Professional Documents
Culture Documents
MAHMUTKAYA
İ t lı af
KLAS İK
l. Kitap
Bu çalışma, Kindi'nin risalelerini ilk defa yayımiayan
merhum MıılıammedAbdüllıtidz Ebıl Rfdenin (ö. 1991)
DÜŞÜNCE
İslam Felsefesi 1 aziz hatırasına armağanımdır.
IKI.ASe''K
Millet Cad. Gülsen Ap. 19/9 34300 Aksaray istanbul
Tel 0212. 589 15 76 Faks 0212. 589 15 48
ÖN SÖZ
Birinci Bölüm
KiNDi ve FELSEFESi
1. HAYATI 3
2. ŞAHSiYETi 7
3. MU'TEZiLE iLE OLAN iLiŞKiSi ll
4. TERCÜME HAREKETiNE KATKlSI 14
5. iLiMLER TASNiFi 17
6. METOT ANLAYlŞI 19
7. BiLGi TEORiSi 21
A. Duyu Bilgisi 21
B.Akıl 22
ı. Sürekli Fiil HalindekiAkıl (el-aklü'llezf bi'l-.fi'l ebeden) 23
2. Güç Halindeki Akıl (el-akl bi'l-kuvve) 23
3. Fiil Alanına Çıkan Müstefad Akıl (el-aklü'llezf harece mine'I-
kıwue ile'l-.fi'l) 23
4. Beyfull veya Ziiliir Akıl (el-aklü'l beyanı evi'z-zalıir) 24
C. Sezgi 24
D.Vahiy 24
8. FELSEFE 27
9. METAFiZiK 29
A. Alemin Sonlu ve Sınırlı Oluşu 30
B. Metafiziğin Temel Kavramları 32
ı. Madde ve Silret 32
2. Hareket 33
3.Zaman 33
4. Mekan 35
1O. KOZMOLOJi 37
'·,
ll. PSiKOLOJi 41 Ikinci Bölüm
12. AHLAK 45
FELSEFi RiSALELER
13. DiN FELSEFESi 49
A. Allah'ın Varlığı 49
ı. Hudüs delili 49 RiSALELERiN MAHiYETi 119
2. Vahdet-Kesret 50 ı. İlle Felsefe Uzerine 119
2. Tarifler Uzerine 123
3. ikna delili 51.
3. Gerçek ue Medizi Etkin Uzerine 124
4. Nizanı delili 52
4. Alemin Sonluluğıı Uzerine 124
B. Allah'ın Sıfatları 53
5. Sonsuzluk Uzerine 125
14. iLiM TARiHiNDEKi YERi 57
6. Allalı'm Birliği ue Alemin Sonlıılıığıı Uzerine 125
15. ETKiSi 61 7. Oluş ue Bozulıışwı Yakin Etkin Sebebi Uzeriiıe 126
16. ESERLERi 63 8. GölclerinAllalı'a Secde ue İtaat Edişi Uzerine 127
A. Felsefe 67 9. Cisimsiz Cevizerler Uzerine 12B
B. Mantık 72 10. Nefis Uzerine 12B
C. Fizik 74 ı ı. Nefis Uzerine Kısa Birkaç Söz 130
D. Psikoloji 76 12. Uyku ue Riiyamn Mahiyeti Uzeıine 130
E. Ahlak ve Siyaset 7B 13. Akıl Uzerine 130
F. Reddiye ve Tartışmalar Bl
14. Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Uzeıine 132
15. Beş Terim Uzeıine 134
G. Aritmetik B3
16. Uzüntiiyil Yemnenin Çareleri 135
H. Geometri B4
17. Kindi'nin Hikemiyiitz 137
1. Astronomi BB
iLK FELSEFE ÜZERiNE 139
J. Astrolçıji 90
[Felsefenin Tarifi ve Değeri] 139
K. Kehanet 92
[Varlık Hakkında Bilgi Edinme Yöntemi] 140
L. Küresel Varlıklar 93
[Geçmişe Şükran Borçluyuz] 140
M. Gökküreleri 95 [Metot Meselesi ve Felsefeye Karşı Olanlar] 141
N. Boyutlar ve Mesafeler 9B ·[Din lle Felsefe Arasındaki llişki] 142,
O. Meteoroloji 99 iLK FELSEFE'NiN BiRiNCi BÖLÜMÜNÜN iKiNCi KlSMI 144
P. Tıp 102 [Duyu Algıları ve Aklın ldraki] 144
R. Kimya 107 [Evrenin Dışında Doluluk ve Boşluk Yoktur] 145
S. Optik 109 [Araştırma Yöntemlerinde Genel Kural] 146
T. Müsıki 110 [Fizik ve Metafiziğin Alanları] 147
U. Çeşitli Konular lll [İlimlerde Metot] 147
[Ezelilik Kavramı ve Özellikleri] 14B
[Alem Sonludur] 149
Kindi Risaıeıeri XL_
Kinôi ve FeLsepesi
~ 1.
Hayatı
i
ve ilk İsHim filozofu olarak kabul edilen Ebu YüsufYa 'küb b. İshak b. es-
Sabbah.el-Kindi,
'
soylu. bir ailenin çocuğu olarak Küfe'de doğdu. ı Kaynak-
far, soykütüğüyle ilgili otuz iki şahsın ismini zikrederek onun Güney Ara-
bistan'ın en köklü kabilesi olan Kahtan soyundan geldiğini belirtmekte-
dirler.2 Kindl'nin ataları, İslam öncesi dönemde Güney Arabistan'ın Kin-
de bölgesinin yönetimini uzun süre ellerinde bulundurmuşlardır. Hatta
beşinci göbekten dedesi olan Eş'as b. Kays (ö. 642) Kinde meliki ik~n hic-
retin on uncu yılında (631) altmış kişilik bir heyetle Medine'ye gelerek Hz.
Peygamber'in huzurunda İslam' ı kabul etmiş ve onun ashabı arasına ka-
tılmıştı. Hz. Peygamber'in vefatından sonra bir ara irtidad (ridde) olayı
ı İbnü'n-Nedim, el-Filırist (nşr. Rıza Teceddüd), Tahran 1971, s. 315. İbn Cülcül, Kin-
di'nin Basra'da doğduğunu söylerken (Tabakatü'l-etıbbii ve'l-lıükema [nşr. Fuad Re-
şidl. Kahire 1955, s. 73). İzmirli İsmail Hakkı ise filozofun doğum yerinin Vasıt oldu-
ğunu belirtmektedir (Feylesufu'l-Arab: Ya'kıib b. İsJıak el-Kindi [Ar. tre. Abbas el-Az-
zavi]. Bağdat 138211963, s. 14).
2 ibnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 315; Kadi Said el-Endelfısi, Tabakatü'l-ümem, Kahire ts.,
s. 59-60.
3 Taberi, Tarilıu't-Taberi: Tarilıu'r-rusiil ve'l-mülıik (nşr. Muhammed Ebu'I-Fazi İbra
him), Kahire ts., III, 339-340.
_..1 Kindi ve Felsefesi
Hayatı L
aileden geldiğini söylüyorlarsa da4 bu durum, yahudi ve hıristiyan kültü- Küçük yaşta yetim kaldığı halde soylu ve zengin bir aileden geldiği
ründe çokça kullanılan ve filozofun isim zincirinde yer alan Yusuf, Ya'kı1b için hayatı refah içinde geçen fılozofun hem Basra'da hem de Bağdat'ta
ve İshak gibi isimlerden kaynaklanan bir yakıştırma olabileceği gibi, Kin- emiili bulumwordu. Bağdat'ta kimlerden ve nasıl bir tahsil gördüğü bi-
di'nin, hıristiyan çağdaşı Ab dülmesih b. İshak el-Kin di ile karıştırılmış ol- linmiyorsa da kısa zamanda halife Me'mı1n'un takdirini kazanmış, saray-
masından da kaynaklanmış olabilir.5 Ayrıca bu yanlış bilginin filozofu çe- da mı1tad olarak düzenlenen dini, ilmi, felsefi ve edebi toplantılara katı
kemeyen rakip veya hasımları tarafından uydurulduğu da düşünülebilir. larak ilim ve felsefe alarılarındaki başarı ve yetkirıliğini kanıtladığı gibi
Me'mı1n'un 215/830'da kurduğu Beytü'l-hikme'deki bilgin, kaşif ve mü-
Kindi ailesi İslam öncesinde olduğu gibi İslami dönemde de hem
Emevi hem de Abbasi hilafet'inde önemli devlet görevlerinde bulunmuş, tercimler kadrosu içinde yer almayı da başarmıştır. Dokuz Ab b asi halife-
babası İshak b. es-Sabbah (ö. 808), halife Mehdi (7-75-785), Hadi (785-
si dönemine yetişen Kindf, özellikle Me'mı1n (813-833), Mu'tasım-Billah
786) v.e Harı1nurreş1d (786-809) zamanlarında yıllarca Kı1fe valiliği yap- (833-842) ve Vasık-Billah'ın (842-847) yakın ilgi ve desteğini görmüştür.
AyrıcaMu'tasım, oğlu veveliahtı olanAhmed'in eğitim ve öğretimini üst-
mıştır.6
lenınesi için onu görevlendirmişti. Aralarında hoca-talebe ilişkisinden
Kindi'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, yapılan araştır
öte dostluğa dayanan bir yakınlık bulunduğundan, filozof, eserlerinin
malarda, bazı ipuçlarının değerlendirilmesiyle yaklaşık bir tarih tespitine
önemli bir kısmını bu velialıtın isteği üzerine kaleme almış ve ona ithaf
çalışılmıştır. Mesela Mustafa Abdurrazık, filozofun babasının, Harı1nur
etmiştir. 8 Ne var ki, adı geçen üç halife Mu'tezile mezhebini devletin res-
reşid döneminin sonlarına doğru 808 yılında öldüğünü, o sırada Kin-
mi görüşü sayarken, daha sonra iktidara geçen Mütevekkil-Alellah (847-
di'nin çocuk yaşta bulunduğunu dikkate alarak onun 185/801 yılında
861) Ehl-i Sünnet yanlısı bir politika izlemiş ve bu sırada Kindi gözden
doğmuş olabileceğini söylemektedir. 7
düşerek hayatının son yirmi yılını saraydan uzak, belki de münzevf ola-
Küçük yaşta babasını yitiren, çocukluk ve ilk gençlik yılları Kı1fe ve rak geçirmek zorunda kalmıştır. Bu durum, onun Mu'tezile'den sayılll1a
Basra'da geçen Kindf'nin eğitimi hakkında herhangi bir bilgi mevcut de- sından değil, bu mezhep mensupları gibi akla öncelik tanıyan ve ilk kez
ğilse de geleneğe göre, temel dini bilgil.er ve Kur'an-ı Kerim dersleri ya- İslam toplumunda felsefe isimli bir bilgi ve düşünce türünün temsilcisi
nında dil ve edebiyat tahsili gördüğünde şüphe yoktur. Özellikle bu iki şe olmasından kaynaklanıyor olmalıdır.
hirde başlayıp kurumlaşan dil (nalıiv) okulları, onun dil ve edebiyat zev- Klasik kaynaklarda Kindi'nin doğumu gibi ölüm tarihi hakkında da
kinin olgunlaşmasında önemli rol oynamıştır. Kelamın Mu'tezile elinde kesin bir bilgi yoktur. Çağdaş araştırmalarda ise hiçbir kaynak ve gerek-
bağımsız bir ilim olarak şekillendiği bir dönemde yaşamış olariKindi'nin çe zikredilmeksizin 860, 869, 870 ve 873 gibi çok farklı tarihler yer almak-
Basra'da bulunduğu sırada, bu mezhebin Basra kolundan büyük ölçüde tadır. Ancak Mustafa Abdurrazık, filozofun çağdaşı olan Cahız'ın Kita-
yararlandığı ve diyalektik alanındaki ilk zihni disiplinini burada kazandı bü'l-Hayevan'ı ile Kitiibü'l-Bulıala adlı eserlerinde ondan söz ederken
ğı sanılmaktadır. Daha sonra Bağdat'a giderek öğrenimini tamamlayan geçmiş zaman kipi kullanıldığına dikkat çekerek, bu eserlerden ikincisi-
Kindi, ölünceye kadar bu şehirde yaşamıştır.
...... nin 254/868 yılında kaleme alındığını, birincisinin ise ondan bir iki yıl
kadar önce yazıldığını, dolayısıyla Kin di' nin yaklaşık olarak 252/866 tari~
4 Beyhaki, Tetimmetü Sıuani'l-lıikme, Lahor 1351, s. 25; Şemseddin Muhammed eş
Şehreziıri, Nüzlıetü'l-ervalı ve ravzatü'l-efralı (Tarilıu'l-lıükema ve'l-feliisife) (nşr. Ab-
hinde vefat ettiğini kabul etmek. gerektiğini söylemektedir. 9 Diğer yan-
dulkerim Ebiı Şuveyrib), Trablus 1988, s. 305. dan De Bo er onun 870 yılı civarında hayatta olduğunu iddia ederken, 10
5 Halife Me'miın döneminde yaşadığı söylenen Abdullah b. !smail el-Haşimi'nin bir hı Brockelmann 869'dan biraz önce, ı ı Henry Corbin ise 873 yılında öldüğü-
ristiyan olan Abdulmesih b. İshak ei-Kindi'yi lslam'a, Kindi'nin de Haşimi'yi Hıri,sti
yanlığa davet eden mektuplan ilk kez 1880 yılında Londra'da, daha sonra 1912'de Ka-
8 Ebıl Süleyman es-Sicistani, Müntelıabu Sıvani'l-lıikme (nşr. D. M. Dunlop), Lahey
hire'de yayımlanmıştır. Ne var ki Muhammed Harndi el-Bekri, yapmış olduğu bir 1979, s. 113.
araştırmada bu mektuplaşmanın asılsız olduğunu belgelerle ortaya koymuştur; bkz.
9 MustafaAbdürrazık, Feylesufıı'l-Arab, s. 50-51; a.mlf., Temlıid li-tarilıi'l-felsefeti'l-is
Meceiıetü Külliyyeti'l-adab el-Mısriyye, I/9, Kahire 1947. ·
lamiyye, Kahire 136311944, s. 31.
6 lbn Ebi Usaybi'a, Uyıinü'l-enbtifi tabakati'l-etıbbti, Beyrut 1978-1979, II, 178-179.
lO De Boer, İslam'daFelsefe Tariizi (tre. Yaşar Kutluay), Ankara 1960, s. 70.
7 Mustafa Abdurrazık, Feylesufu'l-Arab ve'l-Mıı'allimii's-Sani, Kahire 1945, s. 18. ll Brockelmann, GAL, I, 230-231.
__]_ Kindi ve Felsefesi
ri olduğu kabul edilse bile, ilim ve düşünce alanında son derece cömert
davranan filozof, geriye, çağındaki tüm bilgi dallarını kuşatıcı mahiyette
277 eser bırakmıştır.
Gerek düşünce
sistemi, gerekse özel hayatı diğer filozoflarınkiyle kı
yaslandığında Kindl'nin İslam ilkelerine daha çok bağlı olduğu görül-
miş, astronomi ve diğer ilimlerde uzman, hükümdar soyundan gelen bir · (daha uzmanının) bulunmadığına tanıktır"23 diyerek ondan sitayişle
Arap fılozofudur",ıs "Yaşadığı dönemde o, islam filozofu diye anılırdı",
19
bahsetmektedir.
"Kindi, ilmin derinliklerine dalan, akli ilirnlerle şeriatı uzlaştıran ve bir- Bu kadar başarılı olmasına rağmen Kindi'nin çeşitli çevrelerin baskı
çok eseri olan bir mühendistir." 20 İbn Cülcül ise "islam toplumunda, yaz- ve eleştirisine maruz kaldığı bilinmektedir. Filozof, halife Mu'tasım-Bil
21
dığı eserlerde, Aristo'yu izleyen ondan başka bir filozof yoktur" ifade- lah'a takdim ettiği İlk Felsefe Ozerine (Kitiib fi'l-felsefeti'l-ula) adlı eseri-
siyle, ileride tartışmalara yol açacak bir konuyu gündeme taşımıştır. nin giriş kısmında, bazı çevrelerin yarılış yorumlamasından çekindiği
Sicistani de islam ilim, düşünce ve kültÜr tarihinde o güne kadar kim- için düşüncelerini serbestçe ifade edemediğinden.yakınmakta ve hasım
senin yapamadığını Kindi'nin başardiğını ve onun çalışmalarının bir larını ağır bir dille şöyle suçlamaktadır:
ömre sığmayacak kadar çok ve çeşitli olduğunu ifade etmek üzere şöyle
... gücümüz ölçüsünde, dilin yapısı ve zamanın anlayışına göre o fikir-
demektedir: leri bu yolun yolcularına en kısa ve en kolay bir tarzda eksiklerini de
tamamlayarak takdim edeceğiz. Bunu yaparken, zamanımızın düşü
Araplara ait ilimlerdeki derinliğinden; nahiv, şiir, astroloji, tıp, çeşitli
nürü olarak tanındıkları halde gerçekten uzak bulurıanların yanlış yo-
bilgi ve sanat ·dallarındaki üstün başarısından başka felsefe, mater_na-
rumlamalarından çekindiğimiz için, iltibasa yol açacak karmaşık nok-
tik ve bunlara ilişkin alanlarda müslümanlardan ilk yetişen odur. Öyle
taları uzun uzadı ya tahlil yerine kısa kesrnek zorurıda kaldık. Ul.yık ol-
ki, bu kadar bilgiyi bir insanın elde etmesi az görülmüştür. Eserlerinin madıkları halde hakkı temsil durumunda olsalar da burılann kıt zeka-
listesi bir tomar kağıt tutmaktadır. Me'mün döneminde Kindi'den ön- Iarı gerçeğin esprisini anlamaktan acizdir. Bilgileri ise yüksek düşünce
ce, çoğıınluğu hıristiyan olan ünlüler varsa da İslam top lurnurıda bu sahiplerini takdir etme, yararı herkese ve onlara da dakunacak olan ic-
yolu ilk açan odur. Sonraki müslümanlar da onu takip etmişlerdir.
22
tihad yapma düzeyinde değildir. Bunların hayvani nefislerinde yer
...... eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlık, gerçeğin nu-
l7İbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 315. runu görmelerini engellemiştir. Saldırgan ve zalim düşman durumun-
ıslbnü'l-Kıfti, İlıbiir, s. 240. da olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için elde
19 İbn Nübate, Serlıu'l-uyim, s. 229. edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insani faziletiere sahip
20 Beyhaki, Tetimnıe, s. 25.
21 lbn Cülcül, Tabaktltü'l-etıbbti, s. 73. 23 Cardanus Hieronimus, De Subtilitate, Basell664, s. 573-574.
22 Sicistani, Müntelıab, s. 113.
__lll Kindi ve Felsefesi
Ş bulunan sorunlar
maması gerekir" diyerek kendini savunmaktadır. Nitekiin bir zamanlar üphesiz her filozof•..yaş~dığı ~~ğın ve yet~~t~~i top~~m~n gün~eminde
uzerıne eğilrnek ve çozume yonelik teoriler üret-
hadis ilmiyle uğraşırken, halkı felsefe ile ilgilendiği için Kinili aleyhinde
kışkırtan Ebu Ma'şer el-Belhl'nin bu tavnın filozof, geliştirdiği zekice bir ID!=!k durumundadır. Dolayısıyla, Mu'tezile akırp.ının en olgun ve en etkili
planla boşa çıkarmayı başarrmş ve onun önce matematik ve geometri, . olduğu bir ortamda yaşamiş olan Kinili'nin bu mezheple olan ilişkisi, ba:-
zı klasik müellifler ile çağdaş araştırmacıların üzerinde durduğu bir konu-
daha sonra da astroloji ile ilgilenmesini, böylece hasrmnın matematik ve
diğer akl! ilimiere sempatiyle bakınasını sağlamıştır. 25 Bütün bunlar, dur. Eserleri incelendiğinde Mu'tezile kelamcılarının tartıştığı bazı prob-
Mütevekkil-Alellah'tan önce Mu'tasim döneminde de filozofun ağır bas.~ lemleri Kinili'nin de önemsediği, hatta o konularda bazı eserler kaleme .
kılara maruz kaldığını göstermektedir. aldığı görülmektedir.. Mesela llk Felsefe Üzerine adlı eseri, başta olmak ·
Ebu Ma'şer el-Belhl'den kaynaklanan tehlikeyi zekası sayesin?e ko- üzere diğer felsefi risalelerinde alemiri ezeliliğini savunan dehrile~e (ate-
layca atıatan Kin di, Beni Musa (Musa Oğulları) diye bilinen büyük mate- istler) karşı onun yaratılmış olduğunu mantık! ve matematik delillerle te-
matikçi ve astronom Muhammed ve Ahmed isimli kardeşlerin kıskanç mellendirmeye çalışmaktadır. öte yandan dönemin kelamcıları gibi o da
lıkları sonucu düzenledikleri komplodan ise kurtulamamıştır. Filozofun İslfun'ı savunmak amacıyla diğer dirı ve kültürlere karşı reddiyeler yaz-
halife Mütevekkil nezdinde ne ile suçlandığı bilinmemektedir. Fakat bili- mış, bu cümleden olmqk üzere Risalefi nakzi mesaili'Z-Inüllıidfn'de deh-
nen o ki, halife filozofumuzu dayakla cezalandırmış ve adı geçen iki kar- rlleri; Risale j'i'r-red 'ale'l-Maniyye ile Risale fi'r-red 'ale's-Seneviyye'de Ma-
deş de Kindl'nin zengin kütüphanesine el koyarak "Kind1 Kütüphanesi" niheizm'i; Risale fi tesbfti'r-rusüfde Brahmanizm'i; Makale fi'r-red 'ale'n-
adıyla müstakil bir kütüphane kurmuşlar, ancak gelişen bazı olaylar so- Nasilra'da ise Hıri"stiyanlığı eleştirmiştir. Ayrıca Mu'tezile'nin görüşlerine
nucunda kütüphaneyi iade etmek zorunda kalmışlardır.Z 6 Adı geçen iki paralel olarak "saliıh-aslah" ilkesi üzerirıde durmuş, fakat bunu fert düze-
kaşif kardeşin hadis, kelam ve felsefe ile bir ilişkisi bulunmarlığına göre yinde değil, varlık düzeni (nizamü'l-kevn) çerçevesinde yorurnlamış; Al-
Killdl'ye karşı olan düşmanca tavırlarının sadece onun şöhretini kıskan lah'ın fiilierinin tÜmüyle adil olduğUnu, bu konuda zulme asla yer bulun-
maktan ileri geldiği söylenebilir. Bazı araştırmacılar ise halife Mütevek- madığını savunmuş; günümüze ulaşmayan Risille fi'l-istita'a ve zamani
kil'in filozofu dayakla cezalandıracak kadar ileri gitmesine sebep olarak kevnilıa adlı eserinde ve felsefe yazılarında kulların fillerinin değeri ve
onun Mu'tezill eğilimli olmasını ve akla nakilden daha çok önem verme- buna ilişkin olarak sebep-sonuç (illet-ma'Zun ilişkisinde bazı mutavassıt
sini göstermektedir. Gerçek o ki, Kind1, Mu'tezile ketarncısı olmamakla etkenierin bulunabileceğini (tevellüd nazariyesi) belirtmiştirP
birlikte Mu'tezill fıkirlerin yaygın ve ~akim olduğu bir ortamda yetişmiş, Bu konuda Richard Walzer, yukarıda saydığımız çalışmaları sebebiyle
dolayısıyla bu mezhebin öne çıkardığı birçok problemle de yakından il- Kindl'yi Mu'tezile kelamcısı olarak göstermekte, sonra da onun kelamcı
gilerimiştir. ve filozof yönlerinden hangisinin ağır bastığım tartışmaktadır. 2 8 Ancak,
......
24 Kindi, İlkFelsefe Üzerine, s.141-142. 27 Kindi, Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine, s. 216.
25lbn EbiUseybi'a, Uyun, II, 179. 28 Richard Walzer, Greek illto Arabic, Oxford 1962, s. ı 76-189.
26lbn Ebi Useybi'a, Uyun, II, 180-181.
'
_ız Kindi ve Felsefesi Mu'tezile lle Olan ilişkisi ll_
30
filozofun aynı problemler üzerinde durmuş olması onun Mu'tezili oldu- lozoftur" şeklindeki değerlendirmesi ile Hilmi Ziya Ülken'in onu, ön-
ğunu göstermez. İslam düşünce ve kültüründe bir kınlmayı değilse bile ce Aristocu, sonra Aristo ile Eflatun'u uzlaştırmaya çalışan, daha sonra
bir geçiş dönemini temsil eden Kindi'nin bu tutumunu doğal saymak ge- Yeni Eflatunc~ ve nihayet İslam'daki yoktan yaratma düşüncesinde karar
rekir. Zira yabancı kültürlere açılan her toplumun geçiş evrelerinde aynı kılan bir filozofl 1 olarak göstermesine katılmak mümkün değildir. özel-
durum söz konusudur. Bu hususta önemli olan konu ve amaç birliği de- likle De Boeri tabakat kitaplarındaki bilgilerden, eserlerinin ifade ettiği
ğil, uygulanan yöntem ve kullanılan terminolojidir. Olaya bu açıdan ba- anlamlardan ve Latince'ye çevrilmiş olan Risiile fi'l- 'akl isimli dört say-
kıldığında Kindi'yi Mu'tezile safında görmek veya göstermek yanlış ola- falık eserinden hareketle Kind! felsefesini yazma gibi ~ginç bir tavır ser-
caktır. Diğer yandan iddia.edildiği gibi Kindi Mu'tezili olsaydı şimdiye ka- gilemiştir. Eğer adı geçen felsefe tarihçileri filozofun 1950'de yayımlanan
dar kelam literatüründe özellikle Kadı Abdülcebbar'ın Fazlü'l-i'tiziil ve felsefi eserlerini inceleme imkanı bulsalardı, filozofun antik ve helenistik
tabakiitü'l-Mu'tezile'si ile lbnü'l-Murtaza'nın Tabakiitil'l-Mu'tezile adlı felsefeyi islamı görüş açısından nasıl bir arada değerlendirip kendine öz-
eserlerinde ona yer verilmesi gerekirdi. Oysa hem klasik kaynaklarda gü senteziere ulaştığını göreceklerdi. Kaldı ki, onun kaleme aldığı eserle-
hem de modern araştırmalarda Kindi, bir Mu'tezile kelamcısı olarak de- r~ tarihi sırasını tespit etmek mümkün olmadığından düşünce hayatın
ğil, islam felsefesini kuran ilk filozof olarak takdim edilmektedir. da farklı evrelerin bulunduğu savunulamaz. Özellikle !lk Felsefe Uzerin~
Diğer yandan bilindiği gibi o dönem kelamcıları yöntem olarak eecte- ve. Nefis Uzerine adlı eserleri filozofun, İskende;iye okulunun Süryan!
li kullanırken, Kindi çoğu kez mantığı (burhan) bazen de matematiği kul- mütercimler kanalıyla gelen ürünlerini İslami görüş açısından nasıl bir
lanmıştır. Mantık! is bat olarak da en çok, iki tezden birinin yanlış olduğu-. arada değerlendirdiğini, dolayısıyla onun düşünce sisteminde iddia edil-
nu göstermek suretiyle ötekinin doğruluğunu ortaya koymak anlamına diği şekilde birtakım aşamaların bulunmadığını göstermektedir.32
gelen "kıyas-ı hulf"u kullanmıştır ki, bir bakıma bu, Eflatun'un dikotomi
yöntemini hatırlatmaktadır.
Bu konuda Kadi Said, Kindi'nin analitik (tahlfl) değil sentetik (terkfb)
yöntemi kullandığı için mantık alanındaki eserlerinin pek yararlı olmadı
ğını söylemektedir. Müellif, sentetik yöntemden (sınii'atü't-terkfb) man-
tığı iyi bilenlerin yararlanacağını söyleyerek eleştirisini şöyle bitirir: "Bil-
miyorum, bu değerli yöntemi (analitiği) kullanmaktan Ya'küb'u alıkoyan
bilgisizliği mi, yoksa kıskançlığı mı? İki durumdan hangisi olursa olsun
bu, onun için bir eksikliktir." 29 Ancak, filozofun günümüze ulaşan eserle-
rindeki rrıantıkl analizlere bakılacak olursaKadi Said'in yukardaki eleşti
rilerine katılmak mümkün gözükmemektedİr. Anlaşıldığı kadarıyla mü-
ellif, Kin di' nin sayıları onu aşan mantık kitaplarında ayrıntılardan ziyade.
kısa ve öz bilgi vermesinden Şikayetçidir. Onun analizden (sınii'atü't-talı
lil) kastıda mantık meselelerini uzun uzadıya anlatmaktır. Ne var ki, Kin-
di'nin mantıkla ilgili hiçbir eseri günümüze ulaşmadığı için bu konuda
kesin bir yargıda bulunmak güçtür.
öte yandan De Boer'un, Kindi'nin felsefi risaleleri yayımlarunadan
çok önce yazdığı islam'da Felsefe Tarihi adlı eserinde, "Kindi, Mu'tezili
......
30 De Bo er, İslam'da Felsefe Tarilıi, s. 73.
bir kelamcı ve Neo-Platonik tesirler altında kalmış Neo-Platoncu bir fi- 31 Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi, Ankara ts., s. 46.
...... 32 Mahmut Kaya, Islam Kaynakları Işığmda Aristoteles 11e Felsefesi, İstanbul 1983, s.
222.
29 Kadi Said, Tabakatil'i-üm em, s. 60.
4.
Tercüme hareketine katkısı
masaydı latif ile kesitin bilgisini birbirinden ayırt etmek mümkün ol-
mazdı.41 Pratik ilimler ise ahHl.k ve siyasetten ibarettir. ·
Başka ilirolere giriş mahiyetindeki alet ilimleri de mantık ve ~~tema
tik olmak üzere iki kısma ayrılır. Mantık, Aristo'nun Organon kullıyatın 6.
da yer alan Kategoriler, önermeler, I. Analitikler, II. ~~ıaliti~ler, To~ikler, Metot anlayışı
Sofistik Delillerin Çürütülmesi, Hitabet (lıatabe) ve ~ıır'de_n ıbar:ttır. -~a
tematik ise aritmetik, geometri, astronomi ve müsıki şeklinde d ort dısıp
liİıi içermektedir.42 Kindi'ye göre söz konusu matematik ilimleri bilme-
yen kimse bir ömür boyu felsefe okusa da arılayamaz, sadece yazıl~ları
ilindiği kadarıyla Kin di, İslam toplumunda metot meselesi üzerinde
t_ekr arı arnı Ş
olur. özellikle genel bir evren tasarımı veren astronomı, fel-
. .. . . 43
sefe gibi külli bilgiyi hedef aldığı içın daha da onemlıdır.
B en çok duran filozofların başında gelmektedir. O, halife Mu'tasım
i~in kaleme a,ldığı İlk Felsefe Üzerine adlı eserinde bu konuya dikkat ç~
Ayrıca Kin di, ilimler tasnifini konu alan Maiyy~~ 'l- 'i!.m ve_ aksamih ile kerek her ilminin kendine özgü bir metodunun bulunduğunu; araştırma
Aksamü'l-'ilmi'l-insi adlı günümüze ulaşmayan iki mustakil eser ~aha cıların çoğu defa neyi, nerede ve nasıl araştıracaklarırıı bilmedikleri için
kaleme almıştır. Onun, bilgi kaynakları açısından ise ilimleri t_eorık ve başarısız ?lduklarını söylemektedir. Nitekim matematik alanında ikrıa
.k şeklinde başlıca iki grupta değerlendirdiğini görmekteyız. B~na (lıitabet) metodunu, metafizikte duyu deneylerini, belagatta ispat yönte-
prati . ik l
öre du larla algılanan bilgiler pratik, akılla algılananlar ıse teor sayı - mini uygulayanların bir şey elde edemeyecekleri açıktır. Filozofa göre
g yu ·· ı f · b ·· ·· b tlarıyla
m akt adır. 44 Bütün bu tasnifler, onun ılım ve fe se eyı utun oyu .. herhangi bir iJim dalında araştırma yaparıların, önce o ilmin ilkelerini
özürusemiş berrak bir zihne sahip olduğunun göstergesi sayılabilır. araştırmaları ve maddi varlık alanıyla metafızik alanın farklı olduğunu
bilmeleri gerekir. Çünkü bazıları, fiziki nesnelerde olduğu gibi metafizik
bilginin de zihinde somut formunun oluşacağını zannederler ve böyle
bir şey bulamayınca da metafiziğe karşı güverıleri sarsılır. Kindi böylele-
rini, duyu algılarının dışında bir bilgi olabileceğini kavrayamayan çocuk-
lara benzetir. Zira ona göre, akli bilginin insan zihninde somut bir imajı
oluşmaz. O halde metafizik alanda bazı bilgiler ispat edilse de her akl!
bilginin ispatı mümkün olmamaktadır. Çünkü her ispatın ispatı olsa, is-
pat işlemi sonsuza dek sürüp gider. O zaman da her şey meçhule bürü-
nür; halbuki meçhulün bilgisi yoktur.45
Kindi'nin yöntem olarak genellikle mantık ve matematiği kullandığı
nı belirtmiştik. O, her konuda insanı başarıya götürenin matematik oldu-
ğunu ısrarla vurgular ve felsefe öğrenimi için matematiğin ön şart oldu-
ğunu söyler. Bu konudaki görüşünü şöyle temellendirir: Cevher ve cevhe-
re ait nicelik ve nitelikler, felsefenin ilk ve temel konusudur. Çünkü biz ilk
cevherleri yani fızik.I varlıkları, nicelik ve nitelikleri sayesinde tanırız.
...... ikinci cevherlere yani nesnelerin zihnimizdeki soyut ve tümel kavramla-
rına ise birinci cevherler vasıtasıyla ulaşırız. O halde nicelik ve nitelik bil-
41 Kindi. Beş Terim üzerine, s. 279-280.
42 Kindi. Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı üzerine, s. 271-272.
43 Kindi, Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı üzerine, s. 266-267. 45 Kindi, İlk Felsefe Üzerine, s. 147-148.
44 Kindi, Beş Terim Üzerine, s. 279.
_ll! Kindi ve Felsefesi
gisinden yoksun olan kimse, ilk ve ikinci cevherleri yani fızik ve metafızik
varlıklar ;uanını tanıma imkanından da yoksun sayılır. 46 Bu yaklaşımıyla
o, Aristo'dan ziyade Eflatun'a yakın durmaktadır. Arıcak, unutulmamalı
dır ki fılozof, matematiği, fızikten metafıziğe geçişte bir yöntem ve bir 7.
araç saysa da diğer alanlarda mantıki istidla.I,i, tabiata dair eserlerinde ise
yer yer deney yöntemini kullandığı görülmektedir. Dolayısıyla metot ko-
Bilgi teorisi
nusunda Kindi pragmatik davranmakta ve Mu'tasım'a tavsiyelerinde,
"Bize gelince, her alanda.yapılması gerekeni yapmalıyız ... Bu şartlara ri-
ayet edersek amacımıza ulaşmak kolaylaşır; bunlara aykırı davranırsak
F
amacırnızı gerçekleştirmed e hataya düşeriz ve istediğimizi elde etmemiz els~fede bilgi; duyu, akıl, s~zgi ve deney ~avrarnlarının yorumuna
gliçleşir" demektedir. 47 O, her konuda dogmatizmden ve sapiantıdan baglıolarak ortaya çıkan bır problemdir. üzeilikle duyu algılarmm
n~sıl meydana geldiği, akıl denen mekarıizmanın nasıl işlediği konusu
uzak durduğunu belirtmek üzere: "Nereden gelirse gelsin, isterse bize
uzak ve karşıt milletlerden gelmiş olsun, gerçeğin güzelliğini benimse- Meşşai felsefede tartışmaların odağında yer almaktadır. Bir Meşşa! fılozof
rnekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız" 48 ifadeleriyle farklı bilgi olan Kind! de, bilginin kaynağına ilişkin olarak duyu algıları, akıl, s ezgi ve
ve kültür alanlarına açılmanın bir erdem olduğunu vurgulamaktadır. vahiy üzerinde durmaktadır. Filozof bu konudaki görüşlerini temelien-
dirrnek üzere varlığı tikel (cüz'f) ve tümel (küllf) .şeklinde başlıca iki kı
sımda değerlendirir. Duyu organları tikel varlıklar hakkında bilgi verirken
akıl bizetümel olanın bilgisini kazandırır. Buna göre:
A. Duyu Bilgisi
Bu bilgi türü özne-nesne ilişkisi sonucunda oluştuğu için duyu algıla
rınm konusu daima maddi varlık alanıdır. Duyu organlarının dış dünya-
dan edindiği izienimler ortak duyuda (küllf duyu) birleştirilerek tasaria-
ma (musavvire) gücüne, tasariama gücü de onları hafıza gücüne iletir.
Böylece duyu algıları insan zihninde (nefs) birer kavram olarak yer alır.
Fakat bu kavrarnlar cins ve türün altındaki tikellere aittir. Kindl'ye göre
bu algı işlemi zaman-dışı bir olay şeklinde gerçekleşmektedk. Ayrıca, du-
yu algıları sürekli değişim içindedir. Bunun sebebi özne-nesne ilişkisinin
süreksizliği ile nesnelerin değişken oluşu yani fızikl, kimyevt ve biyolojik
açıdan her an değişime uğramalarıdır. Zira zamanın akışı içinde her şey
sürekli bir değişim h.alindedir. Dolayısıyla duyu bilgisi akıl bilgisi gibi sa-
bit olmadığından güvenilir bir bilgi türü değildir. Bir başka ifadeyle özne-
nesne ilişkisinin bir sonucu olarak elde edilen bu bilgiler duyu organına
bağırrılı, ferdi ve tikeldir. Bli sebeple duyu algıları bize hiçbir zaman var-
lığın mahiyet ve hakikati hakkında doğru bilgi veremez. Bunun olabilme-
si için duyu bilgilerinin akıl tarafından onaylanması gerekmektedir.49
46 Kindi, Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine, s. 267-268.
47 Kindi, lik Felsefe Üzerine, s. 147-148. 49 Kindi, lik Felsefe Üzerine, s. 144-145.
48 Kindi, İlk Felsefe Üzeıine, s. 141.
_n Kindi ve Felsefesi
Bilgi Teorisi ~
B. Akıl bi dışardan etki ettiği yorumuna yol açmıştır. Bu konuda .t<indi, Aris-
Filozofun, "Varlığın hakikatini kavrayan basit bir cevher" şeklinde ta- to'dan farklı olarak aklı dörde ayırmakta ve onun soyutlama işlevini ve
nımladığı akıl, 50 insan nefsinin en temel fonksiyonu olarak tür, cins ve tam bağımsız bilginin ortaya çıkışını şu şekilde yorumlamaktadır:
önsel (a priorı} bilgi gibi duyu organlarına konu olmayan varlık alanları
I. Sürekli Fill HalindekiAkıl (el-aklü'Zlezz bi'l-fi'l ebeden)
nın bilgisini verir. Bir başka ifadeyle duyu organlan tikelleri, akıl ise tü-
Aristo'nuıi aktif akıl dediği bu akıl, Killdl'nin adı geçen eserinden an-
melleri algılamaktadır. Ayrıca duyu algıları sonucu zihinde nesnelerin bir
laşıldığına göre, insana dışardan etki eden bir güç olmayıp, nefsin fonk-
maddiformu ve imajı oluşurken aklın algılarında böyle bir imaj sözkonu-
siyonu olan tümel kavramlardan ibarettir. Şöyle ki, nefi.s maddeden ba-
su değildir. Mesela önsel veya çelişik önermelerin insan zihninde her-
ğımsız, soyut bir cevher olduğundan varlığın tür ve cinslerine ait tümel
hangi bir imajı oluşmaz. O halde maddi olmayan varlıklar alanına ait bil-.
k~amları algılayıp onlarla özdeşleşir. Sonra insan aklı güç halinden fi.il
giler aracısız ve zorunlu olarak akıl tarafından kabul edilmektedir. Kindi
alanına çıkarken bu tümeller aktif akıl. (bilfiil akıl) rolü oynarlar. Bu ko-
b~radan hareketle, bir yandan aklın tikelden tümele yükselrnek suretiyle
nuda Kindi'ni~ hiçbir tereddüde yer bırakmayan ifadesi şöyledir:
metafizik varlıkların, tümelden tikellere inerek fiziki nesnelerin bilgisini
edinme güç ve yeteneğini vurgularken, diğer yandan ise akü bilginin du-
Nefsi kuweden fıile çıkanp fıil halinde akıl durumuna getiren yani var-
yu bilgisi gibi sübjektif değil, objektif olduğunu göstermek istemektedir.
lığın külli olan tür ve cinsleriyle birleştiren bizzat o kilili kavramlardır.
Akl! bilginin duyu bilgisinden farkını gördüJ<ten sonra şimdi de aklın n~ Külliler nefısle birleşince nefis akletmeye [düşünce üretmeye] başlar
sıl soyutlama (tecrfd) yaptığını ve bilginin aşama aşama nasıl meydarıa
yani varlığa ait kavramlar onda bulunduğu için bir bakıma o [aktif] akıl
geldiğini görebiliriz. sayılır... İşte nefsi kuweden fıile çıkaran fıil halindeki akıl bu akılctır.52
Birçok konuda olduğu gibi aklın ma.hiyet ve fonksiyorılarını Akıl Üze-
rine adlı bir eserde ele alıp yorumlayan ilk İslam filozofu Kindi'dir. Dü- Görüldüğü gibi bu yorumuyla Kindi, sürekli fiil halindeki fa'a.I aklı, ay
şünce tarihine Öakıldığında aklın kendiliğinden mi yoksa dış bir etken al- feleğinin aklı sayarak onu kozmik bir varlık şeklinde niteleyen; dahası,
tında mı aktivitesini gerçekleştirdiği Aristo'dan sonra Meşşai felsefede fa'a.I aklı Cebrail ile özdeşleştirip kutsallaştıran Farabi ve İbn sına'dan
farklı yorumlara yol açan bir problem olarak süregelmiştir. Meselenin as- çok farklı ve daha sağlıklı düşünrnektedir. Meşşru felsefenin son büYük
lı, Aristü'nun düalist felsefesini oluşturan madde-form veya güç-fiil ayn- temsilcisi olan İbn Rüşd'ün de bu konuda Kindi gibi düşündüğünü be-
ınma dayanmaktadır. Buna göre güç halinde olan bir şey kendiliğinden lirtmeliyiz. 53
fi.il alanına çıkamaz. Öyleyse güç halindeki insan aklına fiil durumunda 2. Güç Halindeki Akıl (el-akl bi'l-Jcııvve)
olan bir şey etki etmedikçe kendiliğinden bilgi üretemez. Ancak, bu etken
insanda doğuştan var olan bu akıl, özne-nesne ilişkisi gerçekleşmedi
sürekli fi.il halinde bulunmalıdır, aksi halde etken olamaz. 51 O halde Aris-
ği, daha doğrusu sürekli fiil halindeki akıl ona etki etmediği sürece pasif
to'ya göre insanın d~ğuştan sahip olduğu pasif akla etki eden ve daima
bir güç sayılmaktadır.
aktif (fa'fi[) olan bir akıl olmalıdır. Pasif akıl insanla birlikte öldüğü halde.
hayat şartlarından etkilenmeyen ve ölümsüz olan bu aktif aklın mahiye- 3. Fill Alanına Çıkan Müstefad Akıl (el-alclii'llezz harece mine'l-Jcııv
ti nedir? Bedenin bir fonksiyonu mu, yoksa bedenden tamamen bağım ve ile'l-fi'l)
sız ilah! (veya ontik) bir varlık mı? İşte çağlar boyu tartışma, bu sorulara Sürekli fiil halindeki aklın güç durumunda bulunan akla etki etmesiy-
verilen cevaplar şeklinde sürmektedir.
özellikle Aristo'nun aktif akılla pasif akıl ilişkisini ışıkla görme duyu-
......
le özne-nesne ilişkisinde akıl işlemeye yani nesnelerden soyutlama yapa-
rak bilgi üretmeye başlar. Bu aşamada akıl ile kavram (akıl ve ma'kill) bir- vahyin istek ve irade dışı bir olay olduğunu, beşeri bilginin aksine, hiçbir
leşip özdeşleşir. istediği her an bilgi üretebilen bu aklın en belirgin özel-
çaba harcamadan, mantık! ve matematik yöntemlere başvurmadan Al-
liği, önsel bilgileri, tümelleri yani varlığa ait tür ve cinsleri algılamasıdır.
lah'ın, peygamberlerin tertemiz ruhlarını aydınlatması sonucunda za-
4. Beyani veya Zfthir Akıl (el-aklii'l-beyani evi'z-ziihir) man faktörÜ olmaksızın ortaya çıkan bir bilgi olduğunu belirtir. Allah ve
Bu akıl
bir önceki müstefad aklın aktif durumudur, yani bilgiyle öz- insan mahiY;etçe farklı iki varlıktır. Biri kadir-i mutlak, ezell ve ebedi, di-
deşleşen aklın, sahip olduğu bu bilgileri ortaya koymasıdır. Herhangi bir ğeri sonlu, sınırlı ve her bakımdan acizdir. Her insanın doğrudan Allah ile
alanda bilgi edinmiş olari birinin, mesela yazı yazmayı bilen kimsenin ilişki kurma imkanı bulurımadığına göre, bu konuda kendisinin peygam-
bizzat yazarak bildiğini göstermesi durumudur. 54 ber olarak görevlendirdiği bir elçi vasıtasıyla yüce iradesini kullarına ilet-
mesi aklın garipseyeceği bir olay değildir. Özellikle insanın akıl erdireme-
Kindi eserinin giriş kısmında, eski Yunan filozoflarından en çok takdir·
diği konularda vahyin kılavuzluğunu gerekli gören Kindi, değer ve merte-
edilen Aristo'nun akıl hakkındaki görüşlerini özetlediğirıi ve hacası Efla-
be bakırnından olduğu kadar insanı tatmin açısından da vahiy bilgisinin,
tun'un da aynı görüşü paylaştığını söylüyorsa da onun yukarıda gördü-
dolaylı, kanrtaşık ve çetretif olan felsefi bilgiden üstün olduğunu düşün-
ğümüz yo;umunun, Aristo'nun, muhtelif-eserlerinde ele aldığı halde ye- ~ektedir. 56 .
terince açık olmayan akıl anlayışını ne ölçüde yansıttığına ilişkin kesin
bir şey söylenemez. Şu var ki, onun akıl taksimi, Aristo'nun ikili ve İsken · Böylece Kindi felsefe tarihinde nübüweti epistemolojik ve teolojik
der Afrodisl'nin üçlü taksiminden farklıdır. Ayrıca Kin di' nin "beyarıl veya açıdan ele alıp değerlendiren ilk filozof olma imtiyazını da elinde bulun-
zahir" dediği dördüncü aşamadaki akıl, öteki meşşailerin akıl taksimin-de durmaktadır. Ondan sonra gelen bütün fılozoflar da, kendi sistemleri
yer almamaktadır. içinde nübüwete daima özel bir yer vermişlerdir.
C. Sezgi
Bilgi kaynaklarının duyu ve akılla sınırlı olmadığını; arınıp saflaşan ve
sezgiye açık bir kıvama gelen nefsin (ruh-zihin) doğrudan bilgi edinme
imkanına sahip bulunduğunu söyleyen Kindi'ye göre, pas ve kirden te-
mizlenip arınan insan nefsinde varlığa ait tüm bilgi formları belirmeye
başlar. Nefsin doğrudan ve daha net bilgi edinmesi, onun temizlik ve saf-
lığıyla doğru orantılıdır. Ancak, bu arınma alayında, mistik anlayıştan
farklı olarak, arınan nefsi bilgiyle aydınlatıp sezgiye hazır hale getirmek
gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında bunun rasyonel sezgi olduğu söy-
lenebilir. Filozofa göre ruhları ve zihinleri böylesine arınan kişilerin gör-
düğü rüyalar da gerçek çıkar. 55
D.Vahiy
Müslüman bir filozof olarak Kindi vahyin güvenilir bir bilgi kaynağı
olduğunu söyler. Onun mahiyetine ilişkin farklı bir teori geliştirmese de
dır'' sadece varlığın mahiyetini soruşturur. Her malıiyetİn bir cinsi bu-
lunduğuna göre "nedir" o cinsin ne olduğunu araştırmaya yönelik bir so-
rudur. "Nasıldır" varlığın faslım (ayırım); "nedir" ve "nasıldır" terimleri
ise varlığın türünü araştıran sorulardır. "Niçin" sorusuna gelince, varlığın
gaye sebebini araştırır ki, o da sebepler sebebi olan mutlak sebep yani Al-
Iah'tır. Bu tür bir sorgulama bir varlığın veya bir olayın ortaya çıkışında
, aranan maddi, formel (sılrf), fail (veya mulzarrik) ve gaye (mütemnıim)
sebepleri de içermektedir. Çünkü maddi sebebe ait bilgi o maddenin cin-
...... ......
"ine dair bilgiyi, formun bilgisi aynı zamanda türün ve faslın bilgisini de
60 Kin dt. Beş Terim üzerine, s. 279. 63 Kindt,llk FeL~efe Üzerine, s. 147.
61 Kin di, İlk Felsefe Üzerine, s. 139. 64 Kindi, İlk Felsefe Üzerine, s. 140.
62 Bkz. "Metot Anlayışı" başlıklı alnncı bölüm.
Metafizik
Kindi ve Felsefesi
mış lı g
~ını sonsuz bir niceliğin imkansız oldugu ilkesme dayandırarak ka-
, .
~ Ale~n so~u ve sınırlı olduğunu kanıtlamak için Kin di' nin başvurdu'- 7 LL\;,6~ '.A.:j
gu bu yontem ilk bakışta doğru ve keskin bir diyalektik ürünü gibi gözü- /, c.-0-" v 1c
nıtlamaktadır. Buna göre:
a) Birbirinden büyük olmayan aynı cinsten nicelikler eşittir. küyorsa da, sonsuz olduğu farzedilen cisim üzerinde işlem yapıldığından ~~ ~:~;~,-~ "; ,
artırılınadan önceki durumundan daha büyük olur. · Sonsuzda herhangi bir değişimin olacağı bile düşünülemez. ~" ·~ : ,. ~,, .·, .'
1
c) Kendisinden bir miktar eksilen her şeyin geriye kalan kısmı, önceki
Bu konuda bir başka husus, alemin miktarı veya hacminin sınırlı olu- l." s:" '' ·
durumundan daha azdır. şuyla onun süreci arasında kurulan ilişkidir. Gerçekte alemin yaratılmış- ' ', .c, ' ' -!' · . .
d) Nicelik bakırnındap sonlu olan iki cismin toplamları da sonludur. lığı tezini onun sonlu ve sınırlı oluşuyla izah etmenin mantıkla doğrudan ~" . r
e) Aynı cinsten olan iki şeyden küçüğü büyüğünü veya onun bir kıs- değil, ancak dalaylı bir ilişkisi kurulabilir. Bu da her sonlu ve sınırlı olanı . ·
sınırlandıran bir kudretin var olduğu, bu eylemin bir süreç içinde gerçek- ::
mını oiuşturur.
leşeceği olgusudur. Hatırlanacağı üzere Meşşru felsefede alemin sonra- ."-·
Sonlu olan sonsuz olamaz.
f)
Sonsuzluk fikrinin birçok Çelişkiye yol açtığını, bu sebeple alemin dan yaratıldığı kabul edilmekle birlikte yaratılışın zaman içinde mi ger- ',--
çekleştiği, yoksa zaman dışı bir olay mı oldugu tartışmalı bir konudur. Ay- ; , c. '
1
ezell olamayacağını savunurken filozof, yukarıdaki aksiyaroları kullana- .
nca yaratılışta, Allah'ın varlığını alemin yaratılması için yeter sebep sa- ·,~ :· ( •
1
rak hiçbir niceliğin sonsuz olamayacağını, alem de bir nicelik olduğuna
.. n da sınırlı sonlu ve zaman bakımından sonradan olduğunu şu yan Farabi ve İbn Sina gibi filozofların, bunun ilahi iradeye gerek kalma-/
gore onu • dan, ezelde sudür şeklinde gerçekleştiğini savundukları bilinmektedir.
tarz bir akıl yürütmeyle kanıtlamaya çalışmaktadır.
Kindi'de de bunu anımsatan görüşlere rastlamak mümkündür. Mesela:
Sonsuz olduğu varsayılan bir c'isimden belli bir parça alınırsa, geriye
"... Hervar olan, olmayanı meydana getirmek üzere bir etkilenme (infi'a[)
kalan kısım ya sonlu ya da sonsuz olacaktır.
durumundadır. Öyleyse ilk gerçek Bir'den gelen birlik feyzi her duyulur
ı. Eğer geriye kalan kısım sonlu ise, alınan parça tekrar eklenince iki- ......
sinin birleşimi de sonlu olacaktır (4 no'lu aksiyom). Oysa bu birleşim, 65 Kindi, İlk Felsefe Uzerine, s. 149-150; a.mlf., -Alemin Sonlulugu Uzerine, s. 199-202;
sonsuz farzedilen cismin önceki halidir. Bu durumda sonsuz farz edilen ~:mlf., Sonsuzluk Uzerine, s. 203-205; a.mlf., Allalı'ın Birligi 11e Alemin SonZuZuğu
Uzerine, s. 207-211.
cismin sonlu olması gerekir ki (6 no'lu aksiyom) bu bir çelişkidir.
Metafizik .aL_
_E Kindi ve Felsefesi
nlara ilişkin olanlara varlık vermiştir. O kendi varlığından Surete gelince o, bir şey ister duyu isterse akılla algılansın onu o şey
nesneye Ve O yap andır. 70 Bir şeyi o şey yapan özellik hem aktifbir ilke hem de duyular-
onlara sununca, her bir varlık vücut bulmuştur. Şu halde var oluşun se-
. k Bı'r'dı'r"66 ifadesinden hareketle Kind1'nin de sudürcu olduğu la algılanan ?ir cevher arılarnma geldiğinden heyUla-suret düalitesinde
~bı~~e •
söylenebilirse de o, alemin, dolayısıyla zamanı.~ yoktan (an leys) yaratıl- silret daha belirgin ve anlaşılabilir bir şeydir ve bu sebeple heyüladan ön-
oldug~unu her vesileyle savunmaktadır. Dıger yandan illozof, yarat- ce gelmektecijr. Silret (form), nesnelerin fiil halini gösterdiğinden nesne-
mış ılı .. . d lerin tarifi surete dayanılarak yapılmaktadır. Şu da var ki, varlık ve oluşun
ilahi bilgi ve iradeyle olduğunu söylerken yarat ş surecın e ve
manın daki il' ki · ilkesi olmaları açısından heyülaya nisbetle süret daha tam bir Üke sayıl
it oluşumda aracı etkenierin yani sebep-sonuç arasın ış yı
h er çeş 1 ~ At
belirleyen tabiat kanunlarının varlığını savunmakta ve b un arı mecazı e - maktadır. Son tahlilde varlıkta heyilla sı1retsiz, sılret de heyUladan ba-
. 67 ğımsız bulunamaz. Bu ikisinin birleşmesi yani güç halindeki heyUlanın
kin (fai[) olarak nitelemekte dır.
şekle bürünmesine ise "madde" denilmektedir.71
d) Zaman, sayıdan başka bir şey değildir, yani hareketi sayan (belirle-
Kindi'nin, aralarında içlem ve kaplam ilişkisi bulunan zaman, Jıfn ve
yen) bir sayıdır.
de/ır kavrarnlarını konu alan Risale fi maiyyetiz-zaman ve'l-lıfn ve'd-delır
e) Zaman hareketin saydığı (belirlediği), cüzleri değişken bir süreçtir. ile Ris:!!!:f!'11;-nisebi'z-zamaniyye adlı eserleri günümüze ulaşmadığın
Bu tanırnlardan ilkinin Eflatun'a, b,eşincisinin kelamcılara, ötekilerin Jo~bu probleme başka nasıl bir yorum getirdiği bilinmemektedir.
de .Aristo'ya ait olduğu bilinmektedir.73 4.Mekan'
Zaman hareketi saydığı ve hızını belirlediği kadar durağanlığı (sükun)
Madde, hareket ve zaman arasındaki ilişkiler ağı, kaçınılmaz olarak -,/C~"
da belirlemekte dir. Ancak hareket ve değişim sırasında süreç çok belirgin
mekan (uzay) kavramını beraberinde getirir. Kind!, mekanın varlığını ka- . - c..'f) , ,. <,,
olduğu için zaman hareketin doğrudan, durağanlığın ise dolaylı ölçüsü
sayılmaktadır. Bir başka ifadeyle zaman, hareketi cevher, sükünu ise araz
bul etmeyenler ile onu cisimle özdeş sayan Eflatun'u eleştirirve bu konu-· li ,: ' .:;)5
1 1
da Aristo 'dan yana tavır koyarak onun, "Mekan vardır ve ap açıktır" yargı-/\,'2' '
qlarak belirlemektedir. Filozof hareketle zaman arasındaki bu sıkı ilişki
sına katıldığını söyler. "Me~an _c;Jşnıj!:!_sınır!arıdır" ve "Biı: görüşe göre ku- ' '·
den dolayı onu hareketle özdeş sayarıları eleştirmekte ve zamanın her
şa_~anla k~şatılan cismJ_~_son sınırlarının karşılaştırılm~Sindan.Tbarettir"
şeyde bir tarzda bulunduğunu ve varlığın değişmesiyle zamanda bir de-
şeklinde, birbirine indirgenebilec~kili ta~iİ ü;~~i~-d~~dur-;:;-~~76 On~gÖ.;e:
ğişim olamayacağını savunmaktadır.
cisimde artma, eksilme ve yer değiştirme hareketi söz konusu olduğu dü _
Belirtilmesi gereken bir başka husus da, filozofa göre zamanın sayılar şünülürse, bu olayların, cisimden daha büyük ve onu da kuşatan bir şey-
gibi bir nicelik olduğudur. Ancak sayılar kesintili (mwıfasıl) olduğu halde de gerçekleşmesi gerekir. İşte cismi kuşatan o şey mekandır. Aristo'nun
zaman kesintisiz (muttasıl) bir niceliktir. Zira geçmişi geleceğe bağlayan verdiği örneği gündeme getiren filozof der ki: "Bir kaba su konulunca ha-
"an" bir şeyse de sürekliliği olmadığından -çünkü biz onun varlığını dü- va çıkar, boşaltılınca yerini hava doldurur. Giren ve çıkan farklı olsa da,
şünmeden önce o, sona ermektedir- zamanın bir parçası veya ona ait bir bozuluşa uğrasa da mekan sabit kalır. O halde mekanın varlığı apaçık-
birim sayılmaz. Kindi'ye göre iki an arasındaki mesafe düşünülecek olur- tır."77 Ancak, burada sözü edilen mekanın gürılük dildeki "yer" den farklı
sa biz ona zaman diyebiliriz. O halde zaman öncelik ve sonralıktan baş olduğu unutulmamalıdır. Çünkü genellikle halk, cisrnin üzerine dayandı-
ka bir şey olmadığına göre biz onu geçmiş ile gelecek arasını birleştiren ğı yere mekan adını verir. Oysa, yukarıdaki tanırnlardan da anlaşıldığı gi-
hayilli bir "an" sayabiliriz.74 bi mekan, kuşatan cismin iç yüzeyi ile kuşatılan cismin dış yüzeyinin kar-
şılaşmasının çağrıştırdığı, yalnız eni ve boyu olan bir yüzeydir. 78
İlk tanımda belirtildiği gibi zaman alemin varoluş süreci ise ruem bir
niceliktir ve her nicelik gibi sonlu, sınırlı ve sonradan dır. Bu durumda za- Kindi'nin, metafıziğin temel problemlerine ilişkin olarak görüşlerini
man sonsuzluğu değil, sonlutuğu ifade eden bir terimdir. Kinili'nin za- sergiledikten sonra, onun sisteminin, evreni, dolayısıyla madde, hareket
manın sonlu olduğuna dair dikkate değer görüşü şöyledir: Her zaman di- ve zamanı ezell sayan Aristo doktrininden çok farklı olduğunu söyleye- ~
liminden önce sonsuz bir zamanın bulunduğu düŞünülür ve bu sonsuz bilmekteyiz. Her şey bir yana, Aristo yoktan yaratma fikrine yabaıicıdır. (
zaman herhangi bir nokta olarak kabul edilirse, hiçbir vakit. o noktaya Demek oluyor ki, problem ve terminolojileri müşterekse de iki filozofun ı
ulaşılamaz. Bir başka deyişle zaman sonsuz olsaydı, sonsuz olan bir şe
sistemleri ve varlık anlayışları birbirinden oldukça farklıdır.
yin ne geçmişte ne de gelecekte fıil alanına çıkmaması gerekirdi. Oysa bu,
gerçeğe aykırıdır. Demek oluyor ki, hiçbir şey bilfiil sonsuz olamaz; son-
suzluk ancak bir imkan olarak vardır.7 5
73 Kindi, İlk Felsefe Uzerine, s. 151, 153-154; a.mlf., Tarifler Uzerine, s. 187; a.mlf., Oluş
ve Bozuluşwı Yakın Etkin Sebebi Uzerine, s. 217; a.mlf., Beş Terim Uzerine, s. 284-
285.
......
76 Kindi, Tarifler Uzerine, s. 187.
74 Kindi, Beş Terim Uzerine, s. 285.
77 Kin di, Beş Terim Uzerine, s. 284.
75 Kindi, Sonsuzluk Uzerine, s. 204-205.
78 Kindi, Beş Terim Uzerine, s. 285.
10.
Kozmoloji
Bu konuda Kin di şöyle demektedir: "Bütünüyle kozmik varlığı tam te- madığından onların şehvet ve öfke gücüne ihtiyaçları yoktur. Şayet akıl
şekküllü bir canlı gibi tasarlayabilirsin. Çünkü o, arasında boşluk bulun-
ları da yoktur denirse, b~arın carılLQ!_madıki.arı anlamına gelir. Çün-
mayan bir tek cisimdir.''81 O, bu doğrultudaki görüşünü ispat için şu hi- kü bu ~.S:, güçten yoksun olan canlı sayılamaz. Oysa yukarıda bunların
potezlere başvurmaktadır: canlı oldukları kanıtlanmıŞtı~o-lı;Jd:;ğökkür~leri zorunlu olarak canlı ve
a) "Sebep sebepliden daha üstündür." Oluş kanununa tabi olmayan akıllıdırlar. 84
felek sürekli fiil (hareket) halinde bulunduğundan, ay-altı alemdeki var- Alemi dıştan çepeçevre kuşattığı farzedilen en son feleğin ve bütü-
lıkların güç durumundan fıil alanına çıkışlarının sebebi odur. Organik ci-
nüyle gökkürelerinin canlı ve akıllı varlıklar olduğunu kanıtlamak üzere
simlerin düzenli değişimini sağlayan, onların canlı oluşudur. Öyleyse on- irdelediği bu hipotezlerden sonra Kindi şöyle demektedir: "lmdi, tam
ların canlı ve hareketli oluşunu sağlayan feleğin kendisinin cansız _oldu- kudret sahibi olan Allah'ın, tümüyle kozmik varlığı evrendeki her şeyi
. . ~..{..-.;;~·ğu söylenemez. Çünkü sebep, sebeeli olandan daha üstündür. Caiı ona - içinde barındıran tek bir canlı şeklinde yarattığını kim inkar edebilir!" o
0 1,.'-:';..':::~ 0€/ ": doğrudanAllah tarafından verilmiştir. Filozofa göre "varlığımızın ve tüiü- halde böylesine muhteşem bir canlımnın fonksiyonunu yerine getirme-
z~a>~ müze özgü olan aklın etkin (faiZ) sebebi oldukları halde gökkürelerini . si, Allah'a itaat ve secde sayılır. Filozof, makrokozmosu yorumladıktan
. akıldan yoksun saymak gibi bir hatayı kimse göze alamaz." 82 sonra, Stoacı filozoflardan beri insanı mikrokozmos sayan ve bu doğrui-n
b) "Tabiat anlamsız bir iş yapmaz." Bilindiği-gibi canlıların temel özel-. tuda birtakıfi!J~nt~il~r~E<l~:'llrarak maddi yapısıyla da insanı idealize ( -;ı ·-~ ·
liği duyu ve hareket gücüne sahip olmalarıdır. Bu bağlamda fel~k canlı · edip onu alemin küçük bir modelTŞci(Ünde takdim eden panteist ve mis-/
olup duyu ve hareket gücüne sahiptir. Ancak felekte, ay-altındaki·organik tik görüşlere göndermelerde bulunmaktadır. 85
varlıklarda bulunan beslenme, büyüme ve üreme söz konusu değilse de, Felek ve gökküreleri eter (esir) denen ve havadan daha hafif olan bir .:::::,:r- ::-'-::
ı
tek maddeden meydana geldiklerinden saydamdırlar. Zıtları bulunmadı- :::--<- - ~ <:!.~~ - -
' '\ , ....... ,
gerçek bilgi ve erdemlerin_ kazanılmasını ~ağlayı~m görme ve_,işitme..ı;hı)!U
o'JJ ?- ··t-<-- ~>:....,
s~cuttı,ır.Ege;gökkürelerinde erdemleri edinme duyusu yoksa, on- ğı için de oluş ve bozuluşa uğramazlar. Bunlar küre şeklinde olup hare- Jly '2:"" '":
.l~dili.bu iki duyu gereksiz demektir. Halbuki tabiat anlamsız bir iş yap- ketleri daireseldir. Evrenin merkezinde bulunan yer de küre biçiminde- .;_"":: ~ "'
. /'.... ~
maz. Demek oluyor ki, gökküreleri bu güçlere sahiptir ve onların ayırt et- dır; daha doğrusu ay-altı alemdeki cisimlerin ilkesi sayılan dört unsur ya- ·
me (temyfz) gücü vardır; öyleyse onlar zorunlu olarak akıllı varlıklardır. 83 ni toprak, su, hava ve ateş de birbirinin üstünde küre şeklinde katman
c) ·~ı gücü en etkili güçtür." Canlılar ya akıllı veya akıldan yoksun oluşturmuşlardır. Kindi'nin ifadesiyle, "Ay'dan itibaren feleğin son sınırı-
yaratılmışlardır. Akıllı olanlar gökküreleri ile insan, akılsızlar ise öteki
na kadar olan alandaki gök cisimlerinin tümü ne sıcak ne soğuk ne yaş ne
canlılardır. Bu durumda akıllı olan gökküreleri bize ya doğal veya canlı
de kurudur. Allah zamanı yarattığı andan itibaren onlar oluş ve bozuluşa
bir organla etki ediyor olmalıdırlar. Eğer doğal bir etkiyle bizim düşün !l~rf1Il1~IE!.Ş~.!:_~ır." 86 Filozof dıştan ve içten feleğin küre şeklinde olduğu-
nu, ayrıca dört usurun da küre biçiminde bulunduklarını kanıtlamak
memizi sağlıyorl~sa onların akıllı varlıklar olmaları gerekir. Bu etki can-
üzere bazı deliliere başvurur. 87 Son tahlilde canlı ve akıllı bir varlık şek-
lı bir organla gerçekleşiyorsa o çok etkili olmalıdır. Akıl gücünden daha
linde tasarlanan bu alem, yerküreden en son feleğe kadar dopdolu olup
etkili bir güç bulunmadığına göre, bize olan etkileri akıl aracılığıyladır.
orada hiçbir şekilde boşluğa yer yoktur. En son feleği!l ötesind_~ ise ne
öyleyse gökküreleri zorunlu olarak akıllı varlıklardır.
!_l_()~lukt~n ne de doluluktan söz edilebilir. Kindl:'nin bu tasvirinde ilk ve
d) "Psikolojik güce sahip varlıklar canlı ve akıllı dır." İnsan nefsi şehvet, orta zamanların kozmos anlayışını bulmak mümkündür.
öfke ve akıl olmak üzere işlevleri farklı üç ayrı güce sahiptir. Şehvet nes-
lin bekasını, öfke korunmasını, akıl ise fikri ve ahlaki erdemleri edinme-
sini sağlamaktadır. Gökkürelerinde herhangi bir değişim sözkonusu ol-
......
84 Kindi, Göklerin Allalı'a Seede lle İtaat Edişi Üzerine, s. 235-236.
85 Kin di, Göklerin Allalı'a Seeele lle İtaat Ed~çi Üzerine, s. 238.
81 Kin di, Göklerin Allalı'a Seeele lle İtaat Eelişi Üzerine, s. 238.
86 Kindi, Oluş lle Bozuluşım Yakm Etkin Sebebi Üzerine, s. 216:
82 Kin di, Göklerin Allalı'a Seede 11e İtaat Eelişi Üzerine, s. 235._
87 Kindi, Risale fi enne'l- 'aniisır lle'l-eirnıe'l-aksa küriyyetü'ş-şekl (nşr. Abdilihadi Ebfı
83 Kin di, Göklerin Allalı'a Seede lle İtaat Eel~çi Üzerine, s. 235.
Ride, Resailü'l-Kindi el-felsefiyye Iliçinde), Kahire 1372/1953, s. 48-50, 52-53.
ll.
·Psikoloji
Üçüncü tanıma gelince o, nefsi akıl ve hareket (irade) gücüne sahip, met, kudret, adalet, hakikat, iyilik ve güzellikle nitelen yüce Allah'a yakın
bedenden bağımsız manevi bir cevher şeklinde nitelemektedir ki, Pisa- benzerlikte faziletli bir insan olur, yani bu nitelikleriyle o, yüce Yaratan'ın
gor ve EfHl.tun'dan bu yana spiritualistlerin beniı;nsediği bir görüşü ifade kuvvet ve kud~etinden bir çeşit pay almış olur" der. Kindi, ayrıca Pisa-
etmektedir. Nitekim Kindl'ye göre Eflatun, "nefıs cisimden bağımsız ba- gor'u kaynak göstererek der ki: "Böyle bir düzeye gelebilmesi için nefsin
sit bir cevher olup fonksiyonlarını cisimde ve cisim vasıtasıyla gerçekleş arınması gere~ir. Bunun yolu da onu bayağı duygu ve süfli düşünceler
tirir" derken, nefis bir cisim olan feleğin vasıtasıyla cisimler üzerinde den temizleyerek bilgiyle aydınlatmaktan geçer. Çünkü arınan nefis var-
fonksiyonunu gerçekleştirir demek istemiştir. Yoksa bu, nefıs cisme ben- lığın hakikatini bilme konusunda çok düşünür ve araştırma yaparsa, nes-
zer ve onunla cisme girer ve çıkar demek değildir. 89 O halde nefıs madde nelerin görüntüsünün parlak aynada belirmesi gibi varlığın bütün sılret
gibi eni, boyu ve derinliği olan bir şey değildir; o basit, şerefli, değeri bü- ve bilgisi nefıste belirir. Şayet nefıs çok iyi arınacak olursa uykuda ilginç
yük_ve yetkindir. Güneş ışınlarının güneşten geldiği gibi onun cevheri de rüyalar görür, hatta ölülerin ruhlarıyla görüşme imkanına kavuşur. Ol-
yüce Yaratan'dan gelmektedir.90 gunlukta bu düzeye gelen nefse yüce Yaratan nurundan ve rahmetinden
akıtır. Artık o, maddi nesnelerden değil, meleklere özgü ilah! ve manevi
Filozof, nefsin bağımsız bir cevher olduğu yolundaki tezini şöyle te-
hazlardan hoşlanır."92
mellendirir: Nefıs birbirine zıt olan arzu ve öfke güçlerinin yanında bir de ,, '. f
akıl gücüne sahiptir. Öfke gücü insanı kin ve intikam duygusuna sevke- .. Filozof, nefsin ölümden sonraki durumu hakkında yine Eflatun'a C( '\SQir " ~\-~'E.~ 1
der; fakat düşünen nefıs (en-nefsü'n-natıka) ona engel olur. Arzu (şehvet). gondermeler yapar, fak~_?:tJ:l!:J:l_!!:ih. g-~~1!-~_i!gili görüşlerine yer vermez. · ,_r :' ~.(;/ c.-ı:
gücü de, olur olmaz şeyleri isteyerek insanı bayağı dururnlara düşürmek Buna göre, ölümle birlikte düşünen akl! nefisler feleğin ötesine, yani Ya- ·/Ç; ,_, ~·'
ister. Böyle hallerde düşünen nefis devreye girerek bu istekterin insanlık ratan'ın nurunun ~ulunduğu tanrılık alemine yükselirler. Ancak, arınma- ·~,J ~ ·
mış ve bilgiyle aydınlanmamış olanlar oraya kadar yükselemeyip bir
onuruyla bağdaşmayacağını ona hatırlatıp vazgeçirir. Demek oluyor ki,
müddet ay feleğinde kalırlar. Daha sonra merkür feleğine yükselerek te-
engel olanla kendisine engel olunan farklı şeylerdir; ayrıca, bir şey kendi
mizleninceye kadar orada kalırlar. Böylece her felekte durup arınarak ni-
kendisinin zıddı olamaz. O halde nef!şlı_ı,ıplAfc!_<!n bağımsız ilah! ve rüha-
ni_~~~ cevherdir. 91 Bu niteliğlnd·~-~-dolayı o, bed~~de~-Ö~~-e;;_~dır; be- hayet en yüksek feleğe çıkar ve tamamen temizlenirler. Duyu ve hayalden
kaynaklanan kir ve pastan temiztenince felekleri aşarak en şerefli, en yü- g,_, w. . . . ! e. ı. v._r
denden sonra da varlığını sürdürecektir. Bu anlayışıyla Kind! hem dm! te-
ce olan akıl alemine yükselirler. Orada Yaratan'ın nuruna kavuşup onun- ~ -8 '· -e.rf\.--,
Lllakklyi hem de Eflatun'un görüşlerini paylaşırken, öte yandan nefsin be-
la hemhal olurlar. İşte o mertebede varlığa ait bütün bilgiler ona aşikar ~~:!~~c;:~c(
denle birlikte ortaya çıktığını söyleyen Aristo ile Farabt ve İbn sına gibi
olur. Yüce Yaratan'nın nuruna bu derece yakın olunca O'nu duyu ile de- {'o· .::;. ·2f' r L
meşşallerden de ayrılmış olmaktadır.
ğil, ~!_g_i:j_z;iiy~_görürl~.93
----
"""i:;; ·.'"(;•·_
!.L.:::ıt.J,f'/IC\
r;:_.::__
~e..ı~r--
!nsan nefsiyle ilgili diğer bir önemli husus da arınma sorunudur. Dilli 1':!:-
(
Aristo'ya ait Kitabü'n-Nefs'in [DeAnima] ve diğer filozofların bu konuda- !-- ~""-f! ~~ ·-
ram, insanın metafıziğe yani sezgi ve ilhama açık cephesini dile getirdi- ,.., (' 1' •• '·
) ki görüşlerinin bir özetini rica etmesi üzerine yazmıştır. Fakat o burada~:-L <' -_ ;~L<:L{
ğinden aynı zamanda epistemoloji ile de ilgilidir. Şu var ki, filozof bu ko-
-\ Aristo'dan ziyade Eflatuncu, Yeni Eflatuncu, Yeni Pisagorcu ve hermetik ·.. c< ' 1~ "e;...· ,
nudaki düşüncelerini sergilerken sık sık Pisagor ve Efla.tun'a gönderme-
gelenekteki ruh anlayışlarından söz etmektedir. Sadece bir yerde Aris- !.::JUl\.1 _c....:'';- h ~~1:-?r
lerde bulunmaktadır. Mesela insandaki şehvet gücünü domuza, öfkeyi \ ... '"(r" ~\'(__
to' ya göndermede bulunmuştur, ancak, o da Efla.tun'un Devlet diyaloğu--; e.l r ~). 3'"·,
köpeğe, akıl gücünü ise meleğe benzeten Eflatun'u takdirle anan filozof,
nun onuncu kitabında yer alan Armeios oğlu kahraman Er' e ait bir bilgi-;:::',<>'' l--.:. '"' J..: ,
"aklı sayesinde şehvet ve öfkesini bastıran kimse, bir de ilmin derinlikle-
dir. B~durum karşısında Kindl'nin Aristo'ya ait adı g~en eseri görmedi- t.:-'!' ,,A.._,~ .- '
0
rine dalarak varlığın hakikatini araştırınayı karakter haline getirirse, hik- ğini söyleyebiliriz, '? ·: 0:A.C.. ~\f..\(_c.::. \.' "\ rrc·-':--•. _::;,.vc.'..c."• f,, -~-
-,-·~·----------~ 1 ı·;DC \~ ./.:S('rL6•:?' ~'\ ~.:.:::.-<..r•:
f'-,\:;,..~': O·~~ ~· , f" ', .,, '' \ \.'r
89 Kindi, Nefis Uzerine Kısa Birkaç Söz, s. 249-250. ' ·,·.-'-"~.''-":lt 1 .::-. '-.> .::::; •. \•," {_JJ ç.
:r.L'(~ _-.~ ~" ~""'
90 Kindi, Nefıs Uzerine, s. 243. 92 Kindi, Nefis Uzerine, s. 244-246. s. -::. 1..' .,-.-. o\ o..t'V' ~ ':- """ • ~
91 Kindi, Nefis Uzerine, s. 243-244. 93 Kindi, Nefis Uzerine, s. 245-246.
.....,
12~
Ahlak
ini telakkinin dışına çıkarak ahHlkı bir felsefe problemi olarak tartı
D şan ilk Meşşai filozofunun Kindi olduğunefa şüphe yoktur. O, doğru
d~n ahiakla ilgili olmak üzere dört eser kaleme almıştır. Bunlar: Risale fi'l-
alılak, Risale fi't-tenbflı 'ale'l-fezail, Risale fi teslıfliKübüli'l-fezltil ve Risa-
le fi'l-lıfle li-defi'l-alızan'dır. Bugün bunlardan yalnız sonuncusu elimiz-
d edir. Bununla birlikte Tarifler Ozerine adlı eserinde onun felsefe-ahlak
ilişkisine ve ahlaki erdemlere dair görüşlerini, Nefis Ozerine'de ise ruhun,
dolayısıyla ahiakın arınma yol ve yöntemleri hakkındaki düşüncelerini
bulabilrrıekteyiz. Ayrıca Ebu Süleyman es-Sicistani'nin Müntelıabii Sıua
ni'l-lıikme adlı eserinde yer verdiği Kindi'ye ait hikmetli sözler ve veeize-
lerden de onun ahlak hakkındaki düşüncelerinin ipuçlarını yakalamak
mümkündür.
Yukarıda görüldüğü üzere Kin di, felsefenin pratikteki yararını dikkate
alarak onu "İnsanın gücü ölçüsünde Allah'ın fiilierine benzemesidir" di-
ye tarif etmekte ve bununla o, insanın hikmet, kudret, adalet, iyilik, gü-
zellik ve gerçeklik gibi ilahi sıfat ve erdemleri edinerek tam erdemli bir ki-
şi olacağını söylemektedir. 94 "Felsefe ölümü önemsemektir" tarifinin yo-
rumunda ise biri tabii, öteki iradi olmak üzere iki çeşit ölümden söz eden
filozofa göre, önemli oları ikincisi yani nefsin istek ve arzularını öldür-
mektir. Çünkü fazilete giden yol arzuları öldürmekten geçer. 95 Demek ki,
felsefenin pratikteki yararı insana ahlaki erdemleri kazarıdırmasıdır.
Filozof ahlaki erdemleri, biri ruha, öteki davranışlara ait olmak üzere
ikiye ayırır. Bunlardan ilkini üç kısımda değerlendirir.
a) Hikmet: Düşünme gücünden kaynaklanan ve bilgeliği ifade eden
bu erdem, antolajik anlamda varlığın hakikatini bilme ve bu bilgiyi doğ-
94 Kindi, Tarifler Uzerine, s. 191; a.mlf., Nefis Uzerine, s. 244. Ayrınuh bilgi için bkz.
"Felsefe" başlıklı sekizinci bölüm.
95 Kindi, Tarifler Uzerine, s. 191.
_3.Q Kindi ve Felsefesi Ahlak fl_
ru bir şekilde hayata geçirme anlamına gelm.ektedir. Bir başka ifadeyle düşünceleri daima değişkendir.Buna karşın soğuk iklim kuşağındakiler
hikmet, teoriyle pratiği bir arada yaşama erdemidir. Bu açıdan bakıldı sabırlı, vakarlı (heyecansız), dayanıklı, cinsi ilişkiye düşkün olmayan, ço-
ğında ahlak, felsefenin vazgeçilmez bir disiplinidir. ğu namusluye aşırılıktan uzak kimselerdir. Normal bir mizaca sahip ol-
b) Necdet: Hayatın ve insanı değerlerin korunup yaşatılması için ge- dukları için düşünmemelekeleri güçlüdür. Aralarından araştırma yapan
rektiğinde ölümü göze alacak derecede yiğitlik anlamında bir erdemdir. ve düşünce iireten çok çıkar, ahlakları da normaldir. 98 Filozofun insanı
Kind!'den sonra gelen ahlakçıların genellikle necdetyerine şecaatterimi ve toplumları antropolojik açıdan bu şekilde değerlendirmesi, çağına gö-
ni kullandıklarını belirtmeliyiz. re, gerçekten ileri bir aşama sayılabilir.
c) İffet: Bedeni eğitip.geliştirmek ve onu her çeşit tehlikelerden koru~ Öte yandan düşünce ve dinler tarihinde önemli bir ahlak sorunu olan
mak için yapılması gereken her şeyi yapmayı ifade eden bir erdemdir., nıhun arınmasına ilişkin fılozof, gnostik (iifanf) bir yaklaşımla yeme, iç-
Kindl'ye göre bu üç hasletten her biri diğer bütün erdemleri koruyan bi- me ve cinsi ilişki gibi kaba duyu hazlarından uzak durarak arınan insan
rer sur gibidir. ruhunun (nef(s) bir ayna gibi parlayacağını, hakikat bilgisinin doğrudap
d) İtida.I: Fiil ve davranışların normal ve deng~li olması anlamına ge- oraya yansıyacağını ve nihayet melekler gibi manevi hazlada beslenip
len bir erdemdir. Buna göre eksiği ve fazlası olmayan fiil ve davranışlar mutlu olacağını söylemektedir. 99 Dini telakkı ile de örtüşen bu görüşün
erdemli sayılır. Bu bakımdan itida.I öteki erdemleri de içeren en önemli Kur'an-ı Kerim'deki ifadesi: "Andolsun ki, nefsini kötülüklerden arındıran
erdemdir. Ahiakl erdemierin tarif ve izahına ilişkin bu görüşler Efla.tun kurtuluşa ermiş, onu kötülüklerle kirleten de yazık etmiştir" (eş-Şems
kaynaklı olmakla birlikte filozof, erdemli davranışla~-ın ifrat ve tefrit de- 91/9-10) ve "Rabbinin makamından (azametinden) korkan ve nefsini kö-
nen iki aşırı ucun yol açtığı, bayağılık ve reziliikten (rezflet) uzak, tam or- tü arzulardan uzalç tutana gelince, hiç şüphesiz onun durağı cennettir"
tada yani denge ve itidal durumunda olması gerektiği görüşüyle de Aris- (en-Nazi'at 78/40-41) şeklinde olup, bu ayetler ruhen ve ahlaken annma-
to'yu çağrıştırmaktadır. 96 nın insanın ebedi kurtuluşu için ne kadar önemli olduğunu göstermek-
Burada dikkati çeken husus, erderrılerin dördüncüsü olan ada.Ieti, tedir. Bununla birlikte Kindl'nin, dince bu kadar önemli olan ahlak ve
Kindl'nin adlve bunun türevi olan itidalterirııleriyle karşılamasıdır. Ona arınma konusunu temellendirirken naslara yer vermeyişi, bir felsefi söy-
göre nefsinfonksiyonları sayılan erdemler ve onlara zıt davranışların bir lem geliştirme ve bu doğrultuda bir gelenek kurma düşüncesinden kay-
kısmı kişinin kendisinde bir kısmı da başkaları üzerinde ortaya çıkar. İş naklanmış olabilir. Aksi halde, dine samirniyetle bağlı olan birinin bu bi-
te itidlli'den farklı olarak adalet, başkası üzerinde etkisini gösteren bir er- ganeliğini başka türlü izah etmek mümkün değildir. Öte yandan helenis-
demdir. 97 Kindl'den sonraki ahlakçıların ise itida.I yerine adalet terimini tİk dönemde ahiakl şahsiyetiyle destanlaştırılan So~at'ın Kindi üzerin-
tercih ettikleri görülmektedir. deki etkisi de bilinmektedir. Onun hakkında beş ayrı eser kaleme almış
öte yandan Kindl, insanların ahiili yapılarının (karakter) farklı olu- olması da bu etkinin en önemli göstergesidir. ıoo
şunu, gezegenlerin hareketine ve iklim farklılıklarına bağlar. Genel bir Her tür ahlakın.amacı verimli, huzurlu ve mutlu bir ömür sürmek ol-
anlayış olarak ay-altındaki her çeşit oluş ve bozuluşun yakın etkin ([dil) duğu dikkate alındığında, buna engel olabilecek veya mutluluğa gölge
sebebi gezegenler olduğuna göre gök cisimlerinin bize olan yakınlık ve düşürecek her şeyden sakınmak, korunmak ve gerekirse o tür şeylerle
uzaklığına, iniş ve yükselişlerine, hızlı ve yavaş hareketlerine, biraraya mücadele etmek, Kindi'ye göre, kendine ve hayata saygısı olan herkesin
gelme ve ayrılma durumlarına; bedenimizin döllenme sırasında ve döl- görevidir. Bu düşünceden hareketle Kindl, ahlak psikolojisiyle ilgili olan
yatağında kazandığı yapıya (mizac) göre ahlakta da bir farklılık olmakta- ve Üzüntüyil Yenmenin Çareleri anlamına gelen el-Hfle li-defi'l-ahzan
dır. Mesela ekvator bölgesinde yaşayan insanlar öfkeli ve saldırgandır; adlı bir eser kaleme almıştır. "Üzüntü, sevilenlerin kaybından ve istekle-
aşırı derecede öfkeli. (heyecanlı) ve şehvet güçleri de fazla olduğundan
...... 98 Kin di, Oluş ve Bozııluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine, s. 219-220 .
99 Kindi, Nefis Üzerine, s. 245.
96 Kindi, Tarifler Üzerine, s: 194-195.
97 Kindi, Tarifler Üzerine, s. 195. 100 İbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 319.
__41l Kindi ve Felsefesi
Bunurıla birlikte Kindl'nin dolaylı bir şekilde ifade ettiği görüşler hu-
dı1s, vahdet-kes ret, ikna ve nizarn delilleri kapsamında değerlendirilebilir.
ı. Hud us delili
Allah'ın varlığını a.Iemirı yaratılmışlığına dayandıran deliller hudı1s
manın bir başlangıcının bulunuşundan yola çıkarakAllah'ın varlığım is- olmayan gerçek'bir'in varlığı zorunlu olarak söz konusudur" 106 diyerek
pata çalışır. görüşünü ortaya koymaktadır.
a) "Bir şey kendisinin sebebi olamaz." Filozof "bir şeyin kendisi" ifa- Bu delili bir başka açıdan inceleyen Kindi, Plotinus:tan gelen biryak-
desini, onun bir başka şeyden veya hiçten meydana gelmesi arılamında laşırrıla "Tabiatta birliksiz çokluk ve çokluksuz birlik yoktur" önermesin-
kullanmaktadır. O, yukarıdaki hipotezin doğruluğunu kanıtlamak üzere: den hareket ederek varlık türlerinden çarpıcı- örnekler vermekte ve nes-
ı. Varlık vardır, var olan yoktur. neler dünyasında birlikte çokluğun içiçe bulunduğunu yarıi birlikle çok-
luğun iştirak halinde olduğunu gösterdikten sonra, birbirine aykırı bu iki
2. Varlık yoktur, var olan vardır.
kavramın iştirilim sağlayan sebep üzerinde incelemesini sürdürmekte-
3. Varlık yoktur var olan da yoktur. dir. Nihayet filozof, bu iştirilin rastlantı veya o ikisinden kaynaktanına
4. varlık vardır, var olan da vardır, önermelerine başvurur ve bunları yıp birlik ve çokluktan daha önceki üstün ve yüce bir sebepten gelmesi
mantıktaki özdeşlik ve çelişmezlik ilkeleri ışığında tartışarak varlık sah- gerektiği sonucuna ulaşmaktadır.
nesinde yer alan türlerden hiçbirinin kendi varlığı için sebep olamayaca- 'Öte yand~ Kindi, sebep sebepliden önce geldiğine göre ikisi arasın~
~ bunların varlığının bir dış sebepten geldiği sonucuna ulaşır. Sebepler daki iştiraki sağlayan sebebin katılarıların dışında bulunması gerektiğine
gı, d b" ilk b
dizininin sonsuza dek sürüp gitmesi imkansız olduğun an ır s~ ep- de dikkat çekmektedir. Ne var ki, bu durum sebepler dizininin sonsuza
te durmak mantıkl zorunluluktur. O halde bu ilk sebep (veya dış se~ep) dek sürüp gitmesine yol açmaktadır. Ancak bunun ve bilfıil sonsuzluğun
f" var olanları yaratanAllah'tır.104 Bu tarz bir ispat, genellikle keHimcı- imkansız olduğu Yukarıda açıklanmıştı. O halde: "Eşyanin var oluşunun
um d "lll t.
ve varlığını sürdürüşünün gerçek sebebi daha yüce, daha şerefli ve eşya
ların başvurduğu "devr ve teselsülün iptali" yöntemine ayanan e -ı
nın varlığından daha öneeye giden bir sebeptir." 107 Demek oluyor ki:
ula" delili adıyla da anılır.
b) "Hiçbir nicelik bilfiil sonsuz olamaz." Yukarıda geçtiği üzere Kin ili, "Birlikle nitelenen varlıklardaki birliğin sebebi İlk Gerçek 'Bir' dir. Gerçek
'bir'in dışındaki her bir, gerçek değil mecaz!dir... Gerçek ve mutlak bir,
al~ı aksiyarndan hareketle sonsuz bir niceliğin imkansizlığını kanıtlamış;
asla çok olmayan ve birliği ile varlığı (zat) aynı olandır."108
alem de tümüyle (cirmü'l-küll) bir rıicelik sayıldığına göre onun sın~rlı ~e
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi bu delilin temellendirilmesinde farklı yön-
sorılu olması gerektiği, buradan da her sonlu şeyin yaratılmış oldu~; zı
ra yaratan ve yaratılan izafi kavramlar olduğundan her yaratılanın bır ya- tem ve terminoloji kullarulmış olsa da son tahlilde kozmotojik delil kap-
samında değerlendirilecek türdendir.
ratıcısı bulunduğu, son tahlilde ise bunun Allah olduğu sonucuna ulaş-
mıştır.l05 3. İkna delili
Kindi ruh ve beden arasındaki ilişkiye benzer bir ilişkinin Allah ile
2. Vahdet-Kesret
alem arasındadakurulabileceğini ileri sürmektedir. Ona göre ruh (nefis)
Allah'ın varlığını ispat sadedinde Kindi'nin başvurduğu deliller~en
olmadan bedeni yönetmek mümkün olmadığı gibi beden üzerinde etki-
biri de varlığın birlik ve çokluk açısından analizine dayanmaktadır. Filo-
si görülmedikçe de ruhun varlığını anlamak mümkün değildir. Görünen
f birlikte nitelenen tüm varlık kategorilerinde ve bunlara ilişkin olarak
zo' tıl b" alem de böyledir; görünmeyen bir alem olmadan onu yönetmek imkan-
cins, tür, fasıl, şahıs, cüz' ve küll gibi kavramlardaki birliği ayrın ı ır ş_e~ sızdır. Görünmeyen alemi anlamak ise ancak bu alemde onun varlığını
kilde tartıştıktan sonra: "Bu saydıklarımızdan hiçbirindeki birlik haki~ gösteren nesneler dünyasını inceleyip tanımaktan geçer. Zira bu alemde-
de ~n. bir çeşit arazdır... Arızi olan ise başkasındandır... O halde eşyadaki ki her şey Allah'ın varlığı için birer tanık durumundadır. 109 Kur'an-ı Ke-
bir~ zati (öze ilişkin) değildir. Eşyada araz durumundaki birlik zati olan- ......
dım gelmektedir. Sonuç olarak burada, başka birliğin ~;=~~_;~~~:-(~a_:!_~~., 106 Kindi, ilk Felsefe Üzeıine, s. 161.
...... 107 Ki ndi, İlk Felsefe Üzerine, s. 168 .
108 Kin di, İlk Felsefe Üzerine, s. 182.
104 Kin di, İlk Felsefe üzerine, s. 155-156.
105 Ayrıntılı bilgi için bkz. "Metafizik'' başlıklı dokuzuncu bölüm. .;·
109 Kindi, Tarifler üzerine, s. 192.
_g Kindi ve Felsefesi Din Felsefesi ~
rirn'in de sıkça vurgu yaptığı bu türnevarım yöntemi, fizikten metafiziğe B. Allah'ın Sıfatları
geçişte birçok düşünürün benimsediği bir yöntemdir. Kindl:'nin tanrı anlayışında, Mu'tezile'den farklı olarak, ilahi sıfatları
zata indirgeınek veya sübüti (pozitif) sıfatıardansa selbi (negatif) sıfatla
4. Nizarn delili
rı tercih etmek gibi belirgin bir tavra rastlanmaz. O, Allah'ı Kur'an-ı Ke-
Kindi, evrendeki ulvi-süfli, canlı-cansız, basit-birleşik tüm varlık tür- rim'de geçtiği üzere her şeyi bilen (el-alfm), her şeye gücü yeten (el-ka-
. leri arasındaki hayrarılık uyandıran düzenden kalkarak Allah'ın varlığı dir), hayat sahibi (el-hay), cömert (el-cevad), hikmet sahibi (el-hakzm),
fikrine ulaşır. Zira: yoktan yaratan (el-biirf), en güzel kıvamda yaratan (el-mübdi') ve mutlak • ~"- . c•r --
yaratıcı (el-hiilık) sıfatlarıyla anar. Ayrıca bir kısmını ilk defa felsefe ter- . / ~ f :~~ ~·r ;.
Bu alemin düzen ve tertibi, bazısının bazısını etkilemesi, ona boyun minolojisine kendisinin kazandırdığı ilk sebep (el-illetü'l-ula), son sebep . .:: '< •
eğmesi ve egemenliği alnnda bulunması, her oluş ve bozuluşun, ·her (el-illetü'l-kusva), gerçek etkin (el-failü'l-hak), gerçek varlık (el-inniyye- v ·
değişmezin ve her değişenin en uygun ve ideal düzeyde olması gibi tü'l-hak), sebepler sebebi (illetü'l-ilel), ilk yönetici (el-müdebbirü'l-ev- -1\ 7 -:. :_ &.~'
olaylar, kainatta sağlam bir yönetimin ve güçlü bir hikmetin varlığının ve[), her şeyi Çekip çeviren gerçek (es-saisü'l-hak) ve daha başka sıfatıar-
en büyük delilleri dir. Her yönetimin bir yöneteni ve her hikmetin bir la anmaktadır ki, bunlardan bazısı zati, bazısı fiili ve bazısı da onun ke-
hakimi bulunduğu da bir gerçektir. Zira bunların hepsi birbirine bağlı malini ifade eden sıfatlardır.
(izafiJ kavramlardır. 110 Öte yandan Gazzaü, meşşaı:ler Allah'ın cüz'ileri bilmediğini iddia
ederler derken, Kindl'nin bu konuda farklı düşündüğünden· habersiz gö-
Filozof gezegenlerin, özellikle Ay ve Güneş'in muntazam hareketleri- zükmektedir. Kindi der ki:
nin yeryüzünü etkileyerek geceyle gündü.Zü ve mevsimleri nasıl meyda-
na getirdiklerini irdeledikten sonra şöyle demektedir: . lU İlk se b ebin bizimle olan ilişkisi, üzerimizdeki feyzi iledir. Bizim onun-
la ilişkimiz ancak feyzle olduğuna göre, onun hakkııidaki düşüncemiz,
Oluş ve bozuluşun sebebi olan Yarancı'nın (el-bô.ri) iradesiyle onlar
feyzi alanın onu göndereni tasavvuru kadar olabilir. O halde onun bi-
zi kuşatması, bizim onu tasavvurumuzla kıyaslanmamalı dır. Çünkü O
böyle bir düzene kavuşmuşlardır. ~u yüzden o varlıklar hikmet sahibi,
~ i bizi daha güçlü, daha geniş ve daha engin bir şekilde kuşanp kapsar.
her şeyi bilen, güçlü ve cömert ola~, yapnğını gayet sağlam yapan bir
..{~ ( Durum böyle olduğıına göre ilk sebebi cüz'ileri bilmez sananlar gerçe-
yöneticinin eseridir. Kudreti tam, gerçek "bir", tüm varlığı mükemmel
..~ · .. ğin çok uzağında kalmışlardırıll2
bir şekilde var eden ve ona süreklilikveren Yaratıcı, alemin en ideal dü-
zeyde olmasını gerekli kılmıştır. Böyle bir yönetim, mükemmelliğin
Sıfatlar konusunda filozofun en çok vurgu yaptığı, birlik sıfatı dır. Şüp
amacı dır. 111 hesiz tevhid inancının İslam'ın temeli oluşu ve tevhidin aynı zamanda
tenzih fikrini beraberinde getirişinin bunda etkisi olmakla birlikte, Ploti-
Görüldüğü gibi Kindi, kozmostakl düzenin, bir gayesi bulunduğunu, nus'un görüşlerini içeren ve Kindl:'nin Arapça'ya tercüme ettirdiği Esu-
bunun da evrenin en mükemmel şekilde işleyişini ve sürekliliğini sağla lucya kitabının da bunda payı büyüktür. Nitekim gerçek "bir" in mahiye-
mak olduğunu savunduğundan bu delil, aynı zamanda "gaye ve inayet tini sorgularken izlediği yöntem ve kullandığı terminolojiden bunu anla-
delili" olarak da adlandırılabilir. Kur'an-ı Kerim'in uyarı mahiyetinde in- mak mümkündür. O, yedi ayrı bahis açarak meseleyi irdeler ve son tahlil-
sanlığın dikkatine sunduğu kozmik, meteorolojik, fiziki olgu ve olaylar de şu sonuçlara ulaşır:
genellikle nizarn delili kapsamında değerlendirilmektedir. Bu delil Efia-
Gerçek Bir'de hiçbir şekilde çokluk yoktur; başkasıyla kıyaslayarak
tını'dan beri filozoflarca en tatmin edici delil olarak tekrarlanmıştır.
......
ııo Kindi, Oluş ue Bozul'uşun Yakm Etkin Sebebi Üzerine, s. 214.
O'na bir denemez ... Gerçek Bir, kategorilerin hiçbirine dahil değildir.
ııı Kin di, Oluş ue Bozuluşım Yakm Etkin Sebebi üzerine, s. 226-227. 112 Sicistiini, Müntelzab, s. 114.
_M Kindi ve Felsefesi
Din Felsefesi M_
O, madde, cins, tür, şahıs, fasıl, hassa, araz-ı amın, hareket, nefis, akıl,
kül, cüz' ve cemi' değildir. O başkasına nisbetle bir değil, tersine mut-. lerin şahsi hiçbir rolü bulumadığını söyler. Bu kutsal görev onl Al
!ak birdir... O, gerçek bir olmanın ötesinde hiçbir şeyle nitelenemez. lah'ın sırf bir lütfu, insanlığa da bir ikramı sayılır Gerek ah' ara k -
"I" · v ıy gere se
Yalnız O salt birdir yani O, birlikten başka bir şey değildir. O'nun dışın o um sonras~ hayatınaklen de mümkün oldug-unu savunan fil f
ı · d' 'I .... ozo , ceset-
daki her birlik çokluk sayılır... O, çokluk kabul etmeyen birdir. O, mill- erın ın ecegı konusunda mevcut olanı onarmanın olmayanı t ak
tan daha k I Id - · yara m -
lıidierin nitelendirmelerinden çok daha yüce ve münezzehtir. 113 .. o ay o uguna dikkat çekerek bu husustaki görüşünü peki r -
rnek uzere haşirle ilgili ayetlerden örnekler sunmaktadır.l16 ş ır
tkinci olarak filozofun ezelllik sıfatı üzerinde de önemle durduğu gö-
rülmektedir. Tarifler Üzerine adlı eserinde ezel! kavramını: "Yok olmayan
ve varlığını sürdürmek için başkasına muhtaç olmayandır. Başkasına
· muhtaç olmayanın sebebi (illet) yoktur; sebebi olmayan ise ebed! olarak
vardır" 114 şeklinde tanımlarken, bir başka eserinde ise konuya farklı bir
açılım getirmektedir:
Ezeli öyle bir varlıktır ki, onun hakkında mutlak olarak yokluk sözko-
nusu değildir. Ezeli'nin varlığımn öncesi yoktur ve varlığını sürdürme-
si başkasına bağlı değildir... Ezeli'nin eksik varlık olması imkansızdır,
zira onun kendisini üstün kılacak bir niteliğe intikali, yani kendisinden
ne üstün ne de eksik bir niteliğe sahip olmak üzere dönüşümde bulun-
ması, asla mümkün değildir. O halde ezeli olan zorunlu olarak tam ve
kfu:nildir. 115
113 Kindi, İlk Felsefe azerine, s. 176, 181-182; a.mlf., Allah'm Birliği ve Alemin Sonlulu-
ğu azerine, s. 211.
· 114 Kindi, Tarifler azerine, s. 188-189.
115 Kindi, İlk Felsefe azerine, s. 148-149.
......
116 Kindi, Aristoteles'in Kitaplarımn Sayısı azerine,.s. 268-270.
14.
ilim tarihindeki yeri
mı1sıkfye dair bir kitabında, telli sazlarla ilgili görüşlerini beş fasılda ifa- neş'in etkisiyle yeryüzünden yükselen buharlar yaş ve kuru olmak üzere
de edeceğini söylerken bunu, eldeki parmak sayısının beş, mantıkta tü- ikiye ayrılır. Yaş buhar yağmur, kar, dolu, sis vb. olayların; kuru buhar ise
mellerin beş, külli tabiatın (toprak, su, hava, ateş ve esir) beş, şiirde aruz rüzgarın ana ,maddesidir. Kindi ise meteorolojik olayları, modern bilim-
d~i.irelerinin beş ve gezegenlerin beş adet oluşuna dayandırır. 12 1 de olduğu gibi maddelerin gerıleşmesiyle açıklamaktadır. O, "ısıtılan her
Mansur döneminde Arapça'ya çevrilen Hint astronorni ve matemati- cisim ısıtılma,zdan önceki yerden daha geniş yer kaplar ve s oğuyan her
ği ile ilgili Sind-Hind adlı eser aracılığıyla İslam toplumuna, sıfırla birlik- cisim de önceki bulunduğu yerden daha az yer kaplar" diyerek "gerıleşme
te Hint rakamlarının girmesi matematik anlayışında yeni gelişmelere ne- kanunu" nu ilk defa açık ve seçik olarak ortaya koymuştur. Buna göre yer-
den olmuş; ardından Me'mı1n zamanında Batlamyus'un el-Mecistl'sinin yüzünden yükselen buharların soğuk hava tabakasıyla karşılaşması so-
tercüme edilmesiyle de Grek matematiği ile ilişki kurulmuştu. Kiridi bu . nucunda hacmi küçülerek yoğurılaşır ve yağmur olarak yeryüzüne iner.
kçınuda on iki eser kaleme almış bu iki sisternin özellikleri yanında kulla- Ayrıca Aristo'ya göre hava ve buhar aynı şeydir ve kuru buhar rüzgaLi
nımdaki kusur ve eksikliklerini göstererek gerekli düzeltmelerde bulun- rın ana maddesidir. Kindi ise buhar ile havanın ayrı şeyler olduğunu söy-1
muştur. Onun beş makaleden oluşan Risale fi'l-medlıal ile'l-aritmatika leF ve rüzgar ile havayı aynı şey sayar; rüzgarın oluşmasını ise alçak ve \
ile dört makaleden ibaret Risale fi'sti'mali'l-lıisab el-Hindf adlı eserleri yüksek havanın yer değiştirmesiyle izah eder.124
günümüze ulaşmadığından matematik alanındaki başarılarını tam ola- Öte yandan Kindi:'nin gökyüzünün rengiyle ilgili görüşleri de özgün
rak ortaya koymak şimdilik mümkün gözükmemektedir. 122 niteliktedir. O, Risale fi illeti'l-levni'l-lazüverdi ellezi yüra fi cilıeti's-sema'
İlk ve ortaçağ da,simya denilen sözde ilim, demir ve bakır gibi maden- ve yuzannü ennelıu levnü's-sema' adlı eserinde, aslında gökyüzünün bel-
Ieri iksir kullanarak altın ve gümüşe çevirmeyi kendine konu edinmiş ve li bir renginin bulurırnadığını, karanlık olan uz~ydan gelen güneş ışırıla
bu anlayış asırlarca insanlığın istismarına yol açmıştı. İşte Kindf, Risale fi rının atmosferdeki cisimciklere çarparak zayıflaması ve yeryüzünden
butlani da'va'l-müdde'in san'ate'z-zelıeb ve'l-fidda ve lıude'ilıim adlı ese- yansıdıktan sorıra daha da zayıflayan ışırıların karanlık olan uzaya karış
riyle simyanın bir aldatmaca olduğunu ortaya koyması cta· onun ilme ması sonucunda lacivert rengin oluştuğunu söyler.125
önemli bir katkısı sayılır.
Kindi'nin optik (ilmü'l-menazır) alanındaki çalışmaları da ayrı bir
önem taşımaktadır. Işığın yayılma ve yansıması ile yakan/yanan aynalar
ve bunların yapımını konu alan eserleriyle o, bu alanın ilki sayılmaktadır.
Işığın yayılma ve yansımasıyle ilgili eserinin aslına henüz rastlanmasa da
Liber de causis diversitatum aspectıis adlı Latince çevirisi günümüze
ulaşmıştır. Ayrıca yakan/yanan aynalar konusundaki Kitabü'ş-Şu'a'at ·
adlı eseri yayımianmış olup üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. 123
Meteorolojiyle ilgili ondan fazla eser kaleme alan filozof, atmosferde
meydana gelen olayları yorumlamak üzere ortaya koyduğu özgün sayıla
bilecek görüşleriyle meteoroloji bilimine önemli katkılarda bulunmuş
tur. Bu alanda tanınan ilk bilgin Meteorologica adlı eseriyle Aristo'dur. Ne
var ki Aristo atmosfer olaylarını buharla açıklamaktadır. Ona göre Gü-
124 Kin di, Ristile ji'l-'illeti'lleti lelıti yebrudu a'le'l-ceuu ue yes/ıunu mti karube mine'l-
arz, (nşr.Abdülhadi Ebu Ride, Restiilü'l-Kindf el-felsefiyye Iliçinde), s. 95-96.
121 Zekeriyya Yusuf, Müelleftitii'l-Kindi el-mıisıkiyye, Bağdat 1962, s. 70.
122 Ahmed Fuad el-Ehviini, el-Kindi: Feylesıifu'l-Arab, ~ahire 1985, s. 121-122. 125 Kindf, Ristile fi illeti'l-leuni'l-ltizüuerdi ellezi yiirtifi cilıeti's-semti' ue yuzannü enne-
lııi leunü's-semti' (nşr. Abdilihadi EbU Ride, Restiilü'l-Kindi el-Felsefiyye !!içinde), s.
123 Rüşdi Riişid, "l!mü'l-meniizır el-hendesiyye", Meusıi'atii ttirilıi'l-'ulumi'l-'Arabiyye, 103-108; Fuad Sezgin, Mulıtidartit fi ttirihi'l- 'ulıimi'l-'Arabiyye ue'l-İsltimiyye,
Beyrut 1997, Il, 823-837. , j Frankfurt 1404/1984, s. 103-113.
15.
Etkisi
Kindt'nin eserlerini konuları itibariyle on yedi başlık altında sistema- Killdl'nin kitapları hakkında en kapsamlı çalışmayı et-Tesanifü'l-
tik bir tasnife tabi tutan ve düzenlediği bu listede eserlerin sayısını 241 mensube ilafeylesufi'l-Arab (Bağdat 1382/1962) isimli bibliyografik ese-
olarak tespit eden ilk kaynak lbnü'n-Nedim'dir.13 6 Ancak müellif, Aris- riyle Richard ~· McCarthy gerçekleştirmiştir.
to'nun mantık külliyatını şerh ve telhis edenler arasında Kindl'nin bu
George N. Atiyeh ise Al-Kindi: The Philosoplıer oftheArabs (Rawalpin-
· alandaki altı çalışmasını zikrettiği halde, bunlara hazırladığı listede yer
di 1966) adlı eserinin sonunda (s. 148-207) klasik kaynakların yanısıra
vermediğinden bu liste tam sayılamaz. Ayrıca felsefe ve mantık alanına
McCarthy'ye dayanarak 270 olarak tesbit ettiği killliyatın tanıtımını yap-
girmeyen bazı risaleleri bu başlıklar altındaki eserler arasında zikrettiği
mıştır.
için söz konusu tasnifte gereken titizliğin gösterildiği de söylenemez.
Sözgelimi fızikle ilgili Sem 'ııl-kiyan adlı risale rtıantık kitapları aı:asında Abdülhadi Ebu Ride Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki mecmuada
gösterilmiş; dahası, fizik, kimya ve optikle ilgili eserler ayrı başlık altında (Ayasofya, nr. 4832) yer alan felsefeyle ilgili eserlerden on dördünü Resa-
·'verilmeyerek liste içine serpiştirilmiştir. Bir başka kültür tarihçisi olan lb- ilü'l-Kindf el-felsefiyye I (Kahire 1369/1950) başlığı altında tek cilt olarak;
nü'l-Kıftt, lbnü'n-Nedim'in yaptığı tasnife bağlı kalınakla birlikte listesin- üç _Yıl sonra d<)- daha ziyade tabiat ilinıleri alanına giren on bir risaleyi
deki eser sayısı 224'tür. 137 İbn Ebi Usaybi'a ise herhangi bir tasnife yer ikinci cilt olarak (Kahire 1372/ 1953) yayımlamıştır. Fakat oldukça bozuk
vermeksizin 281 kitabın ismini sayınakla yetinmekte dir. 138 olan nüshada okunamayan bazı kelimelerin yanısıra istinsah sırasında
Yüzyılı aşkın bir zamandan beri Kindi üzerindeki mqdern araştırı:na boş bırakılan yerleri naşir gerekli notlarla açıklamasına rağmen metinler-
lar devam etmekte, bir yandan eserlerinin ilmi neşirleri yapılırken bir deki problemler çözülememiştir. Merhum Ebu Ride risaleleri yeni baştan
yandan da bunların daha sağlıklı katalogla~ının hazırlanmasına yönelik üç cilt halinde yayımlamak üzere teşebbüse geçmiş, birinci ciltte bulu-
çalışmalar sürmektedir. Mesela İzmirli İsmail Hakkı Felsefe-i İslamiyye nan on dört eserden altısını, birinci cilt olarak neşretmiştir (Kahire 1978).
Tarihi I: el-Kindf(İstanbul 1338) isimli eserinde daha ziyade lbnü'n-Ne- Ne var ki, o sırada kendisi Kuveyt'te bulunduğu için gerekli kontrolleri ya-
dfm ve İbn Ebi Usaybi'a'nın verdiği listelere dayanarak yeni bir liste dü- pamamış; bu sebeple metinlerdeki problemler çözümlenememiştir. Di-
zenlemiş ve eser sayısını 272 olarak göstermiştir. Onun bu çalışmasını ğer ciltleri yayımlamaya da ne yazık ki ömrü vefa etmemiştir. Mahmut
Abbas el-Azzavl, Feylesilfıı'l-Arab: Ya'kiib b. İslıak el-Kindf (Bağdat Kaya ise birinci ciltte yer alan on dört risaleyi Türkçe'ye çevirerek Felsefi
1382/ 1963) adıyla Arapça'ya çevirmişveesere gerekli dipnotlarla birlikte Risaleler başlığıyla neşretmiştir (İstanbul 1994).
"Müellefatü'l-Kindl ve eseruha fı'l-evasıti'l-ilmiyye" başlığı altında bir Ancak, bu araştırmalardan sonraKindi külliyatı ile ilgili problemierin
bölüm eklemiştir (s. 123-150). bütünüyle çözümlendiği söylenemez. Bu çalışmada ise filozofun eserle-
Hellmut Ritter ve Martin Plessner, Kindi'nin İstanbul kütüphanele- ri, en azından isimlerinin ifade ettiği anlamlar itibariyle, yeni baştan ko-
rinde bulunan 34 eserini, yazdıkları "Schriften Ja'qub Ibn Ishaq al-Kindi's nularına göre yirmi başlık altında düzenlenmiştir. Bu yapılırken, eser ad-
in Stambuler Bibliotheken" adlı makale ile ilim dünyasına tanıtmışlardır larının Latin harfleriyle okunuşundan sonra Arapça asılları yanında özel-
(Arclıiv Orientdlnf, IV, 1932, s. 363-372). likle günümüze ulaşmayan eserlerin muhtevaları hakkında okuyucuya
öte yandan Brockelmann, genellikle kütüphane katalogianna daya- bilgi vermesi amacıyla her eserin Türkçe anlamı da verilmiştir. Eserlerin
nan ünlü eserinde Kindi'ye ait 61 kitabı konularına göre on başlık altında sıralamasında ise öncelikle, filozofun günümüze ulaşan eserleri ve bun-
tanıtmışsa da bunlardan bazısının ona ait olmadığı artık bilinmekte- lar üzerinde yapılmış çalışmalara yer verilmiş, ardından ise bugün eli-
dir.l39 mizde bulunmayan ve kataloglarda sadece isimleri yer alan eserleri sıra
lanmıştır. Bu noktada üç klasik kaynakla beraber tarafımızdan hazırla
136lbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 315-320.
nan kataloğun ihtiva ettiği tasnif ve eser sayısını karşılıklı sütunlar halin-
137lbnü'l-Kıfti, İlıbtiı; s. 241-246.
l38lbn Ebi Usaybi'a, Uyün, Il, 183-190. de sunmak yararlı olacaktır.
139 Brockelmann, CAL, I, 230-231; SuppL, I, 372-374.
Kindi ve Felsefesi
Eserleri ll_
~ ' . :IaNDI'NiN-ESERIJERiNiNTAsNiJi·w{,
' ' ''~ ' .
.~&~;~f\~-?~~~,:~~~
' ' ''· '. -
'ı -. .
A. Felsefe
ı. Kitab fi'l-felsefeti'l-üla
Eserlerin Konulara İbnii'ıı-Nedfm İbııii'l-Kiftl İbn Ebi Usaybi'a Malımııt Kaya J}:Jı~ll-..Wı .J yl5
Göre Tasnifi İlk Fel~efe Üzerine
Felsefe 22 20 22 22
Kindl'nin halife Mu'tasım'a yazıp takdim ettiği bu kitap onun felsefe
Mantık 9 9 ll 14 alanında günümüze uiaşan en hacimli ve en önemli eseridir. Bugün eli-
Fizik - - - lO mizde sadece dört kıs.ımdan oluşan birinci bölümü buiunmaktadır. Ese-
.. rin sonundaki "Şimdi bu bölümü gücü kudreti tam ve ikrfurıı bol olan Al-
Psikoloji 5 5 5 8
l;:ih'ın desteğiyle tamamlayalım ve tabii olarak bunu takip eden konuya
Ahlak ve Siyaset 12 12 12 12 geçelim" 14 0 ifadesinden, kitabın günümüze intikal etmeyen başka bö-
Reddiye ve 17 16 21 14 liimlerinin olduğu anlaşılmaktadır. İlk defa Ahmed Fuad el-Ehvfuıl'nin
Tartışınalar yayımladığı (Kahire 1327/1948) bu metin, okuma güçlüğünden kaynak-
Aritınetik ll ll ll ll lanan bazı hataları içermekteydi. Daha sonra Ebu Ride Kitabü'l-Kindf
ile'l-Mu'tasım-Billalı fi'l-felsefeti'l-üla başlığı altında Resailü'l-Kindf el-
Geometri 23 17 25 2Q
felsefiyye içinde ilk metin olarak neşretmiştir (Kahire 1369/1950, I, 97-
Astronorni 19 18 23 14 162). Bu iki neşir arasında SOO'den fazla okuma farkı mevcuttur. Alfred
Astroloji lO 9 9 13 Ivry bu eseri İngilizce'ye çevirerek metnin Aristo'nun Metafizikdsı ve Plo-
6
tinus'un Enneades'ıyla olan ilişkilerini konu alan değerli bir araştırınayla
Kehfuıet 5 4 -
birlikte Al-Kindf's Metaplıysics adıyla yayımlamıştır (Albany 1974). Mah-
Kiiresel\farlıJdar 8 8 8 9
mut Kaya tarafından Türkçe'ye kazandırılan eser ilk Felsefe Üzerine adıy
Gökküreleri 16 14 20 16 la Felsefi Risaleler içinde n eş redilmiştir (İstanbui 1994, s. ı -56).
Boyutlar ve 8 8 14 9
Mesafeler 2. Risalefi lıudüdi'l-eşya ve rusümilul
..
Meteoroloji 14 ll 18 16 4--J-" )) ç.~~\ ~ )J..::,- ~ :U Lı)
Tıp 22 24 31 33 Tarifler Üzerine
Kimya - - - 9 Klasik kaynaklarda bu risalenin adı açıkça geçmiyorsa da İbn Ebi
- - - 6 Usaybi'a'mn Mesail kesfre fi'l-mantık ve gayrilı ve lıudüdü'l-felsefe adıyla
Optik
zikrettiği eserin bu risale olduğu anlaşılmaktadır. Süleymaniye Kütüpha-
Miisıki 7 6 8 7
nesi'ndeki mecmuada (Ayasofya, nr. 4832, vr. 53b-ssb) yukardaki başlık
çeşitli Konular 33 32 43 28 la yer alan, fakat mukaddime ve hil.timesi buiunmayan metni Ebu Ride
281 277 önce Mecelletü'l-EzlıeJıde (sy. 18, Kahire 136611947, s.l86-199), ardından
TOPLAM 241 224
Resailü'l-Kindf el-felsefiyye arasında (Kahire 1369/1950, I, 165-179) ya-
yımlamıştır. Nihayet Abdiliemir el-A'sem bu risa.lenin Kabil'de başka bir
nüshasını buimuş, mukaddime ve hatimesi mevcut olan metindeki üs-
......
140 Kin di, İlk Felsefe Ozerine, s. 183.
_mı Kindi ve Felsefesi
Eserleri illL_
lup, ifade ve dua cümlesinden bunun Kindi'ye ait daha iyi bir nüsha ol- 5. Risdle fi mdiyyeti md la yümkinü en yekune la nilıdyete Zelı ve
duğunu tespit ederek el-Mustalalıu'l-felsefi 'inde'l-Arab içinde neşretmiş me'llezf yukdlü la nilıdyete le/ı
tir (Kahire 198.9, s. 189-203). Bu risale de Mahmut Kaya tarafından Tarif- .ıJ ~~ '1Jt.a: 4-S..Uı 1.oJ .ıJ ~~ '1 w~ wi ~ '1 ~.o J,JLo ıJ ;u ı....J
ler Üzerine adıyla tercüme edilerek Felsefi Risdleler arasında yayımlan SonsuZluğu imkansız Olanın Mahiyeti ve Sonsuzluğun Ne
mıştır (İstanbul1994, s. 56-73). Diğer yandan Samuel Miklos Stern, Bri- Anlama Geldiği Üzerine
tish Museum'da (Add. 7473) yer alan Kiridi'nin Risdle fi mülki'l-Arab ve Ebu Ride'nin önce Mecelletii'l-Ezlıer'de (sy. 18, Kahire 1366/1947, s.
kemmiyyetilı adlı eserinin sonuna eklenen bazı tariflerle ilgili bir makale 388-392), sonra Resdilü'l-Kindf el-felsefiye içinde (Kahire 1369/1950, I,
yayıınlamış, sonuçta bunların 1/ıvdnu's-Safd risalelerindeki tarifler ile 194-300) neşrettiği risaleyi; Mahmut Kaya da Sonsuzluk üzerine adıyla
çok yakın benzerlik gösterdiğini tespit ederek Kindl'ye ait olamayacağını Türkçe'ye çevirerek Felsefi Risdleler arasında yayımiarnıştır (İstanbul
ileri sürmüştür. 141 1994, s. 83-86).
141 Samuel Miklos Stern, "Notes on Al-Kindi's Treatise on Definitions", Journal of tlıe ~~i '1 ~ı_r. ..!.?.- y .ui ~ ;U~,...ıJ
Royal Asiatic Society, 1959, s. 32-43. Cisimsiz Cevherler Üzerine
_1.!l Kindi ve Felsefesi Eserleri 1]_
Metafiziğin imkanını konu alan bu kısa metin Resailü'l-Kindf el-felse- ı2. Risale fi ennelıü la tünalü'l-felsefe illa bi- 'ilnıi'r-riyfiziyyat
fiyye arasında yayırolanmış (Kahire ı369/ı950, I, 265-269); Mahmut Kaya ı.:..ı~4)ı ~ ~! ~ı J\.:j ~ .ı..il .J ~\...ı)
tarafından Cisimsiz Cevlıerler Üzerine adıyla Türkçe'ye çevrilerek Felsefi
Mate~atik Bilmeden Felsefe Yapılamaz
Risaleler içinde neşredilmiştir (İstanbul ı994, s. ı27- ı30).
[Yabancılardan Gelen] Felsefe, Mantık, Anlaşılması Güç Konular ~~ı ~ıy.ı ı.:.ııj~ .J y\5
ve Metafiziğe Giriş Tümel Kavramları ifade Eden Lafızlar Üzerine
_11 Kindi ve Felsefesi
Eserleri lL_
23. İlıtisaru Kitabi lsagucf li-Furfiryi2s 29. Risale fi'l-ihtiriis min hude'i's-sufistaiyyin
ı.r y..}.)_,.QJ ı_?: .f- ~ı y ı5 .) ~ 1 ~lb...J_,_.J ı t. .J.;;. ıJA c.rı r. }'ı ~ ;u \...ı.) .
24. Risale fi'l-medhali'l-mantıki bi'stffai'l-kavli filı 30. Risale bi-iciiz ve'Jıtisar fi'l-burhiini'l-mantzkf
.ıJ J_,.a.lı S'-~~ ı}ldl y...uı ~ J.!L..ı.) ı}ldl ~IJI~ı ~ J~ıj j~~ :U \...ıj
Mantığa Tam Bir Giriş Mant:ıld İs bat Üzerine Kısa Bir Risa.Ie
26. Ki tab fi kas di Aristiltalfs fi'l- makuZat iyyalıii kasden 32. İlıtisaru Kitabi Katiguryas
ve'l-mevzu'atü lelıii ı.J"'·o# \.9 yl::S"' 1 ~ı
Kategoriler Kitabının Muhtasarı
142 Onuncu risa!eden itibaren günümüze ulaşmayan bu eserler için bkz. İbnü'n-Ne
dim, el-Filırist, s. 315-316; İbnü'l-Kıfti, İlıbdr, s. 241-242. 145 İbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 316. Bu son eser İbnü'l-Kıfti ve İbn Ebi Usaybi'a tara-
143İbn Ebi Usaybi'a, Uyun, II, 183; Atiyeh, Al-Kindi, s. 152-163.
fınd~n ~ isillefi '1-esm~i'l-lıamseti'l-ltllı i ka li- külli'l- makıiltlt şeklinde gösteriUyarsa
144 İbn Ebi Usaybi'a, Uyun, II, 183. da (1/ıbar, s. 242; Uyun, II, 184) İbnü'n-Nedim'in yukardaki tespiti yerindedir.
_H Kindi ve Felsefesi Eserleri ].g_
33. İlıtisaru Kitabi Bari Erminyas Oluş ve Bozuluşa Uğrayan Bütün Varlıkların Sebebi Ateş, Hava,
<...f~Jt ~J~ y\5 JL.,a.;;.:ı:-1 Su ve Toprak Olduğu Halde Birbirine Dönüşen Bu Unsurların,
Peri Hermeneias Kitabının Muhtasarı Kendi pönüşüınlerininin Sebebi Olmadıkları Üzerine
Süleymaniye Kütüphanesi (Laleli, nr. 24871 4) ile Beyrut Amerikan
34. Tefsfrıı Analutika'l-üla Üniversitesi Kütüphanesi'nde Sühreverdi'nin eserlerini muhtev! bir
mecmua içinde birer nüshası bulunmaktadır.147
J}:ll~}ül~
I. Analitikler in Tefsiri
39. Kitab fi'l-fa'ile ve'l-münfa'ile mine't-tabf'iyyati'l-üla
146 Son altı eser için bkz. lbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 309-310. 147 Atiyeh, Al-Kindi, s. 196-197; McCarthy, et-Testinif, s. 75.
_IQ Kindi ve Felsefesi Eserleri ll_
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki mecmuada (Ayasofya, nr. 4832) yer Hacmi itibariyle küçük, fakat İslam filozofları ile Latin skolastikleri
almayan bu risa.Ieye ait iki nüshadan biri British Museum'da (Ar. 8060), üzerindeki etkisi bakımından son derece önemli olan bu risa.Ieyi Ebu ID-
diğeri DarÜ'l-kütübi'l-Mısriyye'de (Teymur Paşa, nr. 55) bulunınaktadır. de Resdilü'l-Kindiel-felsefiyye'de (Kahire 1369/1950, I, 353-358), el-Ehva-
İlkini G. Furlani İtalyanca çevirisiyle birlikte "Una risalah dial-Kindi sul- nı İbn Rüşd'ün Tellıisu Kitabi'n-Nefs'i içinde (Kahire 1950, 178-181); Ab-
l'ama" başlığıyla Rivista trimestrale di studifilosofici e religiosi'de (Peru- durrahman Bedevi ise Resdilü felsefiyye arasında (B ingazi 1393/ 1973) ya-
gia 1922, III, 50-63); ikincisini ise Ebu Ride Resailü'l-Kindi el-felsefiyye yımlamıştır. Latince'ye biri Cremonalı Gerard, diğeriJohannes Hispanesis
arasında (Kahire 1369/1950, I, 272-280) yayırnlarrııştır. Söz konusu nüs- tarafından olmak üzere iki kez tercüme edilmiş ve bu tercümeleri Albino
hada risa.Ienin adı el-Kavlfi'n-nefs el-muhtasar min kitabiAristfl ve Fela- Nagy Die Plıilosoplıisclıe Abhandlungen des ]a'cub ben Islıaq al-Kindi'de
tun ve sairi'l-felasife şeklinde geçmektedir. Mahmut Kaya Nefis üzerine yayırnlamıştır (Münster 1897, s. 1-11). McCarthy bu risa.Ieyi ingilizce'ye
adıyla Türkçe'ye çevirdiği metni Felsefi Risaleler içinde neşretmiştir (İs çevirerek Islamic Studies'te, (III, Karachi 1964, 119-149) neşretmiştir. J. Jo-
tanbul1994, s. 131-136). livet ise metni yeniden hazırlayarak Fransızca'ya çevirmiş (L'Intellect seZon
al-Kindi, Leiden 1971), Etienne Gilson da yazdığı bir makalede Kindl'nin
48. Kela.m fi'n-nefs muhtasar veciz akıl hakkındaki görüşünün geniş bir tahlilini yapnııştır. 148 Mahmut Kaya
}f':"J _r:::::. ..rW ı ~ fi.s' 148 Etienne Gilson, "Les Sources greco-arabes de l'Augustinisme avicennisant", Arclıi
Nefis Üzerine Kısa Birkaç Söz ves d'lıistorie doctrinale et litteraire du moyen age, ıv; (Paris 1929), s. 5-149.
~ Kindi ve Felsefesi Eserleri ll!_
ise Ebu Ride neşrini esas alarak Akıl Üzerine adıyla risa.Ieyi Türkçe'ye çe- İbn Ebi Usaybi'a'da bu adla yer alan eser,15l İbnü'n-Nedim'de Risale
virmiş ve Felsefi Risaleler içinde yayırnlamıştır (İstanbul1994, s. 149-152). fi defi'l-alızan 152 , Kadi Said'de ise Risalefi tesliyeti'l-alızan 1 53 olarak geç-
mektedir.. Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüsha (Ayasofya, nr. 4832)
51. Risô.le fi'l-firô.se esas alınatak eserin üç ayrı neşri yapılmıştır. İlk olarak Hellmut Ritter ve
Lı}Jı ~ ;;Jl,...ı) Richard Walzer risaleyi İtalyanca'ya çevirerek "Studi su al-Kindi II: Uno
Önsezi Üzerine scritto morale inedito di al-Kindi" adıyla yayımlamıştır (Memoire della
Reale Accademia nazionale dei Lincei, Classe di scienze morali storiclıe e
Bursa Eski Basma ve Yazma Kütüphanesi'nde (Hüseyin Ömer, nr. 33)
filologiclıe, VIII/6, Roma 1938-1939, s. 3-64). Abdurrahman Bedevi, risa-
bir nüshası bulunmaktadır. 149
leyi metnin neşrinde tespit ettiği bazı hataları düzeltmek amacıyla Resô.-
ilü felsefiyye içinde yeniden yayımıarnıştır (Bingazi 1393/1973, s. 6-32).
52. Risô.le finıa li'n-nefsi zikrulıu ve Jıiye fi 'alemi'l- 'akl kab le
Aynı nüshaya dayanarak risalenin üçüncü neşrini iseMacid Fahri el-Pik-
kevni!ıa fi 'alemi'l-lıiss
- rü'l-alılakfel-Arabfiçinde (Beyrut 1978, s. 15-26) gerçekleştirmiştir. Mus-
ı.r~-ı ~ı.;. ~ ~ ~ JJ ~ı ~ı.;. ~ ~ _, ~ .f':J ~ ~ ;ıJ\,..ıJ
tafa Çağrıcı, Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüsha ile (Bağdatlı Vehbi,
Nefsin Duyu Aleminden Önce Akıl Aleminde Bulunduğu
nr. 2023) önceki neşirleri karşılaştırarak risa.Ieyi Türkçe çevirisiyle birlik-
üzerine te Üzüntüden Kurtulma Yolları adıyla yayımıarnıştır (İstanbul 1998).
Mahmut Kaya tarafından Üzüntüden Kurtulmanın Çareleri başlığıyla ye-
53. Risale fi haberi ictima'i'l-felasife 'ale'r-rıımü.zi'l- 'aşkiyye niden tercüme edilen risale, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri için-
t.
~ı jy}1 ,j.>-ll...ı)\ıi.]ı ~ı .1?" ~ ;ıJl,...ıJ de neşredilmiştir (İstanbul2001, s. 37-53).
Aşka Dair Semboller Üzerine Filozofların Görüş Birliğine
Varmaları Hakkında
56. Risale fi teslıfli sübüli'l-fezail
JH. .ı:ı..ıiJ ı j.:-ı ~ ~ ;iJ\....ı J .
54. Risale fi enne'n-nefse cevlıerün basftun gayru desfrin müessirün
Fazileti Elde Etme Yollarının Kolaylaştırılması Üzerine
fi'l-ecsam
rW:~I ~ ; J-4 .])~ ff ~ .r-y. ~~ ui ~ ;u \....ı J
Nefsin Basit, Çürümeyen ve Cisimlerde Etkili Bir Cevher Olduğu 57. Risale fi'l-alılak
Üzerine 150 J')l.;ı:-~ı ~ ;ıJ\,..ı)
Ahlak Üzerine
E. Ahlak ve Siyaset
58. Risô.le fi't-tenbflı 'ale'l-fezail
55. Risale fi'l-lıfle li-defi'l-alızan JJWı ı)>- ~~ ~ ;iJ\....ı J
ı)l_r~l ~.u u;.. ı ~ ;ıjl,...ıJ Fazileti Elde Etme Yolunda Tavsiyeler
Üzüntüyü Yenmenin Çareleri
......
149 Bkz. o. Rescher, Zeitsc/ırift der Deutsclıen Morgenlandisc/ıen Gesellsc/ıaft [ZDMG],
LXVIII/53, 1914; McCarthy, et-Tesi'i.nif, s. 81. 151 İbn Ebi Usaybi'a, Uyun, II, 187.
ıso Son üç eser için bkz. ibnü'n-Nedlm, el-Filırist, s. 319; İbni.i'l-Kıftl, İlıbiir, s. 243-245; 152 İbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 319.
lbn Ebi Usaybi'a, Uyan, Il, 188. 153 Kadı Said, Tabaki'i.tii'l-ümem, s. 60.
_Jl.!l. Kindi ve Felsefesi
Eserleri .!!1_
Ebi Usaybi'a, Uyun, Il, 188 156 Mesela bkz. Yahya b. Adi, Makale ji't-tevlıid (nşr. Salıhan Halifat, Makalatıı Yahya b.
Adi el-felsefiyyeiçinde), Arnman 1988, s. 375-406; aynca bkz. Atiyeh, Jl.l-Kirıdi, s. 162.
155 Bu eser yalnız Uyun'da (II, 188) mevcuttur.
_ftZ Kindi ve Felsefesi
Eserleri l!.L_
73. Risale fi tesbfti'r-rusül Klasik üç kaynakta bu başlık altında bir risale yer aldığına göre, bunun
J-.ı )' '- .:i ıJ ;U L..) mantık külliyatındaki Kitabü'l-Burhdn'dan farklı bir içeriğe sahip olması
Peygamberlerin Doğruluğunun Tespiti Üzerine gerekmektedir. 159
86. Risale fi't-tevlıfd min cilıeti'l-a'dad el-Filırisfte bu risale Ffma nesebebe'l-kudema külle valıidin mine'l-
.) ı .ıs-~ 1 ~ ,yı .J..;--y:ll ~ 4.1 L...ıJ mücessemati'l-Jıams ile'l- 'anasır şeklinde geçmektedir. Süleymaniye Kü-
Sayılar Açısından Birlik tüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 4832, vr. 15-17) bulunan nüsha Ebu Ride ta-
rafından Resailü'l-Kindı el-felsefiyye içinde yayımlanmıştır (Kahire
1372/1953, I.I. 54-63). Nicholson Rescher bu metni İngilizce'ye tercüme
87. Risale fi 'am eli aletin mulıriceti'l-cevami'
ederek ·~-Kindi's Treatise on the Platoic Solids" başlığıyla Mediaeval and
e::o'Y..'
A:o:- .r
4JT ~ ~ 4JL...ı J Renaissance Studies'te neşretmiştir (London 1966).
Hesapların. Sağlamasında Kullanılan Aletin [Cevami1 Yapımı
Hakkında
93. Risale fi taslızlıi kavli Ebiskılavus fi'l-metali'
dLI:J.ı ..) d J':>\.i-..ıi J_,§ ~ ~ aJt...ı)
88. Risale fi'l-lıutut ve'd-darb bi- 'adedi'ş-şa'fr Hypsikles'ın [Yıldızların] Doğuşu Hakkındaki Görüşünün
~~ .)J..ıı.ı y r-:JIJ j, _F-1 ,_) 4JL...ıJ Düzeltilmesi Üzerine
Bir MiktarArpayla Çarpma ve Çizgiler Londra (India, nr. 743/5, vr. 216-21 7) ve Bod.leian (nr. 875112) kütüp-
hanelerinde Latince tercümesi bulunan eseri erernonalı Gerard tercüme
89. Risale fi'l-kemmiyyeti'l-muzafe etmiştir. Risalenin Kusta b. Luka'ya ait olduğu da iddia edilmektedir.162
A.§L..alı ~1 ~ ;iJL...ıJ
İzafi Nicelikler Üzerine
94. Risale fi 'ameli's-sa 'at 'alil. salıifetin tunsabu
'ale's-satlıi'l-muviizf li'l-ufkı lıayrwı min gayrilıa
90. Risale fi'n-nisebi'z-zamaniyye J!~ .S ji_,LI r;b-JI ,)s- ~ ~ ,)s- ı.:.ı~S-1.-Jl ~ ~ 4JL...ı)
IJı ~ ı:.ro y
~L.a)l~l~;iJL...ıJ
Ufka Paralel Satıh Üzerine Dikilen Tabiaya Çizilen Güneş
ZamanaAit Nisbetler Üzerine
Saatinin Diğerlerinden Daha İyi Olduğuna Dair
Bodleian Kütüphanesi'nde (Marsh 663, vr. 190v-193r; nr. 941/7) bir
91. Risale fi'l-lıiyeli'l- 'adediyye ve 'ilmi ızmarilıil _nüshası bulunan risaleyi Zekeriyya Yusuf tıpkıbasun olarak yayımlamış
~ J~1 ~ J ~.).Wl J.=J-ı ~ ;iJL...ıJ tır (Bağdat 1962). Sonradan A. Fuad el-Ehvanf el-Kindf: Feylesufu.'l-Arab
Sayı Hileleri ve Onları Gizleme Yöntemi 161 içinde neşretmiştir (Kahire 1985, s. 196-211).
Eskilerin Beş Geometrik Şekli Unsurlara Nisbet Etmeleri Üzerine ~_pı ~ ~ ~ ;iJL...ıJ
... ...
- İki Orta Çizgi ['?] Şeklinin Yapımı Üzerine
161 Bu eserler için bkz. lbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 316; lbnü'l-Kıfti, İlıbtir, s. 242; İbn
Ebi Usaybi'a, Uyıin, Il, 184. 162 Atiyeh, Al-Kindi, s. 178.
_l!Q Kindi ve Felsefesi
Eserleri 1U_
o
ı ı. Risale fi keyfiyyeti 'ameli dairetin müsaviye li-satlıi J...ı..\.J.4 ~~ C4;"J )~ı ~ ,.bı:. [.ı~ı ıJ a.IL..ı)
üstuvanetifl: mefruza Öğle Vakti Çizgisinin ve Kıble Tayininin Geometriyle izahı
~ J_;.,ı J..il~i c::;k-J ~JL-..o öjl~ ~ w~ :iJL..ı J Üzerine
Farazi Bir Silindirin Yüzeyine Eşit Daire Elde Etme Yöntemi
109. Risale fi''ameli'r-rulıtime bi'l-lıendese
102. Risale fi şurı1ki'l~kevakib ve gurubilıii bi'l-Jıendese ~~4 ;i.4ı,:.)ı ~ ~ a.IL..ıJ
~..ı::..ı.~ ~J.f-) ı.:5ı_,s:ll j_,_rı ~ :iJL..ı J Geometriden Yararlanarak Güneş SaatiYapımı Üzerine
Yıldızların Doğuş ve Batışının Geometriyle Hesaplanması
Üzerine
ııo. Risale fi'stilıraci's-sa'at 'ala nısfi küretin bi'l-hendese
~~4 ö_?' ~,)s- ..:..ı~Wı [.1~1 ıJ a.!L..ı1
ı 03. Risale fi kısmeti'd-daire se tasete akSam
Geometriden YararlanarakYarım Küre Üzerinde Saatierin
~W i 'J.J"";}j öjl..ıJı 4-J ~ :U \...ıJ
Belirtilmesi Üzerine
Dairenin Üçe Bölünmesi Üzerine
I. Astronomi 117. Risiile fima sü'ile 'anhu min şerh i ma 'araza lehu'l-ihtilaffi
suveri'l-mevalfd
116. Risiile fimii yunsebü ileylıi küllü beledin mine'l-büldiin ila 122. Risalefifasli ma beyne't-tesyfr ve 'ameli'ş-şu'a'
burcin mine'l-buruc ve kevkebin mine'l-keviikib t IA..:Jı J.c.;J ~ı ~ Lo J..a.9 ıJ ;;J L..ıJ
ı..:5_!'J (Jftl ;,r4 (f. J! ıJI~I ;,;A ~ JS' 4! ~ \.aJ JJL..ıJ Güneşin Hareketi ve Işınlannın Fonksiyonu Üzerine
ı..:51.PJ 1;r
Her Şehrin Burçlardan ve Yıldızlardan Birine Nisbet Edilmesi- 123. Risiile fi 'ileli'l-evza'i'n-nücumiyye
neDair 4ıı ~ı t LPJ~ı Jl'- ıJ :ÜL..ıJ
Yıldızların Konumlarının Sebepleri Üzerine
_ruı Kindi ve Felsefesi
Eserleri .!ll_
124. Risale fi rü'yeti'l-lıilalla tuzbatu bi'l-lıakfka ve inneme'l-kavlu 134 no'lu eserle aynı olduğu düşünülen bu risaie,l68 Otto Loth tarafın
fihil bi't-takrfb dan ·~-Kindi als Astrolog" adıyla (Morgenlandischen Forschungen, L~ip
~,....~ ;;.lt.ı t. A J .;;ll U:l ~lı
. -.r- . ~ .r .J - . ..6.....a,;
. ~ • J- JJt...ıJ
J')U.I 3.J.JJ zig 1875, s. 21'11-309) Almanca tercümesiyle birlikteyayımlanrnıştır.l69
Hilalin Görülmesi Ancak Yaklaşık Olarak Tespit Edilebilir
129. Risale fi'l-kaza 'ale'l-küsilf
125. Risale fi mesa'ile s ii'ile 'anhil min alıvali'l-kevakib J _,_sJı Js- ~~' ~ ;;Jt...ıJ
Güneş Tutulmasından Hareketle Bazı Olaylar Hakkında
~~~' Jıy.i ,;r ~ J.!...ı j.JL.....A ~ ;;Jt...ıJ
Hüküm Verme
Yıldızların Durumuna İlişkin Sorulan Sorular164
Süleymaniye Kütüphanesi (Ayasofya, nr. 4832, vr. 56-57) ve Escurial
Kütüphanesi'nde (nr. 913/4) birer nüshası bulunan risalenin Robert the
J. Astroloji Er:glishman ta,rafından yapılan yapılan Latince tercümesi Leiden Kütüp-
hanesi'nde (nr. 1716) mevcutturP 0 Bu risalenin 135 no'lu risale ile a~
olduğu düşünülmektedir.
126. Risalefi kadri menfa'ati'l-ilıtiyarat
~~J~~' ~ JJj ~ ;;Jt...ıJ
130. Risille fi'l-mesttil
[Bir İş İçin En Uygun Günün] Seçiminin Yararı
1ıwı J;üt...ı
üç klasik kaynak, risalenin adını bu şekilde kaydederken Ebu Ride, ı.r - J
Astroloji Problemleri Üzerine
Leiden Museum'da astronomi, astroloji ve matematiğe dair risalelerin
yer aldığı bir mecmua içinde (nr. 199) Risale fi ilıtiyarttti'l-eyyttm adlı bir
metinden söz etmektedir. 165 Bunun yukarıdaki risaleden ibaret olduğu 131. Risale fi delilili'n-nalıseyn fi burci's-Seratan
söylenebilir. Söz konusu risalenin Latince tercümesi günümüze ulaşmış w\1..,-Jı ı:f. ~ ~' J.l'i~ ~ JJt...ıJ
tır (Leiden, nr. 1648/7)_166 Uğursuz Yıldızların [Satürn ve Mars] Yengeç Burcunda
Gösterdikleri Üzerine
127. Risale tehilvfli's-sinfn
~~~J~;;Jt...ıJ 132. Risale fi kadri menfe'ati'l-alıkam ve meni'r-recüli'l-müsemma
müneccimen bi'stihkak
Yılların Değişimi
Jlhr.::...ı~ ~~ı j?. )' ,;rJ ~~tıı ~ JJj ~ JJt...ı J
Escurial Kütüphanesi'nde (nr. 913/2) bir nüshası mevcuttur_l67
Astrolojinin Yarar Derecesi ve Müneccim Denilen Adarnın
Gerçekte Kim Olduğu Üzerine
128. Risale fi mülki'l-Arab ve kemnıiyyetilı
~J y __,ıJ 1 I.!J.L.ı ~ ;u \....ı J 133. Risaletii'l-mulıtasara fi Jıudftdi'l-mevalfd
Arapların Hakimiyet Süreleri ..L)ı_,J.ı ~J~ ~ Ö~l :Ut...ıj
Mevalidin [?]Sınırları Üzerine
164 Bu bölümdeki eserler için bkz.İbnü'n-Nedlm, el-Fihrist, s. 31 7; lbnü'l-Kıfti, İlıbtir,
s. 243; İbn Ebi Usaybi'a, Uyun, II, 184-185; Atiyeh, Al-Kindi, s. ı 70-175. ......
165 Ebu Ride, Resailii'l-Kindi el-felsefiyye, I, Mukadime (sin). 168 McCarthy, et-Testinif, s. 48, 72.
166 McCarthy, et-Testinif, s. 72. 169 Atiyeh, Al-Kindi, s. 190.
167 Atiyeh, Al-Kindi, s. 189; McCarthy, et-Tesanif, s. 72. 170 Atiyeh, Al-Kindi, s.l89-190; McCarthy, et-Tesanif, s. 68.
_[2 Kind1 ve Felsefesi
Eserleri .!!1_
146. Risale fi ameli'l-lıalaki's-sitt ve'sti'malilıii 153. Risale fi'l-ibiine 'an ennelıU leyse şey'ün mine'l- 'aniisıri'l-flla
Llı~ı_, ı..:..-Jı JU-ı ~ ıJ ;u ~,...ıJ ve'l-cirmi'l-aksa gayru kürf
Altı Halkanın Yapım ve Kullanımı Üzerine ı.?_;:, yj- ~':lı rJ:-ıJ -"""L:.ıJı .:r ~ ~ .u i ı:r a.; 4;r1 ıJ aJ~....ıJ
Risale fi zati'l-lıalak olarak da anılan eserin Bibliotheque Na tionale'de Dört Unsur ve En Son Pelek Küreden Başka Bir Şekilde
(nr. 2544/3) bir nüshası mevcuttur.l74 Değildir175
J~':ıı .:r ~i ;;;ı..uıJ ~):-ı J~':ıı ~i ;;pı ı:.ıi ıJ ;üt..:,J 154. Risale fi'l-ibiine 'an enne tabf'ate'l-felek mulıiilifetiln li-tabiii'i'l-
~ı 'anasıri'l-erbe'a
Küre Maddi Şekillerin, Daire de Basit Şekillerin En Büyüğüdür
J.A.ıJ ':ı ı' .r:' l.:.ıJ ı tii.:1J w~ clW 1 ~ ı) i ıY' a.; 4)'ı ıJ ;u \...ıJ
148. Risale fi enne satlıa mai'l-balır küriyyım Feleğin Yapısının Dört Unsurunkinden Farklı Olduğunun
Açıklanması
ı$_;: yı-) ı ~ \.4 ~ ı) i ıJ ;u \...ıJ
Deniz Suyunun Yüzeyi Küre Biçimindedir Ebu Rlde tarafından Resiiilü'l-Kindf el-felsefiyye'de yayımlanan (Kahi-
re 1372/1953, II, 40-46) eseri Nicholos Reseber ve H. Khatchadourian "Al-
149. Risale fi testflıi'l-kilre Kindi's Treatise on the Distinctiveness of the Celestial Sp here" adıyla Isla-
;;pı~~;iJI....ıJ mic Studies'te (Nil, Karaebi 1965, s. 45-54) neşretmişlerdir.
156. Risal(Jfi mtiiyyeti'l-cirmi'l-hamil bi-tıba'ihf li'l-elvan mine'l- 163. Risale fi imtina'i vücudi misalıati'l-feleki'l-aksii el-müdebbir
'anasıri'l-erba'a li'l-efliik
~J ~ı _rı \.:Alı .:1' \Jı_,.l~ ~~ j.AıJ..ı ~_;..ı a..ı;~.o ~ ah...ı J
!ljij~ fi..Uı ~~~ ~ı ı:.. w .:ı .r.1 t \.:::.41 ~ JJı......J
Dört Unsurdan Olup Yapısı Gereği Renkleri Taşıyan Cismin Pelekieri Yöneten En Son Feleğin Yüzölçümünü Bulmanın
Mahiyeti Hakkında imkansız Oluşu Üzerine
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshayı (Ayasofya, nr. 4832, vr. 8-9)
Ebu Rtde Resailü'l-Kindf el-felsefiyye'de yayırnlamıştır (Kahire 1372/1953, 164. Risale fi ziilıiriyyiiti'l-felek
II, 64-68).
~~ ~~:~11 ~ ;üt....ıj
Peleğe İlişkin Olaylar [?]
157. Ristile fi'l- 'alenıi'l-aksa
~~~ ~w ı ıJ aJL..ı J -165. Risiile fi'l-burhan 'ale'l-cismi's-siiir ve miiiyyeti'l-advii' ve'z-zaliim
En Son Alem Üzerine
r~IJ r.l~~~ ~LoJ jWI ı-J.-1 Js- \)~y.JI ~ ;üı......J
Hareket Eden Gökcisimlerinin İs patı, Işık ve Kararılığın
158. Risale fi's-suver Mahiyeti
J.raJı ~ 4.l\...ı j
Suretler [Şekiller] Üzerine 166. Risiile fi terkfbi'l-efliik
!)j\9~1 ~_; ~ J..lt....ıJ
159. Risale fi menazıri'l-felekiyye Pelekierin Terkibi [Oluşumu] Üzerine
.LS:Wı
. .rl:.ı.J.ı j. 4.l\...ıJ
Astronomik Optik Üzerine 167. ~ isiile fi'l-ecriimi'l-habita fi'l-uluvv ve siibikun ba'zııhii ba 'zan
~ ~ JıL..ıJ _,.w ı ~ ~~~ r'.r-~' ~ ;u \...ıJ
160. Risale fi imtina'i'l-cirmi'l-aksa mine'l-istihale Yüksekten Düşen Cisimlerin Birbirleriyle Yarışması Üzerine
r
aJ\.:ıoı.::....ı~ı ır ~t.ıı _;..ı t \.:;:.Al ..; aJ\...ıJ
En Son Feleğin Dönüşüme Uğramasının imkansız Oluşu 168. Risiile fi 'ameli'l-iileti'l-müsemmiit el-ciimi'a
Üzerine
J.uY:-1 ök.-.\1 JJ'JI ~ ~ ;üı......J
el-Ciimi'a Denilen Aletin Yapımı Üzerine
16 ı. Risale fi sına'ati Batlamyus el-felekiyye
~~ J~ ~~ ıJ 4.l\...ıj 169. Risiile fi keyfiyyeti rucu'i'l-keviikibi'l-mütehayyire
Batlamyus'un Pelekler Hakkındaki Görüşleri
Ö~l ~~~~ (Y.J W'~ ;üı......J
Gezegen Yıldızların Nasıl Geri Döndükleri Üzerine176
162. Risiile fi'l-mu'tayat
~l:bJ.I ıJ 4J\...ıJ 176 Bu bölümdeki eserler için bkz. lbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 317-318; lbnü'I-Kıfti,
ihbar, s. 243. Son dört eser yalnız Uyün'da (II, 185-186) mevcuttur; ayrıca bkz. Ati-
[Gökkürelerine Dair] Önsel Bilgiler yeh, Al-Kindi, s. 179-184.
_M Kindi ve Felsefesi
Eserleri .!!.lL_
ı 71. Risale fi fziihi eb'adi ma beyne'n-ndzır ve merkezi ~Li ':ll ı.::.ıl9\-A ~~i ıJ aJL..ı j
'amideti'l-cibiil [Yedi] İklim Kuşağı Arasındaki Mesafe Üzerine
Jl.:k-1 D.I..A~ §'.rJ ):ı\.:.11 ı:ı:.-ı ı.. ~~i c. ~ı ~ ;u ~...ıj
Dağın Zirvesi ile Gözlemci Arasındaki Mesafenin izahı Üzerine 178. Risale fi'l-mesakin
Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 4833, vr. 66-70) bir nüs- JWI ~ aJL..ı;
hası mevcuttur. ı 78 Meskün Bölgeler Hakkındaı79
173. Risale fi alıbari eb'iidi'l-ecriim JP j':/1 ıJO y} l.a ~J yl:-ı ~i~.)':!. ldı ~ı ~ ıJ aJL..ı j
Havanın Atmosferin Üst Tabakasında Soğuk, Yere Yakın
~l_r.':/1 ~~i J~i ~ ;iJL..ı j
Kısımlarda Sıcak Oluşunun Sebebi Üzerine
Gökcisimlerinin Boyutları Hakkında Bilgi
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshayı (Ayasofya, nr. 4832, vr. 11-
13) Ebu R:tde Resiiilü'l-Kindz el-felsefiyye'de neşretmiştir (Kahire
174. Risiile fi'stihraci aletin ve 'amelihii yüstalırecü bihii 1372/1953, II, 90-100).
eb'adü'l-ecram
~l.r.':/ı ~~i '+--! [.~ ~J aJT [.1~1 ıJ 4JL..ıJ 180. Risale fi 'illeti'l-fa'ile li'l-med ve'l-cezr
Gökcisimlerinin Boyutlarının Hesaplanmasında Kullanılan Ji:-IJ .4ll ~1.4.!1 ~ ıJ aJ\...ı j
Aletin Yapımı ve Kullanımı Üzerine
...... Med ve Cezir Olayının Etkin Sebebi Üzerine
ı77 Ebu Ride, Resilil, I, Mukaddime (sin). ı 79 Bu kısımdaki eserler için bkz. İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 3ı9; İbnü'l-Kıfti, İhbiir, s.
ı78 Brockelmann, GAL Suppl., ı; 374. 245; İbn Ebi Usaybi'a, Uyiln, II, ı89; ayrıca bkz. Atiyeh, Al-Kindi, s. ı99-200.
_1!ill Kindi ve Felsefesi
Eserleri 1.!lL
Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan bu risale de (Ayasofya, nr. 185. Risiile fi 'illeti ihtilafi enva'i's-sene
4832, vr. 1-5) Ebu Rtde tarafından Resailü'l-Kindf el-felsefiyye içinde neş
redilmiştir (Kahire 1372/1953, II, 110-133). E. Wiedemann ise Escurial
a.:...Jı t ı_,Ji J~ı & ~ ;;J\,..ı)
Kütüphanesi'ndeki (nr. 1636i2) Latince nüshayı Almanca'ya çevirerek Sene İçinde Mevsim Farklılıklarının Sebebi Üzerine
birlikte yayımlamıştır. 180
186. Risiile fi'l-eseri'llezf yazheru fi'l-cevv ve yüsemma kevkeben
181. Risale fi 'illeti's-selc ve'l-bered ve'l-bark ve's-sava'ik ve'r-ra'd
ve'z-zemlıerfr
l$'§ ~J ~ı ~~~.U ı ;'.:lı ~ ;;J\,..ı)
Atmosferde Beliren ve Yıldız Denilen Olay [Eser] Üzerine
.1-H}IJ .).;;)IJ tYı~IJ J )ıJ .))IJ ~ı ili- ~ ;iJ\...ı J
Kar, Dolu, Gökgürlemesi, Şimşek, Yıldırım ve Şiddetli Soğuğun
Sebebi Üzerine 187. Risiile fi kevkebi'z-züiibe
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshayı (Ayasofya, nr. 4832, vr. 22) ~ıj.UI ,~_,s' ~ ;iJL..ıJ
Ebu Rtde Resailü'l-Kindf el-felsefiyye içinde neşretmiş (Kahire '1372/ 1953,
Kuyruklu Yıldız Üzerine
II, 80-85), risalenin Petrus Liechtenstein tarafından gerçekleştirilen Latin-
ce çevirisi ise 1507'de Venedik'te yayırnlanmıştır. 181
188. Risiile fi'l-keviikibi'llezf yazheru ve yersuduha eyyiimen hatta
182. Risale fi 'illeti kevni'd-dabab izmelıalle
...... .
1965) .
180 Brockelmann, GAL Suppl., ı, 373 .. BirçokDepremeve Çöküntüye Yol Açan ve Yerin Altında
181 Brockelmann, GAL Suppl., ı, 373. Meydana Gelen Rüzgarın Sebebi Üzerine
_1!!1 Kindi ve Felsefesi Eserleri ın_
192. Risale fi ihtilafi'l-ezman fi's-sene ve intikalihii bi-erbe'ati fusulin 197. Risale fi'l-lusğa
muhtelife -
J.Ailll J JJ l..N)
~ J~ ~;{~ lJ.LQ.:jiJ w ı ~ uı.. .>':lı J~ı ~ JJL.NJ Pelteklik Üzerine
Sene İçinde Dört Mevsim Bulunuşunun Sebebi Üzerine
Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 4832, vr. 63-65) bir nüs-
hası bulunan· risale, G. Celentano tarafından yayımlanınıştır (Roma
193. Risale fi ihtilafi'l-mevazi'i'l-mesakin min küreti'l-arz 1979).
ı.itJ J':/ı ö.f' Lt §Wı ~ıy.ı J~ı ~ 3JL-NJ
Yerküredeki Farklı Mesklln Mahaller Üzerine 198. Risale fi ma'rifeti !Cuva'l-edviyeti'l-mürekkebe
Kindl'nin, öğrencisi veliaht Ahmed için kaleme aldığı bu risale The- ~)ı ~J.)':/1 ı.> j 3.9p ~ 3JL.NJ
. odisyos'a ait Kitabü'l-Mesakin'in şerhidir.l 82
Birleşi~ İlaçların Gücünü Tanıma Üzerine
. .
Münih Kütüphanesi'nde (nr. 838, vr. 78-37) bir nüshası bulunan risa-
194. Risale fi ihtilafi'l-ezmine elletf yazlıeru fihii sıweru'l-keyfiyyati'l
lerıin Latince çeYirisi De medicinarum compositarum adıyla yayımlan
erbe'ati'l-ula
mıştır (Strasbourg 153 1). 184
JJ':/1 ~J':/ı c.::..ı~l JJ-J' 4J ~ ıjll a.:...j':/1 J~ı ~ ~l..N)
ilk Dört Niteliğin Formlarının Ortaya Çıktığı Farklı Zamarilar
199. Risale fi'l-biilı
Üzerine 183
oi.:JI J JJL.NJ
P.Tıp
Seks Gücü Üzerine
\
202. Risale fi tedbfri'l-esihlıa 210. Risale ila racül fi 'illetin şeka ileyhi fi batnih ve yedik
~~~ _;:i.IJ 4.} aJL...ı) O..I..!J ~~":ıl!~ aJs. ~ ~J Jj J.!L..ıj
Koruyucu Hekimlik Üzerine Karnmdaki ve Elindeki Ağrılardan Şikayet Eden Bir Adama
Risille
Yazdığı
220. Risale fi'l-fark beyne'l-hayvani'l- 'arız min messi'ş-şeytan ve 227. Risale fi 'illeti nefsi'd-dem
beyne ma yekunü min fesadi'l-ihtilat r.ıJı ~ J.l&. ~ :uı...ı.)
.y ı)~ La ~J ,ıJlh.:-:JI ~ .y ı.)' JWI 01_,.)-1 ~ ıJ __,All J :U \...ıJ Kan Tükürme Üzerinel86
..ı,~~~~w
Şeytan Çarpmasına Tutulan Hayvan ile İhtilat Bozulm_ası . R.Kimya
Arasındaki Fark Üzerine
228. Kitab fi kimyai'l- 'ı tr ve't-tas'fdat
221. Risale fi'l-gıda ve'd-devai'l-mühlik ı.:ıi~IJ _.,bjl ~~ ~.:0\...ıj
ı.!.l4\1 ~IJ.ıJIJ ~I..WI J :U \...ı.) Parfüın ve Damıtım Kimyası üzerine
Besin ve Öldürücü İlaçlar Üzerine Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 3594) bulunan eseri Cari
Garbers Almanca'ya çevirerek metniyle birlikte yayımiarnıştır (Leipzig
1948). .
222. Cevami'u Kitabi'l-Edviyeti'l-müfrede li-CalfnU.S
ı.f y.)\J:. ;;~_,.iii J.ıJ~':/1 y\5 c;ıl_r. 229. Risaletü't-terejfuk fi'l- 'ı tr
Galen'in el-Edviyetü'l-müfrede Kitabının Muhtasarı _.,bjı ~ ,j_rJ ı :U \...ıJ
Parfüınün Rafine Edilmesi Üzerine
223. Risale fi'l-ibane 'an menfe'ati't-tıb fza kanet szna'atü'n-nücum Darü'l-kütübi'l-Mısriyye (Teyrnur Paşa, Sınil.'a, nr. 46) ve British Mu-
mukarineten bi-delailihti seum'da (Or. nr. 9678) bir nüshası bulunan risa.Ieyi el-Ehvam, el-Kindf:
Feylesufu'l-Arab'da tanıtmaktadır (s. 217 -219).
~~..Lı ;u.Jw ~_,.Jı ~L:...P c..i\5' ı~! ~ı~~ ;uı.ı~ı J :uı...ıJ
Astroloji Delilleriyle Benzeştiği Durumda Tıbbın Yararının
230. Risale fi kal'ı 'I-asar mine's-siyah ve gayrilıti
Açıklanması Üzerine
lA_)');J yL.;Jt ı:r .)ü':/1tLi
~ :U \...ı.)
Elbise ve Başka Şeylerden Lekelerin Temizlenmesi Üzerine
224. Risale fi'l-eblıireti'l-musliha li'l-cevv mine'l-veba
Eser, M. İsa Sa.Iihiyye tarafından yayımlanmıştır (Mecelletü ma'lıedi'l
~tıyl ı:r y.JJ w..a.l.l ;;f.':/1 ~ :U \...ı.) mahtatati'l-'Arabiyye [MMMA], :XX:X/1, Kuveyt 1986, s. 83-11~).
Havayı Vebadan Temizleyen Buharlar Üzerine
186 Bu bölümdeki eserler için İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 318; tbnü'l-Kıfti, ihbar,
s. 244; İbn Ebi Usaybi'a, Uyun II, 186-187; Atiyeh, Al-Kindi, s. 184-187.
__ııııı Kindi ve Felsefesi
Eserleri .llll!_
}'J"iı ö_rı wı ı.:ıı~ Jı ..ı;.. ı _,.ı ı .;_,.ı ı ı.:ıı~ ıJA ~.;_yı ı.:ıu_,..alı yl::S'
Birden On Tele Kadar Telli Sazlar 252. Risale fi'l-esmai'l-nııı 'anı mat
Zekeriyya Yusuftarafından Müellefatü'l-Kindf el-milsıkıyye'de yayım ~~~ s.~"iı ıJ al \...ı)
lanmıştır (Bağdat1962, s. 67-92). Çeşitleri
...... Muamma
247. Risalefi tertfbi'n-neğanı ed-dalle 'ala tabiii'i'l-eşlıiisi'l-'aliye 189 McCarthy, et-Tesanif, s. 75.
LJwı ı.:,;..:}·'.i ı ı c. alı ..u ı ı--
·w, ı.s- ~ •• ıı -~ - . • al ~...ıJ . 190 Bu bölümde zikredilen eserler için bkz. lbnü'n-Nedim, el-Filırist, s. 316-31 7; lb-
.. ı/ c;. .-f~ nü'l-Kıfti, İlıbdr, s. 242; İbn Ebi Usaybi'a, Uyun, II, 184; Atiyeh, Al-Kindi, s. 168- ı 70;
Gezegenlerin Yapısını Gösteren Nağmeler Düzeni McCarthy, et-Tesanif, s. 73-74.
___111 Kindi ve Felsefesi
Eserleri ll.a_
Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 4832, vr. 59-64) bir nüs- 257. Risillefi temrfh'il-hammilm
hası bulunan risale, Muhammed Merayati, Yahya Mir Alem ve Muham- ~l.cJ-1 t;j.} ıJ ;i,! \..,.ıJ
med Hassan et-Tayyan tarafından İlmü't-ta'miye ve istihrilcü'l-muammil
Harnarnda Yağlı [Masaj] Yapılması Üzerinel92
'inde'l-Arab içinde yayımlanmıştır (Dımaşk 1987, s. 213-259).
191 McCarthy, et-Testinif, s. 76. 192 Atiyeh bu eseri "güvercinin yağlanması" şeklinde anlamıştır; bkz. Al-Kindi, s. 202.
___114 Kindi ve Felsefesi
Eserleri ili_
266. Risiile fi'l-haşerilt musavverun Utiiridz 274. Risille ilitAhmed b. el-Mu'tasımfi tecvzzi icabeti'd-du'il
ı$~j~ )~ ~ı_rJ-ı ~ al \...ıJ li-men de'il bih
Merkür' e Benzeyen Eöcekler Üzerine ~ ~~ J ~~..uı ~~! f..~ ~~ı cJ. ..ı.a-i Jı ;iJL...ıJ
Dua Edenin Duasının Kabulünün Mümkün Olduğuna Dair
267. Risiile fi ceviibi seliisi mesil'il Ahmed b. el-Mu'tasım'a Yazdığı RisaJ.el93
J.i 1.-..o ı.!.J'j.j y ıyı:- ~ ;ıJ \...ı j
'
Üç Sorunun Cevabı 275. Risiile fi'z-zecr ve'l-fe'l min cilıeti'l- 'aded
.)..w ı ~ tY JWıJ _r;)ı ~ JJL...ıJ
268. Risiile fi'l-vefil' Sayılar Vasıtasıyla Kehanet ve Fal
~ı!_,Jı ~ ;ıJ\....ı)
Vefa Üzerine 276. Risiile fi kıssati'l-mütefelsifbi's-sükut
- .<:' lı. .
~~'-! uı. V~ .ı...aJ ıJ
ı?!ı - - . ""''""')
,ı, .
FeLsefi RisaLeLeR
i '·i·
Risalelerin mahiyeti
ı • fizik problemleri
İlle Felsefe Üzerine: İlk İslam fılozofu olan ve İslam dünyasına meta-
tanıtan Kineli'nin eserine bu adı vermesi bir tesa-
düf değildir. G, Aristo'nun Prote Plıilosoplıia adını verdiği ve sonradaiJ.
Metafizika olarak literatüre geçen eserini Ustas'a tercüme ettirmişti_l94
Dolayısıyla Kindl, tesadüfterin ortaya çıkardığı Metafizika195 adındansa
Aristo'yu izleyerek kendi eserine İlk Felsefe adını vermeyi tercih etmiştir.
Burada şu hususu belirtmemiz gerekir ki De Lacy O'Leary'nin, Iqndi dö-
neminde Aristo'nun Metafizikdsının henüz tercüme edilmemiş olduğu
yolundaki iddiası196 fiihiş bir yarulgıdır.
Kindl'nin halife Mu'tasım'a yazıp takdim ettiği bu kitap onun felsefe
alanında günümüze ulaşan en hacimli ve en önemli eseridir. Birinci bö-
lümü dört kısım halinde bugüne intikal eden eserin aslının kaç bölüm-
den oluştuğunu tespit etmek bugün için mümkün görünmemektedir. Ki-
tabın sonunda yer alan: "Şimdi bu bölümü gücü, kudreti tam ve ikramı
bol olan [Allah'ın] desteği ile tamamlayalım ve tabii olarak bunu takip
eden konuya geçelim" ifadesinden eserin başka bölüm veya bölümlerinin
de olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim o, bir başka eseri olan Oluş ve Bozıı
lıışun Yakın Etkin Sebebi Üzerine'de: "Her şeyi yoktan vücuda getiren ve
bazısını bazısına sebep kılan yine O'dur" ifadesinden sonra "İlk Felsefe
Üzerine adlı kitabımızda biz sana bu tür açıklamaları yapmıştık" (s. 216)
demektedir. Fakat bugün eldeki metinde o problemler yer almadığına gö-
re eserin başka bölümlerinin de bulunduğu kesinlik kazanmaktadır.
Kitabın çok kısa olan birinci kısmı (s. 139-143) bir bakıma giriş niteli-
......
ğinde olup burada felsefenin tarifi verildikten sonra metafizik disiplini-
nin değerine dikkat çekilm ektedir. Sebeplilik bağıntısı olmadan gerçeğin Bu kısmın sonunda Kindl, materyalistlere (dehrf) karşı Allah'ın varlı
bilgisini elde etmeye irrıkan olmadığı vurgulanırken Aristo'dan beri bili- ğını ve birliğini çeşitli delillerle nasıl ispat ettiğini belirterek Allah'tan.
nen dört sebep teorisi üzerinde durularak: "Biz bilgilerimizin her birinin kendisini ve t~ebelerini korumasını niyaz etmektedir.
sebebini bilirsek, ancak o zaman arıları tam olarak bilmiş oluruz" (s. 140) İlk Felsefe Uzerine'nin en önemli kısmını temel metafizik problemleri
denilmekte ve varlık hakkındaki külli bilgiye, oradan da İlk Sebep hakkın içermesi bakırnından ikinci kısmı oluşturmaktadır (s. 144-154). Filozof
daki bilgiye yani ilahi bilgiye ulaşılabileceği ifade edilmektedir. bu kısma duyu algılarıyla aklın idrak gücü hakkında psikolojik ve episte-
Tarihin hiçbir döneminde bir neslin sırfkendi çabalarıyla gerçeği tam molojik açıdan değerli tahliller yaparak başlamaktadır. Aklın aksiyomatik
olarak yakalayamadığını, bir insan ömrünün buna yetmeyeceğini söyle- bilgiyi ve bazı kavramları aracısız nasıl algıladığını tartışırken bir müna-
yen filozof, çeşitli toplumların ve farklı nesillerin gerçek adına ortaya sebetle evrenin dışında doluluk ve boşluk bulunmadığını vurgulamak su-
koydukları azıcık bilgilerin biraraya toplanınca nasıl büyük bir değer retiyle başlangıcından beri Peripatetik ekolün savunduğu sınırlı-sonlu
·oluşturduğunu hatırlatarak hak ve kadirbilirliğin bir gereği olarak bu zen- bir evren anlayışını temellendirimekte, dolayısıyla atomizmi de reddet-
gin birikimi bize ulaştıranlara şükran borcumuzun büyük olması gerek- miş u lmaktadır.'
teğini belirtmekte ve İslam'ın ilme bakış esprisi doğrultusunda, "Nereden Fiziğin konusunu değişen, metafiziğinkini ise değişmeyen varlık alan-
gelirse gelsin, gerçeğin gUzelliğini benirnsemekten ve ona sahip olmak- larının oluşturduğunu belirten Kind!, metafizik alanında araştırma ya-
tan utanmamalıyız" (s. 141) demektedir. pan çoğu kimsenin metot hatası yüzünden yanılgıya düştüklerine ve fizi-
Filozof kendi araştırmalarında kullandığı yöntemden de söz etmekte ki varlıklar gibi metafizik varlıkların da zihinde somut kavramlarının olu-
ve: "Bize düşen, adetirniz olduğu üzere ele aldığımız bütün konularda es- şacağını sandıklarına, bulamayınca da bu disipline karşı güvensizlik be-
kilerin o alandaki görüşlerini tam olarak vermektir. Bu kitabımızda da ay- lirttiklerine dikkat çekınekte ve bu konuda halife Mu'tasım'ı: "Sen bu ön
nı ilkeye bağlı kalacağız; gücümüz ölçüsünde, dilin yapısı ve zamanın an- bilgileri iyi öğren ki bunlar gerçekleri bulmanda sana kılavuz; bilgisizliğin
layışına göre o fikirleri bu yolun yolcularına en kısa ve en kolay bir tarz- karanlığından kurtulmanda sana bir meş'ale olsun" (s. 146) diyerek uyar-
da, eksiklerini de tamamlayarak takdim edeceğiz" (s. 141-142) demekte- maktadır. Onun metot üzerinde ısrarla duruşundan ve bu konuda verdi-
dir ki gerçekten bu onun ilim anlayışındaki objektifliği yansıtması bakı- ği bilgilerden, bu .m es elenin çok erken dönemde islam toplumunun gün-
mından önemlidir. deminde tartışıldığını anlamaktayız.
Kind! daha sonra felsefeye karşı çıkan bazı hasım çevrelerle hesaplaş Bu kısımda ffiozofTanrı-iilem ilişkisi üzerinde söz etmeden önce eze-
maya girmekte ve onları kıt zekiilılıkla, din taeirliği ve hatta dinsizlikle lllik kavramının ne anlam ifade ettiğini izah etmekte ve şöyle demekte-
suçlamaktadır. Ona göre kaynaklan ve yöntemleri farklı olsa da vahiy ile dir: "Ezell [olan Tanrı] öyle bir varlıktır ki O'nun hakkında mutlak olarak
felsefi bilginin amacı aynıdır; ikisi de insanın yetkirıliğini ve mutluluğu yokluk söz konusu değildir. Ezell'rıin varlığının öncesi yoktur ve varlığı
nu hedef almıştır (s. 142). Bunun da ötesinde Allah'ın varlığı ve birliği gi- nı sürdürmesi başkasına bağlı değildir. O, sebepsiz varlıktır. Ezell olan
bi problemler, hatta tüm yararlı olanlara yönelme ve zararlılardan sakın için konu, yüklem, etkin ve sebep yoktur" (s. 148). Bundan sonra illemin
ma gibi hususlar felsefenin temel meseleleridir. Öte yandan peygamber- sorılu olduğunu ve sonradan yaratıldığını altı aksiyomla ispata çalış
Ierin Allah'tan getirdiği bilgiler de tümüyle bu tür bilgilerdir. Filozof "O maktadır (s. 149).
halde gerçeğe sahip olanlar katında çok değerli olan bu ganirnete [felse-
Kendisi bir Meşşil.l filozof olmasına rağmen Tanrı-iilem ilişkisi mese-
feye] biz de sahip olmalıyız ve onu elde etmek için olanca gücümüzle ça-
lesinde Aristo doktrininden tamamen ayrılarak İslam ilkeleri doğrultu
hşmalıyız" (s. ı 42) diyorsa da, bir başka eserinde felsefi bilginin hiçbir za-
sunda evrenin, dolayısıyla hareket, zaman ve mekanın Allah'ın h ür irade-
man vahiy bilgisi kadar insanı tatmin edemeyeceğini söyleyerek vahye
siyle yaratılmış olduğunu -Zenon gibi çok keskin bir diyalektikle- ispata
karşı duyduğu hayranlığını ifade etmektedir. 197
......
197 Kindi, Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine, s. 268.
çalışan Kindl'nin, bu konuda geliştirdiği yöntem ve fikirleri ne yazık ki
sonraki meşşallerde bulmak mümkün değildir.
___ııı Felsefi Risaleler
Risalelerin Mahiyeti llL
de felsefenin çeşitli tariflerine bu kadar geniş yer veren ilk düşünürün ğunu ispat etmek üzere farklı bir yöntem kullanmaktadır. Bunun için
Kind! olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. dört aksiyomu matematik sembollerle ifade etmeyi deneyen filozof, öğ
Terirolerin Türkçe karşılığını verme hususunda gösterilen çaba ve ih- rencisine hitaben bunun daha kolay ve kestirme bir yöntem olduğunu
timama rağmen bazı terimleri tam olarak karşılamak hayli güç olmuştur, şöyle dile geti~mektedir: "istedim ki, önceki yazdıklarımla birlikte bu ki-
bu konuda takdir felsefe okuyucusuna aittir. tap tek başına; yeterli olsun. Bununla beraber, öteki kitaplarımızda bu ko-
nuyla ilgili olarak birçok kıyas yaptık ve fiziğe dayalı doğru deliller ortaya
koyduk. Bu kitabımızda ise deney~ (el-lıiss) ve akla payanan ilimler ara-
3. Gerçek ve Meciizt,Etkin Üzerine: Bu risiile, Kinili felsefesinde önem-
sında orta bir yerde bulunan matematik yöntemini kullanarak senin yü-
li bir probleme ışık tutmaktadır. Şöyle ki, filozofburada fiil ve faili gerçek
künü hafifletmek istedik" (s. 202).
ve mecaz! olmak üzere ikiye ayırmakta, Allah'a özgü oları yoktan yaratrrı.ıı
·eylemine "gerçek fiil", yaratıkların birbirini etkilemesine ise "mecazt fiil" Eserinin giriş kısmında bir tezi ispatlamada aksiyomatik bilginin öne-
adını vermektedir. Ayrıca yaratıkların eylemini de sürekli ve kalıcı olup mine değinen filozof, sırf mantık ve felsefeye karşı çıkmak amacıyla bu
olmaması açısından değerlendirerek ikiye ayırmaktadır. Sözgelimi yürü- yöntemi kullanmayarı kelamcıları eleştirmekte ve "Oysa aksiyornlar, ken-
yen canlı d urunca yürüme eylemi de sona ermektedir ki, filozofa göre bu di görüşlerinin açıklarıması için birer vasıt~dır" (s. 199) diyerek gayeni~
fiildir. Fakat sanatkarın eyleminin sanat eserinde devam etmesini fiil de- değilse bile, vasıtanın benimsenip kullanılmasında bir sakınca olamaya-
ğil "amel" olarak adlandırmaktadır. cağı uyarısında bulunmaktadır.
Gerçek etkine lfii'il) gelince o, filozofa göre, yapıp etmelerini etki tür-
lerinden hiçbirinin etkisinde kalmadan kendi hür ve mutlak iradesinin 5. Sonsuzluk Üzerine: Mahiyeti itibariyle bir önceki risiilede ortaya
bir gereği olarak yap andır. Kısaca gerçek etkiıt (el-fii'ilü'l-hakk) yaptıkla koyduğu görüşlerin bazı önemsiz farklarla tekranndan ibaret oları bu ri-
rını hiç etkileurneden yapandır. Bu da her şeyin etkini oları şanı yüce Ya- siileyi de bir öğrencisinin sorrluluk ve sonsuzluk konusundaki sorusuna
ratan'dır. O'ndan başka tüm varlıklara hakiki değil, mecaz! olarak etkin cevap olarak kaleme alan filozof, cisim, hareket ve zamarı gibi birbirini
adı verilmiştir yani bunların hepsi gerçel< anlamda etkin değil, edilgin gerekli kıları kavramları da gündeme getirerek bunların sonlu olduğunu
durumundadırlar. yine dört aksiyarola ispata çalışmaktadır. Ona göre hiçbir nicelik bilfiil
Yeni Eflatuncu doktrinde kozmik varlığın oluşumunu yorumlamada sonsuz olamaz; sonsuzluk ancak bir imkan 0larak düşünülebilir.
birer anahtar terim durumundaki sudür, feyz, akıl, nefs ve felek gibi te- Kindi'nin özellikle sonsuz bir nicelik olamayacağı yönünde ortaya
rimlere yer vermese de onun: "Bunlardan ilki yüce Yaratan'dan etkilen- koyduğu tezi ispat etmek amacıyla sergilediği diyalektik, gerçekten hay-
rniş, sonra da birbirlerini etkilernişlerdir. Şöyle ki: Bunlardan ilki etkilenir, ranlık uyandırıcıdır.
onun etkilerrmesinden de başkası etkilenir, ondan da bir başkası derken .
en son edilgine ulaşılır. llk edilgin başkasını etkilediği için ona mecazi
6. Allalı'ın Birliği ve Alemin Smılzılıığıı Uzerine: Bir zamanlar halife
olarak etkin adı verilmiştir. Çünkü o, edilginliğin yakın sebebidir; ikincisi
Mütevekkil-Alellah'ın saray şairleri arasındayken sonraları gözden düşen
de öyledir, o da üçüncüsünün edilginliğinin yakın sebebidir. Böylece son
Horasanlı Ali b. Cehm'in (ö. 863), ders esnasında hacasından dinlediği
edilgin e kadar inilir" (s. 197 -198) ifadesinde Yeni Eflatunculuğun kozmik
Allah'ın birliği ve iilemin sonluluğu ile ilgili meselelerin kitaplaştırılması
varlığın oluşumunu yorumlamada birer ilke olarak kabul ettiği akıl, nefs
yönündeki isteğini karşılamak üzere kaleme alınan bu risale, filozofun
ve felekler arasındaki hiyerarşik ilişkinin etkisi açıkça görülırıektedir.
bundan önceki risalelerinin bir tekran sayılabilir. Fakat o burada dört de-
ğil, altı matematiksel hipotezden yola çıkarak tezini ispata çalışmaktadır.
4. Alemin Sonlıılıığıı Üzerine: Kin dt, Ahmed b. Tayyib es-Serahst diye Böylece o, Aristo felsefesinden büsbütün ayrılarak İslam'daki alemin ya-
tanınan ve bu risalede adı Ahmed b. Muhammed el-Horasarıi (ö. 899) ratılmışlığı inancını her vesile ile savunmakta ve bu yöndeki görüşünü
olarak geçen meşhur öğrencisine, iilemin sonlu ve sınırlı bir nicelik ol.du- hem mantıkt hem de matematik delillerle temellendirmektedir. Özellikle
__116. 'Felsefi Hisaleler Risalelerin Mahiyeti 1ZL
burada zamanın sonsuz olamayacağını kanıtlamak üzere ortaya koydu- 8. GölclerinAllalı'a Secde ve İtaat Edişi Üzerine: Kindi bu risrueyi, ta-
ğu delil gerçekten doyurucudur (s. 199-201). Onun bütün amacı, kendi lebesi ve aynı zamanda veliaht olan Ahmed'in, "Yıldızlar ve ağaçlar secde
döneminde kilinatın ezeliliğini savunan dehrilerin görüşlerini çürütmek ederler" (er-Rap.man 55/6) ayetinin yorumu üzerine sorduğu soruya ce-
ve iileme egemen olan yegane kudretinAllah olduğunu göstermektir. vap olarak kaleme almıştır. Risalede llk Felsefe Üzerine ve Oluş ve Bozu-
lıışun Yakın Etkin Sebebi Üzerine adlı eseriere atıflar yapıldığına göre
7. Oluş ve Bozulıışım Yakın Etkin Sebebi Üzerine: Kind1'nin halife bunlardan sonra yazılmış olmalıdır.
Mu'tasım için kaleme aldığı bu risale, temel fizik ve metafizik problemler Filozof eserinin giriş kısmında Hz. Muhammed'in getirdiği vahyin ak-
yanında astronomi, astroloji ve antropoloji alanlarındaki görüşlerini de lın verileriyle tamamen bağdaştığı gerçeğini, hayatına yemin ederek vur-
yansıtması bakımından llk Felsefe Üzerine'den sonra en önemli eseridir. gularnaleta ve apaçık olan bu hakikate ancak akıldan yoksun olanlarla ca-
!<itabın sonundaki, "Kindl'nin SebebinAçıklanması Üzerine kitabının bi~ hillerin karşı çıkabileceğini söylemektedir. Diğer yandan dirayetli ve sa-
rinci kısmı tamamlandı" ibaresi, eserin başka kısımlarının da bulundu- mimi dindarların dini konularda yaptıkları yorumlardan dolayı onları
ğuna işaret etmektedir. eleştiren bazı çevrelere serzenişte bulunarak, bunların ya islam vahyinirı.
Filozof, kiiinatta mevcut olan düzene dikkat çekerek bunun Allah'ın esprisini kavrayamadıklarını veya Arap dilinin inceliklerine vakıf olama-
dıklarını belirtmektedir. Secde kelimesinin çeşitli arılamları üzerinde du-
kudret ve hikmetinin bir nişanesi olduğunu vurguladıktan sonra organik
ve inorganik varlıklardaki hareket çeşitlerini sıralamakta ve bunların, ta- rarak, ayette geçen secdenin itaat anlamına geldiğini, eskiArap şiirinden
riflerini vermektedir. Ay-altı iilemdeki fizili varlıklarda görülen oluŞ ve örnekler vererek anlatan Kindl, itaat kavramının ancak canlı, akıl ve ira-
bozuluşu dört sebep teorisi bağlamında irdeleyerek tüm sebeplerin se-
de sahibi varlıklar için söz konusu olduğunun farkındadır. Bunun için o,
bebi olan gaye sebebe ulaşan Kindi, iilemdeki her türlü oluşun etkin (fa- ilk ve ortaçağ bilim, felesefe ve astrolojisinde geçerli olan gökkürelerinin
canlı, akıllı ve irade sahibi ideal varlıklar olduğu fikrinden hareketle, her
i[) sebebinin gaye sebep yani Allah olduğunu vurgulamaktadır. Zaten o,
bu kitabı yazmaktaki amacının türnevarım yöntemiyle gerçek etkin sebe- kürenin ve hatta her şeyin, bulunmuş olduğu varlık kategorisinin gereği
b in varlığını göstermek olduğunu söylemektedir. ni yerine getirmesinin itaat bağlamında secde anlamına geldiğini savun-
maktadır. Onun: "Demek oluyor ki gezegenler şam yüce Yaratıcılarının
Kindl, varlığın işleyişini sağlayan sebepler arasındaki ilişkiden yola çı
iradesi doğrultusunda ona itaat etmektedirler" (s. 231) şeklindeki bu yak-
karak bunları uzak ve yakın sebepler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bu
laşımı, Kur'an-ı Kerim'in kainata bakışıyla da tam bir uygunluk arzet-
konuda Mu'tezile'nin "tevellüd" nazariyesini anımsatırcasına: "Sözgeli-
mektedir.
mi okçunun okunu atıp bir hayvanı öldürmesi olayında okçu uzak, ok ise
Filozofun yaşadığı dönemde henüz maddenin çekim kanunu bilin-
yakın sebeptir" (s. 216) ifadesine yer vermektedir.
ınediği için o da öncekiler gibi gökkürelerinin muntazam hareketini akıl,
İlk ve ortaçağ fiziğinin temel ilkelerini dokuz maddede özetleyerek
nefis ve iriide gücüne sahip olmalarına bağlamaktadır. Bu durumu kanıt
oluş ve bozuluş olayında en önemli etken olan dört unsur ve bunların ni-
lamak için astroloji alanındaki birikimine dayanarak çokça spekülasyona
telikleri üzerinde ayrıntılı bilgiler veren filozof, daha sonra Güneş ve
başvurmakta ve şöyle demektedir: "O halde bazı canlılar büyüyen, bazı
Ay' ın farklı iklimler ve atmosfer olayları üzerindeki etkisini araştırarak ay-
ları da büyümeyen türdendir. Canlının değişmeyen özelliği duyu ve hare-
nı zamanda bu iki gökcisminin insan fizyolojisi ve karakterine nasıl etki
ket gücüne sahip olmasıdır. Buna göre felek de canlıdır, duyu ve hareket
ettiği konusunda çok ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Böylece o aynı za-
gücüne sahiptir" (s. 234). Onun anlayışına göre irısanın var oluşunun
manda bir astrolog olarak oluş ve bozuluşun meydana gelmesinde felek-
uzak sebebi Allah, yakın sebebi ise gökkürelerinin hareketidir. Eğer onlar
lerin etkisine önemle dikkat çekmektedir. Tabiatıyla verdiği bilgilerin, ilk-
düşünemeyen varlıklarsa insanın onlardan daha şerefli olması gerekir.
çağ astrolojisinden özellikle de Batlamyus astronomi ve coğrafyasından
Oysa "Varlığımızın ve türüroüze özgü olan düşünmenin etkin sebebi ol-
ne ölçüde mülhem olduğu ayrı bir araştırma konusudur.
dukları halde onları düşünmeyen varlık saymak gibi bir hatayı kimse gö-
ze alamaz. Çünkü sebep sebepliden daha değerlidir" (s. 235). Kindi bu
_m Felsefi Risaleler Risalelerin Mahiyeti 1lfL_
konuda Stoa felsefesinin insanıküçük alem (mikrokozmos) şeklinde yo- filozofun kendisinin de belirttiği gibi, antik ve helenistik dönemlerde ruh
rumlamasını hatırıatmakta ve meseleyi daha geniş boyutta değerlendire hakkında ortaya atılan teorilerin bir özetini vermek istemiştir. Bunu ya-
rek şöyle demektedir: "Bütünüyle kozmik varlığı tam teşekküllü bir canlı parken esas gayesi, nefsin bedenden bağımsız basit ve manevi bir cevher
gibi tasarlayabilirsin. Çünkü o, arasında boşluk bulunmayan bir tek ci- olduğunu kaiııtlamaktır. Her ne kadar öğrencisi ondan öncelikle Aris-
simdir" (s. 238). Risalenin sonunda bu görüşünü: "imdi, tam kudret sahi- to'nun bu konudaki gör.üşlerini öğrenmek istemişse de eserde daha çok
bi olan Allah'ın tümüyle kozmik varlığı, evrendeki herşeyin kendisinde Eflatuncu, Yeİıi Eflatunculuk, Yeni Pisagorculuk ile hermetik düşüncelere
bulunduğu tek bir canlı şeklinde yarattığını kim inkar edebilir?!" (s. 2~8) yer verilmiştir. Sadece bir yerde Aristo'ya yapılan gönderme de ona değil,
şeklinde daha da netleştirmektedir. hocası Eflatun'a aittir (s. 246-247). Şüphesiz bu durumun sorumlusu Kin~
Bu eserin sonunda yer alan bir ifadeden ikinci kısmının da bulundu- di değil, o dönemdeki bazı Süryani mütercim ve dikkatsiz müelliflerdir.
ğu anlaşılıyorsa da günümüze ulaşan sadece birinci kısmıdır. Nefsin menşe' ve mahiyetini, soyut ve bağımsız bir cevher olduğunu,
insandaki bazı psişik güçlerin varlığından ve ayrıca rüya olayından yola
çılçarak açıklayan Kindi, "Güneş ışığının güneşten kaynaklandığı gibi ne-
9. Cisimsiz Cevlıerler Üzerine: Kindi bu risaleyi, cisimsiz cevherler ko-
nusunda bir öğrencisinin sorularını cevaplamak üzere kaleme almıştır. fis de yüce Yaratıcı'nın nurundan gelmiştir" demektedir. Bu bakırndan ~
Hacim itibariyle küçük, fakat metafiziğin imkanını temeliendirmesi bakı son derece yetkin ve şereflidir. İnsandaki öfke ve şehvet gücü onu bazı
mından önemli bir çalışmadır.
yüz kızartıcı hatalara ve hatta tehlikelere sürüklerken bunun yanlış oldu-
ğunu ilham ederek ona engel olan akl! nefs, cisimden bağımsız ilahl bir
Filozof bu problemi, ancak fizik ilmini iyi bilenlerin kavrayabileceği
cevherdir. Aksi halde bir şeyin kendisine zıt olması gibi bir çelişki söz ko-
hususunda öğrencisini uyardıktan sonra dsınin ve cevherin tarifi ile ko-
. nusu olurdu. Yani kötülüğü arzu edenle ona karşı koyanın aynı şey olma-
nuya girmektedir. Ona göre cisim üç boyutlu olan bir nicelik; cevher ise
sı gerekirdi. Böyle olmadığına göre nefsin, söz konusu iki güçten farklı
kendi kendine var olan, var olmak için başkasına muhtaç olmayan, deği
manevi bir cevher olduğu fikri gerçeklik kazanmış oluyor.
şiklikleri taşıdığı halde özü itibariyle değişmeyen ve bütün kategorilerle
nitelenendir. Ayrıca cevher, "mütevtitfya da müteşabih olarak nitelenen- Ona g!Jre nefsin riıaddi tutkulardan kurtulması, her türlü kir ve pastan
dir" diye de tarif edilir. Burada mütevatl nitelik, niteleyenin nitelenene arınıp kemale ermesi de ancak insanın kendini ilmeve düşüneeye verme-
adını ve tarifini vermesi durumudur. Miheşabih nitelik ise bunun tersi siyle mümkün olacaktır. işte böyle bir kimseye gayb aleminin kapıları açı
durumdur yani niteleyenin nitelenenin mahiyetini tam olarak belirleye- lır, tüm varlığın sırrına vakıf olur; hatta insanların içinden geçeni dahi bi-
memesi halidir ki bu da arazı ifade etmektedir. Buradan hareketle filozof, lir. Çünkü maddi olan herşeyden uzaklaşarak arınan insan, Allah'ın kuv-
tek tek nesneleri kuşatan ve onların yapısında mündemiç bulunmayan vet ve kudretinden bir çeşit pay almış olur. Nefis henüz bedene bağımlı
külli:lerin birer manevi cevher olduğunu söylemektedir. Aynı şekilde can- iken teemmül ve tefekkür sayesinde bu kadar yetkinleşirse, Yaratıcı'sının
lı varlıklarda canlılığı sağlayan nefis, fizyolojik yapının bir parçası olma- bulunduğu ebedi aleme intikal ettiği zaman neler olmaz ki!... (s. 244).
dığına göre manevi bir cevherdir. Bütün bunlardan sonra o: "Zorunlu Risalenin sonunda, dünyanın geçiciliğine mukabil nefsin ebediliğini
olarak cisimsiz birçok cevher vardır" (s. 242) diyerek metafiziğin imkan- dile getiren ve daha çok Hermetizm'i çağrıştıran şu ifade yer almaktadır:
dan öte bir zorunluluk olduğunu belirtmektedir. "Ey cahil insan! Bu alemde kalışının sadece bir an olduğunu, sonra ger-
çek aleme intikal edeceğini ve orada sonsuza dek kalacağını bilmez mi-
10. Nefis Üzerine: Kin di bu risaleyi, bir öğrencisinin Aristo'yp. ait Nefis sin?! Şam yüce Yaratıcı'nın iradesiyle sen bu dünyada sadece bir yolcu-
Üzerine adlı eserde yer alan bilgilerin yanısıra, diğer filozofların da bu sun!." (s,. 247).
alandaki görüşlerinin bir özetini rica etmesi üzerine yazmıştır. islam dü- Burada şu hususa işaret etmek gerekir ki, filozofumuz nefsin beden-
şüncesi tarihinde nefsin mahiyet ve fonksiyonlarını, arınma yöntemleri- den önce var olduğunu savunmakla dini telakkiye ve Eflatun'a yaklaşır
ni ve ölümden sonraki durumunu felsefi açıdan ele alan ilk eser olması ken, nefsin bedenle birlikte ortaya çıktığını söyleyen Aristo ve diğer meş
bakımından bu risi:Henin önemi büyüktür. Risalenin üçüncü kısmıı;ıda, şallerden ayrılmaktadır.
'
___1M!. Felsefi Risaleler Risalelerin Mahiyeti llL
ll. Nefis Üzerine Kısa Birkaç Söz: Bu risalede dikkati çeken husus, yönündeki sorusuna cevap olarak kaleme almıştır. O, bu konuda Aristo
nefsin fonksiyonuyla ilgili olarak Eflatun ile Aristo'nun farklı görüşlerini ile hacası Eflatun'un görüşlerine dayanacağını söylüyorsa da akılla ilgili
Killdl'nin uzlaştırmaya çalışmasıdır. İskenderiyeli Yeni Eflatuncu filozof- olarak Eflatun'da ayrıntılı bir bilgi bulunmadığının farkında olacak ki:
ların eserlerinde önemli yer tutan bu problem, İslam meşşall.erinde Kin- "Zaten bu konuda Efl~tun'un görüşünün özü, talebesi Aristoteles'in gö-
di ile başlayıp Farabi'nin el-Cem' beyne re'yeyi'l-hakfmeyn Eflatun el-İla rüşüdür" (s. 259) diyerek bu kavramın yorumunda Aristo'yu esas alaca-
hz ve Aristutalfs adlı eserinde en yetkin bir şekilde temellendirilmiştir. 199 ğını ima etmektedir.
da duyduğu şüpheden başka bir şeyle izah edilemez. Filozof ayrıca, bir pratik şeklinde ikiye ayırmak gerekmektedir. Bunlardan teorik olan me-
başka apokrif eser olan De Mıındo'ya da yer vermemiştir. Dolayısıyla tafiziği,pratik olan ise fiziği konu almaktadır. Ancak, fizikten metafıziğe
onun bu risaiede isim ve muhtevalarıyla tanıttığı kitaplar genellikle otan- yüks~lirken aracı durumundaki bir başka disiplinin varlığından da söz
tiktir. Bu konuda gerekli malumat, sunduğumuz tercümede dipnotlar etmek gerekir ki, bu da psikolojidir. Zira varlık kavramının ifade ettiği
halinde verilmiştir. şeyler ya tamamen maddi, ya ay-üstü varlıklar gibi gayr-ı maddi, ya da
Risalenin bir başka açıdan önemi, Kinili'nin din felsefesiyle ilgili gö- nefis/ruh ve akıl gibi madde ile birarada bulunsalar da ondan bağımsız
rüşlerini ihtiva ediyor olmasıdır. Filozofburada vasıtasız gerçekleşen va- olan varlıklardır. Kindi'nin ifadesiyle: "Yüce Allah nefsi, kendisinde asla
hiy bilgisi ile vasıtalı beşeri bilginin bir karşılaştırmasını yapmaktadır. letafet bulunmayan yoğun (madde) ile kendisinde asla yoğunluk bulun-
özellikle insanı tatmin açısından Kur'an-ı Kerim'in verdiği bilgi ve sahip mayan latif (gayr-ı maddi) arasında bir mertebeye koymuştur. Bu, fizik
olduğu i'caz'ın felsefi kanıtlarnalardan çok üstün olduğunu savunur. Bu bilgisinden metafizik bilgiye geçişte bir yol ve dayanak olsun diye böyle
konuda Yasin süresinin 78-83. ayetlerinden hareketle görüşlerini temel- olmuytur. Zira böyle olmasaydı, latif (metafizik) ile kesifin (fizik) bilgisini
lendirirken, bir filozofun tefsire nasıl baktığının da en güzel örneklerini ayırmak zor olurdu" (s. 279-280).
vermektedir. Filozof problemi bu şekilde ortaya koyduktan sonra doğal maddi var-
lıklar ile yapay (sun'l) varlıkların ilkesi ve genel özellikleri sayılan madde
(/ıeyüla), silret (form), hareket, mekan ve zaman terimlerinin izahına
15. Beş Terim Üzerine: Killdl'nin bazı felsefi ve ilmi ~·serlerinin Batı
ortaçağında İbranice ve Latince'ye çevrildiği bilinmektedir. Bu eserler.;__,
geçmekte ve herbiri hakkında özet bilgi vermektedir.
den bir kısmının Arapça asılları kaybolduğu halde arıılan dillere yapılan
bazı çevirileri günümüze ulaşabilmiştir. Tercümesini sunduğumuz bu 16. Üzüntiiyü Yenmenin Çareleri: Kindi'nin diğer birçok eseri gibi
risaie de Kindi'nin sadece Latince tercümesi günümüze ulaşan eserfe- kendi türünün ilk örneğini teşkil eden bu risaiede filozofun hangi kay-
rindendir. naklardan yararlandığı konusu henüz açıklığa kavuşturulmuş değildir.
Kin di, Meşşai felsefede doğal ve yapay cisimierin ilkesi sayılan madde Risaleyi ilk yayımiayan Richard Walzer bu kaynağın, Bizanslı Yeni Efia-
(lıeyüla) ve suretin (form) yanısıra, ilke olmadıkları halde cisimlerin ge- tuncu bir filozof ve devlet adamı olan Themistius'un (ö. 385) 49 nutkun-
nel özelliklerinden olan.hareket, mekan ve zamarı kategorilerini de "cev- dan günümüze ulaşmayan kayıp 16 nutuk olabileceğini ileri sürmüşse
her" kavramı içinde değerlendirerk eserine Kitabü'l-Cevalıiri'l-hamse de bu görüşünü kanıtlayamamıştır. 2 05 Risalenin kaynak veya kaynakları
adını vermiştir. Ancak, tümel kavramlar arasındaki bu önemli farkı dik- nın tespiti bugü~ için pek mümkün gözükmese de ölüm korkusunu ve
kate alarakçevirinin Beş Terim Üzerine şeklinde adlarıdırılması daha uy- üzüntüyü yenme temasının Stoa felsefesinde temel bir problem olduğu
gun olacaktır. Kindi'nin öteki eserlerinin başlangıcında ve sonunda gör- dikkate alındığında, Kindi'nin bu çalışmasının da büyük ölçüde sözko-
düğümüz dua cümlelerinin bu eserde yer almayışının, eseri Latince'ye nusu felsefeyi yansıttığı görülecektir. Eserin üslubunun çok zor ve çetre-
çeviren mütercimden kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. fil oluşunun, müellifin kendi kültür dünyasına yabancı olan fikirleri -as-
Çürikü o dönemde Latin dünyasında İslami kavram ve motifterin yer al- lma sadık kalarak- aktarma güçlüğünden ileri geldiği rahatlıkla söylene-
dığı bir eserin hoşgörüyle karşılanması herhalde düşünülemez. bilir. Aksi halde bir Arap filozofunun üslubunun bu derece düşük ve zor
Hacim bakımından küçük olmasına rağmen, bir bakıma felsefeye gi- anlaşır olması, ayrıca sık sık gereksiz tekrarlara yer vermesi başka türlü
riş niteliği taşıyan ve genel planda felsefeyi, özelde ise tüm varlığı sınıf izah edilemez.
ıandıran bu eser, Kindi'nin ne kadar yetkin bir filozof olduğunu göster- Bu hususu, Kin di' nin diğer bazı eserlerinde de görmek mümkündür.
mesi bakımından oldukça önemlidir. Felsefenin, zihnin disipline edilme- Buna mukabil, onun Göklerin Allah'a Secde ve Itaat Ediş i Üzerine ile Uy-
sinden başka bir şey olmadığı gerçeğinden hareket eden Kin di' ye göre zi-
hindeki bilginin kaynağı akıl ve duyu olduğuna göre felsefeyi teorik ve 205 Abdurrahman Bedevi, Resiiilüfelsefiyye, s. 9-10.
_m Felsefi Risaleler · Risalelerin Mahiyeti m_
ku ve Rüyanın Mahiyeti Ozerine gibi daha çok kendi kültür dünyasının Haklı olarak Kind!, birtakım hayal ve kuruntularla avunan, fakat bek-
kaynaklık ettiği eserlerde kullandığı üslup gayet net, açık ve son derece lentisi gerçekleşrneyince de üzülerek rnutsuzluğa davetiye çıkararılara şu
başarılıdır. Bu gerekçelerden hareketle sözkonusu eserin, geç helenistik tavsiyede bul~nrnaktadır: "Görüp dokunmadan önce, sahip olduğumuz
dönerne ait kaynaklara dayandığı düşünülebilir. Nitekim Abdurrahman şeylerin hayaliyle avunrnarnalıyız. Elirnizden çıktıktan sonra da artık
Bedevi'nin Eflatun fi'l-lslam (Beyrut 1982) adlı eserinde yer verdiği, Stoa üzülrnerneli v.e düşüncemizde onlara yer verrnerneliyiz" (s. 288-289).
ve Yeni Eflaturıcu felsefenin izlerini taşıyan Risaletü Eflatun ila Furjiryfls Krallara yaraşan bir anlayış şeklinde nitelediği bu tavsiyeden sonra, ga-
fi hakfkati nefyi'l-hemm ve isbiiti'r-rü'yaisirnli risaledeki (s. 235-243) ba- yet gerçekçi bir tavırla; "lstediğirniz alınadıysa olanı istemeli, olanla ye-
zı fragrnentler, Kinili'nin el-Hfle li-defi'l-ahziin'ıyla tamamen örtüşrnek tinmeli ve böylece üzüntünün devaınındansa sevincin devarnını sağla
tedir.206 rnalıyız'' (s. 289) demektedir.
Kindl, diğer risaleleri gibi bu risaleyi de bir dostunun isteği üzerine Ayrıca, ruhun yöneten, bedenin de yönetilen durumunda bulunduğu,
kalerne almıştır. Dostunun adından söz etmiyorsa da talebesi ve halife ruhun e bed!, b~denin ise fani olduğu düşünülecek olursa, Kindl'ye göre,
Mu'tasırn'ın oğlu veliaht Ahmed için yazdığı bütün risalelerin giriş kıs ruli sağlığının vücut sağlığından önce geldiği tartışma götürmez bir ger-
mında aynı ifadeleri kullandığı dikkate alınırsa istek sahibinin veliahtAh- çektir. Çünkü, "Biz bedenimizle değil, ruhumuzla biziz( ... ), ruhumuz bi-
med olduğu söylenebilir. zim kişiliğirnizdir" (s. 290).
isıninden de anlaşılacağı üzere risalenin mahiyeti, dünyaya mutlu ol- Böyle bir girişten sonra filozof, üzüntüyü yenmenin çarelerini araştı- .
mak için gelen insanın bu amacını gerçekleştirrnede ona engel teşkil rarak bunları on madde halinde sıralarnaktadır.
eden üzüntü ve tasadan nasıl kurtulacağı hakkındadır. Kinili'ye göre
"Üzüntü, sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden
17. Kzndf'nin Hilcemiyiitı: Bir filozofun, bir alim veya sanatkarın yük-
kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır" (s. 287). Ne var ki, sınırlı, sonlu
sek duygu, düşünce ve hayat tecrübelerini gelecek nesillere aktarmak
ve sürekli değişken olan bu kainatta, sahip olduğumuz değerleri sonuna
için sonradan veeizeler halinde ifade edilen vulgarize fikirlerine "hikerni-
kadar elde tutmak mümkün olmadığı gibi sınırlı imkanlada sınırsız istek-
yat" denilmektedir. Uyarıcı, yol gösterici ve ahiakl açıdan eğitici. olan bu
leri karşılamak da mümkün değildir. Derriek oluyor ki, madde engelini
özlü sözler "vedze" şeklinde de anılrnaktadır. Antikçağdan itibaren felse-
aşınadan üzüntüden kurtulmak mümkün değildir. Buna karşı çare olarak
fe ve kültür tarihi niteliğindeki eserler genellikle bir fılozofun biyografisi-
filozof, bütün idealistler gibi akıl alemine yönelineyi salık vermekte ve
ni verdikten sonra onun felsefi sistemini bütün boyutlarıyla anlatmak-
şöyle demektedir: "Öyleyse sevdiklerirnizi·yitirrnernek ve isteklerimize
tansa o fikirleri avarnileştirrnek suretiyle vedzeler halinde sunrnayı yeğ
ulaşmak istiyorsak akıl alemini gözetrneli; seveceğirnizi, elde edeceğimi
lernişlerdir. Helenistik dönernde örneklerine sıkça rastlanan bu tür eser-
zi ve isteklerimizi oradan beklerneliyiz" (s. 288). Zira insan, mutluluğu ge-
leri İslam! dönernde de görrnek mümkündür. Huneyİı b. İshak'ın (ö. 873)
lip geçici şeylerde değil, değişmeyen ve her an tazeliğini koruyan akl! ve
Nevadirü'l-feliisife ve'l-hükema'sı İslam kültüründe bu türün ilk örneği
ınanevi hazlarda ararnalıdır.
sayılrnaktadır. 207
206 Mustafa Çağrıcı, adı geçen risaledeki yedi fragrnenti Kindi'nin nsalesiyle karşılaş Konumuzia ilgi olmak üzere Ebu Süleyman es-Sicistani (ö. 1000)
orarak aralarındaki ilginç benzerlikleri göstermiş ve Kindi'nin muhtemel kaynak- Müntelıabü Sıvani'l-lıikme adlı eserinde Kindi'nin düşünce tarihindeki
larına da dikkat çekmiştir. Çağncı aynca, bu ıisalenin ana temasını oluşturan ve·
müstakil bir ahlak psikolojisi sorunu olan üzüntüden kurtulma ve ölüm korkusu- yeri ve önerninden birkaç saiırla söz ettikten sonra (s. 113), fılozofa ait ol-
nu yenme probleminin sonraki İslami literatüre ne ölçüde yansıdığıru araşurarak duğunu ileri sürdüğü "hikerniyat"a geniş bir yer ayırmaktadır (s. 114-
Ebu Bekir er-Razi'nin et-Tıbbü'r-rillıani'sinden Muhyi-i Gülşeni'nin AlıZak-ı Ki-
ram'ın:a kadar on ayrı eserde bunun doğrudan veya dalaylı etkileri üzerinde dur- 207 Hikemiyat literatürü hakkında aynnnlı bilgi için bkz. Mahmut Kaya, "Mıılıtaru'l
muştur; bkz. Kindi, Üzüntüden Kurtulma Yolları, s. 16-201 23-38 (Çağrıcı'nın yaz- lıikem ve meluisinü'l-kelim'de Aristoteles'e İsnad Edilen Hikmetli Sözler ve Bunla-
dığı giriş). rın Kaynakları", FelsefeArkivi, sy. 26, İstanbull987, s. 247-255.
~ Felsefi Hisaleler
el-Kindl'nin Mu'tasım-Billalı'a
İlk Felsefe Üzerine Yazdığı Kitap
kastediyorum. Bunun içindir ki tam ve değerli bir filozofun, [101] bu de- çekleri görememişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar,
ğerli bilgiyi kuşatan kişi olması gerekir. Çünkü sebebin bilgisi sebeplinin bizim atamız ve ortağımız sayılırlar. O ürünler bize, onların hakikatine
bilgisinden daha değerlidir. Ayrıca biz bilgilerimizin herbirinin sebebini eremedikleri birçok bilgiye ulaşmak için bir yol ve bir araç olmuştur.
bilirsek, anGak o zaman onları tam olarak bilmiş oluruz. Her sebep ya Özellikle şu lmsus bizce ve dilimizi konuşmayan bizden önceki seçkin
maddi, ya formel (surf), ya etkin (faiZ) -ki bununla hareket ettireni kaste- felsefecilerce. çok iyi bilinmektedir ki, ne bir kişi ne de bir topluluk kendi
diyorum- ya da tamamlayıcı (mütemmim) sebeptir ki, bununla da bir şe çabasıyla gerçeği tam olarak kuşatab ilmiştir. Çabaları sonucunda bunlar
yin oluşundaki amacı kastediyorum. ya gerçek adına bir şey elde edememişler, ya da gerçekle kıyaslanın ca çok
az şey elde edebilrnişl~rdir. Fakat her birinin gerçek adına elde ettiği o
azıcık bilgiler biraraya toplanınca büyük bir değer oluşturmuştur.
[Varlık Hakkında Bilgi Edinme Yonternil
Başka yerdeki felsefi görüşlerimizde belirttiğimiz gibi, varlık hakkında O halde, bize gerçeği büyük ölçüde getirenler bir yaİıa, onu azıcık ola-
ki bilgi dört terirnle soruşturulur: Bunlar; "mıdır" (hel), "nedi.r" (ma), rak ulaştıranlara da şükür borcumuz büyük olmalı. Çünkü onlar kendi
"hangisidir" (eyyu) ve "niçin" (lime)dir. "Mıdır" sadece mahiyeti sdruştu düşünce ürün'lerine bizleri ortak ettiler ve sundukları mantık! önerme-
rur. Her malıiyetİn bir cinsi vardır; işte "nedir" o cinsi soruşturur. "Hangi- lerle gizli gerçekiere ulaşmanın yollarını kolaylaştırdılar. Onlar olmasay-
sidir", malıiyetİn faslım soruşturur. "Nedir" ve "hangisidir", ikisi birlikte dı bu kadar yoğun çalışmamıza rağmen doğru önermelerden hareketle
malıiyetirı türünü soruşturur. "Niçin" ise onun tamamlayıcı (gaye) se~ebi sonucu çıkarıp bilinmeyene ulaşmamız mürrıkün olmazdı. İşte bu biri-
ni soruşturur; çünkü "niçin" sorusu mutlak sebebi araştıran bir sorudur. kim, geçmiş yüzyıllardan beri zamanımıza kadar süregelen yoğun ve yo-
şurası açıkça bellidir ki, biz bir şeyin maddi sebebine ait bilgi edindi- rucu çalışmaların bir sonucudur. Bir kimsenin ömrü ne kadar uzun, ça-
lışması ne kadar ciddi ve yoğun, fikri de ne kadar ince olursa olsun, za-
ğimiz zaman onun cinsine ait bilgiyi de edinmiş oluruz; formuna ait bil-
gi edindiğimiz zaman onun türüne ait bilgiyi de edinmiş sayılırız. Buna man olarak kendisini kat kat aşan bu birikimi hayatı boyunca elde etme-
göre türün bilgisi içinde faslın bilgisi de vardır. Biz birvarlığın maddi, for- si mümkün değildir. [103]
mel ve tamamlayıcı (gaye) sebebine ait bilgi edindiğimizde onun tarifine Felsefede Yunanlıların seçkin kişisi olan Aristoteles bu konuda ne gü-
ait bilgiyi edinmiş oluruz, zira her tarif edilene ait gerçek, tarifın içinde zel söylemiştir. Der ki : "Bize gerçek adına bir şey getirenler bir yana, on-
· mevcuttur. ların atalarınada teşekkür etmeliyiz. Çünkü onlar bunların varlık sebebi,
öyleyse "İlk Sebeb"in208. bilgisine "ilk felsefe" adının verilmesi ger- bunlar da bizim gerçeğe ulaşmamızın sebebidirler." Nereden gelirse gel-
çekten yerindedir. Çünkü "ilk felsefe"ye ait bilgi, felsefenin geriye kalan sin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini be-
tüm disiplinlerini kuşatmış durumdadır. Zira İlk Sebeb'in bilgisi, değer ve nimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği ara-
cins, bir şeyin kesin bilgisine ulaşmadaki tertip ve zaman bakımından yan için gerçek'ten daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik gör-
ilktir. Çünkü İlk Sebep zamanın da sebebidir. [102] mek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz. Hiç kimse
gerçeği küçümsemez, tersine herkes ondan şeref duyar.
pısı ve zamanın anlayışına göre o fikirleri bu yolun yolcularına en kısa ve İmdi, iç yüzümüzü iyi tanıyan ve bizim kendi varlığını, birliğirıi ispat
Ic
!
en kolay bir tarzda eksiklerini de tamamlayarak takdim edeceğiz. Bunu etmek için nasıl çalıştığımızı, onu inkarda diretenlere karşı getirdiğimiz
yaparken, zamanımızın düşünürü olarak tanındıkları halde, gerçekten delillerle kendilerinin ve fırkalarının iç yüzlerini ortaya sererek onları na-
uzak bulunarı.ların yanlış yorumlamalarından çekindiğimiz için, iltibasa sıl perişan ettiğimizi bi,len Allah'tan bizi ve bizim yolumuzdan gidenleri
yolaçan karmaşık noktaları uzun uzadıya tahlil yerine kısa kesrnek zo- güçlü himayesine alarak korumasını istiyoruz. Koruyucu elbiselerle do-
runda kaldık. Layık olmadıkları halde, hakkı temsil durumunda olsalar natmasını, etkili silahının yardımını lütfetmesini, daima üstün gelen gü-
da, bunların kıt zekaları gerçeğin esprisini anlamaktan acizdir. Bilgileri cüyle bizi desteklemesini diliyoruz. Ta ki doğruyu güçlendirme ve gerçe-
ise yüksek düşünce sahiplerini takdir etme; yararı herkese ve onlara da ği başanya kavuşturmadan ibaret olan son amacımıza bu sayede Uıaşa
dakunacak olan ictihad yapma düzeyinde değildir. [104] lım. Yine bu sayede, düşüncesi beğenilen, çalışması kabul görenlerin de-
Bunların hayvan! nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufukları recesine ve O'nun nimetine nankörlük edenlere, hoşnut olduğu hak yol-
nı kapayan karanlık, gerçeğin nurunu görmelerini engellerniştir. Saldırgan dan sapanlara karşı başarı kazanarıların mertebesine ·ulaşalım.
ve zalim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kür- Şimdi bl! bölümü, iyiliklere saıiip olan ve güzellikleri kabul eden [Al-
süleri korumak için, elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları in- lah]'ın yardımıyla tamamlayalım. [106]
sani faziletiere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları riyaset ve din tacirliği
dir. Oysa kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan
onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din taeirliği yaparsa
onun dini yoktur. Gerçekte varlığın hakikatinin bilgisirıi [felsefe] edirıenle
re karşı çıkan ve onu küfür sayanın dinle bir ilişkisirlin kalmaması gerekir.
türler ise duyu ve duyu algılarının alanı dışındadır. Onlar, insan nefsinin
güçleri.nden bir gücün alanına girer ki ona insan aklı derler. Duyu organ-
ları şahısları [cüz'ileri) algılar; dolayısıyla, zihinde duyu verileri olarak ta-
İlk Felsefi'nin Birinci Bölümünün sarlanan ne var~a, hepsi, duyu organlarına bağlı gücün bu organları kul-
lanması sonuc~nda meydana gelmiştir.
İkinci Kısmı
Tür ve türün üstündeki varlıklara gelince, bunlar zihinde (nefs) bir
imaj uyandırmazlar. Aksiyarnlar böyledir. -Çünkü imajlar bütünüyle du-
yulur [maddi) varlıklara aittir.- Aksiyarnların doğruluğu akıl tarafından
zorunlu olarak tasdik edilir. Mesela aynı şey hakkında "o odur; o, o değil
[Duyu Algıları ve Aklın İdraki) dir" Şeklindeki iki çelişik önermenin yanlışhğı gibi. [108] Bu, aracıya ge-
İcitabımızın başlangıcında gerekli olanı söyledik. Şimdi tabii olarak rek kalmaksızın zihnin zorunlu bir idrili dir; bunda duyunun rolü yoktur.
Böyle bir önemieye ait herhangi bir imaj zihinde canlanmaz. Çünkü
onun ardından gelmesi gereken bilgileri sunalım:
renk, ses, tat, koku ve dokunma söz konusu olmadığı için imajı da yoktur.
insana ait algılar ikiye ayrılır. Biri, bize [maddi olana] daha yakın, ta-
O, imajsız bir idrak:tir. Her maddi olanın bir imajı vardır, külli duyu [ortak ·
biata [akli ve manevi olana] daha uzak alandır. Bu, gelişmemiz başladığı
duyu) zihinde onun imajını canlandırır. Bazen maddi olmayarılar da
andan itibaren sahip olduğumuz, tüm cinsimizin ve bizim dışımızdaki.
maddi olanla birlikte algılanır. Sözgelimi şekil [form) renkle birlikte algı
çoğu canlıların sahip olduğu duyu algılarıdır. Bununla, tüm hayvanlarda.:
lanır, çünkü şekil rengin en son sınırıdır. İşte algılamada görme duyusu-
ki genel canlılığı kastediyorum. Duyu algılarımız, zaman kavramı ve her-
nun son sınırı olan şekil, renkle birlikte algılanmaktadır.
hangi bir güçlük olmaksızın duyu organının nesne ile doğrudan ilişkisi
sonucu meydana gelir. Bunun sebebi özne ve nesne ilişkisinin süreksizli- Renkle birlikte renklinin algılanışı gibi, bazen şeklin, killll duyunun
ği, nesnelerin akıcılığı ve hareket türlerinden birinin etkisiyle her an de- yardımıyla insan zihninde rengin peşinden canlandığı (temessül) sanıl
ğişikliğe uğramasıdır. Ayrıca bu değişiklikte azlık, çokluk, eşitlik, eşitsizlik mıştır. Oysa algıda son sınır olan şeklin algılanışı, gerçekte nesnesiz akl!
gibi nicelik faktörlerinin; benzerlik, benzemez).ik, çok şiddetlilik, az şid bir algıdır. Bundan ötürü maddi olanla birlikte algılanıp da madde ile iliş
detlilik gibi nitelik unsurlarının da etkisi vardır. Zira zaman (dehr), daimi kisi bulunmayan tüm algıların zihinde bir imaj oluşturdukları sanılsa da
bir zeval ve sürekli bir değişim içindedir. bunlar nesnesiz akl! algılardır. Madde ve madde ile ilişkisi bulunmayan
Duyu algıları tasariama gücünde (el-musavvire) oluşur, tasariama gü- [akl! ve manevi) varlıklara gelince, onların asla maddi tasavvurları yoktur;
cü de onları hafızaya ulaşt~rır. Böylece duyu algıları canlının zihninde biz onların gerçekliğini [109) zorunlu olarak kabulleniriz. Sözgelimi:
(nefs) kavram olarak yer alır. Her ne kadar bunlar akli kavram olmaktan "Alemin ötesinde ne doluluk ne de boşluk yani ne boşluk, ne de cisim
uzak ve onun verileri gibi değişmez değillerse de, özne-nesne ilişkisi so- vardır" ifadesi, zihinae hiçbir şey uyandırmaz. Zira doluluk ve boşluk
nucu algılandıkları için gerçekten duyu organına bağırnlıdırlar. [107] Du- kavramlarının duyu algısıyla herhangi bir ilişkisi yoktur ki zihinde imajı
yu algılarına konu teşkil edenlerin hepsi daima madde ve her zaman ci- oluşsun. Bu, daha önceki önermelerin sonucunda aklın zorunlu olarak
dır. O halde yer tutan olmadan bir mekanın bulunması mümkün değil o hareketli [değişken] dir. "Tabiat, her hareket eden ve duranın ilk sebe-
dir. "Boşluk,kendisinde bir şeyin yer tutmadığı mekandır" şeklinde tarif bidir." O halde tabii olan her şey maddidir. Bu yüzden gayr-ı maddi ala-
edildiğine göre, bu durumda mutlak bir boşluktan sözetmek imkansızdır. na özgü ol~ matematik metodunu fizikte kullanmak mümkün değildir.
Sonra deriz ki, şayet doluluk bir cisimse nicelik bakımından iilemin ya Kim bunu 'fizik varlıkları araştırmada kullarınsa şaşakalır ve gerçeği ya-
sonsuz veya sonlu olması gerekir. Biraz sonra açıklayacağımız gibi, bilfiil kalayamaı;.
hiçbir sonsuzluk mümkün değildir. Buna göre nicelik bakırnından iilem
sons'!lz olamaz. Demek oluyor ki iilemin ötesinde doluluk yoktur. Onun
[Fizik ve Metafiziğin Alanları]
da ötesinde doluluk alacaksa, bunun cisim olması gerekir. Onun da öte-
sinde doluluk [ll O] ve her doluluktan sonra bir doluluk bulunacak olur- Bu yüzden herhangi bir ilim dalında araştırma yapanların öncelikle o
sa doluluğun, dolayısıyla nicelik açısından cismin sonsuz olması ve bilfi- ilmin alanına giren şeylerin sebeplerinin ne olduğunu araştırmaları gere-
il sonsuzluğun bulunması icap eder. Oysa bilfiil sonsuzluğun bulunması kir. Sözgelimi biz, tabii varlıkların sebebinin ne olduğunu araştırdığımiz
imkansızdır. Daha önce açıkladığımız gibi iilemin ötesinde cisim bulun-
da bunun ·:değişme" (hareket) olduğunu görürüz. Tabiatın ilkelerinden
madığı için ne doluluk ne de boşluk vardır. İşte bu çıkarım, aklın zorun-
-söz ederken dediğimiz gibi, tabiat her türlü değişmenin sebebidir. De-
mek oluyor ki tabii olan, değişikliğe uğrayandır. O halde fizik (tabfiyyat)
lu bir idriikidir. Zihinde buna ait bir form oluşmuş değildir.
değişenin, metafızik ise değişmeyenin bilgisini verir. Biraz sonra açıkla
yacağımız gibi, bir şey kendisinin sebebi olamaz, değişmenin sebebi de-
[Araştırma Yönternlerinde Genel Kural] ğişme, değişenin sebebi de değişen değildir. Böylece metafızik bilginin,
Metafizik varlıklar alanını araştıran kimse -bununla, maddesi ve değişmeyenin bilgisi olduğu açıkça anlaşılmış oluyor.
madde ile ilişkisi olmayan varlık alanını kastediyorum- zihinde bunların Şu var ki, algılanan her bilginin ispatıistenmemelidir; zira her akli bil-
imajını bulanmayacak, bu bilgileri aklıyla araştırarak elde edecektir. ginin ispatı yoktur. Bazı şeyler ispat edilse de her şeyi ispat etmek müm-
Allah sana. bütün faziletleri korumayı ve reziliikierden korunınayı na- kün değildir. [ll2] Çünkü her ispatın ispatı olsa ispat işleminin sonsuza
sip etsin! Sen bu ön bilgileri iyi öğren ki bunlar, gerçekleri bulmanda sa- dek sürüp gitmesi gerekir. O takdirde hiçbir şeyin mevcut olmaması icap
na kılavuz; bilgisizliğin karanlığından ve tereddüdün verdiği sıkıntıdan eder. Zira i~kelerinin bilgisi kuşatılamayan şey meçhuldür; elbette ki
kurtulmanda akıl gözünü aydınlatan bir meş'ale olsun. meçhulün bilgisi yoktur. Diyelim ki insanı: "Konuşan ölürnlü canlıdır"
Bu iki yolla [duyu ve aklın algılarıyla] gerçeğe ulaşmak bir bakıma ko- şeklinde tarif etmek istiyoruz. Eğer konuşan, canlı ve ölümlü kavramları
lay, bir bakıma zordur. Çünkü akla. göre açık seçik olan bir bilginin somut nı bilmiyorsak onu tanımlayamayız.
kavramını arayan kimse -tıpkı yarasanın güneş ışığındaki açık seçik nes-
neleri göremediği gibi- onu göremez. İşte metafizik .alanında araştırma [İlirnlerde Metot]
yapanların çoğu, metot hatasından ötürü şaşakalmışlardır. Onlar, bu
Aynı şekilde hareket edersek, matematik ilimlerinde ikna değil, ispat
araştırmalarında, zihinde tıpkı çocuk gibi alışık oldukları duyu algılarına
metodunu kullanmalıyız. Eğer matematikte ikna metodunu kullanacak
benzer somut akli kavramlar oluşacağını sanmışlardır. Çocuğun öğreti
olursak o konudaki bilgimiz ilmi değil, zanni olur. Her bilgi alanını diğer
minde alışkanlıklardan istifade etmek kolaydır. Nitekim öğretmenierin
lerinden ayıran kendine özgü bir metot vardır. Araştırıcıların çoğu, neyi
hitabet, mektup, şiir veya hikayeleri, yani çocuğun küçük yaştan itibaren
nerede ve nasıl arayacaklarını bilmedikleri için bu konuda yarıılmışlardır.
yatkın olduğu sözlü öğretimedayanan birtakım masalları çabucak öğret
Bazıları ikna metodunu, bazıları analojiyi (emsii,O, kimisi rivayeti (alıbdr),
meleri, bu fıkrin doğruluğuna bir kanıttır. kimisi duyuyu [deney], kimisi de ispat metodunu (burhan) benimsemiş
Fizik [tabiat ilirnleri] alanında araştırma yapanlar da [lll] matema- tir. Bazısı da ya araştırma yöntemine ait bilgisinin kıtlığından ya da ger-
tik metodunu kullandıkları için yanılmışlardır. Bu metot, sadece gayr-ı çeğe ulaşan yolların çok olmasını arzuladığından bunların hepsini kul-
maddi varlıklar alanında geçerlidir. Maddi olan etkileurneye maruz?ur, lanmıştır. Bize gelince, her alanda yapılması gerekeni yapmalıyız. Mate-
ilk Felsefe'nin Birinci Bölümünün Ikinci Kısmı ili_
__l.4ft Felsefi Risaleler
matil< alanında ikna metodunu, metafizikte duyu ve analojiyi, tabiat il- rekir. O'nun cinsi olmadığına göre bu imkansız bir çelişkidir. Öyleyse
minin ilkelerinde kıyası, belagatta ispatı ve ispatın ilkelerine ait bilgiler- Ezeli'nin bozulması mümkün değildir.
de ispat metodunu kullanmamalıyız. Bu şartlara riayet edersek amacımı Dönüşüm (istilıtile) bir değişim olduğu için Ezeli olan dönüşmez.
za ulaşmak kolaylaşır; bunlara aykırı hareket edecek olursak amacımızı Çünkü O'nda eksiklikten yetkinliğe (tamam) doğru bir geçiş sözkonusu
gerçekleştirmed e hataya düşeriz ve istediğimizi elde etmemiz zorlaşır. değildir. Geçiş (intikal) de bir bakıma dönüşümdür. Ezeli'de dönüşüm ol-
Bu tavsiyelerde bulunduktan sonra şimdi de metafizikte gerekli olan madığı için yetkinliğe doğru bir geçiş yoktur. Yetkin öyle bir varlıktır ki
yararlı bilgileri sunalım. [113] Deriz ki: onu üstün kılan nitelikte bir değişme olmaz. Eksik (nakıs) varlık ise ken-
disini üstün kılacak sabit nitelikten yoksun· alandır. Buna göre Ezeli'nin
eksik varlık olması imkansızdır. Zira O'nun kendisini üstün kılacak bir ni-
[Ezelilik Kavramı ve Özellikleri]
teliğe intikali, yani kendisinden ne üstün, ne de eksik bir niteliğe sahip
Ezell öyle bir varlıktır ki O'nun hakkında mutlak olarak yokluk söz ko- olmak üzere dönüşümde bulunması, asla mümkün değildir. O halde Eze-
nusu değildir. Ezell'nin varlığının öncesi yoktur ve varlığını sürdürmesi li zorunlu olarak' tam ve yetkin dir.
başkasına bağlı değildir. O, sebepsiz varlıktır. Ezeli olan için konu (mad-
Cismin cinsi ve türü bulunduğuna ve Ezeli'nin de cinsi olmadığına
de), yüklem (suret), etkin ([am ve (gaye) sebep yoktur -bununla, başka
göre cisim ezeli: değildir.
sından dolayı olanı kastediyoru·m- zaten bunların dışında başka bir se-
bep de yoktur.
Ezell'nin cinsi yoktur. Eğer cinsi olsaydı kendisi tür olurdu; tür ise [Alem Sorrludur]
kendisini ve başkasını kuşatan genel cinsi ile başkasının iştirak etmediği Şimdi de nicelik ve niteliği olan cismin ve öteki varlıkların ezeli ve bil-
fasıldan oluşmuş bir birleşiktir. Ayrıca türün konusu vardır; bu konu hem fiil sonsuz olamayacaklarını, sonsuzluğun ancak bilkuwe olacağını anla-
kendi türünün hem de diğer türlerin formunu kabul eden cinstir. Ayru talım. Ben derim ki, bu konuda vasıtasız idrak edilen aksiyoı:nlardan (el-
zamanda tür başkasına değil kendisine özgü formu taşıyan bir yüklem- mukaddematü'l-üvel) bazıları şunlardır:
dir. Kısacası, türün konusu ve yüklemi vardır. Böylece anlaşılmış oluyor a) Miktarca bi~i diğerinden büyük olmayan her cisim birbirine eşittir.
ki Ezell'nin konusu ve yükleınİ yoktur. O'nun hakkında bu gibi kavrarnlar b) Eşitlik, cismih sınırları arasındaki boyutların bilfiil ve bilkuvve eşit
imkansızdır. O halde Ezelt'nin cinsi yoktur. olmasıdır.
Ezelt olan bozulmaz, zira bozuluş lfesad) ilk sebebin (el-htimilü'l-ev-
c) Sorrlu olan bir şey sonsuz olamaz.
vel) değil, sebeplinin (el-malımul) değişmesidir. İlk sebep ise [mutlak]
d) Eşit olan her cisirnden birinin miktarı artırılınca hem önceki duru-
varlıktır. Bozulan, kendi varlığını vücuda getirmek üzere bozulmuş değil
mundan, hem de öteki eşitlerinden daha büyük olur.
dir. Değişikliğe uğrayan her varlık, aynı cins altında bulunan en yakın
zıddını meydana getirmek üzere değişir. Biz, hararetin sonucunda kuru- e) Miktarları sorrlu olan her iki cisirn birleştirilince bu bir! e şim de son-
luğun meydana gelişini, zıddını meydana getirme saymıyoruz. Bu olay lu olur. Miktarı ve konumu olan her cisim için bu bir zorunluluktur.
sıcaklığın soğukluğu meydana getirmek üzere değişmesi gibi bir şeydir. f) Aynı cinsten olan iki şeyin küçüğü büyüğünü veya onun bir kısmı
Tatlılık, uzunluk ve benzeri nicelik ve niteliklerin değişmesini de zıddını nı oluşturur. [115]
. ı er oı arak gormuyoruz.
meydana getiren değışme .. .. 210
Yakın zıtlıklar bir tek cins oluştururlar. [ll4] O halde bozuluşa uğra [Sorrluluğa Dair Aksiyarnların izahı]
yan bir cinstir. Ezell olan bozulacak olursa, onun da cins teşkil etmesi ge-
Eğer sonsuz bir cisirn varsa, ondan bir miktar ayrılınca geriye kalan ya
......
210 Tatlılığın zıddının tatsızlık değil, acılık, uzunluğun zıddının ise genişlik değil, kısa-
sorrlu ya da sonsuz olacaktır. Eğer sorrlu ise, ayrılan kısım ona ilave edi-
lık olduğu vurgulanmak isteniyor. ; lince ikisinin birleşimi de sorrlu olacaktır. Oysa bu birleşirn sonsuz farze-
Ilk Felsefe'nin Birinci Bölümünün Ikinci Kısmı llL
_l.ID!. Felsefi Risaleler
b~fiil
sonsuz olması-yukarıda anlattığımız gibi- mümkün değildir. [117]
dilen cismin ilk halidir. Bu, "Sonlu olan sonsuzdur" anlamına gelir ki im-
kansız bir çelişkidir. Şayet geriye kalan sonsuz kabul edilecek olursa, alı Boylece zamanın bilfiil sonsuz olamayacağı zorunlu olarak anlaşılını
nan kısım ona ilave edilince bu birleş im, cismin ya önceki durumundan
oluyor. ş
büyük veya ona eşit olacaktır. Önceki dururnundan büyük olursa bu,
"Sonsuz olan sonsuz olandan daha büyüktür" anlarnma gelir. tki şeyden [Cisim, Zaman ve Hareket Arasındaki ilişki]
daha küçük olanı, büyüğünü veya onun bir kısmını oluşturur. O halde ~am~n:alemin [varoluş] sürecidir. Eğer zaman sorrlu ise, mahiyeti iti-
sonsuz farzedilen iki cisimden küçük olan büyüğünü veya onun bir kıs barıyle cısım de sorrlu olacaktır. Çünkü zaman [cfsirn ve hareketten ba-
mını oluşturur. Büyüğünü oluşturan şüphesiz onun bir kısmını da oluş ğımsız olarak] mevcut değildir. Öyleyse zamansız cisirn yoktur. Çünkü
turur. öyleyse küçük olan büyüğün bir kısmına eşittir. zaman hareketin sayısıdır; -demek istiyorum ki zaman, hareketin sayısı
Benzer iki eşitlik, sınırlarının arasındaki boyutlar aynı alandır. Bu du- nın oluşturduğu bir süreçtir.- Yani hareket varsa zaman vardır, hareket
rumda her ikisi de sonlu demektir. -Çünkü aralarında benzerlik bulun- y~ksa zaman ,da yoktur. Hareket [değişme], ancak cismin hareket etme-
mayan eşit cisirnlerin bu eşitliğini sayı olarak bir tek cisim sağlar; diğer siyle vardır; cisirn varsa hareket vardır, cisim yoksa hareket yoktur.
taraftan nicelik veya nitelik bakımından ya da her ikisi açısından arala- Hareket herhangi bir değişimdir (tebeddü[). Cismin merkezinin cüz-
rında farklılık olabilir. Dolayısıyla ikisi de sonludur.- Sonsuz kabul edilen lerinin veya bütününün yer değiştirmesi, yer değiştirme hareketid~r (el-
cisimden küçük olanı sorrludur denirse, bu bir çelişki olur. Zira biri d~ğe- hareketü'l-mekaniyye). Cismin yer değiştirmesi ya merkeze ya da mer-
rinden daha büyük değildir. [116] kezden çevreye doğru olur ki bu artma ve eksilme (er-rubuvv ve'l-izmih-
Bu birleşim cismin önceki durumundan büyük olmazsa, bu durumda ~a~ h~areketidir. ~~er cismin sadece nitelikleri değişirse bu dönüşüm (el-
bir cisim diğer cisme ilave edildiği halde bir artış olmuyor ve ikisinin bir- ıstıhale) hareketıdir. Cevherin değişmesi ise oluş ve bozuluş (el-kevn ve'l-
leşimi dsınin önceki durumuna eşit oluyor demektir. Dolayısıyla, "Parça fesôd) hareketidir.
bütün gibidir" anlamına geldiğiriden bu da imkansız bir çelişkidir. H~r değişim dsınin sürecini belirler ve her değişim bir zamana bağlı
Böylece herhangi bir dsınin sonsuz olamayacağı, yine bu yöntemle dır.Eger hareket varsa zorunlu olarak cisim vardır; cisirn varsa hareket ya
hiçbir niceliğin bilfiil sonsuz olmasının imkansızlığı ortaya çıkmış oluyor. zorunlu olarak• vardır ya da yoktur. Eğer cisim var hareket yoksa, ya hiç
yoktur ya da [şu anda] yoksa bile [ileride] olması imkan dahilindedir.
Eğer hareket hiç yoksa, hareketin [gerçekte] mevcut olmarnası gerekir.
[Zaman ve Hareket Sonludur]
Oysa cisim mevcut olduğuna göre hareket de mevcuttur. O halde bu im-
Zaman başlangıcı ve sonu olan bir niceliktir; bilfiil sonsuz zaman
kansız bir çelişkidir. [118] Demek oluyor ki cisirn varsa hareketin hiç ol-
mümkün değildir. Demek ki zaman, başlangıcı olan sorrlu bir şeydir. Var-
maması imkansızdır. Cisim varsa hareketin varlığı imkan dahilindedir.
lıkları sonluya bağlı [sonlunun yükleınİ durumunda] olanlar da zorunlu
Kaldı ki bazı cisirnlerde hareket zorunlu olarak vardır. Çünkü imkan, bir
olarak sonludur. Dolayısıyla varlıklari dsınin varlığına bağlı olan nicelik,
cinsin bazısına .ait bir şeydir. Mesela Muhammed'in yazı yazın ası, bilfiil
mekan, hareket ve zaman -ki onun varlığı hareketin varlığıyla anlaşılıi"
değilse de [bilkuvve] imkan dahilindedir. Zira yazı yazmak insanın özün-
ve yine cisim sonlu olduğuna göre bilfiil cisme bağlı [onun arazı] olan her
de [bir yetenek olarak] vardır yani bir başka insanda [bu yetenek] bilfiil
şey de sonludur. O halde alem ve onu oluşturan yüklem durumundaki
ortaya çıkmıştır. O halde b~ı cisirnlerde hareket zorunlu olarak vardır,
her şey de sonludur. Çünkü alemin daima artıp genişlediğini, ulaştığı her
hareket en son felekte (el-cirmü'l-mutlak) de vardır ve onun hareketi zo-
büyüklük sınırından sonra daha büyük olacağını tasavvur etmek müm-
runlu bir harekettir. Netice olarak cisirn de hareket de mevcuttur.
kündür. Zira imkan olarak büyüklüğün sonu yoktur. Bilkuvve varlık bir
imkandan başka bir şey olmadığına göre alem bilkuvve sonsuzdur. Bil- Cisim mevcut olduğu halde hareketin olmayabileceği iddia edilirse, 0
kuvve sonsuz olana bağlı olan her şeyin de bilkuvve sonsuz olacağı açık zaman bu durum: "C isim mevcutsa hareket vardır, cisim mevcutsa hare-
tır.lşte hareket ve zaman bu türden bilkuvve sonsuzdurlar. Ama bir şeyin ket yoktur" anlamına gelir ki bu imkansız bir çelişkidir. Demek oluyor ki
__l5Z Felsefi Risaleler ilk Felsefe'nin Birinci Bölümünün Ikinci Kısmı llL_
"cisim olsun hareket olmasın" tarzındaki bir düşünce mümkün değildir. Cisim zamandan önce olamayacağına göre, mahiyeti itibariyle aJ.e-
Sonuç: Cisim olunca zorunlu olarak hareket de olacaktır. min sonsuz olması imkansızdır. Mahiyetçe (inniyyet) aJ.emin sonlu olma-
sı bir zorunlulu~tur, onun ezell olması mümkün değildir.
"Cisim sürekli bir sükunet halindeydi, hareket sonradan başladı, çün- hareket olmasaydı birleşim olmazdı. Demek oluyor ki cisim birleşiktir.
kü cisim hareket imkanına sahip bulunuyordu. Böylece ezell olan aJ.em Eğer hareket yoksa cisim de yoktur. Cisirn ve hareket birbirinden önce
bilfiil sükun halinden bilfiil harekete dönüşmüştür" [tarzındaki bir iddia var olamazlar.
geçersizdir]. Çünkü yukarıda izah edildiği üzere ezell olanda dönüşüm Zaman da hareketle vardır; hareket ise bir değişimdir. Değişim de de-
olmaz. Böyle bir düşünce, "Dönüşen dönüşmeyendir" anlamına gelece- ğişenin değiŞme sürecini gösteren sayıdır. Buna göre hareket, değişenin
ğinden imkansız bir çelişkidir. Öyleyse aJ.emin sürekli sükı1n halinde bu- sürecini sayandır. Zaman, hareketin saydığı [belirlediği] bir süreçtir. Yu-
lunması ve sonradan bilfiil harekete geçmiş olması mümkün değildir. karıda anlattığımız üzere, her cismin bir var oluş süreci mevcuttur. Yani
Dolayısıyla cisimde hareket [öteden beri] vardır ve cisim asla hareketten içinde cismin cisimliğine kavuştuğu süreç, demek istiyorum. izah ettiği
önce değildir. Sonuç: Hareket varsa zorunlu olarak cisim vardır, cisim miz gibi cisim hareketten önce var olmaz. Dolayısıyla cisim, hareketin
varsa zor~nlu olarak hareket vardır. sayıp belirlediği süreçten önce değildir. Mahiyetleri itibariyle cisim, hare-
Yukarıda geçtiği üzere zaman, zorunlu olarak hareketten ve cisimden ket ve zaman daima birlikte bulunur, biri diğerinden önce değildir. Za-
önce gelemez. Çünkü hareketsiz zaman ve cisim olmadığı gibi, cisimsiz man bilfiil sonlu olduğuna göre, mahiyeti itibariyle cisim de zorunlu ola-
hareket ve zamansız cisim de olamaz. Zaman (müddet), cismin var oluş rak bilfiil sonludur. [121] Bu sonuç, birleşme ve bağlaşma değişim olarak
sürecidir. Bununla, dsınin varlık kazandığı süreci kastediyorum. izah alındığında zorunludur, aksi halde zorunlu değildir.
Şimdi bu ikinci kısmı tamamlayalım. da aıılattık. Sonuç: "Varlık yoktur, var olan vardır" önermesi dikkate alındı-
/
Bu sonuç, "Bir şeyin kendisi o şeyden başkadır" iddiası için de geçer- [Zati Olan ve Olmayan]
lidir, çünkü "başkalık", [124] birisi için varid olanın diğeri için varid olma- Killll varlıklar ya zatidir ya değildir. Zat! derken, bir şeyin kendisini tu-
dığını ifade eder. "Varlık yoktur, var olan vardır" önermesi, "Bir şeyin ken- tan [onu o şey y;apan], bir şeyin var olması ve varlığım sürdürmesi onun
disi, kendisi değildir" anlamına gelir. Her şey kendisiyle özdeş olduğuna varlığına, bozulup dağılması onun yok olmasma bağlı olan şeydir demek
göre; "Kendisi, kendisi değildir" ifadesi imkansız bir çelişkidir. istiyorum. Sözgelimi canlının varlığım ve yaşamasını sürdürmesi hayatm
Aynı sonuç, "Varlık vardır, var olan yoktur" önermesi için, yani bir şe varlığına, bozulup dağılİnası [çürümesi] ise hayatm yok olmasma bağlı
yin zatının o şeyden başkası olma durumu için de variddir. Yukanda an- dır. Demek oluyor ki, canlı için hayat zati bir şeydir. Aynca zat! olana
lattığımız üzere bu iddia,· "O odur; o, o değildir" gibi imkansız bir çelişki "cevher" adı da verilir. Çünkü bir şeyin cevheri zati olanlara bağlıdır.
yi gerektirdiğinden mümkün değildir. O halde, "Varlık vardır; var olan
yoktur" önermesi mantık bakımından imkansızdır. [To playıcı ve Ayıncı Cevherler veya Beş Külli]
Bu sonuç, "Varlık vardır, var olan da vardır ve varlık kendi varlığının Cevher ya to~layıcı ya da ayıncı olur. Toplayıcı olan, birçok şeyi ifade
sebebidir" önerm.esi için de geçerlidir. Şöyle ki, bir şey kendi varlığını eder, 'her birine tarifini ve ismini verir. Böylece onları [aynı tarif ve isim
oluşturan sebep olma durumunda, varlığı kendi varlığının sebeplisi ol- altında) toplar. Her birine tarifini ve ismini vererek birçok şey ifade eden
muş olur. Oysa sebep ile sebepli ayrı ayrı şeylerdir. Kendi kendisinin se- cevher, insan teriminin tek tek insanlar için kullanılması gibi, şahısları
bebi olunca, varlığı kendi varlığının sebeplisi olmuş olur. Bu da, "Bir şe kapsamına alır; -yani insan terimi altındaki şahısları demek istiyorum-.
yin varlığı kendisi değildir" anlamına gelir. Her şeyin kendi varlığı kendi- İşte buna "tür" (sılret) adı verilir. Çünkü bu bir tek tür, tek tek şahısları ifa-
si olduğuna göre, "O o değildir, o odur" anlamına geldiğinden bu imkan- de eder, ya da birçok türü bulunan varlıkları gösterir. Sözgelimi canlı te-
sız bir çelişki dir. Öyleyse, "Varlık vardır, var olan da vardır ve varlık kendi
rimi, insan ve at gibi canlı olan her varlığa söylenir. Bu cevhere "cins" adı
verilir. Çünkü canlı terimi, cana sahip olan her varlığı ifade eder. Ayıncı
varlığının sebebidir" önermesi mantık bakırnından imkansızdır.
cevher, varlıklarm tarifçe birbirlerinden ayrılmasını sağlayan terimdir.
Bu imkansızlık, "Varlık yoktur, var olan da yoktur ve varlık kendi var- Mesela bazı canlılan digerlerinden ayıran "konuşan" terimi böyledir. Ba-
lığının sebebi, kendi varlığı da varlığının sebeplisidir" önermesi için de zı varlıkları birbirinden ayırdığı için buna "fasıl" [ayırım) adı verilmiştir.
geçerlidir. Çünkü bu takdirde, "O odur; o, o değildir" gibi bir çelişki söz
Zati olmayan külliye gelince, yukanda anlatılanların zıddı bir niteliğe
konusu olur. Öyleyse bir şeyin, kendi varlıŞı için sebep olması imkansız
sahiptir. [126] Opun varlığı ve varlığını sürdürmesi başkasının [cevherin)
dır. İşte bizim açıklığa kavuşturmak istediğimiz de bu idi.
varlığına, yok olması da onun yok olmasma bağlıdır. O halde zat! olma-
yan cevher değil, cevherde bulunandır; yani onun ilintisidir. Bundan do-
[Bazı Terimierin Anlarrıları] layı zati olmayan külliye "araz" adı verilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra deriz ki: Her lafız ya anlarrılı ya da anlamsız Cevherde bulunan araz ya sadece bir türe özgü bir niteliktir; insana
dır. Anlamsız olanın üzerinde durmaya gerek yoktur. Felsefe, anlamı olan özgü olan gülme, eşeğe özgü olan amrma gibi. Bir şeye [türe] özgü oldu-
ğu için bu çeşit araza "hassa" [özellik] denir. Ya da birçok şeyde yaygın
lafızlara dayanır, aİı.Iamsızlarla uğraşmak felsefenin işi değildir.
olarak bulunur; mesela yaprak ve pamuktaki beyazlık gibi. Yaygın olarak
bulunan bu araz çeşidine "araz-ı amın" adı verilir. Demek oluyor ki her
[Külll ve Cüz'il terimin bir anlamı vardır. Bu terimya cinsi ya türü ya şahsı ya faslı ya has-
Anlamlı lafızlar ya kilili [tümel) ya da cüz'i [tikel] olur. Cüz'iler sonsuz sayı ya da araz-ı amm'ı ifade eder. Cevher ve araz terimleri bunların tü-
olduğu için felsefe onların üzerinde durmaz. Çürıkü sonsuz olanın bilgi- münü karşılar. Cins, tür, şahısvefasıl cevher kategorisine, hassa ile araz-
sini kuşatmak imkansızdır. [125] Felsefe, hakikatinin bilgisi kuşatılan ı amın araz [ilinti] kategorisine dahildir.
varlık alanı ile ilgilenir. Bu bakımdan o, hakikatinin bilgisi tam anlamıyla Ayrıca her anlarrılı terimya bütünü (küll), ya parçayı (cüz'), toplu ve-
kuşatılan külli ve sınırlı varlıklan konu almıştır. ya dağınık gibi anlamları içerir.
'
~ Felsefi Hisaleler Birinci BölümünÜçüncü Kısmı 1.QL
ve benzeri şeyler gibi sınai [yapay] nesneleri ifade eder. Ev, tabiatı gereği rü tam bir uyguhlukla ifade eder. Tür de altındaki her şahsa söylenir ve
kesintisizdir, yapısı ise yapım sonunda kesintisizlik kazanmıştır. O halde her şahsı tam bir uygunlukla ifade eder. Şahıs ise adı itibariyle birdir;
ev, hem kavram olarak, hem de yapı olarak birdir. Yani malzemenirı bitiş çünkü her şahıs bölünebildiğine göre o da gerçek bir değildir. Şahsi bir-
tirilmesi sonucunda birlik vasfını kazanmıştır. Bizzat ev tabii birlik ifade lik, şahsın birliğinden ayrı şeydir. Demek oluyor ki şahıs, zatı itibariyle bir
değildir. Oradaki birlik zati değil, isim itibariyi edir. Buna göre onun sahip
eder.
"Bir" terimi küll [bütün], cüz' [parça], cemi' [hep] ve ba'z [kısım] kar- olduğu birlik gerçek birlik değildir. Bir şeyin sahip oldl!-ğu nitelik zati de-
ğilse bir bakıma o arızi [sonradan] demektir.. Sonradan olan başkasın
şılığında da kullanılır.
darıdır; sonradan olan, bulunduğu şeyde eser durumundadır, eser ise
[onu meydana getirene] aidiyeti ifade eder. Öyleyse bu eser bir etkenden
[Küll ile Cemi' Terimlerinin Anlam Farkı] (müessir) kaynaklanmaktadır. Sonuç: Şahıs kategorisindeki birlik vasfı
Küll [bütün] ile cemi' [hep] terimleri arasında fark bulunmadığı sanıl bir eserdir ve zorunlu olarak bir etkenden gelmektedir.
mı tır. o sa küll. parçaları birbirine benzesirı veya benzemesin, her şey
Türe gelince o; muhtelif birçok şahsı karşılar. Tür çoktur; birçok şey
ka: ılı- :da kullanılır. Mesela "küllü'1-ma'- suyun bütünü", "küllü'l-be-
ş gı b d - b"" .... , •ç d ı . d den meydana geldiği için onun altında çok şahıs bulunmaktadır. [129]
den_ bedenin bütünü", ve "küllü'l-ce el- agın utunu ııa e erın e su,
Çünkü, "İnsan konuşan, canlı ve ölümlüdür" örneğinde olduğu gibi tür,
·· ı· den [kısımlardan]·' beden et, kemik ve başka şeylerden; dağ
aynı cuz er cins ve faslın meydana getirdiği bir birleşiktir. Demek oluyor ki, birleşik
ise farklı yapıdaki maddelerden oluşmuştur. Cemi' terimine gelince o,
oluşu ve şahısları içermesi açısından tür, bizzat çokluk ifade etmektedir.
oluşan bütünlüğü [topluluğu] ifade etmez. Bu ··z-
b enzer parç alardan
yu_
. Ondaki birlik -zati değil- sadece isimden ibarettir. Onun birliği hakiki de-
" ·• '1 ma·• - suyun hepsi" denmez. 211 Çünkü cem!' terimi, deği-
den cemı u - ğil arızidir; arızl olan başkasındandır. Araz, bulunduğu şeyde eser duru-
şik nesnelerin topluluğunu veya her ne şekilde olursa olsun onların [top-
mundadır, eser ise [onu meydana getirene] aidiyeti ifade eder. Öyleyse
lu olarakl birliğini ifade eder. Her iki anlarnda da cemi', farklı yapıdaki
bu eser bir etkenden gelmektedir. Sonuç: Türün sahip olduğu birlik, zo-
nesnelerin oluşturduğu topluluğa denir. Küll terimi ise hangi türden
runlu olarak bir etkenden gelmektedir.
olursa olsun her çeşit birliği [bütünlüğü] ifade etmektedir. Bu sebeple
Cins, muhtelif birçok türü karşılar ve bir şeyin ne olduğunu bildirir.
"ceml'u'ı-ma' _suyun hepsi" denmez, "küllü'l-ma'- suyun bütünü" de-
Altında tür bulunduğu için cins de çokluk ifade eder. Cinsin kapsarnında
nir. Çünkü su, bağımsız yapıya sahip çeşitli nesnelerin oluşturduğu bir
ki her tür, kendisiyle özdeş olduğuna, her türün altında birçok şahıs bu-
birleşim değildir.
lunduğuna ve her şal11S kendisiyle özdeş olduğuna göre cins çoklukifade
• • • • • • 'd 1 kı·ı·Iz ve el-cemi' terimleri arasındaki bu fark, Türkçe'deki "bütün" ve eder. Demek oluyor ki, onun sahip olduğu birlik hakiki değil, arızidir; arı
211 Arapça a e - _. .
"hep" kelimeleri arasında mevcut degıldır. ; zi olan başkasındandır. Araz, bulunduğu şeyde eser durumundadır, eser
Birinci Bölümün Üçüncü Kısmı lll_
_ıruı Felsefi Risaleler
ise [onu meydana getirene] aidiyeti gösterir. Öyleyse bu eser bir etken- benzemeyecektir. Mesela suyun her kısmı tam anlamıyla suyu ifade ettiği
den gelmektedir. Sonuç: Cinsin sahip olduğu birlik, zorunlu olarak bir et- için cüz'leri birbirine benzemektedir. Öyleyse her su bölünebilir; her kısım
kenden gelmektedir. su tam anlamıyla sud ur. Yani su çokluk ifade etmektedir. Hayvanın vücu-
dundaki et, de~i, sinir, damar, toplardamar, kas, zar, kemik, beyin, kan,
Fasıl. tür itibariyle muhtelif çokluğu ifade eder ve bir şeyin hangisi ol-
safra ve balgarı;ı gibi canlının vücudunu oluşturan hiçbir organ birbirine
duğunu bildirir. O, türün altındaki her şahsı karşılar ve onun hangisi ol-.
benzememekte ve farklılık göstermektedir. Hayvanın vücuduyla ilgili ola-
duğunu gösterir. O halde fasıl, tür ve türün kapsamındaki şahısları. gös-
termesi bakımından çokluk ifade eder. Demek ki onun sahip olduğu bir- rak bu anlattıklanmız bölünebilirliği, dolayısıyla çokluğu ifade etmektedir.
lik gerçek birlik değil, arızt bir birliktir; [130] arıztolan sonradandır. Araz Arazın
cüz'üne gelince o, cevherin cüz'üne bağımlıdır. Bununla canlı
bulunduğu şeyde eser durumundadır, eser ise [onu meydana getirene] nın vücuduna ait kan, kemik ve benzeri organlardaki en, boy, derinlik ile
aidiyeti gösterir. Öyleyse bu eser bir etkenden gelmektedir. Sonuç: Fasıl renk ve tad gibi arazları kastediyorum. Demek ki cevherin bölünmesiyle
daki birlik vasfı bir etkenden gelmektedir. onlar da bölünmekte ve bu yüzden bölürnlü sayılmaktadır; dolayısıyla o
Hassa, bir türü ve onun kapsamındaki her şahsı ifade eder ve bir şe da çokluk ifade etmektedir. O halde cüz'deki birlik gerçek birlik değildir. _
yin mahiyetini (inniyyet) bildirir, fakat mahiyetini bildirdiği şeyin cüz'ü Tabii ve arazı kesintisizlikten (ittisal) her biri cüz' halindedir. Mesela
değildir. Hassa birçok şahısta bulunduğuna göre çokluk ifade eder. Ayrı ev,şekli ve yönleri itibariyle tabii kesintisizliği; taş, sıva ve evi oluşturarı
ca o bir harekettir ve hareket bölürnlü bir şeydir. Öyleyse hassadaki birlik diğer parçalar itibariyle de arazi yani sınai kesintisizliği ifade eder. De-
gerçek değil, bir çeşit arazdır. Arıztolan başkasındandır. Araz bulunduğu mek ki ev de çokluk_ifade etmektedir, ondaki birlik gerçek birlik değildir.
şeyde eser durumundadır, eser ise [onu meydana getirene] aidiyeti gös- Yukarıda anlattığımızgibi bazen "bir" terimi "mil" gibi başkasına nis-
terir. O halde bu eser bir etkenden gelmektedir. Sonuç: Hassadaki birlik betle birlik ifade eder. Mesela "bir mil" denir. Oysa mil, galveye göre küll,
vasfi bir etkenden gelmektedir. fersaha göre cüz'dür. Dolayısıyla mil, gaZuelerin toplamından oluştuğu
Araz-ı amın da_aynı şekilde birçok şahıstabulunduğu için çokluk ifa- için kesintisiz, [132] millerin toplamı fersahı oluşturduğu iÇin kesintili
de eder. Bu çokluk ya niceliktedir, o zaman artma ve eksilmeyi kabul ede- (mıınfasıl) sayılır. Demek ki bundaki birlik de gerçek değil araz kabilin-
varlık, yapısı gereği ya birdir, ya çoktur veya hem birdir hem çoktur; ya da Eğer sadece çokluk varsa, o takdirde ya şahıslardan oluşmuştur veya
bazılarında hiç çokluk yoktur, o sadece birdir. [133] Yahut bazılarında şahıs hiç söz konusu değildir. Şahıslardan oluşmuşsa, çokluğu oluşturan
birlik vasfı hiç yoktur, o sadece çokluk ifade etmektedir. şahıslar ya tek t~k varlıklardır ya da değildir. Çokluk tek tek şahıslardan
Kategorik varlıklar sadece çokluk karakteri taşıyariarsa hiçbir durum- oluşmamışsa ve; teke indirgenemiyorsa bu, sonsuz bir çokluk anlamına
da ve hiçbir anlamda [birlik], bu ittWika iştirak etmemiş demektir. Oysa gelir. Buna görei sonsuz olandan bir kısım bölünüp alınsa, bölünen bö-
ittifak [gerçekte] mevcuttur yani herhangi bir durumda veya anlamda lümden daha büyük olduğuna göre bölüm ya sorılu ya da sonsuz olacak-
(çokluğa] birlik iştirak etmiştir. Demek ki birlik çoklukla beraber bulun- tır. Sonsuz çokluk fikrinden hareket ettiğimiz için, bölüm sonlu kabul
maktadır. rialbuki birliğin hiç bulunmadığı varsayımından hareket ede- edildiği takdirde, "Sonlu çokluk sonsuz çokluktur" anlamına gelir ki bu
rek bu sonuca ulaşmıştık. Bu durum, "Birlik vardır, birlik yoktur" arılamı~ imkansız bir çelişkidir. Bölümün sonsuz olduğu söylenirse -ki o, bölü-
na gelir ki bu imkansız bir çelişkidir. nenden daha küçüktür-, o zaman, "Sonsuz, sonsuzdan daha büyüktür"
anlamı çıkar. Yukarıda anlattığımız gibi bu da imkansız bir çelişkidir. Do-
Eğer h.er kategori sadece çokluk ifade etmiş olsa, çokluğa aykırı hiçbir
layısıyla, çokluğu oluşturan şahıslar, zorurılu olarak tek tek varlıklardır.
şeyin bulunmaması gerekir. Çünkü çokluk birliğe aykırıdır. Kategoriler
Her şahıs biri ifade ettiğine göre birlik mevcut demektir. Bu durum, "Yal-
arasında aykırılık yoksa, bu durum, "Hem ittifak halind eler, hem değiller"
nız çokluk vardır, yalnız çokluk yoktur" arılarnma geldiğinden imkansız
anlamına gelir. Bu ise imkansız bir çelişkidir. Çünkü ittifak, herhangi bir
bir çelişkidir.
durumda veya arılarnda iştirak manası taşır. Sonuç: Birliksiz çokluk
Bir başka husus, eğer çokluk şahıslardan oluşmamışsa, orada hiçbir
mümkün değildir.
çokluk söz konusu olamaz. Çünkü çokluk, şahıslar topluluğu anlamına
Eğer birliksiz bir çokluk varsa, bunun benzer [tek düze] olmaması ge-
gelir. Bu ise," Çokluk vardır, çokluk yoktur" arılamını ifade ettiğinden im-
rekir. Çünkü benzerler arasında benzerliği sağlayan bir şey bulunacaktır. kansız bir çelişkidir. Sonuç: Birliksiz çokluk mümkün değildir. [135]
"Çokluğun olduğu yerde asla birlik yoktur" varsayımından hareket ettiği
Aynı şekilde, birliğin bulunmadığı tek bir çokluk varsa, çokluğu oluş
mize göre, çoklukta benzerliği sağlayan böyle bir şey bulunmamalıdır.
turan her şahsın tarifinin olmaması gerekir. Çünkü tarif, bir örnek üze-
Buna göre çoklukta benzerlik yoktur. Oysa, birlik vasfından yoksun ol-
rinden yapılır. Do~ayısıyla çoklukta birlik yoksa tarif de yok demektir. Zi-
makla çokluk benzerlik [tek düzelik] arzetmektedir. Bu durum, "Çokluk ra tarif edilen mevcut değilse tariften söz edilemez. Oysa çokluğu oluştu
benzerdir, benzer değildir" arılarnma geldiğinden imkansız bir çelişkidir. ran şahıslar belirlidir. Bu durum, "Şahıslar hem belirlidir, hem belirsiz-
Sonuç: Birliksiz çokluk mümkün değildir. dir" anlamına geldiği için imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Birliksiz bir çok-
Eğer birliksiz çokluk varsa, bunun hareket halinde olması gerekir. luğun bulunması imkansızdır.
Çünkü birlik yoksa bir tek durumdan söz edilemez. Bir tek durum yoksa Eğer birliksiz çokluk varsa, bunun sayılamaz türden olması gerekir.
sükun hali de yoktur. Zira sakin demek, bir tek durumda bulunan, değiş Çünkü sayıların ilkesi birlerdir; birierin sayesinde çokluklar birbirine üs-
meyen ve yer değiştirmeyen demektir. Buna göre sükun hali yoksa sakin türılük sağlamışlardır. O halde birler yoksa sayı yoktur; birliksiz çokluk
olan da yoktur. Sakin olan yoksa hareket eden vardır. Sadece hareket et- varsa sayılan da yoktur. Oysa çokluk sayılır türdendir ve çokluğun içeri-
meyen bir çokluk mevcutsa, hareket mekanda, nicelik, nitelik veya cev- ğinde birler mevcuttur. Biz, çoklukla beraber birlik bulunmaz, varsayı
herde bir değişmedir; her değişme ise bir başkalaşmadır. [134] Çokluğun mından hareket ettiğimize göre bu imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Çok-
başkalaşması birlik yönünde olacağından, birlik yoksa çoklukta değişme lukta birierin bulunmaması imkansızdır.
olmayacaktır. Oysa biz, birliğin bulunmadığı varsayımından yola çıkmış Şayet birin bulunmadığı bir çokluk mevcutsa, bilgirlin imkansız ol-
tık. Bu durum, "Birlik yok, çoklukta değişme yok, hareket yok, hareket ması gerekir. Çünkü bilgi, bilenin zihninde bilinenin bir tarzda yer etme-
eden yok ve sakin olan yok" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir. sidir. Çünkü bilenin zihni [özne], bilinerıle [nesne] belli bir tarzda birleş
Sonuç: Birliksiz çokluk mümkün değildir. medikçe bilgi meydana gelmez. Halbuki [gerçekte] bilgi de, belli bir tarz
·--..,
~ Felsefi Risaleler Birinci"Bölümün Üçüncü Kısmı llL
da ve birlik de mevcuttur. Ne var ki biz, bilginin imkansız olduğu varsayı tur" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Çokluğun ol-
mından yola çıktığımıza göre, bu imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Birliğin maması imkansızdır.
bulunmaması imkansızdır.
Eğer çokluğun bulunmadığı birlik varsa, farklılığın (et-tebayun) alina-
Eğer
birin bulunmadığı bir çokluk varsa, her kategori ya şeydir ya de- ması gerekir. 'çünkü farklılığın olabilmesi için en az iki şeyin bulunması
ğildir. Eğer şey ise, o birdir. Demek oluyor ki, çoklukla beraber bir de icap eder. İki· ve daha yukarısı ise çokluk sayılır. Buna göre faklılık yoksa
mevcuttur. Oysa biz, birin bulunmadığı çokluk fikrinden yola çıkmıştık. çokluk yoktur, farklılık varsa çokluk vardır. Farklılık mevcut olduğuna gö-
Bu ise, "Şey sadece çokluktur, şey çokluk ve birliktir" anlarnma geldiği re çokluk da vardır. Oysa biz, farklılığın olmadığı varsayımından yola çık
için bu imkansız bir çelişkidir. [136] Eğer her kategori bir şey değilse o, mıştık. Bu durum, "Farklılık vardır, karşıtlık yoktur" anlamına geldiğirı
çokluğu meydana getiremez ve kendisi de çokluk ifade etmez. Halb~ den imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
onun çokluk ifade ettiği varsayılmıştı. Bu durum, "Şey çokluktur, çokluk Eğer çokluksuz birlik varsa, ittifak ve ihtilafın, ittisal ve iftirakın olma-
· değildir" .anlamına geldiğinden imkansız bir çelişki dir. Sonuç: Birliğin ması gerekir. Çünkü burıların olabilmesi için en azından iki şeyin bulun-
bulunmaması imkansızdır. ması icap eder. tki ise çokluk ifade eder. Buna göre çokluk yoksa ittifak ve
Böylece, bazı şeylerin sadece çokluk ifade etmesinin imkansızlığı or- ihtilaf da yoktur. İttifak ve ihtilaf mevcut olduğuna göre çokluk vardır. Oy-
taya çıkmıştır. Zira bir şeyin sadece çokluk ifade etmesi mümkün değil sa biz, ittifak ve ihtilafın olmadığını varsaymıştık. Bu durum, "ittifak ve
dir. Öyle olmuş olsa o, ya şeydir ya değildir. Eğer şey ise, o birdir; şey de- ihtilaf vardır, yoktur" arılarnma geldiğinden imkansız bir çelişkidir. So-
ğilse çokluk da değildir. Bu durum, "Şey çokluk değildir, şey çokluktur" nuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
anlamına geldiğinden imkansız bir çelişİ<idir. Sonuç: Bazı şeylerin sade- Eğer çokluksuz birlik varsa, onun başlangıcı, ortası ve sonu olmama-
ce birliksiz çokluk ifade etmesi mümkün değildir. sı gerekir. Çünkü bu gibi nitelikler parçalanabilen varlıklar için söz konu-
Bütün bu araştırmalar, varlıkta birliksiz çokluğun mümkün olmadığı sudur. [138] "Bii:" in başlangıcı, ortası ve sonu yoktur. Fakat başlangıç, or-
nı ortaya koymuştur. ta ve son [gerçekte] mevcut olduğuna göre, parçalanabilir varlık mevcut-
tur. Her parçalanan, birden çok olduğuna göre çokluk mevcuttur. Oysa
biz başlangıç, orta ve sonun bulunmadığını varsaydığımızdan, bu im-
[Tabiatta Çokluğun Bulunmadığı Birlik Yoktur] kansız bir çelişkidir. Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
Aynı şekilde, çokluğun bulunmadığı bir birliğin ve bazı şeylerde çok-
Eğer çokluksuz birlik varsa, şeklin mevcut olmaması gerekir. Çünkü
luksuz bitliğin mümkün olmadığı anlaşılacaktır. Deriz ki: Eğer çokluğun şekiller ya kemeryakiriş ya da ikisinin birleşimiıiden veya kemerli yüzey,
bulunmadığı bir birlik varsa, eşyada zıtlığın olmaması gerekir. Çünkü kirişli yüzey ve bunların birleşiminden ibarettir. Daire ve kürenin merke-
zıddın başkası (gayr) yine bir zıddır. Başkalık olabilmesi için en az iki şey zi ve çevresi vardır. Kemer ve kemerlerden oluşan yüzeylerin veya çizgi ve
bulunmalıdır. İki ise çokluktur. Buna göre, eğer çokluk yoksa zıtlık yoktur, çizginin meydana getirdiği yüzeylerin ya dakiriş ve kirişli yüzeylerin hep-
zıtlık varsa çokluk vardır: Eşyada zıtlık mevcut olduğuna göre çokluk var- sinin açı ve kenarları vardır; dolayısıyla bunlarda çokluk vardır. O halde
dır. Oysa biz, zıtlığın bulunmadığı varsayımından yola çıkmıştık. Bu du- şekil varsa çokluk da vardır. Şekil mevcut olduğuna göre çokluk da mev-
rum, "Zıtlık vardır, zıtlık yoktur" arılarnma geldiğinden imkansız bir çeliş cuttur. Oysa biz, çokluğun olmadığı varsayımından hareket etmiştik. Bu
kidir. Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır. durum, "Çokluk vardır, çokluk yoktur" anlamına geldiğinden imkansız
Eğer çokluğun bulunmadığı birlik varsa, istisnanın olmaması gerekir. bir çelişkidir. Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
Çünkü istisna, bir ve birden çok şeyleri diğerlerinden ayırmaktır. [137] Eğer çokluksuz birlik varsa onun hareket ve sükün halinde olmaması
Buna göre istisna varsa çokluk da vardır. İstisna ve istisna edilen [gerçek- gerekir. Çünkü hareket değişerek başka bir duruma geçiştir. Bu da ya me-
te] var olduğuna göre çokluk mevcuttur. Oysa biz, istisnanın olmadığı kanda, ya nicelikte, ya nitelikte veya cevherde gerçekleşir. Bütün bunlar
varsayımından hareket etmiştik. Bu durum, "istisna vardır, istisna ypk- çokluk demektir. Sükunet halirıde olan da bir mekanda sakindir. Ayrıca
__liDi Felsefi Risaıeıer BirinciBölümünÜçüncü Kısmı 1fil_
mekan ile mekanda sakin olanın cüzleri iç içedir. Dolayısıyla mekan ve çokluksuz birliğin bulunamayacağı ve anlattığımız şeylerden hiçbirinin
cüzlerin her biri çokluk ifade etmektedir. Çünkü cüzler [parçalar, kısım çokluksuz ve birliksiz olamayacağı açıklık kazanmıştır. O halde anlattığı
lar) cüzden daha çoktur. Mekanın da altı, üstü, önü, arkası, sağı ve solu mız şeylerde [~ani tabiatta) çokluk ve birlik bir zorunluluktur.
vardır. O halde yapısı gereği mekan çokluğu gerektirmektedir. Zira me-
kan, kendisinde yer tutandan başka bir şeydir. Yer tutanın mekanı yer tu-
[Varlıkta Rastlantı Yoktur ve Her Olayın Bir Sebebi Vardır)
tanı, [139) artma artanı, eksilme eksileni, dönüşüm dönüşeni, oluş olanı
ve bozuluş bozulanı gerekli kılmaktadır. Bütün bunları olumsuz kılmak Aynı şekilde anlaşılmıştır ki, varlığın yapısı birlik ve çokluk karakterin-
da çokluğu gerektir~r. Çünkü, "Oluşan değildir, bozulan değildir, artan dedir ve birlik ya çokluktan farklı veya ona iştirak etmiş durumdadır. Eğer
değildir ve dönüşen değildir" ifadeleri konu ve yüklernden ibarettir, yani birlik çokluktan farklı ise, yukarıda birlik ve çoklukla ilgili olarak anlattı
belirli şeylerin olur:risuzluğu bir konuya yüklenrniştir. ğımız çelişkiyi gerekli kılan durum burada da geçerli olacaktır. [141(0
halde geriye birliğin çokluğa iştirak etmesi şıkkı kalıyor. Bununla, tüm
Eğer birlik sükunet halinde ise yine çokluk ifade eder. Çünkü çoklu-
duyulur nesnelı;!rde ve onlara ilişkin varlıklarda birliğin çokluğa iştirak et-
ğun olmadığı yerde hareket ve sükün da yoktur. Oysa bunlar [gerçekte)
tiği~i anlatmak istiyorum. Bir başka deyişle nerede çokluk varsa, orada
vardır. Şu halde çokluk mevcuttur. Halbuki biz çokluğun olmadığını var-
birlik vardır, nerede birlik varsa orada çokluk vardır. Buna göre her duyu-
saymıştık. Bu durum, "Çokluk vardır, çokluk yoktur" anlamına geldiğin
lu~ nesneye ve onlara ilişkin varlıklara çokluk ve birliğin iştiraki ya bir se-
den imkansız bir çelişkidir. Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
beple veya sebepsiz, yani rastlantı sonucu, olmuştur. Eğer bu iştirak rast-
Böylece hiçbir nesnenin çokluksuz olmayacağı anlaşılmış oluyor. lantı sonucu olduğu halde biriilde çokluk yine de birbirine aykırı ise bu,
Çünkü nesnelerde çokluk yoksa hareket ve sükün da yok demektir. Oysa bahsettiğimiz durumda olduğu gibi birçok imkansızlığı gerekli kılar ki biz
maddi ve maddeye ilişkin varlıklar hareket ve sükünun dışında kalamaz- [konuyla ilgili olarak], birliksiz çokluğun durumunu anlatmıştık O halde
lar. Buna göre çokluksuz birlik mümkün değildir.
nasıl oluyor da birbirinden farklı olan çoklukla birlik beraber bulunabili-
Eğer çokluksuz birlik varsa parça ve bütünün olmaması gerekir. Çün- yarı Oysa çokluk, birierin toplanıp biraraya gelmesinden ibarettir. De-
kü bütün, parçaları toplayandır. Toplananın en az iki tane olması gerekir. mek oluyor ki, çoklukla beraber zorunlu olarak birlik bulunmaktadır;
İki ise çokluk demektir. Ayrıca çokluk olmasa bütün olmaz. Bütün olma- başka türlü olması da mümkün değildir. Ayrıca nasıl oluyor da çoklukla
sa parça olmaz. Çünkü bütün ile parça daima birbirlerini gerekli kılan birlik farklı oldukları halde sadece birliğin bulunması mümkün görülü-
şeylerdir, ikisinden birinin batı! olmasıyla diğeri de batı! olur. O takdirde yor! Çünkü bunlar iki şeydir, iki ise çokluktur. Sonuç: Bunların biribirin-
nesneler için bütün ve parça söz konusu değildir. Oysa varlık bütün ve den farklı olmaları imkansızdır.
parçadan ibaret olduğuna göre bu durum, "Bütün ve parça vardır, yok-
Bu iştirakin sebebinin rastlantı olması durumundaki farklılığı müm-
tur" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir. [140) Ayrıca parça bir
kün görsek bile o, yine ikidir. Bu takdirde yukarıda anlattığımız çelişki
parça dır, parça varsa bir de vardır. Parça varsa bütün vardır, parça yoksa
burada da gerekir. O halde birlik çokluktan farklı idi, sonradan rastlantı
bütün yoktur. Eğer parça ve bütün yoksa hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey ol- sonucu [çoklukla) birleşti demek imkansızdır. Bu durumda geriye, var
mayınca elbette ki duyulur ve akledilir nesnelerden ve bunların birliğin
oluşundan beri onun iştirakinin bir sebebi bulunduğu şıkkı kalıyor. Böy-
den söz edilemez. Eğer parça ve birlik yoksa, parça, bütün ve birlik de
lece onun iştirakinin bir sebebe dayandığı anlaşılmıştır. Birliğin çokluğa
yoktur. Halbuki biz, birliğin var olduğu fikrinden yola çıkmıştık Bu du-
iştirakini sağlayan bu sebep ya kendisinden gelmektedir veya kendi dı
rum, "Birlik vardır, yoktur" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir.
şında ve ondan farklı bir sebeptir. Eğer kendisinden kaY,naklanıyorsa bu,
Sonuç: Çokluğun olmaması imkansızdır.
onun bir kısmı olacak ve bu kısım öteki kısırnlardan önce bulunacaktır.
Bütün bu anlattıklarımızdan, çokluksuz birliğin olamayacağı ortaya Çünkü -farklılık üzerine yazdığırnız kitapta açıkladığımız gibi- sebep se-
çıkmıştır.Yukarıda geçtiği üzere eğer öyle olsaydı parça ve bütün olmaz- bepliden önce gelir. Buna göre duyulur nesnelerden veya ona ilişkin var-
dı. Bütün bu araştırmaların bazısından birilksiz çokluğun, bazısından qa lıklardan birinde -bununla bütün nesneleri kastediyorum- [142) ya sade-
_llil! Felsefi Risaleler
BirinciBölümünÜçüncü Kısmı 1§.9_
ce birlik ya sadece çokluk vardır veya birlik ile çokluk iştiri'i.k halirıdedir. sebep sebepliden başkadır. Bu ise, "Şey, kendisinden başkadır" anlamına
Sadece birlik olması durumunda, yukarıda birlik ve çokluk hakkında an- geldiğinden imkansız bir çelişkidir. O halde ilk sebep ne çokluk, ne de
·lattığımız çeliş~er burada da söz konusu olur. Öyleyse birlik ile çoklu- çoklukla beraber birlik halindedir.
ğun iştiri'i.k hallnde olmaları gerekiyor. Ne var ki ikisinirı bu iştirili ya
Bu durumda' geriye, ilk sebebin yalnızca bir olduğu ve hiçbir şekilde
rastlantı sonucu, ya ikisinden kaynaklanan veya ikisirlin dışındaki bir se:
kendisirlde çokluk bulunmadığı hususu kalıyor. Dolayısıyla da ilk sebe-
beple olacaktır. Biz yukarıda, rastlantınmne gibi çelişkilere yol açacağını bin bir olduğu açıklık kazanmış oluyor.
anlatmıştık İkisinin iştirilinin sebebi kendilerinden kaynaklandığı du-
rumda ise sebepler zinci~i sonsuza dek sürüp gider. Oysa bir şeyin bilfiil Bütün varlıklarda bir mevcuttur. Biz "bir" terimirıin duyulur nesnele-
sonsuz olmasının imkansızlığı ortaya konmuştu. O halde birlik ile çoklu- re ve onlara ilişkin varlıklara kaç bakımdan söylendiğirıi açıklamıştık
Şimdi ise gelecek bölümde birliğin hangi. bakımdan sebep li varlıklara
ğun iştirilierinin sebebinin kendilerinden kaynaklanması mümkün de- ·
yüklendiğini, aynca gerçek birlik ile gerçek olmayan mecazf birliğin ne
ğildir. Bu durumda geriye, ikisinin iştiri'i.k sebebirıin kendilerinden başka,
olduğunu izah etmek gerekiyor. Şimdi bu bölümü tamarnlayalım.
daha yüce, daha şerefli ve kendilerinden daha önceki başka bir sebep ol-
ması şıkkı kalıyor. Çünkü -farklılık üzerirıe yazdığımız makalelerde anlat-
tığımız gibi- sebeb in kendisi sebepliden önce gelir; sebep, onların iştira
kine katılmış değildir. Zira katılmayı sağlayan sebebin, katılanların dışın
da olması gerekir. Böyle olunca da sebepler zinciri sonsuza dek sürüp gi-
der. Yukarıda anlattığımız gibi, sebeplerin sonsuz olması imkansızdır, bir
şeyin bilfiil sonsuz olması mümkün değildir.
Büyük ve küçük, az ve çok, uzun ve kısa terimlerinden hiçbiri doğru Eğer mutlak büyük olan izafi büyüğü de ifade ediyorsa, o zaman mutlak
dan [mutlak olarak] bir şeye yüklenemez, ancak başkasına nisbetle yük-, ile izafinin aynı şey için kullanılan eş anlamlı iki isim alınaları gerekir. Bu
lenebilir. Çünkü bir şey hakkında, ancak kendisinden daha küçük olana: da ondan daha küçük bir şey var demektir. Çünkü ne bilfıil ne de bilkuv-
nisbetle "büyük", büyüğe nisbetle "küçük" denir. Aynı şekilde felaket için, ve olarak kendisinden daha büyük bulunmayan şeyin asla var olmadığı
[144] kendisinden daha büyük olana nisbetle "küçük" denir. Dağa, ken- anlaşılmıştır. Bu yöntemle mutlak küçüğün olmayacağı, onun da sadece
disinden daha büyük olana nisbetle "küçük" denir. izafi olacağı açıklanmış oluyor.
Eğer "büyük" terimi mutlak anlamdaki büyüğün ifade ettiği şeye yük- Büyük ve küçük terimleri her niceliğe yüklenir; uzun ve kısa terimle-
lenseydi -"küçük" terimi de öyledir- ne bilfiil ne de bilkuvve sonsuz şey rine gelince, onlar sadece kesintisiz rıiceliklere özgüdürler ve onlara yük-
olurdu. Çünkü bu durumda "büyük" teriminiri i.fade ettiğinden !:?,aşka bü- lenirler. Yukarıda büyük ve küçük terimleri hakkında anlattığımız gibi
yüğün bulunması mümkün olmazdı. O zaman mutlak anlamdaki büyük, bunlar da mutlak olarak değil, izafi olarak kullanılırlar.
ne bilfiil ne de bilkuvve sonsuzluk ifade ederdi. Çünkü eğer bilfiil veya Az ve çok terimleri ise kesintili niceliğe özgüdürler. Büyük, küçük,
bilkuvve olarak ondan başka büyük varsa o, mutlak büyük değildir. Zira uzun ve kısa terimlerinin mutlak değil izafilik ifade ettiği konusunda an-
kendisindeı:ı daha büyük bulunduğu takdirde onun da küçük olması ge- lattıklarımız, "çok" terimi için de geçerlidir. Yukarıda anlatıldığı üzere
rekir. Eğer böyle değilse daha büyük olanın o birisinden daha küçük ve- yöntem aynıdır. Az terimine gelince onun mutlak olduğu iddia edilmiş
ya ona eşit olması gerekir ki bu imkansız bir çelişkidir. O halde hiçbir şe tir. DenilmiŞtir ki: "Eğer sayıların ilki 'iki' ise, ikiden başka her sayı ikiden
yin ne bilfiil ne de bilkuvve mutlak büyükten daha büyük olması müm- daha büyüktür, çünkü iki, sayıların en azıdır. O halde iki mutlak azdır.
kün değildir. Bu da bilfiil ve bilkuvve katı bulunmayan bir büyüğün var Ondan daha az sayı olmadığına göre ikide asla çokluk yoktur."
olduğu anlamına gelir.
Bir şeyin katı, onun niceliğini ikiye katlamakla elde edilir. Bir şeyin ni-
[Bir Sayı Değildir]
celiğinin ikiye katlanması ise bilfiil veya [145] bilkuvve olarak vardır. O
"Eğer 'bir' sayı ise birden daha az sayı yoktur. Öyleyse bir mutlak az-
halde mutlak büyüğün iki katı bilfiil veya bilkuvve olarak vardır. Demek
dır." Bu doğru alınayan bir düşüncedir. Çünkü 'bir sayıdır' dediğimiz za-
oluyor ki mutlak büyüğün katı vardır. Kata nisbetle katlanabilen büyük-
man bu görüş, gerçekten bizi çirkinliklere sürükler. Çünkü eğer bir sayı
lük ifade eder; kat katlanabilenin yarısıdır. Yarım ise bütünün parçasıdır. d
· ise, sayı herhangi bir niceliktir; eğer bir nicelikse onda eşitlik ve eşitsizlik ı
Sonuç: Kat, katlanabilenin parçasıdır. 'i
gibi niceliğe ait özellikler bulunacaktır. [147] Eğer biri oluşturan birler :ı
:1
if'·
!
__ııı Felsefi Risaleler
B i r i n c i B ö 1ü mü n ·o ö r d ü n c ü Kı s m ı 1.IL_
· varsa ve bunlardan bazısı ona eşit, bazısı da eşit değilse, bir bölünen ni- yük sayılardır. Bununla, iki ve ikiden büyük sayıla~ı kastediyorum. O hal-
teliktir. Çünkü en küçük bir, en büyük biri veya onun bir kısrnım oluştu de "bir" niceliktir, bir ve öteki sayılar nicelik kategorisine dahildiri er. "Bir"
rur; en büyük bilin bir kısmı da vardır. O halde bir bölürnlüdür. Bir bö- isim olarak b~r olmadığına göre o, tabii birdir.
lünmediğine göre bu, "O bölürnlüdür, bölümlü değildir" anlamına gelir. Aynı şekilde düşünülecek olursa bir ya sayıdır ya değildir, ya çifttir ve-
Bu ise imkansız bir çelişki dir. Sonuç: Bir sayı değildir. ya tektir. Eğer bir çift ise eşit olarak ikiye bölünür. Oysa bir bölünmez.
Dolayısıyla çift de bölünmez, halbuki çift bölünür. Bu imkansız bir çeliş
Bizim "bir" hakkındaki görüşümüzden hareketle sen, birin heyülası
[maddesi] olduğu sonucunu çıkarma! O, maddesiz vardır; ama bir olarak kidir. Ayr~ca eğer birin içeriğinde birler varsa o, biri erden, dolayısıyla ken-
değil, yani maddeden oluşan sayı değil, sayılanlardır. Mesela "beş at" de- disinden oluşmuş birleşiktir. Buna göre, "Bir hem birdir, hem de birlerdir.
diğirrıizde atlar beş sayısı ile sayılmıştır; dolayısıyla b eşin heyülası yokt).ır, Bir sadece. birdir, birler değildir. Bir birlerdir, birler değildir." Bu ise im-
kansız bir çelişkidir.
heyüla sadece atiarda vardır. Bizim "bir" hakkındaki görüşümüzden, onu
bir yapan [başka] bir olduğu sonucunu çıkarma! Burada kastedilen, bir- Eğer "bir" çift değilse tektir. Tek ise her iki kısmın eşit olmayarı bölüm-
liğin [kavram olarak] kendisidir. Bu bakımdan birlik asla bölünmez. lerinden ibarettir. Bu durum, "Bir bölürnlüdür, b ölümlü değildir. Bir bir~
lerdir, birler değildir" anlamına gelir ki bu imkansız bir çelişki dir. [149]
Eğer "bir" sayı olduğu halde nicelik ifade etmiyor, iki ve ikiden fazla
sayılar nicelik ifade ediyorsa, "bir" nicelik kategorisine değil, başka kate-
Sonuç: Bir sayı değildir.
gorilere dahildir. Buna göre bire ve diğer sayılara sayı denmesi yapıları Ne var ki tek sayımn bu şekildeki tarifi, birin sayı olmadığı kabul edil-
nın gereği değil, isim benzerliğindendir. Öyleyse yapısı gereği "bir'' sayı dikten sonra geçerlidir. Aksi halde birinin çıkıp, "Tek, ikiye bölündüğürı
değil, isim benzerliğinden dolayı sayıdır. Çünkü sayılar ancak bir şeye de bölümleri birbirine eşit olmayan sayıdır, şeklinde tarif edilirse bu tari-
izafetle kullamlırlar; tıpla ilgili olanlar tıbba, şifa ile ilgili olanlar Şifaya fe bir de girer; dolayısıyla bir sayıdır" dememesi için bir engel yoktur.
Çünkü onun bölünmesini zorurılu kılacak bir şey mevcut değildir.
aittir.
Fakat böyle bir düşünce nasıl doğru olabilir? Burıurıla, "Eğer bir sayı Eğer bu araştırmadan birin sayı olmadığı kesirılikle ortaya çıkmıyor
ise onda niceliğin öze!liklerinden olan eşitlik ve eşitsizliğin bulunması; o sa, o zamanderiz ki: Bir şeyin üzerine oturduğu temel, yani bir şeyin olu-
şumunu sağlayan ilke, o şeyin kendisi değildir. Fiil harflerden oluşmuş
zaman da biri bir yapan birierin bulunması ve burılardan bazısının ona
eşit, bazısının ondan çok veya az olmaları gerekir" ifadesini kastediyo- tur ve harfler de fiil değildir. Çünkü fiil (kelam), arılam ifade eden birleşik
rum. Çünkü bunlar bir için gerekli ise aynı şekilde [148] bütün sayılar için seslerin bir zamarn belirtmesinden ibarettir. Harf ise tabii bir sestir, bir-
leşik değildir. [Tıpkı bunun gibi] sayı birlerden oluşmuşsa ve bir, diğer sa-
de gereklidir. Demek istiyorum ki sayı ile aym adı taşıyan, ona eşit, ondan
yıların ilkesi ise bir sayı değildir. Aynca birin ilkesi ve biri oluşturan "bir"
daha az ve daha çok başkaları da olabilir. Mesela üç sayısının karşısında
başka üçler olabilir; bunlardan bazısı ona eşit, bazısı ondan daha az, ba- yok ki bir sayı olsun; diğer sayıları sayı yapan ilke gibi birin ilkesi yok ki
zısı da daha çoktur. Diğer bütün sayılar için de b~ böyledir. Bu anlatılan bir sayı olabilsin!
lar gerçek sayılar için gerekli değilse, birlik için de gerekli değildir. Bazen ikinin ilkesi bir, üçünkinin iki olduğu iddia edilmiştir. Çünkü
Eğer "Sayının ve tüm nicelikterin özelliği eşitlik ve eşitsizliktir" ifade- üçün içinde iki vardır. Buradan, "Sayı olarak iki, üçün ilke.si olduğuna gö-
re bir de sayıdır, o da ikinin ilkesidir" sonucu çıkarılmak istenmiştir. Fa-
si, "Her sayıya eşit olan ve olmayan sayılar vardır, yani ondan daha büyük
ve daha küçük sayılar vardır" anlamına geliyorsa, o zaman iki de sayı de- kat bu doğru olmayan bir görüştür. Çünkü iki birleşiktir.
ğildir. Çünkü ikiden daha küçük sayı yoktur, sadece ondan daha büyük- "Eğer iki, üçün ilkesi ise, ikinin de ilkesi vardır, o da birdir" diye iddia
leri vardır. Eğer ikinin sayı olması gerekiyorsa -çünkü ona eşit olan ve ol- edilirse, [cevap olarak denilir ki]: Her ne kadar bir, ikinin ilkesi ise de bi-
mayan sayılar vardır; eşit olan bir başka ikidir, eşit olmayansa ikiden çok rin ilkesi yoktur; dolayısıyla o birleşik değildir. Şu halde basit olması ba-
olan sayılardır-birin de sayı olması gerekir. Çünkü ona da eşit olan ve ol- kımından bir, ikiden farklıdır. İki, basit olan birden oluşmuş birleşiktir, -
mayan sayılar vardır; eşit olan bir ba-şka birdir, eşit olmayansa birden 9ü- basit derken birleşik ölmayam kastediyorum.- [150] O halde sayımn bir
___lH Felsefi Risaleler Birinci Bölümün Dördüncü Kısmı .1.Th_
kısmının basit -ki o ilkedir-, bir kısmının da o basitten meydana gelen bir cinse değil, sadece kendi cinsine izille edilir. Sözgelimi büyük terimi ci-
birleşik olması mümkün değildir. sim karşılığında kullanılırsa yüzey, çizgi, mekan, zaman, sayı ve söz ile kı
Fakat bazen bunun birleşik cevher yani cisim gibi olduğu düşünül yaslanarnaz; a~cak başka bir cisirnle kıyaslanır. Mesela bir cisirn yüzey,
müştür. Cisim iki basit cevher olan madde ve formdan oluşmuştur. Çün- çizgi, mekan, zaman, sayı ve sözden daha büyüktür veya daha küçüktür
kü cevherin üç olduğu, ikisinin madde ve form, [üçüncüsünün ise] ikisi- denrnez; sad ec~ cisirnden daha büyüktür veya daha küçüktür denir. Aynı
nin birleşiminden meydana gelencisim olduğu söylenmiştir. Aynı şekil- . şekilde diğer nicelik ifade edenler için de, kendi cinslerinden olmayan-
de sayının, sayıyı oluşturan basit bir ile birleşiklerinden ibaret olduğu sa- lardan daha büyüktür, daha küçüktür dernek doğru bir ifade değildir. Me-
nılmıştır. Fakat bu doğnı bir düşünce değildir. Çünkü bu analoji ters so- sela yüzey çizgiden, rnekandan, zamandan, sayıdan ve sözden daha bü-
nuç verir. Şöyle ki, cismi meydana getiren ilk basit cevherler -madde ve yüktür veya daha küçüktür denrnez; ancak bir yüzey diğer yüzeyden da-
form-cismin cevher olmasını sağlamıştır; dolayısıyla o sadece cevherdir,· ha büyüktür veya daha küçüktür denir. Bir çizgi rnekfmdan, zamandan,
yapısı gereği cisimdir yani madde ve boyutlardan [form] oluşmuştur. sayıdan ve sözden daha büyüktür veya daha küçüktür denrnez; sadece
Ama tek başına madde veya form onuncisim olmasını sağlamış değildir; diğer çizgiden daha büyüktür veya daha küçüktür denir. Bir mekan za-
ikisinin birleşimi cisimdir. mandan, sayıdan ve sözden daha büyüktür veya daha küçüktür denrnez;
Aynı şekilde sayı birlerden oluşmuştur diye sayının ilkesi olan birin ancak diğer rnekandan daha büyüktür veya daha küçüktür denir. Bir za-
sayı olması gerekmez. Öyleyse sayı birlerden ibarettir. Nitekim cisim c~v man sayıdan ve sözden daha büyüktür veya daha küçüktür denrnez; sa-
herlerden [madde ve form] meydana gelmiştir ve o da bir cevherdir. Ger- dece diğer zamandan daha büyüktür veya daha küçüktür denir. Bir sayı
çekte birleşerek eşyayı oluşturan nesnelerin eşyaya kendi adlarını ve ta- sözden daha büyüktür veya daha küçüktür denrnez; ancak diğer sayıdan
riflerini vermelerine herhangi bir engel yoktur. Mesela can, canlılara ye daha büyük veya daha küçüktür denir. [152] Tıpkı bunun gibi, bir cisirn
cevher de cevherlere kendi adlarını vermiştir. Bununla cevhere ait adları yüzeyden, çizgi: mekan, zaman, sayı ve sözden daha büyüktür veya daha
kastediyorum, araza ait olanları değil. Sonuç: O halde bir, sayının ilkesi- küçüktür şeklindeki ifade doğru değildir. Eğer bir cisrnin yüzeyden, çizgi,
dir, fakat asla sayı değildir. mekan, zaman, sayı ve sözden daha uzun veya daha kısa olduğu düşünü
lürse bu yanlış bir düşünce olur. Çünkü bir cisrnin uzunluğunun bir yü-
zeyinkinden, çizgi veya rnekanınkinden daha uzun veya daha kısa oldu-
[İlk Sayı İkidirl
ğu iddia edilecek olursa, bunların her birinin uzunluğu kendilerine nis-
Birin sayı olmadığı anlaşıldığına ve sayıyı veren tarif, sayıyı kuşatan bet edilen boyutlardan bir boyuttur; bir boyut ise çizgidir. O halde biz bir
[151] yani birlerden oluşan büyüklük, tüm birler ve birler kümesi olduğu cisim yüzeyden, çizgiden veya rnekandan daha uzundur veya daha kısa
na göre, sayıların ilki ikidir. Eğer başkası değil de sadece ikinin kendisi
dır, önermelerinden kalkarak, "Bu boyut o boyuttan daha uzundur" so-
dikkate alınacak olursa o az değildir. O kendisinden çok olanlara nisbet-
nucuna varırız. İşte bunların hepsi kesintisiz niceliklerdendir.
le azdır. Çünkü bütün sayılar ikiden çoktur. O halde iki sadece diğer sayı
Zaman da kesintisiz niceliklerdendir. Çünkü zamanı tam olarak gös-
lara nisbetle azdır. Ama bizzat kendisi dikkate alınırsa o, birin katı ve iki
terecek bir boyut yoktur. Nitekim, "Zamandan daha uzun veya daha kısa
tane birin toplamıdır. Yani iki tane birden oluşmuş bir sayıdır. Birleşik
olanın parçaları [kısırnları] vardır. Öyleyse iki, parçalarına nisbetle bü-
bir cisim" denmez. Böylece uzun ve kısa terimlerinin sadece aynı cinsten
tündür. Bütün parçadan büyük olduğuna ve iki de bütün olduğuna göre olanlara yükleneceği açıklığa kavuşmuş oluyor. Yani cisim ancak cisirnle,
yüzey yüzeyle, mekan mekanla, zaman da zamanla kıyaslanır. Sayı ve sö-
bizzat iki az değildir.
ze gelince, uzunluk ve kısalık sadece kapsadıkları zaman açısından bun-
lara yüklenir. Mesela, "Uzun sayı, uzun söz" deyimi, "Uzun zamanda [sa-
[Her Nicelik Kendi Cinsiyle Kıyaslanır] yılan ve söylenen]" anlamına gelir. Yoksa uzun ve kısa terimleri sayı ve sö-
Büyük ve küçük, uzun ve kısa, az ve çok terimlerinden hiçbiri mutlak ze yüklenmiş değildir. Aynı şekilde çok ve az terimleri, sayı ve sözün yük-
olarak değil, ancak başkasına izafetle kullanılır. Bunlardan her biri başkf lendiği şeye değil, ancak bir cinse yüklenirler. Mesela, "Sayıdan daha çok
Birinci Bölümün Dördüncü Kısmı
Felsefi Risaleler
a daha az söz", "Sözden daha çok veya daha az sayı" ifadesi doğru bir Bütün hareketler b ölümlü ve aynı zamanda birlik halindedir. "Her ha-
ifade değildir. Doğrusu, "Sayı d an dalı. a ço k veya dalı a az sayı ", "S··ozd en
vey reket" derken, onun tümelliği birlik ifade eder. Çünkü birlik vasfı mutlak
daha çok veya daha az söz" dür. [153] tümele yükle1;1ir. Onun parçaları da birdir; zira bir mutlak tikele yüklenir.
O halde harekette çokluk vardır. Sonuç: Gerçek Bir hareket değildir.
[Gerçek Bir Eşanlamlı İsimlerden Değildir] Aynı şekilde,"Madde bakımından birdir" önermesi bir şeyi ifade
Bizim dilimizde eş-şefra, el-medye gibi kasap bıçağı anlamına gelen ederken, zorunlu olarak ona bağlı olan bir başka şeyi de ifade eder. Me-
eşanlamlı isimler vardır. "Şefra ve medye birdir" deyiminde olduğu gibi, sela "bozulan"a yüklenen "bozulma" terimi bir olayı ifade ederken buna ·
· bir terimi eşanlamlı isimlere yüklenir. Buradaki bir de yine çokluk ifade bağlı olarak bir "oluş"u da ifade etmektedir. Çünkü bozulan şeyin bozw-
etmektedir. Çünkü birin karşılığı olan madde çokluktur, yani el-medye, maya uğraması, .bir başka şeyin oluşu [meydana gelişi] demektir. Bunun
eş-şefra ve ~s-sikkfn gibi kesimde kullanılan demirler, parçalara ayrılahi için, "Oluşan, madde bakımından bozulandır" denilmiştir. Bu tür birlik
len ve çokluk ifade eden maddelerdir. Aynı şekilde eşanlamlı isimler de de çokluk arılarnma gelir. Çünkü madde birçok forma girebilmektedir.
çokluk ifade etmektedir. Sonuç: Gerçek Bir, eş anlamlı isimlerden değildir. Kuvve halinde bir olan da böyledir yani madde bakırnından birdir. Bir
şey ifade eden, dalaylı olarak bir başka şeyi de ifade eder. Sözgelimi "ar-
[Gerçek Bir Benzer İsimlerden Değildir] tan"ı ifade etmek üzere kullanılan "artma", dolayısıyla "eksilme"yi ifade
eder. Zira kendis~nde bilfiil artış olan şeyde bilkuvve eksilme bulunmak-
Bizim dilimizde benzer isimler de vardır. Mesela yırtıcı hayvana ve bir
tadır.'Bu sebeple, "Artan eksilen birdir yani artan eksilendir" denilmiştir.
yıldıza köpek adı verilmiştir. Bundan dolayı, "İsim bakımından ikisi de
birdir" denilir, yani köpektir. Yırtıcı hayvan ve yıldız karşılığında kullanı Bu tür birlik de madde bakımından çokluk arılarm taşır. Çünkü madde
lan bu köpeğin yapısı çokluk ifade etmektedir. Bu tür benzer isimlerden birçok formu yani artma ve eksilmeyi kabul etmektedir. O halde madde
hiçbiri başka şeyin sebebi değildir. Çünkü yıldız yırtıcı hayvanın, yırtıcı türünden olan şeyler asla gerçek Bir' i ifade edemez. Maddeyi anımsatan
hayvan da yıldızın varlık sebebi değildir. · birlik çeşitlerinden hiçbiri O'na yüklenemez. [157]
farklı biçimdeki şeyler, etki, edilgi, izafet veya daha başka etkerılerle de- ve olarak bölünüp çoğalsalar da her kesit kendi türünün dışında başka tür
ğişiklik arzederler. Bu sebeple, "Maddesi itibariyle kapı ve sedir birdir" oluşturmaz, daima kendi türüne bağlı kalır. Aynı şekilde düşünülecek
denilir. Bu tür şeyler maddeleri açısından çokluk ifade ederler. Çünkü olursacisim üç boyutu ve altı sınırı ile, yüzey iki boyutu dört sınırı ile, çiz-
madde çokluktur, parçalara ayrılır; şekil bakımından da öyledir. İlk mad- gi ise bir boyutu ve iki sınırı ile çokluk ifade etmektedir. Mekan da böyle-
de yani imkan bakımından bir olan varlıkların durumu da böyledir. Çün- dir, o da kendisinde yer tutanın boyut ve sınırlarına göre çokluk ifade eder.
kü madde birçok formu kabul imkanına sahip olduğundan çokluk ifade Zaman ise "an"lar sayesinde çokluk anlamı taşır. '~"lar, çizgirıin sınırla
etmektedir. rının [nokta ile] belirlenmesi gibi zamanın sınırlarını belirlemektedir.
!:
___l!l.!l Felsefi Risaleler Birinci Bölümün Dördüncü Kısmı li!L
Parçaları birbirine benzeyen nesnelere de bir denir. Çünkü bunlar b ö- Anlattıklarımızdan ortaya çıkan şudur: Bir terimi ya zata veya araza
lünmez yani o nesneden ayrılan her kesit kendi tarif ve ismini taşıyıp mu- yüklenir. Araza yüklenen bir ya ortak isim, ya eşanlarnlı isim ya da birçok
hafaza eder (bölündükten sonra başka bir tür oluşturmadıklarından bu arazı toplayıcı türden olan birdir. Sözgelimi bir adam hem katip hem de
parçalar bölünmez olarak kabul edilmiştir). Dolayısıyla birlik ifade eden hatip ise, "Katip ve hatip birdir" denilir. Veya bir insan aynı zamanda ka-
bu nesneler daima [kendi türleri içinde] çoğalırlar. tip ise, "İnsan ve katip birdir" denilir. Zata yüklenen bire gelince, anlattı
Bir terimi Muhammed, Said ve gözcü gibi insanlara, at ve deve (zi'l- ğımız şekilde birin yüklendiği geriye kalan her şeyi yani cevheri bir olan
'ıkan [158] gibi hayvaniara -yani bilfiil veya bilkuwe olarak bölününce her şeyi kapsar. Bu birin ilk taksimi ya kesintisizliktir ki bu, maddeye te-
kimliğini (zat) yitiren varlıklara- yüklenir. Aynı şekilde formu bulunan ta- kabül etmektedir; ya formdur ki bu, türe tekabül etmektedir veyahut
bil veya arazi olan he:ı; şahsa [yüklendiği gibi] tür, cins, fasıl, hassa ve cinstir ki bu, ilke tekabül etmektedir.
araz-ı amm'a da yüklenir. Bunlardan herhangi biri bölününce artık o, o Kesintisiz bir, madde veya bağ[lanma] bakımından bir alandır. Bu,
değildir. Bunlar, birleşikleri itibariyle çokluk ifade ettiği gibi, sürekli bö- "Sayı olarak birdir veya şekil olarak birdir" denilen şeylerdir. Tür [form]
lünmeleri halinde kesitleri itibariyle de çokluk ifade ederler. İşte bunların '
ôlarak bir, tarifi aynı olan şeylerdir. Cins olarak bir, yüklemillin tarifi bir
hepsine bir denir. olan şeylerdir. İsim olarak bir, -bununla eşit olan şeyleri kastediyorum-
Bir, bölünmeyen kesintili (gayr-ı muttasın şeylere de yüklenir. Bunlar eşitlik bakımından bir olan, nisbetleri bir olan şeylerdir. Mesela tıbba ait
ikiye ayrılİr: Biri sayı olan birdir, diğeri de hece harfleridir. Sayı olan bir olan her şey tıp olarak isimlendirilir.
kesintili dir, konumu ve ortağı yoktur. Kesintili derken, boyut ve sınırları Anlattığımız bir çeşitlerinin hepsi, yani sayı olarak bir, tür olarak bir,
nın olduğunu anlatmak istiyorum. Böyle olan bir şey kesintisizdir, b ölün- cins olarale bir, eşitlik açısından bir; bunlardan bir sonraki bir öncekine
mez ve ayrılmaz. İşte sayı olarak her şeyin ölçeği [temeli] olan bir, sayılan tabidir, bir önceki bir sonrakine tabi değildir. Yani sayı olarak bir olan tür
nesneler bakımından çokluk ifade etmektedir. Hece harfleride kesintili- bakımından da birdir, tür bakımından bir olan cins bakırnından da bir-
dir, konuları yoktur ve sadece kelimeyi ölçerler [oluştururlar]. Sayı olan dir, cins bakımından bir olan nisbet bakırnından da birdir. Fakat nisbet
birin bölünmezliği hakkında anlatılanlar, bunlar için de geçerlidir. bakımından bir olan cins bakımından bir değildir, cins bakırnından bir
Kendisi ve başkası gibi bir parçası olmayan bölünmez ve kesintili ni- olan tür b~.ınından bir değildir, tür bakımından bir olan sayı bakımın
celikler de bir ile ifade edilir. Bu tür şeyler aynı zamanda ortak durumun- dan bir değildir. [160]
dadırlar. Bunlar [çizgi ve an olmak üzere] ikiye ayrılır. Birincisinin konu- Böylece birliğin mukabilinin çokluk olduğu açıklık kazanmış oluyor.
mu vardır, fakat parçası yoktur. Çizginin sınırı olan işaret [nokta] böyle- O halde bir teriminin ifade ettiği her türe çok terimi de yüklenir. Çünkü
dir, çünkü bu işaret bir boyutun sınırıdır; boyutun sınırı ise boyut değil bir, ya kesintisiz değildir, o halde kesintilidir. Ayrıca birin maddesi türle-
dir. (Zamanın sınırı olan "an" da .böyledir], geçmiş ile gelecek arasında or- re ayrılır, türler ise cinsleri veya ona nisbet edilen şeyleri gösterir:
tak bir sınır oluşturan an, bu bakımdan çokluk ifade etmektedir. Açıkça bellidir ki birin sebep olduğu her şeyi hüviyet ifade etmekte ve
"Bir" terimi bütünlük açısından bölünmeyen şeylere de söylenir. "Bir hüviyet, bir çeşitlerinin oluşturduğu her şeye yüklenmektedir.
batman" dendiğinde, eğer bütünlük ifade eden batmandan bir kısım ay-
rılırsa o, bir batman olmaktan çıkar, önceki durumu ile sonraki durumu
[Gerçek Bir Her Türlü Kavramın Üstündedir]
aynı ohnaz. Bu yüzden, "Biri ifade etmesi açısından daire çizgisi diğer
çizgilerden daha uygundur" rlenmiştir. Çünkü o, ne eksik ne fazla, tam Gerçek Bir kategorilerin21 2 hiçbirine dahil değildir. O, madde, cins,
bütünlüğü ifade eder. Bu durumda olan nesneler [159] bölünüp parçala-
tür, şahıs, fasıl, hassa, araz-ı amın değildir; hareket, nefıs, akıl, küll, cüz',
nabilirlik açısından çokluk ifade ederler. Bununla beraber diğer birlik cemi' ve ba'z da değildir. O başkasına nisbetle bir değil, tersine mutlak
türlerine nisbetle, bölünmeyen nesnelere bir demek daha uygun düş
212 Bu kelime metinde el-ma'kıiltitolarak geçiyorsa da burada kategoriler söz konusu
mekte ve birlik kavramını en iyi bunlar temsil etmektedir. edUdiğine göre el-makıiltit şeklinde olmalıdır.
Birinci Bölümün Dördüncü Kısmı lll_
___1!!2. Felsefi Risaleler
kazan~n şey ezell değildir, ezell olmayan yaratılmıştır yani var oluşunun
birdir, çokluğu kabul etmez. O birleşik ve çok olmadığı gibi, anlattığımız
~ebebı vardı:. O halde varlık kazanan şey yaratılmıştır. Var oluşun sebebi
bir çeşitlerinin hiçbirinden değildir. Bir çeşitlerine ilişkin olan özellikler
ilk gerçek Bır o~duğuna göre yaratmanın (el-ibdii') sebebi de ilk k
onda bulunmaz. Çünkü anlattığımız bu şeyler ona yüklenecek en basit Bir'dir. . gerçe
niteliklerdir. Oysa ona yüklenen şeyler [nitelikler] daha fazla çokluk ifade
eder. O halde gerçek Bir'in maddesi, formu, niceliği, niteliği ve izafeti etkiHareA~etin ilkes_i olan sebep -yani hareketin ilkesi olan hareket ettirici- .
yoktur. Diğer kategorilerin hiçbiriyle de nitelenmez. O'nun cinsi, faslı, . n (faıl) _sebe~tır. İlk gerçek Bir var oluş hareketinin -yani etkilenme-
şahsı, hassa ve araz-ı amm'ı yoktur. O hareket eden [değişen] değildir. O, nın- sebebı olduguna göre o tüm varlıkların yaratıcısıdır.
gerçek Bir olmanın ötesinde hiçbir şeyle nitelenemez. Yalnızca O salt . :vradem ki ancak birlik vasfı taşıyan şeylerin varlığı söz. konusudur-
Bir'dir. Yani O, Birlik'ten başka bir şey değildir; O'nun dışındaki her birlik ~ırhkleri varlıkları demektir; o halde her şeyin varlığını sürdü~mesi birli~
çokluk sayılır. Öyleyse birlik, Gerçek Bir'den başkadır. [161] Yukarıda an-· ?.e bağlıdır, birlik ayrılacak olursa varlık hemeneecilc yıkılıp helak olur
!attığımız gibi, bütün eşyadaki birlik arazdururnundadır. Gerçek Bir, zat o;leyse Gerçek ~ir, ilk olan, yaratan ve varlığa süreklilik verendir. Bir şe .
itibariyle Bir olandır ki O'nda hiçbir yönden çokluk yoktur. O nun koruması
ve gücü dışında
kalacak olsa derhal yıkılıp
helak olur. y
O, &erek zatı gerekse başkası itibariyle hiçbir şekilde bölünmez. O ne Böylece yaratan, var eden, varlığa süreklilik veren ve güçlü ola -
zaman, ne mekan, ne özne, ne de yüklemdir. Küll, cüz', cevher ve araz de- çek. B"ır •·ı ortaya~ ıkarmak için birler arasındaki farkı izaha yönelik amacı-
n ger
ğildir. O, bölünme ve çoğalma türlerinin hiçbiriyle b ölünmez. mız ge~çekleşmış oldu. Yine böylece millhiçllerin nitelemelerinden çok
Türlerin hepsini ifade eden bir O'ndan başkadır. Eğer birin yüklendi- daha yu ce olan gerçek Bir karşısında mecaz! birierin de ne olduğu ortaya
çıkmış oldu.
ği şey araz durumundaysa -birlik vasfı ister araz, isterse zatı ifade etsin-
böyle olan her şey O'nc;lan başkadır. Varlığın bilfiil sonsuz olması imkan- . Şimdi bu bölümü gücü, kudreti tam ve ikramı bol olan [Allah]' d -
t ~· il ın es
sızdır. Biriilde nitelenen varlıklardaki birliğin ilksebebi gerçekBir'dir ki O, egı e tamamlayalım ve tabii olarak bunu takip eden konuya geçelim.
birliği başkasından almış değildir. Çünkü başlangıçtan itibaren sonsuza Ya'kı1b b. İshak el-Kiodi'nin kitabının birinci bölümü sona erdi.
dek varlıkların birbirinin sebebi olması imkansızdır. Öyleyse birlikle nite- Hamd, alerrılerin rabbi olan Allah'a layıktır. O'nun rahmeti, Muham-
lenen varlıklardaki birliğin sebebi İlk Gerçek; Bir'dir. Birlik ifade eden [di-
med Peygamber'in ve tüm ev halkının üzerine olsun.
ğer] bütün varlıklar sebeplidir. Gerçek Bir'in dışındaki her bir, gerçek de-
ğil medizi birdir. Sebepli varlıklardan her birinin birliği zatından (hüviy- .
yet) başkadır. Yani var oluş itibariyle çok değilse de Mutlak Bir de değildir;
o halde çoktur. Mutlak Bir derken, asla çok olmayanı ve birliği ile zatı (hü-
viyyet) aynı olanı kastediyorum.
Duyulur varlıkların ve onlara ilişkin olanların her birinde b idikle çok-
luk beraber bulunduğuna, onların hepsindeki birlik vasfı -asli değil- arı
zi olduğuna, çokluk zorunlu olarak birierin toplamı olduğuna ve birlik
bulunmaksızın çokluk da asla olamayacağına göre her çokluk birlik saye-
sinde varlık kazanmış (telıevvf) demektir. Eğer birlik olmasaydı [162] çok-
luğun varlığından asla söz edilemezdi. Demek oluyor ki her var olan, ol-
mayanı meydana getirmek üzere bir etkilenme (infi'ô1) durumundadır.
öyleyse ilk gerçek Bir'den gelen birlik feyzi, her duyulur nesneye ve onla-
ra ilişkin olanlara varlık vermiştir. O kendi varlığından onlara sununca,
her bir varlık vücut bulmuştur. Şu halde var oluşun sebebi gerçek Bit'dir
ki O, birliğini başkasından almış değildir, tersine O bizatihi Bir'dir. Varlıl$
Tarifler Üzerine
{Risale fl hudadi'I-eşya ve rusumiha)
el-İlletü'l-illa (İlk
sebep): Yaratıcı, etkin, değişikliğe uğramayan [ha-
reket etmeyen] ve her şeyin gayesi olan varlık [Tanrı].
el-Akl (Akıl): Varlığın hakikatini kavrayan basit cevher.
et-Tabi'a (Tabiat): Hareketin ve onu takip eden sükfınun ilkesi. Tabiat
nefsin ilkgüçlerindendir.
en-Nefs (Nefis): Canlılık yeteneği bulunan ve organı olan tabii bir cis-
min tamamlanmış hali. Denilmiştir ki nefıs, bilkuvve carılılığa sa-
213 Ebu Ride'nin neşrinde bulunmayan bu kısım sadece Abdülemir neşrinde mecut-
tur; bkz. el-Mustalalıu'l-felsefi, s. 189-190.
___]_@_ Felsefi Risaleler Tarifler Üzerine lll_
hip olan tabii bir cismin ilk yetkinliğidir. Ve yine denilmiştir ki ne- el-Hareke (Hareket): Bir nesnenin (zat) durumunun değişmesi.219
fis, kendiliğinden hareket eden akli [manevi] bir cevher olup bir-
ez-Zaman (Zaman): Hareketin saydığı [belirlediği]. cüzleri sabit ol-
çok güce sahiptir.
mayan ~kararsız] süreç.220
el-Cirm (Cisim): üç boyutlu olan her şey cisimdir. 214
el-Mekan (Mekan): Cismin sınırları [arası] dır. Bir görüşe göre, kuşatan
el-İbda' (Yaratma): Bir şeyi yoktan meydana getirme. [166] la kuşatılan [cismin] son sınırlarının karşılaşmasından ibarettir.
el-Heyilla (Şekilsiz ilk madde): Çeşitli şekilleri [form] kabul eden pasif el-İziife (Nisbet): Her birinin varlığı diğeri ile anlaşılan iki şey arasında
güç. ki ilişki (nisbet).
es-Süre (Sfuet, şekil~ form): Bir şeyi o şey yapan özellik.21 5 et-Tevehhüm (Fantezi, hayal): Maddesi ortadan kalktığı halde onun
el-Unsur (Unsur, eleman): Maddi olan her şeyin özündeki madde. suretini algılayan [hayalde canlandıran] psikolojik güç. Bir görüşe
göre fantezi, tahayyülden ibarettir; bu da madde ortadan kalktığı
el-Fi'l (Fiil):· Etkiyi kabullenen konudaki [edilgindeki] etki. Denilmiştir
halde oıiun suretinin [hayalde] canlanmasıdır.221
ki fiil, hareket edenin kendisindeki harekettir. 216
el-Hass (Duyan güç): Maddesi ortadan kalktığİ halde onun sılretini al-
el-Amel (Arnel): Düşünerek yapılan fiil. 217
gılayan [hayalde canlandıran] psikolojik güç.222
el-Cevher (Cevher, töz): Kendi kendine yeterli olan; arazları taşıdığı
el-Hiss (Duyu): Nefsin, duyu güçlerinden biri kanalıyla maddi varlıkla
halde kendisi değişmeyen, niteleyen değil nitelenendir. Bir görüŞe gö-
rın suretini algılaması. Bir görüşe göre duyu, nefs in duyulur nesne-
re cevher, oluş ve bozuluşu, oluş ve bozuluş gibi her bir nesnenin öz
lerialgılayan gücüdür.
cevherinde artışı gerektiren şeyi kabul etmeyendir. Öyle ki o artış
el-Kuvvetü'l-hassase (Duyarlı güç): Her birvarlıkta-bedendeki organ-
bilindiğizaman, cevherin özüne dahil olmayan cüz'i cevherlerin
larda ve dış dünyada- meydana gelen değişmenin farkına varan güç.
her birine arız olan şeyler de bilinmiş olur.21 8
el-Mahsus (Duyulur nesne): Maddenin algılanan sureti [form]. [168]
el-İhtiyar (Seçme, ayırt etme): [167] Düşünme ve ayırt etme [gücün-
den] sonra gelen irade. er-Reviyye (İç tercih): İçten geçen düşünceler2 23 arasında tercih yap-
ma.
el-Kemmiyye (Nicelik): Eşitlik ve eşitsizliğe ihtimali olan nesne.
el-Keyfıyye (Nitelik): Benzerlik ve benzemezliği sağlayan özellik. 219 Kindi, başka eserlerinde hareketi daha ayrıntılı bir şekilde şöyle tarif eder: Hareket,
herhangi bir değişimdir. Cismin merkezinin, dizlerinin veya bütününün yer de-
el-Mmiif (Nisbet olunan): Başkasının varlığı amin varlığına bağlı olan ğiştirmesi, yer değiştirme hareketidir (el-/ıareketü'l-mekaniyye). Cismin yer değiş
tirmesi ya merkeze ya da merkezden çevreye olur ki, bu artma ve eksilme hareke-
......şey.
tidir (er-rubuuu ue'l-izmilıla[). Eğer cismin sadece nitelikleri değişirse bu dönü-
şüm hareketidir (el-istilıale). Cevherin değişmesi ise oluş ve bozuluş hareketidir
214 Filozof bir başka eserinde cismi şöyle tarif eder: Cisim en, boy ve derinlik olmak
(el-keunue'l-fesad); bkz. Kindi, İlk Felsefe Üzerine, s. 151; aynı ifade için bkz. Kindi,
üzere üç boyutu olan bir niceliktir; bkz. Kindi, Cisimsiz Ceulıerler Üzerine, s. 239.
Allalı'ın Birligi ue Alemin Sonlulugu Üzerine, s. 209.
215 Kindi bir başka eserinde sureti şöyle tarif etmektedir: Stiret, bir şey ister d~yu, is- 220 Bu terim bir başka yerde şöyle tarif edilmektedir: Zaman illemin var oluş sürecidir;
terse alcıila algılansın, onu o şey yapandır; bkz. Kindi, Cisimsiz Ceulıerler Uzerine, bkz. Kindi, Allalı'ın Birligi ue Alemin Sonlulugu Üzerine, s. 209.
s.240.
221 Filozof bir başka eserinde bu güce el-musauuire adını vermekte ve şöyle tarif et-
216 Müellifbir başka yerde fiili şöyle tarif etmektedir: Fiil, etki edenin etkilenende or- mektedir: Tek tek nesnelerin gayr-ı maddi formlarını bize kazandıran güçtür; bkz.
taya çıkan etkisinden ibarettir; bkz. Kindi, Gerçek ue Meciizi Etkin Üzerine, s. 197. Kindi, Uyku ue Rüyanın Mahiyeti Üzerine, s. 252.
217 Filozof bir başka eserinde arneli şöyle tanımlar: Amel, etkin ortadan kalktıktan son- 222 Filozof bir başka eserinde, duyu organları kanalıyla algılama yapan güce el-his,
ra etkisinin edilginde devam etmesidir; bkz. Kindi, Gerçek ue Meciizi Etkin Üzerine, aracısız algılayan güce ise el-musauuire adını vermektedir; bkz. Kindi, Uyku ue Rü-
s. 198. yanın Mahiyeti Üzerine, s. 252.
218 Cevherin tarifiyle ilgili bu son kısım oldukça karmaşıksa da filozofun neyi kastetti- 223 Ebti Ride 1950 yılında yayınıladığı metinde bu kelimeyi ceualıir şeklinde okumuş, .
ği anlaşılmaktadır. Cevherin daha açık bir tarifi için bkz. Kindi, Cisimsiz Ceulıerler fakat 1982'deki ayrı basımda}ıauatırolarak tashih etmiştir. İkincisinin isabetli ol-·
Üzerine, s. 240. duğunda kuşku yoktur.
__1M Felsefi Risaleler Tarifler Üzerine ıırn_
er-Re'y (Zayıf görüş): Söz ve kitapta [yazıda] temellendirilmemiş bir mayarun sebebi (illet) yoktur, sebebi olmayan ise ebedi olarak
görüşten (zan) ibarettir. Bir yoruma göre, değişmesi mümkün ol- vardır.226
makla beraber, nefsin çelişik olan iki şeyden birine inanmasıdır. el-İlelü't-taqi'iyye (Tabii sebepler): Tabii sebepler dörttür:. ı. Bir şeyin
Diğer bir görüşte ise kadı'nın verdiği hüküm geçerli olmakla birlik- kendisinden meydana geldiği [şey], yani onun maddesi. 2. Bir şeyi
te, ona karşı duyulan zandır. O halde görüş, zannın devam etmesi o şeyyapan sureti [form]. 3. Bir şeyin hareketinin [değişiminin] il-
durumudur. kesi olan sebep. 4. Etkin'in edilgin üzerindeki etkisini niçin yaptı
el-Müellef (Birleşik): Aynı tabii şeylerden oluşup birleşen; özelliğin ta- ğını bildiren [gaye] sebep.227
rif edilene delaleti gibi delil.let. Bir görüşe göre cinsleri aynı, tarif- el-Felek (Felek): Madde ve süreti olup ezeli olmayan.
leri farklı olan şeylerden meydana gelen birleşme durumu. el-Muhill (imkansız): Çelişik olan iki şeyi aynı zamanda, aynı kısımda
el-İrade (İrade): Kendisiyle seçeneklerden birinin kastedildiği güç. ve aynı ilişki içinde bir şeyde toplamak. [170]
el-Mehabbe (Sevgi): Varlığın birleşme sebebi.224 el-Fehm (Anlpma): Amaçlananı bütünüyle kavramayı sağlayan güç.
el-İk§.' (Usul, ritim): Sesin zaman bakımından uygun ve benzer aralık el-Vakt (Vakit): İş [ve eylem] için takdir edilen sınırlı zaman.
Iara ayrılması işi. el-Kitab (Kitap, yazı): Sesleri [ifadeleri] ayırmak, düzenlemek ve açık
el-Ustukuss (Eleman): Bir şeyin oluştuğu, çözülüp dağılınca yine ken- lamak için tasarlanan belli bir şeyi yapma.228
disine döndüğü; kendisinde bilkuwe oluş bulunan şey [bilkuwe el-İctima' (Birleşme, toplanma): Sevginin doğal sonucu.
aktif olan]. Cismi oluşturan unsur; cisimdeki en küçük şey. · el-Küll (Bütün): Parçaları birbirine benzeyen ve benzemeyerıleri ifade
el-Vil.hid (Bir): Bilfiil olan, bazen arazia da nitelenendir. 225 [169] eden ortak terim.
el-İlın (İlin:ı.): Varlığın hakikatini bilme. el-Ceıni' (Hep): Parçaları birbirine benzeyenleri ifadeye özgü bir te-
es-Sıdk (Doğruluk): Olana olumlu, olmayana da olumsuz ifadede bu- rimdir.229
lunma. Doğru ya bir şeyin bir şeye ait olduğunu isbat veya bir şe el-Cüz' (Parça): Bütünün içinde bulunan.
yin ona ait olduğunu inkardır.
el-Ba'z (Kısım): Topluluğun içinde bulunan. 23 0 Bunların hepsi [son
el-Kizb (Yalan): Olmayana olumlu, olana da olumsuz ifadede bulun- dört terim] uygunluk ölçüsünde kategorilerden her birirıe yüklenir.
ma.
el~Cizr (Kök): Bir sayı kendisiyle çarpıldığı zaman çarpımı sağlayan 226 Filozof bir başka yerde "Ezeli" yi şöyle nitelemektedir: Ezeli öyle bir varlıknr ki
onun hakkında mutlak olarak yokluk söz konusu değildir. Ezelinin varlığının önce-
çarpan onun köküdür. · si yoktur ve varlığını sürdürmesi başkasına bağlı değildir. O, sebepsiz varlıktır. Eze-
el-Garize (Garize): Canlılığı sağlama}< üzere kalbde bulunan doğal bir li olan için konu, yüklem, etkin ve sebep yoktur; bununla, onun varlığının bir ama-
cı yoktur demek istiyorum; bkz. Kin di, İlk FeLmfe Uzerine, s. 148.
durum.
227 Kindi başka bir eserinde dört sebebi daha açık olarak şöyle ifade eder: Her sebep
el-Vehm (Vehim): Bir şey hakkında olumlu veya olumsuz karar vere- ya maddi ya sfıri [formel] ya etkin (/iii[) -ki bununla hareket ettireni kastediyorum-
meme durumu. ya da tamamlayıcı sebeptir -bununla da bir şeyin oluşundaki amacı kastediyorum;
bkz. Kin di, İlk FeLçefe Uzerine, s. 140.
el-Kuwe (Kuwet): Açıkta olmayan fakat kendisinde bilkuwe bulun- 228 Bu ifade kitaptan çok yazının tarifine uygun düşmektedir.
duğu şeyde açığa çıkması mümkün olan. 229 Filozof bir eserinde: "el-Cemi', benzer parçalardan oluşan bütünlüğü [topluluğu]
el-Ezeli (Ezeli): Yok olmayan ve varlığını sürdürmek için başkasına ifade etmez... O, farklı yapıdaki nesnelerin oluşturduğu topluluktur... " diyerek bu-
radakinin tam zıddı bir tanımlamada bulunmaktadır; bkz. Kindi, İlk Felsefe Uzeri-
muhtaç olmayan. Varlığını sürdürmek için başkasına muhtaç ol- ne, s. 158.
230 Ki ndi bir başka yerde el-ciiz' ile el-ba'z terimleri arasındaki farka işaret ederek der
224 Bu tarif, varlıktahertürlü oluş ve bozuluşu sevgi ve nefret teorisiyle açıklayan Em- ki: Cüz', bütünü oluşturan ve onu eşit ölçüde böleni ifade eder. Ba'z ise bütünü
pedokles'in görüşünü hanrlatmaktadır. · (kül[) oluşturmayan ve onu eşit ölçüde bölmeyen demektir; bkz. Kindi, İlk Felsefe
225 Filozof burada hakiki Bir ile meciizi bir arasındaki far ka işaret ediyor olmalı. Uzerine, s. 159.
Tarifler üzerine lll_
__1Dll Felsefi Risaleler
el-Mümiisse (Teğet): Ardarda gelen iki cismin arasında ne kendi yapı ma (hsr) denir. Veya kap dolunca [içine konan maddenin kendi
ağırlığıyla] birbirine [yaklaşıp] yerleşmesidir ki buna da sıkına
larından ne de başkasından kaynaklanan, duyu gücünün [dahi] al-
('asr) adı verilir.233
gılayamadığı bir şey.231 Teğet, iki cismin ortak bir çizgide son bul-
masıdır.
el-İncizab (Çekilme, dürülüp katlanır olma): İstenilen yöne çekilip kat-
lanır olma,elbise gibi; herhangi biryerirıden çekenkimse onuistedi-
es-Sadik (Dost): O bir insandır, o da sensin; ne var ki senden baş~ası
ği yönde çekip dürebilir.
[olduğu sarıılır]. Dost canlı bir varlık ve anlamının dışında kullanı
lan bir isim. 232 [1 71] er-Rama (Koku): Bir cismin içinde saklı bulunan, cismirı gücünün [bazı
niteliklerinin] de karışmış olduğu havanın [dışarı] çıkması.
ez-Zarın (Zan): Bir.şeyin dış görünüşüne bakarak onun hakkında karar
verme. Bir görüşe göre, kadı'nın kendi kararını değiştirmesini el-Felsefe (Felsefe): Eskiler felsefeyi birkaç şekilde tarif etmişlerdir: I.
mümkün kılacak kadar delil ve is b ata dayanmayan gerçek dışı karar Adından türetilmiş tarife göre: "Felsefe, hikmet sevgisidir." Çünkü
feylesof se:ren anlarnındaki "fila" [illos olacak] ile hikmet anlamına ge-
ve açıklama.
len "su-fa" dan [sofia olacak] oluşmuş birleşik bir kelimedir. 2. Fel-
el-Azın (Kararlılık): Bir işi işlernek üzere verilen kararda diretme.
sefeyi [pratikteki] etkisi açısından tarif ederek demişlerdir ki: "Felsefe,
el-Yakin (Kesirı bilgi): önermenin isbatlanmasıyla birlikte düşüncenirı insanın gücüyettiği ölçüde yüce Allah'ın fiilierine benzemesidir." Bu-
doyuma ulaşması. nunla, insanın tam anlamıyla faziletli olmasını kastetrnişlerdir. 3.
ed-Darb (Çarpma): İki sayıdan birini diğeriyle çarpma. Yıne etkisi açısından tarif ederek demişlerdir ki: "Felsefe, ölümü tercih
el-Kısme (Bölme): İki sayıdan birini diğerine bölme; sayının bir kısmı etmektir." Onlara göre iki çeşit ölüm vardır; biri ruhun (nefs) bedeni
nı [diğer] bir kısmına veya başka bir sayıya bölme. kullanmayı terketmesidir ki bu tabii ölümdür. ikincisi arzulan öl-
dürmektir. İşte onların ölümden kasıtları budur; çünkü fazilete gi-
et-Tıbb (Tıp): Artırmak ve eksiltın ek suretiyle insan vücudunu iyileştir
den yol arzuları öldürmekten geçer. Bundan ötürü eskilerin önde
ıneyi ve sağlığını korumayi amaçlayan sanat.
gelenleri lezzetin kötü (şer) olduğunu söylemişlerdir. Zorunlu ola-
el-Hariire (Sıcaklık): Cevheri [maddesi] aynı olan şeylerin toplanması
rak nefsin [1 73] biri duyu, diğeri de akıl olmak üzere iki kullanım
nın [birleşmesirıin] ve cevheri farklı olanların ayrılmasının sebebi.
[gücü] bulunduğuna göre, insanların lezzet dedikleri duyu algısına
el-Bürüde (Soğııkluk): Cevheri [maddesi] farklı olan şeylerin toplan- hitap eden şeydir; dolayısıyla duyu lezzetleriyle meşgul olmak ak-
masının ve cevheri aynı olanların ayrılmasının sebebi. lı kullanmamak demektir. 4. Felsefeyi [diğer ilirnlerin] sebebi olması
el-Yebs (Kuruluk): Bir şeyin kendi varlığı tarafından kolay, başkasının açısından tarif ederek: "Felsefe, sanatların sanatı ve hikmet! erin hik-
varlığı tarafından zor kuşatılır olma sebebi. metidir" demişlerdir. 5. "Felsefe, insanı!! kendini (nefs). bilmesidir"
diye de tarif etmişlerdir. Bu, derin ve son derece değerli bir ifadedir.
er-Rutı1be (Yaşlık): Bir şeyin başkasının varlığıyla kolayca birleşme,
Sözgelimi ben, varlık ya cisirndir ya değildir, diyebilirim. Cisim ol-
kendi varlığı tarafından zor kuşatılır olma sebebi.
mayan ya cevher veya arazdır. İnsan ise cisirn, nefis ve araziardan
el-İnsinii' (Katlanına): İki tarafın öne ve arkaya doğru yaklaşması.
ibarettir. Nefis cisim olmayıp cevher olduğuna göre, insan kendi
el-Kesr (Kırılma): Maddenin (/ıeyi'tla) birçok küçük parçaya ayrılması. varlığını tanıyınca cismi de arazlarıyla birlikte tanımış olur. Ayrıca
ed-Dağd (Sıkışma): Maddenin (lıeyilla) cüzlerinin iki sebepten ötürü ilk arazı ve cisim olmayan cevheri de bilmiş olur. O halde bunları bi-
biribirine girmesi. Bu ya maddenin cüzlerinin bir etki [1 72] sonu-
cunda birbirine yaklaşıp yerleşmesi için sıkışmasıdır ki buna sık- 233 Metinde maddenin parçalarının gerek dışardan yapılan bir etkiyle, gerekse kendi
......
231Bu tarife göre teğet, Meşşill felsefedeki "mekan" gibi metafizik bir kavramdır.
ağırlığıyla sıkışması sıkmaanlamına
şinden bunların farklı
gelen iw'la ifade edilmişse de cümlenin geli-
terimlerle karşılanması gerektiği anlaşılmaktadır. Türkçe'de
ise birincisini "sıkışma", ikincisini de "yerleşme" kelimeleriyle karşılamak dil man-
232 Filozof, dost teriminin anlamı konusunda oldukça karamsar gözükmektedir. Bu
tığı bakımından daha uygun düşmektedir.
ifade: "Insanın gerçek dostu yine kendisidir" özdeyişini _hatırlatıyor.
_m Felsefi Risaleler
Tarifler Üzerine m_
len hepsini bilir demektir. Bundan ötürü bilge kişiler insana "küçük el-Hatır (Hatıra gelen duygu, düşünce): Esintinin (es-sanih) sebep ol-
a:tem" adını vermişlerdir. 6. Konusu itibariyle: "Felsefe, insarun gücü duğu [gelip geçici duygu ve düşünce].
ölçüsünde ebedl ve killll olan varlıkların hakikatini, mahiyet ve se- el-İrade ~de): Bunun sebebi hatıra gelen şeylerdir.
beplerini bilmesidir" diye tarif edilmiştir. [174] [Yani] bu ellernde şa el-İsti'mcll (Kullanım, eylem): Bunun sebebi iradedir. Bazen eylem da-
m yüce Yaratıcı iİe akıl alemi hakkında soru sormak [felsefenin temel ha başka düşüncelerin (huturat) sebebi olabilir. Bu, Yaratıcı'nın fiili
görevidir]. Eğer sözkonusu a:temde bir şeyvarsa onun hakkında soru- olan sebepleri gerektiren bir devirdir [totoloji]. Bundan dolayı diyo-
lacak sorunun cevabı nedir? O [akıl] bedendeki nefis gibi bir şey mi- ruz ki: Şam yüce Yaratıcı bazı yaratıklarını bazıları için fikir [ve il-
dir? [Yani] nefis olmadan bedeni yönetmek mümkün olmadığı gibi, ham] kaynağı yapmış, bazısının bazısından çıkmasını sağlamış ve
beden üzerindeki etkisi görülmeden de nefsi bilmek mürıık:iin değil bazısını bazısı kanalıyla hareketli [değişken] kılmıştır.
dir. Görünen a:tem de böyledir, görünmeyen bir alem olmadan onu İradetü'l-malılUk (Yaratıkların iradesi): Hatıra gelen düşünceyi eyleme
yönetmek mümkün değildir. Görünmeyen alemi bilmek de ancak doğru e~rnli kılan psikolojik güç.
bu ellernde onun varlığım gösteren [düzen] ve eserlerle mümkün el-Mehabbe (Sevgi): Nefsin isteyip aradığı; varlığın birleşmesini sağla
olur.234 yan gücü tamamlayan. Denilmiştir ki sevgi, nefsin kendisine cez-
el-Hilaf (Başkalaştırma): Varlığa başkalık veya başka [niteliği] veren. bettiği şeyle nefsin arasında bir hal dir. [176]
el-Gayriyye (BaŞkalık): Akıl cevheri sayesinde [birbirinden] ayrılma [tema- el- Işk (Aşk): Aşın sevgi.
yüz etme]. Mesela konuşan [düşünen] konuşmayandan, insan attan eş-Şehve (Şehvet, arzu, istek): Bu, biyolojik gücün arzusu ve bu gücün
başkadır. [175] Başkalık, [nesnelerirı birbirirıden] ayrılmasını sağla gelişmesinin sebebi ... 235 Şehvet, duyulur (maddi) olana karşı gös-
yan herhangi bir niteliktir. Bu başkalık ya bir veya iki nesnede (zat) terilen iradedir. Denilmiştir ki şehvet, bedende eksileni artırmak
olur. Me~ela sıcak olan bir nesne soğuduğunda, nesnenin kendisinde ve fazla olanı eksiltmek üzere infi'clll bir şevktir. İnfi'al derken bu-
bir değişme olmadığı halde durumunda bir başkalık meydana gel- nunla biz, bir şeyin düşünce ve temyiz gücüne göre cereyan etme-
miştir. İki nesne arasındaki başkalığa da sıcak ve soğuk olan sular ör- mesini kastediyoruz.
nek gösterilebilir. İkisi de su olduğu halde birinin sıcak, diğerinin so- el-~a'rife (Tutarlı görüş): Sarsılmayan görüş.
ğuk olması başkalığı sağlayan faktördür. el-İttiscll (Kesintisiz): Sonların [sımrların] birleşmesi.
eş-Şekk (Şek, şüphe): İki önerme hakkında ortaya çıkan zannı hoş
el-İnfiscll (Kesirıtilı1: Kesintisizin zıddı.
karşılarnamakla beraber, buzandan dolayı hüküm veremerne du-
el-Mülazeka (Yapışma): İki dsınin bir cismi aralarında [sıkıştırıp] tut-
isagiici, Beyrut 1975, s. 17-24. 235 Burada cümlenin gelişiyle bağdaşmayan birkaç kelime ihmal edildi.
___1M Felsefi Risaleler
Tarifler Üzerine ill_
edilgin başkasını etkilediği için ona medizi olarak etkin adı verilmiştir.
Çünkü 0 , edilginliğin yakın sebebidir. İkincisi de öyledir, o da üçüncüsü-
nün edilginliğinin yakın sebebidir. Böylece son edilginlere kadar inilir.
Yüce Yaratan'a gelince O, aracı durumunda olan ve olmayan bütün edil-
ginlerin ilk sebebidir. Çüıikü O etkindir, asla edilgin değildir. Şu var ki.O,
.Alemin Sonlu/uğu Üzerine
ilk edilginin yakın sebebi, ondan sonrakilerin dalaylı sebebidir. (Risale fl izdhi tenahi drmi'l-alem)
Bu tür fıil, yani h~ değil, mecaz! olan edilgiillerin fiili [184] ikiye
ayrılır -çünkü bu edilginlerden hiçbiri salt anlamda etkin değildir, tersine
salt edilgin durumundadır, bunun edilginliği başkasının edilginliğine s.e-
bep olmuştur-: Birincisi, bu genel adla yani fiil diye anılandır. Bu, yürüye-
nin yürümesi gibi, etkin'in yaptığı etki sona erince o da sona erer. Yürü- Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
yen durunca yürüme fiili de son bulur ve duyu organında ondan bir iz kal-
maz. !kincisi, bina, nakış ve benzeri her sun'! eşyada olduğu gibi, etken
ortadan kalktıktan sonra etkisi edilginde devam edendir. Bina, nakış ve
bütün sun'i şeyler etkilenmenin eseridir. Bununla, onun etkisinin s~bep
olduğu eelilgiyi kastediyorum. İşte bu tür fiile "amel" adı verilmiştir. Alemin Sonlulugunu Açıklamak Üzere el-Kindl'nin
Sorduğun konuda bu sana yeter. Ahmed b. Muhammed el-Horasani'ye Yazdığı RisaJ.e239
Risrue sona erdi.
Hamd, ruernlerin rabbi olan Allah'a layıktır. Allah, elçisi Muharnrned' e ve
D
eğerli kardeş! İlk önce açıklanmasına gerek duyulan şeyler aksiyarnlar-
onun ev halkının hepsine rahmet etsin. dır(el-eviiilü'l-me'lufe). Çünkü açıklanması gereken şeylerin doğrulu
ğunu isbat için, kendilerine aksiyornlardan önermeler getirilen kimselerin
çoğu, sırf inatlarından dolayı bu öhermeleri kabul etmemişler ve bunların
doğruluğunu is bat işine yanaşmarnışlardır. Oysa aksiyornlar, kendi görüş
lerinin açıklanması için birvasıtadır. [187]
Her ne kadar tüm insanlarca veya onların büyük bir kesimince ya da
seçkinlerce aksiyarnlarİn doğruluğıınu is b ata gerek yoksa da, biz, yukarı
da anlattığımız durumda bulunanlan dikkate alarak, konuyla ilgili görüşle
rirnizi ortaya koyduk..Böylece tartışmalar kökten çözürnlensin ve izah etme-
mi candan istediğin alemin sonsuz olmasının imkansızlığını -hiçbir karı
şıklığa meydan vermeden- anlamana bir vesile olsun. Nitekim matematik
okurnayanların, mantıki kıyaslat} anlamayanların ve tabiat olaylarının farkı
na varmayanların çogu, aJ.emin sonsuz olduğıınu saiırnışlardır.
239 Burada adı Ahmed b. Muhammed el-Horasani olarak geçen kişinin, gerçekte Kin-
di'nin önde gelen ögrencilerindenAhmed b. Tayyib es-Serahsi (ö. 899) olduğu anla-
şılmaktadır; bkz. Franz Rosenthal, Alımad lbn al-Tayyib al-Saraklısi, New Haven
1943; llhan Kutluer, "İbnü't-Tayyib es-Serahsi", DİA, XXI, 230-232.
200 Fe ı s e li Ri sa ı e ı e r Alemin Sonluluğu Üzerine zııL
Her gerçeği bulmarnızda ve her gayeye ulaşmariıızda b aşan Allah'tandır. Böylece her niceliğe kendi cinsinden bir nicelik eklenince ikisinin
Şimdi bu konuda gerekli olan önermeleri takdim edelim ve bunlarla ne- toplamının tek başına birininkinden daha büyük olduğu ortaya çıkmış
yi kastettiğimizi açıklayalım ki, benzer terimlerden dolayı kanşıklık meydana oluyor.
gelmesin. c) "Biri ötekinden küçük olan niceliklerin sonsuz olması imkansızdır."
Deriz ki: Biz bu sanatta "nicelik" dediğimiz zaman üç şeyden birini kas- Çünkü az olan çok olanı veya onun bir kısmını oluşturur. Bir şeyi oluştu
tederiz: Ya çizgi gibi sadece boyu olanı, ya yüzey gibi sadece boyu ve eni olanı, ran, nicelik bakımından oluşanın bir kısmına eşittir. Buna göre sonsuz
ya da cisim gibi boyu, eni ve derinliği bulunan nesneyi kastederiz. Demek is- olanın bir kısmı sonludur; nicelik bakımından sonluya eşit olan da son-
tiyorum ki biz, "aynı cinsten nicelikler" deyimiyle tüm çizgi, yüzey ve cisimleri ludur. O halde daha az olan sonsuz hem sonludur, hem sonsuzdur. Bu ise
kastediyoruz. Çünkü çizgi, kendi cinsinden olan çizgileri ifade eder, yüzey .ve bir çelişkidir. Çünkü sonsuz olan bir şeyin diğer sonsuz olandan büyük
olması imkansızdır.
cisimleri ifade etmez. Yüzey kendi cinsinden olan tüm yüzeyleri ifade eder,
çizgi ve cisimleri ifade etmez. Cisim de cisim cinsinden olan tüm varlıklan ifa- Örnek: Eğer mümkünse AB ve CD aynı cinsten iki doğru [çizgi] olsun.
de eder, çizgi ve yüzeyleri ifade etmez. Bunlann hepsini birden ifade eden ise Ben derim ki, ounların birbirinden büyük olması imkansızdır.
"nicelik'' terimidir. [188] ·~ynı cinsten nicelikler" derken çizgi, yüzey ve cisim İsbat: Eğer mümkünse AB>CD olsun. Buna göre CD<AB ve AB,
gibi aynı cins altında toplanan nicelikleri kastediyorum. CD'nin ya katları durumunda veya CD'den biraz fa:zladır. Eğer AB, CD'nin
Şimdi artık aynı cinsten nicelikler üzerinde genel ifadelerde bulunabiliriz: katları durumundaysa CD, AB'yi birkaç kez oluşturuyor demektir. Şayet AB,
a) "Birbirinden büyük olmayan aynı cinsten nicelikler eşittir." CD'den biraz fazlaysa AV'den ibaret olan .bu fazlalık CD'nin bir katıdır.
[190] CD'nin katı veya CD'nin katlarından birine eşit olan bu kısım da HV
örnek: A ve B aynı cinsten iki niceliktir ve biri ötekinden büyük değildir.
doğrusu olsun. Buna göre sonsuz olan AB doğrusunun bir kısmı sorılu
öyleyse ben bunlann eşit olduğunu iddia ediyorum.
olur. Çünkü onun artması mümkündür. HV doğrusunun da artması
ls bat: Bunlar eşit değilse, biri .öbüründen büyük demektir. Buna göre di- mümkün olduğu için o da sonludur. Sonlu bir şeye eşit olan da sorılu olaca-
yelim kiA> B olsun. Oysa yukanda geçtiği üzere biri ötekinden büyük değil ğından CD de sonludur.
dir. O halde A>B imkansız bir çelişkidir. Dolayısıyla bunlar eşittir. Zaten
Halbuki yukarıda CD'nin sonsuz olduğu iddia edilmişti. Dolayısıyla
bizim amacımız da A=B olduğunu ortaya koyrnaktı.
bu imkansız bir' çelişkidir. Demek oluyor ki, aynı cinsten iki sonsuz nice-
b) ·~ynı cinsten iki eşit nicelikten birisinin miktarı aynı cinsten bir ni- likten birinin öbüründen küçük olması imkansızdır. Zaten bizim amacı
celikle artırılınca birbirine eşit olmazlar." Bu doğru bir önermedir. Eğer mız da CD=AH+VB olduğunu göstermekti.
böyle olmasaydı çelişik olması gerekirdi yani aynı cinsten olan iki eşit ni- d) ·~ynı cinsten olan niceliklerin her biri sonlu ise hepsi sonlu olur."
celikten birinin miktarı aynı cinsten bir nicelikle artırılınca birbirine eşit
Örnek: A ve B aynı cinsten sonlu iki nicelik olsun. Ben bunların ikisi-
olurlardı. O zaman da bir şeyin parçasının bütününe eşit veya ondan bü-
nin de sorrlu olduğunu söyleyebilirim.
yük olması gerekirdi.
İsbat: A dağrusuna eşit bir C doğrusu çizelim. Aynı yöndeki D doğrusu
örnek: A ve B aynı cinsten eşit iki nicelik olsun. A niceliğine kendi cin-
ona ulaşsın ve D, B dağrusuna eşit olsun. Buna göre biz, CD=AB olduğunu
sinden olan C niceliği eklenince benAC>B olduğunu iddia ediyorum.
açıklayalım: CD doğrusu sonludur, başka türlü olması imkansızdır. Bir an
lsbat: Bu önermenin başka şekilde sonuç vermesi mümkün değildir. için CD'yi sonsuz kabul edelim. Sonsuz olan bir nicelikten sürekli olarak
Eğer başka şekilde olsaydı ya B=AC veya B>AC olacaktı. [189] Eğer B=AC ise bir miktar alınsa da bitip tükenmez. Eğer CD'den bir miktar alımnca biti-
-halbuki yukarıda B=A olduğu söylenmişti- o zaman A=AC dir, ve yorsa o sonludur. Şimdi CD'den Nya eşit bir miktar alalım ve bu C olsun.
~C'dir, yani parça bütün gibidir. Dolayısıyla bu imkansız bir çelişkidir. B'ye de eşit bir miktar alalım, bu da D olsun. [191] CD'den C alımnca ge-
O halde B>AC dir. Eğer B>AC, ve B=A ise A>AC'dir yani parça bütünden bü- riye D kalır, D de alımnca geriye hiçbir şey kalmaz. O halde CD sonludur.
yüktür. Oysa bu daha da çirkin bir çelişkidir. Demek oluyor ki AC>B'dir. Demek oluyor ki sonlu olan CD'den ibaret olan AB niceliği de sorılu olur.
Zaten bizim amacımız da A+B=AC olduğunu ortaya koymaktı. Zaten bizim amacımız da A=C ve D=B olduğunu açıklamaktı.
202 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r
olandan daha büyüktür. İkisi birlikte sonsuz olduğuna göre, sonsuz olan
sonsuz olandan daha· büyük demektir. Halbuki sonsuz dsınin sonsuz ci-
simden daha büyük olmasının imkansızlığını ve biri öbüründen ~üyük
olmayan aynı cinsten iki niceliğin eşit olduğunu yukanda izah etmiştik.
[192] Ayrıca [b aksiyomuna göre] miktarı artırılan niceliğin, artırılmazdan el-Kindi'nin Sonsuzluğu imkansız Olanın Miilıiyeti ve Sonsuzluğun
önceki durumuna eşit olmadığı açıklanmıştı. Bu durumda miktarı artırı Ne Anlama Geldiği Hakkındaki Risruesi
larıla artırılmayan, nicelik bakımından hem eşittir, hem eşit değildir. Bu
ise imkansız bir çelişkidir.
Demek oluyor ki cismlı:ı. sonsuz olması imkansızdır. Öyleyse ruemin (cir-
·A Ilah seni başarılı kılsın, gerçeği öğrenme uğrunda en son amaca
ulaştırsın ve bütün davranışlarını gerçekle süslesirı.
mu'l-kül[) sonsuz olması imkansızdır. Alem sonlu olduğuna göre onun ku-
Sonsuzluğun ne olduğu,hangi türe yükleneceği ve sonsuzluğu imkansız
şattığı bütün varlıklar da sonludur.
olanın ne olduğu hakkında sorduğun soruyu anladım. Ben de düşünce
Bu kitabırnızda açıklamayı vaadettiğimiz mesele ile ilgili olarak bu [sa- durumunu dikkate alarak sana yetecek kadarını yazdım. Bu yazdığımla ve
na] yeter. istedim ki, önceki yazdıklarırrıla birlikte bu kitap tek başına ye- gerçeğin tüm görünümleriyle mutlu olmanı dilerim.
terli olsun. Bununla beraber, öteki kitaplarırnızda bu konuyla ilgili ola-
İmdi deriz ki:
rak birçok kıyas yaptık ve fiziğe dayalı doğru deliller ortaya koyduk. Bu ki-
a) Kendisinden bir şey eksilen her şeyin geriye kalan kısmı, önceki du-
tabırnızda ise deneye (el-lıiss) ve akla dayanan ilimler arasında orta bir yer-
rumundan daha azdır.
de bulunan matematik yöntemini kullanarak senin yükürıü hafifletmek
istedik. b) Kendisinden bir şey eksilen her şeye, eksilen kısım iade edilirıce ön-
ceki durumuna döner. [195]
Allah'tan sana yararlı bilgi nasip etmesini, böylece en kolay ve en emin
geleceğe ulaştırmasını hiyaz ederim. c) Sonlu olan her şey biraraya toplandığında, bunların toplarm da son-
lu olur.
Harnd Allah'a layıktır. Şükür, bilgisini bize lütfedene ve gücüyle bizi
kendi hoşnutluğuna erdirene aittir. d) Biri ötekinden daha az olan iki şeyden, daha az olan daha çok ola-
nı veya onun bir kısmını oluşturur. Tamamını oluşturuyorsa bir kısmını
Risrue sona erdi.
da oluşturmuş sayılır.
Hamd, aıemlerin rabbi olan Allah'a layıktır. Sali'it, O'nun elçisi Mu-
Eğer sonsuz bir dsınin var olduğu farzedilirse, bunun bir kısmının ek-
harnmed'in ve bütün ev halkının üzerine olsun.
204 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Sonsuzluk üzerine 205
sildiğini düşün. Bu durumda geriye kalan ya sorrlu veya sonsuz olacaktır. ğinde bu mesafe eşit sayıdaki zaman dilimlerirıden ibarettir. Eğer sonsuz za-
Eğer sorrlu ise, alınan kısım iade edilince tamamı sorrlu olacaktır. Oysa
man ile varsayılan zaman [arasındaki mesafe] belli ise, varsayılan zamandan
önceden bunun tamamının sonsuz olduğu varsayılmıştı. O halde _bu, "Son- başlayarak geçmişe doğru uzanan sonsuz zaman ile varsayılan zaman [ara-
suz olan sonludur" anlamına geldiğinden imkfınsız bir çelişkidir. sındaki mesafe de] eşit olacaktır. Çünkü sonsuzdan varsayılan zamana doğ
ru gelen ile, yarsayılan [noktadan] sonsuza doğru giden aynı zamandır. O
Eğer sonsuz kabul edilen cisimden bir kısım alındığı halde geriye ka-
halde sorrlu bir sayıya eşit olan sayı da sorrlu olacaktır. Çünkü eşit sayılar
lan sonsuz oluyorsa, alınan kısım cismin ilk durumundan daha az ola-
dan biri diğerinden bir birim dahi fazla olamaz. Demek oluyor ki, sonsuz
caktır. Çünkü, "Kendisinden bir şey eksilen her şeye, eksilen kısım iade
olan zaman sonludur. Bu ise imkansız bir çelişkidir. Öyleyse mahiyeti itiba-
edilince önceki durumuna döner." Buna göre sonsuz olan, sonsuz olandan
riyle zaman sonludur.
daha az olmuş olur. Halbuki, "İki şeyden daha az olan daha çok olanı ve-
Daha önce zaman, hareket ve dsınin mahiyetçe birbirirıden önce gel-
ya onun bir kısmını oluşturur. Eğer daha çok olanı oluşturuyorsa bi~ kıs
meyeceğini söylemiştik. [198] O halde ne madde, ne hareket ve ne de za-
mını da oluşturur." O halde sonstıZ olan daha büyüktür.
man ezel!dir. Asıl gerçekliğin başlangıcında ezeli olan bir Zat [Tarırı] vardır:
Eşit nesneler benzer sınırları itibariyle boyutları eşit olanlardır. Boyut-
Demek oluyor ki hiçbir şey bilfiil sonsuz değildir. Sonsuzluk ancak bir im-
lar ise sonsuz olanın niceliği veya rütbesidir (?).Buna göre sonsuz olan
kan olarak vardır.
daha küçüktür ve onun sınırları vardır. Bu ise imkansız bir çelişkidir.
[196] O halde cismin sonsuz olması asla mümkün değildir. Çünkü dsınin Ben her niceliğin katını almanın daima mümkün olduğıınu söylemi-
her durumu için bu imkansızlıklar söz konusudur. Sorrlu tarafından kuşatı yorum; zira bir şey imkan dururnundan fiil alanına çıkınca sorrlu olur. Mese-
lan da onun kuşatıcı sınırlarından dolayı sonlu olacaktır. Çünkü varlığı ds-
·4.>'
la bir şeyin katı iki şeydir ikirıinki ise dörttür. Şu var ki sayılar daima katla-
min varlığına bağlı olan ve cisimle kuşatılan yüklemler (en, boy, derinlik ve narak artar, bunların sürekli artmaları mümkündür. Fakat geçmişte olan
şekil] de cismfn sorrlu oluşuyla sorrlu sayılırlar.
her şey, zaman içindeki bu artıştan ibaret bir şeydir, o da sayı olarak son-
ludur. Bundan dolayı biz, hiçbir şeyin bilfiil sonsuz olmayacağını iddia edi-
Fiilin sebebi güç olduğu için fiil güçten çıkar. Dolayısıyla gücün sorrlu
yoruz. Güç haline gelince -bununla imkanı kastediyorum- O'ndan baş
oluşuyla fiil de sorrlu olur.
kası sonsuz olamaz.
Zaman hareketin saydığı (belirlediği] bir süreçtir (müddet). Eğer hareket
Böylece neyin sonsuz ve neyin sorrlu olduğu açıklanmış oldu. Sorduğurı
yoksa zaman da yoktur. Eğer hareket eden [değişikliğe uğrayan] cisim
konuda bu sana yeter.
(cirm) yoksa hareket de yoktur. Cisim yoksa zaman ve hareket yoktur. Eğer
Allah. senin dünya ve ahiret işlerirıi yoluna koysun, gerçeği anlama ve
zaman varsa hareket vardır, hareket varsa cisim vardır. Eğer zaman yoksa
meyvesinden yararlanma hususunda sana yardım etsin, her türlü hata-
hareketin saydığı süreç de olmayacaktır. Çünkü eğer birbirirıi takip eden
dan korusun ve tevfikiyle en temiz işlere yöneltsin!
hareket varsa ".,.den ...ye" var demektir, yani başlangıcı ve sonu belirli bir
gerçeklik, bir süreç demek istiyorum. Risllie sona erdi.
Eğer hareket yoksa ne süreç ne de hareket olacaktır. Dolayısıyla hareket Hamd, lliernlerirı rabbi olanAllah'a layıktır. Salat, elçisi Muhammed'in ve
ve zaman olmayınca" ... den ... ye" olmayacaktır; bu olmayınca da süreç ol- onun ev halkının hepsİrlin üzerine olsun.
mayacaktır. Eğer süreç yoksacisim de yok demektir. Çünkü cisim sürecin baş
langıcıdır. [197] Şayet süreç ve an olmaz ise süreç içinde bulunacak olan cis-
mirı varlığından söz edilemez. Dolayısıyla hareket olmayınca ne zaman ne de ci-
sim vardır. O halde cisim, hareket ve zaman birbirinden önce var olamazlar.
Başlangıcı itibariyle zamanın sonsuz olması imkansızdır. Çünkü za-
man başlangıcı itibariyle sonsuz olsaydı, varsayılan [belirli] bir zamana as-
la ulaşılamazdı. Çünkü sonsuzdan, varsayılan [belirli] zamana doğru gidildi-
Allah Jın Birliği .Ye Alemin
. Sonluluğu Uzerine
{Risale fl vahdaniyyeti'llah ve tenahi drmi'l-alem)
240 Horasanh olan Ali b. Cehm (ö. 863) halife Mütevekkil'in saray şairlerindendir. Ho-
cası Kindi'den dinlediği, Allah'ın birliği ve illemin sonluluğu ile ilgili meselelerin
kitaplaştınlması talebi üzerine bu risillenin kaleme alındığı anlaşılmaktadır.
208 Fe 1s eli Ri sa ı e 1e r
Allah'ın Birliği ve Alemin Sonluluğu Üzerine 2JllL
Bu konuda gücüm yettiği kadar -senin şartlarına uygun olarak- yaz- şma cisme eşit oluyor" demektir. Halbuki o, tek başına dsınin parçasıdır.
dım ve bu hususta hiçbir çabayı esirgemedim. [202] Bu yazdıklarırnla se- Bu durumda, "Parça bütün gibidir" anlamına geldiğinden imkansız bir
nin memnun ve mutlu olmanı dilerim. Dünya ve ahirette Allah seni mut- çelişkidir. Böyl,ece sonsuz bir dsınin olamayacağı anlaşılmıştır.
lu kılsın ve en güzel sonuçlan nasip etsin! !şte istediğin konuda söze baş- Sonluya yüklenen şeyler [onun taşıdığı nitelikler] de zorunlu olarak
lıyoruz: sonludur. Buna göre nicelik, nitelik, hareket ve hareketi [hızlı ve yavaş
Akıl tarafından vasıtasız kabul edilen açık seçik aksiyarnlar şunlardır: şeklinde] belirleyen zaman ve cisme yüklenen her şey yine sonludur.
Çünkü cisim sonludur. O halde tümüyle alem ve ona yüklenen herşey
a) Birbirinden büyük olmayan tüm cisimler eşittir.
sonludur. Çünkü alemin dilima artıp genişlediğini, ulaştığı her büyüklük
b) Eşitlik, dsınin sınırlan arasındaki boyutların bilfiil ve bilkuvve aynı
sınınndan sonra daha büyük olacağını tasavvur etmek mümkündür. Zira
olmasıdır.
imkan olarak büyüklüğün sonu yoktur. Bilkuvve varlık bir imkandan baş
c) Sonlu olan sonsuz olamaz. ka bir şey olmadığına göre alem bilkuvve sonsuzdur. Bilkuvve sonsuz ola-
d) Eşit olan her cisimden birinin miktarı artırılınca, hem diğer eşitle na bağlı olan her şeyin de bilkuvve sonsuz olacağı açıktır. !şte hareket ve-
rinden hem de artırılınadan önceki durumundan daha büyük olur. zaman bu bakımdan bilkuvve sonsuzdurlar. Ama [204] bir şeyin bilfül
e) Nicelik bakımından sonlu iki dsınin toplamlan da sonludur. Her sonsuz olması -yukarıda anlattığımız gibi- mümkün değildir. Böylece
nicelik ve niceliğe ilişkin her şeyde bu bir zorunluluktur. - bilfiil sonsuz bir zamanın olamayacağı zorunlu olarak anlaşılmıştır.
f) Aynı cinsten olan iki şeyden küçüğü büyüğünü veya onun bir kısmı Zaman, alemin [var oluş] sürecidir. Eğer zaman sonlu ise, mahiyeti
gereği cisirn zaten sonludur. Çünkü zaman [cisim ve hareketten bağımsız
nı oluşturur.
olarak] mevcut değildir. Öyleyse zamansız cisim yoktur. Çünkü zaman
Eğer sonsuz kabul edilen bir cisimden sonlu bir miktar aynlırsa geri-
hareketin sayısı dır, -demek istiyorum ki zaman hareketin sayısının oluş
ye kalan kısım ya sonlu veya sonsuz olacaktır: Eğer sonlu ise, ayrılan son-
turduğu bir süreçtir.- Yani hareket varsa zaman vardır, hareket yoksa za-
lu miktar ilave edilince elde edilencisim de sonlu olacaktır. Oysa bu, son-
man da yoktur. Hareket [değişme], ancak dsınin hareket etmesiyle var-
suz kabul edilen dsınin önceki halidir. Bu durum, "Cisim hem sonlu,
dır. Cisim varsa hareket vardır, cisim yoksa o da yoktur.
hem sonsuzdur" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir.
Hareket, dururnların değişmesi dir. Yalnızcacismin tüm cüzlerinin yer
Eğer geriye kalan kısım sonsuz ise, alınan tekrar ilave edilince ya ilave
değiştirmesi, yer değiştirme hareketidir (el-hareketü'l-mekiiniyye). Cis-
edilmezden önceki durumundan daha büyük veya ona eşit olacaktır.
min yer değiştirmesi ya merkeze ya da merkezden çevreye doğru olur ki
Eğer dalı~ büyük olduğu iddia edilirse, o zaman sonsuz olanın sonsuz
bu, artma ve eksilme (er-rubuvv ve'l-izmilıliil) hareketidir. Eğer sadece
olandan daha büyük olması gerekir. Halbuki "İki şeyden küçük olan bü-
dsınin nitelikleri değişirse bu dönüşüm (el-istihiile) hareketidir. Cevheri-
yük olanı veya onun bir kısmını oluşturur." Buna göre sonsuz olan iki ci-
nin değişmesi ise oluş ve bozuluş (el-kevn ve'l-fesiid) hareketidir.
simden küçük olanın büyük olanı [203] veya onun bir kısmını oluştura
cağında şüphe yoktur. Oysa burada nicelik olarak küçük olan büyük ola- Her değişim, değişenin yani dsınin [var oluş] sürecini belirler ve her
na eşittir. "!ki eşit cisim, son sınırlan arasındaki boyutlan aynı alandır." O değişim bir zamana bağlıdır.
halde bu iki cisim sonludur. Çünkü benzer olmayan eşit cisirnlerde ben- Değişme çeşitlerinden biri de bağlaşma (el-i'tiliij) ve birleşmedir (et-
zerliği bir unsur sağlar, fakat bunların son sınırları nicelik, nitelik veya terkfb). Çünkü bu, eşyanın toplanıp düzene konmasından ibarettir. Ci-
her ikisi itibariyle farklıdır. Öyleyse bu iki cisim sonludur. Bu ise bir çeliş sim eni, boyu ve derinliği yani üç boyutu olan bir cevherdir. O halde ci-
kidir. Demek oluyor ki, biri diğerinden daha büyük değildir. sim, [205] cins olan cevher ile fasıl olan boyutlardan oluşmuş bir birleşik
Eğer alınan kısım tekrar ilave edildikten sonra önceki durumundan tir. [Başka bir deyişle] madde ve formdan oluşmuş bir birleşiktir. Birle-
daha büyük olm uyarsa, bu, "Bir cisme diğer bir cisim ilave ediliyor fakat şim, birleşik olmama durumunun değişmesidir; dolayısıyla bu bir hare-
bu cis min miktarında hiçbir artış olmuyor ve bu ilave edilen kısım tek b,a- kettir. Çünkü hareket olmasaydı birleşim olmazdı. O halde cisirn birleşik-
_ıııı Felsefi Risaleler
Allah'ın Birliği ve Alemin Sonluluğu üzerine Z1L
tir. İzah ettiğimiz gibi hareket olmayınca cisim de olmaz. Cisim ve hare-
söz konusudur yani hepsi de etkin (jflil) durumundadırlar. Şu var ki bir
ket birbirinden önce bulunamazlar.
niteliğİn hakim olduğu şeyin çokluk ifade etmesi, arıcak kısırnlarının bir-
Zaman aa hareket de vardır; hareket ise herhangi bir değişim dir. De-
birinden bazı Çizelliklerle ayrılmasıyla olur. Buna göre, eğer yaratıcı çok
ğişim ise, değişenin değişme sürecini gösteren sayıdır. Buna göre zaman,
ise, kendisinde'birçok ayırım (fas[) var demektir. Böyle olunca o, genel ve
hareketin saydığı bir süreçtir. Her cismin bir süreci vardır ki o, cismirı özel niteliklerden oluşmuş bir birleşiktir. [Elbette ki] birleşik olanı bir bir-
kimliğine kavuştuğu bir süreçtir. Açıkladığımız gibi, cisim hareketten ön- leştiren vardır. Çünkü birleşen ve birleştiren izafi kavrarnlardandır. öy-
ce var olamaz. Dolayısıyla cisim, hareketin sayıp belirlediği süreçten ön- leyse her etkin'in bir etkirıi olması gerekir. Eğer etkin bir ise o tık Etkin'dir
ce değildir. Milhiyetleri itibariyle cisim, hareket ve zaman daima birlikte (el-failü'l-evvel); çok ise, çoğun etkini daima çok olacaktır. Dolayısıyla bu
bulunur, biri diğerinden önce değildir. durum sonsuza dek sürüp gider. Oysa bunun yanlış olduğu izah edilmiş
Değişim sırasındaki her fasıla bir süreçtir; işte zaman bu süreç dili- ti. Demek oluyor ki her etkin için bir etkin mevcut değildir.
minden ibarettir. Eğer her zaman diliminden önce bir zaman diliminin O halde yaratıcı çok değil, çokluk kabul etmeyen Bir'dir. O, mülhidle-
var olduğu kabul edilirse ve kendisinden önce zaman bulunmayarı bir rin nitelendirmelerinden çok daha yüce ve münezzehtir. O, kendi yara-
dilime [noktaya] varılırsa, yani kendisinden önce bir sürecin bulınıması tıklarına benzemez. Çünkü tüm yaratıklarda çokluk mevcuttur, fakat
imkansız olan bir dilime varılsa ve her zaman diliminin ardından sonsu- O'nda asla çokluk yoktur. Ayrıca O yaratıcı, öbürleri ise yaratılmıştır, O
za dek sürüp giden dilirrıler varsa, hiçbir zaman farzedilen [belirlenen] o sürekli (daim), diğerleri süreksizdir. Çünkü değişikliğe uğrayan varlığın
dilime [noktaya] varılamayacaktır. [206] Çünkü ulaşılmak istenen dilim- nitelikleri de (alıvfll) değişir; değişen ise daimi olamaz.
den önceki sonsuz zaman, ondan sonraki sonsuz zamana eşittir. Sonsuz- Değerli kardeş! Sen akıl gözünle bu manaları [meseleleri] düşün, te-
dan belirli dilime kadar olan zaman biliniyorsa, bu bilinen z.amarıdan miz olan nefsinin [ruhunun] yaşaması için bunları edin ve gerçeğin izin-
sonsuza doğru uzanan zamanın da biliniyor olması gerekir. Bu durum, den gitmeye kendini zorla ki bunlar seni bilgirıin gerıiş ülkesine, huzurun
"Sonsuz sonludur" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir. yumuşak koltuğuna ve Allah'ın rahmetinin gölgesine ulaştırsın!
Eğer belirli bir zamana ulaşılamıyorsa ondan öncekine, daha önceki- Allah'tan, düşüncerıi aydınlatmasını, bilgini genişletmesim ve böyle-
ne ve sonsuza dek hiçbirisine ulaşılamaz: Zaten sonsuz bir mesafe kate- ce mutlu sonlar nasip etmesini niyaz ederim.
dilemez, sonu getirilemez. Sonsuz zaman katedilemez ki belirli bir nok- Risale sona erdi.
taya varılabilsin. Halbuki [gerçekte] belirli bir zaman vardır. O halde za-
Hamd, alemierin rabbi olan Allah'a layıktır. Salat, elçisi Muham-
man, sonsuzluğun dilimi241 değil, tersine: zorunlu olarak sonluluğun di- med'in ve onun bütün ev halkının üzerine olsun.
limidir. Demek oluyor ki cismin [var oluş] süreci sonsuz değildir. Süreç-
siz bir cismin var olması imkansızdır. Zaten milhiyeti itibariyle cisim son-
suz olamaz; milhiyeti itibariyle o, sonludur. [207]
Öyleyse cismin ezeli olması imkansızdır. Buna göre cismin yaratıl
rnışlığı [mantıİd] bir zorunluluktur. Yaratılmış (el-muhdes) oları, bir yara-
tıcının (el-muhdis) eseridir. Çünkü yaratıcı ve yaratılmış izafi kavramlar-
dandır. O halde her varlığın zorunlu olarak yoktan var eden bir yaratıcı
sı vardır.
Bu durumda yaratıcı ya bir veya çok olacaktır. Eğer çok ise, çok oları
lar birl~şiktir. Çünküonların hepsinin iştirak ettiği bir tek durum [nitelik]
......
241 Metinde muttasılen şeklinde geçen kelime faslen olacaktır.
Oluş
ve Bozuluşun
·Yakın Etkin Sebebi Üzerine
(Kitab fl'l-ibane ani'l-illeti'l-fo'ileti'l-karibe li'/-/{evn ve'l-fisad)
Allah yardırnem olsun ey sılret ve sireti güzel insarı! Sen de böyle ol ki Dönüşüm hareketi: Bir şey kendisiyle özdeş kaldığı halde bazı nitelik-
şam yüce Allah'ın gerçek varlık olduğunu arılayasın. O öyle bir varlıktır ki lerinin değişmesidir. Mesela beyaz terıli adarnın rengirıi~ yolculuk, has-
O'nun hakkında hiçbir zamarı yokluk söz konusu değildir. O vardır ve da- talık veya daha ba§ka sebeplerle değişmesi gib.i.
ima var olacaktır. O öyle hayat sahibi oları Bir'dir ki asla çoğalmaz. Sebepsiz Oluş ve bozulı.iş hareketi: Bir şeyirı özünün (cevher) değişerek başka
ilk sebep, etleini (ftiin olmayarı etkin ve gayesi olmayan gaye O'dur. Her şe bi~ öze dönüşmesidir. Mesela besin olarak içilen nesrienirı veya diğer b e-
yi yoktarı vücuda getiren ve bazısını bazısına sebep kıları yirıe O'dur.llk Fel- sinlerin karıa dönüşmesi gibi. İşte bu hareket karıa nisbetle oluş, içilen
sefe Üzerine adlı kitabırnızda biz sana bu tür açıklamaları yapmıştık. nesneye nisbetle bozuluş hareketidir.
Şüphesiz bu illemin düzen ve tertibi, bazısının bazısını etkilemesi, ona Biz diyoruz ki, her hareket ya zati veya arazidir.. Zati derken, bir şeyirı
boyurı eğmesi ve egemenliği altında bulunması, her oluş ve bozuluşun, her kendisirlden olmayarıı kastediyorum. Bir şeyirı kendisirlden olan derken, 0
değişmezirl ve değişenirı en uygun ve ideal düzeyde olması [gibi olaylar], şeyirı cevheri bozulmadıkçakendisinden ayrılmayarıı kastediyorum. Mese-
kalnatta sağlam bir yönetirnin ve güçlü bir hikmetin varlığının en büyük
la bir c:ınlının yaşa,masını sağlayarı carı, cevheri bozulup ölmedikçe on-
delilleridir. Her yönetimin bir yöneteni ve her hikmetin bir haklmi bu-
darı ayrılmaz. Bir şeyin kendisinden olmayarı derken de, o şeyden ayrıldı
lunduğu da bir gerçektir. Zira bunların hepsi birbirine bağlı kavrarnlardır.
ğı halde cevheri bozulmayarıı kastediyorum. Mesela cisimdeki canı ele ala-
Allah bütün hayırlı isteklerini karşılasın. Eğer şam yüce Allah'ın birliğini,
lım; cisimden can ayrılabilir, fakat cisim bozulmadarı durumunu korur.
kudretinin büyüklüğünü, yönetiminin sağırnlığını, hikmetinin genişliği
Şimdi de oluş ve bozuluş hareketinin sebeplerini araştıralım. Deriz ki:
ni, [216] ilk felsefenin [metafiziğin] basarnaklarına tırmarııp zirvesine
Biz tabii olanlar hakkındaki görüşlerimizi başka bir yerde açıklarnış243 ve
ulaşamayan, onun engirl ve dalgalı denizlerinde arıcak iyi bir şekilde do-
tabii sebeplerirl (illet) ya maddi ya formel ya etkirı ya da tamamlayıcı (ga-
narımış usta kaptanların yüzdüğü gibi yüzerneyen hakikat arayıellarının
ye) sebep olduğunu söylemiştik. Maddi sebep derken, bir şeyi oluşturarı
birçağuna oları boL cömertliğini gösterme konusundaki isteğirıi karşıla
ma durumu olmasaydı, elbette ki dilimizi konuşarılar içirl derirl meseleleri maddeyi kastediyorum. Mesela dinarı oluşturarı altın gibi. Formel sebep
en güçlü ve en kolay delillerle izah etmeye yönelik amacımı gerçekleştir derken altınla birleşerek dinarı meydarıa getiren şekli kastediyorum.
meye çalışırdım. Zira her alarıda ticaret yapan bir tüccar, nerede bir kazanç [218] Etkin sebep derken, altına dinar şeklini veren ustayı kastediyorum.
Tamamlayıcı (gaye) 'sebep derken de, ustanın altına dirlar şeklini niçin
görürse -az bile olsa- ona sahip olmak ister.
verdiğini kastediyorum. Bt; kasıt dinardarı yarar sağlamak ve onunla bir
Bize her gücü veren Allah'tan, hakkı aydınlatmaya yönelik amacımızı
amaca ulaşmaktır.
kolayca gerÇe1deştirmesini niyaz eder, güçlü hikmeti sayesirlde ve doğru
ya lletmek suretiyle bize yardım etmesini dileriz. Deriz ki: Eğer
tabii sebepler bu dört sebebin dışında değilse, o halde her olu-
şarı ve bozulanınsebebi anlattığımız bu dört sebeptir. Buna göre diyoruz
ki her oluşarım oluş sebebi ve her bozulanın bozuluş sebebi olan bir
[Hareketin Çeşitleri]
maddi sebep vardır; bu da onun oluştuğu ve bozulduğu şeydir. Çünkü
imdi, delillerle isbatlanrnıştır ki her hareket ya yer değiştirme, ya art-
madde olmasaydı o şeyde oluş ve bozuluş da olmazdı. Zira oluş ve bozu-
ma, ya eksilme, ya dönüşüm, ya oluş ya da bozuluştan ibarettir.
luşun üzerinde gerçekleştiği bir desteğe (mevzfl) gerek vardır. Formel se-
Yer değiştirme hareketi: Bir cismin parçalarının ve merkezirıirı veya bebe gelince, formun madde ile birleşmesi sonucunda oluşun, ayrılma
bütününün yer değiştirmesidir. sıyla da bozuluşun meydarıa gel~iği şeydir.
Artma hareketi: Bir cismin niceliğinin artarak varabiieceği en son art- Araştırrnamızın konusu ve asıl arnacırnız olan etkirı sebebe gelince, biz
ma sınırına ulaşmasıdır. onun varlığıyla tamamlayıcı (gaye) sebebe ulaşırız. Çünkü gaye sebep ya
Eksilme hareketi: Bu, mahiyeti ve tarifi itibariyle artmarıın zıddıdır. Ya- etkin sebebin üstünde, onu fiili işlemeye iten bir şeydir veya o etkin se-
ni cismirl niceliği eksilerek varabiieceği en son eksilme sınırına ulaşmasıdır.
[217] 243 Bkz. Kindi, ilk Felsefe Ozerine, s. 140.
__11.fi Felsefi Risaleler Oluş ve Boz~luşun Yakın Etkin Sebebi üzerine m_
be bin kendisidir, yani etkin sebebi fiili işlemeye zorlayan [kendisi dışın e) Dört unsur ve birleşiklerinden her biri zaman ve mekan kategorisi-
da] hiçbir şey yoktur, onun etkinliği başkasından değildir. Etkin sebeple ne dahil olup, hareketleri de yer değiştirme şeklirıdedir...246 Tüm dört
gaye sebebin aynı olduğu dururnda etkirı sebep mevcut değilse gaye se- unsur ve birle~iklerirıirı rnekarn uzaydır ifelek).
bep de mevcut değildir...244 Çünkü mevcut olmayan tanırnlanamaz, i:a- f) Zaman, feleğin hareketinin sayısından ibarettir.
nırnlanamayan şey ise [219] mevcut değildir. O halde etkin sebep yoksa g) Ateş ile' hava merkezden çevreye doğal yerleri yönünde hareket
gaye sebep de yoktur. ederler. Ateşin bulunduğu bölge feleğirı altından havanın yükselebilece-
Etkin sebep ya yakın veya uzak olur. Sözgelimi okçunun okunu atıp ği en son sınıra kadar; havanınki ateşin altından yeryüzü ve su tabakası
bir hayvanı öldürmesi olayında okçu uzak sebep, ok ise yakın sebeptir. na kadar; yeryüzü ve suyun bulunduğu bölge ise havanın altından mer-
Çünkü her ne kadar okçu öldürmek kasdıyla attıysa da hayvanın ölümüne keze kadar olan tüm bölgedir.
. sebep olan oktur. Her oluş ve bozuluşun, her duyulur ve akledilir (mah- h) Yeryüzünün ve suyun tabii olarak yer değiştirme hareketi [çevre-
sUs ve ma'kul) olayın meydana gelişindeki uzak etkin sebebiri İlk Sebep den] merkeze qoğrudur. Yeryüzü tam olarak merkezde bulunur ve ona ait
olduğunu biz ilk Felsefe Üzerine adlı kitabırnızda açıkladık. 245 Bununla parçalar merkeze doğru hareket ederler.
her şeyi ve her etkini yaratan, kemale erdiren, sebepler sebebi şam yüceAl- i) Ateş [221] ve havanın her birinin yüzeyi -yani en üst ve en altı itiba-
lah'ı kastediyorum. riyle- küre şeklindedir. Duyu verilerine göre yeryüzü ve su, birleşikleriyle
Şimdi de Allah'ın ezeli hikrneti sayesinde tüm varlığın işleyişini daha birlikte küre biçimindedir.
iyi anlamak için her oluş ve bozuluşun yakın etkirı sebebini araştıralım. Bi- lmdi deriz ki: Dört unsurun parçalarında gerçekleşen oluş ve bozulu-
ze göre fizik hakkındaki görüşlerde şu gerçek ortaya çıkmıştır: şun yakın sebebi ya dört unsurdur ya başka bir şeydir ya da ister dört un-
a) Oluş ve bozuluş sadece zıt nitelikli varlıklarda gerçekleşir. surun, isterse başkasının etkisiyle olsun, bunlardan biri diğerinin veya
bir kısmının sebebidir. Eğer sebep sadece dört unsur ise, bu durumda
b) Sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk zıt niteliklerin ilkeleridir.
oluş ve bozuluşya onlardan birinin, -birden ziyade bir kısmının- ya da
c) Alemdeki en uzak cisim (el-cirmü'l-a.ksii) -Ay'dan itibaren feleğin son her birinin diğerini etkilernesiyle gerçekleşir. Şayet oluş ve bozuluşun se-
sınırına kadar olan alandaki gök cisimlerinin tümü- ne sıcak, ne soğuk, ne bebi unsurlardan biri ve birden ziyade onun bir kısmı ise, sebep olan -bir
yaş, ne de kurudur. [220] Şam yüce Allah, zamanı yarattığı andan itibaren olsun, birden çok olsun- hiçbir zaman bozuluşa uğramayacaktır. Oysa
onlar oluş ve bozuluşa uğramarnışlardır. Oluş ve bozuluş ancak ay-altı unsurların parçaları çokça oluş ve bozuluşa uğramaktadır. Bu durum ise
varlıklarda gerçekleşir. "Unsurun parçaları hem oluşup bozulrnakta hem oluş ve bozuluşa uğra
d) Ay feleğirıin altında ateş, hava, su ve topraktan ibaret dört unsur ve mamakta" anlamına geldiğinden imkansız bir çelişkidir. O halde oluş ve
bozuluşun sebebinin unsurlardan birisi veya çoğu ya da bir kısmı olması
bunların birleşikleri bulunmaktadır. Bu dört unsur bütünüyle oluş ve bo-
imkansızdır.
zuluşa uğramaz, ancak [oluş sırasında] her birinde diğerine ait parçalar
bulunur; bozulma olayında da durum aynıdır. Unsurların tamamına ge- Eğer unsurlardan her biri oluşun sebebi, arda kalanlar da bozuluşun
lince, şam yüce Allah'ın bildirdiği zaman süresince onlar bozulmadan kalır sebebi ise, bu durumda onların hepsi birbirinin hem sebebi hem de se-
lar. Dört unsurdan oluşan birleşik varlıklarda yani canlılar, madenler ve beplisi olmuş olur. Oysa bunlar yuvarlak yüzeyleriyle birbirlerine dokun-
duklarına göre havanın ateşten, ateşin de havadan oluşması ya ortak ve-
benzerlerinde ise oluş ve bozuluş fertlerin yetkinliğe ulaşmasıyla gerçekle-
şir. Tıpkı dört unsurda olduğu gibi, bunlarda kalıcı olan insanlık, atlık,
ya ortak olmayan bir sınırda gerçekleşecektir. [222] Eğer ikinci durum
sözkonusu ise, hava ateşin bir kısmıyla temas etmeden onu etkilemiş ol-
ağaçlık ve maderılik gibi bunlara ait türlerdir.
malı. O zaman da her ateş parçasının dönüşmesi ve havanın yüzeyirıe
244 Metinde ·çok az bir yer boşsa da filozofun ne demek istediği anlaşılmaktadır nisbetle, her ateş parçasının boyutu ile ilk dönüşen parçanın boyutları-
245 Filozofun sözünü ettiği problem, adı geçen kitabın günümüze ulaşmayan bölü-
münde yer almış olmalı. 246 Metinde çok az bir kısım boş bırakılmıştır.
~ Felsefi Risaleler Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine ili_
nın aynı olması gerekir. Böyle olunca da etkilenen ateş ile [etkileyen] ha- rinde ısı meydana getirir. Demek oluyor ki unsurlar ya hareket veya te-
vanın [içiçe] aynı boyutta küreler olması icap eder. Aksi halde havanın bir mas sonucunda etkilenmektedir. En son [ve en yüksek] noktasıyla dört un-
kısmı ateşi dönüştürme gücüne sahipken, diğer kısmın bu güce sahip ol-. sura temas eqen gezegenler, ne sıcak, ne soğuk, ne yaş ne de kurudur.
madığı.anlamı çıkar. Bu durumda [ateşi etkileyen hava ile] hava küresi- Dolayısıyla dört unsur, onların teması sonucunda hareketin yaptığı etki-
nin nihayetindeki havanın aynı yapıda olmadıjp, veyahut bu farklılığın yi kabullenmek durumundadır.
başka bir şeyden kaynaklandığı düşünülür. Halbuki [bütünüyle] hava ay- Şu var ki
unsura temas eden gezegenlerin yapıları, hareket ve konum-
nı yapıdadır. Eğer bu olayda havadan başka etkin yoksa, hava bir ateş kü- ları farklıdır.
Çünkü bunların bazısı bazısından daha büyük, daha küçük,
resini etkileyerek kend~ boyutuna eşit boyutta bir hava küresi vücuda ge- daha yavaş, [224] daha hızlı, daha uzak ve daha yakın olmaktadır. Bir de
tirmiş demektir. bunların her birinin unsura nisbetle hızı, yükseliş ve inişi, uzak ve yakın
Aynı şekilde ateş de havayı etkiler, sonuçta her birinin arasında hava da bulunuşu [dikkate alınırsa durum daha iyi anlaşılır]. Biz, bazı şeylerin
bulunan içice birçok küre meydana gelir. Böylece her küre yakınındakirli hareket sonucu bazıları üzerinde ısı meydana getirdiğini; ayrıca o şeyin
etkileyerek kendisine dönüştürür ve sonuçta ateş küresiyle hava küresi- büyüklük, yakıclık ve iniş hızının da bu konuda çok etkili olduğunu bil-·
nin bilfıil özdeşleşmesi gerekir ki, tabiatıyla bu müthiş bir imkansızlık de- mekteyiz.
mektir. Aynı durum diğer unsurlar için de söz konusudur. O halde bu
O halde unsurlarda meydana gelen ısının sebebi, üzerlerinde hareket
olayda etkin olan başka bir şeydir. Oysa biz bu etkin'in [unsurdan] ba~ka
eden ilk unsurun hareket, zaman, mekan ve niceliğine bağlıdır. Ayrıca
sı olmadığı varsayımından yola çıkmıştık. Bu ise imkansız bir çelişkidir.
unsurların farklı etki almaları, yerlerinin ilk unsura [gezegenlere] olan
Demek oluyor ki [223] unsurların oluş ve bozuluşunun, ortak olmayan
konumlarına, gezegenlerin onların üzerinde hızlı ve yavaş dönmelerine,
bir sınırda gerçekleşmesi mümkün değildir.
hareket edenierin çok ve az oluşuna da bağlıdır. Unsurlardan birinin bir
Eğer ortak sınırda gerçekleşecekse ya ortak sınırın tamamında veya kısmı [bir bölge] üzerinde hareket eden gök cisimleri daha çok, daha bü-
sadece bir kısmında gerçekleşecektir. Etkin'in sebebinin unsurlardan yük ve daha yakınsa, o kısmın [o bölgenin] ısısı çok artar. Şayet bu yoğun
başkası olmadığı varsayımından hareketle, söz konusu etkin' in, unsurun lukta etki alınazsa normal durumunu muhafaza eder. Gök cisimleri bir
sadece bir kısmında gerçekleştiği kabul edilecek olsa, o zaman yap~sının bölgeden uzaklc.ı.şınca toprak ve su normal dururnlarını korur ki o da so-
farklı olması icap eder. Oysa yukarıda geçÜği üzere unsurun yapısı farklı ğukluktur. Bizi kuşatan havaya gelince o temiz değil, buhar ve tozla karı
değildir. B~ durumda geriye, ortak sınırlarından itibaren aynı boyutta
şık durumdadır. Karışık cisirnler havaya üstün geldiği için hava aşağıda
ateş ve hava kürelerinin bulunduğu şıkkı kalıyor. Halbuki yukarıda anlat- bulunmaktadır.
tığımız üzere bu anlayış, unsurlardan her birirıin ötekini etkileyebilmesi
için bunların içiçe birbirini kuşatan küreler şeklinde bulunmalarını ge-
rekli kılar. Bu ise her unsurun aynı zamanda hem ferdiyetini koruması [Güneş'in Yeryüzüne Olan Etkisi]
hem de bilfiil tamamen ateş [veya bir diğer unsur] olması demektir ki bu, Dört unsurun niteliklerinden sıcaklık ile soğukluğun ilk aktif nitelik-
korkunç bir imkansızlığın ifadesidir. Demek oluyor ki oluş ve bozuluşun ler, yaşlık ile kuruluğun pasif nitelikler olduğu fizikle ilgili teorilerde geç-
etkin sebebi unsurlardan başkasıdır. Oysa oluş ve bozuluşun etkin sebe- mişti. Bundan dolayı gök cisimleri yeryüzünün başucu noktasından
binin unsurlar olduğu var sayılmıştı. Bu ise imkansız bir çelişkidir. Dola- (semtü'r-re's) uzaklaşınca hava soğur, bu noktaya yaklaşınca ısınır. So-
yısıyla bunlardan hiçbiri oluş ve bozuluşun yakın sebebi değildir. ğukluk ve sıcaklığa bağlı olarak yaşlık ve kuruluk meydana gelir. Bu dört
Bu durumda geriye oluş ve bozuluşun sebebi olarak ya unsurlar veya nitelikten de diğer nitelikler ortaya çıkar. Bunlardan birinin karışımda az
onlardan başka bir şey, ya da hem unsurlar hem de başka bir şeyin birlik- veya çok olmasına göre herhangi yeni bir madde oluşur.
te etkili olduğu şıkkı kalıyor. Şayet bu sebep başkası ise o zaman zorunlu. Nefsin fonksiyonlarının cisirnlerin yapısına (mizô.c) bağlı [225] oldu-
olarak o ya tek başına veya unsurlada birlikte etkili olacaktır. Halbuki fi- ğubir gerçektir. Yukarıda geçtiği gibi, bu yapı farklı gök cisimlerinin za-
ziğe dair tutarlı teorilerde ifade edildiği gibi, hareket unsur ve birleşikl,e- man, mekan, hareket ve niteliklerinin etkisiyle değişiklik göstermektedir.
220 F e ı s efi Ri sa ı e ı e r Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzeriııe m_
Nitekim ekvator bölgesindeki ülkelerde yaşayan halkın adeta ateşte yan- rında bir düzen teşkil etmeleri [227] oluş ve dönüşüme uğrayan fizikivarlık
mış gibi, Güneş'in etkisiyle renklerinin siyahlaştığını görmekteyiz. Çün- lara olan uzaklıklarının belli bir dengede bulurırnası, bazısının doğudan
kü Güneş yılda iki kez başucu noktasından geçmekte ve en büyük daire- batıya, bazısının da batıdan doğuya olan hareketlerinin sayısı, merkeze
yi oluşturan ekvatora [ışınları dikey olarak gelmektedir]. Tıpkı ateş karşı [dünyaya] yakın veya uzak olma dururrıları gibi olaylar; diğer gök cisim-
sında kıvrılan saç gibi, onların saçları kısa ve kıvırcık, vücutlarının alt kıs lerinden ziyade gezegenlerin oluş ve bozuluşa uğrayan varlıkların var .
mı ince, burunları basık, gözleri iri, d udakları kalın; vücutta aşağıdan yu- oluş sebebi olduğunun en iyi delilleridir. Ayrıca şam yüce Yaratıcı'nın be-
karıya doğru yükselen rutubetin etkisiyle boyları uzun; aşırı sıcak sebe- lirlediği zamana kadar bunların türlerinin devam edeceğinin en iyi delili
biyle öfkeli ve saldırgandırlar. Onlarda öfke ve şehvet gücü fazla olduğun gezegenler, özellikle de Güneş'tir.
dan görüşleri [daima] değişkendir. Gerçekten de bu durum Güneş'te daha belirgindir; matematik te-
Kuzey kutbu civarında oturanların ise şiddetli soğuk yüzünden bu- orerrılerle açıklandığıgibi, Güneş gök cisirrılerinin en büyüğüdür. Bize
~un zıddı bir durumda olduklarını görmekteyiz. Mesela gözleri, ağız ve olan yakınlığı ile büyüklüğü kıyaslanırıca bize en yakın olan cisün odur.
burunları küçük, renkleri beyaz, saçları düzgün; aşırı soğuk ve rutubet Çünkü Ay'ın en uzak noktasının dünyaya olan uzaklığı Güneş'inkinin ·
yüzünden vücutlarının alt kısmı dolgundur. Hararet onların sadece kalp- yarısı kadardır. Büyüklüğü de Güneş'inkinden daha az (... ),248 Güneşin
lerindedir [iç organları]. Ayrıca onlar vakarlı, sabırlı, dayanıklı, cinsi iliş büyüklü~ü Ay'ınki ile kı yaslanınca o Ay'dan çok daha yakındır. Ayrıca Gü-
kiye düşkün olmayan, çoğu namuslu ve aşırılıktan uzak kimseleı:dir. neş'in dünyaya g~re hareketi Ay'ınkinden daha hızlıdır. Şayet doğuda iki-
(226] Normal bir yapıya (mizac) sahip oldukları için düşünme melekele- si de aynı hizada bulunduğu kabul edilirse Güneş devrini 365 gün 59 da-
ri güçlüdür; aralarından araştırma yapan ve düşünce üreten çok çıkar. kika ve 8 saniyede, Ay ise bir kaç derece az veya çok farkla bu mesafeyi
Ahlakları da normaldir. Aynı şekilde her hayvanın, vücut yapısına göre 373 günde tamarrılamaktadır. [228]
farklı davranışta bulunduğunu görmekteyiz. Gerçi Satürn (Zuha[) 365 günden iki dakika bir fazlalıkla devrini ta-
O halde gök cisirrılerinin bize olan yakınlık ve uzaklığına, iniş ve yük- mamlıyorsa da hızları benzemekle beraber Güneş ondan daha yakın ve
selişlerine, hızlı ve yavaş hareketlerine, toplanma ve ayrılma dururrıları daha büyüktür. Aynı zamanda Güneş bilfıil oluş ve bozuluşa uğrayan var-
na; bedenimizin döllenme sırasında ve döl yatağında kazandığı yapıya lıklara etkisi bakımından gök cisirrılerinin en belirginidir. Dönenceler iti-
(miziic) göre ahlakta da bir farklılık olmaktadır. bariyle onun dünyaya göre konumu yani yükselişi ve inişi, bize olan ya-
Bunun böyle olduğu sabit olduğuna göre, şam yüce Yaratıcı'run ira- kınlık ve uzaklığı, en büyük feleğin etkisiyle doğudan batıya olan hareke-
desiyle gök cisirrılerinin hareketi sonucunda bundan daha latif [daha ti ve merkezlerinin249 dünyanınkinden farklı oluşu gibi hususlar bu etki-
karmaşık] şeylerin meydana gelmesine engel ne olabilir!.. Çürıkü oluşun nin açık delilleridir. Bunu kanıtlayan bir başka husus, oğlak dönencesin-
yakın sebebinin gök cisirrıleri olduğu, varlığın da onların en yakın eseri den (münkalebü'ş-şima[) kutba doğru gidildikçe yaşamaya ve tarıma ün-
(ma'lu[) olduğu açıkça ortadadır. Fiziki ve psikolojik alandaki oluşlar ise kan vermeyecek derecede aşırı soğukların olduğunu, bu bölgelere yakın
şaşılacak derecede mükemmel olan bu varlığa ait ayrıntılardan başka yerlerde de yerleşim mahallerinin azaldığına dair bilgimizdir. Ekvator
bir şey değildir. Bunun böyle olduğunu kabul edersek düşüncemiz yet- bölgesinde de aşırı sıcaklar yüzünden yerleşim mahallerinin, Jlayat ve ta-
kinleşir. 247 rımın az olduğunu görmekteyiz. Ekvatordan güney kutbuna doğru me-
Bizim varlığımızın sebebinin gök cisirrıleri olduğunun en büyük delil- ridyende h eş derece ve otuz dakikaya tekabül eden noktaya varılın ca, aşı
rı sıcak yüzünden yavaş yavaş yerleşim mahalleri azalmakta, Güneş'irı.
lerinden biri, hesaba gerek kalmadan çıplak gö~le açıkça gördüğümüz
dünyaya en yakın olduğu bu bölgede şiddetli sıcaklar sebebiyle yerleşim
Güneş'in hareketi ve duyularıınızia algıladığımız gezegen yıldızlardır.
mürrıkün olmamaktadır. Çünkü bu durumda Güneş yeryüzüne eri yakın
özellikle gök cisimleri arasında gezegen yıldızlar ve bunların kendi arala-
248 Metinde eksiklik vardır.
247 Bu son cümleyi, "Bunun böyle olduğunu kabul etmezsek düşüncemiz eksik kalır"
249 "Merkezleri" deyimiyle filozof Güneş'i değil, gök cisimlerini kastediyor olmalı.
şeklinde anlamak da mümkündür.
222 F e ı s efi Ri sa ı e ı e r
Oı u ş v e B o z u ı u ş u n Ya k ı n Eı k i n Se b e b i ü z e r i n e 223
olan başucu noktasında bulunmaktadır.Bu bölgelerden uzaklaştıkça var- Şayet Güneş'in merkezi dünyanın merkezinin. dışında olmasaydı,
lıkların yapısı normalleşir, güzel bir düzene girer. Bu durum aşırı soğuk ve mevsimler dört değil iki olurdu. Zira Güneş'in yeryüzüne olan uzaklığı
sıcak bölgeler arasındaki orta iklim kuşağında geçerlidir.
gerek kuzeye, gerekse güneye doğru iki derecelik eğilim göstermesi d uru-
Biliriz ki kışın
günler kısa ve Güneş başucu noktasından uzak oldu- munda aynı dlurdu, yani onun kuzey ve güney yönündeki eğilimi esna-
ğundan soğuk ve rutubet fazladır. Bunda Güneş'in uzak ve güneşli gün- sındaki aktivitesi ·bir tek zamana tekabül ederdi. Buna göre yıl, dört un-
lerin az; yeryüzündeki rutubeti çekme, [229] havayı ve bölgemizi ısıtma sundan ikisine tekabül edecek şekilde sadece iki mevsimden ibaret olur-
gücünün zayıf oluşunun etkisi vardır. Diğer mevsimlerde ise bunun tersi du ve geriye iki unsur kalırdı ... Eğer sıcak varsa zorunlu olarak soğuk da
bir durumun mevcut olduğunu görmekteyiz. vardır, kuruluk varsa yaşlık da vardır, yani dört unsurun birleşmesi dört
Güneş'indünyaya olan uzaklığı bu şekilde olmayıp daha uzakta bu- niteliğin varlığım zorunlu kılar. Şayet mevsimler iki olsaydı unsurlar dört
. lunsaydı hava da az ısınırdı; hatta bize olan etkisi fark edilmeyecek bir tane olmazdı. Bu da "olması gerekenin olmaması gerekir" anlamına gel-
noktada bulunsaydı -tıpkı kutup bölgesine yakın yerierde olduğu gibi- diğinden imkansız bir çelişkidir.
yeryüzünde herşey donardı; ne hayat, ne tarım, ne de başka gelişmeler ·şanı yüce Yaratıcı yaptığım na kadar sağlam yapmıştır! Mesela başu_.
olurdu. Eğer Güneş daha yakın mesafede bulunsaydı yeryüzü yanar; ne cu noktasında Güneş'in bize yakın olması, eğiliminin sonuna kadar yük-
hayat, ne tarım, ne de başka şey olurdu. Nitekim ekvator bölgesinde ben- selip yeryüzündan uzaklaşması, [231] sonra eğiliminin sonuna vararak
zeri durum söz konusudur. bize yaklaşmas~. daha sonra aynı yöndeki eğilimini derece derece ta-
Eğer Güneş'in yeryüzüne olan uzaklığında hiç değişme olmasaydı (... ) mamlamak üzere inerek normale dönmesi gibi hareketleri, her eğilimde
-yani onun batıdan doğuya olan özel yörüngesindeki hareketinde-250 ve iki farklı mevsim meydana getirmek suretiyle dört mevsim elde etmek
Güneş'in hareketi daima ekvator ve ona paralel bir yönde cereyan etseydi içindir. Böylece dört unsura uygunluk da sağlanmış olur. Varlığın yapı
ne kış, ne yaz, ne bahar, ne de güz olurdu, yeryüzünün her yerinde bir tek sında bir uyumsuzluk ve neticelerinde bir zıtlık meydana gelmemesi
mevsim bulunurdu; ya sürekli yaz, ya kış ya da mevsimlerden bir diğeri için bir tek eğilim sonucunda ortaya çıkan iki mevsimin ortak nitelikleri
olurdu. Eğer durum böyle olsaydı oluş ve bozuluş gerçekleşmez, varlıkta vardır. Zaten böyle olmasaydı dünyada ne canlı ne de başka oluşumlar
ki bütün türler ortadan kalkar ve değişiklige uğramayan bir tek varlık ka- meydana gelircll. Güneş'in uzak veya yakın bulunduğu, doğuş ve batışırı
lırdı. Nitekim mevsimlerde anormal değişiklik olunca bunu görmekteyiz. sürekli olduğu ya da mevsimlerin normal geçmediği bölgelerde oluşa
Mesela y~ mevsiminde kuraklık uzun sürerse hayvanlar ve bitkiler bozu- engel teşkil eden sebepler hep bundan [Güneş'inhareketinden] ileri gel-
lur [ölür], hastalıklar başgösterir. Yazlar kısa sürünce de sıcaklar az olur ve mektedir. zira Güneş daha uzak veya daha yakın olsaydı, yıllarca batma-
neticesinde aynı durum ortaya çıkar; yani bütün mevsimlerde anormal sa ya da dağınasaydı veyahut mevsimleri oluşturmasaydı dünyada ha-
bir değişiklik olunca hastalık ve qozulmalar [ölümler] meydana gelir. yat olmazdı.
Eğer Güneş sadece dönenceler arasında hareket edip, [230] devri ha- Böylece anlaşılmıştır ki, oluş ve bozuluşa uğrayan nesnelerin kıvamı,
reketi için uzaklaşmamış olsaydı, yeryüzünün bir kısmı altı ay süreyle gü- şam yüce Yaratıcı'nın varlık hakkında belirlediği sürenin sonuna kadar
neş ışığından mahrum kalırdı, dolayısıyla hiçbir canlı için rahat ve huzur türlerinin devamı ve düzenlerini korumaları [gibi olaylar], Güneş'in dün-
olmazdı. Ayrıca altı ay süreyle karanlıkta kalan bölgelerde rutubet namı yaya olan normal uzaklığına, dönenceler arası hareketine, en büyük fele-
na hiçbir şey kalmazdı. Çürıkü canlılar gece ve gündüzleyin İstirahat ğin hareket ettirmesi sonucunda doğudan batıya olan hareketine ve m er-
ederler; ağaçların beslenmesi de öyledir, onların bir kısmı gündüz faali- kezinin dünyanın merkeziniri dışında oluşuna bağlıdır. Yani demek isti-
yet gösterir, geceleyin beslenerek güç toplar; bir kısmında ise bunun ter- yorum ki, Güneş'in merkezinin bazen dünyamilkinden uzaklaşması, ba-
si bir durum söz konusudur. zen ona yaklaşması sonucunda oluşların sebebi olan mevsimler meyda-
na gelmektedir.
250 Eksik olan bu cümlede kastedilen Güneş değildir.
224 Fe ı s e fi Ri sa ı e ı e r Oı u ş ve B o z u ı u ş u n Ya k ı n Et k i n S e b e b i üz e ri n e 225
[Ay'ın Yeryüzüne Olan Etkisi] nın değişiklik ~östermesi, Güneş'in yörüngesinden saparak ona yaklaşıp
Buna benzer olaylar Ay'da da görülür. Çünkü Ay şu andaki normal uzaklaşırken teğet duruma geçmesi gibi, [gezegenlerde de] birçok değişik
uzaklıkta değil de daha yakın olsaydır buiut ve yağmurun oluşmasına en- görünüm meydana gelir. Aynı şekilde gezegenler de Ay'ın hareketlerinin
gel olurdu. Zira Ay buharı çözer, ayrıştırıp inceltir; onun toplanıp yoğun sebep olduğU hareketlere sebep olur. Mesela gezegenlerin en yüksek
laşmasını önler. Nitekim Ay hilal [232] ve dolunay durumunda iken bunu (eve) noktasıprn değişmesiyle her birinin zamanında bir değişme olur.
görmekteyiz. Yani çoğunlukla yağmur Ay'ın kavuşum dönemlerinde ya- Yani bir yıldızın hareketi sırasında en yüksek noktası zaman ayarlama-
ğar. Dolunay zamanında ise bilale nisbetle Ay çok aydın olduğu için ve sında başlangıç kabui edilir; [bir başka deyişle"] yıldıZıninişi sırasında gö-
havayı fazla ısıttığı için yağmur az yağar. O sırada Ay'ın havayı ısıtınası rülen zaman farkı en yüksek noktası dikkate alınarak tesbit edilir.
sonucu bulut ineelir ve dağılır. Dolayısıyla dolunay zamanında yağmur Bütün bu anlattıklarımızın oluş ve bozuluşun meydana gelmesinde
az olur. Fakat Ay kavuşum halinde iken aydınlığı az olduğu için hava ·so- çok büyük etkisi vardır. Değişik zamanların bunuması, bunun duYt.ı algı
ğuktur. Bu sebeple bulutlar yoğunlaşır ve yağmur çok yağar. sıyla da kanıtlanacağını gösterir. Nitekim ayın konusunda bir değişiklik
Şayet Ay aynı uzaklıkta olduğu halde ekvatorda veya ona paralel olan
olmadığı halde, bir yılın bahar, yaz, güz ve kış mevsimleriyle diğer yılıı:ı
bir yörüngede buiunsaydı, dönenceler arasında iken sağladığı yararı gö- mevsimleri arasında gerçekten çok fark vardır. Şayet bu etki yıldızları dik-
remezdik. Mesela Ay kışın dolunay halinde iken yaz mevsimindeki Gü- kate alınmaksızın sadece Güneş ve Ay'a ait olsaydı. Ay ile Güneş'in kavuş
tuğu günlerin birbirine benzemesi gerekirdi. Oysa bu günlerin birbirin-
neş'in hizasında, kış gecelerinde ise dolunay halinde iken kış mevsi.min-
deki Güneş'in bizasında bulunur. Bunun sonucund~ yazın dolunaylı ge- den belirgin bir şekilde farklı olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Ay ile Güneş
kuzey yarırnkürede iken onlara bir yıldız yaklaşınca ısının arttığıru (234]
celerde Ay' m ısısı daha az olur ve böylece hayat! faaliyetlerin gelişme dö-
ise o gün şiddetli soğuk olduğunu bilmekteyiz. Yıldız, Ay ve Güneş' e ne
neminde hava normal, soğuk olması gerektiğinde da soğuk olur.
kadar çok yaklaşırsa o günlerdeki sıcaklık v.e soğukluk o nisbette artar.
Ay' m durumu bütün bu anlatılanlar gibi normal olup da yerin merke-
Dolayısıyla ısının bizim vücudumuzda da değişik etkiler yaptığım gör-
zinin dışında bir merkezi ve bir yörüngesi olmasaydı o zaman dört farklı
mekteyiz. Mesela ısının yüksek ve düşük oluşuna göre vücudumuz nor-
durumda [hilal, ilkdördün, dolunay ve sondördün] da yeryüzüne yakla-
mal, yaş veya kuru olabilmektedir. Eğer ısı, yaş ve kuruluk açısından nor-
şıp uzaklaşamazdı. Yukarıda anlattığımız üzere Ay kavuşum ve dolunay
mal, dışarının ısısı da vücut ısısına uygun olursa hazım yapar; v.ücut ısı
dönemlerinde yükselir, dördün dönemlerindeyse alçalır. Dördün dö- sından yüksek olursa gevşemeye (tahlfl), daha yüksek olursa büzülmeye
nemlerinden birinde alçalırken ışığı artar, diğer dördündeyse yükselirke (cezb), bundan da yüksyekse kurumaya, en yüksek durumda ise yanma-
ısı azalır. Ayrıca bir dördünde hızlı, diğerinde yavaş hareket eder.
ya yol açar. Şayet vücudumuz yaşa eğilimli ve ısısı da normal ise, dış ısi..:
Ay hakkında anlatılan bütün bu durumların, özellikle bazı nesneler nın yaptığı etki birinci durumda kokuşmaya, ikincide hazma, üçüncüde
üzerinde oluş ve bozuiuşa sebep olduğunu görmekteyiz. Sözgelimi Ay al- gevşemeye, dördüncüde büzülmeye, beşineide kurumaya ve altıncıda
çalıp yeryüzüne yaklaşınca rutubet artar, uzaklaşınca azalır. [233] Böyle- yanmaya sebep olur. Fakat vücudumuz kuruya eğilimli ve ısısı da normal
ce dünyada oluş ve değişimi sağlayan Güneş' e Ay'ın büyük ölçüde katkı ise dış ısının etkisi birinci durumda vücudun olgunlaşmasına (nehve),
yaptığı anlaşılmış oluyor. Bu konuda diğer yıldızların yararını anlatmaya ikincide çok olgunlaşmasına (tağlfz) ve biraz gevşemesine, üçüncüde çok
gerek yoktur. Zira her yıldızın, Güneş'in dönenceler arasındaki hareketi kurumasına ve biraz büzülınesine, dördüncüde çok yarımasına ve biraz
gibi, ayrıca Ay ile Güneş'in dış merkezli hareketleri ve Ay' m episikl ifele- tafslline, beşineide çok tafslline ve biraz incelmesine (taltf/J, altıncı du-
ktl't-tedvfr) hareketi gibi hareketleri vardır. Bir de ayın, Güneş'in yörün- rumda ise çok incelı;nesine yol açar.
gesi istikametinde enine bir hareketi vardır. Yani yörüngenin iki kutbu- Aynı şekilde gezegenlerin vücudumuzun ve bizi kuşatan havarun ısısı
nun belirlediği daire istikametinde demek istiyorum. Böylece gezegenler üzerindeki etkisinin, onların hızlı, yavaş, yakın, [235] iniş halinde ve bü-
çok farklı görünü arzeder. Tıpkı bu, Ay'ın yeryüzünün merkezine doğru yük oluşlarıyla, bu niteliklerin zıtlarıyla, az ve çok, toplu ve dağınık halde
alçalıp yükselmesi, farklı konumlarda ona teğet (müsfunete) olması, hıf:ı- bulunuşlarıyla da ilgili olduğunu düşünmemiz gerekir. Bunun böyle ol-
~
226 Felsefi Risaleler
O1u ş ve B o z u 1u ş u n Ya k ı n Et k i n Se b e b i üz e ri n e 227
(. .. ) 25 1 Ekvatora paralel olan dairelerdin birinin bir kısmı ekvatorun · Bütün bu anlattıklarırnız, astronomi ilminden ve fiziki varlıklardan
feşkil ettiği büyük daireye paralel geçse, dönüş sırasında [236] ortaya çı haberdar olanlar için bilinen şeylerdir. Fakat o düzeyde olmayanlar bun-
ları anlamaz.
kan sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk bedeni etkiler. Bunun sonucun- '
da beden her zaman değişik irede, ahlak ve adetleri kabullenmek duru- Öyleyse sen, tam kudret sahibi olandan, kendi varlık ve birliğine, güç
mundadır. Bu da gök cisimlerinin genel karakterler üzerindeki etkisine ve hikmetine delalet eden tüm yararlı bilgiler tamamlamak için başıra is-
bağlı olduğu gibi, oluşan ve bozulan her varlığın özel karakterlerine de te!
bağlıdır. Böylece [bir somaki nesildel bir öncekilerin düşünce ve irade- Kindi'nin Sebebin Açıklanması Üzerine kitabının birinci kısmı ta-
sinden farklı düşünce ve iradeler meydana gelir; şekil ve adetler (senen) mamlandı. Alemierin rabbi olan Allah'a çokça hamdolsun.
de değişik olur. O halde devlet ve devlete benzeyen kurumlardaki deği
şiklikler de böyle olmaktadır. Zira oluşa tabi bütün varlıklar felek-i mallin
ekseni etrafında dönmektedir. Demek oluyor ki her birinin ekvatora olan
uzaklığı farklıdır. Bu farklılık [gezegenin] uzun seyrini yaptığı yıllarda or-
taya çıkar. Ama burçlar dairesine olan uzaklığı -Güneş'le birlikte etkisini
gösterebilmek için- daima sabittir. Bu durum paralel dairelerin temsili
mekanından da anlaşılmaktadır. Çünkü her birinin tabi olduğu bir tek
durum söz konusudur. Ancak deniz, dağ, ova, çukur, çorak veya kır arazi
ile bunların doğu, batı, kuzey veya güney bölgesinde bulunması gibi öze
ait farklılıklar bu geneliernenin dışındadır.
Böylece gezegenlerin toprak, su ve hava [gibi varlık tabakaları] üzerin-
de bulunmaları, onların oluşan ve bozulan varlıkların yakın etkin sebebi
olduğu göstermektedir. Yani oluş ve bozuluşun sebebi olan Yaratıcı'run
iradesiyle onlar böyle bir düzene kavuşmuşlardır, demek istiyorum. Bu
yüzden, bunlar hikmet sahibi, her şeyi bilen, güçlü ve cömert olan, yap-
tığını gayet sağlam yapan bir yöneticinin eseridir. Kudreti tam, gerçek
Bir, tüm varlığı mükemmel bir şekide yaratan ve ona süreklilik verenin
[237] yardımıyla açıklandığı ve aşağıda da açıklayacağımız gibi, böyle bir
251 Metinde yeryer eksiklikler bulunduğu için burada dört satır tercüme edilemedi. Fi-
lozof, bu kısımda bazı yıldızlann, bitki ve meyvelerle bölgeler ve insan karakteri
üzerindeki etkisinden söz etmektedir.
Gôklerin Allah 'a Secde ve itaat
Edişi Üzerine
{Risale fi'l-ihane an süa1di'l-cirmi'l-a!<Sa)
' '
230 Fe ı sefi Ri sa ı e ı e r Göklerin Allah'a Secde ve itaat Edişi Üzerine zaL_
her'den aldıklarının yorumunu yapan din ve akıl sahiplerine karşı çıkma kal mümkün olmadığı için onlar itaat eden varlıklardandır -burada baş
sı, açıkça onun ayırt etme gücünün [aklırun] zayıf olduğunu gösterir.
kalaşmadalı kasdım, sadece yüklemlerin [niteliklerin] değişikliğe uğra
Çünkü o, ya bu konuda farkına varmadan yaptığını yıkillaktadır veya ması; oluştan ka~dım da konunun (cevher) değişikliğe uğramasıdır.-
Peygamber'in-Allah'ın rahmetiüzerine olsun- getirdiği vahyin dilini ya
Şu halde gezegenlerin şam yüce Amir'in emrine itaat ettikleri çok
da dilde benzer isimlerin bulunabileceğini, çekim kurallarını ve etirnolo-
açıktır. Çünkü onlar değişikliğe uğramadan uzaya dağılmış olarak [247]
jiyi bilmemektedir. Her ne kadar bu gibi problemler Arap dilinde çoksa
hareket etmek zorundadırlar. Onların bu gayeye yönelik hareketleri, çok
da bu durum bütün diller için söz konusudur. Arap dilinde benzer isim-
uzun bir geçmişten beri devam etmektedir. Gezegenlerin hareketi sonu-
lerden kaynaklanan birçok kelime çeşidi vardır, hatta bir tek isim iki zıt
cunda mevsimler (ezman) değişmekte, mevsimlerin değişmesiyle de bü-
anlamı ifade edebilir. Mesela bir şeye hakkım veren anlamındaki "adil" ·
tün hayati faaliyetler (el-hars ve'n-nesl) tamaml!lnmakta, her çeşit oluş
kelimesi bunun zıddı olan zalim anlamına da gelmektedir.
ve bozuluş meydana gelmektedir. Demek oluyor ki onlar, bir tek emre
· Arap dilinde secde namazda alnı, elleri ve dizleri yere koymaktır. Aynı [kanuna] tabidirler; şam yüce Yaratıcıları var ettiği sürece o emrin dışına
zamanda secde -alın, el ve dizler söz konusu olmaksızın- itaat etme an- çıkarriazlar. Her ~lamn oluşu O'nun iradesiyi edir, şam yüce Yaratıcı bo-
lamına da gelir; secdenin namaz dışındaki anlamı itaattir.
zulanın oluşunu dilemediği için hali üzere kalmış ve oluşmamıştır. Geze-
en-Nabigatü'z-Zübyan!, "Gassan, Türk, bir bölük Acem ve Kabul, ya- genlerin hiç sapma göstermeden düzenli hareketleri de [O'nun iradesiy-
rarını umdukları için ona secde ederler" 253 derken burada secded.en le] olmaktadır.
maksat itaat etmeleridir; çünkü şairin namazdaki secdeyi kasdetrniş ni-
Demek oluyor ki gezegenler, şaru yüce Yaratıcılarının iradesi doğrul
ması imkansızdır. Onun "sücüdun leh" ifadesi sürekli secdeye delalet
tusunda O'na itaat etmektedir. Bu irade, onların muazzam varlıklarının
eder; oysa namaz secdesi sürekli değildir. Demek oluyor ki şair onların
devamı ve hareketleri sonucunda oluşan varlıkların bekası için itaati ge-
itaatlarıru kasdetmiştir. [246]
rekli kılmıştır.
itaat (tizat), eksikten mükemmele doğru gidiş anlamına da gelir. Nite-
Takdimini istediğimiz böyle bir girişten sonra, şimdi de bütünüyle
kim gelişip büyüyen bitki için "bitki itaat etti" denir. Şairin, "Bahçedeki
gökkürelerinin canlı ve ayırt etme gücüne sahip (mümeyyiz) oldukları
bakla ona itaat etti" ifadesi, mahsul verdi, büyüyüp çoğaldı anlamına gel-
konusu üzerinde konuşalım. Böylece onların itaatlarının iradeli bir itaat
mektedir. Aynı şekilde şair, "Parlak yıldız doğuş ve batışıyla ona itaat etti"
olduğu mantık! delillerle iyice anlaşılsın. Deriz ki: Oluşun Yakın Etkin Se-
derken güç halinden fiil alaruna çıktı; eksikkentamam oldu ve yıldız ita-
bebi Üzerine adlı risaleçle anlattıklarımızdan, gökkürelerinin her oluşan .
at etti demek istemiştir.
ve bozulan varlıkların yakın sebebi olduğu ortaya çıkmıştır. Tam kudret
Ayrıca Arap dilinde itaat, amirin verdiği emri eksiksiz yerine getirme sahibi, isimleri kutsal ve şam yüce olan Yolgösterici'nin yardımıyla şimdi
manası taşır. Bu durumda eksikten tamama doğru gidiş söz konusu ol- açıklayacaklarımızdan da bunun böyle olduğu anlaşılacaktır. Deriz ki:
madığına göre, itaatin manası arnirin emrini yerine getirmekten ibarettir.
Pelek bir cisimdir. Her cisim ya canlıdır ya canlı değildir. Pelek de ya
Amirinemrini yerine getirmek ancak irade (ihtiyar) ile olur, irade ise nef-
canlıdır ya canlı değildir. Tabi! olan her sebep (illet) ya maddi, ya formel,
si yetkin olanlar için yani düşünen varlıklar için geçerlidir. O halde geze-
ya etkin, [248] ya da gaye sebeptir. Pelek, oluşan varlıkların maddi sebe-
genler (el-eşlıiisü'l-aliye) söz konusu olunca, secdeye, amirin emrine ita-
bi değildir, çünkü oluşan varlıkta madde bir şekilden diğer bir şekle dö-
at etme anlamının dışında başka bir anlam verme ihtimali kalmıyor.
nüşür; oysa felekte dönüşüm olmaz. O formal sebep de değildir, zira form
Çünkü onlar namaz seedesini yapacak organıara sahip değildir. Geze-
maddeden ayrılmaz, ikisi bird_ir. Oysa felek oluşan varlıklardan ayndır. O,
genlerde oluş ve başkalaşma, dolayısıyla eksiklikten tamama doğru inti-
varlığın gaye sebebi de olamaz, çünkü gayenin cisimle ilgisi varsa da ci-
253 Bu beyit el-Ikdü's-seminfi deuiiuini'ş-şu'ariii'l-cô.lıilin'de (London 1869, s. 24) "Gas- sim değildir. Mesela ev yapmanın gayesi barınmaktır, barınmanın evle il-
san, Türk, bir bölük Acem ve Kabul oturmuş onun dön_üşünü beklemektedir" şek gisi varsa da ev değildir. O halde geriye feleğin her oluşan varlığın yakın
linde yer almaktadır. etkin sebebi olduğu/şıkkı kalıyor.
232 Fe ı s e li Ri sa ı e ı e r Gö k ı e ri n All a h' a S e c d e ve 11a a 1 Ed i ş i ü z e ri n e 233
Oluşan varlıklardan bazıları canlı, bazıları da cansızdır. Oluşuma tabi na çıkaran etken gibi tabii bir şevktir ya da duvar kavramı ile duvar usta-
canlılardan bazıları cansız olabileceği gibi, bazı cansızlar da carılı olabil- sı arasındaki ilişki gibi, etki edenin yapısında bulunmayan bir şeyle etki-
mektedir. Yukarıda arılattığımız gibi, her oluşan ve bozulan varlığın yakın lenen üzerindy etkisini göstermesi biçimindedir. O halde her cisim ken-
etkin sebebi felektir. Öyleyse felek oluşan ve bozulan canlıların yakın et- di yapısında [tabiatında] bulunmayan bir şeyle başkasına etki etmekte-
kin sebebidir. dir. Bu da el, ayak ve canlının diğer orgarıları gibi ya etkenin (müessir)
Oluşan ve bozulan, canlı, duyarlı (hassas) ve hareketli [olan her şey], kendisinde bulunan orgarıla gerçekfeşmekte veya canlı bir orgarıla değil,
bir cisimdir. [Feleğin] cismi ise oluşan ve bozulan bir şey olmayıp yoktan sadece etken cismin kendi yapısında bulunaı;ı bir şeyle olmaktadır.
yaratılmıştır. Oluşuma uğrayınca bu cisim cana kavuşur; carılıya da can- Felek, altında bulunan varlıklara hayat vermek suretiyle etki etmek-
sızlık arız olabilmektedir. Şu halde bir tür hayatla oluşan cismin canlıl\ğı~ tedir. Eğer bu etki carılı bir orgarıla oluyorsa o zaman feleğin de carılı ol-
run yakın sebebi felektir. Demek oluy~r ki oluşan cisimdeki can, onun sa- ması gerekir. Şayet carılı bir orgarıla değilse o takdirde [251] yapısından
. hip olduğu formdur; bunu meydana getiren de felektir. Sebep olarak et- (tıbii') kaynaklanan bir etki söz konusudur. Bu· ise ya şevk [arzu, istek]
kin sebep, sebepliden (ma'lul) daha üstündür. [249] Başka bir cismirı se~ veya üstün geıffiekle (galebe). olur. Bilfiil olma feleğin yapısında mevcut·
b ebi olan her cisim ona herhangi bir etkide bulunmaktadır. Bu etki ya et- olduğu için, canlılık arılarda tabii bir şeydir. O halde felek zorunlu olarak
ki edenin yapısında mevcut ve etkilenene üstün gelme şeklinde etkisini carılıdır.
gösterir; mesela ateşteki hararet onun yapısındandır; etkisini ısınan şey
İlk Felsefe Üzerine adlı eserde açıkladığımız gibi yine deriz ki: Varlık ya
lerde gösterir. Veya bu etki, etki edenin yapısında mevcut değildir, mf:!se-
sürekli fiil veya sürekli güç ya da güçten fiil haline geçiş durumundadır.
la duvarlık, duvar ustasının karakterinde olan bir şey değildir. [Bazen de
Sürekli fiil halinde olan varlık, güçten fiile geçenden daha önce gelir;
bu etki] sevgiliye karşı duyulan aşkın aşığı etkilediği gibi, etkileyenden
çünkü onun güç d~rumundan fiil halirıe çıkış sebebi odur. Güçten fiile
kaynaklanır.
geçen her şeyde bu geçişi sağlayan fiildir. Eğer öyle olmasaydı bizatihi
Demek oluyor ki her cisim, kendi yapısında olmayan bir şeyle başka_
varlığın daima fiile geçmesi gerekirdi. Şayet onun fiile geçen bir varlığı
bir cisrni etkilemektedir. Bu etki ya duvar ustasınırı eylemi sonucunda
(zat) mevcutsa, o varlık sürekli geçiş halinde demektir. Halbuki varlığın
duvar kavramının duvarda gerçekleşmesi şeklinde bir etkidir veya sevgi-
güçten fiil alanına çıktığı kabul edilmiştir. Fakat bir şeyin varlığı (zat) yok-
lide bir hareket olmadığı halde aşkın aşığı etkilediği gibi eylemsiz bir et-
sa o hiçbir şeyin sebebi olamaz.
kidir.
Demek oluyor ki güçten fiile geçen her şey, oluş [kanunu] altında bu-
Aşka gelince, onun etkisi ya aşığın sevgilisine olan aşkı gibi bilfiil du-
lunmaktadır; çünkü daima o, bulunmuş olduğu güç halinden ayrılma
yu aracılığı iledir, veya demirin yapısırun mıknatıs taşına olan aşkı sonu-
durumundadır.
cu ona doğru hareket edip kavuşması gibi aracısız bir etkidir. Zira bu aşk,
duyu aracılığıyla değil, sadece demirin yapısından kaynaklanan bir şey Eğer varlık, sürekli fiil halirıde ise güç halinde olamaz; böyle bir varlık
dir. İşte oluşum sonucunda cisimde meydana gelen canlılık da böyledir, (zat) oluş [kanununa] tabi değildir. Öyleyse oluşa tabi olmayan varlık,
canlılık kazanmadan önce o bilfiil duyarlı değildir. oluşa tabi olarun güç halinden çıkmasının sebebidir. [252] Demek oluyor
Buna göre (bir cismin diğer cisme etki etmesi] ya bilfiil duyu olmadan ki düzenli ve sürekli hareket eden en son felek, oluşa tabi değildir; hare-
doğrudan aşk ile olmakta veya aşksız gerçekleşmektedir. Duyunun bu- ketin güç olmaktan çıkıp fiil alanına geçmesinin sebebi en son felektir
lunmadığı aşk, [250] sevgili ile birleşmeye yönelik tabii bir eğilimdir. Bu (el-cirmü 'l-aksa).
da demirin mıknatıs taşıyla birleşmesi gibi ya cisirrıle olur veya gücün fi- Oluşa tabi cisimlerde düzerıli hareketi sağlayan canlılık hareketidir.
il alaruna çıkışı gibi, üstün olmayanın üstünlük kazanmak için üstün ola- Çünkü canlı bir varlığa ölü veya cansız ya da candan yoksun denineeye
na doğr1J tabii bir eğilimi şeklinde olur. kadar [geçen zaman içinde] onun sürekli ve düzenli bir şekilde hareketi-
Demek oluyor ki her cisim başka bir cisme etki etmektedir. Arılattığı ni sağlayan nefistir. O halde en son feleğin (el-cir;mü'l-aksa) sürekli ve dü-
nuz gibi bu etki, ya ateşin ısısı şeklinde tabii bir etki veya gücü fiil alanv zerıli hareket etmesini sağlayan da canWık hareketidir. Ne var ki bu hare-
Gö k ı e ri n All a h 'a S e c d e ve i ı a a ı Ed i ş i üz e ri n e 235
234 Fe ı s e li Ri s ii ı e ı e r
ket, oluşa tabi cisinılerdeki gibi başka bir cismin etkisi sonucu meydana nin de duyu olduğu ve onların duyu türlerinden sadece işitme ve görme
gelmiş değildir. Öyleyse en son felek daima bilfiil canlıdır ve zorunlu ola- rluyusuna sahip bulunduğu; bu iki duyunun faziletleri elde etmeye vesi-
rak oluşa tabi olan aşağı [dünyadaki] varlıklara canlılık vermekted~r. le olduğu yukapda izah edildi. Eğer gökkürelerinde fazileti elde etme
duygusu yoksa ~zaten onlarda büyüme de yoktur- onlardaki bu iki duyu-
Böylece en son feleğin canlı olduğu açıklık kazanmış oluyor. Aşağıda
nun sebebi yok.demektir. Oysa tabiatta anlamsız ve sebepsiz bir şey yok-
ki varlıklarda canlılığın sebebi, sürekli ve düzenli hareket eden en son fe-
tur. Bu durumda bu iki duyu ya başka bir şey için sebep veya o başka şey
leğin canlılığıdır. Sebeplinin sebebe eşit olması imkansız olduğu için olu-
bunlar için sebeptir. Bununla, ayırt etme gücünü (temyfz) kastediyorum.
şan cisinılerdeki ferdi canlılık en son feleğinki gibi sürekli değildir; canlı
O halde gökkürelerinin ayırt etme gücü vardır ve onlar zorunlu olarak
lık onların türünde süreklilik göstermektedir. Aynı şekilde en son felek
düşünen varlıklardır.
hareketle canlılık kazanmıştır, çünkü onun canlılığının sebebi cisimsiz ve .
Aynı şekilde düşünülecek olursa gökküreleri ya düşünen ya da düşün
. hareketsiz Diri olan [Allah]'tır. [253]
meyen varlıklar~ır. Oysa düşünen varlık düşünmeyenden daha değerli
Buna göre bazı canlılar başkasından oluşur ve başkasına dönüşrnek
dir. [255] Eğer onlar düşünmeyen varlıklarsa, bizim onlardan daha şeref
üzere bozulur; bazılarında ise oluş ve bozuluş olmaz. Yukanda izah edil-
diği üzere, felek başka bir şeyden oluşmuş değil, tersine yoktan yaratıl li olmamız gerekir. Oysa Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine
adlı kitabımızda izah ett~ğimiz gibi, şfuıı yüce Yaratıcı'nın düzenlediği şe
mıştır ve bozulup başka bir şeye dönüşmez. Yine yukarıda geçtiği gibi,
her bozulan zıddını meydana getirmek üzere bozulur. Felek konusunda kilde, onlar bizim var oluşumuzun yakın sebepleridir. Varlığımızın ve tü-
anlatıldığı gibi, onun zıddı yoktur. O halde bazı canlılar büyüyen, bazıla rümüze özgü olan düşünmenin etkin sebebi oldukları halde, onları dü-
şünmeyen varlık saymak gibi bir hatayı kimse göze alamaz. Çünkü sebep,
rı da büyümeyen türdendir. Canlının değişmeyen özelliği duyu ve hare-
ket gücüne sahip olmasıdır. Buna göre felek de canlıdır, duyu ve hareket sebepliden daha değerlidir.
gücüne sahiptir, yani onun duyu gücü vardır. Bu durumda düşünen gökküreleri ya tabii olarak Veya canlı bir organ-
Oluşan varlıklar herhangi bir sebeb e bağlıdır, sebep ortadan kalkınca la bize etki etmiş olabilirler. Eğer tabii etki sonucunda düşünmemizi sağ
lıyorlarsa, onlar da düşünen varlıklardır. Şayet bu etkiyi canlı bir organla
sebepli de ortadan kalkar.
yapıyorlarsa, o organın sağlam ve mükemmel olması gerekir; çünkü
Büyüyen canlılarda bazı duyu organları s'adece büyüme gücüne bağlı
mantık gücü en sağlam güçtür. Demek oluyor ki, bir organla bizdeki
olarak vardır. Mesela tat alma du yus u beslenme ile, beslenme de büyüme
mantık gücüne etki etmişlerdir. Ayırt etme gücüne (tevıyfz), düşünme
ile ilgilidir. Felek ise büyüyen varlık değildir, dolayısıyla beslenme ve tat
(nutk) adı verilir. Öyleyse gökküreleri zorunlu olarak düşünen varlıklar
alma duyııları yoktur. O koku alma gücüne de sahip değildir, çünkü ko ku
dır, Oysa başlangıçta onların düşünmediği varsayımından yola çıkm!ştık.
da beslenme ile ilgilidir. Aynı zamanda o tadılan nesnelerden h oşa giden
Buna göre onlar hem düşünen hem de düşünmeyen varlıklar olmuş olu-
ve gitmeyeni ayırmak içindir. Anlattığımız gibi beslenme büyüyenler için
yor. Bu ise imkansız bir çelişkidir. Bu durumda, geriye sadece düşünen
gereklidir; oysa felek büyümez, koku alma ve dokunma organına sahip
varlık oldukları şıkkı kalıyor.
değildir; çünkü o başkasından etkilenmez; [254] hem de onun asla dönü-
şüme uğramadığı açıklık kazanmıştır. Yine deriz ki, nefsin düşünme, öfke ve şehvet olmak üzere üç gücü
vardır. Şehvet ve öfke gücü canlılarda türün devamını ve vücudun onarı
Oluşan canlıdaki işitme ve görme gibi iki değerli duyu, hakiki bilgile-
mını sağlar. O halde oluşan ve bozulan canlılarda bu iki güç onarım için,
rin sebebidir; felek de bunlardan yoksun değildir. Her ne kadar bu iki du-
düşünme gücü ise fazileti tamamlamak için vardır.
yunun büyüyüp gelişmedeki yararı büyükse de bunlar büyürneyi sağla
yan organ değil, fazileti elde etmeye yarayan organlardır. Çünkü tüm fa- Eğer gökküreleri formlarını [türlerini] korumak için üremeye (256] ve
ziletleri sağlayan felsefi ilimiere bu iki duyunun aracılığıyla ulaşılır. kendilerini onarmaya muhtaç değillerse -zaten onlarda bir varlıktan di-
ğerine dönüşüm olmaz-, bu iki güç onlarda mevcut değil demektir. Şayet
Şimdi de gökkürelerinin düşünen birer varlık olup olmadıkları husu-
düşünme güçleri de yoksa canlı değillerdir, çünkü bu üç güçten yoksun
sunu araştıralım. Deriz ki: Gökkürelerinin canlı, canlırurı temel özelliğif
234 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Gök ı er i n Alla h' a Se c d e ve 1ta at Ed i ş i üz er i n e 235
ket, oluşa tabi cisimlerdeki gibi başka bir cisrnin etkisi sonucu meydana nin de duyu olduğu ve arıların duyu türlerinden sadece işitme ve görme
gelmiş değildir. Öyleyse en son felek daima bilfiil canlıdır ve zorunlu ola- rluyusuna sahip bulunduğu; bu iki duyunun faziletleri elde etmeye vesi-
rak oluşa tabi olan aşağı [dünyadaki] varlıklara canlılık vermekted~r. le olduğu yukapda izah edildi. Eğer gökkürelerinde fazileti elde etme
Böylece en son feleğin carılı olduğu açıklık kazanmış oluyor. Aşağıda duygusu yoksa ~zaten onlarda büyüme de yoktur- onlardaki bu iki duyu-
ki varlıklarda carılılığın sebebi, sürekli ve düzenli hareket eden en son fe- nun sebebi yok.demektir. Oysa tabiatta anlamsız ve sebepsiz bir şey yok-
leğin canlılığıdır. Sebeplinin sebebe eşit olması inıkansız olduğu için olu- tur. Bu durumda bu iki duyu ya başka bir şey için sebep veya o başka şey
şan cisimlerdeki ferdi canlılık en son feleğinki gibi sürekli değildir; canlı burılar için sebeptir. Bununla, ayırt etme gücünü (temyfz) kastediyorum.
lık arıların türünde süreklilik göstermektedir. Aynı şekilde en son felek O halde gökkürelerinin ayırt etme gücü vardır ve onlar zorurılu olarak
hareketle carılılık kazanmıştır, çünkü onun carılılığının sebebi cisimsiz ve düşünen varlıklardır.
h.areketsiz Diri olan [Allah]'tır. [253] Aynı şekilde düşünülecek olursa gökküreleri ya düşünen ya da düşün
Buna göre bazı carılılar başkasından oluşur ve başkasına dönüşrnek meyen varlıklar~ır. Oysa düşünen varlık düşünmeyenden daha değerli
üzere bozulur; bazılarında ise oluş ve bozuluş olmaz. Yukanda izah edil- dir. [255] Eğer onlar düşünmeyen varlıklarsa, bizim arılardan daha şeref
diği üzere, felek başka bir şeyden oluşmuş değil, tersine yoktan yaratıl li olmamız gerekir. Oysa Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi üzerine
mıştır ve bozulup başka bir şeye dönüşmez. Yine yukarıda geçtiği gibi, adlı kitabırnızda izah ettWmiz gibi, şam yüce Yaratıcı'nın düzenlediği şe
her bozulan zıddını meydana getirmek üzere bozulur. Felek konusunda kilde, onlar bizim var oluşumuzun yakın sebepleridir. Varlığımızın ve tü-
anlatıldığı gibi, onun zıddı yoktur. O halde bazı carılılar büyüyen, bazıla rümüze özgü olan düşünmenin etkin sebebi oldukları halde, onları dü-
rı da büyümeyen türdendir. Carılımn değişmeyen özelliği duyu ve hare- şünmeyen varlık saymak gibi bir hatayı kimse göze alamaz. Çünkü sebep,
ket gücüne sahip olmasıdır. Buna göre felek de canlıdır, duyu ve hareket sebepliden daha değerlidir.
gücüne sahiptir, yani onun duyu gücü vardır. Bu durumda düşünen gökküreleri ya tabii olarak veya canlı bir organ-
Oluşan varlıklar herhangi bir sebebe bağlıdır, sebep ortadan kalkınca la bize etki etmiş olabilirler. Eğer tabii etki sonucunda düşünmemizi sağ
sebepli de ortadan kalkar. lıyorlarsa, onlar da düşünen varlıklardır. Şayet bu etkiyi canlı bir organla
Büyüyen carılılarda bazı duyu organları s'adece büyüme gücüne bağlı yapıyorlarsa, o orgarun sağlam ve mükemmel olması gerekir; çünkü
olarak vardır. Mesela tat alma duyusu beslenme ile, beslenme de büyüme mantık giicü en sağlam güçtür. Demek oluyor ki, bir organla bizdeki
ile ilgilidir.. Felek ise büyüyen varlık değildir, dolayısıyla beslenme ve tat mantık gücüne etki etmişlerdir. Ayırt etme gücüne (tevıyfz), düşünme
alma duyuları yoktur. O koku alma gücüne de sahip değildir, çünkü koku (nutk) adı verilir. Öyleyse gökküreleri zorunlu olarak düşünen varlıklar
da beslenme ile ilgilidir. Aynı zamanda o tadılan nesnelerden hoşa giden dır. Oysa başlangıçta onların düşünmediği varsayımından yola çıkmiştık.
ve gitmeyeni ayırmak içindir. Anlattığımız gibi beslenme büyüyerıler için Buna göre onlar hem düşünen hem de düşünmeyen varlıklar olmuş olu-
gereklidir; oysa felek büyümez, koku alma ve dokunma organına sahip yor. Bu ise irrıkansız bir çelişkidir. Bu durumda, geriye sadece düşünen
değildir; çünkü o başkasından etkilenmez; [254] hem de onun asla dönü- varlık oldukları şıkkı kalıyor.
şüme uğramadığı açıklık kazanmıştır. Yine deriz ki, nefsin düşünme, öfke ve şehvet olmak üzere üç gücü
Oluşan canlıdaki işitme ve görme gibi iki değerli duyu, hakiki bilgile- vardır. Şehvet veöfke gücü canlılarda türün devamını ve vücudun onarı
rin sebebidir; felek de burılardan yoksun değildir. Her ne kadar bu iki rlu- mını sağlar. O halde oluşan ve bozulan canlılarda bu iki güç onarım için,
yunun büyüyüp gelişmedeki yararı büyükse de burılar büyürneyi sağla düşünme gücü ise fazileti tamamlamak için vardır.
yan organ değil, fazileti elde etmeye yarayan organlardır. Çünkü tüm fa- Eğer gökküreleri formlarını [türlerini] korumak için üremeye (256] ve
ziletleri sağlayan felsefi ilimiere bu iki duyunun aracılığıyla ulaşılır. kendilerini onarmaya muhtaç değillerse -zaten onlarda bir varlıktan di-
Şimdi de gökkürelerinin düşünen birer varlık olup olmadıkları husu- ğerine dönüşüm olmaz-, bı:.ı iki güç onlarda mevcut değil demektir. Şayet
sunu araştıralım. Deriz ki: Gökkürelerinin canlı, canlının temel özelliğit düşünme güçleri de yoksa canlı değillerdir, çünkü bu üç güçten yoksun
·236 Fe ı s e li Ri s ii ı e ı er
Gök ı er i n Alla h' a S e c d e ve 1ı aa ı Ed i ş i üz er i ne 237
olan asla canlı olamaz. Oysa önceden bunların canlı olduğunu söylemiş
Akılsız varlıklara gelince, burılardan hayvaruar duyu gücüne sahip,
eğer söylediğimiz doğruysa bunlar zorunlu olarak canlı dır.
tik,
geri kalan_ diğer bütün ca~ılar ise bu güce sahip değildir.
Yine deriz ki, matematiğe ait teorilerde, yerküresinin çapı 7636 3/8 Cansızlardı).n sıcak ve kuru olan ateş; sıcak ve yaş olan hava; soğuk ve
milden biraz eksiktir. Eğer insanlar yerküresinin üzerinde yanyana dizil- yaş olan su; sogulc ve kuru olan da topraktır.
seler, meydana getirecekleri kürenin yüksekliği yedi karış olur. Bu miktar,
Allah, bütün yaratıkları mekanda hareket eden varlıklar olarak yarat--
anlattığımız büyüklükteki yerküresine ilave edilecek olsa varlığı bile his-
mıştır. Bu hareketin zıddı ya vardır veya yoktur; zıddı olmayan, bozuluşa
sedilmez. Oysa matematiğe ait teorilerde geçtiği üzere, yerküresi, sabit
uğramayan gök cisimleridir. Çünkü zıtlar dönüşüm sonucu bozulurlar;
yıldızlar göğüyle [kıyaslanacak olursa] onun yanında hissedilmeyecek
zıddı olmayana gelince, elbette ki onun dönüşebileceği başka bir şey
kadar değersiz bir simge gibi kalır. Çünkü sabit yıldızlar göğürıde bulu-
yoktur. Allah, bu tür harekete sahip olarıları [gökkürelerini] hepsinin en
nan bir kürenin çapı yerküresininkinin yirmibin katıdır. Biı yıldızlı gök-
büyüğü kılmıştır; bu da devri harekettir. Zıt harekete gelince o düz hare-
küresinin durumu, yıldızlı olmayan gökküresinden farklıdır; o, yerküresi-
kettir yani bir yerde başlayıp başka bir yerde son bulan harekettir. Şüphe
nin sekizbin ....254 katı kadardır. Eğer yeryüzünü dolduran insanlar, bu
siz böyle bir hareketin zıddının bulunması mümkündür. O da ilk hareke- .
yıldızlı gökteki küreye ilave edilecek olsa, adeta varlıklarından dahi söz
tin sona erdiği noktada başlayıp, onun başladığı yerde son bulan hare-
edilmeyecek kadar basit kalırlar. [257] kettir. [259]
Şayet
gökküreleri sadece düşünen varlıklarsa -düşünen düşürırne Dönen bir şey ancak sabit bir merkezin çevresinde hareket etmek zo-
yenden daha üstündür- [buna göre] hepsinden daha üstün olan [insan], runda olduğu için, Allah evrenin ortasında sabit bir cisim var etmiŞtir, bu
az olduğu için, daha değersiz olanın [gökkürelerinin] yanında adeta hiç- da yeıjiizüdür; yeryüzünü su [küresi] takip eder. Allah, onu merkezde sa-
bir şey değildir. Kim ki böyle düşünüyorsa o, şam yüce Allah'ın sınırsız bit kılmak suretiyle, mekfuıından uzaklaşan nesnelerin merkeze doğru
kudretini, değerli işler yapan iyi bir adamın güç ve kudretinden daha çok tabii hareketini sağlamak için cisimlerin merkez yönünde tabii hareketi-
sınırlamış olur. Oysa bu, yüce olan: Allah'ın şanını lllulayan bir nitelik de- ni zorurılu kılmıştır. Zira merkez yönündeki hareket zıddı bulunan bir
ğildir. O'nun kudreti hiçbir şeyden aciz değildir. Yaratıktarıda en sağlam harekettir. Bu yüzden ateş ile havayı merkezden [çevreye] hareket eden
ve en değerlidir. Sözgelimi şam yüce olan Allah, kimdileri için takdir edi- sabit cisimler olarak yaratmıştır; çünkü ikisindeki aktif nitelik aynıdır. Ay-
len zaman içinde bozulmayan varlıkları, mahiyeti (cevher) değişrnek su- rıca ateş ile hava' zıt unsurlardır, değişmenin burıların cüzlerinde olması
retiyle bozulan varlıklardan çok daha büyük olarak var etrriiştir. Ayrıca O, gerekir.
kavramlan [ilahi bilgisini] varlık alanına çıkarma kudretine sahiptir. Tüm Bütün canlılarda niteliklerin hepsi mevcuttur; ferd olarak burılar bo-
varlığı ya basit veya birleşik cevherler şeklinde yaratmıştır. Basit olan zulur [ölür], fakat Allah'ın [her] tür için belirlediği zamana kadar bu
madde ve form, birleşik olan ise şekle bürünen maddedir. Birleşik mad- tür[ler] devam eder.
de ya canlı veya cai:ısızdır..[258] Cansız cevher nefis sahibi olmayandır;
Hareket ya mekanda [yer değiştirme şeklinde] veya mekanda olma-
nefis sahibi cevhere gelince o, gezegenler ve diğer canlı varlıklardır (el-
yan hareket olmak üzere ikiye ayrılır. Mekanda hareket her cisim için söz
hars ve'n-nesö. konusudur. Mekanda olmayan hareket ise artma, eksilme, oluş, bozuluş
Allah, nefis sahibi cevherleri ya akıllı (natık) veya akıls~z olarak var et- ve dönüşüm hareketlerinden ibarettir. Bütün burılar, aşağı alemdeki pa-
miştir. Bunlardan gezegenler ile insan akıllı, diğer canlılar ise akılsızdır. sif olan maddenin etkilenmesi sonucunda. meydana gelir."Allah, gök ci-
Akıllılar da bozuluşa uğrayanlar ve gerek bütünü için gerekse her biri için sirnlerinden etkilenme özelliğini kaldırmıştır.
takdir edilen zaman zarfında bozulmayan varlıklar olarak ikiye ayrılır. İşte gerçek Etkin'in gerçek kl.!dreti budur, yani kuvve halinde bulunup
Bunlardan bozulmayanlar gezegenlerdir; tek tek bozulup dönüşüme uğ~ imkansız olmayan her şeyi fiil alanına çıkartmaktır. imkan dahilinde olan
......
rayan ise öncelikle insandır. her fiilin feyz[den nasibini alması] cömert olan Allah'a secde etmesi de-
mektir. İşte gerçekYönetici'nin gerçek yönetimi budur, yani var olan her
254 Metinde boş bırakılmiş çok az bir yer var.
şeyin en uygun aktiviteyi göstermesidir.
238 F e ı s efi Ri sa ı e ı e r
imdi, tam kudret sahibi olan Allah' ın, tümüyle kozmik varlığı, evren- Cisimsiz cevherler konusunda anlatılanlarla ilgili sorduğun soruyu
deki her şeyin kendisinde bulunduğu bir tek canlı şeklinde yarattığını anlamış bulunuyorum. Şu var ki bu problemi fizik ilminden sonra ele al-
kim inkar edebilir! ... Nitekim bir tek insanda bunların hepsi vardır. Kita- mak daha doğru olur. Çünkü fiziki varlıkların izahında kullarulan aksi-
bımızın baş tarafinda söylediğimiz gibi, özellikle sadık Muhammed'in yarnların (el-evailü'l-mantıkiyye) araştırıcı tarafından iyi bilinmesi gere-
getirdiği mesaj bı..i görüşe ters düşmüyorsa?!.. kir. Açıklanmasım istediğin konuda sana yeteceğini umduğum kadanın
yazdım; zira sorduğun soruyla ilgili olarak seni aydınlatması için proble-
Böylece istediğimiz açıklamayı gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Şimdi
me esas teşkil edecek birçok cümleye ve burıları uzun uzadıya anlatma-
de kudret sahibi Allah'ın yardım ve tevfikiyi e bu doğrultudaki görüşümü
ya ihtiyaç vardır.
zü tamamlayalım. 256
Başarı Allah'tandır.
Risale sona erdi.
Tabii varlıkların cüzleri arasında cisimsiz cevher bulunduğunun deli-
Hamd, alemierin rabbi olan Allah'a layıktır. Salat, Muhammed Musta-
li, cismin ne olduğu ortaya konulduktan ve cevheri başkasından ayıran
fa'run ve on~n tertemiz ev halkırun üzerine olsun.
...... nitelikler bilindikten sonra gelir.
Cisim en, boy ve derirılik olmak üzere üç boyutu bulunan bir nicelik-
255 Metinde eksiklik vardır.
256 Filozofun bu ifadesindeneserin ikinci kısmının bulu~duğu anlaşılıyorsa da günü- tir. [266]
ınüze kadar sadece birinci kısım gelmiştir.
240 Fe ı s e li Ri sa ı e ı er Cisimsiz Cevherıer Üzerine 241·
Cevher kendi kendine var olan, var olmak için başkasına muhtaç ol- tür cisim değil, tersine cisim olan şahısları [fertleri, cüz'ileri] kuşatan bir
mayan, değişiklikleri taşıdığı halde özü itibariyle değişmeyen ve bütün küllidir. Zira canlı şahıslar da cisimdir.
kategorilerle nitelenendir. Veya cevher, mütevatfya da müteşabih olarak Böylece ne(sirı cisim değil, [manevi] bir cevher olduğu ve yirıe böylece
rıitelenendir. Mütevatf nitelik, rıiteleyenin nitelenene adını ve tarifini bazı cevherlerih cisim olmakla beraber, bazılarının da cisim olmadıklan
vermesi durumudur. Müteşabih nitelik ise niteleyenin nitelenene adını anlaşılmıştır. Aynı şekilde düşünülecek olursa, eğer tür şahıslara adını ve
verse bile tarifini vermemesi durumudur. Adını verse bile etimalajik ola- tarifini veriyorsa o, şahısların yapısına sahiptir; [268] dolayısıyla şahıs
rak verir, adın tam ifadesini vermez; çünkü adın cüzleri nitelenende bir cevher ise tür de cevherdir, o araz ise tür de arazdır. Tür cevhere adını ve
nitelik belirtmez. tarifini verdiğine göre, duyulur olan carılı ve onun türleri de cevherdir.
Bütün bunlar [cevher hakkında anlatılanlar] biliniyor ve kabul edili- Tür ya cisimdir ya değildir, eğer cisim ise -şahıs zaten cisimdir- bu du-
yorsa cisimsiz cevher var demektir. Nitekim cisimlerdeki canlılık ya cis- rumda tür zorunlu olarak ya birdir veya çoktur; şahıs ise zorurılu olarak
min kendisindendir veya başkasından gelen bir arazdır. Kendisinden çok olma durumundadır. Eğer tür çoğu kuşatan bir cisim ise o, kuşattığı
derken, o şey kendisinden ayrılınca bozulanı; araz derken de bulunduğu şahı!>ların herbi~ini ya bütünüyle veya bir kısmıyla ifade eder.
şeyden ayrıiabilen ve ayrılınca o şeyin bozulmama durumunu kastediyo-
Tür, çeşitli unsurlardan oluşan bir birleşiktir. Mesela irısan düşünen,
rum. Mesela canlıdaki can onun kendinden ise, can ayrılınca canlı bozu- carılı ve ölümlü terimlerinden oluşan bir birleşiktir, aynı şekilde türün
lur. Nitekim canlılardan can ayrılınca bozulduklarını bilmekteyiz. F~at cinsi ve faslı da kendi tariflerini veren unsurlardan oluşmuş birer birle-
canlı cisimden can ayrıldığı halde onun cisimliğinde bir bozulma olma- şiktir. O halde tür, çeşitli cüzlerden oluşan bir birleşiktir ve bu cüzler bir-
maktadır. O halde bu durum gösteriyor ki, cisimdeki canlılık başkasın birine benzememektedir. Eğer tür şahıslardan birirıi tam olarak ifade
dan gelen bir arazdır. ederse, öteki şahısları tam olarak ifade etmesi nasıl mümkün olur? Eğer
Cisimde "canlılığın mahiyeti" dediğimiz şey "nefis"tir. Bu durumda tür kuşattığı her şahsı bir cüz'üyle ifade ederse bu, bilkuwe olarak şahıs
nefis cevher mi yoksa araz mı; [267] eğer cevher ise cisim mi değil mi gi- lar sonsuz demektir; doİayısıyla türün cüzleri de bilkuwe sonsuz olacak-
bi hususları araştırmamız gerek.ınektedir. tır. O halde tür bilkuwe sonsuzlardan oluşmuş bir birleşiktir. Oysa birle-
Bize göre nesnelerin farklılığı ya maddiyapılarından ya da isimlerin- şik olma fiil durumunu belirttiğine göre, birleşik olanın bilkuwe olması
den gelmektedir. Maddi yapılarının tarifi aynı olan iki nesne, bir tek isim- imkansızdır. Demek oluyor ki türün cüzlerinin bilkuwe sonsuz olması
le anılır. Bunların maddeleri farklı olmadığı için isimleri de değişik değil mümkÜn değildir. Halbuki türün cüzlerinin sonsuz olduğu kabul edil-
dir. Maddeleri değişik olmayan nesneler aynı yapıdadırlar. Buna göre bir mişti. [269] Bu ise korkunç bir çelişkidir.
şeye adını ve tarifini vererek onu niteleyen şey, nitelenenin yapısına sa- Türün kuşattığı her bir şahıs, ondan taşıdığı bir cüz ile diğer bütün şa
hiptir; nitelenen cevher ise o da cevherdir, araz ise o da arazdır. Nitelene- hıslardan ayrılır; çürıkü bir şahısta bulunan cüz diğerirlde bulunandan
ne kendi adını ve.tarifini vermeyen onunla aynı yapıda değildir. Yapısı ni- farklıdır. Türün altındaki şahıslar ise bilkuwe sonsuzdur. Halbuki biraz
telenenin yapısıyla aynı olmayanın, nitelenende bulunuşu bir yabancı önce, türün bilkuwe sonsuz cüzlerden oluşan bir birleşik olmasının im-
gibidir; nitelenende yabancı durumunda olana biz araz adını vermekte- kansızlığı ifade edilmişti. Demek oluyor ki, her bir şahısta türe ait farklı
yiz. Çünkü niteleyen, nitelenenin kendisinde olan bir şey olmayıp, onda cüzler bulunmakta ve her bir şahısta türe ait bir tek cüzün bulunması
araz durumunda bulunmaktadır. mümkün olmamaktadır. Oysa bu durum, "Hem mümkündür, hem
Bir şey ister duyu, isterse akılla algılansın, onu o şey yapan onun "for- mümkün değildir" anlamına geldiğinden çok kötü bir çelişkidir. Öyleyse
mudur (süret). Cevher, nefiste olan şeydir; nefis ise canlının akli [basit, her bir şahıstaki türe ait cüzün diğerinden farklı olması imkansızdır.
gayr-ı maddi] formundan ibarettir ve o cevherin türüdür. Buna göre can Böylece türün bütünüyle her bir şahısta bulunmasının imkansız ol-
bir cevherdir; cevherin türü de cevherdir. O halde nefis bir cevherdir; ne- duğu anlaşılmıştır. Çünkü tür cisim olunca, gerek bütünüyle gerekse
fis bir cevher olduğuna göre o, türün cevheridir. O cisim değildir, çünk~ cüz'üyle şahıslarda bulunması imkansızdır.
242 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r
J\. Ilah sana gerçeği anlamayı nasip etsin ve ona ulaşınana engel olacak
I\.şeyler hususunda yardımcı olsun. Kendisine itaatle Allah seni mutlu
kılsın.Nefis hakkındaki görüşleri özetlernemi ve Aristo'nun Nefis Üzerine
kitabının özetiyle birlikte, bu konuda diğer filozofların benimsediği gö-
rüşleri ortaya koymaını istiyorsun. [273] Isteğine cevap vermek üzere, ye-
terince özet ve doyurucu araştırma konusunda Allah'ın izniyle elimden
geleni esirgemedim. Güç ve kuwet O'ndandır.
lmdi derim ki: Nefıs basit, şerefli ve yetkindir; değeri büyüktür. Güneş
ışığının Güneş'ten gelmesi gibi, onun cevheri de şam yüce Yaratıcı'dan
gelmektedir. Yapısının şerefli oluşundan ve bedende açığa çıkan arzu ve
öfke güçlerine zıt bir karaktere (tıbii') sahip bulunuşundan anlaşıldığı
üzere bu nefis, cisimden bağımsız, ona aykırı; cevheri de ilahi ve ruhani-
dir. Çünkü öfke gücü bazen insanı tahrik ederek çok kötü işler yapmaya
sevkeder; fakat bu nefıs ona karşı koyar ve öfkenin yapmak istediğine en-
gel olur veya tıpkı süvarinin sert başlı atı dizginle zaptettiği gibi, o da in-
sanın kin ve intikam duygusuna kapılmasını önler.
ni [hatırlatarak] engel olur. Yine bu durum, ikisinden her birinin diğerin görür, nuru O'nun nuru ile uyuşur, O'nun metekutunda yücelir. [276]1ş
den başka olduğunun bir delilidir. [274] te o zaman her şeyin bilgisi ona açılır. Tümüyle eŞya şam yüce Yaratıcı'ya
Şam yüce Yaratıcı'nın nurundan olan bu nefis, bedenden ayrılınca aşikar oiduğu gibi ona da aşikar olur. Çünkü biz bu kirli illernde iken bir-
illernde ne varsa hepsini bilir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. Efliitun'un şu çok şeyi Güneş''in ışığı sayesinde görmekteyiz. Ya nefislerimiz soyutlana-
sözü bunun delilidir, der ki: "Eskilerden birçok arınmış filozof, bu dünya- rak ebediyet ilieminde ebedileşip Yaratıcı'nın nuru ile bakarsa neler ol-
dan soyutlanıp maddi nesneleri hiçe sayarak, kendilerini eşyanın h akika- maz ki?! Şüphesiz o Yaratıcı'nın nuru ile görünen, görünmeyen, gizli ve
tini düşünme ve araştırmaya verince, gaybın bilgisi onlara açılmış, insan- al eni her şeye vakıf olur.
ların içinden geçeni bilmişler ve yaratıkların sırrına vakıf olmuşlardır. Bu Pisagor demiş ki: "Eğer nefis -bedenle beraberken- şehevi arzuları
karanlık dünyada -ki Güneş aydınlatmamış olsa zifiri karanlık olurdu- terk eder, kirlerden temizlenir, varlığın hakikatini bilme konusunda çok
henüz nefis bedene bağımlı iken böyle olursa, ya bu nefis soyutlanır, be- düşünür ve araştırırsa gerçekten o parlaklık kazanır ve Yaratıcı'nın nu-
denden ayrılarak şam yüce Yaratıcı' mn nurunun bulunduğu gerçek ille- rundan bir sur~tle [form] birleşir; temizlik sonucunda kazanmış olduğu
me intikiil ederse neler olmaz ki! .. " parlaklık sebebiyle tıpkı maddi nesnelerin görüntüsünün parlak aynada·
Gerçekten Eflatun bu kıyaslamayı doğru yapmış ve [nefsin varlığına belirmesi gibi, varlığın bütün sureti ve bilgisi nefiste belirir. İşte nefis de
dair] tutarlı birdelil ortaya koymuştur. Sonra Eflatun söze devam ederek böyledir; çünkü ayna paslı olursa hiçbir şeyin sureti onda asla belirmez;
der ki: "Bu dünyada her kimin arnacıleşe dönüşecek olan yeme ve içme- pas giderilince bütün suretler ortaya çıkar. Akl! nefis de böyledir, paslı ve
den zevk almaksa ve yine amacı cinsi ilişkiden zevk duymaksa, onun ak- kirli ise son derece cahil demektir; dolayısıyla onda bilgi formları ortaya
li nefsinin bu değerli şeyleri bilmesine yol ve ş anı yüce Yaratıcı'ya b enze- çıkmaz. Fakat temizlenip arımnca parlar. O zaman bütünüyle varlığa ait
mesine imkan yoktur." bilgi formları onda belirir. Nefsin safiyeti, kirden temizlerup bilgi kazan-
Daha sonra Eflatun insandaki şehvet gücünü domuza, öfke gücünü masıyla olur; onun varlığı bilmesi temiz ve parlak oluşuna bağlıdır. Nef-
köpeğe, anlattığımız akıl gücünü de meleğe benzetert:k der ki: "Bir kim- sin parlaklığı arttıkça eşyanın bilgisi onda belirmeye başlar.
senin şehvet gücü kendisine üstün gelerek gayesi ve bütün çabası şehve Bu nefis hiç uyumaz; çünkü uyku arnnda duyuları kullanamaz, [277]
tini tatmin etmek olursa, o kimse d omuza benzer; öfke gücü üstün gelen bu haliyle o kendi başına bağımsız değil, bedene hapsedilmiş durumda-
ise köpeğe benzer; kime ki akl! nefis gücü üstün gelir, düşünce ve ayırt et- dır. O zaman alemlerde açık ve gizli olan her şeyi bilir. Eğer nefis uyumuş
meyi, varlığın hakikatini bilme [275] ve ilmin derinliklerini araştırınayı olsaydı, rüya gören insan kendisinin uykuda olduğunu bilemezdi, hatta
alışkanlık haline getirirse o kimse, şam yüce Yaratıcı'ya yakın benzerlikte uykuda gördüğü ile uyanıkken olanları birbirinden ayıramazdı.
faziletli bir insan olur. Çünkü şam yüce Yaratıcı'nın hikmet, kudret, ada- Bu nefis olabildiğince temizlenirse, uykuda ilginç rüyalar görür; be-
let, iyilik, güzellik ve gerçeklikle nitelendiğini bilmekteyiz. İşte insanın denden aynlmış nefısler [ölülerin ruhları] onunla konuşur. Yaratıcı da
gücü yettiği ölçüde kendisine bu şekilde çeki düzen vermesi mümkün- nurundan ve rahmetinden onun üzerine akıtır. O zaman nefis yeme, iç-
dür; böylece o da hakim, adil, cömert, iyi, gerçekliği ve güzelliği tercih me, evlenme, duyma, görme, koklama ve dokunma duyularının verdiği
eden biri olur. Bütün bu nitelikİerle o, şanı yüce Yaratıcı'nın kuvvet ve lezzetin üstünde sürekli bir zevk duyar. Çünkü bunlar kirli duyu hazları
kudretinden bir çeşit pay almış olur." dır, yerlerini sıkıntıya bırakırlar; fakat öbürleri ilahi, ruhani ve meleklere
Eflatun ve filozofların çağuna göre nefis ölümden sonra bakidir, onun has lezzetlerdir, yerlerini en büyük şerefe bırakırlar.
cevheri şanı yüce Yaratıcı'nın cevheri gibidir. O, soyutlanınca [ya] tıpkı Aldanmış, bahtsız cahil, duyu tezzetleriyle yetinen ve onlara kavuş
Yaratıcı'nın bilmesi gibi diğer şeyleri veya ondan biraz aşağıdakileri bil- mayı en büyük amaç bilen_ kimsedir. Biz bu alemden, bir arabanın geçit-
me gücüne kavuşur. Çünkü ona şam yüce Yaratıcı'nın nurundan nur ten ve köprüden geçtiği gibi gelir geçeriz, uzun süre kalmayız. Gelecekte-
konmuştur. Nefis bu bedenden ayrılarak soyutlanır ve feleğin üstündeki ki yerimiz ve makamımız ise ölümden sonra nefsimizin gideceği en yüce
akıl alemine kavuşursa Yaratıcı'nın nuruna erer ve şam yüce Yaratıcı'yı ve en şerefli alemdir; orada nefısYaratıcı'sına, O'nun nuruna ve rahmeti-
246 Felsefi Risaleler Nefis Üzerine 247
ne yakın olur. O'nu duyu ile değil, akıl gözü ile görür. O da nefse nurun- süresinin ne kadar olduğunu haber vermiş, gerçekten de hiçbiri onun
dan ve rahmetinden akıtır." İşte bilge Pisagor'un görüşü budur. söylediği ömür süresini aşmamıştır. Bir yıl sonra Evs ülkesinde bir yerin
batacağını, iki ,yıl sonra da başka bir yeri sel basacağını söylemiş ve de-
Eflatun'a gelince o da bu anlamda demiştir ki: "Eski filozofların dediği
gibi soyutlandıkları zaman akl! nefislerin yeri [278] feleğin ötesinde, Yara- dikleri çıkmıştır.
tıcı'nın nurunun bulunduğu tanrılık alernindedir. Ne var ki her nefis be- Aristoteles der ki; onun nefsi, bedeninden aynimak üzere olduğu için
denden ayrıldığı an o yere intikal edemez; çünkü bedenden ayrılan bazı bu olayları bilmiştir. Şayet gerçekten bedenden ayrılmış olsaydı, elbette
nefislerde hala kir ve pis şeyler vardır. Bazıları ise ay feleğine ulaşır; temiz- yüce melekler alemindeki ilginç olayları görecekti.
lenip arırnncaya kadar·bir müddet orada kalır; sonra Merkür ( UtaridJ fe- Yapıları üzücü şeylere ağlamaya yatkın olanlara, nefsini ihmal eden-
leğine yükselir, temizlenip arınıncaya kadar bir müddet de orada kalır; lere, aldatıcı, bayağı ve basit şehevı: arzularını tatmin de ileri gidenlere, bu
sonra da daha yüksek bir yıldızın feleğine çıkar, her felekte bir süre kalır. önemli iş üzerinde düşünmeyeniere ve gücüyettiği kadar nefsini arındır
En yüksek feleğe çıkarak tamamen temizlenir, duyu ve hayalden gelen kir mayanlara çok~a ağlamalarını söyle! O şehev! arzular ki insana kötülük
ve pisliklerden arınırsa, işte o zaman felekleri aşarak akıl alemine yükse- yaptırarak onun yapısını hayvanlaştırır. Gerçek temizlik beden temizliği ·
lir; böylece en yüce ve en şerefli yere kavuşmuş olur. Yaratıcı'nın nuru ile değil nefis temizliğidir. Çünkü bilge ve Yaratıcı'sına ibadet eden seçkin
uyuşarak az ve çok, varlığa ait her şeyi bilir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. alimin bedeni pis kokulu bir şeyle kirlenmiş olsa bile, [280] bilgirıler şöy
Adeta insanın kendi parmağını veya tımağını ya da kıllarından birini bil- le dursun, cahiller katında dahi o, bedenimisk ve anbere b elenmiş cahil-
mesi gibi bütün varlık ona apaçık görünür. Yaratıcı da alemin idaresine ait den daha şerefli dir. Dünya ve dünyanın bayağılezzetlerinden uzak dura-
şeyleri ona havale eder; nefis de onları yapmak ve yönetmekten zevk alır." rak Allah'a ibadet edenin faziletlerinden biri şudur ki, bütün cahiller -
Hayatıma yemin olsun ki, Eflatun da gayet veciz olarak anlatmış ve bu kendisiyle alay edenler müstesna- onun fazilet sahibi olduğunu kabul
eder ve onu yüceltir; onun hata yaptığını görmek bile cahili mutlu eder.
kısa ifadesinde birçok manayı toplamıştır.
Ey cahil insan! Bu alemde kalışının sadece bir an olduğunu, sonra ger-
Hem bu, hem de öbür alemde nefsin bu şerefli rütbeye ulaşması an-
çek aleme intikal edeceğini ve orada sonsuza dek kalacağını bilmez mi-
cak kirlerden temizlenmesiyle olur. İnsan kirlerden temizlenince, onun
sin! Şam yüce Yaratıcı'nın iradesiyle sen bu dünyada sadece bir yolcusun!
nefsi gaybı ve gizli şeyleri bilecek derecede parlaklık kazanır. Nefsin bu
gücü, şam yüce Tanrı'nın gücüne yakın bir benzerlik gösterir. Çünkü ne- Bütün filozoflar bunun böyle olduğunu öğretmiştir; biz de nefsin ba-
fis, bedenden ayrılıp soyutlanınca kendi alemine yani tanrılık alemine sit bir cevher olduğunu onların görüşlerinden özetledik
intikal eder. [279] Sana yazdıklarımı iyi anla ki mutlu olasın. Yüce Allah seni dünya ve
Nefsin öbür alemdeki hali bu kadar şerefli iken, insan nasıl olur da ahirette mutlu kılsın.
nefsini ihmal eder. ve 'onu yaratıcısından uzaklaştırır, doğrusu ş aşmak Hamd, alemierin rabbi olan Allah'a layıktır. Salat, Muhammed'in·ve
gerek!.. bütün ev halkının üzerine olsun.
Aristoteles ise, günlerce komada kalan ve kendine geldiği zaman gay-
ba ait çeşitli bilgileri insanlara bildiren Yunan kralının başından geçen
olayı anlatmıştır. 2 5 7 Kral orada gördüğü nefisleri, sılret ve melekleri onla-
ra anlatmış ve deliller de getirmiştir. Kendi ev halkından her birinin ömür
257 Gerçekte burada anlatılanların Aristoteles'le bir ilişkisi yoktur. Olay Eflatun'un
Devlet diyaloğunda geçmekte ve sözkonusu şahsın Yunan kralı değil, Parnphylialı
Armeios oğlu Er olduğu açıkça ifade edilmektedir. Ayrıca Er' in, kendi yakınları ve
öteki olaylar hakkında verdiği bilgiler de adı geçen eserde yer almamaktadır; bkz.
Eflatun, Devlet (tre. Sabahattin Eyüboğlu, Ali Cimcoz), İstanbul 1975, s. 614.
N.efis Üzerine Kısa Birkaç Söz
{Ke/amun fi'n-neft muhtasarun veciz}
öyleyse uykunun tam tarifi: "Sağlığı normal olan canlımn tabii olan lıkve bozulma olmaz. İşte bu tasariama gücü ve diğerleri, nefsin yani
duyularını kullanmama halidir." Eğer bu söylendiği gibiyse rüyanın ne beynin güçlerindendir. Bu organ nefsin bütün güçlerinin bulunduğu bir
olduğu anlaşılıyor demektir. Çünkü nefsin güçleri bilinmektedir; onlar- organdır. Duw gücü ise göz, kulak deliği, kulak, geniz, burun, dil, ağız,
dan biri de tasariama (el-nıusavvire) gücüdür. Bununla ben, tek tek nes- [298] küçük dil ve butün dokunma sinirleri gibi ikinci derecedeki organ-
nelerin gayr-ı maddi formlarını bize kazandıran gücü kastediyorum. Ya- lada fonksiyonunu yerine getirir.
ni d uyularımız nesnelerin nitelikleriyle ilişki kurmadan [bizim onlar hak- Beyne gelince, eğer onda bir arıza olursa organı yöneten nefıs gücün-
kındaki tasarımımızdır]. Eski Yunan filozoflarının "fantezi" adını verdik- de de bir bozulma meydana gelir; aynı durum duyu ve ikinci derecedeki
leri güç işte budur. Duyu ile tasariama gücünün farkına gelince, duyu bi- duyu organları için de söz konusudur. O halde duyu algısı, ikinci derece-
ze nesnelerin formunu maddi nitelikleriyle birlikte verir; tasariama gücü de organa gerek duymayan tasariama gücünden daha zayıftır. Çünkü ço-
ise nitelik ve niceliğe ait tüm özellikler olmadan nesnenin soyut formunu ğunlukla duyu gücünde iki bakımdan arıza söz konusudur; bununla, bi-
kazandırır. rinci ve ikinci d~recedeki organları [beyin ve duyu] kastediyorum. Çoğun
Bu güç hem uykuda, hem de uyanıkken fonksiyonunu yerine getirir, lukla duyu gücü birincisi itibariyle sağlıklı, ikincisi itibariyle arızalı olabil- ·
fakat etkisini uyanıklıktan ziyade uykudayken daha güçlü olarak gösterir. mektedir. Tasariama gücüne gelince, çoğunlukla duyu gücü gibi birincisi
Nitekim uyanık biri, bir konu üzerinde düşünürken bazı organlarım kul- [beyin] itibariyle sağlıklıdır, ikincisi [duyu orgam] bulunmadığından ötü-
lansa bile düşündüğü şeyin şekli [onun zihnindel canlanır. [296] Ne ka- rü onda herhangi bir arıza da sözkonusu değildir. Bu sebeple tasariama
dar derin düşünür ve duyularıru kullanınazsa o şekil daha da belirginle- gücünün fonksiyonu [299] ve verileri daima soyut ve sağlamdır. Duyuya
şir, adeta duyusuyla görür gibi olur. Hatta konuya yoğunlaşmak, görme gelince, ikinci derecede gelen organların sürekli değişiklik göstermesi se-
ve işitme duyusunu kullanmayı gereksiz kılar. Nitekim çoğu zaman dü- bebiyle o da değişmektedir. Bu yüzden tasariama gücünün verileri mad-
şünceye dalan birine bağırıldığı zaman cevap vermediğini görürüz. Ken- deye bağımlı olan duyu verilerinden daha sağlıklı ve daha nettir. Aynı şe
disine geldiğinde, "gözünün önündekini gördün mü?", diye sorulsa, "gör- kilde maddedeki form [şekil] yine maddenin yapısına bağlıdır, zira her
medim" der. Bu husus diğer duyular için de söz konusudur. madde her şekli kabul etmez. Sözgelimi bir damga ile saf m umu, halis ça-
Bu durum, sıradan insanlarda böyledir. Ama parlak akıl, zihin ve ayırt muru, halis olmayan çamuru ve pürüzlü taşı damgalayacak olursak, onun
etme gücüne (tenıyfz) sahip olan seçkinlerde ise, onların parlak zihin etkisi maddenin durumuna göre farklı olacaktır. Elbette ki en saf ve pü-
güçleri duyu verilerine gerek kalmadan varlığın soyut forıniarım kazan- rüzsüz olan, damganın bütün inceliklerini en iyi şekilde yansıtacaktır.
dırır. Bir kimse hiçbir duyusunu kullanmayarak düşünmeye başlar ve bu Tıpkıbunun gibi, duyulur nesneler de onu algılayana tabidir; ondaki
şekilde uykuya dalarsa tasariama gücü en güçlü bir şekilde fonksiyonunu belirsizlik, bozukluk ve her çeşit değişiklik onun madde ile olan ilişkisin
yapar. Bu durumda düşünce, duyu verilerinden gelen formları algıla den kaynaklanmaktadır. Tasariama gücü ise, duyu algıları gibi maddeye
makla meşgul olmadığı için [düşünceye konu olan nesneleri] duyu orga- ilişkin olmadığından bir bozulma söz konusu değildir. Bu sebeple uyku-
m gibi soyut olarak görür. Bu hususta duyu gücü ile tasariama gücü ara- da [görülen] şekiller daha mükemmel (etkan) ve daha güzeldir. Ayrıca ta-
sında asla fark yoktur. Hatta her düşündüğü [297] şeyin soyut formu du- sarlama gücü duyu gücünün elde edemediklerini de tasarlar. Mesela o,
yu algısından daha temiz, daha berrak ve daha net olarak belirir. Çünkü formları biTbiriyle birleştirir; duyu ise bunu yapamaz. Duyu maddeyi ve
duyu gücü duyumlarım ikinci bir araçla sağlar; bu araçaymzamanda or- fonksiyonlarını karıştırma[k suretiyle aralarında ilişki kurma] gücüne sa-
taya çıkan iç ve dış etkilerden ötürü güçlenebilir ve zaafa uğrayabilir. hip değildir. Sözgelimi göz [300] bize boynuzlu veya tüylü ya da tabii ol-
Ama tasariama gücünün güçlenecek veya zaafa uğrayacak ikinci bir ara- mayan herhangi bir şekilde bir insan tasavvuru veremediği gibi, konuş
cı bulunmamakta ve o, soyut nefısle [sırf zihin gücüyle] kavramları elde mayan bir hayvanı da konuşan şeklinde gösteremez. Şüphesiz o bunu ya-
etmektedir. Her ne kadar tasariama canlıda akıl ile duyu arasında ortak pamaz, çünkü duyu organında bunu tasariayacak güç asla mevcut değil
olan birinci derecedeki organla [beyinle] gerçekleşse de, bunda bulamf- dir. Fakat düşünce gücüne gelince, insanı uçan veya tüylü; yırtıcı hayva-
254 F e ı s e li Ri s a ı e ı e r
Uyku ve Rü ya n ı n Mahiyeti üz er i n e 255
nı da konuşan bir varlık olaraktasavvur etmesi imkanmz değildir. Bu ta- Duyu algıları nefiste mevcut olduğuna göre algılayan ile algılanan ay-
sarİama gücü sadece duyu algısına dayanan düşünceleri şekillendirir. 258 nıdır. Akıl da böyledir, nefis akli kavramları algıladığı için o da kavramdan
Tüm duyularımızın etkisinden kurtulduğumuzda herhangi bir düşünce başka bir şey değildir. O halde akıl ile duyu, nefisteki kavram ile algıdan
maddeden soyut olarak zihnimizde canlanır. Sonra duyunun sağlayama ibarettir, çünkü ildsi de nefiste mevcuttur. F~kat idrak edilmeden önce,
dığı algıları uykuda duyu algıları şeklinde elde ederiz. duyu algıları tek t~k nesnelerin (eş/ıiis), akl! kavramlar ise onların üstün-
Böylece yaptığımız açıklamadan rüyanın ne olduğu anlaşılmıştır. De- dekilerin, yani tür ve cinslerin formudur. Demek ki cinsler, türler ve tek
mek oluyor ki rüya, nefsin düşünceyi kullanıp duyuyu kullanımdan kal- tek nesneler tümüyle akledilir şeylerdir. Bu yüzden Eflatun, nefsin tüm
dırmasıdır. Sonucu bakımından rüya, nefıs duyuyu bırakıp düşüneeye duyulur ve akledilir şeylerin mekanı olduğunu söylemiştir. Buna göre ne-
yöneldiği için, düşüneeye konu olan her şeklin tasariama gücü sayesinde fis tabiatı gereği çok bilendir. Zira tümüyle bilgi duyu ve akıldan, bunla-
nefısteki izlenimidir. [301] rın benzeri ve ikisini birden kuşatan şeyden ibarettir. [303] Demek oluyor
·Niçin bazı olayları meydana gelmeden önce rüyada görürüz? Rüyada ki değişik rüyalar görmenin sebebinin ne olduğu birazdan anlaşılacaktır.
gördüğümüz bazı şeyler niçin zıddı ile yorumlanır? Niçin rüyada gördü- Şüphesiz nefis canlı, uyanık ve çok bilen [bir cevher]dir. o bazı olay-
ğümüz bazı şeyler çıkmıyor, yorumu yapılamıyor ve zıddı ile de yorum- ları (eşya) meydana gelmeden önce sembollerle (remz) veya aynıyla ha-
lanaınıyor? şeklindeki sorulara gelince, bunların sebebi nefsintabii ola- ber verir: a) Eğer canlı, nefsin kabul [yani olayları algılama] gücüne zarar
rak bilgili olması, her çeşit duyu ve akıl verilerini algılama gücüne sahip verecek araziardan temizlenmiş olarak tam anlamıyla algıya hazırsa ve
bulunması dır. nefis de kendi etkisini o canlının organında gösterme gücüne sahipse,
Yunanlıların bilgesi Eflatun bu konuyU bizden önce temellendirmiş, ' meydana gelmeden önce olayları aynıyla haber verir. Demek ki organın
onların filozofu Aristoteles de nefse dair görüşlerinde ondan nakiller olayları aynıyla haber vermesi, daha çok ve daha iyi hazırlanmış olması
yapmıştır. Eflatun bunun böyle olduğunu söylemiştir; çünkü bilinen her- na bağlıdır. Şüphesiz bir organın [fonksiyonunu yapma] durumu nefisle
şey ya duyu veya ~avram bilgisinden ibarettir. Nefis ise hem duyu hem de ilgili bir olaydır. Bununla, tam nefıs sahibi olan şahısları yani insanı kas-
kavram bilgisine sahiptir. O, nefsin hissedici ve akledici olduğunu söyler, tediyorum. Dolayısıyla nefis bazen çok iyi, bazen da çok zayıf olarak algı
yani duyulardan gelen izienimler de, aklın ür~ttiği kavramlar da nefiste lamaktadır. İşte meydana gelmeden önce olayları aynıyla haber verme-
bulunuyor demektir. O halde algılanan algılayanda~ başka değildir. Nefis nin sebebi budur. b) Sembol ifade eden rüyaya gelince, eğer organ canlı
basit bir tek varlık olduğuna göre orada ayrılık gayrılık yoktur. Mesela al- nefsin olaylar hakkında verdiği haberi kabule tam hazır değilse bu durum
gılama sırasında algılayanla algılanan aynıdır. Çünkü nefisteki izienim meydana gelir. [304] Bu takdirde nefıs, canlının rüyayı istediği sembolle
algılananın kendisidir, yani onun formudur. [302] Demek ki form ondan ifade etmesini sağlar. Diyelim ki nefis yolculuğu haber vermek istiyor, o
başka bir şey değildir; hatta nefis bu haldeyken dahi o form kendisinde zaman yolculuk uçuşla sembolize edilir ve kişi rüyasında kendisinin bir
mevcuttur. yerden başka yere uçtuğunu görür. Bu durum, organ temiz fikirleri kabul
Akli kavramlar da böyledir, onlar da akıl adı verilen güçten başka bir edecek kıvama geldiği zaman söz konusudur. Nitekim büyüyen canlılar
şey değildir. Çünkü algılanan (malısıls) terimi tek tek varlıkları ifade eder. dan [insanlardan] bazısı, bir olayı meydana gelmeden önce düşün ür ve o
Zira canlılarda ortak olan duyu gücü eşyanın formunu, yani renk, şekil, konuda önemli sonuçlar doğuracak gerçekiere ulaşmak için doğru öner-
tat, ses, koku ve dokunınayla ilgili ferdi özelliklerini algılar. Böyle olan her meler kullanarak sağlam düşüncelere ulaşır. Böylece o, olayları meydana
form maddeye ilişkindir. losanda bulunan ve aklı kavramları algılayan gelmeden önce haber verir. Durumu zayıf olan diğerleri ise, böyle düşün
güç ise hem varlığın türlerini algılayan hem de onlara ilişkin hususları eeleri üretemezler. Bu yüzden onların görüşü zan düzeyinde kalır; zan ise
ayırdeden güçtür.
...... "o böyledir, o böyle değildir" şeklinde iki çelişik önermeden ibarettir.
Eğer bu öneı-melerden biri bir gerçeği ifade ediyorsa doğru zan, etmiyor-
258 Filozofun bu ifadesi, tasariama gücü ile ilgili önceki anlatnklarıyla pek bağdaşma
maktadır.
sa yanlış zandır.
_lli Felsefi Risaleler Uy k u v e Rü y a n ı n Ma h i y e t i ü z e ri n e 257
Aynı şey rüya için de söz konusudur; [305] şayet nefis doğru önerme- Beyni ıslatan ve soğutan sebebe gelince, bu sebepısının, canlının iç
lerle düşünmekten uzaksa [rüyadaki] bu düşünce zan ifade eder. Bu zan organlarında bulunması, dışının soğukla kuşatılması ve iç organlardaki
bir gerçeği dile getiriyorsa o yorumdur, yani semboldür. Gerçekle çelişi ısının etkisiyle ince olan yaş buharın beyne yükselmesidir. Bunun doğru
yorsa canlının [insanın] gördüğü rüya zıddına delalet eder. işte böyle du- luğunu göstereri delil şudur: Biz yaş ve soğuk yemeklerden çokça yediği
rumlarda nefis sembol kullanmak zorunda kalır. Yukanda anlattığımız gi- miz zaman har~ketleriıniz yavaşlar, bedemınizin dışı so ğur, ısı içe çekilir,
bi sembol, uyanık olan kimsenin analoji yapması gibidir. duyu organlarıınız gevşer ve onları kullanmak bize ağır gelir. Bu sırada
Bazen doğru, bazan yanlış çıkan tahmine gelince, eğer alet doğru organ kapanarak açıkken yaptıklarını yapamaz olur. Şayet canlı onu ka-
sembolü kabullerrecek kıvamdaysa o tahmin doğru çıkar. Tıpkı bu, bir pamayacak olursa, tabiat o duyu organının dinlenınesini sağlar. Mesela
kimsenirı, isbata dayanan tam bilgisi bulurımadığı halde birşey hakkırı gözün durumu böyledir; o, bebeğini [siyahını] döndürerek üst kapağın
da kuwetli zanda bulunması gibidir. Şüphesiz bu zan bir gerçeği ifade altında dinlendirir. Her ne kadar hayvan göz bebeğini genişletme ve da-
etmez. [Uykudaki] zayıf zan ise, uyaruk haldeki zayıf zan gibidir; her iki- raltma imkanına sahipse de -mesela kedi, tavşan, yırtıcı kuş ve benzerle-
si de bazen doğruya bazen yanlışa denk düşer. Şayet organ kuwetli zan- rind~ bu durum mevcuttur- göz, bebeği daraltma ve genişletmeye, kapak
na benzeyen sembolü kabullenecekkıvamda değilse rüyanın zıddı çıkar. ise daralan bebeği büzmeye memurdur. Neticede soğuk ve yaş olan bey-
Çünkü daima zayıf zanda bulunan kimse [306] hata yapmaktadır. O hal- nin yanısıra hayvan, duyu organlarını kullanmanın ağırlığını hissetınez.
de bunun [zayıf zanna dayanan rüyanın] zıddı her zaman doğru çıka Nitekim, uyumak istediğimiz zaman bedenin hareketine son verir, duyu-
caktır. işte görülen rüyanın zıddının çıkması böyle olmaktadır. Sözgeli- ları devre dışı bırakmak için gözlerimizi kapar, ses ve ışıktan uzak kalma-
mi rüyada ölmüş görülen insanın ömrü uzarnış; fakirleşmiş görüleniri ya çalışırız. Böylece kitabıınızın baş tarafında tarif ettiğimiz uyku gerçek-
malı çağalmış şeklinde yorumlanır. Fakat organ bu mertebelerden hiç- leşmiş olur. [308]
birim kabul etmeyecek derecede zayıfsa, rüya anlatılamayacak kadar ka- Uykunun sebebi ile ilgili delillerden biri de, eğer tamamen düşünce
rışık olur. Böyle bir rüyada gerçeğe uygunluk veya aykırılık şartı aran-
ye dalar, kitaplara kapanarak konuya konsantre olursak, hareketsizlikten
maz. Tıpkı bu, uyanık birimn saçmasapan düşünceleri gibidir. Çoğu kez ötürü bedenimizin dışı soğur, d uyularımız gevşer ve ağırlık çöker. Bu sı
böyle biri, sözdeki incelikler şöyle dursun, kelimeler arasında uyum sağ rada içteki ısının etkisiyle soğuk olan yaş buhar beynimize yükseleceği
lamaya çalışır, fakat karıştırarak düşündüğünün tersim söyler. Halkırı
için uykumuz gelir.
"çok kelime hatası yapan" diye adlandırdığı kimseler bunlardır. Mesela
Bu hususta bir başka delil de, aşırı yorgunluktan sonra bedenimizde
Hamza b. Bid259 hakkırıda anlatılanlar böyledir. İşte bu gibi rüyalara ka-
normalin dışında meydana gelen ısı konusudur. Biz, yorucu bir hareket-
rışık rüya adı verilir.
ten sonra bedenimizi dinlendirınek zorundayız. Dinienirken ısı içe çeki-
Canlının uyumasının yakın sebebi, beyninin soğuk ve yaş oluşudur. O
lir. Bunun sonucunda soğuk olan yaş buharlar beynimize doğru yükselir.
sağuyup ıslamnca gevşer, normal durumundan çıkar ve duyu algılarına
Bu konuda tabiat bize çok yardımcı olmaktadır; bir bakıma bu, onun bir
cevap veremez olur. Çünkü duyu aletleri [sinirler] beyinden çıkıp yayıl
çeşit bedeni yönetim şeklidir. Zira uyku, organların dinlenmesini sağlar,
maktadır. -Biz buna benzer görüşleri [307] canlının anatamisini anlatır
sindirim organını sindirime hazırlar, yorgunluğun bedene kaybettirdiği
ken açıklaınıştık.- Zor olduğu için nefis uykuda duyuları devre dışı bıra
besinleri telafi eder, [309] aynı zamanda iç organlarda bulunanların ısı ile
karak düşüneeye yönelmiş ve bunun sonucunda uyku ve rüyalar meyda-
pişmesini temin eder. işte uykunun gaye sebebi budur.
na gelmiştir.
Şüphesiz şam yüce olan her şeyin Yaratıcı'sı, canlıların dinlenme, ça-
259 Dalgınlığı ile ünlü bu şahsın adı Arapça metinde Hamza b. Nasr ve Züveyh (?) ola- lışma ve beslenme zamanını belirlemiştir. Çünkü beden [çalışırken] çö-
rak, Latince tercümesinde ise Harnet b. Nezir şeklinde geçmektedir. Fakat tarihte yaşa zülür ve akar [güç kaybeder]. Bedenden sürekli [güç] akarken, sindirime
mış ünlü dalgınlar arasında bu isim de birine rastlamak mümkün olmamıştır. Ancak,
yardım edecek ve bu açığı telafi ederek onu geliştirecek olan, ancak s ükü-
lbn Abdirabbih'in el-Ikrlü'l-ferid adlı eserinde (nşr. Muhammed Said el-Arayan,
Beyrut 1372/1935, Il, 234) Harrıza b. Bid b. Avfisimli bir ahmaktan söz edilmektedir ki, net ve uyku gibi şeylerdir. Şayet uykunun verdiği İstirahat olmasaydı ve
herhalde doğrusu bu olacaktır. canlının bünyesi (tabiat) tamamiyle sindirime yönelmemiş ve gücünün
258 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r
di (heyulanf) sürettir; diğerinin ise madde ile ilişkisi yoktur; o, aklın tür ve fis ve akıl bir tek şey haline gelir. Bu da aklın hem akleden [özne] hem de
türün üstündeki varlıklara (cinslere) ait olan verilerinden ibarettir. Mad- akledilen [nesne] olduğu anlamına gelir.
dedeki sılret doğrudan (bilfiiQ duyu ile algılanır; eğer böyle olmasaydı O halde nefse göre akıl ile ma'kul tek bir şeydir. Ama sürekli fıil halin-
duyu ile algılanamazdı. Nefis sureti [algılayıp] edinince o artık nefistedir, de bulunan ve nefis güç halinde aklederken, onu bilfiil akleden durumu-
nefis onu [bilgi olarak] edinmiştir. Çünkü o nefiste güç halinde bulun- na getiren [fa'a.J]· akla gelince, [357] onun aklettiği [nesne] ile kendisi ay-
maktadır. Nefis onu kullanmaya başlar başlamaz fiil haline geçer. Süretin
nı şey değildir. Demek ki ilk akıl açısından nefiste akledilen ile ilk akıl bir
[bilginin, varlığa ait şekillerin] nefiste bulunuşu, bir şeyin kapta bulunu- tek şey değildir. Ama nefis açısından akıl ile ma'kul [akıl ile bilgi] bir şey
şuna ve cismin üzerindeki resme 261 benzemez. Çünkü nefis [355] cisim
dir. [Fakat] basit bir cevher olması bakırnından aklın [kavramları algıla
ve bölünen bir şey değildir. Sılret nefistedir, nefis ise bir tek şeydir, başka masıl durumu, nefsin duyuları algılamasına benzese de akıl nefisten da-
bir şey değil. [Dolayısıyla] yüklemlerin [nefsin edindiği bilgilerin] başka ha güçlü bir şekilde algılamaktadır.
lığibaşkalık sayılmaz.
Buna göre akı.l ya bütün akledilenlerin ve ikinci akılların sebebi [olan]
Aynı şekilde algılayan güç nefisten başkası değildir. Nefisteki bu güç, ilk akııdır veya n~fis bilfiil akletmediği sürece güç halinde bulunan ikinci
cisimdeki organ gibi de değildir; tersine o, algılanan nefsin kendisidir. Yi- akıl dır.
ne bunun gibi, algılanan sılret ayrılık gayrılık ifade etmez. O halde nefis
Üçüncüsü de önceden nefsin kazanmış olduğu [358] ve nefıste bilfiil
tarafından algılanan, algılayan şeydir. Ama madde söz konusu olunca.
mevcut olan [müstefad- kazarulmış] akıl dır. Nefis dilediği her zaman bu-
onun [nicelik ve niteliğe ait özellikleri] algılayan nefisten başkadır. De-
nu kullanabilir ve başka şeylerin meydana gelmesi için onu ortaya çıka
mek oluyor ki madde[ye bağımlı] olması açısından algılanan algılayan
rır. Mesela katibin yazı yazması böyledir, yazı yazmayı bildiği için diledi-
değildir.
ği zaman bu becerisini ortaya koyar. Dördüncüsüne gelince, nefisteki
Aristoteles aklı buna [duyuya] benzetir, -akıl derken madde ve fante-
(bilgi]nin ortaya konmasıdır ki bu da zahir [veya beyani] akıldır. Bu akıl
zi ile ilişkisi olmayan sureti [bağımsız hale gelen bilgiyi] kastediyorum-
başkalarıinı bilgilendirmek] için nefiste bilfiil mevcuttur.
[356] nefis aklı kullanmaya başlayınca sılret [bilgi] nefisle birleşir. Yani
daha önce o sılret nefiste güç halinde mevcutken, şimdi bilfiil mevcut ol- Buna göre üçüncü ile dördüncü akıl arasındaki fark şudur: Üçüncüsü
muştur. İşte madde ve fantezi ile ilişkisi bulunmayan bu sılret [bağımsız
önceden nefis tarafından edirıilmiş [bağımsız bilgi halinde] olup, diledi-
ği zaman onu ortaya çıkarabilir. Dördüncüsü de ister [bilgiyi] önceden
bilgi], nefis açısından kazanılmış akıldır (el-aklü'l-müstefad). Yani nefis
edinmiş olsun, isterse edindiğini kullanma durumunda bulunsun [o za-
varlığın türlerınİ [küllileri] bilen bu aklı, sürekli fiil halindeki ilk akıldan
(fa'al akıldan] almıştır. ilk akıl verici, nefis ise alıcıdır. Çünkü nefsin aklet- hir veya beyani akıldır]. Demek oluyor ki, üçüncüsü nefsin önceden
mesi güç halinde, ilk aklınki ise fiil halindedir. Alıcı olan bir şey verici ola- edindiği [bilgi]dir ve o kendisinde [potansiyel olarak] vardır. Dördüncüsü
na karşı fiil halinde değil, güç halinde olmak durumundadır. Bir şey kar- ise [bu potansiyel bilginin] bilfiil ortaya çıkmasıdır.
şısında alıcı durumda bulunan her şey kendiliğinden fiil alanına çıka Şanına yaraşır şekilde Allah'a çokça hamdolsun.
maz. Eğer kendiliğinden bunu yapabilseydi o da sürekli fiil halinde bulu- İşte akılüzerine önceki bilgelerin görüşleri budur. Bu konuda söyle-
nurdu. Çünkü kendisi öteden beri mevcuttu. Demek oluyor ki, güç halin- necek söz bundan ibarettir. Sırf ma.Iumat kabilinden istediğin için bu sa-
de bulunan her şey, fiil durumunda olan bir başka şey kanalıyla fiil alanı na yeter. Allah sana doğru görüş nasip etsin! Bu yazdığımla mutlu olma-
na çıkmaktadır. O halde nefis akledici olup, ilk akıl sayesinde bu durum- nı dilerim.
dan çıkmakta ve bilfiil akledici duruma geçmektedir. Akli sılret [bağımsız
Hamdolsun Allah'a, risale sona erdi.
hale gelen bilgi] nefisle birleşince ikisinin arasında ayrılık gayrılık kal-
maz. Zira nefis bölünmez ki ayrılık olsun. Akli sılret nefisle birleşince ne-
261 Bu kelimeyi Ebti Ride misal, Bedevi ise timsal şeklinde okumuştur. Burada ikincisi
tercih edilmiştir.
Aristoteles 'in Kitaplarının
Sayısı Üzerine
{!Gsale fll<emmiyyeti l<ütübi AristUtiz/is
ve ma yuhtacu ileyhi fl tahsili'!-felsefe}
ölüm karşısında duyulan sıkıntı ancak bu yolda yürümenin verdiği sıkın adını ve tarifini vermemiştir. Nitekim beyazlık yani beyaz cis~e yüklenen
tıyla kıyaslanabilir.
Özellikle nefis bu konular üzerinde her düşünüşünde beyaz böyledir. Çünkü isim olan beyazlık beyazdan türemiştir, beyazın
hedefine biraz daha yaklaşıyor, beklediği kazancı elde ediyor, maksadına kendisi değildi~. Beyaz, gözü meşgul eden bir renktir, beyazlık yani beyaz
kavuşacak desteği buluyor, geriye kalan güçlükleri aşması kolayıaşıyor ve cisim ise gözü meşgul eden bir renk değildir. Bu yüzden beyaza ne tarifi-
amacı olan hareket doğrultusunda bileniyorsa [bu sıkıntılara katlanmaya ni ne de bizzat jsmini vermiştir. Beyazlık beyazdan türediği için bu bir tü-
değer!] retme işidir.
Sorduğun konuda sana yetecek kadarını yazdım. Ayrıca akıl gözünü Taşıyıcı cevhere yüklenip araz sayılan kategoriler dokuz tan edir: Nice-
keskinleştirerek varlığın hakikatini kavrayasın ve başka şey için değilken
lik, nitelik, görelik, nerede, ne zaman, etkin [etki olacak], edilgin [edilgi
disi amaç olduğu için istenen "iyi"ye yönelesin diye biraz da fazla yaz- olacak], iyelik ve durumdur yani bir şeyin konumu demek istiyorum.
dım. Çünkü her istek "iyi"ye ulaşmak için istenir; "iyi" ise başkası için de-
Mantikla ilgili olanlardan ikincisi Peri-Hermeneias'tır, "yorum üzeri-
ğil sadece kendisi için istenir.
ne" anlamına gırlmektedir yani konu ve yüklernden ibaret olan önerme-
isteğinle ilgili olarak bu sana yeter. Başarımız Allah'tan ve güvenimiz
leri elde etmek için kategorilerdeki ifadeleri yorumlamak ve biraraya ge- ·
O'nadır. Her işimizde O bize yeter.
tirmektir. [367]
Bir öğrencinin fılozof olabilmesi için matematik ilminden sonra Aris-
Mantıkla ilgili olanların üçüncüsü I. Analitiklerdir; anlamı "baştan
toteles'in sıra düzenine konulmuş olan kitaplarını ardarda okuması gere-
ters döndürme"dir.
kir. Bu kitaplar dört kısma ayrılır:
Mantıkla ilgili olanlarındördüncüsü II. Analitiklddir, bu Apodiktika
Birincisi, mantıkla ilgili olanlar.
diye de adlandırılır, "açıklama" anlamına gelmektedir.
İkincisi, tabiatla ilgili olanlar.
Mantıkla ilgili olanların beşincisi Topika'dır, "yerler" yani [tartışmada]
Üçüncüsü, tabiattan bağımsız, cisimlere gerek duymayan ve kendi
sözün söylendiği yerler anlamına gelmektedir.
başına [araştırmaya] konu olanlarla ilgilidir. [Her ne kadar bunlar cisim-
den bağımsız olarak ele alınsa da] [365] herhangi bir şekilde cisirnle iliş Mantıkla
ilgili olanların altıncısı Sofistika'dır, manası [368] "sofistlere
kileri vardır. mensup" demektir. Sofistin anlamı ise "kendi görüşünde direten" dir.
Dördüncüsü, cisimlere gerek duymayan ve hiçbir şekilde cisirnle iliş Mantıkla ilgili olanların yedincisi Retorika'dır, manası "belagat hak-
kisi bulunmayan şeyleri konu alanlardır. kında" demektir.
Mantıkla ilgili kitaplara gelince bunlar sekiz tanedir. Birincisine Kate- Mantıkla ilgili olanların sekizincisi Poetika'dır, manası" şiirle ilgili" de-
goriler adı verilir ki "ifadeler üzerine" demektir. Bununla taşıyan ve yük- mektir.
leneni (el-hdmil ve'i -malımul- konu ve yüklem) kastediyorum. Taşıyana
işte sekiz mantık kitabı bunlardan ibarettir.
cevher, yüklenene araz da denir. Araz cevhere yüklenir fakat ona adını ve
Tabii varlıkların bilgisini öğrenip o alanda felsefe yapmak isteyenin
tarifini vermez, çünkü iki çeşit yüklem vardır; birincisi taşıyana adını ve
baş vurmak zorunda olduğu kitapların sayısı yedidir. Bunlardan ilkinin
tarifini verir. İnsana göre canlı böyledir: "insan canlıdır" denir ve "canlı
kendi dışındaki başka şey için hareket eden duyarlı bir cevherdir" diye ta- adı Fiziğe Dair Bilgiler Kitabı, ikincisi Gök Hakkında Kitap, üçüncüsü
rif edilir. [İkincisi ise taşıyana adını ve tarifini vermez.] Beyaza yüklenen Oluş ve Bozııluş Üzerine Kitap, dördüncüsü Gök ve Yerde Meydana Gelen
nitelik böyledir: "Bu beyaz şu beyaza benzemektedir, bu beyaz şu beyaza Olaylar Hakkında Kitap, bu Yüksekteki Olaylar Üzerine ve Sonluluk Üze-
benzememektedir; bu şekil şu şekle benzemektedir, bu şekil şu şekle rine yani [toprak, su, hava ve ateşin oluşturduğu] katmanlaşma üzerine
benzememektedir" ifadelerindeki nitelikler, nitelik türlerine kendi adını anlamlarına gelmektedir [meteoroloji]. Beşincisi Madenler Hakkında Ki-
ve tarifini vermiştir. [366] Fakat bu iki yüklernden biri konuyu tam karşı tap diye adlandırılan eserdir. Altıncısı Bitkiler Hakkında Kitap adlı eser-
ladığından değil, isim benzerliğinden ötürü yüklenmiştir; dolayısıyla on~ dir. Yedincisi Hayvanlar Hakkında Kitap adlı eserdir.
__ıQQ Felsefi Risa.leler Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine ZftL_
Var olmak ve varlığını sürdürmek için cisme gerek duymamakla bir- ketlerini, hareketlerinin sayısını ve bu tür varlıklarda ortaya çıkan olayla-
likte bir bakıma cisimde bulunan olaylarla ilgili kitaplar dört tanedir. rm biligisini konu almıştır. Aritmetik bilgisine gelince, belli ki bu hepsin-
Bunlardan ilki Nefis Üzerine adını taşımaktadır. İkincisi Duyu ve Duyulan den önce gelir; çünkü sayı olmayınca sayılanlar da olmayacaktır.
Nesneler, üçüncüsü Uyku ve Uyanıklık Üzerine, dördüncüsü Uzun ve Kı Yukarıda aniattığımız şeyleri araştıran kimse katında bellidir ki tüm
sa Ömür Üzerine'dir. bilinenierin ilki·cevherler ve onların yüklemlerinin (araz) bilgisi dir. Birle-
Cisme gerek duymayan ve onunla ilişkisi bulunmayan varlıklar konu- şik olmayan (müfred) ilk cevherlerin iki yüklemi vardır; onlar da nicelik
sunda bir tek kitabı vardır o da Metafizik adını taşımaktadır. [369] ile niteliktir. Çünkü cevhere ilişkin yüklemler denk olma ve denk olmama
Bütün bunlardan sonra o, birçok kitap daha ortaya koymuştur. Her ne gibi niceliğe, benzerlik ve benzemezlik gibi niteliğe ait özellikler şeklinde
kadar onlar[ daki bilgiler] psikoloji türündense de yeterince anlaşılınalan farklılık göstermektedir.
~cak hiçbir şekilde cisme gerek duymayan [metafizik] meselelerden Cevherin birleşik olan yükleroleri de ya madde (tfnet) ile birlikte ol-
sonra gelir. Bu zikredilen kitaplardaki bilgilerin meyvesi durumunda olan mayan veya madde ile birlikte olan [varlık] diye yine ikiye ayrılır. [371]
o kitaplar bunların sayesinde anlaşılır. Onlar ahlak hakkındaki kitapları Madde ile birlik~e olmayan görelik (izafet) kategorisidir. Çünkü babalık
dır -bununla nefsin ahlakını ve yönetimini kastediyorum. Böylece nefis oğulluk, parça-bütün [gibi kavramlaridan her birinin arasındaki ilişki
insani fazilete yönelsin ve onu özümsesin. O fazilet ki karakteri düzgün izafet kabilinden olup birinin varlığı diğerine bağlıdır. Vasıf olmaları iti-
insanın dünyadaki kazancı ve hedefi odur; ahirette durumunun iyi olma- bariyle bunların madde ile birliktelikleri yoktur. Madde ile birlikte olana
sı da buna bağlıdır. Öyle ki onun yerine konabilecek ve onun sağladığı ya- gelince o, niceliğin cevherle veya niteliğİn cevherle ya da cevherin cev-
rara denk hiçbir şey yoktur. O olmayınca hiçbir şeyde hayır yoktur-. On- herle birleşmesi durumudur. Niceliğin cevherle birleşmesi "nesne" ile
lardan biFi onbir bölümden262 oluşan, oğlu Nikomakhos için yazdığı Ni- "nerede" arasında gerçekleşir. Zira bu durumda cevherin mekanla birlik-
komaklıia adı verilen ahlaka dair büyük kitabıdır. Onlardan bir diğeri de teliği söz konusudur, mekan ise bir niceliktir. "Nesne" ile "ne zaman" ara-
talebelerinden birine yazdığı ve muhteva itibariyle Nikomakhos için yaz- sındaki ilişki de böyledir, çünkü bu durumda cevherin zamanla birlikte-
dığına benzeyen, fakat bölüm sayısı ondan daha az olan bir başka kitap- liği söz konusudur, zaman ise bir niceliktir. Cevherin nitelikle birleşmesi
tır.263 Onun bu üç makaleden(?) başka birçok cüz'i şeylerle ilgili hayli ki- de etki ve edilgi arasındaki ilişkide gerçekleşir. Çünkü bu durumda cev-
tabı ve yine değişik ayrıntılı meseleler hakkında risaleleri vardır. herin etki ve edilgi ile birlikteliği söz konusudur, etki ise bir niteliktir.
Edilgi de öyledir, onda da cevherin edilgi (?) ile birlikteliği söz konusudur,
İşte tam filozof olmak isteyen kimsenin matematikten sonra okuma-
anlattığımız gibi edilgi (?)264 de bir niteliktir. Cevherin cevherle birleşme
sı gerekenAristo'nun kitapları yukarıda adlarını saydıklarımızdan ibaret-
sine gelince bu, iyelik (mülk) kategorisinde gerçekleşir; çünkü bu du-
tir. Zira bir kimse aritmetik, geometri, astronomi ve müzikten ibaret olan
rumda malik olan cevherle mülk olan cevherin birlikteliği söz konsudur.
matematik ilimlerinden yoksun olur ve sonra da [370] bu kitapları haya-
Bir de durum (vaz') kategorisinde gerçekleşir; çünkü bu durumda da cev-
tı boyunca kullanmaya kalkarsa bunlardaki hiçbir bilgiyi tam olarak elde
herin cevher üzerinde bulunması yani durumun durum üzerinde bulun-
edemez; ezberlese dahi, onun bu yöndeki çabası ve kazancı sadece bilgi
ması söz konusu olduğundan [372] iki cevher gücünde sayılır [yani] du-
aktarma (rivayet) düzeyinde kalır. Matematik bilgisinden yoksun olan
rum itibariyle cevher, cevher üzerinde bulunmaktadır.
kimse bu kitaplardaki bilgilerin künhüne asla vakıf olamaz. Matematik
ilimlerinden kastım aritmetik, müzik, geometri ve astronomidir. O astro- O halde ilk bilinen ve tüm felsefi bilgileri kuşatan cevher nicelik ve ni-
nomi ki bütünüyle alemi, cisimlerin tümel olarak sayısını, bunların hare- teliğe ait bilgilerdir. ilk cevher yani duyulur olan da yine ilk yüklemlerinin
bilgisiyle kuşatılır. Çünkü duyu [organı) cevherle doğrudan değil nicelik
262 Her ne kadar Nikonıaklıos Alılakı burada onbir bölüm olarak gösteriliyorsa da ger- ve niteliğİn aracılığıyla ilişki kurar. Bu sebeple nicelik ve niteliğİn bilgisin-
çekte bu eser on bölümden ibarettir. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Kaya, Aris-
tote/es ve Felsefesi, s. 234-238. 264 Metinde her iki yerde de "edilgi (el-münfa'il)" yerine "etki (el-ji.'l)" geçmekteyse de
263 Burada yedi bölümden oluşan Eııdemos Alılakı kastedilm ektedir. doğrusu yukarıda tesbit edildiği şekilde olmalıdır.
~ Felsefi Hisaleler Ar i st o te 1e s 'i n Kit a p 1a rı n ı n Sa yı s ı ü z e ri n e 269
den yoksun olan, cevherin bilgisinden de yoksundur. Felsefe ilminde de- ce Allah'ın katından olduğunu yakinen bilir. Çünkü insanlar benzerini
ğişmeyen gerçek ve tam bilgi cevherin bilgisidir. İkinci cevherler [kav- ortaya koymaktan aciz olunca bu [vahyin) gerçekliği sabit olur. Bu bilgi,
ramlar) ise ancak ilk cevherlerin bilgisiyle elde edilir. İkinci cevherler ki, tabiatının ve yaP.ısının üstünde olduğu için insan, peygamberlerin -se-
kavram olarak sabit, değişme ve akmadan265 uzak bulundukları için on- lam üzerlerine olsun- getirdiklerine boyun eğmek suretiyle itaat eder, ya-
ların bilgisi süreklidir. ratılışı itibariyle tasdik ederek ona bağlanır.
Duyu bilgisine gelince o, ilk cevherin bilgisidir. Bu bilgiye konu olan Şayet bir kimse peygamberlerin gizli ve gerçek olaylar hakkında soru-
nesneler kesintisiz bir şekilde sürekli olarak akmakta [değişmekte) ve tü- lan sorulara verdiği cevapları iyi düşün ür ve onları bu konuda uzun süre
müyle cevheri ortadan· kalkroadıkça bitip tükenmemektedir veya duyu- ciddi araştırmalar yapan filozofun bilgi birikiminin kendisine kazandır
lur cevherlerin çokluğu sayılarının çokluğundan kaynaklandığı için [sü~ dığı güçle bu sorulara verdiği cevaplada karşılaştıracak olursa, filozofun
~ekli aktıkları sanılmaktadır). Zira her sayılan sonlu ise her sayılanın katı cevabının peygamberleriilki kadar veciz, açık-seçik, kapsamlı ve kestir-
nı alarak artırmak mümkündür. O halde cevher, nesnelerin veya artırılan me cevaplar olmadığını görür. Mesela Hz. Peygamber'in-Allah'ın rahme-
katlarının sayısınca [bilfiil) değilse bile, bilkuwe olarak sonsuzca artmak- ti ve selamı üzerine olsun- müşriklerin sorularına, her şeyi bilen, başlan
tadır, [çünkü) sonsuz olanın bilgisi kuşatılamaz. gıcı ve sonu bulunmayan, ezell ve eb edi olan Allah'ın ona öğrettiği ile ce-
İşte anlattığımız gibi nicelik ve niteliğİn bilgisinden yoksun olan biri, vap vermesi gibi. Müşrikler, art niyetli olarak ve cevap veremez düşünce
ilk ve ikinci cevherlerin bilgisinden de yoksun sayılır. Böyle birinden in- siyle: "Ey Muhammed! Çürümüş kemikleri kim diriltebilir?" dediler. Çün-
1 kü onlara göre bu olay kesinlikle imkansızdı. Bunun üzerine gerçek Bir
1 sani ilimler alanında hiçbir varlık göstermesi beklenemez. O ilimler inim-
nın istemesiyle ve çabasıyla belli aşamalardan geçerek elde edilir. [Fakat
olan şam yüce Allah: "De ki: [37 4] Onlara ilk önce kim varlık verdiyse o di-
onlar) mertebe bakımından insanın isteme ve çabasına gerek kalmadan riltil: O bütün yaratıkları hakkıyla bilendir" diye vahyetti. Bu konu "O bir
şeyin olmasını dilediği zaman, O'nun emri ona 'ol' demektir. O da hemen
zamansız olan ilahi bilgiden (valıiy) aşağıdadır. Mesela, şam yüce olan
dınlatmayı dilemesiyle, onun desteği, ilhamı ve vahyi ile gerçekleşir. İşte hepsi birdir. Yaratan gücün dağılanı inşa etmesi pekala mümkündür. Kal-
bu bilgi diğer insanlara değil sadece peygamberlere -Allah'ın rahmeti dı ki mevcut olmayan kemiklerin meydana gelişini akıl bir yana, duyu bi-
üzerlerine olsun- özgüdür ve bu onların ilginç özelliklerinden yani onla- le algılamaktadır. Ayrıca bu mesele hakkında soru soran ve şam yüce Al-
rı diğer insanlardan ayıran belgelerden biridir. Çünkü peygamberlerin lah'ın kudretini inkar eden de kendisinin yokken sonradan olduğunu ka-
dışında bir insanın gerçek ikinci cevherlerden olan bu çok önemli ilmi bul etmektedir. O yokken kemiği de yoktu, fakat zorunlu olarak meydana
bilmesi, anlattığımız üzere zamanlı olan duyulara ait birinci cevherleri, geldi. Yok olduktan [çürüdükten) sonra kemikleri eski haline döndürmek
bunlara arız olan halleri istemeden, mantık ve matematik çarelere baş ve onlara can vermek de işte böyle olacaktır. Kemikler cansızken şu anda
vurmadan anlaması imkansızdır. Peygamberlerin ise-Allah'ınrahmeti ve canlı olarak mevcuttur; o halde canlılığını yitirdikten sonra yeniden can-
bereketi üzerlerine olsun- bunlardan hiçbiriyle ilişkileri yoktur; tersine lanmaları pekala mümkündür.
onların bilgisi tahsil süresine ve başka şeye gerek kalmaksızın kendilerini Sonra O, bir şeyin kendi zıddından meydana gelmesinin bir realite ol-
gönderen şam yüce Allah'ın iradesiyle gerçekleşir. Akıl da bunun şam yü- duğunu şöyle açıklamıştır: "O Allalı ki sizin için yeşil ağaçtan ateş yarattı;
işte siz onu yakıyorswıuz."Demek oluyor ki O, ateş olmayandan ateşi ve-
265 Tabiattaki sürekli değişimi vurgulayan bu ifade Herakleitos'un "her şey akıyor" şek
lindeki ünlü sözünü hatırlattnaktadır. 266 Bu ayetler için bkz. Yasin 36/78-83.
270 F e ı s efi Ri sa 1e ı e r Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine nı_
ya sıcak olmayand~ sıcağı yaratmıştır. Bir şey. zorunlu olarak kendi zıd "Gerinip boyunu pasunu uzattığı, göğsünü gerdiği ve
dından meydana geldiğine, bir şey zıddından başka bir şeyden meydana sonuna ekleyip uzattığı zaman,
gelmediğine ve iki zıt arasında bir aracı [varlık] bulunmadığına göre -zıd Geceye dedim ki ey uzun gece! Hadi açılıver, sabah
dan kasdım "odur" "o değildir" şeklindeki ifadedir- bir şey kendisinden olsun ... Gerçi sabah da senden daha iyi değil ya!"
duğu bir hal [an]. olmamıştır. Öyleyse ateş yokken sonradan olmuş değil İmdi, şam yüce Allah'ın kendi Resülü -Allah ona rahmet etsin ve sela-
dir. Halbuki ateş yokken var olmuş ve var olduktan sonra da yok olacak- mette kılsın- için bu ayetlerdeki buncacık harflerle toplu olarak ifade et-
tır.'Bu durumda geriye ateşin ateş olmayandan meydana geldiği şıkkı ka- tiği manayı hangiinsan beşer felsefesiyle ifade edebilir! Nitekim çürü-
lıyor. Olan her şey kendinden başkasından olmuştur. Demek oluyor ki dükten· sonra kemiklerin dirileceği, O'nun kudretinin, göklerin ve yerin
her olan şey, yoktan meydana gelmiştir. benzerlerini yaratmayayettiği ve bir şeyin kendi zıddından meydana gel-
diği izah edilmiştir ki, mantık dili bunu ifadeden aciz, beşerin en son gü-
Sonra O, bir şeyin kendi zıddından meydana geldiğini açıklamak üze-
cü onun benzerini ortaya koymaktan uzak ve cüz'I akıllar onu kavramak-
re: "Gökleri ve yeri yaratan kendilerinin benzerini yaratmaya kadir değil tan yoksundur.
mi?!" dedikten sonra bu sorunun gerektirdiği cevabı: "Elbette kadirdir. O
Anlattığımız insani ilme [fizik ilmi] gelince o, [mertebe ve öğrenim
yarataiı ve bilendir" şeklinde vermiştir. Sonra göklerin yaratılışını insan-
açısından] metafizikten aşağıdır. Matematik bilmeden onu tam olarak
ların fiilieriyle kıyaslayarak bu konuda yaratılış sürecinden kaynaklanan
anlamaya ve değişmeyen gerçek varlıkları bilmeye imkan yoktur. Olsa ol-
şüpheleri sonucu onların yaratıldığını inkar eden kafirlerin kalplerinden sa o sadece duy.u gücüyle bilinebilir. Ne var ki duyu gücü düşünceden
geçeniere cevap olmak üzere der ki -çünkü onlara göre insanlar daha bü- yoksun olan hayvanda da vardır. Şayet matematik ilmi düzeyine ulaşma
yük işi daha uzun zamanda gerçekleştirir; insanlar katında fiziki varlıkla yan bazı kavirnler, bu ilmin alanına giren şeyler hakkında önceden birta-
rın en büyüğü ile ilgili iş en uzun zamanda meydana gelir. Oysa eserini kım görüşler ortaya'koymuşlarsa [bunlar bir değer ifade etmez]. Çünkü
yaratırken şam yüce olan Allah'ın sürece ihtiyacı yoktur. Çünkü O, "var" ı düşünceden yoksun olan birçok hayvan da [377] manasını bilmeden in-
"yok"tan yaratmıştır. O halde cisim olmayandan cisim yapma ve yokluk- sanı taklit etmektedir.
tan varlığı çıkarma kudretine sahip bulunanın zaman içinde iş yapmaya Niceliği konu alan iki disiplin vardır. Bunlardan biri tekil nicelikleri
ihtiyacı yoktur; çünkü O maddesiz yapmaya kadirdir. Öyleyse bir fiili konu edinen aritmetiktir; bununla toplama, çıkarma, çarpma ve bölme
yapmada maddeye muhtaç olmayan, zamana da muhtaç değildir. Fakat gibi hesaba ilişkin nicelikleri kastediyorum. Diğeri ise te' lif ilmi dir. Bu da
insanların fiilinin zamansız gerçekleşmesi mümkün değildir-: "O bir şe bir sayının diğeriyle olan oranını bulma, eşitleme, orantılanabilen ve
orantılanamayan sayıların bilgisinden ibarettir. İşte bu gibi konular nice-
yin olmasım dilediği zaman, O'nun emri ona 'ol' demektir. O da hemen
liklerin birbirleriyle olan işlemleriyle ilgilidir.
olıweril:"Yani O sadece diler, dilemesiyle birlikte dilediği oluverir. O'nun
Niteliği konu alan iki disiplin vardır. Bunlardan biri sabit nitelikler il-
şam ve isimleri, kafirlerin sandığından çok yücedir! ...
mi ki bu geometri denilen ölçüm ilmidir (misalıa); öteki ise değişen nite-
Burada yokluğa hitap edilmiştir, çünkü bu söze m uhatap olan Arapla-
likler ilmidir ve bu alemde oluş ve bozuluşa uğramayan gök cisimlerinin
rın dilinde mevcut olmayana hitap etmek, kullanılan bir ifade tarzıdır;
şekil ve hareketleri ile hareket sürelerini konu alan tüm gök varlıklarının
dolayısıyla adetleri gereği bu ifadeyemuhatap kılınmışlardır. [376] Çün-
ilmidir. İşte astronomi adı verilen ilim budur. Gök cisimlerinin yaratıcısı
kü Araplar bir şeyin yapısında (tab') bulunmayan bir şeyle onu niteleye- onları bozroadıkça bozulmazlar; O, bir anda yarattığı gibi dilerse bir an-
rek kullanırlar. Sözgelimi İmriü'l-Kays b. Hucr el-Kindi der ki: da da mahveder.
212 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Aristoteıes'in Kitapıarını·n Sayısı Üzerine 273
Matematik ilimlerinin ilki sıra düzeni, sonuç vermesi ve öncelik hak- ta etmez. Ama ulaşmak istediği gayeyi tanımayan kimse onu elde ettiği
kına sahip olması açısından aritmetiktir. Çünkü sayı olmasaydı sayılan zaman o olduğunu dahi bilemez; dolayısıyla ondan yararlanamaz.
da olmazdı; ayrıca sayılar sistemi, sayılanlardan çizgi, yüzey, cisim, za- imdi deriz ki: Aristoteles'in anlattığımız kitaplarının ilkinde yani Ka-
man ve hareket de olmazdı. Şayet sayı olmasaydı geometri ve astronomi tegorilddeki amacı, tarifleriyle birlikte açıkladığımız on kategoriden her
de olmazdı. İkincisi büyük isbata dayanan geometridir. Üçüncüsü arit- birini diğerinden ayıran, hepsinde ortak bulunan ve her birine özgü olan
metik ve gometriye dayanan astronomidir. Dördüncüsü aritmetik, ge- nitelikleri belirtmektir. Kitabın başlangıcında varlığın nitelik ve açıklayı
ometri ve astronomiden oluşan te'liftir [düzen ve armoni]. [378] Bunla- cı yönlerini bulmaktayız. Mesela bir cevher konu ve yüklem olmakta, bir
rın hepsinde telif vardır; en açık olarak da müzik, astronomi ve insanı rie-
cevher de konudur fakat yüklemi cevher değil arazdır. Bir araz konu ve
fislerde bulunur. Nitekim biz bu husus u müzik hakkındaki büyük kitabı yüklem olmakta yani konuda bir şeyi ifade etmektedir. Böylece ilk cev-
mızda yazdık. Biz bu ilimierin tasnifini buradakinden daha geniş olarak
herlerin duyulur olduğu, ikinc.i cevherlerin ise duyulur cinsten olmayıp,
izıih ettik. Bununla birlikte burada anlattıklarımız amacırnızı gerçekleş
duyulur olanlarla ifade edildiği açıklanmak istenmiştir. Kitabın orta kıs
tirmesi bakımından yeterlidir. Bir kimse er-riyôziitve et-te'iilfm adı veri- mında' on kategori, tarifleri, genel ve özel nitelikleriyle açıklanır. Sonun-
len aritmetik, geometri, astronomi ve te'liften [mı1sikt] yoksun olursa ni- da ise öncelik, hareket ve birliktelik gibi bu on kategoriye ek olan kavram-
celik ve niteliğe ait bilgiden, dolayısıyla bu ikisi vasıtasıyla ulaşılan cevher lar yer alır. [380]
bilgisinden de yoksun olur. Nicelik, nitelik ve cevher bilgisinden yoksuı:ı
"Yorum üzerine" anlamına gelen Peri Hermeneias adlı ikinci kitabın
olan ise felsefe bilgisinden yoksun sayılır.
daki amacı, iln;ıt kıyasların öncüllerini oluşturan önermeleri vermektir;
Felsefe ilmini öğrenmek isteyen kimsenin öncelikle anlattığımız sıra bununla olurplu, olumsuz sonuçları yani haberleri ve bunlara ilişkin şey
düzenine göre matematik kitaplarını ve yine anlattığımız sıra düzeni leri kastediyorum. Kitabın başında önermeleri oluşturan isim, harf [te-
uyarınca mantıkla ilgili kitapları, sonra anlattığımız üzere fizik, metafizik,
rim]. söz, çekim ve söz ile ifade edilen şeyleri açıklar. Bundan sonra "Sa-
ahlak ve nefsi güzel ahiakla eğitip yönetme konusundaki kitapları oku- id yazıcıdır" sözümüzdeki gibi isim ve harften oluşan önermeleri ve bu-
yup kullanması gerekir. Daha sonra geriye, burada anlattığımız ilimiere
na ilişkin şeyleri açıklar. Daha sonra "Said şimdi yazıcıdır" sözümüzdeki
dayanan anlatmadığımız ilimler kalıyor ki onlar da şam çok yüce olan ulu
gibi isim, harf ve üç,üncü olarak zamanın eklenmesiyle oluşan önermele-
Allah'ın güzel yardımı ve her iyiliği cömertçe sunması sayesinde bu an-
ri ve buna ilişkin şeyleri açıklar. Sonra da "o ateş zorunlu olarak sıcaktır"
lattıklarımızı bilmekle tamamlanmış olur.
sözümüzde olduğu gibi isim, harf, üçüncü ve dördüncü bir terimin ek-
lenmesiyle oluşan önermeleri ve buna ilişkin şeyleri açıklar. Daha sonra
• •• da olumlu ile olumsuz önermelerin mi, yoksa birbirine zıt olan olumlu
önermelerin mi daha çok karşıtlık ifade ettiklerini araştırır.
İnsanı son yetkinliğe ulaştıracak olan ilmi elde etme yöntemlerini sıra Onun /. Analitikler adı verilen üçüncü kitabında amacı kıyasları (el-
sıyla anlatmış bulunuyoruz. Şimdi de Aristoteles'in kitaplarının amaçları ceviimi'ıı'l-mürsele) açıklamaktır yani "o nedir", "o nasıl dır" ve "niçindir"i
üzerinde konuşalım; çünkü bu hususun, kitapların anlaşılmasında yararı kastediyorum. Kıyas bir sözdür ki kendisine bazı şeyleri koyduğumuzda
vardır. Şüphesiz ulaşmak istediği gayeyi bilen kimse gücünü ve düşünce ondan, o sözde belli olmayan bir şey ortaya çıkar; ama ortaya çıkan, o sö-
sini o yönde yoğunlaştırırsa hedefe varma yönündeki azminden onu hiç- zün dışında da değildir. Kıyas en azından bir ortak terimin bulunduğu iki
bir şey döndüremez. Bununla birlikte gayesini gerçekleştirme yönünde önermeden ve bunların sonucundan oluşur; sonuç iki önermede belli
attığı ciddi ve emin adımların kendisini daha çok hedefe yaklaştırdığını değilse de [381] onların dışında da değildir. Yani bu iki önermedeki iki te-
bilen kimsenin aklına, [379]kendisini gayesinden saptıracak birtakım zan rimin birleşmesinden başka bir şey değildir demek istiyorum.
ve tereddütlerio gelmesinde bir sakınca yoktur. Zira düşünce ve hareke- öncüllerin durumuna göre kıyasın türleri üçtür: Ortaterimya öncül-
tiyle gayesi istikametinde sürekli ve kararlı bir şekilde ilerleyen kimse ha- ; lerden birinde konu, diğerinde yüklerndir veya ikisinde de yüklerndir ya
274 Felsefi Risaleler Ar i st o te ı e s' i n Kit a p 1a rı n ı n Sa yı s ı üz e ri n e 275
da her ikisinde konudur. Böylece kıyasın türleri de üç olmuş olur, şöyle Tabiat alanındaki kitaplarına gelince, bunların ilki olan ve Fiziğe Dair
ki: Görünüşte ya daima doğru sonuç verir, işte bu burhan! kıyastır, veya Bilgiler Kitabı2 6B adı verilen eserdeki amacı, fiziki varlıkların tümüyle il-
ister doğru isterse yanlış olsun sonuç, kabul gören bir tasdiktir, bu da di- gili genel prensipl~ri, öncelikle de sebepler, ilkeler, rastlantı, boşluk, me-
yalektik kıyastır ya da sonuç daima yanlıştır, bu ise sofistik kıyastır. kan, zaman ve hareketi açıklamaktır.
I. Analitikler in amacı kıyasın bu üç türünü belirlemektir. Kıyas üzeri- Gök Hakkında~ 69 adlı tabiatla ilgili ikinci kitabındaki amacı, [383) en
ne söylenenlerde amaç öncelikle burhan! kıyasların varlığını, sonra da di- son feleğin ve ayrılan ilk beş gök cisminin [gezegen) mahiyetierini anlat-
ğerlerini ortaya koymaktır. I. Analitiklerde önce kıyası oluşturan öncüller- maktır -en son felek nedir, gök cisimlerinde ortaya çıkan tabii dururnlar
den, sonra da öncüllerin nasıl birleştiğinden, doğru sonuç veren kıyasla nelerdir- yani yapı özellikleri, çoğunun tabi olduğu genel prensipler ve
rm kaç tür olduğundan hareketle yani aksetmek suretiyle nasıl bir durum bunların sebepleri nelerdir demek istiyorum.
ortaya çıkacağından ve öncüllerin takdirninden söz eder. Bundan sonra Oluş ve Bozııluş Üzerine adlı üçüncü kitabındaki amacı, genel olarak
İkinci ve üçüncü türden kıyasların çözilierek birinci şekle döndürülmesi- oluş ve bozuluş yani külli olarak oluş ve bozuluşun mahiyetirıi anlat-
ni anlatır. Bundan ötürü o bu kitabına I. Analitikleradını vermiştir; bunun maktır:
'
anlamı çözmektir. Sonra da kıyaslar ve onlara ilişkin şeyleri anlatır. Yüksekteki Olaylar Üzerine (Meteorologica) adlı tabiatla ilgili dördün-
"izah" anlamına gelen Apodiktika (ll. Analitikler) adlı dördüncü kita- cü kitabındaki amacı, ay feleğinin altından yerin merkezine kadar hava-
bındaki amacı, "o nedir", "o nasıldır", "onun kullanılması nasıldır" .ve da, yeryüzünde ve yer dibinde meydana gelen oluş ile oluşan ve bozulan
"hangi şeyden oluşması gerekir" gibi is patı veren kıyaslardan, sonra da varlıkların sebeplerini izah etmektir.
ispatın ilkelerinin [aksiyomlar) isbata ihtiyaçları olmadığından söz et-
Tabiatla ilgili beşinci kitabı Madenler Hakkında'dır. 270 Buradaki ama-
mektedir; çünkü onların apaçık olduğu akıl ve duyu tarafından kavrarur. cı, yerin derinliklerinde oluşan cisimlerin sebeplerini, niteliklerini, özel-
[382) liklerini, genel durumlarını, bulundukları yerleri bütün yönleriyle izah
Topika denen beşinci kitabındaki amacı diyalektik kıyasları, tartışma etmektir.
da zorunlu olarak kullanılan sözün başka şeyi gerektirmesini, o sözde ve Bitkiler Hakkında2 71 adlı tabiatla ilgili altıncı kitabındaki amacı, bit-
sözün yol açtığı yanlışları; cirıs, tür, fasıl, hassa ve arazdan ibaret olan beş kilerin sebeplerini, ı:ıiteliklerini, özelliklerini, genel durumlarını, [bu ko-
ismi (küllf) ve tarifi izah etmektedir.
Sofistika adlı altıncı kitabındaki amacı, kıyası oluşturan önerme ve 268 Aris to 'nun Fizik adlı eseri genellikle klasik İslamkaynaklarında es-Sema'u't-tabi'i
öncüİler şartı aranmaksızın kıyaslardaki demagojiyi açıklamaktır. Kitabın ve Sem'u'l-kiyan şeklinde iki ayrı adla anıldığı halde bir istisna olmak üzere Kin-
di'nin bu eseri Kitabü'l7Haberi't-tabi'i olarak verdiği görülmektedir. Bu adlandır
baş kısmında kaç tür demagoji yöntemi bulunduğunu, daha sonra da manın nereden kaynaklandığı konusundaki farklı görüşler için bkz. Kaya, Aristoteles
bunlardan korunmanın yollarını anlatır. ve Felsefesi, s. 133-135.
"Belagat hakkında" demek olan Ret01·ika adlı yedinci kitabındaki 269 Aristo'nun "gök hakkında" anlarruna gelen De Caelo adlı eseri ile ona sonradan is-
nad edildiği anlaşılan ve "alem hakkında" demek olan De Mımdo isimli kitap,
amacı, üç ikna (lıitabet) çeşidinden söz etmektir; bununla kazın, istişari, klasik İslam kaynakları ve fılozoflarınca tek kitap olarak telakki edilmiş ve es-Sema
övgü ve yergiye267 dayanan ikna çeşitlerini kastediyorum. Takrfz terimi ve'l-alem adıyla literatüre geçmiştir. Burada Kindi'nin sadece De Coelo'dan bah-
sedip De Mwıdo'ya yer verınemesi dikkat çekicidir. Bu konuda bkz. Kaya, Aristoteles
ikisini de [övgü ve yergi) içerir. ve Felsefesi, s. 147.
"Şiirle ilgili" demek olan Poetika adlı sekizinci kitabındaki amacı, şiir 270 Aristo'nun mineraloji alanında kaleme aldığı otantik bir eseri mevcut değildir.
sanatından söz etmek; övgü, ağıt, hiciv ve daha başka şiir türlerinde kul- Fakat klasik İslam kaynaklarında Kitabü'l-Me'adin adıyla ona bir eserin isnad edil-
diğini görmekteyiz. Bu konudaki tartışmalar için bkz. Kaya, Aristoteles ve Felsefesi, s.
lanılan vezinleri anlatmaktır. 130-132, 284-285.
271 Aristo'nun botaniğe dair günümüze intikal etmiş bir eseri mevcut değildir.
267 Aristo'ya göre hitabet çeşitleri kaziii, istişari ve istidla!I olmak üzere üçe ayrılır. Kin- Literatürde Kitabü'n-Nebfit adıyla ona isnad edilen eserin aslında Dımaşklı
di'nin istidlal terimi yerine övgü ve yergiyi de içeren takriz terimini kullanmayı Nikolaus'a ait olduğu sanılmaktadır. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Kaya, Aristoteles
tercih ettiği görülmektedir. ve Felsefes~ s. 286-287.
276 F e ı s efi Ri sa ı e ı e r Ar i st ot e ı e s' i n Kit a p ı a rı n ı n Sa yı s ı üz e ri n e 277
ni.ıda hatıra gelebilecek soruların] cevaplarım içerecek şekilde bütün nasıl ayrıldığını,bunlardan her birinde görülen huy ve acıları etraflıca
yönleriyle izah etmektir. anlatmıştır; ayrıca mutluluğun her zaman için fazilet sayıldığım; faziletin
Hayvanlar Hakkında272 adlı tabiada ilgili yedinci kitabındaki amacı, ruhta, bedende ,ve bu ikisi dışında bulunduğunu izah etmiştir.
hayvanların yapılarını, oluş sebeplerini, özelliklerini, genel durumlarını, Bazı öğrencileri için yazdığı ahlak ve siyaset alanındaki eserlerinden
organlarının sebeplerini, kendilerine özgü barınaklarım, hareketlerini, "şehirler hakkında'' demek olan Politika adlı eserindeki amacı, ilk kitap-
bu konuda canlılarla ilgili genel ve özel durumları izah etmektir. ta söylediği gibidir. Fakat burada daha çok şehir yönetimi üzerine söz et-
miştir. Bunun bazı bölümleri ilk kitabın bölümleri gibidir.274
Psikolojiye dair kitaplarına gelince bunlardan Nefsin Mahiyeti ve Du-
rumunun İzahı (Nefis. Üzerine) adlı ilk kitabındaki amacı, nefsin güç ve Her hayırda Allah yardırnem olsun! İşte Aristoteles'in anlattığımız ki'-
türlerini, genel ve özel niteliklerini izah etmek; duyuyu ayrıntılı biçimde· taplarındaki amacı ve onların yararları bundan ibarettir. Allah'tan seni
. anlatmak ve çeşitlerini belirlemektir. [384] hayır olış.n her şeyde başarılı kılmasını ve her türlü zarardan korumasım
dilerim.
Duyu ve Duyulan Nesneler adlı psikolojiye dair kitaplarından ikinci-
sindeki amacı, duyu ve duyulan nesnelerin sebeplerini izah etmektir. Şu IÜsale sona erdi.
var ki konuyla ilgili Nefis Üzerine'nin ikinci kısmındaki açıklamaları daha Hamd, alemlerin rabbi olan Allah'a layıktır. Salat, elçisi Muham-
esaslı dır. med'in ve tüm ev halkının üzerine olsun.
Uyku ve Uyanıklık Üzerine adlı üçüncü kitabındaki amacı, uykunun
mahiyet ve keyfiyetini, rüyayı ve sebeplerini izah etmektir.273
Uzun ve Kısa Ömür Üzerine adlı dördüncü kitabındaki amacı, uzun ve
kısa örnrün mahiyetini açıklamaktır.
Felsefe teorik ve pratik (nazari ve amelf) diye ikiye ayrılır; çünkü Kate-
goriler kitabında açıkladığımız gibi nefisteki bilgi de akıl ve duyu [bilgisi]
şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Haddizatında felsefe zihnin (nefs) disipline
edilmesinden başka bir şey olmadığına göre onun ikiye ayrılması uygun-
dur. Zira zihindeki bilgi akıl ve duyu [bilgisi] olmak üzere ikiye ayrıldığı
gibi aynı şekilde felsefe de teorik ve pratik şeklinde ikiye ayrılır. Teorik
olan kısım akılla, pratik olan ise duyu ile ilgilidir.
Nefsin akl! olan kısmı tanrısal [metafızik] varlıkların bilgisi ve sonra-
dan olan [yaratılan] varlıkların bilgisi şeklinde ikiye ayırılır. Çünkü bazı
varlıklar maddeden ayrılmaz -yani onlar sadece maddi varlıklardır-; [lO]
diğer bazılan ise madde ile birlikte bulunmaktadır -maddi olanla bulu-
nan varlıkları kastediyorum-; bunlar maddeden ayrık varlıklardır. Diğer
bazı varlıkların ise maddeyle asla ilişkisi yoktur.
275 Arapça tercümenin dayandığı Latince metinde birkaç kelimenin eksik olduğu
sanılmaktadır.
_lilll Felsefi Risaleler Beş Terim Üzerine ıru_
leşik olanlarla birlikte bulunsa da bir yönüyle metafıziğe bağlıdır. Çünkü reket etmektedir. Bu cevherler [16]' gemide bulunduğu gibi aynı şekilde
yüce Allah nefsi, kendisinde asla letafet bulunmayan yoğun [madde] ile rluyuyla algılanan diğer maddi nesnelerde de bulunmaktadır. İşte biz, bu
kendisinde asla yoğunluk bulunmayan latif [gayr-ı maddi] arasında bir kitabı bunu açıklamak için yazdık.
mertebeye koymuştur. Bu, [12] fizik bilgisinden metafizik bilgiye geçişte
Öncelikle'bilmemiz gerekir ki, bu beş cevherden ikisi her şeyin varlı
bir yol ve dayanak olsun diye böyle olmuştur. Zira böyle olmasaydı latif ğını sağlayan ilkeler olup bunlar heyı1la ve sürettir. Diğer üçünden önce
[metafizik] ile kesifin [fizik] bilgisini ayırmak imkansız olurdu. · bu ikisini açıklayarak başlamamız gerekiyor. Zira her şeyin bilinmesi, o
Aynı şekilde pratik olan da kısırnlara ayrılır, ancak biz burada araştır şeyi oluşturan ilkelerin açıklanmasına bağlıdır. O ilkeler birleşik varlıkla
mamıza en uygun olanından bahsedeceğiz, o halde sözümüz varlığın bil- rın ilkesi olan dört unsur değildir. Tersine her şey [gibi] sıcaklık, soğuk
gisine [metafizik] dair olup pratiğe ilişkin değildir. lşte bu sebeple bize luk, yaşlık, kuruluktan ibaret olan dört unsur da heyı1la ve sılretten oluş
düşen felsefenin kısırnlarını teşkil eden bu iki disiplin üzerinde araştırma muştur. Dört unsur ise hayvan, bitki ve oluş ve bozuluşa tabi olan her şe
ı. Heyfila (maddi ilke) ş üm, dördüncüsü artma, beşincisi eksilme, altıncısı bir yerden diğer yere
Diyebiliriz ki heyilla, nitelikleri kabul eden, fakat kendisi nitelik olma- intikal hareketidir. [24] Oluş, irısanın sıcaklık ve soğukluktan meydana
dığı için kabul edilmeyen; [sureti) koruyan ve kendisinin korunmasına gelmesi gibi an~ak cevherde bulunur. Bozuluş da böyledir. İnsanın çürü-
gerek olmayan şeydir. Heyilla ortadan kalkacak olursa, onun dışındaki yüp toprak olması gibi o da ancak cevherde bulunur.
şeyler de ortadan kalkar. Fakat onun dışındakiler ortadan kalktığında he- Artma ve eksilmeye gelince, bunlar cisirnlerin cüzlerinde bulunan
yfilanın kendisi ortadan kalkmaz. Her şey heyı1Iadan gelir. Heyilla zıtlık artma [ve eksilme gibi) ancak nicelik kategorisinde bulunurlar. Mesela on
ları kabul ettiği halde bozuluşa uğramayan şeydir. Heyillanın kesin bir ta- zira' uzunluğunda gördüğün bir cisim sonra dokuz zira' olursa buna ek-
rifi yoktur. Sİl:me hareketi denir. O cisim on bir zira' olursa buna da artma hareketi
denir. Zira hareket sayı, zaman veya nicelik kategorisi altında bulunan di-
. 2. Suret (şekil, form) ğer şeylerde meydana geliyorsa büyüdüğü zaman artma, küçüldüğü za-
man da eksilmehareketi denir. Gerçekte bu hareket sadece büyüyen, kü-
Surete gelince o, birçok şey arasında ortak bir isimdir. Bir şeyi açıkla
çülen cevherlerin niceliğiyle ilişkilidir. Çünkü birinin uzunluğu iki, diğe
mak isteyenin [20) şayet o şey ortak isim altında bulunuyarsa ortaklığı
rirıin dört olan nesnelerden ikisi de cevherdir.
bölümlernesi ve açıklamak istediği şeyin parçasını ayırt etmesi gerekir.
Şöyle ki, suretin iki kısma ayrıldığını söyleyebiliriz: Biri duyuyla algılanan Dönüşüm hareketi ise ancak cevherin niteliğine ilişkindir. Beyazın si-
suret, diğeri ise bir cins altında bulunan ve cinsi cins yapan surettir; ve yahlaşması, soğuk nesnenin ısınıp değişmesi ve tatlı olan şeyin acılaşma
bu, sayıca birçok şeye yüklenebilir. Fakat ilki sayesinde bir şey cevher, ni- sı bu tür hareketlerdendir.
telik, nicelik ve öteki on kategori açısından diğer şeylerden ayrılır. İşte bu Yer değiştirme hareketi ise dairesel ve doğrusal olmak üzere ikiye ay-
ilki, her şeyi tutan bir surettir. Bir cins altında bulunan suret ise bu basit rılır. Dairesel hareket de ikiye ayrılır: Çünkü hareket, hareket edenin yeri-
ilkelerden değildir. Bu yüzden onu bu kitabıınııda anlatmamız gerekmi- nin değil, art arda parçalannın yerinin değişmesi şeklinde olur ve o za-
yor. Çünkü bizim bu kitabımız her cisimde bulunan basit cevherler hak- man hareket eden yerini değiştirmeksizin bir merkez etrafında hareket
kındadır. Görme duyusuyla diğer şeylerden ayrılan surete gelince ki, ba- etmiş olur. [26] Tabiivarlıklardan feleğin, arazivarlıklardan değirmen ta-
sit ilkeler de böyledir, onları açıklamak üzere "o nedir?" diye sormarnız şının, yapay varlıklardan da okçu ve zanaatkarların hareketleri böyledir.
gerekir. Eğer onu açıklamak ve o suretten söz etmek heyiliayı bilmeye Veya hareket edeh arabanın [tekerinini hareketi gibi yer değiştirme hare-
bağlı ise, öncelikle ondan SÖZ etmemiz gerekir. ketidir. Gerçekte bu tür hareket, doğrusal ve dairesel hareketin bileşimin
Şöyle diyebiliriz: Basit heyiliada [şekilsiz ilk madde] bir güç bulunmak- den oluşmuş bir harekettir. Doğrusal hareket de iki kısma ayrılır: Çünkü
tadır ki o güç sayesinde varlık heyı1ladan n eş' et eder. İşte o güç surettir. Bu hareket suyun ve atılan taşın hareketi gibi çevreden merkeze doğrudur
da suretin potansiyel bir güç olarak var olduğunun delilidir. [22) Mesela veya hava ve ateşin hareketi gibi merkezden çevreye doğrudur. Doğrusal
basit iki nitelik olan sıcaklık ve kuruluk birleştiklerinde ateş olur. O halde hareketin kısımları ise sağ, sol, ön, arka, üst, alt olmak üzere altıdır. Bu
heyilla basit olan sıcaklık ve kurulukta bulunmaktadır, suret ise ateştir. Fa- hareket türlerinin hepsi niteliğin değişmesi ve başkalaşmasıyla gerçek-
kat iki potansiyel güç birleştiği zaman ateşin heyillasını oluşturur. leşmektedir.
İşte şimdi sureti tarif edebiliriz: Diyebilirim ki, suret görme duyusuy-
la bir şeyin diğer şeylerden ayrılmasını sağlayan özelliktir (jas[). Demek
4.Mekan
oluyor ki onu belirleyen görme duyusudur. İşıe bu tarifte suret diğer şey
Mekana gelince, belirsiz ve kapalı olduğu için bu konuda filozoflar ih-
lerden ayrılabilir.
tilaf etmiştir. Bazılarına göre mekan asla mevcut değildir. [28] Eflatun gi-
bi bazıları da onun cisim olduğunu söylemiştir. Bir kısım filozof onun
3. Hareket mevcut olup cisim olmadığını söylemişlerdir. Aristoteles ise "Mekan var-
Hareket altı kısma ayrılır: İlki oluş, ikincisi bozuluş, üçüncüsü dönü- dır ve ap açıktır'' demiştir.
284 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Be ş Te ri m Üz e ri n e 285
Bunun izahı konusunda diyebiliriz ki, mekan vardır ve "o hangi şey ve yavaşlık ancak zamanla bilinir. Zira biz hareketin uzun sürmesine ya-
dir?" [sorusuna cevap teşkil eden şeydir]. Şimdi biz burada mekanın iza- vaşlık, kısa sürmesine de hızlılık adını vermekteyiz.
hını yapacağız.
Zamanın ma):ıiyetine gelince o, yalnız aniatacağım şekilde bilinebilir.
Deriz ki: Cisimde artma, eksilme veya hareket olunca, bunlar cisim- [34]
den daha büyük ve cismi kuşatan bir şeyde gerçekleşir. İşte cismi kuşatan
Şöyle ki, "an" ın geçmişi geleceğe bağlayan bir şey olduğu söylenebilir.
şeye biz mekan adını veriyoruz. Zira sen boşluğun bulunduğu yerde ba-
Ancak ikisi arasındaki "aıi"ın sürekliliği yoktur. Çünkü biz onun varlığını
zen havayı, havanın bulunduğu yerde de bazen suyu görürsün. Yani [bir
düşünmeden önce o sona ermektedir. İşte bu "an" zaman değildir. Fakat
kaba] su girince hava çıkar, bununla birlikte mekan kalır, bunlardan biri-
bir "an" ile diğer "an" arasındaki mesafe akılda tasarianacak olursa, ikisi-
nin bozulmasıyla o bozulmaz.
nin arasında zamapın bulunduğunu varsayabiliriz. O halde bu, zamanın
q halde mekanın varlığı apaçık olarak bellidir. Mekanın varlığını bil- öncelik ve sonralıktan başka bir şey olmadığının delili sayılmalıdır.
dikten sonra [30] şimdi de onun ne olduğunu bilmemiz ve onuncisim ol-
Bu-durumda zaman sayıdan başka bir şey değildir ve zaman hareketi
duğunu söyleyel). muhaliflerin görüşünü geçersiz kılmamız gerekir. Bu
sayan [belirleyen] bir sayı dır. Ancak lugatçılara göre biri kesintili (mıınfa
yüzden diyoruz ki, eğer mekan cisim ise o halde cisirrı cismi kabul eder
sıl) diğeri kesintisiz c"rrzuttasıl) olmak üzere iki tür sayılan vardır. Zaman
ve cisim hem kabul eder hem de kabul edilir ve sonsuza kadar bu böyle ise kesintili olmayıp kesintisiz sayılanlardandır. Kesintisiz denilen zama-
devam eder. Bunun kesinlikle geçersiz olduğunda ihtilaf yoktur. Öyleyse . nın tarifi de geçmiş ile gelecek arasını birleştiren hayali"an" dan ibarettir.
mekanın cisim olduğunu söyleyen muhalifler~mizin görüşü geçersizdir.
Durum böyle olunca mekan cisim değildir, aksine o, cismin dışında
mekanın kuşattığı bir yüzeydir. Bu ifadenin izahı şöyledir: Bilirsin ki eğer
basit. olan heyfılanın boyu, eni ve derinliği bulunacak olursa ona cisim
denilir. Eğer heyfılanın derinliği olmayıp da boyu, eni bulunacak olursa
ona yüzey denilir. HeyG.lanın eni ve derinliği olmaksızın sadece boyu bu-
lunacak olursa ona da çizgi denilir. Mekan ise boyu, erii. ve derinliği bulu-
nan heyG.la türünden olmayıp aksine derinliği bulunmaksızın boyu ve
eni olan heyG.ladır. İşte mekanın diğer mekan olmayan şeylerden ayrıldı
ğı mahiyet budur. [32]
S. Zaman
Zaman hakkında fılozoflar görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları ona
hareketin kendisi derken, bazıları da onun hareket olmadığını söylemiş
lerdir. Bu iki görüşten hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu bi-
zim ayırmamız gerekiyor.
Diyebiliriz ki, bir şeyde meydana gelen hareket, hareket eden o şeyin
özelliklerinde bulunur. O hareket o türden herhangi bir şeyde değil, an-
cak o şeyde bulunur. Zaman ise her şeyde bir şekilde ve bir tarzda bulu-
nur. Varlığın değişmesiyle zamanda bir değişme olmaz. O halde zamanın
hareket olmadığı ve zamanı hareketin kendisi sayanların hatası ortaya
çıkmış oluyor. Ayrıca yine açığa çıkmıştır ki harekete ilişkin olan hızlılık
Üzüntüyü Yenmenin Çareleri
{Rjsale fi'l-hile li-defi'l-ahzan)
eğerli kardeş, Allah seni bütün hatalardan korusun, her türlü afetten
D muhafaza etsin ve seni kendi rızasına ve bol sevalıma giden yollar-
da başarıli kılsın.
Üzünturrün zıddı görüşleri içeren, onun olumsuzluklarını gösteren ve
ona sahip olmakla [kişiyi] acıdan koruyacak olan düşüncelere ilişkin so-
runu anlamış bulunuyorum. Senin gibi erdemli bir ruha ve düzgün bir
ahlaka sahip olan kimse kötülüklere tenezzül etmez, onların dağuracağı
acılara ve yol açacağİ zulürrılere karşı bağışıklık kazanmak ister. Dilediğin
ölçüde sana yetecek bilgileri yazdım. Bütün önerrıli işlerde Allah yardım
cm olsun.
[Üzüntü ve Sebepleri]
Şüphesiz sebebi bilinmeyen hiçbir acının şifası da yoktur. O halde
üzüntüyü tedavi edecek hususları açıkça ortaya koymak ve kullanılması
nı kolaylaştırmak için önce üzüntürrün ne olduğunu ve sebeplerini açık
lamamız gerekir.
senin bütün isteklerini elde etmesi mümkün olmadığı gibi sevdiği her şe şüncemizde onlara yer vermemeliyiz.lşte bu anlayış muhteşem kralların
yi [sonuna kadar) elde tutması da mümkün değildir. Zira içinde yaşadığı ahliikıdır;zira onlar her geleni ağırlayıp her giderıi uğurlamazlar, aksine
mız oluş ve bozuluş dünyasında değişmezlik ve sÜreklilik yoktur. Ancak gördükleri her şıryden yerli yerinde ve tokgözlülükle yararlanırlar. Bunun
bizim için zorunlu olarak akıl ilieminde bulunan değişmezlik ve sürekli- zıddı ise ayak takımından bayağı, açgözlü ve haris kimselerin ahliikıdır.
lik sözkonusu olabilir. Öyleyse sevdiklerimizi yitirmemek ve isteklerimi- Bunlar her geleni ağırlar ve her giderıi uğurlarlar. Akıllı kimselere düşen,
ze ulaşmak istiyorsak akıl alemini gözetmeli; seveceğimizi, elde edeceği muhteşem krallar dururken ayak takımından bayağı kimselerin ahliikıru
mizi ve isteklerimizi oradan beklemeliyiz. Eğer böyle yapacak olursak tercih etmemektir. Yine diyoruz ki, istediğimiz olmadıysa olanı istemeli,
hiçbir kimse bizim edindiğimiz değerleri gasbedemez, hiçbtr el bizim olanla yetinmeli ve böylece üzüntünün devamındansa sevincin devarİu
aleyhimize onlara sahip olamadığı gibi sevdiğimiz o aklf değbrleri yitir- nı sağlamalıyız. Çünkü elde edemediklerine ve var olmayan şeylere üzü-
memiz de sözkonusu olamaz. Çünkü onlar tehlikeye maruz kalmaz ve öl- len kimsenin bu üzüntüsü asla bitmez; zira o hayatının her aşamasında
mezler; bir başkasının talip olması bizim onlara sahip olmamızı engelle- bir sevdiğini yitirmek ve bir arzusunu gerçekleştirememek durumunda
mez. Zira akli kavramlar birbiriyle bağıntılı olup değişmeden sabit kalan kalacaktır. O halde üzüntü ve sevinç iki zıt olup ruhta birlikte bulunamaz;
ve ortadan kalkmayan yani sürekli idrilk olunan şeylerdir. Duyu edinim- kişi üzgünse sevinçli, sevinçli ise üzgün olamaz. Demek oluyor ki, elden
lerine, duyu haz ve isteklerine gelince bunlar herkes için gelip geçici ve gidenlere ve sevdiğimiz şeylerin kaybına üzülmemeliyiz. Daima sevinçli
herkesin ulaşabileceği nesnelerdir. Bu yüzden onları korumak, bozulma, olmamız için güzel alışkanlıklar edinerek her hali gönül hoşnutluğuyla
değişme .ve ortadan kalkmalarını önlemek imkansızdır. Demek oluyor ki karşılamalıyız.
duyu algılarına ait bir alışkanlık peyda ettikten sonra o şeyyabancılaşa
bilir, itaat edeceğine dair güven sağladıktan sonra başkaldırabilir, yüz
[Alışkanhkların AhHika Etkisi)
verdikten sonra sırt çevirebilir. Çünkü [insan) tabiatında bulunmayan bir
Bu anlatılanların alışkanlıklarda ortaya çıktığını
ve insanların davra-
şeyi [onun] tabiatma katmak mümkün değildir. [8) Bozuluşa uğrayanın
nışlarının, arzu ve isteklerinin farklı oluşunun da buna açıkça delillet et-
bozulmaması, şans ve şansızlıktan sadece şansın var olması ve sürekli
tiğini görmekteyiz. Nitekim yeme, içme, giyinme, evlenme ve benzeri du-
değişenin daima sabit kalması gibi yalnız bir kişiye değil herkese ait olan
yu hazlarıyla mutlu olan kimsenin, bu yaşantısına aykırı düşen şeyleri
ortak hal ve huyların bize ait olmasını İstersek tabiattan kendinde olma-
eksiklik ve musibet saydığım; bir kumarlıazın da malının soyulmasına,
yanı istemiş oluruz. Halbuki tabiatta olmayanı isteyen kimse var olmaya-
günlerinin boşa gitmesine ve kumarbazlığın verdiği üzüntünün sürüp
nı istemiş olur. Var olmayanı isteyen arzusunu gerçekleştiremez. isteğini
gitmesine rağmen yaptığı bu işten mutluluk ve sevinç duyduğunu, kendi
gerçekleştiremeyen kimse de mutsuz olur. Gelip geçici şeyleri arzulayan,
yaşantısına aykırı düşen ve bu duruma engel olan her şeyi [lO] eksiklik ve
edindiği ve sevdiği şeylerin bu türden olmasını isteyen kimse mutsuz, ar-
musibet saydığım görmekteyiz.
zusu tam gerçekleşen ise mutlu olur.
Aynı şekilde eşkiyanın kırbaçlama, organ kesme, ızdırap veren yaralar
O halde mutluluğa karşı 9ok düşkün olmalı, mutsuzluktan da kendi-
açma, sürekli çatışma gibi adi tutum ve felakete yol açan vahşi davranış
mizi korumalıyız. Şöyle ki; arzuladığımız ve sevdiğimiz şeyler bizim yapı
larının kendisini idama götürdüğü anda bile, bunlardan övünç ve şeref
mıza uygun olmalı, elimizden gidene üzülmemeli ve bize uygun olmayan
duyduğunu, bütün bu yaptıklarıyla mutlu olduğunu görürüz. O, buna
duyusal varlıkları istememeliyiz. Aklın uygun gördüğü şeylerden insanla-
ters düşen huzurlu yaşamayı bir eksiklik ve musibet sayar. Yine salcalını
rın yararlandığını gördüğümüz zaman ondan yeterince ve en güzel şekil
traş edip kadın kılığında dolaşan bir sapık da herkesin nefret ettiği ve hiç-
de yararlanmalıyız. Bununla, belirlenmiş süre içinde kişinin kendi varlı
bir düşüncenin tasvip etmediği bu yüz kızartıcı adi huyundan gurur ve
ğını sürdürmesi ve verimli kılması için gerekli olan şeyle ızdırabını gide-
neşe duymaktadır. O bu haliyle herkesten üstün olduğunu, başkalarının
rip onu rahata kavuşturacak miktarı kastediyorum.
bu üstün hazdan yoksun bulunduğunu, onlara nisbetle kendisinin çok
Görüp dok)..lnmadan önce, [9) sahip olduğumuz şeylerin hayaliyle özel bir mutluluk ve büyük bir nimete sahip olduğunu kabul eder. Yaşan
avunmamalıyız. Elimizden çıktıktan sonra da artık üzülmemeli ve dü-; tısına ters düşen her şeyi bir eksiklik ve musibet sayar.
290 Fe 1s efi Ri sa ı e ı e r Üzüntüyü Yenmenin Çareleri m_
O halde duyu bakımından hoşa giden ve gitmeyen şeylerin, [insan] edinmesiyle olur. Sonra oradan daha güç olanı benimseme düzeyine
tabiatı gereği değil, tam tersine, adet ve alışkanlıkların ürünü olduğu an- yükseliriz. Ruh bu alışkanlığı kazanınca kolayca alıştığı gibi derece dere-
laşılmıştır. Madem ki görüp yaşadıklarıınızia mutlu olmanın ve kayıpla ce çıkarak daha önemli olan hususlara yükselir ve nihayet önemli alış
rımızın üzüntüsünden teselli bulmanın yolu alışkaniılda kolaylaşacaktır, kanlıkları edinir. İşte alışkanlık kazanmak, anlattığımız bu yöntemle ko-
o halde buna yönelmeli ve bunu kendirniz için bir eğitim konusu yapma- laylaşır ve böy~ece elden gidenlere sabretmek, kayıplardan dolayı teselli
lıyız. Böylece bizim için o, yerleşik bir adet ve kazanılmış bir huy haline bulmak kolay hale gelir.
gelmiş olur. Bununla, bizzat tabiatımızda bulunmayan ve başlangıçtan
beri adet edinınediğimiz şeyleri huy haline getirmeyi kastediyorum. [ll] [Üzüntüyü Yenmenin Çareleri]
İşte bu sayede hayat, yaşadığımız sürece daha güzel olur.
ı. Söz konusiı kolaylığı sağlamanın çarelerinden birisi, üzüntünün ne
olduğunu düşünmek ve onu bölümlerine ayırmaktır. Deriz ki, üzüntü ya
[Ruh Sağlığının Önemi] biz~m veya bir,başkasının yaptığı bir şeyden kaynaklanır. Eğer bizden
Üzüntü psikolojik bir rahatsızlık olduğuna göre bize düşen, bedeni kaynaklanıyorsa bizi üzen o şeyi yapmamalıyız. Şayet bizi üzen şeyi yap- ·
rahatsızlıkları acı ilaçlarla, dağlama, kesme, sargı, perhiz ve vücuda iyi mamak lehimize olduğu halde onu yaparsak, yapılmamasılehimize olan
gelen benzeri şeylerle tedavi etmektir. Bulıastalıkları tedavi edenin hiz- bir iş yapmış oluruz. Onu yaptığımıza göre ya istediğimiz ya da istemedi-
meti büyük, mali külfeti yüksekse de buna katlanmak zorundayız. Zira ğimiz bir şeyi yapmış oluruz. Üzülmernek istediğimiz halde üzen şeyi is-
ruhu tedavi etmenin ve onun acılarını dindirmenin, bedeni gözetip teda- teyerek yapıyorsak o zaman istemediğimizi istiyor durumuna düşeriz. Bu
vi etmeye üstünlüğü ruhun bedene olan üstünlüğü gibidir. Çünkü ruh ise aklını yitirmiş olanlara has bir davranıştır. Bu durumda biz de akılsız
yöneten, beden yönetilendir; ruh ebedi, beden ise çürüyüp gidendir. o lardan sayılırız. Eğer bizi üzen başkasının yaptığı ise, [13] onu önlemek
halde ebedi olanı gözetip kollamak, onu güçlendirip sağlığına kavuştur ya lehimizedir veya değildir; eğer lehimize ise onu önleyip üzülmemeli-
mak için çaba harcamak çürüyüp gidenin, tabiatı gereği bozuluşa uğra yiz, lehimize değilse üzücü olay meydana gelmeden önce üzülmemeli-
yanın ıslahıyla uğraşmaktan daha iyidir. Dolayısıyla bizim için ruhu iyi- yiz; zira bir yetkili çıkıp bize zarar vermeden önce onu engelleyebilir. Bel-
leştirmek ve şifaya kavuşturmak, bedenimizÜyileştirmekten daha önem- ki de gerçekleştiğinde üzüntü vereceğinden korktuğumuz şey bizi etkile-
li bir görevdir. Çünkü biz bedenimizle değil, ruhumuzla biziz. Cisim ol- meyecektir. Şayet üzücü olay gerçekleşmeden önce üzüntüye kapılacak
masıaçısından bedenimiz cisim olan her şeyle ortaktır. Canlılar iilemin- olursak, belki de üzüntüleri önleyen [Allah) veya bize zararvermesini en-
deki her varlık ruhu sayesinde canlı dır. Bizim ruhumuz ise kişiliğimizdir. gelleyen bir yetkilinin engel olmasıyla olay gerçekleşmez ve biz de yok
O halde kişiliğimizi gözetip korumak, bize yabancı olan şeyleri gözet- yere üzülmüş oluruz. Böylece başkasının vermediği üzüntüyü biz kendi-
mekten daha önemli bir görevdir. Bedenimiz, ruhumuzun üzerinde mize vermiş durumuna düşeriz. Halbuki ruhunu üzen ona zarar vermiş
fonksiyonlarını gerçekleştirdiği bir araçtır. Öyleyse bizim için kişiliğimizi olur; ruhuna zarar veren ise kara cahil ve tam bir zalimdir. Şayet bunu bir
iyileştirmek araçlarımızı iyileştirmekten daha önce geİir. [12] başkası yapmış olsaydı cahil ve zalim sayılırdı; fakat kendi ruhuna zarar
Buna göre bedenimizi sağlığa kavuşturmakonusunda katlandığımız verdiği için daha büyük suç işlemiştir. O halde cahilin cahili, katının da
dan kat kat fazlasını ruhumuzu sağlığa kavuşturmak üzere ilacın acılığı katısı ve zalimterin zalimi olmaya rıza göstermemeliyiz.
na, güçlük ve sıkıntısına katlanarak göstermeliyiz. Kaldı ki, ruhumuzu ıs Eğer üzüntü kaçınılmaz bir hal ise, o meydana gelmeden önce sebe-
lah ederken katlanacağımız acı ve sıkıntı, bedenin tedavisi sürecinde kat- binin belirmesi sırasındaki üzüntümüz yeter. Zaten o ortaya çıkmadan
landıklarımıza göre daha hafif kalır. Çünkü ruhumuzun iyileştirilmesi önce duyduğumuz üzüntü bir çeşit kötülüktür; ayrıca üzüntü sebebini
yalnız bizim yararımıza olan şeye tam bir kararlılıkla yönelmemizle ger- giderme çabası gösterilmeden olayın tasası çekilmemelidir. Çünkü önce-
çekleşir; burada ilaç içme, dağlama, yakma ve mal sarfetme söz konusu ki anlattığımız zarar burada da sözkonusu olduğundan, sebebin ortaya
değildir. Aksine bu, bize kolay gelen hususlarda ruhun güzel alışkanlıklar çıkışını zorunlu olarak önlemek gerekir. Şayet üzüntüyle yaşayan veya
292 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Üzüntü yü Y e n m e n i n Ça re 1e ri 293 .
üzüntü kaynağına yakın olan kimseyi üzüntü yıkmamışsa teselli vermek 3. Yine hatırlamalıyız ki, elde edemediğimiz veya kaybettiğimiz her
bir dereceye kadar onu korur. Üzüntü onun tabiatındaysa o takdirde şeyi başka birçok kimse elde edememiş veya kaybetmiştir. Bunların hep-
üzüntürrün süresini kısaltınaya çalışmalıyız; çünkü oluşa tabi nesneler si de kayıplarını k;abullenmiş; üzüntüden uzak neşe içinde yaşamaktadır
sürekli değişmektedir. Eğer bu konuda kusur edecek olursak [başımıza lar. Sözgelimi halk arasında onun gibi eviadı ölen veya çocuğu olmayan
gelmesini] [14] önleyebileceğimiz belayı önlemekte kusur etmiş oluruz; birçok kimse vardır. Mesela onlardan çocuğu olmayan biri huzurlu, ço-
bu ise bahtsız ve zalim olan cahilin alametidir. Zira zalim, üzerinden be- cuğu ölüp de kendirıi teselli eden biri de rahat yaşabilmektedir. Mal, dün-
la eksik olmayan kimsedir. En büyük bahtsız da önleme imkanı bulundu- yevi her nimet ve insan ruhunun arzuladığı her şeyde durum yine böyle-
ğu halde kendini beladan korumayandır. O halde mutlu olma gücüne sa- dir. O halde üzüntü tabii değil arızi bir haldir. Zira görüyorıız ki malı m ül-
hipken bahtsızlığa rıza göstermemeliyiz. kü elinden alınan insan üzüldüğü halde o !f!ala hiç sahip olmayanlar as-
~· Üzüntüyü yenmenin güzel bir çaresi de geçmişte kurtulduğumuz la üzgün değildir. [16] Demek oluyor ki bu kimse malının soyulması veya
kendi üzüntülerirnizi ve başkalarının yaşayıp kurtulduğunu gördüğümüz malı ele geçirememesi yüzünden kendisi için üzüntü yaratmıştır. Öyley-
üzüntüleri hatırlamak, onların ve bizim çektiğimiz üzüntülerin ve teselli se değersiz şeyleri' kendimize amaç edinmemeliyiz; önceden anlattığımız
noktalarımızın bir karşılaştırmasını yapmaktır. Çünkü böyle bir karşılaş gibi üzüntü değersiz bir şeydir. Değersiz bir şeyi kendisi için amaç edinen
akılsızdır. Akılsızlık son derece bayağı bir şey olduğu için akılsız duruma
tırma, teselli bulmamız için bize büyük güç sağlar. Nitekim Makedonyalı
Filip'in oğlu İskender, öleceğizaman annesine mekt~p yazarak onu şöy- . düşmek bize yakışmaz. Zira akılsızla diğer hayvanlar arasında bir fark
le teselli etmiştir: yoktur, hatta onlar daha değerlidir; çünkü hayvan türlerinden her birinin
sahip olduğu özellik, başlangıçtan beri devam eden bir kanun gibi onun
her haliyle uyum içindedir. Halbuki akılsız olanın fıillerinde bir düzen ve
"Ey İskender'in annesi! Oluş ve bozuluş kanununa tabi olan her şeyin
uyum yoktur; tam tersine onda zihin karışıklığı ve kuruntular sözkonusu-
yok olup gittiğini düşünrnelisin. Senin oğlun bazı küçük kralların be-
dur. Öyleyse aklı başındakilerin acıdığı ve ayak takımının gülüp geçtiği
nimsediği ahlakı kendine layıkgörmezdi; öyleyse oğlun ölünce, sen de
bu tür bayağı duruma düşmekten utanmalıyız.
onların basit anneleri gibi davranma. İskender'in ölüm haberi gelince
büyük bir şehir kurulmasını emret. İnsanların belli bir günde orada 4. Yine hatırlamalıyız ki, başımıza herhangi bir musibet gelmemesini
toplanmaları için Libya, Avrupa ve Asya'daki bütün ülkelere elçiler isternek var olmaniayı isternek demektir. Çünkü musibetler ancak bozu-
gönder. o şehirdeki toplantı, [15) yeme, içme ve eğlence günü olsun. luşa tabi varlıkların bozulmasıyla meydana gelir; demek oluyor ki bozu-
Elçilere, başına bir musibet gelen hiçbir kimsenin senin bu davetine luş yoksa oluş da yoktur. O halde musibetleri isterneyişimiz tabiatta oluş
katılamayacaklarını duyıırmalarını da emret. Böylece insanları hü- ve bozuluşu istemediğimiz anlamına gelmektedir. Tabiatta olanın ger-
zünlü matemlerine karşın İskender'irıki sevinç ve neşeyle geçsin." Ne çekleşmemesirıi isternek ise imkansızı isternek demektir, inikansızı iste-
var ki, annesi oğlunun isteği doğrultusunda emir yayınladığı halde be- yen amacına ulaşamaz. O halde bu tür kötü huylardan utanmalı, bu dü-
lirlenen günde hiçbir insan gelmedi. Bunun üzerine: zeye yani cehalet ve bahtsızlık düzeyine düşmekten sakınınalıyız. Çüp.-
"Önceden duyurduğumuz halde insanlar neden gelmedi?" deyince, kü bunlardan birincisi olan cehalet bayağılaştınr; [17] ikincisi olan baht-
kendisine: sızlık ise zillete yol açar ve böyle bir kötü hale düşmemiz başkalarını se-
İşte kaybedecek olursak üzülmekte mazur sayılmamız gereken bu Hatırda tutmamız gereken bir başka husus da şudur: Emanet sahibi
psikolojik değerlerdir. Çalışıp kazandıklarımızın elden gitmesine gelince [Allah] bize verdiği emanetlerinen değerlisim değil, [19] tersine değersiz
onlara üzülmek bize yakışmaz. Çünkü insanların doğal olarak malik ol- lerini geri almakJa bize büyük lütufta bulunmuştur. Öyleyse onun kıy
maları gereken şeylere sahip bulunmalanndan üzüntü duyan kimse ha- metli emanetleü üzerimizde devam ettiği için çok mutlu olmalı ve geri
setçinin biridir. O halde kıskançlık duygusuna kapılarak kendimize zul- aldıkiarına üzülmemeliyiz. Hatta verdiklerinin hepsirıi geri alsaydı yine
metmeyelim, zira kıskançlık kötülüklerin en kötüsüdür. Şayet bir kimse de üzülmememiz, tersine mutluluk duymamız gerekirdi. Çünkü bizim o
düşmanlarının başına kötülük gelmesini istiyorsa kötülüğü seviyor de- duruma sevinmemiz ona karşı şükrümüzün ve ona olan sevgimizin bir
mektir; kötülüğü seven de kötüdür. Bundan daha kötüsü dostlarının ba- ifadesi sayılır. Ayrıca O, hiçbir elin uzanamadığı en değerli ve en çok ni-
şına kötülük gelmesini isteyenin durumudur. Kendisinin [sahip olmak is- metini bizde bırakmıştır. O halde Allah'ın bizden aldıklarının kalmasını
tediği şeyden] dostunun mahrum kalmasını hoş gören kimse, kendince istesek bile kendimize dönüp şöyle demeliyiz: Allah en az ve değersiz ni-
kötü olanı dostu için istiyor, dolayısıyla dostlarına kötülüğü reva gÖrüyor metlerini aldıysa, madem ki ruhumuz bakidir, öyleyse en çok ve en de-
demektir. Başkalarının da sahip olabileceği bir şeye kendinden başka hiç ğerli olanını bırakmıştır.
kimsenin sahip olmamasını isteyen kişi ne düşmanlarının ne de dostla- 7. Hatırda tutmamız gereken bir başka husus da şudur: Yitirdik.lerimi-
rının o şeyi edinmelerini istiyor demektir. [18] Kendisinde olanın başka ze ve elde edemediklerirrıize üzülmek gerekseydi, sürekli üzülmemiz ve
larında da bulunmasından üzüntü duyan kimse kıskanç biridir; öyleyse. hiç üzülmememiz icap ederdi. Bu ise korkunç bir çelişkidir. Çünkü eğer
bu b ayalığa rıza göstermemeliyiz. üzüntü, elde ettikleriınİZin kaybından ve elde edemediklerimizden kay-
6. Yine hatırda tutmalıyız ki, ortak menfaatlerden olup da elimizde naklanıyorsa; üzüntüye düşmemiz hoş bir şey değilse ve üzüntünün se-
bulunan her şey, nimeti yaratan şam yüce Allah'ın bize verdiği bir ema- bebi de bahsettiğimiz husus ise, bu takdirde bize dışımızdan gelip bizim
nettir ve O, dilediği zaman emanetini geri alıp istediğine verebilir. Zaten olmayan, istemediğimiz bir şey bizi üzmemelidir. Zira elden giden ve el-
dilediğine vermemiş olsaydı o nim~t asla bize ulaşmazdı. Bazen düş de edemediğimiz şey bizi ilgilendirmez. Öyleyse hiç üzülmernek için bir
manlar eliyle o rıimeti geri alınca bize kötülük ettiğini sanırız. Unutma- şey edinmemeliyiz. Şayet bir şeye sahip olmamak gerekiyorsa ve sahip
malıyız ki emanetini alıp onu istediğine verm~k emanet sahibinin hakk- olmamak da bizi üzüyorsa, sahip almadığımız zaman sürekli üzülmek
kıdır; bu durum bize yönelik ne bir utanç ne de hakaret içerir. Asıl utanç gerekir. [20] Buna göre sahip alsals da olmasak da sürekli üzüntü kaçınıl
ve hakaret, emanetin bizden geri alınışına üzülmemizdir; çünkü böyle mazdır. Demek oluyor ki sürekli üzülmek gerekiyorsa asla üzülmememiz
bir ahlaka [açgözlüler], cimri ve iyiyi kötüden ayırt edemeyenler sahiptir. lazım gelir. Biz bir şeye sahip olsak da olmasak da asla üzülmerrieliyiz.1ş
Kendisine bir emanet bırakılan kimsenin onu kendi malı sanması şükür te bunların hepsi birer çelişkidir. O halde üzülmemiz gerekmiyor. Aklı ba-
dışı bir anlayıştır; ziraen azından emanet sahibine yapılacak şükür, geri şında olan kimseye düşen, gerekli olmayan, özellikle zararlı ve ızdırap ve-
almak istediğinde emaneti gönül rızasıyla, memnuniyetle ve tez elden ren şey üzerinde düşünmemek ve onunla uğraşmamaktır. Tam tersine
ona iade etmektir. O halde emaneti iade etmekten üzüntü duY.anın şük dışardan edindiğimiz şeylerin kaybı ve edirıemediklerimizin özlemi
rü az demektir. Buna göre adalet anlayışına sığmayan böyle bir huya sa- üzüntü sebebi olduğuna göre onları azaltmamız icabeder. [Bu konu üze-
hip olmaktan utanç duymalıyız. Ve yine: "Emanet sahibi, düşmanlarırnız rinde iyi düşünen kimse bunun böyle olduğunu görecektir.]
vasıtasıyla emanetini bizden geri aldığı için üzülüyoruz" diyerek bu ko- Anlatıldığına göre Atinalı Sokrat'a:
nuda çocukça ve tutarsız mazeretler ileri sürmekten de haya etmeliyiz.
Çünkü·emanet sahibirıin elçisi onu geri alırken, onun bizim istediğimiz "Neden üzülmüyorsun" demişler; o da:
yapıya ve ahlaka sahip olması, bizi sevmesi ve dilediğimiz zamanda al-
"Çünkü ben kaybedince üzüleceğim şeyleri edinmiyorum" diye cevap
ması gerekir diye bir zorunluluk yoktur. Zorunlu olan, elçinin genel du-
vermiş. Yine anlatıldığına göre adamın biri Roma İmparatoru Neron'a
rumunun bize ters gelmesine üzülmemektir. Çünkü bu, çocuklarda ve yapımı ilginç, değeri yüksek kristal bir küre hediye eder. Hediye bir
iyiyi kötüden ayırt edemeyen herkeste görülen bir huydur. topluluk huzurunda İmparator'a sunulur; aralarında o çağın fi.lozofu
, __
_ıırn Felsefi Risaleler üz ü nt ü y ü Ye n me ni n Ça re 1e ri 297
da bulunmaktadır. tınparatar kendisine sunulan hediyeden büyük bir te bu akılsızlık belirtisidir. O halde akılsız duruma düşmekten utanç
rnernnuniyet duyar; huzurundakiler de hediyenin güzelliği üzerine d uymalıyız. İnsanın düşünme v.~ ayırt etme gücü geliştikçe hayatını sür-
çok şey söylerler. [21) Bu sırada tınparatar filozofa dönerek: dürmek ve iyileştirmek için hiç de gerekli olmayan pek çok şeyi edirımek
"Bu kristal küre hakkında ne dersin" diye sorar. Filozof: ister; çeşit çe$it yemekler, hayvan ve öteki göz alıcı. varlıklar, görüp zevk
"Bu küre sizde gizli bir ihtiyacı ortaya çıkarmış ve siziri de bildiğiniz bü- aldığı süslem,eler; aynı şekilde kendisini gerçek yararından276 alıkoyan
yük bir rnusibete işaret etmiş bulunuyor" diye cevap verir. 1rnparator: ve huzurunu bozan güzel sesler, hoş kokular ki, bunların hepsinin elde
edilmesi tas aya, kaybı acıya, ulaşılmaması da tahassüre yol açar. Çünkü
"Bu nasıl olur" deyince, filozof:
yitirilen her şeye gelen bir musibet, elde edilemeyen her şeyin yol açtığı
"Kristal küre kaybolsa bir benzerini elde etme imkarn bulurımadığın
bir hasret ve üzüntü, yok olup gideh her şeyi görüp gözlemerıin sebep
dan bu durum sende onun gibi bir küreye sahip olma ihtiyacını doğıı
olduğu bir hüzün ve sıkıntı, her güvenliğin sonunda da bir korku vardır.
rur; şayet bir kazaya uğrayacak olsa ondan mahrum kalma senin içirı
(23] Zira korkan kimsenin kafası meşgul, kalbi de huzursuzdur. Bu yüz-
büyük bir rnusibet sayılır" demiştir.
den diyoruz ki, dışardan gereksiz şeylerle kendini oyalayanın ebedi ha~
yatı yıkılır, fani dünyada yaşantısı stresle geçer, hastalıkları artar ve acı
İşte bu ve benzeri sözler, arılam itibariyle konuya uygurı düşmektedir. ları dinmez.
Nitekim anlatıldığına göre, olaylar filozofun dediği gibi gelişme gösterir İnsanların, kararsız,kendini tüketen, hayalleri boşa çıkaran, sonu
ve İmparator, bahar mevsiminde yakındaki adalardan birine gezintiye çı başlangıcını yalanlayan, kendisine güveneni hayal kırıklığına uğratan,
kar. İstirahatgahına taşınacak eşya arasında krista} kürenin de bulunma- ona kananı acınır hale düşüren bu fani alemden geçişleri şu hikayedeki
sını ister. Fakat kürenin bulunduğu gemi b atar ve bir daha kürenin izine
topluluğun durumuna ne kadar çok benziyor:
rastlanmaz. Çevresindekiler olayın İmparator üzerinde büyük bir felaket
Bir grup insan yaşadıkları ormandaki yere gitmek üzere bir gemiye bi-
etkisi yaptığına Şahit olmuştur. O, ölünceye kadar kürenin benzerini elde
nerler. Bazı ihtiyaçlarını karşılamaları için geminin kaptanı bir limana
etmeye çalışmışsa da başaramamıştır. İşte bunun için diyoruz ki, başına
yanaşıp dernirler. Yolcular ihtiyaçlarını temin etmek için gerniden çıkar
az musibet gelmesini isteyen kimse dışardan edindiği şeyleri azaltsın.
lar. Bir kısmı ihtiyacını temin edip başka bir şeyle ilgilenmeden gemiye
Anlatıldığına göre filozof Sakrat bulundUkları kampta kırık bir fıçı döner ve hiçbir engelle karşılaşmadan, kimseyle çekişmeden ve herhan-
içinde barınırrnış. Günlerden bir giin yanındaki sanatkarlarla konuşur gi bir izdihama maruz kalmadan geminin en rahat yerine yerleşir.
ken: "Üzillmemek için bir şey edinmemeliyiz" der. Sanatkarlardan biri: Bir kısmı da rengarenk çiçek türleriyle donanmış araziyi seyretmeye,
"Fıçı kırılırsa?" deyince Sokrat: "Fıçı kırılırsa da mekan kırılmaz ya' diye
0 çiçeklerden yayılan değişik nefis kokuları içlerine çekmeye, bol ve na-
cevap verir. dide ağaçların ilginç meyvelerinden yemeye, [24] güzel sesli kuşların hoş
Filozofun dediği doğru, çünkü her kaybolanın yerine geçen bir başka ötüşlerini dinlemeye giderler. O bölgede değişik renk ve görünümdeki
şey vardır. [22] Bu yüzden diyoruz ki, her şeyin yaratıcısı şiinı yüce Allah, taşların göz alıcı manzarasına, ruhu okşayan ilginç şekildeki sedefl~rinin
yarattığını güdük tabiatlı değil, kendi kendine yeterli olarak yaratmıştır. seyrine dalarlar. Fakat ihtiyaçlarını karşıladıkları o yerden pek fazla ayrıl
Nitekim o koskocaman balık [balina] ve ilginç yaratılıştaki filden herbi- mazlar. Gemiye döndüklerinde de en geniş ve en rahat yerlere yerleşirler.
rinin, gerekli olan sürekli besin, barınak ve sığınak bakırnından kendile- Diğer bir kısmı ise ihtiyaçlarını karşıladıkları o yerden ayrıimamakla
rine yeterli olduğunu görmekteyiz. Bunların dışındaki yaratıkların ihti- birlikte o sedefleri; değerlitaşları çevredeki meyve ve çiçekleri toplama-
yaçları da rahat yaşayacakları ölçüde hazırlanmış, düşünen kudret on-
ya koyulurlar. O bölgenin taş ve sedeflerinin, biraz sonra aldanıp topla-
larla ilgili hiçbir şeyi eksik bırakmarnıştır. İnsandan başka bütün carılılar, maktan utanç duyacakları solan çiçeklerinin, az sonra çevredekilerin iğ-
kendilerini inciten bir şey olmadıkça güven içinde iyi bir hayat sürerler.
ı Fakat insanın öteki carılılara egemen olmasını ve onları yönetmesini 276 Bedevi ve Çağncı'nın neşirlerinde meniifililı şeklinde geçen kelime meniifi'ilı
sağlayan değeri arttıkça kendisini yönetmeyi beceremernesi yok mu, iş-; olarak düzeltildi.
1
lllı
298 Fe ı s e f1 Ri sa ı e ı e r üzüntü yü Ve n me n i n Çar e ı er i 299
rendiği pisliğe dönüşecek olan meyvelerin ağır yüküyle gemiye dönerler. öte yandan [bir kısmının] toplayıp yüklenerek gemiye döndükleri o
Fakat başkalarının önceden geminin geniş ve rahat bölümlerine yerleş akıllarını çelen, hürriyetlerini kısan, rahatlarını kaçıran ve yerlerini daral-
tiklerini görürler. Bunun üzerine dar, engebeli ve sert.bir yere tıkışırlar. tan çiçekler. çok geçmeden soldu ve taşların da rengi matlaştı. Çünkü çi-
Üstelik değerli gördükleri taş ve sedefler, çiçek ve meyveler o sert ve dar çekleri ve renkleri canlı kılan rutubet artık yoktu. o sedefler [istiridye] de
ortamda kendilerine yük olmaya başlar. Öyle ki yerlerini daraltacak taş bozulup fena halde kokuştular. Böylece topladıkları şeyler hem kendile-
ları toplamadan gemiye erken dönenierin sahip oldukları rahatlıktan
rine yük hem de rahatsız edici bir çevre oluşturdular. Artık onları denize
büsbütün mahrum kalırlar. Ayrıca önce dönenler, berikiler gibi topladık atmaktan başka çare kalmamıştı. Çünkü onlar, sahip olanın hareketini
larını koruyup kollamak ve onların zarar görmelerini önlemek gibi bir engellerniş, hayatını zehir etmiş, bulunduğu yere üzüntü vermiş ve hür-
hizmete katlanmıyor; onlardan uzak kalmanın, aşırı bağlanmanın verdi- riyetini kısıtlayan bir yük haline gelmişti. [Onları denize atınca da] elleri
ği sıkıntı ve kaybolma korkusu ile meşgul olup istirahatlarının çoğunu bomboş kalmıştı. Onlar henüz gidecekleri yere varmadan o kötü kokula-
'onlara ayırmıyorlardı. Dahası, onlardan bir veya birkaçı kaybolmadıkça rın kendileri,ni etkilernesi ve yorgunluktan güçlerini kaybetmeleri yüzün-
[25] toplayanları üzüntü ve kedere sevketme durumu da bunlar için söz den birçok hastalığa yakalandılar. [27]
konusu değildi.
Yerin darlığı, sertliği ve verilen hizmetin ağır oluşunun da onların za-
Bazıları ise gemilerini ve gitmek istedikleri vatanlarını unutup o geniş rar görmelerinde payı vardı. Bu yüzden bir kısmı gidecekleri yere ulaş
araziye ve arınana dalmışlaidı; [o taşları, sedefleri ve çiçekleri toplamak] madan öldü; bir kısmı da hasta ve bitkin olarak varabildiler. Çevreyi sey-
ve meyvelerden yemek, onların vatanıanna dönmeyi ve gemide müsait re dalıp güzel kokuları teneffüs ederken gecikenle~ ise buncacık meşguli
yer bulmayı düşünmelerine engel oluyordu. Ayrıca bu durumda onlar, yet yüzünden geniş ve rahat yer bulamamış oldular. lhtiyacını görmek
kendilerini bekleyen sürekli korku, felaket ve acıdan da emin değillerdi. için dışarıya çıktığında gözüne ilişenlerden başka herhangi bir şeyle meş
Şöyle ki; yırtıcı hayvanlar, zehirli yılanlar, ürküntü veren sesler, yüzlerini gul olmayanlara gelince, onlar oyalanmadan erkenden gemiye dönmüş
ve diğer organlarını çizip yaralayan ağaç dalları veya boy boy dikenierin ler, en geniş ve rahat yerleri tutmuşlar, huzur içinde vatanlarına kavuş
ayaklarında açacağı ve uzun tedaviyi gerektiren yaralar yahut yürümele-
muşlardır.
rini engelleyen bataklık, mahrem yerlerini örten elbiseyi kirleten çarnur
Bizim bu 'alemden gerçek aleme geçişimizin örneğini teşkil eden bu
ya da giysilerini yırtan dallar yahut da ilerlemelerine engel olan sarma-
misaller, bu alemden gelip geçenlerin durumuna benzemektedir. O hal-
şıklar onları bekliyordu.
de yeryüzündeki çakıl taşlarına, sudaki istiridyelere, ağaçlardaki çiçekle-
Kaptangeminin kalkacağını onlara bildirince bir kısmı toplayıp dev- re ve kısa süre sonra yük haline dönüşecek olan kuru[yacak] otlara kapı
şirdiği yükle döndüler, fakat anlattığımız sıkıntılarla karşılaştılar. Gerni- lıp aldanmamiZ bizim için ne kadar kötü! Görüyoruz ki bu şeylerin verdi-
de müsait yer olmadığından ancak dar, sıkıcı, rahatsız edici ve tehlikeli ği sıkıntıdan kurtulmamız ancak onları uzak yerlere, denizierin dibine ve
hastalıklara yol açan bir yer bulabildiler. Bir kısmı ise arınanın içlerine alevii ateşe atıp kendimizden uzaklaştırmakla olur. [Bunu yaparken] on-
çok daldıkları ve araziye dağıldıkları için [26] kaptanın sesini duyaına ların pis kokusundan burnumuzu tutmalı, çirkinliklerini görmemek için
dılar.
gözlerimizi kapar.nalı, yakınlarında bulunmanın verdiği huzursuzluk ve
Nihayet gemi kalktı ve böylece onlar vatanlarından ayrı düşerek bu- görmenin bizde uyandırdığı nefretten dolayı onlardan uzak durmalıyız.
lundukları yerde ölümcül tehlikelerle ve müthiş güçlüklerle karşı karşıya
İşte başımıza geldiğindebizim için üzüntü kaynağı olacak şeyler bun-
kalıverdiler. Onlardan kimini yırtıcı hayvanlar parçaladı, kimisi bataklık
lardır. Eğer üzüleceksek, gerçek vatanımızdan ayrıldığımıza ve geminin
lara gömüldü, bazısı çarnuriara belendi, bazısını da yılanlar soktu. So- bizi gerçek vatanımıza ulaştırmasına engel olan bir yükü yüklediğirnize
nunda hepsi iğrenç leş haline geldi. Varmak istedikleri vatanlarından ay- üzülelim. O gerçek vatan ki, orada yokluklar, özlemler ve kayıplar bulun-
rı, organları dağılmış ve iğrenç duruma düşmüş olan bu kimseler, tanı madığı için sıkıntı ve üzüntüler de yoktur. Zira gerçek olmayan bir şey
mayanlar için rahmet, tanıyıp bilenler için ibret oldular. orada bulunmaz, istenmesi uygun olmayan şeye karşı da istek duyulmaz.
300 Felsefi Risaleler
Üzüntüyü Yenmenin Çareleri ili_
nan bl! erdemlerin ahirette azık ve hazırlık olmak üzere edinilmesine bağ "Geçimin anlamını bilseydin o konuda benim çok hırslı olduğumu
lı olduğu anlaşılmıştır. O der ki: Şu üçlemeden dolayı ruh göçünü benim- söylerdin."
seyenlerden bazıları, millike, sillike ve hillike olmak üzere üç çeşit nefsin O adam: ·~.ma biz seni hükümdarın çevresinde, tüccarlar topluluğun
bulunduğunu söylemişlerdir. Millike, kurtuluşa eren, siilike umudu ve da ve ekim-dikim yerlerinde görmüyoruz" dedi. Buna karşı o:
beklentisi alandır; hillikenin [heliilc olan] ise sözünü etmeye bile değmez.
"O gibi yerlerde sen ve senin gibiler bana baskın çıkar. Benim istekle-
• Eflatun'a gelince o da bu arılarnda demiştir ki: "Eski filozofların de- rimi ternin ettiğim yerlerde ise o baskın çıkanlara ben baskın gelirim."
diği gibi soyutlandıklarızaman akli nefislerin yeri feleğin ötesinde, Yara- Adam: "Baskın çıkanlara baskın gelen kimdir?" deyince o:
tıcı'nın nurunun bulunduğu tanrılık illemindedir. Ne var ki her nefis be- "O öyle bir kimsedir ki, baskın çıkanlar, onun sahip olduğu şeyi soyup
denden ayrıldığı an o yere intikill edemez; çünkü bederiden ayrılan bazl ele geçiremezler. Fakat baskın çıkanların adamları ve hizmetçileri arıların
nefislerde hilla kir ve pis şeyler vardır. Bazıları ise ay feleğine ulaşır; te- elindekini soyabilirler" dedi. Bunun üzerine adam:
mizlerıip arınıncaya kadar bir müddet orada kalır; sonra Merkür ( UtaridJ _"O hizmetçiler ve o adamlar nerede? Ne biz ne de başkaları arıları gö-
feleğine yükselir, temizlenip arınıncaya kadar bir müddet de orada kalır; rebiliyor" deyince, o:
sonra daha yüksek bir yıldızın feleğine çıkar, her felekte bir süre kalır. En "Sizlerde avlanma, tutsak etme, insan ve hayvarılan öldürme olayları
yüksek feleğe çıkarak tamamen temizlenir, duyiı ve hayalden gelen kir ve na ne kadar çok rastlanmakta! Sen şu anda konuşurken arılardan birinin
pisliklerden arınırsa, işte o zaman felekleri aşarak akıl illemine yükselir; kemendindesin" dedi.
böylece en yüce ve en şerefli yere kavuşmuş olur. Yaratıcı'run nuru ile "Şu anda sen onlardan birinin kemendindesin" sözü üzerine, soruyu
uyuşarak az ve çok varlığa ait her şeyi bilir, hiçbir şey ona gizli kalmaz.
soran öfkelenmiş ve: "Bu söz ne kadar da saçmaya benziyor!" deyince,
Adeta insanın kendi parmağını bilmesi gibi bütün varlık ona apaçık gö- Kindi gülerek şöyle cevap verdi:
rünür. Yaratıcı da illemin idaresine ait şeyleri ona havale eder; nefis ise
"Hastalığı ağırlaşıp zihni bulanan birinin doğru sözü saçma sayma-
arıları yapmak ve yönetmekten zevk alır."
sında ve kendisini hastalıktan kurtarmaya çalışan şefkatli hekime haka-
ret edip tokat atmasında yadırganacak bir şey yoktur. Onun bu tavrı,- iyi-
• Bir kimse isteyerek kendi eliyle organlarının en değersizine bile za-
leşmesini umuyorlarsa- erdemli hekimin, acıyarak onu acı ilaçlarla teda-
rar verecek olsa, o akıldan yoksun biri olarak kınanır. Peki, ya organları
vi etmesine engel teşkil etmez. Hasta, hekime verdiği sıkıntıyı artırsa da
nın en değerlisine zarar verene ne demeli; ki o organ duyu güçlerinin ve
bu durum değişmez.
bedenin bütün fiilierinin kaynağı olan beyindir. Çünkü canlı, duyarlı (?)
Boynundaki gizli kemendi burada bulimanlardan çoğu farketmemiş
ve iradeli hareket eden diye tarif edilir. [115] Bedene duyu beyinden ya-
tL Fakat bu defa sen, buradakilerin çoğunun farkedemediği, elini boynu-
yılır. Bunun gibi nefsin bütün güçleri de irade ve düşüncenin kaynağı
na kilitleyen sağlam bir tasmayı ortaya çıkarmış oldun. Artık sen onu ru-
olan düşünme gücünden kaynaklanır.
hundan söküp atamazsın."
• O der ki: Alkol kullananlar beyinlerine zarar vererılerdir. Beden alko- Kind:i'nin talebelerinden birisi, soruyu sorana dedi ki: "Sen ey falan ca!
le alışınca beyin hastalanır ve aşırı zayıflar; iradeli fiiller ortaya koyacak HuzurdakileTin farketmediği bir arzunun tutsağısın. Soruyu uzatmaya ve
güçten uzaklaşarak işlevini yitirir. Hayatının telefine yol açacak bu gücü mal kazanmaya seni sevkeden o gizli arzudur. Arzu kemendini örten el-
kim ortadan kaldırır?! İlginç olan, uzun yaşama arzusunda olarıların böy- biseleri üzerinden soyup çıkaran azgın öfken, o arzuna hiilcim olmana
le davranmasıdır. Onların iradeleri hayatlarının kısalmasına yol açıyorsa engel oldu."
adeta istemedikleri şeyi istiyorlar durumuna düşerler. O adam: "Şimdiye kadar onun sözünün ne arılama geldiğini anlamış
değilim" dedi ve Kind:i'den özür dileyerek: "Hayatıma yemin ederim ki,
• Dedesi Küfe valisi olan bir adam ona: "Geçimini kazanmada ne ka- ben yakışıksız bir söz sarfettim; hoşgörmek ve bağışlamak sana yaraşır"
dar gevşek davranıyorsun" deyince o şu karşılığı verdi: dedi.
306 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Kindi'nin Hikemiyatı Ml_
Bunun üzerine Kincli: "Sağlıklı olanın ilaca ihtiyacı yoktur. fakat sen ründen eşek ve deve yemini bulunca onları yemeye alışmaya gayret etse
yine de bu ilacı sakla; şayet saklayacak olursan, yıllansa da sana yararı de lezzet almaz. Bunun gibi akıl (nefs-i niitıka) bedeni yönetirken, onun
olur" dedi. [116] tabiatını bilgi ve iyilikle re alıştırma çabasıyla didinirken, bedenden ve ta-
biattan kurtulduktan sonra istemediği ve yapısına uygun olmayan o hal-
• Ahmed b. Tayyib, Kindi'nin kendisine şöyle dediğini nakleder: Yav- lere nasıl d?nmek isteyebilir?!
rucuğum, fırsat ve zaman bulursari gördüğün her yazıyı istinsah et. Çün-
kü defterinin siyah olması beyaz kalmasından daha iyidir. • Kin di' ye "falan adam zengin" demişler. O da: "Çok malı olduğunu bi-
liyorum, ama zengin mi fakir mi bilmiyorum. Çünkü servetini nasıl kul-
• Diline hakim olan kimse yardımcılarını çağaltmış ve bütün insanla-. landığı hakkında bir bilgim yok" demiş.
rı kardeş edirımiştir.
• Eğer hikmet her şeye hakkını veriyorsa o bir hakikattir, hem de en
• Umursamaz olan selamette, aşırı sakınan felakettedir [Sakınan göze üstün hakikat. Kime hikmet verilmişse hiç şüphe yok ki ona en değerli
çöp batar]. hakikat verilmiştir.
• Kanaatkar olan köle h ür, tamalıkar olan hür ise köle sayılır. • Bizim dışımızdaki her şey her istendiği zaman ele geçmez; kaybol-
duğunda ise artık o yoktur.
• Nefsine hakim olan büyük bir ülkeye hakim olmuş sayılır ve başka
güce ihtiyacı kalmaz. Büyük bir ülkeye hakim olanın en büyük güvence- • Alimler kötülük karşısında acır, cahiller ise bayağılık karşısında gü-
ye ve güce ihtiyacı yoktur. Ülkesinde en büyük güvenceye ve güce ihtiya- lerler. Bu iki tavır da rezillik sayılır. Çünkü kötülük rezilliğe özgüdür, ba-
cı kalmayan, eleştirilmekten ve yaşlılıktan kurtulur. Eleştirilmekten ve yağılık da her rezilliğİn ardından gelir.
yaşlılıktan kurtulandan herkes övgüyle söz eder ve o kimse daima rahat
bir hayat yaşar. Bu iki şeyden daha değerli istek bulunmadığına gôre, da- •.0 der ki: En iğrenç bayağılık [insanın] kendinden az utanmasıdır.
ima rahat hayat yaşayan bir kimseye karşı övgüyü esirgememeliyiz. Kendinden utanmayanın yakasını rezillikler bırakmaz. Kendinden utan-
ması olmayanın ahiakından insanlar utanır. Kendinden utanmayan fela-
• Bir şeye zorunlu olarak bağlanan ona mahkum olur; bir şeye mah- ketlerden kurtulamaz. Her zaman kendinden utanan, sürekli esenlikte-
kum olan ise onun kölesidir artık. dir. Kendinden utanma duygusunu yitirmeyen eleştiri almaz.
• Şehvetin amacı isteğini elde etmek, kaçınıp sakınmasının amacı ise • O der ki: Her şeyde denge vardır; o, tabiattan gelen gerçek bir özel-
kaçtığı tehlikeye düşmemektir. Şehev1 arzusuna ulaşamayan şanslı, kaç- liktir. Zira arazlar, gerçek denge durumundan çıkıp [ll9] eksiklik ve faz-
tığı tehlikeden kurtulan da mutlu sayılır. lalık şeklinde çevreye taşmaktadır. Buna göre ayırt etme gücündeki [akıl]
denge, en yararlı olan hakkı kısmamamız ve batıla yani kurnazlık ve hile-
• Her musibet acı, her hasretlik pişmanlık getirir. ye sapmamızdır. Şehvet konusunda denge, insanın hayatını sürdüreceği
• Hakim olmayan sürekli hasta sayılır. Cahil kalan rezil olur. ilim kalı şeyi kısmamasıdır. Bu durum onun bedenini ve ruhunu hasta düşürerek
cı,cehalet gidicidir. Çok evlenen reziliikten kurtulamaz. Adalet cübbesi- değerli işler yapmasına engel olacak düzeye varmamalı. Öfke konusun-
nin bilincinde olan erdem süsünü tamamlamış sayılır. [ll8] daki denge ise yiğitlikten geri durmamamızdır. Bununla bedene zarar ve-
recek şeylere aldırış etmemeyi, şahsına yapılacak kötülükleri şiddetle
• O, ruhun bu aleme döneceğini savunan tenasühçülerin görüşlerini hertaraf etmeyi kastediyorum. Ancak bu durum, öfke, zulüm ve kin gibi
çürüttüğü bölümde der ki: Ruhun döneceğini savunanların iddiası çürü- hakkı olmayan şeyleri yapmaya sevk etmemeli. O halde hikmet, adalet,
tülünce, ruha sahip olanların dönmesi de çürütülmüş olur. iffet ve yiğitlik bizim kişiliğimize ait tabii şeylerdir. Bunların zıddı olan ni-
• O der ki: Onların iddiası şuna benzer; adamın biri yeme içme gibi telikler bizde varsa, onlar tabii değil arazı şeylerdir. Öyleyse bizim çalış
maddi haziara düşkündür, fakat onları bulamamaktadır. Saman ve ot fü- ma ve çabamız, anlattığımız bu şerefi haketmeye yönelik olmalı.
~ Felsefi Risaleler
KindT'nin Hikemiyatı 309
• O der ki: Matematik ilirnleri[ni öğrenmek] ruhun bayramıdır. Çün- • Kanaatkar olmayanın şikayeti bitmez.
kü ruha neşe veren ilginç şeyler onlarda, onlardan ve onların sayesinde
ortaya çıkmaktadır. Ruhu süsleyen sevgili şeylere ve hakiki lezzetlere ka- • Tamahkarlığa devam edenin üzüntüsü de devam eder.
vuşma, doğru ve hakiki huzurdan yararlanma da o ilimlerle gerçekleş
mektedir. • Tamahkarlık b ineğinden inmeyenin fakirlik peşini bırakmaz.
• Faziletten daha değerli bir mal, reziletten daha yıkıcı bir savaş yoktur.
• Hoşgörünün dar yoluna giren selamet ülkesinin genişliğine kavuşur.
• Uzun zaman kötülüklerden kaçarak yorulan kimse, iyiliklerin gölge-
sinde sürekli huzur içinde yaşama güvencesine kavuşur. • Hoşgörüyü yurt edinen şerefin zirvesine yükselir.
• Fani bedeni yormaktan kaçınan kimse, kendisinden hiç ayrılmayan • Öfkelenince sükunetini muhafaza edenin başına felaket gelmez.
öldürücü nefsin yorgunluğundan kurtulamaz.
_• Öfkeye teslim olana huzur isyan eder.
• Adaleti ilke haline getirenin en sağlam koruyucusu yine adlliettir.
• Hoşgörüye başkaldıran zillete boyun eğer.
• Arzularını kontrol etmek için] hikmeti gem edinen kimseyi halk ken-
dine önder yapar. • Aşırı öfkelenen soyunun değerini düşürür.
• Utanmazlık hayasızlıktır. Açgözlülük en adi iştir. • Çabucak öfkelenen hemeneecilc pişman olur.
• Şehvete·dalanların felaketler peşini bırakmaz. • Önlenmesi imkansız olan şeyden korkmak akılsızların işidir.
• Zahidane hayat yaşayanın eli güçlenir, hizmetçisi itaatsizlik etmez, • Zehir içmek tasalanınaktan ehven dir.
kendisi de mutlu bir hayat sürer.
• Sabırlı olan başarır.
• Zahid, coşup kendinden geçendir.
• Huyu güzel olanın rızkı bol, huyu kötü olanınsa rızkı dar olur.
• Dünyaya değer vermeyen ona sahip olur; ona düşkün olanı dünya
helak eder. • DavranıŞ ve ilişkileri iyi olanın [başkaları üzerindeki] hakkı büyüktür.
• Dünyaya değer vermeyenin bir kaybı olmaz; ama ona düşkün olanı • Anlayış gösteren anlayış görür; anlayışlı olmayan ahmaktır. [120]
dünya yorar bitirir.
• Davranışlardaki hırçınlık bıkkınlık getirir.
• Hırsı huy haline getiren kimse, başarısızlığın acısını sürekli tatmak
durumunda kalır. • Övünmek değeri düşürür.
• İyi bir kanaatkarın balıarı sona ermez. • Övünen kimse dürüstlükten ayrılmıştır.
• Hasetçinin üzüntüsü hiçbir zaman tasvip görmez. • israf susamışlık, kendini b eğenrnek körlüktür.
• Hasetçinin öfkesi dinrnek bilmez.
• Kendini b~ğenenin duygusu da bozulur; gurura kapılan yalana sapar.
• Hasetçi bir şey elde edemez, tersine sürekli kaybeder.
• Gurura ka.pılan en büyük yalancıdır, kendini bilen ise en doğru yolda-
• Cömertlik sevilir, fakat nerede o! dır.
• Aklı olan için cimrilik ne kötü! • Gurura kapılmayamn kendine sözü geçer, kapılan ise kendini rezil
eder.
• Cimri olan daima zelildir.
• Kendini beğenmişin huyu kendince en iyi huydur. Onda göze çar-
· • Cimri olan asil olamaz.
pan en belirgin şey, ahHikım yitirmiş olmasıdır.
'
• Aşırı cimri olan çok yiyemez.
• Gururlu olan daima öfkelidir.
• Emanet koruyan elbisedir.
• Alaycı olan ceha.let batağına batmıştır.
• İnsanların hıyaneti en çirkin iflastır.
• Saçmalayan [çevresine] eziyet eder.
• Vefakar olan daima sevilir.
• Koğuculuk zillettir. Koğuculuk yapan şahsiyetilli düşürür.
• Vefakar olan dostlarından kötülük görmez
• Hayali şeylerle uğraşmak çocukların işidir.
• Doğruluktan ayrılmayan hiçbir şeyden yoksun kalmaz.
• Tembel olan zayıf kalır.
• Düzgün konuşamn kanıtı ortadadır.
• Bir gün ona: "Falan kişinin seni küçümsediğirıi duydupı, gücüme
• Kendisine karşı dürüst olanla kurulan dostluk devamlı olur. gitti; ben de ona haddini bildirdim" deyince Kindi: "Asıl ben kendimi kü-
çük düşürdüğümzaman gücümüze gitmeli ve o zaman sen bana haddi-
• Yalan söyleyende onur kalmaz.
mi bildirmelisin. Eskiye dayanan dostluğumuzdan dolayı senin bana
• Dostlarına dil uzatanla kimse dost olmaz. böyle davranman daha uygundur" dedi.
• Bir gün biri ona: "Falan adam sana dil uzatıyor" deyince Kindi: "Söy-
• Dostu olmayan sürekli zamanı eleştirir; zamanı çokça eleştiren ke-
lediği benim karakterimi yansıtmıyorsa onun sözü kendisini küçültür,
dersiz olamaz. Kederi çok _olana zaman acımaz. Zamanın acımadığı zil-
letten kurtulamaz. beni değil. Onun kendine yakıştırdığı şey benim ağzıma yakışmaz" dedi.
Soran: "Kişiye göre yiğitlik kahrarİıanlıktır" • Bir gün biri ona: "İnsanların en cimrisi kimdir?" diye sordu.
Kindi: "O halde yiğitlik kişinin kendisine karşı güçlü olmasıdır. Bu Kindi: Baş~asına cömertçe davranması kendi malıru eksiltınediği ve
güç, sonu ölüm bile olsa doğru olaru yapmaktan onu alıkoymaz." onu mülkünden etmediği halde cimrilik yapan kimsedir."
• Bir gün biri ona: "İnsanların en güçlüsü kimdir?" diye sordu: Soran: "Başkasına cömertçe davranması malıru eksiitmeyen ve onu
mülkünden etmeyen şey nedir?"
Kindi: "Kendisine karşı en güçlü olan.
Kindi: "İlimdir. Çünkü ilimden cömertlik yapmak onu eksiltın ez, mül-
Soran: "Kendisine karşı en güçlü olan kimdir?"
künden etmez; tersine bu sayede yerimi artarak çoğalır ve bize olan
Kindi: "Uysal merkep haline gelinceye kadar arzularını öldüren ve öf-
yararı, ahirette bol sevab kazandırmak üzere devam eder. İyiliğin mey-
kesini yenendir. Bu sayede o kimse doğruya ulaşır, yaniışı hertaraf eder
vesi iyiliktir. lyilik, ebediyet yurdunda güzelliğe dönüşür."
ve bu uğurda ölüme aldırış etmez."
Soran: "İnsanların en bilgesi kimdir?" • Biri ona: "İnsanların en cömerti kimdir?" diye sordu.
Kindi: "Kendini en iyi bilen, hastalıklarını tedavi konusunda acı ilaç- Kindi: "Nefsin bütün afetlerinden korunacak ve insani faziletierin
Iara en çok katianan dır." onuruna yükseltecek hususlarda cömertlik yapandır."
Soran: "İnsanların en· adaletiisi kimdir?" Soran: "Nedir onlar?"
Kindi: "Haktan ayrılmayan ve hakkın gereğini yapandır." Kindi: "llimdir. O ilim ki, ruh ve bedene gelebilecek afetlerden korur.
Soran: "İnsanların en namuslusu kimdir?" İnsanıfaziletiere sahip olmaya gelince bütün iyilikler ordadır. .
Kindi: "Arzu ve isteklerinde dengeli olan; insanlık şahsiyetini ortaya
• Ona: "İnsanların en cahili kimdir?" diye soruldu. [122] Buna ceva-
koymak, akıl ve konulmuş kanunlar uyannca benzerini geliştirmek için
ben o, "bilmediğini bilmeyendir, çünkü böylesinin cehaleti katmerlidir.
zorunlu olan ihtiyaçların dışına çıkmayandır."
Bilmediğini bilenin cehaletine gelince, onunk:i basit sayılır" dedi.
• Bir gün biri ona: "Dünyada en bahtsız insan kimdir?" diye sordu.
• Ona: ·~ııılar nezdinde övgüye en layık olan nedir?" diye soruldu.
Kindi: "İradesini kendi dışındaki şeyleri edinmede kullanandır. Çün-
Kindi: "Her şeyi güzel kıvam da yaratan şaru yüce Allah, o dediğin şeyi,
kü kendi dışındaki her şey onu isteğine ulaşmaktan alıkoyar, hoşa giden
yaratıkların varlığını sürdürmesinin sebebi olarak yaratmıştır."
şeylere yönlendirir. Halbuki ulaşılamayan her şey özlemi, kaybedilen her
şey sıkıntıyı beraberinde getirir. Bu iki şey üzüntü ve öfkenin çocukları, Soran: "Yaratıkların devamırun sebebi nedir?"
sevinç ve mutluluğun zıddıdır. Zıtlıklarda uyum olmaz; üzgün ve öfkeli Kindi: "Dengedir [adalet]. Çünkü dengeli olan şey sabit ve sağlamdır.
olan insanda sevinç ve mutluluk bulunmaz. Üzgün ve öfkeli olan kimse- Dengeden sapma ise bozulup yok olmaya yol açar. Şam yüce olanın var-
ye hayat dar gelir. Kendisine hayat dar gelen kimse dünyada bahtsızdır." lığını bilmemizi sağlayan şey akıldır; zira akıl sayesindedir ki, biz yaratıl-
_114 Felsefi Risaleler
• Ya'kılb [Kindt] der ki: "Kötülükten uzak dur; zira kötülük kötülüğü
doğurur."
KAYNAKÇA
• O der ki:· "Senin sözünden hoşlanmayan kimseyi, dinleme zahme-
tinden kurtar."
• O der ki: "[Nefsani] arzularına karşı gel de kime boyun eğersen eğ! Abdürrılzık, Mustafa, Temhid li-tarihi'l-felsefeti'l-lsltimiyye, Kahire 1363/1944.
Çok olsa da mala güvenme. ihtiyacın olan şeyi yalancıdan isteme, vere- _, Feylesıifii'l-Arab ve'l-Mıı'allimıı's-Sanf, Kahire 1945.
bileceği halde yokuşa sürer. Cahilden de isteme, senin ihtiyacını kendi _ _,"Ebu YusufYa'küb b. İshak el-Kindi", Mecelletü Kiilliyeti'l-adab, I/2, Kahire
ihtiyacı için kalkan yapar." 1933, s. 1'-41.
Ahmed, Muhtaruddin, "Ebu Yusufel-Kindi ve risllietühu fi'ş-şu'a'at", Mecelletü'l-
• O der ki: "Sevip istediğin birçok şeyden vazgeçmedikçe, hoşlan Mecma'i'l-'ilmi el-Hindi, III/1-2, India 1978, s. 257-271.
madığın şeylerden kurtulamazsın."
Ali Yasin, Ca'fer, Feylesıifan raidan: el-Kindi ve'l-Fariibi, Beyrut 1980.
el-Alusi, Hüsam Muhyidd.in, Felsefetii'l-Kindi, Bağdat 1984.
el-Amidi, Seyfüddin, Gayetii'l-meram fi 'ilmi'l-kelam, Kahir~ l39l/1971.
Antuvan, Yusuf, el-Kindf. Beyrut 1985.
Aristoteles, DeAnima (Ar. tre. Ahmed Fuad el-Ehvai}i), Kahire 1949.
_ _ , Fi'n-Nefs (Ar. tre. İshak b. Huneyn), Kahire 1954.
_ _ , Kitabıı'l-Ahlak (Ar. tre. Ahmed Lütfi es-Seyyid), I-II, Kahire 1924
_ _ , Mantıkıı Aristo (nşr. Abdurrahman Be devi). I-III, Kahire 1948-1952.
_ _ , Metafizik (tre. Ahmet Arslan), İstanbul 1996.
el-A'sem, Abdülemir, el-Mııstalahıı'l-felsefi 'inde'l-Arab, Kahire 1989.
Atiyeh, George N., Al-Kindi: The Philosopher of the Arabs, Havaipindi 1966.
Batlamyus el-Garib (Ptolemius Channos), Fihristü kiitiibi Aristıitalis ve siretııh,
Brockelmann, C., Geschichte der Arabischen Litteratur [GAL], I, 230-231. İbn Ebi Useybi'a, Uyıinii'l~enbafi tabaktiti'l-etıbba, I-III, Beyrut 1978-1979.
_ _ , Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband [GAL Suppl.], I, 372- İbn Hazm, el-Faslfi'l-milel ve'l-ehvti ve'n-nihal, I-V. Beyrut 1405/1985.
374.
_ _, er-Red 'a{e'l-Kindi el-Feylesuf, (nşr. İhsan Abbas, Restiilu lbn Hazm el-En-
el-Cabin, Muhammed Abi d, Nahnu ve't-türfis, el-Mağrib 1986. delilsiiçinde), Beyrut 1983, ıv; 230-405.
el-Cabiri, Ali Hüseyin, "Dirase tahliliyye li-menheci'l-ma'rife ve't-te'allüm 'inde'l- İbn Nübate el-Mısri, Serhu'l-uyun şerlıu risiileti lbn Zeydıin, Kahire 1957.
Cahız ve'l-Kindi", DirfisatArabiyye ve Jslamiyye, sy. 3, 1983, s. 71-94. İbn Rüşd, TefsfruMaba'de't-tabf'a (nşr. M. Bouyges), I-III, Beyrut 1948.
Cahız, Kitabu'l-Buhala (nşr. Ahmedel-Avamiri Beg- Ali el-Cazim Beg), I-II, Bey- _ _ , Cisimle içiçe Bulunan Heyultlnf Akıl Fa'tilAkıl lle ittisal Edebilir Mi? (Kitô.b
rut 1403/1983. fi'l-fahs hel yiimkinii'l-aklii'llezi fina ve hiive'l-miisemma bi'l-heyıilanf en
Cardanus Hieronirrıus, De Subtilitate, Basel 1664. ya'kıle's-sııvera'l-mııfô.rika) (tre. Hüseyin Sarıoğlu, islam Filozoflarından Fel-
Corbin, Henry, lslam Felsefesi Tarihi (tre. Hüseyin Hatemi), İstanbul 1986. sefe Metinleri içinde), İstanbul 2001, s. 265-270.
Daiber, Hans, "Al-Ki ndi in An dal us: Ibn Hazm's Critique of his Metaphysics", Actas İbnü'l-Kıftf, 1/ıbô..rıı'l-ıılema bi-alıbari'l-hiikemti (Ttirihu'l-hükema). Kahire 1326.
del XII Congreso de la UEAJ, Madrid 1986, s. 229-235. İbnü'n-Nedim, el-Fihrist (nşr. Rıza Teceddüd), Tahran 1971.
De Boer, islam'da Felsefe Tarihi (tre. Yaşar Kutluay), Ankara 1960. İbnü't- Tayyib, Ebü'l- Ferec, Tefsfrıı Kitabi İstigıici li-Furfiryıis, Beyrut 1986.
Diogenes Laertius, Lives of Eminent Philosophers (nşr. R.O. Hicks), I-II, London İzmirli İsmail Hakkı, Felsefe-i lsltimiyye Tarihi!: el-Kindf, İstanbul 1338.
1965-1966.
_ _, Feylesuftı'l-Arab: Ya'kıib b. Jslıak el-Kindi (Ar. tre. Abbas el-Azzavi), Bağdat
Eflatun, Devlet(trc. Sabahattin Eyüboğlu, Ali Cimcoz), İstanbul 1975. 1382/1963.
el-Ehvani, Ahmet Fuad, el-Kindi: Feylesuftı'l-Arab, Kahire 1985. İsmail, Fatıma, Menhecii'l-balıs 'inde'l-Kindf, Hemdon 1418/1998.
el-Fahuri, Hanna, Halil Cerr, Tarihu'l-felsefeti'l-Arabiyye, I-II, Beyrut 1982.
Jolivet, J., I:Intellect seZon al-Kindi, Leiden 1971.
Fahrf, Macid, el-Fikrii'l-ahlaki el-Arabi, Beyrut 1978.
Kadi Said el-Endelusi, Tabakatii'l-ümem, Kahire, ts.
_ _ ,islam Felsefesi Tarihi (tre. Kasım Turhan), İstanbul 1987.
Kaya, Mahmut, islam Kaynakları IşığındaAristoteles ve Felsefesi, İstanbul 1983.
Farabi, Eflatım lleAristoteles'in Gfirüşlerinin Uzlaştırılması (el-Cem' beyne re'yeyi'l-
_ _ ,"Amiri, Ebü'l-Hasen", DlA, III, 68-72.
hakimeyn Eflatiln el-llahf ve Aristiltalis) (tre. M,ahmut Kaya), Felsefe Arkivi,
_ _, "Muhtarıı'l-hikem ve mehô..sinü'l-kelim'de Aristoteles'e İsnad Edilen Hik-
sy. 24 İstanbul 1984, s. 221-255.
metli Sözler ve Bunların Kaynakları", Felsefe Arkivi, sy. 26, İstanbul 1987,
_ _ , Felsefeye Başlamadan Önce Bilinmesi Gereken Konular (Risale fima yenbagi
s. 247-255.
en yukaddeme kab le te'alliimi'l-felsefe) (tre. Mahmut Kaya), Felsefe Arkivi, sy.
26, İstanbul 1987, s. 185-192. Kindi, Restiilü'l-Kindi el-felsefiyye (nşr. Muhammed Abdülhadi Ebu Ride). I,
Gilson, Etienne, "Les Sources greco-arabes de I'Augustinisme avicennisant", Arc- _ _ ,Kitab fi kimyai'l- 'ı tr ve't-tas'idat (nşr. Karl Garbers), Leipzig 1948.
hives d'historie doctrinale et litteraire du moyen age, IV. Paris 1929, s. 5-149. _ _, Miiellefatii'l-Kindi el-musıkiyye (nşr. Zekeriyya Yusuf), Bağdat 1962.
Guerrero, R.R., E.T. Poveda, Obrasfilosoficas des al-Kindi, Madrid 1986. _ _, Risô..le fi 'ameli's-sô.. 'at (nşr. Zekeriyya Yusuf), Bağdat 1962.
Halid, Gassan, Eflıitfn rtiidü'l-vahdaniyye, Beyrut 1983. _ _, Ristilefi matô.rilıi'ş-şıı'a' (nşr. Muhammed Yahya el-Haşimi), Halep 1967.
Ivry, Alfred L., Al-Kindi's Metaphysics, Albany 1974. _ _ , Ristile fi's-sınti 'ati'l-uzma (nşr. Azmi Tahıl), Kıbrıs 1987.
İbn Abdirabbih, el-Ikdii'l-ferid (nşr. Muhammed Said el-Arayan), I-VIII, Beyrut _ _ , Oziintiiden Kurtulma Yolları (nşr. Mustafa Çağrıcı), İstanbul 1998.
1372/1935. _ _ , Oziintüyii Yenmenin Çareleri (tre. Mahmut Kaya, ls lam Filozoflarından Fel-
İbn Cülcül, Tabaktitü'l-etıbbti ve'l-hiikemti (nşr. Fuad Reşid). Kahire 1955. sefe Metinleri içinde). İstanbul 2001, s. 37-53.
___11j Felsefi Risaleler
Kaynakça 1U!_
_ _ , Risitlefi'l-esmiti'l-mıı'ammitt (nşr. Muhammed Merayat!, ilmü't-ta'miye ve er-Razi, Ebu Bekir, Filozofça Yaşama (es-Siretii'l-felsefiyye) (tre. Mahmut Kaya).
istilıritcü'l-mıı'amma 'inde'l-Arab içinde), Dımaşk 1987, I, 213-259. FelsefeArkivi, sy. 27, İstanbull990, s. 191-201.
_ _ , Risitle fi kal'i'l-itsitr mine's-siyah ve gayrilıit (nşr. Muhammed İsa Salihiyye), Rescher, Nicholson, ''Al-Kindi's Treatise on the Platoic Solids", Medieval and
Mecelletü Ma'Jıedi'l-Mahtiltitt el-Arabiyye [MMMA], XXXII, Kuveyt 1986, s. 83- Renaissance Studies, London 1966.
111. Rescher, Nicholas, H. Khatchadourian, ''Al-Kindi's Treatise on the Distinctiveness
_ _ , Risitle fi's-silyüf ve ecnitsihit (nşr. Abdurrahman Zeki), Mecelletil Külliyeti'l- of the Celestlal Sphere'', Islamic Studies, IV/1, Karachi 1965, s. 45-54.
itditb, XIV/2, Kahire 1952, s. 1-36. Ritter, Hellmut, Martin Plessner, "Schriften Ja'qub Ibn Ishaq al-Kindi's in Stam-
- Kraus, Paul, el-Mıılıtitr min resiiili Cilbir b. Hayyitn, Kahire 1354/1935. buler Bibliotheken", Arclıiv Orie(ltdlni, ıv, 1932, s. 363-372.
Kutluer, İlhan, "İbn Hazm'a Nisbet edilen er-Redd 'ale'l-Kindi el-Feylesıif Adlı Ritter, Hellınut, RichardWalzer, "Studi su al-Kindi II: Uno scritto morale inedito di
Risalenin Tahlili", Sakaıya Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 3, - al- Kin di", Memoire del la Reale Accademia nazionale d ei Lincei, Classe di scien-
. Adapazarı 2001, s. 23-40. ze morali storiclıe efilologiche, VIII/6, Roma 1938-1939, s. 3-64 .
_ _ , "Belhi, Ebu Zeyd", DiA, V. 412-414. Rosenthal, Franf. Alımad Ibn al- Tayyib al-Sarakhsl, New Haven 1943.
_ _ , "İbnü't- Tayyib es-Serahsi", D lA, XXI, 230-232. es-Salih!, Reşid Abdürrezzak, "Tarikatii'l-l:iahsi'l-ilmi 'inde'I-Kindi", Mecelletii Kül~
Lindberg, David C., "Al- Kindi's Critique of Euclid's Theory of Vis ion", An bı ter-
liyeti'l-itdiib, sy. 6, Bağdat 1963, s. 199-203.
national Review Devateel to the History of Science and Its Cııltııral lnjlııences
Sezgin, Fuad, Geschichte des Arabisclıen Sclırifttııms [GAS], III, 244-247; VII, 241-
[JSJS], LXII/214, 1971. s. 469-489. 261.
Loth, Otto, ''Al-Kindi als Astrolog", Morgenlandisclıen Forshııngen, Leipzig 1875, s. _ _, Mulıitdaritt fi tiirilıi'l-ulümi'l-Arabiyye ve'l-İslitmiyye, Frankfurt 1404/1984.
261-309. es-Sicistani, Ebu Süleyman, Müntelıabıı Sıviini'l-lıikme (nşr. D. M. Dunlop),
Lahey 1979.
Marmura, M: E., John M. Rist, ''Al-Kindi's Discussion of Divine Existence and
Oneness·~. Pontifical Institute of Medieval Studies, XXV, Toronto 1963, s. 338-
Stern, Samuel Miklos, "Notes on ai-Kindi's Treatise on Definitions", Journal of the
Royal Asiatic Society; London 1959, s. 32-43.
354.
eş-Şehrezurt, Şemseddin Muhammed, Niizhetü'l-erviih ve ravzatü'l-efriih
e\-Ma'sumi, Saghir Hasan, "ai-Kindi as a Thinker", lslamic Culture, sy. 29, Hay-
(Tarilıu'l-lıiikemit ve'l-felitsife) (nşr. Abdulkerim Ebu Şuveyrib), Trablus 1988.
clarabad 1955, s. 54-73.
et-Tabba', ömer Faruk, el-Kindi: Feylesıifıı'l-Arab ve'l-İsliim, Beyrut 1993.
McCarthy, Richard Joseph, et-Tesitnifii'l-mensıibe ila feylesıifi'l-Arab, Bağdat
Taberi, Titrilııı't-Taberi: Titrihıı'r-rusiil ve'l-miilük (nşr. Muhammed Ebü'I-Fazl İb-
1382/1962.
rahim), I-Xl, Kahire, ts.
Medkur, İbrahim, Fi'l-Felsefeti'l-islitmiyye, I-II. Kahire 1983.
et-Tarihi, Muhammed Kazım, el-Kindi: Feylesiifu'l-Arab, Bağdat 1962.
Moraux, Paul, Les Listes Anciemzes des Oıwrages d'Aristote, Louvanin 1951.
Ülken, Hilmi Ziya, İslam Felsefesi, Ankara, ts.
el-Musevi, Musa, Mine'l-_Kindi ilitibn Riişd, Beyrut 1972.
Veli, Abdurrahman Şah, el-Kincil ve itritulııı'l-felsefiyye, islamabad 1394/1974.
Nagy, Albino, Die Philosophisclıen Abhandlwzgen des Ja'qub ben lslıaq Al-Kindi,
Walzer, Richard, Greek in to Arabic, Oxford 1962.
Beitrage zur Gesclıichte der Plıilosophie des Mittelalters: Te.--ae und Untersuc-
Wiedemann, Eilhard, "Über ein astronomische Schrift von ai-Kindi", Beitrage zıır
lıungen, Il/5, Münster 1897.
Gesclıiclıte der Natıırwissen clıaft, XXI, Erlangen 1910, s. 294-302.
en-Neşşar, Ali Sami, Menitlıicü'l-balıs 'inde müfekkiri'l-İslitm, Kahire 1978.
Yahya b. Adi. Makille fi't-tevlıid (nşr. Sahban Halifat, Makitlatıı Yahya b. Adi el-fel-
O'Leary, De Lacy, islam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri (tre. H. Yurdaydın - Y. Kutluay), sefiyye içinde), Arnman 1988, s. 375-406.
Ankara 1971. Yusuf, Zekeriyya, Miiellefiitü'l-Kindi el-miisıkiyye, Bağdat 1962.
Raşid, Rüşdi, "İlmü'l-menazır el-hendesiyye", Mevsıi'atü titrihi'l-ulıimi'l-Arabiyye,
Beyrut 1997, II, 823-837.
_ _ , Oeuvres plıilosophiqııes et scientifiqııes d'al-Kindi: J'optiqııe et la catop-
triqııe, Leiden 1997.
DiZiN
derinlik 8, 42, 1S3, 161, 186, 204, 239, 244, düşünen varlık 230, 23S, 236 el-Htitır (Hatıra gelen duygu, d~şünce) 193 eşit 31, 86, 149, 1SO, l70-173, 189, 200-202,
27S düşünme (mıtk) ı9S, 23S el-Hıkd (Kin) 193 204,20S,208,209,234
destek (mevzıi) ıs, 63, 143 düşünmenin etkin sebebi ı27, 23S el-Hiltifl92 eşitleme 271
devir (totoloji) 193 düzen S2, ı92, 2ı4, 22ı, 293 el-lı is 187 eşitsizlik ı44, 171, ı72
devlet 4, 43, 226, 246 düzenli ve sürekli hareket 233 · el-lıiss ı2s, ı87, 202 et-Tabi'a 18S, ı95
elidaletik yöntem 132 el-lbdti ı86 et-te'ıilim 272
dikotomi yöntemi 12 ebedi2S,27,47,S4, 131,137,189,192,245, el-lctimti 18.9 etimoloji 230
dil4, ıs, 140, 191, 2S3 269,290 el-illetii'l-ıilti (ilk sebep) 53, ı40 etken (müessir) 22, 126, ı61, ı98, 233
din 8, 10, ll, 47, 81, 142;- felsefesi 49, 134; e bed! iilem 129 el-Jnciziib (Çekilme) ı91 etki22, 23, 38, ı24, 126, 132, ı86, ı97, 198,
- taeirliği 10. 142 EbuAhmed el-Hüseyn b. Ebu'l-Hüseyn.61 el-bısiiniyye (İnsanlık) 195 2ı9,22S,232,233,238,26S,267
dinsizlik 120 Ebfı Ma'şer el-Belhi ı o, 61 el-lnsinii' (Katlanrna) ı90 etkiJenme (inji'ıi[) 31, ı82
Diogenes Laertius 132 Ebu Ride, Muhammed Abdilihadi 65, 67- el-lsti'miil (Kullanım, eylem) 193 etkin (/ıii/J 38, 46, 49, 121, 126, 140, 148,
diyalektik 4, 31, 121, 12S 70, 76-78,8S,90,93,9S,96,98-100, el-Işk ı93 183, 18S, 189,19S, 197, 198,2ıı,213-
diyalek.'tik kıyas 274 ı8S, 187, 194,2S9,260 el-Kemmiyye (Nicelik) 186 216,218,231,265,276
doğıv21, 31, 4S, 12S, 130, ı49, ısı, ıss, Ebu Süleyman es-Sicistani 4S, 137 el-Kesr (Kırılma) 190 Eudemos Alıltikı266
17ı-ı77, ı88,200,202,308,3ıı,312; Ebu YfısufYa'kub b. İshakel-Kindi 3, 243 el-Keyfiyye (Nitelik) 186 evren 18, 37, 39, S2, ı21, 128, 152, 227, 238 .
önermeler ı4ı, 2SS, 2S6;- zan 2SS (ayrıca bkz. Kindil el-Kiuib (Kitap, yazı) ı89 eylemsiz etki 232
doğrudan (bilfiil) 260
Ebfı Zeyd el-Belhi 61 el-Kizb (Yalanı ı88 ez-Za/zl (intikam duygusu) 16, 193
doğrusal hareket 283 Ebu'I-Abbas Muhanırned 7 el-Mecisti S8, 73 ezeli 25, 30,31-33, S4, 121, 123, ı48, 149,
dokunma ı37, 145, 24S, 288;- organı 234;- Ebu'I-Hasen el-Amiri 6ı el-Muziif(nisbet olunan) 186 ı53, 1S4, 176, 183, 188, 189, 20S, 210,
sinirleri 2S3 ed-Dağd (Sıkışma) 190 269;- olmayan 37, 123, 183, 189
ei-Miiel/ef(birleşikJ ı88
. dolaylı sebep ı98 ed-Darb (Çarpma) 190 ezeli hikmet 216
el-Miiliizeka 193
doluluk 39, ı21, ı45, 146 ed-Dılık (Gülme) 193 ezelilik S4, 12ı, 148
el-Miimiisse (teğet) ı90
döl yatağı 220 edilgi178, 198,26S,267 el-Müzekkeriit 1S
döllenme 46, 220 Edilgin (münfail) 7S, 124, 186, 189, 197, fa'iil akılı31, 132, 260
el-Ustıtkuss (Eleman) ı88
dönenceler 221-224 198,265 fa'iil akılla ittisall32
el- Vıilıid (Bir) 1S8, 188
dönüşüm33,S4, 7S, ı49, ısı, ıs2, 166, ı76,
Efliitun 12, 13, 17, 20, 24, 27, 28, 34, 3S, 37, el- Velım (VehirnJ 188 Fahri, Miicid 79
187,209,214,21S,231,23S,237,282, 42,43,46,S2,83, ı29, 130,131,133, rail sebep 29
el-Yebs 190
283 192,243,244,246,249,2S4,2SS,2S9, Emevi4 fantazi39
Dört Mevsim 102, 223 283, 303, 304; - idealizmi 57 En Son Pelek (cirmii'/-aksıi) 95, ısı, 233, Fiiriibi16,23,31,42,130, 132,133
dört nitelik 219 Ehl-i Sünnet-5 234,27S farmakoloji 106
dörtunsur39,57,93,95,96, 126,216,217, eksik (mikıs) 54, 149, 197 en şerefli iilem 24S Fars 8, S7, 6ı
219,223,28ı
eksilme (en-naks) 176, 179, 214, 283, 284;- en yüksek nokta (eve) 225 fasıl50, 54, 1S3, 157, 158, 160, ı76, ı80, 181,
duyan güç 187 hareketi 187, 2ı4, 283 en-Necde (yiğitlikl 194 209,274,28ı
duyma24S ekvator46,220-222,224 Emıeades 16, 27, 67 faziletı39, 194, 19S,247,266,277.308,3ı3
duyu 17, 19, 21,"24, 33, 38, 43, 49, 127, 134, el-A'sem, Abdülemir 67, 123 episikl Cfelekii't-tedı,ir) 224 Fazlii'l-i'tiziil ve tabaktitii'l-Mu'tezi/e 12
144-ı48, 177,187,191,226,232,234,
el-adl19S er-Riii/ıa (koku) 191 felek 37, 38, 39, 124, 127, ı89, 231, 232-234,
240,24S,246,2S1,2S3-2SS,2S8,260, el-Azm 190
261,267,269,271,274,276,279,304;- er-Re'y (Zayıf görüş) ı88 249,304
el-Biinide ı90 er-Reviyye (iç tercih) 187 felek-i mail226
algısı 19, 21, 22, 121, 131, 144, ı4S, 146,
el-cirmü'/-aksıi 37, 2ı6, 233 er-Rıza (Hoşnutlukl ı94 felsefe 3, s, 8-10, 13, 18, 19, 21, 28, 29, 53,
ı6ı, 191, 22S, 2S2-2S6, 288;- bilgisi 21.
22, 268; - gücü 130, ı90, 234, 237, 252- el-cirmii'/-kiill37, SO, ıs2 es-Sadik (dost) 190 64,66,67, 119,120,123-12S, 132,137,
254, 271;- hazları 47, 48,245, 289;- el-Cizr (Kök) 188 es-Semii lle'l-ıi/em 27S · 139, 141,142,1S6, 191,192,194,268,
türleri 23S;- verileri 14S, 217, 2S2 ei-Ehvani, A. Fuat 67, 77, 85, ıo7, 2S9 es-Senıii'u't-tabi'i 27S 272, 279, 280;- bilgisi 272;- öğrenimi
duyulur nesne 31, 72, 123, 167, 169, 177, el-Elftizu'/-miista'nıele fi'/-nıantık ı6 es-Sıdk (doğruluk) ı88 19, 70, 71;- yapmak 263, 26S
ı82, 187,2S3 el-eş/ıtisii'/-tiliye 37,
230 eser (ma'lii/) ıs9, ı6o, ı61 felsefeci 141
Düalizm 81 el-Faztiilii'l-instiniyye 194 EskiÇağ 114 Felsefetil Aristıittilis 132
dünya 28, 33, 48, sı, 129, 139, ı87, 221-224, el-Fe/ını (Anlama) 189 eski Yunan fılozofları 24, 130, 2S2 felsefi ilimler 234
234,244,247,266,288,297,300,301, el-felekii'l-aksti 37 Eski Yunanlılar 2S9 felsefi terimler 123
303,308 el-Filırist 8S, 133 Esu/ucya 16, 27, S3, 122, 133 ferd 237
düşünce 9, 23, 47, 141, 142, 1S2, 172, 174, el-Gayriyye (Başkalık) 192 Eş' as b. Kays 3 ferdi canlılık 234
17S, 177, ı78,203,220,226,244,2S2- e/-Hariire (Sıcaklık) 190 e,ç-Şekk (şüphe) 192 ferdi özellikler 254
254,2S6,272,301 el-Hıiss (Duyan güç) ı87 eşhiis 2SS ferdiyet 218
Dizin 327
326 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r
ıl]
Furlani, G. 76 güç-fıil22, 32 hırs 213, 308, 312 iftirak 165
günalı 8, 48, 302 lıin35, 72 llıbiiru'l-ulemii bi-alıbiiri'l-lıükemii 6, 133
lji Garbers, Carll07 Güneş 42, 59, 85, 89, 91, 126, 129, 146, 220- hiciv274 ihtilaf 283, 284
li garize 188 223, 225, 243, 244 . hikemiyat 7, 137, 138 ihtiyar 186
ıı gayb aıemi 129 Güney Arabistan 3 hikmet27,42,45,46,52,53, 126,191,194, ikti' lll
gaybın bilgisi 244 güney kutbu 221 214, 226 . 244,276,303,307,308,313 iki 122
i
gaye (mütenımiml sebep 29 güney rüzgarları 226 hikmet sevgisi 27, 191 ikinci akıl 261
i gaye ve inayet delili 52 hilal224 ikinci akılların sebebi 261
\
ıl gayr-ı maddi form 187, 252 Hadi4 hile 84, 194, 307 ikinci cevlıer!er 268
ij Gazab (Öfke) 193 hadis 10; - ilrrıi 10 Hint düşüncesi 57, 58 iklim 46, 47, 126
geçiş (intika.J.) 149 hadisçiler 10 Hint felsefe 8 ikna delili 51
geçrrıiş34, 153,154,180,205,285,292 hafıza l44, 300 Hipokrat 106, 195. ikna metodu 147, 148
gelecek34,137, 153,154,180,195,245,285 hakim 52, 214, 244, 306 Historia Animalium 276 ilalıi bilgi 120, 236, 268
1 hakikat 28, 43, 47, 194, 307; - arayıciları 214
genel cins 148 Hitabet 18, 19, 146 ilahi cevher 42, 129
ı genel kavramlar 122 hakiki bilgiler 234 Hristiyan filozoflar 131 ilahiyat 9, 142
ı
geometri ıo; 18, 66, 84, 87, 133, 266, 271, Harnet b. Nezir 256 Hudus delili 49 llelü't-tabi'iyye 189
272 Hamza b. Bid b. Avf 256 Huneyn b.. İshak 15, 131, 137 ilham 129, 193, 213, 268
George N. Atiyeh 65 Hamza b. Nasr 256 hüviyet 181 ilim 17, 19, 57, 58, 71, 120, 125, 130, 132,
gerçek a.J.em 129, 244, 247, 299 hareket 32-35, 38, 42, 54, 121, 125, 134, 135, Hypsikles 85 133,146,147,202,251,266,271,272,
gerçek anlamda edilgin 197 144,147,150-153,165,166,177,181- Hz. Ebii Bekir 3 279,306,308,313
gerçekBir31, 32, 53, 54, 122, 123, 159, 161, 183,186,187,204,205,209,210,214, Hz. Muhammed 127 ilip.ti 157
176-179,181-183,226,269 217-219,223,231,232,234,264,266, ilk akıl260, 261
gerçek birlik 159-161, 169 272, 273, 276, 280, 282-284; - gücü 38, ilk aktif nitelikler 219
ısı219
gerçek etkin 53, 1Z4, 126, 197, 237 127,195,234 ilk basit cevherler 174
ışın 59
gerçek fıill24, 197 hareketli 38, 75, 147, 193, 232 ilk bilinen 267
Ivry67
gerçek kudret 237 hareketsizlik 257 I.Analitiklerl8, 74,265,273,274 ilk cevherler 19, 267, 268, 273
gerçek varlık 53, 214 harf 65, 173. 180, 271 tlk Etkin 211
Il. Analitikler 18, 74, 265, 274
gerçek yönetim 237 harf [terim] 273 ilk felsefe 29, 139, 140, 214
gerçeklik 45, 129, 139, 204, 244 Harizmi62 !lk Gerçek Bir 51, 182
ibadet247
gevşeme (talıli[J 225 HarranWar 80 ilk madde 32, 186, 282
lbn Cülcül3, 8, 15
gezegenler46,92,93, 127,219,221,224- Hariinurreşid 4 ilk sebep 50, 53, 123, 169, 214
lbn Ebi Usaybi'a 4, 15, 64, 66, 67, 72, 73, 78-
226,230,231,236 haset 9, 142, 312 80,82-84,87,90,93,95,99,102,107, ilk yetkinlik 41
Gilson, Etienne 77 hassa 281 108, lll, 115, 133 İlk Yöneten 213
gizli gerçek 141 hava 35, 39, 58, 59, 75, 99, 191, 216-219,
328 Fe ı s e li Ri sa ı e ı e r Dizin 329
ilk yüklemler 267 ittisal 161, 165 Kitiibü'l-Burlıiilı83 Ma'rife (Tutarlı görüş) 193
ilke 33, 124, 134, 147, 173, 174, 181, 275, iyelik (mülk) kategorisi 267 Kitabü'l-Haberi't-tabf'f275 madde 17, 23, 29, 32, 33, 35, 37, 39, 42, 48,
281,282,308 iziifetl72, 174,178,182,267 Kitabii'l-Hayelliill (Aristo) 276 dn. 49,54,59, 126,127,134-136,144-146,
illet49,54, 189,213,215,231 iziifi kavrarnlar 50, 161, 210, 211 Kitiibii'l-Hayepiin (Ciihız) 5 148,158,166,172,174,178,179,181,
ilmi kıyas 273 izlenlın 21, 13q, 131, 254 Kitiibü'l-Hurıif16 186,187,190,191,195,205,209,215,
1/mü'ıı-ııücıim (Astroloji) 195 izmihliil 151, 187, 209 Kitabii'l-Me'iidin275 219,231,236,237,240,253,254,260,
lınajl9,22,145,146 İzmirli tsrnail Hakkı 3, 64 Kitabfi.'ıı-Nebtit 275 . 267,270,276,279-281,300,301
imkan 32, 34, 120, 123, 12s, 1so, 1s1, 178, koklama245 madde-form 22
205,209,244,271 Johannes Hispanesis 77 konum 89, 149, 180, 219, 221, 224, 265 maddesiz 172, 270
irnkansız30, so, 51, 62,146, 148-151,153- Jolivet, J. 52, 77, 103, 148, 153, 159, 173, 174, korkaklık 194, 312
maddi (lzeyzilanf) sfıret 259
156,163,164-168,171, 182;199,201- 180,182,191,209-211,216,218,236, Kova burcu 226 maddi cevher 249
204,210,217,218,230,234,237,269, 241,250,267,279,281 kozmik varlık 23, 29, 38, 39, 124, 128, 238 maddi ilke 178, 280, 282
288;- çelişki 149-152, 154-156, 162- Jüpiter (Müşteri) 226 kötülük 47, 195, 247, 287, 291, 294, 301, maddi nitelikler 252
166,169-173,200-202,204,205,208- 302,307,308,310,312,314 maddi olmayan varlıklar 22, 276, 280
210,217,218,223,235 KadiAbdülcebbar 12 Kraus, Paul123 maddi sebep 215
İrnriü'l-Kays b. Hucr el-Kind1270 Kadi Said 12, 79 kudret43,45,126,244,296,303 maddi varlıklar 28, 135, 146, 187, 279, 280
lnfisiil (Kesinti) 193 kadir270 Kıife 3, 4, 304
madenler58,216,238,280
lııkar39, 128,143,188,229,238,269,270 kafırler 270 kulak253 Madenler Hakkmda Kitap 265, 275
inniyyet 139, 153, 160 kainat37,52, 122,126,127,136,214,238 Kur'an-ı Kerim 4, 49, 52, 127, 134
madenlik 216
inorganik varlıklar 126 Kuruluk 190, 216, 219, 223, 225, 226, 258, miil1iyet 21, 22, 25, 27, 41, 128, 139, 153,
karakter 46, 126, 162, 167, 194, 226, 232,
insan aklı 22, 23, 145 192,205,210,275,276,284
243,266,303 281,282
insan fizyolojisi 126, 195 mahsfısl87,216,254
Kanşık cisimler 219 kutup222
insan fizyonamisi 195 manevicevherl28
kategori 53, 128, 134, 159, 160, 162, 164, kuvve 23, 177, 237
insan nefsi 22, 24, 145 176,181,182,189,240,265 Maniheizm ll
kuvvet43, 129,243,244
mantık 12, 18, 19, 31, 50, 58, 64, 66, 70, 72,
insan zihni 19, 21, 22, 145 Kategoriler18, 73,181,264,273,279 kuvvetli zan 256
insani fazilet 9, 142, 266 83, 125, 156, 264, 265, 272;- dili 271;-
katharsis 42 Kuwetii'l-lıassiise (Duyarlı güç) 187
gücü235
insani ilimler 268 kavram 16, 32, 33, 144,158,177,254,255, kuzey 223, 226 ·
mantıki çareler 268
insani nefis 272 268 kuzey rüzgarları 226
mantıkiisbatl2, 73
intikam duygusu 16, 42,243 kavram bilgisi 254 KuzeyYarımküre 98,225
mantıki istidlal 20
irade 17, 25, 30, 32, 42 kazai274 küçük alem 128, 192, 238
mantıki kıyas 199
iradeli itaat 231 kehanet66,92, 115 küfür 10, 82, 142 Mars (Merih)91,226
lrtidetii'l-malılıik (Yaratıkların iradesi) 193 ketarn 3, 8, 10; -literatürü 12 Küll (Bütün) 189
matematik 8, 9, 10, 18, 19, 28, 57, 58, 61, 62,
irrasyonell32 kelamcılar 11, 12, 34, 49, 50, 54, 61, 125 külli kavram 23, 177 63, 71,125,146,147,199,221,266,268,
lsiigıicf72, 192 . kemal53, 129,216 Kilili varlıklar 157, 194 271
isim 4, 62, 134, 157, 159,161,171, 173, 177, kesintili (mwzfasz[) 34, 161, 285 külli [tümel) 156 matematik deliller ll, 125
178,181,230,265,273 kesintili nicelik 180 küp 202 matematik ilimler 18, 133, 147,266, 272,
isim benzerliği 172, 264 kesintisiz (muttasz[) 34, 154, 158, 285 küre37,39,94,95, 127,165,217,218,236, 308
İskender 131, 292 kesintisiz nicelik 171, 175, 179 295,296 matematikyöntem 17, 25, 68,202
İskender Afrodisi 24, 57, 131 kesintisizlik 158, 181 Küresel Varlıklar 66, 93 matematiksel hipotez 125
İskenderiye okulu 13 Khatchadourian, H. 93, 95 McCarthy, Richard Joseph 62, 65, 75, 77, 78,
Islam felsefesi 12 kıskançlık 10, 195, 294 Lachmann, Robert 110 83,90,91,92,94,103, 111,112
islam filozofu 3, 8, 22, 119 Kzsme (Bölme) 190 lafız 71, 114, 156 Me'mıin 4, 5, 58, 72
Islam ilkeleri 7, 30, 121 kıvam 24, 32, 53, 255, 256, 268, 313 Latin skolastilderi 77, 130 meiid49, 54
ispat19,30,32,38,50,62,68, 121,122,125, kıyas 7, 53, 62, 125, 141, 148, 174-176, 199, Latince 9, 13, 58, 62, 70, 77, 85, 88, 90, 91, meciizi bir 182, 183, 188
142,143,147,148 202,221,236,244,264,270,273,274, 100,103,134,256,259,279 mecazi birlik 169
ispatyöntemi 19 303 Levy, Martin 102 mecazi etkin 32, 68, 124, 186, 197
ispatın ilkeleri 148, 274 kimya 9, 61-64, 66, 107 ··' Liber de causis dillersitatum aspectus 58 medeni siyaset 276
işitme 234, 235 Kinde3 Likeion 132 Mehabbe (sevgi) 188, 193
iştirak 51, 148, 162, 167, 168, 210 Kind1183,227,229,249,305-307,311-314 Loth, Otto 91 Mehdi4
itaat 37, 39, 127, 230, 231, 269, 288, 308 Kindi Kütüphanesi 10 mekan 35, 121, 134, 135, 145, 146, 162, 165,
itidiil 46 Kitiibu Coğrôfiyye el-ma'müre mine'I-arz 15 ma'kül24, 216 166,175,176,179,182,187,190,217,
ittifak 162, 165 Kitclbu'r-Rubıibiyye 133 ma'kfılat 72, 181 219,226,237,255,267,275,280,283,
330 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Dizin m_
mutlak irade 30, 124 Peri Hermeneias 74, 273 sebebin bilgisi 29, 140
mutlak küçük 171 O'Leary, De Lacy 119 Peripatetik felsefe 131 sebep (illet) 231
mutlak sebep 29, 140 oburluk 195 peygamberler 142 sebep-sonuç ll, 32
mutlak tikel 177 Oğlak dönencesi 221 Pisagor 42, 43, 245, 246 sebepler zinciri 168
mutlak tümel 177 olgunlaşma (nelıue) 225 Pisagorculuk57, 122, 129 sebepli varlık 169, 182
mutluluk 63, 289, 295, 312 olumlu 188, 194, 273 Plessner, Martin 64 sebeplilik 120, 139
mülhid 54, 183, 211 olumsuz 166, 188, 194, 273, 287 Plotinus 15, 27, 51, 53, 67, 122 sebeplinin bilgisi 29, 140
miinkalebii'ş-şimtil221 oluş (keun) 155, 176 Poetika 74,265,274 sebepsiz ilk sebep 214
Miilllelıabii Sıutitıi'l-lıikme45,
103, 137 oluş ve bozuluş 37, 39, 46, 48, 52, 74, 75, politika 277 sebepsiz varlık 121, 148, 189
Müşrikler 269 126,132,151,176,186,187,209,214- potansiyel261, 282 secde 37, 39, 69, 127, 229, 230, 237
mütercim 5, 9, 13, 15, 16, 129, 134 218,221-226,231,234,275,280,281, pratik ilimler 18 selefi akide 10
müteşabih 128, 240 288,292,293 Prote Filosojia 27 Sem'ıı'l-kiytin275
mütevati 128, 240 Oluş ve Bozulıış Üzerine Kitap 265 psikoloji9,17,24,41,47,63,66, 76,130, sembol57, 78,125,130,255,256
Mütevekkil5, 10,125,207 oluşan ve bozulan varlıklar 226, 231, 275 135,136,266,276 sentetik yöntem (smti'atü't-terkib) 12
On Kategori 73, 122, 273, 282 psikolojik güçler 195 sevinç 177, 289, 292, 312
Nabigatü'z-Zübyanf 230 optik 9, 58, 62, 64, 66, 96, 109 psikolojik haller 177 Seyfüddin el-Aınidi 62
Nagy, Albino 70, 77 oran 271 sezgi 21, 24,42
nahiv4, 8 organik 37, 38, 126 rastlantı 51, 167, 168, 275 sıcak39, 99, 148, 192,216,219, 220,221,
332 Fe ı s efi Ri sa ı e ı e r Diz i n 333