiklilerle âdeta yeni bir Magna Carta yaratmasından bah­
settik. Bir önceki konumuzla da ilgisi vardı çünkü yeni anaya­
sa suçlu iadesi maddesini kaldırıyordu. Bu kararın alınmasında
etkili olanlar Cali ve Medellin kartelleriydi. Haliyle Miguel ve
Gilberto Rodriguez Orejuela, Jose Santacruz Londono, Helmer
“Pacho” Herrera ve elbette babam da, tıpkı diğer kaçakçılar
gibi bunu bir zafer olarak görüyorlardı.
Patino’nun hikâyesi ise farklıydı. Mecliste ezici bir çoğun­
luğun suçlu iadesini kaldırmayı seçmesinden dört saat sonra
babamın adalete teslim olması dikkat çekici bir unsurdu.
M-19’un konuyla ilişkisi hakkında Patino, silahlı mücadele­
yi sona erdiren gerilla örgütünün farklı eğilimlerden üyelerinin
oluşturduğu bir listeyle meclise girdiğini anlattı. Örnek olarak
yaşamını yitiren Başkan adayı Luis Carlos Galan’ı temsilen
kendilerine mecliste koltuk bulan Maria Mercedes Carranza ve
Carlos Ossa Escobar vakalarından bahsetti ve en başından beri
suçlu iadesini savunduklarını söyledi.
Kurucu Meclis çalışmalara başlayınca suçlu iadesi konusu
iki komisyondan geçti: Birinci komisyon ve siyasi işler komis­
yonu; kısa sürede yasanın kaldırılmamasına yönelik bir eğilim
gözlenmeye başlanmıştı. îlk nedenlerden biri organize suçlarla
mücadele etmekten aciz olan Kolombiya adalet sistemini güç-
lendirmekti. Suçlu iadesi, adalet sisteminin açıklarını kapatan
bir mekanizma olarak görülüyordu. Ancak güçlü bir adalet sis­
temi oluşturulduktan sonra kaldırılabilirdi. Her eğilimden üye­
lerin çoğunluğu aynı fikirdeydi.
Tartışmalar ilerledikçe suçlu iadesi tüm ülkenin dikkatini çeken
bir konu haline gelmişti. Kürsü başkanı Antonio Navarro, üyele­
ri vicdanlarım dinleyerek oy kullanmaya davet etti. O zamanlar

90
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

Medellin ve Cali kartellerinin baskı uyguladıkları biliniyordu ama


perde arkasından lobi yapan Birleşik Devletler, mafyayı korkutan
tek aracın da ortadan kaldırılmasını risk olarak görüyordu.
Miguel ve Gilberto Rodriguez Orejuela kardeşlerin danış­
manı olarak tanınan meclis üyesi Armando Holguin Sarria, Val-
le’deki uyuşturucu baronlarının bariz bir temsilcisi olarak çalı­
şıyordu. Patino, yine de onu hiçbir zaman herhangi bir kurucu
üyeye gidip ne oy kullanacağını sorarken görmediğini söyledi.
“Komisyon oturumları başlatınca Bay Holguin, kimlerin
suçlu iadesinden yana olduğunu sorarak resmi olmayan bir oy­
lama yaptı. Ben karşı çıktım. Oylamanın gizli kalması gerek­
tiğini hatırlattım. Ben suçlu iadesine karşıydım ama Holguin
yine de bana kötü kötü bakıp sessiz kaldı. Onu ilk kez Rodrigu­
ez Orejuela kardeşlere olan görevini yerine getirdiğini göster­
meye çalışırken görmüştüm. Oyların çoğunluğu suçlu iadesine
karşı olarak çıkmıştı. Mafya, iki üç oyla durumu değiştirebilir­
di ama henüz belli bir şey yoktu,” diye anlattı Patino.
Babamın Kurucu Meclis’teki adamı avukat Humberto Bu-
itrago idi. Patino’nun deyişiyle Kurucu Meclis’in müzakere
merkezi olan Bogota Kongre Merkezi’nin koridorlarında gö­
ründüğü ilk andan itibaren saçma sapan şeyler yapan meşhur
“HB Buitrago”. “HB o kadar yüzsüzdü ki herkesin önünde,
suçlu iadesine karşı yönde oy verecek kişilere birkaç milyon
peso vermeyi teklif ediyordu,” dedi Patino.
“Fakat başka bir hikâye daha var. M-19 olarak bizler Mag-
dalena Medio savunma birlikleriyle görüşmeler yaptık. Son­ ■

rasında Escobar’a karşı yapılan mücadelede de kullanılan sa­


vunma birlikleri bize, Kurucu Meclis’e katılmak istediklerini
çünkü silah bırakma kararı aldıklarını söylediler. Ben de Anto-
nio Navarro’ya danıştım. O da Carlos Ossa gibi M-19’dan ol­
mayan kişilerle konuştu ve savunma birliklerine sabıka kaydı

91

JUAN PABLO ESCOBAR

olmayan ve yaptıkları operasyonlara katılmamış birini ortaya


koymalarını söyledik.”
Bunun üzerine savunma birlikleri, Kurucu Meclis’in meş­
hur rüşvet videosu skandalinin başkahramam olacak olan Dok­
tor Augusto Ramirez Cardona’yı aday gösterdi; bu videoda
“HB”nin kendisine 2,5 milyon peso verdiği görülüyordu. Otty
Patino’nun anlattığı hikâye şöyle:
“Ramirez, Puerto Boyaca savunma birlikleri komutanı
Henry Perez’in parmağında oynattığı bir doktordu. Ramirez
hiçbir müdahalede bulunmuyor, hiçbir şey demiyordu. Tam
bir aptaldı. Fakat “HB” suçlu iadesine karşı oy vermesine
karşılık ona para teklif etti. Ramirez bunu Henry Perez’e an­
lattı, o da polise (CIA ile sıkı bağlantıları vardı). Aralarında
plan yaptılar. Ramirez parayı kabul edecekti ve polisler de
meclis üyeleri olarak kaldığımız Tequendama’da yolsuzluk
görüntülerini kaydedeceklerdi. Böylece rüşvet videosu çekil­
di. Biz olayı adamlarımızdan biri olan Âlvaro Jimenez’den
öğrendik. Ona da Perez’in muavini ve Ramirez’in danışma­
nı Ariel Otero anlatmıştı. Bunun üzerine ben, Ariel Otero ile
Bogota dışında buluştum ve ona ‘Biz barış yanlışıyız siz gel­
miş Kurucu Meclis’te yeni anayasa tartışılırken savaş çıka­
rıyorsunuz. Bu nasıl olur? O kadar güven gösterisi yaptık,
tüm riske rağmen böyle bir adamı sokmalarını kabul ettik.
Peki siz ne yaptınız? 91 Anayasası’nı kaldırma yanlısı gibi
davranarak uyuşturucu kaçakçıları tarafından satın alındığı­
nızı gösterdiniz. Nasıl böyle bir saçmalığa kalkışırsınız?’ de­
dim. Meclis üyesi Ramirez’e verilen rüşvet olayı duyulunca
Cali ve Medellin kartelleri şifreli mesajlarla tüm ülkeye suçlu
iadesi yasasını kaldırmayı garantilediklerini duyurdu. Fakat
yıllar sonra işin aslının başka olduğu ortaya çıktı. 51 oyun
ezici bir çoğunluğu zaten suçlu iadesine karşı yöndeydi,”
diye açıkladı Patino sinirli bir hâlde.

92
ESKİ HİKÂYELERİN YENİ VERSİYONLARI

Otty Patino bir ara verip bardağında kalan suyu içti. Soh­
betin sonlarına geldiğimizin bir işaretiydi. Fakat bir konuyu
konuşmadan gitmek istemiyordu: Mayıs 1985’te, Cali’de An-
tonio Navarro WolfTa yapılan saldırı.
Bilindiği üzere Navarro, gerillalar Carlos Alonso Lucio ve
Eduardo Châvez ile birlikte bulunduğu kafeye fırlatılan bomba
yüzünden ciddi yaralar almıştı. En ağır darbeyi Navarro almış­
tı. Patlamayla sol dizi parçalanmış ve ses telleri hasar görmüş­
tü.
Konuyla ilgili olarak babamın anlattıklarını hatırlattım (ilk
kitabımda da bahsi geçmektedir25). Saldırıyı gerçekleştiren
Cali’deki Roldanautos otomobil galerisinin sahibi olan uyuş­
turucu kaçakçısı Hector Roldân idi. Neredeyse kardeşim Ma-
nuela’nın üvey babası da olacaktı, neyse ki annem reddetmişti.
O ve babam oldukça yakınlardı çünkü ikisi de arabaları çok
seviyordu. 1979 yılında düzenlenen Renault Kupası’nda ta­
nışmışlardı. Babama göre Roldân’ın Valle’nin yüksek komuta
kademesiyle bağlantıları vardı ve cinayeti şehirde asker taşı­
yan bir otobüse yapılan saldırıdan ötürü Navarro’dan intikam
almak için gerçekleştirmişti.
Sözümü bitirdikten sonra Patino şunları söyledi:
“Bombayı kimin patlattığını ve emri ordunun verdiğini
biliyorum. Bombayı Espinosa soyisimli bir çocuk fırlattı.
Bizim üyelerden biriydi. Yumbo şehrindendi. Gerilla alıştır­
malarında başarısızdı, biz de gönderdik. Hırslanmış olacak
ki orduya giderek muhbirlik yapmaya başladı. Karaktersizin
tekiydi. Navarro’ya yapılan saldırı da M-19’daki bir grubun
saçma sapan işler yapmaya başlamasıyla meydana geldi. Or­
duya ait bir otobüse saldırdılar. Askerler de intikam almak
için bu çocuğu kullanıp bombayı ona attırdılar. Bunları bili-

25 Bkz: Pablo Escobar Benim Babam, sf. 177 -yhn.


93
JUAN PABLO ESCOBAR

yorum çünkü o gün kafede Navarro ve Lucio dışında tanıdı­


ğım biri daha vardı, Eduardo Châvez. Espinosa’yı bombayı
fırlatırken görmüştü.”
Eski M-19 lideri Otty Patino ile iki saat süren görüşmemiz
böylece sona ermişti. Ülkemizin tarihinde belirleyici rol oy­
namış isimlerden dürüstçe bahsettiğimiz hoş bir görüşme ol­
muştu.

94
BÖLÜM 5
SANTOFİMİO

j
Alberto Santofımio Botero hakkında fazla bir şey hatırlamıyo­
rum. Onu babamın yanında en fazla dört kere görmüştüm. Altı
yaşındaydım. îkisi de siyasetle fazlasıyla ilgiliydi. Bir araya
geldiklerinde yürüyüşler yapıp hayattan, politikadan, her şey­
den konuşurlardı.
Savaş, sürgün ve geçen zamanla Santofımio ile ilgili hatır­
ladıklarım giderek silindi. Babamla olan ilişkisinden ve Ağus­
tos 1989’daki Başkan adayı Luis Carlos Galan cinayetinde par­
mağı olduğu varsayımlarından dolayı geleceği pek de parlak
görünmüyordu. Kolombiya adaleti bu yüzden ona uzun yıllar
hapis cezası vermişti ve tek çıkış noktası uluslararası mahke­
melerde lehine ifade verecek birini bulmaktı.
İki yıl önce ilk kitabımda yazdığım bir paragrafta kimseyi
temize çıkarmak, suçlamak veya kötülemek gibi bir niyetim
olmadığını, fakat babamın Galân’ı öldürmek için ondan akıl
almış olmasına pek ihtimal vermediğimi belirtmiştim. İki ne­
denden ötürü suçlu olmadığını düşünüyordum: Birincisi ba­
bam kararlarını kimseye danışmadan alırdı, diğer neden ise
cinayetin olduğu dönemde Santofımio’nun babamın gözünde
artık bir hain olmasıydı. Cali Karteli’yle işbirliği yapmış ve 13
Ocak 1988’de Mönaco binasına düzenlediği saldırıyla babama
savaş ilan etmişti.
Kitabım için araştırma yapmak üzere aralıklarla Kolombi­
ya’ya gidiyordum. Haziran ortalarında Bogota’da bir avukatla

97
JUAN PABLO ESCOBAR

görüştüm. Babamın eski avukatıydı ve Santofımio’yu da tanı­


yordu. O dönem Santofımio’nun verdiği ifadeyi de biliyordu.
Konuyla ilgili konuştuk.
Santofımio’nun zamanında verdiği ifadeyi okuduktan sonra
kendini babamdan ayrı tutma, bir buçuk senelik bir tanışıklıkta
on kereden fazla görüşmediklerini ispat etme çabasında oldu­
ğunu gördüm. Tarihler onun için önem arz ediyordu çünkü bu
şekilde olaydan önce babamla arasına mesafe girdiğini kanıt­
lıyor ve Galan suikastıyla hiçbir ilgisi olmadığını savunuyor­
du. Takvime göre haklıydı fakat mahkeme ona inanmadı ve 24
yıllık hapsi istendi.
Santofımio ve babam arasındaki ilişkide o dönem için
önemli olan iki an vardı: Santofımio’nun babamla tanıştığı gün
ve son görüşmeleri.
Santofımio ve babam ilk kez 1982 yılında Antioquia, Puerto
Berrio’da, Alfonso Löpez Michelsen’in başkanlık seçimi kam­
panyasına destek vermek için yapılan yürüyüşte görüşmüşler­
di. Babam o zamanlar Temsilciler Meclisi yedek üyesiydi ve
bu görüşmeyi kararlaştırmışlardı.
Aralarına mesafe girmesinin hikâyesi biraz daha uzun ve o
dönemde yaşanan siyasi olaylarla oldukça ilişkili.
Santofımio, Medellin’deki Liberal Parti kongresinde aday­
lığını koyduğu başkanlık önseçimlerimde mağlup olmuş, bir
sonraki seçimde başkan adayı olarak oylanmak üzere Lopez
Michelsen seçilmişti. Babam o sırada mecliste değildi. Birçok
insan babamın Santofımio üzerinden politikaya atılacağını
söylüyordu ama o 1982 yılındaki Temsilciler Meclisi seçimi
için Luis Carlos Galân’ın Yeni Liberalizm Partisi ile birleşen
Liberal Yenilenme Hareketi’nden (MRL) Jairo Ortega’nın ya­
nında yer almıştı. Santofımio ise Halkçı Altematif’i destekli­
yordu.

98
SANTOFİMİO

Büyükannem Nora ve annemin ailesinden birçok kişi onay-


lamasa da babam, MRL vasıtasıyla Temsilciler Meclisi’ne gi­
rebilmek için isminin listede ikinci sıraya eklenmesini kabul
etmişti.
Kampanya başlamış, babam yoksullara yardım etmek, yok­
sullukla mücadele etmek gibi söylemler geliştirerek halkın dik­
katini toplamayı başarmıştı. Fakat sürekli, Birleşik Devletler’e
suçlu iadesine karşı olduğunu belirttiği konuşmalar yapıp 1976
yılında iki ülke arasında gerçekleşen anlaşmanın feshedilme­
si gerektiğini söylüyordu. Medellin yakınındaki Envigado, La
Paz semtinde gerçekleşen, bin kişinin katıldığı toplantıda bir
Mercedes Benz’in üstüne çıkıp etkili bir konuşma yaptı ve o
bölgenin kendisinde ayrı bir yeri olduğunu söyleyip meclise
girdiğinde Antioquia’daki yoksullar için çalışacağına dair söz
verdi.
Uyuşturucu kaçakçılığından kazandığı para, kampanyasına
büyük katkı sağlamış ve gecekondusuz bir Medellin yaratmış­
tı. En yoksul aileler için beş bin bedava ev projesini hayata
geçirmiş ve bin adedini inşa etmişti. Yoksul bölgelere yirmiden
fazla futbol sahası yapılmış, Aburrâ Vadisi’ni çevreleyen dağ­
lara yüz binden fazla ağaç dikilmişti.
O dönem tanışmasalar da babam ve Santofımio, farklı plat­
formlardan suçlu iadesine karşı aynı söylemlerde bulunuyorlar­
dı. Babam özellikle bu mücadeleye ağırlık verip Medelh'n’deki
Kevin’s diskoteğinde ve Estrella’da bulunan Rinconada resto­
ranında birçok toplantılar gerçekleştirdi. Toplantılarına göste­
rişli bir isim de vermişti: Ulusal İade Edilebilir Suçlu Forumu.
Babamın suçlu iadesiyle ilgili söylemleri öylesine ses getir­
mişti ki ülkedeki elli mafyayı, birlikte mücadele etmeyi görüş­
mek üzere Medellin’de toplanmaya ikna etmişti. Televizyon
sunucusu Virginia Vallejo da bu noktada devreye giriyor. Val-
lejo’nun müzakereleri yönlendirmesi babama Kolombiya’nın
99
JUAN PABLO ESCOBAR

en önemli mafyalarıyla tanışma fırsatı vermişti. O zamanlar


Santofımio konuşmalarında suçlu iadesinin KolombiyalIları
vatanından, dilinden uzak, yabancı mahkemelerde yargılamak
için çıkarılan kabul edilemez bir şey olduğunu söylüyordu.
Aralarında gerçek suçlular olduğunu kabul ediyordu ama bir
sürü masum kişinin de olduğunu söylüyordu.
Şubat 1982’de Luis Carlos Galân’ın Medellm’deki Berrio
Meydanı’nda yaptığı bir konuşmada MRL ile Yeni Liberalizm
Partisi’nin birleşmesini reddetmesiyle kampanyanın gidişatı
tersine dönmüştü. Galan meclise girmek için listede alterna­
tif aday olarak görünen birisinin, sabıka geçmişini ve gelirinin
nereden geldiğini açıklaması gerektiğini söylemişti. Bahsettiği
kişi babamdı.
Fakat babam ve Ortega yılmayıp başka politikacılardan
destek bulmuşlardı. Liberal Parti’nin de desteğini alarak seç­
menleri kazanmak için yola çıktılar ve pek zorlanmadılar. 14
Mart’ta Medellin ve Aburrâ Vadisi’nden gelen oylar sayesinde
ikisi de oyların çoğunluğunu alarak seçilmişlerdi.
Meclis üyesi olma hayalini gerçekleştirdikten sonra babam,
ikinci kez devlet başkanı olmak isteyen aday Alfonso Lopez
Michelsen’in başkanlık seçimi kampanyasına aktif bir şekilde
katılmaya başlamıştı.
Temsilciler Meclisi seçimiyle 30 Mayıs’ta gerçekleşecek
başkanlık seçimi arasındaki on haftada babam, o zaman sena­
tör olan Santofımio, Jairo Ortega, Temsilciler Meclisi’nden Er-
nesto Lucena ve aralarında başka politikacıların da bulunduğu
kişilerle birkaç kez bir araya geldi. Santofımio’nun savunma­
sına göre bu yüzden babamla yan yana fotoğrafları vardı ve
onları kullanıp iş birliği yaptıklarına dair söylentiler çıkardılar.
Birlikte göründükleri fotoğrafların tarihleriyle ilgiliyse çok
az bilgi veriliyor. Örneğin Macarena’daki boğa güreşi arena-

100
SANTOFİMİO

sında çekildikleri fotoğraf Mart 1983 yılma aitti ve aynı buluş­


mada ne hikmetse Jairo Ortega, Alberto Uribe, Fabio Ochoa
ve ülkenin farklı yerlerinden birkaç kadın da vardı. Hepsi ‘Ge-
cekondusuz Bir Medellin’in meyveleriydi. Babamın politika
camiası dışında monsenyör Alfonso Löpez Trujillo ve Dario
Castrillön gibi piskoposlarla da bağlantısı vardı. Diğer fotoğ­
raflar Magdalena Medio’ya yapılan seçim turunda çekilmişti.
Günün sonunda öğle yemeği yenip babamın yeni sürat teknele­
rini sergilediği Rio Claro’da gezinti yapmışlardı.
Otuz yıl sonra bile tüm olanları bir araya getirip bir bağla­
ma varılamıyorsa şüphesiz, Medellin Karteli ile Tolimalı tartış­
malı siyasetçi arasında kimsenin inkâr edemediği bir ilişki ol­
duğu muhakkaktır. Gerçi aralarındaki ilişki söylenenden daha
az sürmüştü.
Babam ve Santofımio’nun bir araya geldiği başka bir etkin­
likse Ekim 1982’de Kolombiya Kongresi’nin, Felipe Gonzâ-
lez’in başbakan seçileceği İspanya seçimlerine katılmak üzere
bir temsilciler ve senatörler komitesi belirlediği gündü.
Senatör olan Santofimio, Raimundo Emiliani Roman ve Vı-
ctor Cârdenas ile birlikte yasama organını temsilen gönderil­
mişti. Babam Temsilciler Meclisi adına gitmişti. Birlikte ticari
bir havayolu şirketiyle Madrid’e seyahat ettiler. Gonzâlez’in
lüks Palace de Madrid otelindeki zafer kutlamasına davetli
olan tüm meclis üyeleri katılmıştı. Babam, Santofimio ve baş­
ka insanların da bulunduğu meşhur fotoğraf da orada çekil­
mişti. Daha sonra matador Pepe Dominguin ile bir resepsiyona
katıldılar. Başka bir resepsiyonda ise gazeteci Enrique Santos
ve Antonio Caballero ile buluşmuşlardı.
Fakat babamın siyaset hayatı, Adalet Bakanı Rodrigo Lara
ile çatışmasıyla ve El Espectador gazetesinin Ekvador sınırın­
da İç Güvenlik Birimi ajanları tarafından el konulan kokain

101
JUAN PABLO ESCOBAR

yüklü mallarla ilgili bir davadan 1977 yılında babam ve beş


kişinin yakalanmasıyla ilgili yaptığı beklenmedik ve çarpıcı
haberle er ya da geç sona erecekti.
Lara’nın, siyasete “sıcak para” girmesine karşı yaptığı suç­
lamalar ve babamın bir uyuşturucu kaçakçısı olduğunun ka­
nıtlanmasıyla ipler gerilmiş ve babamın politikadan çekilme­
yi düşünmekten başka çaresi kalmamıştı. Fakat önce yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmesi gerekiyordu,
yoksa Temsilciler Meclisi Suçlama Komitesi tarafından soruş­
turulması gerekirdi.
Bunun üzerine Santofımio, babam ve Jairo Ortega’nın da
katıldığı Halkçı Alternatif hareketinin başkanı olarak Medel-
lin’e gidip babamdan, hareketi bırakmasını rica etmek duru­
munda kaldı. Babamın meclise girmesine aracı olan kişi Jairo
Ortega olduğundan Santofımio bunu görmezden gelemezdi
çünkü söz konusu grubun başkan vekiliydi.
Santofımio da, Medellin’e gidip politikadan çekilmesi ve
yasama dokunulmazlığından vazgeçip kendini vatandaş sıfa­
tıyla temsil etmesi için babamla konuşmaya karar verdi. Eylül
1983 ’tü. Elinde hazır bir belge vardı fakat babam her şeyi ken­
disinin yazacağını, başkasının onun adına beyanda bulunması­
na izin vermeyeceğini söyledi. Santofımio babamın imzasını
alamadan geri dönmek zorunda kaldı ve o günden itibaren ara­
larına soğukluk girdi.
Babamla arasında bir bağ olmadığını göstermeye çalışan
Santofımio o dönem kandırıldığını, babamı kendisine iş ada­
mı ve toplumsal lider olarak tanıttıklarını, sabıka geçmişine
dair bir şey bilmediğini söyledi. Aslında o zamanlar babamın
toplumla ilgili sorunu yoktu. Aksine ‘Gecekondusuz Bir Me-
dellin’, sosyal etkinlik alanlan, futbol sahaları gibi projeleriyle
halkın sempatisini toplamıştı.

102
SANTOFİMİO

Bogota’da buluştuğum avukatla yaptığım konuşma ve San-


tofımio’nun savunması, Rodrigo Lara Bonilla ve Yeni Libera­
lizm Partisi başkanı Luis Carlos Galan Sarmiento ile olan iliş­
kilerini ve uyuşmazlıklarını anlamama yardımcı oldu. Lara’nın
gençlik arkadaşı olduğunu, MRL içerisinde tanıştıklarını söy­
lüyordu. Santofımio’ya göre Lara ile olan siyasi yakınlığı Lara,
başkan adayı Lopez Michelsen’e düşman olduğundan sekteye
uğramış ve Medellı'n’deki Liberal Parti kongresine katılmaktan
vazgeçmişti. Bunun üzerine Galan adaylığını Lara ile birlikte
Rionegro’ya almıştı.
Fakat Lara, başkan Belisario Betancur tarafından adalet
bakanlığı görevine getirilince işin rengi değişecekti. Babamla
olan çatışmaları için ortam hazırdı ve herkes elindeki kartı oy­
nadı: Bakan, siyasette “sıcak para” söylemleriyle babama sal­
dırırken, o da bakanı koltuğundan etme girişimlerinde bulunu­
yordu. Elbette kendi yöntemiyle. Temsilcilerden Jairo Ortega
ve Emesto Lucena aracılığıyla devlet bakanı Alfonso Gömez
Gomez ve dava vekili Carlos Jimenez Gömez’in katıldığı top­
lantıda Betancur hükümetine yönelik eleştiriler başlattı. Tartış­
manın ortasında Ortega ve Lucena babamın müttefiklerinden
uyuşturucu kaçakçısı Evaristo Porras’ın Lara’ya bir milyon
pesoluk çek verdiğini söylediler.
Lara dikkatsiz davranıp kampanyasına babamın mafyasının
sızdığını fark etmeyince bu durum her zaman karşısına çıktı.
Lara’nın babamın tuzağına kurban gittiği açıktı.
Skandalin ardından Lara kendini savunmak için elinden
geleni yapmak durumundaydı ve bu yüzden babama karşı bir
savaş başlattı. Babamın bakanın istifasını istediği ve Lara’nın
da, Medellin Karteli’ne yapılan ilk vurgun olan Tranquilandia
kokain laboratuvarınm ortaya çıkarılması gibi olayları kullan­
dığı bir süreçti. Zıtlaşma bakanın öldürülmesiyle sonlanacaktı
ve bu da mafyaya karşı savaş başlatılması anlamına gelecekti.
103
JUAN PABLO ESCOBAR

Bu kısımla ilgili olarak Santofımio, hükümetin, devletin ve


Galân’ın Lara’yı yalnız bıraktıklarını söylüyordu. Onu Yeni
Liberalizm Partisi Etik Komitesi tarafından sorgulandığı, etik
ve hukuki bir çıkmaza terk etmişlerdi. Meşhur çekten dolayı
hiçbir zaman mahkûm edilmemiş fakat temize de çıkamamıştı.
Tolimalı siyasetçi Lara, çek skandalinin ardından Yeni Libera­
lizm Partisi’nden çıkarıldı ve daha sonra öldürüldü.
Yüksek Adalet Divanı hâkimlerinin karşısında yaptığı sa­
vunmasında Santofımio şunları söyledi: “Galân’ın ölümüyle
ilgili Pablo Escobar’a tavsiye verdiğimin söylenmesi ahlaksız­
ca bir suçlamadır. Escobar’ın kendisini motive edecek birine
ihtiyacı yoktu, Galan ve Lara bu çatışmanın kişisel meseleler­
den meydana geldiğini kabul ediyorlardı. Elbette bu, tansiyo­
nun giderek yükselmesine ve tartışmanın mermilerle son bul­
masına neden oldu çünkü mafyadakiler bunun bir ölüm kalım
meselesi olduğunu biliyorlardı.”
İtiraf etmeliyim ki, bu bölümü yazarken, doğuracağı so­
nuçlan ve tepkileri fazlasıyla düşündüm. Eleştirilmeye alış­
kınım. Yapıcı olduğu sürece de minnettarım ve herhangi bir
korku duymuyorum fakat önceki kitabımda babamın, Âlvaro
Uribe’ye sivil havacılık kurumu müdürüyken gerçekleştirdiği,
başarısızlıkla sonuçlanan iki saldın hakkındaki ayrıntıları or­
taya çıkarınca Uribeci olarak itham edildim. Ayrıca mahkûmi­
yetiyle ilgili yazdığım paragrafta takındığım tutumdan ötürü
Santofımiocu olarak da suçlandım.
Kendimi feda ettiğimi ima etmeye çalışmıyorum. Herhangi
bir politikacı için de kendimi ateşe atmam zira değerler bakı­
mından ne denli yoksun olduklan herkesçe bilinen bir durum.
Fakat Arjantin’de annemle birlikte, işlemediğimiz suçlardan
ötürü hapse atıldık. Sonsuz gibi görünen yedi yıllık hukuki sü­
recin ardından Yüksek Adalet Divanı tarafından serbest bıra­
kıldık. Özgürlük hava gibi bir şey, elinden alınana kadar sahip
104
SANTOFİMİO

olduğunun farkına varmıyorsun. Bu yüzden bu hikâyeyi yaz­


maya cüret ediyorum çünkü Kolombiya adaleti çalışıyormuş
gibi yapmayı bırakıp adalet dağıtmaya başlamalı. Ulaştığım
bilgiler kadarıyla Santofimio’nun Luis Carlos Galan cinaye­
tiyle hiçbir ilgisi olmadığını kanıtlayan sebepler olduğu konu­
sunda ısrar ediyorum.
Ayrıca şu bir gerçektir ki; ülkemdeki adalet kurumu baba­
mın politikacılarla olan ilişkilerini hiçbir zaman kurcalamak
istemedi. Kolombiya’da “Parapolitik” ve “Farcpolitik”26 ifade­
lerinden söz edildiğini duyuyoruz ama cesur birinin ağzından
“Pablopolitik” kelimesini duymak uzun zaman alacak gibi gö­
rünüyor.
Geçmişte Kolombiya’daki en tehlikeli suçlular tarafından
büyütüldüğümü söylemiştim. Onlar benim bakıcılarımdı. Ara­
larında babama çok yakın olanlardan biri, başkan adayına dü­
zenlenen cinayetin her ayrıntısını bildiğini ve Santofımio ismi­
nin hiçbir zaman geçmediğini söylemişti. Avukatı aracılığıyla,
yalan ifade vermesi için kendisine iki yüz milyon peso teklif
edildiğini söylemişti fakat bu işin arkasında kimler olabileceği
hakkında daha fazla detay istediğimde parayı kabul etmediğini
belirtip şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: “Bu konuyu burada
bırak, fazlasıyla tehlikeli.”

26 Parapolitik: Kolombiya’da 2006 yılında ortaya çıkan ve politikacılarla


paramiliterorganizasyonlar arasındaki ilişkiye işaret eden bazı belgelerle
alevlenen skandal, -çn.
Farcpolitik: Kolombiya hükümetinin 2008 yılında yayınladığı FARC Bel­
geleri üzerinden bazı politikacıların gerilla örgütü FARC’la yakın ilişki
kurmakla itham edildiği olaya yakıştırılan isim. -yhn.
105
BÖLÜM 6
BABAM VE “MALEVOLO”
Kolombiya’da uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, 30 Nisan
1984 akşamı babam tarafından kiralanan katiller Bogota’da
Adalet Bakanı Rodrigo Lara Bonilla’yı öldürdüklerinde baş­
ladı. Zamanın başkanı Belisario Betancur cevap olarak Cali ve
Medellin kartellerindekileri takibe aldırdı ve acilen Birleşik
Devletler’e iadelerini talep etti.
Bilindiği üzere babam ve diğer mafya babaları o gece Pa­
nama’ya kaçtılar ve ertesi gün birkaç adam gelip hamile olan
annemi ve beni alıp helikopterle o ülkenin sınırına bıraktılar.
Oradan yürüyerek babamın saklandığı yere gittik.
Sonrasında meydana gelenler herkesçe biliniyor: Mafya
babalarının teslim olmak için pazarlık yaparak işlerine son
vermeleri, babamın General Manuel Antonio Noriega’nın iha­
neti üzerine ailesiyle birlikte apar topar Nikaragua’ya geçme­
si, babam ve Gonzalo Rodriguez Gacha, yani “Meksikalı”nın
Nikaragua’da bir uçağa kokain yüklerken çekilen fotoğrafları,
Kolombiya’ya zorla geri getirilişimiz ve babamın ölümünde
sonraki dokuz yıl boyunca süren sıkı bir takip.
Elbette bütün tarihi olaylarda olduğu gibi, daima bilinme­
yen veya daha sonra öğrenilen önemli bir kısım vardır. Bakan
Lara cinayetinin ardından neler olduğu biliniyor. Fakat cina­
yet günü neler olmuştu? Babam neredeydi ve ne yapmaktay­
dı?

109
JUAN PABLO ESCOBAR

Cevabı 25 yıldır görmediğim ve bu kitabı yazabilmek için


yaptığım araştırmayla ilgili olarak buluşma ayarlayabilmek için
sayısız mesajlar gönderdiğim bir adamdan aldım. Önceki kita­
bımda görüşmeyi kabul etse de hiçbir randevuya gelmemişti.
Ona hâlâ “Malevolo” diye sesleniyorlar. Medellin’in mer­
kezinde küçük bir restoranda buluştuk. Yaklaşık beş saatlik bir
görüşme gerçekleştirdik fakat sadece sonunda, şansıma, bir
hikâye anlattı. Dediğine göre bu hikâyeyi çok az kişi biliyordu
çünkü o ânı yaşayanların çoğu şu an hayatta değildi.
Rodrigo Lara’nın öldürüldüğü gün babamla birlikteymiş ve
Panama’ya kaçmadan hemen öncesine kadar ona eşlik etmiş.
Anlattığına göre 30 Nisan 1984’te, sıcak bir pazartesi günü
babam, yanında birkaç yıl önce Medellin güzeli seçilen genç
bir kadınla Nâpoles Malikânesi’ne gitmiş. Kadını La Mayona
(Malikâne’deki ana binanın adı) odalarından birine yerleştir­
dikten sonra babam bir konuda yardım istemek için onu ara­
mış.
O gün olanların tamamını babamla Malevolo arasındaki ko­
nuşmayı vererek aktarıyorum.
“Malevolo, San Miguel’de Obando diye birini ta­
nıyor musun? Hâlâ altın satıyor mudur?
“Evet, Pablo.”
“Benimle birlikte gelen kıza altın bir takı hediye
etmek istiyorum. Ara onu.”
Sonrasında 50 yaşında güzel bir kadın gelmişti.
Güzellik kraliçesinin annesiydi.
Havuz kenarında toplanmıştık. Pablo mayo, bikini
ve öğle yemeği için bir şeyler alarak dolaşmak için ma­
likâneden çıkmayı teklif etmişti. Nissan marka, arkası
geniş kasa, üstü açık ve kapılarında Nâpoles Malikâne­
si logosu olan bir arazi aracıyla çıkmıştık.
110
JUAN PABLO ESCOBAR

î.
7

◄ Barry Seal'ın ailesi. Sağda eşi


Debbie ve aşağıda çocuklan
Dean, Christina ve Aaron.

İffİİ
kSİsi
te
▲ Babamın en sevdiği fotoğraf. Çoğaltıp bulunduğu her yere koyardı, La
Catedral Hapishanesi'ndeki odasına da bir tane asmıştı.

114
BABAM VE "MALEVOLO"

Arabayı Pablo kullanıyordu. İki kadın yanına otur­


muştu, ben de arka koltuktaydım. Yolculuk hikâye­
ler ve kahkahalar eşliğinde geçmişti. Miel Nehri’nde
uzun uzun yüzmüş, “Patron”un olmazsa olmazı kızar­
mış muz tabağının da olduğu nefis bir öğle yemeği
yemiştik.
Dönüşte ise güzellik kraliçesinin annesi arka ta­
rafa, benim yanıma geçip bolero şarkıları söylemeye
başlamıştı. Malikânedeki ana eve varınca insanları
kışkırtmakta üstüne olmayan Pablo şöyle demişti:
“Demek kadına karşı boş değilsin, ha?”
“Yok canım, alakası yok.”
“Kafayı mı yedin oğlum? Görmüyor musun, kadın
senin yanına geldi. Götür, durma. Hadi, üzerimizi de­
ğiştirip işimize bakalım.”
Fikir aklıma yatmıştı. Üzerimi değiştirmeye gittim.
Odaya giderken “Patron”un korumalarından biri olan
‘Palillo’, kendisinde kalmadığını söyleyerek benden
parfümümü istedi. Duş almaya gideceğimi, çıkmca şi­
şeyi vereceğimi söyledim. Duştan çıkınca televizyonu
açtım. Haberlerde Adalet Bakanı Lara Bonilla suikas­
tından bahsediliyordu. Muhabirler, yetkililerin cinaye­
tin mafya tarafından gerçekleştirildiğini belirttiğini ve
doğrudan Pablo Escobar’ı işaret ettiklerini söylüyorlar­
dı. Bir an hayal görüyorum, diye düşündüm ve şiddet­
le ilgisi olmayan bir adam olarak, ilk defa, neyin içine
düştüm ben, diye kendimi sorguladım.
“Palillo” bir şeyler döndüğünü duyunca telaşla
içeri girdi ve Bogota’da olanları görünce dehşete ka­
pılarak:

119
JUAN PABLO ESCOBAR

“Onun bunun çocukları, nasıl bizim üstümüze yı­


karlar?” dedi; televizyonla kavga eder gibi kollarını
havaya kaldırarak sağ elindeki silahı öfkeyle sallıyor­
du.
Paniğe kapılmış hâlde üstümü giyip çantaya iki
pantolon bir tişört koydum. Pablo’nun yanma gidip
konuşmak için çıktım. “Palillo” arkada kalmıştı.
“Hadi gidelim, aslanım,” dedim konuyla ilgili bir
şey söylemeden.
“Durum kızıştı, dostum,” dedi.
Alt kata indiğimizde güzellik kraliçesi, annesi ve
Pablo birlikte oturuyorlardı. Pablo üstünü değiştirmiş,
kot pantolon ve deri bot giymişti. Olanların ciddiyeti­
nin farkında değil gibi görünüyordu fakat korku dolu
ve şaşkın suratımı fark etmiş olmalıydı ki yanıma
yaklaşıp:
“Gördün mü, “Malevolo”? Her şeyi bir kişinin üs­
tüne yıkıyorlar,” dedi.
Tek kelime edemedim fakat güzellik kraliçesinin
annesi şöyle dedi:
“Pablo, ben sana tanıklık ederim. Benimle birlik­
teydin.”
Bunun üzerine Pablo arabaya doğru gitti, peşinden
de iki kadın ayaklandı. Ne yapacağımı bilemez hâlde
ben de onları takip ederek arka tarafa oturdum ve ka­
pıyı kapatmca Pablo şöyle dedi:
“’Malevolo’ sen burada kal, olayla ilgilen. Seni
içeri atarlarsa ben çıkarırım. Bütün çalışanları topla,
baskın yapmaya geleceklerdir. O zaman hepinizin bu­
rada olması lazım ki sizi öldüremesinler.”

120
BABAM VE "MALEVOLO"

Bir şey söylemeye vakit yoktu. Hayır deme cesa­


retim de. Arabadan indim. Pablo, yanında güzellik
kraliçesi ve onun annesiyle uzaklaştı. Ben geride kal­
mıştım. Korkudan ölüyordum. Yetkililerin her an ge­
leceğini düşünüyordum. Tuhaf olan, ilk baskın birkaç
gün sonra olmuştu.”
“Malevolo” bir içki içmek için hikâyesine ara verdi. Ben
de o ânı değerlendirerek Magdalena Medio’ya nasıl vardığını
ve babam için çalışmaya nasıl başladığını anlatmasını istedim.
Aceleyle bir bardak likör içti ve sonra bir bardak daha... Ardın­
dan devam etti:
“Juan, ben Medellin’de, Manuel Uribe Ângel lisesinde oku­
dum ama kötü bir öğrenciydim. Üçüncü sınıfı üç dört kez tekrar
ettim ve mezun olamadım. İki hocamı hiç unutmam: Biri bana
resim çizmeyi öğreten, “Mocho” lakaplı resim öğretmeni Mar-
cos Aristizâbal, diğeri din öğretmeni Gustavo Restrepo. Ona
“Tabanca” derlerdi çünkü pantolon askısı kullanır ve ellerini
tabanca tutar gibi askısına götürürdü. Çok katı bir adamdı.”
“Malevolo”, babam ve annemin ailesinin yaşadığı La Paz’a
komşu olan Envigado semtindeki El Dorado stadyumuna gidip
maç izlemeyi sevdiğini anlattı. Bir gün çocuğun biri “Bakın,
“Pablolar” geldi. Çok parası olanlar,” demiş. Bahsettiği kişiler
Gustavo Gaviria ve babamdı. “Malevolo”, “Pablolar”ın kim
olduğunu bilmiyordu ve yeniden karşılaşmaları birkaç seneyi
bulacaktı.
“Ben o zamanlar yeraltı dünyası için çalışıyordum. Özel­
likle ‘Mario Cacharrero’ dedikleri bir adam için. Medellin’in
bilinen ilk mafyalarından biriydi. Genelde marihuana ve koka­
in satışı yapıyordu. Sıkı bir mafya babasıydı. Öyle ki, bir gün
bulunduğu restorana kendisini kaçırmaya gelen dört kişiyi tek
başına öldürmüştü.”

121
JUAN PABLO ESCOBAR

“Malevolo” o bataklıktan, oradayken tanıştığı Jorge Tulio


Garcös sayesinde çıktığını anlattı. Magdalena Medio’da geniş
topraklara sahip paralı bir aileden geliyordu. “Malevolo”ya
Envigado’daki züccaciye dükkânında iş vermişti.
“Jorge Tulio ile iyi arkadaş olmuştuk ama ben Valledupar
ve Nâpoles arazilerini ‘Pablolar’a sattığını bilmiyordum. 1.920
hektar genişliğindeki devasa Nâpoles Malikânesi’ni oluştura­
cak on bir araziden ilk ikisi olacaklardı.
Fakat Jorge Tulio Garces’in, pilotluğunu da yaptığı uçakla
geçirdiği kaza sonucu gerçekleşen ani ölümü “Malevolo”nun,
işini değiştirip Nâpoles Malikânesi yakınındaki Doradal semtine
taşınmasına neden olmuş. Orada Parcelas Califomia şirketiyle
bağlantıya geçerek, işaret levhaları ve yol çizgilerini boyadığı
bir işe girmişti.
“Nâpoles yakınlarında çalışıyordum ama hiçbir zaman içine
girmemiştim. Yoğun bir hayatım vardı ve işime odaklıydım.”
Fakat bir süre sonra her şey, babamın ortağı Gustavo Gavi-
ria’nın Medellm yakınlarındaki Estrella’da bir motel almasıyla
değişecekti. Moteli yeni mal sahibinin gözdesi olan “Mechas”
diye bir adam yönetecekti.
“Gustavo Gaviria, moteli ancak “Mechas” çalıştıracaksa
alacağını söylemişti. Planı başka türlü bir iş kurmak ve Nâpo­
les Malikânesi’nde yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan, Pab-
lo’nun bir sürü para döktüğü rezervuar projesini iptal etmekti.”
Motelin satın alınmasının ardından “Mechas”, “Pablolar”ın
arasına girmişti ve bu, ekonomik sorunlar yaşayan “Malevo-
lo”nun da girmesine neden olacaktı.
“Mechas’a Pablo ve Gustavo’nun paralı olup olmadıklarını
sormuştum. ‘Deli gibi zenginler,’ demişti. O zamanlar para zor
bulunurdu. Benim yaşadığım yerde elektrikleri kesiyorlardı.
Televizyon izleyemiyorduk. Cehennem gibi bir şeydi.”
122
BABAM VE "MALEVOLO"

Bir gün “Malevolo”, “Mechas”a kulak verip içerideki yol­


ları ve levhaları boyamak için Nâpoles’e girmeyi kabul etmiş.
“Parcelas Califomia’daki işimden istifa etmiştim çünkü
“Mechas”, diğer yerde daha rahat edeceğimi, bedava yemek
vereceklerini ve bölgedeki maaşlara oranla çok iyi bir ödeme
alacağımı söylemişti.”
“Malevolo” malikânede iki ay boyunca çeşitli işler yapmış­
tı fakat bir gün “Mechas” gelip pazar günü iki yüzden fazla
kişinin katılacağı anneler günü kutlaması için gerekli yiyecek
ve içeceği getirmek üzere babamın uçaklarından biriyle Me-
dellin’e seyahat etmesini istemişti.
“Malevolo” görevi yerine getirmiş ve dönüşte, nasıl olduysa
kendini, babamın kısa bir süre önce satın aldığı ve ilk uçuşun­
da ailenin bir kısmını taşıdığı Twin Otter uçağında bulmuştu.
“O gün Pablo Escobar ile ilk defa konuşmuştum. Pantolo­
nunun belinde 38 kalibrelik, siyah kabzalı bir silah taşıyordu
ve sol bileğinde kare şeklinde, küçük bir saat vardı. Selam ver­
dim ama ne ‘Patron’, ne ‘Bay Pablo’, ne de ‘Efendim’, diye
hitap etmiştim. Ben ucuz bir adam değildim. Merhaba Pablo
nasılsın, dedim. Cevap vermeden önce eliyle işaret edip yanın­
daki koltuğa oturmamı istemişti.
“N’aber dostum? Nasıl gidiyor? îyi misin?” dedi.
“‘İyiyim Pablo, arazideki levha ve ıvır zıvır işlerde çalışı­
yorum,’ dedim.”
Uçuş boyunca babam, “Malevolo”ya Nâpoles’te daha bir
sürü şey yapmak istediğini, hayvanat bahçesinde şimdiden iki
zürafa ve iki deve olduğunu ve yakında Birleşik Devletler’den
aldığı çok sayıda hayvanın da geleceğini anlatmıştı.
“Dostum, Miami’de harika şeyler gördüm. Hayvan heykel­
leri ve hayvan şeklindeki çim süsler. Burada da aynısını yap­
mak istiyorum.”
123
JUAN PABLO ESCOBAR

“Pablo, istediğin şey kolay değil. Buradaki toprak o bitkiler


için verimsiz kalıyor. En iyisi çimentodan şekiller yapalım ve
istediğin renge boyayalım. Güzel olur. Hem sulamak zorunda
da kalmayız. Ama hayvan heykellerini yapabiliriz.”
“O zaman büyük hayvanlardan yap.”
“Malevolo”nun hayatı o andan itibaren değişmişti. Artık
doğrudan babamın çalışanıydı ve kendisine Nâpoles’te Pana-
deria diye bilinen bir yerde, televizyonlu ve vantilatörlü bir
oda vermişlerdi. La Mayoria’ya giriş izni vardı ve babamla
orada görüşüyorlardı.
“Bir akşam içecek almak için mutfağa girdiğimde içeride
Pablo ile birlikte kartelin önemli yüzleri “Meksikalı”, Fidel
kardeşler ve Carlos Castano ile karşılaşmıştım. Kapıya yönel­
diğimde Pablo yanıma gelip kolunu omzuma atarak şöyle de­
mişti: ‘Malevolo’, çıtırlar ne âlemde? Gülümsemiştim. Herkes
bize bakıyordu. Dünya çapında aranan bir adamın sana sarıl­
ması büyük bir şeydi, anlıyor musun?”
Koca cüsseli tarih öncesi hayvanların heykellerini yapmak
için “Malevolo”, Jet çikolatalarının jelatinleriyle örnekler ya­
pıyordu. Uzun boyunlu, devasa hayvan brontozor böyle ortaya
çıkmıştı. Yapımı bir yıldan fazla sürecekti. Yeşil renge boyan­
mıştı ve zamanla defme avı peşine düşenlerin favori yerlerin­
den birine dönüştü. Binlerce insan babamın içine büyük bir
servet gizlediğine inanarak heykelin her tarafını delik deşik
etti. Tamamıyla yanılıyorlardı. Babam hiçbir zaman mutfağa,
çanak çömleklerin içine veya başka bir şeye para saklamamış-
tı. Kendisinin bir para makinesi olduğunu, bunu saklamaya ih­
tiyaç duymadığını söylerdi.
“İşi bitirdiğimde Pablo çok heyecanlandı ve daha fazla yap­
mamı istedi. Bir yılda sekiz dokuz tane yaptığımı hatırlıyorum.
Gustavo Gaviria ise çok cimriydi, bana ‘hâlâ bu saçma sapan,

124
BABAM VE "MALEVOLO"

çimentodan hayvan heykelleriyle mi uğraşıyorsun? Canlısı­


nı satın alsam daha ucuza gelirdi,’ demişti,” diye devam etti
Malevolo.
Kuzeni ve iş ortağının karşı çıkmasına rağmen babam ma­
liyetini önemsemeden malikâneyi egzotik hayvanlarla doldur­
maya devam etti.
“Su aygırları geldiği zaman Pablo, içinde hayvanların oldu­
ğu tahta kasaların bulunduğu birinci gölün kıyısına gitti. Ka­
saları açıp hayvanları çıkarmaya başladık. Bir, iki ve ardından
bir zebra... Diğer kasayı da açtık ama kalan son su aygırı çık­
mıyordu. Pablo, eski model, beyaz kasalı bir Toyota olan arazi
aracının kaputunun üzerine çıkmış etrafa bakınıyordu. Sekiz
on çalışan birlikte, tahta kasayı alıp hayvanın göle düşmesi için
havaya kaldırdık. Fakat su aygırı bir anda fırlayarak Pablo’nun
yanından geçti. Büyük bir korkunun ardından hepimiz kahka­
halara boğulmuştuk.”
“Malevolo”, babamın 1982 yılında Temsilciler Meclisi’ne
seçildiği zamanki coşkusuna da tanık olmuştu. Nâpoles’e gel­
diği bir gün hayvanat bahçesinde gezinirken ona şöyle demişti:
“İlk denemede bu olduysa, sonrasında neler olabileceğini
hayal edebiliyor musun?”
Seçim kampanyasını başarılı bir şekilde atlatıp galip gelen
babam, hükümette daha yüksek mevkilere gelebileceğine inan­
mıştı. Başkan olmak gibi. Fakat yanılıyordu ve siyasetin sonu­
nu getireceğini çok geç fark etmişti.
Konuşmanın bu kısmında “Malevolo”dan, 30 Nisan
1984’teki hikâyeye dönmesini istedim. Babamın güzellik kra­
liçesi ve onun annesi ile Nâpoles Malikânesi’nden ayrılıp onu
yetkililerin muhtemel baskınıyla bir başına bıraktığı güne.
“Maldvolo”, babamın dediği gibi 300 adamı malikânede
toplayıp talimatları vermişti: Silah ve mühimmatlarla tükettik-
125
JUAN PABLO ESCOBAR

leri uyuşturucuları ortadan kaldırmak, direniş göstermemek ve


baskın ânında bir arada olmak. Sadece tek bir şey yerinde kal­
mıştı: Havuzun yakınlarına yerleştirilen uçaksavar topu.
Herkes emirleri yerine getirip dördüncü güne kadar nor­
mal seyirde işine devam etti. 4 Mayıs 1984’te ordu ve polisin
beklenen baskını gerçekleşti. Hem havadan hem de karadan
girdiler. Uçaksavar topunu görünce kafası karışan üniformalı­
lar saldırıya uğrayacaklarını düşünüp megafonla herkesin yere
yatmasını emrettiler. Malevolo anlatmaya devam etti:
“Ben iki çalışanla birlikte, La Mayoria’dan uzakta, levhala­
ra çeşitli hayvanların resimleri çiziyordum. Dört beş polis ge­
lip ellerimi havaya kaldırmamı, üstümü arayacaklarını söyledi.
Anlamadığıma dair işaret yaptım. İçlerinden biri bağırarak:
‘Sen, aptala yatma!’ dedi.”
Sonra bizi de eve götürüp diğerleri gibi yere yatırdılar.
“‘Başını kaldıranın işi biter,’ dedi yaşlı bir polis ve malikâ­
nenin her köşesini didik didik arama emri verdi. Her şeyden
ben sorumlu olduğum için ayağa kalkıp askerlere eşlik ettim.
Nasıl bir şanssa, birkaç gün önce her şeyi ortadan kaldırma­
mıza rağmen aradıkları ilk odada susturucu bir silah buldular
ama neyse ki askerlerden biri silahı alıp cebine koydu. Saatler
sonra ne kokain, ne silah, ne kiralık katil ne de Pablo Escobar’ı
bulabildiklerinden gerilim azaldı. Ertesi gün polis ve askerlerle
birlikte yemek bile yedik ve hatta o hafta sonu Medellin’e git­
memize izin verdiler.”
Nâpoles Malikânesi o andan itibaren ‘yasal’ olarak hüküme­
tin kontrolü altında kaldı ve helikopterler, uçaklar, sürat tekne­
leri ve araçlar Cundinamarca, Puerto Salgar’daki Palanquero
hava üssüne götürüldü. Fakat pratikte Nâpoles hiçbir şey ol­
mamış gibi işlemeye devam etti ve babam ile Gustavo Gaviria
uzaktan, “Malevolo”nun Medellin’e gidip hayvanat bahçesi ve

126
BABAM VE "MALEVOLO"

malikânenin aylık ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli şeyleri


ayarlıyorlardı.
“İki haftada bir, otobüsle parayı almaya gidiyor ve Nâpo-
les’in toplam gideri olan üç milyon beş yüz bin pesoyu çantaya
koyup götürüyordum,” dedi Malevolo.
Babam beş ay sonra malikâneye artık bir kaçak olarak gele­
cekti. Her şey normal seyrinde gidiyormuş gibi göstermeye ça­
lışsa da ablukalar, çatışmalar ve mermi yağmurları Nâpoles’te
çok şeyi değiştirmişti.
“Biz de onun gibi gece kuşuna dönmüştük. Çoğu zaman
sabah dörde beşe kadar malikânenin herhangi bir yerinde
oturuyorduk. Pablo hafıza geliştirme alıştırmaları yapıyordu.
Mesela, ‘Elli kelime seçeceğim,’ derdi. ‘Salıncak, saha, masa,
sandalye, balon, parmaklık...’ ta ki elliyi bulana kadar. Sonra
da sondan başa doğru şaşırmadan geri sayardı.”
Ardından “Malevolo”, babamın Bakan Lara suikastının
meydana geldiği akşam nasıl serinkanlı davrandığını anlattı
fakat bu duruma alışmak zorunda kaldığını, çünkü ilerleyen
yıllarda da birçok kez aynı tavrı takındığını söyledi:
“Pablo çok başına buyruk biriydi. Bir keresinde La Ma-
yoria’dayken telsizle polislerin geldiğini ve ‘hafif hava ara­
cına’ girdiklerini bildirmiştik. Şifre Nâpoles’e girdikleri an­
lamına geliyordu. Kaç kişi olduklarını sordu. Onların yirmi,
bizimse beş veya altı kişi olduğumuzu söyledik. Bizimle kafa
mı buluyordu bilmem ama kişi başı dört adam düşüyor dedi. O
kadar baskın oluyordu ama onun hiç umurunda değildi, kork­
muyordu. Yine polislerin La Mayorfa’ya baskın yaptıkları bir
gün Pablo ile birlikte iki yüz metre ötedeki bir limon ağacının
arkasına saklanmıştık. Polisler aramayı bitirip evlerine döner­
ken biz limon soyuyorduk. Başka bir baskında da Pablo, kaç
metre ötede olduklarını sormuştu. 500 metre, dedik. Biraz son-

127
JUAN PABLO ESCOBAR

ra 300. Sözümüzü kesip ‘50 metre kala haber verin, koşaca­


ğım,’ demişti.”
Sohbetin sonunda “Malevolo”, Bakan Lara Bonilla’nın ölü­
münden aylar sonra takipten kaçmayı başarıp birkaç saatliğine
de olsa Nâpoles’e dönen babamla aralarında geçen bir konuş­
mayı aktardı. Belki de kimseyle bu konuları konuşmadığından,
otuz yıldan fazladır bir sun saklamış olduğundan habersizdi:
“Nâpoles’in arka tarafında saklanmış ot içiyorduk. Pablo
bana dönüp şöyle dedi: ‘Lara’yı öldürmezsem intihar ederim,
îşte şimdi ilerlemek için bir nedenim var, yaşamın anlamını
buldum.’”

128
SOH 7! sZrl

Medellin’in farklı yerlerinde gerçekleştirdiğim uzun bir ara­
yıştan sonra, sonunda Luz’un evini bulmuştum. Babamın ku­
zeni ve 2 Aralık 1993’te şoförü ve koruması olan “Limon” ile
birlikte onu hayattayken gören son kişi...
Luz yasa dışı olaylara katılmayan kibar bir hanımefendiy­
di. Babamla arasındaki bağ ekonomik değil tamamen akraba
sevgisiydi. Babam da bunu çok iyi biliyordu, bu yüzden yaşa­
mının son günlerinde canım ve güvenliğini ona emanet etmişti.
Aniden evinin kapısında belirmemin sebebini açıkladıktan
sonra Luz ilk kez, biriyle babamın ölmeden önceki 72 saati
hakkında konuşmayı kabul etti. îlk defa dinlediğim bu hikâ­
ye beni hüzünlendirmişti çünkü düşmanları her şeyini elinden
aldığında ve ailesi, yani bizler Bogota’da tehlike içindeyken
yaşadığı sıkıntıların ne kadar zorlu olduğuna dair bir şüphe bı­
rakmıyordu.
Anlattıkları, babamın neden son saatlerde telefonların din­
lendiğini bildiği hâlde yerinin tespit edilmesini umursamadan
kendi ismini telaffuz edip tüm güvenlik protokollerini çiğneye­
rek bir sürü telefon görüşmesi (bizimle konuşmak için Residen-
cias Tequendama’ya yaptığı arama da dâhil) yaptığını açıklıyor.
Luz, babamın La Catedral Hapishanesi’nden kaçmasmdan
üç ay sonra (yaklaşık olarak Ekim 1992) çaresizce Envigado,
La Paz’daki evine geldiğini anlattı. Kapı üst üste çalınıp o ve
çocukları uyandığında saat gece yansını çoktan geçmişti.

131
JUAN PABLO ESCOBAR

Karşısında babamı (dünyanın en çok aranan adamını) gö­


ren Luz’un şaşkınlığı tarifsizdi. Babam doğup büyüdüğü, bir
hayırsever ve de suçlu olarak tanındığı yere gelerek büyük bir
risk alıyordu. Arama ve baskınların en yoğun olduğu bölge de
orasıydı. Gün aşırı asker ve polis operasyonları gerçekleşiyor­
du.
“Nasılsın kuzenim? Ne var ne yok? Uyandırdım mı seni?
Tüh, hâlini hatınnı sorayım demiştim. Nasılsınız?” demiş ba­
bam, kafasında peruk, şapka ve gözlüklerle.
“Ah, Pablo! Seni burada görmek ne büyük mutluluk. Gel.
Gir, içeri geç. Yalnız mı geldin?” diye sormuş Luz uzun zaman­
dır görmediği kuzeninin ziyaretiyle hem şaşkın hem heyecanlı.
“Evet canım, yalnız geldim.”
Aileyle ilgili birkaç sohbetin ardından babam odalardan bi­
rinde onunla özel olarak konuşmak istediğini söylemiş. Luz
başıyla onaylamış.
“Sevgili kuzenim, beni bir süreliğine Medellin’de bir evde
saklamanı istesem bu seni korkutur mu?”
“Canım, hiç olur mu öyle şey? Sana yardım etmek beni
mutlu eder. Bana güvenebilirsin,” diye cevap vermiş kendini
ne tür bir tehlikeye attığını hesap etmeden Luz.
“Beni çok memnun ettin. Ben de elimden geleni yapacağım
merak etme. O hâlde bak, Los Olivos’tan bir ev alman için
sana bu parayı bırakıyorum. Orası bir süre saklanabileceğim
sakin bir yer. Çok dikkatli ol. Kimseye söz etme. Ne çocukla­
rına ne de annene. Kimseye!”
Luz ilerleyen haftalarda babamın beş dakikalığına da olsa
kendisini düzenli olarak ziyaret ettiğini, güvenlik kurallarının
neler olduğunu anlatıp saatini onunkine göre ayarlamasını is­
tediğini anlattı. Abartmıyorum, babam yanındaki herkesten sa­
atlerinin senkronize olmasını isterdi, hatta saniye ibrelerinin
132
BABAMIN SON 72 SAATİ

bile. Her zaman bize bir dakikanın bile ölüm kalım meselesi
olabileceğini söylerdi. Luz’a da telefon kullanmaması konu­
sunda ısrar etmişti çünkü ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor­
du. Bana daima söylediği bir cümleyi ona da tekrarlamıştı:
“Telefon ölümdür.” Gerektiğinde buluşacakları üç yer belirle­
yip bunlara şifreli isimler koydular.
Birkaç ay sonra, 1993 yılının Kasım ayı ortalarına doğru
Luz, 79. cadde, 45. sokaktaki 94 numaralı daireyi satın aldı.
Burası babamın son sığınağı olacaktı. Orta sınıf tipli, gele­
neksel bir binaydı. İçinde salon, yemek odası, mutfak, ikinci
katta üç oda, iki banyo ve aşağıda da bir garajı vardı. Luz,
babamın özellikle ikinci katın arka tarafından çatıya çıkan
bölümü beğendiğini çünkü yan komşunun eviyle bitişik ol­
duğunu söyledi.
“Bir sene boyunca babanla görüşüp istediklerini ayarlama­
ya çalıştım. O ne yapacağımı söylüyordu, ben de yapıyordum.
Fakat ne yazık ki o evde ancak on gün kalabildik.”
Evdeki ilk günler, babamın bizim güvenliğimizi düşünerek,
belirsizlikten ötürü oldukça mutsuz ve endişeli olduğunu göz­
lemlemiş. Los Pepes’in (düşmanlarının onu takip etmek için
kurduğu gizli örgüt) Medellin’de bulunan; annem, Manuela,
kız arkadaşım ve benim, bölge başsavcısının koruması altında
sığındığımız Altos binasını yağmaladıklarını öğrenmişti.
Saatler geçtikçe babamın endişesi artıyordu çünkü hiçbir
şekilde iletişime geçemiyorduk. Neler olduğunu yalnızca ha­
berlerden öğrenebiliyordu. 28 ve 29 Kasım arasında sürgün
olarak yerleşmeyi düşündüğümüz Almanya’ya seyahatimizin
başarısızlıkla sonuçlandığını duyduğu an deliye dönmüştü.
Babamın son saatlerinde neler olduğunu merak ederken o
anlarda yanında bulunan Luz’un en özel gerçekleri ortaya dö­
kecek olması beni bir yerde korkutuyordu. Ben ve ailem için

133
JUAN PABLO ESCOBAR

en kötü dönemlerdi. Doğruyu söylemek gerekirse Luz babamı


asla görmek istemeyeceğim, bize karşı hiçbir zaman göster­
mediği yönleriyle anlattı. Biz onun en zayıf yanıydık. Luz, ai­
lesini korumaktan aciz olduğu için yıkılan bir Pablo Escobar
görmüştü.
“Almanya’ya girişinizin engellendiğini duyunca kahrol-
muştu. Bunu hiç beklemiyordu çünkü Roberto Escobar’ın oğlu
Nicolâs’ı sorunsuz bir şekilde ülkeye aldıkları için kendi eşi ve
çocuklarını da kabul ederler diye düşünüyordu.”
Luz’un dediği gibi Alman hükümeti bizi Kolombiya’ya geri
dönmek zorunda bırakınca babam da savaşa devam etmek ve
karşı atakta bulunmakla ilgili yeniden düşünmek zorunda kal­
mıştı. Ailesi Kolombiya’da olunca eli kolu bağlanacaktı, çünkü
Los Pepes’in bir sonraki hedefinin biz olduğumuzu biliyordu.
Artık Bogota’daki Residencias Tequendama’nın bir dairesin-
deydik ve dışarı çıkamıyorduk.
“Çaresizdi. Endişeli bir hâlde evin içinde volta atıyordu. Yat­
maya gittiğim zaman evin içinde yürüdüğünü duyuyordum. Kal­
kıp kafasını dağıtmak için sohbet etmeye çalışıyordum. Hep siz­
den bahsederdi. Kızından ve birlikte izlediğiniz dizilerden. Ben
akşamlan yazı yazardım ve onun durmaksızın bir oraya bir buraya
yürüdüğünü görünce içim acırdı. Çok sessizdi ama sürekli orada,
dünyanın en çok aranan adamıyla birlikte olmaktan korkup kork­
madığımı soruyordu. Ne olursa olsun yanında olacağımı söyler­
dim. Fakat son anda bir şey olmuş olmalı ki, 30 Kasım’da “Gor-
do” ile konuşacağını, geç geleceğini söyleyip çıktı.”
Babamın o kasım günü ölümüne 72 saat kala neden “Gor-
do”yu aradığını merak ederek Medellin’de, çalıştığını söyle­
dikleri yere gittim ve onu buldum.
“Gordo” ve şu an eski eşi olan Gladys, babamın hizmetindeki
en güvenilir iki “tezgâhtarıydı. Onlarla Medelh'n’in farklı yerle-

134
i
i BABAMIN SON 72 SAATİ
-
rinde bir yıldan fazla saklanmıştık. Hükümetin teklif ettiği büyük
-
miktardaki paraya rağmen babamı hiçbir zaman ifşa etmediler.
“Gordo”nun anlattığına göre kasımın son günü olan o sah

ıI
i akşamı babam hükümetin tuzağına düşmemizden ötürü yıkıl­
mış vaziyetteydi ve bu durum onu hükümete diz çöktürmek
için düşündüğü seçenekleri yeniden planlamaya sürüklemişti.
Fakat tıpkı diğer hikâyeler gibi “Gordo”nun anlattıkları da il­
ginç gelmişti çünkü hiçbir zaman babamın savaşmaya devam
etme niyetinde olduğunu duymamıştım. Geriye kalan tek sağ
kolu “Angelito” diye tanınan Alfonso Leön Puerta Munoz’un
bir önceki 7 Ekim’de özel harekât tarafından öldürülmesinden
sonra tam anlamıyla yalnız kaldığını düşünüyordum.
Fakat “Gordo”nun dediğine göre “Ramon”un (“Angeli-
î
to”nun şifreli adıydı) ölümünün ardından aldığı sert darbeyle
babam sessiz kalmamış aksine mücadelede kaybettiği paraları
telafi etmek için korkunç bir plan yapmıştı.
“Baban bana Llanogrande ve Rionegro’daki bütün zengin­
i leri, Aralık ayı şenliklerinde toplandıkları zaman kaçıracağı­
nı söylemişti. Beklemedikleri bir anda atağa geçeceklerini ve
bunun için silahlı yüz adama ihtiyaç olduğunu çünkü sağlam
para kaldırmak istediğini belirtmişti. Ayrıca fidyeleri alana ka­
dar kaçırdığı kişileri saklamak için çeşitli yerler ayarladığını
söylemişti. Son olarak da, işaret verdiği zaman bir süre ortalığı
yatıştırmak için iki ‘tezgâhtar’ ayarlamak üzere Bogota’ya git­
memi istemişti,” diye anlattı Gordo.
Yüzümdeki şaşkınlığı fark etmiş olacak ki, babamın bu
planı ancak bizim güvenliğimizin sağlandığından emin olunca
devreye sokmaya karar verdiğini açıkladı.
“Fakat ‘Gordo’, babam o yılın ocak ayı başlarında Antioqu- i
?
ia Rebelde’den bahsettiği bildirisinde planladığı gibi ELN’ye
katılmaya karar verdiği için değil miydi bunlar?”

135
I

JUAN PA8LO ESCOBAR

“Hayır. Baban adam kaçırma işine yeniden ve ses getire­


cek bir dönüş yapmaya kararlıydı. Bogota’ya sığınıp bölgedeki
zenginleri kaçırmaya devam edecekti.”
“Gordo”, babamın ertesi gün, kırk dördüncü yaş gününü
kutlayacağı gün onlarla birlikte olmak istediği için kuzeni ve
“Limon”un saklandıkları kulübeye döndüğünü söyledi.
Kuzeni Luz ile yaptığımız sohbete dönersek, 1 Aralık 1993
Çarşamba sabahı babam her zamanki gibi öğleden önce uyan­
mıştı. Uyandığında karşısında bir şişe şampanya, yanında da
çikolatalı pasta bulmuştu.
Pastayı yemekten önce kesmeye karar vermişlerdi. Babam
bu arada odasına girip alışılmadık bir şekilde telefonla “Gor-
do”nun bulunduğu “Mavi Ev” isimli kulübeyi aramıştı. Daha
önce böyle bir şey hiç olmamıştı. Kontrolü yavaş yavaş kay­
bettiğinin göstergesiydi. Açık bir şekilde şimdiye kadar hayatta
kalmasını sağlayan güvenlik kurallarını bir kenara bırakmıştı.
“Gordo, düşünüyorum da ben kesinlikle başkaları için ça­
lışmaya gelmedim bu dünyaya kardeşim. Dağa mağa çıkamam.
Rüyalarında görürler. Yarın geliyorum hiçbir yere gitmeyin.
Diğer planla devam edeceğiz.”
Akşam 6.30 gibi Luz pastayı kesip şampanya kadehlerini
tokuşturmak için babam ve “Limon”u yemek odasına çağır­
mıştı.
“Ben iyi ki doğdun şarkısını söyledim. Tam kadeh tokuştu-
racakken çok tuhaf bir şey oldu. ‘Limon’un kadehi yere düştü
ama kırılmadı. Öylece düştüğü yerde kaldı. Ben ‘Aman, neyse
ki kırılmadı,’ dedim ama ‘Limon’, ‘Bu iyiye işaret değil. Kötü
bir şey olacak,’ dedi. Baban sessiz kalmıştı.”
Babam bir parça pasta yiyip şampanyasından da birkaç yu­
dum aldıktan sonra yeniden odasına çıkmıştı.

136
BABAMIN SON 72 SAATİ

Ertesi sabah, 2 Aralık’ta, babam yeniden güvenlik kuralları­


I nı çiğneyerek “Mavi Ev”i aradı. Hikâyenin bu kısmını tamam­
layabilmek için Medellin’e, Gladys’in (Gordo’nun eski eşi)
I yaşadığı yere gittim. O ânı dün gibi hatırladığını söyledi.
I “O gün ‘Patron’un aramasına çok şaşırmıştım çünkü ne
olursa olsun arama yapmamamızı ve gelen aramalara cevap
vermememizi emretmişti. Numarayı bir tek baban biliyordu.
Biliyorsun baban aramaları ankesörlü telefonlardan yapma­
mızı istiyordu. Fakat o gün içimden bir ses babanın aradığını
söylüyordu çünkü telefon durmadan çalıyordu. Cevap verdi­
ğim için bana kızacağını düşünmüştüm ama ‘Patron’ olduğuna
eminim diyerek açmaya karar verdim. Bir yere ayrılmamamızı,
ertesi güne kadar kendisini beklememizi söyleyerek telefonu
‘Gordo’ya vermemi istedi.”
Babamla yaptığı bu kısa konuşmayı anlatan Gladys, kendi­
ni tarif ettiği biçimiyle ‘sinirleri alınmış kadın’, daha sonra ba­
bamın son saatlerinde neler olduğunu çözmeme katkı sağlayan
başka şeyler de aktardı.
“Juan Pablo, şimdi söyleyeceğim şey için üzgünüm ama ba­
ban sonlara doğru iyice aklını kaybetmişti. Onu böyle görmek
beni kahrediyordu. ‘Angelito’nun ölümünden sonra hâlâ iste­
diklerini elde edebiliyor mu, görebilmek için bir ya da en fazla
iki adamıyla birlikte Medellm’de yol kesip arama yapıyordu.
‘Efendim, neyiniz var?’ diye sorduğumda ‘Bir şeyim yok,’ de­
yip sardığı marihuanadan bir fırt çekerek dumanını yüzüme
üfleyip alay ediyordu.”
Babamın sağduyusunu giderek kaybettiğini öğrenmek ben­
de büyük bir üzüntü yaratmıştı çünkü bu, düşmanlarının onu
ailesinden kopararak hata yapması için dört yandan kuşatma
stratejisinin sonuç verdiği anlamına geliyordu.

137
JUAN PABLO ESCOBAR

“Size bir şey söylemedi ama bölge başsavcısının koruma­


sına başvurmak için ‘Mavi Ev’den, Altos del Campestre’ye
gittiğiniz gün sizi bir daha göremeyeceğinden emindi. Bütün
gün oturuyordu. Yemek yemesini söylüyordum ama aç deği­
lim, diyordu. Sana ve Manuela’ya ne olacağını bilememek onu
mahvediyordu. Çok kötüydü. Çılgına dönüyordu. Evin içinde
durmadan yürüyor, yürüyordu.”
Luz’un hikâyesine dönersek; sabah saat ll’de babamın
izniyle alışveriş yapıp çocuklarını ziyaret etmek için evden
çıkmıştı. Babam saat üçte geri dönmesini, bir iş için çıkma­
sı gerektiğini, o saatten sonra gelirse kendisini evde bulama­
yacağını söylemişti. Luz merak etmemesini söyleyip gerekli
eşyaları (birkaç not defteri, kalem kutusu, kalem, silgi, bant,
temizlik malzemeleri, ilaçlar, çakmak ve fener) alıp tam vak­
tinde döneceğini söylemişti.
“Öğle yemeğini hazırlayıp bırakmıştım. Muz kızartması ve
bir tencere beyaz soslu spagetti yapmıştım. Hatırladığım kada­
rıyla ben çıkarken o, sizi aramak için numarayı çeviriyordu.”
Babamın son saatlerinde Luz alışverişteyken, haftalar önce,
sadece acil durumlarda kullanmak için büyükannem Nora’ya
gönderdiği cep telefonunu aradığını öğrendim. Bizim durumu­
muzu öğrenebileceği tek yol buydu. Teyit ettirdiğim kadarıyla
2 Aralık günü akşamüstü saat üçten birkaç dakika önce babam
telefon etmiş fakat cevap veren büyükannem değil o an misa­
firliğe gelmiş olan eski bir aile dostuymuş. Babamın sevimli
bir tabirle “Narquito” dediği kişiydi bu.
Hemen “Narquito”yu aradım. Bana babamın sesini hemen
tanıdığını söyledi. Her zamanki gibi hiçbir şey olmamışçasına
hâlini hatırını sormuş. Fakat o an büyükannemin evinde olan
kişiler çok korkmuşlar çünkü çatının üstünden bir helikopter
geçmiş. Büyükannem panikle “Narquito”ya bağırarak telefo-

138
BABAMIN SON 72 SAATİ

nu kapatmasını söylemiş. Babam bağırışların nedenini anlayıp


“Narquito”ya sadece şunu söylemiş: ‘Ne var ne yok kardeşim,
keyfin yerinde mi? Merak etme, yakında bu vaziyetten kurtu­
lacağız.’”
Luz olanlardan habersiz, evin yakınlarındaki bir markettey­
miş. O sırada bir kadın yere düşmüş, Luz da kaldırmak için
yardım etmiş. Ardından kadına kahve ısmarlamış ve ancak o
an geç kaldığını fark etmiş. Koşarak oradan ayrılmış. Babam
üç gibi çıkacağını söylediği için çok telaşlıymış.
Olivos’a vardığında saat üç buçukmuş. Etrafta olağandışı
bir hareketlilik olduğunu fark etmiş. Evin olduğu sokak polis
tarafından kordon altına alınmış ve insanlar etrafında toplan­
maya başlıyorlarmış. Luz babama bir şey olduğunu düşünerek
vakit kaybetmeden La Paz’daki evine gitmek için taksiye bin­
miş.
Luz daha sonra bizimle iletişime geçme takıntısının baba­
mın sonunu getirdiğini öğrenecekti. O dehşetli anlarda babam
seçeneklerinin tükendiğini biliyordu ve artık kendi yaşamı ve
en sevdikleri arasında bir seçim yapması gerektiğine dair şüp­
hesi kalmamıştı. Bizi kurtarıp intihar etmeyi seçti. Bu şekilde
anneme, kardeşime (ona tapardı) ve bana olan sonsuz sevgisini
bir kez daha kanıtlamıştı.
Dört duvar arasında, eli kolu bağlı bir hâlde kendini her gün
daha da yalnız hisseden babam bir cinayete kurban gitmemi­
ze sayılı günler olduğuna emindi, çünkü hükümet ve başsavcı
tarafından oluşturan bir güvenlik sistemi içerisindeydik. Los
Pepes üyeleri bize saldırarak babamı derinden yaralayabile-
ceklerini iyi biliyorlardı.

139
-

İ '

i
BÖLÜM 8
“TREN” HATTI
■ *

i
“Tren” diye bilinen kaçakçılık hattını ilk kez La Catedral Ha­
pishanesi’nde gizli saklı geçirdiğim akşamlardan birinde öğ­
renmiştim. Yaklaşık yirmi gün orada kalacaktım çünkü babama
söylediklerine göre özel harekâttan birkaç polis ile Cali Karteli
beni kaçırmak için plan yapmışlardı.
Babamın örgütünde onun için çalışan haydutlar akşamla­
rı toplaşıp birbirlerine hikâyeler anlatır ve suç dünyasındaki
başarılarından bahsederek hava atarlardı. O günlerden birinde
babam “Tren” hattı meselesini açmıştı çünkü yanında en eski
sağ kollarından “Luca” vardı. “Luca” çok para getiren macera­
ya dair tüm detayları biliyordu.
Etraftakiler “Luca”yı iki saatten fazla dinledikten sonra
kahkahalara boğulmuşlardı çünkü babamın mafya ve suç örgü­
tünün elleri hiç şüphe uyandırmayacak yerlere uzanmıştı.
Babam bu hatta hızlı, rahat ve etkili oluşundan dolayı
“Tren” adını vermişti. 1986 ve 1989 yıllan arasında Birleşik
Devletler’e, tam da Ronald Reagan’dan baba George Bush’a
geçiş sürecinde, uyuşturucuyla mücadele çahşanlan ile işbir­
liği yaparak 64 ton kokain sokmuştu. Hat hiçbir zaman keş­
fedilmedi ve Kolombiya’ya savaş ilan eden babam bu zorlu
süreçte uzun zaman gizli sığmaklarında kalıp dış dünyayla pek
bağlantı kurmadığından tamamen terk edilmişti. “Tren”in iş­
lediği zamanlarda Medellin Karteli yaklaşık 768 milyon dolar
para kazanmıştı.

143
JUAN PABLO ESCOBAR

“Tren” hattı tesadüfi bir şekilde doğmuştu. Bir gün “Luca”


babama gelip birkaç yıl önce ayrıldığı eski sevgilisi Silvia ile
ilgili bir hikâye anlatmıştı. Babama, barışmak için kızı yeniden
aradığını, ondan hâlâ hoşlandığını söylemişti. Gözüne girmeye
çalışmak için çokça nedeni vardı çünkü kız sarışın, mavi göz­
lü, uzun boylu, uzun saçlı, zayıf, 25 yaşında, hippi ruhlu, dü­
zenli marihuana kullanıcısı ve plastik sanatlar âşığıydı. Bütün
erkekler Silvia’yı arzulardı ama özellikle güzelliğiyle akıllan
başlarından giden mafya babalarının ilgisini çekerdi. Ve onu
elde etmenin tek yolu olan şatafat ve pahalı hediyelere de on­
ların gücü yeterdi.
“Luca”nm o akşam La Catedral’de anlattıklarına göre ba­
rışmak için Silvia’yı defalarca arayıp haftalar boyunca çiçekler
göndermiş ve uzun aşk mektupları yazmıştı. Ayrılıklarının üs­
tünden birkaç yıl geçmişti ve o ikinci bir şansı hak ettiğini dü­
şünüyordu. Fakat “Luca” kızla buluştuğunda hayrete düşmüş­
tü çünkü o orta sınıf, alçakgönüllü, utangaç ve maddi durumu
kötü olan kız gitmiş, yerine kendinden emin, son moda kıya­
fetler giyen ve maddi gücü her yerinden okunan biri gelmişti.
Anlatmaya devam eden “Luca”, Silvia’nın övgülere yenik
düşüp yeniden denemeyi kabul ettiğini ve onun da kendisini
hâlâ unutamadığını söyledi. Barış yakınlığı getirmiş, yakınlık
da beraberinde büyük bir sırrı ortaya dökmüştü: Kız, Medellin
ve Bogota’dan birkaç uyuşturucu kaçakçısıyla tanışmıştı ve
onlar için çalışıp belli aralıklarla Miami’ye uyuşturucu götür­
düğünü itiraf etmişti.
“Luca” öğrendiği bu kıymetli bilgiyi doğruca babama ilet­
mişti:
“Patron, sana sevgilimin yumurtladığı şeyi anlatayım. Bir­
kaç adam Rionegro Havaalanından ticari uçaklarla Miami’ye
mal götürmeleri için başka kızlarla birlikte bunu işe almış. Kız,

144
-TREN- HATTI

bana bu işi birçok kez yaptığını ve orada havaalanında insanla­


rın onu karşıladığını, rutin kontrolden geçmeden, başka taraf­
tan çıkardıklarını söyledi.”
“Nasıl? Hadi canım! Demek malı getiren kişileri içeri al­
mak için böyle bir düzen kurmuşlar ha?” diye sormuş babam.
“Patron, kız beş kereden fazla yaptığını söyledi. Hem de
vizesiz! Yine de onu ve yanındaki hatunları sorunsuz içeri al­
mışlar.”
“‘Luca’, hemen kızı ayarla. Bu işe el atalım. O da bizim için
çalışsın. Sen daha fazla bilgi topla. Bu mevzu oldukça ilgimi
çekti.”
Babamın aşikâr ilgisinin üstüne “Luca”, Medellin ve Mia-
mi’deki kontakları, operasyonun yürüme şeklini ve gönderilen
kokain miktarlarını öğrenmek için aynı akşam Silvia ile konuş­
maya gitmiş.
“Yavrum, ‘Patron’ anlattıklarında ilgili daha çok bilgi isti­
yor,” demiş “Luca”, Silvia’nm evinde yemek yerlerken.
“Ne için?” diye sormuş kız, korkuya kapılarak.
“Bu işe girmek istiyor. Biliyorsun ‘Patron’a hayır, denmez.
Bu çalıştığın insanlar sana doğru düzgün ödeme yapmıyor. En
iyisi bizimle işbirliği yap. Adam Medellin’den başkalarının da
ticaret yaptığını ve savaşı sürdürmek için ona yardım etmedik­
lerini duyunca nasıl oluyor biliyoruz. Biliyorsun ‘Patron’ suçlu
iadesine karşı, bu da buradaki ve ülkenin başka yerlerindeki
ticarete yarar sağlıyor. O yüzden bu andan itibaren bizim kar­
tel için çalışmayı kabul etsen iyi olur. Bana bu işe katılanların
isimlerini vermen lazım.”
“Olmaz ‘Luca’, sen ne diyorsun? Ben altı üstü beş kere git­
miş sıradan biriyim. Orada benim sözüm geçmez. Önemli biri
bile değilim.”

145
JUAN PABLO ESCOBAR

“Olsun ama onları tanıyorsun. İşlerin nasıl yürüdüğünü bi­


liyorsun. Yürü, seni ‘Patron’a götüreyim. Doğrudan konuşur­
sunuz, bu iş de fazla uzamaz.”
“Aşkım dur, sakin ol. Önce bildiklerimi anlatayım. Tele­
fonda anlatmaya çekindim. Nakliyatı gringolarla yapıyoruz.
Uyuşturucuyla mücadeleden yetkililerle. Bizi Miami Hava­
alanında karşılayıp koridor ve merdivenlerden geçirerek
otoparka kadar götürüyorlar. Uyuşturucu yüklü çantayı açıp
sayıyorlar çünkü geçirdikleri her kilo başına komisyon alı­
yorlar. Ardından havaalanından çıkarıp birkaç kilometre öte­
de teslimatı gerçekleştiriyorlar. Teslim ettikleri an ödemeleri­
ni nakit olarak alıyorlar.”
“Luca” duyduklarına inanamasa da Silvia’ya güvenmişti
çünkü babamın korkusundan yalan söylemeyeceğini biliyor­
du. Kızın o hatta ticaret yapan diğer insanlara neler olacağını
düşününce korkudan titrediğini görmüştü. “Luca”, Antioquia-
h hat sahipleri Andres Felipe ve Carlos’un işine el koyacaktı.
Hayatını kurtarmak için “Luca”nm ekibiyle işbirliği yapmak
zorunda olduğunu biliyordu.
“Luca” aldığı başka bilgilerden sonra Silvia’ya sıcak bir
şekilde veda edip babamın yanına gitti. İkisi de ilişkilerinin
bu durumdan kaçınılmaz olarak etkileneceğini biliyordu: Gü­
zellik ve duygular bir yana atılacaktı çünkü artık iş ortağı ola­
caklardı.
“Luca”, La Catedral’de hikâyeyi anlatırken babam başını
sallayarak onaylıyordu. Diğerleri ise şaşkınlık içerisinde ses­
sizce dinliyorlardı.
“Hatun çok acayipti, değil mi Patron? Havaalanına gidip
malları taşıyan ‘katır’lan izler ve yakınlardaki bir restorandan
operasyonun detaylarım öğrenirdim. Orada kendime bir viski
söyleyip hepsinin geçtiğine dair telefon beklerken yavaşça yu-

146
-TREN" HATTI

dumlardım. Başarmıştık ulan! Harikaydı oğlum, dört saat için­


de işi halletmiştik.”
Babam gülümsüyordu. “Luca” daha sonra işin içinde olan
yetkilileri ve diğer insanları tarif etmişti. Sonuçta uluslararası
büyük bir yolsuzluk ağı söz konusuydu.
Babam o an araya girip şunları söyledi:
“Hattın sahipleriyle Medellin’de, 10 numaralı sokaktaki
bir dükkânda buluşmak için Silvia’yı yem olarak kullandık.
Hemen hemen genç sayılabilecek iki adam vardı, 40 yaşında
yoklardı. Bize tüm bilgi ve kontakları verdiler. Bogota’daki
adamlarına dokunmamaya karar verdim. Onlar hattı tamamen
ele geçirdiğimin farkına varmadan onları kullanmak varken ne
diye bir çatışma başlatacaktım? O iki hıyara her şey normal
seyrinde devam etsin, işi telefon ve şifreli konuşmalarla halle­
delim diye başkentteki adamlarını çağırıp bizimkilerle tanıştır­
masını söyledim.”
“Aynen ‘Patron’, öyle oldu. Bogota’da bağlantı oluşturduk­
tan sonra her şey halloldu. Oradaki adam bize uçuşlarla ilgili
bilgi veriyordu, biz de seyahat başı kaç ‘katır’ ve ne kadar mal
götürebileceğimizi hesaplıyorduk.”
Babam, “Luca”nın sözünü keserek hikâyeye devam etti.
“Her şeyi Miami’de malı karşılayacak uyuşturucuyla mü­
cadele ekibinden ajanların çalışma sırasına göre ayarlıyorduk.
Adamlar mı çok organizeydi yoksa Jose Maria Cordova Ha-
vaalanı’ndan uyuşturucu ve ‘katır’lann sorunsuz bir şekilde
çıkmalarını sağlayan Bogotalı ve Antioquialılar mı çok sıkı
adamlardı bilmem ama kesin olan bir şey vardı ki, peşimizde
olması gereken adamlarla iş yapıyorduk.”
“Tren” hattı Enviago dağlarındaki küçük bir arazi ya da
zulada başlıyordu, buraya ulaşım Escobero tepesi üzerinden
sağlanıyordu ve sonra Magdalena Medio laboratuvarlarmda

147
JUAN PABLO ESCOBAR

işlenmiş yaklaşık dört yüz kilo kokain elde ediliyordu. Uyuş­


turucu kamyonla taşınıyordu ve çoğu zaman saklamaya bile
gerek kalmıyordu çünkü Medellin-Bogota otobanındaki polis
amirleri haftada iki kez hangi aracı kontrol etmeden geçirme­
leri gerektiğini biliyorlardı. Elbette, aylık ödenen sağlam bir
para karşılığında.
Arazinin konumu oldukça stratejikti ve organizasyonda şif­
reli olarak “cadının evi” diye biliniyordu. O zamanlar tepedeki
yol çamurlu ve heyelanh olduğundan babam Suzuki SJ-410
model aracın daha uygun olduğunu söylüyordu. Evden, Rio-
negro’daki Jose Maria Cordova Havaalanı’na 15 kilometre ya
var ya yoktu. O yolu çok iyi hatırlıyorum çünkü babam Las
Palmas caddesinin girişindeki bariyerlerden geçer geçmez
fırsattan istifade ederek ATV ve diğer motorlu oyuncaklarımı
kullanıyordum.
Beş Suziki, yola çıkmak üzere hazırlanan “katır”ları Me-
dellin’in farklı yerlerinden alıp, uyuşturucuları özel bir ayrım
olmaksızın farklı boy ve renklerdeki valizlere yerleştiren baba­
mın adamlarının beklediği “cadının evi”ne getiriyordu.
Havaalanına doğru yola çıkmadan önce yeni “katır”lara gidiş
dönüşte sorun çıkmaması için talimatları verirlerdi. Kilit nokta
onları sakinleştirmekti, bu yüzden en deneyimli kızlar tecrübe­
lerini aktarırlardı. En açık ve en önemli kuralsa, ne kadar ya­
kın arkadaş olurlarsa olsunlar birbirlerine bakamaz, aralarında
işaretleşemezlerdi. “Katırlardan biri yakalanırsa diğerleri ona
yardım edemezdi, yoksa operasyon tehlikeye girerdi.
Tüm hazırlıkları yapıp havaalanına doğru yola çıktıkları
vakit en zoruydu, kampçılar yüzünden yol genellikle kapalı
olurdu. Böyle zamanlarda “katır”lar araçtan inip uçağa vaktin­
de yetişebilmek için arabayı itmeye yardım etmek durumunda
kalıyorlardı.

148
“TREN" HATTI

Güzergâhtaki her şey ayarlandığı için uyuşturucuyu sakla­


mak gerekmediğinden süreç hızlı ve kolay işliyordu. Alınan
tek önlem narkotik köpeklerinin kokainin kokusunu almaması
için malı özel bir kâğıtla sarıp paketlemekti.
Her “katıra” (bunlar çoğu zaman kadınlardı) sahte isimlerle
uçak bileti veriliyordu. Taşıdıkları bavul ağır olduğundan ve
hostesler kimi zaman bagaj limiti aşımından şikâyet ettiğin­
den, babam en az bir tane genç adamın bagajı taşımada yardım
etmek için aynı uçakta seyahat etmesini emretmişti. Gerisi ko­
laydı çünkü havaalanmdaki bütün kontrol noktalarına rüşvet
verilmişti, bu nedenle uyuşturucuyu uçağa kadar elde taşımak
herhangi bir risk getirmiyordu.
Yolsuzluk her şeyi mümkün kılıyordu. Uzun bir zincir vardı:
Havayolu çalışanları check-in yapılırken, işaretlenmiş yolcu­
lardan pasaport, vize ve geçişlerini engelleyecek herhangi bir
belge istenmemesi için uyarılmışlardı. Elbette göçmen bürosu
yetkililerinin çoğu da (o zamanlar DAS diye bilinen îç Güvenlik
Birimi) işin içindeydi çünkü uyuşturucu yüklü “katır”lann hepsi
sorun ve gecikme yaşamadan seyahatini gerçekleştirebiliyordu.
Bir de yolcu bagajlarını arayan polisler vardı. Onlar da genç ve
güzel hanımların hoş bir gülümsemesiyle, geçmelerine izin ve­
riyorlardı. Son olarak da, uçuş biletlerini kontrol ederek uçağa
girmeye onay veren havayolu çalışanları. Onların biletlerine ya­
landan göz gezdirip pasaport göstermelerini talep etmiyorlardı.
“Tren” hattı bir saat gibi işliyordu.
“Katır”lar uçağa biner binmez isimleri telefonla Bogota’da­
ki bağlantıya iletiliyordu. Oradaki kişi de Miami’yi arayıp kar­
şılamayı vaktinde yapmaları için uyuşturucuyla mücadele eki-
bindekilere rapor veriyordu.
Yaklaşık dört saat süren yolculuğun ardından Miami’ye va­
ran “katır”Iarı rutin bir kontrolmüş gibi göstererek diğer yol-

149
JUAN PABLO ESCOBAR

culardan ayırıyorlardı. Şüphe uyandırmamak için fazla yayga­


ra yapılmıyordu, zaten turist bolluğu olması her şeyin normal
görünmesini sağlıyordu. Fakat her şey düzmeceden ibaretti.
Ceketlerinde üç koca harf bulunan ajanlar, güzel hanımları
havaalanının sınırlı erişimli bölgelerinden geçirip acil çıkış
merdivenlerine götürüyorlardı. Oraya vardıklarında grubun
bir kısmı merdivenlerden diğer kısmı ise asansörle otopark
alanına iniyordu. Vardıkları an tüm “katıf’lar yüklerini teslim
etmek zorundaydı çünkü uyuşturucu ile mücadele ekibi ajan­
larının kilo başına düşen komisyonlarını hesaplamak için malı
sayması gerekiyordu. Ardından “katıf’lar yolcu çıkışına gidi­
yor ve orada babamın Birleşik Devletler’deki adamları tarafın­
dan birkaç araçla alınıyorlardı.
Sekiz ay “Tren” hattı için çalışan “katıf’lardan birinin ba­
bama anlattığına göre, bavulu teslim etmelerinden sonra ajan­
lar kokaini sayıp şoförü altmışlı yaşlarda bir kadın olan, eski
bir arabanın bagajına yerleştiriyordu. Kır saçlı kadın arabasını
birkaç kilometre öteye sürüp payını nakit olarak alacağı baba­
mın adamlarıyla buluşuyordu. “Katıf’lar ancak o zaman bavul­
larını geri alabiliyorlardı. Kadın, seyahat başı sokulan yaklaşık
400 kilo kokain için hemen hemen bir buçuk milyon dolar alı­
yordu.
Seyahatlerden birinde “katıf’lardan biri yanlışlıkla nor­
malde olması gerektiği gibi yolcuların olduğu sıraya girmiş ve
Miami’deki olağan turist kalabalığının ortasında kaybolmuştu.
Uyuşturucu ile mücadele ajanları sayım yaptıklarında bir ki­
şinin eksik olduğunu fark edince büyük bir korkuya kapılmış
fakat sonrasında, çok geçmeden kızı bulmuşlardı.
“Tren” hattı başarısıyla yetinmeyen ve dümen çevirme­
yi seven babamın aklına “gringo”ları kandırmak için iki fikir
gelmişti: Birincisi, kontrol olmadığı için “katıf’lar daha faz­
la uyuşturucu taşıyacaktı, İkincisiyse paketleri daha kalın, her
150
"TREN" HATTI

biri bir buçuk kilo olacak şekilde yapacaklardı çünkü ajanlar


malı tartmıyor, sadece paket başı hesabı yapıyorlardı.
“Tren” hattının sayısal özeti şuydu: Haftada iki kez Medel-
lin-Miami uçuşu, seyahat başı en az 10 kişi.
Seyahat başı 400 kiloya denk gelen kırk kiloluk kokain içe­
ren el bagajı, bu da aylık 3.200 kilo eder. Yani üç yıl içinde hat­
tan, Birleşik Devletler’e yaklaşık 96 ton kokain sokmuşlardı.
O zamanlar Kolombiya’da bir kilo kokain yaklaşık 1.000
dolar ediyordu ama nakliye, ulaşım ve yetkililere ödenen kilo
başı 3.000 dolarlık pay da eklenince son fiyat 7.000 dolara
geliyordu. Florida’nın güneyinde malın kilosu 13.000 dolardı
ama aynı miktar New York’ta 30.000 dolara varabiliyordu.
Tüm bu değerleri toplarsak, Medellin Karteli’nin “Tren”
hattından elde ettiği gelirin 768 milyon dolar olduğunu söy­
lemek abartılı olmaz. Bu sebeple, babam altın çağındayken
duyduğum bir söylentinin asılsız olmadığını görüyorum. Söy­
lentiye göre çoğu hafta sonları cebine yetmiş milyon dolar gi­
riyordu ve bunu Amerikalılar’m kullandığı zehre borçluydu.
Fakat bu rakamlar Medellin Karteli için kârlı olsa da, yerel
mafyalar çok daha fazlasını kazanıyordu çünkü Birleşik Dev­
letler sokaklarındaki perakende satış kanallarının sahibi onlar-
dı. Tüketiciler fark etmiyordu ama oradaki dağıtıcılar, Güney
Amerika’dan gelen kokaini “kesme” denen bir işlemden ge­
çirip aspirin, kireç ve hatta toz haline getirilmiş cam koyarak
çoğaltıyor ve daha çok para kazanıyorlardı. Yerel tacirler, Ko­
lombiya’dan gelen bir kilo saf kokainden “kesilmiş” dört veya
daha fazla kilo çıkarıyorlardı. Diğer bir deyişle Medellin Kar­
teli 768 milyon dolar kazanırken, Miami’deki mafya örgütleri
bu rakamı dörde katlıyordu: 3.072 milyon dolar. Bu yasa dışı
operasyonun sonunda ajanlar, zincirin diğer üyelerinden çok
daha az kazanıyorlardı; yaklaşık 288 milyon dolar.

151
JUAN PABLO ESCOBAR

Bir diğer anekdot da ‘Tren’ hattının ne kadar güven yarat­


tığını gösteriyor: Babama yakın olan mafya babalarının akra­
baları, hattı bir iki haftalığına gezmek veya alışverişe Birleşik
Devletler’e gitmek için kullanıyorlardı.
Babamın başrolde olduğu inanılmaz hikâyeleri meydana
çıkarmıştım. Sonunda görüyorum ki onun yaptığı tek şey yol­
suzluktan beslenen bir işin kârlılığını bugün hâlâ arttırmaya
devam eden yasakçı politikaları ezip geçmekti. Mafya örgüt­
leri de gezegendeki büyük güçlerini bu politikalara borçludur.
Dünya, eskimiş çatışmacı vizyonunda ısrar ettiği sürece
elde edien tek şey suçluların güçlenmesi olacaktır. Fakat en
önemlisi, yasal olsun olmasın, arz talep meselesinden ötürü
yine de satılacak olan uyuşturucuları kullanma zayıflığına düş­
memek.

152
i
Kitabın diğer bölümlerinde de belirttiğim gibi babam, suç kari­
yeri boyunca bizden habersiz birçok şey yapmıştı. Fakat şimdi
anlatacağım bölüm bir suçlu olarak erişiminin ne denli sınırsız
olduğunu gösteriyor. Olanları, yaptığım araştırmalar sonucu
öğrendim. Yıllarca Miami, New York, Los Angeles’a koka­
in satarak kazanılan onlarca milyon doları yöneten, babamın
kişisel hazinedarı “Quijada” ile iletişime geçtim. Bu bölümde
onun hikâyesini anlatacağım.
Her şey babam, annem, ben ve birkaç akrabamızın yeni alı­
nan modem, çift motorlu, sarı ve turuncu şeritli, beyaz renkli
uçak Lear Jefin kutlaması için 1983 yılında Birleşik Devlet-
ler’e yaptığımız seyahatte gerçekleşti. Plana göre birkaç gün
Miami’de kalıp oradan Disney World ve Washington’a gide­
cek, ardından Medellin’e dönecektik.
Uçak, kaptan pilotu ve yardımcı pilotuyla Miami-Dade
County’deki yalnızca iş jetlerinin inişine ayrılmış küçük ve özel
bir havaalanı olan Tamiami’ye iniş yapmıştı. Uçaktan indiğimizde
“Quijada” bizi coşkuyla karşıladı ve Miami, 1601 Biscayne Bou-
levard’daki Omni Oteli’ne yerleşmemiz için yardımcı olacak iki
şoför ve iki çalışanı takdim etti. Biz koşuşturmaca içerisindeyken
“Quijada”, babama işaret yaparak kendisiyle özel olarak konuş­
mak istediğini belirtti. Bir süre konuştuktan sonra babam gezinin
on gün süreceğini ve bu süre zarfında biz dönene kadar uçağın
orada kalacağım söyledi. Fakat “Quijada”nın başka bir fikri vardı.

155
JUAN PABLO ESCOBAR

“Tamam efendim, merak etmeyin. Fakat bilginiz olsun, şu


an “tıka basa doluyum.”
“Quijada” bu lafını hâlâ hatırlıyor çünkü bu ifadeyle ba­
bama, gizli bir evde birkaç milyon dolar sakladığını, Ko­
lombiya’ya göndermek için beklediğini söylemek istemişti.
Babam mesajı almıştı ve boşluğu değerlendirerek uçağı para
dolu kutularla yüklemişti. Biz otele doğru giderken babam ve
“Quijada”, paraların gizli evden uçağa aktarılmasını organi­
ze etmişlerdi. “Quijada” kokainden kazanılan paralan uçakla
gönderirken 20, 50 ve 100 dolarlık paketler yapıyordu. 5, 10 ve
20 dolarlık banknotlar fazla yer kapladığı ve uğraştırdığı için
onları çıkarmayı önermişti. Babam ve “Quijada” uçağa yükle­
me yapılırken gözetleme yapmışlardı. İçerisi o kadar dolmuştu
ki, pilot ve yardımcı pilot koltuklarını öne eğmek durumun­
da kalmışlardı. “Quijada”, o seyahatte Medellin’e yaklaşık 12
milyon dolar gönderildiğini söylüyor. Uçak Tamiami’den kal­
kış yapınca babam ve hazinedarı da geziye devam etmek için
bizi almak üzere otele gitmişler.
“Uçak o kadar doluydu ki, kapıyı iterek kapatmak zorunda
kalmıştık,” diye anlattı Quijada.
O zamanlar ben altı yaşındaydım ve Beyaz Saray’ın par­
maklıklarının önünde babamla birlikte olan fotoğrafım o gezi­
de çekilmişti. Babam, tura katılmak için, riski hesap etmeden
sahte belgelerle FBI merkezine girdiğinde annemle yaşadığı­
mız korkuyu hâlâ hatırlıyorum.
“Quijada”nın hikâyesi dikkat çekici çünkü Birleşik Devlet-
ler’de bankacılık işlemleri, göçmenlik ve gümrük kontrolle­
rinin var olmadığı bir dönemde babamın hazinedarlığını yap­
mıştı. Bu yüzden dolarların Kolombiya’ya gönderilmesinde
çok etkiliydi ve belki de bu yüzden babam yıllarca gani gani
para kazanmış ve dünyanın en zengin kişileri arasına girmişti.

156
BABAMIN HAZİNEDARI

“Quijada”nın macerası yetmişli yılların başında, ailesi En-


vigado, La Paz’a taşındığında başlıyor. O zamanlar Henao ve
Escobar aileleri de orada yaşıyordu.
“Quijada” o zamanlar küçüktü ve bu yüzden “sert çocuk­
lar” denen grubun dışında kalıyordu. “Sert çocuklar” serserilik
yapan, en güzel kızları tavlayan, ceplerinde para olduğu belli
olan gençlerdi. Aralarında en göze çarpanı babamdı.
“Sert çocuklar bize sataşırdı. Hatta bir gün Pablo ve Gusta-
vo Gaviria, Porsche marka iki lüks arabayla mahalleye geldiler.
Bize zorla arabaları yıkattılar. La Paz’daki tek araba onlarınkiy­
di. Kimi zaman da motorlarıyla yarış yaparlardı. O zaman da
yine bize yıkatırlardı çünkü motorlar çamur içinde kalırdı.”
“Quijada” uzaktan babam ve kuzeni Gustavo’nun işlediği
suçlara tanık olmuştu. Birçoğu arasından Medellin yakınların­
daki mezarlıklardan mezar taşlarını ve Envigado’daki Sofasa
galerisinden 12 tane Renault 4 araba çaldıklarını ve de sahteci­
lik yaptıkları için yakalandıklarından başarısızlıkla sonuçlanan
telefon rehberi dağıtımı sözleşmesi gibi şeyleri hatırlıyor.
“Quijada”nın La Paz’daki günleri tükeniyordu çünkü New
York’taki annesi oğluna oturma izni almayı başararak 1976 yı­
lının ortalarında onu götürmüştü. Quijada dünyanın başkentin­
de restoranlarda garsonluk, inşaatlarda kaynakçılık ve kuryelik
gibi işlerde çalışmıştı. Ta ki üç yıl sonra babamdan bir telefon
alana kadar. Ona Miami’de iş teklif edip bir an önce yola çık­
masını istemişti.
“Quijada” ne tür bir iş olduğunu bilmeden teklifi kabul edip
babamın, güvendiği birkaç çalışanıyla birlikte güneşin başken­
tine yerleşmiş ve zamanla, Kolombiya’dan gönderilen kokain
paralarını yönetmeye başlamıştı.
“Başta Kendall civarında bir eve taşınmıştım. Hesaplan
orada burada tutuyordu. Sonra operasyonun nasıl işlediğini

157
JUAN PABLO ESCOBAR

kavradım. Ardından beni Miami’de yaşayan KolombiyalI bir


iş adamıyla bağlantıya geçirdiler. Onunla birlikte, elimde do­
lar yüklü çantalar, Miami’deki çeşitli bankalara gitmeye baş­
ladım. Adam para “çobanıydı”, yani şehirde toplanan paralan
yatırdığımız banka hesaplarının sahibiydi. Her şeyi açık açık
yapıyorduk çünkü kontrol yoktu. Neredeyse sürekli Miami Be-
ach’teki Collins Caddesi, 107 numarada onunla buluşup o haf­
ta topladığım parayı hesaba yatırıyorduk. O zamanlar haftada
bir ya da iki milyon dolar topluyordum.”
Fakat iş büyüdükçe “Quijada”nm sorumlulukları da artı­
yordu. Kendall ve Haialeah kokain dağıtımcılarından para top­
ladığı ilk iki bölgeydi. Fakat kısa sürede rotası genişledi ve
artık Miami’de yedi farklı yere gitmek zorundaydı. “Quijada”
yolculuklarını Chevrolet Impala model bir araçla gerçekleşti­
riyordu çünkü bagajı büyüktü ve içine dolarlarla dolu çantalan
sığdırabiliyordu. Daha sonra aynı işi yapmaya bir Cadillac’la
devam etti. Aracın arka koltuğunu indirip daha geniş hale ge­
tirmek için bir düğme yapılmıştı.
“‘Patron’la işi en başından net bir şekilde konuşmuştuk:
Ben sadece paralan toplayıp Kolombiya’ya gönderecektim ve
kokain dağıtımına bulaşmayacaktım. O işten ‘Rafico’ sorum­
luydu. Aynı zamanda çalışanlarla sözleşme imzalayıp ödeme­
lerini yaparak malın hiçbir zaman eksik olmayacağını garanti
etmekle yükümlüydüm.”
îş o kadar büyümüştü ki, “Quijada” seksenli yılların ba­
şında Miami’nin farklı bölgelerinden 12, New York’tan üç ve
Los Angeles’tan iki ev satın almıştı. Hepsinin altma da yeraltı
mahzenleri inşa ettirmişti. Bununla birlikte onun için çalışan,
aralarında Uruguay, Brezilya, Meksika, Kolombiya ve Birleşik
Devletler’den kişilerin olduğu 35 adamı olmuştu. “Quijada”
para toplarken açığa çıkmamaları için 50’ye yakın otomobil
satın almıştı. Ayrıca herkes ankesörlü telefon ve çağrı cihazıyla
şifreli bir şekilde iletişim kuruyordu.
158
BABAMIN HAZİNEDARI

“Paraları Miami’deki en büyük dokuz on bankaya yatırıyor­


duk. Çoğunluğun Collins Caddesi’ndeydi, daha sonra Down-
town’da (şehir merkezi). Yöneticiler artık beni tanıyordu.
Açıklama yapmama gerek kalmadan içeri sokuyorlardı. Kimi
zaman büyük valizler, kimi zaman da karton kutularla gidiyor­
dum. Daha sonra kasanın olduğu yere inip akşam 5’e kadar bir
ya da iki banka çalışanıyla birlikte teker teker paraları sayıyor­
duk. Bu haftada üç kez oluyordu. Her gün gitmemek için para­
ları biriktirip öyle götürüyordum. Ben bankaya gitmeden önce
paraları saymış oluyordum çünkü birkaç tane para sayma ma­
kinem vardı. Aynı bankanın çalışanları makineleri el altından
satın almama yardımcı olmuşlardı çünkü kanunen yasaktı.”
Fakat babam ve kuzeni Gustavo Gaviria’nın milyonlarca
doları aklamak için kurdukları etkili düzen 1983 yılında bek­
lenmedik bir darbe almıştı. Birleşik Devletler, bankacılık iş­
lemlerine sıkı kontrol getirmiş, böylece uyuşturucu kaçakçıla­
rının foyası ortaya çıkmaya başlamıştı.
“Pablo ve Gustavo bir gün beni arayıp durumun kötüye
gittiğini, bankalara girişin kapandığını ve bu yüzden dolarları
göndermek için başka bir yol bulmamız gerektiğini söylediler.
Medellin’deki Olaya Herrera Havaalam’nda bağlantıları olup
olmadığını sordum. Var, dediler. Miami’deki havaalanında
bağlantılarım olduğunu, bu şekilde parayı insanlar vasıtasıyla
gönderebileceğimizi söyledim,” diye anlattı Quijada.
Öyle de yaptılar. Fikir hemen meyvesini vermeye başla­
mıştı. “Quijada”, birinci sınıfta uçarak Medellm’e el bagajına
gizlenmiş haftalık bir, bir buçuk milyon dolar götüren adam ve
kadınlar kiralıyordu.
“Kuryeler Kolombiya’ya doğru yola çıkınca telefon edip
parayı taşıyan kişinin fiziksel özellikleriyle ilgili bilgi veriyor­
dum. Mesela kırmızı tenis tişörtlü veya beyzbol şapkalı. Me-

159
JUAN PABLO ESCOBAR

dellin’de ‘Patron’un güvenilir adamlarından biri olan ‘Tibu’


parayı teslim almakla görevliydi.”
Sistem öyle etkili işliyordu ki, babam ve “Quijada” iki gün­
de bir para göndermeye karar vermişlerdi. Bu yüzden kısa süre
içerisinde kuryelik riskini alanlar azalmış ve tarif biçimleri de
yetmez olmuştu.
“Ne yapacağımı bilmiyordum. ‘Bu kişi daha yeni gitti’
veya ‘O kıyafetleri artık herkes giyiyor’ diyorlardı. Bunun
üzerine kuryeler su kayağı kıyafeti ve havalimanında kolayca
tanınmalarını sağlayacak aksesuarlarla seyahat etmeye baş­
ladılar.”
Miami ve Medellin havaalanları arasındaki kurye trafiği
durmak bilmiyordu. Paranın büyük bir kısmını “Quijada” top­
luyor ve mahzenlerinde saklıyordu. Bu da büyük risk içeriyor­
du. Babam ve Gustavo’nun bu sorunu çözmek için bir fikirleri
vardı: Elektrikli ev aletleri. Bu devasa bir operasyondu çünkü
“Quijada” çamaşır makinesi, derin dondurucu, buzdolabı ve
mikrodalga fırın gibi eşyalar satın alıp içlerine dolarları doldu­
rarak Florida, Tampa’da ev eşyası ihracatı yapan bir firma ara­
cılığıyla gönderiyordu. Eşyalar yasa dışı yollarla “Quijada”nın
Medellin’de yaşayan bir akrabasının evine gönderiliyordu. El­
bette sorunsuz bir şekilde geçmelerini sağlayan gümrük çalı­
şanlarına rüşvet verilerek.
Babamın işi katlanarak büyüyordu fakat seksenli yılların
ortalarında crack isimli uyuşturucunun ortaya çıkması onu
daha da zengin edecekti. Amerikalı uyuşturucu tacirlerinin,
babam vasıtasıyla Kolombiya’dan aldıkları kokayı sigara gibi
içilebilen, küçük katı parçalar haline getirmeleriyle ortaya çık­
mıştı. Crack ismi de buradan geliyordu.
Bu yeni çeşide sokaktaki herkes erişebilir olmuştu. “Uyuş­
turucusuz Bir Dünya İçin” kuruluşunun yayınladığı bilgiye

160
BABAMIN HAZİNEDARI

göre 1985 yılındaki crack salgını Amerikalı kokain bağımlıla­


rının sayısını korkunç bir şekilde yükseltmişti.
“Crack, kokain ve Coca-Cola karışımıyla yapılıyordu. Ha­
mur mikrodalga fırına konulup birkaç dakika bekletildikten
sonra içilebilir hale geliyordu. Bu buluş, tüketimi ve elbette
beraberinde talebi inanılmaz şekilde çoğaltmıştı. Crack o ka­
dar çok para getiriyordu ki, saklamak için daha fazla ev almam
gerekmişti. Tam bir çılgınlıktı. Sadece bir evde haftada yak­
laşık 25 milyon dolar para saklıyordum. ‘Patron’u arayıp “Ne
yapacağım ben?” diyordum.”
“Quijada” çok sık olmasa da birçok çalışanın yetkililer tara­
fından paralarla birlikte tutuklandığını hatırlıyor.
“Yaklaşık beş, altı, yedi veya sekiz milyon dolarlık pa­
ralarla tutukluyorlardı. Ben de Medellin’i arayıp ‘Patron’a
ya da Gustavo’ya haber veriyor ve dava dosyasının bir ör­
neğini gönderiyordum. Elbette tutuklamayı gerçekleştiren
polislerin kimseye söylemeden parayı cebe indirdikleri de
oluyordu.”
Kolombiya’daki çetin savaş “Quijada”nın Birleşik Devlet­
lerdeki eylemlerini ve dolaylı olarak babamın fınansal duru­
munu bariz bir şekilde etkiliyordu. 1989’un sonlarına doğru,
başkan adayı Luis Carlos Galan suikastı ve babamı sürekli
bir takip altına almalarının ardından aralarındaki iletişim ke­
silmişti ve sekteye uğrayan işi yönetmek için mektuplaşmak
durumunda kalmışlardı.
“Tamamen bir başıma kalmıştım. Eskisi kadar mal gelmi­
yordu. Ben de para gönderemiyordum. ‘Patron’ bazen mektu­
bunda 200 kilo gönderebildiğini söylüyordu ama bu yaptığımız
iş için çok az bir miktar anlamma geliyordu. Ayrıca Kolombi­
ya’daki bağlantılarımı da kaybetmiştim. Miami’de hiçbir şey
yapamadan öylece kalakalmıştım.”

161
JUAN PABLO ESCOBAR

Öldürmek için babamın peşinde olmalarının üstüne eklenen


bu yeni tablo “Quijada”nın Birleşik Devletler’den çıkıp Pana­
ma’ya sığınmasına sebep olmuştu. Orada birkaç yıl kaldıktan
sonra hasta ve sefil bir şekilde Kolombiya’ya döndü. Uzaktan
da olsa babamın sonunu görecekti.
Görüşmemizi sonlandırmadan önce “Quijada”dan babamın
Miami’de aldığı malikâneden bahsetmesini istedim. Medyayı
yıllarca meşgul eden bir konu olmuştu bu. Fakat özellikle 2014
yılında malikâneyi on milyon dolara satın alan bir Amerika-
h’nın, evi yıktırınca içinde bir değil iki kasa bulmasının ardın­
dan büyük sansasyon yaratmıştı.
Babamın 1981 ’de Miami Beach, North Bay’den yedi yüz
bin dolara satın aldığı iki katlı, bej renkli malikâne şehirde na­
dir bulunan mobilyaları, görkemli girişi, beş odası, koya bakan
havuzu ile devasa bir yapıydı. Evi homoseksüel bir çift, eşya­
larıyla birlikte satmıştı.
“Elbette o eve birçok kez gittim. Neredeyse her gün. Çift
olan arkadaşlarım Femando ve Carolina ile gidiyordum. Bir­
kaç partiye de katıldığım oldu,” diye anlattı Quijada.
Babam 1979’da malikâneyi satın aldığında içine kocaman
bir garaj ve kasa yaptırmıştı. Kasa daha sonra Miami’ye sürgün
olarak gelen Kübalıların yaptığı düşünülen soygunda çalınmış­
tı. Kasada babama ait yaklaşık 30.000 dolar vardı.
“Hırsızların Mariel limanından sınır dışı edildikleri için,
“Marielitos” olarak bilinen 120.000 Kübalıdan birileri olduğu
söyleniyordu,” diye belirtti “Quijada”. .
Ben çok küçük olsam da annemin anlattığına göre ba­
bamla birlikte orada, on kereden fazla, yaklaşık yirmi gün­
lük tatiller yapmışız. Henao ve Escobar ailelerinin büyük
bir kısmı sık sık oraya giderdi. Hatta halalarımdan biri ora­
da evlenmişti.

162
BABAMIN HAZİNEDARI

Yetkililerin peşlerinde olduğunu düşünen Gustavo Gavi-


ria (ki o da milyon dolarlık bir ev almıştı) babama Birleşik
Devletler’deki mal varlığından kurtulmasını tavsiye ettiyse de
babamın dik kafalılığı onu, evi satmamak gibi bir hataya sü­
rüklemişti. Gustavo parasını kurtarmıştı ama kendine güvenen
babam hiçbir şey olmayacağına inandı. Birleşik Devletler’de­
ki bir bağlantısı da mal varlıklarını kaybetme riski olduğunu
söylemiş ancak babam, böbürlenerek, bir sıkıntı çıkarsa halle­
debileceğini, evi satın almak için yanında getirdiği üç milyon
dolar parayı Miami Havaalam’nda beyan ettiğini söylemişti.
Büyük bir yanılgı içerisindeydi çünkü Birleşik Devletler yar­
gısı 1985’te malikâneye ve Miami’nin kuzeyinden satın aldığı
iki yüz daireli siteye el koyacaktı.
“Quijada”ya veda ederken içimde tuhaf bir his vardı. Ba­
bama her koşulda sadık kalan bir adam Birleşik Devletler’de
kaldığı yıllar boyunca kazandığı tüm parayı nasıl kaybetmişti?
Babam gibi güçlü ve multimilyoner bir uyuşturucu kaçakçısı­
nın mali işlerinden sorumluyken nasıl olur da böylesi bir eko­
nomik çöküntüyle karşı karşıya kalırdı?
Şaşırtıcı bir şekilde, “Quijada” bugünkü durumundan hiç
şikâyetçi değildi. Zamanında malikâne sahibiyken şu an kendi­
ne ait bir evi yoktu. En iyi zamanlarında kırmızı deri koltukları
olan son model bir Cadillac kullanırken şimdi otobüse biniyor
ve hatta çoğu zaman yol parası bile olmadığı için yürümek zo­
runda kalıyordu.
“Quijada”yı nezaketiyle hatırlıyorum. Birleşik Devletler’e
gittiğimizde bize krallar gibi davranırdı. Gittiğimiz restoran­
larda garsonlara 200 dolar bahşiş verip bizi işaret ederek: “On­
larla iyi ilgilenin. Size verdiğim henüz bahşiş değil,” diyordu.
“Quijada” sonunda hiçbir şeyi olmadan her şeye sahip ola­
rak yaşamayı öğrenmişti. Ben de babamdan kalan mirası biz-

163
JUAN PABLO ESCOBAR

den alan düşmanlarımıza minnet duymayı öğrendim. Aksi tak­


dirde o kadar parayı nasıl saklayacağımı şaşırırdım.
Endişelenmeyin, uyuşturucu kaçakçılığına girecek deği­
lim. Oradan ancak uğursuzluk gelir. Cali Karteli patronlarının
1994’te, hayatımı kurtarmak istiyorsam babamın yolundan git­
mememi söylediklerini size anlattığımı hatırlıyorum. Haksız
kazanılan paranın fazla bir ömrü olmadığına inanıyorum. Bu
yüzden uyuşturucu kaçakçılığından gelen paranın uğursuzluk
getirdiği bir gerçek. Emekli olmuş veya huzur içinde yaşayan
tek bir kaçakçı tanımıyorum. Tek gördüğüm ölü veya hapiste
olan kaçakçılar. Babamın biriktirdiği servet ölümüne mal ol­
muş ama sevdiklerinin de hayatını kurtarmıştı. Birçok şeyin
sahibi olduk ama hiçbir zaman gerçek bir şeye sahip olamadık.
Ne kadar para kazandıysak o kadar özgürlüğümüzden olduk.
Hayatın vurduğu darbeler “Quijada”ya, bana ve umarım birçok
kişiye şunu sordurmuştur: “îçinde sizi bekleyen biri yoksa bir
malikâne neye yarar?”

164
BÖLÜM 10
“FINEVERY”
Kelimenin tam anlamıyla her taşın altına bakmıştım. O, baba­
mın yanında yaşadığı sayısız hikâyelerin tek taşıyıcısı oldu­
ğunu biliyordu. Gelgeldim hayatta kalabilmek için babamdan
öğrendiği iki püf nokta vardı: Saklanmak ve ağzını sıkı tutmak.
Aylarca süren soruşturmanın ardından onu, teknesiyle An-
tioquia’nın Sonson kenti yakınlarındaki Miel Nehri’nde is-
karmoz balığı tutmaya çalışırken buldum. Onca zaman sonra
izini bulduğum “Finevery” yirmi beş yıl sonra benimle sohbet
etmekte bir mâni görmedi. Hiç değişmemişti. Hâlâ etkileyici
bir yetenekle “lunfardo”27 konuşuyordu. Lakabım da kendisi
bulmuştu: Bir gün, nasıl olduğunu sorduklarında “çok iyi [very
fine]” olduğu cevabını, kelimeleri ters sırayla yerleştirerek
vermişti. “Came” yerine “necar”, viski ve rom için “Whisky-
roni” gibi kimsenin duymadığı kelimeler üretmesi de duyanları
kahkahalara boğuyordu.
Büyük olaylarda babamın yamnda yer almış çoğu kişi gibi
“Finevery” de Envigado, La Paz’dan geliyor. Ailesi oraya ta­
şındığında Escobar ve Henao aileleri çoktan oradaydı ve ba­
bam suç kariyerine çoktan başlamıştı.
“Pablo ile tanıştığımda, annenle henüz sevgililerdi. Onun­
la konuşmaya çekinirdim. Arada bir yanma yaklaşırdım ama
sadece selamlaşırdık. Bazen de gezerken karşılaşırdık. Ben de

27 Lunfardo (îsp.): Güney Amerika’da yoksul sınıflar arasında yaygın kul­


lanılan bir ağız olmakla beraber suç dünyasının gayriresmî dilidir. Tango
şarkılarında da sık sık bu ağza yer verilir, -yhn.
167
JUAN PABLO ESCOBAR

annenin bir arkadaşıyla sevgiliydim. O zamanlar Pablo’nun


çok parası olduğu belliydi çünkü onun için çalışan herkes en
iyi arabalarda geziyor, en iyi motorları kullanıyordu.”
Ancak “Finevery”, bir gün babamı semtte yalnız görünce
cesaretini toplayıp selam vermiş ve onunla çalışmak istediğini
söylemiş. Babam onu arayacağını söylemiş. Bir hafta sonra,
şimdilerde Castropol semti denilen, Poblado Kilisesi yakınla­
rındaki bir ofiste görüşmeye çağırmış.
“Bir çiftlik eviydi. Pablo’nun ofisine çağırılana kadar bir saat
bekledim. Uzun cümleler kurnazdı. Motorum olup olmadığını
sordu. Yok dedim. Bir çekmeceden 108.000 peso çıkarıp uzata­
rak, kurye olarak çalışmak üzere Calimatik 175 model bir mo­
tosiklet almamı söyledi. Sonra ‘Merak etme, bir şey olursa biz
hallederiz. Olur da polise yakalanırsan, hiçbir şey bilmiyorsun,’
dedi,” diye anlattı Finevery.
“Finevery” babamın ofisinden mutlu ve şaşkın bir şekilde
ayrılmış. Artık Pablo Escobar ve ortağı Gustavo Gaviria’nın
yeni kuryesi olmuştu. O zamanlar farkında olmasa da hayatı
her anlamda değişecekti.
“Finevery” işin içine girer girmez büyük paraların döndü­
ğü ve önemli şahsiyetlerin bulunduğu bir organizasyonla karşı
karşıya kalmıştı. Başlangıç olarak sabah yedide gelip akşam
dokuzda çıkacağı ofiste “Suzuki”, “Horacio” ve “Tonelada”
isimli üç muhasebeci ile onların denetleyicisi olan “Julia” ça­
lışıyordu.
“Finevery”nin dikkatini çeken ilk şey Gustavo Gaviria’nın
hesaplarla fazla ilgilenmesi olmuştu. Kendi harcamalarıyla
babamınkileri ayırmayı takıntı haline getirmişti. Finevery çok
geçmeden onun ne kadar cimri biri olduğunu anlamıştı. Arada
sırada dayanamayıp babamın yaptığı ölçüsüz harcamalarla il­
gili eleştiriler yaptığı oluyordu.

168
“FİNEVERY"

“Gustavo’nun elmas tutkunu olduğunu fark ettim. Büyük


miktarlarda satın alıyordu. Bir keresinde, ‘kaçmam gerekirse
tablo ve benzeri şeylerle uğraşmam, sadece elmaslarımı alı­
rım,’ dediğini duymuştum,” diye anlattı Finevery.
Babamın yanındaki ilk yıllarında “Finevery”, her gün çek­
leri nakde çeviriyor ve paranın büyük bir kısmını Medellin’de-
ki Berrio parkında bulunan Estado Bankası’na yatırıyordu.
“Şimdi az gibi geliyor, ama o zamanlar haftada iki üç kere
bankaya gidip karton kutular içinde on milyon peso alıyordum.
Büyük paralar döndürüyorduk. ”
Uyuşturucu ticareti büyüdükçe, babamın Poblado’daki ofi­
sine de her türden, neredeyse hepsi haydut tipler geliyordu.
Dediğim gibi, babam her zaman legal değil illegal işlerle ilgi­
lendiğini söylerdi.
“İnanılmazdı. Her çeşit insan vardı: Katiller, koka hamuru­
nu pişiren aşçılar, malı hazır hâlde alıp dışarı göndermek için
paketleyenler... Yani organizasyon şeması büyüktü. Pablo ve
Gustavo adeta bir suç fabrikası kurmuşlardı.”
Seksenlerin başında bir gün, dört genç ödül olarak televiz­
yon, saat, seyahat ve hatta elmaslar veren bir çekilişin biletleri­
ni satmak için ofise gelmişlerdi. Babam tüm biletleri satın aldı­
ğından neredeyse hepsini kazandı fakat ödülü ilk gelen kişiye
hediye etmişti. Ofiste öğle yemeklerinin bedava olduğu bir de
restoran vardı. İki yüz kişilik kapasitesi vardı ama zamanla ga­
rip ve başıboş insanlarla dolduğu için babam ve Gustavo resto­
ranı kapatmak zorunda kaldılar.
“Bir sürü kaçak seyirci geliyordu. Sırf beleşe yemek için.
Sıkıntı oluyordu, o yüzden kapattılar,” dedi Finevery.
“Finevery”, babamın ihanete uğradığında neler yapabilece­
ğine tanık olacaktı. Ofisteki kasada saklanan yaklaşık iki yüz
milyon peso ortadan kaybolmuştu. Babam her zamanki soğuk-
169
JUAN PABLO ESCOBAR

kanlılığıyla, önceki akşam orada kimlerin olduğunu araştırma­


larını istemişti. Kısa zamanda şüpheler gözcülük yapan emekli
bir askerin, babamın eski bir arkadaşının üzerinde toplanmıştı.
“Pablo, onu çok yakın görürdü. Hatta yıllar önce onu, ci­
nayetten yirmi yıl hapis cezası yediği Gorgona Adası’ndan
helikopterle kurtarmıştı. Pablo’nun gönderdiği birkaç adam
emekli askerin evinde parayı bulmuştu, sonrasında olanlar
gözümün önünden hiçbir zaman gitmedi. Pablo hepimize ha­
vuzun etrafında toplanmamızı söylemişti. Sonra onu bağlayıp
suya atmamızı emretti. Zavallı adam birkaç saniye içinde bo­
ğuldu. Baban yüksek sesle, ciddi bir şekilde bir pesosunu bile
çalmaya kalkışanı öldüreceğini söylemişti.”
“Finevery” zamanla babamın güvenini kazanmıştı. Bir gün
onu Nâpoles Malikânesi’ne davet edip ne zaman isterse gele­
bileceğini söylemişti.
“Off, çok acayip bir yerdi. Âdeta beş yıldızlı bir oteldi. Ar­
kadaşlarımı alıp Nâpoles’te kızlarla takılmaya giderdik. Nere­
deyse her akşam futbol maçı vardı ve oyun ancak Escobar’ın
oynadığı takım yenince biterdi. O forvet olarak oynardı ve ta-
kımındakiler de hep ona pas verirdi. Bazen diğer takımın en
iyi oyuncusunu alıp kendi takımına koyardı. Her şey kazanmak
içindi. Sonra Tablazo barına gidip likör ve bira içerdik.”
Babam, “Finevery”ye Antioquia’da çeşitli bölgelere kurulu
olan laboratuvarlarda kokanın işlenme sürecini izleme şansı da
tanımıştı.
“Pablo’nun aşçılara teslim ettiği koka hamurunu teftiş et­
mek gerekiyordu. Çoğu zaman ham maddenin düşük kalitede
olduğunu bildiriyorlardı. Mesela yüz “dalga” (bir kiloluk ha­
mur paketi) teslim edilmişse ondan sadece elli kilo kokain çı­
karabildiklerini söylüyorlardı. Bu işi ‘Patron’un en güvendiği
adamlar yapabilirdi. Ben de onlardan biriydim.”

170
"FİNEVERY"

“Finevery” gide gele işlemin nasıl yapıldığını öğrenince ba­


bamdan, birkaç kilo kokain yapmak için izin istemişti. Babam
kabul etmişti ama tek şartı vardı; kendi mutfağı olmalıydı. “Fi­
nevery” bunu zaten düşündüğünü ve evindeki avluya bir tane
ayarladığını söylemişti.
“Bir lafıma bakar demişti ve adamlarından birine, bana
on dalga (kilo) vermesini emretmişti. Oyun hamuruna benzer
bir şeydi. Kokain hidroklorüre dönüştürebilmek için sodyum
permanganat ile oksitlemek gerekiyordu. Her paket bin gram
ağırlığındaydı ama kimyasal işlemden geçince yüzde yirmisini
kaybediyordu, yani geriye 800 gram kokain kalıyordu,” diye
anlattı Finevery.
“Finevery” babamın işinin çok büyük ve üretken olduğunu
ve hatta bütün mutfakların yerini bilmediğini söylüyor. Hamur
yalnızca aşçıya teslim ediliyor ve işlenmiş ürün kilolar halinde
geri dönüyordu. Birkaç tane tedarikçisi vardı ama en güvendiği
Evaristo Porras idi. Amazonas, Leticia’da yaşıyordu ve ham
maddeyi Peru’dan getiriyordu.
Kurye olarak çalışan “Finevery”ye başka bir görev veril­
mişti: “Tezgâhtarlık”. Babama verdiği güvenden ötürü koka­
ini depolayacak bina ve araziler satın almakla yükümlendiril-
mişti. Böylece, farklı miktarlarda kokain saklayacağı dört yer
edinmişti. Sadece bir tanesinde 2.500 kilogram saklıyordu. Bu
sırada babam bir yolunu bulup malı yurt dışına çıkarmaya ba­
kıyordu.
“Finevery” babamın işindeki değişimlere de tanık olmuştu.
Esas değişim kendi kokasını üreten fakat satma olanağı bula­
mayan sürüyle insanın ortaya çıkmasıyla başladı.
“Ofisin orada sonsuz bir araba kuyruğu vardı. İnsanlar beş,
on, on beş kilo mal teslim etmek için Pablo ile konuşmaya ge­
liyordu. ‘Kaydolmak’ kelimesini kullanıyorlardı. Herkes Pab-

171
JUAN PABLO ESCOBAR

lo’nun hatlara sahip olduğunu ve gönderilen kilo başına ko­


misyon aldığını biliyordu. Hat öyle güzel işliyordu ki, Pablo
mallarının sorunsuz bir şekilde varacağını garanti ediyordu.
Kilo başı güvenlik ücreti iki bin dolardı fakat kokainin sahibi
bu parayı öderse malın getireceği kân teslim alacağına yüz­
de yüz emindi. Nakliyecilik gibi bir şeydi. Hiçbir uyuşturucu
kaçakçısı böylesini yapmamıştı. İnsanların çoğu, başta Pereira
olmak üzere, Antioquia’dan ve başka şehirlerden geliyordu.
Bariz nedenlerden ötürü Cali’den kimse gelmezdi.”
“Finevery”nin öğrendiğine göre babam kokainin gönderi­
mine yüzde yüz garanti verebiliyordu çünkü tüm süreci kendi
yönetiyordu. Üretimden, taşıma ve dağıtıma, malın Birleşik
Devletler’de satılıp kazanılan yasa dışı paranın ülkeye sokul­
masına kadar.
“Pablo’nun her yükleme için biri esas, diğer ikisi yedek
olan üç iniş pisti vardı, uçakların iniş kalkışları duruma göre
değişebiliyordu. Yalnız o da değil. Pablo, aynı anda işleyen on,
on iki hatta sahipti. Biri düşerse öbürlerine geçiyordu. Kokain
ihraç makinesi gibiydi ve para üretiyordu,” dedi Finevery.
Fakat “Finevery” her şeyin bir saat gibi işlemediğini hatırlı­
yor. Babamın her gün ofise gelen yüzlerce kilo kokainin muha­
sebesini yapmak için bilgileri dosyalara kaydeden çalışanları
vardı. Çoğu kişi gönderim ücretini ödememiş oluyordu. Hatta
kokainden gelen kazancı aldıktan sonra bile.
“Pablo çok sinirlenirdi ve bize borçluları bulmamızı söylerdi.
Yani kimi zaman tahsildarlık yapardık. Neyse ki Medellin Kamu
Teşebbüsü (EPM)’nden bir çalışan bize yardımcı oluyordu. Biz
borçluların telefonlarını veriyorduk, o da bize adres bilgilerini
veriyordu. Biz evlerine gidince borçlarını ödüyorlardı tabii.”
Her işte olduğu gibi kokain işinde de pusuya yatan, pat­
ronun babam olmasını yeterince umursamayan kişiler vardı.

172
"FİNEVERY"

“Böyle bir duruma, kokain işlerken üç dört kere denk gelmiş­


tim. Bir keresinde Santa Helena taraflarından sekiz kişi gelmişti.
Kafalarında kapüşon, ellerinde makineli tüfekle on milyon nakit
vermemizi isteyip yoksa malı götüreceklerini söylediler. Yanımız­
da para olmadığı için bize zaman tanımışlardı. Pablo’nun yanma
inip durumu anlattım. Bir şeyler yapıp anlaşma sağlamamı istedi.
Yara izlerini, saç şekillerini, saatlerini ve taktıkları zincirleri ak­
lımda tutmamı istemişti çünkü daha sonra bu detaylarla adamların
yerlerini tespit edip çaldıklarım geri alacaktık. Sonunda parayı ku­
tunun içinde, motorla getirdim ve adamlar gittiler.”
“Finevery”, Adalet Bakanı Rodrigo Lara’nın ölümünden
sonra babamı pek göremediğini anlattı. Yine de iş aksamamış,
yetkililerin baskınları yüzünden sürekli taşınsalar da, ofisler
işlemeye devam etmişti.
Hükümetin peşlerine düşmesinden dolayı kokaini işlemden
geçirme şekli de değişime uğramıştı çünkü laboratuvarların
yeri hemen tespit ediliyordu. Bu, işçi bulmayı da zorlaştırıyor­
du çünkü insanlar yakalanmaktan korkuyorlardı. Bunun üzeri­
ne Medellin’de büyük mobil mutfaklar kuruldu, bu mahzenler­
de günlük yüz, iki yüz kilo arası üretim yapılıyordu.
“Pablo’nun aşçılarından biri olan Jaime’nin aklına şehre
mutfaklar kurma fikri gelmişti. Pablo, onu ciddiye alıp dediği­
ni yaptı. ‘Şişirmek’ dediğimiz şeyi yapıp, kokainin ham mad­
desinden daha fazla ürün çıkarabilmek için mahzenler arasında
mekik dokuyorduk. Kimyasal kokusunu bastırmak için her gün
aerosol püskürtmemiz gerekiyordu. Onca aramanın ortasında
mahzenlerden hiçbirine bir şey olmaması inanılmazdı.”
“Finevery” daha anlatacak çok hikâyesi olduğunu ama ak­
şam çökmeye başladığından Miel Nehri’nde seyire çekindiği
için ertesi gün devam etmek istediğini söyledi. Yine aynı yerin
yakınlarında buluşmaya karar verdik ama artık ilgisini çekmi­
yor olacaktı ki buluşma gelmedi.

173
BÖLÜM 11
ANEKDOTLAR
Farklı dönemlerde babamın yanında bulunan insanlar bilinme­
yen birçok şeye tanık oldular ve zamanla hepsi unutuldu. Kimi
oldukça ciddi, kimisi fazla önemli olmayan fakat bilinmeyi
hak eden olaylardan, kitap için gerçekleştirdiğim görüşmeler
sayesinde haberim oldu.

OREJAS’IN KURTULUŞU
Bu inanılmaz hikâyeyi bana, babamın uyuşturucu kaçakçılı­
ğından zengin olmaya başladığı dönemlerde yanında çalıştığı
bir adam anlattı.
Dediğine göre İç Güvenlik Birimi, yani DAS ajanları, Mia-
mi’de üretilen kokainden kazanılan kara paranın büyük bir kıs­
mını Panama’da aklamakla görevli olan “Orejas”ı Medellin’de
yakalamışlardı. “Orejas” örgütte önemli bir isim olduğu için
hemen Birleşik Devletler’e iadesi istendi.
Tutuklanması Medellin Karteli için büyük bir darbey­
di çünkü Panama şehrindeki bankalarda hesap açtırmak için
“Orejas”ın bağlantıları kullanılıyordu. Babamm hazinedarının
Miami’den yatırdığı paraları normal kanallarla Medellin ban­
kalarına transfer ediyordu ve “Finevery” gibi adamlar da basit
bir operasyonla parayı çek olarak alıyordu.
Önemli bir karakter olduğundan “Orejas”ın iadesi Belisario
Betancur tarafından hızla onaylanmıştı. Babam, DAS’taki bir
bağlantısı aracılığıyla “Orejas”ın ertesi sabah beşte Birleşik

177
JUAN PABLO ESCOBAR

Devletler’e gönderileceğini öğrenmiş ve onu kurtarmaya karar


vermişti. Bunun için kiralık katillerinden en çetini olan “Ko-
jack”ı görevlendirmişti. Fakat operasyon büyük risk barındırı­
yordu çünkü “Orejas”, Ayacucho bölgesindeki DAS merkezine
götürülmüştü ve orada on iki saatlik mesailerle en az yirmi kişi
çalışıyordu. Bu nedenle “Kojack”a, sorun çıkaracak kişilere
rüşvet olarak vermesi için 62 milyon peso vermişti.
“Kojack”, “Orejas”m tutulduğu yeri araştırdıktan sonra
operasyonu gece on ikide, nöbet değişimi yapılırken gerçek­
leştirmeyi uygun buldu. Devamını onun ağzından aktaracağım:
“Ortalık kızışabileceği için rüşvet kullanacaktık. Ama
ne olursa olsun, buralarda söylediğimiz şekliyle, “harekâf’a
mahal vermeyecektik. Toplamda dört kişiydik. “Tibu”, için­
de para olan kutuyu taşıyordu. DAS merkezine vardığımızda
mafyadan olduğumuzu anlamaları için sert konuştum: ‘Evet,
bakalım burada kaç kişi var. Herhangi bir saçmalık yapma­
ya kalkmayın, hepinize yetecek kadar para var,’ dediğimde
çalışanlar şaşkınlık ve korku içinde kalakaldılar. Biz parayı
dağıtmaya başlayınca sessizce bizi izlediler. Altı kişi olan
parmak izi uzmanlarına birer milyon, hücre anahtarlarını ta­
şıyan kişiye beş yüz bin, iki yazmana sekiz yüz bin, sekretere
telefonları açmaması için bir buçuk milyon, temizlikçi kadı­
na iki yüz bin (çok mutlu olmuştu), DAS müfettişine sekiz
milyon... Bu şekilde birim müdürüne kadar herkese dağıttık.
Fakat “Orejas”ı aramaya gittiğimizde neredeyse bulamıyor­
duk çünkü korkudan masanın altına saklanmıştı. Öncesinde
ölümle tehdit etmişler, bu yüzden onu öldürmeye geldiklerini
düşünmüş. 12.20 gibi oradan ayrıldık. Her şeyi 20 dakikada
halletmiştik ama çıkmadan önce, silahlı olan memurlara, biz
çıkınca tavana kurşun sıkmalarını söyledik. Çatışmalı bir kur­
tarma operasyonu gibi görünsün diye, biz de havaya ateş ede­
rek cevap verecektik.”
178
ANEKDOTLAR

PABLO’ YA KÜLÇE ALTIN


Babam ve Gustavo Gaviria bir ara, uyuşturucu kaçakçılığı ka­
riyerlerinde kazandıkları servetin küçük bir kısmını külçe altı­
na yatırmışlardı. Kitabım için araştırma yaparken öğrendiğim
bu bilgi beni oldukça şaşırttı.
Bana anlatan kişi “Jaime” olduğu için gerçek olduğuna dair
hiçbir şüphem yok. “Jaime”nin anlattığına göre babamın Bir­
leşik Devletler’e girişi henüz yasak değilken, yani 1983 son­
larına doğru, Miami’de sıkı dostluk kurduğu bir ekonomist
vardı. Daha sonra babam Temsilciler Meclisi’nden istifa etmek
zorunda kalınca, Birleşik Devletler Büyükelçiliği tarafından
vizesi iptal edilmişti.
Bilindiği gibi kokain üzerine kurduğu ticaret ağı babamı
kısa süre içerisinde multimilyoner bir adama dönüştürmüştü.
Fakat ne kadar kazanıyorsa bir o kadar da harcıyordu. Babamın
parayı nakit olarak kullanmayı, düşünmeden harcamayı sev­
diğini ve Medellin Karteli’ndeki diğer ortakları gibi servetini
saklamak istemediğini hepimiz biliyorduk.
Babam bizi her açıdan hoş tutuyordu. Ayrıca ona yakınlaş­
mak, dostluğunu kazanmak isteyen bir sürü kişi vardı. Annem
de bu durumdan faydalanıyordu. İnsanlar anneme kişisel deko­
ratör olarak iş veriyordu. Bu şekilde ve sanat eserleri satımın­
dan aldığı komisyonlarla Latin Amerika’daki en iyi ve en zen­
gin sanat koleksiyonlarından birine sahip olmuştu. Ne yazık ki
eserlerin çoğu savaş sırasında harap oldu, diğerleri de babamın
ölümünden sonra Los Pepes tarafından ele geçirildi.
“Jaime”, Miami’deyken babam ve Gustavo’nun, bu işin ti­
caretini yapan bir tanıdıklarının olduğu New York, Queens’ten
külçe altın satın alması için kendisini aradıklarını anlattı. Satış
yasaldı fakat gönderinin önce Miami, ardından Medellın’e ya­
pılması yasa dışı bir şekilde gerçekleşmek zorundaydı.

179
JUAN PABLO ESCOBAR

“Her ay ya da bir buçuk ayda bir Pablo ve Gustavo, benden


külçe altın isterdi. Satıcı, altınları New York’tan gönderene ka­
dar onlara ulaştırmam birkaç haftayı buluyordu. Hatırladığım
kadarıyla her biri bir kilo ağırlığında 20 ila 40 adet külçe gön­
dermiştim. Gustavo’ya arada elmas da gönderiyordum. Pablo
elmaslarla ilgilenmezdi,” diye anlattı “Jaime.”
Babamla yaptığım hiçbir seyahatte külçe altına ilgisi ol­
duğunu fark etmemiştim. Sadece bir kez arkadaşlarının ısrarı
üzerine elmas almıştı. Babam ve Gustavo Gaviria ile Miami’de
Majors adlı kuyumcuya gittiğimiz bir gündü. O kadar kalaba­
lıktık ki, kuyumcunun sahibi satışı kolaylaştırmak için dükkânı
kapatmıştı. Babam 300.000 dolarlık bir elmas almıştı ama Me-
dellin’e vardığımızda beğenmeyip bir çekmeceye koydu.
Külçe altınlara ne olduğunu hiç bilmiyorum. Anneme sor­
duğumda o da, babamın altın aldığını hiç duymadığını söy­
ledi.

MİCHAEL JACKSON NÂPOLES MALİKÂNESİNDE Mİ?


Babam ve ben popun kralı Michael Jackson fanatiğiydik. Son
çıkan küplerinin kasetlerini getirttirir, birlikte izlerdik. Yaptığı
müziği çok seviyorduk. Şarkılarına birlikte eşlik ederdik. Ovni
binasında kaldığımız zamanlardı. Zenginliğin doruklarmday-
dık. Şehirdeki ilk panoramik asansörlü ve çatısında havuzu
olan binada yaşıyorduk. O zamanlar için büyük yenilikti. Mic­
hael Jackson’ın Thriller şarkısına çektiği 14 dakikalık klibiyle
herkesi şok ettiği zamanlardı. Tam bir devrimdi. Tarih Aralık
1983’tü.
Kendisine o kadar hayrandım ki, bir keresinde annemden
doğum günü temamın Michael Jackson olmasını bile istemiş­
tim. Öyle de olmuştu. Duvarlarda kocaman afişler ve hatta
Michael Jackson heykelcikli bir pasta.

180
ANEKDOTLAR

Bir gün babam, aşağı yukarı 1987’de, Nâpoles Malikâne­


sindeki bir parti için Kolombiya geleneksel müziğinde ol­
dukça tanınmış bir müzik grubu getirtmişti. Çok iyi çalıp söy­
lüyorlardı. Eminim iyi de para alıyorlardı. Fakat ben o kadar
sıkılmıştım ki babama şöyle bir fikir sundum:
“Baba, neden hep aynı kişiler yerine Michael Jackson’ı ge­
tirtmiyoruz?”
“O nasıl olacak Gregory?”
“Uçak pisti hemen şurada. Adam özel uçağıyla gelir, biz de
futbol sahasına sahne kurarız. Biraz şarkı söyler gider.”
“Peki, Birleşik Devletler’den buraya, Nâpoles’e gelmek
için ne kadar para ister sence?”
“Bilmiyorum baba ama kesin ucuz değildir. İki ya da dört
milyon dolar ister herhalde. Kim bilir.”
“Araştıralım o zaman Gregory. Aralık ayma da getirtelim.
Gelsin, burada onu güzelce ağırlarız, Gustavo’nun odasında
kalır.”
“Nasıl yani? Burada mı kalacak, baba?”
Babam soru üzerine bir an durup etrafındaki yirmiden fazla
korumaya baktı. Daha sonra kurnaz bir gülümsemeyle, ciddi
miydi şaka mı yapıyordu bilmiyorum, şöyle bir cevap verdi:
“Gelsin, birkaç saat çalsın, parasını ödeyeyim ama bitince davet
edeyim, birkaç gün kalsın, diyorum. Güzelce ağırlayalım, başına
bir şey gelmesin ama gitmek istediği zaman 50-60 milyon dolar
bırakmadan gidemeyeceğini söyleyelim, değil mi çocuklar?”
Babamın yorumu haylazca olsa da Michael Jackson’ı getirt­
me fikri aklımda kalmıştı. Sonuçta Nâpoles’e bir sürü meşhur
şarkıcılar, komedyenler, milli ve uluslararası ünü olan sihir­
bazlar getirtmişti. O yüzden popun kralını getirtme fikri kulağa
pek de uçuk gelmiyordu. Nitekim babam ve devlet arasındaki

181
JUAN PABLO ESCOBAR

çatışmanın şiddetlenmesiyle hepsi unutuldu ve bizim için aylar


boyu sürecek olan kaçak bir yaşam başladı.

NÂPOLES’TE BİR SİHİRBAZ


Babamla ilgili bilinmeyenleri ortaya çıkarmak üzere birkaç
kişiyle görüşmeye gittiğim Magdalena Medio seyahatim beni
Medellin-Bogota otobanının San Luis şehrinin dağlık bölge­
sinden geçen kısmına sürüklemişti. Tamamı dağlık, harika
manzaraları ve iki yanında doğal şelaleleri olan bir yerdi.
Bitki örtüsüyle çevrelenmiş, yan tarafında şırıl şırıl akan su-
yuyla bir nehrin olduğu epey düzensiz, derme çatma bir bara­
kanın karşısında dikiliyordum. Etrafta başka hiçbir şey yoktu.
Yirmi dakika sonra babamın sihirbazı ortaya çıktı. Şimdi
çok zayıf görünüyordu. Belli ki yüzü aylardır tıraş görmemişti
ve uzun saçları tamamen beyazlamıştı.
Zamanında Nâpoles’in düzenli misafiriydi. Babamı çok
severdi. Yıllar önce San Luis okulunda matematik öğretmeni
olmuştu ama para yok etmek, şapkadan tavşan çıkarmak ve ku­
lak arkasına marihuana sigarası gizlemek gibi hevesleri daha
ağır basmıştı.
Babam malikânede olduğu zamanlar herhangi bir gösteri
olsa da olmasa da mutlaka sihirbazın sahneye çıkmasını ister­
di. Sihirbaz iki saatlik gösterinin ardından 30.000 peso kazanıp
evine dönerdi.
Sihirbaz bir gün, bir numarasında hayvanları küçücük ku­
tulara soktuğu için, büyükannem Hermilda’nın, gösterisini
yarıda kesip Nâpoles’ten çıkarılmasını istediğini hatırlıyordu.
Üstelik numaranın sonunda hepsini geri getirmesine rağmen.
Fakat babam sihirbazı başka bir nedenden ötürü istiyordu.
O zamanlar, sevgilileriyle takıldığı, kimi zaman da yetkililer-

182
ANEKDOTLAR

den saklanmak için kullandığı cennetvari bir yerde yaşıyordu


sihirbaz. Mekân ikisi için de çok uygundu çünkü sihirbazın he­
men evinin alt tarafından buz gibi suyuyla bir ırmak geçiyordu,
kıyısında da iki kişinin sığabileceği büyüklükte bir taş vardı.
Etrafta bulunan bitkiler de yolun olduğu taraftan görülmeyi en­
gelliyordu. Bu nedenle orası, babam gibi kaçak yaşayan birinin
hayatta kalabilmek için sahip olabileceği en ideal yerdi.
Sihirbazı ziyaretim 45 dakika sürdü, ben çıkarken, o sırada
küçük bir kamyonetin içinde oradan geçen bir öğrenci grubu,
sihirbazı görünce camdan kafalarını uzatıp bağırdılar: “Hoşça
kal sihirbaaaz.”

PEDRO PİCAPİEDRA
Seksenlerin sonlarına doğru Medellin’de, uyuşturucu ticaretin­
de güç sahibi olmak için çıkan çatışmalarda gelinen şiddet ve
yozlaşma seviyesini gözler önüne seren olaylar yaşandı.
Babamın bazı adamlarının anlattığına göre Pedro Picapiedra,
Medellin’in en zengin mafyası olmuştu. Babamla tanışıyorlardı
ve her ne kadar, işlerini ayrı ayn yürütseler ve kokain gönder­
mek için aynı hatta nadiren denk gelseler de yakın bir ilişkileri
vardı.
Picapiedra, Bakan Rodrigo Lara Bonilla’nın ölümünden
sonra daha da zengin olmuştu çünkü babam, Carlos Lehder,
Gonzalo Rodriguez Gacha, ‘ MeksikalI ’ ve Cali Karteli üye­
leri dâhil birçok kişi ortalıklarda görünmemek için kaçmıştı.
Picapiedra ise kaçakçılığa devam etmişti çünkü henüz uyuş­
turucuyla mücadele ekibinin radarına girmemişti. O kadar güç
sahibi olmuştu ki, New York’ta devasa bir ofis açmış, kokain
ticaretini oradan yürütmeye başlamıştı.
1984’ün ikinci yarısında ülkeye dönen babam, Picapiedra’yı
arayıp birkaç nakliyatı paylaşmayı teklif etti. Fakat adam onu
183
JUAN PABLO ESCOBAR

sürekli oyalayıp hiçbir zaman evet demeyince babam sinirlen­


di ve bir süre görüşmediler. Ta ki bir gün Picapiedra, şehirdeki
başka bir kaçakçı ile girdiği çatışma için yardım istemek üzere
babama gelene kadar. Babam düşmanını yolundan kaldırması­
na karşılık Picapiedra’dan 200 milyon peso istemişti.
Yine de aralarındaki ilişki düzelmedi. Tersine, daha da kö­
tüye gidecekti çünkü Picapiedra, babamın Kolombiya hükü­
metine açtığı savaşta para yardımı yapmayı reddetmişti.
Bunun üzerine babam en iyi adamlarına Picapiedra’yı ka­
çırma emri verdi; fakat Poblado’da operasyonu gerçekleştir­
dikleri sırada, adamları taşıyan şoför kazara kapıya çarptı ve
silahı ateş aldı. Kötü şans eseri mermilerden biri Picapiedra’ya
isabet etti ve o anda yaşamını yitirdi.
Daha sonra olanlarsa dehşet vericiydi çünkü onu kaçırmakla
görevli adamlar Picapiedra’nın bedenini götürüp bayattaymış gibi
ailesinden fidye istediler. Rakam yüz milyon dolardı ve aile Pi-
capiedra’nm sağ salim dönebilmesi için parayı ödemeye razıydı.
Kandırmak için Picapiedra’nın yüzüne makyaj yapıldı ve
yaşadığına dair kanıt olarak fotoğrafı çekilerek ailesine gön­
derildi. Fakat aile parayı hazırlarken köylülerden biri cesedi
bulup yetkililere bildirdi. Milyon dolarlık ödemenin de önüne
geçilmiş oldu.
Ailenin çektiği yetmezmiş gibi, babamın adamları Pica-
piedra’nm küçük kız kardeşini kaçırıp dört milyon dolar fidye
istediler. Bu kaçırma biraz farklıydı çünkü kız hiçbir zaman
suçluların elinde olduğunu anlamadı, uzaktan akrabalarına mi­
safirliğe gittiğini düşünüyordu.
Babamın bu tür olayları, kendisine düşman olanların sayısı­
nı arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Onun yaptıklarının
sonuçlarına katlananlarsa, yaşanınlarm hiçbirinden haberi ol­
mayan ailesi, bizler olmuştuk.

184
ANEKDOTLAR

“CHOPO”NUN YÜZ MİLYONU


Kamera kayıtları üzerinden, ortaklan ve arkadaşları Femando
Galeano ve Francisco ‘Kiko’ Moncada’nın, babamın başlattığı
savaşa daha fazla para yatırmamak için Cali Karteli’yle anlaş­
tıklarını öğrenen babam, Medellin Karteli içinde bir intikam
dalgası başlatmaya karar verip Mario Alberto Castano, namı
diğer “Chopo”ya bu iki ailenin köklerini kazımasını emretmiş­
ti.
Babamın planlarından haberi olan Moncada ailesi çatışmacı
bir yapıya sahip olmadığından, savaşmaktansa para ödemeyi
teklif etti. Moncada ailesi aynı zamanda babamın silahlı örgü­
tünün lideri olan “Chopo”ya yüz milyon dolar teklif ettiklerini
bildiren bir mesaj yolladı.
“Chopo” parayı kabul edip aldı ama babama hiçbir şey söy­
lemeyip büyük serveti cebine indirdi. Babamın hiçbir zaman
bu olaydan haberi olmadı çünkü muhtemelen “Chopo” daha
sonra hatasını telafi edip bedelini ödemişti. Ben de bu bilgiye
kitabım için araştırma yaparken ulaştım.
Fakat Moncada ve Galeano ailesinin şansı uzun sürmedi
çünkü babamın bir diğer sağ kolu olan “Titi” yirmi milyon do­
lar sakladıkları bir sığınak keşfetti. Babam o an ölüm kararla­
rını verdi ve La Catedral’e çağırıldıkları bir gün öldürüldüler.

185
BÖLÜM12
BABAM VE NARKO-DİZİLER
Babam ve diğer uluslararası uyuşturucu kaçakçılarının hikâ­
yelerini anlatan narko-dizilerinin dünya çapındaki başarıları
tartışılmaz. Büyük yapımcılar uzun zaman önce bu tarz suç­
lu hikâyelerinin insanlarda uyandırdığı ilgiyi fark ettiler ama
onunla birlikte tüm değerlerden uzak bir kültür yaratacaklarım
öngöremediler.
Babam hakkındaki yapımların çoğalmasına karşı değilim
ama gerçekle fanteziyi karıştırarak gençlere kaçakçı olmanın ha­
valı bir şey olduğu mesaj mı vermelerine itirazım var. Sadece bu
da değil. Kara paranın güzel yanları olduğuna inandırıyorlar ve
buna kanan birçok kişi babamın hikâyesini tekrar etmeye çalışı­
yor; çünkü karşılarında hiçbir zaman kaybetmeyen, acı çekme­
yen, başına kötülük gelmeyen güçlü bir adam görüyorlar. Benim
anlattıklarımın aksi yönünde bir hayat yansıtıyorlar ekranda. O
dünyada kan, çatışma ve cinayetlerle hayatta kalınıyor.
Babamla ilgili yapımların etkisi öyle bir boyuta vardı ki;
Afrika Kıtası’ndan Kenya, Fas veya Filipinler, Rusya, Türkiye,
Afganistan, İran ve Filistin; aynı zamanda Latin Amerika’dan
Meksika, Guatemala, Peru, Arjantin, Bolivya, Ekvador, Ko­
lombiya ve Venezuela gibi ülkelerdeki genç insanlardan “Di­
zideki gibi uyuşturucu kaçakçısı olmak istiyorum”, “Kaçakçı
olmama yardım et,” gibi mesajlar almaya başladım.
Elbette hepsine tam tersi şekilde öğütlerde bulunup o kara
dünyaya giriş bileti satmadığımı söyledim. Ayrıca, babam hak-

189
JUAN PABLO ESCOBAR

kındaki Narcos, El patron del mal, El cartel de los sapos, Sin


tetas no hay paraiso, La reina del sur, El senor de los cielos
gibi dizilerden ve Benicio del Toro gibi büyük yıldızların oy­
nadığı, absürt isimli Escobar Kayıp Cennet filminden babamla
ilgili her şeyi bildiklerine yemin etmeleri beni daha çok endi­
şelendirdi.
Daima bizim gibi iyi insanların babamın gittiği yoldan git­
memesi gerektiğini, narko-dizilerinin babamı bir çeşit süper
kahraman gibi yansıttıklarım göstermeye çalıştım. Televizyon
yapımcılarının yirmi yıl öncesine ait şiddetin gerçek görün­
tüleri ve haberlerine gösterdikleri akıl almaz derecedeki ilgi
gençliğin hipnozuyla sonuçlandı.

Yeni dev eğlence endüstrisi Netflix’in belli ölçüde hayali olay­


lar katarak babamın gerçek yaşam hikâyesini anlatacaktan bir
dizi çekeceklerinden önceden haberim olmuştu. Hemen Birle­
şik Devletlerdeki bir arkadaşımla bağlantıya geçip, konunun
bizim de katkılarımızla daha doğru biçimde ve topluma, bunun
anlatılmaya değer fakat tekrar edilmemesi gereken bir hikâye
olduğunu aşılayacak şekilde işlenmesi için şirketle görüşmesi­
ni istedim.
Birleşik Devletlerdeki Netflix temsilcileriyle yaptığım ve
babamın hayatıyla ilgili her şeyin açıkça görüldüğü aile arşi­
vine sınırsız erişim sağlamayı teklif ettiğim birkaç görüşmenin
ardından gelen yanıt şu oldu: “İlgilenmiyoruz. Zaten hikâyeyi
biliyoruz, Escobar döneminde görev yapan DEA ajanı Javier
Pena’dan hikâyeyi satın aldık. Kendisi aileyle birlikte çalış­
mak istemiyor.” Görünüşe bakılırsa Netflix, Pablo Escobar
hakkında eşi ve çocuklarından daha çok şey biliyordu ve onu
hiçbir zaman tanımamış olan bir yabancının hikâyesini kabul

190
BABAM VE NARKO-DİZİLER

etmeyi tercih etmişti. Bu durum bende, dizinin içeriğine karşı


bir güvensizlik yaratmıştı.
Eylül 2016’da, ismi Narcos olan dizinin ikinci sezonunu
tamamen izledim. Bizimle ilgili bu sefer neler anlattıklarını
merak ediyordum. Detaylı bir şekilde izledikten sonra bir dizi
çelişki ve hata buldum. Bunu yazmam gerektiğini düşünerek
Facebook sayfamda “Narcos 2 ve 28 hata” adlı bir paylaşım­
da bulundum. O âna kadar sayfamdaki beğeni sayısı otuz bini
geçmezdi. Kitaplarım da yüz binden fazla satmazdı ama “Pay­
laş” butonuna bastıktan sonra her şey değişti. Bir hafta sonra
paylaşımım bir milyon üç yüz bin kişi tarafından okunmuş ve
birçok ülkeden gazeteler eleştirilerimle ilgili “Escobar’ın oğlu
Netflix’e saldırdı” başlıklı haberler yapmıştı. Bu arada sosyal
ağlarda gençlere dizinin anlattığı şeylere inanmamalarım ve
içeriğe güvenmemelerini söylediğim bir mesaj yayınladım. Bir
kısmı şöyleydi:
“Seksenler ve doksanlar arasında yaşanan gerçeklerin şe­
refine ve ülkem adına kendimi bir dizinin koca bir milletin
tarihine ve onlarca kurbanın, ailenin hayatına hakaret ederek
gerçekmiş gibi yansıttığı ciddi hataları ortaya koyma mecburi­
yetinde hissediyorum:
1. Carlos Henao (huzur içinde yatsın) benim dayımdı ve di­
zide gösterdikleri gibi uyuşturucu kaçakçısı değildi. Aksine ça­
lışkan, dürüst, saygın ve iyi bir aile babasıydı. Annemin iyi bir
dostuydu. İncil, akrilik boya ve temizlik malzemeleri satardı.
Her zaman savaştan değil barıştan, saldırmaktan değil uzaklaş­
maktan bahsederdi. Carlos Henao ne uyuşturucu kaçakçısıydı,
ne de Miami’de yaşamıştı. Francisco Toro ve masum olan bir
diğer kişiyle birlikte kaçırılıp işkenceye maruz kalmıştı. Dizi­
de kendisini gösterdikleri tarih ve yer yanlıştı. Ölümünü de po­
lis ve kaçakçılar arasında çıkan bir çatışmayla bağdaştırmışlar
fakat gerçekte haksız yere öldürülmüştü.
191
JUAN PABLO ESCOBAR

2. Babam Atldtico Nacional değil Deportivo Independiente


Medellm taraftarıydı.
3. Diziye göre “Quica” lakabıyla bilinen Dandenis Munos
Mosquera aynı anda iki yerde bulunuyor: Dizide babamın ya­
nında görülüyor fakat aslında 24 Eylül 1991’de New York’ta
hapse atılmıştı. Babam, La Catedral’den kaçtığında (Temmuz
1992) “Quica” on yıldır tutukluydu. 107 kişinin öldüğü Kasım
1989’daki Avianca uçağı saldırısına katıldığına yönelik şüp­
helerden ötürü o ülkede on yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Dönemin Kolombiya hükümeti başsavcısı Gustavo de Greiff
dilekçe göndererek “Quica”nın suçsuz olduğunu belirtip ser­
best bırakılmasını talep etmişti. “Quica” birçok cinayetten suç­
lu bulunabilirdi ama bombalı saldırıyla ilgisi yoktu.
4. Dizide La Catedral’den kaçış sahnesinde yoğun bir silah­
lı çatışma gösteriliyor ama gerçekte o derece büyük bir çatışma
olmamıştı. Sadece girenlere engel olmaya çalışan bir muhafız
hayatını kaybetmişti. Bir sürü askerin babamın kaçmasına yar­
dım ettiği gösteriliyor ama öyle olmamıştı. Firar daha hapisha­
ne inşa edilirken planlanmıştı. Babam birkaç tuğlanın gevşek
bırakılmasını istemiş, hükümet başka bir cezaevine transfer
edileceğini bildirince de kaçmıştı.
5. “Limon” lakaplı Âlvaro de Jesûs Agudelo yirmi yıl bo­
yunca babamın ağabeyi Roberto Escobar, namıdiğer “Osito”-
nun şoförlüğünü yapmıştı. Yapımın yansıttığı gibi bir anda
ortaya çıkmış bir adam değildi ve hiçbir zaman aileye ihanet
etmedi. “Limon”la, beni babamı görmem için kamyonla La
Catedral’e götürürken tanışmıştım.
6. Medellm ve Cali kartellerinin Miami ve New York pa­
zarını tek başına yönetmek için anlaşma yaptıkları da doğru
değil. Böyle bir şeye gerek yoktu. Pazar o kadar büyüktü ki, işi
bölge bölge ayırmaya ihtiyaç duyulmuyordu.

192
BABAM VE NARKO-DİZİLER

7. CIA dizideki gibi Fidel ve Carlos Castafio kardeşlere Los


Pepes örgütünü kurmayı teklif etmedi. Gerçekte bu kararı alan
kişi, Cali Karteli ve KolombiyalI yetkililerle danışıklı dövüş
içinde olan Fidel Castafio olmuştu.
8. Annem hiçbir zaman silah satın almadı veya kullanmadı.
Babama her zaman, beni silahlı şeylere bulaştırma, derdi. Di­
zide annemin korktuğundan kendine silah aldığı gösteriliyor
ama bu gerçek hayatta yaşanmadı.
9. Babamın Kolombiya polisine çok sayıda saldın düzen­
lediğini kabul ediyorum ama dizide gösterildiği gibi özel ha­
rekâttan Albay Carrillo’yu bizzat öldürmedi.
10. Hikâyeyi bilenler bilir, babam ortakları ve tefecileri Ge-
rardo ‘Kiko’ Moncada ve Femando Galeano’nun ölüm emrini
vermekle büyük bir hataya düşmüştü. Bu iki cinayet babamın
sonunda belirleyici olacaktı. “Kiko” ve Galeano, Cali Karteli
tarafından kaçırılmışlardı. Serbest bırakılmalarına karşılık ba­
bama yaptıkları ekonomik yardımı kesmeyi şart koşmuşlardı.
Babam ve adamları, bir sığınakta sakladıkları 20 milyon dolan
bulunca ihanetin farkına varmışlardı.
11. Babam son günlerinde yalnızdı. Dizide gösterdikleri
gibi etrafı adamlarıyla çevrili değildi. “Angelito” ve “Chopo”
hariç, neredeyse hepsi ya teslim olmuş ya da ölmüşlerdi. Ba­
bamın da dâhil edildiği suçlular ordusu çoktan yok olmuştu
çünkü tüm güçlerini kaybetmişlerdi.
12. Dizide sürekli malikâne tarzı evlerde saklandığımız
gösteriliyor ama gerçekte çoğu zaman derme çatma, toprak ze­
minli ve kimi zaman su ve elektriğin olmadığı evlerde kalmış­
tık. Olayı malikâneden malikâneye kaçtığımız bir yaşam gibi
yansıttıklarında hiç sıkıntı çekmemişiz gibi bir mesaj veriliyor.
Fakat gerçekler böyle değildi. La Catedral fıranndan sonraki
dönemde oldukça zor zamanlar geçirdik. O zamanlar hayattan

193
JUAN PABLO ESCOBAR

aldığım dersler babamın hikâyesini tekrar etmeyip barış yanlısı


biri olmamda bana çok yardımcı oldu.
13. Miami’de geçen “Leon”un hikâyesi anlatıldığı gibi de­
ğil. Birleşik Devletler’de yaşamadı. Hiçbir zaman da ihanet
etmedi, aksine babam adına savaşırken hayatını yitiren, sadık,
cesur bir adamdı. Castano kardeşlerin emriyle kaçırıldıktan
sonra Medellm’de hayatını yitirdi.
14. Narcos dizisinde babamı Cali sakinlerinden nefret eden
biri gibi yansıtıyorlar. Gerçekte Cali halkını hiçbir zaman tehdit
etmedi. Hatta bir gün eşinin ve ailesinden bazılarının Cali’den
olduğunu, bu yüzden de Cali halkına karşı hiçbir düşmanlığı
olmadığını, yalnızca orada yaşayan birkaç kişiyle sorunu oldu­
ğunu belirttiği bir duyuru yayınlamıştı.
15. Los Priscos örgütündeki Ricardo Prisco Lopera, dizide
gösterildiği dönemde aslında hayatta değildi. Bölümlerden bi­
rinde söyledikleri gibi doktor da değildi.
16. Babam, Gilberto Rodriguez’in kızına, düğününde bom­
balı saldın yapma emrini vermedi. Kartellerin çatışmasında ba­
bam da Cali Karteli’ndekiler de kimsenin ailesine dokunulma­
yacak kuralına her zaman saygı gösterdiler. Ele geçirilen bazı
görüntüler Rodriguez ailesine, babamın onlara karşı bir saldın
düzenlediğini düşündürtmüş ve Ocak 1988’de Mönaco binasına
yapılan bombalı saldırının sebebi olmuştu. Dizide üçüncü şahıs­
lara yönelik gerçekte var olmamış şiddet sahneleri gösteriliyor.
17. Babam kaçak olarak yaşadığı dönemlerde bizi hiçbir
zaman peşinden sürüklemedi. Annem de babam da, onlar gibi
olmayıp daha iyi şartlarda yaşayabilmemiz için eğitimimizi
her zaman ön planda tuttular. Babam onun yanında hiçbir gele­
ceğimiz olmadığını biliyordu.
18. Narcos dizisinde birçok çatışmanın ortasında kaldığımız
gösteriliyor fakat gerçekte yalnızca bir çatışmanın ortasında

194
BABAM VE NARKO-DİZ|LBr

kalmıştık: Ocak 1987’de Nâpoles Malikânesi’nden Medellfn’e


giderken Cocomâ yolunda gerçekleşen, babam, Carlos Lehder
ve üç korumanın, DAS ajanlarıyla girdiği silahlı çatışmada.
Yoğun bir çatışma olmuştu fakat kimse yaralanmamıştı. Ko­
nunun tamamını, detaylı olarak Pablo Escobar Benim Babanı
kitabımda anlattım.
19. Senaristler babamın Drogas La Rebaja’ya düzenlediği
yağmalama operasyonlarının 1993 yılında olduğunu yazmış­
lar. Hâlbuki 1988 ve 1989 yılları arasında gerçekleşmişti.
20. Dizide çizdikleri tatlı büyükanne karakterini gerçek
hayatta da görmek isterdim. Hayal kırıklığına uğrattığım için
üzgünüm ama büyükannem Hermilda ve amcam Roberto, Los
Pepes’e katılıp babamın düşmanlarıyla işbirliği yaptılar. Ko­
lombiya’da yaşamaya da bu sayede devam ettiler.
21. Kasım 1993’te başarısızlıkla sonuçlanan Almanya se­
yahatimizle ilgili çok fazla çelişki var. Büyükannem bizimle
seyahat etmedi. Birlikte de saklanmadık. O, kaçak bir yaşam
sürmekte olan oğlu Pablo yerine, Itagüi Hapishanesi’ndeki bü­
yük oğlu Roberto’yu ziyaret etmeyi tercih ediyordu. Bizi ziya­
ret ettiği tek gün babamın öldüğü gündü. O gün de yanımızda
olmak istemediği her halinden belli oluyordu.
22. Kolombiya Başsavcılığı da dizide gösterildiği kadar
bize yardım etme gönüllüsü değildi ve Başsavcı De Grieff,
babamı köşeye sıkıştırmak için gerçekleştirilen tuzakta yer
almıştı. Gerçekte, Residencias Tequendama’da rehin durum­
daydık. İki çocuk ve iki kadın, bir otel odasına kapatılmıştık.
Narcos bu tür olayların üstünü kapatıyor. Bu da o dönem tele­
vizyonda gösterilenlerle dizide anlatılanlar arasında büyük bir
uçurum oluşturuyor.
23. Dizide, babama olan aşkından parasını bile reddeden
Virginia Vallejo diye bir kadın gösteriyorlar. Bir cümlede iki

195
JUAN PABLO ESCOBAR

yalan. Aynca annemin de, babam La Catedral’den kaçtıktan


sonra sunucu kadınla konuştuğu bir sahne var. Gerçekte, ba­
bamın Virginia Vallejo ile on yıldır iletişimi yoktu çünkü Cali
Karteli’nin patronlarıyla da takıldığını söylüyordu. O kadın,
hiçbir zaman gösterildiği kadar babama yakın olmadı. Sadece
annemi aldattığı onlarca kadından biriydi.
24. Residencias Tequendama’dayken, babam bize telefon
göndermedi. Hele Virginia Vallejo ile hiç göndermedi. Bizi
otelin santralinden aradığı kanıtlanmıştır. Ne zaman arasa ka­
patırdım çünkü kendi güvenlik kurallarını çiğniyordu. 0 da,
benimle değil annem ve kız kardeşimle konuşmak istiyordu.
Fakat artık aramalarını uzun tutuyordu çünkü yerinin çoktan
tespit edildiğini biliyordu.
25. Bulunduğumuz otelin önünde hiçbir gazeteci öldürül­
medi. Bu tamamen Narcos'un uydurmasıdır. Etraf gazeteci,
polis ve askerlerle çevriliydi. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi
mümkün değildi. Bu da yetmezmiş gibi Virginia Vallejo’yu da
orada öldürüyorlar. Bunların hiçbiri yaşanmadı.
26. Babam ailesine, özellikle de babası Abel’e karşı hiçbir
zaman kötü bir laf söylemedi, küfür etmedi, aşağılamadı. Bu
tarz bir sohbet hiçbir zaman var olmadı. Babam her ne kadar
dışarıda terör estirse de ailesine karşı çok saygılıydı.
27. Babamın ölümünden sonra annemi, Cali’de görüşmeye
çağırdılar. Görüşmeye zamanın büyük mafya babalarınm kırk­
tan fazlası katılmıştı. Gerçekte hayatımızı kurtaran Gilberto
değil Miguel Rodriguez idi. Bilindiği gibi o görüşmede mafya
babalan hayatımızı bağışlamaya karşılık her şeyimizi elimiz­
den aldılar.
28. Bölümlerden birinde büyükannem, annemi babama iha­
net etmekle suçluyor. Bundan daha büyük bir yanlış olamaz
çünkü Cali Karteli’yle işbirliği yapıp ihanet eden asıl kendi-

196
babam ve narko-dİzIler

si ve çocuklarıydı. Hatta büyükannem, Estrella şehrindeki bir


notere gidip Pablo Emilio Escobar Gaviria diye bir oğlu ol­
madığını beyan etmişti. Bu ihanetle ilgili detayları da Pablo
Escobar Benim Babam kitabımda anlattım.

197
*
BÖLÜM13
İKİNCİ BİR ŞANS
Babamın işlediği günahların hayatıma olan etkisinden kurtul­
mak kolay olmadı fakat yaşama arzum hepsinden üstündü. 16
yaşındaydım. Hayatımız alt üst olmuş, tüm dünya bize kapı­
larını kapatmıştı. Bombalardan ve ölümden uzak bir yaşam
peşindeydik. Almanya, bir mafya babasının ailesi olduğumuz
için tekmeyi basıp bizi geri göndermişti. Kolombiya’ya döner­
ken pilot, kabin ekibi ve yolculara uçağın rota değiştireceğini
bildirmişti; çünkü Fransa, Pablo Escobar’ın akrabalarının, iki
kadın ve iki çocuk, kendi hava sahasında dolaşmasını istemi­
yordu.
Bogota’ya indiğimizde yetkililer söyledikleri otelde kal­
mazsak korumalarımızı almakla tehdit ettiler. Tüm ihtimalleri
elimizden alarak hiçbir hava yolu şirketinin bize bilet satmaya­
cağını söylediler. Başımızı sokacak bir yer aramamız yasaktı.
Ne Vatikan, ne Uluslararası Kızılhaç Komitesi, ne de Birleşmiş
Milletler... Tüm kapılar kapalıydı.
/
Bu arada güvenliğimiz için “endişe eden” Kolombiya Hü­
kümeti ve Başsavcılık; kız kardeşimin bakıcısının, sanat ve
kültür öğretmenimizin, Medellin’de yaşadığımız binanın yö­
neticisinin ve babamın iki çalışanının kaybolmasından sorum­
lu olduğu bilinen suçluları bizi korumakla görevlendiriyordu.
Babamın ölümünden sonra bir suçlu ordusu Pablo Esco-
bar’ın damgasının olduğu her şeyi yakıp yıktı ve 1993 yılında
gözleri dönmüş bir şekilde tüm nakdimizi ve mal varlığımı-

201
JUAN PABLO ESCOBAR

zı babamın işlediği suçları öne sürerek elimizden aldılar. Bir


kuruş esirgeyecek olsak hayatımızı kaybedecektik. Zamanın­
da ortakları veya arkadaşları olan kişiler bize düşman olarak
miras kalmıştı; devletin ve hatta bizim bile bilmediğimiz mal
varlıklarından haberdardılar. Bu kitaptan da anlaşılacağı gibi
babam her şeyi, herkese yüzde yüz anlatmazdı.
Düşmanlarımızın ve elimizdeki her şeyi almak üzere birle­
şen baba tarafımdaki akrabaların merhametine kalmıştık. Fa­
kat hepsine minnettarım. Aksi takdirde hiçbir zaman gerçekten
özgür olamaz ve babamın parasının mahkûmu olurdum. Soya­
dlınızı değiştirmek zorunda kaldık çünkü kaçıp yeni kimlik­
lerimizle sıfırdan başlayabilmenin tek yolu buydu. Elbette bu
babama olan sevgimi inkâr ettiğim anlamına gelmiyor. Sadece
hayatımızı kurtarmaya, bizi istemeyen ve sürekli tehditler yağ­
dıran bir ülkeden uzaklaşıp huzurlu, eğitimimizi sağlıklı bir şe­
kilde alabildiğimiz bir yaşama sahip olmaya çalışıyorduk. Ba­
bamın arkadaşları arasından durumumuzdan faydalanmayan,
hiçbir şey istemeyenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Bir yıllık arayışın ve ızdırabın ardından Mozambik’e kaçtık
fakat sivil savaşlar, açlık ve yoksulluktan bitap düşmüş bir ül­
keyle karşılaştık. Kendi halkına yemek ve hayat garantisi vere­
mezken bizim için kurtuluş olması imkânsızdı. Planladığımız
on yıllık süreç dört günde sonra ermiş ve Güney Amerika’ya
geri dönmüştük.
Karanlıktan çıkma umudumuz 1994 yılında tatlı bir yaz
sabahı, Noel’e saatler kala Buenos Aires’te yeşermişti. Ma-
puto’dan bir sürü valiz ve çok az seçenekle gelmiştik. Günler
önce tüm zamanların en güçlü mafya babasının oğluyken, şim­
di sıradan, inek gözlüklü, parasız pulsuz, toplu taşıma kullan­
makla ilgili hiçbir fikri ve hayatta kalabilmekten başka planı
olmayan Sebastiân Marroquin idim.

202
İKİNCİ BİR ŞANS

Yeniden bir yaşam inşa ederken beş yıl boyunca çok sıkı
çalıştık. Okula gittik, yeni insanlar tanıdık. Annem çalışıyordu,
mütevazı bir işle istikrarlı bir gelecek kurmaya çalışan tipik bir
Latin Amerika ailesiydik. Ta ki soyadımız, yine sahibi olmadı­
ğımız bir borcu bize ödetene kadar. Sırf babamın ailesi olduğu­
muz için suçlarını üstlenmemiz haksızlıktı. İşlediğimiz tek suç
onunla akraba olmaktı, ki bu bir suç olamazdı. Bu sefer ödeye­
ceğimiz borç annemin özgürlüğünden iki yıl çalacaktı. Annem
ve ben, hepsi Arjantinli olan bir federal yargıç, bir avukat, bir
muhasebeci ve birkaç polis memurunun komplosuna kurban
gidip tutuklanmıştık. Tek niyetin durumumuzdan faydalanmak
ve huzurumuzu bozmak olduğu kara para aklamak ve başka
bir sürü şeyden suçlandığımız davanın bezdirici araştırma ve
soruşturma süreci yedi yıl sürmüştü. Uzmanların sunduğu bil­
diriden sonra Arjantin yargıtayı davanın nihai olarak kapatıl­
masına karar verip “suçlarımızı” atfetmişti. Sekiz savcı sürecin
insan haklarına saldırı içerdiğini söylemişti.
Tanınmaktan korktuğum için arkasına saklanarak yaşadı­
ğım kara bulutlar, özgür kalınca dağılmaya başladı. Artık an­
latacak fakat tekrar yaşanmayacak bir hikâyem olduğunu dü­
şünerek bakıyordum hayata. Zamanında çekindiğim iletişim
araçları artık, yeni nesillere örnek olmak, dünyayı değiştirmek
için herkesin elinden bir şeyler geldiğini göstermek, babamın
üzdüğü insanlardan özür dilemek ve birey olarak sıfırdan bir
hayata başlama şansını yakalamak için ailemin hikâyesiyle
yüzleşmeye hazır olduğumu anlatabilmemde en büyük yar­
dımcılarım hâline gelmişlerdi.
Dört yıllık prodüksiyonun ardından 2009’da gösterilen Ba­
bamın Günahları belgeseli ile ilk kez içimde, babamın hükü­
metle olan absürt savaşında benim gibi öksüz kalan çocuklar
ve seksenlerde bunu dile getirdiği için öldürülen adalet bakanı
ile yaşananları telafi etme isteği uyanmıştı. Babamın örgütü ta-

203
JUAN PABLO ESCOBAR

rafından öldürülen, seçimlerin gözde başkan adayı Luis Carlos


Galan Sarmiento’nun çocukları Juan Manuel, Claudio ve Car­
los Femando Galan Pachön ve ölen bakanın oğlu Rodrigo Lara
Restrepo ile yaptığım ilk görüşme yıllardır suçlusu olmadığım
bir yükü üstümden atmak için attığım ilk adımdı.
Bunun yanı sıra on dört yıllık sürgün hayattan sonra ülke­
min topraklarına ayak basmak, babamın mezarına gidip göz­
yaşları içerisinde son kez veda etmeden önce, onu sevdiğimi
söylemek için de bahane olmuştu. Uğursuz mirasını üstümden
tamamen atmak ve kurbanlarından af dilemekle saygısızca
davranmak arasındaki ince çizgide denge kurarak yürürken ba­
bama olan sevgimi göstermenin bir yolunu bulduğum yeni bir
yaşama başlamak için önce babamın yasını tutmalıydım. Yetiş­
tiğim kültür için başarması zor bir denge çünkü anne ve babaya
her zaman hürmet edilir. Kanuni sınırlar içinde yaptıklarımla
kimseyi kırmamak, herkesi mutlu etmek kolay değil.
Arjantin, Kolombiya ve Ekvador’da korkularımı yenip kim­
seyi yaralamamak için kelimeleri özenle seçerek uzun saatler
boyu çekimler yaptık. Mar del Plata’da gösteriminden birkaç
gün sonra hikâyemi sunmam için dünyanın çeşitli yerlerinden
davetler almaya başladım. Tek isteğimin yaşayabilecek bir yer
bulmak olduğu zamanlar yüzüme kapanan kapılar şimdi yavaş
yavaş açılıyordu.
Bana vize veren ilk ülke Hollanda oldu. Ardından Polonya,
İspanya, Kanada, Japonya, Belçika ve Almanya; Münih Film
Festivali sırasında modem bir sinema salonunda festival direk­
törü, elinde mikrofon, kalabalığın karşısına çıkıp zamanında
bizi ülkeden atmış oldukları için ülkesi adına özür dilemişti.
Belgesel yedi uluslararası ödül kazandı. Birleşik Devlet­
lerdeki Sundance Film Festivali’nde gösterildi. Basın da öv­
gülerini eksik etmedi çünkü uzun yıllardır yapılan en iyi belge-

204
İKİNCİ BİR ŞANS

sel olmuştu. Miami Film Festivali’nden iki ödül kazandık; biri


jüri, diğeri halkın oylarıyla. Havana’nm prestijli festivalinden
de aynı ödülü aldık. Japonya, Osaka’daki Latin Beat Film Fes­
tivalinde en iyi belgesel ödülünü aldık. Japonca alt yazıyı gör­
düğümde nasıl duygulandığımı hâlâ unutamıyorum. Ekvador
ve diğer ülkelerden de ödüller aldık ve İspanyolca belgeseller
tarihinde dünya çapında en çok izlenen belgesel oldu. Sinema­
da gösterildikten altı sene sonra televizyon kanalları neredeyse
her sezon belgeseli yayınlıyorlar, bu yüzden verdiği mesaj ge­
çerliliğini hâlâ sürdürüyor.
Ödüller gelip geçicidir, ben izlenimlere dah çok önem ve­
riyorum. Mesela bir gün Polonya, Varşova’daki sunumun ar­
dından, ağlayarak yanıma yaklaşan genç bir adam, kulağıma
babasının Polonya şebekelerinden birinin başında olduğunu ve
babasını sevmekle onu reddetmek arasında mücadele verdiğini
söylemişti. Ona, bu dünyaya babalarımızın yargıçlığını yap­
maya gelmediğimizi; sevginin bir ihtiyaç olduğu ve eğer sevgi
görüyorsak buna karşılık vermemiz gerektiğini; bunun, bizi
onların suç ortağı yapmayacağını söylemiştim.
Belgesel satışa çıktıktan bir gün sonra Facebook’tan bir
sürü mesaj aldım ama bir tanesi çok ilgimi çekti. Cali Karte-
li’ndeki birinin, benim gibi sürgün edilmiş, dışlanmış ve ök­
süz kalmış çocuğuydu. Belgeseli ailesiyle birlikte izlediğini ve
beni çok iyi anladığını söylemişti. Benim için güzel bir sürpriz
olmuştu çünkü mesajım yalnızca babamın kurbanlarının değil
düşmanlarının çocuklarına da ulaşmıştı.
Sosyal medya sayesinde en uzak ülkelerden, inanılmaz
hikâyeler öğrendiğim mesajlar alabiliyorum. Hindistan, Yu­
nanistan, İtalya, İspanya, Türkiye, Filistin, Meksika ve Ko­
lombiya’dan bir sürü insan mafya çocuğu olduğunu itiraf edi­
yor. Hindistan’dan gönderilen bir mesaj beni çok etkilemişti:
“Merhaba Sebastian. Yaşadığın hayatı çok iyi anlıyorum
205
JUAN PABLO ESCOBAR

çünkü benim babam da hemen hemen aynı şeyleri yaşadı.


Bunca şey yaşadıktan sonra tüm cesaretinle bunları anlat­
man hayranlık uyandırıcı. Herkes senin kadar cesur davra­
namazdı. Sudarshan.”
Barselona’da belgesel gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı
ve sinemalarda kapalı gişe oynadı. İnanılmaz kuyruklar olu­
yor ve çoğu kişi, giriş bileti bulamamasına rağmen yağmurun
altında bekliyordu. Şehrin, şüphesiz en iyi festivali olan Docs-
Barcelona’nın açılış belgeseli olmuştu.
Maria Jose Pizarro, Barselona ziyaretimden bu şekilde ha­
berdar olmuş ve konferans verdiğim salonu öğrenerek yerimi
bulmuştu. O günlerde Pizarro da babası ile ilgili bir belgesel
çekiyordu; 26 Nisan 1990’da öldürülen M-19 komutanı Carlos
Pizarro Leongomez. Artık gerçek faillerin, yetkililerin belirt­
tiği gibi babam değil, Carlos ve Fidel Castano olduğunu bil­
diğinden benimle görüşmek istediğini söyledi. Sonradan bağ­
lantıyı kopardık ama babası hakkındaki filmin Nisan 2O15’te
başarıyla gösterime girdiğini duymak beni çok mutlu etti.
Hikâyem Kanada, Vancouver’da dev ekranda gösterildikten
sonra insanların soru sormak için sıraya girdiğini gördüm. Sı­
ranın en önünde bir sebepten çaresizce ağlayarak yanıma gelip
“Juan Pablo, sana sarılabilir miyim?” diyen kadının yüzünü
unutamıyorum. Birkaç dakika sarıldıktan sonra neden duygu­
landığını anlattı: Babamın Kasım 1989’da saldın düzenlediği
uçakta seyahat eden kurbanlardan birinin akrabasıydı. Cesar
Gaviria Trujillo’nun seyahat edeceği bir Boeing 727 uçağıydı
fakat Trujillo uçağa binmemişti. Avianca’nın 203 sefer sayılı
uçağıydı. Ne yazık ki, 100 masum insan hayatını kaybetmişti.
Sarılmanın ardından gösterdiği sakinleşme ve huzur beni
çok etkilemişti. Yetmezmiş gibi ardından şöyle demişti: “Sizi
kurbanın annesi, kız kardeşi ve yeğeniyle tanıştırayım.” Baba-

206
İKİNCİ BİR ŞANS

mın geçmişte canını yaktığı kurbanlarla karşı karşıya olmak


hiç kolay değildi fakat onlarda aileme karşı ne bir öfke ne de
nefret vardı. Tam tersini beklerken böyle olması beni çok şa­
şırtmıştı. Galan ve Lara ailelerinden özür dilememi çok hoş
karşıladılar. Babamın yol açtığı acılardan dolayı tekrar kendi­
lerinden af diledim.
Dünyayla ağır ağır yeniden yakınlaşmamız bu şekilde baş­
ladı. Her seferinde daha çok insan bizi tanıyor, bizim de zor
günler geçirmiş, akrabalarından kayıplar vermiş, fiziksel ve
psikolojik yaralar almış, soyadımızın acıyla eş anlama geldiği
hayatı geride bırakıp anlayış, saygı ve alçakgönüllülükle be­
zenmiş yeni bir yaşam kurmak için çokça mücadele vermiş bir
aile olduğumuzu görüyordu.
Babamın Günahları belgeselinden sonra ülkemin gerçekli­
ğine, çektikleri acıları benimle paylaşan kurbanlarına daha çok
yakınlaşıyordum ve bu beni Pablo Escobar’ın ilk çocuğu ola­
rak yaşadığım hayatı anlatmaya dair daha çok teşvik ediyordu
Böylece yazmaya karar verdim. Pablo Escobar, Benim Ba­
bam'ın kısa sürede çok satan olup 2016 sonlarında on üçten
fazla dile çevrilme başarısını göstermesi, sadece tanıklar eşli­
ğinde yaptığım sıkı araştırmalardan kaynaklı değildi; aynı za­
manda kendi geçmişimle olan acılı ve fazlasıyla özel bir yüz­
leşme olduğundan bu başarıya ulaşmıştı.
Kitabım yayımlandıktan sonra radyoda canlı röportajlar
yapmayı kabul ettim. Bunların ilki genç ve başarılı Arjantinli
gazeteci Andy Kusnetzoff ile gerçekleşti. Kabine girdiğimde
radyo istasyonunun telefon hatlarından birinin ucunda beni
bir sürpriz bekliyordu: Bakan Rodrigo Lara Bonilla’nın oğlu
Jorge Lara. Benimle birlikte röportaj yapmayı kabul etmesine
çok şaşırmıştım çünkü belgeselde yer alan kardeşi Rodrigo’y-
du. O zamana kadar, Jorge medya ile fazla haşır neşir olmak,

207
JUAN PABLO ESCOBAR

göze batmak istemeyen biriydi. Röportaj sayesinde affetmenin


bilgelik olduğunu, iyileştiren, sağduyu sahibi yapan bir şey ol­
duğunu anladım. 19 Kasım 2014’te, Arjantin’de gerçekleştir­
diğimiz unutulmaz sohbetimizi milyonlarca insan dinledi fakat
en dikkat çekici kısmı Jorge’nin şu sözleri oldu:
“... bildiğiniz gibi, Sebastian’la ben, ikimiz de kurbanız. Af
dilemek? Bence çok onurlu bir davranış. Elbette, asıl bu suçla­
rı işleyen kişinin af dilemesi gerekir fakat onur insanın içinde
olan bir şeydir. Ya vardır ya yoktur. Bana göre Sebastian çok
onurlu biri çünkü istese bir sürü şey uydurabilir, yalan yanlış
anlatabilirdi ama yapmadı. Ben onun nasıl biri olduğunu bili­
yorum. Ülkesindeki ve birçok ülkedeki herkes, Pablo Escobar
ile zaman geçirmiş, yaşamış biri olduğu için ona karşı tavır
alıp susmasını beklerken o, karşılarında dimdik durdu. Benim
tanıdığım kadarıyla iyimser, sempatik, sevgi dolu, her yerde
barıştan söz eden bir adam. Babasının yaptıklarından dolayı
benden af dilediğinde ona kollarımı açtım ve ‘Dostum ikimiz
de başkalarının kurbanıyız fakat senin durumun daha kötü
çünkü sen, Escobar denince akıllarına terör gelen insanlarla
yüzleşmek zorunda kaldın,’ dedim. Bu yüzden, gösterdiği ce­
sarete hayranlık duyuyorum. Babası uyuşturucu kaçakçısı olan
bir sürü insan, saklanmış ya da babasının yolundan gitmişti.
Sebastian öyle yapmadı. (...) Bu yüzden Sebastian benden af
dilediğinde, ne diyebilirim? Benden özür dileme. Olanlardan
bahsedelim, kin ve nefretle bir yere varılmayacağını göstere­
lim yeter.”
Jorge sadece dostluğumu kabul etmekle kalmadı, sayesinde
hayatımdaki en anlamlı ödüllerden birine sahip oldum. Mad­
rid’deyken bana, Rodrigo Lara Bonilla’nın ölümünden sonra
gelen sürgün yıllarında tanıştıkları aile dostu Mercedes’i takdim
etti. Mercedes, belgeselin verdiği barış mesajından çok etkilen­
mişti ve onu Birleşmiş Milletler Örgütü’ne sunmayı teklif etti.

208
İKİNCİ BİR ŞANS

Aylar geçmişti ve ben, BM’nin belgeselle ilgili benim­


le iletişime geçeceğinden umudu kesmiştim. Fakat Birlemiş
Milletler Batı Avrupa Bölge Merkezi’nde İspanya sorumlusu
olan Carlos Jimenez Rengifo ile e-posta üzerinden yaptığımız
yazışmalardan sonra belgeselin, Dünya Barış Günü’ne denk
gelen 21 Eylül 201028 tarihinde gösterilmesi kabul edildi. Gös­
terim Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Goethe Enstitüsü’n-
de gerçekleşecekti. O gün BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon,
dünya barışı ile ilgili bir mesaj yayınlamıştı. İçerisi tıklım tık­
lım doluydu ve herkes katılıp soru sormak istiyordu. Adımın
Avrupa’da, Birleşmiş Milletler ile ilgili bir organizasyonda ge­
çeceğini asla hayal edemezdim. Ben Pablo Escobar’ın oğluy­
dum ve dünya barışı ve insan haklarını savunmada en önemli
platformlardan birinde oturuyordum.
Bu tecrübe beni Kuzey Ispanya’ya, Aviles’te Temmuz
2011 ’in son haftası düzenlenen Latin Amerika Yaratıcılık Zir-
vesi’ne götürdü. Film yapımcıları, aktörler ve Birleşmiş Mil­
letler temsilcilerinin uyuşturucuyla mücadele, cinsiyet eşitliği,
insan kaçakçılığı ve çevreyi koruma hakkında tartıştıkları bir
buluşmaydı.
Benim tavrım, bilindiği üzere, uyuşturucular hakkında dü­
zenlemeler yapılması ve yasal hale getirilmesini savunmaktan
yanaydı. Dünyadaki şiddetin büyük bir kısmına, silah karabor­
sasına, yolsuzluğa ve devlet birimlerinin yozlaşmasına maddi
kaynak sağlayan uyuşturucu kaçakçılığının önüne ancak bu
şekilde geçilebilirdi. Beni uyuşturucu trafiği konusundaki en
iyi uzmanlardan biri olarak tanıtan Birleşmiş Milletler uyuş­
turucuyla mücadele uzmanına fikrimi bu şekilde beyan ettim.
Birçok konuda hemfikir olsak da uyuşturucuyla mücadele uz-

28 BM Genel Kurulu’nun 1981 ve 2001 yılında aldığı kararlar doğrultusunda


21 Eylül, Uluslararası Barış Günü/Dünya Barış Günü olarak kutlanmakta­
dır. -yhn.
209
JUAN PABLO ESCOBAR

manı, üzülerek, yaptığı işte şahsi fikirlerin hiçbir şeyi değiştir­


meyeceğini söyledi. Uzman, uyuşturucu ile mücadeleyi kon­
disyon bisikletinde koşmaya benzetti. Birleşmiş Milletler’e
göre bugün beş yüzden fazla madde herkesin ulaşabileceği yer­
lerde ve yasa dışı bile sayılmıyor. Seksenli yıllardaki çeşitlerle
kıyaslarsak rakamdaki hızlı artış durdurması mümkün olma­
yan bir seviyede. Hepimizin potansiyel birer bağımlı olduğu
gerçeğini kabul etmek gerek fakat insani değerler ve uygun bir
eğitimle bu sorunu kısa zamanda çözebilir ve etkisini en aza
indirebiliriz.
Kendi sunumumda katılımcılardan, önyargılarını bir kenara
bırakıp gözlerini kapatarak bir an için, pizzanın yasak olduğu
bir dünya hayal etmelerini istedim. Bunu duyunca hepsi güldü
ama onlara, pizza yasak olsaydı devlet kontrolü olmayacağın­
dan kalitesinin düşerek fiyatının artacağını ve napoliten pizza
kaçakçılığı yapanların da ne kadar kâr edeceğini açıkladım.
Pizza yiyen çok fazla insan olduğundan talebin sürekli arta­
cağını ve sonunda pizza pazarına sahip olmak isteyen bir sürü
kişinin bu yolda hayatını kaybedeceğini anlattım. Sonuç olarak
en iyisinin, satış kısıtlamalarının kaldırılması ve uyuşturucu ta­
cirlerinin daha fazla kâr etmek için miktarı arttırma amacıy­
la kokaine öğütülmüş cam katarak tüketicinin sağlığıyla oy­
namasının önüne geçebilmek için de düzenlemeler yapılması
gerektiğini belirttim. Bu sorunla etkili, ölçülü ve sürdürülebilir
bir şekilde mücadele etmede en önemli aracın eğitim olduğunu
savundum. 8 yaşımdayken babam, uyuşturucu kullanmamam
için beni bu şekilde eğitmişti ve sonucu gerçekten şaşırtıcıydı
çünkü etrafım Kolombiya’daki her türlü uyuşturucuyla doluy­
ken sadece 28 yaşımda marihuana denemeye teşebbüs etmiş­
tim. Fakat sürgündeki yalnızlığımda yıllar boyu ne kadar doğ­
ru davranışlar içinde ilerlesem de birçok ülkenin açtığı kapıyı
kendi ülkem bana açmamıştı.

210
İKİNCİ BİR ŞANS

Belgesel ve kitaptan sonra bir sürü röportaj verdim. Her tür­


lü soruya cevap verdim ve her zaman da vermeye, söylediğim
ve yazdığım her kelimenin sorumluluğunu almaya hazırım.
Yaptığım yayımlar bana baba olma hayalimi gerçekleştirme
fırsatını da verdi.
Eşim ve ben çocuk sahibi olmak istiyorduk ama dedesinin
suçları yüzünden onun hayatının da etkileneceğini biliyorduk.
Adil gelmiyordu ve uygun zemin oluşana kadar beklemeye
karar vermiştik. Belgeselin getirdiği olumlu tepkiler bu tecrü­
beyi yaşamamıza olanak sağladı. Kolay değildi. Klinik olarak
bir sorun yoktu, doktorlar fiziksel bir sorun olmadığını garanti
ediyorlardı ama eşim bir türlü hamile kalamıyordu.
Tedavi için Kolombiya’ya gittik. Eşim ameliyat geçirdi fa­
kat tüp bebek bile denememize rağmen Buenos Aires’e yeni
bir hayal kırıklığıyla dönmüştük. Eski hükümlüleri topluma ve
ekonomiye kazandırmak üzerine 150 yıldır çalışmalar yapan
John Howard Topluluğu tarafından davet edildiğim konferans
için Kanada’ya seyahat edecektim. Geçici süreli vizem vardı.
Seyahatten bir gün önce, beş yıldır sonuç vermeyen tedaviler­
den sonra, Tanrı’nın izniyle çocuk sahibi olacağımızı öğrendik.
Bugün Juan Emilio bana sürekli sorular soruyor ama cevap­
ları yavaş yavaş, kafasını karıştırmayarak, yaşına uygun şekil­
de ve bazıları için zamanını bekleyerek verme kararı aldım.
Henüz bir buçuk yaşındayken dedesi Pablo’nun nerede ol­
duğunu sorduğumuzda ayağa kalkıp babamın fotoğrafını gös­
terdi ve eline alıp öptü. Dedesini sevmesini istiyorum ve bu
yüzden ona maceralı gezilerimizden, Nâpoles Malikânesin­
deki motorlardan, araba yarışlarından, hayvanat bahçesinden
ve motorlu araçlarla yaptığımız tüm şımarıklıklardan bahsedip
fotoğraflar gösteriyorum. Bunun babalık görevim olduğunu
düşünüyorum. Nefret edenlere saygı duyuyorum ama Pablo

211
JUAN PABLO ESCOBAR

Escobar benim babamdı ve oğlumun dedesini sevmesini iste­


mek en doğal hakkım ve onların da buna aynı şekilde saygı
göstermesini istiyorum.
Juan Emilio’ya geçmişi, dedesinin savaş hikâyelerini ve ba­
basının barış mücadelesini nasıl anlatacağımı düşünürken 15
Şubat 2015 tarihli Pablo Escobar, Benim Babam adlı kitabımı
ona adamaya karar verdim. Eminim ki hataların tekrar edil­
mesine ancak gerçeklerle, engel olabilir ve oğlumun kimsenin
suçunun yükünü taşımadan yaşamasını sağlayabiliriz.

“Juan Emilio: Canım oğlum. Sana deden Pab-


lo’nun hikâyesini anlattığım bir kitap yazdım.
Gerçeklerin hepsi burada, anlatılan başka hikâ­
yelere inanma. Bu sayfalarda öğreneceğin hikâ­
yeleri ve yaşanan tecrübeleri hiçbir zaman tekrar
etmemeni diliyorum. Biz yeterince yaşadık ve acı
çektik, Tanrı ’dan, sana aynılarını yaşatmamasını
ve bu kitabın tüm insanlığa barış ve iyilik getirme­
sini diliyorum.
Kitabı mecburiyetten değil büyükannenin, ai­
lenin, benim, bizim hikâyemizi en iyi şekilde öğ­
renmek ve aynı hataları tekrar etmemek için oku­
malısın.
Seni sen yapan geçmişin değil, cesaretin, al­
çakgönüllülüğün, şiddete değil barışa olan inan­
cın olmalı.
Aklın, ruhun ve kalbinle huzur içinde yaşa, iyi
bir adam ol. Her insanın esas görevi budun Kötü
veya yasa dışı olan hiçbir şeye bulaşma. Vaktini
böyle şeylerle harcama, sen fazlasıyla yetenekli
birisin.

212
İKİNCİ BİR ŞANS

Bu kitap, dünyanın en iyi babasının yanında


yaşadığımın itirafıdır: Sevgili deden Pablo Esco-
bar’ın. Fakat aynı zamanda, bir insanın yaptığı
yanlış tercihlerle kendine, ailesine ve ülkesine
getirdiği olumsuz etkileri de ortaya koyan bir ki­
taptır.
Hayatın sana sunduğu çeşitli yollarda, her
adımda Ying veya Yang arasında bir seçim yap­
man gerekeceğini öğreneceksin. Babam bana bir
kez şöyle demişti: “İnsanların gözünde günah
olan her şey Tanrı ’nın gözünde öyle olmayabilir. ”
Fakat dedene duyduğum koşulsuz sevgi gözlerimi
kör etmedi ve onu, yaptığı iyilikler ve kötülüklerle
dünyaya tanıtmama engel olmadı.
Dedeni hayattayken tanıma şansına sahip ola­
madığın için üzgünüm çünkü o ailemizdeki en sev­
gi dolu insandı. Ben doğduğum günden beri onu
yaşadım, hissettim, tecrübe ettim ve ölümüne ka­
dar ona sadık oldum. Sen de ailen ve arkadaşları­
na her daim sadık olmalısın.
Sadece kendine sadık olsan yeter, diğerleri de
beraberinde gelecektir. Hiçbir zaman amcalarına
ve halalarına güvenme. Onların kalbinde bir tek
kötülük yatıyor. Sahte sevgilerine kanma, onlar­
dan ve karanlıklarından uzakta yaşa çünkü onlar
tıpkı anneni, beni ve dedeni olduğu gibi annean­
nen Tata ve teyzen Juana ’yı da sattılar.
İnançlı, iyimser ve ayaklarının üstünde durdu­
ğun bir hayatın olsun. Tıpkı dedenin dediği gibi
“mücadeleci ruhunu her zaman koru, ” elbette de­
ğerli şeyler için.

213
JUAN PABLO ESCOBAR

Hayat yolculuğunda kendine çok dikkat et ve


şunu aklından çıkarma; geçmişi değiştiremeyiz
ama şimdiyi ve yarını değiştirebiliriz.
Sana olan sevgim tarifsiz ve ölçülemez. Ancak
baba olunca anlayacaksın. Seni koşulsuz seviyo­
rum. Biz birbirimizin en sadık dostlarıyız ve her
zaman öyle olacağız. Benim tüm varlığım sensin.
Seni tüm kalbiyle, sonsuzca seven baban olarak
gördüğüm ve bildiğim her şeyi seninle paylaşıyo­
rum. Seni seviyorum J. E. Bendito, benim akıllı
bıdığım. Baban, Juan Pablo Escobar.”

İlk kitabımı orijinal adımla imzaladım çünkü oğlumun kim­


liğimle ilgili herhangi bir şüpheye düşmesini istemiyordum.
Artık Sebastiân Marroquin’im ve en büyük görevim oğluma
geçmişle bugünü ve geleceği ayırt edebilmeyi öğretmek.
Belgeselden sonra kitap yazmak beni saklandığım yerden
çıkmanın getirdiği olanaklarla tanıştırdı. Sonrasında, diğerle­
rinden farklı olarak barışa olan inancımdan ortaya çıkan ve bir
yandan kendi hikâyemi de içeren bu kitabı yazmaya karar ver­
dim.
“Chicha”, “Seforo”, “Cejitas”, “Icopor”, “La Yuca”, “El
Flaco”, “Pinina”, “Otto” ve “Chopo” gibi haydutlardan başka­
sını tanımayan çocuk gitti, yerine etrafı insan hakları savunu­
cuları, aktivistler, senatörler, politikacılar, bankacılar, başkan­
lar, bilim adamları, sanatçılar, yardımseverlerle dolu, babasının
kurbanlarıyla barışmayı tercih eden biri geldi.
Kitap birçok ülkede tanınmaya başladıkça konferans dün­
yasına giriş yaptım. Bu dünyaya girişim, Meclis’in Bağımlılık
Önleme ve Uyuşturucu Kaçakçılığını Denetleme Komisyonu
üyesi olan milletvekili Margarita Stolbizer’ın, beni farklı ke-

214
İKİNCİ BİR ŞANS

simlerden insanların bir araya gelip tecrübelerini paylaşarak


fikir alışverişinde bulunduğu Yeni Kuşaklar için Araştırma
Merkezi, i-GEN’de bir konferansa davet etmesiyle gerçekleşti.
Bu sayede ilk konferansımı Buenos Aires’te vermiştim. Orada,
bugünkü kaçakçılarla karşılaştırıldığında, babamın “devede
kulak kaldığını” söylemem büyük olay olmuştu. Yayın organ­
ları sözlerimi yanlış yorumlamıştı. Aslında dünyada uyuşturu­
cu tüketimi ve ticaretinin hızla arttığından bihaberlerdi.
Brezilya’da önemli bir banka beni, îspanyolcadan Porte-
kizceye çevrilen kitabım hakkında bir söyleşi yapmam için
Sâo Paulo’ya davet etmişti, tam da o saatte Brezilya takımının
oynadığı bir maç vardı. İçerisi doluydu fakat farklı renklerde
şapkalar takmış beş kişi dikkatimi çekmişti. Ertesi gün şehrin
belki de en büyük uyuşturucu kaçakçılığı karteli olan Primei-
ro Comando da Capital [Başkentin Baş Komutası], PCC’nin
üyeleri olduğunu öğrendim. Babamın hayatından kesitler ak­
tararak düşüncelerimi paylaştığım konuşmamı dinlemeye gel­
mişlerdi.
Birkaç hafta sonra Arjantin’deki La Rioja Eyaleti’nin Ba­
ğımlılık Önleme, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından düzen­
lenen film analizi haftasına davet edildim. Yerel polis, devlet
memurları, okullar ve diğer sektörlerden gelen insanlarla, genel
olarak uyuşturucu kaçakçılığının bize verdiği yaşam dersleri
hakkında konuştuk. Açılış konuşmasında vali yardımcısının,
yaptığım işin barışa teşvik edici olduğunu söyleyerek övgüde
bulunması beni çok etkilemişti.
Beni elektronik posta yoluyla, Kaliforniya, Los Angeles’ta-
ki “Yasa dışı Hatlar, Düşman Kuvvetler” adlı konferansa da­
vet eden Google Ideas’ın yöneticisi Jared Cohen ile trajikomik
bir anı yaşamıştık. Cohen, Birleşik Devletler vizesi alabilmem
için bana yardımcı olabileceğini söyledi. Bense, 2010 yılında
verdikleri beş yıllık vizeyi üç gün sonra iptal ettiklerinden pek
215
JUAN PABLO ESCOBAR

umudum olmadığını söyledim. Google’ın etkisiyle belki bu se­


fer vize alabilirim diye düşünerek Buenos Aires’teki Birleşik
Devletleri Büyükelçiliği’ne gittim fakat benimle ilgilenen ve
kusursuz görünümlü üniformasıyla delici bakışları olan, sarı­
şın kadın sözleriyle beni şok etmişti.
“Ne arıyorsunuz burada? Vize vermeyeceğimizi bildiğiniz
hâlde neden geldiniz?”
Diyecek söz bulamadan, ödediğim 140 doları geri almak­
sızın oradan ayrıldım. Görüşmeyi video konferans aracılığıyla
Arjantin, Puerto Madero’daki Google merkezinde yaptık.
Latin Amerika Yaratıcılık Zirvesi’nin ardından İspanya,
Aviles Belediyesi Başkanı Pilar Varela sürpriz bir teklifle gel­
mişti. Bir sonraki gün, ücretsiz bir söyleşi verip yeni oluşturu­
lan “şiddeti azaltma ve toplumsal yaşamı iyileştirme programı”
hakkında bilgi edinmem için beni yakınlardaki bir cezaevine
davet etti. Villabona’daki cezaevinin terapi bölümünde bulu­
nan tutuklularla yaptığım görüşmede hayat tecrübelerimden
bahsettim. Sorulara geçince tutuklulardan biri söz istedi ve
şöyle dedi:
“Neden arkadaşlarıma Moravia bölgesinden bahsetmiyor­
sunuz?”
“Pardon, seni iyi anlayamadım,” dedim şaşkın bir hâlde.
“Medellin’in, beş bin ailenin çöplük içinde yaşadığı ve
babanızın onlara binden fazla ev hediye ettiği bölgesi Mora-
via’dan bahsediyorum. Ben ve ailem de “Gecekondusuz Bir
Medellin” projesinden yararlanmıştık.”
Atlantik’in öbür tarafındaki Ispanya’da, bir cezaevinde ba­
bama minnettar olan bir tutukluyla karşılaşacağımı asla hayal
edemezdim.
En tuhaf tecrübemi Barbados Adası’ndaki bir konferansta
yaşadım. “Karayip Kıyı Havzasını Koruma ve Deniz Güven-
216
İKİNCİ BİR ŞANS

ligi, CABSEC 14” zirvesine davet edilmiştim. Katılımcılar


arasında hükümet yetkilileri, Karayip, Birleşik Devletler ve
Kanada’dan kara ve deniz askerleri vardı. Neredeyse tek si­
vil bendim fakat o sırada Magdalena Medio’da kitap için gö­
rüşmeler yaptığımdan bizzat katılamadım ve video konferans
yapmayı tercih ettik.
Konuşmanın ardından soru bölümüne geçince üzerinde
Kolombiya üniforması olan bir general ayağa kalktı. Pek hoş
şeyler söyleyeceğini beklemezken; babamın peşinde oldukları
dönemde aileme karşı giriştikleri savaşta takındıkları tutum­
dan ötürü, kurumu adına benden özür dilemişti. Söyledikleri
için teşekkür ederek kolluk kuvvetlerinin tutumlarındaki deği­
şim sayesinde Kolombiya hakkında daha iyimser düşünmeye
başladığımı belirtmiştim.
Brezilya’nın büyük ve güçlü bankası Itaû, en yüksek mer­
tebedeki yöneticileriyle birlikte Mendoza’da, kendine ait
üzüm bağı olan bir otelde konferans yapmak için benimle
sözleşme imzaladı. Latin Amerika’daki hemen her ülkenin
bankacıları benimle fotoğraf çektirdi ve hikâyelerimden çok
etkilendiklerini söylediler. Fırsattan istifade ederek vatandaş­
ların topluma yasal bir konumda ve şeffaf olduklarını gös­
terme aracı olarak banka hesabı sahibi olmalarının ne kadar
önemli olduğunu belirttim. Bu yorumu yaptım çünkü yirmi
yıldır sırf Pablo Escobar’m oğlu olduğum için birçok banka
bana kapılarını kapattı.
Meksika, anlattığım hikâye ve gençliğe verdiğim barış me­
sajları için bana büyük destek vererek sürekli davetlerde bu­
lundu. Meksika Cumhuriyet Senatosu Adalet Komisyonu, beni
“toplum ve ailede uyuşturucu kaçakçılığının sonuçlan” hak­
kında bir söyleşi vermem için davet etti. Yönetim kurulunun
başında, ülkesinde marihuananın yasal olmasını savunan Sena­
tör Roberto Gil bulunuyordu. Böylesine saygın bir kuruluşun
217
JUAN PABLO ESCOBAR

duvarlarında asılı duran dev pankartı görünce çok şaşırmıştım:


“Sebastiân Marroquı'n ile Adalet Komisyonu konferansı.”
Guadalajara, kibar insanları ve doğduğum yer Medellin’e
olan benzerliğiyle çok sevdiğim bir şehir. Orada belgeselimi
sunma şerefine erişmekle kalmadım, film festivalinde kitabımı
tanıtmak için de davet edildim. Bir süre sonra Expo Guadala-
jara’da Gençlik Projesi’nin ilk uluslararası forumuna katıldım.
Broşürlerde kendimi, KolombiyalI Başsavcı Alejandro Or-
donez ve foruma video konferansla katılacak olan eski Başkan
Alvaro Uribe ile yan yana görmek epey tuhafıma gitmişti.
23 Ekim 2015 benim için anılmaya değer bir gün. “Şid­
detsiz Yaşam” organizasyonu, beni 2015 Gençlik Forumu’na
konuşmacı olarak davet etmişti. Modem fuar merkezi Expo
Bancome Santa Fe’de, Meksiko’daki yüz okuldan katılan
3.500 öğrencinin karşısında Bu Tarih Tekerrür Etmemeli baş­
lıklı söyleşimi gerçekleştirdim. Gençlerin verdiğim mesajları
net bir şekilde anladığını ve sorularla katıldıklarını, fotoğraf
çektirmek ve kitabımı imzalatmak için inanılmaz kuyruklar
oluşturduklarını görmek beni çok mutlu etmişti.
Bu kitabımı bitirmeden önceki akşam, Meksika’daki Kip-
ling Lisesi’nin 1400 öğrenciyle söyleşi yapmaya gitmiştim.
Öğrencilerin vermeye çalıştığım mesajı çok iyi anladıklarını
gözlemledim fakat KolombiyalI dört öğrencinin aileleri izin
vermediği için gelemediklerini duymak beni oldukça sarsmış­
tı. Konuşmanın sonunda, öğrendiklerini, ailelerinin önyargılı
davranarak katılmalarına izin vermediği KolombiyalI arkadaş­
larına anlatmalarını rica ettim.
El Salvador’da, barış adına üç etkinlik gerçekleştirmek üze­
re gittiğim La Fundacion Mujer Legal kuruluşunda da benzer
bir olay başıma geldi. KolombiyalI diplomatlar olduklarını
belirten birkaç kişi, suça teşvik ettiğini düşünerek, etkinliğin

218
İKİNCİ BİR ŞANS

iptal edilmesini talep ettiler. Konuşmamın başlığının “Pablo


Escobar, Bu Tarih Tekerrür Etmemeli” olduğunu araştırma
zahmetinde bile bulunmamışlardı.
Her şeye rağmen, konuşmama, General Francisco Menen-
dez Enstitüsü, INFRAMEN’nden, hayatlarında başarıyla iler­
lemek için oldukça hevesli fakat uyuşturucu ve şiddet geçmiş­
lerinden dolayı damgalanan iki bin öğrenci katıldı. Gençlerden
gelen içten ve duygulu alkışlar beni çok etkilemişti. “Çete”
diye anılan bir oluşumun, tüm ülkeyi nasıl etkilediği gerçeğiy­
le tanışmak benim için önemliydi.
Babam öleli ve biz sürgün edileli yirmi beş yıl oldu. Dönüp
baktığımda, birçok ülkenin bize artık farklı gözlerle baktığı­
nı düşünüyorum; fakat ne yazık ki aynı şeyi kendi ülkem için
söyleyemiyorum. Orada çoğunluk hâlâ bize hoşgörüyle yak­
laşmıyor.
İkinci kitabımı bitirirken ülkemin, elli yıldır süregelen bir
çatışmanın sona ermesi ile geriye sadece gururu kalan bir ge­
rilla örgütünün tek çıkış yolunun teslim olmak olduğunu dü­
şünenler arasında bir tartışma sürüyor. Devlet başkanı Juan
Manuel Santos ve gerilla örgütü FARC arasında uzlaşma sağ­
lamak ile ilgili tarihi bir oylamada Kolombiya halkı ardı arka­
sı kesilmeyen savaş ve ölümlerin son bulması yönünde karar
verdi. Hükümetin çatışmaya son verme kararma uluslararası
camiadan büyük destek geldi ve Başkan, bu hareketinden ötürü
2016 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
Daha ne kadar barış içinde yaşayabilmenin mümkün oldu­
ğunu inkâr etmeye devam edeceğiz? Daha ne kadar korkuyla
yaşayacak ve umuda, doğruya, sorumluluklara ve huzur içinde,
ahlâklı bir yaşam sürmeye kapılarımızı kapatmaya devam ede­
ceğiz? Herkes bir olduğu müddetçe gemimiz barışın limanları­
na doğru ilerleyecektir.

219
JUAN PABLO ESCOBAR

Ben bu noktada Kolombiya’ya inanıyorum. Yolunu ya­


vaş yavaş açacağına dair inancımı ve umudumu koruyorum.
1991 yılında kaçırılıp 242 gün boyunca bir yatağa zincirlen­
miş vaziyette esir tutulan, eski Kolombiya Başkan Yardımcısı
Francisco Santos’un ve de babamın kurbanlarının söylediği
güzel sözler içimde bu umudu yeşertiyor. 18 Eylül 2016’da,
Amerikalı gazeteci John Otis ile National Public Radio, NPR
için yaptığı bir röportajda Santos şunları söyledi: “Pablo’yu
öldürdüklerinde (Marroquin) henüz 16 yaşında, hayatının geri
kalanı boyunca taşıyacağı fakat sorumlusu olmadığı bir yükle
başbaşa kalmıştı. Pes etmek istemiyordu. Böyle örnekleri fazla
göremezsiniz. Aksine bu suçları savunan aile yakınlan da var.
Ama o hiçbir zaman onlardan biri olmadı.”

220
PABLO ESCOBAR BENİM BABAM
kitabının ilk bölümünü okuyabilirsiniz...
Giriş 9

1. İhanet 13
2. Para Nereye Gitti? 25
3. Babamın Kökenleri 37
4. Renault Kokaini 65
5. Papa Narco 73
6. Abartı 96
7. Nâpoles: Rüyalar ve Kâbuslar 102
8. MAS Kargaşası 127
9. Politika: En Büyük Hatası 135
10. Kolombiya'ya Dönüş 153
11. Barbarlık 186
12. La Catedral'den Masallar 242
13. Ayakkabılarımı Bağlarken 278
14. Kartellerle Barış 330

Sonsöz: Sürgünde Yirmi Yıl 365


GİRİŞ

Sürgünde parçalanmış hayatımı yeniden birleştirirken,


yirmi yıldan uzun bir süre sessiz kaldım. Her şeyin bir
zamanı var ve bu kitap, tıpkı yazarı gibi olgunlaşma, içsel
hesaplaşma ve alçakgönüllülük sürecine ihtiyaç duydu.
Bu da, oturup bu hikâyeleri yazmaya hazır olduğumda
gerçekleşti.
Benim doğduğum günden, onun öldüğü güne kadar
babam benim arkadaşım, rehberim, öğretmenim ve gü­
venilir akıl hocamdı. Hâlâ hayattayken, ona gerçek hikâ­
yesini yazması için zaman zaman yalvardım, ancak o
bunu reddetti: "Gregory,"1 derdi, "tarihi yazabilmek için
önce onu bitirmen gerek."
Babam öldükten sonra onun intikamını almaya yemin
ettim ancak bu yeminimi on dakika içinde bozdum. Hepi­
mizin değişmeye hakkı vardır ve yirmi yıldan uzun bir sü­
redir hoşgörünün, huzur içinde birlikte yaşamanın, iletişi­
min, bağışlayıcılığın, adaletin ve uzlaşmanın net kuralları
tarafından yönlendirilmiş bir hayat yaşadım.
Bu kitap kimseyi suçlamıyor. Bunun yerine, Kolombi­
ya'nın ve politikasının işlevini ve Kolombiya'nın neden ba­
bam gibi insanlar çıkardığını yansıtıyor. Yaşama büyük bir
saygım var ve kitabımı bu açıdan yazdım. Babam hakkın­
da yazan çoğu insanın tersine benim gizli bir gündemim
yok.

1 Bu, babama göre benim lakabımdı. Birlikte Rusya ’nın son çarı II. Nicholas
ailesi üzerinde büyük etkisi olan gizemli ve inançlı şifacı Grigori Raspu-
tin ’le ilgili birçokfilm izlerdik.
Bu kitap mutlak bir gerçek de değildir. Bu, babamın
hayatına yakınlaşabilmek için bir araştırma, bir girişimdir.
Bu, kişişel, özel bir incelemedir. Tüm erdemlerinin yanı
sıra tüm hatalarıyla bir adamın yeniden keşfidir. Bu ki­
taptaki anekdotların çoğu, yaşamının son yılında, ateşin
başında hep beraber toplandığımız uzun ve soğuk geceler
boyu bana anlattıklarıdır. Diğerleriyse, düşmanlarının he­
pimizi öldürmeye çok yaklaştıkları anlaşıldığı zaman bana
yazılı olarak bıraktıklarıdır.
Ben her zaman babamın yanında değildim; tüm hikâ­
yelerini bilmiyorum. Hepsini bildiğini iddia edenler yalan
söylüyorlardır. Bu kitaptaki hikâyelerin çoğunu gerçekleş­
tikten çok sonra öğrendim. Babam kararlarını alırken ne
bana, ne de başkalarına danışmıştır. O kendi başına karar
veren bir adamdı.
Babamın hikâyesiyle ilgili daha fazla şey öğrenmek
adına çıktığım yolculuk beni yıllardır saklanarak yaşayan
ve ancak şimdi bana katkıda bulunabilecek insanlara gö­
türdü. Onların bu katkıları kendi anılarıma ve araştırma­
ma gereken açıklığı getirdi. Ancak en önemlisi şu ki, bu
kötü ruhun bir sonraki nesillere geçmeyeceğinden emin
olunmasına yardımcı oldular.
Babamla ilgili "gerçekler" kısmen bilinmektedir -ya da
hiç bilinmemektedir. Ve bu yüzden onun hikâyesini anlat­
mak büyük bir risk içermektedir; çünkü onun hakkında
söylenen kötü şeylerin çoğu doğru gibi göründüğü için
bunlar muazzam bir sorumluluk duygusuyla anlatılmalıdır.
Bu anlatılanlar, benim babamla ilgili olmasının yanı sıra,
insanlık tarihindeki en kötü şöhretli mafya organizasyo­
nunun başında olan bir insanın iç dünyasının kişisel ve
derin bir araştırmasıdır.
Keşke babamın kurbanlarının her birinden açıkça af
dileyebilsem... Birçok masum insanı etkileyen benzersiz,
fark gözetmeyen şiddet karşısında yaşadıkları yıkım bana
acı vermektedir. Bugün onların her birinin anısını onurlan­
dırmak için bu araştırmayı yaptığımı bilmelerini istiyorum.
Bu kitap öfkeyle değil, gözyaşlarıyla yazılacaktır. Mahkûm
etme ya da intikam arzusuyla değil ve şiddeti teşvik etmek
ya da suçu savunmak için bahaneler sunmak adına bir
girişimle değil. Okur, benim ve ailenin baba tarafı arasın­
daki derin uçurumu ilk kez açığa çıkardığım ilk bölümlerin
içeriği karşısında şaşıracaktır. Yirmi bir yıllık çatışmaların
sonucunda onlardan bazılarının babamın ölümüne neden
olan son olaylara etkin bir biçimde katkıda bulunduklarına
ikna oldum.
Babamın en kötü düşmanlarından çok onun ailesi ta­
rafından sert bir muamele gördüğümüzü söylemek abartı
olmaz. Aileye verdiğim değer yüzünden onlara her zaman
içten bir sevgi ve saygıyla yaklaştım, bunlara bir savaşın
kaosunda, yoksulluğun mücadelesinde bile bağlı kalmak
gerektiğine inanırım. Bu acı veren aile trajedisinin sadece
bir kâbus olmasını ne denli dilediğimi babam ve Tanrı bi­
lir. Babama acımasız dürüstlüğünden dolayı minnettarım;
onu net bir şekilde görmek, yaptıklarını asla savunmadan
onu olduğu gibi bir adam olarak görmek benim kaderim­
di.
Babamın Günahları isimli belgeselde af dilediğimde,
suikaste kurban gitmiş politikacılar olan Louis Carlos
Galan ve Rodrigo Lara Bonilla'nın çocukları bana, "Sen de
bir kurbansın," demişlerdi. Onlara yanıtım hâlâ aynı: Eğer
ben bir kurbansam, Kolombiyalılar'ın uzun listesinin an­
cak en sonunda olurum. Babam, bir baba, bir birey -aynı
zamanda- Kolombiya'da ve hatta dünyada acıları halen
hissedilmekte olan derin yaralar açmış bir suçlu olarak
kaderinden, hareketlerinden ve seçimlerinden sorumluy­
du. Bir daha kimsenin bu hikâyeyi tekrar etmemesi ama
bundan ders alması için bir gün bu yaraların iyileşmesini
ve iyiliğin kaynağı olmasını hayal ediyorum.
Ben körü körüne babasına sadık bir evlat değildim. Ha­
yattayken babamın şiddet içeren taktiklerini sorguladım ve
defalarca düşmanlığından vazgeçmesi, silahlarını bırak­
ması, sorunlarına şiddete başvurmadan çözümler bulması
için ona yalvardım.
Babamın yaşamıyla ilgili çeşitli düşünceler olmasına
karşın herkesin fikir birliğinde olduğu tek bir şey vardır:
Onun ailesine karşı olan koşulsuz sevgisi.
Ben, babasının yaptıklarıyla değil, sadece kendi yaptık­
larıyla hatırlanmayı dileyen bir insanım. Umarım insanlar,
bu hikâyeleri okurken benimle ilgili gerçekleri unutmaz ya
da beni babamla karıştırmazlar. Ne de olsa, bu benim de
hikâyem.

Juan Pablo Escobar


BÖLÜM 1
İHANET
3 Aralık 1993'te, babamı Medellın'e gömmek üzere yap­
tığımız yolculuğun ardından kaldığımız Residencias Tequ-
endama Apart Otel'de tek niyetimiz, koşullar elverdiğince
normal bir yaşam sürmekti. Annem, kız kardeşim Manuela
ve benim için son yirmi dört saat hayatımızın en drama­
tik bölümüydü. Sadece ailemizin liderini vahşi bir biçimde
kaybetmenin verdiği acıya dayanmak zorunda olduğumuz
için değildi bu durum. Cenazenin başlı başına bir travma
olması da oldukça etkiliydi.
Ulusal Savcılık Dairesi Direktörü Ana Montes'in babamın
ölümünü bize şahsen onaylamasından birkaç saat sonra
Medellın'deki Campos de Paz mezarlığını aradık. Cenaze
hizmeti vermek istemediler. Jardines de Montesacro me­
zarlığında da aynı şey başımıza gelebilirdi ancak o dönem­
ki avukatımız Francisco Fernândez'in akrabaları mezarlığın
sahibiydi. Babaannem Hermilda'nın bu mezarlıkta iki par­
seli vardı, biz de babamı ve öldüğünde onunla birlikte olan
"Lemon" adıyla tanınan koruması Âlvaro de Jesûs Agude-
lo'yu oraya gömmeye karar verdik.
Cenazeye katılmanın risklerini değerlendirdikten sonra
ilk kez babamın daha önce vermiş olduğu talimata karşı
geldik: "Öldüğümde cenazeme gitmeyin; orada başınıza
bir şeyler gelebilir." Mezarını ziyaret edip çiçek koymamız
fikrine bile ısrarla karşı çıkmıştı. Ancak annem "Pablo'nun
istememesine rağmen" Medellın'e gideceğini söyledi.
"O zaman hep birlikte gidiyoruz, eğer bizi öldürecek­
lerse, bırakın öldürsünler," dedim. Adalet Bakanlığı'nın gö­
revlendirdiği iki korumayla yolculuk etmek üzere küçük bir
uçak kiraladık.
Olaya Herrera Havaalam'na iniş yaptık. Uçak hâlâ ha­
reket halindeyken, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına
toplanan bir düzine gazetecinin kuşatmasına uğradıktan
sonra, Manuela ve annem kırmızı, ben ve kız arkadaşım
Andrea siyah SUV tipi araçlara bindirildik.
Jardines de Montesacro mezarlığına vardığımızda, çok
sayıda insanın cenazeye katılmış olduğunu gördüm ve şa­
şırdım. Bu, alt sınıfın babama karşı hissettiği sevginin bir
göstergesiydi ve yokluk bölgelerinde bir spor sahasının ya
da bir sağlık merkezinin açılışını yapmaya gittiğinde attıkla­
rı sloganın aynısını attıklarını duymak beni duygulandırdı:
"Pablo! Pablo! Pablo!"
Bir anda aracın çevresini düzinelerce insan sardı ve biz
babamın gömüleceği yere doğru giderken arabaya vur­
maya başladılar. Korumalardan biri bana dışarı çıkıp çık­
mayacağımı sordu ancak bunun tehlikeli olabileceğini bili­
yordum. Babamın uyarısını hatırladım ve en mantıklısının
geri adım atmak olduğuna karar verdim. Buna rağmen
arabadan inmek isteyen annemle kız kardeşimi beklemek
için mezarlığın ofisine gittik.
Ofise girdikten birkaç dakika sonra içeri panik ve göz­
yaşları içinde bir sekreter girdi. Birisi arayıp bir saldırı
düzenleneceğini haber vermişti. Hemen oradan çıktık ve
cenaze bitene kadar siyah aracın içinde kaldık. Oraday­
dım, sadece on beş metre uzakta ancak cenazeye katıla­
madım, babama veda edemedim.
19 Aralık 1993'te, babamın ölümünden iki hafta sonra,
Medellın'den bir telefon aldık: Itagüî'deki yüksek güvenlikli
cezaevinde amcam Roberto Escobar'a suikast girişiminde
bulunulmuştu.
O sırada Bogota'daki Residencias Tequendama'nın
yirmi dokuzuncu katında yoğun bir koruma altında yaşı­
yorduk. Endişeli hâlde neler olduğunu öğrenmeye çalış­
tık ancak kimse bir şey söyleyemiyordu. Televizyondaki
bir haberde Roberto'nun Ulusal Savcılık Dairesi'nden ge­
len bir zarfı açtığı, bu sırada bir patlama olduğu, gözle­
rinden ve karnından ciddi şekilde yaralandığı söyleniyor­
du. Ertesi gün halalarım arayıp, amcamın acil müdahale
için götürüldüğü Clınica Las Vegas'ın göz ameliyatları
konusunda yeterli donanıma sahip olmadığını söyledi­
ler. Sanki bu yetmiyormuş gibi, silahlı bir komandonun
hasta yatağında onun işini bitireceğine dair söylentiler
de vardı.
Ailem Roberto'yu daha donanımlı ve daha iyi bir gü­
venlik hizmeti sunan Bogota'daki merkez askeri hastane­
sine nakletmeye karar verdi. Annem bir ambulans uçak
kiralamak için üç bin dolar ödedi ve Roberto'nun hastane­
ye vardığı bize teyit edildiğinde annemin kardeşi, dayım
Fernando ile onu ziyaret etmeye karar verdik.
Otelden ayrılırken, kasım ayının sonlarından beri bizi ko­
ruyan Ulusal Savcılık Ofisi'nin bir birimi olan Teknik Soruş­
turma Heyeti (CTI) ajanlarının, önceden haber verilmeksi­
zin, Emniyet Kriminal Soruşturma Birimi (SDIN) ajanlarıyla
değiştirilmiş olduğunu öğrenince cesaretimiz kırıldı. Dayı­
ma bir şey söylemedim ancak kötü şeyler olacağını hisset­
tim. Binanın diğer bölümlerindeki güvenliğimizi Adli Kolluk
ve İstihbarat Merkez Müdürlüğü (DIJIN) ve Güvenlik İdari
Dairesi (DAS) ajanları üstlenmişlerdi. Dışarıda ise Kolombi­
ya ordusu güvenliğimizden sorumluydu.
Hastaneye vardıktan birkaç saat sonra bir doktor pat­
lamada oldukça zarar görmüş gözlerinin alınması için
Roberto'nun aile üyelerinden birinden yetki istedi. İmza­
lamak istemedik ve uzmana Roberto'nun görmesini sağ­
lamak için ne pahasına olursa olsun, başarı şansı çok az
bile olsa elinden geleni yapmasını söyledik. Dünyanın ne­
resinde olursa olsun, en iyi göz uzmanını getirtmeyi bile
önerdik.
Saatler sonra Roberto, ameliyattan bilinçsiz bir şekilde
çıkıp Ulusal Islahevleri ve Cezaevleri Enstitüsü'nden bir
korumanın görevlendirilmiş olduğu bir odaya alındı. Ro­
berto'nun yüzü, karnı ve sol eli sargıya alınmıştı.
Sabırla onun uyanmasını bekledik. Narkozun etkisiy­
le hâlâ sersem bir hâlde, bize aydınlığı ve karanlığı ayırt
edebildiğini ancak şekilleri seçemediğini söyledi.
Onun iyice kendine geldiğini görünce endişelendiğimi
söyledim. Babamın ölümünden sonra Roberto'nun haya­
tına kastedilmişse, o zaman sıradakiler kesinlikle annem,
kız kardeşim ve ben olacaktık. Ona çaresizce, kaçmak için
kullanabileceğimiz babama ait gizli bir helikopterin olup
olmadığını sordum. Doktorlar ve hemşirelerin ziyaretleriy­
le sık sık bölünen konuşmamız boyunca Roberto'ya baba­
mın düşmanlarının tehditlerine karşı hayatta kalmak için
ne yapabileceğimizi sordum.
Bir süre sessiz kaldıktan sonra bana bir kâğıtla kalem
getirmemi söyledi.
"Şunu yaz, Juan Pablo: 'AAA'. Ve sonra da ABD elçj|jğjne
götür. Onlardan yardım iste ve seni benim gönderdiğimi
söyle."
Kâğıdı cebime koyarken Roberto'yu ameliyat eden
doktor geldi ve iyimser olduğunu, amcamın gözlerini kur­
tarmak için elinden gelenin en iyisini yaptığını söyledi.
Doktora teşekkür ettik ve tam gitmeye hazırlanıyorduk ki,
bana hastanede kalmam gerektiğini söyledi.
"Ne demek istiyorsunuz? Neden?"
"Güvenlik ekibiniz gelmedi."
Doktorun sözleri bende bir paranoya yarattı, bunca
süreyi ameliyatta geçirdiyse güvenlikle ilgili olup bitenler­
den haberdar olamazdı.
"Ben özgür bir adamım, doktor. Yoksa beni gözaltına
mı almak istiyorsunuz?" dedim. "Ne olursa olsun, ben
gidiyorum. Sanırım, biri bugün beni öldürmek üzere bir
komplo kurmuş. Bizi koruyan CTI ajanlarını değiştirmiş­
ler."
"Burada bizim korumamız altındasınız, gözaltında de­
ğil. Bu askeri hastanede sizin güvenliğinizden biz sorum­
luyuz ve sizi sadece hükümetin güvenlik güçlerine teslim
edebiliriz," dedi doktor.
"Benim güvenliğimden sorumlu kişiler, beni öldürmek
için gelenlerle aynı," diye ısrar ettim. "Bu yüzden, ya bana
hastaneden çıkmam için izin vererek yardım edersiniz ya
da ben kaçmak zorunda kahrım. Peşime düşen adamlarla
aynı arabaya binmek istemiyorum."
Doktor yüzümdeki korkuyu fark etmiş olmalıydı. Ses­
sizce izin kâğıdını imzaladı. Ben ve Fernando, Residencias
Tequendama'ya geri döndük, elçiliğe ertesi gün gitmeye
karar verdik.
Ertesi gün sabah erken kalktık ve güvenliğimizden so­
rumlu ajanların bulunduğu odaya gittik. "Al" olarak bili­
nen ajana selam verdim ve ona ABD elçiliğine gitmek için
korumaya ihtiyacımız olduğunu söyledim.
"Neden oraya gidiyorsunuz?" diye sordu.
"Bunu size söylemek zorunda değilim. Bize koruma ve­
recek misiniz yoksa savcılığı arayıp, beni reddettiğinizi mi
söyleyeyim?" diye yanıtladım.
"Şu anda size eşlik edecek yeterince adamım yok,"
dedi rahatsız olmuş bir tavırla.
"Hükümet tarafından bizi korumak için kırk ajan ve
araç atanmışken bu nasıl mümkün olabilir?"
"İsterseniz gidebilirsiniz ama ben sizi korumayacağım
ve siz de bizim korumamızdan vazgeçtiğinize dair bir kâ­
ğıt imzalayacaksınız."
"Getirin, imzalayayım."
Ajan diğer odaya gidip bir kâğıt aramaya başladı ve
biz de bu fırsatı merdivenlerden telaşla inip dışarıdan ABD
Elçiliği'ne gitmek üzere bir taksi çevirerek kullandık. Oraya
vardığımızda saat sabah sekizdi ve binanın önünde Ameri­
ka vizesi için başvurmaya gelmiş insanlardan oluşan uzun­
ca bir kuyruk vardı.
Bekleyen insanların arasından vize için gelmediğimi
söyleyerek geçerken oldukça gergindim. Girişteki kulübe­
ye vardığımda, cebimden üzerinde üç tane A olan kâğıdı
çıkarttım ve koyu renkli kurşun geçirmez camın üzerine
koydum. Anında dört tane irikıyım adam belirdi ve fotoğ­
raflarımı çekmeye başladılar. Hiçbir şey söylemedim. Kısa
bir süre sonra içlerinden biri yaklaştı ve onu takip etmemi
işaret etti.
Ne adımı ne de kimliğimi istediler, üstümü aramadılar,
metal dedektöründen bile geçirmediler. Roberto'nun üç
A'sının bir geçiş izni olduğu ortadaydı. Korkmuştum. Bel­
ki de bu yüzden, babamın kardeşinin ABD Hükümeti'yle
ne tür bir bağlantısı olduğunu sorgulamak aklımdan bile
geçmemişti.
Bekleme odasında tam oturacakken, neredeyse bem­
beyaz saçları ve çok ciddi bir ifadesi olan yaşlıca bir adam
belirdi. "Ben, Joe Toft, Latin Amerika Uyuşturucuyla Mü­
cadele Dairesi (DEA) müdürüyüm. Benimle gelin." Beni
en yakın odalardan birine aldı ve neden elçiliğe geldiğimi
sordu.
"Buraya sizden yardım istemeye geldim çünkü bütün
ailem öldürülecek. Amcam Roberto, beni onun gönderdi­
ğini söylememi istedi."
"Hükümetim size herhangi bir yardımı garanti edemez,"
dedi Toft, soğuk, mesafeli bir tonda. "Yapabileceğim en iyi
şey, işbirliğiniz karşılığında ülkemde ikamet etme olasılığı­
nızı değerlendirecek bir Birleşik Devletler savcısı önermek
olabilir."
"Ne tür bir işbirliği? Yasal olarak yetişkin değilim," diye
yanıtladım. O zaman on yedi yaşındaydım.
"Bize bilgi vererek büyük bir yardımda bulunabilirsiniz."
"Bilgi mi? Ne hakkında?"
"Babanızın dosyaları hakkında."
"Onu öldürdüğünüzde dosyalarını da yok ettiniz."
"Anlamıyorum," dedi adam.
"Babamın ölümünde işbirliği yaptığınız gün... Onun
dosyaları kafasındaydı ve o artık öldü. Her şeyi kendi
hafızasında saklardı. Kâğıt üzerinde tuttuğu tek şey Cali
Karteli'nden düşmanlarının araba plakaları ve adresleriy­
di. Kolombiya polisi bunlara çoktan el koydu zaten."
"Birleşik Devletler'e girmenize izin verilip verilmeye­
ceğine karar verecek kişi yargıçtır, bu yüzden onu ikna
etmek zorundasınız."
"O zaman başka konuşacak bir şeyimiz kalmadı, ba­
yım. Ben gidiyorum. Çok teşekkür ederim," dedim, bana
kartını uzatıp kısaca veda eden DEA müdürüne. "Bir şey­
ler hatırlarsanız, beni aramaya çekinmeyin."
ABD Elçiliği'nden ayrılırken kafamda bir sürü soru
vardı. Latin Amerika DEA'nın başındaki adamla sürpriz
karşılaşmamızın bizim tehlikeli durumumuza bir faydası
olmamıştı ancak daha önce bilmediğimiz bir şeyi ortaya
çıkarmıştı: Amcam Roberto'nun üst düzey Amerikalı te­
masları, babamın ölümünden üç hafta önce, onun yaka­
lanması için beş milyon dolar teklif eden adamlar ve onu
avlamak için ağır savaş makinelerini Kolombiya'ya gönde­
ren adamlarla aynıydı.
Babamın öz kardeşinin, onun bir numaralı düşmanıyla
çalışma olasılığına inanmak benim için çok zordu. Ancak
bu olasılık diğer kuşkuları da güçlendiriyordu. Roberto,
ABD Hükümeti ve Los Pepes infaz grubuyla (adını üyele­
rinin ortak iddiası olan 'Pablo Escobar tarafından acı çek-
tirilenler'den alan grup) babamı indirmek için bir ittifak
kurmuş olabilir miydi? Düşündüm. Bu çılgın bir teori de­
ğildi. Üzerinde pek durmadığımız önceki olayları yeniden
değerlendirmemizi sağladı.
Medellın'in tepelik bir bölgesi olan Belen'deki bir kır
evinde gizlenirken, Roberto'nun oğlu, benim kuzenim Ni­
colâs Escobar Urquijo kaçırılmıştı. 18 Mayıs 1993'ün öğle
sonrasında kaçırılmış ve Antioquia bölgesindeki Caldas ve
Amagâ köyleri arasında bulunan ve bir yol kenarı restora­
nı olan Catıos'a götürülmüştü. En kötüsünü düşünmüştük
çünkü o zamanlar babama duydukları aşırı hiddetle Los
Pepes, hem baba, hem de anne tarafımdan çok sayıda
aile üyesine saldırmıştı. Neyse ki, bu korkumuz birkaç
saat içinde sona erdi. O gece saat on civarında Nicolâs,
onu kaçıranlar tarafından Medellın'in Intercontinental
Oteli yakınlarında zarar görmemiş hâlde serbest bırakıldı.
Saklandığımız dönemde ailenin geri kalan üyeleriyle
fazla bir temasımız olmuyordu, bu yüzden Nicolâs'ın kaçı­
rılma olayı zamanla unutulmasına rağmen babam ve ben
onun bu olaydan nasıl sağ kurtulmuş olduğunu merak
ettik. Babamla Los Pepes ve onu indirmek isteyen diğer­
lerinin arasındaki savaş dinamiğinde, bu kaçırılma temel
olarak bir ölüm cezasıydı. Nicolâs nasıl kurtarılmıştı? Los
Pepes onu kaçırdıktan birkaç saat sonra salıverme karşı­
lığında ne almıştı? Roberto'nun, oğlunun hayatı karşılı­
ğında babamın düşmanlarıyla bir anlaşma yapmaya karar
vermiş olması muhtemeldi.
Bu ittifak ABD elçiliğini ziyaret ettikten sekiz ay sonra,
Ağustos 1994'te teyit edildi. Annem, kız kardeşim Manu-
ela, Andrea ve ben, babam sığındıktan sonra bir harabe
haline getirilen, ailemizin Nâpoles malikânesinden arta
kalanları görmeye gittik. Ulusal Savcılık Dairesi, oraya git­
memize izin verdi. Böylece annem babamın gayrimenkul-
lerini devretmek için güçlü bir yerel uyuşturucu baronuyla
görüşebilecekti. Nâpoles malikânesinin eski iskelesinde
yürüdüğümüz öğle sonralarının birinde halam Alba Ma-
rina Escobar'dan bir telefon aldık, acil bir konuyu görüş­
mek üzere akşam bizimle buluşmak istediğini söylüyordu.
Hemen kabul ettik çünkü ailemizde "acil" sözcüğü bi­
rinin hayatı tehlikede olduğunda kullanılırdı. Aynı gece
malikâneye geldi, yanında bavulları yoktu. Onunla, çar­
pışmalardan sonra ayakta kalan tek ev olan yerde, em-
lakçının evinde buluştuk. Bizi koruyan hükümet görevlileri
dışarıda beklediler. Biz de doğruca halamın bizimle konu­
şurken bir kâse de yahni yiyeceği yemek odasına gittik.
Bize sadece benim ve annemin bilmesi gereken şeyler
söyleyecekti.
"Size Roberto'dan bir mesaj getirdim," diye başladı.
"Neler oluyor?" diye sordum merakla.
"Hepiniz için Birleşik Devletler'e vize verilecek. Bu yüz­
den çok heyecanlı."
"Bu harika. Peki, nasıl becerdi vize almayı?" diye sor­
duk. Halamın yüzündeki ifade giderek ciddileşti.
"Tabii öyle hemen vermeyecekler. Önce yapılması ge­
reken bir şey var," dedi. Sesinin tonu beni rahatsız etti.
"Çok basit. Roberto, bir süredir DEA ile görüşüyordu ve
ondan sîzlere vize verilmesi karşılığında bir iyilik istemişler.
Yapmanız gereken tek şey, adı ne olursa olsun, bir kitap
yazmanız. Bu kitapta babandan ve Fujimori'nin Peru'daki
istihbarat servisinin başındaki adam olan Vladimiro Monte-
sinos'dan söz etmeniz gerekiyor. Ayrıca Fujimori'yi burada,
Nâpoles malikânesinde babanla konuşurken gördüğünü­
zün ve Fujimori'nun uçakla geldiğini belirteceksiniz. Kitabın
geri kalanında neler olduğu önemli değil..."
"Bu pek de iyi bir haber sayılmaz hala," diye kestim sö­
zünü.
"Ne demek istiyorsun? Vize almak istemiyor musu­
nuz?"
"DEA'nın bizden doğruyu söylememizi istemesi başka,
bunu çok rahat söylüyorum, bizden bitmek bilmeyen do­
lambaçlı işleri için yalan söylememizi istemesi bambaşka
bir şey."
"Evet Marina," diye girdi araya annem. "Bizden iste­
dikleri gerçekten alengirli bir şey. Doğru olmayan şeyleri
söylememizi nasıl isteyebilirler?"
"Kimin umurunda? Vize almak istemiyor musunuz? Ne
de olsa Montesinos ve Fujimori'yu tanımıyorsunuz, bunları
söyleseniz ne olur? Siz huzur içinde yaşamak istiyorsunuz.
Bu insanlar size minnettar kalacaklarına ve o andan itiba­
ren Amerika'da sizi kimsenin rahatsız etmeyeceğine dair
söz vermişler. Ayrıca parayı yanınıza alabileceğinizi ve hü­
kümetin herhangi bir müdahalesi olmadan istediğiniz gibi
kullanabileceğinizi söylemişler."
"Marina, doğru olmayan şeyleri söyleyerek kendimi
yeni sorunların içine atmak istemiyorum," dedi annem.
"Zavallı Roberto, size yardım edebilmek için çalmadık
kapı bırakmıyor ve bulduğu ilk fırsatı geri çeviriyorsunuz."
Alba Marina, o gece oflaya puflaya Nâpoles'ten ayrıldı.
Bu buluşmadan birkaç gün sonra Bogota'ya geri döndü-
ğümüzde, Alba Marina ile birlikte New York'ta olan baba­
annem Hermilda'dan bir telefon aldım. Bana orada ziyaret
için bulunduğunu açıkladıktan sonra oradan bir şey iste­
yip istemediğimi sordu. Saf saf, babaannemin Amerika'da
olmasının önemini fark etmeden, bana Kolombiya'da bu­
lunmayan kolonyalardan birkaç şişe getirmesini söyledim.
Telefonu kapattıktan sonra kendimi rahatsız hissettim.
Babam öleli daha bir yıl olmamışken ve Escobar'la Henao
soyadları için vizeler iptal edilmişken babaannem Ameri­
ka'ya nasıl gidebilmişti? Bu, akrabalarımın, babamın düş­
manlarıyla karanlık bağlarının ortaya çıktığı olaylar dizi­
sinin sonuncusuydu. Ancak hayatta kalma mücadelesine
öylesine odaklanmıştık ki, zamanın bu şüpheleri ortaya
çıkarmadan akmasına izin verdik.
Birkaç yıl sonra, Arjantin'de sürgün yaşarken, Peru
Devlet Başkanı Alberto Fujimori'nin Japonya'ya kaçtı­
ğını ve istifasını faksla gönderdiğini belirten bir TV ha­
beriyle şoka uğradık. Bir önceki hafta Cambio dergisi,
Roberto'nun, Fujimori'nin 1989'daki ilk başkanlık seçim
kampanyasına bir milyon dolar gönderdiğini iddia eden
röportajını yayımlamıştı. Ayrıca paranın, Nâpoles'e birkaç
kez geldiğini söylediği Vladimiro Montesinos aracılığıyla
gönderildiğini de açıklamıştı. Amcam, Fujimori'nin seçim­
leri kazanırsa, babamın Peru'dan uyuşturucuyu daha ra­
hat çıkarmasını sağlayacağı sözünü verdiğini de eklemişti.
Röportajın sonunda, Roberto, bu iddialarının hiçbirini ka-
nıtlayamayacağını belirtmiş, kartelin arkasında illegal bir
iz bırakmadığını iddia etmişti.
Birkaç hafta sonra, Roberto Escobar'ın Kardeşim Pablo
isimli kitabı kitapçıların rafında yerini aldı. Quintero Edi-
tores tarafından yayımlanan 186 sayfalık kitap, babamın
Montesinos ve Fujimori ilişkisini yeniden yaratıyordu. İlk
iki bölümde Roberto, Montesinos'un Nâpoles'e ziyaretle­
rini, babamla birlikte yürüttüğü kokain trafiğini, Fujimori
kampanyası için para teslimatını, yeni başkanın babama
minnet dolu telefonlarını ve babamın sağladığı ekonomik
yardım karşılığında işbirliği teklifini açıklıyordu. Son bölüm­
deki birkaç cümle ise dikkatimi çekti. "Montesinos benim
bildiğimi biliyor. Fujimori benim bildiğimi biliyor. İşte, bu
yüzden bu iki adam iktidardan düştü." Roberto, benim ve
annemin, asla duymadığımız konuşmalar sırasında orada
olduğumuzu iddia ediyordu.
Roberto'nun kitabının, halamın Amerika vizesi alabilme­
miz için bize yazmamızı önerdiği kitap olup olmadığını bil­
miyorum. Bu konuda tek bildiğim, şans eseri 2003 yılının
kış aylarında öğrendiğim şeydi. Zaman zaman bu konularla
ilgili kuşkularımı paylaştığım yabancı bir gazeteciden bir te­
lefon aldım.
"Sana bu akşam yaşadığım bir olayı anlatmak istiyo­
rum ve bu yarına kadar bekleyemez!" dedi gazeteci.
"Devam et, ne oldu?"
"Babanın avına katılan iki eski DEA ajanıyla akşam
yemeği yedim. Bir Amerikan televizyonu için Pablo'nun
yaşamı ve ölümü üzerine bir programa seni ve onları ko­
nuşmacı olarak konuk etmek üzere onlarla bir toplantı
yaptım."
"Pekâlâ, ne oldu?" diye tekrarladım.
"Konuyla ilgili çok şey biliyorlar ve onlara senin, am­
canın ihanetiyle ilgili teorini sorma fırsatı yakaladım. Ve
doğruymuş! Onlar amcanın, babanın ölümünde aktif bir
işbirlikçi olduğunu teyit ettiklerinde, buna inanamadım."
Haklı çıkmıştım. Yoksa Pablo Escobar'ın ailesinden sa­
dece bizim sürgünde yaşıyor olmamız başka nasıl açıkla-
nabilirdi?

You might also like