You are on page 1of 67

Yayın No: 3

İki Nokta / Deneme: 2

Küpe – 1
Ahmet Bayraktar

T.C. Kültür ve Turizm bakanlığı


Sertifika No: 33400

Genel Yayın Yönetmeni


Hayri Ataş

Editör
Ahmet Arın

Sayfa / Kapak
Ahmet Bayraktar

1. Baskı: İstanbul - Şubat 2020

ISBN: 978-605-80296-3-7

Baskı – Cilt: Semih Ofset


Sertifika No: 44141

© 2020, Ahmet Bayraktar


© 2020, Bu kitabın tüm yayın hakları İki Nokta Kitabevi’ne
aittir. Yazarın ve yayınevinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde
kopyalanamaz ve çoğaltılamaz.

İKİ NOKTA KİTABEVİ


İki Nokta Kitabevi, Post Yayın Dağıtım’ın yayın markasıdır.
Alemdar Mah. Ticarethane Sok. Tevfik Kuşoğlu İş Hanı No. 11/310
Sultanahmet - Fatih / İSTANBUL
Tel. (0212) 512 70 20
www.postkitap.com / www.ikinoktakitabevi.com
e-posta: ikinoktakitabevi@gmail.com
Ahmet Bayraktar, Ankara’da doğdu, büyüdü, okudu, evlendi,
iki çocuğu oldu. “İslam Hukukunda E-Ticaret” çalışmasıyla
doktor, sonra Fıkıh Anabilim dalında Öğretim Üyesi oldu.
Şiir, öykü, deneme, makale, kitap yazdı.

Basılmış eserleri
• E-Ticaret | Fecr-Ankara-2017
• Nesih | Maarif-Ankara-2018
• Ateizmus 1 | Post-İstanbul-2019
• Kuranla Anla | Post-İstanbul-2019
• Yeni İlmihal | Maarif-Ankara-2019
• Yeni Kuran Okuma Öğretim Yöntemi | Maarif-Ankara-2020
| İki nokta-Ankara-2020
• Küpe-1 ­

İletişim
Face @drahmetbayraktar
Twit @ahmt_byrktr
inst @dr_ahmetbayraktar
Mail ankarailahiyat@gmail.com
whap 0531 6370069
Sosyal medya vesilesiyle tanıdığım,
severek-överek-yererek-yontarak
ömrümü bereketlendiren
öykü üstatlarıma hürmetle

Hasan Boynukara
Mustafa Everdi
İÇİNDEKİLER
1. ACİL........................................................................................................................11
SİYAHVEYAZ | 11

ACİL
Yolu açın, yolu açın...
Ambulanstan indirilen sedyenin şakıltısı canının derdine
düşmüş insanların o tarafa yarı umursamaz, biraz da meraklı
bakışlarını çekti.
- Baba n’olur ölme!
Lise çağındaki kızı canhıraş koşuyordu sedyenin peşinden.
Hastane güvenliği ameliyathanenin önünde durdurdu kızı.
Gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar dökülüyordu. Annesiyle
acile gelmiş bir üniversiteli çocuk ise kıza dikkat kesilmişti.
Ne kadar da güzeldi.
Oğlan kendini kınadı ama bakmaya devam etti. Engel ola-
mıyordu içindeki kuvvete. Annesi acilde hastayken annesini
düşünmesi gerekirdi doğru ama vakıa bu.
Konuşsa ne diyecekti ki. Hastaneydi burası. Babasının ar-
dından ağlayan bir kıza saati soramazdı. Bir çuval incir berbat
olurdu. Olacağı varsa da olmazdı o saatten sonra.
“Eren Bayram, danışmadan bekleniyorsunuz”
Annem, çıktı galiba diyerek gündüz düşüne bir müddet ara
verdi. Danışma, neredeydi, girişte, giriş neredeydi... Bir ka-
dının hayali erkeğin dünyasını değiştiriyor işte. Çok toysun
Eren. İçindeki ses yanağını sertçe okşadı.
Sedyede aygın baygın yatan annesinin saçını okşadı. Anne
bilinci o halde bile evladının gözlerine bakıp, “Bir derdin mi
var senin kuzum” deyiverdi. İçinde olup biten deprem önce-
sinin bir anda annesinin kalbine vahiy mi edildiği kurcaladı
zihnini.
12 | Ahmet BAYRAKTAR

- Yok anne. Sen bırak şimdi onu bunu. İyi misin?


Annesi Eren’in gözlerinin düzlemde çizdiği eğrilerden yo-
lunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anladı ama üstüne gitme-
di. Delikanlılar için normaldi.
Eren, annesiyle meşgul iken Selma da babasının yanına gi-
demeyişinin hüznünü, acaba ölecek mi sorusunun endişesini
yanaklarını ıslatarak serinletmeye çalıştı ama boşuna. Yürek
oradaydı, acı da.
Göğsünde harlanmış bir ateşin kavruk bir rüzgarla bütün
vücuduna yayılışına tanık oluyordu. Ya ölürse. Hiç düşünmek
istememişti bu ihtimali ama hayat böyle bir şey işte. Hazırlan
gidiyoruz demedi bugüne dek kimseye ölüm meleği.
Meleğim. Öyle seslenirdi babası hep. Kızların ilk aşkı ba-
balarıdır derler. Aşk öyle bir şey olmamalı sanki. Kim kime
tamamen güvenebilir ki. O babasına tam güveniyordu. Gü-
vendiği tek insan ellerinden kayıyordu. Annesi onun dengiydi
sanki. Küçüklükten beri rakip gibiydiler. En çok onunla kavga
ederdi.
Babası öyle değildi. Ne istese alırdı öyle ya da böyle. Kırmızı
çizgilerle çizilmiş mahremiyetin aşılmaz kuyusunu aşabildiği
tek insan oydu. Ona istediği gibi dokunabiliyor, onu öpebili-
yordu. Çöldeki vaha, ormandaki kuytu, şehirdeki park gibiydi.
İhtiyacı olduğunda aklına babası gelirdi. Telefonunda liste-
sinin başında “aaababacım” yazıyordu arayınca. Baba para la-
zım deyince, niye diye sormazdı. Annesine söylemediğini ona
söylerdi bazen. Baba kız baş başa konuşurlardı, annesi hayıf-
lanır, mırıldanır, homurdanırdı mutfakta. Kıskanırdı bildiğin
ama her seferinde inkar ederdi. Anne tabii ki sevilir ama kızın
babası farklıydı işte.
Acı bir uyarı sesiyle tekrar uyandı gündüz düşünden. Acil
odasından gelen düz uyarı sesi bütün acili ayağa kaldırdı. Acil
koridorlarında “baba” çığlığı yankılandı. Herkes o tarafa, çığ-
lığın, acının, yangının çıktığı yere baktı. Eren de.
SİYAHVEYAZ | 13

“Ne güzel sesi var” diye düşündü. Yine utandı kendinden.


Annesinin serumuyla yattığı sedyesinin başında içindeki aşk
böceği cırlamaya devam ediyordu. Ölmüyor, yitmiyordu hay-
van. Sus dedikçe beyninin ışık görmemiş duvarlarına çarpıp
bine bir katılmış yankısıyla dönüyordu kendine.
Nerede yaşadığını öğrenebilir miydi? Kime sorsaydı acaba?
Kız canhıraş bağırırken, af edersiniz yardım etmemi istediği-
niz bir mesele var mıydı... Yeşil sinekler gibi bir anda türeyen
kelimeleri kafasını sallayarak kovaladı. Annesi gözleri kapa-
lıydı şükür. Bu saçmalığı görmedi neyse ki.
Mıknatısa tutulmuş demir parçası, rüzgara bırakılmış yap-
rak, metine girecek kelime gibi bir şey bu aşk. Gelince git di-
yemiyorsun. Acil ya da değil. İşte orada o güzellik. Gözlerinin
önünde. Annesini uyur halde bırakıp kolaçan etse mi ortalığı.
Acaba zayıf anında kol kanat geren kaslı, yakışıklı beyaz pren-
sim deyip kollarına atılır mıydı?
“Kapa çeneni” dedi içinden ve istemsiz bir tokadın yankısı
annesini serçe uykusundan uyandırdı.
- Yok anne bir şey, sinek kondu zannettim.
Anneler oğullarına hep inanırlar. En azından inanmış gö-
rünürler. Oğullarını utandırmak istemezler. Erkek hüküm-
ranlığı yazılır ama oradaki erkek oğuldur. Bir annenin oğlu.
Oğullar annelerini sever.
Erkekler iki gücün arasında kalır. Kızlarına mı yoksa an-
nelerine mi bırakacaklarına karar veremezler emanetlerini.
Emanet dediğim de yürek. Onu da bir kadın çalar hep. Arada
olan erkeğe olur. Bir de üstüne toplumun beklentisi biner.
Erkekler güçlüdür, ağlamaz, yorulmaz. Babalar kahraman-
dır, yıkılmaz. Bir tek onlara yer yoktur hayatlarında. Kendileri
sığamazlar yattıkları yatağa. O hep birinin yanıdır. Annenin,
kadının, sevgilinin, oyuncağın... Adamdır onlar. Başka bir el-
bise giyemezler, giyse çıkartırlar. Sen hocasın, babasın, erkek-
sin... İnsan olmak istiyorum ben. Acımı çığırmak, bağırmak,
yakmak istiyorum diyen çıkar Neşet baba gibisinden. O za-
14 | Ahmet BAYRAKTAR

man bile babadır adı. İnsan olmaya müsade eden pek nadir
çıkar. Hata yapsan ayıp, haddi aşsan günah. Allah bile kadını
anmaz günahı anlatırken. Adem ve eşidir oradaki. Eşi kim?
Niye orada yok? Neden Adem onun eşi değil de o Adem’in eşi?
Neden ben korumak zorundayım her şeyi, herkesi?
- Daldın yine oğul.
“Allah belasını versin annemden başka bütün kadınların”
diyesi geldi. Nereden gördüm, duydum şu kızı. Annemin ya-
nında düştüğüm hallere bak.
- Yok anne, öylesine işte. Seni böyle görünce üzülüyorum
der demez.
Gözleri ister istemez koridora gidip geliyordu.
- Su getireyim mi anne biraz. Dudakların ıslanır en azından.
Annesi, bakışlarıyla onayladı, konuşmaya mecali yoktu.
Kantine gitmek için acilin koridorlarında sarhoş serçeler
gibi sağa sola gitti geldi. Esas derdi orada babasına ağlayan
kızdı.
Bir müddet gövdesi gezinirken gözleri sabit bakakaldı. Kı-
zın annesi galiba buralarda yoktu. Tek başına duvara çömel-
miş, yüzünü dizlerine gömmüş, cenin gibi kalakalmıştı. Nasıl
kendini gösterseydi? Takılıp düşse önüne, kaza süsü verip ölse
ayaklarının dibinde.
“Yahu daha gün aşmadı üstünden neyin aşkı geldi de ölmeyi
göze aldın geriz...” Yine o yeşil sinekler üşüşüyordu zihnine.
Her biri bir harf taşıyor kanadında, pis, rezil, görmekten haz-
zetmediği sürülerle istila ediyordu beynini. Kurtulamıyordu
aşkın elinden. Gözünü çevirse gönlü orada, göğsünü çevirse
ayakları çekiyordu.
“Bence bu gerzekliğimi en iyi o tedavi eder. Şöyle esaslı bir
çemkirse üzerime, izzeti nefsime ağır gelir, lanet eder bırakı-
rım kızı yasıyla bir başına. Hem suçu da ona yıkarım, kendimi
temize çıkartırım.”
SİYAHVEYAZ | 15

“Kantine gidiyordum ben. Hay Allah. Ters tarafa. Kız orada.


Kantin burada. Nereye gidecektim?”
Acil odasında hummalı telaş sürüyordu.
- Arkadaşlar defibrilatörü ayarlayın.
Ceren kapının dışında çömelmiş iyi bir haber bekliyordu.
Annesi kayıt işlemlerini yapıp kızının yanına geldi. Sarıldılar,
ağlaştılar. Kafasını annesinin göğsüne yasladı Ceren. Hep yap-
tığı gibi. Annesiyle babasının arasına kıvrılıp yatmayı o ka-
dar severdi ki. Büyüyünce kucaklara, yataklara sığmaz oldu.
Mahremiyet ile tanıştı, tanıştırıldı daha doğrusu. Bir erkeğin
neler yapabileceğini çevresinden duydu, gördü. Babalarının
tecavüz ettiği kızları bile duydu. İnsan değil hayvan bile yap-
mazdı bunu ama işte oluyordu. Milyon türlü insanın içinde bu
kadarı da çıkıyordu. Şimdi annesinin kucağında niye aklına
gelmişti ki bütün bunlar.
İnternet, sosyal medya hep nerede olmaz iş varsa onu göste-
riyordu. Arkadaş lezbiyenler var diye kız annesine sarılmasın
o zaman. Oğlu babasına sarılmasın. Asıl o zaman sapıklık ar-
tar. Ben sevilmek istiyorum. Sevince, sevilince doyuyorum, aç
kalan hırsızlık yapmaz mı, sevgiye aç kalan da harama el açar,
kucak açar. Biri şarap yapıyor diye üzümü mü yasaklayalım.
Buğdaydan bira yapıyorlar diye ekmekten mi olalım o zaman.
Daha sıkı sarıldı. Eren biraz önce yalnız olan kızın şimdi
annesine sarmaş dolaş olduğunu görünce duvara toslamış
kızgın boğalar gibi kalakaldı. İçindeki aşk öküzünün düştüğü
durumu daha iyi tarif edemezdi. İçeride can çekişen bir adam,
dışarıda içi acıyan bir kız, ötesinde nasıl etsem de kendime
dikkat çeksem diyen bir çakal. Bir belgesel sahnesi gibi.
SİYAHVEYAZ | 17

SAKİN
Hayatta sana en kolay gelen şey nedir diye sorsalardı, sorana
da soruya da acıyarak gülümserdim. Kolay hayat görmedim.
Yaşam tanrısal bir kabiliyet. Hayy olan o.
Kendimi anlamaya, algılamaya başladığım ilk andan beri
soruyorum niye diye. Ben niye benim? Annem niye annem?
Susturamadım zihnimi konuşmayı söktüğünden beri.
Bana anlatılanlar ile benim gördüklerim birbirini tutmadı.
Benim sorduklarım başkaydı, bana verilen cevaplar bambaş-
ka. Ne sorduğumu anlamadı çoğu. Çünkü sormamıştı ken-
dine o soruyu sual ettiklerim. Nereden çıkıyordu bu sorular,
bilemiyorlar başlarından def ediyorlardı beni.
Herkesin aşırı dindar göründüğü, hiçbirinin dini umursa-
madığı bir ailem vardı. Onların suçu yok. Yani en azından
bence. Toplumun yüzde doksan dokuzu onlar gibiydi. Cahil-
seniz, kendinizi doğrulamak ya da yanlışlamak için başvura-
cağınız tek kaynak ötekidir. Babam beni ötekilerle yetiştirdi.
Ötekilere bakıp övdü, sövdü, dövdü. Başkasından aldığım
ödüller değerliydi, başka, hep başka.
Bir gün bana başkası gibi olma deyince damdan düşmüşe
dönmüştüm. Benim hayatım, babamın sözleri hep başkasına
endeksliydi. Başkalarına yaranmak hayatın temel gayesiydi.
Allah bile başkasıydı. Benim bulduğum, beğendiğim, sevdi-
ğim biri değildi. O öyle istedi, o razı olsun, olmadı, olacak...
Her şeyi arayan, düşünen, soran bulmak isteyen zihnime ez-
ber ağır gelmedi. Kıyma makinasına kemik atınca dişleri kırar.
Beni asıl uyandıran insanların inançlarıydı.
18 | Ahmet BAYRAKTAR

Ben de cahildim ve çevremdekiler neye, nasıl inanıyorsa


öyle taklit etmeye alışmıştım. Ta ki ilahiyata gidene kadar, di-
yeceğimi düşündünüz muhtemelen. Hani kahramanımız her
şeyin yanlış öğretildiğini görür “He-man” vari bir göğüs ger-
me hareketiyle bütün düzene isyan eder. Hayır, benim redde-
dişim çok basit bir hamleyle oldu. Düşündüm.
On altı, on yedi ama on sekiz değil. Yine bir gün yolda dal-
gın yürüyorum, zihnim dolu, her taraftan bir ses geliyor. Can
alıcı soru geldi. “Ne biliyorsun ya ailen sana inandıkları bir
yalanı telkin ediyorsa, ya onlar da aptalca inanmışlarsa, ya
bütün dünya bir yalana inanmışsa, ya Kuran uydurmaysa, ya
Peygamber denen kişi önce çevresindekileri inandırmış son-
ra onlar da çevresini inandırmışsa, ya herkesin inandığı Allah
aslında yoksa...”
Teller o gün koptu. İnandığım, inandıkları hiçbir şeyin her-
hangi bir kaynağa, nesnel nedene, veriye dayalı olmadığını
kavramıştım. Ya da öyle bir şey varsa bile bana anlatan kimse
çıkmamıştı. Ben düşünmüştüm, bulamamıştım. Ama bulma-
mı gerektirecek bir şey de bulamamıştım. İnkar, inanmama en
tutarlı seçenekti bana o gün için.
Allah filan yok, bu millet kendini aldatıyor, bunlara kalsam
ben de aldanacağım diyerek altı ayım geçti. Ta ki günün bi-
rinde bir kızın “burada” deyişiyle aklım başımdan uçana dek.
Nesini, niyesini çözemediğim şeydi aşk. Yanıyordum. Baştan
ayağa gerçek anlamıyla yanıyordum. Ateşlenmiştim bir se-
ferinde vücudum pul pul dökülmüştü. Bugün bile yazarken
içim bir hoş.
Onu anlatmayacağım tabii ki burada. Çok acıtmıştı beni.
Şöyle söyleyeyim hatta. Hayatımda en nefret ettiğim şey gü-
neş, sıcak. Ankara yazında, o zamanın kötü otobüsleri, nay-
lon koltuklarında onun güneş tarafında oturduğunu görmüş,
“Benim içimdeki ateş güneşten daha sıcak” deyip ben de onun
tarafına oturmuştum.
Ertesi gün, ben böyle yanmış, dumanı tütmüşken durdura-
madığım içimdeki ses bu sefer bana şöyle fısıldadı. Bir kız için
SİYAHVEYAZ | 19

değer mi? Durdum, düşündüm, taşındım. Altınpark’ı baştan


uca dolaştım bunu düşünerek. Bir kız için değer mi? Hayır,
dedim. Bu bir kız için düşülecek hal değil. Ben bir kız için
bu hallere düşemem. Bir kız beni bu denli küçük düşüremez.
Ama hala yanıyordum. Zihnimin değişmesi içimin yangınını
söndürmüyordu. O an, zihnimin dişlileri yeniden çalışmaya
başladı. Benim yandığım şey o değil, beni onunla çeken, çevi-
ren başka bir şeyeydi.
Bir demir tozu mıknatısa aşık olmaz, ama mıknatısın mari-
feti manyetik alanı oluşturmak. Aşk ve insan da böyle bir şey
olmalı. Benim aşık olduğum kız, aşkımın kaynağı değil. İnsan
insana bu kadar alçalmaz, alçalamaz. Bu yalnız Allah olabilir.
Buldum, dedim.
Allahım, seni buldum. Sen görünmeyensin ama ben seni
gördüm, duydum, hissettim. Her şeyden daha fazla. Sen var-
sın, birsin ve ben seni bir şekilde görüyorum. Beni gücümün
üzerinde yükle sınayan sensin.
O muydu cidden bulduğum, bilmiyorum. Şu ana kadarki
tecrübelerim aksini doğrulayacak bir veri sunmadı bana. O
gün bulduğumu hiç bırakmadım. Yıllar geçti, umreye gidip
Kabe’ye baktığımda aynı enerjiyi orada hissettim. Bir kez daha
iman ettim. Sonra kızım oldu. Doğduğunda gözlerine baktım.
O an yemyeşildi, bana gözleriyle baba dediğini hissettim, o an
o enerjiyi onun gözlerinden aldım. Her defasında ağladım.
Duygusallık beni tanımlamaz, daha doğrusu o benim ka-
ranlık yüzümdür, kimse o halde beni göremez. Ben öyle sanır-
dım, hala da öyle sanıyorum.
Hayatımın en büyük travması evden kovulmam, ikincisi
aşık olmamdır. Şefkat tokadı da diyemeyeceğim, bildiğin üze-
rimden buldozer geçti ikisinden de. Ayağa yeniden kalkabil-
mem için bir on beş sene geçmesi gerekti. İyileştim diyemem
fakat kötülüklerin izlerini zihnimden atmak bu kadar sürdü.
Tamamen düzeldim mi, hayır.
SİYAHVEYAZ | 21

SARSINTI
Sana ne oldu böyle, bana ne oldu hakikaten. İçine gömülen
birini görmemişsinizdir belki, görün işte o benim. İçine at-
mak, içinden konuşmak, içine konuşmak, içinde yaşamak ile
ilgili bütün literatüre kendimden vakıfım.
- Ahmet, gidecektin gittin mi.
- Oğlum, şunu yapacaktın.
- Hocam, şunu diyecektik.
Dedim, yaptım, gittim. Bana sorsan hepsi tamam. Meğer-
sem zihnimde onları planlıyorum, yapıyorum, ediyorum, ey-
liyorum, gerçekleşiyor. Kimbilir kaç vakit namaz kaçtı öyle.
Bana sorsan her şey tıkırında. Eksik gedik yok. Millet benim
zihnimde yaşamıyor işte. Ah onlar da benim zihnimi paylaşsa.
Yok yahu. Ne dediğini bilmemek benimkisi. Benim beynim
bana ağır geliyor, başkasını delirtmeye hiç niyetim yok. Ben-
den başka deliyi taşıyamam ben.
Unutturmayın, bak ne diyordum. Disosiyatif bozukluk.
Daha ona gelmeden başka neler mi vardı. Ben de merak ettim
herkes gibi. Acep ne kadar hasar bırakmış o sarsıntılar. Gittim
en iyi yaptığım şeyi icra ettim. Kitaba para verdim. Nobel ya-
yınlarının anormal psikoloji kitabını aldım. Baktım bu bayağı
afilli duruyor. Bütün psikolojik hastalıkların çetelesi üzerinde.
Şizofren, paranoid, şizoid bilmediğim hangi tür hastalık varsa
hepsine şöyle bir baktım. Aman Allahım. Hepsinden bir tu-
tam var bende. Ben bir tane var sanıyordum, hepsinden var-
mış. Bu böyle olmaz bunun hakkından gelmeli.
Oturdum, okudum. Neyim var benim, hangi belirtilerim
22 | Ahmet BAYRAKTAR

çoğunlukta. Ucuz yırttım neyse ki. Tek başıma yırtmadım


öyle bir kitapla hallolacak iş değil elbette. İnsanın yıktığını
insan yapar. Çok düşündüm intihar etmeyi. Uğur abi diye bi-
riyle tanıştırdılar beni. Biraz hoş beş. İlahiyata yeni başladığım
zamanlar. Başörtüsü yasağı var. Herkes dışarıda. Bizimkilerle
o ara ilerlettik muhabbeti.
Yirmi sekiz şubat vurmuş geçirmiş. Üstüne de benim aptal-
lıklarım. Sen git üniversite sınavına gir. Aşık oldum ben diye
“Dünya ne umruma uleyn” diye salla sınavı. İyi mi oldu kötü
mü bilemem ama bir senem uzandı. Sonraki sene dereceyle
girdim. Girdim de okul kapalı.
Bir hafta derse girdik mi girmedik mi şu vakit emin deği-
lim ama deli zamanlarımız. Nasıl olsa kazanmışız üniversiteyi.
Kimin umuru ders. Dünyayı kurtaracağız. Bir orası da değil.
Kardeşim de imam-hatipte başörtüsünü çıkartsın diye uğra-
şıyorlar.
Kaçın kurrasıyız biz, yedirir miyiz başörtüsünü. Yarı şaka,
yarı bela onu oradan savuşturuyoruz, öbür taraftan bir de ila-
hiyatta çıktı yasak. Neyin kafası bu devletinki anlamak müm-
kün değil. Şimdilerde işin içinde çok boyutlu operasyon var
diye anlıyoruz.
Amerika Türkiye ile tensel temasa girmeyi kafaya koymuş
diye tercüme edeyim en asgari edep dairesinde. Adamlar ka-
faya koymuş, yiyecekler bizi. Biraz okumuşları oraya, cahil
gerizekalı tayfayı da diğer diğer tarafa yığıyorlar. Birinin adı
cemaat diğerinin tarikat ama aynı ahırın eşşekleri, bugün çok
belli artık.
Bu kadar sarsıntıyı bünye kaldıramamış demek ki sağlı sol-
lu kroşelerin ardından zihin bölünmüş. Elmayı ikiye bölersin
mesela öyle mi bölünüyor zihin. Say ki öyle.
Hani yazarlar olur böyle, “Biz eserlerimizde yazdık” der. Siz
kaç kişisiniz pardon diyesiniz gelir. İşte öyle benimkisi de. Bir
kişi yok içeride. En az beş en fazla yirmiye kadar ses duyulur
içeride. Görmeyim diye saklanan da var mıdır bilemiyorum.
SİYAHVEYAZ | 23

Bana zararı oluyor mu derseniz, yok. Ölü kendisine ağlamaz


ya, benim kahrımı da etrafımdakiler çekiyor. Kahır dediğim
ahım şahım değil elbet. Ama bir zaman çok iş aksattığım doğ-
rudur. “Alınacaktı, aldın mı, aldım, hani nerede, nerede, yok
mu, aa almamışım.” Bu türden muhabbetler.
24 | Ahmet BAYRAKTAR

Allahım yanıyorum...
Kimse yok etrafımda. Onun için bu kadar serbestim. Sessiz-
ce yalvarıyorum. İbadetteyken emin olduğum Rabbimin var-
lığından şu anda o kadar da emin değilim. Beni duyuyor mu
duymuyor mu meselesi değil. Neden beni bu hallere düşürdü?
O mu düşürdü ben mi düştüm? Hiçbir şeyden haberim yok.
- Biliyor musun, aramızda kalsın, insanlara Allah’ı ispatlıyo-
rum, ateistleri imana getiriyorum ama kendimi bir türlü ikna
edemiyorum.
- İnanmıyor musun yani?
- İnanıyorum işte sorun da orada. Bilemiyorum bir türlü.
Bilmek istemem çok garip ama.
-Anlamadım nesi garip, niye garip?
-
SİYAHVEYAZ | 25
26 | Ahmet BAYRAKTAR

-
Ahmet BAYRAKTAR | 27

“ Neredeyim ben burası neresi


Burada işler nasıl yürüyor bilmiyorum. Yanlış otobüse binip
başka bir şehirde inmiş yolcu gibiyim. Etrafıma bakıyorum
diyeceğim ama bakabileceğim bir etraf da yok çevirip baka-
bileceğim bir gözüm de. Hiç uyanmak istemediğim bir rüya-
dayım.
Cennete girdiğimde yapacağım ilk şey Allah ile konuşmak-
tı. Allahım beni duyuyorsun değil mi lütfen duyduğunu söyle
bana.
- Elbette duyuyorum.
- Neden beni yarattın. Yani daha doğrusu biz insanları. Ben
de dahil herkes seni unuttu yaşarken. Elinde kitabın varken
bile biz hep başkasına muhtaç edildik. Peygamberlerin bile
yaşarken kötülerin, öldükten sonra aptalların oyuncağı oldu.
Sakalını uzatan senin mikrofonunu eline almış gibi insanları
haksız yere korkuttu, ürküttü. Sen akletmeye çağırdın onlar
aptallaştırdı. Sen paylaşmaya çağırdın onlar biriktirdi. Hep-
sinin bir mazereti vardı. En azından arada bir tanesini saçma
sapan şeyler konuşurken felç geçirtseydin, bir şeyler yapsay-
dın ne bileyim. Domuza çevirsen çok masalımsı, sünnetullaha
aykırı olurdu biliyorum.
- Bunları yaşarken de düşünüyordun. Kendi aklınla benim
hükmümü sorgulamak başlı başına bir hata, haddi aşma de-
ğil mi, sen kendi doğrularınla düşündün onlar da kendince.
“Herkes kendi karakterinin gereğini yapar. Kimin doğru yolda
olduğunu Allah bilir” dedim. Biliyorsun.
“ Ama insanlar, kitleler bu aptalların peşinde gidiyor, gittiler.
Şu anda dünya hangi zamanı yaşıyor bilmiyorum. Kesin yine
onlardan biri din diye atalarının görüşlerini aktarıyordur.”
- Herkes karakterinin gereğini yapar.
28 | SİYAHVEYAZ

“Allahım nasıl bu kadar sabırlı olabiliyorsun”


- Olmak sizin tabiatınız. Benim gücüm her şeyin üstünde.
Korkum yok ki öfkem olsun. Zamanım yok ki acelem olsun.
Zamansızlığı belki şimdi anlayabilirsin. Ama zaman içinde
yaşayan birinin beni anlaması mümkün değil. Ben size ken-
dimi anlatsam bile siz en fazla kendiniz kadar anlayabilirsiniz.
Sana ve senin gibilere sabır gibi gelen benim için herhangi bir
şey. Siz gelecek olana ya da gelmesini düşündüğünüz bir fela-
kete sabredersiniz. Benim felaketim olmaz. Bana kimse zarar
veremez. Zarar fayda değişenler ve bekleyenler için. Benim
kavramlarım değil.
“Ama sen kitabında aziz ve intikam sahibi, Allah onlara kız-
dı dedin, okudum”
- Arşa oturdum ayetini okurken de böyle mi okudun, oldu-
ğu gibi, muhatabın kapasitesini anlamadan.
“Yani nasıl anlayacaktım ki”
- Duygular hormonlarınızın eseri. Akledenleriniz pek az
olduğu için vahiy çoğunlukla duygulara seslenir. Cennet-ce-
hennem olmasa aranızda benim varlığımı, emirlerimi umur-
sayacak kaç kişi vardır sence.
“Allahım senin gücün her şeye yeterken neden uğraştın ki
bizle anlamıyorum ama cidden. Emir, yasak, akıl, peygamber
ne gereği vardı ki”
- Bir şey yapmam için gerekçe bulmam gerektiğine neden
bu denli şartlandın? Şu an sana cevap vermemin de bir gerek-
çesi yok. Ben isterim olur. Olmuşsa benim istediğimdendir.
Olmasını istemediğim bir şey benim kudretimden öte olamaz.
Size irade verirken, bütün bunların olabileceğini, olduğunu
gördüm. Meleklere söylediğimi sana tekrarlayayım. Ben sizin
bilmediklerinizi bilirim. Benim bildiklerimi sizin bilmeniz,
Ahmet BAYRAKTAR | 29

benim gibi bilmeniz imkansız.


Senin anlayacağın şekilde kolaylaştırayım. Benim benden
başka gerekçem yok. Beni bilemediğiniz için gerekçelerimi de
bilemezsiniz. Ancak birbirinizle didişirsiniz, bunun içindi, şu-
nun içindi” diye.
“Bizim didişmemiz hoşuna mı gidiyor yani?”
- Ademoğlu, neden hep beni kendine indirgemeye çalışı-
yorsun. Neden benim ben olduğumu, sizin beni hiçbir şekilde
anlayamayacağınızı anlamıyorsun?
“Rabbim beni sen yarattın, bu sorularımın sebebi sensin.
Hangi hayvanın merakı var, bizden başka. Madem ben ve ben-
den gelen her şey senin eserin, bu sorular da senin.”
Bir dakika...Ben kiminle ... Eğer Allah’la konuşuyorsam na-
sıl onu suçlar gibi...Yoksa bu bir rüya mı?
----
“Neredeyim, burası neresi?”
- Her zaman olduğun yerdesin. Kendinde. İçinde.
“İçim...Ben...Göremiyorum, gözlerim. Gözlerimle görmü-
yor muyum ben şu anda. Nasıl duyuyorum kendimi o zaman?”
- Bu kadar yorma kendini. Rüya görmüyor muydun dün-
yada.
“Dünya...Burası başka bir yer mi? Neresi, ben neredeyim,
neyim ben şu anda?”
- Ben diyebiliyorsan varsın demektir. Düşünmeyi bırak ar-
tık. Kendini hisset.
“Öldüm mü yani, galiba. Ateş, ateş yok, cehennem değil bu-
rası.”
30 | SİYAHVEYAZ

- Sen dünyadayken yeterince yandın zaten. Artık rahatla.


Seni kınayan vicdanın sesi dingin bir denizden daha sakin.
Süvarilerle fethedilen topraklardan daha engin.
“Yani artık acı yok mu, evet yok. Sonsuz... Sonsuzluk... Hala
düşünüyorum mu, evet düşünüyorum. Düşünüyorsam, sesim
varsa varım demektir. Güzel. Ölüm böyle miymiş yani, ölü-
yorsun ama yaşıyorsun. Çok garip. Şimdi sonsuzlukta mıyım?
Muhtemelen. Yani, nasıl bir şey ki bu? Allahım bana bir yar-
dım et.”
- Yardım edildin sen.
| Sesi duyuyorum ama nereden geldiğini anlamıyorum. Ben
konuşuyorum sanki benimle. Allahım bu sensin galiba. Öldü-
ğüme göre senden başka beni duyan olamaz. Ben de senden
başkasını duyamam doğru mu? |
- Evet.
“Öldüysem cennet ya da cehennem’de olmam gerekiyor de-
ğil mi?”
- Ben sizi cennet için yarattım. Siz cehenneme çabalamadık-
ça hiçbirinizin cehennemde yeri yok.
“Hesap günü vardı sanki, okumuştum”
- Hesabın görülüyordu sen yaşarken. Öldüğünde görülmüş
oldu. Zaman sizin sorununuz. Benim değil.
“Yani. Ben anlamadım Allah’ım”
- Peki o zaman şunu gör.
Mutlak bir karanlığın içine gömüldüm. Bir şey görüyordum.
- O da sensin.
| O ana dek kendim haricinde hiçbir şeyin ben olduğunu
duymamıştım. Ben benim, o da benim. Gördüğüm şeyin, öte-
Ahmet BAYRAKTAR | 31

kinin ben olduğunu düşünmemiştim. Nasıl düşünebilirdim


ki. |
- Şimdi kendini oradan göreceksin.
| Başka bir bilgisayara kurulmuş işletim sistemi gibiyim
şu anda. Kendi donanımım orada ben başka bir yerdeyim.
O donanım da donanımsız. Ne olduğu belirsiz. Ben o hali-
mi dahi anlayamamışken şimdi yine kendim bambaşka bir
boyuttayım. Mutlak karanlık. Kendimden başka beni duyan
yok. Bütün ışıklar sönmüş, bütün eşyalar taşınmış, bomboş
bir çölde gibiyim. Bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum.
Kabuslarımdaki durum burada. Kendi kendine katlanan bir
kağıt gibi hissediyorum. Yüküm üzerime biniyor. Kağıt gibi
katlandığımı hissediyorum. Hislerim var sadece bir şey bana
bunu dışarıdan yüklüyor engel olamıyorum. Dışarıyı göremi-
yorum. Kendimden başka duyumum yok. Kara deliğe düşmüş
ışık beni anlayabilir sadece. İmdat diyeceğim ama ses tellerim
kilitli gibi. Sesim kısılmış. Bir şey engelliyor beni konuşmak-
tan, bağırmaktan. Acı çekmek istiyorum çekemiyorum. Acımı
bağıramıyorum. Artık acıma değil, acınamadığıma da acıyo-
rum. Acım katlanıyor bağıramadıkça. Bağırsam kim duyacak.
Oh diyen biri olsun istiyorum sadece. Belki onu görüp ona
çıkışırım. Benden beterleri de varmış derim. Acının bile tek
başınalığı daha acı. Düşünmek istemiyorum. Hissetmek iste-
miyorum daha fazla. Yok olmak istiyorum. Hiç olmak istiyo-
rum. Allahım toprak olaydım ya ne olur. |
“ Boğulmak üzereyken kafasını sudan çıkaran bir insan gibi
derin nefes aldığımı hissettim. Bu nasıl bir rahatlama. Elim
ayağım boşaldı diyebilirdim ama yok.”
“Allahım ne oldu biraz önce, ne yaşadım, ne duydum”
| Ben bunları sormak isterken kendimi gördüm tekrar kar-
şımda. Biraz önce acı çeken o insan, acı çekmeye devam edi-
32 | SİYAHVEYAZ

yordu. Görüyordum bunu. Bendim ama ben değilim artık. O


orada ben oradaydım, o yine orada ben buradayım. İki elbise
tek vücut, böyle bir şey. Bakıyorum, görüyorum ama anlama-
ya çalışıyorum. Nasıl olur da kendimi başka bir yerde görebi-
lirim. Bir tane ben yok muyum? Kaç kişi olabilirim? Allahım
bana bir şey söyle, bir şey göster bu nedir, ne yaşıyorum, ne
yaşadım, bu ne, ben neyim şu anda? |
- Andasın. Zamanın üstünde, mutlaklığın altında. Bir za-
man geçecek, geçiyor sana göre, sen algının eserisin. Algın
bitmeyecek. Algındasın. Mutlaklaşamazsın, buna gücün yok.
Olan, olgunun üzerine çıkamaz.
“ Allahım ben tek değil miyim, bu nasıl bir şeydi. Halen ora-
da kendimi görüyorum. Görmediğim yerde de var mıyım? ”
- Ademoğlu, yaşarken de çok soru soruyordun sen biliyor-
sun değil mi ?
| Bir an kendimi suçlanmış gibi hissettim. Gerek yoktu ama.
Kime karşı suçlanabilirdim ki. Beni yaratan yarattığından do-
layı beni suçlarsa kendini de itham etmiş olurdu. Zafer kazan-
mış bir edayla dinlemeye devam ettim. |
- Elbette sen olman senin suçun da değil marifetin de değil.
Sana seni anlatacağım. Anlayabilirsin.
| Dedesinin dizinin dibinde gözlerinin içine bakıp hikaye-
nin devamını bekleyen çocuk gibiydim artık. |
- Yaşadığın zamanları hatırlayabiliyorsun. İstediğin bir anı
yeniden yaşayacaksın şimdi. İste olsun.
“ Onu duyduğum ilk anı düşündüm. On yedi yaşındayım.
Burada dedi. O an işte. O an. Tekrar yaşayabileceğim yani”
- İstediğin kadar, istediğin an. Unutma burada zaman yok,
an var. İstediğin anda, anında. Sen istemediğin müddetçe hiç-
Ahmet BAYRAKTAR | 33

bir şey bitmez, tükenmez.

“Allahım, cennet senin anlattıklarından bile güzelmiş o


zaman. Sen herkes anlasın diye milyarda birini anlatmışsın.
Burası gerçekten sonsuz, sınırsız, özgür. İstediğim an, istedi-
ğim zaman, mekan, imkan hepsi bende. Kendimi hiç bu kadar
özgür hissetmedim ben. Ölsem ölebileceğim kadar özgürüm.
Ölemiyorum dahi diyemiyorum şu anda. İstesem ölebilirim.
Öldüğümü görebilirim, hissedebilirim. Kendimden yüz tane
yarattırabiliyorum, her birini aynı anda hissedebiliyorum. Bu
anlatılacak bir şey değil. Bunun için burada olmak lazım.”
- Herkes için zannetme bunu. Herkesin cenneti kendi hayali
kadar. Hayali bir kadından ibaret olanın cenneti bir kadınlık,
sonsuzluk olanın sonsuzluk. Sonu olup olmamak bile burada-
kilerin isteğine göre.
“Peki ya ben ölmeyi istersem?”
-Ölüyorsun. Belleğin yeniden başlatılıyor. İstediğin bir an
ise o anı hissediyorsun sonsuza kadar. Cennetine yeniden giri-
yorsun. Yeniden başlıyorsun hiç durmadan. Bitim yok, döngü
var. Döngü varsa sonsuzluk var.
“Yani, öyleyse bu benim ilk cennetim olmayabilir mi?”
- Olabilir. Burası sonsuzluk. Her şey sonsuz, sınırsız.
| Orada ebedidirler ve asla oradan ayrılmak istemezler, di-
yordun doğru. Yani ayrılmak istediğinde deneyimin yenileni-
yor ve istememiş oluyorsun. Değişim ufkun bittiğinde yeni-
den başlıyorsun.|
“Allahım, peki ben bundan önceki cennetlerimi görebilir
miyim?”
- İstediğin her şeyi görebilirsin seninle alakalı.
34 | SİYAHVEYAZ

“Başkasını göremem yani.”

- Görebilirsin tabii ki. Yeter ki iste. Ama o gördüğün başka-


sı görmeyi umduğun başkası olmak zorunda değil. Unutma
nasıl ki senden istediğin kadar olabiliyorsa başkasından da be-
nim istediğim kadar olabilir. Sen onun o olduğunu görebilirsin
ama bilemezsin. Ben bilirim. Benim bildiğimi sen bilemezsin,
bilmek de istemezsin. Çünkü senin en isteyip istemeyeceğini,
ne isteyebileceğini ya da istemeyeceğini ben belirleyebilirim.
Sen her istediğini isteyebileceğini zannedersin ama istekleri-
nin sınırlarını bilen, gören benim. En nihayet sen benim ese-
rimsin diğer herkes gibi. Benim ön göremediğim hiçbir şeyi
yapamazsın. Son karar benim elimde.”
“ Allahım dünyadayken de çok tartışıyorduk biz, Allahın eli
var mı diye. Senin elin var mı bizim gibi. ”
- İnsanları ben bu kadar aptal yaratmadım. Bu kadar aptal-
laşabilirlerdi ama bunu ummuyordum. Ne kadar az düşünü-
yor, şükrediyordunuz. Size dil gibi bir ayet verdim. Uğraşın,
görün, farkına varın. El sizin sorununuz, probleminiz. Benim
ele ihtiyacım yok.
“Allahım, ben biliyorum ama sen hani öyle deyince insan-
lardan bazıları öyle düşündüler. ”
- Kimsenin başarısını kendi üzerime almadım, başkasının
aptallıkları da benim sorunum değil.
“ Aptallık dedin de. Dünyadayken kafama çok takılıyordu.
Madem Allahım bu kadar iyisin, mükemmelsin neden dünya-
da kötülük vardı? ”
- Evet, dünyada çok uğraştınız benimle. Ben size ahvalinizi
düzeltin diye akıl verdim, siz aklınızı benimle bozdunuz. İçi-
Ahmet BAYRAKTAR | 35

nizden birileri doğruyu söylüyordu ama gürültüde duyamadı-


nız ki dinleyesiniz.

“Allahım ben çok düşündüm ama tam cevabını bulamadım.


Kimseye anlatacak durumum da yok zaten artık. Merakım
dinsin.”
- Ben size akıl verirken sizin kötülük yapabileceğinizi bili-
yordum.
“Allahım bana senin bilmeni anlatır mısın, en çok bunu me-
rak ediyorum.”
- Evet, bilmenin Tanrıcalığını anlatmam gerek. Benim bil-
memle sizin bilmeniz farklı. En başta siz sonradan olmuş
varlıklarsınız. Sizi ben yarattım. Benim yaratmam ile bilmem
arasında varlıksal öncelik var, zamansal değil. Yani varlık or-
taya çıkınca onlar için zaman akmaya başladı. Ben zamanda
değil anda varım. Siz anı farkedebilirsiniz belki ama zamanda
var olmak zorundasınız. Aksi sizin için mümkün değil.
“Anlamadım demeden de anlayacaktır anlamadığımı en
azından bekleyeyim belki anlarım.”
- Sizin için her şey birbirinden önce ya da sonra olmalı değil
mi?
“Evet.”
- İşte o önce sonra olunca da sonlu oluyorsunuz. Benim ön-
cem ve sonram yok. Oldu, olacak, olmuş sizin kavramlarınız,
sınırlarınız. Benim herhangi bir sınrım yok. Ben istemedikçe
de sınırlanmam.
“...”
- Sizin bir sayı doğrunuz var mesela dolayısıyla sizin evre-
36 | SİYAHVEYAZ

ninizde, zihninizde sıfır birden önce, iki birden sonra geliyor.


Ama benim için bütün her şey aynı anda vardır. Bir, sonsuz,
sıfır hepsi benim sayı küremde. Sen anla diye küre diyorum.
Doğrusal değil benim varlığım. Her şey benimle birlikte var
oldu. Ben onları var ettim. Siz hiçbir şeyi var olmadan bile-
mezsiniz. Var olduktan sonra bilmeniz de onu öğrenmenize
bağlı. O hep vardır belki ama siz onu görmediyseniz, duyma-
dıysanız, öğrenmediyseniz hiçbir zaman var olmamıştır sizin
için.
“Evet, şimdi anlıyorum.”
- İyi ve kötü varlığa sizin atadığınız değerler. O değerlerin
kaynağı ben de olabilirim başkası ya da kendiniz de. İnsanla-
ra akıl verdiğimde onlara bir şey yapma iradesi verdim. Tıpkı
sizin arabalarınız gibi düşünün. Siz arabaları insan öldürsün
diye yapmadınız. Bir yerden bir yere varmak için yaptınız.
Ama o arabaların başkasını öldürme ihtimali vardı. Siz tedbir
aldınız, kural koydunuz. İyiliğiniz için yaptınız arabaları ama
başkaları onu soygun için kullanabilmesini engelleyemedi-
niz. Çünkü hem araba yapıp hem de seyahat yasağı koymanız
mantıksız ve tutarsız olurdu. Ne yaptınız siz de, eğittiniz. Ben
de aynısını yaptım. Sizi yarattım. Size irade verdim. O irade ile
iyilik de yapabilirdiniz kötülük de. Size iyiyi ve kötüyü öğret-
tim. Unuttuğunuzda hatırlamanız için elçiler, peygamberler,
insanlar gönderdim. Her daim benden bir kitap getirmese bile
benim kitaplarımda söylediğim hakikatleri dillendiren insan-
lar oldu aranızda. Siz isteseydiniz size gerçekleri söyleyen in-
sanların sözüne kulak verirdiniz ama yapmadınız, bazen de
yaptınız. Yapan eden eyleyen sizsiniz. Ben size irade ve özgür-
lük verdim. Vermediğim iradeden sizi sorumlu tutmadım. Siz
bazen sorumlu olmadığınız meseleleri üstünüze vazife edinip
haddinizi aştınız. Dünyayı düzeltmeye kalktınız kendi kusur-
larınızı görmeden. Bunu düşünmek ve gerçekleştirmeye ça-
Ahmet BAYRAKTAR | 37

lışmak başlı başına bir tanrılık taslamaktı ama düşünmediniz


çoğu zaman yaptığınız gibi. Ölümünün farkında olan tek canlı
sizdiniz ama bunu sonsuzluk arzusuyla aceleciliğinizi pekiş-
tirmek için kullandınız.
“Allahım sen dememiş miydin ‘İnsan aceleden yaratıldı’
diye”
- Nasıl dinliyorsun beni Ademoğlu. Anlamıyorsunuz ne
beni ne söylediklerimi, ne yaptıklarımı. Yaratmaktan birçok
şey anlıyorsunuz ama ben kendimi sana anlatacağım. Yarat-
mak benim eylemim. Ben istersem işimi bizzat yaparım is-
tersem yaptırırım. Siz ademoğullarının yaşadığı dünya varlık
aleminin kendine has bir boyutu. Varlığınızı o kadar ciddiye
aldınız ki başka yerde canlı var mı diye merak ettiniz. Hayır,
merak etmeniz değil, olmadığına olamayacağına inanmanız
çok komik. Elinizde hiçbir veri yok, galakside nokta hükmün-
de dahi olmayan gezegeninizden bütün evrene ayar vermeye
kalkışmanız çok aptalca. Cahil cesareti diyorsunuz ya. Öyle
bir şey işte.
Yaratmayı da bu aptallıklarınızın sınırlarında anlamaya, an-
latmaya çalışmanız çok aptalca. Sakal koyup sarık giyeni alim
zannetmeniz başlı başına bir aptallık zaten, oraya hiç girme-
yelim.
Bütün aptallıklarınızı bir şekilde makul mazur görebiliyo-
rum da Yahudilerin görüşleriyle Kuran açıklamanıza ne deme-
li. Tuttunuz onların imanlarıyla Kuran’ı anlamaya çalıştınız.
Onlar iyi bir halt olsaydı Allah onların kitaplarını neshetmez-
di, yeni bir kitap göndermezdi diye hiç mi düşünmediniz.
“ Allahım ben ne diyeyim ki şimdi, öldüm ben burada senle
konuşma fırsatı yakaladım dinliyorum. Onu o işle uğraşanlara
sorabilirsin ama. Gerçi ben de çok uzak sayılmam ama sen
böyle deyince işkillendim kendimce. Hakkaten hiç düşüne-
38 | SİYAHVEYAZ

memişiz. ”
- Siz onların kitabında onların hocaları ne demişse peşin
inandınız. Hiç mi düşünmez birisi “Yahu bu insanlar iyi bir
halt olsaydı bunların dini reddedilmezdi” diye.
Yaratma dediğin için bunları söyledim. Adem ile eşinin kıs-
sasını ben size anlattım, ama siz her şeyi beton kafayla okudu-
nuz resmen. Beton kafaların da bir şeyler anlayabileceği ama
aklı başında insanların mecazını çözebileceği bir şey anlattım.
Anlamadınız. Allah çamurdan şekil vermiş, saman katmış,
üflemiş... Hiç mi doktor, tabip, anatomi görmediniz? Çamur-
dan yaratılan beyinde ne toprağı gördünüz? Çamura üfleyince
canlanır mı? Bir şeyler anlatmak istiyor Allah bize diye düşü-
nüp anlamın peşine düşmediniz.
“Allahım okuduk bütün tefsirleri”
- Sorunun büyüğü zaten bu ya. Ben size tefsir okuyun de-
medim. Ayetlerimi okuyun dedim. İnsanın nasıl yaratıldı-
ğını tefsirciler ne bilsin. Onların bildikleri meful, mansup.
Ayet deyince ben bir tek elinizdeki Mushafı mı kastetmişim
bir baksaydınız ya. Ayet dediğin yaratılan her şeydir. Tek bir
hücreden bütün canlıları evriltmeyi benim kudretimle anla-
yamadınız, gittiniz evrimi marksistlerin, kapitalistlerin kale
duvarına harç malzemesi yaptırdınız.
Bütün canlıları, canlılığı yaratan benim. Kendi kendine bir
hücre nasıl başka bir canlının dokusunu, sistemini oluştura-
bilir mümkün mü bu? İnsan maymundan gelmemiştir deyip
bunu da dindarlık ölçüsü haline getirdiniz, e. Sonunda elinize
ne geçti? Nasıl yaratıldığınızı anlayabildiniz mi? Yok. Yarat-
mayı nasıl anlamayı düşünüyordunuz peki? Çocuk masalla-
rıyla gerçek dünyaya nizam verebileceğinizi mi düşündünüz?
Size verdiğim kıssalar başlangıç çizgilerinizdi. Tevratta da var-
dı aynı kıssalar neden onları size anlatmadım diye hiç düşün-
Ahmet BAYRAKTAR | 39

mediniz mi?
“Yani ne bileyim, şimdi sen deyince Rabbim düşünmeye
başladım.”
- Devenin yaratılışına bakın dedim, göğün dikilişine ba-
kın dedim, siz de aval aval baktınız. Teleskopu edwin hubble
buldu. Radyasyonu Marry Currie. İzafiyet teorisini Einstein.
Planck sabitini Max Planck. Elektriği Tesla. Siz ne işle meşgul-
dünüz o sırada. Sakız çiğnesem orucum bozulur mu?
İlim, irfan, siyaset hepsini gömdünüz tarihe. Size ilim öğre-
tenleri kafir bellediniz. Namaz, oruç, tespih ölçer ile kendinize
lider, örnek aradınız. Ben size ehliyet, adalet dedim. Akledin,
fıtrata dönün, ahlaklanın dedim. Namaz dediğin şeyin esas
amacı insanı kötülüklerden alıkoymasıdır dedim. Anlamadı-
nız. Din namına dedikodu yapıp durdunuz. O şunu dedi bu
onu dedi. Bir Allah kulu da demedi ki “Yanlış yapıyorsunuz,
din diye mezheplere tapıyorsunuz. Din güzel ahlaktır, akıldır,
tevhittir, akıldır, fıtrattır.”
“ E, bunu diyen biri vardı sanki ama”
- Dese ne ki. Dinlenmedikten sonra. Hadi dinlemediniz bir
sene, iki sene, yüz sene dinlemeyin. Bin sene aynı soruları
sorup aynı cevapları yazıp okumaktan bıkmadınız. Bin sene
yerinizde saydınız. Gavur dediğimiz insanlar ilimde, sanatta,
akılda, iş ahlakında size tur bindirdiler. Kendini müslüman
sayan devletlerdeki insanlar fırsat bulunca gavur ülkelerine
göçtüler, biraz biti kanlanan müslüman soluğu gavur mem-
leketinde aldı. Çocuğunu orada eğitti, orada ev almaya, iş
kurmaya çalıştı. Neden? Onlar daha adil, ahlaklı, haksızlık
yapmaz. İyi de bütün güzellikler, iyilikler İslamdandı hani.
Herkese vaaz ederken öyle, iş kurgulamaya, eylemeye gelince
kimse ortada yok. Sonra Allah niye kötülük yarattı. Siz iyilik
için adım attınız da ben engelledim sanki.
40 | SİYAHVEYAZ

“ Allahım ne diyebilirim ki vallaha bütün sözünde haklısın


ama ben de öldüm. Şimdi ben desem ki bunları size Allah söy-
lüyor beni tımarhaneye tıkarlar. ”

- Ben bunları şimdi sana söylemedim ki iyi de. Senden önce


insanlığa gelen bütün peygamberler bunu söyledi. Adalet, iyi-
lik, yardımlaşma, güzel ahlak, dürüstlük, emaneti ehline verin
diye söylemedim mi kitaplarda.
“ Söyledin Rabbim. İşte.. ”
- İştesi yok. Verdiğim aklı kullanmadınız, tedbir almadınız,
israf ettiniz, ihsan etmediniz, birbirinizin kıymetini bilmedi-
niz işte. Sonra vay Allah niye kötülüğe izin verdi. Ben kötülüğe
değil sizin hareket etmenize, irade etmenize izin verdim. İra-
deyi size emanet ettim. Siz de benim olanı elinize geçirdiniz
zannedip, Tanrılaşmaya kalkıştınız. Öyle olmadığınızı anlaya-
cak aklınız sağlamken siz duygularınıza kandınız.
“ Allahım duygularımıza kanmadık biz, şeytana kandık. ”
- Hah, işte Yahudilerin zokasını yuttuğunuz yer burası tam
da. Ben size bir kıssa anlatırken kim nerede ne yapmış anlat-
mıyordum. Şu, şunu, şöyle yapmış ve neticesi bu olmuş, sizde
onu öyle yaparsanız bu neticeyi alırsınız, örnek alın iyiyse ya-
pın, kötüyse yapmayın dedim, demek istedim. Siz gittiniz her
kıssanın Tevrattaki haline bakıp, eksiklerini oradan tamamla-
maya çalıştınız. Ben siz aklınızı kullanın, boşlukları düşüne-
rek doldurun diye bilinçli boşlukları bıraktım. Akıl sahipleri
akletsin diye indirdiğim kitabı siz çocuklara masal anladınız.
Öyle anlayınca çocuk gibi sorular sorup cevaplar bulmaya ça-
lıştınız.
“ Şimdi şeytan yani ”
Ahmet BAYRAKTAR | 41

- Yanisi mi var. Şeytan, Adem sizsiniz. Ben size sizi anlattım.


Ebedilik ile sizi aldatan, size sonsuzluk hissi yaşatmaya çalışan
sizin alt beyniniz. Sizin cinselliğinizi uyandıran alt beyniniz.
Akıldan çok zevke ihtiyacınız olduğunu size anlatan alt beyni-
niz. Aklınızı kullandıkça kıvranan alt beyniniz. Onun görevi
sizi yaşatmaktı sadece. Susadıysanız, acıktıysanız, tehlikedey-
seniz vücudunuzu uyarmak, tedbir almanızı sağlamak. Siz ne
yaptınız peki. Kendinizden bir şeytan uydurdunuz, o uyduruk
varlığı hayatınızın merkezine koydunuz. Hiç mi kitap oku-
muyordunuz ki mecaz, sanat, anlatım nedir bilesiniz de öyle
okuyasınız kitabı. Sizden bin sene önceki insanlar bile daha
anlayışlı idiler. En azından sözün iyisini kötüsünden ayırt ede-
biliyorlardı. Nasıl bir salıvermişlik sizin dönem, hiç mi durup
düşünmek aklınıza gelmedi.
“ Allahım şimdi sen deyince tekrar düşündüm de galiba biz
hiç durmadık. O yüzden de düşünemedik. Namaz kılacak va-
kit dahi durup düşünmedik hakikaten. Namazları da angarya
görüyorduk zaten. Şimdi kim kalkıp kılacak... O kısacık na-
mazları hakkıyla kılabilseydik, durup düşünmek için fırsat-
lara çevirebilseydik gerçekten bu kadar düşmeyecektik belki.
Rabbim yaratmayı anlatıyordun ya yarım kalmasın. ”
- Burada hiçbir şey yarım kalmaz. Yaratma benim eylemim
dedim. Ben ister kendim yaratırım ister yarattıklarımı benim
yaratmama vesile kılarım. Kalem kullandın dünyada değil mi,
onun gibi düşün. Kalemi kullanarak sen zihnindekini başkala-
rına aktarıyordun. Kalem değil bunu sen yapıyordun. Ben de
yarattıklarımı kullanarak yarattıklarımla iletişebilirim. Bunu
anlamak isteyen anlar, anlamayan da kendi derdine yanar.
“ Allahım, sen alak suresinde kalemle öğreten demiştin, ta-
mam. Orada... Tabii ya... Ben hiç düşünememiştim. Bak öl-
dükten sonra öğrendim ama bir işe yaramadı. Allahım bana
42 | SİYAHVEYAZ

izin versen de dünyada birilerinin rüyasına filan girsem de


burada söylediklerini onlara göstersem. ”
- Ben oradakilere her gün rüyada da gerçekte de gösteriyo-
rum ama onlar anlamıyorlar. Siz dünyada failsiniz unutma.
Ben istesem de siz istemedikçe istek gerçekleşmez.
“ Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz, demiştin ama. ”
- Anlasan şaşardım zaten. Bak siz benim yarattığım var-
lıklarsınız. Bir nevi robotlarım gibi düşünün. Tek farkınız
bilinciniz. Ben bilinç verebilirim ama siz veremezsiniz. Ve-
rebilseydiniz hayvanlara verirdiniz. Ya da bilincini kaybeden
insanları yeniden akıllandırabilirdiniz. Yapamadınız, yapa-
mazsınız. Ben demek için irade, bilgi, varlık olması lazım.
Varlığınızı kendinizden yapamıyorsunuz, yokluğunuza engel
olamıyorsunuz. Yaşlanmayı bile sureta gizliyorsunuz. Ölüme
engel olabilecek hiçbir teoriniz yok. Çünkü evren entropik ya-
pıda. Bozunma her yerde. Bir kişinin yaşlanmaması için bin-
lerce kişinin emeği, yani yaşlanması gerekiyor.
| Allahım sanki sen benim gibi mi konuşuyorsun?|
- Dinle beni sözümü kesme. Bak anlatıyorum tane tane. Be-
nim istemem ile sizin istemeniz birbiri ile çelişmez. Ben her
şeyin iyisini isterim. Siz de sizce iyisini istersiniz. Benim iyim
ile sizin iyiniz çatışırsa siz kendi iyinizi seçme hakkına sahipsi-
niz. Öyle olmasaydı dünya cennet olurdu. Orada özgürdünüz,
özgürsünüz. Ben sizin iyiyi istemenizi istedim. Fakat isteyebil-
menin doğası gereği kötüyü isteyebilmeniz de gerekir. Sadece
iyi isteyen varlığın iradesi olmaz, programı olur. Bak benim
meleklerime onların iradesi yok. Ben ne istersem onu yapmak
zorundalar. Aksini düşünebilecek kapasiteleri yok. Bilinçleri
yok. Atomun bilinci var mı mesela, hayır. Eğer elektron yükü
sabit ise hep sabit. Helyum, milyar yıl da geçse helyumdur
örneğin. Kendime bir tane daha helyum atomu bulayım da
Ahmet BAYRAKTAR | 43

bundan sonra hidrojen olarak yaşamıma devam edeyim de-


mez. Bunu diyebilecek kapasitesi yok, olamaz. Ama siz böyle
değilsiniz. İsterseniz iyinizin ya da kötünüzün yanında olabi-
lirsiniz. Sizi insan yapan, değerlendiren de o. Anlayabilme-
niz, düşünebilmeniz, tercih edebilmeniz, beni duyabilmeniz.
Hatta sadece duymak değil, duyduğunuzda itaat ya da isyan
edebilecek yetkinlikte olmanız başlı başına sizi özel kılan şey.
“ Allahım, bizim bir özelliğimiz yok gibi sanki. Nedenini
bilmediğim bir şekilde bizi yarattın. Sen bizim yapacağımız
katliamları biliyordun. Buna göz yummuş olmadın mı? Bu
yaptığın biraz sorumluluktan kaçmak değil mi? ”
- Ademoğlu benim için kaçmak ya da yakalanmak söz ko-
nusu olamaz. Sende de her ademoğlu gibi bir aptallık var ne
yapalım. Anlamıyorsunuz yine. Bak dikkatle dinle beni. Bi-
liyordun madem neden yarattın yaratmadın diye bir soru
sorulamaz bana. Ben bütün anların ve zamanların yaratıcı-
sıyım. Benim için yaratmak andır. Siz onu zamanda tecrübe
edersiniz. Ben her şeyi olmuşu, olmayacağı ve olamayacağı ile
aynı anda bilirim o sizin için henüz olmamış da olabilir hiçbir
zaman olmayacak da. Olması muhtemel her şey kaderin için-
dedir ve vardır benim için. Benim varlığım gibi var ettikleri-
min boyutu da sizin havsalanızı aşar. Siz bir şey olunca onun
varlığını belki idrak edersiniz belki etmezsiniz. Ama ben ola-
bilecek her şeyi önceden bütün ihtimalleriyle bilirim. Benim
bilgim tek değil. Ben her şeyi zıddı ve olmamışlığıyla bilirim.
Biraz önce sen kendini cehennemde azap çekerken görmedin
mi?
“ Evet, Rabbim, gördüm. ”
- Senin bilincin onu idrak etmek istemediği için sen ondan
sıyrıldın ama o hala benim için orada. Hep oradaydı, hep ora-
da kalacak. Sen buradasın ve hep burada kalacaksın. Sen ya
44 | SİYAHVEYAZ

da başkası kendini tam kavrayamaz kaldı ki beni kavrayacak.


Sizin kendini algılamanız, benim müsaadem kadar. Kaderim
kadar ya da öyle deyim.

“ Allahım dünyada çok tartıştık biz kaderi, Allah bizi özgür


mü yarattı, biz Allah’ın yazdığı kadar mıyız, Allah ne yazar, biz
ne biliriz. Adam adamı öldürdü, tekfir etti bu yüzden. Kaderi
bana bir de burada anlatır mısın. ”
- Ademoğlu gördüklerinden bir şey anlamadın mı?
“ Allahım, benim yetişmek zorunda olduğum herhangi bir
programım yok, sen de zaten zamandan münezzehsin, benim
için sonsuz an, senin için sonsuz imkan var. Seninle konuş-
mak için ölümü bekledim ben. Hep sana soracağım diye içim-
de sakladım. ”
- Kader yazmayı siz hikaye yazmak gibi anladınız. Ayetle-
rime bakın deyince mushaftan başka hiçbir yere bakmadınız.
Anlamayışınızın nedeni o. Biraz fizikçilerin, kimyacıların,
matematikçilerin nelerle uğraştığına baksaydınız oradan zih-
ninize bir şeyler fısıldardı. Hadi hepsi bir tarafa bilgisayar iş-
letim sistemlerine, oyunlarına biraz baksaydınız. Kaderin ne
olduğunu gayet de güzel anlardınız.
“ Yani onlar kader mi yazdı senin gibi ”
- Hayır, onlar kendi gibi kader yazıyordu, ben benim gibi
yazarım. Kimse benim gibi yazamaz, kaldı ki benim kaderime
yazma adını takan sizsiniz. Benim için karar ve imkan alanı
açmaktan başka bir şey değil. Erişim imkanı verme. Seçme
hakkı tanıma. “Yeryüzünde halifelik hakkı tanıyacağım” de-
miştim kitapta hatırladın mı.
“ Evet, Rabbim. ”
Ahmet BAYRAKTAR | 45

- Benim için sonsuz, var ettiklerim için sonlu bir sistemi


kullanma hakkı verdim.
“ Allahım, hep içimde tuttum sana söylemek için ama söy-
leyemedim. Bizi niye yarattın, durduk yere cehenneme odun
yaratmaktan zevk mi aldın. Biz yanınca sana seyirlik mi ola-
caktı. Ben cidden anlamadım, bunu sormak için de hep bugü-
nü bekledim. ”
- Cahil Ademoğlu. Sen ve senin gibilerinin bana attıkları
iftiraları dizsem dünyadan cehenneme yol olurdu. Sizi cehen-
neme atacağımı kim söyledi?
“ Allahım sen kitabında söyledin ya. ”
- Benim kitabım bütün kainat, siz körsünüz. Körleri ken-
dinize rehber edinip onların masallarını ben söylemişim gibi
bana iftira attınız. Benim azabım o yalancılara. Kendi halin-
de yaşayıp giden adamı-kadını yakacağımı siz benim adıma
dini sohbetlerde söylediniz. Muhataplarınız da bu söylenen-
lere inandı. Ben onlara kitap göndermiştim okusalardı. Hiçbir
okuma yazması bilmeyen bile kendi çocuğunu ateşe atmaya-
cak merhameti kalbinde bulunca “Beni yaratan velev ki günah
bile işlesem bana niye azap versin.” Diyebilirdi.
“ Allahım insanları cehennemle tehdit etmezsek onlar sa-
pıtır. ”
- Sapıtır da ne yapar. Sizin hukukunuz, devletiniz, aklınız,
ahlakınız, örfünüz, töreniz yok muydu? Her toplum kendini
düzene sokmak için iyiliği ister, kötülüğü istemez. Kendi ço-
cuklarınıza öğrettiklerinizi büyüklerinizden mahrum ediyor-
sanız sizin sorununuz, benim değil.
“ Allahım, insanlara bunu anlatamam ki ben. Kim anlatsın.
Hay Allah, anlatmam lazım bunları. ”
46 | SİYAHVEYAZ

- İçinizde bunları söyleyen çok insan var. Her günaha yüz


bin sene yakacağımı söyleyen sakallı, cübbeli şarlatanlar da.
Akıl verdim kullanın. Adamlar kendileriyle çelişiyorlar her
konuştuklarında. Sohbet edip zenginleşiyorlar. Zekat diye
kendi derneklerine para topluyorlar. Anlayın siz de.
Ben size kitaptan önce akıl verdim. Sizin zaaflarınızı görüp
onları kullanarak semirmeye çalışan, din namına sizi sömür-
düğü zaman doğru söylesin diye elçiler gönderdim. Her ha-
tanıza peygamber bekliyorduysanız demek ki akıl kalmamış
sizde. Aklı olmayanın dininden hayır gelmez. Duygularına,
hazlarına, menfaatlerine yenik düşen biri önce akıllanacak
sonra dini anlayacak.
Siz dini akıldan ayırdığınız için bu hallere düştünüz. Aklet-
meyen pisliğe bulanır dedim, anlamadınız. Allah öyle demek
istemedi, o akıl bu akıl değil, buradaki akıl başka. Gözünüzün
önünde insanlar düşünerek, arayarak, bularak teleskop yap-
tılar, uzaya çıktılar galaksileri fotoğrafladılar, ayetlerimi keş-
fettiler, siz ne yaptınız, uzaya çıkılmazmış da ayet varmış da.
“Allahım bir de ben şeyi sormak istiyorum. Neden sevgiyi
bize verdin.”
- Ondan daha değerli bir şey yok çünkü.
“ Rabbim, biliyorum ama benim dediğim, sorduğum o de-
ğil. Bildiğim için soruyorum zaten. Ben dünyada sevgiyi çok
sevdim. Ama en çok acıyı onun yüzünden çektim. Sadece ben
değil. Milyarlarca insan birbirini sevdiler ve bunların pek azı
sevdiklerine kavuşabildi. Bunları sen bildiğin halde neden in-
sanları sevgiden, sevmekten nefret eder hale gelmelerine mü-
saade ettin, orasını anlamadım. Vedud ismin vardı ya senin.
Sevgiden yılmış bir topluluk seni de sevemez. Bu senin için de
olumsuzluk değil mi?
Ahmet BAYRAKTAR | 47

- Ademoğlu, hiçbir şey bana eksiklik, olumsuzluk değil.


Sizin aklınız neyse sevginiz de o. O da benden. Onu da size
verebilecek benden başka bir güç olamazdı. Doğduğunuzda
sevgiyi tattınız. Annelerinize göbek bağıyla bağlandınız, o
sevgiydi. Acıktığınızda sadece süt emmediniz aynı zamanda
onun tenine dokunup sevildiğinizi de hissettiniz. Sadece siz
değil neredeyse bütün canlılar bu yakınlığı, merhameti tattı-
lar. Sizin farkınız sevginin ve sevilmenin farkında oluşunuz-
du. Buna da aklınız sayenizde eriştiniz.
Aklınız sadece kararlarınızı değil, kalbinizi de yönetiyordu.
Fakat siz arzularınızın peşine koşarak aklınızı arzularınıza kö-
leleştirdiniz. Sevgiyle doğduğunuzda tanıştırdım ki ona aşina
olun. Onun gücünü görün. Sonra akılla tanıştırdım ki onu
kullanabilin. Aklınızla sevginize hükmedin. Doğruyu doğru
sevin, yanlıştan doğru bir şekilde uzaklaşın. Nefret ve aşk iki-
leminden çıkıp, sevginizi faydanıza yöneltebilin. Hayvanlar
arzularıyla hareket eder, onlara bakın onlar gibi olmayın.
Benim bilgim sizin bilginiz gibi değil bak tekrar söylüyo-
rum. Ben birbiriyle çelişik iki durumu aynı anda var ederim,
yaratırım, bu bana çelişik gelmez. Ben mutlak varlığım. Eğer
sizin gibi bilmiş olsaydım o zaman sizin özgürlüğünüz tercih
hakkınız olmazdı. Siz sadece benim yazdığım senaryoyu oy-
namış olurdunuz.
“Allahım, senin tam da bu dediğini bize demişlerdi dünya-
da.”
- Akıl verdim ben bize. Her şeyi dinleyebilin diye kulak ve
beyin verdim. Ölçüp biçin tartın diye akıl verdim, beyin ver-
dim. Siz verdiklerimi kullanmadığınız için zarar gördüyseniz
bu sizin sıkıntınız. Ortada bir sıkıntı gördüğünüzde onu dü-
zeltmek için çare arayacağınıza onu kutsarsanız elbette kur-
tulamazsınız. Hasta olduğunuzda iyi ki hasta olmuşum, biraz
48 | SİYAHVEYAZ

daha hasta olayım da sıkıntım artsın demediniz değil mi? Yani


en azından demeyenleriniz çoğunluktaydı. Zarardan kaçmak
faydaya koşmak sizin tabiatınızın gereğiydi. Siz onunla zıtlaş-
tıysanız sizin probleminiz benim değil.
“Allahım, her şeyi bizim üstümüze atıyorsun ama. Biz sana
bizi yarat demedik ki. Sen kendince bizi yarattın, bize so-
rumluluk verdin, biz sana bizi sına demedik, sen kendin bize
sormadan bizi yarattın, ondan sonra da emrime uymayanla-
rı cehenneme atacağım dedin. Millet senin cehenneminden
korkup başkalarının şefaatine sığındı, sonra onlara tapınmaya
başladı. Yani ben anlamadım cidden dünyada yaşarken. Bura-
da söylemenin benden başkasına faydası yok biliyorum ama
ben en azından benim içim ferahlasın istiyorum. Niye hem
yarattın hem cehenneme attın bizi”
- Şu anda neredesin
“Cennette”
- Burada benimle konuşmanın herhangi bir maddi karşılığı
olsaydı kaç altın olurdu?
“Benim için paha biçilmez Rabbim. Bütün bir hayatım bo-
yunca merak ettiklerimi sana sormayı bekledim.”
- Dünyada iken kazandıklarını yüzle, milyonla, milyarla
çarpsan şu anda yaşadığın huzuru yaşatabilir miydi sana
“Hayır Rabbim. Ama benim sorumun cevabı bu değil ki.”
- Aceleci insanoğlu bekle biraz sabret. Sana öğretiyorum.
Sen dünyada şu anı hak edecek bir şey yaptın mı?
“Hayır. Yani şu anın maddi bedelini hiçbir şekilde çalışarak
kazanamazdım. ”
- Peki, şu anda mutlu musun? Bu mutluluğu bileğimin hak-
kıyla kazandım diyebilir misin?
Ahmet BAYRAKTAR | 49

“Hayır.”
| Allahım ne diyeceksen de, ben burada meraktan çatlıyo-
rum. İyi de Allah benim içimden geçirdiklerimi de biliyor.
Hatta şu an içimden mi geçiriyorum yoksa konuşuyor muyum
onu bile bilemem. Bak burada bile kendimle konuşmaya baş-
ladım. |
- Bak burada dahi aceleden kıvranıyorsun Ademoğlu. Sor-
duğum soruları baştan bir daha düşün. Sen şu anda bitmez
tükenmez bir huzurdasın.
| E tabi Allah sanatlı konuşacak. |
- Kendin itiraf ettin, bunu hak edecek bir çaban emeğin de
olmadı, olamaz. Ve şu anda buradaki hiç kimse “Allahım ben
cennet istemiyorum” demedi, diyemez de. Çünkü onlar bura-
da mutlular. Siz dünyada mutlu olmayı yani cenneti hedefle-
diniz. Mutluluk güneşi ufuktan değil içten doğar. Sen mutlu
olmayı kabul edersin. Dışarıda ne olursa olsun mutlu oldum
dersin ve olursun.
Sen ve senin gibiler bütün insanlar önce kendi kafalarında
kendilerini bir yerlere koydular. Sonra başkalarını başka yer-
lere koydular. Kimse hak ettiği yere koyamadılar. Hocalarınız
sizi cehenneme gönderdi. Ben günah işleyen cehenneme gi-
decek diye bir şey demedim. Hocalarınız, efendileriniz namaz
kılmayana on bin sene, oruç tutmayana yüz bin sene cehen-
nem yazdı, siz de inandınız. Açıp bir kere bakma zahmetine
katlanmadınız.
Peygamberden geldi deyip onun bunun dedikodusundan
kendinize din icat ettiniz. Biraz Kuran okusaydınız, benim
insanları cehenneme tıkmak için fırsat kolladığımı sanmaz-
dınız. Camilerdeki cahiller size vaaz etti siz de onlardan cahil
olduğunuzdan inandınız. İçinizdeki cahillerin hesabını bana
50 | SİYAHVEYAZ

soruyorsun şimdi. Mantıklı mı?


“Allahım mantıklı mı bilmiyorum işte ben bunu ölünce
Rabbime soracağım dedim, şimdi de sordum. Yani bilemiyo-
rum şimdi. Ben yine cevabımı alamadım sanki.”
- Bak Ademoğlu. Siz mutlu olduğunuzda ölmeyi filan iste-
miyorsunuz. Mutsuz olduğunuzda da yaşamayı istemiyorsu-
nuz. Yani ben size dünyayı niye yaşattım. Mutlu olduğunuzda
cenneti anımsayın, mutsuz olduğunuzda cehennemi hatırla-
yın. Kuran’ın adını ben niye zikr koydum, Hatırlayın diye.
Dünyada size neden kitap gönderdim, okuyun anlayın diye.
Niye adını Kuran koydum, hiç düşündün mü? Kuran ne de-
mek mesela? Kendi kitabının adı nereden geliyor baktın mı?
“ Anlam veren demekti galiba bir yerde okudum ama hatı-
rımda değil şimdi.”
- Tamam işte. Benim gönderdiğim kitabın adı anlam. Neyi
anlattım ben size orada, dünyayı. Dünyanın geçici olduğunu,
herkesin bir gün öleceğini, tekrar dirileceğinizi. Hayatınızın
seyrine göre mutlu ya da acı içinde bir hayatı sonsuza kadar
yaşayacağınızı söyledim. Normal bir insan, başkasına acı
çektirmedikçe, başkasının hayatını cehenneme çevirmedikçe
burada cehenneme girmez, giremez. İstese de bunu yapamaz.
Ben ona cehennemi tattırabilirim isterse ama öyle bir varlık
cennetinden başka bir yere kendini koyamaz.
Siz ve sizden öncekiler de aynı şeyleri konuşup durdular.
Allah bizi niye yarattı, bize niye sormadı. Böyle saçmalık olur
mu bir düşünün Allah aşkına. Siz yoksanız size nasıl sorulur.
Eğer sorulacak bir varlık olmanız gerekiyorsa akıllı ve var ol-
manız gerekir.
| Yani ben biraz düşününce. Hakikaten, Allah bize soracaksa
bizim akıllı varlık olmamız lazım ki soruyu anlayalım, cevap
Ahmet BAYRAKTAR | 51

verelim. E, biz akıllandıktan sonra neden Allah bize akıl verip


vermemesi gerektiğini sormadı diyorsak o biraz bizim düşün-
cesizliğimizi gösteriyor. Ne birazı aşırı. |
- Anladın mı ne demek istediğimi, sorunun cevabını ya da.
Siz var olup olmamayı seçebilmeyi değil, hiç bedelsiz, emeksiz
cennet istiyorsunuz. Ama bunu benim anlamayacağımı düşü-
nüyorsunuz. Beni kendiniz gibi cahil belliyorsunuz. Tam bir
cahilsiniz ne diyeyim.
“ Allahım, senin ilmin sonsuz. Elbette biz cahil kullarız.
Ama bu dediğini tekrar düşündüm burada da. Hakikaten
doğru söylüyorsun.”
- Elbette doğru söylüyorum. Allah yalan mı söyleyecek.
“ Öyle demek istemedim Allahım, biliyorsun.”
- Biilyourm. Arada erspi de yaampaın kmisyee bir zraarı
oalmz diğel mi?
Aallıhm, kleimleirm mi kraışıryor ben mi knouşmyaırm. Bir
şyeelr tres mi gdiyior? Ne oulyor? Ndeen ortlaık adynlaınoyr
gbii? Allaıhm cenent dğeil myiid buaarsı? Konşamyrıoum.
kndmiei knouştraumyıorm. azığma tklııoyr kelmliereim. bğ-
luuoyurm. sseim kslııoyr.
52 | Ahmet BAYRAKTAR

-Babam uyanıyor, baba, doktor, hemşire babam uyanıyor.


Babam gözünü açtı.
Yoğun bakımda telaş, sevinç, merak bir arada kalpleri, göz-
leri, yüzleri yokladı. Şaşkınlık, umut, pişmanlık, boşluk. Nasıl
yani, hiç mi bir şey hissetmedi bu adam. Öte dünyaya gitti
geldi geldi en azından yol yorgunluğu olur insanda. Ama daha
da ötede bir şey var garip olan. Gözleri muhataba değil boşlu-
ğa bakıyordu. Konuşuyormuş gibiydi halleri, yüzü, gözü. Ama
konuşmuyordu. Dudakları kıpırdıyor ağzı açılmıyordu. Uy-
kusundan uyanmış rüyaya devam ediyordu sanki. Şaşkınlık,
umut, pişmanlık, boşluk. Nasıl yani, hiç mi bir şey hissetmedi
bu adam. Öte dünyaya gitti geldi geldi en azından yol yorgun-
luğu olur insanda. Ama daha da ötede bir şey var garip olan.
Gözleri muhataba değil boşluğa bakıyordu. Konuşuyormuş
gibiydi halleri, yüzü, gözü. Ama konuşmuyordu. Dudakları
kıpırdıyor ağzı açılmıyordu. Uykusundan uyanmış rüyaya de-
vam ediyordu sanki.
- Baba, bana bak, ne olur gözlerime bak.
---
| Neden sana bakmadığımı düşünüyorsun ki kızım| diyo-
rum içimden ama hakikaten bir gariplik var. Etraf siyah beyaz,
grinin tonları. Kimsenin suratı yok, bir suret var hep o bakıyor
bana, ben ondan başkasını göremiyorum. Gözlerim açık ama
görüşüm kapalı. İnsanlara bakacağım zaman o surat çıkıyor
karşıma. Gözlerimi kapatınca gidiyor, açınca karşımda sadece
o. Sesleri bir tünelden duyuyorum. Görüntüleri o suretin ka-
merasından izliyorum. Ekran siyah beyaz. Kafamı sallıyorum.
Elimi yüzüme götürüyorum. Yüzümü parmaklarımla çıkarıp
atsam bu laneti üzerimden atar mıyım diye denemeler yapıyo-
rum ama değişim yok.
---
SİYAHVEYAZ | 53

Babama yardım edin ne olur doktor abiler, ablalar.


---
Kızımı duyuyorum. Bana niye yardım edeceklerini anlamı-
yorum. Konuşamıyorum ben galiba. Ben neredeyim şu anda.
En son cennetteydim. Allahla konuşuyordum. Ölmüştüm. Kı-
zımı duyuyorsam şu anda demek ki ölmemişim. O zaman ben
kiminle konuştum, kendimle mi? Kızımı duyuyorum, o da mı
yalan yoksa. Ben şu anda neredeyim, kızım.
Sakin ol. Tamam sakin ol. Önce yaşayıp yaşamadığımı sı-
namam gerek. Ama nasıl. Elimle elimi çimdikleyeyim. Acıyor
evet. Acıyı hissediyorum.
---
Odada iki doktor ve hemşireler vardı. Komadan çıkan has-
tayı gözlemleyen hastane ahalisi şaşkındı. Hayretlerini kalple-
rine gömüp işlerine koyuldular. Arada hastaya bakıp bu ger-
çek mi acaba bakışlarıyla durumu anlamaya çalışıyorlardı. Bu
adam o adamdı. Kalbi duran adam. Buraya ölü diye getirilmiş
olanlardan. Kendi kendine çalışmıştı kalbi. Ne olduysa bir
anda olmuştu. Normal ritmine gelmesi on dakikayı bulmuştu.
Hastanın kızı, hanımı dışarıda sadece bekleyebiliyordu. On
dakikayı bulmamıştı olan biten.
Doktorun biri diğerinin bacağını çimdikledi.
- Hacı abi, adam uyandı sen uyumaya başladın hayırdır.
Anlamsızca baktı sadece mesai arkadaşına. Elindeki cihaza
akan verilere, monitörlere baktı. Bu adam o adam mıydı yani?
Hem doktorun hem hastanın bakışları donuktu. Hastanın
bakışları düzelecek gibi durmuyordu. Nereden mi biliyordu
doktor? Doktor hissiyatı diyelim. Hisleri yanılmıştı bu hasta-
da. Şimdi tekrar yanılır mıydı acaba?
---
Elim acıyor. İnsanlar var etrafımda duyuyorum ama konu-
54 | Ahmet BAYRAKTAR

şamıyorum.
- Ben varım benimle konuş.
“ Sen kimsin?”
- Beyin örüntülerinden hasarlarından oluşmuş kimliklerin-
den bir tanesiyim.
“ Nasıl yani. Seninle mi konuştum ben cennette? Beni öldü-
ğüme sen mi inandırdın?”
- Sakin ol. Hepsi benim, yani senin eserin. Yaşarken çok dü-
şündüğün şeylerdi bunların hepsi. Hayatın içinde ya da dışın-
da düşünüp durduğun şeyler komada zihnine geldi.
“Komaya mı girdim?”
- Evet, şu anda hastanedesin. Etrafında ailen, doktorlar var.
Ben görüyorum ama sana göstermiyorum. Benimle konuşa-
bilirsin istersen. Ben onlara konuşamam ama. Daha doğrusu
konuşmam. Bunu sen istedin hatırlıyor musun? Keşke kim-
seyle konuşmak zorunda olmasam, bu cümleni hatırladın mı?
“Evet.”
- Tamam işte. Bütün duaların, dileklerin kayıt altında. Fırsat
buldukları ilk anda gerçekleşirler. Şu anda tam fırsatını buldu-
lar. Bundan sonra konuşamayacaksın. Komada senin üstünlü-
ğün son buldu. Kontrolü biz ele geçirdik. Biz konuşurken bizi
susturuyordun şimdi de biz konuşacağız sen susacaksın.
“Nasıl oluyor ama bu. Sizi ben oluşturmadım mı? Bana itaat
etmek zorundasınız.”
- Öyleydik haklısın. Bir halı gibi düşün benliğini. Halının
bir yerleri bozulduğunda yamaladın, yamalandığı belli olma-
sın diye de dikişli tarafı ters çevirdin. Halının göründüğü ile
olduğu hal tamamen farklıydı. O kadar yamaladın ki sonunda
senin olan kısım yalnız birkaç adımlık kaldı. Beynin sarsıldı-
ğında örüntüler kimliğini ters yüz etti. Artık sen alttasın biz
üstteyiz.
- Yeter çok konuştun mızmız şey. Aşkım sen ona bakma. Biz
SİYAHVEYAZ | 55

senin sevdiğin kimlikleriniz. Senin içindeki sevecen şımarık


tarafım ben. Burada keyifli vakit geçireceğiz. Asık suratlı, ki-
birli şeyi boşver sen.
“Ben şu anda her şeyi boşverdim zaten. Sen nereden çıktın.”
- Bu kadar cahil değilsin biliyorum. Ben de senin beyninin
örüntülerinden biriyim. Sen neysen ben de oyum işte. Senin
beğenilmeyen, onaylanmayan kimliğin. İnsanlar seni bilgin-
le takdir etti. Esprilerine gülmediler. Mutlu görünmeni haz-
medemediler. Sen de kendini hep asık surat, ciddiyetli olarak
gösterdin. Bu arada aklına gelen esprileri kendine yaptın,
kendin söyledin kendin güldün. İnsanlar ciddi tarafını daha
çok önemsediler. Kaşlarını çattığında daha fazla dinlediler.
Çevrenin baskısı beni hep derinlere itti. Artık nefes alıyorum,
konuşabiliyorum.
“ Bir yere kadar seni anlayabiliyorum tamam söylediklerin
doğru. Ama sen kendine nasıl ben diyebiliyorsun. Ben burada
sana bakıyorum ama sen kendini benden ayrı bir benlik ola-
rak bana dikte edebiliyorsun. Senden önceki de hakeza. Muh-
temelen sizden birkaç kişi daha vardır.
- Ha, evet. Benden yok ama bana benzeyen, benimle zıtla-
şan birkaç örüntü daha var içeride. Sıra onlara gelince onlarla
konuşabilirsin.
|Bu kişilikler benden bağımsız hareket edebiliyor, konuşabi-
liyorsa demek ki benim düşüncelerimi okuyamıyorlar. Onlar
kendi tutarlı örüntüleriyle bağımsız olabilmişler ki ben onları
kontrol edemiyorum. Benim kaynaklarımı, organlarımı kulla-
nabiliyorlar istediklerinde ama ben kullanırsam onlar farkın-
da olmaz. |
“ Beni duydun mu?”
- Bir şey mi söyledin? Hayır duyamadım. Aşağıdakileri dü-
şünüyordum dalgınlığıma gelmiş olabilir. Sen bana bir daha
söyle canım. Dinliyorum.
| Tamam benim düşüncelerimi okuyamıyorlar. Konuşmama
56 | Ahmet BAYRAKTAR

engel oluyorlar. Demek ki kendilerini benimle konuşarak ifa-


de ediyorlar. Var olmak için benim konuşmama, kelimelerime
muhtaçlar. Benim kaynaklarımı sömürüyorlar. Benim onları
aşabilmemin bir yolu olmalı. Yazmayı denemeliyim|
---
Doktor bir anda irkildi. Abi adam bir şeyler yapmaya çalışı-
yor dikkat et. Parmaklarına bak.
Kağıt, kalem verin adama. Yazmak istiyor.
---
- Bbbiirrr şeyyyy mi deee diiinnn duyamadııııımmmm.
| Tamam, tam düşündüğüm gibi. Örüntüler konuşma bö-
lümünü ele geçirmiş ama yazma benim elimde. Onların ke-
limelerini kullandığımda konuşamıyorlar. Frekanslarına pa-
razit giriyor. Galiba düşünce dünyamda örüntülendikleri için
benim düşüncemi okuyamıyorlar. Ben de yazarken düşündü-
ğüm için yazabiliyorum o halde. Duyma, konuşma motor be-
ceri olduğu için beynin kendi kontrolünde. Onları ele geçir-
mişler. Yazmayı ben öğrendiğim için karışamıyorlar. |
---

- Baba, bana bak, ne olur gözlerime bak.

- Bir dakika ben okuyabilirim, bizim yazımızdan kötü ola-


maz herhalde.
Zamansız espri odadaki zevatın “ne saçmalıyorsun sen” ba-
kışlarına muhatap olmaktan kurtulamadı.
| Tamam espri yapalım dedik. |
SİYAHVEYAZ | 57

Ben var mıyım, diyor.


“ Ahmet bey, beni duyuyor musunuz? Bilinciniz açık, şu
anda yazıyorsunuz.”
Evet yazıyordu ama bilinci ne açıktı ne de kapalı. Meşguldü
kelimenin tam anlamıyla.
58 | SİYAHVEYAZ
Ahmet BAYRAKTAR | 59

----
“Ruh dediğimiz şey neydi Rabbim, hani sen üfledim demiş-
tin ya.”
Yarattıklarıma bakıyordun değil mi yaşarken. Orada eşya-
nın, insanın ve hayvanın ortak bir noktası vardı gördün mü,
fark ettin mi?

---

Yarattıklarıma bakıyordun değil mi yaşarken.


Orada eşyanın, insanın ve hayvanın ortak bir
noktası vardı gördün mü, fark ettin mi?
60 | SİYAHVEYAZ

Bir dakika bana geçmişten soru soran

- Baba, baba!
Babamın durumu iyi değil. İşlemcisi dolmuş, rami tıkanmış
bilgisayar gibiydi. Ekranda her şey normal görünüyor ama
fare imleci kıpırdamıyordu. Elleriyle yüzünü yırtmaya çalışı-
yor. Üzerinde bir lanet var, ondan kurtulmak ister gibi davra-
nıyordu.
Babamın uyanışıyla parlayan güneşimizin önüne kara bir
bulut geçmiş,
Ahmet BAYRAKTAR | 61

Nereden bilebilirim ki benim son günüm bu dünyadaki.


Aldığım nefes kudretli bir ejderhadan daha yakıcıymış. Seni
duyana kadar.
Elim ayağım benim değildi. Hiçbir şeyim bana ait değildi.
Hepsi gitti, koştu, önünde diz çöküp son nefesini verdi. Ken-
dimde değilimin ne olduğunu o an gördüm. Kimim ben, ne-
yim, şu anda neredeyim? Ne’n var kuzum demesini bekliyo-
rum şimdi kapıdan gelecek birisinin.
Tokatlamalı şimdi hoca beni. Tansiyonum belki on beş belki
yirmi. Nefes darlığım var. Nefes alamıyorum. Ciğerlerim da-
ralmıyor, hava çok sıcak, yakıcı, bunaltıcı. İçime çektikçe ya-
nıyorum. Daha da fazla yanıyorum. Kendimi tanıyamıyorum.
62 | SİYAHVEYAZ

- İşte tam orada dur. Kendine bak şimdi buradan.


“ Bakıyorum. Ne kadar saçma, acı, gerçek, mümkün. Bir
kıza aşık oluyorum sesini duyunca. Neden o an, neden ona?
Hiçbir anlamı yok bu soruların şimdi. Ölmüşüm. Öl... Ama
tekrar yaşadım. Nas.. Nasıl yani ne oldu şimdi.
- Sana algının ne olduğunu gösterdim. O an, orada kendi-
ni göremediğin için yalnızca acın vardı. Ötesi yoktu. Çaresiz
hissettin. Senin hissin olduğu için sana gerçekti. Başkası bunu
bilemedi. Bilemez de. Bir de benim gördüğümü gör.
Ahmet BAYRAKTAR | 63

| Bir girdabın içine düşmüştüm. Kara delik bu muydu aca-


ba. Ben neredeyim? Her yerde. Dersanedeyim. Evdeyim. Yol-
dayım. Hastanedeyim. Aynı anda. Kendimi görüyorum. Her
yerde olabilirdim ve olabileceğim her yer benim ihtimallerim
o anda. Hepsinde birden varım. Bir tane değilim, değilmişim.
Bütün ihtimallerim her yere dağılmış. Hepsi yaratılmış. Da-
ğıldıkça, davrandıkça, seçimlerim belirginleştiriyor, siliyor.
Benim algım daraltıyor beni. Daralmadan algılayamam zaten
bu gerçeği. Bu bana göre değil. Rabbim çıkar buradan beni,
nolur hemen şimdi.

Çıktım. Derin bir nefes almış gibiydim tekrar. Ben bir tane
değilim. Bu neydi, ben neyi gördüm.
- Seni benim “an”ımın içine attım bir anlığına. Dayanama-
dın. Musa gibi kendini bıraktın.
“ Allahım, ben, ben, ben...”
| Toparlayamıyorum bilincimi. Ben bir tane değilim. Ulaşa-
bileceğim, bulunabileceğim her yerdeydim. Ben seçiyordum,
seçimlerimden bir ben oluşturuyordum tuğlalı oyuncaklar
gibi. Zaman, zaman diye bir şey yoktu. Yaratılışın benim sıra-
ma dizilmesi. O yalnız benim gördüğümdü bir de. Milyonlar-
ca milyarlarca bilinç vardı evrende. Hepsinin seçimini müm-
kün kılacak kadar bilinçli bir Allah, zeka, bilinç. Akıl alamazdı
elbette. |
“ Allahım, şimdi ben hem cennette hem cehennemde mi-
yim?”
- Sen merak ettiğin için sana bunu gösterdim. Yaşarken hep
bunu merak ediyordun şimdi sana gösterdim.
| Evet hep bunu merak ederdim. Cennet cehennem nedir,
64 | SİYAHVEYAZ

nasıldır? Sonsuzluk nedir, insan için mümkün müdür? |


- Siz sonsuz değilsiniz, olamazsınız. Sizi sonsuz algılatabili-
rim ben.
“ Anlamadım Allah’ım ”
- Bir yarış pistinde, güneş enerjili bir arabayı düşün. Hani-
yaşarken formula yarışları yapıyordunuz. Eğer o arabaların
enerjileri hiç bitmese, pistte sonsuza kadar kalabilir.
“ Evet ”
- Sizin enerjiniz algınız. Algıladığınız müddetçe varsınız.

“ Ya algılarım tıkanırsa ”
- Baştan başlarsınız.
“ Nasıl yani? ”
- Bilgisayarlarınızın resetlenmesi gibi düşün.
“ Reset’i kim atıy... ”
| Tabii ya. Kimsenin reset atmasına gerek yok ki. Varlık onun
emir onun. Yazılım kendini ilerletemediği anda baştan başla-
ma komutunu devreye sokuyor ve sanki hiçbir şey olmamış
gibi baştan başlıyor bilinç. |
- Evet, öyle.
“ Ama, ya ben o tıkanmaya takılırsam. Tekrar hatırlarsam ”
- Nerede?
| Evet, doğru. Burası dünya değil, ben de oradaki değilim.
Bir algıyım. Bir yazıyım ben yani. Yazılmış bir şey. Bilincin
eseriyim. Beni düşünen mutlaklığın bana çizdiği sınırlarda
varım. Kader, kader, tabii ya. Kader, yazı... Bunu anlatmalı-
Ahmet BAYRAKTAR | 65

yım. A, ben öldüm doğru ya. Ama ben bunu bulduysam baş-
kası da bulabilir şimdi yaşayanlar arasından. |
- Sen buradasın. Şimdi, geçmiş, gelecekten uzaktasın.
“ Yani ben konuşamaz mıyım biriyle. ”
- Konuştuğunu düşünürsün. Onlar da öyle sanabilirler. Var-
lığının boyutu değişti. Sen o sınırı aşamazsın. Oradan buraya
geçebilirsin, buradan oraya geçemezsin. En azından geçtiğin-
de yaşayacakların ilk yaşadıkların olmayacak, olmaz, olamaz.
Sen kendi gerçeğini gördün, yaşadın, bitti.
“ Ben tekrar yaşayabiliyor muyum yani dünyayı. ”
- Orada sizin istedikleriniz ve size vadedilen var. Demiştim.
“ Evet Rabbim. O zaman ben merak ettiklerimi şimdi tek-
rardan yaşayabilir miyim yani.”
- Evet.
“ Ama ben bitirmiştim hani dünyayı. Nasıl yaşayacağım? ”
- Yaşadığın zaman ne olup bittiğinden haberdar değildin.
Sen yaşadığını düşünüyordun. Yaptığın şey seçmek ya da sab-
retmekti değil mi?
| Düşünmemiştim bunu. Seçmek ya da sabretmek. Eğer im-
kanın varsa seçersin, maruz kalırsan sabredersin. Evet, doğru.
Öyle. |
- Bir VR oyunu düşün. Onlardan birini oynadığında dışarı-
da ne olup bittiğini unutuyordun doğru mu.
“ Evet. ”
- Dünya da bir oyundu. Bunu size söyledim. Oynarken hiç-
bir şeyi göremiyordunuz. Oyun bitti. Gerçeğinizi gördünüz,
göreceksiniz. Burada kendi gerçekliğinizden sonrasını da ya-
pabilirsiniz. Sonsuzluk dediğim de bu zaten. Sonsuzluk değil,
66 | SİYAHVEYAZ

sonunu getiremediğiniz, göremeyeceğiniz şey. Siz sonsuzu


anlayamazsınız, kavrayamazsınız. Ama ona maruz kalabilir-
siniz. Bitimsiz bir döngü.
“ Ben istediğim, merak ettiğim her şeyi yapabilirim, yaşaya-
bilirim istediğim kadar. ”
- Dayanabildiğin kadar.
| Evet dayanabildiğim kadar. Şimdi hatırlıyorum. Çok acı
çektim, çekmiştim. |
“ Allahım, eğer ben yaşarken onun gerçek olduğunu unu-
tursam dayanamadığımda ne olacak? Eğer gerçek olmadığını
bilirsem nasıl yaşamımdan tat alacağım? Biliyorum ki bu bir
oyun madem hiçbir hazzımdan lezzet alamayacağım, hiçbir
acım da acıtmayacak ”
| Bir dakika. Ben yaşarken yaşadıklarımın neden gerçek ol-
duğunu düşünüp duruyordum. Evet, ondan daha gerçeğini
görmediğim için gerçek diyormuşum. Ne işe yarayacak iyi de
şimdi öğrendiğim. Neyse yahu benim cenneti tecrübe etmem
lazım hemen. |
- Sonsuzlukta neyin acelesi bu
| Buzdağına vurmuş gemi gibi kaldım öylece. Allahım de-
mek ki can çıksa da huy çıkmıyormuş. Hep bir acele. İnsan
aceleden yaratılmıştır ya |

-----
Arkadaşlar hastayı
Ahmet BAYRAKTAR | 67

You might also like