You are on page 1of 642

Aşağıda yeni neslin bir tanımı var:

''Şimdiki çocuklar lüksü seviyor, otoriteye ve büyüklerine saygıları yok, kötü tutumlular
ve çalışmak yerine çene çalmayı tercih ediyorlar. Onlar artık evlerinin köleleri değil,
efendileri. Büyükleri odaya geldiğinde ayağa bile kalkmıyorlar. Ebeveynleri ile çelişiyor,
sofra adabına uymadan çar-çabuk yemek yiyor ve öğretmenlerini aşağılıyorlar.''

Bu sözleri pazarlamatürkiye.com'da youth marketing üzerine bir yazı okurken gördüm.


Yazının altında bu sözler Socrates'e ait yazıyordu.(M.Ö. 469-399) Sözün Socrates'e ait
olduğuna dair kesin kanıtlar olamamasına rağmen, öğrencisi Platon tarafından da
böylesine sözler söylediği tarihin içinde yer almış.

Bu tarif edilen bizim Z kuşağına benziyor mu sizce? Anlaşılan şu ki gençlik için genel-
geçer bir tanım yapmak mümkün gibi. Benim de içinde bulunduğum Y kuşağı için de
bunları diyorlardı, şimdiki Z kuşağı için de. Her jenerasyon bir önceki
jenerasyon için asi ve saygısız.
Demek ki gençlik hep aynı gençlik ha 2500 yıl önce ha 100 yıl sonra..
Psikoloji, davranışlarımızı ve arka planında yer alan iç dünyamızı anlamamıza
yardımcı olan bilim dalıdır. İnsan davranışının altında yatan temel nedenleri bulmaya çalışan
bilimsel çabaya verilen addır. Psikoloji bilimi insanın, kendisini ve başkalarının
davranışlarının nedenlerini daha iyi anlamasına yardımcı olur. Psikoloji, insan davranışlarının
bilimi olarak, bireyin;
✓ Kendi davranışlarını daha iyi anlamasına ve davranışlarının nedenleri konusunda daha
bilinçli olmasına,
✓ Başkalarının davranışları ve nedenleri konularında bilinçlenmesine ve ilişkilerinde daha
gerçekçi ve daha yapıcı kararlar almasına,
✓ Sürekli değişen çevre koşullarına daha kolay uyum yapabilmesine, insanlar arası ilişkilerini
daha ustalıkla düzenleyebilmesine ve karşılaştığı güçlükleri çözümleyebilmesine yardım
eder.
Psikoloji tek kişi veya davranışla ilgilenmez. İnsan davranışlarının değişik yönlerini
ele alır, karmaşık yapısını çözümlemeye çalışır. İnsan davranışlarının oluşum biçimini ve
nedenlerini, içinde bulunulan ortam ve koşullara göre gelişimini inceler. Davranışları
etkileyen geniş bir etkenler yelpazesini incelemeye alır.
Psikolojiye dair bir araştırma yaparken temel amaçlar; davranışını
tanımlamak, açıklamak, tahmin etmek ve kontrol etmektir.
 Ne olduğunu tanımlamak: Psikolojideki ilk amaç davranış hakkında net gözlemler
yapmaktır.
 Ne olduğunu açıklamak: Psikolojideki bir diğer amaç, davranışın nasıl
gerçekleştiğini keşfetmeye çalışmaktır.
 Ne olacağını tahmin etmek: Bir davranışın nedeninin net bir açıklanması ileride
gerçekleşecek diğer bir davranış hakkında tahminler yapmayı sağlar.
 Ne olduğunu kontrol etmek: Psikoloji insanların problem davranışlarını kontrol
etmelerine yardım ederek onların yaşam kalitelerini artırır.
Eski çağlardan beri var olan psikoloji, 18. yüzyıldan itibaren felsefeden
kopup, kendi başına yeni bir bilim dalı olmuştur. Bununla birlikte psikoloji bilimi
kendi tarihsel süreci içerisinde çeşitli ekoller oluşturmuştur.
Bu ekoller;
1-Yapısalcılık: Alman bir psikolog olan Wilhelm Wundt, ilk psikolojisi
laboratuvarını kuran kişidir. Wundt’un bu çalışmalarının psikolojinin bağımsız bir
bilim dalı olmasında önemli bir yeri vardır. Aynı zamanda Wundt ve ardından gelen
takipçileri yapısalcılık ekolünü ortaya koymuşlardır. Ortaya çıkan bu yapısalcılık
ekolü, bilinçli zihinsel tecrübelerimizi oluşturan en temel unsurlardan olan duyum ve
algıların incelenmesi olarak tanımlanmaktadır.
2-İşlevselcilik: İşlevselciliğin kurucusu olan Willam James; bilincin yapısı
yerine işlevini inceler, zihnimizin değişen çevre şartlarına nasıl uyum sağladığıyla
ilgilenir.
3- Gestalt Psikolojisi: Max Wertheimer ve beraberindeki arkadaşları
psikolojik süreçleri parçalarına ayırıp bütün hakkında yargıda bulunmadılar. Bütünü
onu meydana getiren parçalarından daha büyük olduğu yaklaşımından hareketle
akımlarını geştalt psikoloji olarak adlandırdılar.
4- Davranışcılık: John B. Watson tarafından ortaya atılmıştır. Bu psikoloji
anlayışında, psikolojinin görevi, çevredeki olaylara karşı insanların nasıl tepki
gösterdiğini araştırmaktır. Bu yüzden bireyin gözlenebilen ve ölçülebilen davranışları
önem arz eder.
5- Psikanalitik Psikoloji: Temsilcisi Sigmund Freud’tür. Bu yaklaşım; davranışın,
cinsel güdüler, bilinçaltı, toplumsal baskılar gibi unsurlar tarafından oluşturulduğunu
savunurlar. Freud’a göre insanın doğası kötüdür ve insanı yönlendiren iki temel unsur
vardır. Bunlar biri cinsellik diğeri ise saldırganlıktır.
6- Bilişsel Yaklaşım: Bilişsel yaklaşımda insan; algılayan, uyarıcıları seçip
işleyerek anlamlandırabilme yeteneğine sahip aktif bir sistem olarak görülür. Algı,
dikkat, hafıza, düşünme, öğrenme, karar verme, yargılama ve yordama gibi bilişsel
süreçleri inceler.
7-İnsancıl Yaklaşım: Bu akıma göre insan; davranışlarını denetleyebilir,
seçimlerinde özgürdür ve bu seçme özgürlüğünü kendi potansiyelini açığa çıkarma ve
geliştirme bir başka deyişle kendini gerçekleştirme yönünde kullanır. İnsan içinde
bulunduğu durumdan o anki ihtiyaçları, beklentileri, inançları geçmiş yaşamına göre
algılamakta ve bu algılamadan yola çıkarak davranışta bulunmaktadır.
 Deneysel Psikoloji: Duyu, algı, öğrenme insan performansını, motivasyon ve heyecan alanlarını
kapsar. Fizyolojik psikoloji ve karşılaştırmalı psikoloji olarak ikiye ayrılabilir.
 Sosyal Psikoloji: Sosyal ilişkileri, önyargıları, tutumları, uyum sağlamayı, grup davranışlarını ve
saldırganlık konularını inceler.
 Psikometrik Psikoloji: İnsanların yetenek, beceri, zekâ, kişilik ve anormal davranışlarının
ölçülmesi ile ilgilidir.
 Uygulamalı Psikoloji: Psikolojinin davranışa dönük uygulamalarını içeren kısmıdır. Klinik
Psikoloji, Danışmanlık Psikolojisi, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi, Eğitim Psikolojisi gibi temel
alanları vardır.
Uygulamalı Psikolojinin Alt Alanları

Klinik Psikoloji: Bireye düşünsel, duygusal ve davranışsal düzeyde yardımcı


olarak, çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasına yardımcı olur.
Danışmanlık Psikolojisi: Bireyin sorunlarının belirlenmesinde, kendisini daha
iyi tanımasına ve bireysel sorunlarının çözümüne yardımcı olur.
Endüstri ve Örgüt Psikolojisi: Endüstri ve işletmelerde kişilerin birbirleriyle,
işletmeyle, teknoloji ve araç-gereçle etkileşimi konularını içerir.
Eğitim Psikolojisi: Eğitim psikolojisi, öğrenme süreçlerini, öğrenmeyi etkileyen
faktörleri, öğrencilerin gelişim özelliklerini ve güdülenmeleri gibi öğrenme ve
gelişim psikolojisinin konularını, öğretme-öğrenme süreci ile ilişkilendiren bir
alanıdır. Eğitim psikolojisi, psikoloji ile eğitimin kesiştiği noktayı ifade eder.
Belki de akademik bir tanım eğitim psikolojisini öğrenenlerin, öğrenmenin
ve öğretimin bir çalışması olduğunu söyleyecektir (Reynolds & Miller, 2003) Fakat,
öğretmen olan ya da olmayı ümit eden öğrenciler için eğitim psikolojisi biraz daha
fazla bir şeydir.
Eğitim psikolojisi öğretimde karşılaşılan günlük problemleri zekice çözebilmek
için her bir öğretmenin sahip olması gereken bilgi, akıl ve deneme-yanılma yöntemiyle
ulaşılmış kuramların toplamıdır.
Eğitim psikolojisi bir öğretmen olarak size ne yapmanız gerektiğini söyleyemez;
fakat, doğru kararlar verebilmenizde, düşünce ve tecrübelerinizi paylaşmanızda
kullanılmak üzere bir dil olmak için size bazı prensipler verebilir.
Örneğin
Özellikle ilköğretimin ilk sınıflarında, öğrenciler izin almaksızın sürekli
olarak oturdukları yerlerinden kalkarlar. Bu durumda öğretmen ne yapmalıdır?
1. Yanıt Öğrenciler bu davranışı her yaptıklarında, öğretmen tarafından yerlerine
oturmaları için uyarılmalıdır. Öğrencilerin bu yönde sürekli olarak uyarılmaları,
kuralı hatırlamalarını ve ona uymalarını sağlayacaktır. Eğer bu yapılmazsa,
öğrenciler bu tür davranışlarım sürdüreceklerdir. Üstelik öğrencileri kuralların
uygulanmasında öğretmene olan güvenleri sarsılacaktır.
2. 2. Yanıt: Oturduğu yerden kalkan öğrenciler, öğretmenleri tarafından ne kadar
çok uyarılırlarsa, öğrencilerin yerinde oturmama davranışları o kadar
artmaktadır. Ancak, öğretmen biryandan bu çocuklara aldırmayıp, diğer yandan
yerine istenen biçimde oturan öğrencileri ödüllendirdiğinde, öğrencilerin bu tür
davranışlarda bulunma sıklıkları önemli ölçüde azalmaktadır.
Sizce, hangisi doğrudur?
Eğitim psikolojisi alanında, bu konuda yapılmış olan araştırma sonuçları,ikinci yanıtı ortaya çıkarmıştır.
Eğitimin amaçları arasında öğrencinin başarısını arttırmak, öğrenme-öğretme
sürecini olumsuz etkileyen faktörleri ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek ve
öğrencinin bir bütün olarak bedence ve ruhça sağlıklı bir şekilde gelişmesine
yardımcı olmak vardır. Bu amaçları gerçekleştirebilmek için öğretme ve öğrenme
süreci üzerinde etkili olan öğrencinin gelişim ve kişilik özellikleri, öğrenme,
güdülenme, öğrenmeyi etkileyen faktörler, öğretme ilkeleri, ölçme ve değerlendirme
vb. ile ilgili gerekli bulguları eğitimin hizmetine sunan özellikle gelişim psikolojisi ve
öğrenme psikolojisi gibi psikolojinin alt dalları, eğitim psikolojisinin alt alanlarını
oluşturmaktadır.
Gelişim psikolojisi; insan davranışında, döllenmeden ölüme kadar yaşa bağlı olarak görülen biyolojik
ve psikolojik değişiklikleri inceleyen hem temel bir bilim hem de uygulama yanları olan bir bilimdir. Gelişim
psikolojisi bireyin kronolojik yaşı, anne babasından aldığı kalıtsal donanımı ve içinde yetiştiği çevresi ile bilişsel
ve davranışsal sistemleri arasındaki ilişkiyi araştıran, gelişimin ilkelerini belirlemeye çalışan, gelişimle ilgili
kuramlar geliştiren bir bilimdir.
Eğitim sisteminin odağında yer alan öğrenciler arasında birçok özellik bakımından farklılıklar
bulunmaktadır. Aynı gelişim dönemi içinde bulunan öğrenciler arasında bile önemli bireysel farklılıklardan
bahsedilebilir. Eğitim sisteminde makro ve mikro düzeydeki planlamaların yapılmasında ve öğretim
programlarının hazırlanmasında öğrencilerin içinde bulundukları gelişim özelliklerinin, bireysel farklılıkların ve
öğrenci ihtiyaç ve problemlerinin bilinmesi, gerek eğitim planlamacıları için gerekse eğitim programcıları için
önemlidir. Öğretmenler ders planlarını hazırlarken öğrencilerin bu özelliklerini göz önünde bulundurmaları
gerekir. Bir derse ilişkin hedef ve kazanımlar öğrencilerin içinde bulundukları gelişim düzeylerine uygun
olmalıdır. Öğretmen sınıftaki öğretme-öğrenme yaşantılarında kullanacağı yöntem ve teknikleri, öğretilecek
konu ile ilgili vereceği ipuçları ve pekiştireçleri belirlerken öğrencilerin gelişim düzeylerini ve ihtiyaçlarını göz
önünde bulundurmalıdır.
Gelişim psikolojisinin ortaya koymuş olduğu araştırma bulguları ve kuramlar, öğrencilerin farklı
gelişim düzeylerine uygun eğitim ve öğretim hedeflerinin ve etkinliklerin belirlenmesinde ve uygulanmasında
öğretmenlere yol gösterici olacaktır. Bu bakımdan öğretmenlerin öğrencilerin gelişim özellikleri, bireysel
farklılıklar, öğrenci ihtiyaçları ve problemleri konularında bilgi sahibi olmaları gerekir. Öğretmenlerin bu
konularda aydınlatılması eğitim psikolojisinin sahasına girmektedir.
Gazete haberi
Öğrenciler çok karamsar.
Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim dalı tarafından 2000-
2001 öğretim döneminde, liseli ergenlerdeki intihar eğilimini belirlemek amacıyla
yapılan araştirma, 2.352 öğrenciden %55'inin mutsuz olduğunu, %22.4'ünün intiharı
düşündüğünü. %14.1'inin de nasıl intihar edebileceği hakkında plan yaptığını ortaya
koydu İntihar düşüncesi, planı ve girişim sıklığı kızlarda daha yüksek görüldü.
Öğrencilerin sorunlarını daha çok arkadaşlarıyla konuştukları, büyük bir çoğunluğun,
çekindikleri ve korktukları için sorunları ailelerine anlatamadıkları da belirlendi
(Radikal, 4 Mayıs 2002).
Eğitim psikolojisinin ilgi alanlarından biri de öğrenme psikolojisidir.
Öğrenme konusu psikolojinin en önemli çalışma sahalarından birini oluşturur. İnsan
davranışlarının büyük bir kısmı öğrenme yaşantıları sonucunda kazanılır. Yani birey
bilişsel, duyuşsal ve devinimsel davranışlarının birçoğunu çevresiyle etkileşime
girerek ve kendi yaşantısı yoluyla öğrenir. Bu nedenle öğrenme, öğrenme ilkeleri,
öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini açıklamaya çalışan kuramların bilinmesi
istenmeyen davranışların nasıl kazanıldığını, istenmeyen davranışların yerine olumlu
davranışların nasıl kazandırılabileceğinin cevabını bulmak öğrenme psikolojisinin
işidir.
Eğitim psikologları, öğrenme psikologlarının hayvanlar ve insanlar üzerinde
yaptıkları çalışmalar sonucunda elde edilen bulgulara dayalı kuram ve ilkeleri
öğrenciler üzerinde uygulamalar yaparak, öğretmenler için sınıfta
uygulayabilecekleri öğretme-öğrenme ilkeleri geliştirirler. Eğitim psikologlarının bu
çalışmaları öğretmenlerin başarısını arttırıcı bir katkıda bulunur.
Örnek:
İlkokulun ilk sınıflarında, Türkçe dersinde bir metni okuma çalışmasında
öğretmen okuyacak öğrencilerin seçiminde, nasıl bir yöntem izlemelidir?
Cevapların çoğu şu yönde mi: Öğretmen öğrencileri rasgele seçmelidir.
Böylece sınıftaki tüm öğrenciler sıranın kendilerine gelebileceğini düşünerek, dersi
dikkatle izleyeceklerdir. Eğer öğretmen öğrencileri belli bir sırayla okutursa,
öğrenciler kendilerine sıranın ne zaman geleceğini bilecek ve muhtemelen yalnızca
okuma sırası kendilerine yaklaştığında dikkatlerini toplayacaklardır.Öğrenme
psikolojisinin buna yanıtı şöyledir. Bu konuda yapılan araştırma sonuçlarına göre,
tüm öğrencilere numara sıralarına ya da oturma düzenlerine göre sırayla okuma
fırsatı verilmesi daha uygun olmaktadır. Bu yöntemde öğrenciler, sıranın kendilerine
ne zaman gelecegini hesaplamakta ve okuyacakları satırları defalarca tekrar ederek
çalışmaktadırlar Okumanın öğrenilmesi ve geliştirilmesi yönünden, öğrencinin kendi
kendine yaptığı bu çalışma, ve öğretmenin bu çalışmanın sonucunu izlemesi, en
azından ilkokulun ilk sınıflarında, öğrencinin arkadaşlarının okumalarını dikkatlice
dinlemelerinden daha olumlu sonuç vermektedir. Diğer yandan, bu yöntem yoluyla,
çoğu kez yapıldığı gibi, yalnızca okuyan belli öğrencilere değil, bu tür çalışmalara
daha fazla gereksinimi olan diğer öğrencilere de okuma fırsatı verilmektedir.
1-Betimsel Araştırma Teknikleri: Gözlem, görüşme, anket, olay incelemesi ve test gibi teknikler
bazı betimsel tekniklerdir.
Gözlem
Gözlem; nesne, olay, yer veya bir kimseye ilişkin durumun gözlenmesi ve olduğu gibi
betimlenmesidir. Gözlem, sadece gözle yapılan bir etkinlik değildir. Diğer duyu organları ile de
yapılır. Duyu organlarının yetersiz kaldığı durumlarda gözlem için farklı araçlar da kullanılabilir.
Gözlem, farklı kıstaslar doğrultusunda; doğal gözlem – sistematik gözlem, katılımlı gözlem –
katılımsız gözlem, sürekli gözlem – aralıklı gözlem biçiminde sınıflandırılabilir.
Doğal gözlem, nesne, olay, yer veya bireylerin kendi doğal ortamları veya şartları içinde
herhangi bir müdahale olmaksızın gözlenmesi ve rapor edilmesidir. Doğal gözlem, fazla zaman ve
kontrol imkânı olmadığı için tek başına kullanılması bakımından yeterli bir yöntem değildir.
Sistematik gözlemde, gözlenecek nesne, olay ya da birey davranışları araştırmacının
belirlediği şartlar altında gözlenir ve rapor edilir. Sistematik gözlem, amaçlı, planlı, neyin
gözleneceği, ne zaman gözleneceği, ne gibi şartlarda gözleneceğinin daha önceden belirlenen bir
gözlem türüdür.
Görüşme
Bireyin kendini anlattığı tekniklerden biri olan görüşme tekniği; belli bir
amaçla yüz yüze gelen iki veya daha fazla bireyin, belli bir amaçla sözel ve sözel
olmayan iletişim araç ve tekniklerini kullanmak suretiyle oluşturdukları etkileşime
dayalı bir tekniktir.
Görüşme; amacına, konusuna, tarafların tutumlarına ve görüşmede rol alacak
kişilerin niteliğine ve görüşmenin yerine göre farklılıklar gösterir.
Görüşme tekniğinden, bilgi toplamak, bilgi vermek, kişisel yardım etme gibi
amaçlar için kullanılabilir. Görüşme iki taraf arasında yapılır. Bir tarafta görüşmeci
diğer tarafta iletişim sürecinin diğer ucunda yer alan kişidir. İki taraf arasında
yapılacak görüşme, konuşmadan farklıdır. Görüşme; iki tarafın da uygun görmesi
durumunda, belli bir zamanda, yerde ve sürede, belirlenmiş bir amaç için belli bir
plan ve düzen içinde gerçekleştirilir.
Anket
Bilgi toplama tekniği olarak anket; belli bir konuda, çok sayıda bireyin görüş,
tutum ve duygularını belirlemek amacı ile geliştirilmiş bir soru listesidir. Anket; kısa bir
zamanda çok sayıda insandan bilgi toplamaya uygun olması, kolay ve ucuz bir
teknik olması gibi avantajlarından dolayı çok kullanılan tekniklerden biridir.
Testler
Testler; kişilik, ilgi, yetenek, başarı ve tutum gibi davranış veya özellikleri
ölçmek amacıyla kullanılan araçlardır. Test, herhangi bir niteliği ölçmek amacıyla,
nitelikler evrenini temsil edecek şekilde seçilmiş standart uyarıcılar takımıdır. Bir
psikolojik testle ile yapılan, bireylere bireysel ya da grup şeklinde standart şartlar
altında standart sorular sorulması işlemidir. Psikolojik testlerin geçerlik ve
güvenirlik çalışmaları yapılmış araçlar olması sahada kullanılmaları bakımından
önemlerini arttırmaktadır.
Olay İncelemesi
Bir kimsenin çeşitli özellikleri bakımından derinlemesine bilgi toplanması
ve bu bilgilerin belli bir sistem içinde derlenmesidir. Bireyin geçmişi, ailesi,
çevresindeki kişilerle ilişkileri, sorunları gibi konularda bireyin kendisinden ve diğer
kaynaklardan derinlemesine ve ayrıntılı bilgi toplama tekniğidir. Olay incelemesi
tekniği, genellikle sağlık ve davranış bilimlerinde kullanılmaktadır. Olay
incelemesinde amaç, bireyin sorununun nedenlerini tespit etmek ve uygun tedavi
yöntemini belirlemektir.
2-Deneysel Yöntemler
Deneysel yöntemlerde, gözlem koşulları araştırmacı tarafından hazırlanır. Deneysel
yöntemlerde, ele alınan değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkilerinin araştırıldığı ve değişkenlerin
kontrol altında tutularak değişmelerin gözlemlendiği yöntemlerdir. Ele alınan problem, ileri düzeyde
kontrol edilmiş şartlar altında incelenmekte ve denekler üzerinde bir müdahaleyi gerektirmektedir.
Deneysel yöntemin kullanıldığı durumlarda araştırmacı bazı şartları değiştirir ve bunların
değiştirilmeyen, sabit durum ve davranışlar üzerindeki etkisini gözlemler. Deneysel yöntemlerde, bir
bağımlı bir de bağımsız olmak üzere iki çeşit vardır.
Bağımsız değişken; hiçbir şarta bağlı olmaksızın araştırmacı tarafından manipüle edilen,
yani değişiklikler yapılan ve bağımlı değişkendeki değişmelere neden olduğu kabul edilen faktördür.
Bağımlı değişken, bağımsız değişkendeki değişmeye bağlı olarak durumu değişikliğe uğrayan
faktördür. Bu iki değişkenin dışında kontrol altında tutulması gereken bir üçüncü değişken grubu
vardır ki o da kontrol değişkeni olarak adlandırılır.
Kontrol değişkeni, bağımsız değişken dışında bağımlı değişken üzerinde etkili olabilecek tüm
diğer faktörlerdir.
Örnek:
Alkolün kanser üzerindeki etkisini incelemek istediğimiz bir deneyde A ve B olmak
üzere iki grup ele alalım
A Grubu: Alkol alan
B Gurubu : Alkol kullanmayan grup
Daha sonra iki gruba test, tahlil yapılır ve bir takım sonuçlara ulaşılır.
Bu deneyde;
Bağımsız değişken : Alkol kullanma
Bağımlı değişken: Kanser –Hastalık
Ara değişken : insanların yaşam şartları
Deney Grubu :A
Kontrol Gurubu : B olmaktadır.
3- İstatistiksel Yöntemler
Bir araştırmanın sonuçlarının bilimsel bir değer kazanması için genellikle sayısal olarak
ifade edilmesi gerekmektedir. Çoğu araştırma sonucu sayısal verilerin istatistiksel analizlerine
dayanmaktadır. Araştırma sonucunda elde edilen sayısal veriler istatistiksel analizlerle daha
anlamlı hâle gelmektedirler. Bu nedenle bir araştırma sonucunda elde edilen sayısal verilerin
yorumlanmasında istatistiksel yöntemlere ihtiyaç vardır. İstatistiksel yöntemler, daha çok teknik
kavramı adı altında kabul edilmesinin yanında, bazı alan yazında yöntem olarak da ifade
edilmektedir.
Psikoloji biliminde temel olarak iki istatistiksel teknikten yararlanılmaktadır. Bunlardan
biri “farkların önem derecesi”, diğeri ise iki değişken arasındaki ilişkiyi ele alan “korelasyon”
tekniğidir. Farkların önem derecesi, araştırmada elde edilen iki sayısal değer arasındaki farkın
gerçekten anlamlı olup olmadığını saptamakta kullanılan istatistiksel teknikleri ifade etmektedir.
Farkların önem derecesinde başvurulan yollardan birisi, ele alınan grupların ortalamalarını
karşılaştırmaktır. Bunun içinde genelde en çok başvurulan teknikler, z ve t sınamalarıdır.
Grupların sayısının ikiden fazla olması hâlinde ƒ sınamasından yararlanılmaktadır
Deneysel araştırmalarda sıklıkla başvurulan bir başka istatistiksel ölçü de korelasyon
katsayısının hesaplanmasıdır. Deneysel araştırmaların amacı, değişkenler arasındaki neden-
sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Korelasyon yönteminde ise amaç, değişkenler arasında neden-
sonuç ilişkisine bakılmaksızın bir ilişkinin olup olmadığının belirlenmesidir. Korelasyonda iki dizi
puan ya da ölçüm arasındaki ilişki istatistiksel olarak belirlenir ve bu istatistiksel değere
korelasyon katsayısı denir. Korelasyon katsayısı “ r “ ile sembolize edilir. Korelasyon katsayısının
iki özelliği vardır, korelasyon katsayısının yönü ve korelasyon katsayısının büyüklüğü ’dür.
Korelasyon katsayısının büyüklüğü 0 ile 1 arasında değişiklik gösterir. İki değişken arasında hiç
ilişki yoksa, sıfır ile gösterilir. 1 ise iki değişken arasında mutlak bir ilişkinin olduğunu ifade
etmektedir. Korelasyon katsayısı 1’e yaklaştıkça, ilişkinin büyüklüğünün arttığı, yani değişkenler
arasında ilişkinin güçlendiği anlamına gelmektedir. Korelasyon katsayısının negatif ya da pozitif
olması iki değişken arasındaki ilişkinin yönünü gösterir. Negatif korelasyon katsayısı ilişkinin ters
yönde olduğu, pozitif korelasyon katsayısı ise ilişkinin doğru yönde olduğunu göstermektedir.
EĞİTİM PSİKOLOJİSİ VE ÖĞRETMEN
Bu derslerin amacı ; yarınların öğretmeni olarak size bilinçli ve etkili bir öğretmen
olmak için ihtiyacınız olan araştırma, kuram ve uygulamalarla ilgili entelektüel bir
temel oluşturmaktır. Etkili dersler planlamak ve yürütebilmek için öğretmenlerin
tartışmalar, projeler ve diğer öğrenme tecrübeleri hakkında bilgi sahibi olması
gereklidir. Alanınızı bilmenin yanında, öğrencilerinizin gelişimsel düzeylerini ve
ihtiyaçlarını da anlamalısınız.
Öğrenme, hafıza, problem çözme becerileri ve yaratıcılığın nasıl
kazanıldığını ve nasıl desteklenebileceğini anlamalısınız. Bu amaçlara ulaştıracak
yolları nasıl geliştirebileceğinizi ve ne gibi etkinlikler yapabileceğinizi bilmenizin
yanında öğrencilerinizin bu hedeflere doğru ilerlemesinin nasıl ölçümlenebileceğini
bilmeniz gerekiyor Çocukları nasıl motive edeceğimizi, sınıftaki zamanı nasıl etkili
kullanabileceğinizi, öğrencilerinizin aralarındaki bireysel farkları nasıl dikkate
alacağınızı da bilmeniz gerekir. İşte bu noktada bilinçli öğretmenlerin sahip olması
gereken özellikler vardır bu özellikler ;
1.Alan Bilgisi: Öğretmen, ana konulan edinme araçlarını anlar, öğretilecek konuyu yapılandırır ve
konunun öğrenciler için öğrenme yaşantılarını oluşturur.
2. İnsan Gelişimi ve Öğrenmesi Öğretmen çocuklan nasıl geliştiğini ve öğrendigini bilir, öğrencilerin
zihinsel, sosyal ve kişisel gelişimlerini destekleyecek öğrenme ortamlarını sağlar.
3. Bireysel İhtiyaçlara Göre Öğretimi Uyarlama: Öğretmen, öğrencilerin öğrenmeye yaklaşımlarının
nasıl farklılaştığını anlar ve farklı öğrenciler için uyumlu öğretim fırsatları sağlar
4. Çoklu Öğretim Stratejileri: Öğretmen kritik düşünme, problem çözme ve performans becerilerini
desteklemek için çeşitli öğretim stratejileri kullanır
5. Sınıf Yönetimi ve Motivasyon: Öğretmen bireysel motivasyon ve grup motivasyonu ve
davranışlarının kullanımını anlar, bunları öğrenmede olumlu sosyal etkileşimi ve aktif katılımı
destekleyecek şekilde öğrenme ortamları oluşturmak için kullanır
6. İletişim Becerileri: Öğretmen etkili sözel, sözsüz iletişim ve medya iletişim tekniklerini, aktif
kazanım, iş birliği ve birbirini destekleyici sınıf etkileşimi için kullanma becerisine sahiptir
7. Öğretimi Planlama Becerileri: Öğretmen, öğretimi alan bilgisi, öğrenciler, çevre ve müfredat
bilgilerini dikkate alarak planlar
8. Öğrenci Öğrenmesini Değerlendirme: Öğretmen, formel ve formel olmayan ölçümleme
stratejilerini değerlendirme ve öğrencinin bilişsel, sosyal ve fiziksel gelişimini görmek için kullanır
9. Mesleki Adanmışlık ve Sorumluluk: Öğretmen, başkaları üzerindeki (öğrenciler, aileler ve
öğrenme çevresindeki diğer profesyoneller) kararlan ve davranışlarının etkisini sürekli
değerlendiren yansıtmacı bir uygulayıcıdır Aktif olarak mesleki gelişim fırsatlarını araştırır.
10. İş Birliği İçinde Çalışma: Öğretmen, öğrencilerin öğrenmesi ve iyi oluşunu destekle-mek için
okuldaki meslektaşları, aileler ve çevredeki kurumlarla ilişkileri geliştirir.
BEDENSEL
(FİZİKSEL) VE
DEVİNSEL
(PSİKOMOTOR)
GELİŞİM
İnsan gelişimi bir bütündür, ancak onu anlamak için bazı
alanlara ayırmak gerekmektedir. Bu alanların başında da diğer bütün
alanların temelini oluşturan bedensel büyüme ve gelişme gelmektedir.
Çocuk sağlıklı bir bedenle yaşamında kendisine yardımcı olacak
becerileri geliştirebilecektir. Bedenini kullanan çocuk, devinimini
gerçekleştirir. Devinim aynı zamanda çocuğun bilişsel ve psiko-sosyal
gelişimi için gerekli etkileşimi sağlar. Çocuğun gelişiminin, dönemine
uygun gidebilmesi için sağlıklı ve dönemine özgü bir beden yapısına
sahip olması gereklidir. Öğretmenler etkili eğitim ortamının
hazırlanmasında bedensel ve devinsel büyüme ve gelişimi dikkate
almalıdırlar.
Beden Oranı
Yetişkinlerle çocuklar arasında, özellikle küçük yaşlarda, beden
oranları bakımından farklılıklar vardır. Doğumdan önce baş yaklaşık olarak
bedenin yarısı, doğumda ise dörtte biri kadardır. Yetişkinlerde bu oran sekizde
birdir. Doğumda gövde bedenin sekizde üçüdür ve bu oran yetişkinlikte de
korunur; bacaklar bedenin sekizde biri kadar olduğu halde yetişkinlikte yarısı
kadar olur. Her ne kadar bütün organlar büyürse de, bacaklarda görülen
büyüme diğerlerine göre daha hızlıdır. Yetişkinlikte kollar da dengeli bir şekilde
uzar ve güçlenir. Sözü edilen bu değişmeler, insanın çevresine daha rahat bir
şekilde uyum yapmasını sağlar. Böyle olmasaydı uyum güçleşirdi, rahat
hareket etmek, dengeyi sağlamak, koşmak vb. durumlarda güçlüklerle
karşılaşılırdı. Kemiklerdeki büyüme ve gelişmenin çoğu ergenlik yıllarında
gerçekleşir.
Sinir sistemi içerisinde, beynin büyüme ve gelişmesinin
incelenmesi önemli bir yer tutar. Beyin doğumdan başlayarak hızla büyür.
Çocuk dört yaşına geldiğinde yaklaşık olarak beyin ağırlığının %80'i, sekiz
yaşında %90 kazanılır, geriye kalan %10'luk bölüm ise, sekiz-yirmi yaşlan
arasında tamamlanmış olur. Beyinde meydana gelen değişikliğin büyük bir
kısmı, var olan beyin hücrelerini birbirine bağlayan bağlantıların çoğalmasıyla
açıklanabilir. Ayrıca yaş ilerledikçe aksonları(Sinir uyarmalarını sinir
hücresinin gövdesinden diğer sinir hücrelerine taşıyan uzantı) kapsayan
miyelin tabakasında da bir gelişme gözlenir
Çocuklar büyüdükçe güçlerinde bir artış oluşur, dolayısı ile küçük
yaşlarda kendilerine zor gelen konuları bir-iki yıl sonra daha kolay bir şekilde
yapabilirler. Bu nedenle, belirli bir yaşta anlamakta ve kavramakta güçlük
çektikleri konuların sonraya bırakılması eğitsel açıdan büyük bir önem taşır.
Erinlik döneminde dört önemli fiziksel değişme görülür. Beden
ölçülerindeki değişmeler boy ve ağırlık değişmeleri olarak kendini gösterir.
Erinliğin ilk yıllan uzamanın en çok olduğu yıllardır. Çünkü bu yıllarda (hipofiz)
bezi çok çalışmakta, çok salgı salmaktadır. Erkeklerde boy uzaması kızlardan
daha uzun sürer ve 20-22 yaşları arasında erkekler yetişkin boylarına ulaşırlar.
Ergenlik döneminde bedenin bütün bölümlerinde büyüme hızı aynı
olmadığından oransız bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Burun, eller ve ayaklar,
bu oransız büyümede en çok göze çarpan bölgelerdir. Bacaklar bedenin en
uzun kısmıdır ve 15 yaşına kadar böyle uzun kalırlar. Hem kızlarda hem de
erkeklerde büyüme belirli bir sırayı takip eder. Eller ve ayaklar ilk büyüyen
organlardır. Daha sonra kollar ve bacaklar ve en sonra da beden gelişir. Bu
nedenle önce ayakkabılar küçülür, daha sonra pantolonlar küçük gelmeye
başlar ve en sonunda da gömlek, bluz ve ceketler değişir.
Bedensel gelişim sırasında kızlarda kas gelişimi, erkeklerinkine
göre ikinci planda kalır. Bunun sonucu olarak, tam anlamıyla gelişmiş bir
kadının bedeninde daha çok yağ bulunur, erkeğin bedeninde ise daha fazla
kas vardır. Ergenlik çağındaki bedensel gelişimin ilginç yönlerinden biri de
kızlar ile erkekler arasındaki ciğer ve kalp gelişimindeki farklılıktır. Erkeklerin
ciğer ve kalbi kızlarınkine göre daha büyüktür, kalp atış sayısı beden durgun
haldeyken daha düşüktür ve kanın oksijen taşıma kapasitesi daha yüksektir.
Bu nedenle ergenlik çağında erkekler kuvvet, hız ve bedensel dayanıklılık
bakımından daha yüksek bir etkinlik gösterir.
 Fiziksel gelişim; döllenmeden başlar ve ergenliğin sonuna
kadar devam eder. Bedenin büyümesi ve olgunlaşma süreçlerini
içerir. Boy ,ağırlık ve hacimsel artışla birlikte vücut sistemlerinin
kendilerinden beklenen fonksiyonları yerine getirmesidir.

 Fiziksel değişim ise yaşam boyu devam eder.


 Psikomotor (devinimsel) gelişim; gelişim sürecinde vücut
hareketlerinin kontrol edilebilmesini ve bu hareketlerde pratikleşmeyi
ifade eder.
 Çocuğun kol ve bacakları ile tüm organlarını kullanmada güç ve
hız kazanmasına, beden organları arasında eşgüdüm sağlanmasına
ve onları denetim altına almada becerikli duruma gelmesine devinsel
gelişim denir.
 Bu gelişme bedensel gelişmeye paralel olarak oluşur ve kişinin
çevresine uyum yapmasını sağlar. Bireyin bir bütün olarak
gelişmesinde önemli rol oynar. Çocuk hareket yeteneği kazandıkça
deneyimlere girişir, nesneleri eller, ağzına götürür, yere vurur ve
onların niteliklerini öğrenir; çevresini araştırır ve yoklar, böylece
zihinsel gelişmesi için gerekli ham maddeleri oluşturur.
 Devinsel gelişme bazı yeterliklere dayanır. Bu yeterliklere
ulaşıldığı zaman, psiko-motor gelişme büyük ölçüde tamamlanmış
olur.

 Devinsel etkinliklerde rol oynayan yeterlikler şöyle belirtilebilir:

 Eşgüdüm (koordinasyon): Beden organları arasında bir


uyumun olmasıdır. Psiko-motor etkinliklerin tümü, beden organları
arasında yeterli bir uyum gerektirir. Beden organları arasındaki
uyumun gelişmesi, olgunlaşma ve alıştırmalara bağlıdır.

 Güç: Her psiko-motor etkinlik belli bir gücü gerektirir. Gücün


artması kemiklerin, kaslanın büyümesine ve bedenin olgunlaşmasına
bağlıdır. Böyle bir büyüme ve olgunlaşma gerçekleşmeden ve belli bir
güç elde etmeden bazı etkinlikler yapılamaz.
 Tepki ve hız: Tepki uyarıcıya verilen yanıttır. Bir kimsenin bir uyarıcıya karşılık
vermesine kadar geçen zamana tepki zamanı ya da tepki hızı denir. Dikkatsizlik ya da
kas denetiminin yeterli olmaması tepki zamanını uzatabilir. Okuma, yazma, koşma,
atlama, gözlem ve deney yapmada, herhangi bir alet kullanmada vb. hareketlerin belli
bir hızlılıkta yapılması zorunludur. Harekette hızlılık hem uyumu ve başarıyı, hem de
ekonomik çalışmayı sağlar.

 Dikkat: Psikofizik enerjinin bir noktada toplanması, yoğunlaştırılmasıdır. İster


dışarıdan gelen uyarıcılara verilen tepkide, ister bireyin kendi etkinliklerinde olsun,
dikkatin önemli bir yeri vardır. Özellikle ince ve hızlı yapılan işlerde bu önem daha da
artar.

 Denge: Yürümede, bisiklet kullanmada olduğu gibi devinsel etkinliklerin çoğu


bedenin dengeli bir biçimde durmasını gerektirir.

 Esneklik: Bale, atletizm ve çeşitli oyunlar gibi devinsel etkinliklerde belli bir
esnekliğe gereksinme duyulur. Küçük yaşlarda beden çok esnektir. Yaş ilerledikçe bu
esneklik kaybolmaktadır.
.

11
 İnsan hayatı annenin yumurtasının babadan gelen sperm hücresi
ile birleşmesi sonucunda başlar. Bu olaya döllenme (fertilizasyon)
denir.

 Doğum öncesi gelişim ise döllenmeden bebeğin doğumuna


kadar geçen süredeki gelişimi ifade eder.
 Döllenmeden başlayıp ikinci
haftanın sonuna kadar olan
döneme zigot dönemi denir.
Sperm tarafından döllenen
yumurta hücresi hızla
bölünerek çoğalmaya başlar.
 Döllenmeden sonraki 3. haftanın başından, 8. haftanın sonuna kadar
olan dönemi kapsar. Büyüklüğü bir yer fıstığı kadardır ve canlı yavaş
yavaş şeklini almaya başlamıştır.

 Embriyo henüz çok küçüktür ve etrafındaki amnion kesesi adı verilen


ve onu dış etkilerden koruyan sıvı dolu bir torbacıkta yaşar.

 Embriyo bu dönemde bacaklarını sallayarak amnion kesesi içinde


yüzer. Bu nedenle anne embriyonun hareketlerini henüz duymaz.
 Başta kalp,beyin,sinir sistemi olmak üzere insan vücudunu oluşturacak
organlar şekillenmeye bu dönemde başlar. Bu sebeple embriyo döneminde anne
sağlığının bozulması embriyoyu olumsuz yönde etkiler.

 Gebelik döneminde bazı anne adaylarında 5 haftalık bir süreçte yapılan


gebelik kontrolünde bebeğin kalp atışları görülebilir. Ancak çoğu gebede bu
izlenim 6 haftalık hamilelik döneminde gerçekleşir. Ancak gebelerde en rahat
şekilde 10 ve 12 haftalarda bebeğin kalp atışları dinlenebilir.

 Yasalara göre bu sınır, kürtajı aile planlaması için seçenlere çocuğu kürtaj
ettirebilmesi için yasal sınır olarak belirlenmiştir(10. hafta).
 Çevre etkisine en açık olunan dönemdir .
 Embriyo dönemi, kritik dönemler içerisinde yer alır. Bu evrede annenin bazı ciddi
rahatsızlıkları, sigara ve alkol kullanımı veya kontrolsüz ilaç alması gibi gelişimi etkileyecek
olumsuzluklardan embrio çok büyük zarar görebilmektedir.
 Gebeliğin 9. haftasından başlayarak doğuma kadar geçen
süreye fetüs dönemi yada fetal dönem denir. Doku ve organların
olgunlaşmasıyla karakterize olan dönemdir.

 Bu dönemde anne karnındaki bebeğe de fetüs denir.

 Bu dönemdeki en belirgin değişiklik  Baş gelişiminin


vücuda göre daha yavaş olmasıdır.

 Göz kapakları, tırnaklar ve saçlar oluşmaya başlar.


Çocuğun çevresindekileri algılaması (işitme) Fetüs dönemiyle
başlar.
 a) 0-2 yaş (Bebeklik) dönemi: Doğum sonrası bedensel
gelişimin en hızlı olduğu dönemdir. Erkekler, kız çocuklarına göre daha
hızlı gelişir. Bebeğin önce boyun ve baş kasları büyür. Bebeğin büyük
kasları küçük kaslarından önce gelişir (genelden özele ilkesi). Bebeğin
en gelişmiş duyusu işitme duyusudur. Bebeklerin doğumdan sonra
yaptıkları ilk davranış solunumdur.
 İki yaşında özellikle psikomotor ve sinir sisteminde hızlı gelişme
olur. Psikomotor gelişiminde iki hareket göze çarpar; refleksif
hareketler (ilk 6 ay) ve denetimsiz genel vücut hareketleri. İlk altı ay
refleksif hareketlerin olduğu dönemdir.
 b) 2/3-6 (İlk çocukluk/Okul öncesi) yaş dönemi: Fiziksel
gelişim yavaşlar. Kaba motor hareketler gelişir. El-göz uyumu
yetersizdir, fakat koordinasyon süreci başlar. Büyük kaslarını küçük
kaslarına göre daha iyi kullanmaktadırlar.
 Mesela; ayakkabısını giyebilir ancak bağcıklarını bağlamakta
zorlanabilir. Küçük kas becerilerinde acemilikler gözlenir.

 Erkek çocukların kızlardan daha uzun ve ağır olmalarına karşın
kız çocuklarının ince motor kaslarının gelişimi erkek çocuklardan daha
ileridir. Bu dönemde çocuklar çok hareketlidir; uzun süre aynı yerde
oturamazlar, koşmak, atlamak ve tırmanmak isterler.
 c) 6/7-11/12 (İlkokul/Okul) yaş dönemi: Fiziksel gelişim hızı
yavaşlamaya devam eder. 9 yaşına kadar erkeklerin bedeni kızlardan daha
büyükken 10/11 yaşlardan sonra kızların bedeni erkeklere göre daha iri ve
gelişmiş olur. El-göz uyumu sağlanır.

 İnce motor becerilerin gelişiminin hızlandığı bir dönemdir. Çocuklar


ilkokula başladıkları zaman, büyük kaslarını oldukça iyi kullanabilmelerine
karşın, ince kasların kullanımında beceriksizdir. Çünkü ince motor kas gelişimi
7 yaşında henüz yeni gelişmeye başlamıştır. Küçük kas gelişiminin
olgunlaşması ancak 9 yaşında olabilmektedir. Dönemin sonunda kızlar 11,
erkekler 12 yaşlarında erinliğe girerler.
 d) 11/12-18 (Ergenlik) yaş dönemi: Bu dönemde fiziksel gelişim ve değişim hızı
tekrar artar. Kas ve iskelet gelişimi aniden hızlanır (Büyüme atılımı). Bu hızlı fiziksel
gelişim ve vücut organlarının aynı oranda büyümemesi vücut koordinasyonunu zorlaştırır
ve sakarlık, acemilik gibi davranışların ortaya çıkmasına sebep olur.

 Bu dönem erinlik ve ergenlik dönemlerini kapsar. Erinlik cinsiyet yeteneklerinin


kazanıldığı ve ergenliğe geçişin başladığı dönemdir.(erinlik dönemi: ergenliğe girmeden
önceki bir yıllık dönemi ifade eder. Bu dönem hızlı büyüme ile fiziksel değişimlere sahne
olur) Kızlarda ortalama 11, erkeklerde ise ortalama 12 yaşlarında ortaya çıkar. Erinlik
döneminin başlaması, ikincil cinsiyet özelliklerinin ortaya çıkmasıyla anlaşılır.

 İkincil cinsiyet özellikleri dolaylı üreme sistemiyle ilgili olan özelliklerdir ve ilk kez
erinlikte ortaya çıkar. Her iki cinste de vücutta tüylenme, kıllanma, erkeklerde ses
kalınlaşması, gırtlak oluşumu ve kasların gelişimi, kızlarda kalça ve göğüs gelişimi ikincil
cinsiyet özelliklerinin gelişmesidir.

 Kızlarda östrojen, erkeklerde testosteron hormonun salgılanmasıyla ilk kez


ergenlikte birincil cinsiyet özellikleri kazanılır. Birincil cinsiyet özellikleri doğrudan doğruya
üreme sistemiyle ilgili özellikleridir. Üreme sistemi gelişir ve üreme fonksiyonları oluşur.
 Cinsel gelişim beynin gelişiminin tam karşıtı bir gelişme gösterir. Cinsel gelişimin
yavaş olduğu dönemde beynin gelişimi hızlı, cinsel gelişiminin hızlı olduğu dönemde
(erinlik) ise beyin gelişimi yavaş olarak gelişir.
 Birey, cinsiyet farklılıklarını ilk çocukluk döneminde (2-6 yaş) öğrenir, cinsiyet
rollerini son çocukluk döneminde (6-12 yaş), cinsiyet kimliğini ergenlik döneminde (12-
18 yaş) kazanır.

 Fiziksel ve cinsel yönden, erken veya geç olgunlaşma, erkek ve kızları farklı etkilemektedir.

 Erken olgunlaşan erkekler; çevresi ve akran grubu tarafından daha fazla ilgili görürler, daha kolay
benimsenir ve daha kolay kabul görülürler. Daha erken bağımsız olmayı öğrenirler ve akranlarının gözünde
lider vasfını kazanırlar. Toplum tarafından bu şekilde pekiştirildiğinden özgüveni daha yüksek olurlar ve
daha dışa dönüktürler.

 Geç olgunlaşan erkekler ise; yetişkinler ve okul arkadaşları onlara çocuk gözüyle bakarlar ve
davranırlar. Bu yüzden olumsuz benlik kavramı geliştirebilirler. Bu nedenle özgüveni daha düşüktür, daha az
girişken ve sosyal olurlar. İlgi çekmezler (popüler değildirler).

 Erken olgunlaşan kızlar; özgüveni daha düşük, çekingen ve içe dönüktürler. Çünkü beden imgelerine
karşı önemli ölçüde yoğun bir tatminsizlik yaşayabilirler. Bu nedenle yüksek düzeyde gerginlik yaşayabilirler.
Vücutlarındaki değişiklikleri saklama eğilimine girebilirler.

 Geç olgunlaşan kızlar ise; özgüveni daha yüksek, girişimci ve dışa dönük olurlar. Cinsel konulara
uzak, eğitim-öğretim faaliyetleriyle daha fazla ilgilidirler.
 Ergenlik dönemi genel özellikleri
 Olumlu bir kimlik kazanma

 Akranlarla arkadaşlık, bağlılık ve gruplaşmanın yoğun olarak görülmesi

 Yalnız kalma isteği ve aileden bağımsızlaşma çabaları

 Duygularda ani değişimler görülür.

 Cinsel merak ve fonksiyon artış.

 Ergen benmerkezci düşünme görülür.

 Göreceli düşünme (ergen kendi deneyimlerine ve değerlerine göre düşünür) görülür.

 Fiziksel biçimiyle sürekli ilgilenme ve aynada sık sık kendini inceleme

 Soyut düşünme, eleştirme ve kendine ait kavram oluşturma

 Dini, mistik ve siyasi konularla ilgilenme

 Meslek seçimine yönelme ve bununla ilgili endişeler taşıma

 Ekonomik gelir elde etme çabaları

 Bir yetişkin sosyal statüsüne erişme isteği

 Bir yetişkin, kadın veya erkek sosyal rolünü edinme ve Androjen kişilik geliştirme

 Sanat, spor ve kültür etkinliklerine yönelme

 Giysi ve eşyaların seçiminde titiz olma

 Kendi hayat ve ahlak felsefesini geliştirme

 Hızlı bedensel büyümeden dolayı sakarlık ve acemiliklerin görülmesi


Okul öncesi eğitim, ilk ya da ortaöğretim kurumlarının hangisinde görev
alırsa alsın bir öğretmenin, öğrencilerinin bedensel ve devinsel gelişimlerine
yönelik olarak şu üç açıdan sorumlulukları bulunmaktadır.
✓ Öğrencilerin gelişim özelliklerini tanıma ve izleme
✓ Gelişimi kolaylaştıracak bir öğrenme ortamı ve uygun etkinlikler oluşturma
✓ Gelişimde aksayan yönleri saptama, gerekli önleme ve müdahale yaklaşımları
ile gelişimin sağlıklı sürmesine yardımcı olma.

Bu açılardan, öğretmenlerin sorumlulukları son derece önemlidir. Çünkü,


eğitim programları yalnız belli yetenekleri geliştirmeye ve bu alanlarda başarılı
olamayanları elemeye yönelik olursa, birçok çocuk başarısız olabilir. Oysa çağdaş
eğitimin amacı, çocukları ilgileri ve yetenekleri ölçüsünde ve doğrultusunda
geliştirmektir ya da öyle olmalıdır. Bu nedenle akademik alanda başarısız olan
fakat psiko-motor becerileri gerektiren alanlarda başarılı olabilecek çocukları bu
alanlara yöneltmek gerekmektedir.
Sınıflardaki öğrenciler arasında takvim yaşları ve eğitim geçmişleri aynı olsa bile
bireysel farklılıklar bulunmaktadır. Sınıf ortamının gelişimi destekleyici nitelikte olması
için, öğretmenlerin şu noktalara özen göstermesi gerekmektedir:

-Öğrencilerin gelişim ödevlerini yerine getirmelerinde aile ile işbirliği yapmalıdır.

-Okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların devinim gereksinimlerini giderebilecek


mekanlar hazırlanmalıdır.

-Eğitim programlarında dinlenme saatleri oluşturulmalıdır.

-Okul öncesi eğitimde öğrencilerin kaza ve travmalarla karşılaşmalarını önleyici tedbirler


alınmalıdır. Özellikle kafa travmalarının oluşmasını engelleyecek düzenekler gerek
mekânda gerekse eğitim araç ve gereçlerinde dikkate alınmalıdır.

-Okullarda öz-bakım becerilerinin geliştirilmesine özen gösterilmelidir. İlk öğrenime yeni


başlayan öğrencilerin uzun süreli ince motor becerilerini göstermeleri mümkün değildir.
Bu nedenle yazı ve çizgi gibi etkinliklere uzun süreler ayrılmamalıdır. İlk öğrenim
öğrencilerinin koşma, hoplama, zıplama gibi kaba motor gereksinimlerini karşılayacak
çevre düzenlemeleri yapılmalıdır.
Bedensel yönden zayıf ve güçsüz olan çocuklar pasif olurlar ve ödevlerini
bitirmede güçlük çekebilirler. Çocuğun ilk öğretimin ilk kısmında geliştirmesi gereken
becerileri yapabilmesi -örneğin yazı yazma, uzun süre dikkatini toplama, bedensel
hareketleri yapma vb.- için sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmeye dayalı bir büyüme
ve gelişme içinde olması gerekir. Yeterli büyüme ve gelişme gösteremeyen çocuklar
eğitim etkinliklerinde kullanacakları enerjiden yoksun olabilirler. Bu da akademik
performanslarını düşürebilir ve başarısızlık duygusunu yerleşik hale getirebilirler.

Devinsel gelişmenin eğitim açısından önemi, yalnız çocuğun gelişmesinin bir


bütün olarak etkilemesinden değil, bazı durumlarda kişilik gelişmesinde ya da
meslek edinmede tek başına önemli bir rol oynayabileceği düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Örneğin bazı çocuklar zihinsel alanda başarılı olamadıkları
halde, devinsel etkinliklerde yetenekli olabilirler.
İlköğretimde fiziki güç, atlama, sıçrama gerektiren oyun becerileri ve atletik
etkinlikler erkekler için önemli olduğu kadar kızlar için de ritmik beden hareketleri ve bazı
jimnastik becerileri ilgi çekici hale gelmektedir. Kız ve erkek çocukların oyun ilgileri
ilköğretimin birinci devresinde olmasa bile ikinci devresinde kesinlikle farklı hale gelmiştir.
Çocukların çeşitli konularla ilgili bedensel yeteneklerini tanımaları bakımından çeşitli spor
olanakları okullar tarafından oluşturulmalıdır.

İlköğretim döneminde erkek çocuklar kızlardan daha hareketli ve kendi bedensel


gücüne daha güvenli olarak iddialı ve zorlanmalı bir fiziksel aktivite içindedirler. Oyunlarda
başarılı bir erkek çocuğu grup dışı edilirken oyun becerisi geliştirememiş kızlar gruplarından
herhangi bir tepki görmezler. Bu nedenle hantal ve beceriksiz erkek çocuklara oyun becerisi
kazandırma amacıyla özel bir yardım gerekmektedir. Bu çocukların kendileri gibi olan diğer
erkek çocuklarıyla bir takım oluşturmaları ve daha becerikli olan arkadaşlarının
küçümsemesine meydan vermeden kendi içlerinde bir oyun becerisi kazanmalarına
çalışılmalıdır. Çünkü her çocuğun bu çağa özgü olarak başarması beklenen en önemli
gelişim görevi "oyun becerisi»dir. Bu beklenti çocuğun okul ve mahalle arkadaşlarından
gelmekte ve çocuk için önemli bir doyum kaynağı olmaktadır.
Erkek çocuklar zorlanmalı bir fiziki aktivite içinde yorulduklarının farkına
varamadıklarından dinlendirici etkinliklerle ilgili çalışmalar programlarda iyi
planlanmalıdır. Bu hareketlilik nedeniyle oluşabilecek kaza ve travmalara müdahale
edebilmek için öğretmenlerin ilk yardım bilgisine sahip olmaları gerekmektedir. Ergen
bedeninde oluşan değişmeleri kabullenme, çocuk rolünden çıkarak yetişkin rolünü
edinmeye çalışma, çevresindekilerin değişen beklentilerine ayak uydurma, erken ya
da geç olgunlaşmanın beraberinde getirdiği farklı sorunlar, ergenlik dönemindeki
öğrencilerin üstesinden gelmeleri gereken durumlardan bazılarıdır.

Ergenlik döneminin sarsıntısız atlatılmasında öğretmenlere düşen bazı


görevler vardır. Öğretmenlerin öğrencilerin sağlıklı gelişmelerine katkıda bulunmaları
için ergenlik döneminin özellikleriyle ilgili bilgi sahibi olmaları önem taşımaktadır.
Ergenlik döneminin kendisinden kaynaklanan tutarsızlıklar nedeniyle öğretmenlerin
öğrencilere önyargısız, anlayışlı yaklaşmalar onları anlama yaklaşımında bulunmaları
yerinde olacaktır. Öğrenciler ergenlik döneminin bedensel ve cinsel gelişimleri
konularında bilgilendirilmelidir. Ergen öğrencilerin sadece bedensel algılarıyla
ilgilenmek yerine farklı niteliklerini kullanarak kendilerini geliştirmelerine olanak
sağlanmalıdır."
BİLİŞSEL
GELİŞİM
BİLİŞ; düşünme, öğrenme ve hatırlama
süreçlerine denir.

“BİLİŞSEL” sözcüğü, akıl ve bilgi, bellek, akıl yürütme,


anımsama, unutma, sorun çözme, kavramlar arası
ilişkileri kurma ve düşünce gibi zihinsel işlevleri
tanımlar.

BİLİŞSEL GELİŞİM, yaşla birlikte bu süreçlerde olan


değişimlerdir
BİLİŞSEL GELİŞİM
 Bireyin çevresindeki dünyayı anlamasını ve
öğrenmesini sağlayan, aktif zihinsel
faaliyetlerdeki gelişimdir.
 Bebeklikten yetişkinliğe kadar, bireyin
çevreyi anlama yollarının daha kompleks ve
etkili hale gelmesi sürecidir.
 Bireydeki akıl yürütme, düşünme, bellek, ve
dildeki değişmeleri kapsar.
Bilişsel gelişim; doğumundan başlayarak çevreyle
etkileşimi ve çevrenin anlaşılmasını sağlayan bilginin
edinilmesi, kullanılması, saklanması, yorumlanarak
yeniden düzenlenmesi ve değerlendirilmesi
aşamalarındaki tüm zihinsel süreçleri içine alan bir gelişim
alanıdır. Bilişsel sistem çevreden girdiler alır. Girdileri
algılar, algıladıklarını belleğinde saklar.

Düşündüğünde algıladıklarını belleğinden çağırarak


kullanır. Daha da iyi düşünmek için bilgileri kavramlaştırır
ve genelleştirir. Yeni düşüncelerle çıktılar verir. Çıktılardan
dönüt alır. Aldığı dönütlerle bilişsel gücünü geliştirir. Farklı
girdiler aldığında, dengeleme yapar.
.
Bilişsel Gelişimin Diğer Gelişim Alanlarıyla İlişkisi
Çocuğun çevresini tanıyıp araştırma yapabilmesi için
bilişsel gelişiminin sağlıklı olması gerekir. Bütün gelişim alanları
birbiriyle ilişkili olup birbirinden ayrı düşünülemediği için bilişsel
gelişim de diğer gelişim alanlarıyla ilişkilidir. Bilişsel gelişimde olan
bazı aksaklıklar, diğer gelişim alanlarında da problemlerin
yaşanmasına neden olabilir veya diğer gelişim alanlarındaki
yetersizlikler bilişsel gelişimi etkileyebilir.
Çocuğun dili kullanıp konuşabilmesi için bilişsel ve dil
gelişiminde problem olmaması gerekir. Dil gelişimi, kavram
oluşturma ve problem çözme becerilerinde ilerlemeye olanak
sağlar. Fiziksel gelişimde problemi olan bir çocuğun çevresini
araştırarak keşfetmesi, yaşıtlarına göre daha yavaş olabilir.
Bilişsel gelişimle, sosyal-duygusal gelişim arasında da ilişki
vardır. Çocuğun çevresindeki insanlarla iletişim kurabilmesi sosyal
bakımdan gelişmiş olmasını gerektirir. Çocuğun kolay motive
olması, keşfetmeye açık mizacı kavram kazanımını hızlandırır.
Örneğin, kaygılı, sıkıntılı olan ve kendine güvenmeyen bir
çocuk,daha az kaygılı ve sıkıntılı ve kendine güvenen çocuğa
kıyasla problem çözmede daha başarısız olabilir.
Bilişsel Gelişimle İlgili Kavramlar
1. Gizil Güç: Potansiyel, gerçekleşmeyen ama
gerçekleşebilecek olan, saklı olan güç anlamına gelmektedir.
Çocuğun kalıtımla getirdiği ve eğitim yoluyla ortaya çıkacağı
düşünülen yetenekleri ve özellikleri gizil güç olarak ifade edilir.
Kalıtımla gelen doğal yollarla ortaya çıkan özellikler gizli
değildir. Gizil güç eğitim yoluyla ortaya çıkar.
2. Yetenek:Bireyin bilişsel, duyuşsal ve motor davranışlarla ilgili gizil gücü yetenek
olarak nitelendirilir.
3. Algı:İnsanın doğumdan itibaren, yaşamı boyunca
görme, duyma, tatma, koklama ve dokunma gibi
duyularını kullanarak çevresindeki bilgileri organize
etme, anlama, yorumlama ve yeni durumlara kendini
uydurma sürecine algı denir.
Örneğin; yolda bir arkadaşla karşılaşıldığında,
onun görüntüsü bizim gözümüze, bizim görüntümüz
onun gözüne, retinasına yansır. Biyolojik yapısı
içerisinde göz bu görüntüyü beyne ulaştırır. Beyin
burada duyusal bilginin alınmasından sonra, anlama,
seçilme, düzenleme ve yorumlama aşamalarını
gerçekleştirir. Oldukça hızlı gelişen bu süreçlerin
sonucunda arkadaşın bizi fark ederek selamlaması
beklenir.
4. Dikkat:
Dikkat; dikkat süresi ve dikkat seçiciliği olarak
isimlendirilen iki süreçten oluşur.Yaşla birlikte
dikkatin süresinde ve seçiciliğinde değişme
olur.
Dikkat süresi, bireyin bir noktaya yöneldiği
zaman olarak tanımlanabilir. Odak noktasının
değişmesi de dikkat dağılmasıdır.
Dikkat seçiciliğiyse odaklanan uyarıcıyı
tanıma, belirgin ve temel nitelikleri belirleme
işlemi olarak ifade edilir.
Bilişsel gelişim kuramları, bireylerin çevreyi
anlamlandırma, zihnide yapılandırma
süreçlerinin nasıl işlediğini, bilişsel gelişim
sürecini ve bu süreci etkileyen faktörleri
etkileyen kuramlardır.
1- Bilgiyi İşleme Kuramı
2-Piaget ‘in Bilişsel Gelişim Kuramı
3-Bruner’in Bilişsel Gelişim Kuramı
4-Vygotsky nin bilişsel gelişim kuramı
5- Gardner İn Çoklu Zeka Kuramı
Bilgiyi işleme kuramına göre, dışarıdan duyu organlarına
gelen bilgiyi alma işleminden başlayarak, davranış
değişmesi olarak ortaya çıkıncaya kadar bilginin
dönüştürülme biçimlerine öğrenme süreçleri adı
verilmektedir.
Geliştirilmiş olan bilgiyi işleme modeli iki temel
öğeye sahiptir. Bu temel öğelerden biri, üç tür bellekten
oluşan bilgi depolarıdır. Diğer öğe ise, bilginin bir
depodan diğerine aktarılmasını sağlayan içsel ve bilişsel
etkinlikleri kapsayan bilişsel süreçlerdir.
Bilişsel kuramcılar insan zihninde meydana gelen süreçleri
ortaya koymaya çalışarak öğrenmenin zihinde nasıl
meydana geldiğini açıklamaya çalışmışlardır.
Bilgiyi işleme kuramında temel olarak dört soru üzerine inşa
edilmiştir:
1. Dışarıdan gelen uyarıcılar nasıl alınmaktadır.
2. Alınan uyarıcılar zihinde nasıl bir işlemden geçmektedir.
3. İşlemden geçirilen bilgiler zihinde nasıl saklanmaktadır.
4. Zihinde saklanan bilgiler nasıl geri getirilip kullanılır.
1-)Duyusal Bellek
· Çevreden gelen uyarıcılar duyu organları yolu ile duyusal
kayıta gelirler. Duyu organlarına gelen uyarıcıların ilk
algılanmalarından duyusal kayıt sorumludur.
· Duyusal kayıttaki bilgi uyarıcının tam bir kopyasıdır. Bilgi
burada çok kısa bir süre kalır. Görsel bilginin duyusal kayıtta bir
saniye civarında, işitsel bilginin ise dört saniye civarında kaldığı
düşünülür. Bilginin kalış süresi kısıtlı olmasına rağmen duyusal
kaydın kapasitesi sınırsızdır.
· Kendinden sonraki bilişsel süreçler için önemlidir. ÖR:
Duyusal kayıt olmasaydı bir cümle okurken, cümlenin sonuna
geldiğimizde başını unutmuş olacak ve hiçbir anlam
çıkaramayacaktık.
· Duyusal kayda gelen bilgi anında işlenmezse, çok hızlı bir
şekilde kaybolur. Ancak dikkat ve algı süreçleri ile bu bilginin
bir kısmı alınır ve kısa süreli belleğe gönderilir.
2)Kısa Süreli Bellek (İşleyen Bellek)
Dikkat edilen ve algılanan bilgi duyusal kayıttan kısa süreli
belleğe geçirilir. Kısa süreli belleğin, birbiriyle ilişkili iki temel
fonksiyonu vardır. Bundan dolayı hem kısa süreli bellek hem de
işleyen bellek olarak adlandırılmaktadır.
Birinci işlevi, sınırlı miktardaki bilgiyi sınırlı bir zaman süreci
içinde geçici olarak depolamasıdır. Yetişkin bir bireyin kısa süreli
belleği 7±2 birimlik bilgi kapasitesine sahiptir. Bu bilgi zihinsel
tekrar yapılmadığında 20 saniye tutulabilir. Kısa süreli bellekteki
bilgiler zihinsel tekrar ve gruplama yapılarak uzun süreli belleğe
aktarılır.
İkinci işlevi ise; zihinsel işlemleri yapmaktır. Bu nedenle
işleyen bellekte denir.
-Kısa süreli belleğin hem bilgi tutma süresi, hem de kapasitesi
sınırlıdır.
-Kısa süreli bellekte depolanan bilgi, sunulan şeyin aynısı değildir.
Gösterilen materyal sadeleştirilir, düzenlenir ve üzerine yeni şeyler
eklenerek zenginleştirilir.
3)Uzun Süreli Bellek
Kısa süreli bellekte işlenen bilgiler uzun süreliğine
saklanmak üzere buraya gönderilir. Burası bir kütüphaneye
benzetilebilir. Bilgiler kendi içlerinde gruplandırılarak
depolanır. Kısa süreli bellekten gelen bilgiler türlerine
göre burada uygun yere yerleştirilir.
Kısa süreli bellek, zihinsel tekrar yapıldığı sürece
bilgiyi tutmaktadır. Uzun süreli belleğe geçirilmeyen
bilgiler yok olur.
Uzun süreli belleğin kapasitesi sınırsızdır.
Öğrenilenlerin ömür boyu saklanabildiği düşünülmektedir.
Bilginin hatırlanması, materyalin uygun bir şekilde
kodlanarak, uygun yere yerleştirilmesine bağlıdır.
Uzun süreli bellek 3’e ayrılır.
a-)Anısal Bellek
· Anısal bellek kişisel yaşantılarımızın depolandığı
yerdir. Yaşamımız boyunca başımızdan geçen olaylar,
şakalar, dedikodular, kısaca kişisel yaşantılar burada
depolanır.
· Anısal bellekteki bilgi, ne zaman oluştuğu, nerede
meydana geldiğine göre organize edilmiş imajlar halinde
depolanır. . Gözümüzü kapatıp dün akşam ne yaptığımızı
düşündüğümüzde, nerede, ne zaman, ne yaptığımız bir film
şeridi gibi zihnimizde resimler halinde canlanır.
· Anısal bellekteki olağan ve sürekli tekrarlanan
olayların hatırlanması oldukça güçtür. Çünkü yeni olaylar
öncekileri bozabilir.
b-)Anlamsal Bellek
Uzun süreli belleğin bu bölümünde konu
alanlarının kavramları, olguları, kuralları,
genellemeleri depolanır. Tıpkı bir sözlük gibi
bildiğimiz niteliklerin ve sözcüklerin anlamlarını
kapsar. Okulda öğrendiklerimizin çoğu anlamsal
bellekte saklanır.
Anlamsal bellek bilgiyi, hem görsel hem de
sözel olarak kodlanmış ve birbirlerine bağlanmış olan
ağlarda depolar. Bilgi hem görsel hem de sözel olarak
kodlandığında hatırlama çok daha kolay olmaktadır.
Anlamsal bellek, önerme ağları ve şemalardan
oluşmuştur. Anlamsal belleğe gelen bilgi bu yapılar
içinde depolanmaktadır.
c-)İşlemsel Bellek
Herhangi bir şeyin nasıl yapılacağı ile ilgili
bilgilerin, işlemlerin depolandığı bellektir.
İşlemsel belleğin oluşumu çok zaman alıcıdır,
ancak bir kez meydana geldiğinde de kalıcılığa,
hatırlanma özelliğine sahiptir.
Durum-etkinlik kuralları depolarıdır. Yani A
durumu meydana gelirse B davranışını göster gibi.
İşlemsel bellekteki bilgilerin kalıcılığı ve
otomatikleşmesi büyük ölçüde yapılacak alıştırmalara
ve tekrarlara bağlıdır. Bu şekilde kalıcı olur. Kalıcı olan
bilgi uzun süreli bellekten daha kolay geri getirilir.
Bir Bilgiyi Kısa Süreli Bellekten Uzun Süreli Belleğe
Aktarma Yöntemleri
1- Tekrar: Kısa süreli bellekte bilgilerin saklanma süresi en
fazla 20sn dir. Ancak bu süre, bilgiyi zihinsel ya da sesli
olarak sürekli tekrar etme yoluyla uzatılabilir. Her 20sn. de
bir yapılan tekrarlar yoluyla bilgi 20,40,60,80 sn. gibi
sürelerde kısa süreli bellekte tutulabilir. Tekrar edilmediği
sürece bilgi kısa sürede kaybolur.
2-Kodlama / Anlamlandırma: Uzun süreli bellekte var
olan bilgi ile kısa süreli bellekteki bilginin ilişkilendirilerek
transfer edilmesidir.
3-Örgütleme: Birbiri ile ilişkili bağlantılı bilgilerin,
kavramların gruplandırılmasına örgütleme denir
Geri Getirme(Hatırlama) Ve Unutma
Eğer bilgiler gerektiği gibi süreçlerin hepsinden
geçmişse o bilgiler daha kolay geri getirilmektedir. Ancak
bu süreçler tam olarak sağlıklı bir şekilde işlemediyse
hatırlama zor olmaktadır.
Bilginin zihinde var olduğu ancak anımsanamadığını
destekleyen gözlemler de vardır:
· Çoktan unutulduğu sanılan bilgilerin beklenmedik
zamanlarda rastlantısal çağrışımlarla kendiliğinden geri
gelmesi.
· Rüyalarda, yüksek ateşli hastalıklarda, hipnozda ya da
ilaçların etkisi altında unutulduğu sanılan bilgilerin
hatırlanması.
Bilgiyi işleme kuramcılarının bazılarına göre unutma
yoktur.Yalnızca hatırlamada güçlük çekme söz konusudur.
JEAN PIAGET VE BİLİŞSEL GELİŞİM
JEAN PIAGET VE BİLİŞSEL GELİŞİM

 Çocuk, dünyanın pasif alıcısı değildir.

 Değişik yaşlardaki çocuk ve yetişkinlerin dünyaları


birbirinden farklıdır.
PİAGET’E GÖRE BİLİŞSEL GELİŞİMİ
ETKİLEYEN İLKELER

OLGUNLAŞMA: Bilişsel gelişimde ilerleme olabilmesi için


organizmanın biyolojik olgunluğa erişmesi gerekir. Bazı
bilişsel gelişimler olgunlaşma ile ortaya çıkar. Piaget’e göre
genel insan zekası, dil öğrenme yeteneği gibi olgunlaşmanın
sonucudur.

YAŞANTI: Birey, çevresi ile etkileşimleri sonucu yaşantı


kazanarak bilişsel gelişim sağlar.

UYUM: Bilişsel gelişim bir denge kurma sürecidir. Bu


dengeleme sürecinin kesintisiz ilerleyebilmesi için karşılaşılan
yeni durum, olay, nesne ve varlıklara uyum sağlamak gerekir.
İlk yaşantılar daha çok
düzenleme içerir. Yetişkinler
daha çok özümleme, daha az
uyumsama yapar.
1-OLGUNLAŞMA
PİAGET’İN KURAMININ TEMEL KAVRAMLARI

2-DENGELEME: Bireyin özümleme ve düzenleme yoluyla çevresine


uyum sağlayarak dinamik bir dengeye ulaşması sürecidir.
Bireyin yeni karşılaştığı durumla, kendisinde daha önce var olan bilgi ve
deneyimleri arasında denge kurmak için yaptığı zihinsel işlemlere denir.
Öğrenme, dengenin bozulmasına ve yeniden daha üst düzeyde
kurulmasına bağlıdır.

“En üst düzey gelişim, özümleme ve düzenleme (uyumsama)


dengede olduğu zaman gerçekleşir; orta düzeyde
dengesizlik veya belirsizlik yaratmak gerekir.”
DENGESİZLİK, öğrencinin karşılaştığı
ile bildiği arasındaki uyuşmazlıktır.
Dengesizlik bireyi yeni karşılaştığı şeyi
zihnindeki şemaya uydurmaya veya
bilişsel dengeyi sağlamak için yeni şema
oluşturmaya zorlar. Piaget’e göre bu
bilişsel aktivite öğrenmeye neden olur.
Öğretmen öğrenmede bu dengesizlik
avantajından yararlanabilir.
BİLİŞSEL GELİŞİMİN ÖĞELERİ
 3- YAŞANTI (DENEYİM): Çocuklar yaşantılar ve
çevreyle etkileşimleri sonucunda gelişirler. Örneğin;
çocuğun kelebeklere ilişkin bir şema geliştirebilmesi
için kelebekleri görmesi gerekir.

“Çocuklar kavrama olgusuna ancak kendileri


keşfettikleri zaman ulaşabilirler ve onlara bir
şeyleri çabucak öğretmeye kalkıştığımızda onları,
kendilerinin bulma şansından yoksun bırakırız.”
BİLİŞSEL GELİŞİMİN ÖĞELERİ

 4- KÜLTÜREL (TOPLUMSAL) AKTARIM


 SOSYAL GEÇİŞ: Bazı bilişsel gelişimler sosyal geçişle oluşur. Birey kültürel
yapı içerisinde bilgi paylaşarak bilişsel gelişimine katkı sağlar.
 İçine bulunulan kültürün özellikleri, gelenekler, inanışlar bilişsel gelişimi
etkiler.

 Paylaşım arkadaşlar, anne-baba ile çocuk arasındaki şekliyle gayri resmi


olabilir. Sosyal geçiş kişinin şemalarını değiştirebilir.
Piaget’ e göre zeka IQ SEVİYESİ İLE SINIRLANDIRILAMAZ. KİŞİNİN YAŞAM
PROBLEMLERİNE GÖSTERDİĞİ STRATEJİ, ZEKANIN ASIL GÖSTERGESİDİR.
PİAGET’E GÖRE BİLİŞSEL GELİŞİM DÖNEMLERİ

1. DUYUSAL MOTOR DÖNEMİ (0-2)


2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2-7)
Sembolik Dönem (2-4)
Sezgisel Dönem (4-7)

3. SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ (7-11)


4. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ (11 +)

Birini atlayarak diğerine geçemez.


Bireysel farklılıklar vardır.
DUYUSAL MOTOR DÖNEMİ (0-2 YAŞ)
Bebek, bu aşamada dış dünyayı keşfetmede
duyularını ve motor becerilerini kullandığından bu
döneme duyusal-motor adı verilmektedir (Senemoğlu
2005). Sensori-motor dönem doğum ile 2 yaş arasını kapsar.
Bebek bu dönemde duyarak, hissederek, yaparak dünyayı
öğrenmektedir. Bu dönemin en önemli işi de duyu
organlarının bilincine kavuşmak ve bedeninin farkına
varıp onu istediği gibi kullanabilmeyi öğrenmektir. Bu
dönemde kişi beş duyusunun farkına varır, duyu organları
gelişir. Dönemin sonunda da yürüyebilir ve beden
hareketlerini istediği şekilde yönlendirebilir, hatta tuvalet
eğitiminin bir sonucu olarak kaslarına hakim olabilir. Bu
dönem, bebeğin vücudunun çeşitli kısımları arasında
koordinasyon sağlamasıyla biter (Bacanlı 2006).
DUYUSAL MOTOR DÖNEMİ (0-2 YAŞ)

DUYUSAL MOTOR DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ


1- İLK ŞEMALAR OLARAK REFLEKSLER
Piaget ‘e göre insan zihni dünyaya bomboş gelmez.
Zihin doğuştan gelen şemalarla yüklüdür. Buna göre ilk
şemalar reflekslerdir.
Babinski-Plantar- Kinee Jerk- Tonik Boyun-Emme- Ayak
Basma- Rooting - Moro
2- Reflekslerden istemli hareketlere geçiş
3-Ses bulaşması
4- DÖNGÜSEL TEPKİLER :Çocukların belli türdeki
davranışları sürekli tekrarlaması döngüsel(devresel) tepki
olarak adlandırılır. Çocuk önceleri tesadüfi rastlantı yaptığı
davranışları daha sonra bilerek yapar. Yani rastlantı sonucu
bulduğu, zevk aldığı, başardığı hareketi bilerek sürekli olarak
yapar. Çocuğun birinci devresel(döngüsel) tepkisi(0-6 ay)başı
ve elleriyle yaptığı hareketlerdir. Çocuk sürekli emer. Çocuk
sürekli olarak ellerini evirip, çevirir. Elini ağzına götürmek
için gerekli hareket uyumunu kazanır. Parmağını tesadüfen
ağzına götürdüğünde haz alır ve bunu tekrarlar. Çocuk bu
tepkileri kendi vücuduna odaklanarak gerçekleştirir.
İkinci döngüsellik (6-12 aylar) ise vücudu ile başka bir
nesneye yönelik olarak tesadüfi hareketi tekrar etmesidir.
Çocuğun tepkisi vücudunun dışında ki nesnelere yönelir.
Bebek çevreyi tanımaya yönelik eylemlerde bulunur. Bebek
çevresinde rastlantı sonucu bulduğu ilginç bir olayı tekrarlar.
Örneğin; beşiğinde ellerini sallarken yukarıda bulunan bir
çıngırağa tesadüfen dokunduğunda çıkan sesi tekrar
çıkarmak için ellerini bilinçli olarak sallar.
Üçüncü döngüsel tepkiler (12 aydan sonra) ise vücut
dışında, araçlarla davranışlarını tekrarlamasıdır.
Çocuğun, keşfetme amacını taşıyan davranışlarda
bulunduğu görülür. Örneğin; bir çubuk ile istediği
oyuncağı almaya çalışır. Böylece davranışlar giderek
dışarıya yönelir ve çocuk amaca yönelik davranmaya
başlar. Devresel tepkiler daha sonra tekrarlana
tekrarlana alışkanlıkları oluşturur. İlk deneme yanılma
öğrenmeleri oluşur: örneğin; beş aylık bir bebek bir
battaniyenin üzerindeki topu uzanarak almaya çalışır ve
bunu başaramayarak vazgeçer. On aylık birbebek ise
uzanarak topu elde edemiyorsa, (yeni öğrenme şemaları
kazandığı için) başka yollar arar ve battaniyeyi kendisine
doğru çekerek topu elde eder
Yeni doğan bebekler kendileri ile dış dünya arasındaki ayırımı
bilişsel olarak algılayamazlar.
Zaman içerisinde kendisinin farklı bir varlık olduğunu algılar.
Doğadan ayrılma dönemin en bilişsel özelliklerinden biridir
Nesne sürekliliği kazanılmadan önce yaşanan bilişsel
süreçtir.
Bebekler bu dönemde ortadan kaybolan bir cismi bulmak
için hiçbir şey yapmazlar.
Pasif beklenti: Çocuğun hiçbir şey yapmadan nesnelerin
kaybolduğu yöne doğru bakması anlamına gelir.
7-NESNE DEVAMLILIĞI(4-8 AY)
Bu dönemin en önemli zihinsel kazancı “sürekli nesne”
kavramının edinilmesidir. Bebek ilk aylarda gözünün önünden
giden nesnelerin yok olduğunu zanneder; ancak bu dönemin
sonunda var olmaya devam ettiklerini kavrar. Başlangıçta “gözden
ırak olan, gönülden de ırak olur”. Bebeğin gözünün önünden giden
top artık “yoktur”. Bebek etrafındaki nesne ve kişilerin görünüp
yok olmaları ve yeniden ortaya çıkmaları ile ilgili çeşitli
yaşantıların sonucunda, nesnelerin bir yerlerde var olmaya devam
ettiklerini “anlar”. Bu, aynı zamanda bebeğin nesneyi zihninde
taşıyabildiği aşamaya gelindiğinin işaretidir (Bacanlı 2006).
Taklit: Çocukların gördükleri uyarıcıları kendi
davranışlarında bire bir kopya etmesidir.

Ertelenmiş Taklit: Bebek önceleri, gördüğü bir modeli taklit


ederken, daha sonra model ortada olmasa (görmezse) da
taklidini yapabilir. Bebeğin görmüş olduğu bir olayı, zihnine
kaydederek, olay ortadan kalktıktan sonra (gözlerinin önünde
olmadığında) tekrarlaması, o olayı taklit etmesidir. Örneğin, 2
yaşındaki bir kız çocuğunun annesi yokken oyuncak bebeğini
ayağında sallayarak uyutmaya çalışması ertelenmiş taklittir.
Belki de sensori-motor dönemin bir diğer önemli kazanımı he-
defe-yönelik davranıştır. Çünkü bebek, eline-koluna hakim değil iken,
dış dünyanın farkında değil iken, elini-kolunu belli bir amaçla, belli bir
nesneye doğru kullanabilir hale gelir. Bu dönemin sonunda çocuk bir
şeyi arzu eder ve ona yönelik bir davranışta bulunur. Başlangıçta istemsiz
kas hareketlerinden oluşan hareketler, bu dönemin sonunda belli bir
amaca yönelir. Bilindiği gibi, ilk üç ayda bebeğin gülümsemesi istemsiz
kas hareketidir, yoksa bebek etrafındaki kişilere gülmez, çünkü onların
farkında değildir. Hatta bu yüzden “bebeklere meleklerin göründüğü”
söylenir, çünkü bizim göremediğimiz ve anlayamadığımız bir şeylere
veya birilerine gülümsüyor gibidirler. Bu dönemin sonunda amaçlı ve
bilinçli gülme ve iletişim gerçekleşir. Amaçlı davranış için, bir şişe veya
şeffaf kutudaki oyuncakların çıkarılması verilebilir. Bebek şişe veya
kutuyu elinde sallayarak oyuncakları dışarı çıkarmaya çalışır (ve bece-
remez), iki yaş civarındaki çocuk ise kutuyu veya şişeyi açar, ters çevirir
ve “düşürür”. Aynı işlemin tersinden yapılabilmesi de aynı kazanımın
sonucudur. İki yaş civarındaki çocuk oyuncakları toplayıp şişeye veya
kutuya (geri) koyabilir (Senemoğlu 2005, Bacanlı 2006).
2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2–7 YAŞ)
a) Sembolik dönem (2-4 yaş):
- Bu dönemin en önemli özelliği sembolik fonksiyonların
(sembolik zeka, düşünme, oyun) ortaya çıkmasıdır. Yani bir
önceki dönemde sürekli oldukları anlaşılan nesneler, artık
sembollerle temsil edilmeye başlanır; dil hızla gelişir. Kişi ve
nesneler zihinde canlandırılabilir.

- Sembolik düşünme: Bir nesnenin ya da eylemin diğerini


temsil edebildiğini düşünmedir. Sembolik düşünme sebebiyle
çocuğun dili, çok hızlı gelişir. Fakat geliştirdiği kavramlar ve
sembollerin anlamları çocuğa özeldir (özgüdür). Çocuklar, göz
önünde bulunmayan nesneyi, olayı temsil eden bir sözcük, sembol
geliştirmeye başlar. Mesela; bir çubuğu at, cetveli tabanca, tabağı
direksiyon gibi kullanır.
Sembolik düşünme çocuklarda iki işlevin (simgesel, işaretsel
işlev) kazanılmasına yol açar.
Simgesel işlev: Çocukların sembolleri anlamasıdır. Mesela;
elma denince elmayı aklına getirmesi (alıcı dili geliştirir).
İşaretsel işlev: Çocuğun sembolleri kullanmasıdır. Çocuğun
nesne yanında olmasa veya onu görmese bile onları
resmedebilmesidir (ifade edici dili geliştirir). Mesela; görmediği bir
elmanın resmini çizebilir veya çocuk gündüzken gece resmini
(yıldızları, ayı) çizebilir.
Sembolik zeka: Bir şeyi başka bir şeyle canlandırabilme
yeteneğidir.
Mesela; bir kız çocuğu, şekilli bir çay tabağını “taç” olarak
başına kullanabilmeyi düşünebilmektedir. Ya da bir erkek çocuk
elini bir silah, çubuğu da bir at olarak düşünebilmektedir.

- Sembolik oyun: Çocuğun gerçek bir nesne ya da kişi


yerine başka bir şeyi bunların yerine kullanması yoluyla
gerçekleştirdiği oyunlardır.
Mesela; boş çay bardağını, içinde çay varmış gibi kullanır ve
içmeye çalışır.4 yaşındaki bir çocuk, süpürgeyi at gibi kullanarak
oyun oynar.
b) Sezgisel dönem (4–7 yaş):

- Benmerkezcilik (Egosantrik düşünce, beniçinci düşünce):


İşlem öncesi dönem içinde yer alan çocuk, her durumu sadece kendi
bakış açısından ele alır, dünyayı başkaları açısından göremez.
Çevresindekilerin kendilerindekinden daha farklı bakış açılarına
sahip olacağını anlamaz. Mesela; babası ile annesi ayrılıp babası evi
terk ettikten sonra gece altını ıslatan, okulda devamlı ağlayan 5
yaşındaki Hasan, uslu çocuk olmadığı için babasının evden
ayrıldığını ve annesinin de onu terk etmesinden korktuğunu söyler.
Kendi gördüğü, düşündüğü ve bildiği şeyleri herkesin gördüğünü,
düşündüğünü ve bildiğini zanneder. Mesela; bir kız çocuğun
telefonda konuşurken elindeki bebeğin rengini soran babasına
“Görmüyor musun? Kırmızı” diye cevap vermesi
Çocuk bir şeyden hoşlanıyorsa herkesin bundan
hoşlandığını, bir şeyden hoşlanmıyorsa kimsenin bundan
hoşlanmadığını zanneder. Mesela; çilekli sütü hiç sevmeyen Demet,
arkadaşının çilekli sütü içtiğini görünce çok şaşırır.
Benmerkezcilik etkisinde olan bir çocuk, çevresindeki
herkesin ve her şeyin sadece kendisi için var olduğunu zanneder.
Dünyanın merkezi kendisidir. Mesela; annesi ona bakmak, güneş
onu ısıtmak için vardır.
Paralel oyun: Benmerkezciliğin bir devamı olarak aynı anda,
diğer çocuklarla bir arada olmalarına rağmen, diğerlerinin oyunlarına
dikkat etmeden birbirlerinden bağımsız olarak her çocuğun kendi
oyununu oynamasıdır.

- Monolog: Benmerkezcilikten dolayı, çocuğun karşısındakini


dinlemeden, onun kendisini dinlediğini varsayarak yaptığı tek yönlü
konuşma. Yani çocuğun kendi kendine (yanında biri varmış gibi) sesli bir
şekilde konuşmasıdır.

- Kolektif Monolog: Benmerkezcilikten dolayı, çocukların


yanındaki arkadaşları kendilerini dinlemese dahi hep birlikte toplu
konuşmalarıdır.,

- Kişilerin sürekliliği (değişmezliği) kazanılır: Çocuğun, dış


görünümündeki değişiklik ya da benzerlik ne olursa olsun, kişiyi
diğerlerinden ayırt edebilmesidir. Mesela; çocuk, annesinin elbiselerini
giyen bir kadının, kendi annesi olmadığını anlar.
Odaklanmacılık (merkezleme, odaktan uzaklaşamama):
Çocukların karşılaştıkları durumların birçok özelliğinden yalnızca
birine odaklanmaları (dikkatlerini verebilmesi) ve diğer yönlerine,
özelliklerine dikkat edemeyişleridir. Bir etkinlik dizisi yaşadıkları
zaman bu etkinliğin tek bir anına (en çok dikkat çeken kısmına veya
son zamana) odaklanabilirler. Ayrıca aynı anda sadece tek bir
etkinlik gerçekleştirebilirler.

Mesela; bir çocuğun annesinin bir anne olduğunu bilmekle


beraber onun aynı zamanda bir eş, bir öğretmen, bir teyze
olabileceğini anlayamaması. Hasan çizgi film izlerken elindeki
meyve suyunu tutmakta ancak hiç içmemektedir; reklam olunca
hızlıca meyve suyunu içmeye devam etmekte fakat çizgi film
başlayınca yine içmemektedir.
Nesneleri sadece tek bir özelliğe göre sınıflayabilir
(gruplar): Nesneleri odaklandıkları tek bir özelliğe (renk,
biçim, büyüklük gibi) göre sınıflarlar. Mesela; sarı, kırmızı,
mavi renkteki kare, üçgen ve daire şeklindeki tahta parçalarını
renge ve şekle göre sınıflamasını istediğimizde bunu yapamaz.
Renge odaklanmışsa renge göre, şekle odaklanmışsa şekle
göre sınıflama yapar. Çocuk “Sarı daireler” ile “Mavi üçgenler”
diye birçok özelliğe dayanarak bir sınıflama yapamaz

Nesneleri sadece tek yönlü sıralayabilir: Nesneleri


tek bir özelliğe dayanarak sıralayabilir (dizebilir). Çocuklardan
nesneleri sıralaması istendiğinde, en uzun-en kısa, en geniş-en
dar, en büyük-en küçük gibi özellikleri anlar ve doğru
kullanabilirler. Fakat arada kalan dereceleri doğru
kullanamazlar. Mesela; bu yaştaki çocuğa farklı uzunluklara
sahip 5 çubuğun en uzundan en kısaya dizilmesi istendiğinde,
en uzun çubuğu en başa, en kısa çubuğu en sona koymayı
başarır, fakat arada kalan çubukları doğru sıralayamaz.
Özelden özele akıl yürütme (ortaklık) görülür: Özel bir
durumdan başka özel bir duruma genelleme yapmadan akıl
yürütmedir. Tümevarım ve tümdengelimsel akıl yürütme becerilerini
henüz kazanamadıkları için, genele dokunmadan birbirleriyle ilişkili iki
özel durum arasında bağlantı kurarlar.

Odaklanmanın etkisi ile çocuk bütünü oluşturan parçalar


arasından tek bir parçaya odaklanır ve diğer parçaları göz önünde
bulunduramaz. Bu yüzden iki özel durum arasında tek yönlü bir bağlantı
kurularak akıl yürütülür. Bunun sonucunda olaylar, yalnızca geçirilen
yaşantılara bağlı olarak tek yönlü düşünülür. Mesela; Her sabah
kahvaltıda yumurta yiyen bir çocuk, o gün sabah yumurta yemediğinde
kahvaltı yapmadığını ileri sürebilir.

Özelden özele akıl yürütme ile özümleme karıştırılmamalıdır.


Özümleme, yeni karşılaşılan bilginin önceki şemanın içine
yerleştirilmesidir. Yani özümlemede genişleyen bir düşünme yolu kullanılır
(bir nevi genelleme).
Özelden özele akıl yürütme de ise; iki durum arasında tek bir
düşünce geliştirilir.Yani daralan bir düşünme yolu kullanılır.
İşlemleri tersine çeviremezler (dönüştüremez): Tek yönlü
(özelden özele) akıl yürütmenin getirdiği durumdur. Çocuk bir işlemi
tersinden düşünemez. Geçmiş durumları göz önüne almaksızın
şimdiki durum üzerinde yoğunlaşma eğilimindedirler. Yani durumun
eski halini göz önüne getiremez, eskiye çeviremezler.

Tersine çevirme korunumun başlangıç noktasıdır. Bu


nedenle tersine çevirme işleminin yapılamaması, korunumun
kazanılmasına engel olan durumlardan biridir. Mesela; 1’den 10’a
kadar sayabilen çocuğun 10’dan 1’e kadar da sayamaması. A=B’dir,
fakat B=A değildir. Bir Sağlama yöntemi yapamaması.
Korunum ilkesi kazanılmamıştır: Korunum; bir nesnenin
mekân içindeki yerinde (konumunda) veya fiziksel görünümünde
değişiklik olmasına rağmen, bir şey eklenip çıkarılmadıkça nesnenin
niteliğinde (miktar, ağırlık, alan, hacim vb) herhangi bir değişiklik
olmayacağını kavramadır.
Mesela; masa üzerindeki kalemlerin yeri değiştiğinde,
kalem sayısının değişmediğinin veya şekli değişen hamur parçasının
ağırlığının aynı olduğunun bilinmesi.
Fakat işlem öncesindeki bir çocuk, bir nesnenin yeri,
görünümü değiştiğinde; miktar, ağırlık ve hacminde de değişiklik
olduğunu zanneder. Bu nedenle işlem öncesindeki çocuk, şekli
değişen hamur parçasının ağırlığının da değiştiğini söyleyecektir.
Kalıp yargılar: Bu dönemdeki çocuklar geçirdikleri sınırlı
deneyimler nedeniyle kalıp yargılar geliştirirler. Mesela; erkekler
ağlamaz, kızlardan asker olmaz, erkeklerden hemşire olmaz. Şoförler hep
erkektir.

Devresel tepkiler görülür: Devresel tepkiler 6 yaşına kadar


devam eder. Duyusal-motor dönemde bu tekrarlar psikomotor
ağırlıklıyken, işlem öncesi dönemde bu tekrarlar zihinsel ağırlıklıdır.
Mesela; bir çocuğun öğrendiği bir espriyi veya şarkıyı etrafındaki anne-
babasına gına gelinceye kadar tekrar etmesi

Animizm (canlıcılık): Canlı ve cansız nesneler arasında ayrım


yapamamadır. Cansız nesnelere canlılık özellikleri yüklenir veya canlı
varlıklar cansız varlık olarak görülür. Ayrıca hayvanlara insani özellikler
yüklemek de animizmdir. Mesela; arabanın hareket ettiği için canlı
olarak düşünülmesi. Ayın gülümsediğini düşünme.

Yapaycılık: Çocuğun doğal nesneleri (güneş, ay), olayları


(deprem, sel), olguları (gece, gündüz) bir insanın yarattığına veya
bunlara birisinin neden olduğuna inanmasıdır. Mesela; çocuğun, güneşi
birisinin kibrit yakarak oluşturduğunu (buna bağlı olarak Güneş’in
geceleyin ateşi söndürüldüğünü sabah ise yakıldığını) düşünmesi,
birisinin muslukları kapatmadığı için sellerin oluştuğunu düşünmesi.
Büyüsel (Sihirli, Majik) Düşünme: Gerçek ile hayal olanı
ayıramamadır. Masal kahramanlarının gerçek olduğuna inanırlar. Büyü (sihir) gibi
doğaüstü olaylar da gerçektir. Mesela; Noel Baba’yı, Şirinler’i gerçek kabul
ederler. Taşların yaşadığına inanırlar. Ispanak yediği zaman Temel Reis gibi
güçleneceğini düşünürler.

Senkretik düşünme (yanlış bağdaştırma): Bir durumu oluşturan öğeleri


birbirleriyle rastgele eşleştirip bağdaştırmadır. Bu bağdaştırma, hiçbir mantık
ilişkisi olmayan durumlar arasında yapılır. Mesela; bir çocuğun doktor önlüğü
giyince bak doktor oldum demesi. Çocukların nesneleri sınıflandırırken sırf
renkleri aynı diye birbiriyle aynı kategoride olmayan çiçekleri ve hayvanları aynı
kategoriye koymaları. 5 yaşındaki çocuğa Güneşin neden parlak olduğu
sorulduğunda, sarı veya yuvarlak olduğu için cevabını vermesi. En son hastaneye
yatırıldığında eve bir bebekle dönen annenin tekrar hastaneye yatırıldığında eve
yeni bir bebekle döneceğini çocuğun düşünmesi

Bu dönemde odaklanmadan dolayı henüz parça ile bütün arasındaki


ilişkiyi (sınıf içerme/sınıfa dahil olma becerisi) kuramazlar. Çocuk işlem
öncesi dönemde, bir parçanın ait olduğu bütün içindeki yerini anlayamaz.
Mesela; bir çocuğa hamsi gösterilip onun bir balık olduğu söylendiğinde; “Hayır,
o balık değil! O hamsi!” demesi parça bütün ilişkisini kavrayamamaktır.
- İlk akıl yürütmeler: Sezgilerine dayalı olarak mantık yürütmeye ve
problem çözmeye başlar.
SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ (7-11 YAŞ)

 Mantıksal düşünme yeteneğinde gelişme


 İşlemleri tersine çevirebilme (Geriye dönebilirlik)
 Korunum kazanma
Sayı (6 yaş), kütle (7 yaş) ve ağırlık (9 yaş)
 Problemi zihinsel olarak çözme
 Nesneleri farklı özelliklerine göre sıralama
 Üst düzey sınıflama yapma
 Ben merkezlilikten uzaklaşma
 Somut yollarla problem çözme
SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ (11 YAŞ ÜSTÜ)

 Soyut düşünme
 Bilimsel yöntemle problem çözme
 Değer ve inanç sistemini yapılandırma
 Fikir dünyasıyla ilgilenme ve düşüncesini etkinliklerine
yansıtma
 Varsayımsal, geleceğe yönelik ve ideolojik sorunlarla
ilgilenme
 Atasözleri ve deyimleri anlama
 Yazılı dilini düzgün kullanma
 Hipotetik koşullara göre düşünme
 Hipotetik Düşünme: Piaget’e göre bir ergen herhangi bir
problemle karşılaştığında sorunun görünen boyutlarının ötesine
geçip çözüme ilişkin olası yollar belirlemekte ve farklı
seçenekler ortaya koyup bunları test etmektedir. Okullardaki
münazaralar buna örnektir.
 Andırma (analoji) Yeteneği: Bilinen bir benzerlikten
yola çıkarak bilinmeyenlerin elde edilmesini sağlamaya
yarayan bir akıl yürütme yöntemidir. Örneğin; kan
dolaşım sisteminin trafiğe benzetilmesi, kalbin pompaya
benzetilmesi.
PİAGET’İN KURAMININ
EĞİTİM AÇISINDAN DOĞURGULARI

1. Eğitimin görevi bireyin sosyal çevresine


uyumunu sağlamaktır.
2. Eğitim, gelişim teorilerine dayalı olmalıdır.
3. Konular dışardan sunulmamalı, çocuğun
bilişsel yapılarını zenginleştirmesine fırsat
verecek çevreler düzenlenerek rehberlik
edilmelidir.
4. Okul yaşamın kendisi olmalıdır.
PİAGET’İN KURAMININ
EĞİTİM AÇISINDAN DOĞURGULARI
5. Çocukların, özümleme ve uyumsamayı
(düzenlemeyi) dengeli olarak
yapabilecekleri ortamlar oluşturulmalı,
hazırbulunuşluk önemsenmelidir.
6. Eğitimin planlanmasına çocuklar da
katılmalıdır.
7. Sınavlar belleğe dayalı olmamalıdır.
8. Eğitim bireyselleştirilmelidir.
BRUNER
BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI
İLKELERİ
 Bilişsel gelişim, tepkilerin uyarıcıdan bağımsız
hale gelmesidir.
 Gelişim, bilgiyi işleme ve depolama sisteminin
gelişimine bağlıdır.
 Bilişsel gelişim, kendinin farkında olmadır.
 Öğretici-öğrenici etkileşimi gereklidir.
 Bilişsel gelişimde dil önemli bir anahtardır.
BRUNER
BİLİŞSEL GELİŞİM EVRELERİ
 EYLEMSEL DÖNEM (0-3)

 İMGESEL DÖNEM(4-6)

 SEMBOLİK DÖNEM(7-)
BRUNER
BİLİŞSEL GELİŞİM EVRELERİ
Eylemsel Dönem (0-3 yaş):
Çocuk çevreyi eylemlerle
(dokunarak,ısırarak vb.) anlar.

İmgesel Dönem :
Bilgi, imgelerle taşınır. Bir
durumu nasıl algılarlarsa
zihinlerinde o şekilde
canlandırırlar.

Sembolik dönem :
Etkinlik yada algının anlamını
açıklayan sembolleri kullanır.
BRUNER
BİLİŞSEL GELİŞİM EVRELERİ

Artan yaşlarda sembolik sistem daha çok kullanılsa da


bazı meslek alanlarındaki kişilerde diğer dönemlerin
özellikleri ağır basabilir. Örneğin;

 Eylemsel kodlama sistemi daha gelişmiş olanlar


 Cerrahlar
 Sporcular
 Piyanistler
 İmgesel temsil süreçleri daha baskın olanlar
 Görsel sanatlar alanındaki kişiler
VYGOTSKY
BİLİŞSEL GELİŞİM
Vygotsky, bilişsel gelişimle ilgili sosyal bir kuram
oluşturarak, Piaget`nin “bilişsel gelişim çocuğun
neredeyse tek başına gerçekleştirdiği süreçtir” düşüncesine
karşı çıkar. Vygotsky, bilişsel gelişimi açıklamada
içselleştirme, yakınsal gelişim alanı ve destekleyici
kavramlarını kullanır. Ona göre yaklaşık 2 yaşına kadar
çocukların bilişsel gelişiminde “doğal çizgi” hakimdir;
ancak bu çizgi daha sonra yerini “kültürel çizgiye”
bırakmaktadır. Yani bilişsel gelişim sadece çocuğun kendi
keşiflerinin değil, aynı zamanda çevreden edindiği
yaşantıların da bir eseridir. Piaget’in olgunlaşma ve
kalıtım vurgusunun aksine; sosyal öğrenme ve işbirliğine
vurgu yapar.
Yakınsal (yakınsak) Gelişim Alanı(proximal
zone): Vygotsky zihinsel gelişimin sosyal
yönüne de dikkat çekmiştir. Çocuğun
yetişkinlerle yaşadığı deneyim kendi kendine
yaşadığı deneyime göre öğrenmelerde daha
etkilidir. Bu durumda kendi başına
öğreneceğiyle sosyal çevresinden öğreneceği
arasındaki fark yakınsak gelişim alanının katkısı
ile olmaktadır. Ayrıca Vygotsky sosyal etkileşim
için gerekli olan en önemli unsurun da dil
olduğunu söylemektedir. Çünkü sosyal
çevredeki bireylerle etkileşim kurmanın en iyi
ve en kısa yolu dili kullanmaktır.
VYGOTSKY
BİLİŞSEL GELİŞİM
Sosyal çevrenin bilişsel
gelişimde önemli bir rolü
vardır.

İçinde bulunulan
kültür,uyarıcıların türünü ve
niteliğini belirler.

Tüm kişisel psikolojik süreçler,


insanlar arasında paylaşılan
sosyal süreçlerle başlar(dil gibi).
BRUNER VE VYGOTSKY’NİN
EĞİTİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
1. Eğitimciler, bilişsel gelişim düzeylerini
tanımalıdır.
2. Özellikle okulöncesi ve ilköğretimin ilk
yıllarında somut nesnelerle çalıştırılmalıdırlar.
3. Hem buluş yoluyla öğretim hem de doğrudan
öğretim dengeli kullanılmalıdır.
4. Öğretimde; önce eylemsel, sonra imgesel, sonra
sembolik süreçler işe koşulmalıdır.
5. Yakından uzağa ilkesi kullanılmalıdır.
6. Bireylerin kendi hızlarında öğrenmelerine olanak tanınmalıdır.
7. Öğrenmenin sosyal yönü göz ardı edilmemelidir.
8. Sınıfta oturuş düzenleri gibi fiziksel özellikler ve etkinlikler bu
ilkelere göre düzenlenmelidir.
Araştırmalar, zekânın ölçülebilen ve anlamlı bir şekilde ifade
edilebilen durağan bir yapı olmadığını, aksine hayat boyu gelişimini
sürdürebilen açık, hareketli bir sistem olduğunu da göstermektedir. Çoklu
Zekâ teorisi, 1983’de Howard Gardner tarafından oluşturulmuştur. Howard
Gardner, tek çeşit zekâ olduğunun aksine, zekânın çoğul bir olay olduğunu
öne sürmüştür. Gardner zekâyı; gerçek yaşamda karşılaştığı sorunları
çözebilme becerisi, çözecek yeni sorunlar yaratabilme becerisi, kendi
kültüründe değer verilen bir şey yapma veya bir hizmet sunma becerisi
olarak tanımlamaktadır.

Gardner’ın teorisi tanımında olduğu gibi kişinin yeteneklerini


inceler. Bu teoriye göre,her birey sekiz çeşit zekâya değişik oranlarda
sahiptir. Birey bir-iki zekâ türünde çok güçlüolabilir, birkaçında orta
derecede güçlü ve belki de bir ikisinde de henüz gelişmemiş (zayıf)olabilir.
Her bireyin kendine özgü potansiyeli vardır. Kalıtım, hangi zekâ türünün
daha önplanda olacağını belirler. Çocuklara Çoklu Zekâ teorisine dayalı
eğitim programları
geliştirirken, her çocuğun yeteneği, ilgi alanı, yetenekli olduğu zekâ alanına
dair daha fazla
bilgi sahibi olunmalıdır. Gardner’ın öne sürdüğü zekâ alanları şunlardır
 1.Sözel / Dilsel Zeka
 2.Mantıksal / Matematiksel Zeka
 3.Görsel / Uzamsal Zeka
 4.Bedensel / Kinestetik Zeka
 5.Müziksel/ Ritmik Zeka
 6.Kişiler arası / Sosyal Zeka
 7.Kişisel / İçsel Zeka
 8.Doğa Zekası
“Yazar-Avukat-Şair-Gazeteci-Editör-Politikacı-Kütüphaneci”
Bu zekâya sahip olan çocuklarda dili kullanma, okuma
yazma ve başkalarıyla konuşma yeteneği görülmektedir. Sözel
dilsel zekâsı yüksek insanlar sözcükleri sever ve dil aracılığıyla
işlemeyi tercih eder. Yaşına göre, iyi bir kelime hazineleri vardır.
Tekerlemelerden, kelime oyunlarından hoşlanır. Yüksek
düzeyde sözel iletişime girer .Kitapları çok sever. Birey sözel ya da
yazılı sistemlerden birini ya da her ikisini de kullanmayı tercih
edebilir. Okuma, yazma, konuşma, hikâye anlatma, kelime oyunları
hobileri arasındadır.
“Bilim Adamı, Filozof, Matematikçi, Mühendis,
Genetik Bilimci, Muhasebeci, Doktor, Araştırmacı,
Ekonomist”
Matematik mantık yeteneğiyle ilgilidir. Sayıları
kullanma, örüntüleri anlama ve sonuç çıkarma
yetenekleriyle bu zekâlarını kullanırlar. Sayılarla
düşünme, hesaplama, sonuç çıkarma, mantıksal
ilişkiler kurma, hipotezler üretme, problem çözme
eleştirel düşünme, geometrik şekiller gibi soyut
sembollerle işlem yapma ve bilginin parçaları
arasındaki ilişkiler kurma becerileri bu zekâ alanını
kapsar.
“Müzisyen, Şarkıcı, Besteci, Söz Yazarı, Orkestra şefi, Müzik
Eleştirmeni”
Müzik, bebeklikten itibaren annenin çocuğuna
mırıldandığı ninnilerle başlar ve geleceğe doğru uzanır. İnsanlar
yaşamın ilk yıllarında müzikle ilgilenme eğilimi gösterirler, Bu
ilginin gelişimi için gerekli ortam ve desteğin sağlanması
gerekir. Müziksel zekâsı yüksek insanlar sesler, ritim ve müzik
aracılığı ile öğrenirler. Müziksel-ritmik zekâ, sesler,notalar,
ritimlerle düşünme, farklı sesleri tanıma ve yeni sesler, ritimler
üretme, ritmik ve tonal kavramları tanıma ve kullanma, çevreden
gelen seslere ve müzik aletlerine karşı duyarlı olabilme becerisi
gelişmiştir. Müzik dinlemek veya oluşturmak, şiir yazmak veya
okumak, şarkı sözleri yazmak, dans etmek ve müzik aletleri
çalmak hobileri arasındadır.
“Mimar, Mühendis, Ressam, Artist, Fotoğrafçı, Kameraman,
Heykeltıraş,
Tasarımcı, Dekoratörlük, Kaptan, Pilot, İzci, Rehber”
Resimler, imgeler, şekiller ve çizgilerle düşünme, üç
boyutlu nesneleri algılama,muhakeme etme ve bunları
sanatsal formlara dönüştürebilme yeteneğidir. Görsel
imajları yaratma ve bilgiyi görsel sembollerle sunma
konusunda yetenekli olmayı içerir. Görsel zekâsı yüksek
olan insanlar, bilgiyi en iyi, resimlerle ve görsellik
kullanarak işleme yeteneğine sahiptir. Görsellik uzamsal
zekâya göre öğrenmenin temel taşıdır.
Atlet, Balerin, Olimpiyat Atleti, Dansçı, Heykeltıraş, Sporcu,
Oyuncu,
Marangoz, Cerrah, Teknik Direktör, Koreografi ve Pandomim
Sanatçısı, Sanatçı”
Kişinin kendi bedenini ya da bedeninin bir parçasını
(hareketlerle, jest ve mimiklerle)
ifade etmede kullanması ya da bu şekilde problem çözme
yeteneğini kapsar. Bu zekâya sahip kişilerin koordinasyon,
denge, güç, hız, esneklik gibi becerileri iyidir. Vücutlarını bir
konuyu anlamaları ve kendilerini ifade etmelerini için bu yolu
tercih ederler. Bu zekâ türüne sahip bireyler, en iyi yaparak,
yaşayarak, dokunarak, hareket ederek ve ilk elden tecrübe
ederek öğrenmeyi severler.
“Danışman, Öğretmen,Yönetici, İşletmeci, Psikolog, Rehberlik Uzmanı,
Politikacı, Terapist, Pazarlamacı, Komedyen, Halkla İlişkiler Uzmanı,
Satıcı”
Bu zekâ türündeki kişiler, diğerlerinin düşüncelerine karşı
duyarlıdır ve diğer insanlarla iletişim kurma yetenekleri gelişmiştir.
Sosyal zekâlarını paylaşarak kullanan çocuklar, paylaşma sırasında
birbirlerinden öğrenirler. Paylaşmaktan ve etkileşim kurmaktan yarar
sağlarlar. Sosyal zekâsı güçlü olan bireylerin bir grup içerisinde grup
üyeleri ile işbirliği yapma, onlarla uyum içinde çalışma ve bu kişilerle
sözlü ve sözsüz iletişim kurma gibi yetenekleri söz konusudur. Bu
bireyler, konferans veya grup çalışmaları yapmaktan, farklı ortamlara
girmekten, organizasyon yapmaktan, insanlara yardım etmekten ve
insanları dinlemekten hoşlanırlar.
“Yazar, Şair, Filozof, Psikoterapist, Araştırmacı, Sosyal Hizmet Uzmanı,
Sanatçı,
İş Adamı, Ressam, Heykeltıraş”
Kişinin kendini algılaması, kim olduğu, ne istediği, gerçekte
neler yapabileceği ile
ilgili ve bu bilgiler doğrultusunda hareket etme yeteneğidir. Kendimiz
hakkındaki duygu ve
düşünceleri şekillendirebilme, yaşamı sürdürebilme ve
yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizle, hayat felsefemizi oluşturabilme,
yaşamımızı bu doğrultuda planlama, kişisel istek ve hayaller
oluşturabilme becerisini ifade eder. Kişisel-içsel zekâsı yüksek bireyler
kendi içlerine dönüklerdir. Gerçekte hissedilen duyguların çocuklara
gösterilmesi, çocukların farklı duyguları gözlemlemesine yardım eder.
Mutluluk, korku, hayal kırıklığı ve diğer duygular öğrenmenin bir
parçasını oluşturur. Çocuklar kendi güçlerini ve sınırlılıklarının
farkındadır.
“Kaşif, Zoolog, Botanik Uzmanı, Kimyager, Biyolog, Jeolog, Meteoroloji Uzmanı,
Arkeolog, Çiçekçi, Doktor, Fotoğrafçı, Dağcı, İzci, Çiftçi, Bahçıvan, Veteriner”

Bireyin sağlıklı bir çevre oluşturma bilinci, çevresindeki doğal kaynakları kullanma ve
onlardan en iyi şekilde yararlanma, bitki ve hayvanları tanıma konularında duyarlılık
geliştirme yeteneğini içerir. Doğacı zekâ ile bir kişinin biyolog yaklaşımıyla hayvanlar ve
bitkiler gibi yaşayan canlıları tanıma, onları belli karakteristik özelliklerine bağlı olarak
sınıflandırma ve diğerlerinden ayırt etme kabiliyeti veya bir jeolog yaklaşımıyla dünya
doğasının bulutlar, kayalar veya depremler gibi çeşitli karakteristiklerine karşı aşırı ilgili
ve
duyarlı olmasıdır. Doğacı zekâsı yüksek bireyler; bahçe düzenleme, doğa gezileri ve dağ
tırmanışları, belgesel izleme, seyahat etme, hayvanlarla ve bitkilerle ilgilenme gibi
etkinliklerden hoşlanırlar.
Bilişsel gelişim de; yaşla birlikte zihinsel süreçlerde
meydana gelen değişmeler şeklinde ifade edilmektedir.
Bilişsel aktiviteler ise, düşünme ve bilme ile ilgili bütün
davranışsal süreç ve hareketleri içermektedir. Bilişsel
gelişim ise bu davranışsal süreçlerin çocukta ve genç
yetişkinlerde nasıl geliştiğini, nasıl etkili ve verimli olarak
dünyayı anlayabileceklerini ve zihinsel gelişimlerini
irdelemektedir.
Bilişsel gelişimi kapsayan algı, dikkat, bellek ve
hatırlama, yaratıcılık, akıl yürütme, problem çözme gibi
becerilerini geliştirmek amacıyla; çocukların yaş ve
gelişim düzeyine göre uygulanacak etkinlikler bilişsel
gelişime destek sağlar.
Çocukların etkinliklerinde algılayabilme,
dikkatlerini toplama, kelime dağarcığını arttırma,
sözlü anlatımlarını teşvik etme, el göz
koordinasyonlarını, kalem kullanma becerilerini
geliştirmenin yanı sıra eşleştirebilme, değişik
ilişkiler kurabilme, gruplama, sıralama, eksik
tamamlama ve karşılaştırma yapabilme gibi
zihinsel işlevleri kolaylaştıracak çalışmalara yer
verilir. Çocuğun gelişim düzeyini dikkate alarak,
neyi yapamadıkları, başaramadıkları göz önüne
tutularak yapabildiği etkinliklerden başlamak
gerekir. Ancak bu etkinliklerin planlanması
aşamasında bazı dikkat edilecek noktalar
bulunmaktadır.
Bu noktalar şu şekilde sıralanır:
Kuralları belirli tek sonuçlu etkinlikler belirlenmeli.
Birden fazla sonuç ve ürün ortaya çıkabilecek etkinlikler düzenlenmeli.
Etkinlikler ve ortaya çıkan ürünler hakkında çocukla konuşmalı.
Televizyon, öğrenmede bir araç olarak kullanılmalı.
İçinde bulunduğunuz her ortamı ve her malzemeyi çocuğun gelişimi için
bir
fırsat olarak kullanmalı.
Taklit etme ve rol yapmayı kullanmalı.
Çocuklara model olunmalı, yaratıcılıklarını keşfetmeleri sağlanmalı.
Etkinlikleri yaşarken mizahı ve eğlenceyi de kullanmalı.
Farklı kavramlarla karşılaşmasına ve kavramları birbirleriyle
ilişkilendirmesine
yardımcı olunmalı.
Çocukların kendilerini görmeleri sağlamalı ve yanlışlarına rağmen
yeniden denemeleri konusunda cesaretlendirilmeli.
1. Ay
Bebeğin görme alanı içinde göz hizasında 15-25 cm uzakta, renkli, sesli, hareketli
nesneler bulundurarak ona doğru yaklaştırabilirsiniz.
Bol bol konuşarak, gülebilirsiniz. Çıkardığı seslere karşılık verebilirsiniz. Ses
çıkarması için cesaretlendirebilirsiniz.
Kulağına yakın mesafelerden çıngırak, zil gibi değişik sesler dinletebilirsiniz.
Yeni doğanın kulağının yakınında çıngırak ya da zil sallayabilir ya da el
çırpabilirsiniz. Bebeğin tepkisini, sesin geldiği yöne bakmaya çalışmasını sağlayarak
izleyebilirsiniz.
Yeni doğanın daha önceden tanıdığı oyuncağın sapını (çıngırağın) avucunun içine
yerleştirebilir ve parmaklarıyla oyuncağı kavramasını sağlayabilirsiniz.
İşitsel algı ve ritim duygularını geliştirmek için şarkılar, ninniler söyleyebilirsiniz.
Böylece ritim duygusunu geliştirebilirsiniz.
Çocuğa tutacağınız 20-30 cm ponponu çocuğun göğsünün ortasından alnına doğru,
göz hizasında, sağdan sola daire çizecek şekilde hareket ettirebilirsiniz. Bebeğin izlemesi
için dikkatini ponpona çekmeye çalışmalısınız.
1-3. Ay
Çıngırağı bebeğin görme alanı içinde sallayarak
onun dikkatini çekmeye çalışabilir, çıngırağı görme
alanının bir ucundan diğerine doğru hareket
ettirebilirsiniz. Bebeğin hareket eden çıngırağı
gözleriyle takip edip etmediğini gözlemleyebilirsiniz.
Bebeğin el ve ayak bileklerine renkli uyarıcı
olarak yün veya bez bilezik takarak uzun uzun izlemesini
sağlayabilirsiniz.
Bebek kendi görüş alanı içinde objeleri
yakalamaya ve çevresindeki her şeye dokunabilmek için
uzanmaya başlar. Hepsini tutmak, dokunmak, ağzına
götürmek, hissetmek ister. Bunun için çıngırak, yumuşak
oyuncak vb. gibi oyun malzemelerini sunabilirsiniz.
3-5. Ay
Bebeğe çeşitli nesnelerde renklerde ve
görünümlerde oyun malzemesi sunulmaya çalışılmalıdır.
Bebek tamamen tanıdığı, her şeyini öğrendiği,
keşfedecek bir şey bulamadığı nesnelerle oynamaktan
sıkılabilir. Zaman zaman materyallerde değişiklik
yaparak veya yeni
materyaller sunarak ilgisini çekmeye çalışabilirsiniz. El
ve ayağına renkli ses çıkarabilen bilezikler takabilirsiniz.
Çocuğun kolayca yetişebileceği bir mesafeye ayna
koyabilirsiniz.
6. Ay
Bebekle oynarken bir oyuncağını saklayıp
bebeğin bir arayış içinde, oyuncağın ortaya çıkmasını
bekleyip beklemediğini gözlemleyebilirsiniz.
Oyuncaklar bebeğinize pek çok şey
öğretecektir. Bu nedenle; ona farklı boyut, şekil ve
dokularda farklı biçimlerde kullanılabilen oyuncaklar
sunabilirsiniz. Bu oyuncakların ağza alınabilecek
türde, sağlık koşullarına uygun, bazılarının ses çıkaran
cinsten olmasına dikkat edebilirsiniz.
Olayların var oluş amacı olduğunu,
değişebileceğini öğretmek için; hareketler ve
çeşitli sonuçlarını çeşitli örneklerle, açık seçik şekilde
sunabilirsiniz. Örneğin; bir topu itip ona
yuvarlandığını söyleyebilirsiniz.
6-8. Ay
Bol bol konuşarak şarkı söyleyebilirsiniz.
Her iki eline oyuncak vererek oynamasını
sağlayabilirsiniz.
Karşılıklı alma-verme oyunu oynayabilirsiniz.
Küçük silgi nesneleri tutması için
cesaretlendirebilirsiniz.
Yüzünü bir nesnenin arkasına saklayıp çıkararak
“ce-e” oyunu oynayabilirsiniz.
Aynı oyunu çocuğun yüzünü bir bez ile örterek
tekrarlayabilirsiniz
9-12. Ay
Bebeğin bu dönemde zihinsel gelişimini desteklemek için
insanlarla ve nesnelerle iletişim kurmasını sağlayabilirsiniz.
Çoğu gelişmiş olarak doğuşta bebekte var olan beyin hücrelerinin
gelişmesi, beyin
hücrelerinin harekete geçmesi ve diğer hücrelerle iletişim
kurmasıyla sağlanmaktadır. Beyin hücrelerini harekete geçirecek
şey ise beyne gidecek mesajlardır. Bebek bu nedenle ne kadar çok
şey işitebilir, ne kadar çok şey görebilir ve ne kadar çok şey
tadabilirse beyin hücreleri arasında mesajlar o kadar çok gidip
gelecek ve böylece beyin gelişimini destekleyebileceksiniz.
Parlak renkli nesneyi çocuğa vererek bir süre oynamasını
sağlayabilirsiniz. Sonra nesneyi bebekten alarak ucu görünecek bir
şekilde örtünün altına koyabilirsiniz. Çocuk örtüyü kaldırıp
altındaki oyuncağı bulduğunda ödüllendirebilir, bulamazsa oyuncağı
örtünün altından çıkarıp gösterebilir ve tekrar aynı şekilde saklayıp
bebeğin bulmasını isteyebilirsiniz.
Bebeği kucağınıza alıp ayna karşısına oturabilirsiniz. Bir kendinizin, bir
bebeğinizin
ismini söyleyerek ve göstererek bebeğin dikkatini çekebilirsiniz. Bebeğin kendisini aynada
göstermesini isteyebilirsiniz. “Ali nerede?”, bebek kendisini doğru yerde gösterdiğinde onu
ödüllendirebilirsiniz.Yardım gerekiyorsa soruyu tekrar sorabilir ve önce kendinizi gösterip
sonra soruyu yine tekrar ederek, bebeğin kendisini göstermesini sağlayabilirsiniz.

Çocuğun sevdiği bir oyuncağı gözü önünde kolay açılacak şekilde, bir kâğıda
sarabilirsiniz. Çocuktan oyuncağı bulmasını isteyebilirsiniz. Aynı oyunu kolay açılıp
kapanan bir kutuyla da oynayabilirsiniz.
Hayal gücünü geliştirmek ve kavramsal düşüncelerin düzene girmesini teşvik
etmek için kısa hikâyeler okumaya başlayabilirsiniz. Kitaplarda sayfanın 3/4’ünün resimli,
1/4’ünün yazılı olmasına özen gösterebilirsiniz.
1-2 Yaş
Çocuğunuza her tür sesi açıklayın; hayvan sesleri, araç seslerini,
müziğin vb. sese çok duyarlı olduğundan; kapı gıcırtısı, kâğıt hışırtısı gibi
seslerden de haberdar olmasını sağlayabilirsiniz.
Saymaya ve sayıları kullanmaya başlayabilirsiniz. Önce kendinizin,
sonra bebeğinizin parmaklarını kullanabilirsiniz.
Her şeyin özelliklerinden bahsedebilirsiniz. Örneğin; kuşların ve
uçakların uçtuğunu, arabaların, “düüüt” sesi çıkararak gittiğini tutkalın
yapışkan, yünün yumuşak olduğunu, topların yuvarlak olup yuvarlandığını;
ama tuğlaların köşeli olduğu için yuvarlanmadığını anlatabilirsiniz.
Her şeyin rengini söyleyebilirsiniz.
Sert yumuşak gibi zıtlıkları açıklayabilirsiniz Zıtlıkları
gösterebilirsiniz. (uzun kalem, kısa kalem, küçük top, büyük top vb.)
Basit şarkı, şiir ve tekerlemeler öğretebilirsiniz.
Çocuk kendini problem çözmeye teşvik edecek malzemelerle daha
çok ilgilendiği için ona sokulup çıkarılacak delikleri olan oyuncaklar
dizilecek bloklar, doldurup boşaltılan kutular vb. materyaller
sağlayabilirsiniz.
2 Yaş
Resimli hikâyeler okuyabilir, resimler üzerinde konuşabilirsiniz. .
Şarkı söyleyerek, müzik ve hikâye kasetleri dinleterek müziğe
ilgisini
uyandırabilirsiniz.
Boyut kavramını güçlendirmek üzere çeşitli küp üçgen ve kareleri
doğru yuvaya yerleştirebileceği kutu ve oyuncaklar sunabilirsiniz.
Çocuğa küpleri üst üste koyması için model olarak gerekirse elle
yönlendirebilirsiniz.
Çocuk küpleri üst üste koyarak 6-7 küpten kule yaptığında onu
ödüllendirebilirsiniz.
Çocuğun oyuncaklarını karıştırmasına, onlarla uğraşma ve
araştırmalar yapmasına fırsat tanıyabilir ve çabasını
destekleyebilirsiniz.
Çocuktan şekilleri uygun deliklere yerleştirmesini isteyiniz.
Yapamazsa model olun.
Çocuk başardığında onu ödüllendirebilirsiniz.
Çocukla birlikte kitaba bakabilirsiniz. Çocuğa bir resim
göstererek “Bu ne?” diye sorabilirsiniz. Bilemezse kendiniz
söyleyebilirsiniz. “Neymiş?” diye çocuğa tekrar
sorabilirsiniz. Çocuk bildiğinde aferin diyebilirsiniz.
Çok parçalı bir oyuncak seti temin edebilirsiniz. Örneğin;
bir çiftlik kurun ve bunu inekleri, atları, kuzuları ve
tavukları saymak için kullanabilirsiniz.
Birçok sayı oyunu oynayabilirsiniz. Yaptığınız her çalışmaya
sayıları katabilirsiniz.
Alışveriş yaparken, giyinirken, yapmamız gerekenleri
anlatırken geçen tüm kavramları birlikte sayabilirsiniz.
3 Yaş
Çocuğa büyük kâğıtlar, kurşun kalem, pastel boya ve kuru boya vererek
resim
yapmaya özendirebilirsiniz. Önce tek tek adlarını sayarak çocuğun
nesneleri tanıyıp tanımadığını anlayabilir ve özelliğini söylediğiniz
oyuncakları size vermesini isteyebilirsiniz. “Bana kırmızı kovaları ver.” ,
“Bana büyük arabaları ver.”, “Bana aynı büyüklükte olan topları ver.”
gibi…
3 küpten köprü yapabilir ve çocuğa model olabilirsiniz. Çocuğa 3 küp
vererek köprü
yapmasını isteyebilirsiniz. Gerekirse yardımcı olabilir ve çocuğu köprü
yapmak için
cesaretlendirebilirsiniz.
Çocukla birlikte önceden hazırladığınız değişik boyutlardaki nesnelerle
önce büyük küçük, uzun-kısa ile ilgili oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin;
“Bana büyük bebeği ver.” diyebilirsiniz. Ardından küçük bebeği
isteyebilirsiniz. Daha sonra oyuncaklar içinden büyük bebeği ve küçük
bebeği bulabilir, yan yana koymasını isteyebilirsiniz. Büyük- küçük
oyununu doğru olarak oynayıp bitirdikten sonra, “uzun-kısa” oyununa
geçebilirsiniz.
Çocuğun yaşına uygun resimleri içeren bir kitabı, çocuğun
resimlerini görebileceği şekilde tutabilirsiniz. Resimlerdeki olayı
anlatabilir ve diğer sayfalardakileri de çocuğun anlatması için onu
cesaretlendirebilirsiniz.

Çocuğa sorular sorarak neden sonuç ilişkisi kurmasına,


olayları doğru sıralamasına yardımcı olabilirsiniz.

Çocuğun önüne değişik nesneler ve oyuncakları koyabilir ve


birer birer renklerini sorabilirsiniz. Çocuk bir oyuncağın rengini doğru
söylerse, onu ödüllendirebilirsiniz. Çocuk bir oyuncağın rengini doğru
söylerse onu ödüllendirebilirsiniz.

Sözel olarak çocuktan oyuncağı kutunun önüne, arkasına,


üstüne, yanına, altına, koymasını isteyebilirsiniz. Çocuk doğru
yaptığında, onu aferin diyerek ödüllendirebilirsiniz. Bilemediğinde
istediğinizi tekrarlayarak veya yaparak gösterebilirsiniz.
4 Yaş
Çocukla konuşurken tam ve düzgün cümleler kurmaya
özen gösterebilirsiniz. Nesneler üzerinde konuşurken “bu”, “o”
yerine nesnenin ismini söyleyebilirsiniz. Örneğin; “Onu ver.”
yerine “Arabayı ver.” gibi nesnelerin ismini kullanarak kavram
kazanımını destekleyebilirsiniz.
Çocuğunuzun soru sorarak öğreneceğinin bilincinde
olarak tüm sorularını sabırla yanıtlayabilirsiniz. Bu amaçla Pazar
günü çocuğunuzla balık tutarken, sonbaharda kuru yapraklar
üzerinde yürürken hep konuşabilir ve bıkmadan sorularını
yanıtlayabilirsiniz.
Çocuk dış dünyayı sizin aracılığınızla öğrenecektir. Bütün
bunları yapmak için “çocuğa zenginleştirilmiş yakın çevre”
ortamı sunabilirsiniz. Bu da evde oturup birlikte yürüyüş, tiyatro,
sinema, müze, konser, maç gibi farklı türdeki ortak etkinliklerle
mümkün olur.
5 Yaş
Anne baba çocuğun sorularına bıkmadan cevap verip olayları, sebep-
sonuç ilişkisi
içinde anlatırsa; hem sözlük bilgisi artmış ve merakını tatmin etmiş,
hem de olayları birbirine
bağlamasına yardım etmiş olur. Örneğin; “Camdan dışarı sarkma!”
yerine “Camdan dışarı
sarkarsan düşebilirsin.” şeklinde açıklayıcı bilgi verdiği takdirde çocuk
için bu tatmini
gerçekleşebilir.
Masanın üzerine
Masanın üzerine çocuğa en yakın olan ve her zaman kullanabileceği
birkaç eşya
oyuncak vb. konur. Masanın karşısında oturan çocuklara masanın
üzerine gördüğünüz
oyuncakları koyun. Bir süre onları inceleyin. İşaret verdiğim zaman
masaya arkanızı dönün ya da gözlerinizi kapatın. İçinizden birini
seçerek gördüğü eşyaların isimlerini saymasını isteyeceğim. Eşyaların
isimlerini tam olarak sayarsa oyunu kazanacak diyerek oyunu anlatır.

Önce isteyenlere sıra verilir. Bilenler, alkışlanarak


ödüllendirilir (Bu oyun çocuğun gördüğünü belleğinde saklama, adları
ile hatırlama, gördüklerini sözle ifade etme becerisi kazandıracaktır.).
Masanın üzerine bazı nesneler bırakacağım; ama siz bunları görmeyeceksiniz.
Bu nesneleri sesinden tanımanızı istiyorum, diyerek oyunu anlatın. Çocuk eşyanın yere
düştükten sonra çıkardığı sese kulak vererek, ismini bulmaya çalışır (Böylece çocuğun
görmeden, işitme yoluyla zihinde o eşyayı düşünmesi, sesinden tanıması, kavraması ile
bilişsel gelişime katkıda bulunulur.). Aynı oyunu ses çıkaran marakas vb. ritim araçları
kullanılarak da oynanabilir.

Çocuğun tanıdığı nesneler, oyuncaklar seçilir. Seçilen nesneler, çocuk görmeden


torbanın içine koyulur. Çocuk nesneyi görmeden, sesini duymadan, ancak parmaklarıyla
dokunarak tanıması eşyayı bulması istenir. Nesneyi bulan çocuk alkışlanarak
ödüllendirilir
(Bu tip oyunlar görme, işitme, dokunma, gibi duyu organlarını geliştirir ve güçlendirir.
Eşyanın biçimini, ağırlığını hafifliğini dokunarak oyun yolu ile öğrenir.).
Çocuğun günlük yaşantısının bir bölümünü arkadaşlarına
anlatması söylenir. Örneğin; evinden okula gelinceye kadar kimleri
gördüğünü, neler konuşulduğunu, hangi araçlara binildiğini anlatılması
istenir. Bu olay dramatize de edilebilir. Çocuk, bu sırada gerçekle ilgisi
olmayan yaşamadığı olayları da anlatabilir. Bu etkinlikte çocuğun
özgürlük içinde konuşturulması, yaratıcı güçlerinin geliştirilmesi
amaçlanmaktadır
Çocuklara meyve ve sebzelerin isimleri verilir.
Çocuklara bir meyve ve sebzelerin geçtiği bir olay (hikâye)
anlatılır. Olayın içinden kendilerine verilen meyve ve
sebze adını duyduklarında ayağa kalkmaları istenir. Burada
amaç çocukların dikkatlerini artırma, hatırlama, bellekte
tutma ve meyve sebze kavramını geliştirmektir.
Çocuklara üzerinde basit şekiller olan kartlar
verilerek, aynı olan resimleri bularak, eşleştirmeleri
istenebilir. Aynı olan bitkilerin bulunduğu kartları alt alta
getirerek oyun oynanır.
Çocuklar ikili eşler oluştururlar. Eşlerden birinin gözleri
kapatılır. Bu esnada ebenin yürüyeceği yerlere nesneler masa,
oyuncak vb. yerleştirilir. Gözleri açık olan ebe, gözleri kapalı olan
ebeye 1 adım ileri, geri, 2 adım yana, sola, sağa gibi sözel yönergeler
vererek
nesnelere değmeden, onlara zarar vermeden yürütmeye çalışır.
Başarılı olarak yürüten eşler
alkışlanarak ödüllendirilir.
Çocuğun gözleri kapatılır. Belirli bir yükseklikten bir
top atılır. Çocuktan topların çıkardığı sesi dinleyerek
toplam kaç top atıldığını bulması için dikkat etmesi istenir.
Toplar atılır. Bu sırada çocuğun sayması beklenir, çocuk
atılan topları doğru sayarsa alkışlanarak ödüllendirilir (Top
yerine blok, taş, düğme de kullanılabilir.). Çocuğun sayı
kavramını geliştirmek için kullanılabilir.
Yarım olarak kesilerek hazırlanmış kartları öğretmen
masaya koyar. Yarım kartları birleştirerek çocukların
tamamlamaları istenir. Parça-bütün ilişkileri geliştirmeleri
desteklenir.
Yapboz oyunları da hazırlanabilir. Bir bütün resim ve aynı resmin uygun
ebatlarda kesilmiş parçalı resmi hazırlanır. Çocuktan resmin bütün
hâline bakarak parçalı olanı birleştirmesi istenir. Başarılı olan çocuklar
ödüllendirilebilir. Parça bütün ilişkisi, algılama,
hatırlama, bellek kavramlarını kazandırmayı kolaylaştırır. Yaş grubu
arttıkça oyunun parça sayısı arttırılır. Bu tür bir çalışmayı her konuya
uyarlayarak hazırlamak mümkündür.
Öğrencilerden biri seçilerek ebe olur,
ebenin gözleri bağlanır, diğer çocuklarda biri
dışarı çıkarılır. Ebenin gözleri açılarak hangi
çocuğun çıkarıldığını bulması istenir. Bulursa
alkışlanarak ödüllendirilir. Bulamazsa ipuçları
verilerek buldurulmaya çalışılır. Aynı oyun
masanın üzerine nesneler koyularak oynanır.
Ebenin gözleri kapalıyken masadaki
nesnelerden biri saklanır. Ebe saklanan
nesnenin ne olduğunu bulmaya çalışır. Bulursa
alkışlanarak ödüllendirilir. Bulamazsa ipuçları
verilerek buldurulmaya çalışılır.
Düşünce oyunlarına yer verilir. Basit bir sözcük
üzerinde yapılan sohbet bile, çocuğun düşünerek çok akıcı,
esnek ve orijinal düşünceler, üretmesine yardımcı olacaktır.
Örneğin, çocuğa “Pamuk” sözcüğü sana neyi hatırlatıyor?”
sorusu yöneltilerek başlanan sohbet
sonucunda çocuğun farklı ve zengin yanıtları kişileri
şaşırtacak düzeyde olabilir. Böylece çocuğun yaratıcı
düşünmesi desteklenir.
1-Gelişim
2-Büyüme
3-Olgunlaşma
4-Hazırbulunuşluk
5-Yaşantı(Deneyim)
6-Öğrenme

7- Kritik Dönem
1- GELİŞİM: Organizmanın döllenmeden başlayarak bedensel,
zihinsel, duygusal, dilsel, sosyal açıdan yaşamının sonuna kadar
sistemli ve düzenli olarak sürekli ilerlemeye yönelik değişim
göstermesi sürecidir. Hem nicel hem de nitel bir süreçtir.

Gelişme: Gelişim sürecinin sonunda ortaya çıkan kazanımlar yani ürünlerdir.


Gelişme terimi düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi kapsar. Mesela;
dilin kazanılması (öğrenilmesi) bir süreç yani gelişimken, bu sürecin
sonunda dil bilgisi kurallarına uygun şekilde konuşmak, anne, baba, kitap,
kalem demek bir gelişmedir
Değişim: Bir durumdan başka bir duruma geçmektir. Yani farklılaşmak
demektir. Mesela; Hasan geçmişte masa tenisi oynamayı bilmiyorken şimdi
biliyor olması bir değişimdir. Değişim hem olumlu hem de olumsuz olabilir.
Mesela; 2013 yılında Türkiye’de okuma-yazma oranının artması olumlu bir
değişimken, cinayet oranlarının artması olumsuz bir değişimdir.
GELİŞİM DEĞİŞİM
Olumlu bir kazanımdır. Olumlu ve olumsuz olabilir.
Gelişimin yönü ileriye doğrudur. Değişimin yönü ileriye doğru olduğu
gibi geriye doğru da olabilir.
Pozitiftir. Pozitif veya negatif olabilir.
Ör: çocuğun dili konuşmayı Çocuğun küfür etmeyi öğrenmesi
öğrenmesi bir gelişimdir. değişimdir.
BÜYÜME: Organizmanın bedensel (fiziksel) ve hacimsel olarak
değişim göstermesidir. Büyüme organizmada meydana gelen nicel
bir olaydır. Büyüme, bedenin hem dış hem de iç organlarında oluşur.
Mesela; boyun uzaması, ağırlığın artması, kasların büyümesi, beynin
ağırlaşması, saçın uzaması, tırnağın uzaması, dişin çıkması gibi
meydana gelen niceliksel değişiklikler büyümedir.
OLGUNLAŞMA: Organizmanın doğuştan sahip olduğu potansiyel
güçlerin (vücut organların), kendisinden beklenilen fonksiyonları
zamanla yerine getirebilecek (görev yapabilecek) duruma gelmesidir.
Mesela; çocuğun el ve parmak yapısının 6 yaş civarında kalemi düzgün
tutabilecek hale gelmesi. 12 aylık bir bebeğin yürüyebilmesi.
Olgunlaşma organizmanın doğuştan getirdiği biyolojik
donanımın, genetik olarak belirlenmiş bir plan dâhilinde, zaman içinde
kendiliğinden (yani öğrenme yaşantılarından ve çevresel
değişkenlerden bağımsız) değişmesidir. Yani olgunlaşma genetik yapının
ortaya çıkardığı bir değişimdir. Olgunlaşma “insan metabolizmasının,
genetik haritasına uygun olarak farklılaşması” sürecini kapsar. Bu
farklılaşmalar sadece psikomotor alanda değil, bilişsel, sosyal vb.
alanlarda da olur
Olgunlaşmayı kalıtım belirler (annesi ve babası erken
konuşan bebeklerin de erken konuşması). Çevrenin etkisi ise
olgunlaşma üzerinde yoktur. Fakat bu çevresel koşullar normal
(olağan) koşullardır. Olağan dışı çevre koşulları (radyasyona maruz
kalma, iklim koşulları, çevre kirliliği gibi) ise genetik yapıda değişim
oluşturabileceği için olgunlaşmayı etkiler. Mesela; çok ağır beslenme
bozuklukları, yürüme için kasların gelişimini geciktirebilir.
Olgunlaşma, fiziksel gelişime büyük ölçüde etki eder. Birçok
psikomotor davranışın yapılması olgunlaşmaya bağlıdır. Mesela;
çocuğun kas ve kemik yapısı yeterli olgunluğa ulaşmadan, ne kadar
yürüme alıştırması yaptırırsak yaptıralım, çocuk yürümeyi
öğrenemez.
Olgunlaşmanın, yaş, zekâ ve sinir sisteminin koordinasyonu
olmak üzere üç temel alt kavramı vardır. Bu açıdan olgunlaşma hem
fiziksel hem de zihinsel gelişimdir. Mesela; çocuğun ancak 11/12
yaşından sonra soyut kavramları algılayabilecek düzeye gelmesi
olgunlaşmadır.

Olgunlaşma sonucunda ortaya çıkan davranışlar (yürüme,


dik durma, sesleri çıkarma) öğrenme ürünü olarak sayılamazlar.
Ancak olgunlaşma öğrenme ve hazırbulunuşluk için ön koşuldur.
HAZIRBULUNUŞLUK: Hazırbulunuşluk, organizmanın bir konuyu
tam olarak öğrenebilmesi için gerekli gelişim düzeyine, ön bilgilere
ve güdülenme düzeyine erişmesidir.
Mesela; bir çocuğun bisiklet kullanabilmesi için önce, el, ayak ve
kasların belli bir düzeyde gelişmesi (olgunlaşması) daha sonra da
bisiklet kullanabilmesi için gerekli olan ön bilgilere sahip olması ve
davranış için güdülenmiş olması hazırbulunuşluğa örnektir.

OLGUNLAŞMA + ÖN ÖĞRENME + GÜDÜLENME = HAZIRBULUNUŞLUK


YAŞANTI (Deneyim): bireyin çevresindeki insanlarla dahası çevresindeki
herhangi bir şeyle etkileşimi sonucunda elde ettiği deneyimlerin tümüdür.

Bir davranışın kalıcı olabilmesi için sürekli tekrar edilmesi gerekir.


Yaşantı ve deneyim olmadan öğrenme olmaz.
ÖĞRENME: Bireyin çevresiyle etkileşimi (tekrar ve yaşantı) sonucu
meydana gelen nispeten kalıcı izli davranış değişikliğine öğrenme
denir.
Mesela; Araba, bisiklet, klavye kullanma, 10’a kadar sayma, toplama-
çıkarma yapabilme.
Bir davranışın öğrenilmiş olması için şu üç özelliği taşıması gerekir:
1. Her öğrenmede olumlu veya olumsuz bir yönde mutlaka bir
davranış değişikliği olmalıdır.
2. Davranışın uzunca bir süre devam etmesi (kalıcı izli olması)
gerekir.
3. Öğrenmede söz konusu olan davranış değişikliği tekrar ve yaşantı
sonucu meydana gelmiş (sonradan kazanılmış) olması gerekir.
Her davranış değişikliği öğrenme değildir. Ancak tekrar ve
yaşantı sonucu oluşan davranış değişiklikleri öğrenmedir. Bu
anlamda içdürtü, içgüdü, refleks, büyüme ve olgunlaşma sonucu
oluşan davranış değişiklikleri öğrenme değildir.

Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için organizmanın gerekli


olgunlaşma düzeyine sahip olması, hazırbulunuşluk düzeyinin yeterli
olması ve çevre ile etkileşime girerek yaşantı kazanması şarttır.
Saz çalmayı öğrenen bir çocuk düşünelim.
Çocuğun parmaklarının ve kollarının Büyüme
uzaması.
Çocuğun sazı tutabilecek kas gelişimi Olgunlaşma
göstermesi.
Çocuğun saz çalmaya istekli olmalı, Hazırbulunuşluk
ön öğrenmelerinin olması, sazın nasıl
tutulacağını bilmesi vb.
Çocuğun saz çalma pratikleri Yaşantı
yapması.
Çocuğun saz ile bir parçayı tek Öğrenme
başına çalması.
GELİŞİM
1-Kalıtım
2-Çevre (Doğum Öncesi,sırası,sonrası)
3- Zaman(Kritik Dönem-Tarihsel Zaman)
4-Kültür ve Irk
5-Cinsiyet
6-Hastalıklar
7-Beslenme
Kalıtım: Bireylerin genler yoluyla anne ve babasından aldığı
özelliklere kalıtım denir.
Organizmadaki genetik materyalin (kalıtsal yapının)
tamamına genom denir. Genler, DNA’lardan oluşur. DNA canlının
tüm özellikleriyle ilgili bilgiyi içerir.
Genler başat (dominant/baskın: kahverengi göz, A, B, AB kan
grupları) ve çekinik (resesif/silik: sarı saç, düz saç, mavi göz) diye
iki türlüdür. Çekinik özellikler, her iki cinste benzer genler varsa
oluşur.
İnsandaki kromozom sayısı 23 çifttir. Cinsiyeti belirleyen
kromozom’a Gonozom (1 çifttir: kadınlarda X, erkeklerde XY),
cinsiyetle ilgili olmayan genlere Otozom (22 çifttir) denir.
Eşey hücrelerin (23 çift kromozomun) birleşmesi sonucu
oluşan yapıya (döllenmiş yumurtaya) zigot denir. Eşey hücrelerinin
bir tanesine ise gamet denir.
Anne ve babadan çocuğa kalıtım yolu ile geçen yapıya
GENOTİP denir. Zekâ ve bedensel özellikler büyük oranda
Genotiple belirlenir. FENOTİP ise bu genetik yapının dışardan
gözlenebilen şeklidir yani kalıtsal bir özelliğin fiziksel olarak
bireyde kendini göstermesidir. Bir genotipten, birçok fenotip
meydana gelebilir. Değişik fenotiplerin oluşmasında doğum öncesi,
doğum sırası, doğum sonrası çevre etkilidir. Yani fenotip çevre
tarafından belirlenir. Mesela; saç rengi, göz rengi, kan grubu, cilt
rengi vb.
Kalıtım özellikle şunlar üzerinde etkilidir:
 Hareket ve el becerilerinde
 Sözel ve sayısal yetenekte
 Müzik ve resim yeteneğinde
 Genel beden yapısı ve özelliklerinde
 Zekâ ve kişilikte
Hormonlar:Hormonlar: Gelişimin biyolojik temellerinde hormonların
payı da büyüktür. Endokrin (iç salgı) bezlerinden salgılanan
hormonlar kan yoluyla bütün vücuda yayılırlar ve hedef organı
tetiklerler. Hormonlar vücut büyüklüğünü, iç dengeyi ve üremeyi
sağlar. Büyüme ve gelişme de hormonlar aracılığı ile ayarlanır.

Hipofiz Bezi: Hipofiz bezi vücutta- ki birçok olayı düzenleyen


hormonları salgılar. Hipofiz hormonları diğer endokrin bezlerinin
salgılarını da denetler. Salgıladığı hormonlardan biri olan
somatotropin hormonunun büyüme çağından sonra fazla
salgılanması halinde el, ayak ve kafatası kemikleri orantısız olarak
büyür. Bu anormallik "akromegali"dir.
Tiroit ve Paratiroit Bezi: Tiroit bezi boyun bölgesinde, soluk
borusunun iki yanında bulunan iki parçalı bir bezdir. Bu bezden
Tiroksin hormonu salgılanır. Tiroksin vücut metabolizmasını
düzenler. Bu hormonun küçük yaşlarda fazla salgılanması,
"kretenizm" denilen cücelik ve zeka geriliğine neden olur.
Tiroksin hormonunun erişkinlik yıllarında az salgılanması da
metabolizmayı yavaşlatır ve uyuşukluk, vücut ısısında düşmeye
neden olur. Kalsiyum metabolizması da tiroit ve paratiroit
bezlerinden salgılanan hormonlar tarafından düzenlenir. Paratiroit
bezi, ayrıca vücudun fosfor dengesini, kemiklerin gelişimini, kasların
ve sinir sisteminin çalışmasını etkiler.
Böbrek Üstü Bezleri: Böbrek üstü bezleri böbreklerin üstünde
bulunur ve böbreklerle doğrudan ilişkisi yoktur. Böbrek üstü
bezlerinden çok sayıda hormon salgılanır. Bu hormonlardan bazıları
şunlardır:
Kortizol vücuttaki kan şekerini arttırır ve karbonhidrat, yağ,
protein metabolizmasını düzenler.
Adrenal Eşey Hormonlari; az miktarda da olsa eşey hormon
görevi yaparlar. Erkek çocuklarda adrenal korteks fazla çalışırsa,
çocuk normal zamandan önce ergenliğe girer. Kızlarda korteks fazla
çalışırsa ses kalınlaşır, sakal çıkar, eşeysel organlar körelir ve
erkeksi özellikler görülür.
Adrenalin ve Noradrenalin Hormonları; heyecan, korku,
sinirlenme ve üzüntü durumlarında adrenalin hormonunun
salgılanması artar. Zor anlarda, güçlük yaşandığı durumlarda kandaki
seviyesi artar ve biz böyle durumlara hazırlar. Kandaki glikoz artar,
kalbin atışı hızlanır, kan basıncı yükselir.
Noradrenalin hormonu ise adrenalin hormonunun
oluşturduğu etkileri normal seviyesine indirerek organizmanın daha
fazla yorulmamasını sağlar.
Eşeysel (cinslik) Bezler: Eşeysel bezler ergenlik döneminden sonra
hipofiz bezinin etkisiyle faaliyet gösterir. Dişilerde bulunan bir çift
yumurtalık ergenlik dönemine ulaşıldığında "östrojen" ve
"progesteron" hormonlarını salgılar. Östrojen dişilere has ses
gelişimi, üreme organlarının gelişimi, dişiye özgü vücut yapısının
kazanılmasını sağlar. Progesteron hormonu ise gebeliğe
hazırlanmada önemlidir.
Testisten salgılanan testosteron hormonu erkeklerde sakal, bıyık
çıkması, kılların büyümesi, sesin kalınlaşması, kemiklerin gelişmesi,
erkek tipli kas yapısının ortaya çıkmasından sorumludur. İç salgı
bezlerinin çalışması ve hormonların salgılanması kişinin büyümesini
ve cinsine has fiziki yapıyı kazanmasını sağlar. İç salgı bezlerinin
çalışması iklim, beslenme, kalıtım ve yaşam koşullarından etkilenir.
ÇEVRE: Bireyin yaşadığı, ilişki kuruduğu fiziki ve sosyal
ortamdır. Çevre, insan davranışlarını etkileyip genetik olmayan
bütün etmenleri içine alır. Çevrenin gelişim üzerindeki etkisi doğum
öncesi, doğum anı, doğum sonrası olmak üzere üç boyuttur.
 Doğum öncesi faktörlere; annenin sigara, içki, ilaç kullanması,
stres, beslenme düzeni, geçirdiği hastalıklar, annenin radyasyona
maruz kalması,kan uyuşmazlığı, akraba evliliği,radyasyon
 Doğum sırasındaki faktörlere; erken ya da geç doğum, sağlıksız
ortam, doğum sırasındaki olaylar (kordon dolanması, bebeğin
oksijensiz kalması)
 Doğum sonrası faktörlere; bebeğin ve annenin beslenmesi, alınan
eğitim, ekonomik, sosyal ve kültürel etkenler, anne ve baba
tutumları, iklim, doğal ve fiziksel koşullar (hava kirliliği, çöpler, atık
maddeler vb.), geçirilen çeşitli hastalıklar, çocukların doğuş sırası
vb.
Çevre özellikle şunlar üzerinde etkilidir:
 Bazı fiziksel görünüm özelliklerinde
 Zekânın kullanım oranında
 Bazı kişilik ve karakter özelliklerinde
 Alışkanlıklar, ilgiler ve tutumlar
 Dil ve ahlak gelişiminde
ZAMAN
Kritik dönem: Kritik dönem, gelişimde önemli sonuçları
olan dönemleri ifade eder. Kritik dönem; organizmanın farklı
gelişim dönemlerinde öğrenmeye veya gelişmeye en çok
eğiliminin olduğu ve çevrenin etkilerine daha duyarlı (en açık
ve alıcı) olduğu zaman bölümüdür.
Öğrenmede belli uyarıcıların en güçlü etkiye sahip olduğu
bazı dönemler vardır. Bireyler bu dönemlerde bazı öğrenmelere
karşı daha duyarlıdır ve diğer dönemlere göre daha hızlı öğrenirler.
Mesela; bireyin okuma-yazmayı öğrenmesindeki kritik
dönem 6 yaş civarıdır. Bu nedenle 40 yaşındaki okuma-yazmayı ilk
kez öğrenmeye çalışan bir yetişkine göre okuma-yazmayı daha
çabuk öğrenir. Dil gelişiminde 1-1.5 yaş, tuvalet eğitiminde 2-3 yaş
kritik dönemdir.
Kritik dönemlerde kazanılamayan beceriler ve yaşantılar
ilerleyen dönemlerde kazanılamaz veya çok zor kazanılır. “Ağaç yaş
iken eğilir” , “Demir tavında dövülür.” atasözleri kritik dönemi iyi
anlatır.
Kritik dönemin özellikleri;
 Organizma belli türdeki davranışları, belli yaş aralıklarında
(dönemlerinde) kazanır.
 Organizma bu yaş aralıklarında öğrenmeye ve çevreye karşı yüksek
bir duyarlık gösterir.
 Bu yaş aralığında kazanılamayan bir davranışın sonradan
kazanılmasında zorlanmalar olur.
 Uygun zamanda kazanılan uygun yaşantılar, sonraki dönem
yaşantılarının kazanılmasında destekleyici olur.
 İnsanın her organ veya davranışının belli yönleri sabit zamanda
gelişir.
Tarihsel Zaman: Gelişimde bazı olayların belirli zaman
aralıklarında daha önemli ve etkili olduğu bilinmektedir. Ancak bu
olaylar, bu zaman aralıklarından daha önceki veya sonraki zaman
aralıklarında aynı etkiyi ortaya koyamaz.
Mesela; Freud kişilik gelişiminde yaşamın ilk 6 yılının diğer
yıllara göre daha önemli olduğunu savunur. Bu yıllardaki yaşantılar
çocuğun ileride nasıl bir yetişkin olacağını büyük ölçüde belirler.
Bireyin yaşadığı toplumda o zaman diliminde meydana gelen
olgu ve olaylardan etkilenmesi “tarihsel zaman etkisi” olarak
adlandırılır.
Mesela; 1999 İzmit depreminden sonra çocukların depremle
ilgili oyunları tercih ettiği görülmüştür.
Amerika’nın Irak’a girmesi ile birlikte çocukların oynadıkları
oyunlarda savaş oyunlarına ağırlık vermişlerdir.
15 temmuz .
1-) Gelişim yordanabilir bir sıra izler: Gelişim
döllenmeden başlayıp ölümle sona eren sürekli olan bir süreçtir ve
belli aşamalarla (sırayla) gerçekleşir. Gelişim durmaksızın ilerleyen
birikimli bir süreçtir. Her gelişim dönemi, bir önceki döneme dayalı
ve bir sonraki dönemin hazırlayıcısıdır.
Mesela; Piaget’e göre zihinsel gelişim önce duyu-hareket,
sonra işlem öncesi, somut işlemler ve en son soyut işlemler
dönemine geçilerek ilerlemektedir.
2-) Gelişim hızı her dönem (zaman) aynı değildir: Gelişim
özellikleri bazı dönemlerde hızlanırken, bazı dönemlerde
yavaşlayabilir.
Mesela; doğumdan sonraki ilk iki yıldaki fizik gelişim hızı,
sonraki iki yıldaki fiziksel gelişim hızından daha fazladır.
3-) Gelişim nöbetleşe devam eder: Bir gelişim alanının çok
hızlandığı dönemlerde, diğerlerinin duraklama (yavaşlama) eğilimi
gösterebilmesidir. Başka ifadeyle; her gelişim alanının belli
dönemlerde diğer gelişim alanlarına göre daha hızlı gelişim
göstermesidir.
Mesela; 3-6 yaş arasında fiziksel gelişim yavaşlarken, dil ve
sosyal gelişimi hızlanır. Bebeklikte yürümenin ön plana çıktığı
dönemde, konuşma duraklama eğilimi gösterir.

4-) Gelişim, kalıtım ve çevre etkileşimiyle gerçekleşen


bir süreçtir: Bireye özgü genotipin belirlediği temel yapı sosyal
çevreyle sürekli etkileşerek biçimlenir.
Mesela; zekâ kapasitesi kalıtım yoluyla gelen bir özellik
iken; bunun ne kadarının kullanılabileceği (işlevsel olacağı) çevre ile
etkileşimi sonucundaki yaşantı zenginliklerine bağlıdır. Aynı şekilde
kalıtım yoluyla gelen bireylerdeki huy (mizaç), yetenek gibi
özellikler de çevreye bağlı olarak gelişir.
5-) Gelişimde belli eğilimler vardır: Bunlar;
a) Gelişim baştan ayağa doğrudur: Döllenmeden itibaren önce baş
gelişir, sonra vücut, bacaklar ve en son ayaklar gelişir. Baş gelişimi
vücudun diğer organlarına göre daha hızlıdır. Yeni doğan bebeğin başı,
bedenine göre oldukça büyüktür. Bu nedenle bebek, önce başın
hareketlerini daha sonra omuzlarını, kollarını ve ayaklarını kontrol
etmeyi öğrenir.
b) İçten dışa (merkezden dışa) doğrudur: Önce iç organlar (yapılar:
beyin, kalp gibi) daha sonra dış yapılar (kollar, eller, saç vb.) gelişir. İlk
gelişen organ beyin (merkezi sinir sistemi) dir. Daha sonra omurilik ve iç
organlar (kalp, sindirim sistemi) gelişir. Daha sonra saçları ve tırnakları
oluşur.
c) Gelişim, genelde özele doğrudur: Önce kaba ve büyük kaslar daha
sonra ince ve küçük kaslar gelişir. Bu nedenle çocuk önce kaba motor
kaslarını daha sonra ince motor kaslarını kullanır. Mesela; çocuk bir
topu önce tüm vücuduyla tutar, sonra ince kasları gelişince elleriyle,
daha sonra da parmaklarıyla tutar.
6-) Gelişim tüm alanlarıyla (fiziksel, zihinsel, dilsel, cinsel,
sosyal) bir bütün olarak ilerler: Bir gelişim alanındaki değişim
diğerlerini de olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Mesela; Fiziksel
bakımdan güzel bir çocuk, başkalarının yoğun ilgisini çeker ve sevilir.
Sevilen çocuğun duygusal gelişimi olumlu olur. Kendine güven duyar.
Başkalarını sevebilir ve olumlu ilişkiler kurabilir. Bu nedenle, sosyal
gelişimi de olumlu bir şekilde etkilenir.
7-)Gelişimde kritik dönemler vardır: Bu gelişim dönemlerinde
birey öğrenmeye ve gelişmeye daha duyarlıdır. Mesela; dil gelişiminde
12-18 ay (tek sözcük evresi), tuvalet eğitiminde 2-3 (24-30 ay) yaş kritik
dönemdir.
8-) GELİŞİMDE BİREYSEL FARKLILIKLAR BULUNUR:
Bireylerin kalıtımsal yapıları (zekâ, mizaç, cinsiyet, yetenek) ve çevre ile olan
yaşantıları (kültür, dil, sosyo-ekonomik düzey) farklı olduğu için gelişimde bireysel
farklılıklar bulunur. Mesela; kimi 11 aylıkken, kimi 14 aylıkken yürümeye başlar.
GELİŞİM GÖREVLERİ
MODELİ
(HAVİGHURST
MODELİ)
Havighurst, bireylerin gelişimlerinin dönemler halinde
gerçekleştiğini ve her dönemin kazanılması gereken özelliklerinin
bulunduğunu belirtmiştir.
Ona göre bireyin yaşamındaki belli bir dönemde ortaya çıkan
başarılması gereken, başarıldığında daha sonraki dönemlerde
mutluluğa ve çevreye uyuma yol açan; başarılamadığında ise kişide
mutsuzluğa ve sorunlara yol açan, her dönemde yaşanması gereken
gelişim görevleri bulunur.
Gelişim görevlerini etkileyen dört temel faktör vardır bunlar:
Yaş, Olgunlaşma, Toplumsal Beklentiler ve Kişisel Hedeflerdir.
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ

Yaşam süreci içerisinde birey belli dönemlerinde


bir takım gelişim görevlerini yerine getirmek
zorundadır.

Gelişim görevleri başarıldığında bireyi mutlu


eden, ve bir sonraki dönemlerde başarıyı
kolaylaştıran , başarısız olunduğunda bireyi
mutsuz eden ve sonraki gelişim görevlerini
olumsuz etkileyen görevlerdir.
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ
BEBEKLİK DÖNEMİ (0-2 YAŞ)
Nefes almayı ve emmeyi öğrenme
Doğumdan sonra fiziksel çevredeki değişikliklere uyum sağlama
Dönemin sonlarına doğru dışkı kontrolünü gerçekleştirme
Dönemin sonlarına doğru yürümeyi öğrenme
Katı yiyecek yemeyi öğrenme
Belirli zamanlarda uyanık kalmayı ve uyumayı gösterme

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİ (2-6) YAŞ


El göz Koordinasyonu sağlama
Öz bakım becerilerini (giyinme, yemek yeme vb.) yerine getirebilme
Okuma yazmaya hazır duruma gelme
Cinsiyet farklılıklarını öğrenme
Toplumsal kurallara dair yanlış ve doğru davranışı ayırt etmeye ve
toplumsal rolleri öğrenmeye başlama
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ
SON ÇOCUKLUK DÖNEMİ (6-12) YAŞ

Zaman kavramını tanıma, okuma, yazma ve hesaplama ile ilgili üç


temel beceriyi geliştirme
Cinsiyetine uygun rolleri benimseme
Davranışlarının sorumluluğunu alabilme
Yaşıtlarıyla geçinmeyi ve kişiler arası ilişkilerini geliştirme
Yetişkinleri büyük ölçüde model alarak cinsiyetine uygun roller
geliştirme
Vicdan ve değerler sistemi geliştirme
Somut düşünmeyi öğrenme
Kişisel bağımsızlığı kazanma
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ
ERGENLİK DÖNEMİ GELİŞİM GÖREVLERİ(12-18) YAŞ

Yetişkin cinsiyetinin erkek yada kadın sosyal rolünü edinme


Aile içinde duygusal bağımsızlığını kazanma
Bedensel özelliklerini kabul edip etkili biçimde kullanma
Bir mesleğe doğru yönelme ve hazırlanma
Akran gruplarına girme
Evliliğe ve aile kurmaya hazırlanma
Kişisel değerlerine göre bir yaşam felsefesi kurma
Toplumsal görevleri yerine getirme ve toplumsal sorumluluklar almaya
istekli olma
Yaşıtlarıyla olgun ilişkiler kurabilme
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ
GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİ (18-25) YAŞ

Bir işe başlama


Eş seçme
Aile kurma girişimi
Yakın ilişkiler kurabileceği arkadaşlar ve sosyal gruplar bulma
Vatandaşlık sorumluluklarını üstlenme
Ev yönetimini ve çocuk sorumluluğunu üstlenebilme

ORTA YETİŞKİNLİK DÖNEMİ (30-60) YAŞ


*Toplumsal sorumluluğa erişme.
* Ekonomik standartlara ulaşma.
* Gençlere iyi yetişkinler olması için rehberlik etme
* Boş zamanları değerlendirme.
* Orta yaşın fizyolojik değişikliklerine ayak uydurma
GELİŞİM GÖREVLERİ MODELİ
İLERİ YETİŞKİNLİK(YAŞLILIK)DÖNEMİ (60-65/..) YAŞ

* Azalan fiziksel güce ve sağlığa uyum sağlama.


* Emekliliğe ve azalan gelire uyum sağlama.
* Eş kaybına uyum sağlama.
* Yaş grubu ile yakınlık kurma.
* Toplumsal ve vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getirme.
* Doyurucu fiziksel yaşantı düzeni oluşturma.
- Çelik, S.B., Şahin, F., Beyazova, U., Can, H. (2014). Sağlıklı çocuk izlem polikliniğinde
çocukların büyüme durumu ve etkili etmenler. Türk Ped Arş, 49, 104-110
- Yurdakök, M. (2017). Pediatri. Ankara: Güneş Tıp Kitabevi.
- Yalçın, S.S. (2012). Beş Yaş Altı Çocuklarda Büyümenin Değerlendirilmesi. Türkiye
Klinikleri Çocuk Beslenmesi Kılavuzu.
- Yeşilyaprak,Binnur(2017). Eğitim Psikolojisi. Pegem Akademi
- http://www.rehberlik.biz.tr
-Slavin, E.Robert. (2017)Kuram ve Uygulamalarla Eğitim Psikolojsi. Nobel Yayıncılık
(Galip Yüksel, 10. Baskıdan Çeviri)
Dil gelişimi; kelimelerin sayıların, sembollerin kazanılması
,saklanması, ve dilin kurallarına uygun olarak kullanılmasının
gelişimi olarak tanımlanır. Dil gelişimi, bilişsel ve fiziksel gelişime
paralel olarak ortaya çıkar. Fiziksel ve bilişsel gelişim dil gelişimine
zemin hazırlar. Dil gelişimi, olgunlaşma ve öğrenmeye bağlıdır.
Bilişsel gelişimde ilerleme kaydedildikçe dilin kullanılma kapasitesi
artacaktır.
Alıcı dil; çocuğun diğer bireylerin konuşma dilini
anlayabilme becerisidir. Mesela; 15 aylık bir çocuğa babası “gel”
dediğinde çocuk bunu anlayacak ve yapacaktır. Çocuk bir sözcüğü
öğrendiğinde bu sözcükle ilgili diğer sözcükleri de öğrenmeye
çalışır. Yani çocuğun öğrenmeye istekli olması ve sürekli sorular
sorması alıcı dilin gelişimini ifade eder.

İfade edici dil ise; çocuğun kendini anlatabilme becerisidir.


İfade edici dil, çocuğun kendisine yönetilen bir durumu anladıktan
sonra (alıcı dil) bu duruma uygun karşılık (cevap) verebilmesidir.
Mesela; 18 aylık bir çocuğa "Attaya gidelim" dendiğinde çocuk
bunu anlar ve fakat kendisi “Attaya gidelim” anlamını düzgün bir
cümleyle ifade edemez. Yani söyleneni kavrayabilecek (alıcı dil)
ancak cevabı üretmekte zorluk (ifade edici dil) çekecektir
1- Fonem (Ses) ve Morfem (sıra-kök-hece) : Fonem dilin en küçük birimidir.
Fonem, bir dildeki temel seslerdir. Mesela: a,t gibi.
Fonemlerin anlamlı bir şekilde birleşip oluşturduğu yapı (hece) ise Morfemi
oluşturur. Yani dildeki en küçük anlamlı birimdir. Örneğin: a+t fonemleri birleşip at
morfemini oluşturur.
2-Semantik (Anlam Bilimi): Kelimelere yüklenen anlamları
inceler. Eğer bir kişi kelimeleri anlamlarına uygun bir şekilde
kullanıyorsa semantik yapıya uygun davranıyor demektir.
3- Sentaks(Sözdizimi, Dilbilgisi): Eğer bir kişi kelimeleri cümle
içeresinde gramer yapısına göre doğru ve uygun bir şekilde
kullanıyorsa sentaks yapıya uygun davranıyor denir.
4- Pragmatik(kullanım Bilgisi): Farklı sosyal çevrelerde, farklı
dinleyicilerle iletişim kurabilmek için dilin günlük kullanımının
nasıl olduğunu yada nasıl olması gerektiği ile ilgili bilgiler ve
kurallardır.
1- Davranışçı Yaklaşım (Skinner): Birey dili sonradan
kazanır ve dili öğrenebilecek mekanizma ile dünyaya gelmez
(psikolinguistik kuramın anlayışına karşıdır). Dilim gelişimi tekrar
ve pekiştirme yoluyla olur. Çocuklar kendilerini istendik sonuca
götüren (pekiştirilen) sesleri tekrarlayarak dili kazanırlar. (Edimsel
Koşullanma yoluyla dil öğrenilir)
Bebekler tesadüfen günlük konuşma dilinde var olan
sözcüklere benzer sesler çıkardıklarında, ebeveynler çocuğun bu
davranışını gülümseme, sarılma yada çocukla konuşma şeklinde
karşılarlar (pekiştirme). Bu olumlu davranışlar çocuğu kelime
benzeri sesleri çıkarmaları konusunda cesaretlendirir. Bu sebeple
ebeveynlerin bu davranışları çocuk için ödül halini alır. Bu süreçte
pekiştirilen sesler öğrenilir, pekiştirilmeyen seslerin ise tekrar
edilme sıklığı azalır ve tekrar edilmedikleri için söner.

Mesela: acıkan bir çocuğun acıktığını belli etmek için ‘ba’


der ve çevresindekiler onu yedirirlerse, artık çocuk ne zaman
acıkırsa ‘ba’ diyecektir.
Bu kuran dilin sadece çevreden verilen pekiştireçlerle geliştiğini
söyleyerek dil kazanımında biyolojik yapının etkisini göz ardı etmesi nedeni ile dil
gelişimini tüm yönleri ile açıklamada yetersiz kalmıştır.
Bandura, dilin tekrar ve taklit yoluyla (model alma)
öğrenildiğini savunmaktadır. Sosyal öğrenme kuramına göre
çocuklar çevrelerindeki insanların konuşmalarını duyar ve sesleri
taklit eder. Anne babalar çocuklarına çeşitli nesneleri gösterip
onları adlandırır. Çocuklarda bu adları ebeveynlerin söylediği
şekilde tekrarlar. Bir başka deyişle onların söylediklerini taklit
ederler. Böylece dil anne babanın model olması, çocuğun taklit
etmesi, pekiştireçler ve düzeltici geribildirimlerle kazanılır.
Örneğin: Çocuğuna yemek yediren anne yiyecekleri süt,
ekmek ve peynir diye adlandırarak çocuğa tekrar ettirir. Çocuğun
doğru kelimeleri ödüllendirilir, yanlışlar ise doğru bir şekilde
tamamlatılarak tekrar ettirilir. Bu şekilde çocuk taklit yoluyla
öğrenmiş olur.
Kısaca şöyle denebilir; Çocuk sosyalleşme sürecinde yakın
çevresindekilerini ( başta anne babayı) model alır ve taklit eder.
Yani dil gelişiminin temeli model almadır. Bebek için anne babanın
model olması, çocuğun onları taklit etmesi, anne babanın
pekiştirmesi ve düzeltici geri bildirim vermesi ile dil öğrenilir.
Mesela Karadeniz Bölgesinde yaşayanların o bölgenin, ege
bölgesinde yaşayanların ise o bölgenin şivesi ile konuşması bireyin
dili öğrenirken çevrenin etkisine ispattır.

Sosyal öğrenme kuramı da çocukların dili nasıl


öğrendiklerini açıklamakla birlikte dil gelişiminin bütün yönlerini
açıklamamaktadır.
En çok kabul göre bu yaklaşım dil gelişimini biyolojik
temellere bağlar. Bu görüşün öncüleri, Chomsky ve Lenneberg gibi
dil bilimcilerdir. Bu bilim adamları dil gelişimini biyolojik ve
psikolojik temellere bağlayarak , çevrenin etkisini de göz ardı
etmemektedirler. Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik temellere
bağlayan kuramlara psikoliguistik kuram adı verilmektedir.
Chomsky bebeklerin dil edinimine olanak veren bir
donanımla dünyaya geldiklerini ve böylece doğuştan getirdikleri
dil edinimi yeteneğinin bebeklere konuşmaları dinleme, sesleri ve
ses örüntülerini taklit etme olanağı sağladığını ileri sürmektedir.

Doğuştan dili öğrenmek için getirilen özel bir mekanizma


çocuğun çevresinde konuşulan dili içselleştirmesini, kuralları
anlayarak içselleştirmesini ve daha sonrada uygun dilbilgisi
kuralları ile konuşabilmesini sağlar. Bu mekanizma sayesinde tüm
çocuklar aynı aşamalardan geçerek , biyolojik olarak belirli bir
olgunluk düzeyine geldikçe, tıpkı yürümeyi öğrenir gibi konuşmayı
öğrenmektedirler.
Chomsky ye göre dilin derin ve yüzeysel olmak üzere iki
çeşit yapısı vardır. Derin yapı; yazılı ve sözlü biçimdeki bir cümlenin
soyut anlamı ile ilgilidir ve konuşmanın söylemek istediği anlamı,
niyeti içerir. Yüzeysel yapı ise cümlenin gramer özellikleri ile ilgili
olup telaffuz edilen sözcükleri içerir. Çocuklar dil öğrenirken önce
soyut olarak seslerin anlamlarını kavrarlar, daha sonra onları
yüzeysel yapılar haline dönüştürürler.
Chomsky, dönüşümsel –üretimsel gramer düşüncesini ortaya
atmıştır. Ona göre dil öğrenmeye çalışılırken önce cümle yapısını
kavramaya çalışırız, sonra bu cümle yapısını çeşitli yapılara
dönüştürür ve yeni yeni cümleler üretiriz. Daha önce hiç
duymadığımız cümleler kurabilmemiz ve onları anlayabilmemiz bu
gramer yapı sayesinde gerçekleşir.
Bu sistemde, “Kemal Gül’ü seviyor” gibi etken çatılı bir
tümce edilgin çatılı biçimi (“Gül Kemal tarafından seviliyor”) ile ya
da “Kemal kimi seviyor?” ve “Gül’ü kim seviyor?” gibi soru
biçimleriyle ilişki-lendirilir. Yüzeysel olarak (yani sözdizim
düzeyinde) birbirinden çok farklı görünen bu gibi etken ve edilgin
çatılı tümcelerin “temel yapı” açısından birbirine çok benzer
olduklarını gösterilmeye çalışılır.
Piaget’e göre dilin gelişimi bilişsel gelişime bağlıdır. Dil
gelişimi daima bilişsel gelişimle paralel ilerler ve bilişsel gelişimin
önüne geçemez. Dil gelişimi ve sembolik oyun arasında güçlü bir
ilişki vardır. Piaget çocuk konuşmaları üzerinde yaptığı araştırmalar
sonucunda benmerkezci ve sosyalleşmiş konuşma olarak çocuk
konuşmalarını ikiye ayırmıştır. Dil gelişiminin olgunlaşması
sürecinde konuşma süreci benmerkezci konuşmadan başlar ve
sosyalleşmiş konuşmaya geçer. Ve benmerkezciliğin bu geçiş
sonrasında ortadan kalktığı görülür.
1. Otistik Konuşma (0-2 yaş)
Bebeklik döneminde gerçekleşen konuşmadır. Çocuğun kendi
kendine sesler çıkarmasıdır.
2. Benmerkezci Konuşma (3-6 yaş)
Çocuk bu dönemde çevreyle bir iletişim çabası göstermez ve
kendi hakkında konuşur. Karşısındaki kişinin onu dinleyip
dinlememesi, cevap vermemesi çocuk için önemli değildir. Monolog
tarzda bir konuşma görülür. Mesela çocuk okuldan gelince annesine
anne sor bakalım ben okulda ne yaptım anne soruyor cocuk
cevaplıyor, çocuk anne şimdi sor bakalım şu hikaye nasıldı anne
soruyor kız anlatıyor, kız anne ben şimdi şarkı söyleceğim sen beni
alkışlayacaksın şeklindeki konuşma. Piaget’e göre okul öncesi
dönemdeki çocukların yarısı bu bu şekilde davranmaktadır.
3.Sosyalleşmiş Konuşma (7 yaş ve sonrası)
Çocuk bu dönemde karşısındakilerden isteklerde bulunur,
bazen kızar, bazen soru sorar. Yani bir iletişim ve etkileşim
halindedir.
DİL GELİŞİMİNİN DÖNEMLERİ
(PSİKOLENGUİSTİKÇİLERE
GÖRE DİL GELİŞİMİ
1- AGULAMA SÜRECİ
AŞAMALARI)
-Ağlama Evresi(0-2 ay)
-Babıldama Evresi (3-5 ay)
-Çağıldama Heceleme Evresi(6-12 ay)
2-TEK SÖZCÜK EVRESİ(12-18ay)
3-TELGRAFİK KONUŞMA (18-24 ay)
4- İLK GRAMER EVRESİ (24-60 ay)
1- AGULAMA SÜRECİ
Doğumdan 12 aya kadar devam eden bebeğin sesleri
çıkarma sürecini kapsar. Bu evre üç aşamada oluşur:

a)Ağlama Evresi(0-2 ay):Bebekler ağlarken konuşmaya temel


olacak sesleri bilinçsiz olarak çıkarırlar. Tüm dünya çocuklarında
görülen ve bütün dillerde bulunan ve sesli harflerin kendiliğinden
üretildiği bir dönemdir.
Refleksif ve bilinçsiz tepkidir. Bebeğin ihtiyaçlarını belli
eder.
b) Babıldama Evresi (3-5 ay): Bebekler ünlü ve ünsüz harfleri
birlikte çıkarmaya çalışırlar. Bu sesler da, ma, ba gibi seslerdir. Bu
dönemde çıkartılan sesler evrenseldir, çocuğun ana diline özgü
sesler değildir.
c) Çağıldama-Heceleme Evresi (6-12 ay)
Bebekte konuşma organları olgunlaşmıştır. Bebek ilk heceleri
çıkarmaya başlar, bir yaşına doğru ilk kelimeleri söyler. Bu dönemin
sonuna doğru bebekler kendi ana dillerine benzer tonda sesler
çıkarırlar.
Konuşma açısından kritik dönem olarak görülmektedir. Bu evredeki
çocuk bir kelimeyi doğru olarak kullanmaya başlar. Çocukların ilk
kullandıkları kelimeler isimlerdir, zamanla çocuk “bak”, “gel”, ve “süt”
gibi kelimeleri de kullanmaya başlar.
Çocuk tek bir sözcükle birçok şeyi anlatmaya çalışır. Bu anlatım
biçimine morgem denir. Çocukların morgem anlatım biçimini
kullanmalarının nedeni, nesnelerin adlarını bilmemeleridir. Örneğin
çocuk “anne” derken, bu kelime “anne buraya gel” ya da “anne
acıktım” anlamına gelebilir. Yada çocuk kedi dediğinde ‘kedi Burada’
‘kedi gitti’ gibi anlamları kastedebilir. Yada çocuğun tüm motorlu
taşıtlara bum bum demesi vb.
Bu dönemde bulunan çocukların anladıkları kelime sayısı
kullandıkları kelime sayısından daha fazladır.
3-TELEGRAFİK KONUŞMA (18-24 ay)

İki farklı sözcüğün birleştirildiği, gramer yapısına uymayan


cümlelerin kurulduğu dönemdir. Cümlede özne yüklem ilişkisi
olmadan konuşma vardır. Devrik cümleler.

Örneğin bir çocuk ‘anne su’ demekle aslında «anne su ver «i


kastetmektedir.
Gitti anne o.
4- İLK GRAMER EVRESİ (24-60 ay)

Çocuk üç ya da daha fazla kelimeyi bir araya getirerek


cümleler kurar. Gramer kurallarına uygun cümleler kurmaya
başlarlar. Ancak çocuk konulması söz dizimi açısından hala yetişkin
konuşmasından farklıdır. Örneğin baba nerede, beni bakkala götür.
Çocuklar 3 yaşlarında büyüme hataları adı verilen kuralların yanlış
genellemelerini yapabilir. Bu durum aşırı kurallaştırma ve eksik
kurallaştırmadır.
Aşırı Kurallaştırma : Çocuğun bir anda öğrendiği kuralı, ilgili
ilgisiz bütün durumlara uygulamasıdır. Yani öğrendiği kuralı
genellememesi gereken durumlara da geneller. Örneğin: 3 yaşındaki
bir çocuğun bütün dört ayaklı hayvanlara köpek demesi, tüm meslek
isimlerinin sonuna cı-ci eki getirerek berbere, berberci demesi. Yada
anne çocuktan uçakta susmasını istemiştir. O sırada çocuğa herhangi bir
şey isteyip istemediğini soran hostese çocuğun cevap vermemesi. Sadeli
dondurma/dinci
Eksik Kurallaştırma: Çocuğun bir anda öğrendiği kuralı, sadece
öğrendiği alanda kullanmasıdır. Örneğin futbolcuyu öğrenen çocuk
basketbol oynaya basketbolcu yerine basketbol adam demesi yada bir
çocuğun yalnızca evdekilere günaydın deyip, kreşteki öğretmenine
günaydın dememesi.
1- Olgunlaşma: Çocuğun dili akıcı bir şekilde kullanabilmesi için
belirli bir olgunluk düzeyine gelmesi gerekir. İnsanların gırtlak
kasları gelişir ondan sonra konuşma başlar.
2-Cinsiyet: Bazı araştırmalar ilk dil gelişiminde konuşma miktarı,
konuşmada kullanılan kelime çeşidi, cümlelerin gramer yönünden
doğruluğu gibi konularda kızların erkeklerden ileride olduğunu
göstermiştir. Erkek çocuklar her zaman kızlara göre daha geride
kalırlar. Onların cümleleri daha kısa ve daha çok yanlışlı, sözcük
dağarcıkları ise daha kısırdır.
3- Aile İlişkileri: Aile bireyleri ile çocuk arasındaki ilişkiler dil
gelişimini oldukça etkiler. Bu konuda ailenin genişliği de önemlidir.
Ailede tek olan çocuk daha çabuk iyi ve düzgün konuşma olanağına
sahiptir. Çünkü tek çocuk ailenin ilgi merkezidir, bu yüzden çocukla
konuşmak için aile yeterince zaman ayırır.
4- İki Dillilik: iki ayrı dilin konuşulduğu ortamlarda yaşayan yada
iki ayrı dil öğrenmek zorunda kalan çocuklar başlangıçta tek dili
öğrene çocuğa göre daha yavaş bir gelişim gösterirler.
5- İkiz olma: ikizlerin birbirleri ile daha az kelime kullanarak
anlaştıkları görülmüştür. Aynı şeyleri anlatmak için daha çok kelime
kullanmaları gerekirken , kendi aralarında el-kol hareketleri,
jestler, tek kelimelerle kurulu cümleler, mırıldanmalar ve benzeri
eylemler normal konuşmalarda yer alan kelime ve cümlelerin yerini
kolayca alarak ikizlerin konuşmasını geciktirmektedir.
6- Sağlık: Şiddetli ve uzun süreli hastalıklar çocuğun konuşmasını,
bir yada iki yıl geciktirebilir. Hastalık nedeni ile başkaları ile
iletişimin kısıtlanması da konuşmanın gecikmesine neden olabilir.
Ayrıca böyle durumlarda çocuk konuşmaya daha az teşvik edilerek
her istediği hemen yapılır. Böylece bir süre sonra daha bir şey
söylemeden istediklerinin yapıldığını gören çocuk konuşma ihtiyacı
duymadığı için akranlarından geri kalabilir. Bununla birlikte dil
dudak ve çene yapısındaki yapısal problemlerde dil gelişimini
olumsuz etkiler.
7- Sosyokültürel ve Sosyoekonomik Etkenler :
Dört aylık bebekler ile yapılan bir çalışmada yüksek okul mezunu
annelerin lise mezunu annelere göre daha az tensel uyaran içeren
sözel iletişim kurduklarını ve yüksek okul mezunu annelerin
bebeklerinin, lise mezunu anne bebekleri ile karşılaştırıldığında dil
gelişimlerinin daha hızlı olduğu aktarılmıştır. Eğitim düzeyi düştükçe
fiziksel uyaran, eğitim düzeyi yükseldikçe sözel uyaranın arttığı
dikkati çekmiştir. Anne eğitim düzeyi arttıkça bebeğin gelişimsel
test puanlarının da yükseldiği belirtilmektedir. Annelerin
bulunduğu bir ortamda orta sosyal sınıfa ait bebeklerinin alt
düzeye göre yedi kat daha fazla ses çıkardıkları aktarılmıştır.
Sosyoekonomik durum yönünden farklı olan çocuklar toplam
konuştukları sözcük sayısı ve ortalama cümle uzunluğu açısından
karşılaştırıldıklarında 7-36 aylık yaşlarda geniş farklılıklar
göstermişlerdir. Bu çocukların toplam konuştukları sözcük sayısı ve
ortalama cümle uzunluğu ile ebeveyn eğitimi, mesleği olması ve
gelir düzeyi gibi sosyoekonomik değişkenler arasında anlamlı
ilişkiler bulunmuştur.
ÇOCUĞUN DİL GELİŞİMİNİ
DESTEKLEMEK İÇİN DİKKAT
EDİLECEK NOKTALAR
ŞUNLARDIR:
 Çocuğa yaşına ve ilgisine uygun kitap okunabilir.
 TV izlerken onunla konuşarak konuyu anlaması sağlanabilir.
 Beraber şarkı, şiir, tekerlemeler söylenebilir.
 Çocuğa hikâye ve masal anlatılabilir.
 Çocuktan yaşına uygun olarak hikâye ve masal anlatması istenebilir.
 Her fırsatta onunla sohbet edilmelidir (Yemek yerken bütün aile bireyleri bir araya geldiğinde
konuşma fırsatı yakalayabilir.).
 Sohbet ederken kelime haznesini geliştirecek şekilde konuşulabilir (Havanın durumu hakkında
konuşulabilir ve ona farklı hava koşullarından bahsedebilir; yağmurlu, bulutlu, güneşli, rüzgârlı, kar
yağışlı, soğuk, sıcak gibi...).Böylece sohbet konusuyla ilgili birçok kelimeyi öğrenmesini sağlanabilir
 Oyun oynarken ve resim yaparken onunla konuşmak, onun hem dil
gelişimi hem de zihinsel gelişimi için çok önemlidir. Ayrıca onunla
konuşurken de yaratıcılığının gelişmesi sağlanabilir.
 Onunla konuşurken cevap vermesi için fırsat ve yaterli süre verilebilir.
 Çocuğun cümlesini tamamlamasına izin verilmeli ve onun cümlesini
tamamlamaktan kaçınılmalıdır.
 Eğer ses kayıt cihazınız varsa çocuğun söylediği şarkı ya da anlattığı
hikâye kaydedilebilir.
 Alışverişe beraber gidilebilir ve orada onun ilgisini çeken şeyler
hakkında konuşulabilir.
 Çocukla konuşurken ses benzerlikleri hakkında bilgi verilebilir.
 Beraber fotoğraf albümlerine bakıp, fotoğraftaki kişiler, yer ve olanlar
hakkında konuşulabilir. Bu tip bir etkinlik onun dil gelişiminin yanı sıra
zihinsel (özellikle hafıza) gelişimine de yararlı olur.
 Yatağına yatmadan önce onunla gün hakkında konuşabilir, ardından ona
hikâye anlatılabilir.
ETKİNLİKLER
 0-6 ay arası
 Bebeğin konuşma çabasını destelemek için onunla bol bol konuşabilir ve onu
dinleyebilirsiniz.
 Çeşitli sesler çıkararak bebekle konuşabilirsiniz. Ardından bebeğin çıkardığı
sesleri taklit edebilir, bebeği yeni sesler çıkarması için destekleyebilirsiniz.
 Bebekle bulunduğunuz mekânda onun görebileceği veya ilgisini çeken
nesneleri tanıtarak onlar hakkında konuşabilirsiniz.
 Şarkı ya da ninni söylerken onun yüz mimiklerini taklit edebilirsiniz.
 "Ce" oyunları gibi oyunları oynayarak karşılıklı iletişimi geliştirebilirsiniz.
 İsmini söylediğinizde size bakmasını teşvik edebilirsiniz.
 İletişim çabasıyla çıkardığı bütün sesler için olumlu ifadeler kullanabilirsiniz
("Ne güzel gülüyorsun!" gibi).
 Bebeğe değişik mesafelerden teypten müzik dinletebilirsiniz. Odanın farklı
yerlerinden davul, zil, çıngırak, tahta ya da metal kaşık vb. kullanarak sesler
çıkararak bebeğin tepki vermesini sağlayabilirsiniz.
 6-12 ay arası

 Bebeğe birbirine vurduğu zaman ses çıkarabileceği materyaller,


buruşturduğu zaman ses çıkaran renkli kâğıtlar, naylon gibi malzemeler
vererek oynaması için teşvik edilebilirsiniz.

 Bebekle konuşurken bebeksi konuşmalar ve yanlış telaffuzlar yapmadan,


onunla doğal, basit, yavaş, anlaşılır ve kısa tümcelerle konuşabilirsiniz.

 Seslerin farkına vardıkça (örneğin telefon çaldığında) ne olduğunu


anlatabilirsiniz. Çıkardığı seslerin doğru telaffuzlarını tekrarlayabilirsiniz.

 Bebeğin sözcük ile nesne ilişkisini anlaması için kelimeleri uygun


zamanlarda söyleyebilirsiniz. Örneğin dedesini görünce “dede” derseniz
duyduğu veya gördüğü nesnelerin ilişkisini daha kolay anlayabilir.
 Bebekle konuşurken konuşmasını beden dilinizle ifade edebilirsiniz. Jest,
mimik ve hareketlerle çocuğun daha kolay anlamasını sağlayabilirsiniz. Bir
nesnenin ismini söylerken ona doğru bakabilir veya el ile işaret ederek nesneyi
gösterebilirsiniz.

 Ne söylediğinizi anlaması için ona zaman tanıyabilirsiniz.

 İsimleri, olayları, günlük etkinlikleri tanımlamak için aynı ifadeleri


kullanabilirsiniz. "Ayşe'nin banyosu", "uyku zamanı", “banyo zamanı”, “şimdi
yemek zamanı” gibi.

 Parmak oyunları oynayabilirsiniz.

 Kitaplarla tanıştırıp kitapta bulunan, basit ve günlük yaşantısında çok


karşılaştığı nesneleri isimlendirebilirsiniz.
12-18 ay arası

 Çocukla iletişiminizde basit ve kısa tümceler kullanabilirsiniz.

 Doğal bir formda, ancak yavaş, anlaşılır ve açık konuşabilirsiniz.

 Çocuğun sözcük kazanımı için tercihli sözcüklerle soru yönelterek model


olabilirsiniz. Örneğin elma ya da muz ister misin? gibi.

 Oynayabileceği bazı oyuncakları sağlayabilirsiniz. Örneğin oyuncak bir


telefon, konuşma taklitleri yapabileceği en iyi oyuncaktır.
18-24 ay arası

 Yaptığınız etkinlikleri ve ne olduğunu anlatarak tanımlayabilirsiniz.

 Birlikte bazı günlük etkinlikler yapabilir, böylece konuşacak çok şey oluşturabilirsiniz.

 Çocuğun oyun içinde gerçek nesnelerle oynamasını teşvik edebilirsiniz. Örneğin,


gerçek yiyeceklerin kullanıldığı bir çay partisi gibi.

 Resimli olay ya da nesne kartlarıyla grup oyunları oynayabilir, bulmacalar


çözebilirsiniz.

 Mümkün olduğunca sık sık kitap okuyabilirsiniz. İsim ve objeleri tekrar edebilirsiniz.
Resimli bez kitapları kendi kendine tutmasını, karıştırmasını sağlayabilir; tanıdık objeleri
gösterip, isimlerini söyleyebilirsiniz. Çocuktan tekrarlamasını isteyebilirsiniz.

 Geçmişten, günümüzden ve gelecekten söz edebilirsiniz (Bugün ne yaptınız? Yarın


dede gelecek gibi).
 Eğer çocuğun çıkarabildiği bir ses varsa (örneğin baa), bu sesle başlayan
ve çevresinde bulunan nesneleri öncelikle sözcük dağarcığına kazandırmayı
hedefleyebilirsiniz. Örneğin bardak gibi. Bu sözcüğü basit tümcelerde ve
duruma uygun ifadelerin içinde kullanabilirsiniz.

 Hedeflediğiniz ve çıkarabildiği sese ilişkin sözcük kartları


oluşturabilirsiniz. Bu kartlarla evin içinde çeşitli oyun ortamları
hazırlayabilirsiniz. Karttaki sözcüğü göstererek ismini söyleyebilirsiniz.
Sözcüğün nasıl söylendiğini duymasına yardımcı olabilirsiniz. Bazen ona da
sorarak isimlendirmesini isteyebilirsiniz. Her ne şekilde isimlendirme yaparsa
yapsın, doğru kabul edip, tekrar geri iletim sağlayabilirsiniz (Örneğin Evet bu
bir "bardak". Daha sonra /b/ sesiyle başlayan diğer karta geçebilirsiniz. Kendi
gelişim süreci içinde yalnızca onu desteklemeyi hedefleyebilirsiniz.).

 İyelik zamirini öğretebilirsiniz (“Bu benim arabam, bu senin araban”


gibi).
 2-3 yaş

 Çocuğa yer bildiren sözcükleri öğretebileceğiniz oyunlar oynayabilirsiniz.


Örneğin "topu kutunun 'içine' koymak" ya da "masanın 'üstünden' atmak" gibi.
 Çocuğa 10'a kadar saymasını öğretebilir ve sayma oyunları oynayabilirsiniz.
 Yazmayı taklit edebilmesi için boya kalemleri ve kâğıt temin edebilirsiniz.
 Diğer çocuklarla oyun oynayarak iletişim sağlayabilmesi için fırsatlar
yaratabilirsiniz.
 Daha uzun ve karmaşık hikâyeler okuyabilir, masallar anlatabilirsiniz.
 Kitap içinde bulunan eylemleri tanımlayarak onları kısa cümlelerle
anlatabilirsiniz. Anlattığınız cümlelerle ilgili her olaya ilişkin hemen soru
yöneltebilirsiniz. Her ne cevap verirse versin, tekrar sorunuzun yanıtını bir de
sizden duyması ona uygun konuşma modeli olmanız açısından etkilidir. Örneğin
"Evet, çocuk ayakkabısını giyiyormuş." gibi.
 Çocuğun konuşmasına fırsat tanıyarak konuşmalarını dikkatle
dinleyebilirsiniz. Çocuğun konuşmalarında o, bu, ben gibi zamirleri kullanıp
kullanmadığını izleyebilir; bunları kullanması için çocuğa sorular
yöneltebilirsiniz.
 Birlikte gittiğiniz kitapçıdan çocuğun, kitabı kendi başına seçmesine izin
verebilirsiniz.
 4-5 yaş

 Çocukla konuşurken tam ve düzgün cümleler kurabilirsiniz. Nesneler


üzerinde konuşurken “bu”, “o” yerine, nesnenin ismini söyleyebilirsiniz.
Örneğin “onu bana ver” yerine “Kalemi ver.” gibi.

 Çocuğun sorularını sabırla yanıtlayabilirsiniz. Kuru yaprakların üzerinde


yürürken, balık tutarken, evde otururken hep konuşabilir, sorularını
yanıtlayabilirsiniz. Çocuğa zenginleştirilmiş yakın çevre imkânı tiyatro,
sinema, müze, konser, maç gibi farklı etkinlikler sunabilirsiniz.

 Büyük- küçük, sert- yumuşak gibi zıtlıklar içeren oyunlar


oynayabilirsiniz.

 Konuşmalarınıza zamana ilişkin kavramlar katabilirsiniz (bugün, yarın,


daha sonra, gelecek hafta gibi).
 Çocuğa olaylara ilişkin hisleri ve duyguları hakkında konuşma fırsatı
tanıyabilirsiniz.

 Kendinize ait sözcük oyunları, tekerlemeler, hikâyeler yaratabilirsiniz.

 Sözcük bulma oyunları oynayabilirsiniz.

 Çocuğun sorularını bıkmadan cevap verebilir, olayları sebep-sonuç


ilişkisi içinde anlatarak çocuğun sözcük bilgisinin artmasına, merakının
tatmin olmasına hem de olayları birbirine bağlamasına yardım edebilirsiniz.

 Dil ötesi becerilere ilişkin oyunlar üretebilirsiniz ( örneğin bir sözcüğün


hangi sesle başladığının ya da bir sesle başlayan sözcüğün bulunması gibi
fonolojik farkında olmaya ilişkin etkinlikler).
6 yaş
 Çocuğa resimli kitaplar verebilirsiniz. Resimdeki konular hakkında neler
düşündüğünü açıklaması için cesaretlendirebilirsiniz.

 Çocuk giyinirken onunla giysilerin renkleri, nelerden yapıldığı üzerine sohbet


edebilirsiniz (ipek gömlek, yün çorap gibi). Aynı durum ev eşyaları ve diğer
nesneler için de uygulanabilir (tahta kaşık, cam bardak, mermer merdiven vb.).
Böylece çocuğun kelime hazinesinin gelişimine yardım edebilirsiniz.

 Çocuğa bol bol öyküler okuyabilirsiniz. Bunlarla ilgili sorular sorarak


çocuğun okunan parçayı anlatmasını sağlayabilirsiniz. Kelime hazinesini ve dil
becerisini geliştirebilirsiniz; bu kitapların çocukların gelişimleri doğrultusunda
seçilmesi önemlidir.

 Kâğıt torbaların üzerine bir yüz çizerek göz ve ağız yerlerine düğme veya
kumaş yapıştırarak köşelerini iple bağlayarak kulak yapabilirsiniz. Bunu çocuğun
eline geçirip bileğinden iple bağlayarak el kuklaları ile değişik rollere bürünerek
hikâyeler oluşturmalarına rehberlik yapabilirsiniz.
 Çocukla birlikte hazırlayacağınız kukla sahnesi, el ve parmak kuklaları
ile duygu, düşünce ve isteklerini yansıtabileceği bir oyun ortamı
hazırlayabilirsiniz. Duygu ve düşüncelerini ifade etmesine, kelime
dağarcığının artmasına rehberlik yapabilirsiniz.

 Günlük yaşantınız üzerine kurduğunuz öyküleri anlatırken öyküdeki bir


çocuğun adının yerine sınıftaki bir çocuğun adını kullanmanız yerinde olur.
Neşeli ve komik olayları anlatan öyküler çocukları mutlu eder. Bazen de
çocukların da benzer öyküler anlatmasını isteyebilirsiniz. Böylece çocukların
duygu, düşünce, olayları anlama ve ifade etme yeteneğinin gelişimine
yardımcı olabilirsiniz. Yeni sözcükler, anlamlı, uzun ve akıcı cümleler, iki
ayrı fikri bir cümlede birleştirerek ifade etme becerisini geliştirir.
 Çocuğun beraber yaşadığınız ve onun yaşadığı günlük olayları bir
spikermiş gibi size haber olarak anlatmasını isteyebilirsiniz. Bunun için bir
masanın üstüne iki tarafı açık bırakılmış bir koliyi TV gibi yerleştirebilirsiniz.
Kolinin eni kalın olmamalı ve arkasından görünen duvar ışık almamalı ve
koyu bir fon oluşturmasına dikkat edilmelidir. Çocuk bu kolinin içine koltuk
altlarına kadar portresi gözükecek biçimde girerek anlatmak istediklerini TV
spikeri gibi anlatması sağlanmalıdır. Türkçeyi dil bilgisi kurallarına uygun
kullanmasına, kurduğu cümlelerde ögeleri doğru yerleştirmesine, Türkçedeki
ekleri, takıları yerli yerinde kullanmasına rehberlik edilebilir.

 Ninniler, şarkılar ve şiirler ilgi çekicidir. Çocuğa şiirler ve şarkılar


söylenebilir. Daha sonra sevdikleri şiirlerin ve şarkıların üzerine eklemeler
yapılabilir. Bunları söylerken çocuklardan ardından gelen tanıdık sözcükleri
tahmin etmeleri istenebilir. Bu türden kitaplar alarak çocuklarla son sözcüğü
tahmin etme oyunları oynayabilirsiniz..
Kişilik: Bireyi başkalarından ayıran doğuştan getirilen
(mizaç) ve sonradan kazanılan (karakter) özellikler bütünüdür.
Huy(mizaç): Kişinin biyolojik ve fizyolojik yönüdür. Kişiliğin
bu yönü doğuştan getirilir ve değiştirilemez. Sinirlilik, neşelilik, içe
dönüklük, soğukkanlılık, utangaçlık.
Karakter: Bireyin toplumun sosyal değerlerine uygun
davranış gösterme özelliğidir. Yani kişiliğin ahlaki/toplumsal
yönüdür. Yaşantıyla çevreden kazanılır ve eğitimle şekillenir.
Dürüstlük sevecenlik, yalancılık, sorumluluk vb.
Freud kişiliğin belirlenmesinde ilk çocukluk yıllarındaki
önemli ve belirleyici olduğunu, çocuk yetiştirmede anne baba
tutumlarının da çok önemli olduğunu belirtmiştir.
ona göre normal gelişimin sağlanabilmesi için gelişimin her
döneminde bireyin temel ihtiyaçlarının doyurulması gerekmektedir.
Eğer bu temel ihtiyaçlar düzgün bir şekilde karşılanmazsa kişilik
gelişimi engellenir.
Freud kişilik gelişiminde cinselliği ve bilinçaltı süreçleri
temel almıştır. Freud insanı doğuştan yıkıcı bir varlık olarak kabul
eder.
Freud kişiliği açıklamada topografik ve yapısal kişilik kuramını, kişilik
gelişimini açıklamada ise psikoseksüel kişilik kuramını kullanmıştır.
1-Bilinç : Bireyin o an farkında olduğu duyum ve yaşantılarının
bulunduğu bölgeye bilinç denir. Bireyin çevresinden gelen sen ya da
kendisinden gelen uyaranların farkında olduğu, tanıdığı algıladığı
yaşantılar bilinç düzeyindedir.
2-Bilinç öncesi: Şuanda farkında olunmayan ancak biraz
düşünüldüğünde veya yeterli bir çaba ile hatırlanarak bilinç
düzeyine getirilen, zihinsel olayları ve yaşantıları içeren düzeydir.
Çok eski yıllarda tanıştığın birinin ismini daha sonra hatırlaman.
3-Biliç Dışı (bilinç altı): bireyin farkında olmadığı ancak
davranışlarımızı büyük ölçüde etkileyen bastırılmış istekleri,
düşünceleri, duyguları ve yaşantıları içeren bilincin düzeyidir.
Saplantılar, korkular, arzular, istekler.
Kişinin kendi özel çabası ile bilince çağrılmayan bilinçlenmesi
yasaklanmış yaşantıları kapsar. Bunlar ancak özel yöntemler ile açığa
çıkartılabilir.
Freud’a göre bilinç dışında bulunan istekler ve anılar zaman
ve yer tanımaksızın eski güçlerini ve enerjilerini sürdürmekte ve
çeşitli biçimlerde davranışlar üzerinde etkili olmaktadır.
Freud kişiliğin büyük bir kısmının bilinç dışında olduğunu
belirtir. Freud psikanaliz yöntemi ile kişinin bilinçdışındaki sorunları
bilinç alanına çıkararak çözümleme yapar.
Freud ‘un topografik kişilik kuramı kendisinin 1923 te yapısal kişilik
kuramını geliştirmesi ile kişiliği açıklamada önemini kaybetmiştir.
1-İd: (alt benlik) : kişiliğin ilken ve temel sistemidir. İnsanda bulunan
iki iç güdü (libido ve saldırganlık) id den kaynaklanır.
İd haz ilkesine göre hareket eder. İd hiç geciktirilmeden tüm
isteklerin anında yerine getirilmesini bekler, ertelemeyi kabul
etmez.
2-Ego(benlik): Ego kişiliğin yürütme organıdır. İdin istekleir ile dış dünyanın (ve
süperego) eşleştirilmesi, bütünleştirilmesi ile uğraşır.
Ego idin isteklerini gerektiğinde ertelmeye hoş yaşantıları seçmeye, hoş
olmayanlardan uzak durmaya çalışır. Ego akılcı, mantıklı bir kişilik bölümüdür ve bir
anlamda kişiliğin karar organıdır.
3-Süperego (üst benlik): Kişiliğin sosyal ahlaksal (vicdan) yönüdür.
Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlakı amaçlara yöneltmekte ikna
etme çalışır. Kusursuz olmaya çabalar.
Her zaman kafasına estiği gibi davranan ve toplumsal
kuralları hiçe sayan kişilerde id baskındır, sürekli olarak ahlaki
kuralları ve başkalarının ne diyeceğini dikkate alan ve kurallara sıkı
sıkıya bağlı olan kişide süperego baskındır. Sürekli olarak akılcı
davranmaya çalışan kişide ego baskındır.
Ego’nun id ve süper ego arasındaki dengeyi kuramadığı veya
kurmakta zorlandığı durumlarda bireyin bir gerilim yaşayacağını
söyleyen Freud bu gerilim durumunu çatışma kavramı ile açıklar.
Çatışma: Bir kişinin kendisi için aynı önem derecine sahip iki
farklı istek ,duygu, düşünce veya ihtimal karşısında kalması sonucu
bunlardan hangisini seçeceğine karar verememesi durumudur.
1-Yaklaşma – Yaklaşma Çatışması: İstenen iki durumdan birini seçmek
zorunda kalma halimizdir. Mesela; bir kişinin, beğendiği 2 parfümden birini
seçmek zorunda kalması

2-Kaçınma – Kaçınma Çatışması: İstenmeyen iki durumdan birini seçmek


zorunda kalma halimizdir. Mesela; bir kişinin hem hasta olup hem de iğne
vurulmaktan korkması.

3-Yaklaşma – Kaçınma Çatışması: Aynı durumun bir istenen bir de


istenmeyen özelliğe sahip olması nedeniyle o durumu tercih yapmak zorunda
kalması halidir. Mesela; bireyin yüzmek istemesi fakat hasta olmaktan
korkması nedeniyle kararsızlık yaşaması. Sigara
 Engelleme ve çatışmanın oluşturduğu hayal kırıklığı, gerginlik ve
kaygının etkisinden kurtulmak isteyen bireyin benliğini korumaya
yönelik gösterdiği tepkilere savunma mekanizması denir.
 Sorunlarla baş edemeyen ego bilinç dışı yönü sayesinde bu yola
başvurmaktadır.
 Savunma mekanizmaları problemlere geçici çözüm getirir. Kesin çözüm
getirmez. Daha çok bireydeki kaygıyı azaltmak için kişinin problemleri
algılama biçimini değiştirmesini sağlar.
1-Bastırma
2- Mantığa bürüme ( Bahane Bulma)
3-Karşıt Tepki Geliştirme
4- Çarpıtma
5-Yansıtma(başkasını suçlama)
6-Gerileme
7-Özdeşim Kurma
8-Hayal Kurma
9- Yön (Yer) Değiştirme
10-Polyannacılık
11-Saplanma
12- Yüceltme
13-Yadsıma (İnkar etme, Reddetme)
14- Ödünleme (telafi)
15-Bedenselleştirme
16-Entellektüelleştirme
Freud kişilik gelişiminde kalıtımsal faktörlerin etkili olduğunu savunur ayrıca kişilik
gelişiminde cinselliği ve bilinç altı süreçleri temel almıştır.
Freud kişilik gelişimini çeşitli dönemlerle açıklamıştır. Her dönem belirli bir
kritik gelişimi kapsamaktadır. Bu dönemdeki ihtiyaçlar yeterince karşılanmadığı
yada aşırı karşılandığı takdirde o dönemde aşırı bağımlılık oluşmakta, sonraki
aşamada oluşacak kişilik gelişimin engellemektedir.
1) Oral Dönem (0-1 yaş)
Psikoseksüel gelişim evreleri, kişilik gelişiminin ilk evresinde, libidonun
merkezi bebeğin ağzıdır. Bu dönemde bebek, farklı şeyleri ağzına koyarak
libidosunu tatmin eder. Yani, bebek ağız ve çevresine odaklıdır ve emme,
ısırma ve yalama gibi hareketler bebeğin haz kaynağıdır.
Freud, bu dönemdeki oral uyarımın, ileriki yaşlarda oral takıntıya
dönüşebileceğini belirtmiştir. Tırnak yeme, parmak emme gibi davranışlar
bu takıntılara örnek verilebilir ve bu durumlar genellikle kişiler stresliyken
ortaya çıkmaktadır.
2) Anal Dönem(1-3 yaş)
Libidonun odak noktası bu dönemde anüstür. Çocuk,
dışkılamaktan büyük haz duyar ve kendinin bir birey olduğunun,
kendi istekleriyle dışarıdan gelen istekleri çatıştırabileceğinin
farkına varır yani egosu gelişmeye başlar.
Bu dönemde yetişkinler, çocuklara tuvalet eğitimi verirken
tuvaletini ne zaman ve nerede yapacağıyla ilgili bazı kısıtlamalar
dayatırlar. Bu aşamada çocuk, konulan otorite ve kısıtlamalara karşı
çatışmalar yaşayabilir ve yaşadığı çatışmalar, ileride otoriteyle
ilişkisinibelirleyebilir.
Erken veya sert tuvalet eğitimi, çocuğu kirlilikten nefret eden, cimri,
inatçı, aşırı düzenli, dakik gibi anal tutucu kişiliğe itebilir. Bu
özelliklerin hepsi, çocuğun dışkısını tutması ve annesinin tuvaletini
yapması için ısrar etmeye başlamasıyla ilgilidir.
3) Fallik Dönem(3-6 yaş)
Her iki cinsiyette de genital bölgeye ilgi başlar ve bu
dönemde mastürbasyon yeni haz kaynağıdır. Çocuk, cinsiyetler arası
anatomik farklılıkların farkında olmaya başlar. Bu farklılıklar
çocuklarda kızgınlık, kıskançlık, korku, erotik cazibe ve rekabet gibi
bazı çatışmalara neden olur ve Freud bu çatışmaları Oedipus
Kompleksi (erkeklerde) ve Electra Kompleksi (kızlarda) olarak
adlandırmıştır. Bu çatışma ise çocuğun aynı cinsiyette olan
ebeveynini benimseyerek kişiliğinin gelişmesi süreciyle çözülebilir.
Oedipus Kompleksi
Freud’un en tartışmalı idealarından biridir. Adını Yunan
mitolojisindeki babasını öldürüp annesiyle evlenen Oedipus’tan
almıştır. Bu kompleksteki çatışma erkek çocuğun annesine
karşı ilgisinin artmasıyla olur. Çocuk, annesine tamamen
hakim olmak, annesinin tüm ilgisini almak ve bunu
yapabilmek için babasından kurtulmak ister. Mantıksız bir
şekilde çocuk, babası tarafından bütün bu düşüncelerin
öğrenilmesi sonucu babasının, en sevdiği şeyi ondan alacağını
düşünür. Fallik dönem boyunca erkek çocukları cinsel
organlarını çok sever ve düşüncelerinden dolayı babası
tarafından hadım edilmeden korkar.
Küçük çocuk bu problemi, taklit etme ve babasının
tavırlarına benzer erkeksi tavırlarda bulunmayla çözmeye
çalışır. Bu sürece ise çocuğun kimliğini kazanma süreci denilir
ve bu süreçte çocuk Oedipus kompleksini çözer. Çocuk içsel
olarak diğer kişinin davranışlarını, değerlerini ve tavırlarını
benimser. Bunun sonucunda ise erkek cinsiyet rolünü alır, ideal
egoyu benimser ve süper egodan gelen değerleri de alır.
 Electra Kompleksi
 Kız çocuğunun babasına olan ilgisi artar ve babasına olan
aşkı ve hayranlığı, annesini kıskanmasına neden olur ve
annesini rakip olarak görür. Aynı zamanda bu dönemde kız
çocuğu, erkek olma isteği duyar ve bu da onda gerilim
yaratır. Fakat bunların sonucunda kız, bu duygularını bastırır
ve annesinin kadın cinsiyet rolünü benimser.
4) Gizil Dönem(5-6 yaştan ergenliğe kadar 11/12)
Libido bu dönemde durağandır. Freud, bu dönemde çocuğun
cinsel isteklerinin ve merakının azaldığını, bunun yerine yeni şeyler
öğrenme, yeni beceriler kazanma, sosyal ve entelektüel açıdan
kendini geliştirmeye başladığını söyler. Libido enerjisi de cinselliğini
kaybetmiş ve aileden alınıp öğretmen, aynı cinsten arkadaş gibi
insanlara aktarılmıştır. Bu dönemde çocuğun başlıca korkuları
başarısızlık ve arkadaşları tarafından reddedilme gibi tehlikelerdir.
Ayrıca çocuk, bu dönemde anne ile kadın, baba ile erkek, kız kardeş
ve kız gibi kavramların hangisinin özel hangisinin evrensel olduğunu
kavramaya başlar. Bunlarla birlikte, çocuğun oyuna olan ilgisi artar
ve gelişimi hızlanır, çocuğun başarısı, özsaygısı ile özgüveni de
gelişir.
5) Genital Dönem(Ergenlikten yetişkinliğe kadar 11/12-
18 )
Freud’un psikoseksüel gelişim aşamalarından sonuncusudur.
Bu dönemde ergen annesinden kopar ve bireyselleşmeye başlar.
Ergen, bedenini ve cinselliğini öğrenir. Karşı cinse ilgi yoğunlaşır ve
bunun yanında toplumsallaşma, sosyal etkinliklere katılma, meslek
seçimi ve yuva kurma isteği belirir. Kişi artık çocukluktan yetişkinliğe
adım atmıştır. Bu dönemde ergenler kimlik bunalımı yaşayabilir
fakat bu geçici ve doğal bir süreçtir. Bu çatışmayı başarılı bir şekilde
çözümleyemeyen bireyin kişiliğinin üzerinde kalıcı ve ciddi nitelikte
izler kalabilir ve kendi kimliğini saptayamamanın umutsuzluğuyla
kişi, bir grubun kimliğini özümseyerek kimlik boşluğundan
kurtulmaya çalışabilir. Diğer yandan, bu dönemin başarıyla
atlatılması sonucu birey, yaratıcı, üretken, anlamlı sevgi ilişkileri
kurabilen, kendi yeteneklerinin farkında olan ve tutarlı bir kişiliğe
sahip olur.
ERİK ERİKSON’UN PSİKOSOSYAL GELİŞİM
KURAMI
 Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0 – 1,5 Yaş)
 Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1,5 – 3 Yaş)
 Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3 – 6 Yaş)
 Başarıya Karşı Aşağılık (Yetersizlik) (6-12 Yaş)
 Kimlik Kazanımına Karşı Rol Kargaşası (12-18 Yaş)
 Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık veya Uzaklık (18 – 30 Yaş)
 Üretkenliği Karşı Durgunluk (30 – 60 Yaş)
 Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (60 Yaş – Ölüm)
1-TEMEL GÜVENE KARŞI GÜVENSİZLİK
(0 – 1,5 YAŞ)

 Anne bebeğini sevip, korur, onu beslerse bebek kendini güvende hissedecektir. Bu
sayede temel güven duygusu oluşacaktır. Ancak tam tersi bir durum olursa
güvensizlik duygusu oluşacaktır.

 Yani güven duygusu, özellikle annelerin bebeklerin beklenti ve gereksinimlerini


düzenli olarak gidermeleri halinde oluşur. Çocuk hem kendine hem çevresine
güven duyacaktır. Çocuk bu güven duygusunu daha sonradan tüm yaşamına
genelleyecektir. Güven duygusu yaşamın ilk bir yıllık süreci için kritik dönemdir.
Bowlby e göre özellikle 0-1 yaş döneminde bebekler yakın çevresindekiler
bağlanma eğiliminde olmaktadırlar. Bu bağlanma ile de bebek kendini güvende
hissedecektir.
a) Güvenli Bağlanma : ihtiyaçları tutarlı, düzenli, zamanında
karşılanan bebeklerin bağlandiği modeldir. Bebeğin bağlandığı
bireye güvenin esas olduğu, sağlıklı duygusal bağlanmadır.
Güvenli bağlanan bebek anneden bir süreliğine ayrı kalma
konusunda hiçbir sıkıntı çıkartmaz. Onun tekrar geri döneceğini bildiği
için duyduğu gerilim normal seviyede olur. Bu tür bağlanan bebekler
yabancılara daha rahat iletişim kurabilir.
Kreşin kapısında annesinden onu öperek ayrılan ve kreşte
arkadaşlarına ve öğretmenlerine hemen uyum sağlayan bir çocuğun
davranışı güvenli bağlanmadır.
b) Güvensiz- Kaçınan Bağlanma: bebekle yeteri kadar
ilgilenilmemesi, bebeğin ihtiyaçlarının yeteri kadar karşılanmaması
veya düzensiz karşılanması sonucu bu bağlanma modeli oluşur.
Bebek iletişimin gerekliliğine inanmaz. Annesi onu terk ettiğinde bir
sorun yaşamaz, tepkide göstermez. Kendi kendine yetebilmeye aşırı
önem verir.
c)Güvensiz- Çelişkili Bağlanma: Annenin bebeği sık sık yalnız
bırakması yüzünden, bebek her an yalnız kalacağı endişesi taşır. Bu
nedenle bebek ayrılık durumuna direnç gösterir ve ayrılmak
istemez. Bağlandığı kişiler ortamdan ayrılırken aşırı üzüntü ve öfke
duyar, döndüğünde ise ya ona sımsıkı sarılır yada onu iterek
döverek, huzursuzluk çıkararak tepkilerini gösterir.
d) Örgütlenmemiş Bağlanma: bebekler ayrılık durumunda bazen
belirli bir davranış kalıbı göstermezler. Bazen yabancı durumlarda
kaçınan ve çelişkili bağlanma türlerinin bir karışımı olan bağlanma
gösterir.
2-ÖZERKLİĞE KARŞI KUŞKU VE UTANÇ
(1,5 – 3 YAŞ)
 Bu dönem oyun dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Çocuğun
yürümeye ve konuşmaya başlaması ile annesine olan bağımlılığında
azalma olur. Çocuk özerk bir şekilde davranıp bağımsız eylemlerden
zevk almaya başlar.

 Çocuğa kendi eylemlerini kontrol etme imkânı verilmesi ve bu tür


eylemlerinden dolayı çocuğun ağır şekilde cezalandırılmaması
çocuktaki özerklik duygusunun gelişmesini sağlayacaktır. Anne-baba,
çocuğun bu eylemlerinde destekleyici ve yönlendirici olmalıdır. Kendi
kendine yemek yeme, eşyalarını toplama, giyinme ve soyunma, giysisini
seçme gibi davranışlarda çocuk teşvik edilmelidir. Böylece çocukta
bağımsızlık duygusunun temelleri atılır. Anne-babanın aşırı kontrolcü
olması, çocuğun kendi kapasitesi hakkında kuşkuya düşmesine ve utanç
duymasına neden olacaktır.
Anne babanın aşırı kısıtlayıcı, koruyucu, cezalandırıcı olması
çocuğun kendi kapasitesi hakkında kuşkuya düşmesine ve utanç
duymasına neden olacaktır. Ayrıca çocukta çekingen olma, kendi
başına karar alamama , saldırganlık gibi davranışlar görülecektir.
İleriki yaşlarda görülen bağımlı(ipotekli) kimlik , inatçılık, cimrilik,
düzenlilik – düzensizlik bu dönemde geçirilen yaşantıların
sonucudur.
3-GİRİŞİMCİLİĞE KARŞIolanlara
 Bu dönemde çocuk çevresindeki SUÇLULUK
daha duyarlı (3
hale– 6 YAŞ)
gelmiştir.
Çocuk çevresindeki olayları anlayabilmek için sık sık sorular sorar.
Çocuk enerjisini çeşitli etkinliklerle ortaya koymak ister. Fakat ciddi
düzeyde artan girişkenlikle birlikte, problemli davranışlarda da aynı
oranda ciddi bir artış görülür. Çünkü bu dönemde çocuğun kas-zihin
koordinasyonu ve ahlaki sistemi yeterince sağlanamamış ve
gelişmemiştir. Bu nedenle çocuğun var olan enerjisinin olumlu
hedeflere yöneltilmesi önemlidir.
 Çocuğun sorduğu sorular yüzünden azarlamak, cezalandırmak ve
araştırma çabalarının önüne geçmek çocuktaki girişimcilik
duygusunu köreltecek ve kendini suçlu hissetmesine neden olacaktır.
Erikson bu dönemde cinsiyetin keşfedildiğini, merek uygusunun yoğun
olduğunu söyler. Merak duygusunun ve cinsiyetin keşfinin doğal bir
sonucu olarak çocuk cinsellikle ilgili sorular soracaktır. Eğer anne baba
çocuğun bu türden sorularını uygun bir şekilde cevaplarsa çocuğun
girişimciliği desteklenmiş olur. Eğer ayıp ayıp, bunlarla ilgilenme gibi
engelleyici bir tavır takınılırsa çocuk bu konuları merak etmenin suç
olduğu hissine kapılır.
Ayrıca aşırı giriçimcilik merhametsizliğe sebep olur.
4- BAŞARIYA KARŞI AŞAĞILIK
(YETERSİZLİK)
 Bu dönemde çocuk oyun(6-12 YAŞ)
oynamak yerine, bir şeyler üretmek,
yaptığı işlerde başarılı olmak isteyecektir. Yaptığı işlerde beğeni
toplamak, arkadaşları ve yetişkinler tarafından takdir edilmek
isteyecektir. Yaptığı işlerde başarılı oldukça kendisine güven
duyacak, kendisine olan güveni arttıkça da çalışma ve başarılı olma
güdüleri artacaktır. Aksi halde aşağılık ve yetersizlik duygularına
kapılacaktır.
 Bu dönemde çocuğu evde veya okulda başkalarıyla kıyaslamak
(çalışkan veya tembel), çocuklardan yetenekleri üzerinde başarı
talep etmek olumsuz benlik gelişimine sebep olur. Bu nedenle
sonuca değil, çocuğun yaptığı çabaya vurgu yapmak ve çocuğa
yetenekleri ölçüsünde sorumluluklar vererek cesaretlendirmek
gerekmektedir.
5-KİMLİK KAZANIMINA KARŞI ROL
KARGAŞASI (12-18 YAŞ)

 “Ben kimim” sorusunun sorulduğu ve kimlik arayışının yoğunlaştığı dönemdir. Birey


kendi ilgi ve yetenekleriyle ilgili uyumlu bir kimlik duygusu geliştirmişse, gelecek
yaşamıyla ilgili kararlarını başarılı şekilde vermeye başlamış, kendine özgü bir
değerler sistemi oluşturarak kişisel ve mesleki planlar oluşturabilmiş demektir.
Kimlik krizi ise, bireyin bu türden kararlar alamamış ve gelecekle ilgili herhangi
bir plan yapmamış olmasını betimler.
 Ergen birey, kimlik kazanma sürecinde sık sık çevresinde güvendiği
kişiyi kendisine model alır. Ergenin sağlıklı bir şekilde kimliğini
kazanmasında, çevresinde uygun özdeşimler kurabileceği (model
alabileceği) yetişkinlerin bulunması önem taşır. Ayrıca ergen birey,
kendini toplumda kabul ettirmek amacıyla akran arkadaş gruplarına
yönelir. En yoğun ilişki kurduğu kişiler akran gruplarıdır. Bu nedenle
akran grupları içinde sevilen ve yetişkinler tarafından onaylanan
ergenler, kimlik gelişiminde başarılı olurlar. Aksi halde birey,
kimlik/rol kargaşası yaşar.
 Erikson’un psikososyal gelişim kuramı ile ilgili araştırmalar yapan Marcia, bireyin
ergenlik döneminde dört kimlik statüsünün olduğunu söyler.
1. Başarılı Kimlik Statüsü
Marcia’ya göre bu statüyü elde eden birey; kimlik bunalımını (kriz)
başarıyla tamamlamış, geleceğe yönelik planlar yapmış, kendine has
değer sistemi ve fikirler oluşturmuş, yaşam felsefesi geliştirmiş, ulaşmak
istediği mesleği belirlemiş ve bir karara varıp kararlarına bağlanmış kişidir.
Bu kimliği sahip bireylerin sorunlarını çözüme kavuşturduğunu söylemek
mümkündür.
Marcia’ya göre başarılı kimlik statüsüne sahip olan kişiler, bir kriz
(bunalım) yaşamış, ardından mesleki ve ideolojik (değer yargıları vs)
arayışlarını neticelendirip, olmak istediğine karar kılmış kişilerdir. Bu kişiler
ergenlikten önceki dönemlerdeki gelişim krizlerini de aştıklarından dolayı
temel güven duygusuna sahip, kendi kendine karar alabilecek biçimde
özerk, girişimci ve başarılı olma ihtiyacını doyurmuşlardır. Herhangi bir
kararsızlık durumunda etkin karar alarak tercih yaparlar. Verdikleri kararın
doğru olduğuna kabul eder ve kararlarından memnun kalırlar. Diğer
insanların kendisini kabul ettiğine inanırlar.
 Örneğin; meslek seçiminde gerekli araştırmayı yaptıktan sonra öğretmen
olmaya karar vermesi; Evlenme çağına eriştiğini düşünüp evleneceği
kişiyi belirlemesi.
2. Bağımlı (İpotekli-Erken Bağlanmış-Engellenmiş) Kimlik
Statüsü
Bu statüdeki bireyler, hiçbir araştırma yapmadan (veya çok
az yaparak) yakın çevresindekilerin(otoriter kişiler-anne-baba-
öğretmen vs) önerdiği değerlere ve sözlerine sıkı sıkıya bağlanırlar.
Bu bireyler, kimlik kazanma krizini yaşamış ve bir karara varmış
görünmekle birlikte, aslında vardıkları karar kendilerinin değil
ebeveynlerine aittir. Başka bir ifade ile bireylerin kimliklerine
aileleri ipotek koymuştur. Yani hiç sorgulamadan veya sorgulama
cesareti göstermeden anne-babanın ya da diğer yetişkinlerin kendisi
için belirlediği kimliği kabul ederler. Bu yüzden birey kimlik
arayışına girmez ve kendisine önerilen durumu-durumları herhangi
bir değerlendirmeye tabi tutmadan benimser.
Örneğin; Birey, sevmediği halde annesinin istediği kızla
evlenmesi, istemediği halde içinde bulunduğu sosyal çevrenin
baskısıyla bir siyasi partiyi desteklemesi, babasının tuttuğu futbol
takımını tutması, annesinin istediğini mesleği yapması gibi.
3. Moratoryum (Gecikmiş-Askıya Alınmış-Beklemeli) Kimlik
Statüsü
Moratoryum kimlik, kimlik bunalımı yaşayan ve çözüm yolu
bulamayan bireylerin içine düştüğü geçici boşluk durumudur.
Moratoryum, ekonomide kullanılan bir kavramdır ve
borçların ertelenmesi’ anlamını taşır. Bu

bağlamda moratoryum kimlik de aynı şekilde bireyin kimlik
arama çabalarının ertelenmesidir, (meslek seçimini ertelemesi gibi)
Bu kimliğe sahip bireylerde bir süreliğine ‘böyle gelmiş böyle gider anlayışı
hâkimdir.’ ailelerinin ve sosyal çevrelerinin tercihleri ile kendi tercihleri arasında
kalmışlardır. Bu kararsızlık nedeniyle hiçbir karar almamayı ve hiçbir şey yapmamayı
tercih edebilirler, başıboş dolaşırlar. Ayrıca aşırı bir sosyal baskı ve yalıtılmış
hissederler. Bu durumda bireyler bu olumsuz atmosferden kurtulmak için farklı çözümler
üretmeye çalışırlar. Örneğin, erkeklerin askere gitmeyi veya eğitimlerini yarıda bırakıp
işe girmeyi düşünmeleri böylesi bir çabanın neticesidir.
4. Dağınık (Kargaşalı) Kimlik
Dağınık kimlik bireyin, kimlik bunalımı (krizi) yaşamadığı, herhangi
bir kimlik statüsüne bağlanmadığı durumu belirtir. Başka bir ifade ile
bunalımın(krizin) önemsenmediği, bağlılığın olmadığı, ‘bazen öyle bazen
böyle’ şeklinde davranıldığı kimlik durumudur. Bu statüdeki bireyler ne kriz
yaşamışlardır ne de ne olacaklarına karar kılmışlardır. Kimlik edinme gibi
bir dertleri-çabaları yoktur. Hatta kimlik kazanmamış olmaktan rahatsızlık
duymazlar. Bunlar genellikle bireyler arası etkileşimin ve yönlendirmenin az
olduğu ailelerde yetişmişlerdir.
Bu statüdeki bireyler, bir kimliğe bağlanmaktan tamamen
kaçınırlar. Bu nedenle bir gruba, cemiyete, kişiye ve işe bağlanamazlar.
Sürekli olarak karar değiştirirler, içinde bulundukları grupları sık sık
değiştirirler. Çevreleriyle uzun süreli sosyal ilişkiler geliştiremezler.
Yaşamdan bir beklentileri yoktur. Ancak bu durumdan da memnun
değildirler.
Olumlu Olumsuz

Başarılı Moratory Dağınık İpotekli


um

Kriz
(Bunalım)
+ + - -
Çözüm

(Bağlanm + - - +
a)
a) Ters Kimlik: Bireyin ailesi veya sosyal çevresi tarafından
istenmeyen, kabul görmeyen bir kimliği seçmesidir. Örneğin ateist
bir ailenin dindar oğlu, savcının suçlu oğlu.
b) Gölgelenmiş Kimlik: Ailesi ve sosyal çevresi tarafından baskı
altında tutulan bireyin onların istediği davranışları, rolleri
istemeyerek seçmesidir.
6- YAKINLIĞA KARŞI YALITILMIŞLIK
VEYA UZAKLIK (18 – 30 YAŞ)

 Bu dönemde birey kimlik arayışı çabalarını aşmış, artık çevresindeki kişilerle yakın
ilişkiler kurmaya, dostluk ve sevgi ilişkilerine girmeye ve sorumluluk almaya hazır
hale gelmiştir. Ergenliğe göre çevresiyle daha iyi ilişkiler kurabilme seviyesine
gelmiştir.
 Bu dönemde birey karşı cins ile geleceğe ve evliliğe yönelik yakın ilişkiler kurmayı
ister. Aynı zamanda bu yaşta kendi kişiliğine ve yeteneğine uygun meslek seçme
eğilimi de vardır.
 Eğer birey evlilik, arkadaşlık kurma veya meslek seçimi gibi konularda başarısız
olursa ve yakın ilişkilere geçemiyorsa yalnızlığa düşer. Bu nedenle diğer insanlarla
bütünleşme ve toplumsal kabul görme bu dönemin kritik özelliğidir. Yalnızlık
(yalıtılmışlık) karmaşası kalıcı ve güvenilir dostluklarla aşılabilir.
7- ÜRETKENLİĞİ KARŞI DURGUNLUK
(30 – 60 YAŞ)
 Bu dönemde birey, üretken ve yaratıcıdır. Birey gerek kendisi için (anne-baba
olmak, çocuk yetiştirmek), gerekse çevresi ve toplum için yararlı işler yapmak
ister. Bu dönemde bireyin üreticilik işlevini yerine getirmesinde, genç kuşaklara
rehberlik etmesi önemli bir yer tutar.
 Üretkenlik işlevini yerine getiremeyen bireyde hiçbir işe yaramama duygusu
gelişir. Böylece birey de durgunluk dönemine girer, çevrelerine karşı kayıtsız kalır
ve aşırı bireyselleşir.
8-BENLİK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI UMUTSUZLUK
(60 YAŞ – ÖLÜM)
 Daha çok emeklilik dönemine denk gelir. Bu dönemde birey geçmişini, yani tüm
hayatını gözden geçirir; bir nevi yaşam muhasebesi yapar. Verimli ve dolu bir
yaşam geçirmiş, yaşamsal amaçlarına ulaşmış olduğunu hisseden bireyler benlik
bütünlüğünü muhafaza ederler. Bu sayede birey güvenli, mutlu, çevresine ve
kendine faydalı, sevgi dolu bir yapıya sahip olurlar. Böylece birey ölümü
kabullenebilmektedir.
 Aksi durumda ise, hayatını boşa geçirdiğine inanan birey, hayatında değişiklik
yapmak için çok geç olduğunu düşünür. Bu nedenle kendine güvensiz, uyumsuz,
sevgiden mahrum bir yapıya sahip olurlar ve ölümü kabullenmede zorluk çekerler.
ANNE – BABA TUTUMLARI
 Anne baba tutumlarının çocuğun kişilik gelişimi üzerinde oldukça büyük
rol oynadığı hemen hemen tüm değerli psikologların birleştiği bir
konudur.
 Ana-babanın tutumu, gelişmekte olan çocuğa örnek model oluşturarak
çocuğun benzer tutumları sergilemesine neden olur. Ana-babaların
çocuklarına yönelttikleri tutumun sağlıklı olması, büyük ölçüde onların
kendi içlerinde barışık, kararlı, dengeli, huzurlu ve birbirlerine karşı
sevgi ve saygılı olmalarına bağlıdır.
OTORİTER TUTUM
• Ailede katı bir disiplin anlayışı ve anlayışsız, hoşgörüsüz, katı ve baskıcı
bir tutum vardır.

• Çocuk, anne babanın kurallarını yerine getirme çabasında olduğu için


kendini ifade edemez. Ailenin belirlediği kurallar ve sınırlar içinde
çocukların kendine özgü yapıları adeta yok sayılır.

• Çocuktan ailenin kuralarına koşulsuz uyulması beklenir. Bütün kontrol


anne ve babadadır.

• Aile içinde korku hakimdir ve çocuk korku ile büyür.

• Çocuğun en basit hatası dahi cezalandırılır. Bu cezalar genelde çocuğa


göre ağır cezalardır. Çocuğun en doğal hakları bile çocuğa uslu olmasının
bir ödülü olarak verilir.
Otoriter bir ailede yetişen çocukların özellikleri;
• Stresli, tedirgin çocuklardır.
• Çocuk attığı her adımda yanlış yapma korkusu içinde olduğundan
kendine olan güveni hemen hemen yok gibidir.
• Sessiz, çekingen başkalarının etkisinde kolayca kalabilen çocuklardır.
• Sürekli eleştirildikleri için aşağılık duygusu geliştirebilirler.
• Dıştan denetimlidirler. Kendi başlarına karar veremezler, dışarıdan
birilerinin onu yönlendirmesini beklerler.
• Tam tersi çocuk isyankarda olabilir.
MÜKEMMELİYETÇİ TUTUM
• Bu tutumu benimseyen anne babalar çocuklarını akademik,
sosyal, sanatsal, sportif her alanda kusursuz olmasını beklerler. Kendi
gerçekleştiremedikleri şeyleri çocuklarının gerçekleştirmesini beklerler.

• Aile beklentilerini karşılaması için çocuğu yoğun bir eğitim sürecine tabi
tutar.

• Çocuktan beklentiler yaşının ve kapasitesinin üzerindedir.

• Çocuğun arkadaşlarının seçimi de aileye aittir. Çocuk devamlı anne


babanın yarattığı kalıba uymak zorundadır.
Mükemmeliyetçi bir ailede yetişen çocukların özellikleri;
• Aşırı titiz ya da tam tersi dağınık çocuklardır.
• Kendilerine güvenleri yoktur.
• Başarısızlığı uğradıklarında kolayca hayal kırıklığı yaşarlar.
• Yanlış yapmaktan korkarlar.
• Kendi doğal iç güdüleri ve kurallar arsına sıkışıp kalmıştır. Sürekli bir
iç çatışma içindedirler.
AŞIRI HOŞGÖRÜLÜ TUTUM
• Çocuk merkezli bu tür ailelerde, çocuğun yaptığı her şey hoş görülür
ve çocuk aşırı özgür bırakılır.

• Çocuğa neyi yapıp neyi yapmaması gerektiği anlatılmaz. Hiçbir


zaman kesin kurallar belirtilmez. Çocuk kendisine zarar verebilecek
davranışlarda bile etkili denetimden uzaktır, uyarılmaz.

• Anne babalar sadece çok büyük bir problem olduğunda sert çıkışlarda
bulunur, göz dağı verirler. Bazen ceza da verirler ama nedenini
açıklamazlar.
Aşırı hoşgörülü bir ailede yetişen çocukların özellikleri;

• Bir süre sonra anne babasını denetim altına alır, onları tehdit ederler.
Dedikleri olmayınca da tehditlerini uygularlar.
• Eleştiriye açık olmadıkları için kendilerini geliştiremezler.
• Kuralsızlığa alışan çocuklar, okuldaki kurallarla karşılaşınca okula ve
arkadaş çevresine uyum sağlamakta zorluk çekebilirler.
• Her istediğini elde ettikleri için belli bir süre sonra doyumsuzluk
yaşamaya başlarlar. Doyumsuzlukları, ileride zararlı alışkanlıklar
edinmelerine sebep olabilir.
• Bencil, sorumsuz, kırılgan, her dediğinin anında olmasını isteyen,
sabırsız, şımarık, antisosyal olabilirler. Sosyal ortama girdiklerinde ve
her dediklerinin olmadığını gördüklerinde hayal kırıklığına uğrar, kendi
kabuklarına çekilebilir ya da agresif olabilirler.
• Her isteklerini yaptırmayı alışkanlık haline getirir ve zamanla kural
tanımazlar.
İLGİSİZ VE KAYITSIZ TUTUM
• Çocuğun davranışları karşısında ilgisiz ve vurdumduymaz davranışlar
sergileyen anne babalardır.

• Bu tip aileler için çocuğun varlığı ile yokluğu belli değildir. Bu gruba giren
anne babalar genellikle hoşgörü ile boş vermeyi birbirine
karıştırmaktadırlar.

• Çocuk anne babayı rahatsız etmediği müddetçe, çocukla ilgili problem


yoktur, eğer çocuk anne babayı rahatsız ederse o zaman çocuk ile ilgili
gündem oluşur. Bu gündem daha çok şikayetlerle doludur.

• Bu tip ailelerde çocuk fiziksel ve duygusal yalnızlığa itilmektedir. Çocuğun


hareketlerinin görmezlikten gelinerek dışlanması söz konusudur. Anne,
baba, çocuk arasında iletişim kopukluğu vardır. Ailenin çocuğa tepkileri
düşük seviyededir.
İlgisiz ve kayıtsız bir ailede yetişen çocukların özellikleri;

• Dikkat çekmek için etrafına zarar verebilirler.


• İnsanlarla ilişki kuramamaları sonucu sosyal gelişmelerinde gecikme ve
saldırganlık görülebilir.
• Sözlü iletişim yetersizliğinden dolayı dil gelişiminde gecikme, ve konuşma
bozuklukları ortaya çıkabilir.
• Özgüven eksikliği görülür.
• Hayattan ve kendisinden beklentileri olmaz.
TUTARSIZ TUTUM
• Bu ailelerde çocuğun yaptığı bir davranış bazen çok sert bir tepki
alabilirken, bazen de çok olumlu karşılanabilmektedir. Tutarsız anne
babanın iki çocuğuna karşı farklı tutumu ya da anne babanın kendi
eğitim tarzlarındaki farklı tutumları çocukları olumsuz yönde etkileyebilir.

• Tutarsız tutumlar, çocuğun davranışlarına rehberlik edecek dengeli


değer yargılarının oluşumunu güçleştirir.

• Çocuğa konulan sınırların sürdürebilmesi için anne-babanın


davranışlarında tutarlı olması gerekir.
Tutarsız bir ailede yetişen çocukların özellikleri;

• Bir davranışın kimi zaman ödüllendirilmesi kimi zaman da


cezalandırılması çocukta cezanın anlamı ve suçun niteliği hakkında
kuşkular uyanmasına neden olduğundan ne zaman, nerede, ne
yapacağını bilemezler.

• Kendi görüş ve düşüncelerini aktaramazlar.

• Çocuk kendini kanıtlamak ve dikkatleri üzerine çekmek için, ürkek,


yumuşak huylu, söz dinleyen ya da kendi benliğini ve bağımsızlığını
göstermek için kavgacı, sinirli bir çocuk olabilir. Zamanla çevrelerindeki
insanlara güvenmeyen, her şeyden şüphelenen, kararsız bir kişilik yapısı
geliştirebilirler.
DEMOKRATİK TUTUM
• En sağlıklı anne baba tutumudur. Sevgi, saygı, huzur, güven ve şeffaflık
olan ailede çocuk tüm yönleriyle kabul edilir.

• Anne baba davranışları ile çocuğa uygun birer model, çok iyi rehberdir.
Çocuğa yol gösterir ama alacağı kararlar konusunda serbest bırakır. Ona bir
çok alternatif sunulur ama seçim çocuğa aittir. Problemlere anne baba ile
birlikte çözüm arayarak zamanla bu becerisini geliştiren çocuk, seçimlerinin
sonuçlarına da kendisi katlanır.

• Aile içinde kurallar ve sınırlar herkes için ve hep birlikte belirlenir ve bu


sınırlar içinde çocuk özgürdür. Kuralların mantıklı açıklaması yapılır.

• Aile fertlerinin hepsinin eşit söz ve oy hakkı vardır. Aileyi ilgilendiren kararlar
birlikte alınır. Her konuda çocuğun düşünce ve fikirleri dinlenir. Fikirleri
mantıksız da olsa saygı gösterilir.

• Anne baba birbirlerine ve çocuklarına karşı olan duygularında net ve açıktır.


Demokratik bir ailede yetişen çocukların özellikleri;

• Demokratik ve güven verici bir ortamda yetişen çocuk, kendine ve


çevresine saygılı, sınırları bilen, yaratıcı, aktif, fikirlere saygı duyan,
fikirlerini rahatlıkla söyleyebilen, kişilik ve davranışları açısından dengeli,
sorumluluk duyguları gelişmiş, hoşgörülü, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı,
duygusal ve sosyal açıdan dengeli ve mutlu bir birey olarak yetişir.

• Anne babanın tutarlı ve kararlı tutumu çocuğun kendisine ve


çevresindekilere güven duygusunu geliştirir.

• Basit de olsa bu yaşlarda karar vermeye ve kendi başına işler yapmaya


alışan çocuk, ilerde rahatlıkla kendi adına kararlar alır.

• Kendi haklarını savunurken başkalarının haklarına da saygı duyar.


2.3. Sosyal Öğrenme Kuramı (Albert Bandura)Sosyal öğrenme kuramı, Davranışçı
kurama paralel olarak kişilik gelişimini gözlemlenen davranışsal değişimlerle
açıklamaktadır. Ancak Sosyal öğrenme kuramı, öğrenme sürecinde bilişsel
süreçleri de dahil etmesi nedeniyle Davranışçı kuram ile Bilişsel kuram arasında
bir köprü durumundadır. Sosyal öğrenme kuramına göre, kişilik gelişimi
sürecinde davranışsal değişimlere neden olan etkenler bilişsel süreçlerdir
(Gençtanırım Kurt ve Çetinkaya Yıldız, 2020; Ormrod, 2012).
Sosyal öğrenme kuramının temel prensipleri;
• Sosyal öğrenme kuramına göre insanlar ne içsel güçler ne de çevresel
uyaranılar tarafından yönlendirilir. Kurama göre öğrenme, kişisel ve çevresel
etkenlerin süregelen karşılıklı etkileşimi ile açıklanmaktadır. Bu yaklaşım içinde,
sembolleştirme, dolaylı öğrenme ve öz düzenleme süreçleri önemli bir rol
üstlenmektedir.
⚫ İnsanlar, başkalarının davranışlarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan
sonuçları gözlemleyerek öğrenebilirler. Öğrenmenin büyük bir kısmı deneme
yanılma yoluyla değil, dolaylı öğrenme yoluyla; bir diğer ifade ile hem diğer
bireylerin (modellerin) davranışlarını hem de çeşitli davranışların ortaya
çıkardığı sonuçları gözlemleyerek gerçekleşmektedir. Eğer çocuklar modellerin
telaffuz etme şekillerini duyma fırsatına sahip olmasaydı, onlara dili oluşturan dil
becerilerini öğretmek neredeyse imkânsız olurdu.
• Sembolleştirme kapasitesi, insanlara çevreleriyle başa çıkmak için
güçlü bir araç sağlamaktadır. Semboller aracılığıyla insanlar çeşitli
alternatif çözümleri yapmak zorunda kalmadan sorunları çözebilir,
farklı olayların olası sonuçlarını öngörebilir ve davranışlarını buna göre
değiştirebilirler.
 Öğrenme, davranışta bir değişiklik olmaksızın gerçekleşebilir. Sosyal
öğrenme kuramına göre öğrenilen davranışların davranışta hemen
değişim yaratması gerekmemektedir. Aksine öğrenilenler davranışa
hemen yansıyabileceği gibi, daha sonra da yansıyabilir ya da hiç
yansımayabilir.
 Öğrenme sürecinde bilişin rolü önemlidir. Kuram, dikkat ve akılda
tutma (hafiza)gibi bilişsel süreçleri öğrenmenin nasıl gerçekleştiğine
ilişkin açıklamalarına dahil eder.
 Sosyal öğrenme kuramında öne çıkan kavramlardan biri de kuramın
öz- düzenleme kavramıdır. Buna göre çevresel teşvikler ve bilişsel
destekler ile insanlar kendi eylemlerini önemli ölçüde kontrol
edebilirler. Örneğin kendi davranışlarını değiştirebilir veya
başkalarına destek sunabilirler
Kuramın öncüsü Albert Bandura kişiliği; çevre, davranış ve kişinin psikolojik süreçler
arasındaki etkileşimi olarak değerlendirmiştir. Bu psikolojik süreçler ise, zihnimizdeki
görüntüleri tasarlama yeteneğimizden ve dilden oluşmaktadır (Boeree, 2006). Bandura'ya
göre, öğrenme sadece olumlu davranışın pekiştirilmesi yoluyla değil,
çocukların gördüklerini veya başkalarının söylediklerini ve yaptıklarını aktif olarak taklit
etmeleri sonucunda da gerçekleşmektedir. Bandura'nın gözlemsel öğrenme olarak
tanımladığı bu durum, çocukların, bir davranışı kendileri gerçekleştirmek yerine, başka
birinin bir eylemi gerçekleştirdiğini gözlemlemesi ve bu davranışı eylem repertuarlarına
ekleme yapmalarını ifade etmektedir. Buna göre çocuklar, başkalarının davranışlarına
tanık olarak, doğrudan veya dolaylı bir şekilde kitaplarda, televizyon programlarında,
tiyatro oyunlarında vb. tasvir edilen eylemleri benimseyerek kopyalayabilirler. Bandura,
gözlemsel öğrenmenin amaçlı veya tesadüfen gerçekleşebildiğini ve çocukların oyun
oynamayı, ev İşlerini yapmayı ve diğer becerilerini geliştirmeyi bu şekilde
öğrendiklerinden söz etmektedir
Bobo Doll Deneyi
Gözlemsel öğrenmeyi gösteren sayısız laboratuvar çalışmasından,
Bandura, Ross ve Ross (1961) tarafından erken dönemde etkili olan
bir çalışma tanımlanmıştır. Bu çalışmada okul öncesi dönemdeki
çocuklar üç gruba ayrılmıştır. Birinci gruptaki çocuklar, şişirilmiş
büyük bir oyuncak bebeğe yumruk atan ve kafasına çekiçle vuran
agresif yetişkin modelleri izlediler. Ikinci gruptaki çocuklar, agresif
olmayan bir yetişkin modelin oyuncak ile oynadığını izlediler.
Üçüncü gruptaki çocuklarda ise bir model yoktu. Daha sonra
çocuklar içerisinde çeşitli agresif oyuncaklar (Bobo bebek, dart
tabancaları vb.) ve agresif olmayan oyuncaklar (çay seti, oyuncak
ayılar, kamyonlar) ile yetişkin modelin agresif bir şekilde oynadığı
oyuncakların da dahil olduğu bir odada oynadılar. Sonuçlara göre;
agresif modeli gözlemleyen çocuklar, agresif olmayan bir model
gören ya da hiç model gormeyen çocuklardan daha fazla agresif
davranışlar sergilemişlerdir. Artan saldırganlık, çocukların Bobo
bebeğinin kafasına çekiçle vurmak gibi yeni saldırganlik davranış
biçimleri öğrendiğini gösterebilir veya saldırganlığı gözlemlemek,
çocukların zaten sahip olduğu, ancak genellikle kontrol altında
tuttuklanı saldırgan davranışlan kısıtlamış olabilir (Miller, 2011).
Benlik kuramı (Carl Rogers)
Rogers'in kişilik kuramı Maslow'un kuramı gibi hümanistik bir temele
dayanmaktadır. Rogers, bilinçdışı güçlerden ziyade kendimiz ve
deneyimsel dünyamıza ilişkin bilinçli bir algı tarafından yönetilen
rasyonel varlıklar olduğumuza inanıyordu. Çocukluk deneyimlerinin
çevremizi algılama biçimimizi etkilediğini kabul etmesine rağmen
Rogers, mevcut his ve duyguların kişilik üzerinde daha büyük bir
etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. Bilinç ve şimdiki zamana
yapılan bu vurgu nedeniyle, Rogers, kişiliğin yalnızca öznel
deneyimlerimize dayanarak kendi bakış açımızdan
anlaşılabileceğini öne sürmüştür (Schultz ve Schultz, 2013). Rogers,
bireyin kendisini veya deneyim alanını tam olarak bilebilecek tek
kişinin yine kişinin kendisi olduğuna dikkat çekerek insanın
kendisinin kendi yaşamına yön verebileceğini ve insanın kendi
düşünce ve davranışlarını olumlu bir şekilde değiştirebileceğini
belirtmiştir (Engler, 2014; Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2019). Rogers'in
kuramında temel aldığı benlik ve kendini gerçekleştirme kavramları
şu şekilde tanımlanmaktadır:
Benlik: Benlik kavramı bireyin, sadece kendine özgü tutumları,
duygulan, algıları, değerleri ile davranışlarından oluşan kendine
ilişkin görüşü olarak tanımlanmaktadır (Gander ve Gardiner,
2004). Bir başka tanıma göre benlik, bireyin kendisine ilişkin
algılarının, bireysel atıflarının, geçmiş yaşantılarının ve
amaçlarının, toplum içindeki rollerinin bireyin zihnindeki "ben"
olarak karşılık bulmasıdır. Bireyin sahip olduğu benlik şemaları,
algılarını ve değerlendirmelerini etkilemekle birlikte her bireyin
benlik kavramı kendine özgü şemalardan oluşmaktadır (akt.
Demircioğlu, 2018). Benlik kavramı, kişinin varlığının tüm
yönlerini ve birey tarafından farkındalıkla algılanan tüm
deneyimlerini içerir. Organizma ve çevrenin etkileşiminden ve
özellikle önemli kişilerle olan etkileşim sonucunda yavaş yavaş
bir benlik kavramı ortaya çıkar. Bebekler, deneyimlerinin bir
kısmı kişiselleştiğinde ve "ben" farkındalığına ilişkin deneyimleri
farklılaştığında belirsiz bir benlik kavramı geliştirmeye başlarlar.
Küçük çocuklar süreç içinde çevreleriyle etkileşime girdikçe
kendileri ve dünyayla ilişkileri hakkında fikirler edinirler;
sevdikleri, sevmedikleri ve kontrol edebilecekleri veya kontrol
edemeyecekleri şeyleri deneyimlerler (Engler, 2014; Feist ve
Feist, 2006; Schultz ve Schultz, 2013).
Kendini gerçekleştirme: Bebekler ilkel bir benlik yapısı oluşturduğunda,
kendini gerçekleştirme eğilimleri gelişmeye başlar. Kendini
gerçekleştirme, farkındalıkta algılanan benliği gerçekleştirme eğilimidir
(Feist ve Feist, 2006). Rogers, insanların kendilerini gerçekleştirme
konusunda doğuştan gelen bireğilim tarafından motive edildiğine
inanıyordu. Kendini gerçekleştirmeye yönelik bu dürtü, fizyolojik ve
psikolojik ihtiyaçlanı kapsayan daha büyük bir gerçekleştirme eğiliminin
parçasıdır. Örneğin çocuklar ilk adımlarını attıklarında düşüp kendilerine
zarar verebilirler. Emekleme aşamasında kalmak daha az acı verici olsa da
çoğu çocuk israr eder. Tekrar düşüp ağlayabilirler, ancak acıya rağmen
direnirler çünkü kendini gerçekleştirme eğilimi, sadece büyüme süreci zor
olduğu için gerileme dürtüsünden daha güçlüdür (Schultz ve Schultz,
2013). Rogers, kuramında ideal benlik kavramından da söz etmektedir.
Benliğin ikinci alt sistemi, kişinin kendini olmak istediği gibi görmesi
olarak tanımlanan ideal benliktir. Ideal benlik, kişinin ulaşmaya
çalışabileceği bir modeldir, insanların sahip olmayı arzuladığı ve
genellikle olumlu olan tüm nitelikleri içerir (Feist ve Feist, 2006). Ideal
benlik de benlik gibi değişen ve yeniden tanımlanan bir kavramdır. Ancak
kişinin ideal benliği, gerçek benliğinden önemli ölçüde farklıysa, kişi
rahatsız olabilir, tatminsizlik ve nevrotik zorluklar yaşayabilir (Frager ve
Fadiman, 2013). Bireyin benlik gelişimi ve kendini gerçekleştirme süreci,
özellikle çocuğun ailesi tarafından koşulsuz kabulü ve ona sağlanan
koşulların uygunluğu ile ilgilidir.
Kabul edilme ve kendini kabul etme: Çocukların temel
ihtiyacı ebeveynler başta olmak üzere çevresindeki kişilerden tutarlı
bir şekilde onay alma ve kabul görme ihtiyacıdır. Böylece çocuklar
aldıkları onaylar ve kabul doğrultusunda kendilerine ilişkin bir
değer oluşturmaktadırlar (Demircioğlu, 2018).
Koşullu ve koşulsuz kabul etme: Çocuklar eylemleri ve
hissettirdikleri şeyler üzerinden başka insanlardan aldıkları tepkiler
sonucunca koşullu veya koşulsuz olarak kabul edildiklerini veya
edilmedikleri düşüncesini oluştururlar. Koşullu kabul, kişinin ancak
belirli şartları yerine getirmesi durumunda kabul ve ilgi görmesini
ifade ederken, kişinin belirli bir davranışa bağlı kalmaksızın
yaptıklarından bağımsız olarak kabul edilmesi ise koşulsuz kabulü
ifade eder. ideal olan koşulsuz kabuldür. Örneğin, çocuğun başarı
gibi herhangi bir sebep yokken ona sarılan, değer veren anne
babalar çocuklarına koşulsuz kabul göstermiş olurlar
İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ KURAMI

 Abraham H. Maslow; klinik gözlemlerinden yola çıkarak insan


davranışlarına yön veren temel gereksinimlerin neler olduğunu,
çalışmalarında ortaya koymaya çalışmıştır. Onun ihtiyaçlar hiyerarşisi
kuramı, belki de motivasyon ve gereksinimlerle ilişkili olarak dünyada
en yaygın şekilde tanınan motivasyon kuramıdır.

 Maslow’un yapmış olduğu çalışmaya göre, insanların doğuştan gelen


bazı ihtiyaçları vardır.Bu ihtiyaçlar zamanla davranışlarına yansır.
Maslow, bu ihtiyaçları belirli bir sıraya koymuştur. Bu ihtiyaçlar en
alttan üste kadar, belirli bir hiyerarşiye göre sıralanmıştır. İnsan en
alttaki ihtiyacını giderdikçe, bir üstteki gereksinimine doğru otomatik
olarak ilerler. Daha doğru bir ifade ile alt düzey ihtiyacını tatmin
ettikçe, en üste doğru ilerler. Maslow bu hiyerarşiyi 5 temel kategoride
incelemiştir. Bunlar fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimi,
sevgi ait olma gereksinimi, saygınlık gereksinimi, kendini
gerçekleştirme gereksinimi’dir.
Bu ihtiyaçları açarsak;
1. Fizyolojik ihtiyaçlar: Nefes alma,yeme içme,uyuma
2. Güvenlik ihtiyaçları:Kendini ailesini ve sevdiklerini güven
içinde hissetme.
3. Ait olma ve Sevgi ihtiyacı:Başka insanlar ile iletişim kurma,kabul
edilme bir yere ait olma.
4. Değer İhtiyaçları:Başkalarınca benimsenip tanınmak,başarılı ve
yeterli olmak.
5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı:Kişisel tatmin,kişinin
potansiyelini ortaya çıkarması.
şeklinde sıralanabilir.
Maslowa göre birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak
gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla
kişilik gelişme düzeyine geçemez. Hatta Maslow bir sözünde şöyle
demektedir:Karnı aç bir insan için 5. sınıf bir çorba, 1.sınıf bir yağlı
boya tablodan daha değerlidir.Bu sıralamada sözü edilen
ihtiyaçlardan Fizyolojik ihtiyaçlar, insanın biyolojik olarak yaşamını
sürdürebilmesi için gereken ihtiyaçlardır. Örneğin yemek yeme
gibi,su içme gibi zorunlu ihtiyaçlar. İnsanlar açken veya susuzken bir
sanat eseri ile ilgilenemezler yada en basitinden bir tiyatro
ihtiyaçları olmaz.Bu da şunu gösterir;bir insan basamağın bir altında
tatmin olmadan bir üst basamağa kolayca geçiş yapamaz.
Fizyolojik ihtiyaçları karşılanan bir kişinin bir sonraki ihtiyacı
güvenlik olacaktır.Burada sözü edilen güvenlik şimdiki ve
gelecekteki güvenliktir. Yaşamını sürdürebilmesi geçimini sağlaması
insan için oldukça önem arz etmektedir.
Ait olma ihtiyacına geldiğimizde insan kendini sosyal bir
varlık olarak tanımlamaktadır ve kişi kendini diğer insanlarla bir
arada dilediği gibi yaşarken görmek ister. Sevme ve sevilmenin
olmadığı bir durum kişiyi rahatsız eder. İnsan sürekli bir sevgi arayışı
içerisinde olup kendine buna uygun bir ortam hazırlamanın
peşindedir. Bu bağlamda kişinin ait olma ve sevgi ihtiyacının
karşılandığı en temel kurum ailedir.
Takdir ve saygı (değer) ihtiyacı dediğimiz şey ise iki
yönlüdür; birincisi insan başarılı olduğu yada hizmet verdiği bir
konuda diğer insanlardan takdir ve saygı bekler. Diğer bir yön ise
insanın kendine duyduğu saygıdır. Başarısı takdir gören insanın
kendine güveni gelir. Bu açıdan düşünüldüğünde takdir ve sevgi
ihtiyacı ihtiyaçlar hiyerarşisinin önemli bir basamağını oluşturur.
Kendini gerçekleştirme insanın varmaya çalıştığı son nokta
ve Maslow’a göre, tamamen sonuçlanmayan en üst basamak. Birey
yukarıdaki ihtiyaçlarını giderse bile eğer hala yetenek, bilgi, beceri
itibariyle kendini tam olarak ortaya koyamadığını düşünüyorsa
içinde bir boşluk hissedecek ve bu eksikliği gidermeye çalışacaktır.
İşte buna kendini tamamlama, kendini gerçekleştirme
denilmektedir.Yani amaç bilge kişilik olabilme durumudur.
Kendini gerçekleştiren insanın özelliklerin sıraladığımızda;
a. Kendilerini ve başkalarını oldukları gibi kabul ederler.
b. Düşünce ve davranış içtendir.
c. Kendi üzerinde yoğunlaşmaktan çok sorun üzerinde yoğunlaşırlar.
d. İyi bir mizah anlayışları vardır.
e. Çok yaratıcıdırlar.
f. Maksatlı olarak gelenek dışı olmamalarına karşın öz kültürlerinin
içselleştirilmesine dirençlidirler.
g. İnsanlığın refahı ile ilgilenirler.
h. Yaşamın temel deneyimlerini değerlendirebilirler.
ı. Çok değil az insanla derin, tatmin edici kişiler arası ilişkiler
kurarlar.
i. Hayata nesnel bir açıdan bakabilirler.

Bu sayılan ihtiyaçlar ile ilgili son olarak bir şey söylemek


istersek hiyerarşinin ilk iki basamağı temel ihtiyaçları oluşturur. Son
üç grup ise sosyo psikolojik ihtiyaçlardır ve ikincil ihtiyaçlar olarak
nitelendirilir.
Bireysel Psikoloji Kuramı (Alfred Adler)
Kuramın öncüsü Alfred Adler, psikanalitik kuramı eleştirerek
kişilik üzerinde cinsel dürtülerin etkisinin önemini vurgulayan
Freud'un görüşlerine karşı çıkmıştır. Adler'e göre kişilik, bilinçdışı
süreçler ve cinsel dürtüler yerine bilinçli olarak seçtiğimiz yaşam
hedeflerimiz ile çocuğun kendisiyle ve ebeveynleri ile olan ilişkisine
göre şekillenmektedir (Ewen, 2003; Gençtanırım Kurt ve Çetinkaya
Yıldız, 2020). Adler, her insanın benzersizliğine odaklanmış ve
yaklaşımını Bireysel Psikoloji olarak adlandırmıştır. Adler'in
görüşüne göre, her insan öncelikle sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla
kişilik, biyolojik ihtiyaçları karşılama çabamız yerine benzersiz
sosyal çevrelerimiz ve etkileşimlerimiz tarafından şekillenmektedir.
Adler kişiliğin merkezinde bilinçdışının değil bilincin varlığını
vurgulamaktadır. Ona göre, göremediğimiz ve kontrol edemediğimiz
güçler tarafından yönlendirilmek yerine, kendimizi yaratmaya ve
geleceğimizi yönlendirme sürecine aktif olarak katılıyoruz (Schultz
ve Schultz, 2013). Adler, doğası bakımından insanın, kendisinde bir
üstünlük eğiliminin gelişip ortaya çıkabileceği bir şekilde
yaratıldığını ve insanın en önemli güdüsünün üstünlük çabası
olduğunu belirtmektedir
Adler'e göre başkalarıyla işbirliği kurmak, hayatta kalabilmemiz için esastır ve bunu
yapabilmek için doğuştan gelen bir eğilimimiz vardır. Çocuk, önce anne ya da
birincil bakım veren, daha sonra diğer aile üyeleri ve kreş ya da okuldaki kişilerle
işbirliği kurmasını gerektiren bir durumdadır. Adler, annenin bebeğin ilk temasta
bulunduğu kişi olarak önemine dikkat çekmiş ve annenin çocuğa karşı olan
davranışlarıyla çocuğun sosyal ilgisini geliştirebileceğini veya engelleyebileceğini
vurgulamıştır. Sosyal ilgi kavramı, kuramda ön plana çıkan bir kavram olup bir
gruba aktif olarak ait olmak, kendi gücümüzün, kaynaklarımızın, toplumun
ihtiyaçlarının farkında olarak toplumun iyiliğine katkıda bulunmak ve insanları
değerli görmekle ilgilidir. Sosyal ilgi, doğuştan getirilen bir potansiyele bağlıdır
ancak gelişmesi için uygun ortam gerekmektedir. Patojenik ebeveynlik, çocuğun bir
aşağılık kompleksi geliştirmesine neden olduğunda ve başkalarıyla işbirliği
kurmasını reddettiğinde psikopatloji ortaya çıkmaktadır (Brett, 1997; Ewen, 2003;
Gençtanırım Kurt ve Çetinkaya Yıldız, 2020; Schultz ve Schultz, 2013).
Adler'in kuramında vurgu yaptığı bir diğer kavram çocuğun doğum
sırasıdır. Adler'e göre aynı ailede doğan iki çocuk aynı koşullarda
büyümemektedir. İlk doğan çocuklar tektir ve ilgi odağı olurlar. İkinci
çocuk doğduğunda, daha büyük çocuklar kendilerini tahttan indirilmiş
bulurlar ve bu değişimden hoşlanmazlar. Adler'in söylemi ile "Tahttan
indirilen kral yani büyük olan çocuk, artık anne babasının sevgisini
kendisine rakip gördüğü kardeşi ile paylaşmak durumunda kalır.
Çocuğun anne babasının sevgisini geri kazanmaya yönelik çabaları
sonuçsuz kaldığından çocuk kendisini soyutlayarak diğer insanların
onayı ve sevgisi olmadan bağımsızlık kazanmaya çalışır. Bununla birlikte
ikinci çocuğun konumu da karakteristik ve bireyseldir. İkinci olan çocuk
için genellikle örnek olan biri vardır ve kardesler her zaman yarış
içerisindedirler, ikinci çocuklar genellikle büyük olan çocuğu geçerler.
Ancak daha büyük olan çocuk rekabet etmekten rahatsız olur ve ikinci
çocuğun ebeveynlerinden giderek daha fazla takdir alması sonucunda
ilk çocuğun gelişimi etkilenir. İkinci çocuk ise ailedeki bu tuhaf konumu
neticesinde asi ve otoriteyi tanımayan Özellikler geliştirecektir. Ailedeki
en küçük çocuk ise tahttan indirilmemiştir ve anne babanın yanı sıra
ailedeki diğer aile üyelerinin de ilgi odağı olduğundan diğer çocuklara
göre daha çok şımartılır. En küçük çocuk, kendisinden daha büyük ve
güçlü kişilerle rekabet etmek durumunda kaldığından bağımsızlık
geliştirmede sorun yaşayabilir ve yetersizlik hissedebilir. (Brett, 1997;
Yazgan Inanç ve Yerlikaya, 2019).
Okul, çocuğu kişilik sahibi biri olarak görmek, ona bakımı ve geliştirilmesi gereken
değeri bir nesne gibi yaklaşmak zorundadır. Çocukların davranışlanının
değerlendirilmesinde onları her biri ayrı sesler gibi değil, topluca bir melodinin
bağlamı, yani kişiliğin birlik ve bütünlüğü içinde ele almak gerekir (Adler, 2020).
Carl Gustav Jung tarafından geliştirilen kuramdır. Jung, önceleri psikanalizin
destekçisi iken daha sonra kendi kuramını oluşturmak için Freud'dan ayrılmıştır.
Jung da Freud gibi bilinç dışının son derece önemli olduğuna inanmaktaydı, ancak
birçok açıdan Freud ile aynı fikirde değildi (Ewen, 2003). Jung, psikanalitik kuramın
insanların içgüdüler tarafından yönlendirildiğine ilişkin görüşünü kabul etmekle
birlikte kuramın cinsellik üzerindeki yoğun vurgusuna karşı çıkmıştır (Yazgan İnanç
ve Yerlikaya, 2019). Jung'a göre insan doğası hem iyidir hem kötüdür. Bununla birlikte
dünyayı belirli şekillerde algılamaya yönelik kalıtsal yatkınlıkları veya arketipleri
(kalıpları) içeren kollektif bilinçdışı vardır (Ewen, 2003). Jung kişiliğin, birbiriyle
etkileşimde bulunan ve bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olarak
adlandırılan üç farklı bilinçlilik düzeyinde işlevini sürdüren bir dizi sistemden
oluştuğunu belirtmektedir. Bilinç ve bilinçdışı birbirinden farklı ancak birbirini
tamamlayan ve ruhsal yapıyı (psise) oluşturan unsurlardır. Yazgan İnanç ve Yerlikaya,
2019
Jung'a göre, kişilik hem bilinçli hem de bilinçsiz seviyelerde
işlemektedir. Jung, bilinci, egonun kontrolü altında işleyen bilişin bir
parçası olarak tanımlarken, bilinçaltını, ego kontrolünün dışında
kalan kısım olarak tanımlamaktadır. Çoğu zihinsel işlem bilinçsizdir
ve kişiden kişiye ve aynı kişide bile zamana göre değişebilen birçok
içerikten oluşur. Bazı içerikler insanların bireysel deneyimlerinin
ürünleri olan kişisel bilinçdışı, bazıları kültürel deneyimlerin sonucu
olan kültürel bilinçdışı diğerleri ise genel olarak tüm insan türünün
kolektif veya irksal bilinçdışı olarak açıklanmaktadır. Jung, kolektif
bilinçdışı görüşünü kendisinin ve diğer insanların rüyalarından,
vizyonlarından ve fantezilerinden, bilinçli bir farkındalık olmadan
kendiliğinden ortaya çıkan görüntülerden yola çıkarak
desteklemektedir. Jung ayrıca çeşitli toplumlarda bulunan belirli
sembollerin ve arketiplerin insanlık boyunca ortak olan bilinçdışı
içeriklerinin yansımaları olduğuna inanmıştır. Arketipik imgelere
örnek olarak, birbirinden çok farklı kültürlerde neredeyse birbirinin
aynı motiflere sahip olan peri masalları ve mitler verilebilir (Thomas,
1999).
 Cinsiyet rolleri insanların sahip oldukları cinsiyete kadın ya da erkek olmalarına
göre toplum tarafından belirlenen rollerdir. Cinsiyet biyolojik olarak, rol ise
kültürün etkisini temsil eder.
 Sandra Bem (1981) bireyleri kadınsı ve erkeksi özellikleri barındırma bakımından
dört gruba ayırmıştır.
 a) Kadınsı: Kadınsı özellikleri daha çok,
erkeksi özellikleri daha az taşıyanlardır.

 b) Erkeksi: Erkeksi özellikleri daha çok,


kadınsı özellikleri daha az taşıyanlardır.

 c) Androjen: Hem kadınsı hem de erkeksi


özellikleri taşıyanlardır. Her iki cinsiyet
özelliklerini yüksek taşıyanlardır.

 d) Belirsiz (farklılaşmamış): Ne kadınsı ne de


erkeksi özellikleri taşıyanlardır. Yani her iki
cinsiyet özelliklerini belirgin olarak
taşımayanlardır.
Gelişim Psikolojisi alanında
ahlak, doğruyu yanlıştan ayırmak,
bu ayrıma göre davranış
belirlemek, onur, utanç, ve suçluluk
duyma yeteneği olarak
tanımlanır.(Güngör-Aytaç, 2008).

Ahlak gelişimi, bireyin


toplumun değer yargılarını
benimseyerek içinde bulunduğu
çevreye uyumunu ve kendi ilke ve
değer yargılarını oluşturmasını
amaçlayan bir süreç olarak
tanımlanır. Ahlak gelişimi, topluma
nasıl davranılması gerektiğinin
farkında olmaktır.
352
(1896-1980)

Piaget’e göre ahlak gelişimi, bilişsel gelişime


paraleldir. Üst düzey ahlak gelişimine ulaşabilmek için üst
düzeyde bilişsel gelişim gereklidir. Fakat üst düzey bilişsel
gelişime ulaşmış herkes, üst düzey ahlaka sahiptir
denemez. Ahlak gelişimi hiyerarşik sıraya sahip dönemler
içinde gelişim gösterir.

Piaget’e göre, çocukların doğru ve yanlışa ilişkin


yargıları yaşlarına göre değişir. Piaget’e göre davranışların
doğru-yanlış veya iyi-kötü olarak değerlendirilebilmesi
için davranışın altında yatan niyete bakmak gerekir. Fakat
çocuklar 10 yaşına kadar davranışın arkasındaki niyeti
anlayamazlar. Çocuklar 10 yaşına kadar sadece davranışa
ve ortaya çıkan fiziksel sonuca göre düşünür. 353
354
 Piaget, bu hikayelerin çocuğa anlattıktan sonra
hangi çocuğun daha yaramaz olduğunu belirtmesini
ister.
 10 yaşından küçük çocuklar John’un
daha yaramaz olduğunu söylerler.
Henry’nin yaptığını ise büyük
çocuklar (10 yaş üstü) daha suçlu
bulurlar.
 10 yaşından küçükler zararın
büyüklüğüne, 10 yaşından büyük
çocuklar ise niyete baktıkları
anlaşılmaktadır.

355
PİAGET İN AHLAKİ
GELİŞİM DÖNEMLERİ
1. Ahlak Öncesi Dönem 0-6 Yaş
2. Dışsal Kurallara Bağlı Dönem (Ahlaki gerçekçilik-Heteronom Ahlak) (6-10 yaş)

3. Özerklik Dönemi (Ahlaki görecelik/özerklik – Otonom


Dönem) (11 yaş ve üstü)

356
0-6 yaş arasındaki çocuklarda kural kavramı olmadığından,
bu dönemde ahlak söz konusu değildir. Bu dönem ahlak öncesi
dönemdir. Bu dönemdeki çocuklarda yetişkin otoritesine körü
körüne bağlılık vardır. Yaşamın ilk 6 yılında gerçekçi anlamda bir
ahlak gelişiminden söz edilemez. Bu nedenle Piaget’e göre ahlak
gelişimi, somut işlemler dönemine (6 yaşa) kadar başlamaz

357
Heteronom; başkalarının yasalarına boyun eğmek
Somut işlemler dönemini kapsar.
Ahlak yargılarda başkalarına (dışa) bağımlıdır.
Piaget, 6-10 yaş arasındaki çocukların kuralları izlemede sık sık tutarsızlık göstermekle
birlikte, kuralları kabul ettiklerini belirlemiştir.
Bu yaş çocukları, kuralların yüksek bir otorite (anne-baba, polis, asker) tarafından
konulduğunu ve değiştirilemez olduğunu düşünürler.
Kayıtsız şartsız otoriteye ve kurallara uyma söz konusudur. Kurallara uymayanın hemen
cezalandırılması gerektiğini düşünürler. Ancak kural koyan kişiler çevrede olmadığında
kurallar çiğnenebilir görüşüne sahiptirler.

358
Çocuklar 10 yaşına kadar davranışın arkasındaki
niyeti göz önüne olarak karar veremezler. Onlar için
sadece yapılan yanlış vardır ve bu davranış otomatik
olarak ceza gerektirir.
İşlenen suçun önem derecesini, suça bağlı olarak
ortaya çıkan fiziksel sonuçlar belirler. Sonuçta daha fazla
zarara yol açan suçlar, daha az fiziksel zarara yol açan
suçlara göre daha kötüdür. Yani sonuç önemlidir. Niyet
önemli değildir.
Davranışların temelinde ödüle ulaşmak veya
cezadan kaçınmak yatar.
Çocuğun davranışları değerlendirmede sonuca
bakıp niyete bakmamasının nedeni; bu dönemde empatik
düşünemediklerinden davranışların arkasındaki niyetleri
göz önüne alamamalarıdır.
Mesela; Kazayla 3 tabak kıran Emre, bilerek 1 tabak
kıran Can’a göre daha suçludur. Çünkü 3 tabak kıran daha
fazla fiziki zarara sebep olmuştur.
359
Otonom; çocuğun kendi yasalarına, kurallarına uyması demektir.
Soyut işlemler dönemiyle ortaya çıkar.
Bu dönemde çocuklar kuralların niçin konulması gerektiğini anlamaya
başlamaktadırlar.
11. yaşla birlikte çocuklar, kuralların insanlar tarafından oluşturulduğunu ve
gerektiğinde değiştirilebileceğini anlamaya başlar.

360
Ceza artık kuralların ihlal edilmesiyle otomatik
olarak uygulanması gereken bir durum değildir. Kuralın
ihlal edilmesinden ziyade, bu davranışı haklı kılacak bir
nedenin olup olmaması belirleyici olur. Yani çocuklar
artık niyeti göz önüne olarak karar verirler. Davranışın iyi
ya da kötü olması, davranışın altında yatan niyete
bağlıdır.
Birey için adalet, eşitlik, insanlar hakları ve insan
özgürlüğü önemlidir. Bunlara göre kurallar gerektiğinde
değiştirilebilir.
Mesela; Kazayla 3 tabak kıran Emre, bilerek 1
tabak kıran Can’a göre suçsuzdur. Çünkü 3 tabak kıran
Emre bilmeyerek tabakları kırmıştır.

361
 Yaşla değişen bir başka konu da adalet ve ceza anlayışıdır.
Yetişkinlerin çocuklara uyguladıkları cezaları Piaget, ikiye ayırır:
“ceza getirici ceza” ve “telâfi edici ceza”.
 Ceza getirici ceza, yanlış bir şey yapanın bu yanlışının cezasını
çekmesidir. Top oynarken cam kıran çocuğun dayak yemesi veya
bir daha top oynamasına izin verilmemesi böyle bir cezadır.
 Telâfi edici cezada ise çocuğun yanlış yaptığını anlamasını ve yanlış
davranış sonucundaki zararları, hasarları kendi verdiği kararla telâfi
etmesini sağlamak önemlidir. Camı kıran çocuğun, harçlığını
biriktirip camın parasını ödemesi telâfi edici cezadır.

362
Kohlberg de tıpkı Piaget gibi ahlak gelişiminin
(1927-1987)
bilişsel gelişime paralel olduğunu savunur.
Kohlberg’e göre birey, karşı karşıya kaldığı bir
durum hakkında ahlaki yargıda bulunurken, bir ikilem
içindedir ve bu ikilemlere vereceği ahlaki tepkiler ile
kendi ahlak anlayışını oluşturmaktadır.
Kohlberg, ahlak gelişiminin üç düzeyde ve her bir
düzeyin de içerisinde bulunan ikişer ahlak evre olmak
üzere 6 evrede gerçekleştiğini belirtmiştir.

363
364
“Avrupa’da bir kadın kansere yakalanmış ve ölmek üzeredir. Doktorlar onu tek bir ilacın
kurtarabileceğini söylerler. İlaç o şehirde bir eczacının bulduğu bir tür radyumdur. Eczacı ilaç için
maliyetinin on katı olan 2000 dolar fiyat istemektedir. Kadının kocası Heinz tanıdığı herkesten borç
isteyerek ilaç parasının yarısını toplayabilmiştir. Heinz eczacıya karısının ölmekte olduğunu
söyleyerek ilacı kendisine satmasını, paranın geri kalanını daha sonra tamamlayacağını söyler.
Ancak eczacı “hayır, ilacı ben buldum ve ondan para kazanacağım” diyerek ilacı satmayı reddeder.
Heinz’de ümitsizlikten eczacının dükkanına girip eşi için ilacı çalar. Kocanın bunu yapması gerekir
miydi?”

365
1-) Gelenek Öncesi (Bencil) Düzey:
Piaget’in “işlem öncesi” dönemine ve “dışsal
kurallara bağlılık” dönemine denk gelir.
 Çocuğun ahlaki yargılarında benmerkezcilik egemendir. Çocuğun
ahlaki temellendirmelerin merkezinde faydacı değerlendirmeler,
ihtiyaç ve çıkarların tatmini, kişiye yönelik somut zararlardan
kaçınma veya otoriteye itaat yer alır.
Otoriteye saygı vardır.
Olayları sonuçlarına göre değerlendirir.
Cezadan kaçınır. Ödül getiren davranış iyidir, ceza verilen davranış
ise kötüdür.
Eğitim ve sosyo-kültürel açıdan geri kalmış ülkelerdeki bireylerin
çoğunluğu bu düzeydedir.

366
a) Ceza ve İtaat Eğilimi (Korkak Bencil)
Dönemin temel özelliği; otoriteye (anne-baba, polis)
uyma ve cezalandırılmaktan kaçınmadır.
Bu dönemde otoriteye mutlak uyum söz konusudur. Yani
otoriteye körü körüne bağlılık vardır. Otoritenin görüşü
kendi görüşüdür.
Kurallar neyi gerektiriyor ve otorite nasıl istiyorsa buna
uygun davranmak gerekir. Uygun davranılmadığında
ceza kaçınılmazdır. Temel hedef ceza görmemektir. Birey
kurallara, cezadan kaçındığı için uyar.
Otorite göz önünde yoksa kurallar çiğnenebilir.

Mesela; Kimse görmediğinde hırsızlık yapabilir, trafik


polisi yokken kırmızı ışıkta geçebilir

367
b) Saf Çıkarcı Eğilim (Amaca yönelik araçsal ilişkiler eğilimi)
(Pazar Ahlaki, Çıkarcı Bencil)
Dönemin temel özelliği; birey için her şeyin karşılıklı olmasıdır.
Yani çıkarcılık önalandadır.
Birey diğer insanların ihtiyaçlarının farkındadır ama hep kendi
ihtiyaçları (çıkarları) önplandadır. Birey kendi çıkarları için en uygun
olan kurallara uyar. Bu karşılıklı çıkar ilişkisinde, çıkar alışverişinin
eşit olması gerektiğine inanır.
Temel güdü, bireyin kendi ihtiyaç ve isteklerinin (çıkarlarının)
karşılanmasıdır.
Birey, bir davranışı kendisi açısından yararlı buluyorsa, ihtiyacını
karşılıyorsa veya ödül getiren davranışsa doğrudur. Ödüle ulaşmak
için kurallara uyar. Kısacası eğer bir şey hoş sonuçlar veriyorsa iyidir
(Saf hedonizm: Hoşlanmacılık).
“Birine bir şey vermiş isem, onun da karşılığını vermesi gerekir”
“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” “Sen benim sırtımı kaşı,
bende senin sırtını kaşıyım” “Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın”
gibi anlayışlar egemendir. Mesela; Rüşvet alarak iş yapmak, bir
bireye zengin olduğu için yakınlık göstermek
368
2-) Geleneksel Düzey
Benmerkezci (bencil) düşünce yerini, empatik düşünmeye
bırakır. Birey, başka kişilerin de duygularını, düşüncelerini dikkate
alarak onların gözünden dünyaya bakmaya ve anlamaya çalışır.
Bu dönemde toplumsal beklentiler ve geleneksel kurallar
belirleyicidir. Birey için ailenin, grubun ve toplumun beklentileri her
şeyden daha önemlidir. Birey, ailenin, grubun ve toplumun
beklentilerine ve kararlarına sorgulamadan uyar. Yani otoritenin
kuralları ve yargıları içselleştirilir (benimsenir); ama sorgulanmaz.
Grubun doğruları birey için de doğrudur.
Birey, gruptan ayrı olsa dahi gruptan bağımsız davranma ve
karar verme eğilimi pek yoktur.
Sosyal düzenin korunması ve desteklenmesi, kurum ve
gruplarla özdeşleşmek önemlidir. Bu yüzden davranışın toplum
düzenine etkisi düşünülür.

369
a) İyi Çocuk Olma Eğilimi (Kişiler arası uyum)
Dönemin temel özelliği; grup normlarına ve beklentilerine
uymadır.
Benmerkezciliğin azalmasıyla artık çocuk empati yapabilir ve
ceza almamak için iyi olma anlayışı yerine başkalarına yardım ederek,
onların beklentilerine uygun davranarak iyi olma anlayışı geliştirir. Yani
birey kendini diğer insanların yerine koyarak onların beklentilerine
uygun davranır, iyi niyetli olur ve hep onlara yardım etmeye çalışır.
Yaptıklarını sadece ceza almamak için (1.aşama) ya da kendisi için değil
(2.aşama); aynı zamanda başkalarını mutlu etmek için de yapmaya
çalışır.
Temel güdü; grup tarafından kabul edilme ve grubun iyi çocuğu
olmadır.
Çevresinden onay almak ve takdir edilmek ister.
Başkalarının görüşü ve sosyal kabulü önemlidir.
İyi insan, iyi vatandaş, iyi anne-baba, iyi çocuk ya da iyi arkadaş
olma altın kuraldır.
Mesela; bir bireyin anne-babası kırılmasın diye hiç istemediği
ve sevmediği biriyle evlenmesi. Bir gelinin kaynanası “Hamarat gelinim”
desin diye evini sürekli temizlemesi. İyi bir vatandaş vergi vermelidir. İyi
bir anne çocuklarına iyi bakmalıdır.
370
b) Kanun ve Düzen Eğilimi
Dönemin temel özelliği; toplumu, kurumları veya grupları
korumak, yasalara uymak ve yükümlülükleri (ödevleri) yerine
getirmektir.
Temel güdü, toplumsal düzeni korumaktır.
Artık, akran gruplarının kurallarının yerini toplumun
kuralları-kanunları almıştır. Kanunlara ve kurallara sorgusuz sualsiz
uyulur. Kanunlar herkes için geçerlidir ve herkes uymalıdır.
Aşırı kuralcılık söz konusudur.
Kanunlar, sosyal düzenin sürekliliğini sağladığı,
bireylerin sosyal çıkarlarıyla çelişmediği sürece korunur.

Mesela; Her vatandaş vergisini ödemelidir. Her sürücü kırmızı ışıkta


durmalıdır. Kanunun kestiği parmak acımaz. Bir babanın, oğlunun
yaptığı cinayeti polise ihbar etmesi bu dönemle ilgilidir

371
3-) Gelenek Sonrası (Ötesi) Düzey
Bu dönemde insan hakları gözetilerek konulmuş kurallara,
yasalara uygun davranma ve evrensel değerleri benimseme vardır.
Fakat bu dönemde insani değerlerle çatışan yasal düzenlemeler
sorgulanabilir, bu kuralların değişilmesi gerektiği savunularak
reddedilebilir.

372
a) Toplumsal (Sosyal) Sözleşme Evresi
Yasalar herkesin yararını ve haklarını korumak için vardır ve olabildiği
kadar çok sayıda insana fayda sağlamalıdır.

Kanunların kullanımı ve bireysel haklar eleştirici bir şekilde incelenir.


Toplumun kanunları ve değerleri göreli ve topluma özgü kabul edilir.

Bireysel farklılıklar gözetilir ve bu farklılıklar doğal karşılanır.


Birey, yasaların toplum yararına olarak, çoğunluk tarafından
konulması gerektiğine inanır. Eğer kurallar toplumun yararına değilse, toplum
tarafından yine toplum yararı göz önüne alınarak demokratik yollarla
değiştirilmelidir.

Bireyler bir arada yaşamanın gerektirdiği kurallara ve davranış


eğilimlerine uymayı sosyal bir uzlaşı (sözleşme) olarak kabul ederler ve
bunlara özgür iradesiyle uyarak davranırlar.

Mesela; Bir kişi konuşurken sözü kesilmez. Bir kimse başkasının özel
eşyasını izni olmadan alamaz.
373
b) Evrensel Ahlak İlkeleri
Bu dönemde “tüm insanlar eşittir” düşüncesi temeldir. İnsanların
cinsiyeti, dini, dili, ırkı ne olursa olsun eşittir.
Birey kendi ahlak ilkelerini, başkalarından bağımsız olarak
kendisi belirler.
Her koşul ve durumda insan hakları ön planda tutulmalıdır.
İnsan hakları ve evrensel değerler temel ölçüdür.
Kurallar insanca yaşamak için konulur. Bu kurallar evrensel düzeydeki
ölçütlere dayalı olmalıdır. Eğer kurallar bu evrensel ölçütlere dayalı değilse
kurallara uyulmama eğilimi vardır.
Bu dönemdekilere göre “hiçbir şey insan hayatından daha değerli
değildir.” Birey, ihtiyaç duyulduğunda (deprem, sel gibi olaylarda) sadece
insanlık adına bir başkasını kurtarabilmek için kendi canını riske atabilir.

Mesela; Savaş karşıtı olan bir bireyin “Savaş bir insanlık suçudur,
hiçbir şey insan hayatından daha önemli değildir.” demesi. İdam cezası, suçu
ne olursa olsun hiçbir insana verilmez. “İyilik yap denize at, balık bilmezse
Halik bilir” düşüncesi.

374
Gelenek Öncesi Aşama: 7-10 yaş
1. Evre: Ceza ve itaat dönemi
Örnek cevap: İlacı çalmamalı, yakalanırsa hapse atılır.
2. Evre: Bireycilik ve çıkara dayalı alışveriş dönemi
Örnek cevap: İlacı çalmalı çünkü Heinz ilacı karısı için çalıyor ve suçsuz sayılır.
Geleneksel Aşama: 10-16 yaş
3. Evre: Bağlılık ve Uyum dönemi
Örnek cevap: İyi bir koca karısına bakmalı, ilacı çalmalı.
4. Evre: Sosyal sistem ve vicdan dönemi
Örnek cevap: İlaç çalınmamalı, yasalara uygun davranılmalı.
Gelenek Ötesi Aşama: 16 yaş ve sonrası
5. Evre: Sosyal anlaşma, yararlılık ve bireysel haklar dönemi (Kurallar toplum
yararı için değiştirilebilir)
Örnek cevap: İlaç çalınmalı, bir insanın hayatı ilaçtan daha değerlidir.
6. Evre: Evrensel ahlaki prensipler dönemi(Kişi kendi vidanı ile ahlak kurallarını
belirler)
Örnek cevap: İlaç çalınmalı çünkü insan hayatı her şeyden daha önemlidir.

375
376
377
Kohlberg’in Ahlak Gelişimi İlkeleri
 Ahlaki gelişim evreleri kesin ve evrenseldir.
 Ahlak gelişim evreleri düzenli bir sıra izler (yani evrelerin sırası
değişmez; adım adım birbirini takip eder. 2. evreden 4 evreye
atlayamaz), fakat gerçekleşme yaşları tüm insanlarda aynı değildir.
 Yaş, her zaman ahlaki gelişimin göstergesi değildir. Çünkü bazı
gençler, yetişkinlerden daha üst düzeydeki evrenin özelliklerini
yansıtabilir.
 Birey bir önceyi evreyi sindirdikten sonra bir sonraki evreye geçer.
Ahlak gelişiminde önemli olan şey de bir sonraki evreye
geçebilmektir.
 Bireyin ahlaki yargısı, ara sıra bir üst ya da alt evreye yoğunlaşmakla
beraber baskın olarak bir evrede yoğunlaşır. Birey ağırlıklı olarak o
evrenin özelliklerini yansıtır.
 Birey, baskın olduğu evre düşüncesinden bir üst evre düşüncesine
yöneltilebilir, ancak bir alt evre düşüncesine yöneltilemez.
 Her bireyin ahlaki gelişimi farklı bir evrede sonlanabilir. İnsanların
çoğu kanun ve düzen evresinde takılı kalır. Kızların ahlak gelişimleri
daha geride kalır. Kızların çoğu “İyi çocuk eğilim” (kişiler arası
uyum) evresinde kalır.
 Bilişsel gelişim, ahlaki gelişim için gereklidir ancak yeterli değildir.
378
 Küçük çocuklar Kohlberg’in tahmininden daha ileridedirler.

 İnsanların ahlaki konulardaki tutum ve aynı konulardaki davranışları


arasında ciddi bir tutarlılık olmadığı gözlemlenmiştir (Kızıltepe, 2004).

 Ahlakla ilgili fikirler evrensel olmadığı, durumsal olduğu yapılan


araştırmalarla ortaya konmuştur (Turiel, Smetanai, 1991).

 Kohlberg Gelenek Sonrası Düzey için 14 yaş ve üstü demesine rağmen


yapılan çalışmalarda yetişkinlerin %75’inin bu düzeye ulaşamadığını
göstermiştir. Genellikle yetişkinler Geleneksel Düzey’in 3. ve 4.
dönemlerinde kalmaktadırlar.

 Son olarak Kohlberg’in çalışmalarında sadece batıdaki beyaz erkek


nüfusunu kullanması genelleştirme konusunda sıkıntı doğurmaktadır.

379
 Sosyal öğrenme kuramının en
1925-
büyük öncüsü Bandura’ dır.

 Ahlaki davranışı odak noktası yapan sosyal öğrenme kuramına göre, ahlak gelişimi
mekanizması diğer davranış kazanma mekanizmalarına benzerdir.

380
 Çocuğun iyi bir ahlak yapısının
oluşumu, iyi bir modelle karşılamasına
bağlıdır.

 Sosyal öğrenme kuramına göre vicdan


ve ahlak gelişiminde ebeveyn ve diğer
modeller önemlidir. Bu kurama göre
çocuklar için küçük yaşta en çarpıcı
örnekler ana babalardır.

381
SOSYAL
ÖĞRENME
KURAMI
ALBERT BANDURA
Öğrenmenin oluşum süreci ile ilgili farklı psikolojik yaklaşımlar
vardır. Bu yaklaşımların farklılığının kaynağı; kuramcıların öğrenen
kişinin öğrenme sürecindeki rolü ve gücü ile ilgili bakış açısıdır. Bazı
yaklaşımlarda bireyin öğrenme esasında aktif katılımını ve öğrenme
sürecini kontrol etme gücü öne çıkarken, bazılarında ise bireyin sadece
çevrenin kontrolünde uyarıcılara istenilen tepkide bulunması daha ağır
basmaktadır.
Sosyal öğrenme yaklaşımı da birden fazla kuramın ortak
noktalarının birleşimidir.
Toplumda bireyler diğer insanları seyrederek ve gözlem
yaparak, onların yaptığı davranışın pekiştirildiğini veya cezalandırıldığını
gözlemleyerek öğrenirler. Sosyal öğrenme başkalarını seyrederek
çevreden öğrenme olarak tanımlanabilir. Bisiklet sürme, yüzme gibi pek
çok becerileri deneme yanılma ile öğrenirken, bazı becerileri ise
başkalarını gözlemleyerek öğreniriz. Her zaman deneme
yanılma ile öğrenmek mümkün olmamaktadır. Örneğin, zehirli bir yılanın
tanınmasında deneme-yanılma ile öğrenemeyiz. Başkalarının başarı ve
başarısızlıklarını gözlemleyerek öğrenirken zaman ve emek tasarrufu
sağlamış oluruz. O halde insanlar sadece kendi deneyimlerinden
öğrenmezler, başkalarının yaptıklarını seyrederek de öğrenirler. Bu
şekilde öğrenmeye "model alma", "gözlem yoluyla" ya da "taklit ile
öğrenme" denilmektedir.
Günümüzün en popüler öğrenme psikologlarından biri olan Albert
Bandura kuramında

Rutin hayattaki çoğu öğrenmenin sosyal öğrenme yoluyla oluştuğunu


ileri sürer.
Bandura'nın kuramı, Skinner'in kuramına göre çok daha ılımlıdır
.
Bandura'nın kuramı, bilişsel devrimin güçlü bir etkisini yansıtmaktadır.
Kuram bir yönüyle davranışçı, bir yönüyle bilişseldir
.
Ona göre davranışlar, bir makinede olduğu gibi, dışsal uyarıcılar
tarafından başlatılmaz Uyarıcıya verilen tepkiler içseldir. Bizler her zaman
pekiştireç alarak değil, başka insanların davranışlarını ve bu davranışın
sonuçlarını gözlemleyerek dolaylı pekiştirme yoluyla da öğreniriz.

İnsanlar çoğu zaman doğrudan pekiştirme alarak değil, model alarak,


gözleyerek, davranışlarını modelin davranışlarına benzeterek öğrenme
gerçekleştirirler. Gözleyerek öğrenme basit bir taklit değil, çevredeki olayların
bilişsel olarak işlenmesiyle ortaya çıkan bir öğrenme türüdür.

Sosyal öğrenme kuramı araştırmalarında, etkileşim içerisindeki insan


deneklerinin davranışlarının gözlenerek davranış repertuarına kazandırılması ve
değiştirilmesinde pekiştirmenin rolü temel alınmıştır.
ALBERT BANDURA'NIN GENEL OLARAK ÖĞRENME ANLAYIŞI

Günlük hayatta organizma sürekli olarak pekiştireç alarak davranış


kazanmaz. Genellikle insanlar davranışlarını kendileri yö- netirler. İçsel
pekiştireçlere önem verir.

Bandura'ya en yakın kuram Tolman'ın kuramıdır.


Öğrenme, dışsal pekiştirmeye ihtiyaç duyulmadan da ortaya çıkabilir.

Öğrenme, süreklilik arz eder ve ancak o bilgiye ihtiyaç duyulduğunda


ortaya çıkar.

Öğrenme, öğrenilenlerin ihtiyaca göre davranışa dönüştürülmesidir.


Performans ise gözlenebilen, ölçülebilen davranış değişikliğidir.

Öğrenme = Performans değildir.


01
Bireyin davranışları, başkalarının geçirdiği yaşantılardan
etkilenmektedir. Birey pasif değil, aktiftir.

Otomatik davranış değil; düşünce ürünü davranış vardı


İnsanlarda öğrenme davranışları çoğu zaman başka kişileri
gözleyerek, başka kişilere bakarak, duyarak veya okuyarak ortaya
çıkmaktadır. Bandura, insanların çevrelerindeki kişilerin davranışlarını
gözlemleyerek ve bu gözlemlerden bazı sonuçlar çıkararak kendileri için
yararlı olan davranışları ortaya koydukları ileri sürmektedir.

Bandura, tekrarsız ve denemesiz öğrenme anlayışını


psikolojiye kazandırmıştır.

Bandura, gözlem yoluyla öğrenmede, bireysel farklılıklar da


hesaba katmıştır. Bandura'nın kuramı, bilişsel karakter taşıyan bir
kuramdır.
01 GÖZLEM YOLUYLA
ÖĞRENMENİN AŞAMALARI

1 2 3 4
HATIRLAMA UYGULAMA PEKİŞTİRME
DİKKAT
(Akılda Tutma) (Yeniden Üretme)
1- DİKKAT
 Dikkat, model alma yoluyla
öğrenmenin ilk aşamasıdır.

 Öğrenme, dikkat ile başlar.

 Model alınan davranışın ortaya


konulabilmesi için öncelikle model alınan
davranışa odaklanmak gerekir.

 Yapılan çalışmalar, insanların farklı,


ilginç, yüksek statülü kişilerin
davranışlarına daha çok odaklandığını
göstermektedir.
2. HATIRLAMA / AKILDA TUTMA

Gözlem yoluyla öğrenilen bilgiden yararlanabilmek için


gözlemci, modelin davranışlarını aklında tutabilmeli ve zihninde
taşıyabilmelidir.

Gözlenen her bilgi sembolleştirilir, kodlanır ve bellekte saklanır.


Bilgi, iki yolla sembolleştirilir. Zihinsel imajlar ve sözel semboller.

BİLGİNİN SEMBOLLEŞTİRİLMESİ
1. Bilgi, zihinsel imajlara ve resimlere dönüştürülerek saklanır.
2. Bilgi, sözel sembollere dönüştürülerek saklanır.

İmgesel ya da sözel olarak depolanan bilgilerin zihinsel


olarak tekrar edilmesi ya da gözlendikten sonra uygulanması
gerekir. Bandura'ya göre sembolleştirme kapasitesi ile gözlemci,
modelin davranışlarını aklında tutar, kodlar, açık ya da örtük bir
şekilde tekrar eder. Böylece birey yeri geldiğinde o bilgileri
kullanabilir ve davranışı ortaya koyabilir.
3. YENİDEN ÜRETME / UYGULAMA / DAVRANIŞADÖNÜŞTÜRME

Model alınan davranışın gösterilmesi için bireyin gözlemlerini davranışa


dönüştürmesi gerekir. Davranış ortaya konulmadan önce, gözlemci kendi
davranışlarını modelin davranışına uygun hale getirmek için zihinsel tekrarlar yapar.
Gözlemcinin ortaya koyduğu "zihinsel prova" sürecinde birey kendi davranışı ile
zihinde tuttuğu modelin davranışlarını kıyaslar. Bu kıyaslama sonucu kendine geri
bildirim verir. Gözlemcinin davranışı ile modelin davranışı arasındaki farklılık sonucu
gözlemci kendi davranışlarını yeniden düzenler. Gözlemci; kendi davranışı, modelin
davranışına benzeyinceye kadar bu düzeltmeye devam eder.

Zihinsel tekrarlar ve zihinsel provalar, davranışın daha doğru ve ustaca


yapılmasını sağlar.

Bu aşamada öğrenilenler performansa dönüştürülür. Ancak bilişsel olarak


öğrenilenlerin davranışa dönüştürülebilmesi için bireyin "fiziksel ve psikomotor"
olarak yeterli olması gerekir. Fiziksel özellikler yeterli olsa bile istekli olma,
başarabileceğine olan "inanç (öz yeterlilik)"da oldukça önemlidir. Özellikle öz
yeterlilik kapasitesi bu aşamada çok önemlidir.
4. GÜDÜLENME / PEKİŞTİRME / ÖDÜL BEKLENTİSİ

Bandura, Skinner gibi, kuramında pekiştirme ilkesinden bahseder. Ancak pekiştirme


konusunda Skinner'a göre daha esnek bir anlayışa sahiptir. Bandura'nın kuramında pekiştireçler
iki temel işleve sahiptir. Birincisi, gözlemci eğer modelin davranışlarını ortaya koyarsa kendisinin
de pekiştirileceğine dair bir beklenti oluşur. İkincisi, öğrenmenin performansa dönüşmesinde
tetikleyici ve harekete geçirici olarak rol oynarlar.

Bandura öğrenmenin oluşması için pekiştirmenin bir zorunluluk olmadığını belirtir. Birey
sadece model alarak da davranış edinebilir.

İnsanlar yeni davranışları ya da becerileri, gözlem yoluyla elde edebilirler ancak onu
yapmaya güdüleninceye ya da ihtiyaç duyuncaya kadar performans olarak göstermezler.

Güdülenme süreci, öğrenmeyi performansa dönüştüren en temel özelliktir.


Bandura'ya göre, model alarak öğrenmede kişinin kendi kendini içsel olarak pekiştirmesi
öğrenme için bir gerekliliktir.
Öğrenmenin kalıcı olabilmesi için modelin taklit eden gözlemcinin başarısının beğenilmesi
ve takdir edilmesi gerekir.
02 Bandura pekiştirmenin üç türünden bahseder:

DOĞRUDA DOLAYLI İÇSEL


N PEKİŞTİRM PEKİŞTİRM
PEKİŞTİRM E E
E

Gözlemcinin modeli Gözlemci doğrudan pekiştireç almasa Bandura'ya göre en etkili


izlemesini, davranışı ortaya bile, modelin uygun davranışlarının pekiştirmedir.
koymasını ve davranış için pekiştirilmesi, gözlemcinin aynı Bireyin, başkalarının
aracısız pekiştireç almasını davranışları tekrarlama olasılığını artırır. dışarıdan kendisine ya
ifade eder. Modelin davranışının ödüllendirilmesi, da modele vermiş
Doğrudan gözlemcide bir ödül beklentisi yaratır ve oldukları pekiştireçleri
pekiştireçler dışsal çevre gözlemciyi güdüler. dikkate almadan
tarafından sunulan Doğrudan pekiştirme kadar başarıya ulaştığında
pekiştireçlerdir. etkilidir. kendisini pekiştirmesidir.
Gözlem yoluyla öğrenmenin aşamalarını bir örnekle gösterelim. Örneğin, Ahmet futbol oynamayı sevmektedir
ve Ronaldo'yu model almaktadir.

DİKKAT HATIRLAMA UYGULAMA PEKİŞTİRME


Ahmet’in Ronaldo'yu Ahmet’in Ronaldo'yu Ahmet'in olgunlaşma Ahmet maça çıktığında ve
futbol oynarken dikkatle izlerken bile onun seviyesinin yeterli olması. Ronaldo gibi ayak hareketlen
izlemesi ayak yaptığı davranışları Ahmet'in futbol oynamaya yaptığında insanların Ahmet'i
hareketlerine zihninden geçiriyor istekli olması ve maça alkışlaması doğrudan
odaklanması dikkat olması hatırlama Çıktığında Ronaldo gibi ayak pekiştirmedir.
basamağıdır. basamağıdır. hareketleri yapması uygulama Ronaldo maça çıktığında
basamağıdır. herkesin Ronaldo’yu alkışlaması
ve Ahmet'in bu durumdan dolayı
Ronaldo gibi maç oynamak
istemesi dolaylı pekiştirmedir.
Ahmet kendi istediği için
yapıyorsa bu da içsel
pekiştirmedir.
MODEL ALMA TÜRLERİ

DİREKT MODELLEME:
Gözlemci modelin davranışlarını izler ve doğrudan ortaya koyar. Genellikle
çocukların yaptığı model alma bu şekilde gerçekleşir.
SENTEZ EDİLEREK MODEL ALMA
Öğrenen gözlediği davranışlardan yeni sentezlere ulaşarak öğrenir. İcatlar
ve teknoloji bu yolla ulaşır.

SEMBOLİK MODELLEME
Sanal dünyadaki modellerin gözlenerek gerçek dünyaya uyarlanması
yoluyla öğrenme gerçekleşir. Film kahramanları ile özdeşim kurmak bu
modellemeye örnektir
SOYUTLAMA
Öğrenilen, sergilenen davranışların altındaki mantığı ve sistemi
keşfetmesidir. Matematik işlemlerinin çözümüne bu yola ulaşılır.
SOSYAL ÖĞRENME KURAMININ TEMEL
ÖĞLERİ

2. Davranışın
Özellikleri

1 . Modelin
Özellikleri 3. Gözlemcinin
Özellikleri

SOSYAL ÖĞRENME
1. MODELİN ÖZELLİKLERİ / KİMLER MODEL ALINIR?
Sadece modelin davranışlarının sonuçları değil, aynı
zamanda modelin özellikleri de model almayı tetikler. Modelin
sahip olduğu özellikler, model almayı etkiler.
Popüler ve ünlü olan insanlar daha fazla model
alınır.
Alanında uzman, deneyimli, bilgi sahibi kişiler daha
fazla model alınır.
Toplumu yönlendiren insanlar, fikir liderleri ve
kanaat önderleri daha fazla model alınır.

Modelle cinsiyet, sınıf, yaş olarak benzerlik model


almayı artırır. Modelin davranışının sonuçları model almayı
etkiler. Modelin davranışları pekiştirme alıyorsa daha fazla
model alınır. Modelin davranışları cezalandırılıyorsa model
alma zayıflar.Yüksek statü, düşük statüye göre model almayı
daha fazla etkiler
Çocuklar ve Modelin Özellikleri
Bandura tarafından yapılan bir çalışmada bir grup çocuğa saldırgan içerikli film
seyrettiriliyor. Diğer bir gruba ise saldırganlık içermeyen bir film seyrettiriliyor, daha sonra bu iki
grup öğrenci arkadaşlarıyla birlikteki faaliyetlerinde ve oyun oynarken gözlemlendiğinde saldırgan
film seyredenleri daha saldırgan davranışta bulundukları gözlemleniyor.
Ayrıca Bandura tarafından yapılan benzer bir çalışmada da, çocuklarda en yüksek
saldırganlık davranışını, çizgi film modellerini izleyen grup göstermiştir. Saldırganlık bakımından bu
grubu, filmdeki insan modelini gözleyen grup izlemiş; en düşük düzeyde saldırganlık davranışları
da gerçek yaşamdaki insan modellerini izleyen grupta gözlenmiştir. Bu durum, çocukların
davranışlarını sırasıyla, çizgi film kahramanlarının ve filmlerdeki insan modellerinin, gerçek insan
modellerinden daha çok etkilediğini göstermektedir. (Bandura ve Walters, 1963)
2- DAVRANIŞIN ÖZELLİKLERİ/ HANGİ
DAVRANIŞLAR MODEL ALINIR

Model almayı güçlendiren bazı davranış özellikleri vardır.

• Basit davranışlar karmaşık davranışlara göre daha fazla taklit


edilir.

• Sık tekrar edilen davranışlar daha fazla model alınır.

• Fayda amacı gözeten, işlevsel olan, pratik kullanım değerine


sahip olan davranışlar çok daha fazla model alınır.

• Problemi çözen, amaca yönelik davranışlar daha fazla model


alınır.

• İhtiyacı karşılayan davranışlar daha fazla model alınır.

• Ödüllendirilen davranışlar daha fazla model alınır.


04

3. GÖZLEMCİNİN ÖZELLİKLERİ

Model alma yoluyla öğrenmede, gözlemcinin sahip olduğu özellikler de model


almayı etkiler.
Gözlemcinin sahip olması gereken yedi temel özellik vardır:
• Sembolleştirme Kapasitesi
• Öngörü / Bilme Kapasitesi
• Dolaylı Öğrenme Kapasitesi
• Öz Yeterlilik Kapasitesi
• Öz Yargılama Kapasitesi
• Öz Düzenleme Kapasitesi
• Karşılıklı Belirleyicilik Kapasitesi
04
1. SEMBOLLEŞTİRME KAPASİTESİ
Sembolleştirme, bireylerin dil ve düşünce sayesinde dış dünyada, çevresinde
gördüklerini zihinlerinde taşıyabilme kapasitesidir. Sembolleştirme kapasitesi yüksek
bireyler, dolaylı öğrenme yeterliliği yüksek olan bireylerdir.

Bandura'ya göre insanlar, dünyanın kendisinden çok bilişsel temsilcileri yani


semboller ile etkileşimde bulunurlar. İnsanlar düşünme ve dil yeteneğine sahiptirler.
Düşünme ve dil yeteneği sayesinde insanlar geçmişi muhafaza etme, geleceği ise analiz
edebilme yeteneğine sahiptirler.

Sembolleştirme kapasitesi, çevreyi anlamaya ve keşfetmeye yardımcı olur.


Semboller düşünmeye aracılık ederler. Böylece insanlar gördüklerini sembolleştirerek
zihnine kaydederler. Sembolleştirme kapasitesi, bilgileri zihne kaydetmek ve zihne
kodlamaktır.

2. ÖNGÖRÜ / BİLME KAPASİTESİ

Gelecekle ilgili planların, zihinde davranıştan önce yapılmasıdır.


Öngörü kapasitesi, gelecekle ilgili plan yapabilme kapasitesini gösterir.
04
3. DOLAYLI ÖĞRENME KAPASİTESİ

İnsanların sadece kendi deneyimlerinden değil; başkalarının


yaşantılarından da öğrenme kapasitesini gösterir.

İnsan kendi deneyimleri ile sınırlı bir öğrenme alanına ulaşır. Bu


kapasite, insanın öğrenme hızını ve alanını genişletir.

Özellikle çocuklarda dolaylı öğrenme kapasitesi yüksektir.

Sosyal öğrenme açısından önemli bir ilkedir.


04
4. ÖZ YETERLİLİK/ YETKİNLİK KAPASİTESİ

Öz yeterlilik, bireyin belli bir performansı göstermek için gerekli etkinlikleri organize edip
başarılı olarak ortaya koyma kapasitesine ilişkin kendi yargısını ifade eder.
Kişinin bir problemi çözeceğine dair duyduğu inancı temsil eder.
Kişinin öz yeterliliği yüksekse, o davranışı başarabileceğine daha çok inanır.
Öz yeterlilik kapasitesi, bireyin enerjisini yönetmesi konusunda bireye yardımcı olur.
Bireyin öz yeterlilik inancını etkileyen dört sebep bulunmaktadır. Dolaylı yaşantılar, sözel
ikna, psikolojik hal, yaşantı ve deneyim.
A) Dolaylı Yaşantılar: Kişilerin kendilerine benzer kişileri ve paralel durumlarını ifade eder.
Bireyin, kendine benzer başka kişilerin başarılı ya da başarısız etkinlikleri, kendisinin
başarıp/başaramayacağına ilişkin inancı öz yeterliliği etkiler.
B) Sözel İkna: Çevreden gelen telkin, nasihat ve teşviklerdir.
C) Psikolojik Hâl: Bireyin psikolojik olarak kendini rahat hissetmesi ve bir işi başaracağına ilişkin
olumlu tutum geliştirmesidir.
D) Yaşantı (Deneyim):Bireyin kendi yaptığı başarılı ya da başarısız davranışların sonuçlarının
kişinin öz yeterliliğini etkilemesidir.
Öz yeterliliği yüksek olan insanlar, zorlukların üstesinden daha kolay gelirler.
Öğretmenler öğrencilerinin öz yeterlilik kapasitesini geliştirebilmelidir.
04

5. ÖZ YARGILAMA/OTOKRITIK KAPASİTESİ
Otokritik olarak da adlandırılır.
Kişinin kendi kendini değerlendirebilmesini ifade eden özelliktir.
İnsanların yaptıkları davranışların sonuçlarını eleştirebilme, analiz edebilme, hatalarından ve
yaptıklarından ders çıkarabilme kapasitesidir.
Öz yargılama, kişinin kendini tanımasına yardımcı olur.
Kişisel gelişim için de önemli bir ilkedir.
Öz yargılamada eylem yoktur, sadece "düşünce" vardır.

6. ÖZ DÜZENLEME/ ÖZ DİSİPLİN KAPASİTESİ

İnsanların davranışları sadece pekiştirme veya ceza ile kontrol edilmez. İnsanlar büyük
ölçüde davranışlarını kendileri düzenlerler.
İnsanların kendi davranışlarını kontrol edebilme yeteneğini gösterir.
Öz düzenleme ile insanlar davranışlarını kontrol eder, davranışlarını yeniden düzenler.
7. KARŞILIKLI BELİRLEYİCİLİK KAPASİTESİ

Öğrenmeyi etkileyen üç faktör vardır: Birey, çevre, davranış


Çevre bireyi etkilediği kadar, birey de çevreyi etkiler.

Sosyal öğrenme kuramı, davranışçı kuramdan farklı olarak, bireyin çevre karşısında pasif olmadığını,
çevre tarafından belirlendiği kadar. çevreyi de belirleme kapasitesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Bireyin davranışları ve çevre, karşılıklı olarak birbirini etkiler ve bu etki, sonrasında bireyin davranışlarına
da yön verir.
Bandura'ya göre, insanlar çevreyi belli şekiller ve yollarla etkiler, çevre de insanların
davranışlarını etkiler. Bandura bunu bir deneyle göstermektedir; savunmayı öğrenme deneyinde farelere
belirli aralıklarla şok verilmektedir. Farelerin şoktan kurtulabilmeleri için, bu aralıklarda bir kol demirine
basmaları gerekmektedir. Aksi takdirde periyodik şokları almaktadırlar. Kol demirine basmayı öğrenen
farelerin davranışı çevreyi kontrol etmekte, öğrenemeyen fareleri ise çevre etkilemektedir. Bu durumda,
potansiyel çevre bütün hayvanlar için aynı olmasına rağmen, gerçek çevre, her birinin kendi davranışına
bağlı olarak değişmektedir.
Bandura, pekiştirme ve cezaların da potansiyel çevrede var olduğunu, onların ortaya çıkışını
yani gerçekleşmelerini bizim davranışlarımızın belirlediğini savunmaktadır. Daha ileri giderek, davranışın
çevreyi yarattığını belirtmektedir.
DOLAYLI YAŞANTILAR
Dolaylı Yaşantılarla Elde Edilen öğrenmeler Nelerdir?

Özgün, yaratıcı, orijinal ve doğuştan gelen


yetenekler dışında model alma yoluyla öğrenilen
davranışları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

 Psikomotor davranışlar ve beceriler


 Problem çözme ve karar verme becerileri
 Eşya ve alet kullanma
 Dil
 Gelenek, görenek, ahlaki değerler ve sosyal beceriler
 Duygular ve duyguları ifade etme biçimi
 Öz bakım becerileri
 iyi ve kötü alışkanlıklar
ÖĞRENMEYİ SAĞLAYAN
DOLAYLI YAŞANTILAR

Albert Bandura 4 temel dolaylı


yaşantıdan bahseder.

 Dolaylı Pekiştirme
 Dolaylı Ceza
 Dolaylı Duygu
 Dolaylı Güdülenme
1. DOLAYLI PEKİŞTİRME
Modelin pekiştirilen davranışları, gözlemcinin o davranışı taklit etme
olasılığını artırır.
Model, davranışının sonucunda ödüllendirildiğinde, gözlemci de modelin
davranışlarını yaptığı taktirde ödül beklentisi içine girer.
Örneğin; kazı-kazan kartı alan bir arkadaşının ikramiye kazandığına tanık
olan bir kişinin, kazı-kazan kartı almaya başlaması ve ara sıra küçük ikramiyeler
kazanması. Dişlerini fırçaladığı için annesinden aferin alan ağabeyini izleyen küçük
kardeşin de dişlerini fırçalamaya başlaması buna örnektir.
Dolaylı pekiştirme göstermektedir ki, başka kişilerin davranışlarının sonuçları,
gözlemcinin davranışında da bir değişiklik oluşturmaktadır.
2. DOLAYLI CEZA
Modelin davranışının istenmeyen bir durumla sonuçlanması,
cezalandırılması veya onaylanmaması, gözlemcinin benzer
davranışlarda bulunmasını engeller.
örneğin, sınıf arkadaşının, küfür ettiği için öğretmen tarafından sert bir
dille uyarıldığını gören bir çocuğun küfür etmemesi gibi.
3- DOLAYLI DUYGU
Doğuştan getirilmeyen pek çok duygu sosyal öğrenme yolu ile
kazanılır.
Pek çok insan hiç yılan görmediği halde yılandan korkar. Bu
durum duygularında gözlem yolu ile kazanıldığını ortaya koyar.
Annesi kediden korkan bir genç kız, kendisininde hiç bir yaşantı
olmadan kediden korkması
4. DOLAYLI GÜDÜLENME
Modelin sergilediği davranışlar, gözlemcinin kendisinde de bir
güdülenme ve isteklilik oluşturur.
Gözlemci "Bu davranışı ben de yapabilirim." duygusuna kapılır.
Dolaylı güdülenmede içsel pekiştirme söz konusudur. Gözlemci
dışarıdan dışsal bir pekiştirme almaz.
Örneğin; üstten ders alan bir arkadaşını gören kişinin bir sonraki
dönem üstten ders almayı düşünmesi
Cem’in benim Sezai den ne eksiğim var bende roman yazabilirim
diye Cem ‘in kendini Roman yazabileceğine dair inandırması dolaylı
güdülenme. Cem de roman yazıp yayınlatırsa dolaylı pekiştirme olur.
DOLAYLI ÖĞRENMENİN ETKİLERİ

1. TEPKİYİ KOLAYLAŞTIRICI ETKİ

Modelin davranışı, gözlemci tarafından daha önce edinilmiş bir davranışın ortaya çıkmasını
kolaylaştırır.
Örneğin; düğünde piste çıkıp dans etmek isteyen birisinin buna cesaret edemeyip piste kalkan
birkaç kişiyi gördükten sonra piste çıkıp dans etmesi.

2. DUYGU YOĞUNLAŞTIRICI ETKİ

Modelin duygularının ve duygusal tepkilerinin, gözlemcinin duygularında değişikliğe yol


açmasıdır. Bu yolla gözlemci modelin hem duygularını hem de duygularının ifade ediş biçimini model alır.

Örneğin; bir çocuğun babasının davranışlarından etkilenerek gelecekte de kendi çocuklarına


benzer şekilde davranması
3. DESTEKLEYİCİ ETKİ

Modelin davranışının olumlu sonuçlanması veya ödüllendirilmesi gözlemcinin o


davranışı yapmasını destekler.
Örneğin; kitap okuduğu için annesinden aferin alan ablasını gören çocuğun okuma
yazma bilmediği hâlde eline kitap alıp okuyor gibi yapması

4. ENGELLEYİCİ ETKİ

Modelin cezalandırılmış olması, davranışlarının olumsuz bir şekilde sonuçlanması,


gözlemcinin o davranışı yapmasını engeller.
Örneğin; kopya çekerken yakalanan ve cezalandırılan arkadaşını gören çocuğun kopya
çekmekten kaçınması

5. ÇEVREYE İLGİYİ ARTIRICI ETKİ

Modelin davranışının çevreye yönelik ilgisi ve duyarlılığı, gözlemcinin de o duruma


yönelmesini sağlar.
Örneğin; otobüs durağında bir kişi öne doğru adım attığında, bekleyen diğer insanların
da öne doğru yönelmesi
Bobo Doll Deneyi

https://www.youtube.com/watch?v=En7zdMkb41Y
GESTALT VE
İNSANCIL
YAKLAŞIMDA
ÖĞRENME

1
Çılgınlık Bu!
Çocuk: Anneciğim biliyor musun?
Anne: Neyi yavrum?
Çocuk: Öğretmenimin çılgın olduğunu düşünüyorum.
Anne: Neden böyle söylüyorsun canım?
Çocuk: Anlatayım sana. Öğretmenim dün bize 5+5'in 10
ettiğini söylemişti. Bu tamam; fakat bugün 7+3, 6+4, 8+2,
9+1' in de 10 edeceğini söyledi. Bir türlü karar veremiyor.
Ben buna nasıl dayanabilirim?
Yukarıdaki öğrenci ilköğretim ikinci sınıfa
gitmektedir. Sizce ezbere dayalı öğrenme mi anlayarak
öğrenme mi kalıcıdır?

2
1- GESTALT ÖĞRENME
KURAMI (Bütüncül Anlayış)
Davranışçı yaklaşıma tepki olarak ortaya çıkan
bir grup alman psikolog tarafından geliştirilmiştir.
Temsilcileri: Koffa, Köhler, Wertheimer, Lewin
Gestalt sözcüğünün karşılığı olarak örüntü,
bütün, biçim kelimelerini kabul ederler.
Gestaltçılar psikolojik olayların bütününe ve
örgütüne dikkat çekmişlerdir.
« Bir bütün, kendisini oluşturan parçalardan
her zaman daha fazladır, daha anlamlıdır ve daha
değerlidir.»
3
Dünyayı ve insanın çevresindeki olayları anlamaya yönelik
olarak yapılan işlemler üzerinde durması nedeniyle biliş kuramcıları
olarak da adlandırılan Gestaltçıların temel görüşleri şunlardır:

1. İnsanlar gördüklerini bir bütün olarak algılarlar. Bütünü


oluşturan parçalanın aralarındaki ilişkiler algılamada önem taşır.
2. Bir nesnenin ya da parçanın algılanışı, onun diğer parçalarla
olan ilişkisine bağlıdır.
3. İnsanlar, nesneleri bazı örgütleyici eğilimlere göre algılarlar.
Bir resimde görülen -dikkat edilen- nesne şekil; geride kalanlar ise
zemin olarak algılanır. Öğrenme şekil-zemin arasındaki ilişkilerdeki bir
değişmedir; bir başka deyişle, daha iyi bir bütün (Gestalt) geliştirmedir.
4. İnsanlar, çevrelerini bir düzen içinde görürler. Eşya ve
olaylar tek başlarına değil; organize edilmiş bir bütünlük içinde anlam
kazanırlar.

4
6. Bazı Gestalt psikologları algısal alan, bilişsel
alan gibi terimlerle kişinin çevresini ve dünyayı algılayışını
belirtmek eğilimindedirler.
7. Öğrenme, kişinin karşılaştığı bir durumu
algılaması ve yorumundaki bir değişmedir. Bir seziş veya
kavrama tamamen davranıştan aynı olabileceği gibi
davranışla da birlikte olabilir.
8. Herhangi bir durumun ya da konunun öğeleri
birbiriyle ilgilidir ve bunların her biri bütünlük içinde anlam
kazanır. Bütün, onu meydana getiren parçalarının
toplamından daha farklıdır. Bir konuyu oluşturan parçaları
ayrı ayrı incelersek bütünü göremeyiz veya bütünden
önemli şeyler kaybederiz.
5
Görüldüğü gibi Gestaltçılar ile daha önce
incelediğiniz davranışçılar arasında görüş farklılıkları
bulunmaktadır. Gestalt yaklaşımında, davranışçıların en
küçük birimler üzerinde çalışarak bütünün anlamını
kaybetmesine yol açtıkları ve dolayısıyla yanlış sonuçlar
elde ettikleri savunulmaktadır.
Davranışçı yaklaşımda öğrenen pasif ve çevresel
uyarıcılara bağlı olarak ele alınırken Gestalt yaklaşımında
birey aktiftir ve çevrenin yorumlanmasında doğuştan algısal
kolaylığa sahiptir.
Davranışçılıkta uyarıcı-tepki bağının öğrenildiği,
Gestalt'ta algısal yeniden organizasyonların aracılığıyla
anlamlı bütünlerin kazanıldığı ileri sürülmektedir. Öğrenme
(U-T) bağı ile açıklanmaz. Öğrenme (U-O-T) bağı ile
açıklanabilir.
6
GESTALT KURAMININ ÖĞRENME İLKELERİ

1. Tekrar ve Uygulama: Tekrar ve uygulamalar, bilginin bellekte kalıcı


bir iz oluşturmasını sağlar. Bellek izi ne kadar güçlü olursa, öğren-
me de o denli güçlü olacaktır.
2. Güdülenme: Yeni öğrenmeler, zihinde dengesizlik ve belirsizlik
yaratır. Bu dengesizlik öğrenme için itici bir güç oluşturur ve içsel
pekiştirecin ortaya çıkmasını sağlar. Dengesizlik, bireyi tekrar
denge durumuna kavuşması için güdüler.
3. Anlama: Ögeler arasındaki ilişkinin ezber yapmadan, parçalar
arasında mantıksal ilişki kurularak öğrenilmesidir. Bilginin kalıcı
olmasını sağlar.
4. Aktarım (Transfer): Öğrenilen bilginin benzer durumlara
uyarlanabilmesidir. Bu durum anlamlı öğrenmeyi sağlar.

7
GESTALT VE ALGI
• Gestalt ekolü, algı ve problem çözme süreçlerine yoğunlaşan
bir kuramdır.
• Öğrenmeyle ilgili görüşleri, algı çalışmalarına dayanmaktadır.
Öğrenmeyi algı yasaları ile açıklarlar.
• Gestalt anlayışına göre algı bir örgütleme biçimidir. Bize
gelen uyarıcıları nasıl gruplandıracağımızı, nereye
konumlandıracağımızı, nasıl yorumlayacağımızı anlatan ve
açıklayan bir örgütlenme sürecidir.
• Çok sayıda algı ilkesi vardır. Bu ilkeler daha genel bir yasa
olan ‘pragnanz’ ismi altında toplanmıştır.
• Koffka’nın tanımına göre pragnanz: her psikolojik olayda
anlamlı olma, basit olma ve tam olma eğilimini ifade
etmektedir. Pragnanz tüm algı ilkelerinin en genel ismidir.
8
ALGI ÖRGÜTLEME YASALARI
(PRAGNANZ İLKELERİ)
• Algı, zihinde oluşan bir süreçtir. Çevreden gelen uyarıcılar, duyu
organlarını uyarır, böylece meydana gelen sinir akımı beyne ulaşır
ulaşmaz duyum olayının hemen arkasından algılama meydana gelir.
• Herhangi bir algının oluşabilmesi için, duyu organlarına gelen
iletinin beyne ulaşması gerekir.
• Duyum, uyarıcıların sadece alınmasıdır. Algılama ise uyarıcıların
anlamlandırılması, yorumlanması, işlenmesidir.
• Algılamada iki temel yapı vardır. Birincisi gruplar halinde
örgütlemektir. İkincisi ise anlam kazandırmaktır. Pragnanz ilkeleri
nelerdir?
Pragnanz Yasası, zihnimizin uyarıcıları algılarken, mümkün olduğunca
en iyi, en basit ve en anlamlı biçime dönüştürme eğilimidir.

9
1. Şekil - Zemin İlkesi:
Şekil, zeminden ayrılan yapılar olarak ifade edilir.
Bir başka ifadeyle şekil dediğimiz gestalttır, algıladığımız
şeydir. Zemin ise şekle göre ortaya çıkan arka plandır.

Bir anda şekil olarak görünen, başka bir anda zemin


olabilir. Neyin şekil, neyin zemin olacağını, bireyin o anki
psikolojik hâli ve ihtiyaçları belirler.
Örneğin; tahtada ders anlatan öğretmen şekil, tahta
zemindir.
O an odaklandığımız şey şekildir. Şeklin gerisinde
kalan ve dikkatimizi yöneltmediğimiz uyarıcılar ise zemindir.

10
11
2. Yakınlık İlkesi
Organizmalar, nesneleri birbirine olan yakınlıklarına
göre gruplandırarak algılama eğilimindedirler.
Zihnimizde zamanda ve mekânda birbirine yakın
olan ögeler gruplandırılarak algılanır.
Telefon numaraları vatandaşlık numaraları da
çoğunlukla gruplandırılarak ve yakınlık ilkesi gözetilerek
algılanmaktadır.
Yakınlık, uzamsal olabildiği gibi anlamsal da olabilir.
Örneğin; okul ve defter kelimelerinde anlamsal bir yakınlık
bulunur. Karadeniz-hamsi, şeker-çay, öğrenci-okul gibi
kelimeler de yine anlamsal yakınlığa sahip ifadelerdir.

12
13
3- Benzerlik İlkesi
Şekil, renk, büyüklük, doku, cinsiyet vb.
özellikler bakımından birbirine benzer öğeler
birlikte gruplandırılarak algılanır.
Hem görsel hem işitsel öğelerin
algılanmasında önemli rol oynayan ilkedir.
Bir sınıfın kızlar ve erkekler olarak
gruplanması, sınıfta yaramazlık yapan
öğrencilerin gruplandırılması vb.

14
15
4- Tamamlama İlkesi
Organizmalar tamamlanmamış etkinlikleri, şekilleri, sesleri,
kelİmeleri, örüntüleri zihinlerinde tamamlama eğilimi gösterir. Böylece
organizma iyi bir gestalta ulaşmaktadır.
Organizmanın zihninde, bir nesneye ilişkin tanımlanmış bir
bütünlük varsa, daha sonra o nesnenin parçalarını eksik görse bile
tamamlar.
Örneğin; insanların mesaj yazarken kullandıkları "slm, nssn,
kib" gibi kelimeler de tamamlama ilkesiyle açıklanır. Yine, insanların
severek izledikleri dizinin sonunu zihninde tamamlamaya çalışması da
bu ilkeye örnektir. Flu bir yüz ifadesinin ne anlama geldiğini, eksik bir
cümlenin nasıl biteceğini tahmin etmek, yarım kalmış bir hikâyeyi
zihinsel olarak sonuca götürmeye çalışmak tamamlama ilkesidir.

16
17
5- Süreklilik İlkesi
Aynı yönde giden noktalar, çizgiler
birlikte gruplandırılarak algılanır.
Filmlerde hareket eden yazılar (jenerik)
süreklilik hikayesi ile açıklanır.
Güven duyduğumuz bir insana her
zaman güvenmek istememizde süreklilik
ilkesi ile alakalalıdır.

18
19
6- Basitlik İlkesi
Basitlik ilkesine göre diğer unsurlar eşit
olduğu takdirde bireyler basit bir şekli,
karmaşık bir şekle göre daha kolay algılama
eğilimindedirler.
İnsan zihni, basit ve düzenli şekilleri,
karmaşık ve düzensiz şekillere tercih eder.
Çünkü insan zihni, bir şeklin önce genel
ilkelerini algılar.

20
21
7- Phi Fenomen İlkesi
Wertheimer ortaya konulmuş bir
pragnaz ilkesidir. Phi-Fenomen kavramını,
algının bütünlüğüne örnek olarak
göstermiştir.
Phi-Fenomen kavramı bir uyarıcının
hareket etmediği halde, hareket ediyormuş
gibi algılanmasıdır.
Reklam panolarında sıklıkla kullanılır.

22
23
24
ALGIDA TEMEL KURALLAR
1. ALGIDA DEĞİŞMEZLİK:
Bir nesnenin farklı koşullarda ve durumlarda aynı
algılanmasıdır. Bu değişmezlik renk, parlaklık, biçim, büyüklük
gibi özellikleri kapsayabilir. Bir nesneye ilişkin kalıcı bir algı
oluştuğunda, nesnenin konumu değişse bile, o şey hep aynı
şekilde algılanır.
Örneğin; uzaktaki bir ağaç, yakındaki bir ağaçtan daha küçük
görünür, ancak ağaçla ilgili algımız değişmez. Karanlıkta limon
gördüğümüzde, onun renginin sarı olduğunu biliriz.
Algılamayı etkileyen iki temel yapı vardır: Uyarıcıların düzeni ve
geçmiş yaşantılar. Hem uyarıcıların nasıl düzenlendiği hem de
geçmiş izlenimler algılıyı etkiler. Her insan, kendi zihinsel
tasarımlarına göre algılama yapar. Her insanın yaşantılarının
birbirinden farklı olması, aynı uyarıcının farklı kişilerce farklı
algılanmasına yol açar. İlgiler, beklentiler, yaşantılar algılamayı
doğrudan etkileyen süreçlerdir. 25
2. ALGISAL SET (KURULUM) OLUŞTURMA:
Bireylerin çevreyi kendi beklentilerine göre algılama
eğilimidir.

26
3. ALGIDA SEÇİCİLİK:
Bireyin ilgi, ihtiyaç, zorunluluk, istek, uyarıcının şiddeti,
uyarıcının büyüklüğü, vb. etkisiyle bir uyarıcıyı öne çıkarması, onu daha
öncelikli algılamasıdır. Örneğin; çok kalabalık bir ortamda sevdiğimiz bir
arkadaşımızı daha önce algılarız. Çok sesli bir ortamda ismimizi
duyduğumuzda bu uyarıcıya yöneliriz. Bu ve buna benzer durumlar
algıda seçicilik olarak ifade edilir.

https://www.youtube.com/watch?v=pOxD_6HmK8Q

27
4- DERİNLİK ALGISI:
Nesnelerin üç boyutlu olarak algılanmasıdır.
Perspektif almaktadır. Örneğin: resim yaparken yakındaki
evlerin daha büyük, uzaktaki evlerin daha küçük çizilmesi.

28
5- ALGI YANILMALARI

PSİKOLOJİK
İLLÜZYON
İLLÜZYON
ALGI FİZİKSEL
YANILMALARI İLLÜZYON
HALÜSİNASYON

29
Fiziksel İllüzyon: Herkes için geçerlidir. Duyu organlarının,
gelen bilgiyi olduğundan farklı algılamasıdır. Örneğin, çay bardağının
içindeki kaşığı hepimiz kırık olarak algılarız ya da tren raylarının belli bir
noktada birleşiyormuş gibi görünmesi.

Psikolojik İllüzyon: Herkeste aynı şekilde algılanmaz. Bireyin


içinde bulunduğu psikolojik duruma göre, var olan uyarıcıları
olduğundan farklı algılamasıdır. Stres, sıkıntı gibi faktörler kişinin
algılamasını etkileyebilir. Örneğin; bahçedeki hortumun yılan gibi
algılanması.

Halusinasyon/Sanri: Ortada hiçbir uyarıcı yokken kişinin varmış


gibi algılamasıdır. Ruhsal sağlık bütünlüğü bozulmuş kişilerde görülen
bir durumdur. Örneğin; bir kişinin duvarda örümceklerin yürüdüğünü
söylemesi. Birtakım sesler duyduğunu söylemesi gibi.

30
GESTALT KURAMLARI
KURT KOFFKA İZ KURAMI
WOLFGANG KÖHLER İÇGÖRÜSEL ÖĞRENME
MAX WERTHEİMER ÜRETİCİ DÜŞÜNME
KURT LEWİN YAŞAM ALANI

31
1. İZ KURAMI/BELLEK İZİ KURAMI
KURT KOFFKA
Koffka'ya göre; kazanılmakta olan yaşantı, bellek
süreçlerini harekete geçirir. Çevresel yaşantının beyinde
meydana getirdiği etkinliğe "bellek süreci" denir. Bu etkinlik
bittiğinde bir "iz" kalır. Koffka'ya göre bu bellek izidir.
Bellek izi, gelecekteki benzer süreçleri etkiler ve bu
süreçler sonunda değişim meydana gelir. Önceki bellek izi,
gelecekteki yaşantının oluşmasında etkilidir. Yeni kazanılan
yaşantı ise eski bellek izinin yeni bir bütüne dönüşmesine
neden olur.
Koffka'ya göre, bellek izleri bütünlük gösterir. Eski
bellek izleri, yeni yaşantılarla yeniden yapılandırılır. Yeni
yapılanan bellek izi de gelecekteki yaşantıları etkiler ve bu
süreç böyle devam eder.
32
Koffka'ya göre belleğin işleyişi, pragnanz
yasalarına uygundur. Yani bellek tam ve anlamlı
olma eğilimi içerisindedir. Düzensiz olaylar, düzenli
olaylar gibi tam hatırlanamaz. Algısal örgütleme
yasalarını kullanarak, hatırlamayı kolaylaştırmak
mümkündür.
Geçmişi bir bütün olarak algılamak da bellek
izlerinin bir sonucudur.
Unutmanın iki sebebi vardır: Geriye
getirmedeki başarısızlık ve iz sistemindeki
bozulmadır.

33
Geriye Getirmedeki Başarısızlık Nedeniyle Unutma
Geriye getirmeden kasıt hatırlamadır. Hatırlama için
verilen ipucu, orijinal biçime ne kadar çok benzerse o kadar iyi
bir hatırlama ortaya çıkar. İpucu, bellek izinden ne kadar farklı
ise hatırlama o denli zayıf bir şekilde ortaya çıkacaktır. Geriye
getirmenin sağlıklı olabilmesi için ipucu bilgi verici, tam, anlamlı
ve orijinaline yakın olmalıdır.
İz Sistemindeki Bozulma Nedeniyle Unutma
Gestalt'ın temel yasası, her durumda iyiye, bütüne ve
anlamlı olana ulaşmaktır. Bu yasa, bellek izi içinde geçerlidir. Bu
nedenle bellek izi, temsil ettiği gestalta yani basit, iyi örgütlenmiş
dengeli yapıya benzemek ve ona göre değişmek zorundadır.
Bellek izi değişirken, değişim çok fazla olursa tüm özelliklerini
kaybeder, sonuçta geriye getirmek için kullanılan ipuçları, ilişki
kurabileceği bir örüntü bulamadığından dolayı hatırlama
mümkün olamaz. Bu duruma unutma denilmektedir.
34
2- İÇGÖRÜSEL ÖĞRENME (İÇGÖRÜ- SEZİŞ- KAVRAMA YOLUYLA
ÖĞRENME)
İç görüsel öğrenme ile ilgili deneyler Köhler tarafından Tenerife
adalarında, maymunlarla yapılmıştır. Köhler maymunların kendileri için yeni
olan bazı teknikleri kullanarak muza ulaşabilecekleri bir düzenek kurmuştur.
Köhler’e göre öğrenmede öğrenen kişi bütün durumu, amaçlar
arasındaki bağları algılamayı ya da mantıksal ilişkileri anlamayı içeren yeni
bir şekilde görür.
Köhler, içgörüsel öğrenme konusunda maymunlarla çalışmalar yürütmüştür.
Bu çalışmalardan en önemlisi Sultan isimli bir maymunla yaptığı çalışmadır. Köhler,
maymunun en sevdiği yiyeceği maymunun bulunduğu kafesin hemen dışına koymuş
ve mesafeyi bedeniyle uzanamayacağı bir mesafede bırakmıştır. Ancak kafes içine
maymunun birleştirerek uzatabileceği sopalar koymuştur. Sultan kafes dışındaki
muza eliyle ulaşamayacağını anlayınca kafes içinde bulunan sopaları incelemiş ve
uzun bir düşünme sürecinden sonra sopaları birbirine ekleyerek kafes dışındaki
muza ulaşabilmiştir. Bir başka çalışmada başka bir maymunun yetişemeyeceği ve
tırmanamayacağı bir şekilde muz kafesin üzerine bağlanmış ve içeriye de kutular
konulmuştur. Maymun kutuları üst üste koyarak kutulara tırmanıp tavanda asılı olan
muzu alabilmiştir.

35
İçgörüsel Öğrenmenin Temel İlkeleri

 Ön çözümden çözüme geçiş ani ve tamdır.


 İçgörü yoluyla edinilen çözüme dayalı performans genellikle
pürüzsüz ve hatasızdır.
İçgörü yoluyla kazanılan problem çözümü uzun süre hatırlanır
kolaylıkla uygulanabilir.
İçgörü yoluyla kazanılan bir ilke, diğer problemlerin çözümüne
kolaylıkla uygulanabilir.(Transpozisyon Etkisi)
Zeki olan insanlar, içgörüsel çözüme daha kolay ulaşırlar.
içgörüsel öğrenmede, ön çözüm aşaması uzun zaman alsa da,
problemin çözümü ani bir şekilde ortaya çıkar.

36
İÇGÖRÜSEL ÖĞRENMENİN AŞAMALARI
1-HAZIRLIK AKTİF DENEME-YANILMALAR
YAPILIR. ÇÖZÜMEULAŞILAMAZ

2- KULUÇKA ÖNCEKİ ÇÖZÜM YOLLARI ZİHİNSEL


OLARAKGÖZDEN GEÇİRİLİR.
ICGÖRÜ OLUŞTURULUR.ZİHİNSEL
DENEME-YANILMA SAFHASIDIR.

3- ÇÖZÜM (SONUÇ) PROBLEMİ ANİDEN ÇÖZME


AŞAMASI

Köhler'in İçgörüsel Öğrenme Kavramı ile Thorndike'inDeneme-Yanılma


Kavramı Arasındaki Farklar
Köhler'in deneyinde maymun, Thorndike'in ifade ettiği gibi dene- me-
yanılma yaparak ve küçük adımlarla çözüme ulaşmaz. Köhler'in deneyinde
maymun, aktif deneme-yanılma yapmadan, zihinsel deneme-yanılmalar ile
uygun çözümü bulduğunda harekete geçer. İçgörüsel öğrenmede çözüm ani
ve tamdır. Problem ya çözülmüştür ya da çözülmemiştir. Bu ikisi arasında
kısmi bir çözüm aşaması bulunmaz.

37
3. ÜRETİCİ DÜŞÜNME
MAX WERTHEIMER
Wertheimer'in psikolojiye en büyük katkisi, Gestalt
ekolünün prensiplerini eğitime uygulamış olmasıdır.
Özellikle içgörüsel öğrenme konusunda, öğrencilerle
çalışmalar yapmıştır. Ona göre öğretmenler ezbere fazla
vurgu yaptıkları için, öğrencilerin içgörüsel öğrenme
yapmasının önüne geçmektedir. Bu nedenle öğrenme
sürecinde içgörüye yer açmaya çalışmıştır.
Werthemer'a göre problem sırasında başvurulan iki
tip çözüm vardir. A tipi ve B tipi çözüm

38
A TİPİ ÇÖZÜM: A tipi çözüm orijinallik ve içgörü içeren
çözümlerdir. Gestalt ilkelerini taşıyan çözümlerdir. A tipi çözüm
problemin doğasını, mantığını ve zihinsel bağlantıları kavramayı
gerektirir. Çözüm başkası tarafından değil, bireyin kendisi
tarafından bulunur. Kolaylıkla genellenebilir ve uzun süre
hatırlanabilir.

B TİPİ ÇÖZÜM: B tipi çözüm ise ezbere dayalı çözümleri


içerir. Öğrenci okul kurallarını, olaylar anlamadan ezberler Böyle
bir öğrenme çabuk unutulur. Temel ilkeler anlaşılmadan ortaya
konulan çözümdür.
Anlayarak (A Tipi) öğrenmeyle ilgili Bir Deney
Anlayarak öğrenme ile ezbere öğrenme arasındaki farkı,
Michael Wertheimer (1980), Katona'nın (1940) yaptığı şu deneyle
de açıklamaktadır. Deneklere 15 tane rakam verilmiştir.
149162536496481
39
Bu rakam dizisine 15 saniye baktıktan sonra, rakamları
sırasıyla hatırlamaları istenmiştir. Deneklerden çoğunluğu ancak bir kaç
tane rakamı arka arkaya hatırlamıştır, birkaç hafta geçtikten sonra ise
deneklerin çoğunluğu, hemen hemen hiçbir rakamı hatırlamamışlardır.

Diğer bir denek grubuna ise sayıların bir araya getiriliş ilkesini
bulmaları söylenmiştir. Sayıları inceleyen deneklerden bazıları "sayı
dizisinin birden dokuza kadar olan sayıların karesi" olduğunu bulmuşlar
ve artık bu gruptaki denekler haftalar, aylar sonra bile bu ilkeyi
hatırlamışlardır.

Wertheimer'a göre, anlamaya dayalı öğrenme, ezbere dayalı


öğrenmeden daha derin ve anlamlı, genellenebilir ve transfer edilebilir
bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda çok daha uzun süre hatırlanır. Wert-
heimer'in deneylerinde dışsal pekiştireç de yoktur. Öğrenci sadece içsel
pekiştireçle, problemin çözümüne dair bir içgörü kazanmaktadır. Ges-
taltçıların içsel pekiştireçlere verdikleri değer Tolman ve Bandura'yı da
etkilemiştir.
40
B Tipi Çözüme Bir örnek:
Temel Paris'e gitmiş, yemek yediği lokantanın sahibiyle
ahbaplık kurmuştur. Lokanta sahibi sohbet arasında Temel'e -
"Mösyö, demiş size bir bilmece soracağım; bakalım bilecek
misiniz? Babamın bir oğlu var ama benim kardeşim değil. Kimdir
bu?" diye bilmecesini sormuş. Temel birkaç cevaptan sonra,
"Pilemedum kimdur?" demiş. Lokantacı eliyle kendini işaret
ederek "ben" demiş. Temel aynı bilmeceyi memleketine dönüşte
kahvedekilere sormuş: "Papamun bir oğlu vardur, ama penum
kardeşum değildur ha bu kimdur?" Arkadaşları çeşitli cevaplar
vermişler fakat kimse doğruyu bulamamış. Temel keyifle
açıklamış: Paris'te yemek yediğum lokantanın sahipidur." demiş.

41
4. ALAN (YAŞAM ALANI) KURAMI
KURT LEWIN

 Gestalt ekolünün en önemli psikologlarından biridir.


Lewin öğrenmeden ziyade motivasyon, kişilik ve sosyal
psikolojiyle ilgilenmiştir.
Grupların örgütlenmesi, ön yargılar üzerine yaptığı
çalışmaları bulunmaktadır.
Ona göre deneyim önemlidir. Lewin, oluşturduğu sistem
ile insan davranışlarının yordanabileceğini savunmuştur.

42
Lewin ve Yaşam Alanı Anlayışı
Ona göre, insanların yaptığı davranışlar o andaki ortamdan,
psikolojik durumlardan etkilenmektedir.
Yaşam alanı sadece fiziksel ya da coğrafi çevre değildir. Yaşam
alanı, kişinin algıladığı biçimiyle çevredir ya da bireyi etkilediği biçimiyle
"var olan dünya"dır.
Yaşam alanı, bireyin farkında olduğu ve olmadığı psikolojik
özelliklerin kişiyi etkilemesidir.
Yaşam alanını oluşturan şeyler nesnel değil, özneldir.
Ona göre yaşam alanı, insanı etkileyebilme ihtimali olan; geçmiş,
şimdi ve geleceğe dair her türlü olaydan oluşur. Yaşam alanı, bireyin
kendi psikolojik çevresiyle etkileşimi sırasında ortaya çıkan ihtiyaçlardan
oluşur. 1 yaşındaki bir bebek ile 45 yaşında bir yetişkinin yaşam alanı
elbette ki aynı olmayacaktır. Örneğin savaşlar insanları derinden etkiler ve
kişinin ister istemez, yaşam alanına dâhil olurlar.
Yaşam alanı içinde amaçlar önem kazanır. Kişi bu amaçlara
ulaşma hedefi çerçevesinde yaklaştığı ve kaçındığı eylemler ortaya koyar.
43
Lewin ve Zeigarnik Etki
Bluma Zeigarnik isimli bir psikoloğun yaptığı çalışmalara
dayandırılarak açıklanan bir kavramdır. Tamamlanmamış görevler,
tamamlanmış görevlerden daha kolay hatırlanır.

Lewin ve Donma Etkisi


Bireyin herhangi bir kararının doğru ya da yanlış olduğunu
düşünmeden, körü körüne ya da istemeyerek de olsa bu karara uygun
davranmasıdır. Örneğin; tok olsa bile para verdiği için masadaki tüm
yiyecekleri yemek

44
GESTALT EKOLÜNÜN EĞİTİME KATKISI
Gestalt kuramcılarına göre birey, bütünü parçalarına ayrıştırarak
değil; anlamlı, örgütlenmiş bütünler hâlinde algılar. Sonrasında parçaları
keşfeder. Bu nedenle öğretmenler dönem başında dersin temel
çerçevesini vermeli, sonrasında ayrıntıya girmelidir. Böylece öğrencilerin
dersin bütününü görmesi sağlanmalıdır.

Her bir ünite, zihnin gestalt ilkelerine uygun olarak, basitten


karmaşığa, kolaydan-zora, bilinenden-bilinmeyene doğru ilerlemelidir.

Öğrenci, başarı duygusunu tatmalıdır. Başardığını hissettikçe,


dışsal pekiştireçten çok içsel pekiştirece ihtiyaç duyacaktır.

Davranışın belirleyicisi, gestalt kuramcılarına göre, coğrafi çevre


değil, davranışsal yani psikolojik çevredir. Bu durumda öğrencinin
tutumları, inançları, değerleri, beklentileri, ihtiyaçları öğrenme-öğretme
ortamında öğrencilerin anlamlandırması üzerinde etkili olacaktır. Dış
koşullar, iç koşullara göre anlam kazanmaktadır.
45
Eğitim durumları öğrencinin değer ve tutumlarıyla örtüşmelidir.

Eğitime yaptıkları en büyük katkı içgörüsel öğrenmedir. İçgörüsel


öğrenmenin öğrenciye kazandırılması için, öğrenciye yeterli zaman
verilmelidir. Öğrencinin bilgiyi keşfetmesi için gerekli ortam hazırlanmalıdır.
Çözümü elbette öğretmen değil, öğrenci bulmalıdır.

Öğrenci üretici düşünmeli ve ezberden kaçınmalıdır. Öğrenci sadece


mantıklı düşünmeye değil, çok yönlü düşünmeye de yönlendirilmelidir. Ezber
öğretimden kaçınılmalıdır.

Bir konuda ne kadar çok problem durumuyla karşılaşılırsa, bilgi o


kadar kalıcı olur. Bu nedenle öğrenmede anlamaya dayalı tekrarlar önemlidir.
Öğrenme, transfer edilebilir olmalıdır.
Eski öğrenmeler, yeni yaşantıların edinilmesine yardım etmelidir.

46
HÜMANİST /İNSALCIL
KURAMLAR
ABRAHAM MASLOW
CARL ROGERS

47
HÜMANİSTİK ÖĞRENME KURAMININ TEMEL PRENSİPLERİ
İnsanın doğasına güvenen bir yaklaşımdır.

Öğrenmenin, insanın doğal gelişimine ve öz benliğine uygun


olarak gerçekleşmesi gerektiğini söyler.

İnsanın özünde olmayan unsurları insana öğreterek insanların


uyumsuz hale getirildiğini düşünmektedirler.

Öğretmenler, dışarıdan öğrenene bir şeyler empoze etmek


yerine onlara şartsız kabul, empati, saydamlık ve saygı gibi insancıl
tutumlar sergileyerek onun doğal gelişimine ortam hazırlamalıdır. Bu
ortamı hazırlayacak olan öğretmenin de sağlıklı bir benlik geliştirmiş
olması gerekir.
Hümanistik kuram öğrenci merkezlidir.
İletişim doğal ve açıktır.

48
Sağlıklı öğrenmelerin gerçekleşebilmesi için iki temel ilkeye uygun
davranılması gerektiğini söylerler: Öğrenci önemli ve değerlidir, biriciktir ve öğrenci
özerk olmalıdır.

Bu iki ilkeden hareket eden öğretmen, bilimden çok sanat yanıyla ve


doğaçlama olarak öğrencilerin gelişimine katkıda bulunacaktır.

Öğrenmede "fenomenolojik yaklaşım'ı önerirler. Buna göre, Önemli olan


dünyanın başkalarına nasıl göründüğü değil, bireye nasıl göründüğüdür.

Fenomenolojik yaklaşım dikkate alındığında her bir öğrencinin kendine özgü


bir "öğrenme stili" olduğunu belirtirler. Bu nedenle öncelikle öğrencilerin öğrenme
stilleri belirlenmeli ve ona uygun öğrenme ortamı sunulmalıdır.

İki temel eğitim ortamından bahsederler, birisi bireysel öğrenme ortamıdır,


diğeri de iş birlikçi öğrenme ortamıdır. Bireysel çalışma ortamı ile öğrenciye kendi
stiline uygun öğrenebilme fırsatı tanınırken; iş birlikçi öğrenme ortamıyla öğrenciye
kendi stilini başkalarına tanıtma, yarışçı ve kavgacı bir ortamdan ziyade sağlıklı
iletişim becerisini geliştirme imkânı sunulmaktadır.

49
Bilgiden ziyade duygular, öznel yaşantılar çok daha ön plandadır.
1. ABRAHAM MASLOW
İHTİYAÇLAR HİYERARJİSİ/ KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME KURAMI

İnsanların ihtiyaçları olduğunu ve bu ihtiyaçların basamak


basamak doyurulduğu takdirde kişinin kendini gerçekleştirme sürecini
başarıyla tamamlayacağını ileri sürmektedir.

50
• Maslow, eğitimde ve eğitim ortamında bireyin ihtiyaçlarının da göz
önünde bulundurması gerektiğini söyler. Bu ihtiyaçlardan en güçlü ve
nihai olarak ulaşılması gerekli olan ihtiyacın "kendini gerçekleştirme
ihtiyacı olduğunu belirtmektedir.
• Kendini gerçekleştirme ihtiyacı bireyin potansiyelini ortaya çıkarma ve
bu yolla özerk olma ihtiyacıdır. Bunun alt basamaklarındaki ihtiyaçlarının
doyurulması önemlidir.
• İhtiyaçların doyurulması için uygun ortamlar hazırlanmalı ve her bir
öğrencinin "öz ben"ini sergileme fırsatı verilerek kendini gerçekleştirme
ihtiyacı doğrultusunda hareket etmesi ve "tam fonksiyon"da bulunması
sağlanmalıdır.
• İhtiyaçlar hiyerarşisinde Maslow temel ihtiyaçların, doyurulması gereken
birincil ihtiyaçlar olduğundan bahseder. Diğer basamaklar ikincil
ihtiyaçları oluşturmaktadır. Ancak Maslow insanların kimi zaman temel
ihtiyaçlardan ziyade sevgi, saygı gibi sosyal ihtiyaçlarının daha ön plana
geçebileceğini belirtmektedir. Ve bu çerçevede bulunduğumuz sosyal
ve fiziki çevre, yaşantılar, eğitim düzeyi, kültür, aile, ekonomi vb.nin
basamaklardaki konumumuzu da belirlediğini dile getirmektedir.
51
2. CARL ROGERS
DANIŞAN MERKEZLİ / DANIŞANDAN HIZ ALAN KURAM
ROGERS VE BENLİK KURAMI

İnsancıl yaklaşımın, insan yetiştirme üzerinde önemle durduğu


kavram ‘benlik’ kavramıdır. Roger’e göre eğitim bireyin benliğini tahrip
ve inkar etmemeli, sağlıklı bir benlik kavramı oluşturmasına yardımcı
olmalıdır.
Rogers'in kuramı öğrenci merkezli bir kuramdır. Ve öğrencinin
öznel yaşantısı olduğunu ve bu öznellik içinde bireyin değerlendirilmesi
gerektiğini savunur.
İnsan algıları ve tepkileri birbirinden farklıdır. Bu nedenle bireyi
tam olarak anlamak için, bireyin kendisine yönelmeli ve fenomenolojik
bakış açısı ile birey analiz edilmelidir.

52
Rogers'ın benlikkuramına göre, benlik çevreyle etkileşim
sonucunda oluşan bir yapıdır. Bu nedenle aile, okul gibi sosyal çevreler
bireyin olumlu benlik algısı oluşturmasına katkıda bulunmalıdır. Öğrenme
sürecinde öğrenci etkin ve aktif olmalıdır. Bu nedenle özgür bir eğitim
ortamında birey desteklenmelidir.

Insan, potansiyelini gerçekleştirmek için dünyaya gelir.

Rogers'a göre benlik, kendimizi nasıl algıladığımızı ifade eden


algi, duygu ve düşüncelerdir. Eğer, ideal benlik ile gerçek benlik
arasındaki fark çok fazla ise kişinin kendine yönelik öz saygısının düşük
olduğunu söylemek mümkündür. Gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki
fark az ise bireyin kendisiyle ilgili duyduğu öz saygısı yüksektir. Öz saygı,
bireyin hayata dair problemler karşısındaki duruşunu etkiler. Öz saygısı
yüksek bireyler, öğrenmeye daha açık ve gerçekçi insanlardır. Öz saygısı
yüksek olan bir birey kendini değerli hisseder, risk alabilir, duygularını
ifade edebilir ve kendine olan güveni tamdır.

53
ÖĞRENMEDE
DAVRANIŞSAL
YAKLAŞIM
Öğrenmenin doğasını incelerken değinildiği gibi,
öğrenmenin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği uzun yıllar
merak konusu olmuş ve öğrenme ile ilgili çalışmalar
gerek psikoloji gerekse eğitim bilimleri alanında önemli
bir yer tutmuştur. Yirminci yüzyıla kadar öğrenmenin
oluşumu ile ilgili yapılan açıklamalar tamamen
spekülatif ve felsefi kaynaklıydı. Psikolojinin gelişimi ile
birlikte insan davranışını açıklayan çeşitli kuramlar
öğrenme ile ilgili de farklı görüşler ileri sürülmüştür.
ÖĞRENME KURAMLARI
DAVRANIŞÇI BİLİŞSEL/ BİLİŞSEL DİĞER
KURAMLAR DAVRANIŞÇI KURAMLAR KURAMLAR
-Klasik koşullanma KURAMLAR -Gestalt kuramı -Hümanistik kuram
-Bağ kuramı -Sosyal öğrenme -Bilgiyi işleme -Nörofizyolojik
-Bitişik kuramlar kuramı kuramı kuram
-Edimsel -Amaçlı -Yapılandırmacılık
koşullanma davranışçılık (işaret
-Mekanik öğrenme)
davranışçılık
DAVRANIŞÇI
ÖĞRENME
KURAMLARI
İlk kuruculuğu ve savunuculuğu J. B. Watson tarafından
yapılan davranışçı yaklaşımın felsefi alt yapısını John Locke,
fizyolojik alt yapısını Ivan Petrovic Pavlov ve psikolojik alt yapısını ise
E. L Thorndike, B. F. Skinner, Hull ve L. L. Bernard oluşturmuştur.

Davranışçılara göre psikolojinin konusu sadece objektif


yöntemlerle ölçülebilen ve değerlendirilebilen davranışlardır. Bu
yaklaşımın dayandığı anlayış: "objektif olmayan, kanıtlanamayan,
somut olarak ölçülüp değerlendirilemeyen hiçbir yaklaşımın değeri
yoktur" ilkesi üzerine temellenmiştir.

Davranışçılar, bilimsel yöntemlerle ölçülemeyeceğini ileri


sürerek içsel yaşantıları toptan reddederler. Uyaran-tepki psiko-
logları olarak da nitelendirilen bu yaklaşımcılar, uyarılmalar sonucu
organizmada meydana gelen tepkileri incelemeyi amaç edinirler.
İnsan zihnini bir kara kutuya benzeten davranışçılar, kara kutu içinde
olup bitenleri değil, kara kutuya girip çıkanları dikkate alırlar. Kara
kutuya girip çıkanlar ayarlanabilir, kontrol edilebilir ve düzenlenebilir.
Davranışçılar, basit bir bağlantı organı veya bilgisayar
olarak kabul ettikleri beynin rolünü küçümserler. Onlara göre insan,
uyaranlara belli biçimde tepki veren bir varlık, biyolojik bir makine,
davranışlar da mekanik birer süreçtir.

Davranış kuramcıları öğrenmeyi yeni bir davranışın


ediniminden başka bir şey değildir diye tanımlarlar. Davranışçılar,
bu makinenin neye yaradığını ve nasıl işlediğini bilmek arzusuyla
yaptıkları çalışmalar sonunda davranışların, klasik koşullama,
edimsel koşullama ve gözlem yoluyla olmak üzere üç temel
öğrenme süreciyle kazanıldığı sonucuna varmışlar.

Bu sonuca dayalı olarak davranışçılar, davranış


bozukluklarını yanlış öğrenmelere bağlayarak yeniden öğrenmeyle
düzeltilebileceğini ileri sürmüşler ve bu amaçla "karşıt koşullama,
sistematik duyarsızlaştırma, yeniden koşullama ve deneysel
söndürme" gibi teknikler geliştirmişlerdir.
Davranışçı Kuramların Özellikleri
 Davranışın gözlenebilen ve ölçülebilen yönüne
odaklandılar.
 Davranışı U-T bağlantısı ile açıkladılar.
 İnsan zihnini bir "kara kutu" olarak tanımladılar.
Öğrenmeyi, performansla ilişkilendirdiler.
 Çevreye ve dışsal faktörlere önem verdiler.
 İnsan zihninin doğuştan "tabula rasa" olduğunu
benimsediler.
 Atomcu (davranışı tek tek parçalarına indirgeyen) bir
anlayışı benimsediler.
 Davranışçılara göre organizmanın eylemleri çevre
tarafından belirlenir ve organizma pasiftir.
 İnsan ve hayvan davranışları arasında benzerlik kurarak
hayvan çalışmalarına odaklandılar.
 Zekaya, duygulara önem vermediler.
KLASİK / TEPKİSEL
KOŞULLANMA
Aralarında daha önceden tepki verilmeyen bir
uyarıcıya tepki verme veya koşullanma sürecidir.
Şekilde görüldüğü gibi bir düzenek içinde
kontrollü bir deney ortamı oluşturan Pavlov, köpeğe zil
sesini yarım saniye aralıklarla izleyen besin veriyor.
Önce zil sesi sonra besin (et)olarak verilen uyarımlar
belli aralıklarla tekrarlanıyor.

Önceleri zil sesi (nötr uyarıcı) karşısında salya


çıkarma gibi bir tepki göstermeyen köpek, bu sistem
içinde uyarım verme işleminin birkaç tekrarından sonra
zil sesini duyar duymaz salya çıkarmaya başlıyor. Et
verilmese de zil sesine salya çıkararak tepki vermeye
devam ediyor. Aç kalmış bir köpeğin doğal bir uyarıcı
(şartsız uyarıcı) olan ete karşı salya çıkarması doğal bir
tepki (şartsız tepki) olarak nitelendirilmektedir. Böylece
etin habercisi durumuna geçen zil sesi nötr uyarıcı
olmaktan çıkıyor ve şartlı uyarıcı konumuna geçiyor.
Başlangıçta zil sesine karşı salya tepkisi yokken
yapılan çalışmaların sonunda köpek zil ses ile eti
birleştirdiği için zil şartlı uyarıcı, salya ise şartlı tepki
konumuna gelmiş ve böylelikle, şartsız uyarıcı-tepki
bağı, şartlı uyarıcı-tepki bağına dönüşmüştür.
Başlangıçta nötr olan bir uyaranın, geçirilen yaşantılar
sonucu şartlı uyarım haline gelmesine klasik anlamda
koşullanma yoluyla öğrenme denmektedir.
Klasik koşullanma doğuştan getirilen tepkiler
biçimlendirmeye yatkın bir öğrenme yöntemidir
Herhangi bir şartlı uyarana karşı kazandırılan şartlı tepki
organizmaya yerleştikten sonra aynı sistem içinde yürütülen çalışmalarla
başka bir şartlı uyarıcıya karşı da kazandırılabilir.
Şöyle ki, 1. derecede et-zil arasında kurulan tepki bağı, aynı
işlemler sonunda ışık (2. şartlı uyarıcıya) uyarımına karşı da geliştirilebilir.
1. derecede şartlı uyarıcı olan zile karşı yapılan tepkinin yerleştirilmesinden
sonra 2. derecede şartlı tepki elde etmek için, ışık (2. derecede şartlı
uyarıcı) ve onu izleyen uyarım olarak zil sesi verilerek yapılan 1.
derecedeki şartlandırmaya benzer çalışmanın sonunda zile gösterilen
tepkinin ışığa da gösterilmesine dereceli şartlandırma ya da üst düzey
şartlandırma adı verilmektedir.
Burada zil etin, ışık ise zilin yerine geçmektedir. Böylece et ile zil
sesi arasında kurulan bağ zil sesi ile ışık arasında kurulmaktadır. İnsanların
şartlandırılma dereceleri ve kapasiteleri birbirinden farklılık gösterse bile
hayvanlarınkinden pek çok fazladır.

Işık Zil Et Salya

(2. derecede (1. derecede (Şartsız Uyarıcı) (Doğal Tepki)


şartlı uyarıcı) şartlı uyarıcı)
ÜST DÜZEY KOSULLANMA / DERECELİ KOŞULLANMA
/ 2. DERECE KOŞULLANMA
• Üst düzey koşullanma, birden fazla uyanıcıya
koşullanmak anlamına gelebilir.
• Bir uyanıcıya koşullanma gerçekleştikten sonra, o
uyarıcının önüne eklenen nötr uyarıya koşullanma
meydana gelmesidir.
• Üst düzey koşullanmada, uyanlar arasında daha
önceden oluşmuş bir çağrım bağı asla bulunmaz
• Üst düzey koşullanmada, uyanıcılar benzer olmak
zorunda değildir
Buradan yola çıkarak öğrenmeyi, uyaran-tepki
bağının kurulması olarak da tanımlayabiliriz. Kurulan bağ,
koşullanma işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak
pekiştirilmektedir.
Yani pekiştirme, öğrenilen tepkinin organizmaya
yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için yapılan
işlemlerdir.
Bazı durum ve varlıklara karşı olan korku, kaygı,
sevgi ve nefretlerimizin temellerine inildiğinde
koşullanmaların olduğu açıkça görülebilir.
Doğuştan getirdiğimiz ve adına doğal tepkilerimiz
dediğimiz birçok refleksimizi, bazı durum ve varlıklara karşı
olan duygularımızın altında bulabiliriz. Yiyeceğe karşı ağzın
sulanması doğal bir refleks ise limon sözcüğünü
işittiğimizde ağzımızın sulanması şartlı tepkidir.
Duygusal tepkilerin hepsi doğaldır. Hangi tepkilerin
hangi uyarıcıya karşı yapılacağı ve tepkilerde görülen
zenginlik öğrenmenin sonucudur. Bazı öğrencilerin okula,
bazı öğretmenlere ya da belli derse karşı kaygıları ve yersiz
korkuları, okul içi ve okul dışı yaşantıları sırasında
meydana gelen şartlandırmaların bir sonucudur. Öyle
korkularımız vardır ki, anlamsız olduğunu bildiğimiz ve bize
saçma geldiği halde farkında olmadan bu duygularımızı
dinamik tutmaya çalışırız. Takınaklı düşünceler ve fobiler
olarak nitelendirdiğimiz bu duyguların koşullanmanın
ürünleri olduğu söylenebilir.
Klasik Koşullanma Süreci
KAZA KORKU
FRENSESİ TEPKİ YOK
FREN SESİ + KAZA KORKU
FREN SESİ KORKU
Acıktığı zaman emzirerek, altını kirlettiği zaman
temizleyerek, yalnız kaldığında yanına gidip onunla birlikte
olup sevgisini paylaşarak çocuğunu rahatlatan annenin sesi
ve görüntüsü ile çocuk arasında böyle bir bağ doğar. Çocuk
annesini görünce ya da sesini duyunca gereksinimlerinin
karşılanacağını bilir ve bunu ifade eden tepkilerde bulunur.
Hatta annenin kılık ve kıyafetine benzer giyim ve kuşam
içinde olan kadınları anne olarak nitelendirir. Çocuğun bu
davranışına genelleme denir.

Genelleme, aynı türden olan ya da birbirine benzer


uyarıcıya karşı daha önce kazanılan tepkinin verilmesi,
duyarlılık gösterilmesidir. Genellemede sadece fiziksel
benzerlikler değil, anlamsal benzerliklerinde temel alınması
söz konusudur. Çocuğun başka kadınları da başlangıçta
anne olarak nitelendirmesi gibi.
Uyarıcı Genellemesi
Benzer uyarıcılara aynı tepkiyi vermektir. Uyarıcılar benzer
olmak zorundadır.
Ör/ bir öğretmenin okuttuğu dersi seven öğrencilerin,
öğretmenin diğer verdiği dersleri de sevmesi.
Zil, Çıngırak, Kapı zili ………………..salya
Ayırt etme
Genellemenin tam tersidir.
Organizmanın koşullu uyarıcıyı diğer uyarıcılardan ayırt
ederek tepkide bulunmasıdır.
Tepkinin sadece koşullu uyarıya verilmesidir.

Zil ………………..Salya
Çıngırak…………….Tepki yok
Ayırt etme; birbirine yakınlıkları olsa bile uyarımlar
arasındaki farkı anlayabilmedir.

Örneğin: Hastane ortamında boyları farklı olan iki


hemşireden uzunu hasta çocukların sadece iğnelerini
yapıyor, kısa boylusu ise hasta çocukların beslenme ve
bakımlarını yapıyor olsun. Önceler beyaz önlüklerinden
yola çıkarak hemşirelerden korkan çocuklar, zamanla uzun
boylu hemşireyi görünce eski davranışlarını sürdürürken
kısa boyluya karşı sevecen davranışlar göstermeye
başladıklarında beyaz önlüğe karşı önceden genelleştirilen
tepki farklılaşmış olacaktır.
Şartlandırılmış tepki, zaman zamanda olsa şartsız
uyarım verilmediğinde, şartlı tepkinin ortadan kalktığı
görülür. Şartlı tepkinin kaybolmasına, sönme denmektedir.
Organizmanın belli bir davranış örüntüsünü
kazanması, tekrar ve pekiştirme olgusuyla doğru orantılıdır.
Pekiştirme işleminden ya da şartsız uyanıcıdan yoksun
bırakılan davranışlar kendiliğinden kaybolacaktır. Sirklerde
gösterimlerde bulunan hayvanlara daha önce kullandıkları
şartsız uyarıcıların ara sıra verilmesinin sebebi gösterimde
sergilenen şartlı tepkinin sönmemesi içindir.
Ör: Zil sesinin ardından yiyecek gelmediğinde zile verilen
tepkinin azalması.
Dayak yediği için öğretmeninden korkan bir öğrencinin
dayak yememeye başlamasıyla öğretmene olan
korkusunun azalması.
Şartlı tepkinin sönmesi demek davranışın o
organizmanın belleğinden tamamen silinmesi demek
değildir. Sönen şartlı tepkiler zamanla şart uyarıcı ya da
onu çağrıştıran bir uyarıcı verildiğinde şartlı tepkinin yeni-
den ortaya çıktığı görülmektedir. Sönen şartlı tepkinin
yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.

Pavlov’un yaptığı deneylerde zilin arkasından et


gelmediği için zil sesine tepki vermeyen köpek, aradan
zaman geçtikten sonra zil sesi duyunca tekrar tepki verir.
Ancak bu tepki güçlü bir tepki değildir.
Ortamda koşulsuz uyarıcı olduğu halde verilen
tepkinin azalmasına da alışma ( Duygusal Uyum) denir.

Alışma duyu organlarında ortaya çıkar ve fizyolojiktir.

Alışmada tepki hiçbir zaman ortadan kalkmaz.


Alışma tepkinin sıfıra inmeden azalmasıdır. Çünkü
alışmada kullanılan uyarıcı doğal olarak tepki verdiğimiz
koşulsuz uyarıcıdır.

Alışma duyu organlarının uyarıcıdan bıkması olarak


da yorumlanabilir. Tepkiyi ortaya çıkaran uyarıcı sürekli ve
sık sık verildiğinde uyarıcının tepkiyi ortaya çıkarma gücü
azalır. Ör/ parfüm kokusunu hissetmemek, kolumuza
taktığımız saati bir süre sonra hissetmemek
Organizmanın duygusal ve psikolojik olarak tepki
vermeme haline duyarsızlaşma denir. Özellikle
mesleklerde görülür kasap.

Alışma duyu organlarında ortaya çıkar ve fizyolojiktir.


Ör/ bir balık çarşısına girdiğimiz zaman bir süre sonra koku
almamaya başlarız bu durum alışmadır. Bir doktorun
ameliyattan sonra hastayı kaybetmesine eskisi kadar tepki
vermemesi duyarsızlaşmadır.
Gölgelenme
İki nötr uyarıcı, eş zamanlı verildiğinde baskın olan
uyarıcıya koşullanma gerçekleşir. Zayıf olan uyarıcıya
koşullanma gerçekleşmez.
Baskın olan uyarıcı zayıf olanı gölgelemiştir.
Ör: eşine hediye olarak pırlanta ve çiçek alan bir kişi
eşinin pırlanta yüzüğe odaklandığını ve çiçeği fark
etmediğini görmüştür. Pırlanta çiçeği gölgelemiştir.
Garcia Etkisi
Pavlov, koşullanmanın olabilmesi için bitişiklik
ilkesinin mutlaka olması gerektiğine inanır. Garcia ise
bitişiklik olmadan da koşullanmanın gerçekleşeceğini
söylemiştir.
Garcia’nın koşullanma anlayışı, Pavlov’un bitişiklik
ilkesinin ihlalidir. (bozuk yemek)
Garcia etkisi, organizma için bir yaşam tehdidi
oluştuğunda (zehirlenme,hastalık, mide bulantısı, yanık),
organizmanın o uyarıcıdan uzaklaştığını göstermektedir
Garcia ya göre koşullanma tek seferde bile
oluşmaktadır.
Garcia farelerle yaptığı deneyde farelerin su kabına
radyasyon koyar. Fareler bu kaptan su içer ve zehirlenirler.
Sonraki günlerde de farelerin hiçbir şekilde su kabına
yaklaşmadığı görülmüştür.
17. ÖĞRENILMIŞ ÇARESIZLIK
Skinner ve Seligman'in bu konuda yaptığı çalışmalar
dikkat çekiçidir.
Skinner'in yaptı bir deneyde, bir bölmeye kapatılmış
farelere elektrik şoku verilir. Farelerin bulunduğu bölmede bir
kapı vardır ve kapı açıktır. Ancak fareler ne zaman elektrik
şokundan kaçmaya kalksa kapı kapanmakta ve fareler şoka
maruz kalmaktadır. Bu durum defalarca tekrarlandıktan sonra
artık kapı kapatılmamasına rağmen, fareler şoktan kaçmayı
denememişler ve bir köşede elektrik şokunun geçmesini
beklemişlerdir. Bu durum "Öğrenilmiş çaresizliktir.
Öğrenilmiş çaresizlik, hem insanlarda hem de
hayvanlarda görülen bir özelliktir.
Öğrenilmiş çaresizlik, geçmişte yaşanan başarısız
deneyimlerin geleceğe aktarılması ve kişinin pasif bir konuma
geçmesidir.
Öğrenilmiş çaresizlik, sonra yapılan çalışmalarda, duygu
ve his yokluğu olarak tanımlanan depresyonu açıklayacak
şekilde genişletilmiştir. Bu durumun temelinde "Sonucu kontrol
edemeyeceğim." düşüncesi yatmaktadır.
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET
Kişi neyi beklerse, onun gerçekleşme ihtimali daha
yüksektir.
Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı ilk defa 1949
yılında, sosyolog Robert Merton tarafından kullanılmıştır. Kendini
gerçekleştiren kehanet, kişinin başına gelebilecek olaylarla ilgili
öngördüğü şeylerin bir biçimde gerçeğe dönüşmesidir.
Öğrenilmiş çaresizlik hem insanlarda hem de hayvanlarda
görülürken; kendini gerçekleştiren kehanet sadece insanda
görülür.
Kendini gerçekleştiren kehanet sadece düşüncede vardır
ve kurgusaldır.
Kendini gerçekleştiren kehanette, düşünceler olumlu da
olabilir olumsuz da olabilir. Örneğin, çevresi tarafından değer
görmediğini düşünen bir kişi, bunu zihninde kurgular ve
çevresindeki insanlara olumsuz ve şüpheci bir tavırla yaklaşır.
Sonuçta kehanet gerçek olur ve o kişi çevresi tarafından dışlanır.
KLASİK KOŞULLANMADA DAVRANIŞLARI KONTROL
ETME YÖNTEMLERİ
1. KARŞIT KOŞULLAMA:
Koşullanma sürecinde, olumsuz tepki yaratan
koşulsuz uyarıcının tam zıttı bir uyarıcı vererek tepkinin
olumluya dönüşmesini sağlamaktır.
Karşıt koşullanmada amaç, koşullanma yoluyla elde
edilmiş olan olumsuz bir davranış yerine, tepkiyi istendik ve
olumlu bir hâle dönüştürmektir.
Karşıt koşullanmanın temelinde "karşılıklı
engelleme" vardır.• Örneğin; anaokulunda öğretmen
tarafından sıkça azarlanan bir çocuk okulu sevmemeye
başlamıştır. Ancak yeni öğretmeni ona yakın, yumuşak ve
ilgili bir tutum sergiledikçe artık okula severek gitmeye
başlamıştır.
2. İTİCİ UYARICI İLE KOŞULLAMA
Klasik koşullanma ile edinilmiş bazı davranışlar, itici
uyarıcı ile ilişkilendirilerek ortadan kaldırılabilir.
Örneğin, parmak emme gibi davranışlar parmağa
acı bir ilaç sürülerek engellenir. Birey ağzına acı bir tat
geldiğinde parmak emmekten vazgeçer. Birkaç denemeden
sonra acı tat ile karşılaşmak istemediğinden parmak emme
davranışı ortadan kalkar.
Sigara içen insanların, sigarayı bırakmaları için
kullandıkları ürünlere mide bulandırıcı maddeler ilave
ederek davranışı yok etmeye çalışmak da itici uyarıcı ile
davranışı yok etmeyi amaçlamaktadır.
Yalancı meme emen bir çocuğun emziğine acı biber
sürmek itici uyarıcıyla davranışı kontrol etme
yöntemlerinden biridir.
3-KARŞI KARŞIYA GETİRME / MARUZ BIRAKMA
"Korkunla karşı karşıya gelmelisin.«
Organizmanın korku duyduğu (koşullandığı) bir
uyarıcıyla bir süre aynı ortamda olması istenir. Böylece
korku tepkisi ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Bazen de imajinasyon yoluyla maruz bırakma
yapılabilir.
Sistematik duyarsızlaşmadan farklı olarak
"aşamalılık" söz konu su değildir. Sistematik duyarsızlaşma
ve karşı karşıya gelme yöntemleri, organizmayı gerçek bir
uyarıcıya maruz bırakmak şeklinde olabileceği gibi zihninde
canlandırma ile de uygulanabilir. Örneğin; kedilerden
korkan bir çocuğun, çok sayıda kedinin olduğu bir ortamda
bulundurulması. temizlik hastaları
4. SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA
Organizmanın korku duyduğu, istemediği uyarıcı
zaman içinde yavaş yavaş, aşama aşama organizmaya
yaklaştırılır. Böylece korkunun ortadan kaldırılması
amaçlanır.
Sadece korkuları yok etmek için kullanılır.
Sistematik duyarsızlaştırmada pekiştireç
kullanılmaz.
Örneğin; köpeklerden korkan çocuğun korkusunu
ortadan kaldırmak için:
BİTİŞİKLİK KURAMLARI
John Watson
Edwin Ray Guthrie
BİTİŞİKLİK KURAMLARININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Öğrenmeyi, ödül, ceza gibi mekanizmalara ihtiyaç
duymadan sadece U-T, U-U arasındaki zamansal yakınlık yani
bitişiklik ile açıklayan kuramlardır.
Öğrenmenin tek yasası bitişikliktir. Bireyin ne düşünüp
hissettiği değil, ne yaptığı üzerinde çalışılması gerekir.
En son yapılan davranışın öğrenildiğini düşünürler.
Yaşantıda herhangi bir uyarıcıya verilen tepkinin,
zamanla "alışkanlık halini alacağını iddia ederler.
Önemli olan U-T arasındaki "bitişiklik tir. Organizmaya
yeni bir davranış kazandırmak için yeni bir U-T bitişikliği
oluşturmak gerekir.
ÖR: Öğretmenlerin öğrencilerin bazı matematik işlemlerini daha
kolay ve çabuk yapabilmeleri için öğrenciler çarpım tablosunu
ezberletmeleri.
Guthrie Ve Alışkanlıkları Yok Etme Yöntemleri

1- Eşik /Alıştırma: Eşik yöntemi alışkanlıklar üzerinde odaklanır.


Bu yöntem korkuları ortadan kaldırmayı amaçlamaz. (korkuları
yok etmek sistematik duyarsızlaştırma)
eşik yönteminde ilk önce istenmeyen davranışa neden
olan uyarıcı tespit edilir. Daha sonra bu uyarıcının dozu,
istenmeyen uyarıcıyı ortaya çıkaracak eşiği ve dozu aşmadan
zaman içerisinde yavaş yavaş artırılır.
Ör: süt içmeyi sevmeyen bir çocuğa az az süt vererek süte
alıştırma.
Atın sırtına bir parça kumaş konur ve daha sonra, ağırlığı
derece derece artırılır ve yükün ağırlığı binicinin ağırlığına
ulaştığında binici atın sırtına bindirilir. Bireysel yaşamda da
günde bir buçuk paket (30 adet) sigara içen kişinin 30 gün
içerisinde sigarayı bırakması (her gün birer birer azaltarak, 30
günün sonunda tümüyle sonlandırması) bu kapsamda
düşünülebilir.
2- Bıktırma / Yorma
İstenmeyen davranış organizmaya sık sık, bıktırana
ve organizma yorulana kadar yaptırılır. Organizma bir
zaman sonra yorulur ve o davranışı yapmaktan vazgeçer.
Ör: hamburgeri çok seven bir çocuğa tıka basa doyuncaya
kadar hamburger yedirirseniz artık eskisi kadar hamburger
yemek istemeyecektir.

3- Zıt Tepki / Çatışan Uyarıcılar


İstenmeyen tepkiyi meydana getiren uyarıcı ile ona
zıt olan uyarıcı birlikte verilir ve davranış ortadan kalkar.
Ör: Kedileri sevmeyen bir çocuğun annesinin kucağında
kediyi gördüğünde kediyi sevmeye başlaması.
BAĞ KURAMI
Edward Lee Thorndike
Thorndike'in görüşleri 18. yüzyılda ortaya çıkan
Hedonizm anlayışından etkilenmiştir.

Hedonizm'e göre insan acıdan kaçar ve daima hazza


yönelir. Thorndike bu anlayışı kuramında "hoşa giden
etki/hoşa gitmeyen etki" olarak sistematize etmiştir.

Thorndike, "Hayvanların Zekâsı" isimli eserinde


pekiştireç mekanizmasının öğrenme üzerindeki etkisini
ortaya koymuştur.

Thorndike kuramını oluştururken "Bilmece Kutusu"


ismi verilen bir düzenekten yararlanmıştır.

Thorndike bilinen anlamıyla ilk U-T kuramcısıdır.


Thorndike'a göre, davranışın temelinde çağrışımlar vardır.
Çağrışım, U-T arasında kurulan sinirsel bağdır.

Thorndike, uyarıcı ve tepkiyi bir arada tutan şeyin "sinirsel


bağ"olduğunu söyler.

Öğrenme denilen süreç, ortaya konulan davranışın sonuçlarına


göre U-T arasında bağ kurulmasına dayanır. U-T arasındaki sinirsel
bağ, amaca ulaştıran tepkilerle kurulur.

Thorndike kuramında bilişsel değil, psikomotor öğrenmeleri ele


almıştır.
Thorndike'a göre öğrenmenin en temel formu deneme-
yanılmadır.
Organizma aktiftir.
Öğrenmenin mekanik bir süreç olduğunu ifade eder.
Bağ Nedir?
• Uyarıcı ve tepki arasında kurulan sinirsel bağdır.
• Bu bağı oluşturan temel faktör haz ilkesidir.
• Organizma kendisini mutlu eden kendisine haz
veren davranışlara yönelir. Kendisini mutsuz eden
kendisine acı veren davranışlardan uzaklaşır.
Bilmece Kutusu
• Thorndike kedilerle yaptığı kapsamlı araştırmalarda aç
bırakılmış bir kedi tahtalardan yapılmış bilmece kutusuna
yerleştiriliyordu. Bir yiyecek parçası kedinin kaçma girişimini
güdülemesi için kutunun dışına yerleştiriliyordu. Kedi kapıyı
açabilmek için pedala basmak mandalı çevirmek veya zinciri
çekmek ve bezende bu hareketleri sırası ile birbirinin ardına
yapmak zorundaydı.
• Thorndike’e göre öğrenmenin en yaygın şekli
hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da, deneme yanılma
yoludur. Thorndike ilk çalışmalarında deneme yanılma adını
verdiği bu temel öğrenme şekline, sonradan seçme ve
bağlanma yoluyla öğrenme olarak ta adlandırmıştır.
• Etki Yasası, ödül ve başarı ile sonuçlanan davranışların
öğrenileceğini, buna karşılık ceza ve başarısızlıkla sonuçlanan
davranışların ise rahatsız edici etkilerinden dolayı, tekrarlanma
olasılığının azalacağını ifade etmektedir.
• SONUÇ OLARAK; ORGANİMA KENDİSİNE HAZ VEREN, BAŞARIYA
ULAŞTIRAN DAVRANIŞ KAZANDIRMIŞTIR.
Thorndike, Bilmece Kutusu deneylerinde;
Kediye daha fazla deneme-yanılma yapması için fırsat verildiğinde
daha hızlı problem çözdüğünü ortaya koymuştur.
Organizmayı amaca götüren davranışın seçildiği, amaca götürmeyen
davranışların elendiği ve doğru davranışa bağlanıldığı gösterilmiştir.

THORNDİKE YASALARI
BİRİNCİL İKİNCİL
• Hazırbulunuşluk • Dikkat çeken uyarıcılar
• Tekrar • Öğrenci özellikleri
• Etki • Tepki çeşitliliği
• Tepki analojisi
(transferde benzer öğeler
teorisi)
• Çağrışımsal geçiş
• Etki yayılması
• Ait olma
• Çağrışımsal zıtlık
EDİMSEL
KOŞULLANMA
OPERANT /VASITALI/ R TİPİ KOŞULLANMA

BURRHUS FREDERİC SKİNNER


Skinner çalışmalarını, ses ve ışık geçirmeyen, yalıtılmış bir
araçla gerçekleştirmiştir.
Skinner deneyden önce bazı ön koşullar oluşturmuştur. Bu
şartlardan biri organizmanın pekiştirici uyarıcıdan yoksun
bırakılmasıdır. Dolayısıyla kutudaki fare aç bırakılarak, farenin
pekiştirece olan ilgisi artırılmıştır.
Deneyin ilk aşamasında kutudaki aç fare rastgele
koşturmuş ve tırmanmıştır. Bu denemelerin birinde tesadüfen
pedala basmış fakat yiyecek ile pedal arasındaki bağı
kuramamıştır.
İkinci denemesinde de deneme-yanılmalar devam
etmiştir.
Üçüncü denemede ise pedal ve yiyecek arasındaki
bağlantıyı kurmuş ve amaca yönelik olmayan davranışlardan
tamamen vazgeçmiştir. Üçüncü deneme, farenin edimsel olarak
koşullandığını göstermektedir.Bu deney Skinner için kuramının çıkış
noktasıdır. Buradan yola çıkarak, insana dair karmaşık davranışları
da biçimlendirmeyi amaçlamıştır. Skinner organizmalardaki
bireysel farklılıkların "biçimlendirme yoluyla aşılabileceğini
söylemiştir.
Hangi koşulsuz uyarıcı, bir köpeğin oturmasını ya da yerde yuvarlanmasını
sağlayabilir ki!

Edimsel koşullanma, psikomotor davranışları hedefe


ulaştıran öğrenmeleri kapsar.
Skinner'a göre pekiştirilen davranışlar güçlenirken;
pekiştirilmeyen davranışlar söner ya da zayıflar.
Edimsel koşullanma, ödül ve ceza sistemi ile
davranışın veya tepkinin biçimlendirilmesini amaçlar.
Skinner'a göre organizma, karşılığında pekiştireç
aldığı davranışları edimsel olarak yapar. Karşılığında ceza
olan davranışları ise yapmaktan kaçınır.
Skinner'a göre edim, bir davranışı bilinçli ve amaçlı
olarak yapmaktır. Organizmanın motor davranışlara
şartlanması edimdir. Edim ona göre gözlenebilir ve
biçimlendirilebilir
 Sınıfta parmak kaldırarak doğru cevap veren
öğrenciye öğretmeni aferin der. Öğrenci almış
olduğu bu pekiştireç sayesinde her soru
sorulduğunda parmak kaldırır.
* Kızın yeni almış olduğu giysi beğenilirse , tekrar giyer
* Derste farklı kaynaklardan çalışan öğrenci öğretmeni
tarafından övülür, öğrencinin çalışma isteği daha da
artar.
EDİMSEL KOŞULLANMANIN TEMELLERİ
• Bilinçli tepkilerdir.
• Davranışın sonucu öğrenmeyi etkiler.
• İlk tepkiler rastlantısal, sonraki tepkiler amaçlıdır.
Davranışın en az bir kere de olsa yapılmış olması gerekir.
• Organizma aktiftir.
• Ödül ve ceza sistemi davranışı etkiler.
• Pekiştirici uyarıcı (Up), geri bildirim rolü üstlenerek tepkiyi
güçlendirir. Pekiştirici uyarıcının izlediği tepkiler
tekrarlanma eğilimi gösterir.
• Pekiştireç, tepkiden sonra gelir. Pekiştireç her zaman belli
bir davranışı izler.
• Davranış ve davranıştan sonra gelen sonuçlar önemlidir.
Davranış, ayırt edici uyarıcı tarafından kontrol edilir. Edim,
istemli olarak ortaya konulur.
• Davranış, Pekiştireç almayı sağlayan bir araçtır.
Edimsel Koşullanma
İlkeleri
SÖNME:
Pekiştirici uyaranın ortadan kaldırılmasıyla davranışta görülen azalmadır.
Organizmaya pekiştireç verilmediğinde tepki önce artar sonrasında azalır ve
yok olur.
Sönmenin başlangıcında görülen tepki artışına "sönme patlaması" ismi
verilmektedir.
ÖRNEKLER
Skinner'in yaptığı deneyde fare pedala bastığında yiyecek gelmesine
edimsel olarak koşullanmıştır. Ancak pedala basmasının ardından yiyecek
gelmediğini gördüğünde önceleri daha çok pedala basmış; hâlâ yiyecek
gelmediğini gördüğünde ise pedala basma davranışından vazgeçmiştir.
Sınıfta parmak kaldıran öğrenci, öğretmenin kendisine söz vermemesi üzerine
önce daha fazla parmak kaldırmış; sonrasında ise parmak kaldırmaktan
vazgeçmiştir.

Esprisine gülünmeyen insan.


KENDİLİĞİNDEN GERİ GELME
ALIŞMA:
Sürekli aynı pekiştireç kullanıldığında, organizma için
pekiştirecin değerinin azalmasıdır.
Alışmayı önlemek için farklı pekiştirme tarifeleri
kullanılmalı veya pekiştireç zaman zaman değiştirilmelidir.
ALIŞKANLIK KAZANMA:
Öğrenmenin en yüksek noktasıdır.
Bir davranışın otomatik olarak yapılmasını ifade eder.
alışkanlıklar iki türlüdür: Psikomotor ve zihinsel.
Edimsel koşullanma yolu ile kazanılan davranışlar uzun
süre kullanılırsa alışkanlık oluşur.
Alışkanlıklar kişinin yeni bir öğrenme yapması için direnç
oluşturur. Bu nedenle bazen öğrenme için zorlayıcı etki
yaratabilir.
ÖR. Elektrik kesildiğinde karanlık olsa bile el fenerinin
yerini bulmak. Araba kullanmak, dikiş dikmek.
BİTİŞİKLİK
Doğru davranışın hemen ardından pekiştirecin,
yanlış davranışın ardından ise cezanın verilmesidir.
Tepki ve uyarıcı arasındaki zamansal yakınlık
önemlidir.
Edimsel koşullanmada zaman uzadıkça
koşullanmanın gücü de azalmaktadır.
GÜDÜLENME
Skinner bir davranışın kazanılmasında güdülerin
ve bu güdüleri doyuran pekiştirecin önemini
vurgulamıştır.
İnsanlarda hayvanlarda bulunmayan bir içsel
güdülenme vardır. Aynı zamanda sosyal güdüler de
insan için önemlidir.
Güdülenme organizmayı amaca yönelik eylemlere
yönlendirir.
GÜDÜLER

İKİNCİL
BİRİNCİL
Öğrenilmiş
Öğrenilmemiş
(güç, Başarı, ait olma)
(Yeme, içme, nefes alma)

GÜDÜLENME

DIŞSAL
iÇSEL
(Ödül,pekiştireç )
(Merak, İlgi)
PEKİŞTİRİCİ UYARICILAR
Edimsel koşullanmanın iki önemli ilkesi bulunur.
Birincisi, pekiştirici uyarıcının izlediği tepkilerin tekrarlanma
eğilimi artar. İkincisi, pekiştirici uyarıcılar, edimsel
davranışların meydana gelme olasılığını artırır. Organizma,
pekiştireç aldığı tepkileri daha sık gösterir. Pekiştire almadığı
durumlarda ise davranıştan vazgeçme eğilimi gösterir.
Pekiştireçler en temelde ikiye ayrılır: Birincil
pekiştireçler ve ikincil pekiştireçler.

BİRİNCİL PEKİŞTİREÇLER İKİNCİL PEKİŞTİREÇLER


• Öğrenilmemiştir. • Öğrenilmiştir.
• Doğuştan gelirler. • Sonradan kazanılır.
• Yaşamın devamlılığı ya da • Sosyal çevreyle ilgili yaşantıları
fizyolojik ihtiyaçlar ile ilgili kapsar.
uyarıcılardır. • Klasik koşullanmada, koşullu
• Klasik koşullanmada, koşulsuz uyarıcıya karşılık gelirler.
uyarıcıya karşılık gelirler.
SOSYAL NESNEL/ ETKİNLİK/ SEMBOLİK /
MADDİ FAALİYET SİMGESEL
• Bireyin sosyal • Somut ve • Organizmanın • Tek başlarına bir
ihtiyaçlarını işlevsel yapmaktan anlam ifade
tamamlayan nesneler! hoşlandığı etmeyen, doğrudan
uyarıcılardır. • Maddi anlam faaliyetlerin doğruya kendileri
• Saygınlık, statü, taşırlar. Para, pekiştireç pekiştireç olmayan,
öğretmenin oyuncak, olarak asil pekiştireçlere
öğrencinin pırlanta kullanılmasıdı ulaşmayı sağlayan
başını okşaması, yüzük vb. r. uyarıcılardir.
prestij, aferin, • Sinemaya • Davranış ve
takdir, gitmek, karşılığı olacak
gülümseme, bilgisayar simgenin
tebrik vb. oynamak, şarkı belirlenmesiyle
söylemek, oluşturulur.
resim yapmak, • Kupon, yıldız,
gezmeye kurdele, gülen surat,
gitmek vb. arti, jeton, plaket,
madalya, kupa vb.
Pekiştireçler aynı zamanda olumlu ve olumsuz
olarak ikiye ayrılırlar.

Olumlu Pekiştireçler: ortama girdiğinde hoşa


giden etki yaratır ve davranış sıklığını artırır. Ortamdan
çıkarıldığında ise istenmeyen davranışın yapılma
sıklığını azaltır.
Olumsuz Pekiştireçler: ortama eklendiğinde
organizma için ceza etkisi görürken ortamdan
çıkarıldığında organizmayı rahatlatan uyarılardır.
PEKİŞTİREÇLER OLUMLU PEKİŞTİREÇLER OLUMSUZ
PEKİŞTİREÇLER
Yaşamın devamlılığını sağlayan Yaşamı tehdit eden
pekiştireçlerdir. uyarıcılardır.
Organizma için olumlu bir etki Ortama eklendiğinde
oluşturur ve davranışı artırırlar. organizmada olumsuz bir
BİRİNCİL Yiyecek, uyku, sağlık, dinlenme, etki yaratır; ortamdan
sevgi, başarı, mutluluk, para vb. çıktığında organizma
rahatlar.
Elektrik şoku, dayak,
açlık, susuzluk, hastalık,
soğuk, gürültü vb.

Öğrenilmiş olan ve organizmanın Anlamı öğrenme


sahip olmak istediği, hoşuna giden yoluyla kazanılan, ortama
İKİNCİL uyarıcılardır. eklendiğinde ceza;
Ortama eklendiğinde olumlu bir ortamdan çıktığında hoşa
etki yaratır. giden etki yaratan
Statü, saygınlık, KPSS ile uyarıcılardır.
atanmak, sosyal onay, kabul Düşük not, silah, küfür,
edilmek, ilgi, takdir, yüksek not, trafik cezası, azar vb.
aferin, kupa, övgü vb.
ÖĞRENME
PSİKOLOJİSİ

ÖĞRENMENİN DOĞASI
Öğrenilenler, Davranışa Dönüştürülebilir mi?
İşte size güzel bir örnek :ABD' de Massachusetts Institute of Technology' de okuyan bir
öğrencinin tanık olduğu bu öykü, bir tez çalışmasının nelere yol açacağını göstermesi açısından
ilginç bir örnek oluşturuyor. Bir lisans üstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine
siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika boyunca sahayı bir
baştan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp
öttürür. Yağmur, çamur demeden her gün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar.
Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi başlar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır.
Siyah-beyaz tişörtlü hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kuş sahaya
hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir. Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.
Öğrenci dediğin böyle olur!...
ÖĞRENME NEDİR?

Öğrenme; tekrarlar ve yaşantı yoluyla kazanılan, nispeten kalıcı izli davranış değişikliğidir. Öğrenme
aynı zamanda, doğrudan büyüme ve olgunlaşmaya dayanmayan, daha ziyade iç ve diş çevresel etkenler
tarafından belirlenen bir değişim sürecidir. Bu nedenle doğuştan getirilen davranışlar öğrenme olarak
kabul edilmezler.

Öğrenme sonucunda organizmada gözlenen ya da gözlenemeyen bir değişimin muhakkak


oluşması ve bu değişimin sürekli olması gerekir NİSPETEN KALICI İZLİ OLMAK?

Yaşantılar ve tekrarlar sonucu organizmada görülen, nispeten kalıcı izli davranış değişikliğidir.

Yaşantı: Çevre, deneyim ve uyarıcılar anlamına gelir.

Nispeten Kalıcı İzli: Belli bir süre de olsa davranışın kalıcı ve süreklilik göstermesi anlamına gelir.

Davranış Değişikliği: Organizmada ortaya çıkan zihinsel ve psikomotor değişimlerdir.


Öğrenmede Duyu Organlarının Rolü
Eski Yunan'dan beri insanlara, beş duyuya sahip oldukları öğretilir. Ancak gerçekte insanların
on hatta on bir duyusunun var olduğu belirtilmektedir.
Bu 5 duyu;1. Görme,2. İşitme,3. Tat,4. Koku ve 5. Dokunma, olarak belirtilmiştir.
Dokunma duyusu olarak adlandırılan duyudan bir deri duyusu kastedilmektedir. Ancak deri
duyusu bir değil dört tanedir Bilim adamları dokunma duyusu için dört ayrı kanal saptamışlardır
Bunlar.6. Sıcak,7. Soğuk,8. Ağrı (acı-sızı)dır.
Örneğin; "Syringomelia" hastalığına tutulanlar, sıcaklık ve soğukluk duyularını kaybetmekte, fakat
öteki deri duyumları devam etmektedir. Bu insanlar sobaya ellerini değdirdikleri halde sıcaklığı
duymamakta yanık yerlerinden acı hissetmemektedir.
Bunlara ek olarak, geleneksel duyu sınıflamasında bulunmayan iki duyu daha vardır. Bu ikisi,
9. Kinestetik,10. Vestibuler, duyular olup ikisine birden poprioseptif duyular denir.
Kinestetik duyu organları kaslarda, eklemlerde bulunur. Bu duyu organları kol ve bacakların
pozisyonu ile kaslanın gerilimine ilişkin bilgiler verir.
Vestibuler duyu dengenin sürdürülmesindeki ana duyu olup başın hareketi ve pozisyonu
hakkında bilgi verir. Yukarıda belirtilen on duyu ya ilave olarak bir de "organik" duyumların
bulunması ile birlikte bütün duyumların sayısının on bire çıktığı belirtilmektedir. Sindirim,dolaşım
Duyu özellikleri bakımından insanlar arasında bir hayli farklılıklar vardır.
Bazı kişilerin, örneğin müzisyenlerin kulakları çok daha ince ses nüanslarını
ayırt edebilecek duyarlılıktadır. Genel olarak ressamlar renkleri daha iyi
görürler. Tat ve koku bakımından herkesin kendine özgü tercihleri ve zevkleri
vardır.
Bütün bunların anlamı nedir? Öğrenme sırasında ortamda sunulan
uyanıcılar duyu organlarıyla alınır, sinir sistemi tarafından beyinde ilgili
merkezlere iletilir (duyum) ve orada bir anlama kavuşur (algı) ve buna göre
tepkide bulunuruz (davranış).
Davranış Nedir?
Genel olarak tanımlayacak olursak davranış uyarıcı ve tepki arasındaki her
şeydir.
Davranış, organizmanın yaptığı tüm etkinliklerdir.
Davranış olmayan hiçbir şey yoktur.
Davranışlar bilinçli veya bilinçsiz; açık veya kapalı, istemli veya istemsiz
olabilir.
Kitap okumak, konuşmak, sevmek, düşünmek, rüya görmek, hissetmek, vb.
tüm bunlar birer davranıştır.

Bir davranışın öğrenme olarak kabul edilebilmesi için şu


kriterler sağlanmalıdır:
 Yaşantıya dayalı olması,
 Nispeten kalıcı izli olması,
 Sürekli olması,
 Davranış değişikliği yaratması gerekmektedir.
Davranış Nedir?
Genel olarak tanımlayacak olursak davranış uyarıcı ve tepki arasındaki her
şeydir.
Davranış, organizmanın yaptığı tüm etkinliklerdir.
Davranış olmayan hiçbir şey yoktur.
Davranışlar bilinçli veya bilinçsiz; açık veya kapalı, istemli veya istemsiz olabilir.
Kitap okumak, konuşmak, sevmek, düşünmek, rüya görmek, hissetmek, vb. tüm
bunlar birer davranıştır.

Bir davranışın öğrenme olarak kabul edilebilmesi için şu


kriterler sağlanmalıdır:
 Yaşantıya dayalı olması,
 Nispeten kalıcı izli olması,
 Sürekli olması,
 Davranış değişikliği yaratması gerekmektedir.
DAVRANIŞ TÜRLERİ
Bilme, dikkat ve dikkati sürdürme, algılama, hatır lama, nedensellik ilişkileri kurma, sonuç kestirme, problem
Bilişsel Davranışlar çözme, rüya görme ve hayal kurma gibi zihinsel eylemlerin oluşturduğu bilişsel süreçler içinde gerçekleşen her
türlü davranıştır.

Duyular ve ilgili beyin bölümleri aracılığıyla ortaya çıkan gerilme, korkma, sevme, sevinme, iğrenme, hoşlanma
Duyuşsal Davranışlar gibi duygularla ilişkili davranışlar olarak tanımlamak mümkündür.

El-göz koordinasyonu ile ilgili her tür etkinlik, koşmak, esnemek, bir kitabı okumak, kitabın sayfalarını çevirmek
Devinsel(Psikomotor) Davranışlar gibi davranışlar devinsel davranış önekleridir.

Başkalarınca kolayca gözlenebilen davranışlar "açık davranış olup; dışarıdan başkalarınca gözlenemeyen
Açık ve Kapalı Davranışlar davranışlar "kapalı davranıştır.

Bilinçli davranış, insanın ilgili davranışı gerçekleştirme sürecinin farkında olduğu, tümüyle bilinçli olarak kontrol
Bilinçli ve Bilinçsiz Davranışlar ettiği davranıştır. Bilinçsiz davranış ise bireyin bilinçli olarak kontrol etmediği, farkında olmadan, otomatik
olarak yaptığı, yaptığını hatırlamadığı davranışlardır.

Davranışın karmaşıklığı, organizmanın sinir siste minin karmaşıklığına bağlıdır. İnsan organizması gibi karmaşık
Davranışın Karmaşıklığı Üst Düzey ve nöral yapı ve sisteme sahip organizmaların davranışları daha karmaşık iken, basit nöronal yapıları bulunan alt
Alt Düzey Davranışlar düzey organizmaların davranışları daha basittir. Üst düzey davranışlar, planlama ve düzenleme, hayal kurma,
kestirimde bulunma, neden sonuç ilişkileri kurma, alet kullanma gibi kompleks nöronal yapıya sahip
organizmalarda görülen davranışlardır. Alt düzey davranışlar ise daha çok yaşamı devam ettirmede temel olan
ve birçok canlı türünde görülen davranışlardır. İnsanda her iki davranış türü de bulunur.
ÖĞRENİLMİŞ DAVRANIŞLAR /ÖĞRENİLMEMİŞ DAVRANIŞLAR
ÖĞRENME ÜRÜNÜ OLAN DAVRANIŞLAR ÖĞRENME ÜRÜNÜ OLMAYAN DAVRANIŞLAR

İstendik davranışlar Büyüme ve olgunlaşma eseri olan


İstenmedik davranışlar davranışlar
Refleksler
İçgüdüler
Geçici davranışlar
Anatomik yapı bozulmaları
ÖĞRENME ÜRÜNÜ OLAN DAVRANIŞLAR
• Doğuştan getirilmez.
• Sonradan kazanılır.
• Yaşantıya dayalıdır.
• Tekrarlar sonucu oluşur
• Nispeten kalıcı izlidir.
• İstendik ve istenmedik davranışlardan oluşur.
İSTENDİK DAVRANIŞLAR İSTENMEDİK DAVRANIŞLAR
 Sonradan yaşantılar ve öğrenme yolu ile  Sonradan yaşantılar ve öğrenme yolu ile
kazanılır. kazanılır.
 Planlı eğitim süreci veya kültürlenme ile  Eğitimin hedefinde olmayan olumsuz
oluşur. öğrenmeleri kapsamaktadır.
 Olumlu öğrenmeleri kapsar.
ÖĞRENME ÜRÜNÜ OLMAYAN ÖĞRENME ÜRÜNÜ OLAN
DAVRANIŞLAR DAVRANIŞLAR

Soğuk havada titreme Film izlerken soğuk hava görünce


titreme
Bozuk bir yemek yediğinde mide Bozuk yiyeceği görünce mide
bulanması bulanması
Köpeğin ağzına et konulunca salya Köpeğin eti gördüğünde salya
üretmesi üretmesi

Limon yediğinde yüz ekşitme Limon ismini duyunca yüz ekşitme


ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
1- ÖĞRENENLE İLGİLİ FAKTÖRLER ( İç Faktörler)
2- ÖĞRETEN VE YÖNTEMLE İLGİLİ FAKTÖRLER (Dış Faktörler)
3- :ÖĞRENME MALZEMESİ İLE İLGİLİ FAKTÖRLER ( Dış Faktörler)
1- ÖĞRENENLE İLGİLİ FAKTÖRLER ( İç Faktörler)
1. OLGUNLAŞMA
2. TÜRE ÖZGÜ HAZIR OLUŞ
3. GENEL UYARILMIŞLIK HALİ
4. KAYGI
5. DİKKAT
6. GÜDÜLENME
7. HAZIRBULUNUŞLUK
8. YAŞ
9. ZEKÂ
10. TRANSFER (AKTARIM)
11. KET VURMA (UNUTMA)
12. ÖNCELİK/SONRALIK ETKİSİ
1. OLGUNLAŞMA
Olgunlaşma; organizmanın bir davranışı, bir hareketi, bir eylemi
yapabilecek düzeye gelmesidir.

Genetik faktörler tarafından desteklenir. Genetiğin kendini zamanı


geldiğinde açmasıdır.

Olgunlaşmanın üç boyutu vardır. Fizyolojik,psikomotor ve zihinsel


olgunlaşma.

Olgunlaşma, öğrenme için bir ön koşuldur.

Uygun gelişim düzeyleri öğrenmeyi olumlu yönde etkiler. Yetersiz


gelişim öğrenmeyi zorlaştırır.
2. TÜRE ÖZGÜ HAZIR OLUŞ

• Doğuştan gelen genetik donanımı ifade eder.


• Öğrenme, her türün genetik donanımı ve biyolojik altyapısı ile doğrudan ilgilidir.
• Türe özgü hazır oluş, organizmaların bir davranışı öğrenmeye imkân veren sinirsel
altyapısını gösterir.
• Balıkların uçamaması ama yüzebilmesi, insanların düşünebilmesi ve konuşabilmesi türe
özgü hazıroluşluğa örnek olarak gösterilebilir.
• Aynı tür içinde, türe özgü hazır oluş farklılığı olamaz.
3-GENEL UYARILMIŞLIK HALİ
• Organizmanın dışarıdan gelen uyarıcıları alabilme potansiyelini gösterir.
• Genel uyarılmışlık hâlinin iki ucu bulunur. Panik ve dehşet ucunda organizma uyarıcılara çok
fazla açık olur ve öğrenme engellenir. Gevşeme ucunda ise organizma, uyarıcıları
alamayacak kadar rahatlamıştır ve yine öğrenme engellenir. Öğrenme için en uygun seviye
her iki ucun ortasıdır.
• Orta düzey bir GUH, bireyin çevredeki uyarıcıları, seçici algı ile düzenli ve istendik bir şekilde
almasını sağlar.
• GUH'nin artması, öğrenmeyi bir noktaya kadar olumlu etkilerken bir noktadan sonra
olumsuz etkiler.
• Müzikle ders çalışmak, yatarak ders çalışmak veya havasız bir ortam öğrenmeyi olumsuz
etkiler.
4. KAYGI (ANKSİYETE)
• Kaygı, bir beklenti sonucu ortaya çıkan ve organizmayı tedirgin edici olan duygulardır.
• Kaynağı belli değildir.
• Çok yüksek ve çok düşük kaygı düzeyleri, öğrenmeyi olumsuz etkiler. Normal düzeyde bir
kaygı ise öğrenmeyi olumlu etkiler.

KAYGIYI ARTIRAN NEDENLER NELERDİR?


1- Bir öğrenciyi, bütün sınıf ona bakarken spot ışığı etkisi altında bırakmak
2-İstemediği halde, bir öğrenciyi tahtada konu anlatması için zorlamak
3. İşlem basamaklarındaki birçok doğruyu hiç dikkate almadan hemen "yanlış" olarak niteleme yapmak
4. Derste ve sınavda çok hızlı bir tempo ve sınırlı zaman uygulaması yapmak
5. Nerede yanlışlık yaptığı hakkında açıklama yapmaksızın yanlış bir sözel cevabı hemen kesmek
6. Öğrencilerin soru sorma cesaretini kırmak.
7. Yetersiz çalışmalarda öğrenciyi herkesin içinde ya da özel olarak utandırmak
8. Geride kalan öğrencilere açıklama yaparken yüksek sesle konuşmak
9. Belirli kişilerle örneğin çalışkanlarla; kızlarla, erkeklerle ya da önde oturanlarla daha çok ilgilenmek 9.10. Yavaş
algılayan çocuklarla çalışırken sabırsız olmak11. Basit bir konuyu çok karmaşık şekilde sunmak12. Çocukları
yeteneklerine göre sıralara yerleştirmek13. Çocukların aldıkları notları açık olarak ilan etmek 14. Sürekli zaman alıcı ve
zor görevler vermek15. Ders ödevlerini bir ceza aracı olarak kullanmak
5- Dikkat
Dikkat enerjiyi belirli bir noktaya yoğunlaştırmaktır. Üç tür dikkat vardır.
İSTEMLİ DİKKAT
Organizmanın dikkatini ilgi duyduğu, sevdiği, dikkatini daha çok çeken uyarıcılara yönlendirmesidir.
Öğrenme için en ideal dikkat istemli dikkattir.
Karnı aç olan bir kişinin yolda yürürken restoranları fark etmesi buna örnektir.
BÖLÜNMÜŞ DİKKAT
Bölünmüş dikkat, organizmanın enerjisini aynı anda birden fazla uyarıcıya yönlendirmesidir.

İSTEMSİZ DİKKAT
Organizmanın doğrudan enerjisin yönlendirmese de çevreden gelen uyarıcıların kişiyi etkilemesidir.
Zihinsel enerjinin, istemsiz bir şekilde uyanıcıya yönlendirildiği dikkat türüdür.
6. GÜDÜLENME (MOTİVASYON)
Güdülenme ister fizyolojik olsun ister sosyal muhakkak bir ihtiyaca dayanır ve organizmanın amaca yönelik davranış sergilemesine neden olur.
Güdülenmiş olmak, öğrenmeyi kolaylaştırır.
İki tür güdülenme vardır: İçsel ve dışsal güdülenme.

İÇSEL GÜDÜLENME
İçsel güdülenme: kişinin bir davranışı kendi isteği ile yapmasıdır.
Organizmayı harekete geçiren güç, kişinin kendi içinden gelir.
Dışsal güdülenmeye göre daha kalıcı ve etkilidir.
DIŞSAL GÜDÜLENME:
Dışsal güdülenme ise başkalarının dayatmasına bağlı olarak kişinin bir davranışı yapmasıdır.
Organizmayı harekete geçiren güç kişinin çevresidir.

Kendini başkalarına beğendirme ve onaylanma ihtiyacından kaynaklanır.


Bazen dışsal güdülenme yoluyla başlayan davranışlar, içsel güdülenme haline gelebilir. Dayanıklılığı ve sürekliliği zayıftır.
Öğrenme için ideal olan elbette ki "içsel güdülenme"dir.
Eğer öğrenci kendi ilgi ve merakını gidermek ve kendini geliştirmek için çalışıyorsa içten güdülenmedir. Eğer yüksek not alıp takdir edilmek için
çalışıyorsa dışsal güdülenmedir.
7. HAZIRBULUNUŞLUK
Büyüme ve olgunlaşmaya ek olarak, organizmanın bir konuda sahip olduğu ve öğrenmeyi kolaylaştıran "ilgi, istek, ön öğrenme, ön bilgi,
yetenek" sahibi olması anlamına gelir. Öğrenmenin ön koşullarından biridir.

8. YAŞ
Özellikle 0-20 yaş dönemi, öğrenmeyi olumlu etkilemektedir.
9. ZEKÂ
Organizmalar için zekâ, bir nevi öğrenme yeteneğidir. Bu nedenle bir davranışın öğrenilmesinde zekâ önemli rol oynamaktadır. Eğer bir kişinin
zekâ yaşı, takvim yaşından büyükse o kişi zeki olarak adlandırılmaktadır. Zekâ düzeyi arttıkça, öğrenme hızında da artış bulunmaktadır.
10. TRANSFER (AKTARIM)
Aktarım, bir öğrenmenin diğer bir öğrenmeyi olumlu ya da olumsuz yönde etkilemesi durumudur.
Özellikle birbirine benzeyen durumlar söz konusu olduğunda, eski öğrenmelerin yeni öğrenmeler üzerinde etkide bulunmasıdır.
İki tür aktarım bulunur.
Olumlu Aktarım (Pozitif Transfer)
Eski öğrenilen bilgilerin, yeni öğrenilen bilgilen kolaylaştırmasıdır.

Olumsuz Aktarım (Negatif Transfer)


Eski öğrenilen bilgilerin, yeni öğrenilen bilgileri zorlaştırmasıdır.
AKTARIM ÖRNEKLERİ:
Bisiklet kullanmayı bilen bir kişinin motosiklet kullanmayı daha kolay öğrenmesi (OLUMLU AKTARIM)
Matematiği iyi olan bir öğrencinin, fizik dersinde de başarılı olması (OLUMLU AKTARIM)

F klavye kullanan bir insanın, Q klavyeyi kullanmakta zorlanması (OLUMSUZ AKTARIM)


11. KET VURMA (UNUTMA)
Ket vurma, kişide zihinsel bir karışıklık olduğunun ve bellek izlerinin bozulduğunun göstergesidir.
Ket vurmada, bozucu etki vardır.
Ket vurma "unutma" ile ilgili bir zihinsel durumdur.
AKTARIM VE KET VURMA
Matematik dersinde başarılı olan bir öğrencinin, fizik dersinde de başarılı olması (OLUMLU AKTARIM)
Klavyeli telefon kullanan bir kişinin, dokunmatik telefonun klavyesini kullanırken zorlanması (OLUMSUZ AKTARIM)

Bir belgeye imza atarken 2023 yazması gereken kişinin 2022 yazması (İLERİYE KET VURMA)
Uzun bir süre YTL kullanıldıktan sonra, tekrar TL ye geçildiği halde, uzun bir süre farkında olmadan 100 TL yerine 100 YTL dememiz veya yeni
öğrenilen bir poğaça tarifinin geçmişte yapılan poğaça tarifini unutturması (GERİYE KET VURMA)
İLERİYE KET VURMA
Yeni bilgiyi unutmaktır
Eski öğrenilen bilginin yeni bilgiyi unutturmasıdır.
GERİYE KET VURMA
Eskiyi unutmaktır.
Yeni öğrenilen bilginin eski öğrenilen bilgiyi unutturmasıdır.
AKTARMA
Olumlu Transfer
Bir davranış örüntünün bir başka davranış örüntüsünün öğrenilmesini kolaylaştırması.
Olumsuz Transfer
Bir davranış örüntünün bir başka davranış örüntüsünün öğrenilmesini zorlaştırması.
KET VURMA
İleriye Ket Vurma
Geçmiş bilginin şimdiki bilginin alınmasını engellemesidir.
Geriye Ket Vurma
Şimdiki bilginin geçmiş bilgiyi engellemesidir.
12. ÖNCELİK/SONRALIK ETKİSİ
Öncelik ve sonralık etkisi unutma ile ilgili değil bir bilgiyi, diğerlerinden daha çok "hatırlama" ile ilgilidir. Lütfen ket vurma kavramıyla
karıştırmayınız.
Öncelik Etkisi: Bir öğrenme süreci esnasında kişinin ilk öğrendiği bilgileri daha kolay hatırlamasıdır. İlk izlenim etkisi olarak da bilinir. Örneğin,
öğretmenin dersin başında anlattığı konuları daha kolay hatırlama gibi.
Sonralılık Etkisi: Bir öğrenme sürecinde en son öğrenilen bilgilerin daha kolay hatırlanmasıdır. Örneğin; öğretmenin dersin sonunda anlattığı
konuyu daha iyi hatırlama gibi.
2- ÖĞRETİLEN VE YÖNTEMLE İLGİLİ FAKTÖRLER (Dış Faktörler)

1. KONUNUN YAPISI
2. ZAMAN
3. ÖĞRENCİ AKTİVİTESİ / ETKİN KATILIM
4. GERİ BİLDİRİM / DÖNÜT
5. KÜÇÜK ADIMLAR İLKESİ

1. KONUNUN YAPISI
PARÇALARA BÖLEREK ÖĞRENME
Uzun, karmaşık ve kapsamlı konular söz konusu olduğunda, konular parçalara bölünerek işlendiği taktirde öğrenmeyi olumlu etkiler.
BÜTÜN HALİNDE ÖĞRENME
Özellikle kısa ve basit metinlerde çalışıldığında öğrenmeyi olumlu etkiler.

 Kullanılan yöntem konunun yapısına uygun olduğunda öğrenme kolaylaşır. En iyi öğrenme biçimi "bütün-parça-bütün dür.
2. ZAMAN
Öğrenmeye ayrılan zaman, öğrenmenin verimli olması açısından uygun uzunlukta olmalıdır.
ARALIKLI ÇALIŞMA
Her gün düzenli olarak birer saat ders çalışmak aralıklı çalışmaya örnektir.
Yüksek kalıcılığa sahiptir.
Bilgilerin hatırlanmasını kolaylaştırır.
Uzun vadeli öğrenme hedeflerini kapsar.
TOPLU ÇALIŞMA
Bir günde sekiz saat ders çalışmak toplu çalışmaya örnektir.
Kalıcılığı ve hatırlanması düşüktür.
Sınav başarısı için kısa vadede kullanılsa bile bilgilerin uzun vadede kullanımını engeller.
Zaman zaman ihtiyaç duyulan bir yöntemdir.
3. ÖĞRENCİ AKTİVİTESİ / ETKİN KATILIM
Öğrenci aktivitesi, öğrenen ile ilgili değil, öğreten ve kullanılan yöntemle ilgili faktörlerden biridir.
Kullanılan yöntemin öğretmen merkezli olması, öğrencinin pasif konumu öğrenme veriminin düşmesine neden olur
Öğrenme-öğretme sürecinde, mümkün mertebe birden faza duyu organı aktive edilmeli ve yaparak-yaşayarak öğrenme ilkeleri
benimsenmelidir.
Yaparak-yaşayarak öğrenmeyi ifade eden ilkedir. Öğretmen bu ilke ile birden fazla duyu organını harekete geçirerek organizmayı aktif kılmayı
amaçlar.
4. GERİ BİLDİRİM / DÖNÜT/FEEDBACK
Öğrencinin, yaptığı davranışın sonuçları hakkında bilgi almasıdır.
Geri bildirim mekanizması, uygun düzeltmelerin yapılarak, hatanın en aza indirgenmesini amaçlar.
Geri bildirimin etkisi, davranışın hemen ardından verildiğinde daha anlamlı olur.
5. KÜÇÜK ADIMLAR İLKESİ
Skinner'in "Programlı Öğretim Model'ine dayanır.
Öğrencinin anında dönüt aldığı, etkin katıldığı ve konuların aşama aşama, adım adım sunulduğu öğrenme-öğretme sürecini ifade eder.
Öğrenmeyi kolaylaştıran bir sistemdir.

3- ÖĞRENME MALZEMESİ İLE İLGİLİ FAKTÖRLER (Dış Faktörler)


1. ALGISAL AYIRT EDİLEBİLİRLİK
2. KAVRAMSAL GRUPLANDIRMA / KAVRAM BASAMAKLAR DİZİSİ
3. ANLAMSAL ÇAĞRIŞIM / ÇAĞRIŞIMSAL ANLAM
4. TELAFFUZ EDİLEBİLİRLİK

1-ALGISAL AYIRT EDİLEBİLİRLİK


Öğrenme-öğretme sürecinde, çevresinden kolaylıkla ayırt edilen malzemeler çok daha kolay öğrenilir.
Sözlü veya yazılı anlatımda da algısal ayırt edicilik önemlidir. Ses tonu, vurgular, koyu veya italik yazılmış kısımlar, büyük puntoyla yazılmış yerler,
altı çizili sözcükler, tırnak işaretleri algısal ayırt ediciliği yükseltir.
Özellikle beden dili, algısal ayırt edilebilirlik için oldukça önemlidir.
2. KAVRAMSAL GRUPLANDIRMA/ KAVRAM BASAMAKLARI Dizisi
Öğrenilen malzemenin kendi içinde mantıksal bir bütünlük göstererek genelden-özele, özelden-genele hiyerarşik bir dizi içinde sunulmasıdır.
Öğrenmeyi büyük ölçüde hızlandırır ve kolaylaştır.
Kavramsal gruplandırma, kavramlar arasındaki mantıksal ilişkinin daha kolay görülmesini sağlar ve kalıcılığı artırır.
Kavram haritaları buna en iyi örnektir.
Bilgi KSB'den USB'ye daha kolay aktarılır. Zihinsel bağlantılar kurarak öğrenme yapmak, bilginin düzenli bir şekilde belleğe kaydedilmesini ve
hatırlanmasını da sağlar.
3- ANLAMSAL ÇAĞRIŞIM / ÇAĞRIŞIMSAL ANLAM
Öğrenilen malzeme, öğrenen kişinin zihninde ne kadar çok çağrışım yaratıyor ise kişi için ne kadar anlamlı ise o malzemenin öğrenilmesi o kadar
kolaylaşır. Anlamlı ve kalıcı öğrenme sağlar.
Ezberin önüne geçer.
Çağrışımlar bireye özgüdür. Öğretmenler, kavram ile ilgili çağrışım oluştururken çağrışımlar kavramın veya konunun özünü iyi açıklayacak fakat
yanlış anlamalara da izin vermeyecek ölçüde olmalıdır.
Bir konu öğrenilirken bireyin önceki öğrenmelerinden yararlanarak aralarında bağ kurmasıdır.
4-TELAFFUZ EDİLEBİLİRLİK
Özellikle öğrenme malzemesi sözel ise kelimelerin kolay söylenebiliyor olması öğrenmeyi kolaylaştırır.
Telaffuzu zor olan metinlerin öğrenilmesi daha güçtür.
Bir bilginin telaffuzu kolaysa öğrenmede kolaydır. Bir bilginin telaffuzu zorsa öğrenmede zordur.
Pekiştirme Tarifeleri
Pekiştirmenin nasıl, ne gerçekleşeceğini belirten yönergelere Pekiştirme Tarifeleri
denir. Bu tarifeler kendi arasında çeşitli şekillere ayrılır.
1. Sürekli Pekiştirme: Bir davranışın her yapıldığında pekiştirilmesidir. Olumlu, doğru
ve istendik her davranışın ardından pekiştireç verilen en basit pekiştirme tarifesidir.
Genellikle yeni bir şey öğretilirken tercih edilir.

 Mehmet öğretmen öğrencilerin her doğru cevabında onlara bir artı


vermektedir.
 Tuvalet eğitimi verilen bir bebeğe annesi her tuvaletini haber vermesinde
şeker verir.
 Ödevini düzenli yapan bir çocuğun defterine öğretmeni her defasında yıldız
atar.
 Okul öncesi, ilköğretimin birinci kademesi ve engelli öğrenci eğitiminde sıklıkla
kullanılır.
2. Sabit Oranlı Pekiştirme Tarifesi: Organizmanın pekiştireç alması için sabit sayıda
tepkide bulunmasından sonra pekiştirilmesidir.

 Sedat öğretmen her 5 doğru cevabında öğrencilere artı vermektedir.


 Bir iş yerinde çalışan işçilere dikilen her 10 pantolon için 50 TL verilmektedir.
3. Değişken Oranlı Pekiştirme Tarifesi: Bu tarifede pekiştirecin kaç davranış sonucu
ortaya çıkacağı belli değildir. Bazen iki bazen dört bazen de 10 davranışın
pekiştirilmesidir. Sönmeye karşı en dirençli tarife olarak kabul edilir.

 Hazal öğretmen öğrencilere bazen iki, bazen üç doğru cevaplarında iyi bir
sözlü notu vermektedir.
4. Artan Oranlı Pekiştirme Tarifesi: Pekiştireç önce belirli bir davranış sayısı sonrasında
verilir. Daha sonra bu davranış sayısı her defasında sistematik olarak artar.

 Kızının bulaşık yıkamasına yardım etmesini isteyen Ayşe Hanım 5 bardak


yıkayan kızına bir şeker verir. Daha sonra kızının şeker alması için yıkaması
gereken bardak sayısını belirli bir miktarda arttırır.

5. Sabit Aralıklı Pekiştirme Tarifesi: Sergilenen davranışın pekiştirilmesi için belirli bir
zaman geçmesinin beklenmesidir.

 Her 40 dakika da bir teneffüs zilinin çalması.


 Dört yılda bir şubat ayının 29 gün çekmesi.
 Öğretmenin her salı ödevleri kontrol etmesi.
6. Değişken Aralıklı Pekiştirme Tarifesi: Sergilenen davranışın ardından gelen
pekiştirecin ne zaman geleceği belli olmayan tarifedir.

 Müfettişler önceden haber vermeden okula gelir.


 Övgü öğretmen önceden söylemeden ara sıra küçük sınavlar düzenlemektedir.
7. Artan Aralıklı Pekiştirme Tarifesi: Pekiştirecin belli bir zaman aralığından sonra
verilmesi ve zamanının sistematik olarak arttırılmasıdır.

 Murat bey ödevlerini sürekli olarak yapmasını istediği oğluna “İki gün
ödevlerini düzenli yaparsan sana oyuncak alacağım." der. Ve daha sonra ödev
yapılacak gün sayısını git gide 1’ er gün arttırmıştır.

8. Katışık (Birleşik) Pekiştirme: Pekiştirme işinin bazen tüm tarifeler bir araya
getirilerek bazen de bir tarifeye bağlı kalmadan yapılmasıdır.

 Yeni bir davranış kazandırılırken sürekli pekiştirme tarifesi ile başlanır, davranış
öğrenildikten sonra aralıklı tarifelerden birine geçilir.
CEZA

Organizmaya istemediği bir uyarıcının verilmesi ya da ortamdan istenilen bir


uyarıcının çıkarılması yolu ile yapılır. Organizmada hoşa gitmeyen bir etki yarattığı için
davranış mutlaka azalır. Ceza davranışı bastırır ve görülmesini engeller.

BİRİNCİ TİP CEZA / OLUMLU CEZA


Organizmanın içinde bulunduğu ortama istenmeyen, itici bir uyarıcının eklenmesidir.

 Ödevini yapmayan öğretmenin kızması gibi


İKİNCİ TİP CEZA / OLUMSUZ CEZA
Organizmanın içinde bulunduğu ortamdan hoşuna giden bir uyarıcının alınmasıdır.

 Ödevini yapmayan bir öğrenciye annesinin oyuncaklarla oynamayı


yasaklaması gibi.
PEKİŞTİRME- CEZA ETKİNLİĞİ

 Kardeşini döven bir çocuğu annesinin azarlaması sonucu vurma davranışını


kesmesi> Birinci tip ceza
 Başı ağrıyan bir öğrencinin ağrı kesici içip eğitim psikoloji dersine çalışması>
Olumsuz pekiştirme
 Sınıf arkadaşının aşırı ısrarından kurtulmak için onun yerine imza atan
öğrenci> Olumsuz pekiştirme
 Derslerinde başarısız olan öğrencinin kredisinin kesilmesi> İkinci tip ceza
 Sınavda başarılı olan öğrencileri gezmeye götürme> Olumlu pekiştirme
CEZAYA ALTERNATİF YÖNTEMLER
1. Ara Verme
2. Görmezden Gelme (Sönme)
3. Bıktırma (Yorma)
4. Ayrımlı Pekiştirme (Tersine Ödüllendirme)
5. Ortam Değiştirme
6. Bekleme
7. Tepki Bedeli
8. Bastırma

Kişiyi, istenmeyen davranışı sergilediği ortamdan kısa bir süre uzaklaştırmaktır.

Amaç kişinin yaptığı davranış üzerine düşünmesini sağlamaktır.


Çocuğun yaptığı etkinliğe ara vermesi sağlanır.

 Örneğin yaramazlık yapan çocuğun başka bir odaya alınması, düşünme


sandalyesi gibi.

Cezaya alternatif olan en etkili yöntemlerden biridir.


İstenmeyen durumlara geri bildirim / pekiştireç verilmeden davranışın sıklığını
azaltmak amaçlanır.
Uzun zaman alır. Kalıcı etki yaratır.

İstenmeyen davranış kontrollü bir ortamda sık sık yaptırılarak organizmanın o


davranıştan vazgeçmesi amaçlanır.

Uygun olmayan davranış yerine uygun olan davranışın pekiştirilmesidir. İstenmeyen


davranış görmezden gelinir, istenen davranış ödüllendirilir.

Çocuğun, istenmeyen davranışı ortaya koymasına sebep olan uyaranları, nesne veya
eşyaları ortamdan çıkararak uygulanır. Ortamda değişiklik yapmaktır.

Çocuğun gelişimsel süreci ile ilgili bir durum söz konusu olduğunda, bu dönemin
atlatılmasını beklemektir. İşlem öncesi dönemde olan bir çocuğun "benmerkezci"
tavırları gelişim döneminin bir özelliğidir. Bekleme yöntemi bu durum için uygun bir
yöntemdir.
İstenmeyen bir davranışın gösterilmesine bağlı olarak, bireyin daha önceden edindiği
pekiştireci veya ödülü elinden geri almaktır. Verilen hakların geri alınmasıdır.

Bir davranışın sert bir şekilde, bir anda ortadan kaldırılmasıdır. Edimsel koşullanma
yoluyla oluşmuş bir davranışın ceza yolu ile bastırılmasıdır.

 Örneğin; takla atmayı öğrenmiş bir güvercine, takla attıktan sonra elektrik
şoku vererek davranışın azaltılması gibi.
Hemen etki gösterir. Ceza ortadan kalktığında davranış yine ortaya çıkar. Uzun vadeli
öğrenme oluşturmaz.
KOŞULLU ANLAŞMA VE PREMACK İLKESİ KOŞULLU ANLAŞMA

Koşullu anlaşma, kişinin istediği bir şeyi elde etmek için kendisiyle veya başkasıyla
yapmış olduğu karşılıklı sözleşmedir. Kişi, belli etkinlikleri yapması gerektiğini bilir.
Koşullu anlaşmada taraflar arasında ortak bir karar söz konusudur. "Yaparsan
yaparım!" mantığı vardır.

 Ağlamadan istersen oyuncağını veririm.


 Haftada iki deneme bitirsem sinemaya gideceğim.
 Herkes onay veriyorsa haftaya yine burada buluşalım.
 Herkes hemfikir ise mahalleye geri dönüşüm kutusu isteyelim.
PREMACK İLKESİ/BÜYÜKANNE KURALI
Koşullu anlaşmanın özel bir hâlidir. Bireyin en çok yapmak istediği şey ile en az
yapmak İstediği davranışlar birbirine ön koşul ilişkisiyle bağlanır. En az yapılmak
istenen davranış, en çok yapılmak istenen davranışın ön şartı olarak sunulur. Önce
istenmeyen davranış yaptırılır, sonra istenen davranış söylenir. Çocuğun istekleri ve
öncelikleri iyi bilinmelidir. Premack ilkesinde pekiştireçler, çocuğun sevdiği şeyler (ilgi,
etkinlik) olmalıdır. Bu nedenle bazı kaynaklarda "ilgi ya da etkinlik pekiştireci olarak
da isimlendirilmektedir.

 Odanı toplarsan dondurma yersin.


 Ödevini yaparsan bilgisayarda oyun oynayabilirsin.
CLARK LEONARD HULL SİSTEMATİK DAVRANIŞ KURAMI / MEKANİKDAVRANIŞÇILIK
Hull, matematiğin dilini psikolojiye uyarlamıştır. Psikolojide özellikle "öğrenme"
üzerine çalışmıştır. İlk olarak akıl sağlığı bozuk insanların nasıl öğrendiği üzerine
çalışmış ve sonrasında çağrışımları nasıl kurduklarına dair matematiksel formüller
geliştirmiştir. Hull'un çalışmaları üç ana başlıkta toplanabilir: Yeteneğin ölçülmesi,
hipnoz ve öğrenme. Her ne kadar hipnozla uğraşmış olsa da kuramında nicel
yöntemlere önem vermiştir. Watson'ın davranışçılığından çok etkilenmiştir.
ÖĞRENME VE
ÖĞRETME
KURAMLARI

1
2

Artificial Intelligence
Your subtitle text here

Lorem Ipsum is simply dummy text of


1 the printing and typesetting industry.

Lorem Ipsum is simply dummy text of


2 the printing and typesetting industry.

Lorem Ipsum is simply dummy text of


3 the printing and typesetting industry.

www.yourwebsite.com 2
BLOOM’UN TAM ÖĞRENME MODELİ

3
Tam Öğrenme Kuramı

 Bloom, “olumlu öğrenme koşulları sağlandığında ve bu koşullar öğretme –


öğrenme süreci boyunca devam ettiğinde herhangi bir kişinin öğrenebileceği
her şeyi herkes öğrenebilir” düşüncesinden hareketle bu modeli
geliştirmiştir.
 Tam öğrenme modeli; okuldaki % 20 oranındaki beklendik başarıyı % 75 ile
% 90'a hatta % 95'e çıkaran bir öğrenme sürecini ifade etmektedir.

-4-
Tam Öğrenme Kuramı

 Amerikalı eğitimci Benjamin S. Bloom öğrenme konusunda yapılmış


araştırmaların bulgularına dayanarak okuldaki (ya da sınıftaki) öğrenmeyi
açıklamaya yönelik bir kuram geliştirmiştir.
 Bloom'un kuramında okuldaki öğrenmeyi belirleyen etkenler:
1. Bilişsel giriş davranışları
2. Duyuşsal giriş davranışları
3. Öğretimin niteliği

-5-
Tam Öğrenme Kuramının Temeli

 Bloom'a göre işin başından itibaren olumlu öğrenme koşulları sağlanmış ise
dünyada herhangi belli bir kişinin öğrenebileceği her şeyi hemen hemen herkes
öğrenebilir.

Başka bir deyişle,


 Tam öğrenme modeli “tüm öğrenciler okulda öğretilenleri öğrenebilir”
varsayımına dayanmaktadır.

-6-
Tam Öğrenme Kuramının Temeli

 Bloom, belirleyici etkenler olan


 öğrencinin özgeçmişi ve
 öğretim hizmetinin niteliğinin,
uygun hale getirilmesi durumunda
 öğrenciler arasındaki farklılıkların giderilmesinin ve
 okuldaki öğrencilerin en azından % 95'inin öğretilenlerin çoğunu öğrenerek
en başarılı öğrenciler düzeyine gelmelerinin mümkün olacağını,
 diğer bir deyişle tam öğrenmenin gerçekleşebileceğini öne sürmektedir.

-7-
Tam öğrenme modelinin değişkenleri

Öğrenci
Öğretim süreci Öğrenme ürünleri
nitelikleri

•Bilişsel giriş davranışları Öğrenme •Bilişsel ürünler


•Kavrama gücü Ünitesi •Duyuşsal ürünler
•Ön bilgi-beceri ve
yeterlilikler •Öğrenme düzeyi
•Duyuşsal giriş •Öğrenme hızı
Öğretim Hizmetinin
davranışları Niteliği
•Güdülenme
•Akademik benlik tasarımı İpuçları (işaret ve açıklamalar)
•İlgi-tutum Pekiştirme
Öğrenci katılımı
Dönüt ve düzeltme
-8-
Öğrenci Nitelikleri

Duyuşsal Giriş Davranışları


Bilişsel giriş Davranışları Güdülenme
Kavrama gücü İlgi-tutum (derse-okula)
Ön bilgi-beceri Akademik benlik tasarım

-9-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenci Nitelikleri

Bilişsel Giriş Davranışları


 Eldeki bir ya da bir dizi öğrenme ünitesinin öğrenilebilmesi için gerekli olan
bütün bilgi, beceri ya da yeterlikler.
 Herhangi bir öğrenme işi için gerekli ön koşul öğrenmeler
 Belli bir öğrenme işi için temel olan önkoşul öğrenmeler

-10-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenci Nitelikleri

Duyuşsal Giriş Özellikleri


 Belli bir dersle ilgili duyuşsal özellikler
 Okula karşı tutum
 Kişinin kendi kendine karşı tutumu (akademik benlik kavramı)

-11-
Öğretim Hizmetinin Niteliği

Öğretmenin Özellikleri Sınıf ya da Okulun Özellikleri

Sınıftaki Öğretim Düzeyinde

Genel Olarak

-12-
Öğretim Hizmetinin Niteliği-1
Öğretmenin özellikleri
 Sınıftaki öğretim düzeyinde
 İşaretler, ipuçları vermesi
 Öğrenci katılımını sağlaması
 Pekiştireç vermesi
 Dönüt ve düzeltme vermesi
 Genel olarak
 Öğretmenin hizmet öncesi eğitiminin süresi ve türü
 Meslekteki hizmet süresi
 Tutumları (otoriter, demokratik, iyimser-kötümser oluşu vb. gibi)

-13-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğretim Hizmetinin Niteliği
İpuçları
1. Sözel ipuçları,
2. Yazı, şekil, grafik vb.,
3. Film, slayt vb.,
4. Gösteri.
 Öğrenciye, neyin öğrenileceğini açıklayan mesajların tümüdür.
 Öğrencilerin harekete geçirilmesine ve istenilen davranışın yapılmasına yardımcı
olan davranışlardır.
 Konu,
 öğrencinin düzeyi,
 kültürel faktörler ve
 çevredeki fırsatlar
göz önünde bulundurulur.
-14-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğretim Hizmetinin Niteliği

Pekiştirme
 Bir davranışı gösterme eğiliminin güçlendirilmesi sürecidir.
 Bir davranışın olma sıklığını artıran uyarıcılardır.

 Öğrencilerin ihtiyaçları ve bireysel farklılıklar gözetilir.

-15-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğretim Hizmetinin Niteliği

Öğrenci Katılımı
 Öğrencinin öğrenme süreci sırasında kendisine sunulan ipuçları ve yönergeler
doğrultusunda bir şeyler yapmasıdır.
 Öğrenme sürecine etkin katılım olduğu sürece daha kalıcı izli öğrenme
yaşantıları gerçekleşir.

 Öğrenci katılımını sağlamak için grup çalışması, drama, benzetim gibi teknikler
kullanılabilir ve ayrıca BDE çalışmalarına yer verilebilir. Bu da değişik öğretme
stratejileri, yöntemler ve tekniklerin kullanılması demektir.

-16-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğretim Hizmetinin Niteliği
Dönüt ve Düzeltme
 Dönüt ve düzeltme öğretim hizmetinin niteliğini sağlamayı güvence altına almak
için kullanılır.
 Dönüt işlemleri genelde öğrenme ünitelerinin sonunda uygulanır ve öğrencilerin
neler öğrendiklerini ve neleri öğrenmeleri gerektiği ortaya çıkarmaya çalışılır.
 Dönüt ile öğrencilere neyi öğrenip neyi öğrenmedikleri bildirilir.
 Düzeltme ise yanlışlarının düzeltilmesi eksiklerin tamamlanmasıdır.
 Düzeltmelerde, her öğrenciye kendi öğrenme eksikliklerini tamamlayabilmesi
için hangi ders kitabı, öğretim materyali ve kaynaklardan yararlanacağı
konusunda yardım yapılır.

-17-
Öğretim Hizmetinin Niteliği-2

 Sınıf ya da okulun özellikleri


 Öğrenci sayısı
 Donatım
 Okul örgütünün ve yönetiminin tutumu vb. gibi

-18-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenme Ürünleri

 Öğrenme Düzeyi ve Türü


 Öğrenme Hızı
 Duyuşsal Ürünler

-19-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenme Ürünleri

 Öğrenme Düzeyi ve Türü


Sınavlar:
Öğrenme düzeyinin belirlenmesi için her ünite sonunda sınavlar uygulanır.
Bu sınavlar sonunda öğrencilerin eksikleri ve öğrenme güçlükleri ortaya
çıkarılarak gerekli yardım sağlanır.

-20-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenme Ürünleri

 Öğrenme Hızı
Tamamlayıcı Eğitim:
Bu işlemler ve uygulamalar sonunda öğrenciler arasındaki öğrenme hızı ve
öğrenme düzeyi farklılıkları giderilecektir.
Bu farklılıkların giderilmesi için tamamlayıcı eğitim çalışmalarına yer
verilmektedir.

-21-
Tam Öğrenme Kuramının Ana Değişkenleri:
Öğrenme Ürünleri

 Duyuşsal Ürünler
 Akademik benlik
 Kendine güven
 Güdülenmişlik
 Ruh sağlığı

-22-
Tamamlayıcı Eğitim Çalışmaları

 Öğrenme düzeyinin belirlenmesi işlemi ünite sonunda verilecek sınavlarla


yapılır.
 Bu sınavlardan elde edilecek sonuçlara bakarak öğrencilerin eksikleri ve
öğrenme güçlükleri ortaya çıkartılır ve gereken yardım sağlanır.
 Öğrenciler arasındaki öğrenme hızı ve öğrenme düzeyi farklılıkları bu
uygulamalar sonunda giderilir.
 Bu farklılıkların giderilmesi için tamamlayıcı eğitim çalışmalarına yer
verilmektedir.

-23-
Tamamlayıcı Eğitim Çalışmaları
1. Bire bir öğretim
2. Küçük gruplarla öğretim
3. Okulda ek öğretim
4. Evde ek öğretim
5. Programlı öğretim
6. Kaynak ve yardımcı kitaplarla öğretim
7. Akademik oyunlarla öğretim
8. Tekrar öğretim.

 Bu seçeneklerden biri ya da birkaçı tamamlayıcı eğitim çalışmaları için devreye sokulmalıdır.


Eğer bu seçeneklerden hiçbiri yeterli öğrenmeyi sağlayamıyorsa tekrar öğretim
çalışmalarına yer verilmelidir.

-24-
Tam Öğrenme Modelinin Temel İlkeleri

 Öğrencilere planlı öğretim ve olumlu öğrenme koşulları sağlanmalıdır.


 Yeterli zaman ayrılmalıdır.
 İpucu, pekiştirme, dönüt ve düzeltme verilmelidir.
 Öğrenci katılımı sağlanmalıdır.
 Tam öğrenme ölçütü belirlenmelidir.
 Bir ünite öğrenilmeden diğerine geçilmemelidir.

-25-
Tam Öğrenme Modelinin

Yararlı bulunan yanları:


 Her öğrenci kesin başarı kazandığı için, öğrencinin kendine güveni ve
saygısı artmaktadır.
 Öğrencinin öğrenme ihtiyacını merkeze alan bireyselleştirilmiş öğrenme
yaklaşımıdır. Her öğrenciye ihtiyacı olduğu kadar zaman tanındığı için,
eğitimde fırsat eşitliğinin uygulanmasına yardımcı olmaktadır.
 Öğrenme görevlerinin (öğretmenin hedeflerinin ve uygulamanın ayrıntılı
olarak planlanması), öğretmenin ne yapacağını önceden bilmesini sağlar.
Bu nedenle öğretmenin başarısı artar.

-26-
Tam Öğrenme Modelinin
Sınırlılıkları:

 Hedef davranışların ve ölçme araçlarının hazırlanması uzmanlık


gerektirmektedir.
 Uygulama sırasında her öğrenme biriminin sonunda düzeltme yapılmazsa
tüm sistem felce uğrar.
 Sınıflarda öğrenci sayısı fazladır. Oysa öğretmenin zamanı ve enerjisi
sınırlıdır.
 Bireysel farklılıkların yoğun olduğu gruplarda çok zaman alıcıdır.
 Yavaş öğrenen öğrencilerin hızlı öğrenen öğrencileri engeller
 Her öğrencinin belirlenmiş hedefleri tam olarak gerçekleştirmesine dayalı
olduğundan bireysel farklılıkları dikkate almaz

-27-
BLOOM ‘UN BİLİŞSEL ALAN AŞAMALARI
Bilgi Öğrenme konusundaki olguları, kelimeleri, kavramları ve ilkeleri hatırlama
Kavrama (Anlama) Konunun anlamını yakalama, benzerlik ve farklılıkları ayırt etme, çevirme ve
özetleme
Uygulama Somut bir durumda ilkeler, kurallar, fikirler ve diğer soyut bilgileri
kullanma, yeni durumlara uygulama.
Analiz Konuyu uygun şekilde parçalarına ve bölümlerine ayırma, bütünü oluşturan
parçaları ayrıştırma.
Sentez Öğeler, parçalar yada bölümlerden bütün bir biçim, yeni bir yapı ya da yeni
bir örüntü oluşturma.
Değerlendirme Konuyu kendi içindeki özellikler ve diğer konular ile ilişkisi bakımından
yargılama (değerlendirme) iç ve dış ölçütlere göre ürün hakkında karar
verme.

-28-
Bilgi aşaması:
 Bireyin temel kavramları, ilkeleri olayları, terimleri, yöntemleri
bilmesi, tanıması, hatırlaması ve ezbere söylemesi gibi bilişsel
süreçleri kapsar. Terimler, olgular,araç gereçler,alışılar yönelim ve
aşamalı dizilerin,sınıflamaların bilgileri ile ölçütler, yöntemler, ilke ve
genellemeler, kuramlar ve yapıların bilgisini içerir.
 ÖRNEKLER:
• Bir öğrencinin matematik dersinde dört işlem bilgisini taşıması.
• Felsefe dersinde akımlarla ilgili temel sınıflamaları hatırlama.
• Kurtuluş savaşı ile ilgili tarihleri söyleme.
• Coğrafya dersinde bölgelerin adını sayma.
• Program geliştirme ile ilgili kavramların tanımını bilme.
• Kamu yardım programlarının gelişimine yol açan ana eğilimleri bilme.
• Kültür kavramı ile ilgili belli başlı kuramları hatırlayabilme.
-29-
 Kavrama aşaması:
 Bilgi düzeyinde kazanılmış kavramların özümsenmesi, kendine mal
edilmesi,anlamının yakalanması, yorumlanması, bir durumdan başka bir duruma
çevirme,geleceğe yönelik kestirimde (öteleme) bulunma,bilgiyi kendi cümleleriyle
ifade etmek gibi süreçleri kapsar. Anlamanın en alt basamağını oluşturur.
 ÖRNEKLER:
• Türkiye’deki yağış durumuna ilişkin bilgileri grafiğe dönüştürebilme yeteneği.
• Nüfus artışıyla ilgili geleceğe dönük çıkarımda bulunabilme.
• Anne sütünün yararlarını farklı örneklerle açıklama.
• Belirtke tablosunun faydalarını kavrayabilme.
• Matematikte kelimelerle ifade edilmiş bir bilgiyi,diğer sembollerle dile getirebilme
gücü.
• Yabancı bir dilde verilen bir cümleyi Türkçe’ye çevirebilme.
• Verilen bir ilkeyi kendi cümleleriyle açıklayabilme.
• Verilen bir toplumsal olgunun,gelecekte alabileceği durum hakkında öteleme
yaparak, durumu gerekçeleriyle açıklayabilme.
• Okuduğu metine uygun bir başlık bulma.
-30-
 Uygulama aşaması:
 Öğrencinin kavrama düzeyindeki öğrenmelerine dayanarak, yeni
problemleri çözüme ulaştırması, bilgileri işlemlere uygulaması,
hesaplaması,yapıp göstermesi gibi süreçlerden oluşur. yani bir takım
soyutlamaları, somut bir biçime dönüştürme, somut olarak yapıp
gösterebilme özelliğini içerir.
 ÖRNEKLER:
• Dört işlemle ilgili bir problemi çözme.
• Bilimsel yöntemleri kullanarak ödev hazırlama.
• Fizikte kuvvet konusuyla ilgili problemleri çözme.
• Tasarlanmış modellere göre bir elbise dikme.
• Kadavra üzerinde kas ve kemik çeşitlerini gösterme.
• İlk yardım dersinde aldığı bilgileri, spor yaralanmalarında kullanma.
• Düzeyine uygun bir metni dil kurallarına uygun olarak okuma.
• Yeni öğrendiği İngilizce kelimeleri bir İngiliz’le iletişim kurmak için
kullanabilme. -31-
 Analiz aşaması:
 Parçalara ayırma, parçalar arasındaki ilişkileri bulma, bütünü
oluşturan ilke ve kuralları tahlil etme, benzerlik ve farklılıkları ortaya
koyma gibi süreçlerden oluşur. Bu aşamada tümden gelim önemlidir.
 ÖRNEKLER:
• Bir cümleyi doğru olarak öğelerine ayıra bilme.
• Çevre kirliliğine yol açan nedenleri ortaya koyma.
• Değişmenin olumlu ve olumsuz yönlerini tespit etme.
• Aile ve toplum arasındaki ilişkileri belirleyebilme.
• Avrupa birliğinin ortaklık ilkelerini belirleyebilme.
• Olguları,hipotezlerden ayıra bilme.
• Sağlıkla ilgili kuramları uygun başlıklar altında sıralayabilme.
• Bir propaganda afişinde yer alan biçim ve örüntüleri fark edebilme.
• Giyim atölyesinde kullanılan araçları niteliklerine göre sınıflayabilme.
-32-
 Sentez aşaması:
 Öğeleri, parçaları belli ilişki ve kurallara göre birleştirip,yeni bir bütün
oluşturma,özgün fikirlere ulaşabilme. Yeni bir biçime ve formüle
kavuşturabilme,yeni şeyler yaratma süreçlerinden oluşur. Üretme, buluş, icat ve
yaratıcılık ön plandadır.
 ÖRNEKLER:
• Bir öğrencinin turizm konusunda özgün bir kompozisyon yazması.
• Öğretimde planlama ve değerlendirme dersi ile ilgili yeni bir sınav tekniği
hazırlama.
• Kültür konusunda orijinal bir makale yazma.
• Eğitim sisteminin sorunlarına yeni çözüm önerileri getirebilme.
• Deniz kirliliğini önlemek için bir takım projeler tasarlayıp geliştirebilme.
• Demokrasinin, insan hayatındaki önemini kendine has bir üslup kullanarak
açıklayabilme.
• Çeşitli durumlara uygun öğretici fıkralar üretebilme.
• İletişim sürecinde kullanılabilecek yeni bir yazı stili icat etme.
• Bir matematik problemini çözebilmek için yeni ve kısa bir formül önerebilme.
-33-
 Değerlendirme aşaması:
 Bir ürünü, bir görüşü iç ve dış ölçütlere göre eleştirme, taktir etme sonuç çıkarma,
özetleme, destekleme, yargılama, tutarsızlıkları gösterme v.b. süreçlerden oluşur.bir
değer biçme standardını kullanma söz konusudur. Bireyin değer hükümlerini
kullanması, haklıyı haksızdan ayırt etmesi gibi kazanımları ortaya koyar.
 ÖRNEKLER:
• Bir çocuk kitabını olması gereken özelliklere göre eleştirebilme.
• Kişinin gelişim düzeyine uygun bir yazıyı,makale kurallarına göre değerlendirmesi.
• Bir ders yazılım programını belli ölçülere göre yargılama.
• Bir tartışmadaki mantıksal yazıları ortaya koyabilme.
• Bir sanat eserini,renk uyumu,desen yapısı bakımından taktir edebilme.
• İyi bir sınavda bulunması gereken temel ilkeleri tartışabilme.
• Sağlık alanında hüküm süren bir takım yanlış inanışları eleştirebilme.
• Toplumda kabul gören siyasal felsefeleri, bilimsel kriterlere göre yargılayabilme.
• Bir makalede dile getirilen örnekleri, iç tutarlılık açısından yorumlayabilme.
• Bir davranışla ilgili olarak ileri sürülen gerekçeleri,haklılık ölçütlerine göre taktir
edebilme.
• Sosyal bilgiler dersi ile ilgili temel ürün ve süreçleri, belirli ölçütlere göre -34-

değerlendirebilme.
Buluş Yoluyla Öğretme
Jerome Bruner tarafından 1960’lı yıllarda geliştirilmiştir.
Bruner, öğrenmede konu alanı yapısını anlamanın önemini vurgulamıştır.
Bu yapıyı doğru anlayabilmenin yolunun ise, bireyin öğrenmede aktif
olması ve buluş yapması olduğunu savunmuştur.

35
Buluş Yoluyla Öğretme
Bruner’e göre öğretmenin rolü, önceden paketlenmiş bilgiyi
öğrenciye sunmaktan çok, öğrencinin kendi kendine öğrenebileceği
ortamı oluşturmaktır.

36
BRUNER İN ÖĞRENME TEORİSİNİN 4 ANA
DİREĞİ
1. Öğrencinin öğrenmeye hazırlanması :
 Her çocuğun içinde bir öğrenme arzusu veya güdüsü(merak) vardır.

Öğrencinin keşfederek
öğrenebilmesi için önce onu
öğrenmeye ihtiyaç duyacak
durumlar içine sokmalıdır.

37
.

38
2. Yapılandırılmış ve öğrencinin kolayca
alabileceği (öğreneceği) bilgiler :

 Öğrenmenin başarılı olabilmesi için


konuların daha önce bilinen temel kavram ve
ilkelere dayandırılması gerekir.

 Öğretilecek konular, öğrencilerin seviyesine


göre yapılandırılmalıdır. Öğrenmeyi
zorlaştırmamak gerekir.

39
3. Öğretilecek malzemenin etkili bir şekilde ardışık olarak sunulması :

 Öğretilecek bilgiler, çocuğun zihinsel gelişimine uygun olarak


sıralanmalıdır.

 Öğretimde kullanılacak araç-gereçler de ona göre


sıralanmalıdır.kolaydan zora, basitten karmaşığa, somuttan soyuta…

40
41
4. Öğrenmede pekiştireçler kullanılmalıdır.
 Öğrenmede başarının sağlanmasında pekiştirme önemlidir ; ancak
bunun zamanı da çok önemlidir.
 Pekiştirme güdüleme amaçlı olmalı, esas hedefin öğrencinin öğrenme
isteğinin içten gelmesini sağlamak olduğu unutulmamalıdır.

GÖZÜM SENDEN
BAŞKASINI
AFERİN SANA
GÖRMÜYO NERMİN

42
Buluş Yoluyla Eğitim Yöntemi

 Bu yaklaşım, öğrenci etkinliğine dayalı güdeleyici bir öğretme yaklaşımıdır.

 Öğretmen, öğrencinin öğrenme sürecine etkin katılmasını buluş yoluyla


öğrenme stratejisini kullanarak sağlayabilir.

43
44
.  Burada öğretmenin temel görevi, öğrenciyi yönlendirmek ve cevabı ona
buldurmaktır.

 Öğretim, öğrencilerin merakını uyandıracak bir problemle başlar.

 Problem, öğrencinin merakını sürekli tutacak ve başarma duygusunu


doyuracak derecede olmalıdır.

 Öğrenci keşfetme heyecanını duyabilmelidir. Buradaki keşfetme yeniden


bulmadır.

45
 Öğretmen tarafından yapılacak ilk iş amacın belirtilmesidir. Bu da
öğrencinin geçmiş bilgilerinden faydalanılmasını sağlar.

 Öğrencinin zihinsel gelişim özelliklerine uygun örnekler önceden


belirlenmelidir. Böylece öğrenci örnekler üzerinde yorum yapabilir.

 Öğrenciye sorulacak sorular kolaydan zora doğru dizilmeli ve öğrenci


kapasitesine göre sorulmalıdır. Bu isteklendirme ve ilgiyi arttırır.

 Öğrenci sonuçta genelleme ve tanımlamaları kendi yapmalıdır

46
 Öğrencileri ,
doldurulacak bir vazo değil de tutuşturulacak bir meşale olarak görmeliyiz.
Buluş yoluyla öğrenme bunu savunmaktadır.

47
DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN YERLER
 Buluş yoluyla öğretim bir tür tümevarım yolu olup, uygulamada,
sunuş yoluyla öğretme sürecinden daha büyük bir dikkat ister.

 Öğretmenin yönlendirici rolü başarıyı arttırır.

 Öğrenciye sunulacak örnekler, dikkatle seçilmeli ve öğrencinin


üzerinde çalışabileceği nitelikte olmalıdır.

48
.
 Buluş yoluyla öğrenmede öğrenciler, örnekleri inceleyerek kavram ve
genellemelere ulaşabilmektedirler.

 Örnekler yetersiz ve istenilen düzeyde olmazlarsa, genellemelerin


öğrenilmesi güçleşir.

49
BULUŞ YOLUYLA ÖĞRENMENİN ADIMLARI :
1. Öğretmen örnekleri sunar.
2. Öğrenciler örnekleri betimler.
3. Öğretmen ek örnekler verir.
4. Öğrenciler ek örnekleri betimler ve önceliklerini karşılaştırır.
5. Öğretmen ek örnekleri ve örnek olmayanları sunar.
6. Öğrenciler zıt örnekleri karşılaştırır.
7. Öğretmen öğrencilerin teşhis ettiği özellikleri ya da ilkeleri vurgular.
8. Öğrenciler tanımlama yapar özellikleri ifade eder.
9. Öğretmen öğrencilerden ek örnekleri ister.
50
51
BULUŞ YOLUYLA ÖĞRENME ;

 Öğrencinin merakı ile harekete geçer,


 Gelişme dil, düşünme ve hareket bütünlüğündedir,
 Başarı içsel pekiştirecin devamını sağlar,
 Normlara dayalı ölçütler saptamalı ve bunlara nasıl ulaşacağı açıklanmalı.

52
.

53
BULUŞ YOLUYLA ÖĞRETİMDE
ETKİLİ KULLANIM İLKELERİ

1. Özellikle üst düzeyli hedef-davranışların öğrencilere kazandırılmasında


kullanılmalıdır.
2. Öğretmen stratejiyi önceden çok iyi planlamalıdır.
3. Öğrencilere verilecek örnek durumlar önceden hazırlanmalıdır.
4. Yönlendirici sorularla öğrenciler cevabı tahmin etme konusunda
cesaretlenmelidir.

54
5. Stratejinin kullanımı esnasında değişik yöntem araç ve gereçler
kullanılmalıdır.

6. Dersle doğrudan ilgili olmayan konularda da olsa öğrencilerin merakını


doyurmaya önem verilmelidir.

7. Ders konusuyla ilgili alanlarda çok sayıda zıt örnekler kullanılmalıdır.

8. Örneklere , araştırmalara ve öğrenci etkinliklerine yeterince zaman


ayrılmalıdır

55
Buluş yoluyla öğrenme öğrenciyi okulda tutar.

56
SINIRLILIKLARI
 Buluş yoluyla öğretimin en önemli sınırlılığı ise;
 bu yolla öğrenmenin çok zaman alması,
 bu yöntemi çok iyi bilen kişiler tarafından yürütülebilmesi ve
 çok sayıda araç gereç gerektirdiği için maliyetinin yüksek
olmasıdır.
 Ayrıca her konu buluş yoluyla öğretime uygun değildir.

57
AUSUBEL ANLAMLI ÖĞRENME
(SUNUŞ – ALIŞ YOLUYLA ÖĞRENME)

58
Lise 2. sınıf öğrencileri inkılap tarihi dersinde cumhuriyet ve
demokrasi nin özellikleri konusunu işlemektedirler. Öğrenciler beyin
fırtınası yaparak yönetim biçimlerinin özelliklerinin listesini çıkarmışlardır.
Öğretmen tanımları tahtaya açıklayarak yazar. Sonra bunları öğrencilere
sorular sorarak hangi özellik hangi kavramın altına giriyor buna göre
yerleştirir. Bununla öğrenciler yönetimin farklı biçimlerini (Oligarşi,
Demokrasi, Faşizm, Sosyalizm) ilişkili kavramlar ile tartışmaya hazır hale
gelirler. Sonra öğretmen bir tabloya bu yönetim biçimlerini yerleştirir ve bu
yönetim biçimlerinin özelliklerini her birinin altına yazar. Arkasından
özelliklerin benzerlik ve farklılıkları tartışılarak tabloya yerleştirilir. Sonra
öğretmen öğrencilere demokrasinin özelliklerini sorar.
Öğretmen neden öğrencilere sürekli eski bilgilerini sormaktadır?

59
"Öğrenmeyi etkileyen en önemli faktör öğrencinin mevcut bilgi birikimidir.
Bu ortaya çıkarılıp ona göre öğretim planlanmalıdır".

60
Ausubel iki önemli ayrım yapmaktadır. İlk olarak alıcı (reception) ve
buluş yolu ile öğrenme arasında ayrım yapar.
İkinci olarak mekanik öğrenme ve anlamlı öğrenme arasında ayrım
yapar?
.Ausubel anlamlı öğrenme ve mekanik öğrenme ayrımını şu şekilde
yapmaktadır. Mekanik öğrenme, öğrenilen konunun diğer konular ile ilişki
kurulmadan öğrenildiği öğrenme şeklidir ve çabuk unutulur. Ancak çok
tekrarlanan bazı mekanik öğrenmeler unutulmazlar (çarpım tablosu gibi).

Anlamlı öğrenme ise öğrenilen konunun ilişkili konu ve kavramlar ile


bağ kurulduğu, öğrenenin önceki bilgileri ile yeni bilgi ve kavramlar
arasında bağ kurularak konunun bir bütünlük içinde anlamlı olarak
öğrenildiği öğrenmelerdir.

61
Mekanik öğrenmede öğrenen bilgiyi belleğine alırken önceki
bilgileriyle gerçek anlamda bağlantılar kurmaz, bilgi veya bilinti öğrenenin
bilişsel yapılarındaki kavramlarla ilişkilendirilmeden yalıtılmış bir halde
durur. Buna karşın anlamlı öğrenmede bilgi öğrenenin daha önceki
bilgileriyle ilişkilendirilerek belleğe alınır. Bundan dolayı mekanik öğrenme
kolaylıkla unutulur. Anlamlı öğrenme ise unutulmaz.

62
Anlamlı öğrenmenin başlatılabilmesi için şu iki temel özelliğin yerine
getirilmesi gerekir.
1- Öğrenilecek bilgiler kendi içerisinde bir bütünlük ve anlamlılık
taşımalıdır.
2- Anlamlı öğrenme için öğrencide olumlu yönde bir hazırlığın olması
gerekir. Öğrenci anlamlı öğrenmeye istekli ve onu gerçekleştirmeye kararlı
olmalıdır.
Birincisi doğrudan öğretmenin,ikincisi ise,daha çok öğrencinin
kontrolünde bulunan durumlardır. Derste öğretmen, kendi anlayışına göre
konuyu anlamlı bir şekilde seçer, düzenler ve açıklayabilir. Öğretmenin
konuyu sunuşu öğrencinin her zaman konuyu anlayarak öğrenmesini
sağlamaz. Anlamlı öğrenme öğrencinin ilgisine anlayarak öğrenmeye istekli
olup olmamasına ve öğrenmeyi nasıl yapacağına bağlıdır.
63
Ausubel, insanların yeni bilgileri, kendi bilgi birikimleri ve kendi bilgi
sistemleri içine yerleştirerek öğrendiği görüşündedir. Bu nedenle öğretimde
insan zihninde yeni bilgileri kendi alanı içinde toplayan ve yerleştiren
organize edici ilke ve kavramların öğretilmesine öncelik verir.
Sunma yoluyla öğretimde, öğretmenin anlatımı yanında derslerde
soru-cevap, ve tartışma tekniklerinin kullanılması ve resimlerle şemalar
üzerinde çalışılması ayrı bir önem taşır. Bu yaklaşımda öğretmenin amacı,
öğrencinin bilgiyi anlamasını sağlamak için daha önce öğrendikleriyle yeni
bilgilerin birleştirmesine yardım etmektedir.

64
Hazırlanmış bilgilerin öğrencilere sunularak öğrenilmesinde şu
özellikler yer alır:
Anlamlı öğrenme, öğrenci ile öğretmen arasında oldukça fazla sözlü
etkileşimi gerektirir. Öğretmenin konuyu açıklaması yanında öğrencilerin
ilgili konuda düşüncelerini, takıldığı noktaları ve yeni bilgiler arasındaki
ilişkileri ve sonuçları ortaya çıkarması istenir.
Bu yolla öğretimde ağırlık, anlatım ve konuşma olmasına rağmen bol
örnek kullanılır. Açıklamalar görsel araçlarla ve çizimlerle desteklenir.
Genelden özele düşünme yolu kullanılır. Genel ilke ve kavramlar önce
verilir. Ayrıntılar bunlara bağlı olarak açıklanır veya gruplanır. Bu yöntem
tümdengelime dayanır ve "Kural-örnek" yöntemi de denir.
Anlamlı öğrenme bir mantıki sıra içinde gerçekleştirilir. Açıklanacak
konunun, bir bütünlük içinde kendisini oluşturan öğelerin birbirleriyle olan
ilişkilerinin görülecek şekilde sıralanması ve işlenmesi gerekir.
65
GAGNE’NİN ÖĞRETİM DURUMLARI
(ETKİNLİKLERİ) MODELİ

66
Öğretim etkinlikleri modeli Gagne’nin bilişsel ve davranışsal
kuramları sentezlediği, bilişsel kuramın daha ağır bastığı bir yaklaşımdır.

Bu modelde temel amaç öğrenciye problem çözme becerisi


kazandırmaktır. Kişinin kendi sorunlarını kendi çözebilmesini sağlamayı
amaçlar.

Gagne bu modelde iç ve dış faktörleri beraber inceler ve öğrenmenin


beyinde gerçekleştiğini varsayar.

67
Öğretim Etkinlikleri Modelinin İlkeleri
Burada anlamlandIrmak, yapIlandrmada ise üstüne
koyarak.

Her birey farklıdır ve farklı öğrenir. Kişinin öğrenme becerisine göre farklı
tekniklere açık olunmalıdır.

Öğrenme birikimli ve aşamalı bir süreçtir. Yani yeni bir konuyu öğretirken geçmiş
bağlantısıyla beraber öğretmeli, üstüne koyarak öğrenme süreci
gerçekleştirilmelidir.

En iyi öğrenme yaşayarak öğrenmedir. Öğrencinin aktif olması ve uygulamalı


öğrenmek önemlidir.

Öğrenme ürünleri önceden belirlenmelidir. Bu daha çok planlı ve sistematik bir


öğrenme süreciyle ilgilidir. Hedefe ulaşmada planlı olmanın önemini vurgular.
68
Öğrenme – Öğretme Sürecindeki Aşamalar

1- Dikkat çekme
2- Hedeften haberdar etme
Ögrenciyi ögrenme konusunda istekli hale
3- Ön bilgileri ortaya çıkarma getiremeyiz.
——–Giriş———
4- Uyarıcı materyali sunma içsel faktörler ögrenme üzerinde daha fazla
——–Geçiş——– etkilidir.
5- Öğrenciye rehberlik etme
6- Öğrenci davranışını ortaya çıkarma(Aktif Katılım)
7- Geri bildirim verme(Dönüt, Düzeltme)
———Gelişme—
8- Ölçme değerlendirme sorularını sorma
9- Kalıcılığı ve transferi sağlama(Özet, tekrar, ev ödevi)
Dikkat!!!
Gagne’de güdülenme basamak olarak bulunmaz.Hedeften haberdar etmenin içinde yer alır.

69
70
Dikkat çekme: Belki de eğitmenliğin en zorlu yanı diyebiliriz, ‘odakta
kalabilmek’. Biliyoruz ki çocukların dikkati çok çabuk dağılır ve çabucak sıkılabilirler. En
ufak bir dış etken dikkatlerini dağıtmaya yetecektir. İşte bunun önüne geçebilmek beceri
istiyor. Peki nasıl dikkat çekilir? Her çocuğun dikkatini farklı şey çekebilir. Bunlardan
bazılarına görsellik, renk, ses, işaret örnek verilebilir. Ya da odağı kaybettiğini hisseden bir
öğretmen ufak molalarla eğlenceli bir şeylerden bahsedip öğrencilerin dikkatini çekebilir.
Öğrenciyi hedeften haberdar etme (beklenti): Derste ne öğreneceklerini
baştan söylemektir. Yani öğrenci bu dersten ne beklediğini bilmelidir.
Önceki öğrenmelerin hatırlanmasını sağlama: Derse başlamadan önce
öğrencinin konuyla bağlantılı önceki bilgilerini tazelemektir. Yeni bir bilginin kalıcılığı
için eskisiyle pekiştirilip bağlantı kurulması önemlidir. Ancak böyle anlamlı bir öğrenme
sağlanılır. Yani uzun süreli bellek ile kısa süreli bellek arasında ışınlanıyoruz.
Seçici algılama, uyarıcı materyali sunma: Burada bildiğimiz görsel, duyusal
materyallerden bahsediyoruz. Konuya ilişkin araç gereçler kullanılması konunun
öğrenilmesini ve daha çok akılda kalmasını sağlayacaktır.

71
Kodlama, rehberlik etme (bilgiyi uzun süreli belleğe gönderme): Yeni
öğrenilen konuyu pekiştirmek de diyebiliriz. Konuyla ilgili beraberce örnek soru çözmek,
etkinlik yapmak örnek verilebilir. Böylelikle öğrencinin konuya kafa yorması, cevaplar
araması ve yanlışlarının düzeltilmesi sağlanır.
Performansı ortaya çıkarma (tepkide bulunma): Bu aşamada çocuktan
öğrendiklerini kendisinin uygulaması istenir. Çocuğa müdahale edilmez, yapması
beklenir. Öğretmenin öğrencinin problem çözme becerisini değerlendirme fırsatı olur.
Dönüt, düzeltme (tepkiyi güçlendirme): Çocuğun doğru yapıp yapmadığına
bakılır, yanlışları düzeltilir.
Performans değerlendirme: Çocuk konuyu öğrendi mi öğrenmedi mi?
Hedeflenen başarı sağlandı mı? Bu sorulara yanıtlar verilir.
Öğrenilenlerin kalıcılığını sağlama ve transferini güçlendirme (İpuçlarını
kullanarak bilgiyi getirme): Öğrencilerin en sevmediği ama olmazsa olmaz ödevlerin
dahil olduğu aşamadır. Çocuğa ödev vermek, konuyla ilgili sorular, testler vermek bilginin
kalıcılığı açısından önemlidir.

72
Öğrenme Ürünleri
Gagne’nin öğrenme ürünleri öğretim etkinlikleri modeline uygun bir eğitimin
sonunda kazanılan davranışlardır.
1- Zihinsel (entelektüel) beceriler
En basitten karmaşığa bir düzen içinde ilerler. Yani bu beceriyi basamakları çıkarak
ediniyoruz ve hiçbir basamağı atlamamak önemli.
Zihinsel beceri basamaklarından ilk dördünü davranışsal, son dördünü bilişsel olarak
sınıflayabiliriz.

İşaret öğrenme: En alt basamağımız olan işaret öğrenme reflekslerle ilgilidir.


Örneğin masadan düşen bir bardağı refleksle tutmak gibi görebiliriz.

Uyarıcı-tepki ilişkisini öğrenme: Uyarıcı bir sinyale verilen reaksiyondur.


Trafikte yeşil ışığı gördüğümüzde harekete geçmek veya gideceğimiz yeri tabelada
gördüğümüzde o yola yönelmek gibi örneklendirebiliriz.

Basit zincirleme: İsminden de anlaşılacağı üzere ardışık hareketleri gerçekleştirebilmekle ilgili bir
basamağımızdır.
Örneğin bir kek yaparken tarife uygun sütünü, kabartma tozunu koyup fırına atmak gibi
73
denebilir.
Sözel ilişkilendirme: Sözel bilgileri öğrenmektir yani bir nevi ezberlemektir.
Bu bir dili öğrenmek, bir metin yazmak olabilir.
Ayırt etmeyi öğrenme: Neye ne tepki vereceğimizin ayırdına varabilmektir.
Sıcak ve soğuğa farklı tepki verebilmemiz en basit örneklerden biri
olacaktır.
Kavram öğrenme: Açıklamaya gerek bile yok, direkt kavram bilgisini
kastediyoruz burada.
Özgürlük, medeniyet, çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar.
İlke-kural öğrenme: Kurallar, yasalar, formüller . Bütün bunları bilip kullanmak
gibi düşünebiliriz.
Örnek olarak bir matematik denklemi çözerken formüllerden yararlanmak
söylenebilir.
Problem çözme: en yüksek beceri basamağıdır. Bu aşamada edindiğimiz
bütün bilgileri, ilke ve kuralları uygulayabilecek beceriye sahip oluyoruz

74
2- Sözel beceriler
Bilgi düzeyinde öğrenme kapsamına giren bu beceri de dersin içeriğindeki
konuları öğrenmektir.
Tanımlar, terimler, teoriler, hepsini bu başlık altında toplayabiliriz. Kısacası
derste ne öğrenildi? İşte bu soruya verilen cevapla ilgilenir.

3- Psikomotor beceriler
burada fiziksel bir beceriden bahsediyoruz. Bir davranışı düzgün yapabilme,
doğru harekette bulunabilme gibi amaçları olan becerilerdir. Örnek olarak
da voleybol oynama, resim yapma gibi uygulamalı aktiviteleri verebiliriz.

75
3-Tutumlar
Bireyin bir harekete, uyarıcıya gösterdiği davranışlardır. Bu daha çok içten gelen bir
haldir.
Örneğin bir şeyi sevme, bir şeyden nefret etme gibi öznel tavırları içerir. Keman
çalmayı sevme bir tutumdur. Aynı zamanda gitarı kemana tercih etme de bir tutum
olacaktır. Eğitimde amaç çocuklara olumlu tutumlar kazandırabilmektir. Çocuğu
yüreklendirebilmeli, karamsarlığa düştüğünde geçmiş başarılarını hatırlatıp
özgüvenini geliştirebilmelidir. Öğretmen, öğrenciler için iyi bir model olmalı, onlara
rehberlik edebilmelidir.

4- Bilişsel stratejiler
Deneyim yoluyla kazanılan stratejilerdir. Öğrenci zamanında deneyimlediği şeyi
kullanarak problemlere çözüm üretir. Böylelikle ortaya yeni, farklı, orijinal bir şey
koyulabilir.
Örneğin hocanın yılların verdiği deneyimle kendine özgü bir ders anlatımını
benimsemesidir.
76
BEYİN TEMELLİ ÖĞRENME

77
Beyin temelli öğrenme üzerine araştırma yaptığınızda karşınıza Donald
Hebb ve Renata – Goeffrey Caine çıkacaktır. Ama Donald Hebb, birçok kaynakta
nöro-fizyolojik kuramın yani beyin temelli öğrenmenin kurucusu olarak kabul
edilmektedir.
İkibinli yılların başlarında ise Renata ve Goeffrey Caine tarafından
derinlemesine ele alınan bu kuram etkili öğrenme üzerine yol gösterici olmuş ve
adından sıklıkla bahsettirmeyi başarmıştır. Beyin temelli öğrenme; nöro-bilimin
öğrenme ile ilişkilendirilmesiyle geliştirilen bir kuramdır.
Bilginin ezberlenmesini istemez bunun yerine anlamlı ve kalıcı
şekilde öğrenme sağlanması için çalışır.
Bu kuram özellikle; beynin çalışma prensibi ile öğrenme arasındaki ilişki
üzerinde durur. Birçok öğrenme kuramında olduğu gibi bu yaklaşımda da
öğrenmenin nasıl gerçekleştiği ve hangi şartlar altında daha verimli bir öğrenme
sağlanabileceği araştırılmaktadır.
78
Beyin temelli öğrenmenin üzerinde durduğu kilit noktalara baktığımızda:
düşünmeyi düşünme, düşünmeyi öğrenme olguları karşımıza çıkar.
Beyin temelli öğrenme, öğrencilerin bireysel özelliklerini dikkate alır.
Çevresel, duygusal, psikolojik faktörlerin öğrenme süreci üzerindeki etkilerini
sapamaya çalışır. Bu olumlu ve olumsuz etkiler ışığında öğrenme ortamının nasıl
daha verimli hale getirilebileceği konusunda eğitimciler için yol gösterici bir
rol de üstlenir.
Sinirbilim, psikoloji ve eğitim alanındaki çalışmaların sonuçlarını kendisine
ilke olarak alan bir yaklaşım olduğunu da söyleyebiliriz.

“Beyin Temelli Öğrenme: Anlamlı öğrenme için beynin işleyiş


kurallarının kabul edilmesi ve zihindeki bu kurallara göre öğretimin organize
edilmesi gerektiğini savunan öğrenme şeklidir.” (Caine ve Caine, 1990).

79
Beyin Temelli Öğrenmenin İlkeleri

Beyin paralel bir işlemcidir, pek çok işlevi aynı anda yapar: İnsan beyni, doğrusal ve tek basamaklı görevleri yerine getirmekten
çok, çeşitli işlevleri eş zamanlı olarak yerine getirebilme kapasitesine sahiptir. Beyin temelli yaklaşımda duygu, düşünce, hayal aynı
anda; birlikte işler ve tüm bunlar bilgi işlemenin aşamalarıyla etkileşim içindedir.

Öğrenme fizyolojik bir olaydır: Beyin, doğal kurallara göre işleyen fizyolojik bir organ, öğrenme ise doğal bir işlevdir. Fiziksel
gelişim, rahat olup olmama, baskı ve korku gibi duygusal durumlar ve beslenmenin, algılama, yaşantıları değerlendirme ve
öğrenmeyle yakından ilişkisi vardır.

Anlam arayışı içseldir: Bu ilke doğuştan anlam aramaya programlandırıldığımızı ifade eder. Anlam arayışı, insan beyni için temel
ve yaşamsal bir olgudur. Beyin, sadece ne öğrendiğinden anlam çıkarmakla kalmaz, öğrenmenin amacı ve değerini de bilmek ister.
uyumsama

Anlamı araştırma örüntüler yoluyla oluşur: Beyin yepyeni bir durum veya bilgiyle karşılaştığında benzerlik kurabileceği ön
bilgileri ve yaşantıları araştırır, anlamlandırır ve bununla ilgili örüntüler oluşturur.
özümseme

Örüntü oluşturmada duygular önemlidir: Duygular bilginin depolanıp hatırlanmasını kolaylaştırır, bu nedenle bellek için
önemlidir. Özellikle korku, tehdit gibi duyguların öğrenmeyi olumsuz etkilediği, buna karşın olumlu duyguların karar verme
mekanizmasını hızlandırdığı belirlenmiştir. Duygular, amaçlar, inançlar, beklentiler ve anlamlandırma arasında yakın ilişki vardır ve
öğrenme düzeyi bu ilişkiden etkilenir.

80
Beyin, parça ve bütünü aynı zamanda algılar. Sağ ve sol beyin üzerine yapılan çalışmalar, bilginin organizasyonunda iki
ayrı ama eş zamanlı işlem olduğunu; birisinin bilgiyi parçalara ayırırken diğerinin ise bilgiyi bir bütün olarak algılayıp
değerlendirdiğini öne sürmektedir.
Öğrenme hem çevresel algıyı hem de odaklanmış dikkati içerir: Beyin doğrudan farkında olduğu, dikkat ettiği bilgiler
kadar dikkat alanı içinde olmayan bilgi ve işaretleri de kaydedebilir. Kısaca, beyin, öğrenme ortamındaki her şeye tepkide
bulunabilir.
Öğrenme, bilinci ve bilinç dışı süreçleri içerir: Farkında olmadan algıladığımız ve bilinçaltında depoladığımız pek çok
şey, vereceğimiz kararları ve öğrenme biçimimizi etkileyebilir.

En az iki tür hafıza vardır: Uzamsal (Üç boyutlu, Alansal) bellek sistemi, yaşantıların kısa sürede hatırlanmasını sağlar,
sürekli çalışır ve kolay kolay sınırlandırılamaz. Günlük deneyimler uzamsal belleğe kaydedilir. Mekanik (Ezberleyerek)
öğrenme sistemi ise sık aralıklı tekrarla hatırlar. Uzamsal bellek yaşam pratikleri içinde hatırlamayı gerçekleştirir.

Beynimiz olgu ve becerileri en iyi doğal uzamsal hafızada yapılandırdığı zaman anlar: Zengin uyarıcıların, bol
etkileşimlerin olduğu ortamlar beyin temelli öğrenme teorilerinin ortak özelliğidir.

Öğrenme, teşvikle artar, tehditle engellenir: Öğrenciler öğrenmeye motive edilmeli ve rahat bir ortam sağlanmalıdır.
Öğrenme ortamı güven verici olmalıdır.

Her beyin eşsizdir. Hepimiz aynı sistemlere sahip olsak da algılama, hatırlama, dikkat ve problem çözme süreçlerindeki
tepkilerimiz farklıdır.

81
Beyin Temelli Öğrenmenin Eğitime Yansıması
Beyin temelli öğrenme yöntemine, eğitimde giderek artan bir eğilim oluşmuştur. Çünkü
öğrenmeyi maksimum seviyeye çıkarmayı amaç edinmiştir. Üstelik uygun şekilde okullara
uyarlandığında geleneksel eğitimden çok daha iyi sonuçlar alındığı yapılan çalışmalarda
görülmüştür. Peki, beyin temelli öğrenme nasıl uygulanabilir?

Öncelikle beynin bir çalışma prensibi olduğu bilinmeli ve bu prensipler kabul


edilmelidir. Geleneksel sınıf ortamı düzenleri terk edilmeli yerine çocukların aktif olabileceği
sınıf ortamları tasarlanmalıdır. Aynı şekilde sadece sınıf değil okul düzeni de bu yönde değişime
girmeli ve bu konuda iyileştirmeler yapılmalıdır.

Çoklu zeka kuramı ilkelerini dikkate alan ve zengin uyaranlar barındıran öğrenme
ortamları yaratılmalıdır. Okulların, öğrenciyi etkileyen fizyolojik - psikolojik konfor durumuna
dikkat edilmelidir. Öğrencilerin duygusal bağ kurma aşamasında, öğrendikleri bilgilerle olumlu
bağlar kurması sağlanmalıdır.
Teknoloji sayesinde uygulama aşamasında kolaylıklar da söz konusu olduğundan teknoloji
kullanımı göz ardı edilmemelidir. Beyin temelli öğrenme ile birlikte ele alınan on iki ilke dikkate
alınarak öğrenmeyi destekleyici uygulamalara yer verilmelidir.
82
Beyin Temelli Öğrenmenin Eğitime Faydaları
 Okul öncesi ve ilköğretimde çocuklar için zengin bir öğrenme çevresi
oluşturulmasını sağlar.
 Teklik, biriciklik ilkesi sayesinde bireysel farklılıklara dikkat edilmesini sağlar.
 Değerlendirme aşamalarında anında dönüt ve düzeltmeye yer verilmesi, yanlış snaps
oluşumların önüne geçilmesini sağlar.
 Bireylere öz değerlendirme becerisi kazanmaları konusunda yardımcı olur.
 Duygular örüntüleme noktasında önemli kabul edildiği için duyguların açıklanması
noktasında bireyleri cesaretlendirecek ortamlar yaratılmasına katkı sağlar.
 Bireyin fizyolojik durumunun beyni ve öğrenmeyi etkileyebilme durumu dikkate
alındığı için bireyin ilgi, ihtiyaç ve tutumlarının fark edilmesini sağlar.
 Beyin ve beden birlikteliğini ön planda tuttuğu için yaparak yaşayarak öğrenme ile
öğrenmenin daha kalıcı olmasını sağlar.

83
YAPILANDIRMACI EĞİTİM YAKLAŞIMI
(Constructivism, Struckturalism
yapısalcı öğrenme, oluşumcu yaklaşım, bütünleştiricilik)

84
Yapılandırmacı yaklaşım, temel olarak insanların nasıl öğrendiği hakkında gözlem ve
bilimsel çalışmaya dayanan bir teoridir. İnsanların dünyayla ilgili kendi anlayış ve bilgilerini,
bir şeyler deneyimleyerek ve bu deneyimler üzerinde düşünerek inşa etmeye dayanan
yaklaşımdır. Yeni bir şeyle karşılaştığımızda, önceki düşüncelerimiz ve deneyimlerimiz ile
uzlaştırmamız, belki de inandıklarımızı değiştirmemiz gerekir. Bunu yapmak için, sorular
sormalı, araştırma yapmalı ve bildiklerimizi değerlendirmeliyiz.

Sınıfta, yapılandırmacı öğrenme görüşü bir dizi farklı öğretim uygulamasına işaret
edebilir. En genel anlamda, genellikle öğrencileri daha fazla bilgi oluşturmak ve daha sonra ne
yaptıkları ve anlayışlarının nasıl değiştiği hakkında düşünmek ve konuşmak için aktif
teknikleri kullanmaya teşvik etmek anlamına gelir. Öğretmen, öğrencilerin önceden var olan
fikirlerini anladığından emin olur, bunları ele almada ve daha sonra onları geliştirmeye yönelik
etkinliklerine rehberlik eder.

Yapılandırmacı öğretmenler, öğrencilere yapılan etkinliklerde öğrendikleri bilgileri


sürekli olarak değerlendirmeye yönlendirir. Kendilerini ve stratejilerini sorgulayarak,
yapılandırmacı sınıftaki öğrenciler ideal olarak “uzman öğrenenler” haline gelir. Bu, onların
öğrenmeye devam etmeleri için genişleyen araçlar sağlar.
85
Yapılandırmacılık Türleri
1) Bilişsel Yöntemli Yapılandırmacılık (Piaget): Öğrenme, bireysel bir
girişimdir. Yani bireysel farklılıklar göz önünde bulundurulur. Öğretmenin temel
işlevi, öğrencinin şemaları üzerinde dengesizlik oluşturmaktır. Daha sonra öğrenci
kendi şeması üzerinde dengeyi yeniden kendisi sağlayacaktır.
2) Sosyal Yönelimli Yapılandırmacılık (Vygotsky): Öğrenme, bireyin
yaşadığı toplumsal ve kültürel yapı içerisinde gerçekleşen bilinçli bir etkinliktir.
Öğretmenin görevi, sağlıklı bir etkileşim gerçekleştirecek ortamı oluşturmaktır.
Biliş, sosyal bir yapıdır ve sosyal bağlamda oluşur.
3) Radikal Yapılandırmacılık: Bilgi, deneyim tamamen çevreye dayalı
olarak gerçekleşir.
Hiç kimse aynı deneyim ve yaşantıya sahip olamaz. Bu yüzden kimsenin
ortak bir bilgi alanı oluşamaz.
4) Eleştirel Yapılandırmacılık: Her birey önüne gelen bilgiyi eleştirel bir
yapıyla karşılamalıdır.
86
Okullarda Yapılandırmacı Yaklaşım Nasıl Uygulanır?
Öğrenciler deneyimlerini sürekli olarak yansıttıklarında karmaşıklık
ve güçle kazandıkları fikirleri bulurlar ve yeni bilgileri entegre etmek için
gittikçe daha güçlü yetenekler geliştirirler. Öğretmenin ana rollerinden biri
de bu öğrenme ve yansıtma sürecini teşvik etmek olur.

Örneğin: Fen dersindeki öğrenci grupları fizikteki bir sorunu


tartışıyor. Öğretmen soruna verilen cevabı “bilmesine rağmen, öğrencilerin
sorularını cevaplamalarına odaklanır.”Her öğrenciden güncel bilgilerini
düşünmesini ve incelemesini ister. Öğrencilerden biri ilgili kavramla
karşılaştığında, öğretmen üzerinde durur ve gruba bunun araştırması için
verimli bir yol olabileceğini gösterir. İlgili deneyleri tasarlar ve gerçekleştirir.

87
Kaynakça
 Bilen, M. (1999). Plandan uygulamaya öğretim. Ankara: Anı Yayıncılık.
 Bloom, B. S. (1979). İnsan nitelikleri ve okulda öğrenme (Human
characteristics and school learning). Çev. D. A. Özçelik). Ankara: Milli
Eğitim Basımevi.
 Demirel, Özcan (2008). Öğretim İlke ve Yöntemleri: Öğretme sanatı (14.
Baskı). Ankara: Pegem A Yayıncılık.
 Senemoğlu, Nuray (2009). Gelişim, öğrenme ve öğretim: Kuramdan
uygulamaya. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
 Yeşilyaprak, Binnur (2017). Eğitim Psikolojisi : Gelişim- Öğrenme- Öğretim
(17. Baskı). Ankara .Pegem A Yayıncılık
 https://www.iienstitu.com/blog/beyin-temelli-ogrenme

-88-

You might also like