You are on page 1of 2

Dilek Kutzli 1

AĞACA TÜNEYEN SWEENY # – FLANN O’BRIEN#

Everest Yayınları, 2014


Çeviri: Gülten Hatipoğlu

Katman üstüne katman, her katman bir diğerleriyle bakışımlı. Yazar kitabın
daha başında bir romanın nasıl olması gerektiği hakkında bir fikir ileri sürüyor,
daha sonraki bölümlerde ise karakterlerin, iyi/kötü, zengin/fakir, mutlu/mutsuz
diye kategorize edilmesinin demokratik olmadığını söylüyor. Bana göre doğru
da değil, iyilik ve kötülük kavramları akışkandır, insanlar iyi ve kötüyü bir arada
barındırmaz mı içinde? Romanda da karakterler bu duruma iyi bir örnek
oluşturmuş. Pooka örneğin son derece kötü neredeyse şeytani bir kimlik olarak
tanımlanırken, aslında son derece zarif, kibar biri olarak karşımıza çıkıyor, “iyi”
peri diye adlandırılan periyi son derece bencil ve kötü niyetli olarak görüyoruz.
Trellis yazmayı bir “eğlendirme etkinliği” olarak değerlendiriyor. Gerçekten de
kitabı okurken çok eğlendim ben. Anlatımı dilini sevdim. “Trellis’in yüzü ağacın
dalına takılmıştı” yazmıyor da “Trellis’in yüzü ağacın dalındaki karatavuk
yuvasına takılı kalmıştı” diyor.
Kitabın ortalarında Yeni okurlar için, ya da kitaba yeni başlayanlar için
bölümünü okuyunca; yazar için, okur olarak var olduğumu anladım. O’Nolan,
okurdan kurgunun bilincinde olmasını talep ediyor, farklı sıralama biçimleriyle
beni zorluyor ve labirentinin içine atarak dolaştırıyor. Yazarın okura nanik
yapan tavrı, okurdan sağlam bir duruş ve bilinç isteği, dahası okurla ortaklık
kurmasını çok yaratıcı buldum. Gerçekle hayali olanın birbiri içine geçişi kafamı
biraz karıştırsa da, verdiği ip uçlarıyla önünde sonunda anlamamızı sağlıyor.
Flann O’Nolan Yazar olarak kendi kendisinin de bir kurmaca kimliğini yaratmış,
O’Nolan, O’Brien olarak kendisiyle aradaki koşutluğu bozmadan dalga geçiyor.
Daha bir sürü takma isim kullanmış, belli ki kurgusal bir kimlik ardında
perdelenmeyi seviyor.
Ayrıca “iki kuş yüzmede” İngilizce adı da kitaba çok uygun bence, çünkü yüzen
iki kuş karakterler gibi birbirinin simetrisini yaratmış, sudaki imgelerini de
düşünürsek tıpkı romandaki karakterler gibi katlanarak artıyor. Yazar “Bir kitap
için bir başlangıç ve son katılmadığım bir şeydi” diyor. Orlic’in üç başlangıç ve
üç son yazması, karakterlerin yazara karşı komplo kurması bu düşüncesinin
Dilek Kutzli 2

eseri olsa gerek. Karakterlerin her birinin birbirine dönüşümü yine son derece
yaratıcıydı.
Kitabın sonu basit fakat etkileyiciydi, üç başlangıç ve üç son yazılması gibi, üç
kez “Hoşça kal, hoşça kal, hoşça kal” diye bitirmesi bana Ulysses’in sonunu
hatırlattı. “yes, I will, yes, yes” tiradı kadar etkileyici.
Metinde en hoşuma giden yazma tekniklerinden biri de yazarın ayrık anlatılar
yapmış olmasıydı, açıklamalar hikâyeden ayrılıyor, yazar anlık bir düşünceyi
ayrı bir paragraf halinde verirken, o kesinti anı, okurun okuma anının içine
aktarılıyor. Düşüncelerin kelimelerin ötesine geçtiğini gösteriyor. Örneğin
“amcamın tarifi” diyor, bunu tasvir yoluyla anlatabilirdi ama, okuru kitabın dışına
çıkararak onun okuma anına aktarıyor, o anı bir sinema karesi gibi okurla
paylaşıyor. Böylece öykünün çizgisel anlatımı kırılıyor ve okur o anda başka bir
ses duyuyor. Bunu hem eğlenceli hem büyüleyici buldum.
Bir sürü yazardan, felsefeciden, bir sürü romandan alıntılar var. Son derece
geniş bir yelpazeden metinlerarası geçişler yapmış. Bunları yer yer değiştirip
yer yer bozarak aktarmış. Küçük bir örnek vermek gerekirse; Sokrates’in
baldıran otuyla zehirlenmesini, Homeros’a mâl etmiş, gerçeğin tek sayılar
olması, yine Pisagor’un evreni sayılarla modelleme ve tanrının “1” oluşu,
kitapta da -1’in karesinin tanrı olduğu düşüncesi. Ayrıca; Ovid’in dönüşümleri,
Joyce, Beckett, Brecth, Perec, Shandy, Cervantes, Gargantua daha şu anda
aklıma gelmeyen bütün yazarları buldum kitapta. Kendinden öncekilerden
yararlanmış ve kendinden sonraki kuşaklara büyük kapılar açmış. Acaba
O’Nolan olmasaydı Brecht tiyatrosu olur muydu? Ya da Oulipo yazarları çıkar
mıydı ortaya?

#Dilek Kutzli, 27.11.2021

You might also like