You are on page 1of 10

19. Yüzyıl Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısı ve II.

Abdülhamid
Dönemi İdeolojik Aygıtları1

Giriş

Osmanlı İmparatorluğu ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi anlamak için, dünyada ve


Osmanlı’nın kendi içinde yaşadığı belli dönüşümlere bakmak gereklidir. Bunlara geçmeden
önce, belirtmek gerekir ki hem Tanzimat öncesi hem de Tanzimat sonrası bölüm için, hatta her
önemli uğrağı için ayrı bir çalışma yapılması gerekmektedir. Bu da çalışmanın kapsamını
aşmaktadır. Burada yapılacak olan, sadece kapitalizmin Osmanlı içine nasıl sirayet ettiğini belli
başlı Marksist kavram setlerini kullanarak açıklamak olacaktır. Ayrıca, bu sızmanın ne şekilde
yapıldığı ve nasıl karşılık bulduğu da çalışma içinde aynı kavram setleri kullanılarak
açıklanmaya çalışılacaktır. Bundan önce, sosyo-ekonomik ilişkilerin nereden nereye geldiğini
anlamak için Osmanlı’nın yükselme dönemine göz atmak gerekir.

Yükselme Döneminde Osmanlı Ekonomik Yapısı

Osmanlı İmparatorluğu için yapılan tanımlamalarda kullanılan ilk kalıp, üç kıtaya


hükmeden bir imparatorluk olduğudur. Bahsi geçen bu üç kıta, bulunduğu dönemde bilinen
dünyanın önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Buradan hareketle Osmanlı’nın, temel gelir
kaynağına baktığımızda Doğu-Batı ticaretinden büyük bir fayda elde ettiği görülmektedir.
Diğer yandan, kendi toprağı içinde ve ele geçirilen topraklarda oluşan artık değeri birçok
yöntemle kendine aktarması da kaynaklarından bir diğerini oluşturmaktadır (Savran, 2016, s.
52-54). Ülke içindeki ekonomik ilişkilerde genel olarak en büyük payı ise tarım
oluşturmaktaydı. Tarıma dayalı bu ekonomide, üretim büyük ölçekli işletmelerden ziyade orta
ve küçük ölçekli işletmelerde yapılmaktaydı. Bu durum, hem daha rahat artığa el koymayı
sağlamakta hem de olası bir örgütlü direnişi engellemekteydi. Bu genellemede bazı önemli
isyanların saklı tutulduğu unutulmamalıdır. Ekonomik ilişkileri incelemeye devam edildiğinde,
Şevket Pamuk 19. yy’a değin dünyadaki hemen hemen bütün halkın kendi ipini kendi ürettiğini
aktarmaktadır (Pamuk, 2007, s. 38). Bu örnek, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini anlamak
açısından önem arz etmektedir. Zira, temel kullanım ürünlerinin nasıl üretildiği, o toplumun

1
Abdulkadir Bozduman, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Yüksek Lisans
sosyo-ekonomik ilişkilerini anlamak açısından basit ama önemlidir. Osmanlı genel yapısı
hakkında söylenecek bir diğer şey ise feodaliteden farklı olduğudur. Feodaliteden farklı olarak
güçlü bir merkezi otorite ve buna bağlı olarak ciddi bir vergilendirme ağı da söz konusudur
(Keyder, 2019, s. 15, 16). Yukarıda bahsi geçen artığa el koymanın sağlanması için merkezi
otorite ve el koyma araçları açısından bu, zaten gerekli bir durumdur. Bu güçlü merkezi yapı
daha sonra, üretim ilişkileri değişmeye başladığında, sınıf ilişkileri açısından önemli mücadele
arenası olacaktır.2

19. Yüzyıla Gelirken

Osmanlı İmparatorluğu’nu en uzun yüzyılı olan 19. yy’a yaklaştıran iki önemli faktör
vardır. Bunlardan ilki, coğrafi keşifler ile yeni ticaret yollarının bulunması neticesinde, Doğu-
Batı ticaret yollarından elde ettiği kazancı kaybetmesidir. Bu kazanç, öyle önemlidir ki bu
kazancı kaybetmemek için, kapitülasyonların da ticareti tekrar bu yollara çekmek amacıyla
verildiğini söyleyen görüşler mevcuttur.3 Diğer yandan, Batı Avrupa merkezli olan ve 16.yy
itibariyle gelişen kapitalizmin yavaş yavaş bütün bir dünyayı pazar haline getirme isteği de söz
konusudur (Pamuk, 2007, s. 108-115). Nitekim, Osmanlı da bu gücün sirayet edemediği
istisnalardan olmayacaktır. Marx’ın söylediği gibi burjuvazinin ucuz malları, Çin Seddi’ni yerle
bir edip feodalizm ya da diğer kapitalizm öncesi kalıntıları yok etmede, toplardan daha etkili
olacaktır (Marx & Engels, 2019, s. 54)

Yukarıda da bahsedildiği gibi Osmanlı üreticinin artık ürününe tımar, vergilendirme ya


da diğer çeşitli yöntemlerle el koyarak ciddi bir kaynak elde etmekteydi. Bu durum kapitalizmin
ve uluslararası ticaretin gelişmeye başlamasıyla değişmiştir. Artık merkezi yönetimin buradan
aldığı pay giderek azalmıştır. Diğer yandan, uluslararası ticarette aracı bir vasıfla tüccarlar

2
Burada devletin sınıf mücadelesi arenası açısından önemli bir uğrak olduğu üzerinde durmak
gerekmektedir. Zira Poulantzas’a göre devlet sınıf mücadelesinin hem arenası hem de üretenidir
(Poulantzas, 1980, s. 87, 322, 340, 358) Bu nedenle üretim ilişkilerinin değiştirildiği ve iktidar bloku
arasındaki mücadelelerin yaşandığı yer de yine devlet aygıtının kendisi olacaktır
3
Pamuk ve Savran, kapitülasyonların verilmesini cömertlik veya ticaretten anlamayıştan değil, değişen
ve daha da değişme ihtimali olan yolların ana güzergahının bilinen, Osmanlı hakimiyetinde olan yollarda
olmasının sağlanması amacıyla verildiği üzerinde durmaktadır. (Savran, 2016, s. 53-54) (Pamuk, 2007,
s. 165)
ortaya çıkmıştır. Bunlar, daha sonra Osmanlı’da oluşacak ticaret burjuvazisinin de öncülleri
olacaktır. Ayrıca, vergileri toplaması için oluşturulan iltizam sisteminde vergi toplayan
mültezimler de bir diğer önemli unsur olarak bu dönemde göze çarpmaktadır (Pamuk, 2007, s.
146-148). Böylelikle kapitalizmin sirayet etmeye başladığı aşamada tüccar ve mültezimlerin
elinde ciddi bir sermaye birikimi oluşmuştur. Buradaki sermaye birikimi daha sonra
kapitalizmin ilk nüvelerini oluşturması açısından her ne kadar eğreti bir yere sahip olsa da ilksel
birikimdir.4 Özel mülkiyetin ön koşulları arasında sayılan tefeciler de yine 19. yy öncesi
oluşmaya başlamıştır. Son olarak, merkezi bürokrasinin belli bölümü de özel mülkiyetin
yaygınlaşmasının sağladıklarıyla, kendi konumunu güçlendirmeye başlamıştır. Toparlanacak
olduğunda, artığa el koyanlar; iltizam ile gelen mültezimler, ticaret burjuvazisi ve toprağın fiili
mülkiyetine dayanarak üreticilerden rant toplayan tefeciler olmaktadır (Pamuk, Osmanlı'da
Bağımlılık ve Büyüme1820-1913, 2018, s. 12). Yani, devletin merkezi otoritesinin aldığı pay
azalmaya, sayılan kesimlere akmaya başlamıştır.

19. yy Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısı

Bütün bir dünyayı ve imparatorlukları etkisi altına almaya başlayan kapitalizm,


Osmanlı’da da yeni yapıların oluşmasına ve bunlara bağlı olarak yeni sınıfların oluşmasına yol
açmıştır. Genel itibarla, tüccarların ortaya çıkması, ki burada tüccarların önemli bir kesimin
gayrimüslim tebaadan olduğunu ve zaman içinde artan oranda Batılı devletlerin desteğiyle ticari
güç yönünden altyapısal, hukuki statüde ise gerek pasaportlarında gerekse davalarının kendi
mahkemelerine tabii olması bakımından ayrı statüde olduklarını belirtmek gerekmektedir.5
Diğer yandan, vergiden gelen artığa el koymaları bakımından mültezimler önemli unsurlar
olarak ortaya çıkmaktadırlar. Yani bundan sonra, artığa el koyan doğrudan merkezi devlet
değildir. Aracı olarak ortaya çıkan tüccarlar yavaş yavaş daha merkezi bir konum elde etmeye
başlamışlardır. Burada bir parantez açıp belirtmek gerekir ki bahsi geçen üretim ilişkilerinde
dönüşümün olması, kendi başına ya da sihirli bir değnek değişmişçesine bir anda olmuş

4
Werner Bonefeld’e göre ilksel birikimin ilkselliği, onun toplumsal içeriğiyle, yeni emeğin kendi
araçlarından zor yoluyla ayrılmasıyla ve mülksüzleştirilmiş emeğe dayalı kapitalist emek tarzının
kuruluşuyla ilgilidir. (Bonefeld, 2014, s. 203)
5
Ticaretle uğraşan, pazara eklemlenmek isteyen ve pazardan beklentileri olan kesimin, imparatorluktan
ilk kopan toprak parçaları olması da tesadüf değildir. Bunlar arasında, Sırbistan, Mora, Eflak, Boğdan
ve hatta Mısır da sayılabilir. Detaylar için bkz. (Pamuk, Osmanlı'da Bağımlılık ve Büyüme1820-1913,
2018, s. 11)
değildir. Bütün bu dönüşümler aslında bir sınıf mücadelesine işaret etmektedir. Bu mücadele
evveli olan ve geleceğe de uzanıp, gelecekte de devam edecek olan bir mücadeledir.6 Ayrıca,
burada bir iç içe geçmiş üretim ağından bahsedilmektedir. Elbette etkin ve diğerlerine nazaran
daha öne çıkan ya da çıkmaya başlayan bir üretim ilişkisinden söz edilebilir. Fakat burada
toplumsal formasyon faktörünü de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.7 Yani, dönemin
sosyo-ekonomik koşullarını kapitalizmin yanı sıra kapitalizm öncesi toplumsal yapılar da
etkilemektedir. Bu yapılar, derhal değiştirilmek zorunda değildir. Zaman içinde, sürecin
getirdikleriyle değişecektir.

Kapitalist üretim tarzına sahip bir toplumun oluşması için ilk koşul meta üretiminin
yaygınlaşması ve bu metaların dolaşıma sokulmasıdır.8 Çünkü, sermaye kendi başına bir şey
değildir. Dolaşım içine girdikçe sermaye asıl özelliğine kavuşur. Bu dolaşım döngüsü de ne
kadar hızlı olursa, sermaye de bu dolaşım hızıyla doğru orantılı olarak kendini büyütecektir.9
Bunun için de hem hammaddenin temini sağlamak hem de malların rahatça dolaşımını
sağlamak için ve pazar alanının büyütmek için demiryolu ağları önemli bir gerekliliktir10.
Pamuk, gelişmiş (merkez) ülkelerin sermayeleri tarafından inşa edilen demiryollarının çevre
ülkesi oluşturmada önemli bir etken olduğunun da üzerinde durmuştur (Pamuk, Osmanlı'da
Bağımlılık ve Büyüme1820-1913, 2018, s. 3). Yani, hem ülke içinde kapitalist pazarın
oluşturulup geliştirilmesi hem de dünya pazarına dahil edilmesi yönünden bu demiryolu ağları
önem taşımaktadır.

Yeni oluşmaya başlayan, başta tüccar sermayesi olmak üzere, kapitalist sınıfların istemi,
özel mülkiyetin ve kapitalist üretim ilişkilerini güvence altına alacak olan hukuksal
düzenlemeleridir. Tanzimat Fermanı ile müsadereye karşı güvence ve Arazi Kanunnamesi ile
toprakta özel mülkiyetin tanınması sağlanmıştır. Bu tanınma aynı zamanda tımar sisteminin de
fiili çözülüşü anlamına gelmektedir (Özçelik, 2015, s. 65). Haliyle, zamanla oluşturulmuş olan

6
Burada “Tarih, sınıfların mücadelesi tarihidir.” Diyen Komünist manifestonun ilk cümlesini
hatırlamamak işten bile değildir. (Marx & Engels, 2019)
7
Toplumsal formasyon, Poulantzas’ta tek bir üretim ilişkisinden değil biri diğerine göre daha önemli
konumda da olsa iç içe geçmiş üretim ilişkileri ağından söz etmektedir.
8
Burada Kapital’in “Meta” konusuyla başladığını da hatırlamak gerekmektedir.
9
Sermayenin sermaye olmasının temel şartı sermayenin dolaşımda olmasıdır. Sermaye dolaşıma
girmediği müddetçe kendini var edemeyecektir. (Marx, Grundrisse, 1979)
10
(Boratav, 2005, s. 45, 66) (Toprak, 1995, s. 64, 83, 116)
ekonomik altyapı, üstyapısal düzenlemelerle de güvence altına alınmıştır. Bu adımlarla, ticaret
burjuvazisinin ve tarımda mülk sahibi sınıfın gelişmesinin önü açılmıştır. Özellikle ticaret
burjuvazisinin önemli bir kesiminin gayri müslim olduğunun altını tekrar çizmekte yarar vardır.
Bu gayrimüslim vatandaşlar, sermaye birikiminin önemli bir kısmını da ellerinde
bulundurmaktadırlar. Üstyapının en önemli unsuru olarak devlet de 19.yy boyunca burjuva
toplumuna hizmet edecek şekilde tasarlanmaya başlamıştır. Burada ilk olarak 1808 Sened-i
İttifak ile padişahın yetkilerinin sınırlandırılması durumu göze çarpmaktadır. Sonrasında
Meclis-i Valay-ı Ahkamı Adliye’nin ilanı (1838) ve I. Meşrutiyet (1876) ve nihayet II.
Meşrutiyet ile merkezi otoritenin yetkilerinin burjuva sınıfı adına sınırlandığını söylemek yanlış
olmayacaktır.

Osmanlı İmparatorluğu, 19.yy itibariyle yarı-sömürge bir ülke olarak kendini


göstermektedir. Bu yarı-sömürge olma durumu her ne kadar salt ekonomik bir kavram olarak
çağrışım yapsa da aslında, politik bağımsızlığa sahip olmakla birlikte, devlete özgü bazı
alanlarda işlevsel yetkileri emperyalizme devretmiş ülke manasında gelmektedir (Savran, 2016,
s. 67). Buradan hareketle, ulusal para düzenin ve devlet maliyesinin o devletin kontrolünde
olmaması hali, devletin bağımsızlığını sorunlu hale getirmektedir. Osmanlı’da bu durum üç
şekilde kendini göstermektedir. İlki, 1938 yılında İngilizler ve diğer kapitalist güçlerle
imzalanan Ticaret Anlaşmalarıdır. İkinci olarak, 1856’da kurulan Osmanlı Bankası’dır. Bu
banka yabancı sermaye ile kurulmuş ve 1862 yılında merkez bankası olarak hizmet vermeye
başlamıştır. Bu durum ulusal paranın kontrolünün kaybedilmesine manasına gelmektedir. 11

Son olarak, Düyun-u Umumiye ile maliyenin kontrolünün kaybolması ile Osmanlı yarı-
sömürge bir devlet konumuna gelmiştir.

Yukarıda birçok yönüyle anlatılmaya çalışıldığı gibi kapitalizm, imparatorluğun her


noktasına sirayet etmiştir. Üretim ilişkilerini değişmeye başlamış, merkezi otoritenin el
koyduğu paya ortak olarak ya da o payın önemli bir kısmını ondan alan gayrimüslim ticaret
burjuvazisi kendini göstermiştir. Bu yeni gelişen yapı devlet yapısında önemli değişiklerin
olmasına sebebiyet vermiştir. Hatta dolaylı olarak imparatorluğun toprak kaybetmesine dahi
neden olmuştur (Bkz. Dipnot 4). Kapitalizmin artık ülkenin gerçeği olduğu aşamasına

11
İleriki süreçte bu parayı kontrol edememe durumu, I. Dünya Savaşı sırasında devletin kendi merkez
bankasına para bastıramayışına kadar gidecektir (Toprak, İttihat Terakki ve Devletçilik, 1995, s. 32).
gelindiğinde, imparatorluğun yönetici kadroları kurtuluşu yine kapitalizmde fakat kendi
kontrollerindeki kapitalizmde bulmuştur. Bunun için de önce, kapitalizmin ülke içinde
yerleşmesiyle merkezi otorite elinden çıkan dümeni tekrar zapt etmek için mücadele vermeye
başlanmıştır. Bu 1911’e kadar, özellikle İttihat Terakki halkı Abdulhamit’e karşı öyle
örgütlediği için Osmanlıcılık ekseninde sürmüştür. Daha sonra ise gayrimüslimlerin elindeki
sermaye birikimi ideolojik zemin olarak belirlenen Türk milliyetçiliği gereği, Müslüman Türk
kesime aktarılması çözümü geliştirilmiştir (Özçelik, 2015, s. 99). Bu durum özellikle İttihat ve
Terakki döneminde uygulanmaya başlanan milli iktisat ile kendini göstermektedir. Fakat bunun
da öncesinde Abdulhamid döneminde salt Türk milliyetçiliği yerine bir Osmanlıcılık ideolojisi
altında kapitalizm devlet tarafından, devlet lehine kullanılmaya çalışılmıştır. Aslında burada
ekonomik kaygılar ile bağıntılı bir otorite kaygısının güdüldüğünü de söylemek gerekmektedir.
Çünkü, buraya kadar mevzi savaşlarıyla bir yere varamayan daha doğrusu böyle bir savaş
veremeyen devlet, manevra savaşları ile bir sonuç almak için çalışacaktır.12

Çalışmanın bundan sonraki bölümünde, buraya kadarki bölümden farklı bir yol
izlenerek, devlet tarafından oluşturulmaya çalışılan hegemonyanın ideolojik yönü üzerinden bir
analiz yapılmaya çalışılacaktır. Bu yapılırken, Althusser’in devletin ideolojik aygıtları ve
çağırma kavramları üzerinden konu incelenmeye çalışılacaktır. Dönemsel olarak ise II.
Abdülmamid dönemi örneklem olarak ele alınacaktır.

Altyapı ile Kaybedilenleri, Üstyapı ile Geri Alma Örneği Olarak:


II. Abdülhamid Dönemi Devletin İdeolojik Aygıtları

Bir toplumda ekonomi ile siyasal, kültürel sosyal ilişkiler hep birlikte ele alınmalıdır.
Çünkü bunlar, birbirlerini ciddi oranda etkilemektedirler. Hele ki üretim ilişkilerinde yaşanan
değişiklikler, toplumun bütün yapısını diğerlerine göre daha fazla oranda etkilemektedir.
Yukarıda da bahsedildiği üzere, ekonomi ve üretim ilişkileri üzerinde etkisini kaybeden

12
Mevzi-manevra savaşı kavramı, Gramsci tarafından geliştirilen bir kavramdır. Manevra savaşı,
cepheden açıkça yürütülen, özellikle kapitalizmin Osmanlı’ya sirayet ettiği aşamada açıkça görülen
şekilde işleyen bir süreci tasvir etmektedir. Mevzi savaşı ise daha çok sivil toplum eliyle, cepheden
açılan yarıklardan içeriye girme amacıyla yürütülen mücadeleyi betimlemek için kullanılmıştır.
Osmanlı’nın açıkça kaybettiği manevra savaşına karşın, birçok koldan tekrar dümeni eline almak için
verdiği mücadele mevzi savaşı olarak ele alınabilir. (Gramsci, 2012, s. 250, 251)
Osmanlı İmparatorluğu merkezi otoritesi bu kaybı anladıktan sonra, kaybolan otoritesini
yeniden tesis etmek için birçok yöntemi kullanmaya başlamıştır. Bu konuda verilen iktisadi
mücadelelere ideolojik mücadeleler de eşlik etmiştir. Burada ideolojik boyut incelenecektir.
Bunun en etkili biçimde kullanıldığı son dönem ise II. Abdülhamid dönemidir demek yanlış
olmayacaktır. Çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde II. Abdülhamid döneminde kullanılan
ideolojik aygıtlar ve dil Althusser’in kavramlarıyla incelenmeye çalışılacaktır.

Abdülhamid dönemine bakıldığında, imparatorluğun eski şaşalı zamanlarına dönmek


için bir gerileme dönemi saltanatına göre çok fazla çaba sarf edildiği görünmektedir. Fakat bu
çaba, daha önceki imparatorluğun güçlü dönemlerinden biraz daha farklı bir biçimde kendini
göstermektedir. Zaten istenilse de devletin baskı aygıtı alışılageldik o baskıyı uygulamaya da
muktedir değildir.13 Kapitalizmin imparatorluğa sirayet etme aşaması ve sonrasında baskı
aygıtında bu kudretin olmadığını görmek çok da zor değildir. Abdülhamid de bunun farkında
olsa gerek ki bunun yerine, kendi sureti ya da nesnel varlığı yerine, devletin ideolojik aygıtını
etkin kullanarak yapmaya çalışmıştır.14

II. Abdülhamid döneminde din ideolojik bir aygıt olarak çok etkin kullanılmıştır. Zira,
Abdülhamid kendi Osmanlı ideolojisini yaratmada başat bir unsur olarak dini her yönüyle bir
harç, bir bütünleştirici unsur olarak kullanmıştır. Öne çıkan her ideoloji, simge veya sembolde
din mefhumu sürekli kullanılmıştır. Yeri gelmişken burada hemen belirtmek gerekir ki başta
din olmak üzere, benzer bütün ideolojik aygıtlar o dönem yarı-sömürge diye tabir edilebilecek
devletlerin önemli bir kısmı tarafından kullanılmıştır (Deringil, 2007, s. 90). Diğer yandan, bu
dönemde din ile ilişkilendirilen çoğu şeyin aynı zamanda ciddi bir ritüel tarafının da olduğunu
söylemek mümkündür. Yine ciddi bir fark olarak belirtmek gerekir ki Althusser’in Din
DİA’sını kullanırken kastettiği kiliseler üzerinden bir ideoloji yaratma işlevi de Osmanlı’da
fiziki bir dini kurumdan ziyade yine bu ritüeller eliyle yürütülmüştür. Çünkü, fonksiyonel

13
Devletin baskı aygıtı Althusser tarafından fonksiyonel olarak ayrılmış iki kanadından biridir. Devletin
baskı aygıtı unsurları en kaba haliyle; devlet başkanlığı, hükümet ve yürütme erki aracı olan idareyi,
silahlı kuvvetleri, adaleti, mahkemeleri ve ona bağlı düzenekleri kapsamaktadır. Çoğul değil tektir. Zor
ve güce dayalı faaliyet gösterir. Tamamen ve salt olarak baskı ile alınamasa da en önemli yönü baskıya
dayanmasıdır. (Althusser, 2002, s. 27-31)
14
Devletin ideolojik aygıtları, zor yerine ideoloji ile işlemektedir. Temel amacı, yeniden üretimi
sağlamaktır. Birbirinden ayrı, uzmanlaşmış birçok aygıttan oluşmaktadır. Din, eğitim, aile, hukuk gibi
farklı yönleri sayılabilmektedir. Bunların da salt ideoloji üzerinden çalışmadığı belirtmek
gerekmektedir. (Althusser, 2002, s. 32-38)
olarak bakıldığında iki yöntem de aynı sonuca hizmet etmektedir. Bu çalışmada din DİA’sı diye
ele alınanlar da bu yönüyle incelenecektir. Yine Althusser’in kullandığı şekliyle bakıldığında
Ortaçağ’da din DİA’sı ön plandaydı ve bu yerini okul ve aile DİA’sına bıraktı (Althusser, 2002,
s. 42-43). Fakat, tarihsel ve toplumsal olarak, Osmanlı farklı dinamiklere sahip olduğu için,
kanımızca, bu sıra gözetilmeksizin bir inceleme yapmak mümkündür.

Cuma selamlığı ritüeli, hem padişahın ve onun otoritesinin gösterimi açısından hem de
dini ön plana çıkaran bir ritüel olması nedeniyle önemlidir. Bu ritüel, vaktinin önemli bir
kesimini de Yıldız Sarayı’nda geçiren Abdülhamid’in halk arasına karıştığı nadir anlardan biri
olması nedeniyle de önem arz etmektedir. O dönemde şaşaa ve gösteri yönüyle öylesine ön
planda bir ritüel ki yabancı ülkelerden gelen kimselerin faytonlarının sıra olduğu
aktarılmaktadır (Deringil, 2007, s. 58). Dini kullanarak hem otorite güçlendirmek hem de
yeniden üretmek için soy ağaçlarının peygamberlere kadar götürülmesi de yine o dönemin
önemli ideolojik çabalarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Yine dini bir ritüel olarak, hacca
giden Müslümanların bulunduğu ve hediyeler taşıyan sürre alayları da dönemin önem verilen
etkinlikleri arasında sayılmaktadır. Geçtiği her yerde halkın iştirak etmesi ve görkemli geçmesi
için çaba verildiği bilinmektedir. Aynı şekilde kutsal emanetler (sakal-ı şerif gibi) de belli
zamanlarda halk ile buluşturulmaktadır (Deringil, 2007, s. 78).

Abdülhamid döneminde açılan askeri, bilimsel ve temel düzeydeki okullar da önemli


birer ideolojik aygıt olarak öne çıkmaktadırlar (Çelik, 2015). Burada önemli olan nokta bütün
bu okulların, Batılı ya da modern kapitalist bir anlayışla açılmış olmasıdır. Zira devlet, mevcut
üretim ilişkilerini kendi yönetmek ve kullanmak istemektedir. Okulların yoğun bir biçimde
açılması eğitim DİA’larının etkin kullanılmaya çalışıldığını göstermektedir. Ayrıca devlet
sembolleri ve padişah özel nişanlarıyla, sürekli olarak bir görünürlük sağlanmaya ve
toplumdaki önemli kimselere verilmesi amacıyla bir hegemonya kurulmaya çalışılması da yine
ideolojik bir çaba olarak göze çarpmaktadır. Bütün bu ideolojik çalışmalardaki temel amaç,
devlet kontrolünden çıkan başta üretim ilişkileri ve daha sonra ona bağlı olarak birçok üst
yapısal alanı tekrar devlet otoritesi altına alma çabasından başka bir şey değildir. Kaybettiği
otoriteyi yeniden tesis edip, üretim ilişkilerinde kendini merkezi bir konuma çekmek isteyen
merkezi otorite, kendi ideolojini yaratabileceği ya da yeniden üretebileceği bütün aygıtları bu
amaçla kullanmaktadır.
Son olarak, II. Abdülhamit döneminde ideolojik açıdan bir hegemonya yaratma amacı
ile her alanda kullanılan ‘dil’ incelenecektir. Zira, bu dönemde kullanılan dil, hem nispeten
düşkün bir otorite hakkında bilgi vermekte, hem de ideoloji oluşturma açısından bakıldığında,
yurttaşlarını getirmek istediği konuma çağırmaktadır.15 Bahsi geçen dönemde kullanılan dilde,
devlet de vatandaşlar da olan biçimde değil, olması istenilen biçimde anılmıştır. Yapılan devlet
yazışmalarında, tebaa giderek saygın bir üslup ile anılmaya başlanmıştır. Kötü bir durum
olduğunda (isyan gibi) suçlu olan, “iyiyi kötüyü birbirinden ayıramayan” halk değil; araya nifak
sokan, iğfal eden kimseler olarak geçirilmiştir. Burada, halkın ideolojik olarak merkezi
otoriteye kazandırılması kadar olası bir isyan durumuyla karşılaşmak istenilmemesi de
önemlidir. Çünkü müdahale edebilecek bir güçlü devlet aygıtı da bulunmamaktadır (Deringil,
2007, s. 75-86). Bu dil ritüelleri öylesine kalıplaştırılmıştır ki sadece halktan bahsederken değil,
devletin kendisinden bahsederken de sürekli olana değil, olması istenilene vurgu yapılmıştır.
Gayrimüslim kesimin yazdığı şikâyet dilekçeleri bile isyan çağrışımı yapmasın diye şükür ile
başlatılmıştır. Devletten bahsedilirken “ebed-i müddet-i Osmaniye” eklenmesi ya da olası bir
çöküşten bahsederken “Allah korusun” deyimleri artık kalıplaştırılmıştır (Deringil, 2007, s.
87,88). Yani, üstyapıda düzenlenebilecek ya da etkili olabilecek ne varsa her şey kullanılmaya
çalışılmıştır. Buradaki temel amaç, altyapısal olarak etkinliğini kaybeden devlete tekrar etkin
bir rol verebilecek ne varsa hepsinin kullanılmasından başka bir şey değildir.

Sonuç

Sanayi Devrimi sonrası önce Batı’da, daha sonra yayılmacı doğası gereği bütün
dünyadaki üretim ilişkileri içinde kendini gösteren kapitalizm, zaman içinde Osmanlı
İmparatorluğu içine de sirayet etmiştir. İmparatorluğun üretim ilişkilerinden, sınıf yapısına,
devlet yapısından üst yapısına kadar bütün unsurlarını etkilemiştir. 19.yy’a gelindiğinde
kaçınılmaz olarak bütün noktaları ele geçirmiş ve geri dönülmez bir sosyo-ekonomik düzen
kurmuştur. Bu da artığa el koyanın artık devlet değil, kapitalist sınıflar olması gerçeğini
doğurmuştur. Çalışmada ideolojik yönden incelenen, II. Abdülhamid döneminde bu üretim
ilişkileri değiştirilmeyip sadece devlete yarar şekilde kullanılmaya çalışılsa da başarısız
olmuştur.

15
Çağırma kavramı, en genel tanımı ile Althusser’de bireyleri özneye dönüştürmek için kullanılan dil
ya da hitaptır. Amaç, bireyi özne haline getirme, tabii etmedir. (Althusser, 2002, s. 60-73)
Kaynakça
Althusser, L. (2002). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul: İletişim.
Bonefeld, W. (2014). Yıkıcı Akıl ve Olumsuzlama. Otonom.
Boratav, K. (2005). Türkiye İktisat Tarihi. İstanbul: İmge.
Çelik, H. İ. (2015). II. Abdülhamid Döneminde Yönetimde Değişim. Sosyal Bilimler Dergisi, 85-103.
Deringil, S. (2007). Simgeden Millete II. Abdülhamid'den Mustafa Kemal'e Devlet ve Millet. İstanbul:
İletişim.
Gramsci, A. (2012). Hapishane Defterleri Cilt 3. İstanbul: Kalkedon.
Keyder, Ç. (2019). Türkiye'de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim.
Marx, K. (1979). Grundrisse. İstanbul: Birikim Yayınları.
Marx, K., & Engels, F. (2019). Komünist Manifesto. İstanbul: Can Yayınları.
Özçelik, P. K. (2015). İlk Birikim Sorunsalı Bağlamında Türk Ulus Devletinin Kurulma Sürecinde
Gayrimüslim Azınlıklar. Praksis, 45-102.
Pamuk, Ş. (2007). Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914. İstanbul: İletişim.
Pamuk, Ş. (2018). Osmanlı'da Bağımlılık ve Büyüme1820-1913. İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Poulantzas, N. (1980). Faşizm ve Diktatörlük. İstanbul: Birikim.
Savran, S. (2016). Türkiye'de Sınıf Mücadeleleri. İstanbul: Yordam Kitap.
Toprak, Z. (1995). İttihat Terakki ve Devletçilik. İstanbul: Tarih Vakfı.
Toprak, Z. (1995). Milli İktisat Milli Burjuvazi. İstanbul: Tarih Vakfı.

You might also like