You are on page 1of 17

Borçlar hukukuna hakim olan ilkeleri iredeleyeceğiz.

Ancak borçlar hukukunda çok sayıda tamamlayıcı ve yorumlayıcı hukuk kuralı bulunuyor
ve irade serbestisinin de en önemli görünümlerinden biri de sözleşme yapma özgürlüğüdür.
Borçlar hukukunda şu an sağlar arası işlemler söz konusu, sözleşme özgürlüğünden
bahsediyoruz. Sözleşme özgürlüğünün farklı boyutları var. Bunun altında sözleşme yapıp
yapmama özgürlüğü, sözleşmenin tarafını seçme özgürlüğü, sözleşmenin konusunu belirleme
özgürlüğü, sözleşmenin tipini belirleme özgürlüğü, sözleşmede şekil serbestisi ( yani iradi
şekle bağlama veya bağlamama özgürlüğü), sözleşmeyi sona erdirip erdirmeme özgürlüğü.
Kitabımızın 82.paragraf ve devamı. Tarafların sözleşme konusunu belirleme ve düzenleme
özgürlüğü. Bir sözleşme tipine uyma zorunluluğu da yok(tip serbestisi) . Kanundaki tip
sözleşmeye uyulacağı gibi birey kendisi de bir karma sözleşme meydana getirebilir.
Kitabımızın yazarları şekil serbestisini de düzenleme özgürlüğü altında incelediğini
görüyoruz. Bu özgürlük sınırsız bir özgürlük değil. Şekil serbestisi mutlak değil. Buna ilgili
yerlerde değineceğiz.
84. paragraf ve devamında sözleşme özgürlüğünün tek taraflı kullanıldığı haller. İstisnai
kanun hükümleri, ihtiyari sözleşmeler ve genel işlem şartları. Genel işlem şartlarını ayrı bir
derste irdeleyeceğiz, burada üstü kapalı olarak üzerinden geçeceğiz.
Liberal bir hukuk sistemindeyiz, dolayısıyla sizin sözleşme konusu tayin etme
özgürlüğünüz var, buna yönelik bir kısıtlama ancak istisnai olabilir. Özellikle Tüketicinin
Korunması Hakkındaki Kanun’ da bazı hükümlere rastlıyoruz. Örneğin 6.maddesi : ‘’
Vitrinde, rafta, elektronik ortamda veya açıkça görülebilir herhangi bir yerde teşhir edilen
malın, satılık olmadığı belirtilen bir ibareye yer verilmedikçe satışından kaçınılamaz.’’ Bu
hükmün bir de hizmet yönü de var. Devamında ‘’ Hizmet sağlamaktan haklı bir sebep
olmaksızın kaçınılamaz.’’ öngörülüyor. Ona göre arttırma zamanı geldiği zaman o aylık
ortalamayı geçmemeniz lazım. Kira sözleşmelerinde de yenileme halinde( yenilemeden kast
edilen belirli süreli kira sözleşmesinin süresini belirlemek), ilk 5 yıl içinde kira bedelinin
arttırımında tüfeye göre ( kitapta üfeye göre yazıyor ancak değişiklikler olmuş ve artık tüfe
olacak) bir kısıtlama var, o ortalamayı arttırım zamanı geldiği zaman geçmemeniz gerekiyor.
İlk 5 yıl geçtikten sonra ise kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önüne alınarak
kira bedeli arttırılabiliyor. Kamu ihale sözleşmelerinde de başka sınırlamaları görüyoruz.
Burada taraflar anlaşsa bile sonradan süreye göre ödeme şartlarını veya işin yapılma yerini
değiştirebiliyorlar. Bunun yanında birçok hususta, özellikle ihale şartnamesinde yer alan
hususlarda inisiyatifleri çok sınırlanmış durumda. İdare hukuku boyutu da var. İhale
tamamlanana kadar olan süreç idare hukuku, ondan sonrası bizim alanımız. Gündelik hayatta
bir tarafın sözleşme hükümlerini önceden tespit ettiğini görüyoruz. ( lafı genel işlem
şartlarına/koşullarına getiriyorum). Kavram olarak ihtiyari sözleşmelerle genel işlem şartları
arasında bir ayrım yapılabilir. Bu kavramsal farklılıkları daha sonra da belirteceğiz. Bazısı
aynı kavram bazısı da farklı kavram olarak ele alıyor. Kitabımızın yazarlarına göre, ancak
sözleşmenin bütün hükümleri önceden bir tarafça tespit edildiği hallerde ihtiyari
sözleşmelerden söz edilir. Gökhan Antalya’nın görüşüne göre ihtiyari sözleşmeyle genel
işlem koşullarının ayrımında ilk faktör, sözleşmenin taraflarından birinin idari bir kuruluşu
ya da bir idari işlemi imtiyazla veya izinle yürüten bir kişi olup olmadığı, diğer faktör
sözleşmenin konusunun kamu hizmeti veya tekel niteliğinde bir hizmet olması yönüyle genel
işlem koşullarından ayrılıyor. Dolayısıyla kamu kurum veya kuruluşunda karşınızda imtiyazlı
bir kişi söz konusu oluyor.
Borçlar hukukunda bir sözleşme denetimi var. Buna yönelik Tüketicinin korunması
hakkında kanunda buna yönelik hükümler var. Bir haksız rekabet olarak Türk Ticaret Kanunu
hükümleri var. Rekabetin Korunması Hakkında Kanunla yönelik boyutları var. Kira
sözleşmelerine ilişkin özel hükümler var. Sigorta poliçelerine yönelik böyle özel tekel
hükümler var.
Kitabımızın bir sonraki başlığına bakalım. Borç ilişkisinin nispiliği ilkesi. Kitabımızda 96.
paragraf ve devamı. Borç ilişkisinin sadece alacaklı ile borçlu arasında sirayet etmesine ve
üçüncü şahısları etkilememesine nispilik ilkesi denir. Bu sebeple alacak hakkının nispi bir hak
olduğundan söz ediyoruz. Aciz, zayıf haklardır yani alacaklı ile borçlu arasında cılız bir
bağlantıdır. Üçüncü kişilere kural olarak etki etmemektedir. İşin özelliği de burada devreye
giriyor kural olarak diyorum. Ne zaman kural olarak diyorsak istisnaları söz konusudur. Ama
demek değil ki bu istisnalar hakkın niteliğini değiştirsin, başka bir hakka dönüşmüyorlar
sadece etki alanları genişliyor. Uluslararası ticaret alanında da arkadaşlar ekonomi hukuku
alanında da özellikle bu nispilik ilkesinden tavizler verildiğini görüyoruz. Nispilik ilkesinin
belki en meşhur istisnası 97. paragrafta ve devamında da bahsedilmiş olan tapuya şerh
verilmiş şahsi haklardan bahsediyor arkadaşlar. Şerh verilecek haklar konusuna daha sonra
eşya hukukundaki ayni haklar konusunda değineceğiz. Ayni haklar var, herkese karşı ileri
sürülebilen, mutlak olan haklar. Burada sadece birkaç tanesini saymakla yetinelim. Mesela
önalım, gerialım, arsa payı karşılığı inşa sözleşmesinden doğan haklar, bağışlamada rücu
hakkı, gayrimenkul satış vaadinin şerhi… çok hak var arkadaşlar. Hatırlarsınız noterde
yapabiliyorduk. Adil kiraya ilişkin şerh vardı. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hatırlıyorsunuz arkadaşlar şerhin 2 tane etkisi vardı :bunlardan biri eşyaya bağlı borç etkisi
vardı. Gayrimenkulün her malikinin kendi mülkiyeti esnasında doğacak borçla yükümlü
olmasını ifade ediyordu. Malik kendi mülkiyeti döneminden doğan borcun borçlusu
durumunda oluyordu. İşte ancak eşyaya bağlı borç etkisiyle şerh tarafına ilişkin sözleşmenin
maliki olmayan yeni malikin de mülkiyet hakkı sebebiyle borçla yükümlülüğü gündeme
geliyor. Bir de şerhin ikinci etkisi vardı. Munzam etkisi yani ayni etkisi diyorduk. Şerhten
sonra taşınmaz hak iktisap etmiş olanlardan alacaklıya borcun ifası zarar verenlerin hakkı
bertaraf ediliyordu ortadan kaldırılıyordu. Bu etkilerden biri ilgili hak kullanılmadan söz
konusu oluyordu. Mesela önalım hakkını kullanmadan önce eşyaya bağlı borç etkisi vardı.
Dolayısıyla önalım hakkını mı kullanacaksınız? Kim o sırada malikse ona karşı
kullanıyordunuz. Ama munzam(ayni) etki nasıl oluyordu? Hakkınızı kullanmış olmanıza
rağmen biri gelir de ona rağmen satış gerçekleşirse ayni etki devreye giriyordu ve size
devredilmesi borcu altına giriyordu. Bu eşyaya bağlı borç etkisi ve ayni etki konusunda bazı
kitaplarda farklı görüşler de var. Ben size baskın diyebileceğim görüşe göre anlatıyorum
bunun tartışmasına pek girmiyorum arkadaşlar. Ama bu son söylediğim yönüyle yani şerhten
sonra gayrimenkulü iktisap eden üçüncü şahıslara etkili olmakta ve onları yükümlülük altına
sokmaktadır.
Alacak hakkını nispiliğinin başka istisnaları da var: mesela arkadaşlar ahlaka aykırı
davranış demiştik değil mi? Örneğin çifte satışlarda söz konusu oluyordu. Satıcı borcun
konusu edimi ifa edebiliyordu yani siz satıcıdan alacaklı olarak bir şey alacaksınız. O size
satacağı yerde, diyor tamam 4 gün sonra alabilirsin benden playstation’ını ama bir
bakıyorsunuz ki onu bir başkasına satmış. Ne oluyor bu durumda? Üçüncü kişiye satıldığı için
üçüncü kişiye karşı bir şey talebi söz konusu olmuyordu, olsa olsa karşı taraftan tazminat
talep edebiliyordu çünkü size onu devredeceği yerde gidiyordu üçüncü kişiye belki daha
yüksek fiyata satıyordu. Bu durumda iç ilişkinizde bir tazminat sorumluluğu gündeme
gelebiliyordu. Üçüncü kişi eğer bunu ahlaka aykırı bir şekilde size zarar verme amacıyla
yapıyorsa artık siz doğrudan üçüncü kişiye de başvurabiliyordunuz. Üçüncü kişiden de
tazminat isteyebiliyordunuz ve olumlu zararın tazminine yönelik, hatta aynen ifa da
isteyebiliyordunuz. Yine üçüncü kişilerin borç ilişkisine etkisinden de bahsedebiliriz. İfada
alacaklının hukuken korunan bir yararı yoksa arkadaşlar ki para borçlarında aksi yönde
korunan bir yarar da olmaz, böyle bir durumda borçlu da borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü
olmuyor. Yine 3. Kişilere borç ilişkisinin etkili olduğu başka durumlar da var.
Alper Bey sormuş, sözleşme oluşmuş ama ücret ödenmemişse yine de ücret alabiliyor
mu? Tabii ki alabiliyor. Playstation’dan yola çıkalım. 8000 liralık playstation’ı size 6000
liraya veya 5000 liraya satıyor. Ücret ödememişsiniz. Diyor ki haftaya teslim edilecek 5000
liranızı vereceksiniz alacaksınız. Bir de gidiyorsunuz ki gitmiş Alper Bey yerine İbrahim
Bey’e verilmiş mesela. Böyle bir durumda normal şartlarda, ahlaka aykırılığı falan
boşverelim, ne olacak? Siz aynı playstation u almak için 3000 lira daha fazla para vermeniz
gerekiyor o aradaki farkı isteyebilirsiniz mesela.
Çıkış noktamız iyi niyetli olup olmama değil zarar verme kastıdır. Özellikle bunun ispatı.
Dolayısıyla bunu ispat etmeyi başarırsanız olumlu zararınızın tazminini isteyebilirsiniz. İrade
sakatlığı durumlarında ise bunu ancak taraflar, sözleşmenin tarafları ileri sürebilir onlardan
başkası ileri süremez. Nispilik ilkesi neydi? Karşıdaki ile sizin aranızdaki bağ. Siz böyle bir
duruma el atabilmeniz için ancak böyle istisnai durumların olması gerekiyor. Meğerki siz
üçüncü kişinin temsilcisi olmayın. Tabi özel ihtimaller olabilir mesela siz 3. Kişinin temsilcisi
olabilirsiniz.
Şimdi diğer istisnalarına bakalım: mesela üçüncü kişi lehine sözleşmeler arkadaşlar.
Burada kendi adına sözleşme yapan kişi üçüncü kişi yararına bir edim yükümlülüğü
koyabiliyor. Buna üçüncü kişi yararına sözleşme diyoruz. Hayat sigortalarında falan böyle
şeyler söz konusu olabiliyor arkadaşlar. Buna da fazla değinmeyeceğim vize sonrasında daha
çok değinmek istiyorum. Bu kadarını bilin. Bu da kendi içinde ikiye ayrılıyor : gerçek olan ve
gerçek olmayan üçüncü kişi lehine sözleşme diye. Gerçek olmayanda aslında üçüncü kişinin
ifayı talep etme yetkisi bulunmuyor, zamanı gelince ifa gelince bunu kabul edebiliyor. Bir de
gerçek üçüncü kişi lehine sözleşme var ki arkadaşlar onun da talep etme yetkisi söz konusu
olabiliyor. Burada üçüncü kişi veya ona halef olanlar amaca veya örf ve adete uygun düştüğü
takdirde edimin ifasını isteyebiliyorlar ve hatta üçüncü kişiler hakkı kullandığında alacağı
bildirdikten sonra da alacaklı artık borçlu ibra edemiyor. Borçlar arasında burada bir ilişki var
bir de üçüncü kişi var. Normalde bunu göreceksiniz mesela siz ibra edebilirsiniz borçlunun bir
borcunu, ibra sözleşmesinin konusu olabilir. Ama bu normalde üçüncü kişinin olayı değil
ama burada üçüncü kişilere yönelik bir talep söz konusu. Bir şekilde üçüncü kişi artık bunu
bildirdikten sonra bu ibra sözleşmesi borçluyla alacaklı arasında olsa da bu ilişkiyi etkiliyor.
Bir diğer istisna üçüncü kişiyi koruyucu etkili sözleşme. Burada borçlunun sadece alacaklıya
karşı yükümlülüklerinin üçüncü kişilere sirayet etmesi söz konusu. Burada zarar gören borç
ilişkisinden doğan bir alacak hakkına sahip olmamasına rağmen haksız fiil yükümlerine değil
daha avantajlı sözleşmeye aykırı yükümlere dayanıyor. Yine bir başka istisna alacak
haklarının kuvvetlendirilmesi şerhlerden bahsetmiştik zaten eşyaya bağlı borçlardan
bahsetmiştik. Zilyetlik vasıtasıyla kişisel hak sahibinin kuvvetlendirilmesi de söz konusu
olabilir bu koruma zilyetliği herkese karşı ileri sürülebiliyor.
Başka ilkeler de var. İlkelere ben önem verdiğim için arkadaşlar diğer ilkeleri de
söylemek istiyorum. Dediğim gibi baya baya değerlendirmelerinizde önemli. Diğer ilkelerde
dürüstlük ilkesi, üçüncü kişi aleyhine borç kurulamaması ilkesi, sözleşmede karşılıklılık
ilkesi, borçlunun yerleşim yerinde ifa ilkesi ve eşitlik ilkesi var.
Eşitlik ilkesi borçlar hukukuna hakim olan ilkelerden biri. Eşitlik ilkesi borç ilişkisinin
tarafları arasında bir ayrım yapılmamasını ifade ediyor yani sizin ekonomik ve sosyal
durumlarınıza bakılmaksızın alacaklı ve borçlu olarak kanun önünde birbirinizle eşit olmanızı,
eşit korumaya tabii tutulmanızı ifade ediyor. Aslında bu eşitlik ilkesi irade özerkliği ve
sözleşme özgürlüğü ilkelerinin de doğal olarak bir sonucu. Sözleşme yapan herkes bu
sözleşmeyi kendi özgür iradesiyle yapmış sayılıyor ve iradesi dışında zorla özel bir borç
ilişkisine taraf olamıyor. Ekonomik yönden alacaklıdan daha kuvvetli de olduğunu görüyoruz.
İşte borçlar hukukunda borçlu lehine yorum ilkesi şeklinde genel bir ilke söz konusu değil.
Yani mesela iş hukukunda işçi lehine yorum ilkesi falan var ama borçlar hukuku daha tarafsız
bir konum sergiliyor. Bazı sözleşme tiplerinde farklı eğilimler olabiliyor mesela kira, hizmet
sözleşmelerinde kiracı veya işçi lehine farklılıklar var. Özellikle kira sözleşmesinde. Ancak
arkadaşlar günümüzdeki teknolojik gelişmeler, sosyal ve ekonomik hayattaki değişiklikler
bazı eğilim ve düşüncelerin oluşmasına sebebiyet verebiliyor. Özellikle sosyal içerikli
sözleşmeler giderek artmaya başlıyor. Dediğimiz gibi tüketicinin korunması, iş kanunlarıyla,
kira kanunlarıyla, çevre için tehlike yaratan işletmelere yönelik olarak ne oluyor arkadaşlar
daha zayıf durumda olan zarar görenleri işçiyi, tüketiciyi, kiracıyı koruyor ancak dediğimiz
gibi bu durum istisnai oluyor arkadaşlar. Yoksa öyle alacaklıyla borçlunun sosyal ve
ekonomik durumlarına bakılmaksızın böyle doğrudan bir müdahale söz konusu olmuyor kural
olarak. Dürüstlük ilkesi zaten arkadaşlar sizin de malumunuz.
Dürüstlük ilkesi: Borçlar hukukuna hâkim olan ilkelerden biridir. Borçlar kanununda
ayrıca hükme bağlanmış değildir ama Türk Medeni Kanunu madde 5, Borçlar hukukuna da
uygulama alanı veriyor.  Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uymak zorundadır. Bunun çeşitli fonksiyonları olduğunu gördük. Dürüstlük
kuralının somutlaştırma fonksiyonu, tamamlama fonksiyonu var yan yükümlülüklerin
temelini oluşturan bir boyutu var borç ilişkilerinde. Sınırlama fonksiyonu var hakkın kötüye
kullanılmasında irdeledik.  Bu fonksiyon, her hakkın özünde bir sınırlama içerdiğini
belirtiyor.  Düzeltme fonksiyonu var.  Biz bu ilkeyi çok farklı yerlerde sıklıkla göreceğiz.
Örneğin borç ilişkisi temelinden çökmüşse yeni duruma uyarlamada göreceğiz, yorumlamada
göreceğiz, sözleşmenin tamamlanmasında göreceğiz. O kadar doğal bir ilke ki hatta kitapta
ilkeler bazında bile ayrıca ele almaya gerek görülmemiş. 
Kusurlu sorumluluk ilkesi: Borç ilişkisinin önemli bir kaynağını oluşturan sorumluluk
halleri ve özellikle haksız fiil ile sözleşme sorumluluğu buna yönelik madde 49 ve 112’ göre
fail ve borçlunun kusurlu olması öngörülmüş. Bundan ötürü hâkim ilkemizde kusur ilkesidir.
Ancak kusursuz sorumluluk bir istisnadır.  Böyle istisnai durumlarda borçlu olan kişi
kusurunu ispat etmesi gerekmez.
Üçüncü kişi aleyhine borç kurulamaması ilkesi: Bu da aslında irade özelliklerinin
doğal bir görünümüdür. Hiç kimse iradesi dışında (külli halefiyet hali hariç)  sözleşme veya
başka bir sebeple borç altına sokulamaz ki külli halefiyette de red vardır. (daha sonra
işleyeceğiz.)  Bu ilke aynı zamanda nisbilik ilkesinin de bir yansımasıdır. Yani bu anlamda
sözleşmenin tarafları üçüncü bir kişi aleyhine borç ilişkisi kuramıyorlar. Buna karşılık taraflar
isterlerse üçüncü kişi yararına yaptığı sözleşmede onun lehine de bir alacak hakkı
kurabiliyorlar. 
Sözleşmelerde karşılıklılık ilkesi (ivazlılık ilkesi): Karşılıksız sözleşmeler ise istisnai
niteliktedir.  Bağışlama sözleşmesi, faizsiz tüketim ödüncü, kullanım ödüncü ve ücretsiz
vekâlet sözleşmesi ilkeye yönelik istisnalardır.
Borçlunun yerleşim yerinde ifa ilkesi: Borçlu borçlandığı edimi kendi yerleşim yerinde
ifa etmek zorundadır. Yerleşim yeri, borçlunun borcun doğumu anındaki yerleşim yeridir.
TBK m. 89'da  "Bunların dışındaki bütün borçlar, doğumları sırasında borçlunun yerleşim
yerinde, ifa edilir." yazıyor. (bunların dışındaki dediği yerin ne olduğunu daha sonra
göreceğiz.)

BORÇLAR HUKUKU MEVZUATI (sayfa 103)(hoca bu bölümü kendimiz incelememiz gerektiğini söyledi.)
Borçlar Kanunu Türk Medeni Kanununun beşinci kitabıdır (TBK madde 646).  Ama Türk
Ticaret Kanunu'nda da diyor ki: Türk Ticaret Kanunu Medeni Kanunun ayrılmaz bir
parçasıdır.  Tabiri caizse altıncı kitabı gibidir.  Bunların yanında da olmazsa olmaz Tüketici
Kanunu'nu koymamız lazım.  Dolayısıyla böyle bir bütünleşik yapı söz konusudur. Buna 
“özel hukukun yeknesaklığı” denir.
Örf adet hukukunu da Medeni Kanun m. 1 / 2’de incelemiştik. Bu da pozitif hukukun bir
kaynağıdır. Hatta kanunda açıkça bir yollama varsa alelade örf ve adet kuralı da yeterli
sayılabiliyor. Hâkim yine karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından
yararlanıyor. 
SÖZLEŞMELER (114 numara ve devamı)

Borçların kaynakları,  Borç ilişkisinin doğumunun iradeye bağlı olduğu ve iradeye bağlı
olmadığı haller olmak üzere ikiye ayrılmış.
Borcun doğumunun iradeye dayalı olması halinde doğan borç:
Hukuki işlem, bir sözleşmenin arzu ettiği sonucu meydana getirmesi şeklinde olursa
hukuki işlem söz konusu oluyor. Yani hukuken kabul edilen bir sonuca yönelik irade
beyanıdır.  Eğer bu, sizin arzu ettiğinizden bağımsız olarak gerçekleşiyorsa hukuki işlem
benzerleri da söz konusu oluyordu. Tek taraflı hukuki işlemlerden doğan borçlar varsa da bu
açıdan en önemli borç kaynağı sözleşmelerdir.
Bir de iradenin kusurlu olması dolayısıyla başkasına verilen zarara tazmin borcu doğması
şeklinde de olabiliyor. Haksız fiilden doğan borçlar oluyor.  Borcu doğuran kaynak yani
haksız fiil olmuş oluyor.
Borcun doğumunun iradeye dayanmaması halleri:
Bir şahsın mal varlığına mesela diğer bir şahsın malvarlığı aleyhine sebep olmadan
zenginleşmesi yüzünden doğuyor. Bu arada şunu işaret edelim. Sebepsiz zenginleşme de bir
taraf aleyhine diğerinin zenginleşmesidir. Sebepsiz zenginleşme de ayrı bir borç kaynağıdır.
Bunun yanında aile hukukundan doğan yardım nafakası gibi kanundan doğan borç kaynakları
var. Vekâletsiz iş görmeden, sözleşme benzeri kaynaklardan doğan borçlar var. Dürüstlük
kuralından doğan borçlar da söz konusu olabiliyor. Farklı farklı borç kaynakları mevcuttur.
Hukuki işlemler, bir veya birden fazla kişinin, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar
içinde hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır. Yani hukuken kabul edilen bir
sonuca yönelik irade beyanıdır. Şayet arzu edilen sonuç bir borcun doğumu ise borçlanma
işlemi söz konusu oluyor. Yoksa tasarrufi bir işlem söz konusu olabiliyor doğrudan doğruya
mal varlığınızı etkiliyorsa.
Bunlar tek taraflı hukuki işlemlerden de doğabiliyor.  Örneğin yenilik doğuran haklardan
ön alım hakkı  kullanıldığı zaman sizin o hakkı kullanan ile karşınızdaki arasında sözleşme
ilişkisi kuruluyor.  Ölüme bağlı tasarruflarda yine tek taraflı olarak vasiyetnameyle de tek
taraflı bir hukuki işlem tesis edilebiliyor.

DÜRÜSTLÜK KURALINA DAYANDIRILAN SÖZLEŞME BENZERİ BORÇ


İLİŞKİLERİ
Sorumluluk hukukunda borca aykırılık hükümlerine  başvurabilmek haksız fiil hükümlerine
başvurmaktan daha avantajlıdır. Burada zararı veren kişi aralarında bir sözleşme ilişkisi
bulunduğu durumlarda mağdur, haksız fiil hükümlerine başvurmak zorunda kalacağı için bu
avantajlardan maalesef yararlanamıyor. Bunun avantajları örneğin kusur ispat yükünden
kurtulmakta görülebiliyor. Daha uzun zaman aşımı sürelerine tabi olma noktasında
görülebiliyor. İfa yardımcılarından dolayı borçlunun kurtuluş kanıtı getirememesi  şeklinde
kusursuz sorumluluk olabilmekte görülüyor. (bunları daha sonra inceleyeceğiz.)
Bazı teoriler geliştiriliyor. Acaba biz ne yapalım ki bu kişilere sözleşme hukukunun ispat
yönünden, zamanaşımı yönünden, ifa yardımcılarının kusurundan kurtuluş kanıtı
getirememesi yönünden böyle avantajlarını tabii tutalım diye böyle teoriler geliştiriliyor.
Aslında normalde haksız fiil altında değerlendirilmesi gereken birtakım durum ve durumlar
dürüstlük kuralından aldığı cesaretle Borçlar hukukunun sözleşmelere yönelik koruma
şemsiyesinden yararlanabiliyor. Böyle teoriler geliştiriliyor ancak bu konuda fazla
abartılmaması vurgulanıyor. Eğer bunu yaparsanız o zaman haksız fiillerin uygulama alanını
zarar veren aleyhine daraltmış olursunuz. Aslında kanunun sistematiği ile sapma teşkil
eder. O yüzden daha çok dediğim gibi dürüstlük kuralı gereği istisnai durumlarda bu kabul
ediliyor. (bu teoriler kısa açıklanmış, bunların detayları Gökhan Antalya’nın kitabında
mevcut. )
Culpa in contrahendo: Sözleşme görüşmeleri sırasındaki kusurlu davranışı ifade ediyor.
Ben bundan doğan zararları tazmin de katıldığımız görüşe göre borca aykırılık durumlarına
tabidir. 
Özellikle sözleşme görüşmeleri sırasında tarafların dürüstlük kuralı uyarınca birbirlerine
zarar vermeme konusunda gerekli özeni gösterme, birbirlerini aydınlatma yükümü altına
girdikleri ve bunlara aykırılığın da bir borç ilişkisine aykırı olarak kabul edildiğini
söyleyebiliriz. Sonradan bu sözleşmeyi yapmaktan vazgeçmeleri veya bunun geçersiz olması
da söz konusu durumu değiştirmiyor. Geçen sene vermiş olduğumuz örnek: Kişi alışveriş
merkezine gidiyor. Kasaya dahi yönelmeden çıkıyor yağmurlu bir havada. Ayağı kayıyor,
ayağı inciniyor. Bu, culpa in contrahendo sorumluluğuna dayanıyor. 
Sözleşmenin ard etkisi teorisi: Bazen mevcut bir sözleşme bağı sona erdikten sonra da,
tarafların bu sözleşme kurdukları yakınlık bazı zarar verici davranışlara zemin oluşturur. İşte
bu tür zararlara sebep olan kusurlu davranışlara sözleşmenin ard etkisi teorisi denir. Normal
olarak, artık sözleşme son bulduktan sonra taraflar arasında borç ilişkisi kalmadığından, bu tür
kusurlu davranışların haksız fiillerine tabi olması gerekir. Ancak, taraflar ilişkinin özelliğinin
haksız fiilden çok borca aykırılık hüküm uygulanmasını gerektireceği düşünülerek, burada da
taraflar arasında dürüstlük kuralından doğan bir ilişkisi içinde kabul edilmiştir. Bazen bazı
yükümlülüklerin sözleşmenin sona ermesine rağmen devam eden borçlar olarak kabul
edilebilmesi mümkündür.  Böyle bir durumda bu teoriye başvurmanıza da gerek yoktur. 
Teorilerden bahsederken üçüncü kişiyi koruyucu etkili sözleşme teorisi var. Borç
ilişkisi nispi niteliktedir ancak bazen taraflardan birinin yakınları da diğer tarafın borca aykırı
davranışlarından zarar görmesi durumunda bu teori vasıtasıyla borca aykırılık yükümleriyle
korunmaları gündeme gelebiliyor buna dayanarak tazminat istemeleri gündeme gelebiliyor.
Bunların şartları nedir peki öncelikle bu teorinin uygulanabilmesi için üçüncü kişinin tehlike
alanı içinde olması gerekiyor yani edime yakın olması gerekiyor.Mesela kiraya verenin
çocuğu gibi, onun etrafında dolanıyor mesela çocuğu veya eşi gibi onun yanında ama
sözleşmeye taraf olmamış. Yine üçüncü kişi ilgi alanında olmalı ilk şart tehlike alanı içinde
olmasıydı. İkinci şart ilgi alanı içinde olması gerekiyor. Bir başka deyişle edim alacaklısının
üçüncü kişinin korunmasında ilgisi olması gerekiyor. Ev başkanının sorumluluğu kendi
ailesindeki kişileri korumakla yükümlü bu durumda da çocuğun velisi olarak babanın da bir
yükümlülüğü var. Yine karı koca da birbirlerini gözetmek, sadık olmak gibi çeşitli
yükümlülükleri var.Yani bu koruma alanında olduğunu ilgi alanı içinde olduğunu kabul
edebiliriz. Nihayet arkadaşlar tehlike ve ilgi alanının da borçlu tarafından bilinebilir olması
gerekiyor. Hayatın olağan gidişatını siz evi kiraya verirken evde kaç kişi kalacağını falan
öğrenirsiniz. Evin yıpranması aile mi kalacak dolayısıyla böyle bir durumda da onun da
sıklıkla bildiğini kabul edebiliriz. Ki örneğinde çocuğu yanındaydı demiştim. Bundan yola
çıkabiliriz. Örnek olarak bir satıcı birine bir işçisini gönderiyor arkadaşlar ve işçisi eve
gidiyor temizleme cihazının kurulumunu yapacak ama gidiyor onun yapmış olduğu bir
hatadan dolayı evin bir hanesindeki kişi zehirleniyor. Ne oluyor o kişi satıcıya karşı bu
söylediğim teoriden destekle sözleşmeye aykırılık yükümlerinden tazminat isteyebiliyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir diğeri edim yükümlülüğünden bağımsız borç ilişkisi teorisi
arkadaşlar. Bu teoride borç ilişkilerinin somut bir edim yükümlülüğü içermemekle kalmayıp
mevcut sözleşmenin geçerli olup olmamasına hatta bir sözleşmenin de varlığından bağımsız
olduğu şeklinde kitabımızda 138 ve devamında düzenlenmiş. Dürüstlük kuralında arkadaşlar
bu görüşte dürüstlük kuralına dayanır tarafların birbirinin güvenliğiyle...... gördüğünüz üzere
arkadaşlar teoriler çok geçişli birbirleriyle aa hocam ne demek istiyor diye aklınızdan
geçtiğini tahmin edebiliyorum ama her biri farklı bir teori her birinin farklı bir çıkış noktası
var örtüşüyorlar sıklıkla bazen bir şartı bir unsuru farklı olabiliyor. Bunlar hep alternatif
zamanla gelişmiş teoriler. Nitekim de zaten bu teorinin yükümden arkadaşlar hatta bu edim
yükümünden bağımsız borç ilişkisini savunan görüş.....
Bir başka teori fiili sözleşme teorisi. Burada farklı olarak zarar verenin haksız fiil yerine
borca aykırılık hükümlerine dayandırılması değil, sebepsiz zenginleşme veya vekaletsiz iş
görme kaynakları yerine bu teoriden destekli onu baypas ediyor. Fiili sözleşmeden kast
ettiğimiz taraflar arasında geçerli bir sözleşme yapılmış olmamasına rağmen sanki sözleşme
varmışçasına bir ilişkinin fiilen mevcut olduğu durum kast ediliyor. Mesela sürekli edimli
sözleşmelerde kesin hükümsüzlük halinde taraflar arasında fiilen ilişki kurulmuş ve borçlar ifa
edilmeye başlanmışsa mesela bu teoriden yararlanıyoruz. Özel hükümler varsa kanunda buna
başvurmaya da gerek yok. Nitekim hizmet sözleşmelerine ilişkin borçlar kanunun 394.
maddesi var : ‘’ Geçersizliği sonradan anlaşılan hizmet sözleşmesi, hizmet ilişkisi ortadan
kaldırılıncaya kadar, geçerli bir hizmet sözleşmesinin bütün hüküm ve sonuçlarını doğurur.’’
Hizmet sözleşmesine ilişkin böyle bir hüküm var ancak arkadaşlar diğer sürekli edimli
sözleşmelere de bu hükmün kıyasen uygulanması gündeme gelebilir.
Sözleşme kavramı ve türlerinde ilerlemeden önce biraz daha talepler hakkında açıklama
yapılacak olursa;
Öncelikle yaşanan somut olaylarda borcun kaynağının gerçekleşip gerçekleşmediği tespit
edilmesi gerekmektedir.Demek ki Talebe dayanan hukuki olguların ön aşamada bir
belirlenmesi gerekir. Daha sonra ise talebi metodolojik olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Medeni hukukta da bilindiği gibi hukuk normu;bir hukuki olgu bir de hukuki sonuç
kısmından oluşur. Hatta tümden gelim metodunda somut hayatta yaşanan maddi olguları o
hukuk normunun hukuki olgularıyla örtüştürmeye çalışılmaktadır.
-Demek ki ilk olarak somut olaydaki maddi olgular talebe ilişkin hukuki olgularla
örtüşüyor mu? Sorusunun cevabı aranmalıdır.Zaten örtüşmeli ki o borç kaynağının
gerçekleşip gerçekleşmediğine bakabilelim.
-Bir sonraki aşamada eğer bu örtüşüyorsa, o hukuk normunun hukuki sonucu
uygulanmalıdır. Ve talebin mevcut olduğunu kabul ettikten sonra bunun sahibine verdiği yetki
ve kapsamı içerisinde şu soruları sorulmalıdır. ‘kim, kimden, neyi, hangi nitelikte ve
özellikte, ne şekilde, nerede ve ne zaman talep edebilir?’
Kim kimden neyi hususundaki nispilik ilkesine yönelik istisnalardan bahsetmiştik. Bu
sorunun cevabının sözleşme ilişkisinde bile alanının genişleyebildiğini gördük. Ancak bazen
bu maddi olguların birden fazla hukuki olguyla gerçekleşmektedir. Böylece alacaklıya birden
fazla talep hakkı verilmesi gündeme gelecektir. Buna taleplerin yarışması denilmektedir.
Ancak olabilmesi için de bunun sebebi olan kanunların yarışması gerekiyor. Yani ön tespit
olarak kanunlar yarışacak ki talepler de yarışsın. Kanunların yarışması için de kanunların
çatışmaması, birbirinin geçerliliğini engellememesi gerekmektedir. Eğer a kanunu b
kanununda ‘buna uygulanamaz’ diyorsa ya da ona karşı özel hüküm teşkil ediyorsa zaten
bunun uygulanması da gündeme gelmez.Tbk 61’e göre hâkim, kural olarak en iyi giderim
imkânı veren hukuki sebebe göre karar veriyor. Ancak en iyi giderim imkânına göre talebe
yönelik bu çözümün iki istisnası vardır. Kanun tarafından aksinin belirtilmelidir ve ya talep
sahibinin tercihidir. Çünkü talebe bağlılık esası vardır. (bu usul hukukunda görülecek) şu da
bilinmelidir ki bu talepler hakkında hangisinin tercih edileceği noktasında mutlak talepler
nispi taleplere göre; nispi taleplerde de, sözleşmesel talepler diğer taleplere göre daha çok
koruma sağlıyorlar. Öğretide hangi taleplere öncelikle başvurulacağı konusunda farklı
yaklaşımlar vardır.
BASKIN YAKLAŞIM: önce talepler noktasında sözleşmeden doğan taleplere
başvurulmasıdır. Yani bir şablon çıkardığınızda ilk sırada sözleşmeden doğan talepler, ikinci
sırada sözleşme benzeri hukuki ilişkiden doğan talepler, sonra eşya hukuku hükümlerinden
doğan ayni talepler, sonra sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler ve haksız fiilden doğan
talepler şeklinde bir ayrım vardır. Farklı ayrımlarda söz konusu olabilir. Zaten mutlak
taleplerin kendi içinde farklı alt ayrımları var. Ayni talepler var (bunlar eşya hukukunda
özellikle incelenecek.) Nispi taleplere gelecek olursak; bir, sözleşmesel talepler ki buna
‘birincil ifa talepleri’diyebiliriz. (Bunun ifa kısmını vizeden sonra inceleyeceğiz.) Bu
sözleşmesel talepler gibi bir de ifa engellerinden kaynaklanan talepler var. Buna da
‘sözleşmeden doğan talepler’ denir.(Bunu da vizeden sonra inceleyeceğiz.) Bunların yanında
nispi talepler sadece ikisinden ibaret değildir. Tek taraflı hukuki işlemlerden doğan talepler
var, güdüm sözü vermeden doğan talepler var ve sözleşme benzeri talepler var ki kısmen
irdeledik. Mesela; güven sorumluluğu, gerçek vekâletsiz iş görme gibi.
Bir de sözleşme dışı talepler vardır. Haksız fiil , sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler
gibi. Zilyetliğin iadesinden doğan talepler, gerçek olmadan iş görmeden doğan talepler gibi.
(Buna özel borç ilişkileri dersinde değineceğiz.) Miras hukukundan doğan talepler var. Bunlar
da birazda metodolojik olarak bu sıralamayı takip edilecektir. Başka metodolojik
sıralamalardan bahsedilse de ilk bahsettiğimiz sıralama baskın olandır.
Kitabımızın 48. Paragraf ve devamı: SÖZLEŞME KAVRAMI VE SÖZLEŞME
TÜRLERİ KAVRAMI,
-Sözleşme, tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanı ile oluşan hukuki
işlemlerdir.
Bu tanımda geçen taraflar ifadesiyle vurgulandığı üzere,ikiden fazla taraflı sözleşmelerde
vardır. Ortaklık sözleşmesi, ikiden fazla mirasçının yapacağı miras paylaşma sözleşmesi
gibi… Tabi bu çok taraflı sözleşmelerde tarafların sözleşmeyi kurarken izledikleri amaç, iki
taraflı sözleşmelerdeki gibi farklı olmayıp aynıdır. Hatta biz sözleşmeleri anlatırken birbirine
bakan oklarla gösteririz ama çok taraflı sözleşmelerde oklar birbirine paraleldir, aynı yöne
bakar. Misal satış sözleşmesinde, satıcının amacı belirli gelir elde etmek iken, alıcının amacı
mala sahip olmaktır. Ama adi şirket sözleşmesinde bütün tarafların amacı aslında belli
konularda faaliyet gösterip bunun sonucundan birlikte yararlanmaktır.
152. paragraf ve devamı: SÖZLEŞMENİN TÜRLERİ, BORÇ DOĞURAN
SÖZLEŞMELER, DİĞER SÖZLEŞMELER;
Borçların doğumu için mevcut bir borç ilişkisinin kurulmasına, onda bir değişiklik
yapılmasına ve ya sona erdirilmesine gerek vardır.Bir alacağı devretmeye ve ya nakletmeye
ilişkin olarak yapılabilir. Tüm bunlar borçlar hukukunu ilgilendiren sözleşmelerdir.
Bir sözleşme ayni hakkın doğumu veya nakli için de yapabilir. Bunlara ayni sözleşme
denir. Mesela bir taşınır mülkiyetinin nakli gibi. Taşınır malın mülkiyetinde bir kişiden diğer
bir kişiye nakledilebilmesi için, zilyetliğin devri şeklinde maddi fiilin yanında, ayrıca bir
kişiden diğerine geçeceği hususunda anlaşma aranır.(2. Şart doktrinde tartışılmaktadır.) bu
anlaşma satış sözleşmesindeki gibi değil, bir ayni hakkın devrine yönelik bir anlaşmadır.
*Bir mal başka birine devredilirken borçlandırıcı sözleşmede irade örtüşmesi vardır. ‘ben
sana malımı devretmeyi taahhüt ediyorum, diğeri de ben sana bedel ödemeyi taahhüt
ediyorum.’ Ayrıca eş zamanlı olarak bunun zilyetliğini devrediyorsunuz.
*Ama şöyle bir ayni sözleşme de vardır. ‘bunun mülkiyetini doğrudan doğruya
devretmeyi taahhüt ediyorum, diğeri de ben de sana bu bedeli doğrudan doğruya’ diyor ise
Burada taahhüt edici bir şey yoktur, doğrudan doğruya mal varlığınıza etki eden ayni bir
husus vardır. Orada da bir irade örtüşmesi vardır.
*Hatta bu ifa amacına yönelik yapılıyorsa ‘ben bunu ifa amacına yönelik yapıyorum malın
mülkiyetini vermek için, diğeri de ben de sana malın bedelini vermek için ’ der yani bir ifa
antlaşması vardır.
Bir simitçiden simit alacaksınız. Aynı anda hem borçlandırıcı sözleşme, hem ayni
sözleşme hem de ifa sözleşmesi yapılıyor.
Taşınmazlarda mülkiyetin nakli için tescil gerekir. Bunun için de hukuki bir sebep ve tek
taraflı tescil beyanı gerekmektedir.
-Ancak tasarruf işleminin de sözleşme niteliğinde olduğunu söyleyenler vardır.(eşya
hukukun da irdelenecektir.) mesela
*Bir görüş tescile yönelik olarak, tescil işlemi tek taraflı bir beyanla yapılıyorsa da, hakkı
kazanan kabul beyanı karine olarak varsayılır, demektedir. Yani burada ayni sözleşme
olduğunu belirtiyor.
*Başka görüş, bu ayrım çok yapay, zaten taşınmazın satışına yönelik borçlandırıcı
sözleşme yaparken bunun içerisinde ayni sözleşme de vardır, demektedir.
*Başka görüşte ise; tescil istemine, ayrıca tescil olgusuna eklenen ayni hakkın
kazanılmasını sağlayan bir tescil istemine tescil olgusu ekleniyor. Bu da tamamen usuli bir
işlemdir. Pratik uygulamaya yönelik en yakın görüşün sonuncusu olduğu belirtilmektedir.
(daha sonra daha ayrıntılı işlenecektir.)
Borç doğuran sözleşmenin türleri;tek tarafa borç yükleyen ve iki tarafa borç
yükleyensözleşme ayrımı vardır. Tek tarafa borç yükleyen sözleşmelere örnek ‘bağışlama
sözü vermek’ gösterilebilir. İki tarafa borç yükleyen sözleşmeler de diğer adıyla iki taraflı
sözleşmeler de ikiye ayrılır.Bir tarafın borcu diğer tarafın borcuna karşılık teşkil ediyorsa tam
iki taraflı sözleşmelerdir, ‘karşılıklı sözleşmeler’ de denir. Hizmet sözleşmesi, alım satım
sözleşmesi, kira sözleşmesi örnek olarak gösterilebilir. Ama bir taraf her zaman borç altına
girerken diğer taraf ancak bazı şartlar altında borç altına giriyorsa bu sözleşmeler eksik iki
taraflı sözleşmelerdir. Ücretsiz vekâlette, vekilin her zaman üstlendiği işi görme borcu vardır
fakat olur da masraf yaparsa bu borcu karşı tarafın yani müvekkilin ödemesi söz konusudur.
Bazı iki taraflı sözleşmelerde ise bu borçlar karşılıklı değildir bir borcun doğması için
diğer borcun ifa edilmiş olması gerekmektedir. Örnek verirsek, malınızı bir başkasına ödünç
verdiğiniz zaman ancak onu ödünç vereceksiniz ki karşı tarafın da bunu iade borcu doğsun.
İki tarafa borç yükleyen sözleşmeler, diğer deyişle iki taraflı sözleşmeler, bir tarafın
borcunun diğer tarafın borcuna karşılık teşkil ettiği tam iki taraflı sözleşmelerdir.( karşılıklı
sözleşmeler ) Örneğin, hizmet sözleşmesi, alım satım sözleşmesi, kira sözleşmesi…
Bir de öyle iki taraflı sözleşmeler vardır ki, bir taraf her zaman borç altına girerken diğer
taraf ancak bazı şartlar altında borç altına girmektedir. Örneğin ücretsiz vekalet, vekilin her
zaman üstlendiği işi görme borcu vardır. Fakat olur da bir masrafı olursa, bu masrafı ödeme
borcu da müvekkile aittir. Bu tür sözleşmelere eksik iki taraflı sözleşmeler denir.
Bazı iki taraflı sözleşmelerde ise, borçlar karşılıklı değildir. Bir borcun doğabilmesi için
diğer bir borcun irban(?) edilmiş olması gerekir. Örneğin kullanım ödüncü sözleşmesi
yaptığımızda, ancak malımızı ödünç vermemiz gerekir ki karşı tarafa iade borcu
yükleyebilelim.
Kanunda düzenlenmiş olup olmamasına göre de ayrım yapmak mümkündür. İlk olarak
(162. Paragraf ve devamından söz ediliyor) . Kanunda düzenlenen tipik sözleşmelerde
sıklıkla sözleşme özgürlüğü prensibinden söz edilebilir. Kural olarak bu prensibin aksi
kararlaştırılamaz. Kira ve hizmet sözleşmesinde ise her zaman bu prensibin aksinin
kararlaştırıldığını söyleyemeyiz. Kanunda düzenlenen sözleşmeler: Telif borcu doğuran
sözleşmeler, kullandırama borcu doğuran sözleşmeler, iş görme borcu doğuran sözleşmeler,
saklama( muhafaza) sözleşmeleri, teminat sözleşmeleri, rizikolu sözleşmeler, ortaklık
sözleşmeleri gibi çeşitli kanunda düzenlenen sözleşmeler vardır. Sıklıkla kullandırma
sözleşmeleri karşımıza çıkıyor, ismen bilmek önemli. Önce sözleşme daha sonra ise tasarrufi
sözleşme kısmı yapılır. Bazen tasarrufi işlemle borçlandırıcı işlemin aynı anda gerçekleştiğini
görüyoruz. Örneğin elden satım ve elden bağışlama gibi.
Kanunda düzenlenmemiş sözleşmelere isimsiz sözleşmeler denir. Bu anlamda, karma
veya kendine özgü sözleşme yapılabilir. Sözleşme yapıldığında niteliği itibariyle bağımsız
birden fazla sözleşmenin niteliklerini muhafaza ederek bunların sadece birleşmesine dayanan
sözleşmeler de vardır. Bunlara bileşik sözleşmeler denir. Mesela otelciyle konaklamaya
yönelik yapılan sözleşme, hastaneyle yapılan sözleşmeler.
Karma sözleşmelerde, kanunda çeşitli sözleşmelerde öngörülen unsurlar öngörülmeyecek
şekilde karşı karşıya getiriliyor. Mesela karma sözleşmelere örnek olarak arsa payı karşılığı
inşaat sözleşmesini gösterebiliriz.
Sözleşme ilişkisinin süresi bakımından ayrımda; ani ifalı sözleşmeler ve sürekli
sözleşmeler. Sürekli sözleşmelerde en az asli borçlardan birinin sürekli aralıklı veya dönemli
edim olması gerekir. Taksitle satış, kira bedeli. Şayet sözleşmenin kurulmasıyla ifası aynı
anda gerçekleşebiliyorsa ifayla yapılan sözleşme söz konusudur.
Sözleşmenin kurulması: Sözleşme, iki tarafın karşılıklı birbirine uygun irade beyanlarında
bulunup bir tarafın önerisini diğer tarafın kabul etmesiyle kurulur. Öneri ve kabulün
birleşmesi, sözleşmenin kurulmasında temel unsurdur. Gerçekleşmedi halde yokluğa
sebebiyet verilir. Sözleşmenin geçerliliği için yasanın aradığı diğer tamamlayıcı unsurların da
bulunması gerekir. Bazen kurulmuş olan bir sözleşmenin geçersizliğinden bahsederiz.
Mesafeli sözleşmelerde, sözleşmenin kurulmasında birtakım bilgilerin sağlayıcı veya satış
tanımında tüketiciye bildirilmiş olması şartı aranır.
Öneri, bir irade beyanının öneri mi yoksa kabul mü olduğunu belirlenmesindeki ölçüt
zamanlamadır. Buna göre öneri bir sözleşmenin yapılması için yapılan gerekli irade
beyanlarının arasında zaman olarak önce yapılanı ifade eder. Öneri, yöneltilmesi gerekli irade
beyanıyla yapılır. ( 179. Paragraftayız) Öneri, bir veya birkaç kişiye yöneltilebileceği gibi
genele yönelik olarak dayapılabilir. Nitekim borçlar kanunu madde 8’ de herkese açık öneriye
yönelik özel hüküm öngörülmüştür. Bu maddenin ikinci fıkrasında “Fiyatını göstererek mal
sergilenmesi veya tarife, fiyat listesi ya da benzerlerinin gönderilmesi, aksi açıkça ve
kolaylıkla anlaşılmadıkça öneri sayılır.”
İrade beyanının öneri olarak kabul edilebilmesi için onu yapanın karşı tarafın kabulü
üzerine sözleşmenin kurulmasını arzu ettiğini açıklaması gerekir. İrade beyanı sadece bir
müzakereye girişmek amacıyla açıklanıyorsa ortada öneriye davet bulunmaktadır. Öneride
bulunuluyorsa, karşı tarafa yöneltilen irade beyanıyla bağlı olunur. Karşı taraf da bunu kabul
ettiği anda sözleşme kurulur. (paragraf 182 )
183.paragraf
Bir irade beyanının öneri mi kabul mü olduğu noktasında yorum yapmanız gerekiyor ve
güven teorisi ışığı altında yorum yapacaksınız .Türk Borçlar Kanunu 8.madde fıkra 1 bu
gerçeği vurguluyor . Ne diyor. Öneri, öneren önerisiyle bağlı olmama hakkını saklı olduğunu
açıkça belirtirse veya işin özelliğinden ya da durumu gereğinden bağlanma niyeti olmadığı
anlaşılırsa önerisi kendisini bağlamaz. Burada sizinde işin özelliği ve gereğini yorumlamanız
gerekiyor.Mesala bu konuda bir yana mal satım sözleşmeleri sözleşmenin kurulmasına
yönelik dinamik bazı tartışmalar var. Ordada ne diyordu. Türk Borçlar Kanunundaki bu
söylediğim maddeler yorumlayıcı hukuk kuralları altında işleniyor bizim bu yapacağımız
yorumlar bize yardımcı oluyorlar.
Madde : ‘’fiyat göstererek mal sergilenmesi öneri sayılır.’’Tarife,fiyat listesi ya da
benzerlerinin gönderilmesi de öneri sayılır. Öneri sayılmasını istemiyorsanız ne yapacaksınız?
Öneri sayılmasını istemiyorsanız bunu aksini açıkça ve kolaylıkla anlaşılır kılacaksınız. Öteki
türlü bu adi karinenin azizliğine uğrarsınız. O adi karine de irade beyanınız öneri olarak kabul
edilir. Eğer öneri olarak kabul ediliyorsa buna bağlanırsınız. Gerçekte sözleşme ilişkisinde
öneride bulunma satıcının işine gelmez , hep biraz mesafe koymak ister . Çünkü olabilir
operasyonel nedenlerle ticari iş hayatındaki risk faktöründen dolayı genel bir öneride değil
öneri davet eden durumda olmak ister . Yani sizi bir öneride bulundurtturacak duruma
sokmak ister ki kabul edip etmeme inisiyatifi kendi üzerinde kalsın.
8.Madde fıkra 2 burada ne diyor ? bir malın fiyat gösterilerek sergilenmesinden
bahsediyor. Demek ki bir hizmet ya da yapma edimi herkese açık öneri olarak kabul
edilmiyor. Oğuzman’ın görüşü (kitabın görüşü) malın kendisi değilde
resminin,filminin,modelinin fiyat gösterilerek sergilenmesi bu hükmün kapsamına girmez .
Bir başka değişle malın kendisini değil de malın resmini vitrine koyarsanız bu öneri değil
öneriye davet sayılıyor. Hocanın katıldığı görüş: Malın bedeli yerine malın internet sitesinde
bedeli görünmüyor resmi görünüyor. Mesela bir kitap bir spor aleti alıyorsunuz orda malın
resmini görüyorsunuz. Oğuzman ekolüne göre bu bir öneriye davettir ama katıldığımız görüşe
göre öneridir.Görüşlerin örtüştüğü nokta ise dijital olarak indirilebilir bir ürün söz konusuysa
o zaman doğrudan bir malı edindiğimiz için ki (yazı,oyun) bu öneri olarak kabul edilebiliyor.
Yine bu kapsamda geçerliliğe bağlı sözleşmeler için fiyat gösterilerek mal sergilenmesi de
yine öneri sayılmıyor. Örnek: Mesela dışarıda bir evin üstünde 180 bin lira 2+1 kelepir diye
yazıyor. Bu şekle bağlı olan bir sözleşme olduğu için bu da bir öneri değil öneri ye davet
oluşturuyor.
Madde 6 diyor ki fiyat gösterilmeksizin mal sergilenmesi sözleşme yapma zorunluluğu
doğuruyor. (Tüketici lehine kanun maddesi ) Bundan dolayı aslında biz ne dedik önerinin
öneri olarak kabul edilebilmesi için sözleşmenin esaslı noktalarını içermesi gerekiyor. Bu
gerçek dikkate alındığı zaman bu durumun bir öneri olmadığı ortaya çıktı. Çünkü temel
unsurları içermiyor. Bundan dolayı bu söz konusu hükmü bir sözleşme yapma zorunluluğu
olarak kabul ediliyor. Aksi halde karakteristik öneri yapısına taviz verilmiş olacağı ifade
ediliyor. Hatta bu hükme göre tüketicinin korunması kanununda dediğimiz gibi yani madde 6
da fiyat gösterilmeksizin mal sergilenmesi de sözleşme yapma zorunluluğu doğuruyor. Hatta
alıcı teşvik edilen malın satıcının elinde bulundukça dilediği miktarda , sayıda ve ebatta da
alma hakkına sahip . Buna yönelik olarak da bir sözleşme yapma zorunluluğu öngören madde
bulunduğundan bahsedebiliriz.
Bir diğer hükümde Türk Borçlar Kanunu madde 7 de ne diyor? Ismarlanmamış bir şeyin
gönderilmesi öneri sayılmaz. Ve bu şeyi alan kişide onu geri göndermekle veya onu
saklamakla yükümlü değildir diyor. Yani size emrivaki olarak bir mal gönderilmişse onu geri
göndermekle veya saklamakla yükümlü olmayacağınızı bunun gönderilmiş olmasının tek
başına öneri olarak kabul edilmeyeceği belirtiliyor. Bunun arka planında hem tüketicinin
korunması hem de aynı şekilde bir kişinin sebebiyet vermediği bir irade beyanına cevap
vermeye zorlanamayacağına yönelik temel hukuk düşüncesi de var.
Tüketicinin korunması hakkında madde 7 de Tüketiciyi korumak üzere sipariş edilmeyen
malların gönderilmesi ya da hizmetinin veya hizmetlerinin sunulması durumunda tüketiciye
karşı herhangi bir hak ileri sürülemez. Bu hallerde tüketicinin sessiz kalması ya da mal veya
hizmeti kullanması sözleşmenin kurulmasına dönük bir kabul olarak yorumlanamaz. Almanya
da bu hükmün devamında şöyle diyor. Karşı tarafın sebepsiz zenginleşmeye dayanan talepleri
saklıdır. Bu durum dürüstlük kuralına aykırı durumlara sebebiyet verebilecek bir husus. O
yüzden bu hükmün dar yorumlanıp (bunu kullanması tarafından kendine bildirilmediği
durumlarla sınırlı olarak bu hükmü kabul edebiliriz. Ama belki de bu kişi bir şekilde birilerine
yüce gönüllü davranarak bunu kendisine gönderildiğini düşünüyordur ya da promosyon
olduğunu düşünüyordur dürüstlük kuralına göre veya satıcının kim olduğu anlaşılamıyordur.
Böyle bir ihtimalde dar yorumlanarak dürüstlük kuralı çerçevesinde o tarzda yorumlayabiliriz.
Kitabın görüşü : Bir tv yayınında internet sitesinde bedeli belirtilse dahi bunlar bir öneri
değil öneriye davet olarak kabul edilir. Ve bunun sonucunda bir internet sitesine girdiğiniz
zaman bu bir öneri olmuyor. Ne zaman öneri oluyor? Ancak bunu karşı taraf evet talebinin
kabul edilmiştir veya para tahsil edilecekmiş gibi bir davranışta bulunursa söz konusu oluyor.
Anında indirilebilir yazılımlar hususunda öneri olarak kabul edilebiliyor çünkü malın aslı
orada.(hoca katılmıyor)
Örnek : madde 196 fıkra 2 Borcun iç üstlenilmesi sözleşmenin alacaklıya bildirilmesi
borcun dış üstlenilmesi sözleşmesinin yapılmasına yönelik bir öneri olarak kabul ediliyor.
Örnek : artırma veya eksiltme kural olarak bir kimseyle hazır bulunan birden çok şahıs
arasında en iyi teklif yapanla kurulmak şartıyla herhangi bir sözleşmenin yapılmasına yönelik
yürütülen sözlü görüşme . Bu da aslında özel borç ilişkisi dersimize yönelik.
Filmlerde hani ^ SATTIMM^ diyor ya bu artırma da olabilir azaltma da . Bunun da
niteliği hukuki öğretide tartışmalıdır. Baskın görüşe göre alım satım sözleşmesinde de bu
hüküm açıkça öngörülmüş. Ama diğer sözleşmeler yönünden baskın görüşe arttırma veya
eksiltmeye başvuran kimsenin bu davranışı aksi açıkça kararlaştırmadıkça hazır bulunanlara
yapılmış bir öneri sayılır. Yani artırmada en yüksek fiyatı eksiltmede de en düşük fiyatı teklif
edenle sözleşme yapıp yapmama serbesttir.

You might also like