Professional Documents
Culture Documents
Ancak borçlar hukukunda çok sayıda tamamlayıcı ve yorumlayıcı hukuk kuralı bulunuyor
ve irade serbestisinin de en önemli görünümlerinden biri de sözleşme yapma özgürlüğüdür.
Borçlar hukukunda şu an sağlar arası işlemler söz konusu, sözleşme özgürlüğünden
bahsediyoruz. Sözleşme özgürlüğünün farklı boyutları var. Bunun altında sözleşme yapıp
yapmama özgürlüğü, sözleşmenin tarafını seçme özgürlüğü, sözleşmenin konusunu belirleme
özgürlüğü, sözleşmenin tipini belirleme özgürlüğü, sözleşmede şekil serbestisi ( yani iradi
şekle bağlama veya bağlamama özgürlüğü), sözleşmeyi sona erdirip erdirmeme özgürlüğü.
Kitabımızın 82.paragraf ve devamı. Tarafların sözleşme konusunu belirleme ve düzenleme
özgürlüğü. Bir sözleşme tipine uyma zorunluluğu da yok(tip serbestisi) . Kanundaki tip
sözleşmeye uyulacağı gibi birey kendisi de bir karma sözleşme meydana getirebilir.
Kitabımızın yazarları şekil serbestisini de düzenleme özgürlüğü altında incelediğini
görüyoruz. Bu özgürlük sınırsız bir özgürlük değil. Şekil serbestisi mutlak değil. Buna ilgili
yerlerde değineceğiz.
84. paragraf ve devamında sözleşme özgürlüğünün tek taraflı kullanıldığı haller. İstisnai
kanun hükümleri, ihtiyari sözleşmeler ve genel işlem şartları. Genel işlem şartlarını ayrı bir
derste irdeleyeceğiz, burada üstü kapalı olarak üzerinden geçeceğiz.
Liberal bir hukuk sistemindeyiz, dolayısıyla sizin sözleşme konusu tayin etme
özgürlüğünüz var, buna yönelik bir kısıtlama ancak istisnai olabilir. Özellikle Tüketicinin
Korunması Hakkındaki Kanun’ da bazı hükümlere rastlıyoruz. Örneğin 6.maddesi : ‘’
Vitrinde, rafta, elektronik ortamda veya açıkça görülebilir herhangi bir yerde teşhir edilen
malın, satılık olmadığı belirtilen bir ibareye yer verilmedikçe satışından kaçınılamaz.’’ Bu
hükmün bir de hizmet yönü de var. Devamında ‘’ Hizmet sağlamaktan haklı bir sebep
olmaksızın kaçınılamaz.’’ öngörülüyor. Ona göre arttırma zamanı geldiği zaman o aylık
ortalamayı geçmemeniz lazım. Kira sözleşmelerinde de yenileme halinde( yenilemeden kast
edilen belirli süreli kira sözleşmesinin süresini belirlemek), ilk 5 yıl içinde kira bedelinin
arttırımında tüfeye göre ( kitapta üfeye göre yazıyor ancak değişiklikler olmuş ve artık tüfe
olacak) bir kısıtlama var, o ortalamayı arttırım zamanı geldiği zaman geçmemeniz gerekiyor.
İlk 5 yıl geçtikten sonra ise kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önüne alınarak
kira bedeli arttırılabiliyor. Kamu ihale sözleşmelerinde de başka sınırlamaları görüyoruz.
Burada taraflar anlaşsa bile sonradan süreye göre ödeme şartlarını veya işin yapılma yerini
değiştirebiliyorlar. Bunun yanında birçok hususta, özellikle ihale şartnamesinde yer alan
hususlarda inisiyatifleri çok sınırlanmış durumda. İdare hukuku boyutu da var. İhale
tamamlanana kadar olan süreç idare hukuku, ondan sonrası bizim alanımız. Gündelik hayatta
bir tarafın sözleşme hükümlerini önceden tespit ettiğini görüyoruz. ( lafı genel işlem
şartlarına/koşullarına getiriyorum). Kavram olarak ihtiyari sözleşmelerle genel işlem şartları
arasında bir ayrım yapılabilir. Bu kavramsal farklılıkları daha sonra da belirteceğiz. Bazısı
aynı kavram bazısı da farklı kavram olarak ele alıyor. Kitabımızın yazarlarına göre, ancak
sözleşmenin bütün hükümleri önceden bir tarafça tespit edildiği hallerde ihtiyari
sözleşmelerden söz edilir. Gökhan Antalya’nın görüşüne göre ihtiyari sözleşmeyle genel
işlem koşullarının ayrımında ilk faktör, sözleşmenin taraflarından birinin idari bir kuruluşu
ya da bir idari işlemi imtiyazla veya izinle yürüten bir kişi olup olmadığı, diğer faktör
sözleşmenin konusunun kamu hizmeti veya tekel niteliğinde bir hizmet olması yönüyle genel
işlem koşullarından ayrılıyor. Dolayısıyla kamu kurum veya kuruluşunda karşınızda imtiyazlı
bir kişi söz konusu oluyor.
Borçlar hukukunda bir sözleşme denetimi var. Buna yönelik Tüketicinin korunması
hakkında kanunda buna yönelik hükümler var. Bir haksız rekabet olarak Türk Ticaret Kanunu
hükümleri var. Rekabetin Korunması Hakkında Kanunla yönelik boyutları var. Kira
sözleşmelerine ilişkin özel hükümler var. Sigorta poliçelerine yönelik böyle özel tekel
hükümler var.
Kitabımızın bir sonraki başlığına bakalım. Borç ilişkisinin nispiliği ilkesi. Kitabımızda 96.
paragraf ve devamı. Borç ilişkisinin sadece alacaklı ile borçlu arasında sirayet etmesine ve
üçüncü şahısları etkilememesine nispilik ilkesi denir. Bu sebeple alacak hakkının nispi bir hak
olduğundan söz ediyoruz. Aciz, zayıf haklardır yani alacaklı ile borçlu arasında cılız bir
bağlantıdır. Üçüncü kişilere kural olarak etki etmemektedir. İşin özelliği de burada devreye
giriyor kural olarak diyorum. Ne zaman kural olarak diyorsak istisnaları söz konusudur. Ama
demek değil ki bu istisnalar hakkın niteliğini değiştirsin, başka bir hakka dönüşmüyorlar
sadece etki alanları genişliyor. Uluslararası ticaret alanında da arkadaşlar ekonomi hukuku
alanında da özellikle bu nispilik ilkesinden tavizler verildiğini görüyoruz. Nispilik ilkesinin
belki en meşhur istisnası 97. paragrafta ve devamında da bahsedilmiş olan tapuya şerh
verilmiş şahsi haklardan bahsediyor arkadaşlar. Şerh verilecek haklar konusuna daha sonra
eşya hukukundaki ayni haklar konusunda değineceğiz. Ayni haklar var, herkese karşı ileri
sürülebilen, mutlak olan haklar. Burada sadece birkaç tanesini saymakla yetinelim. Mesela
önalım, gerialım, arsa payı karşılığı inşa sözleşmesinden doğan haklar, bağışlamada rücu
hakkı, gayrimenkul satış vaadinin şerhi… çok hak var arkadaşlar. Hatırlarsınız noterde
yapabiliyorduk. Adil kiraya ilişkin şerh vardı. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hatırlıyorsunuz arkadaşlar şerhin 2 tane etkisi vardı :bunlardan biri eşyaya bağlı borç etkisi
vardı. Gayrimenkulün her malikinin kendi mülkiyeti esnasında doğacak borçla yükümlü
olmasını ifade ediyordu. Malik kendi mülkiyeti döneminden doğan borcun borçlusu
durumunda oluyordu. İşte ancak eşyaya bağlı borç etkisiyle şerh tarafına ilişkin sözleşmenin
maliki olmayan yeni malikin de mülkiyet hakkı sebebiyle borçla yükümlülüğü gündeme
geliyor. Bir de şerhin ikinci etkisi vardı. Munzam etkisi yani ayni etkisi diyorduk. Şerhten
sonra taşınmaz hak iktisap etmiş olanlardan alacaklıya borcun ifası zarar verenlerin hakkı
bertaraf ediliyordu ortadan kaldırılıyordu. Bu etkilerden biri ilgili hak kullanılmadan söz
konusu oluyordu. Mesela önalım hakkını kullanmadan önce eşyaya bağlı borç etkisi vardı.
Dolayısıyla önalım hakkını mı kullanacaksınız? Kim o sırada malikse ona karşı
kullanıyordunuz. Ama munzam(ayni) etki nasıl oluyordu? Hakkınızı kullanmış olmanıza
rağmen biri gelir de ona rağmen satış gerçekleşirse ayni etki devreye giriyordu ve size
devredilmesi borcu altına giriyordu. Bu eşyaya bağlı borç etkisi ve ayni etki konusunda bazı
kitaplarda farklı görüşler de var. Ben size baskın diyebileceğim görüşe göre anlatıyorum
bunun tartışmasına pek girmiyorum arkadaşlar. Ama bu son söylediğim yönüyle yani şerhten
sonra gayrimenkulü iktisap eden üçüncü şahıslara etkili olmakta ve onları yükümlülük altına
sokmaktadır.
Alacak hakkını nispiliğinin başka istisnaları da var: mesela arkadaşlar ahlaka aykırı
davranış demiştik değil mi? Örneğin çifte satışlarda söz konusu oluyordu. Satıcı borcun
konusu edimi ifa edebiliyordu yani siz satıcıdan alacaklı olarak bir şey alacaksınız. O size
satacağı yerde, diyor tamam 4 gün sonra alabilirsin benden playstation’ını ama bir
bakıyorsunuz ki onu bir başkasına satmış. Ne oluyor bu durumda? Üçüncü kişiye satıldığı için
üçüncü kişiye karşı bir şey talebi söz konusu olmuyordu, olsa olsa karşı taraftan tazminat
talep edebiliyordu çünkü size onu devredeceği yerde gidiyordu üçüncü kişiye belki daha
yüksek fiyata satıyordu. Bu durumda iç ilişkinizde bir tazminat sorumluluğu gündeme
gelebiliyordu. Üçüncü kişi eğer bunu ahlaka aykırı bir şekilde size zarar verme amacıyla
yapıyorsa artık siz doğrudan üçüncü kişiye de başvurabiliyordunuz. Üçüncü kişiden de
tazminat isteyebiliyordunuz ve olumlu zararın tazminine yönelik, hatta aynen ifa da
isteyebiliyordunuz. Yine üçüncü kişilerin borç ilişkisine etkisinden de bahsedebiliriz. İfada
alacaklının hukuken korunan bir yararı yoksa arkadaşlar ki para borçlarında aksi yönde
korunan bir yarar da olmaz, böyle bir durumda borçlu da borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü
olmuyor. Yine 3. Kişilere borç ilişkisinin etkili olduğu başka durumlar da var.
Alper Bey sormuş, sözleşme oluşmuş ama ücret ödenmemişse yine de ücret alabiliyor
mu? Tabii ki alabiliyor. Playstation’dan yola çıkalım. 8000 liralık playstation’ı size 6000
liraya veya 5000 liraya satıyor. Ücret ödememişsiniz. Diyor ki haftaya teslim edilecek 5000
liranızı vereceksiniz alacaksınız. Bir de gidiyorsunuz ki gitmiş Alper Bey yerine İbrahim
Bey’e verilmiş mesela. Böyle bir durumda normal şartlarda, ahlaka aykırılığı falan
boşverelim, ne olacak? Siz aynı playstation u almak için 3000 lira daha fazla para vermeniz
gerekiyor o aradaki farkı isteyebilirsiniz mesela.
Çıkış noktamız iyi niyetli olup olmama değil zarar verme kastıdır. Özellikle bunun ispatı.
Dolayısıyla bunu ispat etmeyi başarırsanız olumlu zararınızın tazminini isteyebilirsiniz. İrade
sakatlığı durumlarında ise bunu ancak taraflar, sözleşmenin tarafları ileri sürebilir onlardan
başkası ileri süremez. Nispilik ilkesi neydi? Karşıdaki ile sizin aranızdaki bağ. Siz böyle bir
duruma el atabilmeniz için ancak böyle istisnai durumların olması gerekiyor. Meğerki siz
üçüncü kişinin temsilcisi olmayın. Tabi özel ihtimaller olabilir mesela siz 3. Kişinin temsilcisi
olabilirsiniz.
Şimdi diğer istisnalarına bakalım: mesela üçüncü kişi lehine sözleşmeler arkadaşlar.
Burada kendi adına sözleşme yapan kişi üçüncü kişi yararına bir edim yükümlülüğü
koyabiliyor. Buna üçüncü kişi yararına sözleşme diyoruz. Hayat sigortalarında falan böyle
şeyler söz konusu olabiliyor arkadaşlar. Buna da fazla değinmeyeceğim vize sonrasında daha
çok değinmek istiyorum. Bu kadarını bilin. Bu da kendi içinde ikiye ayrılıyor : gerçek olan ve
gerçek olmayan üçüncü kişi lehine sözleşme diye. Gerçek olmayanda aslında üçüncü kişinin
ifayı talep etme yetkisi bulunmuyor, zamanı gelince ifa gelince bunu kabul edebiliyor. Bir de
gerçek üçüncü kişi lehine sözleşme var ki arkadaşlar onun da talep etme yetkisi söz konusu
olabiliyor. Burada üçüncü kişi veya ona halef olanlar amaca veya örf ve adete uygun düştüğü
takdirde edimin ifasını isteyebiliyorlar ve hatta üçüncü kişiler hakkı kullandığında alacağı
bildirdikten sonra da alacaklı artık borçlu ibra edemiyor. Borçlar arasında burada bir ilişki var
bir de üçüncü kişi var. Normalde bunu göreceksiniz mesela siz ibra edebilirsiniz borçlunun bir
borcunu, ibra sözleşmesinin konusu olabilir. Ama bu normalde üçüncü kişinin olayı değil
ama burada üçüncü kişilere yönelik bir talep söz konusu. Bir şekilde üçüncü kişi artık bunu
bildirdikten sonra bu ibra sözleşmesi borçluyla alacaklı arasında olsa da bu ilişkiyi etkiliyor.
Bir diğer istisna üçüncü kişiyi koruyucu etkili sözleşme. Burada borçlunun sadece alacaklıya
karşı yükümlülüklerinin üçüncü kişilere sirayet etmesi söz konusu. Burada zarar gören borç
ilişkisinden doğan bir alacak hakkına sahip olmamasına rağmen haksız fiil yükümlerine değil
daha avantajlı sözleşmeye aykırı yükümlere dayanıyor. Yine bir başka istisna alacak
haklarının kuvvetlendirilmesi şerhlerden bahsetmiştik zaten eşyaya bağlı borçlardan
bahsetmiştik. Zilyetlik vasıtasıyla kişisel hak sahibinin kuvvetlendirilmesi de söz konusu
olabilir bu koruma zilyetliği herkese karşı ileri sürülebiliyor.
Başka ilkeler de var. İlkelere ben önem verdiğim için arkadaşlar diğer ilkeleri de
söylemek istiyorum. Dediğim gibi baya baya değerlendirmelerinizde önemli. Diğer ilkelerde
dürüstlük ilkesi, üçüncü kişi aleyhine borç kurulamaması ilkesi, sözleşmede karşılıklılık
ilkesi, borçlunun yerleşim yerinde ifa ilkesi ve eşitlik ilkesi var.
Eşitlik ilkesi borçlar hukukuna hakim olan ilkelerden biri. Eşitlik ilkesi borç ilişkisinin
tarafları arasında bir ayrım yapılmamasını ifade ediyor yani sizin ekonomik ve sosyal
durumlarınıza bakılmaksızın alacaklı ve borçlu olarak kanun önünde birbirinizle eşit olmanızı,
eşit korumaya tabii tutulmanızı ifade ediyor. Aslında bu eşitlik ilkesi irade özerkliği ve
sözleşme özgürlüğü ilkelerinin de doğal olarak bir sonucu. Sözleşme yapan herkes bu
sözleşmeyi kendi özgür iradesiyle yapmış sayılıyor ve iradesi dışında zorla özel bir borç
ilişkisine taraf olamıyor. Ekonomik yönden alacaklıdan daha kuvvetli de olduğunu görüyoruz.
İşte borçlar hukukunda borçlu lehine yorum ilkesi şeklinde genel bir ilke söz konusu değil.
Yani mesela iş hukukunda işçi lehine yorum ilkesi falan var ama borçlar hukuku daha tarafsız
bir konum sergiliyor. Bazı sözleşme tiplerinde farklı eğilimler olabiliyor mesela kira, hizmet
sözleşmelerinde kiracı veya işçi lehine farklılıklar var. Özellikle kira sözleşmesinde. Ancak
arkadaşlar günümüzdeki teknolojik gelişmeler, sosyal ve ekonomik hayattaki değişiklikler
bazı eğilim ve düşüncelerin oluşmasına sebebiyet verebiliyor. Özellikle sosyal içerikli
sözleşmeler giderek artmaya başlıyor. Dediğimiz gibi tüketicinin korunması, iş kanunlarıyla,
kira kanunlarıyla, çevre için tehlike yaratan işletmelere yönelik olarak ne oluyor arkadaşlar
daha zayıf durumda olan zarar görenleri işçiyi, tüketiciyi, kiracıyı koruyor ancak dediğimiz
gibi bu durum istisnai oluyor arkadaşlar. Yoksa öyle alacaklıyla borçlunun sosyal ve
ekonomik durumlarına bakılmaksızın böyle doğrudan bir müdahale söz konusu olmuyor kural
olarak. Dürüstlük ilkesi zaten arkadaşlar sizin de malumunuz.
Dürüstlük ilkesi: Borçlar hukukuna hâkim olan ilkelerden biridir. Borçlar kanununda
ayrıca hükme bağlanmış değildir ama Türk Medeni Kanunu madde 5, Borçlar hukukuna da
uygulama alanı veriyor. Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uymak zorundadır. Bunun çeşitli fonksiyonları olduğunu gördük. Dürüstlük
kuralının somutlaştırma fonksiyonu, tamamlama fonksiyonu var yan yükümlülüklerin
temelini oluşturan bir boyutu var borç ilişkilerinde. Sınırlama fonksiyonu var hakkın kötüye
kullanılmasında irdeledik. Bu fonksiyon, her hakkın özünde bir sınırlama içerdiğini
belirtiyor. Düzeltme fonksiyonu var. Biz bu ilkeyi çok farklı yerlerde sıklıkla göreceğiz.
Örneğin borç ilişkisi temelinden çökmüşse yeni duruma uyarlamada göreceğiz, yorumlamada
göreceğiz, sözleşmenin tamamlanmasında göreceğiz. O kadar doğal bir ilke ki hatta kitapta
ilkeler bazında bile ayrıca ele almaya gerek görülmemiş.
Kusurlu sorumluluk ilkesi: Borç ilişkisinin önemli bir kaynağını oluşturan sorumluluk
halleri ve özellikle haksız fiil ile sözleşme sorumluluğu buna yönelik madde 49 ve 112’ göre
fail ve borçlunun kusurlu olması öngörülmüş. Bundan ötürü hâkim ilkemizde kusur ilkesidir.
Ancak kusursuz sorumluluk bir istisnadır. Böyle istisnai durumlarda borçlu olan kişi
kusurunu ispat etmesi gerekmez.
Üçüncü kişi aleyhine borç kurulamaması ilkesi: Bu da aslında irade özelliklerinin
doğal bir görünümüdür. Hiç kimse iradesi dışında (külli halefiyet hali hariç) sözleşme veya
başka bir sebeple borç altına sokulamaz ki külli halefiyette de red vardır. (daha sonra
işleyeceğiz.) Bu ilke aynı zamanda nisbilik ilkesinin de bir yansımasıdır. Yani bu anlamda
sözleşmenin tarafları üçüncü bir kişi aleyhine borç ilişkisi kuramıyorlar. Buna karşılık taraflar
isterlerse üçüncü kişi yararına yaptığı sözleşmede onun lehine de bir alacak hakkı
kurabiliyorlar.
Sözleşmelerde karşılıklılık ilkesi (ivazlılık ilkesi): Karşılıksız sözleşmeler ise istisnai
niteliktedir. Bağışlama sözleşmesi, faizsiz tüketim ödüncü, kullanım ödüncü ve ücretsiz
vekâlet sözleşmesi ilkeye yönelik istisnalardır.
Borçlunun yerleşim yerinde ifa ilkesi: Borçlu borçlandığı edimi kendi yerleşim yerinde
ifa etmek zorundadır. Yerleşim yeri, borçlunun borcun doğumu anındaki yerleşim yeridir.
TBK m. 89'da "Bunların dışındaki bütün borçlar, doğumları sırasında borçlunun yerleşim
yerinde, ifa edilir." yazıyor. (bunların dışındaki dediği yerin ne olduğunu daha sonra
göreceğiz.)
BORÇLAR HUKUKU MEVZUATI (sayfa 103)(hoca bu bölümü kendimiz incelememiz gerektiğini söyledi.)
Borçlar Kanunu Türk Medeni Kanununun beşinci kitabıdır (TBK madde 646). Ama Türk
Ticaret Kanunu'nda da diyor ki: Türk Ticaret Kanunu Medeni Kanunun ayrılmaz bir
parçasıdır. Tabiri caizse altıncı kitabı gibidir. Bunların yanında da olmazsa olmaz Tüketici
Kanunu'nu koymamız lazım. Dolayısıyla böyle bir bütünleşik yapı söz konusudur. Buna
“özel hukukun yeknesaklığı” denir.
Örf adet hukukunu da Medeni Kanun m. 1 / 2’de incelemiştik. Bu da pozitif hukukun bir
kaynağıdır. Hatta kanunda açıkça bir yollama varsa alelade örf ve adet kuralı da yeterli
sayılabiliyor. Hâkim yine karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından
yararlanıyor.
SÖZLEŞMELER (114 numara ve devamı)
Borçların kaynakları, Borç ilişkisinin doğumunun iradeye bağlı olduğu ve iradeye bağlı
olmadığı haller olmak üzere ikiye ayrılmış.
Borcun doğumunun iradeye dayalı olması halinde doğan borç:
Hukuki işlem, bir sözleşmenin arzu ettiği sonucu meydana getirmesi şeklinde olursa
hukuki işlem söz konusu oluyor. Yani hukuken kabul edilen bir sonuca yönelik irade
beyanıdır. Eğer bu, sizin arzu ettiğinizden bağımsız olarak gerçekleşiyorsa hukuki işlem
benzerleri da söz konusu oluyordu. Tek taraflı hukuki işlemlerden doğan borçlar varsa da bu
açıdan en önemli borç kaynağı sözleşmelerdir.
Bir de iradenin kusurlu olması dolayısıyla başkasına verilen zarara tazmin borcu doğması
şeklinde de olabiliyor. Haksız fiilden doğan borçlar oluyor. Borcu doğuran kaynak yani
haksız fiil olmuş oluyor.
Borcun doğumunun iradeye dayanmaması halleri:
Bir şahsın mal varlığına mesela diğer bir şahsın malvarlığı aleyhine sebep olmadan
zenginleşmesi yüzünden doğuyor. Bu arada şunu işaret edelim. Sebepsiz zenginleşme de bir
taraf aleyhine diğerinin zenginleşmesidir. Sebepsiz zenginleşme de ayrı bir borç kaynağıdır.
Bunun yanında aile hukukundan doğan yardım nafakası gibi kanundan doğan borç kaynakları
var. Vekâletsiz iş görmeden, sözleşme benzeri kaynaklardan doğan borçlar var. Dürüstlük
kuralından doğan borçlar da söz konusu olabiliyor. Farklı farklı borç kaynakları mevcuttur.
Hukuki işlemler, bir veya birden fazla kişinin, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar
içinde hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamalarıdır. Yani hukuken kabul edilen bir
sonuca yönelik irade beyanıdır. Şayet arzu edilen sonuç bir borcun doğumu ise borçlanma
işlemi söz konusu oluyor. Yoksa tasarrufi bir işlem söz konusu olabiliyor doğrudan doğruya
mal varlığınızı etkiliyorsa.
Bunlar tek taraflı hukuki işlemlerden de doğabiliyor. Örneğin yenilik doğuran haklardan
ön alım hakkı kullanıldığı zaman sizin o hakkı kullanan ile karşınızdaki arasında sözleşme
ilişkisi kuruluyor. Ölüme bağlı tasarruflarda yine tek taraflı olarak vasiyetnameyle de tek
taraflı bir hukuki işlem tesis edilebiliyor.