OLMALARINDAN SONRA EĞİTİM Türklerin Müslüman olmaları ve bundan dolayı ortaya çıkan kültür değişmesi
Orta Asya Türk toplumları arasında 500'lerden itibaren değişik
yönlerden gelen dinî akımların yoğun bir propagandaya başladıkları görülüyor. Bu propagandalar bir ölçüde de etkili oluyor hemen her dinî inanç büyük-küçük temsilci grupları oluşturuyor. Orta Asya'da yayılmak isteyen bu dinî akımların en sonuncusu olan İslâmiyet, 8-10. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan'a kadar yayılarak hem o topraklardaki pek çok çalkantıları önleyerek insanları huzura kavuşturmuş hem de İslâma tarih boyunca en dinamik unsurlarını teşkil eden yeni bir millet kazandırmıştır. Yabancı devletlerin, dini, kendi yayılmalarının bir aracı olarak kullanmak istemelerine karşı, Orta Asya Türklerinin de Budizmi ve diğer dinleri seçtikleri görülüyordu. Kafkaslarda bu şekilde başarılı olamayan İslâm orduları, daha sonra Hazar Denizinin doğusuna ve Orta Asya'ya yöneldiler. Orta Asya Türk toplumları arasında genelde sünnî mezhepler yayıldı. İlkönce Şiilik şeklinde olan bu yayılma, Orta Asyalı Ebu Hanife'nin ortaya çıkması, ayrı bir kültür ve tabiatta doğan değişik problemleri tartışma "halka"larına getirerek değerlendirmesi ve "kıyas" yolunu açık tutmasıyla "Türklerin imamı" sayıldı ve Türklerin genelde bu inanç yorumunun içinde toplanmalarını sağladı. İslâm, Orta Asya Türk toplumları içinde önce Oğuzlar arasında "gâzi"ler ve din hocaları (murabit) tarafından yayıldı. Özellikle 751'deki Talas Savaşından sonra, Çin'in yayılmacılığına karşı Türkleri birleştiren, onlara yüksek bir moral gücü sağlayan bir din olarak Türklerin ana dini İslâm oldu. Budizmin kültür merkezlerinden biri olan Kaşgar'da kurulan Hakanî Türk Devleti (Karahanlılar) (926-1220), Batı Türkistan'ın tamamı ile Doğu Türkistan'ın batı kısmının tamamen Müslüman olmasını sağladı. Müslümanlığın bu şekilde Orta Asya'ya yerleşmesinden sonra, ezici ve acımasız Kara-Hıtay ve Moğol saldırıları ile yüksek Uygur medeniyeti bile İslâm karşısında tutunamadı ve İslâmın manevi gücü karşısında yavaş yavaş Müslüman oldular. İslâmın Türk toplumları arasında yayılması bir yandan bazı grupları bir mescit etrafında toprağa yerleşmeye teşvik ederken, bir yandan da güçlü İran ve Bizans imparatorlukları dolayısıyla Batıya akınlarında hep Hazar Denizinin kuzeyini kullanan Türklere, Hazar'ın güneyi yolunu da açıyordu. Budizm, Maniheizm, Taoculuk ve başka dinlerle yoğrulmuş Orta Asya Türk kültüründen İslâm kültürüne geçişi gösteren birçok eser vardır. 9. Yüzyılda Sirderya kıyılarında gelişen Dede Korkut hikâyelerinin birçok yerinde İslâm ile eski inançların çarpıştığı görülür. Bu geçiş döneminin ve kültür değişiminin en iyi örneklerinden bir başkası da, Türk sufilerinin mürşidi Ahmet Yesevî'dir. Arslan Baba'nın yetiştirdiği ve Türkleri İslâma çağıran bu büyük sufinin "hikmet"lerinin üslubu, başının tıraşlı olması Budizmi hatırlatmaktadır. İslâma geçiş ve giriş dönemi eserleri Türklerin, çok dinli Orta Asya kültür hayatından İslâma geçiş döneminde ortaya çıkmış üç eser üzerinde durulacaktır: Kutadgu Bilig, Atabetü'l- Hakâyık ve Dîvân-ı Lûgati't-Türk. Bu arada, daha sonra yazıya geçirilmiş olmakla beraber, 9. Yüzyılda oluşmuş olan Dede Korkut Kitabı üzerinde de durulacaktır BALASAGUNLU YUSUF’ un Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? Karahanlılar döneminde yaşamış ve yazdığı Kutadgu Bilig adlı kitapla Türk tarihindeki yeri ayrıdır. Farabi ve İbni Sina etkisinde kalmıştır. Kutadgu Bilig: Mutluluk veren bilgi anlamına gelmekte olup Türkçe Uygur yazısı ile manzum olarak (6645 beyit) yazılmıştır. Kutadgu Bilig göre devlet yönetiminde vezir, kâtip, hazinedar, hükümdara öğütler verilmiştir. Ayrıca ahlaki davranışlar, çocuk eğitimi hakkında da birçok bilgiye yer verilmektedir. . Kutadgu Bilig Kutadgu Bilig, 1069-1070 yıllarında Balasagunlu Yûsuf Hâs Hâcib tarafından, aşağı yukarı 18 ayda yazılmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Karahan'a sunulmuştur. Eser, hükümdar tarafından çok beğenildiği için, yazarına sarayda "hâciblik" görevi verilmiştir. Eser, Uygur harfleriyle, Türkçe ve şiir halinde yazılmıştır. Eserde Budizm inançlarıyla yoğrulmuş bir Türk kültürünün, Orta Asya Türk ahlâk ve geleneklerinini genel özelliklerinin ve Türklerin yeni girmeye başladıkları İslâm kültür ve inanç sisteminin etkisi vardır Kutadgu Bilig'de adaleti, aklı, devleti ve kanaati temsil eden hükümdara yönetim konusunda öğütler vermektedir. "siyasetnâme" örneğidir. Eserde, eğitimin kalıtsal temellerine tam olarak inanılmaktadır. Yere ekilen tohumun kendi aslına uygun olarak bittiği gibi, oğulun tabiatı da babasına çeker. İki tür insan vardır: öğreten ve öğrenen; bunların dışındakiler hayvandır. Metod olarak da Sokratvari bir soru-cevap yöntemi önerilmekte ve eserde de en iyi örneklerinden biri verilmektedir. Kutadgu Bilig'te bilginin işe yarar olması çok önemlidir, bilgi insanı işe yarar kılmalı, işleri yoluna koymalı, doğru yolda yürütmelidir. Kutadgu Bilig'de eğitim açısından en yoğun işlenen konulardan bir başkası da dil ve sözdür. Bilerek söylenilen söz, bilgidir, Bilgi, dil ile meydana çıkar ve çevreyi aydınlatır, İnsanın dilini ayarlayan bilgi onun anlayış ve bilgisine tercüman olan da dildir. Söz, akıl ile söylenmeli, bilgi ile süslenmelidir. Alimlerin sözleri bilgisizler için gözdür. İnsanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler; ondan geriye miras olarak söz kalır. Dil ve söz bir insan için çok değerlidir. "Aklın süsü dil, dilin süsü söz; İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür" (Türkçe Atasözü) Burada incelenen birkaç konuda da görüldüğü gibi, Kutadgu Bilig döneminde Orta Asya Türk toplumları eğitim-öğretim açsından gayet yüksek bir düzeye çıkmışlar; işledikleri konuları gayet felsefî ve erdemli bir tarzda işleyebiliyorlardı. AHMET YESEVİ VE EDİP AHMET Ahmet Yesevinin Divan-ı Hikmet adında eseri vardır. Edip Ahmet Atabetü-l Hakayık adındaki nasihatnamesi ile İslami esasları öğretmeye çalışmıştır. Atabetü'l-Hakayık Kutadgu Bilig'e göre çok daha kısa, basit ve hattâ bir dereceye kadar kaba, cansız bir başka Türk eseri, Edip Ahmed'in Atabetü'l-Hakayık adlı eseridir. Kimliği hakkında fazla bilgi bulunamayan Edip Ahmed'in Türkçe vaaz ve öğütler verdiği bilinmektedir. Atabetü'l-Hakayık, halka verilen öğütlerdir. Ancak buna rağmen içindeki Arapça ve Farsça kelimelerin bir hayli arttığı görülmektedir. Cömertliği, tevazuyu, keremi övmesi; kibir ve harisliği yermesi o zamanki kültür ortamında bir gelenek olmuştu. Bu eser, eğitim tarihimiz bakımından şu noktalarda ilginçtir. Emir övülürken "O akıl, anlayış, şu'ur ve zekâ mekanı, bilgi ocağı ve fazilet kaynağıdır" Edip Ahmed'e göre de bilginin faydası veya bilgisizliğin zararı açıkça görülmektedir. Bilgi, mutluluk yoludur. Kemik için ilik ne ise, insan için de bilgi odur. Bilgisiz insan hiç bir şeydir, bir ölüdür. Bilgisize doğru söz ve öğüt tatsız, faydasız gelir. Atabetü'l-Hakayık'ta üzerinde durulan bir başka konu da, insanın diline sahip olmasıdır. Edeblerin başı, dili gözetmektir. Düşünerek konuşmalıdır, yoksa dil ve söz insanın başına bela olur. İnsana ne gelirse dili yüzünden gelir KAŞGARLI MAHMUT ’ Büyük eser olan Divan-ü Lügat-it Türk adlı eseriyle Türkçenin ilk lügatını düzenleyen ve onu öğreten olarak eğitim tarihimizde önemli bir yer tutarlar. Arapça’nın bilimde kullanıldığı vakit Türkçe’nin ne kadar zengin bir dil olduğundan bahsetmiştir. Divan yalnızca zengin bir sözlük değildir. Türk toplumlarının lehçeleri yaşayışları, inanışları, töreleri, atasözlerini de kapsar. Türklerin ilk dünya haritası da buradadır. Bu eser, yazıldığı dönemde çok ileri ve kökleri eskilere giden büyük bir Türk varlığını gösterir. Divan’da; Ailede çocuğun bakımı, yetiştirilmesi, Türk bilgi geleneği üzerinde durması, Türkçeyi öğretim yöntemi. Dîvanü Lûgati't-Türk Orta Asya Türk toplumları arasında aşağı yukarı 5. yüzyıldan itibaren yoğun bir din propagandası ve çatışması başlamış; üstünlük kazanan dinler kendi kültürlerini de yaymaya başlamışlardı. Orta Asyadaki din çatışmaları aşağı yukarı l0. yüzyılda belirgin bir sonuca ulaşmış ve Karahanlı Devleti dolayısıyla da oldukça istikrarlı bir toplum ve devlet içinde Türklerin esas dini haline gelmeye başlamıştır. Divan, Türkçe'nin en eski ve birleştirici kaynağıdır. Artık o çağlarda çeşitli Türk toplulukları kendi boy adlarının peşine düşmeyi bırakmışlar; boylar üstü genel bir Türk topluluğu, kültürü ve bilinci oluşmaya başlamıştı. Kaşgarlı Mahmud da "bütün" Türk illerini, obalarını ve bozkırlarını dolaşarak Türk diline ve kültürüne ait verileri toplamış; hadis araştırmaları dolayısıyla Arabistan'da bir hayli ilerlemiş olan kültür temelli sözlük bilim geleneğine uygun olarak bunları bir Divan içinde işlemişti. Kelimeleri ve kuralları açıklarken günlük Türkçe'de kullanılan en güzel cümle, deyim, atasözü ve manzum parçaları örnek olarak vermiştir. Bu örnekler, bugün bile Türk kültürünün en değerli parçaları sayılmaktadır. Eserin didaktik ve kullanışlı olmasını sağlamak amacıyla Türkçede artık kullanılmayan ve az kullanılan kelime ve deyimler ayıklanmış, çok canlı ve pratik bir "sözlükten öğretme" kitabı yazmıştır. Kelimelerin Arapça gramer kurallarına göre kümelendirilmesi, okuyuculara Arapça yardımıyla daha kolay öğretmeyi amaçlamaktan dolayı olabilir. Çünkü günümüzde de yabancı dil kitaplarında, öğreneceklerin ana dillerine göre bazı farklılıklar yapılabiliyor. Kurallar ve örnekler arasındaki dengeyi çok iyi kurmuş ve genelde örneklerden kurala giderek, öğretimde daha kolay olanın yolunu tutmuştur. Dede Korkut Kitabı
Dede Korkut destanı veya hikâyeleri Orta Asya'da şekillenmeye
başlamış; Türklerin Müslüman olmalarından ve Anadolu'ya gelmelerinden sonra din ve çevre motiflerine göre bazı değişikliklere uğramıştır. Dede Korkut'un hikâyeleri, parça parça ve değişik versiyonlarda Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaşamaktadır.. Bugün Türkiye'de en yaygın olarak bilinen ve en geniş Dede Korkut hikâyeleri, 15-16, yüzyıllarda meçhul biri tarafından kağıda geçirilmiştir. "Kitab-ı Dede Korkut" adlı bu eser, Azerbaycan ve doğu Anadolu'daki Oğuz Türklerinin arasında yaşayan Dede Korkut hikâyelerini kaydetmiştir Dede Korkut Simgesi, hikâyelerin değişmeyen motifidir. Oğuz boylarının başı derde girdiğinde veya sevinçli bir durumu olduğunda "Oğuz bilicisi" Dede Korkut'a danışır; o ne derse o yapılırdı. Çocuklara ad konulacağı zaman Dede Korkut çağrılırdı. Eğitim bilimi ve eğitim tarihimiz açısından bu hikâyeleri incelediğimizde, şu karakteristikleri tespit etmek mümkündür: İnsanların ve canlıların doğuştan getirdikleri, onların daha sonra ne olacaklarını belirler. Belli bir şekilde kalıplanmış olan kişileri de daha sonra değiştirmek çok zordur. "Kara eşek başına gem vursan katır olmaz, Hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz. Dede Korkut hikâyeleri, Türkler'in müslümanlığa geçiş dönemlerinde Oğuz beylerinin ve çocuklarının yiğitlik ve Müslümanlık özelliklerini kaynaştırarak nasıl bir gâzi tipinde yetiştiklerini, Orta Asya geleneklerinin başka toprak parçalarında, başka topluluklar arasında nasıl sürdürülmeke olduğunu ve bu arada İslamiyetin Türk milletine getirdiği dinamizmi de gösteren en güzel örneklerdir. Bu bakımdan eğitim tarihimizin ana kaynak eserlerindendir. İÇASYA MÜSLÜMAN TÜRKLERİNDE EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ 1- BU TOPLUMLARIN MÜSLÜMAN OLMALARI YERLEŞİK BİR DÜZENE GEÇMELERİ ONLARIN EĞİTİMİİ OLUMLU ETKİLEMİŞTİR. 2- BU TOPLUMLARIN DEVLET ADAMLARI EĞİTİME ÖNEM VERMİŞTİR. 3- MEDRESELER KURULUP GELİŞMİŞ. 4- FARABİ, İBNİ SİNA, Biruni gibi dünya eğitiminde öenmli kişiler yetişmiştir. 5- EĞİTİM TARİHİMİZDE EĞİTİM BİLİMLERİ İLE İLGİLİ İLK GÖRÜŞLER BAŞTA FARABİ TARFINDAN İLERİ SÜRÜLMÜŞTÜR. FARABİ’NİN EĞİTİM GÖRÜŞLERİ Felsefe ve diğer bilimlerde gösterdiği başarı ve görüşlerinin derinliği nedeniyle Aristo’dan sonra kendisine Muallim-i Sani denilen Farabi, Türk eğitim tarihinde ilk kez doğrudan eğitime ilişkin görüşler ileri sürdüğü bilinen düşünür olarak da tanınmaktadır Farabi (870-950) O, öğretimde yöntem konusunda, kolaydan zora gidilmesini istemiş, böylece eğitim tarihi ile alakalı olarak çok değerli bir görüş ortaya atmıştır. Farabi’ye göre en kolay incelenebilecek konular sayılar ve hacimlerdir. Yani; öğretimde ilk önce Aritmetik, sonra Geometri, daha sonra ise diğer konular incelenmelidir. Bütün bunlarla birlikte o zaman dahi eğitim ile öğretimin arasında bir ayırım yapan Farabi, bu konuda şunları söylemektedir. “Öğretim, milletler ve şehirlerde nazari (kuramsal ) erdemleri var etme demektir. Eğitim ise, milletlerde ahlaki erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir. Öğretim yalnız konuşmayla başlar. Eğitim, milletlerin ve şehirlilerin kendilerinde bu işleri yapma azmini tahrik etmek suretiyle, ameli (uygulamalı) durumlardan doğan işleri yapmakta alışkanlık yoluyla başlar; onlardan doğan huylar (melekeler) ve işler onları ruhlarına hakim olmalıdır ve onlara aşıkmış gibi yapılmalıdır. Farabi’nin öğretmen ve öğrenci ilişkileri ile bunlara hitap eden görüşleri de son derece ilginç ve önemlidir. O, bütün insanların eğitilebileceğini belirterek “Yaratılış yönünden eksik olanlar, bir işte eğitildikleri zaman, üstün yaratılışlı olup da, o konu da eğitilmeyenlerden daha üstün olurlar” demektedir. Bununla birlikte üstün kabiliyette olanların kabiliyetlerine uygun olarak eğitilmelerini, bu yapılmadığı taktirde ise onların yeteneklerinin kaybolacağını belirtir. Yine kendisi öğretmenlik hakkında “Her insanın başkalarına yol gösterme gücü olmadığı gibi, başkalarını bu şeyleri yapmaya sevketme (liderlik) gücü de yoktur.” diyerek herkesin öğretmen olamayacağını belirtir Farabi yine eğitimle ilgili olarak üç tür eğiticiden bahsetmektedir. Bunlardan birincisi olan Aile reisi, aile içindekilerin, öğretmen, çocuk ve gençlerin, devlet başkanı da milletin eğitimcisidir. Farabi’nin eğitim tarihine yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi de yapmış olduğu İlimler Tasnifi’dir. Bu tasnif, Farabi’nin ilim ve metot anlayışının yanı sıra onun dünya görüşünü de yansıtması bakımından önemlidir. Kendi dönemindeki ilimlerin tasnifini eserlerinde belirten Farabi, her ilmin tanımını, teorik ve pratik açıdan değerini belirterek eğitim ve öğretim açısından önemlerine işaret etmiştir. Önce ilimleri beş ana başlık altında bölümlere ayırmış olan Farabi, sonra da her ilmin kapsamındaki diğer ilimleri sıralamıştır. Farabi’nin İlimler Tasnifi şu şekildedir: Dil: Sarf, nahiv. b- Mantık: Sekiz kitaptan müteşekkildir. c- Matematik: Aritmetik, geometri, optik, astronomi, müzik, mekanik. d- Fizik ve Metafizik: Aristo’nun tabiat ilimleri alanındaki sekiz kitabıdır. e- Medeni İlimler: Ahlak, siyaset, fıkıh, kelam Farabi’nin özellikle kendisine örnek aldığı Aristo’ya ve el-Kindi’ye göre daha kapsamlı bir tasnif yaptığı görülmektedir. Farabi eğitim ve bilim yaptığı değerlendirmelerden sonra ise öğrencilere bir takım tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle söylemiştir: “Öğrenci gerçeğe ulaşabilmek için her şeyden önce haz ve şehvet duygusunu yenerek ahlakını düzeltmeli, sağlam bir iradeye sahip olabilmek için zihni melekelerini geliştirip güçlendirmeli, hırs derecesinde bir istekle sürekli çalışmalı, başlıca meşguliyetleri ilim olmalıdır.” demektedir Farabi’nin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? ◦ Aristo’dan sonra İKİNCİ ÖĞRETMEN denir. ◦ Farabi paraya şöhrete önem vermemiş ahlaki bir hayat sürmüştür. ◦ Yüzden fazla eser vardır
Mantık, Felsefe, Fizik, Kimya gibi…
Farabi’nin eğitim görüşleri Eğitimin amacı, mutluğu bulmak ve bireyi topluma yaralı hale getirmektir, Farabi eğitimciyi üçe ayırmıştır bunlar; Aile reisi, aile fertlerinin; öğretmen, çocuk ve gençlerin devlet başkanlarını, milletinin eğitimcisidir. Öğretim ve eğitimi ayırır: “Öğretim, milletler ve şehirlerde nazari (kurumsal) erdemler var etme demektir. “Eğitim ise, milletlerde ahlaki erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir. Öğretimde kolaydan zora gidilmesini istemiş. Bir şey öğretilmeden ötekini geçilmeyeceğini söylemiş.Sorunlar tek tek incelenmeli demiştir. Öğretmen öğrencilerle Sokrat gibi tartışmalıdır. Öğretmen Mantık ve Felsefe’ye yer verilmelidir. Öğrencinin öğrenme isteğini sürdürme çalışılmalıdır. Çocuklar karar verme ve sorumluluk alabilecek düzeyde yetiştirilmelidir. Disiplin ne sert ne yumuşak olmalıdır. Farabi, araştırma yöntemlerine ilişkin görüşlerine gelirsek eğer; bilimsel meseleleri çeşitli yöntemlerle çözümlenmesi gerektiğini söylemekle, bilimsel yöntem alanında değerli görüş ortaya koyar. Ayrıca şüphe de arayış yöntemi olmalıdır. Farabi hükümdarın siyasi eğitimine ilişkin görüşüyse; hükümdarları Milletin eğitimcisi olarak görmekte bazen ikna bazen zorlam yöntemine başvurulmalı demektedir. İbni sina İbni Sina eğitim tarihindeki yeri tartışılmaz fakat Türkiye’de pek az tanındığından dolayı eğitim görüşlerine pek önem verilmemiştir. İbni Sina Farabi’den sonra ÜÇÜNÇÜ ÖĞRETMEN denmiştir. İbn-i Sina (980-1037) Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler. İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu İbni Sina eğitim görüşlerine gelirsek bildiğiniz gibi İbni Sina tıp alanında çalışmaları çoktur yani İbni Sina Kanun ve Şifa adındaki eserleriyle tıp bilimini o dönemde doruk noktalarına çıkarmıştır. Ahlak ve fazilet eğitimine ilişkin görüşleri ise; İbni Sina’ya göre ahlak ve fazilet önemlidir. Ahlak’a ve fazilete önem vermeyen hayatın ne önemi vardır demiştir. İbni Sina ahlaki davranışlara ve fazilete ulaşmak için şunlara dikkat etmiştir; nefsin isteklerine uymamak, gazap, hırs… eseri ortaya çıkacak davranışları yok etmek, yalan söylememek, insanlara önem vermek. İbni Sina bilime ve Beden eğitimi önem vermiştir. Ayrıca çocuk sağlığı ve çocuk eğitiminde durmuştur. İbni Sina’nın Eflatun, Aristo ve yeni eğitim düşünürleri ile karşılaştırılması ve genel değerlendirilmesi Eflatun ve Aristo; çocuğu toplumun üyesi olarak görmüşler, eğitimi devletin görevi olarak görmüşler. Eflatun ve Aristo; ilk eğitimi çocuk için zorunlu görmüşlerdir. Sanat ve bilimle uğraşmayı sadece hür insanlara ön görürler. Eflatun ve Aristo; meslek ve din eğitimini programa almazlar. İbni Sina din ve meslek eğitimine önem vermektedir.