You are on page 1of 257

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE

HUKUKÇULARIN MEŞRUTİYET ALGISI

ALİ ADEM YÖRÜK

2502090160

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. FETHİ GEDİKLİ

İSTANBUL – 2016
ÖZ

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE HUKUKÇULARIN MEŞRUTİYET


ALGISI

ALİ ADEM YÖRÜK

Bu tez çalışmasında, II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı hukukçularının


meşrutiyet algısı konu alınmıştır. Osmanlı hukukçuları tarafından kaleme
alınan kamu hukuku metinleri çalışmanın mihverini teşkil etmektedir.
Hukuk mektepleriyle oluşmuş hukuk çevresi ele alındıktan sonra meşruti
müesseselerin kaynağı, Kanun-ı Esasi’nin değiştirilmesiyle ilgili
tartışmalar ele alınmış; son olarak meşruti müessese ve kavramların
meşruiyetiyle ilgili tartışmalar izah edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı hukukçuları, II. Meşrutiyet, kamu hukuku tartışmaları,


Kanun-ı Esasi, meşruiyet.

iii
ABSTRACT

CONSTITUTIONAL PERCEPTION OF OTTOMAN JURISTS IN


SECOND CONSTITUTIONAL ERA

ALİ ADEM YÖRÜK

The constitutional perception of Ottoman jurists that has been taught in


the Second Constitutional Period is the subject of that dissertation.
Public law texts, is the axis of the study. Following an analysis on the
law schools coterie, I am going to examine these topics related to the
constitutional perception of jurists: sources of constitutional institutions,
and debates of changing the Ottoman constitution. Finally, I will explain
debates legitimacy of the constitutional institutions and concepts.

Keywords: Ottoman jurists, Second Constitutional Period, debates of public law,


Kanun-ı Esasi (Ottoman Constitution, 1293), legitimacy.

iv
ÖNSÖZ

Osmanlı modernleşme hareketlerinin aşamalarından biri, konumuz açısından


ise önemli bir ayağı yeni siyasî düzen arayışlarıdır. Yeni siyasi düzen arayışlarının
Tanzimat Fermanı’nın açtığı yol üzerinde ete kemiğe bürünmeye başlamasıyla II.
Meşrutiyet’in ilanı arasında yetmiş yılı; Kanun-ı Esasi ve Meclis-i Mebusan’ın kamu
hukukumuza belirleyici unsurlar olarak girişi ile II. Meşrutiyet’in ilanı arasında otuz
yılı aşkın bir süre vardır. Bürokratik reformu takip eden Osmanlı “mektepleşme”
hamleleri de benzer bir gelişim çizgisi takip etmiştir ve esasen bununla hukuki-siyasi
değişim arasında paralellik olduğu söylenebilir. Mülki ve adli ıslahatları hayata
geçirmek üzere memur, hakim veya avukat yetiştiren mekteplerin istikrarlı birer
kurum haline getirilmesi, tıpkı Kanun-ı Esasi’nin ilanı gibi II. Abdülhamid’in ilk
saltanat yıllarına denk düşmüştür. Bu çalışma, merkezinde Mekteb-i Hukuk’un yer
aldığı hukuk muhitinin II. Meşrutiyet’i nasıl karşıladığını işlemekte;
Meşrutiyet/Kanun-ı Esasi ve Meclis-i Mebusan merkezli fikirlerin mayalanıp hayata
geçtiği ve sonra inkıtaya uğradığı dönemleri kapsamı dışında bırakarak daha geç bir
dönemin gündemini konu almakta; “hürriyet”, “ihtilal”, “inkılab” gibi farklı
şekillerde isimlendirilen II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında hukukçuların aldığı tavrı, öne
çıkan hukukçuların gözünden ise kamu hukukunda büyük değişikliklere dair
tartışmaları ilk elden kaynaklara başvurarak ele almayı amaçlamaktadır.

Bu çalışma birçok hoca ve arkadaşımızın katkılarıyla ortaya çıkmıştır. Jüri


üyeleri Prof. Dr. M. Akif Aydın, Prof. Dr. Aydın Gülan, Prof. Dr. Adem Sözüer ve
Prof. Dr. Mehmet Akman soru ve eleştirileriyle çalışmaya kıymetli katkılarda
bulundular. Dikkat çektikleri kimi eksiklikleri ancak bu çalışmayı geliştirirken ele
alabileceğim. Başta kürsü başkanımız Hocam Prof. Dr. Fethi Gedikli olmak üzere,
İstanbul Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyeleri Doç. Dr.
Cihan Osmanağaoğlu, Yard. Doç. Dr. Ebru Kayabaş, Yard. Doç. Dr. Abdullah
İslamoğlu; asistan arkadaşlarım Dr. M. Cemil Ozansü, M. Esad Kalıpçı ve Esra
Çetinkaya anlayışlı ve yardımsever kişilikleriyle huzurlu bir çalışma ortamı
sağladılar. Bu uzun çalışma döneminde, birçok hususta fikirlerine başvurduğum,
yardımlarını gördüğüm arkadaşlarımı temsilen Rıdvan Özdinç, M. Cemil Ozansü ve

v
M. İkbal İmamoğlu’nu zikrederek adlarını tek tek yazamadıklarımın aflarına
sığınıyorum. Çalışma boyunca fikir alışverişinde bulunduğum arkadaşlarım, Serhat
Aslaner ve Mahmud Esad Kalıpçı tezin son halini okuma nezaketini gösterdikleri
gibi önemli noktalara da dikkatimi çektiler. Herbirine müteşekkirim.

Bu çalışma sırasında da himmetlerini esirgemeyen Hocam Prof. Dr. İsmail


Kara’nın ders, yazı ve sohbetlerinin açtığı kapıdan girerek tarihçilikte / hukuk
tarihçiliğinde yol almaya çalıştım, çalışıyorum. Öğrenciliğimden bugüne,
danışmanlığımı da üstlenen Hocam Prof. Dr. Fethi Gedikli’nin sabır ve nezâketine
şahit, eksilmeyen ilgi ve desteğine mazhar oldum. Hocalarıma minnetdarım. Eksikler
ve kusurlar bana ait. İhmal ettiğim yakınlarıma, aileme, özellikle eşime ve
çocuklarıma karşı da özür ve teşekkür borcum var.

Ali Adem Yörük

Bağlarbaşı, Eylül 2015

vi
İÇİNDEKİLER
ÖZ ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ............................................................................................................... iv
ÖNSÖZ........................................................................................................................ v
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii
KISALTMALAR ...................................................................................................... ix
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM: .................................................................................................. 10
II. MEŞRUTİYET’İN İLANINDA HUKUKÇULAR VE HUKUK GÜNDEMİ10
1.1. “Hürriyet”in İlanından Sonra Hukuk Muhiti ............................................ 10
1.2. Hukukçuların İlk Cemiyetleşme Teşebbüsleri ........................................... 19
1.2.1. Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi ....................................... 19
1.2.2. Osmanlı Hukuk Cemiyeti....................................................................... 29
1.2.3. Dersaadet Mukayese-i Hukuk Müessesesi............................................ 34
1.2.4. Talebe-i Hukuk Cemiyeti ....................................................................... 37
1.2.5. Osmanlı Hukuk Encümeni..................................................................... 47
1.2.6. Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti ................................................... 57
1.3. Matbuat ve Hukuk Gündemi ....................................................................... 61
1.3.1. Matbuatın Hukuk Gündemine Etkisi ................................................... 61
1.3.2. Hukuk Gündeminin Değişmesi .............................................................. 64
1.4. İtibar Kazanan Bir Bilgi Sahası ................................................................... 68
İKİNCİ BÖLÜM: ..................................................................................................... 84
KANUN-I ESASİ TARTIŞMALARI VE MECLİS-İ MEBUSAN ...................... 84
2.1. Meclis-i Mebusan’ın Üstünlüğü ve Kanun-ı Esasi’nin Tadili ................... 84
2.1.1. Kanun-ı Esasi’yi Tadil Fikri .................................................................. 84
2.1.2. Resmi Tadil Sürecini Başlatan Adım: Alber Vitali Feraci Layihası 115
2.1.3. Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin Çalışmaları ................................ 123
2.2. Meclis-i Mebusan’ın Üstünlüğünün Yıpranması ..................................... 132
2.2.1. Meclis-i Mebusan Karşısında Hükümet ve Meclis-i A‘yân .............. 132
2.2.2. 1293 Kanun-ı Esasisi’ne Dönüş Fikri: Damat Ferit Paşa Layihası .. 139
2.2.3. Meclis-i A‘yân’ın Kanun-ı Esasi Lâyihası .......................................... 147
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ............................................................................................... 168
MEŞRUTÎ MÜESSESELERİN KAYNAĞI VE MEŞRUİYETİ SORUNU .... 168

vii
3.1. Meşruiyet Konusunda Temel Yönelimler ................................................. 168
3.2. Kanun-ı Esasi Tadillerinin Temellendirilmesi Sorunu ............................ 178
3.2.1. Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni Layihası ............................................ 178
3.2.2. Hüseyin Cahit’ten Elmalılı Hamdi Efendi’ye Mazbata Muharrirliği
.......................................................................................................................... 184
3.2.3. Kanunların Şeriate Uygunluğu ve 118. Madde Tadilinin Yankıları 199
3.3. Tadillerin Teminatı Olarak Pirizade Sahip Molla Beyannamesi ve Bir
Yorumu................................................................................................................ 217
SONUÇ .................................................................................................................... 231
BİBLİYOGRAFYA ............................................................................................... 235
ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................ 248

viii
KISALTMALAR

AÜHFD: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

bkz.: Bakınız

c.: cilt

haz.: Hazırlayan

DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

DHFM: Darülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası

İÜHFM: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası

MA: Meclis-i A‘yân

MMAC: Meclis-i A‘yân Zabıt Cerideleri

MM: Meclis-i Mebusan

MMZC: Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri

nr.: Numara

s.: Sayfa

sy.: Sayı

YY: Yazar adı belirtilmemiş

ix
GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nin son döneminde siyasi birliğin sağlanması ve bu yolla


devletin tekrar “iktidar”a kavuşturulması ve bekasının temin edilmesi amacıyla;
başka bir tabirle “kurtuluş ideolojisi” çerçevesinde mütalaa edilebilecek birçok
tedbire başvurmak durumunda kalınmıştı. Bu bağlamda ortaya çıkan yeni siyasi
düzen arayışları ile esasen eğitimin yaygınlaştırılmasını hedefleyen mektepleşme
hareketinin aynı saiklerden kaynaklanan, aynı amaca matuf ve birbirini takviye
ederek yürüyen hamleler olduğu tespit edilebilmektedir. Tanzimat Fermanı’nın ilanı
önemli bir dönüm noktasına işaret etmekle beraber Kırım Harbi sonrasında, bilhassa
“büyük Tanzimat paşaları”nın nüfuzunun bariz olduğu “erken Tanzimat” olarak da
adlandırılan dönemin sonlarına doğru, yeni bir hukuk anlayışı uç vermeye başlamış;
uluslararası bir boyut da taşıyan gayrımüslimlerin hakları meselesinin meclis fikri ve
siyasi katılımı öngören bir çözüme doğru seyretmesi de aynı dönemde
gerçekleşmiştir. Meşruti düzen imkânının yoğun bir şekilde yoklandığı bu yıllar; yeni
mahkemelerin teşkilatlanması, bu mahkemelerde uygulanacak kanunlar ve bu
kanunların kaynağı gibi meseleler ile birlikte yeni mahkeme personelinin
yetiştirilmesi meselesini de gündeme getirmiş, hukuk mektepleşmesine dair ilk
girişimler de bu esnada ortaya çıkmıştır. Müsavat politikalarının iki hat için de tayin
edici önemde olduğu ve kanun fikri etrafındaki arayışların nihai olarak Kanun-ı
Esasi’de ete kemiğe büründüğü söylenebilir 1.

İlk meşrutiyet tecrübesinin resmi tarihçisi / Üss-i İnkılab yazarı Ahmed Midhat
Efendi, meşrutiyet / Kanun-ı Esasi fikrinin Türkiye’de ortaya çıkışını II.
Meşrutiyet’in ikinci haftasında yazdığı bir yazıda ele almış; III. Selim döneminden
itibaren ıslahat hareketlerinin bu fikri taşıyıp taşımadığını değerlendirmiş; nihayet
“usûl-i meşveret, meşrutiyet, Osmanlıların hukuk-ı siyasiyesi, millet meclisi gibi
bugünkü makâsıd-ı umûmiyeyi teşkil eden fikr-i inkılâb bizim vukûfumuza göre en
evvel Şinasi merhum ile rüfekâsından Âgâh Efendi merhum gibi o zamana göre

1
Hukuk mektebi kurma girişimleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Ali Adem Yörük, “Mekteb-i
Hukuk’un Kuruluşu ve Faaliyetleri (1878-1900)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, 2008, s. 18-34.

1
nevâdırdan ma‘dûd birkaç zâtta uyan”dığını belirterek Yeni Osmanlılar neslinin
tarihi rolüne işaret etmiştir 2. İlk hukuk yazıları da bu dönemde aynı muhite mensup
kişilerin kaleminden çıkmaya başlamıştır 3. Kanun-ı Esasi’nin ilanından önce hukuka
olan ilginin artmasında meşruti fikirlerin tayin edici bir etkisi olduğu, meşrutiyet
tartışmalarının hukuk mektepleşmesine ivme kazandırdığı açıktır. Temsil edici bir
örnek olan Namık Kemal’in detaylarıyla bilinen hukuk ilgisi, mesela Fransa
anayasacılık tecrübesini kendi şartlarımızla karşılaştırıp adaptasyonunu uygun

2
Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 5” , Tercüman-ı Hakikat, nr. 9825, 4 Ağustos 1908, s. 1. Ahmed
Midhat sözlerine şöyle devam eder: “Avrupa elsinesine vukûfları ve Avrupa terakkiyâtına hayretleri
delâletiyle kendi kendilerini bu yolda irşâd etmişlerdir. Şinasi gayet muhteriz bir âdem olup Kemal
Bey merhum gibi zekâsına, namusuna itimat edebildiği birkaç gençten mâada kimseye emniyet
edememiştir. Âgâh merhum Şinasi’den daha cesur idi. Neşr-i efkârda daha cesurâne davranıyor idi.
Şinasi’de Tasvir-i Efkâr ve Âgâh’da Tercüman-ı Ahvâl gazeteleri olup, fakat münderecâtı maksad-ı
hakikiyi açıktan açığa değil â kapalıdan kapalıya bile medyana koyacak yolda değil idi. O zamanlar
efkâr-ı umûmiyede buna benzer hiçbir isti‘dâd yok idi. Bu pişvâlar kalemlerinden ziyade lisanlarıyla
şakirdlerini uyandırmağa gayret ediyorlar idi. O zamanlar bir gece İstanbul’da hemân her haneye bir
risale-i siyasiye sokuldu. İlk defa olmak üzere bu risale halkı ahvâl-i zamandan ve makâsıd-ı
ahrarâneden haberdar eyledi…” (aynı yer).
Ahmed Midhat’ın önceki ıslahat hareketleriyle ilgili değerlendirmesi ise şöyledir: “Kanun-ı Esasî
fikrinin ilk menşei hakkında karşı tarafta Fransızca intişâr eden rüfekâmızdan birisi bu fikrin en evvel
cennet-mekan Sultan Selim Han-ı Sâni hazretlerinin zaman-ı saltanatlarında Fransa’dan gelip umûr-ı
tensikıyemizde istihdam olunan bir zât tarafından meydana konulduğunu yazmış idi. Bu asla doğru
olamaz. Devr-i Selim Hanî’nin hal ve istibdad-ı siyasisi gözönüne getirildiği zaman bir kanun-ı esasi
fikrinin o devir ile tevfîk kabul edemeyeceğini tarihe vukûfu olan herkes bilir. ‘Selim-i sâlis oldu
mülk-i Mısr’a Fatih-i Sâni’ mısraından dahi istidlâl olunacağı vechile cennet-mekan-ı müşârun ileyh
hazretleri Napolyon’un muâsırı, Napolyon’un -o zamana kadar hiç görülmemiş olan- galibi olup
Napolyon Fransa’da ümmid eylediği siyasi külahları kapmak ve bir taraftan da Osmanlı Nizam-ı
Cedîd askerine mağlub olacağını tahmin ile bu mağlubiyeti sâir Fransız ümerâsına bırakmak için
Mısır’ı terk ederek Fransa’ya gittiği zamanlar Fransa’da bile kanun-ı esasi meselesi henüz takarrur
edememiş idi. Hele Osmanlılarda bu fikirler hiç yok idi. O zaman devletce maksad-ı yegane askeri
tanzim ve tensikten ibaret olup Kabakçıoğlu Vaka-i dilsûzundan sonra ise bu maksad-ı yegane
yeniçeri eşkiyasını kaldırmağa ve nizam-ı cedîdi tekrar vaz etmeğe münhasır kaldı.
Ta 1241 tarihine kadar bütün e‘âzım-ı ricâl yalnız bu mağlubiyetle imrâr-ı evkât eylediler. Ondan
sonra cennet-mekan Sultan Mahmud Han-ı Sâni’nin on beş senelik saltanatlarında dahi hep bu
meşguliyet devam etti. O zamanlar bazı süferâ ve ez-cümle İngiliz sefiri Canning tensikât-ı mülkiye
lüzumunu dahi ihtara başlamışlar idiyse de bu lüzum yalnız bazı efkâr-ı âliyede takdir olunarak; fakat
o dahi kanun-ı esasiye benzer bir şey olmadığını bilahere Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu ile Islahat
Ferman-ı Âlisi’nin ne nokta-i nazarından kaleme alınmış olduklarına edilecek bir dikkat meydana
koyar.
Tensikat-ı mülkiyenin Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu ile Islahat Ferman-ı Âlisi’nde görülen sureti usûl-i
meşveret ve Meclis-i Mebusan esasları üzerine mübteni olacak bir tensike nazaran yalnız Padişah-ı
âli-câh tarafından tebeasına ırz ve din ve mal ve canca bir emniyet verilerek tanzimat için dahi
devletce birtakım nizamât-ı nâfıa vaz‘ından ibarettir. Hatta bu Tanzimat’tan sonra Kuleli Vakası gibi
bazı mukaddemât-ı teyakkuz bile Meşrutiyet ve Meclis-i Mebusan usûllerine benzemekten ziyade bazı
cihetlerce Tanzimat’ın da aleyhinde olduğunu bu vakaya dair bilahire erbâbından almış olduğumuz
haberlerden istidlâl edebiliriz” (aynı yer).
3
Abdurrahman Âdil, “Yeni Osmanlılar Tarihi ve İnkılabât-ı Fikriye Münakaşaları”, Hadisat-ı
Hukukiye ve Tarihiye Mecmuası, cüz: 3, 15 Mayıs 1341, s. 11.

2
bulmamak gibi, tercihlerde bulunacak seviyededir 4. Namık Kemal, 1878 yılında
yazdığı bir mektupta “İstanbul’da hukuk bilir” kişilerin azlığına, “yeni hukuk
bilimi”ne 5 yönelen ilginin kendi merakıyla sınırlı olmadığına ve hukuk sahasında
mektepleşmenin gerekliliğine de işaret etmişti 6.

Meşrutiyet fikriyle hukuk mektepleşmesi ilişkisinin tespiti noktasında


Darülfünun-ı Sultani Hukuk Mektebi’nin kurucusu ve Kanun-ı Esasi’nin ilk taslağını
kaleme alan resmi heyette yer alanlardan biri 7 olan Sava Paşa dikkat çekici bir örnek
olarak öne çıkar. Sava Paşa, Kanun-ı Esasi’nin (“devletin usûl-i cedîdesi”nin) ilan
edildiği günlerde, Meclis-i Umûmî’nin toplanması arefesinde yazdığı bir risalede
“sâye-i terakkiyât-vâye-i hazret-i Sultan Abdülhamid Hanî’de memâlik-i Şarkıyenin
girmekte oldukları hal-i cedîd ilm-i hukukun her sınıf ahali arasında serî‘an neşr u
ta‘mîmini istilzâm eder” gibi vurgulu bir ifadeyle meşrutiyet idaresi için “ilm-i
hukuk”un ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir. Meşrutiyet idaresinin, “ilm-i
hukuk”un seri bir şekilde yayılmasını gerektirmesi özellikle Meclis-i Mebusan ve
mebuslar dikkate alınarak ileri sürülmüştür. Dolayısıyla “her sınıf ahali”den kastın
halk olmadığı anlaşılmaktadır: “İşte birkaç günde idare-i devletin usûl-i cedîdesi ilan
olunup Meclis-i Umumî toplanacaktır. Lakin işbu Meclise gelip milel-i Osmaniyeye
bi-hakkın vekalet edecek ashâb-ı ilm-i hukuk zevât pek azdır. İslâmlarda pek çok
fukahâ-yı ı‘zâm var ise de ekseri memuriyetlerde bulunurlar ve milel-i saire-i
Osmaniyede bulunan ashâb-ı ilm-i hukuk Türkçe’yi lâyıkıyla bilmedikleri cihetle

4
Ömer Faruk Akün, “Namık Kemal”, DİA, XXXII, 366-367, 376, 378. Ayrıca bkz. “Kemal’in İki
Mektubu”, Mecmua-i Ebüzziya, XV/153, 19 Receb 1330, s. 16. Padişahın haklarıyla ilgili
mütalaalarının çoğunlukla yapıldığı gibi zahiri sonuçları bakımından yorumlanması en azından eksik
bir değerlendirmedir.
5
Mekteb-i Hukuk’un ilk devre öğrenci ve mezunlarından Mahmud Esad Seydişehrî’nin Mekteb-i
Hukuk’taki derslerle ilgili “mürûr-ı eyyâm ile hukukun ne idügi anlaşıldı. Dersler takarrur eyledi”
şeklindeki ifadesi bu yeniliğe işaret eder (“Hukuk Cemiyeti’nin evvelki günkü ictimâ‘ında fâzıl-ı
muhterem Mahmud Esad Efendi hazretleri tarafından îrâd edilen makale-i iftitâhiyedir”, İkdam, nr.
5104, 10 Ağustos 1908, s. 2).
6
Ahmed Midhat Efendi’nin Rodos’ta kendi kendine hukuk kitapları okuyarak “fenn-i hukuk”u
tamamen öğrenmesinden iğneleyici bir üslupla bahsederken dolaylı olarak işaret ettiği bu hususlar için
bkz. “Kemal’in İki Mektubu”, Mecmua-i Ebüzziya, XV/153, 19 Receb 1330, s. 16; XV/155, 3 Şaban
1330, s. 77; XV/156, 10 Şaban 1330, s. 108). Ahmed Midhat Efendi’nin hukuk ilgisinin ürünlerinden
biri için bkz. Ahmed Midhat, “İlm-i Hukukun Tarih-i Vaz‘ı ve Terakkisinin Hulâsası”, İttihad, nr. 13,
14 Temmuz 1292, s. 1.
7
Namık Kemal, Kanun-ı Esasi’yi yazmakla görevli “fünûn-ı siyasiyede olan ihata-i külliyeleri
cihetiyle memurîn-i devletin gerçekten en güzidelerinden olan beş zât” arasında Ziya Paşa, Ohannes
Efendi, Odyan Efendi ve Âbidin Bey’le birlikte Sava Paşa’yı da saymaktadır (“Kemal’in İki
Mektubu”, Mecmûa-i Ebüzziyâ, XV/155, 3 Şaban 1330, s. 77).

3
malumatları külliyen faidesizdir”. Sava Paşa, ilmiye mensubu hukukçuların memur
olması, gayrımüslim hukukçuların ise Türkçe bilmemesinin, meşrutiyet idaresinin
işlerliği bakımından “ilm-i hukuk” öğretimine olan ihtiyacı ispat ettiğini de belirtir 8.

Hukuka karşı uyanan ilginin meşruti arayışlarla bağlantısı ve hukuk


mektepleşmesinde müessir bir rol oynadığı sabit olmakla beraber, bu esnada yeni
mahkemelerin teşkilatlanması ve standart bir eğitimden geçerek yetişmiş hakim
ihtiyacını karşılamak kaygısıyla hayata geçirilen reformların yeni bir hukuk
mesleğinin ortaya çıkışını hazırladığını gözden kaçırmamak gerekir. Hukuk
eğitiminin, meşruti fikirlere mesafeli olan Ahmed Cevdet Paşa’nın kurucu fikirleri
çerçevesinde oluşan Mekteb-i Hukuk üzerinden istikrara kavuşması bu hususa hayati
bir önem kazandırır. Cevdet Paşa esas itibariyle yeni bir hakim sınıfının nasıl
yetiştirileceği meselesine odaklanmıştı. Nitekim hukuk eğitimi, II. Abdülhamid’in ilk
saltanat yıllarından itibaren yeni siyasi fikirleri dışlayan daha teknik bir eğitime
doğru seyredecek, Jöntürklerin etki sahasını genişletmesi bu fikirlerin neşvünema
bulmasına engel olma yönündeki tedbirleri daha da arttıracaktır 9.

Siyasi merkezin aldığı tedbirlerin pek etkin olmadığına 10, öğretim esnasında
açık veya örtülü olarak yeni fikirlerin aşılandığına ve nihayet hukuk eğitimine yön
veren kurucu fikrin dışarıda bırakmayı gözettiği unsurlar bakımından akim kaldığına
dikkat çekilmelidir. Dolayısıyla tasarı ile ürün arasında bu bakımdan bir mesafe

8
Sava, Mekâtib-i Âliye-i Fenniye yani Darülfünûn-ı Sultani’nin Nizamname-i Dahilisiyle Dürûs
Cetvelidir, İstanbul, La Türki Matbaası, 1293, s. 10. Sava Paşa’ya göre hukuk tahsili görenler ister
devlet hizmetine girsin, isterse başka işlerde bulunsun “malumat-ı müktesebeleri sayesinde herhalde
bâdi-i feyz ü terakki bir tarike girmiş olurlar” (aynı yer). Sava Paşa, bu risaleyi Mekteb-i Sultanî
bünyesinde kurduğu darülfünunu savunmak ve Babıâli’ye taşınmayıp Galatasaray’da öğretime devam
etmesini sağlamak amacıyla kaleme almıştı.
9
Mekteb-i Hukuk’un denetlenmesi hakkında bkz. Yörük, agt, s. 135-142.
10
Muallim ve öğrencilerin yeni siyasi fikirlere rağbet edip etmediklerinin daha fazla önem kazandığı;
II. Meşrutiyet’in ilanından önceki kritik dönemde sekiz yıl Mekteb-i Hukuk müfettişliğinde bulunan
Mecelle muallimi Hasan Lütfi Efendi’nin siyasi tavır itibariyle meşrutiyeti özümsemiş olması örnek
verilebilir. Bir öğrencisinin tanımlamasıyla “sarıklı, fakat münevver/hür fikirli/filozof”, “meşhur ve
aydın ulemadan” Mecelle muallimi Hasan Efendi, 31 Mart günü mektepte, mevcut toplumsal yapının
bozukluğunu vurgulayarak “gül” benzetmesiyle meşrutiyeti idealize eden bir konuşma yapmıştı.
Burhan Felek 31 Mart’la ilgili hatıra yazılarının hemen hepsinde bu olaydan bahsetmiştir. Bir örnek
için bkz. Burhan Felek, “31 Mart”, Milliyet, 13 Nisan 1978, s. 2. Hasan Efendi, Mekteb-i Kudât
müdürü olduğu sırada Hukuk-ı Aile Kararnamesi maddelerini, muteber fıkıh kitaplarındaki
kaynaklarını gösterip izah eden bir şerh yazmıştır. Kitabın önemli bir özelliği ileri sürülen görüşler
hakkında Komisyon reisi Seyyid Bey’in mütalaalarını içermesidir. Bkz. Hasan Lütfi, Salahu’r-
Reşad, İstanbul, Kütübhane-i Cihan, 1336/1334. Hasan Efendi’nin biyografisi için bkz. Sadık
Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul, İBB Kültür Daire Bak. Yay., 1996, II, 59-60.

4
vardır. Mekteb-i Hukuk’un ilk yıllarında hukuka giriş derslerinde Münif Paşa’nın ve
“hukuk-ı siyasiye-i Osmaniye” dersleri veren Kemal Paşazade Said Bey’in
meşrutiyet fikrinin öğrenciler arasında yayılmasını sağladığı belirtilmiştir: “Mekteb-i
Hukuk’ta Münif Paşa, Medhal-i İlm-i Hukuk namıyla Belçikalı Mösyö Namor’dan
iktibas ettiği eserini tedris ederek talebe-i Hukuk’u fikr-i meşrutiyete alıştırdı. Said
Bey ise meşrutiyet-i garbiyyenin şer‘-i şerîf-i İslâm ahkâmı icâbâtından
bulunduğuna talebeyi kandırır ve meşrutiyetin mâna-yı hakikîsini tarif ve telkin eder
idi” 11. Cevdet Paşa’nın tensibiyle muallimliğe getirildiği söylenen Kemal Paşazade
Said’in Osmanlı kamu hukukunu konu alan dersleri, Tanzimat tecrübesinin şer‘î bir
çerçevede izahını yapmaktaydı. Said Bey’in yeni siyasi fikirleri yerlileştirme
ameliyesi, hukuk öğrencileri arasında çok etkili olmuştur 12. Mekteb-i Hukuk’un ilk
muallim kadrosundan Hasan Fehmi Paşa, Münif Paşa, Kemal Paşazade Said Bey gibi
isimler II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, ilk “hürriyet” döneminin mümtaz simaları
olarak karşılanacaktır 13.

Cevdet Paşa’nın tahayyül ettiği yeni hukukçu tipinin numunesi olarak


değerlendirilebilecek olan Ebül’ulâ Mardin’in Cevdet Paşa hakkındaki yorumu, tavır
ve kriterlerdeki değişikliği apaçık ortaya koymaktadır. Mardin, Cevdet Paşa’nın Batı
hukukuyla ünsiyetinin az olduğunu söyledikten sonra Padişahın yetkileri
konusundaki telakkisinin muasır âmme hukuku telakkilerine uymadığını, Meşrutiyet
usulüne dair mütalaasının da asrın ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunmaktadır 14.

11
A. Âdil, “Kemal Paşazâde Said ve Bey ve Tehzilâtı”, Tevhid-i Efkâr, nr. 31-3059, 4 Temmuz
1921, s. 2’den aktaran Yörük, agt, s. 76. Derslerin işlenişiyle ilgili ayrıca bkz. “Hukuk Cemiyeti’nin
evvelki günkü ictimâ‘ında fâzıl-ı muhterem Mahmud Esad Efendi hazretleri tarafından îrâd edilen
makale-i iftitâhiyedir”, İkdam, nr. 5104, 10 Ağustos 1908, s. 2.
12
Hukuk-ı Siyasiye-i Osmaniye Dersleri (İstanbul, Alemdar Matbaası, 1329) adlı eser hakkında ayrıca
bkz. Yörük, agt, s. 108-109.
13
Hasan Fehmi Paşa’nın biyografisi ve kendisi için kullanılan “ihtiyar Jöntürk” tabiri için bkz.
Abdurrahman Şeref, “Hasan Fehmi Paşa”, Nevsal-i Osmani, (1327 senesine mahsus), İstanbul, İkbal
Kütüphanesi, 1327, s. 206-209.
Münif Paşa, “yürümeye kudreti olmadığı halde” Kanun-ı Esasi’nin ilanı münasebetiyle sadrazamı
tebrike gitmişti. Bkz. “Münif Paşa”, İkdam, nr. 5095, 1 Ağustos 1908, s. 2.
Kemal Paşazade Said Bey’in Yemen sürgününden dönüşü gazetelerin hemen her gün takip ettikleri bir
mesele olmuştu. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 6 Eylül 1908’te, Hidiviye Kumpanyası’nın
İsmailiye Vapuru’yla İstanbul’a ulaşması münasebetiyle düzenlenen karşılama töreni için bkz. “Said
Bey”, İkdam, nr. 5132, 7 Eylül 1908, s. 2. Aynı haberde “ahrâr-ı ümmetten” Said Halim Paşa’nın da
İskenderiye’den geldiği belirtilir (aynı yer).
14
Ebül’ulâ Mardin, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, tıpkıbasım, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yay., 1996, s. 9-10.

5
Meşruti düzen bir kurtuluş ümidi olarak tekrar ilan edildiğinde hukukçular yeni
düzeni tahkim etme ve ona yön verme konusunda ciddi düzeyde katkı
sağlayacaklardır. Siyasi kimlikleriyle de tanınan, hoca kadrosundan Musa Kâzım
Efendi’nin, daha önemlisi mezunlardan Ürgüblü Hayri Bey’in şeyhülislâmlık
makamına kadar çıkması bu katkının boyutlarını gösteren çarpıcı örneklerdendir.
Kaldı ki artık ilk meşrutiyet tecrübesinden farklı olarak sayıları yüzlerle ifade edilen
mektepli hukukçuların başı çektiği bir meslek zümresi, siyasi konularda da hayli
etkin bir hukuk muhiti vardır.

Meşrutiyet fikri ile hukuk eğitiminin ilişkisine dair bu kısa bir girişten sonra
çalışmanın amacı, kapsamı, kaynakları ve yöntemine dair birkaç hususa da dikkat
çekmek gerekir.

Hukuk/siyaset ve eğitim sahalarındaki ıslah hamlelerinin kesiştiği bir noktaya


odaklanan elinizdeki çalışmada hukukçuların II. Meşrutiyet’in ilanını nasıl
karşıladığını cemiyetleşme, matbuat ve kamu hukukunun önem kazanması
çerçevesinde ele aldıktan sonra; Parlamentarizm ve (daha) şer‘î bir anayasal çerçeve
tercihinin zeminini yoklayabilmek amacıyla meşrutiyetin karakterini belirleyen
Kanun-ı Esasi tadil girişimleri ve meşruiyet tartışmalarını hukukçuların ilgi ve
dikkatlerini esas alarak izah etmeye çalışacağız. Dolayısıyla hukukçuların diğer
faaliyetleri kapsam dışında tutulduğu gibi; meşrutiyetin levazımından addedilen
fırka, seçim, temsil gibi kurumlar da müstakil başlıklar altında ele alınmamış,
kapsam dışında tutulmuştur. Birinci bölümde II. Meşrutiyet’in ilanında bir bütün
olarak hukuk muhitinin görünümü tasvir edilmiştir. Yeni dönemin ayırt edici bir
unsuru olduğu için cemiyetleşme meselesi genişce işlenmiştir. Cemiyetleşme dönem
hukukçusu ve tipler konusunda da sarih bir fikir vermektedir. Başlı başına birer konu
olarak kapsam dışında tuttuğumuz kanunlaştırma, adliye ıslahatı ve hukuk eğitimine
ilişkin bu bölümdeki değiniler yeni dönemin hukuk gündemini tanıtma amacıyla
sınırlıdır. İkinci bölümde kamu hukukundaki önemli dönüşüm noktalarına işaret eden
Kanun-ı Esasi’yle ilgili tadil çalışmaları, üçüncü bölümde ise hukukçuların dinî izah
ve gerekçelendirmelerinin mantığı üzerinde durularak meşruiyet sorunu etkili
hukukçuların fikirleri üzerinden ele alınmıştır. Hukukçuların bir muhit olarak ele
alındığı kısımların dışında, hukuki yaklaşımları etki uyandırabilen az sayıdaki isim

6
ön plana çıkmıştır. Çalışma bu yönüyle de bir zümreyi bütün boyutlarıyla ele alma
iddiası taşımamaktadır.

Hem hukukçuların yeni düzenle kurdukları ilişki bakımından, hem de öne


çıkan kamu hukuku telakkileri bakımından II. Meşrutiyet’in ilk yıllarının çalışmanın
esasını oluşturması gerekmiştir. Bir inkılap devresi olarak meşrutiyete ilişkin
algıların keskin bir şekilde tespit edilebileceği kesit bu yıllardır. (Örneğin mezun
cemiyeti dışındaki bütün hukuk cemiyetleri 31 Mart’tan önce kurulmuştur). Ayrıca
örfi idarenin baskıcı eğilimler taşıdığı veya uzun süren savaş yıllarının kamu hukuku
gündemi bakımından nisbeten kısır dönemler olması ilk yılların önemini arttırmıştır.
Kısa süre için Trablusgarb harbi, kısmen Balkan harbi, bir bütün olarak Babıali
baskını sonrasında ve I. Dünya Savaşı dönemlerinde nisbeten durağan bir gündemle
karşılaşılmaktadır. Kamu hukuku algısının tespiti noktasında ilk yılların gündemi,
bahsettiğimiz bu durağan dönemlere de yön verecek şekilde, tartışmalar ve
çatışmalarla doludur.

II. Meşrutiyet dönemi; bir siyasi düzen tercihi ortaya konulmasının yanı sıra
siyasi, hukuki, toplumsal, ekonomik boyutlarıyla yeni bir hayat tasavvuruna da
kaynaklık eden; işgallerin, savaşların, iç ayaklanmaların, diplomatik krizlerin, siyasi
çatışmaların yoğun olarak görüldüğü bir dönem olarak da Osmanlı tarihinin kısa,
fakat kritik bir kesitidir. Osmanlı modernleşmesinin önemli duraklarından biri olması
ve dönemin Cumhuriyet yıllarına kaynaklık ettiğine dair (sadece buna
odaklanılmazsa hak verilebilecek) kanaat, II. Meşrutiyet dönemine yoğun bir “güncel
tarih” karakteri katmaktadır. II. Meşrutiyet dönemi, sahaya farklı saiklerle yönelen
çok sayıda araştırmacının yoğun ilgisine mazhar olmuştur. Dönemin siyasi tarihi
veya kurum tarihi bağlamında kamu hukuku tartışmalarına temas eden -künyelerini
bibliyografyada bulabileceğiniz- çalışmalar yapılmıştır. Burada bilhassa Recai G.
Okandan’ın “Osmanlı âmmesi” olarak bilinen ve Âmme Hukukumuzun
Anahatları’nda mütekâmil haline ulaşan çalışmaları, dönemi hukuki bir perspektiften
konu almak bakımından müstesna bir yere sahiptir. Tarık Zafer Tunaya’nın dönemi
izah etmek için başvurulabilecek anahtar bir kavram olduğuna şüphe olmayan
“siyasal parti”yi merkeze aldığı; geniş kapsamlı taramalar, arşiv vesikaları ve sözlü
bilgi derlemeleri gibi çok yönlü bir şekilde yürüttüğü geniş kapsamlı çalışmaları da

7
bu meyanda zikredilmelidir. Özellikle Tunaya’nın açtığı yol üzerinde II. Meşrutiyet
çalışmalarının arttığı ve akademik ilginin sahaya yönelmesiyle literatürün
çeşitlendiği de bir vakadır. Katılmadığımız yorumlar, veri hataları, sebeplerden çok
sonuçlara odaklanılması, II. Meşrutiyet dönemi ile özdeşleşen İttihat ve Terakki’nin
güncel siyasi mücadelenin tarihsel bir figürü olarak hâlâ varlığını hissettirmesi, ciddi
boyutlara ulaşabilen kaynak kullanımı sorunları gibi unsurları vareste tutarsak öncü
çalışmaların köşe taşı mesabesinde olduğuna, mevcut literatürün de zenginlik
getirdiğine şüphe yoktur. Ayrıca hukukçuları merkeze almamakla beraber II.
Meşrutiyet yıllarındaki hukuki gelişmelere temas eden, birkaç hukukçunun fikirlerini
kısmen veya tamamen aktaran monografik çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmada
ikinci el kaynak düzeyindeki incelemelerin yanı sıra dönemle ilgili siyasi-hukuki
risalelerden ders kitaplarına, süreli yayınlardan meclislere ait zabıt ceridelerine ve
hatıratlara kadar uzanan kaynaklar mukayeseli bir şekilde işlenmeye çalışılmıştır.
İkinci el kaynakların ortaya koyduğu bilgi ve yorumların önemi zahir olmakla
beraber çalışmanın bunlar üzerinden kurgulanamayacağı kanaati oluştuğundan ve
cevabını aradığımız sorular kimi zaman günlük bir takibi gerektirdiğinden kaynaklar
arasında gazeteler ön plana çıkmış, bu kaynak tercihi planı ve akışı da etkilemiştir.

Çalışmanın sınırlılıkları hakkındaki açıklamalardan sonra, fikirlerine geniş yer


verdiğimiz bir anayasa hukukçusunu “meşrutiyet hakikaten insanları saadet-i
tâmmeye karîn kılacak bir kemâl-i mutlak mıdır” 15 sorusunu sormaya iten dönemin
ruhuna dikkat çekerek konuya girebiliriz. Osmanlı Devleti’nin her tabakadan
vatandaşının meşrutiyet algısı; başka bir ifadeyle Kanun-ı Esasi ve Meclis-i
Mebusanı bünyesinin merkezine yerleştiren bir saltanat idaresi mânasında
“meşrutiyet”in bu insanlar tarafından nasıl telakki edildiği şöyle anlatılmıştır:

“Meşrutiyet… Bu cazibe-dâr kelime bütün ezhân-ı umûmiyeyi sihir gibi teshir etti.
İstibdadı, bâ-husus istibdad-ı Hamidîyi müteakiben halk o derece teşne-i adalet, o
derece muhtac-ı tesliyet idi ki bu mukaddes kelime birden bire bütün âfâk-ı
memlekette bir sür’at-ı berkiye gibi yayıldı. Herkes bunu cism-i devlete ârız olan dâ-i
udâl için bir iksir-i a‘zam addederek istedi ki bu iksir bir ruh-ı cân-fezâ gibi hemen bir
anda o cismin bi’l-cümle zerrâtına kadar hulûl etsin, o cismin kâffe-i anâsırını ihya
eylesin. Bütün ümit, bütün teselli, bütün deva bu kelimede idi.

15
Babanzade İsmail Hakkı, “Meşrutiyet ve Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 444, 27 Teşrin-i sâni 1909,
s. 1.

8
Fakat bu kelime bir buçuk sene geçtiği halde el-ân ‘kelimelikten’ çıkmadı, el-ân lafız
ve şekilden çıkıp ruh ve mâna mahiyetini ahz etmedi. Çiftçi zannetti ki hemen
tarlasına bereket gelecek, vergisi hafifleyecek, malı satılacak, anbarı dolacak. Memur
farzetti ki hemen terakki edecek, hemen devr-i sâbık adamları kâmilen düşecek, azl u
nasb-ı memurînde kıl kadar haksızlık olmayacak. Halk ümit etti ki her yerde
şimendiferler, şoseler yapılacak, şehirlerde sokaklar tanzim edilecek, elektrikli
tramvaylar mekik dokuyacak, umumi bahçelerde nezih tenezzühler tertib edilecek, hiç
olmazsa Galata Köprüsü’nün manzarasından, İdare-i Mahsûsa’nın, Haliç vapurlarının
iz‘âcâtından kurtulacak…
Meşrutiyetin en mühim timsali olan Meclis-i Mebusan ise her yerde hâzır ve nâzır
olacak, her yaraya merhem hizmetini görecek, her türlü ihtiyacâta muvâfık mükemmel
kanunlar tanzim eyleyecek, hâsılı memleketi bilâ-mübalağa cennet gibi yapacak.
İşte avamın, hatta bazı havâssın meşrutiyetten bekledikleri şeyler…” 16.
Dönemi bir sis gibi bürüyen bu telakki tarzının içinden hareket ederek, ilk
meşrutiyetçi fikir hareketleriyle aynı dönemde ortaya çıkmış bir meslek zümresi ve
okur-yazar muhitinin II. Meşrutiyet’i nasıl karşıladığına geçebiliriz.

16
Babanzade İsmail Hakkı, “Meşrutiyet ve Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 444, 27 Teşrin-i sâni 1909,
s. 1. “Kâr-ı kadîm” mutlakiyet idaresini “kocakarı ilaçları”yla tedaviye, meşrutiyet idaresini ise “fen
dairesinde” tedaviye benzeten Babanzade, meşrutiyet aleytarlığına yol açmamasını da gözeterek bu
algının zaaflarına şöyle işaret ediyor: “Meşrutiyet beşeriyetin hatevât-ı tekâmülünden biri teşkil
ediyor… Meşrutiyetin mebâdisinde bilakis levâzım-ı meşrutiyetin pek usretle takarrur edeceğine
intizâr etmek lazımdır… maraz-ı devlet pek eskidir. Pek müzmindir. Ve binaenaleyh tedavi-i cedidin
semerât verebilmesi uzun müddet bir rejime muhtaçtır. Memleket bu rejimi takip etmez, asabi hastalar
gibi perhize riayet eylemez, istirahat eylemez, uslu oturmaz, tabibi istiskal eder ise elbette marazını
kendi teşdid eder… Meşrutiyete karşı hâsıl olan her fena fikrin tesirini izale için bütün akıl ve
nâtıkasıyla, bütün kuvve-i kalemiye ve lisaniyesiyle çalışmağa şübbân-ı memleket, ukalâ-yı vatan,
hakiki erbâb-ı gayret kendini mükellef bilmelidir” (aynı yer).

9
BİRİNCİ BÖLÜM:

II. MEŞRUTİYET’İN İLANINDA HUKUKÇULAR VE HUKUK


GÜNDEMİ

1.1. “Hürriyet”in İlanından Sonra Hukuk Muhiti


II. Meşrutiyet ilan edildiğinde en geniş anlamıyla alınırsa hukukçular,
İstanbul’dan Osmanlı taşrasının en ücra köşelerine kadar yayılmış; Mekteb-i Hukuk
mezunları, Mekteb-i Hukuk hocaları, Mekteb-i Hukuk’ta hakimlik/savcılık veya
avukatlık sınavında başarılı olarak “adliye meslek”ine girmiş olanlar, öteden beri
adliye hizmetlerinde istihdam edilenler (müstahdemîn), bu arada ilmiyenin bir
kanadı, hukuk mahkemelerindeki meslek tekelinin kaldırılmasından sonra bilfiil
avukatlık yapanlar, özel olarak hukuk tahsil edenler, Mekteb-i Kudât mezun ve
hocaları, Avrupa’da hukuk-siyaset tahsil etmiş olanlar, yabancıların idaresindeki
kurumlarda veya sefarethanelerde çalışan hukuk uzmanları ve yabancı avukatlardan
oluşan; tahsilliler arasında sayı olarak da önemli bir yer işgal eden okur-yazar bir
kitleydi.

II. Meşrutiyet döneminde hukukçuların temel yönelim ve faaliyetlerini tespit


edebilmek için saydığımız her bir grubun eşit düzeyde değerlendirilemeyeceği
açıktır. İtibari olarak önem atfedilebilecek olanların da hukukçular arasında bir yeri
vardır; ancak bir muhitten bahsedilecekse, kırk yıllık bir tarihe yaslanan hukuk
mektepleşmesini dikkate alarak bu muhitin odağında Mekteb-i Hukuk mezunlarının
yer aldığını belirtmek gerekir. Hukuk eğitiminin henüz yeni başladığı 1881 yılında
kaleme aldığı bir mütalaanamede Cevdet Paşa ilmiye mensupları, sivil bürokrasi ve
Avrupa’da hukuk tahsili görmüş gayrımüslimlerin sırasıyla hukuk, ceza ve ticaret
mahkemelerine hakim olarak atandıklarını belirtmekteydi 1. II. Meşrutiyet’e
gelindiğinde bu tespit yine de anlamlı olmakla beraber yeni unsurlarla hayli
farklılaşmıştır. Başlıca fark “yeni bir okur-yazar” kitlesi olarak mektepli
hukukçuların ortaya çıkması ve hukuk muhitinin merkezinde yer tutmasıdır. Hukuk

1
Yörük, agt, s. 144. Mütalaanın tam metni için bkz. Yörük, agt, s. 216-221.

10
modernleşmesi mektep-dışı hukukçuluğun sınırlı da olsa varlığını devam ettirmesi,
ancak Mekteb-i Hukuk’a göre konumlanması istikametinde seyretmiştir.

Osmanlı mektepleşmesinin hususi şartlarından ötürü, Mekteb-i Hukuk’un hoca


kadrosu başta olmak üzere ilmiye sınıfı mensuplarının bir kısmı bu muhitin önemli
bir parçasıdır. Bu muhitle organik bağı olmayan ilmiye sınıfı mensupları da -muhalif
veya muvafık bir konumda-, bir taraftan meşrutiyet hareketlerinin diğer taraftan
hukuk mektepleşmesinin getirdiği gündemin muhatabıdır. Öte yandan önceki
dönemde sönük kalmış kamu hukuku sahasının II. Meşrutiyet’in ilanıyla günün en
önemli gündemi haline gelmesi hukuk muhiti içinde bu sahaya olan ilgiyi arttırdığı
gibi yurt içinde veya yurt dışında hukuk-siyaset tahsil edenlerin hukuk muhitine
eklemlenmesini de temin etmiş görünmektedir. Fransa modeli üzerinden
teşkilatlanan 2 ve kuruluşundan itibaren Mekteb-i Hukuk’la hoca ve öğrenci
düzeyinde güçlü ilişkileri bulunan Mekteb-i Mülkiye’nin kimi mezun ve hocaları
evleviyetle bu kapsamda yer alır.

Hukuk muhiti içinde sayılabilecek her bir grubun bir diğeriyle farklılıklar
üzerinden karşılaştırılması bir yana kendi için bile mütecanis olmadığını en baştan
tespit etmek gerekmektedir. Mekteb-i Hukuk hoca ve mezunları bunun en bariz
örneğidir. Bunlar arasında dinî-sosyal-coğrafi mensubiyet, hukuk öncesi tahsil,
mesleki kariyer; ayrıca bilginin kaynağı ve değeri, hukuk anlayışı, gelecek tasavvuru,
dünya görüşü, siyasi (b)ilgi ve tavır sahibi olma gibi esaslı konularda ciddi
farklılıklar vardır. Doğal olarak bu farklılıklar II. Meşrutiyet dönemindeki
faaliyetlerine, matbuatta ve siyasi hayatta tuttukları yere de yansımıştır. Mektepleşme
hareketi ve bunun özel bir türü olan hukuk mektepleşmesi de son tahlilde bu
farklılıkların asgari düzeye indirilmesini ve Osmanlıcılık ideolojisi çerçevesinde
siyasi birliğin sağlanmasını amaçlamaktaydı. Siyasi birlik ümitlerinin zirveye ulaştığı
yeni bir dönemi açan II. Meşrutiyet’in ilanı, hukukçuları mevcut farklılıklar ve yeni
bir birlik iştiyakıyla tekrar yüz yüze getirmiştir. Hukukçular arasındaki gruplaşmalar
ve arkadaş halelerinin sayılan faktörlerin çok yönlü etkisi altında şekillendiği
görülür. Bununla beraber aşağıda ele alacağımız üzere kanunların tadili fikri,

2
II. Meşrutiyet’in ilk günlerinde Maarif Nezareti’nin “Ulûm-ı Siyasiye Mektebi” kurma fikri
hakkında bkz. Ali Kemal, “Bir Ömr-i Huceste [Émile Boutmy]”, İkdam, nr. 5118, 24 Ağustos 1908,
s. 1.

11
kapitülasyonların kaldırılmasının gerekliliği, matbuata ve cemiyetleşmeye önem
verilmesi, siyasi hayata katılma iştiyakı gibi birleşilen noktalar vardır. Hukukçuların
muhalefet saflarına geçmesinin temel sebepleri olarak tensikat ve partileşmenin
altının çizilmesi gerekir. Tensikat genel olarak memur kitlelerini tedirgin eden ve
sürekli gündemde tutulan bir hadisedir. Ayrıca ilk seçim döneminden itibaren bazı
hukukçular İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı muhalif bir konum benimsemiş, bu
da kamu hukuku tartışmalarındaki mevzilerini belirlemiştir. Mekteb-i Hukuk’un
hukuk-ı esasiye muallimi Celaleddin Arif ilk aylardan itibaren İttihat ve Terakki
Cemiyeti’ne karşı bir duruş sergilemiştir 3. Lütfi Fikri ve daha geç bir tarihte Elmalılı
Hamdi Efendi de muhalefet saflarına geçecektir. Mekteb-i Mülkiye hukuk-ı esasiye
muallimi Babanzade İsmail Hakkı, Seyyid Bey gibi isimler ise sonuna kadar
Cemiyet’e bağlı kalan hukukçulardır.

Hukuk muhitinin önde gelen isimleri II. Meşrutiyet ilanından sonra yeni
düzene hemen intibak etmiştir. Bunun çeşitli gerekçelerle II. Abdülhamid
döneminden duyulan rahatsızlıklardan Jöntürklere bağlılığa kadar farklı sebepleri
vardır. Ancak bu yaygın katılımı doğrudan ve tamamen Jöntürk hareketiyle veya
İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğiyle izah etmek mümkün değildir 4. Kaldı ki öne
çıkan hukuk hocalarının Cemiyet’e intisapları meşrutiyetin ilanından sonradır.
Herhalükarda yeni siyasi fikirlere hazır, meşrutiyete katkı sağlama ve yön verme
iştiyakı taşıyan bir konumda oldukları gözlemlenmektedir. Mahmud Esad
Seydişehri’nin Mekteb-i Hukuk’ta verdiği bir konferanstan yapacağımız uzun bir
alıntı kendilerini hangi konumda gördüklerini açıkça gösterir:

“Biz şurada, İstanbul’da yirmi yirmi beş günden beri ‘hürriyet, hürriyet!’ diye
bağırıyoruz. Ötede beride bazılar boşboğazlık ediyorlar. Bu sözleri söylemeye, bu
kadar gürültü etmeye hakkımız var mı? Hürriyeti istihsal edenler Makedonya ve
Arnavutluk ahalisiyle ordudur. Onlar fedakârlık ettiler, dünyevi menfaatlerini
düşünmediler. Hükümetten ıslahat istediler. Onların talebi üzerine hükümdarımız da
uluvv-i cenâb gösterdi. Beyne’l-müslimîn kıtâl vukû‘una meydan vermemek istedi.

3
Daha fazla bilgi için bkz. İsmail Arar, “Halife Olmak İsteyen Mebusan Meclisi Reisi Celâleddin Arif
Bey”, Tarih ve Toplum, sy. 41, Mayıs 1987, s. 43-48.
4
Elmalılı’nın Osmanlılar “ber-muktezâ-yı şer‘-i şerîf esasen mâlik” oldukları, gaspedilmiş haklarını
geri almak için “bir işaret üzerine yek-vücud olarak çalışıverdiler” ifadesi içi bkz. Elmalılı M. Hamdi
Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, 2. Baskı, haz. A. Cüneyd Köksal - Murat Kaya,
İstanbul, Klasik Yay., 2011, s. 85. (Rinye Milye’nin “İslâmiyet Medeniyet-i Hâzıra ile Birleşebilir
mi?” makalesinin tercümesine düşülen notlardan biri).

12
O halde şimdi bizim bağırıp çağırmaya hakkımız var mı? Hangimizin haddine
düşmüştü ses çıkarmak. Sual olunur ki bir ‘reaksiyon’ 5 ihtimali var mı? Yoktur. Fakat
fenalık ihtimali vardır. Asıl işi yapan İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Kuvvet ondadır.
Birtakım sebük-mağzânın her işe karışmasına mahal yoktur.
Ben kendi hesabıma itiraf ederim ki hürriyet, serbestî kelimelerini hiçbir kere
söylemedim. İşiten var mı? Zira korkardım ki böyle bir kelimeyi söylemekle,
kendimin gittiği bir şey değil, mektepten büsbütün dersi kaldırırlar. Ben o kadar
hamiyetsiz miyim ki bir kelime için buna sebebiyet vereyim. Biz devr-i sâbıkta öyle
sükut etmiş iken şimdi sokaklarda bağırmaya, pişmiş aşa su katmaya hakkımız var mı?
Bizim yapacağımız iş Kanun-ı Esasi’ye liyakat kesbetmeye çalışmaktır. Hürriyeti bize
verenler bizim veli-nimetlerimizdirler. Ellerini öpmeliyiz. İşe karışmamalıyız. Bilmeli
ki hepimiz karışırsak sonra fena olacaktır. Elbette Cemiyet azası her şeyi
düşünmüşlerdir. Bize vazifemiz dahilinde çalışmak düşer” 6.
“Hürriyet”in kazanılması bağlamında, İstanbul’un ve İstanbul’daki
hukukçuların pasif konumunu abartılı bir şekilde ortaya koyan bu ifadeler bir
gerçekliği ifade etmekle beraber, meşruti idarede hukukçulara duyulan ihtiyacın ileri
seviyede olduğu gün-be-gün farkedilecektir. Zaten Mahmud Esad Efendi’nin
konferanslar vermesi de bu ihtiyacı gösteren örneklerden biridir. İlk günlerin ana
gündem maddelerinden biri olan “kaht-ı rical” sorunu 7, Jöntürklerin dar kadrosunda
yer almayan hukukçuların öne çıkmasında ciddi düzeyde rol oynamıştır. Hukuk
muallimlerinin Hasan Fehmi Paşa ve Hakkı Bey’den 8 başlayarak II. Meşrutiyet
kabinelerinde yer almasının, istibdat dönemiyle özdeşleşmemiş devlet adamı
ihtiyacıyla alakalı olduğu kanaatindeyiz. Matbuatta ve Meclis-i Mebusan’da olduğu
gibi hükümet kanadında da hukuk bilgisine sahip, aynı zamanda Cemiyet ile
uyuşabilecek güvenilir kişilere ihtiyaç vardı. Hukuk hocalarının bu ihtiyacın
giderilmesi konusunda istekli oldukları, belli bir yaşın üstündeki hemen hemen bütün

5
Seydişehri’nin zikrettiği reaksiyon meselesi için ayrıca bkz. Ahmed Midhat, “Reaksiyon”,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9839, 18 Ağustos 1908, s. 1-2.
6
İsmail Subhi, “Mekteb-i Hukuk’ta Bir Meviza - Muallim-i Muhterem Mahmud Esad Efendi
tarafından”, Servet-i Fünun, nr. 33, 9 Ağustos 1324, s. 2.
Başarıyı kendisine mal eden hukukçulardan ilginç bir örnek; II. Meşrutiyet’in ilanından bir ay kadar
önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne giren, mahkeme reisi, musikişinas ve Mason üstad-ı azamı Servet
Yesari’dir. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği gün Selanik’te yaptığı konuşmada “vermediler, cebren aldık”
diyerek heyecanla bağıran Servet Yesari, Cemiyet’e girerken yeminden önce iki şart koşmuştu: “Bu
tabanca ile bir adam vur derseniz, ben yapamam… Beni yakalarlar da işkence ederlerse, bütün
bildiklerimi söylerim”. Bkz. Hasan Cemil Çambel, Makaleler Hatıralar, Ankara, TTK Yay., 2011, s.
133-134.
7
Mesela bkz. Ahmed Midhat, “Kaht-ı Rical”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9827, 6 Ağustos 1908;
Hüseyin Cahit, “Kaht-ı Rical”, Tanin, nr. 13, 31 temmuz 1324.
8
Hakkı Bey’in Maarif nazırı olması hakkında bkz. Mahmud Esad, “Maarif Nazırı Hakkı Bey”,
İkdam, nr. 5096, 2 Ağustos 1909, s. 2-3. Mahmud Esad Efendi’nin Evkaf nazırlığına getirileceğine
dair bir söylenti için bkz. “Tebeddül-i Vükela Şayiaları”, Tanin, nr. 119, 29 Teşrin-i sani 1908, s. 3.

13
hocaların sadrazam, şeyhülislam ve nazır olarak görev almalarından anlaşılmaktadır.
Bu süreç pürüzlerle yürüyebilmiştir. Mesela mabeyn mütercimi, bir bakıma “II.
Abdülhamid yetiştirmesi” olarak değerlendirilebilen Hakkı Bey’in ilk günlerden
itibaren etkin bir konumda yeni düzende yer alması, aleyhinde yayınlara yol açmıştı 9.

Siyasetin başlıca miyar haline geldiği 10 ve cemiyetleşmenin yoğunlaştığı bu


ortamda hukukçular arasında aktif siyasi katılım fikri hayli yaygındır. Kanun-ı
Esasi’yi iadeten ilan eden hatt-ı hümayun başta olmak üzere siyasi rüşt ve siyasi
terbiye meselesinin tartışmaya açılması matbuatı ve cemiyetleşmeyi daha da önemli
hale getirmişti. Çalışmamızın ikinci ve üçüncü bölümlerinde Kanun-ı Esasi tadili ve
meşruiyet meselesi etrafında öne çıkacak hukukçu tipleri aktif siyasi ilgilere sahip
isimlerdir. Seviyesi değişmekle beraber kamu hukuku konularına ilgili ve aktif
siyasetin içinde olan bu isimler için tevriyeli bir şekilde “siyasi-hukukçu” tabiri
kullanılabilir. Ulema arasında da günlük siyasi kavgaların daha fazla içinde bulunan
mebus kesimi bu kapsamda yer alır ve “ulema-yı mebusan” 11 şeklinde isimlendirilir.

Gerek Mebusan’a gerekse A‘yân’a seçilecek isimler konuşulduğunda,


hukukçuların en ön sırada yer aldıkları görülmektedir. Seçilenler kadar mebus
seçimlerinde başarısız olanlar veya A‘yân üyeliğine atanmayanlar arasında da çok
sayıda hukukçu vardır. İlmiye kanadından verilebilecek çarpıcı bir örnek,
Tekfurdağı sabık naibi, Nakşi şeyhi Ömer Ziyaeddin Efendi’nin “ulum-ı ‘âliye ve
fıkhiyeye vukufundan bahisle Meclis-i A‘yân azalığına intihab ve tayin” edilmesi

9
Hakkı Bey’in aleyhindeki yazılardan birine verdiği cevap üzerine hilafet ve saltanatla ilgili görüşleri
hatırlatılmıştır. Bkz. “Beyan-ı Hakikat”, Yeni Gazete, nr. 22, 24 Teşrin-i sani 1324, s. 3.
10
“Maneviyatın, gaye-i emelin, siyasiyat ve hukukun nâzım-ı ilm ü üssü’l-esas-ı ümem olduğunu
itirafta en ileri gidenlerle beraberim. Fikr-i siyasinin bu memlekette hakikaten ve cidden kökleşmesi
lüzumuna ve bunun için pek çok cemiyetler teşekkülüne de bütün kuvvet-i kalbimle taraftarım”
ifadeleri için bkz. İsmail Hakkı, “Kulüpler Cemiyetler”, Tanin, nr. 37, 24 Ağustos 1324, s. 2-3.
11
Seçim döneminde İkdam, “Meclis-i Mebusan’da efkâr-ı münevverelerinden cidden istifade edilecek
olan mütebahhirîn-i ulema” arasında şu isimleri sayarak seçmenlerin dikkatini çekmiştir: Manastırlı
İsmail Hakkı Efendi, Musa Kazım Efendi, dersiamlardan Fehmi Efendi, Mustafa Asım Efendi, Bosna
sabık müftüsü Ali Fehmi Efendi, Ders vekili Halis Efendi, Bayezid dersiamlarından Sabri ve Cevdet
efendiler, Darülfünun muallimlerinden Abdüllatif Efendi. Bkz. “Namzedler”, İkdam, nr. 5136, 11
Eylül 1908, s. 2.
“Ulema-yı mebusan” tabirinin geçtiği bir haber siyasi istikametleri konusunda da yerinde bir fikir
verir: “Fetva-yı hal‘i nakş-ı sahife-i adalet eden hâme-i necât-feşân ulema-yı mebusandan Tevfik
Efendi tarafından ahz edilmek istenilmiş ise de Ahmed Rıza Beyefendi ‘ben bu mübarek kalemi ahz
ve teyemmünen hıfz etmek için sabahtan beri bekliyorum’ diyerek bu yadigar-ı muazzezi kemal-i
ta‘zîm ile alarak ceyb-i ihtiramına yerleştirmişlerdir”. Bkz. “Fetva-yı Hal‘i Yazan Kalem”, Hürriyet,
nr. 19, 17 Nisan 1325, s. 3.

14
için Sadaret’e dilekçe vermesidir 12. Ziyaeddin Efendi A‘yân üyeliğine atanmamış; bu
süreçte Kanun-ı Esasi’yi şer‘î bir çerçevede izah eden Mirât-ı Kanun-ı Esasi adlı
Kanun-ı Esasi şerhi kaleme almıştır 13. Başka bir Kanun-ı Esasi şarihi, İstanbul dava
vekillerinden Halepli Hasan Rıza Efendi İstanbul mebus adaylarındandı. “Kanun-ı
Esasi’nin tatbikat-ı siyasiye ve fıkhiyesini câmi” Şer‘-i Siyasi – Şerh-i Kanun-ı Esasi
adlı eseri şer‘î Kanun-ı Esasi şerhleri literatürünün ilk örneğidir 14.

Hukukçuların siyasi hayata katılımı konusunda Meclis-i Mebusan seçim süreci


yeterli bir kanaat oluşturabilir. Belli başlı genç hukukçuların bir kısmı taşradan
mebus adayı olmuş ve seçilmiştir. II. Meşrutiyet’in ilk aylarında nutuklarıyla dikkat
çeken 15, “halis İttihatçı” 16, aynı zamanda hukuk muhitinin en faal ismi olan ve adı
Ahmed Rıza ve Manyasizade Refik beylerden sonra anılan Yusuf Kemal 17; hem ileri
seviyede tahsil görmüş hem de memleket şartlarını bilen bir genç olarak sunulan,
sonraki yıllarda muhalefetin en önemli hukukçu siması olacak Lütfi Fikri 18;

12
İkdam, nr. 5210, 28 Teşrin-i sani 1908, s. 3.
13
Ömer Ziyaeddin, Mirât-ı Kanun-ı Esasi, İstanbul, Saika Matbaası, 1324, s. 95. Eser, A‘yân
atamaları gerçekleştirildikten sonra bitirilmiştir. Daha fazla bilgi için bkz. 3.2. Kanun-ı Esasi
Tadillerinin Temellendirilmesi Sorunu.
14
Mebus adayı olması için üç yüz kişinin imzaladığı bir varaka Şehremaneti’ne verilmişti. “Filhakika
öteden beri Meclis-i Mebusanımızda muma ileyh gibi erbab-ı ilm u fazlın bulunmasını arzu eder idik.
Hususiyle ahîren saha-i intişara vaz eyledikleri Kanun-ı Esasi’nin tatbikat-ı siyasiye ve fıkhiyesini
câmi Şer‘-i Siyasi – Şerh-i Kanun-ı Esasi nam eserleri fazl u kemâllerinin en celî burhanıdır” ifadeleri
için bkz. “İntihabât - Dava Vekili Hasan Rıza Efendi”, Serbesti, nr. 13, 15 Teşrin-i sâni 1324, s. 4.
Hasan Rıza sadece üç oy alabilecektir (“Mebus İntihabâtı”, Tanin, nr. 133, 12 Kânun-ı evvel 1908, s.
2).
15
Edhem Ruhi’nin bu konudaki tanıklığı şöyle: “324 senesi ilan-ı hürriyeti müteakip İstanbul’a
geldiğim zaman Yusuf Kemal’i Hukuk Mektebi’ni ikmal etmiş, güzide bir dava vekili olmuş,
Tepebaşı’nda hürriyet-i milliyeyi tebrike gelen ecanibe nutuk irad ederken bir daha karşıladım. Hep
yine o Yusuf Kemal, fakat daha milyonla derece fazla tekemmül etmiş, yükselmiş bir halde gördüm.
Tepebaşı’ndaki irad eylediği nutuk öyle bir bahr-i umman, öyle bir âlem idi ki Türk toprağında
bugüne kadar bu derece ihatalı, fikr-i icad ve me‘âni, ilm u fazl ile mâli, tarihî inkılabâta medâr-ı
in‘ikâs olan harika-nümâ bir hitâbe dinlemedim dersem mübalağa etmem” (Edhem Ruhi, “Siyasi
Simalarımız: Yusuf Kemal Bey”, İleri, nr. 1211, 13 Haziran 1337, (mütenevvia sahifesi); ayrıca bkz.
Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, İstanbul, Bahar Matbaası, 1967, s. 103). Cemiyet’in
yerli ve yabancı gazetecilere verdiği ziyafette Cemiyet mensubu olarak konuşması için bkz. “İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin Ziyafeti”, İkdam, nr. 5128, 3 Eylül 1908, s. 2.
16
Kendisi gibileri anlatırken kullandığı “halis İttihatçı” tabiri için bkz. Yusuf Kemal Tengirşenk, age,
s. 117.
17
Yusuf Kemal için şu ifadeler kullanılıyor: “İşte avukat Kemal! Dest-ı Kudret bütün mehâsin-i
mâneviyeyi cem ettiği bu vücud-ı muhteremi endişe-i vatan ile muhammer eylediği için daima
mütefekkir, haste, vatan için çalışıyor, millet için. Ulûm-ı tıbbiyeyi tahsil etmiş, ulûm-ı hukukiyeden
mezun. Büyük bir nâtıka-perdâz” (Hüseyin Kazım, “Mebuslarımız”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9862,
10 Eylül 1908, s. 1).
18
Lütfi Fikri’yi tanıtmak üzere Tanin’de yayınlanmış haber şöyle: “İdare-i zâilenin tazyikat-ı
menfûresine hedef olarak hapishanelerde, menfalarda kaldıktan sonra memâlik-i ecnebiyeye firar

15
“Mekteb-i Mülkiye ve Mekteb-i Hukuk’ta tahsil etmiş, iktidar-ı kalemîsi ile
temeyyüz eylemiş hamiyetli, hürriyetperver bir genç” olarak tanıtılan Babanzade
İsmail Hakkı 19 öne çıkan bazı örneklerdir. Bununla beraber İstanbul seçimleri
kazananlar kadar kaybedenler bakımından da iyi bir örnek teşkil eder.

İstanbul seçimlerinde kazanamayan adaylar arasında muhaliflerin önde


gelenleri (Ali Kemal, Sadrazam Kamil Paşa, Sabahaddin Bey, Mizancı Murad) ve
ulemadan bazı isimlerin (Ders vekili Halis Efendi, Hoca Hayret, Sahib Molla) yanı
sıra çok sayıda hukukçu yer almaktadır. Bu isimler aldıkları oya göre şöyle
sıralanabilir: Hakkı Bey, Dava vekili Seyfi Bey, dava vekili Baha Bey, Mardinizade
Arif Bey, Kemal Paşazade Said, Gabriel Noradonkyan, Manastırlı İsmail Hakkı,
Celaleddin Arif, Viram Şabuh Manukyan, Hüseyin Remzi Bey, Selanikli
Abdurrahman Adil, dava vekili Hasan Rıza, Ticaret Mektebi müdürü Aynizade
Hasan Tahsin, dava vekili Boyaciyan, Temyiz azasından Kostaki Vayani, Ahmed
Şuayb, Mahkeme-i Temyiz reisi Emin Bey. Hakkı Bey ve bir iki oy alanların bir
kısmı adaylığını koymamıştı 20. Manastırlı İsmail Hakkı ve Musa Kazım efendiler
oyların bölünmemesi için adaylıktan çekilmiştir 21. Bu isimler A‘yân üyeliğine
atanacaktır.

İstanbul seçimlerinde Ahmed Rıza’nın özel konumu bir yana bırakılırsa gerek
İttihat ve Terakki Cemiyeti gerekse, gayrımüslim cemaatler hukukçu mebus adayları
göstermiştir. Mustafa Asım Efendi bir bakıma ilmiye kontenjanından aday
gösterilmiştir. Mebus seçilen diğer isimler; en çok oyu alan Manyasizade Refik Bey,

etmiş ve dört beş seneden beri dava vekaletiyle ikamet ettiği Mısırdan ahîren vatanımıza avdet
eylemiş olan Fikri Paşazade Lütfi Bey memleketi olan Harput havalisinde mebusluğa namzedliğini
vaz etmek üzere bu kerre o tarafa azimet etmiştir. Lütfi Bey Mekteb-i Mülkiye’den, Paris Hukuk ve
Ulûm-ı Siyasiye mekteplerinden istihsal-i mezuniyet ve Anadolu’da beş sene kadar menfi kaldığı
müddetce tahrirat müdüriyeti, kaymakamlık gibi memuriyetlerde bulunarak umûr-ı dahiliye-i
memlekete de kesb-i vukûf etmiş bir genç olduğundan bu teşebbüsü şayan-ı takdirdir” “Mebus
Namzedliği”, Tanin, nr. 20, 7 Ağustos 1324, s. 4.
19
Babanzade İsmail Hakkı’nın Bağdat’tan adaylığını koyması için gelen telgraflar hakkında bkz.
“İsmail Hakkı Bey”, Tanin, nr. 87, 13 Teşrin-i sani 1324, s. 6.
20
“Mebus İntihabâtı”, Tanin, nr. 133, 12 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
21
Musa Kazım Efendi Hüseyin Cahit’e gönderdiği bir mektupla oyların bölünmemesi için İttihat ve
Terakki adayı Hoca Nasuh Efendizade Mustafa Asım Efendi’ye oy vermelerini tavsiye etmişti
(“Hamiyetli Bir Namzed”, Tanin, nr. 129, 9 Kânun-ı evvel 1908, s. 4; ayrıca bkz. Hüseyin Cahit,
“İntihabât Entrikaları”, Tanin, nr. 129, 9 Kânun-ı evvel 1908, s. 1). Manastırlı İsmail Hakkı,
derslerinin mebusluk görevini yerine getirmeye engel olduğunu ve zaten adaylığını koymadığını
oyların bölünmemesi için duyurmuştu (Tanin, nr. 130, 10 Kânun-ı evvel 1908, s. 1).

16
Reji hukuk müşaviri Vitali Feraci Efendi, Düyûn-ı Umûmiye hukuk müşaviri
Hallacyan Efendi, Ahmed Nesimi Bey, dava vekili Kirkor Zöhrab, dava vekili
Kontantin Kostantinidi, dönemin en etkili gazetecisi olduğu gibi kamu hukuku
meselelerinde de tayin edici fikirlere sahip Mülkiyeli Hüseyin Cahit Bey ve dava
vekili Kozmidi Efendi’dir 22. Bunlar arasında İttihat ve Terakki’nin lider kadrosundan
hukukçuluğuyla öne çıkan yegâne şahsiyet olan Manyasizade Refik dönemin popüler
isimlerinin başında gelmektedir. Mekteb-i Sultani Hukuk Mektebi’nde öğrenim
gördüğü için ilk mektepli hukukçu neslinden olan Manyasizade’nin popülaritesini
esasen Midhat Paşa’yla ilişkisi ve Cemiyet içindeki konumu sağlamakla beraber,
“büyük bir kanunşinas” 23 benzeri ifadelerle hukukçuluğuna da sık sık atıf
yapılmaktadır 24. Kimlerin mebus olması gerektiğiyle ilgili yoklamalarda onun adı
öne çıkmaktaydı 25. Adaylığını açıkladıktan sonra da hakkındaki teveccüh artarak
devam etti 26. Erken vefatı üzerine Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti’nin yayınladığı
taziye mesajı hukukçular nezdindeki yerini yansıtmaktadır:

“Vatanı istibdaddan kurtarmak için çalıştığı sırada dûçâr olduğu marazdan


kurtulamayarak akıbet dün irtihal-i dar-ı na‘im eylediği kemâl-i teessürle haber alınan
Refik Bey hakikaten hürriyet kurbanı oldu. Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti’nin
riyâset-i ûlâsından Adliye Nezareti’ne geçen vatanın bu büyük evladının ziyâ‘-ı
ebedîsi en ziyade bizi müteessir etti, ağlattı. Tarih-i millet ve âleme zaten altın kalemle
yazılan nâm-ı muhteremi yalnız bizim değil, ensâl-i âtiye dava vekillerinin hâtıra-i
ta‘zîminde mahfuz kalacaktır. Kendisine karşı son vazife-i hürmetimizi ifa için bugün
saat dört raddelerinde Sirkeci iskelesinde hâzır bulunulmasını bi’l-umûm
meslektaşlarımızdan recâ eyleriz. Şu zaruret yüzünden mehâkimde bulunan mesâlihde
isbat-ı vücûd edemeyecek olan rüfekânın mazereti mehâkim rü’esâsına beyân ve tebliğ
olunmuştur. Merhumun ibkâ-yı nâmı için Dersaadet Dava Vekilleri tarafından ikmâl-i

22
“Mebus İntihabâtı”, Tanin, nr. 133, 12 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
23
Hakkında yazılanlardan bir örnek şöyledir: “Hüda-dâd bir zekâya, kuvve-i nâtıkaya [sahip];
mütalaât-ı vesi‘a ve medide ile müzeyyen büyük bir kanun-şinas. Uzun seneler memleketi, milleti
tetebbu etmiş. Alâm-ı iğtirâya dûçâr olmuş. Siz ondaki etvâr-ı tevazua bakmayın. Senelerce İttihat
Cemiyeti dediğimiz hey’et-i mübecceleye hizmetler etmiş. Hâlâ da çalışıyor. Onu da kürsi-i hitâbette
[Meclis-i Mebusan’da] görmezsek saadet-i âtiyemizi kimlere tevdi edelim” (Hüseyin Kazım,
“Mebuslarımız”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9862, 10 Eylül 1908, s. 1).
24
Hakkında yazılan vefat yazılarından bir örnek için bkz. Ekrem Reşad - Osman Ferid, “Manyasizade
Refik”, Nevsal-i Osmani, (10 Temmuz Hatırası, 1325 Sene-i Maliyesine Mahsus), İstanbul, Matbaa-i
Ahmed İhsan, 1325, s. 193-194. Talat Bey’le tanışması için bkz. [A.C.], Bahaeddin Şakir Bey’in
Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, haz. Erdal Aydoğan - İsmail Eyyüpoğlu, Ankara,
Alternatif Yay., 2004, s. 283. Ayrıca mücadelesine dair ilk elden bilgiler için bkz. Mustafa Bahaeddin,
“Hatırat-ı Zevâl-nâ-pezîr - Manyasizade Refik Bey”, İnkılâb, nr. 1, 10 Temmuz 1325, s. 3-5.
25
“Manyasizade Refik Bey”, Tanin, nr. 35, 22 Ağustos 1324, s. 3.
26
“Manyasizade Refik Bey - Meclis-i Mebusanımızın İlk Namzedi”, İkdam, nr. 5129, 4 Eylül 1908,
s. 1. Ayrıca bkz. Ahmed Midhat, “Manyasizade Refik Bey”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9858, 6 Eylül
1908, s. 1.

17
tahsil zımnında Avrupa’ya bir hukuk mezunu i‘zâmı suretiyle ‘Manyasizade Refik
Bey’ namına yapılacak bir emr-i hayra iştirâk hususu Hey’et-i Daime’ce tensib
edildiğinden bu bâbda malumat almak arzusunda bulunan rüfekânın Cemiyet-i
Daime’ye müracaat eylemeleri recâ olunur” 27.
İstanbul seçimlerinde kamuoyunun önerdiği birçok kişinin adı geçtiği gibi
cemaatlerle müzakerelerin devam ettiği safhada da başka başka isimler gündeme
gelmiştir. Nihai olarak müzakerelerde varılan sonuç dikkate alınarak ve Cemiyet’in
desteği de belirtilerek mebus adayları seçime girmişti. Manyasizade örneğinin aksine
kamuoyunca pek tanınmayan bir hukukçu olan Ahmed Nesimi Bey Cemiyet’in
müslüman adayları arasında adı en son belirlenen kişidir. Daha önce Hakkı Bey’in
adı geçerken 28 sürpriz bir şekilde Ahmed Nesimi aday gösterilerek seçtirilmiştir.
Hukuk ve siyasal bilimler tahsilini Fransa’da tamamlamış olan ve meşrutiyet
hakkında yazdığı nazari ve tarihi makalelerine Suhtezade Ahmed imzasını koyan
Ahmed Nesimi, Hariciye Nezareti İstişare Odası’nda görevli ve İstişare
mecmuasının yazarlarından biriydi. Cemiyet’in katib-i umumiliğini yapmış, ileriki
yıllarda Hariciye nazırlığında bulunmuştur.

Hukukçuların Meclis-i Mebusan görüşmelerinde doğal olarak sayılarının


ötesinde etkili oldukları örnek vermeyi gerektirmeyecek kadar açıktır. Gerek genel
kurulda, gerekse komisyon müzakereleri ve mazbataların yazımı aşamasında bu
husus açıkça gözlemlenebilir. Etkilerini gösterecek tersten bir örnek henüz Meclis-i
Mebusan’ın ilk ayından itibaren Mecliste tuttukları yerin eleştiriye konu olmasıdır.
Meclis içtüzüğünün tadil edilmesiyle ilgili bir yorumda içtüzüğün mebusları zaten
her tarafından bağladığı ve “parlamento makinesi”nin işlemesine engel olduğu
yetmiyormuş gibi bazı mebusların “kanuna lüzumundan ziyade aşina” olmalarından
dolayı “kendilerini bir kat daha zincire vuracak kuyûd icat” etmelerinden şikayet
edilir. Bu mebuslar “maddelerin elfâzını, eşkâlini ta‘mîk ediyor, bir lafızdan bin türlü
me‘ânî-i ta‘kîdiye çıkarıyorlar” denilir 29. Bu örnek izlenirse Vitali Feraci, Lütfi
Fikri, Kozmidi, Seyyid, Yusuf Kemal, Nesim Mazliyah gibi farklı siyasi tavırlara

27
Dersaadet Dava Vekileri Cemiyet-i Daimesi reis-i evveli Yusuf Kemal, “Dersaadet Dava Vekilleri
Cemiyet-i Daimesi’nden”, Yeni Gazete, nr. 196, 6 Mart 1909, s. 1.
28
Hakkı Bey aday olmadığını belirtmiştir. Ona göre aleyhindeki yayınlar adaylık söylentisinden
kaynaklanmaktaydı. Bu tür yayınlara verdiği bir cevap için bkz. “Hakkı Bey’in İzahatı”, Tanin, nr.
132, 12 Kânun-ı evvel 1908, s. 2-3.
29
“Meclis-i Mebusan Müzakerâtı”, Tanin, nr. 162, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.

18
sahip kişilerin hukukçu olmak bakımından benzer bir dikkat ve titizlik gösterdikleri
tespit edilebilir 30.

Hukukçuların kendi meslek zümrelerinin bakış açısını izleyerek, gruplarının


menfaatini gözettiklerine dair bir iddia içerdiği için dikkate değer başka bir örnek
Kanun-ı Esasi tadil görüşmelerinden verilebilir. Kendisi de Hukuk mezunu olan,
ancak memurları bir tür “aristokrat sınıf” olarak gören Babanzade İsmail Hakkı,
Kanun-ı Esasi’de tabiî hakim ilkesinin düzenlendiği maddeye (m. 85) “bi’l-umûm
memurînin vazifelerinden mütevellid” davaların da Nizamiye mahkemelerinde
görülmesiyle ilgili bir ekleme yapılmak istenmesi ve Meclis-i Mebusan’da bu fikrin
kabul görmesi üzerine “burada kanun-şinas zevât çok, Mekteb-i Hukuk mezunları
çok, Adliye mensubîni çok. Binaenaleyh o fikre tebe‘an böyle bir karar ittihaz etmek
istiyorsunuz. Buna kat‘iyen razı değilim, protesto ederim” demiştir 31. Bu sözler,
Meclis-i Mebusan bünyesinde hukukçuların sayı ve etki itibariyle tuttukları yeri iyi
bir şekilde ifade etmekte; ayrıca yasama ve murakabe faaliyetindeki motivasyonları
hakkında da bir fikir vermektedir.

1.2. Hukukçuların İlk Cemiyetleşme Teşebbüsleri

1.2.1. Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi


Matbuatın, fikir hayatının, siyasi ve sosyal hareketlerin önceki dönemden çok
farklı bir manzaraya bürünmeye başladığı II. Meşrutiyet ortamında, cemiyetleşme
açısından dikkat çekici bir canlılık hemen göze çarpar. Hukukçuların cemiyetleşme
faaliyetleri, Mülkiyeliler ve öğretmenler gibi, II. Meşrutiyet’in ilanından hemen
sonraki günlere tesadüf etmektedir. Hukuk mezunlarının taşrada da cemiyetleşmeye
ön ayak oldukları 32; Girit meselesiyle ilgili mitingler gibi kamuoyu oluşturma

30
MM, I, 1/10, 30 Kânun-ı evvel 1324/12 Ocak 1909: MMZC, I,138-140.
31
MM, I, 1/95, 4 Haziran 1325: MMZC, III, 453. Babanzade’ye göre mevcut yargılama usûlünde var
olduğu söylenen sorunlar adliyede de vardı ve adliye ıslah edilmeden bu yetki verilmemeliydi: “Eğer
bir mustantıka bir valiyi taht-ı tevkife alacak kadar salahiyet verirseniz, bu valinin cahil olan ahali
üzerinde ne gibi nüfuzu kalır? Memleketin haysiyeti nasıl muhtell olmaz. Memleketimizin halini
nazar-ı dikkate alınız. Memleketimizin memurlarını kuvvetli bulundurmak lazım”dır.
32
Üsküp İttihad Kulübü Hey’et-i İdaresi reisi, dava vekili Pinecyan Hamparsum Efendi’nin Mekteb-i
Hukuk’tan sınıf arkadaşı Ahmed Cevdet’e mektubuna bkz. İkdam, nr. 5115, 21 Ağustos 1908, s. 3.
“Kanun-ı Esasi’nin mevki-i tatbike vaz‘ıyla idare-i meşrutanın ilanı üzerine Üsküp’te maksad-ı tesisi

19
çabalarında Mekteb-i Hukuk’un önemli bir yeri olduğu görülmektedir 33. Bu gibi
faaliyetlerin dışında hukuk muhitinin temel yönelimleri çerçevesinde kurulan
cemiyetlerden daha ayrıntılı bahsetmek gerekmektedir.

Osmanlı hukuk modernleşmesinin temel hedeflerinden biri yeni bir meslek


olarak ortaya çıkmaya başlayan avukatlığın belirli bir nizam altına alınmasını
sağlamaktı. II. Meşrutiyet’e kadar ülkemizde avukatlık mesleğinin kurumsallaşması
bakımından hukuk mektepleşmesinin paralelinde ve kısmen kontrolünde 34 yürüyen
ciddi bir birikim oluşmuştu 35. II. Meşrutiyet ilan edildiğinde hukukçuların bir
cemiyet çatısı altında faaliyet göstermek üzere ilk girişimleri Dava Vekilleri
Cemiyeti’nin ihya edilmesi olacaktır. “Avukatlar Cemiyeti” olarak da anılan bu
cemiyet, kurulduğu andan itibaren meslekle ilgili sorunları “mektepli Osmanlı
hukukçusu”nu merkeze alarak çözümleme istikametinde faaliyetlerde bulunmuştur.
Burada İstanbul Barosu’nun temelini oluşturan Cemiyet’in kuruluş safhası ve ilk
faaliyetleri üzerinde durarak “hürriyetin ilanı”yla kendileri için uygun bir zemin
bulduklarını düşünen 36 avukatların gündemine biraz yakından bakmayı deneyeceğiz.

Mehâkim-i Nizamiye Dava Vekilleri hakkında Nizamname’nin kurulmasını


öngördüğü “hey’et-i daime”yi teşkil etmek üzere 31 Temmuz 1908, Cuma günü
Divanyolu’nda Arif’in Kıraathanesi’nde 37 yüz yirmiden fazla avukat toplandı 38. İlk

akvâm ve anâsır-ı muhtelifeyi Osmanlı nam ve unvanı altında ittihadla efrâd-ı milletin devam ve
temin-i hüsn-i münasebât ve muaşeretlerine gayret etmekten ibaret olmak üzere İttihad-ı Osmanî
Kulübü” adlı bir kulüp kurulmuştur. Pinecyan’ın millet gibi hürriyete kavuşan gazetelere merakın
arttığını belirterek İkdam’a abone olmak istemesi, siyasi terbiye edinme gerekliliğinin iki yüzü olarak
cemiyetleşme ile matbuatı birarada göstermektedir. Bkz. aynı yer.
33
Mesela bkz. Mardinîzade Ebül’ulâ, “Tarihî Bir Gece”, Sırat-ı Müstakim, sy. 21, 1 Kânunısâni 324,
s. 327-328; Celal Nuri, “Girit ve Efkâr-ı Umumiye”, Tanin, nr. 179, 30 Kânun-ı sâni 1909, s. 2
34
Bkz. Yörük, agt, s. 174-178.
35
Avukatlık hakkında bir mevzuat derlemesi için bkz. Türkiye’de Savunma Mesleğinin Gelişimi, 2.
baskı, haz. Atilla Sav - Musa Toprak, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, 2015. Avukatlık kurumunun
gelişimi hakkında bkz. Seda Örsten Esirgen, “Tanzimattan Cumhuriyete Avukatlık”, AÜHFD, sy. 63
(4), 2014, s. 737-778.
36
Aslen Mülkiyeli bir yazarın aşağıdaki ifadeleri yaygın bir kanaati yansıttığı için kayda değerdir: “…
hür memleketlerde en ruh sıkan ve en takat-fersâ gelen ve en az şeref bahş eden meslek şüphesiz
hükümet memuriyetidir. Bu meslekin istikbali mahdud, terakkisi az ve buna mukabil yorgunluk ve
mesuliyeti fevkalâde azîmdir. En şerefli ve istifadeli meslekler carrière libérale sırasında yâd olunan
doktorluk, avukatlık, muharrirliktir. Bunlardan sonra daha parlak bir âtî, daha vâsi bir istifade ile
ticaret, sınâ‘ati yâd ederiz. İşte biz de asıl buna muhtacız” (Ahmed İhsan, “Halkın Vazifesi”, Servet-i
Fünun, nr. 209, 21 Kânun-ı sâni 1909, s. 1).
37
Ali Haydar Özkent, Avukatın Kitabı, İstanbul, Arkadaş Basımevi, 1940 (tıpkıbasım İstanbul,
İstanbul Barosu Yay., 2012), s. 65.

20
görüşmeleri gerçekleştirmek üzere, geçici olarak ve oy birliğiyle Adliye Nezareti
hukuk müşaviri Yanyalı Edib Efendi reis-i evvel, Maliye Nezareti hukuk müşaviri
Ohannes Efendi reis-i sani seçildi. Edib Efendi’nin açılış konuşmasından sonra
hey’et-i daimenin seçimine geçildi. Edib Efendi reis-i evvel 39, Viram Şabuh Efendi
reis-i sani olurken Hrisantos Tomayidis, Mahmud Mahir, Yanko Enomotarhi,
Sadeddin Ferid efendiler üyeliğe seçildi. Ayrıca Sadeddin Ferid’e kâtiplik, Yanko
Efendi’ye muhasebecilik (sandukkârlık) görevi verildi 40. O sırada Hukuk öğrencisi,
ileriki yıllarda İstanbul Barosu umumî kâtibi olan Ali Haydar Özkent, Hukuk ve
Kudât mezunlarıyla ruhsatnameli avukatların isimleri kaydedilerek tanzim edilen ilk
levhanın da yine bu toplantıda yapıldığını ve bu levhanın İstanbul Barosu
levhalarının esası olduğunu, avukat sicil numaralarının buna dayandığını
belirtmektedir 41.

Özkent’e göre toplantıda konuşulanlar iki başlık altında toplanabilir: Meslek


hakkındaki kötü fikirleri ortadan kaldırmak için propoganda yapmak; kanuni ve
ahlâki şartları sağlamayanların mahkemelere kabul edilmesine mâni olmak ve bunun
için Adliye Nezareti nezdinde girişimlerde bulunmak 42. Gerçekten Hey’et-i
Daime’nin kurulmasından sonra söz alan Yusuf Kemal Bey, “şimdiye kadar dava
vekaletinin halkca müstekreh ve menfur bir sanat” olarak tanındığını belirterek
konuşmasına başlamış, bunun başlıca sebebi olarak istibdat döneminde “ihkâk-ı
hakk”ın imkansız oluşunu göstermiştir. Fakat avukatlık “bundan sonra mübeccel ve
şayan-ı ihtiram bir meslek” olacaktır. Yusuf Kemal, ayrıca Osmanlı

38
“Dava Vekilleri”, İkdam, nr. 5095, 1 Ağustos 1908, s. 3.
39
İktisat Profesörü Refii Şükrü Suvla’nın ailesi tarafından verilen vefat ilanında, babası “İlk Baro reisi
Edib Bey” olarak geçmektedir (Milliyet, 22 Ekim 1962, s. 2). Meslek dergisi olarak çıkan
Muhamat’taki ifadelerle “Reşid Efendi merhumdan sonra Edib Efendi şeyh-i meslek olmuştu. Bunlar
eski ve yeni âlem-i vekaleti görmüş birer sima-yı müstesna ve mümtaz idi[ler]… 324 senesi
İnkılabından sonra ilk teşekkül eden Baromuza hemân ittifak-ı ârâ ile reis tayin olunmuş ve bilahare
ahvâl-i sıhhiyesinden dolayı istifa ederek mevki-i muhteremini pek sevdiği refiki Manyasizade Refik
Beyefendi merhuma terk eylemişti” (“Edib Efendi”, Muhamat, nr. 42, 1 Mart 1334, s. 15). Edib
Efendi İstanbul’da Şevket Efendi’den medrese dersleri okumuş, ancak hocasının vefatı üzerine
icazetname alamamıştır. Muallimhane-i Nüvvâb’tan mezun olduktan sonra bir süre naiblik yapmış ve
iki yıl ceza reisliğinde bulunduktan sonra istifa edip İstanbul’a dönerek “o zaman sâlikleri pek az olan
meslek-i vekalete dahil olmuş ve vefatına kadar bu vazifeyi hakkıyla namuskârâne ifa eylemiş ve el-
yevm bu meslekte bulunan birçok muhamilerin terakki ve tekamüllerine de gayret etmiştir”. Adliye
Nezareti hukuk müşavirliğini fahri olarak yürüttüğü belirtilmektedir (aynı yer).
40
“Dava Vekilleri”, İkdam, nr. 5095, 1 Ağustos 1908, s. 3.
41
Ali Haydar Özkent, Avukatın Kitabı, s. 65.
42
Ali Haydar Özkent, Avukatın Kitabı, s. 65.

21
hukukşinaslarının en güzidelerinden oluşan bu cemiyette “hak ve kanun ve adaletin
herkese tanıtılacağı”nı ve avukatların “hukuk-ı devlet ü milletin ve adl ü
hakkaniyetin muhafazasına sâ‘i olacakları”nı vurgulamıştır 43.

Hey’et-i Daime’nin oluşumundan kısa bir süre sonra Adliye Nezareti, “dava
vekillerinin vezâifi” hakkında daha önce kendi bünyesindeki bir komisyon tarafından
kaleme alınarak Sadaret’e takdim edilmiş olan kanun layihasının “Kanun-ı Esasi
mûcebince tanzimi için tekrar tedkik edilmek üzere” iade edilmesini istemiştir 44.
Hukukla ilgili meselelerde ileri seviyede bir kulis faaliyeti yürüten, hatta üç dört ay
sonra Adliye nazırının değiştirilmesini sağlacak olan avukatların bu girişimde de bir
payları ve etkileri olabilir. Bununla beraber adliye bürokrasisinin temayülü de bu
yönde olduğundan ve önceki dönemde hazırlanmış kanun layihalarının yeniden ele
alınarak meşrutî idareye uygun hale getirilmesinin başka örnekleri 45 de
bulunduğundan nizamnamenin geri alınmasında bu müdahalenin belirleyici olduğu
söylenemez. Ancak bundan sonra Dava Vekilleri Cemiyeti, avukatlarla ilgili
yapılacak düzenlemeler konusunda söz sahibi yeni bir aktör olarak varlığını her daim
hissettirecektir.

Avukatlık mesleğinin kurumsallaşması yönündeki diğer önemli adım


ruhsatnameli dava vekillerinin tespit edilmesi için ilan verilmesidir. Dava Vekilleri
Hey’et-i Daimesi 21 Ağustos tarihli gazetelere verdiği ilanda 46, vaktiyle Adliye
Nezareti’nden resmî ruhsatname almış avukatların ruhsatnamelerini ibraz ederek
Adliye Nezareti’ne verilecek cetvele isimlerini kaydettirmelerini istemiştir. Aslında
hukuk eğitiminin gelişimiyle paralel olarak avukatlıkla ilgili ilk kanuni
düzenlemelerden itibaren mesleğin standart bir eğitimden geçmiş kişilere
hasredilmesi (“inhisar usulü”) yönünde güçlü bir temayül vardır. Bununla beraber
1886 yılında hukuk davalarında inhisar usulünün kaldırılması bu temayüle ket

43
“Dava Vekilleri”, İkdam, nr. 5095, 1 Ağustos 1908, s. 3.
44
İkdam, nr. 5105, 11 Ağustos 1908, s. 2.
45
Örneğin bkz. “Kanun-ı Ceza”, Servet-i Fünun, nr. 27, 6 Ağustos 1908, s. 4.
46
“Dersaadet dava vekillerinden olup da Adliye Nezaret-i celîlesinin ruhsatname-i resmîsini haiz olan
zevâtın esâmisini hâvi cedvelin Nezaret-i müşârunileyhâya hasbe’n-nizâm takdimi mukarrer
idigünden tarih-i ilanından itibaren bir mâh zarfında Salı ve Perşembe günleri saat beşten altıya kadar
zevât-ı mumaileyhimin ruhsatnamelerini hâmilen li-ecli’l-kayd Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi
odasına gelmeleri lüzumu ilan olunur” (İkdam, nr. 5115, 21 Ağustos 1908, s. 3). Ayrıca bkz.
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nden”, Tanin, nr. 21, 8 Ağustos 1324, s. 4.

22
vurmuş, mesleğin kurumsallaşmasının önündeki başlıca engel olarak görülmüştür.
Ruhsatnameli avukatların tespiti ve mesleğin sadece bunlar tarafından icra
edilebilmesi bundan sonra da meslek örgütünün en önemli gündem maddesini ve
mücadele sahasını oluşturacaktır. Bir başka ifadeyle dönemin hukukçuları, mesleğin
teşekkül edip belirli kurallar altında gelişmesi ve yerleşmesini sağlayacak olanın
meslek tekeli olduğunun bilincindedir. Ruhsatnameli avukatın diğerlerine karşı tercih
edilmesinin gerekliliği avukat reklamlarına kadar yansımıştır 47.

Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nin idaresi için seçilen ilk hey’et sadece bir
ay görevde kalabilmiştir. İlk hey’etin istifa et(tiril)mesi 48 üzerine hey’et-i umumiye
tekrar toplanmış; reis-i evvelliğe Manyasizade Refik Bey, reis-i sâniliğe Yusuf
Kemal Bey, üyeliklere ise Sadeddin Ferit ve Necati beyler ile Kirkor Zöhrab(yan) ve
Sinabyan efendiler seçilmiştir (11 Eylül 1908) 49. Bu değişikliğin amacı İttihatçıların
kontrolü tamamen ele alma isteği ve adliye tensikatı konusu uygulanması düşünülen
projeyi hayata geçirme niyeti olmalıdır 50. Bir hafta önce Dava Vekilleri Hey’eti
diplomalı avukatları toplantıya çağırmıştı. “Bazı memurîn-i adliyeye dair cereyan
edecek müzakerenin neticesinde kaleme alınacak rapor Adliye Nezareti’ne takdim
edilecek”ti 51. Yusuf Kemal’in hatıralarıyla beraber okunduğunda “bazı memurîn-i
adliye”den kastedilenin işten el çektirilmesi düşünülen hakimler olduğu anlaşılır.
Yusuf Kemal Dava Vekilleri Cemiyeti’nin istifa etmiş ilk hey’etinden bahsetmeden
Meşrutiyet’in ilanından sonra avukat arkadaşlarıyla meslek dahilinde çalışmaya
başladıklarını, ilk İstanbul Barosu’nu kurduklarını, Manyasizade Refik Bey’i Baro
birinci başkanlığına getirdiklerini söylemekte; faaliyet ve planlarını şöyle
açıklamaktadır: “Abdülhamit idaresindeki eğri hakimlerin çıkartılıp yerlerine
doğrularınn getirilmesi meselesiyle meşgul olmaya başladık. İçimizden bir hey’et
seçtik. Her avukat hakimler hakkında bildiklerini bu hey’ete haber veriyordu. Hey’et

47
Trabzonlu Sokrati’nin reklamı “Ruhsatnameli Dava Vekili” başlığını taşır (Tanin, nr. 314, 17
Temmuz 1909, s. 4). Krş. “Mustafa Mazhar - Dava Vekili”, Hukuk-ı Umumiye, nr. 59, 13 Teşrin-i
sâni 1908, s. 4.
48
Edib Efendi’nin sıhhî sebeplerden dolayı istifa ettiği bilgisine (“Edib Efendi”, Muhamat, nr. 42, 1
Mart 1334, s. 15) ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor.
49
Tanin, nr. 43, 30 Ağustos 1324, s. 3.
50
Adliye tensikatı için bkz. Erkan Tural, “II. Meşrutiyet Dönemi’nde Adliye ve Mezâhip Nezareti’nde
Bürokratik Reform”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, LXII/2, 2008, s. 223-252.
51
İkdam, nr. 5129, 4 Eylül 1908, s. 4.

23
eğri olduklarına kanaat getirdiği hakimlerin bir listesini yaptı. Bir Perşembe günü bu
hakimlerin çıkarıldığı, yerlerine yenilerinin tayin edildiği ilan olunacak, Cumartesi
günü yeni hakimler işlerine başlayacaklardı” 52.

Yusuf Kemal’in anlatımına göre Adliye nazırlığında bulunan ve Mekteb-i


Hukuk’un ilk muallimlerinden olan Hasan Fehmi Paşa’nın bu işi yapamayacağı
düşünüldüğünden avukatlardan oluşan bir hey’et ona istifa etmesi teklifini götürerek
olumlu cevap aldı; ardından Yusuf Kemal’in de içinde bulunduğu bir hey’et
Manyasizade’nin nezarete atanması için ricada bulunmak üzere Sadrazam Kâmil
Paşa’yla görüştü 53. Bu anlatıma mutabık olmakla beraber muhalif basında
Manyasizade’nin avukatlar tarafından Adliye nazırlığına getirilmesi, Adliye
Nezareti’nin meslek tekeliyle ilgili girişimleriyle de ilişkilendirerek bir suçlama
olarak gündeme getirilmiş 54; Yusuf Kemal, kendisinin reis-i evvel seçildiği genel
kurul toplantısında bu söylentileri izah etmek durumunda kalmıştır 55. Kanaatimizce
avukatların etkisi açık olmakla beraber Manyasizade’nin kabineye girişini sadece
buna bağlamak yeterli bir izah olmadığı gibi hukuk camiasının meslek tekeli
konusundaki yaygın anlayışı da Manyasizade’nin şahsi düşünceleri ve nezaret
dönemindeki icraatıyla açıklanamaz.

Elli gün Dava Vekilleri Cemiyeti reis-i evvelliğinde bulunduktan sonra Adliye
nazırlığına getirilen Manyasizade, Nezaret kapısında avukatlar tarafından bayraklarla
karşılandı (30 Kasım 1908) 56. 2 Aralıkta Hey’et-i Daime ikinci reisi Yusuf Kemal ve

52
Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 108.
53
Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 108-109.
54
“Adliye Nezareti makamına su‘ûdu esbâb ve vesâilini tehiyye ve ihzâr eden ve Ârif’in
Kıraathanesi’nde toplandıkları gün ‘Hasan Fehmi Paşa’yı istemeyiz’ terânesiyle başlayarak ‘Refik
Bey’i isteriz’ nağmesinde karar kılan şehadetnameli dava vekillerine karşı Adliye nazır-ı lâhıkı
beyefendi bir cemile-i şükr-güzârî olmak üzere dava vekaletini taht-ı inhisara vaz ettiğini ve bu suretle
rüfekâ-yı kadîmesinin bol bol kazançlarına vâsi bir meydan açtığı cümlenizce tevâtüren malumdur”
(A. Celaleddin, “Hükkâm-ı Kirâma”, Mizan, nr. 77, 12 Şubat 1324, s. 1).
55
“Manyasizade Refik Beyefendi’nin Adliye Nezaretine suret-i tayin ve vürûdu hakkında Avukatlar
Cemiyeti’nce bazı teşebbüsât icra edildiğine dair deveran eden sözler hakkında Yusuf Kemal Bey bir
nebze izahat vermiş ve def‘-i şübuhât edilmiştir” (“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Umûmiyesi”,
Yeni Gazete, nr. 164, 2 Şubat 1909, s. 4).
56
“Umum dava vekilleri nazır-ı müşârunileyhi nezaret kapısında bayraklarla istikbal etmişlerdir. Dava
vekillerinden Yusuf Kemal Bey tarafından nezaret salonunda bir nutuk kıraat edilmiş ve nazır
beyefendi tarafından dahi makam ve mevkie münasip surette mukabele olunmuştur” (İkdam, nr.
5215, 1 Kânun-ı evvel 1908, s. 2). Yusuf Kemal o günü hatıratında başka bir yolda anlatmaktadır:
“Avukatlar eski adliye binasının avlusunda toplandık. Kendisini bekliyorduk. Refik Bey gelmedi. Ben
hemen bir arabaya binerek yazıhanesine kadar gittim. Salonun kapısını kapatmıştı. Bağırarak kapıyı

24
üyeler Sadeddin Ferit, Necati ve Sinabyan efendiler Adliye Nezareti’ne giderek
bütün dava vekilleri adına yeni nazırı tebrik ve Hey’et-i Daime fahrî reisliğini kabul
etmesini rica ettiler 57. Birkaç gün sonra Mekteb-i Hukuk mezunlarını temsilen dört
kişilik bir hey’et, Manyasizade’yi ziyaret ederek mezunların istihdam problemlerine
dikkat çekti ve müktesep haklarının korunmasını, Mekteb-i Hukuk Nizamnamesi’nin
tamamen uygulanmasını talep etti. Bu hey’ette, yabancı hakim istihdamı yoluyla
kapitülasyonların ilga edilebileceğini ileri süren yazarların görüşünü aktaran Ali
Kemal’i tenkit ederek, Mekteb-i Hukuk mezunlarının haklarını savunan Ebül’ula
Mardin de bulunmaktaydı. Ona göre Manyasizade’nin Adliye nazırı olması
hukukçuların sorunlarının çözümü için yeterli bir işaretti 58.

Manyasizade’nin ayrılmasından iki ay sonra Dersaadet Dava Vekilleri


Cemiyet-i Umumiyesi, yine Ârif’in Kıraathanesi’nde toplanarak Manyasizade’nin
yerine ikinci reis Yusuf Kemal Bey’i; onun yerine de en çok oy alan Yanko
Enomotarhi Efendi’yi seçti (31 Ocak 1909). 1292 tarihli Mehâkim-i Nizamiye Dava
Vekilleri hakkında Nizamname’yi inceleyerek yeni bir umûmî nizamname ve yeni
bir dahilî nizamname yapmak için on kişilik bir komisyon kuruldu 59. Ayrıca Adliye
Nezareti’nin, şehadetnamesiz dava vekillerinin mahkemelere kabul edilmemesiyle
ilgili eski nizamname hükümlerinin (“devr-i istibdadda tatil edilen ahkâm”ın) tekrar
yürürlüğe konulmasına karar verdiği bildirildi. Bununla beraber 1292 tarihli
nizamnamenin tekrar yürürlüğe konulmasıyla avukatlık yapamayacak olan “muktedir
ve namuslu, fakat şehadetnamesiz” avukatların ve müvekkillerinin zarara
uğramaması ve yürümekte olan davaları sekteye uğratmamak için geçici bir madde

açtırdım. Refik Bey yazıhanenin içinde dolaşıp duruyordu. ‘Yahu seni bekliyoruz’ dememe kalmadan
o ‘Kemal, ben korkuyorum, yapamayacağım’ dedi. Ben ‘deli mi oldun’ diyerek onu zorla aşağıya
indirdim ve arabaya bindirerek adliyeye getirdim. Bekliyen avukatlar alkışlarla yeni nazırı
merdivenden çıkardılar, makamına oturttular” (Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 109).
57
Tanin, nr. 123, 3 Kânun-ı evvel 1908, s. 3. Kirkor Zöhrab’ın da bu hey’ette yer aldığına dair bkz.
“Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi”, Şura-yı Ümmet, nr. 59-140, 3 Teşrin-i evvel [Kânun-ı evvel]
1908, s. 3.
58
Mardinîzade Ebül’ula, “Hukuk Mezunları”, Sırat-ı Müstakim, sy. 16, 27 Teşrinisânî 1324, s. 246.
Manyasizade’nin adliye nazırlığı ve icraatlarıyla ilgili tartışmalar için bkz. “Adliye Nazırı Refik
Beyefendi’nin İcraat-ı Mühimmesi”, Serbesti, nr. 41, 13 Kânun-ı evvel 1324, s. 1; “Adliye Nazırı
Ricat Ediyor”, Serbesti, nr. 49, 21 Kânun-ı evvel 1324, s. 1; [Bekir Behlül], “İnhisar-ı Vekalet Bahsi
ve Serbesti’ye Cevabımız”, Mizanü’l-Hukuk, nr. 12, 31 Kânun-ı evvel 1324, s. 133-135.
59
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Umûmiyesi”, Yeni Gazete, nr. 164, 2 Şubat 1909, s. 4. Başka
bir haberde komisyonun on iki kişiden oluştuğu ve Ohannes Aleksanyan Efendi’nin evinde
müzakerelere başladığı belirtilir. Bkz. “Dava Vekilleri”, Şura-yı Ümmet, nr. 155, 24 Şubat 1324, s. 5.

25
kaleme alınmıştı. Bu madde, nizamname komisyonunda incelendikten sonra Adliye
Nezareti’ne takdim edilecekti 60.

Toplantıdaki ilginç bir diyalog, Meclis-i Mebusan seçim sürecindeki tartışma


ve hissiyatın Dava Vekilleri Cemiyeti’nin yönetim kadrosunun seçiminde de
hükmünü yürüttüğünü göstermektedir. İkinci reislik için kimlerin aday olabileceği
konuşulurken (istifa eden ilk hey’ette reis-i sâni olarak bulunan) Viram Şabuh
Manukyan Efendi’nin adı öne çıkar. Bunun üzerine “Ermeni vatandaşlarımızdan bir
zat mahviyet ibraz ederek ‘Hey’et-i Daimemizde iki Ermeni vatandaşımız vardır.
Manukyan Efendi’nin intihâbı üç Ermeni olmasını icâb edecektir’ der. Bunun üzerine
“bir Türk avukat ‘burada Ermeni, Rum, Türk yoktur. Hep müttehid ve yek-dil ü yek-
cihet Osmanlılar vardır. Kanun aded itibariyle müsait olsa Hey’et-i Daimemizde üç
değil yirmi üç Ermeni de bulunabilir. Elverir ki Osmanlı olsun’ demiş ve
alkışlanmıştır”. Bu ifadeler kanaatimizce birlik iştiyakını dile getirdiği kadar üstü
örtülmek istenen bir gerginliğe de işaret etmektedir 61.

Toplantıda son olarak mesleğin önündeki önemli engellerden biri olan yabancı
avukatların durumu ele alındı. 1292 tarihli nizamnamenin tatbik edilmesi halinde
bunların zarara uğrayabileceklerine dair “tevehhüm ve tereddütler uzun uzadıya
mûcib-i bahs u münakaşa” oldu. Konunun bu kadar önemle tartışılması yabancı
avukatların etki sahasını gösterdiği kadar “imtiyazât-ı ecnebiye”yi gündeme
getirebilecek diplomatik bir krizin uç verme ihtimaliyle de alakalı olmalıdır. Nitekim
yabancı avukatlar bir süre sonra faaliyetlerinin yasaklanmasına dair bir kanunî
düzenleme yapılacağı gerekçesiyle sefarethanelerine başvurarak hükümet nezdinde
teşebbüste bulunulmasını isteyeceklerdir 62. Dava Vekilleri Cemiyeti’nde örgütlenmiş
Osmanlı vatandaşı avukatlar konuyu başka türlü değerlendirmekteydi. Onlara göre
1292 tarihli nizamnamenin tatbiki, Nizamiye mahkemeleri (“mehâkim-i umumiye-i
Osmaniye”) hakkında vaz edilmiş olmasından ve yine bu şekilde tatbik

60
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Umûmiyesi”, Yeni Gazete, nr. 164, 2 Şubat 1909, s. 4.
61
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Umûmiyesi”, Yeni Gazete, nr. 164, 2 Şubat 1909, s. 4.
62
“Ecnebi Dava Vekilleri”, İkdam, nr. 5320, 18 Mart 1909, s. 3.

26
edileceğinden dolayı “ne hukuk-i siyasiye-i devlete ve ne de ecânibe mûcib-i zarar
bir şey” olamazdı 63.

Toplantıda avukatlara duyurulduğu üzere İstanbul’da ve taşrada diplomasız


olarak avukatlık yapanların Ticaret ve Hukuk mahkemelerine kabul edilmemesi
yönündeki Encümen-i Adliye kararı mahkemelere tebliğ edildi ve 9 Şubat 1909’dan
itibaren uygulamaya konuldu 64. Adliye Nezareti’nin “inhisar-ı vekalet” hakkındaki
bu kararı, Halep mebusu Ali Cenani Bey tarafından gensoru önergesine konu
edilerek Meclis-i Mebusan gündemine getirilmiştir. Ali Cenani’nin takriri dava
vekaletinin inhisar altına alınmasına karşı ileri sürülen fikirlerin özeti niteliğindedir:
Mecelle ve fıkıh kitaplarına göre herkes hakkını korumak ve işlerini gördürmek
üzere dilediğini vekil edebilir. İstibdat döneminde bile kısıtlanamayan “şu hürriyet ve
serbestiyet-i meşrû‘a” Meşrutiyet döneminde kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Bir kişi
hakkını koruyamayacak birini vekil tayin ettiği için kınanamayacağı gibi onu
muktedir bir vekil tayin etmeye zorlamak için de bir “salahiyet-i şer‘iye” yoktur.
Sonuç olarak bu kararıyla “kavânîn-i fıkhiye ve hukukiye”yi ayaklar altına almakla
suçlanan Adliye Nezareti’nden kararın sebebi sorulur 65. Manyasizade Refik vefat
ettiği için gensorunun yeni muhatabı Adliye nazırı Nazım Paşa, kararın mesleği bazı
kişilere “tahsis” manasında “inhisar” olarak anlamanın yanlış olduğunu belirttikten
sonra konulan “kayıtlar”ın kişilerin haklarının korunması kadar mahkemelerin
fonksiyonunu hakkıyla yerine getirmesi için de elzem olduğunu izah etmiştir 66.
Adliye nazırı inhisarın şeriate aykırı olduğu tezine de karşı çıkmış; “Mebusân-ı
kirâmdan bir zât Adliye Nezareti ahkâm-ı şer‘iye icrasına memur değildir diyor.
Adliye Nezareti her hususta ahkâm-ı şer‘iyeye riayet ile mükelleftir” dedikten sonra
“ahkâm-ı şer‘iyenin müsaadesi ve ihtiyacât-ı medeniyenin göstereceği lüzuma göre
tanzim olunacak layihaları”n Meclis’e sunulacağını belirtmiştir 67.

63
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Umûmiyesi”, Yeni Gazete, nr. 164, 2 Şubat 1909, s. 4.
64
Gazete, on yıldan beri avukatlık yaptığını ispat edenlerin bir yıl daha mahkemelere kabul
edileceğini, bir yıl içinde Hey’et-i Mümeyyize huzurunda liyakatlerini ispat etmeleri halinde mesleğe
devam edebileceklerini haber almıştır (“Diplomasız Dava Vekilleri”, Tanin, nr. 190, 10 Şubat 1909,
s. 4).
65
MM, I, 1/37, 18 Şubat 1324: MMZC, II, 158.
66
MM, I, 1/43, 7 Mart 1325: MMZC, II, 359-360.
67
“Şehadetnamesiz Dava Vekilleri”, İkdam, nr. 5224, 22 Mart 1909, s. 4.

27
İzahatın yeterli bulunmasıyla gensorunun başarıyla atlatılmasından sonra
Adliye Nezareti bu süreçteki temel sorunu oluşturan şehadetnamesiz dava vekilleri
ile yabancı avukatların konumlarının nasıl belirleneceği konusu üzerinde
durmuştur 68. 31 Mart hadiselerinden ötürü bir süre askıda kalan bu mesele, Meclis-i
Mebusan’ın ilk yasama yılının 69 sona ermesinden sonra, Dava Vekilleri
Nizamnamesi’ne zeyl olarak kaleme alınan maddelerin muvakkat kanun olarak
yürürlüğe girmesiyle çözümlenmiş (16 Eylül 1909) 70 ve buna göre sınav yapılmasına
başlanmıştır. Sınav konuları 71 aynı olmakla beraber esaslı bir fark, sınavın Mekteb-i
Hukuk’ta değil Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nde oluşturulacak sınav heyeti
önünde yapılacak olmasıdır 72. Avukatların meslek tekeli konusundaki çabaları önce
Adliye Nezareti’nin talimatı ve eski nizamnamenin uygulanmasının temin edilmesi,
sonra muvakkat bir kanunun yürürlüğe girmesiyle semeresini vermişse de avukatlık
mesleğinin esaslarını düzenleyecek yeni bir kanun yapılması iki mecliste de
68
Bu konularda bkz. “Şehadetnamesiz Dava Vekilleri”, Mizanü’l-Hukuk, nr. 41, 12 Ağustos 1325, s.
478-479; “Ecnebi Dava Vekilleri”, Mizanü’l Hukuk, nr. 46, 23 Eylül 1325, s. 538-539.
69
Son ictimalardaki tartışmalar için bkz “Mebusan, Cuma 7 Ağustos, 139uncu İctimâ‘-ı Umûmî”,
Yeni Tasvir-i Efkâr, nr. 82, 21 Ağustos 1909, , s. 7.
70
Birinci madde: Mekâtib-i hukukiye-i ecnebiyeden mezun olarak mehâkim-i Osmaniyede la-ekall üç
seneden beri iffet ve istikamet dairesinde müstemirren icra-yı vekalet etmekte olduklarını vesâik-i
lâzıme ve ruhsatnameli vekillerden on zât ve üç mahkeme reisinin şehadet-i tahririyesiyle Türkçe
ifade-i merâma ve evrak-ı adliye tanzimine iktidarı Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nce müntehab
bir hey’et-i mümeyyize huzurunda ve bir sene zarfında bi’l-imtihan isbat eden dava vekilleri Cemiyet-
i mezkûrenin tasdiknamesi üzerine ruhsatname istihsâl edebilir.
İkinci madde: Mekâtib-i hukukiyeden mezun olmayıp, fakat üç seneden beri iffet ve istikamet
dairesinde ve müstemirren Dersaadet’te icra-yı vekalet ettiklerini madde-i sâbıka vechile isbat edenler
işbu mevâdd-ı nizamiyenin tarih-i neşrinden itibaren nihayet bir sene zarfında bi’l-imtihan ruhsatname
alabilirler. Şu kadar ki bunların imtihanı Mekteb-i Hukuk hey’et-i muallimînine Cemiyet-i Daime’den
iki zâtın iltihâkıyla ve amelî tarzda icra edilecek ve bundan dolayı bir gûne resm-i harc
alınmayacaktır. Tâlib-i imtihan oldukları tahakkuk edenler netice-i imtihana kadar dahi nizamname
ahkâmına tâbi olmak şartıyla ifa-yı vekalete mezun olacaklardır. 1 ramazan 1327/3 Eylül 1325 (“Dava
Vekilleri hakkında tanzim olunup muvakkaten mevki-i tatbike vaz‘ı hususu Meclis-i Vükelâ kararıyla
bi’l-istîzân irade-i seniyye-i hazret-i padişahîye iktirân eden iki madde-i muvakkata-i kanuniye
suretidir”, Tanin, nr. 386, 28 Eylül 1909, s. 2).
71
Sınav konuları, Dava Vekillerinin İmtihanına Dair Nizamname’nin sekizinci maddesinde
sayılmaktadır: “Hukuk imtihanı ulûm-ı hukukiyyenin taksimâtı ve târifâtıyla hikmet-i hukuktan ve
Mecelle ve Arazi Kanunu ve Tapu Nizamnâmeleri ve Usûl-i Muhakeme-i Hukukiyye ile Teşkilat-ı
Mehâkim Kanunu’ndan ve Ticaret-i Berriyye ve Bahriyye Kanunnâmeleri ve Ceza ve Usûl-i
Muhakemât-ı Cezaiyye Kanunnâmeleri ve Hukuk-ı Esasiye ile İdare-i Mülkiyye ve Hukuk-ı
Düvel’den ve Fıkhın Evkaf ve Vesâyâ ile Ferâiz bahislerinden sırasıyla irâd olunacak suallerden ibaret
olacaktır. Avrupa hukuk mekteblerinden rüus almış olanlar imtihandan müstesnadırlar. Fakat Mecelle
ve Fıkıh ve Ferâiz ve Arazi Kanunu gibi kavânîn-i hususiyyeyi görmedikleri yedlerinde bulunan
şehadetnameden müstebân olduğu halde yalnız o fenlerden imtihanları icra olunur”. Bütün maarif
salnamelerinde Mekteb-i Hukuk faslında yer alan bu nizamname için bkz. Yörük, agt, s. 210-212.
72
“Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nden”, Yeni Tasvir-i Efkâr, nr. 189, 8 Kânun-ı evvel 1909, s.
8.

28
tartışmalara 73 sebep olacak ve meşrutiyetin sonraki yıllarında da
gerçekleştirilemeyecektir.

1.2.2. Osmanlı Hukuk Cemiyeti


İlk örgütlenme tarihi avukatlık kurumuyla ilgili ilk düzenlemelere dayanan bir
meslek örgütü olarak Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nin özel konumu
bir yana bırakılırsa hukukçuların II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra kurdukları
ilk cemiyet Osmanlı Hukuk Cemiyeti’dir. O heyecanlı günlerin hukuk camiasındaki
yankısını izlemek bakımından bu cemiyet aşağıda bahsedeceğimiz cemiyetlere göre
daha fazla öne çıkmaktadır. Cemiyetin kuruluşu, dahili nizamnamenin 74
muallimlerden Seydişehrî Mahmud Esad, Manastırlı İsmail Hakkı, Musa Kâzım
efendilerle Celal, Tevfik, Yusuf Kemal, İkdam’ın imtiyaz sahibi Ahmed Cevdet,
“üdebâ-yı Osmaniyeden” (Tanin’in imtiyaz sahipleri) Tevfik Fikret ve Hüseyin Cahit
beyler tarafından uygun bulunduğu belirtilerek duyurulmuştur (5 Ağustos 1908) 75.

Osmanlı Hukuk Cemiyeti hukuk mektepleşmesinin bütün öznelerini; Mekteb-i


Hukuk öğrencileri, mezunları ve muallimlerini bir çatı altında toplamayı
hedeflemekteydi. Cemiyet’in Hey’et-i Umumiyesi Mekteb-i Hukuk mezun ve
müdavimlerinden oluşur (m. 2); ancak (mesela Manastırlı İsmail Hakkı, Musa Kâzım
veya Kostaki Vayani gibi) muallimler mektepten mezun olmadıkları halde
Cemiyet’e girebilecektir (m. 24). Cemiyet’in amacı hukuk bilimiyle ilgili her türlü
kitap ve risale ile Osmanlı kanunları ve yabancı kanunlar hakkında incelemeler
yapmak, bunlarla ilgili önemli hususları müzakere ederek “fikr-i hak ve adlin neşr u
ta‘mîmi ve bu suretle tenvir-i efkâra hizmet” etmektir 76. Hey’et-i İdare’nin
görevlerinden biri de Hukuk Gazetesi adıyla haftalık bir gazete neşretmekti (m. 13) 77.

73
Görüşmelerden bazı örnekler için bkz. “A‘yân ve Mebusan”, İkdam, nr. 5452, 23 Teşrin-i sâni
1909, s. 4; “Meclis-i A‘yân”, Tanin, nr. 433, 16 Teşrin-i sâni 1909, s. 2.
74
Cemiyetin dahili nizamnamesi için bkz. Osmanlı Hukuk Cemiyeti Nizamname-i Dahilîsidir,
[İstanbul, Ağustos 1908], 6 s.
75
“Osmanlı Hukuk Cemiyeti”, İkdam, nr. 5099, 5 Ağustos 1908, s. 2; “Osmanlı Hukuk Cemiyeti”,
Tanin, nr. 5, 23 Temmuz 324, s. 4.
76
Osmanlı Hukuk Cemiyeti Nizamname-i Dahilîsidir, s. 3.
77
Cemiyetin idaresiyle ilgili daha fazla bilgi için bkz. Osmanlı Hukuk Cemiyeti Nizamname-i
Dahilîsidir, s. 3-6.

29
Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin 8 Ağustos, Cumartesi günü yapılan 78 açılış
merasiminde, mektebin ilk mezunu olmasından ötürü fahrî reisliğe seçilen Mahmud
Esad Seydişehrî mevcut hukuk eğitimi ve Cemiyet’in hedefleri bakımından önemli
bir konuşma yapmıştır. “Şu mekteb-i âlînin en evvel kapısını dakkeden, en evvel
şehadetname ahz eyleyen” kişi olduğunu belirten Seydişehrî, Kanun-ı Esasi’nin ilk
ilanına (hürriyetin ilk devrine) ve mektebin geçirdiği safahata tanık olduğunu söyler
ve sonraki gelişmeleri şöyle anlatır: “Yavaş yavaş o hürriyet elimizden alındı. Yerine
öyle bir istibdâd kâim oldu ki avdeti müstahîl olmakla beraber hâtırası ferâmuş
edilmeyecek derecede karîb olduğu için beyândan müstağnidir. Siz bu istibdâd
devrinde mektebe dahil oldunuz. Ağzı bağlı muallimlerden saklı saklı kitaplardan
ta‘allüm ve mütalaa ettiniz”.

Seydişehrî’nin, açılışından itibaren “istibdat” dönemi dışında bir tarihi olmayan


Mekteb-i Hukuk’la ilgili değerlendirmeleri doğru tespitler ve şaşırtıcı gel-gitlerle
devam etmektedir: “Bununla beraber zannetmeyiniz ki mektebimiz evvelce daha
parlak idi de tedricen revnakını zâyi eyledi. Bilakis mektebimiz gittikçe terakki
etmiş, yoksa tedenni eylememiştir”. Ona göre bu terakkinin sebebi “sâye-i
padişahîde” İstanbul ve taşrada açılan idadilerdir. İlk yıllarda muallimler, dersler,
mektep yeniydi ve sadece medreseler ve rüşdiyelerden Mekteb-i Hukuk’a öğrenci
geliyordu. “Mürûr-ı eyyâm ile hukukun ne idügi anlaşıldı. Dersler takarrur eyledi.
Gerçi muallimler yutkunarak ders takrir ediyorlardı. Lakin içlerinden cesurları işaret
ve rumuz ile telkin-i hakikatten geri kalmıyorlardı”. Ona göre mektebin temel eksiği
ders programıyla ilgilidir: “… programı memâlik-i mütemeddine hukuk
mekteplerinin programlarına tevfîk olunmak lâzımeden iken bunlar yapılmadıktan
başka mevcut derslerin ilgası düşünülüyordu”. Artık bu eksikler giderilecek,
“muallimlerde başka bir şevk ve inbisât görülecektir. Siyasiyat dersleri birçok
tahavvülâta uğrayacak, yeni yeni bahisler, hatta yeni yeni dersler ilave
edilecektir” 79.

78
“Hukuk Cemiyeti”, İkdam, nr. 5103, 9 Ağustos 1908, s. 2; İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir
Mart Hâdisesi - II. Abdülhamid’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in Fezlekesi, haz. Faik
Reşit Unat, Ankara, TTK Yay., 1985, s. 165.
79
“Hukuk Cemiyeti’nin evvelki günkü ictimâ‘ında fâzıl-ı muhterem Mahmud Esad Efendi hazretleri
tarafından îrâd edilen makale-i iftitâhiyedir”, İkdam, nr. 5104, 10 Ağustos 1908, s. 2.

30
Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin önüne büyük hedefler koyan Seydişehrî’ye göre
Cemiyet’in kuruluşu, “memleketimizde hukuk için bir tarih-i cedîde mebde
olacaktır”. Cemiyet, genç hukukçuların buluşup görüş alışverişinde bulunacakları bir
ortam olacak; yabancı dillerde yayınlanmış hukuk kitapları getirtilerek bazıları
tercüme edilecek, Cemiyet bir de gazete neşrederek “ilm-i hukukun memleketimizde
dahi tevessü ve ta‘ammümüne hizmet edecektir”. Cemiyet düşünüldüğü gibi
gelişebilirse devlete ait hukukî meseleler hakkında mütalaasını bildirmeye kendini
yetkili görecektir. Bir sonraki hedef ise yabancı bilim çevreleriyle ilişki kurmak,
uluslararası düzeydeki bilimsel toplantılara katılmak, gönderilecek delegelerin
“Osmanlı kavmi” adına mütalaa beyan etmesidir. Bu medeni ve mukaddes vazifenin
hukuka ait kısmını Osmanlı Hukuk Cemiyeti ifa edecektir. “Bir gün gelecek ki bizim
memleketimiz de işte bu türlü nimetlere, öyle umûmî encümenlere ictimâ‘gâh
olacaktır” 80.

Seydişehrî’nin gayet dikkatli bir dil kullandığı bu konuşmada yukarıda


zikrettiğimiz “geri gelmesi imkânsız istibdat” (avdeti müstahîl istibdad) ifadesi
dışında siyasi pozisyonunu ele verecek başka bazı unsurları da belirtmek
gerekmektedir. Avrupa’da yerleştiğimiz halde uluslararası toplantılardan mahrum
kalmamızın sebebi “memleketinde söz söylemeye salâhiyeti olmayan ve vesâyet
tahtında yaşayan bir kavmin ahrâr mu’temerlerinde isbat-ı vücud etmeye salâhiyeti
olma”masıdır. Başka ülkelerde binlercesi bulunan bu tür cemiyetlerden birinin
ülkemizde kuruluşu, “ahîren bi’t-talep ihsan buyurulan 81 ‘hürriyet-i ictimâ’
sayesinde”dir. Son cümleleri de hem padişahı, hem İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni
gözeten aynı ince siyasetin ürünüdür: “… hürriyetimizi istihsâle gayret eden
fedakârân-ı ümmeti ve ümmetin talep ettiği hürriyeti ihsan buyuran sevgili
padişahımızı lisan-ı tebcil ile yâd etmeliyiz. Ve hürriyetimiz pâyidâr oldukça

Aynı yer.
80

81
Hürriyetin ihsan ve istihsal cephelerine siyasi rüşt meselesi açısından değindiği bir yazı için bkz.
Mahmud Esad, “Memleketimizde Kadri Bilinmeyen Bir Nimet”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9828, 7
Ağustos 1908, s. 1.

31
padişahımıza sadıkâne hizmet edeceğimize ahd ü peymân eylemeliyiz. Yaşasın
hürriyetimiz! Var olsun padişahımız!” 82.

Osmanlı Hukuk Cemiyeti, tamamen siyasileşmiş bir ortamda kurulmasına


rağmen, Seydişehrî’nin çizdiği hedefler veya nizamnamede belirtilenler itibariyle
siyasi olmaktan çok bilimsel bir karakter göstermektedir. Ancak bu uzak hedeflerin
Cemiyet üyeleri nezdinde pek bir anlamı olmadığını, Cemiyet’in açılış merasiminden
sonraki ilk ve tek faaliyetinin bir Selanik gezisi düzenlemek olmasından anlıyoruz.
Vakit, “kabe-i hürriyeti tavaf” vaktidir 83. Üyeler arasında Cemiyet’i idame ettirecek
bir görüş birliğinden bahsetmenin mümkün olmadığı da açıktır. Hukukçuları
Selanik’e götürecek vapurun kalktığı gün Mahmud Esad Seydişehrî Mekteb-i
Hukuk’ta verdiği konferanslara devam etmeyi tercih etmişti 84. Cemiyet’in geleceği
bakımından esas sorun siyasi havanın ve siyasi heyecanlara teşne talebelerin tek
belirleyici olması, faaliyetlerin bu sınırı aşamamasıydı.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla Selanik ziyareti fikrini ilk olarak dile getiren
kişi Mehmed Ref’et adlı bir Mekteb-i Hukuk öğrencisiydi 85. Bu fikir kabul gördü ve
bir iki gün içinde olgunlaştı. Gelibolu’ya uğranacak, Namık Kemal’in mezarı da
ziyaret edilecekti 86. Bu arada Mekteb-i Hukuk mezun ve müdavimleri 15 Ağustos’ta

82
“Hukuk Cemiyeti’nin evvelki günkü ictimâ‘ında fâzıl-ı muhterem Mahmud Esad Efendi hazretleri
tarafından îrâd edilen makale-i iftitâhiyedir”, İkdam, nr. 5104, 10 Ağustos 1908, s. 2.
83
“Kabe-i hürriyeti tavaf” tabiriyle esasen Selanik ziyaretleri kastedilmekle beraber İstanbul’da İttihat
ve Terakki Cemiyeti adına kurulmuş kulüplerin önünde davul çalarak gidip gelinmesi için de bu
tabirin kullanıldığına dair bkz. Ahmet Muhtar Nasuhoğlu, Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi -
Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Hukukçunun Hatıraları, haz. Ömer Hakan Özalp - Ayşe Raziye
Özalp, İstanbul, Dergâh Yay., 2009, s. 200.
84
“Mahmud Esad Efendi hazretlerinin dünkü gün Mekteb-i Hukuk’ta verdiği konferansın hulâsasıdır:
Islahat-ı Medeniye ve Siyasiyenin Esasları”, Tercüman-ı Hakikat, nr.9849, 28 Ağustos 1908, s. 3.
85
“Kanun-ı Esasi’nin bahş ettiği hürriyet sevkiyle Üsküp, İşkodra ve Manastırda müştakîn-i hürriyet
arasında bir cereyan var. Binlerce erbâb-ı hamiyet cemiyetler teşkil ederek yek-diğerini tebrik ve
tes‘id ile temin-i ittihada şitâb ediyor. Bu gibi ziyaretlerle husûle gelen meveddet ve samimiyetin ne
büyük tesirler hâsıl edeceğini herkes takdir eder. Binâenaleyh mektebimiz mensubîninden mürekkeb
bir hey’etin Selanik’e azimet ve oradaki ahrâr-ı milleti ziyaret etmesi pek münasib olur itikadındayım.
Bu bâbda görüşmek ve yevm-i hareketimiz tayin edilmek üzere mektep arkadaşlarımı önümüzdeki
Cumartesi günü saat ikide mektebimize davet ederim” (“Mekteb-i Hukuk’tan Mehmed Ref’et
imzasıyla gelen varakadır”, Tanin, nr. 13, 31 Temmuz 1324, s. 4).
86
“İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne ifa-yı vazife-i tebrik ve teşekkür için Mekteb-i Hukuk talebe ve
mezunîninden teşekkül edecek bir hey’et Selanik’e azimet fikrindedir. Hey’et-i mezkûre İstanbul’dan
bi’l-azime Gelibolu’ya uğrayarak mezar-ı Kemal önünde merhumun ruhunu takdis edecek ve oradan
doğru Selanik’e müteveccihen hareket ile iki gün kaldıktan sonra kahraman-ı hürriyet zevât-ı âliyeye
teşekkür ettikten sonra avdet eyleyecektir” (“Selanik’i Ziyaret”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9837, 16
Ağustos 1908, s. 3).

32
mektepte toplanarak aralarından 25 kişiyi Osmanlı Hukuk Cemiyeti Hey’et-i İdare
üyeliğine seçti ve reis, reis-i sani, muhasebeci ve kâtibin seçimi için 17 Ağustos
Pazartesi günü, Sultanahmet’teki Belediye Bahçesi’nde toplanılması kararlaştırıldı 87.
Selanik seyahatine katılmak isteyenler de aynı gün aynı yerde toplanacaktı 88. Bir iki
gün sonra Osmanlı Hukuk Cemiyeti, Selanik ziyaretinin kendi idaresi altında
gerçekleştirileceğini duyurdu. Program aynıdır; “Selanik hamiyet-mendânına”
teşekkür edilecek, Gelibolu’ya çıkılarak “kabr-i enver-i Kemal” 89 ziyaret
edilecektir 90.

Seyahat için İdare-i Mahsûsa’nın Marmara Vapuru tahsis edildi; 27 Ağustos


Perşembe günü yola çıkıldı 91, Pazar günü saat altıda Selanik Limanı’na varıldı 92.
Cemiyet, Selanik’te “pek mutantan bir surette istikbal edilmiştir”. Gazeteler bu
hadiseyi anlatırken bir bayram günü tasvir ediyor gibidirler. Karşılama hey’etinde
İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, hukukçular, Selanik Dava Vekilleri Cemiyeti
üyeleri ve gazeteciler vardı. Vapuru karşılamak üzere Enver Bey ve arkadaşları
Alpagot Torpidosuyla, diğerleri Tokat Torpidosu ve ahali Kesendire Vapuru’yla,
yanlarında bando-muzika bulunduğu halde karşılamağa çıkmış, Karaburun’a kadar
gidilmişti. Vapurlar karşılaşınca Hürriyet Marşı çalınmaya başlandı, “her iki
vapurdan alkışlarla yaşasın vatan, yaşasın hürriyet, yaşasın adalet zemzemeleri
asümâna i‘lâ olundu”. Ziyaretçilere hilal içinde adalet yazılı rozetler dağıtıldı,

87
Tanin, nr. 14, 1 Ağustos 1324, s. 4; “Osmanlı Hukuk Cemiyeti”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9837,
16 Ağustos 1908, s. 4; “Osmanlı Hukuk Cemiyeti”, Servet-i Fünun, nr. 23, 4 Ağustos 1324, s. 4;
“Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nden”, İkdam, nr. 5114, 20 Ağustos 1908, s. 4.
88
“Selanik’i Ziyaret”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9837, 16 Ağustos 1908, s. 3.
89
“Hey’et-i Mahsûsa”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9848, 27 Ağustos 1908, s. 2. “… Marmara Vapuru
bayraklarla donatılmış ve terfik edilen askeri musika gayet muhrik milli havalar çalmakta bulunmuş
idi” (“Kabr-i Kemal’i Ziyaret”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9849, 28 Ağustos 1908, s. 2).
90
“Osmanlı Hukuk Cemiyeti Hey’et-i İdaresi’nin taht-ı nezaretinde olarak Selanik hamiyet-
mendânına ifa-yı râsime-i teşekkür ve esna-yı rahda Gelibolu’ya uğrayıp mezar-ı Kemal’i ziyaret
maksadıyla icra-yı seyahat edecek olan Mekteb-i Hukuk mezunîn ve müdavimîninin vapur-ı mahsusla
mah-ı halin on dördüncü Perşembe günü Dersaadet’ten hareketi mukarrer bulunmuş olmağla mezkûr
seyahata iştirâk arzu eden zevâtın Cumartesi günü saat ikiden beşe kadar Mekteb-i Hukuk’a gelerek
bilcümle masârıf dahil olduğu halde takarrur eden bir lira-yı Osmanî ücreti tesviye ile kaydedilmeleri
ilan olunur” (“Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin Selanik Ziyareti”, İkdam, nr. 5115, 21 Ağustos 1908, s.
2).
91
İkdam, nr. 5118, 24 Ağustos 1908, s. 4; Unat, İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir Mart
Hâdisesi, s. 167.
92
“Misafirlerimiz (Muktebesât: Selanik’te münteşir Yeni Asır’dan)”, İkdam, nr. 5127, 2 Eylül 1908,
s. 3.

33
Hürriyet Meydanı’na gidilerek nutuklar söylendi, Selanik Hukuk Mektebi ziyaret
edildi, akşam Hürriyet Bahçesi’nde ziyafet verildi 93.

Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin düzenlediği, burada daha fazla ayrıntılandırmayı


gerekli görmediğimiz, Selanik gezisinin bütün safahatı aynı hava içinde geçmiştir.
Bu geziden sonra Cemiyet üyeleri tekrar toplanma kararı 94 aldıysa da Cemiyet’in
bundan sonra göze çarpan bir faaliyeti bulunmamaktadır. Osmanlı Hukuk Cemiyeti
bünyesindeki eğilimler Kasım ayından itibaren ikiye bölünerek, Talebe-i Hukuk
Cemiyeti ve Osmanlı Hukuk Encümeni’nde başka başka yollar takip edecektir. Bu
yol ayrımına varmadan önce dönemin hukuk gündeminin ruhu mesabesindeki
mukayeseli hukuk fikrini merkeze alan bir kurumlaşma girişiminden kısaca
bahsetmeliyiz.

1.2.3. Dersaadet Mukayese-i Hukuk Müessesesi


Osmanlı Hukuk Cemiyeti, dahili nizamnamesinin ve fahrî reisi Mahmud Esad
Seydişehrî’nin çizdiği programı hayata geçiremeyecektir. Hukuk öğrencilerinin
inisiyatifi tamamen ele almaları bunu imkânsız hale getirmişti. Buna mukabil Eylül
ayının son haftasında hukuk merkezli bilimsel hedeflerle ilgili olarak dava vekili
Bahaeddin Bey önemli bir girişimde bulundu. Kim olduğunu kesin delillerle tespit
edemediğimiz Bahaeddin Bey hakkındaki tahminimizi şöyle belirtebiliriz: Dersaadet
Mukayese-i Hukuk Müessesesi’yle doğrudan bağını gösterecek bir bilgiye
ulaşamamakla beraber adı geçen Bahaeddin Bey’in; İttihat ve Terakki’nin İstanbul
yapılanmasının önde gelen ismi, Rıza Tevfik ve Rıza Nur gibi ilk günlerde İnkılab’a
bayraktarlık yapan isimlerin Cemiyet’e girmesine delâlet eden “dava vekili Mustafa
Bahaeddin Bey”, meşhur adıyla “Avukat Baha Bey” olabileceği kanaatindeyiz. Aynı

93
Daha fazla ayrıntı için bkz. “Misafirlerimiz (Muktebesât: Selanikte münteşir Yeni Asır’dan)”,
İkdam, nr. 5127, 2 Eylül 1908, s. 3; “Hukuk Cemiyeti”, Tanin, nr. 33, 20 Ağustos 1324, s. 4.
Mekteb-i Hukuk mezuniyet sınıfı öğrencisi ve gazeteci Zekeriya Mazlum Bey telgraf ve mektuplarla
yolculuğun seyrini kamuoyuna bildirmiştir (“Hey’et-i Mahsûsa”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9848, 27
Ağustos 1908, s. 2); ayrıca bkz. “Hey’et-i Mahsûsa”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9850, 29 Ağustos
1908, s. 2. Mekteb-i Mülkiye Mezunları İttihad ve Te‘âvün Cemiyeti de bir Selanik gezisi
düzenlemiştir (İkdam, nr. 5172, 17 Teşrin-i evvel 1908, s. 4; “Mülkiye Mezunları”, İttihad ve
Terakki, nr. 35 [36], 25 Teşrin-i evvel 1908, s. 3).
94
24 Eylül 1908, Perşembe günü saat ikide Mekteb-i Hukuk’ta toplanılacaktı (Tanin, nr. 53, 9 Eylül
1324, s. 7).

34
aylarda başka vesilelerle basında görünen Avukat Baha Bey, Manyasizade Refik’in
yakın dostlarından ve II. Meşrutiyet öncesinde İstanbul’daki Jöntürk yapılanmasının
başta gelen isimlerindendir 95.

Brüksel Mukayese-i Hukuk Müessesesi muhabir üyesi olan Bahaeddin Bey,


İstanbul’da Brüksel’dekine benzer bir “Mukayese-i Hukuk Müessesesi” kurma
hazırlıkları yapmıştır: “Dersaadet’te Mukayese-i Hukuk Müessesesi namıyla mühim
bir müessese teşkil edilmek üzeredir. Vâreste-i izah olduğu üzere düvel-i
mütemeddinede idare-i umumiyenin temin-i intizamı evvel-emirde kavânîn-i
mevcûdenin ihtiyacât-ı hâzıraya göre tensik ve tanzimi ile kâbil olabilir.
Memleketimizde ise kavânîn-i mevcûdenin ihtiyacâtımıza kifâyet eyleyecek bir hal-i
tekemmüle îsâli lüzum-ı kat‘î tahtındadır” 96. Meclis-i Mebusan’ın tekrar açılacak
olması, kanunların tadili ve ihtiyaçlara uygun bir hale getirilmesi fikrini hukuk
gündeminin merkezine oturtmuştur. Bunun ancak mukayeseli hukuk yaklaşımıyla
mümkün olabileceği kanaatinin hukuk muhitinde çok yaygın olduğu görülmektedir.
Esasen hukuk modernleşmesinde mündemic olduğundan öteden beri var olup farklı
şekillerde ortaya çıkan 97, Mekteb-i Hukuk’un Darülfünun’a bağlanmasından iki yıl

95
Faaliyetleri hakkında önemli bir yazı için bkz. Mustafa Bahaeddin, “Hatırat-ı Zevâl-nâ-pezîr -
Manyasizade Refik Bey”, İnkılâb, nr. 1, 10 Temmuz 1325, s. 3-5. Ayrıca bkz. Feylosof Rıza Tevfik,
İstanbul, Reşadiye Matbaası, 1328, s. 3-4; Mehmed Murad, Tatlı Emeller Acı Hakikatler yahud
Batn-ı Müstakbele Âdâb-ı Siyasiye Talimi, İstanbul, Matbaa-ı Amidî, 1330, s. 83; Süleyman Kâni
İrtem, Meşrutiyet Doğarken - 1908 Jön-Türk İhtilâli, İstanbul, Temel Yayınları, 1999, s. 377.
Baha Bey’in 1908 seçimlerinde mebus adaylığı için bkz. “İntihabât”, İkdam, nr. 5207, 23 Kasım
1908, s. 3. Mebus adaylığı üzerine Manyasizade’nin yazdığı mektup şöyle: “Azizim… mebus olmağa
lazım gelen evsâfı sizde görmekle müftehirim. Heman namzedliğinizi vaz ediniz. Kâşki intihâb
olunacak bütün mebusânımız malumat-ı lâzımeyi sizin kadar haiz ve sizin kadar hamiyetli olsa. Baki
vatanın hâdim-i umrân ve mes‘ûdiyeti olmağa muvaffakiyetinizi bütün ihlâsımla temenni ederim.
Muhlisiniz Manyasizade Refik” (“İntihabât - Mebusan”, İkdam, nr. 5223, 9 Kânun-ı evvel 1908, s.
3). Seçim sürecinde yazdığı rapor Cemiyet içindeki konumu, mebus adaylığından çekilmesi ve
İttihatçıların iç ihtilafları hakkında bilgiler sunan önemli bir belge niteliğindedir. Bkz. [A.C.],
Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, s. 407, 580-582.
Osmanlı topraklarında fabrikalar kurulması ve sanayinin terakki etmesini sağlamak için Paris’te
toplanan sendika ile müzakerede bulunmak için Paris’e gidişi için bkz. “Avukat Baha Bey”, Yeni
Gazete, nr. 206, 16 Mart 1909, s. 4.
96
“Mukayese-i Hukuk Müessesesi”, İkdam, nr. 5148, 23 Eylül 1908, s. 1.
97
Mesela Mekteb-i Hukuk-ı Sultanî’de fıkıh, Roma hukuku ve Fransız hukukunun mukayesesine
önem verilmesine veya Ali Şahbaz Efendi’nin öğrencilerine mukayeseli hukuk fikrini benimsetmesine
dair bkz. Yörük, agt, s. 68-69, 115. Mahmud Refik, Hukuçyan Efendi’nin Mekteb-i Mülkiye’deki
medeni hukuk dersleri ile Mekteb-i Hukuk’ta Münif Paşa’nın teşvikiyle Fransızca olarak okutulan
Fransız Medeni Kanunu derslerini de bu meyanda sayıyor (Mahmud Refik, “Mukayese-i Kavânîn”,
Muhâmât, nr. 20, 10 Şubat 1328, s. 619-620).

35
sonra müstakil bir derse de konu olan (1902) 98 mukayeseli hukuk anlayışı,
Meşrutiyet ortamında öncekiyle kıyaslanamayacak bir önem kazanmış, gündemin
tayin edici unsuru haline gelmişti. Mukayese-i Hukuk Müessesesi’ni böyle bir
ortamda kurma hazırlıkları yapan Bahaeddin Bey, bu teşebbüsünün İkdam’la
duyurulmasından üç gün sonra Mukayese-i Hukuk adlı haftalık bir dergi için ruhsat
talebinde de bulundu 99.

Bahaeddin Bey’e göre milletlerarası ilişkilerin gün-be-gün artması sebebiyle


önem kazanmış “mukayese-i hukuk ilmini memleketimizde ilk defa olarak tesis
eyleyeceğinden vatanımıza büyük ve pek vâsi bir mikyasta hüsn-i hizmete
hazırlan”maktaydı. Mukayese-i Hukuk Müessesesi’nin iştigal sahası yabancı
ülkelerdeki kanunların incelenmesi ve gerekirse bunların tercümesi, Meclis-i
Mebusan’a verilecek kanun layihaları hakkında mütalaa bildirilmesi, kanunların
nazarî ve amelî cihetleri hakkında mebusların bilgilendirilmesi, kanunlaştırma
çalışmalarında gerekli yardımın sağlanması olacaktı 100. Mukayese-i Hukuk
Müessesesi hakkındaki bilgilerimiz kuruluş aşamasında belirtilenlerle sınırlıdır.
Bununla beraber mukayeseli hukuk etrafındaki arayışlar, bir süre sonra kurulacak
olan İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası başta olmak üzere hukuk
mecmualarında ciddi bir yer tutarak kendini matbuat sahasında güçlü bir şekilde
gösterecektir. Bu dönemdeki ders programlarının yeniden düzenlenmesinde 101 ve
kanunlaştırma çalışmalarında mukayese fikri her daim gündemdedir.

98
Yörük, agt., s. 92. Dersin muallimi Seydişehrînin “Dört beş sene evvel mücerred nümâyiş
maksadıyla mektepte bir teceddüd göstermek istenildiği sırada mukayese-i kavânîn ve mukaddime-i
hukuk gibi bazı yeni dersler ilave edilmiş idi. Lakin mukayese dersi henüz ne olduğu anlaşılmaksızın
ahirete giden arkadaşlarının yanına gönderildi” ifadeleri için bkz. “Hukuk Cemiyeti’nin evvelki günkü
ictimâ‘ında fâzıl-ı muhterem Mahmud Esad Efendi hazretleri tarafından îrâd edilen makale-i
iftitâhiyedir”, İkdam, nr. 5104 baha, 10 Ağustos 1908, s. 2. Yusuf Kemal Bey’in “Mahmut Esat
Efendi bize Mecelle okuturdu. Bir ara Mukayeseli Hukuk adı altında kanunu medenileri mukayese
eden bir ders okuttu” ifadeleri için bkz. Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 90.
99
BOA, DH.MKT., nr. 2615/72.
100
“Teşkili teşebbüsünde bulunulan bu müessese memâlik-i muhtelifede mer‘iyyü’l-icra olan
kavânînin tedkiki, inde’l-icâb bunların lisanımıza tercümesi, Meclis-i Mebusan’a verilecek kanun
layihaları hakkında mütalaât-ı kanuniye dermeyânı, vükelâ-yı ümmetin bu gibi kavânînin cihet-i
nazariye ve ameliyesi hakkında mümkün mertebe haberdar edilmesi, kanun tanzimiyle meşgul olacak
makamâta ihtiyacâtımızın daima ihzârı gibi vezâif-i mühimme ile iştigal edecektir” (“Mukayese-i
Hukuk Müessesesi”, İkdam, nr. 5148, 23 Eylül 1908, s. 1).
101
Tanin’in verdiği habere göre Mekteb-i Hukuk’ta “sırf mukayese-i kavânîne hasr olunacak” ihtiyarî
bir sınıf açılması düşünülmüştür. Bu sınıf Siyasiyat (Kamu hukuku) ve Hukuk (Özel hukuk) olarak iki
şubeye ayrılacaktı. Siyasiyat Şubesi’nde “mukayese-i hukuk-ı idare”, “mukayese-i hukuk-ı esasiye”

36
Bahaeddin Bey’in girişimi hukukçuların akademik nitelikteki cemiyetleşme
arayışlarına işaret etmesi bakımından önemlidir. Yukarıda işaret edildiği üzere
Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin hedefleri ile üye profili arasındaki uyumsuzluk henüz
ilk günlerde kendini göstermişti. Kanaatimizce Osmanlı Hukuk Cemiyeti tecrübesi,
mezunlar veya hukuk muhitinin ileri gelenleri ile öğrencilerin yollarına ayrı
cemiyetlerde devam etmesi gerektiği fikrini geliştirmiştir. Hukuk öğretimi veya
tatbikatıyla uğraşanların yeni rejimin gösterdiği istikametteki hedefleri ile
öğrencilerin gündemi, beklenti ve sorunları -ki ileride ders kitapları, doktora
imtihanları gibi karşı karşıya gelecekleri hadiseler ortaya çıkacaktır- ayrı ayrı
cemiyetler kurma ihtiyacına yol açmıştı. Faaliyet gösterememiş olmakla beraber
Dersaadet Mukayese-i Hukuk Müessesesi’nin kurulması fikri bu ihtiyacın açık bir
ifadesi olarak değerlendirilebilir. Daha sonra birbiri ardınca örgütlenen Osmanlı
Hukuk Encümeni ile Talebe-i Hukuk Cemiyeti üzerinden bu farklılaşma takip
edilebilmektedir.

1.2.4. Talebe-i Hukuk Cemiyeti


Talebe-i Hukuk Cemiyeti hukukçuların kurdukları cemiyetler arasında,
gelişimi ve uğradığı kesintilerle enine boyuna araştırılmaya muhtaç, Cumhuriyet
yıllarında da faaliyetlerine devam edebilen bir cemiyettir. Üniversite öğrencilerinin
teşkilatlanmasına önderlik etmek iddiasını taşıyan 102 Cemiyet, öğrenci sorunlarıyla
ilgili etkin mücadelesi ve ders kitaplarının neşrinde üstlendiği dikkate değer rol gibi
faaliyetleriyle; ayrıca öğrencilerin siyasileşmesi tarihi bakımından önem
arzetmektedir. Biz burada II. Meşrutiyet’in ilk aylarındaki kuruluş sürecinden
bahsedeceğiz.

ve “mukayese-i hukuk-ı siyasiye”; Hukuk Şubesi’nde ise “mukayese-i mezâhib”, “mukayese-i


kavânîn-i hukukiye ve medeniye”, “mukayese-i kavânîn-i cezaiye” ve “mukayese-i kavânîn-i ticariye”
dersleri okutulacaktı. Gazetenin yorumu şöyle: “Biz bütün bu teşkilatı alkışlamakla beraber şimdilik,
tedrisata devam ve ihtimam etmediğini istihbâr ettiğimiz muallim efendiler için de bir tedbir
düşünülse daha iyi olur zannederiz” “Mekteb-i Hukuk”, Tanin, nr. 191, 11 Şubat 1909, s. 3.
Muvakkat programda sadece idare hukukunun “ber-vech-i mukayese” anlatılacağı belirtilmekteydi.
Bkz. “Mekteb-i Hukuk’un Muvakkat Programı”, İkdam, nr. 5168, 13 Teşrin-i evvel 1908, s. 4.
102
Müdavimîn-i Mülkiye Cemiyeti de “teşkiline çalışılacak Darülfünun Talebe Cemiyeti’ne bir esas
hazırlamak maksadıyla” kurulmuştu (“Müdavimîn-i Mülkiye Cemiyeti”, Tanin, nr. 439, 22 Teşrin-i
sâni 1909, s. 3).

37
Uzman hukukçuları biraraya getirecek ve dolayısıyla öğrencileri dışarıda
bırakacak olan Osmanlı Hukuk Encümeni’nin kuruluşuna dair ilk haberlerin Kasım
ayı başlarında basına yansıması 103, öğrencilerin başka bir cemiyette toplanmak üzere
harekete geçmesini zaruri hale getirdi. Nizamnamelerindeki benzer hükümler ve
aşağıda bahsedeceğimiz sürtüşmeler dikkate alındığında Osmanlı Hukuk Encümeni
ile Talebe-i Hukuk Cemiyeti arasında irtibat ve etkileşim olduğu görülür.

Hukuk öğrencileri “devrin icabı hemen her yerde bir cemiyet kurmak sevdasına
uyarak” 104 ve Osmanlı Hukuk Encümeni’nden daha hızlı yol alarak 18 Teşrin-i sâni
1324 tarihli (1 Aralık 1908) bir nizamname ile Talebe-i Hukuk Cemiyeti’ni kurdu 105.
Nizamnameye göre Cemiyet’in kurulları oluşturuluncaya kadar geçici bir Hey’et-i
İdare seçildi (madde-i muvakkata). Bu hey’ette Burhan Felek “kâtib-i umûmî” olarak
etkin bir rol üstlenmiştir 106.

Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nin nizamnamesine göre “Dersaadet Mekteb-i


Hukuk talebesi” tarafından kurulan Cemiyet’in aslî, fahrî ve muhabir üye olmak
üzere üç tür üyesi vardır. Aslî üyeler giriş şartlarını sağlayan Mekteb-i Hukuk
öğrencileridir. Fahrî üyeler muallim ve mezunlardan arzu edenler ile Cemiyet’e
faydalı olabileceği düşünülen ve iki aslî üyenin önerisi üzerine Hey’et-i İdare
tarafından kabul edilenlerdir. Konya 107, Selânik ve Bağdat hukuk mektebi
öğrencileri muhabir üye sıfatını kazanabilir (m. 1-5).

103
“İstanbulda Osmanlı Hukuk Encümeni unvanıyla bir enstitü tesisi takarrur etmiş olduğundan bu
bâbda icra-yı müzakerât için bazı zevâtın Teşrin-i evvelin otuz birinci Cuma günü saat dörtte Mekteb-i
Hukuk’a azimet etmeleri lüzumu hususî davetnamelerle kendilerinden rica olunduğunu haber aldık.
Şayan-ı teşekkür olan bu teşebbüsün yakın zamanda mevki‘-i tatbika konulduğunu görmek
temenniyâtını izhâr ederiz” (“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 99, 9 Teşrin-i sâni 1908, s. 4).
104
Burhan Felek, “II. Meşrutiyet ve İttihat-Terakki Cemiyeti”, Milliyet, 7 Mart 1982, s. 18.
105
Servet-i Fünun, nr. 167, 18 Teşrin-i sani 1324, s. 3. Cemiyet’in nizamnamesi için bkz. “Talebe-i
Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi”, Yeni Gazete, nr. 112, 10 Kânun-ı evvel 1908, s. 3-4.
106
Göreviyle ilgili anlatımlarından bir örnek için bkz. Burhan Felek, “Domuz Sokağı’ndaki Dostum”,
Milliyet, 28 Nisan 1974, s. 14.
107
Bir yıl kadar sonra Konya Talebe-i Hukuk Cemiyeti kurulacaktır; “… Bizde Meşrutiyetten evvel
cemiyet lafzı ağza bile alınmazdı. İnkılab-ı Meşrutiyetle beraber pâyitahtımızda suver-i muhtelifede
cemiyetler teşkil edilmiş ve cemiyetlerin fevâidi de görülmüştür. Ma‘mâfîh taşralarda ilmî bir cemiyet
teşkili, zannediyorum, ilk defa Konya Hukuk talebesine nasib olmuştur. Memleketimizde kâffe-i
şu‘abât-ı ilmiye ile beraber pek geride kalmış olan ilm-i celîl-i hukukun terakki ve tefeyyüzüne hâdim
olacağı tabiîdir. Cemiyet tevsî ve intişar-ı ilm-i hukuku temin etmek için en mükemmel vasıta olan bir
kütüphane teşkilini de unutmamıştır” (“Şuûn-ı Hukukiye: Konya Talebe-i Hukuk Cemiyeti”, İlm-i
Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 12, 28 Şubat 1325, s. 431).

38
Cemiyet’in amacı öğrenciler arasında “ittihad ve muhâdenetin tesis ve te’yidi”,
öğrencilerin “maddeten temin-i istirahat ve saadetleri ve mânen husûl-i terakki ve
te‘âlîleri esbâbının istikmâli”, öğrencinin “hukuk-ı sarîhasına karşı vâki olacak
tecavüzâtın müttehiden men‘i” ve Umûmî Talebe Cemiyeti kurularak “memâlik-i
mütemeddinede talebeye bahş edilmiş olan hukuk ve imtiyazâtın memleketimizde
dahi istihsâli” için hazırlıklar yapmaktır (m. 8). Maddi şartlar bakımından “pek
müz‘ic bulunan talebe hayat ve muaşeretine” son verilerek, “memâlik-i
mütemeddine-i ecnebiyede olduğu üzere” muntazam ve ucuz; öğrencilerin sıhhat,
vakar ve haysiyetine uygun mekanlarda konaklaması için bir talebe mahallesi
kurulmasına teşebbüs edilecektir (m. 9). “Talebenin mânen husûl-i terakki ve
te‘âlîlerinden murad” ise ders programlarının ıslah edilmesi, muallimliğe ehliyetli ve
muktedir kişilerin getirilmesi, bilimsel çalışmaların kolaylaştırılması için kütüphane
kurulması, öğrenciler arasında “mübâhesât ve münakaşât icrası”, uzmanlar tarafından
konferanslar verilmesi gibi yollarla öğrencilerin fikri gelişiminin sağlanmasıdır (m.
10). Kurulacak olan Umûmî Talebe Cemiyeti’yle, Darülfünun şubeleri ile diğer
yüksek okullar arasında “bir ittihad ve müvâneset tesisi ve umûmî kongreler,
tenezzühler tertibiyle bu muhâdenetin te’yid ve tevsî‘i” amaçlanmaktaydı. Bu
düşünce “talebeliğe şerefli ve mümtaz bir mevki temini” hedefinin ötesinde “bilhassa
kuvve-i müttehide teşkiliyle Meclis-i Mebusan ve A‘yân’da Darülfünun namına aza
bulundurmak salâhiyetinin taleb ve iddiası” için çalışmak gibi siyasi katılım
arzusunu tebarüz ettiren hedefleri de içermekteydi (m. 11). Bunlar dışında kitap
fiyatları ile ulaşım ve diğer medenî ihtiyaçların ücretlerinin indirilmesi amaçlanmıştı
(m. 12).

Aslî üyeler tarafından her sınıftan beşer kişi gizli oy ile seçilerek yirmi kişilik
Hey’et-i İdare oluşturulur. Tekrar seçilmeleri mümkün olmakla beraber yılda bir
değişecek ve fahrî olarak görev yapacak olan Hey’et-i İdare üyeleri yalnız
sınıflarının değil, bütün öğrencilerin vekili mesabesindedir. Bununla beraber görev
süresi içinde ayrılan üyenin yerine aynı sınıftan, üyelerden sonra en çok oyu almış
kişi getirilir (m. 25). Hey’et-i İdare bir reis, iki reis-i sâni, bir idare memuru, bir kâtip
ve bir muhasebeci seçer (m. 13-16). Hey’et-i İdare’nin haftada bir toplanması
zorunludur, ancak toplantı için mutlak çoğunluk aranır (m. 22, 24). Reis ve reis-i

39
sânilerin, tekrar seçilebilseler de, üç ay gibi kısa bir sürede değişmesi öngörülmüştür
(m. 21). Bu süre Hey’et-i Umumiye’nin toplanma periyoduna işaret eder (m. 28).

Kâtibin görevi her ne kadar “müzakerât ve mukarrerâtı zabt ve evrak ve


defâtir-i Cemiyeti tanzim ve muhafaza eder” (m. 19) şeklinde tanımlanmışsa da ilk
kâtip olan Burhan Felek bunun ötesinde bir faaliyet göstermiştir. Vekalet ilişkisinin
tanımlanması nasıl dönemin kamu hukuku gündeminden esinti taşımaktaysa kâtibin
üstlendiği rol de İttihat ve Terakki Cemiyeti örneğini hatırlatmaktadır. Üç ayda bir
toplanacak Hey’et-i Umumiye toplantılarında Hey’et-i İdare hakkında nitelikli
çoğunlukla güvenoyu verilmesi, aksi halde hey’etin istifaya mecbur olması (m. 30);
Hey’et-i Umumiye’nin üçte birinin yazılı beyanı üzerine Hey’et-i İdare hakkında
güvenoyu istenilmesi (m. 26); Hey’et-i İdare kararlarına Hey’et-i Umumiye’nin
muhalefet etmesi, bunun üzerine Hey’et-i İdare’nin kararında ısrar edip güvenoyu
istemesi ve yapılacak oylamada güvensizlik oyu alması halinde istifa etmiş
sayılması 108 (m. 27) da aynı şekilde değerlendirilebilir. Cemiyet’in “hukuk ve
siyasiyâttan bâhis ve ulûm-ı hukukiyece terakkiyât ve tekemmülâtı mûcib olacak
mütalaât ve tenkidâtı hâvi olmak üzere ileride bir gazete neşr” etmek fikri de vardı
(m. 37) 109.

Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nin muallimlerin derse devam etmemesi 110 ve ders


kitabı basımı 111 gibi öğrenci sorunlarıyla ilgili tavrı, öğrencilerin hissiyatını
yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Cemiyet, Servet-i Fünûn’da çıkan bir haber
üzerine, Cemiyet nizamnamesinin Yeni Gazete’de yayınlandığı gün (10 Aralık 1908)
yaptığı açıklamayla bu konularda tavizsiz bir üslup takip edeceğini göstermiştir.
Mekteb-i Hukuk ikinci sınıf öğrencileri ders notu vermeyen muallimlerin dersine

108
Nizamnamenin bu maddesi öğrenciler arasındaki siyasi kamplaşma bağlamında 31 Mart’tan önce
tatbik edilecektir.
109
Daha fazla bilgi için bkz. “Talebe-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi”, Yeni Gazete, nr. 112, 10
Kânun-ı evvel 1908, s. 3-4.
110
Muallimlerin derse devam etmemesi ders yılının başından beri şikayet konusudur. Bkz. “Mekteb-i
Hukuk Muallimleri”, Tanin, nr. 107, 17 Teşrin-i sâni 1908, s. 3; Mekteb-i Hukuk’tan Bir Talebe,
“Maarif Nazır-ı Âlîsine: Mekteb-i Hukuk Hakkında”, Serbesti, nr. 5, 7 Teşrin-i sâni 1324, s. 2.
111
Öğrencilerin ilk aylarda ders kitabı bastırma girişimleri, bu münasebetle devletler hukuku muallimi
Âli Bey ve ceza hukuku muallimi Kirkor Zöhrab’la yapılan görüşmeler ve İttihatçı öğrencilerin ders
kitabı basımı işine müdahalesi gibi konularda ilk elden bilgiler için bkz. Ahmet Muhtar Nasuhoğlu,
Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, s. 207-212. Ayrıca bkz. Burhan Felek, “Domuz Sokağı’ndaki
Dostum”, Milliyet, 28 Nisan 1974, s. 14.

40
girilmemesini, derse devam etmeyen muallimler için de Maarif Nezareti’ne
başvurulmasını kararlaştırır. Servet-i Fünûn, öğrencilere “ifrata gitmemelerini ve
dünyanın hiçbir tarafında görülmeyen bu hal-i isyanı bırakmalarını” tavsiye eder.
Gazeteye göre muallimlerin derse devam etmesi “harekât-ı şedide” ile değil,
“muslıhâne müracaatlarla” sağlanmalıdır. “Talebenin her şeyden evvel nazara alacağı
şey intizam-perverlik ve itaat vasıflarıdır” 112. Gazetenin nasihatlerine Cemiyet’in
tepkisi gayet sert olmuştur: “Şimdiye kadar meşrutiyet-i idarenin en şiddetli taraftarı
gibi görünen bir gazetenin böyle gayet tabiî bir hareketi isyan addeylemesi ne kadar
hayretle telakki edilse şâyândır… Hukuk talebesi hak ve ale’l-husus kendilerine
taalluk eden bir hakkı Servet-i Fünûn muharrirlerinden daha iyi bilir ve takdir
eder” 113. Servet-i Fünun aynı gün akşam nüshasında Cemiyet’in tarizlerine tek tek
cevap vererek nasihatlerini tekrarlamışsa 114 da hak arayış üsluplarıyla meşrutiyet
idaresini özdeşleştiren öğrencilerin nasihatlere kulak asmayacakları ve haklı
oldukları konularda ne kadar cüretkâr olabildikleri ilk tepkilerinden anlaşılmaktadır.

Öğrenci sorunlarıyla ilgili tepkilerin siyasi bir bağlamı da olabiliyordu. Hukuk


camiasının önde gelen isimlerinden Hakkı Bey’in Mekteb-i Hukuk’taki derslerine
devam etmemesinin basına yansımaları bunun tipik örneğidir. Aynı zamanda kabine
üyesi olan ve seçim sürecinde İstanbul mebus adayları arasında adı geçen Hakkı
Bey’in derslerine devam etmediği sabit olmakla beraber, sürekli aleyhinde yayın
yapan gazeteler bunu bir siyasi çekişme malzemesi olarak kullanmıştı 115. Birbirini
yalanlayan tepkiler, öğrencilerin de siyasi kamplaşmadan ne kadar pay aldığını

112
“Mekteb-i Hukuk Talebesi”, Servet-i Fünun, nr. 173, 8 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
113
“Dersaadet Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nden”, Yeni Gazete, nr. 112, 10 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
“Talebe, ders hususunda hem umûmu fevkalâde işgal eden, hem de istifade-i fikriyeyi tahdid ve tenkis
eyleyen notların evvelce muallimler tarafından tab ve tevzi‘ini talep ederken kendi hukuk-ı sarîhası
dairesinde hareket etmiş olur. Muallimlerin adem-i devamı gibi umûm hakkında en fena bir hal için de
talebenin hakk-ı itirazı teslim edilmezse, bilemeyiz ki talebe için ne gibi bir hak tasdik edilecektir.
Talebe-i Hukuk Cemiyeti kanun-ı meşrutiyete müstenid olan bu harekâtı ‘isyan’ diye tavsif
eylediğinden mezkûr gazeteye alenen beyan-ı teessüf eder” ifadeleri için bkz. aynı yer.
114
“… Mekâtib talebesinin daire-i itidalden haric metâlibden vazgeçerek yine kendi menfaatleri için
tahsillerini akim bırakmamaları, muhal şeyleri iddia etmemeleri şayan-ı tavsiyedir. Şüphe yok ki
meşrutiyet-i idareye mâlikiz, fakat daha mebâdide olduğumuzu, bütün işlerimizin halet-i mebnâda
bulunduğunu unutmayalım da muslıhâne hareket edelim” ifadeleri için bkz. “Mekteb-i Hukuk
Talebesi”, Servet-i Fünun, nr. 175, 10 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
115
Mekteb-i Hukuk ikinci sınıf öğrencilerinin bir defa bile derse gelmeyen hukuk-ı esasiye muallimi
Maarif Nazırı Hakkı Bey’le ilgili şikayetleri için bkz. Servet-i Fünun, nr. 168, 2 Kânun-ı evvel 1908,
s. 4. Serbesti aynı haberi “Hakkı Bey’den Bıktık!” başlığıyla vermiştir (nr. 19, 21 Teşrin-i sâni 1324,
s. 4).

41
göstermektedir. Hakkı Bey’in derse gelmemesi için birinci sınıf öğrencileri
tarafından Müdüriyet’e bir layiha verileceğine dair Yeni Gazete’de çıkan haber,
başka bir grup öğrenci tarafından “bu gibi muallimleri istememek değil, kendi
arzularıyla muallimliği terk etmesine bile katiyyen razı olamayız” ifadeleriyle
yalanlanmıştır 116.

Mekteb-i Hukuk muallimlerinin kısa süre sonra bir “Encümen-i Muallimîn” 117
kurmalarında öğrencilerin bu tür davranışlarının önünü alabilme düşüncesinin payı
büyüktür. Mekteb-i Hukuk Encümen-i Muallimîni, mektep için muallimlerin
inisiyatifinde özerk bir yönetim öngörmekte ve kuruluş aşamasında 118 esasen
öğrencilerle muallimlerin ilişkilerini düzenlemeyi amaçlamaktaydı. Encümen-i
Muallimîn Yusuf Kemal, Celaleddin Ârif ve Hoca Hasan Efendi’yi “mebus intihâb”
etti; onlar da sınıfları tek tek gezerek öğrencilere alınan şu kararları bildirdiler:

“1. Mektep Hey’et-i İdare ve Maarif’ten infikâk ederek Encümen’e tâbi bulunacak,
2. Hey’et-i Talimiyeyi Encümen intihab edecek,
3. Avrupa darülfünunlarında olduğu gibi muallimîn tarafından talebeye not
verilmeyecek,
4. Muallimînden biri hakkında talebe tarafından vukû bulacak şikayet ekseriyeti haiz
olacak ve aksi takdirde mesmû olmayacak,
5. Ekseriyet teşkil eden şikayet Encümen’de mevki‘-i tezekküre konularak verilecek
karar talebe tarafından itiraza uğrasa dahi kabul edilecek,
6. Tekrar itiraz edilecek olursa o sınıf muallimleri umumi imtihana kadar mektebi terk
ederek ders vermeyecekler, bununla beraber istifa etmeyeceklerdir,

116
Tanin, nr. 123, 3 Kânun-ı evvel 1908, s. 3. Hakkı Bey’in Roma sefaretine atanması münasebetiyle
öğrencilerin abartılı tezahüratı için bkz. “Mekteb-i Hukuk Talebesi”, Tanin, nr. 136, 16 Kânun-ı evvel
1908, s. 3; “Hakkı Bey’e İhtiram”, Servet-i Fünun, nr. 180, 16 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
Hukukçuların “şeyhü’l-müderrisîn”i, ilk mektepli hukukçu Seydişehirli Mahmud Esad Efendi’nin
öğrencilerin “izhâr ettiği arzu üzerine artık derse gelmemeye mecbur” kalmasına dair söylenti için
bkz. Serbesti, nr. 19, 21 Teşrin-i sâni 1324, s. 4.
117
Mekteplerin ve Osmanlı maarifinin terakkisi, halk arasında maarif fikrinin yayılması, muallimler
arasında dayanışmanın sağlanması, muallimlerin haklarının korunması gibi amaçlarla Darülfünun ve
Darülmuallimîn mezunları tarafından kurulan Encümen-i Muallimîn’le karıştırılmamalıdır. Bkz.
Encümen-i Muallimîn Nizamnamesi, [İstanbul, 1908], s. 2; “Encümen-i Muallimîn”, Tanin, nr. 19,
6 Ağustos 1324, s. 4; “Encümen-i Muallimîn”, Hukuk-ı Umumiye, nr. 76, 30 Teşrin-i sani 1908, s. 4.
118
Mekteb-i Hukuk’taki Encümen-i Muallimîn’in kuruluşu Osmanlı Hukuk Encümeni’ne ait
nizamnamenin onaylanma aşamasına denk gelir. 23 Aralık 1908 tarihli Tanin, Mekteb-i Hukuk’ta
kurulan Encümen-i Muallimîn nizamnamesinin mektep müdüriyeti tarafından dağıtıldığını
yazmaktadır (Tanin, nr. 143, 23 Kânun-ı evvel 1908, s. 4). Aynı günlerde Osmanlı Hukuk Encümeni
nizamnamesi de müdüriyet tarafından dağıtılmaya başlandığından ikisi karıştırılmış olabilir. Servet-i
Fünun’da üç gün sonra Encümen-i Muallimîn nizamnamesinin henüz yazılmadığının belirtilmesi bu
ihtimali güçlendirmektedir (“Mekteb-i Hukuk’ta Encümen-i Muallimîn”, Servet-i Fünun, nr. 189, 26
Kânun-ı evvel 1908, s. 3).

42
7. Muallimîn-i mezkûre devam etmediği halde o sene tederrüs edilmesi icâb eden dersi
imtihanda soracak. Binâenaleyh imtihanda isbat-ı ehliyet edemeyenlerle girmeyenler
sınıfta ibka edilecek” 119.
Encümen-i Muallimîn’in öngördüğü bu düzenlemeler idari teşkilatı
değiştirmek bakımından iddialı olduğu gibi öğrenciler için itiraz kapılarını da
neredeyse tamamen kapatıyordu. Öğrencilere bu kararları duyuran muallimler
tekliflerin kabul edilmesi durumunda nizamnamenin Meclis-i Mebusan ve A‘yân’a
gönderileceğini; aksi takdirde muallimlerin derse girmeyeceklerini, istifa da
etmeyeceklerini belirtmişlerdi 120. Öğrencilerin çoğunluğu Encümen-i Muallimîn’in
tehdit tonu yüksek tekliflerini kabul etmemiş 121; Talebe-i Hukuk Cemiyeti de
muallimlerle öğrenciler arasındaki sorunların Encümen-i Muallimîn aracılığıyla
çözülmesine direnç göstermiştir 122. Encümen-i Muallimîn’in bu girişimi bu türden
öğrenci taleplerinin önünün alınmasında etkili olmuşsa da yönetim organı olarak
varlığını devam ettirecek olan Encümen yukarıdaki programı tam olarak
uygulayamamıştır.

Bu sürtüşmenin yaşandığı günlerde Talebe-i Hukuk Cemiyeti, Said Hikmet


Bey’e ait Mazi ve Âtî adlı oyunun 123 Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda sahneye
konulmasıyla kuruluşunu daha geniş kitlelere duyurur 124. Elde edilen gelirin tamamı
kuruluş masraflarına karşılık olmak üzere Talebe-i Hukuk Cemiyeti’ne bırakılmıştı.
Oyundan önce İkdam’ın başyazarı Ali Kemal Bey, hukuk öğrencilerinden oluşan
“teşne-gân-ı marifet”e Doğulularda ve Batılılarda “kabiliyet-i ictimâ‘iye”yi konu
alan ve teşebbüs fikri, siyasi terbiye, sorumluluk gibi meselelere temas eden bir
konuşma yaptı 125. Mazi ve Âtî’de de bir aile üzerinden jurnalcilik, hafiyelik ve

119
“Mekteb-i Hukuk’ta Encümen-i Muallimîn”, Servet-i Fünun, nr. 189, 26 Kânun-ı evvel 1908, s. 3.
120
“Mekteb-i Hukuk”, Servet-i Fünun, nr. 190, 27 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
121
“Encümen-i Muallimîn kararlarının ayrıntılı bir tenkidi için bkz. V., “Darülfünun Talebesinin
Hukuku”, Serbesti, nr. 45, 17 Kânun-ı evvel 1324, s. 2. “V” imzasını kimin kullandığını tespit
edemedik.
122
“Mekteb-i Hukuk”, Servet-i Fünun, nr. 190, 27 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.
123
Said Hikmet, Mazi ve Âtî (Komedi, dört perde), İstanbul, Hilal Matbaası, 1324, 68 s.
124
İkdam, nr. 5236, 22 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
125
Tanin, nr. 143, 23 Kânun-ı evvel 1908, s. 4. Ali Kemal bir yazısını bu konuya tahsis etmiştir: Ali
Kemal, “Kabiliyet-i İctimâ‘iye, Şarklılarda ve Garblılarda”, İkdam, nr. 5240, 25 [26] Kânun-ı evvel
1908, s. 1. Ali Kemal’in şu ifadeleri kayda değer: “[Talebe-i Hukuk Cemiyeti gibi] müessesât bu
memleket için şimdiye kadar hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir ikbâlin mübeşşir-i evvelînidir.
Çünkü bu sayede ta kadîmden beri Şark’tan bi’z-zarure aldığımız nevâkıs-ı ictimâ‘iyeyi Garb’dan
devr-i ahîrimizde edinmeye başladığımız kemalât ile izale edebilmek yolunu tutarız” (aynı yer).

43
Jöntürklük işlenirken memur karşısında tüccar yüceltilir, temalar arasında “teşebbüs-i
şahsî” öne çıkar 126.

II. Meşrutiyet’in ilk aylarında tek gündemi siyaset olan bir ortam ve hangi
cepheden olursa olsun aşırı siyasileşmiş bir öğrenci kitlesi vardı 127. Mekteb-i Hukuk
da siyasi ihtirasların “cidâlgâh”ı olan mekteplerden biriydi 128. Öğrenciler arasındaki
siyasi faaliyetlerin mihveri, az sayıda fakat itibarlı bir konumda bulunan İttihatçı
hukuk öğrencilerinden oluşan “Mekâtib-i Âliye Kulübü”dür. Talebe-i Hukuk
Cemiyeti tarafından düzenlenen programa İttihatçıların nazarında olumsuz figürlerin
başında gelen Ali Kemal’in konuşmacı olarak davet edilmiş olması, Prens
Sabahaddin taraftarı veya İttihat ve Terakki karşıtı öğrencilerin de hayli etkin
olduklarını göstermektedir 129. Bununla beraber aralarındaki ihtilafın çoğunlukla
siyasi fikir ayrılığına değil, şahsî sebeplere dayandığı söylenebilir. İttihat ve Terakki
karşıtlığının ortaya çıkışı bakımından Cemiyet’in önde gelen ismi Burhan Felek’in
samimi beyanları dikkat çekicidir. Felek, İttihat ve Terakki’ye girmek istediği halde
“çoluk çocuk işi değil… dersine çalış” gibi nasihatlerle küçümsenerek reddedilmesi
ve babasının tensikatla kadro harici bırakılması gerekçeleriyle karşıt cephede yer
aldığını belirtir 130.

Muhalif olsun, muvafık olsun öğrenciler aynı aşırı siyasileşmiş havayı teneffüs
etmektedir. Ders kitaplarının basımında etkin bir rol alacak, “ilim muhabbetiyle”
hukuk derslerinin müzakere edilmesi ve lisan derslerinin verilmesi için bir kulüp 131
açacak kadar girişken olduğu halde mektepteki siyasi havadan hoşnut olmayan

126
Said Hikmet, Mazi ve Âtî (Komedi, dört perde), s. 16. Karakterlerden Mekteb-i Sultani öğrencisi
Selahaddin’in jurnalci babasına söylediği “ben hükümet memuriyeti denilen o çirkin girdaba kendimi
atmak istemiyorum. Alnımın teriyle, namusumla ekmeğimi kazanmak istiyorum” sözleri için bkz.
Said Hikmet, age, s. 15.
Selanik Hukuk Mektebi öğrencileri de kuracakları “hukuk kulübü”nün ilk sermayesini sağlamak için
aynı yola başvurmuştu. Öğrenciler Fehim Efendi’nin nezareti altında “İnkılab” piyesini sahneye
koyacaktı. Bkz. “Tiyatro”, İttihad ve Terakki, nr. 32, 18 Teşrin-i evvel 1908, s. 4.
127
“… Talebe-i Hukuk Cemiyeti kâtibi umumisiyim. Mektepte politika gırla gidiyor” (Burhan Felek,
“Gazeteci Hasan Fehmi’nin Öldürülüşü…”, Milliyet, 8 Nisan 1972, magazin, s. 3).
128
“Mekteb-i Hukuk’a Dair”, Osmanlı, nr. 11, 27 Mart 1909, s. 2.
129
Hukuk Fakültesi’nde İttihat ve Terakki karşıtlığı için ayrıca bkz. Burhan Felek, “Politikaya Nasıl
Girdim?”, Milliyet, 19 Aralık 1976, s. 14.
130
Burhan Felek, “II. Meşrutiyet ve İttihat-Terakki Cemiyeti”, Milliyet, 7 Mart 1982, s. 18; aynı mlf.,
“Kendi Kaleminden Burhan Felek”, Milliyet, 6 Kasım 1982, s. 7.
131
Ahmet Muhtar Nasuhoğlu, hüsranla sonuçlanan kulüp açma girişimi münasebetiyle önemli bilgiler
vermektedir. Bkz. Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, s. 225-229.

44
Ahmet Muhtar Nasuhoğlu adlı bir öğrencinin canlı tasvirleri hayli öğreticidir:
“Meşrutiyet diye birçok sebatsız nev-hevesler de mektebe girmişlerdi. Bunların kârı
atıp tutmak, fırkacılık siyasetleri yüzünden mevkilerinde yükselmek ve halka
tahakküm etmekti. Bütün bu işlerden düşündükleri dahi bol para elde ederek şehvânî
zevkleri yapabilmekti. İşte bu gibiler zâhirde Darülfünun talebesi, hakikatte ise,
Şehzadebaşı’nda Latif [Letafet?] Apartmanı’nda -o tarihte- açılmış İttihat merkezinin
birer çığırtkanı idiler. Darülfünun’da öğleye kadar ders veriliyordu. Bu yâdgârlardan
derse devam edenler hemen yok gibi idi. Bazı haftalarda birkaç gün gelen birkaç kişi
de okumak, öğrenmek için değil, şöyle bir görülmüş olmak maksadıyla
bulunuyorlardı. Öğleden sonra boş kalan mektep binasına bu tufeyliler dolarlar,
akşamlara kadar atıp tutarlardı” 132. Bu öğrencilerin hilafet, saltanat, aile, şeriate
dayanan kanunlar ve milliyet fikri hakkında “sıradışı” fikirlere sahip oldukları
anlaşılıyor 133.

Talebe-i Hukuk Cemiyeti, nizamnamesini yaptıktan hemen sonra büyük çapta


bir miting düzenlemiştir. Bu miting, İngiltere’deki Ellesmere College öğrencilerinin
Avusturya ve Bulgaristan meselelerinde Osmanlıları destekleyen mitingine 134
teşekkür etmek üzere düzenlenmişti 135. Cemiyet, Bosna Hersek ve Bulgaristan gibi

132
Ahmet Muhtar Nasuhoğlu, Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, s. 205.
133
Ahmet Muhtar Nasuhoğlu’nun “saçma, mânasız, mahiyetsiz mülahazalar” olarak gördüğü
konuşmaların bir kısmı zikre değer: “Padişahların cinayetleri malum, bunları kaldırmalı! Yerine
cumhuriyet esası kurulmalıdır. Fakat bu işi yapabilmek için çare mevcut ailenin vücudunu ortadan
kaldırmaktır!... Sonra hilafet bize muzırdır. Hilafettir ki Türklüğü köreltmiştir. Bunu da atmalı!...
Topraklarımızın muhafazasına gelince: Birçok akvâm ve kabâilin benimsediği vâsi hudutları milliyet
ve kavmiyet esaslarına göre tefrik etmeliyiz! Türklüğü canıyla, malıyla bunları, buraları muhafaza gibi
hidemât-ı şâkkadan kurtarmalıdır. Türk’ün başında azîm bir beliyye vardır. Öyle ise hareketine,
tefekkürüne, hakiki saadetine mani olan din meselesidir. Milletler hakikat peşinde koşarken hayale
bağlanmanın mânası ne?!... İşte bu hayalattır ki Türk’ü, memleketi köreltti, hor ve hakir bıraktı. Bu
bapta varlık göstermelidir. Bu kayıt ve bağlantıları atmalıdır. Bunu biz Darülfünunlular evvela
nefsimizde tatbik etmeli ve ta‘mîmine çalışmalıdır. İttihat ve Terakki’nin ifade ettiği hakiki mânası da
budur!... İçerimizdeki Rum, Ermeni gibi muhtelif kavimlerin düşünceleri ne kadar aleyhimize olsa da
onların din hakkındaki görgüleri, duyguları bizimkinin hemen aynıdır. Onların bağlantısı da zahirî
gibi bir şeydir. Biz bu şuurluluğu gösterirsek onların da rehberi olmuş oluruz. Hakiki varlığı husule
getirecek bu yolun temin ve takviyesi kanun ve kuvvetle başlar. Bu sebeple İslâm şeriatından alınmış
kanunları atmalıyız! Hocaları şimdilik camilere kapatmalı, dünyaya karıştırmamalı!...” (Nasuhoğlu,
Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, s. 206).
134
Gazeteye göre İngiliz öğrenciler büyük bir miting düzenleyerek Osmanlılara karşı son
hareketlerinden ötürü Avusturya’yı “alçaklık”, Bulgaristan’ı “nankörlük”le tavsif etmişti (“İngiliz
Mektep Şakirdânının Yeni Bir Eser-i Muhâlesetleri”, Yeni Gazete, nr. 104, 2 Kânun-ı evvel 1908, s.
2).
135
“İngiltere’de kâin Elsmer Mektebi şakirdânı tarafından mün‘akid mitinge ve İngiliz şakirdânının
Osmanlılar hakkında ibraz eyledikleri eser-i mahabbet ve teveccühe mukalebe etmek üzere umûm

45
ortak bir hissiyatın dile geldiği milli meselelerde 136 toparlayıcı bir rol
oynayabilmiştir. Girit’le ilgili protesto mitingleri de hukuk öğrencilerinin katıldığı bu
türden toplantılardır. İç siyasetle bağlantılı meselelerde ise Cemiyet içi ihtilaflar
hemen gün yüzüne çıkmıştır. Yabancı gazeteler aleyhine düzenlenen miting ve
gazeteci Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi münasebetiyle muallimlerin de karıştığı
tartışmalar Hukuk öğrencilerini siyasi tartışmaların içine çekmiştir.

İttihat ve Terakki ile Ahrar çatışmasının had safhaya geldiği günlerde,


İstanbul’da çıkan bazı yabancı gazetelerin Osmanlı unsurları arasındaki birliği
bozucu yayınlarından ötürü hükümeti göreve çağırmak üzere düzenlenen miting 137
münasebetiyle Cemiyet’in kâtib-i umûmîsi Burhan Felek, İkdam Matbaası’na bir
telgraf 138 çekerek böyle bir karar almadıklarını Cemiyet namına bildirmiş ve bir
bakıma hukuk öğrencilerinin mitinge katılmasının önüne geçmeye çalışmıştı. Aslında
önemli olan meselenin Cemiyet tarafından müzakere edilip edilmemesi değil,
“İttihatçıların propogandası”nın önüne geçmekti 139. Zira telgrafın çekilme gerekçesi,
aynı zamanda Mekâtib-i Âliye Kulübü üyelerinden olan, Talebe-i Hukuk
Cemiyeti’nin ikinci reisi İbrahim Necmi’nin (Dilmen) “sınıf sınıf dolaşıp Hukuk
talebesini ertesi gün Tanin Matbaası önünde muhalif gazeteler aleyhine yapılacak
mitinge davet” etmesiydi 140. İbrahim Necmi’nin de içinde bulunduğu Talebe-i

Osmanlı darülfünun ve mekâtib-i âliye müdavimlerinin Pazar günü saat altıda Sultan Ahmed
Meydanı’nda ictima eylemeleri Talebe-i Hukuk Cemiyeti namına rica olunur” (“Mekâtib-i Âliye
Müdavimlerine”, Yeni Gazete, nr. 107, 5 Kânun-ı evvel 1908, s. 4).
136
Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşundan önce Hukuk öğrencileri Girit’in Yunanistan’a ilhakını
reddetmek için de miting düzenlemişti.
137
Miting, “memleketimizde münteşir cerâid-i ecnebiyeden bir ikisinin anâsır-ı muhtelife-i Osmaniye
arasında öteden beri devam etmekte olan vifâk ve ittihadı ihlal edecek surette makalât neşr etmeleri
menâfi‘-i Osmaniyeye mugâyir olduğundan hükümetce bu gibiler hakkında kanunun verdiği salahiyet
dairesinde muamele edilmesini talep için” düzenlenmişti (Miting Hey’eti namına Cevdeti, “Miting”,
Tanin, nr. 232, 24 Mart 1909, s. 3). Miting Heyeti 25 Mart’ta Levant Herald, Proodos ve Neologos
gazetelerini Osmanlı askerine hakaret ettiklerinden dolayı Sadaret’e şikayet etmiş, Sadrazam Hüseyin
Hilmi Paşa dilekçeyi Meclis-i Mebusan’a göndermiş ve Matbuat Kanunu’nun bir an önce
çıkarılmasını istemiştir. Meclisteki tartışma, özellikle Lütfi Fikri ve Babanzade İsmail Hakkı’nın
görüşleri için bkz. MM, I, 1/47, 14 Mart 1325: MMZC, II, 479-487.
138
“Dün gece Selimiye Kışlası merkezinden matbaamıza keşide edilen telgrafnamedir: Yarın “karşı
matbuatı”ndan bazıları hakkında yapılacak mitinge iştirak Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nce mevki-i
müzakereye bile vaz edilmediğinden bu nama olacak iştirakin şahsi olduğu beyan olunur efendim”
(İkdam, nr. 5327, 25 Mart 1909, s. 3).
139
“İttihadcılar sınıf sınıf dolaşıp propaganda yapıyorlar. Biz aykırı cephedeyiz. Prens
Sabahaddin’ciler, yahut Ahrar, yani liberaller…” (Burhan Felek, “Gazeteci Hasan Fehmi’nin
Öldürülüşü…”, Milliyet, 8 Nisan 1972, magazin, s. 3).
140
Burhan Felek, “31 Mart’ı Kim Hazırladı?”, Milliyet, 14 Nisan 1970, s. 4.

46
Hukuk Cemiyeti’nin diğer idarecileri, Burhan Felek’in görevini suistimal ettiğini
belirterek telgrafını bir gün sonra tekzip ettiler 141. Bundan hemen sonra Talebe-i
Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Umûmiyesi toplanarak Hey’et-i İdare’ye güvensizlik oyu
vermiş, seçimlerin yapılması için geçici bir heyet seçilmiştir 142. Miting hadisesi
öğrenciler arasındaki fikir ayrılığının Cemiyet’i bölecek kadar keskinleştiğini
göstermektedir. Gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesi öğrenciler arasındaki siyasi
kavgayı tekrar alevlendirmiştir. 31 Mart’tan sonra Divan-ı Harb’deki sorgusu
sırasında Burhan Felek’e bu telgrafı niçin çektiği de sorulacaktır 143. Talebe-i Hukuk
Cemiyeti’nin kuruluşu, Cemiyetler Kanunu’ndan sonra hükümete haber verilerek 144
yeni düzende de rutin faaliyetlerine devam etmesi sağlanmıştır.

1.2.5. Osmanlı Hukuk Encümeni


II. Meşrutiyet’in ilk aylarında Osmanlı Hukuk Encümeni adı altında, önde
gelen hukukçuların bir araya getirilmesi düşüncesiyle yürütülen faaliyetler en dikkat
çekici cemiyetleşme girişimlerinden biridir. Hukuk uzmanlığıyla temayüz etmiş
okur-yazar kesimlerin bir araya getirilmesi ve bu sayede dönemin yükselen değeri
olarak “hukuk ilmi”nin yaygınlaştırılması amaçlanmaktaydı. Şüphe yok ki böyle bir
okur-yazar hukukçu camianın varlığı, tarihi 1870’li yılların başına kadar uzanan
hukuk mektepleşmesinin semeresidir. Osmanlı Hukuk Encümeni “en ileri gelen” 145
hukukçuları bir araya getirme düşüncesiyle, Fransız Akademisi ve Encümen-i Dâniş
modelini hukuk sahasında hayata geçirmeyi hedefleyen bir akademi olarak

141
Talebe-i Hukuk Cemiyeti ikinci reisleri Mehmed Selahaddin ve İbrahim Necmi ile Hey’et-i İdare
üyeleri Nahid, Fahri ve Ahmed Midhat’ın gönderdiği tekzip şöyle: “Muhterem Siper-i Saika gazetesi
Müdüriyeti’ne, Efendim! Dünkü İkdam gazetesinde ‘Talebe-i Hukuk Cemiyeti kâtib-i umûmîsi
Burhaneddin’ imzasıyla neşr edilen bir telgraf manzûrumuz oldu. Cemiyet, bu yolda neşriyatta
bulunmak üzere kimseye mezuniyet vermemiş olduğundan asıl bu telgrafın şahsi olduğu ve Cemiyet’e
taalluku bulunmadığı katiyyen ilan ve mezkûr telgrafın resmen tekzibi ile beraber ba‘demâ bu gibi
suistimalâta mahal bırakılmaması için Hey’et-i İdare’ce tedâbir-i lâzıme ittihâzı bâ-takrir Hey’et-i
İdare Riyâset-i Ulâsı’ndan talep edilmiş olduğu beyan olunur” (Siper-i Saika, nr. 31, 26 Mart 1909, s.
4).
142
Tanin, nr. 237, 29 Mart 1909, s. 4.
143
Burhan Felek, “31 Mart’ı Kim Hazırladı?”, Milliyet, 14 Nisan 1970, s. 4. Sorguda ayrıca Hasan
Fehmi Bey cinayetinden sonra Meclis-i Mebusan önündeki mitingte “gizli eller kırılsın” sözüyle
İttihadçıları mı kasdettiği sorulmuştur (aynı yer).
144
“Talebe-i Hukuk Cemiyeti’nden”, Tanin, nr. 448, 1 Kânun-ı evvel 1909, s. 3.
145
“Müntesibîn-i Hukuk Cemiyeti”, Şura-yı Ümmet, nr. 40, 14 Teşrin-i sâni 1908, s. 6.

47
tasarlanmıştı. “Cemiyet” yerine “encümen” kelimesinin kullanılması kanaatimizce
bilinçli bir tercihtir 146. Kurulması düşünülen “bir darü’l-irfan, âdeta bir
akademi”ydi 147.

Osmanlı Hukuk Encümeni salt mesleki bir örgütlenme olmadığı gibi odağında
Mekteb-i Hukuk bulunmakla beraber hukuk mezuniyetiyle sınırlı bir birlikteliğe de
işaret etmez. Hukuk öğrenciliğini kapsamı dışında bırakır. Mukayeseli hukuk
perspektifi ise içerdiği unsurlardan sadece biridir. Bununla beraber Encümen’in
Osmanlı Hukuk Cemiyeti’yle örtüşen hedefleri, Mukayese-i Hukuk Müessesesi’nde
görülen akademik nitelikte bir cemiyet arayışının geniş kapsamda hayata geçirilmesi
düşüncesi ve Dava Vekilleri Cemiyeti’yle insan unsuru ve kısmen hedefler
noktasında kesişmesi bu girişimlerle olan açık bağını gösterir. Encümen’in kurulması
fikrinin, diğer cemiyetleşme arayışlarıyla irtibatlandırılarak, II. Meşrutiyet’in ilk
ayına kadar çıkarılması mümkündür.

Encümen’in ilk toplantısından önceki kuruluş müzakereleri ve nizamname


taslağının hazırlanması süreciyle ilgili elde malumat olmamakla beraber ipuçları kilit
isim olarak “halis İttihatçı”lardan 148, teşkilatçı kişiliğiyle tanınan Yusuf Kemal Bey’i
(Tengirşenk) göstermektedir. Yusuf Kemal, Osmanlı Hukuk Cemiyeti’nin
nizamnamesini görüp onaylayanlardan biri olduğu gibi, Osmanlı Hukuk
Encümeni’nin teşkilatlanmasında da en önemli rolü oynayan kişidir. Şaşırtıcıdır; II.
Meşrutiyet’in ilanından sonraki faaliyetlerini ayrıntılarıyla anlattığı hatıratında
Osmanlı Hukuk Cemiyeti ile Osmanlı Hukuk Encümeni’nden bir satırla olsun
bahsetmez. Bu teşebbüslerin ölü doğması veya geriye baktığında yeterince önem
vermemesi sessizliğinin sebebi olarak akla gelmektedir 149.

146
Encümen’in ilk toplantısıyla ilgili bir haberin başlığı olarak kullanılan “Müntesibîn-i Hukuk
Cemiyeti” ifadesi sadece hukukla belirli bir seviyede alakadar kişilerin toplantısına işaret etmektedir,
ayrı bir cemiyete değil. Bkz. “Müntesibîn-i Hukuk Cemiyeti”, Şura-yı Ümmet, nr. 40, 14 Teşrin-i
sâni 1908, s. 6.
147
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9974, 2 Kânun-ı sâni 1909, s. 1. Ayrıca bkz. “Osmanlı Hukuk
Encümeni”, Tanin, nr. 99, 9 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.
148
Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 117.
149
Osmanlı Hukuk Cemiyeti ile Osmanlı Hukuk Encümeni konusundaki sessizliğine karşın Yusuf
Kemal, Dava Vekilleri Cemiyeti’nin örgütlenmesi ve bu meyanda kendisinin üstlendiği rolü
önemseyerek anlatmaktadır. Bkz. Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 108-109.

48
Osmanlı Hukuk Encümeni’nin kurulması fikri kamuoyuna duyurulduktan 150
sonra ilk toplantı, 13 Kasım 1908 Cuma günü, Sultanahmed-Çatalçeşme’de bulunan
Mekteb-i Hukuk’ta; okulun doktora salonu olarak da bilinen büyük salonunda
yapıldı. Toplantıya Mekteb-i Hukuk muallim ve mezunları ile “umûr-ı hukukiye ile
münasebâtı olan zevât” katıldı 151. Toplantıyı iki ay önce Yemen sürgününden dönen
“edib-i hukuk-şinâs” Kemal Paşazade Said Bey yönetti. Kastamonu mebusu Yusuf
Kemal Bey tarafından Encümen’in kuruluş amacı hakkında bilgi verildi ve yine onun
önerisiyle, tanzim edilmiş nizamnamenin incelenmesi için gizli oy yöntemiyle on iki
kişilik bir komisyon oluşturuldu 152. Aynı toplantıda Encümen’in işlerinde
kullanılmak üzere iki yüz lira toplandı 153.

Komisyon bir ay içinde Encümen hakkında ayrıntılı bilgiler içeren ve


“Müntehab Komisyon Tarafından Kaleme Alınan Osmanlı Hukuk Encümeni
Nizamname-i Esasîsi Lâyihası” adıyla basılacak olan nizamname layihasını 154
hazırladı. Komisyon namına Yusuf Kemal değişiklik önerilerinin dinlenmesi ve
kurulların oluşturulması için hukukçuları 11 Aralık günü yapılacak toplantıya
çağırdı 155. Layihaya göre ilk iki toplantıya katılarak nizamnameyi mühürleyen ve
isimlerini deftere kaydettirerek kuruluş ianesini ödemeyi taahhüt edenler Encümen’in
kurucuları sayılacaktı (m. 4-5). Ancak Meclis-i Mebusan’ın açılmasından birkaç gün
önceki bu ikinci toplantıya beklenenden az katılım oldu 156, layiha ise henüz
basılmamıştı 157. Yusuf Kemal, basılacak layihanın 19 Aralık Cumartesi gününden
itibaren Mekteb-i Hukuk’tan alınıp mütalaa edilmesi ve nizamnamenin nihai halinin

150
“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 99, 9 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.
151
“Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 104, 14 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.
152
“Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 104, 14 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.
153
“Müntesibîn-i Hukuk Cemiyeti”, Şura-yı Ümmet, nr. 40, 14 Teşrin-i sâni 1908, s. 6.
154
Osmanlı Hukuk Encümeni Nizamname-i Esasîsi Lâyihası - Müntehab Komisyon Tarafından
Kaleme Alınan Osmanlı Hukuk Encümeni Nizamname-i Esasîsi Lâyihası, İstanbul-Galata,
Becidyan Biraderler Matbaası, 1324 [Aralık 1908], 7 s. Bu layiha 25 Aralık 1908 tarihinde yapılan
toplantıda kabul edilerek onaylanmıştır (“Osmanlı Hukuk Encümeni’nden”, Yeni Gazete, nr. 133, 31
Kânun-ı evvel 1908, s. 4). İlk toplantıdan önce hazırlanmış nizamname taslağı elimizde olmadığı için
Müntehab Komisyon’un hazırladığı ile bunu karşılaştıramadık.
155
İkdâm, nr. 5223, 9 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
156
Duyurudaki “… bilcümle aza-yı müessisenin ve evvel ü ahır davet olundukları halde teşrif
edememiş olanların” şeklindeki şikayet ifadesi için bkz. Yusuf Kemal, “Osmanlı Hukuk Encümeni”,
Yeni Gazete, nr. 116, 14 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
157
Layihanın sonundaki tarih (21 Teşrin-i sâni 1324/4 Aralık 1908) yazımının bitirildiği tarih
olmalıdır (Osmanlı Hukuk Encümeni Nizamname-i Esasîsi Lâyihası, İstanbul 1324, s. 7).

49
kararlaştırılması için kurucu adaylarını tekrar toplantıya çağırdı 158. 25 Aralık günü
yapılan toplantıda komisyonun kaleme aldığı nizamname layihası onaylandı 159.
Nihayet iki ay gibi uzun sayılabilecek bir sürede Encümen organlarının seçilmesi
aşamasına gelinebildi 160. Ne var ki dış ve iç gaileler ile Encümen kurucularının diğer
meşguliyetleri göz önüne alınırsa buna gecikme nazarıyla bakılamayabilir.

Encümen’in kuruluşu nizamnamenin birinci maddesinde, “ilm-i hukukun


nazariyat ve tatbikatıyla meşgul olan ve bu ilmin neşr ve tevsi ve ikmâliyle efkâr-ı
umumiyeyi tenvire hâdim bulunan zevâtı bir yere cem etmek ve bu ilm-i celîlin
ta‘mîmiyle beraber ta‘lim ve ta‘mîkini arzu edenlere teshilât irâe eylemek
maksadıyla bir encümen-i ilmî-i hukukî tesis edilmiştir” şeklinde ifade edilmektedir.
Encümen’in iştigal sahası “ilm-i hukukun memâlik-i Osmaniyede tevessü ve
tekemmülüne hizmet etmek”, hukuk alanında bilimsel araştırmalar yapmak, yerli ve
yabancı bilim müesseseleriyle iletişim kurmak ve fikir alışverişinde bulunmak, “ilm-i
hukukun ta‘mîm”ine hizmet edebilecek konferans ve dersler düzenlemek, bir hukuk
mecmuası çıkarmak ve hukuki meselelerle ilgili eserler yayınlamak, hukukla ilgili
bütün sorular hakkında mütalaa beyan etmektir (m. 3, 18).

Encümen yapısı gereği hukuk öğrencilerini dışarıda bırakmış; ancak


nizamnamenin lâhika kısmında Encümen’le ilişkileri düzenlenmişti. İstanbul
Mekteb-i Hukuku ve taşra hukuk mektepleri Encümen’in mânevi himayesi altında
olacak, öğrenciler arasında yapılacak seçimle İstanbul Hukuk’un her sınıfından birer
öğrenci oy hakkı olmaksızın fahrî üye olarak Encümen’e kabul edilecek ve
toplantılara katılabilecek; Hukuk öğrencileri Encümen tarafından neşredilecek bütün
eserleri yarı fiyatına alabilecekti. Encümen’in mali gücü elverdiği vakit hukuk
mekteplerinden aliyyülala derecede mezun olanlar arasında yapılacak müsabakayı
kazanan öğrenciler tahsillerini ilerletmek üzere Avrupa üniversitelerine
gönderilecekti (Lâhika, bend 1-3).

158
Yusuf Kemal, “Osmanlı Hukuk Encümeni”, Yeni Gazete, nr. 116, 14 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
159
“Osmanlı Hukuk Encümeni’nden”, Yeni Gazete, nr. 133, 31 Kânun-ı evvel 1908, s. 4. Eski Bağdat
valisi Nazım Paşa 110 lira bağış yapmıştır (Tanin, nr. 146, 26 Aralık 1908, s. 4).
160
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9974, 2 Kânun-ı sâni 1909, s. 1; Yeni Gazete, nr. 135, 2 Kânun-ı sâni
1909, s. 3.

50
Encümen’in ilmi ve idari işleriyle meşgul olmak üzere iki şubeden oluşan bir
Hey’et-i Âmile kurulacak (m. 12-13); Hey’et-i Âmile-i İlmiye otuz kişiden oluşacak,
bu heyet aslî üyeler arasından gizli oyla ve ekseriyetle seçilecekti. Bu heyete üye
olabilmek için “lisan-ı Araba veya elsine-i ecnebiyeden birine aşina olmak şarttı”
(m. 14). Hey’et-i Âmile-i İdare ise sekiz kişiden oluşacak; bunlar da ilmî heyet gibi
seçilecek, ancak lisan bilme şartı aranmayacaktı (m. 15). Hey’et-i Âmile üyelerinin
görev süresi dört yıldır. İki yılda bir üyelerin yarısı değiştirilir; çıkacak üyeler kur‘a
ile belirlenir ve yeniden seçilebilir (m. 16). İlmî ve idarî şubeler birleşerek bir reis-i
evvel ve ayrı ayrı birer reis-i sâni ile birer kâtip seçer (m. 17). Hey’et-i İlmiye ayda
iki, Hey’et-i İdare ise haftada bir defa toplanacak; üyelerin yarısından bir fazlası
hazır bulunmadıkça karar verilemeyecekti (m. 23).

Encümen’in aslî, fahrî ve muhabir olmak üzere üç tür üyesi vardır (m. 6).
Bunlar, Hey’et-i İlmiye’nin mutlak çoğunlukla verdiği onay üzerine üyeliğe kabul
edilir (m. 7-9). Aslî üye olunabilmesi için Osmanlı vatandaşı olmak, siyasi ve medeni
haklardan mahrum olmamak ve “hukuk veya ulûm-ı siyasiye tedris olunur bir
mekteb-i âlîden veya medâris-i İslâmiyeden birinden mezun bulunmak veyahut bilfiil
hâkim olmak” şartları aranır (m. 10). Önemli miktarda bağış yapan veya maarifin
terakkisine hizmetiyle temayüz edenler fahrî üyeliğe; aslî veya fahrî üye olmayıp
kalemiyle Encümen’e hizmet edebilecekler ise muhabir üyeliğe kabul edilecekti (m.
8-9). Hukukun yanısıra “ulûm-ı siyasiye” tahsili görmüş olanların ve ayrıca medrese
mezunları ile bilfiil hakimlerin aslî üye olabilmesi, hukuk muhitinin en geniş
anlamıyla Encümen bünyesinde toplanmasına çalışıldığını gösterir. Böylece ana
eğilimi temsil eden Mekteb-i Hukuk çizgisinden gelenler ile gerek kamu hukukuna
(hukuk-ı siyasiye), gerekse özel hukuka farklı açılardan yaklaşabilen kesimler; ayrıca
mektepli olmadığı halde meslek hayatlarını yeni hukuk müesseselerinde geçirmiş
kişiler Encümen’in çatısı altında buluşabilecekti 161.

Osmanlı Hukuk Encümeni, 1 Ocak 1909 Cuma günü ezanî saat altıda Kemal
Paşazade Said Bey’in başkanlığında toplanıp Hey’et-i İlmiye üyelerini seçmiştir.
Gizli oy ile yapılan seçimde Hey’et-i İlmiye üyeliğine seçilen otuz isim şunlardır:

Encümen hakkında daha fazla bilgi için bkz. Osmanlı Hukuk Encümeni Nizamname-i Esasîsi
161

Lâyihası, İstanbul 1324, s. 1-7.

51
Kemal Paşazade Said Bey, Kostaki Vayani Efendi, Evkaf müfettişi Hüseyin Hüsnü
Efendi, Seydişehirli Mahmud Esad Efendi, Bafralı Doktor Yanko Bey, Nafıa nazırı
Kapril Efendi, mebus Yusuf Kemal Bey, muallim Kavurzade Mehmed Aziz Bey,
Temyiz Mahkemesi üyesi Karayan İstepan Efendi, Manyasizade Refik Bey,
Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Doktor Bahaeddin Şakir Bey, Temyiz Mahkemesi
üyesi Osman Bey, Ticaret-i Bahriye Mahkemesi reisi Yorgaki Efendi, baş-müddeî-i
umûmî Memduh Bey, mebus Kirkor Zöhrab Efendi, İkdam başmuharriri Ali Kemal
Bey, Celaleddin Arif Bey, sâbık Bağdat valisi Nazım Paşa, Celal Nuri Bey,
Mardinîzade Arif Bey, Meclis-i Mebusan reisi Ahmed Rıza Bey, Dava vekili
Sinapyan Efendi, İstinaf Cünha Mahkemesi reisi Mehmed Celal Bey, Temyiz
Mahkemesi üyesi Haydar Efendi, Hasan Fehmi Paşa, İstinaf müddeî-i umûmîsi
Nedim Bey, Selanik mebusu Cavid Bey, esbak Musul valisi Reşid Paşa, Dava vekili
Diran Yerganyan Efendi 162. Üyelerin tahsil ve ilmî/meslekî kariyer açısından tahlilini
yapmaktan sarfınazar ederek Mekteb-i Hukuk’un ilk muallim kadrosunda yer alanlar
başta olmak üzere hocalar ve mezunların çoğunluğu oluşturduğu; herhalükârda
hukuk sahasında kıdemli ve şöhret sahibi insanların ilmî heyette yer aldıkları
söylenebilir 163. Siyasi çekişme ortamına rağmen, İttihat ve Terakki ile özdeşleşmiş
Manyasizade Refik, Ahmed Rıza, Bahaeddin Şakir ve Cavid Bey’in yanında Ali
Kemal ve Celaleddin Arif listede kendine yer bulabilmiştir.

Encümen, 15 Ocak 1909 tarihinde idarecilerin seçimi için Mekteb-i Hukuk’ta


toplandı. Oy birliğiyle Şura-yı Devlet reisi Hasan Fehmi Paşa fahrî reis, Kemal
Paşazade Said Bey reis-i evvel, Temyiz Mahkemesi üyelerinden Karayan İstepan
Efendi Hey’et-i İlmiye reis-i sânisi, A‘yan üyelerinden Halim Bey Hey’et-i İdare

162
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9974, 2 Kânun-ı sâni 1909, s. 1; Yeni Gazete, nr. 135, 2 Kânun-ı sâni
1909, s. 3.
163
“… Hukuk Encümeni şehrimizin müessesât-ı irfaniyesi arasında pek ziyade haiz-i ehemmiyet olup
bu cemiyet-i ilmiyenin âtîsi pek parlaktır. Hukuk Encümeni, vücudundan memleketimizce fevkalâde
hizmet [istifade] edilecek bir darü’l-irfan, âdeta bir akademidir. Hey’et-i müntehabe meyânında
bulunan zevât kudret, kemâl ve malumatıyla ve vücudlarıyla iftihâr olunur erbâb-ı liyâkatten
bulundukları için cemiyet-i ilmiyenin az zaman zarfında pek ziyade mazhar-ı te‘âli ve terakki
olacağına şüphe yoktur. Cemiyet-i mezkûrenin muvaffakiyeti hâlisâne temenni olunur” ifadeleri için
bkz. Tercüman-ı Hakikat, nr. 9974, 2 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
Encümen-i Dâniş tecrübesi, böyle kurumların sadece şöhretli isimlere dayanarak yürütülemeyeceğini
gösterdiği (Ebül’ulâ Mardin, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, s. 40-41) halde,
Osmanlı Hukuk Encümeni’nde de bazı isimlerin varlığı parlak bir gelecek için yeterli teminat olarak
görülmüş gibidir.

52
reis-i sânisi, Celal Nuri Bey Hey’et-i İlmiye kâtibi, Dava vekili Sadeddin Ferid Bey
Hey’et-i İdare kâtibi seçildi. Aynı toplantıda reis-i sâni Halim Bey ile kâtip Sadeddin
Ferid Bey dışında Hey’et-i İdare üyeliğine şu isimler seçilmiştir: Temyiz Mahkemesi
üyesi İbrahim Bey, Beyoğlu Bidayet Mahkemesi reis-i evveli Hâmid Bey, Birinci
Ticaret Meclisi üyesi Midhat Bey, Şura-yı Devlet Temyiz Mahkemesi üyesi Osman
Saib Bey, Temyiz Mahkemesi zabıt kâtiplerinden Ebül’ulâ Bey, Dava vekili
Kavaszade Fuad Bey 164.

İlmî ve idarî kurulların belirlenmesinden bir ay kadar sonra, faaliyete


geçilememesi ve üyelerin toplantılara devam etmemesi basında eleştirilmiştir.
“Maarif-i Osmaniyenin te‘âli ve terakkisine” hizmet etmek üzere kurulan
Encümen’in önemine dikkat çekilirken, üyelerin de “en güzide ashâb-ı iktidar ve
ihtisastan bulunduklarından bilhassa ilm-i hukukun memleketimizde intişâr ve
tevessü‘üne büyük büyük hizmetler ifasına muvaffak olacaklarına” şüphe olmadığı
belirtilir. Ancak ne fayda ki üyelerin büyük çoğunluğu ve üç reisten ikisi Encümen’in
son toplantısına gelmemiştir. Gazeyete göre Encümen’in bütün birimleri
oluşturulduğu ve beş yüz liraya yakın bir sermaye temin edildiği halde, hâlâ
Encümen’e uygun bir yer bulunamamış, faaliyete başlanamamıştır 165.

Encümen, 31 Mart hadisesinden önce Cağaloğlu’nda Askerî Kulübü’nün üst


tarafında bir ofis tutmuş 166, Mekteb-i Hukuk mezunlarının sorunlarıyla ilgili
görüşmeler yapmıştır. Mezunların kaymakamlık gibi mülkiye memuriyetlerine
atanabilmesi hakkında Encümen’e verilen varakanın dikkate alınması ve Encümen

164
Tanin, nr. 165, 16 Kânun-ı sâni 1909, s. 4; Yeni Gazete, nr. 147, 16 Kânunısâni 1909, s. 3;
Servet-i Fünun, nr. 204, 16 Kânun-ı sâni 1909, s. 5. “Bu Encümen-i Hukuk memleketimizin en
muktedir ve faal erbâb-ı hukukundan müteşekkil bir hey’et-i ilmiyeden ibaret olmasına nazaran vatan
ve millete pek ciddi hıdemât-ı mühimme-i ilmiyede bulunacağına şüphe olmadığından
muvaffakiyetleri eltâf-ı Subhaniyeden dua olunur” ifadeleri için bkz. Yeni Gazete, nr. 147, 16 Kânun-
ı sâni 1909, s. 3.
165
“Garib hal! Her işe büyük bir heves ve arzu ile başladığımız halde tamam iş görecek zaman hulûl
edince birden bire anlaşılmaz bir miskinlikle öyle bir ihmal ve rehavet-i maslahat-şikenânede (tabir
afv buyurulsun) bulunuyoruz ki bu hal devam ederse hiçbir iş göremeyeceğimiz muhakkaktır… Reis-i
fahrî şeyhu’l-ulema Hasan Fehmi Paşa ve Hey’et-i İlmiye-i Âmile reis-i evveli edib-i kemâlât-perver
Said Beyefendi hazarâtının ve devam etmeyen aza-yı kirâmın nazar-ı dikkatini celb eder ve
memleketimizde cidden hıdemât-ı mühimme-i ilmiye ibrâzına muvaffak olacağına şüphe olunamayan
bu encümenden intizâr olunan fevâid-i azîmeden milletin mahrum edilmemesini rica ederiz”
(“Muktebesât” başlığı altında Hürriyet’ten naklen, Mim Ayn, “Encümen-i Hukuk”, Mizanu’l-
Hukuk, nr. 19, 18 Şubat 1324, s. 217-218).
166
“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 2.

53
reisi Said Bey’in gayrıresmi şekilde bu isteğin Sadaret’e iletilmesine karar verilmesi
bu cümledendir 167.

31 Mart hadisesi Encümen’in faaliyetlerini büsbütün sekteye uğratacaktır.


Aralık 1909’da Encümen’in tekrar canlandırılması gündeme geldiğinde başarısızlığın
sebebi olarak 31 Mart hadisesi gösterilir. Encümen’in açıklamasına göre sayıları
yetmişi sekseni bulan kurucular “ilm-i hukukun ta‘mîmi” amacıyla kurulan
Encümen’e mali desteklerini esirgememişler, Cağaloğlu’nda Askerî Kulübü’nün üst
tarafında “bir de güzel hane tedarik eylemişler”; Encümen’in dahili nizamnamesi
yapılmış, kurulları oluşturulmuş, “ifa-yı vazifeye başlanmak üzere iken zuhur eden
31 Mart hadise-i müessifesi üzerine her şey yüz üstüne kalmış”tır 168. Gerçekten
siyasi/sosyal hayatı altüst eden 31 Mart hadisesi ve sonrasındaki örfî idarenin
Encümen faaliyetlerini de olumsuz etkilemiş olması doğaldır. Bununla beraber
işlerin yüzüstü kalmasının tek sebebi bu olamaz. Üyelerin diğer meşguliyetleri veya
Encümen’in yeterince önemsenmemesi sebebiyle toplantılara katılımın
sağlanamaması 31 Mart öncesinde de Encümen’in yürüyüşünü sekteye
uğratmaktaydı. Gün-be-gün gerginleşen, çatışmalarla dolu siyasi ortamın kuruluş
aşamasında menfi bir etki yaptığından da bahsedilebilir 169.

Osmanlı Hukuk Encümeni bir yıl içinde ciddi bir varlık gösteremediği gibi,
herhangi bir faaliyette de bulunamamıştı. 1909 yılının Aralık ayı başlarında, artık
uygun şartların oluştuğu varsayımıyla, 31 Mart’ta öldürülen Nazım Paşa ve diğer
bazı üyelerin 170 yerine yenilerini seçmek üzere tekrar toplanılması kararlaştırıldı 171.

167
Celal Nuri (Encümen-i Hukuk azasından, kâtib), “Tanin Gazetesi Vasıtasıyla Mekteb-i Hukuk
Mezunlarına”, Tanin, nr. 250, 11 Nisan 1909, s. 3-4.
168
“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 2.
169
İttihat ve Terakki’nin siyaset sahasındaki tekelci tavrına, yeni dönemin sembol isimlerinden biri
olmasına rağmen, Encümen toplantılarını yöneten Kemal Paşazade Said dahi muhatap olabiliyordu.
İstizah meselesinde Kâmil Paşa’yı destekleyen yazısının (“Ahvâl-i Siyasiye”, Yeni Gazete, nr. 138, 7
Kânun-ı sâni 1909, s. 1) Hüseyin Cahit’in kalemiyle sert bir tenkidi için bkz. Hüseyin Cahit, “Kamil
Paşa ve Taraftarları”, Tanin, nr. 157, 8 Kânun-ı sâni 1909, s. 1. Kemal Paşazade Said bu yazının
çıkmasından bir hafta sonra Encümen’in reis-i evvelliğine seçildi.
170
Ayrılan üyelerin kimler oldukları üyelerde aranan kriterler ve gittikçe genişleyen siyasi muhalefet
veya gayrımemnunlar cephesinden isimlere yer verilip verilmemesi bakımından önemli olmakla
beraber buna dair bir bilgi bulunamamıştır.
171
“Şimdi ise muhassenât-ı adîdesi müstağni-i izah olan böyle bir cemiyet-i mühimme-i ilmiyenin
devam-ı işgal ve imâline lehü’l-hamd hiçbir mâni kalmadığından bu kerre müessislerden bazı zevâtın
teşvik ve tensibiyle Encümen’in ictimâ‘ı takarrur etmiştir” (“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr.
450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 2).

54
Adliye ıslahatının gündemi işgal ettiği bu günlerde Encümen’in kuruluş amaçları
arasına, “memleketimizin en çok muhtaç olduğu ilm-i hukukun ta‘mîmini temin
edebilecek esbâb ve vesâilin istikmâli” ve “talebe-i ilm-i hukukun tahsil ve terakkisini
teshil” etmek hususlarının yanı sıra “terakkiyât ve ıslahat-ı adliyemizin tekâmülüne
bir zemin-i imkân ihzâr etmek” maddesi de girdi. Adliye ıslahatı çalışmalarında doğal
olarak hukuk camiası merkezi bir yer işgal etmeye devam etmişse de adliye ıslahatı
bağlamında Osmanlı Hukuk Encümeni’yle ilgili beklentiler kağıt üzerinde
kalmıştır 172.

Nizamnamede Encümen’in haiz olduğu “şahsiyet-i mâneviye”nin Devletçe


tasdik edileceği (m. 28) öngörülmüştü. Nizamnamenin tadili veya Encümen’in ilgası
için Hey’et-i Umûmiye’nin nitelikli çoğunlukla karar vermesi gerekiyordu ve
Encümen’in ilga edilmesine karar verilirse “bi’l-cümle nukûd ve emvâl ve emlâk ve
müellefâtı hukuk mekteplerine hibe olunacak”tı (m. 29). Encümen’in tüzel kişiliğinin
tanınması için bir girişimde bulunup bulunmadığını 173 ve hukuken ilga edilip
edilmediğini tespit edemedik; ancak tekrar faaaliyete geçme teşebbüsünden de bir
sonuç alınamadığı ve Encümen’in fiilî olarak dağıldığı anlaşılmaktadır.

Encümen’le ilgili gelişmeleri takip eden gazetelerden Tanin, Encümen’in


tekrar faaliyete geçeceğini alkışlarla haber vermiş, Encümen’den “âtiyen pek büyük
hizmetler” beklenildiğini yazmıştı 174. Beş ay sonra gazetenin başyazarı Hüseyin
Cahit, “zekâ ve faaliyeti kendisini tanıyanların taht-ı tasdikinde” olan “üstad” bir
hukukçuyla yaptığı konuşmayı konu aldığı yazısında Osmanlı Hukuk Encümeni
örneği üzerinden cemiyetleşme hadisesinin muhasebesini yapmıştır: “Geçen gün
ilm-i hukuk mütehassıslarından bir zât ile konuşuyorduk. Bir aralık lakırdı
cemiyetlere, kulüplere intikal edince ‘Bizim bir hukuk cemiyetimiz vardı. Birkaç yüz

172
“… gayet mühim ve şerefli olan böyle bir hıdmet-i vatanperverânede bulunacak hamiyet-mendân-ı
erbâb-ı iktidarın bu uğurda bezl edecekleri gayret ve himmet min-külli’l-vücûh sezâvâr-ı takdir u
mehmadettir. Encümen zaten mukarrer olan vezâif ve salâhiyetinin tevsi‘iyle ilm-i hukuka müteallik
müellefât-ı ilmiyenin ve aynı zamanda muntazam bir risale-i mevkutenin neşri ve talebe-i hukuka
mu‘âvenet gibi teşebbüsât-ı ciddiye sayesinde bu müessese-i ilmiyeden âtiyen pek büyük hizmetler
beklenilir” (“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 2).
173
3 Ağustos 1325 (16 Ağustos 1909) tarihli Cemiyetler Kanunu, cemiyet kurulduktan sonra
hükümete ihbar edilmesini ve bu mükellefiyeti yerine getirmeyen cemiyetlerin faaliyetlerine son
verileceğini (hükümetce men) hükme bağlamıştı (bkz. Cemiyetler Kanunu, m. 2, 6, 12). Osmanlı
Hukuk Encümeni, bu kanundan sonra da faaliyet gösterdiğinden gerekli işlemler yapılmış olabilir.
174
“Osmanlı Hukuk Encümeni”, Tanin, nr. 450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 2.

55
lira da para toplanmıştı, acaba ne oldu?’ diye sordu… memleketimizde erbâb-ı
iktidar ve zekâ birleşmişler, böyle bir müessese vücuda getirmişler… böyle en ileri
gelen mütehassısların himmet ve iştirâkiyle parlak surette başlayan bu cemiyet ne
olmuş? Orasını bilmiyoruz. Çünkü içindekiler bize soruyorlar” 175. Hüseyin Cahit,
cemiyetleşmedeki başarısızlığın sebeplerinden birinin başladığımız işte sebat
etmemek, diğerinin ise mesuliyeti kendi nefsimizde aramayıp kabahati hep karşı
tarafa yükletmeye çalışmamız olduğunu isabetle kaydetmektedir 176. Bununla beraber
“hemen her yerde bir cemiyet kurmak sevdası”nın 177 en revaçlı dönemi olan 31
Mart’a kadarki aylarda ortaya çıkıp gelişmiş bu girişimde -hayata geçirilememiş dahi
olsa- hukukçuların gelecek tasavvurları ve tutturdukları istikamet
gözlemlenebilmektedir.

Hukukçuların geniş katılımı sağlanarak büyük hedeflerle kurulan Osmanlı


Hukuk Encümeni’nin ciddi bir iz bırakmadan dağılmış olması; tahsilden gelen
benzerliklere karşın hukuk muhitinin pek çok farklı üslubu barındırmasına, bir
cemiyet bünyesinde beraber çalışma geleneğinin/pratiğinin yetersizliğine,
heveskârlığa, acemiliklere, üyelerin geçmiş ve gelecek tasavvurlarındaki
farklılıklara, Meşrutiyet ortamının zamanla üyeler arasındaki fikir ayrılıklarını
beslemesine ve siyasi bölünmüşlüğe bağlanabilir. Bununla beraber bu başarısızlığın,
üyelerin Meşrutiyet ortamındaki etkinlikleri konusunda bir kıstas olamayacağına da
dikkat çekmek gerekiyor. Encümen üyeleri hukuk muhitinin, meşrutî idare
istikametinde çalışma noktasında fikir birliğine sahip en seçkin isimleridir. Mebus,
A‘yân üyesi, nazır oldukları veya bürokrasinin üst kademelerinde görev aldıkları;
avukatlık, muallimlik, gazetecilik gibi başka başka alanlarda ciddi meşguliyetleri
bulunduğu bir vakıadır.

Belli belirsiz varlığına rağmen bilhassa Osmanlı Hukuk Encümeni’nin ve bu


arada kısmen diğer hukuk cemiyetlerinin; çeyrek asır sonra bambaşka şartlar altında,

175
Encümen’in akıbeti hakkında yazılanlar hakikate mutabık görünmektedir: “Demek ki aradan bir
müddet geçtikten sonra Cemiyet’in en kıymetli azaları bile işe ehemmiyet vermemeye başlamışlar,
devamı kesmişler, Cemiyet’e alakadar olmamışlar, Cemiyet bittabi dağılmış. Dağılmamışsa bile o
hale gelmiş. Demek oluyor ki azalarının bile haberi yok” (Hüseyin Cahit, “Yarım Teşebbüsler”,
Tanin, nr. 567, 31 Nisan 1910, s. 1).
176
Hüseyin Cahit, “Yarım Teşebbüsler”, Tanin, nr. 567, 31 Nisan 1910, s. 1.
177
Burhan Felek, “II. Meşrutiyet ve İttihat-Terakki Cemiyeti”, 7 Mart 1982, s. 18.

56
ancak neredeyse aynı hedeflerle Türk Hukuk Kurumu’nda ete kemiğe bürünecek
cemiyetleşme idealinin filizlendiği öncü kurumlar olduğuna şüphe yoktur.
Encümen’in kuruluş amacı olarak belirtilen hukuk “ilm-i celîlin[in] ta‘mîmi” ifadesi,
bir yönüyle dönemsel farklılığı ima etmekle beraber daha ziyade devamlılığı gösterir.
Ufuk ve insan unsuru bakımından daha dar ve zayıflamış, fakat daha homojen bir
yapı olan Türk Hukuk Kurumu’nun 1935-1941 yılları arasında Hukuk İlmini Yayma
Cemiyeti adı altında faaliyet göstermiş olması bu tecrübelerle alakadar olmalıdır. Bu
iki dönem ve kurum arasındaki en esaslı benzerlik, rejimin varlığını idame ettirmesi
hususunda hukukun ve hukukçunun yeri ve yardımının önemsenmesi, hatta kurucu
kadroların öncelikler listesinde ilk sıraya konulmasıdır 178. Yaşam tarzından dünya
görüşüne kadar ciddi farklılıklar taşımalarına rağmen, Türk Hukuk Lügati’nde
görüldüğü üzere, hukukçuların bir seferberlik havası içinde beraber çalışması ideali
de II. Meşrutiyet döneminin mirası olarak görülebilir 179.

1.2.6. Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti


Osmanlı Hukuk Encümeni’nin ihya edilememesinden sonra karşımıza daha dar
kapsamlı bir girişim olarak Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti çıkmaktadır. Kimi
üye ve idarecilerinin aynı kişiler olması ve Hüseyin Cahit’in yukarıda bahsettiğimiz
sarsıcı yazısından bir hafta sonra kurulmuş olmasından ötürü Encümen’in
dağılmasıyla bu yeni cemiyetin doğuşu arasında bir bağ kurulabileceği

178
1940’ların ikinci yarısında, yani başka bir siyasi dönüm noktasında kurulan Hür Fikirleri Yayma
Cemiyeti de “yayma” misyonunu adına kadar taşımıştı. Kurucuları arasında Ali Fuad Başgil ve
Süreyya Ağaoğlu gibi hukukçular dikkat çeker. Bkz. Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti,
İstanbul, İshak Basımevi, 1975, s. 94-95.
179
Türk Hukuk Kurumu, Hukukçular Cemiyeti olarak kurulmuş (1934), bir yıl sonra adı Hukuk İlmini
Yayma Kurumu (1935) olarak değiştirilmişti. Hukukçular Cemiyeti için ilk düşünülen isim Hukuk
Mezunları Cemiyeti’dir. Kurucular ve Cemiyet’in, yukarıda bahsettiğimiz cemiyetlerle paralellikler
taşıyan amaçları için bkz. Hukuk (Ankara Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti tarafından çıkarılır
meslek mecmuasıdır), sy. 2, İkinci Kânun 1934, s. 43. Türk Hukuk Kurumunun kuruluşu ve
faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Çoban, “Türk Hukuk Kurumu’nun Kuruluşu ve
İlk Yıllardaki Faaliyetleri”, 1. Türk Hukuk Tarihi Kongresi Bildirileri, ed. Fethi Gedikli, İstanbul,
On İki Levha Yay., 2014, s. 559-587.
Türk Hukuk Kurumu tarafından yayınlanan büyük hukukçular serisinin ilk kitabının, Mekteb-i
Hukuk’un ilk mezunlarından, “şeyhu’l-müderrisîn” Mahmud Esad Seydişehrî’ye tahsis edilmiş
olmasına da dikkat çekmek gerekir. Bu kitapçık vefatının 25. yılı münasebetiyle, 21 Mart 1943
tarihinde yapılan ihtifaldeki konuşmalardan oluşur. Bkz. Büyük Türk Hukukcusu - Seydişehirli
İbn-il-Emin Mahmut Esat Efendi, Ankara, 1943.

57
kanaatindeyiz. Böylece Encümen’de gördüğümüz akademik nitelik ve kapsayıcılık
yerini hukuk mezuniyetiyle mukayyet bir birlikteliğe bırakacaktır. Osmanlı Hukuk
Encümeni’nin bir şekilde içermeyi hedeflediği ilmiye çevrelerinin ve Mülkiyelilerin
kendi meslekleri çerçevesinde cemiyetleşmede tuttukları yol[lar] daha homojen bir
cemiyeti zaruri kılmış olabilir 180.

Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti, 25 Nisan 1326 (8 Mayıs 1910) tarihinde


kurulmuş, Cemiyetler Kanunu’na tâbi olarak 114 numara ve 3 Mayıs 1326 (16 Mayıs
1910) tarihli ruhsatname ile kaydı yapılmıştır. Merkezi Ayasofya ile Sultanahmet
camileri arasındaki Adliye Nezareti binası civarında, Ayasofya Camii’ne ve tramvay
yoluna bakan, köşebaşındaki bir numaralı hanedir. Nizamnamesi bir kitapçık olarak
basılmış 181; kuruluşu, kurucuların imzasını taşıyan bir el ilanı ile kamuoyuna
duyurulmuştur 182.

Cemiyet’in kurucuları Beyoğlu Bidayet Mahkemesi İkinci Hukuk Dairesi üyesi


Sandıkçızâde Hacı İbrahim Bey ile aynı mahkemede müddeî-i umûmî muavini
Kemâl Bey’dir. İkisi de tabiî üye sıfatıyla Hey’et-i İdare’de yer alır ve “kâtib-i
umûmî” olarak Cemiyet’in hükümete karşı vazifelerinden sorumludur (m. 3).
Mekteb-i Hukuk diplomasının bir sureti ile özgeçmiş kuruculardan birinin adresine
gönderilerek Cemiyet’e üye olunabilir (m. 32). Üyelerle ilgili hükümlerden en dikkat
çekeni, üyeler arasında “hiçbir gûne fark ve imtiyaz” olmadığının belirtilmesidir (m.
34).

Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti’nin amaçları önceki cemiyetlerle


benzerlikler taşımaktadır. Osmanlı Hukuk Encümeni’ne göre hedef küçültülmüş ve
doğal olarak Mekteb-i Hukuk merkeze alınmıştır. Amaçlar şöyle sıralanabilir:
Mekteb-i Hukuk mezunlarını tanıştırıp aralarında “rabıta-i ittihad ve müvâlât temin
etmek”, mektebin eğitim seviyesinin yükseltilmesi, Cemiyet’in gelir durumu

180
Bu dönemde yeni sadrazam Hakkı Paşa’nın himayesi altında Mülkiyelilerin daha etkin bir şekilde
faaliyet gösterdiğini ve ilmiyenin öne çıkan simalarından bazılarının Ahali Fırkası’nda toplandığını
hatırlatalım.
181
Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti Nizamnamesi, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1326, 15
s.
182
Cemiyet’in el ilanı Emre Dölen tarafından yayınlanmıştır. Bkz. Emre Dölen, Türkiye Üniversite
Tarihi 1: Osmanlı Döneminde Darülfünun 1863-1922, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.,
2009, s. 308.

58
elverirse her yıl okul birincisine uygun bir ödül verilmesi ve istidatlı fakat mali
imkanları yetersiz mezunların Avrupa’ya tahsile gönderilmesi, Avrupa kanunlarıyla
kendi kanunlarımızı inceleyerek ahlâk ve âdetlerimize göre “terakkiyât-ı
hukukiyemizi ıslah ve temine çalışmak”, yardıma muhtaç üyelere ve bütün
mezunlara maddî ve mânevî destek olunması ve mezunların haklarının korunması,
hukukî ve ahlâkî konularda özel veya halka açık konferanslar verilmesi ve son olarak
bir hukuk mecmuası çıkarılması (m. 2). Mekteb-i Hukuk’tan birinci olarak mezun
olanların yanı sıra, en güzel hukuk eseri yazarına da Cemiyet’in malî gücü
elverdiğince ödül verilmesi düşünülmüştür. Üyelerden biri için toplanacak nakdî
yardımın gerekliliği ve miktarı hakkındaki kararı Hey’et-i İdare verir. Vefat eden
üyelerin bakıma muhtaç çocuklarına da yardım edilmesi düşünülmüştür (m. 47-49).

Cemiyet’in Hey’et-i İdaresi reis-i evvel, reis-i sâni, iki kurucu ve on bir üyeden
oluşan on beş kişilik bir kuruldur. İlk yıl için Adliye Nezareti Ceza İşleri Müdürü
Mehmed Celâl Bey reis-i evvel, Beyoğlu Bidayet Mahkemesi reis-i evvelliğinden
emekli olup dava vekilliği yapmakta olan Hâmid Bey reis-i sâni olarak belirlenmiştir.
Hey’et-i İdare üyeliklerine ise Mekteb-i Hukuk müdürü Kevakibizâde Abdülhalik
Midhat, Beyoğlu Bidayet Mahkemesi üyesi Nasuhizâde İbrahim; Dava vekilleri
Diran Yerganyan, Yordanaki Haralambidi, Yusuf Cemal, David Dermusesyan,
Osman Talat, Hayati, Samuel Anstaşyadi, Hasan Hayri ve Aksaray Polis merkezi
memuru Tevfik Tarık bey ve efendiler seçilmiştir (m. 5-6).

Reis-i evvel Mehmed Celâl Bey ile Hey’et-i İdare üyelerinden Diran
Yerganyan’ın Osmanlı Hukuk Encümeni Hey’et-i İlmiye üyesi 183 ve özellikle Hâmid
Bey’in Encümen’in Hey’et-i İdare üyesi olmasını 184 dikkate aldığımızda Encümen
ile mezunlar cemiyeti arasında irtibat ve bir anlamda devamlılık olduğunu kabul
etmek gerekiyor. Dikkat çeken diğer husus, Cemiyet yönetiminde avukatların bariz
hakimiyetidir. Kuruculardan biri hakim, biri savcı olmasına rağmen İdare Heyeti’nde
bunlardan başka hakim sınıfından sadece bir üye vardır. Mekteb-i Hukuk müdürü
Kevakibizâde Abdülhalik Midhat ve mevzuat yayıncılığıyla meşhur Tevfik Tarık
dışındakiler (yarısı gayrımüslim olmak üzere) avukattır. Bu avukatlar aynı zamanda

183
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9974, 2 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
184
Tanin, nr. 165, 16 Kânun-ı sâni 1909, s. 4.

59
Dava Vekilleri Cemiyeti’nin de faal üyeleridir. Hakim sınıfı, yapısı gereği mezun
dayanışması konusunda avukatlara göre çok daha elverişsiz ve belki haklı olarak
mesafeli bir konumdadır. Üye profili konusunda yeni bilgilere ulaşılırsa bu tahminin
kesinleşeceği kanaatindeyiz.

Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti’nde avukatların hakimiyeti aynı zamanda


Cemiyet’in yumuşak karnı olarak da işlemiş ve Dava Vekilleri Cemiyeti
bünyesindeki kurumlaşma çalışmaları, mezunlar cemiyetini gölgede bırakmış
görünmektedir. Zira keskin bir rekabetten bahsedilmezse de faaliyet alanı olarak
ikisinden birinin tercih edilmesi gerektiğinde doğal olarak meslek örgütü öne
çıkmıştır. Mesela Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti bünyesinde bir kütüphane
kurulması ve kütüphaneci (hâfız-ı kütüb) istihdam edilmesi, Cemiyet’in “vasıta-i
neşr-i efkârı” olmak üzere bir mecmua çıkarılması düşünülmüş (m. 43-45) ancak
gerçekleştirilememişti. Halbuki Dava Vekilleri Cemiyeti hem kütüphane kurabilmiş,
hem de Muhamat adlı önemli bir mecmua çıkarabilmiştir.

Burada genel hatlarıyla bahsettiğimiz 185 Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti,


genel kurul toplantısı yapmak 186 gibi rutin, ansiklopedik bir hukuk sözlüğü hazırlama
düşüncesi 187 gibi atılımcı hayatiyet emareleri gösterse de göz dolduracak bir
faaliyette bulunamamıştır.

185
Nizamnamesi Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti’yle ilgili çok ayrıntılı hükümler içermektedir.
Daha fazla bilgi için bkz. Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti Nizamnamesi, İstanbul, Mahmud
Bey Matbaası, 1326, 15 s.
186
“Mekteb-i Hukuk Mezunları”, Tanin, nr. 798, 21 Teşrin-i sâni 1910, s. 4.
187
Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti Hey’et-i İdare üyelerinden Yordanaki Haralambidi, bu türün
Fransızca’daki örnekleri ve yapılması düşünülen hukuk sözlüğünün kapsamı hakkında şunları yazar:
“Ez-cümle Fransa’da bu kabîl bir değil bir hayli âsâr-ı azîme vücuda gelmiştir. Her birisi büyük kıtada
sekiz yüz bin sahifelik yetmiş ciltten ibaret ve o kabîlden birçok zeyllerden müteşekkil Dalloz’lar ve
kezâ o cesamette Pandectes’ler ve aynı kıt‘ada kırk ciltten ibaret Carpentier’nin Répertoire’ı gibi âsâr
vardır ki şu son eser diğerlerine nisbeten muhtasar ve fakat müfîd ve sehîlü’t-tetebbu olmak
dolayısıyla Cemiyet-i Muhamatımız tarafından getirtilerek kütüphanesine vaz edilmiş…”; “Bizde
Kamus-ı Hukuk yahut Muhitu’l-Hukuk tesmiye edilebilecek olan bu eser ahkâm-ı şer‘iye ve kanuniye
ve nizamiyeye mütedâir bi’l-cümle mesâil ve mebâhis-i hukukiyenin hurûf-ı hecâ tertibiyle ait olduğu
kelimelerde hukuk-ı tabiiye ve mevzûayı cem ile memleketimizde câri olmuş olan fetâvâ ve kavânîn
ve nizamâtı ve bunların kavânîn-i ecnebiye ile mukayesesini ve ulemâ-yı hukuk ve mehâkim-i
Osmaniye ve ecnebiye tarafından muhtelif zamanlarda yapılan ictihadât ve mukarrerâtla tefsir-i ilmî
ve hükmîlerini hâvi ve emsâl-i mezkûresine kıyasen her harf bir cilt istî‘âb eder, tahminen otuz cildi
mütecaviz bir mecmua-i hukukiyeden ibaret olur” (Yordanaki Haralambidi, “Kamus Yahut Muhit-i
Hukuk”, Muhamat, nr. 3, 10 Eylül 1327, s. 81).
Haralambidi sözlükle ilgili gelişmeleri şöyle aktarır: “Bu fikir bundan altı ay evvel Mekteb-i Hukuk
Mezunları Cemiyeti idaresine dahi bâ-lâyiha arz olunarak oraca mazhar-ı tasvib olmağla hemân bâ-

60
1.3. Matbuat ve Hukuk Gündemi

1.3.1. Matbuatın Hukuk Gündemine Etkisi


II. Meşrutiyet döneminin başta gelen özelliklerinden biri matbuat hayatının
canlanması hadisesidir. “Hürriyetle beraber ilk revac bulan meta gazete” olmuştur 188.
Gazeteler meşrutiyet düzeniyle o denli özdeşleştirilmiştir ki gazetelerin olmadığı bir
dünya tasavvur edilememektedir. Bu ancak “korkulu bir rüya” olabilirdi ve “eski
idarenin avdet etmesi” demekti 189. Siyasi boyut taşıyan bütün meseleler bu yeni ve
güçlü unsurun etkisi altında şekillenecektir 190. “Eli kalem tutan”ın gazete veya
mecmua çıkardığı bir ortamda dışarıdan yazı vermekle yetinenler olduğu gibi
mesaisini yayın hayatına hasreden hukukçular da vardır. Hukuk dergisi niteliğinde
olmadığı halde hukukçuların çıkardığı dergilere verilebilecek en iyi örnek Sırat-ı
Müstakim’dir. Eşref Edib ve Ebül’ulâ Mardin’in çıkardığı, fikir hareketleri
bakımından merkezi bir yere sahip olan Sırat-ı Müstakim, Musa Kazım ve Manastırlı
İsmail Hakkı efendiler gibi ilmiye menşeli Mekteb-i Hukuk hocalarını yazar
kadrosuna kazandırmıştı 191.

takrir Maarif Nezaret-i celîlesine tavsiye edilmiş ve mesmû‘âta göre Nezaret-i müşârun-ileyhâca da
nazar-ı dikkate alınmış ise de bütçe gibi birtakım merâsime tâbi bulunmuş olmasından dolayı olsa
gerektir ki el-yevm bir neticeye iktirân edememiştir” (Yordanaki Haralambidi, “Kamus Yahut Muhit-i
Hukuk”, Muhamat, nr. 3, 10 Eylül 1327, s. 82).
Haralambidi’nin hukuk sözlüğü ihtiyacını görerek kaleme alınmış küçük çaptaki çalışmalar arasında
Abdullah Sabri Efendizade Ali Nureddin Efendi’nin Envaru’l-Hamid fî Fıkhi’l-Ehli Tevhîd adlı
(Sultan Hamid’i hatırlatmaması için kitabın adını Envâru’s-Sultan olarak yazmış) ilmihal kitabını
zikretmesi hukuk algısı bakımından ilginçtir. Zikrettiği diğer eserler aynı zamanda kanun indeksi
niteliğindeki Kamus-ı Kavânîn (Toma Andonyadi) ve Lügat-ı Kavânîn-i Osmaniye (Miltiyadi
Karavokiros) adlı eserlerdir. Bunlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. Ali Adem Yörük, “İlk Hukuk
Lügatlerimiz (1870-1928)”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, sy. 2, 2006 (Güz), s. 121-124.
188
Hüseyin Cahit, “Yarım Teşebbüsler”, Tanin, nr. 567, 31 Nisan 1910, s. 1.
189
Hüseyin Cahit, “Bir Korkulu Rüya”, Tanin, nr. 21, 8 Ağustos 1324, s. 1.
190
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Birinci, “Siyasîleşmenin İlk Devresi (24 Temmuz 1908-11 Haziran
1913)”, Tarih Yolunda, İstanbul, Dergâh Yay., 2001, s. 151-152.
191
Eşref Edib’in ifadeleri bir grup hukukçunun matbuat alemine duyduğu iştiyakı iyi bir şekilde
dillendiriyor: “… İstikbale matuf tatlı tatlı hayaller, parlak tasavvurlar toplantılarımıza büyük neşe ve
zevk veriyordu. Hürriyet hasretiyle kavruluyorduk. Bir kerre o günü görecek miydik? Neler neler
yapacaktık!.. Matbuat hayatına atılacak, millî kütüphanemizi kıymetli eserlerle dolduracak, matbaalar
tesis edecek, gazeteler, mecmualar, ansiklopediler çıkaracak, memleketimizde ilm ü irfanın neşrine
çalışacak, İslâm dünyasıyla meşgul olacak, İslâm milletleri arasında feyizli bir inkişafın, samimî bir
vahdetin husulüne bezl-i mesai edecektik… Hürriyet ilân edildi. Uzun senelerdir hasretle
beklediğimiz hürriyet!.. 10 Temmuz 1324 (1908). Memleket yerinden oynadı. Eli kalem tutan ortaya
atıldı. Gazeteler, mecmualar Babıâli’yi doldurdu. Biz de nice zamanlar tasavvur ettiğimiz, muhayyel

61
Matbuatın yaygınlaşması hukuki konuların geniş bir okuyucu kitlesiyle
buluşmasını sağlamıştır. Hukuki konular daha önce meslek çevresinin ilgisine
yönelmişken, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra büyük gazetelerden küçük gazete ve
mecmualara kadar yayılmıştır. Hak, hukuk, kanun… gazetelerin hemen her günkü
malzemesidir. Yeni düzenin benimsetilmesi bağlamında özellikle kamu hukukuyla
ilgili konulara geniş yer verilmektedir. Bu literatürü tüketici bir şekilde sıralamak
mümkün olmadığı gibi amacımıza da uygun değildir; ancak bazı çarpıcı örnekler
verilebilir. İttihat ve Terakki’nin yarı-resmi yayın organı Tanin; Hukuk mezunu
Ahmed Cevdet Bey’in çıkardığı “memleketimizin Temps’ı, Times’ı
mesabesinde”ki 192 İkdam, başmakalelerinde siyasi tarih ve anayasacılık tarihi
konularını sık sık yer veren Sabah gibi geniş okuyucu kitlesine hitap eden gazeteler
hukuki konularda günlük yazı ve mufassal makaleler yayınlamaktaydı.

Hangi konularda bilgi ihtiyacı olduğunu ortaya koyan bir örnek, inkılap
gazetesi olarak çıkmaya başlayan Tanin’in henüz beşinci sayısında “Neler
Bilmeliyiz: Öğretmiyoruz-Öğreniyoruz” başlığıyla başlattığı bir seriden verilebilir.
Serinin ilk yazısında “hak, adalet, kanun” kavramları ele alınmıştır. Bunları tabii
hukuk, (Mekteb-i Hukuk hocalarından Ahmed Şuayb tarafından kaleme alınan)
“kanun-ı tekâmül”; hakimiyet hakkı, Meclis-i Mebusan “azaları” ve bunların
“tecdid”i, ikinci meclise gerek olup olmadığı, ikinci meclisin nasıl kurulacağı, devlet
nedir ve gayesi nedir, ihtilal hakkı, meclislerin toplanması, mebusların tahsisatı,

mecmuamızı neşr etmek hevesine düştük. Tahrir heyetini hazırlamağa başladık. Ben, dedim, gazetenin
yarısını doldururum. Manastırlı İsmail Hakkı hocamızın Ayasofya kürsüsündeki derslerinden not
tutulmuş bin sahife kadar yazı bende hazır. Ebül'ulâ Bey, ben de tefsir ve hadise dair makaleler
yazarım, Ali Haydar Efendi’nin kıymetli Usûl-i Fıkıh notlarını da derc ederiz. Ebül'ulâ Bey’in ağabeyi
Mardinizâde Arif Bey de dini makaleler yazmak suretiyle yardım vaadında bulundu. Ben hocalarımız
Musa Kâzım, Manastırlı İsmail Hakkı efendilerle görüştüm. Manastırlı tefsire dair her hafta bir
makale yazacağını vaıd [vaad] etti. Musa Kâzım Efendi de ictimaî bahisler, ilm-i kelâma dair yazılar
yazacağını söyledi... Akif Bey’le de son zamanlarda Direklerarası’nda meşhur Hacı’nın
Çayhanesi’nde tanışmıştık. Burası hususi bir çayhane idi. Müşterileri mahdud ve muayyendi. Burası
bir nevi kulüptü. Müdavimler birbirinden emin olarak serbest görüşürlerdi. Çayhane sahibi Hacı
yabancı müşteri kabul etmezdi. Sivil memurlar orada barınamazdı. Akif yazdığı şiirleri burada okur,
biz de istinsah ederdik. Hürriyet ilan edilince bizim hususi çayhanede âdeta şehrâyin yapıldı. O
zamanlar bizdeki hürriyet aşkını ve hasretini şimdiki gençler bilmez ve anlamaz, öyle bir ihtiyaç da
hissetmezler. Akif’e bir gazete çıkaracağımızı müjdeleyince fevkalade sevindi...”. Eşref Edib’in
Ebül’ulâ Mardin’le ilişkilerine, Mekteb-i Hukuk’taki öğrenimine ve Sırat-ı Müstakim’in çıkış
hikâyesine dair daha fazla bilgi için bkz. “Ebül'ulâ Bey’le Beraber Nasıl Çalıştık? Sırat-ı Müstakim’i
Nasıl Çıkardık?”, Sebilürreşad, X/238, Şubat 1957, s. 199-201.
192
Bu ifade Ebül’ulâ Mardin’e aittir. Bkz. Mardinîzâde Ebül’ula, “Muhtelit Mahkemeler Makale-i
Hukukiyesine Fer‘”, Sırat-ı Müstakim, sy. 12, 30 Teşrinievvel 324, s. 182.

62
seçimlerde yolsuzluk, gizli ve açık oy, iki dereceli seçim, zaruri hürriyetler, fena
idarenin devletleri mahvetmesi, seçimlere müdahale konuları takip etmiştir 193.
Serinin başlığını koyan kişi hukuk bilgisinin değerine işaret etmekte, ancak
kanaatimizce daha önemlisi -kendisini de dahil ederek- Osmanlı aydınlarının bu
bilgiden mahrumiyetini vurgulamaktadır.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra dikkat çekici başka bir gelişme vasıflı hukuk
dergilerinin çıkmaya başlamasıdır 194. Bunların ilki Hariciye Nezareti memurlarından
Suad Muhtar ve Mehmed Salih beyler tarafından çıkarılan “hukuk ve siyasiyâttan
bâhis ilmi, edebi” bir mecmua olan İstişare’dir 195. İstişare meşveret ve meşrutiyetin,
“yegâne vasıta-i necât ve ikbal-i ümmet ve memleket” olduğunu ilmî açıdan izah
etmeyi ve herkese benimsetmeyi amaçlamaktaydı. Bunun için Osmanlı Kanun-ı
Esasisi’nin nazariyatı “hukuk-şinâs fikir ve lisanıyla”, fakat mümkün olduğu kadar
“açık bir fikir, sade bir lisan”la yazılacak; uygulamada çıkan sorunlar en ince
ayrıntısına kadar takip edilecek ve diğer devletlerin tecrübeleri siyasi tarih ile hukuk
tarihi mezcedilerek anlatılacaktı. Mayası ve asli çizgileri Kanun-ı Esasi’den alınan
(“ve öyle olmak lâzım gelen”) adli ve idari düzenlemelerin memleketin ihtiyaçları
çerçevesinde nasıl ıslah ve tadil edilebileceği, ayrıca ne gibi yeni teşkilata ihtiyaç

193
Tanin, nr. 5, 23 Temmuz 1324, s. 1; nr. 6, 24 Temmuz 1324, s. 2; nr. 7, 25 Temmuz 1324, s. 2-3;
nr. 14, 1 Ağustos 1324, s. 2-3; nr. 16, 3 Ağustos 1324, s. 2; nr. 17, 4 Ağustos 1324, s. 2; nr. 19, 6
Ağustos 1324, s. 1-2; nr. 20, 5 Ağustos 1324, s. 2; nr. 22, 9 Ağustos 1324, s. 1-2; nr. 23, 10 Ağustos
1324, s. 1-2; nr. 30, 17 Ağustos 1324, s. 1-2; nr. 33, 20 Ağustos 1324, s. 1-2; nr. 34, 21 Ağustos 1324,
s. 2; nr. 36, 23 Ağustos 1324, s. 2; nr. 38, 25 Ağustos 1324, s. 1-2; nr. 42, 29 Ağustos 1324, s. 2; nr.
50, 6 Eylül 1324, s. 5-6; nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 6-7.
194
Önceki dönemde Kanun-ı Esasi ve Meclis fikrini işlemeyen hukuk bahisleri daha sınırlı düzeyde
gazete ve dergilerde yayınlanmış; Adliye Nezareti tarafından Ceride-i Mehâkim-i Adliye, Mekteb-i
Hukuk mezunları İlyas Matar ve İlyas Resam tarafından ise Hukuk adlı bir dergi çıkarılmıştı. Ancak
II. Meşrutiyet’ten sonraki neşriyat yaygınlık, üslup ve muhteva açılarından farklılaştığı gibi vurgulu
bir şekilde Kanun-ı Esasi bağlamına oturtulması sebebiyle esaslı bir farka da sahiptir.
II. Meşrutiyet’in ilk ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin himayesi altında Selanik’te Rehber-i
Hukuk adlı bir dergi çıkarılması düşüncesi için bkz. İkdam, nr. 5105, 11 Ağustos 1908, s. 3.
195
Dergi hakkında bir tanıtım yazısı için bkz. Cüneyd Okay, “Meşrutiyet Döneminde Nitelikli Bir
Fikir Dergisi: İstişare”, Müteferrika, sy. 16, 1999, s. 95-105. Derginin uyandırdığı ilgi için bkz.
“İstişare”, İkdam, nr. 5144, 19 Eylül 1908, s. 3; nr. 5158, 3 Teşrin-i evvel 1908, s. 3; nr. 5167, 12
Teşrin-i evvel 1908, s. 4; “İstişare Mecmuası”, İttihad ve Terakki, nr. 35 [36], 25 Teşrin-i evvel
1908, s. 3.
Tercüme Odası ser-halifesi Kostantin’in “Tedbir-i Mali” başlıklı makalesi İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin yayın organı tarafından kısmen iktibas edilmiştir: İttihad ve Terakki, nr. 24, 29 Eylül
1908, s. 4.
Derginin maliyeyle ilgili makaleleri Düyun-ı Umumiye İdaresi tarafından Fransızca’ya tercüme
ettirilmiştir (“İstişare Mecmuası”, İkdam, nr. 5210, 26 Teşrin-i sani 1908, s. 4).

63
duyulduğu konuları da derginin çalışma alanına girmekteydi 196. Dergide Kanun-ı
Esasi ve Meclis fikri, hakimiyet-i milliye, kuvvetler ayrılığı, insan hakları,
merkeziyet ve adem-i merkeziyet, temsil ve seçim, iki meclis meselesi gibi konular
işlenmiş; ayrıca kapitülasyonlar, ceza hukuku, ceza hukuku felsefesi, devletler
hukuku, hukuk eğitimi, maliye, İslam tarihi ve (Türkiye için öneminden ötürü) zıraat
makalelerine yer verilmiş; “icmal” kısmında iç ve dış politika iddialı bir üslupla
değerlendirilmiştir. Kısa bir süre sonra İzmir’de yayınlanmaya başlayan ve ikinci
senesinde Dava Vekilleri Cemiyeti’nin yayın organı olarak çıkan Mizanü’l-Hukuk,
31 Mart arefesinde hazırlanmış olmakla beraber etkisini daha sonra gösteren ve
adliye ıslahatı ile mukayeseli hukuk makalelerine merkezi bir yer veren İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası 197 gibi şahsi çabalara dayanan dergilerden sonra;
Dava Vekilleri Cemiyeti Muhamat, Adliye Nezareti ise Ceride-i Adliye adlı dergileri
çıkaracaktır.

1.3.2. Hukuk Gündeminin Değişmesi


Yeni hukuk anlayışı, erken Tanzimat dönemindeki ıslah çabaları ve özellikle
Sultan Abdülhamid’in saltanat yılları boyunca atılan ciddi adımlarla kanunlaştırma,
mahkemeler ve bilgi düzeyinde ilk ve esaslı semerelerini vermiş; II. Meşrutiyet’in
ilanından önce “yeni hukuk bilgisi, hukukçuların müktesebatları, ihtiyaçları ve
arayışları istikametinde yaygın olarak Osmanlı muhitine intikal etmiş veya yeni
şartlarda yeniden üretilerek yaygınlaştırılmış, bürokrasinin mekteplerin ve bir ölçüde
halkın ihtiyaçları çerçevesinde işlenmiş, yeni nesillere aktarma usûlleri gelişmiş,
hatta bir piyasası oluşmuştu” 198. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yeni siyasi düzenin
varlığını idame ettirmesinde hukukun yaygınlaştırılmasının etkili bir işlev
görebileceği düşünülmüştür. Yeni düzen için bir tür teminat tasavvuru olan bu
yaklaşım, hukukçuların kurdukları cemiyetlerin amaçları arasındaki ortak
unsurlardan birinin hukukun “ta‘mim ve tevsi”i olmasını da açıklamaktadır. Bunda
196
“Meslekimiz”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül 1324, s. 3.
197
Derginin tanıtımı ve fihristi için bkz. Fatmagül Demirel, “Kütüphane Raflarında Okuyucusunu
Bekleyen Bir Yayın: İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası”, Türkiye Araştırmaları
Literatür Dergisi, 3/5, 2005, s. 755-765.
198
Ali Adem Yörük, Müderris ve Hukukçu Rizeli Hafız Kasım Efendi - II. Meşrutiyet Dönemi
Hukuk Eğitiminde Üslup Arayışları, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2014, s. 7.

64
toplum kesimlerinin aşırı bir şekilde siyasileşmesi 199 ve özellikle kamu hukuku
meselelerinin matbuat kanalıyla kamusallaşmasının rolü barizdir. Vurgulu bir
ifadeyle “şu devr-i terakkide”, “ilm-i hukukun tevsî‘ine muhtaç ve mecbur” 200
olunduğuna dair yaygın bir kanaat vardır.

Siyasi bir bağlama oturan hukukun yaygınlaştırılması fikri ve meşrutiyetle eş-


değer görülen Kanun-ı Esasi’nin “kutsal” bir metin olarak algılanması, bir bakıma
uzman hukukçuları aşacak ve kısmen dışlayacak yaygınlıkta Kanun-ı Esasi merkezli
bir kanun-perestlik, katı bir anayasacılık anlayışına yol açmıştır. Bu fikri, temsil edici
bir örnek üzerinden uzunca bir alıntıyla ifade edebiliriz:

“Biliniz ki birleşilecek meydan, saha-i kanun, Kanun-ı Esasi’dir. Dayanılacak kuvvet,


kuvve-i kanuniyedir. Kanun! Her şeyden önce kanun! Kanun! Garazın, hevesin,
mahabbetin, husumetin, intikadâtın, tensikatın her şeyin fevkinde kanun! Vükelayı
tutacak kuvvet-i ibdâ‘ât-ı fikriyeleri, temâyülât-ı hissiyeleri, icraat-ı harikulade-i
fiiliyeleri değildir; kanuna riayetleridir, istinad ve ittikâlarıdır. Bu hususta
gösterecekleri kavi metanet-i fedakârânedir. Efrad-ı millete şeref-bahş olacak meziyet,
hayat ve saadet verecek halet ne hürriyet, müsavat, adalet kelimelerine gösterecekleri
iltifat ve mahabbettir…hürriyetin de, müsavatın da, adaletin de kanuna, Kanun-ı
Esasi’ye itaatte, riayette birleştiği ve kanunu unuttukları gün hem hürriyeti, hem
müsavatı, hem adaleti unutmuş olacaklarını bilmeleridir… Pişdarân-ı İnkılab’ın suret-i
hareketi cümleye ders-i ibrettir. Bunlar menfaat istemediler, şöhret istemediler,
intikam istemediler, hatta hürriyet istemediler. Kanun, Kanun-ı Esasi istediler ve onun
için bütün milleti kendileriyle beraber buldular… şeriate, arzu-yı umumi-i millete,
tasdik-i âlem-i insaniyete istinad etmekte bulunan Kanun-ı Esasi… Şimdi yalnız
kanun bilinmeli, yapılmalıdır, tatbik edilmelidir. Vükelanın kuvveti, muvaffakiyeti
bunda; Cemiyet’in hizmeti, ulviyeti bunda; milletin saadeti, selameti bundadır. Halkın
hükümete, hükümetin millete, efrâd-ı milletin yek-diğerine, akvâm ve anâsır-ı
muhtelifenin birbirine, bütün düvel-i âlemin, milel-i cihanın Osmanlı devlet ve
milletine itimat ve emniyeti buna, ancak buna mütevakkıftır. Çıkar yol budur. Hak
bunu âmirdir. Başka türlü meslek-i hamiyet yoktur. Kâliyle, haliyle aksini tavsiye ve
icra cinayettir. Hem de ne azîm, ne ebedi, ne vâsi, ne tamir kabul etmez cinayet!” 201.
Kanuna itaat fikrinin güçlenmesi ilk aylardaki anarşik ortamdan da
beslenmiştir. Bu münasebetle hiyerarşi fikri kuvvetle hatırlanmış 202, hükümetsizlik

199
Bütün toplum kesimlerinin siyasileşmesi meselesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Birinci,
“Siyasîleşmenin İlk Devresi (24 Temmuz 1908-11 Haziran 1913)”, aynı mlf., “31 Mart Vak’ası’nın
Bir Yorumu”, Tarihin Hududunda, İstanbul, Dergâh Yay., 2012, s. 216-218.
200
Yordanaki Haralambidi, “Kamus Yahut Muhit-i Hukuk”, Muhamat, nr. 3, 10 Eylül 1327, s. 82.
201
“Hak ve Kanun”, Şuun-ı Hukukiye, sy. 2, 20 Eylül 1324’den aktaran Serbesti, nr. 43, 15 Kânun-ı
evvel 1324, s. 1. Bu algı için ayrıca bkz. “Tadil-i Kavânîn Komisyonu’nda”, İstişare, nr. 5, 4 Teşrin-i
evvel 1324, s. 231.
202
İsmail Hakkı, “Memurlar ve Âmirler”, Tanin, nr. 35, 22 Ağustos 1324, s. 1.

65
sert bir şekilde eleştirilmiştir 203. Ayrıca “halka kanunun artık milletin arzu ve emri
demek olduğunu, devletin medâr-ı kıvâm-ı saadeti bulunduğunu anlatarak kanuna
itaat ve hürmet hissini ikaz ve ilkaya” çalışılması gerekli görülmüştür 204. Eski
kanunların memleketin ihtiyaçlarına göre tadil edilmesi ve yeni kanunlar “yapılması
menafi‘-i vatan icabâtından adde”dilmekteydi. İstibdat döneminde yapılan
kanunların Mebusan ve A‘yân’dan geçmediği için muvakkat kanun niteliğinde
olduğu, bunların Meclis-i Mebusan açılır açılmaz gündeme alınması gerektiği ve ilk
olarak da Kanun-ı Esasi’nin yapılmasını öngördüğü kanunların ele alınması gerektiği
belirtilmiştir 205.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Mecelle, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu 206,
Arazi Kanunu 207 gibi temel kanunların yeniden yapılması, tadil edilmesi veya
eklemelerle genişletilmesiyle ilgili fikirler ileri sürülmüş; Ceza Kanunu örneğinde
olduğu gibi eski dönemin sonlarında tadili tamamlanmış kanunlar “idare-i sabıka
zamanında tanzim edilen bu Kanun-ı Ceza hali hâzırda makbul ve muvafık
olamayacağından” gibi gerekçelerle Kanun-ı Esasi’ye uygunluk bakımından tekrar
ele alınmıştır 208. Kanunların tamamı Kanun-ı Esasi’ye uygun bir şekilde tadil edilse
bile “mektep yüzü” görmemiş hakimlerden ötürü bunlardan beklenen faydanın
sağlanamayacağına dikkat çekilmesi mekteplilerin bakış açısını yansıtmakla beraber
dönemin gündemi bakımından istisnai niteliktedir 209.

Kanun yapımıyla ilgili önceki dönemden farklılaşan önemli bir husus, yabancı
hukukçuların yardımının mutlaka sağlanması gerektiğinin yüksek bir tonla ifade

203
Babanzade bu konuyu sık sık işlemiştir. Örnek olarak bkz. İsmail Hakkı, “Ahali ve Memurîn”,
Tanin, nr. 27, 14 Ağustos 1324, s. 2; aynı mlf., “Taşrada Tezebzüb”, Tanin, nr. 172, 23 Kânun-ı sâni
1909, s. 2.
204
Emrullah, “Hikmet-i Meşrutiyet”, İkdam, nr. 5106, 12 Ağustos 1908, s. 1; Satı, “İstibdad İz ve
Tohumları”, Tanin, nr. 89, 17 Teşrin-i evvel 1324, s. 6.
205
Hüseyin Cahit, “Yapılacak Kanunlar”, Tanin, nr. 47, 3 Eylül 1324, s. 1.
206
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Adliye Nezareti’nde kurulan; Temyiz Mahkemesi üyeleri Osman
Bey ve İstepan Efendi; Galata Bidayet Mahkemesi ikinci hukuk dairesi reisi Şevki Bey ve dava vekili
Osman Talat Bey’den oluşan komisyon bir Ticaret Kanunu layihası hazırlamıştır. Kanun taslağına
dair bir değerlendirme için bkz. Mehmed Cavid, “Ticaret Kanunu Lâyihası”, Tanin, nr. 126, 6 Kânun-
ı evvel 1908, s. 3.
207
“Arazi Kanunu’nun Tadili”, Tanin, nr. 118, 28 Teşrin-i evvel 1324, s. 3; “Arazi Kanunu’nun Tadil
Edilecek Ahkâmı”, Tanin, nr. 119, 29 Teşrin-i evvel 1324, s. 4.
208
“Kanun-ı Ceza”, Servet-i Fünun, nr. 28, 6 Ağustos 1324, s. 4. Memleketin ihtiyaçları da dikkate
alınmakla beraber İtalya Ceza Kanunu’na müracaat edileceği belirtiliyor. Bkz. aynı yer.
209
“Tadil-i Kavânîn Komisyonu’nda”, İstişare, nr. 5, 4 Teşrin-i evvel 1324, s. 231.

66
edilmiş olmasıdır. La Turquie gazetesi, Adliye Nezareti’nin kanunların ıslahı için
kurduğu komisyonlardan bahsederken Osmanlı kanunlarının Kanun-ı Esasi’ye aykırı
hükümler içerdiğine dikkat çekmiş, Japonya ve Belçika’yı örnek gösterek
vatandaşlarının ihtiyaçlarına uygun ve esaslı kanunlar yapmak isteyen devletlerin
kanunlarının incelenmesi vazifesini meşhur hukukçulara verdiğini belirtmiştir.
Osmanlı Devleti de bu konuda başarılı olmak istiyorsa “itiyadât-ı kadîmesinden
kurtularak en son nazariyat-ı hukukiyeyi kabul eden Japonya’yı taklit etmeli… Garb
kanunlarına vâkıf bir hukukşinasın re’yinden istifade etmelidir”. Hükümet onun
yanına, kendisine gerekli izahatı verebilecek bir Osmanlı hukukçusu vermeli, ortaya
çıkacak teklifler bir komisyonda incelendikten sonra layiha haline getirilmelidir 210.

Adliye ıslahatı çerçevesinde yabancı hukukçuların görüşlerinden


faydalanılmasına hak verildiği, Kont Ostrorog’un bir yıl sonra Adliye Nezareti
müşavirliğine getirilmesinden anlaşılmaktadır 211. Üstelik Ostrorog’un fıkıh
birikiminden ötürü mukayeseli hukuk perspektifinden de faydalanılabileceği
umulmuştur. Bununla beraber Ebül’ulâ Mardin ile Ali Kemal arasındaki polemikten
öğrendiğimize göre kapitülasyonların kaldırılması bağlamında yabancı hakim
istihdamı meselesi de yabancı mahfillerde konuşulmakla kalmayıp Osmanlı hukuk
gündeminde etki doğuracak bir seviyeye gelmiştir. Ali Kemal’in polemiği başlatan
ifadeleri şöyledir: “Bazı müelliflere göre şayed hükümet-i Osmaniye mükemmel bir
mahkeme-i istinaf-ı hukuk teşkil eyler, ale’l-husus bu mahkemeye kısmen Belçika,
İsviçre, Hollanda gibi bî-taraf devletlerden aza tayin ederse düvel-i muazzama için
bu fasla müteallik imtiyazât-ı ecnebiye ilga edilmek zaruridir”. Ali Kemal’in bu tür
bir görüşü aktarmış olması bile Mardin’in tepkisini çekmiştir. Mardin, bu fikrin
mahzurlarını ve kapitülasyonların tarihini ele aldığı yazılarından birinde Osmanlı
hukukçuları bakımından isbatıvücut iddiası taşıyan şu ifadeye yer vermiştir: “Ali
Kemal Beyefendi gibi muharrir-i siyasi yetiştiren muazzez vatanın ihtiyacını temin
edecek hukuk-şinâslar yetiştirmiş olması neden kabul olunmasın?” 212. Mardin’e göre

210
“Islah-ı Kavânîn”, Tanin, nr. 27, 15 Ağustos 1324, s. 3.
211
Kont Ostrorog’un Adliye Nezareti müşavirliğine atanmasını konu alan Meclis-i Mebusan
görüşmelerindeki tartışmalar hem ihtiyaca hem de hassasiyetlere ilişkin öğeler taşır. Bkz. Takvim-i
Vekâyi, sy. 313, 13 Ağustos 1325, s. 24-25; TV, sy. 314, 14 Ağustos 1325, s. 1-4.
212
Polemik metinleri için bkz. Ali Kemal, “İhtilafât-ı Hâzıra ve Düvel-i Selasenin Babıaliye
Tebligatı”, İkdam, nr. 5179, 24 Ekim 1908, s. 1; Mardinîzâde Ebül’ula, “Muhtelit Mahkemeler”,

67
yabancı hakim istihdam edilmesi değil, Mekteb-i Hukuk mezunlarının istihdam
sorunlarının çözülmesi gerekmektedir 213.

1.4. İtibar Kazanan Bir Bilgi Sahası


Meclis-i Mebusan’ın diğer kamu iktidarları karşısındaki konumunun sarsıldığı,
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kongre sonrasında partileşmenin imkânlarını
yokladığı, muhaliflerin ise yeni parti kurma girişimlerinde bulunduğu 1909 yılının
son aylarında Tanin, İkdam gazetesinde çıkan bir haberi şöyle aktarıp yorumluyor:

“İkdâm gazetesinin bir muharriri Sadaret müsteşarı Âdil Bey ile mülakat ederek
soruyor:
- Kabinenin Meclis-i Mebusan’da zuhuru me’mûl fırkalara karşı mesleki ne olacaktır?
Bu suale Sadaret müsteşarı şu cevabı veriyor:
- Kabine kat‘iyyen bî-taraftır. Hiçbir fırkaya mensup değildir.
Tanin: Subhane men tahayyare fi suni‘hi’l-ukûl.
Meşrutiyet, kabine, fırka, parlamento ne demek olduğuna dair gece dersleri midir,
gündüz dersleri midir nedir, bir ders açılsa da bari ekâbir-i memurîn oralara devam
ettirilse…
Yahut hiç olmazsa kendilerine bilmedikleri şeyden bahsetmemek lüzumu
anlatılsa!” 214.

Sırat-ı Müstakim, sy. 11, 23 Teşrinievvel 1324, s. 165-170; Ali Kemal, “Sırat-ı Müstakim ya
Cümlenin Maksudu Bir Amma Rivayet Muhtelif”, İkdam, nr. 5190, 6 Teşrin-i sâni 1908, s. 1;
Mardinîzâde Ebül’ula, “Muhtelit Mahkemeler Makale-i Hukukiyesine Fer‘”, Sırat-ı Müstakim, sy.
12, 30 Teşrinievvel 324, s. 182. Ebül’ulâ Mardin’in yabancı hakim istihdamı meselesi ve
kapitülasyonların tarihiyle ilgili görüşlerinin kapitülasyonların kaldırılması literatürü bağlamında
değerlendirmesi için bkz. Ali Adem Yörük, “Kapitülasyonların Kaldırılması Sürecine Dair
Bibliyografik Bir Deneme: 1909-1927 Yılları Arasında Yazılmış Kapitülasyon Kitapları”, Türk
Hukuk Tarihi Araştırmaları, sy. 5, 2008 Bahar, s. 97-130, özellikle 100-102, 104-105.
213
Ebül’ulâ Mardin, Mahmud Esad Seydişehrî’nin Adliye nazır vekilliği sırasında merkez
mahkemelerinden birine usûlsüz olarak savcı yardımcısı atanmasını konu alarak mezunların istihdamı
meselesini ayrıntılarıyla incelemiştir. Ali Murtaza Efendi meselesi diye meşhur olan bu konuyla ilgili
yazı dizisi için bkz. Mardinîzâde Ebül’ula, “Ali Murtaza Efendi Meselesi”, Sırat-ı Müstakim, sy. 41,
4 Haziran 1325, s. 232-237; sy. 42, 11 Haziran 1325, s. 246-247; sy. 43, 18 Haziran 1325, s. 261-266;
sy. 44, 25 Haziran 1325, s. 279-281; sy. 45, 2 Temmuz 1325, s. 296-297; sy. 48, 23 Temmuz 1325, s.
347-348; sy. 49, 30 Temmuz 1325, s. 365-367; sy. 55, 10 Eylül 1325, s. 44-45.
214
“Başka Nağme: Kabine Bî-taraftır”, Tanin, nr. 428, 11 Teşrin-i sâni 1909, s. 2. Âdil Bey sözüne
şöyle devam ediyor: “Hükümet vâkıa fırkaların ihtilafâtını nazar-ı tedkikten geçiriyor ise de her
şeyden evvel parlamento tarafından verilen kararın icrasına memur bulunduğîçün bu vazife-i
esasiyesini icraya sa‘y eder”. Siyasi bir meseleye dönüşen Lynch imtiyazı, Arnavutluk meselesi,
Adana olaylarından dolayı Ermeni patriğinin istifası meselelerini değerlendirdiği mülakatta Âdil Bey,
ayrıca Meclis-i Mebusan açılınca hükümetin tekrar programını okuyup güvenoyu isteyeceğine dair
gazetelerde dolaşan rivayetleri yalanlayarak “sair düvel-i meşrûtada” olduğu gibi ancak programda
değişiklik olduğu takdirde bu yola başvurulabileceğini söylemişti (“Sadaret Müsteşarı Âdil Bey ile Bir
Mülakat”, İkdam, nr. 5439, 10 Teşrin-i sani 1909, s. 2).

68
Bu alıntıda (şahsıyla ilgili tereddütler bir yana) Osmanlı bürokrasisinin en
yüksek makamında oturan ve kısa bir süre önce kabine toplantılarına girip
giremeyeceği tartışılan 215 Sadaret müsteşarının dünyadan ve yönettiği toplumdan
habersiz, (birçok farklı türü bulunmakla beraber) halka genel bilgilerin verildiği gece
derslerine muhtaç, cahil; öyle değilse kendini bilmez bir şekilde sunulması,
İttihatçıların rakip olarak gördükleri Babıali ile doku uyuşmazlıklarını 216 gösterdiği
kadar yeni bir muteber bilgi sahasına işaret etmek bakımından da önemlidir 217. Bu
yaklaşım, esasen Avrupa anayasacılık tarihinin temel referans haline gelmesi olarak
yorumlanabilir. Ali Kemal’in “meşrutiyetimizin ikbali, Kanun-ı Esasimizin tekâmülü,
mesud müreffeh bir tarzda tekâmülü ancak bu irfanın halkımızca bilhassa
şübbânımızca ta‘mîmiyle olur. Şimdiye kadar mülkümüzde hiç kâle, kaleme
alınmayan bu çeşit ulûm-ı cedideye biz son derece muftekır bir kavimiz” cümlesinde
bahsedilen irfan sahası “hukuk-ı esasiye”dir ve yazara göre “muhtaç olduğumuz
maarifin adeta elzemidir” 218. Bu hava içinde Batı meşrutiyet tarihleriyle Osmanlı
İnkılabı arasında paralellikler kurmak da hayli yaygın bir temayüldür 219.

Bu yeni bilgi sahasının matbuat, yüksek mektepler ve Meclis-i Mebusan’daki


görünümlerine dair örnekler verip birkaç tespitte bulunacağız.

1. Günlük krizlerin değerlendirilmesini içerdiğinden matbuat sahasında, kamu


hukuku sorunlarında hangi kriterlerin esas alındığı daha kolay bir şekilde tespit
edilebilir. “Meşrutiyet nazariyatı”nın ve Avrupa’daki uygulamaların esas alınması,

215
Meşrutiyetin ilanından sonra Sadaret müsteşarı ile Sadaret tahrirat müdürünün kabine toplantılarına
girmesi ve müsteşarın kararların altına imza atmasının eleştirisi için bkz. Hüseyin Cahit, “Hey’et-i
Vükelâ’ya Dair”, Tanin, nr. 405, 19 Teşrin-i sâni 1909, s. 1. Bu yazı, Jöntürklerin müsteşar olarak
giremedikleri kabineye iki memurun girebilmesinin eleştirisi olarak da okunabilir.
216
Hüseyin Cahit’in Tanin’deki ilk yazısının “Babıali’nin Mesleki” başlığını taşıdığını hatırlatalım:
Tanin, nr. 1, 19 Temmuz 1324, s. 1.
217
Babanzade, Meşrutiyetin ilk günlerindeki kabine krizi münasebetiyle vükela için benzer ifadeler
kullanılmıştı: “Bunun [kabine krizinin] sebebi ne kabinenin, ne kabineyi teşkil eden zevâtın şekl-i
idare-i cedîdeye vâkıf olmamaları, nazariyât-ı hâzıraya nazaran ilm-i devlet denilen fenne kat‘iyyen
aşina bulunmamalarıdır. Bunda da mazurdurlar. Zira ma‘a’t-teessüf lisanımızda bu fenn-i celîle dair
henüz bir eser tedvin olunmamış ve bu suretle ecnebi lisanlarından bî-behre bulunan vükelâ ve
ricâlimizin kısm-ı a‘zâmı hâlâ siyaseti icâb-ı hal ve idare-i maslahat noktalarından ibaret farz etmekte
bulunmuşlardır” (İsmail Hakkı, “Buhran-ı Vükelâ ve Mana-yı Siyasisi”, İkdam, nr. 5098, 4 Ağustos
1908, s. 1).
218
Ali Kemal, “Mekâtib-i Âliyemizde Tedrisat”, İkdam, nr. 5138, 13 Eylül 1908, s. 1.
219
Mahmud Esad Efendi’nin 4, 14 ve 24 Temmuz tarihleri arasında kurduğu paralellik için bkz.
Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 3” , Tercüman-ı Hakikat, nr. 9823, 2 Ağustos 1908, s. 1.

69
daha özel olarak Parlamentarizmin gereklerinin yerine getirilmesi noktasında
İttihatçılarla muhalifler arasında bir fark yoktur. Verilebilecek iyi bir örnek, ilk parti
kavgasına esas teşkil eden Kamil Paşa kabinesi etrafındaki tartışmalarda Ali
Kemal’in Kamil Paşa’nın çekilmesine veya düşürülmesine sıcak bakmadığı halde
nazariyatın ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin uygulamalarının esas
alınması gerektiğini savunmasıdır 220. Aynı meselenin başka bir safhasında
Babanzade İsmail Hakkı, “bu nazariyatın hangi menâbi‘den ahz olunduğunu
bilemezsek de herhalde ne klasik kitaplarda münderic kavâid ve ne de öteden beri
kavâid-i meşrutiyete riayetleriyle maruf memleketlerde câri olan ve teamül ve
fiiliyata muvâfık değildir” 221 sözleriyle kriterlerini zikreder. İmzasız, fakat
Babanzade’ye ait olduğuna şüphe olmayan bir yazıda bu anlayış veciz bir şekilde
ifade edilmektedir:

“… dört aydan beri Osmanlılara rehberlik etmek dâ‘iyesinde bulunan, sefine-i


memleketin kaptanlığını deruhde eden vükelamız ve kuvve-i icraiyemiz bu salahiyet-i
hükm ü hükümeti nereden, hangi menba-ı meşrudan telakki ettiler? Ta
Montesquieulardan, Jean-Jacques Rousseaulardan beri vaz ve tedvin edilip ceste
ceste tevsi ve tatbik ve büyük inkılabâta, ihtilalâta, eşkâl-i hükümetce tebeddülâta
sebebiyet vererek nihayet el-yevm mevcut olan eşkâl-i meşrutiyet ve devlete müncer
olan nazariyat-ı hukukiyeye göre şimdiki kabinenin vaz‘-ı siyasisi neden ibarettir?
Hakimiyet-i millet esası ile kabinemizin tarz-ı teessüs ve devamı kabil-i telif midir?
Meclis-i Mebusan’ın in‘ikâd ve ictimâ‘ından sonra bu kabiliyet-i telifiye ber-devam
olabilecek midir” 222.
Tanin yazarlarından Muhittin Bey (Birgen), “mademki meşrutiyet tesis
edilmiştir, şu halde Büyük Fransız İhtilali’nin tesis ettiği siyasi hukuk nazariyesinin
de tamamen hükmünü yapması lazım gelirdi” ifadeleriyle kendisinin ve
arkadaşlarının anlayışını özetlemektedir. Yine onun ifadesiyle İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin, “o tarihlerde henüz hukukla, ilimle meşgul olmaya çok lüzum
görmeyen” lider inkılapçı kadroları, ihtisas sahibi olmadıkları için ellerindeki
kuvvete dayanarak idareyi ele alamamakta; bununla beraber mevcut hükümete
güvenmedikleri için de müdahalelerde bulunmaktaydı. Doktor Nazım Bey’in
ifadesiyle Cemiyet “icra-yı hükümet değil, nezaret ve murakabe” etmek
220
Ali Kemal, “Kanun-ı Esasimiz ve Bir Mesele-i Esasiye-i Meşveret”, İkdam, nr. 5238, 24 Kânun-ı
evvel 1908, s. 1.
221
Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193,
13 Şubat 1909, s. 1-2.
222
[Babanzade İsmail Hakkı], “Kamil Paşa Kabinesi Meclis-i Mebusan Önünde”, Tanin, nr. 128, 8
Kânun-ı evvel 1908, s. 1.

70
istemekteydi 223. Birgen’in işaret ettiği anlayışa göre Cemiyet’in izlediği yol,
kendisinin meşru kamu iktidarları karşısında şaibeli bir durumda kalmasına sebep
oluyordu. Hukuk nazariyelerini esas alan İttihatçılarla, lider kadro arasındaki temel
ihtilaf bu noktada ortaya çıkmıştır. Birgen kendisinin de “harıl harıl çalışarak,
Avrupa kitapları okuyarak” yeni öğrendiği bu nazariyelere “kuvvetle inanmış
münevverlerden biri” olduğunu söyler. Birgen, “o devrin en salahiyet sahibi bir
hukuk-ı esasiyecisi” ve “Tanin’in direklerinden biri” olan Babanzade İsmail
Hakkı’nın makale ve konuşmalarıyla bu fikri savunduğunu belirtmektedir 224.

Meşruti müesseselerin kaynağı, fikirlerin iktibas ve uyarlanması, tercüme ve


terim sorunlarıyla ilgili erken tarihli yazı ve polemiklerden de birkaç örnek
verebiliriz. Hariciye kökenli bir hukukçu muhitinin çıkardığı İstişare mecmuasının
yazarlarından olan Ahmed Nesimi, Osmanlı kamuoyuna bazı düsturları hakim
kılmak amacıyla kaleme aldığı yazısında, medeni kavimlerin “saadet-i ictimaiye ve
kudret-i siyasiyesi”ni temin eden mevzuatı, yani anayasaları üç temel düstura
dayandırır: Kuvvetler ayrılığı (tefrik-i kuvâ-yı umumiye), insan hakları (ilan-ı hukuk-ı
beşer), milli hakimiyet (tasdik-i hakimiyet-i millet). Bir milletin “ihtisasât ve
temayülât”ına istinat etmeyen siyasi müesseselerin ömrünün çok kısa olacağı
hakikatine dikkat çekilerek tersinden bir örnek olarak İngiltere hatırlatılır.
İngiltere’de yazılı anayasa olmamasına rağmen anayasal hükümlere diğer
kavimlerden daha çok uyulması, “melekât-ı siyasiye, kabiliyet-i ictimâ‘iye ve
teşekkülât-ı tarihiye” sayesindedir. Siyasi ve sosyal inkılaplar “kıyasât-ı mantıkiye,

223
Doktor Nazım Bey’in beyanatı için bkz. “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Makâsıdı”, İkdam, nr.
5122, 28 Ağustos 1908, s. 3. Doktor Nazım’ın “nazariyeleriniz iyi, misalleriniz pek doğru… biz gene
kendi bildiğimizi okuyacağız” şeklindeki çarpıcı sözleri için bkz. Birgen, İttihat ve Terakki’de On
Sene - İttihat ve Terakki Neydi?, s. 92.
224
Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene - İttihat ve Terakki Neydi?, 2. baskı, haz. Zeki
Arıkan, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2009, s. 91-92. Birgen nihai tahlilde kendilerinin, memleketin
şartlarını pek dikkate almadıklarını, memleket için meşrutiyetle idare fikrinin lüks bir fikir olduğu
sonucuna varmaktadır. Temel ihtilafa dair şu tespitini de zikretmeliyiz: “İttihat ve Terakki erkânı
meşrutiyet hukuk-ı esasiyecilerinin şekle ve nazariyata düşkün olmalarına karşı kendileri de bir
nazariye göstererek, ilmi bir tahlil yaparak mukabele edememelerine rağmen, ameli inkılapçılara
mahsus bir sezişle, bir nevi siyasi sevki tabii ile, tuttukları yolda var kuvvetleriyle direnerek bizim
istediğimiz şeyleri ya önceleri hiç yapmıyorlar yahut da sonraları sadece zahiren yapar
görünüyorlardı”. Bkz. Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene - İttihat ve Terakki Neydi?, s. 92.

71
nazariyat-ı akliye ve hayalat-ı ba‘îde” üzerine kurulu kanun taslaklarından çok,
zemin ve zamanın tesirlerine tâbi tekâmül kanununun hükümlerine bağlıdır 225.

Ahmed Nesimi, tarihi bilgiler eşliğinde kuvvetler ayrılığı konusunda


Montesquieu’yu, insan hakları ve milli hakimiyet konularında Rousseau’yu kısmen
tenkit ederek aktarmıştır. Kuvvetleri tek elde toplayan mutlakiyetlerde “fikr-i
tahakküm ve istibdad” hüküm sürer. Yasama ile yürütmenin ayrılığı hürriyetin
teminatıdır, insan haklarının her türlü taarruzdan korunmasını sağlar, “intizam ve
terakki ve te‘âlî-i umûmîyi mütekeffil olan” anayasalarda vaz edilen teminatların en
önemlisidir. Ona göre bu kural, Kanun-ı Esasimizde bir madde ile belirlenmemişse
de muhtelif maddelerden çıkarılabilir 226. Avrupa’da “hukuk-ı beşeriye” fikri
zihinlere o derece yerleşmiştir ki anayasalara yeni baştan bunları yazmak fazlalık
olarak görülmektedir; bununla beraber meşrutiyet usûlünü kabul eden kavimlerin
anayasalarına “işbu hukuk, bilâ-tahdid derc ve ilave olunmak câlib-i muhassenât-ı
adîdedir”. Kanun-ı Esasimizin Osmanlı vatandaşlarının “hukuk-ı umumiyesi”
faslında bu haklar teminat altına alınmıştır 227.

Yazar vurgulu ifadelerle tarihi tecrübeleri ve siyasi geleneği öne çıkarmakla


beraber bu müesseselerle ilgili felsefi açıklamalara girişmeyeceğini belirtmekte, daha
önemlisi yürüttüğü muhakemenin doğal bir sonucu olarak bu yeni düsturlarla
Türkiye arasında kurmasını beklediğimiz irtibatlarda, Kanun-ı Esasi metninden öteye
geçmemektedir. Milli hakimiyetin tanımında buna dair bir işaret veriyorsa 228 da bunu

225
Suhtezâde Ahmed (Paris Darülfünunu Hukuk Şubesi ve Ulûm-ı Siyasiye Mektebi mezunlarından),
“Kuvâ-yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4
Eylül 1324, s. 11-12; “… işbu kaide-i asliyeyi evvel-emirde mevzu-ı makal eylemek iktiza eder, ta ki
mevzuat-ı mezkûrenin devam-ı mer‘iyet ve müesseriyetini müstakillen zâmin olan kuvve-i mâneviyesi,
efkâr-ı umûmiyeye icra-yı hükm ve nüfuz eylesin” ifadeleri için bkz. Suhtezâde Ahmed, agm, s. 12.
226
Suhtezâde Ahmed, “Kuvâ-yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin
Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül 1324, s. 12-13. Ahmed Nesimi, yargı ile idare ayrımını ayrıca ele
almaktadır. Yasama-yürütme ayrılığı kuralının mutlak olmadığını belirterek, Parlamento usûlünün
uygulandığı ülkelerde kabul edilen (hükümetin mecliste ekseriyeti kazanan fırka tarafından kurulması,
veto ve Meclis-i Mebusan’ın feshi, kanun layihalarının Meclise teklif edilmesi gibi) istisnaları da
saymaktadır. Ona göre “tevâzün-i kuvâ-yı umumiye” düsturundan ötürü kabul edilen bu istisnalar
sayılıdır ve sınırları sarih bir şekilde çizilmiştir. Yoksa mutlakiyetlerdeki gibi suistimal eseri olarak
gayrımeşru müdahalelerden doğan “buhran ve tezebzüb” haline asla meydan verilmez (Suhtezâde
Ahmed, agm, s. 13-14).
227
Suhtezâde Ahmed, “Kuvâ-yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin
Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül 1324, s. 14-15.
228
“Tasdik-i hakimiyet-i millet, bir kavmin ahlâk ve temayülâtına ve alâik-i tarihiyesine nazaran
istediği gibi kavânîn-i esasiyesini ve şekl-i hükümetini tayin ve intihâb eylemesinden ibarettir”

72
açıklamamış, Rousseau üzerinden seçim ve temsil (usûl-i meb‘usiyet) sorununa
geçerek milli hakimiyet nazariyesinden doğan temsilin, bu hakimiyetin tek icra
vasıtası olduğunu söylemiş ve Kanun-ı Esasi’de “hey’et-i mebusan” faslında temsilin
kabul edildiğini belirtmekle yetinmiştir 229.

İleriki yıllarda Mekteb-i Hukuk müdürlüğü de yapacak olan Mekteb-i Mülkiye


mezunu Ahmed Selahaddin Bey henüz Meclis açılmadan, İsviçreli hukukçu Johann
Caspar Bluntschli’nin (1808-1881) modern devlet teorisini işlediği kitabından
modern siyasi hayatın temel taşı mesabesindeki kamuoyu, matbuat, siyasi cemiyet,
miting, propoganda ve ihtilal gibi konuları seçerek tercüme etmişti (13-26 Kasım
1908) 230. Kanaatimizce bu kısımların seçilerek tercüme edilmesi, Meşrutiyetin ilk
aylarındaki büyük dönüşümü belli bir çerçevede izah etmek ve yönlendirmekle
alakalıdır. Kitabın dördüncü bölümünde, milletin iktidar vasıtaları olarak ele alınan
bu konulardan önce gelen iktidar kavramı ve devlet iktidarı başlıkları bile atlanmıştır.
Ahmed Selahaddin aynı kitabın politikanın doğasıyla ilgili ilk bölümünden yaptığı
tercümelerde de seçmeci davranmıştır. Siyaseti sanat ve bilim olarak ele alan ilk
başlığı atlamış, siyaset ile ahlâk ilişkisini tercüme etmiş 231; siyasetle hukuk düzeninin
ilişkisi konusunu atlamış, realist ve idealist siyaset konusunu tercüme etmiştir 232.

(Suhtezâde Ahmed, “Kuvâ-yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin
Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül 1324, s. 15-16).
229
Suhtezâde Ahmed, “Kuvâ-yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin
Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül 1324, s. 12, 15-17.
230
Ahmed Selahaddin, “Milletin Menâbi‘-i Kudreti 1: Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 103, 13 Teşrin-i
sani 1908, s. 2; Ahmed Selahaddin, “Milletin Menâbi‘-i Kudreti 2: Matbuat”, Tanin, nr. 105, 15
Teşrin-i sani 1908, s. 2; Ahmed Selahaddin, “Milletin Menâbi‘-i Kudreti 3: Siyasi Cemiyetler, Umûmî
İctimâlar, Tahrikât”, Tanin, nr. 112, 22 Teşrin-i sani 1908, s. 2; Ahmed Selahaddin, “Milletin
Menâbi‘-i Kudreti 4: Kuvve-i Gayr-ı Kanuniye, İhtilal”, Tanin, nr. 116, 26 Teşrin-i sani 1908, s. 2.
Tercümelerin başında “Bluntschli’den” kaydı vardır. Tercüme, “Milletin Avâmil-i Kudreti” başlığıyla
şu kitaba da girmiştir: Ahmed Selahaddin, Tetebbu‘ât-ı Siyasiye (Külliyat-ı Hukuk ve
Siyasiyât’tan üçüncü kitap), [İstanbul], 1327, s. 25-51. Kaynak metin için bkz. J. C. Bluntschli,
Lehre vom Modernen Stat (dritter theil: Politik) - Politik als Wissenschaft, Stuttgart 1876, s. 186-
212. Ahmed Selahaddin’in genel kaynak kullanımına nazaran, tercümede kitabın Fransızca
tercümesinin esas alınmış olması muhtemeldir: Bluntschli, La Politique, 2. baskı, trc. M. Armand de
Riedmatten, Paris 1883, s. 121-136.
231
Ahmed Selahaddin, “Siyaset ve Ahlâk”, Tetebbu‘ât-ı Siyasiye, s. 5-19; ayrıca bkz. Bluntschli,
Politik als Wissenschaft, s. 6-23. Tercüme daha önce “Mekteb-i Hukuk muallimlerinden Ahmed
Selahaddin” imzasıyla, başında ve sonunda Bluntschli’den alındığına dair bir ifade bulunmadan
yayınlanmıştı. Bkz. Ahmed Selahaddin “Siyaset ve Ahlâk”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı evvel 1324, s.
590-597; “Siyaset ve Ahlâk”, İstişare, nr. 14, 11 Kânun-ı evvel 1324, s. 639-641. Bluntschli derginin
kapağında (kapağı görmedik) yazar olarak belirtilmemişse, Ahmed Selahaddin’in aynı sayıdaki

73
Bluntschli, aleyhtarları tarafından dahi inkâr edilemeyen efkar-ı umumiyeyi
“istiklal ile açıktan açığa beyân-ı re’y eden sunûf-ı mutavassıtanın fikridir ki ihtilât-ı
efrâd ile tahassul eder ve bin şekil ve tarik ile aileler ve be-tahsis matbuat vasıtasıyla
avam arasında intişâr eder” şeklinde tanımlayarak diğer fikirlerden ayırır,
özelliklerini ve tezahür şekillerini sayar. Siyasetçiler sıhhati itibariyle olmasa bile,
kuvveti itibariyle bunu dikkate almaya, “böyle müthiş bir düşmanı kendisine dost ve
müttefik edinmeye muhtaç ve mecburdur”. “Efkâr-ı umumiye reh-i haktan udûl ettiği
zaman bile bir kuvvet-i âkıle ve mâneviye olarak kalır”; hükümete destek verirse
fikirleri itaate hazırlar, muhalif olursa bin türlü zorluk çıkarır. Faal bir kudreti yoksa
da bir fikrin kabul edilip yayılmasını veya reddedilmesini hatta ihtilale kadar
gidilmesini sağlar. İdare etmez, fakat eleştirir ve kontrol eder. Bazen gelişi güzel
yürür, fakat bilgili insanların telkinlerine açıktır; ayrıca eğitimin seviyesi ne kadar
yükselirse efkâr-ı umumiye o kadar milli bir hüviyet kazanır. İstibdat (mutlakiyet)
rejimleri onu boğar 233.

Ahmed Selahaddin’in seçmeci de olsa, modern devlet teorisini konu alan bir
kitaptan birebir tercüme yapmayı tercih etmesi başlı başına anlamlıdır. Latinlerin
“vox populi, vox dei” (“kelâm-ı halk, kelâm-ı Hakk”) düsturunun geçtiği paragrafa,
“Araplar ‘elsinetü’l-halk aklâmu’l-hakk’ demişler” cümlesini eklemekle yetinmiş 234;
siyasi cemiyetler bahsinde ise “… daha iki gün evvel, memleketimizde ictimâ‘-ı
siyasi şöyle dursun üç arkadaşın eğlence için bir araya gelmesi şübehât ve takibata

tercüme eleştirisini değerlendirirken bu bilgiyi de dikkate almak gerekir. Bkz. A.S., “Bibliyografi:
Medhal-i Hukuk-ı Düvel”, İstişare, nr. 13, 4 Kânunıevvel 1324, s. 613-617.
232
Ahmed Selahaddin, “Siyaset-i Hakikiye ve Siyaset-i Hayaliye”, Tetebbu‘ât-ı Siyasiye, s. 20-24;
ayrıca bkz. Bluntschli, Politik als Wissenschaft, s. 32-36. Bu yazı da Bluntschli’ye ait olduğu
belirtilmeden yayınlanmıştır: Ahmed Selahaddin, “Siyaset-i Hakikiye ve Siyaset-i Hayaliye”, İstişare,
nr. 16, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 728-731.
233
“Milletin Menâbi‘-i Kudreti 1: Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 103, 13 Teşrin-i sani 1908, s. 2.
234
“Milletin Menâbi‘-i Kudreti 1: Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 103, 13 Teşrin-i sani 1908, s. 2.
Aynı konuyu bambaşka bir zaviyeden ele alan Namık Kemal ile yeni nesiller arasındaki makasın ne
kadar açıldığı bu örnek üzerinden de görülebilmektedir. Tercümeyi Namık Kemal’in 1872 tarihli
“Efkâr-ı Umumiye” yazısıyla krş. Namık Kemal, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri - Bütün
Makalaleri, haz. Nergiz Yılmaz Aydoğdu - İsmail Kara, İstanbul, Dergâh Yay., 2005, I, 199-205).
Namık Kemale göre eşraf ve avam siyasi terbiyeyi “akaid-i diniye ve teamül-i siyasiye sayesinde
vicdanlarının hasıl ettiği azamet ve nezahetle vücuda getirmişlerdir”. Namık Kemalin hukuk
mektepleşmesinin uç verdiği günlerdeki tespiti bilhassa mühimdir: “Eğer terbiye-i siyasiye Hakayık’ın
zannı gibi mekâtib-i mülkiyenin ve efkâr-ı umumiye dahi terbiye-i siyasiyenin vücuduyla kaim olsaydı
hukuk mektebi olmayan bir memlekette halk bütün bütün hacer şecer kabîlinden kalmak lâzım gelirdi”
(Namık Kemal, age, s. 202).

74
vesile olur. Kapıya dikilen bir polis neferi ‘efendi ictimâ memnudur!’ derdi. Ve
istinaf ve temyizi olmayan bu ihtara karşı ufak bir iğbirar insanı karanlık yerlere sevk
edebilirdi” ifadeleriyle eski düzendeki sorunlara dair bir not düşmüştür 235.

Bluntschli’nin bu dönemde Türkçe’ye aktarımı konusunda siyasi


cepheleşmenin de etkisi olmuştur. “Siyasi Fırka Nedir? Memurların Fırkalara Dühûlü
- Taife-i Mütegallibe” başlıklı bir metni siyasi fırkaların gerekliliği sadedinde
muhalifler tarafından benimsenmiş; Sada-yı Millet gazetesinde yayınlanmış, Rıza
Nur’un Meclis-i Mebusan’da Fırkalar Meselesi başlıklı mühim eserinde iktibas
edilmiştir 236. Hizb-i cedid meselesi ortaya çıktığı sırada istifa ederek “Türkiye’nin
durumu” hakkında İngiliz makamlarına güncel bir rapor veren Adliye Nezareti
hukuk müşaviri Kont Ostrorog, “Hizb-i Cedid”i Maverdi ve İbn Haldun’un devlet
anlayışıyla, “Hizb-i Terakki”yi ise Bluntschli’nin “Rechtsstaat”ı ile eşleştirecektir 237.

Ahmed Selahaddin ile Seydişehri Mahmud Esad Efendi arasında ders


kitabından ötürü çıkan polemik üzerinden, Mekteb-i Hukuk müdürlüğü yapacak iki
hukukçunun “millet” kavramıyla ilgili mevzilerini belirleyebiliyoruz. Mahmud Esad
Efendi II. Meşrutiyet’in ilk aylarında neşrettiği 238 Medhal-i Hukuk-ı Düvel adlı
eserinde “peuple” kelimesini “ahali”, “nation” kelimesini ise “kavim” olarak tercüme
eder. Gerekçesi, millet kelimesinin “din ve mezheb mânasını mutazammın”
olmasıdır. Ahmed Selahaddin’in teklifi ise “peuple-kavim”, “nation-millet”
şeklindedir. Ona göre bir devletler hukuku kitabında, bu gerekçeye dayanarak millet
kelimesinden vazgeçilemez. Bu mânayı Mızraklı İlmihal’den başka bir yerde görmek
mümkün değildir. Milletin ıstılahi mânası “nation”a tekabül eder, “şimdiye kadar
istimal-i nâs” milletin, dini değil siyasi bir mahiyete sahip olduğunu
göstermektedir 239. Seydişehri bu yazıya verdiği cevapta kesin ifadelerle, “nation”un

235
Ahmed Selahaddin, “Milletin Menâbi‘-i Kudreti 3: Siyasi Cemiyetler, Umûmî İctimâlar, Tahrikât”,
Tanin, nr. 112, 22 Teşrin-i sani 1908, s. 2.
236
Rıza Nur, Meclis-i Mebusan’da Fırkalar Meselesi, İstanbul, İkdam Matbaası, [Kânun-ı sâni]
1325 [1910], s. 46-54. Ayrıca bkz. Tarık Zafer Tunaya, “Muhalefetin Lüzumu”, Medeniyetin
Bekleme Odasında, İstanbul, Bağlam Yay., 1989, s. 204-209.
237
Rapordan aktaran Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908-1914), İstanbul, Kaynak Yay., 9. basım,
2013, s. 116.
238
“Medhal-i Hukuk-ı Düvel”, Tanin, nr. 110, 20 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.
239
A[hmed] S[elahaddin], “Bibliyografi: Medhal-i Hukuk-ı Düvel”, İstişare, nr. 13, 4 Kânunıevvel
1324, s. 614.

75
mukabilinin “millet” değil, “kavim” olduğunu belirtmiştir. “Millet”in lugavi mânası
din ve mezheb olduğu gibi “mâna-yı me’nûs-ı ıstılahîsi” de budur. Bunu ispat etmek
için Kur’an-ı Kerim “şahid-i âdildir”, Mızraklı İlmihal’e kadar gitmeye gerek
yoktur 240.

“Millet dini değil, siyasi bir vahdet ifade eder, tarihi bir fikir verir” fikrinden
ısrar eden Ahmed Selahaddin, Seydişehri’ye “millet” kelimesinin o günkü mânasına
dikkat çekerek cevap vermiştir: “İnkılab-ı mes’udumuzu müteakib Osmanlılığı terkib
eden otuz milyon nüfusun ağzından çıkan ‘Yaşasın Millet!’ avaze-i bahtiyarânesi bir
vahdet-i diniyeyi değil; Rum, Ermeni, Bulgar anâsır-ı İseviyesine de şâmil bir vahdet
ve hey’et-i siyasiyeyi murâd ediyordu”; yoksa Buhara hacıları, Cava müslümanları,
Hind ve Afgan dindaşlarımız murat edilmiyordu. Ahmed Selahaddin ayrıca akli
konularda naklin ileri sürülmesinin münazara adabına uymadığına dikkat çeker 241.
Cevabi yazısında, Ahmed Selahaddin’in bu son hükmüyle, lafızların mânalarının akli
değil nakli nitelikte olduğunu gözden kaçırdığına dikkat çeken Seydişehri, “bir
ıstılah-ı ilmînin tayini için avam-ı nâsın tarz-ı istimaline bakmayıp ehlinin
istimalini”n aranması gerektiğini; bununla beraber bağlama göre kavim yerine
milletin de kullanılabileceğini belirtir 242. Polemiğin son yazısında Ahmed
Selahaddin, “nakliyat”tan muradının “diniyat” olduğunu ve Kur’an-ı Kerim’i
aralarındaki “kıyl u kâlin ve her türlü mübâhasenin fevkinde tuttuğu”nu belirttikten
sonra, önceden yazdıklarını teyit edecek bazı sorular ileri sürerek bu konuda bir
hükme varılabilmesini bu hususların aydınlatılmasına bağlar 243. Bütün bu sorular
“millet” (ve benzeri) kavramların içeriklerinde yaşanan kaymanın nasıl izah
edileceği, hangi kaynaklardan hareketle günün ve geleceğin inşa edileceğiyle
ilgilidir 244.

240
Mahmud Esad, “Medhal-i Hukuk-ı Düvel”, İstişare, nr. 14, 11 Kânunıevvel 1324, s. 664.
241
Ahmed Selahaddin, “Medhal-i Hukuk-ı Düvel hakkında Tenkidât ve Mahmud Esad Efendi’ye
Cevab”, İstişare, nr. 15, 18 Kânunıevvel 1324, s. 690.
242
Mahmud Esad, “Medhal-i Hukuk-ı Düvel”, İstişare, nr. 16, 1 Kânunısâni 1324, s. 751.
243
Ahmed Selahaddin, “Mahmud Esad Efendi Hazretlerine Cevabım”, İstişare, nr. 17, 7 Kânunısâni
1324, s. 796-797.
244
Ahmed Selahaddin’in soruları şunlardır: 1. Hz. Peygamber döneminde “hey’et-i İslâmiye” bir
“vahdet-i siyasiye” gösteriyor muydu? 2. Kur’an-ı Kerim’de geçen bir kelimenin siyak ve sibaka göre
farklı surelerde başka mânalara geldiği vâki değil midir? 3. Bir kelime halkın lisanında Kur’an-ı
Kerim’deki mânasından başka bir şekilde kullanılabilir mi? 4. Zamanın geçmesiyle bir kelimenin
mânası değişemez mi? 5. Millet kelimesini dini değil siyasi bir mânada kullanan Reşid Paşa, Midhat

76
2. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra meşrutiyetin teori ve tarihinin öğretilmesi
için yüksek mektep programlarına bazı dersler eklenmiştir 245. Ancak mesaisini bu
sahaya hasreden hocaların azlığı hemen göze çarpmaktadır. Mekteb-i Hukuk’ta yeni
bir ders olarak programa konulan 246 hukuk-ı esasiye dersi muallimliğine Hakkı Bey
ve Celaleddin Arif Bey atanmıştı. Hocalıktaki ehliyet ve şöhretine rağmen, Kamil
Paşa kabinesinde dahiliye ve maarif nazırı olarak görev alan Hakkı Bey’in hukuk-ı
esasiye derslerine odaklanabilmesi mümkün olmadığı gibi derslerine devam
etmemesi de şikayet konusu olmuştur 247. Bursa valiliğinden istifa ettikten sonra
İstanbul’a dönen Mehmet Tevfik Bey’in (Biren), Hakkı Paşa’nın yerine Mekteb-i
Hukuk hukuk-ı esasiye muallimliğine atanması, sahanın ne kadar boş olduğunu
göstermektedir. Kendi anlatımına göre önceki dönemde “hukuk-ı esasiye bahislerine
alakalananların” az olması ve “bu hukuk şubesine merak saldığını” görenlerin
kendisini öne sürmesi üzerine “kabul edecek başka biri yoksa bana versinler” demiş
ve Meclis-i Maarif’in onayıyla hocalığa getirilmişti 248. Celaleddin Arif gerek
nazariyat, gerekse Osmanlı Kanun-ı Esasisi hakkında ders kitapları yazarak Mekteb-i

Paşa, Şinasi, Kemal, Ziya Paşa hata etmiş de Mahmud Esad Efendi mi doğru söylemiştir ve bunlar da
mı avamdır? Kanun-ı Esasi’nin başındaki fermanda geçen “millet” kelimesiyle kim kastedilmektedir?
6. “Yaşasın Millet!” sloganıyla gayrımüslimleri de içeren “bir Osmanlılık” kastedilmesi hatadır da
Mahmud Esad Efendi’nin verdiği mâna mı doğrudur? Bkz. Ahmed Selahaddin, “Mahmud Esad
Efendi Hazretlerine Cevabım”, İstişare, nr. 17, 7 Kânunısâni 1324, s. 796-797.
245
Ali Kemal’in “[tarihten başka] muftekır olduğumuz bir irfan-ı diğer de hukuk-ı esasiye olduğu için
Mekteb-i Hukuk’ta bu ilme dair geniş bir tedris ile Mekteb-i Mülkiye’yi de kısmen olsun, bu
in‘âmdan mahrum bırakmamalıyız. Çünkü bu marifettir ki muhtaç olduğumuz maarifin adeta
elzemidir… işte mahiyetini, ehemmiyetini bir nebze şerh etmek istediğimiz ilm-i hukuk-ı esasiyenin
Mekteb-i Hukuk’tan mâ‘adâ Mekteb-i Mülkiye’de vücub-ı tedrisi teslim olunur sanırız” ifadeleri için
bkz. Ali Kemal, “Mekâtib-i Âliyemizde Tedrisat”, İkdam, nr. 5138, 13 Eylül 1908, s. 1.
246
Mekteb-i Sultanî ve Mekteb-i Hukuk mezunu İbnü’r-Ref’et Mehmed Memduh, Kanun-ı Esasi’nin
talim ve tedris edilememesini “devr-i menhûs-ı istibdadda idare-i umûr-ı devlet memurînin hükm-i
kanun ve nizam göstermeksizin suret-i keyfiyede tayin ettikleri muamele üzerine lede’l-istîzân şeref-
sâdır olacak irade-i padişahîyi icra ve infaz etmekten ibaret idi. Böyle idare-i maslahat için ittihaz
edilmiş olan esassız muamelatın bittabi tedrisi ve talimi de kabil olamazdı” ifadeleriyle
açıklamaktadır. “İnkılab-ı feyz-âver-i hürriyet”te “düstur-ı meşveret-i Osmaniye olan Kanun-ı Esasi”
yeniden yürürlüğe girdiğinden Mekteb-i Hukuk dersleri arasında hukuk-ı esasiyeye mühim bir mevki
verileceğini de belirtir. bkz. İbnü’r-Ref’et Mehmed Memduh, Hukuk-ı Esasi ve Şerh-i Kanun-ı
Esasi-i Osmanî - Loi de la Constitition Ottomane, Dersaadet, Vezir Hanında 48 numaralı matbaa,
1326, s. 3-4.
247
Servet-i Fünun, nr. 168, 2 Kânun-ı evvel 1908, s. 4.
248
Tevfik Biren, Bürokrat Tevfik Biren’in Sultan Abdülhamid Meşrutiyet ve Mütareke
Hatıraları, haz. Fatma Rezan Hürmen, İstanbul, Pınar Yay., 2006, II, 15.

77
Hukuk’ta dersin öne çıkan muallimi olacaktır 249. Mekteb-i Mülkiye’dekinden farklı
olarak, Mekteb-i Hukuk’ta ders adı olarak düşünülen “usûl-i hukuk-ı esasiye ve
hürriyet-i şahsiyenin kâfilleri” ifadesinin 250 derste esas alınan fikir bakımından özel
bir vurgu taşıması muhtemeldir.

Mekteb-i Mülkiye ders programına II. Meşrutiyet’in ilanından sonra eklenen 251
“hukuk-ı esasiye ve umûmiye ve kavânîn-i meşrutiyet” dersinin Manyasizade Refik
Bey’in uhdesine verilmesi esasen Refik Bey’in karizmasından kaynaklanan sembolik
bir anlam taşımaktaydı. Onun Adliye nazırlığına atanmasından bir süre sonra
Mülkiye’deki kürsüye, İkdam ve Tanin’deki makaleleriyle tanınan ve dönemin sayılı
siyaset ve diplomasi yazarlarından biri olan Umûr-ı Şehbenderî müdürü Babanzade
İsmail Hakkı getirildi (22 Aralık 1908) 252. Kamil Paşa kabinesine karşı “meşrutiyet
kaidelerini” esas alarak, Tanin’de şiddetli makaleler yazdığı günlerde muallimliğe
atanan Babanzade, bu dersi beş yıl okutmuş, son nefesini de derste vermiştir.

II. Meşrutiyet’in ilk yılında, Mülkiye’de ayrıca Celaleddin Arif, birinci


sınıflara “düvel-i selase (İngiltere, Fransa, Amerika) kanun-ı esasileri tarihçesi”
dersleri vermişti 253. Ders yılının sonuna doğru bu dersin muallimliğinden azledilerek
yerine Babanzade atanmıştır (15 Mayıs 1909) 254. Sınavı bile yapmadan
azledilmesinde Ahrar Fırkası’nın kurucularından olmasının 255 yanı sıra Hasan Fehmi
Bey cinayeti sonrasındaki tavrının 256 etkisi olabileceği kanaatindeyiz. Babanzade

249
Celaleddin Arif, Hukuk-ı Esasiye. (birinci sınıfa mahsustur), Dersaadet, Ahmed Saki Bey
Matbaası, 1325; aynı mlf., Hukuk-ı Esasiye. (ikinci sınıf dersleri), Dersaadet, Ahmed Saki Bey
Matbaası, 1325. Osmanlı Kanun-ı Esasisi’ni konu alan ders notlarının başka baskıları da vardır.
250
“Mekteb-i Hukuk’un Muvakkat Programı”, İkdam, nr. 5168, 13 Teşrin-i evvel 1908, s. 4.
251
Önceki dönemde en mühim derslerden biri olan usul-i idare-i mülkiye ders saatinin kelam, hadis,
tefsir, fıkıh gibi derslerden daha az olması ve “en ruhlu yerleri”nin çıkarılmış olması hakkında bkz.
Celâl (Mekteb-i Mülkiye müdürü), “Mekteb-i Mülkiye”, Mülkiye, nr. 1, 1 Şubat 1324, s. 10.
252
BOA, MF.MKT. 1088/17. İkinci ve üçüncü sınıflardaki hukuk-ı esasiye ve umumiye dersi için
ayrıca bkz. Celâl (Mekteb-i Mülkiye müdürü), “Mekteb-i Mülkiye”, Mülkiye, nr. 1, 1Şubat 1324, s.
9-10.
253
Celaleddin Arif, Düvel-i Selase Kanun-ı Esasileri Tarihçesi, [İstanbul], Mekteb-i Mülkiye
Kütüphanesi, (sene-i dersiye) 1324. Ayrıca bkz. “Mekteb-i Mülkiye ders programı”, Tanin, nr. 96, 6
Teşrin-i sâni 1908, s. 4; Celâl (Mekteb-i Mülkiye müdürü), “Mekteb-i Mülkiye”, Mülkiye, nr. 1,
1Şubat 1324, s. 10.
254
BOA, MF.MKT. 1125/71.
255
İttihatçıların Ahrar Fırkası kurucuları Celaleddin Arif ile Fazlı Bey’i sürgüne göndereceklerine dair
bir söylenti için bkz. “Yine Teb‘id Mi?”, Serbesti, nr. 2, 4 Teşrin-i sani 1324, s. 2.
256
Bu konuda kendi ifadeleri için bkz. Celaleddin Arif, “Tanin Gazetesi İdarehanesi’ne”, Tanin, nr.
249, 10 Nisan 1909, s. 3.

78
sınav için hazırladığı programı, Darülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Müdürlüğü’ne
sunduğu sırada, derslerin nasıl işlenmesi gerektiğiyle ilgili görüşlerini de dile
getirmiş; kabul gördüğü takdirde gelecek yılın programının buna göre
düzenlenmesini önermişti. Babanzade’nin “düvel-i selase kanun-ı esasileri tarihçesi”
yerine “mukayese-i tevârih-i meşrutiyet” (histoire constitutionnelle compareé)
tabirini kullanması dersin adının da değiştiğini gösterir. 1909-1910 ders yılının ilk
aylarında “[mukayese-i] kavânîn-i meşrutiyet” dersiyle “hukuk-ı esasiye” dersi
birleştirilecek; Babanzade “hukuk-ı esasiye ve umûmiye” dersi muallimliğine devam
edecektir 257.

Babanzade, “mukayese-i tevârih-i meşrutiyet” muallimi olarak imzaladığı 11


Temmuz 1325 (24 Temmuz 1909) tarihli yazıda, mukayeseli hukuka merkezi bir yer
vermekte 258, seçkinci bir anlayışla Meşrutiyet’in ilk yılının muhasebesini yapmakta
ve yeni dönemle ilgili tenkitlerde bulunmaktadır 259. Meşrutiyet için hayat memat
meselesi olarak görülen bu hukuk dalına dair ilk elden bilgiler içerdiği için bu
yazıdan ayrıntılarıyla bahsedeceğiz.

Babanzâde, derslerden beklenen verimin alınamamasının en önemli sebebini


öğrencilerin genel tarih bilgilerinin zayıf olmasında bulur. Meşrutiyet’in iadesi
münasebetiyle 1908 yılında Mekteb-i Mülkiye’ye alınan öğrenciler için usûlüne
uygun olarak müsabaka imtihanı yapılmamış, her müracaat eden kabul edilmiştir.
Halbuki idadîlerde tarih dersinin yasak olması nedeniyle “kavânîn-i esasiye”
tarihinin anlatımı esnasında genel tarihten de ayrıntılı olarak bahsetmek
gerekmektedir. Öğrencilerin seviyeleri ve konuların çeşitliliği nedeniyle asıl dersten
beklenen fayda sağlanamamaktadır. Kendi ifadesiyle “talebenin seviye-i irfanı ve

257
BOA, MF.MKT. 1143/26.
258
Ali Kemal hukuk-ı esasiye-i bi’l-kıyas” terkibiyle ifade ederek bu sahanın önemine dikkat
çekmişti: “… [hukukçuların çalışmalarıyla] bu irfanda nazariyat ve tatbikat böylece ta‘ayyün eyledi.
Fakat bununla da iktifa olunmadı. O müte‘addid, o muhtelif kavânîn-i esasiye yek-diğeriyle mukayese
edildi. Buna da hukuk-ı esasiye-i bi’l-kıyas denildi. Mesela Fransa’da Mebusan’ın A‘yân’a,
müzakerât-ı maliyece imtiyaz gibi bir rüchanı vardır. hükümât-ı sairede böyle midir? Bazı mecâlis-i
mebusanda mevâdd-ı maliyeye dair teklifât-ı kanuniye sırf hükümete ait bir haktır, Fransa’da niçin
böyle değildir? Niçin şimdi böyle yapmak istiyorlar? Bu nükteleri bütün hukuk-ı esasiye-i bi’l-kıyas
tayin eder”. Bkz. Ali Kemal, “Mekâtib-i Âliyemizde Tedrisat”, İkdam, nr. 5138, 13 Eylül 1908, s. 1.
259
BOA, MF.ALY. 18/118.

79
mebâhisin tenevvü‘ü hasebiyle asıl dersten muntazır olan fevâid ve menâfi‘in
istihsâli bu suretle bi’z-zarure dûçâr-ı haylûlet olmuştur” 260.

Babanzade’ye göre, Avrupa’da siyasî bilimlerin okutulduğu okullarda


“mukayese-i tevârih-i meşrutiyet” (histoire constitutionnelle comparée) derslerine
özel önem verilmekte ve bu dersler birkaç hoca tarafından iki üç senede
öğretilmektedir. Bizde ise sadece İngiltere, Amerika ve Fransa kanun-ı esasileri
incelenmektedir. Derslerden bir fayda sağlanabilmesi için öğretim sürelerinin
yeniden düzenlenmesi gerekir. Bir senede bu üç devletin meşrutiyet tarihi
incelenebilir; ancak Avusturya, Almanya, komşularımız Rusya ve Balkan
hükümetlerinin “usûl ve tarih-i meşrutiyet”lerine vukuf peydâ edilmemesi doğru
olamaz. Babanzâde’ye göre Avusturya ve Almanya’nın idare usûlü ve kanun-ı
esasileri birçok açıdan bizimkiyle benzerlik ve yakınlıklar taşıdığından tarafımızdan
incelenmelidir 261.

Babanzade, memleketin “te‘âlisi ve efrâd-ı vatanın fikirlerinde usûl-i


meşrutiyetin hakkıyla takarrur edebilmesi için” ilk mekteplerde bile meşrutiyet
dersleri verilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Babanzade’ye göre “mukayese-i tevârih-i meşrutiyet” dersi her memlekette


meşrutiyetin ortaya çıkışını ve yerleşmesini (takarrur) izah eder; çeşitli milletlerin
kanun-ı esasilerini karşılaştırarak ve aralarındaki farkı bulup ortaya koyarak zihni,
temel kurallar istihrâc etmeye sevkeder. Böylece meşrutiyetin hangi şartlar
dairesinde ve ne gibi bir tavırla idame edilebileceğini, devlet/hükümet ve
vatandaşların hangi kurallara riayet etmesiyle meşrutiyet usûlünün tamamen
mümkün olabileceğini tarihi misallerle tayin eder. Her memleketteki çeşitli hükümet
şekilleri ve bunların milletlerin tabiati (tabâyi‘-i milel) ile mutabakat derecesini
muhakeme ve mukayese etmemizi sağlar. Meselâ merkeziyet, adem-i merkeziyet
veya muhtariyet usûllerinin hangi memleketlerde ne gibi sonuçlar doğurduğu ve
bunlardan hangisinin memleketimizin “anâsır-ı muhtelife ve emzice-i kavmiyesi”

260
BOA, MF.ALY. 18/118. Tarihle ilgili mütalalarını içeren ve “tarih ile iştigal etmemiz zamanı
gelmiştir. Zira tarih ile iştigal etmek hamiyet için idman ve jimnastik yapmak demektir” cümlesiyle
biten yazısı için bkz. İsmail Hakkı, “Tarih ve Osmanlılar”, İkdam, nr. 5157, 1 Teşrin-i evvel 1908, s.
1.
261
BOA, MF.ALY. 18/118.

80
itibariyle bizde uygulanabileceğini muhakeme etmemizi sağlar. Ona göre kanun-ı
esasileri öğrenmeğe muhtaç, meşrutiyeti takviye edecek hizmetlerde bulunmaya
mecbur olduğumuz şu zamanda bu dersin mümkün mertebe yaygınlaştırılmasının
devletin menfaatine (menâfi‘-i mülkiye) olduğu apaçıktır 262.

Babanzade meşrutiyetle ilgili o günkü bilgi düzeyi hakkında da tespitler yapar.


Ona göre bugün memleketimizde İngiltere meşrutiyet usûlünü, Almanya ve
Avusturya kanun-ı esasilerini incelemiş pek az kimse bulunması elîm
hakikatlerdendir. Hele komşumuz Rusya’nın son dönemdeki durumuna ait
bilgilerimiz daha da azdır. Gerek bunların ve gerek Avusturya ve Macaristan
Devleti’nin birleşme şekli (suret-i ittihâd) ve geçirdiği inkılap devirleri, Macaristan’ı
Avusturya’ya rabt eden komprumi ve bunların ikisinin de kanun-ı esasi ve idarî
teşkilatlarını mütalaa etmek ve keza Almanya Devleti’nin doğu siyasetini, Alman
hükümetlerinin (hükümât-ı mu‘âkide) iştirâk şartlarını, Duma Meclisi’yle çeşitli Rus
siyasî fırkalarının ehemmiyet ve mahiyetlerini, en eski meşrutiyetlerden olan İsveç
ve Norveç ve keza İspanya ve İtalya meşrutiyetlerini ve bunların tarihlerini tetkik
etmek ve asrımızda herkesce bilinmesi lazım olan muhtelif siyasi fırkalar ile sosyalist
işçi (iştirakiyyun amele) sendikaları ve diğer önemli sosyal meseleler hakkında
yeterli bir fikre sahip olmak gerekir 263.

Babanzade son olarak dersin kapsamı ve ders saatleriyle ilgili önerilerini


belirtmiştir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın önemi tezahür eden bu dersten hakkıyla
istifade olunması için üç sınıfta okutulması gerekir. Birinci sene ayrıntılı bir şekilde
İngiltere, Amerika ve Fransa; ikinci senede Avusturya-Macaristan, İsveç, Norveç,
Almanya, İtalya, Rusya, İspanya ve Portekiz ve Balkan hükümetleri ve Japonya
devletlerinin meşrutiyet tarihleri anlatılmalı. Üçüncü senede ise tarihî kısım
tamamlanarak çeşitli hükümetlerin kanun-ı esasileri karşılaştırılmalı ve Kanun-ı
Esasimizle birlikte muhakeme edilmelidir. Ancak böyle bir program izlendiği
takdirde memlekete hakikaten “meşrutiyet-aşina memurlar”, daha doğrusu fikir
adamları (erbâb-ı tefekkür) yetiştirilebilir. Babanzade Mekteb-i Mülkiye gibi bir
siyasî bilimler okulunda bu derse diğer bilimlerden daha fazla önem verilmesi ve

262
BOA, MF.ALY. 18/118.
263
BOA, MF.ALY. 18/118.

81
gelecek sene programlarının da buna göre hazırlanması gerektiğini belirtir. Son
olarak programın tertibi ve ders kitabının ona göre yazılabilmesi için (ihzâr-ı asâr
edilmek üzere) kararın bir an evvel kendisine bildirilmesini ister 264. Yukarıda işaret
ettiğimiz üzere bu ders programdan çıkarılarak “hukuk-ı esasiye” dersiyle
birleştirilmişti. Babanzade, yazmayı düşündüğü ders kitabında hukuk-ı esasiye
derslerini esas almak zorunda kalmakla beraber, buradaki fikirlerini yansıtacak ve
“ders takriri” seviyesini aşacak mufassal bir eser kaleme almıştır 265.

3. Meclis-i Mebusan görüşmelerinden vereceğimiz örnek Babanzade ile Lütfi


Fikri arasındaki bir tartışmadır. Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesiyle ilgili
oturumlarda Lütfi Fikri kabine üyelerinin başvekil tarafından azledilebileceğini Jules
Simon olayı örneğini vererek açıklamıştı. Ondan sonra söz alan Babanzade ise bu
örneğe dair ayrıntılar vererek Lütfi Fikri’nin iddiasını reddetmiştir 266: “… 16 Mayıs
hükümeti denilen hükümet teşekkül etti. Ve der-akab Meclis-i Mebusan’ı dağıttı,
gazeteleri tatil, serbestî-i ictimâ‘ı ihlal eyledi. Acaba Lütfi Bey bizde de böyle olsun
mu demek istiyor?”. Bazı mebusların alkışlaması, bazılarının da itiraz etmesi üzerine
Babanzade “işte tarih!” diyerek Mösyö Seignobos’un siyasi tarih kitabını göstermiş
“ister iseniz okurum” demiştir. Lütfi Fikri’nin “benim getirdiğim misalden başka
netice çıkar” şeklinde müdahale etmesi üzerine Babanzade “meşrutiyeti en kadîm
olan Fransa gibi bir memlekette böyle hod-be-hod azl-i vükelâ böyle buhranları intâc
eder ise henüz altı aylık meşrutiyete mâlik olan bizim memlekette acaba sonra ne
olmaz” demiştir. Meşrutiyet tarihleri dikkate alınmadan Kanun-ı Esasi’nin sadece
lafzına riayet edilecek olursa hükümetin meclisi dağıtabileceğini belirtmesi de
önemlidir 267. Kanaatimizce bu olayda ilmiyenin meşhur isimlerinden, İttihat ve
Terakki’nin ilmiyeye ayırdığı kontenjandan İstanbul mebusu olan Mustafa Asım
Efendi’nin Babanzade’nin görüşüne hak vermesi ve onun üzerinden Lütfi Fikri’yi
alaylı bir dille köşeye sıkıştırmaya çalışması; Mustafa Asım Efendi gibi isimlerin
kritik kamu hukuku meselelerinde Babanzade İsmail Hakkı (veya ileriki yıllarda

264
BOA, MF.ALY. 18/118.
265
Babanzade İsmail Hakkı, Hukuk-ı Esasiye, 2. tab, Konstantiniye, Müşterekü’l-Menfaa Osmanlı
Matbaası, 1329. Bu kitap forma forma basılmıştır.
266
MM, I, 1/27, 31 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 606-607.
267
Mebusların tepkilerini gazeteler farklı aktarmaktadır. Bkz. “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 194,
14 Şubat 1909, s. 3.

82
siyasi pozisyonları değiştiğinde Lütfi Fikri) gibi kişilerin birikimine ve bakış açısına
muhtaç ve hatta mecbur olmasını göstermek bakımından bilhassa önemlidir 268. Atina
Hukuk Fakültesi mezunu olan İzmir mebusu Emanuel Emanuelidi, Boşo Efendi’nin
meclisin feshiyle ilgili itirazlarını göğüslediği için Babanzade’den aynı türden bir
iltifat görecektir: “… hukuk-ı esasiyedeki iktidar ve liyakatini gösterdi” 269.
Muhalefetin güçlü sesi Lütfi Fikri’nin ismi bilhassa felsefi-nazari siyaset felsefesi
veya “hukuk-ı esasiye mebâhisi”yle özdeşleşmiştir.

268
“… doğrusu Lütfi Bey’in ifadelerini pek şairâne, beliğâne buldum. Kendilerini tebrik ederim. Jules
Simon kabinesi meselesinden Lütfi Bey bahs ettiği zaman kendisi ‘zemm bi-mâ müşebbihü’l-medh’
tarikini ihtiyar etti, yani zemmetmek için medh etti. Bunun için Jules Simon kabinesinden bahs
ederken ‘kitaba müracaat ediniz, sadrazam haklı çıkar!’ dedi. Hakkı Bey kitabı gösterince aksi çıktı!
Demek ki medh değil, zem imiş” (“Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 194, 14 Şubat 1909, s. 3. Ayrıca
bkz. MM, I, 1/27, 31 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 609. Bazı farklı sözler için bkz. “Meclis-i
Mebusan”, İkdam, “Meclis-i Mebusan”, nr. 5288, 14 Şubat 1909, s. 3.
269
Babanzade İsmail Hakkı, “Müzakere Devam Ediyor”, Tanin, nr. 1205, 10 Kânun-ı sâni 1912, s. 1.

83
İKİNCİ BÖLÜM:

KANUN-I ESASİ TARTIŞMALARI VE MECLİS-İ MEBUSAN

2.1. Meclis-i Mebusan’ın Üstünlüğü ve Kanun-ı Esasi’nin Tadili

2.1.1. Kanun-ı Esasi’yi Tadil Fikri


Kanun-ı Esasi tadillerinin Osmanlı kamu hukukunda yol açtığı değişiklikler
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasi-hukuki tercih ve istikametleri
bakımından hayati bir önemdedir 1. Biz burada II. Meşrutiyet’in ilk günlerinden
itibaren Kanun-ı Esasi gündemini takip edip tadillerin sebeplerine ve mayalanma
safhasına tekrar bakmayı deneyerek Kanun-ı Esasi’yi tadil fikrinin gelişimi ve tadil
sürecini tarihi bağlamında ele almaya çalışacağız. Kanun-ı Esasi’yi tadil fikri hangi
saik(ler)le ortaya çıkmış, ne zaman ve nasıl belirmiş, ne zaman kesin ve yaygın bir
kaanat haline gelmiş, bu kanaati paylaşmayan hukukçular var mıdır, tadilin içeriği
konusunda hangi görüşler ortaya konmuş, içerik ve istikamet hangi şartlar altında
değişmiş, tadilin vakti ve usulü hakkında neler düşünülmüş, tadil çalışmaları nasıl
seyretmiş, hazırlık safhasında öngörülen ile gerçekleşen tadiller bire bir tetabuk etmiş
midir, bunun sonuçları nelerdir ve hukukçuların buna karşı tavrı nasıldır?

Temel bazı tespitlerde bulunduktan sonra, bu soruların cevabını önemli dönüm


noktalarında arayacağız.

1
Recai G. Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları’nda hem 1325 tadillerini, hem de 35. madde
tartışmalarını hükümet değişiklikleri gibi dönemin siyasi gelişmelerine de eğilerek -ayrıntılara ilişkin
veri hataları ve katılmadığımız yorumlar saklı kalmak üzere-, temel bazı kaynaklar (Meclis-i Mebusan
zabıtları, Takvim-i Vekâyi, yayınlanmış birkaç hatırat metni) üzerinden izah etmiş; Padişahın
haklarının/yetkilerinin sınırlandırılması, hükümetin teşekkül tarzının değişmesi, hükümdarın yasama
üzerindeki etkisinin ortadan kaldırılması, kuvvetler ayrılığının sağlanması, Parlamentarizmin
benimsenmesi, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi meseleleri teşrih etmiştir. Bkz. Recai G.
Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları (Türkiye’nin Siyasî Gelişmesi), İstanbul, Fakülteler
Matbaası, 1977, 285-333. Diğer çalışmalarında da değinmeler bulunmakla beraber Tarık Zafer
Tunaya’nın çalışmaları arasından özellikle bkz. Tarık Zafer Tunaya, “1876 Kanun-u Esasî ve
Türkiye’de Anayasa Geleneği”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul 1985,
I, 36-45. Ayrıca bkz. Hüseyin Nail Kubalı, “Kanun-ı Esâsî”, İA, İstanbul 1977, VI, 168-172; M. Akif
Aydın, “Kânun-ı Esâsî”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 328-30; Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal
Gelişmeleri, 24. baskı, İstanbul, YKY Yay., 2014, s. 192-197; Cem Eroğul, “1908 Devrimi’ni İzleyen
Anayasa Değişiklikleri”, 100. Yılında Jön Türk Devrimi, (ed.) Sina Akşin, Sarp Balcı, Barış Ünlü,
İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 85-139. Anayasal gelişmelerle ilgili tezlerin
değerlendirmesi için bkz. Bülent Tanör, Anayasal Gelişme Tezleri, 2. baskı, İstanbul, Yapı Kredi
Yay., 2010 (Kitap 1977’de yazılmıştır).

84
1. II. Meşrutiyet’in ilk günlerinde hakim siyasi hava, bir kurtuluş reçetesi
olarak görülen Kanun-ı Esasi’nin bizzat varlığının, metninin, “kâffe-i ahkâmı”nın
“tamamen”, “harfiyyen” korunması ve uygulanması istikametindeydi. “Temmuz
İnkılabı’yla bizde idare-i umûr-ı devlet nasıl olacağı malum değildi. İnkılab’ı vücuda
getiren erbab-ı hamiyet 1293 Kanun-ı Esasi’sinin tatbikini istiyorlardı” ifadeleri bu
gerçeğin sade bir ifadesidir 2. İnkılapçı Jöntürk kadrolarının tadile dair fikir sahibi
olmak bir yana Kanun-ı Esasi’nin içeriği konusunda bile yaygın ve yeterli bilgi
sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır 3. Kanun-ı Esasi’nin hazırlanması sürecindeki
tartışmalardan haberdar olmadıkları, hissiyat düzeyinde beslendikleri Yeni
Osmanlıların bu konudaki birikimini devralmadıkları 4, hatta pey-der-pey haberdar
olduklarında Kanun-ı Esasi hakkındaki görüşleri ile hayalhanelerindeki Namık
Kemal’i bağdaştırmakta güçlük çektikleri açıktır 5. Gerek Jöntürkler 6, gerekse Yıldız

2
Hüseyin Cahit, “İki Kuvvet”, Tanin, nr. 270, 3 Haziran 1909, s. 1. Aynı yazarın, Sadrazam Kamil
Paşa’yı meşrutiyete ket vurmakla itham ettiği bir yazısındaki “bu son inkılabda meşrutiyet-i idareyi
isteyenler millete bir Kanun-ı Esasi tanzim etmek üzere bir meclis teşekkülünü talep edemezlerdi. Bu
hem müşkil olacaktı, hem uzun sürecekti. Binaenaleyh eski Kanun-ı Esasi’nin iadesini talep etmekle
iktifa ettiler. Fakat bu şimdiki kanunu şan ve haysiyet-i milliye ile kabil-i telif bir hale getirmeyi de
programlarına yazdılar” şeklindeki yorumu için bkz. Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin,
nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Bu yorumu tadil fikrinin dar bir çevrede kesin bir kanaate varmış
olması bakımından önemli buluyoruz.
3
Alt subay kadrosundan İsmet Bey’in tanıklığı şöyledir: “Kanunu Esasi gelecek ve her mesele
hallolunacak kanaati vardı. Bunun dışında bizim başkaca bir bilgimiz yoktu” (Anlatan İsmet İnönü,
haz. Sabahattin Selek, “İnönü’nün Hatıraları 42: 1908 İhtilali Bir Vatanperverlik Hareketidir”, Ulus,
nr. 15967, 19 Mart 1968, s. 1).
4
Bu konuya dikkat çeken bir yazı için bkz. Ahmed Rasim, “Şahs-ı Sâlis: Kanun-ı Esasi Müzakerâtı ve
İlanı - 27nci ve 113üncü Maddeler”, İkdam, 5121, 27 Ağustos 1908, s. 1.
5
Namık Kemal’in Ahmed Midhat Efendi’ye yazdığı, Üss-i İnkılab ile ilgili iki mektubun Tanin’de
neşredilmesi bu bakımdan önemlidir. Ahmed Midhat’ı sıkıştırmak amacıyla yayınlanan mektuplar,
Namık Kemal’in hilafet ve Padişahın haklarıyla ilgili pek bilinmeyen görüşlerini de geniş kitlelerle
buluşturmuştur. Ahmed Midhat, “… hâsıl-ı kelâm meşrutiyeti, millet meclisini, teceddüde dair her
şeyi Osmanlılara açıktan açığa ve temâmî-i sıdk u ihlasla talim eden Kemal merhumdur” ifadeleriyle
Namık Kemal’i meşrutiyet tarihinin merkezine yerleştirmesine (Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 5”,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9825, 4 Ağustos 1908, s. 1); “… otuz seneden beri efkârın ne kadar
ilerilediğini ve Hazret-i Kemal’i de, onun Ahmed Midhat gibi telâmizini de pek çok geçtiğini,
ilerilediğini görüyorum. Bu söz şimdilik bu kadar kalsın. Bu sözün menzilini anlayanlar anlar”
(Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 4” , Tercüman-ı Hakikat, nr. 9824, 3 Ağustos, s. 1) ve “usûl-i
meşveretin bugünkü suret ve tarzı bundan otuz otuz beş sene evvelki tarzına hiç benzemediği ve
benzememek lâzım geldiği cihetle şu mektupların ilanından el-yevm hiçbir menfaat hâsıl
olamayacağı…” sözleriyle (Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 6” , Tercüman-ı Hakikat, nr. 9826, 5
Ağustos 1908, s. 1) bu neşriyatın yersizliğine işaret etmesine rağmen, tartışmayı güncel siyasi hayatla
ilişkilendirirken şu hükmü vermekten çekinmemiştir: “Bugünkü İnkılabımızın cihât-ı nâzikesini
amîkan tedkik ve tetebbu eden hurde-sincân-ı erbâb-ı siyaset Kemal Bey merhumun bu nazariye-i
siyasiyesini [hilafet ve Padişahın haklarıyla ilgili görüşlerini] bugünkü günde muvâfık bulurlar mı ki o
zaman için muvâfakati tasavvur olunabilsin?”. Bkz. Ahmed Midhat, “Geçmiş Gelecek 6” ,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9826, 5 Ağustos 1908, s. 1.

85
cephesinde 7 Kanun-ı Esasi’nin tekrar ilanı (veya “istihsali”) halinde, tadil edilerek
yola devam edilmesi konusunda bir bilincin varlığına dair bazı işaretler varsa da
Kanun-ı Esasi’yi tadil fikrinin güçlü bir şekilde II. Meşrutiyet öncesine
götürülemeyeceği kanaatindeyiz. Bunun tek istisnası Kanun-ı Esasi’de bariz bir
çarpıklık olarak görülen 113. maddedir.

Jöntürklerin gözünde Midhat Paşa nasıl meşrutiyetle özdeş ise 113. madde de
eski rejimin simgesiydi. 113. madde, II. Meşrutiyet’in ilk aylarında Kanun-ı
Esasi’yle ilgili gündemin başta gelen konusu olarak temel hakların temini noktasında
sürekli dile getirildi ve değiştirileceğine dair vaatler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
siyasi programında 8 ve mebus adaylarının seçim beyannamelerinde yerini aldı 9. Bu
maddenin tadili umumi bir beklenti halini almış, Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı
Esasi’nin tadiline karar verildiğinde de ilk akla gelen, bu madde olmuştur 10. 113.
maddenin (daha doğrusu maddenin son fıkrasının) Kanun-ı Esasi’ye nasıl girdiği
meselesi de bu sırada tartışılmıştır 11.

Kanun-ı Esasi’nin 113. maddesi bir yana hükümet şekli, kamu iktidarlarının
nasıl konumlandırılacağı, aralarındaki ilişkilerin nasıl tanzim edileceği gibi temel

6
Bkz. [A.C.], Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, s. 140, 305.
7
Mekteb-i Hukuk devletler hususi hukuku müderrisi, Mabeyn mütercimlerinden Örikağasızade Hasan
Sırrı Bey, II. Abdülhamid’in Kanun-ı Esasi’yi tadil ettikten sonra yürürlüğe koymayı düşündüğünü
aktarır. 10 Temmuz’dan birkaç ay önce padişahın emri üzerine Avrupa devletlerinin yürürlükteki
Kanun-ı Esasilerini tercüme ettiklerini söyleyen Örikağasızade’ye göre Rumeli’deki durumla ilgili
yabancı basından tercüme ettirdiği haberler ve yerli makamlardan edindiği bilgilerin etkisiyle II.
Abdülhamid, Kanun-ı Esasi’yi “hiç olmazsa kendisini büsbütün bî-huzur etmeyecek bir şekilde tashih
ettirerek ilana hazırlanıyordu”; ancak bir türlü karar verememesi nedeniyle kendiliğinden meşrutiyeti
tesis edemedi, Rumeli’deki “erbâb-ı azm u himmetin teklifâtına inkıyâda mecbur oldu”
(Örikağasızade Hasan Sırrı, Sultan Abdülhamit Devri Hatıraları ve Saray İdaresi, haz. Ali Adem
Yörük, İstanbul, Dergâh Yay., 2007, s. 122-123).
8
“Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, İkdam, nr. 5149, 24 Eylül 1908, s. 3;
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yay., 1984, I, 66.
9
Mesela Midhat Paşa’nın oğlu, mebus adayı Ali Haydar Midhat’a yöneltilen sorulardan biri 113.
maddenin değiştirilmesini teklif edip etmeyeceğiydi. Ali Haydar Midhat, bu değişiklik teklifinin
Meclis-i Mebusan’da ittifakla kabul edileceğini tahmin etmekteydi (“Ali Haydar Bey ile Mülakat”,
İkdam, nr. 5124, 30 Ağustos 1908, s. 2). Ali Haydar Midhat’ın seçim beyannamesi için bkz.
“İntihabat”, İkdam, nr. 5170, 15 Teşrin-i evvel 1908, s. 3.
10
“Meclis-i Mebusan’da”, Yeni Gazete, nr. 144, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 1. “… bu Kanun-ı Esasi
millet-i Osmaniyeye hukuk-ı tabiiyesini tamamiyle temin etmiyordu” ifadesi için bkz. Hüseyin Cahit,
“İki Kuvvet”, Tanin, nr. 270, 3 Haziran 1909, s. 1.
11
Said Paşa ile Mütercim Rüşdü Paşa’nın oğlu Reşad Bey arasındaki polemik örnek gösterilebilir.
Reşad Bey’in yazılarından biri için bkz. Mütercimzade Reşad, “Son Cevap”, Tanin, nr. 49, 5 Eylül
1324, s. 7.

86
sorunlarla ilgili olarak Kanun-ı Esasi’nin tadil edilmesi fikrinin kısa sürede
neşvünema bulması, Kanun-ı Esasi hakkındaki bilgisizliğin bütün Jöntürklere, bu
arada Jöntürklüğün çekirdek kadrosunda yer almayan, fakat İttihat ve Terakki
şemsiyesi altında yer tutacak aydın çevrelerine teşmil edilemeyeceğini
göstermektedir ki bunlar arasında belirli bir düzeyde hukuk birikimine sahip olanlar
başı çekmekteydi. Bundan ötürü gerek tahsilleri, gerekse münferit çabalarıyla
Kanun-ı Esasi hakkında görüş sahibi olan, yeni dönemde ihtiyaca ne ölçüde cevap
verebileceğini tartabilen ve benimsedikleri siyasi tavrın uzun vadeli menfaatlerini
gözetebilen isimler verdiğimiz genel hükmün kapsamı dışındadır.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, dillerden düşmeyen Kanun-ı Esasi doğal


olarak daha derin ve yoğun bir ilgi çekecek; daha önemlisi siyasi ve fikri gelişmeler,
Kanun-ı Esasi’nin tadili konusunda bilgi ve tavır sahibi olmayı zorunlu kılacaktır.
Henüz ilk günlerde Said Paşa kabinesindeki Harbiye ve Bahriye nazırlarının bizzat
II. Abdülhamid tarafından atanması, hükümetin teşekkülü sorunu (Kanun-ı Esasi, m.
27) bağlamında Kanun-ı Esasi’nin taşıdığı müphemlikler ve tefsir meselesini
kamuoyunun gündemine taşımıştır 12. Kanun-ı Esasi’yi tadil etme gerekliliği
konusunda bu olayın dönüm noktası teşkil ettiği söylenebilir. Artık birbirini izleyen
her siyasi krize bir Kanun-ı Esasi tartışması eşlik edecek; Kanun-ı Esasi’nin
değiştirilme usûlünü düzenleyen 116. maddesine * günlük gazetelerde sık sık
rastlanacaktır.

2. Tadil gerekliliğinin hangi konularda yoğunlaştığına bakmadan önce Osmanlı


meşrutiyetinin merkezinde yer alan Meclis-i Mebusan’ın, Saray ve Babıali karşısında
güçlendirilmesi meselesinin Kanun-ı Esasi tadiline yön veren temel saik olduğunun

12
Bu tartışmaya dair ayrıntılı bilgiler içeren bazı yazılar için bkz. YY, “Kanun-ı Esasi ve Yeni Hatt-ı
Hümâyûn”, Tanin, nr. 3, 21 Temmuz 1324, s. 1; Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi ve Yeni Hatt-ı
Hümâyûn Meselesi”, Tanin, nr. 4, 22 Temmuz 1324, s. 1-2; YY, “Kanun-ı Esasi’nin Tefsiri”, İkdam,
nr. 5097, 2 Ağustos 1908, s. 1; [Said Paşa], Sadr-ı Sâbık Said Paşa’nın Gazetelerle Neşrettiği
Mektupların Suretleridir – Sene 1324-1908, İstanbul, Asır Matbaası, [1324], s. 3-50.
*
“Kanun-ı Esasi’nin mevâdd-ı mündericesinden bazılarının icâb-ı hal ü vakte göre tağyir ve tadiline
lüzum-ı sahih ve kat‘î göründüğü halde zikr-i âti şerâit ile tadili caiz olabilir. Şöyle ki: Ya Hey’et-i
Vükelâ veya Hey’et-i A‘yân veya Hey’et-i Mebusan tarafından işbu tadile dair bir teklif vukû bulduğu
halde evvelâ Meclis-i Mebusan’da aza-yı mürettebenin sülüsân-ı ekseriyetiyle kabul olunur ve kabul
Meclis-i A‘yân’ın kezalik sülüsân-ı ekseriyetiyle tasdik edildikten sonra irade-i seniyye dahi o
merkezde sudûr eder ise tadilat-ı meşrûha düsturulamel olur. Ve Kanun-ı Esasi’nin tadili teklif olunan
maddesi ber-vech-i meşrûh müzakerât-ı lâzımesinin icrasıyla irade-i seniyyesinin sudûruna kadar
hüküm ve kuvvetini kaybetmeksizin mer‘iyyü’l-icra tutulur”.

87
altını çizmek gerekmektedir. Bu çerçevede takip edilen yolu, ilk defa yabancı basın
tarafından dile getirilen 13 “yeni idareye (Genç/Yeni Türkiye’ye) yeni adamlar”
sloganı iyi bir şekilde ifade eder; ki bu anlayış, sadece İttihat ve Terakki
mensuplarınca değil, siyasi iddia sahibi farklı kesimler tarafından da
benimsenmişti 14. Eski dönemin her seviyedeki “adam”larının, bu arada hükümet
ricalinin şiddetli bir şekilde eleştirilmesi (hatta tezyif ve tahkir edilebilmesi) bununla
birlikte değerlendirilmelidir 15.

Meşruti fikirlerin yeşermesinde tayin edici bir rol oynayan, kurumsal bir
temele sahip meclis fikrinden neş’et eden ve Kanun-ı Esasi’nin ilanı bir yana
bırakılırsa İnkılab’ın da esas amacını teşkil eden Meclis-i Mebusan’a meşruti
düzende merkezi bir yer vermek, esasen beklenebilir, zaruri bir gelişmeydi. Yaygın
kullanılan tabirlerle Kanun-ı Esasi “berat-ı hayat-ı millet”; “senelerden beri gaye-i
emel-i millet” 16 olan Meclis-i Mebusan ise milletin, “meşrutiyet ve hürriyet”in 17
“timsal-i müşahhası” olarak görülmektedir. Bununla beraber “nasıl bir meşrutiyet”
sorusunun “iktidarın Meclis-i Mebusan’da toplandığı bir meşrutiyet” olarak
cevaplandırılması, yeni/genç siyasi kadroların devletin kaderi hakkında söz sahibi
olabilecekleri yegâne vasıtanın Meclis-i Mebusan olmasıyla da yakından alakalı
olmalıdır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasi programını benimseyen, Kanun-ı


Esasi’nin bütün maddelerinin hakimiyet-i milliye esası ve Padişahın sorumsuzluğu
ilkesi ile uyumlu hale getirilmesi gerektiğini savunan bir mebus adayının; meşrutiyet
idaresi tamamen yerleşinceye (“usûl-i meşrutiyet tamamiyle takarrur edinceye”)

13
Said Paşa kabinesiyle ilgili tartışmalar sırasında Temps’ten aktarılan “Yeni bir devir için yeni ricâl
lâzımdır” şeklindeki slogan için bkz. İsmail Hakkı, “Buhran-ı Vükelâ ve Mana-yı Siyasisi”, İkdam,
nr. 5098, 4 Ağustos 1908, s. 1.
14
Ali Kemal, “Şeyhülislam Efendi Hazretleri Ne Diyorlar?”, İkdam, nr. 5096, 2 Ağustos 1908, s. 1;
“Zaman-ı Cedid”, Hukuk-ı Umumiye, nr. 48, 2 Teşrin-i sani 1908, s. 1. Ayrıca bkz. 31 Mart’tan
sonra Selanik’te çıkan Tanin’den naklen Hüseyin Cahit, “Yeni Devre, Yeni Rical”, Yeni Gazete, nr.
250, 30 Nisan 1909, s. 1-2.
15
Bu konuda çarpıcı bir yazı için bkz. “Şahsiyat”, Serbesti, nr. 16, 18 Teşrin-i sani 1324, s. 1. Yeni
fıkıh yorumlarıyla tanınan Manisa mebusu Mansurizade Said Bey’in bunun matbuat kanalıyla
yapılmasını, “şeriat” ve matbuat serbestîsi çerçevesinde savunan mütalaası için bkz. Hukuk-ı
Umumiye, nr. 66, 20 Teşrin-i sani 1908, s. 2-3.
16
[Babanzade İsmail Hakkı], “Kamil Paşa Kabinesi Meclis-i Mebusan Önünde”, Tanin, nr. 128, 8
Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
17
Hüseyin Cahit, “İki Kuvvet”, Tanin, nr. 270, 3 Haziran 1909, s. 1.

88
kadar, “Meclis-i Mebusan’ın galebesi”ni uygun bir çözüm olarak görmesi,
kanaatimizce cari algıyı yansıtmak bakımından çok yerinde bir tespittir 18. İttihat ve
Terakki Cemiyeti, II. Meşrutiyet’ten sonra idareyi ele al(a)mamış, ancak “istibdad”a
karşı durabilecek tek kuvvet ve “nigehban-ı Meşrutiyet” sıfatıyla kontrol ve
müdahaleden de geri durmamıştı. Kimi İttihatçılar idarenin ele alınmamasını 19,
muhalifler ise hükümete müdahale edilmesini eleştirmiştir 20. Uluslararası çevreler 21
bakımından da izaha muhtaç olan bu tavır, inkılapçı kadrolar için Meclis-i Mebusan’ı
daha da hayati bir konuma yerleştirmiştir. Başka bir ifadeyle iktidarı ele alabilmek
için İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin takip edebileceği tek meşru yol, Meclis-i

18
Halil Akif’in “Meclis-i Mebusan’ın galebesi”ni geçici bir çözüm olarak görmesi ve Meclis-i
A‘yân’la ilgili yorumuna özellikle dikkat çekiyoruz: “Hürriyetin tamami-i temini hükümdar, hükümet,
Meclis-i Mebusan, Meclis-i A‘yân’dan daire-i salâhiyetini tecavüz ile icra-yı istibdada temâyülüne
meydan verilmemesine, usûl-i meşrutiyet tamamiyle takarrur edinceye kadar şimdilik Meclis-i
Mebusan’ın galebesi temin edilmekle beraber bilahare cümlesinin tesir ve nüfuzlarının tevazün
ettirilmesine, yekdiğerini murakebe-i şedide altında bulundurmasına vâbestedir. İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin Meclis-i A‘yân hakkındaki mukarrerâtı [A‘yân’ın seçimle ve süreli olarak gelmesi] bu
ciheti temin eder itikadındayım” (Tireli Halil Akif, “Niçin Namzedliğimi Vaz Ettim?”, Ahenk, nr.
3728, 14 Teşrin-i evvel 1908, s. 2).
19
Hüseyin Cahit’in “ilan-ı Meşrutiyet’i müteakib zimâm-ı umûru ‘yeniler’ ellerine almadılar. Bütün
fenalıklar da işte bundan zuhur etti” şeklindeki değerlendirmesi ve daha fazlası için bkz. Hüseyin
Cahit, “Fikr-i Sâbit”, Tanin, nr. 998-22, 12 Haziran 1911, s. 1.
20
Muhalefetin bakış açısını yansıtan çok yankı uyandırmış bir yazı için bkz. Rıza Nur, “Görüyorum ki
İş Fena Gidiyor”, İkdam, nr. 5314, 12 Mart 1909, s. 1.
21
Babanzade İsmail Hakkı, II. Meşrutiyet’in birinci yılında Londra’daki görüşmelerine dayanarak
gençlerin idareyi ele almamasıyla ilgili şunları yazıyor: “Umûr-ı dahiliyeden bahs edildiği sırada Genç
Türklerin neden tamamen re’s-i kâra geçmedikleri ayrıca bâdî-i ta‘accüb oluyor. Fikirleri mantıkî ve
her memleketi kendi memleketlerinde olduğu gibi umûr-ı siyasiye-i dahiliyesi, şekl-i idaresi tamamen
müstakar addetmeğe ve başka türlü olmasına imkân yoktur zanneylemeğe müsta‘id olan İngilizler
farazâ kabinenin hâlâ bir halîtadan ibaret olmasına bir türlü akıl erdiremiyorlar. ‘Mademki kuvvet
Genç Türklerdedir, o halde bütün idareyi ele alsınlar’. İşte ikide bir işittiğimiz sözler, itirazlar.
Bunlara işin bu kadar sade olmadığını anlatmak için hayli müşkilat çektiğimizi beyâna hâcet görmem.
İngilizlerin kendi tarihleriyle, kendi âdet-perestlikleriyle istidlâlden başka çare kalmadı. Biz de efkâr-ı
umûmiyemizin bir kısmının fazlaca kudemâ-perest olduğunu, âdât-ı kadîmesinden birden bire
ayrılamadığını, farazâ genç bir nazır görmeğe alışmayan bazı gözler için manzaranın birden bire
tebeddülü takat-fersâ bir tahavvül teşkil eylediğini anlattık. Bir kısım halkımız böyle serî tahavvüller
karşısında bulunurlarsa sıhhat-i bedeniyeleri adeta İstanbul’un Mart havasına uğramış gibi olur. Her
fikir o kadar metîn ve sağlam olmaz ve tahavvüller o kadar ânî olamaz. Her memlekette olduğu gibi
bir ‘transisyon’ yani bir ‘devre-i muvakkate’ lâzımdır. Ve bu transisyon kaidesine en ziyade riayetkâr
olanlar İngilizlerdir. Fransa’da hâlâ sağlam ve medlûlüne tamamen muvâfık fırka teşkil edilemediğini
İngilizlere ispat için Clemenceau’nun sukûtu istidlalâtımızın imdadına pek münâsib bir zamanda
yetişti. Diğer taraftan İngilizler itidalin, teenninin, inkılab-ı müsâlemet-cûyânenin en şiddetli
mürevvicleri olduklarından şiddetli tesâdümleri, müdhiş ezilmeleri intâc edeceği tabiî olan serî bazı
tahavvüllerin bu fikir ve mesleke taban tabana zıt düşeceğini ve şimdi meslek-i müsâlemet-i
dahiliyemizden dolayı bizi en ziyade alkışlayanlar İngilizler olduğu halde o vakit en ziyade bizi takbih
edenler yine İngilizler olacağını ifhâm ettik. Zannederim ki tarz-ı tefekkürlerine icra-yı tesirden hâlî
kalmadık” (Babanzade İsmail Hakkı, “İngilizlerin Siyaset-i Dostânesi”, Tanin, nr. 329, 2 Ağustos
1909, s. 1).

89
Mebusan’ın kendisine uygun bir şekilde teşekkül etmesini sağlamak ve Meclis-i
Mebusan’ı mümkün mertebe tahkim etmektir.

Meclis-i Mebusan’ın tahkim edilmesi için verilen mücadelede Padişahın


doğrudan hedef alınmaması gözetilmekle beraber, eski düzenle (ve elbette zımnen
Padişahla) özdeşleştirilen Hükümet ve Meclis-i A‘yân şiddetli taarruzlara uğramıştır.
Henüz kontrol altına alınamayan veya “yeni adamlar”dan oluşmayan Hükümet ve
Meclis-i A‘yân’ın zayıflatılması, Kanun-ı Esasi hakkındaki tekliflerin odağındaki
meseledir. “Millet Meclisi’nin mevkii bu Kanun-ı Esasi ile pek sağlam, hukuku pek
vâsi addolunamazdı. Bu Kanun-ı Esasi Millet Meclisi’ne pek mahdud hukuk
vermişti. Millet Meclisi bir kere vükelâ-yı devletin, sâniyen hükümdar tarafından
mansûb bir Hey’et-i A‘yân’ın tazyik ve tehdidi altında kalmak üzere teşekkül
etmişti” 22 ifadeleri durumun tespiti ve tadil ihtiyacının hangi noktalarda zuhur
ettiğini göstermektedir. Buradan yola çıkarak Kanun-ı Esasi gündeminin iki temel
konusu olduğu söylenebilir: “Vükelanın mesuliyeti” 23 ve Meclis-i A‘yân’ın yapısı 24.

22
Hüseyin Cahit, “İki Kuvvet”, Tanin, nr. 270, 3 Haziran 1909, s. 1. Hüseyin Cahit hukuki durumla
fiili durum arasındaki ciddi mesafeyi tasvir ederken matbuatın kilit rolünün altını çizmektedir: “Kanun
mûcebince böyle olmakla beraber hakikaten böyle olmadı. Millet Meclisi karşısında hiçbir kuvvet
görmediği için kendi kuvvetini gittikçe çoğalttı. Kendisine tayin edilen dar huduttan çıktı. İstediği
kadar yayıldı. O derecede ki fiilen en ziyade haiz-i hukuk parlamentolar derecesine geldi. Hele kuvve-
i icraiyeye ve hükümdara karşı bazen öyle lisanlar istimal etti ki dünyanın hiçbir parlamentosunda
bunların böyle söylenmesine, alkışlanmasına müsaade gösterilemezdi. Bu vakanın halet-i ruhiyesini
pekala anlayabiliriz. Hükümet ile hükümdar, Millet Meclisi karşısında adeta mazanne-i sû sıfatını haiz
idiler. Hükümet Meclis-i Mebusan’a karşı ses çıkaramıyordu. Çünkü azacık bir eser-i mukavemet ve
mümâna‘at gösterecek olsa derhal mazideki maceraların birer birer ortaya döküleceğini biliyordu.
Rical-i hükümet bu eski sergüzeştlerin şu serbestî-i matbuat zamanında ihtar edilmesinden pek
memnun olmayacaklardı. Onun için Meclis-i Mebusan’a karşı boyun eğmek mecburiyetinde idiler.
Otuz üç seneden beri taht-ı saltanatını kan dalgaları üzerinde yüzdürmüş olan hükümdar ise zahiren
dünyanın en meşrutiyet-perver bir hükümdarı gibi gözükmekten başka bir şey yapamazdı. Çünkü
Yıldız’ın Meclis-i Mebusan’a karşı açıktan açığa mütecellidâne, mümtehakkimâne en ufak bir
hareketi memâlik-i Osmaniyenin her tarafından itirazât-ı şedideyi davet edecekti. Meclis-i A‘yân da
haiz olduğu hukuku izhar edecek bir vesile bulamamıştı. Bulsa idi bile o da menbaını aldığı kuvvete
nazaran muhterizâne hareket etmek mecburiyetinde kalacaktı. Hatta Kanun-ı Esasi’nin esna-yı
tadilinde A‘yân’a ait mevâdd değiştirilerek kayd-ı hayat şartıyla tayin edilmiş olan azaların
memuriyeti dokuz seneye tenzil edilirken A‘yân’ın buna itiraz edeceği sözlerine kimse bir ehemmiyet
vermiyordu. Ayan’ın Mebusan’a karşı durması o kadar müste‘bad bir şeydi ki buna ihtimal verenler
safdillik ile mu‘âteb olabilirdi” (aynı yer).
23
Meclis-i Mebusan’ın denetim mekanizmaları ve uygulamalar hakkında etraflı bir çalışma için bkz.
Ahmet Ali Gazel, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Parlamanter Denetim, Konya, Çizgi Kitabevi,
2007.
24
A‘yân hakkında özlü bir değerlendirme için bkz. İlhan Arsel, “Birinci ve İkinci Meşrutiyet
Devirlerinde Çift Meclis Sistemi Tecrübesi”, AÜHFD, X/1-4, 1953, s. 194-211.

90
3. “Vükelanın mesuliyeti” meselesi, I. Meşrutiyet dönemindeki tecrübelere
dayanan güçlü bir fikir olarak II. Meşrutiyet’e intikal etmiştir. “Meşrutiyet
mesuliyettir” 25 anlayışı hakimdir. İlk günlerden itibaren bütün istibdat tasvirlerinde
“keyfilik” unsuru ve kabine üyelerinin kimliği meselesi öne çıkmaktadır. Devlet
adamlarının “millet”e (ve matbuata) karşı “mesuliyet”i çok işlenen bir konudur.
Matbuatın Kanun-ı Esasi’ye aykırılık tezini ısrarla savunması, Said Paşa’yı istifa
etmeye mecbur bırakmıştı. Kabinenin kuruluşuyla ilgili bu Kanun-ı Esasi krizi
sırasında vükelanın mesuliyeti meselesi de gündeme gelmişti 26. Kâmil Paşa
kabinesinin önceki kabinenin aksine daha mütecanis ve muntazam, daha önemlisi
Kanun-ı Esasi’ye uygun bir şekilde kurulduğu savunulmuş 27; ancak çok geçmeden
sadrazamın ve nazırların, matbuatın eleştirileri veya yorumları karşısında sessiz
kalması, icraatı hakkında bilgi ve hesap vermemesi eleştirilmişti 28. Bu anlayışa göre
Meclis-i Mebusan açılana kadar onun vazifesini matbuat görecektir.

Bu noktada altı çizilmesi gereken husus “vükelanın mesuliyeti” etrafında


yürütülen tartışmaların “hukuki” bir bakış açısının ürünü olmasıdır. Angaje olmayan
bir yazar, gerek Said Paşa gerekse -aşağıda ele alacağımız- Kamil Paşa kabinelerinin
düşürülmesinin (veya çekilmek zorunda kalmasının), halk tarafından pek de
anlaşılamadığını belirtmektedir 29. İki olay da ancak muayyen bir hukuk anlayışının
benimsenmesi yoluyla savunulabilirdi. “Vükelanın mesuliyeti” ilkesinin şiddetli bir
şekilde benimsenmesi, Meclis-i Mebusan’ı mevcut Kanun-ı Esasi’nin öngördüğü
cendereden kurtararak mutlak olarak üstünlüğünü sağlamanın yolunu açacaktı.

Meclis-i A‘yân’ın yapısı meselesi hükümetle ilgili tartışmaların bire bir günlük
hayatı etkilemesi, Meclis-i Mebusan’ın tek meşru güç olarak ele alınması ve

25
YY, “Meşrutiyet… Mesuliyettir”, Bedâhet, nr. 247-6, 13 [14] Kânun-ı sâni 1912. Meclis-i
Mebusan’ın feshi tartışmalarına ait bu yazının başlığı II. Meşrutiyet’in ilk aylarındaki hakim algıyı da
yansıtmaktadır.
26
YY, “Hürriyet ve Mesuliyet-i Vükelâ”, İkdam, nr. 5092, 29 Temmuz 1908, s. 1; YY, “Kabine,
Mesuliyet-i Nuzzâr - İntizam-ı İdare”, İkdam, nr. 5094, 31 Temmuz 1908, s. 2; İsmail Hakkı,
“Buhran-ı Vükelâ ve Mana-yı Siyasisi”, İkdam, nr. 5098, 4 Ağustos 1908, s. 1.
27
Hüseyin Cahit, “İntihabât”, Tanin, nr. 8, 26 Ağustos 1324, s. 1; İsmail Hakkı, “Yeni Kabine”, 5101,
7 Ağustos 1908, s. 2.
28
İsmail Hakkı, “İzahata Muhtacız”, Tanin, nr. 40, 27 Ağustos 1324, s. 2-3; Hüseyin Cahit,
“Sadrazam Paşa hazretlerinin Beyanatı”, Tanin, nr. 45, 1 Eylül 1324, s. 1.
29
Daha fazla bilgi için bkz. Ahmed Saib, Tarih-i Meşrutiyet ve Şark Mesele-i Hâzırası, Dersaadet,
Gayret Kütüphanesi, 1328, s. 70, 79-80, 108-109.

91
seçimlerin gündemi işgal etmesinden ötürü geri planda kalmıştır. Ancak gayrımüslim
cemaatlerin ve komitelerin siyasi programlarını açıklamaya başlamasıyla bu mesele
de Kanun-ı Esasi gündemine yerleşecektir. Bu öneriler Meclis-i A‘yân’ın lağv
edilmesinden yapısının değiştirilmesine kadar uzanmakla beraber, her halükârda
Meclis-i A‘yân’ın Meclis-i Mebusan karşısında zayıf bir konuma getirilmesi bütün
kesimlerin paylaştığı bir anlayıştı.

4. Kanun-ı Esasi tadiliyle ilgili görüşlerin oluşumunda gayrımüslim


cemaatlerin, komitelerin ve nihayet İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasi programını
açıklaması, Kanun-ı Esasi gündeminin ana çerçevesini oluşturmak bakımından bir
dönüm noktasıdır. Siyasi programlar herbir kesimin öncelikleri bakımından farklı
unsurları içermekle beraber vükelanın mesuliyeti ve Meclis-i A‘yân’ın kısmen veya
tamamen seçimle gelmesi aşağı yukarı ittifak edilen ve “Kanun-ı Esasi’nin
hakimiyet-i milliye esası üzerine tadil ve tashih” edilmesi olarak yorumlanan
hususlardır 30.

İttihat ve Terakki liderlerinin komiteler ve cemaatlerle müzakeresi ve siyasi


programın hazırlanması safhasında, Kanun-ı Esasi’de tadil edilecek hususlarla ilgili
bazı söylentiler basına sızmıştır. Matin’in İstanbul muhabiri siyasi programın içeriği
net olarak bilinmemekle beraber “Kanun-ı Esasi’nin tevsi‘an tadili”, Meclis-i
A‘yân’ın seçim usulünün değiştirilmesi, kimsenin Padişah tarafından sürgün
edilmemesi (Kanun-ı Esasi, m. 113) ve Kanun-ı Esasi’nin tadili usulünü düzenleyen
116. maddenin lağv edilmesi konularının kararlaştırıldığını belirtir 31. Freie Presse ise
bir hafta kadar önce Selanik’ten aldığı bilgilere dayanarak, siyasi programın ikinci

30
Siyasi programlar hakkında Hüseyin Cahit’in yorumlarından bazı örnekler için bkz. Hüseyin Cahit,
“Rumların Programı”, Tanin, nr. 34, 21 Ağustos 1324, s. 1; “Rumların Programı”, Tanin, nr. 41, 28
Ağustos 1324, s. 1; “Bulgarların Programı”, Tanin, nr. 61, 17 Eylül 1324, s. 1; “Bulgar Meşrutiyet
Kulüpleri İttihadı’nın Programı”, Tanin, nr. 98, 8 Teşrin-i sani 1908, s. 1. Ayrıca bkz. “Osmanlı
Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 56, 12 Eylül 1324, s. 1. Hüseyin Cahit,
İttihat ve Terakki siyasi programının yabancılar ve bazı Osmalı vatandaşları gözünde Türklerin
programı olarak algılandığını söyleyerek buna hak veriyor: “… umûm Türkler bugün Terakki ve
İttihat Cemiyeti etrafında birleşmişler, merkez-i istinâd, nokta-i tecemmu olmak üzere bu cemiyeti
vücuda getirmişler, günden güne tahkime çalışmakta bulunmuşlardır. ‘Kuvvet, ittihattan hâsıl olur’
hikmeti pek çoktan beri malumdur. Diğer taraftan Terakki ve İttihat Cemiyeti’nde anâsır-ı gayr-ı
müslimeye mensup Osmanlı vatandaşlarımız da dahil iseler de ekseriyet Türklerde bulunduğu için
Cemiyet’in programı Türklerin programı olmak sıfatını haizdir”. Bkz. Hüseyin Cahit, “Osmanlı
Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 56, 12 Eylül 1324, s. 1.
31
“Sadrazam Kamil Paşa ile Mülakat”, İkdam, nr. 5108, 14 Ağustos 1908, s. 3.

92
maddesinin “Meclis-i Mebusan’a Meclis-i A‘yân’ın lağvı teklif edilecektir” şeklinde
olduğunu yazmıştı 32. Yönlendirme olarak da değerlendirilebilecek bu haberlerin
gazetelerin takip ettikleri siyasetten pay alıp almadıklarını tespit edemedik. Matin’in
muhabiri, Sadrazam Kamil Paşa’yla yaptığı mülakatta bu söylentiler hakkındaki
görüşlerini de öğrenmiştir. Kamil Paşa’nın tadil ile ilgili görüşleri bütün kesimlerden
çok farklıdır. Kamil Paşa eğer Kanun-ı Esasi’nin “tebdil”i gerekirse bunun
Parlamentonun vazifesi olduğunu; “nefy ve tağrib” hakkının Padişaha değil, yalnız
hükümete ait bir hak olduğunu; A‘yân’ın ise İngiltere’de ve Kanun-ı Esasi’nin ilk
defa ihdas edildiği dönemde Fransa’da olduğu gibi “herhalde taraf-ı şahaneden
intihab” olunacağını belirtmiştir 33. Kamil Paşa ile İttihat ve Terakki arasındaki
gerginliğin gün yüzüne çıkmadığı dönemdeki bu görüş ayrılığının ileride ortaya
çıkacak şiddetli ihtilaflar hakkında bir fikir verebileceği kanaatindeyiz 34.

Siyasi programların açıklanması Kanun-ı Esasi’nin hangi istikamette tadil


edileceği konusundaki tereddütleri göstermek bakımından da önemlidir. Meşrutiyetin
en üst seviyeye çıkardığı “Osmanlılık” fikrini zedelediği için “Rumların programı”
tabirini yakışıksız bulan Hüseyin Cahit, Rumların İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne
ilettikleri talepleri ele alırken “Kanun-ı Esasimizde ilm-i hukukun nâkıs bulduğu
esaslar varsa bunları ikmâl edelim” tezini savunur, Kanun-ı Esasi’nin tadiliyle ilgili
tereddütleri ise şöyle dillendirir:

“Kanun-ı Esasimizde muhtac-ı tadil ve ıslah birçok mevâdd bulunduğu kâbil-i inkâr
değildir… şu kadar ki Kanun-ı Esasi’nin tashihi gayet mühim bir iştir. Alelâde
kavânîni bile sık sık değiştirmek memleket için muzır olunca Kanun-ı Esasi’nin sık sık
tashihi münasebetiyle tevlid-i heyecan ne gibi netâyic-i muzırra tevlid edebileceğini
söylemek lüzumsuz kalır… Kanun-ı Esasi’nin tashihinde rehber-i hareket olacak kaide
fikr-i hak ve adalet olmalıdır. Kanun-ı Esasimizde ilm-i hukukun nâkıs bulduğu
esaslar varsa bunları ikmâl edelim. Vatanımızın hukuk-ı hürriyetini temin eyleyelim.
Yoksa Kanun-ı Esasi’yi cemaat, cins, mezheb ihtilaflarından mütevellid ağrâz için
bâziçe olacak yolda değiştirmeye kalkmayalım. Hak ve adalet için her fedakârlık
yapılabilir, fakat ağrâz-ı şahsiye ve menâfi‘-i hususiye için yapılacak hareketlere
daima mâni olmak borcumuzdur” 35.

32
“İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Programı”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9847, 26 Ağustos 1908, s. 3.
33
“Sadrazam Kamil Paşa ile Mülakat”, İkdam, nr. 5108, 14 Ağustos 1908, s. 3. Ayrıca bkz. “Kamil
Paşa ile Mülakat”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9832, 11 Ağustos 1908, s. 2.
34
Sadrazam Kamil Paşa’nın yerine Hüseyin Hilmi Paşa’nın geleceği hakkındaki söylentilerden biri
için bkz. “Buhran-ı Vükela”, İkdam, nr. 5139, 14 Eylül 1908, s. 2.
35
“Rumların Programı”, Tanin, nr. 34, 21 Ağustos 1324, s. 1.

93
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı 36, Kanun-ı Esasi’nin tadiliyle
ilgili hukuki mütalaalardan mebusların seçim beyannamelerine kadar tadile dair ileri
sürülen görüşleri belirlemiş, bunların herbiri Siyasi Program’dan az veya çok ilham
almıştır 37. Mebus adayları bundan sonra seçim beyannamelerinin siyasi kısmı için bu
programa atıf yapacaktır. Bundan önce veya bu günlerde yayınlanan seçim
beyannamelerinde ise tadil hakkında keskin ifadeler kullanmaktan kaçınılmıştı.
Çarpıcı bir örnek, Siyasi Program’ın müzakere safhasından ve içeriğinden haberdar
olduğuna şüphe olmayan Manyasizade Refik Bey’in İttihat ve Terakki Siyasi
Programı’nın Selanik’te yayınlanmasından 38 bir gün önce İkdam’da çıkan seçim
beyannamesidir. Manyasizade icraata ilişkin tekliflere geçmeden esasen siyasi birlik
fikrini işlemekte, Kanun-ı Esasi tadilinden “en evvel Kanun-ı Esasi’yi nazar-ı
tedkikten imrâr ve hüsn-i tanzim ve ikmâline sarf-ı mâ-hasal-i iktidar etmeliyiz” gibi
genel bir cümle ile bahsetmekteydi 39. Dikkat çekici başka bir örnek, Musevi
cemaatinin adayı olarak İstanbul’dan mebus seçilen ve Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı
Esasi’nin tadili sürecini başlatacak olan Vitali Feraci Efendi’nin seçim
beyannamesindeki ifadelerin hem kısa hem de sarahatten uzak olmasıdır 40. Başka bir
örnek Ebül’ulâ Mardin’in ağabeyi, Sırat-ı Müstakim yazarlarından Mardinîzade Arif
Bey’in seçim beyannamesidir. Ârif Bey, doğrudan Kanun-ı Esasi tadiline ilişkin
olarak sadece yasama döneminin sekiz aya çıkarılmasını vadetmiştir 41.

36
“Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, İttihad ve Terakki, nr. 20, 20 Eylül
1908, s. 1; İkdam, nr. 5149, 24 Eylül 1908, s. 3. Ayrıca bkz. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, I,
65-67.
37
Örneğin bkz. Alber Tarika, “Mebus Namzedi Alber Tarika Efendi’nin Programı”, Ahenk, nr. 3731,
17 Teşrin-i evvel 1908, s. 1. Mekteb-i Hukuk’a bir sene devam ettikten sonra tahsilini Paris’te
tamamlayan, ayrıca Mekteb-i Hukuk’ta avukatlık sınavına girerek ruhsatname alan Alber Tarika
hürriyetin temininin Kanun-ı Esasi’nin beka ve devamına bağlı olduğunu belirtir. Bunun için de
Kanun-ı Esasi’deki bazı hükümler “hakimiyet-i milliyenin tevsii yolunda” tadil edilmeli, “evlad-ı
vatana hiss-i hürriyet ta mekteplerde telkin” edilmelidir. En fazla tadile muhtaç maddeler, 113. madde
ile Padişahın haklarına (m. 7), A‘yân’ın atama usulüne (m. 60) ilişkin maddelerdir (aynı yer).
38
“Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, İttihad ve Terakki, nr. 20, 20 Eylül
1908, s. 1.
39
“İntihabat”, İkdam, nr. 5144, 19 Eylül 1908, s. 1. Ahmed Midhat’ın Manyasizade’yi “gönlünün
müntehabı” olarak sunduğu yazıdaki “… nazariyesi işte ittihad-ı Osmanî ve terakki-i Osmanî ki
bugün Osmanlılarımız bu nazariyede adeta müttehiddirler. Bu nazariyenin haricinde Osmanlı sınıfında
adam bulunabileceği güç tasavvur olunabilir” ifadeleri için bkz. Ahmed Midhat, “Manyasizade Refik
Bey”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9858, 6 Eylül 1908, s. 1.
40
“İntihabât”, İkdam, nr. 5147, 22 Eylül 1908, s. 2.
41
“İntihabât”, İkdam, nr. 5145, 20 Eylül 1908, s. 2.

94
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı’nda Kanun-ı Esasi tadiline
ilişkin öne çıkan iki husus vardır. Birincisi kabinenin Meclis-i Mebusan huzurunda
mutlak bir şekilde sorumluluğu ve Meclis’te çoğunluğu kaybettiği takdirde müstafi
addedilmesi, ikincisi ise mebus adedinin üçte birini geçmemek üzere Meclis-i A‘yân
üyelerinin üçte birinin Padişah, üçte ikisinin millet tarafından kayd-ı hayatla değil
süreli olarak seçilmesidir 42. Siyasi Program ile ilgili “şerh” niteliğindeki yazılar,
hazırlık safhasında mukayeseli olarak kamu hukuku araştırmaları yapıldığını ve
bunların memleketin ihtiyaçları karşısındaki konumu üzerinde de düşünüldüğünü
gösteriyor 43.

Kanun-ı Esasi’yle ilgili tadili gerektirecek hususlarda her vesileyle kalem


oynatan 44 Hüseyin Cahit, Siyasi Programı da İstanbul’un siyasi hal ve gidişiyle üst
düzeyde irtibatlandırabilmiştir. Ona göre Cemiyet’in takip ettiği amaç, “açıktan
açığa, kat‘î, sarih bir meşrutiyet-i idareye doğru yürümek”tir. Böylece “her neden ise
vatanımıza emin ve muhakkak bir hürriyet bahşetmeye kâfi” gelmeyen 1293 Kanun-ı
Esasisi’nin tanıdığı müktesep hakların yanı sıra “meşrutiyet-i idare”nin gerektirdiği
diğer haklar da temin edilecektir. Hüseyin Cahit Meclis-i Mebusan’ın konumunu
doğrudan etkileyen vükelânın mesuliyeti, A‘yân’ın seçimi, mebuslara kanun teklifi
hakkı verilmesi 45 ve seçim kanunuyla 46 ilgili konuları ele almıştır 47.

42
Diğer tadil teklifleri şunlardır: Mebuslara kanun teklifi hakkı verilmesi; Yirmi yaşını dolduran,
erkek Osmanlı vatandaşlarının, emlâk ve servet sahibi olması aranmaksızın, birinci dereceden seçme
hakkına sahip olması (Bununla ilgili düzenleme Kanun-ı Esasi’de değil seçim kanunundaydı); 113.
maddenin son fıkrasının kaldırılması ve mebus adayının kendi memleketinden başka bir yerden de
seçime girebilmesi. Ayrılıkçı nitelik taşımayan siyasi cemiyet kurma hakkının Kanun-ı Esasi’ye
konulması teklifi ayrıca önemlidir (Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, I, 65-67).
43
Cemiyet’in yayın organının Siyasi Program hakkında yayınladığı yazı dizisi örnek verilebilir.
Konumuzla ilgili olan ilk makaleler için bkz. YY, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı
2”, İttihad ve Terakki, nr. 21, 22 Eylül 1908, s. 1; YY, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi
Programı 3: Hey’et-i A‘yân”, İttihad ve Terakki, nr. 22, 24 Eylül 1908, s. 1-2. Gazetenin sonraki
sayılarında Siyasi Program bağlamında Meclis-i Mebusan ve seçim, siyasi cemiyetler, vilayetlerin
idaresi, mebusların kanun teklifi hakkına sahip olması, kişi özgürlükleri ve müsavat, din özgürlüğü,
gayrımüslimlerin askerliği, patronlar ve ameleler, arazi ve aşar meseleleri ele alınmıştır.
44
Mesela Kanun-ı Esasi’nin yapılmasını öngördüğü kanunlarla ilgili yazısı için bkz. Hüseyin Cahit,
“Yapılacak Kanunlar”, Tanin, nr. 47, 3 Eylül 1324, s. 1.
45
Hüseyin Cahit, Kanun-ı Esasi’de mebuslara kanun teklifi hakkı verilmemesi meselesini, tadil
edilmesi gerekli önemli bir hüküm olarak ele almıştı. Bkz. Hüseyin Cahit, “Kanun Teklifi”, Tanin, nr.
44, 31 Ağustos 1324, s. 1. “İdare-i meşruta demek milletin hakk-ı hakimiyete mâlik olması demektir.
Meşrutiyet usulüyle idare olunan memleketlerde millet kendisinin terakkisini, saadetini kendi yaptığı
kanunlardan bekler” ifadeleri için bkz. aynı yer. “Kanun-ı Esasimiz hikmet-i teşekkülü kanun
yapmaktan ibaret olan bu hey’ete bu hakkı bile gayet mübhem bir surette veriyor, vermiyor gibidir…
teklif-i kanun hakkını mümkün olduğu kadar tevsi, tahkim eylemek vecibedendir” ifadeleri için bkz.

95
Kabinenin sorumluluğu hakimiyet-i milliye çerçevesinde izah edilirken, bunun
sonuçlarından biri olarak “reis-i vükelânın Meclis-i Mebusan’da ekseriyeti haiz
fırkaya mensubiyeti lüzumu”na işaret edilmektedir. “Mademki ekseriyet-i millet filan
fırkadadır, o halde vekalet-i idare de o fırkaya tevdi edilmek lazım gelir”. Kanun-ı
Esasi’de Sadaret’in Padişah tarafından “emniyet buyurulan zâta” tevdi edileceği (m.
27) belirtiliyorsa da bu “zâtın behemehal Meclis-i Mebusan’a mensup bulunacağı
izah edilmemiştir”. İttihat ve Terakki’nin Siyasi Programı “memlekete bu hukuku
temin edecektir” 48. Bu akıl yürütmenin doğal sonucu İttihat ve Terakki’nin Meclis-i
Mebusan’da çoğunluğu sağlaması halinde İttihatçı bir kabinenin kurulması
zorunluluğudur. Kabinenin Meclis-i Mebusan içinden çıkması hususu tadil sürecinin
ileriki safhalarında da bir kaziyye-i muhkeme olarak dile getirilecektir 49. O günün
özgül şartlarında başka bir seçenek sadrazamın mebus olması; başka bir deyişle
İttihatçı bir kabine kurulamayacaksa, kabinenin İttihatçı yapılmasıydı. Hüseyin Cahit
iki gün sonra bu seçeneği de değerlendirmiş, Kamil Paşa’nın mebus olarak Meclis-i
Mebusan’a girmesi ve onun sadrazam olduğu bir “Gençler Kabinesi” kurulması
fikrini ileri sürmüştü 50.

Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 55, 11 Eylül
1324, s. 1.
46
Seçmen kitlesinin genişletilmesi düşüncesini “idare-i meşrutiyeti daha geniş, daha sağlam esaslar
üzerine yerleştirmek” açısından olumlu bulan Hüseyin Cahit; ayrıca ihtisas ve vukuf sahibi
mebusların bulunabilmesi için İngiltere’de olduğu gibi Darülfünun, Baro, Cemiyet-i Matbuat-ı
Osmaniye, Hey’et-i Etibbâ gibi kurumların da mebus seçebilmelerini; bir de “erbab-ı ilm ü hünere bir
eser-i ihtiram” gösterilerek Belçika’da olduğu gibi yüksek mektep mezunlarının oylarının iki veya üç
sayılmasını önerir. Bkz. Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”,
Tanin, nr. 55, 11 Eylül 1324, s. 1. Kendi seçim beyannamesinde de bu önerileri tekrar etmiştir. Bkz.
Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 3. Hüseyin Cahit’in seçim
beyannamesi hakkında daha fazla bilgi için bkz. 3.2.2. Hüseyin Cahit’ten Elmalılı Hamdi Efendi’ye
Mazbata Muharrirliği.
47
Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 55, 11 Eylül
1324, s. 1. Programdaki diğer maddelerin yorumu için bkz. Hüseyin Cahit, “Osmanlı Terakki ve
İttihat Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 56, 12 Eylül 1324, s. 1.
48
Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 55, 11 Eylül
1324, s. 1. Ayrıca bkz. bkz. YY, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı 2”, İttihad ve
Terakki, nr. 21, 22 Eylül 1908, s. 1.
49
Dönemin önemli hukuk dergilerinden İstişare’nin velut yazarlarından İbnüzziya Ahmed Reşid
Bey’in Kanun-ı Esasi tadiliyle ilgili yazıları örnek verilebilir. Bkz. İbnüzziya Ahmed Reşid, “Kanun-ı
Esasimiz Nasıl Islah Olunmalı?”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı evvel 1324, s. 577-583. Yazar, yazılarını
İstişare’nin kurucularından “refik-i muhteremi” İstanbul mebusu Ahmed Nesimi Bey’e ithaf etmişti.
Ahmed Nesimi kısa bir süre sonra Kanun-ı Esasi Encümeni zabıt katibi olacaktır.
50
Hüseyin Cahit, “Bir Fikir”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 1.

96
Hüseyin Cahit’e göre “idare-i Osmaniye cidden meşrutiyet esasını takip etmek,
memleketimizde Parlamento usûl ve âdâtını takarrur eylemek”, “şekl-i idaremize bir
esas-ı metîn vermek” isteniyorsa sadrazamın Meclis-i Mebusan içinden çıkması esası
kabul edilmelidir. “Memleketin selametine, idare-i meşrutiyetin takarrur ve
tahkimine hâdim” böyle bir esasın Meclis-i Mebusan’daki Kanun-ı Esasi tadilleri
sırasında kabul göreceğini, Padişahın da buna hak vereceğini, bunun iç ve dış
politikaya iyi etkiler yapacağını savunan Hüseyin Cahit, “Kamil Paşa Meclis-i
Mebusan’a girmezse aza olmadığı için kendisinin riyaset-i vükelâya gelmesine razı
olamayacağız” şeklinde kesin bir hükümle yürütme yetkisinin ancak bu yolla
kullanılabileceğini belirtir. Ona göre yaşlı ve uluslararası şöhrete sahip bir sadrazam
ile faal ve müteşebbis nazırlardan oluşan bir kabine, meşrutiyete ve günün şartlarına
en uygun çözümdür 51. Hayata geçmemekle beraber bu fikrin Kanun-ı Esasi
tartışmalarının seyrinde tayin edici bir yeri olduğu söylenebilir. Zira gerek kabinenin
sorumluluğu, gerekse A‘yân’ın yapısı meselesi bir süre sonra İttihat ve Terakki ile
Kamil Paşa arasındaki uzlaşmanın değil çatışmanın bir parçası olarak gelişip
tartışılacaktır.

Hüseyin Cahit, Meclis-i A‘yân’la ilgili meseleyi olumsuz tasvirler eşliğinde ele
almaktadır: Meclis-i Mebusan’ın kararlarını inceleyecek A‘yân üyeleri “efkâr-ı atîka
ve müfside ashâbından oluverecek olursa” ne yapılacaktır? Millet bunlar üzerinde bir
kontrol hakkına sahip olmadığı gibi kayd-ı hayat şartıyla atandıkları için “ellerinden
kurtulmak da kanunen imkân haricinde”dir. Başka bir husus Kanun-ı Esasi’nin
aradığı şartlardan ötürü “vükelalık, valilik, ordu müşirliği, kadıaskerlik, elçilik,
patriklik, hahambaşılık”ta bulunmuş kişiler arasından altmış kadar A‘yân üyesinin
nasıl bulunacağıdır. Hüseyin Cahit “bunlar içinde ‘pak ü dırahşan’ altmış nasiyenin
çıkabileceğini ümit etmiyoruz” der 52 ve mecburen ehven-i şerre razı olunacağını

51
“Memleketin bütün genç, hür, neşe-i adalet kuvvetlerini teşahhus ettirecek genç nazırlar; tecrübe ve
hazm u ihtiyatı irâe ve teşahhus ettiren ihtiyar bir sadrazamın riyâseti altında ıslah-ı memlekete,
temin-i selamet-i vatana çalışırsa gençlik ile ihtiyarlığın, kuvve-i teşebbüsiye ve faaliyet ile tecrübe ve
hazm u ihtiyatın ittihadı harice karşı ciddi bir teminat makamına geçer” ifadeleri için bkz. Hüseyin
Cahit, “Bir Fikir”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 1.
52
Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 55, 11 Eylül
1324, s. 1. A‘yân üyelerinin tamamının veya hiç olmazsa yarısının millet tarafından seçilmesi
gerektiğini düşünen İbnüzziya Ahmed Reşid, üyelik için aranan şartlara dair “otuz iki yılı karartan
idare-i müstebidde öyle makamat-ı refî‘aya eşhâs-ı süfliyeyi oturtur, perçinlerdi” demektedir.

97
belirtir. Mevcut Kanun-ı Esasi’ye göre A‘yân üyeliğine seçileceklerin, millet
tarafından seçilmedikleri ve milletin kendilerinden emin olmaması sebebiyle ilelebed
bu makamda kalamayacaklarını söylemesi ise abartılı ve tehditkârdır 53.

Siyasi Program’ın A‘yân’la ilgili maddesini “hukukşinas” gözüyle


değerlendiren Babanzade İsmail Hakkı, seçilecek A‘yân’la ilgili benzer kaygılar
taşımasına rağmen, “Kanun-ı Esasi’nin nass ve lafzı tağyir ve tebdil edilmeden
hüküm ve mânasını, müedda ve mefhumunu” değiştirmenin hukukçular tarafından
makbul görülmediğini ve Kanun-ı Esasi hükmünün sarih olduğunu belirterek
Program’daki önerilerin gelecek A‘yân meclislerine dönük olduğunu savunur. Ona
göre eğer “kanunun ibaresinde, menâfi‘-i umumiye-i hâzıra”ya uymayan, kötüye
kullanılabilecek cihetler varsa mümkün mertebe geniş bir şekilde yorumlanması,
“kanunun şeref ve azametini muhafaza nokta-i nazarından daha selametli ve emin”
bir yoldur. Meclis-i A‘yân üyelerinin, mebus adedinin üçte birini geçmemek üzere
doğrudan doğruya Padişah tarafından atanacağını hükme bağlayan Kanun-ı Esasi’nin
60. maddesi hakkında Babanzade’nin yorumu ve bulduğu çözüm şöyledir:

Babanzade, tezini Kanun-ı Esasi’de Padişaha tanınan hakların kullanımı


üzerine kurmaktadır. Padişahın A‘yân üyelerini atama hakkı, tıpkı diğer hakları (m.
7) ve “vükelanın memuriyetleri”nin “bâ-irade-i şâhâne icra olun”ması (m. 27)
gibidir. Padişah kendi tasarrufuyla harp ilan edemeyeceği gibi vükelayı da atayamaz.
Padişah haklarını “kuvve-i icraiye ve hatta kuvve-i teşriiye ve teftişiyeyi teşkil eden
Meclis-i Umumi’den (A‘yân ve Mebusan) mazhar-ı kabul ve tasdik olmadıkça”
kullanamaz. Vükelayı da sadrazam seçer, Padişah memuriyetini tasdik eder. “Şekl-i
idare-i devlet, mukteziyât-ı meşrutiyet, teamül-i milel, taksim-i a‘mâl ve vezâif,
in‘itâf-ı mesuliyet, Kanun-ı Esasi’nin diğer nikâtında münderic ahkâm-ı takyidiye ve
sair mülahazât” bunu gerektirir. Aksi “ruh-ı meşrutiyet”e aykırıdır. Mesul olmayan
Padişahın haklarını “keyfe-ma-yeşa” kullanması bir tür “mukavele-i ictimaiye” olan
Kanun-ı Esasi’yi esasından çürütür. “Hukuk-ı mutlaka”nın “suret-i mutlaka”da
kullanımı mutlakiyetten başka bir şey ifade etmez. Padişahta “suret-i mutlakada

(İbnüzziya Ahmed Reşid, “Kanun-ı Esasimiz Nasıl Islah Olunmalı?”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı evvel
1324, s. 583).
53
Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, nr. 55, 11 Eylül
1324, s. 1.

98
müctemi ve mürtekiz görülen kâffe-i hukuk umum milletin veya hiç olmazsa
ekseriyet-i milletin vekaletine”, Padişaha “mufavvez olan niyâbet-i milliyeye
izafetendir. Milletin rızasına tebe‘andır. Bu hukuk bi’n-nefs ve bi’z-zat değil, bi’t-
tab‘ ve bi’n-niyâbe maksuddur”. Bu nazariyatı bütün devletlerin muamelatı da teyit
etmektedir. Ona göre devletin bütün muamelatı için isabetli olan bu kaide A‘yân’ın
atanmasına da teşmil edilebilir 54.

Babanzade’nin önerdiği çözüm, kontenjanın üç misli adayın isimlerinin bir


deftere yazılması ve üçte birini seçmek üzere Padişaha arzedilmesidir. Bu noktada
defteri tanzim etmeye hangi heyetin daha fazla yetkili olabileceği meselesi gündeme
gelir. Babanzade’ye göre defteri hükümet değil, Meclis-i Mebusan tanzim etmelidir.
Meclis-i Milli’nin mühim ve nâfiz bir kısmını oluşturan Meclis-i A‘yân, Mebusan’ın
üstünde bir heyet olarak “vaz-ı kavanine, isticvab-ı vükelaya salahiyetdar”
bulunmaktadır. “Kuvve-i icraiyenin müfettişi” olduğu için yürütmeye minnetdar ve
bu sebeple kendisini seçen heyete “baziçe ve zebun olması muvafık-ı hikmet
olamaz”. Halbuki özellikle bizdeki gibi kayd-ı hayatla seçilen A‘yân “istiklâl-i
tamma mâlik olmalı”dır. Hükümeti tamamiyle tarafsız olarak “mu‘âteb edecek
derecede haiz-i metanet olmalıdır”. Babanzade’ye göre bu vasıfları ancak A‘yân’ı
milletin doğrudan doğruya seçmesi sağlayabilirse de Kanun-ı Esasi’nin sarahati buna
engeldir. Bu sebeple hem milletin seçimine, hem de kanunun sarahatine uygun
olabilecek bir usul takip etmek gerekir. O da Padişahın A‘yân adaylarına ait defteri
tanzim etme hakkını “en bi-taraf ve nüfuzdan âri olacağına şüphe olmayan Meclis-i
Mebusan’a tefviz ve tevcih” etmesidir. Mebusan maddi ve manevi mesuliyeti üstüne
alarak mebus sayısı kadar A‘yân adayı belirler, Padişah bunlar arasından üçte birini
seçip atamalarını yapar. “Hem hukuk-ı mülûkâne temin ve hem hakimiyet-i millet
esası muhafaza edilmiş ve her türlü nüfuz-ı icradan azade ve Kanun-ı Esasi ahkâmına
muvafık bir A‘yân Hey’eti teşkil edilmiş olur” 55.

Babanzade’nin önerdiği çözüm Meclis-i Mebusan’ın nüfuzunu arttırma


temayülünü gösteren yeni bir örnek olduğu gibi iki meclis arasındaki uyumu
sağlamaya dönük bir arayış olarak da dikkate değerdir. Siyasete ilgi duyan bütün

54
İsmail Hakkı, “A‘yân Meselesi”, İkdam, nr. 5151, 26 Eylül 1908, s. 1.
55
İsmail Hakkı, “A‘yân Meselesi”, İkdam, nr. 5151, 26 Eylül 1908, s. 1.

99
kesimlerin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne göre pozisyon aldıkları bir süreçte Siyasi
Program’la ilgili tartışmayı “hukuk” sınırları içinde gerçekleştirme çabası ayrıca
önemli olmalıdır 56. Gerek Padişah, gerekse Sadrazam nezdinde kendilerinin
kullanacağı atama yetkisinin kısmen ve zımnen olsun Meclis-i Mebusan’a
aktarılması olarak anlaşılabilecek bu öneri kabul görmemiştir 57. Bundan sonra A‘yân
atamalarının gerçekleştirilmesi arefesinde ve aşamasında gündemi; Padişahın “re’y-i
vâhid” ile atama yapacağı söylentileri, A‘yânlık için teşebbüste bulunanlar 58,
Sadaret’in hazırladığı liste ve bütün kamuoyunun hassas olduğu A‘yân adaylarının
kimlikleri 59, Midhat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Bey’in “kariha”dan A‘yân üyeliğine
atanması 60 gibi meseleler işgal edecektir.

56
İsmail Hakkı, “A‘yân Meselesi”, İkdam, nr. 5151, 26 Eylül 1908, s. 1. Babanzade’nin önerdiği
çözümü zayıflatan tek nokta, meclislerden birinin toplanmadığı bir zamanda diğerinin de
toplanamayacağıyla ilgili hükümdür (Kanun-ı Esasi, m. 43). Babanzade, muhtemel kontenjandan çok
daha az sayıda A‘yân üyesi atanması varsayımını gözden uzak tutarak, A‘yân üyelerini doğrudan
doğruya Padişahın ataması durumunda da bu mahzurun doğabileceğini belirtir. A‘yân üyelerinin
atanabilmesi için mebusların sayısının bilinmesi gerekir. Bunun için de Meclis-i Mebusan’ın açılması
ve mebuslara ait seçim mazbatalarının incelenerek onaylanması gerekir. Ona göre Kanun-ı Esasi’nin
43. maddesi tefsire muhtaçtır. “Kelam ihmal” değil “imhal” edilerek bu hükmün meclisin ilk
muamelatından sonraki ictimaları kapsadığı kabul edilebilir. Böylece önce Meclis-i Mebusan açılır,
sonra A‘yân’ın atamaları yapılabilir. Bkz. aynı yer.
57
Babanzade önerinin dikkate alınmamasında psikolojik bir faktöre şöyle dikkat çekiyor: “… zaten
bir söz çıkmış: Matbuat çoluk çocuk elinde. Ağırbaşlı, kelli felli adamlar böyle mel‘abe-i sıbyan
haline gelmiş neşriyata nasıl havale-i sem‘-i itibar etsin? Ma‘mâfih biraz tevazu, biraz bi-taraflık,
biraz da hüsnüniyet en kelli felli adamların bile o mel‘abe-i sıbyan denilen efkârdan istifade etmelerini
daire-i imkâna vaz edebilecek idi” (İsmail Hakkı, “Yine A‘yân Meselesi”, Tanin, nr. 141, 21 Aralık
1908, s. 1).
58
A‘yân olabilmek için Yıldız’a istidanameler yağdığına dair bkz. İbnüzziya, “İcmal-i Dahilî”,
İstişare, nr. 11, 10 Teşrin-i sâni 1324, s. 517-518.
59
Örneğin bkz. Hüseyin Cahit, “Hey’et-i A‘yân”, Tanin, nr. 110, 20 Teşrin-i sani 1908, s. 1; YY,
“A‘yân”, Ceride, nr. 7, 13 Teşrin-i sani 1324, s. 165-167; “A‘yân Azaları”, Tanin, nr. 124, 4 Kânun-ı
evvel 1908, s. 2; “Meclis-i A‘yân Azası” ve “Panciri Bey A‘yân Azasından”, Servet-i Fünun, nr. 170,
22 Teşrin-i sani 1324, s. 2-3; M[ahmud] C[eladeddin], “Mebusan ve A‘yân”, Ceride, nr. 9, 27 Teşrin-
i sani 1324, s. 193-196. “A‘yân eğer devr-i istibdadda az çok bir rol ifa etmiş zevâttan, enkaz-ı
ricâlden teşekkül edecek ise vay o Meclis-i Mebusan’ın, vay o milletimizin haline!” ifadeleri için bkz.
“A‘yân ve Mebusan”, İkdam, nr. 5179, 24 Teşrin-i evvel 1908, s. 3. Gazetenin dikkat çektiği önemli
bir mesele de A‘yân’a atanması gereken bazı kişilerin mebus adayı gösterilmesidir (aynı yer). II.
Abdülhamid’in ve Sadrazam Kamil Paşa’nın A‘yân seçimine atfen “evsaf-ı hamide”, “zevât-ı kâmile”
kelimelerinin kullanılması gibi uç örneklerden biri için bkz. YY, “A‘yân”, Ceride, nr. 7, 13 Teşrin-i
sani 1324, s. 167. “Şimdi ayan azaları arasında görülecek bazı maruf maliyyûnun keyfiyet-i tercihini
tefsirat-ı mütenevvi‘aya uğratmaya fıtrat-ı beşeriye pek meyyâl bulunacaktır” şeklindeki imalı
ifadelerden bir başkası için bkz. “A‘yân Azaları”, Tanin, nr. 124, 4 Kânun-ı evvel 1908, s. 2. Meclis-i
A‘yân’ın mutlaka “ihtiyarlar ve matuhlar meclisi” olarak düşünülmemesi ve eski dönemde
lekelenenlerin alınmaması gerektiğini belirten bir yazı için bkz. İbnüzziya, “İcmal-i Dahilî”, İstişare,
nr. 11, 10 Teşrin-i sâni 1324, s. 517-518.
60
Örneğin bkz. YY, “Sadrazam Paşa - Ali Haydar Midhat Bey”, Şura-yı Ümmet, nr. 78, 22 Kânun-ı
evvel 1908, s. 1; YY, “Gaflet-i Hukukiye ve Siyasiye”, Şura-yı Ümmet, nr. 80, 24 Kânun-ı evvel

100
Babanzade, Meclis-i A‘yân üyelerinin atanmasından sonra da “kalb-i ümmete
itminân bahş edecek muntazam ve itirazdan masûn” bir Hey’et-i A‘yân
oluşturulmasını sağlamak için yapmış olduğu öneriyi savunmaya devam etmişti. Ona
göre eğer bu öneri kabul edilseydi “hakimiyet-i devlet ile beraber hakimiyet-i milliye
esası mezc ve telfik edilmiş olacaktı”. Şimdiki durumda ise A‘yân üyeleri
Sadaret’ten atanmış birer memur derecesinde kalacak, hükümetten hesap sorulması
gerektiğinde tarafsızlığını ve metanetini koruyamayacaktır. Hükümetle Meclis-i
Mebusan arasında bir ihtilaf doğması halinde hükümetin Meclis-i A‘yân’ı Mebusan’a
karşı kullanabileceğine dikkat çeken Babanzade, yasamanın iki kısmı arasında
böylece “nihayetsiz bir muaraza kapısı” açılabileceğini belirtmektedir 61.
Babanzade’nin bakış açısı A‘yân’ın, Meclis-i Mebusan’ın hakimiyet ve üstünlüğünü
zedeleyebilecek olması konusundaki hassasiyetin bariz bir örneğidir 62.

Siyasi Program’ın yankısı olarak değineceğimiz son değerlendirme Ali


Kemal’in aksi istikametteki yorumudur. Genel olarak kanun yapma ve tadil etmenin,
özellikle de Kanun-ı Esasi’yi tadil etmenin düşünülenden çok zor olduğunu, fetret
dönemlerinde buna kalkışmanın ise büyük zararlar verebileceğini savunan Ali Kemal
A‘yân’ın vasıflarına odaklanmak 63 ve seçimle gelmesine önem vermemek
bakımından farklı bir yerde durmaktadır. Ali Kemal isabetli olarak “esasen makbul
ve memduh olduktan sonra bir kanunun teferruat itibariyle tadiline kalkışmaktan ise
pey-der-pey efkâr-ı âmmede takarruruna, teessüsüne çalışmak daha makul bir
harekettir” demektedir. Bu bağlamda Fransa tarihinden verdiği örnek, III.

1908, s. 1; Ubeydullah, “A‘yân” ve “İntihab-ı A‘yân”, Servet-i Fünun, nr. 187, 23 Kânun-ı evvel
1908, s. 1; Hüseyin Cahit, “Sadrazam Paşa”, Tanin, nr. 143, 23 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Sadrazamın
A‘yân atamaları sırasında vükelaya danışmaması hakkında bkz. Hüseyin Cahit, “Kamil Paşa ve
Meşrutiyet”, Tanin, nr. 160, 11 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
61
İsmail Hakkı, “Yine A‘yân Meselesi”, Tanin, nr. 141, 21 Aralık 1908, s. 1.
62
İsmail Hakkı, “Yine A‘yân Meselesi”, Tanin, nr. 141, 21 Aralık 1908, s. 1. Yazıda memuriyet ile
A‘yân üyeliği meselesi de ele alınmıştır. Aynı konuda ayrıca bkz. “A‘yân Azalığı - Memuriyet”,
Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı sani 1908, s. 2. Fiilen memuriyetleri devam eden Meclis-i A‘yân
üyeleriyle ilgili bir haber için bkz. “Meclis-i A‘yân’da”, Tanin, nr. 142, 22 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
63
Ali Kemal’in aksine Babanzade, üstelik teknik bir meseleyi ele alırken vasıfların tek başına yeterli
olmayacağını şöyle belirtmiştir: “… farzedelim ki A‘yânımızın herbiri hakikaten birer timsal-i
metanet ve bi-tarafîdir. Bi’l-cümle muhassenâtı ve fezâili câmidir. Erkânı tecrübe-dide, faal,
müstakim, gayur, iş-güzâr ve liyakatli kimselerdir. Bu evsâf-ı mergûbeye rağmen yine A‘yânımızın
hayırlı bir iş görebileceğinden şüphe ediyoruz. Zira bunların bir kısmı zaten memurdur…” (İsmail
Hakkı, “Yine A‘yân Meselesi”, Tanin, nr. 141, 21 Aralık 1908, s. 1).

101
Cumhuriyet döneminde Senato’nun cumhuriyetin yerleşmesine 64 ciddi katkılar
sağlamış olmasıdır 65.

5. Kanun-ı Esasi’nin tadili ile Meclis-i A‘yân’ın yapısı meselelerini birlikte ele
alarak tadilin usulüne ilişkin bir öneriye de bu noktada işaret edilmelidir. Hüseyin
Cahit, II. Meşrutiyet’in ilanında inkılapçı kadrolar arasında kurucu meclis fikrinin
varlığına müphem bir şekilde işaret etmekteyse 66 de bunun bir yakıştırma olduğu
kanaatindeyiz. Ayrıca İttihat ve Terakki’nin siyasi programıyla ilgili bir yazıda
Mebusan ile A‘yân’ın Meclis-i Milli olarak toplanarak tadili gerçekleştirilebileceği
söylenir 67. Kanun-ı Esasi’nin 116. maddesi yürürlükte olduğu sürece onun
öngördüğü tadil usulünün takip edilmesinin gerekliliği teslim edilmekte; dolayısıyla
önce Meclis-i Mebusan’ın açılması beklenmekteydi. Tadilin usulü konusunda
Mekteb-i Hukuk’un hukuk-ı esasiye muallimi Celaleddin Arif Bey’in dikkat çekici
bir önerisi olmuştur.

Celaleddin Arif’e göre Kanun-ı Esasi “hukuk-ı hakimiyet-i milliyeyi kâfil


olduğu için böyle bir kanun yalnız millet tarafından yapılabilir”. Fransa anayasaları
kurucu meclis ve plebisit müesseselerinin devreye sokulmasıyla yapılmış; son olarak
iki meclisin Meclis-i Umûmî olarak toplanarak bu işi deruhde etmesiyle usûl daha da
sadeleştirilmiştir. Bizde ise Kanun-ı Esasi’nin tadili konusunda herkes “müttehidu’r-
re’ydir… tensik ve tebdil etmekliğimiz lâzımdır; fakat ne suretle?”. Celaleddin Arif
usul olarak Fransa’nın örnek alınabileceğini söyler ve önerisini şöyle açıklar:

64
Daha fazla bilgi için bkz. İlhan Arsel, “Üçüncü Fransız Cumhuriyetinde Senato”, AÜHFD, XI/1-2,
1954, s. 7-144.
65
Ali Kemal, “Kavânîn, Tadil-i Kavânîn”, İkdam, nr. 5157, 2 Teşrin-i evvel 1908, s. 1. Ali Kemal’in
meclislerin açılmasından kısa süre önceki değerlendirmesi şöyledir: “Terbiye-i meşrutiyetimiz
ilerilesin. Levâzım-ı meşverete müteallik hususatı kâmilen ifa etmeliyiz. Mebusanımızın intihabından
teferruat-ı saireye kadar şerâit-i ahrârânesini temin eylemeliyiz de ondan sonra Hey’et-i A‘yân’a
müteallik hususat ile uğraşmalıyız. Yoksa şimdi A‘yânımız intihab ile mi, tayin ile mi alınmış hep
müsavidir. Ancak takdirimizi o zâtların ricâl-i mümtâzemizden olmalarına hasr etmeliyiz. Efkâr-ı
umumiye o ciheti nazar-ı dikkatten ayırmamalıdır”. Ali Kemal, kanunların toplum tarafından
benimsenmesi meselesine de dikkat çekmiştir. Bkz. Ali Kemal, “A‘yân Bahsi”, İkdam, nr. 5229, 15
Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
66
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
67
YY, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı 2”, İttihad ve Terakki, nr. 21, 22 Eylül
1908, s. 1. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni de Mebusan ile A‘yân’ın Meclis-i Umûmî
şeklinde toplanarak nitelikli çoğunlukla tadile karar vermesini öngörmüş, irade-i seniyyenin de “o
merkezde sudûr” etmesi şartını kaldırmıştı. Encümen’in önerisi kanunlaşmamıştır (Elmalılı M. Hamdi
Yazır, Osmanlı Anayasasına Dair, haz. Asım Cüneyd Köksal, İstanbul, Ufuk Yay., 2014, s. 168).

102
Meclis-i Mebusan hükümetin şiddetli bir kontrolüdür. Mebusların on yaş küçük
olması bundan ötürüdür. A‘yân’ın gayet ağır olan vazifesi mebusların “hararet-i
demini kendi serin kanıyla biraz soğutmak ve adeta meyâncı olmaktır”. Celaleddin
Arif, “milletin arzusu bir ve bölünemezdir, onun için iki meclise gerek yoktur”
görüşüne katılmaz ve Meclis-i Mebusan istibdadı ihtimaline dikkat çekerek
“muaddil” ve “Kanun-ı Esasi bekçisi” olarak A‘yân’ın gerekliliğine işaret eder:
“Gayr-ı mes’ul ve gayr-ı mahdûd bir kuvvet ister bir şahısta, ister bir mecliste
bulunsun o kuvvet, o iktidar yavaş yavaş bir istibdâda doğru yürür. Böyle bir meclis
tam buhranlı bir zamanda hararet-i dem ile memleketin menfaatine muzır olabilecek
bir şeyi, belki arzusu hilâfında olarak yapabilir. Onun için bir de Meclis-i A‘yân
olacak olur ise Meclis-i A‘yân ‘muaddillik’ vazifesini icra eyler”. A‘yân’ın varlığı
işlerin görülmesinde gecikmelere sebep olabilirse de, yokluğu halinde memleketin
uğrayacağı zarara oranla bu gecikme hiç mesabesindedir 68.

Meclis-i A‘yân’ın gerekliliği açık olmakla beraber mevcut Kanun-ı Esasi’den


doğan sorun, “hukuk-ı hâkimeyi haiz olan bir millet tarafından intihab edilmeyen ve
itimad-ı ahaliyi haiz olmayan bir A‘yan”ın Kanun-ı Esasi’nin tadili sürecine
katılacak olmasıdır. Mademki bizde Kanun-ı Esasi hükümdar tarafından verilmiş,
millet veya vekilleri tarafından yapılmamıştır; Meclis-i Mebusan toplanır toplanmaz,
nutk-ı hümayuna cevaben ariza-i teşekküriyede Meclis-i A‘yân üyelerinin seçimle
gelmesi için talepte bulunulmalıdır 69. Celaleddin Arif, Meclis-i A‘yân üyelerinin üçte
ikisinin ahali tarafından seçilmesini, yalnız üçte birinin (Padişah değil) “hükümet”
tarafından atanmasını önerir. A‘yân üyelerinin görev süresi altı yıl olmalı; bunların
üçte biri, iki senede bir değiştirilmelidir. Kanun-ı Esasi’de belirlenenlerin (m. 62)
yanı sıra “Darülfünun hey’etlerinden” ve “muteberân-ı tüccardan” olanlar da
Hükümet tarafından atanabilmelidir. İşte yalnız böyle bir A‘yân Meclisi, Meclis-i
Mebusan ile birleşip Meclis-i Umûmî şeklinde toplanarak Kanun-ı Esasi’yi tensik
ederse millet tarafından yapılmış, “ihtiyacât-ı milliyemizi kâfil” bir Kanun-ı

68
Celaleddin Arif, “Düşündüm ki [Kanun-ı Esasi’nin tadili]”, İkdam, nr. 5193, 9 Teşrin-i sâni 1908,
s. 1.
69
Celaleddin Arif, “Düşündüm ki [Kanun-ı Esasi’nin tadili]”, İkdam, nr. 5193, 9 Teşrin-i sâni 1908,
s. 1. Celaleddin Arif, meclislerden birinin diğeri toplanmadan toplanamaması hakkındaki hükmü
meskut geçmektedir. Bu konuda Babanzade’nin önerisi için bkz. İsmail Hakkı, “A‘yân Meselesi”,
İkdam, nr. 5151, 26 Eylül 1908, s. 1.

103
Esasimiz olur 70. Celaleddin Arif’in önerisi A‘yân üyelerinin seçilmesi sürecinde
hiçbir karşılık bulmamıştır. A‘yân meselesi başka bir yolda kararlaştırılmakla
beraber tahmin ettiği gibi ariza-i teşekküriye milli hakimiyet vurgularıyla dolu bir
metin olarak ortaya çıkacaktır. Celaleddin Arif meclis istibdadına dikkat çekmekte,
Kanun-ı Esasi’nin tadili için 116. maddeden farklı bir yol önermekte, Meclis-i
A‘yân’ın yapısı meselesini Kanun-ı Esasi’yi tadil usulüyle irtibatlandırmakta ve
A‘yân’ı değişen yapısıyla Kanun-ı Esasi’yi tadil sürecinin birincil aktörü olarak
mütalaa etmektedir 71 ki sonraki süreçte ortaya çıkan sorunlara dair öngörülü
olduğunu belirtmek gerekir.

6. Kanun-ı Esasi’nin tadili bağlamında vükelanın mesuliyeti meselesinin ortaya


çıkışına; Sadrazam Kamil Paşa ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilişkilerinin
bozulmasına, bunun Meclis-i A‘yân üyelerinin atanması sürecine de etki ettiğine
değinmiştik. Siyasi tarih çerçevesinde çokca işlenen ve uluslararası bağlantıların
etkisinden 72 içerideki muhalefete kadar çok farklı vecheleri olan Kamil Paşa - İttihat
ve Terakki çatışması meselesi konumuzun kapsamını aşmaktadır. Ancak Kanun-ı
Esasi’nin tadili ve vükelanın mesuliyeti meselesi çerçevesinde esaslı bir iki nokta
üzerinde durmak, yazılarıyla Kamil Paşa kabinesinin güvensizlik oyuyla
düşürülmesine zemin hazırlayan Tanin yazarlarından hukukçu kimliği baskın olan
Babanzade İsmail Hakkı başta olmak üzere bu konudaki bazı değerlendirmeleri
aktarmak gerekmektedir. Bu süreç Meclis-i Mebusan’da Kamil Paşa’nın düşürülmesi
üzerine Mülkiye’nin hukuk-ı esasiye muallimi olan Babanzade ile Baro reisi Yusuf
Kemal’in “yaşasın hakimiyet-i milliye” diye bağırmalarıyla son bulacaktır 73. Meclis-

70
Celaleddin Arif, “Düşündüm ki [Kanun-ı Esasi’nin tadili]”, İkdam, nr. 5193, 9 Teşrin-i sâni 1908,
s. 1.
71
Celaleddin Arif, “Düşündüm ki [Kanun-ı Esasi’nin tadili]”, İkdam, nr. 5193, 9 Teşrin-i sâni 1908,
s. 1.
72
Bu konuda kritik bir yazı için bkz. İsmail Hakkı, “Zade Fi’t-Tanbur Nağmeten Uhra”, Tanin, nr.
124 [125], 5 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
73
Hükümetle Cemiyet arasındaki ihtilafın şiddetlendiği bu ilk dönemde yabancı basının jakoben
benzetmesi ve bir tepki için bkz. İsmail Hakkı, “Zade Fi’t-Tanbur Nağmeten Uhra”, Tanin, nr. 124
[125], 5 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Kabinenin düşürülmesinden sonra İttihatçılar ile Jakobenlerin
benzetilmesine dair bkz. “Jakobenler”, Tanin, nr. 205, 25 Şubat 1909, s. 3.
Hükümete müdahale meselesiyle ilgili örneğin bkz. “İttihat Cemiyeti Azasından Selanik Mebusu
Rahmi Bey’e”, İkdam, nr. 5230, 16 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Hüseyin Hilmi Paşa’nın İstanbul’a
gelmesinden bir gün önce Rahmi Bey’in mabeyne giderek sadrazamın azlini istemesi üzerine; “…
umur-ı hükümete ne sıfatla müdahale ettiğinizi ve bunu Kanun-ı Esasi ahkâmıyla nasıl telif ettiğinizi

104
i Mebusan bünyesindeki Kanun-ı Esasi Encümeni’nin aşağıda ele alınacak
çalışmalarının ritmini belirleyen de esasen Kamil Paşa kabinesinin sorumluluğu
meselesidir. Dikkat çekici diğer bir gelişme yerine gelen kabinenin Kanun-ı Esasi ile
birlikte hazırlanmış, dolayısıyla hazırlanma sürecinin hukuki algısını 74 verebilecek
temel kanunlardan biri olduğu halde I. Meşrutiyet dönemi meclislerinde
kanunlaşmadan kalan “Vükela-yı Devlet-i Aliyye’nin ve Meclis-i Vükela’nınn
Vezâifi hakkında Kanun”u tekrar gündeme alacak olmasıdır 75.

Seçim sürecinin sonuna doğru, Meclis-i Mebusan’ın açılması yaklaştıkça


hükümetin hukuki konumuyla ilgili tartışmalar da şiddetlenmiş; Tanin’de imzasız
olarak yayınlanan iki yazıda mesele değerlendirilmişti. Üslup özellikleri ve içerik
dikkate alındığında Babanzade’ye ait olduğu anlaşılan yazılarda iş başındaki
kabinenin, Meclis-i Mebusan’ın açılmasına kadar görevde kalabilecek bir geçiş
dönemi kabinesi olduğu savunulmuştur. Bu kabine iktidar ve kuvvetini, hakimiyetin
asıl sahibi olan milletten almadığı için temelsiz bir binaya benzetilmektedir. Ayrıca
Kamil Paşa’nın önceki sadaretleri ve son icraatı da eleştirilmiştir. Meclis-i
Mebusan’ın en büyük mahkeme, matbuatın da savcı olduğunun belirtilmesi de
önemlidir 76.

Babanzade, Meclis-i Mebusan’ın açılmasının arefesinde, II. Meşrutiyet’in ilk


günlerinden itibaren tekrarlandığı için manasız bir lafız haline geldiğini belirttiği
“mesuliyet” meselesini tekrar ele almış; önce Kanun-ı Esasi’de mesuliyetle ilgili
hususları, sonra kabinenin sorumluluğuyla ilgili maddenin sarih bir şekilde yaptırım

bize bildirir iseniz hukuk-ı siyasiyeden bir fasl-ı mühimmi şerh etmiş olacağınızdan size minnetdar
oluruz” ifadeleri için bkz. aynı yer.
74
Bu Kanunun (taslaklarda Kararname olarak da geçiyor) ilk taslaklarından birinde ikinci maddenin
“vükela-yı Devlet-i Aliyye işbu kanun mûcebince mezuniyetleri dahilinde olan icraatta münferiden ve
Meclis-i Vükela’da karargir olan mesâlih-i devlette müctemi‘an Hey’et-i Mebusan’a karşı mes’uldur”
şeklinde olması Kanun-ı Esasi’nin hazırlanması sürecindeki yerini açıkça ortaya koymaktadır (BOA,
Y.EE., nr. 71/33, lef 1). İşaret ettiğimiz taslakta bu maddenin üstü çizilmiştir ki bu da erken
tartışmalar hakkında fikir vermektedir.
75
Tanin, nr. 240, 1 Nisan 1909, s. 3.
76
[Babanzade İsmail Hakkı], “Kamil Paşa Kabinesi Meclis-i Mebusan Önünde”, Tanin, nr. 128, 8
Kânun-ı evvel 1908, s. 1-2; “Kamil Paşa Kabinesi Meclis-i Mebusan Önünde 2”, Tanin, nr. 129, 9
Kânun-ı evvel 1908, s. 1-2. Aynı mesele hakkında ayrıca bkz. İsmail Hakkı, “Hulûs-ı Niyyetten
Ayrılmayalım”, Tanin, nr. 132, 12 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Bu yazıda Tanin ile İttihat ve
Terakki’nin İngiliz aleyhdarı, Alman taraftarı olduğuna dair söylentiler ile “bilmem hangi bir dimağın
huceyrât-ı mevhûmesinden bir heyûla-yı mahûf gibi sâdır olan gençlerden mürekkeb kabine”
söylentisi de değerlendirilmiştir. Bkz. aynı yer.

105
içermemesini değerlendirmiştir. Babanzade’ye göre, buna rağmen Meclis-i
Mebusan’ın elinde “mutlaka Meclis-i Mebusan’ın tasdikine mukârin olmak icab eden
icraat ve ef‘âl-i hükümetin adem-i tasdikiyle kabineyi daima fevka’l-kanun bir
mevki-i müşkile koymak” gibi hükümeti zora sokacak vasıtalar vardır. En etkili
tazyik vasıtası, -mütereddit bir mesuliyet anlayışının cari olduğu, ancak “Kanun-ı
Esasisi’ne başvekilin mesuliyeti fikrini daha sarih ve kat‘î olarak derc ve idhal”
etmeyi tartışan- Almanya’da olduğu gibi bütçeyi onaylamamaktır 77.

Hükümet Meclis-i Mebusan’daki çoğunluğu tanımamakta direnirse bunun


ihtilale veya hükümet darbesine yol açabileceği ihtimallerini zikredecek kadar üslubu
şiddetlenen Babanzade, Kamil Paşa kabinesi için bunların bile sözkonusu
olamayacağını söyler. Zira bu kabinenin “menba‘ı fasiddir, temeli madumdur, daha
doğrusu yok hükmündedir”. Babanzade’ye göre hükümet Meclis-i Mebusan açılır
açılmaz istifa etmelidir; yoksa güvenoyu meselesi gündeme gelecektir 78. Güvensizlik
oyu verildiği takdirde de çekilmezse “o vakit her türlü fitne ve fesad kapılarını”
kendi eliyle açmış olacaktır. Bundan sonra ise “her şeye intizâr etmesi” lazım
gelecektir 79.

Babanzade bu aşamada kabinenin istifa etse de etmese de hesap vermesi


gerektiğini savunan bir yazı yazmıştır. Sorumluluk noktasında Kanun-ı Esasi’nin
gensoruyu (istizah) düzenleyen maddesini (m. 38), başvurulacak başka bir çare
olarak da hükümet ile meclis arasındaki ihtilafların kabinenin istifası ve meclisin
feshiyle sonuçlanma ihtimallerini içeren maddeyi (m. 35) incelemiştir. Kabine
karşısında Meclis-i Mebusan’ın “tefevvuk”unu, “kabineyi fesh etmek, otuz senelik

77
İsmail Hakkı, “Mesuliyet-i Vükelâ”, Tanin, nr. 134, 14 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
78
İbnüzziya Ahmed Reşid, “Kanun-ı Esasimiz Nasıl Islah Olunmalı?”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı
evvel 1324, s. 580-581. İbnüzziya Ahmed Reşid’e göre Meclis-i Mebusan’ın güvenini kazanmayan bir
kabinenin, mevcut Kanun-ı Esasi’ye göre de mevkiini koruması “müşkil ve hele bekalarının temadisi
müstahildir”. Mebus seçimlerinden “pek fena hezimetlere uğrayan” sadrazam ve bazı nazırların
makamlarında kalması “bu memleketin garâib-i şuûn”undandır. Gerçekten seçimlerde Evkaf nazırı
Şemseddin Bey 30, Sadrazam Kamil Paşa 18, Orman ve Me‘adin nazırı Mavro Kardato Efendi ise 2
oy almıştı. 507 oy kullanılmıştı. Mebus seçilenlerin oyları 340-503 arasında değişmekteydi. Meclis-i
Mebusan önünde kurulmamış, onun “murakebât ve muahezâtından vareste kalmış bir hey’etin loş,
karanlık mukarrerâtından ihtirâz gerek”mekle beraber İbnüzziya, hükümetin “keyfe-mâ-yeşa azl ve
nasb” olunamaması gerektiğini, güvensizlik oyu alınca istifa ederek çekilmesinin “maksad ve gaye-i
meşrutiyete muvafık” olduğunu belirtiyor. Kabinenin teşkili vazifesi Meclis-i Mebusan’da “ekseriyet
ve galibiyeti zâhir olan fırkaya tevcih” edilmelidir. Bkz. aynı yer.
79
İsmail Hakkı, “Mesuliyet-i Vükelâ”, Tanin, nr. 134, 14 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.

106
mesaiden sonra toplanmasına muvaffakiyet hasıl olan Meclis-i Mebusan’ı
dağıtmaktan elbette hayırlıdır” şeklinde savunmuştur 80.

Tadil süreci, Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni aşamasına geldiğinde


kabinenin sorumluluğu meselesi Kamil Paşa’nın güvensizlik oyuyla düşürülmesiyle
sonuçlanacaktır. Yukarıda aktardığımız görüşlerin nasıl bir semere verdiğini, nereye
bağlandığını gösterebilmek için, Kanun-ı Esasi’nin ne zaman tadil edileceğiyle ilgili
tereddütleri ele almadan önce kronolojik akıştan feragat edeceğiz.

Babanzade İsmail Hakkı, Kamil Paşa hükümetinin güvensizlik oyuyla


düşürüldüğü gün çıkan yazısında Sadrazamın nazırları değiştirme hakkını
değerlendirir 81. Kamil Paşa’nın kabinede değişiklik yapması üzerine Meclis-i
Mebusan’da hükümet hakkında birçok gensoru önergesi verilerek Gümülcineli
İsmail Bey ve arkadaşlarının önergesinin gündeme alınmasına karar verilmişti 82.
İkdam gazetesinde çıkan bir yazıda gensoru kararı eleştirilir ve Sadrazamın nazırları
değiştirme hakkı “bazı nazariyât-ı siyasiye”ye dayandırılarak geniş bir şekilde
yorumlanır 83. Babanzade, kabine reisinin sorumlu tutulabilmesi için bu konuda
mutlak yetki sahibi olması gerektiği, aksi takdirde Meclis-i Mebusan’ın hukuka
aykırı olarak bu sorumluluğa ortak olacağı tezini 84 yazı konusu yapmıştır.

80
İsmail Hakkı, “Vükelânın Parlamento Karşısında Mes’uliyeti”, Tanin, nr. 143, 23 Kânun-ı evvel
1908, s. 2-3. Kamil Paşa ile ilgili eleştirilerin uluslararası bir mesele haline getirilmesine karşı
çıkmaktadır: “Ricâl-i siyasiyemizin zaten öteden beri mutâdıdır, istinadgâhlarını teveccühât-ı
umûmiye-i millette değil, hariçte ararlar ve haric ani’l-merkez olmaktan çekinmezler… bu haric ani’l-
merkez mücahedâta nihayet vermeli… dedikodumuzu kendi aramızda halledelim. Ecnebilerin
burnunu sırf kendimize ait bir davaya sokmayalım” (İsmail Hakkı, “Teşrihi Muktazi Bir Halet-i
Ruhiye ve Matbuat-ı Ecnebiye”, Tanin, nr. 144, 24 Kanun-ı evvel 1908, s. 3). Babanzade’ye göre
yabancı basın şöyle telkinler altındadır: “Kabineyi tenkit edenlerin sözlerine bakmayın. Onlar
garazkârdır. Onlar makam-ı iktidara göz dikmişlerdir. Onlar tecrübesizdir. Onlar çoluk çocuk
makûlesidir. Beride bir pîr-i muhterem, ötede bir nev-civan-ı acûl u bî-ihtiyat. İngiltere politikasını en
iyi sevk ve idare edecek kabine isterseniz o da budur ilh…” (aynı yer).
81
Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193,
13 Şubat 1909, s. 1-2.
82
MM, I, 1/26, 29 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 570-572. Gümülcineli İsmail başta olmak üzere
önergeye imza atan Mansurizade Said (Manisa), Halil Menteşe (Menteşe), Mustafa Arif (Kırkkilise)
ve Seyyid Bey’in (İzmir) siyasi kariyerleri ve hukukçu kimlikleri dikkat çekicidir (MMZC, I, 570).
Kamil Paşa kabinesi güvensizlik oyuyla düştükten sonra Emanuel Karasu (Selanik), Kamil Paşa’nın
asıl amaçları hakkında inceleme yapılmasını istemiş, ancak takriri kabul edilmemiştir (MM, I, 1/28, 1
Şubat 1324: MMZC, I, 621).
83
YY, “Meclis-i Mebusan’da Dünkü İstizah”, İkdam, nr. 5286, 12 Şubat 1909, s. 1.
84
Babanzade’nin taraflı olduğunu düşündüğü yazının ilgili kısmı şöyle: “Dünyanın hiçbir yerinde
Meclis-i Mebusan kabine reisine ne için filancayı refakatine aldın diyemez. Kabine reisi kabineye

107
Babanzade, mutlak yetki konusunda ileri sürülen tezin ne klasik kitaplardaki
kurallara, ne de meşrutiyetle yönetilen ülkelerdeki teamüllere uyduğunu belirttikten
sonra; kabineyi “memleketin hârisi, muhafızı, daha Türkçesi bekçisi” olarak
tanımlayarak, “bekçi” benzetmesi üzerinden “bekçi-başı”nın değişikliklerden
sorumlu tutulabileceğini söylemektedir. Babanzade’ye göre gözden kaçırılmak
istenen asıl nokta kabinenin başvekilden ibaret olmadığıdır 85. Meclis-i Mebusan
sadrazamla birlikte kabine üyelerine de güvenoyu vermiş, ayrıca gensoru
önergeleriyle tek tek davet ederek haklarındaki güvenini pekiştirmiş; hele azledilen
harbiye ve bahriye nazırları hakkında birkaç gün önce kanaatini belirtmişti 86.
“Mazhar-ı itimad-ı millet” olan bu nazırları sadrazam “hod-be-hod” azledemez,
sadece istifaya davet edebilir. Kamil Paşa, azil gerekçesini hem kabinedeki
arkadaşlarına, hem de Meclis-i Mebusan’a izah ederek “münasib görür iseniz devam
ederim” demiş olsaydı gensoruya da gerek kalmazdı. Babanzade, Meclis-i
Mebusan’ın kabine değişikliğine karışmasının sorumluluğa ortak olmak şeklinde
yorumlanmasını da temelsiz buluyor. Zira Meclis-i Mebusan, güvenini kazanan
kimseler iş başına gelene kadar ısrarla muhalefet etmeye yetkilidir 87.

İngiltere misal gösterilerek kabine reisinin gensoruya cevap vermeme hakkı


olduğunun söylenmesi karşısında Babanzade, “demek sadrazam cevap vermese bile
refikimiz alkışlayacak. Esrâr-ı devlet, hikmet-i hükümet, icâb-ı hal ü maslahat diye
bu mesleke senâ-hân olacak” sözleriyle İkdam’ın tavrını eleştirir; “hukuk-ı
siyasiye”ye dayandırılmak istenen bu görüşü reddeder. Zira sadrazamın sorumluluğu

istediğini alabilir. Bu esas kabul edilmeyecek olur ise reis-i vükelânın mes’uliyeti bir lafz-ı bî-mâna
hükmünde kalır. Mademki reis-i vükelâya itimat edilmiştir, onun intihâb-ı nuzzâr hakkındaki re’yi
tasvib edilmek lazım gelir. Bu tasvib edilmeyecek olur ise ya reis-i vükelâya adem-i itimat beyan
etmeli yahut kabine reisine ‘biz seni mes’uliyet-i kâmilenden tebri’e ediyoruz ve senin mes’uliyetine
iştirâk ediyoruz. Şayet sana rüfekândan dolayı bir mes’uliyet teveccüh ederse korkma, biz de bu
mes’uliyete müşterekiz’ cevab-ı kanun-şikenânesini vermelidir” (YY, “Meclis-i Mebusan’da Dünkü
İstizah”, İkdam, nr. 5286, 12 Şubat 1909, s. 1).
85
Babanzade kabinenin güvenilirliğini sağlayan, başvekilden daha önemli kabine üyeleri
olabileceğine Fransa’dan bir örnek veriyor (Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve
Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193, 13 Şubat 1909, s. 1). Bizde vükelânın ya hak ve yetkilerini
bilmediklerinden veya sorumluluğu Sadarete yüklemek istediklerinden dolayı her iş için Sadaret’e
başvurması da eleştirilmiştir (YY, “Mesuliyet ve Hukuk-ı Vükelâ Hakkında Bir Mülahaza”, İstişare,
nr. 2, 11 Eylül 1324, s. 49-50.
86
Bkz. MM, I, 1/23, 22 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 463-464, 481-487.
87
Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193,
13 Şubat 1909, s. 1.

108
üzerine alarak cevaptan imtina etmesi sadece dış politikayla ilgili hususlarda ve
belirli bir süre için sözkonusu olabilir. Bunun sebebi de “nezâket-i düveliye”dir,
“hukuk-ı siyasiye” değil. Babanzade, henüz gazetelerde açıkça dillendirilmese de
Kanun-ı Esasi’de “itimat” lafzı olmadığı, sadrazamın izahat vermeye de, güvensizlik
oyuna uymaya da mecbur olmadığı fikrini ileri süren kişiler olduğunu belirtiyor. Ona
göre bu fikir meşrutiyetin tarihine, ruhuna, teamüllere ve Meclis-i Mebusan’da
görülen son örneklere aykırı olduğu gibi Kamil Paşa’nın beyannamesinde geçen
“kabinenin şimdiye kadar takip eylediği ve mazhar-ı tasvib ve tasdik olduğu halde
takip eyleyeceği meslek-i siyasî…” ifadelerine de aykırıdır. Şekle çok bağlı
kalınacaksa Meclis-i Mebusan “adem-i itimat” kararı yerine “adem-i tasvib” kararı
verebilir 88.

Babanzade, başvekilin kabine üyelerinden bazılarını “arzu ve keyfine” göre


değiştiremeyeceğini İngiltere, Fransa ve İtalya’dan örneklerle 89 ispat etmeye çalışır.
Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesinin kamuoyunda sadece koltuk kavgası olarak
algılanabileceğinin farkında olan yazar, kabinenin başvekille özdeşleştirilmesini
zaten mütereddit olan kamuoyunu “büsbütün zıvanasından çıkarmak” olarak
nitelendirir. Kabinenin Kamil Paşa’yla özdeş görülmesi bir yana, sadrazam kendini
padişahın da üstüne koymakta, Said Paşa kabinesi meselesinde “hatt-ı hümayun”la
yapılamayan şimdi “hatt-ı hümayun”suz yapılmak istenmektedir. Babanzade, önceki
olayda hiç değilse “bir ferman var”dı, şimdi Sadaret mi “ferman-fermâ olacak”tır?
sorusunu sorar 90.

88
Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193,
13 Şubat 1909, s. 1.
89
Babanzade bazılarının iddia ettiği gibi, sadrazamın Almanya’daki şansölyeye benzetilmeyeceğini
belirtiyor. Öncelikle Almanya’daki siyasi yapı, ülkeyi yirmi yıl demir pençesiyle yöneten Bismarck’ın
“adeta kendi şahsı için tanzim etmiş olduğu bir galat-ı siyasettir”. İkinci olarak bugün “Alman bina-yı
meşrutiyeti her taraftan çatırdıyor, nerede ise müheyya-yı inhidâm bir hale geliyor”. Bu nedenlerle
Almanya numune olarak gösterilemez (Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin Şekl-i Hâzırı ve Bazı
Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193, 13 Şubat 1909, s. 2). Bismarck’ın siyasi hayatı için bkz.
[Babanzade] İsmail Hakkı - Ali Reşad, Bismark - Hayat-ı Hususî ve Siyasîsi, Dersaadet, Babıali
Caddesi’nde 38 numaralı matbaa, 1320, s. 123-349.
90
Babanzade, meselenin siyasi boyutuyla ilgili tavrını şöyle ortaya koyar: Said Paşa kabinesi
meselesinde olduğu gibi, harbiye ve bahriye nazırları üzerinden aynı planın, aynı “tasavvur-ı sebat-
kârâne”nin yine aynı amaç için uygulamaya konulduğunu düşünmektedir. Üstelik bu sefer dolambaçlı
yollar, üstü kapalı isnat ve iftiralar (hal‘ söylentilerini kastediyor) kullanılmaktadır. “Yine hedef
harbiye ve bahriye nezaretleri. Yine onlar bir nüfuz-ı mestûrun baziçesi yapılacak”tır. Kabinedeki
diğer istifalara da dikkat çeken Babanzade, sadrazamın arkadaşlarının bile emniyetini kazanamadığını

109
Babanzade, Kamil Paşa kabinesine güvensizlik oyu verildiği (13 Şubat 1909)
Meclis görüşmelerinde de söz alarak sadrazamın meşrutiyete darbe vurduğunu ve
Meclis-i Mebusan’ın izzetinefsine dokunduğunu savunmuş ve bu konuda zaaf
gösterilmemesi gerektiğini söylemiştir 91. Tanin’in verdiği bilgiye göre güvensizlik
oyunun açıklanmasından sonra Babanzade “yaşasın hakimiyet-i milliye diye bağırır”;
Baro reisi Yusuf Kemal ise “kuvvete müstenid olmayarak ilk defa kazanılmış haklı
bir muzafferiyet diye haykırır” 92.

7. Görüldüğü gibi ilk aylardan itibaren Kanun-ı Esasi’nin tadil edilmesi


gerektiği yönünde kesin bir kanaat oluşmuş; yeni düzenin idamesi, Meclis-i
Mebusan’ın üstünlüğü ve yeni kadroların etkinliği bakımından bunun zorunlu olduğu
dillendirilmiştir. Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesi hem Meclis-i Mebusan’ın
üstünlüğünün tescili, hem yeni kadroların zaferi olarak yorumlanmıştır.

Kanun-ı Esasi’nin tadili konusundaki kesin kanaatlere rağmen, tadilin zamanı


konusundaki tereddütler de Kamil Paşa kabinesiyle İttihatçılar arasındaki ihtilafın
seyri takip edilerek tespit edilebilir. Meclis-i Mebusan’ın açılmasından üç gün önce
Hüseyin Cahit, mecliste kurulabilecek fırkaları ve meclisin yapacağı işleri
değerlendirdiği yazısında meclis açıldıktan sonra iki yol takip edilebileceğini söyler.
Ya Kanun-ı Esasi tadiline teşebbüs edilecektir ya da eldeki Kanun-ı Esasi ile iş
görmeye başlanacaktır. Hüseyin Cahit’e göre Kanun-ı Esasi “sahil-i selâmete
çıkmağa mahsus” bir gemiye benzetilirse mevcut Kanun-ı Esasi’nin “İdare-i
Mahsûsa vapurlarından” pek farkı yoktur. Bu vapurla yola çıkmak mı, yoksa

söyler. Bütün bunlara rağmen “her ne var, her ne yok ise Kamil Paşa’nın şahsıdır” denilmesini “idare-
i şahsiyenin en merdûd bir şeklini tervic” etmek olarak görür (Babanzade İsmail Hakkı, “Kabinenin
Şekl-i Hâzırı ve Bazı Nazariyât-ı Siyasiye”, Tanin, nr. 193, 13 Şubat 1909, s. 2). Kabinenin
düşürülmesi meselesinde Meclis-i Mebusan’ın Kanun-ı Esasi’ye uygun davrandığını savunan
Osmanischer Lloyd’dan alınma bir yazı için bkz. “Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi’ye Muhalif
Hareket Etti mi?”, Tanin, nr. 200, 20 Şubat 1909, s. 2. Yine aynı gazeteden alınan bir makale için
bkz. “Tebeddül-i Vükelâ – Kanun-ı Esasi Nokta-i Nazarından Tedkik-i Mesele”, Tanin, nr. 195, 15
Şubat 1909, s. 2-3.
91
MM, I, 1/27, 31 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 606-607.
92
Resmî zabıtlarda Cavid Bey’in “yaşasın hakimiyet-i milliyemiz” dediği kayıtlıdır. Yusuf Kemal’in
ifadeleri ise şöyle aktarılmıştır: “Osmanlı mebusları millet-i Osmaniyenin tarihinde kuvvete müstenid
olmayıp, sırf hakka müstenid olarak bugün hakimiyetini gösteriyor. O şerefe nail olduğunuzdan dolayı
cümlenize beyan-ı tebrikat ederim”. Resmî zabıtlar ile gazetenin zabıtları arasında önemli
sayılabilecek başka farklar da vardır. Krş. “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 194, 14 Şubat 1909, s.
1-3; MMZC, I, 590-611. Yusuf Kemal, hatıralarında o akşam Ayasofya Meydanı’nı “yaşasın milli
hakimiyet!!! avazeleriyle” çınlattıklarını belirtir (Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 110).

110
olduğumuz yerde bekleyip “uzun süreceği melhûz bulunan tamiratı” ile uğraşmak mı
uygundur? Tamirin gerekliliği için ileri sürülebilecek deliller kadar vakit
kaybetmemenin gerekliliği konusunda da deliller bulunmaktadır. Ona göre “fırtına
zuhur etmeden bir an evvel maksada yürümeye çalışmak”, Kanun-ı Esasi’yle ilgili
girişimleri hiç değilse gelecek yasama dönemine bırakmak daha uygundur. Hüseyin
Cahit’e göre “bugün cihan bizden icraat, faaliyât” beklemektedir, bir iş görmeyip
“muttasıl Kanun-ı Esasi tashihi” ile meşgul olunursa hiçbir şey değişmemiş, “eski
suistimalât haliyle kalmış” olur 93.

Hüseyin Cahit’in on gün sonra tadilin vakti konusundaki fikirlerinde ciddi bir
değişiklik olduğu görülür 94. Bu arada Meclis-i Mebusan’ın açıldığı günlerde ihtilaf
restleşme aşamasına gelmiştir. Paris’te bulunan İttihatçı liderlerden Doktor Nazım
Bey Temps’te yayınlanan ropörtajında “hakimiyet-i milliye” ve “vükelanın
Parlamentoya karşı mesuliyeti”nin kesin bir şekilde belirlenmesi için Meclis-i
Mebusan’ın ilk önce Kanun-ı Esasi’yi tadil edeceğini belirtmiş; Kamil Paşa için ise
“maziye ait bir adamdır. Şeyhuheti hasebiyle idare-i cedîde mukteziyatına tevfik-i
hareket edemez. Devr-i sabıkın hem ataletine hem fikr-i istibdad ve tahakkümüne
maliktir ve hiçbir suretle murakabeye tahammül edemez” demişti 95. Buna karşın
Temps aynı günlerde Meclis-i Mebusan’ın hükümeti düşürmeye hakkı olup
olmadığını tartışmaya açmıştı 96. Kamil Paşa La Turquie gazetesine verdiği mülakatta
Meclis-i Mebusan’ın açılışında Padişahın yemin etmemiş olmasını Kanun-ı Esasi’de
böyle bir madde olmamasıyla açıklamış, kabinenin istifa edip etmeyeceği sorusuna
da izahat verileceğini belirterek cevap vermiştir 97.

93
Hüseyin Cahit, “Fırkalar, Meseleler”, Tanin, nr. 134, 14 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
94
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
95
“Doktor Nazım Bey’in İfadâtı”, Tanin, nr. 142, 22 Kânun-ı evvel 1908, s. 1-2.
96
Ali Kemal, “Kanun-ı Esasimiz ve Bir Mesele-i Esasiye-i Meşveret”, İkdam, nr. 5238, 24 Kânun-ı
evvel 1908, s. 1. Mekteb-i Hukuk’un ilk muallim kadrosundan Kemal Paşazade Said Bey’in Medhal-i
Usûl-i Mesuliyet-i Vükela adlı eseri de bu tartışmalı ortamda yayınlanmıştır. Bkz. Kemal Paşazade
Said, Medhal-i Usûl-i Mesuliyet-i Vükela, Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye, Darü’t-tıbâ‘atü’l-Âmire, Hicri
1326. Kapak notu şöyledir: Bizde usûl-i mesuliyet-i vükelaya dair bir gûne eser mevcut olmadığından
ebnâ-yı vatanca bu babda bir fikir hâsıl olması maksadına mebni işbu risalenin tertibine mücâseret
eyledim”. Ele aldığımız tartışmalarla ilgili olarak özellikle bkz. age, s. 15-17. Yayın tarihinin Rumi
takvime göre alınması, kitabın bağlamını tespiti noktasında yanıltıcı olacaktır. Kitabın yayınlanmasına
dair bkz. “Mesuliyet-i Vükelâ”, Tanin, nr. 150, 30 Kânun-ı evvel 1908, s. 3.
97
“Kamil Paşa ile Mülakat”, Tanin, nr. 142, 22 Kânun-ı evvel 1908, s. 2. Ayrıca bkz. Hüseyin Cahit,
“Tahlif Meselesi”, Tanin, nr. 141, 21 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.

111
Hüseyin Cahit, Kamil Paşa - İttihat ve Terakki ihtilafını Kanun-ı Esasi
merkezli bir sorun olarak Sadaret meselesiyle bağlantılandırmaktadır. Kanun-ı
Esasi’nin eksikliklerinin altını çizen ifadelerini zikrediyoruz:

“Evvelemirde şurasını açıkça söyleyeyim ki bugünkü günde Kanun-ı Esasi gayet


nakıstır. Hele hukuk-ı milleti muhafaza nokta-i nazarından pek âcizdir. Biz bu Kanun-
ı Esasi’ye malik olduk diye rahat edemeyiz, emin olamayız. Çünkü Kanun-ı Esasi
hiçbir zaman hakimiyet-i milliyeyi temin etmemiştir. Hakiki bir meşrutiyete vâsıl
olmak üzere daha birçok muhacemâtta bulunmağa muhtaç olacağız gibi görünüyor.
Binâenaleyh her şey temin edilmiş, her hak istirdâd olunmuş emniyetiyle gaflete
dalmak ittihadımızın lüzumu kalmadığına hükm etmek ancak ellerindeki istibdat ve
kuvvetin bütün bütün kaçmasından korkan tarafların hoşuna gidebilir bir mütalaa-i
sakîmedir.
Kanun-ı Esasimizin böyle nakıs olması, millete hakk-ı hürriyeti ve hakimiyetini
vermemesi pek kolay kabil-i izahtır… 1293 Kanun-ı Esasisi’ni millet almamıştı,
millete vermişlerdi. Hatta en son dakikaya kadar bu kadarını kabul ettirmek için ne
gayretler sarf edilmiş olduğunu tarih yazacaktır. Bizim pek eski meselemizdir, ‘bahşiş
atın dişine bakılmaz’. İşte Kanun-ı Esasi’nin zayıf noktası budur. Bu bir bahşiş idi,
binaenaleyh nakıs olmak zaruri idi. Hiç olmazsa bu kadarına malik olmak bütün bütün
mahrum kalmaktan iyi idi. Binaenaleyh ilk hatve olmak itibariyle bir şey denemez.
Fakat bugün millet, otuz iki senelik bir devre-i mihnet ve felaketten sonra ikinci
hatveyi, asıl hatve-i hak ve hürriyeti kendiliğinden atıyor ve görüyor ki elindeki
Kanun-ı Esasi nakıstır, âmâl-i millet ile gayr-ı kâbil-i te’liftir, selamet-i vatanı
teminden âcizdir. Durup dururken verildiği zaman şayan-ı kabul olan bu Kanun-ı
Esasi arzu-yı umumi neticesinde alındığı zaman kabule şayan değildir” 98.
Hüseyin Cahit, İnkılabı yapanların Kanun-ı Esasi’nin hakimiyet-i milliye
çerçevesinde tadil edilmesini düşündüklerini belirttikten sonra Sadrazam ve
vükelanın onlarla beraber çalışmadıklarını; “henüz elinde bulundurduğu meş’um bir
iktidar-ı mutlakın son parçalarına yapışıp münasip bir fırsat zuhur ettiği zaman
kaybedilen kuvveti adım adım tekrar kazanmak” istediklerini iddia eder. Ona göre
Kamil Paşa başvekil veya reis-i vükela ünvanını “gurur ve nahvet-i vezaret-i
uzmâsıyla kabil-i telif görmeyen bir sadrazam”dır 99. Hüseyin Cahit bütün
hücumlarını “sadaret” kavramı üzerinden yapmaktadır. O’na göre, Sadaret “hükm-i
mutlakın, istibdadın son ilticagâhı halinde, müheyya-yı inkıraz, fakat herhalde pâ-
ber-câ-yı sebat bir eski kale gibi duruyor. Bu kalenin içinde kalben ve ruhen
müstebid bir kumandan var ki sırf kendi kuvvetini muhafaza etmek yahut yaranmak

98
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1. Sadaret
meselesindeki hassasiyet İttihatçılara mahsus değildir. Bkz. YY, “Sadaret-i Uzmâ ve Başvekalet”,
Hukuk-ı Umumiye, nr. 78, 2 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
99
Kendisiyle beraber çalışmış olan Abdurrahman Şeref, Kamil Paşa’nın iyi bir hatip olmadığı için
Parlamenter bir başvekil olamadığı kanaatindedir. Bkz. Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri,
İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1339, s. 372.

112
emeliyle milletin hürriyet-i hakikiyeye doğru yürümesine engel olmak istiyor”.
Ondan dolayı Kanun-ı Esasi tadilinde ilk nazara alınacak nokta bu sadaret
meselesidir 100.

31 Mart’tan sonra, sadaret ünvanının “reis-i vükelâ veya başvekile tebdil”i


gündeme gelecektir. Kanun-ı Esasi tadillerinin Meclis-i Mebusan görüşmeleri
safhasında hiç taraftar bulamayan 101 bu görüşün, yazının yazıldığı 31 Mart öncesi
siyasi atmosferde ciddi bir karşılığı vardır: “Sadaret Millet Meclisi’nin fevkinde bir
kuvve-i mutlaka halinde kaldıkça memlekette hürriyet-i hakikiye yoktur… meşrutiyet,
hürriyet, adalet kelimeleri bir mudhika, bir riyadır… Çünkü Sadaret’in kuvveti
Meclis-i Mebusan’ın fevkindedir. Çünkü Sadaret, Meclis-i Mebusan’ın teftişine tabi
değildir. Çünkü Sadaret kuvvetini menba‘ını milletten alır bir kuvvet değildir”.
Hüseyin Cahit, Kanun-ı Esasi’nin bu halde kalması durumunda “millet” ile Sadaret
arasında daimi bir ihtilaf olacağını iddia ederek şunu önerir: “… bugün kuvvet
millette iken bir müessir-i muzâd-ı taaffün usulüyle hastalık tohumlarını kanundan
silmelidir” 102.

Padişahın Meclis-i Mebusan’ın açılışı sırasında okunan nutku, buna karşı


şiddetli hakimiyet-i milliye vurguları taşıyan ariza-i teşekküriye, Ahmed Rıza’nın
nutku gibi gelişmeler Kanun-ı Esasi tadili meselesini daha yakın tarihlere çekme
fonksiyonu görmüş gibidir 103. Bu noktada Kanun-ı Esasi tadilinin mi, ıslahatın mı
daha öncelikli olduğu sorusu bir kelime oyunuyla şöyle cevaplanır: “Kanun-ı
Esasi’nin hakimiyet-i milliye lüzumuna göre tadili vâcib, memleketin muhtaç olduğu
ıslahatın bir an evvel icrası da lâ-büd”. Ancak yine de bütçenin çıkarılmasının
önceliği zikredilir, sonra ise Kanun-ı Esasi tadil edilecektir; zira “hak ve adalet
düşmanı uyumaz” 104.

100
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
101
MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 179, 183.
102
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
103
Bkz. “Mazbata-i Teşekküriye”, Tanin, nr. 147, 27 Kânun-ı evvel 1908, s. 1; Ahmed Rıza’nın
nutku için bkz. “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 147, 27 Kânun-ı evvel 1908, s. 1-2; Hüseyin Cahit,
“Ahmed Rıza Bey’in nutku”, Tanin, nr. 148, 28 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
104
Hüseyin Cahit, “Ahmed Rıza Bey’in nutku”, Tanin, nr. 148, 28 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.

113
Kanun-ı Esasi tadilinin vakti konusunda en kritik (veya yönlendirmelerle kritik
hale getirilen 105) olay, II. Abdülhamid’in Yıldız’da mebuslara verdiği ziyafet
sırasında “Şurası malumunuz olsun ki saltanatın, devletin ve memleketin nigehbân-ı
hukuku evvel Allah, sonra millet ve Meclis-i Mebusan-ı millettir” sözleridir 106.
Hüseyin Cahit, bu sözleri “hakimiyet-i milliye meselesini bir suret-i kat‘iyede hall ü
fasl eylemiştir” şeklinde yorumlamaktadır 107. “Evet! Altı asırlık tarihimizde ilk defa
Osmanlı milleti bir asr-ı hâzır hükümet-i medeniyesi şekline suret-i kat‘iyede”
girmektedir. “Osmanlı milleti isbat-ı rüşd” etmiştir, böylece “kendi mukadderâtına
sahip olmuş sayılacaktır”. Hüseyin Cahit’e göre eldeki Kanun-ı Esasi “hakiki bir
meşrutiyet-i idare temin etmiyordu. İstibdat ile meşrutiyet arasında bir şekl-i gayr-ı
muayyen ve mübhem idi ki millet ile makam-ı saltanat bu şekl-i idare ile tam arzu
edildiği derecede birleşemezdi. Kanun[-ı Esasi’y]e müstenid bir istibdat icrası hakkı
makam-ı saltanatta mevcut idi”. Padişah bu sözleriyle Meclis-i Mebusan’ın açılış
nutkundan farklı olarak milletin istikbali yolundaki bu engeli kaldırmıştır 108. Yıldız
nutkuyla, Kanun-ı Esasi’yi tadil etmek için “millet”in zor kullanmasına gerek
kalmadığı da savunulmuştur. Hüseyin Cahit’in takip ettiği siyasetin esas amacı
Padişahın desteğini alarak Sadrazam Kamil Paşa’nın konumunu zayıflatmaktır 109.

105
Ali Kemal, Hüseyin Cahit’in Yıldız ziyafetini “bilâ-lüzûm göklere çıkar”dığını iddia etmiştir. Bkz.
Ali Kemal, “Teahhur-ı Islahatımız” yazısının “Haşiye”si, İkdam, nr. 5311, 9 Mart 1909, s. 1.
106
Padişahın nutku için bkz. “Ziyafet-i Hazret-i Padişahî”, Tanin, nr. 152, 1 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
II. Abdülhamid’in daha önce “bütün efrâd-ı millet Terakki ve İttihat Cemiyeti azasındandır. Ben de
reisleriyim. Artık birlikte çalışalım, vatanımızı ihya edelim” şeklindeki beyanatı için bkz. İkdam, nr.
5105, 11 Ağustos 1908, s. 1. Padişah’ın Yıldız’daki ziyafet sırasında söylediği “Kanun-ı Esasimiz
ahkâmının bi-inayeti’l-Kerîm muhafazasına nasb-ı nefs ettiğimi ve bunun hilafında her kim olursa
olsun onun en birinci hasmı ve en birinci düşmanı halifeniz ve padişahınız sıfatıyla ben olacağımı
temin ve teyid eylerim” ve Ali Cevad Bey aracılığıyla söylediği “millet her ne zaman isterse uğrunda
canımı fedaya etmeye hazırım” şeklindeki sözleri için bkz. “Ziyafet-i Hazret-i Padişahî”, Tanin, nr.
152, 1 Kânun-ı sâni 1909, s. 1, 4.
107
Hüseyin Cahit, “Nutk-ı Hümayun ve Hakimiyet-i Milliye”, Tanin, nr. 152, 1 Kânun-ı sani 1909, s.
1. Krş. Hüseyin Cahit Yalçın, “Sultan Hamid’in İlk ve Son Ziyafeti”, Yakın Tarihimiz, II, 46-47.
108
Hüseyin Cahit, “Nutk-ı Hümayun ve Hakimiyet-i Milliye”, Tanin, nr. 152, 1 Kânun-ı sani 1909, s.
1.
109
Hüseyin Cahit, “Yıldız Ziyafeti ve Tesiratı”, Tanin, nr. 155, 6 Kânun-ı sâni 1909, s. 1. Ayrıca bkz.
Hüseyin Cahit, “Vükelâdan İstizah”, Tanin, nr. 154, 3 Kânun-ı sâni 1909, s. 1; Hüseyin Cahit,
“Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 161, 12 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
Kamil Paşa da Meclis-i Mebusan’da verdiği izahatta Kanun-ı Esasi’nin hakimiyet-i milliye kaidesine
göre tadil edilmesinin gerektiğini belirtmişti. Yıldız Ziyafeti’nde nutuktan ve Meclisin ittifakla verdiği
karardan sonra “bu tebşir tarâvetini kaybetmiş sayılabilir” şeklindeki yorum için bkz. Hüseyin Cahit,
“Sadrazam Paşa’nın İzahatı”, Tanin, nr. 163, 14 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.

114
Meclis-i Mebusan seçim süreci, A‘yân üyelerinin atanması, Sadrazam Kâmil
Paşa ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasındaki ihtilafın şiddetlenmesi, bu arada Ahrar
Fırkası’nın ortaya çıkışı gibi hadiseler, Kanun-ı Esasi’nin tadili çerçevesinde
“vükelâ-yı devlet” ve Meclis-i A‘yân’a karşı yürütülen mücadelenin nabzını
belirlemiş ve Meclis-i Mebusan’ın üstünlüğü fikri en uç noktalara kadar sirayet
ederek tesis edilmiştir.

2.1.2. Resmi Tadil Sürecini Başlatan Adım: Alber Vitali Feraci Layihası
Meclis-i Mebusan’ın açılmasından (18 Aralık 1908) sonra Kanun-ı Esasi’nin
tadili amacıyla somut adımların atılması için uygun bir zemin oluşmuştu. Yıldız
ziyafetinin bu bakımdan kritik önemde olduğunu belirtmiştik. İstanbul mebusu Alber
Vitali Feraci ve adlarını tespit edemediğimiz iki mebusun verdiği takrirlerle resmi
süreç başlamıştır. Hüseyin Cahit “zaten makam-ı saltanat bu hususta haiz olduğu
hukuk-ı kanunîyi Yıldız ziyafetindeki nutuk ile millete terk eyle[miştir]” 110
yorumuyla bu yolun Yıldız ziyafetinde açıldığını belirttiği gibi Vitali Feraci de
takririnde bu nutka atıf yapmıştır 111. Başka bir ifadeyle saltanat makamının sahip
olduğu anayasal yetkiyi, mebusların umumi arzusuna tercüman olarak, ilk defa Vitali
Feraci ve iki mebus arkadaşı kullanmıştır.

Meclis-i Mebusan’ın ilk ayı içinde, Kanun-ı Esasi’nin tadili hakkında üç mebus
tarafından üç ayrı layiha 112 verildi (11 Ocak 1909). Gündeme alınıp alınmaması,
hangi Meclis encümenine gönderileceği, Kanun-ı Esasi’nin tadile ilişkin 116.
maddesi ile Nizamname-i Dahilî’nin kanun tanzim ve tadiliyle ilgili 27. maddesinin
kapsamı kısaca müzakere edildi ve takrirlerin yarınki gündeme alınmasına karar

110
Hüseyin Cahit, “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 161, 12 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
111
“Kanun-ı Esasi’nin Tadili hakkında Feraci Efendi tarafından İ‘tâ Edilen Lâyiha Sureti” için bkz.
MM, I, 1/10, 30 Kânun-ı evvel 1324/12 Ocak 1909: MMZC, I,136-138; orijinal metin için bkz.
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3; Şura-yı Ümmet, nr. 100, 13 Kânun-ı sâni
1909, s. 3-4; sadece tadili teklif edilen maddeler için bkz. “Kanun-ı Esasi’nin Tadili hakkında Kanun
Lâyihası”, Tanin, nr. 162, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 3.
112
Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin “Feraci Efendi ve rüfekâsı tarafından Kanun-ı Esasi’nin bazı
mevâddını tadile dair esbâb-ı mûcibeyi hâvi verilen takrir” şeklindeki ifadesi yanıltıcıdır (Elmalılı M.
Hamdi Yazır, Osmanlı Anayasasına Dair, s. 170). Diğer iki layihanın sahiplerini ve içeriklerini
tespit edemedik.

115
verildi 113. Bir gün sonraki görüşmelerde Reis Vekili Talat Bey verilen üç layihanın
da okunacağını söylediyse de sadece ilk layiha olan Vitali Feraci’nin (İstanbul)
layihası okundu ve tartışmaların sonunda Nesim Mazliyah’ın (İzmir) teklifi üzerine
diğer layihaların okunmadan Feraci layihasına eklenerek encümene tevdi edilmesi
kararlaştırıldı 114.

Layihanın Meclis-i Mebusan’da okunmasından sonra Vitali Feraci, layihasının


herhangi bir kanunun tadili için verilmiş olmadığını, dolayısıyla hükümet kanalıyla
Şura-yı Devlet’ten kanun yapmasını istemek türünden bir talep içermediğini belirtti.
Tadil teklifi, Kanun-ı Esasi’nin 116. maddesi kapsamında değerlendirilmeliydi.
Vitali Feraci’nin ifadeleriyle “bu, Meclis-i Mebusan azasının hakkı olan Kanun-ı
Esasi’nin bazı mevâddının tadili teklifidir ki doğrudan doğruya burada tedkik edilir,
sonra Meclis-i A‘yân’a gönderilir… bu kanunu biz yapacağız, bu bizim
hakkımızdır… bu haktır, biz yapacağız”. Bu aşamada Kanun-ı Esasi tadil edilmeli
midir, edilmemeli midir; buna karar vermek gerekirdi. Bu konuda ihtilaf olmadığını
belirten Vitali Feraci teklifin kabul edilip encümene gönderilmesini istedi. Layihanın
gönderileceği encümenle ilgili tartışmaların ardından Kanun-ı Esasi’nin tadili
ittifakla kabul edildi (12 Ocak 1909) 115. Meclis zabıtlarına yansımayan bir ayrıntıya
göre mebusların tamamı ayağa kalkarak 116 re’yini belirtmiş, “bunun hilâfına bir ses”
çıkmamıştı 117.

113
Ayrıntılar için bkz. Meclis-i Mebusan, I. Devre, 1. İçtima Senesi, 9. İn‘ikad, 29 Kânun-ı evvel
1324 (bundan sonra: MM, I, 1/9, 29 Kânun-ı evvel 1324/11 Ocak 1909: MMZC, I, 119-120);
Takvim-i Vekâyi, nr. 89, 30 Kânun-ı evvel 1324, s. 7-9; Tanin, nr. 161, 12 Kânun-ı sâni 1909, s. 1;
Yeni Gazete, nr. 143, 12 Kânun-ı sâni 1909, s. 2.
114
MM, I, 1/10, 30 Kânun-ı evvel 1324/12 Ocak 1909: MMZC, I, 136, 140. Vitali Feraci, Kanun-ı
Esasi Encümeni’ne seçilmemiş; tadillerin genel kuruldaki ilk müzakeresinden önce de izin almıştı
(MM, I, 1/70, 29 Nisan 1325: MMZC, III, 194).
115
MM, I, 1/10, 30 Kânun-ı evvel 1324/12 Ocak 1909: MMZC, I,138-140.
116
II. Abdülhamid’in hal‘ edilmesine karar verileceği anda da “halin ulviyetine dâl olmak üzere” önce
Reis Said Paşa, sonra hazır bulunanlar ayağa kalkacaktır. Bkz. Abdurrahman Şeref, “Sultan Hamid’in
Tahttan İndirilişi”, Yakın Tarihimiz, II, 132.
117
Tanin; nr. 162, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 2; İkdam, nr. 5256, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 2; “Meclis-i
Mebusan dün büyük bir adım attı. Kanun-ı Esasi’nin tadili lüzumunu ‘ittifak-ı âra’ ile kabul etti. Ne
kadar kuvvetli bir mahabbet-i hürriyet ile yürüdüklerini ispat için bundan kuvvetli bir delil olamaz”
(“Meclis-i Mebusan Müzakerâtı”, Tanin, nr.162, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 1).
Hüseyin Cahit, Kanun-ı Esasi’nin tadili konusunda ve esaslı noktalardan hiçbirinde ihtilaf olmamasını
Meclis-i Mebusan’da fırkaların teşekkül etmemiş olmasına delil olarak gösteriyor (Hüseyin Cahit,
“Meclis-i Mebusan’da Fırkalar”, Tanin, nr. 165, 16 Kânun-ı sâni 1909, s. 1). Mebusların parti
disiplinine bağlı kalmaları gerekliliğini de Kanun-ı Esasi’nin hakimiyet-i milliyeye göre tadili örneği

116
Vitali Feraci’nin layihası, hem içeriği hem de sonuçları bakımından Kanun-ı
Esasi’yi tadil sürecinin dönüm noktalarından biri olduğundan hakkında ayrıntılı
bilgiler vermek gerekir. 1854 Serez doğumlu olan Alber Vitali Feraci, mebus adayı
olduğu sırada İstanbul Musevilerinin önde gelen simalarından biri ve Reji İdaresi
Hukuk Müşaviriydi. Eldeki bilgilere göre uzmanlığı mektebe değil, özel derslere
dayanmaktadır 118. Musevi cemaatinin adayı olarak İstanbul’dan mebus seçilmiştir 119.
Ahrar Fırkası listesinde 120 de adı geçmekle beraber İttihat ve Terakki’nin nihai
listesinde Feraci de vardır.

Vitali Feraci, henüz mebus adaylığı sürecinde Kanun-ı Esasi’nin


değiştirilmesinin gerekliliğine işaret edenlerden biridir. Mebus olduğu takdirde takip
edeceği mesleği açıkladığı, fikirleri hakkında esaslı bilgiler edinmek bakımından çok
önemli olan seçim beyannamesinde (22 Eylül 1908), Kanun-ı Esasi’nin tadili
meselesine bir madde (m. 6) ayırmıştır. Anayasaların değiştirilmesi konusunda teenni
ve ihtiraz lâzım olmakla beraber Kanun-ı Esasi’nin bazı hükümleri “usûl-i
meşrutiyeti muhill” ve “hürriyet-i şahsiyeyi lafz-ı bi-mâna hükmünde”
bırakmaktaydı. Vitali Feraci, bunların bir an evvel değiştirilmesi ve Kanun-ı
Esasi’nin çeşitli maddelerinde yapılacağı belirtilen kanunların tanzimi konusunda

üzerinden anlatmıştır. Bkz. Hüseyin Cahit, “Cemiyet ve Fırka”, Tanin, nr. 168, 18 Kânun-ı sâni 1909,
s. 1.
118
İhsan Güneş, Türk Parlamento Tarihi: Meşrutiyete Geçiş Süreci - I. ve II. Meşrutiyet, Ankara,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yay., 1997, II, 403.
119
Musevi cemaatinin bir sorunu çerçevesinde Alber Feraci’ye hitâben kaleme alınmış bir açık
mektup için bkz. İsak Ferera, “İstanbul Musevi Mebus-ı Muhteremi Vitali Feraci[’ye] Açık Mektup”,
Mir’at, nr. 1, 1 Şubat 1324, s. 13-14.
İkdam’da, mebusluk için gerekli “evsâf-ı memdûha ve şerâit-i makbûleyi câmi” gayrımüslimlerin
isimleri bildirildiği takdirde ilan edileceğinin belirtilmesi üzerine bir Mekteb-i Hukuk mezunu (imza
yerinde Ayın Pe inisiyali vardır) Vitali Feraci’yi aday göstermiştir: “… Dersaadet’te sâkin museviler
arasında Reji İdaresi Hukuk Müşaviri saadetlü Vitali Feraci Efendi iffet ve istikamet ve vak‘ u
haysiyeti haiz ve malumat-ı Garbiye ve Şarkiyeye vâkıf hukukşinasândan bir zât olup mebusluk
vazife-i mukaddesesini bi-hakkın ifaya kâdir olacağını hasbe’l-hamiyye arz ederim” (İkdam, nr.
5144, 19 Eylül 1908, s. 2).
“Feraci Efendi, ilmini, fazlını ve istikametini husemâsına bile takdir ettirmiş Musevi muteberanından”
olduğunun belirtildiği bir yazıda ilginç bir mülakat aktarılır. Gazetecilerden birinin “Musevi milletinin
mebusuyum” cevabını almak ve Tütün Reji İdaresi’nin menfaatlerine hizmet edip etmeyeceğini
öğrenmek üzere sorduğu “Meclis-i Mebusan’da Reji’nin mebus mu, yoksa millet-i Museviyenin
mebusu mu olacaksınız?” şeklindeki soruya Feraci “ne o, ne bu! Osmanlı mebusu olacağı” cevabını
tereddüt etmeden vermiştir. Bkz. İbnüzziya, “İcmal-i Dahilî”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı evvel 1324,
s. 618.
120
Pandalaki Kozmidi, Konstantin Konstantinidi ve Kirkor Zöhrab’ın durumu da aynıdır. Bkz.
“İkdam’ın Namzedleri”, İkdam, nr. 5225, 11 Kânun-ı evvel 1908, s. 2.

117
üstüne düşeni yapacağını vadetmiştir. Kabinenin sorumluluğu meselesi beyannamede
(m. 2) tersinden bir noktaya dikkat çekilirken geçer: Meclis-i Mebusan’ın hükümeti
(ve memurların muamelatını) tenkit ve teftiş etmek hak ve yetkisini sürekli ve cidden
koruması gerekir, ancak mebus adayı hükümete müdahale edilmesine meydan
bırakmamayı ve “inzibat-ı hükümetle asayiş-i umûmînin istikrarını”n korunmasını da
vazife edinmiştir 121.

Vitali Feraci’nin Kanun-ı Esasi tadiliyle ilgili layihası Meclis-i Mebusan


Riyâseti’ne hitaben yazılmış bir takrir ile değişiklik tekliflerinden (12 madde ve bir
ek madde) oluşur 122. Kanun-ı Esasi’nin kabulünü hürriyet mücadelesiyle
irtibatlandıran Vitali Feraci, Kanun-ı Esasi’de hakimiyet-i milliye ve “usûl-i sahîha-i
meşrutiyet”le bağdaşmayacak hükümlerin bulunmasını -şahıs veya makam
belirtmeden- hürriyet mücahidlerinin karşılaştığı mukavemete bağlar. Hakimiyet-i
milliye ve “usûl-i meşrûta”nın tamamen tesis edilmesi için bir an evvel bu türden
hükümlerin fesh veya tadil edilmesi elzemdir. Feraci bu noktada, Hüseyin Cahit’i
takip ederek, Padişahın mebuslara verdiği ziyafetteki nutkunda “saltanat ve devlet ve
memleketin nigehbân-ı hukuku evvel Allah, sonra millet ve Meclis-i Mebusan
olacağı”na dair sözlerini bu zorunluluğun Padişah tarafından da takdir edilmesine
bağlar 123.

Vitali Feraci layihası Kanun-ı Esasi’de oldukça kapsamlı değişiklikler


öngörmektedir. 7. maddeye bir fıkra eklenecek; 27, 35 ve 43. maddeler tadil
edilecek; 53-54, 60-64, 66, 67, 72, 77. maddeler yerine yeni hükümler kaim olacak;
80. madde ile 113. maddenin son fıkrası kaldırılacak; Kanun-ı Esasi’nin 77.
maddesindeki değişiklikten ötürü Meclis-i Mebusan Nizamname-i Dahilîsi’nin

121
“İntihabât”, İkdam, nr. 5147, 22 Eylül 1908, s. 2. Vitali Feraci’ye göre milletin saadetini temin ve
“Devlet-i Osmaniyenin şanını i‘lâ ile düvel-i mütemeddine ve muazzama meyânında bir mevki-i
mümtaz işgaline müsta‘id ve muhikk olduğunu herkese takdir ettirmek” için takip edilecek programın
diğer maddeleri şunlardır: Meşrutiyetin her türlü taarruzdan korunması ve Osmanlı ittihadının tahkim
ve takviyesi, hürriyet ve adaletin temini için kanunlara tamamen uyulması ve sulh mahkemesinden
Temyiz mahkemesine kadar tevzi-i adalet vazifesinin “malumat-ı kanuniyeleri ve evsâf-ı memdûhaları
malum ve mücerreb olanlara tevdi kılınma”sı, esasen dostâne olması gereken devletlerarası ilişkilerde
zaaf ve acze hamledilebilecek sulh emellerinden kaçınarak milletin hukuk ve haysiyetinin korumak ve
“kuvve-i berriye ve bahriyemizin te‘âlî-i şan ü şerefine çalışmak”, Meclis-i Mebusan’dan büyük işler
beklendiğinden vakit kaybına sebep olacak tartışmalardan kaçınarak hükümetle birlikte bir “sa‘y u
amel programı” tanzim etmek (aynı yer).
122
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
123
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.

118
Meclis-i Mebusan reis ve reis vekillerinin seçimine dair olan maddeleri kaldırıldığı
gibi diğer maddeleri de “hakimiyet-i milliye esasıyla tevfik olunmak üzere ayrıca
tadil olunacaktır”.

Layihada değişikliği istenilen hükümler üç esasa irca edilebilir: Hükümetin


Meclis-i Mebusan’a karşı mesuliyeti, Meclis-i A‘yân üyelerinin seçim ve tayini
usûlünün “hakimiyet-i milliyenin tesirat-ı tabiiyesiyle tevfîki” ve “usûl ve kavânîn-i
mevzûa haricinde Osmanlıların hukuk-ı medeniyesinin ve hürriyet-i şahsiyesinin
hangi taraftan olursa olsun taarruzdan masûniyeti” 124. Layiha esasen hükümetin
Meclis-i Mebusan’a karşı sorumluluğu başta olmak üzere esas teşkilat yapısının
parlamenter sistem modeliyle uyumlu hale getirilmesine dönük hükümler önermekte,
Meclis-i Mebusan’ın yetkilerini tahkim etmekte, aynı zamanda Meclis-i Mebusan
karşısında muhtemel bir iktidar odağı olan Meclis-i A‘yân’ın yapısını tamamen
değiştirmektedir. Takrirdeki değini bir yana, 113. maddenin kaldırılması dışında
temel haklarla ilgili herhangi bir mütalaa veya değişiklik teklifi ileri sürülmemiştir.

Vitali Feraci, padişahın haklarının düzenlendiği 7. maddeye “şu kadar ki zât-ı


hazret-i padişahî gayr-ı mes’ul olduklarından işbu madde-i kanuniye mûcebince
sudûr edecek her irade-i seniyyede hükm-i iradenin hangi kanuna istinâd edildiği
gösterilerek bunun mesuliyetini der-uhde etmiş olan Hey’et-i Vükelâ’dan vekil-i
âidinin imzası iradenin zîrine vaz edilmiş bulunmak şarttır” fıkrasının eklenmesini
teklif etmiştir. Vurgulanan ifadelerden anlaşılacağı üzere karşı-imza kuralı
getirilmektedir. Padişahın sorumsuzluğu esası açıkça zikredilmekte, vükelanın azil
ve nasbından Meclis-i Mebusan’ın feshine kadar 7. maddede sayılan “hukuk-ı
mukaddese-i padişahî”nin ancak sorumluluğu üstlenecek ilgili kabine üyesinin
imzası ile hukuken geçerlilik kazanacağı belirlenmektedir. Teklifteki “her irade-i
seniyyede hükm-i iradenin hangi kanuna istinâd edildiği gösterilerek” ifadesi,
padişah iradeleriyle ilgili ek bir kanunîlik kaydı getirmektedir. Bu kayıt, iradelerin
keyfiliği/hukukî değerden yoksunluğuna dair 19. yüzyıl boyunca Avrupa devletleri
tarafından resmî veya gayrıresmî şekillerde dile getirilmekte olan iddiaların bir
yansıması olduğu gibi, güncel olarak eski rejime atfen eklenmiş olmalıdır 125.

124
Aynı yer.
125
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.

119
Vitali Feraci’nin, Said Paşa kabinesinin sonunu getiren, 27. maddeyle ilgili
tadil teklifi kabinenin kuruluş itibariyle parlamenter sisteme uyumlu hale
getirilmesini öngörmektedir. Önceki düzenlemede olduğu gibi sadrazam ve
şeyhülislam padişah tarafından; diğer kabine üyeleri ise yine padişahın iradesiyle,
ancak “makam-ı Sadaret’in intihâb ve inhâsı üzerine” atanacaktır. Kabine ile Meclis
arasında ihtilaf çıkması durumunda -belirli şartlar gerçekleşirse- Meclisin feshini
düzenleyen 35. maddeyle ilgili değişiklik hakkında Vitali Feraci, her ne kadar “tadil”
kelimesini kullanıyorsa da fesihle ilgili hükmü tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Yerine teklif edilen hükmün Meclisin feshiyle alakası yoktur. Yeni hükme göre
kabine veya bir kabine üyesince talep edilen güvenoyu Meclis tarafından reddedilir
veya gensoru üzerine Meclis’ce güvensizlik oyu verilirse; kabine hep birlikte istifa
etmeye mecburdur, güvensizlik oyu bir nazır hakkında ise sadece o nazır istifa
etmeye mecburdur. Sadrazamın istifası halinde diğer kabine üyeleri de istifa etmiş
sayılır. Dolambaçlı da olsa teklif sahibi, kabine üyelerinin kolektif ve bireysel
sorumluluklarını öngörerek siyasal sorumluluk bakımından kabinenin parlamenter
sisteme uygun hale getirilmesini önermektedir 126.

Önceden padişah Meclis-i Umûmî’nin açılması ve kapanmasıyla ilgili mutlak


yetki sahibi (m. 43) iken, artık Meclis-i Umûmî’nin kendiliğinden açılması ve dört
aylık (Kasım başından Mart başına) çalışma döneminin sonunda kapanması mutlak
bir ilke olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Meclis-i Umûmî’nin fevkalâde toplantıya
davet edilmesi ve buna son verilmesi yetkisini padişah ancak Meclis-i Vükelâ kararı
üzerine kullanabilecektir 127.

Yasama faaliyetinin merkezine Şura-yı Devlet’i yerleştiren; kanun tanzim ve


tadiline dair teklif yetkisini esasen hükümete, “vazife-i muayyeneleri dairesinde”
bulunan hususlarda ise istisnaen Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân’a tanıyan
hükümler (m. 53) tamamen kaldırılır. Kanun tanzim veya tadili, gerek hükümet
tarafından, gerekse bir veya birkaç mebus tarafından teklif olunabilecektir. İki
mecliste de kabul edilen kanun layihalarının düsturu’l-amel olmasını padişahın
iradesine bağlayan (“icra-yı ahkâmına irade-i seniyye-i hazret-i padişahî müteallik

126
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
127
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.

120
buyurulur ise”) hüküm de kaldırılır (m. 54); kabul edilen layihalar düsturu’l-amel
olmak üzere padişahın iradesiyle neşr ve ilan edilecektir. Padişahın onayı sadece
kanunun yürürlüğe girmesi için gereklidir. Vitali Feraci, meclislerden birinde katiyen
reddedilen kanun layihasının o yasama döneminde tekrar müzakere edilemeyeceği
hükmünü (m. 54) de önerisine almamıştır 128.

Padişahın, Meclis-i Mebusan reisliğine ve reis vekilliklerine Meclis’ce seçilmiş


üçer kişi arasından birini tercih ederek ataması yetkisi (m. 77) kaldırılır. Meclis-i
Mebusan, reis ve vekillerini kendisi seçecektir. Bu, Nizamname-i Dahilî’nin de
Kanun-ı Esasi değişiklikleri istikametinde baştan sona gözden geçirilmesini
gerektirmiştir. Mebusun, sadece memleketinden seçilebilmesi şartı da kaldırılır (m.
72). Bu, emredici vekaletten temsili vekalete geçişi ifade ediyor gibi görünse de,
aslında bir önceki maddede temsili vekalet, “Hey’et-i Mebusan azasının her biri
kendini intihab eden dairenin ayrıca vekili olmayıp umum Osmanlıların vekili
hükmündedir” (m. 71) şeklinde ifadesini bulmaktadır. Bu noktada bir yenilik yoktur,
ancak öneri, iki madde arasındaki çelişkiyi giderir 129.

Vitali Feraci’nin kaldırılmasını önerdiği hükümlerden biri padişaha sürgün


yetkisi veren, “hükümetin emniyetini ihlal ettikleri idare-i zabıtanın tahkikat-ı
mevsûkası üzerine sâbit olanları memâlik-i mahrûse-i şâhâneden ihrac ve teb‘îd
etmek münhasıran zât-ı hazret-i padişahînin yed-i iktidarındadır” yolundaki meşhur
hükümdür (m. 113, son fıkra). Diğeri ise kanun layihalarının mecliste görüşülmesi,
bunlardan bütçe ve Kanun-ı Esasi ile ilgili olanları hakkında karar verilmesi (kabul,
red, tadil) ve bütçenin vükelâ ile birlikte tayin edilmesini düzenleyen maddedir (m.
80) 130.

Vitali Feraci layihasının ikinci önemli özelliği, Kanun-ı Esasi’nin Meclis-i


A‘yân için öngördüğü sistemi tamamen ortadan kaldırmasıdır; o kadar ki Kanun-ı
Esasi’nin Meclis-i A‘yân faslında değiştirilmeyen hiçbir hüküm yoktur. Meclis-i
A‘yân üyeleri, sayıları Meclis-i Mebusan üyelerinin üçte birini geçmemek kaydıyla
doğrudan doğruya padişah tarafından nasb edilirdi (m. 60). Teklife göre Meclis-i

128
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
129
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
130
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.

121
A‘yân yetmiş beş kişiden oluşacak; bunların üçte biri Meclis-i Vükelâ tarafından
seçilecek ve padişahın iradesiyle atanacak, üçte ikisi ise kurulacak “Hey’et-i
İntihâbiye” tarafından seçilecektir. Kayd-ı hayatla atama (m. 62) kaldırılmış, atanan
ve seçilen üyelerin görev süresi dokuz yılla sınırlandırılmıştır. Üç senede bir üyelerin
üçte biri yenilenir, üçüncü ve altıncı yılda çıkacak üyeler kur‘a ile belirlenir ve çıkan
üye yeniden seçilebilir. Üç yıl dolmadan bir sandalye boşalırsa; yeni üye, eski üyenin
geldiği usûle göre belirlenir ve onun süresinin sonuna kadar görev yapar 131.

Meclis-i A‘yân üyeliği için dokuz yıllık bir görev süresi belirlendiğinden,
kayd-ı hayatla atanmış üyelerin durumu geçici bir maddeyle çözülmüştür. Bu
üyelerin görev süresi 1324 yılı Teşrin-i sâni ayı başından itibaren dokuz yıldır.
Münhal halinde, yirmi beş üye kalıncaya kadar yeni üye atamayla değil, seçimle gelir
ve üç senede bir yapılan yenileme kuralına tâbi olur. Üyelerin sayısı yetmiş beşi
bulana kadar yeni üyeler seçimle gelecektir 132.

Vitali Feraci, Kanun-ı Esasi’de Meclis-i A‘yân üyesi olacakların vasıflarıyla


ilgili uzun uzadıya sayılan subjektif ve objektif nitelikteki şartları (âsâr ve ef‘âli
umûmun vüsûk ve itimadına şayan ve umûr-ı devlette hıdemât-ı memdûhası mesbûk
ve müte‘aref zevât, m. 61; vükelâlık, valilik, ordu müşirliği, kazaskerlik, elçilik,
patriklik, hahambaşılık yapmış “ma‘zulîn”, kara ve deniz ordusu generalleri (ferikân)
ve “sıfât-ı lâzımeyi câmi sair zevât”, m. 62) kaldırmış, yerine Kanun-ı Esasi metnine
girecek bir değişiklik önermemiştir. Ancak takririnde seçilecek üyeler bakımından
iki hususa dikkat çekmiştir; üyeler “gerek devlet ve gerek millet umûrunda hizmet ve
tecrübesi sebkat etmiş olma”lı, Meclis-i A‘yân’da ekalliyetin de vekillerinin
bulunabilmesi için “kaide-i nisebiye”ye riayet edilmelidir. Ona göre herbir sancaktan
üye seçilirse bu amaca ulaşılamaz 133.

Seçimin gizli oyla yapılacağını, seçim usûlünün de kanunla belirleneceğini


hükme bağlayan madde kaldırılmış (m. 66), yerine Meclis-i A‘yân ve Mebusan
üyelerinin maaşlarının kanunla belirleneceği hükmü önerilmiştir. Bu, bir taraftan da
A‘yân üyelerinin aylıklarıyla ilgili hükmün lağvedilmesi (m. 63) ve konunun kanuna

131
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
132
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
133
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.

122
bağlanmasından ibarettir. Ayrıca mebuslukla memuriyetin bir kişinin uhdesinde
birleşemeyeceğiyle ilgili hükmün (m. 67) kapsamına A‘yân üyeleri de alınmıştır.
Buna göre mebuslar gibi A‘yân üyeleri de kabineye girebilecek; memur olduğu halde
A‘yân üyeliğine getirilen kişi ikisinden birini tercih edecektir.

Üyeleri seçecek komisyon hakkında da ayrıntılı düzenlemeler önerilmiştir.


Hey’et-i İntihâbiye, altmış kişiden oluşur. Bunların yarısı mebuslar arasından; diğer
yarısı eşit sayıda (onar kişi) Meclis-i A‘yân, Şura-yı Devlet ve Temyiz Mahkemesi
üyeleri arasından kur‘a ile seçilir. Kur‘a muamelesi, A‘yân üyelerinin seçiminden on
beş gün önce yapılır 134.

2.1.3. Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin Çalışmaları


Kanun-ı Esasi’nin tadiline ittifakla karar verildiği gün (12 Ocak 1909),
Mebusan Meclisi’nin her bir şubesinden altışar kişi ayrılarak otuz kişiden oluşan bir
Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin * kurulması kararlaştırıldı ve Meclis içtüzüğünün
de encümene havalesine karar verildi 135. Encümen bir hafta içinde kurulmuştur 136. 20
Ocak’ta Ahmed Rıza Bey, Meclis kürsüsünden Encümen’in kurulduğunu haber
vererek işe başlanmasını ihtar etti 137. Bir gün sonraki ilk toplantıda reisliğe Şefik
Bey, mazbata muharrirliğine Hüseyin Cahit, kâtipliğe ise Ahmed Nesimi ve
Gümülcineli İsmail seçildi ve sabah beşten genel kurul toplantısına kadar encümende
çalışılması kararlaştırıldı 138.

Encümen, çalışmalarını tamamlayacağı 25 Şubat’a kadar, yaklaşık bir ay


baştan sona bütün maddeleri tek tek müzakere etmiş 139; “Esbâb-ı mûcibe layihası”,

134
Takvim-i Vekâyi, aded: 91, 1 Kânun-ı sâni 1324, s. 3.
*
Resmen kullanılan “encümen” kelimesinin yanısıra “komisyon” olarak da geçmektedir. Üyelerin
yazılarında ve matbuatta ikisi de kullanıldığından alıntılarda ikisini de kullanmak zorunda kaldık.
135
Encümen üyelerinin sayısı ve Nizamname-i Dahili’nin tadili meselesiyle ilgili görüşmeler için bkz.
MM, I, 1/10, 30 Kânun-ı evvel 1324: MMZC, I, 141-147. Ayrıca bkz. “Meclis-i Mebusan
Müzakerâtı”, Tanin, nr. 162, 13 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
136
“Meclis-i Mebusan’da”, Yeni Gazete, nr. 149, 18 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
137
MM, I, 1/15, 7 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 263.
138
“Tadil-i Kanun-ı Esasi Komisyonu”, Tanin, nr. 171, 22 Kânun-ı sâni 1909, s. 3.
139
Tadili teklif edilen maddeler ile gerekçelerini tamamiyle aktarmak amacımızın dışındadır. Daha
fazla bilgi için bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Osmanlı Anayasasına Dair, s. 104-176.

123
31 Mart olayından bir hafta önce önerilen maddelerle beraber bastırılarak Meclis-i
Mebusan Riyaseti’ne teslim edilmiştir (4 Nisan 1909). Encümenin bütün
çalışmalarının 31 Mart’tan önce ve II. Abdülhamid’in tahtta bulunduğu dönemde
gerçekleştiğinin altını çizmek gerekiyor. Encümen’in müzakereleri, tadiline karar
verilen madde metinleri, bunların gerekçeleri, Layiha’nın başında ve maddelerde yer
alan şer‘î açıklama biçimi ancak 31 Mart öncesindeki siyasi-hukuki gündeme nisbet
edilebilir. Bunları 31 Mart günü başlayan hadiselerin veya II. Abdülhamid’in hal‘
edilmesinin sonucu olarak yorumlamak, literatürde yaygın, vahim bir hatadır.
(Encümen’in öngördüğü çerçevenin 31 Mart’tan sonra ne ölçüde kabul gördüğü
meselesini aşağıda ele alacağız).

Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni üyelerinin sonraki yıllardaki etkinliğine


bakıldığında, Encümen’in özellikle kamu hukukuna ait meseleler bakımından II.
Meşrutiyet’in kara kutusu olduğu söylenebilir. Encümen üyelerinin yaklaşık üçte biri
ilmiye mensuplarından, üçte biri Mekteb-i Hukuk mezunlarından oluşur 140. Beş
şubeye ayrı ayrı bakıldığında da mutlaka ulema ve hukukçular arasından bir iki
kişinin seçildiği görülür 141. Encümen’deki iki gayrımüslim üye Hukuk mezunu ve
avukattır. Encümenin reisi Şefik Efendi 142 (Karesi) ilmiyeden gelmekle beraber
birinci yasama döneminin sonunda Temyiz Mahkemesi üyeliğine atanmasına
bakılırsa hukuk camiasından bir isimdir. Hukuk mezunları arasında saydığımız;
ileride şeyhülislamlık makamına gelecek olan Hayri Bey, Mecelle ve fıkıh usulü
muallimliği yapan Hacı Âdil Bey ve Seyyid Bey de ilmiye mesleği ile sıkı irtibatları
olan isimlerdir. Tahsilini Avrupa’da tamamlamış tek kişi olarak Ahmed Nesimi ve
ileriki yıllarda kamu hukuku meselelerindeki görüşleriyle öne çıkacak Hüseyin Cahit

Mazbatadaki şer‘î açıklamaların değerlendirmesi için bkz. 3.2. Kanun-ı Esasi Tadillerinin
Temellendirilmesi Sorunu.
140
Encümen üyeleri için bkz. MM, I, 1/23, 22 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 488. Encümenin
oluşturulması sırasında iki, üç ve beşinci şubeden seçilenlerin isimlerinin duyurulduğu bir haberdeki
(İkdam, nr. 5259, 16 Ocak 1909, s. 2) farklılıklara göre İsmail Mahir Efendi (Kastamonu), Anastaş
Efendi’nin (İzmit); Trayan Nali Efendi (Manastır) ise Necib Draga Bey’in (Üsküp) yerine komisyona
girmiştir.
141
Kanun-ı Esasi Encümeni’nin toplandığı gün Adliye Encümeni toplanamıyordu. Bkz. “Kanun-ı
Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5317, 15 Mart 1909, 3; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, Yeni Gazete, nr.
205, 15 Mart 1909, s. 2; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, Servet-i Fünun, nr. 254, 15 Kânun-ı sâni 1909,
s. 3; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5331, 29 Mart 1909, s. 4; Servet-i Fünun, nr. 266, 29
Mart 1909, s. 3.
142
Güneş, Türk Parlamento Tarihi, II, 660.

124
ve Emrullah Efendi gibi Mülkiyeliler Encümen’de yer almıştır. Meşrutiyet
tartışmalarının iki kutbu olan Babanzade İsmail Hakkı ve Lütfi Fikri’nin encümende
yer almadığına da dikkat çekmeliyiz.

Encümen, müstakbel muhalifleri barındırmak bakımından da dikkat çekicidir.


Ahali Fırkası reisi olacak Gümülcineli İsmail, yine Ahali Fırkası’na girerek
muhalefet saflarına geçecek olan ilmiyenin önde gelenlerinden Mustafa Sabri ve
Elmalılı Hamdi efendiler Encümen’dedir. Muhalefet bayrağını erken açan İsmail
Kemal ve zamanla uzaklaşacak olan Ebuzziya Tevfik üyeler arasındadır. Buna
mukabil Meşrutiyet yıllarında önemli roller üstlenen, İttihat ve Terakki’nin yılmaz
savunucuları olarak nitelendirilebilecek Hüseyin Cahit, Ahmed Nesimi, Emrullah
Efendi, Hayri Bey, Hacı Âdil, Yusuf Kemal de Encümen’de yer almıştır. Encümen
layihasının Meclis-i Mebusan genel kurulundaki görüşmeleri sırasında Encümen
adına söz alarak görüş bildirenler arasında Elmalılı Hamdi, Hüseyin Cahit,
Gümülcineli İsmail, Mustafa Arif, Mustafa Sabri, Yusuf Kemal öne çıkmaktadır.

Encümen’in mazbata muharriri Hüseyin Cahit’in henüz ilk günlerde içerden


verdiği bilgilere göre “Kanun-ı Esasi’nin tadilinde komisyonun rehber-i hareket
ittihaz ettiği düstur hakimiyet-i milliye”dir. “Bu noktada komisyon azaları arasında
hiçbir ihtilaf bulunmuyor”du. Sadece takip edilecek yöntem tartışıldı. Komisyon
“bütün bütün yeni bir kanun-ı esasi mi” yapacaktı, yoksa bazı maddeleri tadil edip,
birkaç madde eklemekle mi yetinecekti? Ayrıca “icabât-ı ilmiye”ye uymadığı
düşünülen madde tasnifini de değiştirmek gerekir miydi? Komisyon yeni bir kanun-ı
esasi yapmayı uygun görmedi. Eldeki Kanun-ı Esasi maddeleri birer birer okunarak
gerektiğinde tadil edilecek, bunlar bittiğinde gerek görülürse tasnifle ilgili de
düzenleme yapılacaktı 143.

Şimdiye kadar (on iki gün içinde) sekiz - on madde müzakere edilebildiğini
belirten Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi gibi bir memleketin en birinci bir kanununu
hiffetle tanzim edivermek afv edilmeyecek bir hata olur” diyerek uzun süre bu işle

143
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin Tadili”, Tanin, nr. 183, 3 Şubat 1909, s. 1. Hüseyin Cahit,
mebusların daha öncelikli işler dururken Kanun-ı Esasi tadiliyle uğraşmasını eleştirenleri de şöyle
cevaplar: “Meclis-i Mebusan kendiliğinden bu kararı ittihaz etmese idi birçok aydır yapılan işleri
hulâsa için bir kelime kifâyet eder: Hiç! Fakat şimdi hiç olmazsa Kanun-ı Esasimiz değiştiriliyor
denilebilir”. İş görülememesinin sorumlusu olarak hiçbir iş yapmayan, yapılmasını da istemeyen,
Meclisi atıl bırakan Kamil Paşa kabinesi gösterilir (aynı yer).

125
uğraşacaklarını tahmin eder. Hatta ona göre Kanun-ı Esasi’ye bağlı olarak seçim
kanunu 144 ve Meclis içtüzüğü de tadil edileceğinden birkaç kişilik bir hey’etin
Avrupa’ya gönderilerek parlamentolarda gözlemler yapması daha uygun olurdu.
Hüseyin Cahit Meclis-i Mebusan’ın açılması arefesinde nasıl tadilin vakti konusunda
yanılmışsa, tadilin süresine ilişkin tahmininde de yanılacaktır. Kanun-ı Esasi tadil
çalışmalarının hızlandırılmasında, Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesinin ciddi
düzeyde payı olduğu buradan hareketle de söylenebilir.

Hüseyin Cahit’e göre müzakereler devam ettiği için nelerin tadil edileceği
kesin olarak söylenemez, ancak “kabul edilecek kaideler” bellidir. Hüseyin Cahit,
şöyle bir esas çerçeve çiziyordu:

“Hükümdarın adem-i mes’uliyeti ve buna mukabil vükelânın mes’uliyet-i kat‘iyesi,


Hey’et-i Vükela, Meclis-i Mebusan önünde mes’ul olacak,
Meclis-i A‘yân intihab ile ve bir müddet için teşkil edilecek,
İmtiyazât-ı mezhebiyeye kemâ-kân riayet edilecek,
Vilayât idaresinde tevsî‘-i mezuniyet tatbik olunacak,
Hakk-ı intihab bilâ-istisna her ferde bahş olunmayacak ise de mevcud kuyûd imkân
derecesinde tevsî edilecek, ihtimal ki intihabâtta re’y vermek mecburi addolunacağı
gibi mekâtib mezunlarına imtiyazât bahş olunacak” 145.
Hüseyin Cahit’in belirttiği gibi Encümen birer birer maddeleri incelemeye
başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü (“yek-vücûd olmakla hiçbir
zamanda hiçbir sebeble tefrik kabul etmez”) düzenleyen maddeden sonra yeni bir
madde eklenerek (m. 2), “anâsır-ı muhtelifeyi hâvî bir memlekette nahiye, kaza ve
sancak gibi taksimat-ı idarenin kuvve-i icraiyece keyfe-mâ-yeşâ değiştirilebilmesi
mahzurdan sâlim olamayacağı” gerekçesiyle mülki taksimatın ancak kanunla
değiştirilebileceği belirlendi 146.

Veraset usûlünü düzenleyen üçüncü maddenin başına “Hukuk-ı Hükümdarî”


fasıl başlığı eklendiği gibi, bu maddeye eklenen “Zât-ı hazret-i padişahî hîn-i
cülûsunda hey’et-i umûmiye müctemi ise derhal, değilse meclisin ilk ictimâ‘ında
şer‘-i şerîfe ve Kanun-ı Esasi ahkâmına riayet ve vatan ve millete sadakat edeceğine
144
İntihab-ı Mebusan Nizamnamesi’nin Encümen’e havalesi için bkz. “Meclis-i Mebusan”, İkdam,
nr. 5264, 21 Kânun-ı sâni 1909, s. 2; MM, I, 1/15, 7 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 272.
145
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin Tadili”, Tanin, nr. 183, 3 Şubat 1909, s. 1.
146
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin Tadili”, Tanin, nr. 183, 3 Şubat 1909, s. 1. Ayrıca bkz.
“Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5272, 28 Ocak 1909, s. 1.
Kirkor Zöhrab kanunla değiştirme kaydının sadece vilayetlere hasredilmesini önerdiyse de madde
Mecliste aynen kabul edildi (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 178).

126
Meclis-i Umûmî’de yemin eder” fıkrasıyla tahta yeni çıkan padişaha yemin
yükümlülüğü getirildi 147. Padişahın şahsında bulunan kutsiyet ve sorumsuzluk (m.
5), gerekçedeki ifadelerle maddenin “kisvesinin daha ulvî, daha şer‘î, daha siyasî bir
şekle ifrâğı tensib olunarak” şahıstan makama intikal ettirildi ve padişahın
sorumsuzluğuna karşı vükelanın sorumlu olduğu belirtildi 148. Osmanlı hanedanına
sağlanan kamusal garanti (m. 6) ayrıca düzenlemeye ihtiyaç gösterecek önemde
olduğundan, “kanun-ı mahsûsu mucebince” ifadesiyle kanuna bağlandı. Maddeye
ayrıca “bütçe mûcebince” kaydının eklenmesini isteyen üyeler azınlıkta kalmıştır 149.

Padişahın haklarını düzenleyen yedinci madde genel kurulda olduğu gibi


Encümen’de de tartışmalara sebep olmuştur 150. Bir iki gün uygulanabilen
müzakerelerin gizli tutulması kararı bu tartışmalarla ilgili olmalıdır 151. Bu arada
yedinci maddenin yanı sıra temel haklar bölümünden kişi hürriyeti ve matbuat
hürriyetiyle ilgili maddelerin müzakeresi tamamlanmıştır 152. Yeni eklenecek
toplanma hakkı bir yana, zaten temel haklar bölümünde tadil edilen başka bir madde
yoktur. Encümen’in bu önemli maddelerle ilgili tartışma açılmasından bilhassa
kaçındığı söylenebilir. Encümen’deki görüşmeler sırasında Padişaha tanınan herbir
hakkın, II. Abdülhamid’in uygulamalarının gölgesinde, ileride bir mahzur doğabilir
mi şüphesiyle ele alındığını 31 Mart’tan sonraki genel kurul görüşmeleri sırasında
Encümen adına söz alan mebusların açıklamalarından anlıyoruz 153.

Encümen, Meşrutiyetin ilanından beri üzerinde çokca durulmuş ve fiilî


adımlarla değiştirilmiş olduğu için, Kanun-ı Esasi’nin “vükelâ-yı devlet” faslındaki

147
Madde itirazsız kabul edildi (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 178).
148
Bu madde de itirazsız kabul edildi (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 178-179). Sadece
vükelanın sorumluluğuna işaret eden bir haber için bkz. “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5272, 28
Ocak 1909, s. 1.
149
“Kanun-ı Esasi Tadil Komisyonu”, Yeni Gazete, nr. 163, 1 Şubat 1909, s. 2. “Bundan birinci
maksad şehzadelere sin itibariyle maaş tahsisi ve ikincisi de teamül-i kadîm mucebince makam-ı
saltanata merbut kalarak tahsisat verilmesidir” ifadeleri için bkz. aynı yer.
150
“Kanun-ı Esasi Tadil Komisyonu”, Yeni Gazete, nr. 163, 1 Şubat 1909, s. 2.
151
“Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5277, 3 Şubat 1909, s. 1. Bilgi sızdırılabileceği gerekçesiyle
gizlilik kararı eleştirilir: “Bu gizli tutulan müzakereler hakkında gazetelerce ıttılâ hâsıl olursa fevt olan
maksadı Meclis ne suretle cebr edebilecektir?” (aynı yer).
152
“Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5279, 5 Şubat 1909, s. 1.
153
Bu maddelerle ilgili genel kurul görüşmeleri için bkz. MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III,
178-185, 187-191. Padişahın hakları ve temel haklarla ilgili değişiklikler için bkz. Okandan, Âmme
Hukukumuzun Anahatları, s. 290-296, 331-333.

127
hükümleri çok kısa bir sürede değiştirmiştir 154. Bunun esas sebebi değişikliklerin
Meclis-i Mebusan’ın Kamil Paşa hakkındaki gensoru gündemiyle çakışması olduğu
kanaatindeyiz 155. Fasıl için yazılmış genel gerekçede maddelerin tadilinde,
yürütmenin “vükela-yı milletin hukuk-ı tabiiye ve meşrûalarına” müdahalede
bulunmasının men edilmesine ve hükümet icraatının daima “nazar-ı teftiş ve
takayyüd”de bulundurulmasına bağlı kalındığı belirtilir.

Encümen’in Şubat ayı boyunca sürecek tadil çalışmalarında ihtilaflı bazı


maddelerin tekrar ele alınması istisna edilirse madde sırasına riayet edilmiştir.
Encümen’in çalışmaları sonucunda Kanun-ı Esasi’nin gerek aynen kabul edilen,
gerekse tadiline karar verilen maddeleri, küçük farklar istisna edilirse Kanun-ı Esasi
Encümen layihasının nihai haliyle uyuşmaktadır 156. A‘yân’ın kanunu iade hakkı gibi
tartışmalı geçen müzakereler olmuş 157; bazı maddelerin yazımı Encümen üyelerine
tevdi edilmiştir 158. Yeni kabinenin göreve başlamasından sonra, 21 Şubat’ta
Encümen üyeleri yedi saat çalışarak bütün maddeleri gözden geçirmiş, sonra
dönülmek üzere atlanan maddeler de ele alınmıştır 159. Aynı gün Encümen
üyelerinden Mustafa Arif (Kırkkilise) ve Agob Babikyan’ın (Tekfurdağı),

154
27-31. maddeler için bkz. “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5279, 5 Şubat 1909, s. 1; “Kanun-ı
Esasi Tadilatı”, İkdam, nr. 5280, 6 Şubat 1909, s. 3.
155
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kamuoyuna açıklanmayan/gizli merkez-i umumi üyelerinden biri
olan Habib Bey (Bolu), Meclis-i Mebusan’da Kamil Paşa’ya güvensizlik oyu verilmesi yönünde söz
aldığında; avcı taburları meselesine ve hal‘ söylentilerine temas ettikten sonra harbiye ve bahriye
nazırlarını azletmesinin sebeplerinden biri olarak Kanun-ı Esasi Encümeni’nde icra edilmekte olan
tadilatı göstermiştir. Habib Bey’e göre birtakım boş girişimlerle Meclis-i Mebusan fesh edilmek
istenmektedir. Şu ifadeleri zikre değer: “Bu tadilat her gün gazetelerle ilan ve tedricen neşrediliyor.
Bunu görünce sadrazam bakıyor ki, elinden büyük bir kuvvet gidiyor ve bakıyor ki mabeynde eski
tahakkümde bulunamayacak, işte bunları da esas ittihaz ederek bir gün evvel bu milletin nigehbânı
olan bu meclis-i muhteremi dağıtmak esbâbına teşebbüs etmek istiyor” bkz. MM, I, 1/27, 31 Kânun-ı
sâni 1324: MMZC, I, 605-606.
156
Encümen çalışmaları hakkında örneğin bkz. “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5279, 5 Şubat 1909,
s. 1; “Kanun-ı Esasi Tadilatı”, İkdam, nr. 5280, 6 Şubat 1909, s. 3; “Kanun-ı Esasi Tadil
Komisyonu”, Tanin, nr. 187, 7 Şubat 1909, s. 3; “Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni”, Yeni Gazete, nr.
170, 8 Şubat 1909, s. 1; “Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni”, Yeni Gazete, nr. 172, 10 Şubat 1909, s. 2;
“Kanun-ı Esasi Tadil Komisyonu”, Yeni Gazete, nr. 173, 11 Şubat 1909, s. 1-2; “Kanun-ı Esasi’nin
Tadili Encümeni”, Yeni Gazete, nr. 177, 15 Şubat 1909, s. 3; “Encümenlerde”, Tanin, nr. 197, 17
Şubat 1909, s. 3; “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5291, 17 Şubat 1909, s. 1.
157
“Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5285, 11 Şubat 1909, s. 1-2. Meclis-i Mebusan A‘yân’ın iade
hakkını tartıştığı gün, Meclis-i A‘yân kendisinin gensoru hakkını görüşmüştü. Bkz. “Hey’et-i A‘yân”,
İkdam, nr. 5285, 11 Şubat 1909, s. 2.
158
Bütçeyle ilgili 80. maddenin yazımı vazifesi Mustafa Arif ve Ali Münif beylerle Emrullah
Efendi’ye verilmiştir. Bkz. “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5296, 22 Şubat 1909, s. 1.
159
“Kanun-ı Esasi Tadil Komisyonu”, Yeni Gazete, nr. 184, 22 Şubat 1909, s. 2; “Meclis-i
Mebusan”, İkdam, nr. 5296, 22 Şubat 1909, s. 1.

128
sadrazamların uzman oldukları bir nezareti de deruhde etmeleri, Şura-yı Devlet’in
nafıa, maliye, dahiliye, maarif ve muhakemat dairelerinin lağv edilmesi tanzimat
dairesinin de kanun dairesi olarak kurulmasıyla ilgili takrirleri Encümen’e havale
edilmiştir 160. Ayrıca Mustafa Efendi’nin (Konya), memur yargılamasının
kaldırılması, bu tür davaların da Nizamiye mahkemelerinde görülmesiyle ilgili takriri
de Encümen’e havale edilmiştir 161. Encümen üyelerinin kendilerini nasıl güçlü bir
konumda hissettiklerini Mustafa Asım Efendi Meclis-i Mebusan kürsüsünde ifade
etmiştir. Kanun-ı Esasi Encümeni’nde bulunduğunu belirten Mustafa Asım, hal‘
söylentileri üzerine “biz Kanun-ı Esasi Tadil Komisyonu’nda bulunuyorduk. İsteye
idik veraset-i saltanatın ekber evlada intikali kaydını bozabilir idik. Fakat kimsenin
aklına gelmedi” 162 demiştir.

Meclis-i A‘yân’la ilgili maddelerin tadil edilmesi hemen yankı yapmış, A‘yân
Riyaseti’nden Sadaret’e yazılan bir yazıyla A‘yân üyeliğinin kayd-ı hayatla
mukayyet olduğunu bildiren fermanların düzenlenmesi istenmiştir 163. Bu konudaki
bir değerlendirmeyi zikrediyoruz:

“Otuz bu kadar sene evvel bin türlü kuyûd ve mechulat içinde tanzim edilmiş olan
Kanun-ı Esasi’nin muhtac-ı tadil aksâmı meyânında Hey’et-i A‘yân’a ait maddelerin
bir mevki-i mahsusu ve mühimmi vardır. Bu kanunun Meclis-i Mebusan canibinden
tadiline bi-hakkın teşebbüs ve hitama isal edildiği sırada Hey’et-i A‘yân lâ-yetegayyer
birtakım imtiyazâtı haiz olduğunu gösterecek bir teşebbüste bulunuyor. Meclis-i
A‘yân azasının memuriyetleri kayd-ı hayat şartıyla olduğu bi’l-beyan yedlerine bir
ferman i‘tâ olunması Riyaset’ten Babıali’ye yazılmıştır. Bize kalırsa bu müracaat
Kanun-ı Esasi’nin tadiliyle takarrur edecek surete tevfik için bir müddet tehir olunmalı
idi. Her yerde bir Hey’et-i A‘yân var ise ârâ-yı umumiye ile müntehab bir Meclis-i
Mebusan’ın fevkinde sırf hükümet tarafından mansub bir Hey’et-i A‘yân bizden başka
hiçbir yerde mevcut değildir. Meclis-i Mebusan bu ciheti elbette düşünmüş ve irade-i
umumiyeyi ictihadat-ı hususiyenin münkadı olacak bir hal-i zaaf ve teşettütten elbette
kurtarmış olacak. Kanun-ı Esasi’nin Hey’eti A‘yân’a ait faslı esaslı bir tagayyüre
duçar olursa bittabi azasının eyâdî-i ihticâcındaki vesâikin hiçbir kuvveti kalmaz” 164.
Kanun-ı Esasi Encümen’in çalışmaları sona yaklaşmışken II. Abdülhamid’in
durumu nasıl değerlendirdiğine de değinmek gerekmektedir. Hüseyin Hilmi Paşa’nın
sadarete getirildiği gün II. Abdülhamid, bütün ısrarlara rağmen yeni kabinedeki

160
MM, I, 1/16, 8 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 285.
161
MM, I, 1/28, 1 Şubat 1324: MMZC, I, 626.
162
MM, I, 1/27, 31 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, I, 609; Yeni Gazete, nr. 176, 14 Şubat 1909, s. 3.
163
“A‘yân Azası Fermanları”, Servet-i Fünun, nr. 260, 22 Mart 1909, s. 3; “A‘yân Fermanı”,
Osmanlı, nr. 6, 22 Mart 1909, s. 1.
164
“A‘yân Fermanı”, Osmanlı, nr. 6, 22 Mart 1909, s. 1.

129
Meşihat makamından çekilmeye karar vermiş olan Şeyhülislam Cemaleddin
Efendi’ye -oğlunun aktardığına göre-, hayli tecrübesi olduğunu ve memleketimin
ahvâlini oldukça iyi bildiğini belirttikten sonra şunları söylemiştir:

“Kanun-ı Esasi’yi tadil ve tebdil eylemek istiyorlarmış. (Bu esnada padişah kalkıp
dolapta bulunan mücelled bir kitabı alarak yerine geldikten sonra); bu Midhat Paşa
tarafından tanzim ettirilen Kanun-ı Esasi’nin nüsha-i asliyesidir. Surh ile yazılmış olan
kısımlar tarafımdan icra ettirilen tağyirâttır.
Bu Kanun-ı Esasi şimdilik kâfidir. Ekalli on sene tağyir ve tebdil edilmemelidir.
Almanya gibi pek müterakki ve pek medeni bir memlekette bile tatbik edilmeyen
parlamentarizm usûlünün, birden bire memleketimizde tatbiki münasib değildir.
Japonya’da dahi bu usûl el-an kabul edilmemiştir. Herhalde sizin tekrar re’s-i kâra
geleceğinize eminim. Bu Kanun-ı Esasi’nin tağyir ve tebdil edilmemesine gayret
eylemenizi tavsiye eylerim” 165.
Encümenin ele aldığı son madde ictimâ hakkının tanınmasıyla ilgili
maddedir 166. Maddenin gerekçesinde “hukuk-ı tabiiyeden olduğu aşikar” olan ve
ayrıca Ahkâmu’s-Sultaniye’de üç türü belirtilerek açıkça sayılan “hakk-ı ictimâ”ın
Osmanlı tebeasının “hukuk-ı umumiyesi”nin tayin edildiği Kanun-ı Esasi faslında 167
yer almamasının caiz olamayacağı belirtilir 168. İctimâ toplanmaya (toplantı,
miting/nümayiş), cemiyet ise derneğe karşılık gelmekteyse de burada ictimâ hakkı,
toplanma hakkı ile dernek kurma hakkını birlikte içerir. Bu dönemde “cemiyet”
kelimesi, hem büyük veya küçük çaptaki toplantılar hem de dernekler için
kullanılmaktaydı; bundan ötürü maddenin gerekçesinde ayrıca tasrih edilerek
derneklere ilişkin bir izaha gerek görülmemiştir.

Encümen “Osmanlılar hakk-ı ictimâ‘a mâliktir” ifadesiyle bu hakkı önce


mutlak olarak tanır; sonra Osmanlı Devleti’nin “temamiyet-i mülkiyesini ihlal”,
meşrutiyet rejimini tağyir, Kanun-ı Esasi’ye aykırı hareket, Osmanlı unsurlarını

165
Ahmed Muhtar şöyle devam ediyor: “Bu sözlerden sonra Sultan Abdülhamid Han kıyâm ederek
pederim merhum ile musâfaha eylemeyi arzu eyledi. Gözlerinde birkaç damla yaş vardı. Pederim
merhum da ziyade müteessir idi” (Ahmed Muhtar, Üçüncü İntâk-ı Hak, İstanbul, Ahmed İhsan
Matbaası, 1927, s. 28.
166
“Kanun-ı Esasi Tadili Encümeni”, İkdam, nr. 5300, 26 Şubat 1909, s. 3; “Kanun-ı Esasi Tadil
Encümeni”, Yeni Gazete, nr. 188, 26 Şubat 1909, s. 1; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, Sabah, nr. 6976,
26 Şubat 1909, s. 1.
167
Gazetelerde şirket kurma hakkını düzenleyen 13. maddeye eklendiği belirtiliyorsa da (“Kanun-ı
Esasi Tadili Encümeni”, İkdam, nr. 5300, 26 Şubat 1909, s. 3; “Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni”, Yeni
Gazete, nr. 188, 26 Şubat 1909, s. 1) Komisyon, bu maddeden sonra yeni bir madde vaz etmiştir.
Kanunlaşma aşamasında ise madde Komisyonun öngördüğü fasla girmemiş, Kanun-ı Esasi tadilleri
tamamlandıktan sonra ilgili fasla alınmak üzere, Kanun-ı Esasiye eklenen 120. maddeyi
oluşturmuştur.
168
Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası, s. 131-132.

130
siyaseten tefrik amaçlarından birine hizmet eden veya ahlâk ve umumî adaba aykırı
cemiyetlerin yasak olduğunu belirterek bu hakka sınırlama getirir. İctimâ hakkının
sınırları esas itibariyle siyasi birlik fikri etrafında izah edilmektedir 169 ve bu hakkın
iki vechesi için de geçerli olarak konulmuş olmalıdır. Komisyonda ictimâ hakkına
“kanun dairesinde” şeklinde bir sınırlama getirilmesi düşünülmüş, Kanun-ı Esasi’de
sayılan yasak cemiyetler bu konuda yapılacak kanuna esas olacağından bu kayıttan
vazgeçilmiştir 170. İctimâ hakkının Encümen’de kabul edildiği gün Hükümet
yayınladığı tebliğ ile, yirmi dört saat önce zabıtaya müracaat edilmesi ve resmî bir
yazı alınması şartlarına uyulmadığı durumlarda mitinglerin men edileceğini
duyurdu 171.

Encümen tek tek maddeler üzerindeki çalışmalarını 25 Şubat 1909 tarihinde


bitirmiştir. Meclis-i Mebusan Nizamname-i Dahilîsi’nin tadili için üyeler arasından
Mustafa Arif (Kırkkilise), Ahmed Nesimi (İstanbul), Agob Babikyan (Tekfurdağı) ve
Emrullah Efendi’den (Kırkkilise) oluşan bir alt-komisyon kuruldu 172. Aynı gün
“esbâb-ı mûcibe mazbatası”nı yazması için bütün evraklar mazbata muharriri
Hüseyin Cahit’e tevdi edildi. İki gün içinde yazılacak mazbata 27 Şubat Cumartesi
günü Encümen’de okunacak ve Layiha Meclis-i Mebusan Riyaseti’ne teslim
edilecekti 173. Mazbata ancak iki hafta kadar sonra müzakere edilebildi, temize

169
“Bir memleketin selamet ve saadeti ve izdiyâd-ı şan u şevketi bi’l-umum erbâb-ı vatanın ittifak ve
ittihâdıyla hâsıl olacağı...” (Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası, s. 132).
170
Genel kurul görüşmeleri sırasında Babanzade İsmail Hakkı’nın önerisiyle “kanun-ı mahsusuna
teba‘iyet şartıyla” kaydı, Boşo Efendi’nin önerisiyle “ale’l-ıtlâk hafî cemiyet teşkili de memnudur”
fıkrası maddeye girmiştir (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 191-192).
171
“Tebliğ-i resmî”, Tanin, nr. 206, 26 Şubat 1909. Temel haklar ve özellikle toplanma hakkıyla ilgili
bir değerlendirme için bkz. İbnüzziya Ahmed Reşid, “Kanun-ı Esasimiz Nasıl Islah Olunmalı? 2 - ”,
İstişare, nr. 14, 11 Kânun-ı evvel 1324, s. 625-631. Toplanma hakkıyla ilgili henüz Kanun-ı Esasi
Encümeni kurulmadan önceki şu ihtiyatlı değerlendirmeyi zikredelim: “Kanun-ı Esasi’ye evvel-be-
evvel hakk-ı ictimâ konulup onun Kanun-ı Esasi düşmanları veyahut her şeyde menfaat-i maddiye
arayan ve bu uğurda her şeyi feda eden erbâb-ı denâetle cehele taraflarından sû-i istimalâta
uğratılmaması için Fransız, Alman ve İngiliz ahkâm-ı kanuniyesi tafsilâtına müracaat ve vukûf-ı tam
peydâsıyla tetebbu edildikten ve memleketimizin hali ale’l-husûs ahvâl-i hâzırası teemmül olunduktan
sonra bazı ahkâm-ı inzibatiye vaz olunmalıdır” (İbnüzziya Ahmed Reşid, agm., s. 631).
172
“Kanun-ı Esasi Tadili Encümeni”, İkdam, nr. 5300, 26 Şubat 1909, s. 3. Alt-komisyon, Fransa’dan
Meclis içtüzüğünü tercüme ederek çalışmaya başladı. Bkz. “Meclis-i Mebusan”, nr. 6983, 5 Mart
1909, s. 1; “Meclis-i Mebusan”, Sabah, nr. 6986, 8 Mart 1909, s. 1.
173
“Kanun-ı Esasi Tadili Encümeni”, İkdam, nr. 5300, 26 Şubat 1909, s. 3.

131
çekilmesi ve imza edilmesi ise sonraki toplantıya bırakıldı (14 Mart 1909) 174. Bir
hafta sonra, 21 Mart’taki toplantıda mazbatanın, Encümen üyelerinin tamamının
bulunacağı bir toplantıda tekrar müzakere edilmesine karar verildi 175. 28 Mart’taki
toplantıda da mazbata üzerindeki müzakereler tamamlanamadı 176. Tadilleri içeren
kitapçığın bastırılarak mebuslara dağıtılması için Riyâset’e teslimine ancak iki hafta
sonra karar verilebildi (4 Nisan 1909) 177.

Encümen’in esbâb-ı mûcibe mazbatasının hazırlanması maddeler üzerindeki


müzakerelerden daha fazla vakit almıştır. Tadillerin gerekçelendirilmesi meselesi tek
başına da önemli olmakla beraber, mazbatanın hazırlanma sürecinde mazbata
muharriri Hüseyin Cahit Bey’in yerini Elmalılı Hamdi Efendi’nin alması makul bir
gecikmenin sözkonusu olamayacağını gösterir. Şubat sonu veya Mart başında
mazbata muharririnin değişmesi kanaatimizce bizi, üçüncü bölümde ele alacağımız
meşruiyet meselesinin eşiğine getirmektedir 178.

2.2. Meclis-i Mebusan’ın Üstünlüğünün Yıpranması

2.2.1. Meclis-i Mebusan Karşısında Hükümet ve Meclis-i A‘yân


II. Abdülhamid’in hal‘inden sonra, Kanun-ı Esasi’nin bazı maddeleri hakkında
“hakimiyet-i milliye”ye taalluk ettiklerinden dolayı müstaceliyet kararı verilerek,
A‘yân ile Mebusan’ın mutakabatıyla değiştirildi. Gerek o dönemdeki bazı metinlerde
gerekse meşrutiyet dönemiyle ilgili incelemelerde Kanun-ı Esasi tadilinin II.
Abdülhamid’in hal‘inden sonra kolaylıkla yapılabildiğine dair genel bir kanaat
vardır. Hal‘den sonra Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı Esasi’nin tadili müzakerelerine
başlanması, başka bir ifadeyle “inkılab-ı ahîrin ferdâ-yı ikbaline tesadüf etmesi

174
“Kanun-ı Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5317, 15 Mart 1909, 3; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, Yeni
Gazete, nr. 205, 15 Mart 1909, s. 2; “Kanun-ı Esasi Encümeni”, Servet-i Fünun, nr. 254, 15 Kânun-ı
sâni 1909, s. 3.
175
“Kanun-ı Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5324, 22 Mart 1909, s. 3; “Meclis-i Mebusan”, Osmanlı,
nr. 6, 22 Mart 1909, s. 3; Servet-i Fünun, nr. 260, 22 Mart 1909, s. 3.
176
“Kanun-ı Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5331, 29 Mart 1909, s. 4; Servet-i Fünun, nr. 266, 29 Mart
1909, s. 3.
177
“Kanun-ı Esasi Encümeni”, İkdam, nr. 5338, 5 Nisan 1909, s. 4; “Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni”,
Yeni Gazete, nr. 226, 5 Nisan 1909, s. 4; “Meclis-i Mebusan”, Osmanlı, nr. 20, 5 Nisan 1909, s. 3.
Ayrıca bkz. Hüseyin Cahit, “Kamil Paşa ve Gazeteler”, Tanin, nr. 244, 5 Nisan 1909, s. 1.
178
Bkz. 3.2. Kanun-ı Esasi Tadillerinin Temellendirilmesi Sorunu.

132
saadet-i âtiyemiz için bir mübeşşir-i mânevidir. Çünkü efkâr şimdi daha sâlim ve
tecrübe-kâr, muhit daha müsaittir” 179 hükmünde bir nebze haklılık payı vardır.
Bununla beraber yukarıda gösterildiği üzere Kanun-ı Esasi tadillerinin esas
çerçevesi, II. Abdülhamid’in tahtta olduğu sırada, Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi
Encümeni’nin çalışmalarıyla oluşturulmuş ve Encümen çalışmaları 31 Mart
olayından önce tamamlanmıştı. Mebusların esas teşkilat yapısıyla ilgili fikirleri ve
teklifleri, II. Abdülhamid’in padişah olarak başta bulunduğu bir siyasi denkleme göre
şekillenmişti. II. Abdülhamid, Kanun-ı Esasi tadilini iyi karşılamadığı halde bu
konuda direnç göstermemiştir. Bununla beraber her türlü iktidar vasıtalarından
mahrum mevcudiyetinin bile mebuslar tarafından açıkça dile getirilemeyen bir
tedirginliğe yol açtığı 180 gerek dönemin gazetelerinden, gerekse hatırat metinlerinden
anlaşılmaktadır. Tadiller sırasındaki hakim hava ve psikolojiyi bunun belirlediği
gözlemlenebilmektedir.

II. Abdülhamid’in hal‘inden sonra Kanun-ı Esasi tadil sürecinin daha kolay
olmadığını gösteren en önemli gelişme Meclis-i Mebusan’ın karşısında meşru
kuvvetlerin belirmesidir. 31 Mart’a kadar Meclis-i Mebusan’ın tek meşru kuvvet
olarak faaliyet gösterdiğine işaret eden Hüseyin Cahit, Meclis tekrar açıldığında her
şeyin değişmiş olduğunu belirtmektedir. Hüseyin Cahit, İttihat ve Terakki’nin ikbali
meselesinden ayrı ele alınamayacağı için; Meclis-i Mebusan’ın düzensizliği, parti
disiplininin olmaması ve birden fazla muntazam parti bulunmaması gibi meseleleri
işlemekte; artık meşru daire içine giren kuvvetler (Padişah, hükümet ve A‘yân)
karşısında Meclis-i Mebusan’ın zayıfladığına dikkat çekmekte ve Meclis-i

179
“Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı Esasi Tadilâtı”, Yeni Gazete, nr. 255, 5 Mayıs 1909, s. 1.
180
35. maddenin tadili için Babanzade İsmail Hakkı tarafından kaleme alınan mazbatada bu hususa
işaret edilir: “93 Kanun-ı Esasisi’nin hîn-i tadilinde kabus-ı mahûf-ı istibdâdın ezhânda husûle
getirdiği intibâ‘ât sâikasıyla Meclis-i Mebusan’a fazla salâhiyetler vermek ve bunları kanuna derc
etmekle millete ve hakimiyet-i milliyeye fazla hizmetler temin olunacağı zehâbı pek tabiî olarak hâsıl
olmuş…” “Kanun-ı Esasi Encümeni Mazbatası”, Tanin, nr. 1190, 26 Kânunıevvel 1911, s. 1-2.
Babanzade ilke olarak “istibdad”da iyilik, “meşrutiyet”te kötülük görmediği halde, Osmanlı
meşrutiyet tecrübesinin muhasebesini yaptığı bir yazıda, 10 Temmuz’dan ve özellikle 31 Mart’tan
sonra “son derece hayrhahâne bir hırs-ı ıslah”la yapılanların devleti öncekinden daha kötü duruma
düşürdüğünü savunmuştu. Bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Düstur-ı Islahat”, Yeni Tanin, nr. 1, 23
Kânun-ı evvel 1910, s. 1.

133
Mebusan’ın üstünlüğünün zedelenmesine karşı mebusları birleşmeye davet
etmektedir 181.

Tanin, 31 Mart baskınında aldığı yaraları sararak tekrar çıkmaya başladığında


on beş günlük buhranın muhasebesinden sonra 182 başyazarı tarafından ele alınan ilk
mesele Türkiye’nin idaresinin bu yeni dönemde kimlerin eline verileceği 183, İttihat
ve Terakki Cemiyeti kadrolarının Meclis-i Vükelâ’ya ne şekilde sokularak ülkenin
yönetiminde söz ve sorumluluk sahibi olabilecekleri 184 meselesi olmuştur. İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin “müsteşarlar meselesi” olarak bilinen bu hamlesi Kanun-ı
Esasi tadil çalışmalarının bir parçası haline getirilmiştir. Zira İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile hükümet arasındaki temel ihtilaf müsteşarların statülerinin belirlenmesi,
Meclis-i Vükelâ’ya girerek söz sahibi olabilmeleri, örgütün zaten sahip olduğu gücün
müsteşarların şahsında sorumluluğun da mercii haline getirilmesidir. Ancak “Babıali
kurnazlığı”yla müsteşarlar meselesi bir Kanun-ı Esasi meselesi yapılarak iki
görüşmenin arasına sıkıştırılmıştır 185.

Öte yandan Meclis-i A‘yân, Kanun-ı Esasi tadillerinde kendisiyle ilgili


kamuoyunda neredeyse ittifakla kabul edilen değişiklikleri 186 savuşturmayı başardığı
gibi Meclis-i Mebusan’ın feshinde rol sahibi olma (Kanun-ı Esasi Muaddel, m. 7),
kanun teklif edebilme ve kanunları “bidâyeten” inceleme gibi (Kanun-ı Esasi
Muaddel, m. 53) 187 önemli kazanımlar da elde etti. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi
Encümeni’nin esas çerçevesini belirlediği ve müzakerelerle kısmi değişikliklere

181
Hüseyin Cahit, “İki Kuvvet”, Tanin, nr. 270, 3 Haziran 1909, s. 1.
182
Hüseyin Cahit, “On Beş Günde”, Tanin, nr. 253, 18 Mayıs 1909, s. 1.
183
Hüseyin Cahit, “Yeni Devir”, Tanin, nr. 254, 19 Mayıs 1909, s. 1.
184
Hüseyin Cahit, “Müsteşarlar Meselesi”, Tanin, nr. 255, 20 Mayıs 1909, s. 1. Hüseyin Cahit’in
gündeme taşıdığı diğer önemli konu meşrutiyetin düşmanının kim olduğunun, daha doğrusu kim
olmadığının belirlenmesidir: “Meşrutiyetin düşmanı talebe-i ulûm olamaz, sarık olamaz. Meşrutiyetin
düşmanı cehalettir” (Hüseyin Cahit, “Meşrutiyetin Düşmanı”, Tanin, nr. 256, 21 Mayıs 1909, s. 1).
185
Hüseyin Cahit, “Tenviri Lazım Bir Nokta”, Tanin, nr. 272, 5 Haziran 1909, s. 1. Yazıda Kanun-ı
Esasi tadillerinin gelecek seneye kalma ihtimalinden de bahsedilmektedir. Bkz. aynı yer. Ayrıca bkz.
Ahmet Ali Gazel, "İkinci Meşrutiyet Döneminde İttihatçıların İktidarı Ele Geçirme Teşebbüsü: Siyasi
Müsteşarlık Meselesi", Ekev Akademi Dergisi, sy. 2, 2000, s. 175-179.
186
Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni sonraki müzakerelerde A‘yân’ın yapısıyla ilgili tavrını
değiştirmemiştir. Encümen’de üç muhalif oya karşı on altı oy çıkmıştır. Bkz. “Kanun-ı Esasi
Encümeni”, Tanin, nr. 870, 4 Şubat 1911, s. 2.
187
İbnüzziya, 53. maddeye A‘yân’ın “suret-i intihab ve tayinleri marzî-i millete tevfîk edilmek üzere”
kaydının konulmasını savunmuştu. Bkz. İbnüzziya Ahmed Reşid, “Kanun-ı Esasimiz Nasıl Islah
Olunmalı?”, İstişare, nr. 13, 4 Kânun-ı evvel 1324, s. 580.

134
uğrayan tadil projesinin bir bütün olarak ele alınmaması, bir kısmının kabul edilip
diğerlerinin geri bırakılması Meclis-i A‘yân’ın başarılı bir hamlesi olarak
kaydedilebilir. Yasama yılının sona ermesinden ötürü Meclis-i Mebusan ile mutabık
kalınarak mecburen kısmi kabul yolu tercih edilmiştir.

Meclis-i A‘yân, II. Abdülhamid’in hal‘inde üstlendiği rolün 188 açtığı evlek
üzerinde siyasi hayatta ciddi bir varlık göstermek isteyen bir unsur olma potansiyeli
taşıdığını göstermiştir. İkinci yasama döneminin hemen başında Kanun-ı Esasi tadil
çalışmalarında takip edeceği üslubun habercisi olarak A‘yân’a gensoru hakkının
verilmesini tekrar ısrarcı bir şekilde dile getirip (daha önce Mebusan’a teklif
edilmişti) gündeme taşıdı. “Ben de varım, ben de bir kuvvetim” diyerek kendi
konumunu güçlendirme istikametindeki tavrını keskin bir şekilde ortaya koyduğu 189
gibi hemen akabinde gündeme alınacak ariza-i cevabiye müsveddesi çerçevesinde
hükümeti birçok yönden eleştirerek (bunlar ariza-i cevabiyenin son halinde
çıkarılmış olsa da) yeni tavrını teyit etti 190.

Meclis-i A‘yân’ın gensoru hakkını elde etme isteğini değerlendiren 191


Babanzade İsmail Hakkı’ya göre Meclis-i A‘yân siyasi varlığını göstermek için fırsat
kollamaktaydı. Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni, Kanun-ı Esasi’nin baştan
sona incelenerek tadil edilmesi yönündeki kararını almadan önce, Babanzade’nin

188
Said Paşa’nın bu süreçte “hürriyet-perverliği ifrata vardırarak”, “hakimiyet-i milliye”yle iktifa
etmeyip “saltanat-ı milliye” tabirini kullanması ve bir kanun müzakeresi sırasında geçen “tebea”
kelimesi üzerine “meşrutiyette tebea yoktur” şeklinde sözleri için bkz. Abdurrahman Şeref, Tarih
Musahabeleri, s. 372.
189
Hüseyin Cahit, “Hey’et-i A‘yân’ın Cevabı”, Tanin, nr. 441, 24 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.
190
A‘yân’ın değişen halet-i ruhiyesini ariza-i cevabiye müsveddesi üzerinden değerlendiren bir yazı
için bkz. Hüseyin Cahit, “Hey’et-i A‘yân’ın Cevabı”, Tanin, nr. 441, 24 Teşrin-i sâni 1909, s. 1. Bu
müsveddenin içeriği A‘yân’daki görüşmelerden sonra değiştirilmiştir. Ayrıca ariza-i cevabiyeye
“A‘yân’ın âmâl-i milliyeye tercüman olduğu şeklinde bir ibare” konulması söz konusu olduğunda
A‘yân reisi Said Paşa “âmâl-i milliye”ye ancak Mebusan’ın tercüman olabileceğini söylemişti
(“Meclis-i A‘yân’da”, 445, 28 Teşrin-i sâni 1909, s. 2).
191
A‘yân’da gensoruyla ilgili görüşmeler sırasında hakim hava, bu hakkın zaten var olduğu
istikametindeydi. Sadece nasıl kullanılabileceğini belirlemek gerekecekti. Görüşmeler için bkz. MA, I,
2/3, 3 Teşrin-i sâni 1325; 2/4, 4 Teşrin-i sâni 1325; 2/5, 5 Teşrin-i sâni 1325: MAZC, I, 15-17, 22-24,
31-42. Ayrıca bkz. “Meclis-i A‘yân’da”, Tanin, nr. 436, 19 Teşrin-i sani 1909, s. 1-2. Tanin, A‘yân
görüşmesini alaycı bir dille aktarmakta, jurnallerle ilgili beyanından ötürü Avlonyalı Ferit Paşa’ya
jurnalcilik isnat etmekte, Ferit Paşa ve Noradonkyan Efendi’nin A‘yân’a istizah hakkı verilmesi
yönündeki görüşlerini, önceden hükümet üyesi olmalarına bağlamaktadır (aynı yer). Tanin,
görüşmeler sırasında aranan geçen yıla ait müsveddelerin içeriğine dair de bir ayrıntı veriyor. Tanin’in
aktarımına göre geçen yıl A‘yân gensoruyu kabul etmiş, Mebusan ise bunun kabul edilebilmesi için
A‘yân ile ilgili tadillerin kabul edilmesini şart koşmuştu (aynı yer).

135
konuyla ilgili hükmü şöyledir: “Meclis-i A‘yân mevcudiyet-i siyasiyesini, faaliyetini
göstermek için hiçbir fırsat kaçırmadıktan mâadâ bazen hiç yoktan vesileler ibdâ‘
ederek varlığındaki ehemmiyet-i siyasiyeyi isbata çalışıyor”. A‘yân elinde olmayan
yetkileri elde etmek hevesine düşmekte; “büyük biraderler” vazife, nüfuz ve
“kabineleri devirip yıkmak” hususlarında “küçük biraderler”den aşağıda kalmak
istememektedir. Babanzade’ye göre A‘yân “zayıf doğan bir mahluk”, “rahm-i
mâderden cılız ve nâkıs olarak sukût eden bir nevzâd”, “tarihin bakâyâ ve enkaz-ı
hata-âlûduyla saha-i vücuda gelen bir vâris”; Mebusan ise “zinde”, “menba‘-ı hayat
ve kudreti saf bir zâde-i tamm-i tabiat”tır. İlk çocuk diğeri gibi neşvünema bulamaz,
“iktisab-ı kuvvet edemez”, zayıf kollarıyla kavramak istediği kuvveti kucaklayamaz,
takatsiz bacakları bu kuvvetin ağırlığına dayanamaz. Bütün bu tespitlerine rağmen
esas itibariyle A‘yân Meclisi’nin gerekli olduğunu düşünen Babanzade, A‘yân’a
gensoru hakkı verilmesini uzun uzadıya değerlendirdikten 192 sonra bunun mümkün
olabilmesi için A‘yân’ın Mebusan ile aynı seviyeye getirilmesi gerektiğini söyler; bu
ise bizi A‘yân’ın gerekli olup olmadığı noktasına götürecektir 193.

A‘yân’ın gensoru hamlesi bir yüzüyle hükümete, diğer yüzüyle Meclis-i


Mebusan’a karşı meydan okuma olarak görüldüğünden; İttihat ve Terakki, her
halükarda kendini meydan okumanın muhatabı saymıştır. Bundan dolayı A‘yân’ın
önünü alabilmek için bizatihi varlığı tartışmaya açılacak 194 ve çıkış yolu olarak

192
Babanzade İsmail Hakkı’nın A‘yân’ın gensoru hakkına sahip olması ve Meclis-i A‘yân Kanun-ı
Esasi Encümeni layihasındaki diğer hususlarla ilgili görüşleri için bkz. 2.2.3.
193
Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.
194
Babanzade’nin söylemediğini, meselenin İttihatçılar nezdindeki siyasi karşılığını Hüseyin Cahit
açıkça dile getirmektedir: “A‘yân’ın hakk-ı istizahı var mı, yok mu diye düşünmekten ise A‘yân’ın
hakk-ı hayatı var mı, yok mu diye düşünmek ve bunu hallettikten sonra öteki bahse geçmek daha
muvâfık-ı hikmet ve maslahattır” (Hüseyin Cahit, “Meclis-i A‘yân’ın Hakk-ı Hayatı Var Mı?”, Tanin,
nr. 462, 15 Kânun-ı evvel 1909, s. 1). A‘yân’ı köşeye sıkıştırmak adına Hüseyin Cahit, meseleyi şöyle
kurmaktadır: “Parlamento usûlünde Meclis-i Mebusan hey’et-i umûmiye-i milleti temessül ve
teşahhus ettirir… Hey’et-i Mebusan milletin timsal-i müşahhasıdır… [A‘yân’ın] bugün temsil ettikleri
yegane kuvvet Abdülhamid’dir… İnkâr olunamaz ki Hey’et-i A‘yân’ın Abdülhamid a‘yân’ı olması
hey’eti kalp ve nazar-ı millette temelsiz bırakacak bir kusur-ı ibtidâîdir… bu hey’etin i‘râbdan mahalli
yoktur denilebilir. Eğer Hey’et-i A‘yân meşrutiyet-perver ve mahabbet-i âmmeye mazhar bir
hükümdar tarafından tayin ve intihâb edilmiş olsa idi o zaman Hey’et-i A‘yân hanedan-ı saltanatın
hukukunu kavâid-i meşrutiyet dairesinde muhafaza ile mükellef bir hey’et addedilebilirdi…
Abdülhamid’i hal‘ eden millet Hey’et-i A‘yân’ı da mânen hal‘ etmiştir… Abdülhamid’in sukûtu
üzerine niçin istifalarını vermediler sualiyle tahtie arzusunda değiliz… kendilerinden mümkün olduğu
kadar az bahsettirmek ve bu noktaların kurcalanmasına mümkün olduğu kadar az sebebiyet vermek
lüzumunu arz etmeye mahal görürüz” (aynı yer). Görüldüğü gibi Mebusan’ın temsil yetkisi tartışma-

136
Meclis-i Mebusan’ın teklifleri istikametinde dönüşmesi salık verilecekti. A‘yân’ın
“milletin intihâbına münkâd olmak ve milletten iktisâb-ı feyz ü kuvvet etmek
lüzumunu takdir” etmeleri gerekiyordu. Aynı bakış açısına göre A‘yân bünyesinde
kurulması muhtemel kuvvetli bir İttihat ve Terakki Fırkası sorunu kökten
çözebilirdi 195.

Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi çalışmalarını ancak 1910 yılı Nisan ayının
ortalarında tamamlayabilecektir. Bundan üç ay önce A‘yân ile Mebusan arasında
Kanun-ı Esasi’nin “tağyir”i veya “tahrif”i olarak bilinen ihtilaf zuhur etti. İbrahim
Hakkı Bey sadrazam olunca kendisine paşa unvanı verilmesi üzerine farkedilen ve
Mansurizade Said Bey (Manisa) ile Vasıf Bey’in (Karesi) iki ayrı takririyle 196
Meclis-i Mebusan gündemine gelen mesele, Kanun-ı Esasi’nin bazı maddelerinin
Mebusan ile A‘yân müzakerelerinde kararlaştırılandan farklı olarak kanunlaşmış
olmasıdır. Bu büyük hatanın sorumluluğunun kime ait olduğu meselesi karşılıklı ima
ve ithamlara yol açmış, Kanun-ı Esasi tadillerinin aceleye getirilmesi ve
ciddiyetsizlik eleştirilerinden iki hey’et de nasibini almıştı 197. Aynı günlerde Feyzi
Efendi (Karesi) ve dört arkadaşı Meclis-i Mebusan’a 18 Ocak 1910 tarihli bir takrir
vererek Kanun-ı Esasi tadilinin bir an önce tamamlanması gerekliliğinin Meclis
kararıyla A‘yân’a bildirilmesini önerdiler 198. Mebusların bu takrir hakkındaki

dışı müsellem bir hakikat olarak kurgulandığı gibi A‘yân’ın II. Abdülhamid’in hal‘inde oynadığı rol
de ihmal edilmektedir.
195
Hüseyin Cahit yeni bir imkân olarak A‘yân’da kuvvetli bir İttihat ve Terakki Fırkası kurulması
ihtimalini zikrediyor. Fırkanın siyasi programını kabul edenler seçim usûlünü de kabul
edeceklerinden, böylece “Hey’et-i A‘yân üzerindeki şaibe-i istihfâf zâil” olacaktı (Hüseyin Cahit,
“Meclis-i A‘yân’ın Hakk-ı Hayatı Var Mı?”, Tanin, nr. 462, 15 Kânun-ı evvel 1909, s. 1). Meclis-i
A‘yân bünyesinde fırka kurulması A‘yân’da uyanan mukavemet alametlerinin önünü almaya dönük
olmalıdır. Fırkanın kurulacağına dair bkz. “A‘yân’da İttihad ve Terakki Fırkası”, Tanin, nr. 461, 14
Kânun-ı evvel 1909, s. 2.
196
MM, I, 2/26, 4 Kânun-ı sâni 1325: MMZC, I, 560-561.
197
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi ve Hey’et-i A‘yân”, Yeni Tanin, nr. 495-26, 19 Kânun-ı sâni 1910,
s. 1. Sert bir eleştiri için bkz. YY, “İşte Bir Mesele ki Mebusan’ı Düşündürecek”, İkdam, nr. 5505, 15
Kânun-ı sâni 1910, s. 1. A‘yân’da kurulmuş encümenin hiçbir tarafta kusur bulmayan raporu için bkz.
Kanun-ı Esasi’nin Sekizinci Maddesinin Hey’et-i A‘yân’ca Müzakere ve Tasdiki Esnasında
Cereyan Eden Muamelenin Tedkiki Zımnında Teşekkül Eden Encümen-i Mahsûsun
mazbatasıdır, Meclis-i A‘yan, 1326-1327 İctimâ‘ı, nümero: 70, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1326, s. 2-
4. Babanzade iki ay kadar sonra, bundan bahsederek ihtilafı tazelemek istemediğini belirtiyor
(Babanzade İsmail Hakkı, “Tanin’in Tarihçe-i Siyasîsi” (550. sayının ilavesi), Tanin, nr. 550, 15 Mart
1910, s. 4).
198
MM, I, 2/31, 16 Kânun-ı sâni 1325: MMZC, II, 4-5; “Meclis-i A‘yân”, Tanin, nr. 461, 509-40, 2
Şubat 1909, s. 2.

137
sözleri 199 ile A‘yân’ın gelen tezkireyi karşılama biçimi 200 karşılaştırılırsa meclisler
arasındaki görüş ve özellikle hissiyat farklılığına başka delil aramak gerekmez 201.
Aşağıda izah edileceği üzere A‘yân’ın Kanun-ı Esasi’yi baştan sona inceleyerek tadil
çalışması yürütmesi, Mebusan’ın ise sadece geri kalan (esasen A‘yân ile ilgili olan)
maddeler hakkında bir çalışma yürütüldüğünü esas alması 202 restleşmeye yol
açmaktaydı. Maliye nazırı Cavid Bey’in talimatıyla, A‘yân reisi Said Paşa’nın vergi
borcunun tahsili için konağında haciz muamelesi başlatılması aynı günlere tesadüf
etmiştir 203.

Konumuz bakımından dikkat çekici diğer husus, Meclis-i Mebusan’da iki


muhalif hukukçu, Kirkor Zöhrab ile Lütfi Fikri’nin tezkirenin gönderilmesine itiraz
sadedinde ileri sürdükleri delillerin Meclis-i Mebusan’daki çoğunluk tarafından
dikkate alınmamasıdır. Kirkor Zöhrab bu ihtarın iki meclis arasındaki iyi ilişkileri ve
ahengi bozacağını, Mebusan’ın A‘yân’a ihtar hakkının olmadığını, ayrıca (Seyyid
Bey’in “bunların lüzumu yoktur” diyerek kesmek istemesine rağmen) A‘yân’ın da
milletin vekilleri olduğunu; Lütfi Fikri ise gerek kanunların gerek Kanun-ı Esasi’nin
bir an önce çıkarılması yolunda Meclis-i A‘yân’a ihtarda bulunulamayacağını ve
bunun emsalinin gösterilemeyeceğini söylemişti 204.

199
MM, I, 2/31, 16 Kânun-ı sâni 1325: MMZC, II, 4-11.
200
MA, I, 2/30, 21 Kânun-ı sâni 1325: MAZC, I, 269-273. Özellikle Besarya Efendi’nin “ültimatom”
benzetmesi ve değerlendirmeleri için bkz. MAZC, I, 269-270.
201
Aliyar Demirci, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay., 2006, s. 210-211.
202
Tağyir ve tahrif meselesinin canlılığından da faydalanarak Kanun-ı Esasi’nin alelacele
değiştirilmesini akıl ve hikmete uygun bulmayan A‘yân’ın bakış açısını yazı konusu yapan Hüseyin
Cahit, A‘yân’ın en önemli maddeler hakkındaki değişiklikleri geçen yıl kısa sürede kabul etmiş
olmasına dikkat çekmektedir. Geriye sadece A‘yân’ın kendisiyle ilgili maddeler kalmıştır ki “bunların
ta‘cili mevzubahis olduğu zaman ‘Allah Allah! Her yerde kırk elli sene uğraşıyorlar, aceleniz ne?’
tarzında izhar-ı infi‘âl edilirse bu suret-i hareket elbette mazhar-ı tasvib olmaz” (Hüseyin Cahit,
“Kanun-ı Esasi ve Hey’et-i A‘yân”, Tanin, nr. 513-44, 6 Şubat 1910, s. 1).
203
“Vergi Tahsili”, Tanin, nr. 511-42, 4 Şubat 1910, s. 1. Hüseyin Cahit, bu olayı “Türkiye’de Kanun
Var” başlığıyla değerlendirir: Tanin, nr. 511-42, 4 Şubat 1910, s. 1. Maliye nazırının izahı için bkz.
Cavid, “Meclis-i A‘yân Reisi Said Paşa Hazretlerine”, İkdam, nr. 5526, 5 Şubat 1910, s. 3.
204
Mebusların cevapları ve özellikle Talat Bey’in müdahaleleri için bkz. MM, I, 2/31, 16 Kânun-ı sâni
1325: MMZC, II, 5-8, 9-10.

138
2.2.2. 1293 Kanun-ı Esasisi’ne Dönüş Fikri: Damat Ferit Paşa Layihası
Meclis-i A‘yân’ın ikinci yasama dönemindeki en önemli faaliyeti olan Kanun-ı
Esasi tadil çalışmaları henüz Encümen aşamasında iken, yeni A‘yân üyelerinden 205
Damat Ferit Paşa önce Fransızca olarak yayınladığı 206 bir layiha ile önceki yıl
gerçekleştirilmiş Kanun-ı Esasi tadillerini tartışmaya açmıştır 207. Meşrutiyet fikrinin
Türkiye’deki seyri hakkında önemli yorumlar içeren; tarihin ve milli ihtiyaçların
önemine dikkat çeken, halife-sultanın haklarını hatırlatan, hakimiyet-i milliyenin
muhasebesini yapmaya çalışan, “ittihad-ı anâsır” ve ayrılıkçı hareketlerle ilgili sinir
uçlarına ve doğması muhtemel tehlikelere dokunan bu layiha, -bir hafta içinde-
Meclis-i A‘yân tarafından dikkate alınmamasına karar verilene kadar 208 geniş yankı
uyandırmış; hatta bir gazete meselenin dallanıp budaklanmasından çekindiği için
“maruf zevât”ın gönderdiği makaleleri yayınlamamıştır 209. Layihanın ilginç
yankılarından biri Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bey’in, Damat Ferit Paşa
layihasını “vâkıfâne”, “bir eser-i fazl u kemâl” olarak değerlendirmesi; hatta layihayı
mütalaa ettikten sonra Taine’nin (1828-1893) Les Origines de la France
Contemporaine adlı eserinin ilk cildinin (L’Ancien Régime) önsözünden kanun-ı
esasiyle ilgili ilk beş sayfayı tercüme ederek Yeni Gazete’ye göndermesidir. Bu

205
Damat Ferit Paşa ikinci yasama döneminin başında A‘yân üyeliğine atanmıştır (MA, I, 2/1, 1
Teşrin-i sâni 1325: MAZC, I, 3; “A‘yân Aza-yı Cedîdi”, Tanin, nr. 431, 14 Teşrin-i sâni 1909, s. 3).
Kanun-ı Esasi ile ilgili tavır ve görüşleri önemli olan Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ve Said Halim
Paşa’nın da bu sırada A‘yân’a atandıklarını hatırlatalım (aynı yer).
206
İkdam’da, yanlış yorumlanmasından çekinildiği için layihanın tercüme edilmediği belirtiliyor
(“Damat Ferit Paşa’nın Layihası”, İkdam, nr. 5538, 17 Şubat 1910, s. 1).
207
Damat Ferit Paşa layihası için bkz. “Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”,
Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1. Damat Ferit Paşa layihası hakkında daha fazla ayrıntı için bkz.
Aliyar Demirci, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, s. 251-271. Tunaya’nın dikkat çekip
değerlendirdiği (Tunaya¸Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, İletişim Yay., 2011, III, 119-120,
239-240) bu layiha Aliyar Demirci tarafından yayınlanmıştır. Bkz. Demirci, age, s. 429-432.
Damat Ferit Paşa, 25 Eylül 1908’de Rumeli Hisarı İttihad ve Te‘âvün Cemiyeti’nde, milliyetçi
vurgular taşıyan, milli mefâhiri ve kanun fikrini öne çıkaran, ıslahat tarihini (ve ıslahatçı padişahları)
tebcil eden bir konuşma yapmıştı. Bkz. [Damat Ferit Paşa], Rumeli Hisarı İttihad ve Te‘âvün
Cemiyeti’nin Hisar maarifi menfaatine tertib eylediği tiyatroda Damad-ı hazret-i Şehriyârî
Ferid Paşa hazretleri tarafından irad olunan nutuk, [İstanbul], 1324, s. 3-16.
208
Layiha ile ilgili Meclis-i A‘yân genel kurul görüşmeleri için bkz. MA, I, 2/33, ; I, 2/35, 9 Şubat
1325: MAZC, I, 312, 323-327. Ferit Paşa’ya göre layihası “Hey’et-i A‘yân’ın tevahhuşunu mûcib
olmuş”tu (MA, I, 2/57, 8 Nisan 1325: MAZC, I, 613-614).
209
“Hey’et-i A‘yân’da Ferit Paşa’nın Layihası”, Yeni Gazete, nr. 537, 23 Şubat 1910, s. 1.

139
metinde kanun-ı esasi ev istiaresi üzerinden anlatılmakta, uygun bir siyasi çözümün
ancak memleketi tanımakla bulunabileceği ima edilmektedir 210.

1325 tadillerinin, 1293 Kanun-ı Esasisi’nin “ruh ve mezâyâ”sını tamamen


değiştirdiğini düşünen Damat Ferit Paşa İngiltere, Fransa ve Lehistan’ı örnek
göstererek bizdeki Kanun-ı Esasi tadilinin yol açtığı iki olumsuzluğa dikkat
çekmektedir:

a. “Hal ve istikbalin esası mazi” olduğu halde mazi ile ilişkilerin kesilmesi
arzusu.

b. “Makam-ı celîl-i saltanatın hukukunun nihayetü’n-nihâye” sınırlandırılması


ve bununla bağlantılı olarak A‘yân’ın kısmen seçimle gelmesi usûlü öngörülerek
bütün “nüfuz ve iktidarın kuvve-i teşriiyeye tevdii” 211.

Ferit Paşa’ya göre bu mesele “Türk ve Osmanlı milletinin ve saltanat-ı âl-i


Osman’ın ve hilafet-i muazzama-i Osmaniyenin mevcudiyeti”yle ilgilidir. Daimi ve
kuvvetli bir hükümet, ancak padişah ile Meclisin birbirlerinin haklarına karşılıklı
riayet etmesiyle kurulabilir. Yapılması gereken, geçen sene vakit darlığından ötürü
enine boyuna incelenemeden yapılan tadillerin tekrar ele alınması, hatada ısrar
edilmemesidir 212.

Ferit Paşa’nın diğer tezi, “millet-i vâhideden ibaret bir devlette lüzum-ı
teessüsü musaddak bulunan” 213 hakimiyet-i milliyenin ülkemizde isabetli bir şekilde
uygulanmadığıdır. Hakimiyet kime verilecektir? “Yalnız bu devletin bânisi olan Türk
milletine değil, Osmanlı İmparatorluğunu teşkil eden bi’l-cümle akvâma ki bunların
cinsi, mezhebi, lisanı, âmâli, efkârı, hissiyâtı” tamamen birbirine muhaliftir. Pan-
slavizm, Pan-elenizm gibi hareketler bu unsurların milli varlıklarını takviye ederek
siyasi birliğin sağlanmasını engellemektedir. Eğer “adem-i merkeziyet” taraftarları
çoğalır, hakimiyet-i milliye “hürriyet-i şahsiye”yi sağlaması beklenirken her bir
kavmin “âmâl-i hususiye-i unsuriyesinin istihsâline alet” olursa ülkenin “tecezzi ve

210
Kemalzade Ali Ekrem, “Kanun-ı Esasi hakkında…”, Yeni Gazete, nr. 534, 20 Şubat 1910, s. 3.
211
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
212
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
213
Ferit Paşa Kanun-ı Esasi Encümeni’nin hazırladığı layihanın görüşmeleri sırasında da aslında
hakimiyet-i milliye aleyhinde olmadığını, uygulamasını eleştirdiğini izah etmek durumunda kalmıştır.
Bkz. Aliyar Demirci, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, s. 234.

140
inkısâmı”na sebep olur. Osmanlı kavimleri arasındaki ihtilafın hâlâ devam ediyor
olması bu usûlün olduğu gibi (ale’l-ıtlâk) kabul edilmesindeki “mehâlik” herkesi
düşündürmektedir 214.

Ferit Paşa Meclis-i Mebusan’da çoğunluğa sahip olanların yarın diğer fırkalara
mağlup olabileceğini öngörür. Takip edilmesi gereken en iyi yol, “hukuk-ı
hükümet”in Padişah, A‘yân ve Mebusan’a “teşmil” edilmesi, nüfuz ve iktidarın
bunlar arasında “suret-i mütesâviye ve münâsibede taksim” edilmesidir. Devletin
varlığını teminat altına alacak bir kanunu yaparken padişahların şahsiyetini
düşünmemeli 215, “ile’l-ebed baki olması lazım gelen” vatan ve milletin “selâmet ve
necâtı” gözetilerek makam-ı saltanata haklarını vermelidir. Ayrıca Osmanlı
padişahlarının aynı zamanda halife olmalarını nazara almalıdır. Üç yüz milyon
müslümanın takdis ettiği hilafet makamının “şer‘an mut’a‘ olmak lâzım iken mutî‘
olmağa mesbur olması” hissiyatlarını zedelemektedir 216.

Kanun-ı Esasi tadilinde 18. yüzyıl filozoflarının görüşlerinin esas alınmasını da


şöyle değerlendirir: “[bunların] neşr ve işâ‘a eylediği nazariyat-ı hikemiye esas
ittihaz edilmiş ve bu nazariyat cemiyât-ı beşeriyeye kendi fikrince nizam vermekte
isti‘câl eden bazı erbâb-ı hayalin mülahazâtından ibaret bulunmuş olmağla
memleketimizde kabil-i tatbik değildir. Çünkü Şark ile Garb’ın hissiyat-ı kalbiyesi ve
ahvâl-i ruhiyesi tamamiyle tezattadır. Vâzı‘-ı kanun bir millete arzu ettiği vechile
nizam veremez. O milletin kabiliyetine ve ahlâk ve tabiatine, hissiyat-ı
mezhebiyesine tevfîk-i muameleye mecburdur”. Zira her milletin “keyfiyet-i
ictimâ‘iye-i hâzırası ahvâl-i sâlifesinin netice-i tabiiyesi olmağa bu netice-i tarihiyeye
arzu edilen şekil ve sureti vermeye girişmek maziyi” değiştirmektir ki bu da
imkansızdır. Tadilat ile serbestane bir Kanun-ı Esasi yapılmamış, bilakis memleketin
istikbali tehlikeye atılmıştır. Önemli noktalar tekrar incelenirse tehlike bertaraf
edilebilir 217.

214
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
215
Ferit Paşa, “her hal ü hareketi kavânîn-i medeniye ve ilahiye ahkâmına muhalif düşman-i insaniyet
geçmiş bir padişah” ifadesiyle II. Abdülhamid’i, “mekârim-i ahlâkı sebebiyle umûmun hürmet ve
mahabbet eylediği bir hükümdar” ifadesiyle Sultan Reşad’ı kastmektedir.
216
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
217
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.

141
Ferit Paşa’ya göre bu memlekette “ale’l-umûm halkın maksadı adalet, hürriyet,
hüsn-i idare ve emvâl-i milletin su-i istimalâttan vikâye ve harice karşı haysiyet-i
milliyemizin müdafaası, vatanın selameti nikâtına ma‘tûf”tur, bunlar ise 1293
Kanun-ı Esasisi ile temin edilmiştir. Sadece 113. madde kaldırılmalıdır. Gerisi
“ihtiyac-ı ictimâ‘îmize kâfidir”. Halk kağıt üzerinde şaşaalı sözler değil, cemiyetin
saadeti, insanların hürriyetini ister. Birden bir kemal noktasına çıkma arzusu
tehlikeye sebep olabilir 218.

Damat Ferit Paşa ayrıca A‘yân’ın seçmi için önerilen usulün “hukuk-ı
saltanatla kâbil-i te’lif” olmadığını belirtmektedir. A‘yân’ın geçici bir süre için
seçilmesi milli menfaatlere aykırıdır. Kanunları ifrat ve tefritten tecrit ederek
kamuoyuna ve sosyal ihtiyaçlarımıza uygun bir hale getiren, kanun tanzim ve teklif
hakkına sahip olan, saltanatın/devletin menfaatlerini koruyan, Kanun-ı Esasi’nin
korunması gibi “en mukaddes bir vazifeyi haiz olan” A‘yân’ın hiçbir taraftan korkup
çekinmeyerek istiklâlini koruması ancak kayd-ı hayatla atanmasına ve
azledilememesine bağlıdır. Ferit Paşa A‘yân’ın padişah tarafından atanmasıyla ilgili
Avrupa’dan örnekler getirir, Fransa’nın örnek gösterilmesini reddeder 219.

Ferit Paşa’ya göre mebuslar eğer müvekkillerine Kanun-ı Esasi tadillerinin


sağlamaya çalıştığı Parlamentarizmi benimseyip benimsemediğini soracak olsalar
“bunca meşâkk u ızdırab ve fedakarlıkla altı yüz senede tesisine muvaffak oldukları
bu azîm devleti Parlamentarizm tabir edilen ve bazı memâlikte mazarrâtı tahakkuk
ederek tebdili bir zamandan beri efkârı işgal etmekte bulunan ve tahavvül ve
tebeddül-i daimî ve saadet-i maddiye ve mâneviyelerini tezyid edecek bir esas-ı
metîne bina etmek arzusunu umûmun izhâr etmesi ağleb-i ihtimaldir” 220.

Tadilat ile Kanun-ı Esasi’nin “kuvve-i merkeziyesi vasattan cenâha geçmiş”tir.


“Makam-ı saltanat bir yandan hey’et-i teşriiye, diğer taraftan hükümet-i icraiye
muamelatına iştirak ederek” her ikisinin “hüsn-i cereyanını temin eder bir merkez
olduğu” halde tadilatla Padişahın bütün hakları “tahdid veya takyid edilmiş” ve hatta
“sadrazam ve vükela nasb ve yetkisi bile “uhdesinden nez‘ edilmiştir”. Bundan ötürü

218
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
219
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
220
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.

142
teşri ve teftiş kuvveti sıfatına sahip olan Meclis-i Mebusan aynı zamanda kuvve-i
icraiyeyi de taht-ı hükm ve nüfuzuna alıp kendi gösterdiği vükela ile memleketi idare
etmeye “azm ve teşebbüs etmiştir”. “Meşrutiyet fevâidinin ehemmi olan taksim-i
kuvâ kaidesi bu vechile duçar-ı halel olduktan başka” tadilatın kabulü halinde “ya
kavmiyet kaidesinin tevsiiyle devletin tecezzi ve inkısam etmesi veyahut
Parlamentarizm usulünün bu mülkte kabil-i icra olmadığı bi’t-tefhim terk edilmesi ve
tekrar saadet-i milliyeyi temine kâfil” olan “meşrutiyet-i safiye” haline geri
dönülmesi mecburiyeti yüz göstermiştir 221.

Lütfi Fikri, Damat Ferit Paşa layihası hakkında mufassal bir yazı kaleme almış,
hem 1293 Kanun-ı Esasisi, hem de tadiller hakkındaki kanaatlerini bildirmiştir. Lütfi
Fikri, Damat Ferit Paşa’nın temel tezini şöyle belirliyor: “Bizim Doksan Üç Kanun-ı
Esasimiz ihtiyac-ı ictimâ‘îmize kâfi idi. Geçen sene icra edilen tadilat, onun ruh ve
mezâyâsını tamamen tahvil eyledi. Akvâm-ı muhtelife ile meskûn olan
memleketimiz için bir tehlikedir”. Damat Ferit Paşa’nın tezini temellendirmek için
yaptığı tarihi tahlilleri ele almayacağını, zira tarihten alınan misallerin bir fikrin
lehinde de aleyhinde de işe yarayabileceğini belirteren Lütfi Fikri, doğrudan esasa
girerek Ferit Paşa’nın tezini şu şekilde karşılıyor: “Cevaben ispat edeceğim ki
Doksan Üç Kanun-ı Esasisi’ni kabul ettikten sonra icra edilen tadilat için artık telaşa
mahal yoktur. Çünkü o tadilat, Doksan Üç Kanun-ı Esasisi’nde münderic ahkâmın
mütemmimât-ı zaruriyesi olmaktan başka bir mahiyeti haiz değildir” 222.

Lütfi Fikri’ye göre bizim için asıl önemli olan, 1293 Kanun-ı Esasi’sinin kabul
edilmesiydi 223; geçen yasama döneminde yapılan Kanun-ı Esasi tadilatı değil. Lütfi
Fikri tezini şöyle izah ediyor:

221
“Kanun-ı Esasi’ye dair Damat Ferit Paşa’nın Bir Lâyihası”, Tanin, nr. 525, 18 Şubat 1910, s. 1.
222
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.
Bu yazının başka bir değerlendirmesi için bkz. Aliyar Demirci, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi
1908-1912, s. 261-262. Lütfi Fikri’nin fikirleri ve siyasi mücadelesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.
Ahmet Ali Gazel, İkinci Meşrutiyet Dönemi Siyasî Mücadelesinde Lütfi Fikri’nin Tanzimat’ı,
Konya, Çizgi Kitabevi, 2007.
223
Kanun-ı Esasi tadillerinden önce yazılan bir Kanun-ı Esasi şerhinde, içinde Padişahın haklarıyla
ilgili madde de bulunmak üzere ilk yedi maddenin diğer maddelerde getirilen kayıt ve şartlar da
zikredilerek parlamenter sistem çerçevesinde izah edilebilmiş olması Lütfi Fikri’nin tezini teyit eden
bir örnektir. Bkz. İbnü’r-Ref’et Mehmed Memduh, Hukuk-ı Esasi ve Şerh-i Kanun-ı Esasi-i
Osmanî, s. 10-39.

143
1. Geçen seneki tadillerden en önemlisi vükelanın bireysel ve kolektif
sorumluluklarının kabul edilmesiydi (m. 30). Bu maddenin ruhu, “vükelâ-yı devlet
memuriyetlerine müteallik ahvâl ve icraattan mes’uldür” şeklindeki eski maddede
zaten vardı. Eski maddede de sözkonusu olan alelade memurların sorumluluğu değil,
“mesuliyet-i siyasiye”ydi. Değişiklik sadece bu hususun vuzuha kavuşturulmasından
ibarettir. Bu madde başka şekilde yorumlanamaz; çünkü 1293 Kanun-ı Esasisi,
“parlamentarizm yani vükelânın Meclis-i Mebusan’a karşı mesuliyeti kaidesini kabul
eden” ülkelerin parlamentarizmi benimsemekten ötürü koydukları başka hükümleri
de içermekteydi. Lütfi Fikri, önce aykırı bir örnek olan Amerika’yı ele alarak
“kuvvetlerin yek-diğerinden tefrik ve istiklâli”nin ne şekilde olabileceğini,
Amerika’da kuvvetlerin nasıl konumlandırıldıklarını izah eder. Halbuki
parlamentarizmi kabul eden ülkelerde hükümetin Meclis-i Mebusan’a karşı
sorumluluğu gibi yasamanın yürütmeye müdahalesini gerektiren bir ilke kabul
edilmiş, fakat buna mukabil veto hakkı, kanun teklif etme hakkı ve Meclis-i
Mebusan’ı dağıtma hakkı ile yürütmenin yasamaya müdahalesine imkân verilmiştir.
1293 Kanun-ı Esasisi yürütmeye bu müdahale imkânlarını tanıdığı için “bi’l-
mukabele hükümetin dahi Meclis’e karşı mes’uliyetini kabul etmiş olacaktı. Çünkü
… bunlar yek-diğerinden ayrılmaz şeylerdir”. Ayrıca gensoruyla ilgili düzenleme (m.
38) de eski maddeyi “başka suretle anlamaya imkân” olmadığını gösterir.
Unutmamalıdır ki Kâmil Paşa aleyhinde verilen gensoru, 1293 Kanun-ı Esasisi’nin
bütün hükümleriyle yürürlükte olduğu, tadilleri öncesinde gerçekleşmişti.

Lütfi Fikri’ye göre, Damat Ferit Paşa’nın dediğinin aksine “Kanun-ı Esasi’nin
kuvve-i merkeziyesi vasattan cenâha” geçmemiş, önceden “cenahta iken tadilat ile
vasata gelmiştir”. Lütfi Fikri, o gün olduğu gibi bugün de yaygın kabul gören
“Kanun-ı Esasi tadilatıyla padişahın hukuku tahdid edilmiş, takyid edilmiş ve hatta
sadrazam ve vükelâ nasbı salahiyeti bile uhdesinden nez‘ olunmuştur” şeklindeki
görüşün tamamen hakikate aykırı olduğunu söyler. Padişahın hakları, 1293 Kanun-ı
Esasisi’nin hükümlerine ve hele ruhuna göre ne olmalıysa tadilat bunları o derecede
tutmuştur. Burada 1293 Kanun-ı Esasisi’nin “hukuk-ı saltanatı tahdid” edip etmediği
başka bir meseledir. Gerçekten o vakte kadar bütün hakimiyet “makam-ı saltanat”ta
iken Kanun-ı Esasi’den sonra sadece bir kısmı orada kalmış; devlet “yed-i vâhid” ile

144
doğrudan doğruya idare edilirken “hakimiyet-i milliye esasına müstenid bir hükümet-
i bi’l-vekale (gouvernement représentatif) olmuştur” 224.

2. Kanun-ı Esasi’nin maliye işlerinde “kesenin ağzını tutmak” konusunda


Meclis-i Mebusan’a verdiği yetki en “hürriyet-perver” ülkelerdekine muadil, hatta
onlardan daha üstündür 225.

3. Padişahın hakları (m. 7), tadilat ile daha vazıh bir hale gelmiştir. Mesela eski
halinde mutlak olarak “muahedât akdi”nden bahsedilirken, Umûr-ı Maliye faslında
yasamaya verilen geniş yetkilerden ötürü bunun nasıl anlaşılması gerektiği
gösterilmiştir. Lütfi Fikri’ye göre “hulâsa makam-ı saltanatın hukuku, geçen seneki
tadilatla değil, Doksan Üç Kanun-ı Esasisi’yle tahdid edilmiştir”. Tadilat ile sadece,
maddeler daha vazıh bir şekle konulmuş ve Kanun-ı Esasi’deki “ahkâm-ı esasiye”ye
göre sarih bir şekilde bahsedilmemiş hususların ne yolda halledilmesi gerektiği
gösterilmiştir. Dolayısıyla Damat Ferit Paşa’nın tadilatla ilgili itirazları doğru
değildir. Paşa, aslında tadilata değil, doğrudan doğruya 1293 Kanun-ı Esasisi’ne
itiraz ediyor ise işte o zaman meselenin mahiyeti değişir 226.

4. Lütfi Fikri’ye göre, Damat Ferit Paşa A‘yân’ın atama yoluyla gelmesini
önemini abartarak “makam-ı saltanat” için büyük bir hak olarak gördüğünden, seçim
usûlünü “makam-ı saltanat”a tecavüz şeklinde değerlendirmektedir. Öncelikle
kendisinin örnek gösterdiği ülkelerde bile bu hak başvekilin sorumluluğu altında icra
edilir. Zaten meşruti bir hükümette hükümdardan başka türlü bir muamele sadır
olması tasavvur edilemeyeceğinden “meşrutiyette ayrıca hükümdarın şahsından bahs
etmek bile doğru olamaz”. İkinci olarak bu mesele ülkemizin “ihtiyacât-ı siyasiye ve
sair icabât-ı ictimâ‘iyesine” bağlı olarak, özellikle Meclis-i A‘yân’ın kendi menfaati
açısından incelenecek bir meseledir. Yürütmenin A‘yân’ı seçmesi kendisi için
önemli bir hak değildir ki mahrumiyeti “bâdî-i teessür ve elem olsun”. Benzer bir
durumdaki hakim ve savcıların yürütme tarafından seçilmesi, onları yürütmenin
maiyetine sokmadığı gibi A‘yân’ın da yürütmeyle ilişkilendirilmesini gerektirmez.
Kaldı ki A‘yân’ı yürütmenin atadığı -ki inhâ mahiyetindedir- ülkelerde Meclis-i

224
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.
225
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.
226
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.

145
A‘yân’a “mutlak surette hakk-ı takdir ve tasvib” verilmiştir. Ne şekilde çözümlenirse
çözümlensin bu meselenin “hukuk-ı makam-ı saltanat” itibariyle önemi olamaz 227.

5. Damat Ferit Paşa’nın, ülkemizde çeşitli kavimlerin yaşamasından dolayı


hakimiyet-i milliye kaidesinin bizde yol açabileceği “mehâlik” hakkındaki görüşü
tadilattan çok 1293 Kanun-ı Esasisi’ne, hatta açıkça meşrutiyetimize ilişkindir.
Hakimiyet-i milliye, -mesela İsviçre’de olduğu gibi- mutlaka parlamentarizmle kaim
değildir. Lütfi Fikri’ye göre Ferit Paşa’nın hakimiyet-i milliyeyle ilgili itirazları haklı
olsa bile bu tehlikeler hakimiyet-i milliyenin tecelli şekillerinden biri olan
parlamentarizme münhasır değil, bütün tecelli şekillerine aittir. Lütfi Fikri, Paşa’ya
şu önemli soruyu yöneltir: Avusturya’da var olan çözülme korkusunun
parlamentarizm kaldırılarak yerine “kuvâ-yı selasenin yek-diğerinden tamamen
tefriki usûlü” konulduğunda bertaraf edileceğini iddia edebilir misiniz? Sonuç olarak
Lütfi Fikri, Ferit Paşa’nın itirazlarının “memleketimiz için en mühim bir mesele-i
hayatiye olan meşrutiyete taalluk” ettiğini savunmaktadır. Ona göre memleketimizin
özel şartlarından ötürü meşrutiyetin birçok mahzuru olabilir; “fakat bu memleket
hükümet-i müstebidde ile mahv u inkıraza mahkumdu. Demek ki meşrutiyetle
mutlaka kurtulur. Fakat bir ümit varsa orada, münhasıran oradadır” 228.

227
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.
228
Lütfi Fikri, “Damat Ferit Paşa Hazretlerine Açık Mektup”, İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910, s. 1.
Lütfi Fikri’nin meşrutiyeti kurtuluşun yegane yolu olarak gördüğünü teyit eden başka bir örnek , aynı
dönemde Mekteb-i Hukuk’ta okuttuğu hukuka giriş derslerinden verilebilir. Lütfi Fikri dersin başında
hukuk telakkileri hakkında bilgi vermiş, pozitivimin şiddetli bir şekilde tatbik edilmesi durumunda
muhafazakarlık getireceğini, her türlü terakkiyi durduracağını söylemiş; bu münasebetle ülkemizde
meşrutiyetin benimsenmesi örneğini vermiştir: Osmanlı Devleti asırlardan beri “hükümet-i
müstakille” ile idare edilmiştir. Pozitivizm ölçü alınırsa; bizde “usûl-i meşruta esası” üzerine kanun
koymak, hele Kanun-ı Esasi vaz etmek fikri şiddetli itirazlara sebep olacak, bunun öteden beri
ülkemizin “tekâmül ve terakkisini idare eden kavânîn-i ictimâ‘iye”ye ne derecede uygun düşeceği
hakkında sonu gelmez mütalaa ve tartışmalara kapı aralanacaktır. Halbuki, demektedir Lütfi Fikri,
“meşrutiyet gibi terakki-perver ve Avrupa memleketlerince mücerreb bir usûl-i idarenin -velev bu bir
‘finalisme’ eseri addolunsun- memleketimizde vaz ve tatbikine niçin teşebbüs olunamasın? Kaldı ki
kavânîn-i ictimâ‘iye gibi haliyle kavânîn-i tabiiye kadar mahiyet ve suret-i seyri zâhir olamayacak
birtakım kavânîni iddia olunan mahdûd bir daire dahilinde anlamak birçok hatalar tevlid edebilir”.
Kaldı ki toplum kanunlarına neyin uygun olduğunu bilmek çok zordur, muhtemeldir ki düşünülenin
aksi çıkar. Özetle Lütfi Fikri meşrutiyeti kesin bir siyasi tercih olarak koymaktadır. Bkz. Lütfi Fikri,
Mebâdi-i İlm-i Hukuk, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan, 1327, s. 7-8.
Babanzade İsmail Hakkı da sert meşrutiyet tenkitleriyle dolu metinlerinde bile aynı sonuca varmıştır.
Bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Meşrutiyet ve Efkâr-ı Umûmiye”, Tanin, nr. 444, 27 Teşrin-i sâni
1909, s. 1, aynı mlf., “Düstur-ı Islahat”, Yeni Tanin, nr. 1, 23 Kânun-ı evvel 1910, s. 1.
“Osmanlıların dinî, siyasî ve sosyal şartlarının Batı dünyasından farklılıklarını vurgulayan, ıslahat
teşebbüslerini ve düşüncelerini temel uyuşmazlıklar açısından tenkit eden” Said Halim Paşa, bir geri

146
Lütfi Fikri ile aynı gün konuyu ele alan Diran Kelekyan, Damat Ferit Paşa
layihasını hakimiyet-i milliye açısından değerlendirmiştir. Kelekyan’a göre Ferit
Paşa, daima siyaseti öne çıkararak, ictimâî olanı ihmal etmektedir ki eğer “ahalimizin
derece-i tekâmülü henüz meşrutiyet-i sâfiyeden fazlasına mütehammil değildir”
deseydi konuyu bu noktadan ele almak mümkün olurdu. “İttihad-ı anâsır” fikrinin bir
buçuk yıldaki gelişimine işaret eden Kelekyan, öne sürülen siyasi mahzurların tesis
edilen ictimâi adaletle hafiflediğini, sadece eski dönemden gelen serpintilerinin
kaldığını, artık aksi yöndeki propogandalara uygun bir zemininin bulunmadığını
söyler. Hem siyasi, hem ictimâî açıdan bakıldığından “hakimiyet-i milliye usûlü en
kuvvetli zamândır. Tehlike bilakis hakimiyet-i milliye esasından ayrılmakla hâsıl
olur” 229.

Kelekyan’ın dikkat çektiği diğer önemli husus Kanun-ı Esasi tadillerinde,


devletin an’anelerine ait esasların korunulmasıyla yetinilmeyip bu esasların takviye
edilmesidir. Hilafet ve devletin resmî diniyle ilgili maddeler Meclis-i Mebusan’ın bu
an’aneleri teyit ve takviye ettiğini gösterir. Sonuç olarak Kelekyan’a göre
parlamentarizm devlet teşkilatı için zaaf sebebi değildir; bilakis “adalet-i
ictimâ‘iyeye ibtinâ eylediği için [devletin] metanetini arttırmıştır” 230.

2.2.3. Meclis-i A‘yân’ın Kanun-ı Esasi Lâyihası


Meclis-i A‘yân ikinci yasama yılında Kanun-ı Esasi’yi baştan sona ele alarak
köklü değişiklikler önermiştir. A‘yân’ın Kanun-ı Esasi layihası, 16 Nisan 1910 tarihli
gerekçe ve bünyesindeki Kanun-ı Esasi Encümeni’nin mazbataları, A‘yân reisi Said
Paşa tarafından 25 Haziran 1910 tarihli bir yazıyla Meclis-i Mebusan’a

dönüş öngörmemekle beraber Kanun-ı Esasi meselesini temelden tartışmaya açmak bakımından
istisnai bir yerde durmaktadır. Bkz. İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri I - Hilafet ve
Meşrutiyet, 2. baskı, İstanbul, Dergâh Yay., 2001, 117-120.
229
D.K., “Hakimiyet-i Milliye”, Sabah, nr. 7332, 19 Şubat 1910, s. 1. Diran Kelekyan’ın “millet-i
hâkime” anlayışı ve unsurlar arasında müsavatın sağlanması konusunda II. Meşrutiyet’ten önceki
değerlendirmeleri için bkz. [A.C.], Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve
Terakki, s. 203-209.
230
D.K., “Hakimiyet-i Milliye”, Sabah, nr. 7332, 19 Şubat 1910, s. 1. Krş. [A.C.], Bahaeddin Şakir
Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, s. 207. Ayrıca bkz. Aliyar Demirci, İkinci
Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, s. 262-263.

147
gönderilmiştir 231. Layiha Meclis-i A‘yân hey’et-i umumiyesinde görüşülüp 232,
Kanun-ı Esasi Encümeni’nde tekrar müzakere edilerek 233 bu nihai halini almıştır.

Layihanın getirdiklerine ana hatlarıyla baktıktan sonra bu konudaki mütalaalara


geçeceğiz:

1. 1293 Kanun-ı Esasi’sinde olmayan, Meclis-i Mebusan tarafından da


öngörülmemiş yeni maddeler getirilmiştir. Bunların en önemlisi hükümet şeklinin
tanımlanmasıdır (m. 4). Seçim hakkının tanınması (m. 24), iki meclisten birinde
kabul edilmeyen kanunun -hükümetin talebi olmaksızın- o yasama yılı içinde tekrar
müzakere edilememesi (m. 62), meclislere “tahkik hakkı” (yetkisi) verilmesi (m. 67),
herbir meclisin kendi dahili nizamnamesini yapabilmesi (m. 68), Meclis-i
Mebusan’ın yeni üyelerin mazbatalarını incelemesi (m. 93) de bu kabildendir.

2. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni’nce aynen ibka edilmesine karar


verilen, Meclisin iç ve dış güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili madde (m. 66)
değiştirilmiştir.

3. Bir yıl önce Meclis-i Mebusan ile mutabık kalınarak değiştirilen ve iradesi
alınmış olan maddeler bir yana, Meclis-i A‘yân sadece iki maddede (Muaddel m.2,
mülkî taksimat; Muaddel m. 58, kanunların kabul edilmesi usulü) Meclis-i
Mebusan’ın teklifini aynen kabul etmiştir.

4. Meclis-i Mebusan tarafından değiştirilmesi kararlaştırılmış bazı maddeler,


Meclis-i A‘yân tarafından başka bir yolda tekrar değiştirilmiştir. Mesela Meclis-i
Umumi üyeliğinin düşmesiyle ilgili madde (m. 48), kanunların tefsiriyle ilgili madde
(m. 131) böyledir.

5. Bazı maddelerde Meclis-i Mebusan’ın teklifi tamamen terk edilerek 1293


Kanun-ı Esasi’sindeki asıl maddeye dönülmüştür. Bunlardan en önemlisi, “zât-ı

231
Meclis-i A‘yan’dan İade Edilen Kanun-ı Esasi Tadilatını Hâvi Lâyihadır (bundan sonra
Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası), Meclis-i A‘yan, birinci devre, 1326-1327 İctimâ‘ı, nümero:
7, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1326. Verdiğimiz madde numaraları hangi kanun veya layihadan
bahsediliyorsa ona aittir.
232
Layiha metni doğrudan kaynak olarak kullanılmamakla beraber Genel Kurul’daki görüşmeler
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Aliyar Demirci, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, s.
216-239.
233
Kanun-ı Esasi Encümeni’nin mazbataları için bkz. Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 43-
51.

148
hazret-i padişahînin nefs-i hümâyûnu mukaddes ve gayr-ı mes’uldür” şeklindeki asıl
maddeye (m. 4) dönülmesidir. Halbuki Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni
bunun “Makam-ı hilafet-i kübrâ-yı İslâmiye ve hukuk-ı saltanat-ı seniyye-i Osmaniye
mukaddes ve masûn olarak icraat-ı hükümetin mes’uliyeti vükelâ-yı devlete aittir”
(m. 6) şeklinde değiştirilmesini önermişti.

Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni, Divan-ı Âli tarafından “müttehem


olduğuna karar verilen vükelânın tebrie-i zimmet edinceye kadar vekaletten sakıt”
olacağını düzenleyen asıl maddeye (m. 34), “mahkumiyeti halinde afv-ı âlîye
mazhariyeti Meclis-i Mebusan’ın ekseriyetle kararına mütevakkıftır” fıkrasını
eklemişti. A‘yân, vükelaya Meclis kararıyla af yolunu açan bu hükmü kabul
etmemiştir.

1293 Kanun-ı Esasisi’sinin tabii hakim ilkesini getirdiği maddede (m. 85),
“eşhâsla hükümet beynindeki davalar”ın da “mehâkim-i umûmiyeye ait” olduğu
düzenlenmişti. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni buna “bi’l-umûm
memurînin vazifelerinden mütevellid davalar dahi mehâkim-i umûmiyeye aittir”
hükmünü eklemişse de A‘yân ilk hali kabul etmiştir.

6. Yirmiyi aşkın madde, hüküm itibariyle 1293 Kanun-ı Esasi’sinden


(hükümete munzam tahsisat verilmesi gibi, m. 115) veya Meclis-i Mebusan
layihasından (Meclisin feshinden sonra seçime gidilerek yeni meclisin toplanması,
m. 85) alınmakla birlikte “ibarece” değiştirilmiştir. Bazen tek bir kelime
değiştirilmiş, hüküm tasrih edilmiş veya madde güncellenmiştir (örneğin m. 29).
Ayrıca kanun içinde bütünlük sağlamak için bazı maddelerin yerleri değiştirilmiştir.

7. Elliyi aşkın madde Meclis-i Mebusan tarafından aynen ibka edilmiş, Meclis-
i A‘yân da bunu kabul etmiştir.

8. Meclis-i A‘yân’ın layihadaki en önemli hamlesi Meclis-i A‘yân’ın yapısıyla


ilgili değişiklik önerilerini tamamen reddetmesidir. A‘yân üyelerinin sayısı, padişah
tarafından atanması/seçilmesi (nasb/intihab), A‘yân üyelerinde aranan şartlar, görev
süresi/kayd-ı hayatla nasb 234, tahsisat, A‘yân’a soru ve gensoru hakkı tanınması,

234
Kanun-ı Esasi’nin asıl 62. maddesi, layihanın 71. maddesi olarak aynen kabul edilmiştir. Böylece
layihanın üyelik şartlarını düzenleyen 71. maddesi de, tahsisatlatı düzenleyen 72. maddesi de “Hey’et-

149
A‘yân’ın yasama dokunulmazlığına sahip olması konularında iki meclisin görüşü
farklıdır. Hele II. Meşrutiyet’in ilk günlerinden itibaren üzerinde ısrarla durulan
A‘yân’ın kısmen (Meclis-i Mebusan’ın teklifine göre 2/3 oranında) seçimle gelmesi
ve görev süresinin sınırlı olması konularında iki meclis tamamen karşıt konumdadır.

9. Meclis-i A‘yân’ın yapısıyla doğrudan bağlantılı olduğundan Kanun-ı


Esasi’nin Divan-ı Âli bölümü kısmen yenilenmiştir.

10. Yeni fasıl başlıkları eklenmiştir: Şekl-i Hükümet, Hukuk-ı Hükümdarî.


Hem asılda hem muaddelde bulunan “Tebea-i Devlet-i Osmaniye’nin Hukuk-ı
Umûmiyesi” başlığı “Hukuk-ı Umûmiye-i Tebea” olarak değiştirilmiştir.

Görüldüğü gibi Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi’yi bir bütün olarak ele alma
yetkisini kendinde görmüş; yeni hükümler getirmiş, Mebusan’ın ibka ettiğini veya
değiştirdiğini değiştirmiş, hatta eski maddeye dönmüş, imlayı düzeltmiştir. Meclis-i
A‘yân’ın Kanun-ı Esasi lâyihası, A‘yân’ın Mebusan karşısında varlığını hissettirmek,
hatta gücünü göstermek istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Önerilen diğer
maddelerin önemi tartışmaya açık olmakla beraber kendi yapısına ilişkin tasavvurlar
konusunda direnç göstermesi, hatta bununla yetinmeyerek gensoru veya yasama
dokunulmazlığı gibi talepleri gündeme taşıması önemli olmalıdır.

Meclis-i A‘yân’ın Kanun-ı Esasi layihası hakkında genel bir fikir verdikten
sonra hukukçuların mütalaalarına geçilebilir. Konuyla ilgili görüş bildirenlerden biri
hukuk camiasının en kıdemli isimlerinden olan Yanko Vitinos’tur. Yanko Vitinos,
Sava Paşa tarafından kurulan Darülfünun-ı Sultanî’de kâtip ve mütercimlik yaptığı
gibi bunun bir şubesi olan Mekteb-i Hukuk-ı Sultanî’den mezun olmuş (1880);
Mekteb-i Hukuk’ta uzun süre hocalık yapmış, Osmanlı hukukunun ilerlemesine mâni
olduğunu düşündüğü halde Mecelle’yi Rumca’ya tercüme etmiş bir hukukçudur 235.
Vitinos’a göre Kanun-ı Esasi’nin tadil edilen kısmı “meşrutiyet-i idare ve hakimiyet-
i milliye nokta-i nazarından” en önemli maddelerdir. Bunlar, “hukuk-ı saltanat”ın
1293 Kanun-ı Esasisi’ne nisbetle “takyidi” ve “bi’l-aks hukuk-ı milletin gereği gibi

i A‘yân azalığı kayd-ı hayat iledir” hükmüyle başlamaktadır (Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi
Layihası, s. 17).
235
Daha fazla bilgi için bkz. Yörük, agt, s. 25, 28, 42, 117-118, 158.

150
tevsi‘inden ibaret”tir. Böylece Kanun-ı Esasi “hür ve mütemeddin milletlerin en ileri
gelenlerinin” kanun-ı esasilerine muadil bir hale gelmiştir 236.

Vitinos, geçen dönemki tadilat sırasında Meclis-i A‘yân ile Mebusan arasında
hiçbir fikir ayrılığı olmadığına dikkat çekmektedir. A‘yân, Mebusan’ın “efkârına
mübâyin hiçbir fikir izhâr” etmemiş, tadilâtın dayandığı esasları Meclis-i Mebusan
kadar alkışlayarak oybirliğiyle kabul etmişti. Lakin bu ikinci yasama döneminde geri
kalan maddeleri incelemeye başladığında “ansızın” Mebusan’ın tadilatındaki
“meslek-i müttehazı takipten sarf-ı nazar ile” tadili teklif edilen her maddenin
dayandığı nazariyatı enine boyuna inceleyerek “hakimiyet-i saltanat” ile “hakimiyet-i
milliye”den hangisine daha çok temas ettiğini ve kendi ictihadına göre hangisinin
memleket menfaatleri için tercihe şayan olduğunu belirleyerek karara bağlamış;
“kendine mahsûs ve müstakil bir meslek ittihaz eylemiştir”. A‘yân, Mebusan
layihasının bazı maddelerini tadil etmiş, bir kısmını da katiyen reddetmiştir ki
Vitinos’a göre bunların en önemlileri Meclis-i A‘yân teşkilatıyla ilgili olanlarıdır.
Vitinos’un sorunun tespiti noktasındaki ifadeleri kayda değer:

“Meclis-i Umûmîmizin iki hey’eti arasında vâki olan şu ihtilaf, ihtilafât-ı âdiyeden
olmayıp meşrût bir monarşide yani bir saltanat-ı meşrûtada hakimiyet-i millet ile
hakimiyet-i saltanat kaidelerinin mezcinden mütehassıl usûl-i meşrûtiyetin
memleketimizde derece-i vüs‘at veya mahdûdiyetini tayine medâr olacak gayet
mühim bir mesele teşkil ettiğine ve zahirde her iki tarafın nokta-i nazarını müeyyid
esbâb ve delâil eksik olmadığına nazaran meselenin suhûletle halli mümkün olmayıp
Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân’ın bu bâbdaki ihtilafı[nı]n bir zaman devam
edeceği reviş-i halden hissolunmaktadır” 237.
Yanko Vitinos’a göre esasa girilirse; A‘yân meclislerinin aslında hangi
sebeplerle ihdâs edildiğini ve vazifelerinin ne olduğunu, sonra da “saltanat-ı
meşrûta” usûlünün cari olduğu memleketlerde Meclis-i A‘yân’ın ne şekilde teşkil
edildiğini ortaya koymak gerekir. Kelimeye dikkatle bakılırsa, mutlak saltanatlarda
ve cumhuriyetlerde “meşrutiyet” bulunmaz; meşrutiyet ancak sultan
(emir/kral/imparator) ile milletin memleket idaresinde hissedar olmasıyla kaimdir.
Mutlak ve müstebid idarelere karşı milletin memleketin idaresinde hissedar olmaya
başlamasıyla (“hakimiyet-i memlekette hükümdar ile şerik bulunması”yla), milletin

236
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 176.
237
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 177.

151
hakimiyet derecesi ve memleket idaresine ne şekilde ortak olacağı hakkında kanun-ı
esasilere kaideler konmuş, hakların kullanımı için de Meclis-i Mebusan ihdâs
edilmiştir. Bu meclisin “vaz‘-ı kavânîn maddesi ile hususât-ı sâire hakkında vereceği
kararlarda vâki olabilecek tecavüzâta karşı mukavemet ederek hakimiyet-i milliye ile
hakimiyet-i saltanat arasındaki hudud-ı kanuniyenin halelden vikâyesine dikkat
etmek vazifesiyle mükellef olmak üzere” Mebusan’ın yanına bir de A‘yân ilave
edilmiştir. Ancak “bir kere intibâha gelen” ve kendi memleketlerinin idaresini
kısmen ellerine alan milletler, “maarif ve medeniyet yolunda ilerledikçe” bununla
yetinmeyerek nüfuzlarını arttırmıştır. Artık “hakimiyetin kısm-ı a‘zâmı millet
tarafına intikal etmiş”, kanun-ı esasiler de bu yolda tadil edilmiştir. Milletlerin
“muhacemâtına mukavemet ve ol bâbda vâki olacak teşebbüsât-ı terakki-
cûyânelerine sed çekmek” vazifesini, yani asıl kuruluş amacını sağlayamayan A‘yân
meclislerinin ilga edilmeleri gerekirdi. Ancak bu yeni şartlarda A‘yân’a biçilen rol
değişmiş, bu haliyle yararlı hizmetler görebileceği anlaşılmıştır; o kadar ki
cumhuriyetlerde bile bu kuruma rastlanmaktadır 238.

A‘yân meclislerinin tâli vazifelerinin öne çıkmasıyla siyasi hayatta işlevsel bir
konuma yükselmesi bir yana, Vitinos kurumun hayatiyetini devam ettirmesiyle
kuruluş şekillerinin değiştirilmesi arasında doğrudan ilişki kurmaktadır. A‘yân
meclisleri önceden “taraf-ı saltanattan tayin” yoluyla oluşturulmaktaydı. Hatta
üyelerin önemli bir kısmı irse veya bir kanuna dayanarak üyelik hakkını
kazanıyordu. Halbuki bugün kısmen atama, kısmen seçim usûlü ile
oluşturulmaktadır. Belçika, Felemenk, Norveç ve Romanya’da tamamen seçim
usûlü, sadece İtalya’da tamamen atama usûlü benimsenmiştir. İtalya’daki durum ise
bizimkiyle kıyaslanamaz. Kral A‘yân üyelerini yirmi bir muayyen sınıf içinden

238
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 77-179. Vitinos, bu noktada Meclis-i
A‘yân hakkında daha önce Şura-yı Ümmet’te yazdığı bir makaleye atıf yapmaktadır (agm., s. 179).
Vitinos’un ikinci meclis meselesini mukayeseli hukuk cihetinden ele aldığı bu yazı için bkz. “Meclis-i
A‘yân’ın Lağvı Meselesi”, Şura-yı Ümmet (haftalık), nr. 216, 1 Nisan 1326, 4-5; nr. 217, 8 Nisan
1326, s. 5-6.

152
seçer. Üye sayısı sınırlı değildir ve memuriyetleri fahrîdir. Vitinos, Meclis-i
Mebusanımızın İtalya’da uygulanan yöntemi de kabul etmeyeceği kanaatindedir 239.

Yanko Vitinos, geçen seneki tadilat sonucu Meclis-i Mebusan’ın kazandığı


konumdan ötürü (vükelâ-yı milletin temşiyet-i umûr-ı memleketteki nüfuzu
Parlamentarizm denilen dereceye îsâl olunduktan sonra), artık A‘yân’ın nasbî
olmasının savunulamayacağını söylemektedir. Bu yöndeki gayretlerin semere
vermeyeceği yönündeki tahmininde yanılmışsa da, Kanun-ı Esasi’ye geçen sene
soktuğumuz “kavâid-i vâsi‘a-i meşrutiyet”e karşı bu “bir tezat ve memleketin idare
makinesinde bir engel teşkil ediyor” tespiti ileride A‘yân’ın da rol sahibi olacağı
siyasi krizler konusunda haklı olduğunu gösterir. Vitinos, Meclis-i A‘yân’daki bir
tartışmaya atfen konuyu nükteli bir şekilde şöyle özetliyor: A‘yân’ın kendi üyelerinin
nasbî olması konusundaki teklifi Meclis-i Mebusan’da okuduğunda mebusların
“Efendiler! Bu kararınızı geçen sene Vükelâ-yı Devlet faslı tadilâtını tasdik
etmezden evvel vermeliydiniz” demeye hakları vardır 240.

A‘yân ile Mebusan arasındaki ihtilafın çözümü için yasamanın bu iki


hey’etinin meseleye ortak bir noktadan bakmaları sağlanmalı ve gerginliğin fer’î
konulardaki yasama işlerine yansıyarak faydasız münakaşalara dönüşmesine mahal
verilmemelidir. Vitinos’a göre “ya Meclis-i A‘yân biraz ileriye doğru yürüyüp
Meclis-i Mebusan’ın şimdiki hizasına gelmeli veyahut -mümkün ve caiz ve zararsız
addolunabilir ise- Meclis-i Mebusan haylice geriye doğru çekilip Meclis-i A‘yân’ın
kaldığı hizaya avdet etmeli. Ve illa… felâ!”. Vitinos’un ikinci şık için koyduğu
kayıtlara bakılırsa ancak birincisi olmazsa olmazdı 241.

Tanin’deki köşesinde konuyu değerlendiren Babanzade İsmail Hakkı’nın


Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi layihasıyla ilgili görüşlerinin İttihatçıların genel
hissiyatını ifade etmek bakımından önemli olduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle layiha
hakkındaki etraflı değerlendirmelerinden ve gerçekleştirilmiş Kanun-ı Esasi

239
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 179-180.
240
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 180. Bu yorumu teyit eden bir yazı için
bkz. Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi ve Hey’et-i A‘yân”, Tanin, nr. 513-44, 6 Şubat 1910, s. 1.
241
Yanko Vitinos, “Meclis-i Mebusan ile Meclis-i A‘yân Arasında Bir İhtilaf-ı Mühim”, İlm-i Hukuk
ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 15, [Mayıs 1326], s. 181.

153
tadilatına yaklaşımından ayrıntılı bir şekilde bahsetmek gerekiyor 242. Babanzade’nin
yazıları layihanın gerekçe tarihinden bir hafta sonra yazıldığından layihanın ilk halini
esas almaktadır. Meclis-i A‘yân hey’et-i umûmiyesindeki görüşmeler ile A‘yân
Kanun-ı Esasi Encümeni’ndeki müzakereler sonucu yapılan değişikliklere ve
gerekçelere, Babanzade’nin mütalaalarıyla bağlantısı oranında temas edeceğiz.

Babanzade İsmail Hakkı, söze Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni


müzakerelerinin uzun sürmesinden şikayet ederek başlamakla beraber “ağırlık
A‘yânlık şanındadır ve onun lâzım-ı gayr-ı mufârıkıdır” diyor ve “hatta Fransızca’da
bir A‘yân gibi ağır reftâra mâliktir tabiri” bulunduğunu hatırlatıyor. Gerçekten
A‘yân’ın gerekliliği ile ilgili en kuvvetli ve mukni delillerden biri “kavânînin sür’at-i
reftârına betâet vermesidir. Zira A‘yân kuvve-i mu‘addilesiyle ale’l-acele tertib
edilen kanunların mehâzirini ref‘ ve izale eder”. Bu böyle olmakla beraber
Babanzade’ye göre “iş hem geç oldu, hem pek güç olacak”. Layiha ve gerekçesi
gösteriyor ki bu kanun yıllarca A‘yân ile Mebusan arasında gidip gelecek, “belki
ebediyyen bir suret-i tesviyeye iktirân” edemeyecek ve bazı hususlarda iki meclis
aynı metin üzerinde “asla müttefik kalamayacaklar” 243.

Babanzade önce Meclis-i A‘yân’ın Kanun-ı Esasi’yi tadile yetkili olup


olmadığını tartışmaya açar. 1293 Kanun-ı Esasisi’nin hâlâ yürürlükte olan, Kanun-ı
Esasi’nin nasıl tadil edileceğini düzenleyen 116. maddesinde “… evvelâ Meclis-i
Mebusan’da…” ibaresine göre tadilatın âdeta teşrifat sırasıyla önce Meclis-i
Mebusan’dan geçmesi gerekir. “Meclis-i A‘yân’ın teklif hakkı var ise da re’sen tadil
hakkı hiç yoktur” 244. Babanzade’nin dikkat çektiği bu husus Meclis-i A‘yân Kanun-ı
Esasi Encümeni’nde de tartışılmıştı. Mehmed Galib Bey ile Yorgidayis Efendi,
Meclis-i A‘yân’ın Mebusan tarafından tadil edilmeyen maddeleri tadile yetkisi
olmadığını belirterek müzakerenin Mebusan’ın tadilatıyla sınırlı tutulmasını teklif
ettilerse de azınlıkta kaldılar. A‘yân, bütün maddeleri tadil edebilme yetkisini şöyle
temellendirmişti.

242
Bu konuda iki yazı yazmıştır. Bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”,
Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1; aynı mlf., “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589,
23 Nisan 1910, s. 1. Bu yazılara dair başka bir değerlendirme için bkz. Aliyar Demirci, İkinci
Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912, s. 211-216.
243
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.
244
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.

154
a. -Vükelâ ve Mebusan gibi- A‘yân da kanunlardan birinin tadilini teklif
edebilmek hakkına sahiptir (KE, muaddel m. 53).

b. Geçen sene Meclis-i A‘yân genel kurulunda Kanun-ı Esasi’nin tadil edilmesi
gerektiği yönünde nitelikli çoğunlukla verilen kararda “madde” sınırlaması
yapılmamıştır.

c. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi’de tadil etmediği maddeleri “aynen ibkâ


olunmuştur” ifadesiyle ibka etmiştir. Bu “ibkâ”lar Meclis-i A‘yân’la müzakere
sonucu olduğundan, A‘yân’ın Kanun-ı Esasi’nin bütün maddelerini inceleyebilme
yetkisini teyit eder. Meclis-i Mebusan’ca “ilişilmeyen” maddeler de müzakere ve
tadil edilebilir 245.

Babanzade, A‘yân’ın bulduğu tevil yolunu (c) maddesi üzerinden tenkit


etmekte, “ibka olunmuştur demek o maddeye ilişilmemiştir makamında tefsir
olunabilir mi? Yani bir lafız, bir kelime zıddını ifade eyleyebilir mi?” demektedir.
Kanun-ı Esasi’deki mübhem ifadeleri tefsir etme yetkisine sahip olan Meclis-i
A‘yân’ın açık bir ifadeyi tam zıttıyla izah etmesi “bî-taraf erbâb-ı hukukca asla
kabul ve teslim olunamayacak bir tarz-ı te’vildir”, mantığa aykırıdır. Babanzade’ye
göre Meclis-i Mebusan’ca ibka edilen maddelerin A‘yân tarafından tadil edileceği
hatıra bile getirilmemiştir 246.

Babanzade’nin layihada getirilen hükümlerle ilgili değerlendirmeleri madde


madde şöyle ele alınabilir:

1. Hükümet şeklinin belirlenmesiyle Meclis-i A‘yân, Kanun-ı Esasi’de “bir


teceddüd gösteriyor. Kanuna bazı nazariyât-ı ilmiye vaz‘ ve idhal ediyor”. Yeni
eklenen dördüncü maddenin ilk hali şöyledir:

“Devlet-i Osmaniyenin hükümeti, hükümet-i meşrûtadır. Kuvve-i teşriiye zât-ı


padişahî ile Meclis-i Umûmî’ye müştereken mevdû‘dur. Kuvve-i icraiye münhasıran
zât-ı hazret-i padişahîye ait olup vükelâ marifetiyle idare-i umûr-ı hükümet eyler.
İcraat-ı hükümetten vükelâ mes’uldür” 247.

245
Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 31.
246
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.
247
Hükümet şeklini düzenleyen 4. madde sonradan değiştirilecektir, ancak Babanzade’nin eleştirileri
ve ortaya attığı iddia dikkate alınmamıştır. Madde, Salih Paşa’nın genel kuruldaki mütalaaları dikkate
alınıp, ayrıca araştırma da yapıldıktan sonra Kanun-ı Esasi Encümeni’nde şu şekilde değiştirilmiştir:

155
Babanzade’ye göre insan hakları beyannamesine benzeyen böyle sözler
mutantan ve şaşaalı, fakat nazarîdir ve yaptırımdan mahrumdur. “Kelime ile hükümet
birbirinden farklı şeylerdir”. Napolyon konsolosluk unvanını imparatorluğa kalb
ettiği zaman anayasada hükümet şekli hâlâ cumhuriyetti; “cumhuriyet bir imparatora
tevdi olunur” ibaresiyle hükümet şekli belirlenmişti. Hukuk-ı esasiye eserlerinde yer
bulabilecek böyle nazariyeleri kanuna sokmak zaiddir, dolayısıyla muzırdır. Çünkü
her yazarın görüşüne, her memleketin “tavr u mişvâr”ına göre değişen bu
nazariyeleri “bir kanun-ı lâ-yetegayyere derc ile memleketi ebediyyen o kanunun
elfâzına sokmak milletin hayat-ı hukukiye ve ictimâiyesini boğmak demek olur.
Biraz da zaruret-i hal ve mukteziyât-ı zamana meydan bırakmak” gerekir. Zira millet
ebedi, fakat kanun geçicidir. Sımsıkı bağlanmış kanun-ı esasiler ihtilale yol açar 248.

Babanzade bu noktada, A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nin benimsediği


nazariyenin İngiltere’den mülhem olduğunu ileri sürer. Esası kabul edip
sonuçlarından korkarcasına aynı maddede iki zıt görüşe yer verildiğinden bu
nazariyenin sıhhati ilmen şüphelidir. “Birinci nokta-i nazarda taksim-i kuvâ teşviş-i
kuvâya müncer oluyor. İkinci nokta-i nazarda ise taksim-i kuvâya teba‘iyet ediliyor.
Halbuki işin en doğrusu ne taksim-i kuvâya, ne tevhid-i kuvâya dair kat‘’i
nazariyeler dermeyân etmemektir”. Yasama ile yürütmeyi duvarlarla birbirinden
ayırmak mümkün olmadığı gibi bunları birbirine karıştırmak da doğru değildir.
Aralarındaki köprüleri yıkmadan müstakil halde bulundurmak; “bu iki kuvveti hal-i
müsavat ve tevâzünde bulundurup birinde asıl olan kuvve-i teşriiyeyi, diğerinde asıl
olan kuvve-i icraiyeyi muhafaza ile beraber her ikisini mütekabilen ve mütesâviyen
birbirine nâfiz kılmak” gerekir ki parlamentarizm yani “usûl-i meşrutiyet-i mutlaka”
budur. Ancak bu usûlü Kanun-ı Esasi’ye koymak abestir. Çünkü bu usulün teferruat

“Devlet-i Osmaniye kuvve-i icraiyesi münhasıran zât-ı hazret-i padişahîye ve kuvve-i teşriiyesi
müştereken zât-ı padişahî ile Meclis-i A‘yân ve Mebusan’a mevdû bir saltanat-ı meşrûtadır” (Mayıs
1326/1910 tarihli “Kanun-ı Esasi Encümeni Mazbatası”, Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s.
3, 43). Kanun-ı Esasi Encümeni’nde vükelânın vazife ve mesuliyetine bu maddede yer verilip
verilmeyeceğinin tartışıldığı anlaşılmaktadır (aynı yer). Bu konudaki genel kurul görüşmeleri için
bkz. MA, I, 2/66, 13 Nisan 1326/26 Nisan 1910: MAZC, I, 658-664. Ahmed Cevdet Bey, İkdam’daki
başyazısında Salih Paşa’nın mütalaalarını konu alarak hükümet şekli için hangi ifadenin tercih
edilmesi gerektiğiyle ilgili bir terim tartışması yapmıştı (YY, “Kanun-ı Esasi Tadilâtı”, İkdam, nr. 46,
28 Nisan 1910, s. 1).
248
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.

156
ve teamüllerini kanuna derc etmeye imkân yoktur. Kanun-ı Esasi “mücmel ve
muhtasar” olmalıdır.

Babanzade’nin bu konuda dikkat çektiği önemli bir husus da Meclis-i A‘yân


Kanun-ı Esasi Encümeni’nin fiilî bir nokta-i nazarı olduğunu ileri sürmesidir. Bu
önemli tespit şöyledir: “Zât-ı hazret-i padişahîye kuvve-i teşriiye tevdi edilmiş
demekle takip edilen maksad, kuvve-i teşriiyenin bir kısmının taraf-ı hükümdarîden
nasb ve tayin edilebileceğini beyandır”. Bu tespite hak verilirse, Meclis-i A‘yân’ın
hükümet şeklini tanımlama biçimi kendi yapısının dönüştürülmesi yönündeki
talepleri bertaraf etmenin dolaylı bir yoludur ve Padişahın yasama gücüne ortak
edilmesi, A‘yân’ın elini güçlendirmenin perdesidir. Babanzade’ye göre yasamanın
bir kanadı olan Meclis-i A‘yân böylece üzerinde “umûr-ı teşriiye nokta-i nazarından
mevcud olan müşevveşiyet ve meşkûkiyeti” gidermek istemektedir 249.

2. Babanzade, seçme hakkına sahip olma şartlarını sayan yeni bir maddenin de
Kanun-ı Esasi’ye konulmasını uygun görmez 250. Kanun-ı Esasi’yi değiştirmenin
zorluğundan ötürü, Nizamname-i Dahilî’ye veya bunun gibi İntihab Kanunu’na
konulması gereken maddeleri Kanun-ı Esasi’ye koymamalıdır 251.

3. Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni, “makam mukaddes olamaz,


kudsiyet zâta mahsûs olur” mütalaasıyla 252 padişahın kutsiyeti ve sorumsuzluğu
hususunda, 1293 Kanun-ı Esasisi’ndeki maddeye dönülmesini önermiştir. Halbuki
burada “zikr-i makam, irade-i mukîm” demektir. Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi
Encümeni’nin getirdiği madde daha “beliğ”dir. Yalnız A‘yân Kanun-ı Esasi

249
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.
250
Babanzade bu maddenin layihadaki ilk halini eleştirmektedir. Madde şöyleydi: “Kanun-ı
mahsûsunda gösterildiği üzere hukuk-ı medeniyeye malik olan ve yirmi beş yaşını ikmâl eden ve
hazine-i devlete vergi veren tebea-i zükûr hakk-ı intihâba mâliktir”. Kanun-ı Esasi Encümeni sonradan
seçme hakkına Hukuk-ı Umumiye faslında yer vermenin gerekliliğini savunmakla beraber şartları
kaldırmış, maddeyi şu hale getirmiştir: “Osmanlılar hakk-ı intihâba mâliktir. Şerâiti kanun-ı
mahsûsunda mündericdir” (Mayıs 1326/1910 tarihli “Kanun-ı Esasi Encümeni Mazbatası”, Meclis-i
A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 43). Maddenin yeni hali Babanzade’nin eleştirilerini
karşılamaktadır.
251
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.
252
Gerekçe için bkz. Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 31-32.

157
Encümeni, sorumluluğun vükelâya ait olduğunun burada zikr edilmesini uygun
bulmamakta haklıdır 253.

4. Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nin teklif ettiği yeni maddelerden


birkaç tanesi lüzumlu ise de bazıları gereksizdir. Mesela nizamname-i dahilîlerin
kanun hüküm ve kuvvetinde olduğuna dair madde hem fazla, hem de sakattır 254.

5. Babanzade’nin layiha ile ilgili eleştirilerinin önemli bir kısmını Meclis-i


A‘yân’ın yapısıyla ilgili olanlar oluşturur.

Babanzade, A‘yân Meclisi’nin gerekliliğini teslim etmekle beraber bu esastan


çıkarılan sonuçlarda Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nden ayrılmaktadır.
“Kurûn-ı Vüstâ bakâyâsı olan bazı âdât ve teamülât[ın] şu asr-ı medeniyette ihdâs
edilmiş bir A‘yân Hey’eti’ne idhal edilmiş olmasına hayret etmemek mümkün
değildir”. Bu noktada İngiltere, Prusya, İtalya, bilhassa Macaristan örnek
gösterilebilir, A‘yân’ın yalnız kayd-ı hayatla değil irsî olarak bile tayin edilebildiği
öne sürülerek itiraz edilebilir. Denilebilir ki “Türkiye onlardan daha mütemeddin,
daha meşrutiyet-perver bir memleket olmak davasında bulunabilir mi?” Bizde de bir
Lordlar Kamarası bulunmalı ki İngiltere gibi terakki edebilelim. Babanzade’nin
cevabı şöyledir: “Bu dedikleriniz doğru. Fakat bu memleketlerdeki A‘yân mahsûl-i
nazariyât ve muhakemât değil, zâde-i şuûn ve tarihtir. Bunların mazisinde bir
feodalite olmasa bu A‘yân meclisleri böyle zamanımıza kadar muhtelif safahâttan
geçerek vâsıl olmaz idi”. Bunların gelişimi İngiltere’de başka, Fransa’da başka
şekilde olmuş; aynı sebepler aynı sonuçları doğurmamıştır. Babanzade, coğrafya
unsuruna dikkat çekerek daima İngiltere’yi örnek göstermenin, İngiltere’ye ittibâ
etmenin doğru olmadığını; hatta felakete sebep olduğunu söyler. İngiltere gibi bir
coğrafyada geçirilmiş uzun bir tarihe sahip olmayanlar, Anglo-Sakson ırkına mensup

253
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.
Maddenin ilk hali “zât-ı hazret-i padişahînin nefs-i hümâyûnu mukaddes ve gayr-ı mes’uldür”;
Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni’nin teklifi ise “Makam-ı hilafet-i kübrâ-yı İslâmiye ve hukuk-ı
saltanat-ı seniyye-i Osmaniye mukaddes ve masûn olarak icraat-ı hükümetin mes’uliyeti vükelâ-yı
devlete aittir” şeklindeydi.
254
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 588, 22 Nisan 1910, s. 1.

158
olsalar bile lordluk usûlünü ihdâs edemezlerdi; Amerika, Kanada, Avusturalya ve
Ümit Burnu bunun bariz örnekleridir 255.

Babanzade, İngiltere dışında hemen hemen lordlara benzer şekilde A‘yân


bulunmasını şöyle izah ediyor: “İngiltere meşrutiyet makinesinin nef‘-i umûmîye her
yerden ziyade muvâfık surette işlemekte olduğunu gören erbâb-ı tefekkür, ta‘lîl
ba‘de’l-vukû kabîlinden olmak üzere” bu tecrübeden yararlanmayı düşünmüşler,
Mebusan’ın yanında diğer bir meclisin bulunmasının faydalı olacağını ispat etmek
için deliller ortaya koymuşlardır. A‘yân’ın kayd-ı hayatla nasbı veya irsen intikali
bunlar için de izahı zor bir mesele değildi. Zira bu devletlerin mazisinde, hatta
bugününde zadegânlık usûlü vardı. İhtilal ve inkılaplara rağmen zadegânlık bu
memleketlerde kök salmış önemli bir cereyandı. Babanzade, Fransa örneği üzerinden
“sademât ve inkılabât-ı şedîdeye rağmen” maziyle manevi irtibatı kesilemeyen
halkın, A‘yân’ın varlığına tahammül ettiğini; gerek (bizim A‘yân’a benzeyen)
Restorasyon dönemi A‘yân’ının, gerekse 3. Cumhuriyet A‘yân’ının bu tarihi
tesirlerden azade olmadığını belirtir. 1875’te, eski cumhuriyetlerin A‘yânlık fikrine
karşı olmasından ötürü cumhuriyette A‘yân müessesesinin yer bulmaması ihtimaline
karşı henüz Mebusan için hiçbir hüküm getirilmemişken Meclis-i A‘yân hakkında
ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştı. Babanzade burada bizim açımızdan iki önemli
hususa değiniyor. Fransa’da A‘yân teşkilatının belirlenmesi A‘yân’ın kendisine
bırakılmadı ve 1884’te tamamen seçimle gelen bir hey’et haline ifrağ edildiğinden
varlığını sürdürebildi 256.

255
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1. Babanzade’nin İngiltere ile ilgili mütalaaları kayda değerdir: “İngiltere gibi denizle muhât, haricinin
istilasından masûn bir kıtanın müessesât-ı siyasiyesi sâir her türlü müessesâtı gibi kökünden mahv u
ifnâ olunamaz idi. İster istemez birbiri üzerine eğlene eğlene ila-maşaallah devam edecek idi. Bin
seneden ziyade müddet hiçbir düşman atının nallarıyla çiğnenmemiş bir memleket ister istemez
muhafazakârlık içinde bir terakki gösterecek, bütün hududları birer meydan-ı ceng ü cidâl olan diğer
bir memleketin ise bittabi terakkiyâtı bir medd ü cezr-i daimîye ve takallusât-ı mütemâdiyeye tâbi
bulunacak idi… İngiltere’nin o nem-nâk çayırlarını, o sisli havalarını, o her türlü letafetten mahrum
mukassi denizlerini ve bu denizler üzerinde yüzen o mehîb, o müdhiş ahenîn ve seyyar kalelerini yed-i
Kudret, Fransa’ya veya bize de bahş eylese o vakit, işte o vakit İngiltere’nin tesisat-ı siyasiye ve
ictimâ‘iyesinde her ne görür isek mükemmeliyet budur der ve taklit eder idik. Fakat ma‘a’t-teessüf
öyle değil. İngiltere’de, hatta Macaristan’da ve İsveç’te parlamentolar bin senelik bir mazi kazanında
kaynadıktan ve uzun asırlar teberrüd ve tekellüs ettikten [soğuyup kireçleştikten] sonra şekl-i
hâzırlarını iktibâs eylemişlerdir” (aynı yer).
256
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.

159
Babanzade’nin ayrıntılı izahlarından sonra bize dair olan önemli mütalaasını
aynen aktaralım:

“Şimdi sorarız: Bizim hangi bir mazimiz vardır ki derebeylik bakiyesi olan bu şekilde
Meclis-i A‘yân’ın teessüs ve takarrur etmesini tecviz etsin? Bizim hayat-ı
ictimâ‘iyemizde zadegânlık bir sınıf-ı mahsûs ve mümtaz şekline asla girmemiştir. Biz
demokrat idik, demokratız ve ile’l-ebed demokrat kalacağız. En müdhiş edvâr-ı
istibdâdiyede bile sunûf-ı halk arasında imtiyaz yok idi. Yalnız halkın cehaletinden
istifade eder birkaç mütegallib ve mütehakkim bulunur idi. Kitle-i azîme-i milliye
daima aynı bir seviye-i hukukiyede bulunuyor idi. Şu halde kayd-ı hayatla mansûb
veya irsî bir A‘yân Hey’eti’nin tabakât-ı maziyede tutunacak, ittikâ edecek hiçbir
istinadgâhı yoktur. Daha bir buçuk senelik tradisyona mâlik olan bir meclis, Lordlar
Kamarası gibi müdde‘iyât ile ortaya atılamaz” 257.
Babanzade, Meclis-i A‘yân’a atfedilen “muhafazakârlık unsuru”, “hükümet ve
istikrar rüknü” vasıflarını da yerinde bulmuyor. Muhafazakârlık unsuru Meclis-i
Mebusan’da yer bulabileceği gibi seçilmiş bir Meclis-i A‘yân’da da yer bulabilir.
Atama usûlü bunun için delil olamaz. “Hükümet ve istikrar rüknü”ne gelince;
hükümet ya kuvve-i icraiye, ya kuvve-i teşriyedir, aynı anda her ikisi değildir. Eğer
olursa “lâ-yetebeddel, lâ-yemût, ebedî” kısım diğer meclisi ezer. Kuvvetler
arasındaki “müvâzenet ve müsavat” bozularak ihtilallere, iğtişaşlara yol açılır. “Ve o
vakit müstakar ve sâbit olan bu şekildeki unsur-ı A‘yân kopan fırtına ve kasırga
karşısında en bî-sebât ve en gayr-ı müstakar bir çöp gibi nâ-bedîd olup gider” 258.

Babanzade, “akıl ve mantığı bertaraf ederek” A‘yân’ın bu haliyle milli hayatın


olmazsa olmaz bir unsuru olarak kabul edilmesi faraziyesini de değerlendiriyor. Bu
faraziyeye göre bizim A‘yân Meclisi’nin taklit edilen devletin A‘yân’ı gibi olması
gerekir. Külfet nimete göredir. A‘yân azledilememek ve kayd-ı hayatla nasb edilmek
gibi salahiyetlere sahip olacaksa, “salahiyet-i teşriiye ve teftişiyesi”nin de o nisbette
sınırlı olması gerekir. Örnek gösterilen Lordlar Kamarası uzun mazisine ve devlete
asırlardır ettiği hizmetlere rağmen Avam Kamarası’yla aynı seviyede olmadığı gibi
mevcut konumunu koruması da mümkün görünmemektedir 259. Diğer A‘yân

257
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.
258
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.
259
Babanzade, İngiltere’deki son kriz münasebetiyle Lordlar Kamarası’nın bu sınırlı yetkilerinin de
Liberaller tarafından baltalandığını hatırlatıyor (Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı
Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s. 1). Babanzade başka bir yazısında “hakk-ı tarihîsine,
şaşaa-i cazibe-i hariciyesine, asaletine, servetine” dayanan Lordlar Kamarası ile “hukuk-ı

160
meclislerinde de durum aynıdır. Fransa’da A‘yân tamamen seçilmiş olduğu halde ne
yasama (bütçe ve mali işler bu kapsamda değerlendirilirse), ne de murakabe
hususunda Mebusan ile aynı seviyededir. Bunun sebebi Mebusan’a göre A‘yân’ın
seçim süresinin uzunluğu ve “tecdid-i nâkıs” usûlünün uygulanmasıdır. Buradaki
ölçü meclislerin “hakimiyet-i milliye ile derece-i müsavat ve mutabakati”dir.
Kamuoyunun meclislere verdiği önemi de bu ölçü belirler 260.

Babanzade’ye göre Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nin layihası,


kuvvet ve salahiyet bakımından Meclis-i A‘yân’ı Mebusan’a karşı kat kat üstün bir
konuma getirmektedir ki bu, iç barışın (asayiş-i umûmî) temeli olan kuvvetler
dengesine (tevâzün-i kuvâ) müthiş bir darbe vurulması demektir. Babanzade,
“müsavat ve tevâzün”ü A‘yân lehine bozan iki temel nokta belirliyor:

Birincisi, Meclis-i Mebusan’ın, Meclis-i A‘yân’ın görüşü alınarak


feshedilmesidir. Babanzade’ye göre, yürütmeye karşı ihtiyaten düşünülen bu tedbir
“mahzâ” Meclis-i A‘yân’ın “kuvve-i icraiyenin bir cüz’ü halinde bulunmaktan
tecerrüd etmesine” bağlanmıştı. A‘yân’ın seçimle teşekkül etmesi şartıyla A‘yân’a
Meclis-i Mebusan’ın feshinde görüş bildirme yetkisi verilecekti. Meclis-i A‘yân
kendi lehine olan ciheti geçen sene kabul ettiği halde, şimdi bu yetkiden ayrı
düşünülemeyecek seçim şartını kabul etmemekte ısrarcıdır 261.

hakimiyetine, milletten iktibas ettiği feyz ü kuvvete” dayanan Avam Kamarası arasında bütçeden
ötürü doğan, lordlardan birinin ifadesine göre 1832’den beri misli görülmemiş büyük krizi ayrıntılı
olarak değerlendirmiştir. Babanzade’nin A‘yân meselesine bakışını netleştiren ifadeleri şöyledir:
“Lordlar şimdiki şekl-i kudemâ-perestâneleriyle, hiçbir nazariye-i ilmiyeye tevâfuk etmeyen vaziyet-i
siyasiyeleriyle efkâr-ı umûmiye karşısına çıkıp imtihan veremezler. Zât-ı davada hakları olmadığı gibi
mevki-i mâneviyelerindeki bu zaaf ve tezelzül muhâsımları elinde şiddetli bir silah-ı tecavüzdür. Vâkıa
İngilizler hakîm ve âkıldırlar. Acûlâne davranmaktan müctenibdirler. Ancak senelerden beri lordların
betâeti, ataleti, Meclise devamsızlığı sebebiyle terâküm eden şikayâta bütçe meselesinden mütevellid
hal-i asabiyet inzimâm ederek milletin âdetâ kurûn-ı cedîde ortasında bir kurûn-ı vüstâ adası demek
olan bu meclis-i muhterem karşısında kâbil-i tamir bir taarruzda bulunması ve hatta ‘esasen ne lüzumu
var?...’ deyip bir omuz silkivermek neticesinde bu mebnâ-yı tarihîyi yıkması veya büsbütün tamire
kalkması mümkündür… Tarihen sâbittir ki lordlar ne vakit Avam Kamarasıyla uğraşmışlar ise
mutlaka neticede mağlup olduktan mâadâ imtiyazât-ı sâbıkalarından bir kısmını elden kaçırarak
eskisine nazaran daha dûn bir mevkie düşmüşlerdir” (Babanzade İsmail Hakkı, “Lordlar ve Avam”,
Tanin, nr. 450, 3 Kânun-ı evvel 1909, s. 1).
260
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.
261
Babanzade, Meclis-i A‘yân’nın hazırladığı Kanun-ı Esasi layihası gündeme gelmeden önce bu
hususa şöyle dikkat çekmiştir: “[Kanun-ı Esasi tadil edilirken] A‘yân meselesinde isabet-i tâmme vâki
olamadı. A‘yân kısmen intihâb edilsin denildi ve bu suretle müntehab olan A‘yân’a kuvve-i icraiye ile
müştereken Meclis-i Mebusan’ı fesih hakkı verildi. A‘yân ise Kanun-ı Esasi’yi tasdik eder iken

161
Babanzade bu noktada “esasen A‘yân’ın fesih bahsine iştirâk etmesi hakâyık-ı
ilmiye ile kâbil-i te’lif değildir” diyerek, gelecek seneki fesih tartışmalarında daha
keskin bir şekilde ortaya koyacağı görüşlerinin işaretlerini veriyor. Ona göre seçimle
gelmemiş bir A‘yân meclisinin fesih fiiline iştirâk etmesi “bir nev‘ sû-i istimal-i
hukukîdir”. Çünkü bu şekilde A‘yân hem Mebusan’ı, hem hükümeti “bâziçe ittihaz
edecektir”. Bir taraftan meclisin âcilen feshedilmesi isteğini yerine getirmeyerek
hükümete, diğer taraftan daima fesih tehdidi altında tutarak Mebusan’a karşı fikrini
kabul ettirebilecektir. Böylece memlekette “en büyük, en mütehakkim bir kuvvet,
verdiği hüküm asla temyiz ve istinaf kabul etmeyecek bir kuvvet, A‘yân kuvveti
olur”. Babanzade, bu kadar gücün bir yerde toplanmasının nelere yol açabileceğini
düşünmelerini, hukuk-ı esasiye meseleleriyle ilgilenen A‘yân üyelerine salık veriyor
ki ima edilen “ihtilal” veya “iğtişaş”tan başkası değildir.

Fransa’da A‘yân’a böyle bir yetki verilmesi, royalistlerin “maiyet-i kralînin


lâzım-ı gayr-ı mufârıkı addettikleri” A‘yân’ı takviye etmek için sonraki rejime
bıraktıkları bir hediyedir; ancak orada hiç değilse seçim usûlü olduğundan A‘yân
daima değişime tâbidir. “Lâ-yetegayyer, lâ-yemût kalmak yalnız Cenâb-ı Hakk’a
mahsûs bir sıfat olduğunu unutmamalıdır” 262.

İkinci olarak Meclis-i Mebusan ile A‘yân arasında bir kanundan ötürü çıkacak
ihtilaf üzerinden Meclis-i A‘yân’ın yetkilerinin genişliği gözlemlenebilir.
Mebusan’da bir kanun yapılır, A‘yân reddeder, Mebusan ısrar eder, A‘yân tekrar
reddederse ne olacak? Son söz kimin olacak? Hükümet, bu durumda seçime
gidebilir. Yeni meclis ısrar eder, A‘yân inat ederse ne olacak? Tekrar seçime gitmek
“hakimiyet-i milliye” ile alay etmek olmaz mı? Mebusan ile A‘yân arasındaki görüş
ayrılığını çatışma düzeyinde kurgulayan Babanzade’ye göre bu ihtimali “gayr-ı vârid
görmemeli”, şimdiki Kanun-ı Esasi’ye göre bu hale “mutlaka intizâr etmelidir”. Zira
bizim Meclis-i A‘yân, elinde kanun metni bulunmayan Lordlar Kamarası gibi

A‘yân’ın tarz-ı intihâbına müteallik cihetler hakkında hukuku mahfuz kalmak üzere re’y ve
muvâfakatini te’hir etmiş, aleyhinde olan cihetleri bir tarafa bırakmış, lehinde olan cihetleri bilakis
kabule müsâra‘at eylemiştir. Halbuki Meclis-i Mebusan kendi aleyhinde A‘yân’a böyle bir müessir
silahı ancak A‘yân’ın teşkil ve terkibinde ve salahiyetinin hududunda bazı tadilat icrası şartıyla teslim
eylemiş idi” (Babanzade İsmail Hakkı, “Tanin’in Tarihçe-i Siyasîsi” (550. sayının ilavesi), Tanin, nr.
550, 15 Mart 1910, s. 3).
262
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.

162
“teamül ve akıl ve hikmet”i gözeterek yeni meclisin görüşüne boyun eğme yolunu
seçmeyebilir, Kanun-ı Esasi’deki sarahata dayanarak hakkını kullanmak
isteyebilir 263.

Babanzade, Meclis-i A‘yân’ın Mebusan karşısındaki üstün konumunu


yukarıdaki iki maddede izah ettikten sonra Meclis-i A‘yân’a, üyeliğe yeni
atanacaklar hakkında tahkikat yetkisi veren hükmü şiddetle eleştirir (m. 71, son
fıkra) 264. Babanzade, yeni üyenin sadece kanunî şartları taşıyıp taşımadığının
incelemesiyle ilgili bu hükmü, A‘yân’ın yeni atamaları denetlemesi ve üye
kompozisyonunun bozulmasına engel olması çerçevesinde anlamakta; hatta A‘yân’ın
kendini yürütmenin de üstüne çıkarması olarak görmektedir. Hükümdara hürmet ve
riayet sadece muhafazakârların değil, liberallerin de vazifesi iken muhafazakârlık
unvanını “medâr-ı iftihar” addeden bir meclisin hükümdarlık makamını bu şekilde
sınırlandırması “cidden şayan-ı dikkat bir tenakuz ve gayr-ı kâbil-i kabul bir istidad-ı
ittisâ‘cûyânedir”. Babanzade, A‘yân’ı şöyle konuşturuyor: “Demek istiyorlar ki
bizim mişvârımıza, efkârımıza muhalif olanları biz kendi dairemizden içeri
sokmayacağız. Bizim bu kafalarımızı, bu mesleklerimizi, bu siyasetimizi yalnız kendi
şahsımızda değil, kendi şahsiyetimizi bundan sonra gelecek A‘yân’ın şahsiyetlerinde
dahi teyid edeceğiz”. Bu gidişle bugünkü A‘yân üyelerinin “seviye-i dimağiyesi,
âmâli, makâsıdı” ne ise yüz yıl sonrakinin de aynı olur. Bu usûl, A‘yânlık nazariyesi
bakımından “merdûd” kabul edilen Birinci Napolyon dönemi A‘yân usûlüne benzer
ki bu meclise “bir yeni fikir, bir yeni dimağ girmeyecek, meclis ile’l-ebed köhne,
sâbit, müstakar, lâ-yetegayyer, maddeten ve fikren ebedî kalacaktır” 265.

263
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.
264
Babanzade’nin eleştirdiği bu hüküm, Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nde tekrar
incelendiğinde kaldırılmasına karar verilmiştir. 71. maddeye eklenen fıkra şöyleydi: “Hey’et-i
A‘yân’a aza tayin olunacak zâtın evsâf-ı lâzıme-i kanuniyeyi haiz olup olmadığı hakkında icra-yı
tahkikat ve tedkikat edilmesini zât-ı hazret-i padişahî Hey’et-i A‘yân’a emr eder”. Meclis-i A‘yân
Kanun-ı Esasi Encümeni, A‘yân üyeliğine atanacak kişilerin kanunî şartları taşımasını sağlamak
amacıyla bu hükmü getirmek istemekle beraber şekli konusunda anlaşılamadığından fıkranın
tayyedilmesine karar verilmiştir (5 Haziran 1326/18 Haziran 1910 tarihli “Kanun-ı Esasi Encümeni
Mazbatası”, Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 46). Babanzade bu hükmün genel kurul
görüşmeleri sırasında kaldırılacağını beklediğini söylemekteydi (Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i
A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s. 1).
265
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1.

163
Babanzade Meclis-i A‘yân’ın soru ve gensoru hakkına sahip olması, ayrıca
Divan-ı Âli’yi sadece A‘yân Meclisi’nden teşkil etmek istemesi konularını sonradan
ele alacağını belirtiyorsa 266 da, A‘yân’ın gensoru hakkına sahip olup olmadığı
meselesi beş ay önce gündeme geldiğinde ortaya koyduğu görüşlerini bu noktada
temel alabiliriz. A‘yân’ın talebini esasen bir güç gösterisi olarak vasıflandıran
Babanzade’ye göre A‘yân’ın bu konudaki müzakereleri, hem pozitif hukuk açısından
hem de nazariyat bakımından beyhude bir çabadır; -A‘yân reisi Said Paşa’nın bir
sözüne telmihen- boş vakti doldurmaktır 267.

Babanzade’ye göre Kanun-ı Esasi’de gensoru Meclis-i Mebusan’a hasredilmiş,


A‘yân’dan hiç bahsedilmemiştir (Kanun-ı Esasi, Muaddel m. 38). Ne eski metinde,
ne de Meclis-i Mebusan’dan geçip A‘yân’da kalmış tadil layihasında açıkça veya
zımnen A‘yân’ın gensoru hakkına sahip olduğuna dair bir kelime veya işaret de
yoktur. Kanun-ı Esasi “cümlemizce muktedâ-bih ve mecburiyyü’r-riaye” olduğundan
velev kerhen olsun “berât-ı hayat-ı millet” olan bu kanuna boyun eğilmesi gerekir.
Kanun-ı Esasi’nin bu açıdan eksik olduğu, ilmî nazariyelere uymadığı, hakimiyet-i
milliye kaidesinin gözetilmediği farzediliyorsa Kanun-ı Esasi tekrar Meclis-i
Mebusan’dan geçmek şartıyla tadil edilinceye kadar, A‘yân mevcut kanuna uymak
zorundadır. Kaldı ki “nazariyat-ı hukukiye, teamülât, kavâid-i câriye-i meşrutiyet”,
özetle hiçbir şey kendilerine bu hakkı vermez 268.

266
Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i A‘yân’da Kanun-ı Esasi 2”, Tanin, nr. 589, 23 Nisan 1910, s.
1. Babanzade A‘yân’ın tahsisatı konusunu “nazariyat-ı ilmiye ile münasebeti pek zaif” olduğundan ele
almıyor; fakat kamuoyunun bununla çok meşgul olacağı yönündeki tahminini de zikrediyor (aynı
yer). Nitekim Hüseyin Cahit’e göre Meclis-i A‘yân’ın yapısı ve üyelerin maaşlarıyla ilgili Meclis-i
Mebusan teklifini kabul etmeyen A‘yân’ın “… nazar-ı milletteki mevkii intihâb-ı millete göğüs
vermekte muhteriz, paraya harîs bir hey’etten ibaret kalır” (Hüseyin Cahit, “Meclis-i A‘yân’ın Hakk-ı
Hayatı Var Mı?”, Tanin, nr. 462, 15 Kânun-ı evvel 1909, s. 1).
267
Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.
Meclis-i A‘yân Kanun-ı Esasi Encümeni’nin layihasının gensoruyu düzenleyen maddesinin genel
kurul görüşmeleri ve Encümen müzakerelerinden sonraki hali, Babanzade’nin bir kısım temel
eleştirilerini açıkta bırakacaktır: “Hey’et-i A‘yân’ın vükelâdan hakk-ı sual ve istizahı vardır. Fakat
netice-i istizah vükelânın istifasını mûcib olmaz” (m. 75). Bkz. 9 Haziran 1326/22 Haziran 1910
tarihli “Kanun-ı Esasi Encümeni Mazbatası”, Meclis-i A‘yan Kanun-ı Esasi Layihası, s. 47.
268
Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.
Babanzade, bir yıl önce Meclis-i A‘yân üyelerinin seçimi münasebetiyle yazdığı yazıda A‘yân’ın,
Meclis-i Milli’nin mühim ve nafiz bir kısmı olduğunu, kanun koymaya ve vükelayı “isticvâb” etmeye
yetkili olduğunu, özetle “kuvve-i icraiyenin müfettişi olduğu”nu belirtmişti (İsmail Hakkı, “A‘yân
Meselesi”, İkdam, nr. 5151, 26 Eylül 1908, s. 1). Kanaatimizce burada tenakuzdan ziyade A‘yân’a
dair mütalaalarının nazari olması ve A‘yân’ın kendisinin öngördüğü şekilde kurulmamış olması
dikkate alınmalıdır.

164
Parlamentoyu oluşturan iki meclisin görev ve yetki bakımından aynı seviyede
olabilmesi için iktidar kaynaklarının (menbâ‘-ı kuvvetleri”nin), kuruluş şekillerinin
ve nüfuz alanlarının bir olması gerekir. Osmanlı Meclis-i Mebusanı genel oya yakın
bir katılım sağlanarak yapılan seçimle, “hakimiyet-i milliyenin hakikaten en yakın
bir timsali” olarak gelir. Denetim hakkını (hakk-ı teftiş ve murakabe) -ki bunu daha
ziyade gensoru yoluyla, güvenoyu veya güvensizlik oyu vererek gösterir- hakimiyet-i
milliyeyi, “irade-i umûmiye”yi temsil etmesinden alır. Bu hakkın sahibi, temsil
yetkisine sahip olanlardır. Meclis-i Mebusan adeta “ayn-ı millet” iken, A‘yânımız
Kanun-ı Esasi’ye göre hükümdar tarafından kayd-ı hayatla atanmıştır ve hiçbir ciddi
yazar bunların “vekalet-i milliye” sıfatına sahip olduklarını iddia etmemiştir.
Babanzade bu noktada “hukuk-ı esasiye nazariyatının mebâdisine vâkıf olanlarca”
inkâr edilemeyecek bir tasavvura dikkat çeker: Millet “mine’l-ezel ile’l-ebed
kendisinde vücudu lâ-büd ve vücuduna nazaran lâ-yenfek olan” hakimiyeti hiçbir
zaman terk etmez. Yasama ve yürütme kuvvetleri başkasının/milletin malını kullanır,
ona malik olmaz. Başkasının hakkının kullanan ise mal sahibine hesap vermek
zorundadır. Mebuslar seçimle müvekkillerine hesap verirken kayd-ı hayatla atanan
A‘yân bu tür bir hesap sürecinden geçmez. “Mademki mesuliyeti yoktur; o halde
müdahalesi, fiiliyata iştirâki o nisbette azalmak lazım gelir” 269.

Babanzade’nin ileri sürdüğü diğer bir delil Meclis-i Mebusan’ın


feshedilebilmesidir. Hakimiyet-i milliyenin tamamen tezahür edebilmesi için
Mebusan meclisleri bazen seçimlerden önce feshedilir. Halbuki A‘yân meclisleri için
böyle bir külfet yoktur. Siyasette ve ticarette kâr tehlike oranında artar. Mebusan’a
gensoru gibi yetkiler verilmesi, fesih tehlikesine maruz kalmasındandır. Öte yandan
meclisin feshi ile hükümetin gensoru yoluyla devrilmesi arasında nimet ile külfet
“tekabül ve tevâzün” etmektedir ki A‘yân için bu sözkonusu edilemez. Bizde
“müvâzene-i kuvâ”ya aykırı olarak meclisin feshi yetkisi hükümet ile müştereken
A‘yân’a verilmiştir (Kanun-ı Esasi, Muaddel m. 7) 270. Bu olağanüstü yetki

269
Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.
270
Babanzade Meclis-i Mebusan’daki Kanun-ı Esasi görüşmeleri sırasında “A‘yân’ın hakem olmasına
muarız” olduğunu söylemiş, itirazı “hep muarız” sesleriyle karşılanmıştı (MM, I, 1/89, 27 Mayıs
1325: MMZC, II, 241). İtirazının gerekçesi hem hükümetin sorumluluğunun “dağılma”sı, hem de
Mebusan’ın A‘yân’ın oyuncağı haline getirilmesiydi (Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı
İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1). Babanzade’nin o sırada da itiraz etmiş olması

165
yetmiyormuş gibi bir de vükelâyı devirme yetkisi verilirse “artık memleketten
A‘yân’dan başka ferman-fermâ bir kuvvet ve hey’et kalmaz”. Öyle bir A‘yân ki
seçilmiş değil, “vekalet-i milliye”ye sahip değil, geçmiş asırların enkazından kalma
bir adete uyularak kurulmaktan başka bir varlık sebebi yok. A‘yân, Meclisi-i
Mebusan Kanun-ı Esasi Encümeni layihasında öngörülen sınırlara çekilse bile
feshetme yetkisi ve feshedilmeme imtiyazından ötürü gensoru hakkını elde edemez.
Babanzade fiiliyatın bu nazari mütalaaları desteklediğini belirtir: “Mehd-i
meşrutiyet” olan İngiltere’de Lordlar Kamarası’nın böyle bir yetkisi yoktur.
Parlamento usûlüyle yönetilen diğer devletlerde de (Avusturya, Macaristan, İtalya,
İspanya) durum aynıdır. Fransa’da A‘yân’ın atama yoluyla geldiği dönemlerde bu
yetki tanınmamıştı. “Meşrutiyeti mutlak olmayan” diğer bazı devletlerde ise
Mebusan bile bu hakka sahip değildir. A‘yânımızın ileri sürebilecekleri tek örnek
olan şimdiki Fransa’da hükümetin gensoru sonucunda düşmesidir ki bu da “suret-i
kat‘iyede vâki değildir”; güvensizlik oyuna rağmen kabinenin işbaşında kalmaya
devam ettiği örnekler vardır. Bu konuda yazarlar arasında ihtilaf vardır. Bazıları
güvensizlik oyu veren A‘yân’ın, bazıları ise buna rağmen çekilmeyen hükümetin
hareketini anayasaya aykırı bulur. A‘yân’a gensoru hakkı verilmesi konusunda en
ileri giden yazarlar bile bunu Meclis-i A‘yân’ın feshedilebilmesine, Mebusan’ı
feshetme yetkisinden mahrum olmasına ve seçim usûlünün değiştirilmesine
bağlıyorlar. A‘yân’ı Mebusan ile “müsavi bir şekil ve hey’et ve mahiyet ve terkib”e
irca eden bu tasavvur şu soruyu doğurur: “Acaba A‘yân’a ne lüzum var?...” 271.

Babanzade’nin kimi zaman hayli sertleşen eleştirilerinin, Mebusan’ın


üstünlüğünü zedeleme temayülü taşıyan Meclis-i A‘yân’ın gücünü arttırmasına ket
vurma amacına dönük olduğu açıktır. A‘yân, Kanun-ı Esasi tadili çerçevesinde
Mebusan karşısındaki konumunu tahkim etmeyi başaramamakla beraber, Said Paşa
ve aynı yıl içinde Ahmed Muhtar Paşa döneminde Meclis-i Mebusan’ın feshinde
mevcut yetkilerinin elverdiği kilit rolü oynayabilmiştir. Büyük değişikliklerle teşkil
edilen yeni anayasal düzenin merkezine yerleştirilen Meclis-i Mebusan ise yasama

önemli olmakla beraber diğer mebusların A‘yân’ın yapısındaki değişikliğin gerçekleşeceğini


düşünerek fikir serdettiklerini dikkate almak gerekir.
271
Babanzade İsmail Hakkı, “A‘yân’ın Hakk-ı İstizahı”, Tanin, nr. 437, 20 Teşrin-i sâni 1909, s. 1.

166
dönemini tamamlayamadan feshedilmiş, başka ellerle ve benzer gerekçelerle yeni
meclis de kısa süre sonra aynı akıbete uğramıştır 272.

Siyasal ortam itibariyle muhalefetin bastırılması bağlamına oturma gibi


temelden zaafla malül olmakla beraber 35. madde tadili, öteden beri hukuki
gerekçelerle ilkece savunulagelmiş; hatta en hararetli tartışmaların yaşandığı
dönemde dahi bu zaafa işaret edilerek gerekliliğine dikkat çekilmişti. Dolayısıyla
buradaki esas sorun fesih hakkının sınırlarının genişletilmesi değil, bunun
muhalefetin bastırılmasına alet edilmesidir 273. İttihatçı kadroların, Kanun-ı Esasi’nin
tadili fikrinin gelişimi aşamasında zayıf düşürülen, hükümet ve Meclis-i A‘yân’da
yer almaya ve bu kurumlara hakim olmaya başlaması 274; bunun karşısında gün-be-
gün büyüyen muhalefet hareketi, “kuvvetli hükümet” ve daha mütecanis (belki
muhalefetsiz) meclis(ler) fikrini güçlendirmiş olmalıdır. A‘yân’ın, Meclis-i
Mebusan’ın feshedilmesine ilişkin kilit rolünü yitirmesi ancak üçüncü yasama
döneminde mümkün olacaktır.

272
Kanun-ı Esasi ve Meclis-i Mebusan hakkındaki tartışmalar dindikten sonra, Musa Kazım Efendi ile
Hüseyin Cahit, Meclis-i Mebusan için “maskaralık” sıfatını kullanabileceklerdir. Bkz. İsmail Kara,
Türkiyede İslamcılık Düşüncesi, İstanbul, Dergâh Yay., 2011, I, 538.
273
Daha fazla bilgi için bkz. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası - II. Meşrutiyet Devrinde İttihat
ve Terakki’ye Karşı Çıkanlar, İstanbul, Dergâh Yay., 1990, s. 118-119.
Diran Kelekyan, üç yıldır bu gerekliliğe işaret ettiğini ve bundan ötürü kimi İttihatçılar tarafından
eleştirildiğini belirtir. Bkz. D.K., “Siyasi Cereyanlar ve Fen Meselesi”, Sabah, nr. 8059, 27 Şubat
1912, s. 1. Ona göre ilkece muhalifler de tadile karşı değildir. Bkz. D.K., “Vaziyet-i Hâzırada Osmanlı
İntihabcısı”, Sabah, nr. 8002, 1 Kânun-ı sâni 1911 [1912], s. 1.
Celaleddin Arif Bey de 35. maddeyi “gayet serinkanlılıkla, yani sırf hukuk nokta-i nazarından tedkik
ve tenkid” ettiğinde, prensip olarak tadilin gerektiği hükmüne varır. Bununla beraber ona göre
hükümet fesih hakkını elinde “bir alet-i tecavüz” gibi kullanacak olursa sonuçları vahim olur. Bkz.
Celaleddin Arif, “Tenkidât: Kanun-ı Esasîmizin Otuz Beşinci Maddesi”, Muhamat, nr. 1, 27 Receb
1329/10 Temmuz 1327, s. 15. (Bu yazı, konunun Hizb-i Cedid tarafından gündeme getirilmesinden
sonra, İttihat ve Terakki Kongresi’nde benimsenmesinden önce kaleme alınmıştır).
Benzer bir hukuki tahlil için bkz. Affan Osman, “Otuz Beşinci Madde Münasebetiyle”, Bedahet, nr.
243-2, 10 Kânun-ı sâni 1912, s. 1.
274
Bu arada sadece fırkalar arası ilişkiler değil; İttihatçıların kendi aralarındaki ihtilaflardan ötürü
Cemiyet, Fırka, Meclis(ler), Hükümet arasındaki ilişkiler de daha da girift bir hal almıştır. İç ihtilaflar
konusunda Cavid Bey ve Ürgüblü Hayri Efendi’nin günlükleri çok kıymetli bilgiler içermektedir.
Bkz. Cavid Bey, Meşrutiyet Ruznâmesi, c. I, haz. Servet Avşar - Hasan Babacan, Ankara, TTK
Yay., 2014; [Ürgüplü Hayri Efendi], Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’nin Meşrutiyet, Büyük
Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922), haz. Ali Suat Ürgüplü, İstanbul, İş Bankası Kültür
Yay., 2015.

167
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:

MEŞRUTÎ MÜESSESELERİN KAYNAĞI VE MEŞRUİYETİ


SORUNU

3.1. Meşruiyet Konusunda Temel Yönelimler


Meşrutiyet ile İslamiyet arasında uyum veya mutabakat arayışları, meşrutiyet
fikrinin ülkemizde belirmesiyle eş-zamanlı olarak ortaya çıkmıştır. Kanun-ı Esasi’nin
yapılması sürecinde “şeriat-i İslamiye” ile Avrupa merkezli meşrutiyet tecrübelerinin
sonucu olan “usûl-i kanuniye-i efrenciye”nin arasını bulup uyuşturma meselesi,
çözülmesi gereken temel mesele olarak varlığını üst düzeyde hissettirmişti 1. II.
Meşrutiyet’in ilanından sonra gazete ve mecmuaların başlıca konularından biri de bu
mesele olacaktır. İstibdat ile meşruti düzenin karşıtlığı gölgesinde, ilmiye sınıfının
konumu ve siyasi merkezle irtibatları bağlamında; halifelik, Meclis-i Mebusan,
Kanun-ı Esasi, muhalefet ve siyasi parti gibi temel kavramların fikrî olarak
kurulması ve II. Meşrutiyet ortamındaki seyri hakkında geniş bir literatür
oluşmuştur 2. İlk günlerden itibaren İslamiyet ile meşrutiyetin/Kanun-ı Esasi’nin
tamamen mutabakat ettiği, İslamiyetin meşruti düzeni emrettiği, meşruti fikir ve
müesseselerin İslami nasslardan kaynaklandığı, meşrutiyetin İslam tarihinin erken
devirlerinde benimsenmiş olduğu ve hatta Batı’ya da bizden intikal ettiği
şeyhülislam 3 ve Kanun-ı Esasi’nin yapılış sürecinden haberdar olan fakihler 4 başta

1
İstanbul’da faaliyet gösteren yabancı avukatlar bu telif ameliyesinin Kanun-ı Esasi’de başarıyla
gerçekleştiğini düşünüyorlardı: “Kanun-ı Esasi-i cedidi tertib ve tanzim edenler kavânîn-i esasiye-i
Avrupa’yı ittihaz-ı mehaz edip milel ve ümemin hal ve hey’etce teşekkül-i cedidine üss-i esas olan
kavâid-i e‘âzımdan müdekkikâne tarz üzere bi’l-istinbât şeriat-i İslamiye ile usûl-i kanuniye-i
efrenciyenin beynini bulup biribiriyle uyuşturulmasına muvaffakiyetleri fazilet ve ehliyet-i
meşhudelerinin en başlıcasıdır”. Dersaadet’te Avukatlar Cemiyet-i Daimesi’nin o zamanki reis-i
evveli Mösyö Forlani’nin Kanun-ı Esasi’nin ilanı münasebetiyle yaptığı konuşmanın metni için bkz.
BOA, Y.EE., nr. 71/18, lef 1.
2
Bu konuda bilgi ve değerlendirmeler için bkz. İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri I -
Hilafet ve Meşrutiyet, 2. baskı, İstanbul, Dergâh Yay., 2001.
3
Ali Kemal’in Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’yle yaptığı mülakattan: “… Avrupa’da bazı ashâb-ı
ağrâz güya ‘Kanun-ı Esasi, usûl-i meşveret şeriat-i İslâmiyeye mugâyirdir’ erâcifini neşre kadar
varıyorlar. Bugün şeyhülislamım. İşte şer‘-i şerif, din-i İslâm usûl-i meşveretin mine’l-ezel
mürevvicidir. Daha Avrupa bu hakikatten bi-haber iken ehl-i İslâm kanun-ı istişare ile âmil idiler.
Avrupalılara bu hakâiki ilâm etmek gazetelerimizin, matbuatımızın vezâifindedir” (Ali Kemal,
“Şeyhülislam Efendi Hazretleri Ne Diyorlar?”, İkdam, nr. 5096, 2 Ağustos 1908, s. 1).

168
olmak üzere ilmiye sınıfının çeşitli kademelerinde yer alan kişiler ve diğer aydınlar
tarafından savunulmuş 5; bu münasebetle ulema arasında cemiyetleşme girişimleri
olmuştur 6. Bu meyanda Manastırlı İsmail Hakkı, Musa Kazım, Mahmud Esad
Seydişehri gibi Mekteb-i Hukuk hocalarının hem meşrutiyetin İslamla fikri düzeyde
ilişkilendirilmesi, hem de ilk aylardan itibaren bu çerçevede çıkabilecek sorunların
izalesi için bariz bir çaba gösterdikleri görülmektedir.

Ayasofya vaazlarında Ahmed Rıza’nın dindarlığı hakkındaki şaibeleri


gidermeye çalışacak ve siyasi-dini yorumlarından ötürü kendisine yönelen ciddi
boyuttaki tehditlere kulak asmayacak kadar tarafını dışa vuran Manastırlı’nın “din-i
İslâm, şeriat-i garrâ-yı Ahmediye meşrutiyet-i hükümete müsait olmak şöyle dursun,
belki yalnız onu muktazi ve âmir bulunduğu nusûs-ı şer‘iye ve siret-i seniyye-i
nebeviye ve meslek-i celil-i hulefâ-yı râşidîne vâkıf ve âgâh olanlar nezdinde zerre
kadar şüphe kabul etmeyen hakâik-i kat‘iyedendir” cümlesi bahsettiğimiz anlayışın
bariz bir ifadesidir 7. Ona göre Şah taraftarı İran ulemasının “meşrutiyet-i hükümet ve
usûl-i meşveret hükm-i Kur’an’a muvafakat etmez” iddiası, “ayn-ı muktezâ-yı
Kur’an, bütün erkânı muvâfık-ı hüccet ü burhan bulunan bir hakikat-i kat‘iyeye”
karşı gelmektir ve bu hüküm ancak Şah’ın elinde esir olmalarıyla açıklanabilir 8.

4
Mecelle Cemiyeti üyelerinden, Muallimhane-i Nüvvâb müdürü Yunus Vehbi Efendi’nin yazısı için
bkz. İkdam, nr. 5109, 15 Ağustos 1908, s. 3.
5
İlk yazılardan biri, Mekteb-i Hukuk mezunlarından Ahmed Cevdet Bey’in ileride de bu konuya sıkca
yer verecek İkdam gazetesinde, Kanun-ı Esasi’nin tam metninin yayınlanmasından bir gün sonra
çıkmıştır. Yazı “Kanun-ı Esasi mukteziyat-ı diniyedendir” cümlesiyle biter. Bkz. “İslamiyet ve
Kanun-ı Esasi”, İkdam, nr. 5089, 26 Temmuz 1908, s. 1. Ayrıca bkz. Ali Kemal, “İslam, Meşrutiyet,
Avrupa”, İkdam, nr. 5110, 17 [16] Ağustos 1908, s. 1; Ali Mevlevi [Nazif Sururi], “İslam ve
Meşrutiyet ve Avrupa”, İkdam, nr. 5112, 18 Ağustos 1908, s. 4. İzmir’den mebus seçilecek müftü
Said Efendi’nin “seçkin bir mebus tipi tasavvuru” gibi özel hassasiyetleri bir yana, “emr-i idarece”
meşrutiyetle cumhuriyet arasında fark görmeyecek derecedeki görüşleri için bkz. Mehmed Said,
“Meşruiyet-i Meşveret ve Meşrutiyet”, (Ahenk’ten naklen) İkdam, nr. 5129, 4 Eylül 1908, s. 3.
6
“Cemiyet-i İttihadiye-i İlmiye”, Tanin, nr, 14, 1 Ağustos 1324, s. 4; Tanin, nr. 20, 7 Ağustos 1324,
s. 4.
Mustafa Sabri Efendi’nin, meşrulaştırma aracı olarak nassların kullanımı bakımından dikkat çekici bir
konuşması için bkz. “Cemiyet-i İttihadiye-i İlmiye”, İkdam, nr. 5107, 13 Ağustos 1908, s. 3.
7
Manastırlı İsmail Hakkı, “İslamiyet ve Meşrutiyet”, Millet, nr. 12, 16 Ağustos 1908, s. 1. Manastırlı
meşrutiyetin felsefesi gibi daha “teknik” konular için Emrullah Efendi’ye gönderme yapmaktadır.
Bkz. Emrullah, “Hikmet-i Meşrutiyet”, İkdam, nr. 5106, 12 Ağustos 1908, s. 1.
8
Manastırlı İsmail Hakkı, “İslamiyet ve Meşrutiyet”, Millet, nr. 12, 16 Ağustos 1908, s. 1. Manastırlı,
hükümet-i meşrutayı tanımlarken Kanun-ı Esasi’den şu yolda bahseder: “Şer‘-i şerifin medâr-ı adl u
müsavat, bâis-i fezy ü necât olarak tesis buyurduğu kavânîn fezlekesi bulunan Kanun-ı Esasi…” (aynı
yer).

169
Mahmud Esad Seydişehri, iki sene sonra “din-i İslam meşrutiyeti emreder”
hükmüne, Arapların fikri hürriyetlerine düşkünlükleri ve İslamı benimsemeleri, Hz.
Peygamber’den önce ve sonra devlet, İslam tarihinin ilk devrinde siyasi birliğin
sağlanması, devlet iktidarının tesis edilmesi ve İslamın yayılması gibi meseleler
bağlamında ve diğer metinlerde görülebilenden daha ayrıntılı ve vurgulu bir İslam
tarihi yorumu çerçevesinde varmaktadır 9. Nihai tahlilde Seydişehri şöyle bir akıl
yürütme izlemekteydi: “Meşrutiyet-i idare mukteza-yı fıtrat ve muvafık-ı adalettir…
din-i İslam ise din-i fıtrattır, her ne ki fıtrat-ı selime icabâtındandır, muvafık-ı
şeriattır” 10.

Seydişehri, II. Meşrutiyet’in ilk ayında Mekteb-i Hukuk ve Mülkiye’de; insan


hakları 11, hükümet şekilleri 12, medeni ve siyasi ıslahatın esasları 13 gibi konuların
yanı sıra “İslam’da usûl-i meşveret” hakkında da bir konferans vermiş; diğer
konferanslarında ise yeri geldikçe buna değinmiştir. Mesela insan ve insan hakları
hakkındaki konferansta “şimdiki medeniyetin esası olan uhuvvet, müsavat fi’l-
hukuk, hudud-ı meşrua dairesinde serbesti-i harekât bundan on üç asır evvel akvâmın
yek-diğerini kırıp geçirdiği mezâlim ve te‘addiyâtın hüküm sürdüğü sırada şeriat-ı
İslamiye tarafından kabul ve tesis edilmiştir” sözleriyle İslam-meşrutiyet ilişkisinin
temel tezlerinden birine işaret etmiştir 14. Hükümet şekilleriyle ilgili konferansında

9
Mahmud Esad, “Din-i İslam Meşrutiyeti Emreder”, Te‘ârüf-i Müslimin, aded 15, 9 Eylül 1326, s.
236-239. Ayrıca bkz. Mahmud Esad, “Bi‘set-i Muhammediye”, Te‘ârüf-i Müslimin, aded 1, 2 Nisan
1326, s. 5-7; “Bi‘set-i Muhammediye”, Te‘ârüf-i Müslimin, aded 2, 15 Nisan 1326, s. 20-22;
“Arapların Devr-i İstîlâsı”, Te‘ârüf-i Müslimin, aded 5, 27 Mayıs 1326, s. 72-75.
10
Mahmud Esad, “Din-i İslam Meşrutiyeti Emreder”, Te‘ârüf-i Müslimin, aded 15, 9 Eylül 1326, s.
236-239. Seydişehri’ye göre hiçbir İslam hükümdarı “devlet demek ben demek” kaidesini telaffuz
edemez. Gönlünden geçse bile bu fikrini saklamak için “zahirde ahkâm-ı şer‘iyeye tevfik-i hareket
eder gibi görünmeye, hayrat u hasenat icrasıyla avam-ı nası celb etmeye mecburiyet hisseder” (aynı
yer).
11
“Mahmud Esad Efendi tarafından dünkü gün Mekteb-i Mülkiye’de verilen konferansın hulâsasıdır”,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9832, 11 Ağustos 1908, s. 3.
12
“Mahmud Esad Efendi’nin dünkü gün Mekteb-i Hukuk’ta verdiği konferansın hulâsasıdır: Eşkâl-i
Hükümet ve Usûl-i Meşrutiyet”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9835, 14 Ağustos 1908, s. 3.
13
“Mahmud Esad Efendi hazretlerinin dünkü gün Mekteb-i Hukuk’ta verdiği konferansın hulâsasıdır -
Islahat-ı Medeniye ve Siyasiyenin Esasları”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9849, 28 Ağustos 1908, s. 3.
Ayrıca bkz. Mahmud Esad, “Memleketimizde Kadri Bilinmeyen Bir Nimet”, Tercüman-ı Hakikat,
nr. 9828, 7 Ağustos 1908, s. 1.
14
“Mahmud Esad Efendi tarafından dünkü gün Mekteb-i Mülkiye’de verilen konferansın hulâsasıdır”,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9832, 11 Ağustos 1908, s. 3. Ayrıca “… kavâid-i İslamiye üzerine müesses
olan hükümet-i Osmaniyede evvelen Gülhane hatt-ı hümayunuyla ve muahharan 7 Zilhicce 1293
tarihli Kanun-ı Esasi ile hukuk-ı insaniye teyid buyurulmuştur” ifadeleri için bkz. aynı yer.

170
Osmanlı Devleti’nin hükümet şekli ve ilmiyenin murakabe/muhalefet fonksiyonu
hakkındaki yorumu ise şöyledir: “Hükümet-i Osmaniyeye gelince din-i İslam üzerine
müesses ve her türlü icraatı ahkâm-ı şer‘iye ile meşrut ve mukayyed olması lazım
gelen bir hükümete vaktiyle hükümet-i mutlaka tesmiye edilmesi münasib olmasa
gerektir. Ahkâm-ı şer‘iyeyi muhafaza için hükümdara karşı bir de hey’et mevcut idi
ki ilmiye hey’etidir”. Seydişehri ilmiyenin bu fonksiyonu hakkında Kanuni-Ebussuud
Efendi üzerinden müsbet bir örnek vermekle beraber bu tezinde ısrar etmez ve Koçi
Bey’i delil göstererek “kurûn-ı ahîrede ilmiye tariki nâ-ehiller eline geçtiğinden
uhdesine müterettib olan vazifeyi ifadan aciz kalmış ve hükümet de usul-i istibdadın
en feci netâyicine maruz olmuştur” sonucuna varır 15.

Seydişehri, Mekteb-i Hukuk’taki “İslam’da usûl-i meşveret” konferansında


ayrıntılı tarihi malumat vererek İslam hükümetlerinde istibdatın nasıl tesis edilip
devam ettiği meselesini ele almış; İslamiyeti kabul eden kavimlerin menfi
geleneklerinin oynadığı rolü vurgulamıştır. Öteden beri “hükümdarlarında fevka’l-
beşer bir iktidar farz eden” Şark kavimleri İslamiyeti kabul ettikleri halde
“mezâyâsına tamamen muttali olamadıklarından” hükümdarlarını dört halife gibi
“sadegî içinde görmeye razı olamayarak kendilerinin fevkinde bir sınıf-ı mahsûs
addettiler”. Hükümdarlar da “zevk u safa vadilerine saparak umûr-ı cumhuru rüesâ
yedine terk eylediler”. Hükümdar ile ahali arasında bir “sınıf-ı mümtaz” girdi. Bu
sınıf kendi imtiyazlarını koruyabilmek amacıyla “efendilerine beşeriyetin fevkinde
bir mevki i‘tâ ettiler”. Artık ahali “metbularını göremez, sadalarını ona isal edemez
oldular. İşte bu vechile hükümât-ı İslâmiyede istibdad teessüs etti”. Seydişehri İslam
hükümetlerinde istibdadın devam etmesini ise cehalete, İslâmı kabul eden kavimlerin
İslami hakikatleri idrâk edememesine bağlar 16.

İlmiye sınıfına mensup hukukçular, özellikle yukarıda hukuk muhitinin önemli


isimlerini biraraya getirdiğini belirttiğimiz Sırat-ı Müstakim çevresi bu konuda çok

15
“Mahmud Esad Efendi’nin dünkü gün Mekteb-i Hukuk’ta verdiği konferansın hulâsasıdır: Eşkâl-i
Hükümet ve Usûl-i Meşrutiyet”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9835, 14 Ağustos 1908, s. 3.
16
“Mahmud Esad Efendi hazretlerinin evvelki gün Mekteb-i Hukuk’ta verdiği konferansın hulâsasıdır
- İslam’da Usûl-i Meşveret”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 9843, 22 Ağustos 1908, s. 3. İttihat ve Terakki
Cemiyeti’ne bakışını da veren daha geniş bir versiyonu için bkz. İsmail Subhi, “Mekteb-i Hukuk’ta
Bir Meviza - Muallim-i Muhterem Mahmud Esad Efendi tarafından”, Servet-i Fünun, nr. 31, 8
Ağustos 1324, s. 3; nr. 32-5, 8 Ağustos 1324, s. 3; nr. 33, 9 Ağustos 1324, s. 2.

171
etkili bir faaliyet yürütmüştür. Bu münasebetle dergiyi “sabahu’l-hayr-ı Hürriyet’te”
kurup çıkarmaya başlayan iki genç hukukçudan biri olan Ebül’ulâ Mardin’den de bir
örnek verilebilir. Mardin Sırat-ı Müstakim’in ilk sayısında “usûl-i meşveret şer‘an
me’mûr-bih olduğu gibi İslâmiyet’in hayru’l-kurûn olmak şerefiyle mümtâz olan
feyizli devirlerinde mesâil-i mu‘dılanın halli içün daima tevessül olunur bir habl-i
metîn-i i‘tisâm idi” dedikten sonra İslamiyet ve hilafetle meşrutiyet arasındaki
ilişkiyi şöyle kurmaktaydı: “Şeriat-i gârra, bu kaide-i celîleyi öyle bir mertebe-i
kemâle is‘âd etmiştir ki lafz-ı güzîn-i İslâmiyet bi-tariki’l-iltizâm usûl-i meşverete
delâlet eylediği gibi hilâfet-i İslâmiye şekl-i meşrutiyetin en parlak misâlini irâe
eylemektedir”. İleriki yıllarda hukuk camiasının en önemli isimlerinden biri olacak
olan Ebül’ula Mardin, “şer‘an ve tarihen sâbit” olan bu hakikatlerin “usûl-i
meşveretin meşrû‘iyetini isbât hususunda delil ve burhan ikamesine lüzum
bırakma”dığını belirtir. Ulemanın “isbât-ı meşrû‘iyet yolundaki beyanâtı” sadece
hatırlatma kabilindendir. Mardin bu meyanda hem mektepten hem medreseden misal
getirerek; Mekteb-i Hukuk’tan hocası Manastırlı İsmail Hakkı’nın Ayasofya
Camii’ndeki vaazlarını ve icazet hocası Çarşanbalı Ahmed Hamdi Efendi’nin
istibdadın son günlerinde (“dem-i vâpesin-i istibdad”) başladığı Şura suresinin
tefsirini konu alan derslerini zikreder 17.

Sırat-ı Müstakim çevresinin bu yöndeki çabaları genel olarak iyi bir tesir
uyandırmakla beraber 18 Musa Kazım Efendi’nin tesettürle ilgili yazısından
kaynaklanan polemikte olduğu gibi bazı ilmiye mensuplarının tepkisini çekmesi de
hayli erken olmuştur 19. Meselenin, derginin toplattırılması ve Musa Kazım

17
Mardinizade Ebül’ulâ, “Sure-i Şûrâ”, Sırat-ı Müstakim, sy. 1, 14 Ağustos 324, s. 6-7.
18
Mesela Manastırlı, Musa Kazım gibi isimlere yakın olduğu bilinen Ahmed Midhat’ın bir yazısı için
bkz. Ahmed Midhat, “Sırat-ı Müstakim”, Tercüman-ı Hakikat, sy. 9851, 30 Ağustos 1908, s. 1.
Daha önce aynı istikamette iki yazısı için bkz. Ahmed Midhat, “Mevâiz-i Siyasiye ve İlmiye”,
Tercüman-ı Hakikat, nr. 9846, 25 Ağustos 1908, s. 1; “Cevâmi, Medâris, Tekâyâ”, Tercüman-ı
Hakikat, nr. 9848, 27 Ağustos 1908, s. 1.
Sırat-ı Müstakim’in çıkışı İkdam tarafından heyecanla karşılanmıştır: “İlahi! Bu ümmetin feyzini
müzdâd eyle! Sâye-i hürriyette neler okumaya başladık. Milletimiz bahtiyardır ki ağuş-ı hamiyetinde
nice erbâb-ı cehdi yine muhafazaya muktedir oldu. İşte Sırat-ı Müstakim muharrirleri. Dine, felsefeye,
edebiyat ve hukuka dair ulema-yı zamanın pek kıymetdar eserlerini havi olan bu mecelle-i celilenin
her satırı bir hakikat-i ilmiyeden bâhis. İlk nüshası gözlerimizi tenvir etti. Müessislerini, muharrirlerini
tebcil ve takdir-i firâvân ile zikr ettik ve mecellesini de hırz-i cân ettik. Bu yeni refik-i muhteremi
tebrik ederiz” (“Sırat-ı Müstakim”, İkdam, nr. 5121, 27 Ağustos 1908, s. 3).
19
Sırat-ı Müstakim’in üçüncü sayısında (10 Eylül 1908) yayınlanan “Hürriyet-Müsavat” yazısı
üzerine Abdullah Ziyaeddin, Muhyiddin ve Abduş efendilerin eleştirilerine karşı Musa Kazım

172
Efendi’nin tekfir edilmesine kadar vardığını Babanzade İsmail Hakkı yazmaktadır 20.
Kamil Paşa hükümeti şeriate, “adâb-ı İslâmiye”ye, “şe‘âir-i İslâmiye”ye aykırı
yayınlar yapıldığı gerekçesiyle bir tebliğ yayınlamış (22 Eylül 1908), imtiyaz
sahipleri ve yazarlar hakkında kanuni muamele yapılacağını ve bu tür yayınlardan
kaçınılmasını ihtar etmişti 21. Babanzade’ye göre hükümetin tebliği mübhem bir
tehdit, “hürriyet-i ümmetin pişvâsı, mukaddimesi olan hürriyet-i matbuata 22
[v]urulan resmî darbelerin birincisi olmağla beraber en müessiridir”. İstibdadın en
karanlık günlerinde bile ulemamız, İslâmiyette önderlerimiz dinî meselelerle ilgili
görüşlerini medreselerde, meclislerde, camilerde alenen münakaşa etmişler; bir
kısmını tekfir etmeye kalkışanlar olmasına rağmen hiç kimseye “umûr-ı diniye ve
mezhebiyeden bahs etmeyeceksin, yazmak veya söylemek için şu veya bu kuyûda
tâbi olacaksın denilmemiş, denilememiştir” 23.

Babanzade, hükümetin tebliğinin genel ve mübhem olmasına itiraz ettiğini,


yoksa matbuatı dini meseleleri münakaşa etmeye davet etmediğini özellikle belirtir.
Mademki böyle yazılar çıkmıştır, hükümet neden bunlar hakkında takibat
yapmamıştır? Üstelik böyle yoruma açık, genel gerekçelerle; tıpkı sansür usûlünde
olduğu gibi “bir iki cahilin sû-i tefsir ve te’viliyle” masumâne sözler bile bu kapsama
sokulabilir. Babanzade, “ufak tefek ve belki de müretteb” bir iki olaydan ötürü zaten
kafası karışmış olan halkın böylece büsbütün çileden çıkarılacağına da dikkat
çekiyor. Keyfi muamelelerle Sırat-ı Müstakim’in toplatılmasını ve Musa Kazım
Efendi’nin tekfir edilmesini örnek veren Babanzade tebliğin nihai amacı hakkında
şunları söylüyor: “Bizce ‘ahkâm-ı şer‘iye’, ‘adâb-ı İslâmiye’ gibi şümûllü, ihatalı
sözler arkasından ale’l-ıtlâk matbuata hücum etmek, gazeteleri -böyle mühim ve

Efendi’yi savunan bir yazı için bkz. Hasan Selahaddin, “İzhar-ı Hakikat”, Tercüman-ı Hakikat, nr.
9873, 21 Eylül 1908, s. 1.
20
İsmail Hakkı, “Mübhem Tehdidler”, Tanin, nr. 54, 10 Eylül 1324, s. 2.
21
Babanzade’nin yazı konusu yaptığı “resmî” tebliğ şöyledir: “Bazı gazetelere bir müddetten beri
ahkâm-ı şer‘iye ve âdâb-ı İslâmiyeye münâfi makalât ve fıkarât derci ehl-i İslâmca tesirât-ı [teessürât-
ı] kalbiyeyi ve heyecan-ı efkârı mûcib olmaktadır. Ahkâm-ı şer‘iye ve şe‘âir-i İslâmiyeye mugâyir
neşriyatta bulunan gazete ashâb-ı imtiyazıyla makale sahipleri hakkında muamele-i kanuniyenin icrası
mukarer bulunduğu cihetle bu gibi ahvâlden tevakki edilmesi lüzumu suret-i kat‘iyede ihtar ve ilan
olunur” (“Resmî”, Tanin, nr. 53, 9 Eylül 1324, s. 1).
22
Matbuat hürriyetinin sınırlarına dair görüşleri için bkz. İsmail Hakkı, “Adâb ve Vezâif-i Matbuat”,
Tanin, nr. 27, 15 Ağustos 1324, s. 1-2).
23
İsmail Hakkı, “Mübhem Tehdidler”, Tanin, nr. 54, 10 Eylül 1324, s. 2.

173
umûmi surette- münâfi-i İslâmiyet şeyler yazmakla ittihâm eylemek, matbuata
zımnen dinsizlik isnâd ederek bu suretle nazar-ı âmmeden düşürdükten sonra onu
tamamen ezmek için zemin hazırlamaktan başka bir şey değildir. Evet şüphe yok ki
bir mukaddime, bir mukaddime-i tazyik u istibdattır” 24. Babanzade’nin esasen
meşrutiyeti ve matbuatı ön planda tuttuğu, dinî meselelerin meşrutiyeti savunmak
bağlamında matbuatta yer almasını istediği açıktır.

Meşrutiyetin meşruluğunu dini delillerle ispat etme konusunda büyük çabalar


sarfedenlerden biri olan Musa Kazım Efendi, 1. Dünya Savaşı’nda sonra Divan-ı
Harb-i Örfi’deki sorgusu sırasında bu çabaların esas saikini belirtmektedir. İttihat ve
Terakki Cemiyeti’ne girişi ile ilgili soruya verdiği cevaptan uzunca bir alıntı
yapacağız:

“… Cemiyet’e intisabım ilan-ı Meşrutiyet’ten sonradır. Cemiyet’in bir İlmiye Şubesi


vardı. O vakit daîniz de o İlmiye Şubesi’nde bulunuyordum. Manastırlı İsmail Hakkı
hoca merhum, şimdiki A’yan reisi Mustafa Asım Efendi, birkaç kişi o ilmiye
Şubesi’nde bulunuyorduk. Meşrutiyet’in menafiinden, fevaidinden ve şer’-i şerife
muvafakatından bahs ediyorduk. Yani bu yolda talimat ve telkinatta bulunuyorduk.
Çünkü biz memleketimizin terakkî ve teâlisi ancak meşrutiyetin tesis ve tatbiki ile
olacağına kani bulunuyorduk. O nokta-i nazardan çalıştık. O vakit birkaç sene çalıştık.
Bütün kuvvetimizle uğraştık. Meşrutiyet meşrudur, şeriatımız emretmiştir, nehy
etmemiştir. Meşrutiyet usûl-i meşveret demektir. Usûl-i meşveret âyât ve ehâdiste
şöyle zikrolunmuştur, böyle buyurulmuştur diye anlattık durduk. Hürriyetin mânası
budur, uhuvvetin mânası budur, işte adalet şuna derler, buna derler, müsavat buna
derler ve müsavat şuralardadır ve bunlar birçok kuyûd ile mukayyeddir. Meselâ
ahkâm-ı diniye ile mukayyeddir, örf, âdet ile mukayyeddir ve daha birçok kuyûd ile
mukayyeddir. Bunu halka anlatmak istiyorduk. Yani Avrupa’nın meşrutiyetini aynen
tatbik etmesinler diye uğraştık. Kitaplar yazdık, risaleler, makaleler neşr ettik.
Maksadımız şer‘-i şerif dairesinde memleketimizde bir usûl-i meşveretin teessüsü idi.
Bilhassa bendeniz fırkalar aleyhinde çok bulundum ve İslâmda fırka olamaz dedim.
İslâm bir fırkadır. Çünkü Kur’an-ı Kerîm Müslümanların kardeş olduğunu beyan
ediyor. Fırkalardan ise husumet tevellüt ediyor, binaenaleyh fırka olmaz diye bendeniz
çok bağırdım. Sonra bana, canım bir yerde meşrutiyet oldu mu mutlaka fırkalar
olacaktır dediler. Ben de böyle meşrutiyete aklım ermedi ve ermiyor dedim ve ondan
sonra doğrusu o kadar çalışmadım. Sonra böyle Avrupa’nın meşrutiyetini aynen
tatbike kalkışınca nizâ ve nifak meydan aldı. Bunu tabii ben isteyemezdim.
Müslümanlar yekdiğerinin aduvv-i ekberi oldu. Bunu tabii istemezdim. Bu ne

24
“Neden faraza Sırat-ı Müstakim gibi hakikaten hâdim-i diyanet bir risale hakkında bile sû-i zan
edilerek nüshalarının toplattırılmasına teşebbüs derecesine varılıyor? Ve neden faraza Musa Kazım
Efendi gibi müttaki, müteverri, hakikaten müdekkik ve müteşerri bir zâtın tekfirine kadar ileri
gidiliyor. Bu havsalasızlığımızı, bu hürriyeti hazma adem-i istidadımızı ne vakte kadar çirkin bir
manzara şeklinde yar u ağyâra göstereceğiz” (İsmail Hakkı, “Mübhem Tehdidler”, Tanin, nr. 54, 10
Eylül 1324, s. 2). Hüseyin Cahit’in o günlerdeki dini neşriyatın siyasi arkaplanı ile Mizancı Murad,
Nazif Sururi ve Üryanizade Cemil Molla hakkındaki yazısı için bkz. Hüseyin Cahit, “Nifaka Kimler
Sebep Oluyor”, Tanin, nr. 54, 10 Eylül 1324, s. 1.

174
mesleğe, ne makama, ne de şahsıma yakışmazdı. Binaenaleyh artık o işlerden vaz
geçtim. Kendim, kendi halimde uğraşmağa başladım. Fakat fırkalar bizi böyle ara sıra
mevkie getirdi” 25.
Siyasi geçmişi ve içinde bulunduğu şartlara mahsus öğeler bir yana, Musa
Kazım’ın cümlelerini tekrar etmek pahasına alıntıdan çıkarılabilecek bazı hususların
altını çizmek istiyoruz. Birincisi, Musa Kazım ve onun gibi düşünüp çaba sarfeden
arkadaşları, memleketin terakkisi için meşrutiyetin kurulması ve uygulanması
gerektiği kanaatindeydi. Meşrutiyetin dinen meşruluğu konusundaki çabaların amacı
meşrutiyeti dini çerçeveye oturtmak, nihai olarak da “Avrupa meşrutiyeti”nin aynen
uygulanmamasını sağlamak; “şer’-i şerif dairesinde memleketimizde bir usûl-i
meşveretin teessüsü idi”. “Avrupa meşrutiyeti”ni aynen uygulamaya kalkanlara göre
meşrutiyetin olduğu yerde siyasi fırka da olmalıydı. Musa Kazım’ın “böyle
meşrutiyete aklım ermedi ve ermiyor” dediği bu anlayış “niza ve nifak”a yol
açmıştır.

Musa Kazım’ın dile getirdiği bu iki temel meşrutiyet anlayışı, zaman zaman
çatışmakla beraber kamu hukukunda büyük değişikliklerin sözkonusu olduğu kritik
dönemeçlerde belirli düzeyde uzlaşmıştır. Kanun-ı Esasi tadil süreci iki tarafın da
karşıdakinin gücünü yokladığı ve belirli bir düzeyde uzlaşmanın sağlandığı bir
dönem olarak tebarüz etmektedir. Bu konunun ayrıntılarına geçmeden önce, Musa
Kazım Efendi’nin aksine gözde siyasi kadrolarla uygun bir anlaşma zemini
bulamadığı için yeni siyasi şartlara intibak edememiş biri olan Mizancı Murad’ın
tespitleri eşliğinde İttihat ve Terakki liderleri arasında meşrutiyetin İslami
çerçevedeki yorumuna karşı çıkan güçlü bir temayülün varlığına işaret etmek gerekir.
İttihatçıların lider kadrosunda bu konulara karşı dikkat çekici ilgisizlik, hilafet ve
saltanatın köhne şeyler olduğuna dair kanaat ve ölçüt olarak pozitivizmin alınması

25
İsmail Kara, Türkiyede İslamcılık Düşüncesi, I, 536-537. Musa Kazım Efendi mesuliyet
meselesiyle ilgili sorulara cevaben şunları söyler: “Meşhur Gladston ‘Ben 30 senedir parlamentolarda
bulundum, hiçbir zaman kendi fikrime muvafık rey veremedim’ demiş. Ekalliyet daima öyledir,
ekalliyette kalır, fakat yine ittiba eder. Ekaliyetin ekseriyete ittibaı zaruridir. Ya o partiden çıkar, gider
veyahut kendi reyinin hilafı olur… bu Meclis-i Umumi hakikaten zannolunduğu gibi değil ki! Ne
diyeyim, size nasıl anlatayım. Meclis-i Umumi vallahi maskaralıktır. Hatta bir gün hatırımdadır:
[1]329 senesinde idi. Hüseyin Cahit ‘canım efendim bunun vazifesi yok, işi yok, gücü yok, nedir bu, ne
yapıyor? Bunun işi yok, bunu lağvedin, bu maskaralık’ demişti. Katiyen hatırımda. Hakikaten de öyle
idi…” (İsmail Kara, Türkiyede İslamcılık Düşüncesi, s. 538).

175
gerektiğine dair inanç II. Meşrutiyet’in ilk döneminde de kesinliğini korumaktaydı 26.
Mizancı, benimsedikleri tavrın dışarıdan beklenen ilgiyi celbetmemesi, içeride de
Edirne olayı gibi tepkilere yol açması üzerine, meşrutiyet düzeninin idamesi
cihetinden -araçsal bir nitelikte- olsun dinin önemini Manyasizade’nin ve bir kısım
Mülkiyelilerin farkettiğini belirtmektedir 27.

Mizancı Murad, Manyasizade Refik’in avukatlık yazıhanesinin bulunduğu


Pinto Hanı’ndaki görüşmelerin de bu kaygılarla gerçekleştiğini belirtir 28. Onun
anlatımına göre İttihatçılarla yaptığı görüşmenin sonuna doğru Manyasizade,
başkalarının yönlendirmesiyle ve sıkılarak “İslamiyet ve hilafet kelimelerini
Mizan’da pek çok kullanıyorsunuz. Artık bu gibi köhne şeyler ile meşrutiyet
binasının inşa olunamayacağını siz de bilirsiniz. Hem de siz, tarih muallimi sıfatıyla
bunu herkesten iyi bilirsiniz” demiştir. Mizancı, uzlaşmanın sağlandığı bir noktada
kendisini hayrete düşüren bu söz karşısında meşrutiyetin yerleştirilebilmesi için
“İslamiyet ve hilafet cihetlerine ait olan hissiyat-ı milliyeyi okşamak” gerektiğini,
yoksa bu yoldaki bütün girişimlerin akim kalacağını belirtir ve “okşayıcı lisandan”
kesinlikle ayrılmamalarını onlara da tavsiye eder. Yoksa deva olarak alınan her
tedbir milletin derdini arttıracak bir gaile halini alacaktır. Meşrutiyet silahla değil,
“hissiyat-ı milliye” dikkate alınarak âmmenin kabulünün sağlanmasıyla hayata
geçirilebilir. Bazı olaylarda görüldüğü gibi önemsiz bir vesileyle askerin meşrutiyete
bağlılığına halel gelebilmektedir. Mizancı “ulemanın hissiyatını okşayarak
meşrutiyete onları rabt etmek üzere mücahedeye müsâra‘at” etmesinin sebebi olarak
“Kanun-ı Esasi’ye müdâfi” bir kuvvet bulma ihtiyacını gösterir: “Bütün inkılabât-ı
siyasiyemizin baş kalfası bulunan ulema sınıfı aklıma geldi. Onu yoklamağa
müsâra‘at ettim”. Mizancı’nın kesinlikle taviz vermeyeceğini söylediği bu görüşler

26
Bu konuda bkz. Murad, “Ne Büyük Bir Mazhariyet!”, Tanzimat, nr. 366, 30 Eylül 1912, s. 1.
27
Murad, “Ne Büyük Bir Mazhariyet!”, Tanzimat, nr. 366, 30 Eylül 1912, s. 1. Ayrıca bkz. Birol
Emil, Son Dönem Osmanlı Aydını Mizancı Murad Bey, İstanbul, Kitabevi Yay., 2009, s. 582-583.
Bu ilgilere bir örnek olarak bkz. Hüseyin Cahit, “Ziyaret-i Hırka-i Saadet”, Tanin, nr. 73, 29 Eylül
1324, s. 1.
28
“Manyasizade gibi az çok memleketin ahvâl-i ruhiyesine vâkıf olan İttihatçılar, bilhassa Mekteb-i
Mülkiye takımının bir kısmı bundan dolayı telaş etmişler, tamir-i hal etmeye çalışmışlar, ‘köhne-
perestlik’e o kadar ibraz-ı husumet edilmemesini, bilhassa onun baş mürevvici makamında şiddetli
hücumlara hedef edilen bir gazeteci ile itilâf husûle getirilmesini iltizâm etmeye başlamışlar idi”
ifadeleri için bkz. Murad, “Ne Büyük Bir Mazhariyet!”, Tanzimat, nr. 366, 30 Eylül 1912, s. 1.

176
İttihatçılarla uzlaşmasına da engel olmuştur 29. Ona göre bu aynı zamanda
diğerlerinin görüşünü kabul etmek zorunda kalan Manyasizade ve onun gibi
düşünenlerin de kaybetmesi demekti 30.

Mizancı Murad, bir süre sonra İttihatçıların lider kadrosunun bu anlayışında


bariz değişiklik olduğunu belirtir. İslami ilimler tahsilini tamamlamak üzere Mısır’a
talebe gönderilmesi, Manyasizade Refik 31 için mevlid okutulması bunun ciddi
işaretlerindendir. Ona göre İttihatçılar Mizan’ın takip ettiği yöntemi benimsemiş 32;
pek inandırıcı bulunmamakla beraber, 31 Mart’tan sonra Tanin başta olmak üzere
gazetelerde dindarâne neşriyata başlanmıştır 33. Mizancı Murad’ın anlatımlarını
tamamlayan bir bilgi de Manyasizade’nin ölüm yıldönümünde İttihat ve Terakki
Cemiyeti İstanbul merkezinin onun adına bir ilmihal kitabı yazma müsabakası
düzenlemesidir 34. Kanaatimizce bu girişim dini konulara olan ilgilerini göstermenin
ötesinde, Manyasizade gibi sembol bir isim üzerinden yeni/uygun bir din anlayışı
arayışını da yansıtır. Bu ön bilgilerden sonra Kanun-ı Esasi’nin dini delillerle
temellendirilmesi meselesine intikal edebiliriz.

29
Mehmed Murad, Tatlı Emeller Acı Hakikatler yahut Batn-ı Müstakbele Âdâb-ı Siyasiye
Talimi, s. 107-111.
30
Mizancı Murad Manyasizade gibi düşünenler arasında Talat, Necib Draga, Hamid ve Safvet beyleri
sayar. Kazanan ise “pozitivizm”, Doktor Nazım’a atfen “saltanat-ı nazımiye”dir. Bkz. Murad, “Ne
Büyük Bir Mazhariyet!”, Tanzimat, nr. 366, 30 Eylül 1912, s. 1.
31
Mizancı Murad’ın, Manyasizade’nin ölümü münasebetiyle yazdıkları için bkz. “Manyasizade Refik
Bey merhum”, Mizan, nr. 87, 22 Şubat 1325, s. 364. Bu yazının, imalı ifadelerinden ötürü eleştirisi
için bkz. Hüseyin Kazım, “Üzkuru”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 10022, 8 Mart 1909, s. 1.
32
“Ulûm-ı diniye tahsillerini ikmâl etmek üzere Mısır’a talebe gönderilmek, Refik Bey merhumun
ruhuna mevlid okutmak gibi âsâr-ı mübecceleye Fırka-ı İttihadiye’nin sülûk etmesi câlib-i şükran
âsâr-ı intibâhiyedendir. Kadrlerini takdir etmek üzere hakk-ı rüchânı iddiaya salâhiyetimiz
müsellemdir. Çünkü beynimizde olan ittifakı kaldırmak maksadıyla başta Refik Bey merhum olmak
üzere bazı erkân-ı Cemiyet ile mülakatlar vâki olmuştu… ittifak hâsıl olmuş iken neticelenmesine
Mizan’ın mesleki mâni olmuş idi. Mizan öteden beri hilafet ve ittihad-ı İslâm meslekindedir. Halkın
diyânetine muvâfık olmayan hiçbir teşebbüsün müsmer olmayacağını musırran beyan eylemiş idik.
Bu nazariyemiz ‘icâb-ı hal ü zaman’a muvâfık görülmeyerek mâni-i ittifak olmuş idi. Bugün İttihat ve
Terakki Fırkası nazariyemiz ile yalnız barışmamış, ‘tezevvüc’ etmek mertebesine kadar varmıştır!”.
Bkz. “İlamât-ı Hayrdan”, Mizan, nr. 111, 18 Mart 1325, s. 463.
33
Mehmed Murad, Tatlı Emeller Acı Hakikatler yahut Batn-ı Müstakbele Âdâb-ı Siyasiye
Talimi, 1330, s. 111.
34
“İlm-i Hal Müsabakası”, Tanin, nr. 540, 5 Mart 1910, s. 3. Manyasizade’ye ithaf olunmak üzere
“her sınıf ahali-i İslamiyenin anlayabileceği bir lisan-ı vuzûh ve selâsetle mükemmel bir ilmihal kitabı
yazılması” kararlaştırılmıştı. İki ay içinde böyle bir kitap yazan kişiye yirmi beş Osmanlı lirası nakdi
mükafat verilecekti (aynı yer). Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti bir yıl önce, Manyasizade’nin
adını yaşatmak amacıyla, tahsilini tamamlamak üzere bir Mekteb-i Hukuk mezununu Avrupa’ya
göndermeyi planlamıştı. Bkz. Dersaadet Dava Vekileri Cemiyet-i Daimesi reis-i evveli Yusuf Kemal,
“Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi’nden”, Yeni Gazete, nr. 196, 6 Mart 1909, s. 1.

177
3.2. Kanun-ı Esasi Tadillerinin Temellendirilmesi Sorunu

3.2.1. Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni Layihası


Kısaca hatırlatacak olursak; Alber Vitali Feraci’nin (İstanbul) teklifi üzerine 12
Ocak 1909’da Kanun-ı Esasi’nin tadiline ittifakla karar verilmiş, yaklaşık bir hafta
sonra Meclis-i Mebusan bünyesinde otuz kişilik bir Encümen kurulmuş; Encümen’in
21 Ocak’taki ilk toplantısında reis, mazbata muharriri ve katipler seçilmiş; Encümen
25 Şubat’a kadar Kanun-ı Esasi’nin maddelerini baştan sona tek tek inceleyerek
müzakere etmiş, hem tadil edilmesi gereken maddeler hem de bunların gerekçeleri
tespit edilmiş; yine 25 Şubat’ta “esbâb-ı mûcibe mazbatası”nı * 2 gün içinde yazması
için bütün evraklar mazbata muharriri Hüseyin Cahit’e verilmiş, mazbatanın 2 günde
yazılması öngörülürken Layiha’nın Meclis-i Mebusan Riyâseti’ne teslim edilmesine
karar verilene kadar 38 gün geçmiş (4 Nisan 1909); “Kanun-ı Esasi’nin Tadil Olunan
Mevâddı hakkında Encümen tarafından kaleme alınan Esbâb-ı Mûcibe Layihası”
bastırılmış, ancak 31 Mart hadiselerinden ötürü Meclis genel kurulundaki görüşmeler
gerçekleştirilememiş, bunun için de Mayıs ayının başını beklemek gerekmişti. Bu
kronolojik akış Meclis-i Mebusan’ın henüz ilk ayının içinde başlayan tadil
çalışmalarının, Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesi döneminde yoğunlaşarak devam
ettiğini, Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinin ilk günlerinde maddeler üzerindeki
incelemenin tamamlandığını, gerekçeyle ilgili çalışmaların ise 31 Mart
hadiselerinden, dolayısıyla II. Abdülhamid’in hal‘inden önce bitirildiğini
göstermektedir.

31 Mart’tan önce, Layihanın matbu nüshalarının mebuslara dağıtımına


başlanmıştı. 31 Mart hadiselerinin Meclis-i Mebusan’daki safahatını hatıralarında
ayrıntılarıyla anlatan Yusuf Kemal, isyancı çavuşlarla mebuslar arasındaki
görüşmeleri aktarırken Kanun-ı Esasi Encümeni mazbatasına dair hem mebusların
hem de isyancıların algısını yansıtan önemli bir bilgi verir: “Ne istiyorsunuz?”
sorusuna çavuşların “Şeriat istiyoruz” şeklinde cevap vermesi üzerine, mebuslardan

*
“Layiha”nın Genel Gerekçe kısmı için kullanılması gereken “mazbata” tabiri, alıntılarda görüleceği
üzere “layiha”nın tamamı için de kullanılabilmektedir. Kendi açıklamalarımızda ise bu ayrım dikkate
alınmıştır.

178
Kosovalı Süleyman Efendi besmele ile başlayan “esbâb-ı mûcibe lâyihası”nı
göstermiş; “biz de şeriat ahkâmını tatbikten başka bir şey yapmıyoruz. Bakın
yazdığımız kanun layihası… bismillah ile başlıyor” demişti 35. Böylece “şeriata nasıl
temessük etmek istenildiği beyan olundu” 36. Çavuşlardan biri mebusları hayli şaşırtan
şu cevabı vermiştir: “Bizim askeri dahili nizamname de besmele ile başlar, ama
Almanca’dan tercüme edilmiştir”. Askerin cevabı, Osmanlı kanunlarıyla ilgili bilinen
bir sorunu ve algıyı yansıtır. Bununla beraber bizim açımızdan altı çizilmesi gereken
husus, mebusların kendilerini savunmak için başvurdukları gerekçelendirme biçimi
ve Yusuf Kemal örneğinde olduğu gibi askere zımnen hak verilerek bilgisi karşısında
hayrete düşülmesidir 37. Encümen üyelerinden Yusuf Kemal gibi mazbatayı edinen
mebuslar bulunmakla beraber, Mayıs başında tadillerin Meclis-i Mebusan’da
görüşülmesine kadar mebusların bir kısmı mazbatanın içeriği hakkında bilgi sahibi
değildi 38. Dolayısıyla mazbata mebuslar ve kamuoyu tarafından yaygın olarak Mayıs
ayında değerlendirilebilecektir.

Meclis-i Mebusan’ın ürettiği belgeler arasında istisnai bir şekilde “besmele” ile
başlayan Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni Layihası üç kısma ayrılabilir: Şer‘î-fıkhî
nitelikteki hukuki açıklamaların yer aldığı, yazarın tabiriyle tadillerin “felsefe”sinin
açıklandığı mukaddime; tadile niçin ihtiyaç duyulduğunun izah edildiği “Kanun-ı
Esasi’nin Lüzum-ı Tadili” başlıklı kısım; eski ve muaddel maddeler ile madde

35
Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 112.
36
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 106.
37
Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 112. Yusuf Kemal, bu çavuşun bilgisine çok şaşırdığını, ancak
sonradan aslında Almanya’da tahsil görmüş bir yüzbaşı olduğunu öğrendiğini ve isyankarlar arasında
asıldığını belirtiyor (aynı yer). Elmalılı Hamdi Efendi aynı olayı şöyle aktarır: “... Şube’de yine aynı
muhavere cereyan etti ve Kanun-ı Esasi’nin besmele ile müveşşah olan mazbatası da kendilerine
gösterildi. Ve şeriata nasıl temessük etmek istenildiği beyan olundu. Buna karşı ‘Almanya’nın bir
şeyini tercüme edip üzerine bir besmele koyarak bizi kandırmak istiyorsunuz’ diye mukabele
ettikleri…” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 106). Ayrıca bkz.
İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 189.
Yusuf Kemal, bu konuşmanın gerçekleştiği sırada “sarıklılardan da bir hey’et içeri girmek istiyor”
denilmesi üzerine, çavuşların “biz hoca, sarıklı falan tanımayız, onların bir sıfatı yoktur” dediklerini
de aktarmaktadır (Yusuf Kemal Tengirşenk, age, s. 112).
38
Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı Esasi tadillerinin görüşülmesinden hemen önce Boşo Efendi
(Serfice), bazı mebusların 31 Mart olayından dolayı mazbatayı incelemeyediğini, bazılarının ise metni
bugün (3 Mayıs 1909) aldıklarını söylemiştir (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325: MMZC, III, 176).

179
gerekçeleri kısmı 39. Mukaddime ile tadil gerekliliğinin izah edildiği kısım Genel
Gerekçe niteliğindedir.

Mazbatanın mukaddimesinde önce toplumsal hayatın temini için “hükümet”in


zorunluluğu ispat edilir. Hükümetler keyfi ve kanuni olarak ikiye ayrılır. Kanuni
hükümetler aklı, nakli veya akıl ile naklin imtizac ettirildiği esasları kanun ittihaz
edebilir. Osmanlı Devleti ise akıl ile naklin meczedilmesini öngören İslam şeriatına
dayandığı için kuruluşundan itibaren şer‘î-kanunî hükümet grubuna girer. İcra yetkisi
“hakimiyet-i ümmet” esasına dayalı olarak “imam”/“halife”ye verilmiştir. Halife
sahip olduğu velayet yetkisini bey’at yoluyla ümmetten aldığı için onun naibi
hükmündedir. İcraatını vükela ve vezirleri aracılığıyla şeriata uydurmaya mecbur
olduğu gibi; ulema ve fukahanın değişen zamana uygun ictihatlarına başvurup
sonuçlarını tenfiz etmeye de mecburdur. “Erbab-ı hall ü akd ve ashâb-ı şura”nın halk
ile halife arasında bir “kuvve-i muaddile” olarak var olması kamu iktidarlarının
ayrılması ve dengelenmesi içindir. Kanun-ı esasi, bey’at akdinin vekaleti içermesi ve
akitlerin tescil yoluyla tevsik edilmesinin şartlar gereği cevazdan vücuba intikal
etmiş olmasıyla; “hakimiyet-i ümmet”in gereği olan Meclis ise “erbab-ı hall ü akd”in
murakebe yetkisiyle açıklanır. “Erbab-ı hall ü akd ve ashâb-ı şuranın hakk-ı
murakabe ve müdahale ve derecât-ı mesai ve salahiyetlerinin kavâid-i külliye ile
tahkim ve tarsini ve bunlara müteferri ahkâm ve muamelatın tevsî‘i siyaset-i şer‘iye
icabâtındandır” cümlesi Meclis fikrinin ileri bir noktaya varmış olmasını iyi bir
şekilde ifade etmektedir 40.

39
“Kanun-ı Esasi’nin Tadil Olunan Mevâddı hakkında Encümen tarafından kaleme alınan Esbâb-ı
Mûcibe Layihası”nın nihai metni için bkz. MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325/3 Mayıs 1909: MMZC, c. III,
ek olarak, 33 s.; Muaddel Kanun-ı Esasi ve İntihab-ı Mebusan Kanunu, haz. Tevfik Tarık,
İstanbul, İkbal Kütübhanesi, 1330/1327, s. 3-80. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Osmanlı Anayasasına
Dair, s. 104-176 (Takibi daha kolay olabileceği için bundan sonraki atıflarımız Kanun-ı Esasi
Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası kısaltmasıyla Köksal neşrinedir).
Meclis-i Mebusan’daki birinci müzakereden sonra Encümen’e havale edilip Encümen’ce tashih edilen
maddeler için bkz. “Kanun-ı Esasi Tadilatı”, Tanin, nr. 271, 4 Haziran 1909, s. 2. Meclis-i
Mebusan’daki birinci ve ikinci müzakerelerle ilgili mütalaaları içermeyen (s. 29-31) kısım için bkz.
İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy. 2, 30 Nisan 1325, s. 81-112; sy. 3, 31 Mayıs
1325, s. 201-224. Muaddel maddeler için bkz. İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn Mecmuası, sy.
9, 30 Teşrin-i sâni 1325, s. 186-191.
40
Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 107-110. Mukaddime kısmı ve
Elmalılı’nın fıkıh ve siyaset anlayışının geniş değerlendirmesi için bkz. Asım Cüneyd Köksal,
“Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Fıkıh ve Siyaset Düşüncesi”, (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Osmanlı
Anayasasına Dair içinde), s. 61-102.

180
Mukaddime’de hilafetin “tagallüb ve saltanat”la bitişmesi sonucu bey’at
akdinde karşılıklı rızaların sağlanamadığı vurgulanır. İstibdatla ilgili kısımda
“hakimiyet-i milliye”nin inkıraza uğraması “‘add”, “tagallüb”, “naks-ı tasarruf”,
“mezâlim”, “me‘âsi”, millette “seviye-i ahlâk ve irfanın tedennisi”, “atalet”, “kesel”,
“sefahet” gibi kelimelerle açıklanır. İstibdat sonrasında meşrutiyetin benimsenmesi
ise “millette hürriyet, adalet, müsavat ve meşrutiyet diye feveran eden nida-yı
mezâlim-sûza şeriat-i İslâmiyenin hakk-ı cevabı verme”siyle gerçekleşmiştir. Çağdaş
siyasi bilimler birikimi “mebânî-i esasiyesi şeriatın daire-i beyânında” ve yitik
hikmet hükmündedir. Bunları “istidâd ve terbiye-i umûmiyemizle mütenâsiben süze
süze telakki bi’l-kabul etmek bâbında lehü’l-hamd mâni yok, muktezi ise çoktur”.
Fıkhi bazı dikkatler saklı kalmak üzere kuvvetler ayrılığı ve insan haklarıyla ilgili
mütalaalar esasen bu hükmün sonucu olarak Mukaddime’ye girmiştir 41.

Kanaatimizce Mukaddime’nin istikametini belirleyen “akd-i bey’atte taraf-ı


aslî millet bulunduğu cihetle kanun-ı esasi tanzim etmek evvelen hakk-ı millet olması
hakikati teslim olunacağından, bu asl-ı ma‘rufa binâen her millet kanun-ı esasisini -
çünki efrâd-ı milletin bizzat mecmû‘-i ârâ ve ihtiyarı ile meşveret mümkün
olamayacağından tarik-i niyâbet ile- kendisi icâben tanzim etmek veya tanzim
olunmuş bir kanun-ı esasiyi kabul etmek lâzımdır” cümlesi ile başlayan “Kanun-ı
Esasi’nin Lüzum-ı Tadili” başlıklı kısımdır. Bu kısımda II. Meşrutiyet’in başından
itibaren Kanun-ı Esasi tadiline dair ileri sürülen fikirlerin ve değişimi isteyen
çevrelerin psikolojisinin izleri açıkça görülmektedir. Kanun-ı Esasi “millete bahş
olunmuş muvakkat bir hüccet-i atıfet” değil, “verilen şeyler hukukumuz, asırlardan
beri gasb olunmuş hukuk-ı meşruamız”dır. Kanun-ı Esasi’nin iadesiyle millet
rüştünü ispat ettiğini gösterdiği gibi, Meclis-i Mebusan da tadil konusunda “isti‘câl”
göstermiştir. Tadil aslın yetersizliğini belirtir ve “hükümetin verdiği kâfi değildir, biz
tekmil hukukumuzu talep ediyoruz” demektir. Meclis-i Mebusan ittifakla Kanun-ı
Esasi’yi tadile karar verip bünyesinde bir encümen kurarak “kuvve-i müessise”
olduğunu ispatlamıştır; ancak bu sıfat tadile ilişkindir, Encümen yeni bir kanun-ı
esasi yapmaya kendini yetkili görmemektedir. Kanun-ı Esasi’nin tanzim edildiği

41
Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 110-111. Krş. Suhtezâde Ahmed, “Kuvâ-
yı Umumiyenin Tefriki, Hukuk-ı Beşerin İlanı, Hakimiyet-i Milletin Tasdiki”, İstişare, sy. 1, 4 Eylül
1324, s. 12, 11-17.

181
dönemden otuz iki seneyi aşkın bir süre geçmesi, bir de ilan olunmadan önce
“hukuk-ı milletin kasrı suretiyle tayy u tadile” uğratılmış olması şimdiki tadilin
başlıca gerekçeleridir. Kamil Paşa kabinesinin Meclis-i Mebusan’a bir tadil layihası
takdim edeceği söylenmişse de bundan “cayıl”mış veya Meclis’in kararıyla buna
gerek kalmamıştır. “Ma‘ahâzâ Millet Meclisi kendi vazifesini ifa için teklif vukû‘unu
elbette çekemez ve o teklife intizâr ile vakit fevt edemezdi”. Millet Meclisi’nin,
Kanun-ı Esasi’nin tadili hakkındaki girişimi siyasi tarihimizde “en şanlı
muvaffakiyât-ı vataniye mertebesinde telakki edilecek mefâhir-i milliyeden
addolunmaya sezâdır” ve 10 Temmuz İnkılabı’nın “uluvv-i şânı” bununla
tamamlanmaktadır 42. Mazbatadaki, bu tür heyecanlı pasajlardan birini aktarabiliriz:

“E‘âzım-ı siyasiyyundan birinin dediği gibi, kanun-ı esasi verilmez alınır. Evet hak
ihsan olunmaz, irtiyâd ile edâ edilir; verilmez alınır. İhsanda verilmek, hakta alınmak
gözetilir. Bir millete kanun-ı esasi ihsan edenler, hukuk-ı milleti lisanen muterif
olsalar da, kalben tasdikte sebât etmeyecekleri gibi nimet külfet mukabili olduğundan,
belki o millet de onun kadrini bilemez. Mert odur ki hukukunu bilmeli, başka elde
görünce almalıdır. Bizim hukukumuz bizimdir; elbette bizim malımızı kimse bize
ihsan edemez. O hukukun Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’den başka muhsini yoktur. Belki
delâlet ve kefalet edeni vardır. Kanun-ı Esasi de bu hukukun hükümetce
tanınmasından, taht-ı taahhüd ve zamâna alınmasının vesikasından başka bir şey
değildir” 43.
Siyasi rüşt meselesinin ısrarla ifade edilmesi II. Meşrutiyet’in ilk aylarındaki,
özellikle Meclis-i Mebusan’ın açılış sürecindeki siyasi gündemin aşırı düzeyde etkisi
altında kalındığını göstermektedir. Mazbatanın geri kalan kısmında Padişahın
hakları, temel haklar, kanun teklifi hakkı, vükelanın mesuliyeti, Meclis-i Mebusan’ın
açılışı ve yasama dönemi, meclisin feshi, Meclis-i A‘yân üyelerinin seçimi
meseleleri Meclis-i Mebusan’ın üstünlüğünü teyit eden bir üslupla
değerlendirilmiştir ki bunlar madde gerekçelerinin özeti niteliğindedir 44.

Mayıs başında Meclis-i Mebusan’daki Kanun-ı Esasi görüşmeleri başladığında


mukaddime kısmı ilgi çekecektir. Mukaddime ile birlikte “Kanun-ı Esasi’nin lüzum-ı
tadili” başlıklı kısmı aynen yayınlayan 45 Yeni Gazete’nin mukaddime hakkındaki

42
Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 116-119.
43
Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 119.
44
Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 119-125.
45
“Bir Mukaddime: Kanun-ı Esasi’nin Tadil Olunan Mevâddı hakkında Encümen tarafından kaleme
alınan Esbâb-ı Mûcibe Layihası”, Yeni Gazete, nr. 255, 5 Mayıs 1909, s. 3-4; Yeni Gazete, nr. 256, 6
Mayıs 1909, s. 3-4.

182
yorumu, Kanun-ı Esasi’nin temellendirilme tarzı konusundaki anlayışın ne kadar
yaygın bir kabul gördüğünü veciz bir şekilde dile getirmektedir:

“Esbâb-ı Mûcibe Lâyihasının mukaddimesini tezyin eden mazbata, muharririnin


kudret ve ihatasına bir hüccet-i fâhire olmağla beraber; Tadil Komisyonu’nun, Meclis-
i Mebusan’ın ve hatta şahsiyet-i mâneviye-i milliyemizin ilelebed iftihâr ve
mübâhâtına hak verecek bir bedî‘a-i beyâniyedir. Hukuk-ı esasiyeyi, hakimiyet-i
milliyeyi hükümetin suret-i inkısâm ve tarz-ı ittisâl ve ittihadlarını, akıl ve nakle
tatbikan izah eden teşrihât-ı kelamiye ve mütalaât-ı felsefiye esere bir mecelle-i
kıymetdâr kuvvetini vermiş ve kavânîn-i esasiyenin doğrudan doğruya ahkâm-ı şer‘-i
mübinden istinbât edilmiş bulunduğunu bedâhaten isbat eylemiştir” 46.
Kelam ve felsefe mütalaalarına dayanarak temel haklar, milli hakimiyet ve
kuvvetler ayrılığı meselelerini akıl ve nakle göre izah eden ve bunların doğrudan
doğruya şeriatten çıkarıldığını açık seçik ispat eden bu mukaddimenin yazarı, 21
Ocak’ta mazbata muharrirliğine atanan, 25 Şubat’ta da gerekçeyi yazmak üzere
Encümen evrakını teslim alan Hüseyin Cahit değil; 3 Mayıs’ta Meclis-i
Mebusan’daki Kanun-ı Esasi görüşmelerinin başında mazbata muharriri olarak
tadillerin, ihtiyaçlara ve “şeriat-i İslâmiyenin ahkâm-ı münîfesi”ne uygun bir şekilde
yapıldığını belirterek mukaddime kısmı hakkında izahat veren Elmalılı Hamdi
Efendi’dir 47. 31 Mart’tan sonra Hüseyin Cahit ölüm tehlikesinden ötürü İstanbul’dan
kaçmak zorunda kalmış, Kanun-ı Esasi tadilleri münasebetiyle Meclis-i Mebusan’da
ilk sözü alan Elmalılı Hamdi Efendi ise II. Abdülhamid’in hal‘ fetvasının
hazırlanmasında önemli bir rol almıştı. Bununla beraber mazbata muharririnin
değişmesiyle 31 Mart sonrasındaki gelişmeler arasında bir bağ yoktur. Yukarıda da
belirtildiği gibi Elmalılı Hamdi Efendi’nin kaleminden çıkan mazbata, 31 Mart’tan
önce Kanun-ı Esasi Encümeni Layihası içinde bastırılmıştı. Mazbata muharririnin ne
zaman değiştiğini günü gününe tespit edememekle beraber, Encümen evrakının
Hüseyin Cahit’e teslim edilmesinden kısa bir süre sonra, Mart ayının başında
mazbata muharririnin değiştiği kanaatindeyiz. Bu değişiklikle tadillerin esas
çerçevesini siyasi muharrir, Mülkiye mezunu Hüseyin Cahit değil; ilmiyenin genç ve
iddialı isimlerinden, Mekteb-i Nüvvâb mezunu Elmalılı Hamdi Efendi çizecekti.

46
“Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı Esasi Tadilâtı”, Yeni Gazete, nr. 255, 5 Mayıs 1909, s. 1. Yeni
Gazete’nin tadil gerekliliği konusunda mazbataya paralel yorumları için bkz. aynı yer.
47
“Meclis-i Mebusan”, Yeni Gazete, nr. 254, 4 Mayıs 1909, s. 3; MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325:
MMZC, II, 176.

183
Mazbata muharririnin değişmesi konusunda belirleyici olduğunu
düşündüğümüz kanunların şeriate uygunluğu tartışmasından önce Kanun-ı Esasi tadil
sürecinde Hüseyin Cahit ile Elmalılı Hamdi Efendi’nin mevzilerini belirlemek
gerekmektedir. Kanun-ı Esasi Encümeni içindeki konumları nedir, Kanun-ı Esasi’nin
tadiliyle ilgili fikir ve hassasiyetleri neydi, bu fikirlerin etki derecesi nedir ve bu
zamanla değişmiş midir, ayrıldıkları ve uzlaştıkları noktalar nelerdir gibi sorulara
cevap aramak gerekir. Kanun-ı Esasi gündeminin dış ve iç politik krizlerden ne denli
etkilendiği dikkate alınırsa, Encümen içi tartışmaların bile tam bir tasvirinin pek güç
yapılabileceği teslim edilmelidir. Bu konuda ciddi güçlük Encümen evrakının elde
bulunmamasıdır. Bununla beraber öne çıkan bu iki şahsiyet üzerinden esasa ilişkin
tespitlerde bulunulabilir.

3.2.2. Hüseyin Cahit’ten Elmalılı Hamdi Efendi’ye Mazbata Muharrirliği


Otuz mebustan oluşan Meclis-i Mebusan Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin
hangi siyasi-fikri zeminden kalkarak, hangi maddeleri hangi gerekçelerle tadil
ettiğini ayrıntılı olarak ikinci bölümde anlatmaya çalışmıştık 48. Siyasi yapının belirli
bir istikamette dönüştürülmesiyle ilgili görüşleri esas itibariyle paylaştıkları ve buna
yön verme iktidarını gösterdiklerine şüphe olmamakla beraber, elde edilen sonuçları
tek başına Hüseyin Cahit’e veya Elmalılı Hamdi Efendi’ye nispet etmeyi doğru
bulmadığımızı öncellikle belirtmeliyiz. Encümen’de yer alan isimlerin çoğunluğu,
kamu hukuku meselelerinde yazı veya konuşmalarıyla fikir beyan eden iddialı
mebuslardır. Bu böyle olmakla beraber Osmanlı Devleti’nin esas teşkilat yapısında
bir kırılma noktası olan ve otuz mebusun mesaisi sonucu kararlaştırılmış bulunan
tadiller için nasıl bir esas çerçeve çizileceği, üzerinde anlaşılan hususların nasıl bir
dille ifade edileceği meselesinin öneminden ötürü mazbata muharririnin “aktarmacı
bir raportör” olarak da görülemeyeceği kanaatindeyiz.

Mazbata muharririnin kim olacağı kamu hukuku meselelerinin ele alınış biçimi
ve hukukçuların fikrî mesaisi bakımından ihmal edilemeyecek önemdedir. Söz
konusu Hüseyin Cahit ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi çağdaş Türk düşüncesinin
48
Bkz. “2.1.1. Kanun-ı Esasi’yi Tadil Fikri” ve “2.1.3. Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin
Çalışmaları”.

184
farklı kutuplarına mensup; tahsilleri, gelecek tasavvurları, yaşam tarzları hayli farklı
isimler olunca kimin tercih edildiği meselesi daha da önem kazanır. Bu konuda başka
bir çarpıcı örnek Elmalılı Hamdi Efendi’nin muhalefet saflarında yer aldığı bir
dönemde, meclisin feshiyle ilgili Kanun-ı Esasi sorununun çözümü için mazbata
muharrirliğine Elmalılı Hamdi Efendi’nin değil, Babanzade İsmail Hakkı’nın
seçilmesidir 49. Anlaşılan o ki siyasi kararların sonucu olarak, esas teşkilat yapısında
gerçekleştirilmesi düşünülen herbir dönüşüm, onu en iyi izah edebilecek hukukçuya
ihtiyaç göstermektedir. Bu bakımdan önce Hüseyin Cahit’in seçilmesi, sonra yerine
Elmalılı Hamdi Efendi’nin gelmesine daha yakından bakmak gerekmektedir.

Kanun-ı Esasi tadil sürecindeki yazıları, daha doğrusu mücadelesi dikkate


alınırsa mazbata muharrirliğine Hüseyin Cahit’in seçilmesi, beklenebilir gelişme
hatta en uygun seçimdir. II. Meşrutiyet döneminin siyasi tartışmalarına temas eden
çalışmalarda kimsenin müstağni kalamadığı Hüseyin Cahit, Meşrutiyet’in ilk
aylarından itibaren Kanun-ı Esasi’nin tadili konusunda en fazla kalem oynatan;
coşkun ve kavgacı üslubuyla siyasi konularda kamuoyunu yönlendiren, rağbet veya
nefret celbeden başlıca şahsiyettir 50. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin “gladyatör”ü
olarak görülen Tanin gazetesinin başyazarı, şüphesiz dönemin en etkili gazetecisidir.
Jöntürklük hakkındaki çalışmalarıyla tanınan Ahmed Bedevi Kuran, 31 Mart
hadisesine onun yazılarının sebep olduğunu iddia edecek kadar ileri giderek,
tersinden ve abartılı da olsa yazılarının uyandırdığı etkinin altını çizer 51. Kanun-ı
Esasi’nin tadili konusunda ana hatlarıyla İttihat ve Terakki’nin programını izleyen,
bunu şerheden, siyasi gelişmelerin getirdiği açmaz ve imkânlarla irtibatlandıran biri
olan Hüseyin Cahit’in Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni üyeliğine seçilmesi,
Encümen’de de mazbata muharrirliğine getirilmesi dönemin şartları içinde
beklenebilir bir gelişmeydi. Hatta siyasi şartlara hakim tarafın zaviyesinden kendisini

49
“Kanun-ı Esasi Encümeni”. Tanin, nr. 1182, 18 Kânun-ı evvel 1911, s. 3. Meclis-i Mebusan
encümenlerinde reis, mazbata muharriri ve katipler her yasama yılında tekrar seçilir. Bununla beraber
bu değişikliği hem Tanin, hem de muhalif gazeteler Elmalılı Hamdi Efendi’nin yerine Babanzade
İsmail Hakkı seçildi şeklinde aktarmıştır. Olayların cereyanı ve fesih meselesinin siyasi bağlamı bu
aktarıma hak vermemizi gerektirir.
50
Hüseyin Cahit’le ilgili eleştirilere erken bir cevap için bkz. Bezmi Nusret, Hüseyin Cahit Bey,
İstanbul, Teşrin-i sâni [1908], 6 s.
51
Ahmed Bedevi Kuran, Hüseyin Cahit Yalçın Bey’e Açık Mektup, İstanbul, Türkiye Basımevi, ty,
s. 5-35.

185
daha da güçlü kılacak şartları temin edecek bir siyasi yapının inşası sözkonusu
olduğundan, Encümen üyelerinin bunu bir hakkın teslim edilmesi olarak görmüş
olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Hüseyin Cahit’in Kanun-ı Esasi tadil sürecine yön vermek bakımından önemli
birçok yazısını değerlendirmiştik 52. Burada tadille ilgili görüşlerinin özeti
niteliğindeki seçim beyannamesinden bahsedilerek mevzii netleştirilebilir. Hüseyin
Cahit, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı’yla ilgili kanaatlerini iki
yazıyla ifade ettikten hemen sonra adaylığını açıklamıştır. İlk vaadi “Meclis-i
Mebusan’da her şeyden evvel meşrutiyet-i idarenin vatanımızda suret-i kat‘iyede
teessüsü için teşebbüste” bulunmaktır. Bu amaçla Kanun-ı Esasi’nin “vatana ciddi ve
hakiki bir meşrutiyet-i idare temin edecek yolda tadil ve tashihini temine”
çalışacaktı 53. Kanun-ı Esasi’de, “tashih” edilmezse “hürriyet-i memleket[i] haleldar”
edecek hususları şöyle sayar:

1. Osmanlı padişahlarının Kanun-ı Esasi’ye riayet edeceklerine dair yemin


etmeleri lüzumunu ifade eden bir madde eklenmesi 54.

2. Sadrazamın “meşrutiyet-i idareye numune olan memleketlerde olduğu gibi”,


“behemehal” Meclis-i Mebusan üyesi olması 55.

3. Vükelanın “meşrutiyet-i idareye numune olan memleketlerde olduğu gibi”


Meclis-i Mebusan’a karşı mes’ul olması 56.

4. Eğer Meclis-i Mebusan dağıtılırsa iki ay sonra hükümetin ayrıca bir “celp
veya daveti”ne gerek olmadan seçimlere başlanması.

52
Bkz. “2.1.1. Kanun-ı Esasi’yi Tadil Fikri”.
53
Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 1.
54
“Biz ve evlatlarımız, Padişahlarımıza Kanun-ı Esasi’ye riayet etmeleri şartıyla biat edeceğiz.
Padişahlarımız da bize milleti Kanun-ı Esasi dairesinde idare edeceklerini yemin ile taahhüd
etmelidirler”. Bkz. Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 1.
55
“Milletin vekaleti sıfatını kazanmamış bir zât sadaret gibi mühim bir makama gelemez. Kuvve-i
icraiyenin riyâsetini deruhde edecek bir sadrazama evvel emirde millet izhâr-ı emniyet etmiş
olmalıdır. Makam-ı celil-i saltanat ile millet böyle birbiriyle hem-ahenk olarak temin-i selamet ve
saadet-i vatana çalışmazlarsa sarf olunan emeklerden güzel neticeler çıkamaz…”. Bkz. Hüseyin Cahit,
“Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 2.
56
“Meclis-i Mebusan Hey’et-i Vükela’ya beyan-ı itimat etmezse vükela istifa etmelidir. Yahut
hükümdar hazretleri meclisi dağıtmak mesuliyetini deruhde eylemelidir. Hey’et-i Vükela, milletin
vekilleri olan mebusların emniyet ve itimadını kaybettikten sonra nasıl ifa-yı vazife edebilir? Hüsn-i
idare için arada ahenk ve ittihat lazımdır”. Bkz. Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül
1324, s. 2.

186
5. Kanun teklifi hakkının Mebusan ve A‘yân üyelerine sarih bir şekilde
verilmesi ve kanun layihasının dikkate alınabilmesi için “irade-i seniyyeye taalluk”
şartının “meşrutiyet-i idareye numune addedilen devletlerde olduğu gibi”
kaldırılması.

6. Memur yargılama usûlünün kaldırılması 57.

7. A‘yân üyelerinin kısmen seçim, kısmen atama ile belirlenmesi ve üyeliğin


süreli olması 58.

8. 113. maddenin Kanun-ı Esasi’den “tayy ve ihracı”.

9. Mülkiye rütbelerinin kaldırılması ve sadece makamlara hasredilmek üzere


ünvanlar belirlenmesi 59.

Ayrıntılı olarak aktarmak zorunda kaldığımız seçim beyannamesi, yazıldığı


dönem itibariyle Padişahı fazlaca göz önünde tuttuğu için ikinci bölümde çizmeye
çalıştığımız gelişim tablosu bakımından eksiktir; ancak görüşlerini ana hatlarıyla
vermektedir. Gerek diğer metinlerinde, gerekse seçim beyannamesinde görüldüğü
üzere, Kanun-ı Esasi’nin tadili çerçevesinde hiçbir dini/fıkhi referans ve teklifi
bulunmamaktadır. Hüseyin Cahit’in sabitesi “meşrutiyet-i idareye numune olan
memleketler”in kural ve uygulamalarıdır. Nitekim Encümen çalışmalarının başladığı
günlerde takip edilecek düstur ve tadili öngörülen maddeleri sayarken de dini/fıkhi
57
“Ancak bu sayede nazırların ve sair büyük memurların muhtemel olan te‘âddiyâtına sed çekilmiş,
hürriyet-i şahsiye hakkıyla temin edilmiş olur. İngiltere’de hürriyet-i şahsiyenin diğer memleketlere
gıpta verecek surette temin-i bekası başlıca bu kaidenin kabul ve tatbik edilmesine atf olunmaktadır”.
Bkz. Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 2.
58
“Hey’et-i A‘yân intihab-ı millet ile teşkil olunmazsa vatanın temin-i menfaatinden ziyade kendini
tayin eden kuvvetin menfaat-i hususiyesini temine çalışır. Kayd-ı hayat şartı ile tayin edilmiş olması
kendisini milletin nazar-ı teftiş ve muahezesinden bütün bütün kurtarır. Bu suretle Hey’et-i A‘yân,
Meclis-i Mebusan ile müttehiden temin-i saadet-i vatana çalışacağı yerde terakkiyâta engel, eski
fikirlere melce bir müessese halinde bulunur, memlekete zarar verir”. Bkz. Hüseyin Cahit,
“Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 2.
59
“Rütbe mansıbdan ayrılmamalıdır… rütbe memleketimizin ahlâkını en ziyade ifsâd eden bir afettir.
bu kalkmadıkça mühim memuriyetlere kimin ehil olduğu aranmayacak büyük rütbeliler arasında
kimin bulunduğu araştırılacak. Eski zamanda türlü türlü tabasbuslarla, ahlâksızlıklarla büyük büyük
rütbelere geçmiş olan değersiz kimselerin idare-i umûru tahrip etmelerinin önü alınmayacak”. Bkz.
Hüseyin Cahit, “Beyanname”, Tanin, nr. 57, 13 Eylül 1324, s. 2. Bu konuda “hakimiyet-i milliye
esasına göre kendisini idare etmek, müsavat kaidesini suret-i ciddiye ve müessirede tesis eylemek
azm-i kat‘îsinde bulunan bir millet için mülkiye rütbelerinin muhafazası akıl ve hikmetle kâbil-i telif
bir mantıksızlık idi” diyecek kadar önem vermektedir. Bkz. “Rütbeler”, Tanin, nr. 206, 26 Şubat
1909, s. 1. Bu yeni devre yeni adamlar anlayışının bariz ifadesidir. Cavid Bey’in nazırlığı
münasebetiyle yazdığı yazı için bkz. Hüseyin Cahit, “Rütbesiz Nazır”, Tanin, nr. 294, 27 Haziran
1909, s. 1.

187
bir referansa yer vermemişti 60. Ayrıca fıkhi bilgi ve mülahazalardan azade şekilde
siyasi-dini bazı açıklamalar yapmak kendisinin de “gerekli hallerde” başvurduğu bir
yol olmakla beraber, Meclis-i Mebusan müzakerelerinin fıkıh çerçevesinde
yürütülmesine veya fıkhi bir tartışmaya dönüşmesine şiddetle karşı olduğu açıktır 61.

Öte yandan Kanun-ı Esasi Encümeni Layihası’nın nihai hali ile Hüseyin
Cahit’in tadiller için öngördüğü esas çerçeve -fıkha ilişkin öğeler müstesna-
neredeyse tamamen uyuşmaktadır. Encümen’de makes bulmayan görüşlerinden
önemli bulunabilecek tek husus sadaret-başvekalet meselesidir 62. “Sadaret
karşıtlığı”nın 31 Mart öncesinde basında farklı kesimlere sirayet etmiş bir fikir
olduğuna işaret etmiştik. Bununla beraber seçim beyannamesinde bu konuya
değinmemesi ve Kamil Paşa’nın düşüşünden sonra bu fikrinde ısrar etmemesi
dikkate alındığında Hüseyin Cahit’in şiddetli “sadaret karşıtlığı” Kamil Paşa’yla
bağlantılı bir siyasi manevra olarak değerlendirilebilir 63. Kanun-ı Esasi Encümeni
Layihası ile Hüseyin Cahit’in tadiller hakkındaki görüşleri arasındaki ileri seviyedeki
uyuşmaya rağmen Hüseyin Cahit neden yerini Elmalılı Hamdi Efendi’ye bırakmıştır?
Bu konuda Hüseyin Cahit’in aşağıda değerlendirilecek “Şeriat İsteriz” yazısının
belirleyici bir rol oynadığı anlaşılmaktadır, ancak geniş planda başka hususlara da
değinerek bazı tahminlerde bulunabiliriz.

Encümen içi fikir ayrılıkları böyle bir değişikliği gerektirmiştir. Encümen’in


üye kompozisyonu dikkate alınırsa Hüseyin Cahit’in izahlarının, tadilleri dinî alanla
ve tarihî tecrübeyle ilişkilendirme bakımından yeterli görülmemiş olması pek
60
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin Tadili”, Tanin, nr. 183, 3 Şubat 1909, s. 1.
61
Bu tavrının çarpıcı bir örneği Meclis-i Mebusan zabıtlarına da girmiştir. Ömer Feyzi Efendi
(Karahisar), meclisin feshiyle ilgili Meclis-i Mebusan görüşmelerinin birinde; Meclis’in Rıza Paşa
Konağı’nda toplandığı dönemde Gümülcineli İsmail Bey, “ahkâm-ı fıkhiyeden bahsederken”, Hüseyin
Cahit’in “ıslık” çaldığını hatırlatmış ve dünkü ıslığının zabıtnameye geçmesi için Meclis reisini
uyarmıştır. Bkz. “Meclis-i Mebusan”, Meslek, nr. 25-238, 5 Kânun-ı sani 1912, s. 3. Hüseyin Cahit’in
bu tepkisinin “ahkâm-ı fıkhiye”den bahsedilmesinden mi, yoksa siyasi muarızlarından Gümülcineli
İsmail’in “ahkâm-ı fıkhiye”den bahsetmesinden mi kaynaklandığı zabıttan hareketle
anlaşılamamaktadır. Gümülcineli İsmail, Mekteb-i Hukuk mezunu ve avukat olduğu halde ilmiye
kökenli mebusları partisinde toplayarak meşruluk tartışmaları bakımından tehdit edici bir muhalefet
odağı kurabilmiştir. Gümülcineli’nin bu tür bir jargon kullanması, ancak Hüseyin Cahit’in tepkisini
ifade etme biçimini belirlemiş olabilir; yoksa Meclis-i Mebusan kürsüsünde “ahkâm-ı fıkhiye”den
bahsedilmesine temelden karşı olduğuna şüphe yoktur.
62
Hüseyin Cahit, “Sadaret - Başvekalet”, Tanin, nr. 145, 25 Kânun-ı evvel 1908, s. 1.
63
Kanun-ı Esasi tadil görüşmeleri sırasında Cemal Bey’in (Kütahya) tarafından sadrazam unvanının
“reis-i vükelâ veya başvekile tebdil” edilmesi önerisi kabul edilmemiştir (MM, I, 1/65, 20 Nisan 1325:
MMZC, III, 179, 183).

188
muhtemeldir. Mazbatanın nihai haline bakıldığında, Kanun-ı Esasi’nin tadil edilecek
maddeler ve kabul edilecek müesseseler gibi Encümen’in mutabık kaldığı hususların
şer‘î/fıkhî bilgi birikimi çerçevesinde de anlamlı olabilecek bir şekilde izah edilmesi
gerekliliğinin ortaya çıktığı görülür. Mazbata, Hüseyin Cahit’in elinden çıkmış
olsaydı şüphe yok ki elimizdeki metinden farklı bir anlayış ve dil ile karşılaşacaktık.
Nihai tahlilde Encümen’in bu yöndeki talepleri ve kararı sonucu bu işi Elmalılı
Hamdi Efendi üstlenmiştir.

Akla gelen ikinci bir sebep Hüseyin Cahit’in etkili olduğu kadar tartışmalı bir
şahsiyet olmasıdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne temas eden uluslararası basın,
İstanbul’da yayın yapan yerli ve yabancı basın (özellikle Rumca yayın yapanlar),
İslamcı yayın organlarının bir kısmı, muhalif basının tamamı bir şekilde Hüseyin
Cahit’in şiddetli kaleminin saldırılarına muhatap olmuş veya ona şiddetle
saldırmıştır 64. Bu dönemdeki yazılarına bakıldığında; Kamil Paşa kabinesinin
düşürülmesi için en ön safta savaştığını 65; Meclis-i Mebusan’ın İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin desteklediği adaylardan oluşması nedeniyle mebusların Cemiyet’in
programına bağlı kalmalarını bir namus borcu olarak savunduğunu 66; milliyetçi
temayüllere ve milli fırkaların oluşmasına şiddetle karşı çıktığını 67 görüyoruz.
“İttihat ve Terakki Cemiyeti bî-lüzumdur, Kanun-ı Esasi’ye mugayirdir; binaenaleyh
ortadan kalkmalıdır” tezini göğüslemek de ona düşmüştür 68. Hüseyin Cahit karşıtlığı
kendisini çeşitli şekillerde göstermiştir. Örneğin mazbatayı yazmak üzere Encümen
evraklarının kendisine teslim edilmesinden iki gün önce müvezziler Tanin’i

64
Hayat felsefesini özetleyen ve “hayatta en çok mübarezeyi severim. En mesud günlerim en şiddetli
hücuma uğradığım, en şiddetle hücum ettiğim zamanlardır” diye başlayan paragraf için bkz. Ali
Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, s. 225.
65
Üslubunun şiddeti için kabinenin düşürüldüğü günkü yazısı örnek verilebilir. Bkz. Hüseyin Cahit,
“Sadrazam ve Meşrutiyet”, Tanin, nr. 193, 13 Şubat 1909, s. 1.
66
Hüseyin Cahit, “Cemiyet ve Fırka”, Tanin, nr. 168, 18 Kânun-ı sâni 1909, s. 1.
67
Örnekler için bkz. Hüseyin Cahit, “Milliyet Meselesi”, Tanin, nr. 184, 4 Şubat 1909, s. 1; “Rum
Patrikhanesi”, Tanin, nr. 189, 9 Şubat 1909, s. 1; “Arab Fırkası?”, Tanin, nr. 191, 11 Şubat 1909, s.
1.
68
Hüseyin Cahit, “Tufeylât – Levand Herald gazetesine”, Tanin, nr. 208, 28 Şubat 1909, s. 1.

189
dağıtmamıştı 69. Karşıtlarının kendisine bakışı için Ali Kemal’in aynı günlerde
yazılmış şu ifadelerini aktarmak yeterli olur zannederim:

“Meşrutiyetin ibtidâ-yı ilanından beri hiçten, bâ-husus iktidarıyla, irfanıyla gayr-ı


mütenâsib bir mevki kazanmak için bu memlekete cidden fenalık etmek istemiş bir
gazeteci var ise o da Tanin muharriridir. On Bir Temmuz’dan evveli kafile-i ikbal-
cûyânânın müteheyyic bir düşkünü iken asla münasebeti olmadığı mübeccel bir
cemiyete [İttihat ve Terakki Cemiyeti] o tarihten sonra her nasılsa sokularak bu mülkte
münâza'ât-ı mühlike-i kavmiyeyi iş‘âl eylemek gibi ihanetleri eden odur. İbtidâdan bir
dava-yı malûmda Zât-ı şâhâneyi mahkemeye davete hazırlanmak gibi şiddetler
gösterdiği halde bilahare o bahsi bir daha ağza almak şöyle dursun, birden bire li-
hikmetin yelkenleri suya indirerek ziyafet-i malûmeyi [Yıldız’da mebuslara verilen
ziyafeti] bilâ-lüzûm göklere çıkaran yine odur. Bu devletin nâzik bir dem-i hayatında
bi-muhâbâ bizim için en dost bir devlete [İngiltere] li-garazin ilan-ı burûdet ve en
düşmanına [Rusya] da arz-ı mahabbet edilerek bir sefaret-i seniyyemizi Babıali’den
istizah-ı keyfiyete mecbur eden hep odur” 70.
Bazı örneklerle tasvir etmeye çalıştığımız siyasi ortamda Kanun-ı Esasi
tadilleri gibi çok önem verilen bir konuda Hüseyin Cahit isminin yol açabileceği
tartışmadan çekinilmiş olması, dolayısıyla Encümen içi tartışmalar kadar dışarıda
uyandıracağı tepkilerin de tartılmış olması muhtemeldir. Kendisinin feragat etmesi
veya İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu konuda bir talimatının bulunması da
ihtimaller arasındadır. Özetle Hüseyin Cahit’in hem seçilmesi hem de yerini
başkasına bırakması için çok sebep bulunmaktadır.

Tadillerin dinî bir çerçevede izah edilmesi ihtiyacı, üst seviyede İslâmî ilimler
tahsiline sahip birinin mazbata muharrirliğine getirilmesini zorunlu kılmıştır. İlmiye
çevrelerindeki şöhreti, kendinden emin itimat telkin eden tavrı, işlek kalemi; öte
yandan Encümen müzakereleri sırasında gösterdiği çaba, (Meclis-i Mebusan’da
görüldüğü gibi) müzakereye açık ve uzlaşmacı olması, belki gençliği ve ataklığı
Elmalılı Hamdi Efendi isminin öne çıkmasının sebeplerinden olabilir 71. Bizce daha

69
Hüseyin Cahit’e göre Tanin’le meşru bir şekilde rekabet edemeyen gazetelerin teşviki sözkonusudur
(“Bir Kötünün Yedi Mahalleye Zararı Dokunur - Gazetemize Boykotaj”, Tanin, nr. 203, 23 Şubat
1909, s. 1).
70
Ali Kemal, “Teahhur-ı Islahatımız” yazısının “Haşiye”si, İkdam, nr. 5311, 9 Mart 1909, s. 1.
71
Elmalılı’nın kendi ilmî serüveniyle ilgili çok bilinen sözleri konumuz bakımından kayda değer: “…
mekâtib ve medâriste itmâm-ı edvâr-ı tahsil ettikten sonra sinîn-i adîde ulûm-ı muhtelife-i İslâmiye ve
bilhassa on beş sene kadar bir müddet fıkh-ı şerîf tedrisi ile tevaggul etmiş ve bu sırada Garb’ın
esasât-ı hukukiyesini tanımak ve şeriat-i İslâmiyenin kıymet-i insaniye ve ictimâ‘iyesiyle Garb’ın
mukayese-i ilmiye ve mukabele-i medeniyesine dair bir fikir edinebilmek için Fransız lisanında da
biraz bir şey bellemiş idim. Bu vadi-i hukuku da dolaşan mesai-i acizânem hukuk-ı esasiyeden felsefe-i
umûmiyeye bir nazar imâle etmek ihtiyacını gösterdi. Hayat-ı tahsilimde mütevâliyen üç dört seneyi
işgal eyleyen felsefe ve kelam tederrüsünün semeresi olarak metâlib ve mebâhis-i felsefiye ile sebk

190
önemlisi ilmiyeden gelen veya hukuk/siyaset tahsil etmiş olan Encümen üyelerine
tercih edilmesidir. Aralarında İslami ilimlerdeki birikimiyle de temayüz etmiş kişiler
bulunmak üzere, Encümen’de Kanun-ı Esasi etrafındaki meselelerde salahiyetle
kalem oynatan veya nutuk söyleyen Mustafa Sabri, Mustafa Asım, Seyyid Bey, Hacı
Âdil, Ahmed Nesimi, Emrullah Efendi, Gümülcineli İsmail, Arif Hikmet, Mustafa
Arif gibi isimler de bulunmaktadır. Elmalılı Hamdi Efendi’nin Encümen içindeki
etkinliğine ve kurduğu izah çerçevesinin ne kadar ikna edici bulunduğuna dair iki
tanık zikredebiliriz. Bunlardan biri Damat Ferit Paşa layihası münasebetiyle Doktor
Arif İsmet Bey’in (Biga) değerlendirmeleridir. Diğeri Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın
kurulduğu ilk günlerde Emrullah Efendi’nin siyasi fırka meselesi etrafında
yazdıklarında bulunmaktadır. Birincisi Parlamentarizm eleştirilerini karşılamakta,
ikincisi ise bu eleştirilerden Hamdi Efendi’nin payına düşen hisseyi belirtmektedir.

Arif İsmet Bey Damat Ferit Paşa layihası hakkındaki yazısında mevcut durumu
tahlil edip Parlamentarizm tenkitlerini değerlendirdikten sonra tadillerin şer‘î
niteliğine ilişkin iki hususa değinir. Birincisi Ferit Paşa’nın Kanun-ı Esasi tadilinde
18. asır filozoflarının yaydığı fikirlerin esas alındığına dair iddiasıdır. Bunu doğru
bulmayan Arif İsmet’e göre bu iddiaya cevap vermek “o zaman Kanun-ı Esasi Tadil
Encümeni’nde bulunan ulemâ-yı kirâm hazarâtına ve bilhassa âlim-i muhterem
Hamdi Efendi hazretlerine” düşer 72; “zira bu isnad en ziyade müşârun-ileyhim
hazarâtını müteessir eder”. İkinci husus ise Ferit Paşa’nın, Halife-sultan olarak
Padişahın haklarının sınırlandırıldığını belirtmesidir. Arif İsmet, “vukuf ve tedkik ile
serd edilmeyen” böyle bir iddiayı “vehm ve endişeye mağlubiyet veya maziye rücû‘a

eden aşinalığım cüz’î bir lisan intisâbıyla bu ihtiyacımı izaleye yardım etti. Fransız kitapları
okuduğum halde İngiliz tasnif-i fünûnu mizacıma hoş geldi. Mantıktan başladım…”. Bkz. Paul Janet,
Tahlilî Tarih-i Felsefe – Metâlib ve Mezâhib – Mâba‘de’t-tabî‘a ve Felsefe-i İlahiye, nâkili:
Elmalılı Hamdi, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1341, s. 10. Krş. Hasan Tahsin Ayni, “Okul Sıralarında,
Memuriyet ve Siyaset Hayatında Hüseyin Cahit Yalçın - 68 Yıllık Arkadaşı Anlatıyor”, (Hilmi
Yücebaş, Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, İstanbul, Kültür Kitabevi, 1960 içinde), s. 17-21.
72
Elmalılı Hamdi Efendi’nin, 1910-1911 ders yılında Mekteb-i Mülkiye’de verdiği ahkam-ı evkaf
derslerinde, eski bakış açısını muhafaza ettiğini gösteren şu değerlendirmesi bir cevap olarak
okunabilir: “Mukavele-i ictimâ‘iye nazariyesinin On Yedinci Asırda meydan almağa başlamasına
nazaran herhalde nazariyât-ı İslâmiyeden ihtilâsen Avrupa’ya girmiş olduğu ve buna müsteniden
hakimiyet-i milliye ve adl ve müsavat esaslarının Fransa uleması efkârına yerleşerek İhtilal-i Kebir’e
sebebiyet verdiği [iddia] edilse pek yanlış değildir”. Bkz. Nazif Öztürk, Elmalılı M. Hamdi Yazır
Gözüyle Vakıflar, Ankara, TDV Yay., 1995, 70, 444 (age içinde Hamdi Efendi, Ahkam-ı Evkaf, s.
36). İleriki yıllarda bu akıl yürütmeyi tadil etmiştir. Krş. Öztürk, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle
Vakıflar, s. 64 (age içinde Muhammed Hamdi, İrşâdü’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkaf, İstanbul, Matbaa-
i Ahmed Kâmil, 1330, s. 46).

191
temayül ve meclubiyet”e haml etmek istemeyerek Ferit Paşa’nın Kanun-ı Esasi’yi
katiyen mütalaa etmediğini söyler. Ona göre “hukuk-ı hilafet ve saltanat tamamen
ibka ve bilakis daha metîn bir şekl-i şer‘î ile teyid edilmiştir. Aksini iddiaya cesaret
ya mahz-ı inad ve tekebbür yahut asabî bir halettir” 73.

Emrullah Efendi, İttihat ve Terakki karşısında güçlü bir muhalefet fırkasının


ortaya çıktığı, İttihat ve Terakki çevrelerinde Meclis-i Mebusan’ın mutlak
üstünlüğüne dayanan yapının terkedilmesi gerektiğine dair kanaatlerin kesinleştiği
bir dönemde seri yazılarla meşrutiyet ve fırka meselesini tekrar ele almıştır. Bu
yazılardan birine Alexis de Tocqueville’in “yeni bir âleme yeni bir ilm-i siyaset
gerektir. Fakat bunu biz hiç düşünmüyoruz. Pek sür’atle akıp giden bir nehrin
ortasında bulunuyoruz. Gözlerimizi musırrâne bu nehrin sahili üzerinde hâlâ
görünmekte olan birkaç parça enkaza dikmiş bakıyoruz. Cereyan ise bizi alıp
götürüyor. Geri geri götürüyor, a‘mâk-ı inkırâza doğru sürüklüyor” sözünü epigram
olarak alan 74 Emrullah Efendi’nin bizdeki durum ile ilgili ilk tespiti şöyledir: “Biz de
inâyet-i Hak ile yeni bir âlem-i siyasiye girdik, meşrutiyete nâil olduk. Hatta bir
senede iki atlayan mektep çocuğu gibi birden bire ikinci derecesine yani
‘parlamentarizm’ mertebesine çıktık”. Emrullah Efendi’ye göre buna rağmen bu yeni
âlem için gerekli olan yeni ilim, “ilm-i cedîd-i meşrutiyet” edinilememiştir. Meşruti
düzenle ilgili bütün şikâyetleri tahlil edecek, sebeplerini tahkik edecek olursanız;
“usûl-i meşrutiyetin memleketimizde fiiliyât ve tatbikatını hakkıyla idrâk
edemeyişimizde, siyaset-i meşrutiyetin suver-i ameliyesindeki takdirâtımızın
noksanında bulursunuz” 75.

Emrullah Efendi, aslında “ilm-i siyasi”nin ülkemizde ihmal edilmediğini, hatta


bununla fazla bile meşgul olunduğunu belirtir. Fakat bugüne kadar meşgul
olduğumuz “siyaset-i meşrutanın nazariyatıdır”, “fiiliyat ve tatbikatı”na ise hemen
hiç önem verilmemiştir. “Evet bizim meşgul olduğumuz siyaset-i meşrutiyet
nazariyat-ı hukukiye suretinde, bir devlet-i meşrûtanın bünyesinden, iskeletinden,

73
Arif İsmet, “Ferit Paşa Layihası hakkında Mebuslar Ne Diyor?”, Tanin, nr. 529, 22 Şubat 1910, s.
1.
74
Emrullah, “Küçük Bir Hitâbe”, Tanin, nr. 1153, 17 Teşrin-i sâni 1911, s. 3. Alıntının bağlamı için
bkz. Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi, trc. Taner Timur, İstanbul, Türk Siyasî İlimler
Derneği Yay., 1962, s. 1-13.
75
Emrullah, “Küçük Bir Hitâbe”, Tanin, nr. 1153, 17 Teşrin-i sâni 1911, s. 3.

192
kavânîn ve mevzuatından yani sırf eşkâl-i âliyesinden bahs eden bir mevkıt-ı
siyasettir” 76. Emrullah Efendi bu nazariyatta bile doğru yol alınmadığına dikkat
çekerek Kanun-ı Esasi tadilleri sırasındaki ictihatlarının yanlış olduğunu, bu
bakımdan en büyük mesuliyetin de Elmalılı Hamdi Efendi’ye düştüğünü şöyle ifade
eder:

“Hatta bu nazariyatta bile pek doğru yol tutmadık. On Sekizinci Asır Avrupa hükemâ-
yı siyasiyyûnunun mesnedi olan bir asla, yani hukuk-ı siyasiyeyi insanı alâik-i
maddiye ve revâbıt-ı cismaniyesinden tecrîden mütalaa ile sırf fıtrat-ı mâneviyesinden
hâsıl olan bir tasavvur ve mânadan çıkarmak esasına pek kapıldık! O vakitki
hükemânın hatalarına biz de düştük. Kanun-ı Esasimizin tadilinde bu nazariyenin
tesirinden kurtulamadık. Fikrimce ictihadda mes’uliyet var ise bundan hepimiz
mes’ulüz. Bâ-husus Kanun-ı Esasi Encümeni mazbata muharriri refik-i fâzılım Hamdi
Efendi hepimizden ziyade mes’uldür. Nazariyata pek ziyade meclûb olan zihinlerimiz
ile hiç düşünmedik ki kanun bir kalıptır, acaba yaptığımız bu kalıp içinde meşrutiyet-i
Osmaniye bir mâniaya tesadüf etmeyerek tekmil füyûzâtıyla inkişâf ve tekâmül
edebilecek mi? Doğrusu ya, bu mühim noktayı hiç düşünmedik. Yine bir ictima
kanunu yaptık. Nasıl yaptık? Fransa’nın 1884 tarihinde yani İnkılab-ı Kebir’den
heman bir asır sonra vaz ettiği bir kanunu kelime kelime tercüme ederek, Fransız
muhiti ile muhit-i Osmanî aynı bir şey imiş gibi memleketimizde de mevki-i tatbike
koyduk. Bir kalıb-ı ecnebinin bizim yerli işlerimize ne dereceye kadar uyacağını hiç
düşünmedik. Hiç olmaz ise tarihlere bakıp da bizim tâbi olmak istediğimiz
nazariyelerin Avrupa’da bile isti‘câl ile tatbikından ne gibi siyaset buhranları tevellüd
ettiğini merak edip öğrenemedik” 77.
Meşrutiyetle ilgili nazariyatın değerlendirilmesi, Türkiye’nin şartlarının öne
çıkarılması ve yeni bilgi sahalarının nasıl iktibas edilebileceğiyle ilgili önemli
olduğunu zannettiğimiz bu görüşleri ileri süren Emrullah Efendi, kamu hukuku
meselelerinde öne çıkan isimlerden ve Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin o
dönemdeki üyelerinden biridir. Mesuliyet açısından da olsa en büyük payı Elmalılı
Hamdi Efendi’ye vermesi, Encümen içindeki konumu hakkında sarih bir fikir
vermektedir. Kanun-ı Esasi tadilleriyle ilgili eleştirilerin ortaya konulduğu dönemden
verdiğimiz bu örnekten sonra Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni’nin kurulduğu günlere
geri dönüp Elmalılı isminin, hangi bağlamda öne çıktığını biraz daha netleştirebiliriz.

1909 yılının Şubat ayının başında Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni mazbata
muharriri sıfatıyla Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin tadilinde komisyonun rehber-i
hareket ittihaz ettiği düstur hakimiyet-i milliyedir. Bu noktada komisyon azaları

76
Emrullah, “Küçük Bir Hitâbe”, Tanin, nr. 1153, 17 Teşrin-i sâni 1911, s. 3.
77
Emrullah, “Küçük Bir Hitâbe”, Tanin, nr. 1153, 17 Teşrin-i sâni 1911, s. 3.

193
arasında hiçbir ihtilaf bulunmuyor” demişti 78. Bundan iki gün önce yayınlanan
“Makale-i Mühimme” başlıklı yazısında Elmalılı Hamdi Efendi, Osmanlı Devleti’nin
meşrutiyetin ilanıyla devletler arenasında tekrar varlık gösterme işaretleri verdiğini,
dış mahfillerin de “meşrutiyetin şeriat-ı İslâmiyede mazhar-ı hüsn-i kabul olup
olamayacağı ve neticenin neye müncer olacağı”na yoğunlaştığını belirttikten sonra
durumu şu şekilde tasvir ediyordu:

“… Herkes biliyordu ki kisve-i şer‘iyeye girmeyen bir şekl-i hükümet, bir idare, bir
kanun bu memlekete girse de payidâr olamazdı… şeriat-ı İslâmiye maşuk-ı kadîmi
olan hürriyet ve meşrutiyeti der-ağuş etti. Ona olan mahabbet ve samimiyetini yar u
ağyâra tefhime çalıştı. Kanun-ı Esasi muvâfık-ı şer‘-i şeriftir denildi. Hemân hırz-i cân
bilindi. Şüphesizdir ki Kanun-ı Esasi kisve-i şer‘iyeye bürünmese idi ne bu ihtirâma
nâil, ne bu i‘tisâma mahal olurdu.
Bugün ise laf zamanı geçti, iş zamanı geldi. Meclis-i Mebusanımız, mahfel-i
meşveretimiz in‘ikâd etti. Kanun-ı Esasi’nin tadili bile karargir oldu. Meşrutiyeti ber-
vech-i meşrûh der-ağuş eden şeriat acaba bugün meşrutiyetten ne muamele görecek
sualinin halline lüzum görüldü. Meşrutiyet aslı gibi bilmem ki fürû‘unda da şeriatın
inâyet-i tervîcine iltifat edecek mi? Yoksa işim bitti deyip geçecek mi?” 79.
Elmalılı’nın bir yönüyle geri çekiliş, bir yönüyle iddia içeren bu ifadeleri,
tadilleri meşrulaştırma istikametindeki açık desteği ve henüz işin başında yüksek bir
tonla seslendirilen beklentileri göstermektedir. “Asıl” meşrutiyeti meşruiyet
çizgilerinin içine çeken ilmiye mensuplarının, dinî-siyasî beklentilerle tadil sürecine
(“fürû‘”) katılma iştiyakı daha iyi ifade edilemezdi. Kanun-ı Esasi’nin ve diğer
kanunların şeriata uygun olması gerekliliğini gayrımüslimlerin haklarını öne
çıkararak izah ettiği şu ifadeleri de aktarmak istiyoruz:

“… Müslümanlar kanun-şinâs olmalı ki gayrımüslimlerin hukuku da muhafaza


edilsin.
Müslümanların ise kisve-i şeriat-i İslâmiyede görmeyecekleri hiçbir kanuna mütâva‘at
etmeyecekleri ve edebilmeleri için sarf edilecek zamanların, emeklerin yine akîm
kalmak ihtimali bulunduğu derkâr idüginden, ‘şeriatın kestiği parmak acımaz’ meseli
en bedevi bir aşiretinin tercüman-ı hissiyâtı olan ahalimiz nazar-ı itibara alınarak -
vatanı imâr etmek istiyor isek- memleketimizin serî‘an tatbiki arzu edilen her
kanununu şeriat-ı İslâmiyeye muzâf kılmak, yani her kanun felsefe-i fıkhiyeye
müstenid bulunmak iktizâ eder ki hem efrâd-ı müslime bi-tamamihâ daire-i itaat-ı
kanuniyeye girsin, gerek müslim ve gayrımüslim hiçbir ferdin hukukuna tecavüz,
hürriyetine taarruz etmesin. Ederse itaatini farz bildiği kanunun tayin ettiği cezâ-yı

78
Hüseyin Cahit, “Kanun-ı Esasi’nin Tadili”, Tanin, nr. 183, 3 Şubat 1909, s. 1.
79
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 76-77.

194
sezâya boyun eğmesi mümkün olsun. Hem de milletimiz de bi-hakkın medâr-ı şeref
olan ilm-i celîl-i fıkıhtan istifade [etsin]…” 80.
Elmalılı Hamdi Efendi, Kanun-ı Esasi Encümeni maddeler üzerindeki
incelemesine devam ederken, kendi bakış açısını daha da tebarüz ettiren bazı işaretler
vermişti. Şubat ayının ortalarında, Kuzey Afrika Sempozyumu’nda (Paris) verilmiş
bir konferansın tercümesini tefrika şeklinde yayınlamaya başlamış, “İslam, Batı
medeniyeti ile birleşebilir mi?” başlıklı bu tercümeye konumuz bakımından da
önemli bazı notlar düşmüştü. Tefrikanın 15 Şubat 1909’da yayınlanan kısmına
düştüğü bir not bu bakımdan hayati önemdedir. Elmalılı “Osmanlı İnkılabı”nı
değerlendirdiği bu notta “İnkılab’ın bütün şerefi şeriat-ı İslâmiyeye aittir” sözüyle
ilmiye mensuplarını ve bu arada kendini muhkem bir konuma yerleştirmektedir. Bu
hükmün hemen ardından bizde reaksiyon imkân ve sebeplerinin bulunmadığını
belirterek “yalnız bizde meşrutiyeti şeriat-ı İslâmiye’ye mugâyir bir surete ifrâğ
etmek isteyenler” olduğuna dikkat çeker 81. Kanaatimizce bu iki vurgulu cümle,
Encümen içi tartışmalar dikkate alınmaksızın yerli yerine oturtulamaz. Elmalılı aynı
tercüme serisinde dinin sadece araçsal olarak (“işimize yaramak için”) değil,

80
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 77-78. Elmalılı kanunların
şeriata uygun olması halinde doğabilecek tepkileri de tek tek değerlendirmeye gerek görmüştür:
Avrupa ne diyecektir? Gayrımüslimlerin hakları muhafaza edilebilecek midir? Fıkıh “medeniyet-ı
hâzıranın muamelat-ı şettâsını ihata edebilecek mi, yoksa memleketi taassubât-ı cahilâne ile boğacak
mı?”. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 78-81). Ayrıca
“Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyemize Revâ Görülen Muâhezeyi Müdafaa” başlıklı seri yazılarına bkz.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 137-168.
81
Osmanlı İnkılabı yorumu şöyledir: “Sefk-i dimâ olmaksızın istihsâl-i hürriyetin imtinâ‘ına kâni olan
Avrupa’nın İnkılab-ı mes‘udumuzdan son derece mütehayyir olması zaruri idi. Fakat esasen hükümet-
i İslâmiye olan hükümet-i Osmaniye’nin mahiyetini Avrupa idare-i mutlakasına kıyas etmek doğru
değil idi. Bazı ricâl-i siyasiyyûnun keşf ettikleri vechile memleketimizde hürriyeti istihsâl sade hukuk-
ı tabiiyeyi istihsâl demek olmayıp hem hukuk-ı tabiiye ve hem de hukuk-ı mektûbe-i şer‘iyeyi istihsâl
demek idi. Hükümet-i Osmaniye esasen kanun-ı şer‘î ile mukayyed ve meşrût bir hükümet iken
bilahare bunun hilâfına vukûa gelen ahvâl, yani şeriatın saltanat kelimesi altında tefsir ettiği istibdâd
hiçbir hakka müstenid bulunmuyordu. Zaten müsavat-ı İslâmiye muktezâsınca akvâm-ı Osmaniye
arasında bir sınıf-ı mahsûsun kanunî bir imtiyazı da yoktu ki İnkılab’dan mutazarrır olsun. Zadegânın
ahîren gördükleri bazı lütuflar Osmanlılar nazarında hiçbir vakit hakka iktirân etmiyordu. Şu halde
İnkılab ile Osmanlılar Avrupalılar gibi hiç görmedikleri bir hale, nâil olamadıkları bir hakka dest-res
olmak suretiyle değil, ber-muktezâ-yı şer‘-i şerîf esasen mâlik ve fakat bazı avârız dolayısıyla ahîren
mahrum bulundukları bir hakkı takip ettikleri cihetle bir işaret üzerine yek-vücud olarak çalışıverdiler.
Padişahları da bunu teslim etti. Binaenaleyh İnkılab’ın bütün şerefi şeriat-ı İslâmiye’ye aittir. Fransa
ve İngiltere vesâirede zuhura gelen irticâ‘iyyunun istinâd ettikleri sebepler bizde yoktur. Yalnız bizde
meşrutiyeti şeriat-ı İslâmiye’ye mugâyir bir surete ifrâğ etmek isteyenler Avrupa’nın aksiyonu
makamına kaimdir”. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 84-
85.

195
“müstakil bir hakikat olmak üzere muhakeme” edilmesi gerektiğini de belirtmiştir 82
ki bu da Encümen’in gündemi bakımından anlamlıdır. Öte yandan 1 Mart’ta
yayınladığı “İslâmiyet, Hilafet ve Meşihat-i İslâmiye” makalesiyle İslâm’da
ruhbanlığın olmadığını, Şeyhülislam’ın da kabine üyesi olmak sebebiyle hesap
vermek üzere (gayrımüslim mebusların da bulunduğu) Meclis-i Mebusan’a gelmeye
mecbur olduğunu Mizan’a karşı savunması, sonra Volkan’a da cevap vermesi
uzlaşma hattında da hareket ettiğini gösterir 83.

Elmalılı Hamdi Efendi’nin kaleminden çıkma, yukarıda içeriği hakkında kısaca


bilgi verdiğimiz, mazbatanın bariz özelliği meşruti kavram ve kurumların şer‘î bir
terminolojiyle yeniden inşa edilmesidir. Elmalılı, II. Meşrutiyet’in başından beri aynı
konuları konuştukları halde kaynaklar, mantık ve amaçlar itibariyle birbirinden ayrı
yürüyen iki anlayışı, resmi bir görev ve zorunluluktan ötürü kendisinde
birleştirmiştir. Bir tarafta yeni düzende hem İslâm’a hem de kendilerine merkezi bir
yer açmayı gözeten, meşruiyet meselesine odaklanmış, konuştukları kavramların
felsefi-tarihi kökenlerine karşı ilgisiz veya mesafeli 84 kişiler; diğer tarafta ise
kendilerini sadece “meşrutiyet kavâidi”yle bağlı gören, çağdaş kamu hukuku
anlayışını esas alan kişiler vardır.

Elmalılı Hamdi Efendi, meşrutiyetin/Kanun-ı Esasi’nin dinî delillerle


savunulması çerçevesindeki ciddi birikimi, Kanun-ı Esasi’nin tadili tartışmasına
taşımıştır. Mazbatada mütekamil halini gördüğümüz bu yeni yöneliş, Kanun-ı
Esasi’nin meşruiyetiyle ilgili dinî içerikli literatürün dönüşmesi ve çeşitlenmesi
olarak da değerlendirilebilir. Eğer tespitlerimizde yanılmıyorsak II. Meşrutiyet’in
ilanından Meclis-i Mebusan’da Kanun-ı Esasi’nin tadiline karar verilene kadarki altı
yedi aylık dönemde bu minvalde yazılmış metinler, mutlak olarak

82
Elmalılı bu notunda Hıristiyanlığı itikat, ahkam ve dinî müsamaha açısından değerlendirerek
Avrupa hükümetlerini “dinsizliğe sürükle”yen sebepler üzerinde durmuş, İslâmiyet’in bu yönden
farklarını vurgulamıştır. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s.
87-88. Zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişeceğine dair kriterler hakkında bkz. Elmalılı, age, s.
90-91.
83
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, s. 97-104. Ayrıca bkz.
“Şeyhülislam ve Meclis-i Mebusan”, Mizan, nr. 76, 11 Şubat 1324, s. 1-2.
84
Meclis-i Mebusan, Kanun-ı Esasi, ictimâî mukavele, hakimiyet-i milliye, meşruti idare… gibi
kavramları tartışan veya savunan İslâmcıların metinlerinde Rousseau, Machiavelli, Montesquieu gibi
yazarların görüşlerinin değerlendirilmediğine dair bkz. İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s.
25.

196
meşrutiyeti/Kanun-ı Esasi’yi, dinî/meşru bir zeminde izah etmeyi amaçlamaktaydı;
Kanun-ı Esasi’nin tadilini değil. Kanun-ı Esasi’nin tadil edilmesi resmî bir mahiyet
kazandıktan sonra tadillerin şer‘îliği meselesi gündeme gelmiştir 85. Kanun-ı Esasi,
yaygın olarak Kur’an-ı Kerîm’le özdeşleştirilerek idealize edilmekteydi. Dinî
delillendirme ile tadil fikri arasında ilişkiler kurulabilmesi için başkaca ciddi bir
çabaya ihtiyaç vardı. Bu literatürün tadiller açısından da kıymeti ortada olmakla
beraber Elmalılı’nın bu yöndeki çabası, mazbatayı yaslandığı birikimden bariz bir
şekilde ayırmaktadır.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra teşekkül etmiş bir risale türü olan
Kanun-ı Esasi üzerine yazılmış şer‘î şerhlerde doğrudan tadil meselesine yer
verilmemiş olması ileri sürdüğümüz tez bakımından dikkat çekicidir. Şer‘î Kanun-ı
Esasi şerhi literatürünün ilk örneğini veren 86, ilmiye mensubu, İstanbul dava
vekillerinden ve İstanbul mebus adaylarından Halepli Hasan Rıza Efendi’nin ilk altı
maddenin açıklamasını da içeren Kanun-ı Esasi şerhi Said Paşa kabinesinin
kuruluşuyla ilgili meseleye temas etmekle beraber 87 tadil ihtiyacını dile getirmez.
Maddeleri tek tek ele almamakla beraber şerh türü içinde mütalaa edilebilecek olan,

85
İsmail Kara’nın Kanun-ı Esasi’deki dinî içerikli maddeler ve tadil süreciyle ilgili değerlendirmesi
bu dönüm noktasına işaret ediyor: “1293 Kanun-ı Esasisi’nde yer alan ve dinî muhteva taşıyan
maddelerin bir kısmı, kendi statüsünü korumakta ısrarlı olan II. Abdülhamid’in doğrudan ve dolaylı
baskıları, bir bölümü de dinî gerekçelerle karşı fikirler ileri süren muhalifleri devre dışı bırakabilmek
için Midhat Paşa ve çevresinin tercihleri neticesinde düzenlenmişti. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra,
özellikle 1909’da Kanun-ı Esasi’nin tadili gündeme geldiğinde İslâmcıların taleplerinin arttığını
görüyoruz. Unutmamak gerekir ki 1909’da hem Meclis-i Mebusan’da ulema ve meşayıhın başı çektiği
bir İslâmcı grup bulunmakta hem de İslâmcı basın İttihat ve Terakki ile olan münasebetlerini de öne
çıkararak kendini tahkim etmektedir” (İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 186).
86
Kitap, 1908 Eylül’ünde basılmıştı (“Şerh-i Kanun-ı Esasi”, Tanin, nr. 48, 4 Eylül 1324, s. 8).
Hukuk-ı Umumiye gazetesi birkaç gün sonra kitaptan bölümler yayınlamaya başlamıştır. Bkz. “Şerh-i
Kanun-ı Esasi”, Hukuk-ı Umumiye, nr. 6, 21 Eylül 1908, s. 2.
87
Said Paşa’nın “makam-ı Hilafete bir eser-i sadakat olur zannıyla” aldığı iradeyi ve buna karşı
“ahrârân-ı ümmet”in haklı itiraz ve tenkitlerine karşı yazılanlar ile cevaplarını gördüğünü söyleyen
Hasan Rıza’nın kabine usulünün İslam’dan alındığına dair izahları şöyle: “Garb, kavânîn-i esasiyesini
bizden almış bize satıyor. Bizim hâlâ haberimiz yoktur. Acaba bundan sadrazamımızın haberi olmazsa
sadr-ı gayr-ı azamımızın nereden haberi olacak. Emin olalım ki mülkümüzde çıkan mevâdd-ı
maddiyeyi Garb nasıl sade bir surette alıp eğirdikten büğürdükten, ismini değiştirdikten sonra bize
ez‘af-ı muzâ‘afına mal ediyor ise mevâdd-ı mâneviyemizi dahi öyle yapıyor. İşte kabineye müteallik
usûlü dahi Avrupa bizden, bizim şeriatımızdan almış iken hâlâ kabine usûlü acaba şer‘imize muvafık
mıdır diye tereddüt eder isek dereke-i cehlin neresinde olduğumuzu anlarız zannederim. Vezir-i
tefvizin in‘izâliyle vüzerâ-yı tenfizin in‘izâli kaidesine nazaran vüzerâ-yı tenfizin siyasiyât-ı millet ve
devlette münferiden hareketi kâbil olmayıp vezir-i tefviz ile cem‘-i re’y etmiş vükelâdan olacağı dahi
istidlâl olunabilir” (Dergüzinizâde Hasan Rıza, Şer‘-i Siyasi Şerh-i Kanun-ı Esasi, Darülhilafeti’l-
Aliyye, Darü’t-tıbâ‘atü’l-Âmire, 1326, s. 64-65).

197
Kolcalı Abdülaziz’e ait Kur’an-ı Kerim ve Kanun-ı Esasi adlı eser Metîn gazetesinde
neşredildikten (8 Eylül 1908) sonra risale halinde basılmıştır ve bunda da eldeki
Kanun-ı Esasi’nin yetersizliğine dair bir işaret bulunmamaktadır 88. Diyarbekirli
Mehmed Faik Efendi’nin, kapağındaki nota göre 17 Aralık 1908’de (Meclis-i
Mebusan’ın açıldığı gün), ulema Jöntürklüğünün en önemli merkezinde basılan
Kanun-ı Esasi şerhi de aynı niteliktedir 89.

Yazıldıkları dönem itibariyle daha çarpıcı iki örnekten biri Kanun-ı Esasi’nin
her maddesini dinî delillerle izah eden Nakşi şeyhi Ömer Ziyaeddin Efendi’nin
Mirât-ı Kanun-ı Esasi adlı Kanun-ı Esasi şerhidir. Meclis-i Mebusan’ın açılmasından
sonra, Kanun-ı Esasi’nin tadiline karar verilmesinden on gün kadar önce yazımı
bitirilen 90 bu eserde tadile ilişkin bir işaret bulunmamaktadır. Kanun-ı Esasi
tadillerinin Encümen safhasının tamamlandığı bir ortamda, Sultan Reşad’ın tahta
çıktığı günlerde, Hafız Ahmed Berzencizâde tarafından kaleme alınan şerh de
Kanun-ı Esasi tadili meselesiyle uğraşmamaktadır 91. Zikrettiğimiz bu kitaplar ileri
sürülen deliller bakımından mazbatayla paralel unsurlar taşımakla beraber,
Elmalılı’nın mazbatada gerekçelendirmeye çalıştığı meseleleri bir bütün olarak ele
almaktan uzaktır. Zira şerhlerin en önemli ortak özelliği Kanun-ı Esasi fikri,
maddeleri ve kavramlarıyla ileri sürülen şer‘î deliller arasında yeterli düzeyde bir

88
Kolcalı Abdülaziz, Kur’an-ı Kerim ve Kanun-ı Esasi, İstanbul, Vezir Hanı 48 numaralı Matbaa,
1326 [1908], 13 s.
89
Mehmed Faik, el-Adlu Esasü’l-Mülk - Medâr-ı Kanun-ı Esasi yahut Esas-ı Meclis-i Mebusan,
Mısır, Osmanlı Matbaası, 1908, 48 s. Daha önce yazdığı bir risalesinde de benzer bir anlatımı için
bkz. F. K. Âmidî, Medâr-ı Kanun-ı Esasi - İntihâb, [Mısır 1908], s. 13-14.
90
Kitabın sonunda 7 Zilhicce (31 Aralık 1908) tarihi vardır (Ömer Ziyaeddin, Mirât-ı Kanun-ı Esasi,
İstanbul, Saika Matbaası, 1324, s. 95).
91
Hafız Ahmed Berzencizade, el-Hablü’l-Metîn fî Tatbîki’l-Kânûn-ı Esâsî maa’ş-Şer‘i’l-Mübîn,
Edirne, Edirne Vilayet Matbaası, [Nisan 1909], s. 15-35. Berzencizâde, Kanun-ı Esasi’nin fasıllarını;
“vükelâ-yı devlet ve mebusan-ı millet ve a‘yân-ı memleket ve hey’et-i mehâkim ve mecâlisin suret-i
intihâb ve tayinleri ile zaman-ı ictimâ ve daire-i salâhiyetlerinden ve mülk-i devletin suret-i idaresiyle
sâir buna mümâsil şeylerden ibaret” olan Kanun-ı Esasi’nin siyasi kısmı olarak değerlendirerek
bunları, “şer‘-i şerife muvâfık ve her mezhebe mutabık olan meşveret, adalet, ittihad ve müsavat”ı
temin eden unsurlar olarak sayar. “Kıvâm-ı saltanat ve bekâ-yı mülk ü millet ve saadet-i millet ve
refah-ı raiyyet onlarla kâim ve daimdir”. Bununla beraber Berzencizâde ayrıntıya girmemiş, Dede
Cöngi’nin Şeyhülislâm Meşrebzâde Ârif Efendi tarafından Tercüme-i Siyasetname adıyla tercüme
edilen siyasetü’ş-şer‘iyesini esas alarak açıklamalarına devam etmiştir (Berzencizâde, age, s. 15, 29-
35).
Kolcalı Abdülaziz’in yukarıda atıf yaptığımız eseri ile Berzencizâde’nin risalesi Abdullah Taha
İmamoğlu tarafından Latinize edilerek yayınlanmıştır. Bkz. Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları
Dergisi, sy. 9, 2010 Bahar, s. 137-144; sy. 10, 2010 Güz, s. 121-134.

198
uyum sağlanamaması, kamu hukuku kavramlarının bağlamından kopuk bir şekilde
ele alınmış olmasıdır 92.

Mazbatanın özelliği olarak dikkat çekmek isteğimiz diğer husus, bu türden bir
gerekçelendirme tarzının, Kanun-ı Esasi’nin tadili gündeminin birincil
meselelerinden biri olmaması; daha doğru bir ifadeyle bunun tadil sürecinde resmî
adımların atılmasından sonra teşekkül etmiş olmasıdır. Meseleyi dinî çerçeveyi hiç
nazara almadan mütalaa edenler açısından da tadil fikrinin seyri tereddüt ve
gelgitlerle yürümüş olsa da dinî gerekçelendirmeyi öne çıkaranların daha hazırlıksız
oldukları; dolayısıyla kurucu değil, katılan konumda oldukları gözlemlenmektedir.
Elmalılı’nın tadilin lüzumu üzerine yazdıklarıyla Hüseyin Cahit’in yazıları
arasındaki ileri seviyedeki benzerlik bu problemin ciddiyetini ortaya koyar 93. Bu
problem, esasen, ulema Jöntürklüğünün II. Meşrutiyet’e bıraktığı mirasla alakadar
görünmektedir 94.

3.2.3. Kanunların Şeriate Uygunluğu ve 118. Madde Tadilinin Yankıları


Kanunların şeriate uygunluğu meselesi Meşrutiyet’in ilk günlerinden itibaren
güçlü bir talep olarak gündemdeydi. Meclis-i Mebusan açıldıktan sonra da bu
talepler hem mebuslar, hem de ahali tarafından farklı kanallar kullanılarak ısrarla dile
getirilmiştir 95. Sıkca geçen ifadeyle “arzu-yı umûmî”yi ifade eden 96 bu talepler
Meclis-i Mebusan genel kurulunda ittifakla kabul görmüştür. Kendilerine havale

92
Kanun-ı Esasi şerhleri, özellikle Ömer Ziyaeddin Efendi’nin şerhi hakkında etraflı değerlendirmeler
için bkz. İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 190-192. Ayrıca bkz. İsmail Kara, “Risâleler
ve Müellifleri hakkında Bazı Bilgiler”, Hilafet Risaleleri, ed. İsmail Kara, İstanbul, Klasik Yay.,
2003, III, 8-11. Ömer Ziyaeddin Efendi’nin aynı dönemde yazdığı Hukuk-ı Selâtin - Hadis-i Erba‘in fî
Hukuki’s-Selâtin adlı eserin metni için bkz. age, III, 45-66.
93
Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası’nın ilk kısmı ile tadilin lüzumuna dair kısım hakimiyet-i ümmet, ümmet,
hakimiyet-i millet ve millet gibi kavramların muhtevası ve bağlamı bakımından da karşılaştırılabilir.
94
Ulema Jöntürklüğü için bkz. İsmail Kara, “Ulema-Siyaset İlişkilerine Dair Önemli Bir Metin:
Muhalefet Yapmak/Muhalefete Katılmak”, Dîvân, sy. 4, 1998/1, s. 1-25; aynı mlf., “Ulema-Siyaset
İlişkilerine Dair Metinler II: Ey Ulema! Bizim Gibi Konuş!”, Dîvân, sy. 7, 1999/2, s. 65-134.
95
Mesela Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Tıbbiye mezunu, sözlükçü Hüseyin Remzi Bey’in yazısı için
bkz. “Mebusan-ı Kirâmın Enzâr-ı Hamiyetine”, Mikyâs-ı Şeriat, nr. 17, 15 Kânun-ı sâni 1324, s. 1-2.
“… yine tekrar ederim ki elimizde bulunan Fransız Kanunu eskisi Ceza Kanunu’nun yerine Mecelle
esasına tâbi bir kanunun yapılmasına büyük bir ihtiyaç vardır” ifadeleri için bkz. aynı yer.
96
Tarık Zafer Tunaya, 118. maddenin Kanun-ı Esasi’ye girmesini açıklarken “genel kanının manevi
baskısı”na işaret eder. Bkz. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, I, 184.

199
edilmesi üzerine Kanun-ı Esasi Encümeni üyeleri, Encümen’in kurulduğu ilk
günlerde bu talepleri Kanun-ı Esasi bağlamında da tatmin etme yükümlüğü altına
girmişti. Yukarıda Elmalılı Hamdi Efendi’nin iki pasajını aktardığımız mühim yazısı,
tam da bu bağlamda kaleme alınmıştır. Bu meselenin Meclis-i Mebusan gündemine
taşınması, Kanun-ı Esasi Encümeni’nin 118. maddeyi tadil etme kararı 97 ve sonraki
gelişmeler hakkında biraz daha bilgi vermek istiyoruz.

Kanunların şeriate uygunluğu meselesini Meclis-i Mebusan gündemine ilk


olarak taşıyan kişi 98, Şeyhülislâmın kabine içindeki konumu ve ruhbanlık
meselesinde Elmalılı Hamdi Efendi gibi Mizan’la polemiğe giren 99, Lazistan mebusu
Ebu’n-Nizam İbrahim Ferid Efendi’dir 100. İbrahim Ferid Efendi “kavânîn-i
medeniyemizin ahkâm-ı fıkhiye ile temzîci ve bunun mehâsini hakkında” bir takrir
vermiş 101 ve bu takrir Kanun-ı Esasi Encümeni’ne havale edilmiştir 102. Takrir ulema
arasında hemen yankı bulmuştur. Konya uleması bir telgrafta İbrahim Ferid
Efendi’yi “kavânîn-i medeniyemizin ahkâm-ı fıkhiyeye tatbiki hususunda arzu-yı
umûmîye pey-rev olmasıyla müsabaka-i gıbta-bahşâsından dolayı” tebrik etmiştir 103.
İbrahim Ferid bu telgrafa verdiği cevapta “kavânîn-i medeniyemizin adl u müsavatı

97
Kanun-ı Esasi Tadil Encümeni, 21 Şubat 1909’daki toplantısında Kanun-ı Esasi’nin 118. maddesine
şu fıkrayı eklemiştir: “Kavânîn ve nizamâtın tanziminde muamelat-ı nâsa erfak ve ihtiyac-ı zamana
evfak ahkâm-ı fıkhiye ve hukukiye ile âdât ve teamülat esas ittihaz kılınacaktır”. Bkz. “Kanun-ı Esasi
Encümeni”, Sabah, nr. 6972, 22 Şubat 1909, s. 1; “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5296, 22 Şubat
1909, s. 1. Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası’nın son halinde “teamülat” kelimesi
yerine “muamelat” kullanılır. Bunun dışında Encümen’in 21 Şubat’taki kararıyla nihai kararı birebir
aynıdır. Bkz. Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 169.
98
“Kavânîn-i devletin ahkâm-ı fıkhiyeye tatbikiyle tashihi hakkındaki arzu-yı umûmîyi tervic zımnında
ilk defa feth-i dehân-i hakikat eden Lazistan mebusu Ferid Efendi hazretleriyle hem-efkârı olan sair
mebusan-ı kirâma arz-ı teşekkürât-ı ihtiramât ile cümlesinin bu bâbda yek-dil ü yek-zebân olmasını
eltâf-ı Subhaniyeden temenni eyleriz” ifadeleri için bkz. “Millet-i Osmaniyeye Mukaddime-i Müjde”,
Mikyas-ı Şeriat, nr. 18, 22 Kânun-ı sani 1324, s. 1.
99
Bu konuyla ilgili görüşleri için bkz. Ferid (Lazistan mebusu), “Mizan Gazetesi İdarehanesi’ne”,
Mizan, nr. 82, 17 Şubat 1325, s. 1; Ebu’n-Nizâm Ferid, “Mizan’ın 82 numaralı nüshasındaki
Zehâbına Taarruz-ı Meşrumuz”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 10022, 8 Mart 1909, s. 1. Siyasi parti
meselesiyle ilgili görüşleri için bkz. Ebu’n-Nizam Ferid, “Fırkalara mı Muhtacız, Başka Şeye mi?”,
Mikyas-ı Şeriat, nr. 25, 12 Mart 1325, s. 1.
100
İbrahim Ferid Efendi hakkında bkz. Güneş, Türk Parlamento Tarihi, II, 572.
101
MM, I, 1/18, 13 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 332. Takririn özeti “kavânîn-i medeniyemizin
ahkâm-ı fıkhiyeye tatbiki” şeklinde de geçer (aynı yer). Bir gazetede “usûl-i fıkhiye” ifadesi varken
(“Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr. 5269, 26 Kânun-ı sâni 1909, s. 2), başka bir gazetede “umûr-ı
şer‘iye ve fıkhiye ve usûl-i muhakemâtın tanzimine ve sâireye dair takrir…” denilir (“Meclis-i
Mebusan’da”, Tanin, nr. 175, 26 Kânun-ı sâni 1909, s. 2).
102
MM, I, 1/18, 13 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 332.
103
“Aynen Telgraf, Konya 16 Kânun-ı sâni”, Yeni Gazete, nr. 162, 31 Kânun-ı sâni 1909, s. 4.

200
yegâne âmir olan kavâid-i şer‘iyye-i medeniyeye tatbiki hususu”nun “umûm
Osmanlıların maksad-ı ittihad ve te‘âli-perverânesini suret-i vâfiyede temin
edeceğinden” bütün mebuslar tarafından kabul edileceğini beklediğini belirtir 104.

Bu takririn hiçbir tartışma yaşanmadan İlmiye veya Adliye Encümeni’ne değil


de, bir iki gün önce kurulmuş Kanun-ı Esasi Encümeni’ne havale edilmesi
şaşırtıcıdır 105. İbrahim Ferid Efendi’nin “kavânîn-i medeniyenin maslahat-ı asra
evfak ve anasır-ı Osmaniyenin te‘âlî-i istikbaline müsaid bir hale ifrâğı için bir
Cemiyet-i İlmiye-i Medeniyenin bir an evvel teşkili hakkında” 24 Kânun-ı sâni 1324
tarihli (6 Şubat 1909) ikinci bir takrir verme ihtiyacı hissetmesi bizzat teklif sahibinin
muradının da bu olmayabileceğini düşündürmektedir. İbrahim Ferid, ikinci takririnin
başında, önceki takrirde de “bir cemiyet-i ilmiye-i medeniyenin lüzum-ı teşkilini”
arzettiğini belirtmiştir 106. İbrahim Ferid, birkaç gün sonra İlyas Sami (Muş) ile
birlikte “medreselerin ıslahı ve ilm-i fıkha ehemmiyet verilmesine” dair 28 Kânun-ı
sâni 1324 tarihli (10 Şubat 1909) başka bir takrir de vermişti 107.

Mebusların bu istikametteki taleplerini gösteren en önemli gelişme, doksan


yedi mebusun imzaladığı 27 Kânun-ı sâni 1324 tarihli (9 Şubat 1909) bir kanun
teklifinde Mecelle’nin yetersizliği vurgulanarak fıkıh kitaplarından tercüme yoluyla
bir “kanun-ı umûmî” yapılmasının Meclis-i Mebusan gündemine getirilmesidir 108.
(Doksan yedi mebustan biri de Elmalılı Hamdi Efendi’dir). Bu teklifin de Kanun-ı
Esasi Encümeni’ne havale edilmesi dillendirilmiştir. Ancak Kanun-ı Esasi Encümeni

104
İbrahim Ferid, “Yeni Gazete Müdiriyet-i Aliyyesi Vasıtasıyla Konya Ulema-ı Zevi’l-İhtirâmına”,
Yani Gazete, nr. 165, 3 Şubat 1909, s. 3.
105
MM, I, 1/18, 13 Kânun-ı sâni 1324: MMZC, II, 332.
106
“Maslahat-ı asra evfak”, “ihtiyac-ı zaman”, “bir derece daha mukteziyât-ı asra takrib” ifadelerinin
altını çizerek takririn devamını aktarıyoruz: “Kavânîn-i medeniyemiz için maslahat-ı asra evfak,
anâsır-ı Osmaniyenin te‘âlî-i istikbaline müsait surette mâ-bihi’t-tatbik usûl ve ahkâm-ı şer‘iyeyi
tayin ve irâe ile vazife-i tatbikiye ifa edilmek ve esası ihtiyac-ı zaman göre mesâili câmi olmayan
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin bazı mevâddını müsaedât-ı meşrûadan bi’l-istifade bir derece daha
mukteziyât-ı asra takrîb ile münderecâtı tezyîd ve ale’l-husus şirket ve ticaretlere müteallik mebâhisi
esas-ı metîn-i meşrûuna tevfîkan tevsî ve kitapları, ebvâbı, fusûlü tekemmülât-ı medeniyemiz
nisbetinde teksîr ve tenvî‘ olunmak üzere Cemiyet-i mezkûrenin bir an evvel teşkili esbâbının istihzârı
zımnında…” (MM, I, 1/28, 1 Şubat 1324: MMZC, II, 622; Takvim-i Vekâyi, aded: 127, 27
Muharrem 1327/6 Şubat 1324, s. 11).
107
MM, I, 1/33, 9 Şubat 1324: MMZC, II, 772.
108
“… Mehâkim-i nizamiyeye ait kısmı mehâkim-i nizamiyede, mehâkim-i şer‘iyeye ait kısmı da
mehâkim-i şer‘iyede mâ-bihi’t-tatbik olmak ve hukuk-ı millet gereği gibi temin edilmek üzere kütüb-i
fıkhiyenin ibadâttan mâadâ kâffe-i ahkâmının tercümesiyle mufassal bir kanun-ı umûmî yapılması…”
(MM, I, 1/34, 11 Şubat 1324: MMZC, II, 35).

201
üyelerinden Mustafa Arif Bey “bunun Kanun-ı Esasi’ye taalluku yoktur” diyerek
Encümen’e havale edilmesine engel olmuştur. Ceza hukukçusu Zöhrab Efendi’nin
Ceza Kanunu’na esas olmak üzere ukubât kısmının tercümesini önermesi ve Şefik
Bey’in Mecelle’yle ilgili açıklamalarından sonra teklifin müştereken İlmiye ve
Adliye encümenlerine havale edilmesine karar verilmiştir. Abdülaziz Mecdi
Efendi’nin kanunların “nasa erfak, muamelat-ı asra evfak olması” kriterini
hatırlatması üzerine “tekrar oluyor” denilmesi mebusların birleştikleri noktayı teyit
eder 109. Bu kanun teklifinin Genel Kurul’da görüşülmesi Kanun-ı Esasi Tadil
Encümeni’nin 118. maddeyle ilgili kararından üç gün sonra gerçekleşmişse de
yazılma ve imzalanma tarihi bundan iki hafta öncedir 110.

Doksan yedi mebusun önerisinin Meclis-i Mebusan genel kurulunda


görüşülmesinden bir hafta, Kanun-ı Esasi Encümeni’nin 118. maddeyle ilgili
kararından üç gün önce, yeni kabine programının Meclis-i Mebusan’da okunması
sırasında kanunların kaynağı meselesi küçük çaplı bir mesele olmuştur. Meclis-i
Mebusan’ın kendi varlığını ortaya koymak bakımından önemli bir hamleyle Kamil
Paşa’yı düşürmesinden sonra, büyük beklentilerle Sadaret’e gelen Hüseyin Hilmi
Paşa’nın programındaki tartışmalı ifade şöyledir:

“Sizlere tevdi edeceğimiz kavânîn ve nizamâtın hakikaten ve fikren tetâbuk etmesi


için memâlik-i sâire kanunlarının arîz ü amîk tedkik ederek bunlardan lâzım gelen
esasların iktibaslarında kusur etmeyeceğiz. Avrupa devletlerinden bazılarının ihraz
ettikleri mükemmeliyet-i siyasiyeye vusûlden evvel tarik-i terakkide kat olunacak

109
MM, I, 1/34, 11 Şubat 1324: MMZC, II, 35-36.
Kütahya ulemasından elli kişi bu kararı Meclis-i Mebusan Riyaseti’ne gönderdikleri bir yazıyla tebrik
etmişti. “Ey mebusan-ı kirâm! Ey vükelâ-yı fihâm hazarâtı!” şeklinde başlayıp “baki muvaffak-ı bi’l-
hayr olasınız efendilerimiz” cümlesiyle biten bu yazıda kararın uyandırdığı sevinç coşkun ifadelerle
belirtildikten sonraki değerlendirme ve dilek şöyledir: “… her şahsın kendi keyfine göre te’vil ve
tefsire elverişli kanunlarımız, şu mülkü bu hale getirdi. Kanunsuzluk ve fücurun envâ‘ını meydana
koyarak namus ve hukuk-ı millet pây-mâl oldu. Devletimizin kâfil-i madde-i hayatiyesi olan kanun-ı
adalet kanun-ı ilahîdir. Şu Devlet-i Osmaniye’yi teşkil eden anâsır-ı muhtelifenin bütün hukukunu
muhafazaya mütekeffil ve bir gûnâ tebdil ve tağyir ve sû-i tefsir gibi ihtimalâttan berî ve ârî olan
ahkâm-ı fıkhiyenin ve ale’l-husus derci ehemm olan ukubât kısmının tercümesinde te’vilât-ı ba‘îdeye
mahal bırakmayarak kanun-ı adalet muhafaza buyurulmasının istircâ ve istirhamına cesaret eyledik”.
Bu girişim, 16 Şubat 1324 tarihli (1 Mart 1909) bir varakayla “tanzim olunacak kavânîn ve nizamâtın
ahkâm-ı şer‘-i şerife tatbiki için” Kütahya uleması tarafından verilen bir istirhamname şeklinde
sunularak yayınlanmıştır. Bkz. “Varaka”, Volkan, nr. 63, 4 Mart 1909, s. 4. Bu yazı, içinde takip
edilecek yol ile ilgili “istirham”lar varsa da, esasen bir tebrik yazısıdır. Krş. Tunaya, Türkiye’de
Siyasal Partiler, I, 184.
110
MM, I, 1/34, 11 Şubat 1324: MMZC, II, 35.

202
merhaleler bulunduğu cihetle her millet silk-i tabiîsine göre işe mübâşeret ve kavânîn
ve nizamâtını kendi ahvâl-i hususiyesine tevfik eylemelidir” 111.
Kabine programına dair tek açıklama talebi, Kanun-ı Esasi Encümeni
üyelerinden Mustafa Asım Efendi’den gelmiştir. Bunu da zikrediyoruz:

“Programda vaz‘ı kavânîn hususunda buyurdular ki bütün memâlik-i ecnebiyeden


elzem olan her türlü mesâil-i kanuniyeyi de taharri edeceğiz. Bu bâbda vüs‘ati
dünyaca müsellem olan ahkâm-ı şer‘iyeden bahsedilmedi. Ancak bu bahis hakikaten
herkesin aklında mukarrer olduğu için söylenmemek lüzumu hissolunabilir. Yani
herkes bilir ki Devlet-i Osmaniye’nin merkez-i kavânîni esasen fıkh-ı şeriftir. Bunda
bulamadığımız, ahvâl-i zamana evfak kaidelere, kararlara tesadüf edemediğimiz
surette, memâlik-i mütemeddineden ihtiyac-ı zamana mutabık birtakım kavânîn ahz
edeceğimizi anlatmak için söylemiş ise de bunu sarahaten Sadrazam Paşa hazretlerinin
ağzından duymak isteriz” 112.
Hüseyin Hilmi Paşa yanlış anlaşıldığını söylemiş; “milletin ahvâl-i
hususiyesi”ni gözönünde tutacaklarını, lazım olan “esas”lar varsa alınacağını yoksa
Fransa’da cari olan bir kanunu aynen kabul etmek gibi abes bir şey söylemediğini
belirtmiştir 113. Tanin olayı şu şekilde aktarmaktadır: “Nutka yalnız Mustafa Asım
Efendi itiraz etti ve nutkun Avrupa kavânîne müracaat olunduğu halde ahkâm-ı
şer‘iyenin meskutun-anh geçilmesini beğenmedi. Gariptir ki bu itiraz esnasında
kendisi de aynı bir hefve-i lisaniyeye uğradı. Fıkıhta bulamadığımız şeyleri
Avrupa’dan alalım mealinde bir söz sarf etti. Hilmi Paşa fıkıhta bulunmayan şeyler
olduğunu siz nasıl söylersiniz dese idi fazıl-ı muhteremi aynı müşkil mevkie koymaz
mı idi?” 114.

Meselenin bu zamana kadarki safahatını özetleyecek olursak; Mecelle’nin


tadili veya fıkıh kitaplarından tercüme edilecek bir kanun yapılması yönündeki
teklifler, Kanun-ı Esasi’nin tadili için atılan resmî adımların hemen akabinde ardarda
ortaya çıkmıştır 115. Mebuslar arasında kriter olarak “nasa erfak ve muamelat-ı asra

111
“Yeni Hey’et-i Vükelâ’nın Programı”, Tanin, nr. 198, 18 Şubat 1909, s. 1; MM, I, 1/30, 4 Şubat
1324: MMZC, II, 677-678. Derviş Vahdeti, kabine programındaki bu ifadeden ötürü Şeyhülislâm’ı
göreve çağırmıştır. Bkz. Vahdeti, “Şeyhülislâm hazretlerine”, Volkan, nr. 50, 19 Şubat 1909, s. 1.
112
MM, I, 1/30, 4 Şubat 1324: MMZC, II, 678.
113
MM, I, 1/30, 4 Şubat 1324: MMZC, II, 678-679.
114
“Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 198, 18 Şubat 1909, s. 2. Ayrıca bkz. “Meclis-i Mebusan”,
İkdam, nr. 5292, 18 Şubat 1909, s. 1.
115
Ebül’ulâ Mardin, Meclis-i Mebusan’da Mecelle Cemiyeti’nin kurulmasına karar verilmesi üzerine
yazdığı yazıda “muhterem mebuslarımızın ahkâm-ı şer‘iyeye hizmete dair olan azimlerinin bu sene
vaz‘ına muvaffak oldukları kanunlardaki tecelliyâtı”ndan da bahseder. Bu yazı aynı zamanda bir 31
Mart tenkididir. Bkz. Mardinîzade Ebül’ulâ, “Şeriate Hizmet: Mecelle Cemiyeti”, Sırat-ı Müstakim,
sy. 55, 10 Eylül 325, s. 42-44.

203
evfak” ifadeleri öne çıkmakta ve Kanun-ı Esasi Encümeni’nin önünde kanunların
“ahkâm-ı fıkhiyeye tatbiki” teklifini içeren bir takrir bulunmaktadır. Bu arada
incelemelerinde madde numaralarını takip eden Kanun-ı Esasi Encümeni işini
tamamlamak üzeredir. Gerek İslamcı gazeteler, gerekse mebuslar çeşitli vesilelerle
bu fikri canlı tutmaya çalışmaktadır.

Kanun-ı Esasi Encümeni’nin 21 Şubat 1909’daki toplantısında Kanun-ı


Esasi’nin “el-yevm düsturu’l-amel bulunan nizamât ve teamül ve âdât ileride vaz
olunacak kavânîn ve nizamât ile tadil veya ilga olunmadıkça mer‘iyyü’l-icra
olacaktır” şeklindeki 118. maddesine “kavânîn ve nizamâtın tanziminde muamelat-ı
nasa erfak ve ihtiyac-ı zamana evfak ahkâm-ı fıkhiye ve hukukiye ile âdât ve
teamülât 116 esas ittihaz kılınacaktır” 117 fıkrasının eklenmesine karar verilmiştir.
Gerekçede 118 fıkhın ihtiyaçlarımızı karşılayabileceği ve zaten öteden beri Osmanlı
kanunlarının mehazı olduğu belirtilmekle beraber “hikmet ve illet-i fetva olan nâsa
erfak ve maslahata evfak kaziyyesinin hüsn-i tatbikiyle ma‘mulün-bih olacakların
düsturulamel ittihaz edilmesi” ifadeleriyle önemli bir kayıt getirilmiştir. Asrın
gerekleri ve insanların ihtiyaçlarına uygunluk kriteri, Mecelle’nin hazırlanması
sürecinden itibaren Osmanlı hukuk literatüründe sık sık görünen bir unsur

116
21 Şubat 1909’daki toplantıda “teamülat” kelimesi kullanılmışken, Kanun-ı Esasi Encümeni
Layihası’nın nihai halinde “muamelat” kelimesinin tercih edildiğine yukarıda işaret etmiştik. Bu
mühim değişikliğin sebebi konusunda net bir bilgiye ulaşamadık. O sırada gündemi işgal eden dava
vekilleri meselesi örneğinde görülebileceği gibi teamüle dayanan hak iddialarının önünü alma
düşüncesinin bu değişikliğin yapılmasında payı olabilir.
117
“Kanun-ı Esasi Encümeni”, Sabah, nr. 6972, 22 Şubat 1909, s. 1; “Meclis-i Mebusan”, İkdam, nr.
5296, 22 Şubat 1909, s. 1. Eklenen fıkranın mânayı etkilemeyen farklı bir ifadesi için bkz. “Meclis-i
Mebusan’da”, Servet-i Fünun, nr. 236, 22 Şubat 1909, s. 2.
118
Öneminden ötürü gerekçeyi aynen zikrediyoruz: “Kavânîn vaz‘ından maksat muamelât-ı nâsın
adalet ve müsavat dairesinde ve ihtiyac-ı hakikiyeye kâfi surette bir intizam-ı mahsûsa rabtıyla teshil
ve tensiki demek olduğundan, Kanun-ı Esasimizin mevâdd-ı müte‘addide ve muhitimizin icabât-ı
hakikiyesi netâyic-i zaruriyesinden olarak temin-i ihtiyacâtımıza kâfil bulunan ilm-i celîl-i fıkhın
mesâil-i lâ-tuhsa ve müctehedün-fihâsı öteden beri kavânîn-i müte‘arife ve mu‘tâdemizi teşkil
edegeldiği ve evvel ü ahir kavânîn-i Osmaniyenin me’hazı bulunduğu ve bu meyanda hikmet ve illet-i
fetva olan nâsa erfak ve maslahata evfak kaziyyesinin hüsn-i tatbikiyle ma‘mûlün-bih olacakların
düsturulamel ittihaz edilmesi lüzumu derkâr olduğu ve siyaset-i şer‘iyedeki vüs‘at-i müsaadeye
nazaran fıkhın mürâdifi bulunan hukukun dahi ahkâm-ı fıkhiyeye terdifi münasib olacağı ve örf ve
âdâta atf-ı nazar-ı itibar etmek dahi kavânîn-i fıkhiyeden bulunması nazar-ı itibara alınarak…”
(Kanun-ı Esasi Encümeni Esbâb-ı Mûcibe Layihası, s. 169).

204
olmuştu 119. Gerekçede siyaset-i şer‘iyeden hareketle hukukun, fıkhın “mürâdifi”
olarak zikredilmesi de ayrıca önemlidir.

Kanun-ı Esasi Encümeni’nin 118. maddeyi yukarıdaki şekilde tadil etmeye


karar 120 vermesinin doğurduğu tepkiler konunun siyasetçiler, özellikle aktif siyasi
hayatı tercih etmiş ulema için nasıl bıçaksırtı bir mesele olduğunu gösteriyor.
“Hürriyet”in ilanından itibaren süregelen dinî mübalatsızlıklardan duyulan
rahatsızlık, kanunların şer‘îliği meselesi çerçevesinde, Kanun-ı Esasi’nin rengini
belirleyecek siyasi tercihlerin yol ayrımında güçlü bir şekilde tekrar gündeme
gelmiştir. Fıkhın yapılacak kanunlara esas olması çerçevesindeki taleplerin bazı
çevrelerde “şeriat isteriz” sloganına, giderek irtica kalıbına hapsedilerek algılanması
siyasi aktörler, daha önemlisi Encümen üyeleri arasındaki yaklaşım farklılıklarını ve
buluşma noktalarını göstermektedir. Şubat sonu - Mart başındaki bu olaylarla
mazbata muharririnin değişmesi arasında da bir bağlantı olması muhtemeldir.
Kanaatimizce Kanun-ı Esasi Encümeni Layihası’nın kısmen içeriğini, esasen üslup
ve istikametini anlatacağımız bu olaylar tayin etmiştir.

Encümen’in kararından sonra, halk arasında imza toplandığına dair bazı


söylentiler dolaşır. Mahiyeti tam olarak anlaşılmayan bu söylentilerin, daha doğrusu
halkın bu tür kanalları kullanarak siyasete katılma girişiminin tedirginlikle
karşılandığı anlaşılıyor. Söylentiler nihayet basına da yansır. Birkaç günden beri “en
ziyade memerr-i nâs olan birçok mahallerde ve daire-i resmiyede ahaliden imza ve
mühür toplandığı” haber alınmıştır. Yeni Gazete muhabiri, Kazanlı Hacı Ahmed
adında birinin Kapalıçarşı’daki manifaturacı dükkanının önünde “müttehidü’l-me’al
birçok büyük kağıtların zîrine” basılmak üzere mühür toplattırdığını görür.
Muhabirin sorusu üzerine Kazanlı Hacı Ahmed, Meşihat’e hitâben kaleme aldırdığı
takririn müsveddesini ibraz eder ve bir suretinin de Meclis-i Mebusan’a verileceğini
söyler. Haberde “nasıl bir neticeye iktirân edeceği halkca tamamiyle anlaşılamayan

119
Dönem literatürünün ahkamın değişmesi bağlamında ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Sami
Erdem, “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve Modern
Yaklaşımlar”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora tezi, İstanbul,
2003, s. 63-92. Bu kriter, birkaç sayfalık Mecelle mazbatasında on bir kere geçmektedir (Erdem, agt,
s. 73).
120
Meclis-i Mebusan encümen kararları kamuoyunda “kanunlaşma” olarak algılanabilmektedir.
Bunun yol açtığı başka bir sorun için bkz. MM, I, 1/45, 11 Mart 1325: MMZC, II, 422.

205
bu teşebbüs mütalaât-ı gunâgûna meydan vermektedir” denilmekte ve Zabıta göreve
çağırılmaktadır 121. Bu haberde takririn içeriği hakkında herhangi bir işaret
bulunmamakta, muhabir adlî bir vakaya işaret etmekteydi.

Ankara mebusu Mahir Said Bey, 31 Mart’tan önceki gelişmelerden kronoloji


gözetmeden bahsederken “… efkâr-ı umûmiye de güya şeriate bir şey olmuş gibi her
biri onar, on ikişer metrelik istidalarla Meclis-i Mebusan’a müracaatta bulunmuştu.
Bu istidalar gizli kapaklı değildi. Çarşılarda gelip geçen halka imza ettirilmiş,
kağıtta yer kalmadıkça bir kağıt daha yapıştırılarak uzun ve acayip bir şekle
sokulmuştu” der ve örnek olarak Kazanlı Hacı Ahmed’in imzalattırdığı dilekçeyi
aktarır 122. Dilekçenin başında istibdatın en büyük zararı dine/şeriate verdiği, dinî
kitapların yok edildiği, ulemanın sürgün edildiği belirtilmektedir. “İnkılab-ı ahîr-i
mes‘ud” üzerine bir ümit ışığı parlamıştır, ancak bazı dar görüşlülerin dine karşı
“adem-i mübâlât”ı ve hürriyetin yanlış anlaşılması yüzünden hırsızlık, katil, gasp,
işret gibi kötülükler aleni olarak işlenmeye başlamış, “emniyet ve asayiş muhtell
olmuş”tur. Arabistan’ın her noktasından, Anadolu ve Rumeli’nin her cihetinden
“ahkâm-ı şer‘iyenin tatbik ve icrası” istenmektedir. Gayrımüslim vatandaşların da
dileği budur. “Hallâk-ı âlemin vaz ettiği kanun haşa sümme haşa gayr-ı kâfi imiş gibi
eser-i tereddüt gösterilmiş olması” canileri şımartmıştır. Dilekçe sahipleri, böyle
büyük bir tehlike karşısında “vaz ve tertib edilecek kavânînin ahkâm-ı şer‘iyeye
tatbik edilmesi”ni otuz milyon Osmanlı’nın hayatını ellerinde tutan Osmanlı
mebuslarından isterler 123. Hüseyin Cahit yıllar sonra olayı şöyle anlatır:

“Şubatın on beşinci Pazar [28 Şubat 1909, Pazar] günü Kapalıçarşı açılır açılmaz,
hoca kılığında bir iki kişi orta yere bir masa koyarak başına otururlar. İstibdadın
fenalığından, hürriyetin faidesinden bahseden ve Meşrutiyet devrinde tanzim olunacak
kanunlarla nizamların şer‘-i şerife uygun olmasını isteyen bir mahzar çıkarırlar.
Gelen geçene bu kağıtları imza ettirmeğe başlarlar. Ne olduğunu soranlara ‘şeriat
istiyoruz’ derler. Dini bütün müslümanlar bu kağıtların altına imza atmayı büyük bir
sevap bilirler. Halk birikir şeriat isteyen kağıdın altı imza dolar. İşi nihayet zabıta
haber alır ve cemaati dağıtır. Kör Ali vakası tekrar ediyor demekti. Fakat bu defa daha

121
“İmza Toplanıyor”, Yeni Gazete, nr. nr. 191, 1 Mart 1909, s. 4.
122
Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir Muhalif, İstanbul, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 2013, s. 70-71.
123
Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir Muhalif, s. 71.

206
ustaca bir tertip karşısında bulunuyorduk. Görünüşte meşrutiyet aleyhinde bir şey
yoktu” 124.
Rus vatandaşı olan Kazanlı Hacı Ahmed, bu girişiminden ve Hareket Ordusu
aleyhindeki faaliyetinden ötürü 31 Mart’tan sonra Divan-ı Harb’de yargılanacak ve
sınırdışı edilecektir 125. Kazanlı Hacı Ahmed’in imzalattırdığı 26 Şubat tarihli dilekçe
bu konudaki tek, daha önemlisi ilk girişim değildir 126. Kazanlı’nın dilekçesi henüz
yazılmadan Bayezid dersiamlarından Karamürselli es-Seyyid Mehmed Arif, Ordulu
Osman Bedreddin ve Konyalı Musa Kâzım efendiler tarafından Meclis-i Mebusan’a
hitaben bir dilekçe hazırlanmış ve imzaya açılmıştı 127.

Kazanlı Hacı Ahmed’in imza ve mühür toplamasının şaibeli bir faaliyet olarak
Yeni Gazete’de haber yapıldığı 1 Mart günü, Bayezid dersiamları (“kendilerini bu
işte vazifedâr tutan üç zât”) dilekçeyi Meclis-i Mebusan’a takdim ettiler. Şura-yı
Ümmet’e göre dilekçede beş altı bin mühür vardı 128. Kendilerine gereğinin yapılacağı
taahhüt edildikten sonra, yine aynı gün gazetelere aşağıdaki varakayı bıraktılar:

“Kavânîn ve nizamâtın tanziminde nâsa erfak ve zamana evfak ahkâm-ı fıkhiye esas ve
ma‘mul-bihâ olmak üzere cümle vatandaşımız taraflarından tertib ve temhîr olunan
lâyihayı dünkü Pazartesi günü Meclis-i Mebusan’a takdim ile tervîci taahhüd
buyurulmuş olduğundan başka gûnâ teşebbüsâta lüzum kalmadığı beyan olunur” 129.
Kanaatimizce imza toplama girişiminin kendi inisiyatifleri dışında
yaygınlaşmasıyla meselenin başka bir renk almasından çekinildiği için imzalar

124
Hüseyin Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet – Müvesvis Bir Padişah”, Yakın Tarihimiz, III, 75-76.
Mahir Said bu dilekçenin de Meclis-i Mebusan’a takdim edildiğini belirtiyor (Mahir Said Pekmen, 31
Mart Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir Muhalif, s. 71).
125
Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu-Siyaset Çatışması, İstanbul, İrfan Yayıncılık,
1993, s. 104.
126
Mahir Said dilekçenin tarihini 13 Şubat 1324 olarak veriyor (Mahir Said Pekmen, 31 Mart
Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir Muhalif, s. 71). Buna göre dilekçe, yazımından iki gün sonra
imzaya açılmıştır (Hüseyin Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet – Müvesvis Bir Padişah”, Yakın
Tarihimiz, III, 75).
127
İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti bu girişimle bir ilgilerinin olmadığını duyurmuştu: “Bazı zevât-ı
kirâm hazarâtı tarafından evvelki günden beri umûmî bir mazbata temhir ettirilmekte ve Meclis-i
Mebusan’a takdim edilerek icrası istenileceği rivayet edilmekte olduğundan bu meseleden
Cemiyetimiz kati‘iyyen haberdar olmadığı beyan olunur”. Bkz. İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti,
“Beyanname”, Volkan, nr. 58, 27 Şubat 1909, s. 1.
128
“Şeriat İsteriz”, Şura-yı Ümmet, nr. 148, 17 Şubat 1324, s. 1.
129
“Toplanmış İmzalar”, Yeni Gazete, nr. 192, 2 Mart 1909, s. 3; Sabah aynı haberi hürmetkâr bir
başlıkla verir: “Ulema-yı Kirâm Namına Vârid Olan Varakadır”, Sabah, nr. 6980, 2 Mart 1909, s. 3.

207
hemen Meclis-i Mebusan’a teslim edilmiş olmalıdır 130. Yeni Gazete, Bayezid
dersiamlarının gazetelere verdiği varakanın kime hitaben yazıldığının
anlaşılamadığını belirtiyorsa 131 da sondaki tenbihin manifaturacı Kazanlı Hacı
Ahmed gibi halktan kişilere olduğu açıktır. Bayezid dersiamlarının, ilmiye dışından
kişilerin meseleye hakim bir konumda katılmasına sıcak bakmadıkları ve gazetelere
verdikleri yazıyla yanlış anlamaların önüne geçmek istedikleri söylenebilir. Eldeki
bilgilere göre, Kazanlı’nın aksine, 31 Mart’tan sonra bu dersiamlar hakkında
soruşturma açılmamıştır 132. Kamil Paşa kabinesinin düşürülmesinden sonra gündemi
işgal eden en önemli konulardan biri de toplanma hürriyetiydi. Hükümet cephesinde,
İttihat ve Terakki çevrelerinde kitlesel olayların dış müdahale ve iç siyasi
çekişmelere alet edilebilmesine ilişkin kaygılar had safhadaydı. Bu bakımdan
dersiamlar ihtiyatlı bir tavır göstermiştir.

Meselenin tam da kapanır gibi olduğu sırada, Hüseyin Cahit, Kapalıçarşı


olayını merkeze alan ve 2 Mart 1909’da çıkan “Şeriat İsteriz” başlıklı yazısıyla 133
tartışmanın seyrini büsbütün değiştirmiştir. Hüseyin Cahit, kanunların şer‘îliği
meselesini siyasete olumsuz etkisini belirleyici kabul ederek irtica kalıplarına

130
Dilekçenin dersiamlar tarafından “layiha” diye isimlendirilmesine dikkat çekmek gerekiyor.
Dilekçenin Meclis-i Mebusan’a teslim edildiği 1 Mart günü ikinci oturumda, Meclis-i Mebusan
Layiha Encümeni’nin Riyaset’e verdiği 28 Şubat tarihli mazbata münasebetiyle, dilekçe hakkı ve
halkın kanun yapma süreçlerine katılımı çerçevesinde ahalinin verdiği layihalar konusu tartışılmıştır.
Layiha Encümeni o güne kadar ahali tarafından verilen layihaları saklanmak üzere alıkoymuş, dilekçe
mahiyetinde olanları Arzıhal Encümeni’ne verilmek üzere Riyaset’e iade etmiş, ayrıca memurlar ve
ahalinin bundan böyle Meclis-i Mebusan’a layiha vermemesi hususunun matbuatla duyurulmasını
istemiştir. Mazbatada kanun koyma, tadil etme veya idari ıslahat konularında teklifte bulunma
hakkının Kanun-ı Esasi uyarınca Hey’et-i Vükela, Mebusan ve A‘yân’a ait olduğu; memurlar ve
ahalinin teklif yetkisinin bulunmadığı; Meclis İçtüzüğü’ne göre bu tür evrakın Arzıhal Encümeni’ne
verilmesi gerektiği belirtilir. Buna rağmen Meclis-i Mebusan genel kurulunda, encümenlere havale
edilmek üzere layihaların kabul edilmesine karar verilmiştir (MM, I, 1/36, 16 Şubat 1324: MMZC, II,
96-99; ayrıca bkz. “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 2).
Mahir Said bahsettiğimiz iki dilekçenin de önce Arzıhal Encümeni’ne, sonra Adliye ve İlmiye
Encümeni’ne verildiğini söyler (Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir
Muhalif, s. 71).
131
“Toplanmış İmzalar”, Yeni Gazete, nr. 192, 2 Mart 1909, s. 3.
132
Girişime öncülük edenlerden Ordulu Osman Bedreddin Efendi’nin resmi hal tercümesinde böyle
bir soruşturma kaydı bulunmamaktadır. Bkz. Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, IV, 168.
133
Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1. Bu yazı kısaltılarak Mizanu’l-
Hukuk tarafından iktibas edilmiştir. Bkz. “Şeriat İsteriz”, Mizanu’l-Hukuk, nr. 20, 25 Şubat 1324, s.
222-223.

208
indirgeyecektir. Yıldız’da da yankı yapan 134 bu yazı İstanbul ve taşra uleması
arasında büyük tepkiyle karşılanmıştır.

Hüseyin Cahit’e göre “istibdada, anarşiye ric‘at demek olan bir hareket-i
mezmûmenin en son şekli ‘şeriat isteriz’ namı altında ortaya çıkan lakırdıdır”;
“hissiyat-ı diniye gayet muazzezdir”, bu sloganı işiten herkes “bilâ-ihtiyar bu arzuya
müncezib oluyor, bu temenniye bilâ-tereddüt iştirak ediyor. Çünkü şeriatı istememek
kâbil midir?”. “Şeriat isteriz” sloganının toplum nezdindeki gücünü ve siyasi bir
tehlike mahiyeti kazanma potansiyelini bilen Hüseyin Cahit, bu talepleri ortodoksluk
propogandası yapan bir Rum gazetesinin faaliyetlerine benzetmekte, “din ve ahiret
ile zerre kadar alakası olmadıklarında şüphe olmayan birtakım gizli ağızlar”ın
fısıldadığı “şeriat isteriz” cümlesinin saf müminlerin kalbinde makes bularak “bir
tarraka-i ra‘d-âmiz şeklinde” yükseldiğini söylemektedir. Vicdanları temiz, kalpleri
saf kimselerin “şeriat kisvesi altında” aldatılmaması için bunların “nazar-ı intibâhını
açmak” gerekir 135.

Hüseyin Cahit’e göre “şeriat isteriz” diye feryat etmek “hava isterim” diye
haykırmak gibidir. Önce altı yedi aydan beri şeriata ne halel getirildiği
gösterilmelidir. Yazarın nasihati şöyledir: “Zamanımızın nezâketini, vatanımızın
nasıl müşkilata maruz bulunduğunu, düşmanlarımızın nasıl çalıştıklarını düşünelim.
Müteyakkız ve mütenebbih olalım. Şeriatımız tekmil kuvvet ve azametiyle yerinde
dururken ve ilâ-maşaallah duracak iken beyhude heyecanlara kapılarak
düşmanlarımızı sevindirmeyelim”. Yazısında “ahkâm-ı şer‘iye” ile ilgili bir

134
“Şeriat İsteriz” yazısının Yıldız’daki yankısı diğer tepkilerden hayli farklıdır. Hüseyin Cahit’in
Hüseyin Hilmi Paşa’dan aktardığına göre II. Abdülhamid bu yazı üzerine sadrazama “Bana niçin
itimat edilmiyor?” diye sormuştu. Hüseyin Cahit, II. Abdülhamid’in yazıda geçen “tepe”
benzetmesinden ötürü “kuşkulanmasını” alınganlığına ve vesvesesine örnek olarak gösterir. Padişah
aynı görüşmede Hüseyin Cahit’i daha yakından tanımak istediğini de belirtmiş, ancak bu görüşme
gerçekleşmemiştir. Bkz. Hüseyin Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet - Müvesvis Bir Padişah”, Yakın
Tarihimiz, III, 75-76. II. Abdülhamid’in dikkatini çeken şu paragraf olmalıdır: “… Kör Alilerle
başlayan hadisât-ı irticaiye henüz munkatı olmamıştır. Bu bir silsile-i meş’ûme halinde devam edip
gidiyor. Deniz altında kalan bir silsile-i cibâlin tekmil parçaları göze görünmez. Bunun ancak pek
sivrilen tepeleri birer ada halinde öteden beriden yükselir. Fakat bir nazar-ı tedkik bu zerrelere
bakarak silsile-i cibâlin istikametini adeta hatve be-hatve takip edebilir. İşte meşrutiyet ummanı içinde
çok kere nihân, fakat bazen ayân bir halde imtidâd eden silsile-i istica bu kabîldendir. Pek göze çarpan
tezahürâtı nazar-ı tedkik önünde tutulacak olursa bunların hepsinin aynı bir asla merbût bulunduğu
anlaşılmakta güçlük çekilmez” (Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1;
ayrıca bkz. Hüseyin Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet - Müvesvis Bir Padişah”, Yakın Tarihimiz, III,
76.
135
Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1.

209
değerlendirme 136 de yapan Hüseyin Cahit’e göre “sekiz on asırdan beri tatbikine
imkân bulunmamış olan şu hudud-ı şer‘iye için şeriat pây-mâl ediliyormuş gibi
imzalar toplamağa kalkışmak, tahrikâtta bulunmak, teşviş-i ezhâna sebep olmak” işin
içinde mutlaka bir “fesad”, bir düşman parmağı olduğunu gösterir 137. Hüseyin
Cahit’in sonu tehditle biten şu sözleri konumuz bakımından merkezi önemdedir:

“Şu tahrikâtın tanzim olunacak kavânînin esası fıkıhtan istinbât olunması şeklini de
aldığı işitildi. Meclis-i Mebusan’da memleketimizin her tarafından gelmiş bu kadar
hocalar, müftiler varken sokaktaki berberin, bakkalın, hallacın, kalemdeki kâtibin
yahut medresedeki talebenin böyle bir işe karışması had-nâ-şinâslıktan başka bir şey
değildir. Herkes vazifesini bilmeli. Yoksa sonu pişmanlıktır” 138.
Gerek Meclis-i Mebusan’daki, gerekse Kanun-ı Esasi Encümeni’ndeki
gelişmelerden haberi yokmuş gibi kalem oynatan Hüseyin Cahit “kavânînin esası
fıkıhtan istinbât olunması” meselesini hatıralarında, “yapılacak kanunların şer‘-i
şerife uygun olmasını istemek, milletin kanun yapmak hakkını kaldırmak demektir.
Dünya işlerine din hâkim olduktan sonra teşriî kuvveti olan Mebuslar Meclisi’ne ne
lüzum kalırdı? Böyle bir mecliste hıristiyan mebusların yeri ne olurdu? Bu mevkide
‘şeriat istiyoruz’ diyerek bayrak açmak ‘meşrutiyet istemeyiz’ demekten başka bir

136
Hüseyin Cahit’in “ahkâm-ı şer‘iye” hakkındaki değerlendirmesi şöyle: “Ahkâm-ı şer‘iye” uhrevi
ve dünyevi olarak ikiye ayrılır. Kimsenin namaz kılmasına, hacca gitmesine karışılmıyor, demek ki
şeriatın uhrevî ahkâmı tamamıyla mevcuttur. Dünyevî ahkâmın muamelatla ilgili kısmı Mecelle ile
tayin edilmiştir. Mecelle’nin esası “fıkh-ı şerif” olduğundan bu hususta da itiraz edilecek bir nokta
yoktur. Dünyevi ahkâmın “ukubât” kısmından “te‘âzir-i şer‘iye kâmilen alınmıştır. Kanun-ı Cezalar
bundan başka bir şey değildir”. Geriye sadece “hadd”ler kalır. Bu kısmı kendi kaleminden okuyalım:
“Evet, bugün sârikler için hadd-i şer‘î yapılmıyor, recm yapılmıyor, hadd-i şürb yapılmıyor. Fakat
bugün yapılmadığı gibi sekiz on asırdan beri de yapılmamış olduğu unutulmamalıdır. Çünkü hadis-i
şerif iktizâsı olarak hudud-ı şer‘iye ednâ şüphe ile mündefi‘ olur. Bir hırsız ‘ben bu malı çalmadım,
aldım’ dese kâbil değil elini kesemezsiniz. Çünkü şüphe hâsıl olmuştur. Çünkü Hazreti Peygamber’in
hadis-i hikmet-beyânı ufak bir şüphe üzerine hadd-i şer‘înin mündefi‘ olmasını icâb eder. Recm icra
etmek için de o kadar kuyûd ve şerâit vardır ki fiilen gayr-ı kâbil-i icradır. Hadd-i şürb de böyledir.
Ağzı rakı kokan, sendeleyerek yürüyen bir sarhoş bunu ilaç olmak üzere içtim dese hadd-i şer‘î
mündefi‘ olur. Görülüyor ki faraza hadd-i sirkati icra edebilmek ancak bir adamın gelerek ‘ben bu
malı çaldım, alınız elimi kesiniz’ demesine mu‘allak kalmış gibi bir şeydir” (Hüseyin Cahit, “Şeriat
İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1). Hadlerle ilgili aynı istikamette, fakat daha geniş
açıklamalar için aynı gün çıkan başka bir yazıya bkz. “Şeriat İsteriz”, Şura-yı Ümmet, nr. 148, 17
Şubat 1324, s. 1.
137
Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1. Hüseyin Cahit’in düşman
parmağıyla ilgili “koyu, kör taassubun ne kudurmuş, çılgın, zalim bir kudret olduğunu biliyoruz. İşte
şimdi İstanbul böyle bir yangına tutuşturulmak isteniyordu. Bunu kimi yapıyordu? Memlekete bir
dakika bile rahat imkânı bırakmayan, yeni rejime nefes aldırmayan bu karıştırmalar, tutuşturmalar
kimin yahut kimlerin kafasından veyahut kesesinden çıkıyordu? Meçhul!” ifadeleri için bkz. Hüseyin
Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet - Müvesvis Bir Padişah”, Yakın Tarihimiz, III, 76. Ayrıca bkz.
“Şeriat İsteriz”, Şura-yı Ümmet, nr. 148, 17 Şubat 1324, s. 1.
138
Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1.

210
mâna ifade etmezdi” 139 şeklinde anlatmaktadır. Bununla beraber yukarıda
aktardığımız üzere 2 Mart 1909’da Meclis-i Mebusan’daki hocaları, müftileri öne
sürerek konuyu bağlamaktaydı 140.

Hüseyin Cahit’in “Şeriat İsteriz” yazısı, ilmiye çevrelerinde büyük bir tepkiyle
karşılanmış, hakkında çok sayıda reddiye yazılmış, mahzarlar tertip edilmiştir.
Çalışmamızın kapsamını aştığı için tek tek zikredemeyeceğimiz bu tepkilerde şeriatın
hafife alınması, ulemanın ve talebe-i ulûmun küçümsenmesi, müslüman ahalinin
meşru bir şekilde dile getirdiği taleplerin “Kör Ali vakası”na benzetilmesi veya irtica
olarak değerlendirilmesi öne çıkmaktadır 141. Ayrıca işaret etmek istediğimiz dikkat
çekici bir tepki, Mekteb-i Hukuk’taki Osmanlı kamu hukuku derslerinde Tanzimat
döneminde hukuk ve siyaset sahasındaki yenilikleri şer‘î bir bağlamda izah etmeye
çalışan Kemal Paşazade Said’den gelmiştir. Ona göre Tanin, ayrılık çıkararak
“irticaiyyun”a uygun bir zemin hazırlamıştır 142.

139
Hüseyin Cahit, “Kudretsiz Bir Hükümet - Müvesvis Bir Padişah”, Yakın Tarihimiz, III, 76.
140
Hüseyin Cahit, “Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 210, 2 Mart 1909, s. 1. Babanzade İsmail Hakkı, Ahmed
Rasim Efendi’nin 31 Mart’taki nutuklarından bahsederken, benzer ifadeler kullanır: “… Meclis-i
Mebusan’a itirazları yok imiş. Fakat mebusların dindar olmaları icab eder imiş. Hüseyin Cahit Bey
şeriat hakkındaki makalelerini kimseye yutturamaz imiş. Meclis-i Mebusan’da isimleri kendilerince
mazbût daha pek çok dinsizler var imiş. Avrupa’dan ne pervâmız olabilir. Avrupa bize ne karışır imiş.
Meclis’te Ahmed Rasim Efendi’ye senelerce ders okutmağa muktedir ulema-yı salihîn var iken Rasim
Efendi’nin bu nutku pek bi-mâna idi. Ahkâm-ı fıkhiyeye gelince zaten Meclis-i Mebusan şeriat-ı
garrâ-yı Ahmediyeden ne derece iktibas-ı ahkâm eylediğini fiilen âsâr-ı müte‘addidesiyle ispat etmedi
mi?... Şeriat-i İslâmiyeye tecavüz, şeriatı istihfaf etmek zaten Mecliste kimsenin hatırına gelmemiş
iken isnadât ve ittihamâtın a‘zamı ve binâenaleyh kebâirin eşna‘ı olan küfrü azanın bazısına hem
suret-i mübhemede bilâ-delil, bilâ-beyyine atf etmek acaba küfür derecesinde bir cinayet değil
midir?”. Bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Cehennemi Bir Gün”, Selanik’te çıkan Tanin’den aktaran
Yeni Gazete, nr. 251, 1 Mayıs 1909, s. 4.
141
Mesela yazıyı on madde halinde, cümle cümle eleştiren bir yazı için bkz. M. Hilmi (İlmiyeden),
“Şeriat İsteriz Unvanı Altında İstemeyiz Fikri”, Volkan, nr. 70, 6 Mart 1909, s. 3-4; nr. 71, 11 Mart
1909, s. 4. Başka bir örnek: Fehim (İlmiyeden), “Tanin’in Tecavüzâtını Red”, Volkan, nr. 63, 4 Mart
1909, s. 1-2. Aynı sayıda Şeyhülislamlık ve ruhaniyet/rahbaniyet meselesinden ötürü Elmalılı Hamdi
Efendi tenkit edilmektedir. Bkz. “Rahbaniyet, Ruhaniyet”, Volkan, nr. 63, 4 Mart 1909, s. 4.
142
“Tanin-i matbuat, tanin-i vifâk olmak iktizâ eder iken tanin-i şikâk olmak; serbesti-i matbuat,
serbâzî-i tecavüzât haline gelmek nasıl tecviz olunur?! Zann-ı acizanemce şimdiki hal-i ihtilaf ve
tezad irticaiyyun için pek güzel bir şahrâh-ı muvaffakiyettir”. Bkz. [Kemal Paşazade Said], “Ahvâl-i
Siyasiye”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 10027, 13 Mart 1909, s. 1-2.
Ali Birinci’nin, 31 Mart öncesinde Tanin’in ve Hüseyin Cahit’in oynadığı role ilişkin tespitini burada
zikretmeliyiz: “31 Mart Vakâsı’nda İstanbul’da amme efkârını ısıtan, bir fırtına gibi eserek alt-üst
eden ve hallaç pamuğu gibi atan, ifade edilenin aksine, muhalif gazetelerden çok, 1 Ağustos 1908’den
itibaren çıkarılan Tanin gazetesi olmuştu… Hüseyin Cahit’in [kavgayı esas alan] bu felsefeyle
savurduğu keskin ve sivri kaleminin cemiyetin hangi hassas duygu ve düşüncelerine darbe
vurduğunun muhasebesi henüz yapılmamıştır”. Bkz. Ali Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”,
s. 225.

211
Hüseyin Cahit’in yazısından bir hafta sonra, Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye’nin
yayın organı Beyanu’l-Hak, iki tarafı da gözeten çok dikkatli bir dil kullanarak, bir
girişimin sebeplerini araştırmadan hemen hüküm verilmemesi gerektiğini ve
gazetelerin girişimin lehinde ve aleyhinde olanların “efkârını teşviş ve tehyic”
ettiğini belirtmiş; “ahalinin mutâlebe-i ahkâm-ı şeriat maddesi”nin “içyüzü”nü
açıklamıştır: Osmanlı Devleti’nin dini din-i İslâm’dır. “Âlem-i İslâm’da üssü’l-
kavânîn, kanun-ı celîl-i şer‘î” olduğundan yapılacak kanunların “ahkâm-ı şer‘iye
dairesi dahilinde bulunması lâzım ve tabiidir”. Bunu dikkate alan Meclis-i Mebusan
Kanun-ı Esasi Encümeni tarafından Kanun-ı Esasi’ye “kavânînin ahkâm-ı fıkhiyeden
ahz edileceği ilave edilmiş”tir. Mebusların bu girişimi “efkâr-ı umumiyeye büyük bir
meserret bahş eylediğinden herkeste samimâne bir teşekkür hissi uyanmıştır. İşte bu
hissin tesiri neticesi olarak üç zat bir teşekkürname tanzim eylemeyi ve iki yüz kadar
zata temhir ettirdikten sonra Meclis-i Mebusan’a takdim etmeyi tasmim ve teşebbüs
eylemişler”. İyi niyetten ibaret olan bu girişim büyük bir teveccühe kavuşmuş, iki
gün içinde genişleyerek “şeriat isteriz” şeklinde birbirinden habersiz mazharların
hazırlanıp mühürlenmesine yol açmıştır. Bu girişim iyi niyetli, fakat “bi-lüzum ve
hâsılı tahsil olduğunda şüphe yoktur”. Gazetelerin meselenin hakikatini öğrenmeden
indi mütalaalarla “aleyhte olanları tedhiş”, “lehte bulunanları tehyic eylemeleri”,
“iştirak edenleri tahkir ve bir maksad-ı gayr-ı meşru‘un hadimi olarak göstermeleri”,
“hatta bi-muhâbâ dinsizlikle ittiham edilmeleri pek tecavüzkarane harekettir” 143.

Beyanu’l-Hakk’ın açıklaması Tanin tarafından da iktibas edilmiştir. Bu bir


bakıma Mustafa Sabri ve Elmalılı Hamdi efendilerle Hüseyin Cahit’in buluştukları

143
“Müteferrika: Şeriat İsteriz”, Beyanü’l-Hak, aded 23, 23 Şubat 1324, s. 541-542. Rıdvan Özdinç,
ilmiyeden M. Hilmi’nin “ulemânın şeriat ile irtica arasında kurulan münasebeti fark etmeye başladığı
bir zaman dilimi”nde yazılmış “Şeriat İsteriz Unvanı Altında İstemeyiz Fikri” başlıklı makalesinden
“şu son günlerde efkâra hizmet etmeyen kimselerin her hareketine isnad edilmesi moda hükmüne
girmiş olan irtica, hürriyet aleyhine, istibdada ric‘at, meşrutiyeti ihlal gibi muhtelif şekildeki iftiralar
elde hazır bulunan yağlı karalar millet-i İslâmiyenin mebusan-ı kirâma takdim ettikleri mazbataya da
sürülmek isteniyor” şeklindeki çarpıcı ifadeleri iktibas ettikten sonra; meşruiyet telakkileri
bakımından da anlamlı şu tespiti yapıyor: “31 Mart Vakası’nda taraf gözükmek istemeyen veya İttihad
Terakki ile birlikte hareket eden ulemâ bilerek veya bilmeyerek şeriat ile irtica arasında eşitlik ve bu
eşitlikten hareketle dinî olanın hürriyete karşıt olduğu fikrinin yerleşmesine sebep olmuştur.
Hürriyetin karşısına yerleştirilen her şeyin devrin karanlık tarafına düştüğü bu demlerde ‘irtica’,
‘şeriat’, ‘istibdat’ kolaylıkla ‘hürriyet’, ‘meşrutiyet’in karşı cephesine saf tutturularak tasfiyeye tâbi
tutulmuştur”. Bkz. Rıdvan Özdinç, “II. Meşrutiyetin İlanında Hürriyet ile Dinî Mübâlâtsızlık Arasında
Osmanlı Ulemâsı: ‘Birader! Biz Ne Ebusuud Efendi’yiz, Ne De Birgivi’”, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, V/22, 2012, 302.

212
noktayı da göstermektedir. Beyanu’l-Hak gibi Tanin de bu girişimi iyi niyetle
yapılmış, “bî-lüzum ve hâsılı tahsil” olarak değerlendirir. Halktan ortak ricaları,
“Meclis-i Mebusan memleketin her nokta-i nazardan menâfi‘ ve levâzımı takdir
etmekte ve ona göre hareket eylemekte olduğundan bu gibi bî-lüzum teşebbüsâtta”
bulunulmamasıdır 144.

Hüseyin Cahit, Tanin’de yer verdiği bu açıklamadan sonra, başka cephelere


yönelerek İslamcılarla açtığı cepheyi kapatmış görünmektedir. Birkaç gün sonra
Kanun-ı Esasi’nin tadili meselesine; gerek döneminde, gerekse sonraları çok tepki
çeken “millet-i hakime” söylemi çerçevesinde temas edecektir. Bir Rum gazetesi
gayrımüslimlerin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne iyi gözle bakmamasını birkaç
noktaya toplar: Cemiyet’in varlığını devam ettirmesinin meşrutiyete aykırı oluşu,
“millet-i hakime” tasavvurları, gayrımüslimlerin hukuk ve imtiyazâtının tehdit
olunması. Herbir meseleyi önceki yazılarına atıflarla ele alan Hüseyin Cahit “millet-i
hâkime” meselesini şöyle açıklar:

“Millet-i hakime tasavvurâtına gelince; bundan bahsettiğimiz makalede 145 izah


olunduğu üzere bundan hiçbir zaman müsavata, adalete muhalif harekât ve imtiyazât
mânası çıkarmak icâb etmez. Zaten Parlamento usûlüyle idare olunan memleketlerde
millet-i hâkime demek ekseriyet demek değil midir? Kanun-ı Esasi işte değişti. Bugün
Mecliste haiz-i ekseriyet olduğu inkâr kabul etmeyen İttihat ve Terakki Fırkası Kanun-
ı Esasi’nin tadilinde Parlamento usûlünden başka bir rehbere tâbi oldu mu? Anâsır-ı
sâireyi ezmek fikrinde bulunsa idi Kanun-ı Esasi’ye böyle kayıtlar koymaz mıydı?
Mademki ekseriyeti haizdir, bundan kendisini kim men edebilirdi? Demek oluyor ki
Cemiyet’te böyle bir fikr-i tagallüb katiyyen yoktur. Devletin din-i resmîsi İslâmiyet,
lisan-ı resmîsi Türkçe olmak gibi hususâta münhasır olan hakimiyet-i milliye [millet-i
hâkime] terkibini böyle bir korkuluk addile daima onun etrafında dönüp dolaşanlar
mutlaka hüsn-i niyyetten biraz mahrumdurlar. Bunu vesile addetmek istiyorlar” 146.
Bu tespitten yola çıkarak, buraya kadar çatışmalar, fikir ayrılıkları ve anlaşma
zeminlerini ayrıntılarıyla aktarmaya çalıştığımız; İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı
altında toplanan, birbirinden çok farklı iki temayülün Kanun-ı Esasi tadili

144
“Şeriat İsteriz”, Tanin, nr. 220, 12 Mart 1909, s. 2; “Müteferrika: Şeriat İsteriz”, Beyanü’l-Hak,
aded 23, 23 Şubat 1324, s. 542.
145
Büyük yankı uyandıran bu yazı için bkz. Hüseyin Cahit, “Millet-i Hâkime”, Tanin, nr. 97, 7
Teşrin-i sani 1908, s. 1. Bu konuda dikkatlerden kaçmış bir yazı için bkz. Baban Mustafa Zihni, “Yine
Millet-i Hâkime Bahsi”, Tanin, nr. 100, 10 Teşrin-i sani 1908, s. 1.
146
Hüseyin Cahit, “Ziyafet Münasebetiyle”, Tanin, nr. 223, 15 Mart 1909, s. 1. Yazıyı şöyle
bağlamaktadır: “Hukuk ve imtiyazâtın tehdidâtı lakırdılarının da boş bir gürültüden ibaret olduğu bin
kere temin edilmiştir. Şu halde bu vâhi esbâbı ileriye sürenlere mutlaka bunların arkasında başka
birtakım maksad takip ediyorlar demeye ve şüphe etmeye mecburuz. Cemiyet’in zaten ismi ittihattır.
Memleketin selameti ittihatta olduğunu bilmeyen var mıdır?” (aynı yer).

213
meselesinde İslâmiyet, Türkçe ve “millet-i hâkime” olarak müslümanlar/Türkler
noktasında uzlaşma sağladıkları söylenebilir. Yıllar sonra, başka şartlar altında ve
döneme mahsus unsurların altını çizerek de olsa Hüseyin Cahit’in memleketin
mukadderatı ile meşrutiyet prensipleri arasında kurduğu ilişki, hep akılda tuttukları
bir çelişkiye işaret ediyor: “Memleket yalnız Türkler için ‘vatan’ idi… memleketin
mukadderâtına hâkim olmak ve en esaslı kararlar almak hakkı Türk’ün elinde
bulunmak bir zaruretti. Fakat bu zarureti, ilân edilen Meşrutiyet prensiplerile nasıl
bağdaştırmalı idi?” 147 Kanaatimizce Kanun-ı Esasi çerçevesindeki arayışlar,
meşrutiyetin bu büyük sorunun yükü altında algılandığına verilebilecek en iyi
örnektir. Gayrımüslim unsurların - ki gerek telaffuz edilmesinden kaçınılsın, gerek
imaen veya açıkça ifade edilsin hak ve geleceklerinin uluslararası teminat altında
bulunduğuna dair kanaat hayli yaygındır- siyasal katılımlarının Parlamenter sistemin
kurumlarıyla sağlanacağı, ayrıca haklarının şeriatın teminatı altında olduğu ikna veya
izah sadedinde çokca işlenmiştir. Geriye İttihat ve Terakki içindeki yarılma kalır ki,
Kanun-ı Esasi’nin tadili öngörülen maddeleri ve gerekçe üzerinden bakıldığında
bunlar arasındaki uzlaşma hakimiyet-i milliye telakkisi ile İslâmi öğelerin
mezcedilmesiyle sağlanmış görünmektedir. Hüseyin Cahit ile Elmalılı Hamdi
Efendi’nin çıkış noktalarından ödünç alarak, “hakimiyet-i milliye” telakkisinin
“kisve-i şer‘iye”ye büründürüldüğünü söyleyebiliriz 148. İki tarafın da ana hatlarıyla
çıkan sonuçtan memnun oldukları, siyasi şartların el verdiği ölçüde kendilerini

147
“… memleketi kurtaracak biricik çare diye yıllardan beri arkasında çıldırmış olduğumuz
Meşrutiyet için en büyük tehlike Osmanlı camiası içindeki Türkten gayri unsurlardan geliyordu. Zira
memleketi yegane benimsemiş unsur, memleket için samimi surette her fedakârlığa katlanacak, her
zahmeti çekecek unsur Türklerdi. Memleket yalnız Türkler için ‘vatan’ idi. Vatan kelimesi ağızdan
çıktığı zaman buna yalnız Türk’ün kalbi cevap veriyordu”. Hüseyin Cahit Bulgar, Rum, Ermeni, Arap,
Arnavut için vatanın ne ifade ettiğini kendi zaviyesinden saydıktan sonra sözü şöyle bağlıyor: “Şu
halde memleketin mukadderâtına hâkim olmak ve en esaslı kararlar almak hakkı Türk’ün elinde
bulunmak bir zaruretti. Fakat bu zarureti, ilân edilen Meşrutiyet prensiplerile nasıl bağdaştırmalı idi?
Meşrutiyet, çoğunluğun hükümeti olduğuna göre, çoğunluğu haiz olmayan -gerçekten de o zaman
diğer unsurların nüfusu Türklerden fazla idi- bir unsuru hükümetin başında tutmak nasıl kâbil
olacaktı? İşte meşrutiyet bu halledilmez meselelerle karşılaştı. İşte İttihat ve Terakki bu kayaya
çarparak parçalandı ve mahvoldu. Meşrutiyet tarihi, tehlikeyi anlayan Türk’ün, unsurlar tufanı içinde
boğulmamak için çırpınmasının tarihidir”. Bkz. Hüseyin Cahit Yalçın, “Türkiye’ye Yaşatmak ve
Batırmak İsteyenler”, Yakın Tarihimiz, II, 214.
148
İsmail Kara’nın, Elmalılı Hamdi Efendi tarafından kullanılan “kisve-i şer‘iye” benzetmesi
hakkındaki yorumu şöyledir: “Kanun-i Esasi tadil komisyonunda da yer alan Elmalılı Hamdi
Efendi’nin durumu tasvirde başarılı olan bu yazısındaki [“Makale-i Mühimme”] ‘kisve-i şer‘iyeye
büründürme’ ifadesi bir açıdan İslâmcıların takip ettikleri siyaseti, diğer açıdan da bu ameliyenin
sunîliğini gösteriyor gibidir” (İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, 186-187).

214
kazançlı gördükleri anlaşılmaktadır. İktibas ettiğimiz paragrafta “millet-i hâkime”
yerine “hakimiyet-i milliye” denilmesinin bir dil/kalem sürçmesi olup olmadığı;
esasa inildiğinde “hakimiyet-i milliye”den müslümanların/Türklerin üstünlüğünün
mü anlaşıldığı düşünülmeye değerdir 149.

31 Mart sonrası 150 şartlar Mustafa Sabri Efendi’nin ifadesiyle “unsur-ı ilmî” ile
“unsur-ı siyasi”yi birbirine daha da yaklaştırmıştır. 31 Mart’tan sonra, Meclis-i
Mebusan’da Kanun-ı Esasi tadilleri ele alınırken Encümen’in nokta-i nazarını
belirtmek üzere, mazbata muharriri Elmalılı Hamdi Efendi ile birlikte en fazla söz
alan isimler arasında Mustafa Sabri ve Hüseyin Cahit öne çıkacaktır. Bu yakınlaşma,
Beyanü’l-Hakk’ın, Hüseyin Cahit’in Tanin’de yayınladığı “Din” başlıklı makaleyi
iktibas etmesi derecesine kadar varmıştır. Hüseyin Cahit’in mesai arkadaşlarından,
Tanin ailesinin önemli üyelerinden Muhittin Birgen’in belirttiği gibi bu tür yazıları,
siyasi oportünizm ürünü olarak değerlendirilebilir 151. Mustafa Sabri Efendi, bunun
farkında olarak veya olmayarak Hüseyin Cahit ve “Din” makalesi 152 hakkında övgü

149
Bu noktada Lütfi Fikri’nin “Avrupa meşrutiyetlerinin dinle olan rabıtaları başkadır, bizim
meşrutiyetimizin dinimizle olan rabıtası başkadır, biz Avrupalılarla aynı kelimeler altında katiyyen
aynı şeyleri murad edemiyoruz” şeklindeki tespiti hatırlanabilir. Bkz. Lütfi Fikri, Osmanlı Tarih-i
Siyasisi, birinci kısım: Meşrutiyet-i Osmaniyenin menşeleri, İstanbul, Kader Matbaası, 1329, I, 85.
Lütfi Fikri’nin tamamlanmamış bu eseri meşrutiyetin kaynağı meselesini müstakil olarak tartışan
istisnai bir metindir.
150
31 Mart’tan hemen sonra Cemiyet-i İlmiye’nin kaçan mebusları istifa etmiş sayan beyannamesine
Hüseyin Cahit tepki göstermiştir (Sina Akşin, 31 Mart Olayı, İstanbul, Sinan Yay., 1972, s. 142).
Ancak Beyanname esasen Meclis-i Mebusan’ın konumunu korumasını gözetmekte, kaçışın önüne
geçmeyi hedeflemekteydi. Kısa süre içinde can tehlikesi altında kaçanların kastedilmediği de
belirtilmiştir (Akşin, age, s. 109-111). Her ne kadar Akşin, bu tevili ikna edici bulmuyorsa da (Akşin,
age, s. 111) kanaatimizce bu, pürüzler kadar uzlaşma arayışına da işaret eder.
151
Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene - İttihat ve Terakki Neydi?, s. 361.
152
Hüseyin Cahit, “Din”, Tanin, nr. 291, 24 Haziran 1909, s. 1; Mustafa Sabri, “[Hüseyin Cahit,
Din]”, Beyanü’l-Hak, aded 31, 15 Haziran 1325, s. 716-718. Hüseyin Cahit’in cehalet ve taassubdan
arındırılmış “hissiyât-ı diniye” ile hilafetin önemini vurguladığı bu yazıdan bazı kısımları aktarıyoruz:
“Tarihimizi, ahlâkımızı, fıtratımızı tedkik edenler bilâ-tereddüt hükmederler ki bu memleketin iki
temeli vardır: Biri din, diğer askerlik. Şu halde bütün terakkiyât ve teceddüdâtımızda bu hakikati
daima göz önünde bulundurmalıyız. Hey’et-i ictimâ‘iyemizin bizi saadet ve selamete götürecek bi’l-
cümle tekemmülâtı bu temellere istinâd etmeyecek olursa kuracağımız uhuvvet, meşrutiyet, hürriyet
binaları pek çabuk zîr ü zeber olur… biz kendi kardeşlerimizin kalbine hakim olmak istersek o
kalplerin münkâd olduğu hissiyât-ı diniyeyi bir kat daha tahkim ve takviye etmekle meşrutiyetimizi,
istikbalimizi temin etmiş olacağımıza hiç şüphe etmemelidir… düşmanların vatanın selamet ve
saadetine muzır olmak üzere bir an-ı kalîl için istimal ettikleri hissiyat-ı diniye gibi muazzez,
muhterem, mehîb ve muazzam kuvveti meşrutiyet ve hürriyet için kullanmalıdır. Bu babda hiçbir
mânia, hiçbir müşkilata tesadüf etmeyeceğiz. Çünkü ahkâm-ı şer‘iye ile ahkâm-ı meşrutiyet tamamiyle
birbirine muvâfıktır… gazete okumayanlarımızın, kitaplardan bir şey anlamayanlarımızın, daha
tebeddül-i idarenin bile farkına varmayarak ne olduğunu bilmeyenlerimizin kalp ve ruhuna tebeddül-i
idareyi, meşrutiyeti o pek anlayacağı lisan ile sokacak olan vatandaşlarımız ise müntesibîn-i ilmiyedir,

215
dolu sözler sarfetmiştir. Mesela Ali Kemal ile karşılaştırması şöyledir: Ali Kemal,
her makalesinde “kavâid-i şer‘iyeden birine dokunacak bir mânaya veyahut bir tabire
temas etmeden yazmazdı”; Hüseyin Cahit’in yazılarında ise “-bilâ-istisna
diyebilirim- ben bu şaibeleri hissettiğimi hatırlamıyorum” 153. Hüseyin Cahit’in “Din”
makalesi ise “bi’l-umûm ulema-yı İslam üzerinde pek büyük bir hüsn-i tesir icra”
etmiş, Fatih’ten ve diğer ilmiye merkezlerinden “kelimât-ı memnuniyet-kârâne”
işitilmiştir. Mustafa Sabri aralarındaki ilişkinin psikolojik boyutuna ilişkin önemli bir
tespitte de bulunur: “… memleketimizin siyasetini menâfi‘-i umûmiyeye hizmet
edecek bir surette idare etmek isteyen eller için müslümanları, müslümanların
ulemasını memnun etmek pek kolaydır. Hissiyat-ı diniyelerini okşamak, hatta
ulemanın kendilerini değil, arz ettiğim vechile hissiyat-ı diniyelerini okşamak kafi.
Demek ki bu adamlar için menfaat-i diniyeden başka menâfi‘-i hususiye yoktur.
Dinlerine hürmet edenlere dost ve etmeyenlere düşman olurlar”. Mustafa Sabri,
“Din” makalesini “unsur-ı dinîmizle unsur-ı siyasimizin arasında atılmış bir hatve-i
mukârenet gibi telakki ederek bu sayede her iki taraf arasında kısmen mevcut olan -
bigânelik demeyeyim- anlaşılmazlığın ortadan kalkmasını” ve el ele vatan için
hizmet edilmesini temenni eder 154. Şartların dayattığı bu iyi ilişki, Meclis-i
Mebusan’ın ikinci yasama dönemi içinde bozulacak ve karşılıklı hakaret ve ifşaata
kadar varacaktır. Fırkalaşma ve ulemanın bir kısmının muhalefete doğru çekilmesi
meşruiyet meselesini de fırkalaşmaya bağlı bir unsur olarak gündelik siyasi
çekişmelerin parçası haline getirecek; en azından ulemanın bölünmesi farklı izah
çerçevelerine ihtiyaç gösterecektir.

hocalarımızdır… dest-i terbiyetlerine düşen bu kardeşlere din ve şeriat ile birlikte meşrutiyet ve
hürriyeti öğretseler o zaman saltanat ve hilafet-i Osmaniyenin istinâd ettiği temel cidden tahkim
edilmiş olur… her şey padişah ve halife için, padişah ve halife de millet ve vatan, meşrutiyet ve
hürriyet için!” bkz. Hüseyin Cahit, “Din”, Tanin, nr. 291, 24 Haziran 1909, s. 1. Seri şeklinde yazdığı
yazıların diğer ikisi için bkz. “Asker”, Tanin, nr. 290, 23 Haziran 1909, s. 1; “Padişah”, Tanin, nr.
292, 25 Haziran 1909, s. 1.
153
Burada aralarındaki ilk polemiğe dikkat çekilebilir. On bir yıl önce, Hüseyin Cahit’in “Arabdan
İstifade Edeceğimiz Ulûm” başlıklı yazısı üzerine Mustafa Sabri İslâmî ilimlerin istihfaf edildiği
gerekçesiyle sert bir yazı kaleme almıştı. Yazı şöyle bitiyordu: “ulûm-ı Arabiye erbâbına mübarek
olsun öyle mi? Size de Avrupalılaşmak mübarek olsun diyecektim, amma mübarek kelimesine
acıdım”. Bkz. Hüseyin Cahit, Kavgalarım, İstanbul, Tanin Matbaası, 1326, s. 114. Hüseyin Cahit,
kitabın çıktığı 1910 yılında, polemik yazılarının sonuna eklediği notta bu yazıya niçin cevap
vermediğini “tehdit”, “feveran-ı taassub ve cehalet” kelimeleriyle açıklıyor.
154
Mustafa Sabri, “[Hüseyin Cahit, Din]”, Beyanü’l-Hak, aded 31, 15 Haziran 1325, s. 718-719.

216
3.3. Tadillerin Teminatı Olarak Pirizade Sahip Molla Beyannamesi ve Bir
Yorumu
Kanun-ı Esasi tadillerinin nasıl temellendirileceği sorunu yukarıda
aktardığımız gibi hayli sancılı bir süreçte, çok boyutlu bir tartışma üzerine Kanun-ı
Esasi Tadil Encümeni mazbatasıyla çözümlenebilmişti. Meşruiyet meselesinin hukuk
metinleri zaviyesinden esasları bu mazbatada bulunabilir. Bunun nasıl kurulup nasıl
seyrettiğine ilişkin açıklamalardan sonra özel bir dikkate dayanan bir telif
girişiminden de bahsetmek istiyoruz. Bu girişim, “Tanin sütunlarında yazı yazıp da
bariz bir surette İslamcı olan” 155 Babanzade İsmail Hakkı’nın Şeyhülislâm Pirîzade
Sahib Molla Bey’in beyannamesi hakkındaki mufassal değerlendirmesidir 156.

Şeyhülislâm Sahib Molla’nın beyannamesi, Kanun-ı Esasi tadillerinin -Sahib


Molla’nın da üyesi olduğu- Meclis-i A‘yân’dan çıkmasından ve Meclis-i A‘yân ile
Meclis-i Mebusan’ın tatil edilmesinden iki gün sonra yayınlanmıştır. Kanaatimizce
bu zamanlama bilinçli bir tercihtir. Siyasi merkezin doğrudan etkisi altında meydana
çıkan Beyanname’ye karşı Meclis kürsüsünden dile getirilebilecek aykırı yorumların
önü alınmak istenmiş gibidir.

Siyasi merkezin etkisi Babanzade’nin aşağıda bahsedeceğimiz bazı


yorumlarından anlaşılabileceği gibi Beyanname’nin Tanin’deki başka bir yankısını
da zikredilebiliriz: Beyanname’nin yayınlanmasından dört beş gün sonra Sahib
Molla’nın oğlu, Temyiz Mahkemesi üyelerinden İbrahim Hayrullah Beyefendi’nin 157
Dahiliye nazırı Talat Paşa tarafından Selanik valiliğine atanacağı duyurulmuştur.
Tanin’in bu münasebetle Sahib Molla, oğlu ve Beyanname hakkında kullandığı
ifadeleri aynen aktarmayı faydalı görüyoruz:

“… Memleketimizde hürriyet ve adaletin en büyük taraftarlarından olan Sahib


Beyefendi Türkiye İnkılabı’na hizmet eden zevât nezdinde pek muhteremdirler.

155
Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene - İttihat ve Terakki Neydi?, s. 361.
156
Şeyhülislam Mehmed Sahib, “Makam-ı Celîl-i Meşihat-i İslâmiye’den Bi’l-Umûm Naib ve
Müftilerle Kâffe-i Bilâd-ı İslâmiye Ulemâ ve Meşâyih-i Kirâmına Hitâben Tastîr ve İrsâl Kılınan
Beyannamedir” (bundan sonra “Beyanname”), Sırat-ı Müstakim, II/51, 1 Şaban 327/13 Ağustos 325,
s. 385-387; Tanin, nr. 350, 23 Ağustos 1908, s. 2. Beyannamenin Arapçası için için bkz. Sırat-ı
Müstakim, III/54, 1 Ramazan 327/3 Eylül 325, s. 17-19. Babanzade Farsça’ya da tercüme edildiğini
söylüyor (“İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1).
157
İbrahim Hayrullah Bey, Mekteb-i Hukuk’un ilk (4. devre) mezunlarındandır ve Selanik
valiliğinden sonra İstanbul valiliği ve İttihat ve Terakki kabinelerinde Adliye nazırı olarak görev
yapacaktır.

217
Bugün makam-ı Meşihat-i İslâmiye’ye şeref-bahş olan zât-ı âlînin memleketimize,
halkımıza iade-i haysiyet ve itibar eden, bizi muhakkak bir felaket ve izmihlalden
kurtaran İnkılab’ın tarihinde yüksek bir mevkileri olduğunu herkes bilir. Birkaç gün
evvel makam-ı Meşihat-i İslâmiye namına neşr edilen ve hukuk ve vezâif-i
insaniyenin en ulvi ahkâmını, müslümanlığın ictimâ‘î, ahlâkî ve felsefî en âlî
tebliğâtını şâmil olan Beyanname bütün cihan-ı insaniyet ve medeniyete karşı
müslümanlar için bâis-i fahr u mübâhât bir vesika-i muhtereme olduğundan zât-ı sâmî-
i Meşihat-penâhîleri bu beyannameleriyle de herkesi kendilerine minnet-dâr
etmişlerdir…
Selânik gibi menba‘-ı hürriyet olan bir yere ancak İbrahim Beyefendi gibi
çocukluğundan beri hürriyet-perverâne âmâl ve mücahedât arasında perveriş-yâb
olmuş bir zât vali olabilirdi. Pek çokları hakkında doğru olan ‘Şerefü’l-mekîn bi’l-
mekân’ hükmünü şimdi ‘Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn’ tarzında ifade edebiliriz…” 158.
Şeyhülislâm Sahib Molla’nın Beyannamesi, meşrutiyetin temellendirilmesinde
nasların kullanılması açısından dikkat çekici olduğu gibi, bizzat Şeyhülislâmlık
makamının meşrutiyet-İslâmiyet ilişkisini mevcut siyasi sistemi güçlendirme
istikametinde keskin bir şekilde yorumlaması bakımından da önemlidir.
Beyannamede “nasb-ı imam hususunun ümmet üzerine vâcib” olduğu, hilafetin
ancak “âmmenin kabulüyle sahih” olabileceği, hükümete ancak şeriat ve kanunlara
uyması halinde biat edilebileceği; “hakimiyet-i ümmet” kaidesinden ötürü hükümeti
denetim altında tutmanın bütün ümmet üzerine vacip olduğu, bu sorumluluktan ötürü
hükümetin “kavânîn-i ilahiye ve menâfi‘-i milliye”ye aykırı icraatına engel olunması
gerektiği, ancak bunun, halkın hükümetin işlerine karışmaya hakkı olduğu mânasına
gelmediği ve üyeleri millet tarafından seçilmiş bir “hey’et-i murakabenin” (Meclis-i
Mebusan) nezareti altında bulunan “hükümet-i meşrûta-ı meşrûa”nın bütün icraatına
boyun eğmek gerektiği; din farklılığının müsavata engel olamayacağı,
gayrımüslimlerin de müslümanlar gibi “anâsır-ı devletten ve ecza-yı milletten olmak
hasebiyle” hükümeti denetleme yetkisine (mebus olma hakkına) sahip oldukları,
Meclis-i Mebusan’ı bu bakımdan “mukteza-yı şer‘in en büyük timsali” ve
meşrutiyeti hilafetin “hakiki timsali” olarak görmek gerektiği gibi hususlar öne
çıkmaktadır. Beyanname’de 31 Mart olayına katılanlar için “erkân-ı istibdat, hazele,

158
“İbrahim Beyefendi”, Tanin, nr. 355, 28 Ağustos 1909, s. 3. Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye Selanik
Şubesi, İbrahim Bey’le aralarında ihtilaf olduğu ve azledilmesini istedikleri yönündeki söylentileri
tekzip etmiştir (“Tekzip”, Tanin, nr. 118, 13 Teşrin-i evvel 1911, s. 4).

218
eşkıya, cebâbire-i muannidîn”, Hareket Ordusu için “el-hak devlet müessisleri” ve
İttihatçılar için “fırka-i nâciye-i mücahidîn” sıfatları kullanılmaktadır 159.

Beyanname’nin esas itibariyle birkaç nokta üzerinde ısrarla durduğu


görülmektedir: Beyanname’de, Elmalı’nın tercih ettiği gibi “hakimiyet-i ümmet”
kelimesi kullanılmakla beraber gayrımüslimlere verilen yerden ötürü esasen
hakimiyet-i milliyenin savunulması, Meclis-i Mebusan’a dinin meşruluk şemsiyesi
altında -diğer kamu iktidarlarının ulaşamayacağı derecede- itibar kazandırılması 160,
Meclis-i Mebusan içinde ise gayrımüslimlerin varlığının meşrulaştırılması. Bunlara

159
İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 41-42. Ayrıca bkz. Şeyhülislam Mehmed Sahib,
“Beyanname”, Sırat-ı Müstakim, II/51, 1 Şaban 327/13 Ağustos 325, s. 385-387.
Beyannameyi, “31 Mart hadisesi de dahil olmak üzere meşrutî idareye yöneltilen dinî muhtevalı
tenkitleri ve aktif veya pasif muhalefet hareketlerini muhatap almakta, ayet ve hadislerden yola
çıkarak mevcut siyasî sistemi meşrulaştırıp savunurken diğer yandan da karşı hareketler için ağır
ithamlarda bulunmaktadır” şeklinde tanımlayan İsmail Kara Meclis ve denetleme işlevi, 31 Mart ve
muhalefet, müsavat ve gayrımüslimler, itaat ve sınırları, İttihatçılar başlıklarıyla metni aktarıp
değerlendirir. İsmail Kara, metnin oluşumunda siyasi merkezin etkisinin açık olduğunu; bununla
beraber nasların kullanımı açısından çok sayıda başka metinden farklılık ve mübalağa taşımadığını
belirtir (İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 40-42). Sahib Molla’nın müslümanlar ile
gayrımüslimleri hak ve vazifeler bakımından konumlandırma biçimi için ayrıca bkz. İsmail Kara, age,
s. 169-170.
Sahib Molla’yla tanışıp görüşmüş olan ve onu Londra’daki bir konferansında adliye ıslahatı taraftarı
mutekid bir müslüman olarak tanıtan Kont Ostrorog, Sahip Molla’nın, Batılıların “Kayserin hakkını
kaysere veriniz” sözüne benzer bir hadis-i şerif okuduğunu belirtmektedir: Bir gün Hazret-i
Muhammed’e dünyevi bir mesele hakkındaki fikri sorulunca “Siz dünyanıza ait işleri daha iyi
bilirsiniz” demişti (Comte Léon Ostrorog, Angora Reform, Londra, University of London Press,
1927, s. 45).
Sahib Molla’nın şeyhülislamlığa atanmasını, ulemanın bir kısmının nasıl algıladığını gösteren önemli
bir tebrik yazısı için bkz. “Hükkâmü’ş-Şer‘ Cemiyeti’nden”, Yeni Gazete, nr. 259, 9 Mayıs 1909, s.
1.
Sahib Molla’yla ilgili bir yazıda Volkan ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti tarafından düzenlenen
Ayasofya mitingine gösterdiği tepkiden de bahsedilmektedir. Biyografisi, özellikle siyasi kanaatleri
hakkında ayrıntılı bilgiler içeren bu yazı için bkz. E[krem] R[eşad], “Şeyhülislam-ı Esbak Merhum
Sahib Bey”, Nevsal-i Osmani, (1327 senesine mahsus), İstanbul, İkbal Kütüphanesi, 1327, s. 193-
204.
160
Beyanname’nin yayınlanmasından sonraki 1909-1910 ders yılında Mekteb-i Mülkiye’de “hikmet-i
hukuk-ı İslâmiye” dersi veren (Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, II, 1038-1039)
Mehmed Fehmi Efendi’nin ders takrirleri bu fikirlerin yaygınlığını ve ders kitaplarına intikalini
göstermesi bakımından önemlidir. Fehmi Efendi, “hükümet-i meşrûta”yı “kavânin-i kat‘iye-i
müesseseye tâbi… Millet Meclisi’nin rey ü fikrine ittibâ eden hükümdarın hükümetidir” şeklinde
tanımlar. Ayrıca şu ifadeleri zikredelim: “Nazar-ı İslâmiyette hükümetin hükümet-i meşrûta olduğu
şüphesizdir. Çünkü müslümanlar hükümdarlarını kendileri nasb ve tayin eylemekte olduklarîçün
halifenin millet üzerinde değil, milletin halife üzerinde hakk-ı hakimiyeti vardır (Mehmed Fehmi,
Hikmet-i Hukuk-ı İslamiye, İstanbul, Matbaa-i Kütübhane-i Cihan, 1329, s. 50-51). Diğer hükümet
şekilleri, hilafet, vezaret ve meşveret bahisleri için bkz. Mehmed Fehmi, age, s. 52-68. Kitabın
yayıncısı Ahmed Halid, bu kitabın diğer ders kitaplarından farklı olarak mektep dışında da satılacağını
belirtiyor (Mehmed Fehmi, age, s. 2). “Hikmet-i hukuk-ı İslâmiye” dersinin üç yıl ikişer saat
okutulmak üzere, “tefsir ve hadisten me’hûz olmak üzere” kaydıyla Mekteb-i Mülkiye programına
girişi için bkz. “Mekteb-i Mülkiye ders programı”, Tanin, nr. 96, 6 Teşrin-i sâni 1908, s. 4.

219
kuvvetler ayrılığı ve hükümetin şer‘î karakteri eklenirse Kanun-ı Esasi tadilleriyle
çerçevesi çizilen siyasi yapının başka bir dil ve düzlemde tekrarlandığını
söyleyebiliriz. Nasların kullanımı bakımından “kaynaklara dönüş” fikrinin bariz bir
örneği olan Beyanname’de 161 şaşırtıcı olan husus, Sahib Molla’nın Osmanlı tarihinin
askeri mağlubiyetlere kadarki dönemini, raşid halifelerden sonra başlayan “tecebbür
ve tegallüb” parantezinin dışında tutmasıdır. Osmanlı tarihinin parlak
dönemlerindeki siyasi müesseseler için çizilen tabloda şer‘î ve akli hikmete dayanan
bir tür kuvvetler ayrılığı tasavvuru hemen göze çarpar 162.

Babanzade İsmail Hakkı, genel hatlarıyla tanıttığımız Beyanname’yi ele


almadan önce meseleyi Doğu ve Batı’da eşitlik fikrinin seyrini karşılaştırarak
kurmaktadır. Babanzade’ye göre “hükümet-i avam” 163 şeklinde eksik ve yanlış
olarak tercüme edilen demokrasiyi ifade edecek bir kelimenin lisanımızda
bulunmaması, bu idare tarzının “havsala-i Şarkta şimdiye kadar yer bulmamış
olmasından değil, belki zaten mahiyet ve tabiat-ı eşyada ale’l-âde mevcut farz

161
İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 40.
162
Sahib Molla’nın anlatımına göre II. Abdülhamid dönemi “devletin teşekkülât-ı asliye ve fer‘iyesini
tamamiyle teşviş” etmiş, “adalet muhtell ve zulm ve tecebbür şayi” olmuş, ahali hükümetten nefret
etmiş, Osmanlı kavimleri arasına nifak girmiş, yabancı devletler dostken düşman olmuştur. Daha
gerilere gidilirse “inkıraz ve izmihlal” tehlikelerinin yüz gösterdiği yıllarda “ilm ü kemâl”in yerini
“cehl ü dalâl”in almasından bahsedilmektedir. Ancak bu döneme kadar Osmanlı sultanları raşid
halifelerin sünnetini ihya etmiş, “cebr u ikrâh”ı kaldırmıştır. Kadı ve naibler atayarak “kaza” ile
“tenfiz”i ayırmış ve ulema marifetiyle “mesâlih-i enâmı icabât-ı asriyeye tevfîk için tevsî‘-i fetâvâ
kaziyyesini takrir ve tesis ederek kuvâ-yı selase-i hükümeti hikmet-i şer‘ u akla tamamiyle mutabık
olmak üzere tayin” etmiştir. “Hâmil-i kudret-i teşri olan ehl-i ilm ve salâh” doğal olarak “emr-i
murakabeyi de haiz ve müteahhid” olmuştur. Sahib Molla bir tür kuvvetler ayrılığı tasavvuruyla;
tenfiz ve icranın devlet adamlarına (“vüzera ve ümera”), ihtilafların çözümünün kadı ve naiblere,
“teşri ve murakabe ile iftâ[nın ise] şube-i ictihad ve fetâvâda kabiliyet-nümâ-yı istiklal olan”lara ait
olduğunu söylemektedir. Osmanlı Devleti’nin bütün unsurlarını “ayn-ı hikmet olan adalet-i şer‘iyeye
kemâl-i hoşnudî” ile boyun eğdiren bu ideal çerçevenin bozulduğu yıllarda bile ulema zulme karşı
durarak murakabeye devam etmiştir. Sahib Molla’ya göre şeriat, devletin “üssü’l-kavânîn”idir ve
“kuvâ-yı hükümet hikmet-i şer‘iye ve akliye”nin iyi bir şekilde imtizac etmesiyle oluşmuştur
(Şeyhülislam Mehmed Sahib, “Beyanname”, Sırat-ı Müstakim, II/51, 1 Şaban 327/13 Ağustos 325,
s. 386).
163
Demokrasinin “hükümet-i avam” olarak tercüme edildiği bir kitap için bkz. Giraud, Hükümet-i
Avam – Vatan ve İnsaniyet, trc. Mehmed Ali, Dersaadet, Kütüphane-i İslâm ve Askerî, 1327. Aynı
kitap, aynı yıl Mehmed Ali Aynî’nin 4 Kânun-ı sâni 1324 (17 Ocak 1909) tarihli bir önsözüyle, adı ve
kısmen içeriğinde farklı kelimeler tercih edilerek basılmıştır: Giraud, Hükm-i Cumhur – Vatan ve
İnsaniyet, trc. Mehmed Ali Aynî, Dersaadet, Kader Matbaası, 1327. Demokrasinin hükm-i cumhur
olarak tercüme edilmesine mütercim pek de ikna edici olmayan şu izahı getiriyor: Demokrasi kelimesi
bazı risalelerimizde “hükümet-i avam” olarak tercüme edilmişse de bu, kelimenin mefhumuna tam
olarak uymaz. Eski kitaplarda sıklıkla geçen “cumhur-ı ulemâ”, “inde’l-cumhur” ifadeleri istibdat
döneminde unutulmuştu. Cumhur “toplanmış kavim ve nâsın e‘âzımı” manasına gelir. Hükümet ve
hakimiyet lafızlarından kasıt ise “hükm”dür (age, s. 5).

220
edildiğindendir”. Batı’da ise Kadîm Yunanlılardan beri toplum tabakaları arasında
var olan farklardan dolayı böyle bir kelimeye ihtiyaç duyulmuştur. Bir memlekette
aristokrasinin mânası ve lafzı yoksa, bunun karşıtı olan toplumsal durum için terim
aramaya ihtiyaç duyulmaz 164. “Şark, dehâ-yı İslâmiyet demokrasinin saha-i
şumûlüne dahil olan ahvâlden başkasını tasavvur edememiş olduğu için bu kelime
için imâl-i fikr ve zihne muhtaç olmamıştır” 165.

Babanzade’ye göre İslâm “efrâd-ı beşer için müsavat-ı hukukiye ilan” ederek,
Avrupa’da hâlâ halkın bütün tabakalarına (bütün sunûf-ı halk) tamamen
yerleştirilemeyen müsavatı bizde “tabiat-i sâniye hükmüne sokmuştur”. Doğu’daki
bu fıtrî eğilimi, bu dinî gerekliliği bozmaya kalkışan bir idare tarzı asırlarca
İslâmiyeti “zebûn-ı tahakkümü kılmış”, bununla beraber müsavatı, demokrasiyi ihlal
etmeye çalışan bu tahakküm sadece kendini yükseklerde (hatta bazen “mertebe-i
uluhiyet”te) görenlere fayda getirmiştir. En karanlık istibdat dönemlerinde bile,
bugün Avrupa’nın en ileri memleketlerinde görüldüğü gibi, örneğin memuriyetlerin
zengin veya asil bir sınıfa tahsis edilmesi sözkonusu olmamıştır. Sıradan bir köylü
“sa‘y u gayreti, cür’eti, tali[h]i sevkiyle en âlim bir vezir”, hatta İslâm tarihinde
örneklerine rastladığımız üzere “bir sahib-zuhûr”, bir devlet kurucusu olabilmiştir 166.

Babanzade şu anda “Avrupa’da müsavat yok” gibi garip bir iddia ileri
sürmediğini belirterek; demokrasi fikrini doğuran aristokrasinin, birbirini takip eden
bunca galeyan ve çatışmalara rağmen, kuvvetini tamamen kaybetmemiş olmasına
dikkat çekiyor. Aristokrasi kanunen kaybettiği imtiyazları, “nakden ve adât-ı

164
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1. Bu yazı,
Babanzade’nin Meclis-i Mebusan hey’etiyle yaptığı Avrupa seyahatinden dönüşünden hemen sonra
yazıldığı için Avrupa intibalarını da içerdiğini söyleyebiliriz. Avrupa’yı tanıma problemi hakkında
bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Avrupa ile Lüzum-ı İhtilat”, Tanin, nr. 350, 23 Ağustos 1909, s. 1.
Avrupa’dan nelerin alınabileceği hakkındaki görüşleri için bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Meclis-i
Mebusan’da Sosyalizm”, Tanin, nr. 592, 26 Nisan 1910, s. 1.
165
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.
Babanzade başka bir yazısında da bu hususa değinmiştir: “Hürriyet, istiklal, teceddüd gibi sözlerin
ihtimal ki lafızları bizde memnu idi. Fakat mahiyet ve medlûlleri birçok asırlardan beri mevcud idi.
Zira bi’d-defaat beyan edilmiş olduğu vechile demokrasinin mehd-i zuhuru, menbaı Şarktır. Garb
müsavata dair ahkâmı henüz hatırından geçirmeden evvel Şarkta müsavat denilen şeyin lafzıyla
beraber manası da mevcut idi”. Cehalet ve menfaatperestlik bunu sözde bırakmışsa da “müsavatsızlık
millet arasında halkın sınıf sınıf edilmesi gibi bir mudhik derekeye düşmedi. Şarkın temeli, cibilleti,
tarihi bu kelimelerin bütün kuvvetiyle inkişaf ve tezahürüne müsaittir”. Bkz. Babanzade İsmail Hakkı,
“Şark Karanlık Mı?”, Tanin, nr. 371, 13 Eylül 1909, s. 1.
166
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.

221
ictimâiye nokta-i nazarından tamir ve telafi” etmeye çalışmıştır. Avrupa’da
kanunlarda, mahkemelerde müsavat var olmakla beraber âdet ve alışkanlıklar
tabakalar arasına setler çeker. Birçok aile sadece kendilerinden olanlarla görüşür; aile
şeçeresinin en az dört beş “dal budağı olmayan”ları mahremiyetlerine almazlar.
Hindistan’daki gibi kast sistemi yoksa da âdetler o kadar güçlüdür ki bu inatçı sınıf
(“tabaka-i anûde”), avamın bir “nehr-i feyyâz” 167 gibi günden güne artan “istilası”na
karşı ayak direyebilmiştir. Babanzade, bu noktada “bir müddet meşrutiyetin
müvâzenesi içün bir unsur lâzım ve zâdegânın bir rakib-i bî-âmânı” olan
burjuvazinin servet ve kıdem kazanarak yeni bir asalet tabakasına dönüştüğünü, aynı
türden yeni âdetlerin ortaya çıktığını belirtiyor. Vaktiyle burjuva sınıfı aristokratlara
hangi gözle bakıyorsa, şimdi proleterya (“ki avamın unvan-ı diğeridir”) burjuva
sınıfına o gözle bakmaktadır ki gelecekteki cidal bu ikisi arasında olacaktır 168.

Babanzade, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Avrupa’da


ihtilallerin, cehaletle eş-değer tarihi mirastan kaynaklanan toplumsal çarpıklıkların
(“hurafât-ı ictimâ‘iye”) gücünü kıramadığını, imtiyaz fikirlerini izale edemediğini,
hatta ortaya çıkan yeni bir sınıfın kıdem ve servet kazanınca derhal kendini “bir
perde-i infirâd ile ihata ederek damarındaki kanın daha pâk olduğunu iddiaya
kalkış”tığını savunur; Avrupalı kavimlerdeki bu irsî temayülün ortadan kalkmadığına
örnek olarak New York’un Milyarderler Caddesi’ndeki hayat tarzını gösterir. Bütün
eserlerinde tarihi ilerlemeci bir anlayışla ele alan Babanzade, ileride “müsavat-ı
hakikiye” fikrinin kanun ve kitaplardan, kalplere ve âdetlere de girebileceğini; bir
milyarder ailesinin veya bir İngiliz dükünün namuslu birini sofrasına kabul etmeyi
“mûcib-i âr u hacâlet bir hareket addetme”yeceğini söylüyor. Bu örnek üzerinden
varmak istediği nokta şurasıdır: “Bizde ise en karanlık edvâr-ı istibdadda bile üste
başa bakılmadan en fakir bir şahsın sadrazam sofrasında bile yer bulduğu her gün
görülen umûr-ı tabiiyedendir” 169.

167
Burada avamın yükselişi, feyiz ve bereket getiren bir nehre benzetiliyor. Özellikle medeniyet ve
terakki için sıklıkla kullanılan “seyl-i huruşân” terkibi/kavramı için bkz. İsmail Kara, İslamcıların
Siyasi Düşünceleri I - Hilafet ve Meşrutiyet, s. 17, 19.
168
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.
169
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.

222
Demokrasi ve eşitlik fikriyle ilgili bu girizgâhtan sonra Babanzade, (ne zaman
başladığını belirtmeden) istibdat döneminde “bütün Şark”a zulmedildiğini; fakat en
büyük zulmün İslâm’a yapıldığını söylüyor. “Zulmün eşna‘ı ise mâneviyâtı, efkârı
tazyik edendir”. İstibdat, dini ve fikri bağlamıştır. Bundan ötürü Türkçe’de
“İslâmiyet’in siyasiyâtı ne suretle telakki etmekte olduğuna dair” eserler yok denecek
kadar azdır. “Devr-i sâbık”, hasîs menfaatler için İslâmiyetin bu mühim kısmını ilga
etmekten çekinmemiştir 170. İşte Meşihat’in Beyannamesi bu eksikliği gidermekte,
İslâmiyete “asırlardan beri [v]urulmuş olan bir darbeyi tamir” etmektedir.
Babanzade, Beyanname’nin erbabı tarafından şerh ve izah edilerek “siyaset-i
hakikiye-i İslâmiye” hakkındaki hurafelerin reddedileceğini ummakta 171, meselenin
kendisine bakan yüzüyle ilgili şu hükmü vermektedir:

“Beyanname-i Meşihat-penâhî meşrutiyetin zaten İslâmiyette dahil olduğunu ispat için


icâb eden edille-i nakliye ve akliyeyi hemân kâmilen câmidir diyebiliriz. ‘Nasb-ı
imam hususunun ümmet üzerine vâcib olması’, ‘muhatab-ı hitab-ı ilahî umûm-ı nâs
olduğundan riyâset-i hükümete gelen zâtın hilafeti ancak âmmenin kabulüyle sahih
olabileceği’, ‘halkın bi’t-tav‘ ve’r-rıza hükümet riyâsetini kabul eden zâta bey’ati dahi
kendisinin şerâyi‘-i ilahiye ve kavânîn-i mer‘iyeye ittibâ‘ıyla meşrût bulunması’,
hakimiyet-i milliye kaidesinin tatbikatından başka bir şey midir? Tarih-i İslâmiyette
pek mühim bir vaka demek olan bu Beyanname’nin ber-vech-i bâlâ iktibâs ettiğimiz

170
İsmail Hakkı’nın babası Mustafa Zihni Paşa’nın II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a
dönüşüyle ilgili haberlerde, II. Abdülhamid döneminde gözden düşmesinin başlıca sebebi olarak
sunulan “bazı kütüb-i siyasiye-i İslâmiyeyi te’lif…” (“Mustafa Zihni Paşa”, Tanin, nr. 44, 31 Ağustos
1324, s. 3) ve “kütüb-i siyasiye-i İslâmiye tahririyle müştagil” (“Mustafa Zihni Paşa”, İkdam, nr.
5138, 13 Eylül 1908, s. 3) gibi ifadeler ailede bu konuda bir dikkat olduğunu göstermektedir.
Zihni Paşa Bolu mutasarrıflığı sırasında, Şahabuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebu’r-Rebî’nin
Sülûku’l Mâlik adlı eserini, kitabın siyasî ahlâk kısmını atlayarak tercüme etmişti. Bu kısmın tercüme
edilmemesinin gerekçesi şöyle: “Hükümetin ve memurîn-i hükümetin ve metbû ile tâbi‘in vezâif-i
ahlâkiyeleri ulûm-ı siyasiye nâmıyla asrımızda kavâid-i mühimme-i cedîdeye ibtinâ etmesine ve
saltanat-ı seniyye-i Osmaniye ise hamden sümme hamde hilafet-i celîle-i İslâmiye olup ahlâk-ı
siyasiye-i İslâmiye ise “Allaha itaat edin, Peygambere de itaat edin sizden olan ülülemre de…” [Nisa,
4/59] ayet-i kerîmesinin ve bu ayet-i kerîmeye muvâfık ehâdis-i şerîfenin ahkâm-ı münîfesine tatbik-i
itaat ve inkıyâdda ve bu esas-ı metîne tevfîk-i muamele ve ahvâlden ibaret bulunmasına mebni o faslın
tercümesinden sarf-ı nazar olunmuştur” (Mustafa Zihni, Mikyâsu’l-Ahlâk, İstanbul, Âlem Matbaası,
1315, s. 9-10). Sülûku’l Mâlik, II. Abdülhamid’in ilk saltanat yıllarında, Midhat Paşa karşıtlarının
başında gelen Müşir Deli Nusret Paşa tarafından siyasi kısmı da içerecek şekilde tercüme edilmişti:
Mehmed Nusret, Nusretü’l-Hamid ‘ala Siyaseti’l-‘Abîd Tercüme-i Sülûku’l-Mâlik fî Tedbîri’l-
Memâlik, İstanbul, Darü’t-tıbâ‘atü’l-Âmire, 1296.
171
Beyanname’yi konu alan ve onunla paralel bir mantık izleyen iki metin için bkz. Kolcalı
Abdülaziz, İslamiyet ve İttihad- ı Anasır ve Adalet - Müsavat - Meşrutiyet - Hakimiyet-i Milliye -
Gayrımüslimlerin Hukuku ve Beyanname-i Şeyhülislam, İstanbul, Matbaa-i Kader, 1327; Hafız
Mehmed Ali, Şeriat İsteriz Diyenlere Kılağuz Yahut Şeyhülislâm Efendimizin Ümmet-i
Muhammed’e Vaazı, Dersaadet, Şems Matbaası, 1326/1328. Kolcalı Abdülaziz, Hırka-i Saadet
ziyareti sırasında Sultan Reşad’ın “Aziz Efendi! Âsârınızın mütalaasından müstefid oluyorum”
diyerek kendisini teşvik etmesi üzerine kitabı yazdığını belirtiyor (Kolcalı Abdülaziz, age, s. 4).

223
satırları Fransa İnkılab-ı Kebiri’nin Hukuk-ı Beşer Beyannamesi’nden daha rengîn,
daha âlî addolunabilir” 172.
Babanzade meşrutiyetin İslâm’da zaten var olduğuyla ilgili diğer örnekleri ek
açıklamalar getirerek şöyle değerlendirir:

- Hükümeti denetim altında tutmanın bütün ümmet üzerine vacip olması ve


hükümet gücünün suistimal edilmesine engel olma sorumluluğu “el-yevm bütün
devletlerce mer‘î olan usûl-i murâkabenin ne bedi‘, ne kudsî kavâid ve desâtir ile
zaten İslâmiyette mevzû‘ bulunduğunu ne kadar mükemmel surette ispat ediyor” 173.

- Beyanname’nin Osmanlı Devleti teşkilatıyla ilgili açıklamalarından,


kuvvetler ayrılığının “nazîri”nin Montesquieu bunu vaz etmeden önce Osmanlı
Devleti’nde câri olduğu anlaşılmaktadır. İslam, kuvvetler ayrılığı konusunda bir
temel koymuş, “tagayyur-ı zaman” ve “ilcaât-ı ahvâl”i gözönüne alarak teferruat ve
uygulamasını “ictihad”a bırakmıştır.

- Beyanname’de hakimiyet-i ümmet kaidesinden ötürü herkesin denetim


hakkına sahip olmasının sonucu olarak toplum tabakalarının birbirine zincirleme
bağlı olduğu, birinin diğerini hem garantisi hem de denetimi altında tuttuğu; bir
tabakanın işlevini yerine getirmemesi halinde ortaya çıkacak bozukluğun, diğer
tabakalar tarafından doğrultulması gerekliliği belirtilmiştir. Babanzade’ye göre
yabancı dilde kitaplar okumaya alışanlar teslim ederler ki bu, zalim ve gayrımeşru
hükümetlere karşı kabul edilen “kıyam hakkı”ndan başka bir şey değildir. Ancak
zalim hükümetlere karşı kabul edilen kıyam hakkının, meşru bir meşrutî hükümetin
icraatları için sözkonusu olamayacağı ve bu hükümetin emirlerine “işittik ve itaat
ettik” demenin farz-ı ayn olması, “hükümetin memleket dahilinde bütün kuvvete
mâlik olması lüzumunu” göstermektedir 174.

- Beyanname’de gayrımüslimlerin siyasi konumlarıyla ilgili naklî, aklî ve tarihî


deliller, Meclis-i Mebusan’a girmeleri ve asker olabilmeleriyle ilgili dedikoduları
kesmeye yeter. Babanzade’ye göre Şeyhülislâmlık makamının teyit ettiği bu felsefî

172
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.
“Beyanname-i Meşihat-penâhî, Hukuk-ı Beşer Beyannamesi’nde münderic hakâyıkın hemân kâffesini
daha parlak, daha metîn esaslara müstenid olarak câmidir” (“İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353,
26 Ağustos 1909, s. 1)
173
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.
174
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1.

224
ve siyasî düsturlar, içeride ve dışarıda dönen “müslimlerle gayrımüslimler arasında
müsavat yoktur veya olamaz” şayialarının ne kadar çürük olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Şeyhülislamlık ve ulema bu tür yayınlar yapmaya devam ederse unsurlar
arasında “her türlü gıllugıştan âzâde bir ahenk hüküm-fermâ olacak ve neticede yine
İslâmiyet ve Osmanlılık te‘âlî eyleyecektir” 175.

Babanzade’ye göre Şeyhülislâmlık makamı “hakikaten zamanında ve


mekânında”, mânevî nüfuzu ve ileri sürdüğü güçlü naklî delillerle halkın bir kısmı
arasında İslâm’ın mutlaka bir “hükümet-i mutlaka” olması gerektiği yönündeki fikri
(“fikr-i sahîfi”) zihinlerden söküp atmıştır. “Asırlardan beri cehalet yüzünden millet,
halk teftişini ifa edememiş, İslâmiyet’in kendisine vâcib kıldığı bir fiili
işleyememiş”. Müstebit bir azınlık onu bu hususta kandırmış. Şimdi ise “her türlü
kuyûd ve tazyikten âzâde olan” din, “artık yeter!” demektedir 176.

Babanzade, İslâm’da hükümet şekli konusunda kesin bir kural konulmamasına


dört halifenin “tarz-ı nasb ve intihâbları”nı örnek gösterir. Mahiyeti itibariyle daha
sabit ve istikrarlı olan “ahkâm-ı âdiye ve medeniye” için zamanın değişmesiyle
hükümlerin de değişeceği kabul edilmiş; “her dakika başka bir icâba tâbi olan, her
anda bin türlü ilcaâtın tesirinde bulunan siyasiyât” için bu kural daha da
genişletilerek “icma‘-ı ümmet”, “kıyas”, “âdet” hakem kılınmıştır. Kıyamete kadar
devam edecek bir dinin milyarları bulacak ihtiyaçları ve “ahkâm-ı âtiyesi” hakkında
değişmez, kesin kurallar koymak geleceği “bir zarf ve kalıp içinde haps etmek”
demek olacağından İslâmiyet, bu konuda sadece bazı asıllar getirmiş; gerisi için aklı,
vicdanı, ilim erbabını rehber kabul etmiştir. Bugün bu sayede Avrupa için henüz taze
(yüz yıllık) olan meşrutiyeti, “biz devr-i saadet sicillât ve kuyûdunu karıştırınca
hemân buluyor” ve “bu da bizde var imiş” diyebiliyoruz. Önemli olan kelimenin
değil, bugün kasdettiğimiz mânanın “sadr-ı İslâm’dan beri” var olup olmamasıdır ki
Beyanname var olduğunu ispat ediyor. Babanzade “madem bizde meşrutiyet vardı,
neden uygulanmadı” sorusunu pek ciddiye almadan, asırlarca devam eden durumdan;

175
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.
176
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1.

225
müstebit hükümdarlardan, halkın cehaletinden, İslâm’ın yüce hakikatlerinin bid’at
haline sokulmasından bahis açıyor 177.

Beyanname’yi İslâm tarihinde bir dönüm noktası olarak karşılayan


Babanzade’nin üzerinde durduğu diğer bir husus da, İslâm âleminde nasıl
dönüştürücü bir etki yapacağına ilişkindir. Babanzade, Osmanlı İnkılabı’yla Fransız
İhtilali’ni (“Fransa İnkılab-ı Kebiri”) bu bakımdan birbirine benzeterek, meşrutiyet
konusunda Türkiye’nin İslâm âlemine örneklik ve önderlik yapacağını
söylemektedir:

“Kat‘iyyen eminiz ki Hukuk-ı Beşer Beyannamesi Garb’ın itiyadât-ı kadîme-i sahîfe


ve mürtekizesini alt üst etmek hususunda ne harika-engîz bir tesir husûle getirdiyse en
mühim ve en mutemed makam-ı İftâ’dan sâdır olan Beyanname-i Meşihat-penâhî dahi
aktâr-ı Şark’ta aynı kuvve-i mu‘ciz-nümâ ile birçok yanlış zehâbları kökünden
kesecek, asırlardan beri dinimizin cihet-i siyasiyesi hakkında yığın yığın terâküm eden
hurafât enkazını avn-i Hakk’la silip süpürecektir… Fransa İnkılab-ı Kebiri’ni vücûda
getiren bir avuç fedakârlar tarafından âlem-i Garb’a doğru nefh edilen ruh-ı hürriyet
zencir-bend-i esaret olan bütün akvâm-ı Garbiye’yi -Rusya müstesna olduğu halde-
müstebidlerin burûc-ı zulm ü tahakkümüne karşı ayaklandırmış, birkaç sene içinde
cemiyet-i medeniyeyi tanınmayacak bir şekle sokmuş idi. Hürriyet, müsavat, uhuvvet
kelimeleri asırlardan beri ashâb-ı kehf gibi hâbîde-i gaflet en cahil kavmin üzerine
sâhharâne bir tesir icra ederek cümlesine yeni bir hayat, yeni bir kuvvet, yeni bir
hüviyet vermiş, Valmy Muharebesi’nde şair, hakîm Goethe’ye “yeni bir devir
başlıyor” dedirtmiş idi. Kanaat-i âcizânem o merkezdedir ki, merkez-i hilafetten
bugün kopup intişâr eden nesîm-i inkılap bütün memâlik-i İslâmiye’de Fransa İnkılab-
ı Kebiri’nin husûle getirdiği netâyic-i muşa‘şa‘yı temin edecektir… Fransa intişâr-ı
hürriyet emrinde Avrupa’ya nasıl pîşvâlık ettiyse Türkiye dahi bi’l-cümle aktâr-ı
İslâmiye’ye kelime-i hürriyeti aynı kuvve-i i‘câz-nümâ ile neşr ve tevzi edecek ve bu
suretle üç yüz milyona resîde olan bir kitle-i azîme-i beşeriyet hava-yı hürriyet nasıl
teneffüs edileceğini öğreneceklerdir” 178.

177
Babanzade’nin kendi ifadeleri şöyle: “O halde mademki evvelden beri bizde meşrutiyet var idi,
neden tatbik edilmedi, neden memleketin harabîsine, beyzâ-yı İslâmiyetin inhitât-ı şan u şevketine
sebebiyet verildi sual-i mukadderi vârid oluyor. Bu sualin cevabı pek basit… Zira müstebid
hükümdarlar cahil halkı uyuttular ve işine gelmeyen meşrutiyetin vücûdundan bile halkı haberdar
kılmadılar. Ulemâdan, erbâb-ı kalemden hiçbirine bu yolda âsâr yazdırmadılar. Nihayet kafalar
köreldi, dimağlar sersem oldu. Artık herkes istibdad ve mutlakiyet ile idare-i hükümetten başka bir
idare mutasavver olmadığına zâhib olarak ‘zâhir hükümet yalnız bu türlü idare olunur imiş’ demeye
başladı. Asırlarca devam eden bu hal nihayet umûr-ı tabiiyeden görüldü ve aksi olan hal-i hakiki yani
adalet, müsavat, murâkabe gibi esaslar birer bid‘at-ı seyyie farz olundu. Evet cehalet bazen
İslâmiyet’in en âlî ahkâmını bile bid‘at-ı seyyie şekline sokarak dereke-i tezyife indirmek istedi. Fakat
işte nihayet adalet-i ilahiye galip geliyor. El-Hakku ya‘lû…” (Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve
Siyasiyât”, Tanin, nr. 352, 25 Ağustos 1909, s. 1).
Babanzade gibi Mekteb-i Mülkiye’de hocalık yapan Fehmi Efendi’nin ders takrirlerinde de benzer
ifadelere rastlanır (Mehmed Fehmi, Hikmet-i Hukuk-ı İslamiye, s. 7-8).
178
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1.

226
Fransız İhtilali’nin, hatta Napolyon’un Akkâ kapılarına kadar gelmesinin,
Doğu’yu dalmış olduğu gaflet uykusundan uyandıramadığını belirten Babanzade’ye
göre III. Selim gibi “pek nâdir fıtratta yaratılmış bazı zevât”, Doğu’nun ebediyyen
“hal-i tevakkuf ve atalette kalması, nihayet izmihlâl ve inkırâzı müeddi olacağını dûr-
endîşâne bir surette keşf etmiş”; ancak ne yazık ki “bütün çirkinliğiyle irâe-i dendân-
ı vahşet eden irtica” kanlı bir şekilde bu emelleri boğmuştu. O zamandan beri “irtica
ve terakki arasındaki mübâreze” devam etmiş; nihayet son bir yıl içinde medeniyet
alemine “velvele veren” olaylar, Osmanlı Devleti’nin en ücra köşelerini “zîr ü zeber”
etmekle kalmayıp Mısır’da, İran’da, Hindistan’da yankılar yapmıştır. İstanbul ile
Tahran’daki gelişmeler, İslam âleminde “muktezâ-yı şer‘ olan meşrutiyet için bir
mücâneset ve müşâreket-i fikriye mevcut olduğu”nu göstermiştir 179.

Babanzade, yeni siyasî fikirlerin yayılması noktasında Fransa ile Türkiye


tecrübesini karşılaştırarak meşrutiyet çerçevesinde kullanılan dinî dilin amaçları
hakkında önemli bilgiler veriyor. Fransız İhtilali’nin yüz yirmi yıldır yaydığı fikirler
çorak bir toprağa ekilmiş tohum gibi verimsiz kalmışken, nasıl oldu da İstanbul’dan
“saçılan efkâr” uygun bir zemin buldu? Babanzade de tıpkı Elmalılı Hamdi Efendi
gibi, büyük bir ihtimalle ondan ilham alarak “kisve-i İslâmiyet” benzetmesini
rahatlıkla kullanıyor:

“Bizden sâdır olan ef‘âl ve harekât yabancıdan sâdır olmuyordu. Biz efkâr-ı
İslâmiyeye tefhim-i merâm etmek için hangi lisanın tekellüm edileceğini biliyoruz.
Biliyoruz ki Garbiyyun ne kadar cevâhir saçsalar o cevâhiri bir muhite göre tadil ve
isâğa etmedikçe şaşaa ve kıymeti akvâm-ı Şarkiye enzârında ta‘ayyün edemeyecektir.
Fikir bâkir ve üryan olunca her yerde şüphe yok ki birdir. Fakat kisvesi değişir. Kisve-i
efrence bürünmüş cevher efkârın faraza Afganistan’da veya Fas’ta rûy-ı kabul görmesi
mümkün olamaz. Fakat bir mücevher bir kere Osmanlı ve İslâm sâni‘leri yedinden
geçip kisve-i İslâmiyeti iksâ edince derhal akvâm-ı İslâmiye nezdinde başka bir
halâvet, başka bir melâhat iktisâb ederek evvelce bâdî-i havf u tevahhuş iken der-akab

179
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1. İslâm
âleminin tehlikeli bir geçitten geçtiğini belirten Babanzade kurtuluş imkânı kadar tehlikenin de
farkındadır: “İran da şüphe yoktur ki Türkiya gibi hayatının en had, en hatarnâk bir safhasından
geçiyor. Devam-ı istikbal ve ikbal-i Osmanî nasıl katetmekte olduğumuz şu derya-yı pür-telâtum ve
pür-hatarın sahil-i selametine vâsıl olmaklığımıza mevkuf ise İran’ın da bazice-i müdahelât ve lokma-i
ecânib olmaması için dört seneden beri içinde çabalayıp durduğu mezlakadan sağ ve salim necât
bulması iktiza eder. Her iki taraf ricâlinin el-yevm dûş-ı himmetine mevdu olan bâr-ı mes’uliyet
hakikaten azimdir… yalnız devr-i hazır değil bütün ensâl-i âtiye yedlerinde hakim-i ebediyet olan
tarih-i âdil bulunduğu halde rical-i hâzıranın hatiât ve muvaffakiyâtını, cinayât ve mealiyâtını, belahet
ve dehasını, cebanet ve cesaretini mihekk-i tenkide vuracaktır”. Bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Şark
Karanlık Mı?”, Tanin, nr. 371, 13 Eylül 1909, s. 1.

227
latîf ve cazibedâr oluyor. İşte bundan dolayıdır ki Türkiya şimdi büyük ve pek nâzik
bir rol oynuyor. Aile-i İslâmiyede mevki-i ictimâîsi büyüyor” 180.
Yeni dönemin önde gelen siyasî seçkinlerinden biri olan Babanzade’nin akıl
yürütmesi, meşrutiyetin istikrar ve idamesi için dinî delillerle elde edilmiş meşruluk
beratına ihtiyaç duyulduğunu açıkça ortaya koymakla beraber; bu meşruluk arayışına
paralel olarak meşrutiyetin kurtuluş ideolojisi çerçevesinde algılanması, aksi yönde
bir çıkarıma da götürebilmektedir: Şeyhülislâmlık, meşrutiyetin “kisve-i İslâmiyet”e
büründürülmesi konusunda ilk adımı atarak, en başta kendisine düşen görevi yerine
getirmiş, kimsenin itiraz edemeyeceği bir şekilde “hakâyık-ı meşrutiyeti anlat”mıştır.
Bu beyanname bütün köylerde defalarca okunmalı, ibtidâî mekteplerde “kıraat ve
ezber” kitaplarına konulmalı, müslüman çocuklar kendi dillerinde bunu artık
“kalplerine nakş etmelidir”. Babanzade, nihai olarak Beyanname’nin getirdiği
kazanımları meşrutiyetin değil, İslâmiyetin kâr hanesine kaydediyor:

“Aksâ-yı Mağribden, Aksâ-yı Şarka kadar ne kadar ahali-i İslâmiye var ise cümlesi
tarafından adeta dimağlarda hakkolunsun, anlaşılsın ki İslâmiyetin kıvâm ve te‘âlisi
meşrutiyetle kâimdir. Bilinsin ki şimdiye kadar İslâmiyetin gördüğü mesâib-i
mütevâliye hep meşrutiyet üzerine çekilen perde-i tagallübden ileri gelmiş. Meşrutiyet
çiğnendikçe akvâm-ı İslâmiye zelil ve esir kalacak, mahkumiyet ve sefalet içinde
yaşayacak” 181.
Babanzade’nin bu konuda özel bir çabası söz konusu olmakla beraber
yukarıdaki ifadeler yakın arkadaşının “din-i İslam’ın bütün safvet ve ulviyetiyle
muhafazası ancak meşrutiyet sayesinde kabil olacaktır. Şu halde meşrutiyet ile şeriat
birbirinden ayrılmaz demektir. Meşrutiyete halel geldiği gün din ve şeriat de
tehlikeye girmiş olur” şeklinde akıl yürütmesiyle buluşmaktadır 182. Yukarıda da

180
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1.
181
Babanzade İsmail Hakkı, “İslâmiyet ve Siyasiyât 2”, Tanin, nr. 353, 26 Ağustos 1909, s. 1.
182
Hüseyin Cahit’in bu yazıdan kısa bir süre sonra çıkan bir yazısında görülebileceği üzere
meşrutiyet, İslâm’ı içerecek kadar geniş bir çerçeve olarak kurulmaktadır. Hüseyin Cahit, Sultan II.
Abdülhamid ile Sultan Reşad’ı mübarek emanetlere gösterdikleri hürmet üzerinden karşılaştırdığı
yazısında bu hususu açıkça belirtir: “İdare-i müstebiddede ahkâm-ı diniye ayaklar altına alınır, din
namına her türlü fenalıklar irtikâb edilir ve hakikat-i halden haberdar olmayan ecânib nazarında pâk
ve ulvi din-i İslam adeta şaibedar bir hale getirilir idi. İdare-i meşruta teessüs eder etmez, Osmanlı
tahtına meşrutiyet-perver bir padişah geçer geçmez bu zulümlerden eser kalmıyor, dine riayet ediliyor.
Peygamberimizin yadigârları kemâl-i hürmet ve tevkir ile ta‘ziz olunuyor… her dinini seven
müslüman idare-i meşrutanın muhafazası uğrunda hayatını feda edercesine çalışmak icab eder.
Görülüyor ki, sabit oluyor ki din-i İslam’ın bütün safvet ve ulviyetiyle muhafazası ancak meşrutiyet
sayesinde kabil olacaktır. Şu halde meşrutiyet ile şeriat birbirinden ayrılmaz demektir. Meşrutiyete
halel geldiği gün din ve şeriat de tehlikeye girmiş olur. Nasıl ki böyle idi. Abdülhamid zamanında
dinin men ettiği her fenalık yapılırdı. Fakat kimsenin haberi olmazdı. Hürriyet-i kelam yoktu. Fakat
bugün meşrutiyet-i idare sayesinde hiçbir şey gizli kalamaz. Meşrutiyet bu suretle de hâris-i din-i

228
işaret edildiği gibi güçlü siyasi fırkaların ortaya çıkması ve muhalefetin İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin tehdit edebilecek düzeye gelmesiyle Babanzade’nin ortaya
koymaya çalıştığı telif gayretleri akamete uğramıştır. Zira meşruiyetin fırka
çatışmasının bir parçası haline gelmesi 183 bu tür arayışları zayıflatacak, yerini
İslâm’ın siyasete karıştırılmaması söylemine bırakacaktır 184.

Pirizade Molla Beyannamesi, Elmalılı Hamdi Efendi’nin kaleme aldığı


mazbatayı kaynak ittihaz edip takip ettiği gibi Babanzade’nin Beyanname ile ilgili
yorumlarında da mazbatadan izler bulunmaktadır. Said Paşa hükümetinin 35.
maddenin tadilini Meclis-i Mebusan gündemine getirmesinden sonra, İttihat ve
Terakki ile muhalefet arasındaki tartışma, hilafet-saltanat makamını güçlendirme
gerekçesi 185 nedeniyle dini bir söylem etrafında cereyan etmesine rağmen, Elmalılı
Hamdi Efendi’nin yerine tercih edilerek Kanun-ı Esasi Encümeni mazbata

mübin vazifesini ifa ediyor demektir”. Bkz. Hüseyin Cahit, “Hırka-i Saadet Ziyareti”, Tanin, nr. 389,
1 Teşrin-i evvel 1909, s. 1. Ayrıca bir yıl önce aynı konudaki yazısına bkz. Hüseyin Cahit, “Ziyaret-i
Hırka-i Saadet”, Tanin, nr. 73, 29 Eylül 1324, s. 1. Hilafetin haiz olduğu nüfuzu “kuvve-i maneviye
suretinde telakki ederek bazı âmâl-i siyasiye ve mülkiyeyi istihsal uğrunda istimalden tevakki etmek
Osmanlı politikasının esasını teşkil etmelidir” ifadeleri için bkz. aynı yer.
183
Beyanname’nin muhalefetin güçlendiği dönemde manidar bir girişle beraber neşredilmesini,
meşruiyet meselesinin seyri bakımından önemli buluyoruz. Bkz. “İttihatçılar ve İtilâf-ı Anâsır -
Dünkü ve Bugünkü Sözleri”, Hedef, nr. 293-19, 11 Mart 1912, s. 1-2. Beyanname’den önceki
açıklamalar Beyanname’yi niçin neşrettiklerini de açıklıyor. İttihatçıların ittihad-ı anâsırla ilgili
görüşlerindeki değişiklik hakkında şunlar söyleniyor: “… vaktiyle halkı iğfâl için lâubaliyâne,
müsrifâne savurdukları mevâ‘id-i kâzibelerinden biri olan telif-i anâsır kaziyye-i esasiyesinin nihayet
kendi muarızları tarafından bir niyyet-i sâdıka ile deruhde edilip hayyiz-i husûle çıkarılacağını
görünce haybete düşerek bunun Türklük, Müslümanlık nokta-i nazarından tervici adîmü’l-imkân,
Osmanlılık fikriyle de tatbiki mûcib-i hüsran olacağını risalelerle, gazetelerle, konferanslarla işâ‘aya,
bu fikri teşnî‘e başladılar” (aynı yer).
184
Bir örnek için bkz. Babanzade İsmail Hakkı, “Şeriat Namına”, Tanin, nr. 1281, 26 Mart 1912, s. 1.
185
Bu konuda Selanik Adliye müdürü Ömer Lütfi Bey’in kaleme aldığı Nazar-ı İslâmda Makam-ı
Hilafet (Selânik, Asır Matbaası, 1330) adlı eserin, siyasi manevralar üzerinden oluşan literatürün
ortasında, istisnai bir yeri vardır. Bu eser, Meclis-i Mebusan’daki 35. madde görüşmelerinde Mustafa
Sabri Efendi’nin “tevâzün-i kuvâ”yı ele alırken “hukuk-ı hilafet / saltanat”tan “mübhem ve müşevveş
bir surette” bahsetmesi üzerine yazılmıştır ve Mustafa Sabri gibi iddialı bir müderrise karşı “adliye
silk”inden bir hukukçunun bir anayasa tartışmasını hangi boyutlara ve seviyeye taşıyabildiği hakkında
iyi bir fikir vermektedir. Mustafa Sabri Efendi’nin (ve muvafık veya muhalif müderris arkadaşlarının),
1909 yılının başından itibaren anayasa tartışmalarında aldığı tavrın vardığı noktayı tekrar düşünmek
bakımından da eserin kıymetine dikkat çekmeliyiz. Nazar-ı İslâmda Makam-ı Hilafet’in tam metni
için bkz. İsmail Kara, ed., Hilafet Risaleleleri, İstanbul, Klasik Yay., 2003, III, 207-252. Kitabın
muhtevası ve kıymeti hakkında bkz. İsmail Kara, “Risâleler ve Müellifleri Hakkında Bazı Bilgiler”,
Hilafet Risaleleri, III, 23-26.

229
muharrirliğine getirilen Babanzade İsmail Hakkı’nın kaleme aldığı “besmelesiz”
metinde 186 ise hiçbir dini referansa yer verilmeyecektir.

186
“Kanun-ı Esasi Encümeni Mazbatası”, Tanin, nr. 1190, 26 Kânunıevvel 1911, s. 1-2. Said Paşa ile
Babanzade İsmail Hakkı’nın tadil için öne sürdükleri gerekçelerin farklılığına da dikkat çekilmiştir.
Bkz. “Dünkü Müzakere”, Yeni İkdam, nr. 636, 17 Kânun-ı evvel 1911, s. 1.

230
SONUÇ

Türkiye’de siyasi düzenin meşruti monarşiye evrildiği dönemde, hukuk


sahasındaki değişim aynı zamanda yeni bir hukukçu zümre ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Kanunlaştırma, mahkeme teşkilatı, hukuk eğitimi, “ilm-i hukuk” literatürü
değişimin izlenebileceği belli başlı alanlardır. Hukuk mektepleşmesi konusunda ilk
meşrutiyet tecrübesinin arefesindeki mütereddit adımların ardından, meşrutiyetin
askıya alındığı yıllarda hukuk sahasında başarılı ve istikrarlı bir mektepleşme
gerçekleştirilebilmiştir. Esasen yeni mahkemelerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek,
standart bir eğitimden geçmiş, nitelikli hakim yetiştirmeyi kendisine amaç edinen bu
girişim; II. Meşrutiyet’e kadarki otuz yıllık tarihiyle, devletin bu yöndeki
beklentilerini mümkün mertebe karşılamanın yanı sıra adliye bürokrasisi dışında da
faaliyet gösteren mektepli bir hukukçu zümre ortaya çıkarmış, ayrıca “hukuk”
merkezli bir gündem oluşturma potansiyeline de kavuşmuştur. Bu arada eğitim
süreçlerinde kamu hukuku sahasına karşı kısıtlı ve mesafeli bir tavır takınılmasına
rağmen yetişen hukukçular ilk muallim kadrosunun sahip olduğu zihniyetle Yeni
Osmanlılar tecrübesiyle bağ kurabilmiş; sonraki nesiller ise Jöntürklük hareketinin
ivme kazandırdığı hürriyetçi fikirlere sempati duymuş, yaklaşmış veya bağlanmıştır.
Bu noktada tayin edici olan, bu siyasi harekete mensubiyetten çok, yeni bir siyasi
düzene bağlı olarak, üst düzeyde hissedilen beka kaygısı ve kurtuluş ümididir. Bu
çalışmada bir meslek grubu ve bir bilim çevresi olarak hukukçuların II. Meşrutiyet
dönemindeki meşruti düzen algısı incelenmiş; hukukçuların yeni düzeni karşılama
biçimi ile öne çıkan isimlerin meşrutiyet, Kanun-ı Esasi, Meclis-i Mebusan,
meşruiyet gibi kamu hukuku meselelerine ilişkin görüşleri ele alınmıştır.

II. Meşrutiyet, hürriyetçi fikir ve hissiyatın olduğu kadar hukuk


mektepleşmesinin de semerelerinin alındığı dönemdir. Birinci meşrutiyet tecrübesi
sırasında yeni hukuk anlayışıyla ünsiyet kurabilen sayılı kişi varken, artık çok sayıda
mektepli hukukçu vardır. Bu hukukçuların herbirinin kamu hukuku meselelerinde
söz alıp fikir beyan etmesi sözkonusu olmamakla beraber bir bilim disiplini içinde
söylenilenleri anlama ve buna göre tavır alma noktasında hukuk muhitinin (hatta
daha geniş planda hukuk diliyle irtibat kurabilen okur-yazarların) muhatap bir kitle

231
olarak varlığı, II. Meşrutiyet ortamının getirdiği altı çizilmesi gereken ciddi bir
yeniliktir.

Öte yandan II. Meşrutiyet’in ilanıyla hukuk, siyasetin bağımlı unsuru olarak
önem kazanmış; meşruti düzenin kurulması, anlaşılması ve benimsenmesi sadedinde,
doğal olarak hukuka merkezi bir yer verilmiştir. Meşrutiyeti ayakta tutacak, tahkim
ve idame edecek çağdaş kamu hukuku bilgisi/tarihi ve bunu uhdesine alan hukukçu
tipi itibar kazanmıştır. Bunun yanı sıra meşruti düzen diğer hukuk dallarında da
canlanmaya sebep olmuş, yerli mektepli avukatlar örneğinde görüldüğü gibi
hukukçuların itibarı kamu hukuku uzmanlığıyla sınırlı kalmamıştır.

II. Meşrutiyet döneminde matbuatın kemiyet itibariyle büyük boyutlara


ulaşması ve çeşitlenmesiyle; kanun yapımı veya tadili, adliye ıslahatı ve özellikle
hukuk disiplinlerinin gelişimi gibi hususlarda -henüz tespiti bile tamamen
yapılmamış- ciddi düzeyde bir hukuk birikimi gün yüzüne çıkmıştır. Bunun
Avrupa’da hukuk tahsili, ilmiye mensubiyeti gibi yan kaynakları varsa da esas
kaynak, hocalar ve ilk mektepli hukukçular başta olmak üzere Mekteb-i Hukuk
mensuplarıdır. Başarıyla devam ettirilememekle beraber hukuk cemiyetleri bu
canlanmanın gözlemlenebileceği girişimlerdir.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra hukukçular yeni siyasi düzene intibak etmiş,
siyasi katılım hususunda iştiyakla hareket etmiş, siyasi merkezi tahkim etme veya
ona yön verme konusunda ciddi düzeyde etkinlik göstermiştir. Buna dair çok sayıda
tekil örnek bulunduğu gibi, hukuk muhitini aynı amaca yönelmiş bir şekilde
çalışırken görebileceğimiz hukuk cemiyetleri bu yönelişleri bariz olarak
göstermektedir. Hukuk gündeminin değişen ve devam eden unsurlarını koydukları
amaçlarda görebileceğimiz hukuk cemiyetleri, mevcut birikim ve güncel ihtiyaçları
işaret ettikleri gibi yeni düzene katılım bağlamında da işlev görmüştür.

II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında, bir inkılap döneminde gerçekleştirilen siyasi


düzen tartışmalarının uzak ve yakın İslam/Osmanlı tarihini, bilhassa Tanzimat ve I.
Meşrutiyet dönemlerinin birikimini, Yeni Osmanlılar düşüncesini ne ölçüde göz
önünde tuttuğu, eleştiri veya sahiplenme yoluyla bu tecrübeleri ne oranda kendine
mal ettiği; bir sonraki kademede Osmanlı Devleti’nin reel şartlarını isabetle teşhis

232
edip edemediği meselesi, öne sürülen fikirlerin derinliği ve tarihsel/toplumsal
meşruiyetini belirlediği kadar geleceğe dönük olarak da başarısı belirleyen başlıca
faktördür. İncelediğimiz metinlerde bu ciddi problemin farkında olunduğuna dair
birçok işaret vardır. Ancak hemen her günün iç ve dış siyasi krizlerle geçirildiği bu
dönemde, beka ve kurtuluş endişesinin bütün arayışların ve siyasi gündemden azade
fikri mütalaaların önüne geçtiği görülmüştür.

Meşruti düzenin karakterini belirleyen iki hususta (kamu iktidarlarının ilişkisi


ve meşruiyet meselesi) hukuki algının tarihi bağlamını izah etme gerekliliği;
kaynaklar, istikamet, üslup ve amaç noktasında birbirinden ayrılan iki hukukçu
tipinin görüşlerini ele almayı zorunlu kılmıştır. Çağdaş kamu hukuku birikimini
çalışma ve mücadelelerinin esası kabul eden hukukçuların görüşleri Kanun-ı
Esasi’nin tadili ve Meclis-i Mebusan’ın diğer kamu iktidarları karşısındaki konumu
çerçevesinde şekillenmiştir. Bir geleneğe yaslanan ve varılması gereken bir ufku
işaret eden meclis fikrinin mevcut şartlara uyarlanması yoluyla Meclis-i Mebusan’ın
üstünlüğünün temin edilmesi, öte yandan yeni siyasi kadroların yegane meşru
dayanağını inşa etme kaygısı bu hukukçuların temel iştigal sahasını oluşturmuştur.
Bu aynı zamanda, II. Meşrutiyet’in ilk aylarında Kamil Paşa üzerinden, II.
Abdülhamid’in hal‘inden sonra ise kurumsal olarak Babıali’nin İttihat ve Terakki
kadrolarıyla güç paylaşımı bağlamına oturur. Yeni kadroların bir ölçüde Meclis-i
A‘yân’da, tedricen yürümekle büyük oranda hükümet bünyesinde yer almaya
başlaması; aynı zamanda Parlamentarizmin gerekliliği olarak konulan siyasi
fırkalaşma ve muhalefet hareketlerinin güçlenmesi bu çerçeveyi zayıflatacak; okur
yazar kesimlerin büyük boyutta dayanışması ve fikir birliğiyle sağlanmış olan
Meclis-i Mebusan’ın üstünlüğü bir “trajik başarı” olarak geçmişte kalacaktır.

Emeklerini meşruti müesseselerin yerlileştirilmesine hasreden ilmiye kökenli


hukukçular, ele aldığımız bazı istisnalar dışında çağdaş kamu hukuku nazariyatına ve
tarihine karşı mesafeli bir konumda yer almaktadır. Yukarıdaki süreçlerde etkin
isimler ise güncel siyasetin icbarları altında dolaylı yollarla temas etmekle beraber
esasen meşruiyet meselesini bilgi birikimleri veya siyasi tasavvurları itibariyle ele
alamayacak konumdadır. Bu kesimlerin irtibat noktaları aranarak milli hakimiyet
telakkisi ile dini delillendirmenin mezcedilmesi ayrıntılarıyla gösterilmiştir. İtibarlı

233
çağdaş nazariyeler ile tarihsel/toplumsal gerçeklik arasındaki gerilimin çatışma ve
uzlaşma hatları tespit edilmeye çalışılmıştır. Siyasi fırkalaşmanın kuvvetler
dengesine yaptığı etkinin bir benzeri meşruiyet meselesinde gözlemlenmiştir.
Meşruiyet meselesinin, fırkalar arası çatışmaların konusu haline gelmesi, bir hukuk
telakkisine dayanarak kurulup savunulması meselesini çıkmaza sokmuştur. Böylece
fikir ve siyasi mücadele planında 31 Mart öncesinde kurulan, 31 Mart’tan sonra
Meclis-i Mebusan ve A‘yân’da kabul gören, Meclis-i Mebusan’ın ilk yasama yılını
tamamlamasından hemen sonra ise Meşihat’in bir girişimiyle teminat altına alınan
izah çerçevesi kısa sürede yıpranmıştır. Siyasetin dili aksini gösterse de, Meclis-i
Mebusan’ın feshi tartışmalarında dini delillendirme meselesinin Kanun-ı Esasi
gündeminin bir parçası olarak telakki edilmemesi bunu sarahatle gösterir.

234
BİBLİYOGRAFYA

I. Kaynak Eserler

[A.C.], Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara


Göre İttihat ve Terakki, haz. Erdal Aydoğan -
İsmail Eyyüpoğlu, Ankara, Alternatif Yay.,
2004.

Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, İstanbul, Matbaa-i Âmire,


1339.

Ağaoğlu, Süreyya, Bir Ömür Böyle Geçti, İstanbul, İshak


Basımevi, 1975.

Ahmed Muhtar, Üçüncü İntâk-ı Hak, İstanbul, Ahmed İhsan


Matbaası, 1927.

Ahmed Saib, Tarih-i Meşrutiyet ve Şark Mesele-i Hâzırası,


Dersaadet, Gayret Kütüphanesi, 1328.

Ahmed Selahaddin, Tetebbu‘ât-ı Siyasiye (Külliyat-ı Hukuk ve


Siyasiyât’tan üçüncü kitap), [İstanbul], 1327.

Babanzade İsmail Hakkı, Hukuk-ı Esasiye, 2. tab, Konstantiniye,


Müşterekü’l-Menfaa Osmanlı Matbaası, 1329.

[Babanzade] İsmail Hakkı

(Ali Reşad ile birlikte, Bismark - Hayat-ı Hususî ve Siyasîsi,


Dersaadet, Babıali Caddesi’nde 38 numaralı
matbaa, 1320.

Bezmi Nusret, Hüseyin Cahit Bey, İstanbul, Teşrin-i sâni


[1908], my.

Bluntschli, J. C., Lehre vom Modernen Stat (dritter theil:


Politik) - Politik als Wissenschaft, Stuttgart
1876 (Fransızcaya tercümesi: La Politique, 2.

235
baskı, trc. M. Armand de Riedmatten, Paris
1883).

Biren,

Mehmet Tevfik, Bürokrat Tevfik Biren’in Sultan


Abdülhamid Meşrutiyet ve Mütareke
Hatıraları, c. II, haz. Fatma Rezan Hürmen,
İstanbul, Pınar Yay., 2006.

Birgen, Muhittin, İttihat ve Terakki’de On Sene - İttihat ve


Terakki Neydi?, c. I, 2. baskı, haz. Zeki
Arıkan, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2009.

Cavid Bey, Meşrutiyet Ruznâmesi, c. I, haz. Servet Avşar


- Hasan Babacan, Ankara, TTK Yay., 2014.

Celaleddin Arif, Hukuk-ı Esasiye. (birinci sınıfa mahsustur),


Dersaadet, Ahmed Saki Bey Matbaası, 1325.

___________, Hukuk-ı Esasiye. (ikinci sınıf dersleri),


Dersaadet, Ahmed Saki Bey Matbaası, 1325.

___________, Düvel-i Selase Kanun-ı Esasileri Tarihçesi,


[İstanbul], Mekteb-i Mülkiye Kütüphanesi,
(sene-i dersiye) 1324.

Çambel, Hasan Cemil, Makaleler Hatıralar, Ankara, TTK Yay., 2011.

[Damat Ferit Paşa], Rumeli Hisarı İttihad ve Te‘âvün


Cemiyeti’nin Hisar maarifi menfaatine tertib
eylediği tiyatroda Damad-ı hazret-i Şehriyârî
Ferid Paşa hazretleri tarafından irad olunan
nutuk, [İstanbul], 1324.

Dergüzinizâde Hasan Rıza, Şer‘-i Siyasi Şerh-i Kanun-ı Esasi,


Darülhilafeti’l-Aliyye, Darü’t-tıbâ‘atü’l-Âmire,
1326.

236
Ekrem Reşad-Osman Ferid, Manyasîzâde Refik”, Nevsâl-i Osmanî, İstanbul
1325, s. 193-94.

Eşref Edib, “Ebül'ulâ Bey’le Beraber Nasıl Çalıştık? Sırat-ı


Müstakim’i Nasıl Çıkardık?”, Sebilürreşad,
X/238, Şubat 1957, s. 199-201.

Giraud, Hükümet-i Avam – Vatan ve İnsaniyet, trc.


Mehmed Ali, Dersaadet, Kütüphane-i İslâm ve
Askerî, 1327.

Hafız Ahmed Berzencizade, el-Hablü’l-Metîn fî Tatbîki’l-Kânûn-ı Esâsî


maa’ş-Şer‘i’l-Mübîn, Edirne, Edirne Vilayet
Matbaası, [Nisan 1909].

Hafız Mehmed Ali, Şeriat İsteriz Diyenlere Kılağuz Yahut


Şeyhülislâm Efendimizin Ümmet-i
Muhammed’e Vaazı, Dersaadet, Şems
Matbaası, 1326/1328.

Hüseyin Cahit, Kavgalarım, İstanbul, Tanin Matbaası, 1326.

İbnü’r-Ref’et Mehmed Memduh, Hukuk-ı Esasi ve Şerh-i Kanun-ı Esasi-i


Osmanî- Loi de la Constitition Ottomane,
İstanbul, Dersaadet, Vezir Hanında 48 numaralı
matbaa, 1326.

İrtem, Süleyman Kâni, Meşrutiyet Doğarken - 1908 Jön-Türk


İhtilâli, İstanbul, Temel Yayınları, 1999.

Janet, Paul, Tahlilî Tarih-i Felsefe – Metâlib ve Mezâhib -


Mâba‘de’t-tabî‘a ve Felsefe-i İlahiye, nâkili:
Elmalılı Hamdi, İstanbul, Matbaa-i Âmire,
1341.

Kara, İsmail (ed.), Hilafet Risaleleleri, İstanbul, Klasik Yay.,


2002-2015, c. III.

237
Kemal Paşazade Said, Medhal-i Usûl-i Mesuliyet-i Vükela, Darü’l-
Hilafeti’l-Aliyye, Darü’t-tıbâ‘atü’l-Âmire, Hicri
1326.

Kolcalı Abdülaziz, İslamiyet ve İttihad- ı Anasır ve Adalet -


Müsavat - Meşrutiyet - Hakimiyet-i Milliye -
Gayrımüslimlerin Hukuku ve Beyanname-i
Şeyhülislam, İstanbul, Matbaa-i Kader, 1327.

___________, Kur’an-ı Kerim ve Kanun-ı Esasi, İstanbul,


Vezir Hanı 48 numaralı Matbaa, 1326 [1908].

Kuran, Ahmed Bedevi, Hüseyin Cahit Yalçın Bey’e Açık Mektup,


İstanbul, Türkiye Basımevi, ty.

Lütfi Fikri, Mebâdi-i İlm-i Hukuk, İstanbul, Matbaa-i


Ahmed İhsan, 1327.

________, Osmanlı Tarih-i Siyasisi, birinci cild, birinci


kısım: Meşrutiyet-i Osmaniyenin menşeleri,
İstanbul, Kader Matbaası, 1329.

Mehmed Faik, el-Adlu Esasi’l-Mülk – Medâr-ı Kanun-ı


Esasi yahut Esas-ı Meclis-i Mebusan, Mısır,
Osmanlı Matbaası, 1908.

________, (F. K. Âmidî) Medâr-ı Kanun-ı Esasi - İntihâb, [Mısır


1908].

Mehmed Fehmi, Hikmet-i Hukuk-ı İslamiye, İstanbul, Matbaa-i


Kütübhane-i Cihan, 1329.

Mehmed Murad (Mizancı Murad), Tatlı Emeller Acı Hakikatler yahud Batn-ı
Müstakbele Âdâb-ı Siyasiye Talimi, İstanbul,
Matbaa-ı Amidî, 1330.

Mehmed Nusret, Nusretü’l-Hamid ‘ala Siyaseti’l-‘Abîd


Tercüme-i Sülûku’l-Mâlik fî Tedbîri’l-

238
Memâlik, İstanbul, Darü’t-tıba‘atü’l Âmire,
1296.

Mustafa Zihni, Mikyâsü’l-Ahlâk, İstanbul, Âlem Matbaası,


1315.

Namık Kemal, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri -


Bütün Makalaleri, haz. Nergiz Yılmaz
Aydoğdu - İsmail Kara, İstanbul, Dergâh Yay.,
2005.

Nasuhoğlu, Ahmet Muhtar, Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi -


Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir
Hukukçunun Hatıraları, haz. Ömer Hakan
Özalp - Ayşe Raziye Özalp, İstanbul, Dergâh
Yay., 2009.

Ostrorog, Comte Léon, Angora Reform, Londra, University of London


Press, 1927.

Ömer Lütfi, Nazar-ı İslâmda Makam-ı Hilafet, Selânik,


Asır Matbaası, 1330 (bk. İsmail Kara, ed.,
Hilafet Risaleleleri, c. 3).

Ömer Ziyaeddin, Mirât-ı Kanun-ı Esasi, İstanbul, Saika


Matbaası, 1324.

Örikağasızade Hasan Sırrı, Sultan Abdülhamit Devri Hatıraları ve Saray


İdaresi, haz. Ali Adem Yörük, İstanbul, Dergâh
Yay., 2007.

Özkent, Ali Haydar, Avukatın Kitabı, İstanbul, Arkadaş Basımevi,


1940 (tıpkıbasım İstanbul, İstanbul Barosu Yay.,
2012).

Pakalın, Mehmed Zeki, Sicill-i Osmanî Zeyli - Son Devir Osmanlı


Meşhurları Ansiklopedisi, haz. Serdar Sakin,
Ankara, TTK, 2008, c. X.

239
Pekmen, Mahir Said, 31 Mart Hatıraları - İsyan Günlerinde Bir
Muhalif, İstanbul, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2013.

Said Hikmet, Mazi ve Âtî (Komedi, dört perde), İstanbul,


Hilal Matbaası, 1324.

[Said Paşa], Sadr-ı Sâbık Said Paşa’nın Gazetelerle


Neşrettiği Mektupların Suretleridir – Sene
1324-1908, İstanbul, Asır Matbaası, [1324].

Sava, Mekâtib-i Âliye-i Fenniye yani Darülfünûn-ı


Sultani’nin Nizamname-i Dahilisiyle Dürûs
Cetvelidir, İstanbul, La Türki Matbaası, 1293.

Tengirşenk, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, İstanbul, Bahar Matbaası,


1967.

[Ürgüplü Hayri Efendi], Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’nin


Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke
Günlükleri (1909-1922), haz. Ali Suat Ürgüplü,
İstanbul, İş Bankası Kültür Yay., 2015.

Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Meşrutiyetten Cumhuriyete Makaleler, 2.


Baskı, haz. A. Cüneyd Köksal - Murat Kaya,
İstanbul, Klasik Yay., 2011.

______, Osmanlı Anayasasına Dair, haz. Asım Cüneyd


Köksal, İstanbul, Ufuk Yay., 2014.

YY, Büyük Türk Hukukcusu - Seydişehirli İbn-il-


Emin Mahmut Esat Efendi, Ankara, 1943.

YY, Encümen-i Muallimîn Nizamnamesi, [İstanbul


1908].

YY, Feylosof Rıza Tevfik, İstanbul, Reşadiye


Matbaası, 1328.

240
YY, Muaddel Kanun-ı Esasi ve İntihab-ı
Mebusan Kanunu, haz. Tevfik Tarık, İstanbul,
İkbal Kütübhanesi, 1330/1327.

YY, Kanun-ı Esasi’nin Sekizinci Maddesinin


Hey’et-i A‘yân’ca Müzakere ve Tasdiki
Esnasında Cereyan Eden Muamelenin
Tedkiki Zımnında Teşekkül Eden Encümen-i
Mahsûsun mazbatasıdır, Meclis-i A‘yan,
1326-1327 İctimâ‘ı, nümero: 70, İstanbul,
Matbaa-i Âmire, 1326.

YY, Meclis-i A‘yan’dan İade Edilen Kanun-ı


Esasi Tadilatını Hâvi Lâyihadır, Meclis-i
A‘yan, birinci devre, 1326-1327 İctimâ‘ı,
nümero: 7, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1326.

YY, Mekteb-i Hukuk Mezunları Cemiyeti


Nizamnamesi, İstanbul, Mahmud Bey
Matbaası, 1326.

YY, Osmanlı Hukuk Encümeni Nizamname-i


Esasîsi Lâyihası - Müntehab Komisyon
Tarafından Kaleme Alınan Osmanlı Hukuk
Encümeni Nizamname-i Esasîsi Lâyihası,
İstanbul-Galata, Becidyan Biraderler Matbaası,
1324 [Aralık 1908].

YY, Osmanlı Hukuk Cemiyeti Nizamname-i


Dahilîsidir, [İstanbul, Ağustos 1908].

YY, “Şuûn-ı Hukukiye: Konya Talebe-i Hukuk


Cemiyeti”, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i
Kavânîn Mecmuası, sy. 12, 28 Şubat 1325, s.
431.

241
Ziya Şakir, Hürriyet ve İtilaf Fırkası Nasıl Doğdu-Nasıl
Yaşadı-Nasıl Battı?, haz. Serkan Erdal,
İstanbul, Akıl Fikir Yay., 2011.

II. İnceleme Eserleri

Akşin, Sina, 31 Mart Olayı, İstanbul, Sinan Yay., 1972.

Akün, Ömer Faruk “Namık Kemal”, DİA, XXXII, 361-378.

Albayrak, Sadık Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul, İBB


Kültür Daire Bak. Yay., 1996, c. II, IV.

Arar, İsmail, “Halife Olmak İsteyen Mebusan Meclisi Reisi


Celâleddin Arif Bey”, Tarih ve Toplum, sy. 41,
Mayıs 1987, s. 43-48.

Arsel, İlhan, “Birinci ve İkinci Meşrutiyet Devirlerinde Çift


Meclis Sistemi Tecrübesi”, AÜHFD, X/1-4,
1953, s. 194-211.

______, “Üçüncü Fransız Cumhuriyetinde Senato”,


AÜHFD, XI/1-2, 1954, s. 7-144.

Aydın, M. Akif, “Kânun-ı Esâsî”, DİA, İstanbul 2001, XXIV,


328-30.

Birinci, Ali, Hürriyet ve İtilâf Fırkası - II. Meşrutiyet


Devrinde İttihat ve Terakki’ye Karşı
Çıkanlar, İstanbul, Dergâh Yay., 1990.

______, Tarih Yolunda, İstanbul, Dergâh Yay., 2001.

______, Tarihin Hududunda, İstanbul, Dergâh Yay.,


2012.

Çankaya, Ali, Son Asır Türk Tarihinin Önemli Olayları ile


Birlikte Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler,
Ankara 1968-1969, Mars Matbaası, c. I-III.

242
Çoban, İbrahim, “Türk Hukuk Kurumu’nun Kuruluşu ve İlk
Yıllardaki Faaliyetleri”, 1. Türk Hukuk Tarihi
Kongresi Bildirileri, ed. Fethi Gedikli,
İstanbul, On İki Levha Yay., 2014, s. 559-587.

Demirci, Aliyar, İkinci Meşrutiyette Âyan Meclisi 1908-1912,


İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2006.

Demirel, Fatmagül, “Kütüphane Raflarında Okuyucusunu Bekleyen


Bir Yayın: İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn
Mecmuası”, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, 3/5, 2005, s. 755-765.

Dölen, Emre, Türkiye Üniversite Tarihi 1: Osmanlı


Döneminde Darülfünun 1863-1922, İstanbul,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2009.

Emil, Birol, Son Dönem Osmanlı Aydını Mizancı Murad


Bey, İstanbul, Kitabevi Yay., 2009.

Erdem, Sami “Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk


Düşüncesinde Fıkıh Usulü Kavramları ve
Modern Yaklaşımlar”, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora
tezi, İstanbul, 2003.

Eroğul, Cem, “1908 Devrimi’ni İzleyen Anayasa


Değişiklikleri”, 100. Yılında Jön Türk
Devrimi, (ed.) Sina Akşin, Sarp Balcı, Barış
Ünlü, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,
85-139.

Gazel, Ahmet Ali İkinci Meşrutiyet Dönemi Siyasî


Mücadelesinde Lütfi Fikri’nin Tanzimat’ı,
Konya, Çizgi Kitabevi, 2007.

243
________, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İttihatçıların
İktidarı Ele Geçirme Teşebbüsü: Siyasi
Müsteşarlık Meselesi”, Ekev Akademi Dergisi,
sy. 2, 2000.

________, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Parlamanter


Denetim, Konya, Çizgi Kitabevi, 2007.

Gündüz, Mustafa, “II. Meşrutiyet ve Erken Cumhuriyet Dönemi,


Eğitim ve Öğrenci Dernekleri I”, Turkish
Studies, 5/2 Spring, 2010, s. 1088-1120.

Güneş, İhsan, Türk Parlamento Tarihi: Meşrutiyete Geçiş


Süreci - I. ve II. Meşrutiyet, Ankara, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Vakfı Yay., 1997.

Kara, İsmail, İslamcıların Siyasi Görüşleri I - Hilafet ve


Meşrutiyet, 2. baskı, İstanbul, Dergâh Yay.,
2001.

________, Türkiyede İslamcılık Düşüncesi, İstanbul,


Dergâh Yay., 2011, c. I-II.

________, “Ulema-Siyaset İlişkilerine Dair Metinler II: Ey


Ulema! Bizim Gibi Konuş!”, Dîvân, sy. 7,
1999/2, s. 65-134.

________, “Ulema-Siyaset İlişkilerine Dair Önemli Bir


Metin: Muhalefet Yapmak/Muhalefete
Katılmak”, Dîvân, sy. 4, 1998/1, s. 1-25.

Köksal, Asım Cüneyd, “Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Fıkıh ve Siyaset


Düşüncesi”, (Elmalılı M. Hamdi Yazır,
Osmanlı Anayasasına Dair içinde), İstanbul,
Ufuk Yay., 2014, s. 61-102.

Kubalı, Hüseyin Nail, “Kanun-ı Esâsî”, İA, İstanbul 1977, VI, 168-
172.

244
Mardin, Ebül’ulâ, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet
Paşa, tıpkıbasım, Ankara, Türkiye Diyanet
Vakfı Yay., 1996.

Okandan, Recai G., Âmme Hukukumuzun Anahatları


(Türkiye’nin Siyasî Gelişmesi), İstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1977.

Okay, Cüneyd, “Meşrutiyet Döneminde Nitelikli Bir Fikir


Dergisi: İstişare”, Müteferrika, sy. 16, 2003 s.
107-112.

Örsten Esirgen, Seda, “Tanzimattan Cumhuriyete Avukatlık”, Ankara


Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, sy. 63
(4), 2014, s. 737-778.

Özdinç, Rıdvan, “II. Meşrutiyetin İlanında Hürriyet ile Dinî


Mübâlâtsızlık Arasında Osmanlı Ulemâsı:
‘Birader! Biz Ne Ebusuud Efendi’yiz, Ne De
Birgivi’”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, V/22, 2012, 290-310.

Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar,


Ankara, TDV Yay., 1995.

Sav, Atilla - Toprak, Musa (haz.) Türkiye’de Savunma Mesleğinin Gelişimi, 2.


baskı, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, 2015.

Tanör, Bülent, Anayasal Gelişme Tezleri, 2. baskı, İstanbul,


Yapı Kredi Yay., 2010.

________, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 24.


baskı, İstanbul, YKY Yay., 2014.

Tural, Erkan, “II. Meşrutiyet Dönemi’nde Adliye ve Mezâhip


Nezareti’nde Bürokratik Reform”, AÜHFD,
LXII/2, 2008, 223-252.

245
Tunaya, Tarık Zafer, “1876 Kanun-u Esasî ve Türkiye’de Anayasa
Geleneği”, Tanzimattan Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul 1985, I, 36-45.

________, “İkinci Meşrutiyetin Siyasal Hayatımızdaki


Yeri”, Türk Parlâmentoculuğunun İlk
Yüzyılı: 1876-1976, Ankara, Siyasî İlimler
Türk Derneği Yayınları, ty., s. 79-90.

________, Medeniyetin Bekleme Odasında, İstanbul,


Bağlam Yay., 1989.

_________, Türkiye’de Siyasal Partiler, 3 c., İstanbul,


Hürriyet Vakfı Yay., 1985.

Unat, Faik Reşit (haz.), İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir Mart


Hâdisesi - II. Abdülhamid’in Son Mabeyn
Başkâtibi Ali Cevat Bey’in Fezlekesi, Ankara,
Türk Tarih Kurum Yay., 1985.

Yörük, Ali Adem, Ali Adem Yörük, Müderris ve Hukukçu Rizeli


Hafız Kasım Efendi - II. Meşrutiyet Dönemi
Hukuk Eğitiminde Üslup Arayışları, İstanbul,
Dergâh Yayınları, 2014.

_________, “Kapitülasyonların Kaldırılması Sürecine Dair


Bibliyografık Bir Deneme: 1909-1927 Yılları
Arasında Yazılmış Kapitülasyon Kitapları”,
Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, sy. 5,
2008 Bahar, s. 97-130.

_________, “Mekteb-i Hukuk’un Kuruluşu ve Faaliyetleri


(1878-1900)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, basılmamış yüksek
lisans tezi, İstanbul, 2008.

246
III. Süreli Yayınlar *

Beyanu’l-Hak, Ceride-i Adliye, Hadisat-ı Hukukiye ve Tarihiye Mecmuası,


Hukuk (Ankara Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti tarafından çıkarılır meslek
mecmuasıdır), Hukuk-ı Umumiye, Hürriyet, İlm-i Hukuk ve Mukayese-i Kavânîn
Mecmuası, İkdam, İstişare, Milliyet, Mizanü’l-Hukuk, Muhamat, Sabah, Siper-i
Saika, Şahrah (serisi), Sırat-ı Müstakim/Sebilü’r-Reşad, Şura-yı Ümmet, Tanin,
Takvim-i Vekâyi, Tercüman-ı Hakikat, Yeni Gazete.

*
Gazete yazıları kaynakçaya alınmamış, referans verildiği dipnotta açık künyesi belirtilmiştir.

247
ÖZGEÇMİŞ
Ali Adem Yörük 1981 yılında Van’da dünyaya geldi. İlk ve orta tahsilini
memleketinde, lisans tahsilini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı
(2004). Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde “Mekteb-i
Hukuk’un Kuruluşu ve Faaliyetleri (1878-1900)” başlıklı yüksek lisans tezini
hazırladı (2008). 2011 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk
Tarihi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Müderris ve
Hukukçu Rizeli Hafız Kasım Efendi – II. Meşrutiyet Dönemi Hukuk Eğitiminde Üslup
Arayışları (İstanbul, Dergâh Yay., 2014) başlıklı bir kitabı, ayrıca tebliğ ve
makaleleri bulunmaktadır. Örikağasızâde Hasan Sırrı Bey’in hatıralarını (Sultan
Abdülhamit Devri Hatıraları ve Saray İdaresi, İstanbul, Dergâh Yay., 2007) ve
Mehmed Nâzım Bey’in günlüğünü (Mekteb-i Hukuk Günlerim, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yay., 2012) yayınlamıştır.

248

You might also like