You are on page 1of 120

İmam-ı Gazâli - İhyâ'u Ulûm'id-din 4.

Cilt: Felaha Erdirici Ameller


(Münciyât), 10.Kitap: Ölüm ve Sonrası 

Kitap 10 - Ölüm ve Sonrasi


Ölüm ve Sonrası

1.Giriş
2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler
3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti
4.Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu
5.Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
7.Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları
8.Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak
9.Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar
10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar
11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret
12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları
13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı
14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı
15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı
16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı
17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri
18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri
19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri
20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri
21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri
22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler
23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli
24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi
25.Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu
26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar
27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli
28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı
29.Şeyhlerin Rüyaları
30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün
Halleri, Önündeki Dehşetin ve
31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti
32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu
33.Terlemenin Keyfiyeti
34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu
35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri
36.Sorgu Suâl
37.Mizan
38.Hasımlar ve Hakların İadesi
39.Sırat
40.Şefaat
41.Kevser Havuzu
42.Cehennem, Dehşeti ve Azabı
43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri
44.Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri
45.Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri
46.Cennet Ehlinin Yiyecekleri
47.Cennetteki Huriler ve Vildanlar
48.Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler
49.Allah'ın Cemâline Bakmak
50.Allah'ın Rahmetinin Genişliği
*1.Giriş

Ölümle ceberrût sahiplerinin boynunu koparan, kisraların belini kıran, kayserlerin emelini
kısaltan Allah'a hamdolsun! Onların kalpleri, hak olan va'd (ölüm) gelip çatmacayınca ve onları
çukura atmayıncaya kadar ölümün anılmasından ürker. Bu bakımdan onlar saraylardan kabirlere,
fenerlerin ışığından lahidlerin karanlığına, cariye ve gılmanların cilvesinden haşerât ve böceklerin
hücumuna, leziz yemekler ve içkilerden toprakta sürünmeye mahkum olurlar. İşretin
ünsiyetinden tenhalığın vahşetine, yumuşak yataktan korkunç düşüş yerine nakledilirler. Acaba
onlar, ölümden koruyucu bir kale ve sığınak buldular mı? Ölümün önüne bir perde ve koruyucu
bir set çekebildiler mi? Dikkat et! Onların herhangi birinden bir kıpırtı veya gizli bir ses duyuyor
musun? Öyleyse tek başına kahr ve istila sahibi olan Allah, eksiklikten münezzehtir! Bâkî kalma
özelliği olan ve mahlukâtı hükmüyle ezen, sonra ölümü muttakîler için kurtuluş ve onlar hakkında
mülâkat yapan, kabri günahkârlar için kıyamet gününe kadar daracık bir tutuk evi yapan Allah,
ortaktan münezzehtir! Aralıksız nimetlerle nimet etmek, kahr edici azaplarla intikam almak O'na
mahsustur. Göklerde ve yerde şükür, geçmişte ve gelecekte hamd O'na mahsustur.

Salât, apaçık mu'cizeler ve görünür burhanlar sahibi Hz. Peygamberin, âlinin ve ashabının
üzerine olsun! Onlara çokça selâm et (yârab!)

O kimse ki ölüm onun mesra'ı, toprak onun yatağı, böcek onun enîsi, Münker ve Nekir onun
celîsi, kabir onun karar yeri, kıyamet onun va'dedilen yurdu, cennet veya cehennem onun
varacağı yeri olursa, ona en uygun olanı ölüm için hazırlanmaktır. Sadece ölüm için tedbir
almalıdır. Sadece ölüme bakıp ölüm üzerinde durup düşünmelidir. Ölüme ihtimam gösterip onun
etrafında dönmelidir, onu beklemelidir. İnsan için en uygun olan, nefsini ölülerden

sayması, kabir sahiplerinden görmesidir. Çünkü her gelecek olan yakındır. Uzak olan gelmeyecek
olandır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Akıllı odur ki nefsini hesaba çekmiş ve ölümden sonrası için çalışmıştır.1

Herhangi birşey için hazırlanmak, ancak onun kalpte zaman zaman anılmasıyla mümkün olur. O
şeyin zikri, ancak onu hatırlatan hükümlere kulak vermek ve ona dikkat çekenlere bakmak
suretiyle yenilenir! O halde biz ölümün mukaddime ve lahikalarından, ahiret, kıyamet, cennet ve
cehennem hallerinden kul için zaman zaman hatırlanması, düşünmek suretiyle ayrılmaması
gereken şeyleri zikredeceğiz ki hazırlık hususunda teşvik edici olsun! Ölümden sonraki âleme göç
etmek yaklaşmış ve ömürden az birşey kalmıştır. Oysa halk bu husustan gafildir;

İnsanların hesap vakti (kıyamet günü) yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz
çevirmektedirler.(Enbiya/l)

Bu ölümle ilgili olan şeyi iki bölümde zikredeceğiz.

Birinci bölüm, ölümün mukaddimeleri ve sûr'un üfürülüşüne kadar olan şeyler hakkındadır.

Bu bölümde sekiz kısım vardır.


1. Ölümü anmanın fazileti ve bu husustaki teşvikler
2. Tûl-i emel ve kasr-ı emel (emelin uzunluğu ve kısalığı)
3. Ölümün dehşeti ve ölüm anında karşılaşılan haller
4. Hz. Peygamber'in ve ondan sonra Hulefâ-i Râşidîn'in vefatı
5. Ölüme hazırlanmış halife, emîr ve sâlihlerin sözleri
6. Ariflerin cenaze, mezar ve kabir ziyareti hakkındaki sözleri
7. Ölümün hakikati, ölünün kabirde sûr'un üfürülüşüne kadar karşı karşıya kaldığı şeyler
8. Uyku halinde mükâşefe yoluyla ölülerin hallerinden bilinenşeyler

1) Tirmizî ve İbn Mâce, (Şeddâd b. Evs'ten)


*2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler

Ölümün Mukaddimeleri ve Sûr'un Üfürülüşüne Kadar Ölümden Sonraki Ahvâl


Birinci Kısım
Dünyaya dalan, dünyaya aldanan, şehvetlerine köle olan bir kimsenin kalbi, şüphesiz ki ölümün
zikrinden gaflet gösterir. Ölümü hatırlamaz. Kendisine ölüm hatırlatıldığında bunu hoş
karşılamadığı gibi ölümden nefret eder. Onlar o kimselerdir ki Allah onların hakkında şöyle
buyurmuştur:
De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır! Sonra hem gizliyi, hem de
aşikârı bilen (Allah'a) döndürüleceksiniz O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.(Cuma/8)

İnsanlar, ya dünyaya dalan veya tevbe edip başlayan veyahut da sonuna varan bir âriftir.
Dünya'ya dalan kimse ölümü hatırlamaz. Eğer hatırlarsa, elinden kaçırdığı dünya için
üzüldüğünden dolayı hatırlar. Onun zemmiyle meşgul olur. Bu kimseyi, ölümü hatırlaması
Allah'tan daha da uzaklaştırır.

Tevbe edene gelince, o kalbinde korkunun kabarması, tevbesinin tamamlanması için ölümü çokça
hatırlar. Bazı zamanlar tevbesi tamam olmadan önce kendisini kapıp götürmesinden korktuğu
için ölümden hoşlanmaz. O ölümü hoş karşılamamakta mazurdur. Bu durum, şu hadîsin
kapsamına girmez.

Kim Allah'ın mülâkatından hoşlanmazsa, Allah da onun mülâkatından hoşlanmaz.2

Zira bu kimse, ölümden ve Allah'ın mülâkatından hoşlanmıyor değildir. Kusurundan ötürü


Allah'ın mülâkatının elden kaçmasından korktuğu için ölümü istemez. Bu kimse, tıpkı dostunu
razı edecek bir şekilde onu ağırlamak için hazırlık yapmakla meşgul olduğu için dostu ile
buluşmaya geciken bir kimse gibidir. Bu kimse, dostuyla buluşmaktan hoşlanmıyor değildir.
Böyle davranmasının sebebi, ölüme hazırlık yapması ve ölümden başka bir meşguliyetinin
olmamasıdır. Aksi takdirde dünyaya dalan kimselerin safına iltihak etmiş olur.

Amacına ulaşan ârif, daima ölümü hatırlar! Çünkü ölüm, dostuyla buluşma zamanıdır. Dost,
dostuyla buluşma zamanını asla unutmaz! Arif kişi, çok zaman ölümün geciktiğini düşünür. Onun
gelmesini ister ki günahkârların evinden kurtulsun, âlemlerin rabbinin komşuluğuna intikal
etsin!

Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir: 'Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldi.
Gelmesinden pişman olan kurtulmasın. Yârab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık
sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım'.

Bu bakımdan tevbe eden bir kimse ölümü hoş karşılamamak hususunda mazurdur. Ârif kişi ise,
ölümü sevip mazurdur. Rütbe bakımından bu ikisinden de daha yüksek olan kimse, işini Allah'a
havale eden kimsedir. Kendi kendine ne ölümü, ne de hayatı seçmez. Onun için en sevimli olan
şey, Allah katında en sevimli olan şeydir. İşte bu kişi, sevgi ve teslimiyetin aşırılığından, teslimiyet
ve rıza makamına varmıştır. Bu makam, varılacak makamların sonuncusudur. Her durumda
ölümün anılmasında sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünyaya dalan bir kişi bile, ölümün zikrinden
ötürü dünyadan uzaklaşır; zira onun nimeti, ölümün anılmasından ötürü bulanır, lezzetinin
berraklığı karışır. İnsan için lezzet ve şehvetleri bulandıran her şey, kurtuluş sebeplerindendir.

2) Müslim ve Buhârî

*3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:


Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokça bahsedin!
Hadîsin mânâsı: 'Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsin.
Dolayısıyla Allah'a yönelmiş olasınız!'
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Eğer hayvanlar, ölüm hakkında ademoğlunun bildiğini bilseydiler, insanlar onlardan semiz bir et
yiyemezlerdi.3

Hz. Âişe (r.a) şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Şehidlerle beraber hoşrolunacak bir kimse var mı?'
Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi:

Evet! Yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!4

Bütün bu faziletlerin sebebi; ölümün anılmasındandır. Ölümün anılması da aldanış evinden


uzaklaşmayı ve ahiret için hazırlıklı bulunmayı gerektirir. Ölümden gaflet ise; insanı, dünya
şehvetlerine dalmaya davet eder.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Mü'minin hediyesi ölümdür.5

Bunu şu hikmete binaen söylemiştir: 'Dünya mü'minin hapishanesidir'.6

Çünkü mü'min,dünyada nefsinin şiddetinden,şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından


ötürü sıkıntıdadır. Bu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktır. Kurtuluş ise, onun
hakkında hediyedir;

zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Ölüm her müslüman için kefarettir.7

Buradaki müslümandan, hak yönünden müslüman, doğruluk yönünden mü'min olanı


kasdetmiştir. Bu öyle müslümandır ki müslümanlar onun elinden ve dilinden emindirler. Onda
müminlerin ahlâkı görünür. O, günahların sadece küçükleriyle kirlenir. Büyük günahlardan
korunup farzları yerine getirdikten sonra ölüm onun küçük günahlarını temizler ve kefaret olur.

Atâ el-Horasanî8 şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) bir meclisin yanından geçti. O mesliste
kahkaha sesi yükseldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Meclisinizi, lezzetleri bulandıranın anılmasıyla katıştırın!
- Lezzetleri bulandıran nedir?
- Ölüm!9

Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahları siler. Dünyayı gözünüzde küçülterek
kıymetsiz kılar.10

Ayırt edici olarak ölüm kâfidir!11 Vâiz olarak ölüm yeter!12

Hz. Peygamber (s.a) mescide çıktı. Bir grubun konuşup güldüklerini gördü. Bunun üzerine şöyle
dedi:
Ölümü hatırlayın! Nefsimi. kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki eğer benim bildiğimi siz
bilseydiniz az güler çok ağlardınız.13

Hz. Peygamberin yanında bir kişiden övgüyle bahsedildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle
sordu:
- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldır?
- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik!
- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir.14

ibn Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz, Peygamberin yanıma geldim. O esnada Ensar'dan bir kişi Hz.
Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?' diye sordu. Hz.
Peygamber şöyle dedi:

Ölümü en fazla ananlar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardır. İşte onlar akıllıların ta
kendisidirler. Onlar dünyanın şerefini ve ahiretin kerametini elde etmişlerdir.15
Ashab'ım ve Alimlerin Sözleri
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölüm, dünyayı rezil etti! Hiçbir akıllıya, onunla sevinmeyi
bırakmadı!'

Rebî b. Hayseme şöyle demiştir: 'Mü'min kişinin beklediği hiçbir meçhul Onun için ölümden daha
hayırlı değildir'.
Yine şöyle demiştir: 'Kimseyi benden haberdar etmeyiniz! Beni Rabbime doğru bir çekişle
çekiniz'.

Hukemadan biri ihvanından bir kişiye şunları yazdı: 'Ey kardeşim! Ahirete varıp orada ölümü
temenni etmeden önce, şu dünya evinde ölümden sakın!'

Ebû Bekir Muhammed 'İbn Sîrin'in yanında ölümden bahsedildiğinde onun azalan dumura
uğrardı' demiştir.

Ömer b. Abdülazîz her gece fakîhleri bir araya getirir, ölümün, kıyamet ve ahiretin müzakeresini
yapar, sonra sanki önlerinde bir cenaze varmış gibi ağlardı.

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'İki şey vardır ki benden dünya lezzetini kestiler: Ölümün bahsi,
Allah Teâlâ'nın huzurunda hesap için durmak!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Kim ölümü tanırsa onun için dünyanın musibet ve üzüntüleri kolaylaşır!'

Mutarrıf16 şöyle diyor: Rüyamda, birinin Basra camiinin ortasında şöyle dediğini gördüm:
'Ölümün anılması, Allah'tan korkanların kalplerini parçaladı. Allah'a yemin ederim onları
sersemlemiş olarak görüyorum'.

Ebû Hânî Eş'as17 şöyle demiştir: 'Hasan Basrî'nin huzuruna giriyorduk. Bu bakımdan o huzur
ancak ateş bahsi, ahiret emri ve ölümün zikri idi!'

Safiyye18 (r.a) şöyle diyor: "Bir kadın Âişe'ye kalbinin katılığından şikayet etti. Âişe şöyle dedi:
'Ölümü çokça zikret! Ölümü çokça zikret! Kalbin rikkate gelir'. Kadın da Âişe'nin dediğini yaptı ve
kalbi rikkate geldi. Sonra gelip Âişe'ye (r.a) teşekkür etti".

Hz. İsa'nın yanında ölümden bahsedildiğinde onun derisinden sanki kan damlardı.

Hz. Davud'un yanında ölüm ve kıyametten bahsedildiğinde mafsalları birbirinden ayrılacak


dereceye gelinceye kadar ağlardı. Rahmeti andığında kendisine gelirdi!

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Ölümden sakınmayan ve ölüm için üzülmeyen akıllı bir kimse
görmedim'.

Ömer b. Abdülazîz bir âlime 'Bana nasihat et!' dediğinde, o âlim 'Sen ilk ölecek halife değilsin!'
dedi. Ömer 'Daha fazlasını söyle' dedi. Âlim 'Aba ve ecdadından Âdem'e varıncaya kadarölümü
tatmayan hiç kimse yoktur. Senin sıran da geldi!' dedi. Bunun üzerine Ömer hüngür hüngür
ağladı.

Rebî b. Hayseme evinde bir mezar kazmıştı. Her gün o mezara birkaç defa gireryatardı. Böylece
ölümü anmayı devam ettirirdi. O derdi ki: 'Eğer ölümün zikri kalbimden bir saat ayrılırsa, kalbim
fesada uğrar'.

Mutarrıf b. Abdillah b. Şuhayr dedi ki: 'Muhakkak bu ölüm, nimet ehline nimeti bulandırmıştır.
Bu bakımdan içinde ölüm olmayan bir nimet arayınız!'

Ömer b. Abdülazîz, Anbese'ye hitaben 'Ölümü çokça an! Zira eğer geniş maişetli isen, ölümün
anılması, senin için onu daraltır. Eğer dar maişetli isen genişletir demiştir.
Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle diyor: Ümmü Harun'a 'Ölümü sever misin?' diye sordum. Cevap
olarak 'Hayır' dedi. 'Neden?' dedim. 'Eğer bir insana isyan edersem onunla bir araya gelmekten
hoşlanmam. O halde Allah'a isyan ettiğim halde O'nunla buluşmaya nasıl razı olayım?' dedi.

3) Beyhâkî
4) Taberânî
5) İbn Ebi Dünya, Taberânî ve Hâkim
6) Müslim
7) Ebû Nuaym, Hilye; Beyhakî,Şuab'ul-İman
8) Adı Atâ b. Müslim, künyesi Ebû Eyyub'dur. H. 135'de vefat etmiştir.
9) İbn Ebi Dünya
10) İbn Ebî Dünya
11) Hars b. Ebî Usame
12) Taberânî, Beyhâkî
13) İbn EM Dünya
14) İbn Ebî Dünya
15) İbn Mâce
16) Ma'kel'in oğludur.
17) Tam adı Eş'as b. Abdülmelik el-Hamrânî'dir.
18) Adi/ Safiyye binti Şeybe'dir. Tâbiîndendir.

*4.Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu

Ölüm korkutucudur ve tehlikesi büyüktür. Halk onun hakkında az düşündüğü, onu az andığı için
ondan gafildir. Onu anan bir kimse ete boş bir kalple değil, dünya ile meşgul olan bir kalp ile onu
anar. Bu bakımdan ölümün anılması bu kimsenin kalbinde herhangi bir fayda temin etmez.
Öyleyse yapılması gereken şey, kulun kalbini herşeyden boşaltmasıdır. Önünde sadece ölümün
anılması kalmalıdır. Tıpkı tehlikeli bir sahraya gitmek isteyen veya denizde yolculuk yapmak
isteyen bir kimse gibi! Muhakkak ki bu kimse sadece o sefer hakkında düşünür. Öyleyse ölümün
anılması, kalbe girdiğinde tesir etmeli, kişinin dünyaya olan sevgi ve sürûru azalıp kalbi
burkulmalıdır.

Burada en faydalı yol; benzerlerinin ve kendisinden önce göç edip giden emsallerinin bahsini
çokça etmektir. Onların ölümünü ve toprak altındaki durumlarını anmalıdır. Mertebe ve
hallerinde onların suretlerini, şimdi toprağın onların o güzel suretlerini nasıl yediğini,kabirlerde
parçalarının nasıl dağıldığını, kadınlarını nasıl dul, yavrularını nasıl yetim, mallarının nasıl zayi,
mescid ve meclislerinin kendilerinden nasıl boş kaldığını ve eserlerinin nasıl kesildiğini
düşünmelidir! Onları birer birer düşündüğünde, kişinin kalbinde onun hali, ölümünün keyfiyeti
ve sureti hayal edildiğinde, o ölenin sevincini, dünya için gidip gelmesini, maişet ve baki kalmayı
ümit ettiğini, ölümü unuttuğunu, dünya nimetlerini elde etmekle aldandığını, kuvvet ve gençliğe
meylettiğini, gülmesini, oynamasını, kayışını, önündeki ölümden gafil oluşunu, süratle helaki
unuttuğunu hatırladığında ve daha önce nasıl gidip geldiğini, şimdi ise ayaklarının yok olduğunu,
mafsallarının ayrıldığını, daha önce nasıl konuştuğunu, şimdi ise böceklerin dilini yediğini, daha
önce nasıl güldüğünü, şimdi ise toprağın dişlerini yediğini, daha önce kendisi ile ölüm arasında
ancak bir ay gibi kısa bir mesafe olduğu halde, onlarca sene yetecek kadar muhtaç olmadığı şeyleri
nasıl istif ettiğini, yakında başına geleceklerden nasıl gafil bulunduğunu, hatta ummadığı bir
vakitte ölümün gelip yakasına yapıştığını, dolayısıyla ölüm meleğinin suretinin kendisine
belirdiğini, kulağına ya 'cennete veya cehenneme götürün' sesi geldiğini düşündüğünde, evet bu
anda nefsi hakkında düşünür ve onun da onlar gibi olduğunu, gafletinin onların gafleti gibi,
akibetinin de onların akibeti gibi olacağını anlar.

Ebû Derdâ şöyle demiştir: 'Ölüler anıldığında kendini onların herhangi biri gibi say!'
İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: 'Said, o kimsedir ki başkasından ibret alıp halini düzeltir7.

Ömer b. Abdülazîz şöyle demiştir: Her gün sabah veya akşam, Allah'ın divânına giden birini yolcu
ettiğinizi görmüyor musunuz? Onu, yerin bir çukuruna koyarsınız. Yastığı topraktandır.
Dostlarını geride bırakmış ve maişet sebepleri kesilmiştir'.
Bu bakımdan mezarlıklara girmek ve hastaları ziyaret etmek ve buna benzer fikirlerden
ayrılmamak ölümün hatırlanmasını kalpte yeniler! Böylece ölümün hatırlanması kalbe, daima göz
önünde bulunduracak şekilde hâkim olur. İşte bu tahakkuk ettiğinde, şahsın ölüm için
hazırlanması ihtimal dahiline girer. Aldanış evinden uzaklaşması sözkonusu olur. Aksi takdirde
dil ucuyla ölümü zikretmenin, sakınmak ve uyanmak hususunda faydası az olur. Ne zaman kişinin
kalbi dünyanın herhangi bir şeyinden hoşlanırsa, derhal ondan ayrılacağını hatırlaması gerekir.

İbn Mutî birgün evine bakarak güzelliğine hayran oldu. Sonra hüngür hüngür ağlayarak dedi ki:
'Allah'a yemin ederim ki eğer ölüm olmasaydı (ey ev) seninle mesrur olacaktım. Eğer varacağımız
kabirlerin darlığı olmasaydı, dünya ile gözlerimiz aydınlanacaktı'. Sonra hüngür hüngür ağladı.

*5.Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Kısa Emelin Fazileti


Hz. Peygamber (s.a), Abdullah b. Ömer'e hitaben şöyle buyurmuştur:

Sabahladığında, nefsine akşamlayacağını, akşamladığında sabahlayacağını söyleme! Hayatında


ölümün için, sıhhatinde de hastalığın için tedbir al! Ey Abdullah! Muhakkak ki sen yarın isminin
ne olacağını bilmezsin.19

Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Sizin için en fazla korktuğum şey a) Hevâ-i nefse tâbi olmanız, b) Tûl-i Emel (uzun yaşama hayali)
beslemenizdir! Hevâ-i nefse tâbi olmak, halktan uzak durmaktır, tûl-i emel de dünyayı sevmektir.
Sonra şöyle dedi:İyi bilin ki Allah dünyayı, sevdiği kimseye de buğzettiği kimseye de verir. Fakat
bir kulunu sevdiğinde ona imanı verir. Muhakkak ki dinin evlatları vardır. Dünyanın (da) evlatları
vardır. Siz dinin evlatlarından olunuz. Dünyanın evlatlarından olmayınız. Elbette dünya arkasını
çevirdiği halde göç etmiştir. Muhakkak ki içinde hesap olmayan bir çalışma gününde
bulunuyorsunuz. Muhakkak ki içinde amel ve çalışma olmayan bir hesap gününe yaklaşmış
durumdasınız!20

Ümmü Münzir şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a) bir akşam halka baktı ve şöyle dedi:
- Ey insanlar! Allah'tan utanmıyor musunuz?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin utanalım!
Yemeyeceğinizi derliyor, yetişmeyeceğinizi umuyorsunuz. İçinde oturmayacağınız binalar inşa
ediyorsunuz21

Ebû Said el-Hudrî der ki: Usame b. Zeyd, Zeyd b. Sabit'ten bir ay vâde ile yüz dinara bir câriye
aldı. Hz. Peygamber hâdiseyi işitti ve şöyle dedi: 'Bir ay vâde ile câriye satın alan Usame'ye hayret
etmiyor musunuz? Muhakkak ki Usame uzun emellidir! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a
kasem ederim! Gözlerim her açıldığında göz kirpiklerimin bir daha kapanmayacağını
sanmıyorum. Bu durum, Allah ruhumu kabzedinceye kadar devam edecektir. Ağzıma bir lokmayı
aldığımda, onu yutamayacağımı ve öleceğimi sanıyorum'.

Ey Ademoğulları! Eğer aklınız yetiyorsa, kendinizi ölmüş sayın. Nefsimi kudret elinde bulunduran
Allah'a yemin ederim ki size va'dedilen muhakkak başınıza gelecektir. Siz onu geri çeviremezsiniz.
22

İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber dışarı çıkıp su döküyordu, toprak ile
siliniyordu. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Su sana yakındır!' dedim. Cevap olarak dedi ki:
'Suya yetişeceğimi nerden bileyim?'23

Rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber eline üç çöp aldı. Birini önüne, diğerini onun yanına,
üçüncüsünü de uzağa dikerek şöyle dedi:
- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!
- Şu önümdeki çöp insandır. Yanındaki çöp ise eceldir.
Uzaktaki ise, emelidir. Ademoğlu emelini işlemeye başlar.
Emelden önce ecel gelip onu apar topar götürür.24
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ademoğlunun, yanında doksan dokuz mukadderat vardır., Eğer mukadderatın pençesinden
kurtulursa, ihtiyarlığa girer.25

İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: İşte bu kişi, bunlar da onun etrafındaki tehlikelerdir, ona doğru
gelmektedirler. İhtiyarlık, tehlikelerin arkasında ve emel de ihtiyarlığın ötesindedir'.

İnsan uzun emel besler. Tehlikeler de ona doğru akıp gelirler. Bunların hangisi onun yanından
geçerse onu kapar götürür. Eğer tehlikelerin pençesinden kurtulursa, emelini beklerken ihtiyarlık
onu öldürür.

Abdullah (r.a) der ki: Hz. Peygamber dörtgen bir çizgi, onun ortasına da ikinci bir çizgi çizdi.
Ortadaki çizginin etrafına da birçok çizgiler çizdi. Bir çizgi de dörtgenin dışına çizdi ve şöyle dedi:
- Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!
- Şu ortada bulunan çizgi insandır. Bu dörtgen de onu kapsayan eceldir. Şu etraftaki çizgiler de
olaylardır. Onu durmadan ısırırlar. Bunlardan biri onu ısırmazsa öbürüsü ısırır. Şu dörtgenin
dışındaki çizgi ise insanın emelidir.26

Enes Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Âdemoğlu ihtiyarlar. Onunla beraber iki şey kalır: Hırs ve emel!27

Bir rivayette de şöyledir: 'Onunla beraber iki şey de ihtiyarlar: Mal ve ömür için hırs!'
Hz. Peygamber (r.a) şöyle demiştir:Bu ümmetin ilki yakîn ve zühd ile kurtuldu. Bu ümmetin sonu
ise, cimrilik ve emel ile helâk olacaktır.

Şöyle anlatılıyor: Hz. İsa (a.s), oturan ve elinde bir kürek ile yeri kazan bir ihtiyar gördü. Bunun
üzerine İsa (a.s) şu duayı yaptı: 'Ey Allahım! Onun kalbinden emeli söküp atF Dua âkabinde,
ihtiyar küreği elinden attı. Sırt üstü uzanıp bir saat durdu. Bu manzara karşısında İsa (a.s) şöyle
dua etti: 'Ey Allahım! Ona emeli geri ver!' Bunun üzerine ihtiyar kalkarak çalışmaya başladı. Hz.
İsa ihtiyardan bahsi geçen durumu sordu. İhtiyar şu cevabı verdi: "Çalıştığım bir anda nefsim
bana şöyle dedi: 'İhtiyar olduğun halde daha ne zamana kadar çalışacaksın?' Dolayısıyla ben
küreği elimden atıp uzandım. Sonra nefsim bana 'Yemin olsun! Hayatta kaldıkça senin için geçim
lâzımdır!' dedi. Böylece kalkıp çalışmaya başladım".

Hasan, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


- Acaba hepiniz cennete girmeyi sever misiniz?
- Evet ya Rasûlullah!
- Emelinizi kısaltınız, ecellerinizi gözlerinizin önüne getiri niz. Gereği gibi Allah'tan utanınız! (Bu
takdirde cennete girersiniz).28

Hz. Peygamber duasında şöyle derdi:


Ey Allahım! Ahiretin hayrını engelleyen dünyanın şerrinden sana sığınıyorum. Ölümün hayrını
engelleyen bir hayattan sana sığınıyorum. Amelin hayrını engelleyen bir emelden sana
sığınıyorum.29

Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri


Mutarrıf b. Abdillah şöyle demiştir: 'Eğer ecelimin ne vakit olduğunu bilseydim aklımın
kaybolmasından korkardım. Fakat ölümden gafil olmayı, Allah kullarına bir nimet olarak ihsan
buyurmuştur. Eğer gaflet olmasaydı kullar herhangi bir maişetten lezzet almazdı. Aralarında
pazarlar kurulmazdı'.

Hasan şöyle demiştir: 'Unutkanlık ve emel, ademoğulları için iki büyük nimettir. Eğer bu iki
nimet olmasaydı müslümanlar yollarda yürümezdi'.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre insan ahmak olarak yaratılmıştır. Eğer
bu durum olmasaydı maişetten hoşlanmazdı'.
Ebû Said b. Abdurrahman şöyle demiştir: 'Dünya ancak insanların akılsızlığından ötürü imar
edilmiştir!'

Selman-ı Fârisi (r.a) şöyle demiştir: Üç şey vardır ki beni güldürecek kadar hayrette bırakırlar:
1. Ölüm kendisini aradığı halde dünyayı isteyen kimse(nin durumu).
2. Kendisinden gaflet edilmediği halde gafil olan kimse.
3. Rabbinin kendisinden razı olup olmadığını bilmediği halde ağız dolusu gülen kimse.

Üç şey vardır ki ağlatacak kadar beni üzerler:


1. Hz. Peygamber ve cemaatinden ayrılmak.
2. Kıyametin dehşeti.
3. Cennete mi, cehenneme mi gönderileceğimi bilmediğim halde Allah'ın huzurunda hesaba
çekilmek için durmam!

Seleften biri şöyle diyor: "Zürâre b. Ebi Evfayı, ölümden sonra, rüyada görüp 'Sizin katınızda
amellerin hangisi daha verimlidir?' diye sordum. Zürare 'Tevekkül ile emeli kısaltmak!' dedi".

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Dünya hakkındaki zâhidlik lezzetsiz yemek ve aba giymek
değildir. Emelin kısaltılmasıdır'.

Mufaddal b. Fudale30 Rabbinden emelinin kaldırılmasını istedi. Dolayısıyla onun kalbinden


yemek ve içmek şehveti silindi. Sonra Rabbine geri vermesi için yalvardı. Emel kendisine geri
verildi, yemeye ve içmeye başladı.

Hasan'a 'Ey Ebû Said! İç gömleğini yıkamaz mısın?' diye soruldu. Bununla meşgul olmak uzun
emeldir' dedi.
Hasan şöyle demiştir: 'Ölüm sizin önünüzdedir. Dünya ise arkanızdadır'.
Bir kişi şöyle demiştir: 'Ben boynunu uzatmış, üstünde de bir kılıç olduğu halde, boynu ne zaman
vurulacaktır diye bekleyen bir kimse gibiyim'.

Dâvûd et-Tâî şöyle demiştir: 'Eğer bir ay yaşamayı ümit edersem kendimi büyük bir günah işlemiş
olarak görürüm. Ben bunu nasıl ümit ederim?. Oysa fecaatlarm gece ve gündüz saatlarinde halkı
kasıp kavurduğunu görmekteyim.

Hikâye ediliyor ki Şakîk el-Belhî, hocası Ebû Haşim Rumânî'nin31 yanına geldiğinde abasının
köşesinde bağlı birşey vardı. Bunu gören hocası 'Nedir bu?' dedi ve kapıyı Şakîk'in yüzüne
kapayarak eve girdi.

Ömer b. Abdülazîz, kürsüde şöyle demiştir:


Muhakkak ki her sefer için azık hazırlanır. Öyleyse siz de düyadan ahirete olan seferenizde takvayı
azık edinin. Siz, Allah'ın hazırladığı sevap ve ikabı gören bir kimse gibi olun, ibadete dalıp
günahlardan çekinin! Sakın zaman sizin için uzun gelip de kalpleriniz katılaşmasın ve
düşmanınıza itaat etmeyin. Yemin olsun muhakkak ki akşamdan sonra sabahlamayacağını ve
sabahladıktan sonra akşamlamayacağını bilmeyen bir kimse uzun emel taşımamalıdır. Çoğu kez
bunların arasında ölüm gelip insanın boğazına yapışır. Ben de siz de dünyaya aldanan nicelerini
gördük! Oysa ancak Allah'ın azabından kurtulanın gözü aydın olur. Kıyametin dehşetlerinden
emin olan ancak sevinir. O kimse ki herhangi bir yarayı ancak başka bir taraftan bir yara almak
suretiyle tedavi edebiliyorsa, o nasıl sevinir? Yaptığım bir şeyi size emretmekten Allah'a sığınırım.
Eğer böyle yaparsam alış-verişimde zarar edip kusurum ve miskinliğim, fakir ve zenginin halini
gösteren terazilerin ortaya konduğu bir günde açığa çıkar. Siz öyle bir şeyle mükellef kılındınız ki
eğer yıldızlar onunla mükellef kılınmış olsalardı muhakkak dökülüp saçılırlardı. Dağlar öyle bir
şeyle mükellef olsaydı, muhakkak erirdi. Kürre-i arz onunla mükellef kılmasaydı,
muhakkak paramparça olurdu. Bilmez misin, cennet ile ateş arasında bir konak yoktur.
Muhakkak siz onlardan birine varacaksınız.

Bir kişi dostuna (şunları) yazdı: 'Dünya rüyadır. Ahiret ise uykudan uyanmadır. İkisinin arasında
olan ölümdür. Biz karmakarışık rüyalar içerisinde kıvranıp duruyoruz. Bir başkası arkadaşına
(şöyle) yazdı: 'Muhakkak ki dünya için üzülmek uzundur. Ölüm insana yakındır. Eksiklik için her
günde ondan nasip vardır. Bela için onun cisminde yol vardır. Bu bakımdan göç etmeye
çağrılmazdan önce acele et! Vesselâm!'

Hasan şöyle demiştir: Âdem (a.s) hata etmeden önce emeli arkasında, eceli gözlerinin arasında
bulunuyordu. Zelleye düştüğünde emel gözlerinin önüne, ecel de arkasına geldi'.

Abdullah b. Samit şöyle rivayet ediyor: Babası şöyle demiştir: 'Ey sıhhatinin uzunluğuna aldanan,
hastalıksız ölen hiç kimse görmedin mi? Ey mühletinin uzunluğuna aldanan! Acaba azıksız
yakalanan birini görmedin mi? Eğer ömrünün uzunluğunu düşünürsen, geçmiş lezzetlerini
unutursun! Acaba sıhhatle mi aldanıyorsun? Yoksa içinde kıvrandığın afiyetin uzunluğu ile mi?
Yoksa emin bulunduğun ölümle mi? Veya ölüm meleğine karşı cesaret mi gösteriyorsun? Ölüm
meleği geldiğinde, malın ve servetin onu senden uzaklaştıramaz. Nüfusunun çokluğu da onu
engelleyemez! Bilmez misin ölüm saati, üzüntülü ve sıkıntılıdır. Daha önce yapılan kusurlardan
ötürü pişmanlıktır. Allah, ölümden sonraki hayat için çalışan kuldan razı olsun! Allah o kuldan
razı olsun ki ölüm gelmeden önce tedbir almıştır'.

Ebû Zekeriyya et-Teymî şöyle anlatıyor: Süleyman b. Abdülmelik, Mescid-i Haramda, bulunduğu
bir sırada yazılı bir taş getirildi. Taşın üzerindeki yazıları okuyacak biri araştırıldı. Vehb b.
Münebbih Süleyman'ın huzuruna getirildi. O taşta şunlar yazılıydı:
Ey Âdemoğlu! Eğer sen ecelinden geri kalanın yakınlığını görseydin, emelinin uzunluğunda
zâhidlik ederdin. Amelini artırmak için rağbet gösterirdin. Hırs ve hileden uzak dururdun. Eğer
ayağın kayarsa, yarın pişmanlığınla karşı karşıya gelirsin. Aile efradın ve haşmetin seni teslim
edeçek, baban ve yakınların senden ayrılacak, evlat ve soyun seni terkedecektir. Sen dünyaya
dönecek değilsin. Hayırlarını da arttıramazsın. Öyleyse üzüntü ve pişmanlık gelmeden önce
kıyamet için çalış! Bunun üzerine Süleyman, hıçkıra hıçkıra ağladı.

Seleften biri şöyle diyor: Muhammed b. Yusuf un Abdurrahman b. Yusuf a yazdığı bir mektubu
gördüm. Mektupta şunlar yazılıydı:
Selâm senin üzerine olsun! Nezdinde kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a hamd ederim.
Seni dünyadan, ahirete davet ediyor ve amellerinin gideceği mükafat yerine döneceğinden gafil
olmaman hususunda seni sakındırıyorum. Sen yeryüzünden sonra yerin altına gidersin. Münker
ve Nekir melekleri gelir, seni oturtup azarlarlar. Eğer Allah (kudretiyle) beraberinde ise zarar,
korku ve fakirlik yoktur. Eğer bunun aksi olursa, Allah hem beni, hem de seni felaketin kötü
akibetinden, kabrin darlığından muhafaza eylesin. Sonra mahşerin gürültüsü ve Sûr'un üfürülüşü
gelir. Mahlûklar hakkında hükmetmek, yeri ve gökleri sakinlerinden boşaltmak için cebbar olan
Allah harekete geçer, sırlar fâş edilir, ateş kızıştırılır, teraziler konulur, peygamberler ve şehidler
getirilir. Aralarında hak ile hükmedilir ve 'Hamd. âlemlerin rabbine mahsustur!' denilir. Nice rezil
olmuş ve örtülmüş, nice he-lâk olmuş ve kurtulmuş, nice azaba uğramış ve rahmete kavuşmuş
kimseler vardır. Keşke bilseydim, o gün benimle senin halin ne olacaktır? Bu bakımdan bu
hususta lezzetler yıkılmış, şehvetlerden kaçınılmış, emel kısaltılmış, uykuda olanlar uyandırılmış
ve gaflette olanlar sakmdırılmıştır. Allah bize ve size bu büyük tehlike karşısında yardım etsin!
Dünya ve ahiret tesirini muttakîlerin kalbinde ne derece halketmişse, benim ve senin kalbinde de
öyle halketsin. Biz ancak O'nunla ve O'nun için varız. Vesselâm!

Ömer b. Abdülazîz Allah'a hamd ve sana ettikten sonra şu hutbeyi okudu:


Ey insanlar! Siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve başıboş bırakılamayacaksınız! Muhakkak sizin
için bir dönüş yeri vardır. Allah aranızda hükmetmek için sizi bir araya getirecektir. Yarın herşeyi
kaplayan Allah'ın rahmetinden ve eni gökler ile yer kadar olan cennetinden çıkarılan bir kul zarar
etmiş ve şakî olmuştur. Yarın emin olmak, ancak rabbinin saltanatından korkan, azabından ittika
eden, azı verip çoğu alan, fâniyi verip bakiyi alan, şekaveti saadetle değiştiren bir kimse için
mümkündür. Görmez misiniz siz, helâk olanların sulblerindeydiniz? Sizden sonra zürriyetleriniz
kalacaktır. Her gün vaktini bitirmiş ve emeli kesilmiş bir kimseyi Allah'a yolcu ettiğinizi, onu
yastıksız ve döşeksiz, sebeplerden ve dostlarından ayrılmış, hesap ile karşı karşıya gelmek üzere
bir çukurun içine koyduğunuzu görmüyor musunuz? Yemin olsun! Gerçi benim günahım
sizinkinden daha fazladır. Fakat bunlar Allah'tan gelen adil kanunlardır. Size, Allah'a itaat ve
ibadet etmeyi tavsiye eder ve sizi günahlardan sakındırırım ve Allah'tan af talep ederim.
Bunları söyledikten sonra yenini yüzüne kapatıp gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağladı. Bir
daha ölünceye kadar meclise geri dönmedi.

Ka'kâ b. Hâkim32 şöyle demiştir: 'Otuz seneden beri ölüme hazırlandım. Eğer bana gelseydi tehir
edilmesinden hoşlanmazdım'.

Süfyan es-Sevrî şöyle anlatır: Küfe mescidinde yaşlı bir kişi şöyle diyordu: 'Otuz seneden beri şu
mesciddeyim. Gelmesi için ölümü bekliyorum. Eğer gelseydi ona ne birşey emreder, ne de onu bir
şeyden sakındırırdım. Benim hiçkimse de bir şeyim olmadığı gibi hiç kimsenin de bende bir şeyi
yoktur.

Abdullah b. Salebe şöyle demiştir: 'Sen gülüyorsun ama belkide kefenin bez ağartıcısının
yanından çıkmış bulunuyor!'

Muhammed b. Ali ez-Zâhid şöyle demiştir: Kûfe'de bir cenazeyi teşyi ettik. Bu teşyie Dâvud-u Tâî
de katıldı. Cenaze defnedildikten sonra Dâvûd ayrılıp bir köşeye oturdu. Ben de gelip ona yakın
bir yere oturdum. Dâvûd şöyle dedi: 'Kim azaptan korkarsa, uzak onun için kısalır, kimin emeli
uzarsa ameli zayıf olur. Her gelecek yakındır. Ey kardeşim! Bil ki seni rabbinden meşgul eden
herşey, senin için uğursuzdur. Bil ki bütün dünya ehli, kabir ehlindendir. Onlar geride bıraktıkları
için pişman olacaklardır.

Daha önce gönderdikleriyle sevineceklerdir. Kabir ehlinin pişman olduğu şey hakkında dünya ehli
boğuşur, birbirlerini kıskanırlar. Ondan dolayı birbirlerini hâkimlere şikayet ederler.

Muhammed b. Ebî Tevbe şöyle diyor: Mâruf-u Kerhî, namaz için kamet getirdi, bana imam
olmamı teklif etti. Dedim ki: 'Eğer ben önünüzde bu namazı kıldırırsam bundan başkasını
kıldıramam'. Bu cevap üzerine Mâruf şöyle dedi: 'Sen nefsine, yaşayacağını ve başka bir namaz
kılacağını mı söylüyorsun? Uzun yaşama arzusundan Allah'a sığınırız. Çünkü uzun emel insanı
hayırlı amelden alıkoyar'.

Ömer b. Abdülazîz bir hutbesinde şöyle demiştir:


Muhakkak dünya sizin esas eviniz değildir. Allah onun hakkında yok olmayı takdir etmiştir. Onun
ehli hakkında da ondan göç etmeyi yazmıştır. Dünyayı imar eden nice insan vardır ki yakında
dünyadan göç edecektir. Allah size rahmet etsin! Elinizde bulunan nakil vasıtalarının en güzeliyle
dünyadan göç etmeye çalışıp azıklanınız! Muhakkak ki azığın hayırlısı takvadır. Dünya, azalmış
gölge gibidir. Ademoğlu dünyada gözü yaşsız olduğu haldeyken ansızın Allah Teâlâ onu çağırır.
Ondan eserlerini ve dünyasını selbeder. Onun zenginliklerini başka bir kavme verir. Dünya, zarar
verdiği kadar sevindirmez. Dünya az sevindirir, çok üzer.

Hz. Ebubekir bir hutbesinde şöyle demiştir: 'Yüzleri güzel ve pırıl pırıl parlayan kimseler,
gençliklerine meftun olanlar nerede? Şehirler kuranlar, onları surlarla koruyan padişahlar
nerede? Savaş meydanlarında muzaffer olanlar nerede? Zaman onların hepsini yere serdi. Onlar
kabirlerin karanlıklarına hüründüler. Acele ediniz, derhal kurtuluşa koşun kurtuluşa!'

19) İbn Hibban, Buhârî, (İbn Ömer'den)


20) İbn Ebî Dünya, Kasr-ı Amel
21) İbn Ebî Dünya
22) İbn Ebî Dünya, Kasr-ı Amel
23) İbn Mübârek, Zühd; İbn Ebî Dünya ve Bezzar
24) İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya
25) Tirmizî
26) Buhârî
27) Müslim, Tayalisî, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban
28) İbn Ebi Dünya
29) İbn Ebî Dünya
30) Basralıdır. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce kendisinden hadîs rivayet etmiştir.
31) Adı, Yahya b. Dinar'dır. H. 122'de (veya 145'de) vefat etmiştir.
32) Kinane kabilesindendir. İbn Hibban güvenilir kimseler arasında zik-retmiştir.
*6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi

Uzun emerin iki sebebi vardır. Biri cehalet, diğeri dünya sevgisidir.
a. Dünya Sevgisi
İnsan dünyaya, şehvetlerine, lezzetlerine ve dünya ile olan ilişkilerine değer verdiğinde dünyadan
ayrılmak kalbine ağır gelir. Kalbi, dünyadan ayrılmasına sebep olan ölüm hakkında düşünmekten
kaçınır. Kim bir şeyden hoşlanmazsa, onu kendinden uzaklaştırır. İnsan bâtıl kuruntuların
hayranıdır. Daima maksadına uygun olanı temenni eder. Nefsine uygun olan da dünyada baki
kalmaktır. Baki kalmanın çarelerini hayal eder. Muhtaç olduğu mal, aile fertleri, ev, dostlar,
hayvanlar ve dünyanın diğer şeylerini araştırır. Böylece kalbi bu düşünceye dalar, bundan
ayrılmaz. Bu bakımdan ölümün anılmasından gafil olur. Ona yaklaşmaya bile gücü yetmez. Eğer
bazı hallerde ölüm ve ölüm için hazırlanma kalbine gelirse onu tehir eder. Nefsine der ki: 'Önünde
tevbe etmek için uzun günler vardır?'
Biraz yaşlanınca der ki: 'Pîr-i fani oluncaya kadar vakit vardır! Pîr-i fani olduğunda der ki: 'Şu evi
yapıncaya, şu bostanı işlerini bitirinceye kadar bari tevbeyi tehir edeyim. Şu seferden dönünce
veya şu çocuğun çeyizini yapıncaya, buna bir mesken hazırlaymcaya veya bana diş bileyen şu
düşmanın kahrından kurtuluncaya kadar tehir edeyim5. Dolayısıyla durmadan ölümü hatırlamayı
tehir edip geciktirir. Bir meşgale bitmeden, on meşgale daha çıkar. Böylece gün be gün ölüm
hakkında düşünceyi geciktirir. Onu bir meşgale başka bir meşgaleye sürükler durur. Böylece
ummadığı bir zamanda ölüm gelip yakasına sarılncaya kadar tehir eder ve son anda üzüntüsü çok
büyük olur.
Ateş ehlinin çoğunun feryadı tevbeyi geciktirmektendir. Onlar 'Gecikmeden dolayı vay hâlimize!'
derler.

Oysa bu işi geciktiren miskin kendisini ölümü hatırlamayı geciktirmeye davet eden sebebin bugün
beraberinde olduğu gibi yarın da beraberinde olduğunu bilmez. O sebep müddetin uzamasıyla
kuvvet kazanır. Oysa miskin dünyaya dalan ve dünyayı koruyan kimse bir gün boş vakit bulup
tevbe etmesinin mümkün olduğunu zanneder! Ama nerede? Dünyadan ancak dünyayı atan
boşalır.

Hiçbir kimse dünyadan ihtiyacını almamıştır.


Hiçbir ihtiyaç başka bir ihtiyaca götürmekten başka bir işe yaramaz!
Bütün bu kuruntuların esası, dünya sevgisidir. Dünyaya önem vermek ve Hz. Peygamberin şu
hadîs-i şerifinin mânâsından gafil olmaktır:

Sevebildiğini sev! Muhakkak ondan ayırlacaksın! b. Cehalet


İnsan bazen gençliğine güvenir. Gençlikle beraber ölümün yakınlığını uzak bir ihtimal sayar.
Miskin düşünmez ki memleketinin ihtiyarları sayılsa, memleketindeki erkeklerin onda birinden
daha azdırlar. Onların az olmaları, ölümün gençler arasında daha çok olmasındandır. Bir ihtiyar
ölünceye kadar bin çocuk ve genç ölür.

Bazen de sıhhatli oluşundan dolayı ölümü uzak sayar. Ansızın gelen ölümü uzak bir ihtimal olarak
görür. Bilmez ki bu uzak değildir. Bu uzak olsa dahi ansızın gelen hastalık uzak değildir. Oysa
hastalıklar ansızın gelir, kişi hasta olduğunda ölüm uzak sayılmaz. Eğer bu gafil ölümün
gençlikten, orta yaşlılıktan, ihtiyarlık, yaz, kış, güz, bahar, gece ve gündüzden belli bir vaktinin
olmadığını düşünse, şuuru ölüme hazırlanmakla meşgul olur. Fakat bunları düşünmemesi ve
dünya sevgisi onu ölümün yakınlığından gafil olmaya sevk eder. Bu bakımdan o, ölümün devamlı
ileride olduğunu zanneder. Ölümün başına geleceğini takdir etmez. Kendisinin devamlı
başkalarının cenazelerini teşyi edeceğini zanneder. Kendi cenazesinin teşyi edileceğini hiç hesaba
katmaz. Çünkü defalarca cenaze teşyi etmiş, artık buna alışmıştır.

O daima başkasının ölümünü müşahede etmiştir. Kendi ölümünü ise hiç düşünmemiştir,
düşünmesi de uzak ihtimaldir. Düşündüğü takdirde de bir defadan sonra ikinci defa düşünmez.
Bu bakımdan o, ilk ve sondur. Bu kimse nefsini başkasına kıyas etmeli, cenazesinin omuzlarda
taşındığını ve defnedildiğini düşünmelidir. Belki de mezarının tuğlası hazırlanmıştır.

Bu bakımdan onun ölümü hatırlamayı ve (tevbeyi) tehir etmesi katıksız cehalettir. Bunun
sebebinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğinde, tedavisi, sebebini bertaraf etmektir.
Cehalet, uyanık kalpten gelen saf fikir ile bertaraf edilir, temiz kalplerden gelen beliğ hikmeti
dinlemek ile kaldırılır.

Dünya sevgisine gelince, onu kalpten çıkarmakta kullanılan ilâcın acısı pek çetindir, geçmiş ve
geleceklerin tedavisinden aciz kaldıkları müzmin bir hastalıktır. Bu hastalığın, son güne ve son
gündeki büyük azap ve büyük sevaba iman etmekten başka ilâcı yoktur.
İnsan bunlara kesin olarak inandığı zaman kalbi dünya sevgisinden boşalır. Çünkü gerçek sevgi
odur ki kalpten basit şeylerin sevgisini siler. Bu bakımdan kişi, dünyanın hakirliğini, ahiretin de
büyüklüğünü gördüğünde dünyaya iltifat etmekten imtina eder.

Doğudan batıya kadar bütün dünya mülkü kendisine verilse bile aldırmaz. Bu nasıl böyle olmaz!
Oysa dünyadan daha düşük az birşey vardır. O halde dünya ile nasıl sevinebilir veya ahirete iman
etmekle beraber dünyanın sevgisi onun kalbinde nasıl yerleşir? Öyleyse Allah Teâlâ'dan dileğimiz,
dünyayı sâlih kullara gösterdiği gibi, bize de göstermesidir!
Ölümü düşünmek hususunda emsallerinin ölümüne bakmak gibi bir ilâç yoktur. Bunlara ölümün
nasıl ummadıkları bir zamanda geldiğine dikkat etmelidir.

Ölüm için hazırlıklı olan bir kimse, büyük bir zafer elde eder. Uzun emelle aldanmış bir kimse ise
apaçık zarar eder.

İnsan her saat azalarına dikkat edip bu azalan böceklerin nasıl yiyeceğini, kemiklerinin nasıl
dağıldığını düşünmelidir. Böceklerin önce sağ gözbebeğinden mi yoksa sol gözbebeğinden mi
başlayacağını düşünmelidir. Çünkü onun bedeninde hiçbir şey yoktur ki böceğin yiyeceği olmasın!
Kendisi için sadece ilim ile Allah rızası için yapılan katıksız amel kalır.

İşte böylece daha sonra bahsedeceğimiz kabir azabı, Münker ve Nekir'in suali, haşr, neşr,
kıyametin dehşetleri, en büyük merasim gününün kulakları çınlatan gürültüsü hakkında
düşünmelidir. Bu düşünceler ve benzerleri kalpte ölümün zikrini tazeler ve kalbi ölüm için
hazırlanmaya davet eder.

*7.Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları

Bu hususta insanlar değişik durumdadırlar. Onlardan kimi vardır ki dünyada baki kalmayı umar
ve daima bunu ister.
Her biri bin yıl yaşatılmayı ister. (Bakara/96)
Onlardan kimi de pîr-i fani oluncaya kadar yaşamayı ister. Pîr-i fani olmak kişinin gördüğü
ömrün en uzağına varmak demektir. Bu, dünyayı çok seven bir kimsedir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


İhtiyar, dünya sevgisinde gençtir velev ki ihtiyarlıktan ötürü onun göğüs kemikleri birbirine
geçmiş olsun! Ancak Allah'tan korkanlar bu hükmün dışındadır. Onlar da pek azdır!
Onlardan bir kısmı da bir sene yaşamayı ümit eder. Bir senenin ötesinin tedbiriyle meşgul olmaz.
Gelecek senede nefsi için varlık takdir etmez. Bu kimse yazda kış için tedbir alır, kışta da yaz için!
Bu bakımdan bir sene kendisine yetecek miktarı derlediğinde ibadetle meşgul olur.

Onlardan bir kısmı da yaz veya kış müddetini ümit eder. Yaz devresinde kış elbisesini, kış
devresinde de yaz elbisesini tedarik etmez. Bir kısmın ümidi de bir gün bir gecedir. O içinde
bulunduğu gün için hazırlanır, yarın için hazırlanmaz!

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Yarının rızkı için boşuna kederlenmeyin! Eğer yarın ecelinizden ise,
onda rızkınız ecellerinizle beraber gelecektir. Eğer ecellerinizden değilse, başkasının eceli için
ihtimam göstermeyin!' Onlardan bir kısmının emeli de bir saati geçmez.

Nitekim, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Ey Abdullah, sabahladığında akşamlayacağını, akşamladığında da sabahlayacağını düşünüp
nefsine ümit verme!33

Onlardan başka bir grup vardır ki bir saat sonraya kalmayı bile düşünmez. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a) biraz ilerideki suya gitmeden teyemmüm ederek şöyle demiştir: 'Suya
yetişeceğimi nerden bileyim?'

Onlardan bir kısmı da vardır ki ölüm gözlerinin önünde olur. Neredeyse gırtlağına sarıldığı halde
hâlâ ölümü bekler. Bu insan öyle bir kimsedir ki hatır isteyen bir kimsenin namazı gibi namaz
kılar.

Onun hakkında Muaz b. Cebel'den (r.a) nakledilen şu


hadîs-i şerîf vârid olmuştur: Hz. Peygamber, Muaz'a imanın hakikatini sorduğunda cevap olarak
şöyle demiştir: 'Her attığım adımın arkasından ikinci adımı atamayacağımı zannediyorum'.

Nitekim Esved'den nakledildiği gibi, o geceleyin namaz kıldığında sağma soluna bakardı. Biri 'Bu
bakış nedir?' diye sorunca, cevap olarak, dedi ki: 'Ölüm meleğinin hangi cepheden bana
geleceğine bakıyorum!'

İşte bütün bunlar, insanların değişik durumlarıdır. Bunların her biri için Allah katında dereceler
vardır. Emeli bir ay olan bir kimse, emeli bir ay bir gün olan kimse gibi değildir. Allah katında,
derece bakımından, bunların arasında fark vardır. Çünkü Allah Teâlâ zerre kadar zulmetmez. Kim
zerre miktarı hayır işlerse onun mükafatını görecektir! Sonra emelin kısaltılmasının tesiri, acele
sâlih amele yönelmekle kendini gösterir. Her insan emelinin kısa olduğunu iddia eder. Oysa
yalancıdır. Bu ancak amellerle belli olur; zira insan bazen öyle şeylere ehemmiyet verir ki çoğu kez
onlara ancak senede bir muhtaç olur. Bu ihtimam, uzun emelli oluşuna delâlet eder.

Tevfîk 'in alâmeti, ölümün gözönünde olması ve bir saat dahi ölümden gafil bulunulmamasıdır.
Bu bakımdan insan her an ölüme hazırlıklı olmalıdır. Eğer akşama kadar yaşarsa, Allah Teâlâ'ya,
Allah'a itaat üzere akşamladığı için şükretmelidir, gününü zayi etmediğinden dolayı sevinmelidir.
O günden nasibini aldığı ve Allah katında nefsi için onu azık edindiği için sevinmelidir. Sonra
sabaha kadar yine aynı şekilde devam etmelidir. Bu durum kalbi yarın ve yarında olacaklardan
boşalmış bir kimse için kolaydır. Böyle biri öldüğünde saîd olup ganimet sahibi olur. Yaşadığında
ölüme hazırlanmanın güzelliği ve münâcatın lezzetiyle sevinir. Bu bakımdan ölüm bunun için
saadet, yaşamak da amel bakımından artıştır.

Öyleyse ey miskin insan! Ölüm senin kalbinde olsun; zira akıntı seni şiddetle sürükleyip götürür.
Oysa sen nefsinden gafilsin. Belki de sen menzile yaklaşmış, mesafeyi zafere ulaşmak, ancak sana
ganimet olarak verilmiş olan her nefesinde amel yapmana bağlıdır.

33) Daha önce geçmişti.

*8.Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak

Kaybolan iki arkadaşı olup onların birinin yarın, diğerinin de bir ay veya bir sene sonra gelmesini
bekleyen bir kimse, bir ay veya bir sene sonra gelecek arkadaşını karşılamak için değil, yarın
gelmesi beklenilen arkadaşını karşılamak için hazırlanır.

Bu bakımdan hazırlanmak, beklemenin yaklaşmasının neticesidir. Öyleyse ölümün gelmesini


bekleyen bir kimsenin kalbi, o müddetle meşgul olur. O müddetin ötesini unutur. Sonra her gün
bütün seneyi beklediği ve seneden geçmiş günü eksiltemediği halde sabahlar. Bu durum ise, onu
acele amel işlemekten alıkoyar. Çünkü bu kimse daima o sene içerisinden nefsi için bir genişlik
görür. Dolayısıyla ameli terkeder.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Sizlerden biriniz dünyadan ancak azdıran bir zenginliği veya unutturan bir fakirliği veya ifsâd
eden bir hastalığı yahut bağlayıcı bir ihtiyarlığı veya techiz edici bir ölümü veya beklenilenin en
şeriri olan Deccal'ı veyahut da kıyameti bekliyor. Oysa kıyamet daha dehşetli ve daha acıdır.34

İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a) bir kişiye nasihat ederek şöyle dedi: "Beş
şeyden önce beş şeyi ganimet bil:
1. İhtiyarlıktan önce gençliği,
2. Hastalıktan önce sıhhati,
3. Fakirlikten önce zenginliği,
4. Meşguliyetten önce meşguliyetsizliği,
5. Ölümden önce hayatı!"35

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


İnsanların çoğuna şu iki nimet hakkında gıpta edilir: Sıhhat ile meşguliyetsizlik.
Yani insanoğlu bunların ikisini değerlendirmez. Ancak elden çıktıktan sonra kıymetlerini bilir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Kim korkarsa geceden yola çıkar. Erken yola çıkan da menzile varır. İyi bilin ki Allah'ın metaı
kıymetlidir. İyi bilin ki Allah'ın metaı cennettir.36

Râcife geldi. Onu Kadife tâkib eder. Ölüm de bütün ağırlığıyla beraber gelmiştir.37

Hz. Peygamber (s.a) ashabından birinin nefsinde gaflete daldığını hissettiğinde cemaatin içinde
yüksek sesle şöyle bağırırdı:Ölüm gerçek şekliyle gelecek, ya saadetle veya şekavetle sizi
yakalayacaktır!38

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Ben uyarıcıyım. Ölüm yakalayıcı, kıyamet ise va'dedilen vakittir.39

İbn Ömer (r.a) güneş hurma dalının yapraklarının uçlarında iken Hz. Peygamberin çıkıp şöyle
dediğini rivayet ediyor:
Geçen bu güne nisbetle akşama ne kadar vakit kaldıysa, kıyamete de o kadar vakit kalmıştır.40

Dünyanın misali, dikişleri başından sonuna kadar yırtılmış, sonunda bulunan bir dikişe asılı
kalmış bir elbise gibidir. O dikişin de kopması yakındır!41

Câbir (r.a) şöyle diyor: 'Hz. Peygamber (s.a) hutbe okuyup kıyameti andığında, sesini yükseltir,
yanakları kıpkırmızı kesilirdi. Sanki bir ordudan korkutuyor gibi davranırdı'.
O ordu, size sabah veya akşam gelecektir. Ben ve kıyamet şunların ikisi gibi yakınız.42

İbn Mes'ud (r.a) Hz. Peygamberin (s.a) 'Allah kime hidayet etmeyi dilerse onun göğsünü İslâm'a
açar' (En'âm/125) ayetini okurken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Muhakkak ki nur göğüse girdiğinde göğüs genişler!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu durumu gösteren bir alâmet varmı?
Evet! Gurur evinden uzaklaşmak, ebediyyet evine dönmek, gelmeden önce ölüme hazırlanmak
bunun alâmetidir.43

O, hangisinin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı.


(Mülk/2)

Süddî44 bu ayeti 'Ölümü kimin daha çok hatırlayacağını ve ölüm için hanginizin daha güzel
hazırlanacağını, kimin ölümden daha fazla sakınıp korkacağını denemek için!' şeklinde tefsir
etmiştir.
Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: "Her sabah ve akşam, bir dellâl 'Ey insanlar! 'Göç (ediniz!) Göç
(ediniz!)' diye çağırır".

Bu sözün tasdiki şu ayettir:


Ki o (sekar), büyük belalardan biridir. İnsanlar için uyarıcıdır. Sizden ileri gitmek yahut geri
kalmak isteyenler için!..(Müddessir/35-37)'

Benî Temîm'in azadlısı Sehim (veya Suheym) şöyle anlatıyor: Namaz kılarken Amr b. Abdullah'ın
yanına oturdum. Namazını kısa kestikten sonra bana yönelerek şöyle dedi:
- Beni ihtiyacınla rahata kavuştur! Çünkü (yarışıyorum) acele ediyorum.
- Neye karşı acele ediyorsun?
- Rahmet olasıca! Ölüm meleğine!
Bunun üzerine onun yanından kalkıp gittim. O da kalkarak namaza durdu.

Dâvûd et-Tâî geçerken bir kişi ona bir hadîs sordu. Bunun üzerine Dâvûd o kişiye 'Yakamı bırak!
Ben sadece canımın çıkması için acele ediyorum!' dedi.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Herşeyde ağır davranmak, mühlet vermek hayırdır. Ancak ahiret
için yapılan ameller bundan hariçtir!'

Münzir45 Mâlik b. Dinar'ın kendi nefsine şöyle dediğini naklediyor: 'Rahmet olasıca! Emir sana
gelmeden önce acele et! Rahmet olasıca! Emir sana gelmeden önce acele et!' Bunu altmış defa
tekrar etti. O beni görmüyordu.

Hasan Basrî vaazında dedi ki: 'Acele ediniz! Eğer nefesleriniz tükenirse, vasıtasıyla Allah'a
yaklaştığınız amelleriniz kesilir. Nefsine bakıp günahının çokluğu için ağlayan kimseden Allah
râzı olsun'. Sonra şu ayeti okudu:Çünkü biz onlar için sayıyoruz.(Meryem/84)
Yani nefeslerimizi sayıyoruz. Sayının sonu; nefesinin tükenişi, aile efradından ayrılışın ve kabrine
girişindir.

Ebû Musa el-Eş'arî ölümünden önce durmadan ibadet etmeye başladı. Bunun üzerine kendisine
'Kendini biraz tutsan veya az da olsa nefsine şefkat göstersen (iyi olur)' dediler. Bunun üzerine
şöyle dedi: 'Süvariler (yarışa) çıkıp hedefe yaklaştıklarında bütün hünerlerini gösterirler.
Meydanın başına yaklaştığında beraberinde olan her kuvvet ve ecelinden geri kalan daha azdır!'

Râvî der ki: 'O ölünceye kadar bu duruma devam etti!'


O hanımına der ki: 'Yükünü kuvvetli bağla! Muhakkak ki cehennem üzerinde bir geçit yoktur'.

Halifelerden biri minber üzerinde şöyle dedi:


Ey Allah'ın kulları! Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun! İkaz edildiklerinde uyanıp dünyanın
kendileri için bir ev olmadığını anlayıp, ölüme hazırlanan bir topluluk olun. İyi bilin ki dünya bir
mesken değil, onu değiştirin. Ölüm için hazırlanın. Ölümün gölgesi üzerinize düşmüştür. Fakat
dünya sizi kendine çekip yolunuzu kesmiştir. Sonunun gelip yıkılması bir an meselesi olan bu
dünya, içinde yaşamaya ve gönül vermeye lâyık değildir. Bir gayb ki gece ve gündüz onu
çekmektedir. O sadece süratle yıkılmaya lâyıktır. Bir gelen ki ya zafer veya şekavetle gelir, o en
üstün tedbire müstehaktır. Bu bakımdan rabbinin katında muttakî o kimsedir ki nefsine nasihat
etmiş ve tevbesini daha önce takdim etmiş ve şehvetine galebe çalmıştır. Muhakkak ki onun eceli
ondan gizlidir. Onun emeli onu aldatıcıdır. Şeytan ona musallat kılınmıştır. Onun tevbeyi
geciktirmesini temenni eder. Günah işlesin diye günahı onun gözüne süslü gösterir. Ölümden en
gafil olduğu bir anda, ölüm kendisine hücum edinceye kadar bu durum devam eder. Oysa
herhangi biriniz ile cennet veya cehennem arasında, ölümden başka birşey yoktur. Ey cemaat!
Gaflet sahibinin üzüntüsü ne büyüktür ki yaşantısının aleyhinde delil olacağından, günlerinin
kendisini şekavete yuvarlayacağından gafildir! Allah bizi ve sizi, nimeti kendisini azıtmayan ve
günahı kendisini Allah'a ibadetten geri bıraktırmayan ve ölümden sonra başına herhangi bir
üzüntü inmeyen kullarından eylesin! Muhakkak ki Allah duayı kabul eder. Muhakkak ki hayır,
O'nun kudret elindedir. O daima dilediğini yapandır.

Müfessirlerden bazısı Takat siz nefislerinizi fitneye düşürüp helâk ettiniz' ayetinin tefsirinde
'Şehvet ve lezzetlerle beklediniz!' demişlerdir. Yani tevbeyi geciktirdiniz, şek ve şüpheye daldınız.
Allah'ın emri (yani ölüm) gelinceye kadar bu durumda kaldınız.
O çok aldatıcı (şeytan), sizi Allah(m affı) ile aldattı. (Hadîd/14)

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Sabır ve metanet gösteriniz. Ancak dünya birkaç günden ibarettir. Siz
mola vermiş bir kervan gibisiniz. Sizden birinin çağrılması yakındır. İltifat etmeksizin icabet etsin.
Elinizde bulunanın yararlısıyla iktifa ediniz'.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Sabaha çıkan kimse misafirdir. Malı elinde emanettir. Misafir göç
eder, emanet sahibine geri verilir'.

Ebû Ubeyde el-Bâcî der ki: Ölüm hastalığında Hasan Basrî'nin huzuruna girdik. Şöyle dedi:
Sizlere merhaba! Allah sizi selâm ile diri kılsın, bizi ve sizi cennete koysun! Eğer sabreder, sadakat
gösterir, Allah'tan korkarsanız bu güzel bir şeydir. Sakın bu sözler bir kulağınızdan girip diğer
kulağınızdan çıkmasın!

Çünkü Hz. Peygamber'i görenler onu bir kerpici diğer kerpiç üzerine bırakmadığı, bir kamışı diğer
kamış üzerine koymadığı, fakat kendisi için dikilen bir bayrağa bütün kuvvetiyle koştuğu halde
gördü. Acele edin acele! Kurtuluşa koşuşun kurtuluşa! Siz nereye yöneliyorsunuz? Kabe'nin
Rabbine yemin ederim ki siz ve ölüm berabersiniz! Allah o kuldan razı olsun ki hayatını tek bir
hedefe yöneltmiştir. Bir parça ekmek yemiş, eskimiş bir elbise giymiş, yere yapışmış, bütün
kuvve-tiyle ibadete koyulmuştur. Günahından ötürü ağlamış, cezadan kaçmış ve Allah'ın
rahmetini aramıştır ki o bu durumda olduğu halde eceli gelip yakasına yapışmıştır.

Asım el-Ehvel46 Fudayl er-Rakkaşî'nin kendisine şöyle dediğini nakleder: 'Ey kişi! Halkın
çokluğu seni nefsinden uzaklaştırmasın; zira ölüm onlarsız gelip yakana yapışır. Oraya buraya
gidersen gününü boş yere geçirmiş olursun. Çünkü iş senin aleyhinde korunmaktadır. Sen aramak
bakımından daha güzel birşey, idrâk bakımından işlediğin bir günah için yapılan bir sevaptan
daha süratlisini görmezsin'.

34) Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)


35) İbn Ebî Dünya
36) Tirmizî
37) İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, Hâkim
38) İbn Ebî Dünya
39) İbn Ebî Dünya
40) İbn Ebî Dünya
41) İbn Ebî Dünya
42) Müslim, İbn Ebî Dünya
43) İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Dünya, İbn Cerîr, Ebû Şeyh, Hâkim, İbn Merduveyh ve Beyhâkî
44) Tam adı Muhammed b. Mervan el-Kûfî'dir. Tefsir âlimidir. Küçük Süddî diye bilinir.
45) Tam Adı Münzir b. Sa'lebe el-Abdî'dir.
46) Adı Ebû Abdurrahman Asım b. Süleyman el-Basrî'dir. H. 140 tarihinden sonra vefat etmiştir.

*9.Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar

Miskin kulun önünde sadece ölüm dehşetinden başka ne azap, ne korku, ne üzüntü bulunmasa
dahi bu hayatını zehir etmeye kâfidir. Sevincini bulandırmaya, unutkanlık ve gafletini
kendisinden uzaklaştırmaya bu yeter. Bunun hakkında uzun düşünmesi ve büyük bir hazırlık
görmesi gerekir.
Nitekim hukemadan biri şöyle demiştir: 'Başkasının elinde bulunan bir üzüntüdür ki ne zaman
seni kapsayacağını bilmezsin!'

Lokman Hakîm oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Ne zaman karşılaşacağını bilmediğin ölüm,
ansızın 'sana gelmeden önce onun için hazırlan!'

Hayret edilecek nokta şudur ki eğer insanoğlu zevklerin en büyüğü olan eğlence meclisinde
bulunduğu halde içeri girip kendisine beş sopa vuracak bir zabıtayı bekliyorsa, muhakkak keyfi
kaçar. Oysa o insanoğlu her nefeste kendisine ölüm meleğinin gelmesinden gafil olduğu halde
yaşamaktadır. Acaba bunun, cehalet ve aldanmaktan başka bir sebebi olabilir mi?

Ölüm sekeratındaki elemin şiddetini hakîki olarak ancak tadan bilir. Tatmayan bir kimse ise onu
idrâk ettiği elemlere kıyas etmekle veya insanların sekerât anında içinde bulundukları şiddetli
hallerinden istidlâl etmekle ancak bilir!

Bu duruma şahitlik eden kıyas şudur: Kendisinde ruh olmayan azalar elem duymaz, elemi
hisseden ruhtur. Öyleyse azalara bir yara isabet ederse, ruha sirayet eder. Ruha sirayet ettiği
nisbette elem duyar. Acı et, kan ve diğer parçalara dağılır. Ruha ancak elemin bir kısmı isabet
eder. Sadece ruha isabet eden elem, ne büyük ve ne şiddetli bir elemdir! Koma hâli, bedenin
derinliklerine dağılmış ruhun cüzlerini kapsayan bir elemden ibarettir. Eğer kişiye bir diken
batarsa, hissettiği elem ancak dikenin battığı yere ulaşan ruh parçasında cereyan eder. Ateşin
cüzleri, bedenin diğer cüzlerine dağıldığından ötürü büyür. Öyle ki yanan âzanın görü-nür ve
görünmez hiçbir parçası kalmaz ki ateş ona isabet etmesin. Bu bakımdan etin diğer parçalarına
dağılmış ruhanî parçalar o elemi hissederler.

Yara, sadece demirin temas ettiği yere isabet eder. Bunun için yaranın elemi, ateşin eleminden
daha hafif olur. Öyleyse komanın elemi, ruhun bizzat kendisine dokunur, bütün cüzlerini kapsar;
zira damarların her birinden çekilen ruhtur. Parçaların, mafsalların tepeden tırnağa kadar derinin
altından çekilen ruhtur. O halde, onun üzüntü ve eleminden sorma! Üzüntü ve elemi hakkında
'Ölüm kılıç darbesinden, bıçkıların biçmesinden makasların kesmesinden daha şiddetlidir'
denilecek derecede şiddetlidir. Zira kılıçla bedeni kesmek, ruha taalluk ettiğinden dolayı acıtır.

Acaba ruhun bizzat kendisi kesildiğinde durum nasıl olur? Vurulan bir kimse, kalbinde ve dilinde,
kuvvet kaldığından ötürü bağırır. Ölmek üzere olan bir kimsenin sesi ve nefesi, üzüntü onun
kalbine yüklendiği, her parçasına ulaştığı, bütün kuvvetini yıktığı, azalan zayıf düşürdüğü için
kesilmiştir. Bu bakımdan bağırma mecali kalmamıştır. Aklı örtüp şaşırtmış, dili konuşamaz
duruma getirmiş, azalan zayıf düşürmüştür. Kişi inlemek, bağırmak ve imdat istemekle biraz
kendisim rahata kavuşturmak ister. Fakat buna gücü yetmez. Eğer kendisinde bir kuvvet kalırsa
ruhun çekildiği anda bir horlama, gırtlağından ve göğsünden bir homurtu işitilir. Bu esnada rengi
bozulur, ağzına köpük yığılır. Sanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir! Onun her
damarı çekilir.

Bu bakımdan onun içine ve dışına elem yayılır. Öyle ki gözleri yuvalarından fırlar, dudakları
büzülür, dili çekilir, parmak uçları sararır. Bu bakımdan damarları çekilmiş bir bedenin halini
sorma! Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olurdu. Oysa çekilen, elem duyan
ruhun bizzat kendisidir. O da bir damardan değil, bütün damarlardan çekilir. Öyleyse nasıl elem
duymasın? Sonra tedricî olarak azalar ölür. Önce ayaklar soğur, sonra baldırlar, sonra uyluklar!.
Her âza için, üzüntüden sonra üzüntü, sekerattan sonra sekerât vardır. Can gelip boğaza
dayanmcaya kadar!.. İşte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesilir. Önündeki
tevbe kapısı kapanır. Onu hasret ve pişmanlık kaplar.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Can gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olunur!47

Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca 'Ben şimdi tevbe ettim' diyenlere ve
kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur.(Nisa/18)

Mücâhid bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Ölüm elçilerini gördüğünde, ölüm meleğinin yüzünden
bir safha kendisine görünür. Ölümün şiddetleri arka arkaya geldiğinde ölümün acılığını ve
üzüntüsünü sorma!'

Hz. Peygamber (s.a) şöyle dua demiştir:


Ey Allahım! Muhammed'e ölümün acılarını kolaylaştır!48
İnsanlar, ancak cehaletlerinden ötürü, ölümden sakınmıyor ve ölümü büyütmüyorlar; zira ölüm
ancak peygamberlik ve velîlik nuruyla idrâk olunur. Bundan dolayı peygamberlerin (a.s) ve
evliyanın ölümden korkuları büyümüştür,

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Ey havariler cemaati! Allah'tan benim için ölüm şiddetini
kolaylaştırmasını dileyin! Ölümden o derece korktum ki korkum ölüm üzerinde ölmekten beni
durdurdu!'

Rivayet ediliyor ki Israiloğulları'ndan birkaç kişi bir kabristanın yanından geçtiler. Birbirlerine
dediler ki: 'Keşke şu kabristandan bir diriltip öbür âlemin durumunu sormak için Allah'a
yalvarsaydınız'. Bu temenni üzerine Allah'a yalvardılar. Onlar bu durumda iken alnında secde
eseri olan bir kişi kabirden çıktı ve dedi ki: 'Ey cemaat! Benden ne istiyorsunuz? Ben elli seneden
beri ölümü tatmışım! Hâlâ kalbimde ölümün acısı sükûn bulmamıştır!'

Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamberin ölümünün şiddetini gördükten sonra, ölümü kolay
geçmiş hiçbir kimsenin haline gıpta etmemiştir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ey Allahım! Ruhu damar, kemik ve parmaklar arasından çekip alıyorsun. Ey Allahım! Ölüme
karşı bana yardım et ve ölümü bana kolaylaştır.49
Hasan, Hz. Peygamberin (s.a) ölümün tasa ve elemi hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ölümün elemi, kılıçla vurulan üç yüz darbe kadardır.50

Hz. Peygamber'den ölüm ve şiddeti sorulduğunda, cevap olarak şöyle demiştir:


Ölümün en kolayı, yün içerisinde bulunan üç köşeli demir diken gibidir. Acaba diken, koparıp
çıkaracağı yün olmaksızın yünden çıkar mı?51

Hz. Peygamber bir hastayı ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:


Onun ne ile karşılaştığını biliyorum. Ölümün şiddetinden dolayı onun acımayan hiçbir damarı
yoktur!52

Hz. Ali savaşa teşvik ederek şöyle dedi: 'Eğer öldürülmezseniz, öleceksiniz. Nefsimi kudret elinde
tutan Allah'a yemin ederim! Benim için bin kılıç darbesi yemek, yatakta ölmekten daha kolaydır!'

Evzâî şöyle demiştir: 'Kulağımıza geldiğine göre ölen kişi dirilinceye kadar ölümün elemini
hisseder!'

Şeddâd b. Evs (r.a) şöyle demiştir: 'Ölüm, mü'min için en korkunç tehlikedir. Ölüm bıçkılarla
biçilmekten, makaslarla kesilmekten, kazanlarda kaynamaktan daha şiddetlidir! Eğer bir ölü
kabrinden gönderilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar artık maldan fayda görmez
ve uykudan zevk almazlardı'.

Zeyd b. Eslem53 babasının şöyle dediğini rivayet eder: 'Mü'minin üzerinde derecelerinden birşey
kalıp da mü'min ameliyle oraya ulaşmazsa, ölüm onun üzerinde şiddetlenir ki ölümün şiddet ve
üzüntüsüyle cennetteki derecesine varsın! Kâfir bir kimse iyiliğinin karşılığını göremeyeceği için
ölüm onun için kolaylaştınlır ki dünyada iyiliğinin karşılığını alsın cehenneme gitsin!'

Seleften bir zat hastalara 'Siz ölümü nasıl görüyorsunuz?' diye devamlı sorardı. Bir zaman sonra
kendisi hasta olunca bu sefer kendisine 'Sen ölümü nasıl görüyorsun?' diye sordular. Cevap olarak
dedi ki: "Sanki gökler yeryüzüne kapandı. Sanki nefesim iğnenin deliğinden çıkıyor!'

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Ani Ölüm, mü'min için rahat, fâcir için üzüntüdür.54 Mekhul, Hz. Peygamberden şöyle rivayet
ediyor:
Eğer ölünün kıllarından biri gökler ve yer ehli üzerine bırakılsa, onlar Allah'ın izniyle ölürler.
Çünkü her kılda ölüm vardır. Ölümün girdiği şey ölür.55

Rivayet ediliyor ki eğer ölümün eleminden bir damla dünyanın bütün dağları üzerine konsaydı,
bütün dağlar erirdi.

Yine rivayet ediliyor ki Hz. İbrahim (a.s) vefat ettiğinde Allah Teâlâ kendisinden sordu:
- Ey dostum! Ölümü nasıl gördün?
- Yârab! Islak yünün içine sokulan ve sonra geri çekilen bir dikenli şiş gibi gördüm!
-İyi bil ki ki biz onu senin için kolaylaştırdık.

Hz. Musa'nın ruhu, Allah Teâlâ'nın huzuruna vardığında Allah Teâlâ sordu:
- Ey Musa! Ölümü nasıl gördün?
- Sac üzerinde kavrulan bir kuş gibi gördüm. Ölmüyor ki istirahata kavuşsun, kurtulmuyor ki
uçsun!

Hz. Musa'nın şöyle dediği rivayet ediliyor: 'Nefsimi kasabın elinde diri diri yüzülen bir koyun gibi
gördüm'.

Hz. Peygamberin ölüm anında yanında bir su bardağı vardı. Elini suya daldırıp onunla yüzünü
meshederek şöyle buyurdu:
Yârab! Ölümün dehşetlerini bana kolaylaştır!56

Fâtıma (r.a) buna karşılık 'Ey baba! Üzüntün için vay hâlime' dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Bugünden sonra baban için üzüntü yoktur.57

Hz. Ömer (r.a) Ka'b'ul-Ahbar'a hitaben dedi ki:


- Ey Ka'b! Bize ölümden haber ver!
- Evet, Ey mü'minlerin emiri! Ölüm, bir kişinin içine sokulan çok budaklı bir ağaca benzer. Her
budak bir damara saplanır. Sonra kuvvetli bir kişi o ağacı çeker. O ağacın budakları aldığını alıp
beraberinde çıkarır, bıraktığını da bırakır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Kul, ölümün üzüntü ve dehşetleriyle pençeleşir. Onun mafsallarının biri diğerine selâm vererek
şöyle der: Selâm senin üzerine olsun! Kıyamet gününe kadar sen benden, ben de senden
ayrılıyorum.58

İşte bunlar Allah'ın dostları üzerinde görülen ölüm acılarıdır. Acaba bizim gibi günahlara dalmış
kimselerin hâli ne olacaktır? Ölümün dehşetleriyle beraber diğer felaketler de bize hücum ederler;
ölümün felaketleri üç tanedir:
İlk felâketi: Daha önce söylediğimiz gibi, şiddetli koma hâlidir.
İkinci felâket: Ölüm meleğinin suretini görüp onun korkusundan kalbe hâkim olmasıdır. Eğer
ölüm meleğinin, günahkâr kulun ruhunu aldığı zamanki şekline en cesaretli insanın bile bak
maya gücü yetmez.

Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim ölüm meleğine Tâcir bir kimsenin ruhunu aldığında üzerinde
bulunduğun surette bana kendini gösterebilir misin?' diye sordu. Ölüm meleği 'Bu durumda senin
bana bakmaya gücün yetmez!' dedi. İbrahim (a.s) 'Gücüm yeter' dedi. Melek 'O halde yüzünü
çevir!' dedi. Bunun üzerine İbrahim (a.s) yüzünü çevirince, simsi-yah, saçları dik, kokusu
müteaffin, elbiseleri simsiyah, ağız ve burun deliklerinden alevler ve duman çıkan bir kişi gördü.
Bunun üzerine İbrahim (a.s) düşüp bayıldı. Ayıldığımda melek eski suretine dönmüştü. Bunun
üzerine İbrahim (a.s) 'Ey ölüm meleği! Eğer ölüm anında fâcir kimseye, görünüşünden başka bir
dehşet isabet etmese dahi bu ona kâfi gelir' dedi.

Ebû Hüreyre (r.a) Hz. Peygamberden şöyle rivayet ediyor: "Dâvûd (a.s) kıskanç bir kişiydi.
Çıkarken kapılarını kilitlerdi. Birgün kapıyı kilitleyip çıktı. Hanımı eve bakınca evde bir kişinin
olduğunu gördü ve dedi ki: 'Bu kişiyi kim içeri soktu? Eğer Dâvûd gelip bunu burada görürse çok
üzülür'. Dâvûd (a.s) geldi. O kişiyi görünce 'Sen kimsin?' diye sordu. O kişi 'Ben padişahlardan
korkmayan, hiçbir perdenin mâni olamadığı bir kimseyim' dedi. Dâvûd (a.s) 'Öyleyse sen ölüm
meleğisin!' dedi. Dâvûd (a.s) korkusundan olduğu yerde kalakaldı!"59

Rivayet ediliyor ki Hz. İsa (a.s) bir kuru kafanın yanından geçerken ayağı ile kafaya vurup
'Allah'ın izniyle konuş!' dedi. Bunun üzerine kuru kafa 'Ey Allah'tan gelen ruh! Ben falan falan
zamanın sultanıyım. Birgün başımda tacım, etrafımda askerler ve hizmetkârlarım olduğu halde
tahtımın üzerinde otururken ansızın ölüm meleği bana göründü. Her âzam kendi istikametinde
benden boşandı. Sonra canım ona doğru çıktı. Keşke o cemaatlerden olan ayrılık olaydı. Keşke o
ünsiyetten olan vahşet olaydı!' dedi.
İşte bu, bir felâkettir ki asiler onunla karşılaşır, Allah'a itaat edenler ise ondan korunurlar.

Peygamberler sadece komanın dehşetini hikâye ettiler. Ölüm meleğinin suretini görenin hissettiği
korkuyu hikâye etmediler.

Eğer bu sureti kişi bir gece rüyasında görse hayatı allak bullak olur. Acaba bir de o şekilde görürse
nasıl olur?
İtaat eden bir kimseye gelince o, ölüm meleğini en güzel surette görür.

İkrime60 İbn Abbas'tan şöyle rivayet etti: "İbrahim (a.s) bir kişi idi. İçinde ibadet ettiği bir evi
vardı. Çıkınca evini kilitledi. Birgün evine dönünce içerde bir kişi gördü ve sordu: 'Seni eve kim
soktu?' Kişi 'Evin sahibi soktu!' dedi. İbrahim 'Evin sahibi benim!' dedi. Kişi Hem senden, hem de
benden daha fazla bu eve sahip olan bir zat beni buraya soktu' dedi. İbrahim.(a.s) Sen meleklerin
hangisisin?' dedi. Kişi 'Ben ölüm meleğiyim!' dedi. İbrahim (a.s) 'Mü'minin ruhunu kabzettiğin
andaki suretini bana gösterebilir misin?' dedi. Ölüm meleği 'Evet! Yüzünü benden çevir!' dedi.
Bunun üzerine İbrahim (a.s) yüzünü çevirdi. Dönüp bakınca bir gençle karşı karşıya olduğunu
gördü.

(Ikrime şöyle devam ediyor: İbn Abbas ölüm meleğinin o anki yüzünün ve elbisesinin
güzelliğinden ve güzel kokusundan bir nebze zikretti). Bunun üzerine İbrahim (a.s) 'Ey ölüm
meleği! Eğer ölüm anında mü'min senin suretinden başka birşey ile karşılaşmazsa yine de
mü'mine bu güzel suretin kâfidir' dedi".
Koruyucu iki meleğin müşahedesi de bundandır.

Vuheyb şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre hiç kimse amelini yazan iki melek kendisine
görünmeden ölmez. Eğer itaatkâr bir kul ise o iki melek ona derler ki: 'Allah sana hayırlı mükâfat
versin. Çoğu kez bizi doğruluk meclisinde oturttun, sâlih amellerde hazır bulundurdun!' Eğer fâcir
ise iki melek ona derler ki: 'Allah sana mükâfat vermesin. Çoğu kez bizi kötü mecliste oturttun.
Salih olmayan amelde hazır bulundurdun. Bize çirkin konuşmalar dinlettirdin.Bu bakımdan Allah
bizden taraf sana hayrı mükâfat olarak vermesin'.
İşte bu durum, ölünün iki meleğe doğru dikilen gözleridir. Artık o ebediyyen dünyaya dönemez.
Üçüncü felâket, asilerin ateşteki yerlerini görmeleri ve görmeden önceki korkularıdır. Çünkü
asilerin Ölüm esnasında güçleri tükenir, ruhları teslim olur, iki şeyden birini haykıran ölüm
meleğinin narasını dinlemedikçe ruhları çıkmaz; ya 'Ey Allah'ın düşmanı! Ateşle müjdelen' veya
'Ey Allah'ın dostu! Cennetle müjdelen!' der! Akıl sahiplerinin korkusu bundandır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Sizden bir kimse varacağı yeri bilmedikçe, cennet veya cehennemdeki yerini görmedikçe ölmez.61

- Kim Allah ile mülâki olmayı severse, Allah da onun mülakatını sever. Kim Allah'ın mülakatından
hoşlanmazsa Allah da onun mülakatından hoşlanmaz.
- Hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!
- O, hoşlanmamak değildir. Mü'mine varacağı yer gösterildiğinde Allah ile mülâki olmayı sever ve
Allah da onunla mülâki olmayı sever.62

Rivayet ediliyor ki Huzeyfe b. Yeman öleceği sırada İbn Mes'ud'a (doğrusu Ebû Mes'ud'dur) dedi
ki: 'Bak! Gecenin hangi saatinde bulunuyoruz?' Bunun üzerine İbn Mes'ud (Ebû Mes'ud) baktı ve
sonra gelip dedi ki: 'Kırmızı yıldız (fecirden az önce doğan yıldızdır) doğmuştur!' Bunun üzerine
Huzeyfe şöyle dedi: 'Ateşe götüren bir sabahtan Allah'a sığınırım!'

Mervan, Ebû Hüreyre'nin yanına varıp şöyle dua etti: 'Yârab! Ölümü Ebû Hüreyre için
kolaylaştır'. Ebû Hüreyre hemen akabinde 'Yârab! Ölümün acısını artır' dedi ve ağladı. Bunun
üzerine Mervan, Ebû Hüreyre'ye 'Seni ağlatan nedir?' dedi. Ebû Hüreyre cevap olarak dedi ki:
'Allah'a yemin olsun, dünya için üzüldüğüm veya sizden ayrıldığım için ağlamıyorum. Fakat ben
rabbimden ya cennet veya cehennemin müjdesinden birini bekliyorum'.

Hz. Peygamber'den rivayet edilmiştir ki Allah Teâlâ bir kuldan razı olduğunda şöyle der: 'Ey ölüm
meleği! Falan adama git! Onu rahata kavuşturmak için ruhunu getir! Onun amelinden şimdiye
kadar yaptığı bence kâfidir. Onu denedim; sevdiğim yerde buldum'. Bunun üzerine ölüm meleği
beraberinde beş yüz melek ve gül desteleri ve zaferan kökleri olduğu halde (gelir), onlardan her
biri ayrı bir müjde ile onu müjdeler. Melekler beraberinde gül desteleri olduğu halde iki saf
halinde o kişinin ruhunun çıkışını beklerler. İblis onlara baktığında elini başının üzerine koyarak
bağırır. Bu bağırış üzerine askerleri kendisine 'Ey efendimiz! Sana ne oldu?' derler. İblis der ki:
'Şu kula verilen şerefi görmez misiniz? Siz bu kulu ifsâd etmek için neredeydiniz?' Onlar derler ki:
'Biz onu sapıtmak için var kuvvetimizle çalışıp yorulduk. Fakat o korunuyordu'.63

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Mü'min için ancak Allah'ın mülakatında rahat vardır. Kimin rahatı
Allah'ın mülakatında ise ölüm günü onun için sevinme, emniyet, izzet ve şeref günüdür'.
Câbir b. Zeyd'e ölüm anında: 'Canın ne istiyor?' diye soruldu. Cabir 'Hasan Basrî'ye bir defa
bakmayı!' dedi. Hasan Basrî, Câbir'in huzuruna vardığında: 'İşte Hasan geldi!' dediler. Bunun
üzerine gözünü açıp Hasan'a baktı, sonra şöyle dedi: 'Ey arkadaşlar! Şimdi Allah'a yemin ederim
sizden ayrılıyor, ya cennete veya cehenneme gidiyorum!'

Muhammed b. Vâsi, sekeratta iken şöyle demiştir: 'Ey arkadaşlar! Cehenneme gitmek üzere veya
Allah'ın affedeceği ümidiyle selâm size!'

Seleften biri ebediyyen sekeratta kalıp ne sevaba, ne de ikaba gönderilmemesini temenni etmiştir.
Çünkü sû-i hâtime (kötü sonuç) korkusu ariflerin kalplerini paramparça etmiştir. Bu korku, ölüm
anında, büyük tehlikelerdendir. Sû-i hatimenin mânâsını, ariflerin bundan ne kadar çok
korktuklarını, Korku ve Ümit bahsinde zikretmiştik. O bahis buraya da uygundur. Fakat onu
tekrar etmekle sözü uzatmak istemiyoruz.

47) Tirmizî
48) Hz. Aişe'den
49) İbn Ebî Dünya
50) İbn Ebî Dünya
51) İbn Ebî Dünya
52) İbn Ebî Dünya
53) Zeyd b. Eslem el-Adevî el-Medenî şâyân-ı itimad bir âlimdir. Eslem ise
Hz. Ömer'in azadlısıdır.Ömrünün yarısı İslâm'da, yarısı küfürde geçmiştir.114 yaşında H. 80
senesinde vefat etmiştir.
54) İmam Ahmed
55) İbn Ebî Dünya
56) Buhârî, Müslim.
57) Buhârî
58) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs
59) İmam Ahmed
60) İkrime, İbn Abbas'm talebesi ve azadlısıdır.
61) İbn Ebî Dünya
62) Müslim, Buhârî
63) İbn Ebî Dünya

*10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar

Ölüm anında sakin olmak, ölüme hazırlıklı olmak kişi için gü-zeldir. Dili için güzel olan şehadet
getirmesidir. Kalbi için güzel olan Allah hakkında güzel zanlı olmasıdır.

Surete gelince,
Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediliyor:
Üç şey nezdinde ölüyü murakabe ediniz: a) Alnı terlediği, b) Gözyaşı döktüğü, c) İki dudağı
kuruduğu zaman. Bu durum Allah'ın onun hakkında inmiş rahmetindedir. Boğulan bir kimse gibi
hırıltı çıkardığı, rengi morlaştığı, dudakları pas bağladığında bu Allah'ın onun üzerine inen
azabındandır.64

Dilin şehadet kelimesini söylemesi hayır alâmetidir. Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamberin şöyle
buyurduğunu rivayet eder:
Ölmek üzere olanlara Lâ ilâhe illâllah! telkin edin!65

Huzeyfe'nin rivayetinde şöyledir: 'Çünkü Lâ ilâhe illâllah kendisinden önce meydana gelen
günahları yıkar!'

Hz. Osman Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kim Allah'tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölürse cennete girer.66

Ebû Ubeyde dedi ki: 'Allah'ın hak olduğuna şahidlik ettiği halde! (Bu kelimeyi söylerse cennete
girer)'.
Hz. Osman 'Ölüme hazırlanana Lâ ilâhe illâllah\ telkin ediniz. Ölüm anında nefesleri Lâ ilâhe
illâllah ile sonuçlanan her kul için bu kelime cennet azığı olur' demiştir.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Ölmek üzere olan (sekeratta bulunan) yakınlarınızın yanında hazır
bulunun! Onlara Allah'ı hatırlatın. Çünkü sizin görmediğinizi onlar görürler. Onlara Lâ ilâhe
illâllah! telkin edin!'

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Ölüm meleği, ölmek üzere olan bir kişinin yanına gelir, kalbine bakar. Orada birşey bulamaz.
Bunun üzerine iki çenesini açıp dilinin damağına yapışık olduğu halde Lâ ilâhe illâllah dediğini
görür. Bunun üzerine ihlâs kelimesi mefhumu sayesinde o kimse bağışlanır.67

Telkin eden bir kimse için en uygunu, telkin hususunda fazla ısrar etmemektir. Ancak, lütufkâr
davranmalıdır. Çünkü çoğu kez hastanın dili dönmez hale gelir. Dolayısıyla bu durum ona ağır
olur ve bu da telkinden ürkmesine kelime-i tevhid'den hoşlanmamasına sebep olabilir. Bu
hoşlanmamanın da kötü akibet sebebi olmasından korkulur. Bu kelimenin mânâsı şudur: Kişinin
kalbinde Allah'tan başka hiçbir şey olmadığı halde ölmesi, hak bir olan Bir'den başka mahbubu
olmaması, ölümle mahbubunun huzuruna varması, onun için en büyük nimet olur. Eğer kalp
dünya ile meşgul, dünyaya mültefit, lezzetlerine ünsiyet verici, kelime-i şehadet de sadece dilde
bulunup, kalp onun tahkikine intibak etmiyorsa, bu takdirde durum tehlikelidir. Çünkü sırf dil
hareketi az fayda verir. Ancak Allah Teâlâ kabul etmekle lütûfta bulunursa o zaman mesele
kalmaz.

Hüsn-i zan sekerât anında müstehabdır. Biz bunu ümit bahsinde zikretmiştik. Nitekim Allah
hakkındaki hüsn-i zan hususunda hadîsler vârid olmuştur. Vasile b. Eska68 bir hastanın yanıa
vararak şöyle demiştir: 'Allah hakkındaki zannın nasıl olduğunu bana haber ver?' Hasta
'Günahlarım beni gark edip hel-ake yaklaştırdı. Fakat (buna rağmen) rabbimin rahmetini
umarım!'.dedi. Bunu duyan Vasile sevincinden tekbir getirdi ve evdeki insanlar da onunla beraber
tekbir getirdiler. Vasile dedi ki: Allahu Ekber! Hz. Peygamber Allah Teâlâ'dan şöyle nakletmişti:
Ben kulumun zannî üzereyim. Bu bakımdan kulum benim hakkımda dilediğim zannetsin!69

Hz. Peygamber (s.a) ölüm halinde olan bir gericin yanına varıp 'Kendini nasıl hissediyorsun?'
dedi. Genç 'Allah'tan ümidimi kesmiyor ve günahımdan korkuyorum!' dedi. Bunun üzerine

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:


Böyle bir durumda bu iki haslet bir kulun kalbinde bir araya gelmez. Geldikleri takdirde Allah o
kula ümit ettiğini verir, korktuğundan da onu emin kılar.

Sabit el-Bennânî şöyle demiştir: 'Oyuna fazlasıyla meyleden bir genç ve ona çok nasihat eden bir
annesi vardı. Annesi kendisine derdi ki: 'Ey oğul! Senin için bir gün vardır. Bu bakımdan o günü
hatırla!' O gencin üzerine Allah'ın emri indiğinde annesi üzerine kapanıp ona şöyle dedi: 'Ey oğul!
Seni işte bu felâketinden sakındırıyordum'. Bunun üzerine genç 'Ey anne! Benim, iyiliği çok olan
bir Rabbim vardır. Muhakkak ben ümit ederim ki bugün beni iyiliklerinin bazısından mahrum
etmez!' dedi. Sabit der ki: 'Allah Teâlâ o kulunun Rabbi hakkındaki güzel zannından ötürü ona
rahmet etti!'

Câbir b. Vedâe şöyle diyor: "Kendisinde biraz toyluk bulunan bir genç vardı. Sekerata girdi.
Annesi 'Ey oğul! Birşey vasiyet eder misin?' diye sordu. Genç 'Evet, anne! Benim yüzüğümü
parmağımdan çıkarma. Çünkü yüzüğümde Allah'ın zikri yazılıdır. Umulur ki Allah ondan dolayı
bana merhamet eder!' dedi".70Genç defnedildikten sonra rüya âleminde şöyle derken görüldü:
'Anneme söyleyin! O sekeratta söylediğim söz bana fayda verdi ve Allah beni affetti!'

Bir bedevî hasta düştü. Kendisine 'Muhakkak öleceksin!' denildi. Bunun üzerine bedevî 'Öldüğüm
takdirde nereye götürüleceğim?' dedi. Dediler ki: 'Allah('ın meşietin)e götürüleceksin!' Bedevî
dedi ki: 'Öyleyse, kendisinden hayırdan başka birşey görülmeyenin yanına götürülmemden
hoşlanmaz mıyım?'

Ebû Mutemer b. Süleyman şöyle demiştir: Babam ölüme hazırlandığında bana dedi ki: 'Ey
Mutemer! Bana ruhsattan bahset! Umulur ki ben hüsn-i zan sahibi olduğum halde rabbime
kavuşurum!'

Selef, ölüm anında kula, amellerinin güzellerini söylemeyi, dolayısıyla Allah hakkındaki hüsn-i
zanını artırmayı müstehab görürlerdi.

64) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'u1-Usûl


65) İbn Hibban
66) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî, İbn Hibban ve İbn Huzeyme
67) Taberânî
68) Meşhur bir sahabîdir. Şam'a göç etmiştir 85 senesine kadar yaşamış ve 105 yaşında vefat
etmiştir.
69) İbn Hibban
70) Kıymetli şeylerin ölü ile defnedilmemesi emredilmiştir. Müellif hükmü tasvip etmek
bakımından nakletmemektedir, sadece olmuş bir vakayi aktarmaktadır.

*11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret

Eş'as b. Eslem şöyle demiştir: İbrahim (a.s) adı Azrail (a.s) olan, biri alnında, diğeri ensesinde iki
gözü bulunan ölüm meleğine şöyle sordu:
. Ey ölüm meleği! Ruhu kabzedilenlerin biri doğuda öbürü' batıda olduğunda ve yeryüzünde veba
yayıldığında, iki ordu karşı karşıya geldiğinde aynı anda bütün bunlara nasıl yetişeceksin?
- Allah izniyle ruhları çağırırım. Onlar benim şu iki parmağımın arasında olurlar.
Eş'as dedi ki: 'Yeryüzü, ölüm meleği için yayılıp önüne bir leğen gibi bırakılmıştır. Oradan
dilediğini alır!'

Râvî der ki: Hz. İbrahim'e Allah'ın dostu olduğunun müjdesini ölüm meleği vermiştir.

Süleyman b. Dâvûd (a.s) ölüm meleğine dedi ki: 'Neden insanların arasında adalet gözetmediğini
görüyorum? Şunu alıyor, öbürünü bırakıyorsun?' Ölüm meleği cevap olarak 'Ben bu hususu
senden iyi bilirim. Bunların isimlerinin yazılı olduğu sahifeler ve kitaplar bana teslim edilir' dedi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: "Padişahlardan biri bir yere gitmek istedi. Giymek için bir kat
elbise istedi. Getirilen elbise hoşuna gitmedi. Başka bir elbise istedi. Birkaç elbise değiştirildikten
sonra, biri hoşuna gitti. Sonra bir binek istedi. Kendisine getirilen binek hoşuna gitmedi. Birkaç
binek getirildi ve en güzelini seçip bindi. İblis gelip burnuna bir defa üfürüp onu gurur ve kibirle
doldurdu. Sonra o süvarilerle beraber yola çıktı. Azametinden insanlara bakmıyordu. Bu esnada
üstü başı pejmürde biri gelip selâm verdi. Gelenin selâmını almadı. Gelen, bineğinin dizgininden
tuttu. Sultan ona 'Sen büyük bir kabahat işledin. Dizgini bırak!' diye haykırdı. Gelen 'Senden bir
dileğim vardır' dedi. Sultan 'Atımın dizginini bırak da ineyim. İhtiyacmı o zaman arz et!' dedi.
Gelen 'Hayır! Şimdi!' diye ısrar etti ve böylece atının dizginini bırakmadı. Naçar olarak adama
'İhtiyacını söyle!' dedi. Adam 'Benim ihtiyacım sırdır' dedi. Bunun üzerine sultan, kulağına
fısıldaması için başını eğdi. Atın dizginini tutan zat, sultanın kulağına 'Ben ölüm meleğiyim!' dedi.
Bunun üzerine sultanın beti benzi attı. Dili peltekleşti. Sonra dedi ki:
- Aileme dönüp, ihtiyacımı yerine getirinceye ve onlardan hatır isteyinceye kadar bana mühlet
ver!
- Hayır! Allah'a yemin ederim! Sen ne aile efradını ve ne de
ağırlığını artık bir daha görmeyeceksin!
Böylece onun ruhunu kabzetti. Sultan bir odun gibi yere yuvarlandı. Sonra melek'ül mevt gidip o
halde mü'min bir kula rastladı. Ölüme hazırlanan mü'mine selâm verdi ve dedi ki: 'Senin katında
bir ihtiyacım vardır. Kulağına onu fısıldayayım!' Hasta 'Buyurun!' deyince kulağına 'Ben ölüm
meleğiyim!' diye fısıldadı. Bunun üzerine müslüman hasta dedi ki:
- Gelmesi geciken bir kimseye merhaba! Allah'a yemin olsun, yeryüzünde senden daha daha fazla
kavuşmak istediğim bir kimse yoktur! Bunun üzerine, ölüm meleği 'Yapmak istediğin ihtiyacını
gör" deyince, o mü'min 'Allah ile mülâki olmaktan daha sevimli ve on dan daha büyük bir
ihtiyacım yoktur' dedi. Ölüm meleği dedi ki:
- O halde hangi hâl üzerinde ruhunu kabzetmemi istiyorsan o hali seç!
- Senin buna yetkin var mı?
- Bana bu emir verilmiştir!
- O halde bırak abdest alayım,namaz kılayım, secdede olduğum halde ruhumu kabzet!
Bunun üzerine, ölüm meleği, secde halinde onun ruhunu kabzetti.

Ebû Bekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle diyor: "îsrailoğullarından bir kişi mal topladı. Ölüme
yaklaşınca çocuklarına 'Bana mallarımı gösterin!' dedi. Kendisine birçok at, deve, köle ve başka
mallar getirildi. Mallara baktığında üzüntüsünden ağladı. Ağlarken ölüm meleği onu gördü ve
kendisine şöyle sordu:
- Seni ağlatan nedir? Sana bu serveti bahşedenin hakkı için ruhunu bedeninden ayırmadıkça
evinden çıkmayacağım!
- Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!
- Heyhat! Artık sana mühlet verilecek zaman sona ermiştir.
Ecelin gelip çatmadan önce neden dağıtmıyordun? Böylece ruhunu kabzetti".

Rivayet ediliyor ki bir kişi alabildiğine mal topladı. Toplamadığı hiçbir çeşit mal kalmadı. Bir köşk
yapıp ona iki sağlam kapı taktı. Köşkün kapılarına nöbetçiler diktirdi. Sonra aile efradını bir araya
getirip onlar için bir yemek hazırlattı. Taht üzerine oturdu. Aile efradı yemek yerken ayak ayak
üzerine attı. Onlar yemeği bitirdikten sonra dedi ki: 'Ey nefis! Birçok seneler nimetlen! Çünkü
senin için uzun bir müddet yetecek kadar mal toplamış bulunuyorum'. Daha konuşmasını
bitirmeden önce ölüm meleği, sırtında iki eskimiş elbise, boynunda fakirlerin heybesine benzer
bir heybe bulunan bir kişi suretinde yanına vardı. Kapıyı içerdekileri korkutacak dere-cede
şiddetle çaldı. Sultan tahtının üzerinde kurulmuş bir vaziyette idi. Hizmetkârlar kapıyı küstahça
vuran fakirin başına üşüştüler ve dediler ki: 'Sana ne oluyor? Neden böyle yapıyorsun?' Fakir
'Bana efendinizi çağırın!' dedi. Onlar 'Efendimiz senin gibisinin yanına çıkar mı?' dediler. Fakir
'Evet, çıkar. Yeter ki siz bu haberi ona ulaştırın! dedi. Haberi ulaştırdıklarında 'Neden onu şöyle
kovmadınız? dedi. Bu sefer, birinci defasından daha şiddetli bir şekilde kapıyı çaldı. Böylece
nöbetçiler onu tutmak üzere yerlerinden sıçradılar. Dedi ki: 'Söyleyin ona! Ben ölüm meleğiyim!
Nöbetçiler bu sesi duyunca oldukça korktular. Efendilerini de zillet ve korku bastı. Bunun üzerine
"Gidin ona yumuşak bir şekilde 'Acaba birimizi efendimizin yerine kabul etmez misin?' deyin77
dedi. O bu tedbirler içerisinde iken ölüm meleği içeri girip haykırdı: 'Malın hakkında ne
yapacaksan yap! Ben bu köşkten senin ruhunu bedeninden çıkarmadıkça çıkmayacağım! Bunun
üzerine 'Malımı yanıma getiriniz! dedi. Malını gördüğünde, mala hitaben şöyle dedi: Allah'ın
laneti senin gibi bir malın üzerine olsun! Sen değil misin beni Rabbimin ibadetinden alıkoyan?
Rabbimle başbaşa durup kulluk yapmaktan beni mahrum eden?' O anda Allah Teâlâ mala
konuşma kuvveti ihsan etti ve mal cevaben dedi ki: 'Neden bana hakaret ediyorsun? Sen değil
misin, benim vasıtamla padişahların huzuruna giren? Oysa muttaki kimseler o padişahların
kapılarından geri çevriliyorlardı. Sen değil misin, vasıtamla padişahların (işret) meclislerinde
oturan? Şer yolunda beni harcayan? Eğer beni faydalı yerlere verecek hayır infak etseydin hiç de
sana mâni olmazdı. Ademoğlu ile beraber topraktan yaratıldık. Kimi hayır yönüne, kimi şer
yönüne gider'. Sonra ölüm meleği onun ruhunu kabzetti. Ruhsuz beden yere serildi.

Vehb b. Münebbih şöyle diyor: Ölüm meleği zâlim zorbalardan birinin ruhunu kabzetti.
Yeryüzünde ondan daha zâlimi de yoktu. Sonra göğe çıktı. Melekler dediler ki: 'Ruhunu
kabzettiğin kişilerden en fazla kime acıdın? Ölüm meleği dedi ki: 'Bir sahrada bulunan bir
kadıncağızın ruhunu kabzetmekle emrolundum. Ona vardım. Bir çocuk doğurmuştu.
Garipliğinden çocuğunun da bakıcısı olmadığından ötürü şefkatim galeyana geldi. Bunun üzerine
melekler dediler ki: 'İşte şu anda ruhunu kabzettiğin zorba, o sahrada acıdığın çocuktur. Ölüm
meleği dedi ki: 'Dilediğine lütufkâr davranan Allah eksiklikten münezzehtir'.

Ata b. Yesar71 şöyle demiştir: Şaban'nın on beşinci gecesi geldiğinde ölüm meleğine bir sahife
verilir ve denir ki: 'Şu senede, bu sahifede ismi yazılı olanların ruhlarını kabzet
Râvî der ki: 'Kul fidan diker, evlenir, ev yapar. Adının ölecekler listesinde olduğundan haberi
yoktur.

Hasan Basrî şöyle diyor: Hiçbir gün yoktur ki ölüm meleği, o günde yeryüzündeki bütün evleri üç
defa kontrol etmesin. O hanenin aile fertlerinden kimin rızkının dolduğunu, ecelinin sona erdiğini
görürse ruhunu kabzeder. Onun ruhunu kabzettiğinde aile efradı vaveyla koparıp ağlar. Ölüm
meleği de kapının iki yanına yapışarak şöyle der: 'Allah'a yemin ederim! Ben onun rızkını yemiş,
ömrünü tüketmiş değilimdir. Onun ecelinden hiçbir şey eksiltmemişimdir. Muhakkak ki yanınıza
tekrar tekrar geleceğim. Öyle ki sizden bir tanenizi bile bırakmayacağım!'

Hasan Basrî diyor ki: 'Allah'a yemin ederim, eğer o ağlaşanlar, ölüm meleğinin makamını görüp
konuşmasını işitseydiler ölülerini bırakıp kendileri için ağlaşırlardı!'
Yezid er-Rakkaşî şöyle anlatıyor: "İsrailoğullarından bir zorba, evinde ehliyle başbaşa kaldı.
Birisinin evin kapısından içeri girdiğini gördü. Giren şahsı hiddet ve öfke ile karşılamak üzere
yerinden fırladı ve 'Sen kimsin? Seni evime sokan kimdir?' dedi. Adam 'Beni eve sokan evin
sahibidir. Ben ise öyle bir kimseyim ki perdeler bana mâni olmaz. Padişahların bile yanlarına
izinsiz gi-rerim. Saltanat sahiplerinin hücumundan korkmam. Hiçbir mütekebbir zorba elimden
kurtulamaz. Hilebaz bir şeytan bile pen-çemden yakasını kurtaramaz' dedi. Zorbanın yakası onun
eline geçti. Zorba, düşecek derecede titremeye başladı. Sonra yalvararak ve zillet göstererek
yüzüne baktı ve dedi ki:
- O halde sen ölüm meleğisin!
- Evet! Ben oyum!
- Tevbe edip hâlimi düzeltinceye kadar bana mühlet verir misin?
- Artık rnüddetin bitmiş, nefeslerin tükenmiş, saatlerin sona ermiştir. Bu bakımdan gecikmesine
hiçbir yol yoktur.
- Beni nereye götüreceksin?
- Daha önce göndermiş olduğun ameline ve yapmış olduğun evine götüreceğim!
- Ben daha önce sâlih bir amel göndermedim, güzel bir ev yapmadım!
- O halde seni buram buram yanan ve kafaların derisini yakan bir ateşe götüreceğim.
Sonra onun ruhunu kabzetti. Aile efradı arasına ölü olarak düştü kimi bağırdı, kimi ağladı".
Yezid er-Rakkaşî dedi ki: 'Eğer ölünün arkasından ağlayanlar kötü konaklarını bilseler
bağırmaları daha fazlalaşırdı

A'meş'den72, o da Hayseme'den rivayet etti: Ölüm meleği Süleyman b. Davud'un (a.s) huzuruna
vardı. Süleyman'ın (a.s) meclisinde oturan bir kişiye fazlasıyla bakmaya başladı. Ölüm meleği
çıkıp gittikten sonra kendisine bakılan kişi, Hz. Süleyman'a sordu:
- Bu kimdi?
- Ölüm meleği idi!
- Bana çok baktığını gördüm. Sanki benim ruhumu almak istiyordu!
- O halde ne istiyorsun, dileğin nedir?
- Onun pençesinden kurtarmanı istiyorum. Rüzgâra emret, beni Hindistan'ın en ücra köşesine
götürsün! Hz. Süleyman rüzgâra emretti, rüzgâr kişiyi istediği yere kadar götürdü. Sonra
Süleyman (a.s) kendisine ikinci defa gelen ölüm meleğine 'Arkadaşlarımdan birine daima
baktığını gördüm! dedi. Ölüm meleği 'Evet! Ben onun durumuna hayret ediyordum. Çünkü bana,
yakın bir saatte onun ruhunu Hidistan'ın en uzak bir köşesinde kabzetmek emri verilmişti. Oysa o
senin yanında oturuyordu. Bundan dolayı hayret ettim' dedi.

71) Hilâlî kabilesindendir. Meymune'nin azadlısıdır. Fazıl ve güvenilir bir kimsedir H. 94'de vefat
etmiştir.
72) Adı Süleyman b. Mehran'dır. Kûfeli, güvenilir bir hafızdır. H. 61'de doğmuş, H. 147'de vefat
etmiştir.

*12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları

Hz. Peygamberin hayatında, ölümünde,sözünde, fiilinde, bütün durumlarında düşünenler için


ibret ve güzel bir örnek mevcuttur. Basireti açık olanlar için o bir ışıktır; zira Allah'ın katında
ondan daha şerefli bir kimse yoktur. Çünkü o, Allah'ın dostu, habibi, Allah'ın kelâmına muhatap
olan, kulları arasından seçilen, Allah'ın peygamberi ve nebisidir. Müddeti bittiğinde acaba Allah
ona bir an dahi mühlet vermiş midir? Eceli geldikten sonra acaba bir lâhza dahi tehir olunmuş
mudur? Hayır! İnsanların ruhlarını kabzetmekle görevli melekler göndererek onun şerefli ve pak
ru-hunu Allah'ın huzuruna götürmek, onun temiz bedeninden çıkarıp rahmete, rıdvan ve güzel
hayırlara daldırmak için götür-meye geldiler. Rahmân olan Allah'ın manevî komşuluğunda
doğruluk merkezine götürdüler. Bununla beraber ölüm anında Hz. Peygamberin üzüntüsü arttı.
Izdırabı kesintisiz devam etti. İnlediği görüldü. Allah'ın mülakatına karşı olan isteği yükseldi,
benzi sarardı, alnı terledi. Sağı ve solu inkıbaz ve inbisat hususunda sarsıldı. Hatta o mecliste
hazır bulunanlar Hz. Peygamberin bu ızdırabından ötürü ağladılar. Onun acı çektiğini müşahede
edenler sızlandılar. Acaba peygamberlik mertebesi Hz. Peygamberden Allah'ın takdirini
uzaklaştırdı mı? Ölüm meleği, onun aile efradını ve aşiretini gözetti mi? Hakkın yardımcısıdır.
Halkı uyarıyor ve müjdeliyor diye ona bir müsamaha gösterdi mi? Heyhat nerede! Ölüm meleği
vazifesini yerine getirdi. Levh-i Mahfuz Adı yazılı olarak gördüğünü harfîyyen tatbik etti.

İşte Hz. Peygamberin hali buydu. Oysa Hz. Peygamber Makâm-ı Mahmud'un ve insanların
varacağı kevser havuzunun sahibidir. Kabirden ilk çıkan insan ve mahşer gününde şefaat-i uzmâ
(en büyük şefaat) sahibi olandır. Bu bakımdan onun halinden ibret almamamız ne kadar hayret
verici bir şeydir. Halbuki ileride karşılaşacağımız şeylerden de emin değiliz. Hatta biz
şehvetlerimizin esirleri, günahların arkadaşlarıyız. O halde, neden muttakîlerin imamı, rabb'ül-
âlemîn'in habibi ve peygamberlerin efendisi olan Hz. Peygamber'in ölümünden ibret almıyoruz?!

Yoksa kendimizi dünyada ebedî kalıcı mı sanıyoruz veya kötü fiillerimize rağmen Allah'ın katında
kendimizi şerefli mi sanıyoruz? Nerede, nerede! Aksine biliyoruz ki hepimiz ateşe varacağız.
Sonra o ateşten ancak muttakîler kurtulacaktır. Bu bakımdan ateşe varmak hususunda kesin bir
bilgiye sahibiz. Fakat ateşten çıkmak hususunda sadece zanna sahibiz. Biz nefislerimize zulmettik;
zira zannın peşine düştük. Yemin olsun, biz muttakîlerden de değiliz!

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.
Sonra sakınanları kurtaracağız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.(Meryem/71-
72)

Bu bakımdan her kul kendi nefsinin zâlimlere mi yoksa muttakîlere mi daha yakın olduğunu
kontrol etmelidir. Sen de selef-i salihînin gidişatına baktıktan sonra kendi nefsini kontrol et!
Onlar muvaffak olmalarına rağmen Allah'tan korkan kimseler idiler. Sonra peygamberlerin
efendisi Hz. Peygamberin durumunu dikkatle izle! O, peygamberlerin efendisi, muttakîlerin
önderi olduğundan dolayı işinde yakîn üzerinde idi. Fakat dünyadan ayrıldığı sırada çektiği
zahmet ve şiddetten ibret al! Cennet-i Me'va'ya göçüp gideceği anda durumu nasıl ağırlaşmıştı?

İbn Mes'ud (r.a) der ki: Hz. Âişe'nin odasında bulunduğu ve eceli yaklaştığı bir sırada Allah
Rasûlü'nün huzuruna vardık. Bize bakınca gözlerinden yaşlar aktı. Sonra şöyle buyurdu: Sizlere
merhaba! Allah, sizi selâmla diriltsin, sizi himayesine kabul buyursun, size yardım etsin! Sizlere
takvayı tavsiye ediyorum, sizi Allah'a emanet ediyorum. Muhakkak ki ben sizin için Allah'tan
gelen apaçık bir uyarıcıyım. Allah'ın arzında ve kulları arasında Allah'a karşı yücelik taslamayın!
Ecel yaklaşmıştır, dönüş Allah'adır, Sidretü'l-Münteha'ya cennet'ul-me'vâ'ya ve en dolgun
kadehedir. Bu bakımdan hem kendi nefislerinize, hem de benden sonra dininize girecek kimselere
benden selâm edin ve Allah'ın rahmetini tebliğ edin!73

Rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber (s.a) vefat edeceği anda Cebrail'e (a.s) 'Benden sonra
ümmetimin durumu nasıl olacak?' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ (ce) Cebrail'e vahiy
göndererek şöyle buyurdu:

Habibime müjde ver! Onu, ümmeti hususunda mahcup etmeyeceğim. Ona müjde ver ki insanlar
haşre gönde-rildiğinde herkesten daha önce haşre gönderilen o olacaktır. Haşre gelenler
mahşerde toplandıklarında önderleri o olacaktır. Onun ümmeti cennete girmeden önce diğer
ümmetlere cennete girmek haram olacaktır.

Bu müjde, Hz. Peygamber'e tebliğ edildikten sonra İşte şimdi gözüm arkada kalmaz'
buyurmuştur.

Hz. Aişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) hastalığında yedi kuyudan getirilmiş yedi kırba su ile
yıkanmak istedi. Biz de bunu yaptık. Hz. Peygamber biraz rahatladı. Çıkıp ashabına imamlık
yapıp Uhud şehitleri için Allah'dan af talep ederek onlara dua etti. Ensâr hakkında şunları tavsiye
etti:
Ey muhacirler topluluğu! Siz zaman geçtikçe fazlalaşırsınız. Ensâr-ı kirâm ise, bugünkü
durumlarında kalıp artmazlar. Ensâr, benim sığındığım, sır sandığımdır.
Bu bakımdan onların iyilik yapanlarına ikramda bulunun! Onlardan kötülük yapanın hatasını
affedin!

Bir kul dünya ile Allah katındaki nimetler arasında muhayyer bırakılmıştır. O kul da Allah'ın
nezdindekini tercih etmiştir.

Bu sözler üzerine Hz. Ebubekir (r.a) Hz. Peygamber'in, kul kelimesiyle kendi nefsini kasdettiğini
anladı ve ağlamaya başladı. Hz. Peygamber ona şöyle hitap etti:
Ey Ebubekir, sabırlı ol! Mescide açılan bütün kapılar kapatılsın. Sadece Ebubekir'in kapısı açık
bırakılsın; çünkü benim katımda Ebubekir'den daha üstün bir kişi yoktur!74
Hz. Âişe (r.a) der ki: Hz. Peygamber benim odamda, benim günümde, kollarım arasında ruhunu
teslim etti. Ölüm anında Allah benimle onun tükrüğünü bir araya getirdi. Hz. Peygamber
yatarken kardeşim Abdurrahman içeri girdi. Elinde bir misvak bulunuyordu. Hz. Peygamber'in
misvağa baktığını gördüm. 'Senin için misvağı alayım mı? dedim. Başıyla evet! diye işaret etti.
Bunun üzerine misvağı Abdurrahman'm elinden alarak ağzına koydum. Fakat misvak ona katı
geldi. 'Senin için yumuşatayım mı?' dedim. Yine başıyla evet! diye işaret etti. Bunun üzerine,
misvağı ağzımda güzelce yumuşatarak ona verdim. Yanımda bir ibrik su bulunuyordu. Zaman
zaman elini suya daldırıp şöyle diyordu: 'Lâ ilâhe ilâhe Allah'tan başka ilah yoktur, muhakkak ki
ölümün dehşet ve acıları vardır!' Sonra elini yukarı kaldırıp şöyle dedi: 'En yüce arkadaş en yüce
arkadaş! (En yüce arkadaşı istiyorum)'. Ben o zaman dedim ki: 'Yemin olsun! Artık Hz.
Peygamber bizi istemiyor'.

Said b. Abdullah babasından şöyle rivayet ediyor: Ensâr-ı kirâm, Hz. Peygamber'in gittikçe
ağırlaştığını gördüklerinde mesci-din etrafında dolaştılar. Hz. Abbas, Hz. Peygamber'in yattığı
odaya girdi. Ensâr'ın üzüntüsünü Hz. Peygamber'e haber verdi. Sonra Fadl b. Abbas içeri girdi ve
o da babasının söylediklerini söyledi. Sonra Hz. Ali içeri girdi. O da aynı haberi verdi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber elini uzattı ve 'Ha!' dedi. Onlar Hz. Peygamber'in elinden tuttuklarından
Hz. Peygamber 'Siz ne diyorsunuz?' diye sordu.
Dediler ki: 'Senin ölmenden korkuyoruz!' Kocaları Hz. Peygamber'in yanında toplandıkları için
kadınlar dışarda vaveyla kopardılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ali ve Hz. Fadl'ın
kolları arasında (amcası) Hz. Abbas önünde olduğu halde dışarı çıktı. Hz. Peygamber'in başı
bağlıydı. Ayakları yerde sürünüyordu. Gelip minberinin ilk basamağına oturdu. Halk Hz.
Peygamber'in etrafını çevirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah'a hamd ve senâ ederek şöyle
buyurdu:

Ey insanlar! Kulağıma geldi ki benim için ölümden korkuyorsunuz! Sizin bu korkunuz ölümü hoş
karşılamamanıza ve peygamberinizin ölümünden hoşlanmamanıza delâlet eder. Acaba benim ve
nefislerinizin ölüm haberi size verilmedi mi? Acaba benden önce gönderilmiş milletler arasında
herhangi bir peygamber ebedî kalmış mıdır ki ben de sizin aranızda ebedî kalayım! İyi bilin ki
muhakkak ben, rabbime iltihak edeceğim. Siz de ona mülâki olacaksınız. Size ilk muhacirler
hakkında hayırlı davranmanızı tavsiye ediyorum. Muhacirlerin de birbirlerine karşı öyle
davranmalarını tavsiye ediyorum.

Çünkü Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:


Asra andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler, birbirine hakkı
tavsiye edenler ve bir-birine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.(Asr Sûresi)

Muhakkak ki işler Allah'ın izniyle cereyan eder. Sakın herhangi bir işin gecikmesi sizi onu acelece
yapmaya itmesin.

Çünkü Allah Teâlâ hiç kimsenin aceleciliği için acele etmez. Kim Allah ile pençeleşirse Allah ona
mağlup eder. Kim Allah'ı kandırmaya çalışırsa Allah onu kandırır. Yeryüzünde ifsâd etmek, sıla-yı
rahimleri kesmek husu-sunda birbirinize yardımcı olursanız muvaffak olacağınızı sanır mısınız?
Ensâr hakkında size tavsiyede bulunuyorum. Çünkü onlar sizden önce Medine'yi yurd ve iman evi
edindi-ler. Onlara iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Meyvelerini sizinle paylaşan onlar değil
miydiler? Size evler hususunda genişlik getirmediler mi? Fakir oldukları halde sizi nefislerine
tercih etmediler mi? Kim iki kişi arasında hükmetmek için vazifelendirilirse, Ensar'ın iyilik
yapanlarından iyiliği kabul edip onların kötülerini affetsin. Kimseyi onlara tercih etmeyiniz. Ben
sizin için öncüyüm. Siz de bana iltihak edeceksiniz. Benim havuzum, Şam memleketinin Bisra
şehrinden Yemen'in San'asına kadar geniştir. O havuza sütten daha beyaz, kaymaktan daha
yumuşak ve baldan daha tatlı bir su akar. O havuzdan içen bir kimse ebediyyen susamaz. O
havuzun çakılları incidendir yeri misktendir. Kim yarın mahşer yerinde ve havuzdan mahrum
kalırsa o, bütün hayırlardan mahrum edilir. Kim mahşer gününde, benimle havuz başında
buluşmak istiyorsa, dilini ve elini yapılması gereken şeyler hariç herşeyden tutsun! Bu esnada Hz.
Abbas, Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kureyşliler hakkında da vasiyette bulun!' dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:


Ben bu hususu başta Kureyşlilere tavsiye ediyorum. Diğer insanlar da onlara tabidirler. İnsanların
iyileri Kureyş'in iyilerine, kötüleri de onların kötülerine tabidirler. Ey Kureyşliler! Halk hakkında
size hayırlı davranmayı tavsiye ediyorum. Ey insanlar! Muhakkak ki günahlar nimetleri bo-zar,
nasibi değiştirir. Bu bakımdan halk, iyilik yaptığında idarecileri de onlara iyilik yapar. Halk fısk ve
fücura daldığında idarecileri de isyan ederler.

Nitekim Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurmuştur:


İşte kazandıkları (günahlar)dan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle
takarız;75 (En'âm/129)

İbn Mes'ud (r.a) şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a), Ebubekir'e 'Ey Ebubekir! Sor!' deyince
Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ecel yaklaştı mı?' dedi. Hz. Peygamber 'Ecel yaklaştı ve sarktı' dedi.
Bunun üzerine Ebubekir 'Ey Allah'ın Rasülü! Allah katındaki nimet sana afiyet olsun! Keşke ben
gideceğimizden haberdar olsaydım' dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki:

Allah'a, Sidretu'l-Müntehaya, sonra Ceimet'ül-Me'vâ'ya ve Firdevs-i A'lâ'ya, en dolgun kadehe ve


en yüce arkadaşa, en afîyetli hayat ve nasibe doğru gideceksiniz!
Bunun üzerine Ebubekir şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Seni kim yıkayacak?
- Ailemin en yakın erkekleri ve yakınlıkta onları takip edenler.
- Seni hangi kefenlere saralım?
- Bu elbiseme, Yemen mamulü olan bir kürke ve süt beyaz bir kefene.
- Senin namazını nasıl kılacağız?
Böylece biz ağladık, o da ağladı. Sonra şöyle buyurdular:
Sabredin! Allah sizi affetsin, peygamberinizden dolayı size mükâfat versin. Beni yıkayıp
kefenlediğinizde şu odada kab-rimin kıyısına tahtanın üzerine cenazemi koyduktan sonra bir saat
cenazemi yalnız bırakın. Çünkü önce benim namazımı Allah Teâlâ kılacaktır; (rahmetini
indirecektir)!
O (Allah) ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet etmektedir. (Ahzab/43)

Sonra Allah, meleklerine, üzerime namaz kılmak için izin verir. Benim üzerime Allah'ın
mahlukâtından ilk girip namaz kılan Cebrâil, sonra Mikâil, sonra İsrâfil, sonra birçok askerlerle
beraber ölüm meleği, sonra birçok melekler olur. Allah onların hepsine rahmet etsin! Sonra sizler!
Bu bakımdan siz kısım kısım içeri girip namaz kılın, çokça selâm verin, bağırmak çağırmak
suretiyle bana eziyet vermeyin! Sizden sonra kadınlar, sonra çocuklar girip namaz kılsınlar.
- Seni kabre indirmek için kabrine kim girsin?
- Ailemin en yakınları, sonra onları takip edenler girsinler. Onlarla beraber bir çök melek de girer,
onlar sizi görürler fakat siz onları göremezsiniz. Kalkın! Benden sonra gelenlere dininizi iletin!76

Abdullah b. Zem'a77 der ki: Rebiulevvel ayının başında Bilâl gelip namaz için ezan okudu. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Ebubekir'e söyleyin halka imamlık yapsın!' dedi. Kapının önünde,
içinde Hz. Ömer'in bulunduğu birkaç kişiyi görünce 'Ey Ömer! Kalk halka namaz kıldır!' dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer kalktı. Yüksek sesli olan Ömer tekbir getirdiğinde, Hz. Peygamber onun
sesini tanıyıp şöyle dedi: 'Ebubekir nerededir? Allah da müslü-manlar da Ebubekir'den
başkasının imam olmasını istemez'. Bu sözünü üç defa tekrarladı. (Sonra) 'Ebubekir'e söyleyin,
halka na-maz kıldırsın!' dedi.
Bunun üzerine Âişe (r.a) dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ebubekir ince kalpli bir kişidir. Senin yerine
geçtiğinde kendini tutamaz'.
Bu söz üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi.
Muhakkak ki siz kadınlar, Yusuf un kadınları gibisiniz! Ebubekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın!
78

Hz. Ömer'in kıldırdığı namazdan sonra Hz. Ebubekir (on yedi) namazı kıldırdı.

Ömer, Abdullah b. Zem'a'ya dedi ki: Rahmet olasıca! Başıma ne getirdin? Allah'a yemin ederim, '
eğer Hz. Peygamberin (s.a) sana böyle yapmanı emrettiğini sanmasaydım yapmazdım'.
Buna karşılık Abdullah dedi ki: "Orada imamlığa senden daha uygununu görmediğim için sana
'imam ol" dedim.

Âişe (r.a) şöyle diyor: 'O sözü, Hz. Peygamber'e söylememin ve Ebubekir'i imamlıktan
uzaklaştırmasını istememin sebebi; dünyadan kaçınmak ve idarecilikte Allah'ın selâmet bıraktığı
hariç tehlike olduğu içindi. Halkın Hz. Peygamber daha hayattayken onun yerine geçen bir kişiyi
ebediyyen sevmeyeceğinden korktum. Ancak Allah sevmelerini dilerse mesele değişir. Ebubekir'i
kıskanıp ona zulmetmelerinden, onu uğursuz saymalarından korktum. Fakat emir ve hüküm
Allah'ındır. Allah Teâlâ, Ebubekir hakkında korktuğumun hepsinden onu korudu'.

Hz. Âişe (r. a) şöyle atıl atıyor: Hz. Peygamberin vefat edeceği gün geldiğinde, o günün öncesinde
Hz. Peygamberin hastalığında hafifleme görüldü. Bunun üzerine ashabın erkekleri sevinç içinde
evlerine yeislerine dağıldılar. Hz. Peygamberi (s.a) ziyaret etmek için, kadınlara fırsat verdiler. Biz
Hz. Peygamberin yanında bulunduğumuz bir anda ki hiçbir zaman Hz. Peygamberin
yaşamasından bu kadar ümitli ve sevinçli değildik. Hz. Peygamber bize 'Yanımdan çıkın! İşte şu
melek gelmiş, huzuruma girmek için izin istiyor!'diye emir verdi.

Benden başka bütün kadınlar çıktı. Hz. Peygamberin başı göğsümde bulunuyordu. Hz.
Peygamber, kalkıp oturdu. Ben de evin bir köşesine çekilmek için uzaklaştım. Melekle uzun uzun
münâcât edip fısıldaştıktan sonra beni çağirarak başını göğsüme koydu ve kadınlara 'Girin!' dedi.
Bunun üzerine, Hz. Peygambere 'Bu, Cebrâil'gelişine benzemiyor'dedik.

Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet, ey Aişe! Bu ölüm meleğidir. Bana gelip dedi ki: "Allah ancak izin
almak suretiyle huzuruna girmemi bana emretti. Eğer bana izin vermezsen huzuruna girmeyecek,
dönüp gideceğim. İzin verirsen gireceğim. Allah bana ancak sen istersen ruhunu kabzetmem için
emir verdi. Bu bakımdan bana ne emrediyorsun?"79
Bunun üzerine, ölüm meleğine 'Cerâil (a.s) bana gelinceye kadar bana dokunma! İşte bu saat
Cebrail'in geliş saatidir' dedim.

Bunun üzerine Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Biz öyle bir şeyle karşılaştık ki bizim ne ona bir
cevap, ne de ona bir fikir belirtme imkânımız yoktu. Dehşete kapıldık, sanki şiddetli bir felâkete
uğradık. Ona birşey söylemiyorduk. Ehl-i Beyt'ten hiç kimse bu işin büyüklüğünden ve içimizi
dolduran heybetten ötürü konuşamıyordu'.

Hz. Aişe der ki: Cebrâil (a.s) o sırada geldi. Onun geldiğini hissettim. Ehl-i Beyt çıktılar. Cebrâil
girdi ve şöyle dedi: "Allah Teâlâ sana selâm ediyor ve diyor ki: 'Kendini nasıl hissediyorsun!' Oysa
Allah senin ne hissettiğini senden daha iyi bilir.

Fakat sormakla kerem bakımından seni geliştirmeyi, şeref ve kerametini tamamlamayı ve bu


adetin ümmetine bir sünnet olmasını diledi". Bunun üzerine, Hz. Peygamber 'Kendimi hasta
hissediyorum!' dedi. Bu cevaba karşı, Cebrâil 'Sana müjde olsun! Muhakkak ki Allah Teâlâ, senin
için hazırlamış makama seni vardırmak istiyor!' dedi. Hz. Peygamber Cemil'e 'Ey Cebrâil! Ölüm
meleği huzuruma girmek için izin istedi' diyerek olanları Cebrail'e anlattı. Cebrâil (a.s) 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Muhakkak rabbin sana müştaktır. Sana karşı irade ettiğini sarife bildirmemiş
midir? Yemin ederim! Ölüm meleği senden önce hiçbir kimseden izin almamış ve hiçbir kimseden
de senden sonra izin almayacaktır. Ancak rabbin senin şerefini tamamlamak istiyor. O sana
mânen müştaktır' dedi. Hz. Peygamber 'Mâdem ki durum budur, ölüm meleği gelinceye kadar sen
gitme!' dedi. Böylece, içeri girmeleri için kadınlara izin verdi ve 'Ey Fâtıma! Bana yaklaş!' dedi.
Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in üzerine eğildi. Hz. Peygamber onunla, fısıltı halinde birşeyler
konuştu. Bunun üzerine Hz. Fâtıma gözlerinden yaşlar akarak ve konuşamayacak halde başını
kaldırdı. Sonra Hz. Peygamber 'Başını bana yaklaştır!' dedi. Bunun üzerine Fâtıma, kulağını Hz.
Peygamberin ağzına tuttu. Hz. Peygamber ona birşeyler fısıldadı. Bu sefer güldü ve gülmekten
konuşamayacak bir halde başını kaldırdı. Biz Fâtıma'nın durumuna hayret ettik. Daha sonra
Fâtıma'ya o durumu sorduğumda şöyle dedi: "Hz. Peygamber önce 'Ben bugün ölüyorum!' dedi.
Bunun üzerine ağladım. Sonra şöyle buyurdu:
Allah'a aile efradımdan ilk olarak seni bana kavuşturması için dua ettim.
Bunun üzerine sevincimden güldüm".

Bu esnada Fâtıma (r.a), iki oğlunu (Hasan ile Hüseyn'i) Hz. Peygambere yaklaştırdı. Hz.
Peygamber onları kokladı.80 Âişe der ki: Ölüm meleği geldi. Selâm verdi. İçeri girmek için izin
istedi. Hz. Peygamber kendisine izin verdi. Melek sordu:
- Yâ Muhammed! Bize ne emredersin?
- Artık beni rabbime ulaştır!
- Evet! Bugün seni götüreceğim. Muhakkak ki rabbin sana müştaktır. Senin hakkındaki tereddüdü
hiç kimse hakkında göstermemiştir.81 Senden başka hiç kimsenin huzuruna izinsiz girmemi
yasaklamamıştı. Fakat senin önünde saatin vardır!

Hz. Âişe şöyle devam ediyor: Cebrâil (a.s) geldi ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm sana! Bu gelişim,
yeryüzüne son inişimdir. Artık ebediyyen inmeyeceğim.82 Vahiy kesildi Artık benim yeryüzünde
bir işim kalmadı. Yeryüzünde senin huzuruna girmekten başka bir ihtiyacım yoktur. Sonra yerime
çekileceğim' dedi.

Hz. Âişe der ki: Muhammed'i hak peygamber olarak gönderene yemin ederim! Evde hiçbir fert bu
hususta Hz. Peygamber'e bir kelime bile söyleyemedi. İşittiğimiz şeyin azametinden ötürü
hiçbir fert, dışarda bulunan erkeklerden herhangi birine bir haber gönderemeyecek kadar dehşet
ve korku içinde idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in yanına vardım, onun başını göğsüme
koydum, onun göğsünü tuttum. Kendisinden geçecek derecede baygınlık geçiriyordu; alnı hiçbir
insanda görmediğim şekilde ter döküyordu. Ben durmadan o teri siliyordum. Ondan daha güzel
kokulu hiçbir şeyi görmemişimdir. Ayıldığmda ona 'Annem, babam, nefsim ve aile efradım sana
feda olsun! Senin alnında gördüğüm ter neredendir?' dedim. Bunun üzerine dedi ki:

Ey Âişe! Mü'min kişinin canı terle, kâfirin canı da merkep canı gibi, havurtlarından çıkar!
Bu manzara karşısında korkup aile efradımızı çağırdık. Bize ilk gelen kardeşim Abdurrahman idi.
Onu babam bana göndermişti. Bu bakımdan Hz.Peygamber erkeklerden bir kimse gelmeden önce
vefat etti. Erkeklerin, Hz. Peygamber'in son anına yetişmemeleri Cebrâil ile Mikâl'in onun
durumunu idare etmeleri içindir.

Hz. Peygamber her baygınlık geçirdiğinde (şunları) söylerdi: 'Hayır! En yüce arkadaşı
(istiyorum!)'

Sanki daima ne istediği soruluyordu. Konuşmaya gücü yettiğinde 'Namaz kılınız namaz!
Muhakkak cemaatla namaz kıldıkça birlik ve beraberliğiniz bozulmaz! Namaz! Namaz!'
diyordu.83

Hz. Peygamber ölünceye kadar namazı tavsiye etti. O şöyle diyordu: 'Namaz! Namaz!'
Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber (s.a) pazartesi günü büyük kuşluk ile öğle arası vefat
etti'.

Fâtıma (r.a) şöyle demiştir: 'Pazartesi gününde neye rast-ladım! Allah'a yemin ederim! Ümmet
durmadan pazartesi günü büyük felaketlere dûçar olur'.

Ümmü Gülsüm de pederi Hz. Ali 'nin Kûfe'de vurulduğu gün, annesi Hz. Fâtıma'nın (r.a) dediği
gibi dedi: 'Pazartesi gününde neye rastladım. O günde dedem Hz. Peygamber vefat etti. O günde
kocam Ömer (r.a) öldürüldü. O günde babam Ali öldürüldü. Pazartesi gününde başıma gelenler
nedir?'84

Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber vefat ettiğinde, içeride figan yükselince halk içeri
daldı. Melekler Hz. Peygamberin elbiseleriyle onun bedenini örttüler. Manzarayı görenler ihtilafa
düştü, kimi 'Hz. Peygamber ölmüştür' diyenleri yalanladı, kiminin dili konuşamaz oldu. Ancak
uzun zaman sonra konuşabildi. Kimi de konuşmayı karıştırıp anlaşılamayacak şekilde kekelemeye
başladı. Başka bir grubun ise aklı yerinde kaldı, kimi de şaşkına dönüp yerinde oturdu. Hz. Ömer,
Hz. Peygamber'in ölümünü yalanlayanların arasındaydı. Hz. Ali (r.a) şaşkınlıktan oturanların
arasındaydı. Hz. Osman dili çekilenlerin arasındaydı. Bunun üzerine Hz. Ömer, halkın arasına
çıkıp haykırdı: 'Hz. Peygamber ölmemiştir! Allah onu geri gönderecektir. Hz. Peygamber için
ölümü temenni eden münafıklardan bazılarının el ve ayakları ke-silecektir. Nasıl ki Allah, Hz.
Musa'ya (a.s) vâde tanımışsa Hz. Peygambere de vâde tanımıştır. O size gelecektir!'

Bir rivayette Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey insanlar! Dilinizi Hz. Peygamber hakkında konuşmaktan
alıkoyun! O ölmemiştir. Allah'a yemin ederim. Hz. Peygamber'in öldüğünü söyleyen bir kişiyi
işitirsem şu kılıcımla onun boynunu keserim'.
Hz. Ali ise evden çıkmadı.

Hz. Osman, hiç kimse ile konuşamıyordu. Onun elinden tutu-lur, getirilir, götürülürdü.
Müslümanlardan hiç kimse Hz, Ebubekir ile Hz. Abbas'ın halinde değildi. Çünkü Allah Teâlâ on-
ları tevfîk ve doğrulukla takviye etmişti. Her ne kadar halk ancak Hz. Ebubekir'in sözüyle
coşkunluklarını zaptetmişse de! Hz. Abbas gelip şöyle demiştir: Kendisinden başka ilah olmayan
Allah'a yemin ediyorum. Hz. Peygamber ölümü tattı. Çünkü aramızda diri iken şu ayeti
okumuştu:
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü rabbinizin divanında
dâvâlaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Benî Hâris b. Hazrec kabilesi arasında
bulunuyordu. Gelip Hz. Peygamber'in cenazesinin bulunduğu hücreye girdi. Cenazeye baktı.
Sonra üzerine eğilip Hz. Peygamber'in yüzünü öptü, sonra dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Anam ve
babam sana feda olsun! Allah sana ölümü iki defa tattırmaz. Allah'a yemin ederim! Muhakkak Hz.
Peygamber vefat etmiştir'.85

Sonra halka çıkıp 'Ey insanlar! Muhammed'e ibadet eden (bilsin ki) muhakkak Hz. Peygamber
ölmüştür. Muhammed'in rabbine ibadet eden bilsin ki O diri ve ölümsüzdür' dedi ve şu ayeti
okudu:

Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya
öldürülürse, siz ökçeleriniz üze-rinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse
Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.
(Âl-i İmran/144) Sanki halk bu ayeti o günden önce hiç işitmemiş ti.

Bir rivayette; Hz. Peygamber'in ölüm haberi Hz. Ebubekir'e geldiğinde Hz. Peygamber'in üzerine
salât ve selâm getirdi ve iki gözünden yaşlar aktığı halde Hz. Peygamber'in yattığı odaya girdi.
Yutkunması devenin gevişi gibi çoğalarak ağladı. Testinin sesi gibi boğazından hıçkırık sesi
geliyordu. O buna rağmen, hem aklen hem de söz bakımından çok kuvvetliydi. Hz. Peygamber'in
yüzüne eğilip mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Alnından ve yanaklarından öptü. Mübarek
yüzünü meshetti. Ağlayarak şöyle dedi:
Anam babam, nefsim ve aile efradım sana feda olsun! Dirin de güzeldi, ölün de güzeldir. Hiçbir
peygamberle kesilmeyen peygamberlik senin ölümünle kesilip sona erdi. Bu bakımdan sen her
övgüden daha yüce, ağlamaktan yükseksin. Teselli olacak derecede özelsin. Bizimle eşit olacak
derecede umûmîsin. Eğer Ölümün, senin tercihin olmasaydı, senin için nefislerimizi feda ederdik.
Eğer sen ağlamayı nehyetmeseydin gözlerimizin suyunu senin için tamamen dökerdik.
Kendimizden uzaklaştırmaya gücümüzün yetmediği şeye gelince, o birbirinden ayrılmayan
üzüntü ve hatırlamaktır. Bunlar yakamızı bırakmazlar.

Ey Allahım! Bizden ona salât ve selâm tebliğ et! Ey Allah'ın Rasûlü! Rabbinin katında bizi hatırla!
Senin kalbinde bu hatırlama olsun! Eğer geride bıraktığın sükûnet olmasaydı, hiç kimse arkada
bıraktığından dolayı dehşetten kurtulamazdı.
Ey Allahım! Peygamberine bizden taraf salât ve selâm tebliğ buyur. Onun (yolunu) bizde koruyup
daim kıl!
İbn Ömer'den şöyle rivayet edildi: Hz. Ebubekir eve girip sala-vat okuyup senâ yapınca, ev halkı
musallada bulunanların işiteceği derecede figan kopardılar. O, birşey söylediğinde onların figanı
daha arttı. Onların sesleri, kapının önünde durup sesli ve kuvvetli bir kişinin tesellisiyle sükûnet
buldu. O kişi dedi ki: Her nefis ölümü tadacaktır. (Ankebût/57)

Muhakkak ki Allah'ın zatında sizin için herkesin yerine bir halef, her rağbet için bir yetişme ve her
korkudan bir kurtuluş vardır. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan ümit edin, O'na güveniniz!'

Hane halkı onun sözünü dinlediler, fakat kendisini tanımadılar. Ağlamayı kestiler. Ağlama
kesilince o ses de kay-boldu. Hane halkından biri bakıp kimseyi göremeyince tekrar ağlamaya
başladı. Sesini tanımadıkları biri 'Ey ehl-i beyt! Allah'ı hatırlayın! Her hâl üzere hamdedin, o
zaman muhlislerden olursunuz. Muhakak ki Allah'ın zatında, her musibette sizin için bir teselli
vardır. Her rağbetten ötürü bir karşılık vardır. Bu bakımdan Allah'a itaat edin, onun emriyle amel
edin!' diye seslendi. Bunun üzerine Ebubekir (r.a) şöyle dedi: 'Şu seslenenler Hızır ile İlyâs'tır. Hz.
Peygamber'in cenazesine katılmışlardır'.

Kâ'kâ b. Amr (r.a) (ashabın meşhur bahadırlarıdandır) Hz. Ebubekir'in okuduğu hutbenin
hikâyesini tamamen zikrettikten sonra dedi ki: Ebubekir, halka hutbe okumak üzere kalktı, halkın
gözyaşlarını dökmesine vesile olan ve çoğu Hz. Peygamber'e salât ve selâm'dan ibaret olan bir
hutbe okudu:

Biricik olduğu halde, Allah'dan başka ilah olmadığına şahidlik ediyorum. Allah va'dini yerine
getirdi. Kuluna yardım etti. Tek başına Medine'yi saran düşman ordularını püskürtüp mağlup etti.
Bu bakımdan hamd, tek olan Allah'a mahsustur!

Şahidlik ediyorum ki Muhammed, Allah'ın kulu, Rasûlü, ve peygamberlerinin sonuncusudur.


Şahidlik ediyorum ki Kitab indiği gibidir. Din başladığı gibi, hadîs hak (sahibi)din Yârab! Kulun,
peygamberin, habibin, eminin, halkın en hayırlısı, seçilmiş kulun Muhammed'in üzerine salât ve
selâm et! Kullarına ettiğin salâtın en üstününü ona et! Yârab! Salavatlarının afiyetlerini, rahmet
ve bereketlerini peygamberlerin efendisi, sonuncusu, muttakîlerin imamı, hayrın önderi,
hayırlıların imamı, rahmet peygamberi Muhammed'in üzerine kıl!

Ey Allahım! Onun huzuruna olan yaklaşmasını artır, delilini büyüt, makamını keremli kıl! Onu,
geçmişlerin ve geleceklerin gıpta ettiği makam-ı mahmûd'a. yükselt. Bizi kıyamet gününde onun
makam-ı mahmud'u ile faydalandır. Dünya ve âhirette onu bize halife kıl! Onu derece'ye, vesileye
ve cennet'e ulaştır.

Ey Allahım! Hz. Peygamber'e ve âline salât et. Hz. Peygamber'e ve âline bereket ver! İbrahim'e ve
âline rahmet ettiğin gibi! Muhakkak ki sen çok övülen ve çok senası yapılansın!

Ey insanlar! Kim Muhammed'e ibadet ediyorsa, muhakkak ki Muhammad öldü! Kim Allah'a
ibadet ediyorsa muhakkak ki Allah diridir, ölmez. Muhakkak ki Allah'ın emri size gelmiştir. Bu
bakımdan üzüntüden dolayı onu bırakmayın; zira Allah, peygamberi için nezdindeki nimeti tercih
etti ve onu sevabına doğru götürdü. Sizin içinizde kitabını Ve peygamberinin sünnetini bıraktı.
Kim bu iki kaynağa yapışırsa o bilir, kim aralarını ayırırsa, o inkâra kaçar.
Ey mü'minler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahidlik edenler olun!(Nisâ/135)
Şeytan sizi peygamberinizin ölümünden ötürü meşgul etmesin, sizi dininizden caydırmasın!
Hayırla şeytanın önüne geçmeye çalışın ki onu aciz bırakabilesiniz. Onu beklemeyiniz ki size
yetişip sizi fitneye düşürmesin!

İbn Abbas (r.a) der ki: Ebubekir hutbesini bitirdikten sonra şöyle dedi: 'Ey Ömer! Nereden
öğrendin de Peygamberin (s.a) ölmediğini söylüyorsun. Allah'ın peygamberinin filan günde şöyle
şöyle söylediğini Allah Teâlâ'nın da kitabında şöyle dediğini hatırlamıyormusun?'
Sen de öleceksin, onlar da ölecekler! (Zümer/30)

Bunun üzerine Hz. Ömer dedi ki: 'Başımıza gelen musibetin dehşetinden ötürü bu andan önce
sanki bu ayeti hiç duymamıştım. Şehadet ederim ki Kitab indiği gibidir, Hadîs de söylendiği gibi!
Allah ölümsüz ve diridir. Muhakkak biz, Allah içiniz ve ona döneceğiz. Allah'ın salâtı peygamberi
üzerine olsun! Allah katında, peygamberini defterimize geçecek sevap olarak düşünürüz'. Bunları
söyledikten sonra Hz. Ebubekir'in yanına oturdu.

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamberi yıkamak için geldiklerinde dediler ki: 'Yemin
olsun! Hz. Peygamber'i nasıl yıkayacağımızı bilmiyoruz. Diğer ölülerimizi soyduğumuz gibi el-
bisesini çıkaracak mıyız? Yoksa elbisesini çıkaramayacak mıyız?' Allah Teâlâ, onların gözlerine o
anda uyku indirdi, herkesin sakalı (başı) göğsünün üzerine düşüverdi. Sonra kim olduğu
bilinmeyen biri şöyle dedi: 'Hz. Peygamber'i elbisesi üzerinde olduğu halde yıkayın!' Böylece
uyandılar ve Hz. Peygamber'i o şekilde yıkadılar. Hz. Peygamber iç gömleği üzerinde olduğu halde
yıkandı. Yıkanması bitirildiği zaman kefene sarıldı".

Hz. Ali şöyle diyor: "Hz. Peygamber'in iç gömleğini çıkarmak istedik. Bunun üzerine 'Hz.
Peygamberin elbisesini çıkarmayınız' diye bir ses duyduk. Böylece biz de gelen sesi kabul ettik.
Hz. Peygamberi ölülerimizi yıkadığımız gibi sırt üstü teneşire uzatarak iç gömleği üzerinde olduğu
halde yıkadık. Onun bir azasını ki iyi yıkanmamıştır diye yıkamak istediğimizde kendiliğinden
bizim için dönerdi. Yıkadıktan sonra eski durumuna dönerdi. Beraberimizde evde yumuşak
rüzgâr gibi bir serinlik vardı. Bize 'Hz. Peygamber'e şefkat edin! Muhakkak ki (şefkat etmediğiniz
ve avret mahalline baktığınız takdirde) gözleriniz kapanır!' diye sesleniliyordu".

İşte Hz. Peygamberin vefatı böyle oldu. Beraberinde defnedilmeyen hiçbir şey bırakılmadı.
Ebû Cafer der ki: 'Hz. Peygamberin lâhdi, üzerinde yattığı döşek ve yatarken üstüne attığı
kadifesiyle döşendi. Hayatta iken giydiği elbiseler de o sergiler üzerine serildi. Sonra kefenlere
sarılı olduğu halde Hz. Peygamber bunların üzerine bırakıldı. Ölümünden sonra geriye hiçbir
servet bırakmadı. Hayatında ker-piç üzerine kerpiç, bir kamışı bir kamış üstüne koymadı. Bu
bakımdan onun vefatında tam bir ibret vardır. Müslümanlar için Hz. Peygamber güzel bir
örnektir!

73) Bezzar
74) Darimî
75) Irâkî hadîsin mürsel olduğunu söylemiştir.
76) İbn Sa'd, Tabakât
77) Bu zat, Hz. Peygamber'in zevcesi Ümmü Seleme'nin kızkardeşinin
oğludur.
78) 'Kendi görüşünüzü ısrarla savunmakta direniyorsunuz*. Burada muhatap Hz. Âişe'dir.
79) Ebû Dâvûd
80) Bir nüshada 'Kızı Ümmü Gülsüm'ü dedesine yaklaştırıp koklattı' diye vârid olmuştur.
81) Hadîsin metninde tereddüd kelimesi vardır. Bozmadan aynen koyduk. Hadîs-i müteşâbihdir.
82) Bir haberde 'Hz. Peygamberden sonra Cebrâil on kere yere inecektir' diye vârid olmuştur.
83) Taberânî, Kebir, (Câbir'den)
84) Bu sözler, bir hasretin ifadesidir. Günlerin uğursuzluğu gibi bir mânâ ifade etmezler.
85) Hz. Ebû Bekir'in bu sözü, 'Hz. Peygamber yakında dirilip bazı kimselerin elini kesecektir'
diyen kimseye bir reddiyedir. Çünkü tekrar dirilirse tekrar ölmesi lâzım gelecektir. {Îthafus-
Saade, X/298)

*13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı

Hz. Ebubekir, ölüme hazırlandığında, Hz. Âişe (r.a) geldi ve şu şiiri okudu: 'Hayatınla yemin
ederim, ruh sıkışıp göğsün daralmasına sebep olduğunda servet şahsı kurtaramaz'.

Bunun üzerine, Hz. Ebu bekir yüzünü açıp şöyle dedi: Öyle değildir, şöyledir:
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. İşte (ey insan) bu, senin kaçıp durduğun şeydir.
(Kaf/19)
Benim bu iki elbisemi yıkayın ve bana kefen yapın; zira diri bir kimsenin yeni elbiseye ihtiyacı
ölüden daha fazladır.

Hz. Âişe (r.a) Hz. Ebubekir'in ölümü anında şu şiiri okudu: O beyazdı. Onun yüzü suyu hürmetine
yağmur istenirdi. Yetimler için bahardı, dul kadınların sığınağı idi.
Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a) şöyle dedi: Bu övgüye ben değil, Hz. Peygamber lâyıktır'.
Ashâb-ı kirâm Hz. Ebubekir'in huzuruna girerek dediler ki:
- Seni muayene edecek bir doktor çağırmıyalım mı?
- Doktor bana baktı ve 'Ben dilediğimi yaparım!' dedi.

Selman-ı Fârisî (r.a) ziyaret maksadıyla Hz. Ebubekir'in huzuruna geldi ve dedi ki:.'Ey Ebubekir,
bize nasihat et!'
Bunun üzerine dedi ki: 'Allah dünyayı sizin için açacaktır. Sakın zarurî ihtiyacından başkasını
ondan alma. Bil ki sabah namazını kılan bir kimse Allah'ın zimmetinde bulunur.

Bu bakımdan zimmetinde olduğun halde Allah'ı tahkir etme ki seni yüzüstü ateşe atmasın!'
Hz. Ebubekir (r.a) hastalığı ağırlaştığında, insanlar yerine bir halife bırakmasını istediler. O da
Hz. Ömer'i halife yaptı. Bunun üzerine kendisine dediler ki:
- Bizim başımıza şiddetli ve katı bir kimseyi seçtin. Acaba rabbine ne cevap vereceksin?
- Kullarının başına en hayırlılarını geçirdiğimi söyleyeceğim!
Sonra Hz. Ömer'e haber gönderdi. Geldiğinde Hz. Ömer'e dedi ki:

Bil ki Allahın gündüz bir hakkı vardır. O hakkı gece kabul etmez. Allah'ın gece bir hakkı vardır.
Onu gündüzleri kabul etmez. Farz edâ edilmedikçe Allah nafileyi kabul etmez. Kıyamet gününde
terazileri ağır basanlar, ancak dünyada hakka tâbi olduklarından ve hak kendilerine ağır
bastığından ötürüdür. İçinde haktan başka birşey olmayan bir mizanın ağır olması hakkın ta
kendisidir. Kıyamet gününde terazileri hafif gelenlerin mizanları, ancak bâtıla tâbi olduklarından
ve bâtıl onlara hafif geldiğinden ötürü hafif gelmiştir. Elbette içinde bâtıldan başka birşey
bulunmayan bir terazinin kefesi hafif olur.

Allah, cennet ehlini en güzel amelleriyle belirtmiştir. Onların kusurlarından vazgeçmiştir. Bu


bakımdan biri bakıp 'Ben bunlardan aşağıyım. Bunların mertebesine varamam! der.

Muhakkak ki Cehennem ehlini de en kötü amelleriyle zikretmiştir. İşlemiş oldukları amellerini


yüzlerine çarpmıştır. Bu bakımdan biri çıkıp 'Ben bunlardan daha üstünüm der.
Allah rahmet ve azap ayetini zikretmiş ki mü'min rahmet istesin ve azaptan kaçsın, eliyle
kendisini tehlikeye atmasın, haktan başkasını Allah'tan temenni etmesin! Eğer bu nasihatimi
dinleyip yerine getirirsen yanında hiçbir şey ölümden daha sevimli olmaz. Zaten nasıl olsa
öleceksin. Eğer nasihatimi dinlemezsen senin için ölümden daha nefret edilecek birşey olmaz.
Muhakkak ki sen ondan kurtulamazsın!

Said b. Müseyyeb der ki: Hz. Ebubekir (r.a) ölüme hazırlandığında, ashabdan bazı kimseler ona
gelip dediler ki: 'Ey Rasûlullah'ın halifesi! Biz içinde bulunduğun durumu görüyoruz. Bizi
azıklandır'.
Bunun üzerine Ebubekir şöyle dedi:
- Kim şu kelimeleri söyledikten sonra ölürse Allah onun ruhunu apaçık ufukta kılar!
- Apaçık ufuk ne demektir?
- Arşın önünde bir meydandır. Orada bahçeler, nehirler, ağaçlar vardır. Her gün yüz rahmet orayı
kaplar. Kim şu sözü söylerse Allah onun ruhunu bu yerde kılar:
Ey Allahım! Muhakkak sen mahlukâta ihtiyacın olmadığı halde onları yarattın. Sonra onları iki
gruba ayırdın. Bir grubu nimet için, bir grubu da cehenem için. Beni nimet için kıl, cehennem için
kılma!

Ey Allahım! Muhakkak ki sen, mahlukâtı fırka fırka yarattın Onları yaratmadan önce ayırdın.
Onların kimini, şakî, kimini said, kimini sapık, kimini uysal kıldın. Günahlarımdan ötürü beni
şakî kılma!

Ey Allahım! Sen yaratmadan önce her nefsin ne yapacağını biliyordun. Bu bakımdan senin
ilminden kurtuluş yoktur. Beni sana itaat eden kimselerden eyle!

Ey Allahım! Sen dilemeden hiç kimsenin dileme yetkisi yoktur. Dilemeni, beni sana yaklaştırmaya
vesile kıl!
Ey Allahım! Sen kullarının hareketlerini takdir ettin. Senin iznin olmadıkça hiçbir şey hareket
etmez. Benim hareketimi takva üzere kıl!

Ey Allahım! Sen hayrı ve şerri yarattın. Onların her biri için edecek ihsanlar yarattın. İki kısımdan
hangisi hayırlı ise beni ondan kıl!

Ey Allahım! Sen cennet ve cehennemi halkettin. Onların her biri için ehil olanı yarattın. Beni
cennetinin sakinlerinden kıl!

Ey Allahım! Sen bir kavim için sapıklığı irade ettin. Onunla onların göğüslerini daralttın. Benim
göğsümü iman için genişlet, imanı kalbimde süsle!

Ey Allahım! Sen işleri tedbir ettin. Onların neticelerini kendine bağladın. Beni ölümden sonra
güzel bir hayatla yaşat! Beni kendine yaklaştır!

Ey Allahım! Kimin güven ve ümidi senden başkası olduğu halde sabahlar ve akşamlarsa o ziyan
etmiştir. Benim güvencim ve ümidim sensin! Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak Allah'ın
kudretiyledir!

Sonra Hz. Ebubekir (r.a) şöyle demiştir: 'Bütün bu söylediklerim Allah'ın Kitabı'nda vardır'.

*14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı

Amr b. Meymûn şöyle anlatır: Hz. Ömer'in yaralandığı sırada benimle onun arasında Abdullah b.
Abbas'tan başkası yoktu. Hz. Ömer, iki saf arasından geçerken durup safta herhangi bir açıklık
gördüğünde 'Safları düzeltiniz!' derdi. Saflarda herhangi bir açıklık görmezse öne geçer, tekbir
alırdı. Cemaatin yetişmesi için çoğu kez sabah namazının birinci rek'atında Yusuf veya Nahl
sûrelerini veya ona benzer bir sûreyi okurdu. Vurulduğu gün de tekbir getirdikten sonra 'Beni
öldürdü' veya 'köpek beni yedi!' dedi. Bunu Ebû Lu'lu melunu kendisini vurduğunda söyledi.
Mecusî olan Ebû Lu?lu elinde iki taraflı bir bıçak ile fırladı. Kimin yanından geçtiyse, onu
bıçakladı. Tam on üç kişiyi yaraladı. Onlardan dokuzu öldü. Bir rivayette yedi kişi öldü. Bu
manzarayı görenlerden bir kişi onun üzerine bir elbise attı. Kâfir, tutulduğunu sandığında
göğsünü bıçakla yardı.

Hz. Ömer, Abdurrahınan b. Avf'ın elinden tutup imamlığa geçirdi, Hz. Ömer'in arkasında
bulunanlar da benim gördüğümü gördüler. Caminin yan taraflarında olanlar ise, durumun ne
olduğunu bilmiyorlardı. Ancak onlar Hz. Ömer'in sesinin kesildiğini duyunca sübhanallah,
sübhanallah demeye başladılar. Böylece Abdurrahman onlara hafif bir namaz kıldırdı. Cemaat
dağıldıktan sonra Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey Abbas'ın oğlu! Beni öldürenin kim olduğunu tedkik et.

İbn Abbas (r.a), bir saat kaybolup geldikten sonra 'Seni vuran Muğîre b. Şu'benin kölesidir dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) 'Allah onu kahretsin! Ben ona iyilik yapılmasını emretmiştim dedi.

Sonra şöyle dedi: 'Ölümümü, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah'a hamd
olsun. Sen (ey İbn Abbas) babanla beraber Medineye çok köle getirilmesine taraftardınız;.
Hakîkaten o anda Hz. Abbas'm birçok kölesi vardı. Bunun üzerine İbn Abbas 'Dilersen onları
öldürelim' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer 'Bizim dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve
yaptığımız gibi hac yaptıktan sonra mı öldürelim? dedi.

Hz. Ömer evine götürüldü. Biz de onunla beraber gittik. Sanki bugünden önce böyle bir musibet
halka isabet etmemişti! Kimi 'Hz. Ömer'in ölümünden korkuyorum!' Kimi de "Birşey olmaz'
diyordu. Bu esnada şerbet getirildi. Hz. Ömer şerbeti içince yarasından dışarı aktı. Sonra süt
getirildi. Sütten içti. O da kanından çıktı. Böylece Hz. Ömer'in öleceği anlaşıldı.

Biz Hz. Ömer'in huzuruna girdik. Halk gelip kendisini övdü. Genç bir kişi geldi ve 'Ey mü'minlerin
emiri! Allah'tan gelen bir müjde ile müjdelen. Sen Hz. Peygamberin arkadaşı ve İslâm'da
hizmetleri geçmiş bir kimsesin. Sonra idareci oldun, adalet yaptın. Sonra şehid oldun' dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer 'Bütün bunların ne aleyhimde, ne lehimde olmasını isterdim' dedi. Hz.
Ömer'e böyle diyen genç giderken onun eteğinin yerde süründüğü görüldü. Bunun üzerine Hz.
Ömer 'O genci bana getirin!' dedi. Genç gelince ona 'Ey yeğenim! Elbiseni yukarı kaldır. Çünkü bu
elbisen için daha faydalıdır. Rabbinden de kork!' dedi. Sonra Hz. Ömer oğluna hitaben 'Ey
Abdullah! Bak üzerimde ne kadar borç vardır?' dedi.

Hz. Ömer'in borcunu hesapladılar. 86.000 dirhem veya ona yakın bir meblağ olduğu anlaşıldı.
Bunun üzerine Hz. Ömer, oğlu Abdullah'a "Eğer Ömer'in ailesinin malı bu borcu ödemeye kâfi
gelirse onların malından ver! Aksi takdirde kabilem olan Benî Adîyy b. Ka'b kabilesinden iste!
Eğer onların malları da kâfi gelmezse Kureyşîlerden iste! Sakın Kureyşî olmayanlardan isteme. Bu
borcu benim yerime ver! Müzminlerin annesi Aişe'ye git! De ki: 'Ömer sana selâm ediyor'. Sakın
'Mü'minlerin Emîri' diye birşey söyleme. Çünkü ben artık mü'minlerin emîri değilim: 'Ömer b.
Hattab iki arkadaşının yanıa defnedilmek için izin istiyor?'

Bunun üzerine Abdullah gitti. Selâm verip izin istedi. Sonra Aişe'nin huzuruna girdi. Aişe'nin
oturup ağladığını gördü. Abdullah dedi ki: Ömer b. Hattab sana selâm ediyor. İki arkadaşıyla
beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor'.

Bunun üzerine Hz. Aişe 'Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştım. Fakat bugün Ömer'i nefsime
tercih edeceğim' dedi.

Abdullah dönüp gelince Hz. Ömer'e 'İşte Abdullah geldi!' dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Beni
kaldırın!' dedi. Bir kişi Hz. Ömer'i göğsüne dayadı. Hz. Ömer, Abdullah'a 'Ne haber getirdin?'
dedi. Abdullah 'Ey mü'minlerin emiri! Benim yanımda seni sevindiricek haber vardır. Aişe senin
isteğine izin verdi' dedi. Hz. Ömer 'Allah'a hamdolsun! Benim içim bundan daha mühim bir
mesele yoktu. Ben vefat ettiğimde cenazemi götürün. Sonra selâm vererek deyin ki; 'Ömer izin
istiyor!' Eğer Âişe izin verirse beni içeri sokun! Eğer beni reddederse cenazemi müslümanlarm
mezarına götürün!' dedi.

Mü'minleri annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa, babasının geldi. Hafsa'yı gördüğümüzde Hz. Ömer'in
yanından kalktık. Hafsa ba basının üzerine eğilerek bir saat onun yanında ağladı. Erkekler Hz.
Ömer'in yanına girmek için izin istediler. Hz. Hafsa bu sefer içeriye doğru gitti. İçeride ağlamasını
işitiyorduk. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm, Hz. Ömer'e 'Ey müzminlerin emîri! Vasiyet et ve yerine
halife bırak!' dediler.

Hz. Ömer 'Bu işe şu kişiler ki Hz. Peygamber onlardan razı olduğu halde vefat etmiştir onlardan
daha müstehak olanını bil-miyorum7 dedikten sonra Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın, Hz. Zübeyr'in Hz.
Talha'nın, Hz. Sa'd ve Hz. Abdurrahman'ın ismini söyledi ve dedi ki: 'Abdullah b. Ömer de sizinle
beraber hazır bulunacaktır. Fakat onun halifelikte hakkı yoktur. Eğer emîrlik Sa'd'a (İbn Vakkas)
isabet ederse ne mutlu! Aksi takdirde hanginiz emir olursa Sa'd'ın fikrinden istifade etsin; zirâ,
Sa'd'ı (Küfe valiliğinden) acizlikten veya hiyanetten ötürü azletmiş değilim'.

Hz. Ömer (r.a) sonra şöyle devam etti: 'Benden sonra halife olan zata, Muhacirler hakkında
tavsiye ediyorum. Onların fazilet-lerini, hürmetlerini onlar için korusun. Halifeye Ensâr hakkında
da hayrı tavsiye ediyorum. O Ensâr ki onlardan önce Medine'yi yurd edinip iman etmişlerdir.
Onların iyilerinden kabul edip kötülerini affetsin. Halifeye hudûd şehirlerinin halkı için hayırlı
olmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar İslâm'ın yardımcıları, gözcüleri, mal toplayıcıları ve İslâm
düşmanlarının da öfkelendiricisidirler. Onlardan ancak rızalarıyla fazla mal alsın. Halifeye, bedevî
Araplara iyi davranmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar Arapların esası, İslâm'ın maddesidirler.
Onların servetlerinin zekâtlarını alıp fakirlerine vermesini tavsiye ediyorum. Ayrıca Allah'ın ve
Hz. Peygamberin zimmetini tavsiye ediyorum. Onlar için verilen sözleri yerine getirsin. Onların
arkasında olup onlar için savaşsın. Onlara ancak güçlerinin yettiğini teklif etsin'.

Râvî der ki: Hz. Ömer vefat ettiğinde cenazesini çıkardık ve götürdük. Abdullah b. Ömer, Hz.
Âişe'ye selâm verdi ve dedi ki: 'Ömer b. Hattab'ı defnetmek için izin istiyoruz!' Bunun üzerine Hz.
Âişe 'Onu içeri sokun' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer'i orada bu-lunan iki arkadaşının yanında
bir mezara koydular. (Bunları nak-leden râvî, hadîsi sonuna kadar söyledi).
Hz, Peygamber1 den şöyle rivayet ediliyor:
Cebrâil (a.s) bana derdi ki: İslâm, Ömer'in ölümü üzerine ağlasın!86
İbn Abbas şöyle diyor: Ömer, teneşirin üzerine kondu. Halk onun etrafında halka çevirip, cenazesi
kaldırılıncaya kadar dua edip rahmet talep ettiler. Ben de onların arasındaydım. Beni omu-
zumdan tutan bir kişi korkuttu. Dönüp bakınca Ali b. Ebî Tâlib olduğunu gördüm. Hz. Ömer'e
rahmet okuyup dedi ki: "Ben, Ömer'den daha fazla amelinin benzeriyle Allah'a kavuşmamı
istediğim bir kimseyi geride bırakmış değilim. Allah'a yemin ederim, Allah'ın seni iki arkadaşınla
birleştireceğini zannederim. Çünkü çoğu zaman Hz. Peygamber'den duyardım ki:

Ben, Ebubekir ve Ömer gittik. Ben, Ebubekir ve Ömer çıktık. Ben, Ebubekir ve Ömer girdik...
Allah'ın seni onlarla birleştireceğini umuyorum".

*15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı

Onun öldürülmesi hakkındaki hadîs meşhurdur.87


Abdullah b. Selâm (r.a) der ki: 'Kardeşim Osman'a selâm vermek için vardım. Mahsur
bulunuyordu. Huzuruna girdim, dedi ki: "Ey kardeşim! Merhaba! Ben bu gece Hz. Peygamberi şu
evde bulunan pencerede gördüm. Bana dedi ki: 'Ey Osman! Seni muhasaraya mı aldılar!' 'Evet!'
dedim. 'Seni susuz mu bıraktılar?' deyince 'Evet!' dedim. Bunun üzerine, içinde su bulunan bir
kırbayı bana uzattı. Kanmcaya kadar ondan su içtim. Hatta ben onun serinliğini göğsümde,
omuzlarımın arasında hissediyorum. Bana dedi ki: 'Eğer dilersen hasımlarına galip gelirsin. Eğer
dilersen bi yanımızda iftar edersin!' Ben Allah katında iftar etmeyi seçtim".

Hz. Osman o gün öldürüldü.


Abdullah b, Selâm (r.a) Hz. Osman'ın yaralanıp kanlar içinde can çekişmesinde hazır bulunan
birine 'Osman kanlar içinde kıvranıp can çekişirken ne söyledi?" dedi.
'Üç defa şöyle dediğini duyduk: 'Ey Allahım! Muharnmed'in ümmetini bir araya getir!'
Bunun üzerine Abdullah b. Selâm dedi ki: 'Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim! Eğer Allah
Teâlâ Ümmet-i Muhammed'in ebediyyen bir araya gelmemesini dileseydi kıyamete kadar bir
araya gelemezlerdi!'

Sernâme b, Hazen el-Ruşeyn den öyle rivayet, ediliyor: Hz, Osman çıkıp muhasaracılara, 'Sizi
bana kışkırtan iki arkadaşınızı getirin' dediği zaman ben de oradaydım, O iki kişi getirildi. Sanki
onlar iki deve veya iki merkeptiler. Bunun üzerine Hz. Osman onlara şöyle dedi;
- Siz bilmiyor musunuz ki Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde Medine'de Küme kuyusundan
başka tatlı su yoktu. Bunun üzerine
Hz.Peygamber Kim Kümekuyusunu satın alıp vakfederse, cennette mü'minlerin kırbalarıyla
beraber kırbacını doldurur' dedi,
Ben o kuyuyu satın aldım. Siz bugün o kuyudan ve hatta deniz suyundan içmekten bile beni
menediyorsunuz. Böyle olmadı mı?
- Evet! Öyledir!
- Kıtlık zamanında orduyu kendi malımdan techiz ettiğimi siz bilmiyor musunuz?
- Evet! Öyledir!
- Hz. Peygamberin mescidi ashaba dar geldiğinde Hz, Peygamberin 'Kim (mescidin yanında
budanan) falan ailenin ar-sasını alıp mescide katarsa cennette ondan daha hayırlısına nâil
olacaktır1 dediğini, bunun üzerine benim de orayı, satın alıp mescidde kattığımı bilmiyor
musunuz? Oysa siz bugün orada iki rek'at namaz kılmama mâni oluyorsunuz?
-Evet!
- Siz bilmez misiniz, Hz. Peygamber, Mekke'de Sâbir dağının üzerinde bulunduğunda onun
beraberinde Ebubekir, Ömer ve ben vardık. O anda taşlar aşağıya yuvarlanacak derecede dağ
sallandı.

Hz. Peygamber mübarek ayağıyla dağa vurup şöyle dedi: 'Ey Sâbir dağı! Senin üzerinde bulunan
bir peygamber, bir sıddîk ve bir şehiddir' dedi.
- Evet! Öyledir.
- Allahu Ekber! Kabe'nin rabbine yemin ederim! Bunlar benim şehidliğime dair şahidlik
yaptılar.89
Dâbbe kabilesinden olan bir kişiden şöyle rivayet ediliyor: Hz. Osman vurulduğunda kanlar onun
sakalı üzerine akıyor, o da şöyle diyordu: 'Senden başka ilah yoktur. Sen her türlü eksiklikten
münezzeh ve uzaksın. Muhakkak ki ben zâlimlerdendim. Ey Allahım! Onların aleyhinde senin
düşmanlığını talep ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım talep ediyorum. Beni mübtelâ
kıldığın musibete karşı senden sabır istiyorum'.

86) Acurî, (Ubey b. Ka'b'dan zayıf bir senedle); İbn'ul-Cevzî, Mevzuat


87) Seyf b. Amr et-Temimî ve İbn Aziz
88) Basrah'dir. Yan ömrünü İslâm'da geçirmiştir. 35 yaşında Hz. Ömer'in huzuruna elçi olarak
gelmiştir. Güvenilir bir zattı.

*16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı

Esbağ el-Hanzelî90 der ki: Hz. Ali'nin yaralandığı gece fecir doğduğu zaman müezzini İbn Teyyah
ve Bennac gelip namaza çağırdılar. Hz. Ali (r.a) ise ağırlaşmış yatıyordu. İkinci bir defa namaza
çağırıldığımızda Hz. Ali yine o haldeydi. Üçüncü defa tek-rar gelince Hz. Ali kalkarak yürüdü ve
şu şiiri okudu:
Ölüm için kolonlarını sağlamca bağla! Muhakkak ölüm sana gelecektir. Senin sahalarına
indiğinde ölümden korkma!

Hz. Ali (r.a) küçük kapıya vardığında, İbn Mülcem91 Hz. Ali'ye hücum ederek hançerledi. Bunun
üzerine, Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm, dışarı çıktı ve şöyle dedi: 'Benimle sabah namazına ne
oluyor? Kocam müminlerin emîri Hz. Ömer sabah namazında öldürüldü. Babam Hz. Ali sabah
namazında öldürüldü'.

Kureyş'ten olan bir kişiden şöyle rivayet ediliyor: Hz. Ali'yi (r.a) İbn Mülcem vurduğunda Hz. Ali
şöyle haykırdı: 'Kabe'nin rabbine yemin ederim ki kazandım'.

Muhammed b. Ali'den şöyle rivayet ediliyor: "Hz. Ali vurulduğunda oğullarına vasiyetini yaptı,
sonra ruhu kabzoluncaya kadar Lâ ilâhe illâllah'ı tekrar etti".92

Hz. Ali'nin oğlu Hasan (r.a) ağırlaştığında Hz. Hüseyin onun yanına vardı ve 'Ey Kardeşim! Niçin
böyle kıvranıyorsun? Sen babaların olan Hz. Peygamberin, Ali b. Ebi Talib'in huzuruna
gidiyorsun. Huveylid'in kızı Hatice'nin, Muhammed'in kızı Fâtıma'nın huzuruna gidiyorsun ki
onlar da senin annelerindir. Hz. Hamza ile Hz. Cafer'in yanına gidiyorsun ki onlar da
amcalarındır' dedi.
Bunun üzerine, Hz. Hasan şöyle şöyle dedi: 'Ey kardeş! Ben öyle bir şeye (ölüme) hazırlanıyorum
ki daha önce onun gibisiyle hiç karşılaşmamıştım'.

Muhammed b. Hasan'dan şöyle rivayet ediliyor: İbn Ziyad'ın askerleri Hz. Hüseyin'in etrafını
kuşattıklarında, Hz. Hüseyin de onların kendisiyle savaşacaklarını anladığında kalkıp
arkadaşlarına bir hutbe irâd etti. Allah'a hamd ve senâ'da bulundu ve sonra şöyle dedi: Olanları
görüyorsunuz. Muhakkak ki dünya bozuldu. Onun iyiliği gitti. Öyle ki ancak kabın sızıntısı gibi
kaldı. Hakkın terkedildiğini, bâtılın yasaklanmadığını müşahede etmiyor musunuz? Mü'min bir
kimse Allah'ın mülakatına rağbet göstersin. Ben ölümü saadet olarak, zâlimlerle beraber yaşamayı
da cürüm olarak görüyorum.

90) Kûfeli'dir. Künyesi Ebû Kasım'dır.


91) Abdurrahman adlı bu meftun Benî Murâd kabilesindendi ve Haricî idi.
92) İbn Ebî Dünya

*17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri

Muâviye b. Ebî Süfyan öleceği sırada 'beni oturtunuz' dedi ve Allah'a tesbih etti. Allah'ı andı.
Sonra ağlayıp şöyle dedi: 'Ey Muâviye! İhtiyarlık ve düşkünlükten sonra mı rabbini hatırlıyorsun?
Neden gençlik dalı yemyeşil ve taze iken onu yapmıyordun?'
Sesi yükselinceye kadar ağladı ve 'Yârab! Asi ve kalbi katı ihtiyara rahmet et! Yârab! Düşüşleri
azalt. Hataları affet. Senden başkasını ümit etmeyene ve senden başkasına güvenmeyene hilm
vasfınla yönel diye dua etti.

Kureyşli bir kişi bir cemaatle beraber ölüm hastalığında olan Muaviye'nin huzuruna vardılar.
Muaviye'nin derisinde kırılmalar gördüler. Bunun üzerine Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra
'Acaba dünya bizim denediğimiz ve gördüğümüzden başka birşey midir? Biz neşemizle dünyanın
çiçeğini, maişetimizle ondan lezzet almayı başardık. Dünya onu durumdan sonra durum meydana
getirmek, bir düğümü diğer düğümden sonra çözmek suretiyle bizden aldı. Bu bakımdan dünya
bize ok atmaya, bizi eskitmeye ve kınamaya başladı. Yurt olarak dünyaya yuh olsun!' dedi.

Rivayet ediliyor ki Muâviye (r.a) son okuduğu hutbede şöyle dedi: 'Ey insanlar! Ben biçilmiş bir
ekinim. Size idareci oldum. Benden sonra sizin başınıza her geçen muhakkak benden daha
şerlidir. Benden öncekilerin benden daha hayırlı olduğu gibi... Ey Yezidî Ecelim tamam
olduğunda beni yıkamaya akıllı bir kişiyi memur kıl! Zira akıllı kişi Allah Teâlâ nezdinde özel bir
yere sahiptir. Bu bakımdan güzel ve yumuşak şekilde beni yıkasın. Tekbirler sesli getirilsin. Sonra
hazinede bulunan Hz. Peygamberin elbisesinden, kesilmiş kıllarından ve tırnaklarından
burnumun, ağzımın, kulağımın, gözümün üzerine koy. Elbiseyi de kefenlerimin altında
bedenimin üzerine koy! Ey Yezidî Allah'ın anne ve babalar hakkındaki tavsiyesini koru! Beni
kefenime sarıp kabrime koyduktan sonra Muâviye'yi Erhamürrahimîn ile başbaşa bırakın!'

Muhammed b. Ukbe der ki: Muâviye'ye ölüm geldiğinde şöyle dedi: 'Keşke ben Zi Tuva (Mekke'de
bir yerin ismi) da basit hayat yaşayan bir Kureyşli olsaydım. Keşke bu işe hiç bulaşmasaydım93

Abdülmelik b. Mervan'ın ölümü geldiğinde, Dimeşk'in (Şam) kenarında elbiseyi eline sarıp sonra
yıkama taşına vuran bir bez ağartıcısma baktı ve şöyle dedi: 'Keşke ben bir bez ağartıcısı
olsaydım!. Gün be gün elimin emeğimden yeseydim de dünya işlerinin hiç birinde söz sahibi
olmasaydım'.

Abdülmelik'in bu sözü, Ebû Hâzım'm94 kulağına vardığında Hâzım şöyle demiştir: 'Hamd o
Allah'a mahsustur ki onları, ölüme girdiklerinde, bizim içinde bulunduğumuz durumu temenni
edecek hâle, bizi de ölümümüz geldiğinde onların durumunu temenni etmeyecek hâle getirdi'.
Abdülmelik b. Mervan'a öleceği sırada şöyle denildi:
- Ey müzminlerin emîri! Kendini nasıl hissediyorsun?
- Ben kendimi Allah'ın şöyle dediği gibi hissediyorum:
Andolsun! Sizi ilk defa yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve (dünyada) size verip
hayâline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız.(En'âm/94)
Bunu söyledikten sonra öldü.

Abdülmelik b. Meryan'm kızı ve Ömer b. Abdülazîz'in hanımı Fâtıma şöyle diyor: "Ölüm
hastalığından Ömer b. Abdülazîz'in şöyle dediğini duydum: 'Yârab! Günün bir saati dahi olsa ölü-
mümü onlar için gizle!' Öleceği gün geldiğinde onun yanından çıktım. Başka bir odada oturdum.
Onunla aramda bir kapı vardı. O kendisi için yapılan bir kubbede bulunuyordu. Şu ayeti
okuduğunu duydum:
İşte ahiret yurdu Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk yapmak istemeyen kimselere
veririz. İyi akıbet sakınanlarındır. (Kasas/83)

Sonra sükûnete kavuştu. Ben onun artık ne bir hareketini, ne bir sözünü duymaz oldum. Bir
cariyesine dedim ki: 'Bakıver! Acaba uyuyor mu?'
Cariye içeriye girdiğinde bağırdı. Yerimden fırladım, baktım ölmüştü".
Ömer b. Abdülaziz sekerata düştüğü zaman kendisine şöyle denildi:
- Ey mü'minlerin emîri! Bize nasihat et!
- Bu durumumun benzerinden sizi sakındırıyorum. Muhakkak ki bu durum sizin de başınıza
gelecektir!

Rivayet ediliyor ki Ömer b. Abdülazîz'in hastalığı ağırlaşınca bir doktor çuğrıldı. Doktor kendisini
muayene ederek dedi ki:
- Ona zehir içirildiğini görüyorum ve ölmeyeceğinden emin değilim,
- Zehir içmeyenlerin "ölmeyeceğinden de emin değilsin!
- Ey mü'minlerin emîri! Bunu hissettin mi?
- Evet! Benim karnıma girdiği anda hissettim!
- Ey mü'minlerin emîri! Tedavi ol! Ben öleceğinden korkuyorum,
- Rabbim, huzuruna gidilenlerin en hayırlısıdır.Allah'a yemin ederim, eğer bilsem ki şifam
kulağımın yumuşağı yanındadır.
Kulağıma elimi uzatıp o şifayı getirmem. Yârab! Mülakatında Ömer için hayır nasip et!
Böylece birkaç gün kalıp vefat etti.
Vefat edeceği zaman ağladı. Bunun üzerine kendisine Ey mü'minlerin emiri! Seni ağlatan nedir?
Allah seninle sünnetleri ihya edip adaleti diriltti denildiğinde ağlayarak dedi ki:
Acaba hesap için durdurulup şu halkın durumundan sorulmayacak mıyım? Allah'a yemin ederim!
Eğer onların hakkında adaletli hareket etmiş olsaydım yine de Allah'ın huzurunda bir şey
söylememekten korkardım. Ancak Allah, delil getirmek hususunda bana yardım ederse o başka!
Fakat bizim zayi ettiğimiz birçok şeyleri ne yapacağız?

Bunun üzerine gözleri yaşla doldu. Az bir zaman sonra vefat etti.
Vefat edeceği zaman yaklaşınca 'Beni oturtunuz!' dedi. Oturtulunca dedi ki: 'Emrettiğin halde
kusur yapan, menettiğin halde isyana sapan benim!' Bu sözünü üç defa tekrarladı. Sonra Lâ ilâhe
illâllah dedi. Sonra başını kaldırdı. Dikkatle (bir noktaya) baktı. Neden böyle yaptığı sorulunca,
cevap olarak dedi ki: 'Ben bir yeşillik görüyorum. Onlar ne insan, ne de cindir. Sonra ruhu
kabzolundu. Allah ona ve bize rahmet eylesin!

Harun Reşid'den şöyle hikâye olunur: Öleceği zaman kefenini kendi eliyle seçti. Kefenlerine
bakıyor, şöyle söylüyordu:
Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Gücüm benden yok olup gitti.
(Hâkka/28-29)

Halife Me'mun, kurna uzanıp şöyle dedi: 'Ey saltanatı gitmeyen Allah! Saltanatı gidene merhamet
et!'
Halife Mu'tasım, öleceği zaman şöyle diyordu: 'Eğer hayatımın böyle kısa olduğunu bilseydim
yapmazdım!'
Halife Muntasır, öleceği zaman nefsi için titredi. Bunun üzerine kendisine şöyle denildi:
- Ey mü'minlerin amiri! Senin için korkacak bir durum yoktur!
- Şundan başka birşey yok! Muhakkak ki dünya gitti, ahiret gelmektedir!

Amr b. el-As vefat edeceği zaman, çocuklarının sandıklarına bakarak şöyle dedi: 'Acaba bu
sandıkları, içerisindeki eşya ile beraber kim alır? Keşke onlar bir fışkı olsaydı!'

Haccac95 öleceği zaman dedi ki: "Ey Allahım! Beni affet! Çünkü insanlar 'Allah Haccac'ı
affetmeyecektir!' diyorlar".

Ömer b. Abdülazîz, Haccac'ın bu sözünü benimser ve bu sözden dolayı ona gıpta ederdi.
Bu söz Hasan Basrî ye söylendiğinde dedi ki:
- Haccac bu sözü söyledi mi?
- Evet, söyledi!
- Umulur (affolunması umulur).

93) İbn Ebi Dünya


94) Tam adı, Seleme b. Dinar el-A'rec el-Medenî'dir. Tâbiîndendir.
95) Haccac b. Yusuf binlerce kişinin kanma girmiş bir caniydi; Bu bakımdan Haccac-ı Zâlim diye
tanınır. H. 95'de Ramazan'm 26. günü Vasıfta ölmüştür

*18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri

Muaz b. Cebel (r.a) öleceği zaman şöyle dedi: 'Ey Allahım! Senden korkuyordum, bugün ise ümit
ediyorum. Ey Allahım! Bilirsin ki dünya için ve dünyadaki nehirleri akıtmak, ağaçları dikmek için
uzun yaşamayı istemiyordum. Dünyada, sıcak gün-lerde (oruç tutmak suretiyle) susamak için ve
ibadet yapmak suretiyle zahmet çekmek, zikir halkalarında âlimlerle diz dize oturmak için
istiyordum'.
Sekeratı şiddetlenince hiç kimsenin geçirmediği krizi geçirirdi. Her krizden ayrılırken gözünü
açtıktan sonra 'Yârab! Beni boğdurduğunla boğdur (hükmüne razıyım). Senin izzetine yemin
ederim! Kalbimin seni sevdiğini bilirsin' derdi

Hz. Selman öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye so-rulunca 'Dünya için ağlamıyorum.
Fakat Hz. Peygamber (s.a) bize dünyadan azığımızın, yolcunun azığı gibi olmasını tavsiye etti.
(Bunun için ağlıyorum)' dedi.
Selman öldüğünde bütün terekesi hesaplandı. Geride bıraktığı malın kıymeti on küsûr dirhemdi.

Bilâl-i Habeşî (r.a) öleceği zaman hanımı 'Vay üzüntüsüne!' dedi. O cevap olarak dedi ki: 'Hayır!
Aksine vay onun sevincine! Yarın dostlarla, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım..

Abdullah b. Mübarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi:


Çalışanlar bunun için çalışsınlar! (Saffat/61)

İbrahim Nehâî vefat edeceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?denilince, 'Allah'tan bana ya
cennet veya cehennem müjdesini getirecek bir elçi bekliyorum' dedi,

İbn Münkedir öleceği zaman ağladı. 'Seni ağlatan nedir?' diye sorulunca cevap olarak 'Alah'a
yemin ederim. İşlediğim bir günahtan dolayı ağlamıyorum. Fakat küçük sandığım bir şeyin, Allah
katında büyük olarak bana getirilmesinden korkuyorum dedi.
Arar b; Abdikays öleceği zaman ağladı. Kendisine 'Seni ağlatan nedir?" diye sorulunca, cevap
olarak 'Ölümden korktuğum veya dünyayı sevdiğim için ağlamıyorum. Fakat elimden kaçan sıcak
günlerin susuzluğu, kış gecelerinde yapılan ibadetler için ağlıyorum' dedi.

Fudayl b. Iyaz öleceği zaman bayıldı. Ayıldıktan sonra gözlerini açınca 'Eyvah seferinin uzaklığına,
azığının azlığına!' dedi.

İbn Mübarek öleceği zaman kölesi Nasr'a dedi ki: 'Basımı top-rak üzerine koy!'
Bunun üzerine Nasr ağladı. İbn Mübarek Nasr'a şöyle sordu:
- Seni ağlatan nedir?
- Senin içinde bulunduğun nimeti hatırladım. İşte sen fakir ve garip olarak ölüyorsun, beni
ağlatan budur.
- Sus! Ben Allah Teâlâ'dan, beni zenginlerin yaşantısı ile yaşatmasını, fakirlerin ölümü ile
öldürmesini diledim!
Bunları söyledikten sonra Nasr'a 'Bana kelime-i şehadet! telkin et! Eğer ben cevap vermezsem
kelime-i şehadeti tekrarla!' dedi.

Atâ b. Yesar şöyle demiştir: İblis ölüm anında, bir kişiye göründü ve ona 'Kurtuldun!' dedi. Buna
karşılık kişi 'Senden hâlâ emin değilim!' dedi.

Seleften biri öleceği anda ağladı. 'Seni ağlatan nedir? diye sorulunca, 'Allah'ın kitabındaki şu ayet
beni ağlattı' dedi.
Allah sadece muttakîlerden kabul eder! (Maide/27)

Hasan (r.a) ölümle pençeleşen birinin yanına varıp şöyle dedi: 'Başlangıcı böyle olan işin
sonucundan korunmak gerekir. Sonucu boyle olan şeyin öncesinde zâhidlik yapmak gerekir'.

Cureyrî şöyle anlatıyor: Öleceği sırada Cüneyd'in yanında bulunuyordum. Cuma ve Nevruz
günüydü. Cüneyd Kur'ân okuyordu. Kur'an'ı hatmetti. Ona 'Şu halde de mi ey Ebû Kasım?' dedim.
Cevap olarak dedi ki: 'Benden buna daha lâyık ve müstahak olan kim var? İşte benim sahifem
duruyor'.

Ruveymi96 şöyle demiştir: Ebû Said Harraz'ın ölümü esnasında hazır bulundum. Ruveymi şu şiiri
okuyordu:
Ariflerin kalplerinin iştiyakı zikredir.
Müracaat vaktinde hatırlanmaları sır içindir.
Ölüm kadehleri onlar üzerinde (meclislerinde) gezdirildi.
Şükür sahibinin yüz çevirmesi gibi dünyadan yüz çevirdiler.
İçinde parlak yıldızlar gibi Allah sevgisinin ehli bulunduğu bir ordugâhta himmetleri çokça
dolaşmaktadır.
Öyleyse sevgisinden ötürü cisimler yeryüzünde öldürülmüştür.
Ruhlar perdelerde yüceliğe doğru süratle yürür. Ancak dostlarının yakınma indiler.
Ne şiddet, ne de bir zahmetin dokunmasından yalpa vurdu-lar!

Cüneyd'e 'Ebû Said el-Harraz öleceği zaman çokça vecde kapıldı' dediler. Cüneyd dedi ki:
'Rabbinin mülakatı için ruhununun iştiyaktan uçması garipsenecek birşey değildir'.
Öleceği anda Zünnûn-i Mısrî'ye 'Canın ne istiyor?' denildi. 'Ölmeden bir an önce onu tanımayı!'
dedi.

Sekeratta olduğu halde birine 'Allah de!' denildi. O da cevap olarak 'Ne zamana kadar siz bana
Allah de! diyeceksiniz? Oysa ben Allah'ın sevgisi ile tutuşmuş bulunuyorum' dedi.

Seleften biri şöyle anlatıyor: 'Mumşad ed-Dineverî'nin yanında bulunuyordum. Bir fakir gelip
dedi ki: Selâm size! Burada temiz bir yer var mıdır ki; orada insanın ölmesi mümkün olsun?' Ona
bir yer gösterildi. Gösterilen yerde bir pınar bulunuyordu. O fakir abdestini tazeledi. Allah'ın
dilediği kadar namaz kıldı. O yere gitti. Ayaklarını uzattı ve öldü.

Ebû Abbas ed-Dineverî97 meclisinde konuşurdu. Bir gün vecd'den ötürü bir kadın bağırdı. Bu
manzara karşısında Ebû Abbas kadına öl dedi. Bunun üzerine kadın kalkıp kapıya vardığında Ebû
Abbas'a baktı ve 'Öldüm!' deyip ölü olarak yere serildi.

Ebû Ali Ruzbarî'nin kızkardeşi Fâtıma'dan hikâye şöyle ediliyor: Ebû Ali Ruzbarî'nin eceli
yaklaştığında başı göğsümde bulunduğu bir anda gözlerini açtı ve şöyle dedi: İşte göğün kapıları
açıldılar. İşte cennetler süslendiler! İşte bir dellâl! 'Ey Ebû Ali! Seni en yüce rütbeye vardırdık.
Her ne kadar sen onu istemesen bile!' diyor.
Ebû Ali bunları söyledikten sonra şu şiiri okudu:
Hakkın için gayrine seni görmeden muhabbet gözüyle bak-madım!
Göz ucu bakışların gevşekliği ve bostanından güllü yanağınla bana azap ettiğini görüyorum.
Cüneyd Bağdâdî'ye Lâ ilhahe illâllah! de!' denildi. Cüneyd 'Ben O'nü unutmadım ki anayım' dedi.
Cafer b. Nusayr98, Şiblî'nin hizmetçisi Bikran ed-Dineverî'ye sordu:
- Şiblî'den ne gördün?
- Şiblî bana dedi ki: 'Benim boynumda zulmen alınmış bir dirhem para vardır. O paranın sahibi
için binlerce dirhemi sadaka verdim. Buna rağmen kalbimin üzerinde ondan daha büyük bir
ağırlık yoktur'. Sonra Şiblî öleceği zaman dedi ki: 'Namaz için abdest aldır'. Ben de ona abdest
aldırdım. Sakalını hilallemeyi unuttum. O anda da onun dili tutulmuş bulunuyordu. Bunun
üzerine elimden tuttu ve parmaklarımı sakalının içine sokup hilalledi ve sonra vefat etti. Bunun
üzerine Cafer ağlayıp dedi ki: 'Hayatının
son anında bile şeriat adabından birini dahi bırakmayan bir kişi hakkında ne dersiniz?'
Öleceği anda ölümün kendisine zor geldiği görüldüğünde Bişr b. Haris'e 'Sanki yaşamayı seviyor
gibisin?' denildi. Bişr Allah'ın huzuruna çıkmak zordur' dedi.

Basralı Sâlih b. Mismar'a öleceği sırada 'Oğlun ve aile efradın hakkında vasiyet etmeyecek misin'
diye soruldu? Dedi ki: 'Onları Allah'tan başkasına vasiyet edersem Allah'tan utanırım'.

Ebû Süleyman Dârânî öleceği zaman arkadaşları geldiler ve dediler ki: 'Sana müjde olsun! Sen
gafur ve rahîm olan bir rabbin huzuruna varıyorsun!' Ebû Süleyman onlara 'Neden? Sen küçük
günahtan dolayı hesaba çeken, büyük günahtan dolayı azap veren bir rabbin huzuruna varıyorsun
demiyorsunuz' dedi.

Ebû Bekir el-Vâsıtî ölüme hazırlanırken kendisine 'Bize nasi-hat et!' denildi. Bunun üzerine 'Allah
Teâlâ'nın sizdeki murad-ı ilâhîsini gözetiniz!' dedi.

Seleften biri ölüme hazırlanırken hanımı ağladı. Bunun üzerine hanımına 'Seni ağlatan nedir?'
dedi. Hanımı 'Senin için ağlıyorum!' deyince, o zat 'eğer illa ağlayacaksan kendin için ağla! Ben
bugün için kırk sene ağladım!' dedi.
Cüneyd şöyle diyor: Öleceği sırada Sırrî-es-Sakatî'nin ziyaretine gittim ve 'Kendini nasıl
hissediyorsun?' diye sordum. Bunun üzerine şu şiiri okudu:
Bende bulunan hastalığı nasıl doktoruma şikayet edeyim? Oysa bende bulunan hastalığı
doktorum bana vermiştir.
Sonra yelpazeyi alıp onu serinletmek istedim. Bunun üzerine 'İçi yanan bir kimse, yelpazenin
serinliğini nasıl hissedebilir?' dedikten sonra şu şiiri okudu:
Kalp yanmış, gözyaşı çekilmiştir. Üzüntü derlenmiş, sabır dağılmış, hevâ, şevk ve ızdırabın
işledikleri suçtan ötürü kararsızın üzerinde karar tutmak nasıl olur?
Yârab! Eğer içinde ferahlayacağım birşey varsa, bende hayat oldukça onu vermek suretiyle bana
minnet et!

Hikâye ediliyor ki; Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, Şiblî ölümle pençeleşirken yanına geldiler
ve ona 'Lâ ilâhe illâllah! de!' dediler. Bunun üzerine Şiblî, şu şiiri okudu: 'İçinde senin bu-
lunduğun bir ev çıralara muhtaç değildir. Halkın deliller getirdikleri günde senin ümit edilen
yüzün delilimizdir. Senden ferah istediğim günde Allah bana herhangi bir ferah fırsatını
vermesin!'

Hikâye ediliyor ki Ebû Abbas b. Atâ, ölümü anında, Cüneyd'in huzuruna girip selâm verdi.
Cüneyd onun selâmına karşılık vermedi. Sonra aradan bir saat geçince karşılık verip, dedi ki:
'Selâmını geç aldığım için beni mazur gör! Ben virdimi okuyordum'. Sonra Cüneyd, yüzünü
kıbleye çevirdi, tekbir getirdi ve öldü.

Kinânî, öleceği anda, kendisine 'Senin amelin ne idi?' diye soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Eğer
ecelim yaklaşmasaydı, size amelimi söylemezdim. Kalbimin kapısında kırk sene durdum. Ne
zaman ki kalbimden Allah'tan başkası geçti ise onu kalbimden uzaklaştırdım'.

Mutemer'den şöyle hikâye ediliyor: Öleceği anda Hakem b. Abdülmelik'in" huzurunda


bulunuyordum ve şöyle dua ettim: Ya Rârab! Ona ölümün dehşetlerini kolaylaştır. Çünkü o şöyle
şöyle idi Böylece onun birtakım iyiliklerini saydım. O ayılınca 'Konuşan kimdi?' dedi. 'Bendim'
dedim. Bunun üzerine dedi ki: "Ölüm meleği bana 'Ben her cömert hakkında şefkatli davranırım'
diyor". Bunu söyledikten sonra öldü.

Yusuf b. Esbât öleceği zaman Meraşlı Huzeyfe onun yanına gidip onu muzdarip olarak görünce
'Ey Ebâ Muhammed! Bu zaman, ızdırap ve korku zamanı mıdır?' dedi. Yusuf 'Ey Ebû Abdullah!
Ben nasıl muzdarip olmayayım ve korkmayayım? Halbuki amelimde Allah'a doğruluk yaptığımı
bilmiyorum' dedi.
Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Hayret bu sâlih kişiye ki öleceği anda 'amelinde Allah'a karşı
doğruluk yaptığım bilmediğine' dair yemin ediyor".

Ebû Ahmed el-Meğazilî'den rivayet ediliyor: Şeyhlerden biri hastalandığında huzuruna vardım.
Şöyle diyordu: 'İstediğini yapma imkânına sahipsin! Fakat bana şefkat et!'
Meşayihten biri Mumşad edDineverî'nin huzuruna vefat edeceği bir anda vardı ve ona 'Bunları
senin başına Allah getirdi! Allah yaptı!' dedi. Bunun üzerine Mumşad gülerek şöyle dedi: 'Otuz
seneden beri cennet, içindeki nimetlerle beraber bana arzolunuyor, hâlâ da gözümü ona
kaptırmadım'.

Ruyermî'ye, öleceği anda 'Lâ ilhahe illâllah de!' denildi. O da 'Ben zaten bundan başkasını
bilmiyorum ki!' dedi.

Süfyan es-Sevrî'ye veya Nurî'ye vefat edeceği anda 'Lâ ilâhe ill-âllah de!' denilince cevap olarak
şöyle demiştir: 'Acaba orada bir emir yok mudur?'

Ebû Yahya İsmail el-Müzenî, öleceği zaman İmam Şafiî'nin. huzuruna varıp kendisine 'Ey Ebû
Abdullah! Nasıl sabahladın?' dedi. Şâfiî 'Dünyadan göç ettiğim, arkadaşlardan .ayrıldığım, kötü
amelimle mülâki olduğum, ölümün kadehini içtiğim, Allah'ın huzuruna varacağım halde
sabahladım. Bilmiyorum, ruhum cennete mi varacaktır; onu tebrik edeyim veya cehenneme mi
varacaktır; ona taziye vereyim!'
Sonra şu şiiri okudu: 'Kalbim katılaşıp yollarım daraldığında affına doğru ümidimi merdiven
yaptım. Günahım bana büyük geldi (fakat) ey rabbim! Günahımı affınla karşılaştırdığımda affın
daha büyük göründü. Sen daima günahı affettin. Durmadan da lütuf ve nimet olarak cömertlik
yapıp affedersin. Eğer sen olmasaydın hiçbir âbid İblis ile sapıklığa kaymazdı. Oysa seçkin kulun
Âdem'i bile kandırdı'.

Ahmed b. Hadreveyh100 öleceği zaman, kendisine bir sual soruldu. Gözlerinden yaşlar akmaya
başlayıp sorana hitaben 'Ey oğul! Doksanbeş seneden beri dövdüğüm bir kapı, işte şu anda benim
için açılıyor. Bilmem ki saadetle mi açılacaktır veya şekavetle mi? Bu bakımdan şu anda cevap
verme imkânı benim için nerede?' dedi.

İşte bunlar, onların sözleridir. Bu sözler onların durumlarının değişikliği hasebiyle değişik
söylenilmişlerdir. Onların bazısına korku, bazısına ümit, bazısına şevk ve sevgi galip gelmiştir.
Onlardan her biri, halinin gereğine göre konuşmuştur. Hepsi de onların hallerine göre doğrudur.

96) Ebû Muhammed b. İmam Ahmed el-Bağdadî


97) Sernerkant'ta H. 340'dan sonra vefat etmiştir..
98) Cafer b.Muhammed el-Bağdadî.Cüneyd'in talebesidir.H.348'de Bağdad'da vefat etmiştir.
99) Benî Mahzum kabilesinden olan bu zat Mencebe'ye sınır muhafızı olarak gelmiştir. Buhârî
hadîsini rivayet etmiştir. Kardeşi Abdurrahman b. Muttalib el-Medenî'dir.

*19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri

Cenaze tahtası (teneşir) basiretli kimse için ibrettir. Gaflet ehli dışındakilere onda hatırlama ve
ikaz vardır. Çünkü cenazelerin görünmesi, gafil kimselerin kalbini katılaştırır. Çünkü onlar daima
başkasının cenazesine bakacaklarını zannederler. Kendilerinin teneşir üzerine taşınacaklarını
sanmıyorlar veya sansalar bile yakında olacağını takdir etmezler. Düşünmezler ki teneşirde
bulunanlar da böylece sanıyorlardı. Bu bakımdan on-ların ümitleri boşa çıktı, zamanları bitti.
Öyleyse bir kul teneşire baktığında kendini teneşir üzerinde düşünmelidir. Çünkü yakında onun
üzerine konacağı muhakkaktır. Öyle ki sanki onun üzerine konmuştur. Belki yarın veya yarından
sonra!
Ebû Hüreyre'nin bir cenaze gördüğünde şöyle dediği rivayet ediliyor: 'Götürünüz! Biz de
arkasındayız'.

Mekhul ed-Dimeşkî, bir cenaze gördüğünde 'Götürünüz! Biz de akşam gideceğiz! (Şu manzara)
beliğ bir mev'izedir. Süratle geçen bir gaflettir. İlki gider, diğerlerinin ise aklı yok derdi.

Useyd b. Hudayr der ki: 'Hangi cenazede hazır bulunmuş isem, nefsim bana o cenaze hakkında o
cenazenin varacağı yerden başka birşey fısıldamamıştır.

Mâlik b. Dinar'ın kardeşi öldüğünde Mâlik onun cenazesine, ağlayarak katıldı ve şöyle dedi:
Yemin olsun! Senin nereye gittiğini bilmedikçe gözyaşlarım dinmeyecektir ve hayatta oldukça da
bunu bilme imkânım yoktur.

A'meş şöyle demiştir: 'Biz cenazelere katılıyorduk. Orada bulunan insanların hepsinin mahzun
olmasından dolayı kime taziye vereceğimizi bilmiyorduk'.

Sabit el-Benânî şöyle demiştir: 'Biz cenazelere gidiyorduk. Yüzünü kapatmış, ağlayan kimselerden
başkasını görmüyorduk'.

İşte selefin ölümden korkusu böyleydi. Şimdi ise cenazede hazır bulunan cemaate baktığımızda
çoğunun gülüp oynaştığını ve ancak cenazesinin terekesi ve varislerine bıraktığı şeyler hakkında
konuştuklarını görürüz. Onun emsalleri, akrabaları onu bırakmış . olduğu terekeden nasıl istifade
edeceklerini düşünürler. Allah'ın dilediği hariç, cenazede hazır bulunanlardan hiçbiri kendi
cenazesi hakkında düşünmediği gibi, teneşirdeki halini de düşünmüyor. Bu gafletin sebebi,
günahların çokluğundan ötürü kalplerin katılaşmasından başka ne olabilir? Öyle ki Allah'ı, son
günü ve önümüzdeki dehşetleri unutmuş bulunuyoruz. Bu bakımdan bizi ilgilendirmeyen şeylerle
meşgul olur, gaflete dalar, oynaşır dururuz. Allah Teâlâ'dan, bu gafletten uyanmayı talep
ediyoruz. Çünkü cenazelerde hazır bulunanların hallerinin en güzeli ölü için ağlamalarıdır. Oysa
eğer akılları olsaydı ölü için değil kendi nefisleri için ağlarlardı.

İbrahim ez-Zeyyad, ölü için rahmet isteyen bir cemaate baktı ve şöyle dedi: 'Eğer bunlar nefisleri
için rahmet ve şefkatte bulun-saydılar kendileri için daha hayırlı olurdu. Muhakkak ki ölü üç
dehşetten kurtulmuştur: a) Ölüm meleğinin yüzüne bakma dehşetinden, b) Ölümün acılığından,
c) Sonucun korkusundan'.

Ebû Amr b. Ûlâ der ki: Cerir, kâtibine bir şiir dikte ettirirken onun yanında oturdum. O esnada bir
cenaze göründü. Cerir şiiri bırakıp şöyle dedi: 'Allah'a yemin ederim! Şu cenazeler beni
ihtiyarlattı!

Sonra şu şiiri okudu: 'Geldiklerinde cenazeler bizi korkuturlar! Arkalarını çevirip gittiklerinde biz
boş şeylere dalarız. Tıpkı kur-dun hücumundan ötürü koyun sürüsünün korkusu gibi! Ne zaman
kurt kaybolursa, sürü eski durumuna döner!'

Cenazelerde hazır bulunmanın edeplerinden bazıları şunlardır: Tefekkür, uyanma, hazırlık ve


daha önce fıkıh bahsinde sünnet ve edeblerini zikrettiğimiz gibi tevazu ile cenazenin önünde
yürümektir.

Âdaplardan biri de cenaze hakkında fâsık da olsa hüsn-ü zanda, zahirinde salâh görünse bile nefsi
hakkında su-i zanda bulunmaktır. Çünkü sonuç tehlikelidir. Hakîkati bilinmez.

Ömer b. Zer'den101 şöyle rivayet ediliyor: Komşularından biri öldü. Ölen zat gayet israfçı bir
kimseydi. Halkın çoğu onun cenaze-sinden kaçtı. Ömer cenazeye katıldı ve namazını kıldı. Kabre
indirilmek istendiğinde Ömer, kabrin başında durup şöyle dedi: 'Ey filan! Allah sana rahmet
etsin! Sen hayatını tevhid ile geçirdin. Yüzünü secde ile sararttın. Senin için 'Günahkâr ve hata
sahibidir! deseler bile ne çıkar. Acaba bizden günahkâr olmayan ve hata sahibi bulunmayan kim
vardır?'

Hikâye ediliyor ki fesada dalan kişilerden biri, Basra'nın bir mahallesinde öldü. Hanımı kocasının
cenazesine yardım edecek bir kimseyi bulamadı; zirâ çok fâsık olduğundan ötürü komşularından
hiçbiri o cenazeden haberdar olmadı. Bunun üzerine hanımı iki hamal kiraladı. Cenazesini öylece
musallaya götürdü. Hiç kimse cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine hanım, cenazesini
defnetmek için cenazeyi çöle (mezarlığa) götürdü. Götürdüğü yere yakın bir dağda büyük
zâhidlerden biri bulunuyordu. Hanım, zahidi cenazeyi bekliyormuş gibi gördü. Sonra zâhid, onun
cenaze namazını kılmak istedi. Bunun üzerine memlekete 'Zahidin, ibadethanesinden falan
adamın namazını kılmak için çıktığa haberi yayıldı. Böylece halk cenazeye doğru çıkıp geldiler.
Zâhidle beraber namazını kıldılar. Halk, zahidin bu kimsenin namazını kılmasına hayret etti.
Bunun üzerine zâhid dedi ki: Rüya âleminde bana falan yere git! Orada bir cenaze göreceksin.
Onun beraberinde bir kadından başkası yoktur. Onun namazını kıl. Çünkü o affolunmuştur'
denildi. Bu söz üzerine halkın hayreti daha da arttı. Zâhid, ölenin hanımını çağırdı ve kocasının
halini sordu. Yaşantısının nasıl olduğunu inceledi. Hanımı dedi ki:
- Bilindiği gibi, bütün gün meyhanede içmekle meşguldü.
- Düşün! Güzel amellerinden birini hatırlamıyor musun?
- Evet! Üç şeyi hatırlıyorum: O sarhoşluktan, sabahleyin ayıldığımda elbisesini değiştirir, abdest
alır, sabah namazını cemaatla kılar, sonra meyhaneye döner ve fışkıyla meşgul olurdu.
İkincisi, o evinde daima bir veya iki yetim beslerdi. Onun yetimlere olan iyiliği, öz evlatlarına olan
iyiliğinden daha fazlaydı. O, yetimlerin durumunu çokça araştırırdı. Üçüncüsü, o,gece
karanlığında, sarhoşluğundan ayıldığı zaman ağlar ve şöyle derdi:
'Yârab! Cehennem çukurlardan hangisini bu habis ile (kendini kastediyor) doldurmak
istiyorsun?'Böylece zâhid gitti ve o kişinin durumundaki karışıklık da vuzuha kavuştu.

Sıla b. Eşyem'den şöyle rivayet ediliyor: Kardeşi defnedildiğinde kardeşinin kabri başında durup
şu şiiri okudu:
Eğer kabrin azabından kurtulursan büyük bir felâketten kurtulmuşsun demektir.
Aksi takdirde senin kurtulacağını sanmıyorum.

101) Tam adı, Ebû Zer Ömer b. Zer b. Abdullah b. Zurare'dir. Hemedanlıdır. Kûfe'de ikamet
ederdi.. H. 153'de vefat etmiştir. Şâyan-ı itimad bir zattı.

*20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri

Dahhak der ki: Biri Hz. Peygamber'e 'İnsanların en zahidi kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber
şöyle dedi:
Kabir ve kabirdeki çürümeyi unutmayan, dünya süsünün fazlalığını terkeden, baki kalanı fâni
olana tercih eden, yarını günlerinden saymayan, nefsini kabir ehlinden sayan...102

Hz. Ali'ye 'Neden mezarlığa komşu oldun?' denince, cevap olarak şöyle demiştir: 'Onları
komşuların en hayırlısı olarak gördüğümden! Onları doğru komşu olarak görüyorum. Benim
hakkımda dillerini tutar ve bana âhireti hatırlatırlar'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Hiçbir manzara görmedim ki kabir ondan daha korkunç olmasın!103

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber ile beraber kabris tana gittik. Bir kabrin yanında
oturdu. Herkesten ona daha yakın bulunuyordum. Hz. Peygamber ağladı, ben de cemaat de
ağladık! Sonra Hz. Peygamber şöyle dedi:
- Siz neden ağlıyorsunuz?
- Sen ağladığın için ağlıyoruz!
- Şu kabir, annem Amine'nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret etmek hususunda izin istedim.
Rabbim bana izin verdi. Bunun üzerine ona af dilemek için izin istedim. Bu hususta bana izin
vermedi. Anneme olan şefkatimden ötürü ağlıyorum.

Osman b. Affan (r.a) bir kabrin yanına geldiğinde sakalı ıslanacak derecede ağlardı. Ona 'Cennet
ve cehennemden bahsedilince ağlamıyorsun. Fakat kabrin yanma gelince ağlıyorsun. Bunun
sebebi nedir' diye sorulunca cevap olarak dedi ki:

Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini duydum:


Muhakkak ki kabir, ahiret konaklarının ilkidir. Eğer kabir sahibi ondan kurtulursa, ondan sonra
gelen konaklar ondan daha kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa ondan sonra gelenler, ondan daha
şiddetlidirler.104

Amr b. el-As kabristana baktı. Atından inip iki rek'at namaz kıldı. Bunun üzerine kendisine
'Gördüğümüz hareket, senin yapmadığın bir hareketti. Neden yaptın?' diye sorulduğunda, cevap
olarak dedi ki: 'Kabristan ehlini ve onlarla Allah'ın arasıa giren engeli hatırladım. Bunun üzerine
istedim ki bu iki rek'at namaz ile Allah'a yaklaşmış olayım!'

Mücâhid şöyle demiştir: "Ademoğluyla ilk konuşan mezarıdır. Mezarı 'Ben böceklerin eviyim!
Tenhalık eviyim, gurbet yurduyum, zulmet eviyim, işte senin için hazırladığım bunlardır. Acaba
sen bana ne hazırladın?'diye haykırır".

Ebû Zer şöyle demiştir: 'Size fakirliğimin gününü haber vereyim mi? O, kabrime konulduğum
gündür!'

Ebû Derda (r.a) kabirlerde otururdu. Bu hususta sorulunca şu cevabı verdi: 'Bana âhireti
hatırlatan, kalkıp gittiğimde gıybetimi yapmayan bir kavmin yanında oturuyorum'.

Cafer b. Muhammed, geceleyin kabristana gelip şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Neden sizi
çağırdığımda cevap vermiyorsunuz?'
Sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Onlar ile bana verilen cevap arasında perde vardır. Sanki ben
onlar gibi olacağımı (müşahede ediyorum)'. Bu sözleri söyledikten sonra fecir doğuncaya kadar
namaza devam ederdi.

Ömer b. Abdülazîz, arkadaşlarından birine şöyle dedi: 'Ey falan! Bu gece uykum kaçtı. Kabir ve
kabirde yatanları düşündüm. Eğer üç gün sonra ölüyü kabrinde görürsen ondan ürkersin. Oysa
uzun zaman beraber olduğun bir kimsedir. Muhakkak ki içinde böceklerin kol gezdiği, irinlerin
aktığı, kokusunun bozulmasıyla beraber kurtların deldiği güzel suretten sonra çürük kefenler,
temizlik ve güzel kokudan sonra pis kokan bir ev göreceksin!'
Ömer bu sözlerden sonra bir çığlık koparıp baygın olarak yere serildi.

Yezid er-Rakkaşî derdi ki: 'Ey çukurunda defnedilen! Kabrinde tek başına bırakılan! Yerin
karnında amellerine ünsiyet veren! Amellerinin hangisiyle ferahladığını, hangi arkadaşınla gıpta
ettiğini keşke bilseydim'.
Bunları söyledikten ve sarığı ıslanıncaya kadar ağladıktan sonra şöyle derdi: 'Yemin olsun! Salih
amelleriyle müjdelendi! Yemin olsun, Allah'ın taatinde yardımcı olan arkadaşlarına gıpta etti!'
O kabirlere baktığında öküzün böğürdüğü gibi böğürürdü.

Hâtem-i Esem dedi ki: 'Kim kabristandan geçip nefsi için düşünmez ve onlar için dua etmezse,
hem kendi nefsine, hem de onlara ihanet etmiştir'.

Bekir el-Âbid şöyle derdi: 'Vay anam! Keşke sen beni doğurmasaydın! Muhakkak ki oğlun kabirde
uzun bir müddet hapis ve o uzun hapisten sonra oradan göç edecektir'.

Yahya b. Muaz er-Râzî derdi ki: 'Ey Ademoğlu! Rabbin seni selâm yurduna çağırdı. Bu bakımdan
selâm yurduna nereden gideceğine dikkat et! Eğer dünyadan ona icabet eder, ona göç etmekle
meşgul olursan, ona dahil olursun. Eğer kabrinden ona icabet edersen, ona girmekten
menolursun'.

Hasan b. Sâlih, kabristanı gördüğünde şöyle derdi: 'Görünen tarafları ne kadar da güzel! Felâket
ancak içlerindedir'.

Atâ es-Sülemî geceleyin kabristana çıkıp şöyle derdi: 'Ey kabir ehli! Öldünüz! Vay onun ölümüne!
(Kendi nefsini kastediyor). Amellerinizi gördünüz. Vay onun ameline!'
Bunları söyledikten sonra şöyle derdi: 'Yarın Atâ kabirdedir'. O her zaman böyle yapardı.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim kabri çokça düşünürse, onu cennet bahçelerinden bir bahçe
olarak görür. Kabri anmaktan gafil olan ise, onu ateş çukurlarından bir çukur olarak görür'.

Rebî b. Hayseme evinin içinde bir kabir açmıştı. Kalbinde katılık gördüğünde o kabre girer,
uzanırdı ve Allah'ın dilediği kadar durur, sonra şu ayeti okurdu:

Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki terkettiğimi yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım.
(Mü'minûn/99-100)
Bu ayeti tekrarladıktan sonra kendi kendine şöyle derdi: 'Ey Rebî! Seni geri çevirdim. Amel et!'

Ahmed b. Harb derdi ki: Yatağını yumuşak yapan, uyumak için yatağını düzelten bir kimseye yer
hayret ederek şöyle der: 'Ey Adem'in oğlu! Neden çürümenin uzunluğunu hatırlamıyorsun? Oysa
seninle aramda o zaman hiçbir perde de kalmayacaktır'.

Meymûn b. Mehran şöyle anlatıyor: Ömer b. Abdülazîz'le beraber kabristana vardım. Kabirlere
baktığında ağladı. Sonra bana dönerek şöyle dedi: 'Ey Meymûn! Şunlar Benî Ümeyye soyundan
gelen ecdadımın kabirleridir. Sanki bu kabir sahipleri dünya ehline lezzet ve yaşayışlarında
ortaklık yapmamışlardır. Onların ölümünden, başlarına gelenlerden ibret almaz mısın? Baksana
on-lar çürümeye başlamış, haşeratlar onların bedenlerinde çadır kurmuşlardır'. Sonra ağlayıp
şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki Allah'ın azabından emin olduğu halde şu kabirlere varan bir
kimseden daha saadetli bir kimse tanımıyorum!'

Sabit el-Bonanî şöyle diyor: Kabristana gittim, dönerken birisi-nin şöyle dediğini duydum: 'Ey
Sabit! Kabristan ehlinin sükûtu seni aldatmasın! Burada nice üzüntülü nefisler vardır!'

Rivayet ediliyor ki Hz. Hüseyin'in kızı Fâtıma, kocası Hasanın oğlu Hasan Müsennân'ın
cenazesine bakıp yüzünü elleriyle kapatarak şu şiiri okudu:
Onlar ümit idiler, Sonra musibet sebebi oldular. Muhakkak ki o musibetler büyüdüler, büyüdüler.
Fâtıma kocasının kabri üzerine" çadır kurup bir sene kabrin başında bekledi. Senesi geçtikten
sonra çadırını kaldırdılar ve Medine'ye girdi. Cennet'ul-Baki kabristanından gelen şöyle bir ses
duydular: 'Acaba kaybettiklerini buldular mı?' Kabristanın diğer tarafından şu cevap verildi:
'Aksine ümitsiz olup geri gittiler!'

Ebû Musa et-Temimî şöyle diyor: Şair Ferazdak'ın hanımı vefat etti. Cenazesine Basra'nın ileri
gelenleri katıldı. Hasan Basrî de aralarında bulunuyordu. Hasan Basrî, Ferazdak'a dedi ki: 'Ey
Ebû Feras! Bugün için ne hazırladın? Bunun üzerine Ferazdak şu cevabı verdi; 'Altmış seneden
beri Lâ ilâhe illâllah şehadetini hazırlıyorum'.

Ferazdak'm hanımı defnedildiğinde Ferazdak kabrin başında durarak şu şiiri okudu:


Kıyamet gününde bana şiddetli bir öncü ve Ferazdak'ı süren bir sürücü geldiğinde, eğer bana
affını ihsan etmezsen kabrin ötesinde, kabirdeki azabın daha şiddetlisinden korkarım!
Âdemoğullarmdan ateşe, boynu bukağılarla bağlı ve gözü dönmüş olarak giden bir kimse mahrum
olmuştur.
Kabir ehli hakkında da şu şiiri okumuştur:
Kabirlerde dur! Onların sahalarında durup da sor! Sizlerden kimdir kabirlerin karanlıklarına
dalan?
Onların derinliklerinde ikram görüp onların korkusundan emniyetin serinliğini tatmış olan!
Göz sahipleri için görünen sükûna gelince, o birdir. Onun derecelerinde fazilet olmaz.
Eğer sana cevap verseydiler. Şimdilik hallerinin hakikatlarını vasıflandıran sözlerle cevap
verirlerdi.
İtaat edene gelince, o kabirlerin rahatından dilediğine varacak bir bahçeye inmiştir.
Saldırgan mücrim ise, içinde yılan ve kendisine doğru yürüyen akreplerle dolu bir çukura
yuvarlanıp sığınır. Bu bakımdan onun ruhu onların şiddetli ısırmalarından azap içindedir.

Dâvûd et-Tâî, bir kabrin başında ağlayan bir hanımın yanından geçerken hanımın şöyle dediğini
işitti:
Seni kabre koyup örttükleri zaman hayatı kaybedip ona bir daha varamadım.
Seni sağ kolun üzerine kabre serdikleri halde ben nasıl uykunun zevkini tadarım.
Sonra kadın şöyle dedi: 'Ey oğul! Keşke bilseydim! Böcekler senin hangi yanağından başladılar!'
Bu sözü duyan Davud, bir çığlık kopararak bayılıp yere düştü.

Mâlik b. Dinar der ki: Kabristanın yanından geçerek şu şiiri okudum:


Kabirlere geldim! Onları çağırdım. Büyük ile küçük nerede? Saltanatına aldanan, böbürlendiğinde
tezkiye edilen nerede?
Bana kabristanın arasından sesini işittiğim ve şahsını görmediğim biri şu şiirle cevap verdi.
Hepsi yok oldular! Haber verecek yoktur. Hepsi öldüler, haber de öldü!
Toprağın kızları (haşerât) sabah akşam o suretlerin güzelliklerini bozarlar.
Ey geçmiş kimselerin halini benden soran!

Acaba gördüğünde senin için ibret dersi yok mudur? Bunun üzerine ağlayarak geri döndüm!

Mezar Taşları Üzerinde Yazılı Beyitler

Bir kabrin kaşına şu beytin yazılı olduğu görüldü:


Sustuğu ve sakinleri toprak altında sessiz oldukları halde, mezarlıklar seni çağırıyorlar!
Ey hedefinin gayrisi için dünyayı derleyen! Öleceğin halde dünyayı kime topluyorsun?

Başka bir kabir taşında da şu şiirin yazılı, olduğu görüldü:


Ey Ebû Ganim! Mezarına gelince, o geniştir! Kabrin etrafı mamur ve muhkemdir.
Bedeni kabirde çürüdüğü zaman kabrin mamur olması kabirde yatana fayda vermez!

İbn Senmak der ki: Kabristandan geçerken bir kabrin üzerinde şu şiiri gördüm:
Akrabalarım kabrimin yanlarından geçip gidiyorlar! Sanki akrabalarım beni hiç tanımıyorlar.
Mirasçılar malımı paylaştılar. Borçlarımı unutmayı ihmal etmediler. Paylarını alıp yaşadılar.
Hayret! Beni ne çabuk da unuttular!

Bir kabrin üzerinde şu şiir yazılıydı:


Dost dostlarından kaçırılır! Ne bir kapıcı, ne de herhangi bir nöbetçi, ölümün önüne geçer.
Ey lâfız ve nefes sermayesinden sayılan kişi! Dünya ve lezzetleriyle nasıl sevinirsin?
Ey gafil! Eksikliğe dalmış olduğun halde sabahladın. Oysa hayat boyunca sen lezzetlere dalgınsın.
Cahile ölüm, cehaletinden ötürü merhamet etmez! Kendisinden ilim iktibas edilen kimseye de
merhamet etmez.
Ölüm, yanında durduğun kabirde dilsiz olmayan nice dilleri cevap vermekten âciz kılmıştır.
Senin köşkün mâmurdur, şerefesi vardır. Bugün ise, kabirler arasında kabrin yıkıktır.

Başka bir kabrin üzerinde şu şiir yazılı idi:


Kabirleri yarış atları gibi saf saf dizili olan dostların yanında durdum!
Ağlayıp gözyaşı döktüğümde gözlerim onların aralarında yerimi gördü!

Bir doktorun kabrinde şu şiir yazılı idi:


Bana Lokman mezarına vardı diyene dedim ki:
Onun doktorluğundan, muayenesiyle beraber, ilaç yapmadaki ustalığı hakkında söylenen nerede
kaldı? Nefsinden ölümü uzaklaştıramayan, başkasından nasıl uzaklaştırabilir?

Başka bir kabir üzerinde şu şiir yazılıydı: Ey insanlar! Benim bir emelim vardı. Ecel ona
varmaktan beni alıkoydu.

Bu bakımdan kendisine hayattayken çalışma imkânı bahşedilmiş kişi rabbinden korksun!


Gördüğün yere yalnız ben nakledilmiş değilim. Herkes onun gibisine naklolunacaktır!
İşte bu şiirler, sakinleri ölümden önce ibret almak hususunda kusurlu olduklarından dolayı
kabirleri üzerine yazılmış şiirlerdir. Basiretli o kimsedir ki başkasının kabrine bakar, yerini
onların arasında görür. Onlara yetişmek için hazırlanır ve onlara yetişmeden onların yerlerinden
kıpırdamayacaklarını bilir. Kesinlikle bilmelidir ki eğer hayatının günlerinden zayi ettiği bir gün,
o ölülere verilse bu onlar için dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha sevimli gelir.

Çünkü onlar amellerin kıymetini bildiler. Onlara işlerin hakikati keşfolundu. Onların üzüntüsü
hayatın bir günü içindir ki o günde kusurlu olanlar kusurunu telafi edip azaptan kurtulsun,
muvaffak olan bir kimse de o günde derecesini daha da artırsın, sevabı katmerli olsun! Onlar
ancak ömrün kıymetini, kesildiğinden sonra anladılar. Onların üzüntüsü hayatın bir ânı içindir.
Oysa sen o ânı değerlendirmeye muktedirsin. Sonra buna rağmen o ânı zayi edip boşa geçirirsin.
Öyle ise şimdiden iş elinden çıktığı sırada o ânı zayi ettiğinden dolayı çekeceğin hasrete nefsini
hazırla; zira sen o andan nasibini almadın.

Salihlerden biri şöyle anlatıyor: Allah yolunda kardeşim olan birini rüya âleminde gördüm ve ona:
'Ey falan! Âlemlerin rabbine hamd olsun! Yaşadın' dedim. O dedi ki: 'Eğer âlemlerin rabbine
hamdolsun' demeye gücüm yetmiş olsaydı bu benim için dünya ve dünyadaki şeylerin hepsinden
daha sevimli olurdu'.

Sonra da şunu ilave etti: 'Görmedin mi, beni defnettikleri yerde falan adam kalkıp iki rek'at
namaz kıldı. Eğer o iki rek'at namazı kılmaya gücüm yetseydi o benim için dünya ve
dünyadakilerden daha sevimli olurdu'.

102) Beyhâkî, Şuah'ul-İman, (Dahhak'dan)


103) Hz. Osman'dan
104) İbn Ebî Dünya, Kitab'ul~Kubûr. Ehl-i Sünnefe göre, peygamberlerin anne ve babaları her
çeşit küfür ve nifaktan uzaktır.

*21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri

Çocuğu veya yakın akrabalarından biri ölen kimseye gereken şudur; o ölenin vatanları olan
memlekete kendisinden önce vardığını düşünmelidir. Böylece kişinin üzüntüsü büyümez. Çünkü
yakında ona iltihak edeceğini bilir. İkisinin arasında sadece bir gecikme vardır.

İşte ölüm de böyledir. Onun mânâsı vatana daha önce varmaktır. Geriden gelen kendisine daha
sonra iltihak eder. Kişi böyle inandığında üzüntüsü azalır. Hele evladın ölümüne sabreden
hakkında öyle sevaplar vârid olmuştur ki her musibetzede onunla teselli bulur.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Eğer düşük (zayi olmuş) bir evladı ahirete gönderirsem arkamda her biri Allah yolunda savaşan
yüz süvari bırakmaktan daha sevimli gelir bana!105

Hz. Peygamber, burada Düşük mânâsına gelen Saki kelimesini, en az ile en yükseğe dikkati
çekmek için kullanmıştır. Aksi takdirde sevap, ölen evladın kalpteki kıymetine göredir.
Zeyd b. Eslem der ki: Davud'un (a.s) bir oğlu vefat edince çok üzüldü. Ona 'Ölen çocuğunun dengi
senin nezdinde nedir?5 deni-lince, cevap olarak dedi ki: Yeryüzü dolusu altındır'. Kendisine
denildi ki: İşte âhirette senin için bunun benzeri sevap vardır'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Müslümanlardan birinin üç evladı öldüğünde, onları Allah nezdinde zahire olarak sayarsa, onlar
onun için ateşten koruyucu kalkanlar olur.

Hz. Peygamberin bu hadîsini işiten bir kadın Hz. Peygamber'e İki evlat da böyle midir?' diye
sordu. Hz. Peygamber Veya iki' diye ilave etti.106

Baba çocuğuna ölüm anında dua etmelidir. Çünkü babanın en ümitli ve icabete en yakın duası bu
duadır.

Muhammed b. Süleyman çocuğunun mezarı başında durup şöyle dedi: 'Yârab! Senin (rahmetini)
onun için ümit ettiğim ve onun hakkında senden korktuğum halde sabahladım. Bu bakımdan
onun hakkındaki ümidimi gerçekleştir. Korkumu bertaraf et!'

Ebû Sinan, oğlunun mezarı başında durup şöyle dua etti: Tarab! Benim ondaki hakkımı ben
affettim. Senin ondaki hakkını da sen affet. Çünkü sen daha cömert, daha kerem sahibisin!'
Bir bedevî oğlunun mezarı başında durdu ve şöyle dua etti: 'Yârab! Bana karşı yapılması gereken
vazifesinde yapmış olduğu kusurunu ben hibe ettim. Senin hakkında yapmış olduğu kusuru da
sen hibe et!'

Zer b. Ömer b. Zer öldüğünde, babası Ömer b. Zer, onu kabre koyduktan sonra şöyle dedi: 'Ey
Zer! Senin için üzülmemiz senin hakkında üzülmekten bizi meşgul etti. Keşke ne dediğini ve sana
ne sorulduğunu bilseydim!' Sonra şu duayı yaptı: 'Yârab! Şu oğlum Zer'dir. İstediğin zamana
kadar beni bununla lezzetlendirdin. Ecelini, rızkını tam verdin ve ona zulmetmedin. Yârab! Onu
sana ve bana itaat etmeye mecbur etmiştin. Yârab! Ondan ötürü musibetim hakkında bana va'd
ettiğin ecri ona hibe ettim. Sen de onun azabını bana hibe et ve onu cezalandırma!

Böylece orada hazır bulunanları ağlattı. Sonra gideceği zaman şöyle dedi: 'Ey Zer! Senden sonra
bizim için bir ihtiyaç yok! Allah ile beraber hiçbir insana ihtiyacımız yok! Muhakkak ki biz gittik
ve seni terkettik. Kabrin başında dursak da sana fayda veremeyiz!'
Bir kişi Basra'da bir kadına bakarak 'Böyle bir güzellik görmedim. Bu da az üzüldüğünden ileri
geliyor!' dedi. Bunun üzerine kadın 'Ey Allah'ın kulu! Ben öyle bir üzüntü içindeyim ki o üzüntüde
hiç kimse bana ortak değildir!' dedi. Kişi 'Nasıl?' dedi. Kadın

"Kocam kurban bayramında bir koyun kesti. Benim güzel minicik iki yavrum vardı. Büyüğü
küçüğüne 'Babamın koyun kesişini sana göstereyim mi? dedi. Küçüğü 'Evet! Göster!' deyince
büyük onu tutup kesti. Bizim ancak, çocuk kanlar içerisinde tepinerek bağırdığında haberimiz
oldu. Bağırması yükselince büyük oğlan kaçtı ve bir dağa sığındı. Onu kurt kapıp yedi. Babası onu
aramaya çıktı. O da susuzluktan çölde öldü. İşte (gördüğün gibi) beni yalnız bıraktı!" dedi.

Bu musibetlerin benzerlerini çocukların ölümü anında hatırlamak uygundur ki bununla


üzüntünün şiddetinden kurtulmuş olsun. Hiçbir musibet yoktur ki ondan daha büyüğü tasavvvur
edilmesin. Allah Teâlâ'nın defettiği, defetmediğinden daha fazladır.

105) Ebû Ubeyde, Garib', Beyhâkî , Şuab'ul-İman


106) Müslim, İbn Hibban
*22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler

Umumi olarak kabirlerin ziyareti, ölümü hatırlamak ve ibret almak için müstehabdır. Salihlerin
kabirlerini ziyaret etmek ise ibret almakla beraber teberrük için müstehabdır.
Hz. Peygamber (s.a) önce kabirleri ziyaret etmeyi yasakladı, sonra izin verdi.107

Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştim. Artık kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler size
âhireti hatırlatırlar. Fakat fahiş (çirkin) konuşmayın!108

Hz. Peygamber (s.a) beraberinde bin silahlı asker olduğu halde annesinin kabrini ziyaret etti. O
günden daha fazla ağladığı görülmedi. Annesinin kabrini ziyaret ettiği gün şöyle dedi: 'Bana
ziyaret hususunda izin verildi. Fakat mağfiret dilemek için izin verilmedi'.109 Bunu daha önce
zikretmiştik.

İbn Ebi Muleyke dedi ki: Hz. Âişe bir gün kabristandan gelirken kendisine şöyle dedim:
- Ey mü'minlerin annesi! Nereden geliyorsun?
- Kardeşim Abdurrahman'm mezarını ziyaret etmekten geliyorum.
- Hz. Peygamber kabir ziyaretini yasaklamadı mı?
- Evet! Yasakladı, fakat sonra ziyaret etmeye izin verdi.110

Bu hâdiseyi delil ittihaz etmek ve dolayısıyla kadınlara kabristana gitme iznini vermek uygun
değildir. Çünkü kadınlar kabir başında genellikle çirkin konuşurlar. Bu bakımdan kadınların
ziyaretinden gelen hayır, aynı ziyaretten gelen şerri karşılamaz. Üstelik kadınlar yolda açılmaktan
ve ziynetlerini erkeklere göstermekten de kurtulamazlar. Bunlar ise, büyük günahlardır. Kabirleri
ziyaret etmek sünnettir. Sünnet için bu günahlara nasıl razı olunabilir? Evet! Eskimiş ve
erkeklerin gözlerini kadınlardan uzaklaştıran elbiseler içerisinde kadınların kabir ziyaretine
gitmesinde sakınca yoktur. Fakat bu da sadece ölülere dua etmek ve kabir başında konuşmayı
bırakmak şartıyla zararsızdır.

Ebû Zer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kabirleri ziyaret edin! Onlarla âhireti hatırlayın! Ölüleri yıkayın! Zira ruhtan boş olan bir cesedi
yıkamak beliğ bir mevizedir. Cenazeler üzerine namaz kılın! Umulur ki bu namaz seni mahzun
eder. Muhakkak ki üzülen Allah'ın gölgesindedir.111

İbn Ebi Muleyke Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Ölülerinizi ziyaret ediniz. Onlara selâm veriniz. Muhakkak ki sizin için onlarda ibret vardır.112

Nafî'den şöyle rivayet ediliyor: "İbn Ömer (r.a) bir kimsenin kabrinin yanından geçerken durur,
ona selâm verirdi.

Cafer b. Muhammed'den o da babasından şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma
(r.a) amcası Hz. Hamza'nın mezarını bazı günler ziyaret eder, kabrin yanında namaz kılar ve
kabrin yanıbaşında ağlardı.113

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Kim anne ve babasının veya onlardan birinin kabrini her cuma günü ziyaret ederse onun günahı
bağışlanır ve o iyi evlat olarak yazılır.114

İbn Şirin Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kişinin anne ve babası, kişi onlara karşı asi olduğu halde ölürlerse, o da onların ölümünden sonra
onlar için Allah'a yalvarırsa, Allah onu anne ve babaya itaat eden kullarından yazar,115

Kim benim kabrimi ziyaret ederse şefaatim ona vâcib olur.116

im Allah rızasını kasdederek beni Medine'de hayatımda veya ölümümde ziyaret ederse, onun için
kıyamet gününde hem şefaatçı, hem de şahid olurum.m
Ka'b'ul-Ahbâr der ki: 'Her gün fecir doğduğunda 70.000 melek yeryüzüne iner ye Hz.
Peygamberin kabr-i şerifini çepeçevre sararlar. Kanatlarını çırparak Hz. Peygamberin üzerine
salât ve selâm okurlar. Akşama kadar bu durum devam eder. Akşam üzeri onlar yükselip giderler.
Onlar gibi, başka bir grup iner. Onlarıp yaptığı gibi yaparlar ki yer yarılıp Hz. Peygamber 70.000
melekle beraber mahşere doğru onların tazim ve tebcilleriyle gidinceye kadar durum bu minval
üzere devam eder'

Kabir ziyareti hakkında müstehab olan, ziyaretçi yüzünü ölünün yüzüne, sırtını kıbleye çevirip
ölüye selâm vermesi, kabre dokunmaması ve öpmemesidir; zira kabri sıvazlamak ve öpmek
hristiyanların âdetindendir. (Kabirler üzerinde secde etmek veya kabre karşı secde etmek çirkin
bir bid'attır. Sübkî'nin dediği gibi: 'Cahil böyle yapar'

Nafi der ki: "İbn Ömer'i yüz defa veya daha fazla gördüm. Kabre geliyor 'Selâm peygamberin
üzerine olsun! Selâm Ebubekir'in üzerine olsun. Selâm babamın üzerine olsun!' dediken sonra
gidiyordu5'.

Ebû Umâme'den şöyle rivayet ediliyor: 'Enes b. Malik Hz. Peygamberin kabrine geldi. Orada
durup iki elini namaz tekbiri alıyor zannına kapılacak derecede kaldırdı. Hz. Peygambere selâm
verdi. Sonra dönüp gitti.

Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Bir kişi müslüman kardeşinin kabrini ziyaret eder, kabrin yanında oturursa, kabir sahibi kabrin
yanından kalkıp gidinceye kadar onunla menus olup selâmının karşılığını verir.118

Süleyman b. Suhaym119 şöyle diyor: "Hz. Peygamberi (s.a) rüyada gördüm. 'Ey Allah'ın Rasûlü!
Sana gelen ve selâm verenlerin selâmlarından haberdar olur musun?' dedim. 'Evet! Duyar ve sel-
âmlarının karşılığını da veririm!dedi".120

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: 'Kişi tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken ona selâm
verirse, kabir sahibi onu tanır ve selamının karşılığını verir. Tanımadığı bir kabrin yanından
geçerken selâm verirse kabir sahibi onun selâmının karşılığını verir'.

Asım el-Cahderî'nin yakınlarından bir kişi der ki: Ölümünden iki sene sonra Asım'ı rüyamda
gördüm. Kendisine dedim ki:
- Sen daha önce ölmemiş miydin?
- Evet!
- Sen neredesin?
- Allah'a yemin ederim, ben cennet bahçelerinden bir bahçede arkadaşlarımdan bir kaçıyla
beraber bulunuyorum. Her cuma akşamı ve sabahı Ebubekir b. Abdullah el-Müzenî'nin yanında
toplanıyor ve siz dünyalıların haberini alıyoruz!
- Bedenleriniz mi,yoksa ruhlarınız mı toplanıyor?
- Bedenler nasıl toplanacak! Bedenler çürüdü! Ancak ruhlar bir araya gelir!
- Sizi ziyaret ettiğimizi bilir misiniz?
- Evet! Cuma akşamı, cuma gününün tamamı ve cumartesi günü güneş çıkıncaya kadar olan
ziyaretleri biliyoruz!
- Neden diğer günlerin hepsinde bu olmuyor da sadece bu saydığınız zamanlarda oluyor?
- Cuma gününün fazilet ve azarneti için böyledir!

Muhammed b. Vâsi, Cuma günü kabir ziyareti yapardı. Bundan dolayı kendisine 'Bu ziyareti
pazartesi gününe tehir etsen olmaz mı?' denildi. Cevap olarak şöyle dedi: 'Kulağıma geldiğine göre
ölüler, ziyaretçilerini cuma gününde, cumadan bir gün önce ve bir gün sonra bilirler'.

Müfessir Dahhak b. Muzahim el-Hilâlî şöyle demiştir:


- Kim cumartesi günü güneş çıkmadan önce bir kabri ziyaret ederse, ölü onun ziyaretinden
haberdar olur!
- Bu neden böyledir?
- Cuma gününün fazileti için!
Bişr b. Mansûr şöyle diyor: Tâun (veba) zamanı olduğunda bir kişi musallaya gider, cenazeler
üzerinde namaz kılardı. Akşam olduğunda kabristanın kapısında durur ve şöyle derdi: 'Allah sizin
vahşetinize ünsiyet versin! Gurbetinize rahmet etsin ve günah-larınızdan vazgeçsin ve
sabırlarınızı kabul etsin'.
Bu kelimelerden fazlasını söylemezdi.

Bu kişi der ki: Bir gece akşamladım. Kabristana gelmeden aile efradımın yanına vardım. Daha
önce yapmış olduğum duayı yapmadım. Uyku halindeyken kalabalık bir cemaat geldi. Onlara
dedim ki:
- Siz kimsiniz? Sizin ihtiyacınız nedir?
- Biz kabristan ehliyiz?
- Sizi buraya getiren nedir?
- Sen aile efradına dönüp gelirken bizi bir hediyeye alıştırmıştın?
- Neydi o hediye?
- Bizim için okuduğun o dualar!
- Ben o duaları tekrar okuyacağım!
Bu hâdiseden sonra duayı bırakmadım!

Bişar b. Galip en-Necranî şöyle diyor: Abide olan Rabiat'ul-Adeviyye'yi rüyamda gördüm. Ona çok
dua ederdim. Bana dedi ki:
- Ey Bişar b. Galib! Hediyelerin bize nurdan yapılmış tabaklar üzerinde ipekli mendillerle örtülü
olarak gelir.
- Bu nasıl olur?
- Diri mü'minlerin duası böyledir! Diri mü'minler, ölüler için dua ettiklerinde duaları kabul
olunursa, o dua nur tabaklarına konur. İpekli mendillerle kapatılır. Sonra ölüye getirilir ve ona
denilir ki: 'Bu falan adamdan sana hediyedir!

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Ölü kabrinde, boğulurken yardım isteyen bir adam gibidir. Ölü, babasından veya kardeşinden
veya herhangi bir dostundan gelen duayı bekler. Ona dua geldi mi, onun için dünya ve dünyanın
içindeki şeylerden daha sevimli olur. Muhakkak ki ölüler için dirilerin hediyeleri dua ve
istiğfardır.121

Seleften biri şöyle anlatıyor: Bir kardeşim öldü. Onu rüyada gördüm ve 'Kabrine konulduğun an
halin nasıl oldu?' dedim. Dedi ki: 'Bana biri ateşten bir kıvılcımla geldi. Eğer bir duacı bana dua
etmeseydi, zannedelim ki o ateşle bana vuracaktı!'
Bu nedenle defnedildikten sonra ölüye telkin ve dua etmek müstehabdır.

Said b. Abdullah el-Evdî (veya Ezdî)122 şöyle diyor: Ebû Umame el-Bahilî (r.a) can çekişirken
yanına vardım. Bana hitaben şöyle dedi: Ey Said! Öldüğümde Hz. Peygamber'in bize emrettiği
gibi beni techiz edin! Zira Hz. Peygamber (s.a) şöy1e buyurdu:
Sizden biriniz ölüp toprağı düzelttiğinizde, biriniz kabrin başında şöyle desin: "Ey falanca kadının
oğlu falan!' Muhakkak ki ölü sesi işitir, fakat cevap veremez. Sonra ikinci defa 'Ey falan kadının
oğlu falan!' desin. Bu sefer ölü kalkıp oturur. Sonra üçüncü defa 'Ey falan kadının oğlu falan!'
desin. Bu defa ölü der ki: 'Rahmet olasıca! Bizi irşad et!' Fakat siz ölünün bu sözünü işitmezsiniz.
O kişi ölüye şöyle desin: 'Dünyadan üzerinde bulunduğun halde çıktığın inancı hatırla! O da
'Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûiü olduğuna, senin Rab olarak
Allah'a, din olarak İslâm'a, peygamber olarak Hz. Peygamber'e, imam olarak Kur'an'a razı
olduğuna dair şahidliğindir'. Muhakkak ki Münker ve Nekir geri çekilip şöyle derler: 'Biz neden
bu kişinin yanında oturuyoruz? Kalk gidelim! Bu kişiye hücceti telkin edildi'. O kişinin Münker ve
Nekir'e karşı müdafii ve delil getiricisi Allah olur.
Bunun üzerine bir kişi 'Eğer ölünün annesinin ismi bilinmiyorsa nasıl telkin edilecekti?' diye
sordu. Cevap olarak şöyle buyurdu:
Telkin edici onu Hz. Havva'ya nisbet etsin. ('Ey Havva'nın oğlun falan' desin).123

Mezarlıkta Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur; zira Ali b. Musa el-Haddaddan şöyle rivayet
ediliyor: Ahmed b. Hanbel'le beraber bir cenazede bulunuyordum. Muhammed b. Kudame
elCevherî de124 beraberimizdeydi. Ölü defnedildiğinde kör bir kişi kabrin yanına gelip okudu.
Bunun üzerine İmam Ahmed ona 'Ey kişi! Kabrin yanında okumak bid'attır!' dedi.
Biz kabristandan çıktığımda Muhammed b. Kudame, İmam Ahmed'e dedi ki:
- Ey Ebû Abdullah! Sen Mübeşşir b. İsmail el-Halebî125 hakkında ne dersin?
- O, güvenilir bir muhaddistir!
- Ey İmam! Sen ondan herhangi bir hadîs yazdın mı?
-Evet!
- Mübeşir b. İsmail, Abdurrahman b. Ûlâ b. Leclac'tan, o da babasından126 bana haber verdi ki
babası defnedildiği zaman yanıbaşında Bakara suresinin başlangıç ve sonunun okunmasını
vasiyet etti ve dedi ki: İbn Ömer'in de bunu vasiyet ettiğini işittim!'
Bunun üzerine İmam Ahmed, Muhammed'e 'O halde kabrin yanında okuyan kör kişiye git
okumasını söyle' dedi. (Kurtubi,Tezkire)

Muhammed b. Ahmed el-Mervezî şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini duydum:
'Kabristana girdiğinizde Fatiha ile Muavvizeneteyn ve İhlâs surelerini okuyunuz. Onun sevabını
ölülere hediye ediniz, o sevap onlara vasıl olur!'127

Ebû Kullabe128 şöyle anlatıyor: Şam'dan Basra'ya gittim, hendekte indim. Abdest alıp geceleyin
iki rek'at namaz kıldım. Sonra başımı oradaki bir mezarın üstüne koyup uyudum. Sonra
uyandığımda kabir sahibi benden şikayet ederek şöyle dedi: 'Sen bütün gece bana eziyet ettin! Biz
biliriz fakat amel etmeye gücümüz yetmez! Muhakkak ki senin kılmış olduğun o iki rek'at namaz,
dünyadaki şeylerden daha hayırlıdır. Allah bizden taraf dünya eh-line mükâfat versin! Onlara
selâmımı söyle! Zira onların dualarının bereketi sayesinde üzerimize dağlar misali nurlar akıyor'.

Kabir ziyaretinden maksat, ziyaretçi için ibret almak, ziyaret edilen için de ziyaretçinin duasından
faydalanmaktır Ziyaret edenin hem kendisine, hem de ölüye dua etmekten gafil olması uygun
olmadığı gibi, ibret almaması da uygun değildir. Ziyaretçi ölüyü düşünüp ölünün parçalarının
nasıl dağıldığını, ölünün kabrinde nasıl diriltileceğim ve yakında ölüye kavuşacağını düşünmek
suretiyle ibret alabilir.

Nitekim Mutarrıf b. Ebubekir el-Huzel'den şöyle rivayet ediliyor: Abdülkays kabilesinde âbide ve
ihtiyar bir kadın vardı. Gece olduğunda beline kuşağını bağlar, sonra mih-raba yönelirdi. Gündüz
olduğunda kabristana giderdi. Kulağıma geldiğine göre o kadın, çokça kabristana geldiğinden
dolayı kınandı. Buna karşılık dedi ki: 'Katı kalp, katılaşınca, onu ancak çürüyen bir ölüye bakmak
yumuşatır. Ben kabristana gelince, ölü-leri kabirden dışarı çıkmış gibi görüyorum. Sanki o
sararmış yüz-lere, o bozulmuş bedenlere, o yağlanmış gözkapaklarına bakıyorum!' Bu ne acaip bir
bakıştır. Eğer âbidler bunu kalplerine içirmiş olsaydılar, bunun nefislere verdiği acı ne büyük
olurdu?! Bedenleri telef etmesi ne şiddetli olurdu?! Hatta Ömer b. Abdülazîz'in söylediği gibi
ölünün şeklini kalbinde hazır bulundurması uygundur.

Ömer b. Abdülazîz'in huzuruna bir fâkih girdi. Ömer b. Abdülaziz'in fazla ibadet etmesinden
ötürü renginin uçtuğuna hayret etti. Ömer b. Abdülazîz fakîh'e dedi ki: 'Ey falan! Eğer beni üç gün
sonra kabrime bırakıldığım ve iki gözbebeğimin yerinden fırlayıp yanaklarımın üzerine aktığı,
dudaklarımın dişlerimden kuruyup çekildiği, ağzımdan irinin aktığı, burnumun açıldığı, karnımın
şişip de göğsümün üzerine çıktığı, sırtın duburdan çıktığı, beden deliklerinden kurtların ve
irinlerin aktığı halde görmüş olsaydın şimdi gördüğünden daha hayret edecek bir manzara ile
karşılaşırdın'.
Ölü için senâ etmek, ölüyü iyilikle yâd etmek müstehabdır.

Nitekim Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Arkadaşınız öldüğünde onun yakasını bırakın! Onun aleyhinde konuşmayın!129

Ölülere küfretmeyin! Zira onlar daha önce Allah'ın huzuruna gönderdikleri amellerin yanına
varmışlardır.130

Ölülerinizi ancak hayır ile yâd edin. Ölüleriniz cennet ehlinden iseler, günahkâr olursunuz. Eğer
cehennem ehlinden iseler, onların içinde bulundukları azap kendilerine kâfidir.131
Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'in yanından bir cenaze geçti. Ashâb onu kötülükle
yâd ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Vâcib oldu' dedi. Başka bir cenaze geçti, onu da hayır
ile yâd ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Vâcib oldu!' buyurdu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e
bunun ne demek olduğunu sorunca şu cevabı verdi: .

Şu cenazeyi hayır ile andınız, Onun için cennet vâcib oldu. Öbürünü ise kötülükle andınız. Onun
için de cehennem vâ-cib oldu. Siz Allah'ın yeryüzündeki şahidlerisiniz.132
Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kul ölür, insanlar onun hakkında övgüde bulunur. Oysa, Allah onun övgüye lâyık olmadığını bilir.
Allah Teâlâ meleklerine der ki: 'Sizi şahid kılıyorum; ben kullarınım, şu kulumun hakkındaki
şahidliğini kabul ettim ve kulum hakkındaki bilgimden vazgeçtim!'133

107) Müslim
108) İmam Ahmed, Ebû Yala
109) İbn Ebî Dünya
110) İbn Ebî Dünya
111) İbn Ebî Dünya
112) İbn Ebi Dünya
113) Boş yer bulunursa ve kabre karşı durmamak şartıyla kabir yanında namaz kılınır. Fakat
kabristanda namaz kılmak mekruhtur.
114) Taberânî, Sagîr ve Evsat
115) İbn Ebî Dünya
116) Yani özel bir şefaat kasdedilir. İbn Adîy, Dârekutnî ve Beyhâkî
117) Beyhâkî
118) İbn Ebî Dünya
119) Künyesi Ebû Eyyûb el-Medenî'dir.
120) İbn Ebî Dünya
121) Deylemî
122) Benî Evd b. Sa'd kabilesindendir; veya bu zat Said b. Abdullah b. Derrar b. Ezûr'dur.
123) Taberâııî, {zayıf hır senodle)
124) Ensar'dandır. Adı Ebû Cafer el-Bağdâdî'dir. H. 237'de vefat etmiştir.
125) H. 205'de Haleb'de vefat etmiştir.
126) Ûlâ b. Leclac Şamlıdır. Hem kendisinin hem de babası Leçlac'ın Hz. Peygamber ile sohbeti
vardır. 120 sene yaşamıştır.
127) Abdülhak Ezdî, Kitab'u1-Akibet
128) Adı Abdülmelik b. Muhammed b. Abdullah el-Basrî'dir. Künyesi Ebû Muhammed, lakabı
Ebû Kullabe'dir, H. 276'da 86 yaşında iken vefat etmiştir.
129) Ebû Dâvûd
130) Buhârî, (Hz. Âişe'den)
131) İbn Ebî Dünya
132) Müslim ve Buhârî
133) İmam Ahmed

*23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli

Ölümün hakikati hakkında, halkın yanlış olan zanları vardır. Halk o zanlarında yanılmışlardır.
Bazıları ölümün yokluk olduğunu zannetmişlerdir: 'Ne haşir vardır, ne neşir, ne hayır, ne de
şerrin neticesi vardır. İnsanların ölümü, hayvanların ölümü ve bitkilerin kuruması gibidir'. Bu
zan, Allah'ı inkâr edenlerin görüşüdür. Allah'a ve son güne iman etmeyen herkesin zannî böyledir.

Bir kavim de zannetmiştir ki insan, ölümle yok olur. Kabirde kaldıkça ne bir elem duyar, ne de bir
sevap ile nimetlenir. Bu durum, tekrar dirîlinceye kadar devam eder zannetmişler.

Başkaları da ruh'un baki olduğunu, ölümle yok olmayacağını, ceza ve mükâfat görenin sadece ruh
olduğunu, cesedlerin hiçbir şekilde diriltilmeyeceklerini iddia etmişlerdir.

Bütün bu zanlar (asık ve haktan uzak zanlardır. Doğru olan, ayet ve hadislerin haber verdiği
şeydir: Ölümün mânası, sadece bir halin değişmesidir. Cesedden ayrıldıktan sonra ruh bâkidir, ya
azap görür veya nimet! Ruhun bedenden ayrılmasının mânâsı, bedende tasarruf etmemesi ve
bedenin onun itaatinden çıkması demektir.

Çünkü insanın azaları ruhun aletleridir. Ruh onları kullanır. Hatta ruh, el ile iş yapar, kulakla
işitir, gözle görür, kalp ile eşyanın hakikatini bilir. Buradaki kalp ruhtan ibarettir. Ruh, eşyayı
aletsiz olarak, kendi nefsiyle bilir. İnsanoğlu bazen kendi nefsiyle çeşitli üzüntüler, gamlar ve
kaygılarla elem çeker. Çeşitli sevinçlerle nimetlenir. Bütün bunların azalarla ilgisi yoktur Bu
bakımdan ruhun bizatihi vasfı olan herşey, ruh cesedden ayrıldıktan sonra da ruhla beraber kalır.
Azalar vasıtasıyla ruhta bulunan şeyler', bedenin ölümüyle ruh ikinci bir defa bedene iade
olununcaya kadar: ruhtan uzaklaşır ve ruh muattal olur. Kabirde ruhun bedene döndürülmesi
uzak bir ihtimal değildir ve kıyamet gününe kadar bedene döndürülmeliğinin tehir edilmesi de
uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ (ce) kullarına ne hükmettiğini daha iyi bilir.

Ölümden dolayı bedenin muattal kalması topal bir kimsenin mizacında bulunan bir bozukluktan
ölürü veya asabında meydan gelen ve ruhun geçişine mâni olan bir şiddetten ötürü muattal kalan
azalarına benzer. Bu bakımdan âlim akıl, idrakçi ruh bazı şeyleri çalıştırmak için haki olarak kalır.
Bazıları da onun için zorlaşır. Ölüm de bütün azaların kullanılmasının ruh için zorlaşmasından
ibarettir'. Bütün azalar aletleridir. Onları kullanan ruhtur. Benim ruhtan gayem; insanlarda
üzüntüleri, elemleri ve sevgileri idrâk eden şeydir. Ruhun âzalardaki tasarrufu iptal olunsa bile
sevinç ve üzüntüler iptal olmaz. Elem ve üzüntüleri kabul etmesi iptal olmaz. İnsan hakikatte
ilimleri, elemleri ve lezzetleri idrâk eden mânânın ta kendisidir. Bu mânâ ise yok olmaz. Ölümün
mânâsı ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektir.
Tıpkı topallığın mânâsının, ayağın ruh için kulanılan bir alet olmaktan çıkması anlamına geldiği
gibi! Bu bakımdan ölüm, bütün azalarda mutlak mânâda bir kötürümlüktür. İnsanın hakikati,
nefis ile ruhtur. Ruh ise hâkidir. Evet! İnsan halinin bozulması iki cephedendir:

Birincisi: İnsandan insanın gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve bütün azaları alınmıştır. İnsandan aile
efradı, çocuğu, akrabaları ve diğer tanıdıkları alınmıştır. İnsanın atları, hayvanları, hizmetkârları,
evleri, akarları ve diğer mülkleri alınmıştır.

Bu şeylerin insandan alınması ile insanın bunlardan alınması arasında bir fark yoktur. Çünkü
elem veren şey ayrılıktır. Ayrılık ise, bir defa kişinin malının yağma edilmesiyle, diğer bir defa da
kişinin mülkünden ve malından alınıp esir edilmesiyle hâsıl olur. İki durumda da duyulan elem
aynıdır. Ölümün mânâsı; insanın mallarından bu âleme uygun olmayan başka bir âleme
sürüklenmek suretiyle selbedilmesi demektir. Bu bakımdan eğer insan için dünyada sevdiği,
kendisiyle rahatladığı ve varlığına önem verdiği birşey varsa, ölümden sonra bu şey hakkında
insanın üzüntüsü oldukça büyür ve ondan ayrılmanın elemi oldukça çetinleşir. İnsanın kalbi
malının, mertebesinin, akarının en küçük parçalarına bile iltifat eder. Hatta giydiği ve kendisiyle
sevindiği gömleğine bile!

Eğer insan sadece Allah'ın zikriyle seviniyorsa, sadece Allah'a yakın olmak istiyorsa, onun nimeti
büyür, saadeti tamam olur; zira onunla sevdiğinin arasındaki perdeler kalkar. Onu
sevdiğinden,uzaklaştıran engel ve meşguliyetler kesilir. Çünkü dünyanın bütün sabepleri; insanı
Allah'ın zikrinden meşgul ederler. İşte bu, ölüm hali ile hayat hali arasındaki muhalefetin iki
yönünden biridir.

İkincisi: Ölümle kişiye hayatta keşfolunmamış şeyler keşfolunur.Nitekim uyku âleminde iken
keşfolunmamış şeylerin bazen uyanık bir kimseye keşfolunduğu gibi! İnsanlar uykudadırlar,
öldükleri zaman uyanırlar. İnsanoğluna ilk keşfolunan, ona zarar veya fayda veren iyilikler ve
kötülüklerdir! Bunlar, insanın kalbinin gizli bir köşesinde saklı bulunan ve durulmuş olan bir
kitabda yazılıdır. Dünya meşgaleleri o kitaba muttali olmaktan insanı alıkoyar. Dünya meşgaleleri
kesildiğinde insana bütün amelleri keşfolunur. Herhangi bir günaha baktığında onun için öyle bir
hasret çeker ki o hasretten kurtulmak için ateşin derinlik-lerine dalmayı bile tercih eder. O anda
ona şöyle denilir:
Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter! (İsra/14)

Bütün bunlar nefes kesildiğinde ve kişi defnedilmeden önce keşfolunur. Kişinin içinde ayrılık
ateşi alev alev yanar. Bundan gayem; kalbini kaptırmış olduğu fani dünyanın şeylerinden ayrılma
acısıdır. Ahiret azığı ve yolculuğu için dünyadan terkettiklerini kasdetmiyorum; zira dünya
yolculuğu için azık talep eden. hedefine vardığında diğer şeylerden ayrıldığı için sevinir; zira
onları azık için istemez. İşte dünyadan sadece zarûrî olanı alanın hali budur. Bu kimse zarurî
ihtiyacının da kesilip dünyadan müstağni olmayı ister. Böylece onun isteği hâsıl olur ve dünyadan
müstağni kılınır.

Bunlar, azap ve elemlerin büyükleridir. Defnedilmeden önce insana hücum ederler. Sonra
defnedileceği zaman ruhu başka bir çeşit azabı tatmak için cesede geri çevrilir. Bazen de
affolunur. Dünya ile nimetlenenin ve dünyaya gönlünü kaptıranın hali, padişahın evinde,
memleket ve hariminde bulunmadığı bir sırada yerinde nimetlenen bir kimsenin hali gibidir.

Bu kimse sultanın, yaptıklarına müsamaha göstereceğini veya onun çirkin fiillerini bilmediği
zannına kapılarak böyle yapar. Fakat sultan ansızın onu yaka paça tutar, ona bir defter çıkarır ki o
defterde onun bütün fâhiş hareketleri ve suçları zerresi zerresine yazılmış, adım adım
kaydedilmiştir! Sultan da kahir, galip, haram kıldığı şeylerin yapılmaması hususunda gayretli,
memleketinde cinayet işleyenlerden intikam alıcı, asiler hakkında kendisine yalvaranların sözüne
iltifat etmeyen bir padişahtır.

Bu bakımdan sultanın azabına uğrayan kimsenin durumuna dikkatle bak. Acaba sultanın azabı
ona tatbik edilmeden önce, çektiği korku, utangaçlık, hasret çekmek ve pişman olmaktan
meydana gelen hali nasıl olur? İşte dünya ile mağrur, dünyaya kalbini kaptırmış, fâcir bir ölünün
kabir azabı gelmeden önce hali böyledir. Hatta öleceği anda bu duruma düşer. Böyle bir duruma
düşmekten Allah Teâlâ'ya sığınıyoruz. Çünkü mahrum ve rezil olup yüz perdesinin yırtılması,
bedene yapılan işkenceden daha korkunçtur. İşte bunlar ölüm anında ölünün haline işarettir.
Basiret sahipleri, gözle görmeden daha kuvvetli olan basiret ile bunu müşahede etmişlerdir.
Kur'ân ve Sünnet bunun doğruluğuna şahidlik etmek-tedir. Evet! Ölümün hakikatinden perdeyi
kaldırmak mümkün değildir; zira hayatı bilmeyen bir kimse ölümü bilmez. Hayatın bilgisi, ruhun
esasındaki hakikatini bilmeye bağlıdır. Ruhun zatı, mahiyetinin idrâkine bağlıdır.

Oysa Hz. Peygambere (s.a) bu hususta konuşma izni verilmemiştir ve 'Ruh rabbimin emrindedir'
demekten fazlasını söylemeye yetkili kılınmamışıtr. Bu bakımdan din âlimlerinin herhangi biri
ruhun sırrına vâkıf olsa bile bunu söylemeye yetkisi yoktur. Ancak bu hususta izin verilen,
ölümden sonraki ruhun halini zikretmektir.

Ölümün ruhun yok olmasından ve ruhun idrâkinin yok olmasından ibaret olmadığına birçok ayet
ve hadîsler delâlet etmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Hayır, (onlar) diridirler. Rableri katında
rızıklanmaktadır.(Al-i İmran/169)

Kureyş'in azgın büyükleri Bedir gününde öldürüldüklerinde Hz. Peygamber onlara şöyle
seslenmiştir: 'Ey falan! Ey falan! Ey falan! Ben rabbimin bana va'd ettiğini hak olarak buldum.
Acaba siz de rabbinizin size va'd ettiğini hak olarak buldunuz mu?'

Bunun üzerine Hz. Peygamber'e 'Onlar ölüdürler. Onlarla nasıl konuşuyorsunuz?' denilince şöyle
buyurdu:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! Onlar sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap
vermeye güçleri yetmez.134

İşte bu hadîs, şakî bir kimsenin ruhunun baki kaldığı hususunda kesin bir hükümdür. O ruhun
idrâkinin, marifetinin baki kıldığının kesin bir delilidir. Ayet ise, şehidlerin ruhları hakkında kesin
hükümdür. Ölü bir kimse; ya said veya şakidir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Kabir ya ateş çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.135
Bu hadîs-i şerîf, ölümün mânâsının, sadece bir halin değiştirilmesi, ölümün şekavet veya
saadetinden olacak şeyin gecikmeksizin ölüm anında verilmesi hususunda açık ve kat'î bir
hükümdür. Azabın veya sevabın bazı çeşitleri gecikebilir. Asılları ise gecikmez!
Enes Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ölüm, kıyamet demektir. Bu bakımdan ölen bir kimsenin kıyameti kopmuş demektir.136
Sizden biri öldüğünde ona sabah akşam kıyamet gününe kadar yeri gösterilir. Eğer cennet
ehlinden ise, cenneteki yeri gösterilir!137

Azap ve nimetten oluşan iki yerin müşahedesindeki mânânın haldeki tesiri gizli değildir!
Ebû Kays'den şöyle rivayet ediliyor: Biz Alkame ile beraber bir cenaze teçhizinde bulunuyorduk.
Alkame şöyle dedi: 'Şu ölen kişinin kıyameti kopmuştur!'

Hz. Ali şöyle demiştir: 'Herhangi bir nefse, cennet veya cehennem ehlinden olup olmadığını
bilmeden dünyadan çıkması yasaktır'.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kim hasta (veya garip) olarak ölürse, şehid olarak ölmüştür ve kabrin fitnelerinden korunmuştur.
Rızkı sabah-akşam cennetten kendisine getirilir.138

Mesrûk dedi ki: 'Bir mü'minin lâhiddeki durumuna gıbta ettiğim gibi, hiç kimsenin durumuna
gıpta etmiş değilim. O mü'min, dünya yorgunluğundan istirahata kavuşmuş, Allah'ın azabından
emin olmuştur'.

Ya'la b. Velid şöyle diyor: Birgün Ebû Derdâ ile yürüyordum. Ebû Derdâ'ya dedim ki: 'Sevdiğin bir
kimse için ne istersin? 'Ölümü!' dedi. 'Eğer ölmezse?!' dedim. 'Malının ve çocuklarının azalmasını
isterim' dedi.

Ebû Derda, ölümü ancak şu hikmete binaen istemiştir: Çünkü ölümü ancak mü'min bir kimse
sever. Ölüm mü'minin hapisten çıkmasıdır. Malın ve çocuğun az olmasını istemesi de malın ve
çocuğun fitne olmasından ve dünyaya ünsiyet vermenin sebebi olmasındandır.

Kesinlikle ayrılacağı bir kimseye bağlanmak şekavetin son derecesidir. Çünkü Allah ve Allah'ın
zikrinden başka her şeyden şüphesiz ki ölüm çağında ayrılmak zaruridir. Bu sırra binaen Abdullah
b. Amr (r.a) şöyle demiştir: Mü'min bir kimsenin ruhunun çıktığı andaki misali hapse atılmış,
sonra hapisten çıkarılmış bir kimsenin misali gibidir. Allah'ın zikrinden başkasına ünsiyet
vermeyen, dünya meşgalelerinin kendisi hakiki sevdiğinden meneden bir kimseye şehvetlerin
mukavemeti eziyet verir. Bu bakımdan ölümde, onun için bütün eziyetlerden kurtuluş vardır.
Engel olmaksızın sevdiğiyle başbaşa kalmak vardır. Bu nimet ve lezzetlerin son noktasıdır. Allah
yolunda öldürülen şehidler için lezzetlerin en kâmilidir; zira onlar dünya meşgalelerinden
ilgilerini keserek savaşa dalmışlardır.

Allah'ın mükâfatına iştiyakları duyarak ve Allah'ın rızası uğruna öldürülmeye razı olarak savaşa
dalmışlardır. Eğer kişi dünyaya iltifat ederse, onu kendi ihtiyarıyla ahiret ile değiştirmiştir. Satan
sattığı mala bağlanmaz. Eğer ahi-rete iltifat ederse, onu satın almış ve ona müştak olmuş
demektir. Satın aldığı şeyi gördüğünde onunla sevinci artar. Satmış olduğu şeyden ayrıldığında
ona fazla iltifat etmez. Kalbi Allah sevgisi için boşaltmak, bazı hallerde mümkündür. Savaş
ölümün sebebidir. Bu bakımdan bu hal üzerinde ölmenin idrâkine sebep olur. Bunun nimeti
büyük olur; zira nimetin mânâsı, insanın isteğine varması demektir.
Kendilerine hoşlandıkları (erkek çocukları)nı (alyorlar).(Nahl/57)

İşte bu cennet lezzetlerinin mânâlarını kapsayıcı bir ibaredir. Azabın en büyüğü; insanın
maksadından menedilmesidir.
Artık kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir.(Sebe/54)

Bu ibare, cehennem ehlinin cezalarını çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
Şehidler bu nimeti nefesi kesilir kesilmez, gecikmeden idrâk eder. Bu, yakîn nuruyla basiret
sahiplerine keşfolunmuş bir şeydir.

Eğer delil için şahid istiyorsan, şehidler hakkında vârid olan bütün hadîsler buna delâlet ederler.
Hz. Âişe'den (r.a) şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) babası Uhud günü şehid olan Câbire
hitaben şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Allah sana hayır müjde versin! Bana müjde ver!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ senin babanı diriltti. Huzurunda oturttu ve buyurdu: 'Ey kulum! Dile
benden ne dilersen'. Baban 'Ey rabbim! Kulluğunun gereği gibi sana kulluk
yaptım. Senden istediğini beni dünyaya geri göndermendir ki peygamberinle birlikte savaşayım.
Senin uğrunda ikinci bir defa şehid edileyim!' dedi. Allah şöyle buyurdu. 'Benden daha önce senin
dünyaya tekrar döndürülmeyeceğin hakkında hüküm çıkmıştır'.139

Ka'b şöyle diyor: Cennette ağlayan bir kişiye 'Cennette olduğun halde neden ağlıyorsun' denir.
Cevap olarak der ki: 'Allah yolunda bir defadan fazla öldürülmediğimden dolayı ağlıyorum. Oysa
dünyaya döndürülüp üç defa öldürülmeyi isterdim'.

Bil ki mü'min bir kimseye ölümün akabinde Allah Teâlâ'nın celâl ve azametinin genişliğinden öyle
birşey keşfolunur ki dünya ona nisbeten, hapis ve dar bir geçit gibidir. İnsanın misali, kapkaranlık
bir eve hapsedilmiş, (sonra) o evden geniş bir bahçeye kapı açılmış gibidir ki gözü o bahçenin
sonunu göremez. O bahçede çeşitli ağaçlar, çiçekler, meyveler ve kuşlar vardır. Bahçeye çıkan kişi
ikinci bir defa karanlık hapishaneye dönmek istemez.

Hz. Peygamber darb-ı mesel olarak ölen bir kişi hakkında şöyle buyurmuştur:
Şu ölen, dünyadan göç ettiği ve dünyayı dünya ehline UMkettiği halde sabahladı. Eğer razı olmuş
ise1, herhangi birimizin annesinin karnına geri dönmeyi istemediği gibi dünyaya geri dönmek onu
sevindirmez,140

Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfıyle ahiret genişliğinin dünyaya nisbeten rahmin karanlığının
dünyanın genişliğine nisbeti gibi olduğunu anlatmıştır.
Mü'min bir kimsenin dünyadaki durumu, ceninin anne karnındaki durumu gibidir, (cenin
annesinin karnından çıktığında ışığı görüp yere konuncaya kadar ağlar! Bundan sonra yerine
dönmeyi istemez.141

Mü'min de böyledir, ölümden ürker. Rabbi'nin huzuruna vardığında dünyaya dönmeyi artık
istemez. Tıpkı ceninin annesi-nin karnına dönmek istemediği gibi!
Hz. Peygamber'e şöyle (s.a) denildi: Falan adam öldü! Ya istirahata çekildi veya halk ondan
kurtuldu!142

Hz. Peygamber İstirahata çekildi' sözüyle mü'mine, 'Halk on-dan kurtuldu' sözüyle de fâcir
kimseye işaret etti; zira dünya ehli fâcir kimseden kurtulup rahata kavuşur.
Ebû Amr şöyle diyor: Biz çocuk iken İbn Ömer, yanımızdan geçerken bir kabre baktı ve orada
meydana çıkmış bir cimcime gördü. Bir kişiye cimcimeyi örtmeyi emretti, kişi cimcimeyi örttü.
Sonra İbn Ömer şöyle dedi: 'Toprak bedenlere zarar vermez. Ceza çeken veya mükâfat gören
ruhlardır..

Amrl43 b. Dinar'dan şöyle rivayet ediliyor;. 'Ölen herkes aile efradının içinde olan şeyleri bilir.
Muhakkak ki aile efradı onu yıkar, kefenler. Oysa o onlara bakar'.
Mâlik b. Enes şöyle demiştir: 'Bana gelen bir habere göre mü'minlerin ruhları serbest
bırakılmışlardır. Diledikleri yere giderler'.

Nu'man b. Beşîr, 144. Peygamberin minberde iken şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İyi bilin ki dünyadan ancak yer ile gök arasında dolaşıp duran sinek gibi birşey kalmıştır. Bu
bakımdan kabir ehlinden olan arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun! Muhakkak ki sizin
amelleriniz onlara arzolunur.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Ölülerinizi kötü amellerinizle rezil etmeyin. Muhakkak ki kötü amelleriniz kabir ehlinden olan
yakınlarınıza arzulanır.

Ebû Derdâ şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Abdullah b. Revaha'nm yanında benim mahcup olmama
sebep olan bir ameli işlemekten sana sığınıyorum'. (Abdullah b. Revaha, Ebû Derdâ'nm ölen dayı
siydi!)

Abdullah b. Anır b. el-As'a 'Mü'nıinler öldükleri zaman ruhları nerede olur?' diye sorulunca, cevap
olarak 'Beyaz kuşların kursaklarında arş'ın gölgesindedirler. Kâfirlerin ruhları ise yerin yedi kat
dibindedir' diye cevap verdi.

Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Muhakkak ki ölü kendisini yıkayan, kendisini götüren ve kendisini kabrine indiren kimseyi
tanır.145

Salih el-Murrî146 şöyle demiştir: 'Kulağıma geldiğine göre ruhlar, ölüm anında bir araya gelirler.
Ölülerin ruhları kendilerine katılan ruha şöyle derler: 'Senin yerin nasıldı? Sen iki bedenden
hangisinde bulunuyordun? İyisinde mi, yoksa kötüsünde mi?"

Ubeyd b. Umeyr147 şöyle diyor: Kabir ehli haber beklerler! Onlara bir ölü geldiğinde Talan adam
ne yaptı?' derler. O da 'O adam size gelmedi mi veya sizin yanınıza varmadı mı?' der. Bunun
üzerine onlar derler ki: cİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. O başka bir yere götürülmüştür'.

Cafer b. Said'den şöyle rivayet ediliyor: 'Kişi öldüğünde yakınları tarafından karşılanan bir kimse
gibi, kendisinden önce ölen çocuğu tarafından karşılanır'.
Mücâhid şöyle demiştir: 'Kişiye çocuğunun salahı kabrinde müjde olarak iletilir'.

Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Mü'minin canı kabzolunduğu zaman Allah katında rahmet ehli onu karşılarlar. Tıpkı dünyada
müjde getirenin karşılandığı gibi! Onlar derler ki: 'Kardeşinize, yorgunluğu gidinceye kadar
mühlet verin! Çünkü kardeşiniz şiddetli bir üzüntüde idi!' Onlar o yeni gelene sorarlar: 'Filan
adam ne yaptı! Falan kadın ne yaptı? Falan kız evlendi mi?' Daha önce ölen bir kişinin durumunu
kendisine sorduklarında 'O benden önce öldü' dediğinde, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn
Öyleyse o, annesi olan cehenneme götürülmüştür!" derler.

134) Müslim, (Hz. Ömer"den)


135) Tirmizî, Taberânî
136) İbn Ebî Dünya
137) Buhârî, Müslim
138) İbn Mâce, (zayıf bir senedle)
139) İbn Ebî Dünya
140) İbn Ebî Dünya
141) İbn Ebî Dünya
142) Müslim, Buhârî
143) İbn Ebi Dünya
144) İbn Ebi Dünya
145) İmam Ahmed
146) Basrah ve zâhid bir kadı idi. H. 172'de vefat etmiştir.
147) Mekkelidir ve Leys kabüesiııdendir. Tabiînin büyüklerinden

*24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi

Ölülerin konuşması ya kal veya ölülere anlatmak hususunda diriler için kullanılan kal lisanından
daha açık olan hal diliyledir.

Ölü kabre konulduğunda kabir ona şöyle der: 'Ey âdemoğlu! Beni düşünmekten seni aldatan ne
idi! Benim fitne evi olduğumu bilmiyor muydun? Ben karanlık, tenhalık ve böceklerin eviyim.
Benim yanımdan mağrur olarak geçtiğinde, durumumdan seni gafil kılan ne idi?' Eğer ölü ıslah
edici bir kimse ise, birisi onun yerine kabre cevap vererek şöyle der: 'Görmedin mi. o iyiliği
emreder, kötülükten menederdi'. Buna karşılık kabir der ki: 'Ben bu durumda onun için yemyeşil
bir bahçeye dönerim. Onun cesedi nura dönüşür. Ruhu da Allah'ın huzuruna yücelir'.148
Hadîs'in râvisi, hadîs metninde bahsi geçen fidad kelimesinin mağrur olarak yürüyen, bir adım
ileri atan, bir adım geri alan kimse demek olduğunu söylemiştir.

Ubeyd b. Umeyr el-Leysî şöyle diyor: 'Bir kimse öldüğünde defnedileceği çukur ona şöyle haykırır:
'Ben karanlık, tenhalık ve yalnızlık eviyim! Eğer sen hayatında Allah'a itaat eden bir kimse isen,
bugün sana rahmet olurum. Eğer asi isen, bugün sana azap olurum. Öyle bir yerim ki Allah'a itaat
ettiği halde gelen bir kimse sevinerek benden çıkar. Allah'a isyan ettiği halde giren bir kimse,
zarar edip mahzun olarak çıkar.

Muhammed b. Şebih149 şöyle diyor: Kulağımıza geldiğine göre, bir kişi kabrine konulup azap
gördüğünde veya hoşuna gitmeyen birşey isabet ettiğinde, komşusu bulunan ölüler ona şöyle
seslenir: 'Ey dünyada arkadaş ve komşulardan sonraya kalan! Bizim durumumuzda senin için
ibret yok mudur? Bizim önce gelişimizde senin için bir ders yok muydu? Sen bizim amellerimizin
bizden kesildiğini ve sana da mühlet verildiğini görmedin mi? Neden arkadaşlarının elinden
kaçan fırsatı değerlendirmedin?' Yeryüzünün parçaları da ona şöyle hitap eder: 'Ey dünyanın
zahirine aldanan! Yerin içinde kaybolan ve senden önce dünyanın aldattığı kimselerden neden
ibret almadın? Oysa dünya ile aldandıktan sonra eceli onları kabre getirip dostları tarafından
karar yerine konduğunu görüyorsun'.

Yezid er-Rakkaşî şöyle diyor: Kulağıma geldiğine göre ölü kabrine konulduğunda amelleri onu
çepeçevre sarar ve Allah o amelleri konuşturur. O ameller de derler ki: Ey çukurunda tek kalan
kul! Dostlar ve aile efradın senden ayrıldı. Bugün bizden başka senin dostun yok!'

Ka'b şöyle demiştir: 'Sâlih kul kabrine konulduğunda namaz, oruç, hac, cihad ve sadaka gibi sâlih
amelleri onun etrafını çepe çevre sararlar.

Yine Ka'b der ki: "Azap melekleri, ayaklan tarafından geldik-lerinde namaz onlara 'Ondan
uzaklaşsın! Siz ona varamazsınız. Çünkü beni kılmak maksadıyla Allah için bu iki ayak üzerinde
uzun uzadıya ibadette bulundu' der. Bu bakımdan melekler, baş tarafından gelirler. Bu sefer oruç
der ki: 'Siz ona musallat olamazsınız. Çünkü o dünya evinde Allah için uzun zaman susuz kaldı.
Ona bu taraftan varacak imkâna sahip değilsiniz'. Böylece melekler beden tarafından gelirler. Bu
sefer hac ve cihad meleklere şöyle haykırırlar: 'Ondan uzaklaşınız. O nefsini yordu, bedenine
zahmet verip haccetti. Allah için cihad yaptı. Bu bakımdan ona varacak imkânımız yoktur'. Azap
melekleri, bu sefer elleri tarafından gelirler. Sadaka meleklere şöyle haykırır: "Arkadaşımdan
uzaklaşın! Zira bu ellerden Allah için nice sadakalar çıkmıştır. Bu bakımdan ona yetişemezsiniz'.
Bunun üzerine o ölüye şöyle denir: 'Afiyet olsun! İyi olarak yaşadın, iyi olarak öldün'.

Ka'b der ki: 'Rahmet melekleri ona varırlar. Ona cennetten getirilen bir döşek ve bir yorgan
sererler. Kabrinde gözün yetişebileceği kadar onun için genişlik yapılır. Cennetten ona bir kandil
getirilir. Allah Teâlâ, onu kabirden hasredeceği güne kadar o kandilin ışığından nûrlandırır'.

Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr150 bir cenazede Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder
Ölü kendisini techiz ve teşyi edenlerin adımlarının sesini işittiği halde oturur. Kabrinden başka
birşey onunla konuşmaz. Kabir ona der ki: Ey Ademoğlu! Sen benden, darlığımdan, pis
kokumdan, dehşetimden ve kurtlarımdan sakındırılmadın mı? Acaba benim için ne hazırladın?
151

148) İbn Ebî Dünya


149) Adı, ELaı Abbas Seiumaktır. Bağdadh meşhur bir vaizdir.
150) Künyesi Ebû Haşini el-Mekki'dir.
151) İbn Ebi Dünya

*25.Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu

Berra b. Azib (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber ile beraber ensardan bir kişinin cenazesine
gittik. Hz. Peygamber onun kabrinin üzerine, başını önüne eğerek oturdu. Sonra şöyle buyurdu:
'Yârab! Kabir azabından sana sığınıyorum' Bu sözünü üç defa söyledikten sonra şöyle buyurdu:
Mü'min bir kimse, ahiret yolunda olduğunda Allah Teâlâ, bir grup melek gönderir. O meleklerin
yüzü geniştir. Onların beraberinde o mü'minin güzel kokusu ve kefeni vardır, melekler oturup
beklerler. Ne zaman mü'minin ruhu çıkarsa yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek onun
üzerine namaz kılar (veya dua eder)ler. Onun için göklerin kapıları açılır. O kapılardan o
mü'minin ruhunun geçmesini istemeyen hiçbir kapı olmaz. Ruh yükseltilip götürülünce şöyle
denir: 'Ey rab! Falan kulun (geldi)'.

Buna karşılık Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Onu geri götürün! Ona hazırladığım nimetleri gösterin.
Çünkü ben ona şöyle va'detmiştim: Sizi ondan (topraktan) yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi
bir kez daha ondan çıkarırız.(Tâhâ/55)

Sonra ona güzel yüzlü, güzel kokulu ve güzel elbiseli biri gelir ve o ölüye der ki: 'Rabbinin
rahmetiyle ve içinde ebedî nimet bulunan cennetle müjdelen!' Mü'min ona 'Sen de onunla
müjdelen! Allah sana mükâfat versin! Sen kimsin?' der. Gelen der ki: 'Ben senin sâlih amelinim.
Allah'a yemin olsun, ben seni Allah'ın taatine acele eder, Allah'a karşı günahtan sakınır buldum.
Bu bakımdan Allah sana hayrı mükafat verdi'. Sonra bir tellâl şöyle bağırır: 'Ona cennet
sergilerinden serin. Ona cennete açılan bir kapı açin'. Ona cennet sergilerinden serilir, ona
cennete açılan bir kapı açılır ve o şöyle der: 'Yârab! Kıyameti acelece kopar ki aile efradıma ve
malıma kavuşayım'. Kâfire, dünyadan ayrılırken katı, şedîd, beraberlerinde ateşten yapılmış
elbiseler, katrandan mamul iç gömlekler olduğu halde bir kısım melekler gelirler. Onun etrafını
sararlar. Onun canı bedeninden çıkınca yer ile gök arasında ve gökte bulunan her melek ona lanet
eder. Göklerin kapıları kilitlenir. O kapılardan hiçbiri onun ruhunun kendisinden geçmesini
istemez. Onun ruhu götürülünce geriye atılır ve denilir ki: 'Ey rabbim! Bu senin falan kulundur.
Hiçbir gök ve yer onu kabul etmedi'.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Ona geri götürün. Ona hazırladığım şerri gösterin; zira
ben ona va'detmiştim:
Sizi topraktan yarattık yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.
(Tâhâ/55)

Muhakkak ki o ölü, kendisini defnedenler geri dönüp giderken ayak seslerini işitir. Ona denir ki:
'Ey kişi! Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?' O 'Bilmiyorum!5 der. Ona denilir ki:
'Zaten sen bilmemişsin. Sonra ona çirkin yüzlü, pis kokulu, çirkin elbiseli biri gelir der ki: 'Allah'ın
öfkesiyle elem verici ve daimî olan bir azabla müjdelen!' Buna karşılık o 'Allah Teâlâ seni şer ile
müjdelesin! Sen kimsin?' O da der ki: 'Ben senin çirkin amelinim. Allah'a yemin ederim. Sen
Allah'a isyan etmede aceleci ve ibadet etmede tembel idin. Bu bakımdan Allah Teâlâ sana şerri
ceza olarak verdi'. Bunun üzerine kişi ameline der ki: 'Allah Teâlâ şerri sana da ceza olarak verdi
(versin)'. Sonra o kimseye sağır, kör, dilsiz, beraberinde demirden bir tokmak olan biri musallat
kılınır ki bütün cinler ve insanlar o kimsenin elindeki tokmağı kaldırmaya çalışsalar, buna güleri
yetmez. Eğer o kimse o tokmakla bir dağa vursa, o dağ tuzbuz olur. Sonra o kimseye ruh geri
gönderilir. Gelen kişi o tokmakla onun iki gözünün arasına bir darbe vurur ki cinler ve insanlar
hariç yeryüzünde bulunan herşey o darbenin sesini işitir.

Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Bunun için ateşten iki levha serin. Cehenneme açılan bir kapı acın!'
Böylece ona ateşten yapılan iki levha serilir, cehenneme açılan iki kapı açılır. 152

Muhammed b. Ali (b. Hüseyin) şöyle demiştir: 'Her ölene, öldüğü anda iyi amelleriyle kötü
amelleri gösterilir. O kimse iyiliklerine gözünü dikip bakar, kötülüklerine gözünü kapatır'.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Mü'min sekerata girdiğinde melekler ona içinde misk ve reyhan kırıntıları olan bir ipekli
getirirler. Kılın yağdan çekildiği gibi onun ruhu cesedden çekilir ve onun ruhuna denilir ki: 'Ey
itminana kavuşan nefis! Rabbinin hükmüne razı ve rabbin de senden razı olduğu halde rabbine
dön!'
Ruhu çıktığında o misk ile reyhanın üzerine konur. İpekliye sarılır ve ruhu İlliyyine gönderilir.

Kâfir, sekerata düştüğünde, melekler ona içinde ateş közü bulunan siyah paçavra getirirler. Onun
ruhu şiddetli bir çekişle çekilir ve denilir ki: 'Ey habis nefis! Sana kızıldığı halde Allah'ın azabına
doğru çık!' Onun ruhu çıktığında o köz üzerine konur. Paçavraya sarılır ve Siccîne götürülür.153

Muhammed b. Ka'b el-Kurezî154 şu ayeti okurdu:


Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde 'Rabbim beni (dünyaya) geri çevir ki terk ettiğim
dünyada sâlih bir amelde bulunayım' der. (Mü'minûn/99-100)

Allah şöyle der:


- Ne istiyorsun? Dönüp de mal mı toplayacaksın, ağaç mı dikeceksin, ev mi yapacaksın, kanallar
mı açacaksın?
- Hayır! Terkettiğimin yerine sâlih bir amel işlemek istiyorum. Bunun üzerine Cebbar olan Allah
Teâlâ şöyle der:
Hayır! Bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır! (Mü'minûn/100)

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Mü'min bir kimse kabrinde iken yemyeşil bir bahçenin içindedir. Onun kabri yetmiş zirâ genişler
ve aynı zamanda nûrlanır. Hatta dolunay gibi olur.

Hz. Peygamber 'Onun için de dar bir geçim vardır' (Tâhâ/124) ayetinin ne hakkında nazil
olduğunu biliyor musunuz?' diye sorunca, ashâb 'Allah ve Rasûlü daha. iyi bilir' dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:


Kâfir bir kimsenin kabrindeki azabı şudur: Onun üzerine 99 Tinnîn musallat kılınır. Tinnin'in ne
olduğunu bilirmisiniz? Tinnîn yılan demektir. Bu yılanların her birinin yedi tane başı vardır.
Kâfiri sokarlar ve insanların haşre gönderildikleri güne kadar zehirlerini akıtırlar.155

Yılanların bu özel sayılarına hayret etmemek gerekir; zira yılanlar ve akreplerin sayıları
insanoğlundaki kötü huyların sayısıncadır. O kötü huylar da kibir, riya, hased, hile, buğz ve diğer
çirkin sıfatlardır; zira bu çirkin sıfatların belirli kökleri vardır. Sonra o köklerden belirli dallar
çıkar. Sonra o dallar da kısımlara bölünür. O sıfatlar zâtı itibariyle helâk edicidirler. O sıfatlar
akrep ve yılanlara dönüşür. Bu bakımdan onlardan kuvvetlisi, tinninin (yedi başlı yılanın) ısırdığı
gibi ısırır. Zayıfı akrebin ısırdığı gibi ısırır. Bu ikisinin arasında olanlar da yılanın eziyet vermesi
gibi eziyet verir.

Kalp ve basiret sahipleri, basiret nuruyla, bu helâk edicileri ve dal budak salmalarını müşahede
ederler. Ancak sayılarının ne kadar olduğuna peygamberlik nuruyla vâkıf olunur. Bu bakımdan bu
gibi hadîslerin sahih zahirleri ve gizli sırlar vardır. Fakat bu gibi hadîsler basiret sahipleri yanında
açıktırlar. Bu bakımdan bu hadîslerin hakikatlerinin kendisine keşfolunmadığı kimsenin bunların
zahirlerini inkâr etmesi uygun değildir. Aksine iman derecelerinin en azı tasdik edip teslim
olmaktır.

Soru:Biz, kâfir kabrine konduğunda bir müddet bakar, murakabe ederiz. Oysa hadîslerde
belirtilen şeylerden hiçbir şey göremiyoruz. Gözle görülmeyenin hilafını tasdik etmenin gereği ne
olabilir?

Cevap: Bu şeylerin benzerlerini tasdik etmek hususunda üç durum vardır:

Birinci Durum
Bunların en açığı, en sıhhatlisi ve en sağlamı olan birinci du rum; onların mevcut olduğunu ve
ölüyü ısırdığını, fakat onları müşahede etmediğini tasdik etmektir. Çünkü insanda olan göz,
melekût âlemine ait olan şeyleri müşahede etmeye elverişli değilir. Âhiretle ilgili olan herşey de
melekût âlemindendir. Ashabın Cebrail'in (a.s) Hz. Peygamber'e geldiğine nasıl iman ettiklerini
görmüyor musun? Oysa Cebrail'i görmüyorlardı.

Fakat Hz. Peygamberin (s.a) Cebrail'i gördüğüne iman ediyorlardı. Eğer sen buna inanmıyorsan,
o vakit meleklere ve vahye olan imanının esasını tashih etmek, senin için daha mühim olur. Eğer
buna iman etmiş ve ümmetin görmediği şeylerin, Hz. Peygamber için görülmesinin caiz olduğunu
kabul etmiş isen ölü hakkında bunu nasıl caiz görmezsin? Nasıl ki melek, insanlara ve hayvanlara
benzemiyorsa ölüyü ısıran yılan ve akrepler de dünyadaki yılanlara benzemezler. Çünkü onlar
başka bir cinstendir ve başka bir hassa (duyu) ile idrâk olunurlar.

İkinci Durum
Uyuyan bir kimse rüyasında yılanın kendisini ısırdığını görür ve bundan elem duyar. Hatta
uykusundan bağırarak uyandığını ve terlediğini müşahede edersin. Bütün bunları, nefsinde idrâk
etmektedir. Uyanık bir insanın eziyet çekmesi gibi, bundan eziyet çekmektedir! O nefsinde bunu
müşahede ettiği halde sen onun görünür tarafının sakin olduğunu müşahede eder, onun etrafında
bir yılan görmezsin. Ama onun için yılan vardır. Yılanın ısırmasından meydana gelen elem de
vardır. Fakat bu senin için görünmez. Isırmada elem olduğu zaman, hayal edilen bir yılan ile
müşahede edilen yılan arasında fark yoktur.

Üçüncü Durum
Yılanın bizzat elem vermediğini, esas elemi zehirin verdiğini bilirsin. Sonra zehir de elem verenin
bizzat kendisi sayılmaz. Asıl elem, zehirin meydana getirdiği tesirden kaynaklanır. Eğer o tesirin
benzeri sende zehirsiz mevcut olursa, yine elem duyarsın. Bu
tür elemin tarifi, normal olarak bu gibi elemin sebebine izafe edilmek suretiyle mümkün olur. Zira
eğer insanda, etmeksizin cima lezzeti yaratılmış olsaydı, o lezzeti tarif etmek ancak cimaya izafe
edilmek suretiyle mümkün olurdu. Çünkü izafe, sebebiyle tarif etmek içindir. Sebebin sureti
olmasa da meyvesi hâsıl olur. Zaten sebep zati için değil meyvesi için istenir. Bu helâk edici
sıfatlar, ölüm anında nefiste elem ve eziyet verici şeylere dönüşürler.

Bu bakımdan onların elemleri, yılanların ısırmalarının elemleri gibi olur. Sıfatın eziyet edici
oluşu, maşukun ölümü anında aşığın eziyet vericiye dönüşmesine benzer. Oysa aşk lezzetliydi.
Onda öyle bir hal peyda oldu ki bizzat lezzetli olan şey elem verici oldu. Hatta kalbe öyle bir acıdır
ki insan ne aşkın ve ne de kavuşmanın olmamasını temenni eder. Bu tür azap, bizzat ölü azabının
çeşitlerinden biridir; zira ölüye dünyada nefsine aşık olma hastalığı verilmiştir. Mala, akla,
mertebeye, evlada, akraba ve tanıdıklara aşık olmuştur. Eğer kendisinden geri alacağını
ummadığı bir kimse bütün bun-ları ondan alırsa bu kimsenin halinin nasıl olacağını tahmin
edebilir misin? Bu kimsenin derdi büyüyüp acısı şiddetlenmez mi? Bu kimse 'Keşke hiç malım ve
mertebem olmasaydı da onun ayrılığı ile eziyet duymasaydım' diye temenni etmez mi? Bu
bakımdan ölüm, bir defada dünyadaki bütün dostlardan ayrılmaktan ibarettir.

Bir tanesi olup da o bir tanesi de kendisinden kaybolan bir kimsenin hali ne olur?
Bu bakımdan ancak dünyasıyla sevinen bir kimseden dünyası alınıp düşmanlarına teslim
edildiğinde, sonra bir de elden kaçırdığı ahiret nimeti ve Allah'tan uzaklaşmanın hasreti bu azaba
eklendiğinde bu kimsenin hali ne olur? Evet! Allah'tan başkasının sevgisi insanı Allah'ın
mülakatından perdeler. O mülakattan nimetlenmeye mâni olur. Böylece o kimsenin üzerine
bütün sevdiklerinden ayrılmanın elemi, elden kaçırdığı ahiretin ebedî nimeti ve Allah'tan
uzaklaşmanın zilleti çöker. İşte bu, görmüş olduğu azabın ta kendisidir; zira ayrılık ateşinin
arkasından ancak cehennem ateşi gelir.
Hayır! Doğrusu o gün onlar rablerinden perdelenmişlerdir. Sonra onlar elbette cehenneme
gireceklerdir.(Mutaffifîn/15-16)

Dünyaya iltifat etmeyen ve Allah'tan başkasını sevmeyen ve Allah'ın mülakatına müştak olan bir
kimse dünya hapishanesinden ve dünyadaki şehvetlerin şiddetlerinden kurtulmuş, mahbubunun
huzuruna varmış, engeller ortadan kalkmış, ebediyyen zâil olmayacak bol nimetlere mazhar
olmuştur. İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar.

Bundan maksad şudur: Kişi bazen o derece sever ki eğer atının almniası ile akrep veya yılanın
ısırması arasında bir tercih yapmak için muhayyer bırakılsa, akrebin ısırmasına sabretmeyi tercih
eder. Öyle ise atın ayrılık elemi, bu kişinin nezdinde akrebin ısırmasının eleminden daha
dehşetlidir. At'a karşı olan sevgisi, at kendisinden alındığında onu ısıranın ta kendisi olur.

Bu bakımdan bu kişi bu ısırmalara hazırlıklı olmalıdır; zira ölüm kendisinin atını, merkebini,
evini, akarını, ehlini, çocuğunu, ahbablarını ve tanıdıklarını, mertebesini, halk arasındaki şan ve
şöhretini alacaktır. Hatta kulağını, gözünü, azalarını alacaktır. Bütün bunların kendisine geri
verilmesinden de ümitsiz olacaktır. Bu bakımdan bunlardan, başkasını sevmediği halde bütün
bunlar da kendisinden alınırsa, bu onun için akrep ve yılanların ısırmasından daha dehşetli olur.
Hayatta iken bunlar kendisinden alındığında eleminin büjoidüğü gibi, öldüğünde de elemi büyür.

Çünkü daha önce elem ve lezzetleri idrâk eden mânânın ölmediğini belirtmiştik. Hatta ölümden
sonra kişinin azabı daha şiddetli olur. Çünkü kişi hayattaiken arkadaşlarıyla oturmak, konuşmak
gibi, duyularını meşgul eden sebeplerle teselli bulurdu. Kendisinden alınanın geri gelmesi
hayaliyle sabrederdi. Onun bedelini ummakla avunurdu. Ölümden sonra ise, teselli yoktur; zira
teselli yolları kapanmış ve ümitsizlik meydana gelmiştir. Öyle ise sevdiği ve ayrılmakla üzüldüğü
gömlek ve mendili kendisinden alınırsa, onlar için sıkıntı ve elem duyar.

Eğer dünyada yükünü hafifletirse, sağlam kalır. 'Yükü hafif olanlar kurtuldular' sözlerinden
kastedilen budur. Eğer yükünü ağırlaştırırsa, azabı büyür. Tıpkı bir dinarı çalman bir kimsenin
halinin on dinarı çalman bir kimsenin halinden daha hafif olduğu gibi, bir dirhemin sahibinin hali
de iki dirhemin sahibinin halinden daha hafiftir.

Hz. Peygamberin şu hadîsiyle kastedilen budur:


Bir dirhemin sahibi, hesap bakımından iki dirhemin sahibinden daha hafiftir.156
Ölüm anında senden geri kalan birşey, ölümden sonra, senin için üzüntüdür. İstersen fazla edin,
istersen azalt! Eğer fazla edinirsen, üzüntüyü çoğaltmış olursun. Eğer azaltırsan sırtındaki yükü
hafifletirsin. Yılan ve akrepler, ancak dünya hayatını ahirete tercih etmiş, dünyaya sevinmiş ve
ona güvenmiş zenginlerin kabirlerinde çağalırlar.

İşte bunlar, kabirde yıları, akrep ve diğer şeylerin azapları hakkında imanın makamlarıdır.

Ebû Saîd el-Hudrî157 ölen bir oğlunu rüyada görüp 'Ey oğul! Bana nasihat et!3 dedi. Oğlu
'Allah'ın irade etmiş olduğu hususta Allah'a muhalefet etme!' diye cevap verdi. Ebû Saîd 'Ey oğul!
Daha fazlasını söyle!' deyince, oğlu 'Babacığım! Yapmaya gücün yetmez' dedi. Ebû Saîd 'Söyle!'
dedi. Oğlu 'Allah ile arana gömleği (bile) sokma!' dedi. Ebû Saîd bundan sonra otuz sene gömlek
giymedi.

Soru: Bu üç makamın hangisi sıhhatlidir?

Cevap: Halktan sadece birinci durumu kabul edip gerisini inkâr eden bir grup vardır. Başka bir
grup da birinci durumu inkâr, ikinci durumu kabul etmiştir. Üçüncü bir grup da üçüncü durumu
kabul etmiştir.

Basiret yolu ile bize keşfolunan hak şudur: Bütün bu durumlar imkân dahilindedir. Bunların
bazısını inkâr eden havsalasının darlığından Allah Teâlâ'nın kudretinin genişliğini, tedbirinin
acaipliklerini bilmediğinden inkâr etmiştir. Bu bakımdan böyle bir kimse ünsiyet ve ülfiyet
vermediği ilahî fiilleri inkâr eder. Bu da cehalet ve kusurdur. Azap hususunda bu üç durum da
mümkün-dür. Bunlara inanmak farzdır. Nice kul vardır ki bunların sadece biriyle cezalandırılır.
Nice kullar vardır ki bu üç çeşit ile de cezalandırılır. Azabın azından da çoğundan da Allah'a
sığınıyoruz.

İşte hak budur. Taklid ederek bunu tasdik et; zira bunu kesinlikle bilen kimseler yeryüzünde pek
azdır. Sana tavsiye edeceğim şudur: Bu hususun tafsilatı hakkında fazla ileri gitme! Bunları
öğrenmekle meşgul olma! Aksine azabı defedecek tedbir ile meşgul ol! Azap nasıl olursa olsun!
Eğer sen amel ile ibadeti ihmal eder, azabın mahiyetini deşmekle meşgul olursan, bu takdirde
sultan tarafından tutulup, elinin ve burnunun kesilmesi için hapsedilmiş bir kimse gibi olursun ki
bu kimse bütün gece 'Acaba benim elimi, burnumu bıçakla mı kılıçla mı yoksa ustura ile mi
kesecek?' diye düşünür. Azabı nefsinden uzaklaştırma çaresini ihmal eder. Bu ise cehaletin son
derekesidir. Bu bakımdan kesinlikle anlaşılmıştır ki kul, ölümden sonra ya ebedî azaba veya ebedî
nimete kavuşacaktır. Öyleyse en uygun davranış, buna hazırlanmaktır. Ceza ve sevabın tafsilatını
deşmek fuzulî bir hareket ve zamanı boşa geçirmektir.

152) Ebû Dâvûd, Hâkim


153) Nesâî, İbn Hibban, (değişik ibarelerle); Bezzar, (Musannifin ibaresiyle)
154) Medinelidir. Sonra Küfe'ye göç etmiştir. H. 40'da doğmuştur
155) İbn Hibban, İbn Ebi Dünya, Hâkim-i Tirmizî, Nevadir'ıd-Usûl
156) Hâkim, Tarih, (Ebû Hüreyre'den)
157) Bazı nüshalarda Hudrî yerine Harraz geçmektedir. Kuşeyrî'ye göre
Harraz'm daha doğru olması kuvvetlidir.

*26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kul öldüğünde ona siyah renkli, mavi gözlü iki melek gelir. Birinin adı Münker, diğerinin adı
Nekir'dir. O iki melek ölüye 'Muhammed hakkında ne diyordun?' derler. Eğer ölü mü'min ise der
ki: 'Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidir. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ediyorum'. İki melek 'Zaten bunu söyleyeceğini biliyorduk'
derler. Sonra o ölü için kabir yetmiş zirâ genişletir, nûrlandırılır. Sonra ona uyu denir. Ölü der ki:
'Yakamı bırakın! Ehlime döneyim. Onlara başımdan geçeni haber vereyim!' Ona 'Uyu!' denir. O,
güvey uykusu gibi Allah Teâlâ onu o kabrinden haşre gönderinceye kadar uyur. Eğer ölü münafık
ise Münker ve Nekir'in sualine şöyle cevap verir: 'Peygamberi bilmiyorum. Ben halkın bir şeyler
dediğini duyar, ben de onu söylerdim'. Bunun üzerine o iki melek derler ki: 'Zaten senin böyle
söyleyeceğini biliyorduk'. Sonra yere (mezara) denilir ki: 'Bu kişinin üzerine kapan!' Yer onun
üzerine, kaburgaları bir birine geçecek derecede kapanır. Münafık, mezarda Allah onu haşre
gönderinceye kadar azap görür.158

Atâ b. Yesar, Hz. Peygamberin (s.a) Ömer b. Hattab'a şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ey Ömer! Öldüğünde kavmin seni yıkayıp, kefenleyip kokuladıkları, sonra seni yüklenip o çukura
bıraktıkları, sonra üzerine toprağı atıp seni defnettikleri zaman durumun ne olacak? Onlar senin
yanından ayrıldıklarında sana Münker ile Nekir gelirler. Onların sesleri şiddetli gökgürültüsü ve
gözleri çakan şimşek gibidir. Tüyleri yerde sürünür. Kabri, dişleriyle deşerler (veya teftiş ederler).
Ey Ömer! Bu durumda halin ne olacak?159
Hz. Peygamberin bu sualleri karşısında Hz. Ömer sordu:
- Benim şimdiki aklım gibi o zaman da aklım olacak mı?
- Evet olacak!
- Öyleyse (Allah'ın izniyle) ben o zaman senin için onlara kâfi gelirim.

Bu hadîs, aklın ölümle bozulmayacağına ve ancak bedenin bozulduğuna dair açık bir hükümdür.
Bu bakımdan ölünün aklı, idraki, elem ve lezzetleri daha önce bildiği gibi bilme hissi sağlam
olarak kalır. Onun aklından birşey bozulmaz. İdrâk edici akim bu azalar ile ilgisi yoktur. O idrak,
uzunluğu ve eni olmayan bir şeydir. Hatta bölünme kabul etmeyen eşyayı idrâk edici cüz kalırsa,
akıl var demektir. İşte ölümden sonra da böyledir; zira ölüm, o idrâk edici parçaya girmez. O yok
olmaz.

Muhammed b. Münkedir şöyle diyor: 'Kulağıma geldiğine göre kabirde kâfire kör, sağır, elinde
demirden yapılmış ve başında devenin hörgücü gibi topuzu olan ve elinde kamçı olan bir hayvan
musallat kılınır. O kamçı ile kıyamete kadar kâfiri döver. Kâfir
ölüyü görmez ve sesini işitmez ki ona merhamet etsin',

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Ölü kabre konulduğunda sâlih amelleri gelir, etrafını çepeçevre
sararlar. Başı tarafından azap geldiğinde okuduğu Kur'ân imdadına yetişir. Ayakları tarafından
geldiğinde kıldığı namaz, imdadına yetişir. Elleri tarafından gelince, eller derler ki: 'Yemin olsun!
O bizi sadaka vermek ve dua etmek için açardı. Bizden taraf ona yol yoktur'. Ağız tarafından
gelirse zikir ve oruç imdada yetişir. Böylece sabır ve namaz bir tarafta dururlar. Böylece (azap) der
ki: 'Eğer ben ona varacak bir geçit görseydim mutlaka onun arkadaşı olurdum'.

Süfyan es-Sevrî der ki: Kişi nasıl kardeşini, ailesini, çocuğunu koruyorsa, sâlih amalleri de kişiyi o
şekilde kabirde korurlar. Sonra kişiye şöyle denir: 'Allah senin için kabrini bereketli kılsın!
Dostların ne güzel dost, arkadaşların ne güzel arkadaşlardır!'

Huzeyfe şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber ile beraber bir cenazeye gitmiştim. Kabrin başına
oturduktan sonra kabre bakıp şöyle dedi:
Mü'min bir kimse kabirde öyle bir sıkıştırılır ki o sıkıştırmada onun göğsünün damarları
kesilir.161
Hz. Âişe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak kabrin sıkıştırması vardır! Eğer ondan bir kimse kurtulsaydı muhakkak Sa'd b. Muaz
ondan kurtulurdu.162

Enes'ten şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamberin kızı Zeyneb vefat etti. O çok hastalıklı bir
kadındı. Hz. Peygamber onun cenazesinin arkasından gitti. Hz. Peygamberin hali, bizi üzüntüye
garketti. Kabre indiğinde Hz. Peygamberin yüzü iyice sarardı. Kabirden çıkınca yüzü beyazlaşıp
normale döndü. Bunun üzerine 'Ev Allah'ın Rasûlü! Sende bir durum gördük. O durumu
icabettiren ne idi?' diye sorduk. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Kabrin, kızımı sıkıştın}) azap edeceğini düşündüm. Bana ondan azabın hafifletildiği haber verildi.
Yemin, olsun! O öyle bir şekilde sıkıştırıldı ki onun sesini, insan ve cin hariç, yer ile gök arasındaki
herşey işitti.163

158) Tirmizî, (hasen bir sonedle); İbn Hibban


159) İbn Ebî Dünya, (mürsel olarak)
160) İbn Ebi Dünya
161) İmam Ahmed
162) İmam Ahmed
163) İbn Ebî Dünya

*27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli

Allah'ın kitabından, Hz. Peygamberin sünnetinden ve ibret yollarından öğrenilen şeyler, genel
olarak ölülerin durumlarının saîd ve şakî olarak ikiye ayrıldıklarını bildirmektedir. Fakat Zeyd'in
veya Amr'm imanına îtimâd edersek neyin üzerine olduğunu ve hangi sonuca vardığını bilemeyiz.
Onun görünür takvasına güvenirsek, takvanın yeri kalptir. Kalp ise, kapalıdır. Takvâ sahibine bile
gizlidir. Takvâ sahibi olmayan bir kimse için takvanın bilinmesi nasıl mümkün olur? Bu
bakımdan bâtınî takvâ olmaksızın sadece zahirî salah ile hüküm verilemez.
Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. (Mâide/27)

Bu bakımdan Zeyd ile Amr'ın 'durumunun bilgisi, ancak onların üzerine cereyan edenin
müşahedesiyle mümkündür. Şahıs öldüğünde, mülk ve şehadet âleminden gayb ve melekût
âlemine naklolunmuş demektir. Bu bakımdan gözler onu görmez. Onlar başka bir gözle ancak
görünür. O göz ise, her insanın kalbinde yaratılmıştır. Fakat insan onun üzerine, şehvet ve dünya
meşgalelerinden kalın bir perde germiştir. Bu bakımdan insan o gözle artık göremez. O perde
kalbin gözünden yırtılmadıkçıa, melekût âleminden herhangi bir şeyi görmesi düşünülemez.

Peygamberlerin (a.s) gözlerinden o perde kalktığı zaman onlar melekûta baktılar, Melekûtun
acaipliklerini müşahede ettiler. Ölüler de melekût âlemindedirler. Bu bakımdan ölüleri gördüler
ve onlardan haber verdiler.

Hz. Peygamber (sa) Sa'd b. Muaz ve kızı Zeyneb için kabrin sıkıştığını gördü. Câbir'in babası şehid
düştüğünde hali boyle oldu; zira Hz. Peygamber Câbir'e şöyle haber vermiştir: 'Allah Teâlâ senin
babanı perdesiz olarak huzurunda oturttu'.

Böyle bir müşahede, peygamberlerden ve dereceleri peygamberlerin derecesine yakın olan


Allah'ın velî kularından başkası için umulmaz. Bizim gibilerden mümkün olanı ancak zayıf bir
müşahededir. Bu müşahededen gayem; rüya âleminde olan müşahedededir. Rüya âleminde olan
müşahede peygamberlik nûr-larmdandır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Salih rüya, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır.164

Bu da bir keşiftir ki ancak perdenin kalpten kalkmasıyla meydana gelir. Ancak sâlih ve sâdık bir
kimsenin rüyasına güvenilir. Yalanı çok olan bir kimsenin rüyası doğru olmaz. Fesâd ve günahı
çok olan bir kimsenin kalbi kararır. Bu bakımdan onun gördüğü edgâsu ahlam (karışık
rüyalar)dır. Hz. Peygamber (s.a) insanın temiz olarak uyuması için uyumadan önce abdest
almasını tavsiye etmiştir. Bu, bâtının taharetine de işarettir.

Bu bakımdan o asıldır. Zahirin tahareti ise, onun tamamlayıcısıdır. Bâtın bozulmadıkça kalp
gelecekte olanları keşfeder. Nitekim Mekke'ye girileceği, Hz. Peygamber'e rüyada keşfolundu ve
şu ayet nâzil oldu:
Andolsun Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı.(Feth/27)

İnsanoğlu, çok az olacak şeylere delâlet eden rüyalardan uzak olabilir. O rüyaları doğru olarak
bulur. Rüya ve uyku âleminde gaybı bilmek, Allah Teâlâ'nın sanatının acaipliklerinden,
Ademoğlunun fıtratının garipliklerindendir. Bu, melekût âleminin varlığına delâlet eden delillerin
en açığıdır. Oysa halk tabakası, kalp ve âlemin diğer acaipliklerinden gafil oldukları gibi bundan
da gafildirler! Rüyanın hakikatinde söz söylemek mükâşefe ilminin inceliklerindendir. Bunu
muamele ilmine ekleyerek zikretmek mümkün değildir.

Fakat burada zikredilmesi mümkün olan miktar, sana maksadı anlatan bir misaldir. O misal de
kalbin misalinin, kendisinde birçok suretin ve şeylerin hakikat-leri görünen ayna gibi olduğunu
bilmektir. Allah Teâlâ'nın âlemin yaratılışının başlangıcından sonuna kadar takdir ettiği her şey
yazılmıştır ve Allah Teâlâ tarafından yaratılmış bir defterde tesbit edilmiştir ve o deftere Kur'an'da
vârid olduğu gibi bazen levh-i mahfuz, bazen açıklayıcı kitâb (Kitab'ul-Mübîn), bazen de açıklayıcı
imam (İmam'ul-Mübîn) denilmektedir.

Bu bakımdan âlemde cereyan etmiş ve edecek herşey, o levh'de yazılmıştır. Şu gözle görülmeyen
bir bakış o levhin üzerine nakşedilmiştir. Sakın o levh'in ağaçtan veya demirden veya kemikten
olduğunu zannetme! O kitabın kağıttan veya deriden olduğunu da sanma! Şunu kesin-likle bil ki
Allah Teâlâ'nın levhi, halkın levhine, Allah Teâlâ'nın kitabı da halkın kitabına benzemez. Nitekim
Allah Teâlâ'nm zat ve sıfatlarının halkın zat ve sıfatlarına benzemediği gibi! Eğer onu, aklına
yaklaştırcı bir misal istersen bil ki takdirlerin levhe tesbiti, Kur'an'ın kelime ve harflerinin, hafızın
dimağında ve kalbindeki tesbitine benzer.

Çünkü Kur'ân orada yazılıdır. Öyle ki hafız, Kur'an'ı okuduğu zaman sanki Kur'an'a bakıp da okur.
Oysa hafızın dimağını parça parça kontrol etsen, orada Kur'ân harflerinden bir harf dahi
göremezsin. Orada ne görünen bir hat, ne de müşahede edilen bir harf vardır. İşte bu misalle,
Allah Teâlâ'nın takdir ettiği herşeyi Levh'de nakşetmesinin mânâsını anlayabilirsin. Misalde levh,
içinde suretler beliren bir ayna gibidir. Eğer ay-nanın karşısına başka bir ayna konsa, aralarına
perde gerilmezse o aynanın sureti diğer aynada da görünür. Bu bakımdan kalp, ilmin resimlerini
kabul eden bir aynadır. Levh, ilim resimlerinin aynasıdır. O resimlerin hepsi onda mevcuttur.
Kalbin şehvetleri ve hassaların istekleriyle meşgul olması, kalp ile melekût âleminden olan levhin
mütalaa edilmesi arasına gerilen bir perdedir. Eğer o perdeyi sallayıp kaldıran bir rüzgâr eserse,
kalbin aynasında, çakan şimşek gibi melekût âleminden birşey parlar. Bu parlayan bazen kalıp
devam eder. Bazen de devam etmez. Devam etmemesi, daha fazla olur.

Çünkü kişi uyanık oldukça duyular vasıtasıyla milik ve şehadet aleminden kendisine görünen
şeylerle meşguldür. Bu meşguliyet ise, melekût âleminin önüne gerilen perdedir. Uykunun
mânâsı; hassaların sükûnete kavuşması ve mülk âleminden herhangi bir şeyi kalbe getirmemesi
demektir, Bu bakımdan kalp bundan ve hayalden kurtulduğunda, cevheri de saf olduğunda,
onunla Levh 'il Mahfuz arasindaki perde kalkar. Böylece kalbe; Levh'il Mahfuz'da olan şeylerden
bazıları girer. Tıpkı aralarındaki perde kalktığında bir aynadan diğer aynaya suretin geçtiği gibi!

Uyku hayalin dışında diğer hassaları çalışmaktan meneder. Fakat hayali engellemez.. Bu
bakımdan kalbe geleni hayal derhal kapar. Onu ona yakın bir misal ile aksettirir. Hayal edenler
hıfzda başkasından daha kuvvetli olurlar. Böylece hayal hıfzda kalır. İnsan uyandığında hayalden
başkasını hatırlamaz. Bu bakımdan rüya tabircisii hayale bakmaya, mânâlardan hangisini hikâye
ettiğini dikkate almaya mecburdur. Bu bakımdan hayal edilen şey ile mânâlar arasındaki
uygunluk vasıtasıyla mânâlara bakmalıdır. Bunun misalleri, tabir ilmini bilen bir kimse için
açıktır. Sana vereceğimiz şu misal kâfi gelir. Meşhur bir rüya tabircisi, İbn Sirîn'e (r.a) 'Rüyamda
elimde bir mühür olduğunu, o mühürle erkeklerin ağızlarını, kadınların da tenasül uzuvlarını
mühürlediğini gördüm, sen buna ne dersin?' diye sordu.
İbn Sina 'Sen müezzinsin. Ramazan-ı şerifte sabahtan önce ezan okuyorsun' deyince adam 'Doğru
söyledin!' dedi.

Mührün ruhunun menetmek olduğuna dikkat et! Zaten bunun için de mühür kastolunur. Kalpte
ancak kişinin hali Levh'il Mahfuz'da olduğu gibi keşfolunur. O da okuduğu ezanla insanları yemek
ve içmekten menetmesidir. Fakat hayal, mânâ ruhunu terennüm eden hayalî suretle mühürlenme
anında meydana gelen mene ülfiyet vermiştir.

Hafızada ancak hayalî suret kalır. İşte bu, acaiplikleri sayılamayacak kadar çok olan rüya ilminin
denizinden az bir nebzedir. Uyku ölümün kardeşidir.* Ölüm de acaiplerden bir aca-iptir.
Uykunun böyle olmasının sebebi şudur: Uyku, gayb âleminin yüzünden perdeyi kaldırmak
açısından zayıf bir yönden ölüme benzer. Hatta uyuyan bir kimse gelecek zamanda olacak bazı
şeyleri bilir. Bir de perdeyi yırtan ve perdeyi tamamen kaldıran ölümü düşün. Öyle ki insan nefesi
kesildiği anda gecikmeksizin, nefsini ya azaplarla, rezaletlerle ve felâketlerle sarılı görür -bun-dan
Allah'a sığınıyoruz- veya daimî bir nimet, sonsuz ve büyük bir mülkle çevrili olarak görür. Perde
kalktığı anda şakilere şöyle denir:

Sen bundan gaflette idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık. Artık bugün gözün keskindir.
(Kaf/22)

(Nasıl) şimdi bu, büyü mü imiş, yoksa siz mi görmüyormuşsunuz? Girin ona ister dayanın, ister
dayanmayın, sizin için birdir. Artık yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
(Tûr/15-16)

Bunlara şu ayetle işaret vardır:


(Çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır. (Zümer/47)

Bu bakımdan âlimlerin en âlimi, hakimlerin en hakimi olan kişi ölür ölmez ona öyle acaip şeyler
keşfolunur ki daha önce kalbine asla böyle şeyler gelmemiştir. Eğer akıllı bir kimsenin o zamanki
tehlike hakkında 'Acaba perde nasıl kalkacaktır? Acaba perdenin arkasında bulunan ayrılmaz bir
şehvet mi yoksa daimî bir saadet midir?' diye düşünmekten başka bir gam ve üzüntüsü yoksa, bu
düşünce bütün hayatını doldurmaya yeter de artar bile! Bu büyük tehlikeler önümüzde olduğu
halde gafletimize hayret etmek gerekir! Bundan daha fazla hayret edilecek şey mal, kadın, çocuk
ve azalarımızla sevinmemizdir. Buna rağmen bütün bunlardan ayrılacağımızm kesin olduğunu da
biliyoruz. Fakat Ruh'ul Kudüs'ün (Cebrail'in) kalbine üfürüp peygamberlerin efendisine dediği
gibi kendisine 'Sev sevdiğini! Muhakkak ondan ayrılacaksın! İstediğin kadar yaşa, muhakkak
öleceksin! İstediğini yap! Muhakkak onunla cezalandırılacaksın!' diyeceği zat nerede?

Bu durum, yakîn gözüyle Hz. Peygamber için keşfolun-duğundan o dünyada ölü gibi oldu. Kerpiç
üzerine kerpiç, kamış üzerine kamış koymadı. Geride ne bir dinar, ne de bir dirhem bıraktı. Ne bir
dost, ne bir halîl edindi. Evet!

Eğer ben bir dost edinseydim Ebubekir'i dost edinirdim. Fakat arkadaşınız, Rahman olan Allah'ın
dostudur!166

Böylece peygamberlerin efendisi Rahman'm dostluğunun kal-binin derinliğine işlediğini,


Rahman'm sevgisinin kalbinin içine yerleştiğini, kalbinde ne bir dosta, ne bir habib'e yer
bırakmadığını beyan etmiştir. Allah Teâlâ onun ümmetine şöyle buyurmuştur:
De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin!'(Al-i İmran/31)

Onun ümmeti, ancak ona tâbi olandır. Ona ancak dünyadan yüz çeviren, ahirete yönelen tâbi
olmuştur. Çünkü o insanları sadece Allah'a ve son güne davet etmiştir. O dünya ve geçici
lezzetlerden insanları uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bu bakımdan ne kadar dünyadan yüz çevirip
ahirete yönelirsen, o nisbette onun yürüdüğü yolda yürümüş olursun. Onun yolunda ne kadar
yürürsen, o nisbette ona uymuş olursun. Ona uyduğun oranda, onun ümmetinden olursun.
Dünyaya yönelmen nisbetinde onun yolundan kayar, onun yolundan yüz çevirmiş olursun ve
Allah Teâlâ'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselere iltihak etmiş olursun:
Artık kim azmışsa ve şu yakın hayatı (dünyayı) ahiret hayatına tercih etmişse, onun barınağı
cehennemdir. (Nâziat/37-39)

Ey kişi! Eğer gururun siperinden çıkıp nefsin hakkında insaf edersen ki hepimiz de aynı kişiyiz ve
bu hitaba dahiliz- sabahtan akşama kadar geçici nasipler peşinde koştuğunu anlarsın. Ancak
geçici dünya için durur, onun için hareket edersin. Sonra yarın
onun ümmetinden ve tâbilerinden olmayı ümit edersin. Senin zannın ne kadar zayıftır, senin
ümidin ne kadar da yersizdir!
Biz müslümanları suçlular gibi yapar mıyız hiç, neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?
(Kalem/35-36)

Biz esas konumuza dönelim: Zira konuşmanın dizgini maksadın dışına çıktı. Biz şimdi ölülerin
hallerini keşfeden rüyaların fayda verenlerini zikredelim; zira peygamberlik devri sona ermiş,
müjdeleyiciler kalmıştır. Onlar da rüyalardır.

164) Buhârî, İmam Ahmed, Tayalisî ve İbn Mâce


165) 'Uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli olanlar ölmezler', Beyhâkî
166) Müslim

*28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı

Onlardan biri Hz. Peygamberi rüyada görmektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kim beni rüyada görürse, beni gerçek olarak görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez.167

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber'i rüyamda gördüm. Fakat bana bakmıyordu. 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Neden bana bakmıyorsun?' dedim. Bunun üzerine bana bakıp şöyle dedi: 'Sen
oruçlu olduğun halde hanımını öpen değil misin?' Hz. Ömer dedi ki: 'Nefsimi kudret elinde tutan
Allah'a yemin ederim, artık oruçlu olduğumda hiçbir zaman eşlerimden birini öpmeyeceğim'.168

Hz. Abbas (r.a) şöyle diyor: Ben Ömer'in dostuydum. Onu rüyamda görmek istedim. Onu ancak
ölümünden bir sene geçtikten sonra gördüm. Alnındaki terleri silerek diyordu: 'İşte şu an,
boşaldığım zamandır. Eğer rabbime raûf ve rahîm olduğu halde mülâki olmasaydım...'

Hasan b. Ali babasından şöyle naklediyor: Hz, Peygamber (s.a) bu gece rüyamda bana göründü ve
kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin ümmetinden çektiğim nedir?' dedim. Hz. Peygamber şöyle
dedi: 'Onlara beddua et!? Ben de şöyle dedim: 'Yârab! Bana onların yerine onlardan daha
hayırlısını ver. Onlara da benden daha şerlisini ver!' Hz. Ali sabah namazına çıktığında İbn
Mülcem onu
vurup şehid etti.

Şeyhlerden biri şöyle diyor: Hz. Peygamberi (s.a) rüyamda görüp 'Ey Allah'ın Rasûlü! Benim için
af talep et!' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber benden yüz çevirdi. Bu manzara karşısında
dedim ki: cSen senden istenilen herhangi birşeye karşılık hiç hayır dememişsin!'169 Bunun
üzerine Hz. Peygamber bana yönelip şöyle buyurdu: 'Allah seni affetsin!'

Hz. Abbas'tan şöyle rivayet ediliyor: Ben Ebû Leheb'in kardeşi ve arkadaşı idim. Ebû Leheb
öldüğünde ve Allah onun hakkında (Tebbet süresiyle) hükmünü verdiğinde onun için kardeşlikten
ötürü üzüldüm. Onun durumu beni meşgul etti. Bu bakımdan Allah Teâlâ'dan bir sene onu rüya
âleminde bana göstermesini diledim. Sonra onu gördüm! Ateş saçıp yanıyordu. Halini sordum.
Cevap olarak dedi ki: 'Cehennem'e azap içerisinde vardım. Azap benden hafiflemez. Bana istirahat
vermez. Ancak bütün gün ve geceler arasında sadece pazartesi gecesi azap hafifler' 'Bunun sebebi
nedir?' diye sordum. Ebû Leheb şöyle dedi: O gecede Muhammed doğmuştu. Bana bir cariye
geldi. Âmine hatunun Muhammed'i doğurup dünyaya getirdiğini müjdeledi. Ben de sevindim ve
cariyemi âzâd ettim. Bundan dolayı Allah Teâlâ, her pazartesi gecesinde benden azabı
kaldırıyor'.170

Abdülvahid b. Zeyd şöyle anlatıyor: "Hac niyetiyle evimden çıktım. Bir kişi bana arkadaşlık yaptı.
O kişi, kalkarken, otururken, dururken salâvat-ı şerife getiriyordu. Ondan bunun hikmetini so-
runca dedi ki: 'Sana hikmetini haber vereyim. Babamla beraber ilk defa Mekke'ye doğru yola
çıktım. Yola devam ederken bir konakta uyuduk. Uyku halindeyken biri bana gelip Kalk! Allah
senin babanı öldürüp yüzünü kararttı! dedi. Korku ve dehşet içerisinde uyandım. Babamın
yüzüne baktım ki yüzü simsiyah kesilmiş ve ölmüştü. Bundan dolayı dehşete kapıldım. Ben bu
üzüntü içerisindeyken uyku bana galebe edip uyudum. Babamın başı ucunda dört siyah adamın
durduğunu gördüm. Ellerinde demirden sopalar vardı. O anda iki yeşil elbiseye bürünmüş güzel
yüzlü biri çıkageldi ve onlara 'Uzaklasın!' dedi. Onlar uzaklaştıktan sonra babamın yüzünü eliyle
sıvazladı. Sonra bana gelip 'Kalk! Allah babanın yüzünü beyazlattı!' dedi. Bunun üzerine 'Anam
babam sana feda olsun! Sen kimsin?' diye sordum. 'Ben Muhammed'im!' dedi. Kalkıp babamın
yüzünü açtım. Yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. Bu olaydan sonra Hz. Peygambere salât ve
selâm getirmeyi bırakmadım".171

Ömer b. Abdülazîz'den şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'! (s.a) rüyamda gördüm. Yanında
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer oturu-yorlardı. Selâm verip oturdum. Ben otururken Ali (r.a) ile
Muâviye getirildiler. Bir eve girdiler. Üzerlerine kapı kapandı. Ben de bakıyordum. Kısa bir zaman
sonra Ali (r.a) çıktı. Şöyle diyordu: 'Kabe'nin Rabbi'ne yemin ederim, hüküm lehimde verildi!'
Kısa bir zaman sonra da Muâviye çıktı. Şöyle diyordu: 'Kabe'nin rabbine yemin olsun
bağışlandırır.

İbn Abbas (r.a) bir defa rüyasından uyanıp innâ lillâhî ve innâ ileyhi râciûn dedikten sonra
'Allah'a yemin ederim Hz. Hüseyin öldürüldü!' dedi.

Bu rüya, Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden önceydi. Arkadaşları bu rüyayı inkâr ettiler. İbn Abbas
rüyasını şöyle açıkladı: Hz. Peygamberi (s.a) gördüm. Beraberinde bir şişe kan vardı. Şöyle dedi:
'Ümmetimin benden sonra ne yaptığını görmüyor musun? Oğlum Hüseyin'i öldürdüler. Bu, onun
ve arkadaşlarının kanıdır. Allah'ın huzuruna götürüyorum'.172 Bu rüyadan bir gün sonra haber
geldi ki İbn Abbas'ı rüya gördüğü günde Hz. Hüseyin öldürülmüştür.

Hz. Ebubekir (r.a) rüyada görüldü ve kendisine 'Sen dilin hakkında 'Beni bütün tehlikelere sokan
budur' diyordun. Acaba Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye soruldu. Hz. Ebubekir şöyle
dedi: 'Ben Lâ ilâhe illâllah dediğim için dilim beni cennete götürdü'.

167) Müslim ve Buhârî


168) Kişi oruçlu iken hanımını öpebilir. Fakat şehvetinden emin olmayan bundan sakınmalıdır.
169) Müslim
170) İbn Ebî Dünya, Rüy'et
171) İbn Ebî Dünya, Rüy'et
172) İbn Ebî Dünya, Rüy'et

*29.Şeyhlerin Rüyaları

Meşâyihten biri şöyle anlatıyor: Rüya âleminde Mütemmim ed-Durakî'yi görüp kendisine
'Efendim! Allah Teâlâ size ne gibi bir muamele yaptı?' diye sordum. Şöyle dedi: 'Cennetlerde
gezdirildim. Bana denildi ki: 'Ey Mütemmim! Cennetlerde herhangi birşeyi beğendin mi?' Dedim
ki: 'Ey Mevlâm! Hayır!' Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Eğer herhangi bir şeyi beğenseydin, seni
ona havale edip kendime seni vâsıl etmeyecektim!'

Yusuf b. Hüseyin173 rüya âleminde görülüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye
soruldu. Cevap olarak 'Allah beni affetti!' dedi. 'Allah seni neden affetti' diye sorulunca, şöyle
cevap verdi: 'Ben hiçbir zaman ciddi bir ameli, gayr-ı ciddi bir şeyle karıştırmadım'.

Mansûr b. İsmail'den şöyle rivayet ediliyor: Rüyada Abdullah el-Bezzârî'yi görüp 'Allah sana ne
yaptı?' dedim. Cevap olarak dedi ki: 'Beni huzurunda durdurup ikrar ettiğim her günahımı affetti.
Ancak utanıp söyleyemediğim bir günah kaldı. Allah Teâlâ, beni yüzümün eti düşünceye kadar ter
içerisinde durdurdu (sonra onu da affetti). Bunun üzerine 'O günah ne idi?' diye sorunca, cevap
olarak dedi ki: 'Güzel bir oğlana bakıp onu beğenmiştim! Bunu söylemeye utandım!'

Ebû Cafer es-Seydelânî şöyle anlatıyor: "Rüyada Hz. Peygamberi (s.a) gördüm. Etrafında
fakirlerden bir grup vardı. Biz bu durumda iken gök yarıldı. İki melek gökten iniverdi. Birinin
elinde bir leğen, öbürünün elinde bir ibrik vardı. Leğen Hz. Peygamber'in huzuruna bırakıldı. Hz.
Peygamber elini yıkadı.

Fakirler de ellerini yıkadılar. Sonra leğenin benim önüme konmasını emretti. Meleklerden biri
diğerine 'Onun eline su dökme! Çünkü o fakirlerden değildir!' deyince, Hz. Peygambere hitaben
dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Senden 'Kişi sevdiğiyle beraberdir!' sözü gelmedi mi?" Hz.
Peygamber 'Evet!' dedi. Ben de 'Muhakkak ki seni ve şu fakirleri seviyorum!' dedim. Bunun
üzerine Hz. Peygamber meleğe 'Onun eline de su dök! O da fakirlerdendir!' dedi".

Cüneyd-i Bağdadî şöyle anlatıyor: 'Rüyada halka vaazediyorum. Bunun üzerine bir melek önüme
dikilip 'Allah'a yaklaştırıcı vesilelerinin en yakını nedir?' dedi. Cevap olarak 'Doğru bir terazi ile
ölçülen gizli bir ameldir' dedim. Bunun üzerine melek 'Allah'a yemin ederim! Bu uygun bir
sözdür' diyerek gitti".

Mücemmî174 rüyada görülüp kendisine 'İşi nasıl buldun?' denildi. Cevap olarak dedi ki: 'Dünya
hakkında zâhid olanların dünya ve ahiret hayrını elde ettiklerini gördüm'.

Şam halkından bir kişi Alâ b. Ziyad'a175' Rüyada seni cennette gördüm' dedi. Bunun üzerine
yerinden kalktı, adama yaklaştı ve 'Belki şeytan beni azdırmak istedi, başaramadı. Bu sefer beni
mağrur edip helâk etmek için seni gönderdi' dedi.176

Muhammed b. Vasî şöyle demiştir: 'Rüya mü'mini sevindirir, fakat gururlandırmaz! (Aksi
takdirde felâkettir!)'
Salih b. Bişr şöyle demiştir: Atâ Selümî'yi rüyada görüp sordum: 'Allah sana rahmet ede! Sen
dünyada kusurlu oluşuna pek fazla üzülürdün. (Acaba sana ne yapıldı?)' Dedi ki: 'Dikkat edilsin!
Allah'a yemin ederim, o üzüntü, arkasından bana uzun bir rahat ve daimî bir sevinç bıraktı!'
Bunun üzerine sordum: 'Derecelerin hangisindesin?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın
nimetlendirdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberim!' Zurare b. Ebî
Evfa'dan177 rüya âleminde şöyle soruldu: 'Sizin nezdinizde amellerin hangisi daha üstündür?'
Cevap olarak dedi ki: 'Allah'ın hükmüne razı olmak ve emeli kısaltmak!'

Yezid b. Mez'ûr şöyle anlatıyor: Evzâî'yi rüyada görüp 'Ey Ebû Amr! Beni öyle bir amele muttali et
ki onunla Allah'a yaklaşayım!' dedim, O da şöyle dedi: 'Orada âlimlerin derecesinden daha yüksek
bir derece görmedim. Sonra kusurları için üzülenlerin derecesi gelir'.

Râvî der ki: 'Yezid yaşlı bir ihtiyar idi. İki gözü kör oluncaya kadar durmadan ağladı'.
İbn Uyeyne şöyle diyor: Rüyada kardeşimi görüp: 'Ey kardeşim! Allah sana ne yaptı?' diye
sordum. Cevap olarak dedi ki: 'Affını talep ettiğim her günahı bağışladı. Affını talep etmediğim
günahları da affetmedi'.

Ali et-Talhî şöyle diyor: Rüyada dünya kadınlarına benzemeyen bir kadın görüp sordum:
- Sen kimsin?
- Bir huriyim!
- Benimle evlenir misin?
- Beni efendimden iste ve mehrimi ver de evlenelim.
- Senin mehrin nedir?
- Nefsini dünyanın âfetlerinden alıkoymandır!

İbrahim b. İshak el-Harbî şöyle diyor: Harun Reşid'in hanımı Zübeyde'yi178 rüyada görüp
sordum:
- Allah sana nasıl muamele yaptı?
- Beni affetti!
- Mekke yolunda infak ettiğin maldan ötürü mü?
- İnfak ettiğim malların ecirleri sahiplerine gitti. Benim niyetimden ötürü Allah Teâlâ beni affetti.

Süfyan es-Sevrî vefat ettiğinde rüyada görülüp kendisine 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca,
dedi ki: İlk adımımı köprüye, ikinci adımımı cennete attım; köprüyü kolayca geçtim'.
Ahmed b. Ebî el-Havarî şöyle diyor: 'Rüyada bir cariye gördüm. Ondan daha güzelini
görmemiştim. Yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Ona dedim ki:
- Yüzünün nuru nereden geliyor?
- O ağladığın geceyi hatırlıyor musun?
- Evet!
- Gözyaşlarını topladım. Onunla yüzümü sıvazladım. İşte yüzümün ışığı ondandır.

Kettânî şöyle anlatıyor: Cüneyd'i rüyada görüp kendisine 'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?'
diye sordum. Dedi ki: 'İşaretler dağıldı, ibareler gitti. Biz ancak geceleyin kılmış olduğumuz iki
rek'at namazın sevabını gördük'.

Zübeyde rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muameleyi reva gördü?' diye soruldu.
Dedi ki: Allah Teâlâ şu dört kelimeden ötürü beni bağışladı:
1. Lâ ilâhe illâllahl Ömrümü bununla tüketirim.
2. Lâ ilâhe illâllahl Bununla kabrime girerim.
3. Lâ ilâhe illâllahl Bununla tek başıma kalırım.
4. Lâ ilâhe illâllahl Bu kelime ile rabbime mülâki olurum.

Bişr el-Hafî rüyada görüldü 'Allah sana bir muamele yaptı?' diye sorulunca, cevap olarak dedi.
"Rabbim bana rahmet ederek Ey Bişr! Benden niçin utanmadın? Neden o kadar korkuyordun?'
dedi".

Ebû Süleyman rüyada görülüp 'Allah Teâlâ sana ne gibi bir muamele yaptı' diye sorulunca 'Allah
bana rahmet eyledi. (Ahiret âleminde) insanların dünyada parmakla beni göstermelerinden daha
zararlı birşey ile karşılaşmadım' dedi.

Ebû Bekir el-Kettânî şöyle diyor: "Rüyada bir genç gördüm. Ondan daha güzel birini görmüş
değildim. Ona dedim ki:
- Sen kimsin?
- Ben takvâ'ymı!
- Nerede durursun?
- Üzüntülü kalplerde dururum!
Sonra dönüp baktım. Simsiyah bir kadın gördüm ve dedim ki:
- Sen kimsin?
- Ben hastalığım!
- Sen nerede durursun?
- Her sevinen ve çok ferahlı bulunan kalpte dururum! Uyandım ve mecbur olmadıkça bir daha
gülmemeye söz verdim".

Ebû Said el-Harraz şöyle diyor: Rüyada İblis'in sırtıma bindiğini gördüm. Bunun üzerine asayı
alıp ona vurmak istedim. Fakat benden ürkmedi. Bunun üzerine gaibden bir ses kulağıma geldi:
'İblis asadan korkmaz, ancak kalpte bulunan bir nurdan korkar dedi.

Mesuhî şöyle diyor: "Rüyada İblis'i çıplak olarak yürürken görüp dedim ki:
- Ey İblis! İnsanlardan utanmıyor musun?
- Allah aşkına doğru söyle! Bunlar insan mı? Eğer insan olsaydılar gece gündüz onlarla çocukların
topla oynadığı gibi oynayamazdım. Gerçek insanlar bunlardan başka bir kavimdir ki onlar
beni hasta ettiler. Şeytan bunu söylerken bizim eliyle sûfî arkadaşlarımıza işaret etti".

Ebû Said el-Harraz şöyle anlatıyor: Dımeşk (Şam)'da kalırken rüyamda Hz. Peygamber'in (s.a)
Hz. Ebubekir ile Ömer Faruk'un omuzlarına yaslanarak bana gelip tam yanımda durduğunu gör-
düm. Ben de bir şeyler söyleyen (meczûb gibi) göğsümü yumrukladım. Bunun üzerine şöyle dedi:
'O yaptığının şerri hayrından daha fazladır!

İbn Uyeyne'den şöyle rivayet ediliyor: "Süfyan Sevrî'yi rüyamda cennette gördüm. Bir ağaçtan bir
ağaca uçarak şöyle di-yordu: İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar'. Bunun üzerine 'Bana nasihat
et!' dedim. İnsanlarla tanışmayı azalt!' dedi".
Ebû Hatim er-Razî, Kabise b. Ukbe'den şöyle rivayet ediyor: Süfyan es-Sevrî'yi rüyamda gördüm.
'Allah sana nasıl bir muamele yaptı?' diye sorunca şu şiiri okudu: "Rabbime baktım ve şifahî
olarak konuştum. Bana 'Ey Ebû Said! Gözün aydın olsun; zira sen gece karardığında çok ibadet
ederdin. Hem de aşık bir kimsenin gözyaşları ve kuvvetli bir kimsenin kalbiyle bunu yapardın.
Öyleyse gel! Hangi köşkü istersen seç! Beni ziyaret et! Zirâ ben senden ırak değilim!' dedi".

Şiblî ölümünden üç gün sonra rüyada görüldü ve kendisine 'Allah sana ne gibi bir muamele
yaptı?' diye soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Ben ümitsiz oluncaya kadar hesaba çekti.
Ümitsizliğimi görünce rahmetiyle beni örttü!'

Benî Amir'in mecnunu (Kays b. Meluh) ölümünden sonra rüyada görüldü ve kendisine soruldu:
- Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?
- Beni affetti ve aşıklara karşı beni delil kıldı.

Süfyan es-Sevrî rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca 'Bana rahmet etti!' cevabını
verdi. 'Abdullah b. Mübarek'in durumu nedir?' diye sorulunca, 'O, günde iki defa rabbinin
huzuruna girip çıkanlardandır' dedi.

Seleften biri rüyada görülüp hali soruldu. Cevap olarak dedi ki: 'Bizi hesaba çektiler. İnceden
inceye hesap gördüler. Sonra minnet ederek bizi âzâd ettiler'.
İmam Mâlik b. Enes (r.a) rüyada görülüp 'Allah sana ne yaptı?' diye sorulunca, cevap olarak şöyle
dedi: Hz. Osman'ın, bir cenazeyi gördüğünde tekrarladığı bir kelimeden ötürü Allah Teâlâ beni
affetti. O kelime şudur: 'Ölmez, diri, âlim ve kadir olan Allah ortaktan münezzehtir'.

Hasan Basrî öldüğü gece rüyada görüldü ki ona göklerin kapıları açıldı. Bir tellâl İyi bilin ki Hasan
Basrî, rabbi kendisinden razı olduğu halde rabbinin huzuruna vardı' diyordu.

Câhız179 rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?' diye sorulunca 'Sakın kıyamet
günü, gördüğünde seni sevindirecek birşeyden başkasını elinle yazma! dedi.

Cüneyd-i Bağdadî, İblis'i rüyasında çıplak olarak gördü ve ona İnsanlardan utanmıyor musun?'
diye sorunca, İblis 'Şunlar insan mıdır? Gerçek insanlar, Şevniziyye mescidinde bulunan
insanlardır ki benim bedenimi zayıf düşürüp, ciğerimi yaktılar' dedi.

Cüneyd dedi ki: Uyandığımda Şevniziyye mescidine gittim. Orada başlarını dizlerinin üzerine
koyup düşünen bir cemaat gördüm. Onlar benim geldiğimi görünce 'Sakın o melunun konuşması
seni aldatmasın!' dediler.

Nesrabazî180 öldükten sonra Mekke'de rüyada görülüp 'Allah sana ne gibi bir muamele yaptı?'
diye sorulunca "Eşrafın kınandığı gibi kınandım. Sonra 'Ey Ebû Kasım! Birleşmeden sonra
ayrılma var mıdır?' diye çağrıldım ve 'Ey celâl sahibi! Hayır, yoktur' dedim. Bu bakımdan lâhdime
konulmadan önce rabbimin huzuruna vâsıl oldum" diye cevap verdi.

Utbet'ül-Gulâm, rüyasında güzel bir surette bir cennet hurisi gördü ve huri dedi ki: 'Ey Utbe! Sana
aşığım! Dikkat et! Benimle arana perde olacak bir amel işlemeyesin!' Bunun üzerine Utbe dedi ki:
'Dünyayı üç talâkla boşadım. Sana varıncaya kadar artık o dünyayı tekrar nikâhımın altına
almam'.

Eyyûb es-Sahtiyânî âsi bir kimsenin cenazesini gördü. O cenazenin namazını kılmamak için
dehlize girdi. Bunun üzerine, (zamanın erenlerinden) biri o ölüyü rüyada görüp 'Allah sana ne gibi
bir muamele yaptı?' diye sorunca 'Allah beni affetti' dedikten sonra şunları söyledi: Ebû Eyyub'a
şu ayeti okuyup hatırlat:
De ki: 'Eğer rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız sarfetmek(le tükenir) korkusuyla
(onu) tutar (kimseye birşey vermez)diniz. Hakîkaten insan çok cimridir'. (İsrâ/100)

Seleften biri şöyle demiştir: Dâvûd et-Tâî'nin vefat ettiği gecede bir nur, gökten inen melekler ve
yerden göğe çıkan melekler gör-düm ve 'Bu hangi gecedir?' diye sorduğumda, dediler ki: 'Dâvûd
et-Tâî'nin vefat ettiği gecedir. Onun ruhunun gelmesi için cennetler süslendirilmiştir'.

Ebû Said el-Şahham şöyle diyor: Sehl es-Salukî'yi rüyamda gördüm ve dedim ki:
- Ey Şeyh!
- Şeyh kelimesiyle çağırmayı bırak!
- O sende gördüğüm haller ne oldu?
- Onların hiç biri bize fayda vermedi!
- Allah sana ne yaptı?
- Halk tabakasının sormuş olduğu birtakım meselelerden dolayı Allah Teâlâ beni affetti.

Ebû Bekir er-Keşidî181 şöyle diyor: Bu ümmetin rabbânîsi olan Muallim Muhammed et-Tûsî'yi
rüyamda gördüm.
Bana Müeddib Ebû Said es-Saffar'a şu şiiri iletmemi söyledi. 'Biz hevâdan (sevgiden) caymak
üzere sözleşmiştik. Kalbin hayatına yemin ederim ki siz döndünüz, biz dönmedik!' Uyanınca bunu
kendisine söyledim. 'Onun kabrini her cuma günü ziyaret ediyordum. Bu geçirdiğimiz cuma
ziyaret etmedim' dedi.

İbn Râşid182 şöyle diyor: Ölümünden sonra İbn Mübarek'i rüyamda görüp sordum:
- Sen daha önce varmamış miydin?
- Evet!
- Allah sana ne gibi bir muameleyi yaptı?
- Beni öyle bir affa tâbi tuttu ki her günahı kapsadı.
- Süfyan es-Sevrî ne oldu?
- Ne mutlu ona! O, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve
sâlihlerledir.

Rebî Süleyman der ki: İmam Şafiî'yi ölümünden sonra rüyada görüp 'Ey Ebû Abdullah! Allah sana
ne gibi bir muamele yaptı?' dedim. Cevap olarak 'Beni altından yapılmış bir kürsüye oturttu.
Başımın üzerine berrak inciler saçtı' dedi.

Hasan Basrî'nin arkadaşlarından biri, Hasan'ı öldüğü gece onu rüyasında gördü ve bir tellâl şöyle
bağırıyordu:
Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim âlini ve İmrân âlini seçip âlemlere üstün kıldı.(Al-i İmran/33)
"Hasan Basrî de zamanın ehli üzerine seçkin kılındı".

Ebû Yakub ed-Dakikî şöyle diyor: Rüyamda bana esmer, uzun boylu ve halkın kendisine tâbi
olduğu biri gösterildi. 'Bu kimdir?' diye sordum 'Veysel Karanî'dir' dediler. Ona varıp dedim ki:
'Allah sana rahmet etsin. Bana nasihat et!' dedim. Bunun üzerine yüzüme somurtarak baktı. 'Ben
irşad talep eden bir kimseyim! Allah seni irşad etsin! Beni irşad eder misin?' dedim. Bunun
üzerine bana yönelerek 'Sevgisinin yanında rabbinin rahmetine tâbi ol! Mâsiyet zamanında
azabından korun! Bununla beraber Allah'tan ümidini kesme!' dedi. Sonra beni bırakıp gitti.

Etu Bekir b. Ebi Meryem şöyle diyor: diyor: Verka b. Bişr el-Hazramî'yi rüyamda gördüm ve
dedim ki:
- Ey Verka! Sen ne yaptın?
- Bütün yorgunluktan sonra kurtuldum.
- Hangi amelleri daha faziletli gördün?
- Allah korkusundan ağlamayı!
Yezid b. Nuame şöyle diyor: Büyük vebada bir kız çocuğu öldü. Babası onu rüyada görüp
kendisine 'Ey kızım! Bana ahiretten haber ver?' dedi. Kız dedi ki: 'Babacığım! Biz büyük bir işin
üzerine vardık. Biliyoruz ama yapamıyoruz. Siz yapıyor ama bilmiyorsunuz! Allah'a yemin
ederim, bir veya iki tesbih etmek, bir veya iki rek'at namaz kılmak benim nezdimde dünya ve
dünyadaki şeylerden daha değerlidir'.

Ütbet'ül-Gulam'ın arkadaşlarından biri şöyle diyor: Utbe'yi rüyada görüp 'Allah sana ne gibi bir
muamele yaptı?' dedim. Dedi ki: 'Evinde yazılı bulunan o duanın yüzü suyu hürmetine cennete
girdim'. Sabahladığımda evime baktım ki Utbet'ul-Gulam'ın yazısı evin duvarında duruyor. Dua
şöyleydi:
Ey sapıtanlara hidayet eden! Ey günahkârlara rahmet eden! Ey kayanların kayışlarını affeden!
Büyük tehlike sahibi olan kuluna ve bütün müslümanlara rahmet eyle! Bizi rızıklanan ve
kendisine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraber kıl! Ey âlemlerin
rabbi! Duamızı kabul buyur!

Musa b. Hammad şöyle diyor: Rüyamda Süfyan Sevrî'yi cen-nette gördüm. Bir hurma ağacından
öbürüne uçuyordu. Ona dedim ki:
- Ey Ebû Abdullah, bu dereceye ne ile nâil oldun?
- Takvâ ile!
- Ali b. Asım'ın183 durumu nedir?
- O yıldız gibi, yüksek dereceye ulaşmıştır.

Tâbiîn-i kiramdan bir kişi rüyasında Hz. Peygamberi gördü ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana nasihat
et' dedi. Hz. Peygamber 'Eksiğini kontrol etmeyen bir kimse eksiktir. Eksik olan bir kimse için
ölüm daha hayırlıdır' dedi.

İmam Şâfiî (r.a) şöyle diyor: "Bugünlerde bana öyle birşey isabet etti ki beni huzursuz kıldı ve
üzdü. Allah'tan başkası o musibete muttali olmadı. Dün gece rüyamda biri bana geldi ve 'Ey
İdris'in oğlu Muhammed!' dedikten sonra şu duayı okudu: Ey Allahım! Ben nefsim için ne fayda,
ne zarar, ne ölüm, ne de hayat verebilirim. Öldükten sonra kabirden kalkmaya da gücüm yetmez.
Senin verdiğinden başkasını almaya gücüm yoktur. Koruduğundan başkasından korunamam. Ey
Allahım! Sevdiğin ve razı olduğun söz ve amele beni muvaffak kıl!' dedi. Sabahladığımda duayı
tekrar ettim. Gün bittiği zaman Allah Teâlâ bana istediğimi verdi. İçinde bulunduğum darlıktan
kurtulma yolunu bana gösterdi. Siz de bu duayı yapıp bunlardan gafil olmayınız!"184

İşte buraya kadar söylediklerimiz, ölülerin hallerine ve Allah'a yaklaştırıcı amellere delâlet eden
mükâşefe'den bir nebzedir. Biz bunlardan sonra sûr'un üfürülmesinden, cennet veya cehennemde
karar kılıncaya kadar ölülerin önündeki durumlardan bahsedeceğiz. Hamd Allah'a mahsustur.
Şükredenlerin hamdi ile Allah'a hamd ederiz!

173) Künyesi Ebû Yakub'dur. Zamanında Ruyin şeyhi idi. H. 304'de vefat etmiştir.
174) Yusuf b. Hüseyin et-Teymî, muttaki ve cömert bir zattı. Hilye ricalindendir.
175) el-Adevî el-Basrî. Âbid bir zattı.
176) Yani 'Beni gururlandırıp helâk etmek mi istiyorsun?'
177) el-Âmirî el-Basrî. Âbid ve sika bir zattı.
178) Ümmü Cafer Zübeyde, Cafer el-Mansur'un kızıdır.H.165'de Harun Reşid ile Abbasî sarayında
evlendi.
179) Amr b. Bahr Ebû Osman Câhız Basralıdır. Mutezile'nin Câhıziye kolunun imamıdır. H. 255?
de vefat etmiştir.
180) Adı, Ebû Kasım İbrahim b. Muhammed'dir, Horasan'ın şeyhidir.
Şiblî'nin sohbetinde bulunmuştur. H. 366'da Mekke'de mücavir olup, 367'de orada vefat etmiştir.
Hadîs âlimi idi.
181) Ebû Bekir Muhammed b. Mahmûd b. Abdullah, Nişaburlu bir fakîhtir.
182) el-Huzaî el-Basrî.
183) Tam adı Ali b. Asım b. Suheyb el-Vasıtî'dir. H. 20İ'de vefat ettiğinde 90 yaşını geçmişti.
184) Beyhâkî

*30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün
Halleri, Önündeki Dehşetin ve

Bu bölümde sûr'a üfürülmesi bahsi, mahşer günü, mahşer ehli, mahşer ehlinin durumu, kıyamet
gününün uzunluğu, kıyametin dehşetleri ve isimleri, günahların soruşturulması, mizan, hasımlar
ve zulümlerin durumu, sırat, şefaat, havz'un durumu, cehennemin azapları ve oradaki yılan ve
akreplerin durumu, cennetin ve cennetin nimetlerinin durumu, cennetlerin sayısı, kapıları
köşkleri, duvarları, nehirleri, ağaçları, cennet ehlinin elbiseleri, yataklarının durumu,
yemeklerinin, huri ve vildanlarmın durumu, Allah Teâlâ'nın cemâline bakmak ve Allah'ın
rahmetinin genişliği beyan edilmiştir.
Allah'ın izniyle İhyâ-i Ulûm'id-Dîn adlı eserimiz bu bölümle birlikte sona erecektir.
*31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti

Geçen ölümün dehşetleri bölümünde ölünün hallerinin şiddetini, sonuç korkusunu, sonra kabir
karanlığında çektiği zahmetleri, kabir haşeratmın tehlikesini, sonra Münker Nekir'in suallerinin
tehlikesini, sonra ölü gazaba uğramışsa kabrin azap ve tehlikesini bildirmiştik.

Bütün bunlardan daha tehlikelisi, ölümden başka sûr'a üfürülmesi, kabirlerden haşrolunma,
Cebbâr'ın huzuruna arzedilme, az ve çok her şeyden sorulma, mizan'm kurulması, sonra incelik ve
keskinliğine rağmen köprüden geçme, sonra hüküm, saadet veya şekavetle çağrılmayı
beklemektir. Bunlar bilinmesi, sonra kesinlikle inanılması gereken dehşet verici hallerdir.
Kalbinde bunlara hazırlanma azminin gelişmesi için bu hususta düşünmek gerekir. Son güne olan
iman, insanların çoğunun kalbinde yerleşmemiş ve kalplerinin derinliğine nüfuz etmemiştir.
Bunun böyle olduğuna delâlet eden durum, insanların yazın sıcağına ve kışın soğuğuna fazlasıyla
hazırlanıp tedbir almaları, cehennem sıcağı için tedbir almayıp gevşeklik göstermeleridir.

Evet, insanlara son gün sorulduğunda dilleriyle son günün hak olduğunu söylerler, fakat kalpleri
ondan gafildir. Oysa önünde zehirli yemek olduğunu haber alan bir kimse kendisine bu haberi
veren arkadaşına 'sen doğru söyledin' deyip sonra o yemeği almak için elini uzatırsa, bu kimse
haber vereni diliyle tasdik etmiş, ameliyle yalanlamış olur. Amelin yalanlaması, dilin
yalanlamasından daha beliğdir.

Nitekim bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:


Âdemoğlu bana küfrediyor. Oysa bana küfretmesi uygun değildir. Beni yalanlıyor. Oysa beni
yalanlaması uygun değildir. Bana küfretmesi 'Allah'ın çocuğu vardır!' demesidir. Beni yalanlaması
'Allah bizi başlangıçta yarattığı gibi, ikinci bir defa diriltemez' demesidir.185

Kalplerin, ölümden sonra dirilmek, kabirlerden haşre gönderilmek hususundaki tasdik ve yakînin
kuvvetinden gevşemesi, dünyada bu gibi şeylerin az anlaşılmasından neşet eder. Eğer insan
hayvanların üremesini müşahede etmeseydi ve ona 'Bir usta vardır. Pis olan meniden şu
suretlendirilmiş, akıllı, konuşkan ve tasarruf sahibi insan gibisini yapar' denilseydi, muhakkak iç
âlemi bunu tasdik etmekten şiddetle kaçardı.
İnsan bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi aşikâr bir mücadeleci
kesiliverdi?! (Yâsîn/77)

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen bir meniden bir nutfe değil mi? Sonra kan
pıhtısı oldu da (rabbi onu) yarattı, şekil verdi. Ondan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti.
(Kıyâmet/36-39)

Âdemoğlunun yaratılışındaki acaiplikler, âzalarındaki terkibin değişikliği, ölümden sonra tekrar


dirilmesindeki acaipliklerden daha fazladır. Öyle ise Allah'ın sanat ve kudretinde bu durumu
müşahede eden bir kimse, diriltilip haşre gönderilmeyi nasıl inkâr eder? Eğer imanında zafiyet
varsa, birinci yaratılışa da dikkat etmek suretiyle imanını kuvvetlendir; zira ikinci yaratılış da
onun gibi, belki ondan daha kolaydır. Eğer kuvvetli bir imana sahip isen, kalbine korku ve
tehlikeleri sezdir. Onlar hakkında çok düşünüp ibret al! İbret al ki kalbinden dünya nimetlerini
atıp Cebbâr'ın huzuruna çıkmak için hazırlık yapabilesin. Önce kabir sakinlerinin kulağına gelen
sûr'un üfürülmesi hakkında düşün! Bu üfürülme, bir tek sayhadır. O sayha ile kabirler yarılıp
ölüler kabirlerinden fırlar. Kendini yüzün kararmış, bedenin tepeden tırnağa kadar topraklanmış,
o üfürülüşün şiddetinden şaşkın bir şekilde kalkmış farzet. Gözün, sesin geldiği istikamete doğru
di-kilmiş, herkes uzun zaman zahmet çektikleri mezarlardan sıçramıştır. Üzüntülere, gamlara ve
işin neticesini beklemenin şiddetine, onları rahatsız eden o dehşet ve korku da eklenir.

Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldı(lar). Ancak Allah'ın dilediği
kaldı. Sonra ona bir defa daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar).
(Zümer/68)

O sûr'a üfürüldüğü zaman, işte o gün çetin bir gündür. Kâfirler için kolay değildir. (Müddessir/8-
10)
Ve 'Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit (ettiğiniz azap) ne zaman (gelecek)?" diyorlar. Onların işi
sadece korkunç bir sese bakar. Çekişip dururlarken ansızın o kendilerini yakalar. Artık ne bir
tavsiye yapabilirler, ne de ailelerine dönebilirler. Sûr'a üflendi. İşte onlar kabirlerinden (kalkıp)
rable-rine koşuyorlar. Dediler: 'Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın
va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş! (Yâsin/48~52)

Eğer ölülerin önünde o sûr'a üfürülüşün dehşetinden başka hiçbir azap olmasaydı, yine de ondan
korunmak gerekirdi. Çünkü o, öyle bir üfürülüş ve sayhadır ki onunla göklerde ve yerde ne varsa
Allah'ın istisna ettiği bazı melekler hariç ölürler.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Ben nasıl nimetleneyim? Oysa sûr'a üfürmek içn bekleyen melek sahibi boruyu dudaklarının
arasına almıştır; Allah ne zaman emir verecek diye kulaklarını açmış beklemektedir.186

Mukatil b. Süleyman187 der ki: 'Hadîste geçen sûr, boynuzdur. İsrafil (a.s) ağzını, boru gibi
boynuzun üzerine kor! Boynuzun ağzı, gökler ile yer genişliği kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arşa
dikip ne zaman kendisine emir verilecek diye bakar. Sûr'a üfürüldüğünde, yerde ve gökte olanlar,
dehşetten ölürler. Ancak Allah'ın istisna ettiği Cebrâil, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği olan Azrâil
kalır. Sonra Allah Teâlâ ölüm meleğine, Cebrail'in, sonra Mikâil'in, sonra İsrafil'in ruhlarını
kabzetme emrini verir. Sonra ölüm meleğine emir verir, ölüm meleği de ölür. Halk, ilk
üfürülüşten sonra kırk sene kalır. Bundan sonra Allah Teâlâ İsrafil'i diriltir. Ona ikinci defa sûr'a
üfürmesini emreder'. Bu, şu ayetin mânâsıdır:
Sonra ona bir daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını
bekliyorlar).(Zümer/68)
Ayakta durmuş, mahşere gönderilmeyi beklerler.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Ben peygamber olarak gönderildiğimde, sûr'un sahibine (İsrafil'e) sür'u ağzına alması için emir
verildi. İsrafil de bir ayağını öne atıp diğerini geri çekti. Üfürme emrinin verilmesini bekliyor!
Sûr'a üfürülmenin dehşetinden sakının!188

Bu bakımdan halkın durumunu, zilletlerini, perişanlıklarını, kabirden çıktıklarında sûr'a


üfürülmenin dehşetini düşün! Kendileri hakkında verilecek saadet veya şekavet hükmünü
bekleyişlerinin zilletini düşün! Sen de onlar gibi şaşkınlık ve dehşet içinde olacaksın. Eğer sen
dünyada iken lüks içinde yaşayan zen-gin kimselerden isen yeryüzündeki padişahlar bile o günde,
mahşer ehlinin en zelili, en değersizidirler. Onlar karıncalar gibi ayaklar altında ezilirler. İnsanlar
bu durumda iken vahşi hayvanlar, sahralardan, dağlardan başları eğik, insanlardan ürkmelerine
rağmen insanlara karışıp kendilerini kirleten bir günahları olmaksızın, haşr gününün dehşetinden
ötürü zelil oldukları halde gelirler. Onları, ancak sûr'a üfürülmenin dehşeti haşre ge-tirmiştir. Bu
dehşet onları halktan kaçmak ve ürkmekten me-netmiştir. Bu da, şu ayetin mânâsıdır:
Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman!(Tekyîr/5)

Azgın şeytanlar, azgınlıklarından ve isyanlarından sonra haşre gelirler, Allah Teâlâ'nm huzuruna
çıkmanın dehşeti içinde itaat ederler.

Bu manzarayı da şu ayet dile getirmiştir:


Rabbine and olsun ki onları ve şeytanları mutlaka toplayacağız. Sonra onları diz çökmüş vaziyette
cehennemin etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız.(Meryem/68) Bu bakımdan oradaki
halini düşün!

185) Buhârî
186) Belhlidir. Sadık ve fazıl bir zattı.
187) Tirmizî, (İbn Saîd'den)
188) Irâkî, rivayetin bu şekilde olmayıp İsrâfil, yaratılışın başlangıcından beri...' şeklinde rivayet
edildiğini söylemiştir ki Buhârî de Tarih 'inde böyle rivayet etmiştir.

*32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu


İnsanların kabirlerinden kalktıktan sonra yalınayak, başıkabak ve sünnetsiz oldukları halde
mahşer yerine nasıl sevkedildiklerine dikkat et! Mahşer yeri beyaz ve düz bir bölgedir. Orada ne
bir çukur, ne de bir tümsek görürsün. Mahşer yerinde, yüksek bir yer yoktur ki insan onun
arkasında gizlensin. Orada bir çukur yoktur ki insan orada gözlerden kaybolsun. Orada farklılık
yoktur, basit bir topraktır. İnsanlar cemaatler halinde oraya sevkolunurlar. Sınıflarının
değişikliklerine rağmen çeşitli bölgelerden insanları bir araya getiren Allah, ortaktan
münezzehtir. Onları Radife'nin arkasından gelen Racife ile şevkettiğini hatırla!
Racife, sûr'un birinci, Radife de ikinci üfürülüşüdür. O gün kalplere ızdırap, gözlere korkaklık
yakışır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


insanlar kıyamet gününde bembeyaz, kepekten arınmış undan yapılan bir ekmek gibi (dümdüz),
içinde sığınağı olmaayan bir arazi üzerinde haşrolunur.189

Râvî (kendisinden bunun mânâsı sorulduğunda) dedi ki: "Hadîsin metninde geçen Urfa gözalıcı
beyaz olmayan demektir. Nâki ise'kepekten arınıp elenmiş un demektir. Mâlem ise, örten bir
bina, görmeye mâni olan bir değişiklik demektir.

O yerin dünya gibi olduğunu sanana; dünya ile aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik
yoktur.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:


O gün arz başka arza, gökler de başka göklere çevrilecektir! (İbrahim/48)

İbn Abbas şöyle diyor: Yerde fazlalık ve eksiklik olur. Ağaçları, dağları, dereleri ve onlarda
bulunan şeyler silinir. Ukaz panayırındaki deri gibi uzadıkça uzar. Gümüş gibi beyaz bir yerdir.
Onun üzerinde ne bir kan akıtılmış, ne de bir hata işlenmiştir. Göklerinde güneşi, ay'ı ve yıldızları
silinir.

Ey miskin! O günün dehşet ve şiddetini dikkatle düşün! İnsanlar ışıksız toplandıklarında


üzerlerine göğün yıldızları saçılır. Güneş ve ay ışıksız kalır. Yeryüzü, lambaları söndüğünden
dolayı karanlığa bürünür. İnsanlar bu halde iken gökler başlarının üzerinde dönmeye başlar.
Kalınlığı beşyüz senelik yol almasına rağmen gök delinir. Melekler onun etrafına çekilirler. Göğün
delinme sesinin kulaktaki şiddeti ve dehşeti ne de acaiptir!

Yine ne acaiptir ki o ânın dehşetinden gök, selâbet ve şiddetine rağmen çatlar, eritilmiş gümüş
gibi akar. Ona bir sarılık karışır. O kırmızı deri gibi kırmızı bir çiçek olur. Gök eritilmiş kalay gibi
olur. Dağlar da renkli yün gibi! insanlar göğe dağılmış çekirgeler gibi birbirlerine yalın ayak, başı
kabak ve yaya oldukları halde karışırlar.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


İnsanlar yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz oldukları halde haşrolunurlar. Ter, onları gemlemiştir.
Kulaklarının yumuşağına kadar varmıştır.190

Hz. Peygamber'in pâk zevcesi ve bu hadîsin râvisi Hz. Şevde191 der ki: Hz. Peygamber'e 'Vay! Ne
ayıp, birbirimizi o durumda mı göreceğiz?' dedim.

Hz. Peygamber şöyle dedi:


O gün, onlardan her kişinin kendine yeter derecede işi vardır.(Abese/37)

Ne büyüktür o gün ki onda avretler açılır. Buna rağmen kimse kimsenin avret yerine bakamaz.
Nasıl avretlere bakılacaktır? Oysa onların bazısı karınları üzerinde, bazısı da yüzleri üzerinde
yürür-ler. Başkasına bakmaya güçleri yoktur.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


İnsanlar kıyamet gününde üç sınıf olarak haşrolunurlar: Birinci sınıf, yayalar ve yüzleri üzerinde
sürünenlerdir!192
Bunun üzerine bir kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nasıl yüzleri üzerinde yürüyeceklerdir?' diye sorunca,
Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: 'Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde
yürütmeye de kâdirdir'

Ademoğlunun tabiatında alışmadığı şeyleri inkâr etme hususiyeti vardır. Eğer insanoğlu, karnı
üzerinde süratle yürüyen yılanı görmeseydi, muhakkak ayak olmadan yürünebileceğini inkâr
ederdi. Ayak üzerinde yürümeyi görmeyen bir kimseye göre ayak üzerinde yürümek de uzak bir
şeydir. Bu bakımdan dünyadaki şeylere benzemiyor diye kıyametin acaipliklerinden herhangi bir
şeyi inkâr etmekten sakın; zira sen dünyadaki acaiplikler sana görmeden önce arzolunsaydılar,
onları şiddetle inkâr ederdin. Bu bakımdan kalbinde, suretini, çıplak, baş açık, zelil, korkak,
şaşkın, dilsiz ve hakkında verilecek said veya şakî hükmünü beklediğin halde mahşerde
durduğunu hazır bulundur. Bu hâle önem ver, çünkü bu büyük bir haldir.

189) Müslim ve Buhârî


190) Salebi, Beğavî, Müslim, Buhârî, Taberânî, Hâkim, İbn Merduveyh ve
Beyhâkî
191) Zem'a'nm kızıdır. Kureyşlidir, Hz. Hatice'den sonra Hz. Peygamber'in
ilk hanımıdır. H. 54'de vefat etmiştir.

*33.Terlemenin Keyfiyeti

Sonra mahlukların izdiham ve bir araya gelmelerini düşün. Hatta mahşer yerinde yedi gökle, yedi
yerin melekleri, cinleri, şeytanları ve yırtıcı hayvanları bir araya gelir. Sıcaklığı kat kat olduğu ve
dünyadaki hafifliği ağırlıkla değiştiği halde güneş üzerlerine doğar, iki yay arası kadar başlarına
yaklaştırılır. Yeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge kalmaz. O gölgede ancak
mukarrebler gölgelenirler.

İnsanlar iki gruba ayrılır. Bir grup arşın gölgesinde, bir grup da güneşin altındadır. Güneş,
hararetiyle onları kasıp kavurur! Güneşin hararetinden, güneşte duran grubun sıkıntı ve üzüntüsü
pek fazladır. Sonra mahluklar izdihamın şiddetinden birbirlerini itip dururlar. Bu korkunç
manzaraya, göklerin (ve yerin) Cebbâr'ı olan Allah'ın huzuruna arzolunmanın üzerine
mahcubiyet, hacâlet ve hayanın şiddeti de eklenir. Güneşin, nefeslerin harareti ile kalplerin korku
ve hayâ ateşiyle tutuşması bir araya gelir. Bundan dolayı da her kılın altından ter akar. Mahşer
yerine akıp derecelerine göre bedenleri kaplar. Ter bazılarının dizlerine, bazılarının boğazına,
bazılarının da kulak yumuşaklarına kadar yükselir. Bazıları da nerede ise ter denizinde boğulmak
durumuna gelirler!

İbn Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


İnsanlar, âlemlerin rabbinin huzurunda kulaklarının yarısına kadar ter içinde kalıncaya kadar
dururlar!193

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kıyamet günü insanlar yetmiş kulaç yükselecek kadar terler. Öyle ki terler onları gemler
(ağızlarına kadar yükselir), kulaklarına varır.194

İnsanlar ayaküstü, gözleri kırk sene göğe dikili olarak dururlar. Üzüntünün şiddetinden ter onları
gemler (ağızlarına kadar varır).195

Ukbe b. Âmir, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kıyamet gününde güneş yere yaklaşır. Bu bakımdan insanlar terler, kiminin teri topuklarına
kadar, kiminin teri baldırının yarısına kadar, kiminin dizlerine, kimininki böğrüne kadar, kiminin
göğsüne kadar, kimininki de ağzına kadar çıkar,196

Hz. Peygamber eliyle ağzına işaret edip parmağıyla ağzını gemlendirdi. Yani 'Böyle olacaktır' dedi.
'Kimini de ter denizi tamamen kaplar'. (Bu cümleyi söylerken) eliyle başına işaret etti.
Ey miskin! Mahşer ehlinin teri ve üzüntülerinin şiddeti hakkında düşün! Onlar içerisinde bağırıp
şöyle diyenler olur: 'Yârab! Beni şu üzüntüden ve bekleyişten cehenneme göndermekle olsa bile
kurtar!'
Bütün bunlar insanoğlunun başına hesaptan da cezadan da önce gelir. Sen de o insanlardan
birisin. Terin senin nerene kadar çıkacağını bilemezsin.

Bil ki Allah yolunda haccetmek, cihada gitmek, oruç tutmak, namaz kılmak, bir müslümanın
ihtiyacını yerine getirmek için koşmak, emr-i bi'l-ma'ruf (iyiyi emretmek) ve nehy-i an'il-münker
(kötüyü yasaklamak) yapmak suretiyle Allah yolunda dünyada iken dökülmeyen ter, mutlaka
kıyamet günü Allah'tan hayâ ve korku duymaktan ötürü insandan akacaktır. Orada insanın
üzüntüsü oldukça büyür. Eğer âdemoğlu cehalet ve gururdan kurtulsaydı, muhakkak ibadetlerin
zorluklarında terlemeye tahammül göstermenin zahmetinin, kıyametteki bekleyiş ve üzüntüden
dolayı terlemekten daha kolay olduğunu bilir, zaman bakımından da daha kısa olduğunu anlardı;
zira kıyamet gününün şiddeti büyük ve müddeti uzundur.

193) Müslim, Buhârî


194) Buhârî, Müslim
195) İbn Adîy

*34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu

O gün insanların gözleri donakalır, kalpleri parçalanır, konuşamaz, işlerine bakamaz, 300 sene
yemeden, içmeden ve herhangi bir esinti duymadan beklerler.
O gün insanlar âlemlerin rabbinin divanında dururlar.(Mutaffifîn/6)

Ka'b ve Katade bu ayetin tefsirinde İnsanlar 300 senelik bir zaman kadar dururlar3 demişlerdir..

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber (s.a) bu ayeti okudu, sonra şöyle dedi:
Allah Teâlâ, okların ok çantasında bir araya getirildiği gibi, uzunluğu 50.000 senelik olan bir
günde sizi bir araya getirip yüzünüze bakmadığında haliniz ne olacaktır! 197

Hasan Basrî şöyle demiştir: "İnsanların 50.000 sene kadar bir zaman ayakta bekleyecekleri gün
hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne bir lokma yemek yerler, ne bir yudum su içerler. Öyle ki
neredeyse boyunları susuzluktan kopacak dereceye gelir. İçleri açlıktan cayır cayır yanar. Bu
durumda yakan ateşe götürülürler. Ateşe götürülünce bir çeşmeden içerler. O çeşmenin suyu
midelerini kasıp kavurur. O insanların durumları güç yetmeyecek raddeye varınca birbirlerine,
Allah'ın katında şerefli olup kendileri için şefaat eden birini sorarlar. Onlar herhangi bir
peygambere gittiklerinde o peygamber onları azarlayarak der ki: 'Beni bırakınız! (Ben ancak)
nefsimle meşgul olurum. Durumum başkasının durumuna bakmaktan beni meşgul etti'.
Peygamberlerin her biri Allah'ın gazabının şiddetinden dolayı müdahale edememesinden ötürü
özür dileyerek 'Rabbimiz bugün öyle bir öfkelenmiş ki bugünden önce hiçbir za-man böyle
öfkelenmemiştir ve bundan sonra da böyle öfkelenmez der. Bu durum, peygamberimiz şefaat
edinceye kadar böylece devam eder. Peygamberimiz de ancak Allah'ın izin verdiği kimselere
şefaat eder".
O gün Rahmân'ın kendisine izin verip sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaati
fayda vermez. (Tâhâ/109)

O günün uzunluğu ve oradaki beklemenin zorluğu hakkında düşün! Düşün ki kısa hayatında
günahlardan çekinmenin zahmeti sana hafif gelsin.

Şehvetlerden korunmaktan dolayı çektiği zahmetlerin şiddetinden irkilerek dünyada uzun bir
zaman ölümü bekleyen bir kimsenin, kıyamet gününde beklemesi kısalır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) kendisine kıyamet gününün uzunluğu sorulduğu zaman şöyle
buyurmuştur:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! O gün, mü'min için hafifleşir. Öyle ki dünyada
kılmış olduğu farz namazdan daha hafif gelir!198

Bu bakımdan o mü'minlerden olmaya çalış! Ömründen bir nefes kalıncaya kadar, iş sana aittir,
hazırlanmak elindedir. Kısa günlerde uzun günler için çalış! Sevincine nihayet olmayan bir kâr
elde edersin. Ömrünü, dünyanın 7.000 senelik ömrünü ahirete nisbeten hakîr say! Çünkü 50.000
senelik bir günden kurtulmak için 7.000 sene sabretsen bile yine kârın çok, zahmetin az sayılır!

197) Irâkî hadisin ravisinin Abdullah b. Ömer olduğunu ve Taberânî rafından rivayet edildiğini
söylemiştir.

*35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri

Ey miskin! Şânı büyük o gün için hazırlan! O gün ki zamanı uzun, sultanı kahir, vakti yakındır. O
günün dehşetinden gök delinmiş, yıldızlar dökülmüş, pırıl pırıl parlayan güneş sönmüş, dağlar
yerinden yürütülmüş, on aylık gebe develer terkedilmiş ve vahşi hayvanlar hasrolunmuştur!

Yine o gün denizler fıkır fıkır kaynar, ruhlar bedenlerle birleşir, cehennem alevlendirilir, cennet
yaklaştırılır. Dağlar kumlar gibi dümdüz olur, yer dehşetli bir sarsıntı ile yarılır ve içindeki
ağırlıklar dışarı çıkar.

Yine o gün insanların grup grup, amellerinin karşılığını görmek üzere çıktığını görürsün. O gün
yer ve dağlar yayılır. İşte o günde kıyamet kopar, gök yarılır. Gök o günde zayıftır. Melekler
göklerin etrafında dururlar. Rabbi'nin arşını o gün sekiz melek taşır, O günde siz rabbinize
arzolunursunuz. O gün hiçbir şeyiniz gizli kalmaz. O gün dağlar yerinden yürütülür. Yeryüzü
dümdüz olur, yeryüzü dağların altından çıktığından dümdüz görürsün. O gün ki kürre-i arz
şiddetle sarsılır. Dağlar hurdahaş olup fezaya serpilmiş zerreler haline gelir. O gün ki insanlar
fezaya yayılmış çekirgeler, dağlar da atılmış pamuk gibi olur. O gün emzikli kadın emzirdiğinden
gafil kalır. Her gebe dehşetten yükünü düşürür. İnsanlar sarhoş olmadıkları halde onları sarhoş
görürsün. Rabbinin azabı şiddetlidir. O gün yer, başka bir yerle değiştirilir. Gökler, başka göklerle
değiştirilir. Hepsi vâhid, kahhar olan Allah'a hesap vermek için görünürler. O gün dağlar zerreler
haline ve dümdüz bir saha haline gelir, orada ne bir ağaç, ne de bir tümsek görürsün.

O gün dağları, bulutların yürüdüğü gibi yürür gördüğün halde onları sâbit sanırsın. O günde gök
yarılır. Kırmızı deri gibi sarı bir gül rengini alır. İşte o günde ne bir insan, ne de bir cinin günahı
sorulmaz. O gün âsi bir kimse konuşmaktan menolunur. O günde cürümden sorulmaz. Kişi
hemen perçeminden tutulur. O gün her nefis, yapmış olduğu hayrı önünde hazır görür. Yapmış
olduğu şer ile arasında uzun bir mesafe olsa da onu da hazır bulur.

O gün her nefis ne hazırladığını bilir. Daha önce gönderdiğini veya geciktirdiğini görür. O günde
diller konuşmaz, azalar konuşur.

O günün bahsi peygamberlerin efendisini ihtiyarlatmış tır. Hz. Ebubekir (r.a) Hz. Peygambere 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Seni ihtiyarlamış görüyorum!' deyince,

Hz. Peygamber cevap olarak şöyle demiştir:


Hûd suresi ile arkadaşları beni ihtiyarlattı.199
Hûd sûresinin arkadaşları Vakıa, Mürselât, Nebe ve Tekvir sûreleridir.
Ey kurrâ! Senin okumandan nasibin ancak Kur'an'ı çiğnemen, onunla dilini kıpırdatmandır. Eğer
okuduğunun hakkında düşünen bir kimse olsaydın, muhakkak ki peygamberlerin efendisi'nin
saçını beyazlatan bir hükümden senin ödünün patlaması gerekirdi. Sen dilinin kıpırdanmasıyla
kanaat ettikçe, Kur'an'ın meyvesinden mahrum kalırsın. Kıyamet bahsi de Kur'an'da zikredilen
bahislerden biridir. Allah Teâlâ, kıyametin bazı dehşetlerini, isimlerini ve manalarını, insanların
bilmeleri için anlatmıştır. İsimlerinin ve isimlerin çokluğundan maksat, onları tekrar etmek değil,
akıl sahiplerini uyarmaktır. Öyleyse kıyametin isimlerinin her birinin altında bir sır, sıfatlarının
her birinin altında bir mânâ vardır. Bu bakımdan o isim ve sıfatları öğrenmeye gayret et!

Biz şimdilik kıyametin sadece isimlerini zikredeceğiz:


Yevm'ul-kıyâme (kıyamet günü), yevm'ul-hasre (hasret günü), yevm'un-nedâme (pişmanlık
günü), yevm'ul-muhasebe (muhasebe günü), yevm'ul-musâele (sual günü), yevm'ul-müsa-baka
(müsabaka günü), yevm'ul-münakaşa (münakaşa günü), yevm'ul-münafese (mücahede-i nefis
günü), yevm'uz-zelzele (zelzele günü), yevm'ud-demdeme (azabın devam ettiği gün), yevm'us-
sâika (ölüm günü), yevm'ul-vâkıa (kıyamet ve şiddet günü), yevm'ul-kâria (felâket ve şiddet
günü), yevm'ür-racife (sarsıntı günü), yevm'ür-radife (sûra ikinci üfürüş günü), yevm'ul-gaşiye
(insanı örten felâketler günü), yevm'ud-dahiye (inen felâket günü), yevm'ul-âzife (yaklaşan saatin
günü), yevm'ul-hakka (emirlerin hakikatları bildirilen gün), yevm'ut-tâmme (örten ve yücelen
gün), yevm'us-sahha (bağrışma günü), yevm'ut-telâki (mülâkat günü), yevm'ul-firak (ayrılık
günü), yevm'ul-me-sak (sevk günü), yevm'ul-kısas (kısas günü) yevm'ut-tenad (çağırma günü),
yevm'ul-hisab (hesap günü), yevm'ulmeâ (dönüş günü), yevm'ul-azap (azap günü), yevm'ul-firar
(kaçış günü), yevm'ül-karar (yerleşme günü), yevm'ul-lika (mülâkat günü), yevm'ul-beka (beka
günü), yevm'ul-kaza (hüküm günü), yevm'ul-ceza (mücazat günü), yevm'ul-bela (imtihan günü),
yevm'ul-bükâ (ağlama günü), yevm'ul-haşr (haşr günü), yevm'ul-vaîd (vaîd ve tehdid günü),
yevm'ul-arz (arz günü), yevm'ul-vezn (tartı günü), yevm'ul-hakk (sübut günü), yevm'ul-hükm
(hüküm günü), yevm'ul-fasl (hükmü karara bağlama günü), yevm'ul-cem (derleme günü),
yevm'ulbaas (dirilme günü), yevm'ul-feth (feth günü), yevm'ul-hızy (rezalet günü), yevm'ül-azîm
(büyük gün), yevm'ül-akîm (kısır gün), yevm'ül-asir (zor gün), yevm'üd-din (ceza günü), yevm'ul-
yakîn (yakîn gün), yevm'ün-nüşur (yayılma günü), yevm'ul-masîr (dönüş günü), yevm'ün-nefha
(üfürme günü), yevm'us-sayha (bağırma günü), yevm'ur-recfe (şiddetli ıztırap günü), yevm'ür-
rücce (sarsıntı günü), yevm'uz-zecre (azarlama günü), yevm'us-sekre (sarhoşluk günü), yevm'ul-
feza (korku günü), yevm'ul-ceza (üzüntü günü), yevm'ul-münteha (sonuç günü), yevm'ul-me'va
(dönüş günü), yevm'ul-mîkat (vakit günü), yevm'ul-mîad (va'd günü), yevm'ul-mirsad (bekleyiş
günü), yevm'ul-ğalâk (kitleme günü), yevm'ul-arak (ter günü), yevm'ul-if-tikar (fakirlik günü),
yevm'ul-inkidar (bozuntu günü), yevm'ul-intişar (saçılış günü), yevm'ul-inşikak (yarılma günü),
yevm'ul-vukuf (duraklama günü), yevm'ul-huruc (çıkış günü), yevm'ul-hu-lûd (ebediyyet günü),
yevm'ut-tegabün (aldanma günü), yevm'ul-abus (şiddet günü), yevm'ül-ma'lûm (belli gün),
yevmül mev'ud (va'd edilen gün), yevm'ül-meşhûd (hazır olma günü), yevm'ün lâ raybe fîh
(şüphesi olmayan gün), yevme tüble's-serâir (içlerin im-tihan günü), yevme lâ teczî nef sun an
nefsin şey'en (bir nefsin diğerinin cezasını çekmediği gün), yevme teşhasu fîh'il-ebsar (gözlerin
dona kaldığı gün), yevme lâ yuğnî mevlen an mevlin şey'a (hiçbir yardımcının diğerine fayda
veremediği gün), yevme lâ temlikü nefsün linefsin şey'en (bir nefsin diğeri için hiçbir şey
sağlamadığı gün), yevme yüd'avne ilâ nâri cehenneme da'en (şiddetle cehennem ateşine
insanların itelendiği gün), yevme yüs-habûne finnâri alâ vücûhihim (ateşte yüz üstü çekildikleri
gün), yevme tükallebü vücûhühüm finnâri (yüzleri ateşte çevrildiği gün), yevme lâ yeczî vâlidün
an veledihi (babanın evladı yerinde ceza görmediği gün), yevme yefirrul-mer'u min ahîhi ve
ümmihî ve ebîhi (şahsın kardeşinden, babasından ve annesinden kaçtığı gün), yevme lâ yentikûn
ve lâ yü'zenü lehüm feya'tezirûn (konuşamadıkları ve özür için izin verilmediği gün), yevme lâ
me-radde lehû minallah (onun için Allah'tan koruyucu olmadığı gün), yevme hüm bârizûn
(onların kabirlerinden belirdiği gün), yevmehüm alennâri yüftenûn (ateşle imtihan edildiği gün),
yevme lâ yenfe'u mâlün ve lâ benûn (mal ve evladın fayda vermediği gün), yevme lâ tenfuz
zâlimine ma'ziretühürn ve lehümül-lâ'ııe ve le-hüm sû'üddâr (zâlimlere mazeretlerin fayda
vermediği, onlara lanet ve kötü yurt günü), yevme tereddü fîh'il-meâzir ve tüble's-se-râir ve
tuzher'üd-demâir ve tükşefül-estar (mazeretlerin redde-dildiği, kalplerin denendiği gizlilerin
açığa çıktığı, perdelerin kalktığı gün), yevme tahse'u lil-ebsar ve teskün'ül-esvat ve
yekıllü fîh'il-iltifat ve tebrüz'ul-hefiyyat ve tezher'ul-hatîat (gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği,
sağa sola bakmanın azaldığı, gizlilerin belirdiği, hataların göründüğü gün), yevme yüsâk'ul-ibâd
ve mahüm'ül-eşhad ve yeşib'üs-sağîr ve yeskur'ul-kebîr (kulların beraberlerinde şahidler olduğu
halde sevkolunduğu, küçüğün ihtiyarladığı ve büyüğün sarhoş olduğu gün).

işte o günde teraziler kurulur, defterler açılır, cehennem görünür. Hamîm kaynar, ateş figanlar
koparır, kâfirler ümitsiz olur, ateşler alevlendirilir, renkler bozulur, diller konuşamaz olur insanın
azalan (hayır veya şerle) konuşur.

Ey insanoğlu! Kerîm olan rabbin hakkında seni aldatan nedir? Kapıları kapattın, perdeleri çektin.
Mahluklardan gizlendin. Fısk ve fücur işledin. Âzalarının senin aleyhinde şahidlik ettikleri zaman
ne yapacaksın? Azap, bütün azap biz gafiller cemaatine! Allah bize peygamberlerin efendisini
gönderdi. O peygamberle açıklayıcı kitabını gönderdi. Ceza gününün sıfatlarından yukarıda
saydığımız vasıflarla bize haber verdi. Sonra gafletimizi bize bildirerek şöyle buyurdu:

nsanların hesap vakti (kıyamet günü) yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.
Rablerinden kendilerine gelen her yeni ikazı mutlaka eğlenerek dinlerler. Kalpleri eğlencededir. O
zulmedenler, aralarında şu konuşmayı gizlediler: 'Bu da sizin gibi bir insan değil mi? Şimdi siz göz
göre göre sihre mi kapılacaksınız?' (Enbiya/1-3)

Sonra rabbimiz bize kıyametin yaklaştığını haber vererek şöyle buyurmuştur:


(Kıyamet) saati yaklaştı. Ay yarıldı. (Kamer/l)

Onlar onu uzak görüyor(lar). Bize ise onu yakın görüyoruz. (Mearic/6~7)

Onun bilgisi Allah'ın yanındadır. Ne bilirsin belki saat yakın olur. (Ahzâb/ 3)

Bizim en güzel hâlimiz, Kur'ân okuyup mânâlarını düşünmemek oldu. Kıyamet gününün
vasıflarının ve isimlerinin çokluğuna dikkat etmiyoruz. Onun dehşetlerinden kurtulmak için
hazırlanmıyoruz! Bu gafletten Allah'a sığınıyoruz. Eğer Allah bize geniş rahmetiyle yardım
etmezse hâlimiz perişan olur.

199) Tirmizî, (hasen-garib olarak)

*36.Sorgu Suâl

Ey miskin! Bu hallerden sonra şifahen aranızda tercüman olmaksızın Allah'ın sana yönelteceği
sual hakkında düşün! Az çok, kıymetçe büyük ve küçük her şeyden hesaba çekileceksin. Kıyametin
üzüntüsü, teri, büyük felâketlerinin şiddeti içinde bulunduğun bir anda melekler göğün
etrafından büyük cisimleriyle, katı ve şiddetli görünüşleriyle inerler. Meleklere, mücrim
kimselerin perçeminden tutup Cebbâr olan Allah'ın huzuruna götürme emri verilmiştir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Allah Teâlâ'nın bir meleği vardır ki o meleğin iki gözünün kenarları arasındaki mesafe, yüz senelik
bir mesafedir.200

Bu meleklerin seni tutup arz makamına götürmek için sana gönderildiklerini ve cisimlerinin
büyüklüğüne rağmen o günün dehşetinden zelil olduklarını, kullara karşı Cebbâr'ın gazabından
korktuklarını görsen sezdikleri halin ne olur? Onlar indiğinde peygamberler, sıddîklar, sâlihler
bile korkarak yüz üstü secdeye kapanırlar. İşte mukarreblerin hali! Mücrim âsilerin ne yapacağını
sen düşün! O anda, dehşetin şiddetinden bazı kimseler meleklere: 'Sizin içinizde rabbimiz var
mıdır?' diye sorarlar. Bu yanlışlığı, meleklerin büyüklüğünden ve heybetlerinden ötürü yaparlar.
Melekler onların bu suallerinden ürkerler. İnsanların vehmettiğinden Allah'ın münezzeh
olduğunu ilan ederek 'Rabbimiz her türlü eksiklikten münezzehtir. O bizim içimizde değildir.
Belki O sonra gelir' derler! O zaman melekler her taraftan mahlukâtı çembere alırlar. Hepsinin
üzerinde zillet, hudû, korku ve o günün dehşetinin belirtisi vardır.

Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız! Gönderilen peygamberlere de soracağız ve


elbette onlara, olan biten her şeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz. (A'râf/6-7)

Senin rabbin hakkı için biz onların hepsine muhakkak soracağız. (Hicr/92)

Allah Teâlâ peygamberlerden başlar ve kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur:
'Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?' Onlar da şöyle derler:
Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen! (Mâide/109)

O gün peygamberlerin aklı şaşar, ilimleri heybetin şiddetinden silinir. O ne şiddetli bir gündür?
Zira peygamberlere denilir ki: 'Siz halka gönderildiğinizde nasıl karşılandınız?' Peygamberler
daha önce bunu bildikleri halde akılları hayrete kapılır, ne cevap vereceklerini bilmez olurlar.
Heybetin şiddetinden derler ki: 'Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen!'
Peygamberler söylediklerinde doğrudurlar; zira akılları uçmuş, ilimleri mahvolmuştur. Allah
yeniden onlara kuvvet verinceye kadar bu durum devam eder.

Hz. Nûh çağrılır 'Peygamberlik vazifeni tebliğ ettin mi?' diye sorulur. Evet der. Bunun üzerine
ümmetine 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur. Onlar 'Bize uyarıcı bir kimse gelmedi!' diye cevap
verirler.
İsa (a.s) getirilir. Allah Teâlâ Hz. İsa'ya (a.s) sorar "Sen mi halka 'Beni ve annemi, Allah'tan başka
ilâh edininiz!' dedin?" denir. Hz. İsa (a.s), bu sualin heybeti altında seneler senesi kıvranarak
kalır!
O günün büyüklüğünü düşün ki o günde bu sualler ve benzerleriyle peygamberler üzerine siyaset
ikame edilir. Sonra melekler gelip teker teker insanları 'Ey falan kadının oğlu falan! Arz yerine
gel!' diye çağırırlar. O zaman kemikler titrer, azalar sallanır, akıllar hayrete düşer. Birçok kimse
ateşe götürülmelerini ve amellerinin çirkinlerinin Allah'a arzolunmasını temenni edip
perdelerinin halkın gözü önünde yırtılmamasmı isterler.

Suale başlanmadan önce Arş'm nuru belirir. Yer rabbinin nuruyla ışıklanır. Her kul, Allah
Teâlâ'mn kulları hesaba çekeceğine inanır. Herkes Allah'ın kendinden başkasını görmediğini,
sadece kendisini cezalandırılacağını düşünür. Bu durumda Allah Teâlâ 'Ey Cebrâil! Bana
cehennemi getir?' Bu emir üzerine Cebrâil cehenneme gelip 'Ey cehennem! Yaratanına ve
sultanına icabet et!' der.

Cebrâil cehennemi, öfkesi ve gazabı şiddetlenmiş bir halde görür. Cebrail'in çağırmasından sonra
cehennem galeyana gelir, kaynar. İnsanlara diş gıcırdatır ve mahluklar onun öfkesinin
gürültüsünü işitirler. Cehennemi idare edenler sıçrayarak Allah'a isyan edene öfkelenerek
harekete geçerler.

Bu bakımdan, kulların korku ile dolmuş kalplerinin halini, diz üstü düşüşlerini ve cehennemden
kaçışlarını kalbinde hazır bulundur! Bu durum, öyle bir günde olur ki her ümmetin dizleri üzerine
çöktüğünü görürsün. Bazıları yüzüstü yere serilmiştir. Asiler ve zâlimler, kurtulmak için azap ve
helaki isterler. Sıddîklar da 'Nefsim, nefsim!' diye bağırırlar.

Onlar bu durumda iken, cehennem ikinci defa homurdanır. Onların korkusu kat kat fazlalaşır ve
kuvvetleri zayıflaşır. Tutulduklarını sanırlar. Sonra cehennem üçüncü narasını atar. Bunun
üzerine halk yüzüstü yere serilir. Gözlerini açıp korkak ve gizli bir şekilde göz ucuyla bakarlar. Bu
manzara karşısında zâlimlerin kalpleri kaynar. Öfkeli oldukları halde kalpleri gırtlaklarına
dayanır. Said ve şakilerin akılları yerinden fırlar. Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlere
yönelerek şöyle buyurv.r: 'Size ne cevap verildi (nasıl karşılandınız?)'

Peygamberlerin sorguya çekildiklerini görünce, asilerin korkusu daha da artar. Baba evladından,
kardeş kardeşinden, koca karısından kaçar. Herkes heyecanla işin sonunu bekler. Sonra insanlar
teker teker tutulurlar. Allah Teâlâ herkesin şifahen amelinin azını, çoğunu, gizlisini, açığını bütün
azalarından sorar.

Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Ashab-ı kirâm Hz. Peygamber'e 'Kıyamet gününde rabbimizi görür
müyüz?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara dedi ki:
- Önünde bulut olmadığı öğle zamanında güneşin görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Önünde bulut yokken ayın öndürdüncü gecesinde ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Siz rabbinizi apaçık görürsünüz. Rabbiniz kul
ile bir araya gelip kula 'Ben seni şerefli kılmadım mı? Seni baş yapmadım mı?
Seni evlendirmedim mi? At ve deveyi sana musahhar kılmadım mı? Sana, halka baş olmak?
halktan ganimetin dörtte birini almak fırsatını vermedim mi?? der. Kul 'Evet, yâ rabbî! Bütün
bunları bana verdinP der. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Benimle mülâki olacağını sanır mıydm? der.
Kul 'Hayır!' deyince, Allah Teâlâ 'Senin beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum!' der.201

Ey miskin! Meleklerin senin iki kolundan tüp Allah'ın huzuruna götürdüklerini, Allah'ın da
şifahen 'Ben gençliği sana nimet olarak vermedim mi? O gençliğini nerede harcadın? Sana ömür

vermedim mi? Acaba onu nerde tükettin? Sana rızık olarak mal vermedim mi? Acaba onu nereye
harcadın? Seni ilimle şereflendirmedim mi? Acaba bildiklerinle ne gibi amelde bulundun?' diye
sorduğunu düşün!
Acaba Allah Teâlâ sana vermiş olduğu nimetleri ve senin isyanlarını saydığı zaman ne hale
geleceğini düşün! Eğer isyan-larını inkâr edersen, azaların aleyhinde şahidlik ederler.
Enes (r.a) der ki: Hz. Peygamber ile beraber bulunuyorduk. Hz. Peygamber gülümsedi, sonra
'Neden güldüğümü biliyor musu-nuz?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir?' dedik. Bunun üzerine
Hz. Peygamber şöyle anlattı: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul der ki: 'Yârab! Sen beni
zulümden korumadın mı?' Allah Teâlâ 'Evet! Korudum!' der. Kul Ya Rab! Nefsimin aleyhinde
ancak benden olan bir şahidi kabul ederim' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ kula 'Bugün hesap
görücü olarak nefsin, şahid olarak Kirâmen Kâtibîn melekleri kâfidir' der". Hz. Peygamber şöyle
devam etti:

Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenir. Azalarına konuşun emri verilir. Azalar kulun amellerini
teker teker söylemeye başlarlar. Sonra kula konuşma fırsatı verilir. Kul azalarına hitaben der ki:
'Sizlere yazıklar olsun! Ben sizin için mücadele ediyorum'.202

Azaların şahidliğiyle halkın huzurunda rezil olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak Allah mü'min
kuluna, onun günahını örteceğini va'detmiştir. Allah'tan başkası onun günahına vâkıf olmaz.
Bir kişi İbn Ömer'e, Hz. Peygamberin Necva hakkında ne dediğini sordu. İbn Ömer, Hz.
Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti:
- Sizden herhangi biriniz rabbine öyle yaklaşır ki Allah Teâlâ onun üzerine setr-i ilâhîsini gerer ve
ona der ki:
- Sen şöyle şöyle yaptın!
- Evet yaptım.
- Şöyle şöyle yaptın!
- Evet!
- Ben o günahları dünyada iken senin için örttüm. Burada da onları senin için affedeceğim.203

Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Kim bir mü'minin ayıbını gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını gizler.204

Bu durum, ancak dünyada insanların ayıplarını örten ve nefsi için kusurlarına tahammül eden,
pisliklerini söylemeyen, bulunmadıkları yerlerde kulaklarına gittiği takdirde kendilerini rahatsız
edecek şeyler söylemeyen mü'min bir kul için umulur. Kıyamet günü işte böyle bir mü'min bu
mükâfata mazhar olmaya hak kazanır.

Farzet ki Allah Teâlâ, senin günahını gizledi. Acaba kulağına Allah'ın huzuruna çağıran ses
gelmedi mi, gelmeyecek mi? İşte bu korku, günahlarının karşılığı olarak sana kâfidir. Alnından
tutulup kalbin attığı, aklın uçtuğu, azaların titrediği, kemiklerin sızladığı, renginin bozulduğu,
şiddetinden âlemin sana karanlık olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkacağını hatırla! İnsanların
boynuna basa basa, safları yara yara, yedekte çekilen at gibi çekildiğini düşün. Bütün mahluklar,
gözlerini dikip sana bakarlar! Böyle bir durumda, meleklerin ellerinde olduğunu düşün. Evet
melekler seni Rahman'm arşına götürüp oraya atmcaya kadar sürünürsün. Allah Teâlâ'nın 'Ey
Adem'in oğlu! Bana yaklaş!' dediğini duyarsın. Sen de korkak, mahzun, titrek bir kalp, zelîl ve
korkak bir göz, buruk bir yürek ile O'na yaklaşırsın. Ne küçük, ne büyük kaydetmediği hiçbir şeyi
bırakmayan kitabın senin eline verilir. Nice fâhiş hareketlerin vardır ki unutmuşsun, o kitâb sana
hatırlatır. Nice ibadet vardır ki âfetlerinden gafil olmuşsun, onların kötülükleri sana keşfolunur.

Nice mahcubiyet ve korkaklığın, nice darlık ve acizliğin vardır. Keşke hangi ayakla Allah'ın
huzurunda du-racağını, hangi dille cevap vereceğini, hangi kalple Allah'ın dediğini anlayacağını
bilseydin! Sonra utancının büyüklüğü hakkında düşün. O zaman Allah sana şifahen günahlarını
söyler. Allah sana 'Ey kulum! Benden utanmadın mı ki çirkin amelle bana meydan okudun?
Kullarımdan utandın da onlara güzel tarafını gösterdin. Acaba ben nezdinde diğer
mahluklarımdan daha değersiz miydim ki beni hafife aldın, aldırmadın Oysa benden başkalarını
hesaba katıyordun. Sana nimet etmedim mi? O halde benim hakkımda seni aldatan nedir? Seni
görmediğimi, huzuruma gelmeyeceğini mi sandın?' diyecektir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Sizden hiç kimse yoktur ki âlemlerin rabbi ondan, aralarında bir perde ve bir tercüman olmadığı
halde şifahen sual sormasın!205
Sizden herhangi bir kimse Allah'ın huzurunda, Allah ile arasında perde olmadığı halde durur.
Allah Teâlâ ona sorar:
- Sana nimet vermedim mi? Sana mal bağışlamadım mı?
-Evet! Yâ Rabbî!
- Sana peygamber göndermedim mi?
- Evet, gönderdin!
Sonra sağına bakar ateşten başkasını göremez. Sonra dönüp soluna bakar, ateşten başkasını
göremez. Öyle işe bir hur-
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)

1300 İhya-i Ulûm'id-Din


manın yarısıyla olsa dahi ateşten korunun. Eğer hurmanın yarısı yoksa güzel bir söz ile ateşten
korunmaya çalışın.206
İbn Mes'ud (r.a) şöyle diyor: "Sizden hiç kimse yoktur ki Allah onunla başbaşa kalmasın. Evet
herhangi biriniz aynı öndördüncü gecesinde ay ile başbaşa kaldığı gibi, (rabbi ile başbaşa kalır).
Sonra Allah Teâlâ sorar:

Ey âdemoğlu! Benim hakkımda seni aldatan ne idi? Ey âdemoğlu! Bildiğinle nasıl amel ettin? Ey
âdemoğlu! Peygamberlere nasıl karşılık verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözünde ben rakîb değil
miydim? Oysa sen o gözle sana helâl olmayana bakardın. Kulaklarının üzerinde rakîb değil
miydim?
Allah Teâlâ onun bütün azalarını sayar".207

Mücâhid der ki: 'Kendisinden dört şey sorulmadıkça hiçbir kul Allah'ın huzurundan ayrılamaz: a)
Ömrünü nerede tükettiğinden, b) İlmiyle nasıl amel ettiğinden, c) Bedenini nerede
kullandığından, d) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorulur'.

Ey miskin! O zaman mahcubiyetin ve içinde bulunduğun tehlike ne büyüktür! Zira sen 'Dünyada
kusurlarını gizledim. Bugün de senin için onları affediyorum' demek ki o zaman sevincin büyür,
öncekiler ve sonrakiler senin halini gıpta ederler ile meleklere 'Şu kötü kulu tutun, zincirlerle
bağlayın. Kelepçeleyin, sonra cehenneme yakıt yapın' demek arasında bulunuyorsun! İkinci şık
olduğu takdirde, musibetinin büyüklüğüne, ibadette yaptığın kusurun verdiği üzüntünün
şiddetine, çirkin dünya karşılığında sattığın ahiretine gökler ve yer senin için ağlasa yeridir.

200) Irâkî bu ibare ile görmediğini söyler.


201) Müslim, Buhârî
202) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî
203) Müslim
204) Abdürrezzak, Musannef, (Ukbe b. Âmir)
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
206) Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
207) Ebû Nuaym, Hilye

*37.Mizan

Mizan hakkında düşünmekten gafil olma! Kitabların sağlara ve sollara uçuşmasına bak! Zira
insanlar sorgudan sonra üç fırkaya ayrılırlar:
1. Bir fırka vardır ki onların hiç sevapları yoktur. Ateşten siyah bir boyun (hortum) çıkarak kuşun
taneleri toplaması gibi onları toplar, üzerine kapanır ve ateşe atar. Ateş de onları yutar.
Onların aleyhinde Arkasında saadet olmayan bir şekavete düştüler' diye bağrılır.
2. Başka bir kısım vardır ki günahları yoktur. Bir tellâl onlar hakkında 'Her durumda Allah'a
hamdedenler ayağa kalksınlar!' diye bağırır, onlar ayağa kalkar ve cennete giderler. Sonra bu du-
rum gece ibadeti yapanlara, sonra da ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah'ın zikrinden meşgul
etmediği kimselere tatbik edilir. Onların arkasından şöyle bağrılır: 'Âkabinde şekavet olmayan bir
saadete vardılar!'
3. Üçüncü bir kısım vardır ki onlar mahşer ehlinin çoğunu teşkil ederler. Onlar, sâlih bir amel ile
kötü bir ameli karıştırmışlardır. Durumları, onlar için gizli olur, fakat Allah için
gizli değildir. Allah, sevaplarının mı vaya günahlarının mı daha fazla olduğunu onlara bildirir ki
affettiği anda onlar katında fazl-ı ilâhîsi, azap verdiği anda da adaleti anlaşılsın.

Bu bakımdan sahifeler ve kitablar, içinde haseneler ve seyyieler yazılı olduğu halde sahiplerinin
ellerine düşmek için uçarlar. Terazi kurulur. Gözler kitabın sağ ele mi, sol ele mi düşeceğini
görmek için dikkatle bekler. Sonra günahlar mı yoksa sevaplar mı ağar basacak diye terazinin
diline bakarlar. Bu durum, korkunç bir durumdur. Bu sırada mahlukâtn akılları yerinden oynar.

Hasan Basrî şöyle rivayet ediyor: Hz. Peygamber'in (s.a) mübârek başı Hz. Aişe'nin kucağında
bulunuyordu. Hz. Peygamber uyukladı. Hz. Aişe âhireti hatırladığı için göz yaşları akacak
derecede ağladı ve Hz. Peygamber'in yanağı üzerine düştü. Hz. Peygamber uyanıp 'Ey Âişe! Seni
ağlatan nedir?' diye sordu. Hz. Aişe 'Âhireti hatırladım. Acaba siz peygamberler kıyamet gününde
ehlinizi hatırlayacak mısınız?' dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:


Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz; zira orada
hiç kimse nefsinden başkasını düşünmez: a) Teraziler kurulduğu ve ameller tartıldığmda,
âdemoğlu terazisinin hafif veya ağır olduğunu görünceye kadar, b) Sahifeleri verildiğinde kitabını
sağ eliyle mi yoksa sol eliyle mi tutacağını görünceye kadar, c) Köprünün yanında!208

Enes'ten şöyle rivayet edilir: "Âdemoğlu kıyamet gününde getirilerek terazinin iki kefesi arasında
durdurulur. Ona bir melek vekil edilir. Eğer mizanı ağır basarsa, o melek bütün mahlûkâtın
duyabileceği bir sesle Falan adam ebedî bir saadete erdi!' diye bağırır. Eğer terazisi hafif gelirse
mahlûkâtın işitebileceği bir sesle Talan adam ebedî saadete asla eremez!' diye bağırır. Hasenelerin
kefesi hafif olunca zebaniler, ellerinde demirden yapılmış tokmaklar, sırtlarında ateşten yapılmış
elbiseler olduğu halde gelirler. Ateşin nasibini alıp ateşe doğru götürürler".

Hz. Peygamber (s.a) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:


Allah Teâlâ, o günde Âdem'i (a.s) çağırarak 'Ey Âdem! Kalk! Cehennem grubunu gönder!' der.
Bunun üzerine Âdem 'Cehennem grubu ne kadardır?' der. Allah Teâlâ 'Her bin kişiden dokuzyüz
doksan dokuzu' der.

Ashab-ı kiram bu hadîsi işittikleri zaman yasa boğuldular. Artık hiç kimse gülerken görünmedi.
Hz. Peygamber (s.a) ashabının durumunu görünce şöyle dedi:

Amel ediniz! Müjdeleniniz! Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah yemin ederim. Sizin
beraberinizde dünyada iki grup mahlûk vardır ki kimle mukayese edilirse edilsin onlarla beraber
ademoğulları ile şeytan zürriyetinden helâk olanlar yine de az ve eksiktir; yani cehennemliklerin
çoğunu onlar teşkil eder.
'Ya Rasûlullah! O iki grup mahlûk kimlerdir?' diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Onlar
Ye'cüc ve Me'cücdürler'.

Bunun üzerine ashabın üzüntüsü gitti. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:


Çalışın! Müjdelenin! Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, siz kıyamet
gününde insanlar arasında ancak devenin yan tarafında (veya hayvanda) bulunan bir nişan
gibisiniz!209

208) Ebû Dâvûd


209) Müslim, Buhârî

*38.Hasımlar ve Hakların İadesi

Mizan'ın dehşet ve tehlikesini, gözlerin terazinin diline dikildiğini anladın.


Kimin tartıları ağır gelirse o hoş bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif gelirse, artık onun anası
(bağrına atılacağı) Hâviye'dir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir.
(Kâria/6-11)

Terazinin tehlikesinden, ancak dünyada nefsini hesaba çeken, şeriatın mizanıyla amellerini ve
sözlerini, tartan bir kimse kurtulur. Nitekim Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Hesaba çekilmeden
önce, nefsinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın!'

Kişinin nefsini hesaba çekmesi; ölmeden önce kesin bir tevbe ile her günahtan tevbe etmesi,
Allah'ın farzlarında yapmış olduğu kusuru telafi etmesi, zulmen almış olduğu malları geri
vermesi, diliyle, eliyle ve kalben kötü zanda bulunmasıyla kime taarruz etmişse, helâl ettirmesi,
kalplerini hoşnut etmesi demektir ki üzerinde bir zulüm ve farz kalmadığı halde ölsün! İşte bu
kimse hesapsız cennete girer.

Eğer sahiplerine haklarını vermeden önce ölürse, hasımlar etrafını çepeçevre sarıp kimi elinden
tutar, kimi saçından, kimi yakasından. Biri 'Bana zulmettin', öbürü 'Benimle alay ettin', bir
başkası 'Hoşuma gitmeyen birşey ile aleyhimde konuştun', başka biri de Benimle komşuluk
yaptın, komşuluğumu istismar ettin', bir diğeri 'Benimle iş yaptın, beni kandırdın', öbürü
'Benimle alış veriş yaparak beni kandırdın. Sattığın malın ayıbını bana söylemedin', başka biri
'Bana sattığın malın fiyatında yalan söyledin', öbürü 'Beni muhtaç olarak gördün de, zengin
olduğun halde bana yedirmedin', beriki 'Beni mazlum olarak gördün. Zulmü benden defetmeye
kudretin olduğu halde zâlime yağcılık edip hakkıma riayet etmedin' der.

Sen bu durumda iken bir de bakarsın hasımlar tırnaklarını sana batırmışlar, ellerini de yakana
yerleştirmişler, sen de onların çokluğundan şaşakalmışsın. Öyle ki hayatında kendisiyle bir
dirhemlik alış veriş yaptığın veya bir mecliste kendisiyle oturduğun tek kişi kalmaz ki gıybetini
yapmak, ihanet etmek ve hakaret gözüyle bakmak suretiyle onun hakkı sana geçmemiş olsun. Sen
ise onlarla mücadele etmekten zayıf düşmüş bir durumdasındır. Bütün ümidin, tek dayanağın
olan Allah'a boynunu uzatıp seni onların elinden kurtarmasını dilersin. İşte tam o sırada kulağına
Allah Teâtâ'nın (c.c) sesi gelir:
Bugün her can, kazandığı ile cezalandırılır. Bugün zulüm yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.
(Mü'min/17)

İşte o anda kalbin heybetten çatlar. Helâk olacağını kesinlikle anlar, Allah Teâlâ'nın
peygamberinin. seni korkuttuğu noktaları hatırlarsın.

Zâlimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı
bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp
bakmayacak. Kalplerinin içi bomboş havadır. İnsanları, kendilerine azabın geleceği şu günden
uyar! (İbrahim/42-44)

İnsanların haysiyetlerini pay u mâl etmek ve mallarını yemekle, bugün dünyada sevincin çok
fazladır. Fakat o günde adalet yaygısı üzerinde huzurda durduğunda, siyaset hitabıyla şifahen
seninle konuştuğunda, müflis, fakir, aciz, kıymetsiz, hiçbir hakkı reddetmeye gücü yetmez veya
özür belirtmeye takati olmayan bir kimsesin! O günde senin üzüntün çok şiddetli olacaktır. İşte o
zaman hayatın boyunca zorluklara katlanarak elde ettiğin sevapların senden alınır, hasımlarına
verilir.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


- Bilir misiniz müflis kimdir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim ıstılahımızda müflis ne dinarı, ne dirhemi ve ne de malı kalmamış
kimsedir.
- Benim ümmetimden müflis olan o kimsedir ki kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla Allah'ın
huzuruna gelir de şu adama küfür, öbür adama iftira etmiş, berikinin malını yemiş, öbürünün
kanını akıtmış, diğerine vurmuştur. Bu bakımdan sevaplarından alınır şuna buna verilir. Böylece
sevapları tükenir. Fakat hâlâ üzerindeki haklar tamamen ödenmiş değildir. Bu sefer hak
sahiplerinin günahlarından
alınır, onun üzerine yüklendikten sonra cehenneme atılır.210

Bu bakımdan böyle bir günde (mâsiyetine veya) musibetine dikkatle bak! Zirâ riyanın
âfetlerinden, şeytanın hilelerinden sağlam kalan hiçbir sevabın yoktur! Eğer uzun bir müddette
bir tek sevabın bunlardan sağlam kalırsa, onu da hasımların çarçabuk elinden alırlar. Gündüzün
orucuna, gecenin ibadetine devam ettiğin halde, nefsini hesaba çekersen, ömründen giden her
günde müslüman-lar hakkında gıybet ettiğini ve bunun da bütün sevaplarını yok ettiğini anlarsın.
Bir de işlediğin diğer günahları düşün. Haram ve şüphelilerden yemek, ibadetlerde kusur yapmak
gibi! Acaba boynuzsuz hayvanın hakkının boynuzlu hayvandan alınacağı bir günde zulümle
aldıklarının cezasından kurtulmayı nasıl ümit edersin?

Ebû Zer, Hz, Peygamberin toslaşan iki koçu görünce şöyle buyurduğunu rivayet eder:
- Ey Ebû Zer! Biliyor musun bunlar neyin hakkında toslaşıyorlar?
- Hayır!
- Fakat Allah Teâlâ bilir ve kıyamet gününde bunların arasında hükmeder.211

Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (onlar da) sizin gibi birer
ümmet olmasınlar. (En'ârn/38)

Ebû Hüreyre (r.a) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: "Bütün mahlûklar, kıyamet gününde
haşrolunur. Allah'ın adaleti boynuzlu koçtan boynuzsuzun intikamını alır. Sonra ona 'Toprak ol!'
emrini verir! İşte o zaman, kâfirin 'keşke ben toprak olaydım' dediği zamandır".

Ey miskin! Amel sahifenin, uzun zahmetler çektiğin halde sevaplardan boş olduğunu gördüğün
bir günde halin ne olacaktır? O gün Benim sevaplarım nerede?' dersin. Sana 'Hasımlarının sahi-
felerine nakledildiler!' cevabı verilir. Defterini, işlememek için sabrettiğin günahlarla dolu
görürsün ve 'Yârab! Bunlar asla işlemediğim günahlardır (nerden geliyorlar?)' dersin. Buna
karşılık sana denilir ki: 'Dünyada gıybetlerini yaptığın, küfrettiğin, kendilerine kötülükle
kasdettiğin, alışverişte, komşulukta, konuşmakta, münazarada, müzakerede, okumakta ve diğer
şeylerde aleyhlerinde bulunduğun kimselerin günahlarıdır'.

İbn Mes'ud, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Şeytan, Arap yarımadasında putperestlikten ümidini kesip küçük günahlara razı oldu. O küçük
günahlar yok edicidirler. Bu bakımdan gücünüz yettiği kadar zulümden sakının. Çünkü kul,
kıyamet gününde dağlar kadar ibadetlerle Allah'ın huzuruna gelir. Zanneder ki bu ibadetler onu
kurtaracaktır. Bu durumda bir kul gelir der ki: 'Yârab! Falan adam bana zulüm yaptı.Bunun
üzerine Allah Teâlâ '(Ey melek) onun sevaplarından sil!' der. Böylece durmadan onun
sevaplarından silinir. Öyle ki sevaplarından birşey kalmaz. Bunun misali, bir sahraya inen
misafirlerin misâ-line benzer ki onların yanında yakacak odun yoktur. Odun toplamak için her
biri bir tarafa dağılır. Az bir zaman sonra ateşlerini büyütürler ve istediklerini yaparlar. İşte
günahlar da böyledir.212
(Ey Rasûlüm!) Sen de öleceksin ve onlar da ölecekler. Sonra siz kıyamet günü rabbinizin
divanında davalaşacaksınız. (Zümer/30-31)

Bu ayet indiğinde Zübeyr b. Avvam 'Acaba dünyada aramızda olan hâdiseler günahların
özellikleriyle beraber tekrar edilecek mi? diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Siz her hak sahibinin
hakkını ödeyinceye kadar tekrar edilecektir' dedi. Zübeyr 'Allah'a yemin olsun, iş çok şiddetlidir'
dedi.213

Zerre kadar dahi müsamaha edilmeyen gün ne şiddetlidir? O günde bir yumruktan dahi
vazgeçilmez. Söylenilen bir kelimeden, mazlum için zâlimden intikam alınıncaya kadar
vazgeçilmez.

Enes Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Allah Teâlâ kullarını çıplak, beti benzi uçuk ve beraberlerinde hiçbirşey olmadığı halde haşreder,
Hz. Peygamber'e hadîsin metninde geçen 'Bühmen' kelimesini sorduk. Dedi ki: Beraberlerinde
birşey yoktur. Sonra Allah Teâlâ öyle bir sesle çağırır ki yakın olan bir kimse işittiği gibi, uzak olan
da işitir: Pâdişah benim! Şiddetle ceza veren benim! Bir şamar dahi olsa, cennet ehlinden bir
kimseden cehennemlik bir kimsenin hakkı alınıncaya kadar cennete giremez. Cehennemliklerden
bir kimsenin boynunda cennetliklerden birinin hakkı olduğu zaman cehenneme girmesi uygun
olmaz tâ ki ondan o intikam alınıncaya kadar!
-Bu nasıl olur? Biz çıplak, betimiz ve benzimiz uçuk ve beraberimizde hiçbir şey olmadığı hâlde
Allah'ın huzuruna geliriz!
-
Sevaplar alınır, günahlar yüklenilir. Bu bakımdan ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun! Kulların
mallarını almak, ırzlarına taarruz etmek, kalplerini daraltmak, aranızdaki ilişkilerde
zulmetmekten sakının; zira kul ile Allah arasında bir özellik vardır. Bu bakımdan ona affetmek
daha sür'atle varır. Kül birçok zulüm yapmış fakat onlardan tevbe etmişse, zulme uğrayanlardan
helâllik istemek veya ettirmek imkânsız ise, bâri kısas günü için fazlasıyla sevaplar işlesin.
Sevaplarının bir kısmını gizlice, ihlâs ile işleyip Allah'tan başkasını muttali etmesin. Bu durumun
onu Allah'a yaklaştırması umulur. Böylece Allah'ın, kulların zulümlerini kendilerinden defetmesi
için dostlarına sakladığı lütfuna nâil olur.
Enes şöyle rivayet eder: Bir ara Hz. Peygamber'! oturmuş ön dişleri görünecek şekilde güldüğünü
gördük. Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ve babam sana feda olsun! Seni güldüren nedir?
- Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi Allah'ın huzurunda durup biri şöyle der: 'Yârab! Benim bu
kardeşimin bana yaptığı zulmün intikamını al!' Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Kardeşine yapmış
olduğun zulmü öde!' der. O da 'Yârab! Sevablarımdan birşey kalmadı ki!' der. Allah Teâlâ hak
sahibine der ki: 'Sen ne yapacaksın? Baksana onun sevabından birşey kalmamış'. Hak sahibi
'Yârab! Günahlarımdan yüklensin!' der.
Bunun üzerine Hz. Peygamber'in gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:
Muhakkak ki o gün, tehlikesi Süyük bir gündür. O öyle bir gündür ki insanlar, kendi günahlarının
başkası tarafından taşınmasına muhtaç olurlar.

Bu manzara karşısında Allah-u Teâlâ, hak sahibine 'Başını kaldır cennetlere bak!' buyurur. Bunun
üzerine hak sahibi başını kaldırır ve der ki:
- Yârab! Gümüşten yapılmış şehirler, incilerle süslenmiş altından yapılmış yüksek binalar ve
köşkler görüyorum. Acaba bunlar hangi peygamberindir veya hangi sıddîkındır veya hangi
şehidindir?
- Kim onun bedelini verirse onundur!
- Onun bedeli iledir?
- Müslüman kardeşini affetmendir!
- Yârab! Ben onu affettim.
- Kardeşinin elinden tut, onu da cennete götür!
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Ey ashabım! Allah'tan korkun! Aranızdaki ihtilâfları ıslah edin! Muhakkak ki Allah mü'minlerin
arasını ıslah eder.214

Bu hadîs, şu noktaya dikkati çekiyor: Bu mertebeye ancak Allah'ın ahlakıyla ahlâklanma


sayesinde varılır, ö da insanların arasını bulmak ve diğer güzel ahlâklardır.

O halde, şimdi kendi nefsin hakkında düşün! Eğer sahifen kul haklarından boşsa veya hak sahibi
sana lütûfta bulunup seni affederse, ebedî saadete kavuşursan acaba sırtına rıza hilâtı giydirildiği,
şekavet olmayan bir saadete vardığın, etrafında yok olmayan nimetlerle nimetlendiğin halde
hüküm yerinden ayrılırken sevincin nasıl olur? O zaman kalbin sevinçten uçar. Yüzün bembe-yaz
olup, nûrlanır. Ayın ondördüncü gecesindeki dolunay gibi parlar. Bu bakımdan başını kaldırıp,
sırtın günahlardan boş olduğu halde mahlûklar arasında sallana sallana gezmeni, kavuştuğun
nimetlere ve haline bakarak içinde olduğun duruma gıpta ettiklerini, meleklerin önünde ve
arkanda yürüyerek, şahidlerin gözü önünde '(İşte bu) falan oğlu falandır. Allah ondan razı oldu ve
onu razı etti. Peşinde hiçbir zaman şekavet olmayan bir saadetle saadetlendi' diye bağırdıklarını
gözünün önüne getir! Acaba kıyamette sana verilen bu makam, dünyada riyakârlığın, yağcılığın,
zahirî süsün ve yapmacık hareketlerin ile halkın kalbinde olan mertebenden daha büyük değil
midir? Eğer ahiret mer-tebesinin bu mertebeden daha hayırlı olduğuna, aralarında benzerlik bile
bulunmadığına inanıyorsan katıksız bir ihlâs ile ahire-tin o mertebesini elde etmeye çalış. Allah'a
karşı plan muamelende doğru bir niyet ile hareket et! Zirâ bu nimetler ancak katıksız ihlâs ve
doğru niyetle elde edilir!

Eğer ikinci şık olursa ki ondan Allah'a sığınırız yani sahifende basit zannettiğin, esasında tehlikeli
olan bir günah çıkarsa Allah da ondan dolayı sana buğzederek 'Ey kötü kul! Benim lânetim senin
üzerine olsun. Yaptığın ibadeti kabul etmeyeceğim' dese, bu ses kulağına gelir gelmez, yüzün
simsiyah kesilir. Sonra melek-ler de Allah'ın gazabı için sana öfkelenerek 'Bizim ve bütün
mahlûkların lâneti senin üzerine olsun!' derler. O arada zebaniler sana doğru gelirler. Bütün
katılıkları, korkunçlukları ve dehşetli gö
rünüşleriyle sana çullanır, perçeminden tutar, serd yüzüstü halkın gözü önünde yerlerde sürürler.
Halk yüzünün siyahlığına, rezaletine bakarlar. Sen de azap ve helâkini isteyip durursun. Onlar ise
'Bugün, değil bir helâk ve azap, birçok helâk ve azabı çağır!' derler. Melekler 'Şu falanoğlu
falandır! Allah onun rezaletlerini keşfetmiş, günahlarından ötürü ona lânet etmiştir. Bu bakımdan
öyle bir şekavete düşmüştür ki o şekavetten sonra hiçbir zaman saîd olamaz!' diye bağırırlar.

Bu durum, çoğu kez kullardan gizli olarak işlemiş olduğun bir günahtan ötürü veya kulların
kalbinde yer etmek maksadıyla yaptığın ya da onlar nezdinde rezil olmaktan korktuğun için
işlediğin bir günahtan ötürü olur. Bu bakımdan senin cehaletin ne kadar da büyüktür! Zirâ geçici
dünyada Allah'ın kullarından küçük bir grubun nezdinde rezil olmaktan sakınırsın da o kocaman
mahşer halkının içinde sonsuz rezaletten korkmazsın. O rezalete, Allah Teâlâ'nm öfkesi, elem
verici azabı, zebaniler eliyle cehenneme sürülmek de eklenir.

İşte buraya kadar tasvirine çalıştığımız durumlar, senin durumlarındır. Oysa sen hâlâ en büyük
tehlikeyi sezmemektesin. O tehlike, sırat (köprü) tehlikesidir.

210) İmam Ahmed ve Tirmizî, (Ebû Hüreyre'den)


211) İmam Ahmed
212) İmam Ahmed, Beyhakî
213) İmam Ahmed
214) İbn Ebî Dünya, Hâkim

*39.Sırat

Takva sahiplerini, binek üzerinde ikram ile Rahmân'a götürdüğümüz gün, mücrimleri de yaya ve
susuz olarak cehenneme sürdüğümüz (gün)! (Meryem/85-86)

Onları cehennemin yoluna götürün. Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.
(Saffat/23-24)

Bütün bu dehşetlerden sonra Allah Teâlâ'nın bu ayetleri hakkında düşün! Bu dehşetlerden sonra
insan köprüyü geçmek için sevkolunur. Köprü, cehennem üzerine kurulmuş kılıçtan keskin ve
kıldan incedir! Kim şu dünya âleminde dosdoğru bir yol üzerinde bulunursa, ahiret köprüsü
üzerinde hafif olup kurtulur.
Dünyada istikametten ayrılan, yükünü günahlarla ağırlaştırıp isyan eden, köprüye ilk attığı
adımda kayar ve helâk olur. Şu anda köprüyü ve inceliğini gördüğünde kalbine girecek korkuyu
düşün. Köprüyü gördükten sonra gözün köprünün altındaki simsiyah cehenneme ilişir. Sonra
kulağına ateşin şiddetli sesi, öfkesi gelir. Halinin zayıflığına, kalbinin ızdırabına, ayağının
titremesine rağmen, kıldan ince kılıçtan keskin köprü üzerinde yürümeye zorlanırsın. Oysa
günahlarla ağırlaşan bu bedenle yeryüzünde bile yürümen zordur. Acaba bir ayağını köprünün
üzerine koyduğunda keskinliğini hissettiğin, önünde insanların kayıp düştükleri ve cehennem
zebanileri tarafından çengellerle çekildikleri zaman ikinci ayağını kaldırmaya mecbur olduğun
zaman durumun ne olacaktır? Onların ateşe baş aşağı nasıl düştüklerini, ayaklarının havada nasıl
kaldığını müşahede ettiğinde durumun ne olacaktır? Bu manzara korkunç bir manzaradır. Ne
zahmetli bir yokuş, ne dar bir geçittir orası! Öyle ise köprü üzerinde sırtında günahların ağırlığı
olduğu halde yürüdüğünü, köprüye çıktığını ve halkın cehenneme yuvarlandıklarını müşahede
ettiğini,, Hz. Peygamberin (s.a) 'Yâ rabbî! Selâmet kıl! Selâmet kıl!' dediği ce-hennemin
derinliğinden azap ve helâk isteyenlerin sesinin kulağına yükselip geldiğini, köprü üzerinden
birçok insanların kayıp düşüşünü gördüğünde durumunu düşün. Acaba ayağın kayarsa,
pişmanlığın sana fayda vermezse helâk olmayı isteyip İşte benim korktuğum buydu! Keşke
hayatım için tedbir alsaydım. Keşke peygamberle beraber yol edinseydim! Vay hâlime! Keşke
falanca adamı dost edinmeseydim. Keşke toprak olsaydım. Keşke unutulmuş olsaydım. Keşke
annem beni doğurmasaydı' dediğinde halin nice olur?

İşte o zaman ateş seni yaka paça yakalar! Bir tellâl şöyle bağırır: 'Cehennemde ümitsiz olun!
Benimle konuşmayın.

Bağırmaktan, inlemekten,, derinden nefes almak ve imdâd is-temekten başka yol kalmaz. Acaba
bütün bu tehlikeler önünde olduğu halde şimdi aklını nasıl görürsün? Eğer bunlara inanmıyorsan,
kâfirlerle beraber cehennem derekelerinde ebedî kalırsın? Eğer inanmış, fakat gaflete dalıp
hazırlanmak hususunda gevşeklik göstermişsen zararın ve tuğyanın ne büyüktür? İmanın seni
Allah'ın rızasına, ibadet yapıp, günahları terketmeye yöneltmezse, o imanın sana ne faydası
yardır? Eğer önünde köp-rünün dehşetinden başka bir dehşet olmasa, köprünün üstünden
sağlam geçsen dahi, o geçişin tehlikesinden duyulan korku da sana yeter!

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Köprü, cehennemin parçaları arasında kurulur. Köprüyü peygamberlerden, ümmetiyle beraber ilk
geçen ben olurum. O gün peygamberlerden başkası konuşamaz. O günde peygamberlerin duası
'Yârab! Selâmet kıl! Yârab Selâmet kıl!' şeklindedir.
Cehennemde (çölde bulunan) s a'dan dikeni gibi çengeller vardır. Siz sa'dan dikenini gördünüz
mü?
- Evet ya Rasûlullah gördük!
- O çengeller sa'dan dikeni gibidirler. Onların büyüklüğünü Allah'tan başkası bilmez. İnsanlar
amellerinden ötürü tutulur. Onlarından kimi amelinden ötürü helâk olur, kimi küçülür, sonra
kurtulur.215

Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçer. O köprünün üzerinde demir dikenler, çengeller
vardır. Sağdan soldan insanları kaparlar. Köprünün iki tarafında melekler vardır. O melekler
derler ki: "Yârab! Selim kıl! Yârab! Selâmet bırak!' İnsanların kimi şimşek gibi geçer, kimi rüzgâr
gibi, kimi at gibi, kimi süratli bir yürüyüşle, kimi normal bir yürüyüşle yürür, kimi sürüngenler
gibi sürünür, kimi zorlukla yürür. Cehennem ehline gelince, onlar cehennemde ne ölürler, ne
yaşarlar. Bazı insanlar birtakım günah ve hatalardan dolayı muâhaze olunurlar. Yanarlar, kömür
olurlar, sonra şefaat için izin verilir.216
Böylece hadîsin sonuna kadar zikretti.

İbn Mes'ud, Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:


Allah, öncekileri ve sonrakileri belli bir günde toplar. Kırk gün ayakta gözleri göklere dikili
vaziyette hükmün faslını beklerler.217

Râvî hadîsi 'Mü'minlerin secde vakitlerini belirten kesimine varıncaya kadar' zikredip şöyle dedi:
Sonra mü'minlere 'Başlarınızı kaldırın!' denir. Mü'minler başlarını kaldırır. Onlara amelleri
nisbetinde nurları veri-lir; kimine büyük bir dağ gibi nur verilir. O nur onun önünde yürür,
kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine ondan daha küçük bir nur verilir, kimine bir
hurma ağacı kadar, kimine daha küçük bir nur verilir. Hatta so-nuncuları olan bir kişiye ayağının
baş parmağı üzerinde bir nur verilir. O nur bazen ışık verir. Bazen de söner. Işık verdiğinde
ayağını atar, yürür. Söndüğünde yerinde kala-kalır.218
Sonra Hz. Peygamber (s.a), onların nurları nisbetinde köprü üzerinden geçtiklerini zikretti:
Onlardan kimi gözün kapanıp açılması kadar çabuk geçer, kimi şimşek gibi, kimi bulut gibi, kimi
kayan yıldız gibi, kimi atın koşusu gibi, kimi bir erkeğin koşusu gibi geçerler. Hatta nuru ayağının
baş parmağında verilen kimse, geçerken yüzüstü, eller ve ayaklar üstünde emekler. Bir elini çeker,
diğer eliyle tutar. Bir ayağı tutar, diğer ayağı çeker. Ateş onun yanlarına kadar gelir.

Râvî der ki: O kurtuluncaya kadar böyle olur. Kurtulunca köprünün başında durur ve 'Hamd
Allah'a mahsustur. Muhakkak Allah Teâlâ bana öyle bir nimet verdi ki hiç kimseye verilmemiştir;
zira cehennemi gördükten sonra beni cehennemden kurtardı' der. Böylece onun elinden tutulur,
cennet kapısında bulunan bir göle götürülür ve yıkanır, temizlenir.

Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:


Köprü, kılıcın keskinliği veya kılın inceliği gibidir. Melekler mü'min erkekler ile mü'min kadınları
kurtarırlar. Cebrâil (a.s) benim belim (kemerim)den tutar. Ben 'Ey rab! Selim kıl, selim kıl!'
derim. O günde kayan erkekler ile kayan kadınlar pek çoktur.219

İşte bunlar köprünün dehşet ve felâketleridir. Öyle ise köprü (sırat) hususunda uzunca düşün.
İnsanların kıyamet dehşetlerinden en sağlam kalanı dünyada iken bu hususta çok düşünenidir.
Allah Teâlâ iki korkuyu bir araya getirmez. Kim dünyada iken bu dehşetlerden korkarsa, âhirette
bunlardan emin olur. Korkudan gayem, kadınların rikkati (inceliği) gibi bir rikkat değildir ki bu
durumları dinlediğin zaman gözün yaşarıp kalbin rikkate gelir. Fakat az bir zaman sonra unutur,
tekrar oyuna dalarsın. Bu tür rikkat korku değildir. Herhangi birşeyden korkan bir kimse, ondan
kaçar. Herhangi birşey uman bir kimse onu arar. Seni kurtaracak olan korku, seni Allah'ın
yasaklarından menedip, ibadetine teşvik eden korkudur. Kadınların rikkatinden daha uzağı,
ahmakların korkusudur. Ahmaklar bu dehşetleri dinledikleri zaman, dilleriyle istiâze ederler.
Onlardan biri şöyle der:
Allah'tan yardım talep ediyoruz. Allah'a sığmıyoruz! Yâ rabbî! Bizi kurtar, kurtar!'

Oysa onlar bu sözlerine rağmen helaklerinin sebebi olan günahlarda ısrar ederler, Bu bakımdan
şeytan, böyle kimselerin istiazesine güler. Sahrada bulunduğu ve arkasında bir kale olduğu halde
kendisine saldıran yırtıcı hayvandan kaçıp kaleye sığınmaz da hayvanın saldırısına rağmen diliyle
'Senin şerrinden şu aşılmaz kaleye sığmıyorum! Bu kalenin yıkılmaz binasından ve kuvvetli
temelinden yardım talep ediyorum' diyen bir kimseye gülündüğü gibi, böyle ahmaklara da
gülünür.

Bir kimse yerinde oturduğu halde bu duayı yaparsa bu dua, bu kimseyi yırtıcı hayvandan nasıl
kurtarır?
Ahiretin dehşetleri için de ancak doğru olarak 'Lâ ilâhe illâllah' demek kaledir. Doğru olmasının
mânâsı; Allah'tan başka se-nin için bir maksûd ve mabudun olmaması demektir. Kim hevasını
ilah edinmişse, o kimse tevhid hususunda doğruluktan uzaktır. O kimsenin durumu tehlikelidir!

Eğer bütün bunları yapmaktan aciz isen, Hz. Peygamber'e muhib ol! Onun sünnetini yüceltmeye,
ümmetinden salihlerin kalplerini gözetmeye gayret et! Salih kimselerin dualarıyla bereketlen, Bu
takdirde, onun veya onların şefaatine nail olup sermayen az olsa da şefaat sayesinde kurtulman
umulur!

215) Müslim, Buhârî


216) Müslim, Buhârî
217) Müslim
218) İbn Adîy, Hâkim
219) Beyhakî, Şuab'ul-İman

*40.Şefaat

Mü'minlerin bazı taifelerine cehenneme girmek sabit olduğu zaman Allah Teâlâ fazlıyla onlar
hakkında peygamber ve sıddîklarm şefaatini kabul eder.220 Hatta âlim ve salihlerin şefaatini aile
efradı, akrabaları, dostları ve tanıdıkları hakkındaki şefaatini de kabul eder. Bu bakımdan onların
şefaatini kazanmaya gayret et! O da şu şekilde elde edilir:

Hiçbir kimseyi şahsından ötürü tahkir etmemelisin.221 Çünkü Allah Teâlâ, velîlerini kullarının
içinde gizlemiştir. Kendisiyle alay edilen kimsenin Allah'ın velîsi olma ihtimali vardır. Hiçbir
günahı küçük sayma, çünkü Allah Teâlâ gazabını günahların içinde gizlemiştir. Küçük saydığın
günahta Allah'ın gazabının olması mümkündür. Hiçbir ibadeti azımsama, çünkü Allah Teâlâ
rızasını ibadetinde gizlemiştir. Allah'ın rızasının o azımsanan ibadette olması mümkündür. Bazen
o ibadet güzel bir söz, helâl bir lokma, güzel bir niyet veya onların yerine geçen bir hareket
olabilir. Şefaatin delilleri Kur'an-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde çoktur.
Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın! (Duha/5)

Rabbim! Onlar insanlardan bir çoğunu şaşırttılar. Artık bundan böyle kim bana uyarsa o
bendendir, kim bana isyan ederse, muhakkak ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin.
(İbrahim/36)

Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındandır.(Mâide/118)

Amr b. el-As rivayet ediyor ki Hz. Peygamber (s.a), Hz. İbrahim'in ve Hz. İsa'nın yukarıdaki
sözlerini okuduğu zaman, el-lerini kaldırdı, 'ümmetim, ümmetim' dedikten sonra ağladı. Bunun
üzerine Allah Teâlâ (ce) şöyle buyurdu: "Ey Cebrail! Muhammed'e git! Ona 'Seni ağlatan ne idi?'
diye sor". Cebrail Hz. Peygamber'e gelip sorunca, Hz. Peygamber Cebrail'e ağlamasının sebebini
anlattı. Oysa Allah, peygamberinin durumunu daha iyi bi-liyordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ
Cebrail'e dedi ki:
Ey Cebrail! Muhammed'e git! Ona de ki: Muhakkak biz ümmetin hakkında seni razı edeceğiz.222

Bana beş şey verildi ki benden önce hiçbir kimseye verilmemiştir:


a) Bir aylık mesafede bulunduğum halde korku ile düşmanıma galebe çaldım,
b) Bana ganimetler helâl kılındı. Oysa benden önce peygamberlerden hiç kimseye helâl
kılınmamıştı,
c) Yeryüzü bana ve ümmetime mescid, toprağı da 'temizleyici' kılındı. Ümmetimden bir kimse
namaz vakti geldiğinde namazını olduğu yerde kılsın!
d) Bana şefaat verildi,
e) Her peygamber sadece kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.223

Kıyamet günü geldiğinde, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurum. Bunu
övünmek için söylemiyorum.224

Ben âdem evladının efendisiyim. Bu sözümde övünme yok! Ben kabrinden çıkan ilk insanım. Ben
ilk şefaat edenim. Ben ilk şefaati kabul olunanım. 'Liva'ül-Harnd' benim elimdedir. Adem ve
ondan sonra gelenler o bayrağın altında toplanırlar.225
Her peygamberin kabul olunan bir duası vardır. Ben o duamı, kıyamet gününe ümmetime, şefaat
olarak saklamak istiyorum.226

İbn Abbas, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Peygamberlere altından yapılmış minberler kurulur. Peygamberler onların üzerinde otururlar.
Benim minberim boş kalır, onun üzerinde oturmam. Rabbimin huzurunda ayakta durup şöyle
niyazda bulunurum: 'Ey rabbim! Benim ümmetim ne olacaktır?' Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle
buyurur: 'Ey Muhammed! Sen ümmetine ne yapmamı istiyorsun?' Derim ki: 'Yârab! Onların
hesabını acele yap!' Ben şefaat ederim. Hatta elime cehenneme gönderilen kişilerin ismi yazılı
kurtuluş belgeleri verilir ve cehennem bekçisi Mâlik der ki: 'Ey Muhammed! Ateş, rabbinin
öfkesinden ötürü ümmetinden hiç kimseyi bırakmadı'.227

Kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan daha fazla kimseler için şefaat ederim.228

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber'e bir kol eti getirildi. Zaten kol etini severdi.
Etten ön dişleriyle parçalar koparıp yedikten sonra şöyle dedi:

Kıyamet gününde insanların efendisiyim. Bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah Teâlâ
öncekileri ve sonrakileri bir toprakta toplayacaktır. Öyle ki bağıran onlara sesini duyuracak, göz
onları görecek ve güneş onlara yaklaşacaktır. İnsanlar, üzüntüden tahammül edilmeyecek bir
duruma gelecekler. İnsanlar birbirine 'Başınıza geleni görmüyor musunuz? Rabbinizin yanında
size şefaat edecek bir kimseyi araştırmayacak mısınız?' diyecektir. Bunun üzerinde insanlar
birbirlerine 'Adem'e (a.s) gidin!' derler.

Âdem'e (a.s) gelip 'Sen beşerin babamızsın. Allah seni kudret eliyle yarattı. Ruhundan sana
üfürdü. Meleklere sana secde etmelerini emretti. Öyle ise bizim için rabbinin katında şefaatte
bulun. İçinde bulunduğumuz felâketi ve vardığımız noktayı görmüyor musun?' derler. Bunun
üzerine Adem (a.s) 'Rabbiniz öyle öfkelenmiş ki daha önce böyle öfkelenmediği gibi sonra da
öfkelenmez. Rabbim cennet ağacından yemekten beni menetti. Ben onun emrinin hilâfına hareket
ettim. Nefsim, nefsim! Siz benden başkasına gidiniz! Siz Nuh'a gidiniz' der.

Böylece Onlar Nuh'a (a.s) varıp 'Ey Nuh! Sen yeryüzü ehline gönderilen ilk rasûlsün! Allah Teâlâ
sana 'Çokça şükreden bir kul' demiştir. Rabbinin katında bizim için şefaatte bulun! İçinde
bulunduğumuz durumu görmez misin?' Nuh (a.s) der ki: 'Rabbim bugün öyle bir öfkelenmiştir ki
bunun gibi ne daha önce, ne bundan sonra öfkelenmemiş ve öfkelenmez. Benim bir duam vardı.
Kavmimin aleyhinde o duamı yaptım. Bu bakımdan ben ancak nefsimle meşgulüm. Siz başkasına
gidiniz, İbrahim Halîlullah'a gidiniz!'
Böylece onlar İbrahim Halîlullah'a varırlar. İbrahim Halîlullah'a derler ki: 'Sen Allah'ın
peygamberi ve yeryüzünün sakinleri arasında onun dostusun. Rabbin katında bize şefaat et!
İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine İbrahim Halîlullah der ki: 'Rabbim
bugün öyle öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de gelecekte böyle öfkelenir. Ben
daha önce üç defa hilâf-ı hakîkat beyanda bulundum'. (O üç şeyi belirttikten sonra şöyle de) 'Ben
ancak nefsim için şefaatçi olurum.

Öyle ise siz Musa'ya gidin!' Böylece onlar Musa'ya (a.s) varırlar ve derler ki: 'Sen Allah'ın
Rasûlü'sün. Allah risalet ve konuşmasıyla seni insanlardan üstün kıldı. Bizim için rabbinin
katında şefaat et. İçinde bulunduğumuz durumu görmez misin?' Bunun üzerine Musa (a.s) der ki:
'Rabbim bugün öyle öfkelenmiştir ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle
öfkelenir. Ben bir adam öldürdüm. Ancak nefsim için şefaatçi olurum. İsa'ya (a.s) gidin!' Böylece
onlar İsa'ya varırlar ve derler ki: 'Ey İsa! Sen Allah'ın Rasûlü ve Meryem'in rahmine atılmış
kelimesisin. Allah'tan gelen ruhsun. Beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin katında bizim
için şefaatçi ol! İçinde bulunduğumuz dehşeti görmez misin?' İsa (a.s) der ki: 'Rabbim bugün öyle
öfkelenmiş ki ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra böyle öfkelenir'. İsa (a.s)
işlemiş olduğu bir zelleyi söyler ve 'Nefsim, nefsim' dedikten sonra Muhammed'in (s.a) yanına
gidin' der. Mahşer ehli bana gelip şöyle derler: 'Ey Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü,
peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını (zellelerini) affetti.
Rabbinin katında bizim için şefaatte bulun. İçinde bulunduğumuz 'dehşeti görmez misin?' Bunun
üzerine ben arşın altına varırım. Orada rabbim için secdeye kapanırım. Allah Teâlâ hamdlerinden
ve güzel övgüsünden bana öyle birşey açar ki benden önce hiç kimseye açmamıştır. Sonra der ki:
'Ey Muhammed! Başını sec-deden kaldır! İste! İsteğin verilecektir. Şefaat et? şefaatin kabul
olunacaktır'.

Başımı kaldırır ve şöyle derim: Tarab! Ümmetim, ümmetim!' Bunun üzerine denilir ki: 'Ey
Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları cennet kapılarının sağından içeri bırakacağım'!
Diğer kapılarda da insanların ortaklarıdırlar'.

Hz. Peygamber bütün bunlardan sonra şöyle buyurmuştur:


Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Cennet kapılarının iki yanları arasındaki
mesafe Mekke ile Hümeyra veya Mekke ile Busra arası kadar geniştir.229

Başka bir hadîste bu siyak, bu ibarelerin mânâları aynen vardır. Ancak o hadîste İbrahim'in
hataları (zelleri) zikredilmiştir. O da, yıldızlar hakkında 'Bu benim rabbimdir', kavminin putları
için 'Onları parçalayan en büyük puttur' ve 'Ben hastayım' sözleridir.

İşte bu şefaat, Hz. Peygamber'in şefaatidir. Ümmetinden âlim ve sâlihler de şefaat ederler. Hatta
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Râbia ve Mudar kabilelerinden daha fazla kimseler cennete
girecektir.230

Kişiye 'Ey falan kalk! Şefaat et' denir,


O da kalkıp bir kabile veya bir aile veya biriki kişi için ameli nisbetinde şefaat eder.231

Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Cennet ehlinden bir kişi, kıyamet gününde cehennem ehline görünür, cehennem ehlinden biri
onu çağırır:
- Ey falan. Beni tanıyor musun?
- Hayır! Tanımıyorum, sen kimsin?
- Dünyada benim yanımdan geçerek benden bir yudum su istedin de sana içirdim.
- Tanıdım!
- O halde bana o içirdiğim sudan dolayı rabbinin katında şefaatte bulun!
Bunun üzerine cennet ehli, zikri yüce olan Allah'tan dileyerek şöyle der: 'Ben cehennem ehline
göründüm. Cehennem ehlinden biri beni çağırıp 'Beni tanıyor musun?' dedi. Ben de 'Sen kimsin?'
diye sordum. Dedi ki: 'Ben o kimseyim ki dün-yada benden su istedin, sana su içirdim. Bu
bakımdan rabbin katında bana şefaatte bulun!' Öyleyse Yâ rabbelâlemîn! Onun hakkında beni
şefaatçi kıl!
Allah onun o kimse hakkındaki şefaatini kabul eder ve o kimsenin cehennemden çıkması
emrolunur.

İnsanlar haşre gönderildiklerinde, kabirlerden çıkan ilk insan benim. Rablerinin huzuruna
vardıklarında onların sözcüsü benim. Ümitsiz olduklarında onların müjdecisi benim. O gün
'Liva'ül-Hamd' (Hamd sancağı) benim elimdedir. Ben rabbimin katında Âdem evladının en
şereflisiyim. Bu sözümde övünme yoktur.
Ben rabbimin huzurunda cennetin hullelerinden birini giyerim. Sonra arşın sağ tavafında
dururum. Benden başka hiç kimse o makamda bulunamaz.232

İbn Abbas (r.a) şöyle diyor: Ashabtan bir grup oturup Hz. Peygamber'i beklediler. Hz. Peygamber
çıkıp onlara yaklaştığında aralarında müzakere ettiklerini gördü. Onlar diyorlardı ki:
- Hayret! Allah Teâlâ mahlûkundan İbrahim'i dost edinmiştir.
- Acaba Musa'nın (a.s) konuşmasından daha hayret vericisi var mıdır? Muhakkak Allah onunla
konuştu!
- İsa (a.s) Allah'ın kelimesi ve Allah'tan gelen ruhtur.
- Adem'i Allah seçti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara selâm verdi ve şöyle dedi:


Konuşmanızı, İbrahim'in Allah'ın dostu olduğunu takdir edişinizi dinledim. İbrahim'in (a.s)
Allah'ın dostu olduğu doğrudur. Musa (a.s) Allah ile konuşmuştur, bu da doğrudur. İsa (a.s)
Allah'tan gelen bir ruhtur ve Allah'ın kelimesidir, bu da doğrudur. Allah Adem'i (a.s) seçmiştir, bu
da doğrudur. Ben de Allah'ın habibiyim. Bununla böbürlenmem. Ben kıyamet gününde Liva'ül-
Hamd'ın taşıyıcısıyım. Bununla da övünmüyorum. Ben ilk şefaat eden ve ilk şefaati kabul
edilenim. Bununla da böbürlenmiyorum! Cennetin halkasını ilk çalan benim! Allah bana kapıyı
açar, cennete girerim. Benimle beraber mü'minlerin fakirleri de vardır. Bununla da
övünmüyorum! Ben öncekilerin ve sonrakilerin en şereflisiyim. Bununla da övünmüyorum.233

220) Mutezile ve Havâric mezhebinin bir kısmı, ateşe giren günahkârların şefaatle ateşten
çıkacakları görüşünü 'Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez' mealindeki ayet ve benzerleriyle
karşı çıkıp kabul etmemişlerdir,. Ehl-i Sünnet âlimleri ise bu hususta gereken cevapları
vermişlerdir. (Geniş bilgi için bkz. İthaf'us-Saade, X/485)
221) Ancak kâfir küfründen, fâsık fışkından, bid'atçı da bid'atımdan dolayı tahkir edilir. Zira Allah
Teâlâ zâlimlere açıkça lânet okumaktadır.
222) Müslim, (Abdullah b. Amr b. el-As'dan)
223) Müslim, Buhârî, (Câbir'den)
224) Tirmizî, İbn Mâce
225) Tirmizî, {hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said el-Hudrî'den)
226) Müslim, Buhârî
227) Taberânî, Evsat
228) İmam Ahmed ve Taberânî, (Büreyde'den hasen bir senedle)
229) Müslim, Buhârî. Hümeyra kelimesi yanlıştır. Hadîsin metninde Hacer kelimesi vardır ve
Hacer belli bir şehrin ismidir. Busra ise Şam diyarında bir kasabanın adıdır.
230) İbn Amr b. Semmak, (Ebû Umame'den), Ancak 'orada iki kabileden birisi kadar' tabiri
vardır. Bazı şeyhler o kişinin Hz. Osman olduğunu rivayet ederler. (İthaf us-Saatle, X/495)
231) Tirmizî
232) Tirmizî
233) Tirmizî

*41.Kevser Havuzu

Havz büyük bir ikramdır. Allah Teâlâ bu ikramı peygamberimize tahsis etmiştir. Hadîsler havzııı
vasfını belirtmiştir. Allah Teâlâ'dan ümidimiz dünyada havz hakkındaki bilgiyi, âhirette de onun
tadını bize nasip etmesidir; zira havzumun sıfatlarından biri şudur: Havzdan içen bir kimse hiçbir
zaman susamaz.

Enes (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a) bir ara uyukladıktan sonra tebessüm ederek başını
kaldırdı. Ashâb 'Ey Allah'ın Rasûlü! Neden güldün?' diye sordu. Hz. Peygamber 'Bana şimdi bir
ayet indi dedikten sonra Kevser sûresini okuyup şöyle dedi:
- Kevser'in ne olduğunu biliyor musunuz?
-Allah ve Rasülü daha iyi bilir.
- Kevser, bir nehirdir. Rabbim cennette onu bana va'detti. O nehrin üzerinde çok hayır vardır.
Onun yanında bir havuz var. Kıyamet gününde ümmetim o havuzun başında toplanacaklar. O
havuzun kapları gökteki yıldızlar kadardır.234

Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Cennette yürüdüğüm bir anda gözüme bir nehir ilişti. Nehrin iki kıyısına içi delikli inciden mâmûl
kubbeler ser-pilmişti. Cebrail'e dedim ki:
- Ey Cebrâil bu nedir?
- Bu, rabbinin sana verdiği kevserdir. Melek elini havuzun altına vurdu. Çamurunun halis misk
olduğunu gördüm.235

Yine Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Havzumun iki tarafının arasındaki mesafe, Medine ile San'a (veya Medine ile Amman) arasındaki
mesafe kadardır.236

İbn Ömer Kevser Sûresi inince Hz. Peygamberin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kevser cennette bir nehirdir. İki tarafı altından yapılmıştır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha
tatlı ve miskten daha güzel kokuludur. O su inci ve mercan kayaları üzerinde akar.237

Hz. Peygamberin âzadlısı Sevban b. Bücded, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki benim havuzumun mesafesi Aden ile Belka arası kadardır. Havuzumun suyu sütten
daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Havuzumun testileri gökteki yıldızlar kadardır. Kim ondan bir
yudum içerse, artık ebediyyen susamaz. Havza ilk varan muhacirlerin fakirleridir.238
Bunun üzerine Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar kimlerdir!
- Başları (yoksulluktan ötürü) tozlu toprakla elbiseleri pejmürde, nimetler içerisinde olan
kadınlarla evlenmeyen ve kendilerine baş olma kapıları açılmayan kimselerdir.

Bu hadîsi işitince Ömer b. Abdülazîz şunları söyledi: 'Yemin ederim, ben nimetler içerisinde
beslenen kadınlarla evlendim. Abdülmelik'in kızı Fâtıma ile evlendim. Bana riyaset kapıları açıldı,
(Öyleyse ben o havuza ilk varanlardan olamam). Ancak rabbim bana rahmet ederse o başka!
Bundan sonra başım kirlenmedikçe ona yağ sürmem. Elbisem kirlenmedikçe yıkamam.

Ebû Zer diyor ki: Hz. Peygambere 'Havuzun kabı nedir (veya ne kadardır?)' diye sordum, dedi ki:
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun! Havzun kapları, bulutsuz ve kapkaranlık
gecede parlayan gökteki yıldızların sayısından daha fazladır. O havuzdan içen bir kimse,
ebediyyen susamaz. Havuzun üzerinde son bulan, cennetten oraya iki musluk akar. Havuzun eni,
uzunluğu gibidir. Amman ile ile arasındaki mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha
tatlıdır.239

Semûre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Her peygamberin bir havuzu vardır. Her peygamber havuzuna gelen insanların fazlalığıyla iftihar
eder. Ben, benim havuzumun onların en kalabalığı olmasını umuyorum.240

İşte bu, Hz. Peygamber'in ümididir. Her kul havuza gidenlerin arasında olacağını ümit etmelidir.
Mağrur olup da ümit etmesin. Çünkü hasadı uman, tohumu eker, yeri temizler, sular, sonra
oturup Allah'tan ekini bitirmesini, kasırganın, dolunun ekine dokunmamasını niyaz eder. Nadas
etmeyi veya tarlayı temizleyip sulamayı terkedip de Allah'tan ekin ve meyve bitirmesini uman bir
kimseye gelince, bu kimse aldanmış ve kuruntuya kapılmış bir kimsedir. Bu kimse, Allah'ın fazlını
ümit edenlerden değildir. İşte
halkın çoğunun ümidi böyledir. Bu, ahmakların aldanışıdır. Aldanmak ve gafletten Allah'a
sığınıyoruz; zira tedbir almadan Allah'ın fazlına aldanmak, dünya ile aldanmaktan daha
tehlikelidir.
Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) Allah
ile sizi aldatmasın!(Fâtır/5)

234) Müslim
235) Tirmizî, (hasen olarak)
236) Müslim
237) Tirmizî, (hasen sahih olarak)
238) Tirmizî, (garîb olarak). Belka Şam diyarında bir beldenin adıdır.
239) Müslim
240) Tirmizî, (garîb olarak)

*42.Cehennem, Dehşeti ve Azabı

Ey nefsinden gafil! Yok olmaya yaklaşan ve şu fani dünyanın meşgaleleriyle aldanan kişi!
Kendisinden göç edip gideceğin dünya hakkında düşünmeyi bırak! Ebediyyen kalmak üzere
varacağın ahiret için düşün! Zira sana haber verilmiştir ki ateş, bütün insanların varacağı yerdir.

İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. «Bu, rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.
Sonra Allah'tan sakınanları kurtarırız ve zâlimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız.
(Meryem/71-72)

Senin cehenneme uğraman kesindir. Cehennemden kurtu-lacağın ise, şüphelidir. Öyleyse oraya
girme korkusunu düşün! Böylece ondan kurtulmak için hazırlık yapman umulur. Mahlûkların
hallerini düşün ki kıyametin dehşetlerinden çektik-lerini çekmişlerdir! Kıyametin üzüntü ve
dehşetleri içinde ve kıyamet haberlerinin hakikatini, şefaatçilerin şefaatini beklerken, ansızın
mücrimlerin etrafını karanlıklar kaplar. Onların üzerine alevli bir ateş gölge yapar. O ateşin nefes
alıp vermesini ve homurtusunu dinlerler. Bu homurtu da ateşin şiddetli öfkesinden haber verir.
İşte bu anda mücrimler helâk olacaklarına kesin gözüyle bakarlar. Ümmetler diz üstü çökerler,
Hatta günahtan beri olanlar bile bu kötü neticeden korkarlar. Zebanilerden bir tellâl çıkıp şöyle
bağırır:

Dünyada nefsini tûl-i emel ile aldatan, ömrünü kötü işlerde harcayan falan oğlu falan nerede?
Böylece demirden yapılmış tokmaklarla o kimsenin üzerine üşüşürler, tehditlerin büyükleriyle
onu karşılarlar. Onu şiddetli azaba sevkederler. Cehennemin derinliğine baş aşağı atarak şöyle
derler:
Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin. (Duhân/49)

Etrafları dar, yolları karanlık, tehlikeleri belli olmayan, içinde ebediyyen esir kalman, ateş yanan,
içindeki içkileri sıcak su olan bir yurtta bulunurlar. Ebedî kalacakları yer cehennemdir.
Zebanilerin tokmaklarıyla ezilirler. Cehennem kendilerini toplar. Onların, o yurttaki istekleri
helâk olmaktır. Fakat oradan kurtuluşları yoktur. Ayakları alınlarına bağlanmış, gözleri
günahlarının zulmetinden simsiyah kesilmiştir. O yurdun köşelerinden şöyle bağırırlar:

Ey Mâlik! Bize azap tatbik edildi! Bize vurulan prangalar ağır bastı. Ey Mâlik! Derilerimiz
pörsüdü! Ey Mâlik! Bizi buradan çıkar. Muhakkak ki biz bir daha kötülüklere dönmeyeceğiz.

Bunun üzerine zebaniler derler ki: 'Heyhât! Nereden çıkacaksınız? Artık temennilerin zamanı
geçmiştir. Zillet evinden sizin için çıkış yoktur. Orada ümitsiz olun, konuşmayın! Eğer siz, oradan
çıkarılmış olsanız "muhakkak yasaklandığınız şeylere tekrar dönersiniz!'

Onlar o anda ümitsiz olurlar. Allah'a karşı işlemiş oldukları suçlardan ötürü esef ederler. Fakat
pişmanlık onları kurtarmaz. Esef onlara fayda vermez. Onlar elleri bağlı olduğu halde yüz üstü
düşerler. Üstlerinde ve altlarında, sağ ve sollarında ateş vardır. Onlar ateş denizine dalmışlardır.
Yiyecekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Onlar ateşten cübbeler, katrandan
gömlekler giyer, tokmakların vuruşu ve zincirlerin ağırlığı altında kıvranırlar. Onlar cehennemin
dar geçitlerini geçmeye mecbur olurlar. Onun derekelerinde hurdahaş olurlar. Orada tir tir
titrerler. Kazanların kaynaması gibi ateş onları kaynatır. Onlar azap isterler, helâk isterler. Onlar
azabı istediklerinde başlarının üzerine hamım (sıcak su) dökülür. O hamîm ile onların içindeki
her şey erir. Onların derileri de erir.
Onlar için demirden yapılmış tokmaklar vardır. O tokmaklarla alınları kırılır. Ağızlarından irin
akar. Susuzluktan ciğerleri paramparça olur.Gözbebekleri yanakları üzerine akar. Yanaklarından
etleri düşer. Her taraftan kıllar düşmeye başlar. Hatta derileri düşer. Derileri pörsüdükçe onlara
başka deriler giydirilir. Kemikleri etten sıyrılır. Ruhlar, damarlar, kemikleri bağlayan asablarla
baki kalmıştır. Onlar, o ateşlerin alevleri arasında ümitsiz kalır. Onlar bu durumda ölümü
temenni ederler, fakat ölemezler.

Acaba yüzleri kömürden daha fazla siyahlaştığı, gözleri körleştiği, dilleri tutukluğu, belleri
kırıklığı, kemikleri hurdahaş olduğu, kulakları kesildiği, derileri yırtıldığı, elleri boyunlarına
bağlandığı, alınları ile ayaklan bir araya getirildiği, yüzleriyle ateş üzerinde yürüdükleri, gözleriyle
demir dikenlere bastıkları zaman onlara bakarsan senin durumun ne olacaktır? Ateşin alevleri
onların bedenlerinde gezer. Cehennemin yılan ve akrepleri, azalarına yapışır. Bu durumu
gördüğünde halin ne olacaktır?

İşte bu söylediklerimiz, onların hallerinden bir parçadır. Şimdi ise, dehşetlerinin tafsilâtına bir
bak. Cehennemin vadileri ve dereleri hakkında düşün;

zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadide yetmiş bin dere vardır. Her derede yetmiş bin
ejderha, yetmiş bin akrep vardır. Kâfir ve münafık bütün bunlardan geçmeden cehennemin altına
varamaz,241

Hz. Ali, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


- Hüzün kuyusundan (veya vadisinden) Allah a sığınırız!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Hüzün kuyusu (veya vadisi) ne demektir?
- Cehennemde bir vadidir ki cehennem her gün yetmiş defa onun şerrinden Allah'a sığınır, Allah
onu, Kur'ân okurken riyakârlık yapanlar için hazırlamıştır.242

İşte bu söylediğimiz cehennemin genişliği ve vadilerin derecelere bölünmesidir. Bunlar da


dünyanın vadileri ve şehvetleri ade-dincedir. Kapılarının adedi ise, kulun kendileriyle isyan ettiği
yedi âzanın adedi kadardır. O kapıların biri diğerinin üstündedir. En üstündekine Cehennem,
sonrakine Sekar, sonrakine Lezza, sonrakine Hutame, sonrakine Sair, sonrakine Cahîm,
sonrakine Hâviye denir.

Şimdi Hâviye'nin derinliğini dikkatle izle! Zira onun derinliğinin hududu tıpkı dünya
şehvetlerinin derinliğinin hududunun olmadığı gibi yoktur. Nasıl ki dünyanın bir ihtiyacı, insanı
daha büyük bir ihtiyaca götürürse, cehennemin Hâviye'si de kendisinden daha derin bir hâviyeye
götürür.
Ebû Hüreyre diyor ki: Hz. Peygamber ile beraberdik. O anda bir gürültü işittik. Bunun üzerine Hz.
Peygamber 'Biliyor musunuz, bu neyin düşüşüdür?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedik. Hz.
Peygamber şöyle dedi:
Bu bir taştır. Yetmiş sene önce cehenneme atıldığı halde şimdi cehennemin dibine vardı.243

Sonra cehennem derekelerinin değişik olmalarına dikat et; zira ahiret, derece bakımından daha
büyük, fazilet bakımından daha yücedir. Nasıl ki insanların dünyaya üşüşmeleri değişik, kimi
dünyada gark olan bir kimse gibi dünyaya dalmış, dünyadan çokça edinmiştir, kimi belli bir
hududa kadar dalmıştır, tıpkı bu-nun gibi ateşin onları sıkıştırması da değişiktir; zira Allah Teâlâ
zerre kadar zulmetmez. Ateşte olan herkesin üzerine, nasıl olursa olsun azabın çeşitleri arka
arkaya gelmez. Her birinin belli bir hu-dudu vardır. Azabı isyan ve günahına göredir. Ancak azâb
en az olana, dünya bütün varlıklarıyla verilse, içinde bulunduğu azabın şiddetinden kurtulmak
için onların hepsini feda ederdi.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Cehennem ehlinin azabı enaz olanına, cehennemde ateşten yapılmış iki papuç giydirilir ki onların
hararetinden onun beyni fıkır fikir kaynarEğer cehennem Gassak'dan bir kova dünyaya atılsaydı,
yeryüzünde yaşayanların hepsi onun pis kokusunu hissederdiEğer Zakkum'dan bir damla dünya
denizlerine akıtılsa idi, dünya ehlinin maişetini ifsâd ederdi. Acaba yiyeceği zakkum olanın hali
nice olacaktır?250
Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Allah sizi neye teşvik etmişse, onu isteyin. Azabından, ikabmdan ve cehenemden korkup sakının!
Eğer cennetin bir damlası, dünyanızda olsaydı, herşeyi güzelleştirip hoşlaştırırdı. Eğer
cehennemden bir damla beraberinizde olsaydı, dünyanızı çirkinleştirirdi'.251

Ebû Derda, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Cehennem ehline azık verilir. Öyle ki azıkları, içinde bulundukları azaba denk gelir. Bunun
üzerine yemek hususunda imdat isterler. Onlara açlığı bertaraf etmeyecek ve kuvvet vermeyecek
dari'den verilir. Bağırıp yemek isterler. Onlara boğaza takılan yemek verilir. Dünyada iken boğaza
takılan lokmaları su ile geçirdiklerini hatırlarlar ve su isterler. Onlara demirden yapılmış
çengellerle hamîm uzatılır. Onların yüzlerine yaklaştığında yüzlerini yakar. Karınlarına girdiğinde
iç organlarını paramparça eder. Bunun üzerine birbirlerine 'Cehennem bekçisini çağırınız! derler.

Cehennem bekçisini çağırarak derler ki: 'Rabbinizden şu azabı bir gün dahi olsa bizden
kaldırmasını isteyiniz!' Cehennem bekçileri onlara 'Dünyada iken peygamberler delillerle size
gönderil-medi mi?' derler. Onlar 'Evet! Bize peygamberler gönderildi!' cevabını verince,
cehennem bekçileri 'Öyleyse bağırmız! Kâfirlerin bağırması sapıklıklarından dolayıdır'.

Râvî der ki: Bunu üzerine cehennemlikler birbirlerine 'Mâlik'i çağırın!' derler. Böylece Mâlik'i
çağırıp derler ki: 'Ey Mâlik! Rabbin aleyhimizde hükmetsin. (Yani bizi yok edip bu azaptan kur-
tarsın!)' Mâlik onlara 'Siz burada kalıcılarsınız!' cevabını verir.

A'mr252 der ki: 'Bana haber verildiğine göre onların çağırmalarıyla Mâlikin kendilerine cevap
vermesi arasında bin senelik bir zaman geçer'.

Râvî der ki: Birbirlerine 'O halde rabbinizi çağırın! Rabbinizden daha hayırlı hiç kimse yoktur!'
derler. Bunun üzerine şöyle niyazda bulunurlar: 'Ey rabbimiz! Şekavetimiz bize galebe çaldı. Biz
sapıtmış bir kavim idik. Ey rabbimiz! Bizi cehennemden çıkar. Eğer biz çıkarıldıktan sonra eskisi
gibi sapıklığa dönersek muhakkak bu takdirde zâlimleriz'.

Onlara şu cevap verilir: 'Cehennemde ümitsiz olun! Benimle konuşmaym'. Bu cevaptan sonra
cehennem ehli her hayırdan ümitsiz olurlar ve vaveylâ koparıp üzüntüye dalıp azaba
garkolurlar.253

Ebû Umame şöyle rivayet etmektedir:


Ardından da kendisine irin (gibi) bir suyun içirileceği cehennem (onu bekmektedir). O suyu
yutmaya çalışır, fakat boğazından geçiremez. (İbrahim/16-17)

Kişinin ağzına irin suyu yaklaştırılır, kişi ondan tiksinir. Ona su yaklaştırılınca yüzünü yakar.
Başının tepesindeki deriyi düşürür. Suyu içtikten sonra bağırsakları parçalanıp arkasından
dökülür.
(Şimdi bu nimetler içinde yaşayanlar), ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parçalayan sıcak suyun
içirildiği kimseler gibi olur mu? (Muhammed/15)

Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım isteseler erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile
kendilerine yardım edilir. (Kehf/29)254

İşte bunlar, cehennemliklerin yemekleri ve içkileridir. Acıkıp susadıklarında bunları yer ve içerler.
Şimdi cehennemin yılan ve akreplerine, onların zehirlerinin şiddetine, cisimlerinin büyüklüğüne,
görünüşlerinin korkunçluğuna dikkat et! Onlar cehennem ehline musallat edilir. Onlar bir saat
dahi zehirli iğnelerini batırmadan ve ısırmadan durmazlar.

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet et-mektedir:


Kim? Allah Teâlâ ona servet verdiği halde servetinin zekâtını vermezse, o servet kıyamet gününde
kel (zehirden tüyleri dökülmüş) ve gözleri üzerinde siyah iki nokta olan (dört gözlü) bir yılana
dönüşür. Onun boynuna dolandıktan sonra dudaklarına yapışır ve kendisine şöyle der: 'Ben senin
malınım. Dünyadaki hazinenim!'
Hz. Peygamber bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu:
Allah'ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar.
Aksine, o kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
(Alu İmran/170)255

Cehennemde deve boynu gibi yılanlar vardır. Bir defa soktuğunda kırk sene onun acısı hissedilir.
Cehennemde palanlı katırlar gibi akrepler vardır. Bir defa ısırdığında kırk sene harareti
duyulur.256

İşte bu yılan ve akrepler dünyada cimrilik eden kimselere musallat olurlar. Kötü ahlâklı ve
insanlara eziyet verenlere, eziyet verirler. Kim bu söylediklerimizden korunmuş ise bu yılanların
şerrinden de korunur ve kendisine bunlar gösterilmez. Bütün bun-lardan sonra cehennem ehlinin
iskeletlerinin büyüklüğünü düşün. Allah Teâlâ, azaplarının artması için, cehennemliklerin
cisimlerini büyütür. Onlar ateşin dalgalarını, yılan ve akreplerin ısırmasını daimî bir şekilde
bütün azalarında hissederler!
Cehennemde kâfirin dişi, Uhud dağı kadar büyür/Derisinin kalınlığı üç günlük bir mesafe kadar
olur. 257

Kâfirin alt dudağı göğsünün üzerine sarkar, üst dudağı ise yüzünü kapatacak şekil de yukarıya
doğru kalkar.258

Kâfir kıyamet günü Siccîn'de dilini yerde sürür. Halk onun diline basar.259

Cisimlerinin büyüklüğüyle beraber defalarca ateş onları yakar. Derileri ve etleri yenilenir. Yine de
yakılırlar.

Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. (Nisa/56)

Hasan Basrî bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ateş her gün onları 70.000 defa yiyip bitirir.
Onları her bitirdikçe 'Eski halinize dönün!' denir. Onlar da eskiden olduları gibi olurlar'.

Bunlardan sonra, şimdi de cehennem ehlinin ağlamasını, ce-hennemin homurdanmasını,


cehennemliklerin azap istemelerini düşün! Bu durum, onlar ilk ateşe atıldıklarında onlara
musallat kılınır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

O günde cehennem getirilir. Cehennemin 70.000 yuları vardır. Her yularına 70.000 melek
yapışmıştır.260

Enes, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Ateş ehline ağlamak musallat kılınır. Gözyaşları bitinceye kadar ağladıktan sonra yüzlerinde
çukurlar biçiminde yarıklar görününceye kadar kan ağlarlar. Eğer o çukurlara gemiler bırakılsa
yüzerlerdi.261

Onlara ağlama, homurdanma, bağırma, azap isteme izni verildikçe onlar bir tür rahatlık
hissederler. Fakat onlar bundan da menolunurlar.

Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî demiştir ki: Cehennem ehlinin beş çağırması vardır. Allah Teâlâ
dördünde onlara cevap verir. Beşincisinden sonra artık ebediyyen konuşamazlar:
1. Cehennem ehli öyle der:
Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün. İki defa dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten)
çıkmak için (bize) bir yol var mı? Fakat var mı (dönüp dünyaya) çıkmaya bir yol? (Mü'min/11)

Bunun üzerine, Allah Teâlâ onlara cevap vererek buyurur:


Bu (duruma düşmeniz)in sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na
ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır. (Mü'min/12)
2. Sonra cehennem ehli derler ki: Rabbimiz, gördük, işittik, bizi (dünyaya) geri çevir, sâlih amel
işleyelim. (Secde/12)
Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara şöyle cevap verir:
Peki, önceden sizin için hiçbir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz? (İbrahim/44)
3. Cehennem ehli şöyle der: Rabbimiz bizi çıkar! (Önceki) yaptığımızdan başkasını yapalım.
(Fâtır/37) Allah Teâlâ onlara cevap vererek şöyle buyurur:

Sizi, öğüt alacak kimsenin, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi.
Öyleyse (azabı) tadın artık. Zalimlerin yardımcısı yoktur. (Fâtır/37)
4. Sonra cehennemlikler şöyle derler: Ey rabbimiz! Kötü talihimiz bizi mağlup etti ve biz sapık bir
topluluk olduk. Ey rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık biz gerçekten
zâlimleriz.
(Mü'minun/106-107)

Allah Teâlâ onlara şöyle cevap verir:


Ses çıkarmayın! Sinin orada! Benimle konuşmayın! (Mü'minun/108)

Cehennemlikler bu cevaptan sonra artık ebediyyen konuşamazlar. Bu ise şiddetli azabın en


korkuncudur!262
Artık biz sızlansak da sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yoktur. (İbrahim/21)

Mâlik b. Enes, Zeyd b. Eslem'in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini naklediyor: 'Cehennem ehli yüz
sene sabrettikten sonra,yüz sene sızlandılar. Sonra yüz sene sabrettiler. Sonra dediler ki: İster
sızlanalım, ister sabredelim bizim için birdir'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Kıyamet günü ölüm beyaz olur Koç şeklinde getirilir. Cennet ile cehennem arasında iki diyarın
ehli görecek bir şekilde kesilir ve denilir ki: 'Ey cennetlikler ve cehennemlikler! Ölümsüz bir
ebedîlik içindesiniz'.
Hasan Basrî'nin şöyle dediği rivayet edildi: 'Bir kişi vardır bin sene sonra cehennemden çıkar.
Keşke ben o kişi olsaydım'.

Hasan Basrî'nin bir zaviyede oturup ağladığı görüldü. 'Neden ağlıyorsun?' diye sorulunca 'Allah'ın
beni cehenneme atıp buna da aldırmamasından korkuyorum' dedi.

İşte buraya kadar saydıklarımız, kısaca cehennem azabının çeşitleridir. Cehennemin


üzüntülerine, meşakkat ve hasretlerinin tafsilatına gelince, bunun sonu yoktur. Bu bakımdan
cehennemlikler için şiddetli azapla beraber en büyük felâket cennet nimetini ve Allah'ın
mülâkatını elden kaçırma, Allah'ın rızasını kaybetmektir. Onlar, bütün bunları ucuz bir fiyata
sattıklarını bilirler; zira bunları, dünyada kısa günlerde hakir şehvetlerle sattılar. Oysa o şehvetler
de onlar için dupduru değildi, bulanık ve karışıktı. Onlar kendi kendilerine şöyle derler: 'Vah
hâlimize! Biz rabbizime isyan etmek suretiyle nefislerimizi helâk ettik? Kısa günlerde
sabretmedik. Eğer sabretseydik o günler zaten şimdi geçmişti. Biz de şu anda âlemlerin rabbinin
komşuluğunda olacaktık. Rıza ve rıdvanıyla nimetlenecektik'. Ey insanlar! Bu kimselerin
üzüntüsü ne büyük! Onların elinden kaçan kaçmış! Onlar mübtelâ olduklarıyla mübtelâ
olmuşlardır. Onların beraberlerinde dünyanın nimet ve lezzetlerinden birşey kalmamıştır. Sonra
onlar cennet nimetlerini görmeseydiler, üzüntüleri pek büyümezdi. Fakat cennet nimetleri onlara
gösterilir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Kıyamet gününde, cehennemden bazı kimselerin cennete getirilmesi emroiunur. Cennete
3'aklaşıp cennet kokusunu duydukları, köşkleri ve cennetlikler için Allah Teâlâ'nın hazırladığı
nimetleri gördüklerinde onları getirenlere şöyle denir: 'Cennetten onları uzaklaştırın! Onların
cennette nasipleri yoktur'. Onlar öyle bir hasretle geri dönerler ki öncekiler ve sonrakilerin hiç biri
o hasretin benzeriyle geri dön-memişlerdir. Onlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Bize sevabından ve
hâlis kulların için cennette hazırladığın nimetten göstermeden önce bizi cehenneme soksaydın
bizim için daha kolay olurdu! Böyle yapmamın hikmeti şudur: Siz başbaşa kaldığınızda büyük
günahlarla bana meydan okuyordunuz. Halkla bir araya geldiğinizde, onlardan korkuyordunuz.
Halka bana kalplerinizde vermiş olduğunuzun hilafını gösteriyordunuz. Halktan korkuyordunuz,
fakat benden korkmuyordunuz. Halkı büyüttünüz, fakat benim azametime lâyık olan
büyüklüğümü takdir etmediniz. Halk için uygun olmayanı bıraktınız, fakat benim için
bırakmadınız. Öyle ise bugün size elem verici azabı tattıracağım. Hem de mahrum olduğunuz
ebedî sevapla beraber!263

Ahmed b. Harb en-Nişaburî şöyle demiştir: 'Bizden bir kimse gölgeyi güneşe tercih eder. Fakat
cenneti cehenneme tercih etmez'.

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Nice sıhhatli beden, nice güzel yüz ve nice fasih dil vardır ki yarın
cehennem tabakaları arasında sabahlayacaktır!'

Hz. Dâvûd (a.s) şöyle demiştir: İlâhî! Güneşin hararetine takatim yok! Ateşinin hararetine nasıl
güç yetireceğim? Rahmetinin sesine sabrım yok iken, azabının sesine nasıl sabredeceğim?'

Ey miskin! Şu dehşetlere dikkat et. Bil ki Allah Teâlâ, dehşetleriyle beraber ateşi yarattı. Ona ehil
olanları yarattı. Onlar ne fazlalaşır, ne de eksilirler. Bu, verilmiş bitmiş bir hükümdür.

Onları hasret gününe karşı uyar ki o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir halde
inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur. (Meryem/39)

Hayatımla yemin ederim! Bu hüküm ile kıyamet gününe ve başlangıcı olmayan ezele işaret var.
Fakat daha önceki hükmü kıyamet gününde belirtmiştir. Hakkında ezelî hükmün nasıl verildiğini
bilmediğin halde güler, oynar, dünyanın hakir şeyleriyle meşgul olursun, haline ne kadar hayret
edilse yeridir.

Keşke varacağım yeri, sonumun ne olacağım, hakkımda kazanın nasıl hükmettiğini bilseydim'
dersen, sana şunları tavsiye ederim: Senin için bir alâmet vardır. Onunla yakınlaşıp ondan ötürü
ümidini tasdik edersin. O da şudur: Hallerine ve amellerine bakmalısın; zira her insan niçin
yaratılmış ise, ona muvaffak olur. Eğer senin için hayır yolu kolaylaştırılmış ise, sevin! Muhakkak
sen cehennemden uzaksın. Eğer sen hayrı her istediğinde senin önüne mâniler çıkıp seni hayırdan
uzaklaştırırsa, şerri yapmak istediğinde de onun sebepleri senin için kolaylaştırılırsa, bil ki hüküm
senin aleyhine verilmiştir. Çünkü bu durumun neticeye delâlet etmesi, yağmurun bitki bitirmeye
ve dumanın ateşe delâlet etmesi gibidir.
İyiler naîm cennetindedirler. Kötüler de cehennemdedirler. (İnfitar713-14)

Öyle ise nefsini bu iki ayetin terazisiyle tart. Böylece iki yerden hangisinin istikrar yerin olduğunu
anlarsın. Allah en doğrusunu

241) İbn Kanî, Mu'cem


242) İbn Adîy
243) Müslim
244) Buhârî, Muslini
245) İbn Abdilberr
246) Tirmizî
247) Buhârî, Müslim
248) İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Ebû Yala, (Enes'ten merfû
olarak)
249) Tirmizî
250) Tirmizî, {hasen sahih olarak); İbn Mâce
251) Beyhâkî
252) Süleyman b. Mehran Kûfeli'dir. Bu hadîsin ravilerinden biridir.
253) Tirmizî
254) Tirmizî, (garîb olarak)
255) Buhârî, (Ebû Hüreyre'den)
256) İmam Ahmed, İbn Hibban, Taberânî, Hâkim
257) Müslim
258) Tirmizî
259) Tirmizî
260) Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
261) İbn Mâce, (Yezid er-Rakkaş'tan)
262) İhyâ'nın birçok nüshasına müracaat ettiğimiz halde cehennemliklerin beşinci çağrılarına
tesadüf edilememiştir!
263) Ebû Hüdbe, Erbain; Taberânî, Kebîr; Ebû Nuaym, Hilye; İbn Asâkir ve İbn Neccar, (Adîy b.
Hâtim'den)

*43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri

Üzüntü ve gamları bilinen o cehennem yurdundan başka bir yurt vardır. Bu ikinci yurdun
nimetlerini ve sevincini düşün; zirâ onların birinden uzaklaşan, şüphesiz diğerine yerleşir.
Cehennemin dehşetlerini uzunca düşünmek suretiyle kalbinde körkuyu, cennetliklere va'dedilen
daimî nimet hakkında uzunca düşünmek sureliyle de ümidi kazanmaya çalış. Nefsini korkunun
kamçısıyla sürüp ümidin yularıyla dosdoğru yola çek! Bunun vasıtasıyla büyük mülke nâil olur,
elem verici azaptan selim kalırsın!

Cennet ehli ve yüzlerindeki nimet parıltıları hakkında düşün. Onlara miskle mühürlenmiş cennet
şarabı içirilir. Kırmızı yakuttan yapılmış minberler üzerinde, beyaz incilerden yapılmış çadırlar
içinde otururlar. O çadırlarda yeşil ve nâdide halılar serilidir. Onlar cennet şarabı ile bal akan
nehirler etrafında kurulan tahtlar üzerine yaslanmışlar, etrafları hizmetçilerle kaplıdır. Güzel, ela
gözlü hurilerle o cennetler süslenmiştir. Sanki o huriler yakut ve mercan gibidirler. Kocalarından
önce onlara ne insan, ne de cin dokunmamıştır. O huriler cennetlerde yürürler. Onlardan biri
yürüdüğünde yerlerde sürünen eteklerini yetmiş bin vildan omuzlar. O koltukların üzerinde öyle
güzel beyaz ipekliler vardır ki berraklığından gözler kamaşır. İnci ve mercan ile süslenmiş taçlar
giyerler. Nazlı cilveli, güzel kokulu, ihtiyarlıktan ve hastalıktan emindirler. Sadece çadırlarında
otururlar. Yakuttan yapılmış köşklerde dururlar. Kocalarından başkasına bakmazlar. Ela
gözlüdürler. Sonra cennet ehli ile o huriler arasında içenler için lezzet verici bembeyaz bir şerbet
gezdirilir. Onlara hizmetçiler, vildanlar hizmet ederler. Her türlü kirlerden korunmuş, inciler gibi
hizmetçiler! Bütün bunları yaptıklarının karşılığı olarak emin bir yerde, bahçeler, çeşmeler ve
nehirler arasında, kudret sahibi bir sultanın katında, dosdoğru bir makamda oldukları halde
görürler. Onlar o makamda kerîm olan sultanın cemâline bakarlar. Onların yüzlerinde nimetin
nuru parlamaktadır. Onlara ne bir toz, ne de bir zillet isabet eder, onlar şerefli kullardır.
Rablerinden gelen çeşitli hediyeler alırlar. Onlar nefislerinin çektiği nimetler içerisinde
ebedîdirler. O cennette ne korkar, ne de üzülürler. Onlar felâketlerin gelmesinden emindirler.
Onlar o cennette nimetlenir, yemeklerinden yer, nehirlerinden su, cennet şarabı ve bal içerler. O
nehirlerin tabanları altından, kumları mercandandır. Onun tabanında kum yerine halis misk
vardır. Onun etrafındaki bitkiler za'feran'dır. Kâfur tümsekleri üzerinde oldukları halde nesrin
suyu ile dolu bulutlardan yağmurlanırlar! Onlara testiler verilir. Ama ne testiler! Gümüşten
yapılmış, dürr, yakut ve mercan ile işlenmiş testiler. Bir testi ki onda mühürlü rahik bulunur. O
rahik tatlı selsebil ile karışıktır. Bir testi ki cevherinin berraklığından parlar. Cennet şarabının
rikkat ve kırmızlığı onun içinde görülür. Onu bir insan yapmamış ki tesviyesinde kusur etsin.
Sanatının güzelliğinde eksik bulunsun. O testi öyle bir hizmetçinin elindedir ki o hizmetçinin
yüzünün ziyası, parlayan güneşi andırır. Fakat güneşte o suretin halaveti gibi bir halâvet nerede
vardır? O yanakların güzelliği, o gözlerin melâhat! nerede? Hayret o kimseye ki sıfatları bu olan
birrda inanıyor ve bu yurdun ehlinin ölmeyeceğine ve bu yurda inenlere felâketlerin
dokunmayacağına inanıyor da buna rağmen Allah Teâlâ'nın harâb olmasına izin verdiği bir yurda
önem veriyor, bu nimetlerin altında olan bir maişet boşuna gidiyor, Allah'a yemin ederim, eğer o
cennette ölümden, açlık, susuzluk ve benzer şeylerden emin olmakla beraber bedenlerin
selametlerinden başka birşey olmasaydı, bu da dünyayı terketmek için yeterli bir sebep sayılırdı
ve geçici bir yurda tercih edilirdi. Cennet, dünyaya nasıl tercih edilmez. Oysa onun ehli emin olan
padişahlardır. Sevincin çeşitleri içerisinde nimetlenirler. Onlar ne isterlerse, kendilerine verilir.
Hergün arşın sahasında hazır bulunurlar. Allah Teâlâ'nın kerîm yüzüne bakarlar. Allah'a bakmak
vasıtasıyla, cennetin diğer nimetlerinde bulunmayan nimetlere mazhar olurlar. Onlar daima
nimetlerin çeşitleri arasında yüzerler. Onlar nimetlerin zevalinden .emindirler.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Bir tellâl şöyle bağırır: Ey cennet ehli! Size, sıhhate kavuşup ebediyyen hasta olmak yoktur, hayata
kavuşup ebediyyen ölmemek vardır. Muhakkak ki sizin için gençleşip ebediyyen ihtiyarlamak
yoktur, nimetlenme ve ebediyyen rahatlık vardır, İşte bu durum, şu ayetin mânâsıdır:
"Göğüslerinden kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akmaktadır.
'Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun, Allah bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık!
Rabbimsin peygamberleri gerçeği getirmişler' dediler.

Onlara 'İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi' diye seslenildi". (A'râf/43)

Ne zaman cennetin sıfatını bilmek istersen, Kur'ân oku! Allah'ın açıklamasından daha ikna edici
açıklama yoktur!
Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var. (Rahmân/46)

Bu ayetten Rahmân sûresini sonuna kadar oku! Vakıa ve bun-lardan başka sûreleri oku! Eğer
cennet sıfatının tafsilatını hadîslerden öğrenmek istiyorsan, özetine muttali olduktan sonra
tafsilatını düşün! Önce cennetlerin adedini düşün!

Hz. Peygamber (s.a) 'Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var!' (Rahmân/46)
ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
İki cennet vardır ki kapları ve içinde bulunan her şey altından yapılmıştır. İki cennet de vardır ki
kapları ve içinde bulunan her şey gümüşten yapılmıştır. Cennet ehli ile rableri arasında sadece
Adn cennetinde rablerinin yüzündeki kibriya ridası vardır.264

Sonra cennetin kapılarına bak! Onlar da ibadetlerin esasları nisbetinde çokturlar. Nitekim
cehennem kapılarının da günahların temelleri adedince olduğu gibi!

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Kim Allah yolunda, malından bir çift infak ederse, cennetin bütün kapılarından çağrılır. Cennetin
sekiz kapısı vardır. Kim namaz ehlinden ise namaz kapısından çağrılır. Kim oruç ehlinden ise,
oruç kapısından, sadaka ehlinden ise sadaka kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olan bir kimse de
cihad kapısından çağırılır.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir 'Yemin olsun, bir kimse, hangi kapıdan çağrılırsa, kurtulur. Acaba
bütün kapılardan çağrılan bir kimse var mıdır?' diye sordu. Hz. Peygamber 'Evet! Senin onlardan
olacağını umarım' dedi.265

Asım b. Zümre, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: Hz. Ali (r.a) ateşten bahsetti. Onun dehşetini öyle
korkunç bir şekilde anlattı ki şimdi onun anlattıklarını hatırlamıyorum. Sonra şu ayeti okudu:
Rablerinin (azabından) korunanlar da bölük bölük cennete sevkedildiler. (Zümer/73)

Onlar cennet kapılarından birine vardıklarında orada bir ağaç görürler ki onun kökünden akan iki
çeşme fışkırır. O çeşmelerin birine varıp ondan içerler. İçlerinde bulunan sıkıntı sökülüp atılır.
Sonra ikinci çeşmeye varırlar. Onunla temizlenirler. Sonra onlara berrak nimetler verilir. Bundan
sonra tüyleri bile bozulmaz. Başları kirlenmez. Sanki yağ ile yağlanmışlardır. Sonra cennete
varırlar. Cennetin bekçileri onlara 'Selam size olsun! Ne mutlu size! Ebedî kalıcılar olarak cennete
giriniz!' derler. Sonra cennetin vildanları onları karşılar. Onların etraflarında dünya yurdunun
çocuklarının, seferden gelen dostlarının etrafında tepişip oynadıkları gibi oynarlar. Onlara
'Sevinin! Allah size şu kadar nimet hazırlamıştır' derler.

Râvî der ki: O vildanlardan bir çocuk, onun ela gözlü hurilerden olan hanımlarının bazısına
koşarak o kocanın dünyada çağrıldığı ismini anarak Talan adam geldi' diye müjde verir. O zevce
de müjdeciye 'Gözünle gördün mü?' diye sorar. Müjdeci 'Gördüm ve arkamdan geliyor!' der.
Sevinç o huriyi o kadar hafifletir ki cennet kapısının eşiğine varıp kocasını karşılar. O kimse
konağına vardığında, konağın temellerine baktığında inciden taşlarla tutturulmuş, onun üzerinde
kırmızı, yeşil ve sıra renklerden meydana gelen bir köşk inşa edildiğini görür. Sonra başını
kaldırıp tavanına baktığında şimşek gibi parlak olduğunu görür. Eğer Allah Teâlâ koruınasa gözü
tavanın ışığından kör olur. Sonra zevcelerinin orada olduğunu görür. Dizilmiş bardaklar, dizilmiş
yastıklar ve serilmiş döşemeler görür. Sonra yastıklara yaslanır ve
'Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun! Eğer Allah bizi buna hidayet etmeseydi buna hidayet
olmazdık!' der.
Sonra bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennetlikler! Diri kalacaksınız. Ebediyyen ölmeyeceksiniz.
Mukim kalacaksınız! Ebediyyen göçmeyeceksiniz. Sıhhatli kalacaksınız. Ebediyyen
hastalanmayacaksınız'.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:


Kıyamet gününde cennet kapısına varırım. Kapının açılmasını isterim, Bekçi 'Sen kimsin' diye
sorunca, 'Ben Muhammed'im' diye cevap veririm. Bekçi 'Kapıyı senden önce kimseye açmamam
emredildi' der.266

Bunlardan sonra şimdi cennetin köşkleri ve cennetteki yükseklik derecelerinin değişikliğini


düşün. Çünkü ahiret derece bakımından daha yüksek ve lütuf bakımından daha yücedir. Nasıl ki
insanlar arasında görünür ibadetlerde ve ahlâklarda açık bir değişiklik varsa, mükâfat!
andırılacakları hususta da açık bir değişiklik vardır. Eğer sen derecelerin en yücesini istiyorsan,
çalış ki kimse senin önüne geçmesin! Allah sana ibadet hususunda yarışmayı emir buyurmuştur:

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah'a ve peygamberlerine
iman edenler için hazırlanmış bulunan bir cennete koşuşun. (Hadîd/21)

Ki sonu misktir. İşte yarışanlar bunun için yarışsınlar. (Mutaffifîn/26)

Hayret edilecek nokta şudur: Eğer komşuların bir dirhemin fazlalığı veya bir binanın yüksekliği
ile senin önüne geçerlerse, bu sana ağır gelir. Göğsün bununla daralır. Hasedden ötürü hayatın
bulanır. Hallerin en güzeli cennette istikrar bulmandır. Orada, bütün dünyanın bile denk
olamayacağı ibadetlerle önüne geçen kimseler vardır.

Ebû Said el-Hudrî Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


- Cennet ehli, üzerlerindeki köşklerde bulunan kimseleri sizin şarkın veya garbın ufkundaki
gördüğünüz yıldız gibi uzak görürler. Bu da aralarındaki değişiklik ve farklılıktan ileri gelir.
- Galiba o peygamberlerin mertebeleridir. Peygamberlerdenbaşkası o mertebelere varamaz.
- Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun, iman eden ve peygamberleri tasdik eden kimselerdir
onlar!Yüksek derecelerin ehlini, altlarında bulanlar, sizin gök ufuklarından birinde doğan yıldızı
gördüğünüz gibi görürler. Ebubekir ve Ömer onlardandır. Hatta mertebece daha büyüktür. 268

Câbir der ki: Hz. Peygamber bizlere 'Size cennet köşklerinden haber vereyim mi?' diye sorunca,
ben 'Evet! Ya Rasûlullah! Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun! Anne ve babalarımız sana
feda olsun! Haber ver!' dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Cennette, çeşitli cevherlerden yapılmış
köşkler vardır. Bu köşklerin içleri dışlarından, dışları da içlerinden görünür. Cennette nimet,
lezzet ve sevinçten öylesi vardır ki ne bir göz onu görmüş, ne bir kulak onu işitmiş, ne de bir
beşerin kalbine böyle birşey gelmiştir'. Câbir 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu köşkler kimler içindir?'
dedim. Hz. Peygamber 'Halk uyurken geceleri kalkıp namaz kılan bir kimse içindir' dedi.
- Kimin buna gücü yeter?
- Benim ümmetimin gücü yeter ve sizlere bundan haber vereceğim. Kim kardeşine rastladığında
ona selâm verir veya selâmına karşılık verirse, bu kimse selâmı yaymıştır. Kim ehline ve
ailesine doyasıya yemek yedirirse, o yemek yedirmiştir. Kim Ramazan ayında oruç tuttuktan
sonra her aydan üç gün oruca devam ederse, o da orucu devam ettirmiştir. Kim yatsı ve sabah
namazını cemaatla kılarsa o da halk uykuda olduğu halde namaz kılmıştır.

Hz. Peygamber 'uykuda olan halk' ifadesiyle yahudi, hristiyan ve mecusîleri kastetmiştir.
Adn cennetlerinde güzel konutlara koysun! (Sâf/12)

Hz. Peygamber'e bu ayetin mânâsı sorulduğunda şöyle demiştir:


Onlar inciden yapılmış köşklerdir. Herbir köşkte kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş yurt vardır.
Her yurdun içinde yeşil zümrütten yapılmış yetmiş ev vardır. Her bir evde bir taht vardır. Her bir
tahtın üzerinde çeşitli renkli yetmiş yatak vardır. Her yatağın üzerinde ela gözlü hurilerden bir
zevce vardır. Her evde yetmiş sofra vardır. Her sofranın üzerinde yetmiş çeşit yemek vardır. Her
evde yetmiş cariye vardır. Mü'min bir kimseye her sabah öyle bir kuvvet verilir ki bütün bunlarla
görüşebilir.269
264) Buhârî
265) Buhârî, Müslim, İmam Mâlik, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban
266) Müslim, (Enes'ten)
267) İmam Ahmed, Dârimî
268) Tirmizî, {hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said'den)
269) Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme

*44.Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri

Cennetin sureti hakkında düşün! Sonra cennet sakinlerine gıpta edip ahiret yerine dünyaya
kanaat ettiğinden dolayı cennetten mahrum olanın üzüntüsü hakkında düşün!

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Cennet duvarının bir kerpici gümüşten, bir kerpici altındandır. Toprağı zaferan, çamuru
misktendir.270

Hz. Peygamberden cennet toprağı sorulduğunda şöyle buyurmuştur;


Katıksız ve beyaz bir ekmek (gibi) hâlis misktir.271

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Kim Allah Teâlâ'nın kendisine âhirette cennet şarabını içirmesini istiyorsa, o kimse dünyada
şarap içmeyi terketsin.'Kim Allah'ın kendisine âhirette ipekli giydirmesini istiyorsa, o kimse ipekli
giymeyi dünyada terketsin. Cennet nehirleri tepecikler veya misk dağları altından fışkırır. Eğer
cennet ehlinden en az hilye giyenin hilyesi, bütün dünyanın hilyesiyle karşılaştırma, âhirette
Allah'ın kendisine vereceği hilye dünyanın bütün hilyeleıinden daha üstün olur.272

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürüdüğü halde, yine de sonuna
varamaz. İsterseniz şu ayeti okuyun: Uzamış gölge(ler). (Vâkıa/30)273

Ebû Umame der ki: Hz. Peygamber'in ashabı 'Allah bizi bedevîler ve bedevilerin meseleleriyle
faydalandırır. (Çünkü kalplerine geleni cesaretle sorarlar)'. Bir bedevî Hz. Peygamber'e gelip
sordu:
- Allah Teâlâ Kur'an'da eziyet vermeyen bir ağaçtan bahsetmiştir. Acaba cennette sahibine eziyet
vermeyen bir ağaç varmıdır?
- O ağaç nedir?
- Sidr (Kiraz) ağacı. Muhakkak ki sidrin dikenleri vardır.
- Fakat Allah Teâlâ buyurmuştur: 'Onlar dikensiz kirazlar!' (Vâkıa/28) Allah Teâlâ onun dikenini
kırar. Her dikenin yerine bir meyve çıkar. Onun her meyvesinin tomurcuğu yetmişiki renk olur.
O renklerin biri diğerine benzemez.

Cüreyr b. Abdullah el-Bücelî şöyle demiştir: Saffah'a (bir yerin ismi) indik! Baktım ki biri bir
ağacın altında uyuyor. Nerdeyse üzerine güneş gelecek. Hizmetkâra dedim ki: 'Şu deriden
yapılmış sergiyi götür de üzerine gölge yap!'
Hizmetçi getirip gölge yaptı. O uyandığında baktık ki Selman Fârisî'dir. Ona varıp selâm verdim.
Bana dedi ki:
- Ey Cüreyr! Allah için tevazu göster! Çünkü dünyada Allah'a tevazu gösteren bir kimseyi Allah
kıyamette yüceltir. Kıyamet günündeki karanlıkların ne olduğunu bilir misin?
- Hayır!
- İnsanların bazısının bazısına zulüm yapmalarıdır. Sonra yerden çok küçük bir çöp alarak dedi ki:
- Ey Cüreyr! Eğer bu çöp gibisini de ararsan cennette bulamazsın!
- Ey Ebû Abdullah! Acaba hurma ve ağaç nerededir?
- Onların kökleri inci ile altın, üstünde de meyveleri vardır.

270) Tirmizî
271) Müslim
272) Taberfinî
273) Müslim, Buhârî
*45.Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri

Allah, iman edip sâlih ameller işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada
altından bilezikler ve inciler takınırlar. Orada giysileri de ipektir.(Hacc/23)Bu hususta ayetler
çoktur. Bu

hususun hadîslerdeki tafsilatı ise şöyledir:


Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Kim cennete girerse nimetlere garkolur ve hastalanmaz. Elbisesi çürümez, gençliği tükenmez.
Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbinden geçmeyen
nimetler vardır.274

Bir kişi, Hz. Peygamber'e 'Bize cennet ehlinin elbiselerinden haber ver! Acaba onların elbiseleri
yaratılan birşey midir, yoksa örülen birşey mi?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir
zaman sustu, orada bulunanların bazısı güldü. Hz. Peygamber 'Neden gülüyorsun? Bir âlimden
soran bir cahilin haline mi gülüyorsunuz?' dedi.
Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a)
Cennet meyveleri elbiseleri iki defa çıkarılır dedi.275 Yani tomurcuklar senede iki defa yarılıp
içlerinden elbiseler çıkar veya haftada veya günde iki defa olur.

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:


Cennete giren ilk zümrenin suretleri, dolunay gibidir. Onlar cennete tükürmez ve sümkürmezler.
Taharet yapmazlar. Kapları altın ile gümüştendir, terleri misktir. Onların her biri için iki zevce
vardır. O zevcelerin kemikleri içerisinde bulunan ilik, güzelliklerinden ötürü, etlerinin arkasından
görünür. Onların arasında ihtilaf olmaz, biribirinden buğzetmez, kalpleri bir kalp gibidir. Sabah
akşam Allah'ı tasbih ederler. (Başka bir rivayette) Her zevcenin sırtında yetmiş hulle vardır.276

Allah, iman edip sâlih amel işleyenleri de altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Orada altından
bilezikler ve inciler takınırlar.(Hacc/23)

Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur:


Onların başında taçlar vardır. O tacın üstündeki incilerin en düşüğü doğu ile batı arasını
aydınlatacak kadar parlaktır.277

Cennet çadırı içi boş bir şeydir. Onun uzunluğu altmış mildir. Onun her köşesinden mü'min için
başka bir aile efradı vardır ki diğerleri onları görmez. 278

İbn Abbas 'Hayme, içi boş bir dürr'dür. Bir fersahın karesi kadardır. Onun altından yapılmış dört
bin kapısı vardır' demiştir.

Ve yükseltilmiş döşekler üzcrindedirler. (Vakıa/34)

Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde 'İki döşeğin arası yer ile gök arası kadardır'
buyurmuştur/279

274) Müslim, Buhârî


275) Nesâî, (Abdullah b. Amr'dan)
276) Taberânî
277) Tirmizî, Hâkim
278) Buhârî
279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak)

*46.Cennet Ehlinin Yiyecekleri

Cennetliklerin yemeği Kuran'da zikredilmiştir. Onlar meyveler, semiz kuşlar, kudret helvası,
pişmiş kuşlar, bal, süt ve sayılmayacak sınıflardan oluşur.
Onlardaki herhangi bir mey/eden rızıklandırıldıkça 'Bu daha önce de sızıldandığımız şeydir'
derler ve o rızık (dünyadakine) benzer olarak kendilerine verilmiştir. (Bakara/25)

Allah Teâlâ cennet ehlinin şarabını birçok yerlerde zikretmiştir. Hz. Peygamber'in azadlısı Sevban
şöyle anlatıyor:
- Hz. Peygamberin yanında duruyordum. Yahudi âlimlerinden biri Hz. Peygambere geldi. Birçok
sualleri sorduktan sonraşöyle dedi:
- Acaba ilk köprüyü geçen kimdir?
- Muhacirlerin fakirleri!
- Onlar cennete girdiklerinde hediyeleri ne olur?
- Balığın ciğerinin fazlası!
- Onun arkasından gıdaları ne olacak?
- Onlara cennet bahçelerinde otlayan cennet öküzü kesilecek!
- Onun üzerine onların içkisi ne olacak?
- İçkileri cennette bulunan ve selsebil demlen bir çeşmedenolacak!
- Doğru söyledin!280

Zeyd b.Erkanı (r.a) derki: Yahudilerden bir kişi Hz. Peygamber'e gelip sordu:
- Ey Ebû Kasım! Sen cennet ehlinin cennette yiyip içeceklerini iddia etmiyor musun?
Daha önce bu yahudi, arkadaşlarına 'Eğer Muhammed benim söylediklerimi tasdik ederse onu
mağlup edeceğim" demişti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:


Evet! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim, cennet ehlinin her birine yemek,
içmek ve cinsî münasebet hususunda yüz kişinin kuvveti verilir.
Bunun üzerine yahudi sormaya devam etti:
- Muhakkak ki yiyen ve içen bir kimse def-i hacete mecbur olur.
- Onların ihtiyaçları derilerinden misk gibi akan terdir. Bir de bakarsın karınlan sırtlarına
yapışmıştır.281

İbn Mes'ud, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Cennette iken uçan kuşa bakıp canın çektiğinde kuş pişmiş olarak önüne düşer.282

Huzeyfe, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Cennette büyük develere benzeyen bir kuş vardır. Hz. Ebubekir (r.a) dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Muhakkak ki o kuş çok etlidir!
- Onların etini yiyen, onlardan daha hoştur. Ey Ebubekir, sen de onlardan birisin.283

Onların önünde altın tepsiler ve bardaklar dolaştırılır. (Zuhruf/71)

Abdullah b. Amr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'Onların etrafında altından yapılmış yetmiş
tabak dolaştırılır. Her tabakta başka bir renk vardır ki diğerinde yoktur'.
Karışımı tesnîmdendir. (Mutaffifin/27)

Abdullah b. Mes'ud (r.a) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Ashab-ı Yemîn için ona cennet şarabı
katıştırılır. Mukarrebler ise, onu katıştırmaksızın içerler'.
Ki sonu misktir. (Mutaffıfîn/26)

Ebû Derdâ (r.a) bu ayetin tefsirinde demiştir ki: 'O gümüş gibi beyaz bir şaraptır. Onunla son
şarablarını mühürlerler. Eğer dünya ehlinden bir kişi elini ona daldırır, sonra çıkarırsa onun güzel
kokusunu hissetmeyen hiçbir şey kalmaz!'

279) Tirmizî, (Ebû Said el-Hudrî'den garib olarak


280) Müslim
281) Nesâî, Kübra, (sahih bir senedle)
282) Bezoar, (zayıf bir senedle)
283) (Huzeyfe'den garîb bir senedle)
*47.Cennetteki Huriler ve Vildanlar

Kur'an'da onların vasıfları vardır, fakat fazla izahat, hadîslerde vârid olmuştur.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Bir sabah veya bir akşam Allah yolunda bulunmak, dünya ve dünyanın içinde bulunanlardan daha
hayırlıdır. Birinizin ok ile yayı arası veya ayak yeri kadar cennetten elde edeceği şey, dünya ve
dünyadakilerden hayırlıdır. Eğer cennet kadınlarından biri yeryüzüne çıksa, yeryüzü pırıl pırıl
parlar, yer ile gök arası güzel koku ile dolar. O kadının başındaki başörtüsü dünyadaki her şeyden
daha hayırlıdır.284

Onlar yakut ve mercan gibidirler, (Rahmân/58) Hz. Peygamber (s.a) bu ayetin tefsirinde şöyle
demiştir:
Perde arkasında olduğu halde onun yüzüne bakılsa aynadan daha berrak görünür. Onun
boynunda bulunan ve kıymetçe en düşük olan inci doğu ile batı arasını ışıklandırır. Onun sırtında
yetmiş elbise vardır. Kocasının bakışı o elbiselerden geçerek kemiklerindeki iliği bile görür.285

Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Gece yolculuğuna (isrâ) çıkarıldığım zaman cennette bir yere girdim. İsmine Bey dah deniyordu.
Orada inci, yeşil zebercet ve kırmızı yakuttan bir çadır kurulmuştu. Çadırın içindeki hanımlar 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Selâm sana!' dediler. 'Ey Cebrâil! Şu ses nedir?' dedim. Cebrâil 'Bunlar
çadırlarında sadece kocalarına bakan hanımlardır. Rablerinden sana selâm vermek hususunda
izin istediler. Onlara izin verildi' dedi. Bu konuşmadan sonra onlar 'Biz kocalarından razı olan
hanımlarız. Asla kızmayız. Biz cen-nette ebediyyen kalan hanımlarız. Asla göç etmeyiz.' diye
tempo tuttular.

Bundan sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu: Çadırlara kapanmış huriler. (Rahman/72)

Tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. (Alu İmran/15)

Mücâhid bu ayetin tefsirinde şöyle der: 'Hayızdan, küçük ve büyük taharetten, tükrük, balgam,
meni ve çocuktan temizlenmiş kadınar demektir'.

O gün cennet halkı, bir iş içinde eğlenirler. (Yasin/55)


Evzâî bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: 'Onların meşgalesi, kendilerine ihsan edilen bakirelerin
bikrini izale etmekti.

Bir kişi "Cennet ehli cinsi münasebette bulunur değil mi?' diye sorduğunda, Hz. Peygamber şöyle
cevap vermiştir:
Onlardan bir kişiye sizden yetmiş kişinin kuvvetinden daha fazla kuvvet verilir!288

Abdulla bin Ömer şöyle demiştir: 'Derece bakımından cennet ehlinin en düşüğünün beraberinde
bin hizmetçi vardır. Her hizmetçi ayrı bir işle meşguldür'. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Cennet ehlinden her kişi beş yüz huri ile evlenir. Dört bin bakire, sekiz bin dul ile evlenir. Onların
her birinin boynunadünyadaki yaşı kadar sanılır.287

Cennette bir pazar vardır. Orada ne alış var, ne veriş! Ancak erkekler ile kadınların suretleri
(modeli) vardır. Erkek herhangi bir sureti sevdiğinde, oraya girer. Orada ela gözlü hurilerin bir
cemiyeti vardır. Öyle avazlar çıkarırlar ki insanlar onların, benzerini işitmemiştir. Derler ki: 'Biz
ebedî olanlanz, helâk olmayız. Biz yumuşak bedenlileriz, pörsümeyiz.

286) Tirmizî, (sahih olarak)


287) Beybâkî, Ebû Şeyh, Kitab'ul-Azme

Kitaba Zikril-Mevt ve Ma Ba'dehu/IL Bölüm 1359


Biz kocalarımızdan razı olanlarız, kızmayız. Ne mutlu o kimseye ki biz onunuz, o da bizimdir',288
Enes, Hz, Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Huriler cennette şöyle teganni ederler: 'Biz güzel hurileriz. Şerefli kocalara saklandık'.280
İman edip sâlih amel işleyenler, onlar bir bahçe içinde neşelendirirler.
(Rûm/15)
Yahya b, Kuseyr bu ayetin tefsirinde demiştir ki: cNimetlenmekten gaye; cennette nağmeyi
dinlemektir'.
Ebû Umame elBahilî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Cennete giren bir kişinin baş ve ayak ucunda iki ela gözlü huri oturur. En güzel sesle ona teganni
ederler. O ses insan ve cinlerin işittiği seslerden daha güzeldir, O teganniyi şeytanın tuzağıyla
değil, Allah'ın hamd ve takdisiyle yapar-lar.290
284) İmam Ahmed, Müslim, Buhârî, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Avâne ve İbn
Hibban
285) Ebû Yala, {hasen bir senedle)

*48.Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler

Usâme b. Zeyd, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:


Cennet için hazırlanan var mıdır? Cennette tehlike yoktur. Kabe'nin rabbine yemin ederim,
cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan, sağlamca yapılan bir köşk, akan bir nehir, çok ve
olgun meyva, süsler içerisinde güzel bir kadın, bir makamda ebedî olarak nimet, güzel, sağlam ve
yüce bir yurtta bir parlaklıktır.
- Biz cennete hazırlananlarız!
- inşâallah deyiniz.

Bundan sonra Hz. Peygamber cihaddan bahsederek cihada teşvik etti.291


Bir kişi Hz. Peygambere "Cennette at var mıdır?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi.
Eğer atı seversen sana kırmızı yakuttan yapılmış bir at verilir ki seni cennetin istediğin yerine
uçarak götürür.

Başka bir kişi Hz. Peygamber'e 'Deve hoşuma gider, acaba cennette deve var mıdır?' diye sordu.
Hz. Peygamber şöyle dedi:

Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen orada nefsin neyi ister, gözün neden hoşlanırsa sana
verilir.292
Ebû Said el-Hudrî, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Cennete giren kişi istediği zaman ona çocuk olup meydana gelir. Çocuğun hamli, annesinden
doğması, büyümesi bir saatte olur.293

Cennet ehli cennette istikrar bulduğunda arkadaşlarını zi-yaret etmek ister. Bunun üzerine birinin
tahtı diğerinin tahtının yanına varır. Bir araya gelirler, konuşurlar. Dünyada aralarında
olanlardan bahsederler; biri diğerine 'Ey kardeşim! Falan gün, falan mecliste Allah Teâlâ'ya bizi
affetmesi için yalvardığımızı hatırlıyor musun? O da bizi affetti'der.294

Cennet ehlinin bedenleri, yüzleri kılsız, renkleri beyaz, saçları kıvırcık, gözleri sürmeli, otuz üç
yaşında, Âdem'in (a.s) yaratılışı üzere uzunlukları altmış, genişlikleri ise yedi zira'dır.295

Cennet ehlinin derecesi en düşük olanının 80.000 hizmetçisi, 72 tane zevcesi vardır. Kendisine
yakut, inci, zebercetten yapılmış bir kubbe dikilir. Kubbesi Gabiye ile San'a arası kadar geniştir.
Onların başlarında taçlar vardır. O incilerin en azı doğu ile batı arasını aydınlatacak
kapasitededir.296

Cennete baktım. Onun narlarından biri büyük devenin derisi(nden yapılmış kırba) gibiydi.
Kuşları ise, büyük deve gibi! Orada bir cariye gördüm ve sordum:
- Ey cariye! Sen kiminsin?
- Zeyd b. Hârise'nin cariyesiyim!
- Cennette, gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyler
gördüm!297
Ka'b (r.a) der ki: Allah Teâlâ, Âdem'i kudret eliyle yarattı. Tevrat'ı kudret eliyle yazdı. Cenneti
kudret eliyle yaptı. Sonra cennete konuş dedi. Bunun üzerine cennet şöyle dedi: Felaha ulaştı o
mü'minler!(Mü'minûn/1)

İşte bu söylediklerimiz cennetin sıfatlarıdır. Onları önce mücmel, sonra tafsilatlı naklettik.
Hasan Basrî cennetin sıfatlarını derli toplu bir şekilde zikrederek şöyle dedi: "Narları kovalar gibi,
nehirleri kokusuz sudan, bir kısım nehirleri tadı bozulmamış sütten bir kısım nehirleri süzülmüş
baldandır. Onu süzen insanlar değildir. Bir kısım nehirleri, içenlere lezzetli gelen şaraptandır ki
bu şarap akılları gidermez. Bu şaraptan başlar ağrımaz. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen nimetler vardır. Cennet ehli nimetlenen
padişahlardır. Otuz üç yaşındadırlar, hepsi yaşıttırlar. Uzunlukları altmış zira'dır. Gözleri sürmeli,
yüzleri ve bedenleri kılsızdır. Azaptan emin olmuşlar, cennet yurdunda mutmaindirler. Cennetin
nehirleri yakut ve zebercedden yapılmış yerlerin üzerinde akar. Onun duvarları, hurmaları ve
bağları incidendir. Meyvelerini ancak Allah bilir. Onun kokusu 500 senelik bir mesafeden
hissedilir. Cennet ehli için cennette atlar ve süratli yürüyen develer vardır. O develerin eğerleri
yakuttandır. Cennet ehli birbirlerini ziyaret ederler. Hanımları ela gözlü hurilerdir. Sanki o
huriler, korunmuş yumurta gibidirler. O kadınlardan biri, iki parmağıyla tutup yetmiş hulle giyer.
Onun ilikleri, o yetmiş hüllenin altından görünür. Allah Teâlâ ahlâklarını çirkinlikten, bedenlerini
ölümden temizlemiştir! Cennette sümkürmez, bevletmez ve büyük taharet yapmazlar. Ancak
onların yaptığı geğirmek ve misk (gibi ter) sızıntısıdır. Onlar için sabah akşam cennette rızık
vardır. Gündüz geceye, gece de gündüze hücum etmez. Cennete en son giren ve derece
bakımından en az olan bir kimsenin gözüne, mülkünde yüz senelik bir mesafeye kadar genişlik
verilir. Altın ve gümüşten yapılmış köşkler, inciden yapılmış çadırlardadırlar. Ona gözü
alabildiğine genişletilir. O, en yakınma bakabildiği gibi en uzağına da bakar. Onların yanlarında
altından yapılmış yetmiş bin tabak dizilir. İkinci yemekte de aynısı vardır. Her tabakta, diğerinde
olmayan bir renk vardır. Yiyen, ilk yemeğin tadını aldığı gibi son yemeğin tadını da alır. Cennette
bir yakut vardır ki onda 70.000 yurt bulunur. Her yurtta 70.000 ev! Onda ne bir yarık, ne de bir
delik vardır".298

Mücâhid şöyle diyor: 'Cennet ehlinin, mertebe bakımından en düşüğü kendisine verilen mülkte
bin sene yürür. O mülkün en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görebilir. Mertebe
bakımından en yüceleri ise sabah ve akşam rabbinin cemâline bakar'.

Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Cennette huriler vardır. Onlara 'el-i'nâ (ela gözlü) denir. O huri
yürüdüğünde onun sağında ve solunda 70.000 cariye yürür. O huri İyiliği emreden ve kötülüğü
yasaklayanlar nerede?' der".

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dünyayı terketmek zordur. Cenneti elden kaçırmak daha zordur!
Dünyayı terketmek cennetin mehridir'.

Yine şöyle demiştir: 'Dünyayı istemede nefislerin zilleti vardır. Âhireti istemede izzeti vardır.
Hayret o kimseye ki yok olanın talebinde zilleti kabul eder. Bâkî kalanın talebinde izzeti bırakır'.

291) İbn Mâce ve İbn Hibban


292) Tirmizî
293) İbn Mâce, Tirmizî
294)Bezzar
295) Tirmizî, (Hz. Muaz'dan hasen olarak)
296) Tirmizî
297) Salebî, Tefsir
298) İbn Ebi Şeybe

*49.Allah'ın Cemâline Bakmak

Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası vardır. (Yunus/26)

işte ayette bahsi geçen bu fazlalık, Allah Teâlâ'nın cemâline bakmaktır, o en büyük lezzettir. Öyle
lezzet ki onun yanında cennet ehli nimetleri unutur. Biz bunun hakikatini 'Muhabbet' bahsinde
zikretmiştik. Kur'ân ve Sünnet buna bid'at ehlinin inandığının hilâfına şahitlik ettiler.

Cüreyr b. Abdullah el-Bucelî şöyle diyor: Hz. Peygamber'in yanında oturuyordum. Ondördüncü
gecede ay'ı gördü ve şöyle dedi:

Sizler şu ay'ı gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksiniz. Rabbinizin görülmesinde haksızlığa


uğramayacaksınız. Eğer güneş çıkmadan ve güneş batmadan önce namaz kılabilir seniz bunu
yapınız!
Sonra şu ayeti okudu:
Güneşin doğmasından ve batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et! (Tâhâ/130)

Müslim'in rivayetinde Suheyb diyor ki: Hz. Peygamber 'Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve
fazlası vardır' (Yunus/26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiği zaman bir tellâl şöyle çağırır: 'Ey cennet
ehli! Muhakkak ki sizler için Allah'ın katında bir va'd vardır. Allah ister ki onu size versin'. 'Bu
va'd nedir? Allah bizim hayır terazilerimizi ağırlaştırmadı mı? Yüzümüzü ak çıkarmadı mı? Bizi
cennete koyup cehennemden korumadı mı? (Artık ne kalmıştır?)' derler. Bunun üzerine perde
kaldırılır. Onlar Allah'ın cemâline bakarlar. Onlara Allah'ın cemâline bakmaktan daha sevimli
birşey verilmemiştir.300

Bu cemâlullah'ı görme hadîsini ashabdan bir cemaat rivayet etmiştir. En iyinin sonucu ve
nimetlerin nihayeti cemâlullah'ı görmektir. Daha önce tafsilâtlı şeklinde saydığımız nimetlerin
hepsi, bu nimet yanında unutulur. Mülâkat saadeti yanında cennet ehlinin sevincinin sonu
yoktur. Cennet lezzetlerinin hiçbiri mülâkat lezzetine nisbet bile edilemez.

Muhabbet, Şevk ve Rıza bölümünde tafsilâtlı bir şekilde anlattığımızdan dolayı, bu hususta sözü
uzatmıyoruz. Bu bakımdan kulun cennette mevlâsının mülakatından başka bir şeye himmeti-nin
bağlanması uygun değildir. Cennetin diğer nimetlerine ge-lince, o nimetlerde insanlarla, meraya
salman hayvanlar ortaktırlar.

300) Tayalisî, İmam Ahmed; Tirenizi, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Ebıı
Şeyh, Dârekutnî, ibn Merduveyh, Be

*50.Allah'ın Rahmetinin Genişliği

Eseri böyle bir bölümle son erdirmeyi iefe'üî kabilinden yapıyoruz; zirâ Hz. Peygamber güzel bir
konuşmayı dinleyip yorumlamayı severdi. Çünkü bir amelimiz yoktur ki onunla Allah'ın affını
ümit edelim. Öyleyse tefe'ül bilhayr hususunda Hz. Peygamber'e uyalım ve ümit edelim ki dünya
ve âhirette sonumuz hayırla kapansın! Nitekim kitabımızı da Allah'ın rahmetini belirtmekle
sonuçlandırdık.

Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başka günahları dilediği kulu için affeder.
(Nisa/48)

Ey nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün
günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. (Zümer/53)

Kim bir fenalık yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı
bağışlayıcı ve merhametli bulur.(Nisa/10)

Biz ayağımızın kayışından, elimizde bulunan şu kitabımızda kalemimizin hududu aşmasından ve


diğer kitaplarımızdaki hatalarımızdan ötürü af talep ediyoruz. Kusurlu olmakla beraber Allah'ın
dinini bilmeyi iddia ettiğimizden ötürü de Allah'tan af talep ederiz. Allah'ın rızasını talep ederken,
başka şeylerin karıştığı her ilimden ve amelden ötürü de Allah'tan af talep ederiz. Vermiş
olduğumuz, sonra yerine getirmekte kusur ettiğimiz her sözden ötürü de affını talep ediyoruz.
Bize vermiş olduğu ve bizim tarafımızdan günahta kullanılan her nimetten ötürü affını talep
ediyoruz. Bizim niteliğimiz olan her kusurlunun kusurüyla ve her eksiğin eksikliğiyle her türlü
târiz ve tasrihten de affını talep ediyoruz. Bizi tasannua, tekellüfe, yandığımız bir kitapta insanlara
süslü görünmeye, nazmettiğimiz bir kelâmda, ifade ettiğimiz veya istifade ettiğimiz ilimde
belirttiğimiz tekellüfe bizi davet eden her tehlikeden ötürü de affını talep ediyoruz. Bütün
bunlardan ötürü affını talep ettikten sonra hem kendimiz, hem de bu kitabımızı veya diğer
kitablarımızı mütalaa eden veya dinleyen kimseler için af, rahmet, görünür görünmez bütün
günahlardan vazgeçmekle şereflendirilmemizi diliyoruz; zira keremi umûmîdir. Rahmeti geniş,
cömertliği bütün mahlûklar üzerine oluk halinde akmaktadır. Biz de Allah'ın mahlûklarından bir
mahlûkuz. Allah'a olan vesilemiz ancak onun fazl ve keremidir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Allah'ın yüz rahmeti vardır. O yüz rahmetten bir tek rahmeti cinler, insanlar, kuşlar, hayvanlar ve
haşerât arasına indirmiştir. O rahmet ile birbirlerine şefkat ederler, onunla birbirlerine merhamet
gösterirler. O yüz rahmetten doksandokuzunu, Allah Teâlâ, nezd-i ilâhîsinde bekletmiştir.
Kıyamet gününde onlarla kullarına rahmet edecektir.301

Rivayet ediliyor ki kıyamet gününde Allah Teâlâ arşının altına şöyle yazar: 'Rahmetim öfkemi
geçmiştir. Ben rahmet edenlerin en merhametlisiyim. Bu bakımdan cennet ehlinin iki misli kadar
cehennemden insanlar çıkarılıp bağışlanır.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Allah Teâlâ (ce), kıyamet gününde bizim için (şânına yakışır şekilde) gülerek tecelli eder ve şöyle
buyurur: 'Ey müslümanlar, sevinin! Zira sizden hiçbir kimse yoktur ki onun yerine ateşte bir
yahudi veya hristiyan kılmamış olayım'.302

Allah Teâlâ, kıyamet gününde Âdem'in (a.s) zürriyetinden yüz bin kere yüz bin (bir milyon) ve on
bin kere yüz bin kişi hakkında şefaatini kabul eder.303

Allah Teâlâ kıyamet gününde mü'minlere şöyle der: 'Benimle mülâ-kî olmayı sever miydiniz?'
Mü'minler 'Ey rabbimiz! Evet, severdik' derler. 'Neden severdiniz?' diye sorunca, mü'minler
'Senin affını ve mağfiretini ümid ederdik de ondan!' derler.

Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:


Size mağfiretimi gerekli kıldım.304 Hz. Peygamber (s.a) ise şöyle buyurmaktadır:
Allah Teâlâ kıyamet gününde şöyle emir verir: 'Beni birgün zikreden veya herhangi bir yerde
benden korkan herkesi ateşten çıkarın'.305

Cehennem ehli cehennemde toplandıkları ve onlarla beraber kıble ehlinden Allah'ın diledikleri bir
araya geldikleri zaman kâfirler müslümanlara 'Siz müslüman değil miydiniz?' diye sorarlar.
Müslümanlar 'Evet!' derler. Kâfirler 'O halde İslâmiyetiniz size bir fayda sağlamadı; zira siz de
bizimle beraber ateştesiniz' deyince, müslümanlar derler ki: 'Bizim günahlarımız vardı. O
günahlardan ötürü muâhaze edildik'. Bunun üzerine Allah Teâlâ onların dediklerini işitir ve ehl-i
kıbleden olanların cehennemden çıkarılmasını emreder. Böylece müslümanlar cehennemden
çıkarlar. Kâfirler bu durumu görünce 'Keşke biz de müs-lüman olsaydık! Onlar gibi biz de çıkmış
olsaydık!' derler.

Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu:


Kâfirler azabı gördükleri zaman 'Keşke müslüman olsaydılar' diye temenni ederler.(Hicr/2)

Yine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:


Allah mü'min kulu hakkında, çocuğuna karşı şefkatli olan anneden daha merhametlidir.306

Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: 'Kıyamet gününde kimin se-vapları günahlarından fazla ise,
hesaba tutulmadan cennete girer.. Kimin günahlarıyla sevapları eşit ise, o az hesaba tutulur, sonra
cennete girer. Hz. Peygamberin şefaati ancak o kimse içindir ki nefsini helâk etmiş, yükünü iyice
ağırlaştırmıştır',

Rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, Musa'ya (a.s) hitaben şöyle demiştir: 'Ey Musa! Karun senden
imdâd bekledi. Fakat ona yardım etmedin. İzzet ve celâlime yemin olsun! Eğer benden imdâd
isteseydi yardımına koşar ve onu affederdim'.

Sa'd b. Hilâl şöyle demiştir: "Kıyamet gününde iki kişinin ateşten çıkması emrolunur. Allah Teâlâ
onlara hitaben 'Ateşten çıkışınız, ellerinizin yapmış olduğu iyilikten ötürüdür. Ben kuluma
zulmedici değilim' der. Onların tekrar cehnenneme döndü-rülmesini emreder. Buna karşılık
onlardan biri bağlı bulunduğu zincirleriyle koşa koşa cehenneme dalar. Diğeri ise ağırlaşır. Allah
Teâlâ emreder, ikisini geri getirirler ve ikisini de yaptıklarından sorguya çeker. Cehenneme koşanı
der ki: 'Ben mâsiyetin vebalinden korktum. Ben asla ikinci bir defa senin öfkene kendimi mâruz
bırakamam'. Duraklayan kimse de der ki: 'Senin hakkındaki beni cehennemden çıkardıktan sonra
tekrar oraya göndermeyeceğini zannettim. Onun için geciktim'. Allah Teâlâ bunların ikisinin de
cennete götürülmesini emreder".
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde arşın altından bir dellâl şöyle bağırır: 'Ey Muhammed Ümmeti! Benim sizde
olan hakkımı size hibe ettim. Ancak kul hakları kalmıştır. Siz de haklarınızı hibe ediniz.
Rahmetimle cennetime giriniz.307

Bir bedevî İbn Abbas'ın 'Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz (Allah) sizi ondan
kurtardı', (Alu İmran/103) ayetini okuduğunu işitince şöyle haykırdı: 'Allah'a yemin olsun! Sizi o
ateşe sokmak istediği halde sizi ondan kurtarmaz?' Bunun üzerine İbn Abbas yanındakilere 'Bu
hükmü fakih olmayan bir kimseden edinin!' dedi.

es-Senabihî308 der ki: Ubâde b, Samit ölüm hastalığında iken huzuruna vardım ve ağladım. Bana
şöyle dedi: 'Sakin ol! Neden ağlıyorsun? Allah'a yemin olsun, Hz. Peygamberden dinlediğim ve
sizin için hayırlı olan hiçbir hadîs yoktur ki size söylememiş olayım. Ancak bir hadîs kalmıştır.
Onu da bugün nefsimi kap-sadığı halde size söyleyeceğim:

Kim Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik ederse
Allah onu ateşe haram kılar.309

Abdullah b. Amr b. el-Âs Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Allah Teâlâ benim ümmetimden bir kişiyi kıyamet gününde mahlûkların gözü önünde kurtarır. O
kişi hakkında 99 defter açılır. O defterlerin herbiri gözün alabileceği kadar büyüktür. Sonra Allah
Teâlâ o kişiye der ki:
Bu defterde yazılanlardan bir şeyi inkâr ediyor musun? Hafaza meleklerim sana zulmettiler mi?
- Hayır, yârab!
- Senin herhangi bir özrün var mı?
- Hayır, yârab!
- Evet! Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Muhakkak ki bugün sana zulüm yok!
Allah Teâlâ bir kâğıt çıkarır. O kâğıtta 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
Rasûlullah' (Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik
ederim) yazılıdır. Bunun üzerine kul sorar:
- Bu kâğıt, şu defterlerin yarımda ne yapabilir yârab?
- Sana zulüm yapılmayacaktır!
Bunun üzerine defterler terazinin bir kefesine, o kâğıt öbür kefesine konur. Defterler havalanır, o
kâğıt ağır basar; zira Allah'ın isminin karşısında hiçbir şey ağır gelemez.310

Hz. Peygamber (s.a) uzun uzun kıyamet ve sırat'ı vasıflandıran bir hadîsin sonunda şöyle
demiştir:
Allah Teâlâ meleklere şöyle emir verir: 'Kimin kalbinde bir miskal hayır görürseniz onu ateşten
çıkarın'.
Melekler birçok kimseyi çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden
kimseyi içerde bırakmadık!'

Bundan sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Dönün! Kimin kalbinde zerre miskali hayır görürseniz
onu cehennemden çıkarın'.

Melekler birçok kimseyi daha çıkardıktan sonra şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Bize emrettiklerinden
kimseyi cehennemde bırakmadık!'

Ebû Said der ki: Eğer bu hadîsi tasdik etmezseniz şu ayeti okuyun: 'Allah zerre kadar haksızlık
etmez, zerre kadar bir iyilik olsa
onu kat kat artırır ve kendi katından da büyük bir mükâfat verir. (Nisa/40)

Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Melekler şefaat ettiler. Peygamberler ve mü'minler şefaat ettiler.
Erhamürrahimîn'den başkası kalmadı!

Allah Teâlâ, bir avuç avuçlar, hayatında hiç hayır işlemeyen bir kavmi cennetten çıkarır ki onlar
cehennemde kömür kesilmişlerdir. Onları, cennet kapılarındaki hayat nehri denilen bir nehre
atar. Onlar o nehirden tıpkı sel akıntısının kıyısında biten bitki gibi çıkarlar. Siz o bitkileri görmez
mi-siniz? Taş ve ağaç tarafında kalan kısımdan güneşi göreni sarı ve yeşil olur. Gölgede olanı ise
beyaz olur.
- Ey Allah'ın Rasûlü! O kadar güzel tasvir ediyorsun ki sanki görüyorsun!
- Onlar inci gibi çıkarlar. Boyunlarında mühürler vardır. Cennet ehli onları tanır. Derler ki:
Bunlar Allah'ın az adlılarıdır. O azadlılar ki yapmış oldukları amel ve takdim etmiş oldukları hayır
olmaksızın onları cennete sokmuştur'. Sonra onlara 'Cennete girin! Neyi görürseniz o sizin olsun!'
der. Onlar derler ki: 'Ey rabbimiz! Sen âlemden hiç kimseye vermediğini bize verdin'. Bunun
üzerine Allah Teâlâ 'Sizin için katımda bundan daha üstünü vardır' der. Onlar derler ki: 'Bundan
daha üstün ne olabilir?' Allah Teâlâ 'Sizden razı olup ebediyyen size kızmayacağım' der.

Yine Buhârî İbn Abbas'tan (r.a) şöyle rivayet eder: Birgün Hz. Peygamber yanımıza gelerek şöyle
dedi:
Bana ümmetler arzolunup gösterildi. Bazı peygamber beraberinde bir kişi ile geçer. Kimi
beraberinde iki kişi ile geçer. Kimi beraberinde hiç kimse olmadan yalnız geçer. Kimi
peygamberin beraberinde bir cemaat vardır. Bu arada kalabalık bir topluluk gördüm. Benim
ümmetim olduğunu sandım. Bana denildi ki: 'Bu Hz. Musa ile kavmidir'. Sonra bana 'Bak' denildi.
Kalabalık bir topluluk gördüm ki gök yüzünü doldurmuştu. Bana denildi ki: 'Şöyle şöyle bak!'
Kalabalık bir cemaat gördüm. 'Bunlar senin ümmetindir.

Bunlarla beraber 70.000 kişi hesapsız cennete girecektir denildi.


Bunun üzerine ashab-ı kirâm dağılıp evlerine gittiler. Hz. Peygamber onlara o yetmiş bin kişinin
kimler olduğunu belirtmedi. Ashâb aralarında müzakere ettiler. 'Biz şirkte doğduk' dediler. Bu
sözler Rasûlullah'm kulağına gidince şöyle buyurdu:
O 70.000 kişi o kimselerdir ki dağlanmazlar. Muska istemezler. Fal açmazlar. Ancak rablerine
tevekkül ederler.

Bu esnada Ukkaşe (r.a) ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'.tan dile ki beni
onlardan kılsın!'Sonra bir sahâbî ayağa kalkarak Ukkâşe'nin dediği gibi söyledi. Fakat Hz.
Peygamber 'Ukkaşe senden daha çabuk davrandı!' buyurdu.311

Amr b. Hâzım el-Ensârî'den şöyle rivayet ediliyor: Üç gün Hz. Peygamber bizden kayboldu. Ancak
farz namaz için çıkıyor, namazı kıldırıp tekrar odasına dönüyordu. Dördüncü gün olunca bize
geldi. 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bizden kayboldun. Birşey olduğunu zannettik' dedik. Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Hayırdan başkası vukû bulmadı. Rabbim ümmetimden 70.000 kişiyi herhangi bir hesap olmadan
cennete göndermeye söz verdi. Ben ise, rabbimden bu üç günde daha fazlasını talep ettim.
Rabbimi cömert, şerefli ve kerîm gördüm. O 70.000 kişinin her biriyle beraber yetmişer bin kişi
daha bağışladı. Dedim ki: 'Ey rabbim! Ümmetim bu sayıya yarabilir mi?' 'Bu adedi senin için
bedevilerden tamamlayacağım!' dedi.312

Ebû Zer, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:


Cebrâil bana Hirre'nin bir tarafından görünerek şöyle dedi: 'Ümmetine müjde ver ki onlardan bir
kimse Allah'a hiçbir şey ortak koşmaksızın ölürse cennete dahil olacaktır'.
Bunun üzerine dedim ki:
- Ey Cebrâil! Hırsızlık yapsa da, zina etsede mi?
- Evet! Hırsızlık etse, zina yapsa da!
- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?
- Hırsızlık etse de, zina etse de!
- Hırsızlık etse de, zina etse de mi?
- Hırsızlık etse de, zina etse de, içki içse de!313

Ebû Derdâ (r.a) şöyle diyor: Hz. Peygamber 'Rabbinin ma-kamından korkan bir kimse için iki
cennet vardır!' (Rahmân/46) ayetini okuduğunda sordum:
- Böyle bir kimse hırsızlık ve zina yapsa da mı ona iki cennet vardır ya Rasûlullah?
- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennet vardır.
- Hırsızlık yapsa da, zina etse de mi?
- Rabbinin makamından korkan bir kimse için iki cennetvardır!
- Hırsızlık etse de, zina yapsa da mı?
- Ebû Derdâ'nın burnu yere sürünse de yine evet!314

Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:


Kıyamet günü olduğunda her mü'mine diğer milletlerden bir kişi verilir ve ona denilir ki: 'İşte bu
senin ateşten âzâd olman için fedaindir'.315

Müslim, Sahihinde Ebû Burde'den şöyle rivayet eder: Ömer b. Abdülazîz'e babası Ebû Musa'dan,
o da Hz. Peygamber'den şu had-îsi rivayet etti:

Müslüman bir kimse ölür ölmez Allah Teâlâ onun cehennemdeki yerine bir yahudi veya bir
hristiyanı sokar.
Bunun üzerine Ömer b. Abdülazîz üç defa raviye 'Kendisinden başka ilah olmayan Allah hakkı için
senin baban Hz. Peygamber'den bu hadîsi rivayet etti mi? diye yemin ettirdi. Râvî de Ömer b.
Abdülazîz'e bu hususta yemin etti.

Rivayet ediliyor ki bir savaşta bir çocuk durdurup onun yanı başında şöyle bağrıldı: 'Bu çocuğun
fiyatını kim artırır?' Bu durum yaz ve harareti şiddetli olan bir günde oldu. O çocuğu kavmin
çadırında oturan bir kadın gördü. Çocuğa yönelip var kuvvetiyle koştu. Kadının arkadaşları da
arkasından koştular. Kadın, çocuğun elinden tutup onu bağrına bastıktan sonra sırt üstü yattı.
Çocuğu kucağına alıp çocuğu güneşten koruyup 'Oğlum! Oğlum!' diye bağırdı. Bunun üzerine halk
ağladı ve orayı terkettiler. Hz. Peygamber de onların şefkatinden sevinip ötürü onlara müjde
vererek şöyle dedi:
- Acaba bu kadıncağızın çocuğuna şefkat göstermesine hayret mi ettiniz?
- Evet!
- Muhakkak ki Allah Teâlâ, sizin için şu kadının oğlu için olan
şefkatinden daha fazla şefkatlidir. Bunun üzerine müslümanlar müjdenin en büyüğünü almış
olarak dağıldılar.

İşte bu ve Ümit bölümünde zikrettiğimiz hadîsler, Allah'ın rahmetinin genişliğini müjdeler Allah
Teâlâ'dan ümidimiz, bizim müstehak olduğumuz ile bize muamele yapmaması, şânına uygun
olanıyla bize lütûfta bulunmasıdır. Bunu da minnetiyle, rahmet ve cömertliğinin genişliğiyle
yapsın! Âmin!

301) Müslim, (Ebû Hüreyre ve Selman'dan)


302) Müslim
303) Taberânî
304) İmam Ahmed, Taberânî, (Muaz'dan zayıf bir senedle)
305) Tirmizî, (hasen-garîh olarak)
306) Buhârî, Müslim
307) Ebû Saîd el-Kuşeyrî, Sâbiyât
308) Adı Abdurrahman b. Useyb'dir. Tabiînin büyüklerindendir. Hz.Peygamberin vefatından beş
gün sonra Medine'ye varmıştır. Halife Abdülmelik zamanında vefat etmiştir.
309) Müslim
310) Bu hadis, muhaddislerce bitaka hadisi diye bilinir. (Tirmizî aynı siyak içerisinde
nakletmiştir).
311) İmam Ahmed, Müslim
312) Beyhakî, İmam Ahmed
313) Buhârî, Müslim
314) İmam Ahmed, (ceyyid bir senedle)
315) Müslim

You might also like