You are on page 1of 244

(Bir İmanın Destanlaşması)

Yeni Boyut: 16

Birinci Basım: 1994

İsteme Adresi:
PK. 35
81060 Erenköy - İstanbul

Dizgi : Ayçan Grafik


Baskı : Cihan Ofset
Kapak : Ayçan Grafik
Cilt : Kısmet Ciltevi
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ............................................................................. 7-8
I. Kur'an’daki İ s la m ................................................... 9-42
II. Kur'an A h la k ı.......................................................... 43-73
III. İslam ve İ n s a n ....................................................... 74-103
IV. Kur'an v e İ n s a n ...................................................... 104-124
V. T asavvuf D üşüncesinde İ n s a n ......................... 125-151
VI. İslam ’da Ekonom ik Ahlak ............................... 152-186
VII. İslam D enince Ne A nlıyoruz?......................... 187-200
VHI. R uhsal Y ükselişin Y o lla n ................................201-210
DL Kâmil İnsan Olarak Hz. M uham m ed.............. 211-219
X. İnsan ve D in .............................................................. 220-240
XI. F ethi G em uhluoğlu'nu A n a rk en ..................... 241-260
KARMA İNDEKS........................................................... 255-260
ÖNSÖZ

Konferanslarım adıyla yayınlanan bu kitapta sadece bir


ilim ve düşünce adamının konuşmaları değil, milyonları he­
yecan ve aksiyona sevk eden bir iman ve düşüncenin destanı
sergilenmektedir.
Yurdumuzu bir uçtan bir uca, yaz-kış demeden, insan ay­
rımı yapmadan, bir aşk ve cezbe ile dolaştık ve yılda 50’ye
yakın yerde insanımızla, bu konferanslar sayesinde kaynaş­
tık, kucaklaştık.
Bir-iki konferans hariç, her konuşmamız üç saate yakın
sürmüştür. Oldukça ağır konuların bu kadar uzun süre derin
bir sessizlik içinde, her yaştan insan tarafından dikkatle iz­
lenmesi edebiyat, felsefe ve psikolojiyle uğraşan birçok insa­
nın bu konuyla ilgilenmesine yol açmıştır. Çünkü insan tabi­
atı, bir konuyu aynı dikkatle üç saate yakın bir süre izlemeye
müsade etmemektedir. Değişik açılardan olaya bakan uz­
manların vardıkları ortak kanaat şudur: Bu konferansları iz­
leyen üçyüz ile üçbinbeşyüz kişi arasında değişen topluluk­
lar, bir trans haline geçmekte ve sürenin farkında olmamak­
tadırlar. Dinleyicilerin beyanları da, konferanslar süresince
zaman kavramını tamamen unuttukları ve zihinsel canlılık­
larını sürekli korumalarını sağlayan bir konsantrasyon için­
de oldukları yolundadır.
K O NFERANSLARIM

Bütün bunlan, insanımızın Kurana ve hürafeden arındı­


rılmış dine duyduğu derin susuzluğun sonuçlan olarak görü­
yor ve bu susuzluğu gidermede bize görev yüklediği için Ce-
nab-ı Hakk'a şükrediyoruz.
Kitaba aldığımız konferanslar, çok önemli saydığımız ko­
nulardır. Zaman içinde, diğer konuşma bantları da çözülüp
yazıya geçirildikçe yayınlanacaktır. Kitabın adına, parantez I
içinde eklenen kısım, okuyucu!arımızın teklif ve ısrarlannın KURANDAKİ İSLAM1
bir sonucudur.
Biz, metinle konuşmadığımız için konferanslann, ses ve­
Sayın dinleyenlerim, sizleri sevgilerle ve saygılarla se­
ya görüntü olarak kaydedilmesi gerekiyordu. Bu işi, değerli
lamlıyorum;
gönüldaşlanmızdan İsm et Kalyoncu Beyefendi üstlendi ve
hemen hemen tüm yurdumuzu bizimle dolaşarak konuşma­ Mübarek Ramazan in rahmet ve güzelliği hepinizi kucak­
ları kaydetti. Kendisine, ortak imanımız ve coşkumuz adına lasın diye dua ediyor ve "Kur'an'daki İslam" konferansıma
teşekkür ediyorum. Ses bantlarının çözülüp yazıya geçirilme­ başlamak istiyorum.2
sini sağlayan değerli gönüldaşımız Ali D ü rü st B eyefen ­ Bu konferans son 5 ay içinde Türkiye'de otuza yakın yer­
di nin yardımları da çok anlamlı olmuştur. Kendisine şük­ de verildi. Birkaç gün önce Trabzon'da aynı konuyu halkı­
ranlarımı sunuyorum. mızla görüştük ve bugün de sizlerle beraber "Kur’an’daki İs­
Mutlu ve aydınlık yarınlara elele, gönül gönüle!.. lam" konferansını bir Ramazan sohbeti şeklinde burada bir­
likte göreceğiz.
Kur'an'daki İslam; sadece İslam değil de, neden
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Kur'an’daki İslam; evvela bu başlığın gerekçesini vermek la­
zım.
Kurandaki İslam diyoruz. Çünkü Kuranın dışındaki, İs­
lam olmaz. O zaman İslam diyelim sadece. Elbette ismi tek

(1) Verildiği yerler: İ s ta n b u l (36 yerde), İzm ir, B olu, T rab zo n ,


A n taly a, T a rsu s , B u rs a , K onya, T e k ird a ğ , A d a p a z a rı,
E d irn e, B olvadin (2 yerde), Sinop, K ırk ağ aç, Som a, M alka­
ra, G aziantep, A lm anya (18 yerde), Z ürih, N ew York...
(2) Bu konferans, Konya Ticaret Odası D ergisinin M art 1993 sayı­
sında tam metin olarak yayınlanmış ve y u rt çapında 10.000
adet dağıtılmıştır.
10 KONFERANSLARIM

kelimedir, anlatacağım. Fakat İslam'ın onu insanlığa getiren


Kitaptaki çehresi zaman içinde büyük ölçüde değiştiği için
bu noktaya dikkat çekmek üzere biz, Kur’an'daki İslam diyo­
ruz. İslam diye dünyanın şurasında burasında sahneye geti­
rilen yekûnun Kur an da olmayan, vahye dayanmayan bir ta­
kım yanlışlarla, bir takım bozukluklarla, bir takım hürafe-
lerle lekelendiğini vurgulamak için...
İslam'ı insanlığa Kur'an-ı Kerim getirmiştir. Bu dinin sa­
hibi onu insanlığa bu Kitap'la ulaştırmıştır. Bu Kitap'ın dı­
şından tedarik edilen bir takım şeylerin bu Kitap'a fatura
edilmesi halinde bunun Cenab-ı Hakk'ın iradesi istikam etin­
de arındırılması lazım. Ve bunun da biricik ölçüsü, mihenk
taşı Kur'an-ı Kerim dir. O bakımdan sadece bugün 19901ı
yıllarda biz Kur'an'daki İslam demiyoruz. Tarih içinde yoz­
laşmaların ve dinin vahye bağlı mihverinden uzaklaşmaların
yoğunlaştığı zamanlarda aynı tema gündeme getirilm iştir.
Bütün vahye bağlı düşünce odakları tarafından. Çünkü İs­
lam'ın en bü yük b a h tiy a r lığ ı Kur'an g ib i b ir k ita b a s a ­
hip o lm a sıd ır. Bir Kitap ki ilahı kelam vasfını taşır. Bir Ki­
tap ki bizzat yaratıcı kudretin garantisi altındadır. Böyle bir
Kitap'a sahip olan bir dinin, bir sistemin ve disiplinin tem el­
de bir tek sıkıntısı olur. O da cehalet veya saptırmalar yü ­
zünden bu dine inananlar ile bu Kitap arasına bir takım du­
varların girmesidir. Aksi takdirde bu dinin yozlaştırmalara
ve çarpıtmalara mahkûm olması mümkün değildir. Ve bu
dinde bir takım rahatsızlıklar görülürse bunları şuna buna
tamir ettirmeye de gerek yoktur. K on siller toplamaya, r e ­
form yapmaya gerek yoktur. Çünkü Allah’ın koruması altın­
da olan bu Kitap, ilk günkü kadar taze ve berrak, ortadadır.
O halde bizim sıkıntımız, yalnız Kuran a ulaşmada çekti­
ğimiz sıkıntıdır. Birçok yanlış söylenir, birçok saptırma ola­
bilir, birçok yanlış anlama olabilir, içten ve dıştan birçok ka­
rıştırma olabilir. Fakat Kur'an-ı Kerim ortada durduğu süre­
KUR'AN'DAKI İSLAM 11

ce bunların hepsinin üstesinden gelmek mümkündür. Bütün


dava, bu niyeti taşımaya bağlıdır.
K uran dininin en önemli niteliği, bir numaralı vasfı, bu
dinin Allah'ın elinden çıkmış olmasıdır. Daha ileri bir ifadey­
le, Kur'an-ı Kerim dinin sahibi olarak tek bir kuvvet görüyor:
Y aratıcı, Cenab ı Hakk. Dinin arkasına insanı k esinlik le
koymuyor Kur'an-ı Kerim ve bize açıkça gösteriyor ki, din
gerçeğinin arkasına insan girerse din tahrip olur ve ortadan
kalkar. Bütün peygamberlerin mesajı böyle yozlaştırılmıştır.
Hatta burada Kur'an-ı Kerim o kadar ısrarlıdır ki, dinin ar­
kasına o dini tebliğ eden peygamberi bile koyamazsınız. Re­
sul, dinin sahibinin elçisidir, habercisidir; ortağı değildir.
Bu gerçeğe dikkat çekmek için olacak, tarih içinde bütün
İslam düşünürleri, mezhepleri, meşrepleri ne olursa olsun
bir din tanım ı getirmişlerdir. Kur'an kaynaklı bir tanımdır
bu. Bir iki kelime değişikliği ile bu tanım bütün İslam! ekol­
ler tarafından kabul edilm iştir asırlar boyu. Çünkü verileri
Kur'an'a dayanır. Bu din tanımı bizim çocukluğumuzda ez­
berlediğimiz bir tanımdır. Bu tanıma göre d in , İla h î b ir k a ­
n u n d u r , ila h i b ir b ü tü n d ü r , İla h î b ir d is ip lin d ir . T a­
nımda yer alan diğer unsurlar bu konferansın konusu değil­
dir, Onların tahliline geçmiyorum.
Din, bir ilah! disiplindir. Yani bunun arkasına Cenab ı
Hakk dışında bir kuvveti koyduğunuz zaman bu, İslam ol­
maktan çıkar. Ve Kur'an-ı Kerim insanlığı âdeta omuzların­
dan tutup sarsarcasına şu gerçeğe dikkat çekiyor. Mesela Zü-
mer suresinde ilk ayetlerde insanoğluna hitap ederken, ken­
dine gel diyor. Gözünü aç, sakın yanılm a, aldanma. Temiz,
arı-duru din yalnız Allah'ındır, Allah'ın tekelindedir.
Allah’ın din konusundaki tekeline ve tek hüküm ve tasar­
ruf sahibi oluşuna onun elçilerini bile ortak edemezsiniz. Bu
da şirk olur. Nitekim bu görünmez, bu örtülü şirkle mesela
KONFERANSLARIM
12

Hıristiyanlığın batırıldığını bize Kur’an-ı Kerim açıkça bildi­


riyor. H z. tsa örneğini dile getiriyor. Diyor ki İsa Allah'ın ku­
lu ve Resulü idi. Allah ona bu payeleri verdi. O da bu
payelerden memnundu. Siz ne diye ona Allah'ın oğlu ünvanı-
nı verdiniz? Yani veren mi memnun değildi, yoksa alan mı
memnun değildi de siz araya girdiniz. Ve m üthiş sarsıcı bir
ifadedir aklı olanlar için. Diyor ki, Hz. İsa Allah'ın kulu ol­
mayı yetersiz bulmazdı. Siz niye ona Allah'ın oğlu dediniz.
Ve iyi niyetle yaptılar bunu. İşte din m eselesin in en hayatî
noktalarından biri de budur. İyi niyet insanın ayağının kay­
masını önlemiyor. Evet, kilise babalan Hz. İsa'yı Allah'ın oğ­
lu ilan ederken iyi niyetliydiler. Bu iyi niyetleri onları kur-
tarmamıştır. Diyorlar ki, koca H z. İs a n asıl bizim gibi olur.
Ona farklı bir sıfat vermemiz lazım. Cenab-ı Hakk o farklılı­
ğı vermiş, Resul demiş ona. Hayır o yetm ez, daha fazlasını
vereceğiz, ona Allah ın oğlu diyeceğiz diyorlar. Ve Kur’an-ı
Kerim diyor ki, işte tevhidi böyle hançerlem işlerdir.
Bizim peygamberimiz Hz. M uhamm ed, h ayatı boyunca
böyle bir saptırmaya âlet olmamak için çırpınm ıştır. M esela
diyor ki; Allah, peygamberlerin kabirlerini tapınak haline ge­
tirenlere lanet etsin. Mesela diyor ki; sakın beni överken H ı­
ristiyanların Hz. İsa'yı övmeleri şeklinde taşk ın lıklara g it­
meyin. Benim için yalnız Allah'ın kulu ve Resulü deyin. Ve
mesela diyor ki; biz peygamberleri birbirimiz arasında yarış­
tırmayın. Biz birbirimizin kardeşleriyiz, birbirimizi tam am ­
larız.
İnsanoğlunun, peygamberlere hürm et veya büyük in san ­
lara hürmet adı altında tevhidi nasıl perişan ettiğini ve tev­
hit dinini bir nevi ş ir k e t k u ru m u h alin e n asıl getirdiğini
Kur an-ı Kerim bize çeşitli ifadelerle yüzlerce ayetinde veri­
yor. Ve ilginçtir, Kur'an-ı Kerim bunu din tem silcilerinin
yaptığını da ısrarlı bir biçimde ifade ediyor. Kur'an-ı Ke­
rim in yaklaşık üçte biri din tem silcilerinden şikâyetle dolu­
KUR AN DAKİ İSLAM 13

dur. Vahyi n asıl ta h rif ettiler, Allah'ın m esajlarını n asıl h e­


saplarına göre bozdular, n asıl bir kısm ını söyledi, bir kısm ını
sakladılar. B u n lan Kur'an-ı Kerim söylüyor. Ve n asıl pey­
gam berleri Allah'ın ortağı durum una getirm ek üzere bir ta ­
kım uydurm alara, sahte kutsam alara gittiler. Bunları söylü­
yor, niye söylüyor? Artık bir daha peygam ber gelm eyecek.
Siz kendi dünyanızda m eydana gelecek sapm aları bunlara
bakarak ibret alın ve önleyin.
E vet dinin tek sahibi vardır: Cenab ı Hakk. Tevhidin k a ­
çınılm az sonucudur bu. T e v h it, b ü tü n k u d r e t v e t a s a r r u f ­
ta b ir lik d e m e k tir . Yaratıcı birdir, tasarru f hakkı, hüküm
kaynağı birdir. Din birdir. Bunlar hep tevhit. Bu birlerin hiç­
bir yerde iki olm ası mümkün değildir. Kitap da birdir. D in le­
rinizi zübüre bölmeyin diyor. Z ü b ü r, dinde ikinci derecede
k utsal kitaplar dem ektir. Ben sizin n asıl tek Rabbinizsem
dinleriniz de tektir diyor. Dini zübürlere bölerseniz her hizip
kendi elindeki Kitap la avunur, en iyi benim kisi der ve bu,
dini mahveder.
Şim di hadiseyi buraya getirdiğim iz zam an hem en bir sı­
kıntı zuhur ediyor. Efendim , yan i şim di Peygam berim izin
sözleri, sünneti filan ne olacak? Bu y a bilgisizliktir, yah u t da
kasıttır, ik i halde de tashihi gerekir. Hz. Peygamber Allah'ın
ortağı değildir, Allah'ın elçisidir. H z. P e y g a m b e r ’in s ü n n e ­
ti K u r'an -ı K erim d ış ın d a b ir d in k u r m a z . H z. P e y g a m ­
b er, a ld ığ ı v a h y in k a r ş ıs ın d a r a k ip fir m a k u r a n b ir ş e f
d e ğ ild ir . Hz. Peygamber Allah'ın gönderdiğini açıklar. Hz.
Peygam ber in sünnetine kim dil uzatıyor? Biz mi, onu yalan
m akinesine çevirmeye çalışanlar mı?
Tevhidin omurga noktalarından birini gündem e getirdiği­
niz zam an tevhidin peygam berini âlet ederek tevhidi hançer­
lem ek istiyorlar. Bu gafletin veya ihanetin durdurulm ası la­
zım. Kim Hz. P eygam berin sü n n etin e karşı gelebilir? Hz.
P eygam beri devreden çıkararak Kur'an'ı nasıl anlayacaksı-
14 KONFERANSLARIM KUR'AN'DAKİ İSLAM 15

mı? Ama kim Hz. Peygambere izafeten binlerce yalan uydu* zaa yok. T evhit m uvazaa kabul etm ez. M uvazaa bazı
rulmadığını söyleyebilir? Bunlan niye karıştırırız biz? Evet, ak itleri hukukta bâtıl h ale getirir. Ama te v h itte dini
tevhit icap ettirir ki kudret bir olduğu gibi din de bir olsun, ortadan kaldırır. Allahla, bir adım sen gel, bir adım da ben
din bir olduğu gibi Kitap da bir olsun. Bütün peygamberlerin geleyim diye pazarlığa oturamazsınız. İslamiyet pazarlık dini
aldığı vahiylerin toplamına genel ad olarak Kitap diyor değildir, teslimiyet dinidir. Teslimiyetin elle tutulur odak
Kur an. Biz Kitap tan şu peygambere şunları verdik, işte di­ noktası Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. Peygamber de ona teslimdir.
nin kaynağı o. Nebiler bunu açıklarlar. Fiilleriyle, sözleriyle Hz. Peygamber'in hadisi de ona teslimdir. Kim Peygamberin
açıklarlar. Ama Allah'a ortak değildir onlar. Onlar Cenab-ı hadisine karşı çıkabilir? İmam-ı Âzam'ı bu fikrinden ötürü
Hakk a bağlıdırlar. Onları Cenab-ı Hakk'tan bağımsız hale tekfir ettiler. Efendim, söylediği şudur. Bu âhâd haberleri
getirdiniz mi, eski bilginlerin deyimiyle taaddüdü kudem â Kur'an'a arz edelim. Oradan onay alanlarını kabul edelim,
lazım gelir. Yani ilahların birden çok olması gerekir. Bu tev­ lmam -ı Şâfiî'nin söylediği de aynı şeydir. Ve başına neler
hit meselesinde en hassas nokta budur. Hz. Peygamber diyor getirmişlerdir bu yüzden.
ki; ben ümmetim adına açık şirkten korkmuyorum. Artık ne Kur'an'ın Hz. İsa ile ilgili ayetini okudum. Cenab-ı Pey­
Kabe'nin haremine getirip putlan dikerler ne evlerine ne yol­ gamber Allah'a teslim olmaktan rahatsız mı olur. Hâşâ! Al­
larına. Fakat ben ümmetim için örtülü, gizli, maskeli şirkten lah'a teslimiyetin elle tutulur göstergesi Kur'an'a teslimiyet­
korkuyorum diyor. Korktuğu başına gelmiştir. Zaten olacak tir. Peygamber de Kur’an'a teslim olmayı şeref bilir. O za­
kı, söylemiştir. man neyin eğri, neyin doğru olduğu ortaya çıkar. Aksi tak­
Asırlar içinde bu tevhit meselesindeki yozlaştırmaları dirde tevhidin yerini şirket alır. Şirk ile şirket aynı kökten­
durdurmak için tevhit erlerinin verdikleri mücadelelere ba­ dir. Yani hüküm kaynaklarının, otoritenin birden fazla olma­
kın. Evet, hüküm sahibi tektir. Ve O, gönderdiği dine bir ad sı demektir. Hindistan'da ilahların sayısı milyonlarla ölçü­
koymuştur: İslam. İkinci bir ad yok. O kadar hassastır ki; lür. Tevhidi bir defa hançerlediniz mi bir kanserojen tahribat
buraya insanoğlunun burnu girmesin diye dinin adını bizzat başlar ve bir daha tutamazsınız. Parçalanma sürekli yeni
kendisi belirlemiştir. Yani muhtevasını verebilirdi ve derdi parçalanmalara vücut verir. Ve insanlık perişan olur. O yüz­
ki siz buna uygun bir isim koyun. Hayır. Sekiz tane ayet var den tevhidi omurga noktasında çok sıkı korumak lazımdır.
Kur an ı Kerim de, Kur'an'ın getirdiği dinin adını insanoğlu­ Bu, çileli bir iştir.
na dikte ediyor. İslam İslam’dır. Ona ikinci bir kelime ekle- Bugün bizim başımıza bir başka Peygamber gelip de bo­
yemezsiniz, bir başka kelimeyle de değiştiremezsiniz. zukluklarımızı düzeltmeyeceğine göre, sıkıntılarımızı gider­
İslam'ın kelime mânası Allah’a teslim iyettir. İsmin­ mede gidilecek bir tek kaynak vardır. O da Kur'an-ı Ke-
de bütün mucizesi saklı. Bu din teslimiyet dinidir. Yaratıcı rim’dir. Şimdi Kur'an-ı Kerim'den rahatsız olm ayı din­
dışındakilere teslim olmamak için yaratıcıya teslimiyet. Şim­ darlık sayan bir takım in san lar var İslam dü nyasının
di bu dini çeşitli oyunlarla yaratıcı dışındakilere, insanlığı şurasında burasında. Ve küfür odakları da bunlan sürekli
teslim etmek için Cenab-ı Hakk'la muvazaa dini haline getir­ bu işte tahrik ve teşvik ediyorlar. Bu din Kur’an-ı Kerim e
hesap vermeyecektir de kinıe hesap verecektir? Engizisyon
diler. İnsanla muvazaa var. Ama Cenab-ı Hakk'la m uva­
16 KONFERANSLARIM kur an daki İs l a m 17

mahkemelerine mi? Eğer öyle değilse Kur'an’dan niye rahat­ tem iz insan bulursanız orada tem iz İslam'ı bulursu­
sız oluyorsunuz? Yani Kur'an'a arz edilip de ondan onay alan nuz. Nerede İslam'ı bulursanız orada tem iz insanı bu­
şeyi kabul etmek bize mutluluk mu getirir, felaket mi geti­ lursunuz.
rir? Ve Kur'an'a arz ettiğimizde ondan onay almayan şeyi biz
Şimdi bu ikisi neden çelişir ve çatışır? Bir tanesinde bo­
din diye neden başımızın üstünde tutalım. Din meselesinin
zulma olur da ondan. Batı dünyası bugün İslamiyet'in, insan­
İslam dünyası açısından en ciddi noktası işte buradadır. İs­
lıkla, insan yapısıyla bağdaşamayacağını sürekli propoganda
lam dünyası burada bir karara varmak zorundadır. Ya İs­
ediyor. İslam’ı sahneden uzak tutmak için bütün ümitlerini
lam'ın mânasındaki o teslimiyeti gerçekleştirecektir, ya da de bu propogandaya bağlamıştır. İnsanlığa demek istiyor ki;
kaç asırdan beri devam ettiği aldanışı sürdürüp gidecektir. bu İslam dediğiniz şeye alâka duymayın, insan hayatıyla
Bu dinin adı İslam’dır ve başka bir kelime ile birleşemez. bağdaşmaz. O sizi perişan eder. Sizi boğar. Soluk alamaz ha­
Arap dünyasından bize sıçrayan bir yanlışlık var. İslam le getirir. Ve bunun için İslam dünyasında İslam’ı hurafelere
Sosyalizmi, İslam Hümanizmi v.b. Bunlar, kavramları ka­ mahkum ederek Kurandaki güzelliğinden uzaklaştıran bir
rıştırdığı için itibar görmemesi gereken gelişmelerdir. İslam, takım odaklar yaratma peşindedir. Artık haçlı, kılıç kullan­
İslam'dır. İslam Sosyalizmi diyerek ne kastedilmektedir? mıyor. Bu stratejiyi uyguluyor. Bu da bizim bu ilahı güzellik­
Efendim, sosyal adalet. İslam'ın içinde bu dediğiniz varsa ler sistemini esas kaynağına müracaatla yeniden ve bir kez
vardır, yoksa yok deyin. Varsa o zaman bir başka kelimeye daha öğrenmemiz gerektiğinin bir başka delilidir.
neden sığınıyorsun? Evvela bu ismi korumak lazım. Ve İs­ İnsan fıtratıyla İslam asla çelişmez ve çatışmaz. Ve in­
lam'ı bir hayat aktivitesi olarak benimseyen insana da Müs­ sanla İslam'ın çelişmesi sözkonusu olmadığı için İslam'da
lüman denir. mesela reform diye bir kavram olmaz. Çünkü reform bir de-
Bir de İslamcı, dinci gibi kelim eler kullanılıyor. Ti­ formasyon gerektirir. İnsanı sıkıntıya sokan bir deformasyon
caret mi yapıyoruz? Mobilyacılar, kuaförler var, sebze­ olacaktır ki onu şekle sokmak üzere bir müdahele gereksin.
ciler var. Bir de İslamcılar var. Bu yanlış. İslam Al­ Şimdi Kur'an-ı Kerim gibi ilahı kaynağı olan bir dinde defor­
lah'ın dinidir ve bizler de bu dini kabul ediyorsak masyon nasıl olur? Kur an dan uzaklaşmakla olur. O halde
Kur'an'a yaklaşırsınız iş düzelir. Reform sözüne gerek yok­
Müslüman oluruz, yok kabul etmiyorsak münasip bir
tur. Kaynağa dönme sözü kullanılmalıdır. Fakat sağdan sol­
adla anılırız. dan, tâbiri caizse dinin altını oyan insanlar var. Ben bunlara
Aziz dinleyicilerim! Kur'an’daki İslam’ın en önemli niteli­ namert teraneleri diyorum. İşte, reform yapalım, çağdaşlaştı­
ği, insanın fıtratı olmasıdır, insanın varlık yapısının bağlı ralım gibi sözler. Zaten kendisi çağdaş değilse onun ilahi ol­
olduğu prensipleri gündeme getirmesidir. Kur'an-ı Kerim di­ ması mümkün değildir. Yani reforma ihtiyaç gösteren bir
ne fıtrat diyor. O, varlık yapısının bağlı olduğu disiplindir müessese ilahi olmaz. Ahmet yapar, Mehmet bozar. İslam bu
ki, Allah insanı onun üzerinde yaratmıştır. Allah'ın elinden değildir. O bütün zamanların ihtiyaçlarına cevap verecek şe­
çıktığı şekliyle insan eşittir İslam; Allah'ın elinden çıktığı kilde Allah'ın elinden çıkmıştır. Buna burnunuzu sokar, çar­
şekliyle İslam eşittir mükemmel insan. İnsanla İslam'ı bir pıtırsanız o zaman birüeri çıkar, şunu düzeltelim, reform ya­
çizgi üzerinde çakıştırm ıştır Kur'an-ı Kerim. Nerede palım der.
18 KONFERANSLARIM KUR'AN'DAKI İSLAM 19

Bu reform melanetinin insanımızın yakasından düşmesi önemi nedeniyle, acele oluşu yüzünden yatağından elbise
için Kuranın getirdiği güzelliklerin hiçbir ambargoya tâbi giymeye vakit bulamadan sokağa firlayıp insanlara bu habe­
tutulmadan insanımıza anlatılması lazım, işin burasına gel­ ri veren insanın durumunu anlatmak içindir. Haber o kadar
diniz mi bir takım çevreler bundan rahatsız olur. Yani Al­ önemlidir ki elbisesini giymeye vakit bulamaz. Hz. Peygam­
lah'ın Kitabındaki güzellikleri, Allah'ın Kitabı'ndaki pren­ ber diyor ki; ben gerçeği ne bir saniye geciktiririm ne de ona
sipleri, mesajı taksitle insanlığa vereceksiniz. Ve ne kadar bir kılıf giydiririm. Olduğu gibi söylerim. İslam dünyasının
vereceğinize de bir takım insanlar karar verecek. Bu, Kuran­ çektikleri, çıplak uyarıcı yoksunluğundan kaynaklanıyor. Ba­
ın getirdiği, Hz. Peygamberin tebliğ ettiği din değildir. Din kın İslam dünyasına, despotizm kahrı altında inliyor. N e­
adına bir zulüm mekanizmasının insanlığın başına musallat den? Çünkü çıplak uyarıcısı yoktur. Gerçeğe sürekli kılıflar
edilmesidir. Engizisyondur bu. Ne vardır Kur'an-ı Ke­ uydurarak hesaplara göre onu sahneye çıkaran insanlar dol­
rimde? Ve nasıl tebliğ edilmiştir Resul tarafından? Bir harfi­ durmuş İslam dünyasını. Allah'ın elinden çıktığı şekliyle ve
ne dokunmadan onu insanlığa aktarmak lazım. Bunun aksi­ Peygamberin tebliğ ettiği şekliyle söylesenize!
ni yapanları Kur’an-ı Kerim en büyük zalimler olarak nite­ K ur’an-ı K erim sü r ek li din te m silc ile rin d e n y a k m ı­
lendiriyor. yor. Mesela diyor ki; vahyi açıklarken dillerini dolandırırlar.
Şimdi bir yaklaşım vardır. Bunları halka söylemeyin. Ye­ O yana, bu yana gevelerler. Neden çıplak söylemezler?
di asırdır İslam'ı böyle çürüttüler. Neden bunlar halka söy­ Kuran mesajının bütün çıplaklığıyla insanımıza duyurulma­
lenmeyecek. Böyle olmasını Cenab-ı Hakk buyurmuşsa başı­ sı lazımdır.
mız üstüne. Öyle yapalım. Asırlardır Kur'an-ı Kerim okunmuyor. Okuduğumuzu
Bugün sizin dininizi tamamladım. Nimetimi sizin üzeri­ zannediyoruz, okumuyoruz. Ben 9 yaşımdan beri Kur'an'ı ez­
nizde tamamladım. Ve din olarak size İslam'ı seçtim diyor. bere okuyan bir insanım. Ben de 25 sene sonra Kur'an'ı oku­
(Maide, 3) Tamamlanmışsa bu, neresini eksik buluyorsun da madığımı anladım. Ben bunu büyük bir açıklıkla söylüyo­
bunu takside bağlıyorsun? ikinci bir şeytanî gerekçe. Efen­ rum. Kur'an; nasıl okunacağını, layıkıyla nasıl okunacağını
dim, bunları söylemeyelim, istismar ederler. Allah bir ayetin­ kendisi anlatm ıştır bize. Şimdi b iz h a tim d e v ir e r e k
de diyor ki insanı ben yarattım; ona iç dünyasının neler fısıl­ Kur’an o k u d u ğu m u zu za n n ed iyoru z. A llah şa h ittir a l­
danıyoruz. Kur'an'm ne dem ek is te d iğ in i b ilm eyen in ­
dadığını da en iyi ben bilirim. Ve bir yerde de, benim yarattı­
san ın Kur'an ok u d u ğu n u söylem ek Hz. P eygam ber'e if­
ğımla benim arama girme diyor (bk. Müddessir, 11). Dinin
tiradır. Biz, yedi asırdır İslam dünyası Kur'an okumuyor di­
sahibi kimse insanın yaratıcısı da O'dur. insanlığa bu dini yoruz da adama bak ne biçim laf ediyor camilerde hatimler
göndermiştir ve tebliğ eden Hz. Peygamber e dahi dudağını gürül gürül okunurken diyorlar. Evinde senede beş hatim in­
kıpırdatmak şeklinde bile bu işe kanşma diyor. Hz. Peygam- diren adamı çağırıp da 600 küsur sayfalık Kur’an-ı Kerim
ber’e bu yetki verilmemiş de sen kim oluyorsun? Siz insanla­ içinde ne var, bir sayfada bana bunu özetler misin dediğim
ra dini anlatmadınız da ne oldu yedi asırdır? zaman, ben onu bilmem hocam, bana ne diyor. Nerede
Hz. Peygamber kendisinin bir ünvanmdan bahsediyor. Kur’an okuyan? Ve soruyorum: Bu hale getirdiğimiz Kitap
Diyor ki ben çıplak uyarıcıyım . Bu söz, vereceği haberin bize rahmetini uzatır mı? Uzatmıyor, uzatmayacaktır.
20 KONFERANSLARIM KUR AN DAKİ İSLAM 21

Kur an okumak ne demek, kendi veriyor tanımını. O ka­ olun da arka odada ne yaparsanız yapın . O önem li de­
dar okumuyoruz ki Kur'an okumanın ne demek olduğunu bi­ ğil. Bu mu Kur'an'a saygı?
le Kur'an-ı Kerim'den öğrenemedik. Kur'an, kendisini oku­
İşte biz, insanımız Kur'an okusun derken, Kur'an'la ku­
manın ne demek olduğunu iki yerde vermiştir. Kur'an oku­
caklaşsın derken bunu kastediyoruz. Kur'an'ı hayatımıza so­
mak, tedebbür etmek demektir. Tedebbür, bir kelamı, biı kun derken bunu kastediyoruz. Diyoruz ki Allah aşkına bu
kavramı anlamak için gönül ve beyin kudretlerini seferber kılıfları yırtın da Kur'an-ı Kerim'i ind irin aşağıya.
etmek, gayret göstermek demektir. Bu şekilde Kur'an oku­
nur. Kur'an'ı anlamak için herkesin anlayacağı dile tercüme
gerekir. Kur’an’m dili Arapça’dır. Ancak Kur'an’ı anlamak
Hz. Peygamber buyurmuş ki, sizin en hayırlınız Kur'an
için bütün insanların Arapça öğrenmesi gerekmez. Tercüme
okuyandır. Kime söylüyor bunu? Sahabeye söylüyor. Oturup
edilir, çoğaltılır. Tercüme, Kur'an değildir, yanlış anlaşılma­
düşünsenize, bunun söylediği Sahabe Kur'an okuyor, ne de­
sın. Yalnızca tercümesidir. Shakespeare'in kitabı tercüme
diğini bilerek, yaşayarak. İşte böyle Kur’an okuyacaksın.
edilince Shakespeare'in kitabı mı oluyor, hayır. O yalnızca
İbn-i Mesud diyor ki; biz bir ayet kümesi indiği zaman onu bir tercümedir. Bir de Arapça cennet dilidir diye bedeviler bir
günlerce hayatımıza mâl ederdik, konuşur, tartışırdık ve o şey söylemişler, olmaz böyle şey. Yani Cenab-ı Hakk başka
bizim iliklerimize kadar işlerdi. Sonra bir küme ayet daha dil mi bilmiyor Arapça cennet dili olsun. Siz cennete gitme­
gelirdi. nin yollarını arayın, orada ne konuşacağınıza sahibi karar
Şimdi düşünelim kim Kur'an-ı Kerim'i okuyor da bu ha­ verir. Cennete girdi de nasıl konuşacağı kaldı. Onun çaresini
tim devrilen yerlerde Cenab-ı Hakk bize ne diyor burada diye arıyor. Sizin dillerinizin muhtelif olması Cenab-ı Hakk'ın
iki tane ayet üzerine fikir yoruyor? Yani hoca efendi şunu ayetlerindendir diyor Kur’an-ı Kerim. İnsanlığı tek bir dilde
okuyorsun da güzel nağmelerle, ne diyor, ne demek istiyor toplarsanız bu ayete ters düşersiniz bir defa. O yüzden Al­
bir anlatıver diyor muyuz? Kur'an’ı anlam adan hatim e t­ lah'ın Kelam'ı tercüm e edilecek tir, herkes anlayacak­
mek, Kur'an'm ne dediğini bilm eden okum ak sanıldığa tır.
gibi sevap değildir. Burada bir şeyin daha altını çizmenizi Hakk rızası için is­
Sonuçta, süslü kılıflar içinde Kur’an'ı duvarlara asmak, tirham ediyorum.
sürekli hatim indirmek var, ancak hükümleri ayak altında.
Biz bunları söylüyoruz, birileri devreye giriyor "Efendim
Hükümler ayak altında, kağıtlar baş üstünde. Yolunu da ga­
Kur'an’ı okuyup da ne anlayacaksınız, hiçbir şey anlamazsı­
yet güzel bulmuşlar. Kur'an-ı Kerim'in asılı olduğu odada
nız, okumayın" diyor. Peki kardeşim, anlamak için okuma­
ayak uzatılmaz. Keşke ayaklarını uzatsaydm da indirip onu
mak lazımsa peki geriye ne kalıyor? Anlamak için ne yapaca­
bir okusaydm. Duvara çaktın onu yedi asırdır, orada duru­
ğız? Anlamak için okumak lazım. Oradan başlamak lazım.
yor.
Okumayın diyor. E peki anlamak için ne yapacağız? Devam
Kur'an'a hürmet, Kur'an'a güzel k ılıf yapm akla e şit­ ediyor, Kur'an'a iftira. "Efendim, Kur'an-ı okursanız anla­
lenmiştir. İşte felaket burada. Kur'an'a güzel k ılıf yap­ mazsınız, Kur'an mücmel ve muğlaktır". H âşâ. 'Kur'an
makta, bulunduğu yerde ayak uzatm am akta ısrarlı
22 K O N FE R A N SL A R IM KUR'AN'DAKÎ İSL A M 23

mûğlaktır*' d iyen adam k ü fre g id er. Resmen İslam'ın dı- İkinci zulüm -Kur'an-ı Kerim bunları zulüm olarak nite-
şına çıkar. Amerika'da hocalığım sırasında bir oryantalistin lendiriyor- Allah'ın Kitabı ndaki gerçekleri saklamak ve çar-
kitaplarını okumuştum, bence tarihin en büyük Kuran düş- pıtmaktır.
manlarından birisidir. B lack M acd on ald hep "Kur'an mûğ- Üçüncü zulüm: "Efendim Kur'an-ı Kerim o kadar zordur
laktır, Kur'an kaostur, Kur'an karmaşadır, Kur'an’dan hiç- ki hiç kimse ondan bir şey anlamaz, onun için elinizi sürme-
birşey anlamazsınız" diyor. Şimdi İslam'ın en güzel memle- yin, cin çarpar" diyorlar. Zaten Kur'an-ı Kerim'i biz hep
ketlerinden birinde, şu toprakların üzerinde Macdonald'a Kur'an çarpsın diye, böyle yeminlere mahkûm ettik. Sokak-
rahmet okutacak adamlar var. "Kur'an’ı okumayın sapıtırsı- larda görürsünüz, duyarsınız derler ki "Kur'an çarpsın yap-
nız" diye başlık atıyor. Bunu söyleyen bir adamın dini kalır madım." Şuur altına bakın! Kur'an, çarpmak için mi geldi in-
mı? sanlığa? Kur'an rahmet kitabıdır. Ne demek çarpmak? Böyle
Kur'an'ı okuyarak insanlar sapıtıyorsa hidayet bulmak d,y e d,y e Kuran ı Kerim bizi öyle çarptı ki, dünyaya rezil et-
için ne yapacaklar be adam. "Kur'an'ı çocuklarınıza okutma- Kuran ı çarpıcı kitap değil de, rahmet kitabı olarak anla­
yın, sapıtırlar” diyor. Biz Kur'an'ı hüküm çıkarmak için de- yan Müslüman nesillerin kurdukları ilim lerle göklerde
ğil, sevap olsun diye okuruz diyor. Hükümlerini ayaklarının koloniler kuran insanlar geldi bizim ensem ize oturdular. Biz
altına aldığın bir Kitap sana nasıl sevap ulaştırır. Bakın hal- Kur an çarpıyor çarpıyor dedik, aman duvara asın çarpma-
kımız dinliyor. Bunları deşifre ettiğiniz zaman da rahatsız- s,n>as,n duvara çarpmasın, sonunda çarptı. Nasıl çarptığını
lıklar çıkıyor ortaya. Bu da nereden çıktı, ne güzel gidiyordu, da söyleyeceğim, yine Kur'an kendi mucizesi içinde vermiştir
bakın işte. Gidiyor da nereye doğru gidiyor? Şeytana doğru onu> oraya da geleceğim.
gidiyor. Şimdi şu üçüncü zulüm; Kur'an o kadar zormuş ki hiç
Şimdi "Kur'an m uğlak tır ve m ücm eldir'' d iy e n adam, kimse birşey anlayamazmış.
Kur'an'm d in in in d ışın a çık ar. Umarım ve niyaz ederiır Aziz dinleyenlerim, şurada Kur'an'ın yine bir beyanı ile
ki, anlamadığı için söylemiştir, Allah affetsin. "Hayır, ben kaç kişi isek bir sonraki rakamı Cenab-ı Hakk tamamlıyor,
onu bilerek, anlayarak söyledim" diyorsa, İslam dininin dışı Üç kişi olsanız dördüncü benim, dört kişi olsanız beşinci be-
na çıkar. Bakın niçin çıkar. Kur’an-ı Kerim, kendi adların nim diyor (bk. Mücâdile, 7). Burada diyelim 800 kişi isek
dan birini de K itab-ı M u fassal olarak tescil ediyor 801'incimiz Cenab-ı Hakk’tır. Bu şuurla dinleyin bu söyledik-
Kur'an'ın bir ismi de Kitab-ı Mufassal; detaylı kitap demek lerimi. Çünkü ben bunları söylediğim an benim ağzımdan
Neresi mücmel? Kur an da 31 tane ayet var. Bu 31 tane ayei bunlar çıktığı an, benim işim bitti. Ben artık zalim olmaktan
detaylı olmak, detaylandırmak, detaylılık ifade eden değişil kurtuldum. Bunları ben içimde tutarsam zalim olurum. Ina-
kelimeler, aynı kökten türevler kullanarak Kur'an’ı anlatı dma zulüm işliyorlar sürekli, hapsediyorlar vahyin mesajını,
yor. Kuran ın bünyesinde, K ur'an'ın m ü c m el olduğum Ama ben söyledim mi benim işim biter. Ondan sonra boyun-
ilişk in bir işaret b ile yok tu r. Detaylı olduğuna dair 31 ts duruk sizin boynunuzdadır. Bugün dünya, yarın âhiret, bun-
ne ayet var. Bütün bunlar dururken ortada "Kur'ai ların hesabı da var. Bize apaçık bir biçimde tek lif etmekten
muğlaktır, mücmeldir" demek Allah'ı rahatsız etmez mi?
K O N F E R A N S L A R IM
24

b aşk a bir şey yok. Ben jand arm a d eğilim . ilim a d a m ıy ım , d ü ­


şü n ce adam ıyım . İşte bunu çarpıtm adan olduğu gibi sö y lü y o ­
rum . Bundan sonrası size kalıyor.
B akın Kur'an-ı K erim de bir K am er su resi var, 2 .5 sa y fa ­
lık bir suredir bu. Bu sure içerisind e 4 defa tek rar ed ilen bir
a y et vardır. Kur an ın pek yap tığı şey d eğild ir bu v e bu a y et
p ek iştirilm iş, çift y em in le b aşlayan bir a y ettir. Bu, K u r a n -ı
K erim in bir b aşk a yerd e yap tığı şey değild ir. Bir y em in için
Lâm , Arap dilinde Lâm -ı K asem denir. Bir d e K ad var, hem
yem in hem de k esin lik ifade eder. " P ek iştirilm iş y e m in le y e ­
m in olsun ki, ü st ü ste yem in olsun ki biz bu Kur an ı k o la y ­
la ştırd ık , siz okuyup a n la y a sın ız diye" B itm iyor ve C en ab -ı
H akk bir de soru soruyor "Yok mu b u n u an layacak kim se" di­
ye, h an i nerede? Kur an zordu, a n laşılm azd ı. D ört a y e t, b öyle
çift y em in li, dört d efa tek rar ed ilen b ir a y et, ile r id e a d e ta
Kur'an-ı K erim e y ö n eltilec ek bu zu lü m ve g a fletleri k en d isi
delm iştir.
Bütün b unlardan son ra bir soruya cevap g e tir e lim . V a­
ta n d a şa diyoruz ki "Kur an oku, bu se n in d in in in k ita b ıd ır,
d ü n yan ın , âh iretin m u tlu lu ğ u , g ü zelliğ i b u n a bağlı" M ü slü -
nıansan bu böyle. M ü slü m an d eğilsen za ten m e se le yok . Peki
hocam okuyacağım diyor ve üç gün son ra geliyor v ey a g ö n d e­
riyorlar. "Efendim ben okudum , anlam adım " diyor. N ey i a n ­
lam adın , söyle b ak ayım diyorum , "Efendim ben işte okudum
orada ben y ıld ızla rın k aym a n o k ta la rın a y em in ed erim ki,
göklerdeki yollara yem in ederim ki diyor. R ü zgârların d ö lle ­
m e yap tığın ı söylü yor” Kur an ın astron om iye, a stro fiziğ e, b i­
yolojiye ilişk in en esrarlı, en çetrefil ay etlerin i e le a lm ış. Bak
ark ad aş, onları ben de an lam ıyoru m d ey in ce d u ru yor o z a ­
m an. B ak , ben 40 se n e d ir b u n u o k u y o ru m , 3 0 se n e d ir
Kur an la ilgili yazıyorum , o dediğin ayetleri ben de a n la m ıy o ­
rum. K itap larım d a o a y etler geld iği zam an b u n ları biz a çık ­
layan layız, bunları işte şu bilim in u zm anı açık lar diyoruz.
K U R A N D A K İ İS L A M 25

K u r'an -ı K erim A llah'ın büt& n in sa n lığ a ra h m e tid ir .


B ü tü n in s a n lık o n d a n b ir p ay a la c a k tır. B ir m ü ş te re k
p a y la rım ız v a r d ır K u r'an -ı K e rim 'd e , b ir d e h e r k e s in
k e n d i d u ru m u n a g ö re özel n a s ib i v a r d ır . Öze) uzmanlık
alanlarına hitap eden ayetleri o alanın uzm anlan anlayacak-
tır. Biz, K u ra n ı okuyun anlayın dediğimiz zaman bunlan
kasdetmiyoruz. Kur an dan Allah'ın bütün kullannın bir na­
sibi var, biz onu kastediyoruz. Ona eskiler z a r u râ t-i din iy -
ye derler. Dinin kaçınılmaz kulluk borçlan, em irleri ve ya­
sakları demektir, işte Kur'an'dan herkes onlan anlayacak.
Onun dışında uzmanın ancak izah edebileceği kendi uzm an­
lık alanları içinde şeyler var.
Kur'an-ı Kerim a n a rahm inden bahsederken üç karanlık
nokta, üç karanlık tabaka diyor; yakın zam anda keşfettiler
bunu. U terus'taki üç karanlık bölge veya nokta. Şimdi ben
bunu okuyup da nasıl anlayacağım? Kur'an-ı Kerim k a r a
d elik le rd e n bahsediyor. Ben nasıl anlayacağım bunu.
Kur'an-ı Kerim rüzgârların dölleme yaptığından bahsediyor,
ben bunu nasıl anlanm . Bunu ancak bu işin uzmanı anlaya­
cak. Kur an ona da birşey veriyor. Ama d in â k il ve b âliğ
o la n in sa n a h ita p e d e r. Yani akıllı olacak, aklî dengesi bo­
zuksa dinin ona hitabı yok. O halde Kur an da ona hiçbirşey
söylemez. Bir de bâliğ olacak diyor. Yani belli bir yaşa, ol­
gunluğa gelecek. Dinî mânada reşit olacak. Din buna hitap
ediyor. Dinin emir ve yasaklan Kur'an'da olduğuna göre âkil
ve bâliğ olan h e rk e s k e n d i d ilin d e K u r'a n 'ı o k u d u ğ u z a ­
m an z a r û r a t- i d in iy y e sin i o n d a n ö ğ r e n ir , ö ğ r e n m e z
d iy en , A llah'ı y alan söylem ekle ith a m e d e r.
Neyi öğrenecek, yalan dedik oradan başlayalım. Kur'an-ı
Kerim yalan söyleme diyor. Yalan beyanda bulunm a. Bir
adam okuyor ve bunun nesini anlamıyor? Kim okumuş da
anlamamış? Âhirete inan diyor. Bu hayat m acerandan seni
ölüm sonrasında Cenab-ı Hakk hesaba çekecektir. Kim oku-
KONFERANSLARIM
KUR AN DAKİ İSLAM 27

muş da anlamamış bunu? Ha! Kalkıp gidersen sırat köprüsü­ hanımefendi, benim elim deki bir bardaktır, ben ne ya­
nün resmini yapmaya kalkarsan, zebanilerin resmini yapma­ pacağım bunu demeyin. Siz bardakla alın, ben tanker­
ya kalkarsan, bunu yapamazsın. Senin ne işin var bununla. le alacağım, beyefendi testiyle alacak, ama burada bi­
Seni Cenab-ı Hakk hayat macerandan hesaba çekecek, muh­ riktirdiğim iz zaman bardaklar göl olur. Almaya almaya
kem kısmı bu. Gerisini bırak, onlarla Gazali uğraşsın, yedi asırdır eksildi ve kurudu, çöle döndü. 1920’lerde, İs­
Rabbani uğraşsın, İbn Kayyım uğraşsın, ben uğraşayım; lam'ın büyük vicdanı Mehmet Âkif bakın nasıl yakınıyor.
sen onları bırak, sen bunu anlayacaksın Kurandan. Diyor ki "Eğer İslam K uranın dini ise ki öyledir, ortada İs­
"Verdiğin sözde dur" diyor, "annene, babana kötü davran­ lam diye birşey yok. Çünkü ortada Kuran diye birşey yok.
ma, onlara ibadet eder gibi hizmet et" diyor; neyini anlamı­ Kur'an göklere çekildi." A kif ten iki yıl sonra ölen çağın en
yorsun bunun? Bunu anlamayacak ne var? Namaz kıl diyor. büyük İslam düşünürü Muhammed İkbâl de aynı şeyi söy­
Rukûnu vermiş, sücûdunu vermiş, kıyamını vermiş, istikbali lemiştir, yine 1920'li yıllarda. 1880'li yıllarda Abduh ve ar­
kıblesini vermiş, kıraatini vermiş, abdestini vermiş. Yani ka­ kadaşları aynı şeyi Mısır'da söylemişlerdir, daha sert ifade­
çınılmazların hepsini vermiş, bir de Resulü ile tatbikatını lerle. Abduh'un ölümü 1905.
yaptırmış, neyi okuyup da anlamıyorsun. Bunları herkes an­ Dini sahibine teslim etmek lazım. Din o zaman gü­
lar. Beni yaratan kudret, benden şunları yapmamı, şunları zel olur. Bakın Cenab-ı Hakk dinin yaşamasını istiyor, ama
da yapmamamı istiyor. Diyelim ki, birazını anlamadı. Anla­ kendi anlattığı gibi. Putperestlerin de, müşriklerin de dini
madığını da sorsun. Bizim Kitabımızda anlamadığını da sor var. Müşrikler dinsiz değil yanlış anlamayın, ateist hiç değil­
diyor. Sormak için okumak lazım. Şu anda müftülük ya­ ler. Allah'ı kabul ediyorlar. Kur'an onu da bize gösteriyor.
pan 37 tane talebem var. Ben 20 yıldır İlahiyat Fakültesi ho- Ama Allah'ın Allahlığmı muvazaa konusu yapıyor, tevhidi
casıyım. Hemen hemen hepsinin müşterek ifadesi, bakın bu şirkete dönüştürüyor. Dini, anonim şirket haline getiriyor.
din görevlilerinin şikâyeti var. Diyor ki "hocam üzgünüz" ni­ Cenab-ı Hakk ı bu şirketin elemanlarından biri haline getiri­
ye? "Şu kadar zamandır oradayım, bana kitap açtırtacak, ba­ yor. Şimdi yapılan da aynı şeydir. Kur'an şirket elemanların­
na kitap karıştırtacak, şunu nasıl bulur da bu vatandaşa söy­ dan biridir ve hiçbir zaman şirketler hukukundaki yüzde 51'i
lerim dedirtecek bir tane soru gelmiyor" diyor. Gördünüz mü elde edememiştir. Yüzde 51 söz hakkı demektir. Kur'an'a
okumamanın felaketini. Okuyacağız ki bu işe kendini vermiş yüzde 51'i vermiyoruz. Hep başka elemanlar. Kur'an da ara-
insanları da daha yukarı boyutlara çıkaralım. sıra kapıların arkalarından parmağını kaldırıyor, nerede kal­
Özetlersek, Kur’an-ı Kerim Allah'ın rahm etidir de­ dırıyor? işte mezarlıkta, çoğunu biz uydurmuşuz. Mübarek
dik. Tıpkı okyanuslar gibi, bütün insanlığındır. Şimdi geceler, üçbeş satır birine okutuluyor. Din ne olacak? Onun
herkes bu okyanustan su alacaktır. Kimi bardağı ile için dini sahibine teslim etmek, dini K urana teslim etmek
demektir.
alır, kimi tankeri ile alır, kimi testisi ile alır, kimi tası
ile alır. Fakat şu inkâr edilemez: Okyanusa su almak Hz. Peygamberi de biz gerçekçi bir şekilde Kur'an'dan öğ­
için ne kadar fazla kap dalıyorsa, bizim dünyamıza renir ve anlarız. Hz. Peygamber'in sünnetinin de kaynağı ve
oradan gelecek rahmet o kadar büyüyecek. O halde siz tashihçisi Kur’an'dır, aksini söylemek mümkün mü? Hz. Pey-
28 KONFERANSLARIM K U R A N D A K İ İSLAM 29

gamber'e isnat edilen malzemeyi mi alıp Kur an'ı değerlendi­ uygulanır dedik. Mazeret halinde uygulanır dedik. Bunun
receksin, Kuranı mı esap alıp o malzemeyi değerlendirecek­ namazın vakitlerini üçe indirmekle bir ilgisi yok. Böyle bir
sin? Birine evet dersen tevhit olur, öbürüne evet dersen din­ zaafa kapılırsanız şeytana âlet olursunuz dedik, bunlar ya­
den çıkarsın. Biz, Kur'an’m M uham m edini tan ım ak zo ­ yınlarımızda var.
rundayız. Allah'ın resulü odur. Kur'an'dan tanıyacağız. İslam’ın güzelliklerinin sahneye gelmesinden rahatsız
Evet işin burasına geldiğiniz zaman Kur'an'm mesajını evve­ olanlar mikrofonu gitti onun ağzına uzattı, bunun ağzına
la insanımıza çıplak bir biçimde vermek lazım. Bunu verme­ uzattı, sonunda da D iy a n et İşleri B aşk an ı nın ağzına uzat­
ye kalktınız mı derhal spekülasyonlar başlıyor, rahatsızlıklar tı. 25 Şubat’ta bu ülkenin en büyük İlahiyat âlimleri açıkla­
başlıyor, yıpratmalar başlıyor. dılar ve bu vardır dediler. Bu, zarûret hallerinde uygulanır.
Son günlerde hepiniz birlikte yaşadınız. Benim bir gazete­ Hanefi Mezhebi bunu uygulamıyor değil, sınırlı uyguluyor.
de hazırladığım sayfada D iyan et tşle r i B a şk a m ’nın geniş Hac’da, Müzdelife’de ve Arafat’ta. Ehli sünnetin üç mezhebi
bir açıklaması var. İki gün önce de TV’de açıklandı. Başka­ sürekli uyguluyor. Ahmed tbn-i Hanbel uyguluyor, imam
nın konuşmasını, inkarcı yobazlar çarpıttı, bürafeci yobazlar Şafiî uyguluyor, imam Mâlik uyguluyor.
da bunu aldı, istismar meselesi yaptılar. Nedir mesele? Ne E h lisü n n et dışındaki mezhepler, Şia-i Ca’feriye, tartış­
dedik? Dedik ki, Cem diye bir hadise var. Bir vesile geldi, bir masız bütün ekolleriyle uyguluyor. C afer-i S a d ık , îm am-ı
dergi almış Kütübü Sitte’de Hz. Peygamberin C em ’i Salât'la Âzam’ın hocası. Şimdi bu insanlar açıkladı. Biri hadis profe­
ilgili tavrını gösteren otuza yakın hadisi metinleri ile birlikte sörü, biri fıkıh profesörü, biri hukuk profesörü, hepsi İslam
yayınlamış. Kütübü Sitte’deki hadisler. Biz de onu bil vesile dini uzmanı, birisi de 30-40 yılını İslam’ı araştırmaya vermiş
yazdık, ilim adamıyız biz, bu kadar badis yayınlanmış orada. bir yazar.
Hem bir kanaat izhar ettik, hem de insanımıza bizim ülke­
Diyanet işleri Başkanı da aynı şekilde açıkladı. İslam’ın
mizde, bizim coğrafyamızda tanınmayan bir Mu-hammedî
güzelliklerinden rahatsız olanlardan birileri gitti tekrar Baş­
ruhsatı tanıtmak istedik. Hz. Peygamber’in bayatında bu vaT kanın ağzına mikrofonu dayadı, yarım saat konuşturdu,
mı, yok mu? Yok da söylüyorsam gel yakama yapış, var da Açıklanıas,nda var> yann görürsünüz, okursunuz. Adamı ya-
söylüyorsam derdin ne? Bana de ki böyle birşey yok, sen söy nm saat konuşturdu, iki dakikalık konuşmasını verdi. Arala-
lüyorsun, amenna, derhal susayım. Derhal özür dileyeyim n kopanp kopanp öyle iki cümle çıkardı ki "Cem diye birşey
milletten. Var da söylüyorsam, o zaman senin derdin ne? Ne yoktur> bunu hiçbir Müs]üman kabul etmez" demeye getirdi.
istiyorsun Allah’ın kullarından? Cem, bütün badis kitapla- 25 Şubat-ta şunları Söyleyen adam 2 Martta bunları söyler
nnda, fıkıh kitaplarında, bütün mezhepleri anlatan kitaplar- mi? Bu> koca Diyanet tşleri Başkanı. Yani bir insanın aklını
da asırlardır var, gökten inmedi, yerden bitmedi, İslam üta- yitirmesi lazım. Belli, bir oyun var burada. Ne var burada?
metinin uyguladığı, hâlâ bütün İslam dünyasının uyguladığı, Başkam mı birisi baskl altında tuttu "değiştir şu söylediğini"
ama ne hikmetse bizim insanımızdan saklanan biı diye,yoksa sözleri mi montajlandı? Üç gün bekledik, ses yok.
Muhammedi realite. Duyurduk, kullanan, kullansın, ya1''Her oyunun bir kuralı var. Diyanet tşleri ülkenin Anayasal
herkes bunu uygulayacak diye birşey yok. Zarûret halindfbbr kurumudur. Konuşması böyle çarpık yayınlandığı günün
30 KONFERANSLARIM KUR AN'D AKI İSLAM 31

ertesi, hemen devlet radyo ve televizyonlarından açıklama mı'ş, Mehmetmiş. Kimse kendine bir şey yakıştırmakla tenkit
yapması lazımdı. Çünkü ülkenin 60 milyonunu ilgilendiren üstü olamaz. Ben kendimi tenkit üstü tutabilir miyim? An­
bir meseledir. Bir gün ses yok, iki gün ses yok, üç gün ses cak Hz. Peygamber tenkit üstüdür. Onun dışında hiç kimse
yok. Tuttuk biz de kaynaklarını çıkarıp göstererek şu kadar tenkit üstü değildir. Biz K uran’m ve Hz. Peygamber'in gü­
soru sorduk Diyanet îşleri'ne. Bunlar varsa niye öyle dedin? zelliklerini anlatmanın peşindeyiz. Filan mezhebi, falan an­
Yoksa niye şöyle dedin? Başkan dün gönderdiği üç sayfalık layışı lanse etmek gibi bir niyetimiz yok. Var zannedenler Al­
faksta meseleyi detaylarıyla vermiş, konuşmasının nasıl lah'a hesabını verirler. Fakat insanımız bu yalanlara aldan­
montajlandığını anlatmış. Sonuç, "Cem" v a r d ır . Bu maz artık. Bakın Diyanet işleri Başkanı da karşı çıktı. Ko­
Muhammedi bir lütuftur, bunu insanlıktan esirgeyenler Hz. nuşması çarpıtılmıştır. Yalan, üç gün sonra bir ıslak paçavra
Peygamber'in ilencine maruz kalırlar. Biz böyle birşeye cesa­ gibi suratınıza gelir, yarın göreceksiniz. Kaldı ki, TV'de iki
ret edemeyiz. Biz söyledik bunu insanlara. Bunun namaz va­ gün önce Başkan'ın kendisi açıkladı. Neden yalan söylüyor­
kitleriyle ne ilgisi var? Namaz beş vakit değilse "Cem"den sunuz? Yazık, günah değil mi?
söz etmenin ne mânası var? Cem diyorsun, cem birleştirme Bakın, hiç biriniz cehennemde kendinize yer hazırlamak
demektir. Beş vakit olacak ki birleşsin. Cem fıkıh olarak bel­ pahasına dinden taviz vererek, yapay kolaylaştırmalar orta­
lidir, uygulama olarak bellidir, bütün Şafiî vatandaşlarımız ya getirerek bir ahmaklığa gitmeyiniz. Ben ne için sizin key­
uygular, bütün Arap ülkeleri uygular, Hz. Peygamber uygu­ finize dinden taviz vereceğim de gidip orada azabını çeke­
ladıktan sonra başka ne arayacaksın ki? Bu, mazeret halle­ ceğim. Bu mümkün müdür? Efendim siz ne kadar kolaylaş­
rinde uygulanır. Hep söylenmiştir. Şimdi bakın yaygaraya tırıyorsunuz? Hayır, benim hiç böyle bir niyetim yok, benim
"Efendim Şii, Caferîlerin, Alevîlerin uyguladığı bir şeyi Ehli- kimseye birşey kolaylaştırmak gibi bir niyetim yok. Kimin
sünnet’e empoze ediyorlar, falan, filan" Sen ne diyorsun ar­ malını, kime vereceğim, neyi kolaylaştırıyorum? Ben sadece
kadaş, sen bu milleti ahmak mı zannediyorsun? Ehlisün- Allah ın Kitabı'nda olan şeyi söylüyorum. Kolaysa kolay, zor­
net’in üç mezhebi uyguluyor bunu, Ebu Hanife sınırlı uygu­ sa zor, ben onu bilmem. Hz. Resul, bu dini şöyle anlatıyor:
luyor bunu, ama vatandaşı kandırıyorlar: "Bu Şiîliktir, Ehli- "Kolaylık ve hoşgörü dinidir." İslam'ın ismi değişmez de ona
sünnet'in içinde böyle birşey yoktur" diye yalan söylüyorlar. niteleyici sıfatlar verebilirsiniz, işte birisi ama budur, kolay­
Öbür taraftan da "namazlar üç vakte indiriliyor" diyor; lık ve hoşgörü dini. Ama senin, benim sübjektif tasarrufu­
inkârcı yobaz oradan gediği açıyor. Hayır, ne namaz üç vakte muzla bu kolaylık olmaz. Sen k e y if ç a ta c a k sın d iye ben
indiriliyor, ne birşey oluyor. Namaz beş vakittir. Kimse ne A llah'ın d in in d e g e d ik açm am , hâşâ, affedersiniz böyle
indirebilir, ne de yukarı çıkarabilir. İnsanımıza yalan söyle­ bir ahmaklığa hiç kimse gitmez. Ama dinin içinde varsa, Re­
meyelim, insan onuruna yakışmaz bu. Bu ne Şiîlik'tir, ne şu­ sulün hayatında varsa onu saklarsam o zaman da zalim olu­
dur, ne budur. Hiç birimizin Şiîlik'le, Alevîlikle, şunla, bunla rum. Onu insanımızdan saklayanlar zalimlik yapmışlardır.
ilgisi yoktur, böyle bir şey lanse de etmiyoruz. Biz Müslüma Şimdi zulümlerini bir de milletin önüne çıkarıyorlar. Der­
nız, biz Kur'an'ı ve Hz. Peygamber’i biliriz. Kimden bozukluk hal Allah'tan ve halktan af dilemeleri lazım. Biz söyleriz,
gelirse eleştiririz. Şiîymiş, Aleviymiş, Ehlisünnetmiş, Ahmet efendim, istismar ederler, mazereti olan kullanacak bunu..
32 KONFERANSLARIM K U R A N DA Kİ İSLAM 33

istismar ederse namaz kılmaz adam. Siz Cenab-\ Hakk’ın Konferansımı bitirmek üzere bir noktaya daha dikkatinizi
verdiğini hangi gerekçe ile geri alacaksınız? Hayır biz geri al­ çekeceğim, yine Kur'an’ın bir ayetini okuyarak
mayalım. İnsan eğer istismara gidiyorsa hesabım Cenab-ı
Aziz dinleyenlerim!
Hakk a verir.
K ur'an-ı K erim İsla m d ü n y a sın d a n şik â y e tç id ir .
Aziz dinleyenlerim, Kur’an-ı Kerim’i din hayatımızın ve Kur'an-ı Kerim şikâyetçi olunca yine Kur'an bize gösteriyor
ruhsal hayatımızın kaynağı yapmak zorundayız. K uranın ki Hz. P eygam b er de şik â y etçid ir. Onlar şikâyetçi olunca
bir adı da Zikir'dir. Birçok ayette bu adını kullanıyor Kur'an- Allah da şikâyetçidir. İslam dünyası bu üç şikâyetin altında
ı Kerim. En id eal hüküm k ayn ağı Kur'an o ld u ğ u gib i, ezildiği içindir ki İslam’ın rahmeti bizim dünyamıza girmi­
en ideal zikir kitabı da Kur'an'dır. yor. Edebiyata, slogana rağmen bu dinden biz bereketlenemi-
Benim doktora tezim olan bir zat var. C evd et P aşa’mn yoruz. Çünkü biraz Önce de söyledim, Kur’an-ı Kerim çarp-
hocası K uşadalı İbrahim H a lv eti. O, tasavvuf tarihinde mıştır bizi. Biz onu, çarpma kitabı yaptık, çarptı. Furkan su-
bir dönüm noktası sayılır. 19. yüzyıl Osmanlı din hayatına resine dikkatinizi çekmek istiyorum. Tabiî, okumadığımız
damga vuranlardan biridir. Bütün müritlerine Kur'an dışın- için Furkan suresi nedir, onun içinde ne vardır bilmiyorsu-
da Zikir okumayı yasaklıyor ve söylediği şudur: "Allah'ın nuz. Ama yine de evinize gittiğiniz zaman Furkan suresine
Levh-i Mahfuz’da tertip ettiği zikir olan Kur'an’dan daha iyi bir bakın. Orada bir ayet var. O ayet, insanı âdeta zerreleri-
hangi zikir sizi erdirir, Ahmet'in Mehmet'in tertiplediği zi- ne ayıran, infilak ettiren müthiş bir darbe indiriyor insana,
kirleri bırakın, Allah’ın tertiplediği zikre sarılın." Ruh haya- insan olarak. O ayete geçmeden şunu bilmenizi istiyorum,
tinizi geliştirmek ve yüceltmek bakımından da Kur'an-ı Ke- Kur’an-ı Kerim bize gösteriyor ki büyük huzurda her pey-
rim'e dönmek lazım. Evet o mânada Kur'an-ı Kerim zikir, gamberin kendi ümmetinden bir şikâyeti olacaktır. Allah'ın
O nu sen oku, hafıza okut o orijinal şekliyle ama Kur'an-ı Ke- önünde, büyük mahkemede, mahşerde her peygamber kendi
rim aynı zamanda bizim hüküm kaynağımızdır. Onun için de ümmetinin tanığı olarak dinlenecektir. Bizim Peygamberi-
Kur’an'ı, ne demek istediğini anlayacağımız meallerden oku- miz de bizim tanığımız olarak dinlenecektir. Burada Kur'an-ı
mak durumundayız. Bütün m ealler okunur, hepsi edebî Kerim asırlar sonrasının dertlerine şifa olacak bir tavır ta-
zevk, ilmi seviyenin getirdikleri farklılıklar dışında aynıdırkınmıştır. Bu bir Kur’an mucizesidir. Hiçbir peygamberin,
Kimsenin Kur’an-ı Kerim'i yanlış tercüme edecek hali yok-ümmetinden şikâyetini vermemiştir. Yalnız bizim peygambe-
Elm alılı H am dı nin üslubu, kariyeri, ifadesiyle falanca vatimizin bir tek şikâyeti olduğunu söylüyor ve onu da veriyor,
tandaşın yaptığı elbetteki farklı olacaktır. Evimizde beş tanep'ur^an suresjndeki kelam karşısında insanın erimesi lazım,
meal olsa kryamet mi kopar? Bir tanesini oku, bir tanesiniHz Peygamber orada bizim tanığımız olarak dinlenirken şu
daha oku, 5-6 tane olsa ne olur? Hangisini alayım demeşikâyette bulunacaktır. "Ey R ab b im , b u b en im ü m m etim ,
Macdonald da bır sandovıç 24 bin bra. İnsaf. Vatanda, g e to ^ K u r W , e lle r l le tu ttu U la n h a ld e, h a y a tm d ışın a i t .
bir tane meal, bana öner. Şunun uslubu güzel, öbürünün pa-, , _ , . ^ ,
, ... . m , • .. n , ^ a ie r ve d ev re d ışı b ır a k tıla r . şim di bakın orada bir ke-
rantezı az, ötekinin Turkçesı güzeldir. Bir tane meal alacağı * ... ..
,am m ucizesi var ıtte h a z u diyor, yanı elleriyle tızıkî
na 2 tane meal alsan ne olur. Elinde beş tane meal olsa zara»8
mı edersin, iki lokma sandviç 24-25 bin lira. nânada tuttular. Fakat nasıl tuttular, m eh cû r olarak tuttu-
34 KONFERANSLARIM KUR AN DAKİ İSLAM 35

lar. Hayatlarının dışına ittiler, devre dışı bıraktılar. Hüküm­ Türklerin himaye sindeydi. Türkler koruyorlardı. Böyle bir
lerini hayatlarından çıkardılar, şikâyeti bu. Bu şikâyet bü­ dine girdik biz. Yani hiçbir zorlama yok. Bu dine Hak rızası
tün şiddetiyle sürüp gidiyor ve bu şikâyetin ortaya getirdiği için hizmet ettik, ilk Müslümanların sıcaklığı ve samimiyeti
acıdan, utançtan kurtulmak için Müslümanların Kur'an'ı Ke- ile hizmet ettik. Ebubekir'in, Ammârin, Ali'nin, Ebuzer'in sı­
rim'i hayatlarına çekmeleri lazım. Bu şikâyet sürüp gider­ caklığı ile, sadakati ile hizmet etik, hiçbir beklentimiz olma­
ken, Kur’an'm bizim dünyamıza ulaşması beklenemez. Öyle dan.
birşey yok. Allah'ın kanunlarına terstir bu, sünnetullaha Şimdi ne oldu, bu noktaya geldi iş. Evet, dosyamız temiz­
terstir, hayata terstir. Biz diyoruz ki gelin, Hz. Peygamberin dir. Bu dine zorla girmediğimiz gibi, Resul e hıyanet etmedik,
bu şikâyetini üzerimizden kaldıralım. Mümkün olduğu kadar Peygamber evladına da öyle bir hıyanetimiz yok. Arap'ın var,
kaldıralım. Neresinden dönersek kârdır diyerek kaldıralım, o Acem'in var. O da bu hıyaneti istismar ederek hıyanet etmiş­
zaman bakın koltuğumuzun altında taşıyıp da hiç bir bereke­ tir. Her ikisi de kenarda dursun. Bizim babalarımızın, dede­
tini hayatımızda göremediğimiz Kur'an'ı, dünyamızda bir ta­ lerimizin o çağda hizmet için Beytullah'ın etrafına yaptığı bi­
kım renkler ve güzellikler halinde görebileceğiz; fakat evvela nalara bakın, Kabe’nin damından 1-1.5 metre aşağıdadır.
o Kur an a teslim olmak lazım. Şimdi gidin S u u d S arayı na bakın. Fransızlara ihale edip
Kur’an'dan rahatsız olm ayı d in d arlık d iy e sa ta n çı- yaptırdıkları sarayın tuvaleti Kabe'nin damından 70 metre
ğırın da iyi farkedilm esi v e d u rd u r u lm a sı gerek ir. yukarıdadır. Bizim insanımızın bugün gidip etrafından top­
"Kur an okursanız sapıtırsınız, Kur’an hüküm çıkarmak için rak alıp getirip dedesinin mezarına cennete vesile olsun diye
okunmaz, sevap için okunur" zihniyeti İslam'ın ruhuna han­ attığı Kabe'nin etrafinı fuhuşhaneye çevirdiler. Bir de dünya­
çer batırır. Buna insanımızn dikkatli ve basiretli bir şekilde ya İslam şampiyonluğu ilan ediyorlar.
karşı çıkması gerekiyor. Kur’an-ı Kerim'e Resul'ün şikâyetini Burada birşey daha gündeme geliyor: B izim k im sed en
kaldırarak döndüğümüz zaman bizim Türk insanı olarak din ö ğ ren m ey e d e ih tiy a c ım ız yok . D in A llah'ın Kita-
tarihî onurumuz ve misyonumuz devreye girer. B iz M üslü­ bı'ndadır. E lin gü n ü n örflerin i Kur'an'a fatu ra ed erek
manlığa, dosyasında hiçbir h ıyan et v e ih a n e t olm adan bizim in san ım ıza yu tturm aya kalkıyorlar. Herkes aklını
hizm et eden insanlarız. Hatta bizim din dosyamızda dine başına devşirsin. Kur'an-ı Kerim, Arap'ın-Acem'in örflerini,
menfaat veya kılıç zoruyla girme gibi bir şey de yoktur. Din­ âdetlerini kanun yapmak için gelmemiştir. Vahy'in kendi
ler tarihinde de bu bakımdan tekiz. Şimdi ben burada Türk mantığı vardır. Biz Vahy’e bağlıyız. Bunları birbirinden ayır­
insanı, Türkmen insanı diyorum, bu bir kemik, kan mese­ mak lazım. Dünyanın her yerinden, İslâmî meseleler konu­
lesi değildir, bu bir şuur meselesidir. İşte o M alazgirt'te bu şulacak diye bizi çağırıyorlar, gidiyoruz, u rû b ecilik yapıyor­
şuur vardır. Bu şuuru esas alarak diyorum ki Türk insanı, lar. Urûbe, Arap değerlerini İslam'a fatura ederek savunma­
dinler tarihinde kendi himayesine giren bir dine teslim olan dır. insanımıza urûbeyi İslam diye satanlar da vardır. Ona
tek kitledir. Ne demek bu? Türklerin İslam'ı kitleler halinde da dikkat etmek gerekir. İslam İslam'dır dedik. Bizim insanı­
kabul ettikleri zaman İslam'ın başkenti, A b b asî H ilafe­ mızın din dosyası herkesten temizdir. En tem iz dosya biz-
tin in başkenti Bağdat, Halifenin sarayı ve bizzat kendisi dedir. Bir Âl-i R esu lü n dosyası temizdir, bir de  l-i Etrâk
36 KONFERANSLARIM KUR AN DAKİ İSLAM 37

(Türkler) in dosyası temizdir. Şimdi biz bu dosyaların çocuk­ Bundan sonra yık ıla ca k duvar, Kur'an'la aram ıza
larıyız. Yalnız şunu da unutmayın: İslam'da ne günahlar ve­ örü len duvardır. D aha doğrusu duvarlar. Kur'an'la
rasetle intikal ediyor ne de sevaplar, aziz dinleyenlerim. De­ aram ızdaki putların h ep sin i devirm edikçe iflah etm e­
delerimizin, babalarımızın bu meziyete sahip olması bizim de m iz mümkün d eğil. B unlar kavram olur, kurum rlur,
o meziyetlere sahip olmamız demek değil, ancak bilfiil sahip tabular olur, k işiler olur, o olur, bu olur, ama Kur'an'a
olursak bu olur. Yoksa bizim dedelerimiz böyle yapmıştı diye ulaşm am ızı hepsi m üştereken en gelliyorlar. B unların
Kur'an-ı Kerim bize bir pay çıkarmıyor. hepsinin de yıkılm ası lazım . B erlin duvarının yıkılm a­
Bakın, duvarlar yıkılmıştır. B erlin du varı yıkılmıştır. sıyla iş bitmiyor.
Din yeniden insanlığın gündeminde bir numaralı maddedir. Üçüncü yıkılacak duvar, insanımızla aydınımız arasında­
Toynbee, 1940’larda "insanlığın bir geleceği varsa o, dinler ki duvardır. Bizim aydınımız bizim insanımızla kucaklaşmı­
içinden çıkacaktır" diyordu, işte geldi. Şimdi herkese bir ilahı yor. Bizim, söylediklerimizden çok bu sergilediğimiz kucak­
görev, bir evrensel görev, bir kozmik görev düşüyor. İnsan ol­ laşmadan rahatsız olanlar vardır. Cenab-ı Hakk şahit, bunu
manın, böyle bir emaneti taşımanın zirvesinde bir görevdir. bilin. Niye bu insanı seviyorsunuz? diye kuduruyorlar. Birisi
Bizim insanımız şanslıdır. Şuuraltı bakımından, mirası bakı­ cehennem tellallığı yaparak insanı tekmeliyor, öbürü dinsiz­
mından, sahip olduğu değerler bakımından, sahip olduğu lik edebiyatı yaparak insanı tekmeliyor. Neyi var bu insanın?
coğrafya bakımından. Bütün mesele bu işi Kur'an'ın deneti­ Dünyanın neresinde bu kadar güzel insan var? Neyi esirger
minden çıkarıp elin günün hezeyanlarına teslim etmesin, bü­ bu insan? Hiçbir şey esirgemez. Ama aldatılıyor, sürekli al­
tün dava burada. datılıyor. Şu aydına bakın, çarıklı erkânı harp dediği insanı­
Berlin duvarı dedim. Berlin duvarı yıkıldı ama kamplaş­ nı üçüncü sınıf mahluk gibi görüyor. Yüzyıldır bu böyle. Bir
ma bitmedi. İnsanlık hâlâ şurasından burasından kanıyor. zamanlar bunu doğuya uşaklık adına yapıyorlardı, Arap’a,
Bakın hâlâ zulümler devam ediyor. Yeni kamplaşmalar baş­ Acem’e. Şimdi Batıya uşaklık adına yapıyorlar, öbürü de var
ladı. Yıkılacak başka duvarlar var. Ben bize ilişkin kısmını tabiî çiftleşti bu. Bunlar insanımızı tahripte bir entegrasyona
söyleyeyim. Bizim evvela yıkmamız gereken üç duvar var. girmişlerdir. Biri öbürüne pas verir, biri diğerine atıf yapar.
Olan, insanımıza oluyor. Çarıklı erkânı harp imiş, anlamaz­
Birincisi; nefs putu tarafından ruhumuzla aramıza diki­ mış. Bu insanla ben oniki ay beraberim. Yalnız Ramazan
len duvardır. Nefis putun duvarı yıkılmadan hiçbir yere gide­ ayında değil. Birtek günüm boş değil, şöyle veya böyle bera­
meyiz. İnsan evvela iç dünyasında ahengi kurmak zorunda­ berim. Konya'da, İstanbul’un Sharetonunda, Ankara'nın Eta-
dır. pmda, Bayburt'ta, Bolvadin'de, Sürmene'de, Ağrı'da, hepsi
Şu anda Mevlâna’nın huzurundayız, komşusuyuz. Biraz benim insanım, insan ayrımı yok. İnsan ayrım ı yapan ın
evvel ziyaret ettim, buraya geldim. Mevlâna diyor ki: 'Putla- dini de olmaz, aydın lığı da olmaz.
n n anası nefs putudur.” O sü rek li yavru lar, evvela Şimdi İslam'ı, kam p dini haline getirdiler. Falancala-
onun rahmini kurutmak lazım, egoizm i durdurm ak la­ rm kampı; bu kamp duvarları içerisine girdin girdin, girme-
zım. Nefsin hegemonyasını durdurmak lazım . diııse tamam, yandın. Burada bir şeyin daha altını çizmenizi
K O N FER A N SLA R IM K U R AN D A K İ İSLAM 39
38

istiyorum. Hakk rızası için aydınımızın insanı kucaklaması nah işledim diye kendini Allah'ın kulluğunun dışında gör­
lazım. Politikacıların yaptığı gibi kucaklamak demiyorum mek. İşte bu iki zulmü birden bizim aydınımız kendine reva
ben. tn sa n ı, A llah'ın a z iz em a n eti gib i k u cak lam ak la ­ görüyor. Neden bu dini kucaklamasın, neden ilgilenmesin?
zım . İn sa n ı se v g iliy i k u ca k la r g ib i k u cak lam ası lazım . Adam diyor ki, benim zaten ne namazım var, ne şu var, ne
İnsanı üzerindeki elbiseye bakarak değerlendirmeyin. Elbi­ bu var. Peki ne olacak? Bunları inkâr ediyor musun? Etmi­
senin içindeki adamı arayacaksın. Mevlâna'nm bir sözü var. yorsun. O halde eksiklerinin hesabını Cenab-ı Hakk senden
Bizim aydınımızla, aydınımızın horladığı fakat kendinden sorar, daha sonra azap eder ya da etmez. Kendisi bilir onu.
çok üstün ruh değerlerine sahip halkımızı anlatma bakımın­ Ama sen bu dinin dışında değilsin.
dan bir şaheserdir. M evlân a diyor ki: "Ne e lb ise le r gör­ Bu ülkede dini inkâr edenlerin bile İslam konusunda
düm iç in d e a d am y ok , n e ad am lar gördüm sır tın d a e l­ olumlu bir tavır takınması lazım. Çünkü İslam bu ü lk en in
b ise yok." tem el r e a lite sid ir . İnanmayanı da ilgilendirir. Sosyolojik
Çarıklı erkânı harp diyorlar. Sizi temin ediyorum: O ça­ olarak ilgilendirir. İslam'ın gerçek yüzünün ortaya çıkmasın­
da inanmayanın da hizmet vermesi lazımdır. İnananın hiz­
rıklı erkânı harp bizim kravatlı aydınımızdan iç dünya de­
met vermesi, zaten borcudur.
ğerleri bakımından elli fersah ilerdedir ve aydın bunu fark
etmediği gibi insanım ıza da kötülük etmiştir. Derhal günah B iri o y a n a gid iy o r, b iri b u y a n a g id iy o r. D in k a lı­
çıkartıp tövbe etmesi lazımdır. Aydınımızla halkın kucaklaş­ yor y e te r siz in sa n la rın e lin e v e din izb elere çek iliy o r.
maması bizim ülkemize çok pahalıya mâl olmuştur. G üneşten v e a çık h avad an k a çırılm ış b ir d in . Allah d i­
yen in g ırtla ğ ın ı sık tın m ı d in , izb elere çek ilir. Gün y ü ­
D ü n y a n ın e n h a y s iy e tli h iz m e t m e sle ğ i o la n p o liti­
zün d e p ır ıl p ır ıl d e ğ e r le r ü r e tecek k en o rad a k a tra n
k a y ı b u h a lk ta n k o p u k a y d ın t ip i y a la n c ılık m esleğ i
ü retir, son ra so k a ğ ın b ir k ö şe sin d e ü stü n e k u sa r. S o n ­
h a lin e g etird i. B ö y le b ir m e sle k y a la n c ılık m e sle ğ i h a ­
ra b ağırıp d u ru yorlar n ered en çık tı b u d iy e.
lin e g e tir ilir se b u to p lu m u n h a li n e o la ca k tır. Evet, ay­
dının kendine gelmesi lazım ve aydının dinine karşı tavrım Din insanlar için vardır. İnsana değer vermezsen, insanı
değiştirmesi lazım. Dinde eksikleri olabilir. Bu din, ihmalleri kucaklamazsan dini ne yapacaksın. Önce insanı bir tut kal­
yüzünden kimseyi kendi dışına itmiyor. İnkârları olanları dır. Bu insana mesajı bir ulaştır. 150 senedir dünya çeşitli
iter, benden değilsin der. Ama onları da insanlık değerleri materyalist tahriplerin darbeleri altında yara bere içinde
açısından kucaklar. İhmalleriniz ne kadar büyük olursa ol­ kalmıştır. D arvin izm ’den M arksizm'e kadar. Şimdi bu yara
sun inkârınız yoksa bu din sizi mensupları içinde görüyor. bere içindeki insanlara biz din adamları tekme mi vurmalı­
yız, yoksa yaralarını mı sarmalıyız? Tekme vurmalıyız diyor­
Bizim aydınımız kendine zulüm etmiştir. Kur'an-ı Kerim
lar. Onlar cehenneme gidecek, biz cennete gideceğiz diyorlar.
iki zulümden bahsediyor. İnsanın kendine yaptığı zulümler
açısından diyorum. Birincisi Allah’ın iradesine ters düşerek Cenneti Cenab-ı Hakk tanıtırken "yerlerle gökler kadar­
kendine zulüm etmesidir insanın. Allah'ın emir ve yasakları­ dır genişliği" diyor (bk. Âli îmran, 133). Sonsuz demektir. Ya­
nı çiğner. Bu kendine bir kötülüktür. Fakat Kur'an-ı Kerim ni sen ona gireceksin de başkaları girmeyecek mi? Tekmele­
bize diyor ki bundan daha büyük bir zulüm vardır. O da gü­ yip cehenneme iteceğin yerde bir tarafından tutup cennete
40 KONFERANSLARIM

çeksen Allah'ı daha çok memnun etmez misin? însan, nefsiy­


le Cenab-ı Hakk arasında bir tercih yapmalıdır. N efsini hak
iradesinin üstüne çıkaranlara yazıklar olsun. Nefsinin
boynuna basmasını bilmeyen, hiçbir zaferin eşiğine ulaşa­
maz. Evvela burada başarı sağlamak icap ediyor, işte insanı­
mızı ayrım yapmadan kucaklamak budur. Aynm yok, sorum­
luluğu bildirmek var. Tekmelemek yok, burda konuşmak
var. Arapgir'de de konuşmak var. Beytullah'ın hareminde de
konuşmuştur, en seçkin ashabına konuşmuştur. Ebubekir’e,
Ömer'e, Osman'a, Ali'ye, Ammâr’a neler söylemişse azılı put­
perestlerin yaşadığı T aife gitmiş orada da aynı şeyleri söyle­
miştir ve taş yağmuruna tutulduğu halde, hiç değiştirme
vok. Kabe’nin hareminde öyle, burada böyle, hayır. Uyarıcıya
yakışmaz bu, ayrım da yok.
Şimdi TV bizim bazı konferanslarımızı çekiyor. Nerede
çekiyor. Ankara'da Etap Altınel'de çeker, çekme mi diyece­
ğim? Nerede çekiyor, Türk Tarih Kurumu'nda konuştuğum
zaman, İstanbul'da Shearaton'da, tamam. Ben ertesi gün de
gidiyorum, Arapgir’de konuşuyorum. Fakat TV bunu çekmi- j
yor, imkân meselesi diyor. İstanbul'da Shereaton'da çekiyor, j
veriyor konferansı. Ertesi gün suç duyurusu yapıyor adam, 5 ^
sütuna başlık: "Sosyetik hanımlara İslam'ı anlatıyor" diyor, j
suç duyurusu yapıyor. Şimdi ne yapalım, ben Elazığ'da gözü- j
nün biri görünen hanımefendilere de İslam'ı anlatıyorum.
Onlar da dinliyorlar beni. Ben bunlardan birine sen gelme mi
diyeyim? Birisi bana çıkar da şunu eğer temin ederse yapa­
rım. Diyebilirse ki "şu ekiplerin Allah'ı başka, bir başka Al­
lah var, bir başka Peygamber var, bizimkini onlara anlatma"
derse, bunu ispatlarsa tamam, ben çekimser kalırım. Ama
benim bildiğim Allah bir tane, Kitap bir tane. Bu insanlar
giydikleri, tavırları, tarzları, eksikleri, günahları, sevapları
ne olursa olsun benden birşey istiyorlar. "Bize Kur'an'ı ve
Muhammed'i anlat" diyorlar. Hangi gerekçeyle ben bunlara
anlatmayacağım. Bir gerekçe söyleyin. Bana politik nutuk
KUR'AN'DAKI İSLAM 41

attırmıyorlar, şirketlerine destek verdirtmiyorlar. Bana Al­


lah'ı ve Peygamberi anlat diyorlar. Bir gerekçe var mı size
anlatmam demek için. Kabul edemem, çünkü benim bağlı ol­
duğum Kitap, en büyük iki peygambere, Hz. Musa ve kardeşi '
Hârun'a Allah'a kafa tutmanın sembol ismi olan F ira v u n u
hatırlatarak diyor ki "Ey M usa ve H ârun, Firavuna gidin,
ona yumuşak ve tatlı bir dille gerçeği anlatın, umulur ki içi­
ne birşey düşer doğru yola girer, öğüt alır." Bunu söyleyen
bir Kitap'ın bağlısıyım ben. Bu ülkede Firavun dan daha kö­
tü mü bizim insanlarımız? Allah, Firavun’dan da ümit kes­
miyor. B en hem A llah adın a k o n u şu p da hem de in sa n ı­
m ızd an na sıl ü m it k e sec e ğ im . Bunun insan onuruyla ve
Kur'an’ın mantığıyla bağdaştırılması mümkün müdür? Fa-
lancalara konuştum, bu kamp mıdır? Âlemlerin Rabbi olan
Allah sizin kliğinizin şefi mi? Âlemlerin Rahmeti olan Pey­
gamber sizin kliğinizin şefi mi? Âlemlerin Rabbi olan Pey­
gamber sizin kliğinizin Kırkpmar Ağası mı? Âlemlerin Rah­
meti bu. Âlemlerin içinde bizim insanlarımız yok mu? Gü­
nahlarına ve eksiklerine rağmen var. Niçin bu namertliği ya­
pıyorsunuz? Bunu bırakın gelin, her insanın eksiği gediği
vardır, birimizin çatlağına öbürümüzün gediği denk gelir, bir
duvar yaparız. Bir eksik görüyorsan gel söyle. Bak sana nasıl
teşekkür edilecektir. Ama saldırarak, insan onuruyla bağ­
daşmayacak şeytanî oyunlara başvurarak, din adına yalan
söyleyerek değil. Açık yüreklilikle g e l şu in sa n ı tu tu p k a l­
dıralım .
Papalık, Afrika ormanlarından üç tane yarı yamyam ada­
mı kiliseye kazandırmak için milyarlar döküyor asırlardır.
Sen burada koynundaki, kucağındaki adamı "şurası eksik,
burası açık, burası gedik" diye itiyorsun. Bu bir defa beyin
değildir. Öyle şey olmaz. Din adına hegemonya, en g izisy o n
kuracaksın, senin anlayışına onay veren adamı cennete gön­
dereceksin. Senin babanın malı mı din, Peygamberin malı bi­
le değil, kardeşim. Allah'ın malıdır din. Neyse öyle anlat, hiz-
At KONFERANSLARIM

ntH venyorsan elini öpenm, ver hizmetini görsün imanımız,


takdir euin. Engizisyon oyunlarınızla insanımızı bir yere
götüremezsiniz Engizisyon bunu beş asır denedi, «onunda
insanlığı komünizme teslim etti. Dm adına engizisyon kur­
manın sonucu, kitleyi dinsizliğe teslim etmektir Gelin yap­
mayalım bunu Komünizm gittiyse başka biri gelmez diye bir
şey yok. Böyle bir aldanışa gitmeyin. Şimdi bazıları komü­
nizm çöktü, bu demektir ki kapitalizm ihya edildi diyor. Ha­
yır efendim, komünizm zaten kapitalizmin veled-i zinasıydı.
Kapitalizmde hayır olsaydı komünizm girmezdi devreye.
İnsanlık başka bir denge noktası arıyor. Şimdi o denge
noktasını vermek lazım insana Fakat maalesef dünyada gö­
rülen manzara o ki, yeni engizisyonlar sergileniyor, tezgâh­
lanıyor Butun bu dinlerde bu hastalıklar var. Bu hastalığın
sadece İslam için değil bütün dinler için tedavi yöntemi, ça­
resi Kur'an-ı Kerim e bu işi bırakmaktır. Bu dinin dışında
olanlar bunu kabul etmezler, etmesinler. Ama biz bunu
adam gibi insanlığın önüne çıkarır gösterirsek o zaman in­
sanlık fıtratı gerçeğe mukavemet edemez. Ama gerçek adına
adamlara tekme getiriyorsanız, bugünkü hayatını cehenne­
me çeviriyorsanız sizin yarınki cennet vaadinize inanmaz.
Niçin inansın? İnsanın yapısı buna müsait değil. İnsanı ku­
caklayacaksınız, bir defa yaralar sarılacak, ondan sonra da
'Bu yarayı niye açtım diyecek. Hukukta da, tıpta da bu boy­
ladır, evvela yara sarılır. Evvela yaranın üstüne tekmeyi vu­
ruyor. ondan sonra insan gitti. İnsan gitti mi al hepsini başı­
na çal, bunları ne yapacaksın, böceklere yem olur ancak..."
Kur'an'la kucaklaşmak ve insanla kucaklaşmak, fıt­
rat d en gesin i yakalam ak. Yol budur işte. Fıtrat,
Kuran m tanımıyla "İnsanla Kuran ın üzerinde olduğu pren­
sipler bütünüdür ‘ Fıtratın güzeliklerinde, Kur’an-ı Kerim’in
denetiminde kucaklaşmak ümidiyle hepinize saygılar sunu­
yorum! Teşekkür ederim
II
KUR AN AHLAKI»

Sevgili Bolulular, sevgili hemşehrilerim, TRT ve basının


değerli m ensuplan!
Hepinizi Cenab-ı Hakkın selamı ile selamlıyorum. Geçen
konferansımda, Ramazan ayı içinde (20 Mart 1993): "Bolu bir
anlamda benim hemşehrilerim in olduğu yerdir." demiştim.
Size hemşehrilerim diye hitap ettim. Siz ne dersiniz bilmiyo­
rum?
Şimdi size "hemşehrilerim" demenin isabet olduğunu bu
gelişim de bir kere daha anladım. Değerli B o lu R o ta ry K u­
lü b ü , Türkiye'de ilk defa benim uzun bir konferansımı kitap­
çık haline getirerek sizlere ve diğer isteklilerin hizm etine
sunm uştur. Benim yüzü aşkın konferans verdiğim Türki­
ye'de ilk defa bu kitap işini Bolu gerçekleştirmiştir. Din ve
İnsan konferansının kitapçık haline gelmesi önderliğini Bolu
yaptı. Bundan sonra kimler yapacak bilmiyorum. Bunun için
Bolululara ve Bolu Rotary Kulübüne, başkan Y u rd a er Ka­
la y cı Bey’e teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Konumuz İslam A h la k ı, bazı yerlerde verdiğimiz şekliyle
K u r u n Alı la k ı dır. Zaten, İslam ahlakı dediğimiz zaman 1

(1) Verildiği yerler: U ta n b u l (12 yerde), B olu, K a ra b ü k , Nevşe­


h ir , A n k a ra (4 yerde), B u rs a <3 yerde), E rz u ru m , Ila sa n k a»
1»*, A lan y a , A n ta ly a , D üze».
KONFERANSLARIN

karşımıza Kur an ahlakı geliyor Peygamberimizin ahlakı


itaydı diye onun eşlerine sordukları raman Ur, Âişe şu ceva­
bı veriyor Onun ahlakı Kur an dır, onun ahlakı neydi diye
bana sormayın. Kuran ı Kenm’i okuyun. O halde İslam ah­
lakı hır mânada Kur an ahlakı demektir Nedir Kur an ahla­
kı veya İslam ahlakı? Bu sorunun cevabı, konferansımızın
bütünüyle içindedir. Şimdi ben, giriş olarak bazı noktalan
verip esas meseleye gelmek istiyorum.
İnsanoğlunun her devirde en ciddi meselesi yön ve yol
mc'flesı olmuştur, insana, tekâmülünü gerçekleştirmek, in­
san olmanın onur noktasına ulaşmak için bir yol lazımdır. O
bakımdan vahiy mesajının içinde en çok geçen tâbirlerden bi-
n de yo; tâbiridir. Bazen sebil, bazen sırat bazen tarîk ba­
zen şeriat olarak geçer Uçu de yol anlamındadır. Çünkü,
yok uz hır yere varmak mümkün değildir. Kâinat iç içe y o l­
lar sergilen işid ir. Bu. yerlerde de göklerde de k ö y le ­
dir. Atomda yollar var. Galaksilerde yollar var. Y aratı­
cı nizam, bir yollar nizam ı. İnsanın yolu nedir? İnsana yol
lazun Varlık için yol lazım Fakat yoldan önce birşcy d a ­
ha var. o da yöndür. Eğer yüzünüzü ters bir yöne dönmüş­
seniz yürüdüğünüz yol sizi bir yere götürmez. O halde evvela
yön derdini halletmek, sonra da yol derdini halletmek gereki­
yor. Onun içindir ki Kur an ı Kerim bütün Müslürnanlara
günlük ibadetlerinde mutlaka okumaları gerektiğini duyur­
duğu Fâtiha suresinde insanı bırşey istemeye mecbur tut­
muştur; O da yoldur. Şaşmayan yoldur. Aldatmayan yoldur.
Ve mümin, butun ibadetlerinde yol istemek zorundadır.
Kuran»n sîk suresi Fatihadır Bu dua, Kur an'ın insanına
yolu gösteriyor. Yol meselesi, din meselesinin en hayati nok­
tasıdır Yolu yürüm ek için yönü belirlem ek lazım . Yön
yanlış belirlenirse yürünen yol insana ter döktürür fa ­
kat hedefe vardırm a/. Gidersiniz, sorulduğu zaman yürü­
düğünüzü söylersiniz. Terlersiniz., haklısınız., yürüdüğünüzü
KUR AN AHLAK] 45

zannedersiniz fakat eğer yön doğru seçilmemişse gideceğiniz


hedefe hep uzak düşersiniz. Yürümeniz hiçbir işe yaramaz. O
halde evvela yön, sonra yol. K ur'an'ın d in in d e y ö n A l­
la h ’ad ır. Yön A llaha o lu n ca y o l da Allah'a ç ık a r . 'B ü ­
tü n y o lla r A llah'a çıkar" d iy e ta sa v v u fta b ir sö z var.
Fakat eğer yön doğru ise butun yollar Allah a çıkar. Yon yan­
lış seçilmişse hiçbir yol Allah a çıkmaz. Yon ve yol Allah a
çıksın diyoruz. Kur an ahlakının özünde bu var. O halde
Kur an ahlakı, insanı Allah a götüren bir ahlaktır. Bir hayat
tarzıdır. Bir tavırdır. Hatta Kur'an a h lak ı, A llah'ın a h la ­
kın a b ir k a tılım d ır. B iraz so n ra g öreceğiz, ah la k ın z ir ­
v e sin d e Allah'a u laşm ak var. Onun için d ir ki A llah'tan
k o p a r ılm ış b ir şu u r u n v e im a n ın , in s a n ı, k â m il
m ânada a h la k s a h ib i y a p m a sı m üşkül bir m e sele d ir.
M ehm et A kif, bu Kur'an gerçeğini gayet güzel ifade etm iş­
tir. Diyor ki:
"Ne irfa n d ır veren ahlaka yü k sek lik , ne v icd a n d ır.
F azilet h issi insanlarda A llah kork usun dan dır."
Allah'a varacak bir yolun start işaretleri ancak Allah'tan
gelir. Bu yüzdendir ki Kur’an-ı K erim :'insanı b iz y a ra ttık ,
ona iç d ü n y a sın ın n eler fısıld a d ığ ın ı da en iyi biz b ili­
riz." der. Bir yerde de diyor ki: "Hidayet y a ln ız ve y a ln ız
Allah'tandır." Eğer biz sosyolojik disiplinlerde, felsefi ekol­
lerde ahlaki güzellikler görüyorsak bunlar vahyin getirdiği
mesajın öteye-beriye serpiştirilmiş kalıntılarından ibarettir.
Fakat a h la k ın a rk a sın d a A llah vardır. Ve a h la k ın h e ­
defi A llah’tır. A llah'ı o rtadan k a ld ırırsa n ız a h la k ta n
bah setm ek a b esle iştigald ir. O yüzdendir ki Peygamberle­
rin en sonuncusu: "Ben, ah lak î g ü zellik leri tam am lam ak
üzere gönderildim ." diyor Ahlaki güzelliklerin Kur'an'da
tamamlandığını az önce "Peygamberin ahlakı Kurandan
ibaretti" diyen Hz. Âişe'nin sözünden size verdim.
Değerli dinleyenlerim!
46 KONFERANSLARIM

Burada sizi ahlak teorileri ile yormak gibi bir niyetim


yok. Böyle üçbin kişilik bir kalabalığın elle tutulur İslâm î
prensipler alması esastır. Burada teori kalabalığı ile sizi yo­
rup esas vereceklerimi anlayamaz duruma getirmek istem i­
yorum. Şimdi bu girişten sonra Kur'an ah la k ın ın ilk p r e n ­
sibini lütfen şuurlarınıza, zihninize işleyecek şekilde dinle­
yin: Kur'an a h la k ın ın om urga n ok tasın d a A llah ile b e ­
raberlik şuu ru vardır. Allah ile birlik ve beraberlik şuuru
Allahlaşmak şuuru değildir, dikkat edin. Tasavvufun nazik
bünyesini örseleyerek Allah ile beraberliği insanın Allahlaş-
ması şekline getirmişlerdir tarih içinde. Kur’an buna kapalı­
dır. Kur an, insanın Allahlaşmasına yol vermez. Böyle bir yo­
lu k ap atm ıştır. İ n sa n ila h la ş a m a z . A m a in s a n
ilahîleşir.Kur'an, insanın ilahileşmesini istiyor. "Rabbaniler
olun" diyor ama ilah olun yok. İnsan İlahî olur demek insa­
nın Allah ile beraberlik şuurunu sürekli benliğine egemen
kılmasını kabul demektir. Buna Kur’an dilinde ih sa n denir.
Cenab ı Peygamber ihsanı, "her an A llah ile b e r a b e r m iş­
sin gibi davranm ak" diye tanımlıyor. Her ne kadar, diyor,
sen Allah'ı görmüyorsan da Allah seni görüyor. Kur'an-ı Ke­
rim daha açık konuşmuştur: Cenab-ı H akk size şah d am a­
rınızdan dah a y a k ın d ır. (Kaf, 16) H erb irim iz A lla h ile
d olaşıyoruz akşam a kadar. O ğlunuzdan, e şin iz d e n , b a ­
ban ızd an v e e n s e v g ili d o stla r ın ız d a n a y r ı o lm a n ız
m üm kündür. A llah'tan a y n o lm an ız m üm kün d e ğ ild ir.
Allah h e p sizin le d ir . A llah h ep b izim le d e b iz a c a b a
farkına v a rıy o r muyuz? Olay budur. Allah ile beraber ol­
mak şuuru demenin sebebi budur. Biz o şuuru taşıyor mu-
yuz-taşımıyor muyuz? Allah bizimle de biz O nunla olduğu­
muzun farkında mıyız? Bir başka Kur'an ayetinde "Siz nere­
de üç kişi olursanız 4.cünüz Allah'tır. Dört kişi olursanız 5.ci-
niz Allah’tır." (Mücâdile, 7) deniyor. O hep bizimledir. Kur'an
bu beraberliği, bu birlikteliği insanın hep farketmesini isti­
yor.
KUR AN AHLAKI 47

Ahlak bunun üzerine oturacaktır. Bu birliktelik farkedile-


cektir. Hz. Peygamber bir gün dua eden birisine yaklaşıyor.
Adam dua ederken bağırıp-çağınyor. Omuzuna vuruyor. "Ni­
çin bağırıyorsun?" diyor. Adam: "Dua ediyorum. Sesim daha
gür çıksın, duam daha iyi yükselir" diyor. Hz. Resul: "Hayır,
öyle dua yapma! Sen ne sağıra, ne köre yakarm akta­
sın. Allah senin yanında, o sana çok yak ın . Sen sadece
sam im iyetle istek lerin i O'na ulaştır. Bağırm ana-çağır-
mana lüzum yok." buyuruyor. İnsanoğlu, k en d isin e şah
dam arından daha yakın olan Allah'ı daim a uzaklarda
aram a g ib i b ir hatanın için e girm iştir. N erede arıyor­
sun Allah'ı? Allah senin içinde. Onu orada bulacaksın.
Göklere, yerlere sığmadım diyor ama bana gönül vermiş ku­
lumun kalbine sığdım. Hep orada, hep orada. O'nun orada ol­
duğunun farkına varmak lazım. Olay bu. Allah'ı bulmak de­
diğimiz zaman biz Kaf Dağının arkasında birşeyler arıyoruz.
Böyle birşey yok. Allah’ın, bizim içimizde olduğunun şuuru­
na varmak lazım. Allah'ı bulmak budur. Onun için ihsan,
her an Allah'la beraber olduğunun şuuruna varmaktır diye
tanımlanmıştır. İşte bu şuuru istiyor. Din hayatı, dünyanın
ve geleceğin mutluluğu bu şuur üzerine oturuyor. Bu şuurun
ne jandarmaya ne polise ne zaptiyeye ne kelepçeye ihtiyacı
yok. Bu, insanı kendi iradesi ile güzelleşmeye götürür. İnsa­
na, A llah ’ın k en d isin in için d e old u ğun u anlatam a­
yan b ir din, din olm a vasfın ı kaybeder. Bunun, insanı
bir yere götürmesi mümkün değil. O bakımdan biz sürekli
deriz ki: "Dinin kalıp ve kurallar kısmını bu ihsan özüne
bağlamanız lazım. Aksi takdirde o kurallar, robotların icra
ettiği bir takım davranışlar haline gelir." Özü bu. Mev-
lâna: "Asırların, ceviz kabuğu ile geçti" diyor. Halbuki o
kabuk o cevizin içini yemek içindir. İçi ne yaptın? Cevizin içi­
ni çürütüp kabuğu ile uğraşıyorsun. Kabuk ne yapar? Özü
taşısın diye getirilmiş sana. Cevizin içini kabul eden insanın
KONFERANSLARIM
48

kabuğu inkârı m üm kün değil. K abuksuz o öz taşınm az. Ona


hiç kim sen in diyeceği yok, fakat h ed ef cevizin içindeki özu
yem ektir. Öz, Kur an ahlakında öz, A llah ’la beraberlik şu u ­
rudur. Kur'an-ı Kerim in ahlakî esprilerinin bugüne kadar
kaç tanem iz farkına vardı. Ben bile son zam anlarda farkına
vardım. S izin , bunu fark etm eyen lerinizi mazur görmek g e­
rekiyor.
B iz , K u r ’a n -ı K e r im ’d e n k i t l e o la r a k h a b e r s iz iz . B ü ­
tü n b ir k i t l e K u r'a n 'd a n h a b e r s iz d ir . K u r'an 'a s ır t ın ı
d ö n e r e k , K u r'an 'ın d in in i y a ş a d ığ ın ı id d ia e tm e k g ib i
b ir y a n lış ın iç in d e d ir b ü tü n k it le . Bunun içinde âlim i de
var, cahili de, çobanı da, profesörü de. K itle halinde Kur'an'a
ters du şm u şu z Bakın, Kur’an-ı Kerim, konferansım ızın b a­
şın d a sö y le d im , sır â t-ı m ü sta k im e çağırıyor. S ır â t-ı
m ü s ta k im , "herşeyin kıvam ında olduğu yol" demektir. Tam
kelim e karşılığı hu. Çunku, sırat, yol; m üstakim de k ıv a m
kökünden gelir. Türkçe’de de var. H erşeyin yerli yerine oldu­
ğu d en ge n ok tası dem ektir. Onun için ben kitaplarım da
sırât-ı m üstakim i d e n g e y o lu diye tanım larım . G erçekten
K u r'an a h la k ı d e n g e a h la k ıd ır . Onlara da tem as edeceğiz.
Sırât-ı m üstakim herşeyin kıvam ında olduğu yoldur. Kur'an
ilk suresin d e ve hergün k ıldığım ız, en az 5 defa kıldığım ız
nam azda bizi sırât-ı m üstakim istem eye davet ediyor. H atta
bizi m ecbur tutuyor. Sırât-ı m üstakim herşeyin kıvam ında
olduğu yol demek; saptırm ayan, şaşırtm ayan , sen d eletm e­
yen, dengeyi bozdurm ayan yol dem ek. Sırât-ı m üstakim den
bahsederken Kur'an-ı Kerim, in san ı onun üzerinde olm aya
çağırıyor. Bitm iyor. Buraya çok d ik kat edin. A lla h 'ın d a
s ır â t- ı m ü s ta k im ü z e r in d e o ld u ğ u n u s ö y lü y o r Kur’an-ı
Kerim. En büyük peygam berlerden birinin ağzından Hûd su ­
resin de şu ayet vardır; 'T e m in o ls u n k i b e n im r a b b im
s ır â t-ı m ü s ta k im ü zered ir." (Hûd, 56)
K U R'AN AHLAKI 49

O halde, aziz dinleyenlerim ,


K u r’an bizi, A lla h ’ın da izlediği bir yola, bir ah lak a davet
ediyor. Z ihnî zindeliğinizi bozm ayın. Hemen bırşey d ah a söy­
leyeyim . Bu a y e tin a ç ık la m a sı olarak Hz. Peygam ber "Al­
la h 'ı n a h l a k ı ile a h l a k l a n ı n " diyor. Dedik ki K ur'an ahlakı
sırâ t-ı m ü stak im a h la k ıd ır. A lla h d a s ır â t - ı m ü s ta k im ö z ­
r e d i r , N e d em ek b u? K u r 'a n a h l a k ı n ı İz le y e n A lla h ’ın
a h l a k ı n ı iz le r . O n u n için Hz. Peygam ber, Allah m ah lak ı »le
a h la k la n ın d e m iştir. İşte, K u r'an in sa n ın ilahileşm esini is ti­
y o r d e rk e n b u n la rı kasted iy o ru z. Bakın K ur'an düşüncesinde
n a s ıl b ir a h e n k , n a s ıl b ir tu ta rlılık var. Ben K ur’an ah lak ı
ü ze rey im d iy eb ilm ek , "ben A llah'ın ah lak ın ı izliyorum" diye­
b ilm eyi g e re k tirir. H erk es kendini m uhasebeden geçirsin! Bi­
ra z d a h a ip u c u v erey im . T a sa v v u fta b ir p ren sip var. D enir
k i: " A lla h a d a m ı k i m d i r ? " C ev ap şu d u r: "A llah a d a m ı,
v a r l ı ğ a , e ş y a y a v e i n s a n a A l l a h ’ın g ö z ü ile b a k a n
a d a m d ı r . " B a k ın , K u r'a n a h la k ın ı y a şa y a n adam herşeye Al­
la h 'ın gözü ile b a k a c a k tır. A llah in s a n a n asıl bak ıy o rsa öyle,
öyle b a k a c a k tır. E şy a y a n a s ıl b ak ıy o rsa öyle b ak acak tır. S e r­
v ete n a s ıl b a k ıy o rsa öyle b a k a c a k tır. K ine, nefrete n asıl b a k ı­
y o r s a öyle b a k a c a k tır . İ n tik a m a , h ır s a n a sıl b ak ıy o rsa öyle
b a k a c a k tır . P re n s ip k o y m u ş. A h lak , s ırâ t-ı m ü stak im a h la k ı
o la c a k . A lla h d a s ır â t- ı m ü s ta k im ü zere. O h ald e K u r'an a h ­
la k ın ı iste y e n a d a m A llah ın a h la k ın ı y a ş a y a c a k tır. H em A l­
la h 'ın a h la k ın ı y a ş a y ıp h em d e A lla h 'ın b ak tığ ı gibi b a k m a ­
m a k m ü m k ü n d eğ il. B u r a d a çağ ım ızın en bü y ü k İslam d ü ş ü ­
n ü r ü M ulıam m ed ik b al in b ir sözü geliy o r ak lım a. İkbal d i­
y o r ki: "Kur'an a d a m ı , K u r 'a n 'ı o k u r k e n K u r 'a n l a ş a n i n ­
sandır." N ite k im , P e y g a m b e r im iz in s ıf a tla r ın d a n b iri de
i " K u r 'a n -ı N â tık " d ır , y a n i K onuşan Kur'an. E ğ er in s a n bu
j K u r a n a h l a k ı ile A lla h 'ın is te d iğ i k e m a l n o k ta s ın a g e lirs e
l g e r ç e k te n k o n u ş a n K u r 'a n o lu r.

I
&ö K O NFERANSLARIM

kısan deyip geçiyor muşunu*9 İnsan 50-60 kg et ve kemik


yığını doğ»! İnsanın içinde- Allah ın nefhası var. İnsanın için­
de üûnsudtıgun tohumu \ar. 0 tohumu yeşertir, çiçeklendim
sonra da meyveiendınrseniz, Allah ın ahlakı ile ahlaklannıış
olursunuz Kuran-ı Nâuk (konuşan Kur an) olursunuz. Şim ­
di konuşan Kur an yok İslam dünyasının en büyük s ık ın ­
tılı konuşan Kur anlardan yoksun kalm aktır. Konuşan
Kur an vasfı evvela Hz Peygamber in, sonra da gerçek Allah
adamlarının Allah adamı yok. Şimdi, Allah adamlığı adı al­
tında halk» parsellere bölerek, gönülleri, emekleri sömürme
odaklan oluşturuyorlar. İsimlerini sorarsanız mürşit Doğru­
su yok mu? Elbette vardır. Kubbenin altı boş olur mu? Tabiî
var. Ama her mahallede bunlar 40 tane değil. Sorduğunuz
zaman mürşit' Ne yapıyorsun sen? Herkesin kazandığından
belli bir miktarı kendi hesabına aktartırsın. Allah'a götür­
mek adı altında herkesi birbirine saldırtırsın, kavga ve kıya­
met kopartırsın. Allah adamı bu değil. Nedir Allah adamı?
Allah adamı. Kur an ı yaşayan ve yaşatan ruhtur. Kur an ah­
lakını topluma şırınga eden benlik ve lider odur. İşte bunun
arkasında Allah'la beraberlik şuuru vardır. 0 şuura ulaşmak
lazım. Her an Cenab-ı Hakk sizinle beraberdir. Bakın bir
nokta geliyor ki elinizi hareket ettirdiğiniz zaman sanki Ce-
oab-ı Hakk elinizi tutuyor. Gözünüzü çevirdiğiniz zaman
sank* Cenab ı Hakk gözünüzle bakıyor Düşüncenizi hareke­
le geçirdiğiniz zaman o «anki sizinle beraber düşünüyor. İşte
bu Bu noktaya geldiğinizde bu sizi ulaşmanız gereken yere
ulaştırıyor. Bu sizi, Kur an ın amel dediği harekete ulaştırı­
yor
Amel, şuurlu hareket dem ektir. Şuurlu davranış de­
mektir. Nedir bu amel? Kur an ı Kerim diyor ki bu, am eli
»âlih olacaktır. Süiih, sulh kökünden geliyor. Sulh, T ü rk ­
çe'ye de g eçm iştir. Barış ve huzur dem ektir. İslam 'ın
k elim e m ânasında da bu kelim enin özü var. İslam 'ın
m KONFERANSI AİUM

İntan dey ıp geçiyor mutunu** İntan 50-60 kg O w ketıuk


y^ ııu değs! !n*amn içinde Allah m neftm*» var. İntanın *Ç»«
de sonsuzluğun tohumu var O tohumu yeşertir, çiçeklendınr
asara da meyvelendmrtefti*, Allah rn ahlakı »k «hlaklanm ıı
olursunuz. Kuran*» Nâtık (konudan Kur an; olursunuz. $ım
dı konuşan Kur an yok t«lu.m dü nyasın»» en bü yük «ıkın*
n*ı k u n u şaa Kur'an U rd an yok su n kalm aktır. Konuşan
Kur an vasfı evvela llt . Peygamber ın. son ra da gerçek Allah
adamlarının Allah adam» yok Şimdi, Allah adamlığı adı â l­
ımda halk» parsellere bölerek, gönüller», emekleri sömürme
odaklan oluşturuyorlar 1timlerin» sorarsanız mürşit Doğru-
tu yok mu1 Elbette vardır Kubbenin altı boş olur mu? Tabii
var Ama her mahallede bunlar 40 tane değil. Sorduğunuz
zaman muıyu! Ne yapıyordun ten? Herkesin kazandığından
belli hır miktarı kendi hesabına aktartırtın. Allah a götür­
mek adı altında herkesi birbirine saldırtırsın, kavga ve kıya­
met Kopartırsın Allah adamı bu değil. Nedir Allah adamı?
Allah adamı, Kur an ı yaşayan ve yaşatan ruhtur Kur an ah
lakını topluma şırınga eden benlik ve lider odur. İşte bunun
arkaımda Allah la beraberlik şuuru vardır. O şuura ulaşmak
lazım Her an Cenab ı Hakk tizinle beraberdir. Bakın bir
nokta geliyor kt elinizi hareket ettirdiğiniz zaman sanki Ce­
nah* Hakk eliniz» tutuyor. Gözünüzü çevirdiğini* zaman
sanki Cenab ı Hakk gözünüzle bakıyor Düşüncenizi hareke­
te geçirdiğiniz zaman o sanki sizinle beraber düşünüyor. İşte
bu. Bu noktaya geldiğinizde bu sizi ulaşmanız gereken yere
ulaştırıyor Bu sızı, Kur an'ın am el dediği harekete ulaştın
yor
A m el, ş u u r lu h a r e k e t d em ek tir. Şuurlu davranış d e­
mektir Nedir bu amel"» Kur an » Kerim diyor k» bu, am eli
sâ lih olarak tır. $A|ih, sulh kokundı-n geliyor Sulh! Türk*
çe y e de g e ç m iştir , liu n ş ve hu zu r d em ek tir. U lam ın
k elim e m ân asın d a da bu k elim en in özü var. U lam ın
so KONFERANSLARIM KUR AN AHLAKI 51
İnsan deyip geçiyor musunuz9 insan 50*60 kg et ve kemik m â n a sı d a e s e n lik , b a r ış v e h u z u r d e m e k tir . A m eli
yığını değil insanın içinde Allah'ın nefhası var. İnsanın »çın sâlih in mânası da esenlik, barış ve huzura yönelik davranış
de «onsutlugun tohumu var O tohumu yeşertir, çiçeklendırir demektir. Bütün Kur am* emirler bunun içinde, ibadetler bu­
sonra da meyvelenüınrseniz, Allah’ın ahlakı ila ahlaklannıış nun içinde. İnsana hizm et bunun içinde, hatta bütün canlıla­
olursunuz Kur an ı Katık (konuşan Kur an) olursunuz. Şim ­ ra hizm et bunun içinde. Kuran ahlakı, Allah'a hizmetin için­
di konuşan Kur an yok İslam d ü n yasın ın en bü yük s ık ın ­ de bütün bu kategorileri toplamıştır. Yani, sizin komşunuzla
tısı kon uşan K u ra n lard an yoksun kalm aktır. Konuşan munasebetlerinizdeki tavrınız hangi esaslara oturacaksa, Al­
Kuran vasfi evvela Hz. Peygamber in, sonra da gerçek Allah lah'la münasebetlerinizdeki tavrınız da o esaslara oturacak­
adamlarının. Allah adamı yok. Şimdi, Allah adamlığı adı al­ tır. Komşunuzla münasebetlerinizi düzenlerken bir kişilik,
ımda halk» parsellere bölerek, gönülleri, emeklen sömürme Allah'la münasebetlerinizi düzenlerken başka bir kişilik ol­
odaklan oluşturuyorlar, isimlerini sorarsanız mürşit. Doğru­ maz; Kur an bunu kabul etmez. Ve bakın Allah'la beraberlik
su yok ımı? Elbette vardır. Kubbenin altı boş olur mu? Tabii şuuruna ulaştığınız zaman K ur'an-ı K erim s iz e d iy o r ki:
var. Ama her mahallede bunlar 40 tane değil. Sorduğunuz G ayri m e şru o lm a m a k ş a r tıy la b ü tü n h a r e k e tle r in iz
zaman mürşit' Ne yapıyorsun sen? Herkesin kazandığından ib a d e ttir . Yalnız, burada tehlikeli bir nokta var. Bunu bazı­
beüi bir miktarı kendi hesabına aktardırsın. Allah’a götür­ ları yanlış anlıyor. Mademki bütün hareketlerimiz ibadettir,
mek adı altında herkesi birbirine saldırtırsın, kavga ve kıya­ ben kötü işler yapmadığım sürece, benim ibadete falan ihti­
met kopartırsın. Allah adamı bu değil. Nedir Allah adamı? yacım yok. Hayır, hayır, bu demek değil. Bunların hepsi an­
Allah adamı Kur an ı yaşayan ve yaşatan ruhtur. Kur an a h ­ lamlı bir bütün vücuda getirir. Hz. Peygamber: 'Y old a in ­
lakım topluma şırınga eden benlik ve lider odur. İşte bunun sa n la r ın a y a ğ ın ı r a h a ts ız e d e n d ik e n i, ta ş ı o r a d a n a t­
arkasında Allahla beraberlik şuuru vardır, O şuura ulaşmak m ak da ib a d ettir . K o m şu n u n , d o stu n u n y ü z ü n e te b e s ­
lazım. Her an Cenab ı Hakk sizinle beraberdir. Bakın bir süm e tm e k d e ib a d e ttir . H atta e şle r in b irb iri ile ş a k a ­
nokta geliyor ki elinizi hareket ettirdiğiniz zaman sanki Ce- la şm a la r ı b ile ibad ettir." diyor. Bu da hayatın içinde. Bun­
nab-ı Hakk elinizi tutuyor. Gözünüzü çevirdiğiniz zaman lar bir bütündür. Kur'an-ı Kerim de yüzlerce yerde geçen
sank» Cenab ı Hakk gözünüzle bakıyor. Düşünceniz» hareke­ a m e li s â lih nedir? Kur'an’m verilerine göre bunu tanım la­
te geçirdiğiniz zaman o sanki sizinle beraber düşünüyor, işte yalım: A m eli sâ lih : A llah 'ın ir a d e s in e te r s d ü şm e m e k
bu Bu noktaya geldiğinizde bu sizi ulaşmanız gereken yere ü zere in s a n lığ ın h a y r ın a h iz m e t ü r e tm e k tir.
ulaştırıyor. Bu sizi, Kur an ın am el dediği harekete ulaştırı­ Bu, cami köşesinde olur, tekke köşesinde olur, laboratu-
yor varda olur, fabrikada olur, direksiyon başında olur, tarlada,
A m el, şu u rlu h a r e k e t dem ek tir. Şuurlu davranış de­ fezaya giden kapsülün içinde, kömür madeninde, yerin altın­
mektir. Nedir bu amel? Kur'an-ı Kerim diyor ki bu, a m e li da olur. Hiçbir fark yok. Bütün dava bu yapılanların Allah'ın
•Alili o la ca k tır. .Sâlih, sulh kökünden geliyor. S u lh , T ü r k ­ iradesine bağlı olarak insanlığa hizm et gayesine yönelmiş
bulunmasıdır. Sakın şöyle bir yanlışa girmeyin: Kur an ı Ke­
çe'y e de g e çm iştir . B arış ve hu zu r d em ek tir. İslam 'ın
k elim e m ân asın da da bu k elim en in Özü var. İslam 'ın rim bize uç lıeş tane ibadet getirmiştir. Beş vakit namaz kı-
52 KONFERANSLARIM
KUR AN AHLAKI 53
larsm. oruç tutarsın, e bir de para bolsa hacca gidersin, ameli
olacak. Adam yapm ış bu kötülükleri, biz de arkasından söy­
sâlih bitti. Senelerce İslam dünyasına böyle bir yanlışı dikte i
lüyoruz. Zaten söyledikleriniz o kişide varsa bu gıybet olur.
ettirmişlerdir. Ameli sâlih nedir? "İslamın beş şartını yerine I
Eğer yok da söylüyorsanız iftira olur ki onun felaketinin al­
getirmektir" demek yanlıştır. İslam 'ın beş şartı d e d iğ im iz , \
tından kalkmak mümkün değil. Bakın, fo to ğ r a fı ç e k ile m e ­
İslam 'ın işa retlerid ir. İslam 'ın ş a r tla n K ur'an'daki bü- |
y e n g ü n a h la r n e k ork u n ç.
tün em irlerd ir. B u n la n n h ep sin i y erin e g e tir e c e k s in iz . |
Ö yle h esa b ım ıza g e le n i İslam 'ın şa rtı ya p a r a k A lla h 'ı >
■ İnsanlığın hayrına değer üretmek diyoruz. Ameli sâlih
k a n d ır m a y o lu n a g id e r s e k o n u n s o n u y o k t u r . < bu. Ameli sâlihi K uranda yüzleri bulan emirler içinden 5 ta ­
Kur'an’m h iç b ir y e rin d e İslam 'ın şa rtı 5 ta n e d ir d iy e f neye, 6 taneye indirdiğiniz zaman Kur'an-ı K erim e ters dü­
b irşey yok. A llah'ın bü tü n em ir le ri İslam 'ın ş a r tıd ır . \ şersiniz.
O nlar İslam 'ın işa retleri olur. Bir adamı namaz kılarken | Şimdi geliyoruz K uran ahlakının tem el kabullerinden
görürsek, Müslüman deriz, hacda görürsek Müslüman deriz. \ İkincisine. Birincisi neydi? Allah ile beraber olduğunuzun
Sonra bunlarla iş bitmez. 0 halde am eli sâ lih b ü tü n ah- | her an şuurunda olmak. Allah her an bizimledir. Tasavvufta
lakı h ayatı ku şatacaktır. Sah te se n e t v e rd iğ in iz zam an Allah’ı z ik r in e s a s ı budur. Allah'ı zikir bir kelime m eselesi
a m eli sâ lih e ters davranm ıyor m usunuz? Çoluk çocuğu­ değildir. Allah'ın sizinle beraber olduğunun şuurunda olmak­
nuzun nafakasını birinin sırtından çıkarmayı, hayalî ihraca- tır.
at yapmayı, yanlış tartmayı, eksik ölçmeyi, iyi mala kötüsü­ İkinci nokta ise, h a y ır d a v e h iz m e tte a k t if olm ak tır.
nü katarak satmayı ne sayıyorsunuz? Bunlar amel kavramı­ Kuran ahlakı, şerde pasif olmayı yeterli görmez. Yani benim
nı zedelemiyor mu? Zedeliyor. Biz İslam'ın amel kavramını kimseye kötülüğüm yok, şer ve kötülük üretmiyorum dediği­
yalnız cami köşesinde icra edilen fiiller haline getirm ekle niz zaman Kur’an in istediği mükemmel insanın ancak yarısı
Kur'an’a ters düştük. Hayır, hayır, şimdi bakın. İyi dinleyin. olursunuz. Başka sistemlerde bu yeter. M esela, Hint düşün­
Kur’an-ı Kerim, g ıy b e t etmeyin diyor, insanların arkasın­ cesinde kötülüğe bulaşmış olmamak, başkalarına kötülük et­
dan insanları çekiştirmeyin. Hoşlanmayacakları şeyleri söy­ memek ahlakî kemal için yeterlidir. Ş er d e p a s iv ite diyorum
lemeyin. Bir müstakil sureyle düzenlemiştir bunu. Ayrıca ben buna. İslam bunu yeterli bulmuyor. İslam diyor ki: K ö­
Hucurât suresinde ayetler var. İslam dünyasında gıybetçiliğe tü lü k y a p m a m ış olm ak , iş in y a r ısıd ır . İy ilik y a p m ış o l­
karşı açılmış bir savaş duydunuz, gördünüz mü? Hayır, yok, m ak lâ z ım . H a y ırd a a k t if o lm ak , lâ z ım . "Benim kimseye
yok! Halbuki gıybet, insan toplumlarını kemiriyor. Öyle bir zararım yok," başlangıç için bir ölçüdür. Hz. Peygamber onu
bela ki fotoğrafını çekemezsiniz. İspatı mümkün değil. ifade ederken: "M üslüm an, e lin d e n v e d ilin d e n b a ş k a la ­
Kur an ı Kerim diyor ki; "B irbirinizin ö lü e tin i y e m iş r ın ın z a ra r g ö r m e d iğ i kişidir." diyor. Yolun yarısı. Bakın,
o lu r su n u z, b irb irin izin ark asın d a k on u şu rsan ız." Hz. aziz Peygamberimiz yolun diğer yarısını da gösterm iştir. Ya­
Peygamber bu ayeti izah ederken demiştir ki: "Gıybet, z in a ­ rısı ile yetinm ek yok. Yarısı ile yetinenler vardır. İslam dün­
dan daha kötüdür." Peki arkasından söylediğim şeyi yap­ yasının sıkıntılarından biri de bu... Benim kim seye kötülü­
mışsa ne olacak? Yine mi gıybet olacak? Evet, yine gıybet ğüm var mı diye adam soruyor? Öldürüyor muyum? Çalıyor
muyum? Çırpıyor muyum? Sövüyor muyum ve dövüyor mu­
KUR AN AHLAKI 55
54 KONFERANSLARIM

"Ben Hakk’ı biliyorum" diyordu. Allah'a yaranma adı altında


yum? Soruyor, Yok... Benim paracıklarıma, servetime, zama­
insanlığı perişan etti. İn sa n ı p e r işa n e d e n b ir an la y ışın
nıma ne dokunuyorsun? İstediğim gibi bunu kullanacağım.
Allah'a varm ası m üm kün d eğ il. Bunların ikisi birleşecek­
Sen de ne derdin varsa git gör, kardeşim. Hayır... Kur'an-ı
tir. Bakın çok güzel bir örnek şimdi aklıma geldi. Bir gün, öl­
Kerim bu insanın yakasından, kulağından tutuyor ve diyor
müş bir kadın için ağlıyorlar. Çok makbul bir hanımefendiy­
ki: "Buraya gel bakalım! Bu Kur'an'a bağlı mısın?" Bağlıyım.
di diye. Hz. Aişe de ağlıyor üstelik. Hz. Peygamber sorar: "Bu
O zaman başkalarına kötülüğünün olmaması, işin yarısıdır.
ölen hanımefendinin Özellikleri neydi?" "Çok namaz kılardı.
Diğer yarısı da lazım. Nedir o? Başkalarına iyiliğin olacak.
Allah'a yakınlığı çok yerindeydi. Fevkalade iyi idi" derler.
Hayırda aktivite. Onu ifade ederken Hz. Peygamber diyor ki:
Başka ne özellikleri vardı diye sorar? Belli ki bize mucize bir
'İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok fayd ası o la n ­
mesaj verecek. Beklediği birşey var. Hz. A işe der ki: "Yalnız
dır." Hayırda aktif olmak bu. Bizim, Kur'an-ı Kerim'den bek­
bir de tenkit edilen tarafı vardı: Komşuları kendisinden şikâ­
lenen ölçüde rahmet bulamayışımızın arkasında bu yolu ya­
yetçiydi. Halkı biraz mutazarrır ederdi." Hz. Peygamberin
nda bırakmamız geliyor. Benim kimseye kötülüğüm yok. O
cevabı şu: 'K eşk e o ib a d etle rin in h içb iri o lm asayd ı da,
halde bana kimse dokunmasın. Kur'an-ı Kerim bunu kabul
kom şu ların ı da r ah atsız etm eseydi." Burada bize verilen
etmez. Herkese iyiliğinin olması lazım. Benim herkese iyili­
nedir? Şudur... H alkı eze r e k Hakk'a varam azsın ız. Hakkı
ğim var demek noktasına geleceksiniz. Bütün imkânlarınız
unutarak da halkı memnun edemezsiniz. Bunların ikisini
size Allah'ın emanetidir. Onlan yalnız kendi nefsiniz için te­
birleştirmek lazım. Bakın bir prensip getiriyor İslamiyet:
kel altına almayın. Kur'an-ı Kerim müsade etmiyor. Hayırda
İbad etlerin iz, başk aların ın h u kuku na teca v ü z n o k ta sı­
aktif olacak, insanlık için birşey üreteceksin. Bunun yolu
na g e liyorsa ib ad et olm ak tan çıkar, zulüm olur. Bir mi­
gösterilmiştir. Nedir O? Halka hizm et. Halk var.
sal vereyim: Bir insanı düşünün, 3 kişiyi yere yatırıyor. "Üs­
Halk ile Hakkı birleştirmek gerekir. Halk, Allah'ın kulla­ tünüze seccade yayıp namaz kılacağım" diyor. Ne yapacak?
rı demektir. Hak da Cenabı Hak'tır. Kur'an-ı Kerim diyor ki: Allah'a varacak. Yani Hakk'ı memnun edecek. Halkı çamu­
Mükemmel insan, Kuranın insanı olacaksanız Hak'la halkı run üstüne yatırıp üstünde ibadet edecek. Niye? Cennette
birleştireceksiniz. "Benim Hakka saygım var ama halka hiç­ kendine derece kazandırsın diye. İslam, Kur'an'm ahlakı di­
bir hizmette bulunmam "m Kur'an ahlakında yeri yok. Halka yor ki: Bu yaptığın ibadet değil. Bu, zulümdür. Halk,a zulüm­
da hizmet edeceksiniz. Tersini de söyleyemezsiniz? Benim le Hakka yaranmak mümkün değil. Kur'an-ı Kerim'in üçte
halka hizmetim var ama Hak’la hiçbir ilgim yok. Bu da Sta- birine yakını halka zulüm ederek Hakk'a yaranmak isteyen
lin mantığıdır. Halkçılık, halk hareketi, sosyalizm dedikleri din temsilcilerinden şikâyetçidir. Eski peygamberler zama­
fikir. Milyonlarca insana 70 sene gözyaşı döktürdü. Sonunda nında bunlar yapılmış. Bize bunları anlatıyorlar ki örnek
neyi bırakıp gitti ortada. Niye? Halk diyordu ama Hak demi­ alalım da aynı çukura düşmeyelim. Evet halkla Hakk'ı bir­
yordu. Hakk'ı bir kenara attı. Hak'sız halk olm az. B unun leştirmek lazım. Nasıl birleştireceksiniz? İnsanı, Allah'ın
tersi de olmaz. O da engizisyon mantığıdır. Ben Hakk'ı bili­ aziz emaneti bilip kucaklayarak. İnsana hizmeti Allah'a gö­
rim, halk diye birşey bilmem. Çiğnedi geçti. Beş asır e n g i­ türen en kestirme yol bilerek. Kur'an buna in fak diyor. Ken­
zisyon m ahkem eleri insanlığa kan küstürmüştür. Niye? di imkânlarınızı başkaları ile paylaşmak ve kendi hesaplan-
56 KONFERANSLARIM KUR’AN AHLAKI 57

nızı doğru çıkarmak için başkalarının hukukuna tecavüz et­ m işiz. Peki öbürleri ne olacak? insanın emeği ne olacak?
memek. İşte burada geliyor İslam ahlakında kul hakları­ Kur’an-ı Kerim buyuruyor: "Ey insanoğlu, senin servetinde
nın önemi. senin yaşadığın toplumdaki yoksulların hakkı vardır. Birşey
Şimdi kul hakkı. Kul hakkı dediğimiz zaman insanların devşirildiğinde o yoksulun hakkını derhal ona ver." (Enam,
aklına sadece birinin vitrinini kırıp oradan bir eşyayı almak 141; Zâriyât, 19) Nasıl vereceksin? Vergisini vermiyor adam.
geliyor, tarlasından mahsulünü kaldırmak, cebinden parası­ Bir dizi kul hakkının zedelenmesi bizi Allah’ın önünde yaptı­
nı aşırmak geliyor. Hayır o bir tanesi. İnsan kalbini k ır­ ğımız secdelerden hiçbir rahmet bulamaz noktaya getiriyor.
maktan tutun, insanla alay etmekten tutun, insanın elinde­ Prensibi getirmiş Hz. Peygamber: "Vücudundaki kanda ha­
ki kendi emeğinin mahsûllerine el koymaya kadar hepsi kul ram lokmalardan oluşan damlalar bulunuyorsa bu adamın
hakkıdır. Siz, insan kalbi kırmak deyip geçiyor m usu­ hiçbir duası Allah'a ulaşmaz" diyor. Bitti, bitti... Bir yerde de
nuz? îranlı Şair Hâliz: "İnsan kalbi kırma, öteki günahlar­ diyor ki: "Kul hacca gider, orada tavaf eder. Lebbeyk di­
dan kurtuluş kolay, en büyük günah odur." diyor. İnsan kalbi ye A llah'a niyazda bulunur; o öyle d ed ik çe Allah da
ona defol git burdan. Senin L ebbeykin m akbul değil-
kırmak. Kur'an'da 30'a yakın ayet var bu konuda. İnsana la­
kap takmayın, insanlarla alay etmeyin, insanları küçümse­ dir."diye cevap verir. Ahlak meselesinde beklenen sonuçlara
meyin, insanların arkasında söz söylemeyin, insanları kendi­ gidemeyişimizin arkasında "haram lokma" var. Haram lok­
sinden şüpheye düşürecek tavırlar sergilemeyin. Hepsi kul mayı evinden, ocağından, vücudundan Kuran insanının çı­
karması lazım.
hakkı. Devletten vergi kaçırmak, o da kul hakkı. İşçinin
hakkına tecâvüz de kul hakkı. Bakın İslam ülkelerinin duru­ Bir prensip getirmiş Kur'an-ı Kerim: 'T em iz lokm alar
muna! Herkesin koltuğunun altında Kuran-ı Kerim, bütün yiyin ki tem iz ahlak sahibi olasınız." (bk. Müminûn, 15)
edebiyatlar İslam için yapılıyor. Kuran’m ahlakı nerede? En Haram lokma ile güzel ahlak sahibi nasıl olacaksınız?
ucuz işçilik İslam ülkelerinde. İşçiyi sömürüyor. Alın terini Kur'an, getirdiği ahlakı helal lokm a üzerine oturtm uş­
sömürüyor. Hz. Peygamber, işçinin elini tutarak: "Şu eli gö­ tur. Haram lokm a yiyen adam ın bu ahlak ı yaşam ası
rüyor musunuz? Allah’ın ve Resulü1nün sevdiği el, bu eldir!” m üm kün değildir. Kul haklanm/insan haklarını zedeleye­
diyor. Nerede o el? Bizim ülkemiz de en ucuz işçiliğin olduğu rek Allah'a varamayız demenin arkasında bu var. Evvela in­
ülkelerden biri. Gümrük duvarını koymuş, satıldığı fiyata sanı tekmelemeyi, insanı çalıp-çırpmayı, insanı horlamayı,
vatandaşa hurda yığınlarını lüks otomobil fiyatına sattırıyor. rencide etmeyi durdurmak lazımdır. Kur'an-ı Kerim'in Nur
Bu zulüm değil de nedir? Bu kadar ucuz işçiliğin olduğu ül­ suresi, günlük hayatımızda icra edilecek birçok prensibin yer
kede gümrüğü koy ama adamı da "Ürettiğin arabanın karşı­ aldığı surelerden biridir. Hatta bir numaralısıdır. Tesettür,
lığı bu kadar, arkadaş. Ben gümrük duvarını koyuyorum sa­ zina meselesi, iftira hadisesi orada düzenlenir. Nur suresin­
nayi gelişsin diye. Doğru dürüst otomobil yap" diye uyar. Bü­ de 6 tane ayeti kerime var evlere giriş-çıkışı düzenleyen, 6
tün bunlar din meselesinde bizim bir sakatlığın içinde oldu­ tane ayet. Bir tane de tesettüre ilişkin. Niçin yapıyor Kur’an-
ğumuzu gösteriyor. Biz, din m eselesini fotoğrafı çekilen ı Kerim bunu . insanlarla münasebeti dinden ayırmayın di­
3-5 ibadetle sınırladık. Bunları da gösteri haline getir­ yor. O dinin içinde Hak'la halk beraberliği esas. Bir insan
58 KONFERANSLARIM

düşünün. Namaza gidiyor. Cemaatle namaz kılacağım ve se­


vap alacağım. Alır m» alır. 27 derece fark var. Niye var? Ni-
venin arkasını kurcalamak lazım. C em aat sevabı, duvarla­
rın içine girmekten kaynaklanmıyor, azizim!... Cemaatle be­
raber olmaktan kaynaklanıyor. Nerede cem aat? Cemaat ne­
dir? Cemaati Hz. Peygamber tanıtm ıştır bize? Aynı şuurla
birbirlerinin sevinçlerini, kederlerini, dertlerini paylaşan
topluluk demektir. Şimdi gidiyorsunuz, falan şehirde aynı
mabette aynı safta namaz kılıyor "cemaat." Niçin? Sevap ala­
cağız diyor. Caminin avlusuna çıkmadan o ona kâfir diyor, o
buna zındık vs. Daha orada 30 parçaya bölünüyorlar. Bu mu
cemaat? Bundan sevap alamazsınız. Bunların hesabını vere­
ceksiniz? Cemaat ha! Cemaat, orada toplanan insanların bir­
birinin dertlerinden, sıkıntılarından, acılarından, sevinçle­
rinden haberdar olmalarıdır. Kimin kimden haberi var? Bı­
rakın haberdar olmayı, birbirini kâfir ilan etmeseler. 27 de­
rece sevap alacak, Hakk ı razı edecek, öyle mi? İnsanın ağzı
sarım sak kokuyorsa cemaate gidemez. Neden? Halkı rahat­
sız eder de ondan. Ya öteki rahatsızlıklar? Onlar helal mi?
Sarmısak kokunca haram da iftira ve sövme helal mi? Gıy­
bet, fitne, fesat helal mi?
"Cemaat sevabı alacağım, Allah'a yaranacağım" diye ora­
daki insanları ağzındaki soğan kokusu ile rahatsız edersen
sevap alamazsın. Günaha girersin. Bakın göstermiş, cemaat
sevabı alacağım diye yanmdakini soğan kokusu ile rahatsız
edersen cemaat sevabı gitti. Burada bile günaha giriyorsun.
Cemaat sevabı alacağım diye başkalarının hukuku üzerine
oturmuşsan ne olacak? Bakın İslam tarihine. Hz. Ömer'den
beri başlayıp gelen bir gelenek. Gayrimüslimlerin arsalarına
bile tecavüz eden mabetleri yıkmışlardır. Çağırıyor adamı,
soruyor? Senin arsana bu tecavüz etti. Burada Müslümanlar
ibadet edecek. Allah'a gidecekler. Bu tecavüze rızan var mı?
"Yok" diyorsa, hemen yıktırıyor camiyi. M inare y ü k se lt-
KUR'AN AHLAKI 59

m e k le A llah'a g id e m e z sin iz . Dedim size, Allah m esafe me­


selesi değil. Allah sizin yanınızda. M in a releri y ü k se lte r e k
fü z e m i y a p ıy o r s u n k a r d e şim ? H ani fü z e y e d e benzi*
y o r . A lla h 'a fü z e ile m i g id e c e k sin ? A llah o r a la r d a de­
ğil. Allah mekândan münezzeh. Her yerdedir. N asıl gidilir
oraya? Minarenin üstüne oturttuğun taşlardan haramı te ­
mizleyeceksin. C a m iy i y e k p a r e h a lıy la d ö ş e m e k le d e A l­
lah'a g id e m e z sin . Hz. Peygamber diyor ki: "Birgün g e le ­
c e k , ü m m e tim m e s c id y a p m a yarışına g ir e c e k le r . Ve
bu, ü m m e tim in fe la k e ti olacaktır." Niçin? B ü tü n r e z il­
lik le r in i, d u v a r y a p a r a k k a p a tm a y a ç a lış a n b ir n e s il
gelecek. Hadis bu kadar açık. Şimdi bakın, bunu söylediniz
mi, "camiye karşı çıktı" diyorlar. Gerçeği söyletmemenin en
adi yoludur bu. Şunun-bunun h a k k ı o m a b ed in te m e lin d e
d u r u r k e n , o r a d a n h a n g i dua ile A lla h 'a g id e c e k s in ?
Halkın, insanın hukukunu rencide ederek, insanı perişan
ederek Allah'a gitmek mümkün değil.
Şimdi biz diyoruz ki: Kur'an a h la k ın ı te m sil edenler,
d u v a r y e r in e in s a n y a p m a ç ığ ır ın ı açmalıdırlar. Duvar
yapalım, o da lazım. Ama bu d in i tebliğ eden peygam be­
rin h a y a tın a b ir b a k a lım . Orada d u v a r ya p m a k b ir n u ­
m arad a değil. İn sa n y a p m a k b ir n u m a ra d a d ır. Ve diyo­
ruz ki: D u v a r la r ın ın y a n ın d a a ç, s u su z , p e r işa n , s o lu k
b e n iz li, h a s ta lık lı, v e re m li ç o cu k la r ın d o la ş tığ ı m a b et­
le r d e n A llah'a gidemezsiniz! Gidemezsiniz! İ ste d iğ in iz
k a d a r b a ğ ır ın o ra d a . O d u v a rla r ın a r k a s ın d a k i a ç ç o ­
c u k la r ı d o y u r a c a k s ın ız . A lla h o n la r la d o la ş ıy o r o r ta ­
lık ta . Hergü n s iz e 40 d efa to sla y a r a k g e çiy o r. Farkında
değilsin. Sonra da bağırıyorsun! Nerede bulacaksın Allah'ı?
Buluyorlar mı? İşte durum ortada. 0 halde Hak'la halkı ku­
caklaştırmak lâzım. "Hak tanımam, halkı tanırım ” Stalin
mantığıdır. Bundan hayır gelmez. "Halk bilmem ben, Hakk'ı
bilirim, halkı düzler geçerim," bu da engizisyon mantığıdır.
Bundan da hayır gelmez.
60 KONFERANSLARIM

Kur'an'm yolu Hakla halkı birleştirmek yoludur. İnsanla­


rın hukukuna tecavüz edip edip ondan sonra cami avluların­
da fakir fukarayı sıraya koyarak makarna dağıtıyorlar. Sen
ne makarna dağıtıyorsun? Bir de bu insanların yüz suyunu,
onurlarını rencide ediyorsun? Bırak sen, o fukaranın hakkını
ver. O fakirin hakkı olan zekâtı ver bakalım. Ver bakalım, o
zaman onun makarna dilenmeye ihtiyacı kalacak mı? Faki­
rin haklarının üstüne yat, sonra da onları cami avlusunda sı­
raya diz, birer birer makarna dağıt. Merhamet tellallığı yap.
Bu fakirin birgün aklı başına gelir ve sana der ki: "Bana ma­
kama dağıtarak merhamet tellallığı yapma, arkadaş. Benim
haklarımı ver." Şimdi bakın, biz Kur'an ahlakı hakim olsun,
din Kurana teslim edilsin dediğimiz zaman bu yaraların
Kur an ın neşteri altında temizleneceğini gayet iyi biliyoruz.
Biz bunu dedikçe: "Din Kurana teslim olmasın, geleneklere
teslim olsun. Gül gibi geçinip gidiyoruz." diyor adam. Ha,
onun da derdini biliyoruz. Onun derdi, şu söylediklerimin or­
taya çıkmasıdır. İstemiyor. Gül gibi geçinip gidiyoruz. Nasıl
geçiniyoruz? İşte TV'de Kur'an okunuyor, radyoda Kur'an
okunuyor. Bol bol hacca da gidiyoruz. E şükürler olsun, na­
maz da kılıyoruz. Mübarek gecelerde de-kadir gecesi hariç
hepsini biz uydurmuşuz. İslamda hiçbirinin yeri yok- onlarda
da bol bol bağırıp çağırıyoruz. Allah'ı sağır yerine koyduk.
Başka... 52.ci, 40.ncı, 30.ncu ve 7.nci gece Putperestlikten İs­
lam'a aktarılmış burun düşme duaları, bilmem neler, onlar
da oluyor. Aşure pişirip dağıtıyoruz. Cennetten köşk gelecek.
Bunların hepsi yalandır. Bunlara bel bağladığın zaman 600
küsur sahifelik Kur’an'dan kaç tane ayetin karşılığı oluyor.
Yalanı ve doğrusuyla topla bakalım. 30 tane ayetin karşılığı
olmaz. Gerisi ne olacak, kardeşim?
Kolayını bulmuşlar. Hesaplarına gelmeyen ayetleri nesh
ettiriyorlar. Bu onu neshetti, o bunu feshetti. Burası, Bolu’da
hayvanat pazarı mı? Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Ne neyi neshet-
KUR'AN AHLAKI 61

miş yahu? Allah’ın Kitab'ı kendinden öncekileri neshedip


kendi gelmiş oturmuş. Kur’an'm kendi ayetlerini birbiri­
ne n esh ettirm e n a m ertliğ in i sen n ered en öğrendin?
Hz. Peygamberin hayatında var mı böyle birşey? O da yet­
memiş, şunu söylemişler: Kurandaki emirlerin bir kısmı ise
vücup (gereklilik) ifade edermiş, mecburiyet ifade edermiş.
Bir kısmı nedbyani m endup (olsa da olur, olmazsa da olur)
türündenmiş. Bu zulümdür, zulüm. Allah'ın Kitabı nda nere­
de var, bazı emirler vüeup ifade eder, bazı emirler nedb ifa­
de eder diye? Kuranın Fâtiha suresi ile Nas suresi arasında
ne kadar emir varsa hepsi vücup ifade eder, hiçbirinin değe­
ri öbüründen az değil. "Ben şu kadarını yapamıyorum,
günahkârım” dersen, tamam. Sana kimsenin birşey diyeceği
yok. Ama birtakım şeytanî oyunlar ile Kur'an'm hesaba ge­
len emirlerini üste çıkarıp öbürlerini hasır altı etmeye kimse
kalkmasın. Böyle baktığınız zaman olaya bizim, Allah'ın Ki-
tabı'ndaki ahlakı 3-4 kaleme hapsettiğimizi görürsünüz. Pos­
ta hapsettiğimizi görürsünüz. 3-5 tane "mübarek" geceye
hapsettiğimizi görürsünüz.
Kur'an'm dini bütün hayatı kucaklar. Komşu ile münase­
betlere de giriyor, göklerle münasebetlere de giriyor. Kendi­
siyle münasebetlere de giriyor. Böceklerle münasebetlere de
giriyor. Bunların hepsini bir bütün olarak ortaya getirmek
lazım. Onu ifade için biz çok kestirme bir söz kullandık.
"Kur'an'ı hayata sokmak." Kur'an, hayatın dışına itilmiş­
tir. Peki, bunun ahlakını nasıl yaşıyacaksınız? Bu ölüler ki­
tabı değil. Kur'an, ölüler kitabı değil. Kur'an’ı rulet maki-
nasına çevirdiler. Birkaç kuruşa âhiretten köşk indirsin sa­
na. Yok bu! Ö lüler kitabı olduğu sürece, ahlakın kitabı
olm adığı sürece Kur'an’dan bizim rahm et bulm am ız
mümkün değil.
Bakın, İslam dışında oldukları halde insanlığın iyiliğine
değer üretenler bizi nasıl sollamışlar, geçmişler... Bu din,
62 KONFERANSLARIM

Allah'ın din idir. Bu, sad ece nüfus k ağıd ın d a M ü slü ­


man olanlara hitap etm iyor. Bu hayali de unut. Bu, insa­
na hitap ediyor. Kuranın değerler listesinden hangi toplum
daha çoğunu hayatına sokuyorsa o daha çok istifade edecek­
tir Allah'ın rahmetinden. Bu İsviçre'de de olur, Suudi Arabis­
tan'da da olur. Fark yok. Bakın, hayırda aktif olacaksın.
Yaktığın am pulden, evinde kullandığın p eçeteye, m ek ­
tup yazdığın kağıda, uçtuğun uçağa, bin diğin arabaya
kadar, suyunu klorladığın ilaca kadar h ep sin i b irileri
yapacak. Sen insanlığın sırtında kam bur gibi o tu r a ­
caksın? Sonra da b ir "kelim eyi şahadet" g e tir e r e k
Kur'an'm insanı olacaksın. Yok b öyle birşey! Kur’an'm
insanı ameli sâlih üretecektir ve Kur'an-ı Kerim inşirah su­
resinde diyor ki: "Bir iş ve hareketi başardığın zam an,
bir başka yorgunluğa koyul." Dünyanın hiçbir disiplinin­
de ve dininde böyle muhteşem bir prensip yok. B oşa n efes
alm ak yoktur, arkadaş! Kur'an'm in san ı, yorg u n lu ğ u ­
nu y en i bir işe koyularak gid erecek tir. Y atarak y o r ­
gunluk gideren, Kur'an'm insanı değild ir. Bir günü öbür \
gününe eşit geçmişse bu adam aldanmaktadır diyor. Şu ts- f
lam dünyasının asırlardır her günü birbirine e şit geçi- [
yor. {
Üçüncü prensip, yardım laşm a prensibidir. Y ardım laş­
ma d ed in iz mi, kapıya gelen aç insana bir ta s çorb a •
verm ek anlıyorsunuz. Hayır! işte yardımlaşma! Ben size
geliyorum, siz de bana geliyorsunuz. Benim buraya gelmem­
le, sizin bu soğuk havada evlerinizi bırakıp buraya gelmeniz
arasında fark yok. Sizin hakkınız bana geçiyor, benim hak­
kım size geçiyor. Birbirimize helal olsun. Yardımlaşma bu-
dur. Bakın, prensibi getirmiş Kuran: "Hayır, gü zellik ve
iy ilik üzere yardım laşın. K ötülük ve kin üzerine y a r ­
dımlaşmayın." (Mâide, 2) Prensip budur. Bu da yardımlaş- i
ma. Yardımlaşmanın hiçbir kayda bağlı tutulmadığını bilme- j

İ
KUR AN AHLAKI 63

niz icap ediyor. Bakın şimdi prensibe: Geçen konuşmamda


da söylemiştim. Bağlamı başka idi, şimdi başka bağlamda
söyleyeceğim. "Kardeşin za lim de o lsa , m azlum da olsa
ona yardım et" Biz şimdi dinin, İslam'ın asla kabul etmeye­
ceği bir yanlışı din diye yaşatıyoruz. O da şudur: İyilik yalnız
iyilere yapılırmış. Yardım yalnız iyilere yapılırmış. Şu bizim
radyolarda, TV'lerde yapılan dualarımıza bakın. Bunlar
Muhammedi dua değildir. Dualarda sayıyor: Evliyaya, enbi­
yaya, sâlih kullara... Bunlara ne dua ediyorsun? Bunlar sana
dua etsin. Onlar zaten cennete gitmişler. Hz. Peygamberin
dualarına bakıyoruz. Lütfen dikkat edin. Bunlar yorum falan
değil. Hz. Peygambere bakıyoruz. Bir sözünü söyleyeyim.
Bunların detaylarını kitaplarımıza, sayfalarca koyduk. Ben
sadece özünü vereceğim. Diyor ki: "Her peygam b erin m ut­
laka kab ul e d ile n b ir d u a sı vardır." Onu dünya hayatın­
da, bir sıkıntı anında yapmıştır. Mutlaka kabul edilir. Son
çare gibi duaları vardır. Devam ediyor: "Ben, ban a v e rilen
bu dua im k ân ın ı m a h şer gü n ü , bü yü k h e sa p g ün ünde
üm m etim in bü yük g ü n a h k â rla rın ı kurtarm ak için k u l­
lanacağım " Birincisi bu. Şunu da söylüyor: 'B en im şefa a ­
tim , üm m etim in b ü y ü k g ü n a h k â rla rı içindir." Kendisi­
ne şefaat izni verilecek mi verilmeyecek mi? Bilmiyoruz.
Ama verilirse onu ümmetinin büyük günah işleyenleri için
kullanacak. Önemli olan bu. Biz ne yapıyoruz? Bu dualar
nedir? Hep kurtulmuş insanlar, sâlihler, veliler, âlimler, der­
vişler.... Yahu onlar senden ne istiyor? Onların senin neyine
ihtiyacı var? Sen tökezlemiş olanlara birşey versene! Pey­
gamberin tavrı bu. Söz yine M evlâna'ya geliyor. Diyor ki:
'K urtulan zaten k u rtu lm u ştu r. B izim ona v e re b ilec e ğ i­
m iz b ir şey y o k . B iz, k u rtu lm a m ış o la n la rın e lin d e n
tu tm aya geldik" İşte Allah adamı. Soruyorlar ona: "Senin
y a n ın d a o la n la r h ep d ü şü k , yam u k-yum uk insanlar;
içer, çalar-çırp ar onlar." Cevabı şu: 'İyi in sa n la rın bana
64 KONFERANSLARIM

ne ihtiyacı var. Ben bu nlan yukarı çekmek için bu


âleme geldim." Allah adamı budur. Haydi buyurun. Duala­
rınıza günahkârları da koyun. Peygamber'in öyle yaptı senin.
Sünnet, sünnet diye bağırıyorsun? Nedir sünnet? Tıraş olma­
mak, öbürler, öbürler ne olacak? Bırakın bunlan. Cuma na­
mazına gelen adamı oradan kovuyorsun. "Burada ne işin
var? Beş vakit gelmiyorsan gelme buraya." diye. Biz yaptık
bunlan biz. Bunlann hesabını Allah'a nasıl vereceğiz? Ben
de düşünüyorum. 5 vakit kılan, yalnız cuma kılanı Müslü­
man saymıyor. Bu mu İslam? İslam ahlakında bu mu var?
Peki saldırtıyorsun üstüne? Yalnız bayrama gelenin üstüne
de cumaya geleni saldırtıyor. Sen militan mısın? Yoksa Allah
adamı mısın? Burası mabettir. Zaten buraya adam tükenip
de geliyor. Bütün kapılar kapanmış, buraya geliyor. Allah'ın
rahmetinden nefeslensin, yani hayat bulsun, affedilsin diye.
Bu adamı katır tepmiş gibi tepiyor, kakıp itiyorsun. Nereye
gidecek bu adam? Evet, sorumluluklarını, eksikliklerini ada­
ma söyle ve tut yukarı çek, kaldır. Yardımlaşma bu.
Yardımlaşma, ceplerimizden taşan paralarla birine üç ku­
ruş vermek değil. Aşağı atacağımız, gardropta yer kesmesin
diye bir yerlere atmamız gereken elbiseleri şuna buna ver­
mek değil. Bakın, Kur'an'ı Kerim bir yardımlaşma prensibi
getiriyor. Kuran ahlakının öz noktalarından biridir. Diyor
ki: "Sevdiğiniz şeylerden verm edikçe Allah'ın rızasına
asla ulaşamazsınız" (Ali Imran, 92) Çöpe atacağın şeyleri
şuna-buna vermekle işin içinden çıkamazsın? Sevdiğin şey­
lerden vereceksin? İşte, makamların en yücelerinden biri şe­
hitlik. Candan çok sevilen şey var mı? İşte onu veriyor onun
için o payeye ulaşıyor. Ne veriyoruz? Anadolu'da yerleşmiş
"Zekât keçisi” tâbirini bilirsiniz. Zekâta ayrılacak keçiler,
sürüden ayrılır, onlara 3. ve 4.cü sınıf yiyecekler verilir.
Zekât keçisi böyle kemikleri çıkmış, dökülen hayvan için kul­
lanılır, Niye? Müslümana verecek. Biz, dini birçok nokta-
KUR AN AHLAKI 65

da-affın ıza sığım yorum -A llah'a kazık atm a kurum u


h alin e getirdik . Allah'ı kandıracağız zannediyoruz. Dolu­
dur, H ileyi şer'iye oyunlarını bilirsiniz. Şimdi biraz fıkram-
sı ama kendi bölgemden bir misal vereyim. İki Karadenizli
denize açılmışlar. Aniden fırtına çıkmış. Korku ile geri dönü­
yorlar. Teknede tutulmuş biraz ham si var. Bir tanesi Cenab-
ı Hakk a sığmıyor: Allahım, bizi kenara çıkar sana bir hamsi
vereceğim. Fırtına arttıkça vaat de artar. İki hamsi verece­
ğim, bir teneke, iki teneke, üç teneke ve fırtına arttıkça vaat
de artar. Sonunda yanındaki arkadaşı dayanamamış ve de­
miş ki "Ula sen ne yapaysun da? Bütün hamsileri verdun
ona!" Öteki eğilmiş ve kulağına fısıldamış. “Ula Allah’ı
kandırîrum daa! Kenara çiktuk mı bir tane vermeyeceğim."
Biz bunu bu hale getirdik. Allah'ı kandırmayı din zanneder
bir noktaya geldik. Keçisini beslemiyor ve kemikleri çıksın
diye bekliyor. Sayı ayrılmış zaten. Yoksula onu ver. Allah
için vereceğin şeyleri en adilerinden seç, dostun için yapaca­
ğın iyilikleri sadece alkış karşılığı yap. Bunların Kuran ah­
lakında yeri yok. Kuran, yardımlaşma olayında bir prensip
daha getirmiş: "Sakın, iy ilik yaptıklarınızdan teşek kür
beklemeyin."
Dehir suresinde 3 tane ayet bu konuya temas ediyor. Ni­
çin? İyilik yaptığınız insanlara siz teşekkür edin. Sizi, iyilik
yapmak gibi bir onura ulaştırmışlardır. Niye ondan teşekkür
bekliyorsun? Hz. Ali, bir gün evde en nadide giyecekleri, yi­
yecekleri kapıyı çalan yoksul bir komşusuna veriyor. Bir de
ona diyor ki: "Sana çok teşekkür ederim." Sonra içeri giriyor.
Hz. Fâtım a, belki biraz da kadınlığın tesiri iledir, diyor ki:
"Yahu, herşeyi verdin ona, birşey dediğimiz yok. Fakat bırak
da adam sana teşekkür etsin. En seçkin şeyleri adama ver­
din. Bir de ona ne diye teşekkür ediyorsun?" Şimdi, Kur'an
ahlakını bütün zerrelerine sindirm iş Hz. Ali'nin verdiği
cevaba bakın. Diyor ki: "Ey Fâtıma! Y anılıyorsun. O bizim
66 KONFERANSLARIM KUR AN AHLAKI 67

komşumuz. Onun ihtiyaçlarını o bana açmadan, yüzünün su­ söylüyor. Allah'ı teşbih eden şeyin teşbihine böyle engel ola­
yunu dökmeden, boynunu bükmeden fark edip gidermeliy­ bilir misin?
dim. Bu benim vazifemdi. Bunu yapamadım. O da hatırlattı Yardımlaşma nedir? Yardımlaşma insanların, d ertleri
ve buraya geldi. Derdini bana açtı. Onun için teşekkür et­ ile dertlenm e olayıd ır. İnsanların dertleri ile d ertlen ­
tim." İşte şuur bu. İyilikler sadece bağlı olduğum uz me olayı. İnsanların, m enfaat köprüleri olarak gelecek
kampın insanlarına özgüleniyor. Açıyorsunuz, falan kişi­ hesaplara yatırım aracı olarak kullanılm aları yardım ­
nin şu derdi var. Adam kimlerdendir diye soruyor. Bizden laşm a d eğild ir. Hak n z a s ı var yardım laşm an ın arka­
midir? Ne demek bizden? Ya tarikatından olacak, ya kliğin­ sında. Hak n z a s ı esas olunca insanın nankörlüğü in sa­
den olacak ya siyasi partisinden olacak. Ne demektir bizden nı h içb ir iyilik ten alıkoym am alıdır. İslam'ın ahlakında
mi? Bu Allah’ın kulu değil mi? İyilik Allah'ın kullarına yapıl­ bu var.
mıyor mu? Yardımlaşmanın temelinde bu yok mu? Öbür yan­
Değerli dinleyenlerim! İşte bu bizi Kuran ahlakındaki
dan Hz. Peygamber "Mazluma da zalime de yardım edin."
hizmetin eşiğine getiriyor. Hizm eti olm ayanın dini olm az.
diyor. Ve soruyorlar: Mazluma yardım etmeyi anladık; ezili­
Din, herkesin kendine cennette daha cilalı köşkler hazırlama
yor, tutar kaldırırız. Zalime nasıl yardım edelim? Hz. Pey­
kurumu değildir. Din, tüm hayattır. Bu dünyayı c eh en n e­
gamber: "Zalime de yardım edeceksiniz. Onun zulmüne engel
me çev irip öbü r tarafta cen n et b ek ley en ler A llah'ın
olacaksınız. O da ona yardım etmektir." diyor. Siz şimdi ne­
azabını görecektir. Bu dünyayı cehenneme çevirip öbür ta­
rede seferberlik görüyorsunuz? Uyuşturucuya müptela ol­
rafta cennet bekleyen, aldandığını görecektir. Kur'an-ı Kerim
muşları kurtarma seferberliği... Hiçbir camide böyle bir se­
kendi mucize uslübu içinde vermiştir: "Dünyada güzellik,
ferberlik gördünüz mü? Diyanet hutbeler gönderiyor, memu­
âhirette güzellik." Dünyada güzelliği vücuda getirmeyenle­
riyet mecburiyetiyle okuyorlar. Hiç gördünüz mü? Yardım­
rin âhirette güzelliği vücuda getirmeleri mümkün değil. Bu­
laşmaya buyurun! Bunun çapı evrensel boyutlarda olmalı.
nu Kur'an söylüyor. Kimse o yana bu yana çekmesin. Çünkü
Kur’an-ı Kerim taşımıştır bunları evrensel boyuta. Biz ör­
hayatın vahdeti vardır. Tevhidin bir icabı da hayatın birliği­
nekler veriyoruz: "Kıyametin kopacağını bilseniz ve e li­
dir. Bu dünyayı cehenneme çeviren adamın yarınki cennet
nizde yeşil bir fidan olsa onu dikin" diyor Hz. Peygam­
vaadine inanmayın. Kur’an-ı Kerim bu adamın yalancı oldu­
ber. Şimdi ekoloji, çevrecilik, hani nerede? Bunu söyleyen
ğunu söylüyor. Bakın şimdi, geçmiş ümmetler içinden insan­
bir peygamberin ümmeti hiç duydunuz mu dünyada yeşilli­
ları öte dünya hayalleri ile kandırıp onların elindeki imkân­
ğin tahribine bir karşı çıkış hareketi başlattı. Ne hale getir­
ları soyanlardan bahsederken ne diyor. Tâbire bakın. Burada
dik şu ormanları, bitti, bitirdik. Nerede sünnet, nerede or­
benim gördüğüm çok değerli ilahiyatçılar var. Tanımadıkla­
man tahribi! Varsa- yoksa sakalı tıraş etmemek! Kimi kandı­
rım da vardır. Bakın tâbire, ayet ne diyor: "Bunlar, insanla­
rıyorsun sen? Tıraş olma da ne yaparsan yap, öyle mi? Hiç
rın m allarını, sizi Allah'a götüreceğiz diye patlayasıya
utanmıyor musun o muazzez Peygamberden? Yaş bitkileri
yerler." (Tevbe, 34) Türkçeye aktarırsak böyle demek lazım.
zorunluluk olmadıkça koparmayı ve toplamayı yasaklamış­
Ve bırakın Allah'a götürmeyi, onlar Allah'ın yolundan alıko-
tır. Yaş otlarla, yapraklarla edep yerlerini temizlemeyi ya­
yarlor. Allah'a götürecek misin? Tamam, götür de görelim.
saklamıştır. Neden? Kur an, onların Allah’ı teşbih ettiğini
KONFERANSLARIM KUR AN AHLAKI 69

Evvela Allah bu dünyayı güzelleştirmeni istiyor. Burayı ce­ takım gü rü ltü lerle kurtarm ak m ümkün değil. Onun
henneme çeviren adam, öbür dünyayı cennete çeviremez. Bir için Kur'an-ı Kerim sın ıf g etirm em iştir. S ın ıf y o k Din
prensip daha getirmiştir: "Bu dünyada kör olan öbür ta­ sınıfı bile y o k D in, Allah'ın m utluluk yoludur. H erkes
rafta da kördür." (lsra, 72) İnsanları, Allah'a götürm e bunu anlayacak. M abet hegom an yası getirm em iştir.
adı altında gözlerine bant çekip, kör kütük hale getiri­ Kıyafet hegom anyası getirm em iştir, ölçüler vardır. Ölçü­
yorlar. Engizisyon senelerce bunu yaptı. lere uyacaksın. Hz. Peygamber nasıl giyiniyorsa, Köle Bilal
de öyle giyiniyordu. Büyük bir tüccar sahabî olan Abdur-
Ama İslam'da bu yok. İslam, dünya ile âhireti birleştiri­
rahman bin Avf da öyle giyiniyordu. îç dünyanızı temizle­
yor. Batıda bu yalan, din adı altında insanlığa 7 asır şınnga
medikçe Allah sizi iyiye ve güzele doğru hiçbir değişikliğe la­
edildi. Sonunda insanlık dinsizliğe kapılanmak pahasına bu­
yık hale getirmez diyor, Kur'an-ı Kerim. M evlâna diyor ki:
na isyan etti. Komünizmi kucaklamak pahasına buna isyan
'D ilin salavat getiriyor durm adan ama M ustafa'nın te­
etti.
m izliğinden ne haber?" Nerde yardımlaşma? Yardımlaşma
Biz diyoruz ki: İslam'ı da yapay yollarla bu sapıklığın içi­ içinde bir boyut daha var. O da işar dır. Bizim toplumumuz
ne sokmayın. Kur'an-ı Kerim sadece öte dünya hayalleri da kaldırılmış ve âdeta unutturulmuştur. Güzeli emretmek,
vadeden kitap değildir. Hayatın bütününü kucaklar. kötüden alıkoymak, bu da unutturulmuştur. Niçin? Çünkü
Sizin alın terinizi mukaddes görüyorsa Kur'an-ı Kerim, "bir Kur’an ah lak ın ın , "dünyanın n eresin d e olursa olsun
yanağınıza vurana öbür yanağınızı çevirin"i ibadet telakki zulüm ve kötülük bana da bu laşır an layışın ın yerin e,
etmiyorsa, bu dünyayı da cennet yapmak istiyor demektir. "bana dokunm ayan yılan bin yaşasın" anlayışı gelm iş
İşte bu bizi hizmetin eşiğine getiriyor. Ahlak adamı, hizmet ve oturm uştur. Bakın, insanlık bunu çeke çeke burala­
adamıdır. Allah adamı da hizmet adamıdır. İnsanlığın hayrı­ ra geldi. Ama bugün anlaşıldı ki bana dokunm ayan y ı­
na ne üretiyorsunuz, onu söyleyin? "Babam bunları üretmiş­ lan yok. Bu yanlıştır. Evet, yılan varsa dünyanın n ere­
ti" yok. Kur'an-ı Kerim bunlara yer vermez. "Benim ecd a­ sinde olursa olsun size birgün dokunacaktır. Şu halde
dım şuydu" yok. Babanız peygamber dahi olsa hiçbir iyiliğin ve güzelliğin yaygınlaşm ası için insan lığın bir
anlam ifade etmez. Oğlunuz peygamber olsa hiçbir a n ­ seferberliğe girm esi lazım dır. Kur'an insanın ın bu s e ­
lam ifade etmez. Siz ne yapıyorsunuz? Kur'an-ı Kerim ferberliğin başını çekm esi lazım. Nerede o? Ölçü şudur:
bunu soruyor size? Oğlu peygamber olan insanlar var. Hz.
"Herkes sahip olduğu bilgi ve aydınlık im kânından
İbrahim'in babası. Babası peygamber olan insanlar var.
başkalarına aktarm a yapacaktır." Hoca Efendi benim di­
Nûh un oğlu gibi... Batmıştır ikisi de. Bunu Kur'an-ı Kerim
nimi kurtarsın anlayışı İslam’a terstir. Müslüman dünyayı
söylüyor bize. Mezhep y o k Mezhebe sığınm ak y o k "Bi­
kemirdi bu düşünce. Endülüjanscıhk var mı İslam'da? Senin
zim tarihimizde şunlar vardır," Olabilir. Sende ne var?
dinini birisinin kurtarmasını bekliyorsun. Birileri bunu mes­
Kur an-ı Kerim sende ne var, hizmet üreteceksiniz diyor. Ha­
lek edinecek, dünya güllük gülistanlık olacak. Siz de yatıp
yırda aktif olacaksınız, ahlakta, Allah’la beraberlik şuuruna
ense yapacaksınız? Hayır, hayır! Dünya g ü zelleşecek se
ulaşacaksınız. İç dünyayı şeytan kotarırken, iç dünyada
hep birlikte yapacağız bunu. Ortada karanlık kol geziyor-
şeytana bütün kap ılan teslim etm işken, dışardan bir
70 KONFERANSLARIM

sa kim bunu temizleyecek? Herkes sorumluluğu birbirinin


üstüne atıyor. Sorumluluk birbirinin üstüne atıldı mı güzeli,
iyiyi ortaya getirmek mümkün değil. D ünyada, yeryüzü­
nün neresinde olursa olsun kötünün dikeni kim in aya­
ğına batarsa batsın bütün insanlık bunun a cısın ı bir­
likte duyacaktır. Dikenin benim önüm de olm ası şart
değildir. Tem izlenm esi gereken diken varsa onu te ­
mizlemek üzere herkes seferber olacaktır. Elinle ve im­
kânınla eğer bunu yapamıyorsan düşüncelerinle seferber ol­
malısın. Şimdi herkes birbirine havale ediyor. "Bütün güzel­
likleri birlikte paylaşırız. Bütün sıkıntıları ise kim paylaşa­
caksa paylaşsın" şeklinde bir musibet İslam dünyasının ya­
kasına yapışmış. Hayır, hayır! Kur'an-ı Kerim'de yarım sayfa
bir ayet var. Mealini vereyim: Diyor ki: "Siz ne biçim in ­
sanlarsınız ki dünyanın şurasmda-burasmda uğradık­
ta n zulümler yüzünden "Allah'ım bizi kurtar'’ diye ya­
karan, bağıran açlar, sefiller, yaşlılar, çocuklar varken
kılınız kıpırdamıyor?' (Nisa, 75) Bakın Kur'an’m inşa- ;
nında nasıl bir vicdan olacaktır! Sadece kapı komşusu- i
nun derdi ile değil, dünyanın her tarafındaki zulüm ve sıkın- ;
tıların ortaya getirdiği acılarla o vicdan sızlayacak. Hz. Pey- j
gamber diyor ki: 'Yeryüzünün Doğu ucunda bir insanın j
ayağına batan dikenin acısını Batı ucundaki duyacak- j
tır." îman budur.
Değerli dinleyenlerim! j
Bu acılan duymaya başlarsak dünya kurtulur ve dünya ;
güzelleşir. Bunlar ne bizim kesemizden birşey eksiltir ne be­
denimizden. Çünkü Allah’ın hâzinesi, verdikçe artar. Bunun i
güzelliği burda. Hazine sadece para ve altın değil. Gönül
hâzinelerinizden de verini Tebessüm dağıtın. Hz. P ey­
gamber, hayatı boyunca tebessüm etm iştir. Tebessüm
az şey midir? İnsanlara tebessüm etm ek de ibadettir.
İnsanlar için düşünmek, onların acılarını hissetmek, gözyaşı
KUR'AN AHLAKİ 71

dökmek bizatihi ibadettir. Yapamadıklarının acısını çekmek,


o da ibadet. Bilgiyi yaymak. B ilgiyi yaym ak deyince biz, ön­
celikle Kuran güzellikleri ile ilgili bilgilerin yayılmasını kas­
tederiz. B otanik ile uğraşan adam , b ilg isin i b otanikçi­
lere yayar. Onlar m eslek tir. Ama din m eslek değildir.
Kur'an'da bir güzelliği yakalayan insan onu hem en va­
kit geçirm eden bir başkasına yaym alıdır. Oturup bekle­
yelim 3-5 kişi kurtarsın. Hep sorarlar: "Hocam, bu işi sizin
gibi anlayan, anlatan kaç kişi var?" Ne yapacaksın sen? Far-
zet ki 50 bin kişi var, ya da 10 kişi var. Farzet ki hiç yok. Sa­
na ne? Birincisi sensin, kardeşim. Bu şekilde deyince "Yok,
ben hiç anlamam" diyor. Niye? Ne dedim: Hayırda aktif ol­
mak lazım. Kötülük yapmıyorum demekle iş bitmez. İyilik
yapm a noktasına gelm ek lazım . A nladın mı bunu? E l­
bette anladın. O halde hem en iyilik yap. "Benim param
yok* diyorsun. Paran yoksa, nefsinle, sözünle, aşkınla,
gözyaşm la yap. Benim param mı var da yapıyorum?!
Allah'ın size verdiği bilek kuvveti ile de insanlığa hizmet
edersiniz. Ahlakın çökmediği zamanlarda bu bile vardı. Bizi
çökerttiler. Bakın, eskiden kabadayılar vardı. Mahallenin
namusu kabadayıya teslim edilirdi. Kabadayısız mahalle ol­
mazdı. Ben 48 yaşındayım. Ben bu dönemleri biliyorum. Ka­
badayı dediğimiz zaman mahallenin şerefiydi kabadayı. Şim­
di kabadayı dedikleri adam evvela komşusunun namusuna
göz dikiyor. İşte ahlak çökmesi böyle olur. Az şey mi bu? Ya­
ni m ahallenin iffetini, nam usunu koruyan insan olm ak
az şey mi? Soruyorum meslektaşıma: "Arkadaşım. Sen, şu
ilimleri benimle tahsil etmedin mi? Ettin. Hatta benden da­
ha ileri durumdasın ve kaç senedir de bu durumdasın. Ne
yaptın? İki yüz sayfa teksir, ders okutma. Başka ne yaptın?"
"Üç kuruşluk keyfim var, onu mu bozacağım ben" diyor. Oldu
mu bu? Peki bu bilgileri nereye götüreceksin? Mezara götüre­
ceksin de böceklere mi yedireceksin? Bilgilerini insanlığın
72 KONFERANSLARIM

hayrına seferber etmeyip öbür tarafa götüreni mahşer günü


Cenab-ı Hakk dilinden tutarak meydanlıkta sürükleyecektir.
Niye bilgini saklıyorsun? Bir de bana akıl öğretiyor: "İşin mi
yok? Kim düzeltmiş ki sen düzelteceksin? Ses çıkarma" di­
yor. Keyfine ve yaşamana bak.
Evet, yardımlaşma bir de güzeli yaymak ve kötünün or­
tadan çekilmesi için faaliyet göstermektir. Biz buna kısaca,
iyilik ve güzellik yolunda seferberlik diyoruz. Bakın
seferberlik diyoruz. Bazı m eslek mensuplarının faali­
yeti demiyoruz. Seferberlikte herkes rol alacaktır. Bir ne­
feslik hizmet, bir hizmettir. Bir kitaplık hizmet de bir hiz­
mettir. Bir milyarlık hizmet de bir hizmettir. Milyarlık hiz­
met dedim. Benim hayranlık duyduğum ve hatırladıkça dua
ettiğim ve bir ahlak timsali olarak gördüğüm bir hemşehri­
niz vardır: Hayırsever işadamı İzzet Baysal dır bu. Bugüne
kadar Bolu'ya hizmet için harcadığı 400 milyarı bulmuş.
Anaokulu ndan üniversite ve sağlık hizmetlerine kadar. İz­
zet Baysal dan Allah razı olsun! İzzet Baysalların çoğalma­
sı lazım. Dünyada çoğalması lazım. Sadece Bolu’da değil.
Dünyanın hepsi mutlu olacaktır. 'Yalnız biz mutlu oluruz?'
diyenler egoizm e giderler. M utlu olam azlar. B ütün
dünyanın mutlu olm asını istem ek lazım. Odur m utlu­
luk. Onun için İzzet Baysalların dünyanın her yerinde ço­
ğalması lazım.
Şunu da unutmayın: 400 milyar harcayan insanla 4 bin
lira harcayan insanın Allah katında aynı mertebeyi kazan­
malarının yolu vardır. Bu, rakam işi değil. Yarım ekm eği­
nin yansını birisi ile paylaşabiliyor mu adam, işte y ü ­
rek bu. Elli fın n ekm eği olup da bir fın n ın ı verm ek
bir meziyettir. Ama y a n m ekmeğinin yarısını verm ek
eşsiz bir meziyet. Hz. Peygamber diyor ki: "Sahip oldukla­
rınızdan başkalarına pay çıkarın." lnfak’ın mânası, sahip ol­
duklarınızı başkalar ile paylaşmaktır. Hz. Peygamber'in
KUR’A N AHLAKI 73
meclisinde sahabi kalkıyor ve diyor ki: "Ben neyi paylaşaca­
ğım? Benim çocuklarım zaten aç. Benim çocuklarımın bir
avuç hurması var. Neyi paylaşacağım, "O zaman ondan bir
tane ver." diyor. Sahabi durur mu? Peygamber terbiyesi gör­
müş sahabi diyor ki: "O bir taneyi de çocuklarıma versem on­
lar daha çok sevinir." "Peki, o zaman insanlara tebessüm et,
tatlı sözler söyle." diyor. 0 da onlarla birşeyi paylaşmadır.
Ama bu âlemden ayrılmadan mutlaka insanlarla birşeyleri-
nizi paylaşın. Neyi paylaşacağım ben? Herkesin paylaşacağı
birşey vardır. Hiçbir şeyim yok diyen adam da insanların
hayrı için Allah’a yakarıp dua eder. Bu az şey mi?" Allahım,
benim insanlara, senin kullarına vereceğim hiçbir şeyim yok.
Ben bu mutluluktan yoksun mu kalacağım. Ne olur, rahme­
tin, kudretin hürmetine benim dualarımı onlara ulaştır da
onlara güzellikler ver" demek az şey mi?
Ne biliyorsunuz, belki böyle 30 tane adamın duası ile in­
sanlığın bir yığın kamburu düzelecektir. Bakın, bu bir niyet
meselesidir. Mutlaka paylaşmak ve yardımlaşmak lazımdır.
Değerli dinleyenlerim!
Konferansımızı ve beraberliğimizi burada noktalamak is­
tiyorum. Ben de yoruldum, siz de yoruldunuz. Üstelik hur­
dan ayrılıp hemen İstanbul'a ve yarın sabah (16.05.1993)'da
Amerika'ya gideceğim. Orada T ürk Günü münasebetiyle 3
konferans vereceğim. Dört gün konferanslar verip 5. gün ge­
riye döneceğim. Gerçekten yorgunum ve daha ileri yorgun­
luklara da hazır olmam lazım.
Ben sizi burada Allah'a emanet ediyorum. Sağolun, varo­
lun. Allah'a ısmarladık!...
III
İSLAM v e İN SA N1

Sayın Vali, sayın Belediye Başkanı, sayın Müftü, sayın


Baro Başkanı, sayın Kulüp Başkanı ve sevgili Bolulular!2
Hepinize, içinde bulunduğumuz bu rahmet ve bereket ayı­
nın güzellikleriyle dolu selamlarımı, saygılarımı iletiyorum.
Bolu, bir anlamda benim, insanına, "hemşehrilerim" diye
hitap edeceğim bir yerdir. Bunu az önce TV çekimi yapan ar­
kadaşlarımla da görüştüm. Ben, ilk resmî görevimi Bolu'nun
bir kazasında yaptım. Seben'de. 1968-1969'da birkaç ay ora­
da merkez vaizliği yaptım. Hayatımın en güzel günlerinden
bir kısmı orada geçti. Sebenliler bana çok hizmet etti, birbiri­
mizi çok sevmişizdir. Bunu burada ifade edeyim. Bolu'nun
bir anlamda hemşehri siyi m.
Şu anda en mutlu insanlardan biriyim. 20 yıl aradan son­
ra bir beraberlik! Sebenliler var mı içinizde? Seben Müftüsü
var mı?

fi) Verildiği Yerler: İstanbul (12 yerde), İzmir, Antalya, T rab­


zon, Salihli, Bolu, Erzurum, Kütahya, Malatya, Kırkağaç,
A rapgir, Elazığ, M ersin, T arsus, Adana, Söke, B ursa,
Gemlik, Eskişehir, Zonguldak, Edirne.
(2) Bu konferans, Bolu Rotary Kulüp tarafından bastırılıp 15.000
adet dağıtılmıştır.
İSLAM ve İNSAN 75

Konferansımız 'İslam v e İnsan*0


İslam ve insan dediğimizde aklımıza ilk gelecek nokta şu­
dur: İslam ile insan bir çizgide birbiri üstüne çakışan iki te­
mel kavramdır.
Kur'an-ı Kerim insanın varlık yapısı ile İslam'ın yapısını
aynı kelime ile ifade ediyor: Fıtrat. Fıtrat, insanın varlık ya­
pısı ve dinin bağlı olduğu prensipler demektir. Aynı anda bu
kelimeyi kullanıyor.
Kur'an-ı Kerim bu kelimeyi kullanarak bir din tanımı ve­
riyor. İnsanın yapısal özelliklerini ifade eden bu kelime, di­
nin omurga kavramı olarak da Kur’an-ı Kerim'de gündeme
getiriliyor ve deniliyor ki: "Yüzünü, Allah'ın, insanı üzerinde
yarattığı fıtrata dön!" (Rûm, 30) Âdeta felsefi tanımdır. Ve İs­
lam düşünce ekollerinin hepsinde din tanımı bu ayete dayan­
dırılmıştır.
'Yüzünü o dine dön ki, Allah insanların varlık yapı­
sını onun üzerine oturtmuştur." diyor.
Yani İslam'ı, hiçbir çarpıtmaya ve yozlaşmaya müsade et­
meden gündeme getirdiğiniz zaman mükemmel insan ortaya
gelir ve fıtratı dejenerasyona uğramamış insanı gündeme ge­
tirdiğiniz zaman da karşınıza İslam çıkar.
İslamiyet, insanların doğuştan bu güzellik ve temizlik ile
dünyaya geldiklerini söylüyor. İnsan sonradan bozuluyor.
Nasıl bozuluyor? Ya İslam'ı dejenere ediyor, yahut kendisini
dejenere ediyor.
İnsan, Allah'ın elinden çıktığı şekliyle, tertem iz ve
güzeldir. İslam da Allah'ın elinden çıktığı şekliyle ter­
temiz ve güzeldir. Günümüzde bu iki temiz varlık üze-

(3) TRT Televizyonu 1. kanalda 20 dakikalık bir özeti yayınlanmış­


tır.
76 K ONFERANSLARIM

r in d e d e ğ iş ik h e s a p la r y ü z ü n d e n b o z u lm a la r v e y o z ­
la ş m a la r v ü c u d a g e lm iş tir .
Şimdi, insanla İslamiyet'in böyle birbiriyle boğazlaşır, d i­
dişir gibi olmasının arkasında bu var. Ne İslam in san la did i­
şir, ne de insan İslam 'la didişir. Ama onların yapıların daki
güzelliklere dokunmadan ortaya getirmeniz lâzım.
Bugün İslam aleyhine bu din üzerinde icra edilen fa a li­
yetler, politik, stratejik, bilim sel-akadem ik oyunlar ile icra
ediliyor. Ve İslam iyet, kendi yapısının dışına çekilerek yoz­
laştırılıyor. Bunun hem en ardından insanlığa şu slogan der­
hal lanse ediliyor:
"İslamiyet insanla bağdaşmaz. Zam anım ızla bağdaşm az.
İnsanı boğar. İnsanı yokuşa sürer. İnsanın hayatını ceh en ne­
me çevirir."
Bunun neresine itibar edeceksiniz? Son 50 yılda özellikle
İslam'a B atı dünyasında, (Amerika dahil) h atta U zak Do-
ğu'da-ki hepsini gezip tetkik etm iş, yakından görmüş, bu ko­
nuda insanlarla m esailer sergilem iş bir kardeşiniz sıfatı ile
söylüyorum-yönelişin bir yerden kırılm ası lazımdı. N a sıl k ı­
racaklardı? "Muhammed bir bedevidir. Kur'an bir çöl k itab ı­
dır" demekle bir yere varamayacaklarını anladılar.
Yapılması gereken şu idi. (Strateji böyle belirlenm iştir ve
yürüyor)
İslam'ı, çağın insanının gözü önünde, özellikle 21. yüzyıla
hazırlanan insanın gözü önünde çekilm ez bir karan lık ve
dert gibi tanıtacaklardı. Dünyanın birçok yerinde bu strateji­
yi haklı gösterecek oyunlar sergilendi. İran'dan Körfez had i­
selerine kadar, A fganistan olaylarına kadar. Ve bugün S o ­
m ali'de de, orada-burada ki fenom enlerin arkasında da bu
stratejinin payı çok büyüktür.
Bunu bizim insanım ızın bilm esi lazım. Şu söylenm ek is te ­
niyor: İslam'a uzak durun. Âdeta kobra yılanı gibi sizi ısın r .
İSL A M v e İN S A N 77

Ve h a y atın ızı p erişan eder. A m a bunu haklı gösterm ek için


bir adım daha ileri g itm ek lâzım . İslam ülkelerinde bu sava,
bu teze, bu id d ia y a h a k lılık kazand ıracak y o zla ştırm a la rı
b eslem ek lazım . Ve bak ıyorsu n u z, dünyanın h ery erin d e İs­
lam'ı aşağıya çeken, b izza t P eygam berim izin k u llandığı ta b i­
ri k u llan ırsa k , İslam 'ı ta a ssu p la karartan (halkım ız y o b a z ­
lık diyor) bir tırm an ış var.
İslam 'ı, g ü zellik lerin in ötesin e çekip, anlaşılm az hale, k a ­
os h alin e getiren odaklar sürek li besleniyor. Ve bu nlar m a a ­
le se f M üslüm an k itlelerin k a rşısın a dini ve dindarlığı sa v u ­
nan u n su rlar h a lin d e çıkarılıyor. Amaç, insanların , İslam 'la
hayatın bağd aşm ayacağı şek linde bir kanaate u la ştırılm a la ­
rıdır.
Bu, Türkiye'de de böyledir, bu Suudi A rabistan'da da böy-
ledir. P akistan'da da böyledir. M üslüm an olm ayan ülkelerde
de. İslam 'a geçişleri kırm ak için böyledir. Fransa’da böyledir,
Am erika'da bir nu m arada böyledir. E sas tezgâhın m erkez ü s­
sü oradır.
B in aen aleyh , bizim bu din m eselesinde çok ha y a tî bir k a ­
ra n alm a zam anım ız g elm iştir. 60 m ilyonluk bir k itle, 2 0 0 0
y ıllık bir tarihi olan k itle, İslam 'a 1000 y ıl h izm et e tm iş bir
k itle ve in san lığ ın kend isin d en çok şeyler beklediği bir k itle
olarak tarih î bir m isyonu n, tarihî bir kararın sıcak lığını bü­
tün ben liğim izle h issetm em iz gerekiyor. O da şudur: B u d i­
n in g e r ç e ğ i ile b u d in e f a t u r a e d ile n k a r a n lı k la r ın v e
ç a r p ık lık la r ın b ir b ir in d e n a y r ılm a s ı la z ım . E n h a y a t î
m e s e le b u d u r . V e b ir n u m a r a lı ib a d e t b u d u r .
Cenab-ı Hakk'ın insand an beklediği, bugün, budur. Ç ün­
kü A lla h 'ın d in i, A lla h 'ın k u lla r ın ı, o d in d e n u z a k la ş t ır ­
m a n ın k ö p r ü s ü g ib i k u lla n ılıy o r .
N e zorlu iştir, ne çetin iştir, dini aslın a döndürm ek... A m a
ne şerefli iştir. Zordur, am a içinden çıkılm az değildir.
78 KONFERANSLARIM

Bizim bütün sıkıntıları aşmada elimizden tutacak ve bizi


sonuca götürecek bir imkânımız vardır: Peygamberimizin:
"Allah'ın gökten yere uzanmış ipi" diye tanıttığı Kur'an-ı Ke-

Hiçbir dinin böyle bir bahtiyarlığı yok. Tarih içinde hiçbir


dinin, k e lim esin d e bile dok unulm am ış ilâh! k elam nite­
liği taşıyan bir kaynağı yok. Bu yalnız İslam'ın bahtiyarlığı­
dır. Gayet açık, matematik bir realite olarak, Müslüman
dünyanın sıkıntıları Allah'ın ipine yapışmakla kendiliğinden
halledilecektir. Şimdi oyun, kitleyi, Müslüman kitleyi bu ipe
yapışmaktan alıkoymak üzerine bina edilmiş. Oyun bu...
Bu oyunu bertaraf ettiği zaman Müslüman dünyama bü­
tün sıkıntıları biter. Her devirde öyle olmuştur. Her devirde
öyle bitmiştir sıkıntılar. Burada elle tutulur bir realite ola­
rak insan unsuru geliyor karşımıza.
însan, bu şuuru, bu bilgiyi, bu kararlılığı gösterecek in­
san lazım. İslam d ü n yasın ın en büyük s ık ın tısı in sa n s ı­
k ın tısıd ır . însan unsuru, İslam dünyasında beklenen nokta­
da değil. M aalesef değil... Kur’an-ı Kerim, bakın, Bakara su­
resinin 30. ayetinde insanı Allah'ın halifesi, yani yeryüzün-
deki temsilcisi olarak nitelendiriyor. Bütün meleklere karşı
Cenab-ı Hakk insanı savunurken, insanın bütün kötülükleri­
ne, zulümlerine, kan dökücülüğüne, cehaletine, bozgunculu­
ğuna rağmen, insana güvenini ifade ediyor, insana güveni
var. Bu 60-70 kg'lık kan, kemik ve et yığınının içinden bir-
şeylerin zuhur edeceğini, fışkıracağını Cenab-ı Hakk biliyor
ve insanı savunuyor. Meleklere söylediği odur.
Melekler: ''Bu kan döker, zulüm yapar. Yeryüzünü fesada
verir. Şunları şunları yapar" der. Sen buna niye halifesin di­
yorsun? Böyle şey senin halifen olur mu? dendiği zaman in­
sanın bu bozukluklarına itiraz etmiyor, insanda onlar yoktur
demiyor. İnsanda onlar vardır. Ama birşey söylüyor. Melek-
İSLAM ve İN SA N 79

lere diyor ki: "Durun, sizin bilmediğiniz şeyler var. Ben bili­
yorum onlan, siz bilmezsiniz."
insan denen şu bir avuç topraktan, Yaratıcı, birşey bekli­
yor. Bu bir avuç toprağın içine sonsuzluğun tohumunu ek­
miş. Bunun dal, budak salm asını bekliyor. Hâlâ ümidi de­
vam ediyor. Ve insan sürekli Cenab-ı Hakk’ın ümidini boşa
çıkarıyor. Tabiî bunun da bir sınırı var. Bir yere gelecek, in­
san, tokadı yiyecek. Yüz üstü yere çakılacaktır. Bu noktaya
gelmeden Kur’an-ı Kerim'in sesine kulak vermek icap eder.
İn sa n ın h e s a p z a m a n ı y a k la ş tı. İ n s a n ın h e s a p s a a ti
y a k la ş tı. M uhtelif ifadelerle bunu veriyor, insana sürekli,
Allah’ın gösterdiği şu güvene layık olmaya hazırlan. Bunun
için bir silkiniş göster diye çağırıyor. Öte yandan insana Al­
lah'ın nefhasmın üflendiğini söylüyor Kur'an-ı Kerim, in sa­
nın içine Cenab-ı Hakk kendi ruhundan bir tohumu getirmiş
ekmiş. Her birimizi A llah’ın halifesi, Allah'ın nefhasından,
ruhundan bir parça taşıyan varlık olarak nitelendirmiş, he­
pimizi Peygamber evladı olarak gösterm iş. K u r’a n -ı Ke-
rim ’e g ö r e b ü tü n in s a n lık p e y g a m b e r ç o cu ğ u d u r. Çün­
kü, ilk insan Hz. Adem bir peygamberdir.
Bugün Batı'da bunu görem ezsiniz. Ben felsefe tarihçisi-
yim. Biyografimi arkadaşlar okumadı. İlahiyat, hukuk tahsil
ettim, felsefe doktorası yaptım. 3 branş ve üçü de insanla il­
gili.
Batı felsefelerinde insan, yozlaştırılan Hıristiyanlık yü­
zünden buraya gelmiştir. Hz. Isa’nın tevhidini çarpıtıp, boz­
dukları için buraya gelmiştir. Onlara göre, insan, doğuştan
hür ve temiz değildir. Doğduğu zaman sırtında bir kamburla
dünyaya gelir. "Zelle-i A sliye", E ze lî G ün ah.
Ezelî Günah ne demek? Allah insanı karanlık, günahkâr,
çarpık olarak mı yaratıyor? Hayır! Kur'an-ı Kerim bunu ka­
bul etmez, işte fıtra t. Bir mânası da doğuştan temizlik. Dün-
80 KONFERANSLARIM

yaya binlerinin günahını sırtımızda taşıyarak geliriz. Böyle


diyor Batı düşüncesi. P£che origin elle veya origin al sin
bu. Onunla geliriz dünyaya. Keşke gelsek de temizlesek onu.
Dünyaya sırtımızda kamburla geliyoruz. İnsan haklarını ne­
reye oturtacağız?
İnsan haklarının tem elin e Kur'an-ı Kerim, in san ın
doğuştan berrak olduğu gerçeğini koyuyor.
İnsan doğuştan günahkâr, karanlık, kambur ise, insan
hakkından söz etmek mümkün değil. Evvela insanın temizli­
ğini kabul etmemiz gerekir. Eğer insan doğuştan günahkâr
ise doğar doğmaz cehenneme sevk edilmesi lazım. Binlerinin
araya girip Allah'ın kulluğu için onu aklamalan lazım. İşte
Batı'da yapılan budur: Vaftiz. Allah’ın kulluğuna tescil edil­
meniz için birilerinin araya girmesi lazım. Kaderiniz, doğar
doğmaz birilerinin elinde. Engizisyonun ilk adımı bu. Ona da
eyvallah. Akladılar bizi, Allah’ın kulluğuna tescil edildik vaf­
tiz ile. Vaftiz edilmeden 70 yaşma gelseniz Allah’ın kulu ün-
vanını alamazsınız. Mümkün değildir. Hıristiyan teolojinin
temel kabulleridir bunlar. Öyle hikaye falan değil. Vaftiz ile
Allah’ın kulluğuna sizi kabul ettirdiler. Bitmiyor. İstedikleri
zaman o kulluğu sizden geri alabiliyorlar: Aforoz. 70 yaşma
gelmiş ve 40 küsür cilt eser vermiş bir V oltaire’e böyle yap­
tılar. Kilise aforoz etmiştir. Kiliseye cenazesini sokmamıştır.
Allah’ın kulluğunun dışına itmiştir onu. İslam bunları kabul
etmez. Kişiler, Allah’ın kulu yapmak için ne vaftiz hakkına
sahiptir ne de Allah’ın kulluğundan çıkarıp atmak için afa-
roz hakkına. Bunlar insanlığa zulümdür. Kur’an-ı Kerim’in
dünyasında bunların yeri yok. Siz kendi elinizle kendinizi
batırırsınız. Doğuştan temiz iken sonradan kirlenirsiniz. Ve
yine kendi elinizle kendinizi temize çıkarırsınız. Size ışık
tutulur. Ama yolu «iz yürüyecek sin iz. Kimse size endü-
lüjans veremez. Cennet bileti veremez. Böyle bir hakkı yok
insanoğlunun. Vaftiz, aforoz ve endülüjans peşinden engi-
İSLAM ve İNSAN 81

zisyon geliyor. Beş asır insanoğlunun ensesinde boza pişir-


miştir. E n g iz isy o n u n in s a n o ğ lu n a y a p tığ ı z u lü m lerin
y arısın ı kom ünizm y a p m a d ı. Bakın 72 senede bitti. Ni­
çin? Çünkü, kendisini Allah’ı inkâra fatura ediyordu. İnkâra
fatura edilen zulümden kurtulmak kolaydır. Allah'a fatura
; edilen zulümden nasıl kurtulacaksınız? Kurtulun bakalım.
Engizisyon mahkemelerinin büyücülük iddia ve isnadı ile
i idam ettikleri ve yaktıkları kız çocuklarının sayısı binlerdir,
j Diğerlerinin sayısı belli değil. İnsan kellelerinden kuleler
j yapmışlardır. Ve bunlar din adına yapıldı. Allah adına yapıl-
I dı. Halbuki öldürdükleri insanlar gerçek dindarlardı. Din
| yozlaştırılıp, Allah'ın elinden çıktığı şeklinin dışına itildiğin­
de insanlığın başına bu kahn getiriyor.
' Bakın Kur'an-ı Kerim’e; göreceksiniz ki K ur’an-ı Ke-
rim 'in 1/3'den fa zla sı d in te m silc ile r in d e n şik â y etten
ib arettir. Kur'an'ın en b ü y ü k m u cizelerin d en biri bu.
i Bir din kitabıdır ve yarıya yakını din temsilcilerinden
şikâyet ile doludur. Bakın tâbirlere... İnsanların mallarını
i çeşitli oyunlarla patlıyasıya yediklerini ve insanları Allah'ın
yolundan alıkoyduklarını söylüyor. Örnek olarak a h b â r v e
ruhban, kilise babaları ile Yahudi hahamlarını gündeme ge­
tiriyor. Çok ağır ifadeler var. Bundan bizim de ibret almamız
gerekir. Sebebin özelliği kelamın genelliğine engel değildir.
Biz de burdan ders alacağız.
Bir daha peygamber gelmeyecek ki bizim durumumuzu
da anlatsın. Biz de bundan ders alacağız. Kur'an-ı Kerim
açık. Yüzlerce ayette diyor ki: Ey İnsanoğlu, dinin sahibi yal­
nız ve yalnız Allah'tır: İkinci bir sahip buna tayin etmeye
kalkarsan, insanı bunun arkasına koyarsan bu, din olmak­
tan çıkar, seni mahveder. Ve Allah adına seni şeytana götü­
rür. Üstelik elindeki, avucundaki ekmeğini, aşını da yerler.
Seni cennete götüreceğiz diye sonunda da şeytana teslim
ederler. Nasıl mı önlenecek? Dini sahibine teslim edeceksiniz
diyor Kur'an-ı Kerim.
82 KONFERANSLARIM

Burada, orucun bizi ruhen incelttiği şu saatte, gönül an­


tenlerinizi iyi çalıştırarak şu tespiti gayet güzel not edin:
Bakın, Kur'an-ı Kerim getirdiği dinin adını kendisi koy­
muştur: İslam. Tek kelime. İkincisi yok. İkinci kelime ulaya-
mazsınız. İslam'a Arap dünyasında İslam S osyalizm i diyor­
lar, bazıları Şeria t derler. Çok iyi mânalara da gelir. Çok kö­
tü mânalara da gelebilir. İslam’a vurmak için abalı olarak
kullanır bazıları onu. Kimisi dini Allah'ın iradesinin dışına
çekmek için, hürafeleri halka yutturmak için kullanır. Bıra­
kın bunlan. 8 tane ayette Kur'an-ı Kerim dinin adını belirle­
miştir: İslam. Cenab ı Hak adını bile ben koyacağım, adına
bile müdahele hakkınız yok diyor; dinin adını bile bize bırak­
mamıştır.
Ş im d i K ur’an m u ğ la k tır d iy o r la r . K ü fü rd ü r b u .
Kur'an muğlaktır diyen adam küfre gider. Öyle bir şey yok.
Kuran tam tersini söylüyor, 31 ayette. Böyle bir kitap gön­
dermiş ve siz buna bakarak dinin adını koyun dememiş. Adı
nı kendisi koymuş. Bu kitabın getirdiği dinin adı İslam'dır.
Köklerini de veriyor. Bu da bir mucize. Etimolojisini veriyor.
Kur'an-ı Kerim etimoloji verir mi? Etimoloji kitabı mıdır?
Hayır. Din meselesinde o kadar hassas davranıyor ki, o ka­
dar titriyor ki, insanoğlunun eli buna bulaşmasın diye ismini
getiriyor. İsminin hangi köklerden geldiğini veriyor: Silm ve
Selâm . Silm, barış ve esenlik, öteki de barış ve huzur demek.
İslam , b a n ş v e e se n liğ i yak alam ak iç in A llah'a t e s ­
lim olm ak d em ek tir. Kelime mânası bu.
İnsanoğlunun kaderini yaratıcının dışındakilere teslim
etmemek için A llah'a te s lim iy e t dini, İslam'dır. Şimdi siz
bu dini pazarlık konusu yaparsanız insanı Allah'a teslim ye­
rine, Allah'ın dışındakilere teslim edersiniz. B ugün d in a d ı­
na İsla m d ü n y a sın ın b ir ç o k y e r in d e in sa n la r A llah'a
te slim olm ak tan a lın m ış, A llah'ın d ışın d a k i k u v v etler e
teslim e d ilm işlerd ir.
İSLAM ve İNSAN 83

 d eta b ir ş ir k e t k u r u lm u ş tu r , din a d ı a ltın d a . Şirket


ki şirk ile aynı kökten gelir, ortaklık demektir. Şirk Allah'a
ortak koşmaktır. Şirkte Allah'ı inkâr yok. A llah’ı, ortaklıkla
birlikte kabul var. Kur'an-ı Kerim bundan yakınır. Allah,
yalnız Allah anıldığı zaman, diyor, kalpleri nefretle ürperir
ve geri geri dönüp kaçarlar. Ş ir k te A llah'ı in k â r y o k . Şirk
a teizm d e ğ il. K ur'an a te iz m d e n b a h se tm iy o r z a te n . Bir
d e h r îlik var, söylendiğine göre d e h r ilik Allah'ı kabul et­
mez. Ama şirk, Kur'an'ın yüzlerce ayetinde gündeme gelen
i rahatsızlıktır. Ş irk , A lla h 'ı k a b u l e tm e y e n b ir m ü e s se s e
d e ğ ild ir . A lla h 'ı A lla h 'ın is te d iğ i g ib i k a b u l e tm e y e n
b ir m ü e s s e s e d ir . A lla h , d in in in y a ş a n m a s ın ı is tiy o r .
I Ama k e n d i g ö n d e r d iğ i ş e k ild e . A lla h lığ ın m k a b u lü n ü
istiy o r . O'na k u l o lm a m ız ı is tiy o r . A m a k e n d i is te d iğ i
ş e k ild e . B iz im s ü b j e k t if k a n a a tle r im iz e g ö r e d e ğ il.
A rap, A cem , Ş a m a n h ü r a fe le r in i k a r ış tır a r a k b ir d in
ortaya ç ık a r ıp b u n u K u r'an ’a fa tu r a e d e r e k A llah'a v a ­
r a m a z s ın ız . B u n u K u r 'a n -ı K e r im s ö y lü y o r b iz e .
K ur'an'ın d in i ile A lla h 'a v a r m a k is te y e n le r , K ur’an'ın
y o lu n d a n g id e c e k le r . K ur'an 'a fa tu r a e d ile n o b ir ta ­
kım y o lla r d a n d e ğ il.
tslamm mânası bu: Allah'a teslim iy et İşin burasında bir
incelik var. Kur'an'ın ısrarla üzerinde durduğu bu incelik şu:
Allah’ın peygamberlerini, Allah'ın ortağı durumuna getirme­
mek. Dinin örtülü bir biçimde şirke teslim edilm esinin, ayak
kaydıran noktası budur. Yahudi'nin Hz. M usa’nın getirdiği
tevhidi böyle batırdığını söylüyor. Hıristiyanlığın H z. İsa'nın
getirdiği tevhidi böyle batırdığını söylüyor. N asıl batırmış?
Peygamberleri Allah'ın ortağı durumuna getirerek. Siz, be­
nim elçim, kulum diye gönderdiğim koca peygamberi, Hz.
İsa'yı niye A llah’ın oğlu diye anıyorsunuz? diye soruyor
Kur'an. Isa, benim ona verdiğim ünvanları beğenmedi mi de
siz ona Allah'ın oğlu diyorsunuz. Kilise babalan cevap veri-
84 KONFERANSLARIM

yorlar: iyi niyetle yaptık bunu. Isa gibi bir peygamber bizim­
le aynı mı olsun? Ona farklı bir vasıf vermemiz lazım.
Kur'an-ı Kerim diyor ki: İsa (M esih ) Allah'ın kulu olmayı
yeterli bulmuyor mu? Bundan istinkâf mı eder, çekinir mi?
Bunu az mı bulurdu? Hayır! Size ne oluyor? (bk. Nisa, 172)
iyi niyetle yaptık, iyi niyetle yapmış olmak, sizi tevhidi boz­
muş olmaktan kurtarmıyor, iyi niyetle yaptınız ama Isa’nın
getirdiği tevhidi şirke bulaştırdınız. Bu bizim dinimize de ak­
tarılmıştır. İslam bilginlerinin tsr â iliy â t dedikleri bu illet
Hıristiyan ve Yahudi mitolojisinin İslam'a aktarılmasıdır. O
kelime onu ifade eder. Beni İsrail hürafelerinin İslam’a sız­
masıdır. İslam uleması asırlardır bu hürafeleri temizlemek
için uğraşıyor. Asırlardır. Geliyor birkaç müçtehit bir asırda
bunları temizliyor. Bu insanlar ölüp gidiyor. 50 yıl sonra yine
bunlar gelip halkın yakasına yapışıyor. Geliyor başka bir
grup, temizliyor. Onlar gidiyor, hürafeler kitlenin yakasına
yapışıyor. Bir de bizim ülkemizde dinin yüzyıla yakın bir za­
man yeraltına çekildiğini, yeryüzünde ışıkta, aydınlıkta tar­
tışılm asına müsade edilmediğini düşünün. Bunları yaptık,
açık samimi olarak söylememiz lazım. Bunları söylemezsek
bir yere gidemeyiz. D in in , g ü n ış ığ ın d a ta r tış ılm a sın a
m ü sa d e e tm e d ik . E tm ed ik , iz b e le r e ç e k ild i. İ z b e le r e
ç e k ilin c e k a ra n lık ü retti. S o k a ğ ın orasm d an -b u rasm -
dan katran g ib i fışk ır ıy o r in sa n ın y ü z ü n e, orasın a-bu -
r a sın a . H erkes ş ik â y e t ed iyor. N iye? N e olacak tı? B a ş ­
ka ne bekliyord unuz?
Tevhit dejenere edildi, perişan edildi. Halkın eline din
adına verilen şeyin, din ile ilgisi yok. İslam’ın tiksindiği y o ­
b a z lık v e h ü ra fele r , dini istila etmiştir. Şimdi bunları
Kur'an'ın denetiminde dinden temizleyelim dediğimizde ra­
hatsız oluyorlar. Bu temizleme işi, asırlar içinde defalarca
yapılmıştır, defalarca bozulmuştur. Bunlar yeni filan değil.
İslam bilginlerinin büyük tevhit erleri hayatları boyunca ka-
İSLAM ve İN SA N 85

çacak delik aramışlardır. Hürafe tarafından boğulmasınlar


diye. Birçoğunun cenazesi gece defnedilm iştir. Cenazeleri
parçalanır diye... İm am -ı A za m , en tipik örneklerden biri.
T ab erî, G a z â lî, îb n -i M ü b â rek öyledir. S e v r î öyledir. Ta­
rih bakımından ilk örneği İmamı Azam olduğu için İmamı
| Azam diyorum. İm am ı A zam , k â fir lik le ith a m e d ild i. Ni-
i çin? Ortaya gelen malzemeyi ben Kuran denetiminden geçi­
receğim diyor. Peygam berim izin sözleri de dahil herşeyi
Kur'an denetiminden geçireceğim diyor. Allah'ın peygamberi,
Allah'ın Kitabı'na hesap vermekten çekinir mi? Sen, Hz. Pey-
| gamber Allah'ın Kitabı'na teslim olmaktan çekinir diyeceksin
I de, onun peygamberliği nerede kalacak? Bunu nasıl söyleye-
j biliyorlar? İmam-ı Azam'm yaptığı bu. Ve E m ev iİer hergün
I şehir dışına çıkarıp sopa cezası veriyorlar, hergün. Azık gibi,
| hergün sopalanıyordu. Emeviİer saltanatı gitti. Abbasiler
; geldi. Sopa cezasını durdurdular. Politik emelleri için hapse
; koydular. Orada da zehirlediler. Bu insanlar, tevhidi ayakta
tutmak için bu m ücadeleleri verdiler. Şimdi bakıyorsunuz
tevhidi hançerlem ek için bu insanları put yapıyorlar. Ne
îmam -ı Azam'ı anlam ış, ne Şâfiî'yi, ne Mâlik'i anlamış. Hiç-
birşeyden haberi yok. İmamı Azam ne yapmış? Ne söylemiş,
ne için çırpınmıştır? İki tanesini söyle desem bilmez? İmam-ı
Azam'ı seviyor musun? Seviyorsan gel, dini Kur’an'a teslim
edelim. O bunun için mücadele verdi. Peygamberi seviyor
musun? Seviyorum. O zaman H z. İ s a ’ya Hıristiyanların yap­
tığını bizim peygamberimize niye yapıyorsun? Allah'ın Pey­
gamberi, Allah'ın ona vahyettiği kitaba rakip firma mı kur­
muştur? Yok, hâşa. O halde, Peygamberimizin o kitaba he­
sap vermekten çekinmesi ne demek? Niçin bunlan söylüyo­
ruz? Bunlar söyleniyor ki bizim P e y g a m b e r im iz e is n a t
e d ile n y a la n la r la , P e y g a m b e r im iz in g e r ç e k s ü n n e ti v e
s ö z le r i a y n is in b ir b irin d e n .
Peygambere saygı adı altında peygamberi yalan makina-
sma çevirmek mi istiyorlar?
86 K ON FER A N SLA R IM

Yoksa, biz bunlarla dini kurtaracağız, Kur'an-ı Kerim'i


devre dışı bırakalım mı diyorlar? Kur'an-ı Kerim devre dışı
kalırsa İslam ’dan söz etm ek m üm kün değil. O halde, dini sa ­
hibine teslim etm ek gerekir, aziz dinleyenlerim .
D in i s a h ib in e te s lim e tm e k d e m e k d in i K u r'an 'a t e s ­
lim e tm e k d e m e k tir . Dini Kur’an'a teslim edelim deyince
adam, s ü n n e t ne olacak diyor? S ü n n e t işte o zam an tecelli
edecek. Yani sünnete saygı, dini Kur'an'a teslim etm ek de­
mektir. Hz. P eygam berin çehresini de fark edebilm ek için
Kur an a gitm ek lazım . A lla h 'ın R e s u lü , K u r 'a n 'm M u-
h a m m e d id ir . Arap onu bir türlü saptırıyor. Acem bir türlü
saptırıyor, Şam an kültürü bir türlü saptırıyor, B udist, H in t
kültürü bir türlü saptırıyor. Ç ehresi değişiyor. Bunca çeh re­
nin içinden Allah'ın Resulü olan Peygam ber'i n asıl çıkara­
caksınız? Kur'an'a başvurarak çıkaracaksınız. Bunun dışına
giderseniz inadı iman gibi kitlenin önüne çıkarırsınız. în a t
im a n d e ğ ild ir . İman, b e y y in e üzerine olmaktır. Kur’an y i­
ne tanım ını getiriyor. B eyyine üzere olm ak, açıklık, delil,
ışık, aydınlık üzerine olmaktır. Beyyineden koparılan im an a
Kur'an-ı Kerim in a t diyor. Hz. Peygam ber buyuruyor ki, ben
m u a n n it olarak gönderilmedim. Tâbire bakın: İnadı p u tlaş­
tıran insan olarak gönderilmedim.
Hz. Peygamber'e teslim olmak nedir? Bir kelim eye indire­
rek biz söyliyelim . H z. A iş e ’ye soruyorlar. Peygam berim izin
ahlakı neydi, bize anlat? N e anlatayım ? Kur'an'ı okuyun. A h­
lakı oydu, diyor. O Kur'an'm canlı m isaliydi. Hz. A işe diyor
bunu. Peygamberimizin bir adı da Kur'an-ı Nâtık: " K on u şan
Kur'an". Kur'an burada. Peygam bere binlerce yalan isn a t
edilm iş. Bunların han gisi Kur'an-ı Nâtık'm fiilidir. N asıl çı­
kacaksınız işin içinden. İm a m ı A z a m öyle diyor: Peygam be­
rin sözü olduğunu bana gösterin alnım ı önünde derhal yere
koyayım . Ama bana isp at edin. İspat edem iyorsunuz! İspat
edebilm ek için Kur'an'a m üracaat lâzım . H angisi evet, hangi-
İSLA M v e İN S A N 87

si hayır. B ir kelim eye indirgiyorum . K u r'a n 'a t e s lim iy e t di­


yoruz. G ü ven ilir h ad is de onun arkasından gelecek. G ü v en i­
lir sü n n e t de onun arkasından g elecek. N a sıl olacak bu iş?
Bu iş Kur'an'ı okum akla olacak. Ve biz diyoruz k i, İ s la m
d ü n y a s ı k a ç a s ır d ır K u r 'a n o k u m u y o r . Şim di b u nu da
y a n lış anlıyorlar veya anlatıyorlar. O b a şta b a h settiğ im bir
enternasyonal tezgâh var ya, onun uzantıları var Türkiye'de.
O hem en dev rey e giriyor. S ü n n e t diye sü n n e ti çarpıtıyor,
saklıyorlar. N am azların cem i m eselesinde bunu yaptılar. N a ­
m a z la r ın c e m i açık am a, bizim coğrafyam ızda bilinm iyor.
Biz biliyoruz, ilâh iyatçılar, din adam ları biliyor. H alk bilm i­
yor. H alk da b ilsin diyoruz. B ildirm ek bizim görevim iz. N a ­
m azların cem'i m eselesi. Yine konuştuk. D aha ilk gün de y a z­
dığım ız yazın ın 3. ncü cüm lesinde dedik ki bu nun, nam azları
3'e ind irm ekle ilg isi yoktur. N am az 5 vakittir. Sak ın ak si bir
zaafa gitm eyin diye bağıra bağıra söylüyoruz. Biri mikrofonu
D iyan et işle r i B aşkanı'nm ağzın a dayıyor. A lıyor ondan y a ­
rım saatlik konuşm a. Koparıp koparıp 3 dakikaya indiriyor.
T V d e yayınlıyor. A dam ın söylediğinin tam am en tersi. T ürki­
y e ’nin en büyük ilah iyatçıları, D iyan et R eisi h ep si aynı şeyi
söylüyor. B u b a sm a çarpık in tik a l ediyor, b a k ıy o rsu n u z,
am an yarabbi bu bir kaos. D üşm anlar başına. N a m a z 3'e in ­
dirildi. B undan sonra nam az 3 vakit. N ereden çık tı bunlar?
H angi nam ert nam azın 3 va k te indirildiğinden söz edebilir.
B öyle şey m ü m k ü n mü? 3 8 h a d isle g ü n d em e g e tir ile n
m ütevâtır, M uham m edi, fiilî bir sü n n et var. T arih içinde bü­
tün m ezh ep ler uygu lam ış. E h lisü n n etin 3 m ezhebi u y g u la ­
m ış. Sın ırsız. Ebu H anife sınırlı uyguluyor. H ac fa riza sı bo­
yun ca uygu lar. Onun içtihadı o. Sen de u ygu larsan sa n a da
kim se birşey dem ez. A m a Şafiî'yi, H anbelî'yi, M âlikî'yi takip
ederse bir adam ne diyeceksin? Bu, Peygam ber'in sü nnetinde
var m ı, yok mu? K ardeşim , var! iş te burada. D erdin ne, s ı­
kıntın ne senin? İki hesap var:
88 KONFERANSLARIM

İslam'a inkâr gözlüğü ile bakan adamın sıkıntısı var. O


istiyor ki bu curcunada namazları 3’e indirsin. O oradan giri­
yor devreye.
Bir de Allah'ın rahmetinin Allah'ın kullarına ulaşm asın­
dan rahatsız olan din tü cc a r ı var. H ürafe tü cc a r ı da dini
inkâr eden adamın tuzağına sürekli yem ulaştırılıyor. İkisi­
nin hesabı bir yerde aynı. Olan halka oluyor. Peygamberimiz
bir lütuf, bir rahmet uygulaması olarak getirmiş bunu. Ha­
yatı boyunca uygulamış. Mazereti olan insanlara örnek. N e­
dir mazereti, sıkıntısı? Kendi tayin edecek. Sen mazeret dik­
te edemezsin. Senin için birşey mazeret olmaz, aynı şey baş­
kası için mazeret olur. Ş âtıb î (ölm. 1388) öyle diyor: R u h sa ­
tı k u lla n m a d a m ü m inin v ic d a n ı k e n d i n e fs in in fa k ih i
o la c a k tır diyor, aynen. Bir fıkıh devi, İmam Şâtıbî bunları
söylüyor. Biz söylemiyoruz, icat etmiyoruz.
Mazereti olursa, öğle ile ikindiyi onlardan birinin vaktin­
de, akşamla yatsıyı da onlardan birinin vaktinde, ikisini peş-
peşe kılarak toplar. Kazaya kalsa- kalmıyor mu bu hayat
curcunasının içinde- hepsini birden kılsanız namaz bir vakte
mi inmiş olur? Ben 10 yaşından beri namaz kılıyorum. Cem
ile kaza imkânı olmasa ne hale düşeriz biz? Namaz kılamaz
hale düşeriz. Allah biliyor bizi. Bu imkânları onun için getir­
miş. Kulum bana ibadet etmiyor duruma düşmesin. Kapılar
kapanmasın. Sen niye kapatıyorsun kapıyı? Sen Allah mısın?
Yoksa Allah bazı şeyleri eksik bıraktı da, sen mi tamamlaya­
caksın? Hayır. O halde olduğu gibi söyle.
5 vakti şu gün hiç kılamadınız. Hz. Peygamber'in haya­
tında olmuştur. 5 vakti ard arda kaza ettiği vakit var. Otu­
rup bir saatte 5 vakti kılıyorsunuz. Şimdi namaz l'e mi indi?
Cem de bunun bir başka şekli. Burada bir melun el var.
İslam'ın rahmeti ile insanlarımızın arasına sürekli giriyor.
Gerekçe şu: Efendim, bu istismar edilir. Söylememek lâzım.
İSLAM ve İN SA N

Peki Arap, Acem, EndonezyalI, Doğulu-Batılı istism ar etm i­


yor da bizim insanım ız mı istism ar edecek? Bizim insanım ız
bu kadar mı densiz? İstismar edecekse bu adam nam az kıl­
maz, boynuna zincir mi takacaksınız? Cem, bu Muhammedi
imkân namaz kılanlar için. Namaz kılm ayanlar için bu im­
kân yok. O ayrı bir iştir. Kılmıyorsa kılmıyor. Kılan adama
bu A llah’ın lütfudur. Bir başka gerekçe: Efendim, bu halka
bunlar anlatılm az. Bunlar avam takımı, hayvan sürüsüne
benzer diyor adam. Biz bunu aramızda uygularız. Halka niye
anlatalım? A llah’ın kitabının neresinde var, insanlan ikiye
ayırmak. Bu, nam az kılan mümine hitap eden keyfiyettir.
B unlan nasıl ayıracaksın biribirinden. Ulema sınıfı uygula­
sın, halk uygulamasın. Bunun Allah'a fatura edilm esi zulüm
değil mi?
İşte Kur'an-ı Kerim burada yakınıyor, Yahudi haham la­
rından. Allah’ın kitabını sürekli ağızlarında geveleyerek baş­
ka taraflara çekerler diyor, ta h rif ederler, saklarlar. İs ­
lam 'ın sa k la n m a sın ı h a lk a d in d a r lık d iy e s a ta n la r var.
Ö rtün ü s tü n ü d iy o r la r . U lem a b u g ü n e k a d a r sö y le m e ­
di d e sa n a n e olu y o r?
Hangi ulema söylemedi? Ulemanın dilinde ot bitti söyleye
söyleye. Söyledi, siz söylemiyorsunuz halka. Halk nereden bi­
lecek. Ben şahadet ediyorum. Nereden bileceksiniz? Nasıl
okuyacak halk. Senin Allah'tan korkun yok mu? Bunları söy­
leyeceksin. Söylenm iş bunlar. Hatta söylediklerinin çok azını
gündeme getiriyoruz, çoğu duruyor. Ulemanın mirası içinde,
söylenen, tartışılan meselelerin % 50'sini bile biz gündeme
getiremiyoruz. Gırtlağımızı sıkarlar. % 50'si duruyor. Kim
söylememiş? Ulem aya niye iftira ediyorsunuz? Putlaştırıyor­
sun ulemayı, sonra da iftira ediyorsun.
Git oku İb m K a y y ım ’ı, İslam düşüncesinin âbidelerinden
biri. Hadi tercüme edin. Tercüme edin verin, halk okusun da
görsün.
90 KONFERANSLARIM

Anlattığınız din ile Allah'ın gönderdiği din aynı mı? Bu­


yur, hadi versene!
G azâlî'nin İ h y a y ı U lü m û n u tercüm e ediyorsun.
Gazâlî'nin İhyayı Ülûm'unda geçen hadislerin % 80'ni uydur­
madır. Var mı bir itirazı olan, aksini söyleyecek olan? Onu
tercüme ediyorsun. O hesabına geliyor. Hürafe satıyorsun
çünkü... İbn-i K ayyım 'ın İ'lâmul-Muvakkiîn’i var. Bir dev
eser. Bir cildi H île-i Ş e r i’y e edepsizliğini anlatıyor. "Allah'a
kazık atma" küstahlığıdır hile-i şeriye. Hem din olacak hem
de hile olacak, Hile-i İslam de de görelim. Diyemezsin. Bak,
İslam ’a lek e bu laştırm ak iç in e v v ela d in in a d ın ı d e ğ iş ­
tiriyor: Ş eriat diyor. Bunları söylüyoruz. Bunlar söylenmiş
de size söylenememiş, birisi gelip söyleyecek. Yarın gelecek
kuşaklara bir başkası söyleyecek. Çünkü onlara da söylen­
memiş olacak. Evet, bütün bunlardan haberdar olursak yolu­
muz Kur'an'a gider. Ve K uranla tanışmak bir hayatî mesele
halinde karşımıza çıkar.
İslam dünyası Kur'an'ı okumuyor, diyoruz. Kur'an'ı oku­
madığı için bunları okumuyor. Bunlar Kur'an'la kucaklaş­
mıştır. Bunları fark etmek için Kur’an'ı fark etmek lazım.
600 küsur sahife kitap dedim. İlim dünyasında 600 sahifelik
kitabın alfabetik indeksi 20 sahifelerde seyreder. Şimdi bü­
tün imanınızla, irfanınızla kendi kendinize sorun, muhasebe
yapın! Bu 600 sahifelik Allah Kelamı içinde olanları, bırakın
20, 30, 40 sahifeyi, şöyle küçücük bir kağıda birkaç kelim e
ile, harf sırasıyla veya karışık yazın? Ne vardır?
Bütün Türkiye’de bu soruyu soruyorum. Bu kitapta ne
var, hadi, soruyorum?
Kur'an'ı okumuyoruz. Camide, evde hatim indiriliyor.
Kur'an-ı Kerim i ben 9 yaşından beri ezbere okuyorum.
Kur an ı Kerim okumak nedir sorusuna cevap vereceksiniz?
Ondan sonra ortaya çıkar Kur'an-ı Kerim'i okuyup okumadı-
İSLAM ve İN SA N 91

ğmız. N asıl cevap vereceksiniz? Kur'an-ı Kerim kendisini


okumanın ne olduğunu kendisi zaten sormuş ve cevap ver­
miştir. Kur'an-ı Kerim diyor ki, beni okumak nedir biliyor
musunuz? Tedebbür'dür diyor ve soruyor. Nedir te d eb b ü r?
Bir metni, bir kelâmı, bir sözü, bir muhtevayı gerektiği şekil­
de anlamak için akıl, beyin ve ruh imkânlarını seferber et­
mek demektir.
Okuyacaksınız. Buyrun» senin evinde indirilen hatimde
te d e b b ü r var mı? Varsa söyle de sözümü geri alayım. Neyi
okudun sen? Sen sadece Kur'an'ı telaffuz ettin. T ela ffu z e t ­
m e k o k u m a k d e m e k d e ğ ild ir . Allah kelamının telaffuzun­
dan da ruhanî bereketler çıkar. Ona kim se itiraz edemez.
Onun hazzını en iyi bilenlerden biri benim. Ama o yetm ez,
Kur'an'ı anlamak lazım.
K ur'an -ı K erim i h e r k e s k e n d i d ilin d e te r c ü m e s in ­
d e n o k u y a c a k . O tercümeler Kur’an değildir. Kur'an oriji­
nal şekliyle Kur'an'dır. Ama herkes kendi dilinde Kur'an'm
tercümesini okuyacak. En azından şunun içinde ne var diye­
bilecek.
Efendim, okuyoruz da anlamıyoruz. Hayır, yalan. Değil
derseniz Allah yalan söylüyor olur. Hayır, sakın kendi gafle­
timizi, tembelliğimizi Allah'a fatura etmeyelim. Aman ha! İş­
te işin burasında enternasyonal tezgâhın uzantıları Türki­
ye'de devreye giriyor.
l.ci diyor ki: Kur'an'ı okuyup anlam ak mümkün değil.
Çünkü Kur’an muğlak ve mücmeldir. Hâşa. Batı'nm, İslam'a
düşm anlık duyan büyük oryantalistleri vardır. B la c k M.
D o n a ld bunlardan biridir. Onun eserlerini Amerika’da hoca­
lığım sırasında okudum. Hummalı bir Kur'an düşmanıdır.
Kur'an'ı kötülemek için tezini şu nokta üzerine oturtur:
"Kur'an kaostur. Kimse okuyup birşey anlam az. Yani
muğlaktır."
92 KONFERANSLARIM

Şimdi ülkemizde B lack Mac Donald'a rahmet okutacak


insanlar var. Dindarlık adına bunları söylüyorlar. Kur'an
muğlaktır, okunursa kimse birşey anlamaz diyorlar. Etme­
yin. Kur’an m uğlak diyen küfre gider. 31 tane ayet var,
bunun aksini söylüyor. Kur'an muğlak ve mücmel değildir.
Kur’an'ın bir adı da Kitab-ı M ufassal. Allah o kitabı size
detaylı olarak indirmiştir. 31 tane ayet, Kur'an'm T em el
Kavramları ve Kur'andaki İslam kitaplarımda dökümleri
yapılmış, bağlamları, detayları gösterilmiştir. 31 tane ayet.
Kuranda bir tane işaret yok, Kur'an’m muğlak ve mücmel ol­
duğuna dair. Allah tan korkmuyor musun? Kur'an'ın neresi
muğlaktır. Kim okumuş da anlamamış? Okudun da mı anla­
madın?
2,ci etapta bir zulüm daha: Kur'an zormuş. Allah 4 tane
ayette çift yeminle bunun tersini söylüyor. Etmeyin! Kamer
suresinde, âdeta insanlığı omuzlarından tutarak, sallayarak
kendine gel diyor. Cenab-ı Hak mucize sergilemiş. İnsanoğlu­
nun ne yapacağını biliyor. Üst üste yemin olsun ki, 4 yerde,
bakın, çift yeminle, "Biz Kur'an'ı kolaylaştırdık ki siz okuyup
anlayasınız."
Okuyup anlayacak kimse yok mu diye de soruyor? Bu ki­
tap mı zor anlaşılıyor? Bunların hesabını Cenab-ı Hak sorar.
Bunları söylediğiniz zaman arkadaşın gözleri yaşarıyor.
Müslüman koşuyor ve bir meal alıyor. Zannediyor ki Kur’an’ı
oku, anlarsın dedik. Oku da allâme kesil bir gecede dedik.
Ertesi gün geliyor. Hocam, sen öyle dedin. Allah razı ol­
sun. Ben aldım ve okudum. Dilini anlamıyor, ne demek iste­
diğini nasıl anlayacak. Onun dili ağır. E o zaman falancamn
mealini oku. Ben anlamadım. Neyi anlamadın? Neyi anlama-
dının arkasından gelecek şeyler standarttır, âdeta... Efendim
falan ayet de diyor ki, göklerdeki yollara yemin ederim ki,
kara deliklere yemin ederim ki, bunları anlamadım.
İSLAM ve İNSAN 93

Rüzgârların dölleme yapması, rahimde 3 karanlık bölge, ast­


ronominin kânunları ile ilgili ayetler, Allah Allah ben de
bunları anlamıyorum. Demek ki, ikimiz de birleşmişiz deyin­
ce duruyor. Yahu kardeşim, senin ne işin var bunlarla.
Kur'an'da 6000 küsur ayet var. Kuran bütün insanlığa, en
ileri derecede bilim adamlarına da hitap ediyor, en basit ço­
ban vatandaşa da hitap ediyor. Sana Kur'an-ı Kerim'i oku
dediğimiz zaman sen gidip Gâzâlî'nin, İm am ı Âzam in, pro­
fesörlerin anlayacağı ayetlerle niye uğraşıyorsun? Bazı ayet­
leri ben de anlamıyorum. Ben, biyolojinin kanunlarını bil­
mem. Biyoloji kanunlarından bahseden ayeti ben de anla­
mam. O nasip biyoloji âliminin. Astronomi ile ilgili ayetler
Kur'an’da epeyce. Bunları ben de anlamam.
Kur’an'da, uzman ilim adamlarının, düşünce adamlarının
anlayacakları nasipler var, onları bir kenara koyun. Onu her
bilimin uzmanı anlayacak. Biz, Allah'ın kulu olarak, dinin
kaçınılmazlarını, asgari müştereklerini okuyup anlayacağız.
Nedir onlar? Kulluk borcu olarak Allah şunu yap, bunu yap­
ma demiş. Onları herkes okur, anlar Kur'an’dan.
Okuma yazma bilmiyorsan kendini hesaba çek. Bunun
günahı Allah'ın değil ki? Git okuma yazma öğren. Kur'an'ın
ilk emri, "oku!" Sen ilk emri çiğnemişsin. Kuran'dan bahset­
me sen. Hakkın yok. İkra diyor evvela. Oku. Okuma-yazmayı
öğren. Kendi dilinde tercümesini okumayı öğren. Arapça öğ­
reniyorsan fevkalade. Onu da öğren. Bilmiyorsan kendi dilin­
de. O dilden oku ve öğren. Okuduğun zaman neyi anlamaya­
caksın. Kulluk borçları (ahkâm ayetleri) en ileri rakam
500'dür. 18’e 19'a indirenler vardır. Herkes bunları bilir, an­
lar. Z arûrâti d in iy e bunlar, anlaşılmaz derseniz Allah'a if­
tira etmiş olursunuz. Allah o zaman abesle iştigal etmiş olur.
Hâşa! Neyi anlamayacaksın? Yetim malı yeme diyecek sana.
Yetimin haklarını yersen karnına ateş doldurursun. Bunu
okuyup anlamayacak mısın? Bunu anlamayacak bir tane
94 KONFERANSLARIM

adam var mı? Yalan söyleme. Verdiğin sözü yerine getir. Ek­
sik ölçüp, yanlış tartma. Allah aşkına, bunları anlamayan
var mı? Yapmak istemiyor da ondan. Anne-babana, ibadet
eder gibi hizmet et diyor. Anneni-babanı itme, horlama, öf
deme, inletme, atma, şunun bunun başına sarma, 3-5 kuruş
vererek diyor. Neyi anlamıyorsun? Bunların anlaşılmayacak
nesi var. Açıkça, bunları yapmak istemiyorsun.
Efendim, Allah'a ibadet et, secde et diyor. Namazı tam ye­
rine getir. Rükû, secde, kıyamı vermiş, kıraati vermiş, kıble­
ye yönelişi vermiş, abdesti vermiş. Ne istiyorsun, ne kaldı ge­
riye?
Bir de aziz Peygamberimiz fiilî sünnet (Mütevâtır Sün­
net) olarak nasıl kılınacağını göstermiş. Neyi okuyup anlamı­
yorsun? Bunların hepsi anlaşılır. Okumuyor. Sonra bana ge­
lip soruyor. Teyzem öldü. 7. gece, 40. gece, 52. gece, burnu­
nun düştüğü gece Kur'an'dan okunacak duayı bana gösterin
diyor. Bu uygulamaları nereden buldun? Allah’ın Kitabında
böyle rezillikler olur mu? Hiç olmazsa bunu öğrenirsin arka­
daş. K uranı okursan şu maskaralıkların Kur’an'da olmadı­
ğını öğrenirsin. Kur'an'ın Ölü kitabı olmadığını anlarsın. Az
şey mi bu? Şimdi bütün bunlar söyleniyor ve enternasyonal
küfür tezgâhının gaflet kanadını kotaranlar bakıyorsunuz
konuşuyorlar. Çocuklarınıza Kur'an okutmayın, sapıtırlar di­
yor. Gazetesinde başlık atıyor. Eğer Kur'an okuyarak sapıtı­
lıyor ise bizim çocuklarımız ne ile hidayet bulacaklar? Sizin
Allah'tan korkunuz yok mu? Bunlar din diye bizim insanım ı­
za satılıyor. Kuran okutmayın çocuklarınıza sapıtırlar. Bir
tane daha: Biz Kur'an’ı hüküm çıkarmak için okumayız di­
yor. Sevap almak için okuruz. Be insan, hükümlerini ayağı­
nın altına aldığın bir kitap sana sevap verir mi? Allah'ı ne
zannediyorsun? Allah ahmak mıdır? Hükümlerini ayak altı­
na alacak, Kur’an ona sevap verecek.
İSLAM ve İNSA N 95

Biz sevap kazanm ak için okuruz diyor. Sonuç, aziz dinle­


yenlerim, K ur’an'a h ü r m e t, K ur’an'ı d a h a g ü z e l k ılıfla r ­
la d u v a r a a s m a k la e ş it le n iy o r . V e b iz 3-4 a s ır d ır ,
K ur'an 'a h ü r m e t a d ı a ltın d a K u r'an k ılıf ı d ik iy o r ,
K ur'an 'ı ç e k m e c e le r e k o y u y o r u z . Kılıflar yetm em iştir,
bir de çekmece yapılm ıştır. Kakmalı, güm üşlü çekmecelere
koy ve kapat. Kur'an'a hürm et bu! Kur'an asılı durur orda.
Ben ayaklarımı uzatmam. Kur'an asılı durur orda seçkin kı­
lıfta. Kur'an'ın olduğu odada ayaklarını uzatmıyor ise din­
darlığın zirvesinde. Yanma yaklaşamazsmız.
Evet, Kur'an'a hürm et için ayaklarını uzatma, arka odada
ne m elanet işlersen işle. İslam dünyası, rafa mahkûm ettiği
bir kitaptan birşey bekliyor. Bu kitabın bize rahm et elini
uzatm ası mümkün değildir. Herkesin aklını başına alması
lazımdır. Bu kitap hapsedilm iştir. Ve bu kitabı hapsederek,
bu kitaba hürm et gösterisi yapacağımızı da Kur’an-ı Kerim
söylemiştir. Bunu bilir misiniz? Kur'an-ı Kerim'i okursak şu­
nu anlarız. 14 asır önceden bize uzatılm ış mucize haber.
Kur’an'da bir F u rk a n suresi vardır. Mahalledeki camide se­
nede 20 hatimi deviren bir vatandaş Furkan suresinde neler
var, bana iki kelim e ile söylesin? Söyleyemez. Bu işle özel uğ­
raşmadı ise söyleyem ez. Bu bizim dinimizin, dünyamızın,
âhiretim izin kitabıdır. Bakın, bundan bu kadar haberimiz
yok. Â k if, bunları şiirinde dile getiriyor. Safahatında şu me­
alde konuşuyor: Seni, Allah kötülük edip de bu hale getirme­
di ey İslam dünyası. Allah’tan belanı istedin; Allah da belanı
verdi. Ve diyor ki "E ğer y a n d m sa h a k k -ı s a r ih in d i k i
yandın" Yandınsa hakettin de yandın, Allah zulmeder mi?
Şimdi sürün bakalım!
Bakın, nasıl yandık. O F u rk a n suresindeki ism e bakın.
Hakla batılı, ışıkla-karanlığı, çirkinle-güzeli, doğru ile eğriyi,
zalımle-mazlumu ayıran demek Furkan. Kur'an’ın bir adı da
Furkan. Bizler ne zulümü, ne adaleti, ne zalimi, ne mazlumu
96 KONFERANSLARIM

ayıramayız. Çünkü bunu yapacak kitaptan haberimiz yok.


Kendimize durmadan zulüm ediyoruz. Onun bile farkında
değiliz. Evet, Furkan suresi, bizim hep devirmek için okudu­
ğumuz sure. Orada bir ayet var, o ayete gelmeden size bir
Kur an sırrı daha vereyim. Bunları okusaydık, bunları size
anlatmaya gerek kalmazdı. Bunları tüm Müslümanların
açıkça bilmeleri lazım. Bunlar bu işin amentüsü, ebcedi.
Şimdi bakın, Kur’an-ı Kerim gayet açık diyor ki: Bütün pey­
gamberler kendi ümmetlerinin tanığı olarak Allah'ın huzu­
runda, o büyük mahkemede dinlenecekler. Ey bu Kur'an'ı
vahyettiğim Peygamber, sen de, senin ümmetinin tanığı ola­
rak dinleneceksin. Her peygamberin, ümmetinden şikâyeti
olacaktır diyor. Nedir o şikâyetler, vermemiştir, tsa ne şikâ­
yette bulunacak, vermemiştir. M usa ne şikâyette buluna­
cak? Onları vermiyor. Bir tane, beş tane, kaç tane ise...
Bizim Peygamberimizin bizden şikâyetine gelince, onun
birtane olduğunu söylüyor ve veriyor. Dikkdt et, o Furkan
suresinde veriyor. 30. ayet.. Ben bu ayeti 30 sene sonra fark
ettim. Şu mübarek saatlerde oruç da tanık olsun. Bunu 30
sene sonra fark ettim. Ve hâlâ o ürpertinin içindeyim. Bu ür­
pertiyi duymayanlar, Allah'tan hiçbir şey beklemesinler. İs­
lam dünyası bunu fark etmediği için sürünüyor. Bunu fark
etmeyeceksin de neyi fark edeceksin? Kur an nerde kal-
dı.Nerde peygamber edebiyatı. İşte Peygamberin şikâyeti.
Peygamber in şikâyeti var. Peygamber i, Allah'tan ayırarak
kamp şefi yapıyoruz biz. Peygamberi Allah'tan ayırdınız mı
peygamber olmaktan çıkar. Ayırmayın. Allah’ın kitabından
Peygamberi ayırmayın. İşte, ayırmazsanız bu geliyor karşı­
nıza. Bakın hurda Müftü Efendi var. Birlikte kelime kelime
mânasını verelim. Resul diyecek ki (ayetler kıyametten bah­
sediyor). Kur'an'ın güzellikleri bunlar. Resul (Yani Hz. Mu-
hammed)diyecektir ki -dinle bakalım. Altından kalkabiliyor-
san kalk, helal olsun, ben kalkamıyorum- diyecektir ki: Ya-
İSLAM ve İNSAN 97

rabbi, benim bu kavmim, toplumum, ümmetim Kur'an'ı tut­


tular, fizik mânada aldılar, ama nasıl aldılar, m eh cû r ola­
rak aldılar. Elleri ile tuttular da, hükümleri ile hayatın dışı­
na ittiler, devre dışı bıraktılar. Kendi dışlarına ittiler. Ama
kılıfını ve kapağını fizik mânada tuttular. Peygamberimizin
bizden şikâyeti bu olacaktır.
Bunu veriyor Kur'an-ı Kerim. Bizim nereden battığımıza
dikkat çekiyor. Şimdi İslam dünyası, Peygamberin bu şikâ­
yetinin altından kalkması için ne yapması gerekiyorsa yap­
sın. Ş im di A llah'ın R esulü'nü , A llah'ın K itabm 'dan ko­
pararak A rap h ü ra felerin in ta şıy ıc ı sa v u n u cu su du ru­
m una g e tir m e k is tiy o r la r . K ur'an-ı K erim in s a n lığ a
Arap ö rflerin in ta n ım ı iç in g elm em iştir. Kur'an-ı Kerim
Allah'ın dinini anlatıyor. Arap örflerinin ihyası değildir. Al­
lah'ın dini, Allah'ın dininin ihyasıdır. Biz, A rap ö rflerin i
ihya e tm e k le A llah'a varam ayız. Ö rflere saygı duyarız.
Ama bizim din im iz, A llah'ın K itabı'ndan g elen m esajda
sak lıd ır. Biz bu mesaja uymaya mecburuz. Şimdi onun-bu-
nun örflerini bizim insanımıza din diye satıyorlar. Kur an
projektörünü tutup bu örflerin ufunetini deşifre ettiğinizde
rahatsız olup dört taraftan feryadu figana başlıyorlar. Niye
feryat ediyorsun? Senin bağırmanla biz bırakmayız bu işi.
Hayır, hayır! Tevhid'in, Allah’ın elinden çıktığı şekliyle her
devirde anlatan kadroları olmuştur, olacaktır. Biz o kadrola­
rın içinde bir nefer olabiliyor isek ne mutlu bize. Ve o kadro­
lar vardır. İslam dünyası'nda bir, beş değil, çok. Siz onlan
konuşturmasını bilmiyorsunuz? Size küsüyorlar ve konuş­
muyorlar. Sizin vurdumduymazlığınızdan konuşmuyorlar.
Bakın, şu son tartışmalar içinde bunları konuşuyoruz arka­
daşlarımızla. Diyorlar ki, bırak, üç kuruşluk keyfimiz var.
Onuda mı kaçıralım? Bunları kim düzeltmiş ki biz düzelte­
lim diyor? Sebep şu: H erkes din in ku rtarılm ası işin i baş
kasın a h av a le ed iy o r. Ben sizin dininizi kurtarmaya mec­
98 KONFERANSLARIM

bur muyum? Beyfendi, sizin dininizi üstlenip sizi cennete ta*


şımaya mecbur mudur? İlim adamıdır. Size söyleyecek. Sora­
caksınız.
Soran yok. Kuran'ı okumadığımız için din adına neyi öğ­
renmek istediğimizi bilmiyoruz. Benim 37 tane müftülük ya­
pan talebem var. 20 yıllık İlahiyat Fakültesi hocasıyım. Şim ­
di bu 37 sayısı arttı. İndeksini tutuyorum. Bayram-tatil gö­
rüşüyoruz. Nasıl oralarda durum dediğim zaman: Hocam, hiç
iyi değil diyorlar. Müşterek bir sıkıntı var. Özel sıkıntılar var
o ayrı. Hocam, diyor: "Kaç yıldır şurada müftüyüm, vaizim,
görev yapıyorum. Bana kitap karıştırtacak, birşey araştırta-
cak, beni bir yöne itecek bir tane soru gelmiyor" diyor. Cema­
atten soru yok. İşte felaket burda. Ne geliyor soru olarak.
Efendim tespihte sübhanallahta böyle mi tutayım, şöyle mi
tutayım? Şöyle tutulursa cennete dik, böyle tutulursa rampa
aşağı gidiliyormuş. Daha ne soruyor? Cebrail'in kaç tane ka­
nadı var. Bak, bak! Ne işin var senin oralarda. Efendim, Sı­
rat Köprüsü'nün kaç km. olduğunu soruyor?
Cenab-ı Hak bile bunları gündeme getirmemiş. Hz. Pey­
gamber diyor ki: Eski ümmetler böyle durmadan kaşınıp saç-
ma-sapan soru sorarak helâk oldular diyor. Kur'an-ı Kerim
söylüyor: Bu din m e sele sin d e k aşın m ak h ır lılığ a a lâ m e t
değil. Hâlâ kaşınıyor. Sonra Kur’an-ı Kerim diyor ki: Ölüm­
den sonra yeni bir hayat olacak. Ve bu hayatından hesap ve­
receksin. Bu hayat nimetleri insana bedava verilmedi. Başı
boş değilsin. Bunun hesabı sana sorulacak. Âhiret bu işte!
Nasıl soracak, ne yapacak? İlle cehennem çukurunun resmi­
ni istiyor. Cennet köşkünün, hurinin resmini istiyor. Ayağı­
nı- bacağını yaptıracaktır. Cennete gitti de... bir git. Seni
cennete koyan kudret orada sonsuz nimetler verecek. Gider
görürsün. Ne acele ediyorsun! Çetele tutuyor. Allah'la pazar­
lık, sürekli pazarlık. Allah’ı sayıya, mekâna, zamana hapse­
decek. Şu kadar zekât verdim, bu kadar karşılığı. Allah ma-
İSLAM ve İNSA N 99

halle kasabı olsa dayanamaz buna. Bu kadar hesapçılığa Al­


lah dayanamaz. Kulluk borçlarını, sana verdiği nim etlerin
hakkını ödedin de öbür tarafın çetelesini tutuyorsun? Yahu
secde etsene Allah'a. Bir defa kul ol.
Bu öyle bir cömert sultan ki en küçük mânada gönlüne
girdin mi seni hâzinelerin üstüne oturtur. Sen ne çetele tutu-
i yorsun? Kendi nefsine mi benzetiyorsun Allah'ı?
! Çetele tutarken de beni, müftüyü ve vaizi âlet ediyor bu
işe. Yandı adamlar. Hep şikâyet. Hocam, doğru dürüst bir ta­
ne soru yok diyorlar. Hep bunları soruyorlar. Ölünün burnu
ne zaman düştü? Parmağı ne zaman düştü? Sana ne burnun­
dan, ayağından. N e zaman düşerse düşsün. Bütün bunların
f arkasında, Kur'an'm "oku" emrinin çiğnenmesi var. Bu k ita ­
bın ilk e m r i "oku." V e ts la m d ü n y a sı bu ilk em r i ç iğ n e ­
m iştir. İlk e m r i ç iğ n e d ik te n so n ra öb ü r e m ir le r i h iç b ir
y e r e k o y a m a z s ın . Aklım ızı başımıza devşirm em iz lâzım.
İlk emir çiğnenm iştir. Oku, oku! Neyi okuyacak? Mc Do-
nald'da ham burgerin 50 bin lira olduğu bir dünyada yaşıyo­
ruz. İki lokma bir delikanlı için. Böyle bir dünyada kaç Müs­
lüman eve giriyorsunuz, Mc. Donald hamburgeri fîatına alı­
nacak bir Kuran Meali yok. Hafız efendiyi çağırıyor, dinleye­
cek. Ona da ihtiyaç var, ruhumuz yıkansın diye, tamam. Yal­
nız bunun ne demek istediğini anlamak lazım. Ve bir tane
meal yok müslüman'ın evinde. On tane olması lazım. Müslü­
man'ın evinde on tane olması lazımdır. İlla bir tane. Bunla­
rın hepsi güzeldir. Edebî zevk, uslüp farklıdır. 2 tane olsa kı­
yamet mi kopar? Ondan sonra ayağınız koltuğun altında bir-
şeylere takılıyor, bir karıştırıyorsun, her koltuğun altından
200-300 bin liralık Tommiks, Teksas çıkıyor. Yahu bu dine
bizim yaptığım ız bu olunca bu din bize niye bereket ve yüz
akı göndersin!...
Hiç dinledin mi ne söylüyor Peygamber? Şunu dinle, bak,
hem haberi vahit falan değil. Uydurma hadislere sığmıyor-
100 KONFERANSLARIM İSLAM ve İNSAN 101

lar. Peygamberi yalan makinasma çeviriyorlar. Şu mütevâ- deşi Harun, Firavun'a gidin. (Firavun Allah'a kafa tutmanın,
tırlara bir gelin, şu sağlamlara bir gelin, bakın orada neler inkârın sembol adı Kur’an'da) Firavun’a gidin. Ona tatlı ve
var. İşte bir tanesi. 'K ardeşine, zalim de o lsa m azlum da yumuşak dille söyleyin; olabilir ki içine bir ürperti düşer de
olsa yardım et." Bir grup sahabiye hitaptır. Soruyorlar, Ey doğruya döner. Şimdi bizim insanımızın hangi günahkârı Fi-
Allah'ın Resülü: Mazluma yardım edelim, tutup kaldıralım. ravun'dan kötü de biz ona anlatmayacağız. Ben bunlara ce­
Zalime nasıl yardım edeceğiz? "Onun da zulmüne engel ol; o vap istiyorum. Bunların cevabı yok. Namert tezgâhın bunla­
da ona yardımdır." diyor. Demek ki her hal ve şartta insana ra vereceği cevap yok. Sadece fesat yayıyor. İşte Peygamber
yardım gerekir. Bak şu senin dinine. Şimdi günahkârı kaldı­ bu, Allah bu, Kur'an bu, Kitap bu, bunun aksi ise şirk. Niye
rıp atıyor adam: "Ben buna din, Allah, Peygamber anlat­ çöplüklerde fesat yayıyorsun? Çünkü biz bunları anlattığımız
mam, anlatmam, anlatmam" diyor. Habire başımızda boza zaman halkımız peygamberini tanıyor, kitabını tanıyor, dini­
pişiriyorlar. Lionslara, R otaryenlere niye konuşuyorsun? ni fark ediyor ve çöplükteki karanlık ve cüceliği fark ediyor.
E ne yapalım kardeşim şimdi. Ne yapalım kardeşim? Müftü­ Rahatsızlık burdan. Biz anlatacağız. Hiç lâmı, cimi yok. Bi­
ler çağırıyorlar, gidiyoruz. İmam-Hatip Okulu çağırıyor, gidi­ zim süremiz biter, bir başkası gelip anlatır. Hiçbirimiz bur-
yoruz. İslâmî vakıflar çağırıyor gidiyoruz. Rotaryen çağırdığı da 3000 sene yaşayacak falan değiliz ki. Bana ne, boş ver
zaman bu Rotaıyenlere ben şimdi ne diyeyim? Açık konuşu­ yok. Zaten kıyametler koparsanız bu ömür 70-80'i geçmiyor.
yoruz. Şeffaf tartışma. Bana, Yurdaer B ey kaç gün önce, bir Fakat ölümden sonrasının böyle kısır hesaplara sığdırılması
ay önce telefon etti. 20-30 gün Önce. Ne istiyorsunuz benden? mümkün değil. Orası çok uzun ve sürekli. Biz 60 yıl, 50 yıl.
Efendim bize dinimizi anlatsanız, güzel konuşuyorsunuz, an­ ilim adamlarının yaşma göre bu gerçeklere gönül verdikten,
latıyorsunuz. İnsan sizin dilinizden daha iyi anlıyor. Ne isti­ bunları Öğrendikten sonra bunlan saklayarak insanımızdan,
yor benden? Kuranı anlat diyor? Dini anlat diyor. Zaten ben Allah'ın karşısına dilsiz şeytan gibi gidemeyiz. Kur'an-ı Ke­
üç şey i anlatıyorum . 4.ncü yok. Kur'an, A llah v e Mu- rim şu n u diyor: A llah'tan siz e u la şm ış b ir b ilg iy i sak ­
ham m ed anlatıyorum . Esas çehreleri ile ama, hürafeler ile la r sa n ız sizi e n b ü yü k zalim ler olarak h esab a çekerim .
toza bulanmışını değil. Bunlan istiyor benden. Bunlar Kur'an ayeti. Peygamberimize sorarsak o da diyor ki:
Şimdi, ben bunlara, İslam’ın hangi gerekçesini, hangi be­ H ak k ın d ile g e tir ilm e s i gere k e n y e r d e su sa n , d ilsiz ,
yanını delil göstererek diyebilirim ki, ben size gelip Allah'ı, şeytan d ır. Sonuç:
Kur an ı ve Peygamber i anlatamam. Derse ki bana, hocam Gelin, K ur'an istik a m etin d e şu u rlan m a v e b ilg ile n ­
bizim Allahımız kim? Bir tane daha Allah mı var, göster de m e s e fer b e r liğ in e k atılalım . Evvela bilgilenmek lazım ki
gidelim. Biz O nu ondan öğrenelim derse ben ne yaparım? O şuurlanma arkasından gelsin. Şuurlanma, bilgi üzerine otu­
demiyor, ben soruyorum. Falancalara İslam'ı anlatma diyen rur. Bilgisiz nasıl şuurlanılır... Bilgi mutlaka gündeme geti­
tezgâhtara soruyorum. Başka Allah mı var? Şimdi çıkar biri­ rilmelidir. B ilgi, k u lla n ıla b ilir h ale g e tir ilm e lid ir k i ar­
si bana derse ki, senin kitabın da, hani adına ahkâm kestiği­ k asın d an şu u r doğsun. Ve bunun için de ilk adım, Kur'an-ı
niz Kur'an var ya, bu Kur'an en büyük, peygamberlerden iki­ Kerim'i kılıflardan indirmek, kılıfları yırtmaktır. Kılıfları
sine, Hz. Musa ve kardeşi Harun'a diyor ki: Ey Musa ve kar­ yırtın diyoruz. O kılıflara hapsettiğiniz Kur’an, kılıfları ile
102 KONFERANSLARIM

birlikte sizden şikâyetçi olacak. Kılıftan ip yapıp boynunuza


sarar. Vallahi yapacaktır bunu. Beni niye bunlara hapsetti­
niz diye? Hapsedilsin diye mi yaptın bu kılıfları. Kılıflan yır­
tın ve okuyun. Onu okuyup daha iyi anlamak için ne lazımsa
onu da tedariğe girin. Hiçbir şey gökten zenbille inmiyor.
Okumadan anlayamazsın. Allah'ın Kitabı nın zahm ete değ­
mediğini söylüyorsunuz. Sinema seyretmek için, iyi film sey­
retmek için, TV izlemek için bile bir kültür lazım. Kur'an’ı
okuyalım, anlayalım. Herkes bunu ucuza kapatıyor. Bu bilgi
seferberliğini başlatmalıyız.
Ayağımıza dolaşan nimetler var. Bu ülkede çok nim et
var. Bakın, herkes kendine gelsin. Fazla geri gitmiyorum.
Babalarımızın yırtık çarıklarla tırmandığı yollarda bugün biz
özel otomobillerle gidip geliyoruz... 30-40 sene içinde burala­
ra geldik. Allah bize bunlan lütfetti. Şimdi bundan Allah için
de bir pay ayırsın herkes. Yapamazsanız o zaman bu işe ya­
rım ekmeğinden pay ayıranlar gelip üstünüze, gırtlağınıza
çökerler. Ama o zaman bu dinin güzelliği gelmeyecektir. Ce­
hennem gelir, oturur ensenize. Buna fırsat vermemek için,
yeniden insanlık e n g iz isy o n a teslim olmasın diyoruz. Ko­
münizm 70 yılda bitti.. Çünkü zulmü, Allahsızlığa fatura edi­
yordu. 70 yılda gitti. Şimdi kom ü n izm gitti ve bazıları nara
atıyor: K apitalizm ihya edildi. Bırak şunu! Zaten kom ü­
nizm, kapitalizmin veled-i zinasıydı. Kapitalizmde hayır ol­
saydı komünizmi doğurmazdı. Bunların ikisi de gitmiştir.
İnsanlık yeni dengeler arıyor. Sancıların içinde. Berlin
duvarı yıkıldı. Yıkıldı, tamam anladık. Ama dünya kanıyor.
Her tarafı. İnsanlığın kamplaşması sadece komünist, sağcı-
solcu şeklinde olmuyor ki. Bakın derhal kampları kurmaya
başladılar. Yeniden Türkiye'ye bakın, burda da göreceksiniz.
Dünyada kamplar kuruldu. Kan habire akıyor. Habire akı­
yor. Dinin yeniden engizisyon zulümlerine malzeme yapılma­
ması için insanlığın kendine gelmesi lâzım. B erlin d u varı
İSLAM ve İN SA N 10 3

y ık ılm ış tır am a A lla h 'ın K ita b ı ile a r a m ız d a k i d u v a r ­


la r d u ru y o r. O duvarı da yıkın. İnsanımızla bizim aram ız­
daki duvar duruyor. O duvarı da yıkın. Berlin Duvarı yıkıldı,
şimdi ne olacak? Kaç defa gittim . Böyle bakıp diyordum ki,
acaba 50-60 sene sonra bu yıkılabilir mi? Bu şekilde hayal
ediyorduk. Cenab-ı Hak murat etti, bir haftada gitti.
D a h a y ık ıla c a k d u v a r la r v a r . Z ulüm d u v a rla r ı v a r.
Z en g in ile fa k ir a r a s ın d a d u v a r la r v a r . A ç la -to k a r a ­
s ın d a d u v a rla r va r. E g o iz m le fe r a g a tin iz a r a sın d a , r u ­
h u n u z la n e fs in iz a r a sın d a d u v a rla r va r. B u n la r y ık ılıp
b ir g ü z e l z e m in e , b ir s ıc a k k u ca k la şm a ile ç ık a r sa in ­
sa n ım ız , d iy a lo g la r k u ru lu r , ta r tış m a la r iy i n iy e tle y a ­
p ılır s a h e r ş e y ç ö z ü lü r . V e m u tlu y a r ın la r h em in s a n lı­
ğ ın h e m d e b iz im d ü n y a m ız ın k a d er i o lu r . B u n la r u za k
d e ğ il. B ü tü n m e s e le n iy e t e tm e k te. N iy e t v e g a y r et. S a ­
de n iy e t y e tm iy o r . G a y ret d e la zım . B e k le y e lim v e g ö ­
r elim . ^
N iyet ve gayretle bu güzel yarınları kurmak ümidiyle te ­
şekkür ediyorum.

■W
IV
KUR AN ve İNSAN1

Sevgili Konyahlar!1
2
Burada iç içe birkaç güzelliği birden yaşıyoruz. M evlâna
gibi bir büyük mâna ve gönül sultanının huzurunda olduğu­
muz bir mekândayız. Bugün İlahî kelamın bin aydan daha
hayırlı diye tanıttığı Kadir gecesini kutlamaya hazırlan-
maktayız. Bütün bu güzelliklerin içinde sizleri en derin sev­
gilerle selamlıyorum.3
Konferansımda 'Kur'an ve însan"ı anlatacağım. Kur'an,
insan ve kâinattır. Mevlâna'ya aşk nedir? Aşık kimdir? diye
soruyorlar. Benim gibi ol da anla diyor. Bunun gibi, "Kur'an-ı
Kerim nedir, Kur’an-ı Kerim'i nasıl anlarız?" sorusunun ce­
vabı da Kur'an ol anlarsın, olacaktır.
Konferansımı huzurlarınızda mâna bakımından açtıkça
göreceksiniz ki, Kur'an-İnsan ve K âinat içiçe v e b ir i o l­
madan ö tek isi kavranam ayacak üç kitaptır. Bu bizzat
Kur'an’m kendi beyanları içindedir. Gerçek mânada insanı

(1) Verildiği yerler: İstanbul (4 yerde), Konya, Ankara, İzmir, B ur­


sa, Trabzon, Almanya (4 yerde).
( 2 ) Konya Ticaret Odası dergisinde Nisan 1991'de yayınlanmıştır.
(3) TRT Kanal 1‘de 20 dakikalık bir özeti yayınlanmıştır.
KUR AN v e ÎNSAN 105

anlamak nasıl K uranı anlamayı gerektirirse, gerçek mâna­


da Kur an ı anlamak da insanı anlamayı gerektirir. Bunun
gibi, kâinatı anlamak için de bu iki kitabı anlamak lazım.
Kısacası, bu üç kitaptan hangisini dikkate alırsanız alın,
diğer ikisini de mutlaka tanımak lazımdır.
Kur'an-ı Kerim kendisini bir kitap olarak tanıttığı gibi in­
sanoğluna ilahi plandan vahyedilmiş hakikatlerin tamamını
da kitap olarak tanıtır. İlahî vahyin genel ismi de kitaptır.
Kur'an-ı Kerim, inşam da bir kitap olarak tanıtır. İnsan da
bir kitaptır ve aynen bunun gibi kâinat da bir kitaptır. Bu ne
demektir? Bunun cevabını da yine Kur'an-ı Kerim veriyor.
Bu üç kitabın üçü de iç içe ayetlerle doludur. A yet, insanı ya­
ratıcıya götüren iz-işarettir veya tetkik edilmesi insandan is­
tenen keyfiyet demektir. Bütün varlıkların sergilediği oluş,
ayetlerden ibarettir. Kur'an-ı Kerim'in kendi muayyen parça­
la n da ayetlerden ibarettir. İnsanın iç dünyası da ayetlerle
doludur. Hem kâinat kitabını hem insan kitabını okumak
için Kur'an-ı Kerim bir ışık, bir aydınlıktır.
Kur'an-ı Kerim insana hitap ederken insanla münasebe­
tinde ilk keyfiyet olarak "oku’Vu tespit etmiştir. İlahî vahyin
ilk beş ayetinin ilk emri Oku'dur. Bu o k u insanın kendisini
okumasından, kâinatı okumasından Kur'an-ı okumasından,
İlahî sırlan okumasından içiçe bir keyfiyetler bütünü vücuda
getirir. Kur'an-ı Kerim bu oku'nun ne olacağını gösterme­
miştir. Yani her şeyi oku. Yalnız nasıl okunacağını göster­
miştir. Y aratan R abbin a d ıy la Oku! Çünkü Yaratan Rabbi
devreden çıkarırsanız okuduğunuz sizi bir yere götürmez.
Kur'an-ı Kerim bu konuya temas etmiştir ama neyi okunun
cevabım vermemiştir. Şunu oku diye kayıtlamamıştır. Her
şeyi oku, bütün kâinat ayetlerden ibarettir. Devenin hörgü­
cünü de oku, Kur'an-ı Kerim'in ifadesi; kendi iç dünyanı da
oku, gözyaşını da oku, Allah'ın Kitabı'ndaki ayetleri de oku.
Netice, bütünüyle kâinatı oku.
106 KONFERANSLARIM

İkinci nokta, Kur'an-ı Kerim'in insanla münasebetinde,


taak kul keyfiyetidir. Yani aklı çalıştırmak keyfiyeti. Evvela
insanla, bilgi münasebeti kurulmuştur. O ku emrinin arka­
sındaki hâdise budur. Vahyin insanla münasebetinde bilgi
kaçınılmazdır. Kur'an-ı K erim , im an la b ilg in in m ü n a se ­
b e tin i k o p a r m a y ı im a n ın da if la s ı te la k k i e d e r .
"Oku"nun h ed efi bu dur. Kur'an-ı Kerim'i tetkik ederseniz,
bu bilgi münasebetinin Kur'an adamı tarafından muhafaza
edilmesi gerektiğinin Kur’an’ın ısrarlı direktifi olduğunu gö­
rürsünüz. Nasıl muhafaza edeceksiniz? Bunun için Kur'an-ı
Kerim ta a k k u l keyfiyetini getirmiştir. Yani aklı çalıştırmak.
Bu, Kur'an’ın ifadesidir.
Kur'an-ı Kerim insanoğluna, akıl dışı hiçbir şey getirme­
miştir. İnsanı, akıl dişiliği kabule asla zorlamamıştır.
Kur'an-ı K erim 'de a k ıl ü s tü lü k v a rd ır. V a h y in b iz ­
zat k en d isi akıl ü stü d ü r. A m a ak ıl d ışı y o k tu r . Yüzler­
ce, hatta binlerce ayette çeşitli ifadeler bu taakkulu, insanın
aklını çalıştırması keyfiyetini insanın onuru diye ortaya koy­
muştur ve insana direktifler vermiştir.
Kur'an-ı Kerim'de bunun için aklı rencide edecek hiç bir
tespit yoktur. Burada akıl derken, bu, köşebaşlarında topla­
nan çocukların akılları değildir. Bu, akim külli prensipleri­
dir. Bazıları bunu yanlış değerlendirirler. İslam iyet akıl dini­
dir. Senin, benim, onun, bunun aklı değil bu, aklın külli
prensipleridir. Buradan hareketle İslam bilginleri hiçbir din­
de, hatta hiçbir sistemde olmayan bir büyüklük sergilem iş­
lerdir. Dini tanımlarken onun içine akıl unsurunu koymuş­
lardır. A klı d e v r ed en ç ık a r a n b ir im a n ın K ur'an 'dan
o n a y a lm a sı m ü m k ü n d e ğ ild ir . Aklen malül olanlara
Kur'an'm hitabı yoktur. Aklen malül olan, vahyin muhatabı
değildir.
Kur’an-ı Kerim’in insanla münasebetinde muhafaza ettiği
temel unsurlardan biri de hü r irad e veya İslam literatürün-
K UR AN ve İN SA N 107

deki ifadesiyle ih tiy a r . Yani hür seçim ve karar verme. Bu­


nun zıddı ik r a h t ır ki, Kur'an-ı Kerim ısrarlı bir şekilde
onun taşıdığı tehlikelere dikkat çeker. Dinde ikrahın yeri ol­
madığını insana açıkça ifade eder, ik r a h nedir? insanın ken­
di hür iradesiyle benimsemeyeceği şeyleri çeşitli saiklerle ic­
ra etm esi ve kendisine icra ettirilm esidir. Kur'an-ı Kerim
bundan hiçbir fayda beklememektedir. Bu, evrensel prensip
olarak Kur'an-ı Kerim tarafından açık bir şekilde ifadeye
konmuştur.
insanın Cenab-ı Hak ile gerek fiil, gerekse düşünce olarak
m ünasebetinde ikrah unsurunun olm am ası icap eder. İk ­
rah'ın o ld u ğ u y e r d e d in y o k tu r.
Kur’an düşüncesi, ik r a h altında vücut bulan ibadetler­
den hür iradeye dayalı hataları ve günahları yeğ tutar. Sizin
istemeden icra ettiğiniz ve adına amel, ibadet dediğiniz şey­
ler bir riyakârlık, samim iyetsizlik sergilediği için Allah ka­
tında sizi perişan duruma düşürür.
Kendi irademizle vücut bulan günahlar Cenab-ı Hak kar­
şısında bizleri boyun büktüreceği için, gözyaşı döktüreceği
için çok daha erdirici olur.
İslam büyüklerinden biri olan Iranlı S a ’dî (ölm. 1291) di-
yorki, 'Y ara b b i, şik â y e tç iy im o ib a d e tte n k i, b e n i se n in
k a r şın d a b ir ş e y y a p m ış o lm a k id d ia sın a g ö tü rü r. B a n a
"ben" d e d ir tir , b e n y a p tım d e d ir tir . V e ta k d is e d e r im o
g ü n a h ı k i s e n in ö n ü n d e b a n a b o y n u m u b ü k tü rü r."
Çünkü boynunuzu bükerseniz uluhiyetin coşan rahmeti sizi
kurtarır; ama ben yaptım derseniz bu sizi firavunluğa götü­
rür. Bu yüzden din ve din eğitim inde, hür iradeyle Allah'ın
karşısında kulluk edecek benlikler yetiştirm eye yönelm ek
icap eder. Aksi takdirde Kur'an'ın anladığı mânada bir din
realitesin in toplum a hakim olm ası m üm kün değildir.
Değerli dinleyenlerim!
108 KONFERANSLARIM

Kur’an m Kerim, insanın kendiyle münasebetinde bir baş­


ka unsuru da ısrarla muhafaza etmemizi istemektedir. O da
Kur'an'm ifadesiyle basiret dediğimiz gönül unsurudur.
Kur'an-ı Kerim, akıl ve duygulara dayalı bilgilerin üstün­
de ve ötesinde insanın ilahı kaynaktan nasiplenmesi için bir
başka keyfiyetin daha devreye girmesini istemiştir. O da gö­
nül gözü ve gönül nasibidir.
Kuru kitab veya akıl planında kalmış bir bilgi bizim Ce-
nab-ı Hakk'la ve Kur'an-ı Kerim'le münasebetimizi kurmak­
ta yeterli değildir.
Mevlâna'nın Mesnevisini, Divan-ı Kebîrini okuduğunuz
zaman görürsünüz hepsinde de aşk, aşk, gönü l, gönül diye
uzun uzun bahsetmiştir. Nedir bu gönül? Kur'an-ı Kerim
buna bazen kalp der. Kalp deyince bu kalp, kanı pompala­
yan et parçası değildir.
Kur'an-ı Kerim iki gözden bahseder. Bunlardan bir tanesi
kafa gözü, diğeri de basiret dediği gönül gözüdür. Ne entera-
sandır ki, gönül gözü olan basireti Allah'a bağlamıştır. Bu
göz doğrudan Allah'a bağlı gözdür. Müslüman'ın aklı ile gön­
lü birarada yürümek durumundadır. Kur’an'ı anlamanın
başka bir yolu yoktur. Bizim Anadolumuz bu bakımdan çok
nasipli bir ülke. Moğol tufanından, felaketinden sonra Ce-
nab-ı Hakk o büyük kahrın arkasından büyük lütfunu Ana­
dolu'ya vermiştir. Konya bu lütuftan en fazla payını alan bir
toprak parçasıdır.
İslâmî ve Muhammedi şuuru en ideal biçimde temsil eden
insanlar bu topraklar üzerinde kümelendiler ve buralarda
halen insanlığın hayranlıkla izlediği bir miras oluşturdular.
O zamanın büyük temsilcileri M evlâna, H acı B ek taşi Veli,
Yunus Em re, Sad rettin K onevî ve İbn A rabi hep Kon­
ya'nın hemşehrileridir.
KUR'AN ve İNSAN 109

Böylece 700 yıl gibi bir zaman bizim insanımız Kur’an-ı


Kerim'den nasibini bizzat Kur'an'm tanıttığı akıl ve gönül
beraberliğini yaşatarak sürdürmüştür. Bu nasibi iyi muhafa­
za etmek lazım.
Bugün bir tasavvuf düşmanlığı, Türk insanının ikide bir
sağda solda önüne çıkmaktadır. Gönül gözü olmadan Kur'an-
ı anlamak mümkün değildir. Tasavvufun ortada sergilenen
çarpık tablolarını, ta r ik a t pu tçuluğu nu eğer tartışıyorsa­
nız, onu tartışabilirsiniz, o ayrı bir hadisedir. Ama tasavvuf
başka.
Türk insanının İslam'la kaynaşmasının temel unsuru ta­
savvuftur. Tasavvufu ortadan çıkartırsanız Türk insanının
İslam'la irtibatı kopar. Çünkü T ürk in sa n ı İslam 'a ta sa v ­
v u f p e n c e re sin d e n girm iştir. K ılıç ile girm em iştir. Bi­
zim insanımız İslam'a bırakınız zorla, kılıçla girmeyi, kendi
himayesine tevdi edildiği halde girmiştir. Türklerin Müslü­
man olduğu sırada İslam’ın başkenti Bağdat, Türklerin hi­
mayesi altında idi. Halifelik Türklerin himayesi altındaydı.
Böyle, himayelerine verilmiş bir dine girmişlerdir. Bunun
ifade ettiği mâna çok büyüktür.
Kur’an-ı Kerim’in gön ü l gözü dediği ve sadece kalp diye
ifade ettiği o iç mâna, o erdirici sır tasavvuf kurumu tarafın­
dan korunuyor, geliştiriliyor ve insan hayatında mâna ifade
edecek boyutlara ulaştırılıyor.
Kur'an-ı Kerim Allah kelamıdır. Bizzat kendisi kendini
bu şekilde tanıtıyor. Hiçbir dinin Allah kelamı vasfı taşıyan
bir kaynağı yoktur. Hiçbir dinin böyle bir bahtiyarlığı yoktur.
O İslam'ın bahtiyarlığıdır ve Müslüman insanın bahtiyarlığı­
dır.
Allah kelamı ne demektir? Bunun layıkıyle anlaşılması
için İslam büyükleri bir tespit daha yapmışlardır. Kur'an,
g a y ri m ah luk k elam d ır. Yani yaratılmamış kelamdır. Al-
110 KONFERANSLARIM

lah'ın zatı ile kaim ebedî kelam diye tanıtıyorlar. Bütün bun­
lar ne demektir? Bunların ilk ifade ettiği mâna şu: Dinin çer­
çevesini, boyutlarını, hedeflerini, emir ve yasaklarını Allah
kelamı, daha doğru bir ifadeyle bizzat Allah tespit eder.
Kur’an-ı Kerim insan elinin mahsulu olan bir dine yer ver­
mez. Hakikat nasıl tekse, yaratıcı da tektir, din de tektir. O
da sahibi Cenab ı Hakk'tır.
Peygamberlerin en büyüğü olan son peygamber Hz. Mu-
hammed de dahil, hiç bir insana Kur'an-ı Kerim, dinin kuru­
cusu sıfatını vermez. Dinin sahibi Allah'tır. İnsanın rabbi,
Cenab-ı Hakk’tır. Onu yaratan O’dur.
Kur'an-ı Kerim'de fizik, kimya formüllerini bulamazsınız.
Bunları Allah insan aklına bırakmıştır. Fakat insanın nihaî
kaderiyle ilgili, insan aklının ulaşamayacağı tespitleri getir­
miştir ilahi vahiy. Burada bir tek kudret vardır. O da Cenab-
ı Hakk'tır. Tekel onundur. Vahiy, mübelliğ olan zata bile bu
tekelde ortaklık hakkı tanınmamıştır. Mesela Hz. Peygam­
bere bile dinin kurucusu diyemezsiniz. Böyle birşey deseniz
Kur'an-ı Kerim sizi hudutlarının dışına çıkanr. O peygam­
ber, dinin tebliğ edicisidir, kurucusu değildir. Avrupalılar
hep karşı çıktığımız bir ifadeyle Hz. Peygamber'den "îslamın
kurucusu, hatta Kur'an-ı Kerim’in yazıcısı” diye kitapların­
da, yaptıkları tercümelerinde bahsederler. Biz bunların şid­
detle karşısında oluruz. Niçin? Çünkü, bu hakikati iyi muha­
faza etmezseniz ortada kalırsınız. Hıristiyanlığın başına ge­
len de budur. Bütün dejenere olmuş dinlerin başına gelen bu-
dur. Kur'an-ı Kerim onlara da temas ediyor.
Aziz Konyalılar!
Bizim din bahsinde en büyük musibetimiz ceh alettir, ts-
lamm bir tek düşmanı vardır, o da cehalettir.
Bizim insanımızın problemlerinin çözümü, bazı zavallıla­
rın bir takım teranelerle genç nesilleri iğfal ettikleri gibi din-
KUR A N ve İN SA N 111

i de r efo rm olmaz. R eform dan eğer söz ediyorsanız, reform


ihtiyacı duyuyorsanız orada İlahî bir m üessese yoktur. Beşerî
müessesesiyle, beşeri kelamla ilahı kelam farklıdır. Birisi za­
man üstüdür. R efo rm a ihtiyaç hissettirm ez.
J Bakın, değerli dinleyenlerim!
j İslam dünyasının ilk emir olan "oku" karşısındaki tavrına
j bakın!. Biz Müslümanlar ilk emre ters düşmüşüzdür. İlk em-
1 re ters düştükten sonra, sonraki emirleri yerine oturtmak
mümkün değildir. M üslüman olanların bunun hesabını iyi
yapmaları gerekir. Din m eselelerinde bütün çıkmazların çö­
züme ulaştırılm asının yolu insanı cehalet karanlığına mah­
kûm olmaktan kurtarmaktır. Bize, kilisede olduğu gibi dine
yeniden şekil verecek k o n sille r lazım değil. Bunlara ihtiyaç
hissedilseydi zaten ilahı olmaktan çıkardı. Her birimiz gider
başımızın çaresine bakardık. Buna ihtiyaç duyulmadığı için
ilahı diyoruz. Zaman üstüdür diyoruz. jj
Kur'an-ı Kerim imanla irfanı kucaklaştırmayı esas almış­
tır. tr fa n sız im an , in sa n h a y a tın ı p e r işa n e d e b ilir . Kuru
bilgi yetmez, bilginin irfan olması lazım.
Bazı bilginler yıkıcı ve yapıcı imandan bahsederler. İman;
erdirici, oldurucu, hayat verici kuvvettir. Bakın Kur'an-ı Ke­
rim bize ne diyor? İçinde bulunduğumuz oruç hadisesini ele
alalım. K u ran ın açık ve kesin emirleri içindedir. Bir insan
çıksın desin ki, orucun veya namazın insan hayatında şu ve­
ya bu şartlar altında çekilir tarafı kalmıyor. Buraya müdahe-
le edip başka bir şekle getirmek lazım. Ne diyebilirsiniz? Bir
kaç şey sıralayalım. Secdesi var, rukûu var, ben hastayım ,
ayakta duramıyorum, oturarak kılayım. Burda hiç bir müda-
heleye gerek yok. Hepsinin çözümü getirilm iş, şu şu zorluk­
ları var diyemezsiniz. A b d e stö n şartı namazın. Orda zorluk­
lar var. Zorluğun durumuna göre belli uzuvları meshedin, yı­
kamayın diyor. Kısaca, K ur'an-ı K erim 'de ta b u y o k tu r . İs-
112 KONFERANSLARIM

lam da ta b u y o k tu r. K ur’a n -ı K erim e m ir v e y a s a k la r g e tir i­


yor, fa k a t tab u ları k ın y o r .
Emir ve yasaklan sıralayan bir çok ayet vardır. Bun lan
okuduğunuz vakit size bir çok yasaklar getiriyor. Fakat aynı
ayetlerin sonunda tabuyu kırmak için, zarûret varsa, diyor,
bunlar yasak olmaktan çıkar. Kendisi tespitini yapmış. İstis­
mar etmemek, aşmya götürmemek şartıyla yenmemesi gere­
ken bir şeyi yiyebilirsiniz. Hiç bir dinde bu güzellik yoktur.
Ve hiç bir dinin kitabı bu meseleleri kendisi halletmez. Bizim
kitabımız Kur’an-ı Kerim bunlan kendisi halletmiştir.
Biz, son yüzyıl içinde dini herkesin istediği gibi at oynata­
cağı bir kurum haline getirdik. Bunun günahını şimdi ödüyo­
ruz.
Yıllardır biz ik i yobazlığın pen çesin d e kıvranıyoruz.
Bunlardan birisi dinsiz yobazlıktır, diğeri de kendini dine da­
yatan yobazlıktır. Sözkonusu İslam ise, İslam 'da yobazlık
olmaz. O bakımdan kendini dine dayatan diyorum. Çünkü
insan lık tarihinde y ob azlığın en bü yük dü şm an ı Hz.
Peygam ber olm uştur. Siz zannetmeyin ki bu sıkıntıları sa­
dece siz çekiyorsunuz. Hz. Peygamber'in hayatını tetkik
edin, Allah'ın e lç isin e b ile bu yob azlar ders verm eye
kalkm ıştır. Bu yobazlığı bir boyutta dondurmak bizi peri­
şan eder. Bunların birisi dinsizlikten geliyor, diğeri sahte
dinden geliyor. Bunların her ikisi birbirinin sermayesidir. Bi­
ri olmadan diğeri yaşamaz. Bu bakımdan da sürekli birbirine
atıfta bulunurlar. Bunun sonucunda ise bizim insanımız pe­
rişan olur. Birisi çıkıyor Sultan Ahmet'teki bitli turistin sa­
kalını övüyor, camiye giren Müslümanın sakalına küfrediyor.
Öteki kalkıyor tıraş olana "zındık" diyor.
İfrat ve tefrit tulumbaları çalışınca kitlenin hali perişan­
dır. Bu tulumba bizim toplumumuzda sürekli çalışıyor. O
halde insanımızı bu iki başlı fakat ruh karanlığı bakımından
KUR'AN ve İNSAN 113

farklı olmayan yobazlığın tasallutundan kurtarmamız lazım.


\ Nasıl kurtaracağız? Kur'an-ı Kerim'in söylediği h a lis d in i
! insanımıza tanıtarak ve göstererek.
| Sayın dinleyenlerim!
| İlahî vahiy bir şeyi tespit etm işse oraya insan burnunu
| sokmamak gerekir. Orada tartışma olmaz. Ama ahk âm m e­
s e le s i örfe d a y a lı bir m eseled ir. B u g ü n ta lih sizlik n o k ­
ta la r ın d a n b ir isi de bizim iç in şudur: B iz v a h y in b u y ­
ru k ların d a n kayn ak lan an te s p itle r le örften k a y n a k la ­
n an ş ey le r i birbirin den a yıram ıyoru z. Bunlan Kur'an'm
nezaretinde, Hz. Peygamber'in bıraktığı m ü te v â tır mirasın
j nezaretinde birbirinden ayıracak, ustalıkla ayıracak kadrola­
rın yetiştirilmesi lazımdır.
Kur'an-ı Kerim'i bugün bize vahyedilmiş gibi ele almak
lazım. Bizim insanımıza Kur'an-ı Kerim Araplann kitabı di­
ye tanıtılıyor. Bu talihsizliği de biz yaşamışızdır. Kur’an-ı
Kerim hiç bir kabilenin, hiç bir devrin, hiç bir ırkın kitabı de­
ğildir. Kur’an-ı Kerim bütün insanlığa hitap eder. Kur'an'm
muhatabı insandır.
K ur'an'm te r cü m e sin e K ur'an d e n m ez. Ancak bu,
Kur'an tercümesi okumamanın gerekçesi değildir. Talihsiz­
liklerden biri de budur. H er in sa n o n u k en d i d ilin d e o k u ­
yu p an laya ca k . Kur'an-ı Kerim beni tercüme etmeyin, beni
tefsir etmeyin gibi bir şey söylemez. Resmî sınıf koymamış­
tır. H iç k im se K ur’an-ı Kerim ü z e rin d e h eg em o n y a k u ­
ram az. Herkesin onu okuyup anlamak hakkıdır. Burada sı­
kıntı nedir? Mesele, Kur'an'm İlahî yapısını olduğu gibi mu­
hafaza etmektir. O bakımdan dün akşam güneş batarken bi­
zim Kur'an'dan anladığımız, bu sabah değişebilir. O sizin an­
ladığınızda. Bu nedenle Kur'an-ı K erim 'e h e r g ü n y e n i­
den bak m ak icap eder. B in k ü sü r se n e ö n c e b irisi g e l­
m iş Kur'an-ı Kerim 'e yaşadığa to p lu m ş a r t la n için d e
114 K ON FER A N SLA R IM

b a k m ış v e o g ü n ü n ş a r tla r ın d a g e r ç e k t e n ç o k m ü k e m ­
m el r e ç e t e le r ç ık a r m ış tır . İ lim a d a m ın ın iş i b u d u r .
A m a ilim a d a m ı z a tı m u tla k d e ğ ild ir . İ lim a d a m ın ın
» e y le d iğ i, e r t e s i g ü n ü d e ğ iş e b ilir . Ş im d i s iz h e r g ü n in ­
s a n lık d ü n y a s ın a y e n id e n in d iğ in i s ö y le d iğ in iz b ir k i­
ta b ın şu k a d a r a s ır ö n c e a y e t le r in e b a k m ış v e b ir t a ­
k ım s ö z le r s ö y le m iş in s a n la r ın bu s ö z le r in i, K u r'an d i­
y e in s a n la r ın ö n ü n e ç ık a r ır s a n ız k o r k u n ç g ü n a h la r i ş ­
le m iş o lu r s u n u z .
Kur’an-ı Kerim'i okuyacak adam lar yetiştirm em iz lazım .
Kur an ın tadını çıkarmak için bir Ömür yetm ez. Ben 9 y a şın ­
dan beri Kur'an-ı Kerim okuyorum. 30 yıld ır K u ran la ilgili
olarak ortaokuldan beri o günkü şartlarda neyse yazm aya
çalışan bir insanım . 2 0 yıldır üniversitede din ilim lerinde ho­
ca sıfatıyla çalışıyorum.
Bu kadar zam andır Kur'an-ı Kerim okum am a rağmen ba­
zen ayetleri tekrar okuduğum zam an ilk defa okum uşum gibi ı
geliyor. Bakın M ev lâ n a bu konuda ne diyor: I
'S e n K u r'a n -ı K e r im 'i, y a n ın a y a k la ş ır y a k la ş m a z f
g ö ğ s ü n ü s a n a a ç ıp gösterecek b ir y o s m a m ı z a n n e d i- i
y o r s u n r H a y ır! B u r n u n u n u c u n u b ir a z g ö s t e r ir . B ir a z
sonra biraz d a h a g ö s te r ir . N eden? Çünkü Kur'an-ı Kerim
insanlığın ilahi vahiy adına aldığı hakikatlerin tavanını veri­
yor bize. Kur'an-ı Kerim bize 10 asır sonraki gelecekten de
bahseder. Ve bu yüzden biz diyoruz ki K u r 'a n -ı K e r im 'in
e n b ü y ü k m ü fe ss ir i z a m a n d ır . Hiç kim se çıkıp da 3 kişi, 5 f
kişi, 10 kişi K uran ı son şeklini vererek tefsir edem ez. Ancak {
o gün insanlığın sahip olduğu bilgi m üvecehesinde Kur'an-ı
Kerim'den ne anlaşılab ilecekse onu anlarlar. Bugün başka­
dır, yarın başkadır. Yarına geldiğim izde K u r a n a tekrar bak­
mamız lazımdır.
Kurarı-ı Kerim'in hedefi fizik, kim ya, biyoloji dersi ver­
mek değildir Ama kâinatın esrarını anlatm ak için ufuk çiz-
K U R 'A N v e İN S A N 115

gileri te sp it ediyor insan ın önünde. A na rahm inin esrarından


bah sediyor, rüzgârların d öllen m e yap tığ ın d a n b ah sediyor.
Ben bunları n a sıl anlarım . B ana bu işin uzm anı olan birisi
gelecek ve ayetlerde şu n la r anlatılıyor diyecek. K ısaca, ta b i­
rimi m azur görün, biz Kur an ı anlam ayı da çok ucuza k ap at­
m anın peşindeyiz. Kur'an'ı anlayacak adam yetiştirm ey i çok
ucuza kapattık.
Bu toplantıda bir çok din görevlisi arkadaş var. Ben de 12
yıl m ihraba h izm et ettim . Biz din görevlisi y etiştirerek , cen a ­
ze im am ı y e tiştirerek (y a n lış anlayan gün aha girer, cen aze
im am ı lüzum su z falan dem iyorum ) dini ihya ettiğ im izi sa n ­
dık. H erkesin bir h iz m e t an layışı vardır. Ben bunu söylü yo­
rum. Burada bazı din görevlisi arkadaşlar belki de alındı. N i­
ye a lın d ın ız, ben de sizden biriyim . Demek istediğim , bu işin
ilm ini yap m a m ışsın ız. C enaze im am ı deyip geçm eyin; bizim
toplum um uzda dini de ayakta tutan senelerdir bunlar o lm u ş­
tur.
Kur'an'ı hergün yeniden ele alacak, in sa n lık d ü n y a sın a
onun rahm etini aktaracak şekilde tetkikler yapacak kadrola­
ra ihtiyaç vardır.
Kur'an-ı Kerim 'den yola çıkm ak ve tekrar Kur’an-ı Ke-
rim ’e dönüp gelm ek, M ev lâ n a 'n ın ifad esiyle ' P e r g e lin b ir
a y a ğ ın ı s â b it ş e k i l d e K u r 'a n -ı K e r im ’e b a s m a k , ö b ü r
a y a ğ ı ile b ü tü n â le m i d ö n ü p te k r a r o r a y a g e lm e k " , in ­
san lığın ve İslam 'ın bütün m irasını tetk ik etm ek fa k a t so ­
nuçta, Kur'an-ı K erim ’in ifad esiyle, h ü k m ü A lla h 'a b ır a k ­
m a k la z ım . A lla h 'ın e lin d e n h ü k m ü a lır s a n ız d in k a l­
m a z o r ta d a . H ü k ü m A lla h 'ın d ır .
Allah'ın hu zu ru nda biz günahlarım ızdan onun a f ve m er­
h am etiyle k u rtu la b iliriz. F ak at bizim y ak am ıza y a p ışa ca k
bir şey vardır ki o da İslam büyüklerine yaptığım ız kötülük­
tür. Bu konuda M e v lâ n a diyor ki. 'P ir k it le y i A lla h , A lla h
116 KONFERANSLARIM

«dam ına dok unm ad ıkça m ahvetm e*." M evlâna bunu


çok ileri perdelerde m istik-tasavvuf! mânada söylüyor.
M evlâna ya göre, Moğolların Müslüman dünyasının başına
bela olması da Müslümanların Allah adamlarını rencide et-
mesindendir. Fakat ortada bir realite vardır. Biz, İslam bü­
yüklerini, onlann binlerce dilekçeyle Cenab-ı Hak'a bizi şikâ­
yet etmelerine sebep olacak şekilde rahatsız etmişizdir.
Bizim dinimizde mutlaka muhafaza edilmesi gereken
perspektifler vardır. Bu perspektifleri Hz. Peygamber'de gö­
rürsünüz. Biz, Hz. Peygamber i tanımıyoruz. Biz, çocukları­
mıza okullarda senelerdir Hz. Peygamber için neler öğrettik.
Sadece Hz. Peygamber’in yapmış olduktan savaşlardan bah­
settik Bu mu Hz. Peygamber i tanıtmak?
Bir fikir adamı devamlı okumalıdır. Okumazsa çürür,
pörsür, bıter-gider. Bundan sonra başlar artık leylek gibi lak
lak etmeye. Çünkü fikir hayatı bir organik yapıdır, onu bes- ,
lemek lazım. Ben, üniversitede de öğrencilerime not için de- j
ğil bilgi edinmeleri için devamlı okuyup yazmalarını tavsiye
ederim.
Şimdi dini temsil edenlerin bir de hazır bulduktan bir slo­
gan vardır. Efendim, dini temsil edenler Hz. Peygamberin
vekili imiş. Tamam, doğrudur da kim altından kalkabilir bu
sözün. Hz. Peygamberi de ucuza kapattık. Hz. Peygamber’i
ucuza kapatmaktan kitleyi kurtarmak lazım. Ben, elini Öpüp
irfanı önünde eğildiğim çok insanlar tanınm, Cenabı Pey- j
gamber'i özel ismiyle andıklan zaman dizleri titrer, lslamın
güzelliklerinden ve hassasiyetinden haberimiz yok. Hz.
Ömer, Beytullah'm etrafında dışardan gelenlerin üç günden
Gazla kalmasını yasaklamıştır. Hz. Ömer’e itiraz edenler ol­
muş ve Hz. Ömer "Üç günden fazla burda k a lın ır sa m e­
habeti kaybolur'* demiştir.
B ugünkü S u u d lu A r a b için B ey tu llah m efh u m u v a r mı?
B e y tu lla h 'm e tra fın ı fu h u şh an ey e çev ird iler, gid in g ö rü n ,
KUR AN ve İNSAN 117

Beytullah'm 70 metre yukarısında Suud sarayının tuvaleti


var. Beytullah’ı helikopterle tavaf ediyorlar. Hani sünnet,
hani insana saygı. Firavun gibi tepeden tavaf oluyor mu? Ol­
muyor mu? Onu da bilmiyoruz.
Bizim ecdadımız oraya asırlarca hizmet verdi. B eytul-
F
lah'a hizmet olsun diye çevresine yaptırdığı binaları Beytul-
lah’tan 1-2 metre aşağıda tuttu.
Kur'an-ı Kerim Cenab-ı Hakk’ın isminin la ğ v (boşboğaz­
lık) konusu (bu tâbire dikkatinizi çekerim) yani şuursuz, fu­
zulî laf konusu edilmesini yasaklamıştır. Bunu Cenab-ı Hakk
yapıyor.
Aziz dinleyenlerim!
Kur’an-ı Kerim bizden amele, esere bakmamızı ister.
Kuran da insan putlaştırmak yoktur. Biz esere bakarız. Ba­
kın bir zamanlar İm am ı Gazâlî'nin kitaplan meydanlarda
I
toplanıp yakılıyordu. İm am ı G a z â lî İslam'ın yüzakı
âbidelerinden birisi. Bu muhterem zatın kitaplarını evinde
bir sayfa bulunduran adam yanmıştı.
Biz, ilim ve fikir adamlarını İslam'ın yükünü taşıyan in­
sanları kendi klik mantıklarımıza, kendi hesaplanm ıza mü­
racaatla ve oradan hareketle değerlendiriyoruz. Şimdi biz
kitap larım ızd a bu M üslüm an m irası Kur'an'ın n eza re­
tin de y e n i bir sen teze kavu ştu ralım d iye u ğraşıyoru z.
Bizde putlaştırma illeti çok derin olduğu için, sevdiğimiz
adamı put yapacağız, sövdüğümüzü de put yapacağız. Tenkit
diye bir şey yok. Ya Firavun ilan edeceksiniz, ya da mehdî
ilan edeceksiniz. Bunun ortası diye bir şey yok. Burada klik
taassubu ve ulema hasedi bizi kemirmektedir.
Bu konuda Hz. Peygambere izafe edilen bir hadis var.
Hz. Peygamber diyor ki "Hasedi Cenab-ı H akk 10 parçaya
ayırdı. D okuzun u ulem aya, birini de halk a dağıttı."
118 K O N FER A N SLA R IM

Bu u le m a h a s e d i ta r ih iç in d e İ s la m ’ın b a ş ın a ç o k
b ü y ü k d e r tle r a ç m ış tır . N iye açmıştır? Ç ünkü M üslüm an­
ların tevhitten tefrikaya, parçalanm aya g itm esin in ark asın ­
da bu vardır. Bu ne biçim hizm ettir ki, biri bir tarafa çekiyor,
öbürü başka bir tarafa çekiyor. Hiç biri öbürüne selam ver­
miyor, ha tta birbirlerinin cenazelerine bile gitm iyorlar. N i­
ye? Çünkü onun başındaki onu ona karşı kışkırtıyor, öteki de
buna karşı kışkırtıyor. Ö yleyse bunların hiç birisi İslam ’ın
anladığı m ânada adam değiller. İslam bü yü k lerin in bizim
üzerim izdeki haklarının hesabını verem eyeceğiz derken b i­
raz da bunu kastediyorum . Her biri bir tan esin i ken d in e put
edinm iş. Hayır, eğer eserden hareket ed ersen iz bu nlar pu t j
değildirler ve kendilerinin böyle put haline getirilm esini asla j
istem em işlerdir. Burada size bir m isal verm ek istiyorum . ;
Bugün d ö r t m e z h e p var diyoruz. Bunların devirlerinde yet- j
m iş küsür mezhep vardı. M ez h e p d e m e k İsla m 'a g e t ir ile n ;
y o r u m d e m e k tir . B u g ü n ik i ta n e o lu r , y a r ın y ü z e lli ta - j
n e o lu r . Hicretin ilk asrında yüzon kü sur m ezhep olu şm u ş­
tu. İm a m ı M âlik, eserini yazdığı vakit devrin halifesi o sıra­
da değişiyor ve hilafete H a r u n R e ş it geliyor. Harun Reşit'e i
eserinin bir nüshasını veriyor. Harun R eşit İ m a m ı M â lik in j
eserini okuyor ve İmamı Mâlik'i çağırıyor, diyor ki: "Sen ö y - [
le b ir e s e r v ü c u d a g e tir d in k i b u n u K â b e 'n in d u v a r ın a
a s a c a ğ ım ; h e r y ıl İ s la m d ü n y a s ın d a n g e le n u le m a b u - |
nu k o p y e e d ip ü lk e le r in e g ö t ü r e c e k le r v e b u n d a n s o n - j
ra b u n u n la a m e l e d e c e k le r d ir ." j
Halifenin bu sözleri üzerine İmam M âlik şöyle cevap ver- j
miştir; "Ey H a life , e ğ e r s e n b ö y le b ir ş e y y a p a r s a n y a r ın
A lla h h u z u r u n d a s e n in g ır t la ğ ın a y a p ış ır ım , s e n d e n
d a v a c ı o lu r u m . Ç ü n k ü b e n b u e s e r i k e n d i y a ş a d ığ ım
m u h itin ş a r t la r ın ı d ik k a te a la r a k y a z d ım . D a ğ ın ö te k i
ta r a fın d a b a ş k a b ir g r u p u le m a d a o r a d a k i ş a r t la r a
g ö r e b ir e s e r v ü c u d a g e tir e c e k t ir . S e n b u n u a lıp b u ra-

!
K U R A N v e İN S A N 119

y a n a sıl a sa r sın . B ö y le b ir şe y y a p arsan İsla m b e ld e le ­


r in d e ilim v e fik ir fa a liy e tin i k a tle tm iş o lu rsu n , sa k ın
b ö y le b ir şe y yapma."
Mâlik bunu binikiyüz küsur sene önce halifeye söylüyor.
Şimdi alın bu zatı put haline getirin ve hiç bir ilavede bulun­
madan, hiç bir araştırma yapmadan, yeni şartlan düşünerek
yeniden İslam'ın kaynaklarına bakmadan alın bunu. Ondan
sonra da alın işte bunu uygulayacaksınız deyin... Yaptığınız
zulmün hesabını nasıl verirsiniz? işte reform teranelerinin
arkasında bu vardır. Bunları istism ar ederek dini içinden
mahvetmek isteyen bir teranedir. Onun vücut bulmaması
için K ur'an'm v e M u h am m ed i şu u ru n k en d i m a n tığ ın ı
ça lıştır m a k ica p ed er. Evet, ulema hasedine itibar etm e­
mek lazım. Herkes bıraktığı esere, her yetenek verdiği esere
göre değerlendirilir. Her insan yetenek ve eserine göre değer­
lendirilir. Bakıyorsunuz, insanlar kırkbin parçaya bölünmüş,
Müslümanların hiçbirinin standardı birbirine uymuyor. Hal­
buki standartları Allah tespit eder. Şimdi binlerce standart
çıkmıştır ortaya.
Geçen yıl Manisa'ya konferans vermeye gittim. Havaala­
nında beni Manisalılar karşıladı. Konferans yerine giderken
toplantıyı düzenleyenlerin sıkıntı içinde olduğunu hissettim
ve kendilerine dedim: "Bana söylemek istediğiniz birşeyler
var galiba? Nedir söyleyin?" Bana cevap olarak: "Hocam,
b u rad a tam o n d ö rt ta n e a y rı d in i grup var. B u n la r b ir­
b irin e M ü slü m an d em ezler, selam v erm ezler, b ir b ir le ­
rin in c e n a z e s in e gitm ezler." dediler.
Bunların her biri hakikati bir tarafından seyrediyor. Ne­
den böyle oluyor? Egoizmleri varda ondan. O yaptı da ben ni­
ye yapamadım düşüncesi içerisindeler. Fakat iş bu kadarla
kalmıyor, başka tahripler de girmiştir işin içine. M ü slü m an
k en d i a n a k a y n a ğ ın a , k ita b ın a d ö n m ed en r a h a t e d e ­
m ez. T ev h it n ü k te sin e ters d ü şen h er şey in sa h te oldu-
120 KONFERANSLARIM

ğunu bilm ek v e anlatm ak zoru ndayız. Hatasız insan ol­


maz. Fikir adamı peygamber değildir. Vahiyle teyit edilme­
miştir. Zaten ilim, hatalardan doğrulara gitme faaliyetidir.
Hatasız bir ilim adamından bahsediyorlarsa o ilim adamı ol­
maz. Düşe-kalka hakikate varırsınız. Ehliyet ve emanet me­
selesinde Allah emanetleri ehil olanlara vermenizi ister. İs­
lam o din m eselesin d e b ir te k e h liy e t ge tir m iştir . B u
ehliyet ilim ehliyetid ir. Onun kuru bilgi olmadığını sizlere
söyledim. İrfan ve kalp gözü bilgisiyle karışık bir bilgidir o.
İslam 'da k ıy a fet h e g e m o n y a sı y o k tu r . İslam 'd a
resm î m abet h egem onyası yoktur. İslam top lu m u n d a
m abet vardır ama resm î m abet yoktur. N am azınızı c e ­
m aatle kılarsan ız artı sevap alırsın ız am a k en d i b a ş ı­
nıza kılarsan ız kabul olunur. C em aatin m u ayyen d u ­
varlar için d e o lu şacağın a dair b ir şey yok tu r. Ş im d i
biz burada seccadeleri serip nam az k ılsa k e n m ü kem ­
mel m ânada cem aat sevab ını alırız. Bu binanın tepesin­
de minare yok diye burada cemaat sevabı yok diyemeyiz, sa­
kın böyle bir zaafa gitmeyin; açık havada bir ağacın altında
toplansak orada da aynı şeyi yapsak o da aynıdır. İslam 'da
d u var h e g e m o n y a sı y o k tu r . Bakın mabet karşılığı,
Kur'an-ı Kerim de Hz. Peygamber de m escid tâbirini kullan­
mıştır. Mabet, secde edilen yer demektir. Secde edildiği süre­
ce mabettir. Secde bittimi mabet biter. Şu salonda secde edin
burası mescit olur. Hz. Peygamber: "Bütün yeryü zü benim
üm m etim e m escit yapılm ıştır." diyor. Nerede toplanırsa­
nız cemaat orada vardır. Bu bir şuur hadisesidir. İslamiyet
bunları niçin getirmiştir? Bir takım sınıflar Allah’ın dini üze­
rinde hegemonya kurmasın diye getirmiştir. İslam'ın ana
düşmanlarından birisi olan en g izisy o n u yapay bir şekilde
İslam'a soktular. Bir tek otorite vardır, o da bilgidir. Bunun
dışında bir tekelcilik sözkonusu değildir. Y alnız b ilen k o ­
nuşur ve yalnız bilene sorulur. Emanetleri ehline vermeniz
KUR AN ve İNSAN 121

Allah'ın buyruklarından biridir. Hz. Peygamber bu emanet


esprisini açıklarken: 'İşlerin , g ö r ev ler in , y e tk ile r in e h il
o lm a y a n la r a v e r ild iğ in i g ö rd ü ğ ü n za m a n k ıy a m etin
k op m asm ı bekle." Buradaki kıyamet üç mânasından bir ta­
nesinde kullanılmış, o da toplumun çökmesidir.
Din meselesinde bir acı gerçek daha vardır: En fazla kıya­
met koparanların dinden nasipleri sıfır noktalarındadır. Bil­
mem nerede okumuş, kırk yaşında Kelimei Şehâdetle selâm­
laşıyor, ondan sonra birkaç defa camiye gidiyor-geliyor ve ba­
kıyorsunuz din meselesinde âleme imam kesiliyor. Sanki on­
dan başka Müslüman yok. B u din m e sele sin i h a r iç te n g a ­
z el o k u y a n la r ın m e s e le s i o lm a k ta n ç ık a r m a k lazım .
Bunun sorumluluğu ve çilesi vardır. B u d in in k ita b ı, bu işi
b ilg i ü zerin e otu rtm uştur. Kelime-i Şehâdet'ten imtihana
çekseniz on üzerinden ikiyi zor alır ve ondan sonra topluma
din kurtarıcılığı yapmaya kalkarsa o adam, bunun sonu ne­
reye gider!
Bütün bu meseleler nasıl halledilir? Bizim a y d ın ım ızın
g a fle ti ve ihaneti vardır bunun arkasında. Bu, edebiyat ol­
sun diye söylenmemiştir. Otuz senedir bunun muhasebesini
yapıyorum. Dost acı söyler ama söylenmesi lazım. Bizim a y ­
d ın ım ız ın g ü n a h ı ç o k bü yü k tü r. Bu din meselesindeki
günahın bir numaralı hamalı da bizim aydınımızdır.
M evlâna'nın bizim aydınımızla, o aydının horladığı, beğen­
mediği halkımızın durumunu anlatan şaheser bir sözü var­
dır. M evlâna bu sözünde şunu söyler: "Ne a d a m la r gör­
düm s ırtın d a e lb is e yok, ne e lb is e le r g ö rd ü m iç in d e
adam yok." Bizim aydınımızla halkımız işte bugün de bu
sözde yerine oturmuştur. Aydınımız giydiği elbisenin parası­
nı etmiyor. Giydiği elbisenin hakkını versin. Bizim bu süslü
püslü aydınımızın gönül, feraset, asalet ve kalite bakımından
durumu kötüdür. E lb isey i b ir k e n a r a k o y a r sa n ız bizim
h a lk ım ız aydın ım ızdan y ü zelli se n e ö n d ed ir. Aydın bu
122 KONFERANSLARIM

açığı kapatmak zorundadır. İnsanımıza günahlarının kefare­


tini ödemek zorundadır. Aydınlarımızın eserlerinin çoğunda
yenilik bulamazsınız, şunu-bunu takliti görürsünüz. Bizim
halkımızın oturuşunu, kalkışını, inişini, lehçesini taklitle sa-
nat-edebiyat yapmaya kalkıyorlar. Aydınımız hem kalemiyle
hem de politikayla bizim insanımızın sırtından post çıkar­
mak devrini kapatıp bu insanlara bir hizmet verme çığırını
açmalıdır. Burada en iyi işaretlerin başında da aydınımızın
dine eğilmesi gelecektir. Aydınımız ne yapıyor? Yaptığı iş sa­
dece falanca şöyle yaptı, filanca böyle yaptı diye bağırıp dur­
maktır. Güzeli, iyisi nasıl vücut bulacaktır? A lla h d em ey i
g e n e lg e y le y a sa k la y a ca k sın , o n d a n so n ra iy i d in n a s ıl
olacak? Söylesen e!
Aziz dinleyenlerim, burada felaketin kaynak noktası şu- [
dur: G elişen d ü n yayı anlam a m e s e le s in d e k o r k u n ç bir j
h ataya dü ştü k. T aklit b izim r u h u m u zu m a h v etti. Ruhu ^
mahvolmuş bir kitlenin ne dini ne dünyayı ne de eşyayı anla- j
ması mümkündür. Aydınımız, inanmasa dahi İslam gerçeği
ile ilgilenmek zorundadır. B izim in sa n ım ız ı ta n ım a k idd i- !
a sın d a k i h e r adam ın İslam 'ı b ilm e si la z ım . B u top ra- J
ğın in sa n ın ı ta n ım a n ın b aşk a b ir y o lu y o k tu r . Aydının j
bu işe eğilmesini kendi ürettiği bir zulüm büyük ölçüde en­
gelliyor. İnanmayan inanmamıştır. İnanmayanların bir çoğu
bizim insanlarımızın köklerini tahrip etmişlerdir. Biz onları
karıştırmıyoruz. Sorulduğu zaman inandığını söyleyen bir
aydın vardır ki en büyük zulüm onun üzerinde icra ediliyor.
Sebebi de kendisidir. A yd ın ım ız a m e ld e k i n o k sa n lık la r ı
yüzü n d en k en d in e k ö tü lü k ed iy o r. Sonra da, bu noksan­
lıklarımla, benim dinle, imanla, Allah’la, kitapla hiçbir ilgim >
kalmadı diye kendine bir katmerli zulüm daha yapıyor. !
İnkâr, in sa n la r ı m a h v e d e r d e m iş tik , ih m a lle r is e |
m ah vetm ez. İhmaller için Allah'ın af kapısı açıktır. Aydın-
lar: "Benim nam azım e k sik , n iy a z ım e k s ik , şu y u m ek- j

ı
KUR'AN ve İN SA N 123

s ik , b u y u m e k s ik , b e n b u iş le h iç b ir b iç im d e a la k a d a r
olm am " deyip kenara çekiliyorlar. Baban öldüğü zaman din
adına sen ne yaparsın? Üç tane adam tutar mevlüt okutur­
sun. Sonra da din m eselesinde sıkıntı çıktı mı niye bağırır­
sın? Aydın, ameldeki noksanlıklarını da put yapmamalıdır.
Bakın 21.nci yüzyılı bilgi çağı ilan ediyorlar. Şimdiden ismi
kondu bile. B ilg i ç a ğ ı nedir niye sordunuz mu ittifakla veri­
len cevap şudur. "K itabın y e n id e n e g e m e n lik k azanm ası"
çağı. Bizim insanım ız kitap okumuyor. Ne tenkitlerinde, ne
sövmelerinde, ne de sevm elerinde sağlam bir bilgiye sahip
değildir.
Kur’an-ı Kerim e ulaşmamızı engelleyen, başka bir ifadey­
le İslam ’ın güzelliklerinin hayatım ıza girmesini engelleyen
ik i b ü y ü k b e la daha vardır. Bunlardan birisi g e le n e k se l
D o ğ u k a y n a k lı b e la d ır. İkincisi de pek çok aydınımıza mu­
sallat olmuş B a tı e sa r e tid ir . Batı standartlarının ilahlaştı-
rılması hiç bir zaman medeniyet değildir. Biz, ilerlem iş dün­
yada, onun değerlerini kendi dünyamıza aktarma adı altında
bir magazin kopyacılığı yaptık. M agazin k o p y a c ılığ ı ile
h iç b ir d ü n y a n ın d e ğ e r le r in e sa h ip çık a m a y ız. Bu, bizim
insanım ızın yıkım noktalarından biridir. İşte bu magazin
kopyacılığıdır ki Batı'daki ileri hareketlerin, dine karşı, kili­
seye karşı hareketler olduğunu gördü ve onları aynen bizim
dünyamıza aktardı. Dine karşı olmak ileri, aydın, münevver
adam olmak demektir sandılar. O halde biz de dine karşı ola­
lım ki büyük adam olalım dediler. Bu anlayış, bizim nesilleri­
mizi senelerdir kemirmiştir. "Avrupalı aydınlar kilise, papaz
hegem onyasına karşı çıktılar. Büyük adam oldular. Biz de
Batıcılık yapmıyor muyuz? O zaman biz de imamlara, cami­
lere ve Kur'an’a karşı çıkalım, biz de büyük adam olalım."
dediler. Bunlar büyük adam değil, maskara oldular. Çünkü
o r a d a k ilis e y e k a r ş ı ç ık a r k e n h a s r e ti ç e k ile n ş e y le r
b u ra d a d in e sa h ip ç ık m a n ın iç in d e sa k lı id i.
124 KONFERANSLARIM

Bu bir paradoks gibi geliyor ama bunu iyi tespit etmek la­
zım. Bugünkü nesillerin ve bizim aydınlarımızın bunu daha
iyi fark etmesi gerekir. Bunu dediğiniz zaman işte karşınıza
tabular çıkarılıyor.
Kısaca, dinde Kur'an'm h a k em liğ in d e y e n id e n y a p ı­
la n m a k e sa s tır . Burada önce bütün insanlığın mirası var­
dır, sonra da Islâm'ın mirası. Kur'an'm n e za retin d e y e p ­
y e n i sen te zle r v ü cu d a g e tirecek b eyin lere ve gön ü llere
ih tiy a ç vardır. Bütün gayretimiz bunu yapmaktır. Cenabı
Hakk'm rızasının esas olduğu gelişmelerden bize, Muham­
medi şuuru hayatına hakim kılmış insanlar olarak ne düşer,
ne yapabiliriz? Yazdığımız, çizdiğimiz, konuştuğumuz ve in­
sanımızı teşvikimizle yapmak istediğimiz, yarınların ışığını
ve gelecek nesillerin mutluluğunu içinde gördüğümüz keyfi­
yet budur. Bundan sonra olacakları bekleyelim ve görelim.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılarımı
sunarım.
V
TA SA V V U F D Ü Ş Ü N C E S İN D E İN S A N 1

Efendim, açış konuşması için sizlere teşekkür ediyorum.


Sayın dinleyenlerim, ilim ve kültür hayatımızın kıymetli
temsilcileri, değerli İzmirliler! Hepinizi saygı ile selamlıyo­
rum.*
2
Burada hep Mevlâna'dan konuşuldu, zaten vakfın amb­
lemi de "Mevlâna". O halde, Mevlâna'nın bir sözünü başlan­
gıç cümlesi yaparak girebiliriz konumuza. Diyor ki: "Sus da
gönül, d ilsiz ve dudaksız söylesin. G önlün sözlerini du­
yu n ca, dilin sö y led iklerinden utanıyorum." Esas, gön­
lün söyledikleridir insanı bir yerlere götüren. Fakat insanoğ­
lu bu renkler, yönler dünyasında, üç boyutlu âlemin şartla­
rında kendini ifade etmek için, realiteyi ifade etmek için bir
şeylere sığınmak zorundadır. Onun için dil devreye giriyor.
Fakat, insanın dili herşeyi ifade etmeye muktedir değil! Eğer
dil her şeyi anlatabilse idi, insan kendini anlatabilirdi. Bu
güne kadar, kendinin ne olduğunu anlatamamıştır insanoğ­
lu.
Doğu'nun büyük düşünürlerinden biri, S â d i. îranlı
Sâdi’ye soruyorlar: "İnsan nedir?" Cevabı şu: "Yek katre
h û n est u hezâr endişe." Yani: "Bir damla kan, binlerce en­

d i Verildiği yerler: İzm ir, İstanbul, T rabzon, A nkara.


(2) TRT Kanal l'de 20 dakikalık bir özeti yayınlanmıştır.
126 KONFERANSLARIM

dişe ve problem." Ve insan, içine binlerce endişe, hasret, ayrı­


lık, dert, sıkıntı ve iştiyak saklanmış bir avuç toprak. Yaratı­
cı, o bir avuç toprağın içine bunca macerayı yerleştirmiş ve
"insan" diye isimlendirmiş onu. İnsan, bu!
Şimdi bizim, insana, bu konferans bünyesinde bakışımızı
tasavvuf düşüncesi çerçeveleyecektir. Çünkü, "Tasavvuf Dü­
şüncesinde İnsan" diye bunu sınırlandırdık biz. O halde biz
burada, felsefenin insana bakışını konu etmeyeceğiz ve hatta
çok genel mânada dinin de insana bakış açısını konu etmeye­
ceğiz. Daha özel, bir alanda, tasavvuf düşüncesinin insana
bakışı burada konuşmamızı yönlendirecektir. Tabi: "tasav­
vuf' dediğimiz zaman, bunun kaynağı aklımıza geliyor. O
kaynak da Kur'an’dır. Binaenaleyh, tasavvuf adına konuş­
mak, bir yerde konunun zeminini K uranda tespit etmeyi zo­
runlu kılar. Bunu yapacağız.
Nedir insan? însan kadar eski bir soru ve kâinatın, hayat
macerasının en ciddi sorusu: "İnsan nedir?" Bu sorunun ce­
vabında, "kâinat nedir, varlık nedir, hayat nedir, geçmiş ne­
dir, gelecek nedir..." ve daha pratik ifadelerle, "nereden gel­
dik, nereye gidiyoruz’un bütün hikâyesi gizli.
Tasavvufu. "İslam Mistizmi" olarak anıyor dünyada bir
çok insan. Geniş mânada o, fakat "mistisizm" deyimi İslam
tasavvufunu tam ifade etmiyor. Çünkü o bir felsefî tâbirdir;
halbuki tasavvuf vahye dayanan bir sistemdir, bir dinî sis­
temdir. Mistisizm, bir felsefi perspektiftir. Ama âdet olm uş­
tur, "İslam Tasavvufu" yerine "İslam Mistisizmi" tabiri kulla­
nılır. Arada bir fark vardır, ona işaret edeceğim, fakat üze­
rinde durmayacağım.
Tasavvufa göre insan, bir v a s a tı câm iadır, yani toplayıcı
ortam. Bir takım farklı unsurları bünyesinde toplayan varlık
veya ortam demek vasatı câmia. Neleri topluyor insan, bün­
yesinde? İşte burada, tasavvuf düşüncesinin Kuran kaynaklı
TASAVVUF D Ü ŞÜ N C E SİN D E İN SA N 127

tespitleri ile karşı karşıya geliyoruz. Kur'an a baktığım ız za­


man insanın, iki ifadenin konusu edildiğini görüyoruz. Bir;
insan topraktan yaratıldı. Deyim, Kur'an-ı Kerim'indir; "Hu-
likal insânü min acelin." iki; insan, bir İlâhi nefha'dır, bir
İlâhi nefes'tir. Yani kâinatın, varlığın esası olan Yaratıcı
Kudret’in bir uzantısıdır. O halde insan; bir Yaratıcı unsurla,
bir de iğreti fâni unsuru toplayan varlıktır her şeyden önce.
Şimdi bakın insana, toprak kaynaklı bir varlığı var insanın;
et, kan ve kemik... Fakat bu 50-60 kiloluk, nihayet 80-90 ki­
loluk, çürümeye mahkûm kütlenin, bu fâni yığının içinde
bambaşka kâinatlar gizli. İnsan o 60-70 kiloluk kütlesi ile
varlıkta pek bir mâna ifade etmemesine rağmen, o içinde, he­
nüz adını koymadığımız bir cevher taşıyor ki; onunla, o küçü­
cük bir parçası olduğu kâinatı kendi önünde eğiyor. O halde,
insanın şu kütlesinin içinde kâinatın esası saklı bulunm ak­
tadır. İşte buna "Nefha-i İlâhî” diyor Kur'an-ı Kerim. O hal­
de, bir toplayıcı ortam olan insanda evvela fâni ile ölümsüz
birlikte bulunmaktadır. İnsanın macerası, insanın büyüklü­
ğü ve aynı zamanda dramı buradan kaynaklanıyor. Sûfı dü­
şünce, insanın topladığı bu iki kutbu, insanın temsil ettiği bu
polariteyi, bu m ütekâbiliyeti ifade için genellikle "nâsût" ve
'lâhût" deyimlerini kullanır. İnsanda bir n â s û t var; et ve ke­
miğin vücut verdiği yapı. Bir de lâ h û t var; onun içindeki
ölümsüz mâna. Bazan de "öz" ve "kalıp" kullanılır. İnsanda
bir kalıp var, bir de öz var. Bazan "heykel" ve "ruh" kullanı­
lır, bazan "fâni" ve "bâki" kullanılır... Her neyi kullanırsanız
kullanın, insanın bir ölümsüz tarafı var, bir de buna -tâbiri
caizse- ham allık eden kalıp tarafı var. İslam Peygam beri
şöyle buyuruyor; "Bedenleriniz, sizin bineklerinizdir, sizi iyi
taşım aları için, onlara iyi bakın!" Şimdi dikkat ederseniz;
"bedenleriniz, ruhlarınızın binekleridir." demiyor, "sizin bi­
neklerinizdir, Yani insanın bir şahsiyet (personalite) olarak
"siz" hitabına veya "sen" hitabına mazhar tarafı, ilahı kay-
128 KONFERANSLARIM

nakli olan tarafıdır. Beden de, onu taşıyan ve sonra günü ge­
lince hamallık ödevini bitirip tekrar geldiği toprağa dönecek
bir aracı. Fakat biz, o değiliz! Mevlâna'nm deyişi ile: "Gün
g eld i, to p ra k ta n g e le n to p ra ğ a k a r ış tı, p ö r sü d ü ; nur­
dan g e le n nura döndü." Kur'an-ı Kerim'in insandaki top­
rak yanla, İlâhi Nefha yanı ortaya koyuşu böyle.
İnsan daha neleri topluyor bünyesinde, toplayıcı bir or­
tam olarak? Ulvî’yi ve süfliyi topluyor. Daha bedenine baktı­
ğınız zaman bunu görüyorsunuz. K alp gibi, bütün yücelikle­
rin merkez noktası insanda. Varlığın merkezi olan kalp ya­
nında insan neler taşıyor? İdrar torbası taşıyor, bağırsakları­
nı taşıyor... İnsan kadar, en ulvî kutupla en süfliyi bir arada
taşıyan ikinci bir varlık yok! Ve Kur’an-ı Kerim, insandaki
bu ulvî ve süflinin mücadelesine, "kâinatın en büyük müca­
delesi" diyor. "Ve k â n e l ’in s â n ü e k s e r e ş ey 'in ced elen ."
Varlık'ta; en y o ğ u n , e n m ü th iş ta rtışm a v e ç e k işm e n in
alanı in sa n d ır. Ve bu bakımdan insanda, tartışm a ve çekiş­
me mutlu bir sona ulaştırıldığı zaman her şey yerli-yerine
oturur -bunu ileride göreceğiz- ve kâinat istenen yere gelir;
varlık, gayesine ulaşır.
İnsanın toplayıcı ortam oluşunun bir sonucu da, insanın
hayırla şerri bünyesinde birleştirmesidir. İnsan en ileri bo­
yutta hayrın ve en aşağı boyutta şerrin tem silcisi bir varlık­
tır. Şimdi burada insan gerçeğinin tasavvuf açısından bir de­
ğerlendirilişi vardır, onu ifade etmek istiyorum. İ n sa n ın b ü ­
y ük lüğü, m e le k o lu şu n d a d e ğ ild ir. Kur'an-ı Kerim, "me­
lek insan"a hiç bir mertebe tanımaz! Melek insan; insandan
bekleneni, Yaratıcının insandan beklediklerini veren bir mo­
del değildir! Bu bakımdan, din hayatını "Melek insan" ideali
üzerine kuranlar yanılırlar ve Kur’an'a ters düşerler. Nedir
insanın büyüklüğü? Meleklikle şeytanlığı -burada çok teknik
mânada kullanıyorum, Kur’an-ı Kerim’de kullanılan bir
tâbirdir- iblisliği kendi bünyesinde aynı anda taşım asından
TASAVVUF D Ü ŞÜ N C E SİN D E İNSA N 129

kaynaklanıyor, insanın büyüklüğü burada! Yanlız m elek ol­


saydı, büyük olm ayacaktı. Çünkü zaten m elekler vardı.
Kur'an-ı Kerim o esrarlı üslubu içinde bunu bize gösteriyor.
İnsan, Yaratıcı tarafından meleklere haber verildiği zaman
onların itirazı vardır: "Kan dökecek ve bozgunculuk yapacak
-insanın tahrip vasfının en belirginleri- bir varlığı niye yara­
tıyorsun?" Melekler'in itirazı bu. Bakın, Bakara suresinin 30.
ayetine. Ve ilave ediyorlar: "Biz ki seni sürekli teşbih ederiz,
hamd ederiz hiç aksatmadan. Hâl böyle iken, bu bozguncu,
bu kan dökücü varlığı niye yaratıyorsun?” D ikkatlerinize
sunmak istiyorum, Yaratıcı'nm, bizim lehim ize oy kullanışı
çok ilginçtir. Diyor ki meleklere: "Siz şöyle bir susun baka­
lım! Sizin bilmediğiniz şeyleri ben bilirim." Ve Yaratıcı, bu
kan dökücü ve bozguncu vasıfları taşıyan insandan emin ol­
duğunu melekler karşısında açıkça ifade ediyor. Şimdi insa­
na, bize düşen, Yaratıcı'nm bize itimadını haklı çıkarmak,
Yaratıcıyı yalancı çıkarmamaktır. Vahyin hedefi de Allah'ın
insana bu itimadını haklı çıkarmak üzere insana yol göster­
mek ve destek olmaktır. Fakat insan gerçeğini "melek insan"
modeli üzerine oturttuğunuz zaman, bu espri mahvolur ve
insanın büyüklüğü söner.
Bilmiyorum, ileride münasebet düşecek mi? Ben metinle
konuşmadığım için unutabilirim. Bu m eseleleri konuşa-ko-
nuşa artık kendimiz bunun metni olduk da o bakımdan. Yan­
lış anlaşılm asın, bana ilham geliyor da konuşuyorum değil!
Ben akademisyenim, bilgi ile konuşuyorum ben, tamam da,
kendimiz metin olduk artık bunları konuşa konuşa. O ba­
kımdan münasebet düşer mi, düşmez mi bilmiyorum.
Bir Muhammedi gerçeğe burada işaret etmek istiyorum,
bir evrensel gerçeğe, bir yaradılış gerçeğine işaret etmek isti­
yorum. İslam Peygamberi diyorlar ki: "Eğer g ü n a h işle m e -
se y d in iz , A lla h s iz i y o k e d e r v e y e r in iz e g ü n a h iş le y e n
b ir to p lu lu k getirirdi." Bu, buradaki gazeteci arkadaşlar­
130 KONFERANSLARIM

dan birinin söylediği değil, Yaşar Nuri'nin de söylediği değil;


İslam Peygamberinin bir hadisidir. "Eğer günah işlemesey-
diniz, Allah sizi yok eder, siler süpürürdü." diyor, tâbir odur;
"Ve yerinize, günah işleyen bir topluluk getirirdi." Yani, İs­
lam Peygamberi insanları günah işlem eğe mi sevk ediyor?
Hayır! "melek insan" hayalinin din adına bir tabu haline ge­
tirilmesini önlemek istiyor.
Ben, İslam ülkelerini ve branşım itibariyle dinî muhitleri
senelerden beri gezerken, bu gerçeğin gözden kaçırılmasının
vücut verdiği felaketleri çok iyi gördüm de onun için bu nok­
ta üzerinde ısrarla duruyorum. Hep, "melek insan" modeli
tasavvur ediyorlar. Dinin; insanoğluna uzatması gereken eli,
"melek insan" kurma gayesine bağlıyorlar. Ve tabiî ki bunun
sonu iflâstır! İnsan , k iri ile p a sı ile; in sa n , h a y ır v e şerri
ile; in sa n , a rtısı v e e k s isi ile b ir lik te in s a n d ır v e o n u n
b ü y ü k lü ğ ü de hurdadır! İşte, in sa n d a h a y ır v e ş er r in
birlik te b u lu n u şu n u n ark a sın d a k i e v r e n s e l g e r ç e k bu.
İnsan ı, bu ik i k u tu p la b irlik te kab u l e tm e k g e rek iy o r.
İnsanın toplayıcı bir ortam oluşunun bir başka uzantısı
da, değerli dinleyenler; insanın, ölümlü ile ölümsüzü bünye­
sinde taşımasıdır. Şimdi burada söylememiz icap eden ve
konferansımız bakımından önemli noktalara vücut verecek
bazı hususlar var. Bir çekişmedir seneler ve seneler sürüp gi­
diyor. Yalnız bizim ülkemizde değil, dünyada; yalnız halk
arasında değil, ilim muhitlerinde, akademik platformlarda,
çok üst seviyede düşünce zeminlerinde... Ben teferruata gir­
meyeceğim, yalnız meseleye zihninizi açmak için bir anıp ge­
çeceğim. " D anvin izm v e E vrim T eorisi." İnsan meselesi
gündeme geldi mi, bu da gündeme geliyor ve burada özellikle
İslam ülkelerinde bir kör döğüşü sergileniyor. Ben buna bir
"kör döğüşü" diyorum. Bu tıpkı, "yağmuru kim yağdırıyor,
yağmur nasıl yağıyor” sorusuna cevap veren iki karşı kutup­
taki adamın kör döğüşlerini andırıyor. Yağmur nasıl yağı-
TASAVVUF D Ü ŞÜ N C E SİN D E İN SA N 131

yor? Bir cevap şu: "Ne demek yağmur nasıl yağıyor," yağm u­
ru Allah yağdırıyor. "Nasıl yağıyor?” diye sorma, kâfir olur­
sun!.. İkinci cevap: Yağmur, yeryüzündeki suların güneşin
etkisi ile buharlaşm ası, yükselm esi ve atmosfer şartlarında
yoğunlaşarak tekrar su halinde yere düşmesi olayıdır. "Doğ­
ru mu?" Doğru! Adam ilave ediyor: O halde, yağmuru Allah
yağdırıyor, gibi bir safsatayı söyleyip kafamızı karıştırma!..
Bu bir kör döğüşüdür. Şimdi Kur'an-ı Kerim, bu kör döğüşle-
rini ortadan kaldıran bir dengeler kitabıdır. Nasıl? Evet yağ­
mur, yeryüzündeki suların güneşin etkisi ile buharlaşm ası
ve atmosfer şartları altında yoğunlaşıp tekrar yeryüzüne in­
mesi düzeni içinde, Yaratıcı Kudret'in iradesi ile vücut verdi­
ği bir oluştur. Buna "sünnetuliah" diyor Kur'an-ı Kerim. Al­
lah'ın âdeti, tavrı. Tamam. Yaratıcı Kudret, ilim lere konu
olacak bir malzeme vücuda getirmek üzere kâinatı düzenle­
miştir. Fakat, bu düzenin arkasında bir şuurlu benlik, bir
ölümsüz ego vardır; biz O'na "Allah" diyoruz. Ve Kur'an-ı Ke­
rim, bu şuurlu ego'nun varlığı ile, ilimlerin vardıkları sonuç­
ları asla çeliştirmez! Bunlar aynı realitenin değişik perspek­
tiflerden gözlenmesidir. Binaenaleyh, "yağmuru Allah yağdı­
rıyor, güneşin etkisi ve atmosfer şartlan diye bir şey yoktur"
diyen adam da aldanış içindedir, "yağmur şu şartlar içinde
yağıyor, Allah-mallah diye bir şey yok" diyen adam da alda­
nış içindedir! Bu "Evrim Teorisi'nde de aynı hadise yaşanı­
yor. Bir evrim leşm e var mıdır insan hayatında? Vardır ve
Darwin’e-marwine gelmeyin; Darvvin'den yüzlerce yıl önce İs­
lam düşünürleri özellikle sufîler bu meseleyi gündeme getir­
miş ve eninejboyuna işlemişlerdir. İşte C â h ız (ölm. 868) işte
İb n M is k e v e y h (Ölm. 1030) N edir burada problem
olan?Problem olan şudur: İnsan toprak varlığıyla, beden var­
lığıyla, ölümlü varlığıyla bir evrimleşmenin konusudur. Fa­
kat insanda, evrimleşmenin konusu olmayan bir başka yön
vardır, işte o, nefha-i İlâhî olan yön... Ve bunu kabul ettiği­
132 KONFERANSLARIM

miz zaman, evrimleşmenin arkasında da bir şuurlu varlığın,


bir gayenin olduğunu görmemiz lâzımdır! Yani evrimleşme,
sadece kronoloji, sadece pozitif bir seleksiyon hadisesi değil­
dir; bir teleolojik hadisedir, gayeli bir hadisedir. Sünnetullah
içinde insanın bir evrimleşmesi vardır ama, onu O Yaratıcı
Kudret idare ediyor. D a rw in izm ‘in gözden kaçırdığı budur!
İnsanın evrimleşmesini bir kaos olayı olarak veriyor; bir h e­
defsiz, gayesiz kavga hadisesi olarak veriyor Darwin. Biz, be­
den yapımızla, diğer hayvanlar gibi bir evrimleşmenin konu­
şuyuz; Kur an ı Kerim de buna ışık tutmuştur: "İnsanın üze­
rinden, zamandan öyle devreler geçti ki" diyor "insan, anıl­
maya değer bir varlık değildi." (Dehir, 1) Ve yine Kur'an-ı
Kerim bir h a lk olayından, bir te s v iy e olayından bahsediyor.
Sizi fazla teknik bir sahaya çekmek istemiyorum. Ve görüyo­
ruz ki, insanın h a lk ı ile te s v iy e s i yani bir kıvama getirilme­
si arasında bir zaman vardır. Kur'an-ı Kerim, kendi mucizevî
üslubu içinde bunları veriyor. Fakat insan, bir yerden sonra
evrimleşmenin konusu olmaktan çıkıyor; o Nefha-i İlâhiye
basamağından sonra insan, evrimleşmenin üstüne sıçrıyor.
Bir isimden bahsedeceğim size -Almanca bilmediğim için
yanlış telaffuz edebilirim-; "Max Scheler" psikolog düşünür,
anti-Darvvinist bir düşünür olarak kabul edilir. Âdeta bizim
şurada çizdiğimiz Kuranı tabloyu hatırlatırcasm a diyor ki;
"İnsanda iki varlık alanı vardır.” Tamamen Kur'anî bir pers­
pektif olduğu için burada söylüyorum. Bunlardan birisi; insa­
nın p s ik o v ıta l v a r lık alanıdır Scheler'e göre. İkincisi de;
g e ist alanıdır. Psikovital varlık alanı, bizim-Kur'an'ın ter­
minolojisini kullanarak-; "Toprak varlık alanı" dediğimiz
alandır. İnsan, Scheler'e göre; bu alanı ile, tıpkı diğer hay­
vanlar gibi pozitif ilimlerin, laboratuarın ve sonuç olarak da
evrimleşmenin konusudur. Sûfî düşüncenin kabulü de bu.
Fakat insanda bir başka alan var, Scheler ona "geist alanı"
diyor; Kur'an-ı Kerim "Nefha-i İlahiye" alanı diyor ve sufî dü-
TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İN SA N 133

' şünce "Rahmani alan", "ebedî alan", "ölümsüz alan" diyor,


"Jâhût alanı" "kalb alanı". Biraz daha sıcak kelim eler kulla-
j nalım Türk dinleyicileri olduğumuza göre; Yunus'un diliyle,
| "gönül alanı," M evlâna’nın ifadesi ile, "can alanı". Bu alan,
evrimleşm enin konusu olmaz! Ve bu alan, laboratuarın da
| konusu olmaz! Altı çizilecek nokta budur! Ve Scheler’e göre;
t "insanın geist yapısını, ilimlerin hiç birinin sınırları içine so-
j kamayız, hepsini aşar!" Hangi alana girer bu? "manevî ilim-
f Ier alanı" diyor, "psikolojik ilimler alanı" diyor, "felsefî ilimler
| alanı" diyor, "dînî ilimler alanı" eliyor... İstediğinizi seçebilir-
f siniz fakat, mutlaka pozitif ilimlerin üstünde. Şimdi, insanın
| bütün macerası boyunca vahye ve dine ihtiyacının arkasında
i bu yatıyor. Çünkü insanda, pozitif ilimlerin bir yere gelip ne-
| fesinin tükendiği ve artık tek söz söyleyemeyecekleri bir alan
I var. Bu, yalnız ilahiyatçıların tespitleri falan değil.
! Size bir isimden daha bahsedeyim, bir doktor düşünür,
I Nobel sahibi A lexı’s C arrel. Fransız asıllı, Amerika'da y etiş­
ti, fakat Fransız asıllı. Ve bence onun N obel’i kazanm asını
sağlayan eseri, çağın âbide eserlerinden biridir. Çağa damga
vurmuş eserler vardır, tıpkı şahıslar gibi. Eser; ”L' Homme
C' E st Inconnu"dür="lnsan, şu meçhul, şu bilinmez." Carrel
burada aynen Scheler gibi, fakat bu defa bir tabip ilim adamı
ve düşünür edası ile "pozitif ilimlerin, insan gerçeğinde ne­
feslerinin tükeneceği bir noktanın var olduğunu ve bu nokta­
yı ihmâl ettiği içindir ki çağdaş insanın bunalımlara sürük­
lendiğini" açık söylem iştir. A lexis Carrel'e, konuşmamızın
ileriki kısımlarında tekrar döneceğiz. Burada söylemek iste­
diğimiz şudur; insanda, bir yanda evrimleşmenin, bir yanda
pozitif ilimlerin, bir yanda laboratuarın konusu olan bir alan
vardır. Öte yanda, bütün bunları aşan ve yalnız vahyin ışık
tutacağı bir alan vardır. Bu iki alanın da toplayıcı ortamıdır
insan. İnsanın v a s a tı câm ialığınm bir mânası da bu oluyor.
"İnsan, Nefha-i İlahiyedir." dedik, "kendi bünyesinde,
ezelî oluşun tohumlarını taşıyor." dedik, "Zaman ve mekân
134 KONFERANSLARIM

kategorilerinin üstüne çıkan, zaman ve mekân kategorilerini


uygulamamız mümkün olmayan bir yönü var insanın." de­
dik. Kur'an-ı Kerim den kaynaklanan bir yaklaşımla, tasav­
vuf düşüncesi bu nokta üzerinde çok ilginç bir tespit daha or­
taya koymuştur. İnsanla, Yaratıcı Kudret arasında ezelî bir
mukavele vardır. Kur'an-ı Kerim buna; "mîsak" diyor, "ahd"
diyor. Bunlar, aşağı-yukarı Türkçe'ye geçmiş. Batı dillerinde
bu; "acte preeternel" diye ifade edilir. Zaman öncesi muka­
vele veya c o v e n a n t, ahdleşme. Kur'anî düşünceye göre; in­
sanın acte preeternel veya misak gerçeği vardır. Ve Hz. Pey­
gamber buyuruyor ki: "Ahdi o lm a y a n ın , im a n ı da yok*
tur!" Tabiî bu, basit bir hukuk kaidesi olmanın çok üstünde­
dir. Nedir, "ahdi olmayanın imanı da yoktur, misakı olmaya­
nın imanı da yoktur?" Kuran bizi ısrarlı bir biçimde bu misa-
kı, bu ahdi, Allah'la aramızdaki anlaşmayı bozmamaya çağı­
rıyor ve bunu unutmamaya da çağırıyor. Bir "nisyan" tâbiri
var Kuranda, "Nakz-ı ahd" tâbiri de var. "Ahdi bozmak" de­
mek. İnsanın tekâmülünü gerçekleştiren olaya ve eğitime de
İslam tasavvufunda "zikir" denir, biliyorsunuz. Zikir, "bir şe­
yi unutmamak için sürekli anmak, hatırda tutmak." demek­
tir. Bu ikisi arasında münasebet var. Nedir mîsak? Kur'an-ı
Kerim, bizim Nefha-i İlahiye özümüz-ruhumuzla Allah ara­
sında bir beraberlikten bahsediyor. Biz dünya şartlarına gö­
zümüzü açmadan önce, Yaratıcı Kudret'e dünya planında
O'nun tanığı olacağımıza dair söz vermişizdir. Bu tanıklık,
şâ h it o lm a tâbiri de Kur'an-ı Kerim'de geçer. Evvela fert
olarak her birimiz, Yaratıcı ya verdiğimiz sözün tanığıyız bu­
rada. ikinci olarak; her peygamber, hitap ettiği ümmetin ta­
nığıdır. Bunlar, Kur'an'm ifadeleri. Üçüncü olarak; son Pey­
gamber, mahşer gününde ümmetinin tanığı olarak Cenab-ı
Hakk tarafından ortaya çağırılacaktır. Burada bir anektod
vereceğim, Hz. Peygamber'in hayatından. Ayet şu; "Ne der­
sin, diyor, Peygamberim, bir düşün!.. Bütün manevî önderle-
TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İNSAN 135

| ri, nebileri, hitap ettikleri toplulukların tanığı olarak ortaya


çağırdığımızda; seni de ümmetine tanık olarak çağırdığımız­
da ne diyeceksin, ne yapacaksın?" (Nisa, 41) Sahabeden İbn
M esud, Peygamber'in hafızı olarak şöhret yapm ıştır. Hz.
Peygamber onu çağırır, Kur'an okutur ve dinlerdi. Böyle bir
i gün, yine Ibn M esud diyor ki: "Ey A llah’ın elçisi! Siz ki,
i vahy'in indiği şahıssınız. Benim gibi birine okutarak bundan
! ne anlayacaksınız, Kuran zaten size iniyor?.." Diyor ki "Be­
nim de gönlümün ve kulağımın hazzı var, dinlemek istiyo­
rum." Böyle bir gün Ibn Mesud okuyor, Nisa suresinden bir­
kaç sayfa. Az önce okuduğum ayete geldiğimde diyor, -Nisa
suresinin o ayetine-, Peygamber ağlamaya başladı. Ve bana
dedi ki: "Yeter, burada kal!" Çünkü, insanoğlunun tekâmülü
boyunca geçirdiği bütün maceranın âdeta hesabını son Pey­
gamberden soracağını söylüyor Cenab ı Hak orada. Ne diye­
ceksin o zaman? Böyle ağır bir yükün altında ne hissediyorsa
Hz. Peygamber birden ağlamaya başlıyor ve İbn M esud’a di­
yor ki: "Burada dur!" O halde biz misakta, bu ezeldeki ahd-
leşmede Cenab-ı H akka bir söz verdik. Nedir o söz? "Dünya­
ya, şühûd âlemine çıktığımızda; biz, Sen'inle özde beraber ol­
duğumuzun şuurunu, hayatımıza yön verici temel unsur ola­
rak kullanacağız."
Din olayı budur! Bakın, bunu Hz. Peygamber ifadeye ko­
yarken diyorlar ki: "Allah'ı, her an görüyormuşsun gibi dav­
ran!" İslam düşüncesinin ve İslam ahlakının belkemiği bu­
dur, bu şuura ulaşmaktır! Bütün kalıpların, şekillerin, mace­
raların, kuralların, bütün yat-kalkların, bağır-çağırların
hikâyesi burada gelip düğümleniyor; her an Allah'la beraber
olmak şuuru, gaye nokta budur! işte bu da, ezelde verdiğimiz
sözün şuuruna ermekle oluyor. Fransız düşünürü G a rd et di­
yor ki: "İslam'da; hukuktan m istisizme kadar, bireysel mü­
nasebetlerden enternasyonal münasebetlere kadar her alan­
da hareket noktası bu nıisak gerçeğidir." Bu ezeli ahdleşme-
136 KONFERANSLARIM

nin bir uzantısı olarak Kur'an-ı Kerim, insanı yeryüzünde


"Allah'ın H alifesi" diye tanıtıyor. Ne demek, insan yeryü­
zünde Allah'ın halifesi? Şu demek: Kur'an-ı K erim 'in in s a ­
nın ö n ü n e k o y d u ğ u y o l, k â in a ta h a k im iy e te g id e n b ir
yoldur.
Batıyı esas alma sürecine girdiğimizden beri işlenen ha­
talardan biri de şu olmuştur: Batı'da din adına, -ki, din bura­
da kilise ile eşitlenmiştir- imâl edilen fikirler, olduğu gibi bi­
zim ülkemize aktarıldı ve İslam’a uygulanmaya kalkıldı. Bu,
nesillere çok büyük yıkım getirmiştir. Batılı; din eşittir geri
kalmak, kilise eşittir düşünmemek noktasına geldi, gelmek
zorunda kaldı. Bunun hikâyesini anlatmak bize düşmüyor.
Doğrudur! Siz, 70 yaşında, onca eser yazmış V oltaire'i afa-
roz eder ve cenazesini kilisede kaldırmalarına müsade et­
mezseniz; bu adamın da, sizinle çekişeceği bazı m eseleler
vardır, Bir Bruno'yu getirir odun yığınının üstünde yakarsa­
nız, bu adamın, sizinle hesaplaşmaya ihtiyacı vardır. L avoi-
sier'i yakarsanız, bunun da sizinle hesaplaşmak zorunda ol­
duğunu kabul etmek icap eder. O halde, Batılı için kiliseye
karşı çıkmak; bir yerde akla, irfana ve ilme üstünlük tanı­
mak anlamına geliyordu. Bunu şimdi aynen alıp da İslam
için uygulamak mümkün müdür? Hayır, mümkün değildir!
Çünkü din eşittir ilmi inkâr, din eşittir laboratuarı inkâr, din
eşittir düşünmeyi inkâr kuramı İslam için söz konusu değil­
dir! O halde, Batı daki din anlayışının, özellikle 19.-20. yüz­
yılda, özellikle sosyologlar tarafından ortaya konan din anla­
yışının, Kur an açısından müdafaası kesinlikle mümkün de­
ğildir! Nedir o anlayış? Sosyolojinin babalarından biri olan
D urkheim (ölm. 1917) ve pozitivizmin babası Comte (ölm.
1857) tarafından Batı dünyasına musallat edilen fikir şu:
Din, insanın kâinattaki aczini, zavallılığını, çaresizliğini ö-
dünlemek ve bir teselli bulmak için uydurduğu bir kurum­
dur. Halbuki Kur'an-ı Kerim'in sergilediği din; insanın-
TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İNSA N 137

kâinat karşısında mahkûmiyetinin değil, hakimiyetinin yolu­


dur. Buna da, "insanın, Allah'ın halifesi olması." şeklinde ifa­
deye konan Kur anı gerçek kaynaklık ediyor. Bunu tam am la­
yan ikinci bir kavram var Kur’an düşüncesinde, o da "teshir''
kavramıdır. N edir te s h ir ? Birçok ayette ifadeye konan
teshir; insan dışındaki varlıkların, insanın emrine verilmesi,
insanın önünde boyun eğmesi olayıdır ve bu tanımı doğrudan
doğruya Kur’an-ı Kerim koyuyor: "Allah; y e rler d e -g ö k ler -
d e, g ö r d ü ğ ü n ü z -g ö r m e d iğ in iz n e v a r sa h e p s in i s iz in
e m r in iz e v e r m iş, s iz in ö n ü n ü z d e b o y u n e ğ d irm iştir."
(Lukman, 20) Buna te s h ir olayı diyoruz. O halde Kur’an-ı
Kerim, insanın kâinata hâkim olmasını ilke olarak kabul edi­
yor ve Kuran'ın sergilediği dinin hedefi ve tavn da budur.
Burada sufi düşüncenin bir tespitine işaret etmek lazım.
Dün akşam bir sohbette de kısmen temas ettim. P a sca l'ı bi­
lirsiniz, Fransız matem atikçisi ve düşünürü. Fakat bunun
matematikçiliği falan unutulmuştur. P a s c a l bu gün Batı in­
sanının aklında "en büyük m istik, en büyük sevgi ve aşk
adamı"nı çağrıştırır, matem atikçiliği unutulm uştur. 1664
Pascal’ın ölümü, 17. yüzyılın oıtası. Pascal diyor ki, çok haklı
olarak: "insan, kâinatı kuşatır, fakat kâinat insanı kuşata-
maz!" 50-60 kiloluk küçücük bir kütle, fakat kâinat onu ku-
şatamaz! P aseal'ın 17. yüzyılda ifadeye koyduğu bu gerçek,
daha 8. yüzyılda İslam mistikleri tarafından ve çok daha ileri
boyutlarda ortaya konmuştur. Teferruata girmek istem iyo­
rum...
M uham m ed İk b al, çağımızın en büyük İslam düşünürü
kabul edilir ve 2. Mevlâna kabul edilir. Bu gerçeği ifade eder­
ken diyor ki:
"Ançe d e r â d e m b e g o n c e d â lem e st.
A n ç e d e r â le m n e g o n c e d â d em e s t "
Abide iki mısra: "O ki insanda saklanabilir, insanda kay­
bolabilir; ona biz "âlem" diyoruz, "kâinat” diyoruz. O ki âleme
138 KONFERANSLARIM

sığdırılamaz, âlemde saklanması, kaybolması mümkün ol­


maz; ona da "insan" diyoruz..." İnsan kâinatı kuşatır, fakat
kâinat insanı kuşatamaz! İnsandaki, Yaratıcı Kudret le aynı
olan o Nefha-i ilahiye dir ki; insanı, kâinatı kuşatacak kadar
bir ulviyet çizgisine, bir kudret çizgisine ulaştırmıştır.
Kur'an-ı Kerim işte buna, "Allah'ın Halifesi" olma niteliğini
lâyık görmektedir. Ve bu yüzden yine Kur an ı Kerim'e göre
ve sufı düşünceye göre; insan, varlığın en ağır yükünün al­
tındadır ve insan, varlığın en yüksek şerefinin de burcunda­
dır. İnsanın çilesi en büyük çile; tabiî, şerefi de en büyük şe­
ref oluyor.
Şimdi burada, insanın ayrılığı meselesini ele almak
lâzım. İnsan, Yaratıcı Kudret'ten kopmuş ve bu noksanlıklar
dünyasına gelmiş, bir gurbet hayatı yaşamaktadır; bunu biti­
recek ve tekrar aslına dönecektir. Bu, insanın aslından,
Mevlâna'nm tâbirini kullanırsak, can yoldaşından ayrılığı­
dır. insan hayatının macerası, hikâyesi bu! Nedir bu ayrılık
ve bu ayrılık nasıl vuslata çevrilecektir? Ayrılığın bitişi ve
ayrılığın getirdiği yabancılaşmanın bitişi, insanın, aslına ka­
vuşması ile mümkün olur. Şimdi, yabancılaşma meselesi, -
"alyenasyon" Fransızcası ile, "eleyineyşın" İngilizcesi ile, bi­
lirsiniz-; günümüz düşünce sistemlerinde, hatta psikoloji
ekollerinde "izolasyon" ve "separasyon" adı altında, hatta kli­
nik psikolojisinde bile dikkate alınmaya başlayan bir kavram
olmuştur. Bu kavram, tasavvuf düşüncesi tarafından 1300
küsur sene önce gibi erken bir devirde gündeme getirilmiş ve
üzerinde fikirler İmâl edilmiştir. Bu gün psikoloji yeni-yeni
bu meselenin içine girmiştir. Bir parça varoluşçu felsefede
K ierkegaard (ölm. 1855) ve H eidegger (ölm. 1976) tarafın­
dan gündeme getirildi. Marx (ölm. 1883) tarafından da gün­
deme getirildi; tabiî materyalist bir yapıda...
Çağdaş psikolojiye göre -Erich Fromm gibi, Karen Hor-
ney gibi çağdaş psikologların temel kabulleridir, Freud'da
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE İNSAN 139

da var- insandaki buhranların temelinde seperasyon olayı


var, ayrılık olayı, izolasyon olayı var. insan, bir figürden ay­
rılmış olmanın ortaya çıkardığı boşluk ve buhran yüzünden
bütün iptilâlara, bütün bozukluklara, bütün rahatsızlıklara
maruz kalıyor. H eidegger'e göre; "İnsan, sahip oldukları ile
idrak ettiklerinin çelişmesi yüzünden buhrana düşüyor, id­
rak ettiği bir şeyden ayrılmıştır. Sahip olduğu, o ayrıldığı şey
değil. İşte, buhranın temelinde bu var." diyor H eid egger. is ­
mini koymadan tabiî...
Tasavvuf düşüncesinde de, kıymetli dinleyenler; insa­
nın bütün sıkıntılarının, acılarının, ıstıraplarının, buhran­
larının temelinde "ayrılık" vardır. Yalnız bu ayrılık çok
daha öncelere, çok daha ileri zamanlara götürülüyor sufî
düşünce tarafından. Ne imiş o ayrılığın başlangıç anı? O ay­
rılığın başlangıcı, insanın, Allah'tan ayrılışıdır. Şimdi, çağ­
daş psikoloji, "ayrıldığımız objeye ulaştığımızda sıkıntı bi­
ter." diyor. Freud'a göre; çocuk, annesinden, annesinin me­
mesinden koptuğu için bu izolasyon onda problem yaratıyor.
O, oraya kadar götürüyor ayrılığı. Tasavvuf düşüncesine gö­
re, ayrılık insanın, Allah'tan aslından ayrılışıdır. Temel sı­
kıntının ortadan kalkması; insanın, ayrıldığı temel objeye
vuslatı ile olacaktır. İşte biz buna, "insanın, Allahına ulaş­
ması." olayı diyoruz. Tasavvuf düşüncesi, bu Allah'a varışı
ölümden önce gerçekleştirmenin disiplinidir. Ölümden sonra
bunu gerçekleştirmek hüner değildir, burada gerçekleştir­
mek hünerdir!
Şimdi burada, tasavvuf düşüncesinin "mutluluk" ve
"mutsuzluk" tanımları ile karşı karşıya geliyoruz. Allah tan
ayrılık temel ayrılık olduğuna göre, insanın mutsuzluğunun
temelinde de Allah'tan uzak düşme vardır, insan, Allah'a
yaklaştıkça, mutluluğunu kazanır ve hürriyetini kazanır.
Şimdi, tasavvuf tarihi içinde ve persfektifiıı "şaheser!" diye
ifade edebileceğimiz bir sergilenişini biz Mevlâna'nm Mes-
140 KONFERANSLARIM

nevisinde buluyoruz. Mesnevi'nin ilk 18 beytini bilirsiniz.


Mevlevîlik te o 18 beytin karizmatik ve tabiat üstü bir değeri
vardır; 18 rakamının da, oraya bağlı olarak... O 18 beyit -ra­
hatlıkla söyleyebiliriz ki-, sadece M esnevi’nin değil bütün
sufî düşüncenin özetidir. Ne veriliyor o 18 beyitte? Verilen
şu: İnsan, Allah'tan kopmuş- ki o bir "kamışlık" olarak ifade
ediliyor M evlâna tarafından-, bir kam ış, bir ney'dir ve bu
dünyada ıstırab nağmeleri, ayrılık nağm eleri çıkarmakta,
feryat etmektedir. Bu feryatların bitişi, insanın, aslına ka­
vuşması ile sona erecektir. Ve Mevlâna, insanoğlunun m ut­
luluğunun temelinde; ayrıldığı bütün olan Cenab-ı Hakk’a
kavuşma esprisini göstermektedir. İşte, ayrılık ve yabancı­
laşmanın tasavvuf düşüncesinde esas çizgiler halinde ifadesi
bu. Pekâla, bu ayrılığın ortadan kalkması ve insanın İlâhî
özünü, aslını yakalaması ve hayatını beklenen mutluluk ba­
zına oturtması nasıl mümkün olacaktır?
İnsan, merkez varlık ve insan gaye varlık. Bu ikisinin al­
tını iyi çizmek lazım; burada aktarmaya çalıştığımız bilgile­
rin, tasavvuf düşüncesinde ait oldukları yere oturmaları için.
İnsan gaye varlıktır ve insan merkez varlıktır. İnsanın mer­
kez varlık oluşunu, Yaratıcı ile aynı özü taşım ası şeklinde
verdim. "İnsan, gaye varlıktır" derken ne anlıyoruz? İnsanı
merkez varlık, gaye varlık olunca, insanı araç durumuna dü­
şürecek hiç bir disipline itibar etmemek gerekir! Ve gerçek­
ten de Kur'an-ı Kerim ve tasavvuf düşüncesi, insanı araç du­
rumuna düşüren hiç bir hareket tarzını alkışlamazlar. İnsa­
nın gaye varlık oluşu, bizi pratikte hangi sonuçlara götürü­
yor?
Kıymetli dinleyenler! Konferansımızın bu kısmında bazı
pratik sonuçlan dile getirmeyi, tâbiri caizse bazı pratik so­
nuçlar devşirmeyi esas alacağım. Evvela, h iz m e tler , in sa n a
g ö tü rü lecek tir! Bakın peygamberlerin hayatına, mesaileri­
ne; peygamberlerin uğraştıklan, inşa etmeye çalıştıkları, ih­
TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İNSA N 141

ya etm eye çalıştıkları tek şey vardır: insan. Peygamber ne


duvar yapar ne saraylar inşa eder ne tarla ekmekle uğraşır
ne hayvancılıkla... İslam Peygamberi öyle diyor bir yerde:
"Ben ziraatçı olarak gelmedim bu dünyaya. Hurma aşısını
git diyor, ehlinden öğren, bana sorma onu! Bana, sonsuzluğu­
na ait m eseleleri sor." Ve 23 yıllık peygamberlik hayatı için­
de ortaya çıkardığı ve elleri ile terbiye edip yoğurduğu bir
model nesli, sahabi neslini, 30 tane hurma kütüğünün üzeri­
ne atılm ış dallardan oluşan bir mescitte eğitti. Şimdi bakıyo­
rum, m esela bizim ülkemize bakıyorum; 1950'lerden sonra
binlerce cami yapıldı. Ve birçoğunun ayda birkaç milyon
gelir getiren gayr-ı menkûlleri de, bilmem neleri de var. Fa­
kat ortada, insan gerçeğinin biryerlere götürülmesi bakımın­
dan hiçbir şey yok! Nitekim o, mucizane bir şekilde bunu
gösterm iş. Diyor ki: "Ahır zamanda ümmetim mescitleri
süsler, püsler. Fakat onlar, esas bakımından, Allah'ın zikri
bakımından harabedir." M evlâna bu gerçeği çok yakın ifade
etmiştir: "Gönül k â b e s in in h a r a p o ld u ğ u y e r d e , sem bol
K âbe'yi ih y a e tm e n in anlam sızlığı..." diye Mesnevi'de ge­
çiyor.
Sufî düşünce, Kur'an-ı Kerim'deki "arş" kavramını -ki "Al­
lah, onun üzerine istivâ etmiştir."- "Hac" kavramını, "Kâbe"
kavramını; bir zâhirî-şeklî tarafı, bir de hakikati olan kav­
ramlar kabul eder. Esas B ey tu lla h -K â b e, sufî düşünceye
göre insanın kalbidir ve esas tavaf onun etrafında yapılır ve
esas imar ve inşa edilmesi gereken odur. O, gerektiği gibi ih­
ya edilm ezse, sembol Kâbe'nin ihyası insanlığa bir şey ka­
zandırmaz! Bu bakımdan, sufî düşünce "Hacc-ı hakiki" diye
bir kavram geliştirm iştir, gerçek hac. Ve M evlân a bunu ifa­
deye koyarken diyor ki:
"Kâbe b ü n y a d -ı H alil-i  zer est;
D il n a z a r g â h -ı C elil-i E kber est."
142 KONFERANSLARIM

"O taş duvarlardan yapılma Kâbe, Azeroğlu İbrahim'in,


Halil İbrahim'in yaptığı bir binadır; esas B eytullahsa, Al­
lah'ın nazargâhı olan kalptir."
Hizmetin insana götürülmesi, gaye varlık olan insana gö­
türülmesi; önce insanın ihyasını ve inşasım , ondan sonra eş­
yanın imar ve inşasını esas almayı gerektirir. Bu perspektif­
ten baktığımız zaman, İslam dünyasının durumu gerçekten
yürekler acısıdır. B u g ü n d ü n y a d a in s a n g e r ç e ğ in in ih ­
m a l e d ild iğ i, in s a n ın ik in c i p la n a itild iğ i v e in s a n ın
b ir v a s ıta v a r lık h a lin e g e tir ild iğ i b ir n u m a ra lı ü lk e le r
lis te s i İsla m ü lk eler i ola ra k k a r şım ız a ç ık ıy o r . Evvela,
bu ülkelerde insan emeği en ucuz şeydir. İnsan emeği, insan
onurunun bir uzantısıdır. İnsan e m e ğ i u c u z o ld u m u , in ­
sa n ın o n u ru d a u cu z d em ek tir. Çünkü, in s a n ın e k m e ğ i
ile K elim e-i Ş a h a d e t’in on u ru a y n ıd ır , ikisi de hayatın
parçalarıdır. Ve İslam dünyasının sancısı, insan unsuruna
gelip oturuyor. Bakın, İslam dünyası bu gün 50'ye yakın bay­
rakla temsil ediliyor dünyada. Ve İslam ülkelerini dikkate al­
madan dünya ekonomik hayatını tayin mümkün değildir!
Suudi Arabistan'ı dikkate almak zorundasınız, OPEC'i dik­
kate almak zorundasınız. OPEC içinde büyük kısm ıyla ha­
kim unsur, İslam ülkeleridir. 0 halde, Müslümanların prob­
lemleri bugün ekonomik olmaktan, hatta politik olmaktan
çıkmıştır. Evet, sömürgeciliğin, hatta emperyalizmin altında
çok inlediler. Bir Cezayir, yüz küsur sene işgal edilmiş halde
perişan, süründü gitti... Bunların hepsini yenm iştir İslam ül­
keleri. Bugün problemleri, nefeslerini kesen problem; insan
unsuru problemidir, insanı gereken yere getiremedikleri için
kıvranıyorlar. Buna, en azından bazılarınızın "politik tespit­
ler yaptı" diyeceğinizi bildiğim için, çok daha çarpıcı örnekler
vermeye girmiyorum. Fakat bakın işte bir İran-Irak harbi; 8
yıl, 2 milyon insan ölüyor, harabeye dönmüş iki belde... Dört
sene evvel ben Basra'dan geçtim, mahşer meydanını andırı-
TASAVVUF D Ü ŞÜ N C E SİN D E İN SA N 143

yordu. Şimdi ne haldeler?.. Şimdi, sekiz yılda yıkılan bu bel­


deler, seksen yılda ancak eski haline gelir. Çünkü, bir şeyin
yıkımı sekiz yıl sürüyorsa, bunun yapımı en azından seksen
yıl sürecektir; bu bir yaradılış kanunu... Yıkarken bu beldele­
ri yiyenler, şimdi de yaparken yiyecekler. Ne var burada?
Halk arasındaki tâbirle; "Merkebi kaybettik, semeri bulduk,
sevindik." Sekiz yıl iki milyon insan gitti, onca servet heba
oldu, onca şehir harab oldu, sonunda başladığımız noktaya
döndük. Bu niye böyle oluyor? Bu, insan unsurunun, kavram
k argaşasın a kendini kurban etm ekten kurtaram ayışının
ürünü. Bakın, iki ta ra f Kelime-i Şehadet çekiyor, "innâ
fetahnâ..." sureleri okuyor, tekbirler getirerek birbirlerine
vuruyorlar, ikisi de "şehit" olduğunu söylüyor. Bu, insan zaa­
fı!.. Yani, ikisi de biliyor ki böyle bir şey olamaz! İnsan haya­
tında harpler olur, tamam, harp ediyoruz... Siz benim gelip
arabamı parçalarsanız, ben sizinle kavga ederim, ama bunu
getirip de "cennet mücadelesi" diye göstermem gerekmiyor
ki. Harp ediyoruz, bir problemimiz var, harp ediyoruz devlet­
ler hukuku kuralları içinde, milletler arası teâmüller içinde;
ama bunu illâ da din savaşı halinde ortaya koymak çok bü­
yük kayıplara mâl oldu. Neden böyle oluyor bu? Kitleler, po­
litika bezirgânlan tarafından sömürülmeye müsait bir çizgi-
deler. İşte, "insan unsurunun zaafı" derken, biz bunu kaste­
diyoruz. İnsan unsurunun bu zayıflığı, İslam ülkelerinde in­
sanın istism arına çok mümbit bir zemin hazırlamıştır ve di­
nin istism arına, hatta din ticaretinin geliştirilm esine bir ze­
min hazırlamıştır. Bu bir realitedir. İnsanın gaye seçilişi ve
hizmetlerin insana götürülüşü esas alınırsa, bu istism ar or­
tadan kalkar. Bu bakımdan ısrarla üzerinde duruyoruz.
K ur'an a d ın a im â l e d ile c e k b ir d ü şü n c e , s e r g ile n e c e k
b ir a n la y ış; e v v e la in s a n ı m erk ez v e g a y e v a r lık o la ra k
alm ak d u ru m u n d a d ır! Şimdi siz milyonlar harcayarak, et­
rafında açlıktan-susuzluktan ıstıraplar içinde kıvranan, ölü­
144 KONFERANSLARIM

me mahkûm olan insanların süründüğü bir yerde milyonlar


harcayarak cami yapıyorsunuz. O insanlar orda açtır! Cami­
nin, ibadetin, ezanın, namazın sizi götürmek istediği, duvar
yapmak mıdır, insanı mutlu etmek midir?.. Bunun hesabını
yapacak çizginin altlarında kalmıştır İslam ülkeleri. Bu he­
sabı birilerinin yapması lazımdır!!!
Evet, hizmetler evvela insana götürülecektir; ondan son­
ra eşyanın süslenmesine, eşyanın imar ve inşasına gidilebi­
lir. Bu bizi bir noktaya daha getiriyor: Hizmetleri insana yö­
neltmek için insanlığın birliğini kabul etmek lazım. Kur'an-ı
Kerim, tevhit esası üzerine bina eder bütün düşünceleri. Al­
lah’ın birliği, varlığın birliği, dinlerin birliği, insanlığın birli­
ği, medeniyetlerin birliği... Bakın Kur'an'm hitaplarına; "ey
insanlar!” diyedir hep, bir alanı düzenleyeceği zaman "ey mü­
minler!” diye hitap eder ki, o müminler de esasında bu gün
sokaktaki vatandaşımızın anladığı mânada değildir, onun da
çerçevesi daha geniştir. "Ey insan!" diyor ve Kur’an'ın ilk
cümlesi "Elhamdü lillâhî Rabbilâlemîn"dir ve bu cümle her
Müslüman'ın günlük ibadetlerinde okumak zorunda olduğu
Fatiha suresinin de ikinci ayetidir "Allah, âlemlerin Rabbi-
dir! Biraz ileride Kur'an-ı Kerim, Peygamberi de "âlemlerin
rahmeti" olarak gösteriyor. Şimdi bakın, âlemlerin Rabb'i
olan Allah, âlemlerin rahmeti olan Peygamber; bu bizi, in­
sanlığı bir bütün olarak düşünmeye sevk ediyor. Allah, sade­
ce Müslümanların Allah'ı değil; Peygamber de, yalnız Müslü­
manların rahmeti değildir! İnsanlığın birliği, sufî düşüncenin
omurgasında yer alan unsurlardan biri. Din farkı yoktur.
Kur an bunu kabul etmez. Hitap, bütün insanlığadır! Ödevi­
ni yapan-yapmayan insan vardır Allah katında. Tamam,
ama hitap insanadır! Irk farkı da yoktur! Renk farkı da yok­
tur! Di! farkı da yoktur! Bölge farkı da yoktur!.. Ne vardır?
Yalnız insan gerçeği vardır!
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE İNSAN 145

İnsan ın gaye varlık oluşu, bize bir noktayı daha ird elem e­
yi zorunlu kılıyor; o da şudur: "insana a it b ilgilerle, eşyaya
ait bilgiler paralel gidecektir. B unlardan bir ta n esi d engeyi
bozacak şek ild e ağırlık kazanırsa, in sa n lık buhrana düşer.
Doğu in sa n ı çağlar v e çağlar in sa n a a it bilgilerde derin leşti,
m istik bir derinlik . F ak at, e şy a y a a it b ilgileri ihm âl ettiğ i
için dengesi bozuldu, Batı'nm hegem onyası altın a girdi. Ş im ­
di Batı'da denge aksi istik am ette bozuluyor, eşyaya a it bilgi­
ler gelişti. N ih a y e t m akine ve eşyaya a it ilim lerin ağırlık ka­
zanm ası, m a k in en in , in sa n ı esareti a ltın a alm ası sonucunu
verdi. Halbuki insanoğlu , m akineyi, kendine hizm et etsin di­
ye vücuda g etirm iştir. Şim di, kendisi, m akinenin em rine gir­
di. B u defa ne oluyor? E şyaya a it b ilgiler ağırlık kazanın ca,
Batı'da buhran çıkıyor. N edir o buhran? Ruh boşluğu, iç bu­
nalım ...
D em in ism in d en b ah settim ve daha sonra tekrar tem as
edeceğim i söyled im d ü şün celerine, A le x is C a r r e l. A ndığım
eserinde diyor ki: "Çağımız insanın ın buhranı; in sa n a a it b il­
gilerin, e şy a y a a it bilgilerin altında kalm asın dan k a y n a k la ­
nıyor." Ve Carrel'e göre: "insana a it bilgileri en k ısa zam an ­
da e şyay a a it bilgilerin sev iy esin e çıkaram azsak, insanların
yarınları felâ k et olur." Tabiî sadece Carrel'de yok bu. 19401ı
yıllarda T o y n b e e bunu söylüyordu, çağın en büyük tarih fel­
sefecisi. Onun ana eseri sayılan -hacmi küçük olm akla birlik­
te diğer kitap ların a göre-; "Civilisation On Trail" (M edeniyet
yargı önü nde) k ita b ın d a a n la tm a k iste d iğ i budur. T o y n ­
b e e ’ye göre; "insanlığın m adde leh in e bozulm uş d en g esin i,
madde ve m âna, ruh ve beden dengesi çizgisine getirm ek için
in san lık y in e büyük d in lerd en m edet um m ak zorundadır,
başka hiç bir ku rtu lu ş yoktur!" T o y n b e e 'n in k an aati bu.
Şim di, in sa n a a it bilgileri, m akineye a it bilgilerin ulaştığı
yere çıkarm ak ve teknolojideki gelişm eyi insanın iç d ü nya­
sında da gerçekleştirm ek durum unda olduğum uz, çağın g e­
146 K O N FE R A N SL A R IM

nel kabulüdür. "İnsan, gaye varlıktır" diyoruz ve in san iki


unsurdan m eydana geliyor. Bunların bir tanesi terazinin k e ­
fesini alıp aşağıya indiriyor, öbür ta ra f hiç bir değer ta şım a ­
maktadır ve tabiî ki bunun sonucu buhran olacaktır.
Kıym etli dinleyenler! M eseleye bizim ülkem iz açısından
da birkaç cüm le ile bakarak konuyu kapatm ak istiyorum . S i­
zi, ilk devredeki gibi bir saat burada tutm ak doğru olm az.
Bizim ülkem izde insan gerçeğinin ihm ali, evvela din m e­
selesine baktığım ızda karşım ıza çıkıyor. İslam düşüncesinde
tem el prensip şudur: G aye in s a n d ır , d in d e g a y e d e ğ ild ir !
B inaenaleyh, hayatla çelişen bir din, din olma vasfını kaybe­
der! H ayatla çeliştirilen bir dinin, insana hizm eti m üm kün
değildir! Halbuki gaye, insandır! Bir tek mabud vardır! T apı­
lacak tek kudret A llah’tır! O’nun dışında ne K uran mabud-
dur, ne din mabuddur, ne Peygam ber mabuddur, hiç biri m a­
bud değildir! K uran-ı Kerim i tetk ik ederseniz onda, h ayat
ve insan gerçeği ile çelişen hiçbir şey yoktur. Prensipleri koy­
muştur. Yaratıcı, insana, gücünün üstünde hiçbir şey yü k le­
mez; bir. Zorlama ve baskı yoktur; iki. Kur’an-ı K erim ’de ta ­
bu yoktur, tabu. Ben sosyoloji ile, psikoloji ile, felsefe ile ve
hukukla uğraşan arkadaşlara hep söylüyorum; "Kur'an'daki
em irlerle, totem izm deki tabuları birbirine katm ayın! Kur’an,
tabu getirmez!" T a b u nedir? T a b u y u aşacak, ikinci plana
itecek bir başka realite olamaz! Bir örnek vereyim ; "Şunu y e ­
meyeceksin!" dem işse tabu, onu yiyem ezsin iz, ölürsünüz ge­
ne yiyem ezsin iz. "Şuna dokunm ayacaksın!" d em işse tabu,
ona dokunam azsınız, ölüm söz konusu olsa yine de dokuna­
m azsınız. Bu, tabudur. Halbuki, Kur'an'ın getirdiği y a sa k la ­
rın ve emirlerin tabu vasfı yoktur! Bu tabu vasfını, Kur'an-ı
Kerim kendisi kırıyor. Nasıl? Diyor ki domuz etini y a sak lad ı­
ğı ayette, eğer zaruret varsa, yiyecek sin , işte, tabu olm aktan
Çıktı. Bu sefer ne oldu. Akli bir realite oldu, pozitif bir realite
oldu. Bir takım m ahzurlar öngörüldüğü için yasaklıyor. Ama
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE İNSAN 147

insan için tehlike varsa, tabu olmadığı için yiyeceksiniz. Bir


şey daha var, burada da kalmaz İslam düşüncesi. Yenmesi
yasaklanmış o domuz etini, zaruret var yemeniz gerekiyor da
yemezseniz, bu sefer onu yemediğiniz için günahkâr olursu­
nuz. Şimdi bakın, hayat ve insan gerçeğine saygıdır bu. Çün­
kü aslolan hayat ve insan gerçeğidir, öbürleri vasıtadır. Ama,
totemizmin koyduğu tabularda bu yoktur. “Çekirgeye dokun­
mayacaksın!" diyor, "dokunursan öleceksin!" Bunun, zaruret
gibi bir istisnası yok.
Bizim ülkemizde m ateryalist kültür ile beyinlerini besle­
yenler, burada vermeğe çalıştığım şu espiriyi gözden kaçırı­
yorlar. Uyuşturucu yasağı vardır Kur'an'da. Yalnız alkol de­
ğil, dikkat edin uyuşturucu yasağı, her türlüsü... "Hamf'
tâbiri var, o da, "beyni uyuşturan, düşünmeyi engelleyen
şey" demektir ki hepsi içine girer. Uyuşturucu yasağı var,
ama bu tabu değildir. Size, doktorunuz; "filan maddeyi kulla­
nacaksınız, sağlığınız için gereklidir" derse, bu defa onu kul­
lanmazsanız günahkâr oluyorsunuz, insanlık tarihi, Kuran
dışında hiçbir din kitabında böyle bir gerçekçiliğe ulaşm ış
değildir. Misalleri çoğaltmak mümkün... M ecelle getiriyor,
genel kurallar kısm ında -burada hukukçu arkadaşlarımız
var- koyuyor, diyor ki: "Ezm ânın tagayyü rü ile a h k â m ın
ta g a y y ü rü e s a stır ”: "Zamanların değişmesi ile hükümlerin
değişmesi esastır." Ne demek bu? Hayat gerçeği esastır, ha­
yat esastır! "Hayatla ve insan gerçeği ile gırtlaklaşırsanız,
bunlar sizi yere çalar." diyor. Ve Kuran; hayat ve insan ger­
çeği ile çatışan hiç bir hüküm getirmez ve böyle bir hükmün
ortaya atılmasına müsade etmez!
Şimdi burada bir prensibi daha size hatırlatacağım. De­
dik ya; insan unsurunun zaafı, meselelere bu açıdan bakma­
yı engelliyor. Bu bir m antalite ve bir seviye meselesidir. Pey­
gamber, Peygamber sünnetini ihya, Peygamber gilri yaşamak
hadisesi; traş olmamakla, Ağustos sıcağında cübbe giymek
148 KONFERANSLARIM TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İN SA N 149

olayı haline getirilm iştir. Affedersiniz, ben 48 yaşında bir tanesi var, bir tanesi yoksa, suç doğmaz. (Konferansı izle­
adamım, hiç mübalağası yok 40 senemi bu işe verdim, 3 y a ­ mekte olan bir hukukçuya hitaben sorar.) Öyle mi beyefen­
şından beri bu işin içindeyim, tam 40 sene. Ben, 3 yaşında di?.. Kanunilik ilkesi. İslam Peygamber i bunu aynen din sa-
başladım bu işe. Kırk senede gördüğüm şudur: İslam Pey- | hasına da getirm iştir. Allah'ın kesin yasak getirmediği, gös­
gamber'i Hz. Muhammed i bugün en az anlayan kitleler için­ termediği bir hususta insanoğlu yasak koyamaz; bir. İki; b ir
de Müslüman] ar da var. Hatta bazı sözde M üslüman grup­ k o n u d a z o r lu k la - k o la y lık y a n y a n a g e lir s e v e b ir in i
lar, İslam Peygamberini az anlamanın ötesinde tam ters an­ te r c ih z o r u n d a k a lır sa k , te r e d d ü t d o ğ a rsa , k o la ja seç*
lamışlardır. Ve ben diyorum ki -bir çok yerde söyledim bunu, m ek p r e n s ip tir . Bunu tersine çevirmişlerdir. Şimdi adama
enternasyonal platformlarda da söyledim- bugün Müslüman diyoruz ki: "Siz, niye cuma namazını 20 rekât kıldınyorsu-
düşünürlerin, Müslüman aydınların, Kur'an düşüncesinin çi­ | nuz m illete? Peygamber, cuma nam azım nasıl kıldı?.." Zor
lesini çeken gerçek kafaların yapacağı ilk iş; Hz. Muham- | bir iş değil ki!.. Peygamber in hayatı, dakikası-dakikasma ta-
med’i, bugünkü bazı Müslüman din adamlarının ortaya koy­ ! rihî gerçek olarak tespit edilmiştir. Lejander m alûm at İslam
dukları "Peygamber imajından" kurtarmak olacaktır! Bugün Peygamber inin hayatında, hayâlı malumat, yoktur. Sözleri
ortada İslamm Peygamberi, "Son Peygamber" imajı altında i içine binlerce yalan sokulmuştur ama hayatı gerçektir. Tari-
bir bedevi sergileniyor. Ağustos sıcağında başında yün bere, [ hî gerçektir, kaydedilmiş. Eğer bir parça lejander olsaydı, İs-
sırtında kaim cübbe, traş olmamış, fistan giymiş acaip bir be­ ! lam Peygamberi'ni yıpratmak için yıllarını veren oryantalist-
devi... İslam Peygamberi bu değil! Ve hiç kimsenin böyle bir ^ 1er, o kapıdan elli defa girmişlerdi. Giremiyorlar, çünkü öyle
Peygamber imajı yaymaya hakkı yoktur! Peygamber i, yaşa­ | bir kapı yok! Ne oluyor? Zorla-kolay yanyana geldi, birisini
dığı iklim ve bölgenin şartlan içinde 20 nci yüzyıla taşım ak ; seçeceksiniz; kolaja seçm ek esastır. Şimdi, zoru seçiyorlar,
ve bugünün insanına o imajı vermek İslam'a ihanettir! İs­ t "Cuma namazı 20 rekâttır." diye kandırıyor ve imam efendi
lam'ı evvela bu ihanetten kurtarmak lazım, kim bu ihaneti f bağırıyor oradan: "Ben namazı bitirmeden, ellerimi yüzüme
temsil ediyorsa ondan kurtarmak lazım! Ve eğer İslam, özel­ ı sürmeden giden, bir daha buraya gelmesin!" Adam işyerini
de bir milyar insanın değerler manzumesi ise ve genelde in ­ | kapatmış gelm iş, onbeş dakika vakti var; imamla-müezzi-
sanlığın üm it ışıklannı taşıyan bir sistem olarak görünüyor­ | nin eline düştümü, bir saat/birbuçuk saatte çıkamıyor cami-
sa, bu bir insanlık borcudur! | den. N ereden bu yetkiyi veriyorlar size ve nerededir Diya-
| neti bu memleketin?.. İslam Peygamber i nasıl kıldı? Cuma
Şimdi bakın K uranın dini, yobazın uydurduğu din değil,
f namazı bir örnektir. "Örnek" diyorum, artık istisnalar kural
İslam ne diyor. Diyor ki; "Eşyada a slo la n ibâhedir." İslam
| oldu. Örnek verm eye kalksak, hepsini sırayla saymamız la-
düşüncesinde, sade İslam hukukunda değil bütün İslâm î di­
} zım... İslam Peygamber'i iki rekât cuma namazı kıldı. Bir de
siplinlerde. Ne demek bu? Hakkında kesin yasak olmayan
I hutbesi vardır bunun, o da şartlara bağlıdır; onun da kısa tu-
her alanda serbestlik esastır. Biz buna bugünkü hukukta,
j tulmasım istiyor Peygamber. Şimdi adam önden 4 rekât kıl-
hatta bütün hukuk sistem lerinde, "kan ûnîlik ilk esi" diyo­
| dınyor, sonradan 4, sonradan bir 4 daha, sonradan 2 daha,
ruz. Bir şeyin suç olması için, bütün unsurları ile tanımının
sonra da bir "tespih" faslı, sonra da bir dua faslı... Zaten na-
yapılması lazım. Beş unsuru vardır bir suçun mesela; dört
150 KONFERANSLARIM

mazın kendisi dua. "Salât" diyor Kur'an-ı Kerim, o dua de­


mek. Sen duanı öyJe yapıyorsun, Müslüman da böyle yapıyor.
Ve birbuçuk saat, İstanbul'un göbeğinde Nuruosmaniye’de
birbuçuk saat, hem de dışarıda avluda taşın üstünde... Hoca
içeride, işi iyi, yeri sıcak, devam... "Gelin, İslam Peygamberi­
nin kıldığı cumayı kıldıralım; bakalım cemaat azalacak mı,
çoğalacak mı?.." Cevap şudur. "Bu adamlar, diyor, zaten cu-
madan-cumaya geliyor. Hayvan gibi sokaklarda dolaşıyorlar.
Bırak da cuma günü iki saat dursun içeride. Olmaz! Allah
yanlış yaptı onu, ben bunu arttıracağım." Bakın; zorla-kolay
karşılaştığı zaman, kolayı seçeceksiniz. Peygamberin direk­
tifi. Hz. Aişe öyle diyor: "Hayatı boyunca, diyor, zorlukla-ko-
laylık yanyana geldi mi, daima kolay olanı seçmiştir." Bunu
ters çevirdikleri gibi, kendiliğinden de hükümler ilâve edi­
yorlar. Ramazan günü oruç yediğini gördüğü adamı, sokakta
dayağa çekmeye kalkıyor. Yolcu mudur, hasta mıdır, neyin-
nesidir, veya ne için tutmuyor, bu onun bileceği iş!.. "Hayır!...
Ben döverim" diyor.
İnsan gerçeğinin, İslam Peygamberi tarafından esas alı­
nışının uzantılarından biri de şu: Kolayla-zorluğun çatışması
halinde daima kolayı tercih etmek. İkincisi; dinde tabulara
vücut vermemek. Zamanın değişmesi ile, hükümlerin değiş­
mesini esas almak. Gerçi aynı Mecelle: "M evridi n a sta , iç t i­
hada m e sa ğ yoktur!" diyor. Vahyin getirdiği bir prensip
varsa bir konuda, orada tartışma açılmaz! Fakat, size şunu
ısrarla belirtmek istiyorum: Kur'an-ı Kerim öyle hükümler
getirmiştir ki, hiç birisi belli bir zaman ve mekâna göre don­
muş standart getirmez, bir perspektif getirir. Mesela, diyor
ki; 'adıl olun!" Adalet ilkesini getiriyor, şûrayı getiriyor,
m eşv ereti yani bir tür dem okrasiyi, cu m h u r! s iste m i ge
tiriyor Kuran. Fakat bunun formuna girmiyor; "seçim şöyle
yapılacak!., şu böyle yapılacak!., şu kadar insan seçilecek!.,
şu standartta olacak" demiyor. Neye bırakıyor bunu? Zama­
TA SAV VU F D Ü ŞÜ N C E SİN D E İNSAN 151

na, şartlara, mekâna bırakıyor. Kuran ın birçok konuda esas


aldığı tavır budur.
Şimdi bakın, m emleketimizde kavgaya bakın: Birileri di­
ni getiriyor 30 cm. beze indiriyor, öbürü medeniyeti 30 cm.
beze indiriyor, bir kör döğüşü gidiyor ortada... Acaba Kur'an-
ı Kerim'in dediği nedir? Bağırıp duruyorlar; "Kur'an-ı Kerim
örtünme getirdi!..” Tabiî getirdi. Ama örtünme, insan gerçe­
ğini tepetaklak edecek, insanı bunalıma itecek bir tavır ve
tarz içinde mi getirildi? K u ra n d a örtünme, "yok" mu diye­
ceksiniz? Yani bikini ile dolaşabilir mi Müslüman kadın so­
kakta? Hayır! Ama nedir? Ölçü veriyor hoca efendi: "Kadına
diyor, arkadan baktığınız zaman, kadın olduğu belli olmaya­
cak!" Hayvan olacak yani. Böyle mi diyor Kur an? Hayır! N a­
sıl diyor? Tabiî onu tartışmak şu andaki işim değil. Söyledik­
lerinin doğru olmadığını bilin şimdilik. Detay istiyorsanız,
lütfen, gidin K ur'an 'dakı İsla m adlı kitabımı okuyun. Ger­
çek İslam'la h ü r a fe d in in i birbirinden ayıran kitaptır. Ve
açıkça söylüyorum, alternatifi yoktur. Hiçbir dilde alternatifi
yoktur. Din m eselesinde h a y a tî kitaptır. Benden söyleme­
si...
Evet, kıymetli dinleyenlerim! Saat 16.00’ya geliyor. Bakın
burada bir ’ln s a n - ı Kâmil" kavramı vardı, onu değerlendire­
cektim, özellikle N ie tz sc h e düşüncesi ile mukayeseli. Bir de,
im m orta lite, insanın ölüm süzlüğü m eselesi. Ama onlara
girmeyeceğim, o uzar gider. O, bir başka zamanda. Ben biraz
da, konferansın sonuna doğru, akademisyen olmaktan çıkıp
dost sohbetine çevirdim işi; o da, sizin tavrınızdan kaynak­
landı. M ev lâ n a R û m î diyor ki: "Biz, süt taşıyan memeye
benzeriz. Bizi çeken ele göre süt veririz." Sağm asını bilmek
lazım! Çok sıcak sağdığınız için, ben de konferansın sonuna
doğru işi iyice bir sohbet havasına büründürdüm. Teşekkür
ediyorum.
VI
İSL A M D A E K O N O M İK A H L A K 1

İslam 'da tic a rî a h lak veya tic a re t ah lak ı, içiçe üç d aired en


bir ta n esid ir. Yani, b u n u İslam 'd a ah lak d airesin in içinde y e r
alan , ekonom ik a h lak içinde m ü ta la a etm ek lazım . O h ald e,
hem konferansım ızın çatısını verm ek, hem de k o n u n u n a k a ­
dem ik b ü n y esin i te s p it etm ek b ak ım ın d a n ş u n u sö y lem ek
durum undayız. İslam 'da, genel an lam d a ah lak , en g en iş d a i­
re, bizim bahsim iz olacak. O nun içinde İsla m ’da e k o n o m ik
a h l a k ikinci d aire ve onun içinde üçüncü d aire, d a h a Özel d a ­
ire, İsla m 'd a tic a ri ah lak . Ç ü n k ü , tic a re t, ek o n o m in in b ir
parçasıdır. Tabiî, bu içiçe d airelerd en ko n u m u z y aln ız so n u n ­
cusu olduğu için, diğerleri çok d a h a geniş k ap sam lı o lm a la rı­
na rağm en, k ısac a ele a lın a c a k tır. O h ald e İsla m 'd a a h la k ,
yani İ s la m e t i k a s ı veya İslam 'd a e t i k veya m o r a l i t e d ed i­
ğimiz şey nedir?... Evvela, kısaca onu görelim . İn san o ğ lu n u n ,
başlangıçtan beri, tem el problem lerinden b iri, şu d u r: N e y a p ­
malıyım veya neyi yapm alıyız veya neyi yapabiliriz?... Bu, in ­
san h a y a tın d a ah lak m eselesini gündem e g etirir. F e ls e f e n in
te m e l ü ç s o r u s u n d a n b i r i ve üç k o n u su n d a n b iri, a h la k .
Ç ünkü, insanoğlu yakalad ığ ı fik ir yönünde y ü rü m e k ik tid a rı­
na u la şa m azsa ne o fikrin ne de b u ld u ğ u o is tik a m e tin an la- 1

(1) Verildiği yerler: İsta n b u l (4 yerde), İzm ir, K onya, A n k ara,


B ursa.
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 153

mı kalmaz. O bakımdan insanoğlunun makara ipliğinden fe­


za kapsülüne kadar bütün fetihlerinin arkasında yeralan ve
hepsinin fikir babası olan peygamberler, bütün mesailerini
insana ve insanı inşaya yöneltmişlerdir. Ve insanın fiilen eği­
timinin mücadelesini vermişlerdir. Peygamberlerin sonuncu­
su, bir hadislerinde bunu ifade ederken: "Ben, ah lak î g ü zel­
lik ler i tam am lam ak iç in gönderildim ." diyor. Bu, bir an­
lamda nübüvvet kurumunun bütünüyle neyin peşinde oldu­
ğunu gösteriyor. Çünkü, nübüvvet kurumunun bütün kema­
lini son peygamber temsil ediyor. Binaenaleyh, onun, ta­
mamlamak üzere gönderildiği bir kavram ve keyfiyet, bütün
nübüvvet kurumunun ideali demek olur. Meseleye bu açıdan
fazla giremeyeceğim. Yani ahlakın felsefi yapısından sonra
teolojik yapısını incelemek gibi bir işe girmek bu konferansı
onunla bitirmek demektir.
İslam ahlakı dediğimizde, ne anlıyoruz?... Evvela, Kuran
ahlakını anlıyoruz. Daha net hale getirelim. Bir başka ifa­
deyle, Peygamberin yaşadığı ahlakı anlıyoruz. Hz. Âişe'ye
soruyorlar: "Bize, Resulun ahlakından bahseder misiniz?"
Cevabı şudur: "O'nun ahlakı, Kur’an-ı Kerim'i yaşamaktan
ibaretti." O halde, ister Kur'an-ı Kerim ahlakı, ister Hz. Pey­
gamber ahlakı deyin, ikisi eş anlamdadır. Çünkü; o, onu ya­
şamıştır. İslam düşüncesi Hz. Peygambere "Kur'an-ı nâtık"
der: Konuşan K uran, O, K uranın indiği şahıstır. Ve
Kur'an'm mübelliğidir, tebliğ edicisidir. O tebliği hem sözlü
yapmıştır, hem de bunu fiilen yaşamıştır. O halde, Kur'an-ı
Kerim’de kristalleşen ahlak, aksiyon halinde bir modele dö­
nüştüğü zaman, karşımıza Muhammedi ahlak çıkıyor. Bir
noktayı da tespit etmek lazım. İslam düşüncesi, Muhammedi
ahlakm ilahi ahlak olduğunu da bize gösteriyor. Nitekim,
Hz. Peygamber: "Allah'ın a h la k ıy la a h la k la m n ” diyor.
Çünkü, Kur'an-ı Kerim, insanoğlunun izlemeye çağırıldığı sı­
r a tı m ü sta k im i aynı zamanda Allah'ın izlediği yol olarak
154 KONFERANSLARIM

gösteriyor. Bir peygamberin ağzından, Hz. Hûd'un ağzından


Kur'an-ı Kerim, şöyle konuşuyor: "Benim Rabbim, hiç şüphe­
siz sıratı müstakim üzeredir, dosdoğru yol üzeredir." (Hûd,
56) Biliyorsunuz ki, Kur'an-ı Kerim'in ilk suresini, Fatiha su­
resini, Müslüman hergün okumak zorundadır, namazda farz­
dır. O surede de bizim sıratı müstakimi istememiz ve onu iz­
lememiz bize emrediliyor. Yani İslam ahlakı, şunu diyor: Bir
yol gösteriyorum sana ki, o yolu aynı anda hem Yaratan,
hem de yaratılan izliyor. Bu bakımdan M uham m edi olm ak
h ayat m acerasının en zor işidir. B u zor işin, h e r pah alı
şey in tak lid i old u ğ u gibi, ta k litle r i d e vardır. O nlar
kolaydır. Fakat, onun hak ik atin i yaşam ak, hayat d e d i­
ğim iz o zorlu m aceranın en zorlu ç ile sin in altın a g ir­
m ektir ki, pek fazla bab ayiğite nasip olm uyor. Temel
esprisini verdiğimiz Kur'anî-Muhammedî ahlakı, biraz daha
açarsak ve biraz daha pratikleştirirsek, ne görüyoruz? Gör­
düğümüz şudur: Kur an ahlakında ilk temel prensip, Allah'la
beraberlik şuuruna ulaşmaktır. Az önce söylemiştik hadisi,
Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın diye.
İşte bakın, Kur'an'ın dünyasında herşey, matematik rea­
liteler bütünü halinde birbirini tamamlıyor. Onlan farkedip
çıkaracak kapasite ve güce ulaşmışsanız, bunu mucize bir
oluş halinde seyrediyorsunuz. Tabiî, hazzı da son derece bü­
yük. Bütün mesele bu noktaya gelebilmekte. Allah’ın ahla­
kıyla ahlaklanın. Dinin ahlak anlayışının elbetteki ilk ve en
önemli unsuru, âdeta omurgası Allah'la beraberlik şuuruna
ermek olacaktır. Nitekim, Cibril Hadisi diye meşhur olan ha­
diste bu, ihsan adı altında bizzat Allah Resulü tarafından
ifadeye konuyor. Hadiste, Cebrail'in ağzından verilmiş du­
rumda. Teferruatına girmiyorum. îhsan, sizin rahat anlaya­
cağınız bir ifadeyle şudur: Her an Allah’ı görüyormuşsun gibi
hareket et. Her ne kadar sen onu göremiyorsan da O, seni
görüyor. Nitekim, Kur'an-ı Kerim, O size şah damarınızdan
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 155

daha yakındır. Nerede üç kişi olsanız, dördüncünüz O'dur ve


nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir diye de bunu
Kur'anî prensiplere bağlamıştır, (bk. Kaf, 16; Mücâdile, 7)
O halde, Kur'an a h la k ın ın ö zü n d e A llah'la beraber*
lik şu u r u n a u la şm a k y a tıy o r . Bu şuura ulaşırsanız,
Kur'an-ı Kerim’in sizi götüreceği hedefe gitmede ne jandar­
maya, ne polise, ne baskıya, ne şiddete hiç bir şeye ihtiyacı­
nız olmaz. Zaten, ahlak dediğimiz, manevî kemal dediğimiz
de budur. D ip çik a ltın d a m a n ev î k em a le g id ilm ez. İn­
sanların bir takım zaruretlerini istismar ederek, onları inan­
madıkları istikametlere sevk etmek ve bunun ismine de din,
ahlak demek esasta bir mâna ifade etmiyor. İnsan kendi iç
benliğinden Allah'ın halifesi bir varlık sıfatıyla ve hür irade­
siyle bir takım hedeflere gitmek isteyecek ve kendi yürüye­
cektir. Aksi takdirde kalıp ve şekil bakımından ismine ne
derseniz deyin, bir manevî hayattan, bir dini hayattan söz et­
mek imkânına sahip değiliz. Yani, Kur'anî-Muhammedî yük­
seliş budur. O halde, Kur'an ahlakının omurgası, bu, Allah'la
beraberlik şuuruna ulaşmak oluyor. İnsan, A llahla b era­
b erlik şu u ru n a u la şır am a A llah'laşam az. K ur’an-ı Ke­
rim in sa n ın A llah'laşm asm d an bah setm ez. İn san la Al­
lah'ın b ir liğ i, b ir p a n te ist b era b erlik d e ğ ild ir. Fakat,
Kur'an-ı K erim , d ik k a t ed in , in sa n ın ila h ileşm e sin d e n
b a h se d iy o r . İn sa n , A lla h la şm a z am a ila h ile ş ir . Ayet:
"Rabbaniler olun, İlahî insanlar olun" diyor, (bk. Âli Imran,
79) İlahî insan Rabbulâlemîn olan Allah’ın ve Rahmeten-
lilâlemîn olan Peygamberin rahmetini bu âlemde temsil edi­
yor. M evlâna öyle diyor: "Biz bu âleme rahmetten nasibi ol­
mayanlara Allah'ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka
bir işimiz yok." işte, Kuranî-Muhammedî insanın ve ahlak
modelinin bir cümleyle ifadesi bu.
Allah’la beraberlik şuuruna ulaşınca ne olacak? Bu şuura
ulaşmak ne kadar zorlu bir çileyi icap ettiriyor? Düşünürse-
156 KONFERANSLARIM

niz, ne kadar büyük bir şerefi de, bir bahtiyarlığı da getirece­


ğini anlarsınız. Nedir o bahtiyarlık? Şudur: Bütün hayatı­
nız ibadet haline gelir. Bu şuura ulaşırsanız, yalnız mabe­
din duvarları içindeki hareketleriniz değil, bütün hayatınız
ibadet olur. Bu yorum mu? Hayır! Ayetlerin ve hadislerin ifa­
de edilişi. Öylesine bir ibadet manzumesi olur ki hayatınız
bu şuura ulaştığınız da, Resuli Ekrem'in kendi ifadesinden
verirsek, arkadaşınızın yüzüne tebessüm etmeniz de ibadet
olur. Bu önemli noktada bir hadis metni vereceğim için beni
bağışlarsınız. Diyor ki: "Eşlerin birbiriyle, iki eş arasında
oluşacak şakalaşmaları, oynaşmaları bile, ibadettir." Hadis,
bir yol üzerindeki dikeni kaldırıp atmak ibadettir. Kardeşi­
nin yüzüne tebessüm etmek ibadettir, diyor. Daha: Denizi,
yeşili seyretmeniz ibadettir, diyor. Şimdi, insanlar ekoloji
diye çırpmıyor. Dünya tahribata uğradı. İnsan tabiat anasını
mahvetti. Kendi anasını... Bakın; yeşile bakmak ibadettir, di­
yor. Denizi seyretmek ibadettir, diyor... Kuş sesi dinlemek
ibadettir, diyor... Ve A llahla beraberlik şuuruna u la ştı­
ğımızda türkümüzle duamız bir çizgide birleşiyor. Bu­
radan giderek, meseleyi koyulaştırmak istemiyorum. Çünkü,
türkümüzle duamız bir çizgide birleşiyor ve tam bir ibadet
oluyor, dedim. Evet, Allah Resulü’nün dua ettiği yerle, şiir
okuduğu yer, hatta musiki icra ettiği yer aynıydı. Girmeyece­
ğim bu bahse. Evi de aynı yerdi ya... Spor gösterileri de aynı
yerde yapılıyordu. Kuran bünyesindeki tevhit prensibinin
hayatı kucaklayışıdır bu. Herşey bir, hakikat bir. İkilik yok.
Çokluk, hiç yok. Çünkü, çokluk kaos’tur. Kaosun olduğu yer­
de tevhit olmaz. Ve ahenk olmaz. Allah'la beraberlik şuuru,
başlıbaşma bir konferans konusudur. Şimdilik bu kadar veri­
yorum.
İkinci temel prensibi Kur’an ahlakının, hayırda aktivite
prensibidir. Kuran, insanın şerde pasif kalmasını, ben kötü
adam değilim, kimseye kötülüğüm yok, demesini yeterli gör-
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 157

mez. Bu bazı doktrinlerde kâfidir ve hatta hedeftir. Mesela


H int sistemlerine bakarsanız, insanın başkalarına kötülük
etmemesi kemal için kâfidir. Şerde pasivite diyorum ben bu­
nu ifade ederken. O düşüncede bir nirvana-moksa kavramı
var. Yani, insanın, hemcinslerini rahatsız etmemek üzere,
hayatın dışında kendisini evrensel ruhta kaybetmesi hadise­
si. İslam'da bu, yolun yarısıdır. Bu ilk yarıyı ifade için, Ce-
nab-ı Peygamber buyuruyor ki: "Müslüman odur ki, elinden
ve dilinden kimseye zarar gelmez." Kâfi değil. Hz. Peygam­
berin hadislerini, bütünü yakalayacak şekilde okumak la­
zım. Yalnız bir parçasına bakarsanız bütünlüğü kaybedersi­
niz. Burada görüyoruz bunu. Müslüman, elinden ve dilinden
başkalarının rahatsız olmadığı insandır, diyor. Bitti mi? Be­
nim kimseye zararım yok. Mükemmel insan mıyım?... Hayır,
ikinci etap var. Bunun ikinci merhalesi var. Nedir o? Onu
ifade ederken de, buyuruyorlar ki: 'İnsanların en h ayırlısı
insanlara en çok faydalı olanıdır." işte, aktivite başladı.
Başkalarına kötülük etmemekle bir pasivite sergiledim ben.
Kenara çekilirim, kimseye zararım yok. Fakat, başkalarına
iyilik edeceksem, o zaman harekete geçmem lazımdır. O za­
man, birşeyleri göğüslemem lazım. İthamları göğüslemem la­
zım. Istırabı göğüslemem lazım. Yürürüm ve terlemem la­
zımdır. Daha ne diyor? Diyor ki: 'İnsanların içine karışıp,
onların ıstıraplarına, çilelerin e, ezalarına m aruz ka­
lan m üm in, insanlardan kaçıp, kenara çekilip, kendi
nefsini selâm ete çıkarm ak üzere, insanların eziy etleri­
ne maruz kalm ayan m üm inden hayırlıdır." İşte bu, ha­
yırda aktivite.
İsra olayında bu Muhammedi kemali en ileri şekliyle
görüyoruz. Yüce âlemlere çıkıyor, oradan tekrar ıstıraplı
dünyaya dönüyor. Bir İslam velisi, tasavvuf büyüklerinden
biri diyor ki: "Ben eğer Sidrei M üntehaya varsam, insanoğ­
lunun ulaşabileceği bu en ileri noktaya ulaşsam Allah'a ye­
158 KONFERANSLARIM

min ederim, bir daha ordan bu rezil dünyaya dönmezdim.


Ama, Hz. Peygamber dönüyor. Ve örnek odur. Nere dönüyor?
Tekrar Ebu Cehil'in, Ebu Leheb'in, Ebu Süfyan'm eziyetleri­
ne, hakaretlerine göğüs germeye geliyor. Dönüyor, hanımla­
rıyla keçi sağıyor, iş yapıyor, sokaklarda dolaşıyor, çocukla­
rın gönüllerini alıyor. Sonra, T â ife gidiyor. Orada taş yağ­
muruna tutuluyor. Arap Yarımadası'nın en korkunç putpe­
restlerinin yaşadığı yerdir Tâif. T â if e gidiyor, özellikle ora­
ya gidiyor. Mekke'den Tâif e bugün en modern imkânlarla çı­
karken, baygınlıklar geçirirsiniz, gidenler bilir. O dağlan, yı­
lan gibi kıvrılan dağları, yalınayak yürüyerek çıkıyor. Ve o
insanlara iyiliği ve güzelliği gösteriyor. Aldığı karşılık, taş
yağmuruna tutulmak ve kanlar içinde kalmaktır. Hayırda
aktivite kolay mı? Şimdi Sünneti Muhammediye'yi onun iste­
diği gibi anlamak lazım dedim. İşte, bir örnek geldi önümüze.
Şimdi, camide hazır cemaate hitap etmeyi biz, tebliğ zanne­
diyoruz. İslam milletlerinin en büyük talihsizliklerinden biri­
dir bu hazırcılık. Kuran kursunda kızları, delikanlılan bir
takım şeylere muhatap tutmayı tebliğ sanıyor. Öyle bir şey
yok. Sakın kimse alınmasın, teb liğ v e n a sih a t a y n şey le r ­
dir. Müminin mümine nasihati olur, tebliği olmaz. Tebliğ
Tâifte yapılır. Yaşayan bilir ki, camide hazıra konan kişi,
tebliğ ile nasihati birbirine karıştırıyor. Suyu bulandırmak
için. Hayır, camide tebliğ yapılmaz. Camide nasihat yapılır,
çünkü orada mümin vardır. Tebliğ ya iman zaafı içinde veya
imanın tamamen dışında olan kitlelere yapılır. Onlar da Al­
lah'ın kuludur. Onlara da ileride ilahi emir elbette ulaşacak­
tır. Kim ulaştıracak onlara? Eğer, Allah ve Peygamberi -tabi­
rimi mazur görün- camiye hapsederseniz, dışardaki insanlar
ne olacak. Evet, tebliğ ile nasihati ayırmak lazım. Bunun, ne
gibi kayıplara ve bizi Allah ve Peygamberimiz karşısında ne
gibi yüz kızarmalarına maruz bıraktığını anlatmaya kalk­
sam, bir-iki saat sürer. Şöyle işaret edip geçiyorum.
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 159

Hayırda aktivite, dediğim gibi, bizi T â if e gitmeye zorlar.


T âif e gideceksiniz ve taşa tutulacaksınız. T âif e gidin de ni­
metle karşılasınlar! Hayır. Bir de taşa tutarlar, ikinci mer­
hale. Dedik ya, insanlığın çilesi çok büyük. Muhammedi ol­
manın çilesi de ayrıca büyük. Taşa tutuldunuz ne oldu? Taşa
tutarlarsa ben de söver-sayarım, ben de onlara veryansın
ederim. Hayır!... işte, o da yok. Görüyorsunuz, berzah iç in ­
de berzah , ç ile iç in d e çile , zo rlu k için d e zorluk in sa n
olm ak... Taşa tutarlar, kanlar içinde bırakırlar ve siz söve-
mezsiniz onlara beyefendi. Siz, onlara sövemezsiniz. Birkaç
gün traş olmayıp da işi bitiremezsiniz. Sakal sakal dediğimiz
o âlameti farikanın arkasındaki çileyi yaşamak lazım. Bakın
şimdi, taş yağmuruna tutmuşlar, vücudu kanlar içinde, o za­
rif ve aziz vücut, sesi çıkmıyor. Bekliyorlar, bekliyorlar, ses
yok. Dayanamıyorlar, insanoğlu bu. Yanına sokuluyorlar.
Yanında Zeyd bin H arise, o anda gözyaşları içinde bakıyor
Resul un vücuduna, kanlar içinde. Diyor ki: "Ya Resulellah,
hâlâ ne bekliyorsunuz, bu azgınlara beddua etseniz ya!" "Et­
mem" diyor. Fakat, ya Resulellah, size bunu yaptılar, siz on­
lara ne dediniz, onlar size neyi reva gördüler. Etmem, diyor.
Biraz daha ısrar edince, diyor ki: "Onlar bana bunu yaptılar
ama, onların zürriyetlerinden Allah'ın birliğini tasdikleyecek
insanlar gelecek. Ben onlara beddua edip de, onları kahrede-
mem." Allah'ın salât ve selamı üzerine olsun!...
Bakın, insanlığı günlük hesaplar, hele nefsanî hesaplar
açısından değerlendirmiyor. Muhammedi olmak budur. in ­
sanlığı, gelecek zamanlar içinde Allah'ın iradesine hizmeti
yönünden değerlendiriyor. K üçük b ir h izm et m ülahazası
varsa, h e r türlü ç ile y e k atlan m ak icap eder. Şimdi, zan­
nediyorsunuz ki, bitti. Tabiî, çok ileri merhaleler bunlar. Ha­
yır, bitmedi. Orada bakın bir Muhammedi incelik daha var.
Ve dua bitmiyor. Orada da bir aktivite var. Negatifte pasif
kalıyor. Tamam ama, pozitifte de bir aktivite gerek. Ellerini
160 KONFERANSLARIM

açıyor, diyor ki: "Allahım* Şu benim kavmimi doğruya ve gü­


zele ilet, bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar." Bilse yapar mı?
Şimdi, biz öğretelim diyoruz, adam bırakmıyor. Diyor ki:
"Camide gel anlat!" O biliyor, kardeşim. Ben ona ne öğretece­
ğim? Bilmeyene öğretelim. "Hayır, diyor, olmaz, bilsin efen­
dim... Camiye girsin, girmiyorsa onunla benim işim yok. Bı­
rak onu, hayvan gibi sürünsün. Onu ancak döverim, söverim,
gururunu kırarım. Anlatmaya gelince, sadece camidekine an­
latırım.” Bir de peygamberimizin yaptığına bakın. Anlatıyor,
taşlara hedef oluyor, sonra beddua etmiyor, sonra da "şu
kavmime hidayet eyle." diyor. "Kavmime" diye, kendine izafe
ediyor. Bu insanlar putperest. Tasavvuf düşüncesinde bu ola­
yın vücut verdiği eserler vardır. Şimdi, bir Türk topluluğa hi­
tap ettiğim için, bir Türk müelliften ve eserinden bahsedece­
ğim. Aynı zamanda, müfessir, mutasavvıf, mürşit, fakih, mu-
haddis, edip böyle bir zat, İsm ail H akkı B ursevî. Eserinde
diyor ki: "Kendisini taş yağmuruna tutan en azılı putperest
kitleyi bile "kavmim" diye anması gösterir ki, iman edenler
ve etmeyenleriyle bütün insanlık, Muhammedi benlikte birer
hücre gibi yerini alır." Tasavvuf düşüncesi Resul'e ruhi
âzam, en büyük ruh derken, işte buralardan hareket ediyor.
En büyük ruh, bir ruh ki, bir vücut ki, bütün insanlığı ken­
dinde toplamış, bütün insanlık onun vücudunda birer hücre
gibi yer alıyor. Şimdi, Kur'an-ı Kerim burada bizi hayretlere
sevk eden ve tabiî ibretlere de çağıran bir tablo sergiliyor.
Hz. Peygamberi anlatırken, Tevbe suresinin sonlarındaki bir
ayet şöyle diyor: "Öyle bir peygamber ki, size Allah'ın gön­
derdiği o peygamber, size dokunan, sizi rahatsız eden, sizin
hoşunuza gitmeyen, size acı ve sıkıntı veren herşey aynı an­
da onu da rahatsız eder." Bir külli vücut. Muhammedi ahlakı
yaşayacak insanda hayırda aktivitenin insanı götüreceği
noktalar bunlardır. Buna Kur'an-ı Kerim 'İşar ahlakı" der
ve tarifini kendi verir.
ÎSLAMDA EKONOMİK AHLAK 161

Hicret münasebetiyle Medinelilerin Mekkeli müminlere


gösterdikleri kardeşliği ifade eden Haşir suresi ayetlerinden
biri işarın da tarifini veriyor. Âdeta felsefi tanım. îs a r odur
ki, sen ihtiyaç içinde olduğun halde başkasının ihtiyacını öne
alırsın. Başkasının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne
alırsın. Peygamber ahlakı budur. Üzerinde fazla durmayaca­
ğım. Bu, işin bir cephesi. Kur’an-ı Kerim bunu geliştiriyor,
teferruata girmeyeceğim. En azından herkesin iyiliğini iste­
meliyiz.
Tasavvufta bir söz vardır. Allah, Allahlığını kimseye
vermez, derler. Bununla kasdedilen şudur: Kendine isyan
edenleri Cenab-ı Hakk kendisi hesaba çeker. K ibriya sıfa­
tında benimle tartışanı mahvederim, diyor Cenabı Allah.
Bunda benimle tartışamazsınız. Allah, Rabbulâlemîndir. Biz
bütün insanlara O'nun kulları gözüyle bakacağız. İnsanlar
hangi seviyede olursa olsun, isyan, günah, küfür, şirk, nifak
hangi seviyede olursa olsun hesabı O na vereceklerdir. Biz,
Allah değiliz. Şimdi burada, bir Kuranı nükteye daha dikka­
tinizi çekeyim. Gönül kulağınıza bunu da üfleyin. Bakın, Ku-
ran-ı Kerim'e, o zamanlar üstü kitap, o ulaşılmaz mucize üs-
lubüyle bize müşriklerden bahsederken, bir yerde diyor ki:
"M üşrikler necistir." (Tevbe, 28) Bizatihi, pistirler diyor.
Müşrikleri ontolojik yapıları bakımından değerlendirirken
böyle diyor. Çünkü, Kur’an'ın ifadesiyle en büyük zulüm olan
şirke bulaşmışlardır. Müşrikleri bizim açımızdan, insanlık
dünyasındaki yerleri açısından, bizimle münasebetleri açı­
sından değerlendirirken, ne diyor, biliyor musunuz? ikisi
de aynı sureden, ikisi de Tevbe suresinden. Diyor ki: "Eğer,
m ü şrik lerd en b ir isi, sa n a k om şu olm ak is te r s e o n a
kom şu olm a im k ân ı ver." (Tevbe, 6) Az önce, neces diye
tanıtmıştı. O tanıtıyor ama, sizin içinizde, hepimizin içinde
neces var. Biz bağırsak taşıyoruz, idrar torbası taşıyoruz.
Ama, nazargâhı İlahî olan kalbimizi de onun yanında taşıyo-
!

162 KONFERANSLARIM

rar Bire ölçüler verilm iştir. Bu ölçülere uym ak zorundayız


biz Şim di diyor ki, onlara kom şu olm a im kânı verin. N iye?
illetin i gösteriyor. "Tâki Allah'ın kelam ını dinlem e im kânını
bulsun. Bu Kur an ayeti Tevbe suresinin 6. ayeti beyler. Her­
kesin kendisine gelm esi lazım . N eces diye vasıflandırdığı bir
güruha kom şu olm a im kânı veriyor ki, Allah'ın kelam ını din­
lesin. Allah ın kelam ını necese mi dinleteceğiz diyebilir m isi­
niz? D inletin diyor. Niye? Ç ünkü Allah kelam ı kendisini d in ­
leyenler üzerinde zaferini kurar. Siz onun din lenm esini e n ­
gellem ek gibi bir gaflete giriyorsunuz, sonra da onu biz h a ­
kim kılacağız diye savaşm aya kalkıyorsunuz. Böyle serserilik
olmaz!... Bırakın dinlesin! O, etk isin i kendi yapacaktır. B a­
kın, bunun h ayat tarafından doğrulanm ış bir tecellisin i size
vereyim . Fransız söm ürgeciliğine 42 yıl gibi uzun bir süre
hizm et etm iş bir adam vardır: D e la v ig n e tte . B ütün h a y a tı­
nı Fransız söm ürgeciliğine adam ış bir adamdır. Sonra, em ek­
li oldu, ayrıldı, büyük bir diplom at, büyük bir m isyoner-m ü-
cahitm iş adam . Bir kitap yazdı. Ben İn gilizcesind en oku- j
dum M uhakkak Fransızca yazıldı. "Hıristiyanlık ve söm ür- [
gecilik." Orada diyor ki adam , uzun açıklam alar yap tık tan
sonra, bütün söm ürgecilik hareketini anlattıktan sonra Afri­
ka’ya getiriyor işi. Diyor ki: Biz, diyor, Afrika'yı H ıristiyan-
laştırm ak için oraya m ilyonlar ve m ilyonlar gömdük. Fakat,
sonuçta, ilahı kader bize çok ilginç bir oyun oynadı. Sanki di-
yor, o paralan biz, kilisenin hâkim olm ası için değil de, Afri- j
ka top rak lanna, M üslüm anlık hâkim olsun diye göm dük ve j
kılını kıp ırdatm ayan , en küçük bir fa a liy et gösterm iyen |
M us) um anlar parsayı topladılar. Bizim paralar onların işin e |
yaradı.
Bütün m esele Kur an ı, kulaklara ve gönü llere u la ştır a ­
bilm ekte. Kavgaya, cidalâ gerek yok. Kavga, onu ulaştırm ak i
için yapılır. Onu ulaştırm adığım ız insanları tepelem ek hüner ,
değildir. Bu, yanlıştır. U laştıracaksınız..
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 163

Şim di, bakın size, Krem lin’den, dünyada bugün 2 m ilyara


yakın in sa n ın başını çeken ve in k â n n , şirkin burcu K rem im ­
den size g else, d eseler ki: "Biz, sizin şu K uran -M uham m ed-
lslam dediğiniz şey lere inanm ıyoruz. G erçekten bunları biz
kom ik buluyoruz. Fakat, siz gelin , bizim m esela P r a v d a m ız -
da a n la tın , size bir köşe verelim , bir sayfa verelim , İslam ı
anlatın burada. Hiç sanm ıyoruz size inanan bir ta n e adam
çıkar, am a anlatın. Biz dokunm ayacağız, işte buyurun! Şim di
biz bu teklifi: "Böyle şey olur mu, biz P r a v d a gibi bir yerde
İslam a n la tır m ıyız, o küfür paçavrasıdır" diyerek, red mi
ederiz? Y oksa, "yarabbi, ne büyük lütuf, bugünleri de bize
gösterdin" diye, hem en orada a y n la n sayfada yazıp, a n la t­
m aya mı başlarız. S iz, bu soruyu düşünün. B enim , 35 yıllık
K uran h izm eti ve İslam 'ı anlatm a gayretim sonunda vardı­
ğım nokta şudur. Ben, böyle bir şeyi Allah'ın en büyük lütfü
telâkki ederim . Y anılıyorsam söyleyin.
E vet, h ayırd a a k tiv ite bunları bize hatırlatıyor. İsla m
a h la k ın ın t e m e l ö z e llik le r in d e n b ir is i d e m e r h a m e tt ir .
Bir b a şk a sı, i t i d a l, d e n g e prensibidir. Ü zerlerinde dura­
mam. O nların h ep si a y n bir konu, daha şim diden bir sa a tin i­
zi aldım . Bu g iriş oluyor bir yerde. Tabiî, ben bunu kısaltıp,
bitireceğim . B unca insan ayakta. Girişi bu olursa, bitişi ne
olacak, diye dü şün m eyin, kısaltacağım .
Iranlı şairin dediği gibi: "Bu sözün sonu gelmez." Şim di,
e k o n o m ik a h la k a geçiyorum.
Ç ağım ız " d e ğ iş m e le r ça ğ ı" olarak tanıtılıyordu y ü zy ılı­
m ızın başlarında, D oğulu ve B atılı fikir adam ları tarafindan.
Fakat bunun y etm ed iği görüldü. Şim di, çağım ızı d eğ işm ele­
rin iz len em ed iğ i, tak ip ed ilem ediği çağ olarak tanıtıyorlar.
Yani değişm eleri izlem ek im kânını bile yitirdik, o kadar sü ­
ratli değişm elerin sergilendiği bir zam anda yaşıyoruz. Böyle
bir zam anda Islım ı ekonom isinin esaslarını tesp it etm e endi-
164 KONFERANSLARIM İSLAMDA EKONOMİK AHLAK 165

şeşi Müslüman ilim adamlarını, fikir adamlarını gerçekten İslam ekonomisini çizerken, m aalesef evvel emirde M ark sist
çok buhranlı gayretlerin içine itmiştir. Çok çile çekmişlerdir. ekonom iden yola çıkma durumunda kaldılar. Bunun da sos­
Hâlâ da çekiyorlar. Çünkü, yü zy ılım ızın k a d er in i belirle* yolojik sebepleri var. Çünkü kah n, zulmü, dehşeti altında in­
yen ek o n o m ik v e tekn olojik g e lişm e ler in b a şın ı Mü »İd­ ledikleri dünya, Batı dünyasıydı ve bu dünya da kapitalist
m anlar çek m edi. G ayrim üslim m illetler , k itle le r , odak* bir dünyaydı. Oradan gidemiyorlardı. Evet, denize düşen yı­
lar, fik ir le r v e ü lk eler ç ek ti. D o la y ısıy la , ç a ğ ın e k o n o ­ lana da sarılır. Belki sarıldıkları M arksist ekonomi yılandı,
m isin e d a m g a sın ı vuran da o ü lk e le r v e o n la r ın ü r e t­ ama ona göre hareket ettiler. Enterasandır, çağın en büyük
tik le r i fik ir le r old u . Müslümanlar 200 yıl gibi bir zaman İslam düşünürü sayılan M u h a m m ed İ k b a l, çağımızın
emperyalizmin pençesi, kahn altında ve sömürgeciliğin pen- t M ev lâ n a sı, Mevlâna’nm 20. yy.’da uzantısı Muhammed İk­
çesi. kahn altında kendi varlıklarını koruyabilmek için kor­ bal, M arks’tan ve eseri Das Kapital’dan bahsederken "Ceb-
kunç bir savaş verdiler. Bu savaştan, bu "ayakta kalabilme r a ils iz kitap" d iy o r K a p ita l için. B ütün zerrelerinde
savaşı ndan fırsat bulup da, Kur'anı ve ondan kaynaklanan Kur’an’ı yaşam ış ve duymuş bir Muhammed İkbal, bunu niye
Ulam ilimlerini çağın susamışlığına hitap edecek şekle getir­ diyor?
me fırsatı bulamadılar. < İslam ekonom isinin şimdi bir hazırlık devresi içerisinde
Düşünün kıymetli dinleyenler, bir C ezayir'i düşünün... olduğunu görüyoruz. O bakımdan biz bugün İslam ekonomi­
Î20 yıla yakın Fransa işgali altında inledi; dillerini unuttu- ’ sini şu... şu... şu çizgiler halinde sizin karşınıza koyma
lar. Ama, dinlerini unutmadılar. O da Allah’ın mucizesi. D il­ imkânına henüz ulaşm ış değiliz. Ancak, Kuranı zem ini bize
lerini unuttular. Ben, Fransa’da kaldığım zam an, Cezâyir- verebilecek bir takım inceliklerden, bir takım esaslardan
liler, üniversitede benim komşularımdı. Merakla Arapça ko­ bahsedebiliyoruz.
*

nuşmak isterdim, o bana bir hasret giderme imkânı verirdi. Kur’an-ı Kerim ekonomik bayatta, ekonom ide ih tiy a ç
Konuşamazdı adam, ısrarla Fransızca konuşurdu. Biraz ü s­ m otifinin aslî bir rol oynadığını gösteriyor. Daha Adem k ıs­
tüne vardık. Sonra anladık ki, konuşamıyor adam ve birçoğu sasında bunu bize veriyor Kuran. Hiçbir ihtiyacın olmadığı
bunu ağlayarak ifade etmiştir, "konuşamıyoruz” diye. Böyle cennet dediğimiz bir ortamdan ihtiyaçların insanın gırtlağı­
bir kahnn altında o insanlar canlarını ve şereflerini koruma- ' na sarıldığı bir ortama indiriliyor Âdem babamız, ilk pey­
nın savaşını verdiler. İlim, tefekkür yapmanın rahatlığına * gamber. Çünkü, ih t iy a ç , in s a n te k â m ü lü n ü n m o to r g ü ­
hiç bir zaman ulaşamadılar. O bakımdan bugün İslam ekono­ c ü d ü r , motor kuvvetidir. İhtiyacı ortadan kald ırırsanız,
misi sistem leştirilm em iş bir durumda. Geçmiş yüzyıllar için­ tekâmül durur. Bir Türk e m iş i, K u şa d a lı diyor ki: "Terakki
de ortaya konan fıkhî verileri alıp da bugün çağdaş ekonomi­ b a s t t a olsaydı, babam ız Âdem cen netten çıkarılmazdı."
nin ulaştığı çizgide Kuran ı Kerim’in insan hayatına ekono­ R a st, tasavvufla bolluk, bereket, rahatlık, zevk, n eşe filan
mik istikam et vermede ortaya koyacağı değerleri yakalamak mânalarında; mukabili k a b z, sıkıntı ve çile demek. Terakki
mümkün değildir. bastta olsaydı, Âdem orada tutulurdu. Herşey hazır. İhtiyaç
Şimdi, bu açığı kapatmak için Ulam ülkelerinde yoğun diye birşey yok. Uğraşm a diye birşey yok. Oradan almıyor,
bir gayret var. Burada birşey daha oldu. Müslüman âlimler ihtiyaçların esas olduğu bir dünyaya indiriliyor. Niye? Tekâ-
166 KONFERANSLARIM

mûl etsin diye. Bugün ekonominin tarifini hangi kitapta açar


■okursan» okuyun ekonominin tarifi içinde ihtiyaç motifini
göreceksin» ih t iy a c a y e tm e m e n o k ta s ın a g e le n kay*
n a k la n n , ih tiy a ç ta n k a r şıla y a b ilm ele r in in in c e lik le r i­
ni g ö ste r e n ilim , e k o n o m i bu d u r. İslam'da ekonomik ah­
lak ihtiyaç motifi sonra insan motifi, üzerinden gider. Yani
insanın kemâli esastır.
İn sa n ın , y a r a tılış ga y esi ola n tek âm ü l n o k ta sın a g e ­
tir ilm esi İslam e k o n o m isin in a m a ç la d ığ ı a n a g a y e d ir .
İn sa n ın k a r n ın ın d o y u ru lm a sı v e m id çler in r e fa h ı Is­
lâm e k o n o m isin in e s a s ın ı te şk il e tm iy o r . İnsan, yeryü­
zünde Allah'ın halifesidir. İnsan, nefha-i ilahiyeyi kendinde
taşıyor. İnsan, kâinatın mihver hakikatidir. Gaye varlıktır.
İnsan, bu niteliklerinin zorunlu kıldığı bir kemal noktasına
gelmeli ve götürülmelidir. Bütün varlığı Cenab-ı Hak onun
için yaratmıştır. O halde, İslam'da ekonomiyi, İktisadî haya­
tı, daha objektif bir ifadeyle dünya nimetlerinin girdisini-çık-
tısmı bu temel noktayı unutarak değerlendiremezsiniz. Yani
ekonomik yükselme, ekonomik gelişme İslam ve Kuran ahla­
kı tarafından bizatihi gaye kabul edilmiyorlar, araç kabul
ediliyorlar. Böylece, çağın bütün sistemlerinin ekonomi anla­
yışına, Kur'an-ı Kerim'in anlayışı burada ters düşüyor veya
onlar bu noktada Kur'an-ı Kerim in ekonomi anlayışına ters
düşüyorlar. Batı da bunu söylerken Amerika'yı hatta şimdi
Japonya'yı da içine katıyoruz. Çünkü, Batı yı gördük. Bilmi­
yorduk. Amerika’yı gördük. Batı onun yanında çok zavallı
kalıyor. Ben, sonra Japonya'yı gördüm. Amerika'nın onun
yanında zavallılaşma noktasına geldiğini gördüm, benim ka­
naatim. Şimdi, Batı dediğimiz zaman bütün bu üç dünya,
içinde Buralardaki refah, insanın yüce bir varlık oluşunun
hareket noktası alınmasından değil, insanı, yaratılışında ga­
ye olan yücelik noktasına getirmenin hedef alınışından değil.
Kurân-ı Kerim'in bizim önümüze koyduğu ekonomik ahlak
İSLAMDA EKONOMİK AHLAK 167

insana ekonomik refahı verirken, hedef noktasını unutm a­


mamızı istiyor bizden. O nokta, insanın manevî kemalidir.
Yani, in s a n , İsla m d ü şü n c e s in d e b io e k o n o m ik b ir v a r­
lık d e ğ ild ir . Yani, biyolojik ve ekonomik bir varlık değildir.
N asıl bir varlıktır? Şim di, bu benim ürettiğim bir tâbirdir.
Burda ilim adamları var. Burda ilk defa duyuyoruz diyebilir­
ler. Diyorum ki ben, bioekonomik varlık değildir insan, teote-
leolojik (İlâhî ve gayeli) bir varlıktır. Ekonomi bu İlâhî ve ga­
yeli varlığın kendinden beklenen o hayatî hedefe varmasını
kolaylaştırmanın bir stratejisi, bir desteği olacaktır. Bundan
ne gibi sonuçlar çıkıyor. Madem ki, İslam düşüncesinde am­
bar doldurmak veya salt ekonomik değer üretmek gaye değil­
dir, o halde, insan hayatına, hayvan gibi avını elde etmeyi en
yüksek başarı olarak koyamazsınız.
E k o n o m ik z a fe r , in s a n ın tü m z a fe ri d e ğ ild ir . E k o­
n o m ik zafer, in s a n ın z a fe rler i iç in d e b ir ta n e s i o la b i­
lir . İnsanı ezerek elde ettiğim iz ekonomik değerler, insana
hayır getirmeyecektir. Bakın, Kur'an'ın perspektifleri bun­
lar. O halde, İsla m e k o n o m isin d e sö m ü rü y o k tu r , e m ­
p e r y a liz m y o k tu r , s ö m ü r g e c ilik y o k tu r . Yani, insanı
kahrederek, insanı ezerek ekonomik değer üretmekle bir ye­
re gidileceğini İslam ve Kur'an-ı Kerim kabul etmiyor. İk­
b a lin ifadesiyle, midelerin eşitliğini esas alan komünist sis­
temin, insan hayatına huzur yerine gözyaşı getirmesinin ar­
kasında bu yatıyor. Ekonomik değer üretmeyi ve ferdi, kol-
lektivite içinde sırf üretim adına eritip yoketmeyi esas alan
bir sistem in insanoğluna getirdiğini hep birlikte seyrediyo­
ruz. Yarım asrı aşkın bir zamandan sonra, dön başa. Ve dün­
kü küfredilen değerlere, teslim bayrağını açmıştır bugün ko­
münizm. Onun üzerinde durmayacağım.
Üçüncü temel nokta: İsla m e k o n o m isi b ir d e n g e e k o ­
n o m isid ir . İslam'da ekonomik ahlak bir denge sergiler. Ba
kın Kur’an-ı Kerim e, vermiştir evrensel formüllerini. Diyor
168 KONFERANSLARIM

ki "Elde e ttiğ in n im e tle r le so n su zlu ğ u n u k u rta rm a y a


ç a lış. Fakat, d ü n yad an n a sib in i d e unutm a." (Kasas, 77}
Bu dengeyi kurabilmek, işte Kuran ahlakı budur. Bir başka
ayetin ifadesiyle: D ü n y a ’da v e â h ir e tte g ü z e llik . (Bakara,
201) Ashnda dünya-âhiret diye bir aynın yoktur, beyler. İs­
lam böyle bir ayrım kabul etmez. Çünkü, vahdet prensibine
çarparsınız böyle aynm yaparsanız. Ama, bizim bakışlarım ı­
zı tatmin için Kur’an-ı Kerim bir d ü a lite m a n tığı içinde ko­
nuşuyor. Ashnda d ü a lite y o k tu r , te v h it v a r d ır . İk ilik
y o k tu r. Ama, biz anlamıyoruz. Anlamadığımız için bize as­
hnda tek olan realiteyi parçalayarak, parça parça anlatıyor,
anlayalım diye. M aksat e lb ise , b iz b u n u b ü tü n ü y le a n la ­
y a m a d ığ ım ız iç in k o lu n u a y n , y a k a sın ı a y r ı, a s ta r ın ı
a y n , d ü ğ m esin i a y n a n la tıy o r . F ak at h a k ik a tte te v h it
g ö zlü ğ ü y le b a k tığ ım ız zam an c e k e t c e k e ttir . C ek et, n e
k o ld u r, ne y a k a d ır, ne d ü ğm ed ir, n e a sta r d ır ... Ceket,
bütünüyle cekettir. Şimdi, M evlâna'dan bir misal vereyim.
Hakikatte tevhit, fakat bizim gözümüzle çokluk halinde gö­
rünüşü bakın nasıl bir örnekle anlatıyor. M esnevide bir ça­
maşır yıkama hikâyesi vardır: İki kişi, diyor Mevlâna, çama­
şır yıkıyorlar. Biri kirli ve kuru çamaşırları alıyor, leğene ba­
sıyor. yıkıyor. Tabiî, o zaman makineler yok. Yani, kuru ça­
maşırları ıslatıyor. Öbürü de alıyor, sıkıyor, asıyor. Şimdi,
tevhit gözüyle bakarsan bu iki adamın biri ıslatıyor, biri ku­
rutmak için asıyor. Yaptıkları iş esasında tektir, tevhit gö­
züyle baktığınız zaman. Nedir o? Ç am aşır y ık a m a k , ismi
budur. Ama, çamaşır yıkama kendi bünyesi içinde bir seri
amel gerektiriyor: Yıkama, ıslatma, kurutma, sıkma vesai­
re... İşte, bu çokluk. Eğer tevhit gözüyle bakmazsan, şirk gö­
züyle bakarsan, çokluk gözüyle bakarsan bu iki adamın yap­
tığı bırbiriyie çelişiyor. Biri ıslatıyor, öbürü kurutmaya çalı­
şıyor. Ama gaye açısından bakarsan, yaptıkları aynı şeydir.
Dünya-âhiret ayrımında da bu ikiyle. Biz hayatı kavrayabil-
İSLAMDA EKONOM İK A fi LAK 169

mek için onu muhtelif-muayyen parçalara bölüyoruz. Halbu­


ki, hayatın vahdeti esastır.
Beyler ve Hanımefendiler!
 h iret, sonradan gelen demek kelime mânasıyla.  h ir e t
şu anda, şu salonun içinde de var. Ve biz, şu anda hem dün­
yayı, hem âhireti yaşıyoruz. İslam ölçüleri getiriyor. Ölçülere
sadakat gösterdiğimizde tevhit hakikati tecelli eder. O tecelli
edince de dünya ve âhiret aynı anda nasibini alır. Kur'an-ı
Kerim: "Fiddünya hasâneten ve fil âhireti hasene" diyor, mü­
m inlerin Allah'tan niyazlarını anlatırken. Dünya'da ve
âhirette güzellik nasıl oluyor? Ölçülere sadakatle oluyor. Her
an hem âhirettir, hem dünyadır. Bakın, kıyametin az sonra
kopacağı muhakkak olsa diyor Hz. Peygamber, elinizde de
bir yeşil fidan olsa, onu hemen bir yere dikin. Biz, insanlığın,
mahşer veya haşir dediğimiz bir hadiseyle, hayat hikâyesin­
den hesaba çekileceğine imanla mükellefiz ama âhiretin, kı­
yam etin, m ahşerin tasvirlerini yapmak diye bir yetkim iz
yok. Bizim bir gücümüz de yok. O halde biz, hiç ölmeyecek­
miş gibi çalışmak durumundayız. Eh, hiç ölmeyecekmiş gibi
çalışalım, o zaman diyeceksiniz ki, az önce niye dedin ki, İs­
lam ekonomisi ambar doldurmayı herşey görmez? İnsanın
ruhunun ve mutluluğunun dikkate alınması lazımdır. İşte
denge burada. Sözü devam ettirirsek, denge çıkıyor ortaya.
Yarın ölecekmiş gibi de ruhun için çalış. Muhammedi babayi­
ğitlik bu ikisini dengelemekte. Onun içindir ki, Kur'an-ı Ke­
rim sıratı müstakim diyor. Öyle bir yol ki, sıratı müstakim
' kıldan ince, kılıçtan keskin." O yol üzerinde yürüyeceksin.
Ve yalpalamadan yürüyeceksin. Dengenin bozulm ası ister
sağdan olsun, ister soldan, ikisinin de sonu felâkettir. Yani,
şuradan-buradan gelmiş biri makbul, öbürü kötü diye bir şey
yok. Önemli olan dengeyi tutturmak, muhafaza etmek. Evve­
la sistemler arası denge. Bakın, Kur’an-ı Kerim'in sergilediği
düşünceyi, sade ekonomik ahlakı değil, "filan sistem le aynı-
ITO K O N FER A N SLA R IM

Ar* diye çakıştırm azsınız Hiçbir sistem le. Müstakil bir


dünya görüşü, bir sistem sergiliyor. Benzerlikler elbette var.
İnsanoğlunun bütün ürettiği fikirler birbirine benzer. Çün­
kü, Kepimiz Adem bahanın çocuklarıyız. Hepimiz aynı küre­
nin üstünde yaşıyoruz Birbirimizden etkilenmemiz muhak­
kaktır. Ama, Kur an ı Kerim ve İslam düşüncesinin başka
sistemlerle arzettigi benzerlikler Kur'an'ın anlayışını falan
veya filan sistemle eşitleme imkânını bize vermiyor. Bilme-
miz gereken budur.
Bakın, bireyi ezen sistemler vardır, ekonomide veya eko­
nomik yelpazede İslam, bunlara karşıdır. Kamuyu ezen, ka­
muyu ferdin ayağının altına süren, söm ürü sistem leri, k a­
p ita list sistem mesela; "bırakın geçsinler, bırakın yapsın-
lar," yuzbınler kahrolsun, ama, bir tanesi saltanatını kursun
diyen sistemler var. Hayır. Peki, hayırsa tersi ne?... Hiç kim­
se. saltanatını kura masın, bu defa ne olsun, fert mahvolsun.
Hayır, fert de mahvolmayacak. Çünkü, fert çekirdektir. Çe­
kirdek olmasa hamuru mayalayamazsınız. C hurchill (ölm.
1965 >'in çok beğendiğim bir sözü var: Dünya harbi başlangı­
cında politik nutuklar atılıyor. O da tabii politikacı olarak
konuşmalar yapıyor. Çok tipik konuşmaları vardır, onun.
Mesela bir tanesinde diyor ki. Ey kitle! Herkes çıktı size bir-
şeyler dedi. Şunu vaat etti, bunu vaat etti. Benim size söyle­
yeceğim, bir cümleliktir. Ben size kan ve gözyaşından başka
hiçbir şey vaat etmiyorum. Buna talip olanlar peşimden gel­
sin" diyor. Fakat, tabiî, büyüklük bu. Geçelim. Benim burada
üzerinde duracağım bir başka sözü var. Bir konuşmasında
anlatıyor. Türkçesini söyleyeyim, diyor ki: "Ne kapitalizm, ne
de komünizm. Kapitalizm, nimetlerin adaletsiz dağıtımıdır.
Komünizm ısa sefaletlerin eşit dağıtımıdır." Buyur, istediğini
al. İster nimetlerin adaletsiz dağıtımını al. Birinin köpeğine
mama almak için harcadığını, oburü ekmek bulmak için, ço­
cuğunu ameliyat ettirmek için harcama imkânına ulaşamaz.

'1 %
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 171
ister bunu at, istersen felaketlerin, yoksullukların, huzursuz-
lukların ve nimetsizliğin eşit dağıtımını al. Ben komünist
dünyayı da gezdim. Hemen tamamını. Orayı da biliyorum.
Buyurun hangisini isterseniz alın. Bunun üçüncü bir yolu
vardır. Benim inancım Kur'an-ı Kerim, o üçün cü y o lu gös­
teriyor. Ne fert topluma, ne toplum ferde mahkûm edileme­
yecek. Hiçbiri öbürünün Önünde perişan olmayacaktır. Pren­
sipler konmuş, teferruata gidemiyorum. Eserlerimde hepsini
sıralamışım.
Dengenin, Kur’an'daki evrensel dayanak noktasını size
vereyim. Diyor ki: Nimetler dağıtılacak. İnsanoğlu nimetten
istifade edecek. Allah, bütün varlığı insanın emrine vermiş­
tir. T esh ir keyfiyeti Kur'an'da. Fakat, ölçüyü getiriyor, öyle
dağıtılacak ki, servet ve nimet bir takım açıkgözlerin elinde
d u le olmayacak. Bir avuç insanın elinde dönüp, dolaşan bir
devlet olmayacak. Herkes, istifade edecek. Bir hadisi şenfle:
Bütün insanlık, diyor, Allah'ın iyalidir. Aynen Arapça’da öyle
geçiyor. Çoluk-çocuğu, ev halkı, bütün insanlık. Şimdi Zatı
Mutlak, o cömert hâzinesinden bu yeryüzüne, bu ev halkına,
hepimize A’dan Z'ye, yeryüzü sofrasına bir yığın nimeti gön­
deriyor. Diyelim ki, yüz kişiye gönderiyor, nimeti. Hadi bol,
bol yiyin. Öyle bir gönderiyor ki, kupkuru samanları hayva­
na yediriyorsunuz, aşağıdan süt akıyor çeşme gibi. O kuru
samandan çıkan süte bak. O kuru samandan süt akar mı,
akıyor işte. Bir teneke buğdayı serp çamurların içine, mis gi­
bi başaklar fışkırsın. Her şey çamurdan çıkıyor. Akşam, iflar
sofranıza bakın. O nadide nimetler, hele Türk sofralarında
israfa varacak şekilde. Hepsi, şöyle mâna gözüyle bakın onla­
rın evveliyatına, hepsi çamurdur. O çamurun içinden onları
çıkarıyoruz. Cenab ı Züicelâl gönderiyor size, O nimetlerden
istifade edin, diyor. 100 kişilik nimet sofraya geldi. Üç tane
açıkgöz çıkıyor, 97 kişilik nimeti kendi tekellerine alıyorlar.
97 kişi uç kalıyor. Ondun sonra insanoğlu nutuk atıyor: “Al­
170 KONFERANSLARIM

dır” diye çakıştı ramazsınız Hiçbir sistem le. M üstakil bir


dünya görüşü, bir sistem sergiliyor. Benzerlikler elbette var.
insanoğlunun bütün ürettiği fikirler birbirine benzer. Çün­
kü, hepimiz Adem babanın çocuklarıyız. Hepimiz aynı küre­
nin üstünde yaşıyoruz. Birbirimizden etkilenmemiz muhak­
kaktır. Ama, Kur'an-ı Kerim ve İslam düşüncesinin başka
sistemlerle arzettiği benzerlikler Kur'an'ın anlayışını falan
veya filan sistemle eşitleme imkânını bize vermiyor. Bilme­
miz gereken budur.
Bakın, bireyi ezen sistemler vardır, ekonomide veya eko­
nomik yelpazede. İslam, bunlara karşıdır. Kamuyu ezen, ka­
muyu ferdin ayağının altına süren, söm ü rü s iste m le r i, k a ­
p ita lis t siste m mesela; "bırakın geçsinler, bırakın yapsın­
la r,’ yüzbinler kahrolsun, ama, bir tanesi saltanatını kursun
diyen sistemler var. Hayır. Peki, hayırsa tersi ne?... Hiç kim ­
se, saltanatını kuramasın, bu defa ne olsun, fert mahvolsun.
Hayır, fert de mahvolmayacak. Çünkü, fert çekirdektir. Çe­
kirdek olmasa hamuru mayalayamazsınız. C h u r c h ill (ölm.
1965)‘in çok beğendiğim bir sözü var: Dünya harbi başlangı­
cında politik nutuklar atılıyor. O da tabiî politikacı olarak
konuşmalar yapıyor. Çok tipik konuşmaları vardır, onun.
Mesela bir tanesinde diyor ki, "Ey kitle! Herkes çıktı size bir-
şeyler dedi. Şunu vaat etti, bunu vaat etti. Benim size söyle­
yeceğim, bir cümleliktir. Ben size kan ve gözyaşından başka
hiçbir şey vaat etmiyorum. Buna talip olanlar peşimden gel­
sin" diyor. Fakat, tabiî, büyüklük bu. Geçelim. Benim burada
üzerinde duracağım bir başka sözü var. Bir konuşmasında
anlatıyor. Türkçesini söyleyeyim, diyor ki: ”Ne kapitalizm, ne
de komünizm. Kapitalizm, nimetlerin adaletsiz dağıtımıdır.
Komünizm ise sefaletlerin eşit dağıtımıdır." Buyur, istediğini
al İster nimetlerin adaletsiz dağıtımını al. Birinin köpeğine
mama almak için harcadığını, öbürü ekmek bulmak için, ço­
cuğunu ameliyat ettirmek için harcama imkânına ulaşamaz.
İSLAMDA EKONOMtK AHLAK 171
İster bunu al, istersen felaketlerin, yoksullukların, huzursuz-
luk lann ve nim etsizliğin e şit dağıtımını al. Ben kom ünist
dünyayı da gezdim. Hemen tamamını. Orayı da biliyorum.
Buyurun hangisini isterseniz alın. Bunun üçüncü bir yolu
vardır. Benim inancım Kur'an-ı Kerim, o ü ç ü n c ü y o lu gös­
teriyor. Ne fert topluma, ne toplum ferde mahkûm edilem e­
yecek. Hiçbiri öbürünün önünde perişan olmayacaktır. Pren­
sipler konmuş, teferruata gidemiyorum. Eserlerimde hepsini
sıralamışım.
Dengenin, Kur'an'daki evrensel dayanak noktasını size
vereyim. Diyor ki: Nimetler dağıtılacak. İnsanoğlu nimetten
istifade edecek. Allah, bütün varlığı insanın emrine verm iş­
tir. T e s h îr keyfiyeti Kur'an’da. Fakat, ölçüyü getiriyor. Öyle
dağıtılacak ki, servet ve nimet bir takım açıkgözlerin elinde
d û le olmayacak. Bir avuç insanın elinde dönüp, dolaşan bir
devlet olmayacak. Herkes, istifade edecek. Bir hadisi şerifle:
Bütün insanlık, diyor, Allah’ın iyalidir. Aynen Arapça'da öyle
geçiyor. Çoluk-çocuğu, ev halkı, bütün insanlık. Şimdi Zatı
Mutlak, o cömert hâzinesinden bu yeryüzüne, bu ev halkına,
hepimize A'dan Z ye, yeryüzü sofrasına bir yığın nimeti gön­
deriyor. Diyelim ki, yüz kişiye gönderiyor, nimeti. Hadi bol,
bol yiyin. Öyle bir gönderiyor ki, kupkuru samanları hayva­
na yediriyorsunuz, aşağıdan süt akıyor çeşme gibi. O kuru
samandan çıkan süte bak. O kuru samandan süt akar mı,
akıyor işte. Bir teneke buğdayı serp çamurların içine, mis gi­
bi başaklar fışkırsın. Her şey çamurdan çıkıyor, Akşam, iftar
sofranıza bakın. O nadide nimetler, hele Türk sofralarında
israfa varacak şekilde. Hepsi, şöyle mâna gözüyle bakın onla­
rın evveliyatına, hepsi çamurdur. O çamurun içinden onlan
çıkarıyoruz. Cenab ı Zülcelâl gönderiyor size. O nimetlerden
istifade edin, diyor. 100 kişilik nim et sofraya geldi. Üç tane
açıkgöz çıkıyor, 97 kişilik nimeti kendi tekellerine alıyorlar.
97 kişi aç kalıyor. Ondan sonra insanoğlu nutuk atıyor: Al-
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 171

1 Ü ter bunu al, istersen felaketlerin, yoksullukların, huzursuz­


lukların ve n im eU izlığın e f it d ağıtım ını ai. Ben k om ü n ist
< dünyayı da gezdim . Hemen tam am ını. Orayı dA biliyorum.
| Buyurun h an gisin i isterseniz alın. Bunun üçüncü bir yolu
j vardır Benim inancım Kur an-ı Kerim, o ü ç ü n c ü y o lu göa-
| teriyor. Ne fert toplum a, ne toplum ferde mahkûm edilem e-
• yecek. Hiçbiri öbürünün önünde perişan olm ayacaktır. Pren-
, sipler konmuş, teferruata gidemiyorum. Eserlerim de hepsini
sıralam ışım .
Dengenin, Kur an daki evrensel dayanak n ok tasın ı size
; vereyim. Diyor ki: N im etler dağıtılacak. İnsanoğlu nim etten
| istifade edecek. A llah, bütün varlığı insanın em rine vermiş*
I tir. T c s h îr keyfiyeti K uran da. Fakat, ölçüyü getiriyor, ö y le
dağıtılacak ki, servet ve nimet bir takım açıkgözlerin elinde
d û le olmayacak. Bir avuç insanın elinde dönüp, dolaşan bir
devlet olmayacak. Herkes, istifade edecek. Bir hadisi şerifle:
Bütün insanlık, diyor, Allah'ın iyalidir. Aynen Arapça’da öyle
geçiyor. Çoluk-çocuğu, ev halkı, bütün insanlık. Şim di Zatı
M utlak, o cöm ert hâzinesinden bu yeryüzüne, bu ev halkına,
hepim ize A dan Z ye, yeryüzü sofrasına bir yığın nim eti gön­
deriyor. Diyelim ki, yüz kişiye gönderiyor, nim eti. Hadi bol,
bol yiyin. Öyle bir gönderiyor ki, kupkuru sam anları hayva­
na yediriyorsunuz, aşağıdan sü t akıyor çeşm e gibi. O kuru
sam andan çıkan sü te bak O kuru sam andan süt akar mı,
akıyor işte. Bir teneke buğdayı serp çamurların içine, m is gi­
bi başaklar fışkırsın. Her şey çamurdan çıkıyor. Akşam , iftar
sofranıza bakın. O nadide nim etler, hele Türk sofralarında
israfa varacak şekilde. Hepsi, şöyle m âna gözüyle bakın onla­
rın evveliyatına, hepsi çamurdur. O çamurun içinden on lan
çıkarıyoruz. Cenab ı Zülcelal gönderiyor size. O nim etlerden
istifade edin, diyor. 100 kişilik nim et sofraya geldi. Üç tane
açıkgöz çıkıyor, 97 kişilik nim eti kendi tekellerine alıyorlar.
97 kişi aç kalıyor. Ondan sonra insanoğlu nutuk atıyor; Al-

i
172 KONFERANSLARIM

lah m adaleti nerede. Onun elinde şunlar var. Ben, burda aç


duruyorum." Allah'ın adaleti haktır, mutlaktır ve muhak­
kaktır, amenna. Haltı işleyen bizleriz. Babam sofraya koydu,
oğlum oturun yiyin şunları dedi. Hepimize bol, bol verdi. Bir
tanesi açıkgöz çıkıyor. 9 tanesi aç kalıyor Ötede. Bunu, yeryü­
zünde Allah ın iyali dengeleyecektir. Nasıl? Haşarılığımızın
cezasını ödeyeceğiz beyler. Düşeceğiz, kalkacağız, kafamızı
vuracağız, sonunda Allah'ın bize gönderdiği nimetleri onun
istediği şekilde paylaşmayı öğreneceğiz. Bunun yolunu göste­
riyorlar, ama insanoğlu başlangıçtan beri dinleri dinlemedi,
peygamberleri dinlemedi. Hikâye burada. Dinler gibi görün­
dü ama dinlemedi. Eğer dinleseydi, bunca yüzyıl geçtikten
sonra insanlık bu noktada mı olurdu?... İn san lığın h e r d e ­
virde m u tsu zlu ğu n u n a r k a sın d a m addî y e te r s iz lik
yok, insanın doym azlığı var. H er d evird e nim et, in sa n ı
mutlu edecek seviyenin daim a ü stün dedir. Çünkü Allah
cömerttir. Ama, niye insanoğlu her devirde mutsuz? Nimet­
ler insanlık tarihinde fazlalaştıkça insanlığın mutsuzluğu ar­
tıyor. Nimetlerde en ileri noktaya geldiğimiz zamanda en
fazla mutsuzluk kahrı çekiyoruz. Sebep?! İnsanlığın hırsı,
doymazlığı!... Kuranı Kerim getirdiği ekonomik ablak içinde
nimetlerin mutluluğa dönüştürülmesinin yolunu gösteriyor.
Nedir o?... İnsanın doymazlığının ekonomik hayata yön ver­
mesini engellemektir. "Altına ve güm üşe kul o la n la r sü ­
rünsün" diyor, Hz. Peygamber. Onun üzerinde ayrıca dura­
cağım.
Dengeyi nasıl sağlıyor?... Teferruata girmeden bunun hâ­
kim prensiplerini dikkatlerinize sunayım. İslam 'da b ü tün
fikrî ak tiv ite bir p olarite sergiler. Bir, çift kutupluluk.
Burada da öyle. Bu çift kutuplulukta ekonomik dengeyi sağ­
layan fikir, bir negatif imkân -bir pozitif imkân getiriyor. Bi­
raz daha netleştıreyim bunu. Bir em ir çaresi, bir de yasak
çaresi vardır. Polaritenin bir kutbunda emir çaresi, bir kut-
ÎSLAMDA EKONOMİK AHLAK 173

bunda yasak çaresi. Dengenin sağlanmasında emir çaresi,


serveti veya ekonomik değerleri tekelden kurtarmak. İkincisi
rib a-israf yasağı. R iba-israf ya sa ğ ı çarenin negatif kutup­
taki görünümüdür. Emir kutbunda bir görünüm daha var,
aktivite halinde. Nedir o? Zekât emri!...
Şurada bir cümle ile söyleyeyim. Zekâtı, sakın asgari
hadlerini size müflülerin-vaizlerin gösterdiği ölçüler içinde
düşünmeyin. Onu Kuran geniş mânada in fa k olarak veri­
yor. Zekât, infakm bir görünümüdür. Kırkta bir veya işte
hayvanlarda şöyle, ziraî mahsullerde böyle... Hepsi zekât
içindedir, geniş mânada. Fakat, onun da içinde bulunduğu
daha geniş bir daire var. O da infak dairesidir. Kur'an-ı Ke-
rim'de yüzlerce ayette geçiyor. Nedir infak? Nimete sahip
olanın, ona sahip olmayanlar lehine nimetten harcaması,
vermesidir. İnfak, v erm ek tir v e Kur'an-ı K erim ö lçü y ü
g e tir m iş tin S e v d iğ in iz şeylerd en v e recek sin iz, (Âli Im-
ran, 92) a şa ğ ı a ta c a ğ ın ız şey leri d eğ il. İnfakm hududu
yok. Zekât, asgarisini gösteriyor bunun. Hududu kim tayin
edecektir?... ihtiyaçlar tayin edecektir. İh tiy a cı n a sıl orta ­
ya çık ara ca k sın ? S en in refahtan tep in d iğ in y e rd e b a ş­
k ası kıvranm ayacak . Ölçü budur. Bakın, ayette var:
"Neyi infak edeceğiz, diye sorarlar." İşte ana prensip bur-
da. Diyor ki: "İhtiyaca fazla g elen i ver." (Bakara, 219) O
halde herkesin elindekinin fazlasını tutup alalım mı? Hayır.
Bunu ihtiyaçlar tayin ediyor. Eğer şendeki fazla, başkasının
kahır içinde, azap içinde kıvranmasını engelleyecekse, sen­
den alıp ona vereceğiz. Sen vereceksin. Burada zorbalık ge­
tirmiyor İslam. Ne getiriyor?... Siz onu vicdanınızda duya­
caksınız. "Komşusu açlıktan kıvranırken kendisi tok sabah­
layan bana inanmış olamaz." diyor. Tabiî, bunun müeyyide­
leri yok değil, var. Fakat, Kur'an'm getirdiği anlayışta maddî
müeyyide zirveyi teşkil etmiyor, arkadaşlar. V icdanî m üey­
y id e zirved ed ir. M addî m ü eyyid e aşa ğ ıla rd a d ır. Çünkü
174 KONFERANSLARIM

maddî müeyyideyi, hukukî müeyyideyi insanoğlu her devirde


alt etmiştir, sollamış geçmiştir. İn sa n o ğ lu ib lis liğ e k a lk tı
mı on u n ö n ü n d e h iç b ir şey d ik iş tu ttu r a m a z . Onun için
Kur'an-ı Kerim, başta da söyledik, Allah'la beraberlik şuuru
diyerek işi temelden halletmiştir. A llah'la b e r a b e r lik şu u ­
runa u la şm ış in sa n , k ö p eğ in e şam p u an p a r a s ın ı fü tu r ­
suzca h a rca rk en , ç o cu ğ u n a a sp ir in a la m a y a n in s a n la ­
ra n a sıl k a y ıtsız kalır?.. Mümkün değil. Evet, rib a-israf
y a sa ğ ı ve z ek â t emri dengeyi kuruyor. Şimdi, burada bu iki­
sinin arkasında yatan bir fıtrat prensibi var. Nedir o?...
Kur’an-ı Kerim açık ve net olarak diyor ki: "Z enginin
m alında fa k irin hak k ı vardır." (En’am, 141) İki yerde ve­
riyor bunu Müminleri anlatırken "onların mallarında yok­
sulların, mahrumların hakları vardır." diyor. (Zâriyât, 19)
Hak!... Hak' İnsanlık tarihinde hiçbir din metni böyle bir tes­
pit getirmemiştir Diyor ki; "ürününü topladığın zamanda
onun hakkını ver." Yalnız ziraî ürün değildir bu. Üretim
mânasında alın bunu. Şimdi, nasıl oluyor? Efendim, falanca-
mn benim malımda nasıl hakkı olur. Olur. Onun teferruatı­
na gitmeyelim. Batı düşüncesi M ant’la bu noktaya 20. yüz­
yılın başlarında ulaştı. A rtık d e ğ e r teorisi, işte Marksist
ekonomi anlayışının bel kemiği. Fakat m ateryalist ve hınç
dolu bir yaklaşımla bu meseleye parmak basanların, in­
sanlığı götürdükleri yer Allahsızlık karanlığı oldu. Eğer, bu­
nu Kur an'm rahmetli ve şefkatli elinden alsaydı, insanlık,
komünizmin kendisine döktürdüğü gözyaşlarını dökmeyecek­
ti. Bunları öğrenmekten korkmayın. Bizden öğrenin ki, endi­
şeniz olmasın. Bakın, zekât kelim esine bakın... Z ek ât, te­
mizleyen, temizleme aracı demektir. Ve İslam hukukçuları­
na göre mal sahibinin, ekonomik değer sahibinin o değerle­
rindeki pislikleri temizlediği için ona zekât denm iştir. Ve
Islâm düşüncesine göre, malında zekât tahakkuk etm iş bir
insanın diyelim ki, 10 kuruşu geciktirmesi, fakire ulaştırma-
ÎSLAMDA EKONOMİK AHLAK 176

ması o toplumda zekât almaya müstehak ne kadar yoksul


varsa, onlann herbirıne tek, tek onu borçlu yapar. Hepsi­
nin hakkını yem iş durumdadır. Çünkü, ondan alınacak
o zekât, onlann hangisine gidecek bilmiyoruz ki. Fakire dağı­
tılacak, verilecek. Z ek ât em ri, rib a v e is r a f y a s a ğ ı. İşte re­
çete.
İsr a f nedir? İsraf, başlıbaşına bir değil, birkaç konu. İs­
raf, Kur'an'ın anlayışına göre, insanoğluna reva görülmüş en
büyük zulümdür. Neden? Az önce bir sofra misali verdim. Bi­
nlerinin haddinden fazla yemesi ve harcaması için beyler, bi­
nlerinin gerektiğinden az yemesi ve harcaması lazımdır. İş­
te, zulüm budur. Benim bir kat elbise giyemeyeceğim yerde
sizin 100 kat elbise giymeniz için benim bu kahrı sürdürmem
lazım. İşte, zulüm. Ve İsra f, z u lü m d ü r . Zulümdür de ne
oluyor?... Zulmün boy gösterdiği hele hele egem en olduğu
toplumlarda çöküş muhakkaktır. Şimdi, burada İslam dü­
şüncesinin hâkim prensiplerinden birini vereyim size. Emi­
nim birçok sorunuzu cevaplandıracaktır. Çünkü, benim de
çok sorumu cevaplandırdı. Senelerce sorduğum sorulan.
Prensip şöyle konmuştur İslam fıkhında, müsaade ederseniz
M âverdî'de geçen şekliyle sunayım: "Mülk" diyor -mülk, yö­
netim, saltanat ve ülke demektir, aynı anda- k ü fü r ü z e rin e
p a y id a r o lu r , y ü r ü r . B ir to p lu m u n h a y a tı k ü fü r ü z e r i­
n e y ü r ü r . P e k a la , m u tlu d a o la b ilir . A m a, z u lü m ü z e r i­
n e y ü r ü m e z .” Bütün fertler Kelime-i Şehadet'i çekebilir.
Hatta, camileri doldurabilirler. Fakat, eğer zulme bulaşm ış­
larsa çöküşleri muhakkaktır. İslam ’ın dil uzatılam az evren­
sel prensiplerinden biri bu. Şimdi cevap: "Diyar-ı küfrü gez­
dim, diyor, A kif, mâmûreler gördüm. Şarkı gezdim viraneler
gördüm." Uzun bir şiir. Cevap burda. N asıl oluyor bu?... Bir
detay daha vereyim. Kur'an-ı Kerim'e göre, zulmün en büyük
tecellilerinden biri e m a n e tle r i e h il o lm a y a n a v e rm ek tir .
Buyurun bakalım. Uzak Doğu dan komünist dünyaya kadar
176 KONFERANSLARIM

Ortadoğusu. AvTiıpası, Asyası ve Afrikasıyla bütün dünyayı


biliyorum. Bir çok ülkede çalıştım, görev yaptım ve mukaye­
seler yaptım. Yani. Kur an bağlısı bir insan sıfatıyla o dünya­
ları gezerken, ıstıraplar içinde mukayeseler yaptım.
Em anetleri ehil olm ayanlara verm ek , b ir toplum un
kıyam etini hazırlar. Kur an ı Kerim in açık beyanları bun­
lar. En büyük zulümlerden biridir. Şimdi, bakın... Geri kal­
mış ülkeler veya az gelişmiş ülkeler. Bakın bu ülkelere, dik­
katinizi çeken aksaklıklar listesinin ta yukarılarında dikka­
tinizi çeken şeylerden biri de insanlann, ehil olmadığı şeyle­
rin başına getirilmeleridir. Emanetleri ehil olanlara verin di­
yor Ben burada konuşuyorum. Sizin, ortak kanaatinize göre,
Türkiye'de şimdi ençok dinlenen, sevilen hatibim veya hatip­
lerden biriyim. Tamam, ama bana şimdi bir neşter verir de
bir ameliyat masasının başına geçirirseniz, ben öldürürüm
insanı. Sizi burda saatlerce ayakta dinletiyorum. Bak, kata­
lepsiye girmiş gibi dinliyor bu insanlar. Sakın ben de hakkı­
nız filan kalmasın ha! Kendi isteğinizle yapıyorsunuz. Zah­
mettir bu Ramazan günü. Aman ha, ben endişe içindeyim.
Açık söyleyeyim. Evet bütün bunlan yapan bana, verirseniz
bir neşter bir adamın çıbanını, kalbini, midesini ameliyat et
diye büyük ihtimalle adamın hayatı son bulur. Ehil değilim.
Camiye imam tutacaksak; ehliyet, kıraat ehliyetidir. Fıkıh
kitaplarım açın görürsünüz. Esasında İslam'da resmî mabet
ve resmi din adamı yoktur. Yani, toplanan insanlardan en iyi
bilen kimse, o imam olur. Diyelim ki; 100 kişi toplandı, 99 u
Fâtiha'yı 10 yanlışla okuyor, bir tanesi 9 yanlışla okuyor.
İmamet onun hakkıdır. İkinci bir tercih sebebi yok. Eğer, o
100 kişiden 3 tanesi Fâtiha'yı aynı kıraatle okuyorlarsa, o za­
man başka tercih sebepleri arayacağız. Şurada im am ı
Gazâl! olsa -faraza iyi Kur’an-ı Kerim okuyamıyor- bütün
büyüklüğüne rağmen okuyamayabilir. Bir de 17 yaşında bir
hafız var, bülbül gibi Kur an ı Kerim i okuyor. İmamlık onun
ÎSLAMDA EKONOMİK AHLAK 177

> hakkıdır. Fıkıhta bunlar en basit fıkıh kitabında var. Ben,


j medreseden geldim, hariçten gazel okumuyorum. Bunlan ez-
| berleyerek okudum. Şimdi ne yapıyorlar? Caminin kapısm-
! dan bakıyor adam imamın yüzüne. Tam imam tekbir alacak,
farz kılınacak. Bakıyor yanındaki adama, diyor ki, "sakalı
yok abi," çekip gidiyor. Şimdi bunu koyun bakalım İslam’da
bir yere. Ayrımlar başlamıştır. Biz mabet farkı görmeden bü­
tün insanları Muhammedi aydınlığın altında toplamaya uğ­
raşırken, şimdi bir de bakıyorsunuz ki, sakallı imamın camii,
sakalsız imamın camii ayrımları çıktı. Almanya'ya gittim,
defalarca, konferansa. Filanca cami, falanca cami... Hiç biri
öbürünün camiinde namaz kılmaz. Paris’e gittim, hâkeza.
Bir kitleye bundan daha büyük zulmü, hangi düşmanı yapa-
( bilir!... Bunu düşünmek lazım. Kur'an-ı Kerim, o ulaşılmaz
i mucize üslubu içinde insanın kendine zulmünden bahseder,
! bir çok ayette. Hep düşünürdüm: "İnsan, kendine nasıl zul-
i mediyor?” işte, buyurun bir tanesi burda. Ben, bu manzara-
f lan seyrettim. Şimdi, bu Türkiye içine de sıçradı. Artık, bir­
birlerinin cenazelerini kılmıyorlar. Bizim gruptan değil diye.
Selam vermiyorlar birbirlerine.
Bundan bir süre önce Manisa'ya gittim. Ticaret Borsası
çağırdı. Hava alanından aldılar, İzmir'den geliyoruz. Sıkıntı
içinde, birşeyler söylemek istiyorlar. Aklıbaşında insanlar,
konferansı organize edenler. Bir hayal kırıklığına uğrayıp,
onlara gücenmeyeyim diye. Dedim: "Beyler, söyleyin. Birşey­
ler diyeceksiniz ama, nedir?" Sancılanıyorlar. Dediler ki; ho­
cam bir hayal kırıklığı olmasın. Bizim Manisa'da -rakam
kendilerinin verdiği rakam- 13 çeşit dinî hizip var ve bunla­
rın hiçbirisi öbürüne Müslüman gözüyle bakmaz. Hangisine
sorsanız Müslüman yalnız kendisi. Zulüm içinde zulüm... Zu­
lüm kelimesi bile âciz kalıyor, bunu ifadeden. Sonra da diyo­
ruz ki; "Gönder Mevlâm su. Bize acı, niye biz sürünüyoruz?"
Olmaz öyle şey. Ama, bunun suçu kitlede değildir, beyler.
178 KONFERANSLARIM

Kitle öyle inandırılıyor ve o sam im i bir zavallıdır. Bu, köşe-


başmı tutan insanların zulmüdür. Allah, bunun hesabını on­
lardan soracaktır.Hani, fıkıh kitabı, hani m ezhep im am ları,
hani sünnet?... işte, saymış burda. 7 tane öncelik şartı im am ­
lık için Kıraat, ilim de üstünlük, şunda üstünlük, bunda ü s­
tünlük, sayıyor, sayıyor, sayıyor, getiriyor. Sen şim di, nasıl
sakallı imam, sakalsız imam diye ayrım yapıyorsun. Hadi,
bizim camiye diyor. Görüyorsunuz bunu, yaşad ığın ız apart­
mandan tutun, sokağa, İşyerinize kadar. Bizim cam iye gide­
lim, diyor. Ne demek "bizim cami?" Dedik ki, resm î mabet ol­
madığı için, resmî din adamı da yoktur. " B ü tün y e r y ü z ü
b an a m e sc it y a p ıld ı, d iy o r , H z. P eygam b er." Allah dost,
toprak post. Secde edecek yeri buldun mu, kafanı koyacak
yeri, bitmiştir hikâye. Ama, kilisede daha tüyü bitm em iş pa­
paz gelm ese ayin icra edilmez, dağılır giderler. İslam'da böy­
le birşey yok O halde, ölçülere sad ak at dediğim iz şey bu.
Nefsi işin içine katmadan ölçülere sadakat lazım. Orada hak i
tecelli eder Şimdi, bakın Esm âül Hüsna'dan biri Hak. Al- !
lah’ın ismi, Kur'an-ı Kerim e göre kâinattaki şaşm az ve bo- j
zulmaz sü n n e tu lla h ın bir ism i de Hak'tır. İnsan hakkı l
mânasında da bizim günlük dilde kullandığım ız hak. Şimdi,
bizim, ölçülere riayetimiz halinde hak tecelli eder. Hak tecel- f
li edince, fert de payını alıyor, toplum da. Evrensel planda da \
herşey yerine oturuyor. Dolayısıyla İslam düşüncesinde, ba- î
km, so s y a l a d a le t-fe r d î a d a le t diye bir ayrım yoktur. Bu
saçmalıktır. Eğer, adalet varsa ondan fert de payını alır, aynı
anda, toplum da. Bunlar içiçe daireler. Yoksa, hepsi birden
çöker. Yanı, tek tek fertler bozuk olacak, bir çuvalın içinde
tek tek pirinçler çürük olacak, çuvalın ağzını kapattığım ız
zaman, pilavlık pirinç diyeceğiz buna. Olmaz ki... Tavuk mu
yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar. Bunun çek işm esi­
ne girmek, bir paradoksa hizm et etmek olur. Ona gerek yok.
Fakat, Kur an ı Kerim bize gösteriyor ki, ölçülere sadakat ;
ISLAMDA EKONOM İK AHLAK 179

tam olduğu zaman hak tecelli eder. Hak tecelli edince de fert,
toplum ve evren aynı anda bundan payını alır.
İki saate yaklaşıyor, bunu daha detaylandırm adan öteki
prensibini vereyim İslam ekonomi ahlakının... E m e ğ in im ti­
y a z ı. Ü çüncü a slî prensip budur. İslam ek on om isin de,
Kur'an'm ekonomi anlayışında ekonominin om urgasını ser­
m aye oluşturm az, emek oluşturur. Bu, en hayatî prensiple­
rinden biridir. Ayetleri hemen hergün vaizlerden dinlersiniz.
Ben burada onları ekonomik ahlak açısından değerlendiriyo­
rum: 'İ n s a n iç in e lin in e m e ğ in d e n b a şk a b ir ş e y y o k ­
tur." (Necm , 39) Bunlar, direkt ifadeler. Dolaylı ifadeler yü z­
leri bulur. Kur’an-ı Kerim de: "Bîm â k e s e b e t eyd îk û m ." di­
yor. Kur’an'da insan budur. Elinin ürettiği ve alm teri. Her-
şey bunun karşılığıdır. Bir hadiste deniliyor ki: "E km eğe
s a y g ı d u y u n . Ç ü n k ü , A lla h y e r le r i v e g ö k le r i e k m e k
ü z e r in e otu rttu ." Bir peygamber sözü. Ekmeğe saygı duyu­
nun anlam ı sadece yerde görünce öp, alnına götür değil. Ha­
yır, o ne, biliyor m usunuz? R esulün sözünü kocakarının sözü
gibi, k ahvehane sözü gibi bir nükteye hapsetm eyin sakın.
Birçok nükteyi aynı anda verir. Zaten öyle olm asa benim sö­
züm le peygamberin sözünün farkı kalmaz. Bu nedir, biliyor
m usunuz? E m e ğ e sa y g ı g ö s te r in . A lla h , y e r le r in v e g ö k ­
le r in k ıv a m ın ı e m e k ü z e r in e o tu r tm u ştu r . E m e ğ e ih a ­
n e t e d e r s e n iz , zulüm olur. Emeğe ihanet!... E m e ğ e ih a n e t,
insanoğlunun başına k o m ü n iz m kam çısını m usallat etm iş­
tir. O kam çının altında eğitim ini veriyor. Durup dururken
çıkmadı ki ortaya komünizm. Bir ihtiyacın ürünü olarak çık­
tı. E m eğin im tiyazı nerede? E k o n o m in in m ih v e r in d e
e m e k v a r d ır . S e r m a y e y o k . Kur an-ı Kerim'in anlattığı ve
anladığı ekonomik modelde böyle. Bu bizi bir kaç noktaya da­
ha götürüyor. Ben çok önemli saydığım bir tanesin i vere­
yim: K u r'a n -ı K erim t o p r a k ta m ü lk iy e t k a b u l e tm e z .
Hepimiz, m âlikiz, hepimizin az-çok mülkü var. K uran ı Ke-
ISO KONFERANSLARIM

rim toprağı Allah'ın mülkü sayar. T op rak ta m ü lk iy e t yok*


tur. Ne vardır'' T op rak ü r e rin e k im in a lın te r i d ü şü y o r ­
sa top rak tan ç ık a n la r o n u n h a k k ıd ır . Onu devlet tedvir
edecektir. Tabii bu ütopya diyeceksiniz. Her neyse. D oğ a l
kayn aklarda d a m ü lk iy e t yo k tu r. Şimdi, ben size bir tab­
lo çizeyim. Bu divanelik diyeceksiniz. Ama, hiç yorum, tevil
zorlama d eğ il Islâm’ın prensiplerinden çıkıyor. D o ğ a l k a y ­
naklarda m ü lk iy et yok . Kmıse onlara elini koyamaz. Ora­
da bir monopolizme gidemez. Kimsenin tekelinde değil. Bu
ne demdi, pratiğe dökeyim. İşte p e tr o l. İslam’ın şampiyon­
luğunu yapıyor, bir yığın petrol ülkesi. Sonra da faizsiz ban­
ka (!) bilmem ne kuruyorlar ve Müslümanın parasını çekiyor­
lar. îyi, hizmet olabilir, birşey demiyorum. Öyle mi, değil mi,
tartışmalı, ö y le olduğunu farz edelim. Güzel! Ama, K uran
birşey söylüyor. Bir sadet var. Orda o sadede gelen var mı? j
Nedir o sadet, biliyor musunuz? I
M üslüm an to p r a k la r d a y e r a ltın d a n ç ık a n b ü tü n |
n im etle r K elim e-i Ş e h a d et'e iş tir a k e tm iş b ü tü n m ü- j
m in lerin o rta k m alıd ır. Nerde çıkarsa çıksın. Yapın da gö- j
rebm... Hani Müslüman kardeşliği diye enternasyonal arena- I
larda nutuk atanlar? Yapsana!... Kur an da var bu. itirazı i
olan var mı, öyle değil diye?!... Hiç kimse diyemez. Ü stünü |
örtüyorlar. Ondan sonra örtünün üstüne kurulup nutuk atı* j
yortar Örtünün altında başka şeyler var. Çıkarın görelim. j
Çıkarmıyorlar. Doğal kaynaklar. Hac gelirlerinde de bu işti- ;
fak esastır. Hac g e lir le r i de bütün Ümmet-i Muhammed'in ‘
müşterek malıdır. Bir ülke onların üstüne yatıp, kendi in ­
sanlarına yedirtmez Veriyorlar mı?!... Yok! P e tr o l v e K âbe
g e lir ler i.» Şirndı görüyorsunuz, iş koyulaşıyor. Bunlar da
nen ten çıktı diyeceksiniz. Bunlar yerden çıkmadı, var da üs- *
tünü örtüyorlar. Ticari ahlakta, sayın Oda m ensuplan, İs­
lam ın getirdiği ilk prensip şudur: Niyet, Allah’ın kullarına
hizmet olacaktır. T asavvufta en büyük isim lerden biri
ISLAMDA EKONOMİK AHLAK 181

HallA c -ki benim ihtisas alanımdır- diyor ki; "bir insan, baş­
kalarının hayrını düşünmeden, sırf kendi hesabına bir
günlük yiyeceğinden fazla birşey depolarsa, mümin vasfını
kaybeder." Çok ağır değil mi?... Allah'ın kullarına hizm et ni­
yeti ticarî ahlakın bir numaralı unsurudur. Belkemiği. Bir
dünya düşünün. Kur’an-ı Kerim hayal kurmaz, idealindeki
dünya bu. Biz, onu bırakmıyoruz, tecelli etsin. Şimdi, bir de
bunun tam karşısında bir dünya düşünün: Adam 30 sene
sonra sofrasına getireceği tatlının hesabını bugünden yapı­
yor. O bunu yaparken, akşama içecek çorbası olmayan bir y ı­
ğın insan var. Bu ne biçim dünya?!.. Ve inananın vicdanı bu­
nun nasıl farkında olmaz? Biz mümine konuşuyoruz. Yoksa,
şu söylediklerimizin birçoğu komik kalır. "Bu adam ne diyor?
Hayal mi kuruyor, rüya mı görüyor..." derler. Ama, müminin
vicdanına hitap ettiğim iz zaman, bunlar elle tutulur şeyler­
dir.
E m ek , e h liy e t u n su r u , e m a n e te s a y g ı, ticarî ahlakta
bunlar var. Emanete saygı deyince, zannetmeyin ki, borsacı­
lık yapanlara veya bankerlere milletin emanet ettiği paralar
manasınadır. Hayır!... Şu söylediğim mânada emanete saygı
ne, biliyor musunuz?... A lla h 'ın n im e t le r in in ta m a m ı
e m a n e ttir . İnsan onları Allah’ın gösterdiği hedeflere uygun
şekilde kullanacaktır. Beyefendinin yakışıklılığı ona em anet­
tir. Hanımefendi, sizin güzelliğiniz de size emanettir. Yani,
hanım, bey, ne olursa olsun... Evet, ne bileyim... Oradaki be­
yefendinin bileğinin gücü ona emanettir. O, onu insanlığın
hayrına kullanm ak zorundadır. Bakın, m edeniyetlerin çö­
küşlerine ve yükselişlerine. Bir medeniyetin çöküşü, bütü­
nüyle oluyor. Yani, mahalledeki imam, adliyedeki hâkim,
mahalledeki kabadayı aynı anda birden çöküyorlar. Yüz sene
önceki kabadayı ile şimdiki aynı değildir. 200 sene geriye g i­
din, bizim toplumumuzda kabadayı ne demek? Kabadayı,
mahallenin namusunun garantisi demek. Şimdi, kabadayı,
182 KONFERANSLARIM

evvela kendi apartm anındak ilerden işe başlıyor veya b a şla ­


mak niyetinde.
Ç öküş bu. Ben ta sa v v u f tarihi okutuyorum , sen elerdir.
Dünya üniversitelerinde de onu okutuyorum . Türkiye'de de
onu okutuyorum Hep talebelerim sorar: Hocam, an lattığın ız
ta sa v v u f ne harika şev! Şöyle, böyle... Hep de son sınıflara
olur benim dersim Çünkü, o ders son sınıflard a ilah iyat fa­
kültelerinde. Ama şim di bize bir ipucu ver de gidip birinin
elini öpelim. Bilmem ki... Ben, ilim adam ıyım , soyutun u gös­
teririm bu işin Som utunu bilmem. Som utlara b ak tığım ız za­
man, dökülüyorlar El tutulacak tarafı yok. N a sıl, ben kim in
günahına gireyim de git filancaya elini öp, diyeyim ! N iye?
Çunku, Allah'ın kullarına hizm et gayesiyle yola çıkm ıyorlar.
Eee. iyisi yok mu? E lbette var. Kubbenin a ltı boş olur mu,
boş olsa çöker. N e için çıkıyorlar ortaya? E traflarına adam
toplasınlar diye. Gaye bu olduğu içindir ki, benim elim i öp-
sneyenler kurtulam az diyor, adam . Eğer, ga y e h iz m e t olsa
öyle dem eyecektir. Hâdise bugün im an hâd isesid ir; yangın ı
vücuda getiren, iman yokluğudur. Onu kurtarm aya b ak sanı­
za. Herkes kam ını doyurm ak, gıdalanm ak zorundadır. İman
bu Fakat, herkese siz işkem be çorbası yiyecek sin diye tuttu-
rabılır misin? B ana işkem be çorbası yed irm eye kalk san ız
oturum de yem em . Hoca bu akşam ne yiyeceğin i bize gösteri­
yor demeyin. İçyağı yedirem ezsiniz bana. A m a, ben öyle in ­
sanlar da görüyorum ki, m esela, kara lahanayı yem iyor. Ben
onun iç**ı deltk delik gezerim nerde var, bulup alayım diye.
Yemiyor adam. Şim di bakın espri yapm ıyorum . Bir hakikati
ifşa »çın söylüyorum. Bir sofra, burada herkesin aynı y em ek ­
ten yem esi diye bir şart yoktur.
T a r ik a t, m ü r ş it bunların hepsi birer gıd alan m a v a sıta ­
sıdır. Herkese şundan yiyecek sin , başka şey yiyem ezsin kay­
dını getirem ezsin M ürşit de böyledir. Z evklere, eğilim lere
göre, mizaçlara göre m ürşitler insanları alır, m an evî boyutla-
İSLAM DA EKONOMİK AHLAK 183

ra y ü k seltirler. A m a, benim elim i öpm eyen ku rtulam az, ba­


tar gibi bir y o la g ittin iz m i, A llahlık iddia ed iy o rsu n u z d e­
m ektir. Ş irk tir bu. T a sa v v u f böyle mi diyor. B akın bakalım
ta s a v v u f ta rih in e. Y edi ced dim bu işle uğraştı. 48 y a ş ın d a ­
yım . B en 40 y ıld ır bu işle uğraşıyorum . "Ne biçim laf?" E vet
öyle! Ç ünkü, doğduğum an beşiğim o seslerle sallan d ı benim .
B iliyorum bunu. Ö yle mi, ta sa v v u f bu mu? N için söyled im
bunu?.. M ed en iyet çökünce önce dinden çöküyor. Şim di bakın
beyler... Bir m a h a lle d ü şün ün, nam az kılm ak için arkasına
gittiğ in iz im am F a tih a y ı 20 ta n e y a n lışla okuyor. Zammı s u ­
reyi dem iyorum . Sab ah nam azı kıldıracak im am azaldı artık.
Zam m ı su rey i uzun okuyacağı için. Yok, kalm adı. Ama, so k a ­
ğa fırlad ım ı nâra atıyor. En büyük ben. B enden başka yok,
diye. O lm az bu. O lm az!... K elim e-i şeh a d etten im tihan e t t i­
ğim de- ettik lerim d e varya-10 üzerinden 2 num ara zorla vere­
bildiğim adam , e rtesi gün sokakta karşım a çıkıyor. Diyor ki:
"İlim, m ilim m ü him değil. D ava mühimdir. Sen, benim d ed i­
ğim i yap." O ğlum , am a ben sana dün K elim e-i Ş eh a d etten 2
num ara zor verdim . Sen bana nasıl dava öğretirsin. Sen bir
defa adam ol da, ondan sonra birşeyi savun. Senin sa v u n d u ­
ğun şeye karşı çıkm ak bir m eziyettir. N iye insanları böyle bir
zorlukla k arşı karşıya bırakıyorsun? Şim di, peşinde nam az
kılm ak için, im am arıyorsunuz, m ahallede yok. A ynı m ah al­
lede 30 tan e ev liy a tü rem iş, şeyh lik ilan eden edene. E nflas­
yon! Adam bana geliyor: "Hocam, diyor, bana göster A k şe m -
ş e d d in gibi bir adam , gidip elin i öpeyim. Tamam! Sen bana
Z e n b illi A li gibi im am göster, E b u S u u d gibi im am göster,
ben de san a A kşem sedd in gibi şeyh göstereyim . İkisi birden
gidiyor. B unların biri çökm üş, gitm iş de öbürü ay a k ta , o l­
maz. Hepsi birden gider veya gelir.
E vet, H a llâ c öyle diyor: "Ancak, kend inden g a y risi için
d epolayab ilirsin . N iy e ti bu olursa, depolam akta m azurdur.
Aksi takdirde, diyor, müm in vasfını kaybeder insan."
m KONFERANSLARIM

Ticari ahlakta, bir başka prensip, aldatm am a p rensibi.


Aldatan bizden değildir." diyor, Hz. Peygam ber,
Muhammedi mümin yalnız d ostların ın d eğil, düşman*
(a r ın ın b ile k e n d in d e n e m in o ld u ğ a a d a m d ır .
Muhammedi diye ona derler. Bakın, Hz. Peygamber'in
lâkabına bakın. el-Em în. Güvenilir adam. Emin, emin... Ne
ilginçtir ki, em in kelimesiyle iman, mümin kelimeleri aynı
kökten gelir Arapça'da. Muhammedül Emîn’dir. Adam din,
iman noktasında onun nübüvveti noktasında kılıç çekiyor.
Fakat, en kıymetli şeylerini emanet etmek için adam aradı
mı onu gidip buluyor. Ona kafa tutarken beraber olduğu
müşrik arkadaşına bir şeyini emanet etmiyor. Biliyor ki Mu-
hammed e emanet etmek garantidir. Mümin bu. Tasavvuf ta­
rihinde bu emin ve eman meselesiyle ilgili hayranlık verici
anekdotlar var. Bir tanesini vereyim. Hicrî 3. asnn büyük
sufîîerinden biri, B işr el-H âfl (ölm. 226/840) uzun yıllar
kendine hizmet etmiş bir müridini birgün çağırıyor: "Gel bu­
raya, diyor. Defol git! Bir daha seni karşımda görmek istemi­
yorum!" Adam: “Efendim, ne oldu, ne yaptım" diyor. Diyor ki:
Düşmanların bile senden emin olmadan sen Muhammedi
olamazken, senden dostlann bile emin değil. Senin kalbin, 30
yıldır nazar ediyorum yalnız düşmanlarına değil, dostlarına
bile ihanet ve hıyanet dolu. Seni, ben ne yapayım! Defol
git!..." Evet, m üm in od ur ki, d ü şm an ları b ile o n d a n
em in olur. Ya d o stla n bile em in olam ıyorsa n e olacak?
Evet, güvenilir olmak, aldatıcı olmamak. Hz. Peygamber, ha­
yatında hiç göz kırpmadı. Başkaları fark etmeden birilerine
bir şey söylemek Ne demek bu?
Şimdi ben size Hz. Peygamber'in hayatından bir örnek ve­
reyim. Birisi gelmiş, sanıyorum, Fetih öncesi: Çadırında Hz.
Peygamber in, birşeyler söylüyor, Hz. Peygamber de her za­
manki o toleranslı, müsamahakâr tavrıyla. Adam iyice sıkın
bîr hal almasına rağmen, yine de yumuşak davranıyor ve çı-
İSLAM DA EKONOMİK AHLAK 185

kıp gidiyor adam. Sababilerden bazıları orada. Hz. Peygam­


ber adam gittikten sonra: "Hakettiği şey bu değildi ama be­
nim müsamaham onu yapmamı engelledi." mealinde birşey
söylüyor. Sahabinin biri diyor ki; "Ya Resulellah, açık söyle­
meniz gerekmezdi, bize göz ucuyla bir işaret etseniz, biz
onun hemen işini bitirirdik." Öyle bir öfkeleniyor Hz. Pey­
gamber, öyle bir celalleniyor ki! "Bana, diyor, böyle bir şeyi
nasıl söylersiniz. Bir peygamber, işmarla konuşmaz, söyleye­
ceğini açık söyler." Yani, katakulleye, ikiyüzlülüğe müsaade
yoktur. Asla yarım dönüş yapmazdı. Kaypaklık yapmazlardı.
Dönecekleri zaman bütün vücutlarıyla dönerlerdi. Güvenli
insan olmak ve aldatmamak lazım. Aldatan bizden değildir.
Ticari hayatta karaborsa da olmayacak.
T ic a re t O dası beni getirdiğine pişman mı olacak, ne
olacak?... Elbette olmaz. Pekçoğunu hepimiz biliriz. Hepi­
niz bilirsiniz. Bir tanesini söyliyeyim. Sebzeler üzerinde mo­
nopol kurarlar, mesela domatesi -gazetelere bu çok intikal
ediyor- fiyatları düşürmemek için denize döküyorlar kam­
yonlarla, tonlar... tonlar... Fiyatlar düşmesin diye. O fiyat
düşüşünü sağlayacak farkı denize döküyorlar, insan kılığına
bürünmüş canavarlar bunlar. Haram mal üretme ve buna
önayak olma, aracı olma, seri halde malı ve geliri lekeler.
S p ek ü lasy o n , çok teknik bir tabirdir bu, haramdır. Bunun
yanında, İslam ahlakı adına konuştuğumuza göre, piyango­
sundan lotosundan, totosundan müşterek bahisinden bilmem
neye kadar haramlar. Ülkeye bakın, kumarhaneye benziyor.
Televizyonu açın, 20 dakika seyredin, yeter. Fazla birşeye ge­
rek yok.
Tabiî, spor sünneti Muhammediyedir. Hz. Peygamber,
putperest pehlivanlarla bile güreş tutmuştur. Bahis koyarak.
O vardır. Ama, m ü şterek bah is yoktur. O, kumardır.
Aziz dinleyenlerim!
186 KONFERANSLARIM

3 saate yaklaştı, bu bitmez. Siz, herhalde çok güçlüsüniiz,


öyle görünüyor. Söz bitmeyecek, siz de bitmeyeceksiniz. Ama,
benim bedenen bitme ihtimalim var. Bu da sizin misafirper­
verliğinize yakışmayacak. Terledim de. Hemen terimi kurut­
mak üzere, hepinize hayırlı günler, başarılı günler diliyorum.
Allah razı olsun. Allah'a emanet olun. Hayırlı iftarlar hepini-
V II
İSLAM DENİNCE NE ANLIYORUZ?1

M uhterem ÎSOD (iyeleri! Hepinize hayırlı akşamlar dili­


yorum. Şimdi zor bir durumda kaldığınızı biliyorum. Yediği­
nizi mi hazmedeceksiniz, beni mi dinleyeceksiniz? Benim ko­
nuşmamın muhtevası umarım sizi fazla zorlamayacaktır.
Değerli Başkan'ın benimle ilk görüştüğü sırada vardığı­
mız mutabakat, konumuzun İslam ve İnsan olmasıydı...
İnsan ve Din konusu, insanoğlunun var olduğu günden
beri temel meseledir...
Din, bazılarının zannettiği gibi, sadece inananları ilgilen­
diren bir m esele değildir. İnsanı ilgilendiren bir meseledir.
İnananı ve inanmayanı ile ve birlikte. Yaşadığımız günler
gayet açık olarak göstermiştir ki; insanoğlunun dini, hayatı­
nın dışına çıkarması, dinle ilgisini kesmek gibi bir noktaya
gelm esi mümkün olmamıştır ve olmayacaktır. Burada dik­
katlerinize bir hususu, altını çizerek arz etm ek istiyorum.
Dünya bir yandan çok güzel ümitlerin sıcaklığı içinde çok gü­
zel beklentilerle yarınlara bakıyor; bir yandan da, muhtemel
felaketlerin soluyuşunu ensesinde duyabiliyor. Böyle kritik
bir dönem yaşıyor insanoğlu.

(1) İstanbul'da ISOD üyelerine verildi ve adı geçen kuruluşun


"ÎSOD'un Sesi" adlı dergisinde Aralık 1992‘de yayınlandı.
188 K O N FE R A N SL A R IM

Dünyam ız, üç m ilyara yakın bir kitleyi arkasından sürük­


leyen ve dünyada; ayda, haftada, günde değil sa a tte bir ik ti­
dar indirip bindiren bir ideolojinin tarihe karışm asın ı y a şa ­
yan, gören ve hâlâ yaşam akta olan k itlelerle doludur. Bunlar
hepim izin birlikte yaşadığı şeyler. Bir ideoloji, dünya nüfusu­
nun yaklaşık üçte ikisini peşine tak m ış ve 24 sa a t insanoğ­
lunun gündüzünü ve gecesini, zihnini, gönlünü, beynini m eş­
gul etm iş bir ideolojii m üsbet-m enfi 70 y ıl gibi bir süre için ­
de, v a a t ettiği üm itlerle, başka bir deyim le, y arattığı bütün
hayal kırıklıklarıyla tarihe göm ülm üştür. Şim di işin burası
değil bizi ilgilendiren, bundan sonrasıdır. D ünyanın yarıdan
fazlasını peşinden sürüklem iş bir ideolojinin böyle korkunç
bir hayal kırıklığı içerisinde insanlığı ve bağlıların ı bırakıp
gitm esi, alkışlam akla bir kenara bırakılacak bir h ad ise d eğil­
dir. B e r lin D u v a r ı nın yıkılışı sadece bir alkış ve oy m esele­
si olarak alınm ıştır; fak at bunun arkasında, dü şün en beyin­
ler ve gören gözler için, biraz da elinizi şakağınıza koyup dü­
şünm eniz gereken bir takım boyutlar ge lm iştir in sa n lığ ın
önüne.
N edir onlar?
Adını koyarak söyleyeyim : M ateryalizm , b ağlıların a vaat
ettiklerini verem em iş, büyük boşluklar b ırakm ıştır insanoğ­
lunun bünyesinde.
Şim di, insanoğlu bu boşlukları dolduracaktır. B ek lentiler
vardı; o beklentileri daha süratle yerine getirm ek isteyecek ­
tir. Bu, insanlığın yapısıdır; felsefe değil, edebiyat değil. B ı­
rakılan hayal kırıklıklarının telâfisi yönü ne gitm ek için sü ­
ratli gayretler vardır dünyanın bütün kıtalarında, bütün b a ş­
kentlerinde; özellikle bu ideolojinin hüküm sürdüğü ülk eler­
de.
Ne oluyor? Bu bırakılan boşlukları insanoğlu neyle doldu­
racaktır? En önem li sorulardan biri budur. B oşlukların dol­
durulm asına başlanm ıştır, dünyanın şu rasın d a, burasında.
I

! İSLAM DENİNCE NE ANLIYORUZ? 189

ı Şim di, olm ak v ey a olm am ak şek linde çok ciddi bir soru şu-
i dur:
j A caba in sa n lık bu boşlukları doldururken, tekrar yeni fe-
j lak etlerin ku cağın a düşecek m idir, düşm eyecek midir? N ite-
j kim , kom ünizm bu boşlukları doldurduğunu v a a t eden sis-
! tem lerin yetersizlikleri yüzünden sahneye çıkm ış bir reaksi-
! yondu. B unun felsefi m ân ası budur. E ğ e r , k il is e n in t e m s il
1 e t t i ğ i d in , in s a n o ğ lu n a v a a t e t t ik le r in i g e r e ğ in c e v e r -
| s e , in s a n r u h u n u n b e k le n t ile r in i g e r e k t iğ i ş e k ild e in*
| s a n lığ ın ö n ü n e k o y a b ils e y d i, k o m ü n iz m s a h n e y e ç ık ­
m a y a c a k t ı.
B ir r e a k s iy o n d u k o m ü n iz m . N e y e r e a k s iy o n d u ? E n -
j g iz is y o n a r e a k s iy o n d u .
[ Şim di m ü saad e ederseniz, biraz da kendi branşım ın, ila-
j h iyatm ; ö zellik le İslam ilah iyatın ın terim lerini ku llanarak
| söyleyeyim : K omünizm, A llah’a fatura edilen zulm ün inletti- I
ği in san la ra , A lla h sızlığ a dayanarak v a a t edilen bir cen net
getiriyordu; vaadi buydu. F ak at A llah'a fatura edilen e n g i­
z is y o n zulm ü nün arkasından, A llah sızlığa fatura edilen zu­
lüm b itm iştir. 70 yıl, çok k ısa bir süre. Bireyin h a y a tın d a
epey bir zam and ır bu; toplum ların ve dünyanın h a y a tın d a
bir andır 70 yıl; hiç birşey değildir. B ir kâin at prensibi var:
İ n k â r a , im a n s ız lığ a v e A lla h s ız lığ a fa t u r a e d ile n z u l-
! m ü n ö m r ü fa z la o lm a z . İ n s a n o ğ lu o n u ç o k k ıs a s ü r e d e
i y e n e r f a k a t A lla h a f a t u r a e d ile n z u lm ü n ü s t e s i n d e n
| g e lm e k , b u k a d a r k o la y d e ğ ild ir .
! N itek im , kom ünizm e hazırlık devresi diyebileceğim iz e n -
j g i z i s y o n zulm ü , insanoğlu nun y a k a sın ı yüzyıllarca bırak­
m am ıştır. Ç ünkü kendi arkasına aldığı d estek, bu lduğu ve
| istism a r e ttiğ i değerler, İlâhî değerlerdir. Bugün aynı soru
bütün şid d etiyle yine gündem dedir, in k âra fatura edilen zu ­
lüm lerin kurtulan veya kurtarılan insanlık, h an gisin i derse-
190 K O N FER A N SLA R IM

niz deyin, şim di acaba yeni bir inkâr zulm ü nün k ah rın a mı
dûçar olacaktır? Yeniden Allah'a fatura edilen zulüm lerin ,
din patenti altında insanlığı sömürecek zulüm lerin pençesine
mi düşecektir? Yoksa bunların hiçbiri olm ayacaktır da, üm i­
dim iz tecelli edecek ve insanlık ne inkâra ne de A llah'a fatu ­
ra edilen zulüm lerin esaretine değil, bu defa gerçekten güze­
lin, iyinin ve m utluluğun basam aklarını çıkm aya ve ufkunda
yeni aydınlıklar görm eye m ü sait bir noktaya mı gelecektir?
Bunu, Yaratıcı biliyor. Fakat, şunu biz bilm ek zorundayız ki;
bu, insanoğlunun gayretine bağlı bulunuyor.
Şu üç alternatiften birinin dünyada egem en olm ası in s a ­
noğlunun gayretine bağlı bulunuyor. Ş u nu e sefle söyleyeyim ;
dünyayı durm adan bu mânada ve bu kon sepsiyonların etra­
fında faaliyetlerle dolaşan bir insan sıfatıyla söyleyeyim : İn­
sanoğlu, Yaratıcı Kudret'in kendisine iyiyi ve gü zeli gönder­
medeki niyetine uygun bir gayretin içinde görülmüyor? M aa­
le s e f faaliyetlerin, dünyanın şurasında bu rasınd a, daha iki
yıl, üç yıl gibi bir süre içerisinde hayal kırıklıkları yaratm aya
başladığını görüyoruz. Daha net söyleyeyim -um arız, ald an ı­
rız, bir yanlış tespitte bulunm uş oluruz- görünen odur ki; in ­
sanlık yeniden A llah’a fatura edilen, ru hsallığa fatura edilen,
m aneviyata fatura edilecek olan zulüm lerin kırbacının altına
doğru gitm ek meyli içindedir ve böyle bir sathı m âile girm iş­
tir. Her gün gazeteleri açtığım ızda, eğer okuyorsanız ve bil­
h assa görerek okuyorsanız, buna delil olacak birçok şeyle
karşılaşm anız mümkündür bir uçtan bir uca.
B ugünkü gazetelerd e vardı; R u sy a 'd a , m an evî doyum
ruhsal doyum adına, k itleler halinde, orgazm a yönelik bir ta ­
kım şovlarla, insan yığınlarının tatm ini cihetine gidildiği. Ve
m esela, dünyada bugün artık her m ah allede bir kaçm a te sa ­
d ü f edebileceğiniz ruhçuluk h arek etleri, in sa n lığ ın m an evî
boşluklarını doldurm aya yönelik gayretler artıyor. Ü lkem iz
de elle tutulur faaliyetler içindedir. Şim di bütün bunlar aca-
İSLAM D E N İN C E N E A N LIYO RU Z? 191

ba in san a Yaratıcı'm n m utlu olsun diye, peygam berler aracı­


lığı ile gönderdiği din gerçeğinin h izm etin d e mi olacaktır;
onu gerçeği ile insanlığın önüne mi çıkartacaktır, yoksa, onu
yen id en bir m u sib et haline getirerek yozlaştırm ak su retiyle,
in san lığı yeni inkârcı arayışlardan m edet um m ak gibi bir sü ­
recin içine mi sokacaktır? B unlar bugün, sorular h a lin d e in ­
sa n lığ ın önünde duruyor. Şim di gelelim , bizim k o n fera n sı­
m ızda, size birkaç dakika içerisinde, bu ciddi soruların ceva­
bı olarak düşündüğüm üz şeyleri söylem e noktasına.
D eğerli dinleyenlerim ! İslam dedik, insan dedik. İslam ’la
insan birbirine; biri olm ayınca, öteki olm ayacak şek ilde bağlı
iki kavram dır. Gerçek anlam ıyla İslam'ı ortaya getirdin iz mi,
gerçek anlam da insan ortaya gelir. Gerçek anlam da insanı
y a k a la d ın ız mı, gerçek anlam da İslam 'ı y a k a la r sın ız . İs­
lam 'ın, za te n k elim e anlam ı, in sa n ın Y aratıcı K udrete ve
k â in a t p ren siplerine te slim iy e ti, onlarla uyum lu y a şa m a sı
dem ektir. K elim e anlam ı budur. Biz bunu, Y a ra tıcıy a te s li­
m iyet diye ifade ederiz.
O hald e, insan, varlık yapısınd a saklı olan ve kendinden
beklenen en güzel değerleri, m ükem m ellikleri üretip ortaya
çık ard ığı za m a n , e lle tu tu lu r r e a lite ler h a lin e g e tir d iğ i
zam an, İslam da önünüze gelir. Bu ne dem ektir? Bu şu de­
m ektir: İ s la m , in s a n a r a ğ m e n b ir a n la y ış d e ğ ild ir ; in ­
s a n iç in v e in s a n la b e r a b e r b ir a n la y ı ş t ı r v e d in m e s e ­
le s i n in o m u r g a n o k ta la r ın d a n b ir i d e b u d u r .
Ş im d i bu rad a, "İslam" d erk en onun te m e l k a y n a ğ ı
Kur’an-ı Kerim'in İslam 'dan ne anladığını ifadeye koym ak la ­
zım . B ütü n p eygam b erlerin in sa n lığ a bir m u tlu lu k yolu,
m u tlu lu ğa giden prensipler y ekûn u olarak getirdiği tüm sis­
tem lere K ur’an-ı Kerim "İslam " dem ektir. Sad ece Hz. Mu-
ham m ed'in tebligatı değildir; sakın böyle bir y a n lışa g itm e­
yin . Hz. İsa'nın, M usa’nın, D âvud'un, Eyyub un, Y u s u f un,
Süleym an'ın hepsinin getirdiği, aynı kaynaktan alın m ış aynı
prensiplerdir. Tüm ünün adı İslam'dır. Genel adı "İslam"dır.
192 K O N FE R A N SL A R IM

Allah'ın insanoğluna, m utlu olsun diye vahyin aracılığı ile


gönderdiği bütün prensiplerin genel adı İslam 'dır. Bu pren­
siplere, kim hayatında, ne kadar fazla yer veriyorsa, İslam 'a
en yakın olan, odur.
Yani K u r’a n -ı K e r im b u r a d a b ir p a t e n t h e g o m a n y a s ı
g e tir m e z . M üslüman bir babanm -annenin çocuğu olmak, İs­
lam'ın bütün değerlerinin mâliki olm ak gibi bir şansı verm i­
yor size. Bunu Kur’an-ı Kerim k esin lik le reddeder. H atta ba­
banız peygam ber olsa bile, böyle bir şan sın ız yoktur. B izzat
kend inizin ne yaptığı, sizi M üslüm an yapar veya yapm az.
O ğlunuzun peygamber olm asının da bir etkisi yoktur.
Kur’an-ı Kerim bunları bize açıkça gösteriyor. G ü n a h ta
d a v e r a s e t y o k tu r , h a y ır d a d a . Süjenin-ferdin, bizzat k en ­
di a k tiv itesid ir onun ne olduğunu b elirleyen . D o la yısıyla
Kur'an-ı Kerim, "bizim ecdadımız şöyle yapardı" sözünü put­
perestliğin bir belirtisi olarak görür. Bunun Kur'an'ın dünya­
sında yeri yoktur. Benim babam şuydu, dedem şuydu, a ta la ­
rım ız buydu. Bunu belki 50'ye yakın ayetind e, Kur’an-ı Ke­
rim putperestliğin vasıflarından biri olarak verir. "Ben şöyle
yapıyorum" diyebilm ek lazım dır. K ur'an’ın getirdiği h a y a t
anlayışında bu var. Falancalar yaptı, ben de onların filanca-
sıyım şeklinde söze girdiniz mi, daha ilk adım da Kur’an'ın dı­
şına çıkarsınız.
Kırk yılın ı bu işi araştırm aya verm iş, otuza yakın eser
vücuda getirm iş bir insan olarak, bir noktayı daha verm ek
istiyorum size. Peygam berlerin elin d en in sa n lığ a tak dim
edilm iş şekliyle, gerçek şekliyle, İlâhî y ap ısıyla, daha n et söy­
leyeyim , ana kaynağı Kur’an-ı Kerim'deki şek liyle İslam 'ı bu­
gün sokakta, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir
M üslüm an ülkenin y aşan tısın d a görm eniz m üm kün d eğ il­
dir...
Bugün yeryüzünün şurasında veya bu rasınd a Kur'an'ın
getirdiği saf, berrak, n et yapısıyla İslam ’a örnek olacak hiç
İSLA M D E N İN C E N E AN LIY O R U Z? 193

bir top luluğa ve y a şa n tıy a m a a le se f tan ık olabilm iş d eğiliz,


olam ıyoruz. Bu bir ta lih sizlik midir? Bunu bir talihsizlik , bir
ihm al, ne sayarsanız sayın; fa k a t bir talihin olduğu m uhak­
kak. Bir b ah tiyarlığın olduğu m uhakkaktır, o da şudur: İs­
lam 'ın, hiç k im sen in y a n lışın d a n , y o z la ştın lm a sm d a n söz
! edem eyeceği bir kaynağı vardır; o da Kur'an-ı Kerim'dir.
Hiç bir dinin, İlâhi kelâm sıfatını taşıyan ve insanoğlunun
hiç bir dejenerasyonunu m u sa lla t edem ediği böyle bir kayn a­
ğı yoktur. Bu yalnız İslam 'ın bahtiyarlığıdır.
O halde, "İslam nedir?” sorusunun, aklı başında, vicdanı
yerinde ve im anı da yerinde insanlar tarafından aranacak ce­
vabı Kur'an-ı Kerim'dedir. B unu en küçük m ânada su la n d ı­
ranlar, evvelâ ken d ilerin i aldatırlar, sonra da İsla m ’a hiya-
İ n et ederler. Efendim İslam m irası şu, şu, şu kalem lerden olu-
| şur diye sayarsınız. B unlar ne oluyor? Tam am , bunlar geniş
dairenin içinde, fak at h ep sin in m ih en gi, hepsinin kaynağı,
hepsinin hizaya getiricisi ve hepsinin olm ası gerekenini gös­
teren kaynak Kur'an-ı Kerim'dir. Başka söylem ek mümkün
değildir. Bu dini Kur'an-ı Kerim getirdi. Bu dinin, çerçevesi-
| ni, m u h te v a sın ı, h e d e fin i, s tr a te jisin i, şek lin i şem a ilin i
Kur'an-ı Kerim getirm iştir. D olayısıyla, İslam'ın asırlar için­
de karartılan çehresi, yozlaştırılan bünyesi Kur'an-ı Kerim’in
filtresin d en geçirilerek onun en d a zesin e vurularak ve onun
kriterleriyle yeniden yapılandırılarak, insanlığın önüne çıka­
rılm alıdır. Bu çok zor iştir. N iy e t edinceye kadar. N iy et e ttik ­
ten sonra o kadar zor değildir. Sadece ilim ve düşünce fa a li­
yeti gerektirir. Kur'an-ı Kerim bunları da söylüyor.
O halde aziz dinleyenlerim , din m eselesinde sam im i olan­
lar evvela şu y a n ılg ıd a n k u rtulm ak zorundadırlar. Kendi
ben lik lerin i, kendi iç dü nyalarını, kend i şuurlarını ku rtar­
m alıd ırlar. S o k a k ta g örd ü ğü n ü z şey İslam değild ir. İ s ­
lam'dan bir şeyler vardır onda am a tam am en İslam değilir o.
F azla yorm ayın kendinizi. B ütün bir ömür m ezarlıklara hap-
194 K O N FE R A N SL A R IM

settiğim iz, bütün bir ömür, sadece evlerim izde sü slü k ılıflar­
da asm ayı ken d isin e saygı telâkk i e ttiğ im iz ve b ü tü n bir
ömür, yüzde en fazla birim izin-ikim izin okuduğu, ne dem ek
istediğini anlam ak için okuduğu Kur'an-ı K erim ’i şöyle biraz
sabredip, bir iki-üç ay okursanız, içinde ne var diye, söyled ik­
lerimizin haklılığını anlayacaksınız.
Şimdi iki m alzem e var ortada. Benim ku llandığım terim ­
lerle, İslam ’a fatura edilen şeyler ve gerçek İslam . B unların
birbirinden ayrılm ası lazım . İslam ’ı 21. yü z y ıla girerk en ,
sahneden uzak tutm ak isteyenlerin işte bu noktada g a y e t ze ­
ki bir oyunları var ve m a a lesef dünyanın bir çok yerin d e bir
çok M üslüman da bu oyuna teslim olm uştur.
Her parçası bir taraftan alınm ış bu kaos dini "İslam" diye
insanlığın önüne çıkarılıyor ve onun taşıd ığı bir yığın açık,
bir yığın karanlık, bir yığın tutarsızlık, gerçek İslam 'a fatura
edilerek insanlığa "İslam” dediğiniz şey budur. B una y a k la ­
şırsanız yanarsınız." deniyor.
Bu, İslam'ı sahneden uzak tutm ak isteyen lerin bugün, s ı­
ğındıkları bir num aralı stratejidir ve onlar h esab ın a gerçekte
hiç bir m asrafa da mal olmuyor. İslam adı altın d a bir takım
tutarsızlıkları dünyanın şurasm da-burasında in san lığın önü­
ne çıkarın ve insanlık bundan tiksinsin. Oyun, işte bu!
Şimdi, burada evvela; inan anların, sonra da sam im i ola­
rak gerçeği arayanların, İslam 'a in an m asalar da, in sa n lık \
borçlan şudur; acaba, sokakta, bizim önüm üzde arzı endam j
eden acaiplikler, Hz. M uham m ed in, A llah'tan vahiy ile aldı- i
ğı ve insanlığa tebliğ ettiği dinin aynısı mıdır? Bu soruyu so­
rup bunun için biraz g a y ret sarfetm ek lazım . O zam an
Kur'an-ı Kerim g elecek tir. K u r 'a n -ı K e r im d ı ş ı n d a İ s ­
la m 'ın g ü v e n ilir h iç b ir d a y a n a ğ ı y o k t u r . <
Kur'an-ı Kerim bize peygam berliğin bittiğini söylüyor. E s­
ki dinlerde, yozlaşm alan n , sonradan gelen bir peygam berin j
İSLA M D E N İN C E N E AN LIY O R U Z? 195

aldığı vah iylerle d ü zeltild iğ in i söylüyor. Kur'an-ı Kerim'de,


belki yüzlerce a y et var bu konuda, in sa n lık ta h rif ediyor, Ya­
ratıcı Kudret ta sh ih ediyor gönderdiği bir peygam berle.
F ak at peygam berlik dönem i bitti. B ittiği içindir k i, aziz
din leyen lerim , C enab-ı H akk şu n u ilan etm iştir, in sa n lığ a
artık peygam ber gelm eyecektir. Am a vahyin size göklerden
u la ştıra ca ğ ı ışığ ı ila h i bir g a ra n tiy le şu Kur'an-ı Kerim'de
saklıyorum , onu koruyorum. Kur’an'ın en büyük m ucizelerin­
den biri onun dokunulm az bir şek ild e m u hafaza edilm iş ol­
m asıdır, devam edeceğidir. Cenab-ı Hakk: "Onu biz indirdik
biz koruyacağız" diyor. G ayet açık. İşte, bütün sürçm elerin,
yanılm aların, eksiklerin, gediklerin, tartışm aların nihaî dü­
zeltm e mercii Kur'an-ı Kerim dir ve m a a lesef İslam dünyası,
Kur'an-ı Kerim'i bilmiyor.
B ir n o k ta y ı d a h a d ik k a tle r in iz e su n m a k istiyorum :
K u r 'a n -ı K e r im 'i h e r k e s o k u r v e h e r k e s a n la r , K u r'a n
b u n u y e m in l e s ö y lü y o r . B öyle p ek iştirilm iş y em in lerle
söylü yor C enab-ı H akk: "Biz b u nu k o la y la ştırd ık , h erkes
oku sun , anlasın diye" Eğer A llah yalan söylem iyorsa herkes
Kuran'ı anlar. N e dem ek herkes Kur'an’ı anlar?
K u r ’a n -ı K e r im b ü tü n in s a n lığ a u z a n a n b ir r a h m e t ­
tir . H e r k e s k e n d i b o y u tu n a g ö r e K u r 'a n 'd a n b ir n a s ip
a lır . Y a n lız b ir b o y u t v a r d ır k i, o r a d a e n b a s it in s a n ­
d a n e n y u k a r ıd a k i in s a n a k a d a r h e r k e s a y n ı n a s ib i
a lır . N ed ir o? E sk ilerin deyim iyle " z a r û r â tı d in iy e" . Dinin
k u llu k borcu olarak, insand an isted iğ i şeyleri anlam a bakı­
m ından bütün insanlar Kur'an'dan aynı şeyleri anlarlar.
Hiç istisn a sı yok bunun. Zarûrâtı diniye, dinin sizden salt
insan olarak, Allah'ın kulu olarak istediği vecibeler var; onla­
rı anlam ak bakım ından dünyanın en zevkli, en rah at a n la şı­
lır, en kolay, en doyurucu ve k a lıcı Fikirlerini veren kitap
Kur'an-ı Kerim'dir.
196 K O N FE R A N SL A R IM

Kendim izi ve başk aların ı aldatm ayalım . "Ben Kur'an-ı


Kerim'i aldım" diyor adam . Kur’an ’ın, kara d elik lerden bah­
seden, güneş sistem inden, biyolojik kan unlardan , h a tta bir
kısm ı h enü z ilim tarafın d an k eşfed ilm em iş k an u n lard an
bahseden ayetlerini okuyor, anlam ıyor. N e işin var sen in o
ayetlerle? Ben 40 yıllık ilah iyatçıyım , ben de anlam ıyorum
onları. H atta kitaplarım ın bazılarında bu ayet bizim branşı­
mıza girmez, astronom iye ilişkindir, ancak o daim u zm an lan
bunu anlar deriz. Ama Kur’an ’a bağlı bir in sa n sıfatıyla,
K u ra n ın bizden m utlaka asgari m üşterekler olarak istediği
şeylerin hepsini, herkes okuduğu zam an anlar. Kur’an-ı Ke-
rim’de ne diyecek? "Yalan söylem eyin" diyecek? N e diyecek?
"Yetim malı yemeyin" N e diyecek? "Çalışın," N e diyecek?
"Ahdinize vefa edin". N e diyecek? "B aşkasının evin e kapıyı
çalıp, selam vermeden girmeyin."
Başkalarının evine girm eyi dü zenleyen 6 ta n e ayet var
Nur suresinde. Aynı surede, tesettü r m eselesin e el atan bir
tane ayet var.
Bunlar üzerinde de düşünm ek lazım . A ltı tan e ay et var
Nur suresinde, evlere giriş şek lin i dü zenleyen ayet. Bir şey
söylüyor insanlığa. B unların hiçbirisi, herhangi biri tarafın­
dan okunduğunda anlaşılm az değildir. Benim yazım ı anlam ı-
yabilirsiniz, am a Kur’an’ın ayetlerini okudunuz m u an larsı­
nız. "Yetim malı yem e, karnına ateş doldurm uş olursun" (N i­
sa, 10) diyor. N e var bunda anlaşılm ayacak? "Ramazan ayı
oruç tutun” diyor. "Hastaysan tu tm a, sonra tu tarsın ; yolcuy­
san tutm ayabilirsin, sonra tutarsın." (Bakara, 182-187)
N e var bunda an laşılm ayan , neresin d e ne var? Kur’an-ı
Kerim’i Arap ve Acem geleneklerin in gen elgesi gibi in sa n lı­
ğın önüne çıkarmak isteyen lerin düzenledikleri "ilm ihal" adı
altındaki kitaplarda zihin m astürbasyonları yapm ışlardır.
İşi içinden çıkılm az şek le sokm uşlardır. H a, b u n lar yok
İSL A M D E N İN C E N E A N LIY O R U Z? 197

K ur'an-ı Kerim'de. E lbette yok Kur’an-ı Kerim'de. Şü kürler


olsun k i yok. E lbette yok.
Kur'an-ı Kerim "namaz kılın” diyor size, "bu k u lluk borcu-
nuzdur" N e g etirm iş? R ukûunu verm iş, sec d e sin i verm iş,
kıb leye y ö n elişin i verm iş, kıraatini verm iş, abd estin i verm iş,
g u slü n ü verm iş. N e kalıyor geriye? Geriye ne kalıyor? N am az
b u n lar za ten . H u şû da verm iş. Aman zih n in izi tam şek ilde
verin A llah'a ibad et ederken; o bir derim i m editasyon. Beden
de b u n a eşlik ediyor. A lm ış başkaları bunu, nam azı Çin akro­
b a sisi şe k lin e getirm iş. Şim di bu akrobasi Kur’a n ’da yok.
Ona n am a z diyen kim ? Ayaklarının santim i, eğildiğin zam an
b elin in bu rası, burnunun burası, parm ağının şurası. N erde
bunlar? B unlar ne Kur’an-ı Kerim'de var ne de Hz. Peygarn-
ber'in h a y a tın d a var.
Kur'an'm gösterd iği ve Hz. Peygam ber in kıldığı şek liyle
nam az, o Kur'an'da var. Öbürü, nam azı içinden çıkılm az bir
ızdırap h a lin e getirip kitleleri Allah'a secde etm ek ten alıko­
yan bir tavır. O yok Kur'an-ı Kerim'de, aziz dinleyenlerim .
O bak ım dan , biz şu ayrım ı ısrarla yapıyoruz. İslam dün­
y a sın ın h er tarafın da Kuran'a dönüşü önce M üslüm anları/»
ve sonra da in sa n lığ ın m u tlulu ğuna bir reçete olarak gören
ilim ve düşünce adam ları şu ayrımı yapıyoruz: K u r 'a n ’m İ s ­
lâ m î, K u r a n 'd a k i İ s la m v e y a g e r ç e k İ s la m . Bir de, g ele­
neklerin besled iği ne idüğü belirsiz din...
B u ayrım ı yapm azsanız İslam'ı anlam anız ve İslam yoluy­
la A llah'a yak la şm a n ız m üm kün olmaz. B urada sözlerim i bi­
tirm e n ok ta sın a gelirken, hiç bir tevazu aktörlü ğüne g itm e­
den, g a y e t açık, "şöyle düşünürler, böyle derler" dem eden bir
nok taya daha dik katin izi çekeyim: K u r 'a n 'd a k i İ s la m k ita ­
bımı okuyun.
İn san ım ız bu K u r 'a n ’d a k i İsla m 'la , din adı altın d a in sa ­
nım ızın önü ne çıkarılan karm aşanın, h a lita n ın ta h lilin i ve
birbirinden ayrılm asını m uhakkak ve m uhakkak yapm a nok­
ta sın a gelm iştir. Bu, Türkiye açısından, bizim insanım ız açı­
sından günüm üzün en hayatî m eselesidir.
198 KONFERANSLARIM

Eğer bu yapılmazsa, 70 yılda çöktüğünü söylediğimiz ide­


olojinin ve benzerlerinin insanım ıza yapam adıklarını din
adına yapacaklardır insanım ıza, B inâenaleyh, ülkem izin
hem İslam'ı gerçekten sevenleri hem de insanı sevenleri bu
hayatî meselede ciddi bir tavır takınmak zorundadırlar.
İnanmayabilirler, inanmayabilirsiniz. İhmalleriniz olursa
zaten İslam sizi kendisi dışına itmez, çerçevesi dışına çıkar­
maz, ne kadar ihmaliniz olursa olsun.
Şimdi insanımıza bir de bu yolla bir kötülük ediyorlar. İs­
lam meselesinde, din meselesinde eksiği olanları dinin dışına
itiyorlar. Karanlığa mahkûm olmuş nesillerin günahlarının
en az yansı görevlerini yapmayanların sırtındadır.
B e n im b ir k o rk u m d a h a var: E ğ e r b u d in , İsla m ,
g e rç e ğ in d e o ld u ğ u g ib i b izim in s a n ım ız a a n la tılm a z s a
v e bu a n la tılm a m a k ta n k a y n a k la n a n a ç ık la r , b ir ta ­
kım a fo r iz m a la n ç a lış tır a r a k j a s k ı l a n , z o r la m a la r ı
d e h şe tle ri v e ş id d e tle r i ç a lıştır a r a k te la fi e d ilm e c ih e ­
tin e g id ilir s e b ir k a ç s e n e so n r a , fa z la d e m iy o r u m ,
T ürk ç o c u k la r ın ın g r u p la r h a lin d e , H ır is tiy a n v e y a
B u d ist o ld u k la r ım görm ek , h iç u z a k b ir ih tim a l d e ğ il­
dir.
Herkes kendine çeki-düzen vermeli ve düşünmelidir bu­
nu. Artık A lla h 'ı şu r a y a b u ra y a h a p s e tm e c ü r e t in e
kalk m a d e v r in in k ap a n m a sı lazım .
Bir İlahî sorumluluğun hepimizin ensesine bindiği günleri
yaşıyoruz, bunun nefesini herkes ensesinde hissetm elidir.
Sorumluluklarınız var. Yarınlar için var, dünden bize akta­
rılmış emanetlere borçlarımız var.
Bizim insanımızdan özellikle iki zümre bu sorumluluğun
altında: Birisi ilim ve düşünceyi temsil edenler. Eskiler buna
"ulema" derler; İkincisi de, kapitali-serveti-im kânı tem sil
edenler ve onlara sahip olanlar. Bunlara da "ağniya"derler,
İSLAM DENİNC E N E ANLIYORUZ? 199

eskiler. Ve, derler ki: "Ağniya ile ulema ihanete girdi mi, o
memleketin işi bitiktir.” Ağniya ile ulema görevini yapmazsa
o m emleketin işi bitiktir. Biz kısaca "aydın" diyelim. Aydın
bu ülkede görevini yapmıyor, yapmamıştır. Halkını alaya al­
mayı hüner zannetmiştir. Halkını düşük görmeyi hüner zan­
netmiştir.
Halkını bir tür "mahluk" gibi görmeyi meziyet zannetm iş­
tir. Günahı vardır, suç işlemiştir. Şimdi bizim insanımızdan
bizim aydınım ızın özür dilemesi lazım. Servet sahipleri de
görevlerini yapmamışlardır, hiç yapmamışlardır.
Görevini savsaklayan bu iki tipten bir karma tip çıkmıştır
şimdi, o da politikacı tipidir. Politikacı buradan gelir. Şimdi
m illet illallah diyor bundan. Ben 47 yaşını dolduruyorum;
ben hayatım boyunca illallah demişim bir vatandaş olarak.
Yalana teslim ettiler insanımızı.
Politika gibi, insana hizmetin en haysiyetli olması gere- j
ken kurumu bir utanç vesilesi haline getirdiler. İş yapacağı­
na, akima, izanına, imanına güvendiğimiz bir yığın insana:
"Buyrun hizm et yapın yahu, niye oturuyorsunuz"? dediğimiz
zaman: "Ben çocuklarıma babası milletvekili oldu" diye bir
ad bırakm ak istemiyorum" diyor adam. Ne demektir bu?
Eminim her biriniz yüzlerce şekliyle duymuşsunuzdur top­
lumda. "Ben istemiyorum" diyor. Ne için buraya geldi bu?
Bu, aydının çürümesinden ve zenginin, servetinin rakamını
kabartmayı bahtiyarlık zannetm esinden kaynaklandı. Bu
hata devam ediyor.
Şimdi komünizmin çöküşü âdeta kapitalizm in ve servet
şım arıklığının zaferi gibi karşılanıyor. Yanlıştır, bu hesabı
böyle yapanlar yarın kafalarını duvarlara vururlar. Çünkü
k o m ü n iz m z a te n k a p ita liz m in v e le d i z in a s ıd ır ... Eğer,
kapitalizmde hayır olsa, komünizm zaten ortaya çıkmazdı.
İnsanlık yeni bir takım dengeler anyor. O çöktü, bu çıktı.
Emme basm a tulumbalar gibi bir zulüm gitti, öbür zulüm
200 K O N FE R A N SL A R IM

geldi. C h u rch ill'e soruyorlar; kap italizm le-k om ü n izm i de­


ğerlendirir m isiniz kısaca? Cevabı son erece dâhiyanedir; di­
yor ki: "Kapitalizm nim etlerin e şit olm ayan dağıtım ı, kom ü­
nizm ise sefaletin e şit dağıtımıdır" buyurun isted iğin izi se ­
çin...
H angisinde m utluluk var? Hiçbirinde. Şim di yeni denge­
ler arıyor insanlık. Bu yen i dengeleri ararken, tekrar tarihî
hatalarını işleyip, yeni bir takım İlâhî kam çı hü viyeti taşıyan
sistem lerin kucağına düşm esin diye gayret gösterm ek lazım .
Aziz dinleyenlerim , sözlerim i burada bitiriyorum ve size
bir şeyi, bir riski vardır, am a o risk e rağm en, kendi vicdanî
görevimi yapm ış olmak için söylüyorum . Şurada bir çerçeve
çizdik ve dedik ki: "Bu İslam denen ilahi kurum u, boyutları­
nı, m uhtevasını, hedefini başlangıç ve b itiş nok tasını ve h a­
reket tarzını Kur'an-ı Kerim belirler. Her şeyi onun ölçüsüne
vuracaksınız, ona uyuyorsa, eyvallah hoşgeld in , uym uyorsa
din dışıdır."
Bu anlayışı bizim insanım ızın g ayet rahatlıkla tak ip ede­
ceği ve 15 yıl gibi bir zam anım ızı vererek bir eser vücuda ge­
tirdik: K u r'a n 'd a k i İ sla m . Onu, bizim insanım ızın okum ası
gereken hayatî kitap diye ben tescil ediyorum ve burada size
de aynı şeyi tekrar ediyorum. Çünkü, yerine koyacağınız baş­
ka birşey yoktur. Olacaktır; Allah'ın izn iyle daha gü zelleri
olacaktır. Şu anda yoktur.
Bu Kur'an'm getirdiği din nedir? K om şum uzla m ü nasebe­
tim izden, Allah'la m ü nasebetim ize kadar, m ikrodan mak-
roya kadar; 24 sa a t bizim le beraber olduğunu, şah dam arı­
mızdan bize daha yakın olduğunu söyleyen Allah'ın bize gös­
terdiği h a y a t standardı, bunun boyutları, bunun k r ista lle ş­
m iş, elle tu tulu r görünüm leri nelerdir?.. B unları verdik o
eserde.
Bunu da bir görev duygusu içinde size bildirdikten sonra
ben konuşm am a burada son veriyorum ; hep in ize teşek k ü r
ediyorum.
200 K O N FE R A N SL A R IM

geldi. C h u rch ill'e soruyorlar; kap italizm le-k om ü n izm i de­


ğerlendirir m isiniz kısaca? Cevabı son erece dâhiyanedir; di­
yor ki: "Kapitalizm nim etlerin e şit olm ayan dağıtım ı, kom ü­
nizm ise sefaletin e şit dağıtımıdır" buyurun isted iğin izi se ­
çin...
H angisinde m utluluk var? Hiçbirinde. Şim di yeni denge­
ler anyor insanlık. Bu yeni dengeleri ararken, tekrar tarih î
hatalarını işleyip, yeni bir takım İlâhî kam çı hü viyeti taşıyan
sistem lerin kucağına düşm esin diye gayret gösterm ek lazım .
Aziz dinleyenlerim , sözlerim i burada bitiriyorum ve size
bir şeyi, bir riski vardır, ama o riske rağm en, kendi vicdanî
görevimi yapm ış olmak için söylüyorum . Şu rad a bir çerçeve
çizdik ve dedik ki: "Bu İslam denen ilahi kurum u, boyutları­
nı, m uhtevasını, hedefini başlangıç ve b itiş n ok tasını ve h a­
reket tarzını K uran-ı Kerim belirler. Her şeyi onun ölçüsüne
vuracaksınız, ona uyuyorsa, eyvallah hoşgeld in , uym uyorsa
din dışıdır."
; Bu anlayışı bizim insanım ızın g ayet rahatlıkla tak ip ede-
... ceği ve 15 yıl gibi bir zam anım ızı vererek bir eser vücuda ge-
i, tirdik: K u r'a n 'd a k i İ sla m . Onu, bizim insanım ızın okum ası
gereken hayatî kitap diye ben tescil ediyorum ve burada size
de aynı şeyi tekrar ediyorum. Çünkü, yerine koyacağınız baş­
ka birşey yoktur. Olacaktır; A llah’ın izn iyle daha gü zelleri
olacaktır. Şu anda yoktur.
Bu K uran ın getirdiği din nedir? K om şum uzla m ü nasebe­
tim izden, Allah'la m ünasebetim ize kadar, m ikrodan mak-
roya kadar; 24 sa a t bizim le beraber olduğunu, şah dam arı­
mızdan bize daha yakın olduğunu söyleyen Allah'ın bize gös­
terdiği h ayat standardı, bunun boyutları, bunun k r ista lle ş­
m iş, elle tu tulu r görünüm leri nelerdir?.. B unları verdik o
eserde.
Bunu da bir görev duygusu içinde size bildirdikten sonra
ben konuşm am a burada son veriyorum ; hep in ize teşek k ü r
ediyorum.
V III
RU H SA L Y Ü K SELİŞİN Y O LLA RI 1

D eğerli dinleyenler!
R uhsal y ü k se liş deyince ne anlıyoruz? Kem ik yığın ı ola ­
rak gördüğüm üz vücudum uz içinde sonsuz bir gü zelliğin to­
hu m u n u taşıyoruz. Tohum u çürütm eden, onu, içim ize koyan
kudretin istediği kıvam a getirerek ondan sonsuzluk m ey vasi­
ni üretm ek borcundayız. T evh it inancında in sa n lığ ın ruh ve
beden birliği esa stır.
Bu, bedenin de ruhun da ihm al edilm em esini gerektirir.
İnsan oğlu sü rek li bir biçim de bu birlikleri p arçaladığı için,
hep ıstırap çekm iştir. U nsurlardan bir tan esi zed elen diği za ­
m an, öteki de dengesini yitirir. Doğu, önem i ruha verdiği için
bedeni ihm alin faturasın ı çok acı ödem iştir. Batı ise tam ter­
sine, bütün dikkatleri dış dünyaya çevirdiğinden kayba uğra­
m ıştır. İnsan lığa yeni bir denge lazımdır. Ben inanıyorum ki
bu dengeyi Kur’an-ı Kerim getirm iştir.
R uhsal y ü k se liş deyince ne anlıyoruz? B unun am acı n e ­
dir? R uhsal a la n d a y ü k selin ce nereye varırız ve ne oluruz?

(1) İstanbul’da U ran H olding merkezinde verildi ve adı geçen Hol­


ding tarafından Haziran 1993'te yayınlandı.
202 KONFERANSLARIM

Konunun en Önemli yanı, yön ve yol sorunu. Yol lazım ki


yürüyesiniz; yürüdüğünüz yolun sizi bir yere götürmesi için
yön önemlidir. Yolu bulmak lazım ama evvela yönü tespit
etmek lazım. İnsan açısından önemli olan yön, imana ulaş­
maktır. Ana h e d e f in s a n ın ö z ü n e u la ş m a s ıd ır . Ruhsal
yükselişin de bir anlamı budur. D in d e b u n a, A llah 'a v a r ­
m ak d iy o ru z. İnsanın özüne ulaşmasıdır bu. İnsanın özün­
de zaten Allah var. Eğer olaya Kuran açısından bakarsanız
insan, gerçek benliğini aradıkça Allah'a yaklaşır ve Allah’a
yaklaştıkça gerçek benliğine ulaşır. Allah a gidince insanın
özünü buluruz. G erçek h ü r r iy e t is e in s a n ın A llah'a
va rm a sıd ır. Çünkü gerçek hürriyet sizin özünüze bağlan-
manızdır. Karanlıklardan, sahteliklerden arınmaktır. Özü­
nüzde Allah olduğuna göre öze gidildiğinde gerçek benliğe
ulaşılır. Biz hep hüm anizm den bahsederiz. Bütün dünya­
nın önüne çıkartılan bu kelim enin gerçek m ânasının öze
varmak olduğunu pek hatırlamayız. Ruhsal yükselişin hede­
fi Allah'a varmaktır. Bunu, insanın hedefi benliğine ulaş­
masıdır diye verebiliriz. Felsefede k o z m ik b e n liğ e u la ş ­
m ak olarak bilinir. İnsan, kâinat dediğimiz, bir büyük vücu­
dun parçasıdır. Büyük vücudun ruhu Yaratıcı Kudrettir. O
kudret, insana kendinden birşey vermiş. Yani b iz b ir y a n ­
dan A llah'ın n e fh a sı, b ir y a n d a n da k â in a tın b ir p a r ç a ­
sıy ız. Ruhsal yükseliş meselesinde evvela bu şuur noktasına
ulaşmak lazım. Görebildiğimiz ve göremediğimiz, kavrayabil­
diğimiz ve kavrayamadığımız kadarı ile bu k â in a t d e d iğ i­
m iz b ü y ü k o lu şu m u n b ir so n u vard ır; am a s ı n ı n y o k ­
tur.
Henüz sınırlarını kavramakta dahi zorluk çektiğim iz bu
büyük oluşum kütlesinin parçası olmak bize yetmemiştir. İn­
sanın içindeki değerler, bu kütlenin ruhundan bir parça taşı­
mamızdan kaynaklanıyor. Yaratıcı Kudretten bir nefes taşı-
RUHSAL YÜ K SELİŞİN YOLLARI 203

mam ızdan geliyor. Y ü k se liş a d ı a ltın d a in s a n ın e v r e n ­


d e n k o p a n lm a m a s ı g e r e k in Ruhsal yükselişin hedefi de
budur. Biz buna insanın kozmik benliğine ulaşması da diyo­
ruz. Sözü felsefî boyutlara çekmeden bazı önemli noktalara
değinelim: Benliğin, Yaratıcı Kudretin bir nefesi olduğunun
şuuruna varmak gerekir.
K ur'an, in sa n a , A llah'ın y a r d ım c ısı o lm a sı iç in e m ir
v e r iy o r . "Allah’ın y a r d ım c ıla r ı olun" diyor. (Saf suresi,
14) Herkes kendi boyutuna göre bundan gerekli dersi alacak­
tır. "Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder."
(Muhammed suresi, 7) Sonuç şudur: Bizim kader dediğimiz
sırrı, k a d e r i b iz b iz z a t C en a b ı H ak ile b ir lik te y a z ıy o ­
r u z . Bunun kıvamını, insanın o yükselişte Allah'ın faaliyeti­
ne iştirakte kazandığı mertebe tayin eder. İnsan, beklenen
noktaya geldiğinde bir a k t if e g o olarak aktif oluşa iştirak
ediyor. Ruhsal yükselişin hedefi budur. Bu ruhsal yükseliş
ya da Allah'a varış psikolojik, parapsikolojik âlemin yukarı
boyutlarında konuşulduğu zaman, insanın özüne, sahibine
dönmesi dersiniz. Biraz daha yukarılara çıkar, sırlara daha
mahrem noktalara çıkarsak, tasavvufta d o sta k a v u şm a
dersiniz. R e a lite y e d e ğ iş ik is im le r v e r ir iz . İ sim le n d ir ­
m e, b a k ış a ç ısın a g ö r e fa r k lı o lu r. Ama e sa s a y n ıd ır .
İnsan kendi iç dünyasında bir takım aydınlıkları yakalamak
için, hayattan ve insandan kaçacak veya korkacaksa Kur'an
buna değer vermez. Bu, Kur'an düşüncesinde örtülü bir ego­
izmdir. Bunun yerine hayata, insana, kitlenin yürüyüşüne
katılmak gerekir. Allah'a vanşı saptıran iki tavır vardır:
a) Ruhsal yükselişi sağlamak için fildişi kuleye sığınan
felsefe hayranı, insandan kaçışı seçen tavır,
b) İnsandan kaçmayan, fakat ukalalık yapan tavır. Kendi
yükselişini ruhsal yükseliş zanneder.
Görünüşte hiçbir şeye sahip olamayan insanlar vardır, iç
dünyaları o sahip olamadıkları şeylerin hayalleri ile doludur.
204 K O N FE R A N SL A R IM

Dinin kural ve şek il tarafını kotaran in san lar tarih içind e,


insanın kalbini dejenere etm eye götüren negativiteler olarak,
sadece serveti, şöhreti, m evkiyi görm üşlerdir. B unlar doğru­
dur, am a bunlardan çok daha sinsi ve nam ert bir tahrip var­
dır. Bu da insanın iç dünyasında yıkım getirm esine rağm en,
dış dünyasında fazilet ve ibadet şeklinde görünen şeylere d e­
ğer verilmesidir.
Şim di dikkatlerim izi altı çizilecek tem el u n surlara çek e­
lim: İnsanlara kötülük etm em ek, yük selm ek için yeterli d e­
ğildir.
Kur'an-ı Kerim h a y ır d a a k t i f o lm a y ı istiyor. "Benim
kim seye zararım yok, k im seden bir talebim yok" dem ek y e t­
mez. "Benim başkalarına hayrım" var dem ek lazım dır. Hz.
Peygamber: "İnsanların en h ayırlısı, insanlara en çok fayd ası
olandır," diyor. Biz hayatın ve in san ın içine dalıp, h ayırd a
a k tif hizm etler vererek Allah'a gitm eyi e sa s alm azsak sahip
olduğumuz şöhret ve m evki bizi çürütebiliyor, d ejen ereleşti­
riyor ve perişan ediyor. Bu tehlikelerle dolu alana, bu m ayın
tarlasına, bu risk alanına girm ezsek in san a bizim h iz m e ti­
m iz n e olacaktır? Burada Kur'an'm kendine özgü ta v n ortaya
çıkar. İnsanın kurtuluşu; kalbi, kalbin sahibi olan dostun d ı­
şında hiçbir şeyle doldurm am akla elde edilir. K a lp s a r a y ı­
n ın s u lt a n ı C e n a b -ı H a k t ır . O'nun h a s m ekân ına b aşk a
birşey sokm ak doğru değildir. İm kânlara, servete, m evk iye
ve şöhrete sahip olm ak hiç bir zam an kötü bir m ân a ta şım ı­
yor. Kötü olan şey, sahip olunan şeylerin size sahip o lm a sı­
dır. N im etler deniz suyuna benzer, kalp de gemi gibidir. E ğer
suyu, gem inin altını delerek, içeri doldurm azsanız, suyun de­
rinliği gem inin daha iyi yüzm esini sağlar. Eğer aynı su y u g e ­
miyi delerek, kalbi delerek onun içine doldurursanız gem i b a­
tar. Gemiyi yüzdürm esi gereken su, gem iyi batırır.
T asavvu fta denir ki e n b ü y ü k p u t , ib a d e t p u t u d u r .
Çünkü o putun fark edilm esi son derece zordur. Şim di bizzat
R U H S A L Y Ü K S E L İŞ İN YOLLARI 205

C enab-ı P ey g a m b erin bir tesp itin i sunm ak istiyorum . "Ben


ü m m e tim a d ın a a ç ık p u t p e r e s t lik t e n d e ğ il, g iz li- s a k lı
p u t ç u lu k t a n k o r k a r ım ," diyor. O nedir? O, riyadır, riya­
kârlıktır. N am azı örnek veriyor. N am az, insan ile A llah ara­
sında, aşk beraberliğidir. Hz. Peygam ber ise onu y er ile gök­
lerin nuru olarak belirtm iştir. N am azın en d ü striyel yatırım
h alin e getirildiğini ve kitleleri kandırm ak için bir sanayi tav­
rı içinde, bir ticari sek tör h alinde toplum da u ygu landığını
düşünün. Hz. Peygam ber de K uran da riya konusunda örnek
olarak nam azı verm iştir. Bakın M âûn suresine.
N am az çok önem lidir. Çünkü secdesiz din olm az. Secdeyi
ve nam azı şim di b it pazarı m etaı yaptılar. Bu yüzden gençlik
secdeden nefret eder h a le geldi. Secdeden nefret eden toplu­
m un varacağı hiçbir y er yoktur. Kulun A llah’a y a k la ştığ ı en
ileri nokta secdededir. B uradan m isal veriyor, Hz. P eygam ­
ber. Sonsuz k u rtuluşu Allah'ın rahm eti ve lütfü getirir. Şim ­
di A llah ’ın ra h m et ve lütfun u kaldırdılar. A llah’ı d esp o t bir
kabile şefi h a lin e getirdiler. Y a h u d ilik insanlığın başına bu
a n la y ışı m u sa lla t etm işti. Şim di onu İslam 'a bulaştırd ılar.
Kur’an ilk ayetind e Allah'ı âlem lerin rabbi olarak tanıtarak
işe giriyor. İnsan ı âd eta kulağından tutarak "bak, benim te ­
m el konum budur" diyor. Aynı ifadeleri ku llanarak Allah'ın
en büyük peygam berini de âlem lere rahm et olarak tanıtıyor.
Şim d i, â le m le r in r a b b i o la r a k t a n ıt ıla n A lla h 'ı k a b ile
ş e f i, â le m le r in r a h m e t i o la n p e y g a m b e r i d e k lik lid e r i
y a p t ıla r . Böyle y a p a rsa n ız o dinin pratiklerini ak şam a ka­
dar icra etsen iz de o dinin başın a en büyük belâ olursunuz.
Ve o dine h ıy a n et edersiniz. B ütün söylediklerim i baş tarafta
giriş olarak söylediklerim le birleştirelim : İnsan, büyük vücu­
du n, k â in a tın bir parçasıd ır. K uvvet olarak da C enab-ı
H akk'tan bir nefha, bir öz taşım aktadır. İnsan, ruhsal y ü k se­
lişin nam zedi olan insan, bütün varlığa Allah'ın gözü ile bak­
m ak durum undadır. V arlığa A llah’ın gözü ile bakm ak, bütün
206 K O N FE R A N SL A R IM

varlığı kucaklam akla mümkündür. İ n s a n ı k u c a k la d ığ ım ız


z a m a n k â i n a t ı k u c a k la m ış o lu y o r u z . Ç ünk ü in sa n
kâinatın bir parçasıdır. "Kâinat in san ı k u şatam az am a, in ­
san kâin atı kuşatır." Sözünü P a s c a l söylerken 8-9 a sır geç
kalm ıştır. Çünkü İslâm m istik leri bunu çok önceden ve çok
daha güzel bir şek ilde sunm uşlardır. İ n s a n ın iç i n d e h iç
b ir y e r e s ığ m a y a n b ir h a s r e t v a r d ır . H iç b ir v a ta n o n u
te s e lli e tm iy o r .
Tevhidi nasıl kavrayacaksınız? İnsanı ku cak layarak . İn­
sanı kucaklam ak, insana hizm et, aktörlük h alin e getirildi mi
insanı gerçeğe ısındırm ak m üm kün değildir. İnsanı k u cak la­
m ak, in sa n la r arasın da ayrım yapm am ak la olur. R u h sal
yük selişe aday olana A lla h a d a m ı derler. D in a d a m ı d iy e
b ir tâ b ir y o k tu r . Çünkü İslam 'da din adam lığı diye bir şey
yoktur. İslam'da engizisyon yoktur. E ngizisyona giden y o lla n
tıkam ıştır İslam iyet. Çünkü e n g iz is y o n u n i n s a n lı ğ ı g ö t ü ­
r e c e ğ i n o k ta k o m ü n iz m o lu r . E n gizisyon a din i teslim
i. ederseniz, insanlığı d in sizliğe teslim edersiniz. İslam , engi-
* zisyona giden yolları kapam ıştır. Şim di İslam 'a engizisyonu
A. sokmak isteyen ler var. Bu oyuna gelen İslam içi bazı odaklar
da var. Kur'an-ı Kerim bilen ile bilm eyeni ayırm ıştır. B ilg in , j
k a v u ğ u b ü y ü k o la n d e ğ ild ir . K ıyafet h egem onyası yoktur. j
Bu bir putperestliktir. Allah'ın en aziz resulu olan Hz. Pey- j
gamber'in kisvesi ile en b asit işçinin, kölenin k isvesi aynıdır. !
Ü s t ü n lü k g iy s i ile o lm a z . B iz im a y d ın ım ız , in s a n la r - j
d a n k e n d in i g iy s i ile a y ır m ış t ır . İn san larım ızın elinden
tutm am ıştır. Böylece hem kendi ruhsal yü k se lişin in y olu n u j
tıkm ış, hem de ondan birşeyler bekleyen in san ları m ahrum |
bırakm ıştır. 100-150 yıldan beri en büyük sık ın tım ız, aydın \
sıkıntısıdır. M ev lâ n a : "Ne in san lar gördüm , sırtında elbise !
yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok." diyor. Bizim aydı- i
nım ız giydiği elbisenin parasını etm eyen bir aydındır. K itleyi
daha ileri boyutlara çekm esi gereken aydın, k itleye güvensiz- j
R U H S A L Y Ü K S E L İŞ İN YOLLARI 207

lik verm iştir. İşte bunun içindir ki bir türlü, beklenen nok ta­
ya gelem iyoruz. İslam , e n g iz is y o n a giden yolda k ıy a fet h e ­
gem onyasını k a ld ırm ıştır. İslam iyet'te hiç kim se şöyle veya
böyle giydiği için başkalarından üstün olamaz. Ö lçüler var­
dır, ölçülere uyan üstündür. R esm î m abet h egem on yası da
getirm em iştir İsla m iy et. " B ü tü n y e r y ü z ü b e n im ü m m e t i­
m e m â b e d , m e s c it y a p ılm ış tır '1diyor Hz. M uham m ed. Ki­
lised e papaz g elm ezse ayin yapılm az. M ü slü m a n lık la cam iye
hoca g elm ezse bir M üslüm an kalkar nam azı kıldırır. E v in iz­
de de ib ad et edeb ilirsin iz. C a m in in fo n k s iy o n u in s a n la r ı
b ir a r a y a g e t ir m e k t ir . S ize gayet açık ve İslam 'ın kesin öl­
çüleri içinde kalarak söylüyorum: Şu anda şurada bizim v ü ­
cu t verd iğim iz m an zara tam bir cami m anzarasıdır. C am i,
toplayan dem ektir. N erede toplanırsanız orada cem a a t var­
dır. E sasınd a cem a a t bir şuur beraberliğidir. Aynı kubbenin
altında omuz om uza nam az kılıp, dışarıya çıkınca, hizip fark­
lılık ları y üzün den birbirlerine kâfir, zındık diyen insanların
Hz. M uham m ed'in ta n ıttığ ı cem aatle hiç bir a la k a la rı o la ­
m az. Y ozlaşm anın ve yapay engizisyona teslim iyetin b elirti­
lerinden biri de d u v a r h e g e m o n y a s ıd ır . İn sa n y e t iş t ir m e ­
n in y e r i n i d u v a r y a p m a n ın a lm ış o ld u ğ u b ir d in in s a ­
n a b ir ş e y v e r e m e z .
Allah'ı nered e arıyorsunuz? A lla h s iz e g ü n d e b ir k a ç
d e fa d e ğ ip g e ç i y o r a m a s iz fa r k ın d a d e ğ ils in iz . E k m e k
p a r a s ı b u la m a y a n in s a n la r ın k ılığ ın d a d e ğ ip g e ç iy o r .
Sevgi; ben in san ları severim dem ekle olmaz. Köpeğinin
şam puan ına harcadığı parayı, m ahallede aç olarak y a şayan
in san lara yardım am acı ile ku llanam ayan bir insan ın sevgi
dolu olduğundan bahsedem eyiz. Böyle insanların olduğu y er­
de hiç birşeyi tam m â n a sı ile gereken yere oturtm ak m üm ­
kün değildir. D u v a n yapıp çıkıyorsunuz, minareyi yapıyorsu­
nuz; m inarenin duvarları dibinde yaşayan yoksul insanları,
sürünen çocukları görm üyorsunuz. Bu çocuklar burada sü ­
ründükçe sizlerin A llah’a y a k la şm a sı zor olur. Ş im d i t ır a ş
208 K O N FER A N SLA R IM

o lm a m a y ı H z . M u h a m m c d 'i m e m n u n e t m e n i n y o lu
z a n n e tm iş le r , s iz b u n a in a n ıy o r m u su n u z ? Siz, Hz. M u­
ham m edi bu kadar ucuz mu zannediyorsunuz? S ü n n et, işte
sünnet: "Komşusu aç iken yatıp , uyuyan bana in a n m ış ola­
maz" diyor, niye bundan hiç bahsetm iyoruz? İnsan ı k u cak la­
mak, insana hizm et verm ekle olur. Peygam berim iz diyor ki:
'H a lk , A lla h 'ın e v h a lk ı g ib id ir . A lla h ın e n s e v g il i k u lu ,
o n u n h a lk ın a e n fa z la f a y d a s ı d o k u n a n d ır ." C am iye az
gelene kızıyor, halbuki az geleni daha fazla k u cak lam ası la ­
zım. Şim di d in i, in s a n la r d a n b ir a z d a h a f a z la p a r a ç e k ­
m e n in y o lu h a lin e g e tir d ile r . H a lb u k i d in , h iz m e t i n y o ­
lu d u r . Sürekli, din paraya âlet oluyor. G elene m akbuz k e si­
liyor. Derneğin, vakfın biletlerinin ism i c e n n e t b il e t i olarak
geçiyor. Ben çocuklarımı zorlam ak istem iyorum . H epsi ü n i­
versite Öğrencisi. Çocuklarım ı ibad ete götü rd üğüm d e bana
sordular: 'B u r a s ı m a b e d m i? T ic a r e t y e r i mi?" C ennet bi­
leti satıyorm uş. İnsanın cennete gitm esi seni neden ilgilen d i­
riyor? S e n in s a n la r ı b u k a d a r d ü ş ü n ü y o r s a n , o n la r a
b u ra d a n b ir ş e y le r v e r s e n e . B u r a d a b u n la r ın h a y a t la r ı­
n ı c e h e n n e m e ç e v ir iy o r s u n , y a r m a c e n n e t v a a t e d iy o r ­
s u n . İ n s a n la r ın c e n n e t e g it m e s in i i s t iy o r s a n , b u r a y ı
c e h e n n e m e tm e . B ır a k , c e n n e t in s a h ib i o n u k im e v e r e ­
c e ğ in i b ilir . B e n im e tr a fım d a t o p la n m a y a n la r ın im a n ­
la r ı y o k t u r d iy e b a ğ ır ıy o r . P a r a v e r i n c e c e n n e t e g i t ­
m e s in i is t e d iğ in a d a m p a r a v e r m e y in c e c e h e n n e m lik
m i o lu y o r . B u m a n tık ile A lla h 'a g id ilm e z , b u d u a ile
A lla h 'a g id ilm e z .
S e v g i nedir? Sevgi, insanlığı A llah ’ın aziz em an eti gibi
kucaklam ak, sahip olduğum uz im kânları p aylaşm ak , h a y a ­
tın ve insanın önüm üze çıkaracağı çilelerden dolayı in san lar­
dan kaçm am aktır. Eğer g elecek çileler b izi in sa n la rd a n
u zak laştırıyorsa, doğru gitm iyoruz dem ektir. E n b ü y ü k
p u tp e r e s tte n e n e r d e m li in s a n a k a d a r h e r k e s in iç in d e
g ü z e llik v a r d ır . Onun için, insanları horlam ayın, diyoruz.
r u h s a l y ü k s e l iş in y o l l a r i 209

H orlanan adam gün olur sen i geçer. B a n a b a z e n s o r u y o r ­


la r : H a n g i m e z h e p te s in ? B e n A lla h 'ın m e z h e b in d e n im .
Kim beni çağırırsa gider, konuşurum . Benim vazifem bu. Ben
insan ayırm am . Din adına konuşuyorum .
A d a m , d in a d ın a m a n ş e t a t t ığ ı g a z e t e s in d e , b iz z a t
k e n d i in s a n ın a b e n im İ s la m 'ı a n la t m a m d a n r a h a t s ız
o lu y o r . O n u d in le m iy o r la r d a o n d a n . N iy e d in le s in le r
s e n i, i ç in k a r a n lık , y ü z ü n n e f r e t d o lu . Ş u in s a n o ğ lu ,
g ö n ü ld e n g ö n ü le a k ış ı f a r k e d e r . S iz s o m u r t s a n ız d a ,
g ü ls e n iz d e fa r k e d e r .
Böyle in sa n la ra in sa n la r itibar etm iyor. İşte politikacıla­
rın durum u, seçim i kazandıktan sonra, halka ilgi, sevgi biti­
yor, kendilerini düşünüyorlar. İnsanlara, kâfir-zındık gibi ne
kadar kötü dam ga varsa h epsini vuruyorlar.
B aşı açık kadınlara konferans veriyoruz, m an şet atılıyor:
Başı açık olanlara konuşm a yapılam az. Onlar sanki Allah'ın
ku lu değil. Bu, zalim ve nam ert bir oyundur. B unun dine fa­
tura edilm esini bizim insanım ızın önlem esi gerekir. Bakınız,
size bu akşam , bu va k itte Allah'ın bir em aneti gibi söylüyo­
rum. B u rezilliğin dine fatura edilm esini önlem ek lazım , ön­
leyin ki adam olsunlar. B u d in h iç k im s e n in b a b a s ın ın
ç if t l iğ i d e ğ ild ir , b u d in ü z e r in d e h iç k im s e h e g o m o n y a
k u r a m a z . H erkes Allah'ın em anetin i taşıyor, onun farkında
değilse fark etm esi için gayret sarfedersiniz. Fakat k im s e y i
c e h e n n e m lik ila n e d e m e z s in iz , b u b ir p u t p e r e s t lik t ir .
5 vak it nam az kılm ak gerekir am a Allah'ın sevgisi bu sayı ile
k ayıtlanam az.
B izim aydınım ız iki zulm ü birden işliyor. İstism ar tezgâ­
hında iğreti ve h er an değişeb ilecek şeyleri dinin om urgası
gibi vererek halkı kandırıyorlar. Bu işi ancak aydın çözer. İn­
sanlığın en güzel dininin, en güzel sistem inin, en güzel kuru-
m unun gözlerim izin önünde perişan ed ilm esin e m üsade e t­
m em eliyiz.
210 KONFERANSLARIM

Bu din, tezgâhtarlığını yapanların anlattığı gibi değildir.


Bunu yeniden, kaynağı olan ilahi kelamın denetim inde in­
sanlığa anlatmak gerekir. Bizim yazdığımız, çizdiğimiz, ko­
nuştuğumuz ve anlatmak istediğimiz budur. Bizim politika­
da gözümüz yoktur. Onlara anlatmak istediğim e, aydınlığa
çirkef bulaştırm ayacağıma bu m illete söz verdim. Bütün
bunları anlatırken içimde zerre kadar bir kin yoktur.
Hakikati hatır için gizlerseniz hesap sorarlar. Aydınımı­
zın bu meseleye el atması lazım. İyi hatipleri dinleyerek ro­
mantik zevklerle tatmin yeterli değildir.
Hepinizi tekrar en sıcak duygularla selamlıyorum, hepini­
ze yeni aydınlıklara yükselme bahtiyarlıkları diliyorum.
IX
KÂM İL İN S A N OLARAK HZ. M U H A M M ED 1

Hamdolsun o Allah'a ki bir avuç toprağa kendinden bir


nefha üfleyerek ona insan demiştir. Ve salât ve selam o re­
suller sultam Cenab-ı Peygamber e olsun ki insanoğlunun
Allah'a yaklaşabileceği en ileri noktaya vardıktan sonra, in­
sana hizm et etmek için, insana ışık tutmak için bu çileli dün­
yaya geri dönmüştür.
Kıymetli dinleyenler, benimle varılan mutabakattan biraz
daha farklı bir isim le ilan edilmiş benim konuşmam. "İnsanı
kâmil olarak Hz. Muhammed” diye. Ben, "tasavvuf yönünden
Hz. Peygamber" gibi düşünmüştüm. Ama konuşmamı, notla­
rımı ona göre değiştirdim. İnsanı kâmil olarak Hz. Peygam­
ber nasıl anlatılabilir? Esasında bu konu "yaşadığı gibi yaşa,
görürsün" diyerek bitirilecek bir konudur. Bir izah zarureti,
bir hitap zarureti burada elbette birşeyler söylemeyi gerekti­
recektir. Evvela Hz. Peygamberi insanı kamil olarak biz na­
sıl anlayabiliriz sorusuna cevap bulmak için, insanı kâmil
m eselesini anlamak, anlatmak lazım ki bu başlıbaşma bir
konudur. Ona hiç giremeyeceğiz. Bir tek noktaya işaret et­

il) Ankara'da Türk Tarih Kurumu'nda yapılan bu konuşma, Diya­


net Vakfı tarafından Kutlu Doğum Haftası kitabında yayın­
landı. (Ankara, Haziran, 1990).
212 K O N FE R A N SL A R IM

mek istiyorum ; tasavvufun en ağır ve en hayatî kavram ların­


dan biri olan insanı kâm il kavramı, son zam anlarda Doğu ve
B atı’da çok ilginç etüdlerin konusu yapılm ıştır. Ve hâlâ hara­
retli bir şek ilde bu çalışm alar devam ediyor. Çünkü B atı da
da eskiden beri bir örnek insan, seçkin insan, üstün insan re­
alitesi vardır. A slında bütün toplum larda bu var. Ve çağım ız­
da özellikle felsefed e N ie tz s c h e tarafından üstün insan, ve­
ya ü st insan şek linde bütün felsefecilerin dikkatini çekecek
boyutlarda bu m esele gündem e getirildi. Ve sanıyorum , B atı
düşüncesinin, üzerinde en çok yazdığı, en çok tartıştığı konu­
lardan biri halindedir. N edir üstün in san , ideal insan? B atı
tefekkürünün N ie tz sc h e 'd e k ırista lleşen ü stü n in sa n ı, ta ­
savvufun 10 asrı aşkın bir zam andır geliştirdiği insanı kâm il
kavram ıyla tem elde bazı farklar arz eder. Bunları detaylan-
dırm ak burada m üm kün d eğil. Ü s t ü n in s a n la in s a n ı
kâm il in en belirgin farkı, ilkinin bir tah akküm , ta sa llu t ve
ezm e kudreti halinde tasavvur edilm esidir. H albuki in san ı
kâm il bir m erham et, şefk a t ve sevgi u n su ru d u r. Pratik
rfıânada m eseleye baktığım ızda en büyük fark şudur: B atı in ­
sanının idealinde kristalleşen üstün insan, ayaklarını b aşk a­
larının tepesine basan ve m eziyeti bu olan bir tiptir. Halbuki,
insanı kâm il, İslam ’ın insanı kâm ili, ayaklarını bütün in sa n ­
lar gibi yere basan ve insanlarla göz göze, kucak ku cağa ve
omuz om uza beraber yaşayan bir varlıktır. Onun m eziyeti,
in sanlarla kaynaşm asıdır. İnsanları fildişi kuleden seyretm e­
si değil. Böyle bir konuşm a içerisinde in sa n ı kâm il ile diğer
üstün insan anlayışlarının farkı bu kadar verilebilir.
O hald e in san ı kâm il, insan hayatı için bir r a h m e t, ş e f ­
k a t v e s e v g i u n su ru d u r. Bu üç kelim en in altını çizm ek la ­
zım. Bu üç unsuru şahsiyeti ile insan hayatında tem sil eden
insanı kâm ile genelde in san lık tarihi içinde, özel olarak da
İslam tarihi içerisinde bakıldığında k arşım ıza en m ükem m el
şekliyle bir hayatî keyfiyetler halinde, bir aksiyonlar bü tünü
K Â M İL İN S A N O L A R A K H Z . M U H A M M E D 213

j h alin d e, bir a m e lî örnek h a lin d e Hz. P ey g a m b er çıkıyor. E sa -


j sen ta sa v v u f, in sa n ı kâm ili a n la tırk en Hz. P e y g a m b e r i a n la -
| tır, y a p m a k iste d iğ i odur. N ed ir in sa n ı k â m ilin v a s ıfla r ı, be-
; lirgin özellik leri; bir başka a n la m d a , n ed ir C en a b -ı P ey g a m -
I b e r in id eal bir insan olarak hakim Özellikleri.
B urada sü rey e, n iy e tin iz e göre çok uzun bir lis t e te r tip
edeb ilirsin iz. Ben burada 5 nokta üzerinde d u ra ca ğ ım kısaca.
Hz. P e y g a m b e r , s iz on u a y n ı z a m a n d a in s a n ı k â m il
m â n asın d a a la ca k sın ız, onları zaten e şitle d ik , h e r şe y d e n Ön­
ce E m in v a s fın ı ta şıy a n bir v a rlık tır. Ü n v a n ı, E m in d ir ,
i K en d isin e g ü v e n ilen ve k en d isin in d e k e n d isin d e n em in o l­
duğu insan dem ektir. B u E m in sıfa tı Hz. P e y g a m b e r d e , tem -
I sil e ttiğ i im an ı, yü rü d ü ğü yolu hiçbir kayd a ve şa rta m ağlu p
| dü şm eden y ü rü m esi ve hedefe gitm esid ir. En ş id d e tli sık ın tı-
| larını h a y a tın ı k u şa ttığ ı anda m ü şrik ler a m c a s ın ı k e n d isin e
| gönd eriyor ve "bu işte n v a zg eçsin , n e is te r s e v ereceğiz." di-
| yortar. B iliy o rsu n u z, sö y led iğ i şudur: "G üneşi bir ta ra fım a ,
' ayı öbü r tarafım a k o y sa la r tem sil ettiğ im davadan v a z g e ç ­
mem." İşte şah sın iç d ü nyasında em n iy et, em in olm a h a d ise ­
si, Hz. P eygam b er in d iliy le bu. B unu n m u h itte k i te c e llisi de
başk aların ın ondan em in olm asıdır. Ve sa n ıy o r u m ki g ü n ü ­
müz İslam d ü n y a sın d a , g en eld e bütün in s a n lık ta te m sil k a ­
b iliy etin in ve te m sil ed en lerin ser g ile d ik ler i en b ü y ü k zaaf
bir im an ın m ü m essillerin in b a şk a la rın a g ü v e n v e r e m e m e le ­
ridir. Hz. P e y g a m b er in hayatı b ize şu n u gösteriyor: T eoride,
k ağıt üzerinde, m akro plan da ifad eye k o y d u ğ u n u z n e k ad ar
y ü k se k , n e k ad ar h a k ik a t olursa olsun siz in , h ita p e ttiğ in iz
in sa n la r a güven verm en iz g erekir. Bu g ü v e n i s a d e c e sö y le ­
diklerini y a şa m a k d iy e kay ıtla m a k y eterli değild ir. S iz s ö y le ­
diğinizi y a şa rsın ız am a acaba y a şa d ığ ın ız b an a g ü v e n veriyor
mu? B ir de bu ta r a f var. Hz. Peygam ber'in h a y a tı b iz e g ö s te ­
riyor ki m u h itte em n iy eti sa ğ la m a k , em in o ld u ğ u n u zu k en d i­
nizin dışınd aki dü nyaya a n la tm a k için iki e s a s var. "Bir, söy-
214 KONFERANSLARIM

lediğinizi yaşayacaksınız, iki-bu İkincisi günümüz dünyasın­


da çok daha mühım-yaşadığınız şeyin insanlığın istikbali ba­
kımından bir hayra ve aydınlığa vesile olacağını insanlığa
anlatmanız lazım. O da bir güven hadisesidir. Biraz daha
pratikleştireyim:
Hz Peygamber in hayatında şu var: İmanı bakımından
ona karşı olan insanlar da ona güveniyor. İşte meselenin püf
noktası buradadır. Siz zannediyorsunuz ki, biz zannediyoruz
ki E bu C eh il, Ebu L eh ep Hz. Peygamber'in küçük adam ol­
duğu düşüncesindeydiler: Hayır, kesinlikle. A srısaadeti iyi
tetkik edin. Ebu Cehil ve Ebu Lehep Hz. Peygamber'in bü­
yüklüğünü sizden ve bizden çok daha iyi biliyorlardı. Neydi
hadise? îmanına katılmıyorlardı. Hesaplan yüzünden. Fakat
bir şey var: Hz. Peygamber in güvenilir olduğunu, onların
kendilerinden de güvenilir insan olduğunu her zaman itiraf
ediyorlar. Bir örnek vereyim: Kılıcından M üslüm anlann se­
nelerce çektiği Ebu Süfyan, Mekke devri gibi M üslümanlann
işkenceler altında inledikleri bir zamanda kızı Ü m m ü Habi-
: b e k i Hz. Peygamber'in hanım larından biridir- Habeşis-
* tanda Hz. Peygamberle nikahlanıyor. Haber E b u Süfyan'a
geliyor. En şiddetli düşmanıdır Hz. Peygamber'in ve söyledi­
ği şuduT: Takdir ederim Ü m m ü H abibe'yi. Muhammed gibi
ulaşılmaz değerlerin sahibi birisinin evlilik teklifine nasıl
hayır diyecekti? Ebu Süfyan bunun farkında; kılıcından Müs­
lüman kanı damlıyor, ama bunun farkında. İşte insanı kâmil
veya ideal insan budur. îmanına iştirak etm eseniz de onun
emin insan olduğunu bilirsiniz. En büyük düşm anları, en
azılı putperestler, en değerli şeylerini gidip ona em anet edi­
yorlar. Düşmanıdırlar, biliyorlar bunu, fakat onun kendisine
emanet edilen şeye hıyanet etm eyeceğini de biliyorlar. Ta­
savvuf tarihinde bu insanı kâmilin emin sıfatını taşım a key­
fiyeti hayranlık verici anekdotlara sebep teşkil etmiştir. Bir
tanesi hatırıma geliyor şimdi, söyleyeyim. İlk tasavvuf bü-
KÂMİL İNSAN OLARAK HZ. MUHAM M ED 215

yüklerinden Bişrül-Hâfi kendisine yıllarca hizmet em iş müri­


dini, talebesini bir gün kovuyor, Hayret! Talebesi: "Beni ne­
den kovuyorsun?" diyor. Ona söylediği şudur: "Sen, diyor,
düşmanların bile senden emin olmadıkça, bizim yolumuzda
bir mertebe olamazsın. Halbuki senin iç dünyana bakıyorum,
senden dostların bile emin olamaz." Bu bir âbide tespittir ve
İslam'ın ruhunu yakalayan bir tespittir. Hz. Peygamber'in
şahsiyetinin özünü yakalayan bir tespittir. K â m il in s a n
o d u r k i d ü şm a n la r ı b ile o n d a n e m in o lu r . Dostlarının
bile kendisinden emin olmadığı bir insan nasıl mümin olur!
Evvela insan olmak lazım, söylediklerinizi ondan sonra din­
leyecekler. ikinci nokta, insanı kâmilin veya Hz. Peygam­
ber'in şahsiyetindeki mühim noktalardan birisi de e v r e n s e l­
liktir.
Bu e v r e n s e llik m eselesi son zamanlarda moda oldu. Ke­
lime, gayet güzel, armonisi olan bir kelime, eskiden cihan şu-
müllük diyorduk. Bu daha tatlı, iyice yerleşti evrensellik.
Dinleyenler üzerinde bir etki yarattığı için herkes kullanıyor.
Nedir bu evrensellik? Pratik bir ifadeyle, bütün insanlığı bir
bilmek. Evrenselliğin özü budur. Esasında dünyada üç tane
mensubu olan bir fikir de kendini evrensel olarak empoze
eder. Oradaki evrensellik ayaklarını egoizme kaptırmış bir
evrenselliktir. Tüm insanlar benim gibi düşünsünler demek
evrensellik değildir. Herkes ister bütün insanlar benim gibi
düşünsün. Her davanın, her heyecanın, her sistem in biricik
gayesi budur. Ne oluyor evrensellik o zaman? Sizin gibi dü­
şünenlerin doldurduğu bir dünyada evrensellik zaten kendi­
liğinden vardır. Kelimenin mânası kalmıyor orada. İnsanlık
mozaiğinde sizin renklerinizin ve standartlarınızın dışında­
kilere de saygı duymak lazım. Y unu s un ifadesini kullanır­
sak 72 milleti bir bilmek gerek. O bir bilmek sizin davanızı
inkâr anlamına gelmiyor. Aceleci hükümler bunları birbirine
karıştırır. Hayır, öyle değil, fakat insanlığı bu mânada ku­
caklamazsanız insanlığa nüfusunuz mümkün olmaz.
216 KONFERANSLARIM

Hz. Peygamber in evrenselliği, bütün insanlığı bir bilmesi


keyfiyetiyle ortaya çıkar. Tasavvuf, buradan hareketle, Pey-
gamber'i R uh-i  zam diye vasıflandırmıştır. En büyük ruh
demektir. Nedir Ruh-i Âzam? Kuran-ı Kerim bunun çerçeve­
sini veriyor. Tasavvuf bunu, Kur an-ı Kerim in ayetlerine da­
yandırmaktadır. Tevbe suresinin son iki ayetinden birisi de­
lildir Hz. Peygamber i anlatırken Cenab-ı Hak: "Ey insanlar
size dokunan, sizi rencide eden, sizi rahatsız eden herşey
Peygambere de rahatsızlık verir, sıkıntı verir.” diyor.
İsm a il H akkı B u rsev î (ölm. 1724) bu noktayı anlatırken
diyor ki: “Hz. Peygamber bütün insanlığı, sevinçleriyle ve ke­
derleriyle kendi . ücudunda temsil eden bir külli vücut de­
mektir.’ Onun için insanoğlunun hangi iklim ve köşede ve
hangi zamanda ayağına bir diken batsa Hz. Peygamber onun
acısını vucudunda hisseder. Nitekim yine Bursevî şunları an­
latıyor eserinde. "Böyle olduğu içindir ki kendisini taş yağ­
muruna tutan putperestlere dahi benim kavmim’ diye hitap
etmiş ve onlar için de iyilik ve güzellik dilemiştir. Demek ki
onlar da onun vücudunda birer hücre durumundadır.” İşte
evrenselliğin boyutları ve özü buradadır. Hz. Peygam berin
n ezir vasfı var. Uyarıcıdır, korkutucudur.. Elbette, insan
psikolojisinde bu da var. Fakat belirgin nitelik insanlığı bir
bütün bilmek ve insanlığın sevinçlerini, kederlerini kendi vü­
cudunda duyabilmektir. Bu kaçınılmaz şart.
Bu evrensel yanıyla Hz. Peygamber ilk insandan itibaren
bütün insanlığın mirasını temsil eden bir külli vücuttur aynı
zamanda. Bakın, İslam’ın getirdiği anlayışta hiçbir peygam­
berin inkârı yoktur; tam tersine, diğer peygamberlerin bağlı­
sı olan insanların bizzat kendi peygamberine isnat ettikleri
eksiklen, hatta iftiraları İslam tashih eder. İslam dışında
hiçbir sistemde böyle bir şey göremezsiniz. Çünkü Hz. Pey­
gamberde medeniyetlerin, insanlığın fikir ve gönül mirası­
nın bütünlüğünün temsil edildiği görülür. Onun için geçmiş
KÂMİL İNSAN OLARAK HZ. MUHAMMED 217

mirası inkâr yoktur İslam'da. Ne vardır? Onlann gözden ge­


çirilmesi, tashihi ve insanlığa tekrar kazandırılması vardır.
Bakın, Kur'an-ı Kerim bir musahhihdir düzelticidir aynı
zamanda. Kur'an-ı Kerim yeni değerler de getiriyor; fakat in­
sanlığı bir bütün olarak ele alıyor. Peygamberlerin bıraktığı
mirastaki yozlaşmaları tashih ediyor ve ismini saymadığı şa­
hısların sayılarını tespit etmeden Allah'tan aydınlık alıp in­
sanlığa ulaştırmış büyük bir kadroyu kucaklıyor. Birkaç tane
örnek veriyor, insanlığın önünü tıkayan hiçbir bağnazlığa,
hiçbir egoizme gitmiyor. Koca bir insanlık mirası var. Bunu
bütünüyle değerlendirmek lazımdır.
Üçüncü unsur: Kur'an-ı Kerim, Peygamberimize ra h m et
diyor. Ben buna merhamet, sevgi ve hizm et diyorum. Bir sü­
rü mânası var. Batı literatürünü okuduğunuz zaman özellik­
le oıyantalizm in mümessillerini, orada çok rahatsız edici bir
hata da görürsünüz. Derler ki: Kur'an-ı Kerim de Allah, bir
korku ve ürperti unsuru olarak veriliyor; Kur'an-ı Kerim’de
sevgi yok. Kur'an-ı Kerim'de şefkat yok. Bu, tamamen yanlış­
tır. Kur'an-ı Kerim'de sevgi en ileri mânada var. Şefkat en
ileri boyutta var. Kur’an-ı Kerim sevgi, şefkat ve merhameti
aynı anda karşılayacak bir tâbir kullanıyor. Daha ilk ayetle­
rinden itibaren rahmeti kullanıyor. Rahmet; sevgi unsuru,
şefkat unsuru ve merhamet unsurudur. Yalnız insanlığın de­
ğil, bütün varlıkların rahmetidir Hz. Resul.
O halde Hz. Peygamber evrenselliği de aşan bir keyfiyetin
taşıyıcısıdır. Bir kozmik benliktir. Çünkü H allâc (ölm. 921)
çok güzel şekilde ifade ettiği gibi, "o yalnız yeryüzü sakinleri­
ne değil yıldızlara da Peygamber olarak gönderilmiştir." Şim­
di bakın, yaşadığımız günlerde, 21. yüzyıla girerken kozm ik
şuurdan bahsediliyor. Yani yaşadığımız dünya planını, yaşa­
dığımız, içinde bulunduğumuz üç boyutlu âlemi aşan bir ev­
rensellik. İnsanlık oralara doğru tırmanıyor ve insanlık ora­
lara doğru tırmandıkça da görecektir ki o boyutlarda kendisi-
218 KONFERANSLARIM

ni tutan ve yeni boyutlara doğru yol aldıracak olan, yine Hz.


Peygamberdir. Ama Hz. Peygamber i bu mânada, Müslüman­
ların çok iyi anlamaları, sonra da anlatmaları lazım. R ah­
met, Allah'ın hakim vasfıdır. Kur'an-ı Kerim'in ilk ayeti
rahm an ve rahim sıfatından bahsediyor. Aynen bunun gibi,
Allah'ın en büyük Peygamberi de âlemlerin rahmetidir. Çok
tipiktir, Kur'an-ı Kerim Allah'ın sıfatlarından üç tanesini Hz.
Peygamber için kullanıyor. R ahim , R aûf ve R ahm an. Şim­
di balan o esmâı hüsnâda herşey var; kâinat, sufî düşünceye
göre esmâi hüsnânm zuhurundan ibarettir. Esmâı hüsnâya
baktığınızda yüzde doksanın üzerinde rahmet, lütuf, merha­
met, cömertlik ifade eden isimler görürsünüz. İntikam ifade
eden bir kelime var: el-Müntakim. Esmâi hüsnâdan yine rah­
met, merhamet, bağış ifade eden üç tanesi Resuli Ekrem için
kullanılmıştır. Bu da dikkat çekici noktalardan biridir.
Dördüncü nokta: Hz. Peygamber'in şahsiyetinde Kur'an-ı
Kerim'in irşat görevi dediği karşılıksız hizmet zevkinin varlı­
ğıdır. Kur'an-ı Kerim irşat görevi için ücret beklememeyi ge­
rekli görür. Yasin suresinde "Sizden ücret beklemeyenleri iz­
leyin, onlardır, yalnız onlardır sizi doğruya götürecek olan."
Tabii, bunlar üzerinde uzun uzun durmak lazım...
Son nokta: Hz. Peygamber'in, diğer tâbirle, insanı
kâmilin şahsiyetinde hakim özelliklerden biri de gerçekçilik­
tir. Nedir gerçekçilik? Bir defa insan başta gerçekçi olmak
zorundadır. Ve Hz. Peygamber böyledir. Örnekler sayısız.
Şeytan insan imajına saplanıp kalmak, bir bedbin felsefeyle
insani bir şeytan gibi görmek yanlıştır. İnsanı; inişleri çıkış­
ları, eksikleri, gedikleriyle bir bütün bilmek ve sevmek la­
zım.
Kiitüb-i Sitte’de yer alan bir hadiste diyor ki: "Eğer siz
günah işlemedeydiniz Allah sizi siler- süpürür, yok eder ve
yerinize günah işleyen bir topluluk getirirdi." Çünkü insanın
tekâmülü ona bağlı, siz bir melek nesil idealiyle işe girişirse-
KÂMİL İNSAN OLARAK HZ. MUHAMMED 219

niz hayat sizi yere serer ve çıkmaza gidersiniz. Gerçekçiliğin


üç görünümünden biri bu. Görüyorsunuz, sert yaklaşımlar
yumuşatılmış, kırılmıştır. İslâmiyet tabu getirmiyor. Çünkü
emirler de yasaklar da gaye değildir; gaye Allah'ın vuslatıdır.
Bunlar da birer basamak-vasıtadır. Hz. Peygamber in haya­
tında bunun sayısız örnekleri var, araştırırsanız göreceksi­
niz... Gerçekçiliğin bir uzantısı da şudur: insanlığı, geleceği
esas alarak değerlendirmek lazımdır, bugünün hesaplarıyla
değil. Ne demek bu, biraz muğlak kalabilir. Buna pratik bir
örnek vereyim Hz. Peygamber'in hayatından: O T âif mesele­
si, demin de söyedim, gidiyor insanlara, güzellikleri anlatı­
yor, aydınlığı anlatıyor; aldığı cevap taş yağmuruna tutul­
mak. Kanlar içinde kalmıştır vücudu. Günlerce yol yürümüş,
dağlan tırmanmış. Güzelliğe davet ediyor adamlan, taş yağ­
muruna tutuyorlar. Yanında yol arkadaşı, diyor ki, "sen on­
lara ne dedin, onlar sana ne yaptı, beddua et onlara, bunlar
melundur." "Yapmam” diyor. "Nasıl yapmazsın, yap işte."
Onlara hidâyet diliyor. Israr ediyorlar; söylediği şudur: "Beni
zorlamayın, ben onlara beddua etmeyeceğim. Çünkü onların
arkaya bırakacakları nesillerden Allah’ın birliğini kabul ede­
cek insanlar gelecektir" İnsanlığın bugünkü hatalarını ve
sürçmelerini esas alıp insanlığın üzerine çullanmamanın ge­
rekliliğine ne güzel örnek! İnsanlığı, gelecekte üretebileceği
aydınlıkları düşünerek ele almak gerekir. Hz. Peygamber’in
yaptığı budur. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum!
X
İNSAN VE DİN1

Hanımefendiler, beyefendiler!
Bana bildirilen şekliyle konuşmamız, din ve insan konu­
sunda olacak. Din ve İnsan veya İslam ve İnsan aşağı yukarı
aynı şey, çünkü benim zaten perspektifim, Kur'an-ı Kerim'in
perspektifidir. Burada, felsefî, metafizik tahliller yaparak si­
zi yormak istemem. Onlar, iyice sıkıntı olur sizin için. Bu din
ve insan konusu, Türkiye’de, son verdiğimiz konferansı da
esas alırsak, otuz civarında yerde verdiğim bir konferanstır
ve hiçbirinde ikibuçuk saatten az konuşmamışımdır. Ancak
burada bazı köşebaşı noktalara işaret ederek içinizde dönüp
duran soruların cevabı olacak çok genel hatları verebilece­
ğim. Gerisini siz düşüneceksiniz. Ve tabiî insanım ızın oku­
mamak gibi bir özelliği var. O özellik, bize çok pahalıya roâl-
oluyor.
Bizim kültürümüz şifahî bir kültürdür, ta Selçukludan,
Osmanlı'dan beri. Bu şifahî kültür bizi, düşünceyi ve bilgiyi
daima binlerinin dudaklanndan öğrenmeye itmiştir. O bizde
kollektif bir şuuraltıdır. Tabiî, bilgi çağı insanı için bu çok
pahalıya mâloluyor. Matbaa, icadından ikiyûz küsür sene
sonra İmparatorluğun başkentine gelmiş. Ve onca zamandan

(1) İstanbul'da 26 yerde verildi.


İN S A N VE DÎN 221

sonra geldiği halde yine karşı çıkışlarla, devreye girmesi güç­


leştirilm iş. işte bunlar hep, şifahî kültürün iyice kuvvetlen­
m esine ve yerleşm esine yol açmış. Şimdi bakıyorsunuz-dün-
ya ölçülerinde bir misal vereceğim, gerisini siz düşünürsü­
nüz. Çok aktüel bir konudur- Azerbaycan'da kitap okuma
oranı bizim birkaç katımız. Buradan, bizim nerelerde olduğu­
muzu düşünün ve din gibi bir konuda, gerçekten en ileri an­
lamda ihtisaslaşm ayı gerektiren bir konuda, bizim ruh hali­
mizle neyi nasıl halledeceğimiz ve hangi taşı nereye koyaca­
ğımız ve taşı gediğine koymak yerine, birinin kafasına indi­
rip indirmeyeceğimiz, edebiyat yapmak için değil ülkemizin
ve insanlarım ızın yarınlarını düşünmek için sorulacak ciddi
sorulardır.
j Hiç kim se, birileri bir-iki saat konuşursa biz de bu din
m eselesini anlarız gibi bir hayale kapılmasın. Bu, hayalden
i de ötedir. Ama ben bu kadarını söylüyorum. Nitekim bu ha-
j yal yüzündendir ki biz, cenaze imamı ve Kuran kursu hocası
■ yetiştirm eyi, din meselesini halletmek sanma noktasına gel­
mişiz. Ve o yüzden de bugün, gerçekten bizi bunaltan bir ka-
I os, dine fatura edilerek insanımızın önüne çıkarılmaktadır.
: Bundan şikâyet etmeye halkın hakkı vardır, ama aydının, bi-
1 zim hakkım ız yoktur. Gerçi aydın, gökten zembille inmez,
; halkı tarafından yetiştirilir, halkının potansiyeli ile yetişir,
j Ülkenin imkânları ve performansı ne olursa olsun, aydın ora-
j dan çıkar ama yine de aydının borcu vardır. Tıpkı zenginin
I fakire borcu olduğu gibi. Yani M ant ın a r tık d e ğ e r dediği
! keyfiyet, yalnız maddî servette işlemiyor; kültür servetinde
de bilim servetinde de manevî servetlerde de işliyor. Onun
içindir ki, Kur'an-ı Kerim ve İslam Peygamberi, bilgi ve ay­
dınlık sahibi insanın, bunu mezara götürmek üzere kendi
içinde hapsetm esini insanlığa en büyük zulüm sayar. Eğer
böyle ise aydınımız, gerçekten çok büyük zulüm işlemiştir bi­
zim insanım ıza karşı. Sizi hırpalamak, ezmek gibi bir niye-
2 22 KONFERANSLARIM

tim yok. Biyografimi dinlediniz, bu tenkit ettiğim kitlenin


ben de içindeyim. O bakımdan rahatlıkla konuşabiliyorum.
Bizim aydınımızla bizim halkımızın ilişkisinde, M evlâna
C elâleddın Rumî'nin şu sözü işliyor; hiç mübalağasız. Di­
yor ki Mevlâna: "Ne adamlar gördüm sırtında elbise yok, ne
elbiseler gördüm içinde insan yok." Bizim aydınımızla halkı­
mızın münasebetini en güzel anlatan sözdür. Gerçekten biz-
ler, bu insanımıza vermemiz gerekenleri vermemişiz. Yani
giydiği elbisenin hakkını ödememiş bir aydın kitlesi vardır
bu ülkede. M agazin ta k litçiliği ile, dünyada şu kad ar y ıl
ö n ce ç ile sin i çek en le r tarafın dan olu ştu ru lm u ş, m ey­
dana g e tir ilm iş, a k siyon a çev r ilm iş fik ir ler i, hem en
h em en işle ri b ittik ten sonra, şu rad a bu rad a sok ağa
d ü ştü kten sonra alıp bizim in san ım ızın ön ü n e getirir,
b u n la n hayata sokm aya ç a lış ır b izim a yd ın ım ız. H al­
buki o n la n n işleri başka tarafta çoktan b itm iştir. İnsa­
noğlu başka oluşların sancılarını çekmektedir. Ve bir yaradı­
lış kanunu var: "Hayat geriye adım atmaz." Hiçbir güneşin
doğuşu, bir önceki güneşin battığı yerde değildir. Siz daima
binlerinin yerlere attığı şeyleri alıp kutsamak durumuna
düşmüşseniz ve bunu da bir meziyet olarak telakki ediyorsa­
nız, sizin vay halinize ve size gönül bağlayan kitlenin vay ba­
şına! Ve tam bir "vay başına kitle" vardır bizim ülkemizde ve
bunun günahı da aydınımızın omuzundadır. Bu aydının orta­
ya çıkardığı en ideal tip, bugünkü politikacı tiptir.
Benim, p o litik a y la h içb ir alak am olm ad ı, b elk i o la ­
cak am a şu and a y ok , o bakımdan rahat konuşuyorum.
Bunların al birini, vur öbürüne. Halka yalan söylemek bun­
ların meziyeti olmuştur. İşte bunun arkasında yetişmemiş
aydın veya aydınlığının hakkını vermeyen, şuuruna ermeyen
aydın yatıyor. Bu aydın yüzündendir ki biz, b it pazarı p o li­
tik a cısı y etiştiriy o ru z durm adan. D ev let adam lığı a y n
bir olaydır. D evlet adam ı, o da p olitik acıd ır am a boyu-
in s a n v e d in 223

tu fark lıd ır. Daha yukarılardadır devlet adamı. Size ıstırap


da vaat edebilir ve yine sizi peşine takar ve yine size güven
verir ve yine sizin ülkenize en güzelini bırakacağına inanırsı­
nız. Ama hep vaat eden, fakat hiçbir şey bırakmayan, ama
hep halkımızın önüne gelen bir politikacı tipi yıllar ve yıllar
bütün hesaplarını, ülkenin yarınlarını önüne koyarak değil,
yalnız sandığı önüne koyarak değerlendiren bir politikacı ti­
pi, bizim zavallı denebilecek durumdaki aydınımızın tipik
üretimidir. Bu üretimin mahsûlleri yerine gerçek anlamda;
felsefi, kozmolojik, ontolojik, dinî, sosyolojik anlamda nere­
den bakarsanız bakın, bütün kıstaslara göre aydın olabilecek
bir avuç insan, bir kadro, bizim ülkemizin gerçekten talihini
değiştirebilir. Çünkü bizim in sa n ım ız çok d eğ erli bir in ­
sa n k itle sid ir . Ve bizim ayd ın ım ızd an , bu erk ânı harp
d e d iğ im iz , ç a n k lı d ed iğ im iz h a lk , g e rç e k te n birkaç
y ü z y ıl ilerid ed ir; ruh d eğerleri, g ö n ü l değerleri bakı­
m ın dan. Şimdi, aydın bunu kapatmak zorundadır. Nasıl ka­
patacaktır bunu? Bu, tabiî, kuru bilgi işi de değildir; bu bir
yapısal değişiklik gerektirir. Biz, yıllarca Doğu'yu tabulaştır-
dık. Bir zaman aydın buydu. Medresenin bıraktığı aydın.
Sonra bunun yerine -bir reaksiyon veya alternatif olarak
devreye girmiştir- B atıyı tabulaştıran, putlaştıran bir tip
çıktı. Fakat hiçbir zaman kendisi olmayan bir aydının ıstıra­
bını biz hep yaşadık kitle olarak, yine de yaşıyoruz. Din me­
selesine gelince din konusunda dram çok daha derindir.
Bizim in sa n ım ızın din k on usu nda izbelerde, m erdi­
v e n a ltla rın d a k a ra n lık üreten birtak ım çık a r odakla­
rın a te slim e d iliş in in gün ahı da ay d ın ın boynunadır.
Bu aydın, tutulduğu taklitçilik illeti yüzünden, "Allah" diyeni
yamyam gibi, "peygamber" diyeni böcek gibi göre göre, dini,
35. sınıf zavallı tiplerin sığmağı haline getirdi. İzbelere çekil­
di. Güneşten açık havadan, aydınlıktan, ışıktan mahrum ne
olabilirdi bu izbelerde senelerce? Ancak karanlık ve kaos ola-
224 KONFERANSLARIM

bilirdi. Mayalana mayalana bu hale geldi. Şimdi sokağa çık­


mıştır, herkesin yüzüne sıçrıyor katran gibi. Ve herkes şikâ­
yetçi bundan. Şikâyetçi ama bunu Cenab-ı Hakk gökten in­
dirmedi; yerden de bitirmedi, bu burada oluştu. Sebep kim­
dir? Sebep biziz. Ben, karamsar filan değilim. Yalnız insanı
tanımayı imkân dahiline sokan üç temel branşta eğitim gör­
düm: İlahiyat, hukuk, felsefe. 30 yıldır da bu konuda sade
okumuyorum, yazıyorum. Şunu biliyorum:
B u d in , 5. s ın ıf a d a m la rın e lin d e n , u c u z a d a m la rın
e lin d e n a lın m a lıd ır. Bu nasıl olacaktır? Buna, ucuz olma­
yan adamlar el koymak zorundadır. Bizim aydınımızın ken­
dine ve halkına zulmettiği noktalardan biri de şudur: Din
bahsindeki ihmalleri yüzünden, kendini Allah'ın kulluğunun
dışında görmüştür. Dinin dışında görmüştür. Bu belki, Batı
standartlarında, kilise mantığında, engizisyon anlayışında
doğrudur; ama bu ülkenin dininde, İslam'da, bu böyle değil­
dir. İslam'da, insanların ihmalleri, insanları Allah'ın kullu­
ğunun dışına çıkarmaz. İnsanı batıran, inkârdır, ihmaller
değil. İhmalsiz zaten kul olmaz. İslam'ın temel kabulü bu-
dur.
"M ükem m elim " d iy e n b ir in s a n ın , İsla m d e ğ e r le r i
a ç ısın d a n iy i b ir k u l o lm ası, A llah'a y a r a şır b ir k u l o l­
m a sı, m ü m kün d e ğ il. Çünkü insan eksiktir, fragmanter bir
varlıktır. Mükemmellik ancak külli varlığa ait bir özelliktir,
insan bu değil. O halde aydınımızın: "Benim, şu eksiğim var
din meselesinde, bu eksiğim var, o halde bu din işinde benim
hiçbir söz hakkım yok. Ben nihayet babam, dedem öldüğü za­
man mezarlığa, cami avlusuna kadar bir giderim. Sonra da
kimlerin uydurduğu belli olmayan bir mevlit okuturum." di­
yerek kenara çekilmeyi bırakması gerekiyor. Bunların İs­
lam'la hiçbir alakası yok, gerçek İslam'la. Sonralardan uydu­
rulmuş şeyler. Aydının durumu bu noktaya geldiğinde, bunu
ustalıkla istismar eden ve işe yarar insanları, şu ihmalin var,
İN SA N VE D İN 225

bu eksiğin var, o günahın var diye sürekli devre dışı tutan


bir yapay engizisyon çalıştırıldı bu ülkede.
İslam'da e n g iz is y o n yok. Kur an, engizisyona giden bü­
tün yolları kapatmıştır. Çünkü engizisyonu devreye soktu­
nuz mu, din, insanoğluna mutluluk yerine kahır ve azap ge­
tirir. Nitekim ortaçağda yapılan budur. Akşam bir etüd oku­
yordum. Sıcağı sıcağına söyleyeyim size: Engizisyon cellatla­
rının, büyücülük yapıyor teranesiyle, yalnız genç kızlık döne-
mindeyken katlettikleri, itham ederek katlettikleri kadın sa­
yısı binlercedir. Bütün bunlar Allah adına yapılmıştır. Hal­
buki gerçek anlamda dindarlar e n g iz is y o n mahkemelerinin
katlettiği bu insanlardı. Gerçek dindarlar onlardı, fakat onla­
rı dindarlık adına, dine fatura ederek katlettiler. Engizisyon
bu. Onun için Kur’an-ı Kerim engizisyona giden yolları tıka­
m ıştır. Evvela sınıfı, özellikle din sınıfı hegemonyasını kal­
dırmıştır. D in s ın ıfı y o k tu r . D in h e r k e sin d ir . N a sıl A l­
la h h e r k e s in A llah'ı ise d in d e h e r k e sin d ir . K ıy a fet h e ­
g e m o n y a s ın ı k a ld ır m ıştır . H iç k im se k ıy a fetiy le b a şk a ­
la r ı ü s tü n d e e g e m e n lik k u ra m a z, ü s tü n lü k ile r i s ü r e ­
m e z . M a b et h e g e m o n y a s ın ı k a ld ır m ış tır . M abet h e r
d in d e o lu r am a, İslam 'da r e sm î m a b et y o k tu r. Hz. Pey-
gamber'in gayet açık ifade ettiği gibi, yeryüzünün her tarafı
mabettir. Tasavvufta; toprak post, Allah dost derler. Ama di­
ğer dinlerde böyle değildir. Ayin kilisede yapılır, havrada ya­
pılır ve eğer papazla haham orada yoksa ayin iptal edilir. Da­
ha yakın zamanda, İtalya'da 500 küsür çiftin nikâhını kıyan
bir papaz, nikâh öncesi listede belirlenen papaz olmadığı
için, dikkat ediyor musunuz, 500 kişinin nikâhı geçersiz sa­
yılm ıştır. Yakın, şurada, iki-üç yıllık hadisedir. Bu kadar ku­
ralcılık, bağlayıcılık ve sın ıf hegem onyası vardır. İslam ’da
böyle şeyler yok. Niçin yok? Çünkü bu, insan mutlu olsun di­
ye Yaratıcı tarafından gönderilen dinin, peygamberler aracı­
lığı ile gönderilen dinin, Allah'a fatura edilen bir zulümle in-
226 KONFERANSLARIM

sana kan kusturmasına yol açar. Şimdi bakın, bizim dinimiz,


de engizisyon yok. Kur an mücadele etmiştir, engizisyon gir­
mesin diye. Fakat ya p ay bir e n g iz isy o n İslam 'a so k u l­
m uştur. Ve ülkemiz bu yapay engizisyondan rahatsız olacak
bir noktaya gelmiştir. Yine yapay afaroz kurumlan çalıştınl-
mıştır, çalıştırılıyor. Eğer bu ülkenin ve insanımızın kaderini
güzele ve iyiye götürmek için içinde bir sızı duyanlar buna el
koymazlarsa, bu yapay engizisyon giderek resmileşir ve dün­
yanın, İslam dünyasının şurasında burasında emsalini gör­
düğümüz ve sanıyorum daha yoğun bir şekilde ileriki yıllar­
da görebileceğimiz şekliyle, bizim ülkemizde de bir kahır sü­
reci açılabilir.
Din ve insan nedir, Kuran açısından bakıldığı zaman?
Ana başlıklarla veriyorum: Kur'an, insan için bir din g e ti­
rir, insana rağm en bir din yok tu r Kur'an'da. Engizisyon
dini, insana rağmen bir dindir. Ve Kur’an bize gösteriyor ki;
insanın ezildiği, itildiği, kahıra uğratıldığı, çıkmazlara sokul­
duğu, nefesinin tüketildiği bir dünyada, dinin varlığından
söz etmek mümkün değil. O halde, dinin getirdiği kurallarla
insan hayatını çıkmazlara sokmadan nasıl bağdaştıracaksı­
nız? Kur'an bunun disiplinini veriyor. Burada detaylara gire­
cek değilim. Evvela, Kur’an-ı Kerim tabu getirmiyor, tabu.
Birçok kişi, bizim aydın insanımızın bir çoğu, dindeki emir
ve yasaklarla tabuyu birbirinden ayıramaz. Çünkü dine ba­
kışı da bir yerlerden ithal edilmiştir. O da magazin taklitçili­
ğine bağlıdır. 18. yy. sonlarından başlayıp genel anlamda po-
zitivist ve daha sonraki adıyla materyalist felsefenin verileri
ışığında, Batının kiliseye karşı çıkışını aynen almış, bunu
taklit etmiştir, kopya etmiştir. Halbuki Batı'da din e karşı
çıkışın ortaya koyduğu değerler, Kur'an açısından ba­
kıldığında, din e sadakatle eld e e d ile c ek değerlerdir.
Bizim insanımıza Batı'da bir yığın büyük beyin, antik-
rist oldukları halde, yani Hıristiyanlığın Allahına karşı ol-
ÎNSAN VE DÎN 227

dukları halde, a te is t diye tanıtılmıştır. Bunlar kavram ha­


talarıdır. Kuşaklan bu yalmş kavramlarla biz yönlendirdik.
Hep söylerler: N ie tz sc h e ateisttir, V oltaire, ateisttir. M arx
haliyle ateisttir. Ona bizim de bir diyeceğimiz yok. Efendim,
S a rtre ateisttir, o ateisttir, bu ateisttir. Bunlann hiçbirisi
a te is t değil, bunlar a n tik rist insanlardır ve kilisenin zul­
me âlet edilmiş tannsm a karşı çıkmışlardır. Ben tasavvuf
tarihçisiyim. Ve N ie tz sc h e mütehassısıyım. Nietzsche hay­
ranıyım aynı zamanda. N ie tz sc h e 'yi tetkik ettiğim zaman,
İslam tasavvufu içinde herhangi bir büyük sufıyi tetkik et­
miş gibi oluyorum. Perspektifler aynıdır, bakış aynıdır, vanş
noktası aynıdır, duyduğu ıstırap aynıdır. Neyi duymuş, ıstı­
rabının arkasında ne var? Dinin çıkarlara, sahtekârlığa ve
sömürüye âlet edilmesi var, fazilet tellallığı ile insanlığın ru­
hunun hançerlenmesine hayıflanma var. Herhangi bir sufîyi
alıp, N ietzsche'nin yerine koyabilirsiniz. B öyle D edi Zer­
düşt'ün altına bir sufı düşünürün imzasını rahatlıkla atabi- j
lirsiniz.
İnsanoğlunun iyiyi ve güzeli yakalayan beyinlerinin bir
ortak noktaları var. Biz onu yakalamak yerine ki -Kur’an o
ortak noktaları veriyor- Batı da kiliseye karşı çıkışı, bizde
K urana karşı çıkış halinde bizim insanımıza getirdik ver­
dik. Ve iş buralara geldi. Halbuki Kur'an-ı Kerim in getirdiği
dinde tabu yoktur, emir ve yasak vardır. Emir ve yasaksız
hayat yok. Hayat bir takım normlarla yürüyor. Varlık bir ta­
kım kanunlarla yürüyor. O luş bir takım p rensiplere bağ­
lıd ır. Su 60° d e h iç b ir zam an kaynam ıyor, 100° de k ay­
n ıyor. D e n iz s e v iy e s in d e c iv a b a sın cı hep aynıdır. P i
sa y ısı ay n ıd ır. Ü ç g en in iç a çıla rın ın top lam ı aynıdır.
B u n lar d eğ işm ez. İn sa n h a y a tın ın da b öyle d eğişm ez­
le r i var. O d eğ işm ezleri Kur'an-ı Kerim getiriyor. D eği­
şen ler e dok unm u yor. D e ğ işe n le r alanını in san ın ö nü n­
de so n su z b ir u fiık o la ra k açıy o r ve bununla da yetin-
228 K O N FE R A N S L A R IM

m iyor; in sa n ı om u z la rın d a n tu tarak : "Bu so n su z a la n ­


da ça lışıp a k lın ı işle te r e k so n u çla r çık a ra ca k sın , se n in
M ü slü m a n lığ ın ın o n u ru b u rad a yatıyor*' d iy e te ş v ik
ed iyor. Tam kilise anlayışının tersine. Bu artık teori falan
değil, bir tarihsel realitedir. B u g ü n B a tın ın g ö k lerd e k o ­
lo n ile r k u ru şu n u sa ğ la y a n b ilg i ü stü n lü ğ ü n ü n a r k a ­
sın d a ya ta n m irasın g erçe k sa h ip leri M ü slü m an lard ır.
Sıfirlı sistemden, kimyanın kanunlarından, astronominin ka­
nunlarından, tıbbın kanunlarına kadar hepsini, Müslüman
bilim adamları bulmuş ve Batı'ya hediye etmişlerdir.
R ön esansm arkasında Müslümanlar vardır. Nereden Rö­
nesans olacaktı? Ben felsefe tarihçisiyim, ben demiyorum bu­
nu. Çağın en büyük felsefe tarihçisi Toynbee'ye gidin sorun.
Onun, ortalığı birbirine katan ünlü eseri C iv iliz a tio n on
T rial, Batı medeniyetini sanık sandalyesine koyup orada
yargılıyor. Evet Rönesans. Kim var Rönesans'ın arkasında?
K uranın getirdiği tefekkür var. Pagan kültür ve vahşiler
gelmiş, bütün Rom a ve Yunan kültürünü tarumar etmişler.
Ortada hiçbir şey yok. Batı'nın yakalayabileceği hiçbir şey
yok. O küllerin içinden ne bulmuş ortaya çıkarmışsa Müslü­
man ilim adamları çıkarmıştır. Yunan ve Roma mirasını ter­
cüme eden ilk onlar, bulan ortaya çıkaran onlar. Rönesans
bunun üzerine oturmuş. R eform hareketleri bunun üzerine
oturmuş. O mirasın arkasında da Müslümanlar var. Eee niye
şimdi böyle olmuştur? Bir cümleyle söyleyeyim: Ünlü fıkrada
olduğu gibi. D u a a y n ı d u a d ır, K ur'an a y n ı K ur'an'dır
am a ok u yan a ğ ız a y n ı a ğ ız d eğ ild ir. Ve bugün İslam me­
selesi o noktaya geirilmiştir ki, sokakta insanlığın önüne çı­
karılan İslam'ın -ne idüğü belirsiz bir karışımdır o, İslam di­
yorlar ona. Bir torbaya doldurmuşlar, bir kaos ve devşirme
dini diyorum ben ona yazılarımda. Kur'an'a nispeti % 15-
20'lerdedir. Bunu, % 70’lere, % 80’lere çektiğimiz zamanda
size tanıtılan İslam'ın çok ötelerinde ve üstünde bir İslam
görmeniz mümkün olacaktır.
ÎN S A N V E D İN 229

K a r a r lı v e g ü d ü m lü b ir e l, k itle n in d in a d ın a
K ur'an'la k u ca k la şm a sın ı e n g e lliy o r . Kur'an adına orta­
ya sürülmüş bin küsür yıllık ve çoğunlukla çölde oluşmuş yo­
rumları insanın önüne getiriyorlar, "işte din budur" diye. Ve
I bizim aydınımız, bilgisizliği yüzünden, çıkıp da "bunlar din
I değildir" diyemiyor. Bakıyor kaos. Soruyor: "Bu kaosu ben
J kabullenebilir miyim?" Vallahi kabullenemezsiniz! Hiç kimse
j kabullenem ez ve kabullenmeyin tabii. O halde "ben buna
J karşı çıkıyorum" diyor ve tabiî tezgâh gayet güzel kurulmuş-
| tur; hemen dinsiz, cehennemlik yaftasını yiyor ve azap başlı­
yor. Dinsiz mi adam? Hayır! Babası ölünce, camiye gidiyor,
mezarlığa gidiyor, ne yapacak?
Birilerinin alkışladığı, binlerinin de hiç durmadan söv-
| düğü şu İslam realitesi, olması gerekeniyle bu mudur diye
i sormamışız, sormadık. Global planda sormadık -üç-beş tane
{ şurada burada soran olabilir- yani soyutla somutu birbirin- j
j den ayırma gayretini göstermedik. Bunun esası nedir, söyle­
nen bu mudur? Eğer buysa hepimiz birlikte bunu hayatımız-
i dan kovalım. Ama bu değil. O halde nedir, nedir? İşte onu,
i bizim aydınımızın çekeceği çile ortaya getirecektir.
Evet, tabu yok dedik Kur'an-ı Kerim'de. Tabu koydun mu
ne olur? Tabuda, ölsen de kalsan da birşey neyse odur. Ka­
raysa karadır, beyazsa beyazdır. Ama emir ve yasak o değil­
dir. Kur'an'ı Kerim emir ve yasak getirir. Fakat emir ve ya­
sak getirdiği normun hemen içinde, uzak bir yerde de değil -
şimdi zamanımız yok, size detaylı ve teknik bilgiler veremi-
yeceğim - bir ız tır a r prensibi de getirir. Z orun lu h a lle r
p ren sib id ir bu. Bununla, emir ve yasağın tabulaşmasını kı­
rar, önler. Evet bunu yap, bunu yapma, fakat eğer bu "yap ve
yapma" insanı boğma noktasına geliyorsa, hayatın şu veya
bu şartlan altında, o zaman onun üstüne çık diyor. Çünkü bu
dini gönderen kudret, Cenab-ı Hakk, bunu insanı boğmak
için göndermemiştir. İnsanın ıstırap çekmesinden zevk du-
230 KONFERANSLARIM

yan bir Allah değildir O. İnsanın daha yukan boyutlara git­


mesini, tekâmülünde daha ileri çizgilere doğru seyretmesini
istiyor; mutlu olmasını istiyor insanın. Bunu insan için gön­
dermiştir. Bunu, " in sana rağm en" hale getirdiniz mi,
Kur’an'ı Kerim kendisi müdahale eder. 'İnsana rağmen" hâle
getiremezsiniz.
Dini, bir tabular yığını olmaktan çıkarıp evrensel yapı­
sına ulaştırmak ehil insanın işidir. Onun içindir ki Kur'an-ı
Kerim, insanoğlunun bulaşacağı en büyük zulümlerden biri­
ni, bir işe, ehil olmayanların el koyması olarak gösteriyor.
Ve din m eselesinde ne yazık ki, işe ehil olmayanlar el koy­
muştur. Ve bakın, 1990’lı yılların Türkiyesinde birlikte sey­
rediyoruz manzarayı. Bu din meselesinde ısrarlı bir tavır,
kitlenin din hayatını kotarma işini daima ehil olmayan eller­
de tutuyor ve bu yüzdendir ki, din istismarı en verimli politik
alanlardan biri haline gelmiştir. Çünkü, eğer insan hayatı
için bir fenomen veya bir kavram zorunluysa, siz onu gör­
mezlikten gelmekle, onu insan hayatından koyam azsınız.
Onu birileri mutlaka değerlendirir. Ehil olanlar değerlendir­
mezse, istismarcısı değerlendirir, mutlaka.
Şimdi manzaraya bakın. Türkiye’de bu fakir kitlenin ver­
gilerinden, trilyonları her yıl alan, yan kuruluşu bir vakıfla
bir o kadar da gayriresmî alıp götüren bir D iy a n e t T e ş k ila ­
tı var. Ve herkes Anadolu’da bunu soruyor, ben de herkese
ve size soruyorum, ne yapar bu Diyanet İşleri? Dünyada en
zalim duvarların yıkılıp, insanların birbirleriyle yüzyüze gel­
dikleri bir mahşer manzarasının sergilendiği dünyada, olay­
ların aylarla-yıllarla değil, saatlerle birbirini kovaladığı bir
zamanda, ne yapıyor bu atm ış milyonun anayasal din kuru­
luşu? Bordro imzalıyor, yüzbinlerce personeline üç trilyona
yakın para dağıtıyor. Başka? Bir de kandil gecelerinde otuz
seneden beri okunan, her okuyanın onbeş tane yanlışla oku­
İN SA N VE DİN 231

maya çalıştığı kandil tebriklerini okuyor. Başka birşey var


mı?
A lm anya'ya gidiyorsunuz, defalarca gittim, konferansla­
ra gittim , gezm eye gittim , özel toplantılara gittim. F ra n ­
sa'ya gidiyorsunuz aynı şey. Ne görüyorsunuz? Diyanet ora­
ya elem anlar gönderiyor, üç ay-beş ay sonra onlar, orada
hem Türkiye'nin hem de İslam'ın esas varlığına karşı olan
bir takım odakların derhal insiyatifıne giriyor ve sonra da is­
tifa ediyorlar. Ve bizim insanımız orada da din adına hançer­
leniyor, kahra uğratılıyor, istism ar ediliyor, perişan ediliyor,
burada da... Bu niçin böyledir? Çünkü, "bu niçin böyledir" di­
ye soran insanların sorularına cevap alma şansı çok zayıftır.
Kim soruyor bunu? "O so r sa ne, so rm a sa ne" diyecekleri
insan soruyor bunu. İşte, iş yine bizim aydınımıza geliyor...
Evet, insan merkezî varlıktır, gaye varlıktır. Kur'an'ın di­
ninde insan budur. Ve Kuran ı Kerim Yaratıcı Kudret anla­
mında kullandığı Hak- Allah demek, Allah'ın isimlerinden
biri- ile halkın birleştirilmesini esas alır. H ak'la h a lk b irb i­
r in d e n a y n ld ı m ı, d in k a lm a z o rtad a. "Ben Hakk’a yara­
nacağım ama halkı ezeceğim ” diyor. Engizisyonun yaptığı
buydu. Allah'a yaranma adı altında, Allah'a gerçekten kul
olan insanları katletm iştir. Milyonlarca insanı, yüzlerce yıl.
Onun için Kur’an-ı Kerim, halkı ezen, insanı ezen, Hakka
hiçbir şekilde gidemez, diyor. Halka zulümle kirletilen iman
iman olmaktan çıkar. Hak'la halkı birleştirmek lazım...
Bunun tersi de mümkün değildir. Yani "ben halkı tuta­
rım, halkı severim, Hak diye birşey bilmem" diyemezsiniz. O
da S ta lin mantığıdır. O mantığın da insanlığa ne bıraktığını
birlikte seyrettik. H a lk ç ılık teranesiyle halkın canına oku­
dular. Milyonlar kahra uğratıldı. Buyrun bakalım, bıraktığı­
nı görün. Acından sürünen, dünyada perişanlığın doruk nok­
tasını temsil eden kaç yüz milyon insan... İşte buyrun, 72 yıl.
Bilanço ortada. O halde insanlık yeni denge noktaları arıyor.
232 K O N FE R A N SL A R IM

İnsanlık, yeni ufuklar ve perspektifler arıyor. Ve bunları,


yine adından az önce bahsettiğim Toynbee'nin 1940'lardaki
ifadesiyle, büyük dinlerin bıraktıkları mirasın içinden çıka­
racağız. Ve böyleyse o mirasın en son ve en mükemmel şekli,
toplayıcısı Kur'an-ı Kerim dir. Ve o da bizim insanımızın
önündedir. Fakat b ü tü n m esele, d in a d ın a b ir a n o n im
şir k e t kurup, Kur'an-ı K erim 'i bu şir k e tte bilm em ka-
ç ın c ı d e r e c e y e a ta n a n la y ış ı s a f d ışı b ırak m ak v e
Kur'an-ı Kerim'i b irin ci d e rece d e ve tek hüküm k a y n a ­
ğı h a lin e getirm ek tir. E sa sen K ur'an'm om urga k a v ra ­
mı olan tevh id in , b irliğin ica b ı da budur. Ve b u gü n İ s ­
lam d ü n yası, tevh it adı a ltın d a , tev h it d in in e m en su b i­
yet adı altın d a kork u n ç ve zeh irli b ir şirk yaşıyor. Ma­
alesef! Ve ne ilginçtir ki, İslam'ın muazzez Peygamberi, ileri­
de ümmetinin bu felakete düşeceğini yüzlerce defa ifadeye
koymuş, gündeme getirmiştir. Bir tanesini söyleyeyim: Diyor
ki: "Benim üm m etim i b atıracak o la n , açık p u tp erestlik
d eğ il, örtü lü p u tp erestlik tir." Görünüşte hiç kim se ne
Lât'a ne Menât'a ne Uzza'ya ne şuna ne buna tapmıyor. Bu,
insan hayatından bitmiş, çekilmiş gitmiştir. Fakat in sa n o ğ ­
lu K âbe’d e, şu rad a, b u rad a k ır d ığ ı p u tla rı k e n d i iç
d ü n yasın d a tek rar k u rm u ştu r, h em de en görk em li ş e ­
k ild e. İşte bu iç dünyaya yerleşen putperestlik insanlığı ke­
mirecektir. Bütün korku budur.
Ve öyle olmuştur, dediği aynen öyle olmuştur. Evet, bu
akşam için altı çizili bir özet cümle vermek istersem, size şu­
nu söyleyeceğim. Bu din meselesinde bizim aydınımız, bu di­
ni, Kurana, ana kaynağı, ilahi kelam unvanı taşıyan kayma­
ğı Kur’an'a bağlamak için çalışmalıdır. Gerisinin itimada la­
yık tarafı yoktur, bizzat Peygamber e binlerce yalan söz isnat
edilmiştir ve bugün din adına ortalığı kasıp kavuranların sı­
ğındıkları da o Emeri yalanlarıdır. Bunları, İslam'ı dejenere
eden ve Peygamber in evladım katleden E m evî ortaya çıkar-
in s a n v e d in 233

dı. Bunu temizlemek lazım. Herkesin elinden geleni yapması


icap ediyor. Onu yaptıktan sonra, bizzat Kur’an-ı Kerim sizi
serbest bırakıyor.
K ur'an-ı K erim b ir jan d arm a n iza m ı g e tir m e z . En
büyük Peygamber e: "Sen ışığı ve aydınlığı göster, kenara çe­
kil, hesap sormak, hizaya getirmek senin işin değildir” diyor.
Elli küsur ayet var bu mealde, Peygamber e hitaben. Pey­
gam bere hitap buysa, seninle benim halimi düşünün. O hal­
de K ur'an'ın d in in d e , â h iret m ü fe ttişliğ i ve ceh en n em
z e b a n iliğ i y o k tu r. Ne vardır? Bizzat Kur an ın ifadesiyle,
doğru ve ışık açık hale gelmiştir. İnsanoğluna gösterirsen, o
onun peşine gider. Gösteremediğin için gitmiyor Bırşey daha
getiriyor B a sk ı v e zorla in san ı c e n n e te g ö tü rm ey e k al­
k a n la r, in sa n ı y a ln ız ceh en n em e g ö tü rü rler. Kur'an'ın
in sa n o ğ lu n u n ö n ü n e k oyd u ğu c e n n e t, rob otların c e n ­
n e ti d eğ ild ir. Ö zgü r ira d eleriy le g ü zeli ve iy iy i arayan
in sa n la r ın g ittiğ i y e r c e n n e t o la b ilir . Kur'an'ın başka
b ir c e n n e t i y o k . O h a ld e za p tiy e m a n tığ ı ile , zorlaya­
ra k , in sa n ı b irtak ım m a n ip ü lasyon larla veya tek m ele­
y e r e k b e lli h e d e fle r e y ö n eltm ek , se r g ile d iğ i m anzara
n e o lu r sa o lsu n , iy iy e v e g ü zele g id iş d eğ ild ir. B u n lar
K ur'an'dan o n a y alam az.
Şimdi, bu Kuran dinini ortaya çıkardıktan sonra birisi çı­
kıp; "bunu ortaya çıkaralım, tamam ama ben buna yine de
inanmayacağım" derse, o da olur. K ur'an-ı K erim , c e h e n ­
n em e g itm e ö zg ü rlü ğ ü d e v erm iştir. Dün akşamki TV ko­
nuşmamda yine söyledim. Yine söylüyorum, altını çizerek,
sürçü lisan filan değil, Kur’an-ı Kerim insana cehenneme git­
me özgürlüğünü veriyor.
C e n n e t b ir sem b o ld ü r. N e y a z ık k i o n u sam an y e ­
m ey e a y rılm ış b ir a h ır filan za n n ed iyorlar, k ilid i falan
v a r sa n ıy o r la r . Ve ta b iî b öyle o lu n ca da k ilid i ben tu ­
234 KONFERANSLARIM

tu y o ru m diyor; e n d ü lü ja n s, iş le tiy o r , b e n g ir d e r se m
g ir e rsin , girm e d ersem girem ezsin ...
Bütün bu kavramları, Kur'an’ın ışığında yeniden değer­
lendirmek ve olması gereken noktaya getirmek lazım. Ondan
sonra-aynen kendi ifadesi- "iki yol gösterdik" diyor insana,
birçok ayette, değişik ifadelerle. "İster ışığa gider ister ka­
ranlığa gider." İster cehenneme gider, ister cennete gider.
Ama bu özgürlüğü veriyor. C e h e n n e m e g itm e ö z g ü r lü ğ ü
e lin d e n a lın m ış b ir in s a n ın ü r e ttiğ i iy id e n v e g ü z e l­
d e n , Y a ra tıcı K u d ret h iç b ir ş e y b e k le m iy o r. İyi v e g ü ­
z e l o d u r ki, o n u ü r e te n , ç ir k in i v e k ö tü y ü d e ü r e tm e
ik tid a r ın ı s e r b e s tç e ta ş ır . O iktidarı elinden aldığınız
adam bir iyi ve güzel üretiyorsa, ona r o b o tu n ü r e tim i denir
ve robotun üretimine Kur'an-ı Kerim değer vermez. Böyle
olunca, Kur’an'm dinini ortaya koyarsanız, kim senin rahat­
sız olmasına falan gerek yok. O zaman din bezirgânlığının
kurduğu tezgâhlar zaten iflas edecektir. Ve insanoğlu ne ta­
rafa gideceğine kendisi karar verecektir. Yalnız, insan onu­
runa yakışan Allah’ın kendisine sunduğu ışıkla hayatını bil­
gi, şuur, kanıt ve gerçeklik üzerine oturtmasıdır.
"Ölümünüz b e y y in e yani aydınlık ve açıklık, delil üzeri­
ne olsun, yaşamınız da beyyine üzerine olsun." (Enfal, 42) di­
yor. Eğer b e y y in e üzerine değilse, siz adına iman deyin, din­
darlık deyin, takva deyin, ne derseniz deyin; Kur’an'ın dilin­
de, K uranın terminolojisi içinde onun adı 'amâ'dır: K örlük .
Aynen Kur'an'm tâbiri. Ve diyor ki: "Bu d ü n y a d a k ö r olan ,
ö lü m so n r a sın d a da kördür." Ölüm sonrasını turistik seks
oteline çevirdiler. Orada, bilmem kaç tane huri verilecekmiş.
Bunlar da yalan, Kur’an'da böyle birşey yok. Evet, öbür
âlemde insanlara nimetler verilecek, eşleri de olacak tabiî,
hayat devam edecek; hayat devam edecek ama böyle sex
sh o p değil orası... Ağzını sulandırarak bekliyor ve tabiî böyle
bir iştah arenasında başkalarına yer kalm asın diye insan
in s a n v e d in 235

egoizmi sürekli devreye girer. O da öyle değil, ölüm sonrasın­


da tekâm ül devam eder. Ö lüm , h a y a t d e d iğ im iz o s ü r ek li
o lu ş u n b ir is ta s y o n n o k ta sıd ır . S ır tın ız d a k i b ir k ü fe y i
b ır a k ıy o r su n u z v e d e v a m e d iy o r su n u z , işte, âhiret inan­
cının esası budur; hayatın devamı. Fakat o da bize anlattık­
ları gibi değil. Kur an onu öyle anlatmıyor. Ona inanacaksa
bir adam, bir hazırlık yapabilir, oradaki tekâmül yolculuğu
daha rahat yürüsün diye. Çünkü te k â m ü lü ta m a m la y a ­
c a k s ın ız . insan denen bu eşsiz-emsalsiz varlığın bir kadavra
gibi kaldırılıp bir kenara atılm ası mümkün değildir. Bunu
böylesine mükemmel donatıp gönderen kudret, bunu bir yer­
lere götürecektir ve bunu ölüm gibi bir mekanizma hiçliğe
gömemez. Bu devam edecektir. T ek â m ü lü n ü z ü m u tla k a
ta m a m la y a c a k s ın ız . B u n a m ezu n d e ğ il, m em u rsu n u z,
m a h k û m su n u z . Ve Kur'an-ı Kerim diyor ki; madem böyle-
dir, gelin yolu geriye doğru rahat olsun diye yürümeyin. Bu
tepeye sizi bir gün mutlaka çıkaracaklar. Çocukluğumuzda
biz yaylalara giderken -insanın yapısında bu var- babanız,
am canız önünüzde gider. Karadeniz'de büyüdüm ben. Do­
ğu d a doğdum, hayatımın 7 yılı orada geçti ama büyük kısmı
K aradeniz'de. Dik arazi, 4 saatlik yol, yaylaya gidiyorsunuz.
Baba, anne önde. Biz çocuklar yoruluruz, baba yürür, "hadi
çocuklar" diye de seslenir. Biz kaçamak yapardık. Ne yapar­
dık? Arkaya döner aşağı doğru biraz gideriz. O bir dinlendi­
rir insanı, sonra baba yukarıdan biraz daha sert bir şekilde
bağırdı mı, bir de geri gittiğiniz yolu yürürsünüz. Tekâmülde
de böyledir. Ve Kur’an-ı Kerim diyor ki; geri doğru gitmekle
kazanacağın birşey yok. Bu yolu yürüyüp tamamlayacaksın,
am a burada, am a ölüm istasyonundan sonra, ama cehen­
nemde...
C e h en n em ... C e h e n n e m , tek â m ü lü n ü a k sa ta n in sa n ­
la r ın o r a d a tâ b i tu tu la c a k la r ı zo rlu şa rtla rd ır. Sembol.
Onun da resmini yapıyorlar. Böyle ateş çukuru falan gibi.
236 KONFERANSLARIM

Ondan sonra getiriyor, zebani resimleri de koyuyor. Milletin


önüne koyuyor. Nerede bunlar? Sembol bunlar. D in in bir
dili var; bilim in dili olduğu gibi, dinin de b ir dili var.
Paul Tillich'in dediği gibi -çağımızın en büyük protestan
ilahiyatçılarından biri- bu sem boller ve işaretler yan i din
dili, bilim diline çevrilm edikçe dini anlamak mümkün
değildir. Zebani yapıyor, ondan sonra dua ediyor yaparken:
"Bana da benzese de ben de zebani gibi milletin başına mu­
sallat olsam."
Bu kaostan dini kurtarıp gerçek kaynağına kavuşturdu­
ğunuzda, insanoğlu bunun ortaya koyduğu güzelden kaçmaz,
tiksinmez. Cenneti gösteremeyenler cehennem zebaniliğin-
den medet umar. Gösteremeyince bu sefer aforoz başlıyor. Ve
Kur'an-ı Kerim, aforoz yok diyor. Aforoz yok. K im se
kim seyi Allah'ın kulluğuna sokam az, vaftiz yok; k u l­
luktan çıkaram az, aforoz yok. Kimse kim senin ölüm
sonrası hakkında beyannam e yayınlayam az, se n e t ç ı­
karamaz, endülüjans yok. Kimse kim seyi Allah'ın jan ­
darm ası sıfatıyla yargılayam az. E ngizisyon yok . Ne
var? İşte en muazzez Peygamber’e hitabı 11 yerde Kur'an-ı
Kerim de: "Sana düşen, yalnız ve yalnız iyiyi ve gü zeli
göstermektir." Göstereceksin, insan artık güzel ve iyi göste­
rildiğinde onu kucaklayacak kıvama gelmiştir, yapısı bakı­
mından. İnsan onca tekâmül geçirdi. Göster, diyor, ama d es­
potizm yok. Din adına despotizm getirirseniz, bu ev v e­
la Allah'ı rahatsız eder ve siz dindarlık adı altında din ­
sizlik sergilersiniz. Kur’an-ı Kerim buna da değiniyor. 'D i­
ni yalan sayan kimdir?" sorusuna Kur'an’ın verdiği ceva­
bın içerisinde neler var? Korkunç bir tablodur o. Bir yerde bu
suali soruyor: Dini yalan sayan kimdir? Ve verdiği cevapta,
bunun kim olduğunu gösteren cevabın içinde birkaç unsur
var. Onlardan birisi de riyakârlıkla namaz kılmak. Korkunç
birşey bu, korkunç birşey. Eve gidince okuyun Mâûn su resi­
ni, görün.
in s a n v e d in 237

Nam az, insanın Y aratıcıyla diyalogudur. Secde var na­


mazın içinde. Ş im d i n a m a zı d a iş k e n c e y e ç ev ird iler . Ben
bazen söylüyorum insanlara -ben 10 yaşından, 9 yaşından
beri namaz kılan bir insanım - bu namaz değil diyorum. Hz.
P e y g a m b e r 'in v e K ur'an 'ın a n la ttığ ı n a m a z b u d e ğ il,
b u E m e v î s p o r u . İşte te r a v ih diye birşey, duydunuz. Hz.
Peygamber’in hayatında yok böyle 20 rekatlık teravih. Bir
din düşünün ki hanım efendiler, beyefendiler, kulluk borcu
olarak m üntesiplerine yüklediği 5 vakitlik namazın toplamı-
birlikte sayalım: sabah 2, öğle 4, ikindi 4, akşam 3, yatsı 4-
17 rekattır. Abdestleriyle birlikte ben hesabını yaptım. 45
dakikayı geçmiyor günlük hayatımızda işgal ettiği zaman.
Şimdi bir cuma nam azı iki saat. Bir düştünüz mü camiye,
bir daha çıkam ıyorsunuz. Ş u n u k e s in lik le b ilin k i, İs­
la m ’ın P e y g a m b e r i b ö y le b ir n a m a z k ılm a d ı. Kimler bu­
nu bu hale getirm iş? Bir tür işkence. İn sa n la r ı b ır a k m ı­
y o r la r k i, Y a r a tıc ıla r ın a s e c d e e ts in le r . Namazı örnek
veriyor. Burda riyakârlığa gidenleri, bazı ruh hallerine sa­
hiplerse, dini inkâr edenler sayabiliyor. Din sadece, "din
yoktur" diyen tarafından inkâr edilmiyor. O açık inkârdır ve
insanoğlunun ondan göreceği zarar pek fazla değildir.
İnanmıyorsa inanm asın. İn a n m a m a n ın da b ir ç ile s i v a r­
d ır. İn a n m a m a k k o la y iş d e ğ ild ir . O da te r sin d e n bir
im a n d ır . E sk i Y unan se p tik le r in i tenkit ederken, sonraki
filozoflar şöyle derler: Siz herşeyden şüphe ediyorsunuz, o
halde birşeyden şüphe etmiyorsunuz. Nedir o? Şüphe etmek­
ten şüphe etmiyorsunuz, bu da bir kesinliktir. Burda da ay­
nı, "hiçbir şeye inanmıyorum” demek az yiğitlik işi midir?
Kolay mıdır? Ve Kur'an-ı Kerim, bunda, "dindarlık” adı al­
tında sahtekârlık yapana nispetle bir fazilet görür. Onun için
küfrün, k ö tü lü ğ ü n v e k a r a n lığ ın e n k u d u z ş u b e si ik i­
y ü z lü lü k tü r . N ifa k diyor Kur'an-ı Kerim buna. Ş ir k o n ­
d a n so n r a g e lir .
238 KONFERANSLARIM

Adam açıkça, "ben inanmıyorum diyor, inandır, inana­


yım." Kur'an-ı Kerim, bu bir karanlıktır diyor, yazıktır insa­
na. Ama im a n sızlık ta n daha kötüsü var. fn am yoru m a
fatura çık a rıp , in a n ıy o ru m p asap ortu ta şıy ıp , p a s a ­
portun için i işte a z ö n ce bah settiğim zu lü m le rle d o l­
durm ak. Bunların ayıklanması ve insanımızın önüne çıka­
rılması lazım. Kur'an'm dininin insanın önüne çıkarılması
lazım. Ben buna Kur'an'm d in i diyorum, A llah'ın d in i di­
yorum, yara d ılışın d in i diyorum. Kitaplarımdan birinin adı
da odur: Din v e Fıtrat. Yaradılış demek. Bunu insanın önü­
ne çıkaracaksınız. Ondan sonra kim bunu alkışlıyor, kim bu­
na sövüyor göreceğiz. Ama manzara mutlaka değişecektir.
Biz ilim ve düşünce adamıyız, bir de popülaritemiz vardır.
Habire gelirler yayıncılar. Falanca, dine sataşmış ona bir ce­
vap yazın. Getirin bakalım nedir? Ahmet, Mehmet, bakıyo­
ruz -o gelmeden ben ona 50 defa baktım ya- ne var burada?
"İşte bak, işte bak burada diyor ki, dine şöyle diyor.” Cevap
veriyorum. 'B u adam ın ten k it ettiğ i, Hz. M uham m ed'in
tebliğ ettiğ i Kur'an'm din i d eğil ki! Kim in din i ise g i­
din, bu ten k itlere o cev a p versin." B iz evvela şu Kur'an
din inin ne o ld u ğ u n u bîr ortaya k oyalım . İşte bizim
m esaim izin, bilim v e d ü şü n ce faaliyetim izin e sa sı bu-
dur. H areket nok tası budur, hedefi budur. 20 k ü sü r k i­
tabım ızın ve daha benim gibi aynı kan aati taşıyan bir
bilim ve d ü şü n ce kadrosunun h arek et n ok tası v e h e ­
defi budur. Tabiî bu, korkunç bir mukavemetle karşılaşı­
yor. Çünkü az Önce bahsettim, oturm uş bü yük tezg â h la r
vardır. Büyük hesaplar vardır ve bunlar dışarıdan da bir ta­
kım çıkarlar uğruna ve gayet sistemli bir biçimde besleniyor­
lar, provoke ediliyorlar. O bakımdan, Kur'an'm d in in i or­
taya getirelim , o zam an görelim kim seviyor, kim karşı
çıkıyor. Arap, A cem ve Şam an gelen ek lerin i, b ir torba­
ya doldurup b u n la n Kur'an'a fatura e d erek in sa n lığ ın
İNSAN VE DİN 239

ö n ü n e g e tir ir se n iz , b u n u in k â r ed en lerd en ö n c e b iz
y a k a n ıza y a p ışır ız . Kur'an-ı Kerim yapışıyor. Dinler tari­
hinde -Doğu-Batı, tetkik edin göreceksiniz- dini temsil eden­
lerden Kur’an-ı Kerim kadar şikâyet eden ikinci bir kitap
yoktur. Felsefe tarihinde de yoktur. Lütfen açın, okuyun. Biz
okuyoruz, yakalayamıyoruz diyorsanız, kitaplarımıza bakın.
Bir zahmet, ödünç alıp bakın. Her sayfasında dini temsil
edenlerden şikâyet vardır. Niçin? Kur'an-ı Kerim şunu bize
açıkça veriyor. İn sa n o ğ lu n a yapılan zulüm lerin d in siz li­
ğe fatura ed ile n le r i, d in e fatura edilenlerden çok daha
h a fiftir ve kısa sü relid ir. Bakın komünizme, inkâra fatura
edilen bir zulümdür. Kom ünizm , M ars (ölm. I883)‘ın Das
K a p ita lin d ek i fik ir ler değild ir. Bunu böyle almayın. Onu
da gürültüye getiriyorlar, o ayrı bir hadisedir. K omünizm
bir aksiyondur. Bir sistemdir, kristalleşmiş bir anlayıştır, bir
politikadır. O ne oldu? 72 yıl, üç milyara yakın insanı peşine
takmışken bir haftada, eskilerin deyimiyle, zirü zeb er oldu.
Çok zulüm etmiştir insanlığa, fakat o zulümden insanoğlu­
nun kurtulması bir asra bile varmamıştır, çok kısa süreli ol­
muştur. E n g izisy o n zulmünden ise insanlık beş asırda kur­
tulamamıştır, hâlâ kurtulamamıştır. Kaldı ki kom ünizm de
e n g iz is y o n z u lm ü n ü n b ir u za n tısı olarak in sa n lığ ın
b aşın a geldi; çünkü dine fatura edilen zulme bir reaksiyon
olarak geldi, fakat ne yazık ki o da başka bir zulümdü. Al­
lah'a fatura edilen zulümden insanoğlu kurtulamıyor. İşte
Kur'an-ı Kerim bunu gösteriyor. Yahudi hahamlarından, k i­
lise ruhbanlarından şikâyet dolu Kur'an. Hz. Peygamber den
sonra birilerine vahiy gelmiyor ki, Müslüman din temsilcile­
rinden şikâyetler nasıl olacak görelim. Sayfalar boyu şikâ­
yetler var. Bunların âhirete, ruha, kutsala fatura ederek ya­
pacakları zulmün insanın hayatından sökülmesi çok zordur.
Din bir rahmet kurumu, bir rahmet limanıdır. Kur'an
kendisini rahmet diye vasıflandırılıyor. Peygamberi de rah-
240 KONFERANSLARIM

met diye vasıflandırıyor. Bir kucak ki cânisini de sarar, veli­


sini de sarar, melek tıynetlisini de sarar. Saracak, çünkü Al­
lah'ın kap ısın dan başka kapı yok. Yani din insanı elbette
saracak fakat bu rahmet limanına sığınan gemilerin hepsi
nimet taşımıyor, aziz dinleyenlerim. Onun için Kur'an-ı Ke­
rim ilim ve düşünce ordularını sürekli hizmete çağırıyor,
uyanık olmaya çağırıyor. Bu limana demirleyen gemilerin
hangisinin kazurat, hangisinin nimet, hangisinin kobra yıla­
nı, hangisinin kanarya taşıdığına dikkat edin diyor.
M evlâna diyor ki, "Allah adam ı âgâh olacaktır’'A gâh,
Farsça bir k elim e. Şu urlu ve uyan ık dem ek. Bir yerde
de soruyorlar: "Veli kim d ir, hak adam ı kim dir? diye.
"Hak adam ı, âgâh olan adamdır." diyor. Uyanık, uyanık
olmak. U yanık olm ak için evvela bilgiyle don an m ış o l­
m ak lazım . Sonra iy i n iy e tle, sonra da g a y r etle . Ü çü
birleşecek, iyi niyet olmazsa gayret ne işe yarar. İyi niyetle,
insana hizmet edilir. Atomun p arçalanışı, iyi niyetten yok­
sun olduğu zaman Hiroşima'da azap olup insanoğlunun ba­
şına yağıyor. İyi niyet de yetmez, bir de bilgi eklemek lazım
ona. O yüzdendir ki Kur'an-ı Kerim ısrarlı bir biçimde, Al­
lah'ı, varlığın sırlarını tanımak bilgi sahiplerinin işidir diyor.
Ve bilgiyle ilgisini kesmiş bir insana hiçbir değer vermiyor.
Hıristiyan dünyadakinin tersine. Bir de gayret lazım. Yani
bilgi olur, beyefendiler, hanımefendiler, çok bilgili olur, çok
da iyi niyetli olur ama yemeğini yiyip yan gelir, TV seyreder.
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. Bana ne!" der.
Bunları birleştirenler ve bu performansla, bu kapasiteyle
ülkenin ve insanlığın yarınlarına birşeyler bırakmak isteyen­
ler -çoğunluğa geçince demiyorum, hiç gerek yok- yeterli sa­
yıya ulaştıklarında hem bizim ülkemizin hem de insanlığın
kaderi çok daha farklı olacaktır. Ben böyle düşünüyorum ve
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
XI
FETHİ GEMUHLUOĞLITNU ANARKEN...1

Saygıdeğer dinleyenlerim!
F e th i G em uhluoğlu'nu anlamak cazip, tatlı, fakat zor
ve bazı noktalarda imkânsızdır; eskilerin deyimiyle, bir sehl*
i m ü m ten i’dir. Herkes "yapabilirim" sanır, heveslenir, fakat
ağzını açınca tıkanır, kalakalır. Bu zorluk, bence, Fethi
Bey'in bir ârif, bir mâna eri oluşundan kaynaklanmaktadır.
Arifler, diğer bir tâbirle ilahı "oluş"a bağlı Allah erleri,
Rabbani ve ilahi tecelliler gibi yaşanır, hissedilirler, fakat
kelâm ve lafız dünyasına sığdırılmaları güçtür. Tasavvuf ta­
rihinin âbidevî isimlerinden biri olan Cüneyd-i B ağdâdî
(ölm. 910)'ye "ârif kimdir?" diye sorduklarında şu cevabı veri­
yor: "Az önce buradaydı, gitti..." Ârif, her an bir "şe’n ’de oldu­
ğundan, tanıtmaya kalktığımız anda, o, ortada yoktur; başka
bir tecelli içinde ve bizim bulunduğumuz noktanın çok ileri­
sinde biryerdedir. O halde ârifi, hakkıyla tanıtmak, hatta ta­
nımak mümkün değil...

(1) İstanbul’da Sheraton Hotel ve Türkpetrol Vakfı konferans salonun­


da verilmiş, aynı Vakfın yayınladığı Lale Dergisi’nin 1. sayısında yayın­
lanmıştır. (Temmuz, 1982)
242 KONFERANSLARIM

Fethi Bey'in "tanınması ve tanıtılması zor" oluşunun bir


başka sebebi de onun büyük m elâm etidir. Meşrebinde en
hakim noktayı melâmetin oluşturduğu bu büyük aşk adamı,
perdenin ön tarafına çok az şey yerleştirmiş, esas varlığını,
daha başka bir tâbirle "hâzinesini" perdenin arkasında, gö­
rünmeyen tarafında saklı tutmuştur. Ve onun bu saklı tuttu­
ğu yanını, "mahrem-i esrâr" olan sayılı birkaç kişiden başka­
sı hiçbir zaman bilemeyecektir, kanaatindeyim. îlave edelim
ki, Allah erlerinin belirgin vasıflarından birisi de, bu keyfi­
yettir.
Şahsiyetindeki esas unsurları tasavvufun yoğurduğu
Fethi Bey'i biz de tasavvufi kıstasları hâkim kılarak değer­
lendirecek ve onun bir iman, aşk ve hizmet âbidesi halinde
beliren varlığını, ahlak ve karakterimizi, şuuraltımızı besle­
yen bu disiplin açısından tahlil edeceğiz. Meseleye bu niyetle
yaklaşırsak, Gemuhluoğlu'nun, tek kelimeyle bir T ü rk Al-
p e r e n i olduğunu, ilk ve kaçınılmaz tespit olarak belirtmek
zorunlu olur.
Bu "alp-eren"in şahsiyetinde mühür unsurlar üç tanedir:
İman, aşk ve hizmet...
Fethi Bey'de im a n bir ölüm süzlük iksiri, hayatın ve
ebedîliğin motor gücüdür. Zaman ve mekâna mahkûm olma­
yan, onları aşan tek realite iman'dır. Ezelî ve ebedî olan,
iman'dır. îman, kendisine ilişkin olan herşeyi ebedileştirir.
Bu bakımdan iman, insanoğlunun hayatında kılık ve zuhu­
runu hangi renk ve desen içinde arzederse etsin, daima baş­
rolü oynayacak ve etkisini ebediyyen sürdürecektir. Çok sev­
diği Y ahya K em al'i bir yerde şöyle tenkit ediyor: "îman bir
şevk olan devirler geçti, diyor, Y ahya K em al. Hayır, yanılı­
yor! îman bir şevk olan zamanlar geçmemiştir; geçm iştir sa-
nılsa da geçmemiştir."
F e th i B e y 'd e "im an" d e n in c e , îs la m ı n a n la d ığ ı im a n a k la
g e lm e lid ir . B u im a n k a lp te n o r g a n la r a , b a şk a b ir tâ b ir le k u v -
FE T H Î G EM UH LUOĞ LU 243

veden fiile, teoriden pratiğe çıktığında aşk ve hizmete dönü­


şür.
Bir ruhî, bir derûnî ve kalbi keyfiyet olarak iman,
Ezel'den, "Bezm-i Elest"den başlar. "Elestü” hitâbıyla vücut
bulmuştur; ancak bir aksiyon ve bir sosyal realite olarak, bir
zuhûr ve fışkırış olarak iman, tarihimiz içinde boyut kazanır.
Bizim tarihimiz, Gemuhluoğlu'na göre, ''âlemlerin fahri Hz.
Muhammed'in Hira mağarasında “İkra" (=oku!) hitâbma
mazhar olduğu anda başlamıştır.”
Sözünü ettiğimiz imanın eşya ve olaylara en ileri seviye­
de hâkim olduğu mutlu devir, "asn saadet" dediğimiz Hz.
Peygamber devridir. Bu devri, OsmanlI'nın hâkimiyet devri
takip eder.
O sm anlı... Bu kelime Fethi Bey için bir dünya görüşü­
nün, bir imanın, bir ilâhı memuriyetin, bir ebedî ve mutlu
mükellefiyetin sembolüdür. Bu açıdan Osmanlı ya, daha doğ­
rusu tarihe bakış onda, kaybedilenler ağlayış mânasında bir
hüzün vücuda getirir. Bu h üzün, Fethi Bey'in temel hüznü­
dür. Bu temel hüzün her halde yaşar ve kaybedilenler geri
gelmediği müddetçe de yaşayacak; hiçbir şey bu hüznü orta­
dan kaldıramıyacaktır. 1949'da yazdığı "Şimallim" şiirinde
şöyle diyor:
"Şimal dağlarını kâfir sarm ış
şim allim,
Sevişm ek olm az bize...

Şimal dağlarının en yü cesine


K ayaları aşarak, rüzgârlara binip
kartallaşarak
Sakladığım ız soyum uzu buldular
Vurdular, onun arta kalanını
242 KONFERANSLARIM

Fethi Bey’in "tanınması ve tanıtılm ası zor" oluşunun bir


başka sebebi de onun büyük m elâm etidir. Meşrebinde en
hakim noktayı melâmetin oluşturduğu bu büyük aşk adamı,
perdenin ön tarafına çok az şey yerleştirmiş, esas varlığını,
daha başka bir tâbirle "hâzinesini" perdenin arkasında, gö­
rünmeyen tarafında saklı tutmuştur. Ve onun bu saklı tuttu­
ğu yanını, "mahrem-i esrar" olan sayılı birkaç kişiden başka­
sı hiçbir zaman bilemeyecektir, kanaatindeyim. İlave edelim
ki, Allah erlerinin belirgin vasıflarından birisi de, bu keyfi­
yettir.
Şahsiyetindeki esas unsurları tasavvufun yoğurduğu
Fethi Bey'i biz de tasavvufi kıstasları hâkim kılarak değer­
lendirecek ve onun bir iman, aşk ve hizmet âbidesi halinde
beliren varlığını, ahlak ve karakterimizi, şuuraltımızı besle­
yen bu disiplin açısından tahlil edeceğiz. Meseleye bu niyetle
yaklaşırsak, Gemuhluoğlu'nun, tek kelimeyle bir T ü rk Al-
p e r en i olduğunu, ilk ve kaçınılmaz tespit olarak belirtmek
zorunlu olur.
Bu "alp-eren"in şahsiyetinde mühür unsurlar üç tanedir:
îman, aşk ve hizmet...
Fethi Bey'de im a n bir ölüm süzlük iksiri, hayatın ve
ebedîliğin motor gücüdür. Zaman ve mekâna mahkûm olma­
yan, onları aşan tek realite iman'dır. Ezelî ve ebedî olan,
iman'dır. îman, kendisine ilişkin olan herşeyi ebedileştirir.
Bu bakımdan iman, insanoğlunun hayatında kılık ve zuhu­
runu hangi renk ve desen içinde arzederse etsin, daima baş­
rolü oynayacak ve etkisini ebediyyen sürdürecektir. Çok sev­
diği Y ahya K em al'i bir yerde şöyle tenkit ediyor: "îman bİT
şevk olan devirler geçti, diyor, Y ahya K em al. Hayır, yanılı­
yor! îman bir şevk olan zamanlar geçmemiştir; geçmiştir sa-
nılsa da geçmemiştir."
F e th i B ey 'd e "im an" d e n in c e , îs la m ı n a n la d ığ ı im a n a k la
g e lm e lid ir . B u im a n k a lp te n o r g a n la r a , b a ş k a b ir tâ b ir le k u v -
feth i gem uhluoğlu 243

veden fiile, teoriden pratiğe çıktığında aşk ve hizmete dönü­


şür.
Bir ruhî, bir derûnî ve kalbi keyfiyet olarak iman,
Ezel'den, "Bezm-i E lest”den başlar. “Elestu hitâbıyla vücut
bulmuştur; ancak bir aksiyon ve bir sosyal realite olarak, bir
zuhûr ve fışkırış olarak iman, tarihimiz içinde boyut kazanır.
Bizim tarihimiz, Gemuhluoğlu'na göre, "âlemlerin fahri Hz.
Muhammed'in Hira mağarasında "İkra" (=oku!) hitâbma
mazhar olduğu anda başlamıştır."
Sözünü ettiğimiz imanın eşya ve olaylara en ileri seviye­
de hâkim olduğu mutlu devir, "asrı saadet" dediğimiz Hz.
Peygamber devridir. Bu devri, OsmanlI'nın hâkimiyet devri
takip eder.
O sm anlı... Bu kelime Fethi Bey için bir dünya görüşü­
nün, bir imanın, bir İlâhî memuriyetin, bir ebedî ve mutlu
mükellefiyetin sembolüdür. Bu açıdan Osmanlı ya, daha doğ- *
rusu tarihe bakış onda, kaybedilenler ağlayış mânasında bir
hüzün vücuda getirir. Bu hüzün, Fethi Bey in temel hüznü­
dür. Bu temel hüzün her halde yaşar ve kaybedilenler geri
gelmediği müddetçe de yaşayacak; hiçbir şey bu hüznü orta­
dan kaldıramıyacaktır. 1949 da yazdığı "Şimallim" şiirinde
şöyle diyor:
"Şimal dağlarını kâfir sarmış
şim allim ,
Sevişm ek olm az bize...

Şim al dağlarının en yücesine


K ayaları aşarak, rüzgârlara binip
kart allaşarak
Sakladığım ız soyum uzu buldular
Vurdular, onun arta k alanını
2 44 KONFERANSLARIM

vurdular
Kör ve kızıl kurşunlar.
Yukarılardan senin ve benim
Kalbim çarparak
yuvarlananlar var.
Sevişmek olmaz bize şimallim,
Sevişmek olmaz.

Dağ çocukları kızıl kardan önce eriyor,


Karıştı kanlan Karadenize
Ak denizim ak, köpüklen, şahlan!
Bahtı karam, adı karam
Boğaz'da duruyoruz, selâm sularına
Depreşti yaram, yaram depreşti de
şimallim,
Sevişmek olmaz bize..."
Osmanlı'nın gidişi (üzerine basarak söylüyorum), "gidişi"
"yokoluşu" değil, sadece bizim varımızın talan edilmesi olma­
mıştır. Gemuhluoğlu'na göre Osmanlı’nın gidişi, dünya huzu­
runun gidişinin de başlangıcı olmuştur. Bilhassa İslam ülke­
lerinin... Şöyle derdi sık sık: O büyük ecdât o büyük Os­
manlI... Bir medeniyet kurmuşlar kardeşim, bir dil kurmuş­
lar, bir gönül dili konuşmuşlar, bir Boğaziçi medeniyeti kur­
muşlar. İlahî, rahmetle dolu bir dil terennüm etmişler. Suya,
âb-ı leziz, ekmeğe nân-ı aziz demişler. Bak kardeşim, yağ­
mura yağmur dememişler, rahmet demişler; gözyaşına
rahmet dedikleri gibi..."
Bu noktada bir gerçeğe daha temas etmek lazımdır: Fet­
hi Bey in Türklüğe ait bu düşünceleri, Türk insan ve toplu-
muna çok tesir eden bazı tasavvuf büyüklerinde aynen görül­
mekte ve o büyüklerden uzun yıllar feyz alan Gemuhluoğ-
lu’nun, bu 'Türklüğe güven" keyfiyetinin de vârisi olduğu
FETHİ GEMUHLUOĞLU 24 5

anlaşılmaktadır 'Türbedar" ünvânıyla tanınan Ahmed


Âmiş Efendi (ölm. 1919) diyorki: "Türk Devleti ilâ yev-
mi’l-kıyâme bakidir. Sadece şekil ve kılık değiştirir,
yok olmaz.” Bir başka yerde de aynen şöyle diyor: "Hz.
Âdem'e cennette birçok dil telkin edildi de onların hiç*
biriyle konuşmayı kabul etmedi. Türkçe telkin edilin­
ce, hemen kabul etti.." Böyle bir Türklük anlayışı, Devlet e
hizmeti, yani Türk Devleti ne hizmeti bir ibadet telâkki eden
bir disiplinin doğmasına zemin teşkil etmiştir. Nitekim, tara­
fımdan, bir doktora tezinin konusu edilen Kuşadalı İbra­
him Halveti (1774-1845), "Türk Devleti ne hizmeti bir iba­
det" olarak telâkki ediyor.
İmanın ruhi ve sosyal belirişine de temas edelim. Ona gö­
re, bizim imanımızın ruhî belirişi aşk, sosyal belirişi de hiz­
mettir. Hizmetin iyi yürüyebilmesi için toprakta mülkiye­
tin yasaklanmasını esas aldığını da ilave etmeliyiz.
Toprakta m ü lkiyet yasağının mâna ve önemini sık sık
şöyle dile getirirdi: "Kardeşim, açık söylüyorum, bana bir
'm üslüm an anayasası' yap deseler, ilk madde olarak
şunu yazarım: Toprakta m ülkiyet yoktur..." Burada şu
noktayı da belirtmeliyiz ki, Fethi Bey, sistem ve ideoloji ada­
mı değildi. Kalıplardan, putlaştırılmış ideolojilerden nefret
ederdi. O daima faziletin peşinde koştu ve faziletli insanın,
her sistemi mutluluk vesilesi yapabileceğine inandı.
Gemuhluoğlu'nun kişiliğinde hâkim unsurlardan İkincisi
olan aşk, şekle karşı ruhu, maddeye karşı mânayı ifade eden
ve insan hayatında huzur ve biricik kaynağı olan keyfiyettir.
Aşkın olmadığı yerde hayat bir kaos ve ıstıraptır. İyi ile kötü­
yü, ışıkla karanlığı, acı ile tatlıyı âhenkli bir birlik halinde
bütünleştiren ve insana mutlu ufukların kapılarım açan bir
mânadır aşk. Mevlâna'nın deyimiyle, "bütün zehirleri ba­
la çeviren iksirdir aşk.” Ve Yunus un eşsiz tarifiyle aşk
246 K O N FE R A N SL A R IM

odur ki, o gelince bütün eksikler biter. Fethi Bey'in bağlı ol­
duğu gönül yolunun büyük pirlerinden K u ş a d a lı azız de, a ş­
kı "saadet için üzerinde birleşilen mâna" olarak tanıtıyor.
Y ıllar sü ren d ostlu k ve sırd a şlığ ım ız boyu nca F eth i
Bey'in, "aşksızlık ve m ânasızlık yüzünden kıvrandığım ızı" ıs ­
rarlı bir şek ilde dile getirdiğini gördüm. "Saadet devri" diye
andığım ız Hz. Peygam ber devrine m ü stesna m evkiini ve s a ­
habeye seçkinliğini bahşeden keyfiyet, Fethi B e y e göre, a şk ­
la ku cak laşan im an ’dı. O sm an lı'n ın kudret ve ih tişa m ın ın
tem elinde aynı şeyi görmekteyiz. Bizim s e f a le t im iz in t e m e ­
lin d e is e , " a şk ta n t e c e r r ü d e t m iş k u p k u r u b ir im a n v e
İ s la m id d ia s ı" y a t m a k t a d ır . "Eğer" diyordu; "kardeşim ,
eğer sahabînin anladığı m ânada ve olduğu şek ild e kırk tane
M üslüman olsak, tevh it her şeye hükm eder. B aşlangıçta böy­
le olm uştu, şimdi de böyle olm asına m âni yoktur..."
A şka b öylesine büyük değer yükleyen G em uhluoğlu, bu
anlayışının bir icabı olarak, İslam adına ortalığı saran kof ve
kuru şek ilcilikten daim a şikâyetçi oldu ve onunla m ücadele
etti. Ruhu besleyen, sadece gönül yolunu tık ayan ufu n et ko­
nulu, estetikten mahrum bir şekilcilikti onun yakındığı şek il­
cilik... "Kardeşim, diyordu, a d a m t ır a ş o lm a k z a h m e t in ­
d e n k u r t u lm a k iç in s a k a l b ır a k a c a k , ö t e s i â d â b a u y ­
g u n lu k e n d i ş e s i y l e h e r g ü n t ır a ş o la c a k ; s o n r a d a b iz
k a lk ıp t ır a ş o lm a y a n ı d a h a k â m il m ü s lü m a n ila n e d e ­
c e ğ iz . O lu r m u b ö y le ş ey ? H z. P e y g a m b e r 'in d iş f ır ç a la ­
m a h u s u s u n d a k i e m ir le r i, ö y le s a n ıy o r u m , s a k a la a i t
b e y a n la r ın d a n d a h a k e s in v e d a h a ç o k t u r . P e k i, s e n
s a k a lı b ır a k m a y ı m e z iy e t s a n ıy o r s u n d a , ’k e lim e - i ş e -
h a d e t' g e t ir e n a ğ z ın ın z iy n e t i o la n d iş le r in i n e d e n f ır ­
ç a la m ıy o r s u n ? D iş in i te m iz t u tm a y a n la r ın s u ç u , s a k a ­
lın ı k e s e n le r d e n a z m ı, k ard eşim ?..."
Ruh ve şek il k on u su n d a, "m ânalı şekil" ile "kof ve
m ânâsız şekil" ayrım ına örnek olacak bir hatıram var Fethi
FETHİ GEM UHLUOĞLU 247

B e y le y aşad ığım ız: 1976 sonlarıydı. B eni çağırdı ve her za ­


m anki ta tlı, em ir verici edasıyla: "Beyefendi, itiraz yok, biraz
sonra T e r c ü m a n G a z e te s i ne g ideceksiniz ve cuma g ün ün­
den itib a ren y a zm a y a başla y a ca ğ ın ız y azıların anonsunda
k u lla n ılm a k üzere resm in izi çekecekler. H em en gidin, sizi
bekliyorlar." Ben, çantam ı toparlam aya başladım . Birdenbire
y erin d en k a lk tı v e karşım a dikilerek, "bana bak, şu ceketle
bu k ıra v a t birbirine uyuyor mu? Bu nedir be?" diye celallendi
ve s e r t bir h a rek etle kıravatım t tu tu p boynum dan çıkardı.
Yan odaya geçip biraz sonra döndüğünde elinde birkaç kıra-
v a t vardı. "Bunların han gisi daha iyi olur?..” diye m ırıldan­
m aya ba şla d ı. Ben birşey dem eye kalktım , sözüm ü keserek:
"Sen su s, o kad ar bilseydin şu ceketin altın a bu kıravatı tak­
mazdın!" diye payladı. N ihayet, kıravat seçildi ve boynuma
tak ıldı. T am çıkacağım sırada, "dur" diye seslendi ve yanım a
iyice y a k la şa ra k pantolonum un paçasını tutup yukarı çekti
ve gür bir sesle: "Al başına bir belâ daha, yahu bu çoraplar
bu ayak k ab ıya, bu pantolona uygun mu be? Şim di ben sana
çorap nerden bulayım ? Hadi git ve paçalarını yukarı kaldırıp
çorap larını g ö sterm e sakın. Resm in çekilirken de kasılm a,
am a çok da m ü tevâzî olm a ha!" Sevdiği insanın m eselesi, ru­
hu ve m ad desi ü zerine en şefkatli anneden daha müşfik bir
tavırla eğ ilişi veren bu olay, bir başka yönüyla de, insan h a ­
y a tın d a m â n a ifade edebilecek şek le verilen önemi göster­
m ektedir. Ş e k il bir ö r f m eselesidir; d olayısıyle onun duru­
m unu, içinde yaşadığım ız kitle bakım ından doğuracağı n eti­
ce, u yan d ıracağı duygu ve etki belirtir. Hz. Peygamber, bu
m an ada, yaşadığı devir ve toplum un şekil anlayışına, m esela
giyim -k u şa m d a k i örfe uym uştur. E b u C e h il'in g iy im iy le
E b u B e k ir ’in g iy im i h iç d e f a r k lılık a r z e tm iy o r d u , ik i­
s in in d e s a k a lı v a r d ı. Çünkü bu bir örf m eselesiydi ve aynı
toplum un insanları olarak ikisi de bu örfe uym uşlardı.
Ş e k le karşı ruhu, m addeye karşı m ânayı öne çıkaran bir
insan sıfa tıy la G em uhluoğlu, insan hayatında ve insanın m ü­
246 K O N FE R A N S L A R IM

kem m el bir varlık olarak inşasın d a kan ve neseb e değil, gö­


nül ve im an yakın lığına değer veriyordu. Türk m utasavvıfla­
rının sık sık tekrarladık ları şu ilk e, onun hep dilindeydi:
'Y o l e v la d ı o lm a k , b e l e v la d ı o lm a k ta n y e ğ d ir . B iz e la ­
z ım o la n , y o l e v la d ıd ır ." Birlik, beraberlik, yakın lık, akra­
balık... Bütün bunlar, onun için, d ostlu k tan ibaretti. D o s t ­
lu k yoksa hiçbir yak ın lık tan , hiçbir birlikten söz edilem ez.
"Oğlunuzla bile dost olun, onu sırf oğlunuz olduğu için değil,
onunla kurduğunuz dostluk için sevin . B unu yapab ilin!” di­
yen Gem uhluoğlu, d o s t lu k denen o esrarlı m ân anın insan
hayatında ne büyük bir yer tu ttu ğu n u çok güzel d ile g etir­
m iştir. G em uhluoğlünun, bir kelim eyle, en çok neyin h asre­
tini çektiğini ifade etm em i istersen iz " d o s f veya "dostluk"
tâbirini kullanırım . Zaten a ş k v a r s a d o s t v a r d ır v e d o s t
o lu n c a a ş k b a k î k a lır . K âinat, tasavvufî telâkkiye göre, aş­
kın yüzüsuyu hürm etine var edilm iştir ve A llah, bütün nesep
ve ilişkilerden kendini m ünezzeh tu ttu ğu halde dosttan m ü­
nezzeh tutm am ıştır. Sevgili k u llarına "velî", yani "dost" de­
m iş ve onları "korku ve hüzünden âzâde" olm akla anm ıştır.
Zaten d o s tlu ğ u n o ld u ğ u y e r d e k o r k u v e h ü z ü n o lm a z
ki!...
Şekle ve m addeye ten ezzü lsü zlükle seçkin leşen aşk, İlâhî
ve engin fezasında yük seldik çe birçok şey gibi, aklı da geri­
lerde bırakır. Fethi Bey, belli bir noktadan sonra a k lı kenara
itip aşka teslim olm ayanlara acır ve onların hiç k im seye fay­
dalı olam ayacakannı ısrarla savunur. Diyor ki: "A kıl, o n d a n
m a h r u m o la n la r iç in d ir . A k lı o la n la r , o n u b ir k e n a r a
it ip a ş k ı s e ç s in le r . D in , a k ıl s a h ip le r i iç in d ir a m a a y n ı
d in , k e m a l n o k t a s ın d a a k lı a ş a n la r t a r a f ın d a n y a ş a ­
nır." Dolup taşan cam iler, bunca nam az, bunca hac ve bunca
m erasim ve iddiaya rağm en m üslüm anların hallerindeki pe­
rişanlığın sebebi ne olabilir?.. Bu, F eth i Bey'in en çok sordu­
ğu sorulardan biri, b elk i de b a şlıc a sıy d ı. C evabı şuydu:
FE TH İ GEM UHLUOĞLU 249

" M ü slü m a n ’ı n b u g ü n p a r a s ı, m a lı, n ü fu s u , m e v k ii, c o ğ ­


r a f y a s ı, ş u s u , b u s u v a r . H e m d e e n iy is in d e n v a r . F a k a t
a ş k ı y o k , o d a t a k lit e t t iğ i A v r u p a lı g ib i a k la , z e k a y a ,
d ü n y a y a t e s lim o lm u ş t u r . H a llâ c , in s a n lık ta r ih in in b u
b ü y ü k e v la d ı, b ir y e r d e ş ö y le d iy o r : 'İ n s a n , ik i r e k 'a t
n a m a z la d a A lla h 'a v a r a b ilir , e lv e r ir k i, o n u n a b d e s ti-
n i k a n ıy la a la b ils in ." Burada te sp it edilen özellik, aşk ada­
m ın a m ah sustu r. Ş ek il ve gürültü, r iy a v e m e n fa a t adam ı
bunu anlam az; esa sen o buna "dalâlet" veya "küfür" dem ek­
tedir. N itekim , aşk yolcusu, H a llâ c'ı böyle diyerek, doğramış
ve yakm ıştır.
A ş k v e m â n a nok tasında Fethi B ey i çok güzel an la ta ­
cak bir m enkıbe daha: İstanbul’da medfûn gönül büyükleri­
nin m ezarların ı z iy a r et için d olaştığım ız günlerden birinde,
Ş e y h G â lib 'in türbesi önünde, âdeta vecd içinde bana sordu:
" S e c d e e d e r m isin ? " Ben: "Nam azlarım ı kılm aya çalışıyo­
rum" diye, ortadan bir cevap verdim . Gözlerini biraz daha
açarak ve elleriyle boğazım a sarılırcasm a seslendi: "Ben sa­
na nam az kılar m ısın?’ dem edim , Y aşar N uri, secde eder rai­
sin?" diye haykırdı ve ilave etti: "Secde, sâcid, mescûd ve sec­
de m a h a llin in b irleşm esid ir. Sen, bunu yapabiliyor m usun,
onu söyle?..." Bir gönül adam ının, aşk ve fedakârlık üzerine
oturan gerçek ibadeti bundan güzel anlatm ası düşünülem ez.
A şk tan m ah ru m iyet bizi v e c d v e t e lv in adam ından, da­
ha k ısa bir tâbirle "Allah adam ı”ndan kaçm aya, ona tah am ­
m ü lsü zlü ğe götürm üştür. Fethi Bey'in sık sık ele aldığı konu­
lardan biri de buydu. Derdi ki: "Kardeşim; Allah, Allah ada­
m ının gönlü ne dokunm adıkça bir m illeti helâk etmez. İ n s a n ­
la r ı g ü n a h la r ı d e ğ il, z u lü m le r i v e 'A lla h d o s t la n 'n ı r a ­
h a t s ız e t m e le r i m a h v e d iy o r ." Bir gün de şöyle haykırm ış­
tı: "Aşk v e ş e v k s iz ib a d e t t e n , ş e v k iç in d e y a p ıla n g ü ­
n a h d a h a iy id ir ." Ve ila v e etm işti: " G ü n a h la r ın ız ı da
250 KONFERANSLARIM

şev k iç in d e y a p ın . Ş e v k v e a şk sa h ib i, g ü n a h k â r da o l­
sa , fa z ile t s a h ib id ir . K ad eri k ö tü o ld u ğ u iç in g ü n a h -
kâr-lığın m a z h a n o lm u ştu r. F a h işe n in b ile fa z ile ti o la ­
bilir. N a sıl o lu r, d iy e c e k sin ? E ğer fa h işe, k e n d isin e g e ­
le n adam a; 'bu gün k e n d im d e n şü p h e liy im , s a n a b e n ­
den b ir h a s ta lık b u la şa b ilir , b a şk a b ir in e git!’ d iy e b ili-
y o rsa , fa z ile t sa h ib id ir; fa h işe liğ i iç in d e fa z ile t s a h ib i­
dir. Hz. P e y g a m b er , k ır k y ıl fa h işe lik y a p a n b ir k a d ı­
nın , su su z bir k ö p eğ e su iç ir d iğ i iç in c e n n e te k o n u ld u ­
ğu n u sö y lem em iş midir?" Fethi Bey haklıydı, Hz. Peygam­
ber öyle söylemiştir ve şunu da söylemiştir: 'E ğ e r g ü n a h la ­
rın ız o lm a sa y d ı, A llah siz i y ok ed er; gü n ah iş le y ip k e n ­
d isin d en a f d ile y e n b aşk a b ir kavm i y e r in iz e getirirdi."
Aşk, bir ilâhı r a h m e t olan aşk, diğer bir rahmet ola göz­
y a şın ı gerekli kılar. Bu yüzden aşkın bulunduğu yerde g ö z ­
y a şı da kaçınılmazdır. Bazıları buna bakarak aşka "zavallı­
lık" veya"delilik" diyorlar, M uham m ed İk b alin diliyle, on­
lara beddua edelim: "Aşka 'd elilik ' d iy e n in s a n , h a y a tın
sırrın a e b e d iy y e n b ig â n e kalsın". Kur an, nebileri, insan­
lığın herşeyini borçlu olduğu o yüce varlıkları, "evvâh" ola­
rak anar. E v v â h , yani başkaları için çok çok ah eden, inle­
yen. Nebi'lerden sonra en büyük evvâh, v e lîle r , gönül erle­
ri... Şairler bunun sadece lafını ederler:
"Bâis-i şek v â b iz e h ü zn -î u m û m id ir K em âl!
K endi d erd i g ö n lü m ü n , b illâ h , ge lm e z yâdına"
diyen şair de,
"Sen z a n n e d e r m isin ki, b en im h ep e lem lerim ?
H eyhat, b en n ev â ib -i eyyâm ı inlerim!"
diyen şair de yalan söylüyorlardı. O fedakârlık ve eriş, 'Allah
dostlarına has. Şairler onun laf bezirgânlan...
Bir Allah eri olarak Fethi Bey, gözyaşı ile yakından dost
olmuş bir insandı. B en o n u n k a d a r g ü z e l v e y e r in d e ağ-
fethi gemuhluoğlu 251
la y a n ik in c i b ir in s a n a ra stla m a d ım . B u n d a n d a h a g ü ­
z e li, b e n o n u h e p g a y r iç in a ğ la r k e n gördüm . N efsi iç in
a ğ la m a z d ı. İşin s i m d a b u ra d a za te n . Kişinin, nefsi için
döktüğü gözyaşı ıstıraba, melankoliye sebeptir. Avrupalı’nm
gözyaşı böyledir. A şk a d a m ın ın g ö z y a şı, g a y r iç in d ö k ü ­
le n g ö z y a ş ıd ır . B u y ü z d e n H z. P e y g a m b er o n u , "Al­
la h 'ın rahm eti" o la r a k v a sıfla n d ır m ıştır . Gayr için ağla­
yan aşk adamının belirgin niteliği, şik â y e tç i olm am aktır.
O hüznünü Allah'a açar, yalnız Allah'a... Gemuhluoğlu da öy­
le îdi. Hüznünü yalnız Allah’a açardı. "175 lira ev kirasını ve­
remediğim günler, şu sokaklarda aç dolaştığım günler çok ol­
du. Ama şikâyet etmedim. Kimden kime şikâyetçi olacak­
tım?" der ve veliliğinin büyüklüğü arkasında gizleyen Os­
m an Ş e m s E fe n d i (ölm. 1893)'nin şu mısraını gözyaşları
içinde okurdu:
"Gam dan g ü ler, zev â l-i m elâ lim e ağlarım"
"Aşık o lm a k lâ z ım , g ö z ü y a ş lı o lm a k la zım . B ö y le
o lu r s a k g a m lı o lu r u z v e g a m lı o la n la r, H z. P e y g a m ­
b e r in r e fik id ir le r . ’B en , g ö n lü k ırık o la n la rla b e r a b e ­
rim ' b u y u r u y o r H z. Peygam ber..."
Gemuhluoğlu'nun kişiliğine mührünü vuran unsurların
üçüncüsü "hizm et'tir. Burada bir noktaya temas etmek ihti­
yacını duymaktayım: K u ş a d a lı İb ra h im Efendi üzerine
yaptığım doktora çalışması sırasında, bu zâtın düşüncesinde
hâkim olan "Allah'ın k u lla r ın a A llah n z a s ı iç in hizm et"
nüktesine somut bir misal olarak, devamlı sûrette Fethi Bey
gözümün önüne geldi. T asavvuf tarihinde, tekkeyi kapatıp
onun yerine bütün yeryüzünü bir edep mektebi haline getir­
meyi gaye edinen bir m utasavvıf olarak büyük inkılap yapan
K u şa d a lı, bu geniş "yeryüzü tekkesi"nde tasavvufî eğiti­
min, yani seyrüsülûkün, Allah'ın kullarına, hiçbir fark gözet­
meden hizm et sunm akla mümkün olacağı kanaatindedir.
252 KONFERANSLARIM

K uşadalı, "ölülere rahm et, dirilere hizm ef'diye ifade et­


tiği bu keyfiyeti bazan da "meâş, yah u t m eâd h izm eti ü ze­
re olmak" diye belirtmektedir. Fethi Bey, Kuşadalı düşünce­
sinde, diğer bir ifâdeyle bağlı olduğu piri tarafından temsil
edilen sistemde yeralan bu esaslara tam uyan ve "Allah'ın
kullarına ayrım gözetmeden, meâş, ya da meâd hizmeti su­
nan bir alp-eren"di. Hiçbir kötülük, hiçbir hizipçilik, hiçbir
bölgecilik, hiçbir günah ve hiçbir hakaret onu bu hizmetten
alıkoyamamıştır. Onun hizmetinde, tıpkı Kuşadalı'da olduğu
gibi şu esaslar hakimdi:
1. H izm etin h er şey d en ö n c e in sa n a y ö n eltilm esi:
Fethi Bey, insanın ihmal edildiği yerde hiçbir şeyin selâmet
getiremiyeceğini biliyor ve bunun mücadelesini veriyordu.
İnsanın imar ve inşasıdır ki diğer unsurları faydalı hâle ge­
tirmekle kalmaz, insanlığa mutlu bir gelecek sunar. O, bu
gerçeği çok güzel kavradı ve hizmetinde insanı, yalnız insanı
esas aldı. Bu büyük m u vahhit, kalıcı ve yaratıcı hizmetin
insana yöneltilen hizmet olduğunu, peygamberlerin davranı­
şından öğrendiğini söylerdi. Hâl ve hareketini, böyle izah et­
mesi gerçekten dikkate değer.
2. K uşadalı v e F eth i B ey'in h iz m e t an la y ışla rın d a
ik in c i hâk im n itelik , "hizm et k a r şılığ ın d a in sa n d a n
b irşey b ek lem em ek v e h izm etin m u hatapları ta ra fın ­
dan g ö sterilen n an körlük ve kad irb ilm ezlik ten y a k ın ­
mamak" şek linde ifa d e ed ileb ilir. Hizmet karşılığında in­
sandan bir şey beklememek, hatta iyilik edilenlerden teşek­
kür dahi beklememek, Kur'an'ın talimatı cümlesindendir.
Yâsîn suresinin bir ayeti, "sizden ü cret iste m e y en le re
tâbi olun..." (Yâsîn, 21) buyuruyor. İnsan suresinin iki ayeti
ise, müminleri, "iyilik yaptıklarından karşılık ve teşekkür
beklemeyen kişiler” (İnsan, 8-10) olarak vasıflandırır. Ben
öyle inanıyorum ki Fethi Gemuhluoğlu, bu Kur’anî hizmet
anlayışını, son yarım asır içinde en ileri derecede yaşayan bir
fethi gemuhluoğlu 253
Türk ârifidir. O, herkese iyilik ve hizmette bulunurdu. Hiçbir
şey beklemeden, hatta çoğu kere iyilik ettiklerinin kendisine
çeşitli şekillerde hakaret ve iftiralarda bulundukların» bile
bile... "Ben iy ilik e tm e y e , iy i olm aya, h erk ese d o st o l­
m a y a m ecb u ru m , k a rd eşim ! B a şk a sı iy i v ey a kötü
olu r, bu b en i ilgilendirm ez." diyen Gemuhluoğlu, insan ve
aşk adamının herşeye dost olması, her şeyi, Yaratan‘dan ötü­
rü sevmesi gerektiğine inanmış bir mâna eri idi. Şöyle derdi:
"Hep güzele dost olmak, hep hoşa gidene dost olmak marifet
değil. Hoşa gitmeyene, nefse ağır ve nahoş gelene de dost ola­
bilmek lazım. Bizde kalp ve göz gibi bağırsak da var, idrar ve
pislik de taşıyoruz. Demek ki onlar da bir işe yarıyor. Onlara
da düşman olamayız." Büyük gönüllü azız Kuşadalı da şöyle
diyor:
"İyiliğe iyilik , h er k işi k â n
K ötü lüğe iy ilik e r k işi k â n
İy iliğ e k ö tü lü k şer k işi kân."
Arif ve kâmil insan odur ki, bu üç mısradaki huyların
ikinci mısrada dile getirilenini seçer. Fethi Bey'in, hayatının
büyük kısmını hizmetinde geçirdiği bir büyük zât da şöyle
derdi: "Biz, o k yan u sa benzeriz, birkaç dam la pislik, ya­
n i şu n u n b u n u n k ö tü lü ğ ü , çam u r atm ası bizi le k e le ­
m ez, y o lu m u zd a n etm ez." Türk tasavvuf tarihinden bir
başka gönül eri, K enan R ifâî de şöyle dile getiriyor bu ger­
çeği: "Gönül bir dereye benzer. Ona her türlü çer-çöp, pislik
düşebilir. Bütün mesele bunları biriktirip, taaffün edecek
hâle getirmemekte. Onlar, geldikleri gibi geçip gitmelidirler!"
"Mümin kinden, nefret ve düşmanlıktan uzak olmalıdır"
prensibinin ne muhteşem ifadesidir bu!
3. T en k itle uğraşm aktan v e a n titez olm aktan uzak­
lık: Fethi Bey, "tenkitle uğraşma'yı "tebliğde gayret"e tercih
edeliden beri çökmeye başladığımızı her zaman belirtirdi.
Şuna-buna laf yetiştirmeye harcanan bir ömürden ne ferde,
254 KONFERANSLARIM

ne de topluma bir fayda gelmez. Başkalarının yanlışlarını,


ayıplarını aramakla vakit öldürmek yerine, gerekli olanı yap­
mak... İşte kemâlin ve hizmetin, hatta imanın icabı budur.
Benim yaptığım kötüyse, iyisini yap göreyim. Göre göre ben
de onu yapmaya başlayacağım. Çünkü insan yaratılıştan te­
mizdir, iyiye daha kolay ısınır. Ama, sen beni yere batırarak
sahneye çıkmak istersen, nefsim sana harp ilân eder ve en
azından, iyiyi kabullenmem gecikir. Sen beni tenkit etmeden
iyiyi yap ve benim görmemi sağla... K u şad alı diyor ki: "Sana
kötülük ve senin için kıyl u kanaal edene inkisâr yüzünden
görünme; 'onun de celâlini atayım’ deyû gayret göster..."
4. Z ühd: Hz. Peygamber ve ashabının hayatlarında
hâkim olan zühd, yani dünya nim et ve imkanlarım, nefsin­
den çok başkaları için kullanmak, Gemuhluoğlu'nun bütün
hayatını dolduran bir meziyet idi. "Herşeye dost olun, herşe-
yi sevin, fakat paraya dost olmayın, parayı sevmeyin", diyen
Gemuhluoğlu zühd u ne güzel ifade etmiştir. Onu derinden
rahatsız eden olumsuzluklardan biri de, insanların, bilhassa
ilim adamlarının paraya dost olacak bir ruh yapısının içine
itilmeleriydi. "İlim adamı" diyordu, "kifâf-ı nefs edecek kadar
paradan mahrum olunca ihtiyacının fazlasına ihtiyaç duyma­
ya başlar. Onu bu süfli iştiyaktan kurtarmak lazım ki, para­
ya dost olmasın. P a ra ya d o st o la n ilim a d a m ın d a n h a y ır
g e lm e z . F a k a t n e y a z ık k i şu m e m le k e te , ilim a d a m ı,
p a z a r y e r in d e lim o n sa ta n sü m ü k lü çocuğum k a z a n d ı­
ğı p a r a y ı b ile alam am aktadır." Gemuhluoğlu'nun, T ürk-
p e tr o l V akfı na ve onun mensuplarına içten bir muhabbetle
bağlı oluşunun temelinde, bu vakfın, ilim erbabını kısmen de
olsa "paraya dost olmak' tan uzaklaştırıcı rol oynaması vardı.
Konferansımı burada noktalarken, Cenâb-ı Hak'tan, o
büyük insanın ruhunu sonsuzluk nimetleriyle lütuflandırma-
smı diliyor ve hatırası önünde hürm etle eğilerek son sözü
ona bırakıyorum: "Artık g ü n d ü z le r in sa n la r a y e tm e z o l­
du . Z afere u la şa n la r, g e c e le r i d e ç a lış a n la r olacaktır."
KARMA İNDEKS

A a ş k , 104, 245-253
A b d est, 111-112. A u g u st C om te, 136
A b d u h (M u h a m m e d ), 27 a y d ın la r, 37-38, 121-122, 209-
a e te p r e e te r n e l, 134 210, 222-224
a d a le t, 150, 171, 178
a fo ro z , 80, 236 B
a h d , 134 basiret, 108
â h i r e t, 169 bast, 165
a h la k , 43-73, 152-186 Berlin Duvart, 36, 102, 188
A h m et A m iş, 245 Beytullah, 141
 işe (H z.), 44, 55, 86, 150 beyyine, 234
a k ıl, 106-107, 110, 248 bilgi, 70, 101, 120-121, 123, 228,
a ld a tm a k , 183 240
A lexis C a rre l, 133, 145 Bişr el-Hafi, 184, 215
Ali (Hz.), 65 Black Maedonald, 22, 91-92
A li D ü rü s t, 8 Bolu, 43-44, 74
A lla h a d a m ı: 48-52
A lm a n y a, 231 C-Ç
a ly e n a s y o n , 138 Caferi Sadık, 29
a m e l, 50-54 Câhız, 131
A rap , 97 cemi, 207
A ra p ç a , 21 cehalet, 110
a r if , 241 cemaat, 57-59,120, 207
a r ş , 141 cem’-i salât, 28-29, 87-89
a r t ık d e ğ e r, 174 cennet: 208-209, 233-235
Cezayir, 164
K O N F E R A N SL A R IM
Churchil), 170, 200
cuma: 64 endül Uyana, 8 0 , 236
cumhuriyet, 150-151 Engizisyon, 15-18,41-42, 54-56
Cüneyd Bağdadî, 241 68’ 81, 102,120,189-190
206-207, 225-227, 236
çamaşır istiaresi, 168-169 Erich Fromm, 139
evren, 202-203
D evrensellik, 215-216
Darvînizm, 3 9 ,1 3 0 Evrim Teorisi, 130-131
değişme, 163 evvâhlık, 250
Dehrîlik, 83 ezelî günah, 79
Delavignette, 162
demokrasi, 150 F
dervge, 48, 16 7 ,1 6 9 Fâtım a (Hz.), 65
dîn: 10-19, 37-38, 41-44, 47-52, Fethi Gemuhlu, 241-254
68-70, 75, 80-84, 97-98, 107, fert, 170-172
115, 120, 123-129, 135-136, fıtrat, 16, 42, 75, 79
183, 187-200, 202, 204, 207- Firavun, 41, 101, 117
210, 220-240
D iyanet işleri, 28-30, 211, 230 G
doğal kaynaklar: 180-181 Gardet, 135
dostluk, 248 Gazali, 90, 117
doym azlık, 172 gıybet, 52
Durkheim , 136 giysi, 206
düalite, 168 gönül, 108-110
gözyaşı, 251-252
günah, 63-65,107,129-130,192,
E
249-251
Ebu Süfyan, 214
güzellik: 72
Ehlisünnet, 29-30
eh liyet, 120 121,175-177
H
ekm ek, 142-143, 179-180
hac, 57
ekoloji, 66, 156 hac geliri, 180-181
ekonomi, 152-186 hadis, 86-87
em ek, 179 Hâliz Şîrazî, 56
Emeviler, 85, 2 3 3 ,2 3 7
KARMA İN D E K S 257

hahamlar, 81, 89 ikbal (Muhammedi, 27, 49,137,


Hak, 231 165,167, 250
halk, 37-38, 54-56, 58-60, 121- ikrah, 107, 233
122, 1 3 2 ,2 0 8 ,2 3 1 ilim, 120, 236
Hallâc-ı Mansur, 18 0 ,1 8 3 ,2 1 7 , ilmihal, 196
249 iman, 70, 86, 106, 111-112, 242
ham si, 65 244
haram, 57 imamı Âzam, 15-17, 29, 85-86,
hareket, 50 93
Harun (Hz.), 41, 100 İmamı Mâlik, 118
haset, 117-118 Immortalıte, 151
hayır, 53, 60-69, 71, 156-157, inat, 86
192, 204 inkâr, 122-123
hatim, 11-20, 90 infak, 55-56,173
Heİdegger, 138-139 insan, 75-151, 166-172, 220-240
hile-i şeriye, 64-66, 90 insanı kâmil, 151, 211-219
Hiroşima, 240 Iran, 76
hizmet, 53, 67-70, 140, 142-143, irfan, 111
208, 245, 251-253 Isa (Hz.), 11-13, 83-85
hoşgörü, 31 îsar, 69, 160
hümanizm, 16, 202-202 Islâm, 191-200
hürafe, 17, 84 İslam şartlan, 52-53
hürriyet, 107, 202-203, 233-235 İsmail Hakkı Bursevî, 160-161,
216
M İsmet Kalyoncu, 8
ıztırar, 229-23 Isra, 157
ibadet, 51-52, 55-56, 70, 107, israf, 175
204-205 Israiliyât, 84
Ibn Kayyım, 26, 89-90 izzet Baysal, 72
tbn Mesud, 20
Ibn Miskeveyh, 131 K
ihmal, 122-123 kabadayı, 71
ihsan, 46-49, 154 Kâbe, 35, 141
ihtiyaç, 165-166, 173 kabz, 165

—--3* | '
258 K O N F E R A N SL A R IM

kader, 203-204' M alazgirt, 34


kâinat, 206 M anisa, 119,1 7 7
kalp, 56, 108-110, 128, 204 Marksizm, 39
kam ışlık, 140 Metne, 138*; 165,174, 221, 227,
kanunilik ilkesi, 149 <•239
kapitalizm , 42, 102, 170-171, matbaa, 221
199-200 materyalizm , 188
Karen Horney, 139 Max Scheler, 132-133
Kenan Rifâî, 253 medeniyetler, 144-183
kıyafet, 69, 120, 206 M ehmet Âkif, 27, 45, 9 5 ,1 7 5
Kerkegaard, 138 m elâm et, 242
kilise, 123-124, 136, 207, 226- melek, 128-130
227, 239 m eşveret, 150
kitap, 10-25, 105, 123 M evlâna, 36, 38, 47, 63, 69, 104,
kolaylık, 31-149-150 108,114-116, 121, 128, 140-
komünizm, 42, 102, 170-171, 141, 151, 155, 165, 168, 206,
199-200, 206, 239 2 4 0 ,2 4 5
konsil, 10, 111 mezhep, 68, 118, 209
Konya, 9, 104, 108 minare, 58
kozmik benlik, 202, 217 m îsak, 134
kozmik şuur, 217 Moğol, 108,116
körfez, 76 m uannit, 86
Kur'an-ı Nâtık, 49-50, 86, 153 M uhammed (Hz.), 211-219
Kuşadalı İbrahim, 32, 165, 245, M ûsa (Hz.), 41, 100
246, 251-255 m utluluk, 139
m ülkiyet, 179-181, 245-246
L m ürşit, 182
lağv, 117 m üşrikler, 161
lâhût, 127
Levhi Mahfuz, 32 N
N am az, 27-31, 57-58, 87-89,
M 111-112,197, 237-238
mabet, 59-60, 68-69, 120, 178, nass: 194-151
207, 225-227 nâsût, 127

fitnem -■
KARM A İN D E K S 259
nefha, 131-1 3 3 ,1 3 5 -1 3 9 R inesans, 228
nesh: 60 ruhban, 81
N ietzsch e, 212-213, 227 ruh, 201-210
nifak, 237 ruhi âzam, 160
nisyan, 134 ruhsat, 88
Rusya, 190
O-Ö
Opec, 142 S
O sm anlı, 243-246 Sa di Şirâzî, 107, 125
Osman Şem s , 251 Sartre (Jean Paule), 227
ölüm , 235 Seben, 75
Ömer (Hz.), 58, 116 secde, 197, 237, 249-250
Örfler, 35, 9 7 ,1 1 3 , 247 Septikler, 237
örtünm e, 151 serm aye, 179-180
sevgi, 208-210
P sınıf, 68-69
papalık, 41 sıratı m üstakim , 48-49, 153
para, 254 sosyalizm, 16, 82
Pascal, 137, 206 sömürü, 164-170
Paul Tillich, 236 spor, 185
petrol, 180-181 Staîin, 59-60, 231
polarite, 172 sulh, 50
politika, 38, 199-200, 222-223 Suutlar, 35-36, 116
pozitivizm , 136 sünnet, 86-88, 94
put: 204-205, 232 sünnetullah, 131
Şatibî, 88
R şefaat, 63-64
rahim , 25 şer, 52-55, 156-157
rahm et, 217-218 şeriat, 44
realite, 203 Şia, 29-30
reform, 10-29, 111, 228 şikâyet, 33-34, 97-97
riba, 175 Şirk, 11-19, 82-83, 232, 237
riya, 249 şûra, 150
Roma, 228
260 K O N F E R A N SL A R IM

T Y
taakkul, 106 yağmur, 131
tabu, 146-147 Yahudilik, 205, 239
Taif, 158, 219 Yahya Kemal, 242
taklit, 122, 222 yardım laşm a, 62-64, 66-72, 100
tarikat, 109, 182 yobazlık, 30-31, 77, 84, 112-113
tebliğ, 158-160 yol, 44-45
tedebbür, 91 yön, 44-45
tekâm ül, 165, 235 yönetim , 175
teravih, 237 Yunan, 228, 237
teshir, 137, 171 Y unus Emre, 215, 245
teslim iyet, 15-16, 82 Yurdaer Kalaycı, 43, 100
tevhit, 13-16, 27, 67-70, 82-83,
120, 168, 201-203, 232 Z
toplum, 170-172 zarûret, 112
toprak: 179-180 zarûratı diniye, 25, 93, 195-196
Toynbee, 36, 145, 228, 232 zekât, 173-175
T rabzon,9 Zelle-i A sliye, 79
Türklük, 244-245 Zeyd b. H arise, 159
Türkmen, 34-35 zikir, 32, 53, 134
zina, 52
ü-Ü zulüm, 175,189-190, 239
ulema, 198-200 zühd, 254-255
Uran Holding, 201
Urûbe, 35-36
Ümmü Habibe, 214
üstün insan, 212-213

V
vaftiz, 80, 236
vahiy, 105, 110, 150
vasat-ı Camia, 126-128,133
vergi, 56
Voltaire, 80, 136, 227

You might also like