Professional Documents
Culture Documents
Çalışmada, ilk olarak sosyal psikolojinin temel kavramsal çerçevesi, tarihsel süreci,
yöntem ve uygulama biçimleri üzerinde durulmuştur. Ardından ise sosyal psikoloji de tutum,
sosyal etki, sosyal algı, sosyal grup, kültür, sosyalleşme ve insan ilişkileri gibi öne çıkan
kavramlar incelenmiştir. Konuyla ilgili yararlanılan kaynaklar ise kitabın sonunda verilmiştir.
Bu çalışma nihayetinde bir dönem içerisinde çeşitli sınırlılıklar çerçevesinde söz konusu
konuları ayrıntılarıyla ele almamaktadır. Konulara ilgi duyanlara daha geniş okuma yapmak
ve konulara vakıf olmak isteyenlere kaynakçada yer alan kitapları öneriyorum.
1
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ....................................................................................................................................... 1
KISALTMALAR ....................................................................................................................... 8
YAZAR NOTU .......................................................................................................................... 9
1. SOSYAL PSİKOLOJİNİN TEMELLENDİRİLMESİ ..................................................... 10
1.1. Sosyal Psikolojinin Tanımlanması ve Konusu ...................................................... 16
3
5.3. Benlikle İlgili Yanılgılar...................................................................................... 116
4
8.2. Propaganda Kaynağının Özellikleri .................................................................... 165
5
9.3.1. Gizil Kişilik Kuramları................................................................................................. 192
9.3.2. Olumluluk Yanılgısı ..................................................................................................... 193
9.3.3. Olumsuzluk Yanılgısı ................................................................................................... 193
9.3.4. Öncelik ve Sonralık Etkisi............................................................................................ 193
10. SOSYAL ETKİ VE UYUM ............................................................................................. 200
10.1. Sosyal Etki ......................................................................................................... 206
10.2.1. Sherif’in Otokinetik Deneyi (Grup Normunun Oluşması Deneyi) ............................ 208
10.2.2. Stanley Milgram’ın Şok Deneyi ................................................................................. 209
10.2.3. Solomon Asch’in Çizgi Deneyi.................................................................................. 210
10.3. Uyum ................................................................................................................. 212
6
12.2. Sosyal Grupların Fonksiyonları......................................................................... 249
13.3.1. Zekânın Tanımı ve Gelişiminde Etkili Olan Temel Faktörler ................................... 270
13.4. Duygusal Zekâ ................................................................................................... 273
7
KISALTMALAR
s.: sayfa
Çev.: Çeviren
Yay.: Yayınları
Ed.: Editör
8
YAZAR NOTU
9
1. SOSYAL PSİKOLOJİNİN TEMELLENDİRİLMESİ
10
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
11
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
12
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
13
Anahtar Kavramlar
• Sosyoloji
• Psikoloji
• Sosyal Psikoloji
• Temel Kavramlar
14
Giriş
15
1.1. Sosyal Psikolojinin Tanımlanması ve Konusu
Bütün bilim dalları öncelikle insan için vardır. Özellikle de sosyal bilimler bizzat
insanı araştırır, anlamaya çalışır ve insanı anlatırlar. İktisattan Edebiyata, Tarihten
Antropolojiye, Sosyolojiden Güzel Sanatlara ve Psikolojiye tüm sosyal bilimler özünde insanı
anlatır ve insanı inceleme konusu yaparlar. Bu eksende insanların sevinçlerini, hüzünlerini ya
da acılarını konu edinirler genel anlamda. İnsan, dolayısıyla insanın davranışları,
davranışların oluşumunu etkileyen faktörler, süreçler tüm sosyal bilim dallarını özellikle de
Psikoloji ve Sosyoloji gibi bilim dallarını kimi zaman doğrudan, kimi zaman ise dolaylı
olarak ilgilendirmektedir. Bu bağlamda sosyal psikolojinin inceleme alanı, Sosyoloji ve
Psikolojinin ortak noktasını da oluşturan insandır, dolayısıyla da insanlar ve onların
davranışlarıdır. Ki, “sosyal psikoloji bireylerin davranışları üzerinde çalışan bir bilimdir.” 1
Dolayısıyla da özetle “sosyal psikolojinin çalışma birimi bireydir.” 2
Bugün modern dünyada artık disiplinlerarası bakış açıları hemen hemen tüm bilim
dallarında birer zaruret derecesine gelmiştir. Tüm bilim dalları müstakil olarak insanı/insana
dair alanı bütün yönleriyle açıklama da ve kapsayıcı nihai çözümler üretmekte
zorlanmaktadırlar. Bunun yanında modern dünyada insan ve toplum bilimleri, sürat çağının
gereklilikleri içerisinde daha karmaşık ve çok boyutlu yaşamı anlama ve açıklamada söz
konusu disiplinlerarası bakışa muhtaç bir durum arz etmektedirler.
Açık bir şekilde ifade etmek gerekirse sosyal psikoloji; Psikoloji ve Sosyolojinin insan
davranışlarını açıklamada kendine bir yer açar. Bireyin davranışlarının oluşumunda kimi
psikolojik ögeler etkili olurken kimi zaman ise psikolojik ögelerin yanında sosyolojik ögeler
de etkili olabilmektedir. Görüldüğü gibi sosyal psikoloji, hem bireyi hem de bireyin varlık
sahası olan toplumu ele alarak ya da göz önünde bulundurarak kendine bir çalışma alanı
açmaktadır. Bu bağlamda tekrar etmek gerekirse, temelde sosyal psikoloji, sosyoloji ve
psikolojinin ortak noktasını teşkil eden insanı ve davranışlarını inceler.
1
Floyd Henry Allport, Sosyal Psikoloji 1, Yeryüzü Yayınevi, 2.Baskı, Ankara 2003, s.25
2
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.21
3
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.2
4
Örnekler kısmen yeniden düzenlenmiştir. Prof.Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, İzmir
1995, s.1
16
• Yeni evli genç bir mimar yurtdışından iyi bir burs kazanır. Altı ay süreyle
dünyada mimari eserleri gezip görecek, bilgi ve görgüsünü artıracaktır. Ailesiyle vedalaşıp
yola çıkar. Ancak kısa bir süre sonra onlardan ayrı kalamayacağını düşünerek geri döner.
Duygusal olarak ailesinden uzak yaşamanın zorluğunu hisseden mimar, tüm ailesinin yol
masrafını da karşılayamayacağı için bursu iade eder.
• Genç liseli öğrenci, iki yıldan beri büyük bir azimle derslerine çalışmaktadır.
Evine kapanarak dışarı çok az çıkmakta sürekli ders çalışmaktadır. Nihayet çalışmalarının
semeresini görür ve tıp fakültesini kazanır. Böylece genç yaşta kaybettiği doktor babasının
arzusunu yerine getirmiş ve ona verdiği sözünü yerine getirmiştir.
• Genç bir adam işten çıkarılmıştır. İşinden olmadan önce son işinde aylardır bir
kum kamyonunda şoför olarak çalışmaktadır. Bir gün kum yüklü kamyonuyla seyir
hâlindeyken, bir arkadaşının evinin önünden geçmektedir ve onun yol kenarında park etmiş
arabasını görür. Ve Kamyonda yüklü kumların hepsini bu arabanın üstüne boşaltır.
Bu üç hikâyede geçen olayların ortak yanları nelerdir? Genç mimar ailesine bağlılığı
nedeniyle son derece zor bulunur bir bursu geri çevirmiştir. İkinci örnekte genç liselinin
babasına verdiği söz hayatının yönünü belirlemiştir. Üçüncü örnekte tanıdığı birisine
kızgınlığının sonucunda fevri bir harekette bulunmuş ve bu hareket ona pahalıya patlamış
işinden olmuştur. 5
“Bu günlük hayat olayları arasında bir ortak nokta daha var. Her üç örnekteki kişiler,
rasyonel bir davranıştan ziyade, heyecanlarına ve duygularına kapılmış görünmektedir. Tüm
insanlar böyle midir? Genç liselinin babasına bağlılığı çok derindir. Nasıl oluyor da onun gibi
bazıları tüm hayatları boyunca bir söze bağlı kalırken, diğerleri en kısa zamanda sözlerinden
vazgeçmektedir? Üçüncü örnekteki gencin davranışı, ancak zarar getirebilirdi. Daha ucuz bir
yoldan kızgınlığını ifade edebilecekken niçin arkadaşının arabasına kum boşalttı. Günlük,
ilişkiler dünyası bu tür örneklerle ve sorularla doludur. Tüm bunlara cevap bulabilmek zaman
ve enerji ister.” 6
Bu örnekler ve sorulan sorular sosyal psikolojinin temel ilgi alanlarına giren sorunlarla
ilgilidir. “İnsan ilişkileri bizim için büyük önem taşırlar ve çoğu kez zor çözümlenip
anlaşılırlar. Onları özenle inceleyip açıklamak gerekir. Sosyal Psikolog, bu tür inceleme ve
araştırmalar yapar. Açıklamalar getirir ve onların günlük hayatla ilişkisini kurar. Sosyal
Psikologların çoğu, çalışmalarıyla insan hayatının koşullarını iyileştirmek isterler. Yeni
fikirler ve cevaplar getirerek, insanların daha doyumlu olmalarına katkıda bulunurlar.
İlgilendikleri sorunlar yelpazesi çok geniştir. Örneğin, şu tür sorulara cevap ararlar: İnsanlar
5
A.g.e., s.1
6
A.g.e., s.1-2
17
birbirlerini nasıl algılarlar? İnsanlar birbirlerine karşı niçin dostluk veya düşmanlık beslerler?
Tutumlar nasıl oluşur ve değişir? İnsanlar niçin birbirlerine zarar verirler? Liderlerini nasıl
seçmektedir veya onlara niçin karşı çıkmaktadırlar?” 7
“Sosyal psikolojinin temelinde sosyal etki olarak adlandırılan bir fenomen yatar.
Hepimiz diğer insanlardan etkileniriz. Sosyal etkiyi düşündüğümüzde akla ilk gelen örnek,
birisinin bir başkasının davranışlarını değiştirmek amacıyla onu doğrudan ikna etmeye
çalışmasıdır.” 8 Sosyal etki; diğer insanların söylediklerinin, eylemlerinin ya da yalnızca
varlıklarının, düşüncelerimiz, duygularımız, tutum ya da davranışlarımız üzerinde yaptığı
etkidir 9 . Yani bireyin olaylara, karşılaştığı durumlara tepkileri davranışlarının oluşumunda
sadece kendi duygu ve düşünceleri ya da tepkileri belki de varlığı tek başına bir neden
oluşturmayabilir. Pek çok zaman bireyin sosyal çevresi davranışların oluşumunda çok önemli
bir fonksiyon görmektedir.
Bunlardan birisi olan sosyolojinin yaklaşımı, toplum içerisinde var olan bireyi
inceleyen bir sosyal psikolojidir. Kağıtçıbaşı’nın ifadesiyle Sosyolojik Sosyal Psikoloji. Bu
akım “olayları, “dıştan-içe” (çevreden bireye) doğru ele almaktadır. Burada araştırma birimi,
bireyden daha geniş olan sosyal çevre ya da gruptur. Bu yaklaşım kişinin iç olaylarıyla değil,
kişilerarası etkileşimle ilgilenir. Bu görüş de, sosyal psikolojiyi sosyolojinin bir alt dalı olarak
niteler.” 10 Ancak yine de Sosyolojinin olayları toplum düzeyinde incelemesi, Sosyal
psikolojinin ise araştırma birimi daha dar olan kişi-çevre etkileşiminden ibarettir. 11
Diğer yaklaşım olan Psikolojinin yaklaşımı ise bir yönüyle bireyin var ettiği ya da
bireylerden oluşan toplumun etkilerinin incelendiği bir sosyal psikoloji yaklaşımıdır. Yine
Kağıtçıbaşı’nın ifadesiyle Psikolojik Sosyal Psikoloji. Bu akım ise, “çalıştığı olayları “içten-
dışa” (bireyden çevreye) doğru inceler… temel amaç, bireyin davranışını ve bunun
nedenlerini sosyal çevre içinde, fakat birey düzeyinde anlamak ve açıklamaktır.” 12
7
A.g.e., s.2
8
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Sosyal Psikoloji, Çev. Okhan Gündüz, Kaknüs Yay.,
İstanbul 2012, s.30
9
A.g.e, s.30
10
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.22-23
11
A.g.e., 23
12
A.g.e., 22
18
• “Sosyal psikoloji, yirminci yüzyılın başında sosyoloji ve psikoloji dallarından
doğan ve insan-toplum ilişkisini inceleyen bir uğraş dalıdır.” 13
13
Nuran Hortaçsu, En güzel Psikoloji Sosyal Psikoloji, İmge Kitabevi, İstanbul 2012, s.21
14
Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul 2008, s.38.
15
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, a.g.e.,s.31
16
Prof.Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, İzmir 1995, s.2
17
Michel A. Hogg ve Graham M. Vaugan, Sosyal Psikoloji, Çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez, Ütopya Yay.
Ankara, 2005, s.25.
18
Shelley E. Taylor, L. A. Peplau, D. O. Sears, Çev. Ali Dönemez, Sosyal Psikoloji, İmge Kitabevi, 3. Baskı,
Ankara 2007, s. 9
19
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s. 21
20
Floyd Henry Allport, a.g.e., s. 25
19
duygu, düşünce ve davranışlarının başkalarının varlığından etkilenme biçimlerini inceleyip
daha iyi bir grup ortamı ve sağlıklı insan ilişkilerini oluşturmadır.” 21 “Bebeklikte, çocuklukta
ve gençlikteki derin sosyal etkiler sayesinde, ergenin alışkanlıkları, yetenekleri ve kişiliği
gelişir. Birey sosyal etkileşimde hem potansiyel bir birim hem de sosyal etkilerin bir ürünü
olarak göz önünde tutulmak zorundadır.” 22 Bu bağlamda “sosyal psikoloji, birey bilincini,
sosyal reaksiyonların ve sosyal nesnelerin bir bilinci olduğu takdirde açıklar. Daha açıkça
ifade edilirse sosyal psikoloji, sosyal davranışın ve bireyin sosyal bilincinin araştırmasıdır.” 23
Sosyal psikoloji bireyi ele alırken onu çevresinden uzak, soyutlanmış bir biçimde ele
almaz, sosyal psikolojinin ele aldığı insan kimi zaman sokakta yürüyen, markette alışveriş
yapan, bir konserde müzik dinleyen, spor salonunda spor yapan, restoranda yemek yiyen, bir
kafede çay içen insanlardır. İnsanın sosyal davranış gösterebildiği herhangi bir mekân ve
zaman insanı sosyalleştiren temel unsurlardandır. Sosyalleşme sürecine katılan insan da
sosyal çevrenin yaptığı gibi davranışlar sergilemeye başlar. “Sosyal davranış, birey ve
çevresindeki sosyal kesim arasında doğan uyarımları ve tepkileri içerir, bu birey ve diğer
insanlar arasındaki uyarımlar ve tepkiler demektir. Eşyalar mineraller, bitkiler, soğuk havalar
21
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.3
22
Floyd Henry Allport, a.g.e., s. 25
23
A.g.e., s. 25
24
A.g.e.,s.11
20
gibi sosyal olmayan nesnelere verdiğimiz tepkilerin aksine, çevremizdeki insanların
hareketlerine, jestlere, dile karşı gösterdiğimiz tepkiler bu davranışa örnek olabilirler. Bireyin
çevresiyle olan biyolojik uyumsuzluğun düzeltilmesinde sosyal davranışlarla, sosyal olmayan
davranış aynı öneme sahiptir.” 25
Sosyal psikolojinin tanımlamalarını yapabilmek 20. yüzyılda çok daha kolayken artık
21. yüzyılda çok da kolay tanımlamalar yapılamamaktadır. Sosyal psikoloji artık birçok
disiplinle iç içedir ya da olmak zorundadır. Bu nedenle önceleri öyle veya böyle bir tarif
yapılabiliyor ve sınırları belirlenebiliyorken, günümüzde eksiksiz ya da katışıksız
tanımlamalar yapamamaktayız. Çünkü hemen tüm disiplinlerde disiplinlerarası çalışmaların
zaruriyet arz etmesi nedeniyle tanımlama imkânları zorlaşmaktadır. 26
Sosyal psikoloji her ne kadar sosyoloji ve psikolojiyle yakından ilgiliyse de diğer bazı
bilimlerle de ilişkiler kurmaktadır. Bunlar; Hukuk, Ekonomi, Antropoloji, Yönetim Bilimi,
Felsefe ve Ekonomi olarak belirlenebilir. Özellikle sosyoloji ve psikoloji ilişkisini bir tablo ile
özetlemek gerekirse şu şekilde ifade edebiliriz:
25
Floyd Henry Allport, a.g.e., s.14
26
Sibel A. Arkonaç, Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar, Nobel Yayın
Dağıtım, İstanbul 2008, s.5
27
A.g.e., s.24
21
Tablo 2. Sosyal Psikolojinin Diğer Disiplinlerle Karşılaştırılmasına Bir Örnek 28
Sosyal psikolojinin diğer bilim dallarından farkı nedir? Disiplinlerarası sınır açıkça
belirlenmemiş olmakla birlikte, örneğin sosyal psikoloji ile sosyoloji ve siyasal bilimler
arasında iki önemli fark vardır: 29
Sosyoloji, Latince’den gelen “socius” ve Yunanca bilim anlamına gelen “logy” yani
insanı işaret eden, arkadaş, üye anlamına gelen kelimelerin birleşmesinden oluşan Auguste
28
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akerta, a.g.e.s.44
29
Prof.Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.3
30
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akerta, a.g.e.s.42
22
Comte tarafından kullanılan bu kavramla bilinen sosyal bilimdir. Topluma dair düşüncelerin
varlığı insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte öncesinde bilimsel devrimlerin ve 19.
yüzyılda Endüstri ve Fransız devrimlerinin toplumlarını anlama ve sorunlarını açıklama
çabalarının ürünü olarak bilimsel bir disiplin kimliğine kavuşmuştur.
Sosyal psikoloji açısından bireyi ele almak için onun merkez-çevre bağlamında
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden sosyal psikoloji sosyolojiden bağımsız hareket
edemez. Sosyal yaşam içerisindeki her birey çok farklı gruplarla etkileşim içinde olabilir.
Grup bireyin faaliyet gösterdiği alanlardır. Bu yüzden bireyi ele alırken onu faaliyette
bulunduğu etkinlik alanından soyutlayarak ele almak mümkün değildir. Bu yüzden sosyoloji
ile sosyal psikoloji arasında yakın bir ilişki vardır.
Sosyoloji ile sosyal psikoloji ilişkisi, bireyi toplum içerisinde ele alarak
değerlendirmeleri ve bireysel davranışların daha iyi değerlendirilebilmesi için birey-çevre
ilişkisini önemsemeleridir. Toplumsal yaşamdaki her insan mutlaka bir veya birden fazla
sosyal grup içerisinde yer edinir. Bu sosyal grupların bireylerin davranışlarında kimi zaman
olumlu kimi zaman ise olumsuz bir şekilde etki edebilmektedir. Sosyoloji toplum içerisinde
31
Floyd Henry Allport, a.g.e.s.23
23
bireyi etkileyecek toplumsal yapı ve değişimleri inceleme konusu yaparken sosyal psikoloji
ise daha çok grup içerisindeki bireysel davranışlarla ilgilenir.
Sosyal psikoloji ile psikoloji arasında diğer bilimlerden daha yakın bir ilişki vardır.
Çünkü psikoloji ile sosyal psikolojinin çalışma alanı çoğunlukla psikolojik özellikler
taşımaktadır. Toplumsal etkileşim içerisinde yaşayan bireyin bu etkileşimi sağlayabilmesi için
kendi iç dinamikleri önemlidir. Bireyin grup içerisindeki etkinliklerin anlamlandırılıp
yorumlandırılması açısından psikoloji çok önemli bir yere sahiptir.
Sosyal psikoloji grup içerisindeki insanların davranışlarını inceleyip analiz eden bir
bilim dalı olduğu için psikoloji ile yakınlık kurması ve onun getirdiği disiplinleri kullanması
gerekmektedir. Sosyal psikoloji insanın grupla eklemlenme süreçleri konusunda geçtiği
yolları bilerek onun algılama, yargılama, motive etme, düşünme, tutum ve davranışlarını ele
alarak inceler. Bu da sosyal psikolojinin, psikolojinin yöntemlerini kullandığının
göstergesidir. “sosyal psikoloji, psikolojinin bir dalıdır ve temelinde bireylerin içsel psikolojik
süreçler üzerinde yoğunlaşarak incelenmesi yatar. Sosyal psikolog için çözümleme düzeyi,
toplumsal bir durum bağlamındaki bireydir. Örneğin, insanların neden birbirlerine kasıtlı
olarak zarar verdiğini anlamak isteyen bir sosyal psikolog, belirli durumlarda saldırganlığı
tetikleyen belirli psikolojik süreçlere odaklanır. Saldırganlık öncesince her zaman engelleme
var mıdır? Engellenmiş insanlar, hangi koşullar altında bu engellemeyi açık, saldırgan bir
eylemle aşmaya çalışırlar? Engellenmiş bir bireyin saldırgan tepkiler vermesini hangi
etmenler önleyebilir.” 32 Tüm bunlar sosyal psikoloji, psikolojiyle yakınlaştırır ve psikolojinin
ilgisi duyduğu ve açıkladığı konularda sosyal psikoloji bu açıklamalardan istifade eder.
Davranışı etkileyen faktörler bireyden bireye değişir. Bundan dolayı her insan kişilik
olarak diğerinden farklılıklar gösterir. Psikoloji bireysel farklılıkları belirleyerek bunların
insan davranışları üzerindeki etkisini inceler 33. Sosyal psikoloji de bireyin gruplar içerisindeki
etkileşimini ve eklemlenme sürecini incelemesi psikolojiyle bir yakınlık kurmasını
gerektirmiştir.
“Antropoloji metot olarak, fiziki veya sosyal yapıyı ilgilendiren ilkel toplumların
analizinden işe başlar, ilkel toplumların, giyim kuşamından, genel yaşantı biçimine kadar elde
32
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akerta, a.g.e.s.43
33
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.6
24
edebildiği bulgular ve değerlerle sözü edilen toplumsal ortam için bir çeşit davranış biçimine
varmaya çalışır.” 34 Antropoloji çalışma alanı olarak insan davranışlarını etkileyen ve onları
yönlendiren sosyal yapıları kültür kurumu içerisinde ele alarak değerlendirir. Bu da ona çok
geniş bir çalışma alanı sunmaktadır.
“Siyaset” Arapça kökenli bir sözcük olup, at eğitimi anlamına gelmektedir. Bunun
yanında aynı kavrama karşılık Batı’dan alınan “politika” sözcüğü Yunan kökenli bir
sözcüktür. “Siyaset” sözcüğünün günümüzdeki anlamıyla siyaseti ülke, devlet, insan yönetimi
biçiminde tanımlamak olanaklıdır. Siyaset bilimini bir bilim olarak da, siyasal otorite ile ilgili
kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlemesinde rol oynayan davranışların bilimi
olarak tanımlayabiliriz. 37 Yönetim bilimi belirli bir grubu veya toplumu yönetmek değil
ayrıca bireyin yönetimi de siyaset alanına girer.
Davranış bilimlerinin ortak amacı insanı anlamak ve insanlığa hizmet etmektir. İnsan
sosyalin en üstü, varlıkların en üstünüdür. Tüm kurum ve kuruluşlar, bilimler ve
araştırmaların ortak bir amacı vardır: insan. Dolayısıyla da insanların davranışları inceleme
34
A.g.e., s.9
35
A.g.e., s.9
36
Prof.Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.4
37
Ahmet Tanır Kışlalı, Siyaset Bilimi, İmge Kitapevi Yay. Ankara, 2011, 15. Baskı, s.17-18.
25
alanını teşkil etmektedir. “Davranış bilimleri yalnızca kurumların, kuruluşların, işletmelerin,
sosyal grupların ve toplumların yapısal özelliklerini ve sorunlarını değil, aynı zamanda insan
davranışlarını da bütüncül bir yaklaşımla ele alır. Bütüncül bir sosyal düşünce yaklaşımı için
insanların ve toplumların kolektif davranışlarını ve bu davranışları oluşturan faktörleri
(değerler, inançlar, istekler, ihtiyaçlar, alışkanlıklar, eğitim, din, aile vs.) değişik açılardan ele
alabilecek bir bakış açısına sahip olmak gerekir. Bunun için de birden fazla sosyal bilimin
verilerinden yararlanılmalıdır.” 38
1.3.1. Algılama
İnsan topluma eklemlenme süreci içerisinde her şeye bir yorum ve anlam getirme
telaşı içerisindedir. Bu anlamlandırma, algılama yoluyla dış dünyayı görme, izleme şeklinde
gerçekleşir. Algılama, uyarıcılar vasıtasıyla kişide oluşan duyumların yorumlanıp anlamlı
hâle getirilmesi sürecidir. 39
1.3.2. Öğrenme
38
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara, Ekim 2009, s.8.
39
Enver Özkalp, Psikolojiye Giriş, Eylül Yay, 1991, s.58
40
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, a.g.e., ., s.30
26
1.3.4. Tutum
Zihinsel olarak hazır olma durumu olarak edinilen tutum, kişinin çevresinden gelen
soyut-somut, canlı-cansız her şeye karşı eğilimli olduğunun ve buna hazır olduğunun
göstergesidir. Tutum bireyin sosyalleşme süreci içerisinde önemli bir yere sahiptir. Sosyal
psikolojinin de üzerinde yoğun olarak durduğu bir kavramdır. Bir kişi, durum, kurum ya da
toplumsal sürece yönelik olarak çeşitli biçimlerde tanımlanan; temel bir değer veya inancı
gösterdiğine inanılan; ancak davranışların gözlenmesiyle çıkarılabileceğinde ısrarlı olanların
düşündüğü üzere, kişilere ve durumlara karşı belli bir şekilde hareket etme eğilimi olarak
görülen davranıştır. 41 Sosyal Psikologlar ve Sosyologlar tutumların ortaya konulması için
bunun sebep ve sonuçlarını detaylandırmak için yoğun bir biçimde çalışmışlardır. Tutumların
incelenme nedeni davranışa yön veren etmenleri taşıyor olmasındandır.
1.3.5. Ön Yargı
1.3.6. Statü
1.3.7. Rol
Sosyal yaşamda bireylerin işgal ettiği yer ile yaptıkları faaliyet ve eylemler arasında
ilişki kurmamızı sağlayan kavramdır. Yani statüye uygun hareket ederek beklenen
davranışları sergilemedir. Sosyoloji de de sosyal psikolojide de önemli bir yere sahip olan rol
kavramı anahtar bir kavramdır. Rol, belirli statü ya da toplumsal konumlara atfedilen
toplumsal beklentileri ortaya koyar ve bu tür beklentilerin gerçekleşip gerçekleşmeme
sürecini analiz eder. Rol kuramı özellikle yirminci yüzyılın ortalarında popülerleşmiş, ancak
eksiklerini sergileyen ısrarlı eleştirile üzerinde ciddi biçimde daha az kullanılmaya
başlanmıştır. 43 Kişi toplum içerisinde farklı rollere sahip olabilir. Sosyal bilimlerde rol
kavramını her bilim kendi bakış açısı içerisinde değerlendirerek kavramı kendi hanesine
41
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
1999, s.765
42
A.g.e, s.697-698
43
A.ge., s.625
27
ekleyerek anlamlandırmıştır. Bu bakımdan sosyal psikolojik görüş, insanların ötekinin rolünü
üstlenmesi, kendi rollerini inşa etmesi, kendilerine ait rollere karşı başkalarının tepkilerini
önceden tahmin ederek ona göre davranması ve son olarak kendi özel rollerini oynamasını
vurgulamaktadır. 44
İki veya daha çok insanın ortak amaç birliği içerisinde, ihtiyaçlarını gidermek için bir
araya geldikleri örgütlenme biçimidir. Daha geniş anlamıyla, resmi ya da gayrı resmi üyelik
ölçütleriyle tanımlanan, görece istikrarlı bir karşılıklı ilişkiler modeliyle birlik olma
duygusunu paylaşan ya da kendilerini birbirlerine bağlı hisseden çok sayıdaki kişinin
oluşturduğu bir küme. Toplumsal grupları, sosyologların ele aldıkları ve ancak istatistiki
anlamda, toplumsal açıdan önemli bir özelliği paylaşmaları nedeniyle bir grup oluşturan diğer
yığınlardan (örneğin, banliyölerde oturanlar ya da kıdemsiz yöneticiler gibi toplumsal
kategoriler) ayırmak için görece istikrarlı bir karşılıklı ilişkiler ağının bulunması zorunlu
sayılmaktadır. 45 Sosyal psikoloji bakımından da bireyin toplumsal dinamiğini ortaya koyup
grup içerisindeki durumunu çözümlemeye çalışarak bireyi çok yönlü bir biçimde ele
almaktadır.
44
A.g.e., s.625
45
A.g.e., s.285
28
Uygulamalar
Araştırma ödevi
29
Uygulama Soruları
30
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
31
Bölüm Soruları
a) İçgüdüsel Etki
b) Bilişsel Etki
c) Psikolojik Etki
d) Sosyal Etki
e) Bireysel Etki
32
4) Aşağıdaki ifadelerden hangisi sosyal psikolojinin ilgilendiği sorulardan
değildir?
a) Sosyolojik yaklaşım
b) Birleşme kuramları
c) Davranışçı yaklaşım
d) Gestalt psikolojisi
e) Psikolojik yaklaşım
Cevaplar
33
2. SOSYAL PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
34
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
“19. Yüzyıl Öncesinde Sosyal Psikoloji“, “19. Yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında
Sosyal Psikoloji“, “1970’lerden Günümüze Sosyal Psikoloji” başlıklı konularımızı
öğreneceğiz.
35
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
36
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
37
Anahtar Kavramlar
38
Giriş
39
2.1. 19. Yüzyıl Öncesinde Sosyal Psikoloji
Bazı sosyal psikologlara göre sosyal psikolojinin tarihi eski Yunan felsefesine kadar
gider. Gerçekten, günümüzde sosyal psikologların cevaplamaya uğraştığı birçok önemli soru,
tarihin eski çağlarında da pek çok düşünür tarafından sorulmuş, cevapları doğal olarak
öncelikle felsefede aranmıştır. Yunan filozofu Eflatun insan-toplum ilişkilerini incelemiş,
öğrencisi Aristo sosyal etki ve ikna konusunda bugün için bile geçerli olan ilkeler
geliştirmiştir. Hatta daha eskilere giderek, Hammurabi Kanunlarında (M.Ö 2000) devlet
otoritesinin himaye ve korumasında insan haklarına dayanan bir sosyal düzeni belirleyen ilk
sosyal belgeleri bulmak mümkündür. 46
Resim 1: Raphael’in eski Yunan Filozoflarını betimleyen ünlü Felsefe Okulu tablosu
Tüm bilimlerin özellikle de sosyal bilimlerin temeli olan felsefi düşünce, bir anlamda
insanın dünyada ki serüvenini araştırır, sorgular ve anlamaya çalışır. Kısaca felsefe, tarih
boyunca insanı anlamanın temel kaynaklarından biri olmuştur. Örneğin günümüzde çağdaş
psikolojinin temelinde de filozofların çalışmaları önemli bir yer teşkil etmektedir. 47 Tüm
bunlar gösteriyor ki kavramsallaşmamış ya da adı konmamış olsa bile, sosyal psikolojik
davranışların dolayısıyla sosyal psikolojinin varlığından neredeyse insanlık tarihi boyunca söz
edilebiliriz.
“… 19. yüzyıldan önce oluşan sosyal felsefi akımlar, içerdikleri sorunlar, gözlemler,
analizler ve vardıkları sonuçlar bakımından, ileride gelişecek olan sosyal psikoloji alanının
46
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.26
47
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Sosyal Psikoloji, Çev. Okhan Gündüz Kaknüs Yay.,
İstanbul 2012, s.38
40
kavramsal tohumlarını ekmişlerdir.” 48 Örneğin uzun bir tarihsel süreçte “Platon, Aristo, Kant
Hegel, Locke, Bentham, Mill, Hobbes ve Rousseau gibi filozoflar insanların niçin şöyle ya da
böyle davrandıkları konusunda derin ve yaratıcı bir biçimde düşünmüşlerdir. Çalışmaları,
modern sosyal psikolojinin temellerini oluşturmuştur.” 49
“17. ve 18. yüzyıllarda özellikle İngiliz filozofları bireyin diğer bireylerle ve toplumla
ilişkileri konusuna eğilerek sosyal davranışın hangi güdülere dayandığını bulmaya
çalışmışlardır. Bu devrede her düşünür, tipik olarak sosyal davranışı açıklamak için tek bir
güdü ya da kavram ileri sürmüştür. Örneğin Thomas Hobbes, kuvvet ve egoizm kavramlarını;
Adam Smith kişisel çıkar kavramını, Jeremy Bentham ve James Mill, hedonizm ve zevk
düşkünlüğünü sosyal davranışı tayin eden temel güdüler olarak geliştirmişlerdir.” 50
48
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.27-28
49
Prof.Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, İzmir 1995, s.4
50
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, A.g.e, s.27
51
A.g.e, s.28
52
http://www.estudopratico.com.br/positivismo-conceito-e-resumo-de-suas-caracteristicas/, (20.07.2014)
41
Thomas Hobbes ve J.J. Rousseau’nun toplumun oluşum aşamasını açıklarken
kullandığı “sosyal kontrat” kavramı toplumun bireyler üzerinden şekillenerek, bireylerin
birbirleriyle bir “kontrat” yaparak toplumları oluşturduğunu göstermektedir.
Anlaşılmaktadır ki, “yüzyıllardan beri insan ilişkilerini anlamaya yönelik ciddi bir
çaba vardır. Öyleyse modern sosyal psikoloji fazladan ne getirmektedir? Önceki araştırma
biçimlerinden nasıl farklılaşmaktadır? Bu soruya iki cevap verilebilir: bunlardan birincisi
kurama, ikincisi yönteme ilişkindir.” 53
“Bir diğer önemli fark, bugünün psikologlarının hizmetinde olan gözlem teknikleriyle
ve yöntemlerle ilgilidir. Doğa bilimlerinin gelişimi, kuşkusuz, sosyal bilimlerin gelişiminde
önemli bir rol oynamıştır. Doğa bilimlerinin en karakteristik özelliği kesin/doğru gözlem
yapmaya verdiği önemdir. Sosyal bilimlerdeki araştırmacılar, insan davranışının
incelenmesinde, onlarınkine benzer yöntemler uygulamanın gereğine inanmışlardır.” 55
Pozitivizmin temel düşüncelerini oluşturan bu bakış açısı, bir süre sonra anlaşılmıştır
ki, insan ve davranışlarının anlaşılmasında yetersiz kalmakta, ciddi güçlükler ve açmazlar da
üretmektedir. Söz konusu doğa bilimleri/sosyal bilimler arasındaki ayrılığı Kant
felsefesinden 56 etkilenerek Alman sosyolojisini de derinden etkileyen Wilhelm Dilthey,
Wilhelm Windelband, Heinrich Rickert gibi düşünürler en radikal şekliyle ortaya
koymuşlardır. Bütün sosyolojik geleneği derinden etkileyecek olan Max Weber ile (1864-
1920) birlikte, sosyal olguları anlama ve yorumlamanın doğa bilimlerinin yöntemlerine
benzer yöntemlerle yapılmasının yeterli olamayacağı düşüncesi daha da açıklığa kavuşmuştur.
Böylelikle Weberle birlikte algılama ve tahayyüller de sosyolojik çözümlemenin objeleri
hâline gelecektir. 57
53
Prof.Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.4
54
A.g.e., s.5
55
A.g.e., s.5
56
“İnsan bedeniyle her ne kadar biyolojik alemin parçası olsa da (dolayısıyla doğa bilimlerinin ve
nedenselliklerinin nüfuz alanına girse de), onu ayrıcalıklı ve farklı kılan ruhudur, aklıdır. Kısacası insan-obje
(biyolojik alemin ve nedenselliklerinin edilgen bir parçası olarak insan) ve insan-suje (tinsel olanın ve
yaratıcılıklarının etkin parçası olarak insan) şeklindeki bu ayrım bütün Alman felsefesinin en belirgin
özelliklerinden biridir.” Levent Ünsaldı, Sosyoloji Tarihi, Pegem Akademi, 2012, s. 105-111
57
Levent Ünsaldı, a.g.e., s. 105-111
42
Resim 3: Max Weber (1864-1920)
Özellikle sosyal psikoloji gibi insan davranışlarının sosyal etkenlerinin araştırıldığı bir
bilim dalında sosyal olguların ve davranışların incelenmesinde “…sosyal psikologlar
davranışı motive eden çok sayıda etmenlerin bir yelpazesini dikkate almaktadırlar. Ayrıca bu
etmenleri, tüm karmaşıklıklarında incelemektedirler. Böylece, bugün, hiçbir sosyal psikolog,
örneğin güç arayışını, sosyal hayatın tek önemli etmeni saymayacaktır. Güçle ilgilenen sosyal
psikologlar farklı güç türlerini ayırdetmekte ve bunların avantajlarını ve sınırlarını anlamaya
çalışmaktadır.” 58
Sosyal psikolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı ise 19. yüzyılın sonları
20. yüzyılın başlarına rastlamaktadır. Fakat 17. ve 18. yüzyıllardaki gelişmelerin sosyal
psikolojinin oluşmasında büyük bir role sahip olmuşlardır. 59 Tam bir başlangıç tarihi net
olarak ifade edilmese de modern sosyal psikoloji 20. yüzyıl başlarında ABD’de varlığını
göstermiştir. Sosyal psikolojiyi ortaya çıkan iki temel akım vardır. Bunlar Almanya’dan
Wilhelm Maximilian Wundt (1832-1920)’un Völkerpsikoloji ve Fransa’dan Gustave Le Bon
(1841-1931)’un Kalabalık psikolojisi. 60
Völkerpsikoloji, Almanya kökenli bir terim olup “halk psikolojisi veya kitle
psikolojisi” daha açık olarak sıradan insanların psikolojisi anlamlarına gelir. Wilhelm Wundt
tarafından geliştirilmiştir. 61
58
Prof.Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.5
59
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.27
60
Sibel A. Arkonaç, Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Nobel Yay. Ankara 2008, s.15
61
A.g.e., s.15
43
Resim 4: Wilhelm Maximilian Wundt (1832-1920) 62
Diğer bir akım Kalabalık psikolojisidir. Le Bon 19. yüzyılı devrimlerle geçen
Fransa’da 1870’de ki Paris ayaklanmasından oldukça etkilenmişti. İnsan kitlelerinin ne zaman
ve nasıl biraraya gelerek kalabalıkları oluşturdukları gibi konular ilgisini çekmişti. Bu nedenle
de bu kitleleri kalabalık psikolojisi adı altında inceleme ihtiyacı duymuştu. 63
62
http://psychology.about.com/od/profilesofmajorthinkers/p/wundtprofile.htm
63
A.g.e., s.15
64
http://www.legacy.socialpsychology.org//social-figures.htm, (20.07.2014)
65
A.g.e., s.13
44
Resim 6: William James (1842-1910) 66
1908 yılına kadar yapılmış tüm çalışmalar sosyal psikolojinin ortaya çıkışını
kolaylaştırmıştır. Sosyal bilimciler sosyal psikolojinin ortaya çıkış tarihi olarak 1908 yılı
konusunda uzlaşmışlardır. Çünkü bu dönemde çok önemli iki çalışmanın çıkışı onları
birleştirmektedir. Bu çalışmalar İngiliz psikoloğu William McDougall (1871-1938) ve
Amerikalı Sosyolog Edward A. Ross (1866-1951) tarafından yazılmıştır. 67 Dikkat edilirse ilk
sosyal psikoloji kitaplarının yazarlarından birisi Psikolog, diğeri ise Sosyologdur. Her iki
bilim dalının da sosyal psikolojiyle yakından ilgilenmeleri birbirilerine kaçınılmaz
yakınlıklarına ve sosyal psikolojide ki iki ayrı geleneğe de işaret etmektedir: daha önce
açıklanan sosyolojik sosyal psikoloji ve psikolojik sosyal psikoloji gelenekleri.
66
http://plato.stanford.edu/entries/james/, (04.07.2014)
67
A.g.e., s.31
68
A.g.e., s.12
45
Resim 7: William McDougall (1871-1938) 69
“Ross’un sosyal davranışın temelinde taklit olayını görmesi, 19. yüzyıl Fransız yazarı
Tarde’ın (1843-1904) etkisini gösterir. Tarde toplum taklittir diyerek insanların kişisel
farklılıklarına rağmen nasıl olup da benzer davranışlar göstererek bir sosyal düzen
69
http://hopc.bps.org.uk/histres/bpshistory/founders/mcdougall.cfm , (04.07.2014)
70
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e, s.32
71
http://www.wisconsinhistory.org/Content.aspx?dsNav=N:4294963828-
4294955414&dsRecordDetails=R:IM63842, (04.07.2014)
46
kurabildikleri sorusuna çözüm aramıştır. Bu anlamıyla taklit kavramı, Le Bon’un telkin
kavramına oldukça yakındır… Bu görüşlerin ortak yanı, insan davranışının –telkin ve
bilinçsiz taklit- gibi akılcı olmayan yönlerine önem vermeleriydi. Nitekim bu kavramlardan
grup ruhu fikrine geçmek zor olmamıştır.” 72
Görüldüğü gibi McDougall için yazdığı kitap bir psikoloji kitabı, Ross’un yazdığı
kitap ise bir sosyoloji kitabıydı aslında. 74 Her iki bilim adamı kendi uzmanlık alanlarından
konuya yaklaşmışlardır.
72
A.g.e, s.32
73
A.g.e, s.31
74
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e, s.31-32
75
A.g.e., s.16
76
A.g.e., s.32-33
47
Resim 9: Floyd H. Allport (1890-1978) 77
“Bazılarına göre sosyal psikolojide “modern devre”nin başlangıcı olan bu eserde 1908
devresiyle karşılaştırıldığında önemli aşamalar görülmektedir. Allport McDougall’ın önerdiği
bireysel yaklaşımı kabul etmiş fakat onun kabullendiği “grup zihni” kavramına şiddetle karşı
çıkmıştır. Ayrıca 1920’lerden itibaren önemi gittikçe artan davranışçılık akımına uyarak
öğrenilmemiş içgüdü kavramını reddetmiş ve sosyal davranışta öğrenmenin önemini
belirtmiştir.” 78
77
http://archives.syr.edu/collections/fac_staff/sua_allport_fh.htm, (04.07.2014)
78
A.g.e., s.32-33
79
A.g.e., s.33
80
“Sembolik etkileşim kuramı”nı geliştirdiler: biyolojik bir varlık olarak doğan insanın nasıl sosyal birey
niteliğini geliştidiğini ve bu niteliğin sosyal düzenin nasıl psikolojik temelini meydana getirdiğini incelediler.
(Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e, s.33)
81
A.g.e, s.34
48
Bir diğer gelişme ise, dönemin sosyolojik görüşlerini bilen ve kabul eden özellikle
sembolik etkileşim kuramını benimseyen psikologların varlığıdır. Bu ikinci nesilde ilk defa
laboratuvarda sosyal normların oluşumunu gerçekleştiren ve inceleyen klasik olmuş
araştırmasıyla Muzafer Sherif 82 (1935-1936 yılları) öncü olmuştur.
II. Dünya Savaşından hemen önceki dönemin üçüncü önemli bir gelişmesi ise,
ABD’de özel müteşebbis ve devlet fonlarının sosyal psikoloji araştırmalarını desteklemek için
kullanılmasıydı. Örneğin Endüstri psikolojisi çalışması olarak Western Elektrik şirketinin
fabrikalarında “üretim ve moral” konusunda araştırma yapmıştır. Yine devlet fonuyla
desteklenen II. Dünya Savaşı sırasında ABD ordusu için propaganda amacıyla etkili iletişim
konusunda laboratuvar deneyleri yapılmıştır. 84
82
Aslen Türk vatnadaşı olan dünyaca tanınmış sosyal psikolog Muzaffer Şerif, eserlerinde Muzafer Sherif adını
kullanmaktadır. Ayrıntılı bibliyorafya için bkz. Saniye Çağlayan, Murat Korkmaz, Gönül Öktem, “Muzaffer
Şerif’in Hayatı ve Eserleri”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Şubat 2014 Cilt:3 Sayı:1 Makale No:
15, http://www.jret.org/FileUpload/ks281142/File/15.caglayan.pdf, (04.07.2014)
83
http://www.legacy.socialpsychology.org//social-figures.htm (20.07.2014)
84
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e, s.34-35
85
A.g.e, s.33-36
49
kültürün derinlemesine incelenmesi gibi sosyolojik çalışmalar sosyal psikolojinin gelişimine
katkı sağlamıştır. Nihayet 1930’lardan 1940’ların sonuna kadar süren kültür ve kişilik akımı
Antropolojiyle psikolojiyi yakınlaştırmış ve sosyal psikolojiye katkılar sağlamıştır. 86
Günümüzde artık sosyal psikoloji kendini kabul ettirmiş, diğer bilim dallarıyla temel
problem konuları bakımından ayrışan tanımları yapılabilmektedir. Ele alınan sosyal
davranışın bir seferde (kesitsel) ya da zaman içinde (boylamsal) incelenmesine göre iki farklı
eksen söz konusudur. Boylamsal problemler sosyalleşme ve sosyal gelişim süreçlerine ilişkin,
kesitsel problemeler ise, sosyalleşmiş kişilerin sosyal ortam içindeki ilişkileridir. 88
“1970’lerden itibaren giderek daha belirgin olarak ortaya çıkan bir gelişme, sosyal ve
psikolojik araştırma kuramlarının uygulamaya yönelmesidir. Bu uygulama alanları sağlıktan
eğitime, örgütsel/endüstri psikolojisinden çevre sorunlarına, aile çalışmalarından cinsiyete
86
A.g.e, s.33-36
87
A.g.e, s.37
88
A.g.e., s.37-38
89
A.g.e., s.38
90
A.g.e., s.38-39
50
kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu uygulama alanlarının ortak noktası,
sosyal psikolojik bilgi birikiminin insan refahına hizmet etmeye çalışmasıdır. 91
91
A.g.e., s.39-40
51
Uygulamalar
52
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
53
Bölüm Soruları
Aşağıdakilerden hangisi yukarıdaki boşlukta ifade edilen psikolojinin alt bir inceleme
alanıdır?
a) Toplum Psikolojisi
b) Kalabalık psikolojisi
c) Gelişim Psikolojisi
d) Kültürlerarası Psikoloji
e) Völkerpsikoloji
a) William McDougall
c) Gustave Le Bon
d) William James
e) Gordon Childe
3) “Sosyal davranışın temelinde taklit olayını görmesi, 19. yüzyıl Fransız yazarı
Tarde’ın etkisini gösterir. Tarde toplum taklittir diyerek insanların kişisel farklılıklarına
rağmen nasıl olup da benzer davranışlar göstererek bir sosyal düzen kurabildikleri sorusuna
çözüm aramıştır.”
a) William McDougall
b) C. H. Cooley
54
c) William James
d) Edward A. Ross
e) G. H. Mead
a) Edward A. Ross
b) Gustave Le Bon
c) Floyd H. Allport
d) Muzaffer Sherif
e) William James
a) Bilişsel
b) Davranışçı
c) Gelişimsel
d) Kültürlerarası
e) Katılımcı
6) Sosyal psikolojinin öncüleri olarak kabul edilen isimler hakkında kısaca bilgi
veriniz.
Cevaplar
9) Doğru
56
3. SOSYAL PSİKOLOJİ ARAŞTIRMALARINDA YÖNTEM
57
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
58
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
59
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
60
Anahtar Kavramlar
• Araştırma
• Yöntem
61
Giriş
62
3.1. Bilimsel Araştırmanın Mantığı
Bilimsel araştırma mantığı tüm bilim dallarında aynı olmakla birlikte disipline göre
değişen usul ve kaideler de bulunmaktadır. Bir araştırmada araştırma yöntemleri ilk olarak
konuyu belirlemeyle başlar. Eğer konu araştırmacıya verilmezse araştırmacı konuları
çalışmak ve konusunu belirlemek için ihtisas yaptığı bilimsel alanda yapacaktır. Konu
seçiminde araştırmacının göz önünde bulundurması gereken bazı temel kurallar vardır. Bu
temel kurallar bilinirse yapacağı araştırma hem daha derli toplu, hem de daha sağlıklı bir
sonuca ulaşmak için temel teşkil edecektir. Araştırmacının kişiliğine ve dünya görüşüne ters
düşmeyen, olanaklarına ve öznel ilgi alanına uygun olan bir konunun seçimi, araştırmacı için
daha başlangıçta atılmış çok olumlu bir adımdır. Sosyal psikolojide çalışılacak alanlar
bakımından hem onlardan istifade eder hem de teknik ve fiziksel bağlamda onlardan ayrılır. 92
İlgi
Orijinallik
Önem
Bilimsel yeterlilik
Kaynak bulabilme
92
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e.
93
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara, Ekim 2009, s.31
94
Prof. Dr. Halil Seyidoğlu, Bilimsel Araştırma ve Yazma El Kitabı, 7. Baskı, Gizem Yay, İstanbul 1997.
63
Bilimsel yöntemin döngüsel niteliğine bağlı olarak üç ayrı önemli süreci de içerdiğini
görüyoruz. Bunlardan ikisi temel mantık süreçleri olan tümevarım ve tümdengelimdir.
Üçüncüsü ise bunların doğal sonucu olan sınama-sağlamasıdır.
Bilimsel araştırma yeni bilgi, yöntem veya ürünleri elde etmeye yönelik belirli bir
amacı, aşamaları ve yöntemi içeren bilgi üretme ya da derleme çabasıdır. Bu derleme için
bilimsel araştırmaların amaç ve yöntemleri belli bir düzenliliğin olmasını gerektirir. Her bilim
türü kendine ait bir araştırma gerektirir. Biyoloji alanında yapılan çalışmaların sistemi farklı
mühendisliğin sistemi farklıdır.
• Tarafsız ve sistemli bir süreçtir. Bir düşünceyi ya da görüşü kabul ettirmeyi değil
tanımayı ve tanımlamayı hedefler.
95
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.43-44
96
A.g.e., s.45
64
• Olayların betimlenmesi. [düzene koyma-sınıflama]
Sosyal psikoloji disiplininde iki temel yöntem (yani deneysel ve deneysel olmayan)
mevcuttur. Bu deneysel ve deneysel olmayan yöntemlerin kendilerine göre avantaj ve
dezavantajları da bulunmaktadır. 98 İncelenecek konunun özelliğine, değişkenlerin ya da
faktörlerin niteliklerine ve uygulanabilirliklerine göre yöntem değişecektir.
“Tıpkı bir fizikçinin, fiziksel dünyanın doğasına dair hipotezlerini test etmek için
deneyler yapması gibi, sosyal psikolog da toplumsal dünyanın doğası üzerine hipotezlerini,
deneyler yoluyla sınar. Bir sonraki görevi de, şu ya da bu sonucu verecek durumları açıklığa
kavuşturmaya yetecek karmaşıklıkta, iyi kontrol edilen deneyler tasarlamaktır. Bu yaklaşım,
insan doğasını daha iyi kavramamızı ve mevcut durumun önemli yönlerini bildiğimiz zaman
doğru öngörülerde bulunabilmemizi sağlar.” 99
İnsan davranışını anlamak ve üzerinde çalışmak için dört genel veri toplama tekniği
kullanılabilir: 100
• Deney yapmak.
Tüm bunları ele aldığımızda sosyal psikolojinin araştırma yöntemleri belirli veri
toplama teknikleri açıklanmış olmaktadır. Fakat sosyal psikolojinin diğer araştırmalardan
ayrılan farklı yönleri de vardır.
97
Korelasyon, iki değişkenin birbiriyle ilişki derecesini belirten istatistiktir.
98
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Pskikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara, Ekim 2009, s.31
99
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Sosyal Psikoloji, Çev. Okhan Gündüz Kaknüs Yay.,
İstanbul 2012.s.39
100
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.46
65
Veri Toplama Teknikleri ve Araştırma Yöntemleri
Teknikler Yöntemler
4) Deney yapmak
4) Alan Araştırması
5) Survey
6) Arşiv Araştırması
Bilimsel araştırma tekniklerinde her bilimin hemen hemen bir veri toplama tekniği bir
biriyle benzerlik gösterse de, kısmen birbirinden ayrılan yönleri de vardır. Sosyal psikolojinin
çalışma alanı genel olarak insan ve toplum olduğu için, diğer sosyal bilimlerden mümkün
mertebe istifade eder ve kendine uygun veri toplama tekniklerini kullanarak çalışmalarını
sürdürür.
Deney, bir değişkenin diğer bir değişken üzerinde etkisinin araştırılarak sınandığı
yöntemdir. Deneysel yöntemde araştırmacı sistematik olarak kontrol ederek insanların olayı
şu (örneğin acil duruma başka insanlarla birlikte tanık olmak) ya da bu (acil duruma tek
başına tanık olmak) şekilde yaşamasını sağlar. Deneyi düzenleyenin nedensel çıkarımlar
yapmasına olanak tanımadığı için, deneysel yöntem sosyal psikolojik araştırmalarda en çok
tercih edilen yöntemdir. 102
101
A.g.e., s.47
102
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, a.g.e., s.89
66
Araştırmacının laboratuvar deneyi yönteminde yaptıklarını üç noktada özetleyebiliriz:
• Deneye katılacak kişilere deney hakkında ayrıntılı bir içerik sunumu yapılmalı ve
deneye katılmayı kabul ettikleri sınanmalı
• Deney sona erdiğinde, deneklere deney hakkında bilgi verilmeli, varsa soruları
cevaplandırılmalı, varsa olumsuz duyguları giderilmeli
103
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.48
104
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Pskikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara, Ekim 2009,s.32
105
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.52-53
67
Laboratuvar deneyleri araştırmaya farklı bir boyut kattığı için araştırmacıya araştırdığı
konu hakkında ince ayrıntılar sunabilir. Avantajları şu şekilde sıralanabilir: 106
• Olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmak ve hipotez sınaması yapmak için olanak
sağlar
Laboratuvar ortamı yapan bir ortam olduğu için avantajları yanında dezavantajları da
olacaktır. Bunlar da şu şekilde sıralanabilir: 107
Alan ya da saha, bir terim olarak inceleme yapılacak yer veya örneklemin seçilip
incelendiği ev, fabrika, okul, hastane vb. yerler olabilir. Laboratuvarın o dar yerinden ve
sınırlı koşullarından ziyade alan daha geniş bir inceleme imkânı sunar. Yapmacıklıktan uzak,
doğal hâllerin sergilendiği bu bahsedilen yerlerde sahicilik ön plândadır. Alan deneyinde
araştırıcı incelediği kişileri rahatsız etmeden, onların bir denek olduğunu onlara
hissettirmeden yapılması tepkilerin gerçeğe daha yakın olmasını sağlayacaktır.
106
A.g.e., s.53
107
A.g.e., s.56
108
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.56-57
68
69
Bunun nedeni:
• Olay ve etkiler üzerinde bir dereceye kadar kontrol kurabilmesi olanağı sağlar
Kitaplar, dergiler, gazeteler, bültenler, sesli ve görsel kaynaklar, bildiriler vs. gibi
birçok kaynak mevcuttur. Araştırmacı konusuyla ilgili ulaşabildiği tüm kaynaklara ulaşmaya
çalışır. Bu konuda artık günümüz araştırmacılarına büyük kolaylıklar sağlayan internetten
mümkün mertebe yararlanır.
70
3.3.5. Survey
Örneklem yapılan nüfusun belirli önceden hazırlanmış seçmeli sorulara nasıl cevap
verecekleri anketlerle ölçülür. Genellikle bu yöntemde amaç çok sayıda kişiye ulaşmaktır.
Yazılı-sözlü mülakatlar la anketler bu amaçla yapılan çalışmalardır. Survey yöntemi ile bir
davranışın veya bir tutumun bir toplumda belli bir grupta görülme derecesi ve bunların
cinsiyet, eğitim düzeyi, yaş vb. etmenlerle nasıl bir ilişki içinde olduğu araştırılmaktadır.
Survey yönteminde veri toplama tekniği anket ve görüşmedir. Anketler; açık uçlu veya
çoktan seçmeli olarak hazırlanmış olabilir. Anketler kişilere yüz yüze uygulanabildiği gibi
posta ile de gönderilebilir bu gün artık mail aracılığıyla da gönderilmektedir.
Survey yönteminde dikkat edilmesi gerekilen nokta, ulaşılacak insan sayısı fazla
olduğundan konu üzerinden bir “örneklem” seçimi yapılmalıdır. Örneğin “okullarda spor”
konusunda bir anket uygulamak için şehirdeki okulların hepsini dolaşmanız gerekecek bu da
sizin için maliyetli bir çalışma olacaktır. Bunun yerine “seçkisiz örneklem” denilen anket
uygulaması ile okul okuyan kişilerden rasgele seçerek uygulayabilirsiniz. Ya da araştırılmak
istenilen grubun özelliklerini yansıtan bir örneklem seçilebilir. Bu da “temsili örneklem” dir.
• Yazılı anket sayesinde katılımcılardan az bir zaman dilimi içinde çok bilgi elde
edilebilir.
Arşiv araştırması genellikle başka insanların topladığı bilgileri bir araya getirmek
amacıyla yapılır. Örneğin makaleler, istatistiki veriler, kitaplar, belgeseller, biyografiler,
nüfus sayımları, halk hikâyeleri, gazete ve dergi taramaları, sesli veya görsel tüm kaynakları
bu kategori de değerlendirebiliriz. Araştırmacı da araştıracağı konuyu derinlemesine
incelemek ve irdelemek için arşiv taraması yaparak çalışacağı konu için toplayacağı kadar
bilgi toplamaya çalışır. Arşiv araştırmasında geçmişe yönelik bilgi ve doküman toplanır.
109
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.33
71
Ancak araştırmacı her zaman geçmişe ait tüm belgeleri bulamayabilir ya da bu belgeler
günümüz şartlarına uygun olmayabilir. 110 Bu nedenle her ne kadar bu araştırma türü önemli
bir yöntem ise de araştırmacılar için her zaman kesin ve güvenirliği yüksek bir yöntem
olmayabilir.
Örneğin insanlar niçin çocuk sahibi olmak isterler? Bu istek, kişiden kişiye, gruptan
gruba, toplumdan topluma farklılık gösterebilir mi? Son yıllarda dünyamızı tehdit eden ya da
öyle algılanan nüfus artışı, bir süredir özellikle nüfus bilimi araştırmaları ile
incelenmektedir. 113 Ancak bu ve benzeri soruların cevapları hakkında tam olarak
uzlaşabilmek kolay değildir.
Çarpıcı bir örnek: New York şehrindeki bir cinayet olayını gösterebiliriz. Genç bir
kadın apartmanında öldürülmüştür. Polis raporlarına göre, komşu apartmanlardan en aşağı 38
kişi ya olayı görmüş ya da imdat seslerini duymuş fakat hepsi olaya seyirci kalmış. Bir kişi
110
A.g.e., s.33
111
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Sosyal Psikoloji, Çev. Okhan Gündüz Kaknüs Yay.,
İstanbul 2012, s.76
112
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.41
113
A.g.e., s.41
72
bile yardıma koşmamış, polise telefon eden dahi olmamış. Amerika’da şok etkisi yapan ve
büyük şehir yaşamı hakkında çeşitli yorum ve tartışmalara neden olan bu olay, iki sosyal
psikoloğun seri araştırmalara girişmesine yol açmıştır. 114 Son yıllarda benzeri duyarsızlık
hâllerine ilişkin ülkemizde de medyada olaylara rastlanılmaktadır.
Yeni evli genç bir mimar yurtdışından çok iyi bir burs fırsatı yakalamıştı. Altı ay
süreyle dünyada mimari eserleri gezip görecek, bilgi ve görgüsünü artıracaktı. Ancak kısa bir
süre sonra ailesinden ayrı kalamayacağını düşünerek geri dönmüş ve zorlukla sahip olduğu
yurtdışı bursundan vazgeçmişti. Onu bu davranışa iten nedenler sadece psikolojik ya da
sadece sosyolojik olabilir mi? İnsanların duyguları davranışlarını ne kadar ve nasıl
etkilemektedir?
Yine bir diğer örnekte, genç liseli öğrenci, iki yıldan beri büyük bir azimle derslerine
çalışmış, evine kapanarak dışarı çok az çıkmakta sürekli ders çalışmış ve nihayet
çalışmalarının tıp fakültesini kazanmıştı. Böylelikle genç yaşta kaybettiği doktor babasının
arzusunu yerine getirmiş ve ona verdiği sözünü yerine getirmişti. Pek çok kişiden farklı olarak
sürekli ve düzenli ders çalışma azmini nasıl açıklayabiliriz? böyle bir davranış sergilemesine
iten nedenler veya motivasyon nedir? Tekrarlanabilir midir mesela? Ya da her liseli genç aynı
çalışma azmini neden gösteremez?
Diğer örnekte ise genç bir adam işinden atılmadan önce son işinde aylardır bir kum
kamyonunda şoför olarak çalışmaktadır. Kum yüklü kamyonuyla seyir hâlindeyken onun yol
kenarında park etmiş arabasını görmüş ve Kamyonda yüklü kumların hepsini bu arabanın
114
A.g.e., s.41
115
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, a.g.e., s.76
73
üstüne boşaltmıştı. Burada ki bu saldırgan ve çoğunlukla da genel kabul görmeyecek ve pek
çok kişinin de vermeyeceği bir tepki ile ortaya çıkmıştır. Öfkenin her insanda farklı düzeyleri,
farklı davranış tepkilerine mi neden olabilmektedir? Demek ki insan ve toplum bilimlerinde
aslında her davranış, her zaman aynı sonuçları doğurmayabilir. İnsan her zaman
rasyonel(akılcı) davranamayabilir. Gözle görülmeyen, çoğunlukla ölçülemeyen duygularıyla,
öfkeleriyle, heyecanlarıyla, sevgileriyle, tutkularıyla, inançlarıyla bazen duyarsızlıklarıyla bir
sürü anlamlı/anlamsız gibi görünen davranışlar sergileyebilmektedirler.
Bir yönüyle sosyal psikoloji iddialı bir yaklaşım gibi durmasına rağmen bir görüşe
göre tam anlamıyla bir dedikodu yapmaktır aslında. 118 Yukarıdaki sorularda da açıkça
görülebileceği gibi davranışların sosyal psikolojik boyutlarının araştırılması, 5N 1K ( Neden?
Nasıl? Nerede? Ne zaman? Neyi? – Kim? ) araştırmasıdır esasen. Ya da sergilenen davranışın
hemen her yönüyle incelenmesidir.
Mesela “kim ne yapmış, ne düşünmüş, neden öyle düşünmüş, kim kimden neden
hoşlanır veya hoşlanmaz, insanlar biraraya gelince ne olur, neden olur, aklı başında insanlar
neden bazen saçmalar?” 119
116
Prof.Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, İzmir 1995, s.2
117
A.g.e., , s.2
118
Nuran Hortaçsu, a.g.e., s.19
119
A.g.e., , s. 19
74
davranışlarını anlamamızı kolaylaştırabilecektir. Nihayetinde insanı anlama çabası, sosyal
psikolojik yaklaşımların bilimsel yöntemlerle incelenmesiyle daha da derinlik kazanacaktır.
75
Uygulamalar
Araştırma ödevi
76
Uygulama Soruları
77
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
78
Bölüm Soruları
a) Doğal Gözlem
b) Survey
c) Arşiv Araştırması
d) Alan Deneyi
e) Laboratuar Deneyi
a) Olay incelemesi
b) Deneysel yöntem
c) Mülakat
d) Anket Uygulaması
e) Gözlem
3) “Laboratuvarın o dar yerinden ve sınırlı koşullarından ziyade alan daha geniş bir
inceleme imkânı sunar. Yapmacıklıktan uzak, doğal hâllerin sergilendiği bu bahsedilen
yerlerde sahicilik ön plandadır.”
a) Olay incelemesi
b) Survey
c) Alan Deneyi
d) Laboratuvar Deneyi
e) Doğal Deney
79
a) Alan Deneyi
b) Olay incelemesi
c) Laboratuvar Deneyi
d) Survey
e) Doğal Deney
a) Doğal deney
b) Laboratuvar Deneyi
c) Alan Araştırması
d) Arşiv Araştırması
e) Survey
d) Yazılı anket sayesinde katılımcılardan az bir zaman dilimi içinde çok bilgi elde
edilebilir.
80
9) Araştırmacının laboratuvar deneyi yönteminde yaptıklarını üç noktada
özetleyiniz.
10) “Sosyal psikoloji alanında çalışmalar yapanların bilimsel bir zihinsel yapıya ve
düşünceye sahip olmaları gerekir. Başka bir deyişle, sosyal psikologlar grupsal ya da
toplumsal davranışı incelerken bilimsel araştırma yöntemlerini kullanırlar.”
Cevaplar
10) Doğru
81
4. SOSYAL PSİKOLOJİDE TEMEL KURAMLAR I
82
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
83
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
84
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
85
Anahtar Kavramlar
• Kuram
86
Giriş
Söz konusu bu kuramlar ortaya atıldıkları dönemin toplumsal, iktisadi, siyasi şartlarına
veya bilimsel gelişmelerin edindiği bilgi birikimlerini de yansıtmaktadır. Muhtemeldir ki yeni
kuramlar ortaya çıkacaktır; insanı ve davranışlarını anlama, açıklama, yorumlama ve
sorunlarına çözümler getirme uğraşısı dünyanın sonuna kadar sürecektir.
120
Nuran Hortaçsu, En güzel Psikoloji Sosyal Psikoloji, İmge Kitabevi, İstanbul 2012, s.65-66
87
4.1. Davranışçı Kuram
Burada bu konu hakkında sinemadan bir örnek de verilebilir: Dünyaca ünlü 1951
yapımı Raj Kapoor’un oynadığı bir Hint sinema klasiği “Awara” (Türkçe versiyonu ve
çevirisi “Avare”) filmi, bu konunun işlendiği en ideal görsel bir anlatıdır. Filmde senaryo bu
iddianın yanlışlanabilirliğinin ispatlama çabası üzerinden işlenmiştir.
121
J. Watson: “Bana rastgele bir bebek verin, soyu-sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri, vs. ne olursa olsun,
ondan istediğim şeyi yaratayım: bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız, bir katil!”,
http://www.termbank.net/psychology/7597.html (04.07.2013), Ayrıca bkz. Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal
Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.37
122
A.g.e., ., s.37
123
http://facweb.furman.edu/~einstein/watson/watson1.htm, (04.07.2014)
124
Nuran Hortaçsu, a.g.e., s.17
88
Resim 12: Awara / Raj Kapoor 1951 Sinema Filmi Afişi 125
125
http://tr.wikipedia.org/wiki/Avare_(film,_1951), (04.07.2014)
126
Nuran Hortaçsu, a.g.e., s.37
127
http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/medicine/laureates/1904/pavlov-bio.html, (04.07.2014)
89
Pavlov’un köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyleri ünlüdür. Köpeğe ilk
olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. Köpeğin salyaları
akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği hâlde zil çalındığında köpeğin
salya salgıladığı görülür. Şartlı ya da şartlandırılmış refleks denen olay da budur. Pavlov, bu
davranışın, psikolojik etkinlikle özdeş olan yüksek düzeyde sinir etkinliğinin belirtilerinden
biri olduğunu öne sürer ve psikoloji alanında geçerli tek yaklaşımın deneysel yöntem
olduğunu vurgular.
Resim 14: Pavlov’un Köpekler Üzerinde Yaptığı Klasik Koşullanma Deneyi 128
128
http://ivanpavlov-nsellers.blogspot.com.tr/, (04.07.2014)
129
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.38
90
durumlar bilişsel süreçlerin kapsamına girmektedir. Biliş aşamasında kişinin uyarıcıları
kavraması ve bunları değerlendirmesi gerekmektedir. Bu alanda çalışmalarını yapan Kurt
Lewin’in (1890-1947) sosyal psikolojiye katkıları büyük olmuştur.
Psikoanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud 1856 yılında Moravia’da doğdu, 1939
yılında Londra’da öldü. Freud, Viyana’da tıp alanında eğitim görmüş daha sonra nöroloji
alanında uzmanlık yapmıştır. Freud’un ortaya koyduğu kavramlar uzunca yıllar tartışılmakla
birlikte pek çok kuram için de ilham kaynağı olmuştur.
130
http://www.nndb.com/people/353/000117999/, (04.07.2014)
131
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.38
91
Psikanaliz Freud’un meşhur kuramıdır. Nevrotik hastalarla yaptığı gözlem ve
çalışmalara dayandırarak geliştirdiği bu kuramda insan davranışlarına yön veren iki temel
dürtü vardır. Bunlar cinsellik ve saldırganlıktır. Freud toplum tarafından hoş karşılanmayan
ve baskı altına alınmaya çalışılan bu iki dürtünün bilinçaltına itildiğini öne sürmektedir.
Böylece birey baskıdan kurtulmuş olur. Bilinçaltına itilen bu istekler ve dürtüler bilinç
düzeyinde olmasalar da bireyin davranışlarım etkilemeye devam ederler. Psikoanalitik
kuram dil sürçmeleri, unutmaları bilinçaltına itilen bu isteklerin ifade edilmesi olarak kabul
eder.
Bu kurama göre toplumsal yaşamda geçerli olan kurallar ve değerler, insanların tutum
sahibi olmasını ve farklı davranışlar sergilemesini belirleyen faktörlerden iki tanesidir.
Gerçekten insanlar kazandıkları değerlere bağlı olarak çevrelerine tepki verirler veya uyum
sağlarlar. 133
132
http://learnodo-newtonic.com/sigmund-freud-10-interesting-facts, (04.07.2014)
133
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.39
134
Micheael A. Hogg, G. M. Vaughan, (Çev. İbrahim Yıldız, Aydın Gelmez ) Sosyal Psikoloji, Ütopya
Yayınları, Ankara 2011, s.104
135
M. İnceoğlu, Tutum Algı İletişim, V Yayınları, Ankara 1993. Aktaran: Prof.Dr. Hamit Coşkun (Edt), Sosyal
Psikoloji, Lisans Yayıncılık, İstanbul 2012, s.197
92
Temel sorular içeren bir örnek vermek gerekirse:
“Yabancı bir ülkedesiniz, uçaktan yeni indiniz ve oradaki insanların otelinize nasıl
gidebileceğinize ilişkin sorduğunuz sorulara soğuk ve kayıtsız cevaplar vermesi karşısında
sinirlenmeye başladınız. Onların bu soğuk tavırları kasıtlı mı yoksa kültürle bağlantılı bir şey
midir? Herşeye alınganlık gösteren hoşgörüsüz bir misiniz, yoksa bu insanların davranışları
sizin beklentilerinizi aynen doğruladı mı? Bu tür davranışları gerçekten umursuyor musunuz?
136
Micheael A. Hogg, G. M. Vaughan, a.g.e., s.102
137
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul, 2008, s.248-249
138
A.g.e., s.248-249
93
Davranışların nedenlerinin yorumlanması kapsamında yükleme (atıf) sürecinin
incelenmesi son 40 yıldır birçok sosyal psikoloğun çalışma alanını oluşturmuştur. Fritz Heider
(1958), insanların davranışını açıklama nasıl bir yöntem izlediklerini inceleyen ilk sosyal
psikologdur.
Heider, her insanın davranışı açıklamada kullandığı bir genel kuramı olduğuna
inanmıştır ve buna naif psikoloji 139 adını vermiştir. Aşağıdaki dipnotta da kelime anlamı
kısaca ifade edilen naif psikoloji, bir şekilde bireyin algılama süreçlerine bağlı sosyalleşme ve
gelişim sürecinde kazandığı kendi kendine davranışların nedenlerini bulmaya çalışması olarak
ifade edebiliriz. Böylece Heider’e göre, insanlar yüklemelerde (atıflarda) bulunarak iki temel
gereksinimlerini giderirler: tutarlı, dengeli bir dünya görüşüne sahip olabilmek ve çevreleri
üzerinde kontrol elde edebilme. Bu gereksinimleri giderebilmenin bir amacı, insanların nasıl
davranacaklarını öngörmektir. Eğer insanların neden belirli bir şekilde davrandıklarını
açıklayabilir ve nasıl davranacaklarını öngörebilirsek, bu bizim, dünyayı daha tutarlı ve
kontrol edilebilir olarak algılamamıza neden olur. İnsanların neden öyle ya da böyle
davrandığını, niyetlerini ve karakterlerini hiç bilmediğimizi bir an düşünün. Böyle yaşamak
oldukça zor, hatta imkânsız olurdu. Arkadaşımızın bize ne zaman iyi, ne zaman kötü
davranacağınızı kestirememek; işimizde çalışmamızın karşılığında bazen ödül, bazen ceza
almak; bakkala gittiğimizde gerekli miktar parayı ödeyip istediğimizi bakkal efendinin
keyfine göre bazen alıp bazen alamamak vb. deneyimler herhâlde çok can sıkıcı ve çekilmez
olurdu.” 140 Heider’in “naif psikoloji”si, formasyonu olmayan ya da eğitimi olmayan birinin
veya naif bir psikoloğun, diğerinin davranışlarını anlamasına yarayan süreçleri belirleme
139
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre naif: “1. Kendi kendini yetiştirmiş, doğal bir plastik sanat yeteneğine sahip
sanatçılar tarafından yaratılan resim sanatı. 2. Güzel sanatların özellikle resim alanında kendi kendini yetiştirmiş
sanatçısı veya onun yapıtı. 3. sf. Saf, deneyimsiz. 4. sf. Acemice yapılan: “Bu özbeöz İstanbul efendisi,
makalelerini, romanlarını kendine özgü naif resimlerle süslerdi.” -H. Taner.”
http://www.tdkterim.gov.tr/bts/arama/?kategori=verilst&kelime=naif+&ayn=tam (Erişim 14.08.2013)
140
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.248
94
amacı gütmektedir. İlk çalışmalarında Michote (1946) gibi, geometrik şekillerin hareketinin
algılanmasını incelemiştir. 141
Yapılabilecek bir başka tür atıf da dışsal atıftır. Burada, davranışın nedeni, söz konusu
olan kişinin dışında gerçekleşen herhangi bir durum ya da davranışla açıklanır; örneğin, başka
insanların davranışı, şans, o kişinin içinde bulunduğu koşullar, sosyal çevre vs. Heider ve
başka atıf kuramcıları, yapılan hangi açıklamanın –içsel veya dışsal- doğru olduğunu
incelemekten çok, insanların davranışın nedenlerini nasıl algıladığıyla ilgilenirler. Ben
birisinin gergin hâlini, yetiştirmesi gereken işlerin yoğunluğuna bağlayabileceğim gibi, onun
gergin ve sinirli kişilik yapısıyla da açıklayabilirim. Sosyal psikoloji açısından burada önemli
olan, hangi açıklamanın daha doğru olduğu değil, benim neden birinci veya ikinci açıklamayı
seçtiğimdir. 143
• Davranışlara nedenler yüklerken kişisel faktörler (kişilik veya yetenek gibi) ile
çevresel faktörleri (toplumsal baskı gibi) birbirinden ayır ederiz. Kişisel faktörler içsel
yükleme, çevresel faktörler ise dışsal yükleme örnekleridir.
1970’li yıllarda Daryl J. Bem (1938-…) tarafından formüle edilen bu teori bireylerin
kendilerini nasıl daha iyi tanımayı öğrendiklerini konu edinmektedir. Atıf konusunda benliğin
analizine önem veren Psikoloji kökenli bir kuram olan kendini algılama kuramı iki temel
noktaya dayanır:
141
Prof. Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, 3. Baskı, İzmir, 1995,s.153
142
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.248
143
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.248
144
Micheael A. Hogg, G. M. Vaughan, a.g.e., s.105
95
Resim 18: Daryl J. Bem (1938-…)
Örneğin, çok hızlı koşmamız gerektiğini düşünüp kendimizi motive ederek yarışa
hazırlanmamız gibi. Ya da bir işi yapmak için hiçbir dışsal motive edici faktör yoksa içsel
yüklemeler yaparak işi başarmak için motivasyonumuzu artırabiliriz.
Kelley (1967), hem içsel hem dışsal atıflarda bulunma sürecini birden çok gözlem
noktasına ve ayrıntılara dayanarak analiz etmiş ve birlikte değişim modelini ortaya koymuştur.
Kelley, Heider’in insanların akılcı varlıklar olduğu görüşünü paylaşmış ve insanların naif
bilimciler olarak başkalarının davranışlarıyla ilgili hipotezlerini sürekli sınadıklarını
savunmuştur. Aynı bilimciler gibi, bir değişkenin başka bir değişkenle farklı ortamda birlikte
değişim gösterdiğini gözleyen insanlar, bir nedensellik yargısına varabiliyorlar. 146
“Bir örnekle Kelley’yi daha iyi anlamaya çalışalım: Eğer yemek sofrasını yemekten
sonra hemen toplamamak annemizi her akşam sinirlendiriyorsa, burada “yüksek birlikte
değişim” var demektir; eğer sadece arada sırada sinirleniyorsa burada “düşük birlikte değişim”
var demektir. Kelley’e göre siz, naif bir bilim adamı olarak, bu tür olaylarda annenizin
145
Prof. Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.157
146
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.251
96
sinirlenmesini en çok hangi olay ya da davranışla “yüksek birlikte değişim” içerisinde
görüyorsanız, o olay ya da davranışı annenizin sinirlenmesinin nedeni olarak saptarsınız.” 147
“Kelley, Herhangi bir sosyal olayı açıklarken, insanların nedenleri üç ana kategoriden
seçeceklerini ortaya koymuştur: Nedenleri ya davrananda, ya uyaranda ya da belli bir durum
veya koşulda ararız. Benim kahkaha atmam ya benim çok neşeli bir insan olduğumla ya bana
anlatılan fıkranın çok komik olmasıyla ya da bulunduğum genel ortamın çok eğlenceli
olmasıyla açıklanabilir. 148 Bu hem benim gülmeye müsait oluşumdan hem de ortamın
eğlencesinin benim gülüşümün müsait oluşundaki uyumuyla ortaya çıkar. Gülmem için bu iki
nedenden biri davranışın nedenini ortaya koymaktadır.
“Biz insanlar gerçekten, Heider ve Kelley’nin öne sürdüğü gibi akılcı mıyız?
Yargılarımıza ve açıklamalarımıza bir bilim adamı özeniyle mi ulaşıyoruz? Böyle yapmaya
çalıştığımız muhakkak. Yaygın bir görüş, insan bilişinin tamamen akılcı olduğunu savunur.
Bu görüşe göre, her insan doğru olmak ve doğru fikir ve inançlara sahip olmak için elinden
gelenin en iyisini yapar. Bu görüşü savunanlardan en önde gelenlerinden biri 18. yy.
filozoflarından Jeremy Bentham’dır. Bentham’a göre, bizler, neyin iyi neyin kötü olduğunu
belirlemek için mutluluk hesabı yapıyoruz. Diyelim ki, yeni bir araba almayı düşünüyorsunuz.
Nasıl bir araba alacağınıza karar vermek için, her markanın size sağlayacağı avantajları
topluyorsunuz arabanın sportif görünüşü, içinin konforu, insanların yolda dönüp arabanıza
bakma olasılığı, güvenliği vs. ve bu toplamdan size getireceği dezavantajları çıkarıyorsunuz –
her ay ödemek zorunda kalacağınız taksitler, tamir ve bakım masrafları vs.-.Bu hesaptan sonra
size en çok avantaj sağlayacak ve en az zarar getirecek arabayı seçiyorsunuz. 150
“Araba satın alma örneğini düşünürsek; birçok insan arabanın tamir ve bakım
masraflarının ne olacağını tam tamına hesap etmez veya bu bilgi bir yerlerde var olsa dahi,
onu bulmak için çaba göstermez. Almayı düşündüğüm araba ile ilgili bilgiler benim bakış
açım ve sahip olduğum bilgi ile sınırlıdır ve bu bilgileri de tanıdığım birkaç arkadaştan veya
gördüğüm reklamlardan edinmiş olma olasılığım da hayli yüksektir. Düşünün ki, araba alma
gibi bir kararda yanlı ve eksik bilgilere dayanırsak, eş seçme, önemli miktarda para harcama,
ev alma gibi konulardaki kararlarımızı kim bilir nasıl veririz 151.”
147
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.251
148
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.251-252
149
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.252
150
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.253-254
151
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.254
97
Harold Kelley’nin (1921-2003) kuramı, yükleme kuramları arasında en sistematik
yaklaşımlardan birisidir. “Kelley, insanların birden fazla nedenli görünen durum ya da
davranışlarla karşılaştıklarında gündeme getirdikleri yüklemeler konusunda detaylı bir kuram
geliştirmiştir… insanlar, davranışın hangi faktörlerle beraber değiştiğini tespit etmeye daha
sonra da bu faktöre nedensel bir rol yüklemeye çalışırlar.” 152
• Fikir birliği (Benzerlik): Komik olan bir olaya bütün insanlar mı yoksa belirli
özellikler taşıyanlar mı gülerler?
• Tutarlılık: İnsanlar komik bir olaya her zaman mı yoksa bazen mi gülerler?
Fikir birliği, bir olay ya da davranış konusunda kişinin diğeriyle hem fikir olma ya da
benzeşme düzeyini; ayırt edicilik, kişinin davranışının zaman ya da tarz bakımından
istikrarlılık düzeyini ifade etmektedir. Kelley’in genel ilkesi birlikte değişme ilkesidir.
İnsanlar bu üç farklı boyutta neden ve etkilerin birlikte değişimini test etmektedir. Eğer kişi
belirli bir olayın değişmez olarak, belirli bir koşullar takımı ile birlikte ortaya çıktığını
görürse, olayın hangi nedene yükleneceğini bilir.
Örneğin, Ahmet komik bir sanatçıya bazen gülüyor bazen gülmüyorsa bu davranışın
nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Burada başka faktörler de etkili olabilmektedir. Komik
sanatçı her zaman komiklik yapamayabilir ya da Ahmet o gün komikliklere gülemeyebilir.
152
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.42
153
http://www.foundationpsp.org/kelley.php, (04.07.2014)
154
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.42-43
98
Tutarlılığın yüksek olması durumunda belirginlik ve benzerlik niteliği de fazladır. Bu
durumda komik sanatçıya dışsal bir yükleme yapılabilir. Eğer belirginlik ve benzerlik niteliği
düşükse Ahmet’in kişiliğine bir yükleme yapılabilir. 155
Örneğin “bir tanıdığınız bir yerde söylenmemesi gereken bir laf ettiğinde, ona
“patavatsız” demeniz; böyle konuşmuş olmasını patavatsız olmasına bağlıyorsunuz anlamına
gelir. Böyle yaparak onun davranışından yola çıkarak kişilik hakkında bir çıkarsamada
bulunuyorsunuz. 158 Uyuşan çıkarsamalar kuramının merkezi kavramı, gözlemcinin, aktörün
davranışının, bir kişilik çizgisinden ileri geldiği veya bu çizgiye tekabül ettiği şeklindeki
yargısıdır. Böylece, gizil eğilimler kendilerini, doğrudan doğruya davranışta ifade
etmektedirler ya da Jones’un dediği gibi “açık bir yürekle davranılmaktadır.” Bu tür
çıkarsamanın en basit örneği, saldırgan birinin davranışını “saldırgan olma” özelliğine
atfetmektir. 159 İnsanların sergiledikleri davranışların onların hangi özellikleri ile uyuştuğu
konusunda yüklemeleri 160 ele alan uyuşan çıkarsamalar kuramı davranışların da sebeplerini
ortaya koyabilmektedir.
155
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.42-43
156
Nuran Hortaçsu, En Güzel Psikoloji Sosyal Psikoloji, İmge Kitabevi, İstanbul 2012.
157
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.250
158
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.250
159
Prof. Dr. Nuri Bilgin, a.g.e., s.156
160
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.43
99
Gözlemciler, aktörün davranışlarından olabildiğince bilgi edinmeye çalışırlar. Sosyal
olarak arzu edilen davranışlar sosyal olarak arzu edilmeyen davranışlardan daha az bilgi
vericidir. Bir davranışın sosyal olarak arzu edilen davranış olması kurallara uygun olması
şartını ya da beklenen davranış olması şartını getirir demektir. Böyle bir davranışı gözlemek
gözlemciye hiçbir bilgi vermez çünkü davranışın oluşunu açıklamak için çeşitli alternatif
nedenler vardır. Davranışın yapılma nedeni aktörün iyi bir insan olması (içsel atıf) olabileceği
gibi, bu davranışın yapılması en doğru olan ya da yapılması beklenen davranış olmuş olması
(dışsal/durumsal atıf) olabilir.
Grup üyeleri olarak insanlar, kendi davranışlarına bir grubun elemanı olarak,
başkalarının davranışlarına ise iç grup ya da dış grup üyesi olarak nedenler yüklemektedir.
Grupsal ilişkilere göre yükleme kuramında önemli olan noktalardan biri, grupların kendilerini
kayıran yanlılıkların olmasıdır. Örneğin Amerika’da beyazların zencilere yüklemeler
yapmaları gibi (etnosantrizm: etnik merkezcilik). Ya da maçlarda hakemlerin yanlı
davranmaları örnek verilebilir. 162
Kuramın adını aldığı Schachter, duyguların iki temel bileşeni olduğunu ifade
etmektedir. Bunlar şunlardır: 163
İnsan davranışları öyle dizayn edilmiştir ki, kimi zaman korkarak geri durduklarımızı
düşündüğümüzde, korkmanın bile öğrenilmesinin ya da doğal süreçlerde insanda oluşmasının
161
A.g.e., s.45
162
A.g.e., s.45
163
A.g.e., s.45
100
önemli olduğu anlaşılmaktadır. “Bazı durumlarda bilişsel yapı uyarılmayı ön plana çıkarabilir.
Örneğin, yılanın zehirli olduğunu bilmemiz bizde önceden korku uyandırması gibi. Bazen ise
uyarılma durumu insanları olası nedenleri ortaya çıkarmak için yakın çevreyi araştırmaya
yönlendirmek için ortaya çıkabilir.” 164 Eğer insan korkma davranışı göstermeseydi daha
açıkçası korku etiketlendirilmeseydi yılandan veya tehlikelerden kaçınamayabilirdi.
Öğrencilerden bir gruba adrenalini artırıcı ilaç, diğer gruba ise sadece tuzlu su enjekte
edildi. Tuzlu su enjekte edilen grup kontrol grubu olarak adlandırıldı. Adrenalin artırıcı ilaç
verilen grup üçe ayrıldı:
Üçüncü grup: Bu gruptakilere adrenalini artırıcı ilacın hafif bir baş ağrısı ve baş
dönmesi oluşturacağı yönünde yanlış bilgiler verildi.
Schachter ve Singer, ilaç hakkında yanlış bilgi verilen katılımcıların (üçüncü grup)
beklenmedik uyarılar yaşayacaklarını ve nedenini de yakın çevrelerinden arayacaklarını
tahmin ediyorlardı. Asistanın neşeli-hoşnut rolünü oynadığı gruptakiler kendilerini hoşnut,
kızgın rolünü oynadığı gruptakiler ise kızgın davranışlar göstermeye yönlendiriliyordu
(şartlandırılıyordu).
İlaç verilen kalan diğer iki grup (birinci ve ikinci grup) ve kontrol grubunun üyeleri
(tuzlu su enjekte edilen) ise ilaçtan kaynaklanan bir uyarılma yaşamamışlar, kendilerine doğru
bilgi verilen grubun üyelerinin olabileceklere dair açıklamaları zaten vardı. Açıklama
yapılmayanlar da herhangi bir beklenti yoktu. Etiketlendirme bir anlamda şartlandırma
deneyin sonucu tahmin edilenleri doğruladı.
164
A.g.e., s.45
165
A.g.e., s.45-46
101
Uygulamalar
102
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
103
Bölüm Soruları
a) Evrimsel Yaklaşım
b) Davranışçı Kuram
d) Psikoanalitik kuram
a) Wilhelm Wundt
b) Kelley
c) Freud
d) Daryl J. Bem
e) Davis
3) “Bir tanıdığınız bir yerde söylenmemesi gereken bir laf ettiğinde, ona
“patavatsız” demeniz; böyle konuşmuş olmasını patavatsız olmasına bağlıyorsunuz anlamına
gelir. Böyle yaparak onun davranışından yola çıkarak kişilik hakkında bir çıkarsamada
bulunuyorsunuz.”
e) Kelley’in kuramı
104
4) “Bana rastgele bir bebek verin, soyu-sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri,
vs. ne olursa olsun, ondan istediğim şeyi yaratayım: bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız,
bir katil!” şeklinde görüşlerini çarpıcı biçimde ifade eden bilim adamı aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Kurt Lewin
b) Sigmund Freud
c) John B. Watson
d) Fritz Heider
e) Harold Kelley
5) “Bütün insanlarda iki temel güdü vardır. Bunlar, çevremizdeki dünyaya ilişkin
tutarlı parçaları birbirine uyuşan bir görüş oluşturma ve bulunduğumuz çevreyi kontrol altında
tutma güdüleridir.”
a) Harold Kelley
b) Sigmund Freud
c) Ivan Pavlov
d) John B. Watson
e) Fritz Heider
a) Evrimsel Yaklaşım
b) Davranışçı Kuram
c) Psikoanalitik Kuram
105
7) Weiner’in Başarıya Bağlı Yükleme Kuramını açıklayınız.
Cevaplar
106
5. SOSYAL PSİKOLOJİDE TEMEL KURAMLAR II:
YÜKLEMELERDE DÜŞÜLEN YANILGILAR
107
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
108
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
109
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
110
Anahtar Kavramlar
• Yüklemelerde Yanılgı
111
Giriş
Günlük yaşantılarımızda sosyal çevremi ile kurduğumuz sosyal ilişkiler içerisinde pek
çok davranış hakkında kimi yorumlamalar yaparız. Karşılaştığımız davranışların nedenlerini
bulmaya çıkarım yapmaya çalışırız. Bu dersin başında sosyal psikolojinin dedikoduya
benzetildiğini ifade etmiştik. Teşbihte hata olmaz ilkesinden hareketle aynen bu benzetmede
olduğu gibi karşılaştığımız, gözlemlediğimiz ya da duyduğumuz davranışları
anlamaya/anlamlandırmaya ve yorumlamaya gayret ederiz hem de büyük bir istekle.
“Bana neden “günaydın” demeden hızla yürüyüp gitti? Geçen dönem iyi notlar
aldığım hâlde, bu dönem neden istediğim başarıyı gösteremiyorum? Annemi telefonla
aradığımda neden bana her zamanki gibi sıcak davranmadı? Bu tür soruları hepimiz sık sık
sorarız ve cevaplarını bulmaya çalışırız. Yaptığımız açıklamalar çoğunlukla akılcı ve doğru
olmakla beraber, birçok zaman da yanlılığa ve yanlış açıklamalara doğru yönelebilir. Sosyal
psikolojide, dünyada olup bitenleri nasıl yorumladığımız ve bunlara nasıl açıklamalar
getirdiğimizi araştıran çalışmalar, atıflarımızı ve açıklarımızı etkileyen üç tür yanılgı
saptamışlardır.” 166 Bunlar:
166
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.255
112
5.1. Temel Atfetme Yanılgısı
“Temel atfetme yanılgısı, “içsel” atıfla aynı şeydir. Burada bir yanılgı olarak ele
alınmasının nedeni, içsel atıf yapma eğiliminin, durumsal koşulları göz ardı etmeye ve bunun
sonucu yanlış çıkarsamalara yol açabilmesidir. Bu yanılgı bizi, davranış ve güdülerde
gerçekte olduğundan daha fazla bir tutarlılık olduğu sonucuna da götürür. Şöyle ki, bir kişi bir
davranışta bulunuyorsa, öyle yapmak istediği için, yani o işi yapmaya güdülenmiş olduğu için
ya da o davranışa yönelik olumlu bir tutum olduğu için öyle davrandığı varsayılır. Oysaki
güdüler ve davranışlar her zaman böyle bir çakışma göstermez. Özellikle ortamsal faktörler
bazen davranışları yönlendirir.” 168
“Temel atfetme yanılgısına Jones ve Harris’in (1967) yaptığı bir araştırma örnek
olarak gösterilebilir. Bu araştırmada gözlemci deneklerden Fidel Castro ile ilgili yazılar yazan
bazı kimselerin gerçek tutumlarını tahmin etmeleri istenmiştir. Bu yazıları yazan kişilerin
tutumları hakkında yapılan atıflar incelendiğinde araştırmada şu sonuç çıkmıştır: Castro
yanlısı yazı yazan kişiler gerçekten Castro yanlısı, Castro aleyhinde yazı yazan kişiler
gerçekten Castro karşıtı olarak değerlendirilmişlerdir. Yazıyı yazan kişinin yazıda ne tür bir
tutum takınacağını seçme hakkı olmadığının bilinmesi durumunda bile böyle kişisel/içsel
atıflar yapılmıştır. Yazıları yazanların belli bir tutumu seçmeye zorlanmaları durumunda dahi
gözlemciler, kişisel özelliklerin durumda koşulların etkisinden (ne tür bir yazı yazılacağının
seçilememesi) daha önemli olduğu sonucuna varmışlardır. Demek ki, insanların bir kimsenin
içinde bulunduğu sosyal ortamın gereklerini göz ardı edip davranışı salt kişisel özellikleriyle
açıklama eğilimi vardır.” 169
Benzer şekilde psikoloji de rol çatışması olarak da ifade edilen bu bölümde bir sosyal
rol çatışmasına dayalı atfetme yanılgısı incelenecektir.
Örneğin “üniversitede ki bir hocanızı katı, kurallara sadık, ilkelerinden ödün vermeyen
ve oldukça eleştirel bir insan olarak tanıdınız. Bir gün hocalarla öğrencilerin beraber gittiği bir
yemekte hocanızı o ana kadar tanıdığınız hâlinden çok başka türlü gördünüz. Orada
üniversitede ki katı hocanız gitmiş, yerine sıcak, sevimli, hoşgörülü ve neşeli biri gelmiş
olabilir. Bu durumda sorulacak soru, hangi durumun hocanızı daha iyi tanımladığı sorusu
değildir. Bir sosyal rol (üniversitede hoca olma) hocanızdan belirli davranışlarda bulunmasını
167
Aktaran: Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.255
168
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.256
169
A.g.e., s.256
113
gerektirirken, bir diğer sosyal rol (eğlenceli ortamda arkadaş) başka davranışlar gerektiriyor
olabilir. Onu sadece hoca rolünde tanıyan öğrencileri ise, temel atfetme yanılgısına düşerek,
gördükleri davranışları onun kişisel özellikleriyle açıklıyorlar. (sert, hoşgörüsüz bir kişilik
gibi)” 170
Benzeri sosyal rol çatışmasını yaşantılarımızda pek çok kez yaşamaktayız. Mesleki
rollerimiz ile evimizde ailemiz içerisindeki rollerimiz farklıdır mesela. Aynı şekilde okul,
arkadaş veya akran gruplarındaki rollerimiz ile işyerindeki rollerimiz başkadır.
“Eğer duruma bağlı koşulları görmezden gelip, olayların nedenlerini insanların kişisel
özelliklerine bağlamayı genel bir eğilim hâline getirsek bunun etkileri çok daha ileriye
gidebilir. Daha geniş çaplı bir sorunu ele alabiliriz. Ülkemizdeki işsiz gençleri düşünürsek,
onların durumlarını tembel olmalarına, iş aramadıklarına bağlayıp bu sorunun nedenini
onların kişisel özellikleriyle sınırlarsak, işsizlik sorununu çözmek için bireylere yönelik
çözümler üretmek zorunda kalırız. İşsizlik sorununa, eğitim olanaklarının kısıtlı olması, iş
alanlarının azlığı, üretilen politikaların sonuç getirmemesi gibi sorunlardan kaynaklandığını
düşünerek yaklaşırsak ve nedenlerini kişisel değil dışsal ve durumsal etkenlere bağlarsak
üreteceğimiz çözümlerin nitelikleri çok başka olacaktır.” 171
Yine de ifade etmeliyiz ki, davranışların nedenlerinin var olan koşullarda yatma
olasılığında bile, olayları kişisel özelliklere dayalı açıklama eğilimde olunduğudur. 172
Batı ve batı dışı toplumlarda farklı kültürel ve sosyal altyapılara/algılara bağlı olarak
farklı davranışları ortaya çıkaran sosyal olaylara verilen tepkilerde farklılaşmaktadır.
170
A.g.e., s.256-257
171
A.g.e., s.257-258
172
A.g.e., s.258
173
A.g.e., s.258
114
“Joan Miller (1984) Amerikalı ve Hintli değişik yaşlardaki kişilerden bazı olumlu ve
olumsuz olayların ve davranışların nedenlerini tahmin etmeleri istenmiştir. Sonuçlar bu iki
kültürdeki 8-11 yaşa arası çocukların atıflarında anlamlı bir farklılığın çıkmadığını
göstermiştir. Ancak, deneklerin yaşı arttıkça, Amerikalılar daha fazla kişisel/içsel özelliklere
dayalı atıflarda bulunurken, Hintliler daha çok dışsal/durumsal etkenlere dayalı atıflarda
bulunmuşlardır.” 174
Örneğin deneklere verilen bir haberde bir kişinin yolda gördüğü bir trafik kazasında
bir yaralıyı hastaneye götürmediği belirtilmiş ve bu davranışın sebebini tahmin etmeleri
istenmiştir. Amerikalı deneklerin %36’sı bu davranışın o kişinin kötü birisi olduğu,
yardımsever olmadığı gibi kişisel/içsel durumlarla açıklamışlardır. Hintli deneklerin ise
%32’si tam tersine durumsal/dışsal atıfları daha çok kullandığı görülmüştür. Diğer başka
araştırmalar da göstermiştir ki, temel atfetme yanılgısı bireyci kültürlerde daha yaygındır ve
sosyalleşmeyle öğrenilmektedir. Nihayetinde davranışları anlamlandırma da bu farklı
eğilimlerin birinin doğru diğerinin yanlış olduğunu söylemek mümkün değildir. Önemli olan
bu eğilimlerin sosyal davranışları algılama ve yorumlamamızı etkilediğini dikkate almamız
olacaktır. Ancak atıf temel bir insan olgusudur ve atıf sürecinde kullanılan boyutlar
evrenseldir. 175
“Atıf yaparken içine düştüğümüz bir başka yanılgı da aktör-gözlemci yanılgısı olarak
adlandırılmıştır. Buradaki “aktör” terimi, bir davranışta bulunan kişi anlamındadır; gözlemci
de, aktörün davranışını gözlemleyendir. Aktörlerin, kendi davranışlarını dış etkenlere bağlı
olarak açıklama, gözlemcilerin ise aynı davranışları aktörlerin sabit kişisel özelliklerine bağlı
olarak açıklama eğilimine aktör-gözlemci yanılgısı denir. Örneğin ben, çok güzel konserler
olduğu için festivali takip ettiğimi söyleyebilirim. Bir başkası ise, benim festivale gitmemi
“entel” gözükmek isteyen özenti biri olmama bağlayabilir. Yani ben davranışı dış etkenlere
bağlayarak açıklarken, bir başkası aynı davranışı temel atfetme yanılgısına düşerek benim
kişilik özelliklerime bağlayarak açıklıyor.” 176
“Aktör gözlemci yanılgısının yaygın olduğunu gösteren çok miktarda araştırma vardır.
Bu araştırmaların birinde Storms (1973) bu yanılgıyı ölçmek amacıyla sohbet için oturma
düzeni oluşturmuştur. Dört tane katılımcıdan iki tanesi sohbet eden rolünde, diğer iki tanesi
de gözleyen rolündedir.” 177
174
A.g.e., s.258
175
A.g.e., s.258-259
176
A.g.e., s.259-260
177
A.g.e., s.260
115
açıklarken kişisel özelliklere, aktörler ise kendi davranışlarını açıklarken durumsal etkenlere
atıf yapmışlardır.” 178
Burada ise kişinin başarıyı kendisine mâl ederken başarısızlığı ise başka faktörlere,
kişilere ya da durumlara yüklemesi anlatılmaktadır.
178
A.g.e., s.260
179
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.261
180
A.g.e., s.261
181
A.g.e., s.262
182
A.g.e., s.262
116
Örneğin öğrenciler genelde yüksek notları kendilerinin aldıklarını, düşük/zayıf notları
hocalarının verdiğini söylerler. (Sınavdan 90 aldım! – hoca sınavdan 40 vermiş!) Ya da
başarılarımızı çalışmamıza yeteneklerimize verdiğimiz gibi başarısızlıklarımızı da kötü şansa,
hava şartlarına, odamızın olmayışına veririz.
Peki, insanlar neden bu tür yanılgılara düşüyorlar? Neden iyi olayları içsel, kötü
olayları dışsal nedenlere bağlıyoruz? Temel olarak güdüsel bir gerekçeyle insanlar bu tür
yanılgıları üretiyorlar çünkü böylelikle benlik kavramlarını ve özgüvenlerini korumaya
güdülenmişlerdir. Bu yanılgılarla ilgili diğer bir açıklama ise kendini kayırma eğiliminin
akılcı bir bilgi işlem sürecinin sonucu olduğudur. Buradaki temel görüş insanların genel
olarak başarmayı umdukları ve dolayısıyla bu gerçekleştiğinde, sorumluluğu almaya hazır
olmalarıdır. Ancak bu durum depresif veya özgüveni eksik kişiliklerde daha farklılıklar
içerebilmektedir. Depresif kişiliklerin kendilerini kayırma eğiliminde olamamakta oldukları
yapılan deneylerde gözlenmiştir. Kendini kayırma eğilimi kendimizle ilgili tam olarak doğru
olmayan bir tanım sağlasa da birçok sosyal ortamda işe yarar bir strateji de olduğu
söylenebilir. 185
183
A.g.e., s.262-263
184
A.g.e., s.263
185
A.g.e., s.263-264
186
117
Bunun yanında bazen de geçmişi zihinde tersine çevirmeye çalışırız. İnsanlar ucundan
kaçırdıkları bir negatif olay yaşadıkları zaman gerçek karşıtı akıl yürütmeler yaparlar. (bir
dersten 1-2 puanla kalmak gibi) yani geçmişteki bir olayı tersine çevirir ya da geçmişin bir
kısmı farklı olmuş olsa neler olabileceğini düşünürler. Ya da örneğin 1992 olimpiyatları
kasetleri incelendiğinde bronz madalya alan atletlerin gümüş madalya alan atletlere göre daha
mutlu oldukları tespit edilmiştir…
“Sosyal psikoloji büyük oranda Batılı bilim insanları tarafından Batılı katılımcılarla
yürütülen Batılı bir bilim dalı olarak başladı. Bu durum da bulguların evrenselliğinin
sorgulanmasına neden oluyor.” 187 Batılı bilgi tekelinde olan bir bilim dalının sorgulanması ve
bu durumdan kurtulabilmesi için aynı ölçüde dünyanın farklı yerlerindeki bilim insanların bu
bilimin gelişimine katkı sunmaları gerekmektedir.
Darwin tarafından temelleri atılan bu düşünce daha sonra farklı bilim dallarında da
kullanılmıştır. Bu kuramın merkezinde, belirli bir ayırıcı özelliğe sahip organizmalar üremeye
187
Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Sosyal Psikoloji, Çev. Okhan Gündüz Kaknüs Yay.,
İstanbul 2012.s.103-104
188
A.g.e.s.104
118
daha yatkın olduğu için, belirli çevrelerde hayatta kalmayı kolaylaştıran bu kalıtsal
özelliklerin gelecek kuşaklara aktarılması süreci olan doğal seçim bulunur. 189
Bireyin biyolojik süreciyle sosyal davranışları arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu soru
temelinden hareket eden Sosyal Psikologlar, hormonların, bağışıklık sisteminin ve insan
beynindeki sinirsel süreçlerin davranışlar üzerindeki etkisini inceleyerek sosyal nöroloji
denilen yeni bir alt sosyal psikoloji branşını literatüre kazandırmıştır. 190
Darwin tarafından temelleri atılan bu düşünce daha sonra farklı bilim dallarında da
kullanılmıştır. Bu kuramın merkezinde, belirli bir ayırıcı özelliğe sahip organizmalar üremeye
daha yatkın olduğu için, belirli çevrelerde hayatta kalmayı kolaylaştıran bu kalıtsal
özelliklerin gelecek kuşaklara aktarılması süreci olan doğal seçim bulunur. 191
189
A.g.e., s. 106
190
A.g.e., s. 107
191
A.g.e., s. 106
119
Uygulamalar
120
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
121
Bölüm Soruları
a) Psikoanalitik kuramı
b) Davranışçı yaklaşım
d) Evrimsel yaklaşım
e) Sosyal nöroloji
b) Aktör-Gözlemci Yanılgısı
d) Aktör-Gözlemci Yanılgısı
122
a) Zihinsel Kestirme Yöntemler
d) Aktör-Gözlemci Yanılgısı
5) Kendimizle ilgili bilgilerin diğer bilgilere göre daha iyi hatırlarız. Hatta grup
içi çalışmalarda bireyler, kendi yaptıklarını, diğer grup üyelerinin yaptıklarını unutmak
pahasına daha iyi hatırlar. Araştırmalar herhangi bir konuyu kendimizle ilişkilendirdiğimizde
daha iyi hatırladığımızı gösteriyor.
a) Sosyal Nöroloji
b) Aktör-Gözlemci Yanılgısı
Cevaplar
123
6. TUTUMLAR I: GENEL ÇERÇEVE
124
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
125
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
126
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
127
Anahtar Kavramlar
• Tutum
• Tutumların Ölçülmesi
128
Giriş
Bu derste yine sosyal psikolojinin en temel konularından birisi olan tutumlar ele
alınmaktadır. Tutum konusu sosyal psikolojide ele alınan ve ayrıntılı bir biçimde irdelenen
konulardan biridir. Tutumun tanımı nasıl yapılabilir? İnsanların tutum ve davranışlarını
belirleyen ögeler ve faktörler nelerdir? Tutumlar nasıl ölçülebilir? Bu ve benzeri sorular
sosyal psikolojinin tutum kavramına yaklaşımlarını açıklamaktadır.
129
6.1. Tutumun Tanımı
Tutumlar genel manada bireyin bir şeye ya da nesneye yönelimini ifade eder. Bu
yönelim kişinin belirli durumlarına göre değişebilir.
Siyah bir tişört alan biri neden beyaz değil de siyah tişörte yönelmiştir? Bu sorunun
cevabı verebilirsek tutumun ne demek olduğunu da verebiliriz.
Tutumlar bir kişinin nesneye veya herhangi bir şeye yönelimi olarak ifade edilir.
Sosyal psikologlar tutumu tanımlarken ona birçok farklı tanımlar getirmiştir. Her birinin
tanımı da yine “tutumla” anlaşılabilecek tanımlardır. Smith(1968)’in tanımı kapsayıcı olması
bakımından önemlidir: “Tutum, bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje ile ilgili
düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan bir eğilimdir.” 192 Ayrıca
G.W. Allport: Bir tutum, yaşantı ve deneyimler sonucu oluşan ilgili olduğu bütün nesne ve
durumlara karşı bireyin davranışları üzerinde yönlendirici ya da dinamik bir etkiye sahip
ruhsal ve sinirsel bir hazırlık durumudur. 193
Tutumlar, tutuma sahip olan kişinin referans ettiği nesnesine olan yönelimini
göstererek o kişinin referansı değerlendirmesini gösterir. Tutumlar, iyi-kötü, güzel-çirkin,
sevme- sevmeme, yaklaşma-kaçma gibi özelliklerle ifade edilirler ve bunları seçme-tercih
etme o kişinin tutumunu değerlendiricidir.
• Bilişsel Öğeler
• Duygusal Öğeler
• Davranışsal Öğeler
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.110
192
L. Freedman, D.O Sears, J.M.Carlsmith, Sosyal Psikoloji, Çev. Prof. Dr. Ali Dönmez, İmge Yay.,Ankara,
193
1993.s.318
130
Bilişsel öğeler, O tutum objesi hakkında sahip olunan öğelerdir 194. Kişinin yöneldiği
nesne ve şey hakkında bilgili olması o kişinin o şeye veya nesneye karşı tutumunu
belirlemektedir.
Tutum, tek başına davranışı meydana getirebilir mi? Bu soruların sosyal psikoloji
alanında önemi çok büyüktür. Çünkü eğer cevabımız olumlu ise, o zaman tutum hakkında
bilgi sahibi olmakla bireylerin davranışlarını önceden tahmin etme olasılığı ortaya çıkma
durumu doğar. Bu da sosyal bilimlerin uygulama alanındaki önemini çok arttırır.
Klasik bir araştırmada, beyaz bir sosyoloji profesörü olan La Pier’e (1934) genç bir
Çinli öğrenci ve karısı ile birlikte ABD’yi dolaştı. 66 otel veya motelde konakladılar ve 184
lokantada yemek yediler. O zamanlar ABD’de doğululara karşı oldukça güçlü olumsuz ön
yargıların(tutumların) bulunmasına karşın, birisi dışında bütün otel ve moteller grubu
ağırladılar ve hiçbir lokanta servis yapmayı reddetmedi. Bir süre sonra, aynı otel, motel ve
lokantalara, bir Çinli çifti konuk olarak kabul edip etmeyeceklerini soran bir mektup
gönderildi. Mektubu yanıtlayan 128 kuruluştan %92’si kabul etmeyeceklerini belirttiler. Yani
Çinli çift kişisel olarak hemen hemen kusursuz bir hizmet gördü, fakat sonraki mektuplarda
da hemen hemen genel bir ayrımcılığa hedef oldu. La Piere ve ondan sonra birçokları, bu
bulguları davranışlarla tutumlar arasında belirgin bir tutarsızlığın kanıtları olarak
yorumladılar. 197 Bu örnek daha sonra sosyal psikologlar tarafından yoğun biçimde konuşulan
ve üzerinde büyük tartışmaların olacağı meseleyi de ateşlemişti. Tutumlar davranışları belirler
mi? Ya da yönlendirir mi? Davranışlar tutumlara göre nasıl anlaşılması lazım? Gibi sorularla
bir tutum-davranış konusu irdelenmiştir.
194
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.113
195
A.g.e., s.113
196
A.g.e., s.113.
197
L. Freedman, D.O Sears, J.M.Carlsmith, a.g.e., s.336-337
131
6.4. Tutumu Etkileyen Faktörler
• Direk Ölçümler
• Dolaylı Ölçümler
Thurstone Ölçekleri olarak da bilinir. Louis Leon Thurstone (1928) sosyal tutumların
ölçülebileceği konusunda ilk fikri ortaya atan kişidir. Bulduğu yönteme de kendi ismini
vermiştir. “Farkedilebilen farklılık” üzerine çalışarak ortaya koyduğu teknikte fiziksel
uyarıcıların (ses, renk) yerine sosyal uyarıcıların kişi üzerindeki etkisini inceleyerek bunların
kişinin tutumunu belirlemede ne derece etkili olduğunu ortaya koymuştur.
198
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.119
199
L. Freedman, D.O Sears, J.M.Carlsmith, a.g.e., s.338
132
İlk araştırmalarında deneklerden istenen, her bir çift cümleyi birbiriyle karşılaştırarak,
bu iki cümlenin hangisinin söz konusu tutum bakımından daha olumlu olduğuna karar
vermekti. Bu tekniğe “çiftli karşılaştırma yöntemi” denir. Ancak çok sayıda tutum cümlesi
kullanıldığı zaman, her bir cümlenin birbiriyle karşılaştırılmsı çok fazla karşılaştırma işlemi
gerektirmekteydi. Örneğin, Thurstone ve Chave’in (1929) kiliseye karşı tutumları ölçtükleri
araştırmalarında 130 tutum cümlesi kullanılmıştı. Bu araştırmada “çiftli karşılaştırma
yöntemi” nin kullanılması, 8385 karşılaştırma yargısı gerekecekti. Bundan dolayı Thurstone
“çiftli karşılaştırma tekniği” yerine kullanılmak üzere “eşit görünen aralıklar tekniğini”
geliştirdi. 200
200
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.145
201
http://artikelpsycho.blogspot.com.tr/2014/01/cabang-psikologi-sebagai-perkembangan.html, (04.07.2014)
133
Resim 27: Rensis Likert (1903-1981) 202
Likert ölçek kurmak için gereken dört işlemi şöyle sıralamıştır: 203
• Belli bir tutumla ilişkili olduğu tahmin edilen çok sayıda tutum cümlesi bir
araya toplanır.
• Her denek için toplam puan hesaplanır. Yukarıdaki beş kategori sırasıyla 5, 4,
3, 2, 1 puan ağırlığı almak üzere, her kişinin bütün ölçek maddelerine verdiği cevaplar
toplanarak bir puan elde edilir.
202
http://edu-article.blogspot.com/2013/08/likerts-four-styles-of-mana.g.e., ment.html, (04.07.20414)
203
A.g.e., s.147
134
Tablo 1: Likert Tutum Ölçeği Örneği
Likert ölçeği tutumları ölçek için kullanılan bir test mantığına dayanır. Amaç en uç
görüşler arasındaki ayrımı çok daha açık bir biçimde ortaya koymaktır. Test sonucunda elde
edilen sonuçlar karşılıklı korelasyona ve faktör analizine tabi tutulur.
Tutumları ölçme konusunda diğer bir ölçüm ölçeği Osgood’un geliştirmiş olduğu
“duygusal anlam ölçeği”dir. Bu ölçek, Thurstone, Likert ve Gutman ölçekleri dışında
kullanılan yaygın bir ölçek türüdür. Bu ölçeğin temel mantığı çok sayıdaki sıfatın faktör
analizini ortaya koymasıdır. Bunlar “değerlendirme, güç, faaliyet” faktörleridir. Örneğin iyi-
kötü, temiz-pis, güzel-çirkin gibi sıfat çiftleri değerlendirme boyutuna girer. Güç boyutuna şu
tür sıfatlar gier: sert-yumuşak, ağır-hafif. Faaliyet faktörü ise hızlı-yavaş, sıcak-soğuk ve
aktif-pasif gibi sıfatlarla ölçülebilir. 204
204
A.g.e., s.150
135
Bu ölçek kullanılarak pek çok kavramın duygusal anlam biçimi ortaya konulmuştur.
Çeşitli ülke ve kültürleri karşılaştırmalı olarak ölçmeye müsait bir ölçme tekniği sunan bu
ölçekte farklı kültürlerin, ırkların, dillerin, geleneklerin değerlendirilmesi yapılabilir. Örneğin
Osgood (1971) öğretmen, eğitim ve sınav kavramlarının değerlendirme boyutu üzerinde
Yugoslavya dâhil Batı ülkelerinde oldukça düşük değer gösterdiğini, Türkiye dâhil doğu
ülkelerinde ise çok yüksek olarak değerlendirildiğini bulmuştur. Bu Doğu ülkeleri arasında
tek istisna Japonya’dır. Bu sonuç, gelişmekte olan ülkelerde sosyal hareketlilik ve saygınlık
için eğitimin önemi ile ilgili görünmektedir. 205 Daha sonra Triandis (1964) tarafından
duygusal anlam ölçeği üzerinden geliştirilen “davranış ölçeği” tutumların davranışsal
durumlarını ölçerek herhangi bir davranışta bulunan kişi üzerinden onun eğilimlerinin
ölçülmesi yapılır.
Direk ölçümü yapılan tutumları genel olarak değerlendirecek olursak, her bir ölçek
türü ölçeğin ortaya konulmasını sağlayan kişinin adıyla bilinir olmuş ve bu ölçeklerin tamamı
tutumların davranışa nasıl etki ettiğini ortaya koymak için yapılan tekniklerdir. Ölçümlerin
yapılabilmesi için çeşitli sorularla bireyin eğilimleri, yönelimleri belirlenerek tutumları
belirlenmeye çalışılmaktadır.
Tutum ölçme teknikleri her ne kadar kesin bilgi vermese de eğilimleri ortaya koyma
bakımından sosyal bilimcilerin(psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji) yoğun olarak kullandığı
tekniklerdir. Bu ölçeklerin başarı elde edebilmesi için çok sayıda kavram ve sıfatın toplanıp
ön testlerden ve faktör analizinden geçirilmesi gereklidir.
Bu da verilen cevapların gerçek tutumları yansıtıp yansıtmadığına dair bir sorun olarak
düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu sorunu kısmi olarak da olsa ortadan kaldıracak olan;
ölçeklerin dikkatle geliştirilmesi ve uygun ortamda yapılmasını sağlamaktır. Direk ölçümlerde
sorun olarak gözüken ortam sorunu ortadan kaldıracak olan diğer bir teknik ise “dolaylı
ölçümler”dir.
205
A.g.e., s.151
136
değildir. Çünkü insan psikolojisi çeşitli zamanlarda çeşitli durumlara çok farklı tepkiler
verebilir. Özellikle kültürler-arası araştırmalarda aynı tutum ölçeğinin farklı kültürlerde
kullanılarak karşılaştırılmasında, insanların anketi uygulayanın gözünde nasıl gözükmek
istedikleri konusu bir sorun olarak belirebilir. 206
Bu sorun birçok sosyal bilimcinin üzerinde durduğu bir sorun olarak yer edinir.
İnsanların farklı durumlarda sorulara farklı cevaplar verdiği gözlemlenmiştir. Bu amaçla da
tutumları ölçmek için farklı yollar denenmiştir. Doğrudan olmayan ölçümler çok çeşitli
olabilir ve araştırmacının yaratıcılığına bağlıdır. Bunlar La Piere (1934), Minard (1952) ve
Kutner, Wilkins ve Yarrow (1952) tutumları açıklamak için davranış gözlemi yapmış ve
davranışa atıf yaparak bunu açıklama çalışmışlardır. Diğer bir seçenekte “hazır bilgiden
yararlanma”dır. Bu bilgiler, gazete, dergi, arşivler, roman ve hikâyelerden ya da
istatistiklerden edinilebilir. Doğrudan davranış gözleminin yanında duygusal ifade gözlemi de
dolaylı bir tutum ölçme yoludur. Örneğin mimikler, el kol hareketleri, sesin tonu ve yüzün
genel ifadesi tutum belirtici özellikleridir. (Örn. Feldman, & Rime, 1991; McHugo, Lanzetta
& Bush, 1991, Cacioppo, Petty, Loscg & Kim, 1986) 207
206
A.g.e., s.152
207
A.g.e., s.153
137
Uygulamalar
138
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu bölümde, genel olarak tutumun tanımı, tutumun öğeleri, tutumu etkileyen faktörler
ve tutumların ölçülmesi işlenmiştir.
139
Bölüm Soruları
1) Tutum ile ilgili olarak aşağıda verilmiş olan ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Bilimsel ögeler
b) Yönetsel ögeler
c) Biyolojik ögeler
d) Sosyolojik ögeler
e) Duygusal ögeler
4) Ali çok sevdiği ve hayranı olduğu Kemal Sunal’ın yer aldığı filmleri
izlemektedir. Bu davranış tutum ile ilgili faktörlerden hangisine örnek olarak gösterilebilir?
a) Davranışsal
b) Duygusal
c) Bilgisel
d) Zihinsel
140
e) Algısal
b) Beş kategori sırasıyla 5, 4, 3, 2, 1 puan ağırlığı almak üzere, her kişinin bütün
ölçek maddelerine verdiği cevaplar toplanarak bir puan elde edilir
d) Belli bir tutumla ilişkili olduğu tahmin edilen çok sayıda tutum cümlesi bir
araya toplanır
Cevaplar
9) Likert
141
7. TUTUMLAR II:
142
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
143
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
144
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
145
Anahtar Kavramlar
• Tutarlılık Kuramları
• Tutum Değişikliği
146
Giriş
Tutum daha önce belirttiğimiz gibi: Bir kişi, durum, kurum ya da toplumsal sürece
yönelik olarak çeşitli biçimlerde tanımlanan; temel bir değer veya inancı gösterdiğine
inanılan; ancak davranışların gözlenmesiyle çıkarılabileceğinde ısrarlı olanların düşündüğü
üzere, kişilere ve durumlara karşı belli bir şekilde hareket etme eğilimi olarak görülen
davranış 208 olarak tanımlanmıştır. Tutumun kavramsallaşma süreci 19. yüzyıl sonu duygusal
laboratuvar deneylerinde görülen ön-hazırlayıcı kavramına bağlanma çabaları görüyoruz.
Ancak bu kavramlar arasında benzerlik olsa bile bu çok genel bir düzeydedir. 209 Tutumun
kavramsallaşma sürecine dünya üzerinde farklı sosyal bilimcilerin katkısı vardır. Bu yüzden
direk “tutum” kavramı bir ülke sınırları içerisine hapsedilemeyen bir kavramdır. Tutum
konusunun şekillenmesiyle birlikte bunun ölçülebilir bir nitelik taşıdığını ortaya koyan
araştırmacılar sosyal psikolojinin gelişip daha etkin bir şekilde incelemelerde bulunmasını
sağlamıştır.
208
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları,
Ankara 2005, s.765
209
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.155
147
7.1. Öğrenme Kuramları
Bir şeyi sevmek, sevmemek, ondan hoşlanmak, hoşlanmamak, o şey hakkında bir
yargıya sahip olmayı gerektirir. Demek ki, akademik psikolojinin ilk çalışmalarında olan
psikolojinin ilk çalışmalarından olan psikofizik deneylerde kullanılan yargı kavramı tutumlara
da uygulanabilir. 210 Bu gün çeşitli deneylerle sosyal yargı kuramı tutum değişimini anlamak
için kullanılan bir kuram olarak sosyal psikologların kullandığı bir kuramdır.
210
A.g.e.s.159
211
A.g.e.s.160
212
A.g.e.s.161
148
Tutarlılık kuramcılarının gelişiminde rol oynayan sosyal bilimciler geliştirdikleri
kuramlara göre kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerinde birçok tutarsız inanç ve değer
mevcuttur. Fakat gündelik yaşantı içerisinde bu tutarsızlıklar toplumsal yaşamın da etkisiyle
tutarlı hâle girer. Tutarlılık kavramını başlatan esas olarak Heider’dir. Heider, tutarlılık
kuramlarının ilki olan “denge” kuramını geliştirmiştir. Denge kuramının diğer bazı tutarlılık
kuramlarının gelişmesine temel teşkil ettiğini görüyoruz. Bu kuramlar oldukça kabarıktır ve
her biri tutarlılık kavramını görgül araştırmalarda kullanarak davranış ön tahmini
yapmaktadır. 213 Heider’in öncüllüğünü yaptığı tutarlılık kuramı farklı yaklaşımlara da yol
açarak sosyal bilimlerin tutumlar konusundaki bakışını genişletmiştir.
Her ikisi ilişki de olumlu (+) ya da olumsuz (-) olabilir, ancak ilişkinin derecesi
üstünde durulmamıştır 215 Heider’in denge kuramına göre, dengesizlik, dengeli duruma
yönelme konusunda insanlar üzerinde baskı yaratır. Ancak bu durumda kişiler az sayıda ama
yine de dengeyi kurabilecek duygusal ilişkiyi değiştirmeye çalışır. Denge modelinde belirli
bir durumda tutarsızlıkları gidermenin birçok yolunun olduğu açıklanmıştır. 216
213
A.g.e.s.161-162
214
A.g.e.s.162
215
A.g.e.s.162
216
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Pskoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.126
149
ilişki değil, sadece bunları kapsayan birleştirici (+) ve ayırıcı (-) tutum ilişkisi üzerinde
durmuştur. Olumlu ve olumsuz ilişkilerin yanında nötr ilişkiye de yer verilmesi önemlidir. 217
Bilişsel çelişki kuramı da bir tutarlılık kuramıdır; ancak, Festinger tarafından ilk ortaya
atıldığından beri (1957) değişikliklerden geçmiştir. Bu kuramın üstünde çok çalışılmış,
tartışılmış ve bu kuram çerçevesinde yüzlerce araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan
üstünde önemle durulması gerekir. 218
Tutarlılık kuramı içerisinde en çok ilgilenilen ve araştırma konusu yapılan kuram Leon
Festinger’in “bilişsel çelişki kuramı”dır. Bilişsel çelişki kuramının temel dayanağı tutum
değişimlerinin nedeni kişinin bilişleri değil davranışlarından hareketle olan değişimlerdir.
Festinger’e göre eğer kişinin sahip olduğu bir inanç, bilgi ya da tutum yine o kişinin sahip
olduğu bir başka inanç, bilgi ya da tutumun tersini gerektirirse, bu iki inanç, bilgi ya da tutum
arasında bilişsel çelişki vardır. Örneğin: “Bugün hava güneşli” bilgisiyle “ben bir yağmurluk
giyiyorum” bilgisi böyle çelişki içinde olan iki bilgidir. Bu çelişki, görüldüğü gibi, mantıksal
değil, psikolojiktir. 219 Kendi iç âleminde insanlar düzensizlikten ve tutarsızlıklardan
hoşlanmazlar ve bir düzen ve tutarlılık ararlar. Bu sorunu gidermenin yolunu aralar.
Festinger’in bu kuramı bu tutarsızlıklardan hareketle kendini ortaya koyar.
• Çelişkiye neden olan davranışı geri çekmek veya çelişkinin önemli olmadığını
kabullenmek
217
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.165
218
A.g.e.s.170
219
A.g.e.s.170
220
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., s.127-128
221
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.185
150
“Bu kurama göre, erken çocukluk çağında sevilmeme, hor görülme gibi ego (benlik)
yıpratıcı yaşantılar, kişide kendini hor görme eğişimi geliştirir. Ancak, kişinin kendini
değersiz bir ime olduğunu kabullenmesi çok kaygı verici bir durum olduğundan, kişi ego-
savunma mekanizmaları kullanarak kendisinin değersiz olduğu inancını bilinçaltına “bastırır”.
Ayrıca “yansıtma” yoluyla, hor görmeyi kendinden başkasına yöneltir. Yani kendini değil,
başkalarını değersiz olarak görmeye başlar, onlara karşı nefret ve saldırganlık duyguları
geliştirir. Bu başkaları da genellikle toplumun hor gördüğü dış guruplardır, çünkü bunlara
karşı saldırganlığı toplum onaylar.” 222 Aksi olduğu takdirde ise yani kabul görme, beğenilme
durumlarında ise topluma uygun tutumlar sergileyerek toplum tarafından takdir kazanır.
Laboratuvar ortamı daha önce bahsettiğimiz gibi yapay, sınırlı bir alan olduğu için
birey bu alanda gerçek tutumunu yansıtmayabilir ancak yine de laboratuvar deneyleri diğer
deneylere göre daha iyi bilgiler edinmeyi sağlayabilir. Kontrollü bir ortam olduğu için
deneğin dikkatini bozacak ya da bozmayacak şeyler kolaylıkla ortadan kaldırabilir ya da
ortaya konulabilir. Ortamdan etkilenme biçimi en aza indirgenebilir.
Kişi iletişime geçmesi için öncellikle kendini rahat hissetmesi gerekir. İletişimin
sağlanabilmesi için iletişimin temel öncüllerinin gerçekleşmesi gerekir. Bunlar:
• İleti: Gönderici ile alıcı arasında aktarılmakta olan duygu, düşünce ya da istektir.
222
A.g.e.s.185
L. Freedman, D.O Sears, J.M.Carlsmith, Sosyal Psikoloji, Çev. Prof. Dr. Ali Dönmez, İmge Yay.,Ankara,
223
Bahsettiğimiz unsurlar her ne kadar iletişimin gerekli öncülleri olsa da tüm iletişim
süreçleri için bu maddeler sıralanabilir. Laboratuvar ortamındaki denek ve araştırıcı
arasındaki iletişimin sağlıklı olması için de bunlar gereklidir.
Gerçek hayatta bireyin tutumlarını değiştirecek birçok unsur vardır. Kitle iletişim
araçları bireyin tutumunu belirlemede ve bireyin tutumlarının şekillenmesinde bugün artık
önemli bir yere sahiptir. Örneğin Türkiye’de Sağlık Bakanlığının başlattığı “dumansız hava
sahası” projesinin etkili olması için TV kanalları yoğun biçimde kullanmış, kamu spotu adı
altında sigaranın zararları ve getirdiği olumsuz sonuçlar kimi zaman çok kötü görüntüler
eşliğinde verilmiş, çocukların sigarayı istemediklerine dair haber gibi spotlarla halka
sigaranın zararları aşılanmaya çalışılmıştır.
Yapılan tüm bu kampanyalardaki ortak bir amaç vardı, o da halkın sigara kullanımını
sonlandırmak. Kitlesel iletişim araçları olan televizyonlar, radyolar kamu spotları ile halkı
sigara konusunda bilinçlendirerek sigara kullanımını azaltma yönünde önemli başarılar elde
edilmesinde yararlı olmuştur. İşte bu da kitle iletişim araçlarının bireylerin tutumunu
değiştirmede önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir.
Gerçek yaşamda tutum değişikliği büyük oranda kitle iletişim araçları ve toplumsal
grupların etkisiyle gerçekleşir. İnsanlar her ne kadar tutumlarını korumak için bir direnç
gösterseler de toplumsal grupların ve kitle iletişim araçlarının etkisinden kendini
soyutlayamaz.
152
Uygulamalar
153
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
154
Bölüm Soruları
a) Öğrenme kuramları
c) İşlevsel kuramlar
d) Psikoanalitik yaklaşım
2) Gerçek hayatta bireylerin tutumlarını geniş ölçekte değiştirecek bir çok unsur
vardır. Aşağıdakilerden hangisi daha geniş ölçekte tutum değişimine neden olabilir?
a) Aile çevresi
b) Arkadaş çevresi
d) Mahalle ortamı
e) Sınıf ortamı
b) Meslek seçimi
d) TV seyretme
e) Arkadaşların seçimi
155
Açıklamada ifade edilen tutum değişikliklerine neden olan kuram aşağıdakilerden
hangisidir?
b) Öğrenme Kuramları
d) İşlevsel Kuramlar
e) Psikoanalitik Kuramı
a) Okuldan uzaklaştırılmak
d) Birisini seversek, ona iyi özellikler atfederiz ve onun hakkında söylenen kötü
sözlere direniş gösteririz
156
Cevaplar
157
8. TUTUM DEĞİŞTİRME SÜRECİ: İLETİŞİM VE PROPAGANDA
158
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
159
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
160
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
161
Anahtar Kavramlar
• Tutum
• Tutum Deşikliği
• İletişim
• Propaganda
162
Giriş
163
8.1. Tutum Değiştirme Süreci
• Örneğin altı yaşındaki Ahmet, annesiyle markete gittiği zaman ısrarla bir markalı
çikolatadan ister, çünkü reklamlarda çıkan A markalı çikolata reklamını çok sevmektedir.
• Genel seçimlerden on – on beş gün öncesine kadar kararsız olan birisi, seçim günü
artık karar vermiş ve oyunu bir partiye vermiştir.
224
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.191
225
A.g.e., s.191
226
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.192
164
Resim 28: II. Dünya Savaşı Propaganda Afişlerinden
Bir etkili iletişim biçimi örnek konusu olan propagandanın meydana gelmesinde ya da
“propagandanın etkinliği ile doğrudan ilişkili değişkenlerin başında, propaganda kaynağının
özellikleri gelir.” 228
8.2.1. İnanırlık
227
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.197
228
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.200
229
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.200
165
örneğin televizyon reklamlarında oynatılan karakterlerin toplumda genel kabul görmüş ya da
göreceği düşünülen kişilerin veya objelerin kullanılması anlamına gelmektedir.
Hovland ve Weiss (1951) inanırlılığın, iki faktöre bağlı olduğunu öne sürmüşlerdir:
“uzmanlık” ve “güvenirlilik”. Uzmanlık özelliğini genel bir anlamda saygınlık (prestij) olarak
ele alabiliriz. Bir kaynağın güvenirliliğini ise, ona izleyici/dinleyici tarafından atfedilen
maksatla ilgili görünmektedir. 230
İletişim kaynağının sevilen ya da hoş bir kimse olması da kendi başına önemli bir
etken olarak belirtilmektedir. Öyle ki, bir propagandacının bizi etkilemeye uğraştığı açıkça
belli olduğu hâlde, sevdiğimiz, beğendiğimiz, bir kimse olduğu için sanki bu etkiyi severek
kabul etmekte, hatta belki de onu memnun etmek ister gibi davranabilmekteyiz. Bunu
gösteren örnek bir araştırma Mills ve Aronson (1955) tarafından yapılmıştır. Bu deneyde
güzel ve çekici bir kadın, bir grup erkek dinleyiciye bir konu hakkında konuşmuş ve sırf güzel
olduğu için o konuda dinleyicileri etkileyebilmiştir. Üstelik dinleyicileri ikna etmek istediğini
açıkça söylediği zaman da etkili olmuştur. 231
230
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.201
231
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.204 - 205
166
belirebilir. Örneğin, güzel bir sinema yıldızının bir sabun reklamını seyreden 16 yaşındaki
Elif, o yıldıza benzeyebilmek ya da onunla özdeşleşebilmek için o sabunu kullanmaya
başlayabilir. Bu nedenlerle, iletişim kaynağının hedef için cazibesi, iletişimin etkinliğini
arttıran etkenlerden biridir. 232
Propaganda öne sürülen görüşle, dinleyicinin görüşü birbirine çok yakınsa, bilişsel
tutarsızlık söz konusu olmadığından tutum değişimine de sebep yoktur (tutum değişimi çok
azdır) buna karşılık, orta derecede bir fark söz konusu ise, kişinin tutumunu değiştirmesi için
önemli bir zorlama var demektir. Çünkü tutarsızlık yaratan bu farkın bertaraf edilmesi gerekir.
(tutum değişimi çoktur) Ancak aradaki fark daha da fazla miktarda ise tutum değişiminin
meydana gelmesi güçleşecek, buna karşılık, propagandaya karşı direnme daha çok ortaya
çıkacaktır. Bu durumda da tutum değişiminde bir azalma görülecektir. 235
İletişimin ikinci önemli özelliği, tek ya da çift yönlü oluşudur. Tek yönlü iletişimde
sadece ileri sürülen tez (görüş) açıklanır, ters bir görüşe yer verilmez. Çift yönlü iletişimde
ise, karşıt tezin görüşünden söz edilir ve çoğunlukla bu karşıt tez çürütülür. 236
Bir propagandacı sadece kendi görüşünü mü ileri sürmeli, yoksa karşı teze de
konuşmasında yer vermeli midir? Örneğin Ahmet, Toyota marka otomobil satan bir acentede
satıcı olarak çalışıyorsa, müşterisine Renault marka otomobillerin de bazı iyi taraflardan söz
etmeli mi? Örneğin, bazı politikacılar, konuşmalarında karşıt parti politikacılarının
232
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.205
233
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.207
234
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.207
235
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.207
236
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.211
167
görüşlerine de yer verirler, bazıları ise onların adından söz etmemeye çaba harcalar. Acaba
hangisi doğrudur? 237
237
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.211
238
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.212
239
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.215
168
Yen’inin devalüasyonu konusunda duygusallaşıyorsa, bu dinleyici tarafından garip karşılanır,
etkili de olmaz. 240
Bunun dışında ussal iletişimin eğitim ya da zekâ düzeyi yüksek dinleyici ya da izleyici
için, duygusal iletişimin de eğitim ya da zekâ düzeyi düşük dinleyici için daha etkili olacağı
akla yakın gelmektedir, ancak bu konuda bize kesin bilgi verecek kontrollü araştırmalar pek
yoktur. Bunun nedeni, yukarıda da belirtildiği gibi duygusalla ussal yaklaşımı birbirinden
kesinlikle ayırmanın zorluğudur. 241
Yapılan araştırmalar, mesajın ilk olarak mı (öncelik etkisi) son olarak (sonralık etkisi)
iletilmesi gerektiğine dair farklı bulgular içermektedir. Yapılan ilk ikna çalışmalarında,
öncelik etkisini, daha sonra da sonra yapılanlar da sonralık etkisini, bazen de hem öncelik
hem de sonralık etkisini destekleyici sonuçlar elde edilmiştir. Hangi etkinin daha güçlü
olacağı büyük ölçüde zaman faktörüne bağlıdır. Burada zaman faktöründen anladığımız,
verilen ilk mesajla ikinci mesaj arasında geçen süre ve ikinci mesaj ile dinleyicilerin konuyla
ilgili karar vermeleri gereken zaman arasında geçen süredir. Miller ve Campbell(1959),
zamanın mesaj sunum sırasına nasıl etki ettiğini araştırmak üzere bir deney tasarlamışlardır.
Bu deneyde, yapay bir dava jürisi oluşturmuşlar ve deney grubunun yarısına da tezleri ters
sırada vermişlerdir. Her iki gruptan da kimin doğru söylediğine ilişkin bir karar vermeleri
istenmiştir. Araştırmacılar, tezlerin sırasını değiştirmekle kalmamış, tezler arası zamanı ve
okunan son tezle karar verme arasında geçen zamanı da değiştirmişlerdir. Denekler ikinci
mesajı ( davalının ya da davacının tezi), birinciden hemen sonra okuduklarında ve kararlarını
7 gün sonra verdiklerinde, birinci mesajın ikinci mesajdan daha etkili olduğu ortaya çıkmıştır.
(öncelik etkisine destek). Mesajları okuduktan sonra geçen 7 gün içinde, her iki mesaj da aynı
oranda unutulmaya yüz tutmuş ve ilk izlenim etkisi kendini göstermiştir. (ilk okunan tez etkili
olmuştur) ayrıca, iki mesajın arka arkaya okunması birincinin ikinci mesajın anlaşılmasında
kafa karıştırıcı bir etki etmesine de neden olmuştur. Denekler, ikinci mesajı birinciden 1 hafta
sonra okuduklarına ve hemen bunu takiben bir karara vardıklarında ise ikinci mesaj etkili
240
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.215
241
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.215
242
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.215
169
olmuştur (sonralık etkisi). Bu durumda, ikinci mesajın hatırlanması daha kolay olmuştur,
dolayısıyla içerik daha etkileyicidir. 243
8.3.5. Tekrar
Bir nesneye sıkça rastlamak onu daha tanıdık hâle getirir, bir ismi çok sık duymak o
ismin ünlü birine ait olduğunu düşündürür. Yapılan son araştırmalar, çok tekrar edilen bir
mesajın da dinleyiciler tarafından daha doğru göründüğünü ortaya koymuştur. Reklamcılık
sektörü bu varsayımdan yola çıkarak hedef kitleyi iletilmek istenen mesaja sıkça maruz
bırakmayı amaçlar. 244
8.4.1. Taahhüt
Ahmet kendine güvenen bir kimsedir. Mehmet’in ise kendine güveni azdır. Acaba
hangisi daha kolay ikna olur? Birçok araştırmacının ortak bulgusu, kendine güveni az olan
kişilerin daha kolay ikna olduğudur. 246
243
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.215
244
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.2220
245
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.221
246
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.222
247
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, s.222
170
Cohen (1959) psikolojik savunma mekanizmaları açısından soruna yaklaşmıştır. Şöyle
ki, kendine güveni yüksek olan bir kimse, bu güveni sarsabilecek kendi tutumuna ters düşen
bir propagandayı reddetme, görmemezlikten gelmeyi ya da unutma eğilimi gösterebilir.
Kendine güveni az olan kimseler ise, çevreden gelen ters uyaran ya da bilgilere daha duyarlı
olduklarından onlardan daha fazla etkilenebilirler. 248
Kişinin özellikle grup içindeki saygınlığı yani gruptaki statüsü, onun diğerleri
tarafından ne kadar etkilenebileceğini tayin edici bir etkendir. Örneğin Berger ve Fişek
(1970), küçük gruplarda düşük saygınlığı olan kimselerin, yüksek saygınlığı olanlardan daha
fazla etkilenebilir olduğunu bulmuşlardır. Başta kaynağın özelliklerini incelediğimiz zaman
da aslında bu konuya değinmiştik, şöyle ki, propaganda kaynağının saygınlığı yüksek ise o
propagandanın daha etkili olduğunu gördük. Aynı mantığa göre, düşük saygınlığı olan
dinleyicilerin daha kolay etkilenebilir olduğu da söylenebilir. 249
Kadınlar mı erkekler mi daha kolay ikna olur? 19. yüzyılda bu sorunun cevabı kadınlar
telkine daha yakın oldukları için daha kolay etkilenebilir, şeklinde verilmiştir. Daha sonraki
araştırmalar da kadınların genellikle erkeklerden daha kolay ikna edilebileceğini ve sosyal
etkiye daha fazla uyma gösterdiğini ortaya koymuştur. 251
Ancak, acaba bu sonuç, kadınların telkine daha yatkın olması ile ya da kadınlara has
doğal bir özellikle mi açıklanabilir, yoksa bunun nedenini toplumsal etkenlerde mi
248
A.g.e., s.222
249
A.g.e., s.223
250
A.g.e., s.223
251
A.g.e., s.224
171
aramalıyız? Bu sorumuzun cevabını verebilmek için de yine araştırma sonuçlarından
yararlanıyoruz. Abelson ve Lesser’in (1959) bir araştırmasında ABD’de lise öğrencileri
arasında ikna edilebilirlik bakımından cinsiyet farkı ortaya çıkmış, yani kızlar erkeklerden
daha kolay ikna edilebilmiş, ancak ilkokul öğrencilerinde böyle bir fark ortaya çıkmamıştır.
Eğer ikna edilebilirlikteki cinsiyet farkı, kadınlara has doğal bir özelliğe bağlı olsaydı,
araştırmadaki ilkokul çocuklarında da bu farkın görülmesi gerekirdi. Oysa bulgu, cinsiyet
farkının ileri yaşta belirdiği şeklindedir. Demek ki, bunun nedenini, kadının ve erkeğin
toplumsal rollerinin kültür tarafından farklı şekillerde tanımlanmasında aramak gerekir.
Toplum, kadının erkekten daha yumuşak başlı, daha az iddiacı olmasını bekler. Herhangi bir
konuda kadının fikrinde ısrar etmesi daha az beklenir. Görünüşe göre, araştırmada incelenen
küçük kız çocukları henüz yumuşak başlı ve ikna edilebilir olmaları gerektiğini öğrenecek
yaşa gelmemişlerdir! 252
• Çok düşünmeyi gerektiren bir işin sorumluluğunu almak hoşuma gider. (+)
• Sorunlara yeni çözümler bulmayı gerektiren işler bana gerçekten zevk verir. (+)
vb.
Düşünme ihtiyacını ölçen bu testte yüksek puan alan kişiler, zor bilişsel aktivitelerde
bulunmayı ve durumları analiz etmeyi seven kişilerdir. 253
Düşünme ihtiyacı yüksek olan kimseler bile bazen dikkatlerini mesaj üzerinde
odaklamakta zorlanabilirler. Dinleyicinin yorgun olması, mesajın iletildiği ortamdaki gürültü
ya da konunun karmaşık olması gibi nedenlerden dolayı kişiler mesajdaki tezlere dikkat
etmeyebilirler. Bu durumda mesajı daha çok çevresel yollardan işlerler.
İkna olma sürecinde etkili olan bir başka kişilik özelliği de “kendini izleme”dir.
Kendini izlemeye yatkın olan kişiler, başkalarına nasıl göründüklerini kontrol etmek için
sosyal ipuçlarını kullanırlar. Onlar için gerektiği yerde gerektiği kadar davranmak önem taşır.
Kendini izlemeye eğilimi olmayan kişiler, başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğünü
pek önemsemezler ve kendi bildikleri gibi davranırlar. Kendini izleyenler için başkalarının
252
A.g.e., s.224
253
A.g.e., s.226
172
beklentileri, kendileri hakkında ne düşündüğü önemliyken, kendini izlemeyenlerin daha
bağımsız ve bireyci olduğu söylenebilir. 254
8.4.9. Yaş
Yaşla ikna olma arasındaki ilişkiye dair genel inanış, gençlerin ikna olmaya daha açık
oldukları, bunun tersine yaşlıların düşüncelerinde daha ısrarlı oldukları ve yıllardır süregelen
alışkanlıklarını kolay kolay değiştirmedikleri yönündedir. Bu inanış ne ölçüde doğrudur?
İnsanlara kişisel yaşam deneyimleri sorulduğunda, ergenlik ve erken gençlik yıllarının benlik
kavramları üzerinde en etkili olan yıllar olduğunu söylerler. Krosnick ve Alwiin (1989), bu
yılların insanların ikna olmaya da en açık oldukları yıllar olduğunu buldular. 2500 Amerikalı
ile 1976-1980 yılları arasında yaptıkları bir araştırmada, 18-25 yaşları arasındaki kişilerin en
fazla tutum değişikliği gösterdiğini, bunun arkasından 25-36 yaşları arasındaki kişilerin
geldiğini görmüşlerdir. 37-83 yaş gurubundaki kişilerde anlamlı tutum değişiklikleri
gözlemişlerdir. 255
Hovland’ın belirttiği gibi (1959), etkileyici iletişimin başarı düzeyi kısmen laboratuvar
ortamında mı, yoksa gerçek yaşam ortamında mı oluştuğuna bağlıdır? Bu konudaki,
araştırmaların genel sonucu, laboratuvarda propagandanın etkinliğinin daha fazla olduğudur.
Bu genel olgunun nedenlerini açıklamadan önce gerçek yaşamdaki propagandanın
etkinliğinin nasıl saptandığına kısaca değinelim. Gerçek yaşamda karşılaşılan iletişimin
etkinliği genellikle örneklem yönetimini kullanan survey araştırmalarıyla saptanmaktadır.
Bundan önceki bölümde de belirtildiği gibi, örneğin seçimlerden bir yıl önce, bir örneklem
seçilerek, survey yöntemiyle bir kamuoyu yoklaması yapılır. Altı ay sonra ve seçimlerden
hemen önce gene aynı kimselere gidilerek kamuoyu yoklamaları tekrarlanır. Bu tekrarlardan
amaç, geçen zaman içinde politik tutumlarda ne kadar bir değişme olduğunu saptamak ve bu
değişmenin o zaman içinde o kimselere kitle haberleşme araçları aracılığıyla ulaşan
propagandayla ilişkisini incelemektedir. 256
254
A.g.e., s.227
255
A.g.e., s.228
256
A.g.e., s.229
257
A.g.e., s.234
173
Görülmektedir ki, iletişim ve propaganda süreçlerinde etkinliğin artırılabilmesinin
birtakım şartları ya da detayları bulunmaktadır. Söz konusu süreçler bireylerin topluluk
hâlinde veya sosyal gruplar hâlinde yaşamalarının bir uzantısı olarak birbirilerini bir şekilde
etkilemelerinin mümkün olduğunu bize öğretmektedir. Bu etkileme süreçleri tam anlamıyla
birer sosyal psikolojik süreçlerdir.
174
Uygulamalar
Araştırma ödevi
175
Uygulama Soruları
176
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
177
Bölüm Soruları
a) Tutumu eleştirmek
c) Propaganda yapmak
a) Güvenilirlik
b) Tekrar
d) Görüş Farkı
a) Ergenlik
b) Cinsiyet
c) Alışkanlıklar
d) Yaş
e) Kültür
178
a) Yanlış olması
b) İnanırlık
c) Güvensizlik
d) Yenilik
e) Doğru olması
a) Kabiliyet
b) Kendine Güven
c) Dikkatin Dağılması
d) Yaş
e) Zekâ ve Eğitim
Cevaplar
179
9. SOSYAL ALGILAR: İZLENİM OLUŞTURMA
180
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
181
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
182
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
183
Anahtar Kavramlar
• Sosyal Algı
• İzlenim
• İzlenim Oluşturma
• Kişilik Yargıları
184
Giriş
Dersin bu haftasın da sosyal algı ya da diğer bir ifadeyle sosyal biliş konusu ele
alınmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekirse, bu derste biliş ve algı kavramlarının yakın
anlamlara geldiğini varsaymaktayız. Bu bağlamda bazı sorularla konuyu açıklamak yerinde
olabilir. Karşılaştığımız insanlar hakkında algılarımız nasıl oluşur? Kişilerin hangi
özelliklerine dikkat ederiz? Kişilikler hakkında görüşlerimiz nasıl oluşur? Temel bazı kişilik
özellikleri olabilir mi? Yüz ifadeleri, fiziksel görünüm, göz teması ve aslında genel olarak
beden dili, bizim başkaları hakkında birtakım izlenimler oluşturmamızı sağlarlar. Bunun
yanında bu izlenimlerimiz bizi bazı yanılgılara da düşürebilmektedir. Bu derste sosyal
bilişimizi ya da sosyal algılarımızı etkileyen ve izlenim olarak adlandırılan konu incelenerek
izlenimdeki ölçütler ve izlenimleri belirleyen unsurlar genişletilerek sunulmaya çalışılmıştır.
Sosyal algı (biliş), bizim toplumsal dünyaya ilişkin bilgilerimizi; yorumlama, analiz
etme ve anımsama aracılığıyla kullanılmasıdır. Ya da bir olay karşısında karar verirken
yanlışa düşmemek ya da yanlışı en aza indirmek için o olay karşısında edindiğimiz bilgileri
yorumlayarak kullanma biçimimizdir. Bu eksende “günlük yaşamımızda karşılaştığımız
olayların ve kişilerin davranışlarının nedenlerini açıklamaya, başkalarının güdü ve inançları
hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırız. Başka kişi ve olayları tanıma ve anlama çabalarımız,
sosyal psikolojide, sosyal biliş veya sosyal algı başlığı altında incelenir.” 258
• İzlenim oluşturma
Sosyal algının oluşması için belirli basamaklar vardır. Bir şeyi bilmek için o şey
hakkında yazılmış, söylenmiş, tecrübe edilmiş şeylere bakılması gerekir. “Başkalarının
davranışlarını açıklamak hepimizde temel merak konularından biridir. Öte yandan insanlar
belirli davranışları sergileme nedenlerini genellikle kendilerini gizlerler. Yapabileceğimiz tek
şey gözlemleyebildiğimiz davranışlara odaklanmaktır: Ne yapıyorlar, neler söylüyorlar, yüz
258
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.237
259
A.g.e., ., s.237
260
A.g.e., ., s.237
185
ifadeleri, beden dilleri, ses tonları. Ne yazık ki başkalarının zihinlerini okuyamıyoruz; kim
olduklarını, ne ifade ettiklerini bütünüyle ve doğru olarak bilemeyiz. Bunun yerine
izlenimlere, kişisel kuramlara dayanır, bunları elimizden geldiğince iyi bir şekilde bir araya
getirir, böylece makul derecede doğru ve kullanılabilir sonuçlar elde etmeyi umarız.” 261
261
Aronson, Wilson, Akert, Sosyal Psikoloji, Kaknüs Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2012, s.180
186
9.1. İzlenim Oluşturma
Bilgi ve ipuçlarına dayanarak bir kişi veya bir durum hakkında izlenim oluşturmaya
çalışmak biz insanlar için evrensel bir kaidedir. Örneğin sadece fotoğrafta gördüğümüz bir
kişi hakkında yargılarda bulunurken bunu elde ettiğimiz izlenimlerden yola çıkarak
yorumlamaya çalışırız.
Kendinizi bir an şu senaryo içinde düşünün: Akşam saatleri ve hava kararmak üzere.
Yolda yürürken size doğru bir kişi yaklaşıyor. Size, telefon etmek zorunda olduğunu fakat
parası olmadığı için telefonuna kontör yükleyemediğini söylüyor. Sizden telefonunuzu iki
dakikalığına ödünç istiyor ve hemen geri vereceğini söylüyor. Kafanızda saliselik süreler
içinde onlarca düşünce geçmez mi?
Ne yapmalıyım? Vb.
Size yönelttiği bir soru ve ricaya cevap bekleyen bir kişi karşınızda beklerken uzun
süren bir ölçme-tartışma sürecine girişemezsiniz. Ona “Tabii, buyurun” veya “Hayır,
veremem; işim var” ve buna benzer cevaplardan birini verirsiniz. Hangi cevapta karar
kılacağınıza, günün saati, işlerinizin yoğunluğu veya aceleniz, cüzdanınızdaki telefon kartında
çok az kontör kalmış olması gibi faktörler etki edebileceği gibi, sizden telefon isteyen adamın
nasıl biri olduğu da bu kararda rol oynayacaktır. Şöyle bir düşünelim: Bu kişinin kılık
kıyafeti, konuşması, size bakışı, yüzündeki ifade, ses tonu, kadın ya da erkek olması, Türk ya
da yabancı olması vb. özelliklerin sizin karar vermenizde etkili olması kaçınılmazdır. O kişi
hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz ve kararınızı biçimlendirecek olan özellikler, o kişiyle
karşılaştığınız ilk anda o kişi hakkında edindiğiniz izlenimlerdir. 262 Cinsiyet, ırk ve sosyal
sınıf gibi kategoriler de kişinin algısını etkileyen unsurlar arasındadır. Giyim kuşam, kadın-
erkek gibi kategoriler de kişilerin izlenimlerini iyi veya kötü olarak kullanılmasını
etkilemektedir.
“İzlenim oluşturma, bir başkası hakkında farklı kaynaklardan gelen bilgileri bir yargı
hâline getirme sürecidir. Sosyal psikologlar, izlenim oluşturma sürecini, yeni gelen bilgiler
ışığında sürekli yenileyerek değişen dinamik bir süreç olarak görür. Bu süreç aynı zamanda
262
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., ., s.238
187
bütünleştiricidir de. Kişi hakkında elde ettiğimi her bilgi, edindiğimiz diğer bilgiler ışığında
değerlendirilir. 263
• Herkesi ve her şeyi, ayrı ayrı birey olarak görme yerine, algısal alanımızı
uyarıcıları gruplayarak ya da sınıflandırarak örgütleriz. İnsanları grupların üyeleri olarak
görmek eğilimindeyizdir.
“Bundan 2000 yıl önce Cicero, “Yüz, ruhun yansımasıdır” demiştir. Ondan yüzyıllar
sonra Darwin (1872) yüz ifadelerinin sadece iletişimde önemli bir rol oynamadığını, ayrıca
bazı duygusal ifadelerin doğuştan var olduğunu ve bu yüzden bütün dünyada aynı anlamda
algılandığını söylemiştir.” 265 Yüzün ruhun aynası olması ruhun durumunu yansıtması,
psikolojik veya duygusal ifadeleri bir biçimde yansıtması insanın izlenimlerinin bilinmesine,
belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Yüzün alacağı durumlar hoşlanma ya da hoşlanmama,
kızma, gülümseme, şaşırma vs. gibi unsurlar yüzdeki ifade biçimleri olarak söylenebilir.
263
A.g.e., ., s.238
264
Shelley E. Taylor, L. A. Peplau, D. O. Sears, Çev. Ali Dönemez, Sosyal Psikoloji, İmge Kitabevi, 3. Baskı,
Ankara 2007, s. 39-40
265
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.238
188
düşüncelerimizi, beklentilerimizi şekillendirir. Kızgınlık ifadesi taşıyan bir yüz görünce kaygı
düzeyimiz artar ve kendimizi korumaya alırız. Yani, yüz ifadelerini doğru algılamak
işlevseldir. Bu işlevsel teze göre, insanlar bütün ifadelere eşit şekilde dikkat etmezler;
yaşamlarını sürdürebilmeleri için en çok, tehlike belirten yüz ifadelerini fark etmeleri
gerekir.” 266 Yüzdeki duygulanımı ve yüzdeki değişkenliği de gözlemlemek en kolay
izlenimlerden biridir. Sözel olmayan bu izlenim iletişimin de baş tacı olarak kabul edilir.
Göz teması sosyal ve duygusal bir anlam içerir. Farkında olsak da olmasak da
gözlerimiz bazen karşısındakinin gözlerine olumlu veya olumsuz -ruh hâline göre- bir anlam
taşır. “İzlenim oluşturmada kullanılan başka bir sözel olmayan ipucu göz teması, yani göz
göze olmadır. Başkalarının neler hissettiğini, birbirlerine bakışlarının yönü ve yoğunluğuna
dikkat ederek çıkartabiliriz. 267“ izlenim oluşturmada faydalandığımız duyumuz olan göz, bir
neşe, bir kişi veya olay hakkında bize önemli bilgiler sunarak izlenim oluşturma alanımızı
genişletir.
Gözümüzle iletişime geçmemiz ancak temas edecek yani bakılacak bir durum
olduğunda veya sabit biçimde o şeye veya duruma baktığımızda gerçekleşmektedir. “Göz
göze gelmekten kaçınan kişilerin ilettikleri mesaj, duruma göre farklı anlamlandırılabilir.
Gözünü bizden kaçıran bir kişinin korktuğu veya utandığı söylenebileceği gibi, konuşulan
konu özel ise sürekli bize bakmayarak bizi rahatsız etmekten kaçındığı düşünülebilir. Demek
ki, bir insana nasıl baktığınız, o insanda belli duygu ve düşüncelere yol açabiliyor. Fakat
hangi duygu ve düşüncelere yol açtığı, duruma, kişiye ve kültüre bağlı olarak değişebilir. 268“
İnsanların özellikleriyle ilgili ilk izlenimimiz onların fiziksel görüntüleridir. Zayıf mı,
şişman mı, güzel mi, çirkin mi, uzun boylu mu, kısa boylu mu vs. gibi özellikler insanlara dair
edindiğimiz ve onların fiziksel görünümleriyle ilgili özellikleridir. “Alman şair ve filozof
Johann Schiller geçen yüzyılda “fiziksel güzellik, iç güzelliğin, ruhi ve ahlaki güzelliğin
işaretidir” demişti. Eagly ve Makhijani (1991) ve Feingold (1992) araştırmalarında
deneklerin, güzel kişileri güzel olmayanlardan daha ilginç, sıcakkanlı, dışa açık ve sosyal
açıdan daha yetenekli bulduklarını göstermişlerdir. Yardım davranışının da yardıma
gereksinimi olan kişinin fiziksel özellikleriyle ilintili olduğu saptanmıştır. Benson ve
arkadaşları (1976), güzel olan kişilere daha çabuk ve çok yardım eli uzatıldığını göstermiştir.
Fiziksel güzelliğin yargı ve kararlarımızda ne kadar etkili olduğunu gösteren başka birçok
araştırma daha vardır.” 269 Buna rağmen kişinin beden yapısı yani fiziksel görünümü ile iç
âlemi çok farklı olabilir. Kişi çok güzel olmasına rağmen iyilikten uzak olabilir, çirkin
olmasına rağmen de iyilik peşinde koşuyor olabilir. Bu bakımdan dış görünüş büyük ölçüde
aldatıcı olabilir.
266
A.g.e., .s.238
267
A.g.e., .s.239
268
A.g.e., .s.238-239
269
A.g.e., .s.240
189
9.1.4. Beden Dili
Bu gün her ne kadar kişisel gelişim uzmanları tarafından sıkça irdelenip işlenen bir
konu olsa da beden dili izlenim oluşturma bağlamında sosyal psikolojinin ilgi alanlarından
biridir. Kişinin beden dili onun hakkında edindiğimiz izlenimleri yoğun biçimde
etkilemektedir. “Elimizi, kolumuzu nasıl oynattığımız; otururken ve dururken vücudumuzun
nasıl şekil aldığı; konuşurken elimizi ağzıma koyup koymadığımız; bacak bacak üstüne atıp
bacağımızı sallamamız; parmak uçlarımızı bir yere hafifçe vurmamız vs. gibi beden
hareketlerinden neler çıkarılabileceği üzerine yazılmış bazı kitaplar vardır. Hatta insanlara
nerde nasıl hareket edilmesi veya edilmemesi gerektiğini de öğreten kurslar dahi açılmıştır.
Bunların çoğu bilimsel araştırmalara dayanarak hazırlanmış değildir. Bunun nedeni de, beden
hareketlerinin kişiden kişiye ve kültürden kültüre farklı anlam taşımasıdır. Bir kültürde bir
anlama gelen herhangi bir neden hareketi, başka bir kültürde aynı anlama gelmeyebilir. Bu
yüzden, beden diliyle ilgili evrensel iddia taşıyan bir kitapla karşılaştığımızda, onu şüpheyle
karşılamamız gerekir. 270“
Sözel olmayan izlenim tekniklerinden olan beden dilinin okunması kişinin yaptığı hâl
ve hareketlerine göre gelişir, değişir ve yerleşir. Kişinin durumlar karşısında yaptığı
hareketler onun tedirgin, kızgın, kaygılı, mutlu olduğunu yansıtabilir. “Başkalarının
söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamada da sözel olmayan ipuçlarına başvururuz.
Sözel olan ve olmayan iletişimin birbiriyle uyumlu olmasını bekleriz. Örneğin, kerevizi hiç
sevmiyorsunuz. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın evine akşam yemeğine davet edildiniz.
Gittiğinizde korktuğunuz başınıza gelmiş olduğunu gördünüz. Yemekte kereviz var!
Arkadaşınızın annesi özene bezene size bu yemeği hazırlamış ve size de ne kadar güzel
olduğunu anlata anlata bitiremiyor. Size sorulmadan yemek tabağınıza konuldu ve evin annesi
“Sen de kereviz seversin değil mi” diye size sordu. “Hayır, hiç sevmem” demenin,
karşılaştığınız özenli hazırlığa uymayacağını düşündünüz ve “Evet, severim” dediniz
demesine ancak yüzünüz hiç de öyle söylemiyordu. Buna dikkat edecek olan ev sahipleri
verdiğiniz olumlu yanıtın kibarlıktan verilmiş bir yanıt olduğunu anlayacak ve sizi bu azaptan
kurtaracaklardır (en iyi ihtimalle!).” 271
270
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.240 - 241
271
A.g.e., .s.241
272
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2009, s. 294
190
dünyaya yansıması eğitim ve sosyal çevreyle gerçekleşir. Kişi kişiliğini farklı toplumsal
guruplara farklı bir biçimde yansıtabilir.
“Bir başkası hakkında edindiğimiz bilgileri nasıl bir araya getirip bir bütün
oluşturuyoruz? Şu örneği kafamızda canlandıralım: iki yeni insanla karşılaşıyorsunuz: Melih
ve Can. Onlarla yaptığınız ilk sohbetiniz sonucunda ikisinin de oldukça zeki ve terbiyeli
insanlar olduğunu anlıyorsunuz (zeki ve terbiyeli olmak olumlu kişilik özellikleri olduğu için,
ikisine de her iki özellik için diyelim ki 10 üzerinden 9 veriyorsunuz). Ayrıca Melih’in neşeli
ve yardımsever olduğunu da düşünüyorsunuz (Sizce bu kişilik özellikleri de olumlu ve her iki
özellik için Melih’e 7’şer puan daha veriyorsunuz.) edindiğiniz bu bilgiler ışığında, Can
hakkındaki bütünsel izleniminiz, Melih hakkındaki izleniminizden daha mı olumsuz
olacak?” 274
“Ortalama modeline göre, kişilik özelliklerinin ortalaması alınmakta ve buna göre bir
izlenim oluşturulmaktadır. Ancak, bu modelde kullanılan varsayım, bütün kişilik
özelliklerinin eşit ağırlıklı olduğudur. Solomon Asch (1946) bütün kişilik özelliklerinin eşit
ağırlık taşımadığını, bu yüzden ortalama modeliyle bütünsel değerlendirmelere varmanın
mümkün olmadığını öne sürmüştür. Asch’a göre, bazı kişilik özelliklerinin ağırlığı daha
273
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s.242
274
A.g.e., .s.242
275
A.g.e., .s.243
191
fazladır ve onların varlığı diğer kişilik özelliklerinin varlığı varsayımını da beraberinde getirir.
Asch, bu diğerlerine göre daha merkezi kişilik özellikleri demiştir.” 276
“Asch (1946), klasik sayılan araştırmasında, deneklere bir kişiye ait özellikler listesi
okutmuş ve bu listeye göre o kişi hakkında izlenim oluşturmalarını istemiştir. Bazı deneklere
dinletilen listede, zeki-becerikli-gayretli-cana yakın-azimli-pratik-tedbirli sıfatları verilmiş,
diğer yakın deneklere dinletilen listede de bütün sıfatlar aynı tutulmuş, sadece cana yakın
yerine soğuk sıfatı konulmuştur. Kişinin sıcakkanlı olduğunu belirten listeyi dinleyen
denekler, kişinin soğuk olduğunu belirten listeyi dinleyen deneklere oranla kişiyi daha sosyal,
popüler, esprili ve cömert olarak değerlendirmişlerdir. Benzer başka bir listede, kibar ve kaba
sıfatları birbiriyle yer değiştiğinde, kişi hakkındaki izlenim, cana yakın ve soğuk sıfatlarının
değiştirildiği zamanki kadar farklılaşmamıştır. 277“
Örneğin okulda başarılı ve hep başkalarına karşı saygılı olmuş bir gencin ciddi bir suç
işlediğine inanmak, onun hakkında bildiklerimize ters düştüğü için çok zordur. Bu örnekte de
görüldüğü gibi, gizil kişilik kuramında etkili olan bir ilke, tutarlılıktır. İnsanlar başkalarında
276
A.g.e., .s.243-244
277
A.g.e., .s.244
278
A.g.e., .s.244
279
A.g.e., .s.245
192
birbirleri ile tutarlı özellikler görme eğilimindedir. Birbiriyle çelişen bilgilerin varlığında bile,
insanları iyi ve kötü olduklarına dair tutarlı bir bakışla görmeye yöneliriz. 280
İzlenimlerimizi etkileyen bir başka faktör de, biri hakkında edindiğimiz bilgilerin
sırasıdır. Bir kişi ile edindiğimiz ilk bilgilerin, o kişi hakkındaki izlenimimizi, daha sonra
edindiğimiz bilgilerden daha çok etkilemesine öncelik etkisi denir. Bu etki Edward Jones ve
arkadaşları (1968) tarafından oldukça etkili bir biçimde gözler önüne serilmiştir. Yaptıkları
deneyde, denekler, bir zekâ testini cevaplayan bir kişiyi gözlemliyor. Araştırmacının asistanı
olan bu kişi her cevap verişinde verdiği cevabın doğru olup olmadığı deneklere yüksek sesle
bildiriyor. Bu asistan, 15 soruya doğru yanıt verip, diğer 15 soruyu yanlış cevaplıyor. Ancak
bir durumda, ilk soruları doğru cevaplayıp sona doğru yanlış cevaplar vermeye başlarken,
diğer durumda yanlış cevapları başta verip, sona doğru cevaplara geçiyor. Testin sonunda
deneklerden, bu kişinin bir başka testte nasıl bir başarı göstereceğini tahmin etmeleri ve
zekâsını değerlendirmeleri isteniyor. Asistan her iki durumda da 15 tane doğru, 15 tane yanlış
cevap verdiği hâlde, testin başında doğru cevaplar verdiği durumda, testin başında doğru
cevaplar verdiği durumda, testin başındaki yanlış cevaplar verdiği duruma oranla, denekler
onu daha zeki olarak değerlendiriyorlar ve bir sonraki testte daha başarılı olacağını tahmin
ediyorlar. 282
280
A.g.e., .s.243
281
A.g.e., .s.246
282
A.g.e., .s.246
193
Uygulamalar
Araştırma konusu
194
Uygulama Soruları
195
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
196
Bölüm Soruları
a) Fiziksel Özellikler
b) Beden Dili
c) İnandırıcılık
d) Göz Teması
e) Yüz İfadeleri
2) “İzlenim oluşturma, bir başkası hakkında farklı kaynaklardan gelen bilgileri bir
yargı hâline getirme sürecidir. İzlenim oluşumunda 6 temel ilkeden söz edilmektedir.”
d) Herkesi ve her şeyi, ayrı ayrı birey olarak görme yerine, algısal alanımızdaki
uyarıcıları gruplayarak ya da sınıflandırarak örgütleriz
a) Kişilik özellikleri
b) Karakter özellikleri
c) Kişinin nezaketi
d) Fiziki özellikler
197
e) Güdüler
a) Olumsuzluk yanılgısı
c) Kişilik
d) Olumluluk yanılgısı
e) Öncelik etkisi
5) Peşin hükümlü olmak ve çok ayrıntılı tanımadığımız birine karşı ona “bu
iyidir” demek ya da herhangi iyi bir eylemde bulunan birine “o, sürekli iyi biridir” demek bizi
yanılgıya düşürebilir.
a) Olumluluk yanılgısı
b) Yükleme yanılgısı
c) Olumsuzluk yanılgısı
d) Önyargı
e) İzlenim yanılgısı
198
10) İzlenimlerimizi etkileyen bir faktör olan “Öncelik ve Sonralık Etkisi” ne
demektir?
Cevaplar
199
10. SOSYAL ETKİ VE UYUM
200
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
201
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
202
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
203
Anahtar Kavramlar
• Sosyal Etki
• Uyum
204
Giriş
Bu derste, sosyal psikolojinin önemli ve temel konularından biri olan sosyal etki ve
uyum teması işlenmektedir. Bu bağlamda Sherif’in otokinetik deneyi, Milgram’ın şok deneyi
ve Asch’in çizgi deneyi sosyal etki araştırmaları içerisinde değerlendirilmektedir. Bunun
yanında gerçek uyma davranışı göstergesi: benimseme, bilişsel etki ve normatif etki gibi
insanların uyma davranışı gösterme nedenleri ve ayrıca uyma ve itaat etme gibi sosyal
psikoloji çalışmaları için dikkat çekici temel konular bu derste ele alınmaya çalışılmaktadır.
205
10.1. Sosyal Etki
İnsanın en belirgin özelliği onun sosyal bir varlık olmasıdır. Diğer insanlarla birlikte
yaşamak bir anlamda kaçınılmazdır insan için. Dolayısıyla insanlar küçük gruplar, topluluklar
veya toplumlar hâlinde yaşarlar. Doğal olarak da davranışları bu sosyal çevreler içerisinde
oluşmaktadır. Sosyal çevre, bireylerin doğumdan ölüme kadar içinde birtakım etkileşim
süreçlerine maruz kaldıkları ya da bıraktıkları kimi davranışlarının oluşumunda birçok sosyal
etkiler oluşturabilmektedir. Gruplar kendilerini oluşturan üyelerinin davranışlarını çeşitli
biçimlerde etkilerler. Grupta standartlar ve kurallar çok açık olmadığı zamanlar, bir kişinin
veya kişilerin hareketleri, grubun diğer üyelerinin hareketlerinden daha kolay etkilenir. 283
Bireyin gelişimi bir süreç içerisinde geçmektedir. Bu süreç içerisinde birey etkileşime
girdiği her şey ile gelişim gösterebilir. Bireyin gelişiminin anne karnından ölümüne kadar
sürdüğü gerçeği bireyin çok yönlü bir gelişim içerisinde olduğu gerçeğiyle bizleri karşı
karşıya getirmektedir. Burada önemli olan ise bireylerin etki altında geliştikleridir. İnsan,
birbirine bağımlı ve karşılıklı etki içinde gelişirler. Bireyin gelişiminde üç önemli dönem
vardır. Bunlar;
• Kalıtımsal etki
• Fiziksel etki
Tüm bunlar ele alındığında bireye etki eden ve onu toplumla etkileşim içerisine sokan
bu etmenler onun gelişiminde kalıcı izler bırakmaktadır. Bu etmenler genel olarak sosyal
ortamda meydana gelir ve bu ortam kişinin sosyalleşmesi için önem arz etmektedir. Bireydeki
sosyal etkiyi belirleyen kalıtımsal, fiziksel ve ailesel etkiler, birey ile toplum arasındaki etki
derecesini ölçen ve bunu ispatlayan unsurlardır.
“Fiziksel Etki; ana karnından dış dünyaya açılana kadar çocukta çeşitli şoklar
biçiminde etkisini duyurur. Doğum şoku, çocuk için fizik etkisinin hem ilki hem de doruk
noktasıdır. Doğum biçimi, yine içinde yaşanılan toplumun cinsel ve sağlık gelenekleriyle
oluşmuştur. Söz gelimi, Anadolu’nun birçok yöresinde hatta kend varoşlarında hâlâ bile
geçerli olan tarlada tek başına doğum yapmaktan, özel steril odalarda uzman jekimler
aracılığıyla yapılan doğumlara kadar doğum biçimini, içinde yaşanılan toplum belirler.” 285
283
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.159
284
Galip İsen, Veysel Batmaz, Sosyal Psikoloji Ben ve Toplum, Om Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002, s.166
285
A.g.e.s.166
206
Ailesel, Grupsal Etki; “bebek, dış dünyayla ilk tanışmasını ve hoşnutsuzluğunu
genellikle acı bir ağlama sesiyle belirttikten sonra ailesel etki sürecine girer. Kuşkusuz bu
aşamadan sonra, gözlemlenebilen toplumsal etki biçimleriyle karşılaşırız. Aile ve grup, bebek
büyüdükçe, içinde yaşanılan toplumun koşullanmalarını çocuğa aktaracağı bir kanal görevini
üstlenmişlerdir.” 286
Sosyal ve siyasal bir hayvan olarak tanımlanan insanın toplumdan, siyasaldan ayrı bir
yaşantı sergilemesi beklenemez. Tüm yaşantısı toplumun ve siyasalın belirlediği çerçeve
içerisinde gelişir ve sürer. İnsanın kendini yani benliğini ortaya koyabilmesi için toplumla
etkileşim içerisine girmesi ve toplumla karşılıklı bir alışveriş içerisinde olması gerekir. Kişi
istemese bile bahsettiğimiz kalıtımsal etki, fiziksel etki ve ailesel etkiyle kişi toplumla
etkileşime hazır hâle getirilerek yetiştirilir.
Sosyal etki, bireyin içinde yaşadığı zamanı ve durumu belirleyen temel bir unsurdur.
Davranışların belirginleşmesi, kişinin topluma adapte olması için toplumun etkisi göz önüne
alınarak bireyin toplumun getirdiği ve bireye farkedilmeden dayatılan unsurlara bakılması
gerekmektedir. Sosyal etkiye örnek olması için;
• Ayşe Hanım durakta otobüse biner, bir yer bulup oturur. Oturur oturmaz da
karşısında bir kadının kendisini, kıyafetini dikkatle incelediğini fark eder. Hiç farketmemiş
gibi davranarak kendine çeki düzen verir, poz alarak bakışlarını başka tarafa çevirir. 287
• Dört yaşındaki Ali uykulu ve sakin bir hâlde kendi kendine oynarken eve
misafirler gelir. İki dakika önceki uykulu çocuk o değilmiş gibi büyük bir enerjiyle iskemle ve
masaların üstlerinde yürümeye, gürültü yapmaya başlar. 288
• Bir lise öğrencisi olan Ahmet bir filmi görmüş ve biraz sıkıcı bulmuştur. İki
arkadaşıyla konuşurken, her ikisi de o filmi çok beğendiklerini söyleyip onun da beğenip
beğenmediğini sorarlar. Ahmet de biraz duraklamadan sonra arkadaşlarıyla aynı fikirde
olduğunu söyler. 289
286
A.g.e.s.166-167
287
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.71
288
A.g.e.s.71
289
A.g.e.s.71
207
10.2. Sosyal Etki Araştırmaları
Muzafer Sherif 290 (1906-1988) bugün klasik olarak kabul edilen bu araştırmasında
otokinetik etki diye bilinen bir görsel algı yanılgısından yararlanmıştır. Muzaffer Şerif, bu
araştırmasında, birbirini hiç tanımayan, kişileri denek olarak kullanmıştır. Denekler,
karartılmış bir odaya alınmışlar; kendilerine kısa aralıklarla küçük bir ışık gösterilmiştir.
Işığın her gösterilişinde, onun hangi yönde ve ne kadar hareket ettiği sorulmuştur. 291
Araştırmanın ilk aşamasında, her deneğin birbirini tutmayan sayılar verdiği, fakat bir
süre sonra belli bir sayıda karar kıldığı ve ışığın hep o kadar hareket ettiğinin söylendiği
görülmüştür. Aslında, ışık yerinden oynamamış, aynı noktada durmuştur. Bu nedenle, verilen
uzunluğun şu ya da bu kadar oluşunun hiç önemi yoktur. Önemli ve ilginç olan, her deneğin
belli bir norm geliştirip ona uymasıdır. 293
Araştırmanın ikinci aşamasında, aynı denekler, birkaç kişilik gruplar hâlinde karanlık
odaya alınmışlardır. Işığın her gösterilişinde, ne kadar hareket ettiğini yüksek sesle
söylemeleri istenmiştir. Sonuç ilginçtir: Önce farklı normlar geliştirmiş kişiler, biraraya
geldiklerinde, grup hâlinde ortak bir norm (standart) oluşturmuşlardır. Son aşamada, aynı
denekler, karanlık odaya yine tek tek alınmışlar; deney tekrarlanmıştır. Denekler, yalnız
olmalarına rağmen, ilk aşamada geliştirdikleri normları kullanmamakta, grup normuna bağlı
kalmaktadırlar. 294
290
Daha önceki derslerde de izah ettiğimiz aslen Türk olan dünyaca tanınmış sosyal psikolog Muzaffer Şerif,
eserlerinde Muzafer Sherif adını kullanmaktadır.
291
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s.74
292
http://www.legacy.socialpsychology.org//social-figures.htm (20.07.2014)
293
A.g.e., s.74
294
A.g.e., s.74
208
10.2.2. Stanley Milgram’ın Şok Deneyi
Stanley Milgram (1933-1984) bir “bir kişinin diğer bir kişiye, üçüncü bir kişiyi yok
etmesi ya da ona acı vermesini emretmesi”ni olabildiğince derin ve güçlü bir psikolojik
ortamla birlikte gözetmekle işe başlamaktadır. Milgram’ın amacı savaş gibi örgütlenmiş
düşmanlıklarda yetki, yürütücü ve kurban üçlüsü arasındaki ilişkiyi, gerçek yaşamda
rastlanabilecek nitelikteki laboratuvar koşullarında ölçmekti. Bu deney aynı zamanda, uyma
davranışının değişik boyutlarını da gözler önüne sermiştir. 296 Miligram, sözde elektrik şoku
veren bir deney düzeneği hazırlamış ve deneklere, yanlış cevap veren ‘öğrencilere’ elektrik
şoku uygulamaları talimatı vererek, insanların ‘öğrencilerin’ hayatını tehlikeye attığını ‘bile
bile’ bu talimatlara ne ölçüde uyduklarına ilişkin veriler toplamıştır. Aslında deneycinin
işbirlikçisi olan sözde öğrenciler ise kasten pek de parlak olmayan cevaplar vermiştir. Bu
cevaplar karşısında öğretmenlerden, giderek daha yüksek şoklar uygulamaları istenmiştir.
Deneye katılan öğretmenlerden %65’i, en yüksek düzey olan 450 volt elektrik akımı
uygulamakta bir an bile tereddüt etmemiştir. Birçoğu itiraz etmiş, bazıları ağlamış, ama
bilimcinin otoritesine boyun eğmiştir. Bu deneyden savaş, suç, ceza gibi konularda çıkarılan
sonuçlar oldukça ilginçtir ve insan doğası, ‘gerçek benlik,’ vb. gibi soyut kavramları kuşkulu
hâle getirmiş, davranışın şekillenmesinde otoritenin rolünü gözler önüne sermiştir. Çokça
eleştirilen Milgram’ın bu deneyi o günden sonra çoğu üniversitede yasaklanmıştır.
295
http://www3.niu.edu/acad/psych/Millis/History/2003/stanley_milgram.htm, (04.07.2014)
296
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e.s.277
209
Resim 33: Milgram’ın Şok Deneyini Anlatan Bir Çizim
Milgram deneyinin çıkış noktası Hitler Almanya’sında savaş suçlusu olan Adolf
Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961’de başladı.
Çünkü Adolf Eichmann tüm suçlamaları reddedip sonuna kadar kendine verilen görevi
yaptığını söylemekteydi. Stanley Milgram isimli bilim adamı da bu durumun nasıl
olabileceğini merak edip sosyolojik bir araştırma yapmaya karar vermişti.
Solomon Eliot Asch (1907-1996) “durum”dan etkilenen bireylerin grup içindeki oran
ve niteliklerini bulabilmek için, bir dizi basit deney gerçekleştirdi. Deneylerin sonuçlarına
göre bireyler, grup içine girmeden önce sahip oldukları yargılarını grup içinde değiştiriyorlar
ve grup normuna uyma gösteriyordular. Hatta bireyler grup içinde bulundukları zaman tek
başlarına vardıkları yargılardan çok büyük bir sapma gösteriyorlardı. 297
297
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s. 275
210
Resim 34: Solomon Eliot Asch (1907-1996) 298
Bu deney için denek olarak kullanılan kişilerden yalnızca biri gerçek denektir.
Diğerleri yalancı denek denilen denek türüne girmektedir. Yalancı deneklerin önceden ne
söyleyeceği belirlenmiştir. Araştırmada pek çok kart kullanılmıştır. Her kart çifti
gösterildiğinde araştırmacının denek rolü yapan yardımcıları sırayla yargılarını söylemekte ve
esas deneğe söz sırası en sonda gelmektedir.
298
http://www.famouspsychologists.org/solomon-asch/ (20.07.2014)
299
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e.s.76
211
İlk birkaç kart gösterildiğinde araştırmacının yardımcıları doğru cevap vererek
deneğin güvenini kazanırlar, fakat sona doğru hep yanlış cevap vermeğe başlarlar. Denek, sıra
kendisine gelinceye kadar sırayla herkesin yanlış cevap vermesinden rahatsız olmaktadır.
Nitekim sıra kendine gelince, onun da diğerlerinin söylediklerini – gerçeğe aykırı olduğu
hâlde tekrarladığı görülmüştür. 300 Çizgi deneyi denilen bu deneyde toplumsal etkinin kişi
üzerinde ne kadar etkili olduğu açık bir biçimde gözlemlenebilir.
10.3. Uyum
“Boyun eğme” -grup baskısına boyun eğme- “uyma”-nın özel bir durumu olarak
görülebilir, fakat ayrıca üzerinde durmamızı gerektirecek kadar önemli bir olgudur. Bir
kişinin belirli bir biçimde, özellikle de kendi eğilimlerine ters düşer biçimde davranmasının
nasıl sağlanabileceği ilk bakışta totaliter yönetimlere ve başkalarını kontrol etmeye çalışan
yönlendirmeci kişilere ilginç gelebilir.
300
A.g.e.s.77
L. Freedman, D. O Sears, J. M. Carlsmith, Sosyal Psikoloji, Çev. Prof. Dr. Ali Dönmez, İmge Yay., Ankara
301
1993.s.424
212
Gerçekte bu soru toplumsal yaşamın hemen her yönü ile ilişkilidir. Sürekli olarak
belirli bir biçimde davranmamız istenir biz de bunu sık sık başkalarından isteriz. Ödev
yapmamızı yasalara uymamızı vergileri ödememiz, dikkatli araba kullanmamız, enerjiden
tasarruf etmemiz, gereksinim içindekilere yardım etmemiz, ince ve nazik davranmamız,
politik akım ve adayları desteklememiz ve sık sık dişlerimize baktırmamız istenir. 302 Tüm
bunlar ele alındığında bireyin gruba uyması ve itaat altına girip boyun eğmesi görülecektir ki
bir baskı unsurunun varlığını ispatlar.
Örnek olarak
• Lise öğrencisi Murat belediye otobüsüne biner ve bir yere oturur bir müddet
sonra karşısında oturan ve ellerindeki kitaplardan lise öğrencisi olduğu belli olan bir bayan
öğrencinin kendisine baktığını fark eder ve hemen otobüsün camına ya da cep telefonun
aynasına bakarak saçını ve kravatını düzeltmeye başlar.
Toplumsal uyumun sosyal psikolojideki belirli bir biçimine “uyma davranışı” diyoruz.
Toplumsal kurallara uyum göstermek ile uyma davranışı arasında temelde pek bir fark yok
gibi görünüyorsa da, bunlar davranışlarımızın oluşum dinamikleri açısından değişik
biçimlerde incelenmektedir. Uyma davranışı gösterme toplumsal kurallara uyumun da
ötesinde kişiliksiz bir birey olmak anlamına gelebilmektedir. Gerçekte içinde yaşadığımız
302
A.g.e., s.424
303
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., .s.160
304
A.g.e., s.161
305
A.g.e., s.161-162
213
kitle toplumuna özgü toplumsal düzenlemeler aracılığıyla belirlenen pek çok uyma davranışı
göstermekteyiz 306.
İnsanlar dil, din, ırk, davranış, tutum, duygu, düşünce gibi konularda çok çeşitlilik
gösterirler. Tüm bu çeşitlilikler bireyin yetiştiği ortam ve gruba göre farklılıklar
göstermesinden dolayıdır. Kişisel tercihlerin de etkili olduğu bu çeşitlilik insanları bir kalıba
göre değerlendirmenin de zorluluğunun göstergesi olmaktadır. Ancak, bu büyük çeşitlilikte
çelişkili olarak dünyanın bütün insanlarında ortak pek çok özellik vardı. Alt tarafı hepimiz
aynı türün üyeleriyiz, benzer fiziksel özelliklere, gereksinimlere ve yeteneklere sahibiz. Farklı
dilleri konuşmamıza karşın hepimiz bir ya da birkaç dili konuşuruz ve bunları oldukça benzer
biçimlerde kullanırız farklı cinsel alışkanlıklara sahip olmakla birlikte hepimizin birer aile
yapısı vardır. 307 Tüm bu farklılıklar ele alındığında görülüyor ki farklılığın aslında bir
zenginlik olduğudur.
Aynı kültüre, aynı gelenek ve göreneğe sahip bireyler arasında bile farklılıkların
gözükmesi, onların düşünüş ve algılayış biçimlerinin değişkenliği hem genetik hem de
çevresel etmenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer bir toplumda veya grupta uyma
olmasaydı bir kargaşa ortamı olacaktı. İşte bu yüzden uyma bu tür farklılıkların farkındalığını
ortaya koyar ve her ne kadar olumsuz bir anlam taşısa da bütünlük, birliktelik sağlaması
açısından önemlidir.
Bazen insanlar tartışır, bazen anlaşır, bazen kavga eder bu karşılaşmalar bazen sorunlu
bazen ise sorunsuz bir şekilde kendini gerçekleştirir. Bu gibi karşılaşmalar esnasında insanlar
birbirlerine düşüncelerini, tezlerini sunarak karşı tarafı ikna etmeye çalışır. Bu ikna etme,
etkileme biçimi insanların sürekli kullandığı davranış biçimlerinden biridir. Bu etkileme
sosyal etkiyi ve etkilenme ise sosyal uyumu kendisiyle getirmiştir.
İnsanlar gerçekten başka insanlara uyarlar – hatta bu uyma açık ve belirgin bir
durumda dünyaya ilişkin kendi algılamalarına ters düşse bile. Grubun söylediğinin ya da grup
yargısının doğru olduğuna gerçekte inanmamaktadırlar; çoğu durumda, kendi özel
yargılarının doğru olduğuna inanmaktadırlar. Ancak, sorulduğunda, yine de, diğerlerinin, yani
çoğunluğun verdiği yanıta katılmaktadırlar. Bu bizim boyun eğme adını verdiğimiz olgudur.
İnsanlar, bir fikre ve onu destekleyici her türlü bilgiye sahiptirler, buna karşın, başkalarının
306
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.166
307
L. Freedman, D.O Sears, J.M.Carlsmith. a.g.e., s.426
214
belirttiği fikirlere uymaktadırlar. 308 Benimsemede kişi kendi isteği ve onayı doğrultusunda
bir davranış değişikliği içine girdi gözlemlenir.
İnsanların gruba uyma davranışı göstermesinin belirli nedenleri vardır. Bunları Bilişsel
ve Normatif olarak iki gruba ayırmak mümkündür. Bir uyma durumunda birey birçok
kaynaktan gelen baskılar sonucu belirli bir davranış değişikliğine gidip tâbi olma eğilimi
gösterebilir. Bu uyma davranışı daha çok “benzeme”, “onlar gibi olma, gruba ters düşmeme”
gibi düşüncelerden ileri gelmektedir. Aynı şekilde insanlar grup üyelerinin yaptıklarının
doğru olduğunu düşündüklerine de uyma davranışını gösterebilmektedir. Uyma davranışı
genellikle bilişsel ve normatif olarak ayrılır. Bilişsel etki uyumun nedenini diğer insanların
davranışlarının yararlı olduğuna dair bilgiler içerdiğine olan inançtır. Normatif etki ise
genellikle beğeni toplamak amacıyla yapılan davranışlardır.
Uyma davranışı bilişsel etkideki iki temel noktaya bağlıdır. Birincisi grubun ne kadar
iyi ve bilgili olduğuna inanmamız, ikincisi, verdiğimiz serbest kararlara olan güvenimizdir.
Bir olay olduğunda daha çok grubun bilgisine ve onun değer yargılarına güvenir ve grubun
verdiği kararlara katılırız. 309 Bilişsel etkide grubun önemi büyük ölçüde kendini
göstermektedir. Birey gruba uyma, gruba göre hareket etme eğilimindedir. Başta da
belirttiğimiz gibi bilişsel etkinin bir nedeni de insanların davranışlarının yararlı bilgiler
içerdiğine olan inançtır. Kişi bu bilgilerin yararına inandığı için onlara uyar.
308
A.g.e., s.430
309
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e.,s.163
310
A.g.e., s.164
215
10.3.4. İnsanlar Ne Zaman Uyum Gösterirler
Gruba uyum sağlamamızı etkileyen belli başlı bazı unsurlar vardır. Bunlar grubun
büyüklüğü, gruptaki amaç birliği, grubun vaadi, gruptaki yenilikler, bireysel arzu ve
isteklerdir.
İtaat etmek Louis Pierre Althusser’in devletin baskı araçları dediği hukuk veya genel
itibariyle yasal otoriteler karşısında boyun eğmesi olarak tanımlanabilir.
311
A.g.e., s165
216
olmadan bu kişinin baktığı noktaya yöneltiriz. Eğer bakan kişilerin sayısı birden fazla ise, ne
olup bittiğini anlamak amacıyla duraklamamız ve dikkatimizi daha da yoğunlaştırmamız
başkalarının davranışlarının bizi etkilemesine bir örnek oluşturmaktadır. Sırf bu yüzden
örneğin İstanbul da trafik yavaşlar veya yeni kazalar olur. Gündelik yaşantımızda zararsız
gibi görünen bu davranış özelliğimiz, bireysel seçimlerimizi etkilemeye başladığı zaman,
özgürlüğümüzü ve birey olarak varlık nedenimizi ortadan kaldıracak tehlikeleri de
beraberinde getirir. 312
Uyma davranışı genellikle baskı olan yöne doğru yönelimi gösterir. Uymacı
davranışın tarihte rastlanan en uç biçimlerinden biri, bir insanlık felaketine yol açan Hitler
döneminde görülmüştür. Hitler’in danışmanlarından Albert Speer, daha sonra yayınladığı
anılarında (1970), Hitler çevresinde toplananların katı bir uyma davranışı içinde bulunduğunu,
hiçbir sapma davranışına izin verilmeyen bir örgütlenme biçimiyle bu insanların her kararın
tek doğru olduğuna inanan bir sürüye dönüştürüldüğünü ve böylece her yanlışın yeni yanlışlar
doğurduğunu söylemektedir. 313 Uymacı davranışın olumsuz yanlarını görmek için tarihte
birçok örnek mevcuttur.
312
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s. 271
313
A.g.e., s.273
217
Uygulamalar
218
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Sosyal etki ve uyum konusunda çalışma yapan sosyal psikologların ortaya koyduğu
kuramlar ve bu kuramlarda yapılmak istenilenler açıklanmaya çalışılmaktadır
219
Bölüm Soruları
1) Günümüzde artık bir klasik çalışma olarak adlandırılan “otokinetik etki” diye
bilinen görsel bir algı yanılmasından yola çıkarak kuramını açıklayan araştırmacı kimdir?
a) Solomon Asch
b) Şerif Mardin
c) Muzaffer Şerif
d) Milgram
e) Kelley
a) Normatif etki
b) Bilişsel etki
c) Sosyal etki
d) Psikolojik baskı
e) Mahalle baskısı
a) Solomon Asch
b) William James
c) Şerif Mardin
220
d) Kelley
e) Edward A. Ross
5) “Lise öğrencisi Murat belediye otobüsüne biner ve bir yere oturur bir müddet
sonra karşısında oturan ve ellerindeki kitaplardan lise öğrencisi olduğu belli olan bir kız
öğrencinin kendisine baktığını fark eder ve hemen otobüsün camına ya da cep telefonun
aynasına bakarak saçını ve kravatını düzeltmeye başlar.”
a) İtaat
b) Uyma
c) Benimseme
d) Normatif etki
e) Etiketlenme
Cevaplar
221
11. SOSYAL GRUPLAR I: GENEL ÇERÇEVE
222
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
223
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
224
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
225
Anahtar Kavramlar
• Sosyal Grup
• Kitle
• Kalabalık
• Sosyal Yığın
226
Giriş
Bu bölümde sosyal psikoloji için önemli birey ve toplum etkileşiminde temel bir
sosyal kavram olarak nitelenebilecek sosyal gruplar ele alınmaktadır. Grupların hangi
gerekçelerle oluşabildiği, bireylerin sıradan toplamından neden farklı olduğu ele alınmaktadır.
Grup kavramının anlamı ve farklı grup tanımlamalarına -sosyal bilimlerde var olan
göreceliliklerin bir parçası olduğu düşünülerek- yer verilmiştir. Sosyal grupların oluşum
aşamaları, kriterleri, oluşum nedenleri ayrıca sosyal gruplara benzeyebilen ancak farklı
dinamiklere ve anlamlara sahip sosyal yığınlar gibi konular dâhilinde sosyal gruplar ele alıp
incelenmektedir.
Hepimiz küçük ya da büyük, sürekli ya da süreksiz (bazen) çeşitli kurul veya gruplarla
birarada oluruz. Bazen bunu zevkle, bazen bir iş gereği bazen de bir karar almak için
yapabiliyoruz 314. Grup kavramı her gün hepimizin yaşamında yer alan ama teorik anlamda bir
yönüyle gizli bir anlama bürünmüş hâlde karşımıza çıkmaktadır.
İnsanların gruplarda yer almasını bir anlamda karşılıklı tercihe bağlı olduğunu da
söyleyebiliriz. Başka bir deyişle insanlar ya grupları tercih ederler ya da gruplar onları tercih
ederler. Ya da etmek zorundadırlar çünkü insanların yalnız olarak yaşamayacaklarını, bir
şekilde sosyal hayat içinde olacaklarını düşündüğümüzde. Örneğin, Ahmet’in severek ve
isteyerek bir tiyatro grubuna katılması veya Ayşe’nin bir siyasi partiye davet edilmesi gibi.
Özellikle ortak amaçların gerçekleştirilmesi noktasında sosyal gruplar oluşturulur. Ayrıca
insanların birbirlerine karşı oluşturdukları tutum, duygu, düşünce, değer ve inançlar
neticesinde de gruplar meydana gelir. Örneğin, ailelerin veya siyasal partilerin oluşumu gibi.
Oluşan sosyal gruplar bazı noktalarda bağımsız olmalarına rağmen ortak paydalarda ilişki
içinde olurlar. 316
“İnsanlar, gelişmiş veya gelişmemiş toplumlardan hangisinde yer alırsa alsın mutlaka
birkaç grubun üyesidir. Örneğin, insanlar doğar doğmaz kendilerini, bir sosyal grup olan
ailenin içinde bulur. Aile grubu içinde kültürünün birçok öğesi hakkında bilgi sahibi olur.
Daha sonraki yaşamda insanlar, okul, oyun arkadaşlığı, akrabalık, iş arkadaşlığı gibi birçok
314
Prof. Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, 3. Baskı, İzmir, 1995, s.108
315
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 1. Baskı, Ekim 2009, s.179
316
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 179
227
sosyal grupta yer alırlar. Sosyal gruplar, hem toplumun kültürünü bireye aşılayarak onun
sosyalleşmesini sağlar, hem de kültürün nesilden nesile aktarılmasına yardım ederler.” 317
317
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 179 - 180
228
11.1. Grup Kavramı ve Tanımı
Grup kavramı özellikle 18. yüzyılın başlarında sosyal bir anlam kazanmıştır. Tabi ki
her ne kadar daha öncesinde de sosyal gruplar var idiyse de. Aynı zaman da 18. yüzyıl toplum
düşüncesi, sosyolojinin 19. yüzyılda sistematik bir bilimsel disiplin hâlini almasının altında
yatan önemli bir gerekçe olmuştur.
Grup kavramını tanımlanmadan önce bir bir örnekle başlayalım: Mesela bir
kütüphanede masanın çevresinde çalışan altı öğrenci bir grup değildir. Bir masa çevresinde
bulunmak grup olabilmek için yeter bir gerekçe değildir. Ancak psikoloji finaline çalışmak
için toplanmışlarsa bir grup oluştururlar. 318
Anlaşılacağı üzere grup tesadüf eseri bir araya birkaç kişiden oluşan bir küme ismi
değildir. Daha anlaşılır bir biçimde ifade etmemiz gerekirse grup; gereksinim ve hedefleri
nedeniyle etkileşime giren bir görüşe göre üç ya da daha fazla sayıda bağımsız insana 319
verilen genel bir addır. Ancak kişi sayısı konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Sosyal
psikolojide dünyaca ünlü Prof. Dr. Muzaffer Şerif’in tanımlamasında ise “sosyal grup, iki ya
da daha fazla bireyin belirli bir işlevi yerine getirmek üzere bir rol yapısı içinde bulunduğu
bir sosyal organizasyondur.” 320 Dolayısıyla en az iki kişinin 321 karşılıklı ilişkisi onları bir
sosyal grup yapabileceği ifade edilmektedir. Yine de kişi sayısı konunun odak noktasını
oluşturmamaktadır. Birden fazla insanın karşılıklı etkileşim içerisinde olması konumuz ve
sosyal psikoloji açısından daha önemlidir.
318
Aronson, Wilson, Akert, Sosyal Psikoloji, Kaknüs Yay, 1. Baskı, İstanbul, 2012, s.496
319
Aronson, Wilson, Akert, a.g.e., , s.496
320
Muzaffer Şerif, Carolyn Şerif, Sosyal Psikolojiye Giriş I, Çev. Mustafa Atakay-Aysun Yavuz, Sosyal
Yayınları, İstanbul 1996, s. 29
321
Yine başka bir kaynakta da sosyolojinin ilgi alanına giren en küçük ünite olarak en iki kişinin ilişkisinin
varlığından söz edilmektedir. Bkz. Doç.Dr. Zeki Aslantürk, Doç.Dr. Tayfun Amman, Sosyoloji: Kavramlar,
Kurumlar, Süreçler, Teoriler, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s. 22
322
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 180
229
Sosyal bilimcilerin kullandığı grup terimi, bireylerin gelişigüzel toplamından dört
nedenle farklıdır: 323
• Birinci Neden: Grup üyeleri paylaşılan bir özdeşliğe sahiptirler. Grup üyeleri
ortak bir şeye sahip olduklarına ve bu “bir şeyin” de fark yarattığına inanırlar. Eğer bir
bürodaki kadınlar, çalışan bazı arkadaşlarının aynı cinsiyetin üyesi olduklarını basitçe fark
ediyorlarsa ve bu gerçeğe özel bir değer eklemiyorlarsa bunlar bir grup değildir. Bununla
beraber eğer onlar cinsiyetlerini ortak bir ilgi alanı için bir temel gibi görmeyi anlarlarsa ve
“Biz(kadınlar), onlara(erkekler) zıtız” duygusunu geliştirirlerse bir grup olurlar.
Her sosyal bilimci bu özelliklerden bazılarını dikkate alarak kendine göre grubun bir
tanımını yapmıştır. Bu tanımlardan bazıları şunlardır:
• Kendilerini aynı grubun üyeleri olarak gören (veya kabullenen), yani grup
içinde diğerleri ile aynı psikolojik anlamı veya önemi paylaşan, bu grup üyeliğinin özellik ve
değerleri hakkında sosyal bir anlaşmayı bir ölçüde sağlayan insanlar topluluğuna grup
denir. 324
323
Michal S.Basis, Richard J. Gelles, Ann Levine, Sociology, Random House, Inc., New York 1984, s. 170-171,
Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 180
324
A.Can Baysal, Erdal Tekarslan, Davranış bilimleri, İÜ. İşletme fakültesi Yay. İst. 1987, s.102
325
Sibel Arkonaç, Grup İlişkileri, Alfa Basım Yay. Dağıtım, İstanbul 1993, s.1
230
• Sosyal gruplar, karşılıklı rollere, statülere, değer yargılarına ve inançlarına
sahip ve bu özelliklerinin farkında olarak karşılıklı ilişki içinde bulunan ayırt edilebilen
özellikleri taşıyan birden fazla insanın oluşturduğu bir bütündür. 327
Sosyal grupların oluşum kriterleri sosyal bilimcilerin bakış açılarına göre farklılıklar
gösterir. Çünkü her sosyal bilimci kendilerine göre değerlendirmeler yapmaktadır. Ama bu
farklılıklara rağmen yine de hepsinde mevcut olan ortak bazı temel kriterler vardır. Örneğin,
ortak norm, değer ve amaçların olması gibi.
Drake ve Smith’e göre sosyal grupların oluşmasında üç temel özellik vardır. Bunlar
şunlardır: 329
326
Michal S.Basis, Richard J. Gelles, Ann Levine, a.g.e., s. 170-171, Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.
181
327
İsmail Doğan, Sosyoloji, Kurtiş Matbaacılık, 1996, s.69
328
Özer Ozankaya, Toplumbilimine Giriş, Ank. Üniv. Siyasal Bilgiler Fak. Yay., Ank. 1977, s.87
329
Richard I. Drake, Peter J. Smith, Sanayide Davranış Bilimleri, Çev. Kemal Tosun ve diğerleri, Fatih
Matbaası, İstanbul 1978, s.126, Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 183
231
Fischer ise bir insan topluğunun grup olabilme şartlarını sekiz başlıkta toplamıştır.
Bunlar şunlardır. 330
• Görülebilirlik
• Örgütlü olma
• Amaçlar: Grup çalışmaları bir veya birden fazla amaca yönelik olabilir.
Çok farklı biçimde ortaya çıkan gruplar kimi zaman tek bir nedene bağlı olarak ortaya
çıkarken kimi zaman da birden çok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunu iki
farklı biçimde ele almak mümkündür: resmi ve resmi olmayan gruplar şeklinde. “Resmi ve
resmi olmayan grupların oluşum nedenleri birbirinden farklıdır. İşlerin daha seri ve kolay
yapılması için yönetimin karar alması sonucu resmi gruplar oluşturulur. Resmi olmayan
grupların oluşum nedenlerinde farklılıklar söz konusudur. Bu grupların oluşumunda insanların
birbirlerine yakın olmaları, sevgi ihtiyaçlarını gidermeleri, kendilerini ifade etmeleri,
geleceklerini belirlemeleri gibi nedenler etkilidir.” 331
Birden fazla kişinin bir araya gelerek oluşturduğu gruplar insan ilişkilerini kurma,
sosyalleşme, ilişkiyi geliştirme ve insanın sosyal çevre ile adaptasyonunu sağlamaya yönelik
işlevsel bir biçimde ortaya çıkmaktadır. “Birden fazla kişi tek kişiye oranla daha iyi karar mı
verir? Çoğumuz bunun doğruluğuna inanırız. Tek bir kişi gelgitler yaşayabilir, yanlı
davranabilir; öte yandan birden fazla insan bir araya geldiğinde fikir alışverişinde bulunur,
birbirlerinin hatalarını farkeder ve daha iyi kararlar verir 332 .” Her ne kadar bireyi sosyal
çevreye adaptasyon konusunda fayda sağlasa da grupların hem olumlu hem de olumsuz
yanları mevcuttur. Fakat insan sosyal bir varlık olduğu için onun gruplara dâhil olması
kaçınılmaz bir durumdur. Bu yüzden insan diğer insanlarla iletişim kurma gereksinimi
duymaktadır. “İnsanların ilişki kurma ihtiyaçlarını giderme kaynakları grup içi (bireylerarası
çekicilik, sosyal ilişki kurma, grupsal faaliyet ve amaçlar) ve grup dışı (grubun dışında
330
A.Can Baysal, Erdal Tekarslan, Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 183
331
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 185
332
Aronson, Wilson, Akert, a.g.e., , s.519
232
bulunan insanların ilgisi örneğin, grup dışındaki Ayşe’nin grup içindeki Ali ile tanışma isteği
nedeniyle gruba dahil olmak istemesi gibi ve grup dışındaki amaçların gerçekleştirilmesi
isteği, örneğin Ali’nin gruba üye olamama sonucu toplumda kazanacağı prestij nedeniyle
gruba dahil olmak istemesi gibi) olmak üzere iki noktada toplanır.” 333
Sosyal gruplar durağan bir yapıya sahip değildir. Kısa ya da uzun dönemde bir
değişim süreci yaşarlar. Ancak oluşum aşamaları hemen hemen birbirlerine yakındır.
Grupların oluşum aşamaları şu şekilde sıralanabilir: 334
Grup bireylerin bir araya gelerek oluşturulan ve sadece bir bireye bağlı olmayan bir
küme olduğuna göre grubun başarısı da sadece tek bir bireye bağlı değildir. Kollektif bir çaba
ve birlikteliğin ürünüdür grubun başarısı. Bu yüzden bireysel başarıdan çok grup başarısı
olarak isimlendirilir. “Grup başarısı birden fazla faktöre bağlıdır. Çünkü grubun başarısı
birkaç grup üyesinin fedakârca çalışmasına bağlı değildir.
333
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 185
334
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 184
233
olur. Bu da zaman kaybına, üyelerin psikolojik dengelerinin bozulmasına yol açar ve sonuçta
verim düşer.
335
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 185
336
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 186
337
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 186
234
11.4.1. Sosyal Yığınların Özellikleri
“Sosyal yığınları gruplardan ayıran bazı temel özellikleri vardır. Bunlardan bazıları
şunlardır: 338
• Sosyal yığınlar, mekânsal açıdan birbirlerinden çok yakın bulunan hatta iç içe
olan insanların oluşturduğu geçici bir bütünlüktür.
• Sosyal yığın içinde bulunan insanlar arasında ilişkiler hemen hemen yok denecek
kadar azdır. Bazen hiçbir ilişki de olmayabilir.
• Sosyal yığınlar örgütlü insan toplulukları değildir. Başka bir değişle hiyerarşik bir
yapı ( mevki, statü veya görev sıralaması) yoktur.
• Sosyal yığınlarda karşılıklı etkileşim olmadığı için, katılan insanlarda çok az bir
davranış değişikliği olabilir.
“Gelişi güzel bir araya gelen insanların oluşturduğu sosyal yığınların başlıca çeşitleri
şunlardır:
• Basit Kalabalıklar
• Etkin Kalabalıklar
“Etkin kalabalıkları basit kalabalıktan ayıran en önemli fark, iç dış denetimden yoksun
olmalarıdır. Bu kalabalık yıkıcı bir özellik taşır. Çünkü bunlar bir şeye karşı bir düşmanlık
duygusu içindedirler. Genellikle bir şeyi protesto ederler. Gelişigüzel ortaya çıkan liderlerin
etkisinde çok kolay kalırlar. Bir linç olayındaki insanlar veya mağlubiyetlerden sonra
kulübünü basmak için bekleyen insanlar etkin kalabalıklara örnek verilebilir. 340“
338
Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s. 186
339
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.187
340
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.187
235
• Seyirci ve Dinleyiciler
“Bilinçli ve kararlı olarak bir şeyi dinlemek veya seyretmek için belli bir yerde
toplanan insanların oluşturdukları yığınlardır. Dinleyici ve seyirciler olaya müdahale
etmedikleri için etkin kalabalıktan, daha uzun bir süre yan yana olduklarından basit
kalabalıktan ayrılırlar. Bir konferans dinleyenler, tiyatro veya sinemada bir sanat etkinliğini
seyredenler bu yığın türüne örnek verilebilir. 341“
• Gösteri Kalabalıkları
“Bir fikri, bir inancı, bir hareketi veya bir kişi ya da grubu hedefleyerek yanında veya
karşısında gösteride bulunmak için kararlı bir şekilde toplanmış olan insanların meydana
getirdiği sosyal yığına gösteri kalabalıkları denir. Bu sosyal kalabalıklar, geçici de olsa
amaçlarına ulaşmak için teşkilatlanmışlardır. Gösteri kalabalıkları daha çok büyük yerleşim
birimlerinde görülür. Mitingleri, sessiz yürüyüşleri ve bazı resmigeçitleri gösteri
kalabalıklarına örnek verebiliriz. 342“
11.4.3. Kitleler
“Kitle, çok sayıda insanın bir özellikleri nedeniyle oluşturdukları bir bütündür.
Radyoda yayınlanan “Türk Sanat Müziği” dinleyen insanları kitlelere örnek verebiliriz.
Kitlelerde, birlik hâlinde bulunan insanların bir arada toplanmaları gerekmez. Çünkü kitle bir
zihni yapıttır. Yani düşüncede birlik olanlar kitleleri oluştururlar. 343“
341
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.188
342
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.187
343
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.187
236
Uygulamalar
237
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
238
Bölüm Soruları
1) Sosyal gruplar durağan bir yapıya sahip değildir. Kısa ya da uzun dönemde bir
değişim süreci yaşarlar. Ancak oluşum aşamaları hemen hemen birbirlerine yakındır.
Grupların oluşum aşamaları dört kategoriden oluşmaktadır.
2) “Bir masanın çevresinde çalışan altı öğrenci bir grup değildir. Ancak psikoloji
sınavına çalışmak için toplanmışlarsa bir grup oluştururlar.”
c) Özdeşlik duygusu
e) Statü
3) “Bir fikri, bir inancı, bir hareketi veya bir kişi ya da grubu hedefleyerek
yanında veya karşısında gösteride bulunmak için kararlı bir şekilde toplanmış olan insanların
meydana getirdiği sosyal yığına ………..… ………………… denir. Bu sosyal kalabalıklar,
geçici de olsa amaçlarına ulaşmak için teşkilatlanmışlardır.”
a) Gösteri kalabalıkları
b) Etkin Kalabalıklar
c) Basit Kalabalıklar
d) Seyirci ve Dinleyiciler
239
e) Kararlı kalabalıklar
a) Gruba bağlılık
b) Grubun kuralları
a) Sosyal grup
b) Basit Kalabalıklar
c) Sosyal yığın
d) Etkin Kalabalıklar
e) Gösteri kalabalıkları
240
9) Aynı oyunu izleyen tiyatro seyircileri ile tarih dersini beraberce çalışan
arkadaşların aralarında ki farklar neler olabilir?
Cevaplar
241
12. SOSYAL GRUPLAR II:
242
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
243
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
244
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
245
Anahtar Kavramlar
• Sosyal Grup
246
Giriş
344
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2009, s.188
345
Sibel A. Arkonaç, Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2008,s.237
247
12.1. Sosyal Grupların Özellikleri
Grup üyeleri bu rolleri yerine getirdikleri ölçüde, grup varlığını devam ettirir. Aksi
durumda grup ortadan kalkar. Zira grup hayatı dediğimiz şey bu rollerin birbirlerini
tamamlamasıyla oluşur. Bir kimsenin bir gruba katılması demek, orada kendisine düşecek
rolü oynayarak grubun yaşamasına katılması demektir. Grup üyeleri arasında karşılıklı temas
ve ilişkileri düzenleyen ve her gruba özgü tavır ve hareket normları vardır. Her grup üyesi bu
normlara uygun hareket etmek zorundadır. 346
Grubun bütün faaliyetleri ortak bir grup amacına yöneliktir. Grup, oldukça uzun bir
süre devam eden dinamik bir yapıya sahiptir. Sosyal grubu belirleyen en önemli özelliklerden
birisi de grup bilincinin olmasıdır. Her grup, üyelerince kabul edilen, ortak olan bazı değer
ölçülerine ve menfaatlere sahiptir. Ortak bir değer ölçüsü, ortak bir menfaat olmadıkça grubun
varlığından söz edilemez. 347
Yani grup içinde yer alan her bireyin diğer bireylere nazaran belirli bir yeri mevcuttur.
Bu yerin eşit, yüksek veya aşağı olması önemli değildir. Önemli olan bu yerin grup içinde
belirlenmiş olmasıdır. Çünkü her grup içinde mutlaka bir hiyerarşi mevcuttur. Tamamen eşit
gruplar söz konusu olsa bile yine de grubun bir lideri vardır. 348
Herhangi bir topluluğa grup diyebilmek için onun hiç olmazsa belli bir süre devam
etmiş olması gerekir. Grubun sürekliliği için üyelerin bir arada kalmaları gerekir. Bunun için
temel şart: İstikrardır. İstikrarı sağlamanın şartı ise, bütünleşme ve ahenk sağlamadır.
Genellikle gruplar nesiller boyunca sürer gider. Grubu geçici topluluklardan ayıran en önemli
özelliklerden biri, işte bu süreklilik kriteridir. 349
Bir grubun üyeleri aynı zamanda başka grupların da üyesi olabilirler. Örneğin bir
üniversite profesörü; aynı zamanda bir aileye mensuptur; bunun yanında bir kulübün, bir
346
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.188
347
A.g.e., , s.188
348
A.g.e., , s..188
349
A.g.e., , s..188
248
derneğin üyesi olabilir. Günümüz çağdaş toplumlarında insanlar aynı zamanda birçok sosyal
gruba üye olmak durumundadır. Bir gruba üyelik diğer gruplardaki üyeliklere etkisi
olabilmektedir. Örneğin, bir öğretmen, üyesi bulunduğu kulübün, komite toplantısında gece
çok geç vakitlere kadar kalacak olursa ertesi gün iyi ders anlatmayabilir ve böylece bir
gruptaki üyeliği diğer gruptaki üyeliğini etkilemiş olur. 350
Sosyal psikolojinin grup ile ilgili çalışmalarında üzerinde pek durmadığı ama önemli
olan bir nokta vardır. Gruplar dinamiktir 353 . İnsanın sosyalleşmesi bağlamında önemli bir
işlevi olan sosyal gruplar insanın dış dünyayla ilgili algısını, düşünüş biçimini, eylemlerini
etkileyebilir. Arkadaş, aile ya da iş çevresi düşünülebilir.
350
A.g.e., , s.189
351
A.g.e., , s..189
352
A.g.e., , s..189
353
Sibel A. Arkonaç, a.g.e., , s.244
354
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.190
249
• Gruplar, tek tek üyelerin hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları konuların
aydınlanmasına ve bilinmeyen gerçeklerin ortaya çıkmasına katkıda bulunurlar. Diğer bir
ifadeyle, grup bir eğitim ve öğrenme aracıdır. Gruba üye olma sayesinde kişiler herhangi bir
konuda eksik veya yanlış bilgilerini tamamlama imkânına kavuşur. Ayrıca grup üyesi,
bilmediği konularda birçok şeyler öğrendiği, kültürünü artırdığı ve merakını giderdiği gibi,
bildiği bazı konuların doğruluğunu test etme imkânını grup sayesinde elde eder. Grup üyeleri
grup sayesinde kendi algı, değer ve duygularını başkalarınınki ile karşılaştırma imkânına
kavuşur.
Bazı ölçütlere bağlı olarak sosyal gruplar çeşitlenmektedir. “Toplum içinde varlıklarını
devam ettiren sosyal gruplar oldukça fazladır. Çok fazla olan sosyal grupları, ortak bazı
özelliklere göre sınıflara ayırmadan inceleyip anlamak çok zordur. Grup olgusu, farklı zaman
ve biçimlerde sınıflandırılmış ve üzerinden en fazla inceleme araştırma yapılmış olan
konulardan birisidir.” 355 Grup yapısını, grup içindeki bireylerin statüsü, grup normları ve
iletişim kanalları belirler. 356
355
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.191
356
Galip İsen, Veysel Batmaz, Ben ve Toplum, OM Psikoloji Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002, s.237
250
Sosyal bilimciler grup sınıflandırmalarında kullandıkları kriterler şöyledir: 357
• Büyüklük
• Süreklilik
• Yapı
• Sosyal Roller
• Karşılıklı İlişkiler
357
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.191
251
Sosyal grupları sistematik olarak sınıflandırılmasının en kapsamlı çalışmasını Gurvitch
yapmıştır. Onun sınıflandırılması şöyledir: 358
• İçerik
• Büyüklük
• Süre
• Ritim
• Fiziksel Yakınlık
• Örgütlenme Düzeyi
• Fonksiyon
• Yönelim
• Sosyal Denetim
Farklı gruplar insana farklı şeyler kazandırır. Grup elemanları arasındaki bağların
seviyesi gruba dayanır. Bu nedenle bir kişi bir kurumdan ayrılmaya karar verdiğinde, bundan
o kurumun yöneticileri ve diğer bütün üyeleri üzüntü duyar. Uzun süre arkadaşlık ettiği ve
komşusu olan birinin ülkenin başka bir bölgesine taşınmaya karar vermesi kişiyi üzer. 359
İnsanların dâhil olduğu farklı gruplar insana çok farklı konularda çok farklı şeyler
kazandırabilir. Birincil ve ikincil gruplar bu bağlamda insana bir şeyler kazandıran ve
kazandırmayan konular dâhilinde bir ayrıma tabi tutulabilir.
Amerikalı sosyolog Charles Horton Cooley, insanlar arasındaki sosyal ilişki şekillerine
ve ilişkilerin yaratacağı özelliklere dayanarak sosyal grupları birincil ve ikinci olmak üzere
358
Mine Tan, Toplumbilime Giriş, Sevinç Matbaası, Ankara 1981, s.54, Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,
s.191
359
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.192
252
ikiye ayırmıştır. 360
Bu ayrım grupların işlevselliği konusunda önemli açıklamalar
barındırmaktadır.
• Birincil Gruplar
C.H. Cooley, birincil grup kavramını (1909) ilk defa kullanan sosyal bilimcidir. Bu
gruplardaki ilişkileri sürekliliğe dayanan, sıcak, kişisel, yakın, küçük ilişkiler olarak
tanımlamıştır. 361 Bu çeşit ilişkilere sosyolojide “birincil ilişkiler” adı verilmektedir. Buradan
hareketle birincil ilişkiler üzerine kurulu ve böyle ilişkilerin devam etmesine imkân tanıyan
gruplar biçimde tanımlamak mümkündür. 362
C. H. Cooley’e göre birincil gruplarla, yüz yüze yakın ilişkiler, dostluklar ve işbirliği
gibi özellikler ifade edilmektedir. Bu gruplar, doğal toplumun başlıca temsilcileridir. Yakın
dostlukların sonucu, psikolojik olarak bireylerin kaynaşması gerçekleşir ve kişilerin
amacından ziyade grubun amacı doğrultusunda hareket edilir. 363 Birinci grubu ifade eden en
güzel kelime “biz”dir.
• Aile
• Komşuluk Grupları
• Akrabalık Grupları
• Gençlik Grupları
• Köy Grubu
360
A.g.e., , s.192
361
Michal S.Basis, Richard J. Gelles, Ann Levine, Sociology, Random House, Inc., New York 1984, s. 172,
Aktaran Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.192
362
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.192
363
Michal S.Basis, Richard J. Gelles, Ann Levine, a.g.e., s.172-174, Aktaran Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,
s.192
364
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.193
253
diyemez. 365 Birincil gruplar, “biz hissediyoruz”, “böyle duyuyoruz” duygu ve düşüncesiyle
insanı büyük bir istek ve heyecanla grubun içine alır ve bu yolla insanı diğer gruplardan
koparır. 366
Birincil gruplarda kanun, tüzük, yönetmelik, ticari anlaşmalar, modadan ziyade, örf,
adet, gelenek, görenek ve ahlak değer yargıları geçerlidir. Oto kontrol sitemi mevcuttur.
İşbölümü hemen hemen yok denecek kadar az ve basit düzeydedir. Mesleki ihtisaslaşma
yoktur. Birincil gruplar homojen bir yapıya sahiptirler. Yani yaşam tarzları bakımından
birbirlerine çok benzerler. 367
• İkincil Gruplar
İkincil gruplar, birincil grupların dışında kalan tüm grupları kapsar. Bu gruplar
özellikle sanayileşmiş ve kentleşmiş toplumlarda daha çok görülür. Başka bir deyişle, kültüreş
farklılaşma, iş bölümü ve ihtisaslaşmanın yaygın olduğu toplumlardaki gruplar, ikincil grup
özelliği taşırlar. 368
İkincil gruplarda ilişkiler daha soğuktur (veya resmidir). Grup üyeleri arasındaki
ilişkiler sınırlıdır ve bazı kuralları vardır. Bu gruplar özel hedeflere ulaşmak amacıyla
oluşturulurlar. Bu nedenle ikincil gruplar hedefe ulaşmada bir araç vazifesi görürler. Birincil
grup gibi ulaşılmak istenen hedef değildir. Bireyler gruba kazandırdıklarına göre
değerlendirilir. 369
• Bankalar
• Sendikalar
• Siyasal Partiler
• Fabrikadaki Gruplar
• Şehirler
İkincil gruplar birinci gruplarından farklı olarak ilişkiler kanun, tüzük, yönetmelik,
moda, ticari anlaşma ve sözleşmeler belirler. İkincil gruplarda hâkim olan duygu “ben”
365
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.193
366
Nihat Nirun, Sosyal Dinamik Bünye Analizi, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991, s.114, Aktaran
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.193
367
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.193-194
368
A.g.e., , s..194
369
A.g.e., , s..194
370
A.g.e., , s.194
254
duygusudur. İkincil grupların yapıları heterojendir. Çünkü bu grupların yaşam tarzları
arasında büyük farklılıklar vardır. 371
• Sürekli Gruplar
Bazı sosyal gruplar sosyal gelişme ve değişmelere rağmen yapılarını uzun süre
koruyabilirler. Bu özeliğe sahip olan gruplara sürekli gruplar denir. Sürekli grupların
oluşmasına en önemli unsur, grup içi anlaşmazlık ve çatışmaların düzenli tedbirlerle yok
edilmesidir. Bu yolla sürekli gruplar yapılarını uzun süre değişikliklere uğramadan devam
ettirebilmektedirler. Gerçi grup içi sorunların ve çatışmaların ortadan kaldırılmasında bazen
geçici önlemlere de başvurulabilir. Böyle durumlarda anlaşmazlıklar görünüşte çözülmüş
olur. 372
• Aile
• Millet
• Devlet
• Köy Grubu
• Şehir grubu
Bazı sosyal gruplar iç ve dış faktörlerde önemli değişmeler olmadığı durumlarda bile
yapısal bir değişikliğe uğrarlar. Bazen tamamen dağılabilirler. İşte uzun süre yapılarını
koruyamayan sosyal gruplara geçici (sürekli olmayan) gruplar denir. 373
371
A.g.e., , s.195
372
A.g.e., , s.195
373
A.g.e., , s.196
255
Sürekli olmayan gruplara şunları örnek verebiliriz: 374
• Baraj, köprü, havaalanı veya liman yapımı için bir araya gelen insanlar
• Dernekler
• Olimpiyatlar
• Biçimsel Gruplar
Yasal ve biçimsel yetke altında belirli bir hedefe ulaşmak veya verilen görevleri yerine
getirmek amacıyla oluşturulan gruplara biçimsel grup denir. 376
Biçimsel grupların yapısı üyeler için net bir şekilde tanımlanmıştır. Yani her üyeden
beklenen işler oldukça ayrıntılı bir biçimde belirlenmiştir. Biçimsel grup vasıtasıyla bir araya
getirilmiş olan grup üyeleri bir süre sonra birbirlerini etkilemeye başlarlar. Gittikçe artan
etkileyiş grubun diğer üyelerine karşı olumlu duyguların oluşmasına neden olur. Bu duygular
çoğu iş tariflerinde gösterilmeyen pek çok sayıdaki faaliyetlere temel oluşturur. Örneğin,
beraber yenilen yemekler (özellikle öğle yemekleri), nöbetlerin değiştirilmesi, grubun
dışardakilerle yapılan mücadele birlik ruhunu güçlendirerek grubu bir araya getirilmiş insan
yığını olmaktan çıkarır. 377
374
A.g.e., , s.195
375
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.195
376
Blair Kolasa, İşletmeler İçin Davranış Bilimlerine Giriş, çev. Kemal Tosun vd., İ.Ü. Işletme Fakültesi Yayını,
İstanbul 1979, s. 501, Aktaran Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.196
377
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.197
378
Ilhan Erdoğan, İşletmelerde Davranış, İ.Ü. Işletme Fakültesi Yayını, İstanbul 1991, s.309, Aktaran Prof. Dr.
Salih Güney, a.g.e., , s.194
256
roller ile bunları destekleyen tutum ve davranışlar, biçimsel olmayan grupların temel öğelerini
oluştururlar. 379
379
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.197
257
Uygulamalar
258
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
259
Bölüm Soruları
b) Tiyatro izleyicileri
c) Futbol izleyicileri
d) Otobüs yolcuları
e) Futbol takımı
a) Siyasal Partiler
b) Sendikalar
c) Şehirler
d) Bankalar
e) Köyler
260
a) Sosyal grupların fonksiyonları
8) Bir kişi birden fazla sosyal grubun üyesi olduğunda her zaman çeşitli sorunlar
ortaya çıkar! Doğru? / Yanlış?
Cevaplar
261
13. İNSAN İLİŞKİLERİ VE DUYGUSAL ZEKÂ
262
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
263
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
264
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
265
Anahtar Kavramlar
• Duygular
• Duygusal Zekâ
• Zekâ
266
Giriş
267
13.1. Duygu Kavramı ve Tanımı
Az önce belirttiğimiz gibi insanın duygu ve ruh durumu birbirinden farklıdır. Duygu,
ruh hâline göre daha fazla yoğunlukta, içsel ya da dışsal uyarıcılarla (dürtüler) ilgili bir
durumdur. Aynı şekilde duygu ve his durumu da birbirinden farklıdır. Duygu, değişiklikler
grubu, his ise bu değişikliklerin algılanması olarak tanımlanmaktadır. İnsanların tüm
duyguları hislere bağlı değildir. Bazıları bağlı bazıları ise bağlı değildir. 381
Yönetimde geleneksel bakış açısının etkili olduğu dönemlerde geçerli olan düşünce,
örgütlerin hislere ve sezgilere izin vermeyecek kadar katı bürokratik yapılara sahip
olmalarıdır. Ama daha sonra etkili olan davranışçı ve insancıl yaklaşım bunun doğru
olmadığını savundu. Günümüzde yapılan araştırmalar, çalışanların kendi örgütlerini,
ürünlerini sevmeleri ve bu şekilde iş hayatında kendilerini motive etmelerinin önemli
olduğunu doğrulamıştır. 384
380
Prof. Dr. Salih Güney, Sosyal Psikoloji, Nobel Yay. Dağıtım, Ankara 2009, s.265
381
A.g.e., ,s.265
382
A.g.e., ,s.266
383
A.g.e., ,s.266
384
A.g.e., ,s.267
268
Çalışma yaşamında önemli etkileri olan insanların ruh hâli ile duygu durumları günlük
hayatta sıkça birbirinin yerine kullanılmaktadır. Aslında bu iki kavram birbirinden oldukça
farklıdır. Ruh hâlleri, uzun sürme eğiliminde olan fakat çoğunlukla daha düşük belirsizlikteki
durumları anlatmaktadır. Buna karşılık duygular ise, çok yoğun ve kısa süreli yaşanmakta
daha açık amaçlar ve nedenleri içinde barındırmaktadır. Duygular ve ruh hâlleri, mutluluk ya
da üzüntü yaratmasına göre olumlu ve olumsuz olarak gruplandırılabilmektedir. Çalışanın
duygularını düzenlemesi, bilinçli veya bilinçsiz olarak onun ruh hâlini ve ruh hakkındaki
düşüncelerini doğrudan etkilemektedir. 385
Çalışma yaşamında olumsuz ruh hâlinde çalışanlar, işlerinden tatmin olmazlar. Çünkü
olumsuz ruh hâlleri, onların olumsuz düşünceler içine girmelerine neden olmaktadır. Olumsuz
düşünceler, kişinin kendi sınırlamasına neden olan inançlardan kaynaklanmaktadır. Bu tür
inançlara sahip çalışanlar şu özelliklere sahiptirler: 386
385
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.267
386
Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.267
387
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.268
269
ve bu konuda yoğun çalışmalar yapılmasıdır. Kişinin içsel yaşantısı ve duygusal algılaması
onun doğuştan getirdiği zekâ düzeyini etkilediği yapılan araştırmalarla doğrulanmıştır. 388
• Bazı psikologlara göre zekâ, insanların yeni durumlara ve çevreye uyum sağlama
kapasitesidir.
Zekâyı farklı boyutlarda ele alan birçok bilim adamı vardır ve bu konuda birçok teori
geliştirmişlerdir. Örneğin Thorndike zekâyı genel olarak üç boyutta ele almıştır: 393
388
A.g.e., ,s.268
389
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.268
390
A.g.e., , s.268
391
Osman Kazancı, Eğitim Psikolojisi, Kazancı Matbaacılık, Ankara, 1990,s.167 Aktaran: Prof. Dr. Salih
Güney, a.g.e., ,s.269
392
İbrahim Ethem Özgüven, Aktaran: Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.269
393
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.269
270
• Sosyal Zekâ Boyutu: İnsanları anlama ve onlarla iyi ilişkiler kurma ile ilgilidir.
Sosyal yaşamda çevreye uyum sağlamayı kolaylaştıran zekâdır boyutudur.
Gardner zekâyı yedi boyutta ele alarak çok yönlü bir zekâ teorisi geliştirmiştir. Bu
teoride ele aldığı boyutlar şunlardır: 394
• Dil İle İlgili Zekâ Boyutu: Okuma-yazma, dinleme ve konuşmayla ilgili olan zekâ
türü. Kısaca, konuşma ve yazmada dilin etkin kullanılmasıdır. Zekânın bu yönü daha çok
yazar, şair, avukat ve politikacılarda gelişmiştir.
• Müzikle İlgili Zekâ Boyutu: Müzik alanında besteler yapmayı, ses tonunu ve
ritmini fark edebilmeyi ya da müzik aletlerini çalmayı yakından ilgilendiren zekâ biçimidir.
• Vücudu Bir Bütün Olarak Kullanma İle İlgili Zekâ Boyutu: Kişinin vücudunu bir
bütün olarak ya da farklı bölümlerini belli amaçlar doğrultusunda etkili, hızlı ve estetik bir
şekilde kullanma becerisi ile ilgili olan zekâ türü.
• Dışa Dönük Zekâ Boyutu: İnsanlarla rahat ilişki kurma ve onlarla empatik iletişim
kurma becerisine yönelik çıkan zekâ boyutu.
394
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.270
271
Sherman, Gardner’in zekâ türlerine iki yeni zekâ daha eklemiştir. 395
• Tat ve Koku Alma Zekâsı: Tat ve koku alma konusunda duyarlılığı, lezzetli yemek
yapabilmeyi, değişik kokuları fark edebilmeyi ifade eden zekâdır. Bu zekâ türü, daha çok
aşçılarda, gurmelerde ve eksperlerde gelişmiştir. 396
Yeni doğan insanda zekâ ham olarak bulunmakta ancak zamanla olgunlaşmaktadır.
Psikologlara göre olgunlaşmanın en hızlı olduğu dönem on yaşına kadar olan dönemdir. On
iki yaşından sonra zekânın olgunlaşma hızında bir yavaşlama görülmesine rağmen gelişme
devam eder. On dört ve on sekiz yaş döneminde zekâ gelişiminin son sınırına varılır. Bunun
anlamı şudur: Bu yaşlardaki insanların zihinsel güçlerinin düşünsel gelişim açısından en üst
seviyeye ulaştığı dönemdir. Buna rağmen bu yaş dönemindekiler yeterli bilgi hazinesine sahip
olmadıkları için yetişkinler kadar mantıklı ve isabetli kararlar vermeyebilirler. Fakat fikirsel
çağrışımlar hem çok hızlı hem de geniş boyutludur. 398
395
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.271
396
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.271
397
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., , s.271
398
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.272-273
399
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.273
400
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.272
272
• Zekâ ve Çevre İlişkisi
Sosyal yaşamda yüksek IQ’lu 403 birinin başarısız olması ve normal IQ’lu birinin ise
oldukça başarılı olması birçok bilim adamını şaşırtmıştır. Acaba bunun nedeni nedir? Bu
sorunun cevabının aranmaya başlanmasıyla duygusal zekâ kavramı gündeme gelmiştir.
Yapılan araştırmalardan elde edilen veriler, duygusal zekânın 404 (EQ), IQ kadar önemli
olduğunu doğrulamıştır. 405
Eskiden beri beynin duyguları barındıran merkezleri olarak tanımlanan bölümleri aynı
zamanda kendimizi başarılı bir şekilde idare etmek ve sosyal uyumumuzu sağlamak için
gerekli olan becerileri de barındırmaktadır. Böylece hayatta kalma ve içinde bulunulan ortama
uyum için gerekli olan bu beceriler gelişim mirasımızda bir yere oturtulmuş olmaktadır. 407
401
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.274
402
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.274
403
IQ - İntelligence Quotient: Zihinsel Zekâ olarak ifade edilebilir.
404
EQ- Emotional Quotient: Duygusal Zekâ
405
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.274
406
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.274
407
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.275
273
İnsanların yaşamın zorluklarının üstesinden gelmelerinde IQ’un etkisi olmasına
rağmen tek başına yeterli olmadığı yapılan araştırmalarla doğrulanmıştır. Örneğin, sosyal
yaşamdaki yüksek IQ’lu biri başarısız olurken normal IQ’lu birisi başarılı olabilmektedir.
Acaba bunun temelinde yatan ana öğe nedir? Davranış bilimciler bu ana öğenin Duygusal
Zekâ (EQ) olduğunu savunmaktadır. Bu ana öğenin içinde özdenetim, azim, sebat etme ve
kendi kendini harekete geçirebilme gibi alt öğeler yer almaktadır. Bu özellikler davranış
bilimcilerin de savunduğu çocukta insanlara öğretilebilmektedir. Öğretilenlerin sayesinde
insanlar hayatla mücadelelerinde daha başarılı olabilmektedir. 408
Ömrümüzün gençlik yıllarından sonra çok az değişen IQ’nun tersine, duygusal zekâ
öyle görünüyor ki büyük oradan öğrenilmekte ve ömür boyunca ve tecrübelerimizden
yararlanılarak gelişmeye devam etmektedir. Yani bu konudaki yetersizliğimiz sürekli
gelişmektedir. 409
Duygusal zekâ ile ahlaki sorumluluk arasında yakın bir ilişki vardır. Bencil davranma,
şiddet kullanma ve alçaklık yapma gibi davranışlar sosyal yaşamı bozan olumsuzluklardır.
Son dönemlerde elde edilen veriler sosyal yaşamdaki ahlâki tavrın temelinde duygusal
yetilerin mevcut olduğunu göstermektedir. Dürtü duygunun ifade ortamıdır. Dürtülerin hepsi
bir eylemle ortaya çıkmayı arzulayan hislerdir. Dürtülerine hâkim olmayan/olamayan
insanların ahlaki açıdan yetersizlikleri olduğu varsayılır. Dürtülerini kontrol edebilen kişiler
ise iradeli ve ahlâki sorumluluk sahibidirler. 410
Uzun yıllar birçok sosyal bilimci zekâ üzerinde bilimsel çalışmalar yapmıştır. Hâlâ da
yapmaktadırlar. En son Goleman zekânın farklı bir boyutu üzerinden incelemeler yapmıştır.
Bu konuda “Duygusal Zekâ” adlı kitabı 1995 yılında yazmıştır. Bu kitap sayesinde insanlar
“Duygusal Zekâ” diye adlandırılan yeni bir kavramla tanışmışlardır. 411
“Duygusal zekâ” kavramını ilk defa 1990 yılında Harvard Üniversitesi’nden Psikolog
Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi’nden Psikolog Jhon Mayer kullanmıştır.
Sosyal yaşamda başarılı olabilmek için duygusal özelliklerin belirlenmesi gerekir. Başka bir
ifade ile duygusal özellikleri belirlemek için duygusal zekâ kavramından yararlanılmıştır. 412
408
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.276
409
A.g.e., , s.276
410
A.g.e., , s.276-277
411
A.g.e., , s.277
412
A.g.e., , s.277
413
A.g.e., , s.278
274
• Mizacını Kontrol Etme
• Beğenilme
• Sebat Etme
• Sevecen Davranma
• Nezaket Gösterme
Duygusal zekâ kavramı son yılların etkileyici kavramlarından biri olmasına rağmen bu
konudaki çalışmalar yeni değildir. Çünkü son yıllarda çocukların duygusal zekâ becerilerinin
gelişimini takip etmek amacıyla birçok araştırma yapılmıştır. Ancak bu araştırmalardan elde
edilen verilerin pratik alanda uygulanmasına çok az rastlanmıştır. Bunun nedeni,
araştırmalardan elde edilen veriler ya topluma tam olarak yansıtılmamış ya akademik bir
derginin sayfaları arasında bilimsel bir makale olarak kalmış ya da çok saçmadır diye insanlar
pek dikkate almamıştır. 415
• Algılama
• Duygunun İfadesi
• Değerlendirme
Duygusal Zekânın ölçümü konusunda geliştirilen bir ölçekte şu ana başlıklar üzerinde
durulmuştur: 417
• Kendine saygı
414
D.Goleman,.(2003).Duygusal Zekâ, İstanbul, 24.Baskı.Varlık/Bilim Yayıncılık
415
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.278
416
A.g.e., , s.279
417
A.g.e., , s.279
275
• Kendini gerçekleştirme
• Bağımsızlık
• Empati
• Sosyal sorumluluk
• Problem çözme
• Gerçeklik testi
• Esneklik
• Duyguları Yönetmek
418
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.281
419
Prof. Dr. Salih Güney, a.g.e., ,s.282
276
iyi ve verimli kontrol edildiğinde insan davranışları da bu yönde olumlu bir yönde
geliştirilebilecektir. Bu bağlamda denilebilir ki insanlar duygularıyla varlıklarını sürdürürler.
Dolayısıyla insan ilişkileri duygular ve duygusal zekâ ile doğrudan bağlantılıdır ve tam
anlamıyla sosyal psikolojik süreçler içerirler.
277
Uygulamalar
278
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
279
Bölüm Soruları
Yukarıdaki boşluğu doğru şekilde tamamlayan zekâ türünü belirten seçeneği bulunuz?
a) Bilişsel
b) Duygusal
c) Zihinsel
d) Tecrübi
e) Empatik
a) Şaşkınlık
280
b) Öfke
c) Sevgi
d) Saygı
e) Cinsellik
5) Zekâyı farklı boyutlarda ele alan birçok bilim adamı vardır ve bu konuda
birçok teori geliştirmişlerdir. Örneğin Thorndike zekâyı genel olarak üç boyutta ele almıştır.
Thorndike’ye göre aşağıdakilerden hangisi zekânın boyutlarından birisidir?
Cevaplar
281
14. SOSYALLEŞME VE SOSYAL GELİŞİM
282
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
283
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Sosyalleşme nedir?
284
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
285
Anahtar Kavramlar
• Sosyalleşme
• Sosyal Gelişim
• Ahlâk
286
Giriş
287
14.1. Sosyalleşme Nedir?
Sosyalleşme bireyin toplumun üyesi olmasının doğal bir gerekliliği olduğu için sosyal
psikolojide önemli bir yere sahiptir. Çünkü bireyin sosyalleşme süreci birebir sosyal
psikolojik unsurlar içerir. Bu anlamda sosyalleşme konusu sosyal psikoloji içinde önemli bir
yere sahip olmuştur. İnsanın dış dünya ile adaptasyon sürecini anlatan bu kavram sosyal
psikologlarca daha geniş bir anlama kavuşmuş, üzerinde çokça çalışmalar yapılmıştır.
“İnsanın sosyalleşmesi çok karmaşık bir süreçtir. İnsan, etrafında bulunanların, her
gün karşılaştığı sayısız olayların ve kişilerin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik-kültürel
koşulların, gelenek, töre ve yasaların, fiziksel çevrenin ve sayılmakla bitmeyen pek çok
etkenin etkisindedir. Bu etkenlerin karmaşık etkileşimi sonunda insan, kişi olarak belirir. Bu
etkenlerin oluşturduğu karmaşık bütün, hiçbir zaman iki ayrı insan için tıpatıp aynı
olmayacağından, hiçbir kimse bir diğerinin tıpatıp aynısı değildir. Bu çevresel etkenlerin
yanında, kalıtım yoluyla geçen pek çok özelliğin de kişiyi belirleyici ve başkalarından ayırıcı
önemi vardır. Genel nüfus içinde az sayıda görülen tek yumurta ikizlerinin dışında, hiç
kimsenin kalıtımsal gizli(potansiyel) yapısı bir başka kimseninkiyle aynı değildir. 422“
Birinci grup kişilik ya da benlik gelişimidir. İkinci grup ise bilişsel gelişimdir. Birinci
gruba yukardaki konulardan cinsiyetle ilgili rollerin öğrenilmesi, bağımlılık, bağımsızlık,
saldırganlık, başarı güdüsü gibi alanlardaki sosyalleşme süreci girer. İkinci gruba ise
420
Prof. Dr. Nuri Bilgin, Sosyal Psikolojiye Giriş, İzmir Kitaplığı, 3. Basım, İzmir 1995, s.305
421
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s.359
422
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., ,s,360
288
öğrenme, zekâ gelişimi, düşünme ve algı gelişimi gibi konular girer. Doğal olarak kişilik
gelişimiyle psikanaliz gibi kişilik kuramları, bilişsel gelişimle Piaget’in bilişsel gelişim
kuramı gibi bilişsel kuramlar ilgilenmiştir. 423
Ego’nun hangi isteklerin bilinç düzeyine çıkmasına izin vereceğini, hangilerini ise
bilinçaltında tutması gerektiğini belirleyen, süper-ego (üst-ben) dir. Süper-ego çocukluk
423
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., , s. 360-361
424
A.g.e., ,s.361
425
A.g.e., ,s,362
289
devresinde çocuğun büyükleri ile olan etkileşimi sonucu gelişir ve toplumsal yasakları
içerir. 426
Yasakları içeren süperegonun bir bölümü bilinçli, diğer bölümü ise bilinçaltıdır.
Çünkü bir kısım yasakları bilincin daha tam olarak gelişmediği çok küçük yaşlarda
öğrenilmiştir. Süper ego “vicdan” ve “ego-idealini içerir. Ego ideali, çocuğun nasıl bir kimse
olmak istediğini yansıtır. Bu yapısal analize göre, toplumun kuralları süper-ego yoluyla
kişiliğin bir parçası hâline gelir. Böylece kişi dışardan onu gözleyenler olmadığı durumlarda
da kendi kendisinin gözcüsü olarak o toplumun ahlȃk kurallarına uyar. Güçlü ve gerçekçi bir
ego, id’den gelen ve doyum isteyen, daha ziyade cinsel ve saldırgan güdülerle süper-egonun
bazen aşırıya kaçan yasaklamaları arasında sağlıklı bir denge kurabilir. Bu durumda hem
ahlȃk gelişimi yeterlidir, hem de psikolojik sağlık yerindedir. Bu dengenin bozulduğu
hâllerde, eğer süper-ego ağır basarsa, kişi suçluluk duyguları içinde bunalır; eğer id ağır
basarsa, kontrolsüz taşkın davranışlar görülebilir. 427
Freud ayrıca, kişiliğin zaman içindeki gelişimi üzerinde de etraflıca durmuştur. Kişilik
gelişimi ve ona paralel olarak ahlȃk gelişimi belirli psiko-seksüel devrelerden geçerek
gerçekleşir. Şöyle ki, bir devredeki biyolojik ve psikolojik gereksinmeler yeterince
karşılanmamışsa, o devrede bir miktar enerji saplanıp kalır ve bir sonraki devredeki gelişim
de bundan zarar görebilir. Ayrıca o devredeki gereksinimlerin yeteri kadar karşılanmamasının
yaratacağı olumsuz sonuçları etkisini ileriki yıllarda da gösterir. Örneğin hayatın birinci yılına
rastlayan “oral” evresinde beslenmeyle ilgili gereksinmeleri yeterince karşılanmamış olan bir
kimse, yetişkinlik devrinde, içki, sigara tiryakiliği, fazla konuşma, sakız çiğneme gibi ağızla
ilgili aşırı davranışlar gösterebilir. 428
Freud bu kuram ışığında kişilik ve ahlȃk gelişiminin ana hatlarının ilk beş yılda
tamamlandığını ve altı yaşından sonra kuramsal bakımdan önemli başka bir gelişmenin
olmadığını ileri sürmüştür. Freud’un kuramının görgül yöntemlerle doğrudan denenmesi pek
söz konusu olmamakla beraber, üçlü kişilik yapısı ve gelişim devreleri kavramları psikoloji,
sosyal psikoloji, hatta antropoloji, psikiyatri, sosyoloji gibi bilimlerde yaygın bir şekilde etkili
olmuştur. Ancak bazı araştırmalar bu kuramın fazla katı ve dar çerçevesinin genişletilmesi
gerektiğini savunmuşlardır. 429
426
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay. İstanbul 2008, s. 362
427
A.g.e., .s,362
428
A.g.e., ,,s,362-363
429
A.g.e., .s,362
290
cezanın) çocukta zayıf vicdan gelişimi (yani yetersiz iç kontrol) meydana getirdiğini
göstermiştir. 430
a) İsviçreli psikolog Piaget uzun yıllar (1948 – 1960) çocukta bilişsel gelişimi
en ince ayrıntısına kadar araştırmış ve devresel gelişmeleri içeren bir kuram ortaya atmıştır.
Doğal gözlem yöntemine dayanan bu araştırmalardan şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: 434
Her çocuk belirli bir devre dizisinden geçerek bilişsel gelişimini tamamlar. Bu
devreler kültürel ve toplumsal farklara karşın evrensellik gösterir.
Her devrede, bir önceki devrelerin bir sentezi yapılır ve problem çözümünde daha
etkili, ussal bir yaklaşım geliştirilir. Piaget, çocuğun, bu özelliklerini gösteren ve gittikçe daha
soyutlaşan bir usavuruş sistemini içeren dört devreden geçtiğini öne sürmüştür. Burada bu
bilişsel devrelerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Piaget tarafından bilişsel gelişmeye paralel
olarak ortaya çıktığı belirtilen ahlȃk gelişimi devreleri ise iki tane olarak kavramlaştırılmıştır:
Dışa bağlı devre ve özerk devre.
Dışa bağlı devrede, ahlâki gerçekçilik söz konusudur ve çocuk, yetki taşıyan
kimselerce belirtilen kuralları mutlak olarak kabul eder. Özerk devrede ise birey, kuralların
durumsal gereksinmelere bağlı olarak değiştirilebileceğini anlar. 435 Dışa bağlı devrede
çocuklar, bir hatanın ne kadar ciddi olduğunu, o hatanın yol açtığı zararla (yani sonucuyla)
ölçerler. Özerk devredeki çocuklar ise, hatayı yapan kimsenin gerçek niyetine daha çok önem
verirler. Piaget, çocuklara karşılaştırmalı hikâyeler okuyarak hikâyelerdeki çocuklardan
hangisini daha yaramaz olduğunu (yani hangi hatanın daha ciddi olduğunu) söylemelerini
istemiştir. 436
433
Galip İsen, Veysel Batmaz, Ben ve Toplum, OM Psikoloji Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002, s.43
434
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., . s. 366
435
A.g.e., . s. 366
436
A.g.e., . s. 366
292
devresinin ötesine geçerek altı devreli, ergenlik ve yetişkinliğe uzanan ahlȃk gelişimi
devreleri bulmuştur. 437
Bu düzeyde kişi iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kültürel kural ve değerlere açıktır. Ancak
bunları, ceza, ödül gibi fiziksel sonuçlara göre ya da bu kuralları ortaya koyan kimselerin fizik
gücüne göre değerlendirir. 438
2. Devre: Saf Çıkarcı Yönelim: Bu düzeyde, kişinin bir üyesi olduğu ailenin,
arkadaş grubunun ya da çevrenin beklentileri kendi başına değer taşır. Seçilen referans
grubunun doğru kabul ettikleri, çocuğun gözünde de doğrudur. Buradaki tutum sadece sosyal
düzen ve beklentilere uymak değil aynı zamanda onlara sadakattir.
1. Devre: İyi Çocuk Eğilimi: Bu devrede iyi davranış, başkalarını memnun eden,
onlara yardımcı olan ya da onlar tarafından takdir edilen davranıştır. Yaygın davranış
normlarına uyma ön plandadır. Davranış niyetine göre değerlendirilir. “İyi niyetli” olmak
önem kazanır. Güven, sadakat, saygı, karşılıklı ilişkilerin devamlılığı ve minnettarlık
önemlidir. 441
437
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s,368
438
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s,369
439
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s,369
440
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s,369
441
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., .s,370
293
2. Devre Kanun ve Düzen Eğilimi: Bu devrede önemli olan, başkalarını memnun
edecek davranışlarda bulunmak değil, yerleşmiş kurallar ve sosyal düzeni korumaktır. Doğru
davranış, görevini yapmak, otoriteye saygı göstermek ve kural ve yasalara uymaktır. Kurulu
sosyal düzen eleştirilmeden kabul edilir. 442
442
A.g.e., .s,370
443
A.g.e., .s,370
444
A.g.e., .s,370
294
Uygulamalar
295
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
296
Bölüm Soruları
a) Algı gelişimi
b) Bağımlılık
d) Zekâ gelişimi
e) Başarı güdüsü
e) Sevgi esirgeme
a) Bireyselleşme
b) Sosyal psikoloji
c) Bilişsel gelişim
d) Benlik gelişimi
e) Sosyalleşme
297
4) Kohlberg’in ahlȃk gelişimi devrelerinin tamamlanması belirli aşamalara göre
yapılmıştır. Ona göre ahlȃk gelişimi devreleri giderek yükselen bir biçimde ilerler. Bu
aşamalar içerisinde yer alan “gelenek öncesi düzey” aşağıdaki seçeneklerin hangisinde
belirtilmiştir?
c) Buradaki tutum sadece sosyal düzen ve beklentilere uymak değil aynı zamanda
onlara sadakattir
a) Sosyal Psikoloji
b) Benlik gelişimi
c) Sosyalleşme
d) Bilişsel gelişim
e) Bireyselleşme
9) Gelenek Öncesi Düzey kendi arasında iki devreye ayrılır. Kısaca açıklayınız.
298
Cevaplar
299
KAYNAKÇA
İsen G., Batmaz, V. (2002). Ben ve Toplum. 2. Baskı. İstanbul: OM Psikoloji yayınları.
Arkonaç, S. A., (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Ankara: Nobel Yay.
Dağıtım.
İsen G., Batmaz, V., (2002). Ben ve Toplum. 2. Baskı. İstanbul: OM Psikoloji
yayınları.
Aronson, Wilson, Akert, (2012). Sosyal Psikoloji. 1. Baskı. İstanbul: Kaknüs Yay.
Baysal, A.C., Tekarslan, E. (1987). Davranış Bilimleri. İstanbul: İÜ. İşletme fakültesi
Yay.
Ozankaya, Ö. (1977). Toplumbilimine Giriş, Ankara: Ank. Üniv. Siyasal Bilgiler Fak.
Yay.
Şerif, M., Şerif, C. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I, Çev. Mustafa Atakay-Aysun
Yavuz, İstanbul: Sosyal Yayınları.
http://www.tdkterim.gov.tr/bts/arama/?kategori=verilst&kelime=naif+&ayn=tam
(Erişim 14.08.2013)
300
Shelley E. Taylor, L. A. Peplau, D. O. Sears (2007). Sosyal Psikoloji. (Çev. Ali
Dönemez). , 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi.
Freedman, L., Sears, D.O, .Carlsmith, J. M, (1993). Sosyal Psikoloji, (Çev. Prof. Dr.
Ali Dönmez). Ankara: İmge Yay.
İsen G., Batmaz, V. (2002). Sosyal Psikoloji Ben ve Toplum. 2. Baskı. İstanbul: Om
Yayınları.
http://www.termbank.net/psychology/7597.html (04.07.2013)
Arkonaç, .S. A. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Ankara: Nobel Yay.
Aronson, E., Wilson T. D., Akert, R. M. (2012). Sosyal Psikoloji. (Çev. Okhan
Gündüz). İstanbul: Kaknüs Yay.
301