You are on page 1of 298

İLETİŞİM KURAMLARI

Editör
Doç. Dr. İRFAN HIDIROĞLU
Bu kitabın, basım, yayım ve sa ş hakları Atatürk Üniversitesi’ne ai r. Bireysel öğrenme
yaklaşımıyla hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. Atatürk Üniversitesi’nin izni
alınmaksızın kitabın tamamı veya bir kısmı mekanik, elektronik, fotokopi, manye k kayıt veya
başka şekillerde çoğal lamaz, basılamaz ve dağı lamaz.

Copyright ©2019

The copyrights, publica ons and sales rights of this book belong to Atatürk University. All rights
reserved of this book prepared with an individual learning approach. No part of this book may
be reproduced, printed, or distributed in any form or by any means, techanical, electronic,
photocopying, magne c recording, or otherwise, without the permission of Atatürk University.

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ

İLETİŞİM KURAMLARI

ISBN: 978-605-7638-76-2

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI

ERZURUM
1. Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve 4
Dr. Öğr. Üyesi AYŞE BİLGİNER KUCUR

2. Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü 25


Dr. Öğr. Üyesi ŞEYMA BİLGİNER ERDOĞAN

3. Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler 47


Prof. Dr. RACİ TAŞCIOĞLU

4. Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler 67


Dr. Öğr. Üyesi ASİYE ATA

5. Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş 85


Öğr. Gör. ELİF YILDIRIM

6. Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme 108


Dr. Öğr. Üyesi ŞADİYE KOTANLI KIZILOĞLU

7. Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve 131


Prof. Dr. BESİM YILDIRIM

8. Frankfurt Okulu ve Medya 150


Dr. Öğr. Üyesi NADİR BUÇAN

9. İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği 173


Prof. Dr. BESİM YILDIRIM

10. Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi 198


Öğr. Gör. ELİF YILDIRIM

11. Dilbilim ve Yapısalcılık 220


Doç. Dr. AHMET TAYLAN

12. İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim 238


Doç. Dr. AHMET TAYLAN

13. Kültürel Çalışmalar 262


Prof. Dr. ADEM YILMAZ

14. Postmodernizm ve Medya 280


Dr. Öğr. Üyesi MUHSİNE SEKMEN

Editör

Doç. Dr. İRFAN HIDIROĞLU


TEMEL KAVRAMLAR VE
TARİHSEL BİR ÇERÇEVE

• Temel Kavramlar
• Bilim
İÇİNDEKİLER

• Kuram
• Model
• İletişimin Disiplin Olarak İLETİŞİM KURAMLARI
Kabul Edilişi
• Tarihsel Bir Çerçeve: Dr. Öğr. Üyesi Ayşe
Dönemleştirme Ve
Sınıflandırma BİLGİNER KUCUR
• Ana Akım İletişim
Kuramları
• Eleştirel İletişim Kuramları

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

•Bilim, kuram ve model


kavramlarını tanımlayabilecek,
•İletişimin bir disiplin olma sürecini
kavrayabilecek
•Kitle iletişim araçlarının gelişimini
ÜNİTE
anlayabilecek

1
•Ana Akım İletişim Kuramları ile
Eleştirel Kuramların tarihsel
sürecini anlamlandırabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Erken Dönem Amerikan


İletişim Araştırmaları I:
Chicago Okulu
Bilim

TEMEL KAVRAMLAR VE TARİHSEL BİR Erken Dönem Amerikan


İletişim Araştırmaları II:
Kuram Güçlü Etkiler
Paradigması

Model
İkinci Dünya Savaşı
Sonrası İletişim
Ana Akım İletişim Çalışmalarında Etki
İLETİŞİMİN DİSİPLİN
ÇERÇEVE

Kuramları Sorunu: Sınırlı Etkilerden


OLARAK KABUL Güçlü Etkilere
EDİLİŞİ VE KİTLE
İLETİŞİM
ARAÇLARININ Sınırlı Etkiler
GELİŞİMİ Paradigması

TARİHSEL BİR
Güçlü Etkilere Geri
ÇERÇEVE:
Dönüş
DÖNEMLEŞTİRME VE
SINIFLANDIRMA
Frankfurt Okulu,
Eleştirel Teori, Kültür
Endüstrisi

İngiliz Kültürel
Çalışmalar
Eleştirel Kuramlar
İletişimin Ekonomi
Politiği

Teknoloji ve
Toplumsal
Dönüşüm

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 52


Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

GİRİŞ
İletişim insanın var oluşu kadar eskidir. İletişimin olmadığı bir yerde
toplumsal hayatın sürdürülmesi olanaksızdır. Bireysel süreçte başlayan iletişim,
teknoloji ilerledikçe çeşitlenmiş kitle iletişimi doğmuştur. İletişimle ilgili çalışmalar
çok eskilere dayanmasına rağmen kitle iletişimi ile ilgili çalışmalar 19 ve 20.
yüzyıllarda başlamıştır.
Dünya tarihinde önce gazete ve radyo yayınlarının daha sonra televizyon
yayınlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kitle iletişimi önem kazanmış, bu durum
iletişimle ilgili araştırmaların yoğun olarak yapılmasına ortam hazırlamıştır. İlk
araştırmalarda kitlelerin araçları kullanım alışkanlıkları daha sonra ise verilen
mesajların toplumda ve bireyde bıraktığı etkilere yönelmiştir. Kitle iletişim araçları,
hedef kitle ve araçların yaydığı mesajlar göz önüne alınarak yapılan çalışmalar
neticesinde iletişim ilgili çeşitli kuramlar ortaya çıkmış bu durum iletişimin bir bilim
dalı olarak kabulüne neden olmuştur. İletişim teknolojilerinin gelişimi ve bu alanda
eğitim-öğretim yapılması iletişimin diğer bilim dalları ve disiplinler arasındaki
yerini sağlamlaştırmıştır. 21. yüzyılda ise iletişim alanı eskiye oranla daha önemli
görülmeye başlanmış, yeni medyanın da alana eklenmesiyle kitle iletişim alanı
daha karmaşık bir hâle gelmiştir.
Günlük hayatımızın vazgeçilmezlerinden olan kitle iletişim araçlarından
verilen bilgileri, yayılan örtük ya da açık mesajları anlamak için bu araçların sahiplik
yapısını, içerik oluşturanların hangi mesajı ne amaçla verdiğini anlamak, kitle
iletişimini tam anlamıyla kavrayabilmek için bu alandaki çalışmaları ve kuramları
bilmek gerekmektedir.
Bu bölümde bilim, kuram, model kavramlarına değinildikten sonra ana akım
kuramlar ve eleştirel kuramlar ayrımına girilmiş akabinde iletişim araştırmalarının
nerede, nasıl, kimler tarafından yapıldığı ve gelişim süreci anlatılmıştır.

TEMEL KAVRAMLAR
Bilim
Bilim (science) sözcüğü Latince bilmek (scire) kökeninden türemiştir. Bilim,
insanların amaçlarını, meraklarını besleyen bir olgu olarak insanlığın daha konforlu
İnsan, bilimin hem hayat koşullarına kavuşmasında, doğada hazır olmayanları ve olguları bulmasında,
öznesi hem de
yeni şeyler öğrenmesinde önemli bir etken olmuştur. Evrenin yapısını ve
nesnesidir.
davranışlarını gözlem ve deney aracılığıyla sistematik bir şekilde inceleyen ve
yasalar biçiminde açıklamaya çalışan düzenli bilgiler bütününe bilim denir.
Belirlenmiş varsayımlar çerçevesinde bir olgu veya olaya ilişkin evrensel yasaları
keşfetme, tanımlama, modelleme çabası olarak bilim, gerçeği arama yöntemidir.
Russell, gözlem ve akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan
yasaları bulma çabası olarak bilimi tanımlamıştır.
Bilim, insanı merkeze alan bir düşünme, algılama, anlamlandırma tarzının
ürünüdür. Bilimin uğraşı ve bilimle uğraşan insandır. İnsan, bilimin hem öznesi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 63


Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

hem de nesnesidir. Bilim, konusunu oluşturan olay ve nesnelerin deneysel ve


nesnel yöntemlerle çözülebilir olması durumunda bir gerçekliği yansıtabilir. Gözle
görülmeyen, elle tutulmayan, doğaüstü bilgiler gözlem dışı yollarla kafalarda bir
düşünce kümesi oluşturur. Bilim, bu düşünce kümelerini bilimsel yöntem ve
yaklaşımlarla çözemez. İnsanlığın başlangıcından beri var olan bilim gözlem,
deneme ve yanılmalarla ortaya çıkmıştır.
Bilim iki açıdan ele alınabilir:

 Dünyayı anlama ve doğru bilgiye erişmede bir yaklaşım biçimi, bir


araştırma tarzı, bir yöntem olarak ele alınabileceği gibi
 Böyle bir yaklaşım biçimi, böyle bir araştırma tarzı, böyle bir yöntem
neticesinde ortaya çıkan bir sonuç, bir ürün, bir bilimsel bilgiler bütünü
olarak da ele alınabilir.
Bilimlerin sınıflandırılması noktasında bir görüş birliğinden söz etmek pek
mümkün değildir. Bazen farklı bakış açıları ve anlayışlardan kaynaklı, bazen
bilimsel gelişmelerin sürekliliğinden kaynaklı bazen de her dönemde erişilen
bilimsel seviyenin farklılığından doğan sınıflandırma farklılıkları bulunmaktadır.
Fakat en temel düzeyde bir sınıflandırılma yapılması durumunda matematik
bilimler ve pozitif bilimler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür:
Matematik bilimler: Gözlenebilir ve nesnel bilimlerdir. Matematik ve
mantıktan oluşan bilim türleridir. Matematik bilimler çıkarımları yaparken
gerçekte yeni bilgiler üretmeyen, bir takım ön kabullere dayanarak genel
bilgilerden özel bilgiler türeten bilgiler sistemidir.
Pozitif bilimler: Pozitif bilimlerde genellemeler tek tek durumların gözlemi
sonucunda oluşturulur. Tümevarım yöntemiyle yani özelden genele ulaşma
sürecinde yeni bilgiler üretilmeye çalışılır. Olgular gözlemlenir, genellemelere
ulaşılır ve bu genellemelerden çıkarımlarda bulunulur. Bu nedenle pozitif bilimler
sınırlayıcı ve baskıcı değil, önü açık ve demokratiktir. Her araştırmacı kendi
Pozitif bilimler sınırlayıcı özelinden yeni genellemelere ulaşabilir, bunun sınırı yoktur. Pozitif bilimlerin
ve baskıcı değil, önü açık amacı, gözlem yoluyla sınırlı bir evren içinde tüm evreni temsil edecek
ve demokratiktir. genellemelere ulaşmaktır.
Matematik bilimlerde çıkarımlar sınırlıdır çünkü aynı kabullere dayanarak
yapılan tekrarlayıcı çıkarımlardır, oysa pozitif bilimlerde çıkarım olanakları
sınırsızdır ve bu sayede bilgi hacmi giderek artar. Pozitif bilimler kendi içinde 2
grupta incelenebilir:
Doğa bilimleri (fizik bilimler): Astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi canlı veya
cansız maddeleri ve maddesel değişimleri inceler.
Sosyal bilimler (insan bilimleri): Çağdaş tarih, hukuk, sosyoloji, psikoloji,
antropoloji, iktisat, iletişim gibi bilimler insanı, toplumu, doğasını ve ilişkilerini
inceler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 74


Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Doğa bilimlerle sosyal bilimler arasındaki en önemli fark şudur; doğa


bilimlerde çıkarımlar genellemelere dayanırken, sosyal bilimlerde genellemeler
yapma olanağı yoktur.

• Yaş, cinsiyet, gelir ve eğitim düzeyi ve daha birçok etken

Örnek
televizyon izleme alışkanlıklarını etkileyen değişkenlerdir.

Kuram
Kuram, Yunancada "görmek, bir şeye bakmak" anlamında kullanılan
''theoria" kelimesinden türetilmiştir. Kuramlar, olayların nasıl gerçekleştiğini
açıklamaya çalışır. Deney ve gözlemle doğrulanmış, deney verilerinden yola
çıkılarak genellenmiş ve bilim çevresinde kabul gören genel açıklamalar olarak
tanımlanabilir.
Kuram, herhangi bir toplumsal olayı ya da olguyu, onun gelişimini,
nedenlerini ve sonuçlarını bir bütünlük içinde açıklayan bilimsel ve sistemli fikirler
bütünüdür. Tamamıyla kesinleşmemesine rağmen kısmi bir şekilde doğrulanmış
varsayımlar dizgesidir. Kuramlar olay ve olguları açıklamaya ve önceden tahmin
etmeye imkân veren mantıksal olarak düzenlenmiş bilgi bütünleridir. Gözlemle
Kuramların amacı elde edilen benzer durumların genellenmesiyle ve bilimsel soyutlamalarla elde
dünyanın nasıl işlediği edilir. Kuramlar aslında birer önermedir. Varsayımlar geliştirilirken kuramlardan
hakkında düşünme hareket edilir. Kuramlar ele aldıkları konuları betimler, açıklar, analiz eder ve
biçimleri ve yöntemler kavramsallaştırır.
sunmak aslında dünyayı
açıklayabilmektir. Kuramların amacı dünyanın nasıl işlediği hakkında düşünme biçimleri ve
yöntemler sunmak aslında dünyayı açıklayabilmektir. Kuram, “neden” sorusuna
cevap ararken kavramlar arası ilişkilerin test edilmesine de imkân verir. Olguları
açıklamak, anlamak ve yorumlamak, bu olguların neden ve nasıl ortaya çıktığına
dair önermelerde bulunmak kuramın amaçlarındandır. Kuramlar, açık, kolay
anlaşılır ve aşikâr olay ve olgulardan ziyade anlaşılması zor olan şeyleri anlamaya
ve anlatmaya çalışır. Bazı kuramlar dünyanın nasıl işlediğini anlama ile sınırlı
kalmayıp yanlış giden şeylere dair saptamalar da bulunabilirler. Yani kuramsal
faaliyet, sorunlara işaret ederek çözüm önerileri getirme amacındadır.

• Eleştirel kuram, eşitsiz, adaletsiz ve sömürüye dayalı toplumsal


Örnek

ilişkileri açıklamak daha adil, eşit ve daha özgür bir toplumsal


düzen tesis etmek için çözüm önerilerinde bulunabilir (Özçetin,
2018).

Kuram, karmaşık, dinamik, tartışmalı ve heyecanlı bir süreçtir. Üzerinde


anlaşmaya varılmış, kabul edilmiş sonuçlara varabilmek için sorular soran kuram,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 85


Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

yeni sorulara, yeni tartışmalara, yeni ufuklara kapı açan bir süreçtir. Her kuram
toplumsal ya da fiziksel olgular hakkında en doğru ve en kabul edilebilir bilgiyi
sunmaya çalışır fakat doğruluğu herkesçe kabul edilecek bir kuram oluşturmak
neredeyse imkânsızdır. İşte bu nedenle kuramın en büyük amacı; açıklanmaya
çalışılan olgular hakkında en verimli, en yaratıcı soruları sormak, olgu ve olayların
doğru, tutarlı ve bütüncül açıklamalarına ulaşmaya çalışmaktır (Özçetin, 2018).
Sosyal bilimlerde kuram ve araştırmalar, bulgulardan ve bu bulguların
sonuçlarından hareket ederek insan ve toplumla ilgili genel yasaları bulmaya
çalışır. Büyük toplumsal dönüşümleri; ekonomik, politik, kültürel ve ideolojik
yapıları ve bu yapılar arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan Marksizm gibi kuramlar
büyük kuramlardır. “Kullanımlar ve Doyumlar” gibi daha küçük kuramlar ise belirli
iletişim araçlarının kullanımları ve etkileri gibi daha dar bir alanla sınırlıdır
(Özçetin, 2018).

Model
Doğrudan gözlemlenemeyen olguları daha anlaşılır hale getirmek için
kullanılan analitik çerçevelerdir. Karmaşık ve kavranması zor olan örüntüler
modeller sayesinde daha anlaşılır olmaktadır. Modeller kendi başına açıklayıcı
aygıtlar değildir, bir kuramı ortaya koymaya ve onu açıklamaya yardımcı olur.
Model, bir olayın ya da bir çalışma alanının yapılandırılmasını ve ilişki, süreç ve
Hiçbir disiplin geniş uygulamaların anlaşılabilir grafik ifadeler aracılığıyla tartışılmasını sağlar.
toplumsal yapının Modeller karmaşık sistemleri veya olayları betimler ve anlamamıza yardımcı
ortaya koyduğu çalışma
olurlar. Ancak modellerin bu işlevleri yerine getirebilmesi için temsil ettikleri
pratiklerinden ayrı
tutulamaz ve tüm sistem ve olayların karmaşık taraflarını yalınlaştırmalıdır. Bu nedenle modeller,
disiplinler birbiri içine geliştirildiği kuramsal bakış açısına bağlı olarak açıklamaya çalıştıkları toplumsal
geçmiştir. durumların bazı yönlerini abartırken bazı yönlerini de yok sayarlar. Fakat iletişim
gibi karmaşık, düzenli olmayan, gözle görülüp elle tutulamayan süreçlerin
betimlenmesinde modelin yararlı olduğu da bir gerçektir (Mutlu, 1998).
Kuram model ayrımı: Kuram ve model kavramları aynı anlama gelmemesine
rağmen sıklıkla birbiri yerine kullanılmaktadır. Bir kurama dayanılarak modeller
öne sürülüp test edilebilir. Her model, bir kurama ya da bir görgül araştırmaya
dayanmalıdır. Kuram açıklayıcı, model ise tanımlayıcıdır.

İLETİŞİMİN DİSİPLİN OLARAK KABUL EDİLİŞİ


İletişim, toplumu oluşturan temel öğelerden biridir. İnsan davranışları bir
iletişim sürecinde anlamını bulmaktadır. Bu nedenle iletişim, toplumbilimsel bir
çalışma alanıdır. İletişim bilimi insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen bu
alanda yapılan çalışmalar kitle iletişim araçlarının çıktığı ve toplumu etkilemeye
başladığı dönemde ağırlık kazanmıştır. Yani iletişim bilimi, belli bir dönemin ya da
belli bir uygarlığın konusu değildir.
İletişimin kendi kuramlarıyla ayakta duran bir bilim dalı olup olmadığı
tartışmaları uzun yıllar yapılmıştır. İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu
temsilcilerinden Stuart Hall, iletişimi süreçlerden, kurumlardan, toplumsal,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 96


Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

ekonomik ve siyasi yapılardan ayrı tutarak tanımlamanın yanlış olduğunu


belirtmiştir. Hall’un yaptığı bu eleştiri aslında tüm disiplinler için geçerlidir. Hiçbir
disiplin geniş toplumsal yapının ortaya koyduğu çalışma pratiklerinden ayrı
tutulamaz ve tüm disiplinler birbiri içine geçmiştir. İletişim; psikoloji, sosyal
psikoloji, sosyoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset, felsefe, tarih, gibi birçok disiplinin
bilimsel katkısından beslenir. Çok farklı araştırma ve sorgulama biçimleri
ekonomiden, sosyolojiden, antropolojiden ya da tarihten esinlenir. Anketler ve
istatistikler, vaka incelemeleri, katılımcı gözlem gibi yöntemler bu büyük çeşitliliğe
tanıklık eder. Bu nedenle iletişim bilimi disiplinler arası bir yapıdadır.
İlk zamanlarda iletişim konusu sosyolojinin içinde ele alınmaktaydı. İletişim
teknolojilerindeki hızlı ilerleme, kitlesel iletişim kanallarının toplum hizmetine
sunulması, bu kanalların geniş bir hedef kitle bulması, kitlelerin araçlardan gelen
iletilerden etkilenmesi ile toplumsal ve toplumbilimsel araştırmalar yapılmaya
başlanmıştır. Bu durum, iletişim kuramlarının doğuşuna ve bilim dalı olarak kabul
20. yüzyılın ikinci
yarısına doğru iletişim edilmesine sebep olmuştur. 20. yüzyılın ikinci yarısına doğru iletişim araştırmaları
araştırmaları diğer diğer disiplinlerden bağımsız olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. İletişim
disiplinlerden bağımsız teknolojilerinin gelişimi ve iletişim alanında eğitim- öğretim yapılmaya başlanması
olarak ortaya çıkmaya iletişimin bir bilim, bir öğreti dalı olmasında etkili olmuştur.
başlamıştır.
Toplumda devam ettirilen bireysel, kurumsal, ticari vs. ilişkiler iletişim
değildir fakat bu ilişkilerin varlığı ancak iletişimle mümkündür. Dil, söz, beden dili,
simgeler, imgeler kendi başına iletişim süreci kurmaz, bu araçların kullanımı,
biçimlendirilmesi ve aracılandırılması iletişim sürecini başlatır. Örneğin, telefonla
yapılan bir görüşme iletişim teknolojisiyle aracılanmıştır, burada telefon kendi
başına iletişim kuramaz, kişiler arası iletişimin teknolojiyle aracılanması söz
konusudur. Gazete, dergi, radyo, televizyon gibi araçlar ise bir sermaye gücüne
sahip olanlarca örgütlenen kurumlardır, birçok insanla ilişki kurulabilmesi amacıyla
kullanılır. Telefonla anlık bir iletişime geçen bireylerin ilişkisine göre farklılık arz
eder. Kitlelere yönelik olan bu iletişim tarzına kitle iletişimi, bu olguyu
gerçekleştiren araçlara kitle iletişim araçları (KİA) denir. Kitle iletişim araçlarını
kullanarak kitle iletişim ürünü üreten şirket veya kurumlara da kitle iletişimi
örgütleri denir. Gazete, dergi, kitap, radyo, televizyon, sinema ve son dönemin en
önemli araçlarından internete bağlı olarak ortaya çıkan yeni medya, KİA’nı
oluşturmaktadır. Kitle iletişiminin okuyucusu, izleyicisi, alıcısı, tüketicisi kitleyi
oluşturur. Yani kitle iletişiminin ulaştığı alıcıların tümü kitledir.
Kitle iletişiminin gelişim sürecinde aşağıdaki faktörler etkili olmuştur:
Kitle iletişimini sağlayan araç-gereç üretimi ve gelişimi: Tarihsel bilgi
birikimine dayanan yoğun laboratuvar araştırmalarının bir sonucudur.
Araçların mülkiyet hakları ve yasal düzenlemeler: KİAnın benzerleri
savaşlarda kullanılmak üzere düşünülmüş, geliştirilmiş bazıları kullanıldığı için
genelde araçlar ordu ve devletin kullanım ve kontrolünde olmuştur.
Araçları kullanan örgütler: Kitle iletişiminin tüm araçları ya devletin ideolojik
aygıtı ya da özel sektörün ticari ve ideolojik aygıtı olmuştur. Sovyetler Birliği gibi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


10
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

yönetimleri farklı olan bazı ülkelerde yalnızca devletin kontrol ve yönetiminde


olmuştur.
İçerik üretimi: Kitlelerin beğendiği programlar zaman içinde değişime
uğramış, KİA’nın yayın yaptığı ülkenin teknolojik, toplumsal ve siyasal ortamına
göre içerik ve mesaj üretimi şekil almıştır.
Mesleki uygulamalarla ilgili gelişmeler: Yine teknolojik gelişmeleri, program
çeşitlilikleri, iletişim alanında verilen eğitimlerle mesleki alanda ilerlemeler
yaşanmıştır.
Günlük yaşantımızın bir parçası olan KİA, giderek karmaşıklaşan dünyayı
algılamada, yorum yapmada, başkalarını etkilemede, yaşam biçimlerini kavrayıp
KİA, giderek düzenlemede önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Diğer yandan, bir pazar olarak
karmaşıklaşan dünyayı iletişim, üretim ve tüketimi artıran, dünya ekonomisine yön veren bir sektör
algılamada, yorum
haline gelmiştir. 2000 li yıllardan itibaren internet tabanlı yayıncılığa geçişler,
yapmada, başkalarını
sosyal medya uygulamalarındaki çeşitlilik ve çok amaçlı kullanımlar, geleneksel
etkilemede, yaşam
biçimlerini kavrayıp yayıncılığın internet ortamıyla birlikte interaktivite özelliği kazanması gibi birçok
düzenlemede önemli etken, kitle iletişim araçlarının kullanımında değişikliklere yol açmıştır.
bir rol oynamaya Sayısallaşma ile ses, metin, görüntü gibi tüm içeriklerin tek alt yapı ile
başlamıştır. kullanılabilmesi, saklanabilmesi, aktarılabilmesi gibi işlemler rahatlıkla
yapılabilmektedir. Bu durum bireylerin her birine kendi iletişim araçlarını
oluşturma, düzenleme, içerik oluşturma ve yayın yapma hakkını da vermektedir.
Kitle iletişim araçları ile ilgili tartışma ve araştırmalara yeni bir konuda daha
eklenmiş, iletişim araştırmaları birçok alanda daha yapılmaya başlanmıştır.
İnteraktivite, sosyal medya, mobil yayıncılık, dijital yayıncılık, halkla ilişkiler,
reklam araştırmaları, siyasal iletişim çalışmaları, ekonomi-politik gibi araştırma
alanlarında içerik analizi, söylem çözümlemesi ve diğer kuramlar uygulanarak kitle
iletişim araçları ve internet tabanlı araçlardan yayılan mesajların nicelik ve
nitelikleri ölçülmektedir.

TARİHSEL BİR ÇERÇEVE: DÖNEMLEŞTİRME VE


SINIFLANDIRMA
İletişim araştırmaları alanına genel hatlarıyla bakıldığında ana akım
kuramlar ve eleştirel kuramlar olmak üzere iki temel yaklaşım olduğu
görülmektedir. Her iki yaklaşımda da kitle iletişim temeli teşkil etmektedir. Ana
akım; ana damar, liberal, geleneksel, çoğulcu gibi pek çok isimle anılmaktadır. Ana
akım araştırmaların temel sorunsalı medya etkileridir ve iletişim araştırmalarının
kökeni tutucu kuramlara dayanır. Var olan sistemin onarılması ve devam
ettirilmesi felsefesine dayanmaktadır.
Bu araştırmaların iletişime yaklaşımlarının temelinde birleştikleri 3 önemli
nokta vardır:
 İnsanın yaşadığı çevreye uyması, gerektiğinde uydurulması,

 Varolan toplumsal yapıyı ve kurumları koruma ve geliştirme isteği,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


11
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

 Sanayileşmiş ülkelerin seçecekleri en iyi yolun kapitalist ekonomik ve


siyasal sistem olduğu görüşü.
Tutucu kuramlar pozitivist ve ampirist (deneyci) toplumbilim anlayışına
dayanır. Pozitivizm, bilimin dolaysız olarak deneyimlenebilen gözlemlenebilir
varlıklarla uğraşabileceğini öne süren bir öğretidir. Toplumbilimde pozitivist
yaklaşımlar, matematik bilimlerin yöntemlerinin toplumsal bilimlere de
Liberal yaklaşımlar, uygulanabileceği kabulüne dayanır. Bu nedenle toplumbilim yaklaşımları pozitivist
işlevselciliğe yaklaşım olarak nitelendirilir. Bu anlayışta deneyciliğin amacı ise, nesnel bilgi ve
dayanırken, eleştirel veri toplamak, bu verileri sınıflandırmak, varsayımlar kurmak ve test etmek, bu
kuramlar Marksizme süreçten önyargıyı ve peşin hükmü kaldırmak, verilerin ve hipotezlerin
dayanır. güvenilirliğini deneyle kanıtlamak ya da reddetmek, toplanan bilgilere dayanarak
bilimsel tümevarımı gerçekleştirmektir. Tümdengelim mantığına dayanan
deneycilik, evrensel bir gerçekliği kabul eder ve bu gerçeklerin bilimsel
yöntemlerle araştırılabileceğini belirtir.
Eleştirel kurama gelindiğinde ise, liberal kuramlara bir eleştiri olarak ortaya
çıkmış, medya- iletişim-toplumsal iktidar arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
Endüstrileşmiş kapitalist toplumların Marksist bir eleştirisine dayanan bir gelenek
içinde konumlanmıştır. Eleştirel modeller, ana akımdaki gibi doğrusal bir yapıda
olmadıklarından dolayı yapılandırılmış bir ilişki dizisinin çözümlenmesine
yoğunlaşır.
Liberal ve eleştirel kuramlar arasındaki farklılıklar:
 Liberal yaklaşımlarda, iletişim iletilerin aktarılması olarak görülürken,
eleştirel kuramlarda anlamların üretimi ve değişimi olarak görülür.
 Liberal yaklaşımlarda, iletişimin bireyler üzerindeki etkisi temel konuyken,
eleştirel kuramlarda toplumsal oluşumda iletişimin rolü önemlidir.
 Liberal yaklaşımlarda, sosyoloji, siyaset bilimi, sosyal psikoloji gibi toplum
bilimlerden faydalanılırken, eleştirel kuramlarda göstergebilim, psikoloji,
dilbilim gibi beşeri bilimlerden faydalanılır.
 Liberal yaklaşımlarda, pozitivizmin önemine dikkat çekilirken, eleştirel
kuramlarda toplumsal iletişimin daha geniş bağlamının önemine dikkat
çekilir.
 Liberal yaklaşımlar, işlevselciliğe dayanırken, eleştirel kuramlar Marksizme
dayanır.
Aradaki farkları elbette bu kadarla sınırlamak mümkün değildir. 1970’li
yıllarla birlikte bu iki yaklaşım arasında birbirine yakınlaşmalar görülmektedir.

Ana Akım İletişim Kuramları


Erken dönem Amerikan iletişim araştırmaları I: Chicago Okulu
Chicago Okulu, 20. yüzyılın ilk yarısında yoğun faaliyet göstermiştir. Birinci
ve ikinci dünya savaşları arasındaki dönemde ABD’de Chicago şehrini ele alan
çalışmalar yapılmıştır. Çünkü Chicago, 19. yüzyılın sonuna doğru hızlı
sanayileşmesine bağlı olarak göç almış, büyük bir hızla büyümüş, farklı etnik, din,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


12
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

ırk, kültür ve gelenekten insanları barındıran bir şehir olmuştur. Okulun felsefi
kökeni pragmatizmdir. Pragmatizm, inşa edilmekte olan bir dünyanın, kurulmakta
olan bir devletin, ortak zemin arayan bir toplumun ürünüdür. Pragmatist
düşüncenin temelinde sonuç odaklılık esastır, yani bir davranışın sonucunda
ortaya çıkan faydaya göre değerlendirme yapılır. Kuramlar ve modeller, daha
önceki veri veya olgularla değil, ortaya çıkan ürünlere, sonuçlara, sorun çözme
kapasitesine göre değerlendirilir.
1899 yılında kurulan Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü hocalarından
olan William Isac Thomas Polonyalılar üzerine yaptığı çalışmaları ile tanınmıştır.
Daha sonra Robert Ezra Park, Ernest Watson Burgess bu okula katılmışlardır. 1934
yılına kadar olan dönem Birinci Chicago Dönemi olarak bilinir. 1934’ten sonra
İkinci dönem ise Erving Goffman ve Howard Becker gibi isimlerden oluşuyordu.
1940’lara kadar sosyoloji alanında Amerika’da zirvenin temsili olan okul
1950’lerde güç kaybetmiş, 1960’larda Morris Janowitz ile üçüncü dönemini
yaşamıştır. Chicago Okulu, büyük çaplı istatistiksel ve sayısal analizlere ilaveten
insanların ve küçük grupların yaşamlarına, iletişim kurma ve topluluk oluşturma
biçimlerine odaklanmıştır. Antropoloji, siyaset bilimi, felsefe, sosyoloji gibi farklı
akademik disiplinlere ve alanlara açık olmuştur. Suç, suçlu, çete, evsiz, siyahi,
Chicago Okulu’nun göçmen, getto, otel, gece kulübü ve daha birçok konuda iletişim merkezli
felsefi kökeni çalışmalar yapılmıştır. Çalışmalarda iletişim ve kültürün iç içe geçmiş doğası ortaya
pragmatizmdir.
konulmaya çalışılmıştır. Toplumsal ilişkileri uzaktan değil, sokakta, sahada, gerçek
yaşamın içinde anlamaya davet etmişlerdir.

Erken dönem Amerikan iletişim araştırmaları II: Güçlü etkiler


paradigması
İletişim alanındaki ilk çalışmalar 1920'lerde ve 1930'larda ABD'de yapılmaya
başlanmıştır. Bu çalışmalar doğrudan iletişim alanına yönelik değil fakat iletişimi
konu alan araştırmalardır. Çalışmaların geneli siyaset bilimi ağırlıklı, radyo,
propaganda, kamuoyu üçgeninde şekillenmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında popüler
olan, tarihsel dönem olarak Chicago Okulu ile faaliyetleri aynı yıllara denk gelen
güçlü etkiler paradigması, davranışsalcı bir Amerikan geleneğidir. Kitle iletişim
araçlarının etkileri merkezi problem olarak görülmüş, KİA’ların kitleler üzerindeki
olumsuz etkilerine dikkat çekilmiştir. Eğitim, propaganda, telekomünikasyon,
reklam, kamu ve insan ilişkileri alanlarında verimliliğin nasıl artırılacağı ve
etkilerinin nasıl tespit edileceği bu dönemin çalışma alanları olmuştur.
Bu dönemde Walter Lippmann’ın Kamuoyu, Harold D. Laswell’in Dünya
Savaşı’ndan Propaganda Tekniği adlı çalışmalarında kitle iletişim araçlarının ve
propagandanın kitlelerin düşünce, tutum ve davranışlarını değiştirmede oynadığı
güçlü role dikkat çekilmiştir. Merkezileşmiş ve organize olan kitle iletişim araçları
karşısında araçları tüketen kitleler, zayıf, dağınık, odaklanamayan, galeyana hazır,
etkiye açık ve edilgen olarak kabul edilmiştir. Wilbur Schramm, iletişim araçları ve
propagandanın kitlelerin tutum ve davranışını değiştirme gücüne sahip olduğunu
belirtmiş, bu yaklaşıma “sihirli mermi, derialtı şırınga” gibi farklı isimlerle de
bilinen “mermi teorisi” adını vermiştir. Edilgen kabul edilen kitlelerin medya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


13
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

mesajlarını eleştirel bir süzgeçten geçiremediği varsayılmıştır. Bu dönem


çalışmalarında KİA’larından yayılan mesajların etkilerinin ölçülmesi konusunda bir
sistematik çaba ve ortak çalışma yoktur.
1929 ve 1932 yılları arasında Payne Fund adlı vakfın desteğiyle sinema
filmlerinin çocuklar üzerindeki etkilerini araştıran 13 araştırma yapılmıştır.
Araştırma tasarımı, örneklem, deney ve kontrol grupları, tutum ve davranışlarda
değişimlerin olup olmadığının araştırması iletişim araştırmaları tarihinde bir
dönüm noktasıdır. 1938 yılında Orson Wells’in “Marslıların İstilası” adlı oyunundan
1938 yılında Orson sonra dinleyicilerin yollara dökülmesi iletişim araştırmalarının miladı olarak kabul
Wells’in “Marslıların edilebilir. Radyonun toplumları etkilemedeki gücü fark edilmiş, nedenleri birçok
İstilası” adlı oyunundan araştırmanın konusunu teşkil etmiştir (Aziz, 2006:12). Yine radyolarda yayınlanan
sonra dinleyicilerin dizilerin, yarışmaların siyasal tutum ve davranışlara yansıyan etkilerini ölçen
yollara dökülmesi araştırmalar yapılmıştır. 1940 yılında yapılan ABD Başkanlık seçimleri sırasında
iletişim araştırmalarının
ABD'de Ohio bölgesinde, Amerikalı araştırmacı Paul Lazarsfeld tarafından ilk kez
miladı olarak kabul
kullanılan panel tekniği ile radyodan yapışan propaganda konuşmalarının seçmen
edilebilir.
davranışı üzerindeki etkileri saptanmaya çalışılmıştır.
Kitle iletişim araçlarını, izleyici/okuyucu/dinleyicilerin ne sıklıkta, ne kadar
süre ve nerelerde izlediği, dinlediği, okuduğu ve kitlelerin aldıkları mesajlar sonucu
tutum ve davranışlarındaki etkilenimleri araştırılmıştır. Bu nedenle ilk
araştırmaların toplumsal türde, durum saptayıcı ve ilişki araştırıcı oldukları
söylenebilir. Alan araştırması denilen bu araştırmalarda seçilen örnekleme soru
sorma tekniği kullanılarak, kitlelerin iletişim araçlarını izleme/dinleme/okuma
alışkanlıkları ile tutum ve davranış değişiklikleri saptanmaya çalışılmıştır.

İkinci dünya savaşı sonrası iletişim çalışmalarında etki sorunu: Sınırlı


etkilerden güçlü etkilere
2.Dünya Savaşı esnasında Harold Lasswell ve arkadaşları politika ve iletişim
ilişkisini açıklayan çalışmalar yapmıştır. 2.Dünya Savaşı’nda Hitler’in radyoyu
propaganda amaçlı kullanımı, propaganda mesajlarının çözümlenmesi ile ilgili
çalışmaların yapılmasında etken olmuştur. Savaş sonrasında ise televizyonun daha
da yaygın hale gelmesiyle iletişim araştırmalarında konular farklılık arz etmeye
başlamıştır. Kitle iletişim araçlarından “ne, nasıl, ne kadar sıklıkta veriliyor?”
sorularına içerik çözümlemeleri yapılarak yanıt aranmıştır. Savaş sırasında yapılan
çözümlemeler sadece bilimsel nedenlerle yapılmamış, çoğu Lasswell'in
yönetiminde olan yazılı basın ve radyo ile ilgili analizler de yapılmıştır.
Ana akım iletişim kuramlarında 2.D.S. sonrasındaki çalışmaları kapsayan,
güçlü etkiler paradigmasının ardından sınırlı etkilere geçiş olarak tanımlanabilecek
olan bu dönemde medya etkisinin abartılması fikri yerine etkisinin yok denecek
kadar az sayılması gündeme gelmiştir.

Sınırlı etkiler paradigması


Klapper, Kitle İletişiminin Etkileri adlı çalışmasında etki paradigmasını
sorgulamıştır. Çalışmasında kitle iletişiminin etkilerinin sınırlı olduğunu, tek başına

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


14
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

kitleler üzerinde etki oluşturamayacağını, KİA’ların mevcut durumları pekiştirdiğini


ifade etmiştir. Klapper yaptığı araştırma sonucunda;
 İnsanların var olan fikir ve ilgilerine göre araçların etkisini olduğunu
belirtmiştir.
 Grup aidiyeti ve grup normlarının kia’ını algılama ve kavrama biçimini
etkilediğini söylemiştir.

Örnek
• Dinsel ve yada ırksal önyargıları olan birey, medyadan gelen tüm
mesajlara açık değildir. Dini öğretilerine aykırı mesajlara karşı
direnç gösterir.

 İnsanların yalnızca KİA’ndan değil, onlardan aldığı mesajları aktaran


kişilerden de etkilendiği belirtmiş, kanaat önderliği kavramına vurgu
yapmıştır.
 KİA ticari kuruluş olduğu için, toplumun her kesimiyle uyumlu fikir ve
içerikleri yayma eğilimindedir. Yani KİA’ların hâkim değerlerin
kuvvetlendirilmesi yönünde tavır takındığını belirtir.
1940 ve 1950’li yıllarda Lazarsfeld ve Hovland sınırlı etkiler kuramını
geliştiren isimler olmuştur. Yale Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Hovland,
yaptığı araştırmalar neticesinde, iletişim ya da propagandanın etkili olup
olmamasını sadece mesaja ya da araca değil, mesajı alan kişinin mesaj almadan
önceki düşüncelerine de bağlı olduğunu belirtmiştir. Sınırlı etkiler paradigmasının
Kullanımlar ve alana en önemli katkılarından biri medya tüketicilerinin pasif değil aktif olduğunu
Doyumlar yaklaşımı, ortaya koymasıdır. Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımının kurucu isimlerinden Elihu
izlerkitleyi aktif kabul Katz, etki araştırmalarının temel sorusu olan “medya insanlara ne yapar” sorusunu
etmesi bakımından ters yüz etmiş, “insanlar medya ile ne yapar” sorusunu sormuştur. Bu yaklaşımla şu
araştırmalarda bir amaçlar hedeflenmiştir:
dönüm noktasıdır.
 İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için KİA’ını nasıl kullandıklarına cevap
aramak,
 KİA’nın kullanımında altta yatan güdüleri bulmak,
 Bireysel KİA kullanımının olumlu ve olumsuz sonuçlarını belirlemek.
Bu yaklaşım, toplumsal faktörleri göz ardı ettiği ve çok net olmadığı gibi
eleştirilere maruz kalmıştır. Fakat izlerkitleyi aktif kabul etmesi bakımından
araştırmalarda bir dönüm noktasıdır.

Güçlü etkilere geri dönüş


1950'li yıllardan sonraki araştırmalarda televizyon ön plana çıkmıştır.
Televizyon yayınlarının etkisi dönem itibariyle çok baskın olduğundan dolayı
çalışmalarda çocuk, gençlik ve kadın olmak üzere etki araştırmaları yoğun olarak
yapılmıştır. Farklı sosyoekonomik özellikteki izler kitlenin televizyon izleme
alışkanlıkları ve bu alışkanlıkların tutum davranışlara etkisi tespit edilmeye
çalışılmıştır. Tüm bu çalışmalar, iletişimin bilim dalı olarak gelişimine katkıda

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


15
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

bulunmuş kitle iletişimine özgü kuramlar, modeller, yaklaşımlar geliştirilmiştir.


Akabinde bu alanda eğitim-öğretim veren okullar, akademisyenler ve iletişim
çalışmalarının sayısı artmıştır. 50’li yıllarda yapılan çalışmalar genel olarak;
televizyonun ve diğer araçların aile, serbest zaman, eğitim, öğrenme, tutum ve
davranışlara olan etkileri psikolojik, sosyal psikolojik ve biyolojik yönden
incelenmiştir. UNESCO, UNICEF, FAO, WHO gibi uluslararası kuruluşlar, bazı ulusal
kurum ve kuruluşlar projeli eğitim yayınları yapmış, radyo ve televizyonun eğitimde
kullanılması ile ilgili toplumsal araştırmalara önem vermişlerdir.
Sınırlı etkiler döneminde KİA’nın etkilerinin göz ardı edilmesi ya da ihmal
edilmesi 1960’lara gelindiğinde medyanın etkilerini güçlü etkiler paradigmasına
göre daha kapsamlı tespit etmeye çalışan yeni kuramlar ortaya çıkmıştır.
Gündem Belirleme: Kuramın önde gelen temsilcileri McCombs ve Shaw’dır.
Kuram “medyanın insanlara ne düşüneceklerini değil, ne hakkında düşünmeleri
gerektiğini” belirtmektedir.
Çerçeveleme Kuramı: Medyanın, özellikle haberlerin insanlara belli konular
hakkında ne şekilde düşünmeleri gerektiğini söylediğini iddia etmektedir. Medya
1950'li yıllardan sonraki belirli olayları belirli şekillerde tanımlayarak, olaylar arasında ilişkiler kurarak ve bu
araştırmalarda
olayları birbirine bağlayarak insanların algı ve tutumlarını etkiler.
televizyon ön plana
çıkmıştır. Bağımlılık Kuramı: Bu kuram izlerkitle- medya-toplum arasındaki karşılıklı
ilişkinin anlaşılabilmesi için değişkenlerin tek tek ve sistematik biçimde incelemek
gerektiği iddiasındadır. İnsanlar, bilgilenme ihtiyaçlarını gidermek için medyaya
farklı şekillerde bağımlı hale gelmektedir.
Suskunluk Sarmalı: Toplumda ortak uzlaşmanın dışına çıkan bireylerin,
dışlanma, yalıtılma korkusuyla tehdit edildiğini savunur. Bu nedenle farklı fikirleri
olan ya da azınlıkta kalanlar susmayı tercih eder. Böylece kendini yeniden üreten
bir suskunluk sarmalı oluşur.
Ekme Kuramı ve Kültürel Göstergeler: Medya insanların, inanç, tutum ve
davranışları üzerinde sadece kısa vadeli değil, uzun vadeli toplumsal gerçekliği
algılama biçimlerini şekillendirmektedir. Egemen ideoloji, kültürel simge ve
mesajlar medya ile sürekli dolaşımda kalır.

Eleştirel İletişim Kuramları


Eleştirel iletişim kuramları ilerleyen ünitelerde daha kapsamlı anlatılacağı
için bu bölümde ayrıntılı bilgiye girilmeyecektir.

Frankfurt okulu, eleştirel teori, kültür endüstrisi


1923 yılında çoğu Frankfurt Üniversitesi’nde çalışan bir grup muhalif,
Marksizm Enstitüsü kurmak amacıyla bir araya gelmiş, (adının tepki çekeceği
endişesi düşünülerek vazgeçilmiş) Sosyal Araştırmalar Enstitüsü adını verdikleri
kültür ve iletişim sorunlarını merkeze alan bir düşünce okulu kurmuşlardır.
19.yüzyılın egemen paradigması olan pozitivizmi aşmaya ve alternatif bir bilimsel
yaklaşım sunmaya çalışmıştır. Tarihsel dönemler ve ele aldıkları konular
bakımından bu okulun çalışmaları dört grupta incelenebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


16
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

1923-1933 Carl Grünberg Dönemi: İşçi sınıfı tarihi ve Marx’ın düşünceleri bu


dönemde merkeze alınmıştır. 20.yüzyılın başında sosyalist devrimin Rusya’da
yaşanması Batılı Marksistleri bu konuda çalışmaya sevk etmiştir.
1934-1950 Kuzey Amerika’da Sürgün Dönemi: 1930 yılında Max
Horkheimer’in Frankfurt Okulu’na katılmasıyla felsefe ve psikanalizle ilgili
çalışmalar yapılmıştır. Wilhelm Reich, Eric Fromm, Theodor Adorno, Herbert
Marcuse bu dönemin önemli isimleridir. 30’lu yıllarda Marksizmin çöküşü,
Almanya’da Nazizmin yükselişi çalışmalara da yansımıştır. Hegel, Max Weber,
Frankfurt Okulu, Lukacs ve Freud Marksist kuramı yoz ve bayat bir tutuculuktan kurtarmak için
19.yüzyılın egemen farklı toplumsal ve tarihsel unsurlar çerçevesinde yeniden ele almışlardır. Hitler
paradigması olan Almanya’da iktidara geldikten sonra Frankfurt Enstitüsü New York’a taşınmıştır.
pozitivizmi aşmaya ve Adorno ve Horkheimer Amerika’da yaşadıkları kültür şokunun etkisiyle ilgi
alternatif bir bilimsel alanlarını kapitalizm eleştirisinden Batı kültürü eleştirisine kaydırmışlardır.
yaklaşım sunmaya
çalışmıştır. 1950’ler- Frankfurt’a Geri Dönüş: Okulun siyasal ve düşünsel olarak en etkin
olduğu dönemlerdir. Eleştirel Teorinin temel fikirleri birçok metinle ifade
edilmiştir. Avrupa ve Amerika’da okulun fikirleri sol çevrelerde yayılmış,
1960’larda öğrenci hareketlerinde Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan adlı eserinin
etkisi olmuş, okul zirveyi yakalamıştır.
1970’ler- Frankfurt Okulu’nun Son Yılları: 1969’da Adorno, 1972’de
Horkheimer’in ölümüyle Marksizmden radikal bir şekilde kopulmuştur. Jürgen
Habermas, Frankfurt Okulu’nun son kuşak temsilcisi olmuştur.

İngiliz kültürel çalışmalar


20.yüzyılın ikinci yarısında, 2.Dünya Savaşı sonrası, 1964’te Birmingham
Üniversitesi’nde İngiltere’de doğmuştur. Richard Hoggart, Raymond Williams,
Edward Palmer Thompson, Stuart Hall bu ekolün önde gelen isimlerindendir. Bu
ekolde kültürel alan, toplumsal iktidar ilişkilerinin kurulduğu ve yeniden üretildiği
alanlardan biridir. Bu nedenle kültürel alanın karmaşık ve dinamik doğası öncelikli
olarak anlaşılmalıdır. 1950 ve 60 kültürcü paradigmanın etkisi altındayken 70lerle
birlikte Marksizm ve Marksizmin etkisi altında yapısalcılık hâkimdir.
Stuart Hall iletişim sürecindeki çizgisel modellerin iletişim sürecini
anlatmakta yetersiz olduğunu belirterek kodlama/kodaçımı kavramlarına işaret
eder. Yani mesajın üretim ve tüketim süreçlerinin sorunsallaştırılması gerekliliğine
vurgu yapar. Bu ekolde anlamlandırma, dil ve ideoloji merkezi konumdadır.
Metinlerin, ideolojik ve söylemsel yapılarının okunması ve çözümlenmesi bu
İletişimin, medya gelenekte önem kazanmıştır. Marksçı ideoloji kuramından derin bir etkilenme
içeriğinin ve olmasına karşın, ideolojinin karmaşık ve kararsız doğasına dikkat çekilir. İdeoloji,
izlerkitlenin toplumu ve toplumsal süreçleri inşa eden bir olgu olarak ele alınır. David
metalaşması Morley’in 1980 yılında yaptığı çalışmayla izlerkitle üzerine araştırmalar
ekonomi politiğin yoğunlaştırıldı. İzlerkitlenin televizyon mesajlarını alımlamaları ile toplumsal
önemle irdelediği
konumları arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekilmişti.
konulardandır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


17
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

İletişimin ekonomi politiği


İletişimin ekonomi politiği ele alınan medya yapılarını tarihsel serüveni
içinde, yaşanan değişim ve dönüşümleri ele alarak anlamaya çalışır. Değişime
neden olanlar ve değişimin aktörlerinin sorgulanması ekonomi politiğin temel
konusudur. Kültür alanında şirket egemenliğinin kaydettiği büyüme, kültürel
alandaki üretimlerde şirket ve holdingleşmeler, kültürel yaşamdaki çeşitlilik ve
demokrasiyle ilişkileri, sahiplik ve mülkiyet yapıları ayrıntılı olarak incelenmeye
çalışılır. Bunlar dışında iletişimin, medya içeriğinin ve izlerkitlenin metalaşması
ekonomi politiğin önemle irdelediği konulardandır. İzlerkitleyi asli meta kabul eden
Dallas W.Smyth, medya emperyalizmi tezini geliştiren Herbert Schiller, bir
propaganda modeli olarak medyayı ele alan Edward Herman ve Noam Chomsky,
küreselleşme ile iletişim teknolojileri arasındaki ilişkiye dikkat çeken Anthony
Giddens ve David Harvey bu alanda önemli çalışmalar yapmışlardır. Kültür
endüstrisi kavramının küresel bir endüstriye dönüşmesine dikkat çekilmekte,
dijital teknolojilerle birlikte emek ve değer üretim süreçlerinde yaşanan dönüşüm
ve değişime ekonomi politik çalışmalarda yer verilmektedir.

Teknoloji ve toplumsal dönüşüm


İletişime teknolojik perspektiften bakan kuramcıların ortak noktası, iletişim
araçlarının toplumsal ilişkilerin biçimlenmesinde kurucu bir rol oynadığı iddiasında
olmalarıdır. Harold A.Innıs, medyayı toplumsal dokunun önemli
berlirleyicilerinden biri olarak görür. Innis’in açtığı yoldan ilerleyen Marshall
McLuhan, “araç, mesajdır” önermesiyle uzun yıllar tartışılan ve tartışılmakta olan
kuramcılardan biri olmuştur. McLuhan, teknolojik araçları insan bedeninin bir
uzantısı olarak görmüş, tüm medyanın insanları tepeden tırnağa etkilediğini,
değiştirdiğini, yaşamımızda dokunulmadık alan bırakmadığını ifade eder.
İletişim teknolojilerine özellikle televizyona getirdiği sert eleştirilerle tanınan
Neil Postman, iletişim teknolojilerinin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel
alanların dönüşümündeki rolüne vurgu yapar. Fotoğraf ve telgrafla başlayıp
televizyonla doruk noktasına ulaşan dönemi “gösteri çağı” olarak adlandırır.
Manuel Castells ise bilgi ve iletişim teknolojileri ile gelişim gösteren, ağlarla
birbirine bağlı, enformasyon akışına dayalı olan evreyi “enformasyon çağı” olarak
nitelendirmektedir. İletişimin değişen yapısına vurgu yaparak, internetle birlikte
etkileşime dayalı bir iletişim biçiminin günümüz dünyasına damga vurduğunu
belirtmekte, bu iletişim biçimini de öz iletişim (mass self-communication) olarak
adlandırmaktadır.
Bireysel
Etkinlik

• Ana akım ve eleştirel çalışmaların medyayı nasıl ele aldığını


tartışınız.
• Popüler bir film ya da tv programını eleştirel ekonomi politik
ve kültürel açıdan tartışınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


18
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

•TEMEL KAVRAMLAR VE TARİHSEL BİR ÇERÇEVE


•TEMEL KAVRAMLAR
•Bilim: Evrenin yapısını ve davranışlarını gözlem ve deney aracılığıyla
sistematik bir şekilde inceleyen ve yasalar biçiminde açıklamaya çalışan
düzenli bilgiler bütününe bilim denir.
Özet
•Kuram: Kuram, herhangi bir toplumsal olayı yada olguyu, onun gelişimini,
nedenlerini ve sonuçlarını bir bütünlük içinde açıklayan bilimsel ve sistemli
fikirler bütünüdür. Kuramlar ele aldıkları konuları betimler, açıklar, analiz
eder ve kavramsallaştırır. Kuramların amacı dünyanın nasıl işlediği hakkında
düşünme biçimleri ve yöntemler sunmak aslında dünyayı açıklayabilmektir.
•Model: Doğrudan gözlemlenemeyen olguları daha anlaşılır hale getirmek
için kullanılan analitik çerçevelerdir. Modeller kendi başına açıklayıcı aygıtlar
değildir, bir kuramı ortaya koymaya ve onu açıklamaya yardımcı olur. Model,
bir olayın yada bir çalışma alanının yapılandırılmasını ve ilişki, süreç ve
uygulamaların anlaşılabilir grafik ifadeler aracılığıyla tartışılmasını sağlar.
•İLETİŞİMİN DİSİPLİN OLARAK KABUL EDİLİŞİ
•İletişim konusu ilk zamanlarda sosyoloji içinde ele alınmaktaydı. İletişim
teknolojilerindeki hızlı ilerleme, kitlesel iletişim kanallarının toplum
hizmetine sunulması, kitlelerin araçlardan gelen iletilerden etkilenmesi ile
toplumsal ve toplumbilimsel araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu durum,
iletişim kuramlarının doğuşuna ve bilim dalı olarak kabul edilmesinde etken
olmuştur.
•Kitle İletişim Araçlarının Gelişimi:Kitlelere yönelik olan iletişim tarzına kitle
iletişimi, bu olguyu gerçekleştiren araçlara kitle iletişim araçları (KİA) denir.
Kitle iletişim araçlarını kullanarak kitle iletişim ürünü üreten şirket veya
kurumlara da kitle iletişimi örgütleri denir. Gazete, dergi, kitap, radyo,
televizyon, sinema ve yeni medya, KİA’nı oluşturmaktadır. Kitle iletişiminin
okuyucusu, izleyicisi, alıcısı, tüketicisi kitleyi oluşturur.
•TARİHSEL BİR ÇERÇEVE: DÖNEMLEŞTİRME VE SINIFLANDIRMA
•Ana Akım İletişim Kuramları ve Eleştirel Kuramlar Ayrımı: İletişim
araştırmaları alanında ana akım ve eleştirel kuramlar olmak üzere iki temel
yaklaşım vardır. Her iki yaklaşımda kitle iletişim temeli teşkil etmektedir. Ana
akım; ana damar, liberal, geleneksel, çoğulcu gibi pek çok isimle
anılmaktadır. Araştırmaların temel sorunsalı medya etkileridir ve iletişim
araştırmalarının kökeni tutucu kuramlara dayanır. Eleştirel kuram ise, liberal
kuramlara bir eleştiri olarak ortaya çıkmış, medya- iletişim-toplumsal iktidar
arasındaki ilişkileri incelemiştir. Endüstrileşmiş kapitalist toplumların
Marksist bir eleştirisine dayanan bir gelenek içinde konumlanmıştır.
•Ana Akım İletişim Kuramları
•Erken dönem Amerikan iletişim araştırmaları I: Chicago Okulu:Chicago
Okulu, 20. yüzyılın ilk yarısında yoğun faaliyet göstermiştir. Okulun felsefi
kökeni pragmatizmdir. Büyük çaplı istatistiksel ve sayısal analizlere ilaveten
insanların ve küçük grupların yaşamlarına, iletişim kurma ve topluluk
oluşturma biçimlerine odaklanmıştır.
•Erken dönem Amerikan iletişim araştırmaları II: Güçlü etkiler paradigması:
Çalışmaların geneli siyaset bilimi ağırlıklı, radyo, propaganda, kamuoyu
üçgeninde şekillenmiştir. Kitle iletişim araçlarının etkileri merkezi problem
olarak görülmüş, KİA’ların kitleler üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat
çekilmiştir. Eğitim, propaganda, telekomünikasyon, reklam, kamu ve insan
ilişkileri alanlarında verimliliğin nasıl artırılacağı ve etkilerinin nasıl tespit
edileceği bu dönemin çalışma alanları olmuştur. Kitle iletişim araçlarını,
izleyici/okuyucu/dinleyicilerin ne sıklıkta, ne kadar süre ve nerelerde izlediği,
dinlediği, okuduğu ve kitlelerin aldıkları mesajlar sonucu tutum ve
davranışlarındaki etkilenimleri araştırılmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


19
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

•İkinci dünya savaşı sonrası iletişim çalışmalarında etki sorunu: Sınırlı


Özet (devamı) etkilerden güçlü etkilere: Ana akım iletişim kuramlarında 2.D.S.
sonrasındaki çalışmaları kapsayan, güçlü etkiler paradigmasının ardından
sınırlı etkilere geçiş olarak tanımlanabilecek olan bu dönemde medya
etkisinin abartılması fikri yerine etkisinin yok denecek kadar az sayılması
gündeme gelmiştir.
•Sınırlı etkiler paradigması : Bu kuram medya tüketicilerini pasif değil aktif
olarak kabul eder. Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımının kurucu
isimlerinden Elihu Katz, etki araştırmalarının temel sorusu olan “medya
insanlara ne yapar” sorusunu ters yüz etmiş, “insanlar medya ile ne yapar”
sorusunu sormuştur.
•Güçlü etkilere geri dönüş: 1950'li yıllardan sonraki araştırmalarda
televizyon ön plana çıkmıştır. Çalışmalarda çocuk, gençlik ve kadınlar
üzerinde etki araştırmaları yoğun olarak yapılmıştır. Farklı sosyo-ekonomik
özellikteki izler kitlenin televizyon izleme alışkanlıkları ve bu alışkanlıkların
tutum davranışlara etkisi tespit edilmeye çalışılmıştır. 1960’lara gelindiğinde
medyanın etkilerini daha kapsamlı tespit etmeye çalışan Gündem Belirleme,
Çerçeveleme Kuramı, Bağımlılık Kuramı, Suskunluk Sarmalı, Ekme Kuramı ve
Kültürel Göstergeler gibi yeni kuramlar ortaya çıkmıştır.
•Eleştirel İletişim Kuramları
•Frankfurt Okulu, Eleştirel Teori, Kültür Endüstrisi:1923 yılında çoğu
Frankfurt Üniversitesi’nde çalışan bir grup, Sosyal Araştırmalar Enstitüsü
adlı bir düşünce okulu kurmuşlardır. Tarihsel dönemler ve ele aldıkları
konular bakımından bu okulun çalışmaları 1923-1933 Carl Grünberg
Dönemi, 1934-1950 Kuzey Amerika’da Sürgün Dönemi, 1950’ler-
Frankfurt’a Geri Dönüş ve 1970’ler- Frankfurt Okulu’nun Son Yılları olmak
üzere dört grupta incelenebilir.
•İngiliz kültürel çalışmalar: 20.yüzyılın ikinci yarısında, 2.Dünya Savaşı
sonrası, 1964’te Birmingham Üniversitesi’nde İngiltere’de doğmuştur.
Metinlerin, ideolojik ve söylemsel yapılarının okunması ve çözümlenmesi bu
gelenekte önem kazanmıştır. Marksçı ideoloji kuramından derin bir
etkilenme olmasına karşın, ideolojinin karmaşık ve kararsız doğasına dikkat
çekilir.
•İletişimin ekonomi politiği:İletişimin ekonomi politiği ele alınan medya
yapılarını tarihsel serüveni içinde, yaşanan değişim ve dönüşümleri ele
alarak anlamaya çalışır. Değişime neden olanlar ve değişimin aktörlerinin
sorgulanması ekonomi politiğin temel konusudur.
•Teknoloji ve toplumsal dönüşüm: İletişime teknolojik perspektiften bakan
kuramcıların ortak noktası, iletişim araçlarının toplumsal ilişkilerin
biçimlenmesinde kurucu bir rol oynadığı iddiasında olmalarıdır. Harold
A.Innıs, Marshall McLuhan, Neil Postman bu kuramın önemli
isimlerindendir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


20
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İletişimi süreçlerden, kurumlardan, toplumsal, ekonomik ve siyasi
yapılardan ayrı tutarak tanımlamanın yanlış olduğunu belirten kuramcı
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Stuart Hall
b) Max Horkheimer
c) Theodor Adorno
d) Jürgen Habermas
e) Neil Postman

2. 1920'lerde ve 1930'larda iletişim alanındaki ilk çalışmalar hangi ülkede


yapılmıştır?
a) Almanya
b) İngiltere
c) ABD
d) Fransa
e) İtalya

3. 1940 yılında yapılan ABD Başkanlık seçimleri sırasında ABD'de Ohio


bölgesinde, Amerikalı araştırmacı ……………..tarafından ilk kez kullanılan
panel tekniği ile radyodan yapışan propaganda konuşmalarının seçmen
davranışı üzerindeki etkileri saptanmaya çalışılmıştır.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Postman
b) Lippmann
c) Laswell
d) Lazarsfeld
e) Klapper

4. 1950'li yıllardan sonraki araştırmalarda hangi KİA ön plana çıkmıştır?


a) Radyo
b) Gazete
c) Dergi
d) Sinema
e) Televizyon

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


21
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

5. 1960’larda öğrenci hareketlerinde Marcuse’nin …………………adlı eserinin


etkisi olmuş, Frankfurt Okulu zirveyi yakalamıştır.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Tek Boyutlu İnsan
b) Kamuoyu
c) Kitle İletişiminin Etkileri
d) Propaganda
e) Marslıların İstilası

6. Evrenin yapısını ve davranışlarını gözlem ve deney aracılığıyla sistematik


bir şekilde inceleyen ve yasalar biçiminde açıklamaya çalışan düzenli
bilgiler bütününe ne ad verilir?
a) Kuram
b) Bilim
c) Model
d) Yaklaşım
e) Analiz

7. Astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi canlı veya cansız maddeleri ve


maddesel değişimleri inceleyen bilimlere hangi bilim sınıfına aittir?
a) Matematik bilimler
b) Sosyal bilimler
c) İletişim bilimleri
d) Toplumbilim
e) Doğa bilimleri

8. Herhangi bir toplumsal olayı ya da olguyu, onun gelişimini, nedenlerini ve


sonuçlarını bir bütünlük içinde açıklayan bilimsel ve sistemli fikirler
bütününe ne ad verilir?
a) Kuram
b) Model
c) Yaklaşım
d) Bilim
e) Tümevarım

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


22
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

9. ………………, bilimin dolaysız olarak deneyimlenebilen gözlemlenebilir


varlıklarla uğraşabileceğini öne süren bir öğretidir.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Pragmatizm
b) Pozitivizm
c) Yapısalcılık
d) Marksizm
e) Ampirizm

10. Aşağıdakilerden hangisi iletişimle ilgili yapılan ilk çalışmalarda Chicago


şehrinin seçilmesindeki etkenlerden biri değildir?
a) Hızlı göç alması
b) Sanayileşmesi
c) Toplumun çalışmalara destek olması
d) Farklı dinlerden insanların olması
e) Kültürel çeşitliliğinin olması

Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.d, 4.e, 5.a, 6.b, 7.e, 8.a, 9.b, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


23
Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alemdar K., Erdoğan İ.(2005). Öteki Kuram. İstanbul: Erk Yay.
Arslan A. (2002). Felsefeye Giriş. Ankara: Vadi Yay.
Aziz, A. (2006). Dünyada ve Türkiye’de İletişim Araştırmaları. Kültür ve İletişim.
9(1), 9-31.
Mutlu E.(2005). Kitle iletişim kuramları. İstanbul: Ütopya Yay.
Özçetin, B. (2018).Kitle iletişim kuramları. İstanbul: İletişim Yay.
Sever N. (1998). Kitle iletişim araştırmalarında iki yaklaşım: Liberal ve eleştirel
kuramlar farklılıklar ve yakınlaşmalar. Kurgu Dergisi 15, 44-53.
Tekinalp Ş, Uzun R.(2013). İletişim Araştırmaları ve Kuramları (4.baskı). İstanbul:
Beta Yay.
Yaylagül L. (2006). Kitle İletişim Kuramları. Ankara: Dipnot Yay.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


24
KİTLE TOPLUMU GELENEĞİ
VE KİTLE KÜLTÜRÜ

• Kitle
• Kitle Toplumu
İÇİNDEKİLER

• Kitle Kültürü
• Grup İLETİŞİM KURAMLARI
• Popüler Kültür
• Halk Kültürü Dr. Öğr. Üyesi Şeyma
• Yüksek Kültür
• Sanayi Sonrası Toplum
BİLGİNER ERDOĞAN
• Modern Kapitalizm Kültürü
• Kitle Toplumu Ve Kitle
Kültürü Üzerine Modernist
Kuramcıların Görüşleri
• Kitle Toplumu Ve Kitle
Kültürü Yaklaşımından
Medyaya Bakış

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Kitle ve kitle toplumu kavramını
HEDEFLER

açıklayabilecek,
•Kitle toplumunun oluşma
süreçlerini inceleyebilecek,
• Kitle iletişim araçlarının toplum
üzerindeki etkisini
ÜNİTE
öğrenebilecektir.

2
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Kitle

Kitle kültürü

Grup
KİTLE TOPLUMU GELENEĞİ VE KİTLE KÜLTÜRÜ

Popüler Kültür

Halk Kültürü

Yüksek Kültür

Sanayi Sonrası Toplum

Modern Kapitalizm Kültürü

Kitle Toplumu Ve Kitle Kültürü Üzerine


Modernist Kuramcıların Görüşleri

Kitle Toplumu Ve Kitle Kültürü


Yaklaşımından Medyaya Bakış

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


26
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

GİRİŞ
Kapitalizmin ürünü olarak görülen kitle toplumu, birbiriyle ilgisi olmayan
ancak birbirine benzer insanların oluşturduğu bir toplumu ifade eder. Özellikle
eleştirel düşünürlere göre belli bir amacı olmayan ama üretilmiş ortak amaç
etrafında aynı düşüncelere sahip kişilerin bir araya geldiği niteliksiz kalabalık
olarak da tanımlanır.
Basit anlamda insan topluluğu olarak nitelendirilen kitle, kalabalığı
çağrıştırıyor olsa da hem bireyleri hem de toplumda var olan sınıfları temsil
etmektedir. Irk, cinsiyet, sosyal tabaka, dini inanç gibi özel bir ayrım yapmadan
herhangi bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelen topluluk anlamı taşıyan
kitle, çoğunluk anlamını çağrıştırması bakımından toplumsal anlamda da bir
büyüklüğü ifade eder.
Bireyin davranışlarının ve eylemlerinin içinde bulunduğu yapıdan
etkilenmesi kaçınılmaz olmasından dolayı, kitle toplumu da sayısal olarak
çoğunluğa karşılık geldiği gibi toplumsal alanda da köklü değişim ve dönüşümlerin
yaşanmasında etkili role sahiptir. Endüstri devrimiyle ortaya çıkan kitle
toplumunun temelinde kapitalizmin yükselişi yatmaktadır. Kapitalizmin ihtiyaç
duyduğu “Pazar” için üretim yoğun şekilde artmış ve buna bağlı olarak teknolojik
ilerlemeyle birlikte toplumun kültürel yapısında da değişimler yaşanılması
kaçınılmaz olmuştur.
Endüstriyel üretimle birlikte iletişim araçlarının icadı da toplumların iletişim
biçimini kitlesel biçime dönüştürmüştür. Kitle toplumun en belirgin özelliği olarak
nitelendirilen iletişim biçimi ve kullanılan araçlar, toplumda tek taraflı iletişimin
kurulduğu bir şekilde ilerlemeye başlamıştır. Sanayi aracı olarak veri üreten
iletişim araçları, toplumsal gerçeklere etki etmesi bakımından önem taşımaktadır.

KİTLE
Kitle kavramının çıkışına bakıldığında, tarih içinde ve kuramsal yaklaşımlara
göre değişen anlamları vardır. Kitle denildiğinde günümüzde sayısı belli olmayan
insan çokluğu anlatılmak istenir. Kitle iletişimindeki kitle sayısı bilinmeyen izleyici,
okuyucu, seyredici ve kullanıcıdır. Ekonomik anlamda kitle, bilinmeyen sayıdaki
tüketicidir. Kültür bazında kitle, kültürü tüketenler ve dolayısıyla tüketimden
Kitle kavramı, yüklendiği geçerek üretim için gereksinimi üretenlerdir.
anlam bakımından 19. yüzyılda endüstri devrimi ile ortaya çıkan kitle toplumu, 20. yüzyılda
değişkenlik gösterebilir.
gerçekleşen iletişim devrimi ile daha kolay ve hızlı şekilde bu kitleselleşmeyi
sağlamıştır. Birbirleriyle bağlantısız ama aynı amaca yönelmiş olan insan
toplulukları ile oluşan “kitle”, nitelik kazanmamış kişilerin toplamı olarak
tanımlanır (Gasset, 2010).
Kalabalık yığın anlamında kullanılan kitle kelimesi, basit ve sıradan
anlamıyla, ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf
her ne olursa olsun, rastgele bir bireyler topluluğunu ifade eder. Anlık olarak
birbirleriyle kaynaşan ve aynı özelliği göstermeyen kişilerden oluşan kitle, bir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


27
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

canlının vücudundaki hücrelerin bir araya gelerek oluşturduğu fakat her birinin
ayrı bir niteliğe sahip olduğu bir varlık oluşturmaları gibi hareket eder. Dolayısıyla
kitle içindeki bireyin yalnız ve tek bireyle olan farkı da bu noktada kolaylıkla
görülür (Le Bon, 2005, s.15-18). Tek başına iken yalnız olan bireyin, kitle içerisinde
düşünce ve eylemlerini kolaylıkla gerçekleştirebileceği, ortak amaca yönelik
hareket edebileceğinden dolayı kendine olan güveni artar ve fikirlerini daha rahat
ve kolay şekilde dile getirebilir.
Sanayi devrimiyle okuma yazma oranının düşük insan gücünün kırsaldan
kente taşınması ile ortaya çıkan “kitle”, ilk olarak niteliksiz ve eğitimsiz olduğu için
olumsuz anlam yüklenerek tanımlanmıştır. Temelinde Batı’nın seçkinci bireyi için
bu ucuz iş gücü cahil, itaatsiz ve vasıfsız kalabalıklar anlamına gelmekteydi. Ancak
buna karşılık ilerleyen dönemlerde sosyalist düşüncenin yükselmesiyle birlikte
Kitleler, farklı “kitle” sözcüğü işçi sınıfını tanımlamak için kullanılırken ayrıca bu sınıfın toplumsal
coğrafyalarda olsalar dönüşümün lokomotifi olarak görülmesinden dolayı, bir güç ve dayanışma anlamı
dahi ortak bir amaç yüklenmiştir.
etrafında bir araya
geldiklerinde yine kitle Kitle veya kitlelerin oluşmasında gelir düzeyi, meslek, inanç biçimlerinin
özelliği taşırlar. farklı olmasının olumsuz bir etkisi yoktur. Ancak bilgi düzeyi, zekâ seviyesi, cinsiyet
farklılığı, etnik yapı, bireylerin karakteristik özellikleri, yaşadıkları coğrafya farklı
olsa bile aynı amaç etrafında toplandıkları için ayrıştırıcı önem teşkil etmez. Çünkü
ortak amaç etrafında bir araya gelen kitle, toplumsal değişim veya dönüşümlerin
gerçekleşmesi için ortak tavır alarak kolektif bir görüş ortaya koyabilirler.
Örnek

• Birbirinden habersiz insanların herhangi bir ürünü satın alması


veya aynı amaç içiiçin aynı ortamda kalabalık oluşturması kitle
özelliği gösterebilir. Futbol maçı seyretden topluluğun
oluşturduğu kalabalık kitle örneğidir.
Kitle toplumun doğuşu,
endüstriyel devrimle
birlikte gerçekleşmiştir. KİTLE TOPLUMU
Endüstri devrimiyle ortaya çıkan kitle, iş bölümü, uzmanlaşma, meta
üretimi, nüfus popülasyonunun kentlerde giderek artması, iletişim araçlarının
gelişmesi ve işçi sınıfının haklarının genişletilmesiyle siyasal, ideolojik, ekonomik,
bürokratik ve toplumsal sınıfların belirmesine neden olan bir kavram olarak ortaya
çıkmıştır. Sanayi devrimiyle koşut olarak başlayan bilimsel ve teknolojik alandaki
değişimler, kentsel yerleşme biçimlerinin ve buna bağlı olarak yeni yaşam
şekillerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Fabrika işçilerinin bu
merkezlerde toplanması, giderek kentli yaşamın güçlenmesine neden olmuştur.
Bu durum tıp, nüfus artışı ve gıda temin etmek için verilen çaba sonucu kitle
toplumunu ortaya çıkarmıştır. Gelişen sanayi küçük aile işletmelerinin yok
olmasına ve dolayısıyla büyük meblağa sahip girişimlerin ekonomik sisteme
hükmetmesine imkân vermiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


28
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Kitle toplumu ve buna bağlı olarak kitle kültürü kavramlarının


geliştirilmesinin altında Batı Avrupa'da kapitalizmin yükselişi olgusu yatmaktadır.
Kapitalizmin gelişimi ile Pazar için üretim ortaya çıkmış, üretim büyüklük olarak
artmış ve teknolojik gelişme ile kültürel üretim ortaya çıkmıştır. Kitle toplumunun
doğması ve gelişmesi beraberinde bu kitlelerin kültürü olan kitle kültürünü
doğurmuştur.
Kitle kültüründe bireyin konumu aslında iki temel amaç üzerinde
şekillenmiştir: İlki insanın yaşamsal faaliyetlerini devam ettirebilmesi için para
kazanmak zorunda olması ve buna bağlı olarak üretim süreci içerisinde yer aldığı
“çalışma zamanı”dır. Diğeri ise “boş zaman” olarak adlandırılan ve kitle kültürünün
yaşam kaynağı olan, bireyin tüketici sıfatını kazandığı zaman dilimidir. Birey boş
zaman”ında özgürce hareket ediyormuş gibi hissetse de aslında yine kitle
toplumunun ona sunduğu yaşam alanlarında fark etmeden gezinmektedir.
Örnek

• Bireyin boş zaman diliminde alış-veriş merkezlerinde vakit


geçirmesi, kitle toplumunun ona sunduğu seçili bir yaşam
alanıdır.

Kitle toplumu üyeleri sadece üreten ve tüketen konumuna indirgenmiş,


kendi ürettikleri ürüne yabancıdır. Sadece üretici ve tüketici konumunda olan
bireyin satın alma eylemi ile hayattan zevk almaktadır. Bu ise ait olunan toplum
üyeleri arasındaki ilişkilerin yüzeysel olmasına neden olur.

KİTLE KÜLTÜRÜ
Kitle toplumu ve onun kültürel alandaki karşılığı olarak beliren kitle kültürü,
temelde birbirinden ayırt edilemeyen ve birbirini tamamlayan iki kavramdır. Kitle
kültürü, kitle toplumunu oluştururken, kitle toplumunda gerçekleşen eylemler
veya anlamlar da kitle kültürünü oluşmasını sağlamaktadır. Yani ortaya çıkan
kültür, kitlenin kültürünü oluştururken, birbirinden ayrı kişilerin aynı amaç
Kitle kültürü, bilinçli veya etrafında habersiz şekilde bir araya gelmeleriyle oluşan kalabalık da kitle
bilinçsiz üretilen bir toplumunu ortaya çıkarır. Kitle özelliklerini taşıyan ve kitle toplumu olarak
kültürdür. nitelendirilen bu toplumun bilinçli veya bilinçsiz olarak ürettiği kültür ise kitle
kültürü olarak adlandırılır.
Kitle kültürü ticari üretim ve ticari tüketimin bir sonucu olarak görülmüştür.
Sanayiciler tarafından üretilen bu kültür, halkın ihtiyacı olan şeylerden ziyade
üreticilerin bilinçli şekilde yukarıdan aşağıya dayatılan bir kültürdür. Kitle kültürü
hep tek düze, standartlaşmış bir kültür olarak değerlendirilmiştir. Bu kültürün
tüketicileri pasif bir konumda görülmüştür. Kitle kültürü bu kültürün egemen
olduğu toplumlarda bir siyasi baskı aracına dönüşmektedir.
Kitle kültürü oluşturulurken zıtlıklar üzerinden işlevsellik üretilemeye
çalışılır. Şöyle ki; zengin ile yoksul, yönetici ile yönetilen, özgür ile tutsak arasında
bir yanılsama oluşturulur. Bu yanılsama insanın başa çıkamadığı durumlarda onu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


29
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

tüketici olmaya ittiği zaman başlar. Kitle kültürünün tüketicisi olan birey, en temel
yapı taşı olarak kitle toplumunu oluşturan bir unsur olarak varlık gösterir. Bireyi
sadece “tüketici” konumuna indirgeyen kitle kültürü, ona gerçek yaşamda var olan
acıları tüketime yönelterek unutturmaya çalışır. Bu da bireyi sadece tüketen,
edilgen bir konuma yerleştirir.
Kitle kültürü, endüstri Kitle toplumunda bireyler farklıymış gibi görünürler, ancak kitle kültürü
devrimi sonucu bireyler arasındaki farkı gözetmeksizin, farkları yok ederek tek bir kültür üzerinden
gerçekleşen seri
insanları “aynı”laştırır. Bu aynılaştırma ise yine her insanın tüketici konumunda
üretimin kaçınılmaz
tükettiği nesnelerle kendini farklıymış, özelmiş, rahatmış gibi hissetmesiyle
sonuçlarından biridir.
gerçekleşir. “Sürüye dâhil olma” insanı toplum içerisinde güvende tutarken,
bireyin sorgulayıcı aklının önüne geçer.
Örnek

• Belirli bir marka giysi, ayakkabı veya cep telefonu tercih


edilmesi, kitlesel tüketimi sağlarken öte yandan bireyleri
aynılaştırır.

Kitle toplumun özelliklerinin 19. yüzyılda ortaya çıkış sebebi, artan üretime
bağlı olarak tüketimin artmasını da sağlamaktı. Bunun için de çok çalışıp az
tüketen toplum yerine çok çalışıp yine çok tüketen bir toplumun bu durumu
karşılayacağı düşüncesi toplum üyelerinin zihinlerine yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Dolayısıyla kitleleri kendilerinden üst sınıfa özendirerek “moda” ile tüketimin
istenilen oranda gerçekleşmesi sağlanmıştır. Bu tüketim eylemi aynı zamanda
insanlara mutsuz, acı, hor görülmenin unutulması adına haz yaşatırken öte yandan
insanın kendine yabancılaşmasına neden olmuştur.
Kitle kültürü seri üretimin sonuçlarından biridir ve kitle toplumundan önce
var olmamıştır. Kitle toplumu üzerine de inşa edilmemiştir: Kitle toplumunun
ticarileşmiş kendisidir. Kitle kültürüyle biçimlendirilen dünya kapitalist üretim
tarzının egemenliğindeki bir uygarlığı temsil eder. Kapitalist toplumlarda kitle
kültürü ticarilik olmaksızın var olamaz. Bu kültür mümkün olan en geniş insan
Popüler kültür tanımı, kitlesine satılan mal ve düşüncedir. Özetle kitle kültürü, kapitalist pazarın kitlelerin
tarihsel süreç içerisinde tüketimi için ürettiği mal ve bilinci anlatır (Erdoğan, Alemdar, 2005).
olumlu veya olumsuz
anlam yüklenerek amaca GRUP
uygun şekilde
Grup, toplum içerisinde en az iki veya daha fazla sayıda kişinin çeşitli amaç,
kullanılmıştır.
ortak payda veya çeşitli ilişkiler sonucunda bir araya gelmesiyle oluşur. Belli bir
amaç etrafında ortaya çıkan bu insan toplulukları; iş arkadaşı, okul arkadaşı,
herhangi bir grup veya dernek üyesi olabileceği gibi aynı zamanda aynı aile
fertlerinin oluşturduğu kalabalık da grup niteliği taşımaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


30
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

• Kadın haklarını koruma adına bir araya gelen sivil toplum örgüt

Örnek
üyeleri belli amaç etrafında ve bilinçli olarak bir araya geldikleri
için grup tanımına örnek olarak gösterilebilir

Grubu, kalabalık tanımlamasından ayıran şey ise üyeleri arasında belirli


ilişkiler(ortak amaç ve çıkarlar) bulunan ve bir sürekliliği olan insan topluluğu
olmasıdır. Buradan hareketle “grup, üyeleri arasında belli ilişkiler bulunan ve her
üyenin grubun varlığını bilinçli olarak fark ettiği, iki ya da daha çok üyeden kurulu
nispeten sürekli bir insan topluluğu” olarak tanımlanır (Özkalp, 2001).

Birincil Gruplar
İlişkilerin samimi, dostluk bağlarının gelişkin, yüz yüze ilişkinin var oluğu
gruplardır. ”Biz” duygusuyla hareket edilen bu grup tipinde yüksek dayanışma
örnekleri görülür. Gönüllülük esasına dayana bu gruplarda zorlama veya karşılık
beklemeden yapılan şeyler söz konusudur. Duygusal bağlar ve sorumluluk bilinci
Birincil gruplar, ilişkilerin
gelişmiştir.
samimi, dostluk
bağlarının gelişkin, yüz
yüze ilişkinin var oluğu
Örnek

gruplardır. • Aynı çatı altında yaşayan aile üyeleri birincil grup üyeleri
sayılabilir.

İkincil Gruplar
Birincil grup dışına kalan, özellikle endüstrilşemiş kentsel toplumlarda
görülen grup türüdür. Toplumsal olarak aldıkları sorumlulukları yerine getiren, iş
bölümü, karşılıklı haklarını belirleyen bir takım yazılı hukuk kurallarının var olduğu
yapılardır. Belli bir amaca hizmet eden ve resmi olarak varlıklarını ortaya koyarlar.

• Bankalar, sendikalar, şirketler ikinci grup sınıfına girerler.


Örnek

POPÜLER KÜLTÜR
Popüler kültür, başlangıçta Latince popularis’ten türeyerek, halka ait
anlamına gelen hukuki ve siyasal bir terimdir. Ama aynı zamanda aşağı ya da
değersiz anlamı da vardır. Sonradan yaygın şekilde tercih edilen ya da çok
“beğenilen”i ifade etmek için hesaplı bir çabayı gösterme anlamını da
içermektedir. Ancak 19. yüzyılda tanımında bayağı ve beğeni anlamlarıyla birlikte
halk üzerinde güç kırmak isteyenler açısından değil, halk açısından olumlu anlam
ihtiva eden bir kavram olarak perspektif değişikliği olmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


31
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Popüler kültürü tanımlamadan önce popüler kelimesine bakıldığında iki


şekilde tanımlama yapıldığı görülür. İlki “yaygın şekilde, herkes tarafından
beğenilen ve tüketilen” anlamında kullanılan, diğeri ise daha çok “ticari”
anlamdaki bir tanımdır. Ticari anlamdaki tanımında popüler kültür, kitle kültürü
yerine de kullanılarak, “değersiz, güdülenmiş olarak” tanımlanır ve kitle kültürünü
olumsuz anlamda eleştirenler, insanları güdüp yönetme, beğenileri yozlaştırma ve
kendi ürettiği yanlış değerleri kitlelere dayattığı görüşünü dile getirirler.
Popüler kültür üç farklı yaklaşımla ele alınır:
 Popüler kültür, kitle kültürüyle eşdeğer olarak değerlendirilir ve yüksek ve
alçak kültür ikilemi içinde tartışılır. Popüler kültür uygarlık, ciddi ve saf
kültür için tehlikeli olduğu iddiasından dolayı alçak zevklerin, ilgilerin
kültürü olduğu gerekçesiyle aşağılanır.
 Popüler kültür eleştirilmez ve demokrasinin bir nimeti olduğu noktasına
vurgu yapılır. Popüler kültür içerisindeki azınlık kültürlere karşı duyarsızlık
noktasında popüler kültür eleştirilir. Ancak kişilerin medya metnine karşı
okumalarla direniş ve mücadele göstererek bu durumun olumluya
çevrilebileceğini görüşü dile getirilir.
Popüler kültür kavramı
“yaygın beğeni” ve”
ticari” olarak iki anlamda
Örnek

• Kitle iletişim araçları sayesinde ve mekanik üretimin çoğalmasıyla


ele alınmıştır.
kitap basımı, şarkı, opera gibi klasikler kitlesel çapta tüm halka
ulaşarak tüketim sağlanmış ve böylece yüksek kültür ürünleri
herkes için ulaşılabilir olmuştur.

 Kitle kültürünün ortaya çıkması ve popülerliğin ticarileşmesi; popülerin


standartlaşması; fabrikasyon ve tek boyutlu ürünlerin ortaya çıkması;
moda ve reklamcılığın, medyanın, kısaca bilinç endüstrilerinin toplumda
egemenlik kurması; popüler kültüre karşı direnme yerine, kitleler
üzerindeki bu kültürün köleleştirici etkisi üzerinde durulur. Ekonomik alt
yapının belirleyici olması, popüler kültürün sahte bilinç içerisinde
üretilmesi, kültürel üretimde ideolojik üretimin yapılması, kültürel üst
yapının ekonomik alt yapıyla ilişkisi gibi farklı yaklaşımları içerir.
Özetle popüler kültür, egemen yapı, sistem veya iktidara karşı bir savunma
mekanizması geliştirebilecek bir kültür veya kitle kültürü etkisi altında kalarak bu
kültür içerisinde çökertildiği” düşüncesinden hareketle olumlu veya olumsuz iki ayrı
görüş etrafında şekillenmiştir.
Popüler kültür en geniş tanımıyla gündelik hayatın kültürüdür ve önemi
buradan kaynaklanır. Gündelik hayat yöneten-yönetilen sınıflarını bir araya getirir
ve bu sınıflar arasında gündelik hayat içerisinde kültürel ve simgesel pratiklerle
iletişim ve etkileşime girerler. Popüler kültür, gündelik ideolojinin yaygınlaşmasına

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


32
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

ortam hazırlar. Popüler kültür, bir yandan ideolojik görüşleri yaygın hâle getirirken
öte yandan bir karşı duruş geliştirebilir.

Örnek
• On sekizinci yüzyılda Brezilya'da kilise ve devletin hakim kültürü
Popüler kültür, bir dayatmasına rağmen, halkın, popüler kültürün sesi olarak
yandan ideolojik dedikodu ve fısıltı gazetesi aracılığıyla bu dayatmaya karşı koyduğu
görüşleri yaygın hâle tespit edilmiştir.
getirirken öte yandan
bir karşı duruş
geliştirebilir. Toplumun bütün katmanlarına hitap edebilecek değerler, beğeniler
yaratmak amacında olan, bilinçli ve yönelimli olarak oluşturulmuş bu kültür
biçiminin belirgin özelliği hızlı yayılımı ve hızlı değişimidir. Sınıfsal bir nitelik taşıyan
popüler kültürün tarihselliğine ve kendine özgülüğüne karşın, poplaşan popüler
kültür geleneksel kültürle ya da yüksek kültürle arasında bir sınır çizmeden,
sınırları birleştirerek ya da silerek kendine yer açmaktadır.
Kitle iletişim araçlarıyla güçlenen popüler kültür, eğlenceler, oyunlar,
kahramanlar, putlar, törenler, din gibi yaşamın her alanında gündelik dünyayı
kuşatmaktadır. Bütün bunların yaygın hâle gelmesi ise on dokuzuncu yüzyılda kitle
iletişim vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Popüler Kültürün Özellikleri
 Biçim olarak orta karmaşıklıktadır.

 Aktarımı ya da iletimi, ortam ve teknoloji olarak dolaylıdır.


 Bilinen bir kaynağı ya da yaratıcısı(üreticisi) vardır.

 Kültürel değerleri ve gelenekleri, yeni formüller biçiminde yansıtır.


 Ürün tüketiciye dönüktür.

 Oldukça ucuza fakat parayla elde edilir (Oktay, 1997).

HALK KÜLTÜRÜ
Halk kültürü, kaynağının halka dayandığı, sözlü ve kültürel ögeler barındıran
kendi doğal çevresi içerisinde müdahale söz konusu olmaksızın halkın yaşam
biçimlerine ve pratiklerine dayanan kültürdür.
Ziya Gökalp, kültürü “resmi “ve “ halk” kültürü olmak üzere iki şekilde
inceler. Halkı, milli olanın yanında diye tanımlarken, havas diye tabir ettiği ikinci
kesimi ise yabancı etkilere açık olarak nitelendirir. Yani havas ile halk birbirinin
zıddı iki kavramdır. Halk vasfını taşıyan topluluk sözlü ve geleneksel yaşam
biçimine sahipken, havas ise yazıyı ve seçkinliği temsil eder.
Halk kültürü, halka özgü olan, kendi toplumsal alanı içinde ve çevresiyle
kurduğu ilişki sonucunda ürettiği, ait olduğu çevrenin ortak tecrübelerinden
oluşan kültürdür. Ekonomik kazançtan uzak olduğu için onu yeniden üreten ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


33
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

paraya dönüştüren profesyoneller yoktur. Her zaman belli yaşanmışlıkları içeren


halk kültürü, geçmişe dayanan temeller üzerinde yükselir. Halk kültürüne ait

Örnek
• Bir milletin dili, müziği, marşı, yemekleri vb. şeyler sahip olduğu
halk kültürünün özelliklerini yansıtır.
Halk kültürü, ait olduğu
kültürün yansımasıdır.

pratikler gerçek hayatla tamamen iç içedir.


Halk kültürü ile ait olduğu coğrafya arasında bir ilişki vardır. Çünkü kültürel
ürünlerin ortaya çıkmasında geçmişten gelen mirasın önemli bir payı vardır. Halk
kültürü ait olduğu toplumun yansıması olarak halkın ortak duygu ve düşüncelerini
dile getirirken ortaya çıktığı topraklara ait kültürel ürünlerden beslenir.
Halk kültürü, küresele karşı yerel bir özellik taşımasından dolayı milletlerin
kültürel birliğini sağlaması adına önemlidir. Halk kültürü, temeli bireye dayanan,
toplum içerisinde iletişim ve etkileşim işlevini yerine getiren, toplumsal birliktelik
ve kültürel aktarımın yürütücüsü olarak ve milletleri diğer milletlerden farklı kılan
bir unsur olarak kendini gösterir.
Halk kültürü sadece toplumsal yaşamda birliği, dayanışma işlevlerini yerine
getirmekle kalmaz, aynı zamanda yabancılaşmanın önüne geçerek sahip olunan
kültürün korunmasını ve devamlılığını sağlar. Halk kültürü, her uygarlığın yaratıcısı
olan insanların kimlik ve kişiliğinin temel belirleyicisidir.

YÜKSEK KÜLTÜR
Yüksek kültür, ciddi yazarlar ve sanatçılar tarafından üretilen, iyi eğitimli,
meslek sahibi veya akademisyenler tarafından azımsanmayacak derecede
yaratıcılık taşıyan, estetik ölçülere göre ortaya konulan ve bütün topluma uygun
kültürü sağlamayı temele alan kültürdür.
Yüksek kültür, on dokuzuncu yüzyılda yoğunlaşan işçi hareketleriyle birlikte
tartışılmaya başlayan, kitlelerin demokratik haklar elde etmesine karşı ortaya
çıkmıştır. Yüksek kültür ile kast edilen şey bir sınıfı ayırt etmek ve bu ayırt edici
özelliğin korunmasıdır. Seçkinler sınıfının kültürü olarak tanımlanan yüksek kültür,
ilk önce işçi hareketlerine karşı ortaya çıkmış olsa da ardından sanatsal üretim ve
değerli ürünleri kapsayan bir alan içinde tanımlanmaya başlamıştır. Yaratıcı,
keşfedici, geleceğe dönük ve devrimci bir nitelik taşıyan yüksek kültür geçmişin
kültürel ürünlerini yani klasikleri içerir ve en mükemmel kültürdür.
Örnek

• Yüksek kültür, ticari bir meta haline dönüşmemiş, kişinin


tüketecek olan kitleden daha çok kendi kişisel amaçları veya
tatminini sağlamak amacıyla ortaya çıkardığı ürün veya eseri ima
eder.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


34
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Belli bir sınıfın kültürel gelişmişlik ve üretkenliğini ifade eden yüksek kültür,
düşük düzeyli olarak tanımlanan kitle kültürünün tam karşıtı olarak kullanıma
girmiştir. Yüksek kültür ürünleri, o kültüre ait olanlar tarafından ve gündelik yaşam
pratikleri içinde bir ifade biçimi olarak kullanılır. Yüksek kültür ve kitle kültürü
arasındaki tartışmalar on dokuzuncu yüzyılda gelişen burjuva demokrasisi,
özgürlük anlayışı ve üretim ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Yüksek kültür
sahibi olarak ifade edilen kesim, kitleleri demokrasi için tehlikeli bulur ve aşağı
kültür ürünleri tercih eden zevksiz topluluklar olarak ifade ederler.

SANAYİ SONRASI TOPLUM


Sanayi sonrası toplum, sanayi devrimi sonrasında, iletişim teknolojilerinin
hızlı şekilde gelişmesi sonucu “enformasyon”un topluma hâkim olduğu toplumsal
bir dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm sanayi öncesi ve sanayi toplumunda
insanların geçim kaynağı olan tarım ve fabrikaların yerini sanayi sonrası toplumda
hizmet sektörüne bırakmıştır.
Sanayi sonrası toplumda, Sanayi sonrası toplum tanımını yapan düşünürler toplumu, sanayi öncesi
topluma enformasyon toplum, sanayi toplumu ve sanayi sonrası toplum olmak üzere üç başlıkta ele alır.
hâkimdir.
Sanayi öncesi toplum, doğaya insanın henüz fiziksel gücünden başka bir şeyle karşı
koyamadığı, geçimin madencilik, tarım, orman işçiliğine dayandığı bir toplumu
ifade eder. Coğrafi şartlar yaşam koşullarını belirler. Sanayi toplumu ise fabrika ve
doğanın gücüne karşı makinelerin geliştirildiği, tekniğin ve aklın üstün olduğu bir
varoluşu ifade eder. Uzmanlaşma, iş bölümü, hiyerarşi ve bürokrasi yanı sıra
düzenlenmiş bir toplum yaşamından söz etmek olanaklıdır. Sanayi sonrası
toplumda ise hizmet sektörü gelişmiştir ve bireyler arası ilişki ön plandadır.
Doğanın hâkimiyeti bir önceki dönemde kontrol altına alınmış ve fikir birliği,
uzlaşma, ortak karar alma süreçleri toplumda öne çıkmıştır. Temelde birey değil,
toplum ön plandadır. Sanayi sonrası toplum, bilginin bir güç hâline geldiği ve
hizmet sektörünün geliştiği bir toplumsal yapıyı ifade eder.
Örnek

• Bir öğretmen veya bankacının işini yapabilmesi için bilgiye


ihtiyacı vardır. Bireyin kas kuvvetine sahip olması bu meslekleri
yapması için hayati önem taşımaz

Sanayi sonrası toplum, üç kuram altında incelenir. Bunlar;


Enformasyon Toplumu Kuramı: Bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin ön
palan çıktığı, iş bölümü, emek, organizasyon gibi yapıların esnekleştiği ve
özelleştirme politikalarıyla devletin küçültülmesi söz konusudur. Bedensel iş
gücüne dayanan “mavi yakalı” olarak tabir edilen çalışanlar yerine zihinsel iş
gücüne dayanan “beyaz yakalı”ların çok fazla istihdam edildiği toplumlardır.
Tüketim Toplumu Kuramı: Seri üretimin başlangıcı olarak kabul edilen ve
Fordizm diye nitelendirilen üretim şekliyle birlikte insanların tüketime yöneltildiği

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


35
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

toplumlardır. Eşyalara olan ihtiyaçtan ziyade, sahip oldukları gösterge değeri


üzerinden tüketilmesi nedeniyle tüketim, sembolik olarak yapılan bir eyleme

• Reklamlar, ihtiyaçtan ziyade göstergeler üzerinden tüketim

Örnek
alışkanlığını körüklemeye yönelik amaç taşır.

dönüşmüştür.
Post-Modern Toplum Kuramı: Kültürel, politik ve ekonomik alanda
değişimleri ifade eder. Modern dönemdeki araçsal akıl yerine eleştirel aklı ön
plana çıkaran bir yapıdan beslenir. Ancak bu görüş, kendinden önce gelen yapıyı
eleştirmek yerine devamı olduğu gerekçesiyle kapitalizm kültürünün devamı
olduğu noktasında karşı görüşler ileri sürer.

MODERN KAPİTALİZM KÜLTÜRÜ


Kapitalizm, ekonomik bir sistemin adı olup, özel ve bireysel girişimlerle
piyasanın oluşturulduğu ve devlet müdahalesinin sınırlı olduğu bir yapıdır. Aynı
zamanda kar elde etmek için mal üretimi ve bu malları satmak için hizmete dayalı
iş gücünden elde ettiği birikimi sağlayan bir işleyiş tarzına sahiptir. Oldukça özgür
olan bu sistemde bireylerin özel mülkiyet sahibi olma hakları ve bu haklarını
Kapitalizm, ekonomik diledikleri şekilde tasarruf etmeleri söz konusudur.
bir sistemin adı olup, 16. yüzyıldan itibaren başta Batı Avrupa olmak üzere dünyanın geri kalan
özel ve bireysel
birçok bölgesinde kurumsallaştığı ve tarihsel olarak kendisini sürekli yenilediği
girişimlerle piyasanın
oluşturulduğu ve devlet görülür. Örneğin kapitalist üretim, Ortaçağ Avrupa’sında feodalizmin
müdahalesinin sınırlı yıkılmasından sonra ticarette, 18. Yüzyılda sanayileşmede, 19. yüzyılda
olduğu bir yapıdır. örgütlenmede, 20. yüzyılda sömürgeleşmede ve 21. yüzyılda tekelleşmede öne
çıkmış, ancak bütün bu süreçler, üretimin, işgücünün ve emeğin sürekli
sermayenin lehinde dönüşmesine de zemin hazırlamıştır.
Kapitalizm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve özellikle 1980 yılında dünya
için çok önemli bir gelişme olan Soğuk Savaş Dönemi’nin bitmesiyle, küreselleşme
adı altında sermayelerin yeniden yapılanmasına ve örgütlenmesine, ulusal
sınırların silikleşmesine, pazarlara dünya çapında ulaşılmasına, esnek üretimin
yaygınlaşmasına ve yeni bir ekonomi-politik yapının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Ortaya çıkan bu yeni ekonomi-politik yapı ise üretimin devamlılığını
sağlayacak bir tüketime ihtiyaç duyarak insanları tüketime yöneltecek yeni
arayışlar içerisine girmiştir.
Endüstri devrimiyle değişime uğrayan toplumda, bir yandan kentleşme, iş
bölümü, uzmanlaşma, cinsiyet ve cinsiyete dayalı iş bölümü, yeni toplumsal
sınıfların ortaya çıkışı, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin hızlı şekilde gelişimi ve
teknolojik yeniliklerin hemen kabul görmesi, öte yandan dini görüşlerin zayıflaması
ve kurumların etkisini yitirmeye başlaması modern kapitalist toplumların
özelliklerini niteler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


36
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Yeni olarak ortaya çıkan her teknoloji, insanları kapitalist sistemin zorlayıcı
tüketimine maruz bırakmaktadır. Şöyle ki, eskinin yerine gelen her yeni teknoloji
yeni düşünce ve yaşam tarzlarını da beraberinde getirmiş veya değiştirmiştir. Bu

Örnek
•Fabrikaların şehirlerde kurulmasıyla iş gücünün şehir
merkezlerinde taşınması geleneksel aile yapısının değişmesine ve
daha küçülmesine neden olmuştur.

ise mevcut kapitalist sitemin çarklarını döndüren sürekli bir mekanizma işlevi
görmektedir.

KİTLE TOPLUMU VE KİTLE KÜLTÜRÜ ÜZERİNE


MODERNİST KURAMCILARIN GÖRÜŞLERİ
Alexis De Tocqueville
Amerika’da demokrasinin işleyişini inceleyen Tocqueville, toplumun değişen
yapısını ele almıştır. Demokratik Devrim kavramıyla açıklamaya çalıştığı toplumun
bu süreçte toprak aristokratları ve yoksul köylüler arasındaki sınıf farkının yavaş
yavaş kalkmaya başladığını ve bu devrimin ilerleyişinde eşitlik ilkesine vurgu
Tocqueville’ye göre
yapmıştır. Tocqueville’ye göre eşitlik ilkesinin gelişmesi özgürlük ilkesini dahi geri
eşitlik ilkesinin gelişmesi
özgürlük ilkesini dahi planda bırakmıştır.
geri planda bırakmıştır. Tocqueville’ye göre eşitlik ilkesinin gelişkin olduğu demokratik toplumlarda
bireylerin aidiyetleri, toplumsal bağlarını yeniden kurmakta oldukları için
aristokratik toplumdaki kadar başarılı olmaları mümkün değildi. Çünkü eşitlik ilkesi
hiyerarşiye dayanan ilişkiler yanı sıra aristokrat yapıda olan toplumsal örgütlenme
biçimlerini de ortadan kaldırıyordu. Bu durum ise aristokrat yapıda insanların kast,
zümre, sınıf gibi zorunlu bir bağlılıkla bağlı oldukları örgütlenme biçimi modern
dönemde rızaya dayanan gönüllüğe bırakıyordu fakat insanları toplumsal bağları
gevşeyen özerk bireyler yığınına çeviriyordu. Bu ise yurttaşlar arasındaki toplumsal
bağların gevşemesine ve ilerleyen aşamalarda kopmasına neden olacaktı. Yani
aristokratik yapıda birbirine zincirle bağlanan halkalar, demokratik yapıda zincirin
her bir halkasının koparak insanları özgür bırakmaktaydı. Demokratik toplumlarda
gelişen bireyselcilik, güçsüzleşme ve yalnızlaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Bu durum ise modern döneme ilişkin bir toplumsal eğilim olarak ortaya çıkar
(Tocqueville 1953).
Tocqueville, kitle toplumunu, insanı tek biçimleştirici yapmasını ve bunun da
burjuvanın vaat ettiği eşitlikçi yapının bir yanılsama yaratmasına bağlı olarak
geleneksel ilişkilerin bozulması sonucunda gerçekleştiğini iddia eder. Modern
toplum, insanlara özgürlük sunarken aslında geleneksel bağlarından kopmalarına
neden olmuş, onları “birey”leştirmiş ve kitle içerisinde “aynı”laştırmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


37
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Karl Marx
Marx, felsefi düşüncesini kapitalist sınıfın egemen değerlerini eleştiren bir
yapıya dayanarak ortaya koyar. Bunun nedeni ise feodal ve aristokrasinin
değişmesine öncülük eden burjuva sınıfının özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi
değerlerle ortaya çıkması ancak daha sonra kendi değerlerini topluma yerleştirip
tüm insan ilişkilerinin meta kültürüne dayandırarak tüketim odaklı bir yapıya
Marx, felsefi düşüncesini evirilmesidir.
kapitalist sınıfın egemen Marx, toplumu modern kapitalist sistem üzerinden değerlendirerek nerdeyse
değerlerini eleştiren bir bütün düşüncelerini “yabancılaşma” kavramı üzerine tesis eder. Kapitalist
yapıya dayanarak ortaya sistemde emekçi/işçi, iş bölümüne göre üretime zorlanarak yoğun üretim
koyar. süreçlerinde özgürce üretmek yerine bir angarya olarak bu işleri tamamlamak
zorunda kalır. Bu durumda varlığı nesneye indirgenmiş olan insan, ürettiği eşyaya
yabancılaşarak o eşyayı ancak ürettiği süreden çok daha fazla miktarda çalışarak
satın aldığında ona sahip olma hakkını elde edecektir.
Örnek

•Otomobil fabrikasında bir işçinin 3 aylık sürede bir otomobili


tamamlamasına rağmen o otomobile sahip olmak için 5 yıl
çalışması durumunda emeğine yabancılaşması söz konusu
olmaktadır.

Modern kapitalist yaşam içerisinde oluşan kitle toplumunda yabancılaşma


hayatın her alanında yaşanmaktadır. Çünkü insanlar var olmayana tükettikleri
nesneler üzerinden sahip olmaya çalışırlar. Yabancılaşma, insanın özgürce
düşünmesi ve hareket etmesinin önündeki en büyük engel ve bireyi yalnızlaştıran
bir durumun tetikleyicisidir. Emeğine, kendisine, diğer insanlara yabancılaşan
insan dünyaya yabancılaşır ve sitemin devamlılığını sağlayan bir çark hâline gelir.
Friedrich Nietzsche
Nietzsche, kitle toplumu için kültürü tehdit edici bir unsur olarak bakar.
Çoğunluğun temsili olarak gördüğü kitlenin kültürünü aşağı kültür olarak
nitelendirir ve geniş yığın olarak gördüğü bu kitlenin yüksek kültür düzeyine
ulaşmasının imkânsız olduğu görüşünü savunur. Nietzsche, kitle toplumunun
oluşumunu gelişen işçi sınıfına bağlar ve kitleleşmenin yitip giden değerlerin ve
kültürün çökmesinin nedeni olarak görür. Modern toplum ve bu toplumun sahip
olduğu değer ve kültür ilgili olarak Nietzsche, kitle kültürü ve onun ortaya çıkarmış
olduğu kültür seviyesinin daha yükseklere çıkarılması gerektiği iddiasında ısrar
eder. Çünkü sağlıklı toplumların ortaya çıkabilmesi için popüler kültür ve kitle
kültürünün getirdiği değerlerin yerine yüksel kültür değerlerinin benimsenmesi
gerekir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


38
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

On dokuzuncu yüzyılda düşünce ve teknoloji alanında yaşanan devrimler


sonucu ortaya çıkan birey-toplum ilişkisini eleştirerek, çok çalışıp sürekli üreten
insanın dayatılmış inanç ve fikirleri sorgulamadan ve özgürleşmek için çaba sarf
etmeden yaşamalarını eleştirir. Nietzsche, toplumu yığın şeklindeki kitle vasfından
çıkarmanın yolunun, dayatılan dogmalara karşı, düşünen özgür bireylerde olduğu
Spengler’e göre bir görüşünü ileri sürer.
kültür yaşayan bir
Oswald Spengler
organizma gibi doğar
büyür ve ölür. Spengler, Aydınlanma Dönemi’nin getirmesi beklenen olumlu değişimlerin
aksi yönde gerçekleşmesiyle içinde bulunulan kültürün iddia edildiği gibi
özgürleşme getirmediğini öne sürer. Çünkü sanayileşme sonrasında geleneksel
toplum yapısının çözülmesi sonucu bireyciliğin ve kitle toplumunun ortaya çıkması
söz konusudur. Spengler’e göre bir kültür yaşayan bir organizma gibi doğar büyür
ve ölür. Toplumlarda bu organizma gibi dil, din, kültür, devlet gibi kavramların
ortaya çıkmasını ve devamlılığını sürdürmesini ve en sonunda da uygarlık
aşamasına yani değerlerin yozlaştığı ve yeni değerlerin eski değerlerin yerini aldığı
döneme girer. Her kültürün uygarlığı vardır. Ancak bir kültürün uygarlık düzeyine
ulaşmış olması o kültürün değerlerindeki yozlaşmanın işaretidir. Örneğin; değerler
para ile değiştirilmeye, bayramların yerini yozlaşmış eğlenme biçimlerine, halkın
yerini kitleye bırakması gibi farklılıklar yaşanır. Yani bir kültürün uygarlık
durumuna geldiği anda geleneksel yapılardan sıyrılarak kitleye dönüşmesi söz
konusu olur.
Kültürün ilk ortaya çıkışında akılcı yöntem egemen durumdayken uygarlık
aşamasına geçildiğinde ortaya çıkan demokrasi kitleleri peşinden sürükleyen ve
parası olanın egemenliğine doğru değişime uğrar. Demokrasi ile sorumluluk bilinci
aşılamaya çalışılırken öte yandan basın kitleyi daha az düşünmeye sevk eden bir
yapıda varlığını gösterir. Demokraside “gerçek” olgusu basının dönüştürüp,
değiştirmesine maruz kalarak istenilen biçimde şekillenir.

Ortega Gasset
Gasset, modern kapitalist toplumun ortaya çıkışıyla birlikte toplumsal
yaşayış tarzıyla ilgili olarak eleştirilerini dile getirerek tek biçimleştirilmiş
yaşamların ve geleneksel değerlerin yitirilmesine vurgu yapar. Demokrasi ile vaat
edilenin tersine insanların ilgisiz ve sorumsuz şekilde hayata bakışlarını değiştirdiği
noktasında görüşlerini dile getirmiştir.
Gasset’e göre hayatta hiç Seçkin ve kitlelerden oluştuğunu söylediği toplumun doğru şekilde
bir amacı olmayan kitle yönetilmesi seçkinler sayesinde gerçekleşeceğini ileri sürer. Şayet kitlelerin iktidarı
kendini düzenin
söz konusu olursa bu durumda “yaşadıkları anı hayat diye kabul edenler” in
akıntısına kaptırmış ve
iktidarı olacağından toplumsal alanla ilgili sorun çözen bir yönetici kesimin olması
yozlaşmış bir toplumun
ortaya çıkmasına neden ihtimali yoktur. Çünkü Gasset’e göre hayatta hiç bir amacı olmayan kitle insanı
olmuştur. kendini düzenin akıntısına kaptırmış ve yozlaşmış bir toplumun ortaya çıkmasına
neden olmuştur (Gasset 2003: 98- 99).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


39
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

Boşlukta asılı bir yaşamı tercih eden kitle adamı, hayatı akışına göre yaşar ve
herhangi bir duruma müdahale etmez. Ortega Gasset’in sürekli tekrar eden ve
diğerleriyle aynı olan sıradan bir insan topluluğu olarak tanımladığı kitle, kendisini
diğerleriyle aynı olmasından dolayı mutlu hisseder ve herhangi bir endişe duymaz
(Gasset 2003).
Ancak bugün bakıldığında Gasset’in dile getirdiği gibi kitlelerin egemen
şekilde yönetimde söz sahibi olması mümkün olamamıştır.

KİTLE TOPLUMU VE KİTLE KÜLTÜRÜ YAKLAŞIMINDAN


MEDYAYA BAKIŞ
Kitle iletişim araçlarından
İletişimin çoğunlukla kitle iletişim araçları ile sağlandığı kitle toplumunda
yayılan mesajlar veya
üretilen gerçekler, düşünceler, inançlar, kültürel değerler ve tutumlar, nesnelerin tüketimi, günlük
seyircinin hayal gücünü yaşam alışkanlıkları büyük oranda bu araçlardan yayılan mesajlara göre şekillenir.
körelttiği gerekçesiyle Kitle toplumun şekillenmesinde önemli role sahip olan ve özellikle 19. yüzyılda
eleştirilir. iletişim alanında icat edilen telefon, telgraf vb. gibi kitle iletişim araçları, uzak
mesafelere bilgi akışını sağlamasından dolayı bu ağı genişletmiştir. “Hız”
faktörünün önemli olduğu iletişim çağında çok kısa zaman diliminde veya anında
haber/bilgi akışının sağlanması iletişim araçlarının, kitleler tarafından takip
edilmesini cazip hale getiren önemli bir unsur olarak ortaya çıkmıştır.
Tüketim çağının bir verisi olarak kitle kültürü, eğlendirici unsur başta olmak
üzere, reklam, sinema, televizyon, hatta en çok satan(bestseller) kitaplar, kitleler
tarafından büyük rağbet görürler. Bu araçlardan hazır olarak sunulan fikirleri alıp
benimseyen birey, düşünmeye yönelmez, verili olan yorum ve değerlere göre
tutum ve davranış sergiler.
Sanayi devrimi sonucu kitle toplumu ve bu toplumun ürünü olarak kitle
kültürünün ortaya çıkıp yayılmasında kitle iletişim araçlarının rolü büyüktür.
Teknolojik devrimlerle coğrafik olarak sınırların aşılması sonucu kitlelerle
kurulabilen iletişim, toplumsal değişimlere de zemin hazırlamıştır. İletişimin
sanayileşmiş araç olarak veri üretmesi, dağıtması, çoğaltması toplumsal gerçeğin
bu araçlarla tanımlanmasına olanak vermiştir.
Kitle toplumunun en belirgin özelliği olarak toplumdaki haberleşme biçimi
ve bu haberleşmede kullanılan araçlar olarak görülür. Geleneksel olarak tarif
edilen toplumsal yapıda kişilerin aktif şekilde birbirleriyle görüş, düşünce veya fikir
alış verişinde bulunmaları kitleselliğe dönüşen toplumda tek taraflı iletişim kurulan
bir yapıya dönüşür. Bu durumda birey kitle iletişim tüketicisi olarak sadece bu
araçlardan verilen bilgileri edinir. İletişimin kaynağıyla aktif etkileşim sağlayamaz.
Kitle iletişim araçlarından yayılan mesajlar veya üretilen gerçekler, seyircinin
hayal gücünü körelttiği gerekçesiyle eleştirilir. Sinema, televizyon ekranlarından
sürekli akan görüntü bombardımanı gerçeğin eleştirisiz olarak kabul edilesini
sağladığı için kitle kültürü ve kitle toplumu sürekli yeniden üretime maruz
kalmaktadır. Yapay üretim olarak kitle iletişim araçlarından yansıyan ürünler
basmakalıp slogan ve mesajlarla hedef kitleyi tüketmeye yöneltir. Gerçek

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


40
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

yaşamdan uzaklaşmak isteyen insanlara böylelikle tüketim kültürü aşılanır ve


tüketen insan aynı zamanda satın aldığı ürünlerle toplumda statü kazanır. Kitle
iletişim araçları muhataplarının zihinlerinde kendi üretmiş oldukları gerçekliği
yerleştirirler.

Örnek
•İnsanlar sadece bir anın görüntüsüyle haberlerde yer alan bir
olayın gerçekliğine sorgulamadan inanabilmektedirler.

• Gazete, radyo veya televizyondaki herhangi bir programın


Bireysel
Etkinlik

vermek istediği mesajları sorgulayıcı biçimde okumaya


çalışınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


41
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

•KİTLE TOPLLUMU VE KİTLE KÜLTÜRÜ GELENEĞİ


•KİTLE
•Kavramının çıkışına bakıldığında, tarih içinde ve kuramsal yaklaşımlara göre
değişen anlamları vardır. Kitle denildiğinde günümüzde sayısı belli olmayan
insan çokluğu anlatılmak istenir. Kitle iletişimindeki kitle sayısı bilinmeyen
izleyici, okuyucu, seyredici ve kullanıcıdır. Ekonomik anlamda kitle,
Özet
bilinmeyen sayıdaki tüketicidir. Kültür bazında kitle, kültürü tüketenler ve
dolayısıyla tüketimden geçerek üretim için gereksinimi üretenlerdir.
•KİTLE TOPLUMU
•Endüstri devrimiyle ortaya çıkan kitle, iş bölümü, uzmanlaşma, meta üretimi,
nüfus popülasyonunun kentlerde giderek artması, iletişim araçlarının
gelişmesi ve işçi sınıfının haklarının genişletilmesiyle siyasal, ideolojik,
ekonomik, bürokratik ve toplumsal sınıfların belirmesine neden olan bir
kavram olarak ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimiyle koşut olarak başlayan
bilimsel ve teknolojik alandaki değişimler, kentsel yerleşme biçimlerinin ve
buna bağlı olarak yeni yaşam şekillerinin ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştır.
•KİTLE KÜLTÜRÜ
•Kitle toplumu ve onun kültürel alandaki karşılığı olarak beliren kitle kültürü,
temelde birbirinden ayırt edilemeyen ve birbirini tamamlayan iki kavramdır.
Kitle kültürü, kitle toplumunu oluştururken, kitle toplumunda gerçekleşen
eylemler veya anlamlar da kitle kültürünü oluşmasını sağlamaktadır.
•Kitle toplumunda bireyler farklıymış gibi görünürler, ancak kitle kültürü
bireyler arasındaki farkı gözetmeksizin, farkları yok ederek tek bir kültür
üzerinden insanları aynılaştırır.
•POPÜLER KÜLTÜR
•Popüler kültür, başlangıçta Latince popularis’ten türeyerek, halka ait
anlamına gelen hukuki ve siyasal bir terimdir. Ama aynı zamanda aşağı ya da
değersiz anlamı da vardır. Sonradan yaygın şekilde tercih edilen ya da çok
“beğenilen”i ifade etmek için hesaplı bir çabayı gösterme anlamını da
içermektedir. Ancak 19. Yüzyılda tanımında bayağı ve beğeni anlamlarıyla
birlikte halk üzerinde güç kırmak isteyenler açısından değil, halk açısından
olumlu anlam ihtiva eden bir kavram olarak perspektif değişikliği olmuştur.
• HALK KÜLTÜRÜ
•Halk kültürü, kaynağının halka dayandığı, sözlü ve kültürel öğeler barındıran
kendi doğal çevresi içerisinde müdahale söz konusu olmaksızın halkın yaşam
biçimlerine ve pratiklerine dayanan kültürdür.
•YÜKSEK KÜLTÜR
•Yüksek kültür, ciddi yazarlar ve sanatçılar tarafından üretilen, iyi eğitimli,
meslek sahibi veya akademisyenler tarafından azımsanmayacak derecede
yaratıcılık taşıyan, estetik ölçülere göre ortaya konulan ve bütün topluma
uygun kültürü sağlamayı temele alan kültürdür.
•SANAYİ SONRASI TOPLUM
•Sanayi sonrası toplum, sanayi devrimi sonrasında, iletişim teknolojilerinin
hızlı şekilde gelişmesi sonucu “enformasyon”un topluma hâkim olduğu
toplumsal bir dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm sanayi öncesi ve sanayi
toplumunda insanların geçim kaynağı olan tarım ve fabrikaların yerini sanayi
sonrası toplumda hizmet sektörüne bırakmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


42
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

•Sanayi sonrası toplum tanımını yapan düşünürler toplumu, sanayi öncesi


toplum, sanayi toplumu ve sanayi sonrası toplum olmak üzere üç başlıkta
ele alır. Sanayi öncesi toplum, doğaya insanın henüz fiziksel gücünden başka

Özet (devamı) bir şeyle karşı koyamadığı, geçimin madencilik, orman işçiliğine dayandığı
bir toplumu ifade eder. Coğrafi şartlar yaşam koşullarını belirler. Sanayi
toplumu ise fabrika ve doğanın gücüne karşı makinelerin geliştirildiği,
tekniğin ve aklın üstün olduğu bir varoluşu ifade eder. Uzmanlaşma, iş
bölümü, hiyerarşi ve bürokrasi yanı sıra düzenlenmiş bir toplum
yaşamından söz etmek olanaklıdır. Sanayi sonrası toplumda ise hizmet
sektörü gelişmiştir ve bireyler arası ilişki ön plandadır.
•MODERN KAPİTALİZM KÜLTÜRÜ
•Endüstri devrimiyle değişime uğrayan toplumda, bir yandan kentleşme, iş
bölümü, uzmanlaşma, cinsiyet ve cinsiyete dayalı iş bölümü, yeni toplumsal
sınıfların ortaya çıkışı, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin hızlı şekilde gelişimi
ve teknolojik yeniliklerin hemen kabul görmesi, öte yandan dini görüşlerin
zayıflaması ve kurumların etkisini yitirmeye başlaması modern kapitalist
toplumların özelliklerini niteler.
•KİTLE TOPLUMU VE KİTLE KÜLTÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİM
ÜZERİNE FARKLI MODERNİST KURAMCILARIN GÖRÜŞLERİ
•Alexis De Tocqueville: Demokratik Devrim kavramıyla açıklamaya çalıştığı
toplumun bu süreçte toprak aristokratları ve yoksul köylüler arasındaki sınıf
farkının yavaş yavaş kalkmaya başladığını ve bu devrimin ilerleyişinde eşitlik
ilkesine vurgu yapmıştır. Tocqueville’ye göre eşitlik ilkesinin gelişmesi
özgürlük ilkesini dahi geri planda bırakmıştır.
•Karl Marx: Marx, felsefi düşüncesini kapitalist sınıfın egemen değerlerini
eleştiren bir yapıya dayanarak ortaya koyar. Marx, toplumu modern
kapitalist sistem üzerinden değerlendirerek nerdeyse bütün düşüncelerini
“yabancılaşma” kavramı üzerine tesis eder.
•Friedrich Nietzsche: Nietzsche, kitle toplumu için kültürü tehdit edici bir
unsur olarak bakar. Çoğunluğun temsili olarak gördüğü kitlenin kültürünü
aşağı kültür olarak nitelendirir ve geniş yığın olarak gördüğü bu kitlenin
yüksek kültür düzeyine ulaşmasının imkânsız olduğu görüşünü savunur.
Nietzsche, kitle toplumunun oluşumunu gelişen işçi sınıfına bağlar ve
kitleleşmenin yitip giden değerlerin ve kültürün çökmesinin nedeni olarak
görür.
•Oswald Spengler: Aydınlanma Dönemi’nin getirmesi beklenen olumlu
değişimlerin aksi yönde gerçekleşmesiyle içinde bulunulan kültürün iddia
edildiği gibi özgürleşme getirmediğini öne sürer. Çünkü sanayileşme
sonrasında geleneksel toplum yapısının çözülmesi sonucu bireyciliğin ve
kitle toplumunun ortaya çıkması söz konusudur.
•Ortega Gasset: Gasset, modern kapitalist toplumun ortaya çıkışıyla birlikte
toplumsal yaşayış tarzıyla ilgili olarak eleştirilerini dile getirerek tek
biçimleştirilmiş yaşamların ve geleneksel değerlerin yitirilmesine vurgu
yapar. Demokrasi ile vaat edilenin tersine insanların ilgisiz ve sorumsuz
şekilde hayata bakışlarını değiştirdiği noktasında görüşlerini dile getirmiştir.
•KİTLE TOPLUMU VE KİTLE KÜLTÜRÜ YAKLAŞIMINDAN MEDYAYA/KİTLE
İLETİŞİM ARAÇLARINA BAKIŞ
•Kitle toplumun şekillenmesinde önemli role sahip olan ve özellikle 19.
Yüzyılda iletişim alanında icat edilen telefon, telgraf vb. gibi kitle iletişim
araçları, uzak mesafelere bilgi akışını sağlamasından dolayı bu ağı
genişletmiştir.
•Kitle iletişim araçlarından yayılan mesajlar veya üretilen gerçekler,
seyircinin hayal gücünü körelttiği gerekçesiyle eleştirilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


43
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi popüler kültür özelliklerinden biri değildir?
a) Orta karmaşıklıktadır.
b) Kültürel değerleri ve gelenekleri, yeni formüller biçiminde yansıtır.
c) Ürün tüketiciye dönüktür.
d) Toplumun tüm katmanlarına hitap etmez.
e) Oldukça ucuza fakat parayla elde edilir.

2. İçerisinde sözlü ve kültürel öğeler barındıran kendi doğal çevresi içerisinde


müdahale söz konusu olmaksızın toplumun yaşam biçimlerine ve
pratiklerine dayanan kültürdür.
Yukarıdaki tanım aşağıdaki hangi tip kültürü betimlemektedir?
a) Popüler kültür
b) Kitle kültürü
c) Kapitalist kültür
d) Yüksek kültür
e) Halk kültürü

3. Aşağıdakilerden hangisi yüksek kültürün özeliklerinden biri değildir?


a) Yaratıcıdır.
b) Keşfedicidir
c) Herkese hitap eder.
d) Geleceğe dönüktür.
e) Devrimcidir.

4. Aşağıdakilerden hangisi sanayi sonrası toplumun özelliklerindendir?


a) Geleneksel yapı hâkimdir.
b) Enformasyon, topluma hâkimdir.
c) Üretim tarıma dayalıdır.
d) Toplumsal yaşam geniş aile tipiyle varlığını gösterir.
e) Coğrafi şartlar yaşam koşullarını belirler.

5. Aşağıdakilerden hangisi sanayi toplumunun özelliklerinden biri değildir?


a) Uzmanlaşma söz konusudur.
b) Fabrikalar gelişmiştir.
c) Teknik ve akıl üstündür.
d) Ortak karar alma süreçleri bu toplum yapısında önemlidir.
e) Düzenli toplumsal yaşam söz konusudur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


44
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

6. I. Enformasyon Toplumu Kuramı


II. Tüketim Toplumu Kuramı
III. Post-Modern Toplum Kuramı
Yukarıdaki kuramlar hangi toplum tipini inceleme konusu olarak ele
almaktadır?
a) Sanayi öncesi toplum
b) Sanayi sonrası toplum
c) Sanayi toplumu
d) Tarım toplumu
e) İlkel toplum

7. Aşağıdakilerden hangisi kitle toplumu ve kitle kültürü ile ilgili olarak


modernist yaklaşımcı kuramcılardan biri değildir?
a) Jean Paul Sartre
b) Alexis de Tocqueville
c) Friedrich Nietzsche
d) Oswald Spengler
e) Ortega Gasset
8. Aşağıdakilerden hangisi popüler kültürün özelliklerinden biridir?
a) Yüksek kültür ürünlerini ön plana çıkarır.
b) Popüler kültür, herkesin ulaşamayacağı ürünleri kapsar.
c) İdeolojik görüşlerin tam karşısında durur.
d) Popüler kültür yöneten-yönetilen sınıflarını birbirinden uzaklaştırır.
e) Popüler kültür, gündelik hayatın kültürüdür.
9. Aşağıdakilerden hangisi kitle toplumunun özelliklerinden biri değildir?
a) Pazar üretimi ortaya çıkmıştır.
b) Üretim büyüklük olarak artmıştır.
c) Teknolojik gelişme söz konusudur.
d) Tarım başlıca geçim kaynağıdır.
e) Kapitalizm yükselmeye başlamıştır.
10. Aşağıdakilerden hangisi modern kapitalist kültürün özellikleri arasında
gösterilemez?
a) Kentleşme
b) Uzmanlaşma
c) Bilinçli tüketici olma
d) Cinsiyet ve cinsiyete dayalı iş bölümü
e) Yeni toplumsal sınıfların ortaya çıkışı

Cevap Anahtarı
1.d, 2.e, 3.c, 4.b, 5.d, 6.b, 7.a, 8.e, 9.d, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


45
Kitle Toplumu Geleneği ve Kitle Kültürü

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Çağan, K. (2003). Popüler Kültür ve Sanat. Ankara: Altınküre Yayınları.
Oktay, (1997). Türkiye'de Popüler Kültür. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gökalp. Z. (2010). Halk Medeniyeti I Başlangıç, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı,
Ankara: Grafiker Yayınları.
Sezal, İ. (2003). Sosyolojiye Giriş. Ankara: Martı Kitabevi.
Günay,1999:24, Günay, Umay; 1999,”Osmanlı İmparatorluğu ve Türk Halk
Kültürü”, Osmanlı Kültür ve Sanat C.9. Ankara, Yeni Türkiye Yayınları.).
Gans, 2005, s.104-114, Gans, Herbert J. 2005. Popüler Kültür ve Yüksek Kültür.
Çev. Emine Onaran İncirlioğlu. İstanbul: Yapı Kredi Y aymları.)
Baran, G., A. (1992). Sanayi Sonrası Enformasyon Toplumu Üzerine Tartışmalar.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Sayı:1-2 (9)., 1992, ss.53-
69.
Toffler, A. (1981). Üçüncü Dalga. (Çev. Ali Seden). İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Freyer, H. (2014). Sanayi Çağı (Çev. B. Akarsu, H. Batuhan). Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
Tocqueville, A. (1953). Democracy and America. (Çev. Henry Reeve), New York:
Alfred A. Knopf
Gasset, O. (2003). Kitlelerin Ayaklanışı. (Çev. Koray Karaşahin). İstanbul: Babil
Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


46
ANADAMAR İLETİŞİM
ARAŞTIRMALARI I: GÜÇLÜ
ETKİLER

• İletişim Araştırmalarında Güçlü


Etkiler Dönemi
İÇİNDEKİLER

• Güçlü Etkiler Bağlamında


Propaganda Amaçlı Çalışmalar
• Güçlü Etkiler Bağlamında İlk İLETİŞİM KURAMLARI
Modeller
•Uyarıcı-Tepki, Sihirli Mermi, Prof. Dr. Raci
Hipodermik İğne, Şırınga Modeli
•Lasswell’in Genel İletişim Modeli
TAŞCIOĞLU
•Shannon ve Weaver’ın
Matematiksel İletişim Modeli
•Osgood ve Schramm’ın Dairesel
İletişim Modeli
•Dance’ın Sarmal İletişim Modeli

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•İletişim araştırmalarında güçlü
HEDEFLER

etkiler döneminin ortaya çıkış


sürecini kavrayacak,
•Propaganda amaçlı çalışmaların
dönemsel hangi şartlar altında
yapıldığını anlayabilecek, ÜNİTE
•Güçlü etkiler bağlamında
geliştirilen ilk modellerin neler
olduğunun ve neyi amaçladığının
farkına varabileceksiniz.
ÜNİTE 3
©
1
Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

ANADAMAR İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI I:

İletişim
Araştırmalarında
Güçlü Etkiler Dönemi
GÜÇLÜ ETKİLER

Güçlü Etkiler Uyarıcı-Tepki/Sihirli


Bağlamında Mermi/Hipodermik
Propaganda Amaçlı İğne/Şırınga Modeli
Çalışmalar
Lasswell'in Genel İletişim
Modeli
Güçlü Etkiler
Bağlamında İlk
Modeller Shannon ve Weaver'ın
Matematiksel İletişim
Modeli

Osgood ve Schramm'ın
Dairesel İletişim Modeli

Dance'ın Sarmal İletişim


Modeli

48
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

GİRİŞ
Matbaanın gelişimi sonrası ortaya çıkan modern gazetelerden günümüzdeki
yeni medya teknolojilerine gelinceye kadar kitle iletişim araçlarının toplum
üzerinde önemli etkileri olduğu hep kabul edilegelmiştir. Propagandanın dünya
ölçeğinde etkili olduğu bir süreçte yani 20. yüzyılın ilk yarısında bu ön kabulden
hareketle iletişim araştırmaları ortaya çıkarken, ilerleyen süreçte araştırmalara
yön veren gerek egemen gerekse eleştirel yaklaşımlar bu etkiyi gör(e)memezlikten
gel(e)memişlerdir. Liberal kurama dayanan egemen iletişim araştırmaları 20.
yüzyılın ortalarına doğru etkinin sınırlı olduğunu ortaya koyarken, 1970’lere doğru
etkinin yeniden güçlendiğini iddia etmişlerdir. Marksist kuramdan beslenen
eleştirel iletişim araştırmaları kapitalist üretim pratiği ve ilişkileri çerçevesinde ele
aldıkları kitle iletişim araçlarının var olan kurulu düzeni yeniden ürettiğini böylece
egemenlerin çıkarlarına hizmet ettiğini iddia ederken bu araçların etkisini zımnen
onaylamışlardır.
Etki odaklı iletişim araştırmaları liberal kuram geleneği içerisinde
yürütüldüğü için bu tür araştırmalar anadamar veya ana akım (mainstream)
iletişim araştırmaları olarak literatürde bilinegelmiştir. İlk iletişim araştırmaları
dünyada 1900’lerin hemen başında disiplinlerarası bir yaklaşımla ortaya çıkmış ve
bu ilk araştırmalar o dönemin konjonktürüne uygun bir biçimde ağırlıkla
Etki odaklı iletişim propaganda olgusu ve kavramı üzerine yapılmıştır. Dolayısıyla o yıllarda en etkili
araştırmaları liberal iletişim aracı olan ve propaganda ile özdeşleşen radyo ve sinema ile gazetenin
kuram geleneği
toplum üzerindeki etkileri incelenmeye çalışılmış ve bu çalışmalarda kitle iletişim
içerisinde yürütüldüğü
için bu tür araştırmalar araçlarının çıktılarının yani mesajlarının toplum üzerinde doğrudan ve çok güçlü
literatürde anadamar etkileri olduğu ortaya konulmuştur. O günlerden günümüze giderek çeşitlenen,
iletişim araştırmaları gelişen ve yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının toplum üzerinde etkili olduğu
olarak bilinmektedir. bugün bile araştırmalar tarafından hâlâ teyit edilse de bu ilk dönem araştırmalar
güçlü etkilerin varlığını kimi kuram ve modeller çerçevesinde görünür kılmaya
çalışmıştır.
Anadamar iletişim araştırmalarının ilk döneminin yani güçlü etkilerin konu
edinildiği bu ünitede, iletişim araştırmalarının ortaya çıkışı ve propaganda amaçlı
çalışmalar ile bu araştırma ve çalışmalar kapsamında geliştirilen ilk kuram ve
modeller üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede, uyarıcı-tepki/sihirli
mermi/hipodermik iğne/şırınga modeli ve Lasswell, Shannon ve Weaver,
Schramm, Osgood, Dance ile özdeşleşen modeller ele alınmaktadır.

İLETİŞİM ARAŞTIRMALARINDA GÜÇLÜ ETKİLER DÖNEMİ


İlk iletişim araştırmaları her ne kadar 20. yüzyılın hemen başlarında
disiplinlerarası bir yaklaşımla ortaya çıkmış olsa da, kimi kaynaklar 19. yüzyılda
yapılan bazı çalışmaları iletişim araştırmalarının en erken dönem örnekleri olarak
kabul etmektedirler. “Alexis de Tocqueville’in 1835 yılında kamuoyunun
oluşumunda gazetenin rolünü ele aldığı çözümlemeleri, Karl Knies’in telgrafın
enformasyon ekonomisi üzerindeki etkilerini ele alan 1857 tarihli kitabı, Delos F.
Wilcox’un 1900 yılında ABD’de yayınlanan gazetelerdeki sayfa-yer tahsisi üzerine

49
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

yaptığı içerik çözümlemesi bu çalışmalardan bazılarıdır” (Lang, 2005’den aktaran:


Özçetin, 2018).
Erken dönem örnekleri takip eden ve 1900’lerin hemen başında karşılaşılan
iletişimle ilgili ilk araştırmalar ağırlıkla ABD’de ortaya çıkmış ve gelişmiştir. İlk
1900’lerin hemen araştırmalar, erken dönem örnekler gibi henüz daha iletişim bilimi gelişmediği için
başında karşılaşılan çeşitli bilim dallarının iletişim konulu çalışmalarına dayanmıştır. Diğer bir ifadeyle,
iletişimle ilgili ilk ilerleyen süreçte iletişim biliminin nüvesini oluşturacak disiplinlerarası bir
araştırmalar ağırlıkla yaklaşımın sonucu olarak iletişimsel konulara yönelik bir ilgi ile başlamıştır.
ABD’de ortaya çıkmış ve Ağırlıkla siyaset biliminin ilgisinin öne çıktığı ilk dönem araştırmalarda dönemin
gelişmiştir. önemli kitle iletişim araçları olan radyo ve gazete aracılığıyla yürütülen
propaganda çalışmaları ile kamuoyunun oluşumu konuları yoğunluk kazanmıştır.
Siyaset biliminin ilgisini sosyoloji, psikoloji ve sosyal psikoloji bilimlerinin ilgisi takip
ederken, bu alanlardaki araştırmacılar radyo ve gazetenin kitleleri ikna etme ve
onlara davranış kazandırma etkilerini dikkate almışlardır. İletişimsel konulara
yönelik ilk sosyolojik çalışmalar Chicago Üniversitesi bünyesindeki Chicago
Sosyoloji Okulunun öncülüğünde yürütülmüştür.
Okulun iletişim bilimiyle ilgisi ise toplumsal yaşamı bir etkileşim sistemi
olarak görmelerinden kaynaklanmıştır. Dil üzerinden kuşaktan kuşağa aktarılan
toplumsal kültürün ve ilişkilerin iletişim aracılığıyla gerçekleştiğine dikkat
çekmişlerdir. Merkez-çevre karşıtlığında yaşanan çatışma ve ayrılıkları iletişimsel
çözümlerle toplumsal uyuma ve adaptasyona dönüştürmeyi amaçlamışlardır. Bu
bağlamda okula mensup çeşitli teorisyenler, iletişim tanımı, süreci, özellikleri ve
hatta nitelikleri üzerinde değerlendirmeler yapmışlar ve ayrıca iletişimin kent
sosyolojisi içindeki önemi üzerinde durmuşlardır (Yaylagül, 2017; Tokgöz, 2015).
İleri düzey sanayileşmenin sonucu olarak kırsaldan sanayi kentlerine yönelik
göçle birlikte ortaya çıkan yeni toplumsal yapıda -Tönnies’in
kavramsallaştırmasıyla cemaatin yerine alan cemiyette- kitle olgusu önem
kazanmıştır. Dolayısıyla, birincil yapıların egemen olduğu cemaatte güçlü bir
kişilerarası ilişki ve yüz yüze iletişim belirleyici iken, ikincil yapıların egemen olduğu
cemiyette ise iletişim araçları üzerinden gerçekleşen bir kitle iletişimi belirleyici
olmaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, modern kitle toplumunda kitle iletişim
araçları bireyin tutum ve davranış sahibi olmasında etkili bir unsur hâline gelmiştir.
Bu nedenle 20. yüzyılın ilk yarısında toplumbilimler içerisinde yer alan disiplinler
insan davranışına etki eden unsurların neler olduğunu ve bu kapsamda kitle
iletişim araçlarının insan davranışını nasıl etkilediğini fonksiyonalist bir yaklaşımla
araştırmaya koyulmuşlardır.
Bu kapsamda 1920’li yıllarda ABD’de dikkat çeken iletişim araştırmalarından
biri de sinema üzerine olmuştur. Yeni bir kitle iletişim aracı olarak sessiz sinemanın
muhafazakâr Amerikan toplumu üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Özellikle çocuk
kitle bağlamında sessiz sinemanın etkisini belirlemek amacıyla Payne Fonu
tarafından desteklenen ve 1929-32 yılları arasında yürütülen bu araştırma, ilk
sponsorlu iletişim araştırması olarak dikkat çekmiştir. Üç yıllık araştırma
döneminde, ağırlıkla aşk, suç ve seks konularını işleyen sinema filmlerinin

50
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

çocukların gelişimi üzerindeki etkilerini konu alan 13 ayrı araştırma yapılmıştır.


Araştırmalar sonucunda, sinemanın çocukların psikolojik gelişimini olumsuz
etkilemediği, okuma alışkanlığını zayıflatmadığı ve dahası çocukların
toplumsallaşma sürecinin önemli bir parçası olduğu belirlenmiştir. Konuyu farklı
açılardan ele alan bu çalışma, iletişimin bilimsel bir araştırma alanı olarak kendini
ABD’de 1930’ların inşa etmesinde özel bir rol oynamıştır (Tokgöz, 2015; Özçetin, 2018).
sonuna gelindiğinde
korku ve etki arasında ABD’de 1930’ların sonuna gelindiğinde korku ve etki arasında yakın bir
yakın bir ilişkinin olduğu ilişkinin olduğu çeşitli araştırmalarla saptanmaya çalışılmıştır. Bu konudaki en
çeşitli araştırmalarla bilindik örnek 1938 yılında ABD’de bir radyo programının toplumda neden olduğu
saptanmaya korku olayının ardından Cantril ve arkadaşları tarafından yapılan araştırmadır.
çalışılmıştır.
Olay şöyle gelişmiştir: H.G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanından uyarlanan “Yıldız
Savaşları” oyunu CBS radyodan yayınlanırken oyun bir anda kesilir ve radyoda her
gün ana haber bültenini sunan spiker “Marslıların dünyaya saldırdıklarını ve hızla
New York’a yaklaştıklarını” panik dolu bir ses tonuyla anons eder. Yayını dinleyen
halk panik halinde evlerinden dışarı fırlar ve yığınlar halinde New York’un dışına
doğru koşarlar. Bu olaydan sonra Cantrill ve arkadaşları oyunu dinleyen 135 kişi
üzerinde yaptıkları araştırmada, oyunun haber formatında güvenilir bir sunucu
tarafından sunulmasının ve radyonun halkın gözündeki yüksek güvenilirliğinin bu
korku ve panikte etkili olduğunu saptamışlardır (Güngör, 2011).
Davranışçı sosyal bilim geleneğinden gelen teorisyenlerin, kitle iletişim
araçlarının etki düzeyini belirlemek amacıyla yaptıkları araştırmalar ve bu
araştırmalar bağlamında geliştirdikleri çeşitli kuram ve modellerin ilgi alanları
şunlar olmuştur (Özçetin, 2018):
 Kitle iletişimin etkilerini açıklamak,
 İnsanların kitle iletişim araçlarını kullanımlarını açıklamak,

 Kitle iletişim araçlarından öğrenme süreçlerini açıklamak,


 Kitle iletişim araçlarının insanların değer ve görüşlerini şekillendirmedeki
rolünü açıklamak.
Etki araştırmaları, kitle iletişim araçlarına yönelik kamu ilgisi nedeniyle
günümüze kadar güncelliğini korumaya devam etmiştir. Fakat yine de 1920’lerden
bugüne, doğrudan güçlü etkileri ortaya koyan teorilerden kitle iletişim araçlarını
kendi ihtiyaç ve doyumları bağlamında kullanan etkin izleyici kuramlarına doğru
bir evrilme söz konusu olmuştur. Tarihsel seyri içinde disiplinlerarasılık bir
yaklaşımla yürütülen anadamar iletişim araştırmaları kapsamında etki
araştırmaları ve bu araştırmalara dayanan iletişim kuram ve modelleri 1980’lerden
itibaren dönemselleştirilmeye çalışılmıştır.
Denis McQuail (2005) etki araştırmalarını dört döneme ayırmaktadır:
 Birinci dönem – güçlü etkiler,

 İkinci dönem – sınırlı etkiler,


 Üçüncü dönem – yeniden güçlü etkiler,

51
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

 Dördüncü dönem – etkinin müzakere edilmesi.


Güçlü etkiler dönemi, 1920’lerin başından II. Dünya Savaşının öncesine yani
1940’a kadar ki bir süreci kapsar. Bu dönemde kitle toplumu ve/veya kitle
kültüründen hareketle yürütülen araştırmalarda, kitle iletişim araçlarının düşünce,
kanaat ve davranışları tek yönlü ve kontrollü bir iletişim süreci olan propaganda
Güçlü etkiler dönemi, yoluyla biçimlendirdiği kabul görmüştür. Dönemin en önemli iletişim aracı olarak
1920’lerin başından II. özellikle radyo ve sinemanın zor ve baskıya dayalı totaliter rejimlerin iktidara
Dünya Savaşının
gelmesinde oynadıkları rol bu görüşü perçinlemiştir. Kitle iletişiminin çizgisel bir
öncesine yani 1940’a
kadar ki bir süreci süreç olarak ele alındığı güçlü etkiler dönemindeki siyaset bilimi ağırlıklı
kapsar. araştırmaların ortaya koyduğu sihirli mermi kuramı ve deri altına şırınga gibi
modeller, iletişim araçlarının iletilerinin doğrudan birey üzerinde güçlü etkilere
sahip olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu dönemde yürütülen iletişim araştırmaları, kitle iletişim araçlarının
amacını, iletilerini ve etkilerini bütün toplumsal süreçlerden soyutlayarak
incelemeye çalışmıştır. Bu tür araştırmalar, iletişimin bir süreç olarak içinde
cereyan ettiği toplumsal, ideolojik, siyasi, ekonomik ve kültürel sistemle ilişkisini
kurmamıştır. Diğer bir ifadeyle, iletişim süreçlerini makro kuramsal bir yaklaşım
yerine mikro bir yaklaşımla ele almıştır. Çünkü bu tip araştırmaların temel amacı,
toplumsal kontrol, ikna ve davranış değişikliklerine yönelik niceliksel veri sağlamak
olmuş ve bu nedenle ağırlıkla yayın, reklam ve siyasi kurumlar tarafından mali
olarak desteklenmiştir. Söz konusu kurumlar bu desteğin karşılığı olarak ne tip
politik propaganda ya da ikna tekniklerinin istenilen etkiyi ürettiğini
öğrenmişlerdir (Yaylagül, 2017: 36-37). Böylece, toplumu dizayn etmeye
çalışmışlar ya da kaba tabirle toplum mühendisliği yapmışlardır.

GÜÇLÜ ETKİLER BAĞLAMINDA PROPAGANDA AMAÇLI


ÇALIŞMALAR
20. Yüzyıl denildiğinde akla gelen ilk çağrışımlardan biri Dünya Savaşları ve
savaş dolayısıyla da ikna tekniği olarak propaganda olmaktadır. Propaganda
denildiğinde ise radyo ve sinemaya özel bir parantez açılması gerekmektedir.
Zaten yüzyıla damgasını vuran teknik gelişmelerden ilki ve en önemlileri de sinema
ve radyodur. Modern gazetelerin tarihini 16. yüzyıl olarak dikkate aldığımızda
yaklaşık olarak 400 yıl sonra yeni ve farklı bir kitle iletişim aracı olarak sinema ve
radyo ile karşılaşılmaktadır. Hareketli görüntüyü kaydeden ve gösteren aygıt
olarak sinematograf sinemanın öncülü olurken, her ne kadar göze ve kulağa hitap
etse de yapım ve dağıtım maliyetleri dikkate alındığında sinemanın propaganda
amaçlı kullanımının radyoya göre daha zayıf kaldığı söylenebilir. İşitsel bir iletişim
aracı olarak radyonun yapım ve yayını ulaştırma maliyetlerinin uygunluğu
nedeniyle yüzyılın ilk yarısında propaganda bağlamında etkin olarak kullanıldığı
dikkat çekmektedir.
Tarihsel olarak dini inanç ve ritüeller bağlamında ortaya çıkan propaganda
Fransız İhtilali sonrası politik alanda da kullanılmaya başlanmıştır. Propaganda
tekniklerinin en gelişkin ve yoğun biçimde kullanımı ise I. ve II. Dünya Savaşı

52
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

yıllarına denk gelmiştir. Bu yıllarda gerek radyoda gerekse sinemada yaratılan


‘düşman’ miti üzerinden insanların gönüllü olarak orduya katılımı sağlanmış ve
aynı zamanda müttefik ülkeler nezdinde düşman olana karşı kin ve nefret
duyguları ekilmiştir. Böylece, düz çizgisel bir iletişim süreci olarak güçlü etkilere
sahip olduğu gözlemlenen propaganda araştırmacıların ilgisini çekmiş ve sonraki
Anadamar iletişim
araştırmaları ve yıllarda bilhassa sosyal bilimlerin propagandaya yönelik akademik ilgisi giderek
kuramları ile savaş artmıştır.
dönemleri ve sonrası Anlaşılacağı üzere anadamar iletişim araştırmaları ve kuramları ile savaş
propaganda
dönemleri ve sonrası propaganda incelemeleri arasında güçlü bir bağ söz
incelemeleri arasında
güçlü bir bağ söz konusudur. Zaten, James Carey de kitle iletişim araştırmalarının I. Dünya Savaşı
konusudur. sürecinde savaş ve barış zamanı propagandasının incelenmesi ile ortaya çıktığını
söylemektedir. Savaş döneminde büyük askeri güçlerin ve devletlerin propaganda
faaliyetleri önemli iken, barış sürecinde çıkar gruplarının özellikle de sermaye
çevrelerinin propaganda faaliyetleri önemli olmuştur. Benzer şekilde II. Dünya
Savaşı öncesi yani 1933-45 yılları arasında seçimle iktidara gelmiş olan Hitler’in
Almanya’sında ‘Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’ yapan Joseph
Goebbels’in “Dünyaya ilk sözü söyleyen her zaman haklıdır” sözü kitle iletişimi ile
propagandaya duyduğu inancı yansıtmıştır. Goebbels’in kitle iletişim araçlarının
gücüne duyduğu inanç pek çok iletişim araştırmacısı tarafından paylaşılmıştır
(Özçetin, 2018: 86-87).
Hitler’in iktidara gelişinde, iktidarını devam ettirme ve bütün bir Avrupa’yı
istila etme sürecinde ve hemen hemen eş zamanlı olarak Avrupa’nın ileri gelen
ülkelerinde Hitler benzeri faşist rejimlerin iktidara gelmesinde radyonun önemli bir
etkisi olmuştur. İşitselliğin ve dolayısıyla sözün, söylevin yani hitabetin önem
kazandığı radyoda tek merkezden ve kontrollü olarak oluşturulan çarpıtılmış
ve/veya manipüle edilmiş propaganda içerikli programlar aracılığıyla ve sık tekrar
yoluyla kitleler katı ideolojilere inandırılmıştır. Radyo yayınları aynı zamanda savaş
döneminde karşı ülkelerde de o ülke insanının kendi iktidarına, ordusuna ve
ulusuna olan güveninin ve itimadının sarsılmasında önemli bir misyonu yerine
getirmiştir.
Harold Lasswell, 1927 yılında yayımlanan Dünya Savaşındaki Propaganda
Teknikleri (Propaganda Technique in the World War) adlı kitabında ampirik bir
yöntemle I. Dünya Savaşı boyunca yürütülen kimi ülkelere ait propaganda
süreçlerini çözümlemeye çalışmıştır. Bu kapsamda, özellikle Alman, İngiliz, Fransız
ve Amerikan propagandacıların ürettiği propaganda örneklerini bilhassa niceliksel
içerik çözümlemesiyle incelemiştir. Lasswell’in kitabında I. Dünya Savaşı sırasında
kullanılan propaganda teknikleriyle ilgili ortaya koyduğu tablonun gerçekten
korkutucu olduğu söylenebilir. Lasswell’in savaş süresince kullanılan propaganda
örneklerinden çıkarmış olduğu sonuçları şöyle özetlemek mümkündür (Tokgöz,
2015):
 Modern bir savaş olarak I. Dünya Savaşı artık topyekûn bir savaşa
dönüşmüştür.

53
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

 Savaş sadece askerleri değil kamuoyunu daha doğru bir ifadeyle sivil halkı
doğrudan ilgilendiren bir savaş haline gelmiştir.
 Savaş propagandası demokratik hükûmetler için ciddi bir tehdit
oluşturmuştur.
 Savaş sırasında yapılan propagandanın güçlü etkileri olmuştur.
 Propaganda üç amacı gerçekleştirmiştir; düşmana karşı nefret, dostlara ve
tarafsızlara karşı dostluk ve işbirliği, düşmanın moralini bozma.
Lasswell doktora tezinde ise kamuoyunun oluşturulması, siyasi liderlerin
rolleri ve kitle iletişim araçlarının iletilerinin çözümlenmesi üzerinde dururken,
hem söz konusu kitabı hem de doktora tezi bağlamında kamuoyu kavramını öne
çıkardığı dikkat çekmektedir. Elbette ki kamuoyu kavramı denilince akla gelen ilk
kişi Walter Lippmann’dır.
Zaten modern iletişim araştırmaları Lippmann’ın 1922 yılında yayımladığı
Kamuoyu (Public Opinion) adlı kitabı ile başlamıştır. Kitabın adı Kamuoyu olmasına
rağmen konusu kitle iletişim araçlarıdır. Elisabeth Noelle-Neuman’ın işaret ettiği
gibi her ne kadar kamuoyu kavramının tanımlanması ve tartışması zayıf kalsa da,
Carey’e göre kitap belirli bir araştırma geleneğini başlatmış ve iletişim
Modern iletişim
araştırmaları araştırmalarındaki merkezi sorunsalı değiştirmiştir. Kapsamlı ve etkileyici bir
Lippmann’ın 1922 çalışma olan bu kitapta Lippmann, bireyin kendi düşünce ve kavrayışları ile kitle
yılında yayımladığı iletişim araçlarının sunduğu düşünce ve kavrayışlar arasındaki ilişkiyi tartışmıştır.
Kamuoyu adlı kitabı ile Bu kapsamda, bireyin gerçekliği ve düşünceleri üzerinde kitle iletişim araçlarının
başlamıştır. sunduğu imgelerin ve gerçeklik örüntülerinin büyük bir etkisi olduğunu iddia
etmiştir. Diğer bir ifadeyle, birey ve çevresi arasında bir sözde/sahte çevrenin var
olduğunu belirten Lippmann, kafamızdaki imgeler ve sahte çevrenin inşasında
basının ve haberlerin önemli bir rol oynadığını vurgulamıştır. Lippmann’ın, 1922
gibi çok erken bir tarihte ortaya attığı bu güçlü önerme 20. yüzyılın ikinci yarısında
pek çok teorisyen tarafından da farklı bağlamlarda yeniden gündeme getirilmiştir
(Özçetin, 2018: 87-91).
Yüzyılın ikinci yarısına doğru yani II. Dünya Savaşı öncesinde -radyo ve
sinemanın da yaygınlaşmasıyla birlikte- yoğunlaşan propaganda teknikleri
dolayısıyla akademik ilgi kurumsallık kazanır ve “Propaganda Analiz Enstitüleri”
kurulur. Bu tür akademik kurum ve yapılarda ikna edici iletişim konusunda uzman
olan araştırmacılar danışman olarak görevlendirilir. Böylece, hem genel olarak
akademinin hem de özel olarak bu tür kurum ve yapıların iletişim araştırmaları ve
propagandaya yönelik çalışmaları neticesinde güçlü etkiler bağlamında ilk
modeller ortaya konulur.

GÜÇLÜ ETKİLER BAĞLAMINDA İLK MODELLER


Anadamar iletişim araştırmaları 1900’lerin hemen başında ortaya çıkmış ve
ilk dönem araştırmalarda kitle iletişim araçlarının toplum üzerinde güçlü etkilere
sahip olduğu kanaati yaygınlık kazanmıştır. Bu bağlamda, iletişimin bir
göndericiden alıcıya doğru düz çizgisel bir anlayışla gerçekleştiği kabul görmüştür.
Yine bu araştırmalarla eş zamanlı olarak psikoloji ve sosyal psikoloji alanında
gerçekleştirilen araştırmalarda bireyin kendisini uyaran uyarıcıya karşı tepkide

54
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

bulunduğu ileri sürülmüştür. Dolayısıyla bu kapsamda öncelikle uyarıcı-tepki/sihirli


mermi/hipodermik iğne/şırınga modelinin geliştirildiği ilk dönem iletişim
araştırmalarında, sonrasında Lasswell’in genel iletişim modeli, Shannon ve
Weaver’ın matematiksel iletişim modeli, Osgood ve Schramm’ın dairesel iletişim
modeli ve Dance’in sarmal iletişim modeli ile karşılaşılmıştır.

Uyarıcı-Tepki, Sihirli Mermi, Hipodermik İğne, Şırınga Modeli


Sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan kitle toplumunda başta 18. yüzyılda
Auguste Comte’un kurduğu sosyoloji olmak üzere 19. ve 20. yüzyıllarda gelişen
siyaset bilimi, psikoloji ve sosyal psikoloji gibi diğer sosyal bilimlerin ve dolayısıyla
bilim insanlarının temel amacı kitlenin nasıl kontrol altına alınabileceği üzerine
olmuştur. Yıkıcı bir güç olarak görülen kitlenin kontrol altına alınması noktasında,
Uyarıcı, bireyin iç ve dış
özellikle de 20. yüzyılda hızla gelişen ve çeşitlenen kitle iletişim araçlarının önemli
dünyasında meydana
bir etkisinin olabileceği, kitlelerin yöneltilmesi ve yönlendirilmesi bağlamında bu
gelen ve bireyin duyusal
durumunu etkileyen araçların etki gücünün yüksek olduğu kabul görmüştür. Bu görüşü, Lippmann’ın
değişimlerdir. bireyin gerçekliği ve düşünceleri üzerinde kitle iletişim araçlarının etkisinin olması,
Lasswell’in kitle iletişim araçlarının propaganda amaçlı kullanılması ve kamuoyunu
etkilemesi tezleri desteklemiştir. Böylece, kitleleri yönlendirme noktasında kitle
iletişim araçlarının gücü dikkate alınarak geliştirilen ilk model uyarıcı-tepki/sihirli
mermi/hipodermik iğne olmuştur.
Tolan vd. ifade ettiği gibi, davranışçı psikolojinin önemli kavramlarından biri
olan uyarıcı, bireyin iç ve dış dünyasında meydana gelen ve bireyin duyusal
durumunu etkileyen değişimlerdir. Bireyin denge durumunu yeniden sağlamak için
davranışlarında oluşturduğu değişiklik ise o uyarıcıya karşı gösterdiği tepkidir
(Şekil 3.1) (Tekinalp ve Uzun, 2013).

UYARICI TEPKİ

Şekil 3.1. Uyarıcı-Tepki Modeli (Alemdar ve Erdoğan, 1998)


Örnek

•Elimize bir iğne battığında acıma hissi duyar ve farkında olmadan


elimizi hızla çekerken bağırır ya da öfkeleniriz. Kan şekerimiz
düştüğünde hemen tatlı bir şeyler yeriz, susadığımızda
susuzluğumuzu gidermek için hemen sıvı bir şeyler içeriz. Oda
sıcaklığı yükseldiğinde serin hava almak için pencereyi açarız.

Düz çizgisel iletişim modellerinin temelini oluşturan uyarıcı-tepki modeline


göre, birey -gerek yüz yüze gerekse kitle iletişim süreçlerinde- kendisine gelen her
bir uyarıcıya mutlak anlamda bir tepki vermektedir. İletişimin doğrusal bir süreç
olarak işlediği bu modelde, birbirinden yalıtılan kaynak, ileti ve alıcı arasında basit
bir nedensellik ilişkisi kurulur. Böylece, kaynak tarafından gönderilen ileti mutlak

55
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

anlamda alıcıda istenilen etkiyi yaratır (Şekil 3.2). Şöyle ki, hasta birine şırınga ile
iğne yapıldığında şırıngadaki ilaç vücutta hastalıklı bölgeyi doğrudan bulup onu
iyileştirme etkisi yaptığı gibi veya tabanca ile atılan mermi hedefi doğrudan bulup
hedef üzerinde tahrip etkisi gösterdiği gibi iletişim sürecinde alıcıya gönderilen
mesaj da kaynağın alıcıda istediği etkiyi oluşturmasını sağlar. Böylece kısa sürede,
Uyarıcı-tepki modeline kaynak alıcıya istediği tutum ve davranışı kazandırır ya da alıcı kaynağın amaçladığı
göre, kaynak alıcıya
duygu ve düşünceye sahip olur.
istediği tutum ve
davranışı kazandırır.

KAYNAK ALICI

Şekil 3.2. Düz Çizgisel İletişim Modeli (Alemdar ve Erdoğan, 1998)

Kuramsal çerçevesi Lasswell’e ait olduğu iddia edilen ve propaganda


tekniğiyle yakından ilişkili olan bu model, siyasal iletişim, propaganda ve psikolojik
harp süreçlerinde yoğunlukla kullanılır. Kalabalığa atılan sihirli mermi, dost ve
tarafsız unsurlara zarar vermeden doğrudan düşmana isabet eder. Siyasal
kampanyalarda ise ileti kitle iletişim veya yüz yüze iletişim teknikleriyle yayılır,
belki kararlı kitlede görülebilir bir etki yapmamasına rağmen özellikle kararsız
seçmen kitlesinin beklentileriyle uyuştuğu zaman etkili olur. Kitle hareketlerinin
yoğun olduğu 1920 ve 30’lardaki iletişim süreçlerini özetleyen modele göre,
uyaranın istemi yönünde kitlenin tepki vermesi yani davranış göstermesi
amaçlanır (Erdoğan ve Alemdar, 2002).
Kitle iletişim araçlarının doğrudan kısa sürede güçlü etkileri olduğunu
varsayan bu modelin, tarihsel olarak bakıldığında bilhassa baskıcı ve otoriter
rejimlerde geçerli olduğu görülmektedir. Oysa günümüzde model, akademik
çevrelerde çok basit olması nedeniyle geniş ölçüde kabul görmemekle birlikte hala
bu tür rejimlerdeki propaganda faaliyetlerinde ve reklamcılık uygulamalarında
kısaca bilinç yönetim süreçlerinde dikkate alınmaktadır.
Uyarıcı-tepki modeli dışında ilk dönem anadamar iletişim araştırmaları
bağlamında geliştirilen diğer modeller Denis McQuail ve Sven Windahl’ın ortaklaşa
yazdıkları İletişim Modelleri (2010) kitabına atıf yapılarak aşağıda ele alınmaktadır.

Lasswell’in Genel İletişim Modeli


Propaganda ve siyasal iletişime olan ilgisiyle bilinen Lasswell’in, 1948 yılında
yazdığı bir makalede “kim, kime, hangi kanal ve nasıl bir etki ile ne söylüyor?”
şeklinde formüle ettiği soru cümlesi iletişim süreçlerine bakışını belirlemiştir.
Modele dönüştürüldüğünde “genel iletişim modeli” olarak anılmakta ve beş
aşamadan oluşmaktadır (Şekil 3.3).

Kim? Ne söyler? Hangi kanal? Kime? Nasıl etki?


Kaynak İleti Araç Alıcı Etki

Şekil 3.3. Lasswell’in Genel İletişim Modeli (McQuail ve Windahl, 2010)

56
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

Genel iletişim modelinde, ilk dönem iletişim araştırmalarının ve modellerinin


tipik bir özelliği bariz bir biçimde görülmektedir. Buna göre, kaynağın alıcıyı
etkilemek amacında olduğu daha baştan kabul edilir ve dolayısıyla iletişimin
tamamıyla iknaya yönelik bir süreç olduğu varsayılır. Model, diğer benzeri
modeller gibi kitle iletişim araçlarının yarattığı etkiyi abartma eğilimindedir. Yine
de formül, siyasal propaganda analizine çok uygundur. Geribildirim öğesini
içermediği için eleştirilen model, formüle edildiği dönemin genel bakış açısını
yansıtmaktadır. Modele öncülük eden formül aynı zamanda farklı türde iletişim
araştırmalarına da rehberlik etmektedir. Bu bağlamda, “Kim?” sorusu kaynak
denetimi, “Ne söyler?” ileti içerik analizi, “Hangi kanal?” araç analizi, “Kime?”
izleyici analizi ve “Nasıl bir etki?” etki analizi çalışmalarını teşvik etmektedir.
Lasswell, ortaya koyduğu bu modelde etki konusunu temel unsur olarak ele
alır. Etki, izleyicide iletişim sürecindeki ögeler tarafından oluşturulan, gözlenebilir
ve ölçülebilir değişim olarak tanımlanır. Bu ögelerden herhangi birinde yapılacak
bir değişim mutlak anlamda etkide de değişiklik meydana getirir. Zaten, izleyici
enformasyonun ve davranış değişikliğinin pasif alıcısı olarak nitelenir. Modelde
kaynağın iletisi “neden”, davranış değişikliği ise “etki” olarak belirlenir. Haliyle
Lasswell’in formülünde, makro anlamda sosyal yapı, siyasal ve ekonomik koşullar,
tarihsel ve toplumsal arka plan görmezden gelinir (Erdoğan ve Alemdar, 2002).
Modele göre iletişim, “birlikte yapılan” karşılıklı bir faaliyet değil, düz
çizgisel bir işleyiş içerisinde “birinin bir başkasına yaptığı” bir şey olarak görülür. Bu
yönüyle iletişimin ilişkisel boyutunu kavramaktan uzak olan modelde, iletişim
olgusu sadece “etki” ve “ikna” meselesine indirgenmiş ve dolayısıyla geri-besleme
öğesine yer verilmemiştir (Özçetin, 2018).

Shannon ve Weaver’ın Matematiksel İletişim Modeli


Özel bir telefon şirketinde araştırmacı olarak çalışan Shannon ve Weaver
tarafından 1949 yılında geliştirilen bu model, düz çizgisel modeller içerisinde
önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü bu modelde, kaynak ve alıcı arasında sorunsuz
işlediği varsayılan ileti alışveriş sürecine ilk defa gürültü öğesi dâhil edilmektedir.
Araştırmacıların modeli oluştururken çalıştıkları kurum ve yaptıkları meslekten
Matematiksel iletişim
etkilendikleri, “Hangi iletişim kanalı en fazla sayıda sinyali iletir? İletilen sinyalin ne
modelinde, kaynak ve
alıcı arasında sorunsuz kadarı kaynaktan alıcıya giderken yolda gürültü nedeniyle yok olur?” gibi sorulara
işlediği varsayılan ileti yanıt aradıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, laboratuvar ortamında iletinin
alışveriş sürecine ilk elektromanyetik sinyaller şeklinde telefon kabloları aracılığıyla alıcıya gürültüye
defa gürültü öğesi dâhil maruz kalmadan sorunsuz bir şekilde ulaştırılması için araştırmalar yapmışlardır.
edilmiştir.
İletişimin kaynaktan alıcıya tek yönlü düz çizgisel bir süreç olarak işlediğini
ortaya koyan bu modelde, yerine getirilmesi gereken beş işlev bulunurken bu
işlevlerden biri aksatıcı ögeyi yani gürültüyü işaret etmektedir. İletişim sürecinde
öncelikli işlev olarak enformasyon kaynağı iletilecek gönderi veya gönderiler
zincirini üretir. İkinci işlev olarak bu gönderi teknik bir aygıt olan verici tarafından
bir sinyale dönüştürülür ve bu sinyal alıcıya yönelen kanala uygun hâle getirilir.
Ardından yine bir teknik aygıt olan alıcı vericinin işlevinin tersine sinyali gönderi
olarak tekrardan oluşturur. Alınan sinyalden oluşturduğu gönderiyi alıcının hedefe

57
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

ulaştırması son işlev olarak gerçekleşir. Teorisyenlere göre bu süreçte kaynağın


ilettiği gönderi ile hedefin aldığı gönderi arasında bir farkın oluşmasına neden olan
işlev ise gürültü faktörüdür (Şekil 3.4).

Gönderi

Gönderi
Sinyal

Alınan
Sinyal
Kaynak Verici Alıcı Hedef

Gürültü
Kaynağı

Şekil 3.4. Shannon ve Weaver’ın Matematiksel İletişim Modeli (McQuail ve Windahl, 2010)

İletişim sürecinde gürültü, kaynağın hedefe iletmeye çalıştığı mesajı


bozabilir. Gürültü kaynağının devreye girmesiyle gönderilen ve alınan sinyaller
arasında bir farklılığın oluşması muhtemeldir. Bu nedenle, gönderilen ve alınan
mesaj arasında bir anlam değişmesi gerçekleşeceği için iletişim süreci amacına
ulaşamayarak başarısız olacaktır (Yaylagül, 2017). Diğer bir ifadeyle, sinyalin
gürültüden etkilenmesi nedeniyle kaynak tarafından üretilip alıcı tarafından alınan
gönderi hedefe ulaştığında artık aynı anlamı taşımayacaktır.
Örnek

•Çocukların oynadığı kulaktan kulağa oyununda kaynağın ilettiği


anlamlı bir gönderi halkada yer alan diğer verici ve alıcı çocuklar
İletinin anlamsal boyutu tarafından erozyona uğratılarak halkanın en sonundaki hedefe
ulaştığında artık anlamlı olmaktan uzak absürt bir gönderi haline
yerine miktarı üzerine gelecektir.
odaklanan
matematiksel iletişim
modeli, düz çizgisel ve
geribildirim unsurundan Shannon ve Weaver, etkili bir iletişimin gerçekleşmesinin önündeki engel
yoksun olduğu için olarak gördükleri gürültü unsurunu açıklarken bilgi-yitimi (entropy) ve artık-bilgi
eleştirilmiştir. (redundancy) arasında kurulması gereken dengeye dikkat çekerler. Onlara göre, bir
kanaldaki gürültü ne kadar fazlaysa o kadar çok bilgi-yitirilecek ve artık-bilgiye
duyulan ihtiyaç artacaktır. Bu nedenle, gürültü unsurunun azlığı ve/veya çokluğu
iletilecek enformasyon miktarına etki edecektir (Özçetin, 2018: 139).
İletinin anlamsal boyutu yerine miktarı üzerine odaklanan, diğer bir
ifadeyle, ne söylendiğiyle değil de ne kadar söylendiğiyle ilgilenen matematiksel
iletişim modeli, -daha önceki diğer modeller gibi- düz çizgisel ve geribildirim
unsurundan yoksun olduğu için eleştirilmiştir.

58
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

Osgood ve Schramm’ın Dairesel İletişim Modeli


Dairesel iletişim modeli, Osgood tarafından geliştirilmiş ve Schramm
tarafından 1954 yılında tamamlanmıştır. Şu ana kadar ele aldığımız modeller tek
yönlü yani düz çizgisel olmalarına rağmen, Osgood-Schramm modeli iki yönlü olup
tamamıyla dairesel ya da diğer bir ifadeyle döngüseldir. Dolayısıyla bu model
iletişim süreçlerine yönelik geleneksel bakış açısının değiştiğini ve özellikle
Osgood-Schramm
kişilerarası iletişim süreci bağlamında yeni bir anlayışın ortaya çıktığını işaret
modeli iki yönlü olup
tamamıyla dairesel ya etmektedir. Çünkü dairesel iletişim modelinde ilgi, aracı işlev gören kanal yerine ilk
da diğer bir ifadeyle defa iletişim sürecindeki aktörlerin davranışları üzerinde yoğunlaşmıştır. Kısaca
döngüseldir. süreç, kaynak ve alıcının rollerinin sürekli olarak değiştiği karşılıklı bir mesaj
alışverişine dönüşmüştür.
İki yönlü bir iletişim süreci üzerine kurulan modelde, kaynak ve alıcı iletişimin
işleyiş yönüne göre hem gönderici hem de hedef rolündedir. Şöyle ki, düz çizgisel
iletişim modellerindeki kaynak ve alıcı ayrımı bu modelde ortadan kalkmakta ve
süreci dairesel hale getiren geribildirim unsurundan dolayı her iki taraf da hem
mesaj ileten hem de mesaj alan konumuna gelmektedirler (Şekil 3.5). Adından da
anlaşılacağı üzere bu modelde taraflar yani kaynak ve alıcı eşit olarak kabul
görmekte ve aynı işlevleri yerine getirmektedirler. Bu işlevler; kodlama, açımlama
ve yorumlamadır.

Gönderi

Kodlayıcı Açımlayıcı
Yorumlayıcı Yorumlayıcı
Açıımlayıcı Kodlayıcı

Gönderi

Şekil 3.5. Osgood ve Schramm’ın Dairesel İletişim Modeli (McQuail ve Windahl, 2010)

Kaynak ve hedef arasında başarılı bir iletişim eyleminin gerçekleşebilmesi


için tarafların ortak bir deneyim alanına sahip olmaları gerektiğine vurgu yapan
model, ağırlıkla iki yönlü bir süreç olan kişilerarası iletişim olgusunu ele almaya
uygundur. Mesaj iletiminin tek yönlü ve düz çizgisel olduğu, geribildirim ögesine
çok da rastlanmayan kitle iletişimini açıklamakta yetersiz kalmaktadır (Özçetin,
2018).

59
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

Dance’ın Sarmal İletişim Modeli


Dance tarafından ortaya konulan sarmal iletişim modeli, Osgood ve
Schramm’ın dairesel iletişim modelinin geliştirilmiş bir versiyonu olarak
görülmektedir. Dairesel iletişim modelinin çıkmazları olduğunu iddia eden Dance’a
göre, iletişimin başladığı noktaya tam bir daire oluşturarak geri döneceği beklentisi
son derece yanlıştır. Dolayısıyla, sarmal iletişim modeli dairesel iletişim modelinin
Sarmal iletişim
modeline göre, iletişim yetersiz kaldığı bu durumu açıklamaktadır. Bu modelde, iletişim sürecinin ileriye
süreci ileriye yönelik yönelik hareket ettiğine ve bu nedenle iletilenin daha sonraki iletişimin yapısını ve
hareket etmekte ve içeriğini etkileyeceğine dikkat çekilmektedir. Kısaca, iletişimin dinamik doğasının
iletilen daha sonraki altı çizilmektedir. Çünkü iletişim süreci tüm toplumsal süreçler gibi devamlı
iletişimin yapısını ve değişime uğrayan ögeleri, ilişkileri ve çevreleri barındırmaktadır. Bu bağlamda
içeriğini etkilemektedir. sarmal, sürecin farklı yönlerinin zamanla nasıl değişime uğradığını açıklar. Örneğin,
bir tartışmada taraflar tartışılan konu hakkında diğer tarafın bakış açısı, bilgisi vb.
hakkında devamlı daha çok enformasyon edinirken, enformasyon birikimine bağlı
olarak sarmal giderek genişler (Şekil 3.6).

Şekil 3.6. Dance’ın Sarmal İletişim Modeli (McQuail ve Windahl, 2010)

Sarmalın genişlemesi iletişim sürecindeki tarafların ilgi ve bilgi düzeylerine


göre değişkenlik gösterir. Konuşulan ve/veya tartışılan konu hakkında daha
önceden edinilmiş bilgiye sahip olan kişiler için sarmal çok fazla açılırken, önceden
edinilmiş bilgisi olmayan kişiler için sarmal daha az genişler. Modelin diğer
modellere göre en önemli özelliği ise, iletişimde bulunan bireyleri pasif değil tam
aksine aktif, yaratıcı ve enformasyon depo edebilir görmesidir.

• Günümüzde özellikle seçim dönemlerinde yürütülen siyasal


Bireysel Etkinlik

iletişim kampanyalarında ve bu kampanyalar kapsamında


kullanılan siyasal reklamcılık uygulamalarında bu ünitede
öğrendiğiniz hangi model ya da modellerin işlerlik
kazandığını yakın çevrenizi gözlemleyerek tespit ediniz.

60
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

• İLETİŞİM ARAŞTIRMALARINDA GÜÇLÜ ETKİLER DÖNEMİ


•İlk iletişim araştırmaları her ne kadar 20. yüzyılın hemen başlarında
disiplinlerarası bir yaklaşımla ortaya çıkmış olsa da, kimi kaynaklar 19.
yüzyılda yapılan bazı çalışmaları iletişim araştırmalarının en erken dönem
örnekleri olarak kabul etmektedirler. Erken dönem örnekleri takip eden ve
Özet
1900’lerin hemen başında karşılaşılan iletişimle ilgili ilk araştırmalar ağırlıkla
ABD’de ortaya çıkmış ve gelişmiştir. İlk araştırmalar, erken dönem örnekler
gibi henüz daha iletişim bilimi gelişmediği için siyaset bilimi, sosyoloji,
psikoloji ve sosyal psikoloji gibi çeşitli bilim dallarının iletişim konulu
çalışmalarına dayanmıştır.
•20. yüzyılın ilk yarısında toplumbilimler içerisinde yer alan disiplinler insan
davranışına etki eden unsurların neler olduğunu ve bu kapsamda kitle
iletişim araçlarının insan davranışını nasıl etkilediğini fonksiyonalist bir
yaklaşımla araştırmaya koyulmuşlardır.
•Denis McQuail etki araştırmalarını dört döneme ayırmaktadır: -Birinci dönem
– güçlü etkiler, -İkinci dönem – sınırlı etkiler, -Üçüncü dönem – yeniden güçlü
etkiler, -Dördüncü dönem – etkinin müzakere edilmesi.
•Güçlü etkiler dönemi, 1920’lerin başından II. Dünya Savaşının öncesine yani
1940’a kadar ki bir süreci kapsar. Bu dönemde kitle toplumu ve/veya kitle
kültüründen hareketle yürütülen araştırmalarda, kitle iletişim araçlarının
düşünce, kanaat ve davranışları tek yönlü ve kontrollü bir iletişim süreci olan
propaganda yoluyla biçimlendirdiği kabul görmüştür.
•GÜÇLÜ ETKİLER BAĞLAMINDA PROPAGANDA AMAÇLI ÇALIŞMALAR
•Propaganda tekniklerinin en gelişkin ve yoğun biçimde kullanımı I. ve II.
Dünya Savaşı yıllarına denk gelmiştir. Düz çizgisel bir iletişim süreci olarak
güçlü etkilere sahip olduğu gözlemlenen propaganda araştırmacıların ilgisini
çekmiş ve sonraki yıllarda bilhassa sosyal bilimlerin propagandaya yönelik
akademik ilgisi giderek artmıştır.
•Anlaşılacağı üzere anadamar iletişim araştırmaları ve kuramları ile savaş
dönemleri ve sonrası propaganda incelemeleri arasında güçlü bir bağ söz
konusudur. Harold Lasswell, 1927 yılında yayımlanan Dünya Savaşındaki
Propaganda Teknikleri (Propaganda Technique in the World War) adlı
kitabında ampirik bir yöntemle I. Dünya Savaşı boyunca yürütülen kimi
ülkelere ait propaganda süreçlerini çözümlemeye çalışmıştır. Modern
iletişim araştırmaları Lippmann’ın 1922 yılında yayımladığı Kamuoyu (Public
Opinion) adlı kitabı ile başlamıştır. Kapsamlı ve etkileyici bir çalışma olan bu
kitapta Lippmann, bireyin kendi düşünce ve kavrayışları ile kitle iletişim
araçlarının sunduğu düşünce ve kavrayışlar arasındaki ilişkiyi tartışmıştır.
•GÜÇLÜ ETKİLER BAĞLAMINDA İLK MODELLER
•Uyarıcı-Tepki/Sihirli Mermi/Hipodermik İğne/Şırınga Modeli
•Sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan kitle toplumunda yıkıcı bir güç olarak
görülen kitlenin kontrol altına alınması noktasında, özellikle de 20. yüzyılda
hızla gelişen ve çeşitlenen kitle iletişim araçlarının gücü dikkate alınarak
geliştirilen ilk model uyarıcı-tepki/sihirli mermi/hipodermik iğne olmuştur.
•Düz çizgisel iletişim modellerinin temelini oluşturan uyarıcı-tepki modeline
göre, birey -gerek yüz yüze gerekse kitle iletişim süreçlerinde- kendisine
gelen her bir uyarıcıya mutlak anlamda bir tepki vermektedir. İletişimin
doğrusal bir süreç olarak işlediği bu modelde, kaynak tarafından gönderilen
ileti mutlak anlamda alıcıda istenilen etkiyi yaratır.

61
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

• Lasswell’in Genel İletişim Modeli


•Propaganda ve siyasal iletişime olan ilgisiyle bilinen Lasswell’in, 1948 yılında
yazdığı bir makalede “kim, kime, hangi kanal ve nasıl bir etki ile ne
söylüyor?” şeklinde formüle ettiği soru cümlesi iletişim süreçlerine bakışını
belirlemiştir. Modele dönüştürüldüğünde “genel iletişim modeli” olarak
Özet (devamı)
anılmakta ve beş aşamadan oluşmaktadır: kaynak, ileti, araç, alıcı, etki.
•Lasswell, ortaya koyduğu bu modelde etki konusunu temel unsur olarak ele
alır. Etki, izleyicide iletişim sürecindeki ögeler tarafından oluşturulan,
gözlenebilir ve ölçülebilir değişim olarak tanımlanır.
•Shannon ve Weaver’ın Matematiksel İletişim Modeli
•Shannon ve Weaver tarafından 1949 yılında geliştirilen bu modelde, kaynak
ve alıcı arasında sorunsuz işlediği varsayılan ileti alışveriş sürecine ilk defa
gürültü öğesi dâhil edilmektedir. Bu modele göre iletişim sürecinde yerine
getirilmesi gereken beş işlevden en dikkat çekici olanı, kaynağın ilettiği
gönderi ile hedefin aldığı gönderi arasında bir farkın oluşmasına neden olan
gürültü faktörüdür. İletinin anlamsal boyutu yerine miktarı üzerine
odaklanan model, düz çizgisel ve geribildirim unsurundan yoksun olduğu için
eleştirilmiştir.
•Osgood ve Schramm’ın Dairesel İletişim Modeli
•Dairesel iletişim modeli, Osgood tarafından geliştirilmiş ve Schramm
tarafından 1954 yılında tamamlanmıştır. Model iki yönlü olup tamamıyla
dairesel ya da diğer bir ifadeyle döngüseldir. Dolayısıyla bu model iletişim
süreçlerine yönelik geleneksel bakış açısının değiştiğini ve özellikle
kişilerarası iletişim süreci bağlamında yeni bir anlayışın ortaya çıktığını işaret
etmektedir. Çünkü dairesel iletişim modelinde ilgi, aracı işlev gören kanal
yerine ilk defa iletişim sürecindeki aktörlerin davranışları üzerinde
yoğunlaşmıştır.
•Dance’ın Sarmal İletişim Modeli
•Dance tarafından ortaya konulan sarmal iletişim modeli, dairesel iletişim
modelinin geliştirilmiş bir versiyonu olarak görülmektedir. Dairesel iletişim
modelinin çıkmazları olduğunu iddia eden Dance’a göre, iletişimin başladığı
noktaya tam bir daire oluşturarak geri döneceği beklentisi son derece
yanlıştır. Dolayısıyla, sarmal iletişim modeli dairesel iletişim modelinin
yetersiz kaldığı bu durumu açıklamaktadır. Modelin diğer modellere göre en
önemli özelliği ise, iletişimde bulunan bireyleri pasif değil tam aksine aktif,
yaratıcı ve enformasyon depo edebilir görmesidir.

62
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Etki odaklı iletişim araştırmaları liberal kuram geleneği içerisinde
yürütüldüğü için bu tür araştırmalar …………………… iletişim araştırmaları
olarak literatürde bilinegelmiştir”.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Eleştirel
b) Makro
c) Teorik
d) Anadamar
e) Marksist

I. Alexis de Tocqueville’in 1835 yılında kamuoyunun oluşumunda


gazetenin rolünü ele aldığı çözümlemeleri
II. Karl Knies’in telgrafın enformasyon ekonomisi üzerindeki etkilerini ele
alan 1857 tarihli kitabı
III. Harold Lasswell’in 1927 yılında yayımlanan Dünya Savaşındaki
Propaganda Teknikleri adlı kitabı
2. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri iletişim araştırmalarının en erken
dönem örnekleri olarak kabul edilmektedir?
a) Yalnız I
b) I ve II
c) I ve III
d) II ve III
e) I, II ve III

3. 1900’lerin hemen başında karşılaşılan iletişimle ilgili ilk araştırmalar


ağırlıkla hangi ülkede ortaya çıkmış ve gelişmiştir?
a) İngiltere
b) Kanada
c) Fransa
d) Almanya
e) ABD

4. 20. yüzyılın ilk yarısında toplumbilimler içerisinde yer alan disiplinler insan
davranışına etki eden unsurların neler olduğunu ve bu kapsamda kitle
iletişim araçlarının insan davranışını nasıl etkilediğini hangi tür bir
yaklaşımla araştırmaya koyulmuşlardır?
a) Fonksiyonalist
b) Pragmatist
c) Pesimist
d) Oportünist
e) Popülist

63
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

5. “ABD’de 1930’ların sonuna gelindiğinde korku ve etki arasında yakın bir


ilişkinin olduğu çeşitli araştırmalarla saptanmaya çalışılmıştır. Bu konudaki
en bilindik örnek 1938 yılında ABD’de bir radyo programının toplumda
neden olduğu korku olayının ardından Cantril ve arkadaşları tarafından
yapılan araştırmadır”.
Söz konusu radyo programı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Douglas Adams’ın “Otostopçunun Galaksi Rehberi” isimli tiyatro
oyunu
b) Ray Bradbury’in Fahrenheit 451 isimli romanından uyarlanan “Uzay
Savaşları” oyunu
c) H.G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanından uyarlanan “Yıldız Savaşları”
oyunu
d) Johan Harstad’ın “Ay’da 72 Saat” isimli radyo oyunu
e) George Orwell’ın aynı isimli romanından uyarlanan “1984” oyunu

I. Güçlü etkiler
II. Güçsüz etkiler
III. Sınırlı etkiler
6. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri Denis McQuail’e göre etki
araştırmalarının dönemlerindendir?
a) Yalnız I
b) I ve II
c) I ve III
d) II ve III
e) I, II ve III

7. “Modern iletişim araştırmalarının 1922 yılında yayımlanan Kamuoyu


(Public Opinion) adlı kitap ile başladığı kabul görmektedir”.
Cümlede ifade edilen söz konusu kitap hangi teorisyene aittir?
a) Lasswell
b) Lazarsfeld
c) Parker
d) Lippmann
e) Hovland

8. Bireyin iç ve dış dünyasında meydana gelen ve bireyin duyusal durumunu


etkileyen değişimlere ne denir?
a) Gönderi
b) Uyarıcı
c) Refleks
d) Tepki
e) Frekans

64
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

9. “Propaganda ve siyasal iletişime olan ilgisiyle bilinen Lasswell’in, 1948


yılında yazdığı bir makalede ortaya koyduğu formüle bağlı olarak
geliştirilen “Genel İletişim Modeli” beş aşamadan oluşmaktadır”.
Aşağıdakilerden hangisi bu modelde yer alan aşamalardan biri değildir?
a) Kaynak
b) İleti
c) Alıcı
d) Etki
e) Geribildirim

10. “………………………. modeli iki yönlü olup tamamıyla dairesel ya da diğer bir
ifadeyle döngüseldir”.
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Osgood-Schramm
b) Lasswell
c) Dance
d) Shannon-Weaver
e) Noelle-Neuman

Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.e, 4.a, 5.c, 6.c, 7.d, 8.b, 9.e, 10.a

65
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Anadamar İletişim Araştırmaları I: Güçlü Etkiler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alemdar, K. ve Erdoğan İ. (1998). Başlangıcından günümüze iletişim kuram ve
araştırmaları. Ankara: MY.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki kuram: Kitle iletişimine yaklaşımların
tarihsel ve eleştirel bir değerlendirmesi. Ankara: Erk.
Güngör, N. (2011). İletişim: Kuramlar yaklaşımlar. Ankara: Siyasal.
McQuail, D. (2005). Mass communication theory. London: Sage.
McQuail, D. ve Windahl, S. (2010). İletişim modelleri: Kitle iletişim çalışmalarında.
K. Yumlu (Çev.). Ankara: İmge.
Özçetin, B. (2018). Kitle iletişim kuramları: Kavramlar, okullar, modeller. İstanbul:
İletişim.
Tekinalp, Ş. ve Uzun, R. (2013). İletişim araştırmaları ve kuramları. İstanbul: Beta.
Tokgöz, O. (2015). İletişim kuramlarına anlam vermek: Başlangıcından günümüze
anglo-amerikan iletişim kuramı. Ankara: İmge.
Yaylagül, L. (2017). Kitle iletişim kuramları: Egemen ve eleştirel yaklaşımlar.
Ankara: Dipnot.

66
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
ANADAMAR İLETİŞİM
ARAŞTIRMALARI II: SINIRLI
ETKİLER

• Sınırlı Etkiler Kuramı Üzerine


Genel Bir Çerçeve
İÇİNDEKİLER

• Lazarsfeld ve İki Aşamalı Akış


Kuramı İLETİŞİM KURAMLARI
• Hovland ve İknanın Yapısı
• Klapper ve Kitle İletişiminin Dr. Öğr. Üyesi Asiye
Etkileri ATA
• Sınırlı Etkilere Yönelik
Eleştiriler

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

•Anadamar iletişim araştırmaları ve


sınırlı etkiler kuramını
tanımlayabilecek,
•Lazarsfeld ve arkadaşlarının ortaya
attığı iki aşamalı akış kuramını ve
yapılan çalışmaları kavrayabilecek,
•Hovland ve arkadaşlarının ileri
sürdüğü iknanın yapısını anlayıp,
kaynağın güvenilirliği hakkında
bilgi sahibi olabilecek,
•Klapper'in sınırlı etkiler üzerine ÜNİTE
görüşlerini öğrenebilecek,
•Sınırlı etkiler üzerine yapılan
eleştirileri analiz edebileceksiniz.
4
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

Halkın Seçimi

Kişisel Etki
ANADAMAR İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI II: SINIRLI

İki Aşamalı Akış Kuramı

Yeniliğin Doktorlar Arasında


Yayılması

Kanaat Önderliği ve Eşik


Bekçiliği
ETKİLER

Hovland ve İknanın Yapısı Kaynağın Güvenilirliği

Klapper ve Kitle İletişiminin


Etkileri

Sınırlı Etkilere Yönelik


Eleştiriler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


68
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

GİRİŞ
Kitle iletişim sürecinde etkiler, iletişim araştırmalarında üzerinde çalışılan ve
tartışılan önemli konulardan biridir. Medyanın toplumdaki önemine ve etkisine
yönelik pek çok etki araştırması yapılmıştır. Bu araştırmalarda genel olarak belirli
bir partiye oy verme, kültürel beğenileri değiştirme ya da terk etme, mal satın
alma, önyargıları artırma ya da azaltma gibi değişik açılardan soruların yanıtları
aranmıştır. Bu çalışmalar ile insanların dünya görüşünü ortaya koyma ya da
değiştirme, düşüncelerinin ve kanaatlerinin temel kaynağını oluşturma ve
davranışlarını etkilemede kitle iletişim araçlarının önemi araştırılmıştır.
Özel uyarılara karşılık gelen özel yanıtlar, yani tepkiler olarak görülen etki;
kitle iletişim araçlarının iletileri ile izleyenlerin tepkileri arasında yakın bir
bağlantının kurulması için gerekli çalışmalar olarak tanımlanabilir. Dinleyici ve
izleyicilere medya aracılığıyla istenilen ileti verilir. Alıcı kitle bu uyarıyı ya alır, ya da
almaz. Bu hareketiyle bir yanıt oluşturabilir.
İleti – Uyarı Alıcı – Kitle Etki – Yanıt
Tarihsel olarak medya etkilerinin farklı dönemlerde farklı biçimlerde
tanımlandığı görülmektedir. Bu tanımlamaların en önemlilerinden birini Denis
McQuail, kitle iletişimi araştırmalarını üç ayrı döneme ayırarak yapar. Bu
dönemler; güçlü etkiler, sınırlı etkiler ve güçlü etkilere dönüş dönemi olarak
sınıflandırılmaktadır.
1930’ların sonlarına kadar kitle iletişim araçlarının etkileri; toplum içinde
insanların daha çok inanç ve düşüncelerini şekillendirme, yaşam alışkanlıklarını,
aktif olmalarını, davranışlarını değiştirmelerini ve politik sistemi etkileme açısından
karşı konulmasına karşın güçlü etkilere sahip olduğu şeklindedir. 1940’ların
başından, 1960’ların başlarına dek uzanan sınırlı etkiler dönemi olarak adlandırılan
Sınırlı etkiler döneminde bu ikinci dönemde ise daha çok deneysel yöntemlerin uygulandığı görülmektedir.
daha çok deneysel Bu yöntemlerin sonucu olarak kitle iletişim araçlarının etkilerinin sınırlı olduğu
yöntemlerin uygulandığı savunulmuştur. 1960’lardan sonraki dönemlerde ise yeniden medyanın etkisinin
görülmektedir. fazlalığı yönündeki görüşlere geri dönülerek güçlü etkiler ağırlık kazanmıştır.
1930’lu yıllarla başlayıp 1960’lı yıllara kadar süren sınırlı etkiler döneminde
kitle iletişim araçları ve içerdikleri mesajlar üzerinde birçok çalışma yapılmıştır.
Genel olarak seçim kampanyaları ve filmler konu olarak alınan araştırmalarda kitle
iletişim araçlarının tek başına bireylerin tutumlarını değiştirmede etkili
olamayacağı ve bireylerin bu araçlardan sınırlı bir şekilde etkilenilebileceği
belirtilmektedir.
Bu ünitede anadamar iletişim araştırmalarının ikinci dönemi olan kitle
iletişim araçlarında sınırlı etkiler açıklanacaktır. Ardından dönem içerisinde yapılan
en önemli çalışmalar olan Lazarsfeld ve arkadaşlarının iki aşamalı akış kuramı,
Hovland ve arkadaşlarının yaptığı ikna araştırması ve Lazarsfeld’in öğrencisi olan
Klapper’in Kitle iletişimin etkileri hakkındaki düşüncesi aktarılıp eleştiriler hakkında
genel bir çerçeve sunulacaktır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


69
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

SINIRLI ETKİLER KURAMI ÜZERİNE GENEL BİR ÇERÇEVE


Anadamar iletişim kuramları; tutucu kuramlar olarak da adlandırılan var
olan sistemin onarılması, yapılandırılması ve devam ettirilmesi genel felsefesine
dayanan düşünceler içeren kuramlar olarak tanımlanabilir. Olguculuk olarak
tanımlanan pozitivizmi ve ampirizmi yani deneyciliği, temel alan araştırma alanı
olarak kullanan bu kuramlar içinde yer alan sınırlı etkiler kuramı (limited effects),
Sınırlı etkiler, güçlü 1930’lu yılların sonlarında başlayıp, 1960’lara kadar süren, aracı etkenler ya da
etkileri eleştiren bir araya giren değişkenlerin birleşmesiyle oluşan etkileri içeren kuramsal bir
yapıya sahiptir. Bu yaklaşımdır. Bu yaklaşım aynı zamanda az sayıda etkiler (minimal effects) olarak
yaklaşımda medya da anılır. Sınırlı etkiler kuramı, pek çok iletişim araştırmasında kullanılmış kuramsal
etkisinin abartılmasının bir yaklaşımdır. Bununla birlikte yıllar geçtikçe, özellikle gazete, dergi radyo gibi
yerini bu etkinin
kitle iletişim araçlarının yanında televizyon gibi yeni bir kitle iletişim araçlarının
neredeyse yok sayılması
devreye girmesiyle medyanın etkileri yönünden farklı görüşler de ortaya çıkmıştır.
almaktadır.
Sınırlı etkiler, güçlü etkileri eleştiren bir yapıya sahiptir. Bu yaklaşımda medya
etkisinin abartılmasının yerini bu etkinin neredeyse yok sayılması almaktadır.
İnsanların hangi medyayı seçeceği, hangisine dikkat edecekleri, hangi
mesajların hangi bölümlerine odaklanacakları, medya mesajlarının ne
kadarını/nasıl hatırlayacakları kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Sınırlı etki
paradigmasının iletişim çalışmaları alanına en önemli katkısı medya tüketicilerinin,
sadece medyaya maruz kalan pasif ve birbirinin aynı alıcılar olarak ele alınmasına
itiraz etmesi olmuştur denilebilir. Sınırlı etkiler kuramının bir diğer katkısı ise 1950
ve 1960’larda ABD’de üniversitelerde yapılan bilimsel araştırmalar bakımından
temel bir çerçevenin oluşmasına da yön vermiş olmasıdır.
1940’lı ve 1950’li yıllar boyunca sınırlı etki kuramını geliştiren ve buna
yönelik uygulamalar yapan isimlerin başında Paul Felix Lazarsfeld (1901-1976) ve
Carl Hovland (1912-1961) gelmiştir. Her iki kuramcı da medyanın etkisinin ancak
bilimsel ve ampirik yani deneysel yöntemlerle anlaşılabileceğini iddia edip ve bunu
başarabilmek için nesnel ampirik araştırma tasarımları uygulamışlardır. (Burak
Özçetin) Ayrıca sınırlı etkilere yönelik çalışmalar yapan Lazarsfeld’in öğrencisi
Joseph T. Klapper’in (1917-1984) in kitle iletişim üzerindeki çalışmaları da konu
açısından önem arz etmektedir.

LAZARSFELD VE İKİ AŞAMALI AKIŞ KURAMI


Sınırlı etkiler kuramı içinde davranışsal bilimlerde etkili olan kuramlardan ilki
ve en çok bilineni “iki aşamalı akış kuramı” dır. Bu ilk inceleme, Paul Felix
Lazarsfeld ve arkadaşları Bernard Berelson ve Hazel Gaudet tarafından Halkın
Seçimi (The People’s Choice) adlı çalışmayla gerçekleşmiştir. İkincisi 1955’te
yayınlanan Lazarsfeld ve Elihu Katz’ın ortak yapıtı olan Kişisel Etki: Halkın Kitle
İletişimin Akışında Oynadığı Rol (Personel Infulence: The Part Played by People in
the Flow of Mass Communication) adlı çalışmadır. Üçüncüsü ise Coleman, Katz ve
Menzel’in 1957 yılında yayınladıkları Yeniliğin Doktorlar Arasında Yayılması (The
Diffusion of an Innovation Among Physicians) sınırlı etkilere örnek araştırmalardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


70
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

Halkın Seçimi Araştırması


Sınırlı etkiler içerisinde iki aşamalı akış kuramı olarak daha çok bilinen Halkın
Seçimi araştırmasını konu açısından daha yakından tanımak gerekir. 1944’te
yayınlanan bu çalışmada 1940’lardaki ABD’deki başkanlık seçimleri ele alınmıştır.
Ohio’da Erie County’li 600 seçmen üzerinde medyanın etkisini ölçülmeye
çalışılmıştır. Seçmenlerin oy verme tercihlerini etkilemek için, kitle iletişim
araçlarının nasıl bir gücünün olduğunu ortaya koymayı hedef alan bu ilk
araştırmanın sonucunda Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet, bireysel ilişkilerin kişilerin
oy verme kararlarını etkilemede, kitle iletişim araçlarına göre daha etkili olduğu
sonucuna varmışlardır ve bu araştırma sonucunda “İki Aşamalı Akış Kuramı”
geliştirilmiştir.
Halkın Seçimi kitabının alt başlığı şöyledir: “Başkanlık için kampanya
sürecinde seçmen kararını nasıl verir?” Çalışmanın hedefi, insanların oy davranışı
üzerindeki medya ve siyasal propaganda etkisini açıklamaktır. Araştırma Colombia
Üniversitesi’nde Uygulamalı Sosyal Araştırmalar Bürosu tarafından Ohio Eyaleti
Erie ilçesinde gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında 600 katılımcının her
Lazarsfeld ve arkadaşları biriyle 7 ay boyunca, ayda bir kez görüşme yapılmıştır. Panel tekniği olarak
bu çalışmayla siyasi adlandırılan bu görüşme tekniğinde belirli bir süre içerisinde katılımcılarla birden
kanaatlerin oluşum fazla görüşme yapılmıştır. Bu metot daha önce 1930’lardan itibaren pazarlama ve
sürecini açıklamaya kamuoyu araştırmalarında kullanılmaya başlanan o günlerde yeni bir metot olarak
çalıştıklarını ifade da anılmaktadır. Panel tekniğinin amacı katılımcıların fikirlerini değiştirip
ederler.
değiştirmediklerini ve her iki durumda da bunun sebeplerini anlamaktır.
Katılımcılar, çalışma boyunca siyasal fikirlerini değiştirmeyenler ile fikirlerini çeşitli
biçimlerde değiştirenler olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Araştırmada fikirlerinde
ara ara dalgalanma yaşayan bu insanların hem kişilik özelliklerine hem de radyo ve
gazeteye maruz kalma biçimlerine yer verilmiştir. Lazarsfeld ve arkadaşları bu
çalışmayla siyasi kanaatlerin oluşum sürecini açıklamaya çalıştıklarını, kanaati
tanımlamadıklarını fakat kanaatin oluşum sürecini incelediklerini ifade ederler.

•ABD’deki 1940 ve 1948 yıllarındki başkanlık seçiminde mülakat


Örnek

tekniği kullanılarak seçmenlerin oy kullanım tercihlerinin nasıl


billurlaştığı hesaplanmaya çalışılmıştır. Panel tekniği denilen bu
yenilik, bundan sonraki çalışmalarda da kullanılan gözde bir teknik
olmaya başlamıştır.

Bu çalışmada panel tekniği çok önemlidir. Lazarsfeld, seçim alanında,


“oluşmakta olan” kararın birbirini izleyen aşamalarını incelemek için kullandığı
panel tekniğiyle onun ön varsayımı, ister bir tüketim malının, bir sağlık
uygulamasının, bir teknolojinin, isterse bir makinanın ya da gübrenin çiftçiler
tarafından benimsenmesi söz konusu olsun, her türlü “yeniliğin” benimsenme ve
yayılma sürecine genellenebilir bir teknik olduğunu ifade eder. Bu bakış açısı,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


71
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

araştırmayı yeni bir ürünün ya da yeni bir davranışın geçmesi gereken sürekli
aşamaların ve adımların (step’lerin) düzenlenmesine yöneltmiştir. Bundan sonra
bir yeniliğin benimsenmesi için en uygun kitle ya da kişiler arası iletişim biçimlerini
belirlemede çerçeve işlevi gören basamakları (bilgilenme, ilgilenme,
değerlendirme, deneme, benimseme ya da yadsıma) derleyen modeller de ortaya
Applied Social Research çıkmıştır. Bu uğraşlar benzeşiyorlardı ve bu modeller pazarlama uzmanlarının
bürosu; kozmetik, diş önerdiği AIDA (dikkati çekmek, ilgiyi uyandırmak, isteği uyarmak, eyleme geçmek
macunu, sabun, kahve ya da satın almak) gibi modellerle yer değiştiriyorlardı. Zaten üniversite kurumu ile
ya da erkek giyimi gibi özel araştırma arasındaki değiş tokuş süreklidir. Colombia Üniversitesi’nde
çok değişik ürünlerle Applied Social Research bürosu; kozmetik, diş macunu ve sabun, hazır kahve ya da
ilgili çalışmalar
erkek giyimi gibi çok değişik ürünlerle ilgili çalışmalar yapmıştır. Lazarsfeld’in
yapmıştır.
yetiştirdiği bu öğrenciler daha sonraki süreçlerde reklam endüstrisinin “mürşitleri”
olmuşlardır.
Halkın Seçimi kitabının temel bulguları aşağıdaki gibi sıralanabilir:
 Kişisel etkinin rolü: Hangi adaya oy vereceğine karar vermiş seçmenlerin
kararları seçim kampanyasıyla, kitle iletişim araçları ve propagandayla zor
değişmektedir. Kararlarını seçim kampanyasının sonlarına doğru veren ya
da kampanya sürecinde karar değiştiren seçmenler, bu kararlarında kişisel
etkinin rolünün daha fazla olduğunu vurgulamışlardır. Yani karar
vermelerde kişisel etkileşim, kitle iletişim araçlarından daha etkilidir.

 Kişisel etkinin akışı: Kişilerarası etkinin bu kadar önemli olduğu


sonucundan sonra etki sürecinde bazı insanların diğerlerinden daha
önemli olup olmadığı araştırma konusu olmuştur. Araştırmada sorulan şu
iki soru önemlidir: “Yakın zamanda herhangi birini kendi siyasal
fikirlerinizin doğruluğu konusunda ikna etmeye çalıştınız mı?” ve “Yakın
zamanda herhangi bir kimse size siyasal bir mesele hakkında danıştı mı?”.
Bu sorulara yönelik iki önemli bulgu ise şöyledir: Kanaat önderleri politik
meselelerle ve seçimlerle daha fazla ilgilidirler ve kanaat önderlerine
toplumun her kesiminde rastlamak mümkündür.
 Kanaat önderleri ve kitle iletişim araçları: Araştırmaya göre kanaat
önderleri, toplumdaki diğer kişilere nazaran radyo, gazete ya da dergilere
daha fazla maruz kalmaktadırlar. Bazı insanlar diğerlerine göre daha
aktiftirler ve grubun çıkarları konusunda daha hassastırlar. Genel olarak
insanların bilgileri doğrudan gazete ve radyo gibi kitle iletişim araçlarından
aldıkları varsayılır. Lazarsfeld’e göre insanların büyük bir kısmı bilgilerinin
büyük bir bölümünü ve fikirlerinin çoğunu kendi gruplarında yer alan
kanaat önderlerinden almaktadırlar. Kanaat önderleri olarak anılan bu
kişiler ise kitle iletişim araçlarına daha fazla maruz kalıp, bu araçları diğer
insanlardan daha çok takip etmektedirler.
Lazarsfeld ve arkadaşlarının bu bulguları kitle iletişimin etkilerinin daha az
ve sınırlı olduğunu göstermektedir. Fikirler genel olarak radyo ve yazılı basından
kanaat önderlerine, oradan da halka yayılmaktadır. Halkın Seçimi araştırması ile
kitle iletişimi ve kitle iletişiminin etkileri, birbirine bağlanmış bireylerin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


72
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

oluşturduğu ağlar içerisinde konumlandırılır. Fikirler genellikle radyo ve yazılı


basından kanaat önderlerine, daha sonra onlardan daha az aktif olan kesimlere
akarlar. Şekil 4.1’de iki aşamalı akış kuramının modeli görülmektedir.

Şekil 4.1. İki Aşamalı Akış Modeli (McQuail & Windahl, 1997)

Fakat Halkın Seçimi’nde bu bulgular aslında yeterince sınanıp


incelenememiştir. Bunun en önemli sebebi araştırmanın kanaat önderleri
değişkenini hesaba katarak tasarlanmamış olduğu söylenebilir. Örneğin kimlerin
kanaat önderi olarak belirleneceği konusunda her zaman bir belirsizlik vardır.
Kimlerin kanaat önderi
olarak belirleneceği Colombia Üniversitesi’nde Katz, Berelson ve Lazarsfeld’in öncülüğünde
konusunda her zaman 1950’lerin ortalarına kadar yapılan bu etki araştırmalarının sonucu olarak bilginin
bir belirsizlik vardır. aktarılması ve kişilerin tutumlarının değişmesinde kişiler arası ilişkilerden doğan
etkinin geniş rol oynadığı ve kitle iletişim araçlarının doğrudan rolünün ise bu
konuda sınırlı olduğu saptanmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarından da iki aşamalı
akış, kanaat önderliği ve eşik bekçiliği kavramları ortaya çıkmıştır.

Kişisel Etki: Halkın Kitle İletişimin Akışında Oynadığı Rol


Sınırlı etkilere yönelik olarak yapılan ikinci çalışma, 1955’te yayınlanan
Lazarsfeld ve Elihu Katz’ın ortak yapıtı olan Kişisel Etki: Halkın Kitle İletişimin
Akışında Oynadığı Rol (Personel Infulence: The Part Played by People in the Flow of
Mass Communication) adlı çalışmadır. Ancak bu çalışma on yıl önce yapılmış
anketleri değerlendirmiştir. Bu çalışmada moda ve eğlence tüketicilerinin
davranışları ve özellikle de film seçimi konusundaki fikirlerini incelemek söz
konusu olmuştur. İllinois’nin 60.000 nüfuslu bir kentinde olan Decatur’da 800
kadın üzerinde yapılan bu çalışmada kişisel karar verme süreci incelenmiştir.
Önceki incelemede olduğu gibi “birincil grubun” önemini yeniden bulunan bu
araştırmada bu durum, iletişim akışını “kanaat önderlerinin” rolünün kesin
biçimde ortaya çıktığı iki aşamalı bir süreç gibi kavramalarını sağlar. Bu, two-step
flow olarak da adlandırılan yani iki aşamalı akış kuramıdır. İlk aşamada medya
doğrudan açık olduğu için medyadan göreli olarak iyi haberdar olan kişiler;

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


73
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

ikincisinde medyayı daha az izleyen ve bilgi almak için başkalarına bağımlı olanlar
bulunur.

Yeniliğin Doktorlar Arasında Yayılması


Katz ve Lazarsfeld; Decatour’da pazarlama, moda, sinemaya gitme ve
kamusal meseleler konusunu ele alan çalışmalar yapmışlardır. Yine Coleman, Katz
ve Menzel’in 1957 yılında yayınladıkları Yeniliğin Doktorlar Arasında Yayılması (The
Diffusion of an Innovation Among Physicians) adlı çalışmalarıyla yeni ilaçların
doktorlar arasında yayılması üzerine bir araştırma yaptılar. Çalışma yeni bir ilacın
Coleman, Katz ve doktorlar tarafından nasıl ve ne kadar hızla benimsendiği üzerine kurulmuştur.
Menzel, 1957’de Dört ayrı eyaletten 216 doktorla anket yapılan araştırmada doktorların beyanları
Yeniliğin Doktorlar ile eczanelerde toplanan reçeteler karşılaştırılmıştır. Aynı zamanda doktorların
Arasında Yayılması adlı kurduğu profesyonel ilişkilerle ilgili beyanları hep birlikte ele alınarak her bir
çalışmayla yeni ilaçların doktorun belirli ağlar içerisindeki konumu tespit edilmeye çalışılmıştır.
doktorlar arasında
Araştırmanın temel bulgusu, yerel tıp toplulukları ile ve diğer meslektaşlarla
yayılması üzerine bir
araştırma yapmıştır. sürekli temas halinde olan doktorların yenilikleri daha hızlı benimsedikleridir.
Doktorlara yeni ilaçtan nasıl haberdar oldukları sorulduğunda %57’si ilaç şirketi
temsilcisinden, %18’i eczanelerden, %7’si mesleki dergilerden, %7’si ise diğer
doktorlardan haber aldıklarını ifade etmişlerdir. Bir doktor ilacı yazmadan evvel
saygı duyduğu ve görüşlerine yer verdiği bir meslektaşına danışmaktaydı.
Doktorların neredeyse %90’ı şirketlerin ya da dergilerin verdiği bilgilerden daha
farklı bir kaynağa ihtiyaç duymaktaydı. Bu görüşlerine değer verilen kanaat
önderleri ise buradaki doktorlardı ve bu doktorların görüşleriyle genellikle
yeniliklerin daha çabuk benimsendiği görülmektedir. Bu sonuçlara göre kanaat
önderleri toplumdaki görüşlerin benimsenmesinde önemli konumdaki insanlar
olarak görülmüştür.

Kanaat Önderi ve Eşik Bekçisi Arasındaki Fark


Lazarsfeld’in kullandığı iki aşamalı akış modelinde ilk aşamadaki bilgi,
iletişim araçlarından kitle iletişime daha sık ve sürekli katılan, görece daha bilgili
bireylere ulaşmaktadır. İkinci aşamada ise daha çok kişiler arası iletişim kanalları
devreye girmekte ve bilgi bu kişilerden, iletişim araçlarını daha az ve daha dolaylı
kullanan, ayrıca bu bilgiler için başkalarına bağımlı olan bireylere aktarılmaktadır.
Modelde ilk aşamadaki bilginin gittiği kişi olan kanaat önderi, bu dönemde
en önemli ve başat rol oynayan grup üyesi olarak görülmektedir. Bir toplumdaki
kanaat önderi, iletişimi grubun dünya görüşüne göre biçimlendirebilme özelliğine
sahip, saygı duyulan bir önder ve dolayısıyla güvenilir bir kaynak olarak ilgili olay
hakkında etkide bulunan kişi olarak tanımlanabilir.
İki aşamalı akışa yönelik yapılan çalışmalar sonucunda kanaat önderleri
sınıflandırılmaya çalışılarak ve en önemli ve nadir bulunandan sık rastlanana kadar
6 grup oluşturulduğu görülmüştür (Özçetin, 2018).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


74
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

1. Grup: “Büyük Düşünürler” adı altında Adam Smith, Karl Marx ya da


Thomas Jefferson gibi faaliyet alanlarını dönüştüren isimler girer. Bunlar
her çağda çok azdır.
2. Grup: “Büyük Öğrenciler” adı altında Aldous Huxley, Spinoza ve Abraham
Lincoln gibi her ülkede bir düzineyi geçmeyen isimlerdir.
3. Grup: “Büyük Yayıcılar” olarak Katz ve Lazarsfeld gibi büyük düşünürlerin
felsefelerini yayan kişilerdir.
4. Grup: “Daha Küçük Yayıcılar” adı altında sayıları daha fazla olan kişilerdir.
5. Grup: “Katılımcı Yurttaşlar” adı altında düzenli olarak oy veren, ulusal
kampanyalara parasal ve lojistik destek sağlayan, güncel konularda
tartışmaların bir parası olan vatandaşlardır.
6. Grup: “Politik Olarak Etkisizler” adı altında suya sabuna dokunmayan,
politikayla ve memleket meseleleriyle pek ilgilenmeyen kişiler olarak
toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan grup üyeleridir.
Medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konusunda aracı olan kişilerarası
iletişimin rolünün ne olduğu incelenmiştir. Kamuoyu önderleri medya içeriklerini
yorumlayarak mesajları yeniden biçimlendirir. Daha önce pasif bir alıcı olarak
değerlendirilen izleyici, yorum yapan, seçen, reddebilen aktif bir konuma
yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu yaklaşımla artık kullanımlar ve doyumlar
Eşik bekçileri, kitle yaklaşımının temel argümanı olan medyanın insanlara ne yaptığı sorunundan öte,
iletişiminde gönderici insanların medya ile ne yaptığı sorusu araştırılmaya başlanmıştır.
araçtan önce, kanaat
Eşik bekçisi ya da bazen kullanıldığı biçimiyle kapı tutucu terimi ise bir
önderleri ise alıcı
araçtan sonra yer alan mesajın kitle iletişim araçlarından bireysel dinleyici ya da izleyiciye geçerken bu
bireylerdir. mesaja bazı konularda müdahale edenleri anlatan bir kavramdır. Katz ve Berelson,
eşik bekçisi ve kanaat önderlerinin birbirlerinden farklı kavramlar olduğunu
belirtirler. Eşik bekçileri, kitle iletişiminde gönderici araçtan önce, kanaat önderleri
ise alıcı araçtan sonra yer alan bireylerdir. Fakat her ikisinin de etkinin
sağlanmasında hem seçici, hem de yorumcu rolü bulunmaktadır. Aralarındaki fark
ise, iletişim sürecinde bulundukları yerde, yani sahip oldukları farklı güçlerde
ortaya çıkmaktadır.

• Kanaat önderi kelimesi ve genel olarak gazetelerde


Bireysel
Etkinlik

kullanılan eşik bekçiliği kelimelerini günümüzde nasıl ve ne


amaçla kullanıldığını araştırınız.

HOVLAND VE İKNANIN YAPISI


ABD’li psikolog Carl Iver Hovland, Yale Üniversitesi’nde psikoloji profesörü
olarak çalışmış, Arthur A. Lumsdaine ve Fred D. Sheffield ile birlikte haberleşme
psikolojisi ve ikna üzerine çalışmalar yapmıştır. Hovland ve arkadaşları Amerikan
ordusu içinde yer alan Savaş Enformasyon Dairesinin talebi ile kitle iletişim

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


75
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

araçlarının etkileri üzerine yaptıkları bir çalışmanın sonucu olarak o güne kadar
genel kabul gören birçok iddianın sorgulanmasına yol açmıştır.
1945’de II. Dünya Savaşının sonlarına doğru ordudaki erlerin savaşın bittiği
ve barışın geldiği yönündeki iyimserliğin yol açtığı gevşemenin nasıl aşılabileceğini
düşünen Amerikan ordusu, Hovland’dan konuyla ilgili en etkili ve ikna edici iletişim
Hovland ve arkadaşları biçiminin ne olduğuna yönelik bir çalışma yapmasını istemiştir. Buna yönelik
Amerikan ordusu içinde olarak Hovland, askerlerin denek olduğu ve araştırıldıklarından haberlerinin
yer alan Savaş olmayacağı bir deney tasarlar. Deneyin amacı; tartışmalı bir konu hakkında sadece
Enformasyon Dairesinin tek yanlı bir sunum yapan bir iletişim mi; yoksa konunun farklı taraflarını ele alan
talebi ile kitle iletişim bir iletişim mi daha çok etkilidir? Bu soruyu cevaplayabilmek için “Tek yanlı” ve
araçlarının etkileri
“Her iki yanlı” olmak üzere iki farklı radyo programı hazırlanır ve deneklerin 214
üzerine çalışma
yapmışlardır. kişilik bir kısmına tek yanlı, yine aynı sayıda 214 kişilik bir kısmına ise her iki yanlı
program dinletilir. 197 kişiden oluşan kontrol grubuna ise bu yayınlar
dinlettirilmez. Radyo programlarından tek yanlı olanı sadece bir görüşe yer verir.
Bu görüş, 15 dakika boyunca ayrıntılı olarak aktarılan savaşın beklenenden uzun
süreceği görüşüdür. Diğer radyo programı ise bu programa dört dakikalık bir
ekleme yapılarak oluşturulan 19 dakikalık bir programdır. Bu program, diğer
programı tamamen içermektedir. Buna ek olarak dört dakikada savaşın beklendiği
kadar uzun sürmeyeceği görüşü eklenir. Burada önemli olan nokta ikinci
programın karşıt görüşe yer vermesi bakımından tek yanlı değil, iki yanlı bir sunum
gerçekleştirmiş olmasıdır.
Deneklere fark ettirilmeden yapılan bu çalışmada, programı dinlemeden
önceki ve dinledikten sonraki görüşlerinin sorulduğu anket formları askerlere
cevaplatılır. Amaç, önceki ve sonraki cevaplarda verilen yanıtların farklı olup
olmadığını araştırmaktır. Her iki radyo programını dinlemeyen grup ise kontrol
grubunu oluşturmaktadır.
Araştırmanın seyri incelendiğinde sonuçlarının son derece çarpıcı olduğu
görülmektedir. Hovland ve arkadaşlarının yaptığı bu çalışmada tek yanlı sunumun
başlangıçta yani deney öncesinde programda savunulan görüşten yana olanlar
üzerinde daha büyük etki yarattığını ortaya koymuştur. Başlangıçta programın
görüşüne katılmayan denekler üzerinde iki yanlı sunumun daha büyük etki
yarattığı görülmüştür. Başka bir deyişle, bir izleyicinin tek yanlı mı, yoksa iki yanlı
iletişimden mi daha fazla etkileneceğinin cevabı, izleyicinin programa maruz
kalmadan önceki görüşleri ile programda savunulan görüşler arasında
uyum/uyumsuzlukta yatmaktadır. Buradan hareketle denilebilir ki, iletişimin ya da
propagandanın etkili olup olmayacağı sadece mesaja veya araca değil, mesajı alan
kişinin mesajı almadan önceki düşünceleriyle de ilgilidir. Çalışmanın çarpıcı
sonuçlarından biri de iyi eğitim görmüş kimselerin iki yanlı sunumdan daha çok
etkilendikleri; iyi eğitim görmemiş olanların ise tek yanlı sunuma dayanan
iletişimden daha fazla etkilendikleridir. Çalışmanın en çarpıcı sonucu ise her iki
programın da bir bütün olarak grup üzerindeki toplam etkileri, grubun başlangıç
kanaatine bağlı olmasıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


76
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

Kaynağın Güvenilirliği
Hovland ve Weiss, kaynak güvenilirliğinin iletişimin etkinliği üzerindeki
etkisini incelemişlerdir. Aynı materyalleri kullanarak, fakat bu aynı materyaller,
denekler tarafından güvenilirliği yüksek ve güvenilirliği düşük sayılan kaynaklara
atfedilerek, bildirişim materyalinin öğrenilme ve akılda tutulma derecesi üzerinde
kaynağın güvenilirliğinin etkilerini incelediler. Burada kullanılan yöntem, yüksek
Hovland ve Weiss, inanılırlığı olan kaynaklara atfedilen aynı gazete ve dergi makalelerini bir gruba, az
kaynak güvenilirliğinin inanılırlığı olan kaynaklara atfedilenleri ise diğer gruba vermektir. Elde edilen
iletişimin etkinliği incelemeden çıkan önemli sonuçlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
üzerindeki etkisini
incelemişlerdir.  Az inanılır kaynaklara atfedilen makaleler, çok inanılırlık atfedilen
makalelere oranla çok yanlı ve haksız sunuşlar olarak değerlendirilmiştir.
 İnanılırlığı yüksek olan kaynaklar izleyici üzerinde o anda, hemen başlayan
etkiler sağlamaktadır.
 Kaynağın inanılırlığı, izleyicinin savunulanları kabulünü etkiler.

 Güvenilirliği yüksek kaynaklara dayanılarak gerçekleştirilen iletişim, kısa


dönemde etkin olmakla birlikte, belli bir süre sonra üstünlüğünü
yitirebilme özelliğine sahip olabilir.
 Güvenilir kaynağın olumlu ve güvenilir olmayan kaynağın olumsuz etkisi
birkaç hafta sonra kendiliğinden ortadan kalkar.
 Güvenilirliği düşük kaynağa dayanılarak yapılan iletişimin ise kendi içeriğini
öğrettiği kitle üzerinde kaynağın ilk anda dikkat edilen doğası
unutulmasına karşın içerik unutulmadığı için etkinlik kazanmaya
başlayabilir.
Kitle iletişiminde, özellikle siyasal propaganda ve reklamda da kaynağın
doğası ve içerik arasındaki bu unutulma farklılığı Hovland ve Weiss’in en önemli
bulgularından birisidir. Bu etkiye “uyutucu etki” de denmektedir.

KLAPPER VE KİTLE İLETİŞİMİNİN ETKİLERİ


Joseph T. Klapper, 1960’ta kaleme aldığı Kitle İletişiminin Etkileri adlı
çalışmasında kitle iletişiminin etkilerinin sınırlı olduğunu; kitle iletişim araçlarının
tek başına izleyici üzerinde etkiler yaratamayacağını; bundan daha ziyade diğer
unsurlar arasında bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Genellikle de kitle iletişim
araçlarının mevcut durumları pekiştirme ve dönüşümden ziyade, değiştirme
işlevini gördüğünü iddia etmiştir. Klapper, kitle iletişim araçlarının daha önceden
zannedildiği kadar güçlü ya da etkili olmadığını şu şekilde açıklar: “İknaya yönelik
kitle iletişiminin tutum yaratmak, mevcut durumları güçlendirmek veya
değiştirmek ve tutum değişikliğine yol açmak gibi amaçlarının olduğunu
gözlemledik. Araştırmalar sağlam bir şekilde göstermektedir ki, bu türden kitle
iletişim tutumları değiştirmekten ziyade mevcut tutumları pekiştirmeye ve
dönüştürmekten ziyade değiştirmeye yaramaktadır.” Klapper, kitle iletişim

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


77
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

araçlarının daha önce zannedildiği kadar güçlü ya da etkili olmamasının sebeplerini


mevcut araştırma bulgularından hareketle şu şekilde açıklar:
 İnsanların mevcut fikir ve ilgileri, yani yatkınlıkları onların kitle iletişim
araçlarıyla kurduğu ilişkiyi ve kitle iletişim araçlarının bu insanlar
üzerindeki etkisini belirler. Genellikle insanlar kendi tutum ve ilgileri ile
uyumlu kitle iletişimine daha açıktırlar. Bu süreçte şu mekanizmalar işler:
 Seçici maruz kalma: İnsanlar kendi fikir ve ilgileri ile uyumlu medya
içeriklerini takip etmeye eğilimlidir; sempatik bulmadıkları ya da onları
rahatsız eden medya içeriklerinden kaçınırlar.
 Algıda seçicilik: İnsanlar medya içeriklerini kendi düşüncelerine göre
algılama ve hatta uyarlamaya eğilimlidirler.
 Seçici akılda tutma: Seçici maruz kalma ve algıda seçicilikle yakından ilgili
olarak, insanlar, yatkın ve yakın oldukları medya içeriklerini saklamaya ve
akılda tutmaya daha eğilimlidirler.
 Gruplar ve grup normları: İletişim araştırmaları geç de olsa grupların ve
toplumun farkına varmıştır. İzlerkitleler izole, tekil bireylerden oluşmaz.
 Kitle iletişiminin kişilerarası yayılımı: İnsanlar sadece kitle iletişim
araçlarının mesajlarına maruz kalmazlar; aynı zamanda bu mesajları
diğerlerine (örneğin arkadaşları ya da aileleri) aktarırlar ya da anlatırlar.
Pek çok araştırma kitle iletişim mesajlarının bu türden yayılımının mesajın
etkisini kuvvetlendirici bir etkisi olduğunu vurgular.
İnsanlar sadece kitle  Hür teşebbüs toplumunda kitle iletişim araçlarının doğası: Serbest
iletişim araçlarının teşebbüsün baskın olduğu bir toplumsal düzende, ticari birer işletme olan
mesajlarına maruz kitle iletişim kuruluşları hâkim kültürel değerlerin kuvvetlendirilmesi
kalmazlar; aynı zamanda yönünde bir tavır takınır. Zira yapıları gereği, ticari kar ile ayakta kalan bu
bu mesajları diğerlerine kuruluşlar toplumun çok farklı kesimlerinden okuyucu ve izleyicileri
(örneğin arkadaşları ya
yakalamak zorundadırlar. Ticari medya, insanların görüşlerini
da aileleri) aktarırlar ya
da anlatırlar. değiştirmeye, şekillendirmeye çalışmaktan ziyade, genel geçer toplumsal
değerleri güçlendirmeye ve pekiştirmeye yönelir.
Klapper’in kurduğu modelin özellikleri aşağıdaki gibidir:
 Medyanın etkilerinin ortaya çıkması için birincil koşul, kitle iletişim
araçlarına açık olmaktır. Kişilerin, medyaya açık olmayı seçici olarak
gerçekleştirdikleri üzerinde durur.
 Kişiler, seçtiklerini medyadan kendi ilgilerine göre seçmeli olarak izlerler.
 Medyaya kişiler açık kaldıklarında, seçtiklerini seçmeli ilgilerine göre
izlerler, belleklerinde seçmeli olarak tutarlar veya tutmayabilirler.
 Modelde pasif izleyiciden söz edilmekle birlikte, aktif izleyici üzerinde
durulmaya yönelmektedir. Bu değişiklikle sınırlı etkiler kuramı bırakılıp,
İki aşamalı akış kuramına tekrar güçlü etkilere geçilmeye başlandığını söylemek yanlış olmaz.
yapılan bir eleştiri de
eksik ve yanlış bir güç ve SINIRLI ETKİLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
iktidar anlayışından
Todd Gitlin 1978 yılında yayınladığı Medya Sosyolojisi: Egemen Paradigma
hareket edildiğidir.
adlı eserinde Lazarsfeld ve arkadaşlarının iki aşamalı akış kuramını ciddi olarak

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


78
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

eleştirir. Bilimsel açıklamalardan daha çok özel sektör ve devletin üst


kademelerinde çalışan yöneticiler için izleyici tepkileri ve tüketici davranışları
hakkında tahmine dayalı kuramlar üretmeyi hedefliyordu. Diğer bir eleştiri sınırlı
etki paradigması medyanın ve propaganda faaliyetinin kişilerin tutum ve
davranışlarında değişikliğe yol açıp açmadığına odaklanmıştır. Burada önemli olan
şey herhangi bir tutum ve davranış değişikliğinin olmaması, medyanın etkisiz
olduğu anlamına mı gelir? Diğer bir eleştiri ise iki aşamalı akış kuramı
eksik ve yanlış bir güç ve iktidar anlayışından hareket etmektedir. Örneğin
Lazarsfeld medya içeriğinin kurumsal kökenleri, medyanın yapısal özellikleri ve
medyanın sahiplik yapısıyla ilgilenmemiştir. Bu gelenek için iktidar ve güç
serbestçe dolaşan ve eşitlik durumundaki bir piyasa malıymış gibi ele alınır.
Hovland’ın araştırmasında orduya yeni kaydolanlara özel olarak hazırlanmış
oryantasyon filmlerinin ikna edicilik gücü araştırılmıştır. Yeni enformasyonun
hangi ölçüde tutumları değiştirdiği incelenmiştir. Savaştan sonra, bu araştırma
grubunun mensupları yeni değişkenleri kullanmak ve önceden kullanılanları daha
da geliştirmek suretiyle bu araştırmaları sürdürdüler. Ama basitleştirilmiş
laboratuvar durumunda elde edilen etkililiğin, gerçek yaşamda karşılaşılan daha
karmaşık durumlar için her zaman geçerli olmadığı görülmüştür.
Bireysel
Etkinlik

• Seçtiğiniz bir kitle iletişim aracının (gazete, dergi,


televizyon vs.) çocuklar üzerindeki etkilerine yönelik
deneysel ortamlar tasarlayarak araştırmalar yapınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


79
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

•ANADAMAR İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI II: SINIRLI ETKİLER


•Medyanın toplumdaki önemine ve etkisine yönelik pek çok etki araştırması
yapılmıştır. Bu araştırmalarda genel olarak belirli bir partiye oy verme,
kültürel beğenileri değiştirme ya da terk etme, mal satın alma, önyargıları
artırma ya da azaltma gibi değişik açılardan soruların yanıtları aranmıştır.
Özet
•1930’lu yıllarla başlayıp 1960’lı yıllara kadar süren sınırlı etkiler döneminde
kitle iletişim araçları ve içerdikleri mesajlar üzerinde birçok çalışma
yapılmıştır. Genel olarak seçim kampanyaları ve filmler konu olarak alınan
araştırmalarda kitle iletişim araçlarının tek başına bireylerin tutumlarını
değiştirmede etkili olamayacağı ve bireylerin bu araçlardan sınırlı bir şekilde
etkilenilebileceği belirtilmektedir.
•ANADAMAR VE SINIRLI ETKİLER KURAMI ÜZERİNE GENEL BİR ÇERÇEVE
•Anadamar iletişim kuramları; tutucu kuramlar olarak da adlandırılan var olan
sistemin onarılması, yapılandırılması ve devam ettirilmesi genel felsefesine
dayanan düşünceler içeren kuramlar olarak tanımlanabilir.
•LAZARSFELD VE İKİ AŞAMALI AKIŞ KURAMI
•Sınırlı etkiler kuramı içinde davranışsal bilimlerde etkili olan kuramlardan ilki
ve en çok bilineni “iki aşamalı akış kuramı” dır. Bu ilk inceleme, Paul Felix
Lazarsfeld ve arkadaşları Bernard Berelson ve Hazel Gaudet tarafından
Halkın Seçimi (The People’s Choice) adlı çalışmayla gerçekleşmiştir. İkincisi
1955’te yayınlanan Lazarsfeld ve Elihu Katz’ın ortak yapıtı olan Kişisel Etki:
Halkın Kitle İletişimin Akışında Oynadığı Rol (Personel Infulence: The Part
Played by People in the Flow of Mass Communication) adlı çalışmadır.
Üçüncüsü ise Coleman, Katz ve Menzel’in 1957 yılında yayınladıkları Yeniliğin
Doktorlar Arasında Yayılması (The Diffusion of an Innovation Among
Physicians) sınırlı etkilere örnek araştırmalardır.
•HOVLAND VE İKNANIN YAPISI
•ABD’li psikolog Carl Iver Hovland, Yale Üniversitesi’nde psikoloji profesörü
olarak çalışmış, Arthur A. Lumsdaine ve Fred D. Sheffield ile birlikte
haberleşme psikolojisi ve ikna üzerine çalışmalar yapmıştır. Hovland ve
arkadaşları Amerikan ordusu içinde yer alan Savaş Enformasyon Dairesinin
talebi ile kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yaptıkları bir çalışmanın
sonucu olarak o güne kadar genel kabul gören birçok iddianın
sorgulanmasına yol açmıştır.
•1945’de II. Dünya Savaşının sonlarına doğru ordudaki erlerin savaşın bittiği
ve barışın geldiği yönündeki iyimserliğin yol açtığı gevşemenin nasıl
aşılabileceğini düşünen Amerikan ordusu, Hovland’dan konuyla ilgili en etkili
ve ikna edici iletişim biçiminin ne olduğuna yönelik bir çalışma yapmasını
istemiştir. Buna yönelik olarak Hovland, askerlerin denek olduğu ve
araştırıldıklarından haberlerinin olmayacağı bir deney tasarlar. Deneyin
amacı; tartışmalı bir konu hakkında sadece tek yanlı bir sunum yapan bir
iletişim mi; yoksa konunun farklı taraflarını ele alan bir iletişim mi daha çok
etkilidir? Bu soruyu cevaplayabilmek için “Tek yanlı” ve “Her iki yanlı” olmak
üzere iki farklı radyo programı hazırlanırÇalışmanın en çarpıcı sonucu ise her
iki programın da bir bütün olarak grup üzerindeki toplam etkileri, grubun
başlangıç kanaatine bağlı olmasıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


80
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

•KLAPPER VE KİTLE İLETİŞİMİNİN ETKİLERİ

Özet (devamı)
•Joseph T. Klapper, 1960’ta kaleme aldığı Kitle İletişiminin Etkileri adlı
çalışmasında kitle iletişiminin etkilerinin sınırlı olduğunu; kitle iletişim
araçlarının tek başına izleyici üzerinde etkiler yaratamayacağını; bundan
daha ziyade diğer unsurlar arasında bir unsur olduğunu ifade etmiştir.
Genellikle de kitle iletişim araçlarının mevcut durumları pekiştirme ve
dönüşümden ziyade, değiştirme işlevini gördüğünü iddia etmiştir.
•Klapper’in kurduğu modelin özellikleri aşağıdaki gibidir:
•Medyanın etkilerinin ortaya çıkması için birincil koşul, kitle iletişim
araçlarına açık olmaktır. Kişilerin, medyaya açık olmayı seçici olarak
gerçekleştirdikleri üzerinde durur.
•Kişiler, seçtiklerini medyadan kendi ilgilerine göre seçmeli olarak izlerler.
•Medyaya kişiler açık kaldıklarında, seçtiklerini seçmeli ilgilerine göre izlerler,
belleklerinde seçmeli olarak tutarlar veya tutmayabilirler.
•Modelde pasif izleyiciden söz edilmekle birlikte, aktif izleyici üzerinde
durulmaya yönelinmektedir. Bu değişiklikle sınırlı etkiler kuramı bırakılıp,
tekrar güçlü etkilere geçilmeye başlandığını söylemek yanlış olmaz.
•SINIRLI ETKİLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
•Todd Gitlin 1978 yılında yayınladığı Medya Sosyolojisi: Egemen Paradigma
adlı eserinde Lazarsfeld ve arkadaşlarının iki aşamalı akış kuramını ciddi
olarak eleştirir. Bilimsel açıklamalardan daha çok özel sektör ve devletin üst
kademelerinde çalışan yöneticiler için izleyici tepkileri ve tüketici
davranışları hakkında tahmine dayalı kuramlar üretmeyi hedefliyordu. Diğer
bir eleştiri sınırlı etki paradigması medyanın ve propaganda faaliyetinin
kişilerin tutum ve davranışlarında değişikliğe yol açıp açmadığına
odaklanmıştır. Burada önemli olan şey herhangi bir tutum ve davranış
değişikliğinin olmaması, medyanın etkisiz olduğu anlamına mı gelir? Diğer
bir eleştiri ise iki aşamalı akış kuramı eksik ve yanlış bir güç ve iktidar
anlayışından hareket etmektedir.
•Hovland'ın araştırmasında orduya yeni katılanlara yönelik filmlerin ikna
edicilik gücü araştırılmıştır. Ama basitleştirilmiş laboratuvar durumunda
elde edilen etkililiğin gerçek yaşamda karşılaşılan daha karmaşık durumlar
için her zaman geçerli olmadığı görülmüştür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


81
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Kitle iletişim araştırmalarını güçlü, sınırlı ve güçlü etkilere dönüş olarak üçe
ayıran düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Marshall McLuhan
b) Denis McQuail
c) Harold Lasswell
d) Jürgen Habermas
e) John Locke

………………………..tutucu kuramlar olarak da adlandırılan var olan sistemin


onarılması, yapılandırılması ve devam ettirilmesi genel felsefesine
dayanan düşünceler içeren kuramlar olarak tanımlanabilir.
2. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Eleştirel kuram
b) İletişim kuramları
c) Anadamar iletişim kuramları
d) Postmodern kuram
e) Modern kuram

3. Sınırlı etkiler kuramı içinde davranışsal bilimlerde etkili olan kuramlardan


ilki ve en çok bilineni aşağıdakilerden hangisidir?
a) İki aşamalı akış kuramı
b) İkna kuramı
c) İletişim kuramı
d) Stratejik iletişim kuramı
e) Eylemsel kuram

4. Aşağıdakilerden hangisi ABD’deki başkanlık seçimlerini ele alan ve


seçmenlerin oy verme tercihlerini etkilemede kitle iletişim araçlarının
rolünü inceleyen araştırmadır?
a) Kişisel Etki
b) Yeniliğin Doktorlar Arasında Yayılması
c) İknanın Yapısı
d) Kitle İletişiminin Etkileri
e) Halkın Seçimi

5. Aşağıdakilerden hangisi iki aşamalı akış modelinin özelliklerinden biri


değildir?
a) Fikirler önce kanaat önderlerine gider.
b) Kişiler fikirleri kanaat önderlerinden alır.
c) Kişilerarası iletişim kişilerin tutumlarında önemlidir.
d) Kişilerin kendi tutumu önemli değildir.
e) Eşik bekçiliği kavramı ortaya çıkmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


82
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

6. Yeniliğin doktorlar arasında yayılması hakkında çalışma yapan kişiler


aşağıdakilerden hangileridir?
a) Coleman-Katz-Menzel
b) Lazarsfeld-Hovland
c) Hovland-Klapper
d) Klapper-Lazarsfeld
e) Lazarsfeld-Katz

7. Aşağıdakilerden hangisi kanaat önderleri sınıflandırmasından biri değildir?


a) Büyük Düşünürler
b) Büyük Öğrenciler
c) Büyük Yayıcılar
d) Katılımcı Yurttaşlar
e) Büyük tüccarlar

8. Hovland’ın ordudaki erlere yönelik olarak yaptığı araştırmada kullandığı


kitle iletişim aracı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kitap
b) Radyo
c) Gazete arşivleri
d) Bülten
e) Ansiklopedi

9. 1960’lardan sonra sınırlı etkilere yönelik olarak çalışmalar yapan


Lazarsfeld’in öğrencisi düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hovland
b) Klapper
c) Katz
d) Kant
e) Innis

10. Aşağıdakilerden hangisi Lazarsfeld’in çalışmalarına yönelik eleştirilerden


biri değildir?
a) Medya içeriğinin kurumsal kökenlerini araştırmamıştır.
b) Medyanın yapısal özellikleriyle ilgilenmemiştir.
c) Medyanın sahiplik yapısıyla ilgilenmemiştir.
d) Medya sahiplerini önemsemiştir.
e) İktidar ve gücü serbestçe dolaşan ve eşitlik durumundaki bir piyasa
malıymış gibi ele almıştır.

Cevap Anahtarı
1.b, 2.c, 3.a, 4.e, 5.d, 6.a, 7.e, 8.b, 9.b, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


83
Anadamar İletişim Araştırmaları II: Sınırlı Etkiler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Coleman, J. & Katz, E. & Menzel, H. (1957). The diffusion of an innovation among
physicians. Sociometry. 20, 253-270.
Mattelart, A. & Mattelart, M. (2011). İletişim kuramları tarihi. Çev: Merih Zıllıoğlu.
İstanbul: İletişim.
McQuil, D. & Windahl, S. (1997). İletişim modelleri kitle iletişim çalışmalarında,
Ankara: İmge Kitabevi.
Özçetin, B. (2018). Kitle iletişim kuramları. İstanbul: İletişim
Tekinalp, Ş. & Uzun, R. (2009). İletişim araştırmaları ve kuramları. İstanbul: Beta.
Tokgöz, O. (2015). İletişim kuramlarına anlam vermek. Ankara: İmge Kitabevi.
Yaylagül, L. (2014). Kitle iletişim kuramları. Ankara: Dipnot Yayınları.
Yüksel, E. (2001). Medyanın gündem belirleme gücü. Konya: Çizgi Kitabevi.
Lang, K. (2010). Kitle iletişim kuramları. Ed. Erol Mutlu. 27-42. Ankara: Ütopya
Yayınevi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


84
ANADAMAR İLETİŞİM
ARAŞTIRMALARI III: GÜÇLÜ
ETKİLERE DÖNÜŞ

• Güçlü Etkilere Dönüş


• Kültürel Göstergeler ve Ekme-
İÇİNDEKİLER

Yetiştirme Kuramı
• Gündem Belirleme Kuramı İLETİŞİM KURAMLARI
• Eşik Bekçiliği Kuramı
• Suskunluk Sarmalı Kuramı Öğr.Gör.Elif YILDIRIM
• Bilgi Gediği Hipotezi
• Bağımlılık Kuramı

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Kitle iletişim kuramları
çerçevesinde güçlü etkilere dönüş
HEDEFLER

hakkında bilgi sahibi olacak,


•Kitle iletilim kuramlarının bu
döneme ait olanları hakkında
genel bilgiye kavuşacak,
•İletişim araçlarını kullanırken
farkında olarak veya olmayarak
nasıl etkilediğini öğrenecek,
•Bu kuramların ortaya çıkışlarından
onlara getirilen eleştirilere kadar
bütün süreçleri hakkında bilgi
ÜNİTE
sahibi olacak,
•Bu kuramların medyayı nasıl
algıladığını öğreneceksiniz. 5
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Kültürel Göstergeler ve
Ekme-Yetiştirme Kuramı
Güçlü Etkilere Dönüş Dönemi

Gündem Belirleme
Kitle İletişim Kuramları

Kuramı

Eşik Bekçiliği Kuramı

Suskunluk Sarmalı
Kuramı

Bilgi Gediği Hipotezi

Bağımlılık Kuramı

86
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

GİRİŞ
Kitle iletişim araçlarının ortaya çıktığı günden beri, medyanın bireyler ve
toplum üzerindeki etkilerine yoğunlaşan ana akım iletişim araştırmalarının genel
odak noktası, bu etkinin derecesi olmuştur. Medyanın toplum üzerindeki
etkilerine ilişkin olarak yapılan araştırmalar üç farklı dönemde incelenir. Bu
dönemler içinde güçlü etkilere geri dönüş özellikle 1960’lı yıllardan günümüze
kadar uzanan dönemi kapsar ki bu dönemde birçok kuramcı, iletişim araçlarının
etkilerini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Yapılan bu araştırmalarla kimi
zaman birbirini destekleyen kuramsal açıklamalar yapalırken birçok kez bir önceki
kuram eleştirilmiş ve görülen eksiklikler tamamlanma yoluna gidilmiştir.
Farklı zamanlarda ve süreçlerde ortaya çıkan bu kuramlarının tümü medyayı
ve onun güçlü etkisini incelemiştir. Ortaya atılan hipotezlerin uzun ya da kısa
vadede izleyicisine, dinleyici ya da okuyucusuna olan etkisi ve geçerlilik düzeyi
farklı olurken, her kuram kitle iletişim araçlarının bir başka etkisinin altını çizmiştir.
Bu anlamda bütün bu kuramların ortak noktası, kitle iletişim araçlarının bireyler ve
toplum üzerinde çok güçlü etkileri olduğu sonucudur.
Bu anlamda ele alınacak olan kuramların aslında önceki dönemlerin
etkilerini taşıdığı da bir gerçektir. Zaman içinde gerek kümülatif gerekse eleştirel
olarak birbirini etkileyen kuramların bu ünitede ele alınanları özellikle kitsel
iletişimin hızla değişen ve günümüz kitle iletişimini de kapsayan bir dönemde
toplumsal ve bireysel olarak nasıl bir etki bıraktığıyla ilgilidir.

GÜÇLÜ ETKİLERE DÖNÜŞ


20. yüzyılın başından 1930’ların sonlarına kadar olan dönemde yapılan
araştırmalar güçlü etkiler olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde medyanın,
toplumsal değerler ve normlar üzerinde çok güçlü ve ikna edici bir etkisi olduğu
vurgulanmıştır. Toplumun kitle olarak ele alındığı, kitle iletişimi de pasif bireylere
düşünce, tutum ve davranışları enjekte eden doğrusal bir süreç olarak
Güçlü etkiler değerlendirilir. 1940-1960 yılları arası arasında yaşanan dönemeyse sınırlı etkiler
döneminde, doğrudan
dönemi denir. Bu dönemde yapılan araştırmalarda, medyanın kişilerin yaşantısı
ve kısa vadeli etkiler
yerini dolaylı ve uzun üzerinde etkisi olduğu kabul edilmekle birlikte bu etkinin sınırlı olduğu sonucuna
vadeli etkilere varılmıştır. 1960’lı yıllardan itibaren kitle iletişim araçlarının doğrudan ve kısa
bırakmıştır. vadeli etkileri olduğu görüşü yerini dolaylı ve uzun vadeli etkiler anlayışına
bırakmaya başladı. Bu dönem araştırmalarının odak noktasını tutum kavramı
oluşturmaktaydı. Kitle iletişim araştırmalarının toplumsal gerçeğin uzun dönemde
tanımlanmasına yönelen eleştirel araştırma geleneği ağırlık kazanmıştır.
Aslında güçlü etkiler döneminin bilimsel dayanaklar üzerine yoğunlaştığı
görülmekle beraber, sadece doğrudan ve kısa vadeli etkiler yerini düşünce ve değer
yargılarında zaman içerisinde bir takım değişimlere neden olan dolaylı ve uzun
vadeli etkilere bırakmıştır. Bir önceki sınırlı etkiler döneminde kitle iletişim
araçlarının etkileri abartılı olarak vurgulanmıştı. Bu dönemdeyse artık yadsınamaz
bir şekilde büyüyen, yaygınlaşan ve çeşitlenen kitle iletişim araçlarının etkilerini
yok saymak imkânsız hâle gelmiştir.

87
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Televizyonun yaygın, ekonomik ve ulaşılması kolay bir eğlence olarak her


eve girmesiyle bu yaygın medyanın insanlar üzerindeki etkisi de üzerinde
düşünülmesi gereken önemli bir konu hâline geldi. Bu kaygılardan yola çıkarak
farklı açılardan medyanın etkilerini inceleyen kuramlar ortaya çıkmaya başladı.
20.yüzyılın başlarında ki güçlü etki döneminden farklı bir bakış açısıyla konuya
yaklaşan kuramları;
 Kültürel Göstergeler ve Ekme, Yetiştirme Kuramı,

 Gündem Belirleme Kuramı,

 Suskunluk Sarmalı Kuramı,

 Eşik Bekçiliği Kuramı,

 Bilgi Gediği Hipotezi


 Bağımlılık Kuramı olarak sıralamak mümkündür.

KÜLTÜREL GÖSTERGELER VE EKME-YETİŞTİRME


KURAMI
George Gerbner ve arkadaşları tarafından 1960 yılında “Kültürel Göstergeler
Araştırma Projesi” olarak geliştirildi. Televizyonun modern çağın masal anlatıcısı
Gerbner ve arkadaşları
1960 yılında olduğu ve bebeklikten itibaren eğilimleri, tercihleri ekmekte etkin olduğu
televizyonun modern varsayımından hareket edildi. Televizyon dramalarının az ama önemli etkileri
çağın masal anlatıcısı olduğunu, bu etkinin izleyicilerin toplumsal dünya ile ilgili tutum, inanç ve yargılar
olduğu, eğilimleri, üzerinde önemli olduğunu ileri sürdüler. Bu araştırma televizyonu yoğun olarak
tercihleri ekmekte etkin izleyenler üzerine odaklanır. Kuram içindeki ekme kavramı, bir kültürü izleyicinin
olduğu varsayımından
bilincine yerleştirmek ve bu bilinci besleyerek yetiştirmek için televizyonun
hareket etmiştir.
kullanılması anlamına gelir. Burada amaç sosyal gerçekliğin izleyiciler tarafından
kavranmasında televizyonun katkısının belirlenmesidir. Yetiştirme ise kültür ile
aynı köke sahip, ekmek, yerleşmek, toprağı işlemek anlamına gelmektedir.
Gerbner, iletişimsel eylemin özünün “istenen tepkileri elde etmek için girişilen
taktiklerden daha çok, genelleşmiş imajların istikrarlı yapılarını besleyen mesaj
sistemlerinin üretimi ve algılanması” olarak tanımlar.
Gerbner, televizyonda yaratılan dünyayı ve bu dünyadaki şiddetin miktarını
içerik analizi yöntemi kullanarak saptamaya çalışırken, televizyonun izleyicilerin
gündelik yaşamlarındaki düşüncelerini nasıl ve ne kadar etkilediğini araştırdı.
Kurama göre, televizyonun etkisi uzun vadelidir. Yavaş yavaş, dolaylı ve
zamanla yığılarak çoğalan bu etki televizyon izleyicilerin davranışlarından çok
tutumları üzerinde etkilidir.
Çok fazla televizyon izlemek, izleyicide gerçek hayattan çok televizyon
programlarındaki dünya ile tutarlı tutumların ekilmesine sebep olabilir. Bu durum
doğrudan şiddet davranışına sebep olmadan dünyadaki şiddet hakkında insan
zihnini biçimlendirebilir.

88
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Ekme kuramcıları gündelik yaşamdaki şiddetin yaygınlığı gibi genel


inançlarla ilgili ilk düzey etkileriyle, kanun ve nizam gibi özel eğilimlerle ilgili ikincil
düzey etkilerini ayırırlar. Gerbner, medyanın bir kültürde var olan egemen değer
ve tutumları ektiğini, insanları birbirine bağlayan değerleri yaydığını ve bu
değerleri sürdürdüğünü söyler.
Televizyon için kurulu endüstriyel düzenin silahıdır denilse de onun ilk amacı
geleneksel inançları zayıflatmak ya da ortadan kaldırmak değildir. Aksine onlara
istikrar kazandırmak, devam ettirmek hatta güçlendirmektir.
Ekme kuramının asıl sorunsalı televizyonu izleme süresinin artmasının,
gerçekliğin televizyon versiyonuna inanma oranının artırıp artırmadığının cevabını
bulabilmektir. Çünkü Gerbner’e göre toplum televizyona girdi sağlayan bir ortam
olarak kendisinde bulunan kültürel göstergeleri kullanarak iletiler üretir. Toplumda
zaten var olan ancak olağan hayat akışı içinde fark edilmeyen bu göstergeler
televizyona aktarılır. Ancak bu aktarımlar toplumda var olanların yinelenmesi
biçiminde değil de amaca uygun şekilde yenilenip, dönüştürülerek ve sanki yeni bir
göstergeymişçesine tekrar aktarılır. Toplum hammaddesi kendi içinde bulunan bu
iletileri direnç göstermeden benimser. Oysa bu yeniden üretilen göstergeler farklı
anlamlarla yüklenmiş olarak gerçekte olan anlamından farklı bir anlam ifade
edecek şekilde topluma televizyon aracılığıyla yeniden sunulurlar. Gerbner bu
aşamada kişilerin televizyondan aldıkları iletiler doğrultusunda hemen bir tutum
değişikliğine gitmelerini beklemez. Bu aşamada kişisel tutumlarda devreye girer.
Kimi zaman alınan iletiye dirençte gösterilebilir.
Bu yüzden televizyonun etkisinin kısa zamanda kendini göstermesi
beklenmez. Gerbner, ekilen iletilerin zaman içerisinde insanların tutum, tavır ve
davranışları üzerinde etkili olmaya başlamasını filizlenme benzetmesiyle açıklar.
Gerbner’e göre farklı toplumsal gruplar üzerindeki televizyon etkisi farklı
Gerbner, ekilen gerçekleşir. Ticari manada bu kodları üretenlerin beklentisi her sosyal grubun aynı
iletilerin zaman oranda etkilenmesidir.
içerisinde insanların
tutum, tavır ve
davranışları üzerinde
etkili olmaya
•Orta sınıfa aiT bir göstergenin yeniden biçimlendirilip toplumun
Örnek

başlamasını filizlenme
benzetmesiyle açıklar. bütün sınıflarına sunulması durumunda yine kendine yakın olması
sebebiyle orta sınıfın bu yeniden biçimlendirilmiş göstergeden
etkilenmesi fazla olacaktır.

Televizyon gerçekliğinden; çok fazla televizyon izleyen insanlar


izlemeyenlere oranla, sunulan bu gerçekliği kendi hayatlarında yaşamayan
insanlar yaşayandan daha çok etkilenirler. Özellikle hayat tecrübesi daha az olan
çocuklar ve gençler ayrıca yalnız yaşayan veya televizyonu tek başına izleyenler
üzerinde de televizyonun etkisi daha fazla görülür.

89
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Gerbner araştırmasında televizyona maruz kalma oranı ile toplumsal


gerçeklik algısı arasında ki ilişkiyi 3 temel soru çerçevesinde temellendirir;
 Kitle iletişim içeriklerinin üretimini koşullandıran etmenler nelerdir?
(Kurumsal süreç analizi; Medyanın ekonomi-politik yapılanışını ele alır)
 Baskın imge, mesaj, olgu, değer ve ders örüntüleri nelerdir? (Mesaj sistemi
analizi; medya mesajları içeriğinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesini ele
alır)

 Bu mesajlara harcanan dikkat ile izlerkitlenin toplumsal gerçeklik algısı


arasındaki ilişki nedir? (Yetiştirme analizi; televizyonun, izleyicilerin
toplumsal gerçeklik algıları üzerindeki bağımsız etkilerini ele alır)
Örnek

•Televizyon izlemeyi de bir anlamda din gibi görmek mümkündür


onun dinden tek farkı daha düzenli yapılan bir ritüel olmasıdır.

Ekme kuramı televizyonu, gerçekliği yansıtan bir araçtan ziyada kendine has
bambaşka bir dünya olarak görür. Yapılan analizlerin sonuçlardan bazıları;
televizyon dünyasında gerçek dünyadan daha fazla şiddet vardır ve televizyonda
sunulan mesleklerin çoğu kanunların uygulanmasıyla ilgilidir. “Ayrıca televizyon,
sanayi devrimi öncesinde dinin yaptığı gibi güçlü bir kültürel bağlantı aracı olarak
görülür. Televizyon, aydınlatıcı içerikler sunarak seçkinlerle halk arasında bir köprü
görevi görmektedir” (Erdoğan, 1998). Ayrıca televizyonun durmadan tekrarlanan
iletileri, çocukluktan itibaren oluşan dünya görüşümüzü daha geniş temellere
oturtur.
Gerbner ve arkadaşları, televizyonun akşam vakti (prime time) ve gündüz
programları örneklemlerinden yola çıkarak, televizyonun etkisi uzun dönemlidir
sonucuna vardılar. Televizyon, dramalar, reklamlar, haberler ve öteki programlarla
her eve bir ortak imajlar ve iletiler dünyası getirir. Halk, televizyonun simgesel
çevresi içinde doğar ve televizyonun tekrarlanan dersleri ile yaşar. Televizyon
gelecekteki tercihleri ve kullanımları etkileyen tutumları eker (yetiştirir) (Erdoğan,
Alemdar, 2005).
Kurama getirilen eleştirilere bakıldığındaysa;
Kuram, televizyonun ileti sistemini tanımlayabilmek için içerik çözümlemesi
tekniğini kullansa da, etkinin ölçülmesi için izleyiciyle görüşmeler yapılması da
gereklidir. Bu anlamda ekme-yerleştirme kuramı yöntem bilimsel öneriler
yapmaktan öteye gidememiş olsa da bu yöndeki araştırmalara öncülük yapması
bakımından önemlidir.
Model, televizyonun rolünü kültürün gelişmesini etkileyen ana yapısal
etkenleri açıklayan daha geniş bir kuramsal çerçeve içinde incelemek yerine,

90
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

iletinin içeriği ve bireysel algılanmasını bu içeriğe ve algılara etki eden tarihsel,


siyasal ve ekonomik koşullardan soyutlanarak incelemiştir.
Kültürel gelişmede toplumsal denetim unsuru olarak sadece televizyonu
görmek, kültür üreten diğer araçların rolünü göz ardı eder. Televizyon çeşitli alt
kültürler ve referans grupları arasında kültürel bir bağ kursa da çözümlemenin
başlangıç noktası, alt kültürlerin belli bir duruma karşılık olarak nasıl geliştikleri ve
iletişim araçlarından nasıl bilgi aldıkları olmadıkça televizyonun alt kültürlerin ve
İzleyici zaman ulusal kültürün gelişmesine olan göreli katkısını saptamak zordur. Bu kurama
içerisinde seyrettiği getirilen bir başka eleştiri ise izleyici tercihinin göz ardı edilmiş olmasıdır.
şeye inanmakta, onu
Gerbner’in ekme analizinden hareketle Türk televizyonlarında çokça yer
meşrulaştırmakta ve
ona benzemekten alan yerli dizilere bakılacak olunursa; konuları aynı, sadece yayınlandığı kanal ya da
kaçamamaktadır. oyuncular bakımından farklı olan birçok kopya temayla karşılaşılır. İzleyici sanki
kendi iradesiyle bir tercih yaptığına inansa da aslında birbirinin aynı onlarca
diziden sadece bir tanesini tercih ettiğinin farkına varmaz. Ahlaki ve etik
kavramlar, toplumsal düzen, aile yapısı gibi konular gerçek hayattakinden çok
farklı olarak sunulup, televizyondaki gerçek, meşrulaştırılmaktadır. İzleyici zaman
içerisinde seyrettiği şeye inanmakta, onu meşrulaştırmakta ve ona benzemekten
kaçamamaktadır.
Yine televizyonun kültür aktarımına örnek olarak verilebilecek olan yerli
çizgi filmlere bakıldığında birçoğunun milli kültürü aktarmak üzere tasarlandıkları
görülmektedir. TRT Çocuk kanalında yayınlanan yerli çizgi filmlerde çocuk
bilincinin kültürel ekme ile karşı karşıya kaldığı görülür.
Örnek

•Türk gelenek ve göreneklerine göre tasarlanmış bir çizgi film olan


Pepee çizgi filminde kültürel değerler tek tipleştirilmiş olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu çizgi filmlerde ataerkil toplum yapısı
çocuk bilincine ekilerek kadının görevinin çocuk doğurma ve
yemek yapma, erkeğin görevininse para kazanma olarak ön plana
çıkartıldığı görülmektedir.

Pepee çizgi filminde Gerbner’in “merkezileşmiş hikâye anlatım sistemi”


söylemine uyun olarak çocuklar hikâye anlatım yoluyla kitle toplumuna dâhil
edilmekte ve kültürel değerler tek tipleştirilmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
çizgi filmlerde ataerkil toplum yapısı çocuk bilincine ekilmektedir.
Bireysel
Etkinlik

• Türk televizyonlarında yayınlanan dizileri Gerbner'in Kuramı


çerçevesinde inceleyerek kurama uygunluğunu tartışınız.

91
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

GÜNDEM BELİRLEME KURAMI


“Medya insanlara ne düşüneceklerini değil, ne hakkında düşünmeleri
gerektiğini söyler”
İnsanlar kitle iletişim araçlarının ilgilendiği şeyleri bilmek ve onların
öncelik verdiklerini kabul etmek eğilimi gösterirler. Gündem belirleme kuramı,
kitle iletişim araçlarının toplumun gündemini belirlemedeki etkisi üzerinde durur.
Bu etkinin ve onun topluma nüfus etmesinin çeşitli dinamikleri vardır.
Bunlardan bazıları, gündem konusunun önemi, toplumun bu konuyla olan ilişkisi
ve ilgisi, konunun toplumsal güç ve etki alanlarıyla olan bağlantısı olarak
sıralanabilir. Bu etkilerin en önemlilerinden birisi de siyasi iktidarların toplumun
ilgisini kendi yaptıklarından uzaklaştırmak için oluşturmaya çalıştıkları suni
Her televizyon, gazete gündemlerdir. Bu gibi durumlarda hızlı ve ilgi çekici bir konunun kitlelere ivedilikle
ve derginin gündemi
aktarılması gerekir. Özellikle seçim dönemlerinde ilginin hep aynı noktada
kendi seçtikleri, önem
ve öncelikleri tutulması amacıyla zamana yayılmış ve süreklilik arz eden bir etkiden faydalanmak
doğrultusunda ki arzusuna girişirler. Bu etkiler kimi zaman toplumda çok uzun süreli hissedilirken
enformasyondan oluşur kimi zamansa dönemsel olarak ortaya çıkan bu yapay gündem, çabucak tüketilir.
ki buna araç gündemi
Bu kurama göre, önceki kitle iletişim araştırmaları "bilme ve farkında olma"
denir.
yerine, "tutum değişimi" ni kullanırken, gündem belirlemede, “tutumlar” yerine,
"farkında olmayı" kullanır.
Her televizyon, gazete ve derginin gündemi kendi seçtikleri ve kendi önem
ve öncelikleri doğrultusunda ki enformasyondan oluşur ki buna “araç gündemi”
denir. Konular öneme göre sıralanır. Ön sayfadan arka sayfaya; büyük başlıktan
küçük başlığa, otuz tümceden üç tümceye, otuz dakikadan otuz saniyeye, ya da hiç
yer verilmemeye doğru azalan bir şekilde yer alır, önemine göre de sonra
tekrarlanır, ya da tekrarlanmaz.
Halk gündemini göz önüne alma ve ölçmede çeşitli yollar vardır:
 Birincisi kişinin ne tür konularla ilgilendiği soruşturulur. Kamuoyu
araştırmalarının yaptığı budur. Bu incelemelerde, kamuoyu bireysel inanç
ve görüşlerin toplamı olarak tanımlanır. Bu Gallup ve öteki kamuoyu
anketlerinin tuttuğu geleneksel yoldur.
 İkinci yol arkadaşlar ve tanıdıklar arasında hangi konuların tartışıldığının
incelenmesidir. Kişilerin önemli gördükleri konular öteki kişilerle
konuştuklarıyla ilişkilidir, fakat özdeş değildir. Bazı bulgulara göre,
konuşma gündemi her hafta hızla değişir ve kamu konularının gündemi
zaman içinde daha istikrarlı kalır.
 Üçüncü yol kişilerin kamuoyunu algılamasıyla uğraşır.
(Alemdar,Erdoğan,2005).
Gündem belirleme kuramı da diğer birçok kuramda olduğu gibi Walter
Lippmanı’ın kamuoyu çalışmalarından etkilenmiştir. Lippman insanların gerçeklik
olarak algıladıkları düşüncelerinin aslında medyanın sunduğu imgelerle
oluşturulan yapay, meydana getirilmiş bir gerçeklik örüntüsü olduğunu belirtir.

92
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Bu görüşten hareket eden Bernard Cohen’de medyanın insanların “ne


düşünmelerini” belirleme konusunda yeterince başarılı olmasa da “ne hakkında
düşüneceklerini” belirlemede oldukça etkili olduğunu belirtir. Bu tanımlamada
aslında gündem belirleme kuramının temel önermesi olan “Medya insanlara ne
düşüneceklerini değil, ne hakkında düşünmeleri gerektiğini söyler” önermesine
ulaştırır.
Kuramın bir başka kaynağını da Lang ve Lang’in, güçlü etki paradigmasını
eleştiren Lazersfeld ve Berenson’un, sınırlı etki paradigmasına yaptığı eleştiridir.
1959 yılında “Kitle Medyası ve Oy Kullanma” başlıklı makalelerinde; her iki etki
paradigmasının da medyanın etkisini kısa vadeli alma yanlışına düştüğünü,
medyanın uzun vadeli ve yığılarak artan etkisini göz ardı ettiğini savunurlar.
Bunun sonucunda Lang ve Lang gündem belirlemeyi şu şekilde formüle
eder; Medya dikkatleri belirli konulara yöneltir. Siyasi figürlerin imajlarını inşa
eder. İnsanların ne hakkında düşünmesi, bilgilenmesi ve hislenmesi gerektiğini
öneren konuları öne sürer (Lang-Lang,1981).
Kurama katkı sağlayan birçok isim bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi olan
siyaset bilimci Theodore White izlediği 4 ABD başkanlık seçimi sonrası “Amerikan
basının gücü itibarıyla medyanın seçim kampanyalarını biçimlendirdiği”ni ifade
eder.
Her ne kadar insanlar bilgi almak için kitle iletişim araçlarına başvursalar da
bu araçların önceliği kişilerin önceliğinden farklıdır. Kitle iletişim araçları kendi
öncelikli konularını, kendi avantajları doğrultusunda sunmayı tercih ederler.
Toplumdaki güç odakları toplumun ne düşünmesini istiyorsa medya gündemini de
ona göre şekillendirirler.
Toplumdaki güç odakları
Bu şekilde halkın istekleri, beklentileri ihtiyaçları göz önüne alınmadan
toplumun ne
düşünmesini istiyorsa halkın neyi konuşması, tartışması ve gündemine alması isteniyorsa onun gündem
medya gündemini de ona olması sağlanır. Ya da toplum yapay gündemlerle meşgul edilir.
göre şekillendirirler.
Örnek

•Bu anlamda uzaylı haberleri, kıyamet senaryoları, doğaüstü ya da


olağan üstü olaylar kullanılır. Ufolar ve dünyadışı canlıların dünyayı
istila etme haberleride buna örnek verilebilir.
•Maya takvimine göre kıyametin kopacağı söylentileri uzun zaman
medya gündemini meşkul etmişti.

Bazı araştırmacılar medyanın kişilerin davranışlarından çok sosyal ve


toplumsal gündeme etkisini araştırmışlardır. Medyanın toplum üzerinde daha
etkili olduğu sonucuna varmışlardır.
Medya bu gücü gündem belirleyebilme özelliğinden almaktadır. Medya
istediği bir konuyu öne çıkartıp ağırlıklı olarak gündeme getirerek konunun toplum
içinde önemli olmasını sağlayabilir. Bunu yaparken de ileti üzerindeki kontrolünü

93
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

kullanarak toplumsal iktidarın sürdürülmesi için son derecede gerekli olan bilgi
üzerinde iktidar kurma gücünü de elinde tutar.
Modelde etkinin hemen ortaya çıkması ya da zamana yayılmasının bir
önemi yoktur. Çünkü kitle iletişim araçları her durumda toplumda etki
oluşturmaktadır.
Kuramın en önde gelen temsilcileri Maxwell McCombs ve Donald L.Shaw,
medya etkisinin bir etkiler zinciri içinde oluştuğunu, bununda ilk aşamasının
haberdar etme ya da farkındalık yaratma şeklinde gerçekleştiğini ifade ettiler.
Biliş düzeyinde ortaya çıkan ikinci aşamada, insanlar haberdar oldukları
sorunlar hakkında daha fazla bilgi edinmek isterler. Bunun sonucunda üçüncü
aşamada bir tutum ve davranış değişikliği meydana gelir.
1976 seçimlerinde Weawer, televizyonun ve basının kurduğu gündemin
vatandaşın gündemiyle büyük benzerlik gösterdiğini belirtmiştir.

• McCombs ve Shaw, 1968 ABD başkanlık seçimlerinde kuramı


Örnek

ampirik olarak denemek için kararsız seçmenin oylarının nasıl


etkilendiği üzerine çalıştılar. Medyanın önemli görüp öne çıkarttığı
konuların izleyiciler içinde önemli olduğunu, medyanın kurduğu
gündemin okuyucunun/izleyicinin bilişsel dünyasını biçimlendirdiği
sonucuna vardılar.

Kuramın temel
varsayımı; izleyiciler Kuramın temel varsayımı; izleyiciler hem hangi konularla ilgileneceklerini
hem hangi konularla hem de bu konu ve sorunlarla ne derece ilgileneceklerini öğrenirler. Gündem
ilgileneceklerini hem de kurma yaklaşımının temelini daha çok siyasal olaylar, özellikle seçimler ve seçim
bu konu ve sorunlarla kampanyaları oluşturur. Bu sayede siyasal seçkinler toplumun gündemini
ne derece
belirlemiş olurlar (Yaylagül,2017).
ilgileneceklerini
öğrenirler. Gündem belirleme modelinden doğan iki farklı çalışma alanını “ikinci aşama
gündem belirleme” ve “öne çıkartma” oluşturmaktadır. İkinci aşama gündem
belirlemede medya ne düşünmemiz gerektiğini belirlemenin yanında nasıl
düşünmek gerektiğini de belirlediği görülür. Öne çıkartmada ise, medyanın politik
meseleleri değerlendirirken belli ölçütleri ve kriterleri bilinçli olarak öne çıkarttığı
görülür (Şekil 5.1).

Şekil 5.1. Perloff’un (2014) gündem belirlemeden oy davranışına uzanan ilişkiye ait
şeması.

1987 yılında 3 farklı gündem açıklamasında bulunan Rogers ve Dearing,


gündem koyma ve saptama süreçleri hakkında farklı yaklaşımlarda bulundular;

 Kitle iletişim araçları gündemi,(Kitle iletişim araçları içeriğinin önceliği olan


konulara verilen farklı önem)

94
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

 Kamu gündemi,(Kamuoyu ve bilgisindeki konulara verilen farklı önem)


 Siyasa gündemi,(Politikacıların konu ve siyasa teklifleri)
Kitle iletişim araçları kamu gündemini, çektiği dikkat ve kitle iletişim
otoritesi ile doğrudan etkiler, kamu gündemi (kamuoyu), politikacılar seçmenlerin
ne isteyebileceğine cevap aradıkça, siyasa gündemini etkiler, kitle iletişim araçları
gündeminin ayrıca siyasa gündeminde bağımsız, doğrudan etkisi vardır, çünkü
politikacılar tarafından kamuoyuna rehber olacak şekilde kullanılır.
Bazı konularda siyasa gündeminin kitle iletişim araçları gündemi üzerinde
dolaysız ve kuvvetli etkisi vardır, kitle iletişim gündemi, birçok kaynak ve gerçek
dünya olayları tarafından kitle iletişim araçlarının ilgisini çeken, sürecin daha
önceki ele alınış biçimlerinde genelde dâhil edilmeyen bir etmen olarak dolaysız
etkilenir (McQuail,1997).
Rogers ve Dearing’in Gündem koyma ve saptama modeli, farklı etki ve
geribesleme şekillerini temsil etmesinin yanı sıra önemli olaylarda kitle iletişim
araçlarının, kamunun ve siyasa oluşturucuların aynı çerçeve içinde hepsinin kişisel
ilişkiler ağı tarafından birleştirilerek kişisel deneyimlerinde buna eklendiğini
gösteren bir modeldir. Günümüzde insanlar iş dışı yaşamlarının büyük bir
bölümünü medya içeriklerine maruz kalarak geçirmektedirler.
Özellikle internetin yaygınlaşması, insanların güncel enformasyona
ulaşmakta sıkıntı çekmemesi bu durumu daha da kaçınılmaz hale getirmektedir.
Dünyada her gün birçok olay olmakta ancak bunların hepsi her zaman medyada
yer bulmamaktadır. Medyanın öne çıkarttığı haber ve içeriklerin toplumun
gündemine gelir, medya tarafından önemsenmeyen ya da fazla öne çıkartılmayan
Medyanın olaylara
olaylarsa gündem dışı kalır.
verdiği önemle
kamuoyunun verdiği Medyanın olaylara verdiği önem ile kamuoyunun verdiği önem paralellik
önem paralellik göstermektedir. Özellikle siyasal yönlendirmeler medyanın kendi lehine gündem
gösterir. Özellikle oluşturma davranışına zemin hazırlamaktadır. Gündem belirleme kuramının güçlü
siyasal yönlendirmeler
ve zayıf tarafları aşağıdaki gibidir (Tokgöz,2015);
medyanın kendi lehine
gündem oluşturma Gündem belirleme kuramının güçlü tarafları:
davranışına zemin
hazırlar.  İzleyicinin medya ile etkileşimi üzerinde odaklanır.

 Medyaya açık kalmayıp izleyiciyi yönlendirme bakımından güdüleme


arama, kamusal sorunlar bakımından izleyicinin algılaması bağlantıları
ampirik olarak gösterir.
 Öne çıkma, hikâye kurma ve hikâyenin canlılığını içine alacak benzer
görüşleri birleştirir.
Gündem belirleme kuramının zayıf tarafları:
 Gündem koymanın kökleri kitle toplumu kuramına dayanır.
 Siyasal kampanyalara ve haberlere fazlasıyla yakındır.
 Bazıları gündem koymanın etkisinin yönünü ise sorgulamadan edemez.

95
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

EŞİK BEKÇİLİĞİ KURAMI


“Her gün okuyucunun eline ulaşan gazete aslında bir dizi seçimin ürünüdür”
Walter Lippmann
Kuram D.M.White tarafından geliştirilmiştir. Bu modelde, haber üretim
sürecinin ilk aşamasında karar alan, medya mesajlarını belirleyen, neyin haber
olup olmayacağına karar veren kişilere, kurum ve süreçlere ”Eşik Bekçileri”
denilmektedir.
Bu kişiler haber kanalının eşiğinde yer alarak eşiği aşıp, kanal aracılıyla
izleyiciye ulaşacak olan haberlerden seçim yaparlar. Eşik bekçileri verilecek
haberin sırasını, süresini, sıklığını belirlemenin yanı sıra çalıştıkları kurumun ve
dolayısıyla toplumun gündemini belirlemeye katkı sağlayan haber editörleridir.
Modelin temel öncülü bazı şeylerin seçilip bazılarının elenmesidir. Bir
“Her gün okuyucunun
markette bulunan bütün elmaları alamayız. İçinden bizim istediğimiz renkte veya
eline ulaşan gazete
aslında bir dizi seçimin boyutta olanları elimizdeki imkânlar doğrultusunda alırız. Tıpkı bunun gibi her gün
ürünüdür” dünyadaki bütün haberleri kısıtlı bir alanda yayınlamak için almak mümkün
Walter Lippmann değildir. Bunun yerine bazı kriterler doğrultusunda bir takım haberler seçilir ve bir
kısmı da elenir. Buna karar vermek gerekir. Eşik bekçilerinin haber içeriklerini
belirlemede etkilendikleri tüm düzeyleri kapsayan bir model Şekil5.2’de
gösterilmiştir.

Haber süreci özneldir ve


eşik bekçilerinin kişisel
değer yargılarına
dayanmakla beraber
kurumsal işleyişin
dayattığı mekanik Şekil 5.2 : Shoemaker ve Reese’in Medya İçerikleri Etkiler Hiyerarşisi Modeli (2007,
rutine de dayanır. https://dergipark.org.tr/download/article-file/504219 ).

Haber süreci özneldir ve eşik bekçilerinin kişisel değer yargılarına


dayanmakla beraber kurumsal işleyişin dayattığı mekanik rutine de dayanır.
Bu yorumdan yola çıkarak yayın yönetmeninin süreçten tek başına sorumlu
olmadığı söylenebilir. Kurumun politikaları ve sorumlu olduğu diğer kişilerle ortak
bir karar üretir.
Medya kuruluşları aynı zamanda bir ticari oluşum ve farklı sektörlerde
faaliyet gösteren yapılar veya bunların bir parçası ve aynı zamanda reklama ve
reklam verenlere de bağımlıdırlar.

96
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Hiç kuşku yok ki bu denli ticari bağlarla üstelik küresel bir organizasyonun
parçası olarak medya içeriklerine bakıldığında, eşik bekçiliğinin bir dizi yapısal
kısıtlamayla karşı karşıya kaldığı yadsınamaz bir gerçektir. Baskı gruplarını,
hükümetler, halkla ilişkiler ajansları ve diğer medya kuruluşları oluşturmaktadır.

• Yaklaşıma yöneltilebilecek iki sorunun cevabını tartışmalı bir


Bireysel Etkinlik
etkinlikte grup çalışması olarak yorumlayınız;
• Eşik bekçiliği bireysel mi yoksa yapısal ve kurumsal bir
sorumluluk mudur?
• Eşik bekçilerini ve aldıkları kararları etkileyen içsel ve dışsal
faktörler var mıdır?

SUSKUNLUK SARMALI KURAMI


Aslen bir siyaset bilimci olan Elisabeht Noelle-Neumann tarafından,
psikolojik temelde bir felsefe ile kitle iletişimi etkisini konu alan, kamuoyunu
anlamaya yönelik bir kuramdır.
Kuram politik alanda ki oy verme davranışı ile kamuoyu algısı arasındaki
ilişkiyi araştırıp onunla ilgili kuramsal bir çerçeve oluşturmaya çalışır.
Psikoloji temelli olan kuram bireyin psikolojik yapısı ile davranışlarını korku
ekseninde ele alır. İnsanların yalnız kalmaktan, toplumdan dışlanmaktan
korkmaları ve kamuoyu baskısı neticesinde davranışlarını şekillendirdikleri
varsayımından yola çıkar. İnsanların düşünceleri toplumun egemen düşüncesinden
farklı olduğu zaman toplum tarafından dışlanma korkusu duyarlar.
Psikoloji temelli olan
kuram bireyin psikolojik
yapısı ile davranışlarını
korku ekseninde ele alır.

Şekil 5.3 Suskunluk Sarmalı


(https://harunkot.wordpress.com/2016/04/04/suskunluk-sessizlik-sarmali-nedir/ 2016)
Bu kuram da gündem kurma ve kamuoyu oluşturma sorunuyla yakından
ilgilidir. Kuramın temelinde, insanların toplumda egemen düşüncelere uyarak izole
olmaktan ve toplumsal yaptırımlara maruz kalmaktan kaçındığı fikri yatar
(Neuman,1997).

97
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Toplumun egemen görüşünü medya tarafından ele alınan konular yansıtır.


Bireysel olarak buna karşı çıkmak, aksi görüş bildirmek ve görüşünü savunmak için
insanlar yeterli gücü kendilerinde bulamazlar.
Medyada sunulan bir iletiyi beğenmeyen ya da aynı görüşte olmayan bir
izleyici bunu dile getirmekten kaçınır. Söyleme cesareti olanlar ise toplumca
dışlanma korkusu duyar. Bunu yaşamamak için insanlar sessiz kalarak kendilerini
güvende hissetmek isterler.
Neumann, 1960-1970 arasında Batı Almanya seçimlerinde Hıristiyan
Demokrat Parti’nin seçim kampanyası araştırırken, Alman kamuoyundaki
değişiklikleri ve medyanın oynadığı roller bakımından sorumlulukları olduğuna
dikkat çeker.
Kuramın en önemli noktasını dışlanma korkusu oluşturur. Kamuoyu ile aynı
düşünmeyen birey bu dışlanma korkusu nedeniyle kamuoyuyla aynı düşünceyi
paylaşıyormuş gibi davranmaya ve fikirlerini o yönde açıklamaya karar verir.
Neumann’a esin kaynağı olan Solomon Asch tarafından yapılan bir
deneydir. Deneyde 8-10 kişilik deneklere örnek bir uzunluk verilir. Sonra bu
örnekle sadece biri uyumlu üç çizginin kıyaslanması istenir. Daha sonra hepsinin
asistanlardan oluştuğu sadece sıranın sonunda bir deneğin oturduğu guruba aynı
deney yapılır. Hepsinin deneyin amacını bildiği kişilerin verdikleri cevapların baskı
altında kalan kişi üstündeki etkisine bakılır. Deneyin sonucunda asistanların verdiği
yanlış cevaba sadece 2 denek direnirken,1-2’si zaman zaman kararlara uyum
sağlamış bazen de karşı çıkmıştır. Ancak 6 tanesi her seferinde çoğunluğun
görüşüne uymuş ve hep yanlış olan çizgiyi seçmiştir. Sonuçları yorumlayan
Neumann “dışlanma korkusu”nun görüşler üzerindeki etkisini vurgulayıp, kuramı
da bu temellerin üzerine kurmuştur.
Birçok birey için genel olarak halkın görüşü kendi görüşünden daha etkilidir.
İnsanlar algıları neticesinde kendi görüşlerini halkın görüşü doğrultusunda
açıklarlar. Eğer bu paralellikte bir azalma söz konusu olursa bir suskunluk durumu
içine girip, görüşlerini belirtmeme yönünde motive olabilirler.
Kuramın dayanağı çoğunluktakilerin görüşleri gibi görünse de bu noktada
öne çıkan vurgu, bireyin algısıdır. Bireyin algıladığı görüş her zaman baskın görüş
olmayabilmektedir. Önemli olan o görüşün baskınmış gibi o bireylerce
değerlendirilmesidir (Bulduklu- Karaçor,2009).
Suskunluk sarmalı kuramının beş varsayımını Neumann şöyle açıklar;
Birçok birey için genel
olarak halkın görüşü  Sapkın bireyler toplum tarafından dışlanmakla tehdit edilir.
kendi görüşünden daha
 Bireyler sürekli olarak dışlanma korkusu duyarlar.
etkilidir. İnsanlar algıları
neticesinde kendi  Bu korku bireyin içinde bulunduğu fikir ortamını değerlendirmesine yol
görüşlerini halkın görüşü açar.
doğrultusunda açıklarlar.
 Bu değerlendirme sonucunda fikrini ya açıklar ya da susar.

98
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

 Bu dört varsayım bir arada ele alındığında bunlar kamuoyunun


oluşmasında, sürdürülmesinde ve değişmesinde etkilidir.
Çağdaş toplumlarda medya kamuoyu oluşturmakta son derece etkin bir rol
oynar. Eğer güçlü medya toplumda; Çoğunluğun görüşünü desteklerse: bunlar
azınlığa karşı daha güçlü bir duruma geçer. Azınlığın görüşünü desteklerse:
çoğunluk toplumdaki sessiz çoğunluğu oluşturur. Azınlık medyadan karşı tepki
görürse: sessiz kalır. Azınlık medyadan destek görürse: durum tam tersine çevrilir.
Medya verdiği haberler bakımından sınırlandırılmış seçimler sunar, buda
yalnız kalmak istemeyen izleyicileri bir suskunluğa götürür. İzlerkitle öncelikle
fikirlerinin çoğunluğun fikrine uyup uymadığına bakar, bir uyumsuzluk durumunda
önce bu genel kanının kendi lehinde değişip değişmeyeceğine bakar, değişmezse
suskunluğu tercih eder.
Sonuçta tartışmalı durumlarda toplumun desteğini yanına alanların
görüşleri egemen görüş haline gelir. Kurama getirilen eleştiriler ise şöyledir;
Neuman dışlanma korkusunu insan doğasına bağlayarak kültür faktörünü göz ardı
eder. Kültürel farklılıklar dışlanma ya da kabul etme mekanizmalarının farklı
çalışmasına sebep olabilir. Kimi toplumlar daha dışa dönükken kimileri çok içe
Bilgi gediği hipotezi, dönük olabilir. Ayrıca kuramda kullanılan saha araştırmaları yöntemi, sadece
Tichenor, Donohue ve
kişilerin beyanına dayanılarak yapılmaktadır. Oysa “susma” ya da “konuşma ”
Olien’in geliştirdiği
medya ve medya edimleri sadece kişilerin beyanlarından hareketle değil, aynı zamanda araştırma
kullanımının merkezi bir yöntemleriyle de incelenmelidir (Özçetin,2018). Yine başka bir eleştiride bu
rol oynadığı üzerine araştırmalar yüz yüze iletişimin daha güçlü olduğu küçük toplumlarda geçerli
kurulu kuramdır. olduğu kadar daha büyük ve karmaşık toplumlarda geçerliliğinin az olmasıdır.

BİLGİ GEDİĞİ HİPOTEZİ


Tichenor, Donohue ve Olien’den oluşan bir ekibin 25 yıl boyunca ampirik
olarak yaptıkları araştırmalarla geliştirdiği medya ve medya kullanımının merkezi
bir rol oynadığı üzerine kurulu kuramdır.
Medya halka sürekli olarak birçok konuda bilgi sağlar. Özellikle kapitalist
toplumlarda bilgide eğitim ve maddi olanaklar gibi eşit olarak paylaşılmaz. Ancak
bir ülkedeki insanların tümü ülkeyi ilgilendiren pek çok konuda (mesela bir nükleer
santralin yapılıp yapılmaması ya da bir ülkeyi protesto edilmesi gibi konularda)
karar verme ve bu kararlar doğrultusunda bazı politikaların oluşmasında etkili
olabilirler.

99
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Kitle iletişim araçları bu ve benzeri birçok konuda bilgi sağlayan en önemli


kaynaktır. Bu hipoteze göre medyanın verdiği enformasyonu daha iyi eğitim almış,
sosyoekonomik anlamda daha iyi bir statüde olan insanlar daha düşük eğitim
almış sosyoekonomik düzeyi düşük insanlardan daha çabuk ve daha doğru alma
eğilimindedirler. Zamanla farklı gruplar arasındaki farkın çok bilgili ve az bilgili
olanlar arasında büyüme eğiliminde olduğu görülmüştür.
Bu kurama göre bilgi Medya herkese aynı bilgiyi veriyormuş gibi görünse de sosyo-ekonomik
olayları anlama, olarak alt ve üst olarak tanımlanabilen katmanlar arasında bilgi farkı kapanmak
yorumlama ve sorunları yerine sürekli olarak artmaktadır. Bu durum bilimsel konular ve kamusal alanda ön
çözme gibi becerileri bilgi gerektiren işlerde ve kişisel ilgi alanlarının çoğaldığı durumlarda daha fazla
artırdığı için bir güç
olmaktadır. Burada eğitim değişkeninin, aktarılan bilginin iki sınıf arasındaki
olarak görülmektedir.
eşitsizliği artırma eğilimini ortaya çıkarttığını savunur.
Bu kurama göre bilgi olayları anlama, yorumlama ve sorunları çözme gibi
becerileri artırdığı için bir güç olarak görülmektedir. Ancak burada bahsedilen salt
bilgiye ulaşmak değildir. Tichenor, Donohue ve Olien bilgi gediğinin oluşmasında
birkaç faktörün etkili olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu faktörler;
 İletişim yetenekleri
 Depolanan bilginin miktarı
 Toplumsal ilişkiler

 Bilginin tutulması, kabul edilmesi ve seçici maruz kalma


 Medya sisteminin doğası, olarak maddeleştirilir.
Yazarlar aynı makalede bilgi gediğinin oluşa bilmesi bakımından gerekli
olabilecek nedenleri;
 Üst ve alt sosyoekonomik statüde bulunanlar arasında iletişim becerilerini
kullanma açısında farklılık olması

 Üst sosyoekonomik statüdeki kişilerin belleklerinde depoladığı


enformasyon veya daha önce elde etmiş oldukları malumat yönünden
farklılık olması
 Üst statüde yer alanlar belirli toplumsal ilişkilere daha çok sahip olmaları

 Seçmeli olarak açık kalma, benimseme ve bilgi tutma mekanizmalarının


çalışması

100
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

 Medya sistemi doğası gereği olarak üst statüde yer alan bu kişilere daha
çok yönelik olması

•Türkiye’de Susam Sokağı olarak (ABD’de Sesame Street adıyla

Örnek
yayınlanıyordu) yayınlanan bilgi düzeyi düşük kentiçi çocuklara
yönelik hazırlanan programın 1. yılı sonunda yapılan bir araştırma
sonucuna göre enformasyon açısından üst ve alt düzeyde bulunan
çocuklar bakımından bilgi açığının kapanmasına yardımcı olduğuna
işaret edilmektedir.

Bilgi araçlarına ulaşmanın herkese açık hale gelmesiyle gediğin azalacağına


dair iyimser beklentiler birçok araştırmada ortaya konulmuştur. Ancak gelinen
nokta açısından değerlendirildiğinde farkın kapandığını söylemek mümkün
değildir. İnternetin bu açığı kapayacağı yönündeki beklentiler sadece bilgiye
erişme kapsamında gediğin kapanmayacağını göstermektedir. Üstelik televizyon
İnternetin bu açığı gibi daha yaygın, her yere girebilen ve anlaşılabilirlik düzeyi daha yüksek olan bir
kapayacağı yönündeki
medyanın bile gediği artırdığı bir ortamda bu beklentinin sonuç vermeyeceği de
beklentiler sadece
bilgiye erişme ortadadır. Rogers, enformasyonun sadece bilgi gediklerini değil davranış ve tutum
kapsamında gediğin gediklerini de artırdığını iddia eder.
kapanmayacağını
göstermektedir. BAĞIMLILIK KURAMI
DeFleur ve Ball-Rokeach'ın, 1975 yılında Avrupa’da kullanımlar ve doyumlar
yaklaşımına getirilen eleştirilere karşı, medya bağımlılığı kuramı olarak nitelenen
bu modeli geliştirmeye çalıştılar.
Medyanın kimi zaman güçlü kimi zamansa zayıf bir etkiye sahip olduğunu
açıklamak amacıyla geliştirildi. Kuram, dış dünyadan haberdar olmak için bireylerin
medyaya daha çok bağımlı olduğunu ileri sürer.
Kurama göre, sanayileşmiş toplumlarda, izleyiciler, kitle iletişim araçlarına
bir bilgi kaynağı olarak çok bağlıdırlar. Kişiler gereksinimlerini karşılamak adına ne
kadar çok kitle iletişim araçlarına başvururlarsa onlara olan bağımlılıkları o derece
artar.
İzleyicilerin araçlarla bilgi, bağlılık derecesi bu iletişim araçlarının izleyicinin
inanç, duygu ve davranışlarını ne zaman ve neden değiştirdiğini anlamada temel
değişkendir. Günümüz toplumlarında bu bağımlılık her yerde aynı anda olan bir
durumdur.

101
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

Bağımlılık kuramı, medya, toplum ve bireylerarası ilişkiye odaklanır ve


hepsini ayrı birer sistem olarak görür. Bütün bu alt sistemler arasında bir ilişki
vardır ve her biri birbirine bağımlıdır. Bu ilişkiler sisteminin bir bileşeni olan
medyanın politik, ekonomik ve toplumsal sistemlerin etkisinde kalmaması
düşünülemez. Medyada kendi varlığını devam ettirmek için bütün bu yapılarla
ilişki içinde kalmak zorundadır. Yani bu yapılar birbirine bağımlıdır. Örneğin reklam
almak zorunda olan medya ekonomik hatta siyasi yapılara bağımlıdır. Aynı
Reklam almak zorunda zamanda izlenilirliğinin artması bakımından izleyiciye bağımlıdır.
olan medya, ekonomik
hatta siyasi yapılara DeFleur ve Ball Rokeach kitle iletişim araçlarının etkilerini üç grupta inceler:
bağımlıdır. Aynı Algısal, duygusal ve davranışsal.
zamanda izlenilirliğinin
artması bakımından Algısal Etkiler: Yetersiz ya da çatışan bilgi kaynaklı belirsiz tutumlar, inançlar
izleyiciye bağımlıdır. ve değerler ile ilgilidir. Bu belirsizlik durumu daha fazla bilgi sağlamakla ortadan
kaldırılabilir.
Duygusal Etkiler: Duygusal süreçler sevgi, nefret, hoşlanma, hoşlanmama,
korku, gibi duyguları içerir. Kitle iletişim araçları Bu süreçlerle ilgili bir bilgi
gönderildiğinde izleyicide duygusal değişim beklenir. Fakat bu yönde yeterli
araştırma yapılmamıştır.
Davranışsal Etkiler: Birçok kişinin ilgilendiği görünen etkinlik, "etkidir".
Örneğin, bir grubunun protestosunu izleyenleri bu protestoya katılmaya itebilir.
Aynı zamanda buna karşı olan kişileri de karşı protestoya yöneltebilir. Ayrıca oy
vermek ve reklam yoluyla tüketimde izleyicileri harekete geçirmesi de buna örnek
verilebilir.
DeFleur ve Ball Rokeach, bu bağımlılık modelini bireysel farklılıklar,
toplumsal kategoriler ve toplumsal ilişkiler diye niteledikleri "kuramlarla" bir araya
getirerek birleşik bir model ortaya atmışlardır.
Bireysel farklılıklar diye niteledikleri kuram psikolojideki uyaran ve
tepki görüşüne, tek yönlü nedensellik ilişkisine dayanan modelde kişisel
tercihle ilgili algılamaya yönelik araştırmalara yer verilir. Toplumsal ilişkiler
perspektifi hem psikolojik, hem de toplumsal kategorileri içine alarak iki kademeli
akış, kanaat önderliği ve iletişimle ilgili alan araştırmaların hemen hepsini içine alır.

102
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

•Kitle iletişim araçlarının ortaya çıktığı günden beri, medyanın bireyler ve


toplum üzerindeki etkilerine yoğunlaşan ana akım iletişim araştırmalarının
genel odak noktası, bu etkinin derecesi olmuştur. Medyanın toplum
üzerindeki etkilerine ilişkin olarak yapılan araştırmalar üç farklı dönemde
incelenir. Bu dönemler içinde güçlü etkilere geri dönüş özellikle 1960’lı
yıllardan günümüze kadar uzanan dönemde birçok kuramla iletişim
Özet
araçlarının etkilerini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Yapılan birçok
araştırma kimi zaman birbirini destekleyen kuramsal açıklamalar yaparken
birçok defada bir önceki kuramı eleştirmiş, eksik gördüğü yanlarını
tamamlamaya gitmiştir.
•Farklı zamanlarda ve süreçlerde ortaya çıkan bu kuramlarının tümü medyayı
ve onun güçlü etkisini incelemiştir. Ortaya atılan hipotezlerin uzun ya da kısa
vadede izleyicisine, dinleyici ya da okuyucusuna olan etkisi ve geçerlilik
düzeyi farklı olurken, her kuram kitle iletişim araçlarının bir başka etkisinin
altını çizmiştir. Bu anlamda bütün bu kuramların ortak noktası, kitle iletişim
araçlarının bireyler ve toplum üzerinde çok güçlü etkileri olduğudur.
•Güçlü etkilere geri dönüş dönemi içinde bakılacak olan kuramlar şöyle
sıralanmaktadır;
•Kültürel Göstergeler ve Ekme, Yetiştirme Kuramı,
•Gündem Belirleme Kuramı,
•Suskunluk Sarmalı Kuramı,
•Eşik Bekçiliği Kuramı,
•Bilgi Gediği Hipotezi
•Bağımlılık Kuramı
•Kültürel Göstergeler ve Ekme, Yetiştirme Kuramı;
•George Gerbner ve arkadaşları tarafından 1960 yılında geliştirildi.
Televizyonun eğilimleri, tercihleri ekmekte etkin olduğu varsayımından
hareket ederek, iletişimsel eylemin genelleşmiş imajların istikrarlı yapılarını
besleyen mesaj sistemlerinin üretimi ve algılanması olarak tanımladılar.
•Gerbner, televizyonda yaratılan şiddetin miktarını içerik analizi yöntemi
kullanarak saptamaya çalışırken, televizyonun izleyicilerin gündelik
yaşamlarındaki düşüncelerini nasıl ve ne kadar etkilediğini araştırdı.
Televizyon izlemek doğrudan şiddet davranışına sebep olmaksızın dünyadaki
şiddet hakkında insan zihnini biçimlendirebilir. Gerbner medyanın bir
kültürde var olan egemen değer ve tutumları ektiğini öne sürer.
•Gündem Belirleme Kuramı
•Gündem belirleme kuramı, kitle iletişim araçlarının toplumun gündemini
belirlemedeki etkisi üzerinde durur. Bernard Cohen gündem belirleme
kuramını “Medya insanlara ne düşüneceklerini değil, ne hakkında
düşünmeleri gerektiğini söyler” önermesiyle açıklar.

103
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

•Eşik Bekçiliği Kuramı


•White tarafından geliştirilen kuramda, haber üretim sürecinin ilk
aşamasında karar alan, medya mesajlarını belirleyen, neyin haber olup
olmayacağına karar veren kişilere, kurum ve süreçlere ”Eşik Bekçileri”
denilmektedir. Bu kişiler haber kanalının eşiğinde yer alarak eşiği aşıp, kanal
Özet (devamı) aracılığla izleyiciye ulaşacak olan haberlerden seçim yaparlar. Eşik bekçileri
verilecek haberin sırasını, süresini, sıklığını belirlemenin yanı sıra çalıştıkları
kurumun ve dolayısıyla toplumun gündemini belirlemeye katkı sağlayan
haber editörleridir.
•Suskunluk Sarmalı Kuramı
•Neumann tarafından, psikolojik temelde bir felsefe ile kitle iletişimi etkisini
konu alan, kamuoyunu anlamaya yönelik olarak geliştirilen bir kuramdır.
Kuram politik alanda oy verme davranışı ile kamuoyu algısı arasındaki ilişkiyi
araştırıp onunla ilgili kuramsal bir çerçeve oluşturmaya çalışır.
•Kuramın en önemli noktasını dışlanma korkusu oluşturur. Kamuoyu ile aynı
düşünmeyen birey bu dışlanma korkusu nedeniyle kamuoyuyla aynı
düşünceyi paylaşıyormuş gibi davranmaya ve fikirlerini o yönde açıklamaya
karar verir. Neumann “dışlanma korkusu”nun görüşler üzerindeki etkisini
vurgulayıp, kuramı da bu temellerin üzerine kurmuştur.
•Bilgi Gediği Hipotezi
•Tichenor, Donohue ve Olien’den oluşan bir ekibin geliştirdiği medya ve
medya kullanımının merkezi bir rol oynadığı üzerine kurulu kuramdır. Bu
hipoteze göre medyanın verdiği enformasyonu daha iyi eğitim almış, sosyo-
ekonomik anlamda daha iyi bir statüde olan insanlar daha düşük eğitim
almış sosyo-ekonomik düzeyi düşük insanlardan daha çabuk ve daha doğru
alma eğilimindedirler.
• Bağımlılık Kuramı
•DeFleur ve Rokeach'ın, medyanın kimi zaman güçlü kimi zamansa zayıf bir
etkiye sahip olduğunu açıklamak amacıyla geliştirdiği kuram, dış dünyadan
haberdar olmak için bireylerin medyaya daha çok bağımlı olduğunu ileri
sürer. Kurama göre, sanayileşmiş toplumlarda, izleyiciler, medyaya bir bilgi
kaynağı olarak bağlıdırlar. Kişiler gereksinimlerini karşılamak adına ne kadar
çok kitle iletişim araçlarına başvururlarsa onlara olan bağımlılıkları o derece
artar. İzleyicilerin araçlarla bilgi bağlılık derecesi bu iletişim araçlarının
izleyicinin inanç, duygu ve davranışlarını ne zaman ve neden değiştirdiğini
anlamada temel değişkendir.
• Bu ünitede medyanın güçlü etkilere geri dönüş döneminde ortaya çıkan bu
kuramlar çerçevesinde nasıl yorumlandığına, etkilerinin neler olduğuna ve
bu etkilerin birbirleriyle olan uyumları ya da çatışan noktalarına bakılmıştır.
Bölüm içinde adı geçen kuramların ortaya çıkışları, insanlar ve toplum
üzerindeki etki alanları ve diğer kuramcıların getirdikleri eleştiriler
doğrultusunda nasıl şekillendiklerine bakılmıştır.

104
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi güçlü etkilere dönüş dönemi kuramlarından biri
değildir?
a) Bağımlılık Kuramı
b) Kullanımlar Doyumlar Kuramı
c) Gündem Belirleme Kuramı
d) Suskunluk Sarmalı Kuramı
e) Eşik Bekçiliği Kuramı

2. Aşağıdakilerden hangisi “Medya insanlara ne düşüneceklerini değil, ne


hakkında düşünmeleri gerektiğini söyler” sözünü açıklayan kuramdır?
a) Gündem Belirleme Kuramı
b) Eşik Bekçiliği Kuramı
c) Suskunluk Sarmalı Kuramı
d) Bilgi Gediği Hipotezi
e) Bağımlılık Kuramı

3. Gerbner tarafından geliştirilen ve televizyonun eğilimleri, tercihleri


ekmekte etkin olduğu varsayımından hareket eden kuram hangisidir?
a) Haber Akışı Modeli
b) Eşik Bekçiliği Kuramı
c) Bilgi Gediği Kuramı
d) Gündem Belirleme Kuramı
e) Kültürel Göstergeler ve Ekme, Yetiştirme Kuramı

4. Kamuoyu ile aynı düşünmeyen bireyin, dışlanma korkusu nedeniyle


kamuoyuyla aynı düşünceyi paylaşıyormuş gibi davranması ve fikirlerini o
yönde açıklamaya karar vermesi olarak tanımlanabilecek kuram
hangisidir?
a) Bağımlılık Kuramı
b) Suskunluk Sarmalı
c) Kullanımlar Doyumlar Kuramı
d) Kültürel Göstergeler Kuramı
e) Bilgi Gediği Hipotezi

5. Her televizyon, gazete ve derginin gündemi kendi seçtikleri ve kendi önem


ve öncelikleri doğrultusunda ki enformasyondan oluşturmasına ne ad
verilir?
a) Eşik Bekçiliği
b) Suskunluk Sarmalı
c) Araç Gündemi
d) Gündem Analizi
e) İhtiyaç ve Tutum Belirleme

105
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

6. Medya içeriklerinden faydalanmak açısından eğitim düzeyini ve


sosyoekonomik şartların azlığı veya çokluğunu temel alan kuram
hangisidir?
a) Bağımlılık Kuramı
b) Bilgi Gediği Hipotezi
c) Araç Gündemi
d) Suskunluk Sarmalı
e) Gündem Belirleme Kuramı

7. “Çok fazla televizyon izlemek, izleyicide gerçek hayattan çok televizyon


programlarındaki dünya ile tutarlı tutumların ekilmesine sebep olabilir.”
Yargısı hangi İletişim kuramına aittir?
a) Suskunluk Sarmalı
b) Gündem Analizi
c) Eşik Bekçiliği
d) Kültürel Göstergeler ve Ekme, Yetiştirme
e) Bilgi Gediği

8. Aşağıdakilerden hangisi Eşik bekçilerinin verilecek bir karar değildir?


a) Haberin Sırası
b) Haberin Süresi
c) Haberin Ne Sıklıkta Verileceği
d) Haberin Etkisinin Ne Olacağı
e) Haberin Verilip Verilmeyeceği

9. Aşağıdaki faktörlerden hangisi bilgi gediğinin oluşmasında etkili değildir?


a) İletişim Yetenekleri
b) Depolanan Bilginin Miktarı
c) Toplumsal İlişkiler
d) Bilginin Tutulması, Kabul Edilmesi
e) Haberin İçeriği

10. Dış dünyadan haberdar olmak için bireylerin medyaya daha çok bağımlı
olduğunu ileri süren kuram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bağımlılık Kuramı
b) Gündem Belirleme Kuramı
c) Suskunluk Sarmalı Kuramı
d) Kültürel Göstergeler Kuramı
e) Bilgi Gediği Hipotezi

Cevap Anahtarı
1.b, 2.a, 3.e, 4.b, 5.c, 6.b, 7.d, 8.d, 9.e, 10.a

106
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Anadamar İletişim Araştırmaları III: Güçlü Etkilere Dönüş

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Becker,O.G. ve diğerleri (2001 ) (eds.) Post imperialism and world politics.
Bulduklu,Y.,Karaçor,S.(2009).Kitle iletişim kuramları.Konya:Çizgi Kitapevi,
Defleur,M. ,Ball-Rokeach,S.(1975).Theories of mass commication. New York
Erdoğan,İ., Alemdar,K.(1998). Gerbner’in ekme tezi ve anlattığı öyküler üzerine bir
değerlendirme. Ankara: Kültür ve İletişim Dergisi 1 (2)
Erdoğan,İ., Alemdar,K.(2005). Öteki kuram. Ankara: Erk Yayınları
Gerbner,G.(1998).Cultivation analysis: an overview,mass communication and
society.3(1))
Irvan,S.(2001). Gündem belirleme yaklaşımının genel bir değerlendirilmesi, iletişim
1(9).
Kutlu,A.(2019). Suskunluk Sarmalı 2.0: Türkiye’de Facebook Kullanımı Üzerine Bir
Araştırma1. Akademi Dergisi - Turkish Journal of TESAM Academy.
Ocak.2019. 6(1).
Lang.K-Lang.G,E(1981).The Mass Media and Voting.Reader in Public Opinion and
Mass Communication (der):M.Janowitz ve P.M. Hisch, New Yorks: Free
Press.
Mcquail,D.,Windahl,S.(1997).İletişim modelleri, kitle letişim çalışmalarında.
Çev:Konca Yumlu.Ankara:İmge Kitapevi
Neuman,N.(1997).Suskunluk Sarmalı Kuramı’nın Medyayı Anlamaya Katkısı.
Medya, Kültür, Siyaset(içinde).(der).Süleyman Irvan.Ankara:ARK
Özçetin,B.(2018).Kitle İletişim kuramları kavramlar,okullar,modeller.
İstanbul:İletişim Yayıncılık
Perloff,R.M.(2014).The dynamics of politica:media and plitics in a digital age,
Routledge,Londra- New York: Communication
Reese S. D.(2017).Journalism Research And The Hierarchy of Influences Model: A
Global Perspective, Brazilian Journalism Research, 3, (2).
Tichenor,P.J.,Donohue,G.A.,Olien,C.N.(1970). Mass Media Flowand
DifferentGrowth in Knowlenge.Public OpinionQuarterly.34(2)
Tokgöz,O.(2015).İletişim kuramlarına anlam vermek.Ankara:İmge Kitapevi
Yaylagül,L.(2017).Kitle iletişim kuramları egemen ve eleştirel yaklaşımlar.
Ankara:Dipnot Yayınları
20Ağugtos 2019 tarihinde https://medyaveiletisim.kulup.tau.edu.tr/gazetecilik-
biliminde-kapi-bekcisi-modeli/ adresinden erişildi.
https://harunkot.wordpress.com/2016/04/04/suskunluk-sessizlik-sarmali-nedir/
Shoemaker ve Reese’in Medya İçerikleri Etkiler Hiyerarşisi Modeli, Şadiye DENİZ
Elif Korap ÖZEL, https://dergipark.org.tr/download/article-file/504219

107
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
TEKNOLOJİK DETERMİNİZM
VE KÜRESELLEŞME

• Teknolojik Determinizm
Kavramı
İÇİNDEKİLER

• Katı Determinizm
• Yumuşak Determinizm
• Teknolojik Determinizme İLETİŞİM KURAMLARI
İlişkin Farklı Yaklaşımlar
• Teknolojik Determinizm
Arş. Gör. Şadiye
Formu: Medya Determinizmi KOTANLI KIZILOĞLU
• Harold Adams Innis
• Marshall McLuhan
• Küreselleşme Kavramı
• Küresel Dünyanın İletişim
Olgusu ve Teknodeterminizm

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Teknolojik determinizm kavramı
HEDEFLER

hakkında genel bilgilere sahip olacak,


• Katı ve yumuşak determinizm hakkında
genel bilgi edinebilecek,
• Teknolojik determinizme ilişkin farklı
yaklaşımları açıklayabilecek,
• Medya determinizmi konusunda bilgi
sahibi olabilecek,
• İletişim olgusu bağlamında ÜNİTE
küreselleşme ve teknodeterminizm
ilişkisini açıklayabileceksiniz.

6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Global Köy

Harold Adam Innis

Araç (Ortam) Mesajdır

Marshall McLuhan

Araç: Sıcak ve Soğuk


MEDYA DETERMİNİZMİ

Araç İnsanın Uzantısıdır

Teknolojik Determinizm
Formu

Medya Determinizmi Küreselleşme Kavramı

Teknolojik Determinizme Küresel Dünyanın İletişim


İlişkin Farklı Yaklaşımlar Olgusu ve Teknodeterminizm

Yumuşak Determinizm
Teknolojik Determinizm
Kavramı
Katı Determinizm

109
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

GİRİŞ
İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özelliği, toplumsal üretim ilişkilerine
katılabilmesi ve belirli bir iş bölümü içinde kendi bireysel ve toplumsal varlığını
üretebilme kapasitesine sahip olmasıdır. Bu kapasite içinde dil ve iletişim
becerilerini geliştirmesi ile birlikte tarihsel ve toplumsal koşullara bağlı olarak
Telefonla yapılan iletişim, kurulan iletişim de farklı biçimler almıştır. 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıldan
teknolojiyle aracılanmış günümüze kadar geliştirilen teknolojik araçlar vasıtasıyla geliştirilen kitle iletişimi,
iletişimdir. Bu iletişim bu biçimlerden biri olarak örnek verilebilir. Yer ve zaman koşullarına göre hem yüz
tarzı ise zamanda aynı yüze hem de teknolojiyle aracılanmış iletişimi kullanan insan, kurmuş olduğu
fakat yerde farklı olan iletişim ilişkileri çerçevesinde her türlü anlamı da üretebilmektedir. Öyle ki, yapay
kişiler arası iletişime
araçlarla kurulan ve sürdürülen ilişki ve iletişim olan teknolojiyle aracılanmış
örnektir.
iletişim, kullanılan aracın yapılandırılmış özelliklerine göre şekillenmekte ve
adlandırılmaktadır (Erdoğan ve Alemdar, 2005). Teknolojiyle aracılanmış iletişimin
her türlüsünü yaşadığımız ve hayatımızın tam merkezinde yer alan teknolojik
araçlarla donatılmış günümüzde, toplumsal ilişkiler, yaşam tarzı, iletişim biçimi,
dünya görüşü gibi insana dair kavramların da değişip dönüşmekte olduğunu
söylemek mümkündür. 20. yüzyılın yarısından sonra iletişim ve bilgi teknolojileri
alanında yaşanan muazzam derecede büyük ve hızlı değişimler, yaşanan süreçte
derin dönüşümlere yol açmış, bu bağlamda en önemli dönüşüm ise küreselleşme
olgusu olarak karşımıza çıkmıştır. İletişim ve enformasyon teknolojilerinde yaşanan
bu gibi gelişmelere bağlı olarak da “ağ toplumu”, “enformasyon toplumu”, “bilgi
toplumu”, “küresel köy” gibi kavramlarla ortaya çıkan anlatılarda ise teknoloji,
bağımsız bir değişken olarak konumlandırılmış, topluma dışarıdan müdahale eden
ve onu değiştirip dönüştürebilen özelliğiyle farklı görüşlerin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Öyle ki, bir yandan toplumsal değişimin nedeni olarak görülen ve
teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan “teknolojik determinist” yaklaşım,
diğer yanda ise toplumsal değişimi açıklarken teknolojiyi göz ardı eden yaklaşımlar
karşımıza çıkmaktadır.

TEKNOLOJİK DETERMİNİZM KAVRAMI


Teknolojik gelişmelerin ve yeniliklerin her geçen gün biraz daha fazla
hissedilir tarzda hayatımıza dâhil olduğu günümüzde, teknolojinin yaşamımızda
bıraktığı izler olumlu veya olumsuz anlamda daha fazla tartışılır ve üzerinde çok
fazla konuşulur hâle gelmiştir. ‘Teknoloji’ denildiğinde ise birçok kişinin aklına 19.
yüzyıl Sanayi Devrimi ve daha sonra ortaya çıkıp günümüze kadar uzanan başarılar
gelmekte, günümüzdeki teknolojik başarıların en görkemli olanları ise özellikle
uzay çalışmalarında, iletişim alanında, biyolojide ve savaş araçlarının yapımında
görülmektedir. Teknoloji kavramı, fizik nesneleri ve süreçleri işaret ettiği gibi,
teknolojinin ve gelişiminin sadece fizik nesne, olgu veya araç üretmekten ibaret
olmadığını ifade etmek mümkündür. 20. yüzyıldan itibaren, teknoloji destekli
toplumsal değişimin birey üzerindeki etkisi ve birey-toplum-devlet ilişkisinin
sonuçları çeşitli düşünürler tarafından çok yönlü olarak sorgulanmış, sosyologlar,
filozoflar ve edebiyatçılar başta olmak üzere çeşitli düşünürler de ortaya çıkan yeni
toplum düzenini, bireyi ve diğer kurumları yorumlamışlar, her alandaki gelişmenin

110
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

sonuçlarını değerlendirmişlerdir. Günümüzde öncelikle ‘uzay teknolojisi’, ‘gen


teknolojisi’, ‘iletişim teknolojisi’, ‘silah teknolojisi’ gibi deyimlerde karşımıza çıkan
‘teknoloji’ kavramı, ‘bilgi teknolojisi’, ‘toplum teknolojisi’, ‘insan teknolojisi’
‘siyaset teknolojisi’, ‘örgütlenme teknolojisi’, ‘idare teknolojisi’ gibi kavramlarla da
kullanılır duruma gelmiştir. Bu bağlamda “teknoloji” kavramının toplumsal
dokunun ve işleyişin içinde yer aldığını ifade etmek mümkündür (Ural,2009)
Nitekim sağlık, ulaşım, iletişim, eğitim, hukuk, sanayi, mimari, sanat vb. birçok
alanda teknolojinin etkin bir şekilde kullanılması, toplumda meydana gelebilecek
sosyal değişiklikleri de gündeme getirmiştir. Birçok teorisyenin görüş geliştirdiği
konular arasında yer alan teknolojik determinizm kavramı da bunlardan biridir. Bu
kavram, teknoloji ile toplumun doğası arasında nedensel bir bağlantı sağlamayı
amaçlayan indirgemeci bir teori olarak literatürde yerini almıştır.
Teknolojik determinizm kavramı, toplumsal değişimle ilgili, karakteristik
bakımdan evrimci ilerleme ya da gelişmeyi içeren, üretken tekniklerin kendine özgü
bir mantıkla ya da yörüngeyle hareket ettiğini ve süreç içinde kurumların ve
toplumsal ilişkilerin başlıca belirleyicisi işlevi gördüğünü öngören bir kuram
Teknolojik determinizm (Marshall,1999) olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram, “Bir sanayi dalı ile ilgili
kavramı, evrimci ilerleme yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri, bunların kullanım biçimlerini
ya da gelişmeyi içeren, kapsayan uygulama bilgisi, uygulayım bilimi; İnsanın maddi çevresini denetlemek
toplumsal olanla ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç gereçlerle bunlara ilişkin bilgilerin tümü”
ilişkilendirilen bir kavram şeklinde tanımlanan teknoloji ile belirlenimcilik olarak da adlandırılan determinizm
olarak karşımıza
kavramlarının birlikte kullanılarak karşımıza çıkmaktadır. Determinizm, anlam
çıkmaktadır.
itibariyle evrende meydana gelen her şeyin bir nedensellik bağlantısı içinde
gerçekleştiğini, fiziksel evrendeki ve insanın tarihindeki tüm olgu ve olayların
mutlak olarak nedenlerine bağlı olduğunu ve nedenleri tarafından koşullandığını
savunan anlayışı barındırmaktadır. Determinizmin bir türü olan teknolojik
determinizm terimi, Amerikalı bir sosyolog olan Thorstein Veblen (1857–1929)
tarafından ilk kez kullanıldığına inanılmaktadır. Veblen, toplumun kültürel
değerlerinin ve sosyal yapısının gelişmesini, sahip olduğu teknoloji tarafından
yönlendirildiğini ifade etmiştir. Ona göre bir bütün olarak teknolojik gelişmeler,
değişimi ve tarihi etkileyen kilit bir unsur hâline gelmiştir.
Teknolojinin toplumu değiştiren özerk bir güç olduğu ve bir toplumun sahip
olduğu teknolojinin kültürel değerlerini, sosyal yapısını ve tarihini belirlediği
anlayışını barındıran Teknolojik Determinizm teorisine göre sosyal ilerleme,
teknolojik yeniliklerin yönlendirdiği kaçınılmaz bir süreci izlemektedir. Teknolojik
determinizm fikrine göre teknoloji, insan evriminin akışını şekillendirmektedir.
Birçok bilim tarihçisi, teknolojinin yalnızca ileri, endüstriyel medeniyetin temel
şartı hâline gelmediğini, aynı zamanda teknolojik değişimin hızının kendi ivmesini
geliştirdiğini ileri sürmektedir. Yenilikler, coğrafi sınırlar veya sosyal sistemler
tarafından engellenmeyen, geometrik bir şekilde artarak ortaya çıkmaktadır. Bu
yenilikler, genellikle beklenmeyen sosyal sonuçlarla, geleneksel kültürel sistemleri
dönüştürme eğiliminde olmaktadır. Bazı sosyal eleştirmenler bu nedenle
teknolojiyi hem yaratıcı hem de yıkıcı bir süreç olarak tanımlamaktadır (Danesi,
2009) Teknolojik determinizm, sıklıkla teknolojinin tarafsızlığına olan inanç ile

111
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

ilişkilendirilir ve teknolojinin özerk olduğu ileri sürülür. Teknolojik determinizmin


özellikle iletişim medyasına odaklandığı durumlarda, bazen de bu kavram medya
determinizmi olarak adlandırılmaktadır. Teknolojik determinizmin ılımlı bir
versiyonu ise belirli araçları veya medyayı düzenli kullanmamızın üzerimizde hafif
Teknolojik Determinizm etkileri olabileceği, ancak bunun da sosyal bağlamının çok önemli olduğuna
kavramı, Amerikalı bir yöneliktir (Chandler ve Munday, 2011).
sosyolog olan Thorstein
Teknolojik determinizm kavramı; “Toplumda kilit bir yönetim gücü olarak
Veblen (1857–1929)
tarafından ilk kez teknolojiye olan inanç” (Merritt Roe Smith), “Teknolojik gelişimin sosyal değişimi
kullanıldığına belirlediği fikri” (Bruce Bimber) “İnsanların düşünme şekli ve başkalarıyla
inanılmaktadır. etkileşimde bulunma tarzlarını değiştiren ve "Teknoloji tarihi belirler" şeklinde üç
kelimelik bir mantıksal önerme” (Rosalind Williams), “Sosyal gelişmenin
“kaçınılmaz” bir seyir izleyen teknolojik yeniliklerden kaynaklandığı inancı”
(Michael L. Smith), “Sosyal değişim süreçlerinde merkezi nedensel unsur olarak
teknolojiyi veya teknolojik gelişmeleri tanımlayan bir yaklaşım” (Croteau ve
Hoynes) şeklinde düşünürler tarafından farklı yaklaşımlar eşliğinde de
tanımlanmıştır.
Teknolojik determinizm'e göre, teknoloji geliştikçe ve değiştikçe, toplumun
geri kalanındaki kurumlar, toplumun sanat ve dinleri de olduğu gibi
değişmektedir. Örneğin, bilgisayar, meslek ve işlerin doğasını değiştirmiştir.
Telefon, mektup yazmada düşüşe yol açmış internet, telefonun aksine yazılı kayıt
bırakarak kişilerarası iletişimin niteliğini yeniden değiştirmiştir. Otomobil ise halkın
şehirden banliyölere taşınmasına ve merkezi şehirlerin yoksullaştırılmasına yol
açarak nüfus dağılımını etkilemiştir (Dusek,2006). Teknolojik determinizmin iki
versiyonu bulunmaktadır. Bunlar, teknolojik değişimin toplumsal değişime neden
olduğunu ancak aynı zamanda toplumsal baskılara seçici bir şekilde yanıt verdiğini
savunan “yumuşak görüş" ve teknolojik gelişmeyi, sosyal baskılardan tamamen
bağımsız, özerk bir güç olarak algılayan "katı görüş” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Katı Determinizm
Katı Determinizm, her olayın bir nedeni bulunduğunu, bu yüzden özgürlük
ya da irade özgürlüğü diye bir şeyin olamayacağını savunmaktadır. Katı
deterministlere göre, insanlar hiçbir etkide bulunamazlar. Onların denetimleri
dışında kalan belirli nedenler, insan varlıklarının oldukları gibi olmalarını ve bu
arada eylemlerini belirlemiştir. Onlara göre her olay, eylem ve sonucun nedeni
varsa, insanların düşünceleri, duyguları, arzuları, seçimleri ve kararları gibi her şey
de belirlenmiştir. Ayrıca insan varlıklarının hiçbir şekilde etkide bulunamadıkları
nedenler tarafından belirlenmiş olan bir dünyaya geldiklerini ileri süren katı
deterministler, onların genetik yapılarını seçerek ve isteyerek sahip olmadıklarını
savunmaktadırlar. Onlara göre içinde bulundukları durumlar ve fiziksel olaylarla
başka insanların eylemlerine bağlı olduğu için bizim özgür olduğumuz hiçbir zaman
söylenemez (Cevizci, 1999) Katı deterministler, teknolojiyi sosyal kaygılardan
bağımsız bir gelişme olarak görürler. Onlara göre teknoloji, sosyal faaliyetlerimizi
ve onların anlamını düzenleyen bir dizi etkili güç oluşturmaktadır. Bu determinizm
görüşüne göre kendimizi teknolojinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde örgütleriz ve

112
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

örneğin Özerk Teknoloji (Autonomous Technology) gibi bizim kontrolümüz


dışında veya sonuçlarla ilgili bir seçim yapma özgürlüğümüz olmamaktadır.

Yumuşak Determinizm
Katı Determinizmin karşıtı olarak kullanılan Yumuşak Determinizm, evrensel
bir nedenselliğin geçerli olduğunu kabul etmekle birlikte, katı determinizmden
farklı olarak, bu nedenselliğin bir bölümünün insandan kaynaklandığını,
dolayısıyla insan için belli bir özgürlüğün mümkün olduğunu savunur. Buna göre,
insanlar, akıl ve iradeleriyle bazı eylemlerine isteyerek neden olurlar, bundan
Teknolojik determinizm dolayı insanların belli bir özgürlükleri vardır. Yumuşak determinizmin burada
kavramının “yumuşak sözünü ettiği özgürlük, sınırlı bir özgürlüktür. Bu anlayışa göre hiç kimse tam
görüş" ve "katı görüş” olarak özgür değildir; insanlar, kendi arzularına göre, keyfi olarak eyleyemezler.
olmak üzere iki versiyonu Örneğin, biz kendimizi başka varlıklar hâline getiremeyiz ya da oksijensiz
bulunmaktadır. yaşayamayız. Özgürlük vardır, ama evrensel nedensellik içinde ve söz konusu
nedensellikten dolayı vardır (Cevizci, 1999). Yumuşak deterministler, teknolojinin
gelişimimizde yol gösterici güç olduğu gerçeğini kabul eder, ancak bir durumun
sonuçlarına ilişkin karar alma şansımızın olduğunu da savunmaktadırlar.

TEKNOLOJİK DETERMİNİZME İLİŞKİN FARKLI


YAKLAŞIMLAR
Yumuşak Determinizm ve Katı Determinizm dışında, bazı eleştirmenler de
teknolojinin tarafsız olduğu, yani kendi başına iyi veya kötü olmadığı, önemli
olanın teknoloji değil, onu kullanmada seçilen yöntem temelinde belirleyici
olduğunu savunmaktadırlar. Örneğin 20. yüzyılın sonlarında enformasyon ve
iletişim teknolojileri alanında yaşanan köklü gelişmeleri ve bu gelişmeler sonucu
oluşan toplum modelini tanımlamak için ağ toplumu kavramını ilk kez kullanan
Manuel Castells, teknolojinin toplumu belirlemediğini, toplumun da teknolojik
değişimin yönünü çizemediğini ifade etmektedir. Ona göre bilimsel keşif, teknolojik
yenilik ve bunların toplumsal uygulanma süreçlerine bireysel yaratıcılık ve
girişimcilik dâhil birçok etken sebep olmaktadır. Ulaşılan sonuç ise karmaşık bir
etkileşim sürecine dayanmaktadır. Teknoloji toplumu belirlememekte, onu temsil
etmektedir. Ancak toplum da teknolojik yenilikleri belirlememekte, bu yenilikleri
kullanmaktadır. Castells’e göre toplumların teknolojide, özellikle de, farklı tarihsel
dönemlerde stratejik açıdan belirleyici olan teknolojilerde ustalaşma kabiliyeti ya
da kabiliyetsizliği, büyük ölçüde, onların kaderini şekillendirir (Castells, 2008).
Georgia Institute of Technology’de teknoloji tarihi profesörü olan Dr. Melvin
Kranzberg de teknolojinin özerkliğinden söz etmenin ve “makinelerin insan
ustaları hâline geldiğini” varsaymanın “entelektüel bir klişe” olduğunu ifade
etmektedir. Ona göre teknoloji sadece bir fırsat sunmakta, onunla ne yapılması
gerektiği ise bizim seçimimiz olmaktadır. Kranzberg’in formüle ettiği altı yasa ise
teknoloji konusundaki düşüncelerini özetler niteliktedir. Bu yasalar; Teknoloji ne
iyi, ne kötü, ne de nötrdür, Buluş, zorunluluğun anasıdır, Teknoloji, büyük ve küçük
paketlerde gelir, Teknoloji birçok kamu meselesinde ana unsur olsa da, teknik
politika kararlarında teknik olmayan faktörler önceliklidir, Tüm tarih ilişkilidir ama

113
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

teknolojinin tarihi en alakalı olanıdır, Teknoloji çok insani bir faaliyettir ve


teknolojinin tarihi de öyledir
Kültür alanında yaptığı önemli çalışmalarıyla tanınan Raymond Williams ise
tüm biçimleriyle teknolojik determinizmi reddetmemiz gerekirken, aynı zamanda,
belirlenmiş teknoloji fikrinin de onun yerini almamasına dikkat etmemiz gerektiği
konusunda uyarı yapmaktadır. Ona göre teknolojik determinizm, savunulamaz bir
fikirdir, çünkü gerçek; sosyal, siyasal ve ekonomik amaç yerine ya icadın
Yumuşak Determinizm
ve Katı Determinizm rastlantısal otonomisini ya da soyut bir insani özü koymaktadır. Belirlenmiş
dışında, bazı teknoloji fikri de benzer biçimde, insani sürecin tek taraflı, tek yollu bir
eleştirmenler de uyarlamasıdır. Her yeni teknolojinin zihinlere teknolojik determinizm bulaştırdığını
teknolojinin tarafsız ifade eden Williams, teknolojik determinizmin temel varsayımını, “…yeni
olduğunu teknolojinin teknik çalışma ve deney sonucu "ortaya çıktığı görüş” olarak
savunmaktadır.
nitelendirmektedir. Ona göre bu teknoloji "içine doğduğu" toplumu ya da sektörü
değiştirmekte, "Bizler" ise onu benimsemekteyiz çünkü bu teknoloji artık yeni
modern biçimdir. Ona göre teknik bir yenilik, toplumsal açıdan kendi başına o
kadar önemli değildir. Yenilik, üretime yönelik yatırım için seçildiği ve bilinçli
olarak belirli bir toplumsal kullanım yolunda geliştirildiği vakit genel önem
kazanmaktadır (Williams,1989) Teknik bir keşfin toplumsal ve kültürel kurumlara
yol açmasının söz konusu olmadığını ileri süren Williams, iletişim araçlarından
radyoyu örnek göstererek tüm karmaşıklığına rağmen, her aşamasında son derece
açık olan gerçek tarihi "radyonun icadı milyonlarca kişinin hayatını değiştirmiştir"
gibi anlamsız bir önermeye indirgemenin yararsız olduğuna dikkat çekmektedir
(Williams, 1989) Ona göre teknoloji hiçbir şeyi belirlemez ve zaten var olan bir
toplumsal düzende gerçekleşen buhar gücü, elektrik, içten patlamalı motorlar,
nükleer enerji gibi belli başlı teknik icatların değişimleri getirdiği ya da kaçınılmaz
olarak değişimlere yol açtıkları sonucuna varamayız. Dolayısıyla teknolojik
determinizm yeni makinelerin yeni bir toplum yarattığı görüşü- icatların neden ve
sonuçlarının seçilmiş ve şeyleştirilmiş bir imgesini elde edebilmek adına genel insan
çıkarlarını ve eğilimlerini dışlar. Ayrıca sistemli olarak tarihi geçersizleştirir ve
bütün diğer nedensellik açıklamalarını dışlar. Williams’a göre iki fikir sınıfını ayırt
edebiliriz:
 Teknoloji sonuçta rastlantısaldır, gerçek anlamda rastlantısal sonuçlara
sahiptir çünkü bu sonuçlar doğrudan teknolojinin kendisinden kaynaklanır.
 Televizyon, yine teknolojik bir rastlantının sonucudur. Onun önemi ise
farklı şekilde önceden saptanmış bir toplum düzenini ya da insan doğasına
Raymond Williams ,tüm özgü nitelikleri belirleyici sayılan kullanımlarında yatar.
biçimleriyle teknolojik
determinizmi İlk fikri teknolojik determinizm olarak değerlendiren Williams’a göre,
reddetmemiz teknolojinin doğrudan ya da dolaylı, önceden tahmin edilebilir veya edilemez tüm
gerekirken, belirlenmiş sonuçları tarihin tamamı gibidir. Ona göre buhar makinesi, otomobil, televizyon,
teknoloji fikrinin onun
atom bombası, bunların hepsi de modern insanı ve koşulları oluşturmuştur. Diğer
yerini almamasına
dikkat etmemiz fikri daha az determinist gören Williams, televizyon üzerinden
gerektiği konusunda değerlendirmelerine devam ederek diğer teknolojiler gibi onun da oluşan veya
uyarı yapmaktadır. oluşacak olan değişim sürecinin bir aracı veya ögesi olarak ulaşılabilir olduğundan

114
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

bahseder. Saf teknolojik determinizmle karşılaştırıldığında ona göre bu görüş,


sosyal değişimin diğer nedensel faktörlere dayandığını vurgulamaktadır ve kimi
teknolojiler veya teknoloji birleşimleri ise başka türden bir değişimin semptomları
sayılmaktadır. Ona göre de özel bir teknoloji başka biçimde belirlenen bir sosyal
sürecin yan ürünü gibi olmaktadır. Teknolojik determinizmde araştırma ve
geliştirmenin kendiliğinden üretildiği farz edilirken, yeni teknolojilerin de ayrı bir
fanusta üretilip yeni toplumsal ve insani koşulları sonradan oluşturdukları
varsayılır. Benzer biçimde semptomatik teknoloji olarak değerlendirdiği görüşte
araştırma ve geliştirmenin kendiliğinden üretildiğini farz eder. Bu uç noktada ona
göre ne keşfedilmişse alınıp kullanılmıştır (Williams, 2003)

TEKNOLOJİK DETERMİNİZM FORMU: MEDYA


DETERMİNİZMİ
Araç, iletişimin yapısında önemli bir bileşendir çünkü iletişime giren kişinin
mesajını alıcıya gönderebileceği vasıtayı sağlamaktadır. Araçsız iletişim mümkün
değildir. Medya determinizmi, aracın (ortamın) iletişim süreci içinde mesaj
iletiminde teknik veya fiziksel araçlardan daha önemli bir rol oynadığını varsayan
bir yaklaşımdır. Medya determinizmi, kendine has özelliklerinden dolayı, aracın
Medya determinizmi, sadece iletişim sürecinde değil, aynı zamanda mesajın nasıl formüle edildiği ve
teknolojik
anlaşıldığı üzerinde etkili bir rol oynadığını ileri sürer (Steinberg, 2007). Teknolojik
determinizmin bir alt
kümesidir, aracın determinizmin bir alt kümesi olan medya determinizmi, medyanın toplumu
iletişim sürecinde mesaj etkileme gücünü varsayan felsefi ve sosyolojik bir konumdur. Bir değişim teorisi
iletiminde önemli bir rol olarak, sebep sonuç ilişkisi olarak görülür. Yeni medya teknolojileri toplumda
oynadığını varsayar. değişimi beraberinde getirir. Kitle iletişiminin "sihirli mermi" teorileri gibi, medya
determinizmi de çok karmaşık senaryolar için basit bir açıklama sunar. Sebep ve
sonuç ilişkileri en temel önceliğine indirgenmiş ve açıklanmıştır. Tekno-merkezci
teoriler, medyanın teknolojik gelişmelerle ilişkisi ışığında her şeyi açıklanabilir
kılmaktadır. Önde gelen iki medya belirleyicisi Kanadalı iletişim bilimci olan
Harold Innis ve Marshall McLuhan'dır. Her iki düşünür de medeniyet tarihindeki
gelişmeleri iletişim teknolojileri merkezinde analiz etmektedir. Nitekim onlara
göre, tarihin değişim dinamiğini iletişim teknolojilerdeki yeni icatlar sağlamıştır.
Harold Adam Innis ve Marshall McLuhan, iletişim teknolojilerindeki değişim ve
gelişmelere odaklanmış, bu teknolojilerin insanın düşünce yapısı ve toplumsal
örgütlenme biçimlerini değiştirdiğini savunmuşlardır. İletişim kuramları açısından
bu iki düşünürün yorumları teknokratik yorumlar olarak anılmaktadır. Teknolojiyi
bağımsız değişken olarak kabul eden ve iletişim teknolojilerini mistifiye eden bu
anlayış teknolojiyi, dünyadaki sorunların çözümü ve toplumun değiştiricisi olarak
görmektedir (Yaylagül, 2006).

Harold Adams Innis (1894-1952)


Kanadalı bir iktisatçı ve aynı zamanda tarihçi olan Innis, iletişimde Toronto
Okulu geleneğinin kurucusudur ve “İletişimin Yanlılığı” ve “İmparatorluk ve
İletişim” adlı iki önemli yapıtıyla tanınmaktadır. Onun çalışmalarında temelde iki
soru egemendir. Bu sorulardan biri “Toplumsal örgütlenmenin değişiminin altında

115
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

yatanlar nelerdir?”, diğeri ise “Herhangi bir toplumda istikrarı sağlayan koşullar
nelerdir?” şeklindedir. lnnis, toplumsal değişimin kaynağına yönelik ilk soruya
teknolojik yenilikleri cevap olarak verirken, bu bağlamda lnnis teknolojik saptayıcı
olarak değerlendirilmektedir. Ona göre, insan kendi teknolojisi ile birlikte vardır;
aile, örgütler vb. toplumsal biçimlerdeki ve kültürdeki değişiklikler, iletişim
Önde gelen iki medya
teknolojisindeki değişimlerin bir fonksiyonudur. Bu bağlamda teknolojik araçların
belirleyicisi Kanadalı
iletişim bilimci olan çoğu, insanın fiziksel yeteneklerini geliştirme çabası içindir; iletişim teknolojisi
Harold Adams Innis ve düşüncenin, bilincin, insanın ender kavramsal yeteneklerinin uzantısıdır. İletişim
Marshall McLuhan'dır. araçlarının maddi biçimini imparatorlukların tarihsel dönüşümü ve yıkılışına
bağlayan lnnis, iletişim teknolojileriyle toplum yapısı arasındaki etki bağını
bireyler üstü bağlamda ele alıp incelemiştir. Ona göre var olan iletişim araçları
toplumsal örgütlenme biçimini çok güçlü bir şekilde etkiler. Bu bağlamda yeni
teknolojik yapılar eski düzenlerin ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bilinç ise
toplumsal örgütlenmelerde oluşturulduğu için, iletişimin denetimi hem bilincin,
hem de toplumsal örgütlenmenin denetimi demektir. lnnis'e göre iletişim
araçlarının denetimi ile egemenlik oluşur ve yeni iletişim araçlarının bulunması ve
bu araçların yeni örgütlenmeler ortaya çıkarması ile de toplumsal değişim
meydana gelmektedir (Erdoğan ve Alemdar,2005 ). Harold Adams Innis, kullanılan
iletişim teknolojilerini toplumsal ve ekonomik yapının temel belirleyicisi olarak
kabul etmekte, farklı dönemlerde egemen olan farklı iletişim teknolojileri,
toplumların örgütlenme şekillerini belirlemektedir. Teknoloji içeriği her zaman
belirler ve böylece teknolojinin belirlediği bilgi iktidarın dağılımını da
belirlemektedir. İletişim vasıtasıyla uzay ve zaman denetim altına alınır ve bu da
kaçınılmaz olarak güç ilişkilerine yol açmaktadır (Yaylagül, 2006). Innis, medyayı
“zaman yanlı” ve “mekân yanlı” olarak ayırır. Zaman yanlı olan, birçok nesiller
sürecek olan, ancak nispeten küçük topluluklarda kullanılan el yazısı ve sözlü
medyayı içerirken, mekân yanlı olan mümkün olduğunca çok insana ulaşmak için
tasarlanmış, ancak genellikle uzun sürmeyecek şekilde tasarlanmış olan modern
elektronik ve yazılı ortamların çoğunu içerir. Çamur, parşömen, taş vb. dayanıklı ve
taşınması güç araçlar "zaman yanlı" (time - biased) iken, kâğıt, papirüs gibi hafif
ve daha az dayanıklı araçlar "uzay yanlıdır" (space -biased). Zaman yanlı medya
bir topluluk duygusunu desteklerken, uzay yanlı medya ticari anlayışı ve
emperyalizmi desteklemektedir(Danesi,2009) İletişim medyası ile iktidarın
mekânsal ve zamansal örgütlenmesi arasındaki ilişkileri sistematik olarak ilk kez
araştıran kişi Innis olmuştur (Thompson,2008). Öyle ki ona göre zaman yanlı
iletişim araçları öz-yönetim ve hiyerarşik kurum türlerini besler, özendirir ve
biçimlendirirken, uzay yanlı araçlar karakter olarak daha az hiyerarşik hükümet
sistemlerini ve merkezileşmeyi özendirir ve biçimlendirirler. Bu görüşe göre
iletişim araçları, mekân ve zaman bakımından olanak ve sınırlılıklarına göre
ayrıştırılmaktadır. Bu özellikleriyle de başat olan iletişim teknolojisi yönetim biçim
ve ilişkilerini şekillendirmektedir. Nitekim Innis, yönetim biçimlerinin merkezi veya
merkezi olmamasını, hiyerarşik veya hiyerarşik olmamasını iletişim teknolojilerinin
malzemeleriyle ilişkilendirmiştir. Bu ilişkilendirmede malzemenin niteliği olmazsa
olmaz bir koşul olarak öne sürüldüğünden ister istemez teknolojist bir yönsemenin
Innis'in çözümlemesine hâkim olduğu görülmektedir (Mutlu, 1999).

116
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Konuşma, egemen iletişim biçimi olarak sözlü geleneği geliştirmiştir. Innis,


bu geleneği kültürel bakımdan anlamlı görülen ilişkili olaylar dizisini insan
tarihinden seçme ve bir kuşaktan ötekine aktarma olarak açıklar. Dinleyicileri
geçmişe bağlayıp şimdiki toplumsal birliği kutsayan eski halk destanları ve öyküler
buna örnektir. Sözlü gelenekler ve zaman yanlısı araçlar kutsal bir geleneğe
Harold Adams Innis
‘e göre teknolojik dayanan bir kültürün büyümesine izin verirken bu kültür ortaklaşa kabul edilen
araçların çoğu, insanın tutumlar ve değerlerin paylaşılmasındaki oybirliğini sağlamaktadır. Yazılı gelenek
fiziksel yeteneklerini ise insanı genel olarak oldukça farklı kültürlere götürmektedir. Sözlü ve yazılı
geliştirme çabası içindir. gelenek arasında kaçınılmaz bir düşmanlık olduğunu ileri süren lnnis’e göre bu iki
gelenek arasındaki düşmanlık, bilgi tekelinin oluşturulmasını sağlamıştır.
Benimsenen kurumun kültürü toplumsal yaşamın her yönüne girmekte ve
sonunda rakibi söküp atmaktadır. Bu bağlamda egemen aracın çıkarlarına ve
kültürel tutumlarına uyum sağlayan bilgi kalıcı olmaktadır. lnnis'e göre her şeyi
yapan iletişim teknolojisidir. İnsan ise sadece bu teknolojinin edilgen ögesidir ve
tarihi yapan insan değil, teknolojidir( Erdoğan ve Alemdar,2005). lnnis'in en
önemli eserleri arasında “İmparatorluk ve İletişim” (1950); “İletişimin Önyargısı”
(1951) ve “Kültür Stratejisi” (1952) yer almaktadır. İdeolojik benzerliklerine
rağmen, medya kültüründe iyi bilinen isimlerden biri olan McLuhan, iletişim ve
yeni medya çevrelerinde uluslararası üne kavuşmuş, Innis ise kariyerinin çoğunu
politik ekonomi alanında çalışarak geçirmiştir. İletişim ve medya teknolojisine ilgisi
entelektüel uygulamaların sınırlarına düşmüştür. İletişim alanı, Innis'in zamanında
kolay bir şekilde tanımlanmamış veya anlaşılmamıştır. Özellikle iletişim
teknolojilerinin sosyokültürel boyutlarını anlaması, iletişim ve kültürel çalışmalar
disiplini üzerinde derin bir etkiye sahip olmuştur. Bununla birlikte, Innis’in iletişim
konusundaki çalışmalarının çoğu yayınlanmamıştır. Toronto Üniversitesi'nde
arşivlenmiş olan makaleleri, Innis âlimlerinin sürekli bilgi kaynağı hâline gelmiştir.

Marshall McLuhan (1911-1980)


Teknoloji ve sosyal değişim arasındaki ilişki hakkında en iyi bilinen
isimlerden biri olan Marshall McLuhan, meşhur "araç mesajdır" sloganı ile
tanınmaktadır. İletişim ortamının teorisini ve bunların insan bilinci ve kültürü
üzerindeki etkilerini geliştirmiştir. McLuhan, ardı ardına gelen iletişim araçlarının
yükseliş ve düşüşünü çözümlemek için tarihsel bir metodoloji geliştirmiş, bu
metodoloji ise teknolojinin insan-merkezli bir gelişme serüveni olduğu iddiasını
esas almıştır (Mutlu,1999) İletişim uzmanları, iletişim kuramı olarak teknolojik
determinizme Marshall McLuhan’ın şekil verdiğini ifade etmişlerdir. Bu kuramın
arkasındaki temel düşünce ise insanların iletişiminin insanların varoluşlarını
şekillendirdiğidir. Ona göre kültür, nasıl iletişim kurulduğuna bağlı olarak
şekillenir. İletişim teknolojisindeki bir buluş, kültürel değişime yol açmaktadır
(Altay, 2005). Teknolojik determinizm görüşüne göre medya teknolojileri,
toplumda bireylerin nasıl düşüneceğini, hissedeceğini, hareket edeceğini veya
toplumun biçimini ve çalışmasını şekillendirmektedir. Bu bağlamda da McLuhan
iletişim teknolojisinin kişilerin duyularını dönüştürücü belirleyiciliği üzerinde
durmaktadır. Teknolojinin toplum üzerindeki etkisini ise araç kullanımı üzerinden

117
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

değerlendirmekte, araçların niceliksel çokluğuna dikkat çekerek dünyanın "global


köye" dönüştüğünü açıklamaktadır ( Erdoğan ve Alemdar,2005).
McLuhan'ın "Gutenberg Galaksisi" (1962) ve "Medyayı Anlamak" (1964)
isimli iki büyük eseri ona şaşırtıcı bir hayran kitlesi kazandırmıştır. Toplumun
baskın iletişim teknolojisindeki büyük değişimin, toplumsal değişimlerin
arkasındaki belirleyici güç olduğunu savunur ve sadece sosyal organizasyonda
değil insan duyarlılığında da büyük dönüşümleri başlattığını belirtir. "Gutenberg
Teknoloji ve sosyal
Galaksisi"nde, hareketli tipteki icadın 1500'den 1900'e kadar Batı Avrupa
değişim arasındaki ilişki
hakkında en iyi bilinen kültürünü şekillendirdiğini öne sürer. McLuhan’a göre basılı materyallerin seri
isimlerden biri olan üretimi, elle yazılmış mesajların izin verdiğinden daha hızlı ve daha geniş bilgi
Marshall McLuhan’dır. yayılmasına izin vererek milliyetçiliği teşvik etmiştir. Baskı, aynı zamanda Batılı
insanın duyarlılığını yeniden şekillendirmiştir ve Protestanlığı bile mümkün
kılmıştır; çünkü basılı kitap, insanların tek başına düşünmelerini sağlayarak onları
dini inanç konusunda cesaretlendirmiştir. "Medyayı Anlamak" da ise McLuhan,
telgraf, radyo, televizyon, filmler, telefonlar, bilgisayarlar gibi elektronik iletişim
biçimlerinin 20. yüzyılda medeniyeti yeniden şekillendirdiğini savunur. Baskı
çağındaki insan her seferinde bir şeyi ardışık bir sırayla görmüşken - bir tür çizgi
gibi - çağdaş insan, çoğu zaman duyularının birden fazlasında aynı anda birçok
iletişim aracını deneyimler. Bir gazeteye nasıl baktığımızı ve bir kitap okuma şeklini
karşılaştıran McLuhan, gazete ile bir hikâye başlatmadığımızı, onu okuyup bir
diğerini başlattığımızı öne sürer. Daha doğrusu başlık, alt başlık, ana paragraf,
fotoğraf ve reklam koleksiyonunu aralıksız şekilde özümseyerek sayfalar arasında
gözlerimizi kaydırırız. McLuhan; "İnsanlar aslında gazete okumuyorlar, onlar her
sabah sıcak bir banyo gibi içlerine giriyorlar" der. Ayrıca, elektronik medya,
McLuhan'ın "duyusal oranlar" adını verdiği şeyde duyusal farkındalık dağılımında
kapsamlı değişiklikler başlatır. Bir resim veya kitap, bize yalnızca bir duyumuza,
görselde çarpar; sinema filmleri ve televizyon ise sadece görsel olarak değil, aynı
zamanda işitsel olarak da bizlere ulaşır. Yeni medya bizden onlara katılmamızı
isteyerek bizi sarar. O, yeni medyanın insan yaşamını yeniden kabileleştirmesine
ek olarak dünyanın tüm uçlarının birbirleriyle anında temas hâlinde olduğu
"küresel bir köye" dönüştüğünü savunmuştur. İnsanlık tarihini dört önemli
döneme ayıran Marshall McLuhan, bu dönemleri duyma duyusunun en önemli tek
duyu olduğu Kabile Çağı, görmek ve duymak olmak üzere iki duyunun ön planda
olduğu Edebiyat Çağı, bireyselliğin ön planda olduğu ve tek duyu olan görmenin
ön planda olduğu Basım Çağı ve içinde bulunduğumuz ve gizliliğin ortadan kalktığı
Elektronik Çağ şeklinde dönemlere ayırmıştır. Ayrıca McLuhan, elektronik çağda
insanların, yazılı kültürde olduğundan çok daha bilinçli olacağını savunarak yazılı
kültürün insanların bilinçlerinin yok olmasına neden olurken elektronik çağın,
bilincin yeniden oluşmasını sağlayacağını savunmuştur. McLuhan elektronik çağa
bu iyimser bakışıyla kimi iletişim uzmanları tarafından şiddetle eleştirilirken,
Harold Innis bu konuda karamsardır (Altay, 2005). Teknolojik ortamların, insanları
içinde barındıran edilgin şeyler değil, gerek insanları gerek başka teknolojileri
yeniden biçimlendiren etkin süreçler olarak değerlendiren (McLuhan, 2014)
McLuhan’ın öne çıkan görüşlerini kısaca şu temel varsayımlar üzerinden
özetlemek mümkündür:

118
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Global Köy: Global köy, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin yol


açtığı, iletişimde zamansal ve coğrafi engellerin ortadan kalkmasını tanımlamak
için McLuhan tarafından oluşturulmuş bir terimdir. Bugün, global köy terimi bilgi
ve fikirlerin paylaşılması ve eylemlerin koordine edilmesi için dünya çapındaki ağı,
yani World Wide Web’i kullanan birbirine bağlı bireylerin dünyasını, bilgi ve
iletişim teknolojisinin kullanımının olası sonuçlarından birini tanımlamak için
kullanılır. Bilgisayar aracılı iletişim ise coğrafi olarak dağılmış kişiler arasında yakın
etkileşime izin vermek olarak tanımlanmaktadır. Kitle iletişim araçlarının gelişimi
ile birlikte dünya küçülmüş, birbirine bağlanmış, kısacası ‘küresel bir köy’e
dönüşmüştür. Yaşadığımız evren görüntülerle ve mesajlarla kaplanmış, iletişim
araçları sayesinde her an her yerden bilgiye ve habere ulaşabilir duruma
gelmişizdir. Böylece zaman ve mekân kavramı da ortadan kalkmıştır.
Araç (Ortam) Mesajdır: Her kültür çağında bilginin bir (ortam) araçla
kaydedilip aktarıldığını belirten McLuhan, kullanılan aracın o kültürün karakterinin
belirlenmesinde kesin bir rol oynadığını öne sürmüştür ve bu görüşünü de "Ortam
mesajdır" deyişiyle özetlemiştir. Ona göre elektrik ışığı saf enformasyondur. Bazı
McLuhan’ın öne çıkan sözlü reklamları veya isimleri hecelemek için kullanılmadıkça, bir bakıma mesajsız
görüşleri; bir araçtır. Tüm medyanın özelliği olan bu gerçek, herhangi bir aracın "içeriğinin"
Global Köy her zaman başka bir araç olduğu anlamına gelir. Yazılı kelime baskının içeriği,
Araç Mesajdır baskı telgrafın içeriği olduğu gibi yazının içeriği de konuşmadır. Yazının içeriği
Araç: Sıcak Ve Soğuk konuşma, baskının içeriği yazılı sözcük, telgrafın içeriği baskıdır. "Konuşmanın
Araç İnsanın
içeriği nedir?" diye sorulursa, "Kendi içinde sözsüz olan gerçek bir düşünce
Uzantısıdır
sürecidir" demek gerekir( McLuhan, 1964). Örneğin her sabah bir ofiste açılan
elektrik ışığı hiçbir mesaj taşımaz, fakat zaman ve mekân ilişkilerini
dönüştürmekte, sabahın erken saatlerinden akşam geç saatlere kadar
çalışılmasına izin vermektedir. Bu ise aynı zamanda kamu ve özel hayatın
yapılandırma biçimini etkilemektedir ( Stevenson, 2002).
Araç, Sıcak ve Soğuk: Araçları sıcak ve soğuk olarak iki kategoriye ayıran
McLuhan, radyo, sinema ve fotoğrafı sıcak araç, telefon ve televizyonu ise soğuk
araç olarak ayırmaktadır. Sıcak aracı soğuk araçtan ayıran temel ilke ise şöyledir:
Sıcak bir araç, "yüksek tanım" içinde tek bir duyuyu genişleten bir araçtır. Yüksek
tanımlılık, iyi veri ile dolu olma durumudur. Fotoğraf, görsel olarak "yüksek
tanımlı" dır. Bir karikatür "düşük tanımlı"dır, çünkü çok az görsel bilgi sağlanır.
Telefon soğuk bir araçtır veya düşük tanımlıdır, çünkü kulağa yetersiz miktarda
bilgi verilir. Konuşma, düşük tanımlı soğuk bir araçtır çünkü çok az şey verilir ve
dinleyicinin doldurması gereken çok şey vardır. Sıcak medya katılımda düşüktür,
soğuk medya katılımda veya izleyicinin tamamlamasında yüksektir. Bu yüzden
doğal olarak radyo gibi sıcak bir ortam, kullanıcı üzerinde telefon gibi soğuk bir
ortamdan çok farklı etkilere sahiptir. Sıcak araç izleyicinin katılımı bakımından
düşükken, soğuk araç katılma ve izleyici tarafından tamamlanmada yüksektir.
Kısacası bireyin tek bir duyusuna hitap eden iletişim araçları sıcak araçlardır ve
bireyin katılma imkânı fazla değildir. Soğuk iletişim araçları ise bireylerin birden
çok duyusuna hitap ettiği ve insanların katılımının yüksek olduğu araçlardır.

119
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Araç insanın uzantısıdır: McLuhan'a göre, teknolojiler insanın fiziksel ve


zihinsel kapasitelerin bir uzantısı; tekerlek ayağın bir uzantısı, kitap gözün bir
uzantısıdır ve elektrik devresi merkezi sinir sisteminin bir uzantısıdır. "Medyayı
Anlamak" isimli kitabında bu konu üzerinde duran Marshall McLuhan, global
elektronik ağını sinir sistemimizin bir uzantısı olarak görmektedir. Sinir sistemi
bütün deneyimlerimizin birleştirilmiş bir hâlidir ve global ağ da buna benzer.
Ayrıca internet ve web'in çalışma sistemi beynimize çok benzemektedir. İnsanın,
düşüncesinin ve organlarının bir uzantısı olarak yeni buluşlar yaptığını ifade eden
McLuhan, bu uzantılara çeşitli örnekler vermektedir. Örneğin toprak kazmak için
icat edilen kürek insanın elinin ve ayağının uzantısı, mikroskop ve teleskop insanın
gözünün uzantısı, otomobil insanın ayağının uzantısıdır. Ona göre yeni bir teknoloji
var olan teknolojileri ya tamamen ortadan kaldırır ya da geliştirir. Örneğin silahlar
sayesinde okçuluk eskidiği gibi otomobilin icadı ile de yürüme kültürü ortadan
kalkmıştır. Telefon ise sesin uzantısı olmasına rağmen insanların mektup yazma
alışkanlıklarını yok etmiştir.
"Medyayı Anlamak" (1964) isimli kitabında iletişim araçlarını yorumlayan ve
kitle iletişimi konusunda yaptığı çalışmalarda adını duyuran McLuhan, “Konuşulan
Sözcük:"Şeytanın gülü?", “Yazılı Sözcük: "Bir Kulak için Bir Göz", “Basılı Sözcük:
"Milliyetçiliğin Mimarı", “Radyo: Kabileye Özgü Tamtam” ve “Televizyon: Utangaç
McLuhan, "Medyayı Dev” şeklinde nitelendirmeler eşliğinde yeni iletişim teknolojilerinin gelişimiyle
Anlamak" (1964) isimli birlikte değişen iletişim tarzlarını yorumlamıştır.
kitabında yeni iletişim
teknolojilerinin KÜRESELLEŞME KAVRAMI
gelişimiyle birlikte
değişen iletişim Toplumsal bir olgu olan küreselleşme kavramına ilişkin birçok tanım
tarzlarını yorumlamıştır. geliştirilmiş, buna rağmen tek bir tanım üzerinde uzlaşı sağlanamamıştır. En basit
anlamıyla küreselleşme, “küresel olarak birbirine bağlılığın genişlemesi,
derinleşmesi ve hızlanması” anlamına gelse de böyle bir tanım daha fazla
detaylandırma ihtiyaç duyar. Küreselleşmenin tatmin edici bir tanımında ise
genişlik (gerilme), yoğunluk, hız ve etki unsurlarının her birinin yakalanması (Held
vd., 2005) gerektiği de öne sürülen görüşler arasındadır. Modleski'ye göre çağdaş
dünya toplumu küreseldir. Çok sayıda tarihi dünya toplumunun bir küresel
sistemde bir araya getirildiği süreç küreselleşme olarak adlandırılabilir (Modleski,
2005) Giddens’a göre de küreselleşme, grupların ve ulusların birbirine bağımlı
hâle geldiği olgusuna göndermede bulunmaktadır. Ayrıca sadece ekonominin
küreselleşmeyi ortaya çıkardığını ileri sürmek yanlış olacaktır çünkü küreselleşme,
siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik etkenlerin bir araya gelmesi ile ortaya
çıkmıştır. Dünyanın her tarafındaki insanlar arasındaki etkileşimin hızını ve
kapsamını artıran küreselleşme, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişme
tarafından yönlendirilmiştir. Buna örnek ise küresel televizyon bağlantıları
sayesinde futboldaki dünya kupası maçlarının artık dünyanın her yanındaki
milyarlarca insan tarafından seyredilebilmesi (Giddens, 2012) olarak
gösterilebilmektedir. Elçin ise küreselleşme kavramının ilk kullanımı ile ilgili
tartışma çevrelerinde ortaya atılan iddialara dikkat çekmektedir: Bunlardan ilki,
küreselleşme kavramını ilk olarak 1960’lı yıllarda Kanadalı sosyoloji profesörü

120
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Marshall McLuhan tarafından kullanıldığıdır ve 1962 yılında yazmış olduğu


“Gutenberg Galaksisi” isimli kitabında yeni dünya düzeni için “global köy”
kavramını kullanmasıyla ilk kez bu kavram literatüre girmiştir. McLuhan, bu
kitapta özellikle iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde en azından
Küreselleşmenin; dünyanın bir bölümünün “küresel köy” hâline gelmekte olduğunu belirterek
Askeri küreselleşme, küreselleşmeyi tarif etmiştir. İkinci iddia, bu kavramın 1980’li yıllarda komünizm
Çevresel küreselleşme, uzmanı Amerikalı bilim adamı Zbiginiew Brezınskı’nin desteklemeleri ve bazı
Ekonomik Küreselleşme ekonomistler tarafından güncellendiği iken, üçüncü iddia küreselleşme terimini
ve Sosyal ve Kültürel 1980 sonları ile 1990’lı yılların başı arasında ilk kez sunarak kullanımını
Küreselleşme şeklinde
yaygınlaştırdığını söyleyen Anthony Giddens olduğudur (Elçin, 2012).
eşit derecede önemli
birçok şekli vardır. Küreselleşmenin eşit derecede önemli birçok şekli vardır. Bunlar:
 Ekonomik küreselleşme, piyasa alışverişine eşlik eden bilgi ve algıların yanı
sıra malların, hizmetlerin ve sermayenin uzun mesafeli akışını içerir.
 Askeri küreselleşme, kullanılan güç vaadi veya tehdidini ve güçte olan
karşılıklı uzun mesafeli bağımlılık ağlarını ifade eder. ABD ile Sovyetler
Birliği arasındaki soğuk savaş sırasında "terör dengesi" buna güzel bir
örnektir.
 Çevresel küreselleşme, atmosferdeki veya okyanuslardaki malzemelerin
veya insan sağlığını ve refahını etkileyen patojenler veya genetik
materyaller gibi biyolojik maddelerin uzun mesafeli taşınması anlamına
gelir.
 Sosyal ve kültürel küreselleşme fikirlerin, bilgilerin, imgelerin ve insanların
hareketini içerir. Dinlerin hareketi veya bilimsel bilginin yayılması gibi
örnekler verilebilir (Keohane,2005).

KÜRESEL DÜNYANIN İLETİŞİM OLGUSU VE


TEKNODETERMİNİZM
1980’lerin son çeyreğinden itibaren iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, bu
gelişmelerin inşa ettiği toplumsal, ekonomik, siyasî ve kültürel ortamlar, sanal
dünyanın keşfi ve iletişimde çoklu ortamların yaygınlaşması, iletişim bilimciler ve
sosyologlar başta olmak üzere sosyal bilimcilere McLuhan’ın 1960’lıyıllarda yaptığı
analizleri hatırlatmıştır. Öyle ki, McLuhan’ın öngörüleri isabetli bulunmuş, savları
ise sıklıkla atıf yapılan düşünceler arasında yerini almıştır. Nitekim internet ve cep
telefonlarının yaygın kullanımı, küreselleşme süreçlerini derinleştirmiş ve
hızlandırmıştır. Çok sayıda insan bu teknolojilerin kullanımıyla birbirine bağlantılı
hâle gelmiş, gittikçe artan sayıdaki ülke ise artık, geçmişte olanaklı olmayacak
büyüklükte uluslararası iletişime erişebilir hâle gelmiştir. Bilgi teknolojisi ile tüm
dünyada insanlar arasında iletişim olanaklarını artmış, uzak yerlerdeki insanlar ve
olaylar hakkındaki bilgi akışı ise kolay hâle gelmiştir. Örneğin her gün, küresel
medyada haberler, görüntüler ve bilgiyi insanların evlerine getirmekte, onları
doğrudan ve sürekli olarak dış dünyaya bağlamaktadır. Gelinen süreçte insanlar
artık öteki insanlarla olan karşılıklı bağımlılıklarının daha fazla farkına varmışlar,
geçmişe kıyasla kendilerini daha fazla küresel sorun ve süreçlerle özdeşleştirir

121
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

duruma getirmişlerdir (Giddens,2012). Küreselleşmenin teknolojik alt yapısını


oluşturan yeni iletişim teknolojileri, her geçen gün örümcek ağı gibi tüm dünyayı
saracak nitelikte iletişim olanakları sunmaya devam etmektedir. Thompson’ın da
dikkat çektiği gibi modern dünyada iletişimin en belirgin özelliklerinden birisi,
iletişimin giderek küresel boyutta ortaya çıkmasıdır. Öyle ki, iletiler, mesafeleri
Thompson’ın da dikkat
çektiği gibi modern kat ederek yayılmakta ve en uzak noktadaki insanlar bile uzaktaki kaynaklardan
dünyada iletişimin en çıkan enformasyon ve iletişime erişebilmektedir. Elektronik medyanın yol açtığı
belirgin özelliklerinden zaman-mekân sıkışmasıyla birlikte uzaktaki kaynaklardan çıkan iletiler anlık
birisi, iletişimin giderek erişilebilir olmuştur. Elektronik iletişim ağlarının çoğalmasıyla mesafeler aşılmış,
küresel boyutta ortaya medyanın yol açtığı zaman ve mekânın yeniden düzenlenmesi, modern dünyayı
çıkmasıdır.
dönüştüren daha geniş süreçlerin bir parçası hâline gelmiştir. Bu süreçler ise
literatürde farklı şekillerde kullanılan ve kesin bir anlamı olmayan, genellikle de
günümüzde 'küreselleşme' olarak tanımlanan terimle (Thompson,2008) ifade
edilebilmektedir.
Bireysel Etkinlik

• Küreselleşme kavramını tartışarak, bu kavramın günümüzde


daha çok hangi alandaki tartışmalara konu olduğu hakkında
fikir yürütünüz.
• Teknolojik Determinizm kavramını küreselleşme kavramı
ekseninde tatışarak iletişim olgusu ile birlikte
değerlendiriniz.

Radyo, televizyon, cep telefonu ve internet gibi bilimsel ve teknolojik


gelişmeler modern iletişim biçimlerinin oluşmasına yardımcı olmuştur. Televizyon
ve internet gibi elektronik araçları kullanımımız, bizim dünya hakkında ne
düşündüğümüz ve ne hissettiğimizi de biçimlendirir hâle gelmiştir. Küresel
iletişimdeki patlama, teknoloji ile dünyanın telekomünikasyon altyapısındaki bir
dizi önemli ilerleme tarafından kolaylaştırılmıştır (Giddens,2012).
Örnek

• E-Lojistik, E-Ticaret, E-devlet, E-Belediye, E-Veri, E-Sertifika, E-


İmza, E-Posta, Zaman Damgası gibi uygulamalar iletişim
teknolojilerinin kullanıldığı uygulama alanlarıdır. Örneğin E- devlet
uygulaması ile otoyol ve köprüdeki geçiş sistemi, OGS, Boğaz
Sinyalizasyonu ve Bilgisayarlı Gümrük Etkinlikleri, internet
üzerinden çöp vergisinin ödenmesi, sağlık ve tedavi sürecinde
barkodlu uygulamaların kullanılması, trafik cezalarının internet
üzerinden ödenmesi vb. hizmetler mümkün hale gelmiştir.

Küreselleşme kavramı genelde kültür, tüketim, ekonomi, teknoloji, bilgi


iletimi ve medya ağları gibi kavramlarla bağlantılı olarak kullanılmaktadır. Önce
Batı’da başlayan bir süreç olarak küreselleşme, kitle iletişim araçlarının getirdiği

122
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

etkilerle birlikte tüm dünyayı etkisi altına almış, toplumları yönlendirmenin en


önemli araçları olarak görülmüştür. Küreselleşen toplumları yönlendirme ve
tüketim toplumu hâline getirmede iletişim araçları önemli bir rol oynamıştır.
Egemen batı kültürü, kitle iletişim araçları vasıtasıyla neredeyse tüm dünyaya
yayılmış, belirli bir yaşam biçiminin toplumlara empoze edildiği sürekli
Kitle iletişim araçları,
radyo, televizyon, dillendirilmiştir. Bu bağlamda yine İletişim teknolojilerindeki gelişmeler ışığında
sinema, gazete, dergi egemen kültür ve yaşam tarzı tüm dünyaya yayılmış ve tek tip yaşam biçimi
gibi kitlelere ulaşan ve küreselleşen dünyanın olmazsa olmazları hâline gelmiş olduğu düşüncesi yaygınlık
iletişimi sağlayan kazanmıştır. Küreselleşme sürecinde sınırların kalkması kitle iletişim araçlarının
araçlardır. dünya çağında etkin olmasına ve iletişim politikalarının da küreselleşmesine yol
açmıştır. Bu bağlamda teknolojinin gelişmesiyle birlikte çoğalan iletişim araçlarının
olumlu ya da olumsuz yönde etkide bulunduğuna yönelik birçok argüman ileri
sürülmüştür. İletişimin küreselleşmesi ile birlikte kitle iletişim araçlarının toplumsal
yaşam üzerindeki olumlu etkileri; toplumlar birbirine yakınlaşmış, böylece kültürel
alışveriş hızlanmış, deneyimler paylaşılmıştır, haberi ve bilgiyi pek çok kaynaktan
alabilme imkânı doğmuştur, bireyler pasif bir birey olmaktan çıkmış, kitle iletişim
ortamına katılabilme ve interaktif olabilme imkânına kavuşmuştur, bireylerin
internet üzerinden yükseköğrenim yapılabilmesi, meslek sahibi olunabilmesi
mümkün hâle gelmiştir, gelişen kitle iletişim araçları sayesinde işe gitmeden,
evden çalışabilme imkânı doğmuştur, internet üzerinden alışveriş yapma imkânı
doğmuş, devlet ile birey arasındaki ilişki yavaş yavaş elektronik ortama taşınarak
hizmet kanalları çoğalmıştır. Olumsuzluklar ise; teknolojik gelişmeyi ellerinde
tutan küreselleşme sürecinin aktörleri kitle iletişim alanında da egemen güç hâline
gelmişler, medya kartelleri ve tekellerinin oluşması tehlikesi doğmuştur. Küresel
süreçte artan özel yayıncılığı, kamu yayıncılığının geri planda kalmasına, hatta kimi
ülkelerde iyice zayıflamasına neden olmuş, küreselleşmenin kitle iletişim
araçlarının en ileri teknolojiyi kullanmalarına imkân sağlaması nedeniyle
enformasyon miktarı artmış yoğun enformasyon akışı, bireyin karar vermesini,
kanaat oluşturmasını zorlaştırmıştır. Kitle iletişim araçlarındaki gelişme ve
toplumun tüm alanlarında yaygınlaşması ile özel hayatın dokunulmazlığı ve aynı
zamanda gizli bilgilerin güvenliği de tehlikeye girmiştir. Nitekim Williams,
teknolojik determinizmin temel varsayımının, matbaa ya da iletişim uydusu gibi
yeni teknolojinin teknik çalışma ve deney sonucu "ortaya çıktığı" görüşünü
barındırdığını belirtir ve bu teknolojinin daha sonra "içine doğduğu" toplumu ya da
sektörü değiştirdiğine dikkat çeker. Ona göre "Bizler" onu benimseriz çünkü bu
teknoloji artık yeni modern biçimdir (Williams,1989).

123
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

•Giriş
•20. yüzyılın yarısından sonra iletişim ve bilgi teknolojileri alanında
yaşanan muazzam derecede büyük ve hızlı değişimler, yaşanan süreçte
derin dönüşümlere yol açmış, bu bağlamda en önemli dönüşüm ise
küreselleşme olgusu olarak karşımıza çıkmıştır. İletişim ve enformasyon
teknolojilerinde yaşanan bu gibi gelişmelere bağlı olarak da “ağ
toplumu”, “enformasyon toplumu”, “bilgi toplumu”, “küresel köy” gibi
kavramlarla ortaya çıkan anlatılarda ise teknoloji, bağımsız bir değişken
olarak konumlandırılmış, topluma dışarıdan müdahale eden ve onu
Özet
değiştirip dönüştürebilen özelliğiyle farklı görüşlerin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Bir yandan toplumsal değişimin nedeni olarak görülen
ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan “teknolojik
determinist” yaklaşım, diğer yanda ise toplumsal değişimi açıklarken
teknolojiyi göz ardı eden yaklaşımlar karşımıza çıkmaktadır.
•TEKNOLOJİK DETERMİNİZM KAVRAMI
•Teknolojik determinizm kavramı, toplumsal değişimle ilgili, karakteristik
bakımdan evrimci ilerleme ya da gelişmeyi içeren, üretken tekniklerin
kendine özgü bir mantıkla ya da yörüngeyle hareket ettiğini ve süreç
içinde kurumların ve toplumsal ilişkilerin başlıca belirleyicisi işlevi
gördüğünü öngören bir kuram olarak tanımlanmaktadır.
•Katı Determinizm
•Katı Determinizm, her olayın bir nedeni bulunduğunu, bu yüzden
özgürlük ya da irade özgürlüğü diye bir şeyin olamayacağını
savunmaktadır. Katı deterministlere göre, insanlar hiçbir etkide
bulunamazlar. Onların denetimleri dışında kalan belirli nedenler, insan
varlıklarının oldukları gibi olmalarını ve bu arada eylemlerini
belirlemiştir. Onlara göre her olay, eylem ve sonucun nedeni varsa,
insanların düşünceleri, duyguları, arzuları, seçimleri ve kararları gibi her
şey de belirlenmiştir.
•Yumuşak Determinizm
•Katı Determinizmin karşıtı olarak kullanılan Yumuşak Determinizm,
evrensel bir nedenselliğin geçerli olduğunu kabul etmekle birlikte, katı
determinizmden farklı olarak, bu nedenselliğin bir bölümünün insandan
kaynaklandığını, dolayısıyla insan için belli bir özgürlüğün mümkün
olduğunu savunur. Yumuşak deterministler, teknolojinin gelişimimizde
yol gösterici güç olduğu gerçeğini kabul eder, ancak bir durumun
sonuçlarına ilişkin karar alma şansımızın olduğunu da savunmaktadırlar.
•Teknolojik Determinizme İlişkin Farklı Yaklaşımlar
•Yumuşak Determinizm ve Katı Determinizm dışında, bazı eleştirmenler
de teknolojinin tarafsız olduğu, yani kendi başına iyi veya kötü olmadığı,
önemli olanın teknoloji değil, onu kullanmada seçilen yöntem
temelinde belirleyici olduğunu savunmaktadırlar. Ağ toplumu kavramını
ilk kez kullanan Manuel Castells, teknolojinin toplumu belirlemediğini,
toplumun da teknolojik değişimin yönünü çizemediğini ifade
etmektedir.

124
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

• Melvin Kranzberg de teknolojinin özerkliğinden söz etmenin ve “makinelerin


insan ustaları hâline geldiğini” varsaymanın “entelektüel bir klişe” olduğunu
ifade etmektedir. Ona göre teknoloji sadece bir fırsat sunmakta, onunla ne
yapılması gerektiği ise bizim seçimimiz olmaktadır. Kültür alanında yaptığı
önemli çalışmalarıyla tanınan Raymond Williams ise tüm biçimleriyle
Özet (devamı)
teknolojik determinizmi reddetmemiz gerekirken, aynı zamanda, belirlenmiş
teknoloji fikrinin de onun yerini almamasına dikkat etmemiz gerektiği
konusunda uyarı yapmaktadır. Belirlenmiş teknoloji fikri, insani sürecin tek
taraflı bir uyarlamasıdır.
•Teknolojik Determinizm Formu: Medya Determinizmi
•Araç, iletişimin yapısında önemli bir bileşendir çünkü iletişime giren kişinin
mesajını alıcıya gönderebileceği vasıtayı sağlamaktadır. Araçsız iletişim
mümkün değildir. Medya determinizmi, aracın iletişim süreci içinde mesaj
iletiminde teknik veya fiziksel araçlardan daha önemli bir rol oynadığını
varsayan bir yaklaşımdır. Medya determinizmi, aracın sadece iletişim
sürecinde değil, aynı zamanda mesajın nasıl formüle edildiği ve anlaşıldığı
üzerinde etkili bir rol oynadığını ileri sürer.
•Harold Adams Innis (1894-1952)
•lnnis, toplumsal değişimin kaynağına yönelik ilk soruya teknolojik yenilikleri
cevap olarak verirken, bu bağlamda lnnis teknolojik saptayıcı olarak
değerlendirilmektedir. Ona göre, insan kendi teknolojisi ile birlikte vardır;
aile, örgütler vb. toplumsal biçimlerdeki ve kültürdeki değişiklikler, iletişim
teknolojisindeki değişimlerin bir fonksiyonudur. Bu bağlamda teknolojik
araçların çoğu, insanın fiziksel yeteneklerini geliştirme çabası içindir; iletişim
teknolojisi düşüncenin, bilincin, insanın ender kavramsal yeteneklerinin
uzantısıdır.
•Marshall McLuhan (1911-1980)Teknoloji ve sosyal değişim arasındaki ilişki
hakkında en iyi bilinen isimlerden biri olan Marshall McLuhan, meşhur "araç
mesajdır" sloganı ile tanınmaktadır. İletişim ortamının teorisini ve bunların
insan bilinci ve kültürü üzerindeki etkilerini geliştirmiştir.
•Küreselleşme Kavramı
•Toplumsal bir olgu olan küreselleşme kavramı üzerinde uzlaşı
sağlanamamıştır. En basit anlamıyla küreselleşme, “küresel olarak birbirine
bağlılığın genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması” anlamına gelse de böyle
bir tanım daha fazla detaylandırma ihtiyaç duyar.Küreselleşmenin çeşitleri
ise Ekonomik küreselleşme, -Askeri küreselleşme, Çevresel küreselleşme ve
Sosyal ve kültürel küreselleşme ‘dir.
•Küresel Dünyanın İletişim Olgusu ve Teknodeterminizm
•1980’lerin son çeyreğinden itibaren iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ,bu
gelişmelerin inşa ettiği toplumsal, ekonomik, siyasî ve kültürel ortamlar,
sanal dünyanın keşfi ve iletişimde çoklu ortamların yaygınlaşması, iletişim
bilimciler ve sosyologlar başta olmak üzere sosyal bilimcilere McLuhan’ın
1960’lıyıllarda yaptığı analizleri hatırlatmıştır. İnternet ve cep telefonlarının
yaygın kullanımı, küreselleşme süreçlerini derinleştirmiş ve hızlandırmıştır.
İletişimin küreselleşmesi ile birlikte kitle iletişim araçlarının toplumsal yaşam
üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri sıkça dillendirilmeye başlamıştır.

125
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi Teknolojik Determinizm kavramının
özelliklerinden biri değildir?
a) Toplumsal değişimle ilgilidir.
b) Evrimci ilerleme ya da gelişmeyi içerir..
c) Süreç içinde kurumlar ve toplumsal ilişkiler başlıca belirleyici işlev
görür
d) Toplumsal değişimi göz ardı eder.
e) Üretken teknikler kendine özgü bir mantıkla ya da yörüngeyle hareket
eder.

2. Determinizmin bir türü olan teknolojik determinizm terimini ilk kez kim
kullanmıştır?
a) Thorstein Veblen
b) Marshall McLuhan
c) Harold Innis
d) Raymond Williams
e) Rosalind Williams

3. Aşağıdakilerden hangisi Katı Determinizm düşüncesinin savunduğu


görüşlerden biri değildir?
a) Her olayın bir nedeni vardır.
b) Özgürlük diye bir şey yoktur.
c) İnsanlar etkide bulunur.
d) Teknolojiyi sosyal kaygılardan bağımsız bir gelişmedir.
e) İçinde bulunduğumuz durumlar ve fiziksel olaylar başka insanların
eylemlerine bağlıdır.

4. Aşağıdakilerden hangisi Yumuşak Determinizm düşüncesinin savunduğu


görüşlerden biri değildir?
a) Katı Determinizmin karşıtı olarak kullanılır.
b) Evrensel nedenselliği kabul etmez.
c) İnsanların belli bir özgürlükleri vardır.
d) Hiç kimse tam olarak özgür değildir.
e) Özgürlük evrensel nedensellik içinde vardır.

126
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

5. Teknolojik Determinizme ilişkin Manuel Castells’in yaklaşımı


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Teknoloji toplumu belirlemez, toplum da teknolojik değişimin yönünü
çizemez.
b) Teknolojik yenilik ve bunların toplumsal uygulanma süreçlerine
bireysel yaratıcılık ve girişimcilik dâhil olmaz.
c) Teknoloji toplumu belirler.
d) Toplum teknolojik yenilikleri belirler.
e) Toplumların teknolojide ustalaşma kabiliyeti ya da kabiliyetsizliği,
onların kaderini şekillendiremez.

6. “Teknolojinin özerkliğinden söz etmenin ve “makinelerin insan ustaları


hâline geldiğini” varsaymanın “entelektüel bir klişe” olduğunu” ifade
eden isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Thorstein Veblen
b) Marshall McLuhan
c) Harold Innis
d) Raymond Williams
e) Melvin Kranzberg

7. Tüm biçimleriyle teknolojik determinizmi reddetmemiz gerekirken, aynı


zamanda, belirlenmiş teknoloji fikrinin de onun yerini almamasına dikkat
etmemiz gerektiği konusunda uyarı yapan isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Marshall McLuhan
b) Thorstein Veblen
c) Harold Innis
d) Raymond Williams
e) Melvin Kranzberg

8. Önde gelen iki medya belirleyicisi aşağıdakilerden hangisinde doğru


olarak verilmiştir?
a) Thorstein Veblen - Marshall McLuhan
b) Thorstein Veblen - Harold Innis
c) Marshall McLuhan- Harold Innis
d) Raymond Williams- Melvin Kranzberg
e) Raymond Williams- Thorstein Veblen

127
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

9. “İletişimin Yanlılığı” ve “İmparatorluk ve İletişim” adlı iki önemli yapıtıyla


bilinen ve çalışmalarında “Toplumsal örgütlenmenin değişiminin altında
yatanlar nelerdir?” ve “Herhangi bir toplumda istikrarı sağlayan koşullar
nelerdir?” şeklinde temelde iki soru egemen olan kişi aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Raymond Williams
b) Marshall McLuhan
c) Thorstein Veblen
d) Harold Innis
e) Melvin Kranzberg

10. Meşhur "araç mesajdır" sloganı ile tanınan düşünür aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Raymond Williams
b) Marshall McLuhan
c) Thorstein Veblen
d) Melvin Kranzberg
e) Harold Innis

Cevap Anahtarı
1.d, 2.a, 3.c, 4.b, 5.a, 6.e, 7.d, 8.c, 9.d, 10.b

128
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Altay, D.(2005) “Küresel Köyün Medyatik Mimarı Marshall McLuhan”, Kadife
Karanlık: 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar, Su Yayınevi,
İstanbul, 2005, (içinde ss. 9-74).
Castells, M.( 2008) Enformasyon Çağı Ekonomi, Toplum Ve Kültür, Cilt 1,Ağ
Toplumunun Yükselişi, çev.: ebru kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Cevizci, A. (1999) Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları
Chandler, D. Munday,R.(2011) A Dictionary of Media and Communication (1 ed.) ,
Oxford University Press
Danesi,M.(2009) Dictionary of Media and Communications, M.E.Sharpe Armonk,
New York London, England
Dusek,V.(2006) Philosophy Of Technology : An İntroduction , Blackwell Publıshıng
350 Main Street, Malden, Ma 02148-5020, Usa
Elçin, A.B. (2012) Küreselleşmenin Tarihçesi, Ankara. Elektronik kaynak: tarihinde
http://www.meritymm.com/wp-content/uploads/2013/05/
kuresellesme.pdf adresinden erişildi
Erdoğan,İ., Alemdar,K. (2005). Öteki Kuram- Kitle İletişim Kuram ve
Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Ankara: Erk
Yayınları
Giddens, A.(2012) Sosyoloji, İstanbul: Kırmızı Yayınları
Held, D., McGrew, A., Goldblatt,D., Perraton,J. (2005) Rethinking Globalization
,içinde, The Global Transformations Reader/ An Introduction to the
Globalization Debate (Ed. David Held and Anthony McGrew), ss. 67-75,
Polity Press: UK
http://dictionary.sensagent.com/Technological%20determinism/en-en/
07.07.2019 tarihinde erişildi
https://ipfs.io/ipfs/QmXoypizjW3WknFiJnKLwHCnL72vedxjQkDDP1mXWo6uco/wi
ki/Technological_determinism.html) 11.07.2019 tarihinde erişildi
http://sozluk.gov.tr/ 15.06.2019 tarihinde erişildi
http://thetorontoschool.ca/harold-innis/ 22.07.2019 tarihinde erişildi
https://mediawiki.middlebury.edu/MIDDMedia/Technological_Determinism
06.06.2019 tarihinde erişildi
https://thefrailestthing.com/2011/08/25/kranzbergs-six-laws-of-technology-a-
metaphor-and-a-story/ 11.07.2019 tarihinde erişildi
https://www.milligazete.com.tr/haber/1073378/kuresellesen-iletisimin-
yansimalari 02.07.2019 tarihinde erişildi
https://www.techopedia.com/definition/28194/technodeterminism 25.06.2019
tarihinde erişildi

129
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Teknolojik Determinizm ve Küreselleşme

Keohane, R.O., Jr., J.S.N. (2005) Globalization: What's New? What's Not? (And So
What?) içinde, The Global Transformations Reader/ An Introduction to the
Globalization Debate (Ed. David Held and Anthony McGrew), ss. 75-84,
Polity Press: UK
Marshall,G. (1999) Sosyoloji Sözlüğü, (Çevirenler,Osman Akınhay-Derya Kömürcü)
Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları
McLuhan, M. (1964) Understanding Media: The Extensions of Man (New York: Mc-
Graw Hill, 1964
McLuhan, M. (2014) Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu(çev. Gül
Çağalı Güven), İstanbul Yapı Kredi Yayınları
Modleski, G.(2005) ‘Globalization’ Rethinking Globalization, içinde, The Global
Transformations Reader/ An Introduction to the Globalization Debate (Ed.
David Held and Anthony McGrew), ss. 55-60, Polity Press: UK
Mutlu,E.(1999) Televizyon ve Toplum, Ankara: TRT Eğitim Dairesi Başkanlığı
Steinberg,S.(2007) An İntroduction To Communication Studies, Juta Co., South
Africa
Stevenson, N. (2002) Understanding Medıa Cultures Social Theory And Mass
Communication, Sage Publications, London Thousand Oaks New Delhi
Thompson, J.B.(2008) Medya ve Modernite, İstanbul: Kırmızı
Ural, Ş. (2009) Teknik, Teknoloji ve Değerler 15.06.2019 tarihinde
https://www.safakural.com/makaleler/teknik-teknoloji-ve-degerler
adresinden erişildi.
Willims, R. (1989) İkibine Doğru, Çev. Esen Tarım, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi
Willims,R.(2003) Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim, Ankara: Dost Yayınevi
Yaylagül, L.(2006) Kitle İletişim Kuramları-Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Ankara:
Dipnot Yayınları

130
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
ELEŞTİREL İLETİŞİM KURAMLARI:
TEMEL KAVRAMLAR VE
TARİHSEL BİR ÇERÇEVE

• Eleştirel Kuramların Ana Akım


Kuramlardan Farkları
İÇİNDEKİLER

• Eleştirel Kuramların Kökenleri,


Kaynakları ve Temel İLETİŞİM KURAMLARI
Kavramlar
• Kültürel Çalışmaların Doç. Dr. Besim
Düşünsel Kaynakları ve Temel YILDIRIM
Kavramları
• İletişime Eleştirel Ekonomi
Politik Yaklaşımın Düşünsel
Kaynakları ve Temel
Kavramları
• Kültürel Çalışmalar Eleştirel
Ekonomi Politik Tartışması

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Eleştirel kuramları anlayabilecek,
HEDEFLER

•Eleştirel kuramın temel


kavramlarını kavrayabilecek,
•Eleştirel kuram ile ana akım
yaklaşım arasındaki farkları
sayabilecek,
•İletişime Eleştirel Yaklaşımın ve
ÜNİTE
Kültürel Çalışmaların temel
argümanlarını
sıralayabileceksiniz. 7
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Yöntem Düzeyindeki Farklar

ELEŞTİREL İLETİŞİM KURAMLARI TEMEL KAVRAMLAR VE TARİHSEL BİR ÇERÇEVE


Eleştirel Kuramların Ana
Akım Kuramlardan Farkları
Varsayım ve Epistemoloji
Düzeyindeki Farklar

Eleştirel Kuramların
Haber Analizlerinde Farklı
Kökenleri, Kaynakları ve
Yaklaşımlar
Temel Kavramlar

Kültürel Çalışmaların
Düşünsel Kaynakları ve
Temel Kavramları

İletişime Eleştirel Ekonomi


Politik Yaklaşımın Düşünsel
Kaynakları ve Temel
Kavramları

Kültürel Çalışmalar Eleştirel


Ekonomi Politik Tartışması

132
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

GİRİŞ
Kitle iletişimi ya da yüz yüze iletişim gibi farklı iletişim süreçlerinin
temelinde insanın kendi hayatı dışındaki dünya hakkında bilgi edinmek ve bu
dünyayı anlamak gibi hedefler yer alır. Bu hedefler de özünde ‘gerçek’ kavramını,
gerçeğe ulaşma arzusunu barındırır. Bir başka ifadeyle iletişim süreçleri ile gerçek,
gerçeğe ulaşmak arasında vazgeçilmez bir ilişki vardır.
Gerçek ve gerçeğe ulaşmak, iletişim süreçlerini anlamaya ve açıklamaya
yönelik kavramsallaştırmaların, kuramsal bilgi birikimlerinin de temel ayırt
edenlerindendir. Çünkü gerçeği gösterdiği, içerdiği ya da temsil ettiği düşünülen
bilginin, enformasyonun kaynağı önemli bir belirleyendir ve bu kaynağın medya
olduğu durumda aktarılanın ne düzeyde “gerçek” olduğu, dünyaya dair ne derece
doğru bilgi içerdiği ve toplumsal alana yönelik açıklama gücünün ne düzeyde
olduğu sorularına verilen yanıtlar, farklı iletişim kuramlarının varsayımları,
epistemolojik kaynakları ve yöntemleri ile ilişkilidir.
İletişim kuramlarının tarihi, en genel düzeyde iki ana hat üzerinden yazılır.
Bunlar, ana akım, liberal, çoğulcu ya da yönetsel olarak nitelendirilen birinci hat ve
farklı alt dalları olan ve eleştirel kuramlar olarak belirtilen ikinci hattır. Bu ünitenin
temel konusu iletişim alanındaki eleştirel kuramları, tarihsel kökenleri, temel
kavramları, yöntemleri ve amaçları bağlamında açıklamaktır. Öncelikle ana akım
Eleştirel kuramlar ana ve eleştirel kuramların birbirlerinden farklı aktarılacaktır. Daha sonra ise eleştirel
akım yaklaşımdan
kuramların tarihsel kökenleri açıklanacak ve hangi düşünsel kaynaklardan
yöntem, varsayım ve
epistemolojik beslendikleri ve bunların iletişim alanına katkıları belirtilecektir. Son olarak da
düzeylerde farklıdır. iletişim alanındaki eleştirel kuramlar kısaca aktarılacaktır.

ELEŞTİREL KURAMLARIN ANA AKIM KURAMLARDAN


FARKLARI
Eleştirel kuramların, iletişime eleştirel yaklaşımların anlaşılması öncelikle bu
yaklaşımların ana akım iletişim kuramlarından farklılıklarını değerlendirmeyi
gerektirir. Çünkü ayrım kabaca bir isimlendirme ayrımı değildir. Diğer taraftan
yerleşik tarih yazımı her ne kadar zamansal bir farklılık içerse de ana akım
kuramlarla eleştirel kuramların seyrinin tarihsel olarak çakıştığı bir dönem de
mevcuttur. Dolayısıyla ayrımı belirleyenin neler olduğunun net olarak ortaya
konulması gerekir. Eleştirel kuramlar ana akım yaklaşımdan yöntem, varsayım ve
epistemolojik düzeylerde farklıdır (Şekil 7.1).

Şekil 7.1. Eleştirel kuramların ana akım yaklaşımdan farkları.

133
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Yöntem Düzeyindeki Farklar


Eleştirel ve ana akım kuramlar arasında, yöntem düzeyindeki temel
farklılık nicel ve nitel yöntem ayrımına denk düşer. Ana akım araştırmalar, temel
motivasyonları gereği nicel araştırma yöntemlerini kullanmıştır. Yönetsel
araştırmalar olarak da sınıflandırılan ilk iletişim çalışmaları, belirli bir hedefe
odaklanmış araçsal çalışmalardır. Toplumsal düzenin ve demokrasinin işlemesine
yönelik inançla başlayan bu çalışmalar dolayısıyla etkiler ve sonuçlar üzerine
odaklanmıştır. Mesajın kaynağı, hedef kitlesi, mesajın içeriği, etkisi nicel
araştırmalarla ölçülmeye çalışılmış; ağırlıklı olarak anketler, kamuoyu
araştırmaları, propaganda çalışmaları, piyasa ve tüketim araştırmaları yapılmıştır.
Sonuçta kamu ve özel sektör kurumlarının yönetsel amaçlarını gerçekleştirmek
üzerine yapılan bu çalışmalar genel bir kitle iletişim kavramsallaştırması üzerine
kurulmuş ve iletişim düz, doğrusal bir süreç olarak görülmüştür. Dolayısıyla da
ister doğrudan davranışsal etkilere sahip olsun isterse de dolaylı etkilere sahip
olsun kitle iletişim araçları etkili olarak kabul edilmiş; araştırmacılar da bu etkiyi
ölçmeye odaklanan nicel yöntemleri kullanarak medya analizlerini geliştirmiştir.
Eleştirel kuramlar ise yönetsel araştırmacılardan farklı olarak ‘niçin’
sorusunu yanıtlamayı amaçlar. İletişimi, kitle iletişimi sınırlandırmasını aşan bir
biçimde daha geniş toplumsal bir süreç olarak ele alır. Böylece iletişim
araştırmalarının sorunu sadece etki olmaktan çıkar. Bu da araştırma
Eleştirel yaklaşımlar yöntemlerinde nicel araştırmanın ötesinde nitel araştırmaların yapılmasını
medyayı bir iletişim
gerektirir. Kabaca dil ve anlam üzerine odaklanan, iletişim kurumlarının ekonomik
süreci olarak kavradığı
için, onu toplumsal ve toplumsal sistem, yapı içindeki konumunu tartışmayı amaçlayan eleştirel
formasyon içinde etkili yaklaşımlar söylem analizlerini ve tarihsel, bütüncül bir diyalektiği yöntem kullanır.
bir sembolik üretim
alanı olarak görür.
Varsayım ve Epistemoloji Düzeyindeki Farklar
İletişime ana akım yaklaşım ve eleştirel yaklaşımların varsayım ve
epistemolojik farklılıkları bu yaklaşımların ortaya çıktığı dönemin koşulları,
araştırmacıların amaçları, yaklaşımların coğrafi orijinleri gibi konularla yakından
ilgilidir. İlk iletişim çalışmaları ABD’de başlamıştır ve Birinci Dünya Savaşı’nın
hemen ertesindeki kaygılar ve hedefler araştırmaları biçimlendirmiştir. ABD’li
sosyal bilimciler çoğulcu perspektifi yücelten, demokrasiye güvenen ve
demokrasinin işlemesinde medyaya önemli rol biçen bir yaklaşıma sahip olmuş; bu
da iletişim çalışmalarında liberal çoğulcu bir perspektifin, pragmatizmin ve
görgücü sosyolojinin hâkim olmasını sağlamıştır. Sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi,
sosyal psikoloji ve psikoloji alanlarının kuramlarından, bilgi birikimlerinden ve
metodolojilerden yararlanılmıştır. İlk çalışmalar psikoloji alanından davranışçılık
ekolünün yöntem ve kavramlarını ödünç alarak kullanmıştır. Benzer şekilde
sosyoloji alanı iletişim çalışmalarını işlevselcilik ile etkilerken siyaset biliminin
liberal çoğulcu perspektifi ilk iletişim çalışmalarını şekillendirmiştir.
İlk iletişim çalışmalarının bu şekildeki biçimlenişi, eleştirel kuramlarla
arasında iletişim ve medya kavramlarının tanımlanması, iletişimin ve medyanın
toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarla ilişkisinin çözümlenme biçimi gibi

134
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

noktalarda temel farklılıklara işaret eder. Eleştirel kuramlar analizlerini ekonomik,


siyasi ve toplumsal bağlamla birlikte ve var olanı değiştirme hedefi ile yaparken
ana akım kuram, görgül araştırmalarla, davranışçı, pozitivist nicel yöntembilimlere
dayanarak analizlerini yapar. Var olanı değiştirmeye değil onu meşrulaştırmaya
odaklanır.
Eleştirel ve ana akım yaklaşımların bir diğer farklılığı ise siyaset ve iletişim
arasındaki ilişkiyi nasıl kavramsallaştırdıklarında ortaya çıkar. Eleştirel yaklaşımlar
medyayı bir iletişim süreci olarak kavradığı için toplumsal formasyon içinde etkili
bir sembolik üretim alanı olarak görür ve bu da medya çalışmalarının siyaset
bilimi, iktisat ve sosyoloji gibi alanlarla daha yakın bir işbirliğine girmesine neden
olur. Bu noktada da asıl sorun iletişimsel ve siyasal olanın nasıl kavramsallaştırıldığı
sorunudur. Ana akım yaklaşım içinde siyaset ‘siyasa yapma’ ve ‘yönetimin
işlevselliği’ sınırlılığıyla kavranır ve iletişim araçları, medya da kurumsalcı bir
anlayışla demokratik ve çoğulcu iletişimi sağlayacak şekilde düzenlenmesi gereken
bir alan olarak görülür.

ELEŞTİREL KURAMLARIN KÖKENLERİ, KAYNAKLARI VE


TEMEL KAVRAMLAR
İletişim kuramlarının tarih yazımı içinde 1950’lerin sonundan itibaren
iletişim çalışmalarının bunalıma girdiği dönemlerin başladığı belirtilir ki bu analizde
fitili ateşleyen metin 1959’da Berelson’un kaleme aldığı ünlü ‘alanı terk ediş’
yazısıdır. Berelson yazısında iletişim alanının kurucularından bazılarının hayatlarını
yitirdiklerini bazılarının da kendi öz çalışma alanları olan sosyoloji, siyaset bilimi,
ABD’de de iletişim sosyal psikoloji alanlarına dönmeyi tercih ettiklerini belirtmiştir. Berelson’a göre
alanını eleştirel bir
alan artık alan solmaktadır.
şekilde analiz eden,
medyanın ekonomi Diğer taraftan iletişim alanındaki kuramsal ve amprik çalışmalar 1970’lerden
politiğine vurgu yapan itibaren canlanmıştır ve Berelson’un iddia ettiğinin aksine değişen toplumsal ve
bir damar vardır.
ekonomik formasyon içinde iletişim araçlarına, medyaya ilişkin araştırılması,
açıklanması gereken çok fazla noktanın olduğu araştırmacılar tarafından
vurgulanmıştır. 1970’lerdeki canlanma, iletişim alanına hâkim olan liberal çoğulcu
yaklaşımı eleştiren ve Marksist bir toplum eleştirisi içinden yapılan kültürel
çalışmalar ve iletişime eleştirel ekonomi-politik yaklaşım aracılığıyla olmuştur.
Eleştirel yaklaşımlar, liberal çoğulcu yaklaşımın bireyi, toplumu, kültürü ve iletişimi
ele alış biçiminden ve iktidar kavramsallaştırmasından radikal bir kopuşa işaret
eden çalışmalardır.
Eleştirel iletişim kuramlarına düşünsel ve epistemolojik kaynak sunan
Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde, davranışçı, pozitivist nicel
yöntembilimlere bilinçli bir mesafe her zaman olmuştur. Burada yeri gelmişken
yaygın olarak yapılan bir hataya dikkat çekmek son derece önemlidir. İletişim
alanında eleştirel yaklaşımların kaynağı her ne kadar Avrupa’daki düşünsel
gelişmelerle atılmış olsa da ABD’de eleştirel çalışma yok demek kesinlikle yanlış
olacaktır. ABD’de de iletişim alanını eleştirel bir şekilde analiz eden, medyanın
ekonomi politiğine vurgu yapan bir damar vardır.

135
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Eleştirel yaklaşımlar, medyanın gücü konusunda farklı görüşleri barındıran


ve bu görüşler arasındaki anlaşmazlıkları ve tartışma alanlarını da içeren ‘ekonomi
politik yaklaşımlar’, ‘yapısalcı yaklaşımlar’, ‘kültürel çalışmalar’ olmak üzere üçlü
bir ayrımla ele alınabilir. Genel olarak bakıldığında yapısalcı yaklaşımlar,
Saussure’nin dil biliminden, Levi Strauss’un yapısalcı antropolojisine, Barthes’in
göstergebilimine ve Lacan’ın psikanalizine kadar farklı çalışma alanlarının katkıları
ile zenginleşmiştir. Bunlara ek olarak Althusser ve Gramsci gibi düşünürlerin
ideoloji tartışmaları da eleştirel iletişim kuramlarına düşünsel kaynak sağlamış ve
çalışmaları biçimlendirmiştir.
İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım ise ekonomi-politiğin temel
kavramlarının ve metodolojisinin iletişim alanı ile birleştirilmesiyle gelişir. Klasik ve
neo-klasik iktisattan farklı olarak ekonomi politik yaklaşım analizlerine ‘değer
yargılarını’ dâhil eder. Eşitlik, adalet ve kamu faydası gibi kavramlar
çözümlemelerde yer bulur. Diğer farklılıklar ise toplumsal iktidar ilişkilerini dikkate
Avrupa’da medya ve almaları ve var olanın değiştirilebileceğine inanmalarıdır (Geray, 2005). Eleştirel
medya metinleri,
ekonomi politik, ekonomik örgütlenme ile siyasal, toplumsal ve kültürel yaşam
ABD’den farklı olarak
‘iletişim’ sorunsalı arasındaki etkileşim ile ilgilenir. Ana akım ekonomi pazardaki mübadele üzerine
çevresinde ele odaklanır ve piyasa aktörlerinin hareket serbestisi ne kadar büyük ise tüketicinin
alınmıştır. seçme özgürlüğü de o kadar fazla olur. Bunun karşısında eleştirel ekonomi
politikçiler hem kültür endüstrilerinde hem de daha genelde pazardaki
mübadeleden ziyade mülkiyetin ve üretimin örgütlenmesine odaklanırlar.
İnsanların tercihlerini geniş yapılar içinde inceler. Özellikle iletişimsel etkinliğin,
maddi ve simgesel kaynakların eşitsiz paylaşımı tarafından nasıl yapılandırıldığına
odaklanarak medya kurumlarını genel kapitalist ekonomi içinde, kâr elde etme
amacıyla çalışan bir endüstri olarak kavrar ve üretim sürecini vurgulayarak
analizlerini geliştirir.
Avrupa’da medya ve medya metinleri, ABD’den farklı olarak ‘iletişim’
sorunsalı çevresinde ele alınmıştır. İletişim alanı farklı disiplinlerden gelen
kuramların buluştukları bir alan olarak görülmüş; sosyoloji ve siyaset bilimine ek
olarak, dilbilim, psikanaliz, felsefe gibi disiplinler de iletişim çalışmalarıyla
birleşmiştir. Böylece sosyal bilimleri insani bilimlerle birleştiren bir yaklaşım
yükselmiş ve ‘kitle iletişim’ kavramsallaştırmasından çok daha genel bir iletişim
anlayışı iletişim çalışmalarında hâkim olmuştur. Bu anlayış, Almanya’da Frankfurt
Okulu’nun, Fransa’da Yapısalcı ve Post Yapısalcı geleneğin, İngiltere’de de Kültürel
Çalışmalar’ın çalışmalarında somutlaşmıştır. Özellikle yapısalcı ve post-yapısalcı
dilbilim çalışmalarının iletişim çalışmalarıyla birleştirilmesi haber metinlerinin bir
söylem olarak ele alınmasının dolayısıyla da dil ve anlamlandırma üzerinde
durulmasının ve eleştirel haber çalışmalarının yapılmasının yolunu açmıştır.

Haber Analizlerinde Farklı Yaklaşımlar


Ana akım yaklaşıma göre, haber, olaya ilişkin (factual) olması ve dış
dünyadaki gerçekliği ‘temsil’ etmesi bağlamında diğer metinlerden ayrılır. Kendi
hayatımız dışında bir gerçeklik vardır ve bu gerçekliğin bilgisine ulaşılabilir. Haber
gerçekliği yansıtabilir, aktarabilir en azından dil dolayımıyla temsil edebilir.

136
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Haberin gerçekliği aktaran bir ‘anlatı’ olduğu durumda da dil, haberin aktarıldığı
yansıtmacı bir araç konumuna indirgenmiş olur. Dolayısıyla habere ilişkin iletişim
araştırmacılarının incelemesi gereken, ideal durumda gerçeğin tam bir temsilini
sunabilen haberin, bunu ne ölçüde gerçekleştirebildiği ve tarafsız, nesnel bir
haberciliğin önündeki engellerin nasıl ortadan kaldırılacağıdır.
Eleştirel kuramlar ise ideoloji, gerçeklik, dil ve siyaset arasındaki ilişkileri
inceleyen yapısalcı ve post-yapısalcı bilgi birikiminin iletişim çalışmalarına
yansıması ile haber çalışmalarında başka bir yaklaşımı ortaya çıkarmıştır. Buna
göre haber bir temsil değil söylemdir ve söylem olarak haberin gerçeği yansıtması
zaten olanaklı değildir. Haber, dil dolayımıyla yeni bir gerçeklik inşa eder. Haberi
gerçekliğin yeniden inşası olarak görmek dil ve anlam sorununa odaklanmayı
gerektirir. Haberi bir söylem olarak kavramak yansıtmacı/araçcı bir dil anlayışından
uzaklaşmayı ve anlamlandırma süreci üzerinde duran bir anlayışı gerektirir. Araççı
dil anlayışına karşı çıkan eleştirel dilbilimciler, dili bir anlamlandırma süreci olarak
ele alırken bu süreci, değişen, dönüşen ve sürekli bir yapılaşma hâlinde olan
‘öznenin’ süreci olarak görmüşlerdir (İnal, 1996).
Ayrıca belirli kurallar ve iktidar ilişkileri içinde bulunan, kurumsallaşmış bir
üretim süreci içinde gerçekleşen haberciliğin bütüncül bir analizi için, haberin
üretim süreci, medyanın toplumsal iktidar içindeki konumu da çalışmalarda ele
alınan araştırma konuları olmuştur.
İletişime eleştirel yaklaşımların kuramsal arka planı başlığı içinde
değinilmesi gereken bir diğer gelenek de Frankfurt Okulu’nun çalışmalarıdır. Okul’a
ilişkin iletişim araştırmaları içinde özgün bir konuma sahiptir nitelendirmesini
Frankfurt Okulu yapmak yanlış olmayacaktır. Çünkü bir yandan kavramları kendilerinden sonraki
özellikle kültürel üretim eleştirel yaklaşımlarda yer bulmuş bir yandan da Okul üyelerinin ABD’de yaptığı
üzerine analizleriyle
çalışmalar ana akım yaklaşımların hâkim olduğu yıllarda eleştirel bir perspektifin
iletişim çalışmalarına
izlerini taşımıştır. Eserlerini Almanca yazdıkları ve çevirileri ancak 1970’li yıllardan
katkı sunmuştur.
sonra yaygınlaştığı için medya alanındaki çalışmalarla Frankfurt Okulu üyelerinin
çalışmalarını birleştirmek biraz geç olmuştur. Frankfurt Okulu özellikle kültürel
üretim üzerine analizleriyle iletişim çalışmalarına katkı sunmuştur. Okul kültürel
üretimi, bir endüstri olarak görür ve işlevinin de kitleleri yatıştırmak ve onları
kapitalizmin meşruiyeti ve devamlılığı için sessizleştirmek olduğunu belirtir.
Frankfurt Okulu’nun bir başka kuramcısı olan Habermas ise kamusal alan
tartışmasıyla iletişim kuramları ile birleşmiştir. Buna göre bujuva kamusal alanı,
toplumsallaşma sürecini ve araçsal ve stratejik eylemlerden oluşan teknolojiyi
biçimlendiren ve içeren bir alandır ve Habermas, bu alanın kurumsal çerçevesini
incelerken teknolojiden ziyade bir iletişim kuramı geliştirir.

KÜLTÜREL ÇALIŞMALARIN DÜŞÜNSEL KAYNAKLARI VE


TEMEL KAVRAMLARI
Morley, Hall, Fiske gibi araştırmacılar, kültürel çalışmaların farklı
disiplinlerden gelen kuram ve kavramları birleştirerek çağdaş medya kuruluşları,
bu kuruluşların ürettiği metinler ve bu metinlerin okunma ve alımlanma

137
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

pratiklerine bütüncül bir kuramsal yaklaşım oluşturma çabası olduğunu belirtir.


Kültürel Çalışmaların düşünsel kaynakları yukarıda kısaca değinildiği üzere
yapısalcı ve post-yapısalcı dil ve söylem tartışmalarıdır. Barthes, Voloşinov ve
Bakhtin gibi düşünürlerin edebi metinler temelinde geliştirdikleri kuramları ve
dilbilimsel birikim, Kültürel Çalışmalar yaklaşımı içinde Althusser, Gramsci gibi
düşünürlerin ideoloji tartışmalarıyla buluşturulmuştur. Bourdieu ve Van Dijk gibi
kuramcılar ise hem Kültürel Çalışmalar geleneğinde hem de eleştirel ekonomi
politik yaklaşımda yer bulmuştur (İnal, 1996).
Althusser’in ideolojinin de yer aldığı üstyapıya görece özerklik tanıması ve
üstbelirlenime yaptığı vurgu, medya çalışmalarında metinlere odaklanılması için
gerekli hareketi başlatmıştır. Althusser toplumsal bütünlük içinde ekonomik, politik
ve ideolojik olmak üzere farklı düzeyler tanımlar ve bu düzeyler arasındaki ilişkiyi
inceler. Toplumsal işleyişin tek belirleyeninin ekonomik düzey olmadığını belirtmek
Althusser’in üst yapının ile birlikte, ekonomik düzeye (altyapı) daha hâkim, belirleyici bir rol biçer. Ancak
da belirleyiciliğine ve ideolojinin yer aldığı üstyapıya da görece bir özerklik verir.
ideolojinin görece
Althusser’in üst yapının da belirleyiciliğine ve ideolojinin görece özerkliğine
özerkliğine yaptığı
vurgu iletişim yaptığı vurgu iletişim araştırmaları açısından önemlidir. Althusser, kapitalist
araştırmaları açısından toplumsal formasyon içindeki kurumları inceler ve bu kurumları, kapitalist ilişkileri
önemlidir. meşrulaştırmak ve yeniden üretmek için kullanılan birer araç olarak kavrayıp
analiz eder. Bu çerçevede de devletin ideolojik aygıtları ve devletin baskı aygıtları
ayrımını geliştirir. Devletin ideolojik aygıtları eğitim, din, aile okul ve medya gibi
yapılardır ve toplumsal formasyon içindeki rolleri devletin ideolojik egemenliğini
güvence altına almak ve devamlılığını sağlamaktır.
Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramı da ideoloji ve iletişim çalışmaları
bağlantısının kurulmasını sağlayan bir başka düşünsel kaynaktır. Egemenlerin
kendi egemenlik alanlarını korumak ve sağlamlaştırmak için, yönetilenlerin rızasını
alma bağlamında hegemonya kavramı, iletişim çalışmalarına rızanın imalatı
tartışmasıyla dâhil olmuştur. Bir başka ifadeyle medya ve medya metinleri
meşrulaştırma ve rıza üretme çerçevesinde analiz edilmeye başlamıştır.
Bakhtin ve Voloşinov’un, dilin çokvurgululuğu, çokanlamlılık, dil/öteki ilişkisi
konusundaki görüşleri, post-yapısalcı tartışmaları derinden etkilemiştir.
Voloşinov’un dil ve ideolojiyi bir ve aynı şey olarak kavramsallaştırması, Bakhtin’in
Gramsci’nin hegemonya kavramını çağrıştıracak biçimde dil içindeki anlam
mücadelesini ortaya koyması, dilin diyalojikleşmesi ve çok anlamlılık kavramları,
Kültürel Çalışmalar yaklaşımının alımlama ve metin-odaklı çözümlemelerinde
kullanılmıştır.
Barthes ise düzanlam - yananlam, okurcul-yazarsıl metin, studium-punctum,
haz-jouissance gibi karşıtlıklarla iletişim çalışmaları ile birleşmiştir. Barthes, bu
kavramlarıyla yapısalcı ve post-yapısalcı dil teorisi arasında bir köprü kurarak
kültürel çalışmalara önemli bir katkı sağlamıştır. Barthes’ın dil içinde gerçekliğin
nasıl kurulduğunu sorgularken ortaya koyduğu ‘söylen/mit’ kavramı da gerçekçi
bir metin olma iddiasını taşıyan haber metinlerinin çözümlenmesi açısından
önemlidir (İnal, 1996).

138
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Bourdieu’nun çalışmaları ise iletişim alanında Kültürel Çalışmalar yaklaşımı


ile birlikte eleştirel ekonomi politik yaklaşım içinde de yer bulmuştur. Özellikle
sembolik iktidar kavramı etrafındaki ideoloji teorisi ve medya tüketim kalıplarının
toplumsal ve sınıfsal olarak nasıl belirlendiğine ilişkin yaklaşımı iletişim alanındaki
her iki eleştirel yaklaşımın da kapsamında yer almıştır.
Bourdieu’nun
çalışmaları ise iletişim Kültürel Çalışmalar geleneğini etkileyen bir başka kuramcı olan Van Dijk ise
alanında Kültürel yukarıdaki kuramcılardan farklı olarak doğrudan haber araştırmalarına
Çalışmalar yaklaşımı ile yönelmiştir. Van Dijk ideolojiyi toplumsal bir biliş biçimi, haberi de bu ideolojinin
birlikte eleştirel dolaşıma girdiği bir söylem olarak ele alır. Bilişsel bir model etrafında, haberin
ekonomi politik
üretim ve alımlama süreçlerinde ideolojinin nasıl işlediğine yönelik bir çözümleme
yaklaşım içinde de yer
bulmuştur. sunar (Van Dijk, 2003).
Kültürel çalışmalar yaklaşımı içinde Birmingham`da kurulan Çağdaş Kültürel
Çalışmalar Merkezi öncü bir role sahiptir ve 1970’lerde ve 1980’lerde yaptığı
çalışmalarda tutarlı kuramsal bir çizgi ile yapısalcı Marksist bakış açısını, dilbilimsel
gelişmelerin ışığında tekrar ele alarak ideoloji, dil ve özne sorununu incelemiştir.
İletişim çalışmaları açısından merkezin asıl önemi ise alımlama sorununu
Kültürel Çalışmalar
geleneği içinde ideoloji tartışmaya açmak ve iletişim araçlarında yer alan farklı metinsel türlerin örneğin
kavramsallaştırmasına haberlerin, dizilerin okunma, izlenme biçimlerini, kodlama/metin/kodaçımlama
yönelik çalışmalarıyla modeli içinde sorgulamak olmuştur. Kültürel Çalışmalar’a kadar Marksist eleştirel
Stuart Hall mutlaka gelenek içinde medya metinleri, metinsel türler genellikle üretim süreci ile ilişkili
değinilmesi gereken bir olarak ele alınmış ve hem araçcı yaklaşım içinde hem de ekonomi politik yaklaşım
isimdir.
içinde bu metinlerin okuyucuları, izleyicileri önemli bir araştırma konusu
olmamıştır. Kültürel Çalışmalar ise okuyucuların, izleyicilerin farklı okuma biçimleri
üzerinde düşünmemiz gerektiğini ve metnin söylemi ile okuma biçimi arasında
birebir bir benzerlik olmadığını, bu açıdan alımlama analizlerinin önemini ve
gereğini vurgulamıştır.
İngiliz Kültürel Çalışmalar’ı savaş sonrası İngiltere’nin, kültür, endüstri,
demokrasi ve sınıf arasındaki ilişkilerini medya, popüler kültür ve edebi metinler
gibi alanlarda açıklama çabasıyla doğmuştur ve Marksizm içinde ideolojiye dair
alternatif bir kaynak olarak gelişmiştir. Klasik ya da Ortodoks Marksizm, kültür,
ideoloji ve dil meselelerini göz ardı eden bir indirgemecilikle suçlanırken Kültürel
Çalışmalar analizlerine ideoloji ile birlikte bu meseleleri de dâhil etmiştir.
Kültürel Çalışmalar geleneği içinde ideoloji kavramsallaştırmasına yönelik
çalışmalarıyla Stuart Hall mutlaka değinilmesi gereken bir isimdir. Hall’ün kitle
iletişim araştırmasına yaptığı özgül katkı, ideolojik olarak kodlanmış medya
metinleri ile izleyicilerin kod açımı stratejilerini ilişkilendirmektir. Hall’e göre
ideolojik olarak kodlanmış metin birinci belirlenim düzeyidir ve okuyucular,
izleyiciler bu belirlenim düzeyinden farklı okumalar yapabilir. Bu da
anlamlandırma çalışmalarıyla ele alınması gereken bir konudur. Her ne kadar
Hall’un katkısının düzeyi kabul edilse de eleştirildiği noktalar da vardır. Bunların
başında da ideoloji izleği üzerine fazla yoğunlaşması, kitle iletişim araçlarının
mülkiyeti ve denetimi gibi diğer belirleyici düzeylerin analiz dışında kalması
gelmiştir (Stevenson, 2008).

139
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

• İzleyicinin farklılığı mesajın anlamlandırılmasında da farklılığa yol

Örnek
açar. Aynı mesajı dinsel, cinsel, etnik vb. farklı yapıda ve görüşte
olan insanlar farklı biçimlerde alımlayabilirler. Hatta aynı mesajın
algılanması mekanların farklılığında bile değişiklik gösterebilir.

Temelde disiplinlerarası bir girişim olarak kurulan Kültürel çalışmalarının bir


diğer önemli katkısı da popüler kültür çalışmalarıdır. Kültürün, içerisinde üretilip
tüketildiği toplumsal ilişkiler ve sistem doğrultusunda incelenmesi gerektiği
konusunda ve kültür çözümlemesinin de tam da bu nedenle toplumsal, politik ve
ekonomik irdelemeyle bağlı olduğu noktasını özellikle vurgulamıştır. Bunun için de
İngiliz kültürel çalışmaları, Gramsci’nin hegemonya ve karşı hegemonya modelini
kullanarak, ‘hegemonik’ olanı, bir başka ifadeyle başat toplumsal-kültürel güçleri
çözümleyerek, direnmenin ve mücadelenin ‘karşıhegemonik’ güçlerini bulmaya
çalışmıştır (Kellner, 2016).

İLETİŞİME ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIMIN


DÜŞÜNSEL KAYNAKLARI VE TEMEL KAVRAMLARI
Mosco (1996), iletişimin eleştirel ekonomi politiğinin homojen olmadığını
belirtmiştir. Buna göre, yöntem, varsayım ve kavrayış açısından birbirinden
farklılıklar gösteren bir dizi yaklaşımı kapsayan bir eleştirel ekonomi politik
yaklaşımından söz etmek mümkündür. Ancak farklılıklarına rağmen hepsi
toplumsal dönüşümü inceler; toplumsal bütünlüğü dikkate alır. Ek olarak yine
Ekonomi politik, hepsi toplumsal etik anlayışları ve kuram ile pratiğin bir arada kavranması
toplumsal değişimleri
noktalarında da ortaklaşır. Bu ortak nitelikler aslında iletişime eleştirel ekonomi
ve tarihsel dönüşümleri
incelerken, ekonomi, politik yaklaşımın temel amacını da gösterir. Ekonomi politik, toplumsal
siyaset, iletişim gibi ayrı değişimleri ve tarihsel dönüşümleri incelerken, ekonomi, siyaset, iletişim gibi ayrı
ve uzmanlaşmış ve uzmanlaşmış alanların varlığını reddeder. Böylece de bütünlüklü bir biçimde,
alanların varlığını ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel olanın etkileşimi (Golding ve Murdock,
reddeder. 1991) ile ilgilenmeyi amaç edinir. Ekonomi politik, başlangıçtan itibaren, kurumsal
ve teknolojik değişimlerin piyasayı nasıl şekillendirdiği, bu değişimleri kontrol eden
şirketlerin ve hükûmetlerin motivasyonlarını, ekonomi ve uluslararası ticari
ilişkilerin dinamiklerini, gelişme farklılıklarını ve az gelişmişliğin nedenlerini, ülkeler
arasında enformasyon üretme, dağıtma ve paylaşma konusundaki eşitsizlikleri,
uluslararası tekelleşmeyi çözümlemiştir. İletişime eleştirel ekonomi politik
yaklaşım 4 ana tarihsel süreci inceler. Bunlar:
 Medyanın gelişmesi

 Şirket menzilinin genişlemesi

 Metalaş(tır)ma
 Devlet ve hükûmetlerin değişen rolü

140
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

Medyanın gelişmesi: Medyanın gelişimini ekonomik, toplumsal ve siyasi yapı


ile ilişkilendirerek analiz eder. Simgesel formların aktarılmasının giderek medya
endüstrilerinin teknik ve kurumsal aygıtları aracılığıyla dolayımlanmasını ve bunun
sonuçlarını ele alır. Dolayısıyla bu sürecin genel bir resmini sunar. Bu, çağdaş
kültürün çözümlenebilmesi açısından son derece kritiktir.
Şirket menzilinin genişlemesi: Temel motivasyonları kapitalist ekonomi
içinde kar etmek olan ticari aktörler kültürel alana iki şekilde müdahale eder. İlki
kültürel üretimin olabilen her alanında yatırımlara sahip olmak ve bu alanlarda
yatay-dikey şirket kontrolü kurmaktır. İkinci yol ise kültür endüstrisinde yatırımları
olmayan ticari aktörlerin birleşme ve satın almalarla ya da reklamcı ve sponsor
İletişime eleştirel rolleri ile kültürel üretim sürecinde belirleyici olmasıdır. Her iki durum da
ekonomi politik kamunun, devletin medya alanındaki rolünün ve belirleyiciliğinin azaldığını
yaklaşım içinde bölgesel gösterir ki bu da eleştirel ekonomi politiğin incelediği konular arasında yer alır.
temelde yapılan bir
ayrımdan da söz etmek Metalaş(tır)ma: Kültürel ürünlerin piyasada ücret karşılığı alınıp satılabilen
mümkündür. bir mal olarak dönüşümü üzerine analizler eleştirel ekonomi politiğin çalışma
alanına girer. Bu çerçeve de özellikle reytingler yoluyla izleyicinin metalaşması,
medya metinlerinde ve türlerinde homojenleşme eğilimi ele alınan başlıklardır.
Devlet ve hükûmet müdahalesinin değişen rolü: Piyasa koşulları içinde
işleyen medyanın nasıl biçimlendiği, piyasanın yarattığı kusurlar, bu kusurları
düzeltmede devletin, kamunun rolü ve bunun zaman içindeki değişimi eleştirel
ekonomi politiği konuları arasındadır.
İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım içinde bölgesel temelde yapılan
bir ayrımdan da söz etmek mümkündür. Bu ayrım Kuzey Amerika ve Avrupa
temelli çalışmalar olarak belirtilir ve Kuzey Amerika’da gelişen biçim, Marksizm’i
ve gelişme yazınını eleştiren bağımlılık paradigmasını temel alır (Mosco, 1998).
Dallas Smythe ve Herbert Schiller’in çalışmalarıyla başlayan bu gelenek, ABD
kökenli medya kurumlarının küresel düzeydeki yayılmasını esasen konu edinmiştir.
Dolayısıyla inceleme konuları da medya endüstrisi, uluslararası şirketler, bunların
küresel etkileri, merkez ve çevre ülkeler arasındaki enformasyon eşitsizliği, iletişim
teknolojilerinin az gelişmiş ülkelere giriş koşulları gibi başlıklar olmuştur. Avrupa
araştırmaları ise altyapı-üstyapı modeli, medya kurumları ve ideoloji, altyapının
son kertede belirleyiciliği, teknolojik belirleyicilik, kültürel materyalizm gibi
kavramlar üzerinden yükselen çalışmalar olmuştur. Ancak bu iki yönelim de kitle
medyasını merkeze almıştır.
1990’lardan itibaren ise kapitalist küresel ekonomi içindeki yeniden
yapılanmalar ve yeni iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması iletişimin ekonomi
politiği çalışmalarının, iletişim sürecinin farklı boyutlarını da ele almasını
gerektirmiştir. İletişim alanındaki dönüşümleri anlamak ve de giderek yaygınlaşan
yeni iletişim teknolojilerinin etkisini incelemek elzem hâle gelmiş ve bunun için de
ağ ekonomisi, dışsallıklar, eksik rekabet gibi bir takım ekonomik kavramlar
analizlerde belirleyici olmuştur.
Kendinden önceki iletişim teknolojilerine benzer şekilde, hızla
ticarileştirmenin, küresel düzeyde şirket kontrolünün birer parçası hâline gelen

141
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

internet gibi yeni iletişim teknolojileri iletişimin eleştirel ekonomi politiği


çalışmalarına yeni başlıkların ve konuların dâhil olmasını gerektirmiştir. Örneğin
internet ve sosyal medya aracılığıyla kurulan iletişim ve bu platformlarda
paylaşılan içerikler, Dallas Smythe’nin izleyicinin metalaşması tartışmasının yeni
bir versiyonu eleştirel ekonomi politik içinde ele alınmaya başlamıştır. Benzer
şekilde 1990’lardan sonra bilgi ve iletişim teknolojilerinde çalışanların koşulları,
yaratıcı emek tartışmaları, yazılım alanı, bilgi endüstrileri gibi konular eleştirel
ekonomi politiğin başlıkları olmuştur.
1990’lardan sonra iletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım özelinde
bakıldığında değinilmesi gereken bir diğer nokta da devletin ve hükûmetlerin
rolüne ilişkin analizlerdir. Özellikle yeni iletişim teknolojilerinin küresel düzeyde
yaratması beklenen ekonomik kazanım ve eşitlik, bu alana yönelik politikalarda
rekabetçi piyasa yapısının korunması ısrarını da beraberinde getirmiştir. Bir başka
ifadeyle verimlilik, serbest piyasa gibi neo-liberal iktisat yaklaşımının kavramları
iletişim alanındaki politikaları belirlemiştir.
Kamusal fayda, iletişim politikalarındaki konumunu giderek daha da fazla
kaybetmiştir. Buna koşut olarak yeni iletişim teknolojileri alanındaki, bilgi ve
iletişim teknolojileri endüstrisindeki eşitsizlikleri, ticarileşmeyi, artan şirket
kontrolünü ve bu alanların içerdiği olumlu dışsallıkları gösteren çalışmalar da
yapılmaktadır. Bu çalışmalar açık ve/veya örtük olarak kamusal politikaların,
Verimlilik, serbest düzenlemelerin varlığı durumunda, ağ ve bilgi iletişim teknolojilerine ilişkin
piyasa gibi neo-liberal
politikaların hedefi olması gereken kamusal faydaya ulaşılabileceğini
iktisat yaklaşımının
kavramları iletişim göstermektedir.
alanındaki politikaları Bir başka ifadeyle sadece düzenleme ile rekabetçi piyasa yapısını korumakla
belirlemiştir.
sınırlı olan devletin, hükûmetlerin iletişim alanına yönelik müdahalesinin kamusal
faydayı tesis etmekten uzak olduğu vurgulanmakta yeni iletişim teknolojilerinin ve
bilgi iletişim endüstrilerinin stratejik konumu ve barındırdığı olumlu dışsallıklar
düşünülerek devletin aktif bir aktör olması gerektiği, böylece kamusal faydaya
ulaşılabileceği belirtilmektedir. Olumlu dışsallık burada bir kişinin veya firmanın
davranışının o sektörde veya ekonominin bütününde piyasa dışı mekanizmalar
aracılığıyla olumlu etkilemesine anlamında kullanılmaktadır.

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK


TARTIŞMASI
Eleştirel iletişim kuramları tarihi içinde iletişime eleştirel ekonomi politik
yaklaşım ile kültürel çalışmalar arasındaki tartışma önemli bir başlıktır ve
tarafların birbirlerine yönelik eleştirileriyle şekillenir. Grossberg, kültürel
çalışmalara yönelik iki eleştirinin yapıldığını belirtir.
Birincisi, kültürel çalışmaların kültürel üretim kurumlarını gözden kaçıran
analizler yaptığı, popüler kültüre ve popüler kültürle ilişkilendirdiği direniş
pratiklerine fazlasıyla önem verdiği ve her tür muhalif rolden vazgeçtiğidir.

142
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

İkincisi ise, kültürel çalışmaların ekonomiyi göz ardı ettiği ve gerçek


hayattaki gerçek iktidar, tahakküm ve baskı yapılarını anlamakta, analiz etmekte
başarısız olduğudur.
Grossberg, bu eleştirilere karşı Kültürel Çalışmalar’ın ekonomi politiği
özünde reddetmediğini ve kapitalizm tartışmalarının her zaman Kültürel
Çalışmalar geleneği içinden yapılan araştırmaların merkezinde yer aldığını
belirterek yanıt vermiştir. Buna karşın Grossberg, Kültürel Çalışmalar’ın belli
ekonomi politikçilerin ekonomi politiği uygulama biçimlerini reddettiğini de
Eleştirel Ekonomi Politik özellikle vurgulamıştır. Bununla birlikte, kültürel çalışmalar içinde yerel ve özgün
ve Kültürel Çalışmalar
olanı vurgulamak adına, kültüre fazlaca kutlayıcı yaklaşan çalışmaların olduğunu
Marksist bakış açısı
içerisinde kurulmuştur, da kabul etmiştir. Yine de Grossberg’e göre Kültürel Çalışmalar iletişim süreçlerini,
her ikisi de iktidarın medyayı açıklamada ekonomi politiğe oranla daha üstündür ve bu üstünlük
kuruluşu ve ekonomi ve kültür arasındaki ilişkiyi ‘tanımlanması çok daha karmaşık ve güç’ bir
uygulanmasıyla ilişki olduğunu kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.
yakından ilgilenir.
Diğer taraftan Kültürel Çalışmalar geleneği ile iletişime eleştirel ekonomi
politik yaklaşım arasında paralelliği de aşan ortaklıklar olduğunu hemen belirtmek
gerekir. İkisi de Marksist bir bakış açısı içerisinde kurulmuştur ve iktidarın kuruluşu
ve uygulanmasıyla yakından ilgilenir. İkisi de kapitalist toplumların liberal çoğulcu
perspektifle çözümlenmesine mesafeli hatta karşıdır ve medyaya yönelik kapsamlı
ve derinlikli bir açıklamada birlikte kullanılabilme potansiyeli taşırlar. Ancak,
yukarıda da aktarıldığı üzere bu iki yaklaşım kapsamındaki ideoloji kavramına
ilişkin farklı değerlendirmeler tartışmaların kaynağı olmaya da devam etmektedir.
Bireysel
Etkinlik

• Ana akım iletişim çalışmalarıyla Eleştirel İletişim


Kuramların temel farklılıkları üzerine her iki yaklaşımın
içinde yer alan araştırmacıların görüşleri çerçevesinde bir
makale yazınız.

143
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

•İletişim kuramlarının tarihi, en genel düzeyde iki ana hat üzerinden yazılır.
Bunlar, ana akım, liberal, çoğulcu ya da yönetsel olarak nitelendirilen birinci
hat ve farklı alt dalları olan ve eleştirel kuramlar olarak belirtilen ikinci hattır.
•ELEŞTİREL KURAMLARIN ANA AKIM KURAMLARDAN FARKLARI
•Eleştirel kuramlar ana akım yaklaşımdan yöntem, varsayım ve epistemolojik
düzeylerde farklıdır.
Özet
•Yöntem Düzeyindeki Farklar
•Eleştirel ve ana akım kuramlar arasında, yöntem düzeyindeki temel farklılık
nicel ve nitel yöntem ayrımına denk düşer. Ana akım araştırmalar, temel
motivasyonları gereği nicel araştırma yöntemlerini kullanmıştır. Yönetsel
araştırmalar olarak da sınıflandırılan ilk iletişim çalışmaları, belirli bir hedefe
odaklanmış araçsal çalışmalardır.
•Eleştirel kuramlar ise yönetsel araştırmacılardan farklı olarak ‘niçin’ sorusunu
yanıtlamayı amaçlar. İletişimi, kitle iletişimi sınırlandırmasını aşan bir
biçimde daha geniş toplumsal bir süreç olarak ele alır. Böylece iletişim
araştırmalarının sorunu sadece etki olmaktan çıkar. Bu da araştırma
yöntemlerinde nicel araştırmanın ötesinde nitel araştırmaların yapılmasını
gerektirir.
•Varsayım ve Epistemoloji Düzeyindeki Farklar
•Ana akım yaklaşımla eleştirel kuram arasında iletişim ve medya
kavramlarının tanımlanması, iletişimin ve medyanın toplumsal, ekonomik ve
kültürel alanlarla ilişkisinin çözümlenme biçimi gibi noktalarda temel
farklılıklar vardır. Eleştirel kuramlar analizlerini ekonomik, siyasi ve toplumsal
bağlamla birlikte ve var olanı değiştirme hedefi ile yaparken ana akım kuram,
görgül araştırmalarla, davranışçı, pozitivist nicel yöntembilimlere dayanarak
analizlerini yapar.
•Eleştirel ve ana akım yaklaşımların bir diğer farklılığı ise siyaset ve iletişim
arasındaki ilişkiyi nasıl kavramsallaştırdıklarında ortaya çıkar. Eleştirel
yaklaşımlar medyayı bir iletişim süreci olarak kavradığı için toplumsal
formasyon içinde etkili bir sembolik üretim alanı olarak görür ve bu da
medya çalışmalarının siyaset bilimi, iktisat ve sosyoloji gibi alanlarla daha
yakın bir işbirliğine girmesine neden olur.
•ELEŞTİREL KURAMLARIN KÖKENLERİ, KAYNAKLARI VE TEMEL KAVRAMLAR
•İletişim çalışmalarındaki 1970’lerde oluşan hareketlenme, iletişim alanına
hâkim olan liberal çoğulcu yaklaşımı eleştiren ve Marksist bir toplum
eleştirisi içinden yapılan kültürel çalışmalar ve iletişime eleştirel ekonomi-
politik yaklaşım aracılığıyla olmuştur. Eleştirel yaklaşımlar, liberal çoğulcu
yaklaşımın bireyi, toplumu, kültürü ve iletişimi ele alış biçiminden ve iktidar
kavramsallaştırmasından radikal bir kopuşa işaret eden çalışmalardır.
•Eleştirel iletişim kuramlarına düşünsel ve epistemolojik kaynak sunan
Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde, davranışçı, pozitivist
nicel yöntembilimlere bilinçli bir mesafe her zaman olmuştur.
•Eleştirel yaklaşımlar, medyanın gücü konusunda farklı görüşleri barındıran ve
bu görüşler arasındaki anlaşmazlıkları ve tartışma alanlarını da içeren
‘ekonomi politik yaklaşımlar’, ‘yapısalcı yaklaşımlar’, ‘kültürel çalışmalar’
olmak üzere üçlü bir ayrımla ele alınabilir.
•Haber Analizlerinde Farklı Yaklaşımlar
•Ana akım yaklaşıma göre, haber, olaya ilişkin olması ve dış dünyadaki
gerçekliği ‘temsil’ etmesi bağlamında diğer metinlerden ayrılır. Kendi
hayatımız dışında bir gerçeklik vardır ve bu gerçekliğin bilgisine ulaşılabilir.

144
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

•Eleştirel kuramlar ise ideoloji, gerçeklik, dil ve siyaset arasındaki ilişkileri


inceleyen yapısalcı ve post-yapısalcı bilgi birikiminin iletişim çalışmalarına
yansıması ile haber çalışmalarında başka bir yaklaşımı ortaya çıkarmıştır.
•KÜLTÜREL ÇALIŞMALARIN DÜŞÜNSEL KAYNAKLARI VE TEMEL KAVRAMLARI
•Kültürel Çalışmaların düşünsel kaynakları yapısalcı ve post-yapısalcı dil ve
Özet (devamı)
söylem tartışmalarıdır. Barthes, Voloşinov ve Bakhtin gibi düşünürlerin edebi
metinler temelinde geliştirdikleri kuramları ve dilbilimsel birikim, Kültürel
Çalışmalar yaklaşımı içinde Althusser, Gramsci gibi düşünürlerin ideoloji
tartışmalarıyla buluşturulmuştur. Bourdieu ve Van Dijk gibi kuramcılar ise
hem Kültürel Çalışmalar geleneğinde hem de eleştirel ekonomi politik
yaklaşımda yer bulmuştur.
•Althusser, kapitalist toplumsal formasyon içindeki kurumları inceler ve bu
kurumları, kapitalist ilişkileri meşrulaştırmak ve yeniden üretmek için
kullanılan birer araç olarak kavrayıp analiz eder.
•Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramı ise egemenlerin kendi egemenlik
alanlarını korumak ve sağlamlaştırmak için, yönetilenlerin rızasını alma
bağlamında kullanılır.
•Bakhtin ve Voloşinov’un, dilin çokvurgululuğu, çokanlamlılık, dil/öteki ilişkisi
konusundaki görüşleri, post-yapısalcı tartışmaları derinden etkilemiştir.
•Barthes ise düzanlam - yananlam, okurcul-yazarsıl metin, studium-punctum,
haz-jouissance gibi karşıtlıklarla iletişim çalışmaları ile birleşmiştir.
•Bourdieu’nun çalışmaları ise iletişim alanında Kültürel Çalışmalar yaklaşımı
ile birlikte eleştirel ekonomi politik yaklaşım içinde de yer bulmuştur.
•Kültürel Çalışmalar geleneğini etkileyen bir başka kuramcı olan Van Dijk ise
ideolojiyi toplumsal bir biliş biçimi, haberi de bu ideolojinin dolaşıma girdiği
bir söylem olarak ele alır.
•İLETİŞİME ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIMIN DÜŞÜNSEL
KAYNAKLARI VE TEMEL KAVRAMLARI
•Ekonomi politik, başlangıçtan itibaren, kurumsal ve teknolojik değişimlerin
piyasayı nasıl şekillendirdiği, bu değişimleri kontrol eden şirketlerin ve
hükûmetlerin motivasyonlarını, ekonomi ve uluslararası ticari ilişkilerin
dinamiklerini, gelişme farklılıklarını ve az gelişmişliğin nedenlerini, ülkeler
arasında enformasyon üretme, dağıtma ve paylaşma konusundaki
eşitsizlikleri, uluslararası tekelleşmeyi çözümlemiştir. İletişime eleştirel
ekonomi politik yaklaşım 4 ana tarihsel süreci inceler. Bunlar:
•Medyanın gelişmesi
•Şirket menzilinin genişlemesi
•Metalaş(tır)ma
•Devlet ve hükûmetlerin değişen rolü
•KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK TARTIŞMASI
•Grossberg, kültürel çalışmalara yönelik iki eleştirinin yapıldığını belirtir.
•Birincisi, kültürel çalışmaların kültürel üretim kurumlarını gözden kaçıran
analizler yaptığı, popüler kültüre ve popüler kültürle ilişkilendirdiği direniş
pratiklerine fazlasıyla önem verdiği ve her tür muhalif rolden vazgeçtiğidir.
•İkincisi ise, kültürel çalışmaların ekonomiyi göz ardı ettiği ve gerçek hayattaki
gerçek iktidar, tahakküm ve baskı yapılarını anlamakta, analiz etmekte
başarısız olduğudur.

145
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İletişim alanındaki eleştirel yaklaşımlar için aşağıdakilerden hangisi
söylenebilir?
a) Davranışçıdır.
b) Toplumdaki iktidar ilişkileriyle ilgilenmez.
c) Marksizmden beslenir.
d) İdeoloji bu araştırmaların konusu değildir.
e) Nicel yöntemleri kullanır.

2. İletişim kuramları için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) İletişim alanındaki ilk çalışmalar ABD’de başlamıştır ve araçsal
araştırmalardır.
b) İletişim alanındaki ilk çalışmalarda iletişim süreci kitle iletişim
kavramsallaştırması üzerine kurulmuştur.
c) Anlamlandırma, mülkiyet ve kontrol ilişkileri iletişim alanındaki
eleştirel yaklaşımların konuları arasındadır.
d) İletişime ana akım yaklaşım yöntem olarak söylem çözümlemesini
kullanır.
e) Avrupa kökenli iletişim araştırmalarında, dilbilim, psikanaliz, felsefe
gibi disiplinlerden de yararlanılmıştır.

3. Aşağıdakilerden hangisi eleştirel ekonomi politiğin niteliklerinden biri


değildir?
a) Değer yargılarını analizlerine dâhil eder.
b) Var olanın değiştirilebileceğine inanır.
c) Toplumsal iktidar ilişkilerini dikkate alır.
d) Ekonomik örgütlenme ile siyasal, toplumsal ve kültürel yaşam
arasındaki etkileşim ile ilgilenir.
e) Medya analizlerinde üretim süreci yerine metinsel analizlere
odaklanır.

4. Ana akım haber çalışmalarının önermeleri hakkında aşağıdakilerden


hangisi söylenebilir?
a) Haber kendi hayatımız dışındaki dünyada var olan gerçekliği dil
aracılığıyla temsil eder ve olaya ilişkindir.
b) Haber bir söylemdir.
c) Haber, dil aracılığıyla gerçekliği inşa eden bir metindir.
d) Haber araştırmalarında incelenmesi gereken dil ve anlam sorunlarıdır.
e) Dil, haberin aktarıldığı yansıtmacı bir araçtır.

146
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

5. Aşağıdakilerden hangisi iletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşımın


incelediği tarihsel süreçlerden biri değildir?
a) Medyanın gelişmesi
b) Medyanın isimlendirilmesi
c) Şirket menzilinin genişlemesi
d) Metalaş(tır)ma
e) Devlet ve hükûmetlerin değişen rolü

6. Aşağıdaki kuramcılardan hangisinin teorileri Kültürel Çalışmalar


yaklaşımının düşünsel kaynakları arasında yer almaz?
a) Van Dijk
b) Barthes
c) Voloşinov
d) Bourdieu
e) Smith

7. Aşağıdakilerden hangisi iletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım için


uygun bir ifade değildir?
a) Yöntem, varsayım ve kavrayış açısından birbirinden farklılıklar
gösteren bir dizi yaklaşımı içerir.
b) Toplumsal dönüşümü inceler.
c) Bütünlüklü bir biçimde, ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel
olanın etkileşimini inceler.
d) Var olanın meşruiyetine ve devamlılığına odaklanır.
e) Kuzey Amerika ve Avrupa temelli olmak üzere bölgesel bir ayrım
yapmak mümkündür.

8. Aşağıdakilerden hangisi 1990’lardan sonraki eleştirel ekonomi politik


çalışmalarının kavramlarından biri değildir?
a) Dışsallıklar
b) Eksik rekabet
c) Verimlilik
d) Kamusal fayda
e) Pragmatizm

9. Frankfurt Okulu’nun çalışmaları için aşağıdaki ifadelerden hangisi


söylenebilir?
a) Kültürel üretim ile ilgili analizlerle iletişim çalışmalarını etkilemiştir.
b) Devletin baskı aygıtları bu Okul’un geliştirdiği bir kavramdır.
c) Okul üyeleri eserlerini İngilizce yazmıştır.
d) Habermas bu okulun üyeleri arasındadır ve teknolojinin gelişimi
ağırlıklı bir kuram geliştirmiştir.
e) Frankfurt Okulu’nun çalışmaları sadece iletişim alanındaki ana akım
çalışmalar içinde kendisine yer bulabilir.

147
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

10. Kültürel Çalışmalar yaklaşımı aşağıdakilerden hangisini içermez?


a) Althusser’in devletin ideolojik aygıtları kavramı
b) Gramsci’nin hegemonya tartışması
c) Yapısalcı ve post-yapılsalcı dil tartışmaları
d) Barthes’ın düzanlam – yananlam ayrımı
e) Görgücü sosyoloji

Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.e, 4.a, 5.b, 6.e, 7.d, 8.e, 9.a, 10.e

148
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Eleştirel İletişim Kuramları: Temel Kavramlar ve Tarihsel Bir Çerçeve

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Golding, P. ve Murdock G. (1991). Culture, communications, and political
economy. J. Curran and M. Gurevitch (Ed.), Mass edia and society içinde
(s.15-32). London: Edward Arnold.
İnal, Ayşe (1996). Haberi okumak. İstanbul: Temuçin.
Kellner, D. (2016). Kültürel Marksizm ve kültürel çalışmalar. Ethos: Felsefe ve
toplumsal bilimlerde diyaloglar, 9(2), 132-151.
Mosco, V. (1996). Political economy of communication. London: Sage Publications.
Mosco, V. (1998). Political economy, communication, and labor. G. Susman ve J. A.
Lent (Ed). Labor in the making of the information society içinde, (s. 13-38).
USA: Hampton Press.
Stevenson, N, (2008). Medya kültürleri. Ankara: Ütopya.
Van Dijk, T, A. (2003). Söylem ve ideoloji: Çok alanlı bir yaklaşım. B. Çoban ve Z.
Özarslan (Ed), Söylem ve ideoloji içinde. (s.13-112). İstanbul: Su.

149
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
FRANKFURT OKULU VE MEDYA

• Frankfurt Okulu
İÇİNDEKİLER

• Kültür Endüstrisi
• Kültür endüstrisi kavramına
yönelik eleştiriler İLETİŞİM KURAMLARI
• Walter Benjamin ve "Sanat Dr. Öğr. Üyesi Nadir
Yapıtı"
• Araçsal Akıl ve Tek Boyutlu BUÇAN
İnsan
• Kamusal Alan ve İletişimsel
Eylem Kuramı

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Frankfurt Okulu'nun temel
HEDEFLER

eleştirel uğraklarını bilecek,


•Kültür endüstrisi kavramını
öğrenecek,
•Walter Benjamin'in sanata
yaklaşımını bilecek,
•Araçsal akıl ve tek boyutlu insan
kavramlarını öğrenecek,
•Jürgen Habermas'ın kamusal
alan ve iletişimsel eylem
konusundaki görüşlerini
kavrayacaksınız.
ÜNİTE

8
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin
alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı,
yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
Frankfurt Okulu ve Medya

Kültür Endüstrisi

"Sanat Yapıtı"

Araçsal Akıl

Frankfurt Okulu

Tek Boyutlu İnsan

Kamusal Alan

İletişimsel Eylem Kuramı

151
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Frankfurt Okulu ve Medya

GİRİŞ
Teknoloji, bilim, sanat, medya, pozitivizm, Aydınlanma, modernizm ve
Marksizm gibi pek çok konuya eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşan Frankfurt Okulu,
Weimar Cumhuriyeti döneminde kurulmuştur. Almanya'da 1919-1933 yılları
arasında hüküm süren Weimar Cumhuriyeti, İmparatorluk ile Hitler iktidarı
arasında bir geçiş dönemi olarak kabul edilmekte ve adını meclisin yeni anayasayı
oluşturmak için toplandığı Weimar kentinden almaktadır. 1919'da kabul edilen
yeni anayasa Britanya, Fransa ve ABD deneyimlerinden esinlenilerek gelişmiş
demokrasi ilkelerini içerecek şekilde hazırlandı. Geçmişle de bağlantıyı koparmak
istemeyen Weimar Anayasası, liberal demokratik düşünce ile imparatorluktan
miras kalan muhafazakâr siyasi kültür arasında bir uzlaşma sağlamak istiyordu.
Ayrıca Weimar anayasasının mimarları, burjuvazi ile işçi sınıfı arasında denge
politikası izleyerek uzlaşmacı bir belge oluşturmayı hedefledi. Sonuçta, bir yandan
üst sınıfların sahip olduğu hakları koruyan, diğer yandan da halkın demokrasi ve
özgürlük taleplerini göz önünde bulunduran, sınıf uzlaşması fikrine dayalı, sosyal
demokrasiyle yönetilen bir devlet ortaya çıktı (Storer, 2015).
Weimar Devleti 1924'ten sonra göreli istikrar dönemine girdiyse de alt ve
üst sınıflar arasındaki eski uçurumlar varlığını korudu ve toplumun alt sınıflarına
yardımcı olmak için pek çok şey yaptıysa da, ülkeyi bölen sosyal ve ekonomik
eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı başaramadı. Enflasyon dönemindeki ekonomik
kargaşalar, yoksullaşmış ve öfkeli bir kesim yarattı. Büyük toprak sahipleri,
Frankfurt Okulu, aristokrasi, subaylar ve büyük şirket sahiplerinden oluşan geleneksel güç sahipleri
Weimar Cumhuriyeti
büyük bir toplumsal, ekonomik ve siyasi güce sahip olmaya devam etti. Versailles
döneminde
Antlaşması ve beraberinde gelen savaş tazminatlarını ödeme yükümlülüğü
kurulmuştur.
Almanya'yı uluslararası ekonominin dalgalanmalarına maruz bırakıyordu. Sınıflar
arası eşitsizlikler 1929'da tüm dünyayı etkisi altına alan Büyük Buhran yüzünden
daha da derinleştiğinde, Alman toplumunun büyük bir bölümü demokrasiye olan
inancından tamamen vazgeçerek politik uçlara yüzünü döndü. Weimar Almanya'sı
dönemin ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlarının üstesinden gelmeye
çalışırken, liberal demokrasiden uzaklaşarak faşizme doğru kaydı (Storer, 2015).
Fakat tarihçi Colin Storer'a göre (2015), "Cumhuriyetin hikâyesi, yok etmenin
yanı sıra yaratmanın (demokratik kurumların, modern kentli tüketici toplumunun,
büyük sanat yapıtlarının yaratılmasının) da hikâyesidir ve bu şekilde anılmayı hak
etmektedir." Başta Berlin olmak üzere Münih ve Dresden gibi şehirler sanat ve
bilimde gerçekleştirilen atılımların merkeziydi. Weimar devletinin kalıcı
başarılarından biri kültür ve sanat alanında yaşanmıştı. Özellikle başkent Berlin
yazarlar, sanatçılar ve entelektüeller için kutsal sayılabilecek bir şehirdi. Einstein
1921'de Nobel Fizik Ödülü'nü alırken, Heisenberg kuantum mekaniğini ve
belirsizlik ilkesini bularak kuramsal fizik alanında önemli başarılara imza attı.
Arnold Schönberg ve Alban Berg serializmin ve atonal müziğin keşfiyle klasik
müziği etkili bir biçimde yeniden keşfettiler. Felsefede Heidegger savaş sonrası
varoluşçuluğun temellerini attı. Tiyatroda Brecht ve Piscator, günümüzde de
etkisini sürdüren başarılara imza attılar. Ekspresyonizm, savaştan sonraki yıllarda

152
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Frankfurt Okulu ve Medya

Alman resmine, edebiyatına ve sinemasına hâkim oldu. Weimar sineması,


Hollywood ile yarışacak teknik ve biçimsel yeniliklere sahipti. Nosferatu ve Dr.
Caligari'nin Muayenehanesi gibi filmler, yabancılaşma ve otoritenin kötü karakteri
gibi ekspresyonist temalara sahipti. Fakat 1922'ye gelindiğinde ekspresyonizmden
uzaklaşılarak gündelik hayatın gerçekliğini yansıtmaya doğru bir eğilim başladı. Bu
eğilim sanat, edebiyat, sinema ve hatta fotoğrafta Yeni Nesnellik adı altında
kendisini gösterdi. Yazar ve sanatçılar, bu yeni akımı topluma ayna tutmak ve
ülkenin toplumsal sorunlarını tüm çıplaklığıyla betimlemek için kullandılar.
Mimaride Bauhaus akımı, güzellikle işlevselliği birleştirerek hem estetik görünen
hem de belli bir amaca hizmet eden binalar, mobilyalar ve heykeller yaratma
amacındaydı. Bauhaus, gündelik yaşamın deneyimlendiği mekânları
güzelleştirerek gündelik yaşamı da güzelleştirmek istiyordu. Kısacası, Weimar'ın
bilimsel ve sanatsal sicili diğer Batılı ülkelerle kıyaslandığında âdeta rakipsizdi
(Storer, 2015).

FRANKFURT OKULU
Weimar Cumhuriyeti döneminin bir ürünü olan Frankfurt Okulu ise
kurulduğu tarihten günümüze kadar düşünce hayatında güçlü bir etkiye sahip
oldu. Felsefe ve bilim tarihinde önemli bir yere sahip olan Okul, kurumsal olarak 3
Şubat 1923 tarihinde Frankfurt Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü
adıyla kuruldu. Bir doktora öğrencisi olan Felix Weil, Enstitü'nün kurucusu olarak
Frankfurt Okulu, kabul edilmektedir. Karl August Wittfogel, Franz Borkenau, Henryk Grossmann,
kurumsal olarak 3 Şubat Friedrich Pollock, Leo Löwenthal, Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Herbert
1923 tarihinde
Marcuse, Eric Fromm, Walter Benjamin, Franz Neumani, Otto Kirchheimer ve
Frankfurt Üniversitesi
Toplumsal Araştırmalar Jürgen Habermas gibi figürler kurumun üyesi olmuş düşünürlerden en
Enstitüsü adıyla önemlileridir. Büyük çoğunluğu Yahudi olan bu düşünürler arasında Horkheimer,
kuruldu. Pollock, Löwenthal, Adorno ve Marcuse çekirdek kadroyu oluşturmaktadır.
"Frankfurt Okulu" dendiğinde düşünceleriyle öne çıkan figürler ise Adorno,
Horkheimer ve Marcuse'dir (Dellaloğlu, 2007).
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'da sol kanat işçi sınıfı hareketlerinin
yenilgiye uğraması, Almanya'daki sol kanat partilerin reformist ya da Moskova
güdümlü partilere dönüşmesi, Rus Devrimi'nin yozlaşarak Stalinizme kayması ve
Avrupa'da faşizmin yükselişe geçmesi gibi tarihsel olgular Frankfurt Okulu'nun
temel hareket noktasını oluşturmaktadır (Bottomore, 1991). Okul’un tüm bu
gelişmeleri ve toplumu anlayabilmek için geliştirmiş olduğu yaklaşım ise "eleştirel
teori" olarak bilinmektedir. SSCB'de Lenin önderliğinde gerçekleşmiş Bolşevik
Devrimi sadece Rusya ile sınırlı kalmış ve beklendiği şekliyle Batı Avrupa ülkelerine
yayılamamıştır. Bunun üzerine Frankfurt Okulu üyeleri Marksist düşünce ile
ilgilenmişler ve Marksizm'in Batı Avrupa'ya beklendiği şekliyle yayılamamasının
nedenleri üzerine düşünceler geliştirmişlerdir (Yaylagül, 2013). Klasik
Marksizm'den farklı olarak kültür ve ideoloji alanında neler olup bittiğini
sorgulayan Frankfurt Okulu üyeleri, Klasik Marksizm'in ekonomik belirlenimci
yaklaşımını bir bakıma reddederler. Çünkü tüm bu tarihsel kırılmaları sadece
ekonomik terimlerle açıklamak, Okul üyelerince yetersiz bir yaklaşım olarak

153
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Frankfurt Okulu ve Medya

görülmüştür. Bu nedenle incelemelerini kültür ve ideoloji alanına kaydıran üyeler,


tahakkümün ve güç/iktidar ilişkilerinin sinema, radyo, dergi ve gazete gibi kültür
endüstrileri aracılığıyla ne ölçüde sürdürüldüğü üzerinde çalışmalar yaptılar.
Statükonun daha sinsi ve incelikli yöntemler kullanılarak üretildiğini vurgulamaya
çalıştılar. Ekonomik belirlenimciliği reddetmeleri ve kültür alanında neler olup
bittiğini sorgulamaları nedeniyle Okul'un siyasi çizgisi Klasik Marksizm'den bir
sapma olarak görülmüştür.
Büyük çoğunluğu Yahudi olan bu düşünürler, Avrupa'da yükselişe geçen
faşizmden doğrudan etkilenmişler ve Almanya'yı terk ederek sürgüne gitmek
zorunda kalmışlardır. Bu özel durum nedeniyle, faşizmin yükselişe geçişini
anlamlandırmak bu düşünürlerin temel ilgi alanlarından biri olmuştur. Frankfurt
Okulu üyeleri Klasik Marksizm'den farklı olarak, faşizmi hiçbir zaman kapitalizmin
Frankfurt Okulu'nun en ekonomi politiğinin doğal bir sonucu olarak görmemiştir. Bu düşünürlere göre
önemli eleştirel Hitler faşizmi, kapitalizmin tekelci aşamasının zorunlu bir sonucu olamaz. Bu
uğrakları teknoloji,
nedenle, Frankfurt Okulu üyeleri faşizmi kültürel ve ideolojik bir sorun olarak ele
bilim, sanat, medya,
pozitivizm, Aydınlanma, almayı tercih etmişlerdir. Faşizmi sadece ekonomik ya da politik bir sorun olarak
modernizm ve görmemişler, aynı zamanda bireysel ve ruhsal bir sorun olarak da
Marksizm olmuştur. değerlendirmişlerdir. 1930'lu yıllarla birlikte Freud ve psikanaliz ile yakından
ilgilenmelerinin temel nedeni de budur (Dellaloğlu, 2007).
Frankfurt Okulu'nun tarihini dört ayrı döneme ayırmak mümkündür. İlk
dönem 1923 ile 1933 yılları arasını kapsamaktadır. Yani Hitler'in iktidara gelişiyle
birlikte ilk dönem sona ermiş ve üyeler Kuzey Amerika'ya gitmek zorunda
kalmıştır. İkinci dönem, 1933 ile 1950 yılları arasını kapsayan sürgün dönemidir. Bu
dönemde Okul, Horkheimer'ın yönetici olarak atanmasından oldukça etkilenmiş;
tarih ve ekonomiden çok felsefe ve kültür üzerinde durulmaya başlanmıştır.
Okul'un çalışmalarında felsefenin önde gelen bir yer işgal etmesi eğilimi
Marcuse'nin 1932'de, Adorno'nun da 1938'de üye olmalarıyla daha da pekişti. Bu
dönemde aynı zamanda psikanalize karşı Okul içerisinde güçlü bir ilgi ortaya çıktı.
1950 yılında üyelerin Frankfurt'a dönmesiyle birlikte üçüncü dönem başlamış oldu.
Bu dönemde eleştirel teorinin esas fikirleri birçok temel metinde ele alındı ve
Frankfurt Okulu Almanya'nın düşünce hayatı üzerinde önemli bir etki yaratmaya
başladı. 1950'li yılların ortalarından sonra ise Avrupa'nın büyük bir kısmında ve
üyelerin sürgünde kaldığı ABD'de Frankfurt Okulu'nun etkisi yayılmaya başladı. Bu
nedenle üçüncü dönemi, politik ve düşünsel açıdan Okul'un en büyük etkiye sahip
olduğu dönem olarak görmek mümkündür. Bu etki, 1960'lı yılların sonunda radikal
öğrenci hareketlerinin hızla büyümesiyle zirveye ulaşmıştır. 1970'lerle birlikte
dördüncü dönem başlamış, bu dönemde Frankfurt Okulu'nun sahip olduğu etki
gerilemeye başlamıştır. Horkheimer'ın 1973'te, Adorno'nun ise 1969'da hayatlarını
kaybetmesiyle birlikte artık bir okul olarak var olmaktan iyice uzaklaşmıştır
(Bottomore, 1997).
Daha önce de değinildiği gibi, Frankfurt Okulu'nun en önemli eleştirel
uğrakları teknoloji, bilim, sanat, medya, pozitivizm, Aydınlanma, modernizm ve
Marksizm olmuştur. Bu eleştirel uğraklardan en önemlisi de Aydınlanma ve
modernitenin bilim ve bilgi anlayışı olan pozitivizmdir. Pozitivizmi kısaca

154
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Frankfurt Okulu ve Medya

"geleneksel teori" olarak nitelemek mümkündür. Pozitivizm, toplumsalı anlama ve


açıklamada salt gözlemlenebilir olgularla uğraşmakta ve gözlemlenemeyen
şeylerin bilgisini kuramamaktadır. Bu açıdan, pozitivist bilim anlayışına göre
gözlemlenemeyen şeyler bilimin ilgi alanı dışında kalmaktadır. Frankfurt Okulu
tarafından toplumu anlamak üzere geliştirilen eleştirel teori ise pozitivizmin yani
geleneksel teorinin bir antitezidir. Eleştirel teoriye göre, pozitivizm salt algılamaya
dayalı bir bilgi anlayışı geliştirdiği için statükoyu ve mevcut güç/iktidar ilişkilerini
onaylamakta ve böylece kapitalizmin bilim anlayışı olmaktadır.
Horkheimer'ın pozitivizm eleştirisini üç noktada toplamak mümkündür:
 "Pozitivizm etkin insan varlığına mekanik bir belirlenimcilik (determinizm)
şeması içerisinde, çıplak olgular ve nesneler olarak yaklaşır.
 Dünyayı yalnızca deneyde dolaysız olarak verilen biçimiyle algılayarak, öz
ve görünüş arasında bir ayrım yapmaz.

 Olgu ve değer arasında mutlak bir ayrım koyarak bilgiyi insan


istemlerinden ayırır." (Bottomore, 1997).

Kültür Endüstrisi
Frankfurt Okulu üyeleri geliştirmiş oldukları "kültür endüstrisi" kavramıyla
kültür ürünlerinin değerine yönelik eleştirel yaklaşımlarıyla bilinmektedir. "Kültür
endüstrisi" kavramı ilk kez Okul'un üyelerinden Theodor W. Adorno ve Max
Horkheimer'ın 1947 yılında yayımladıkları Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitapta
kullanılmıştır. Kitabın Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma
Kültür endüstrisi başlıklı bölümü sinema, radyo, gazete ve dergi gibi kitle iletişim araçlarının
kavramının öncülü
ideolojik ve kültürel işlevleri üzerine odaklanmaktadır.
Kracauer'in kitle süsü
kavramıdır. "Kültür endüstrisi" kavramı, Wiemar dönemi kültür eleştirmeni Siegfried
Kracauer'in geliştirdiği "kitle süsü" kavramının bir devamı olarak kabul
edilmektedir. Liberal bir gazete olan Frankfurter Zeitung'da 1920-1933 yılları
arasında yazılar yazan Kracauer bu yazılarını 1963 yılında Kitle Süsü (The Mass
Ornament) adlı kitapta bir araya getirmiştir. Fotoğraf, sinema, çok satan kitaplar,
biyografi, seyahat ve dans gibi pek çok konunun eleştirel bir yaklaşımla ele alındığı
çalışmada "kitle süsü" kavramı şu şekilde tanımlanmaktadır: "Kitle süsü, hâkim
ekonomik sistemin peşine takıldığı rasyonalitenin estetik refleksidir." (Kracauer,
2011). Kracauer, kitle kültürü eleştirileriyle Frankfurt Okulu teorisyenlerini de
etkilemiş ve "kitle süsü" kavramı Adorno ve Horkheimer'ın "kültür endüstrisi"
kavramının öncülü olmuştur. Kracauer, Frankfurt Okulu düşünürleri ile aynı
entelektüel ortamı paylaşmıştır. Adorno, ilk felsefe derslerini kendisinden on dört
yaş büyük olan Kracauer’den almıştır. Kracauer’in Benjamin üzerindeki etkisi ise
uzun yıllar süren arkadaşlıklarına bağlanabilir. Kracauer'in yazılarında, Adorno ve
Benjamin'in görüşleriyle benzeşen birçok kavram göze çarpmaktadır. Bir yandan,
sinemanın bir tahakküm aracı gibi işe koşularak insanların dünyayı algılama
biçimlerinin nasıl manipüle edildiğini konu edinerek Adorno ile benzeşen görüşler
öne süren Kracauer, diğer yandan, eleştirel ve entelektüel bir okuma ile sinemanın
bu olumsuz yapısının nasıl değiştirilebileceğini ve sinemanın olumlu yönlerinin

155
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Frankfurt Okulu ve Medya

insanların yararına nasıl değerlendirilebileceğini tartışarak Benjamin ile benzer


vurguları taşımıştır (Hıdıroğlu, 2011).

• Sinema, radyo, gazete ve dergiler kültür endüstrisi içerisinde

Örnek
yer alan dallardan bazılarıdır.

Kracauer'in "kitle süsü" kavramının bir devamı olarak da görülebilecek olan


kültür endüstrisi, Adorno ve Horkheimer tarafından tahakkümün kültürel boyutunu
anlamak ve açıklamak üzere geliştirilmiştir. Kültür ürünlerinin tahakkümün
sürdürülmesindeki rolünü sorunsallaştıran metin, radyodan sinemaya kadar tüm
kültür endüstrisi ürünlerinin eğlence dolayımıyla yanlış bilinç aşılayarak tek boyutlu
bireyler yarattığına dikkati çekmektedir. Böylece, tahakküm bir bakıma daha sinsi
ve incelikli yöntemler işe koşularak sürdürülmektedir. Kitabın müsveddelerinde
önce "kitle kültürü" ifadesini kullanan Adorno ve Horkheimer, daha sonra bu
kavram yerine "kültür endüstrisi"ni tercih etmişlerdir. Adorno'ya göre (2014),
bunun en önemli nedeni bu kültürün kitlelerin içinden kendiliğinden çıkmadığını,
tam tersine kitleler için bilinçli olarak yaratıldığını ifade etmek istemeleridir.
Adorno'ya göre (2014), "Kültür endüstrisi, müşterilerinin kasten ve tepeden
bütünleştirilmesidir." Yani kapitalist sistem kültür ürünleri dolayımıyla bilinci ele
geçirerek tek boyutlu bireyler yaratmaktadır. Okul'un bir diğer üyesi Leo
Löwenthal’in deyişiyle, "kitle kültürü tersine psiko-analizdir." Bireyleri çok
katmanlı, çok boyutlu kişilikler olarak kavrayan kültür endüstrisi, bu bilgiyi
Adorno ve Horkheimer, özgürleşme yolunda değil, tüketicileri mümkün olan tüm boyutlarıyla kuşatmak
sinemayı kültür için kullanmaktadır (Held’den aktaran Dellaloğlu, 2007).
endüstrisinin en büyük
dalı olarak nitelerler.
Bireysel
Etkinlik

• Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitabı okuyarak, Adorno ve


Horkheimer'ın temel düşüncelerini tartışınız.

Adorno ve Horkheimer, kitabın Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak


Aydınlanma başlıklı bölümünde sinemayı kültür endüstrisinin en büyük dalı olarak
nitelerler. Film, radyo ve dergilerin bir sistem meydana getirdiklerini, her bir
mecranın söz birliği içinde olduğunu belirten Adorno ve Horkheimer (2010),
günümüzde kültürün her şeye benzerlik bulaştırdığını vurgulamaktadırlar. Onlara
göre, bilinci tüm katmanlarıyla ele geçiren kültür endüstrisi ürünleri düşünmenin,
tasavvur gücünün ve kendiliğindenliğin düşmanıdır. Bu ürünlerin vaat ettiği
eğlence, geç kapitalizm koşullarında çalışmanın bir uzantısı olmakta ve teslimiyeti
daha da artırmaktadır.
Adorno ve Horkheimer'a göre (2010) herhangi bir iş kolundan farksız olan
sinema ve radyoyu birer sanat dalıymış gibi algılamak yanılsamadır. A ve B filmleri

156
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Frankfurt Okulu ve Medya

ya da değişik fiyatlı dergilerde yer alan öyküler arasındaki ayrımlar gerçek


farklılıkları yansıtmaktan ziyade daha çok tüketicilerin sınıflandırılması,
örgütlenmesi ve kayda geçirilmesine hizmet etmektedir. Herkes için bir şey
öngörülmekte ve böylece bu işlemlerden kimse kaçamamaktadır. Tüketici, kendi
düzeyine uygun davranmakta ve kendisi için üretilmiş seri üretim kategorisini
seçmektedir. Chrysler ve General Motors modelleri arasındaki fark temelde bir
yanılsamadır. Tüketicilerin avantaj ve dezavantaj diye tartıştığı şeyler, yalnızca
rekabet ve tercih olanağı görüntüsünü sürekli kılmaya yarar. Warner Brothers ve
Metro Goldwyn Mayer (MGM) yapımı filmler için de benzer bir durumun söz
konusu olduğu aşikârdır. Günümüz koşullarında medya tekdüzeliğe ve benzerliğe
zorlanmaktadır.
Adorno ve Horkheimer'a göre (2010) izleyicilerin tasavvur ve düşünme
gücündeki güdükleşmenin nedenleri psikolojik değildir. Kültür endüstrisinin en
büyük dalı olan sesli film bu yetileri felce uğratmaktadır. Hareketli görüntüler
izleyicinin düşünsel etkinliğine izin vermeyecek biçimde tasarlanmıştır. Bu
ürünlerin kavranması çabukluk, gözlem gücü ve bilgili olmayı gerektirir. İzleyici
hızla akan görüntüleri takip etme, onları kaçırmama arzusuyla düşünme
etkinliğinde bulunamamaktadır. "Düşüncenin kendisi, komedi ve korku
filmlerindeki nesneler gibi katledilip parçalara ayrılır."
Ev kadını için sinema salonu başkalarınca denetlenmeden birkaç saat vakit
geçireceği bir sığınma yeri gibidir. Büyük şehirlerin işsiz güçsüzleri ise sıcaklığın
kontrol edilebildiği bu salonlarda yazın serinlik, kışın ise sıcaklık bulmaktadır.
Frankfurt Okulu düşünürlerine göre tüm bunların dışında bu eğlence aygıtının
yaşamı daha insanca kıldığını söylemek mümkün değildir (Adorno ve Horkheimer,
Adorno ve 2010).
Horkheimer'a göre geç
kapitalizm aşamasında Adorno ve Horkheimer'a göre (2010), "eğlence geç kapitalizm koşullarında
eğlence çalışmanın bir çalışmanın bir uzantısı" olmaktadır. Eğlence, zorlu çalışma hayatıyla baş edebilmek
uzantısıdır. ve ondan kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir. Düşünsel kapasiteyi felce
uğratan eğlence ürünleri, mevcut statükoya teslimiyeti daha da arttırır,
tüketicilere direnişin mümkün olmadığını telkin eder. Eğlenceyi bir "kaçış" olarak
değerlendiren Adorno ve Horkheimer, "Eğlenmenin vaat ettiği özgürleşme,
olumsuzlama olarak düşünmeden özgürleşmektir." demektedir. Sonuç olarak,
düşünürlere göre kültür endüstrisi tüketicisini aldatmakta ve statükoyu,
güç/iktidar ilişkilerini üretmekte ve yeniden üretmektedir.
Adorno, 1963 yılında kaleme aldığı Kültür Endüstrisine Genel Bir Bakış
başlıklı yazısında 1947'de yazdıkları "Kültür Endüstrisi" metninin arkasında durarak
bir yeniden değerlendirme yapar: "Kitleler, haksız yere, yukarıdan kitleler olarak
aşağılanıyorlarsa, onların kitlelere dönüşüp aşağılanmalarında ve insanların, çağın
üretici güçlerinin izin verdiği olgunlaşmaya erip özgürleşmelerinin
engellenmesinde, kültür endüstrisinin sorumluluğu hiç de azımsanamaz." Resimli
romanlar, seri imalat filmleri, televizyon dizileri, çok satan plaklar, gazetelerdeki

157
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Frankfurt Okulu ve Medya

psikolojik danışmanlık ve yıldız falı sütunları aracılığıyla yaratılan kültür endüstrisi


ideolojisi, bilinçli bireyler yerine uyumlu ve eblehleştirilmiş bireyler yaratır ve
insanlara hayali bir mutluluk telkin ederek onları aldatır (Adorno, 2014).
Adorno, popüler kültüre karşı da olumsuz bir bakış açısına sahiptir. Popüler
Adorno ve Horkheimer, kültürü düzeysiz ve tehlikeli olarak gören Adorno, caz müziği ve sinemayı bu
kültür endüstrisinin kategoriye koyarak eleştirir. Popüler kültür ürünlerinin karşısına yüksek ve öncü
manipülasyonuna sanat eserlerini koyan Adorno, bu eserlerin eleştirel düşünceyi beslediğini ve
tamamen açık, pasif ve geliştirdiğini düşünür (Yaylagül, 2013).
edilgin bir
tüketici/alımlayıcı Görüldüğü üzere, Adorno ve Horkheimer, kültür endüstrisi ürünlerinin
topluluğu statükoyu üreten ve yeniden üreten gerici niteliklerine vurgu yaparlar. Fakat
varsaymaktadır. kültür endüstrisinin manipülasyonuna tamamen açık, pasif ve edilgin bir
tüketici/alımlayıcı topluluğu varsaymakta, onların kendilerine sunulan kültür
ürünlerini eleştirme ya da reddetme potansiyellerini göz ardı etmektedirler. Bu
açıdan düşünürleri teknolojik kötümser olarak nitelemek mümkündür.

Kültür Endüstrisi Kavramına Yönelik Eleştiriler


Adorno ve Horkheimer'ın savlarına karşı en önemli eleştiriler İngiliz Kültürel
Çalışmalar Ekolü'nden gelmiştir. Kültürel Çalışmalar kuramcıları -Williams, Fiske ve
Hall- Frankfurt Okulu üyelerinin kültürel kötümserliğini reddederek haklı olarak
pasif ve edilgin bir tüketici/alımlayıcı anlayışı geliştirdiklerini öne sürerler. Kültürel
Çalışmalar kuramcıları, kültür ürünlerinin aynı zamanda hegemonyaya karşı bir
İngiliz Kültürel direniş ve muhalefet geliştirebileceğini, kültür ürünlerinin bu boyutunun Frankfurt
Çalışmalar Ekolü,
Okulu üyelerince göz ardı edildiğini vurgularlar ve alternatif okumalar da
alternatif okumalar da
yapabilen daha aktif bir yapabilen daha aktif bir tüketici/alımlayıcı anlayışı geliştirirler. Popüler kültürü göz
tüketici/alımlayıcı ardı eden teorilere kaşı çıkan İngiliz Kültürel Çalışmalar kuramcıları, Frankfurt
anlayışı geliştirmiştir. Okulu kuramcılarının kültürel kötümserliğinin aksine kültür analizlerinde daha
iyimser bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Kültür ve topluma yönelik Adorno ve
Horkheimervari yaklaşımları reddederek popüler kültürü olumlayan Raymond
Williams, bu kültürün halk tarafından yaratıldığını belirtir (Williams, 1985) ve
hiçbir üretim tarzının, hiçbir egemen sosyal düzenin ve hiçbir egemen kültürün;
insan pratiğini, enerjisini ve amacını her zaman tamamıyla içine alamayacağını ya
da tüketemeyeceğini vurgular. Ona göre, toplumda her zaman alternatif ya da
muhalif kültürel ve politik pratikler mevcuttur (Williams, 1977). John Fiske de
popüler kültürün kültür endüstrisi tarafından değil, halk tarafından üretildiğini
belirtir. Fiske'ye göre (2012) kültür endüstrisinin yapabileceği tek şey, çeşitli halk
gruplarının kendi popüler kültürlerini yaratırken kullanabilecekleri ya da
reddedebilecekleri metinler ya da kültürel ürünler üretmektir. Bu açıdan Fiske,
Frankfurt Okulu üyelerince geliştirilen "kültür endüstrisi" kavramının varsaydığı
edilgin, kendilerine sunulan kültür ürünlerini pasif bir şekilde soğuran izleyici
anlayışı yerine daha aktif bir izleyici anlayışı geliştirir: "Popüler kültür halk
tarafından oluşturulur, onlara dayatılamaz; yukarıdan değil içeriden, aşağıdan
doğar." Fiske, popüler kültürün disipline edici ve hegemonyacı güçleri de içerdiğini
kabul etmekle birlikte, bu kültürün aynı zamanda bir mücadele alanı olduğunu;
güç/iktidara direnmenin, ondan sıyrılmanın ve baş etmenin yollarını içerdiğini

158
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Frankfurt Okulu ve Medya

savunur. Stuart Hall (1998) ise, benzer şekilde popüler kültürü hem bir "rıza" hem
de bir "direniş" alanı olarak görür. Hall, popüler kültür için, "Kısmen
hegemonyanın yükseldiği ve güvence altına alındığı yerdir... Fakat aynı zamanda
sosyalizmin oluşturulabileceği yerlerden biridir. Bu yüzden 'popüler kültür'
önemlidir." ifadesini kullanır.
Adorno ve Horkheimer'ın geliştirdiği teoriye bir diğer önemli eleştiri
Frankfurt Okulu'nun üçüncü kuşak figürlerinden Douglas Kellner tarafından yani
içeriden getirilir. 1984 tarihli Eleştirel Teori ve Kültür Endüstrileri: Bir Yeniden
Değerlendirme başlıklı yazısında Kellner (1984), klasik eleştirel teorinin radyo,
popüler müzik, televizyon ve filmlerin gerici ideolojik etkilerine saldırdığını, bu
anlamda ideolojinin zararlı taraflarını açığa vurma amacıyla kültürel analizi göz
ardı eden kaba Marksist ideoloji eleştirisine oldukça benzediğini belirtmektedir.
Kellner'e göre sorunun bir kısmı, Adorno ve Horkheimer'ın kültür endüstrisi
ürünlerini tamamen değersiz görmeleriydi. Ayrıca medyanın mutlak olarak
manipülatif olduğu yönündeki tez, tüketicilerin sürekli olarak kitle aldatmacasının
tutsağı olduğunu, mevcut toplumsal formasyon ve onun bir parçası olan kültür
endüstrileri tarafından tamamen kontrol edildiğini varsaymaktadır. Tüketicilere
yönelik böylesi bir yaklaşıma şüpheyle yaklaşan Kellner, bu yaklaşımın farklı okuma
ve anlamlandırmalarda bulunacak görece özerk bir bilincin varlığını göz ardı
ettiğini, bunun da umutsuzluk ve teslimiyet siyasetine yol açtığını ve ileri
kapitalizme karşı yürütülen mücadeleleri açıklayamadığını belirtir.

Walter Benjamin ve "Sanat Yapıtı"


Frankfurt Okulu'nun bir üyesi olarak düşünülen Benjamin, aslında hiçbir
zaman Okul’un üyesi olmamıştır. Gerek Adorno ile olan arkadaşlıkları ve düşünsel
etkileşimleri, gerekse Okul’un düşüncesine yapmış olduğu katkılar nedeniyle adı
Sanat Yapıtı adlı sıklıkla Okul’la birlikte anılır olmuştur (Dellaloğlu, 2007).
makale, 1930'lu yıllarda
yükselişe geçen Benjamin, 1931 yılına ait Fotoğrafın Kısa Tarihi ve bundan yaklaşık beş yıl
faşizmin eleştirilmesi ve sonra kaleme aldığı kısaca "Sanat Yapıtı" olarak nitelendirilen Tekniğin
kitlelerin özgürleşmesi Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı başlıklı iki denemesinde,
noktasında yeni fotoğraf ve sinema gibi mekanik yeniden üretim teknolojilerinin doğası, olanakları,
teknolojilerin işe politik işlevleri, diğer sanatlarla ilişkisi ve bunun sonuçları üzerinde durur.
koşulabileceğini öne Benjamin'in "Sanat Yapıtı" adlı çığır açan makalesi fotoğraf ve sinema gibi mekanik
sürmektedir.
yeniden üretim teknolojilerinin hem sanatın karakteri hem de sanat yapıtının
alımlanması üzerinde yarattığı sonuçlara dair kapsamlı bir analizi içermektedir.
Benjamin, fotoğraf ve sinema gibi yeni teknolojilerin potansiyelleri üzerine
düşünmüş bir kuramcıdır. Benjamin'in metni, 1930'lu yıllarda yükselişe geçen
faşizmin eleştirilmesi ve kitlelerin özgürleşmesi noktasında yeni teknolojilerin işe
koşulabileceğini savlayarak politik sanat vurgusu taşımıştır. Bu açıdan, Benjamin'i
Adorno ile kıyasladığımızda, yeni teknolojilere karşı daha olumlu ve iyimser bir
yaklaşıma sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Benjamin'e göre (2012), fotoğraf gibi teknik görüntüler, diğer bir deyişle
mekanik yeniden üretim, orijinal bir sanat yapıtını kopyalayıp çoğaltarak onun
aurasını (hale), yani biricikliğini, tekliğini, şimdi ve buradalığını ortadan

159
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Frankfurt Okulu ve Medya

kaldırmıştır. Mekanik yeniden üretimin sanat yapıtının aurasını yani biricikliğini


ortadan kaldırması nedeniyle, Benjamin başlangıçta yeni teknolojilere olumsuz
yaklaşıyor gibi görünür. Fakat Benjamin, aynı zamanda fotoğraf ve sinemanın
kitlelerin sanatla olan ilişkisini de değiştirdiğini vurgulamış ve bu teknolojilerin
olumlu yönleri üzerine de düşünmüş bir kuramcıdır. Yeni teknolojilere karşı
olumsuz bakış açısı zamanla değişen Benjamin (2012), "Sanat yapıtının teknik
yoldan yeniden-üretilebilirliği, dünya tarihinde ilk kez yapıtı kutsal törenlerin
asalağı olmaktan özgür kılmaktadır." ifadesini kullanır. Böylece, mekanik yeniden-
üretim ile birlikte, kült değerinin yerini bundan sonra sergileme (teşhir) değeri
almaktadır. Sadece belli bir azınlığın alımlayabildiği sanat yapıtını kopyaların
yarattığı kitleselleşme sayesinde artık kitleler de alımlayabilir: "Teknik yolla
yeniden-üretim, özgün yapıtın kopyasını yapıtın aslı için düşünülemeyecek
konumlara getirebilir. Her şeyden önce ister fotoğraf, ister plak aracılığıyla olsun,
yapıtın izleyiciye gelmesini sağlar. Katedral, bir sanatseverin stüdyosuna gelmek
için bulunduğu yerden ayrılır; bir salonda veya açık havada çalınmış olan koro
yapıtı bir odada dinlenebilir."
Mekanik yeniden üretimin yarattığı kitlesellik ve kopyaların çokluğu sanat
yapıtının alımlanmasını belli bir azınlığın tekeli olmaktan çıkarmakta ve
demokratikleşmeyi sağlamaktadır. Bazı Madonna resimleri bütün bir yıl boyunca
örtülü kalmakta, bazı tanrı heykellerini ise sadece rahipler görebilmektedir. Fakat
mekanik yeniden üretim, belki de dünya tarihinde ilk kez sanat yapıtını kutsal
törenlerin asalağı olmaktan kurtarmaktadır. Bir negatiften sonsuz sayıda baskı
yapılabilmesi, hangisinin özgün baskı olduğu sorusunu anlamsız kılmakta, sanatsal
üretimde hakikilik ölçütü iflas etmekte ve sonuç olarak sanat köklü bir değişim
geçirerek politikleşmektedir (Benjamin 2012).
Benjamin’e göre, sanat yapıtının mekanik yeniden-üretimi, kitlelerin sanatla
ilişkisini olumlu anlamda değiştirmektedir. Frankfurt Okulu üyelerinin, özellikle
Adorno’nun Benjamin’den ayrıldıkları nokta tam da burasıdır. Özellikle Adorno,
kitleselleşen sanatın negatif siyasal işlev yüklenmiş olabileceğini düşünür. Mekanik
yeniden-üretim çağında bu yeni teknolojiler kitleleri mevcut düzene uyumlamayı
Benjamin'e göre
biricikliğin yerini işlev edinmiş olabilir. Benjamin ise, bu noktada onlar kadar kötümser değildir.
kopyaların çokluğunun Martin Jay (1989), başlangıçta sanat eserlerinin mekanik yöntemlerle
almasının en önemli çoğaltılmasına olumsuz yaklaşan Benjamin’in düşüncelerindeki dönüşümü şu
sonucu sanatın cümlelerle özetler: "Halenin yitirilmiş oluşuna ağıt yakmakla birlikte, paradoksal
poitikleşmesidir. bir biçimde, politikleşmiş, kolektifleşmiş olacağını umduğu bu yeni sanatın ilerici
(progressive) potansiyelinden çok ümitliydi."
Benjamin'e göre (2012) mekanik yeniden üretim aynı zamanda görsel
bilinçaltını açığa çıkarmaktadır: "Güdüsel-bilinçaltı alanını ancak ruhçözümlemeyle
[psikanaliz] öğrenebilmemiz gibi, görsel-bilinçaltı konusunda da ancak kamera
aracılığıyla bilgi edinebiliriz." Benjamin, bu eşsiz tespitinde Freud'un yöntemleri ile
fotoğraf makinesinin yöntemleri arasında benzerlik kurmakta, nasıl psikanaliz
insan ruhunun gizli köşelerini aydınlatıyorsa fotoğraf makinesinin de optik
yakınlaştırma gibi yöntemler sayesinde çıplak gözle fark edemediğimiz
gerçeklikleri açığa çıkararak algı evrenimizi zenginleştireceğini vurgulamaktadır.

160
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Frankfurt Okulu ve Medya

• Walter Benjamin'in Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden

Bireysel
Etkinlik
Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı başlıklı makalesini
okuyarak, makaledeki ana düşünceleri tartışınız.

Araçsal Akıl ve Tek Boyutlu İnsan


Frankfurt Okulu'nun en belirgin özelliklerinden birisi de yaptıkları
çalışmalarda "akıl" kavramına yaptıkları vurgudur. Horkheimer, modern aklın
ulaştığı konumu açıklamaya çalışırken, Alman idealist felsefesinin Verstand (anlık)
ve Vernunft (akıl/us) ayrımına atıfta bulunur. Kant ve Hegel'e göre zihnin bir tür alt
yetisi olan Verstand, "görüngüler dünyasını sağduyu dediğimiz harc-ı alem akla
göre düzenleyip yapılaştıran zihnimizin alt düzeydeki yetisi"dir. Verstand için
dünya, sadece kendilerine benzeyen ve birbirlerine tamamen zıt olan belli sayıda
varlıklardan oluşmuştur. Verstand, dünyayı bu şekilde algıladığı için yüzey
görünümlerin altındaki diyalektik ilişkileri kavrayamamakta ve yüzeyin ardına
nüfuz edememektedir. Aksine, Vernunft ise yüzey görünümleri aşıp daha derinde
yatan ilişkileri kavrayabilecek, toplumsal gerçekliği yani insanın içinde bulunduğu
gerçek durumu kavrayabilecek bir zihinsel yetiyi ifade etmektedir (Jay, 1989).
Max Horkheimer'ın Akıl Tutulması kitabının Türkçe çevirisi için yazdığı
önsözde Orhan Koçak, Horkheimer'ın Verstand'ı "öznel akıl", Vernunft'u da
"nesnel akıl" olarak nitelendirdiğini belirtir. Parçalayıcı, analitik ve biçimsel olan
öznel akıl, sadece şeylerin dış görünümleriyle ilgilenir. Bundan daha yüksek bir akıl
yürütme ve kavrayış düzeyi olan nesnel akıl ise, görünüş ile öz arasında, özne ile
Horkheimer göre akıl nesne arasında ve parça ile bütün arasında bir bağlantı olduğunu görebilen akıldır.
öznelleşerek eleştirel Dünyanın bütünlükten yoksun parçalanmış ve bölünmüş görüntüsünü daha yüksek
işlevlerinden uzaklaşmış
bir birlik ideali adına eleştiren ve sorgulayan da nesnel akıldır (Horkheimer, 2005).
ve faydacı bir işlevin
hizmetine girmiştir. Horkheimer’a göre (2005) sıradan bir insana bile akıl teriminin ne anlama
geldiği sorusu sorulduğunda "akla uygun şeylerin yararlı şeyler olduğunu ve her
akla uygun insanın da kendisine neyin yararlı olduğunu bilmesi gerektiğini
söyleyecektir." Horkheimer’a göre bu türden bir akıl, öznel akıldır ve daha çok
araçlar ve amaçlarla ilgilidir. Öznel akıl, önceden belirlenmiş amaçlara ulaşmak için
seçilen araçların yeterli olup olmadığı üzerinde durur, fakat amaçların kendilerinin
akla uygun olup olmadığını sorgulamaz. Öznel akıl, bir nesneyi ya da bir düşünceyi
belli bir amaçla bağlantısı, diğer bir deyişle başka bir şey için iyi olup olmaması
açısından değerlendirir.
Horkheimer’a göre (2005) akıl öznelleşirken, aynı zamanda
biçimselleşmektedir. Öznelci görüş egemen olunca, insan düşüncesi de bir amacın
kendi içinde değerli olup olmadığını belirleyemez hâle gelir. Böylece, eylem ve
inançlarımızın ölçütleri, siyasetin ve ahlakın ilkeleri ve bütün önemli kararlarımız,
aklın dışındaki etmenlere bağlı duruma gelmektedir. Horkheimer’a göre geçmiş
yüzyıllarda aklın doğasında var olduğu ya da gücünü akıldan aldığı varsayılan

161
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Frankfurt Okulu ve Medya

adalet, eşitlik, mutluluk ve hoşgörü gibi kavramların düşünsel köklerinden


kopmaları aklın biçimselleşmesinin sonuçlarıdır. Akıl kavramı güçten düştükçe,
özne insan da ideolojik manipülasyona ve hatta en kaba yalanlara inanmaya o
kadar elverişli hale gelmektedir.
Horkheimer’a göre (2005) öznel ve nesnel akıl tarihsel olarak her zaman var
olmuştur, fakat öznel aklın nesnel akla egemen oluşu uzun bir sürecin sonunda
gerçekleşmiştir. Öznel aklın egemenliği 18. yüzyılda doğuşuna tanıklık edilen
Aydınlanma düşüncesinin bir sonucudur. Aydınlanma, öznel akıl ile nesnel akıl
arasındaki dengeyi bozmuş, öznel aklı şımartarak nesnel aklı bastırmıştır. Aklın
öznelleşerek faydacı bir işlevin hizmetine girmesi modernite ve ona kaynaklık eden
Aydınlanma düşüncesinin en çok eleştirilmesi gereken yönlerini oluşturmuştur
(Dellaloğlu, 2007).
Aydınlanma düşüncesine temel şeklini veren Descartes, Newton, Kant,
Rouesseau ve Condorcet gibi entelektüellerin çalışmalarında görülen anahtar
kavram "akıl"dır. Aydınlanma filozoflarınca hayata geçirilen paradigma değişiminin
bir simgesi olarak değerlendirebileceğimiz "akıl" kavramı, aynı zamanda ilerleme,
eşitlik, özgürlük, sekülerizm, bilim ve teknoloji gibi kavramlara da kaynaklık
etmektedir. Bu kavramların hayat bulması öncelikle Tanrı iradesinin yerine insan
iradesinin konmasıyla yani aklın özgürleşmesiyle mümkün görülmektedir. Kant
(2005), Aydınlanma'yı tanımlarken onun parolasının "Kendi aklını kullanma
cesaretini göster!" anlamına gelen "Sapere aude!" olduğunu belirtmektedir.
Horkheimer’a göre (2005) Aydınlanma düşünürleri akıl adına dine
saldırıyorlardı. Sonuçta ortadan kaldırıp öldürdükleri nesnel akıl ve metafizik
kavramı olmuştur. Akıl kendini yok etmiş, "Gerçekliğin doğasını algılama ve
hayatımıza yön verecek ilkeleri belirleme aracı olarak akıl kavramı bir yana
atılmıştı." Bu nedenle, Aydınlanma ve modernite tarihini "aklın araçsallaşmasının
Horkheimer göre akıl tarihi" olarak nitelemek mümkündür. Akıl, eleştirme ve sorgulama işlevlerinden
sürekli gelişme ve uzaklaşarak araçsal ve faydacı bir işlevin hizmetine girmiş, sürekli gelişme ve
ilerlemenin bir aracına
ilerlemenin bir aracına dönüşerek teknik bir girişim haline gelmiştir. Araçsal aklın
dönüşerek teknik bir
(öznel akıl) egemenliği, aklı ilerleme, toplumsal zenginlik ve refah amaçlarına
girişim haline gelmiştir.
ulaşmak için bir araç haline getirmiştir. Akıl kavramı üretim kapasitesi, verimliliğin
yükselişi ve toplumsal istikrar adını almıştır (Çetinkaya’dan ak. Dellaloğlu, 2007).
Örnek

•Frankfurt Okulu düşünürlerine göre I. ve II. Dünya Savaşları,


Aydınlanma ve modernite düşüncesinin ulaştığı akıldışı boyuta
birer örnektir.

Frankfurt Okulu için araçsal akıl, aynı zamanda bürokratik zorbalığın ve


güç/iktidar ilişkilerinin bir kaynağına dönüşmüştür. Bu nedenle modernite ve
Aydınlanma tarihi, aynı zamanda aklın eleştirel işlevlerinden uzaklaşmasının
tarihidir. Aydınlanma, aklın özgürleşmesi için yola çıkmış, fakat akıldışı bir konuma
ulaşmıştır. Modernliğin ulaştığı noktada akıl, aynı zamanda bir zorbalık aracı haline
gelmiştir. Aklın öncülüğünde ilerleyen teknoloji artık bir akıldışılıktır, çünkü

162
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Frankfurt Okulu ve Medya

savaşlar için atom bombası, kitle imha silahları ve gaz odaları yaratmıştır
(Çetinkaya’dan aktaran Dellaloğlu, 2007).
Görüldüğü gibi, Adorno ve Horkheimer'ın çalışmaları teknolojiye karşı
olumsuz bir bakış açısına sahiptir. Bu nedenle, Frankfurt Okulu düşünürleri kimi
görüşlerce teknolojik kötümser olarak nitelendirilmektedir. Dellaloğlu'na göre de
(2007) teknoloji korkusu, Frankfurt Okulu üyelerinin çalışmalarında görülen en
temel izlektir. Benzer bir yaklaşımı Okul'un bir diğer üyesi olan Herbert Marcuse'ta
Marcuse, ileri da gözlemlemek mümkündür. İleri sanayi toplumuna dair çözümlemelerde
endüstriyel toplumun bulunan Marcuse, bu toplumdaki bireyi "tek boyutlu insan" olarak
bireyini "tek boyutlu"
nitelendirmektedir. Marcuse'e göre (1990) ileri endüstriyel toplumda yaşanan
olarak nitelemektedir.
teknik gelişim yeni yaşam ve iktidar biçimleri yaratmıştır. İleri endüstriyel
toplumda insanlar kendilerini sahip oldukları metalarla tanımlamaya başlamıştır.
Ruhlarını evlerinde, arabalarında, müzik aletlerinde ve mutfak eşyalarında
bulmaktadırlar. Kitle iletişim ve ulaşım araçları, konut, besin ve giysi gibi metalar,
eğlence ve bilişim ürünleri bazı tutum ve alışkanlıkları dayatarak tektipleşmeye yol
açmakta ve belli duygusal tepkilere neden olmaktadırlar. Bu ürünler birer öğreti
gibi koşullandırmakta ve yanlış bilinç geliştirmektedirler. Bu ürünlerin ilettikleri
mesaj ve öğretiler birer yaşam biçimi haline gelmekte ve böylece tek boyutlu
düşünce ve davranış biçimi ortaya çıkmaktadır.

Kamusal Alan ve İletişimsel Eylem Kuramı


Frankfurt Okulu'nun ikinci kuşak temsilcilerinden biri olan Jürgen Habermas,
"kamusal alan" kavramı ve "iletişimsel eylem kuramı" konusundaki savları ile öne
çıkan bir düşünürdür. "Kamusal alan kavramıyla, her şeyden önce, toplumsal
yaşamımız içinde, kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı
kastederiz." diyen Habermas'a göre (2004), "Özel bireylerin kamusal bir gövde
oluşturarak toplandıkları her konuşma durumunda, kamusal alanın bir parçası
varlık kazanmış olur." Düşünüre göre, yurttaşlar ancak genel toplumsal yarara
dair konular hakkında kısıtlanmamış olarak, yani toplanma, örgütlenme, kanaat ve
düşüncelerini belirtme ve yayınlama özgürlükleri garantilemiş olarak
tartıştıklarında kamusal bir gövde biçiminde davranmış olurlar. Bu türden bir
iletişimin daha genel bir kamusal gövde içinde gerçekleşmesi, bilginin ilgili kişilere
aktarılmasını ve onların bu bilgiden etkilenmesini mümkün kılacak araçları
gerektirmektedir. İşte günümüzde kitle iletişim araçları yani gazeteler, dergiler,
televizyon ve radyo kamusal alanın iletişim araçları olmaktadırlar (Habermas,
2004).
Örnek

•Gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kamusal alanın iletişim


araçlarıdır.

Habermas'a göre (2004) "kamuoyu" kavramı ise, yurttaşların devlet


biçiminde örgütlenmiş egemen yapıya karşı gerçekleştirdiği eleştiri yapma ve onu
kontrol etme görevlerine işaret etmektedir. Habermas, kamusal alan ve kamuoyu

163
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Frankfurt Okulu ve Medya

kavramlarının ilk kez 18. yüzyılda ortaya çıktığını belirtir. Düşünüre göre 18.
yüzyılda siyaset üzerinde etkinliğin kurulabildiği, toplumsal meselelere dair
tartışmaların yaşandığı fiili bir kamusal alan söz konusuydu. İnsanların buluşma ve
tartışma mekânlarından biri olan kafeler, kamusal alanın oluşturulabildiği önemli
yerlerden biriydi. Matbaanın icadı ve basının gelişmesi sayesinde de yurttaşlar
kendi fikir ve kanaatlerini topluma yayma olanağına eriştiler (Yaylagül, 2013).
18. yüzyılın ikinci yarısında kendisini gösteren edebi gazetecilik, önceki
Endüstriyel kapitalizm dönemlerin haber ve ilan listelerinden ibaret olan tek sayfalık gazeteleri ile
ile birlikte basın rekabet halindeydi. Basın artık sadece haberlerin yayılmasını sağlayan bir kitle
ticarileşmiş ve kamusal iletişim aracı değildi. Ayrıca henüz tüketim kültürünün bir aracı olma konumunda
alan da dönüşüme
da değildi. İçerik bakımından henüz ticarileşmemiş olan basın, genel yarara ilişkin
uğramıştır.
kamusal tartışmaya aracılık etmekte ve onu güçlendirmekteydi. Sadece haberleri
ileten araçlar olmaktan çıkan basın, kamuoyunun taşıyıcıları hâline gelmişti.
Habermas için, "Politik olarak işlevsel bir kamusal alanın yasallaşmasının süreklilik
kazandığı döneme dek politik bir gazetenin ortaya çıkması, özgürlük ve kamuoyu
için mücadeleye, yani bir ilke olarak kamusal alan için mücadeleye katılma
anlamına geliyordu." Fakat burjuva anayasal devletinin kurulması ve endüstriyel
kapitalizm ile birlikte entelektüel basın bu işlevlerinden uzaklaştı, bir ticari girişim
haline geldi. Bu kırılma yani inanç gazeteciliğinden ticari gazeteciliğe geçiş
İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerde 1830'larda başladı. Bu tarihsel dönüşüm
sonucunda kamusal alan da dönüşüme uğradı ve "... şiddetli çatışmalar biçimini
alan çıkar çatışmasının alanı haline gelmeye başladı." Habermas'a göre,
"Toplumsal refah devletinin politik kamusal alanı, eleştirel yetilerinin tuhaf bir
biçimde zayıflamış olmasıyla karakterize edilebilir." (Habermas, 2004). Endüstriyel
kapitalizm aşamasında bireyler toplumsal meselelere ve politikaya etkin
katılımcılar olmaktan uzaklaşmış ve pasif izleyicilere dönüşmüşlerdir (Yaylagül,
2013).
Habermas'a göre kamusal alanın geçirdiği bu olumsuz dönüşümü
değiştirmek ve yurttaşların toplumsal sorunlarla ilgili fikir alışverişi yapabileceği ve
tartışabileceği bir yer olarak kamusal alandan söz edebilmek için buna uygun bir
iletişim türünden bahsedilmesi gerekmektedir. Bu iletişim biçimini "iletişimsel
eylem" olarak kavramsallaştıran Habermas, yurttaşların birbirleri üzerinde
tahakküm kurmadan düşüncelerini özgürce ifade ettikleri ve kimsenin kimseyi
fikirlerinden ötürü aşağılamadığı bir iletişim ortamının kurulabileceğini öne
sürmektedir (Olgun, 2017).
Habermas (2001), İletişimsel Eylem Kuramı adlı çalışmasında "İletişimsel
eylem kavramı, tarafların bir dünyayla ilişki kurarak karşılıklı kabul edilebilir ya da
tartışılabilir geçerlilik iddialarında bulunduğu anlaşma süreçleri içinde dili, araç
olarak öngerektirir." demekte ve yurttaşların iletişimsel akıl aracılığıyla geleceğe
yönelik kolektif planlar yapabileceğini öne sürmektedir. Kapitalist kitle medyasının
kamusal alanı yok ederek pasif izleyiciler yarattığını belirten Habermas, kapitalist
sermayenin bu yabancılaştırıcı etkisini ortadan kaldırmak için dayanışma ve
çarpıtılmamış iletişimin önemine vurgu yapar. Aktif iletişimcilerden oluşan, açık,

164
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Frankfurt Okulu ve Medya

doğru ve bilgilendirici bir iletişimi savunur (Yaylagül, 2013). Habermas, iletişimsel


eylemin üç temel işlevi olduğunu belirtir. Bunlar, "Kültürel bilginin aktarılması ve
yenilenmesi, toplumsal bütünleşme ve grup dayanışması ve kişisel özdeşleşme"dir
(Hardt, 1999). Hanno Hardt'ın da belirttiği gibi, iletişim, Habermas'ın teorik
çalışmalarında merkezi bir öneme sahiptir. İletişim düşüncesi, İletişimsel Eylem
Hanno Hardt'ın da Kuramı adlı çalışmasının yayınlanmasıyla zirvesine varmıştır.
belirttiği gibi, iletişim,
Habermas'ın teorik
çalışmalarında merkezi
bir öneme sahiptir.

165
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Frankfurt Okulu ve Medya

•FRANKFURT OKULU
•Felsefe ve bilim tarihinde önemli bir yere sahip olan Frankfurt Okulu,
kurumsal olarak 3 Şubat 1923 tarihinde Frankfurt Üniversitesi Toplumsal
Araştırmalar Enstitüsü adıyla kuruldu. Bir doktora öğrencisi olan Felix Weil,
Enstitü'nün kurucusu olarak kabul edilmektedir. Karl August Wittfogel, Franz
Özet
Borkenau, Henryk Grossmann, Friedrich Pollock, Leo Löwenthal, Max
Horkheimer, Theodor W. Adorno, Herbert Marcuse, Eric Fromm, Walter
Benjamin, Franz Neumani, Otto Kirchheimer ve Jürgen Habermas gibi
figürler kurumun üyesi olmuş düşünürlerden en önemlileridir.
•I. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'da sol kanat işçi sınıfı hareketlerinin
yenilgiye uğraması, Almanya'daki sol kanat partilerin reformist ya da
Moskova güdümlü partilere dönüşmesi, Rus Devrimi'nin yozlaşarak
Stalinizme kayması ve Avrupa'da faşizmin yükselişe geçmesi gibi tarihsel
olgular Frankfurt Okulu'nun temel hareket noktasını oluşturmaktadır.
Okul’un tüm bu gelişmeleri ve toplumu anlayabilmek için geliştirmiş olduğu
yaklaşım ise "eleştirel teori" olarak bilinmektedir.
•Kültür Endüstrisi
•Frankfurt Okulu üyeleri geliştirmiş oldukları "kültür endüstrisi" kavramıyla
kültür ürünlerinin değerine yönelik eleştirel yaklaşımlarıyla bilinmektedir.
"Kültür endüstrisi" kavramı ilk kez Okul'un üyelerinden Theodor W. Adorno
ve Max Horkheimer'ın 1947 yılında yayımladıkları Aydınlanmanın Diyalektiği
adlı kitapta kullanılmıştır. Kitabın Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak
Aydınlanma başlıklı bölümü sinema, radyo, gazete ve dergi gibi kitle iletişim
araçlarının ideolojik ve kültürel işlevleri üzerine odaklanmaktadır. Adorno'ya
göre, "Kültür endüstrisi, müşterilerinin kasten ve tepeden
bütünleştirilmesidir." Yani kapitalist sistem kültür ürünleri dolayımıyla bilinci
ele geçirerek tek boyutlu bireyler yaratmaktadır.
•Kültür endüstrisi kavramına yönelik eleştiriler
•Adorno ve Horkheimer, kültür endüstrisi ürünlerinin statükoyu üreten ve
yeniden üreten gerici niteliklerine vurgu yaparlar. Fakat kültür endüstrisinin
manipülasyonuna tamamen açık, pasif ve edilgin bir tüketici/alımlayıcı
topluluğu varsaymakta, onların kendilerine sunulan kültür ürünlerini
eleştirme ya da reddetme potansiyellerini göz ardı etmektedirler.
•Walter Benjamin ve "Sanat Yapıtı"
•Benjamin'in "Sanat Yapıtı" adlı çığır açan makalesi fotoğraf ve sinema gibi
mekanik yeniden üretim teknolojilerinin hem sanatın karakteri hem de sanat
yapıtının alımlanması üzerinde yarattığı sonuçlara dair kapsamlı bir analizi
içermektedir. Benjamin, fotoğraf ve sinema gibi yeni teknolojilerin
potansiyelleri üzerine düşünmüş bir kuramcıdır. Benjamin'in metni, 1930'lu
yıllarda yükselişe geçen faşizmin eleştirilmesi ve kitlelerin özgürleşmesi
noktasında yeni teknolojilerin işe koşulabileceğini savlayarak politik sanat
vurgusu taşımıştır. Bu açıdan, Benjamin'i Adorno ile kıyasladığımızda, yeni
teknolojilere karşı daha olumlu ve iyimser bir yaklaşıma sahip olduğunu
söyleyebiliriz.
•Araçsal Akıl ve Tek Boyutlu İnsan
•Aydınlanma ve modernite tarihini "aklın araçsallaşmasının tarihi" olarak
nitelemek mümkündür. Akıl, eleştirme ve sorgulama işlevlerinden
uzaklaşarak araçsal ve faydacı bir işlevin hizmetine girmiş, sürekli gelişme ve
ilerlemenin bir aracına dönüşerek teknik bir girişim haline gelmiştir.

166
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Frankfurt Okulu ve Medya

•Araçsal aklın (öznel akıl) egemenliği, aklı ilerleme, toplumsal zenginlik ve


refah amaçlarına ulaşmak için bir araç haline getirmiştir. Akıl kavramı üretim
kapasitesi, verimliliğin yükselişi ve toplumsal istikrar adını almıştır.
•İleri sanayi toplumuna dair çözümlemelerde bulunan Marcuse, bu
Özet (devamı) toplumdaki bireyi "tek boyutlu insan" olarak nitelendirmektedir. Marcuse'e
göre ileri endüstriyel toplumda yaşanan teknik gelişim yeni yaşam ve iktidar
biçimleri yaratmıştır. İleri endüstriyel toplumda insanlar kendilerini sahip
oldukları metalarla tanımlamaya başlamıştır.
•Kamusal Alan ve İletişimsel Eylem Kuramı
•Habermas, kamusal alan kavramıyla, toplumsal yaşamımız içinde,
kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı kastetmektedir.
Düşünüre göre 18. yüzyılda siyaset üzerinde etkinliğin kurulabildiği,
toplumsal meselelere dair tartışmaların yaşandığı fiili bir kamusal alan söz
konusuydu. Matbaanın icadı ve basının gelişmesi sayesinde de yurttaşlar
kendi fikir ve kanaatlerini topluma yayma olanağına eriştiler. Fakat burjuva
anayasal devletinin kurulması ve endüstriyel kapitalizm ile birlikte
entelektüel basın bu işlevlerinden uzaklaştı, bir ticari girişim haline geldi.
Böylece kamusal alan da dönüşmüş oldu, çıkar çatışmasının alanı haline
gelmeye başladı. Endüstriyel kapitalizm aşamasında bireyler de pasif
izleyicilere dönüşmüşlerdir.
•Habermas'a göre kamusal alanın geçirdiği bu olumsuz dönüşümü
değiştirmek ve yurttaşların toplumsal sorunlarla ilgili fikir alışverişi
yapabileceği ve tartışabileceği bir yer olarak kamusal alandan söz edebilmek
için buna uygun bir iletişim türünden bahsedilmesi gerekmektedir. Bu
iletişim biçimini "iletişimsel eylem" olarak kavramsallaştıran Habermas,
yurttaşların birbirleri üzerinde tahakküm kurmadan düşüncelerini özgürce
ifade ettikleri ve kimsenin kimseyi fikirlerinden ötürü aşağılamadığı bir
iletişim ortamının kurulabileceğini öne sürmektedir.

167
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Frankfurt Okulu ve Medya

DEĞERLENDİRME SORULARI
Frankfurt Okulu’nun toplumsalı anlamak ve açıklamak için geliştirmiş
olduğu yaklaşım ........................ olarak bilinmektedir.
1. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Geleneksel teori
b) Batı Marksizmi
c) Eleştirel teori
d) Pozitivizm
e) Kültür endüstrisi

2. Aşağıdakilerden hangisi Frankfurt Okulu'nun kuruluşunun ardında yatan


tarihsel gelişmelerden biri değildir?
a) I. Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'da sol kanat işçi sınıfı
hareketlerinin yenilgiye uğraması
b) Almanya'daki sol kanat partilerin reformist ya da Moskova güdümlü
partilere dönüşmesi
c) Rus Devrimi'nin yozlaşarak Stalinizme kayması
d) II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi
e) Avrupa'da faşizmin yükselişe geçmesi

3. Frankfurt Okulu'nun geliştirdiği eleştirel yaklaşımın Klasik Marksizm'den


bir sapma olarak görülmesinin nedeni aşağıdakilerden hangisidir?
a) Toplumsal gelişmeleri ekonomik terimlerle açıklamaya çalışmaları
b) Ekonomik belirlenimciliği reddetmeleri ve kültür alanıyla yakından
ilgilenmeleri
c) Üyelerin çoğunluğunun Yahudi olması
d) Almanya'daki sol kanat partilerin Moskova güdümlü partilere
dönüşmesi
e) Frankfurt Okulu'nun Weimar Cumhuriyeti döneminde kurulması

4. Frankfurt Okulu'nun Freud ve psikanaliz ile yakından ilgilenmesinin nedeni


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Faşizmi, kapitalizmin tekelci aşamasının zorunlu bir sonucu olarak
görmüşlerdir.
b) Faşizmi, kapitalizmin ekonomi politiğinin doğal bir sonucu olarak
görmüşlerdir.
c) Faşizmi, daha çok ekonomik bir sorun olarak ele almayı tercih
etmişlerdir.
d) Faşizmi, aynı zamanda bireysel ve ruhsal bir sorun olarak da
görmüşlerdir.
e) Faşizmi, politik bir sorun olarak görmüşlerdir.

168
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Frankfurt Okulu ve Medya

Frankfurt Okulu düşünürlerine göre .......................... sadece


gözlemlenebilir olgularla uğraştığı için, diğer bir deyişle salt algılamaya
dayalı bir bilgi anlayışı geliştirdiği için statükoyu ve mevcut güç/iktidar
ilişkilerini onaylamakta ve böylece kapitalizmin bilim anlayışı olmaktadır.
5. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Pozitivizm
b) Marksizm
c) Yorumbilim (Hermeneutik)
d) Aydınlanma
e) Modernizm

6. Kültür ürünlerinin değerine ilişkin aşağıdaki savlardan hangisi Frankfurt


Okulu tarafından geliştirilmiş olamaz?
a) Kültür endüstrisi ürünleri yanlış bilinç aşılamaktadır.
b) Kültür endüstrisi ürünleri tek boyutlu bireyler yaratmaktadır.
c) Kültür ürünleri tahakkümün sürdürülmesine yarar.
d) Kültür ürünleri aynı zamanda bir direniş alanıdır.
e) Kültür ürünleri her yere benzerlik bulaştırır.

7. Benjamin'in görüşlerinin Adorno ve Horkheimer'dan ayrıldığı en önemli


nokta aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fotoğraf ve sinema gibi yeni teknolojilere iyimser yaklaşarak politik
sanat vurgusu taşıması
b) Kitleselleşen sanatın negatif siyasal işlev yüklenmiş olabileceğini
düşünmesi
c) Yeni teknolojilerin kitleleri mevcut düzene uyumlamayı işlev edinmiş
olabileceğini düşünmesi
d) Yeni teknolojilerin tahakkümün sürdürülmesindeki rolüne
odaklanması
e) Teknolojik kötümser olarak nitelendirilmesi

8. Horkheimer'a göre Aydınlanma düşüncesinin en önemli sonuçlarından biri


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Nesnel aklın eleştirel işlevlerini yeniden kazanması
b) Aklın araçsallaşarak faydacı bir işlevin hizmetine girmesi
c) Nesnel aklın öznel aklı bastırarak yok etmesi
d) Nesnel aklın özgürleşmesi
e) İnsan aklının, yüzey görünümlerin altındaki diyalektik ilişkileri
kavrayabilecek yetiye kavuşması

169
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Frankfurt Okulu ve Medya

....................... kavramıyla, her şeyden önce, toplumsal yaşamımız içinde,


kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı kastederiz.
9. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?
a) Kamusal alan
b) İletişimsel eylem
c) Kamuoyu
d) Araçsal akıl
e) Tek boyutlu insan

10. Aşağıdaki düşünürlerden hangisi teknolojik kötümser olarak nitelenemez?


a) Theodor Adorno
b) Cindy Sherman
c) Herbert Marcuse
d) Walter Benjamin
e) Leo Löwenthal

Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.b, 4.d, 5.a, 6.d, 7.a, 8.b, 9.a, 10.d

170
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Frankfurt Okulu ve Medya

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adorno, T. W. (2014). Kültür endüstrisine genel bir bakış. Ali Artun (Der.), Kültür
endüstrisi: kültür yönetimi içinde (s. 109-119). (Çev.: Mustafa Tüzel).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Adorno, T. W. ve Horkheimer, M. (2010). Aydınlanmanın diyalektiği. (Çev.: Nihat
Ülner ve Elif Öztarhan Karadoğan). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Benjamin, W. (2012). Pasajlar. (Çev.: Ahmet Cemal). İstanbul: YKY.
Bottomore, T. (1991). A dictionary of Marxist thought. Oxford: Blackwell
Publishers.
Bottomore, T. (1997). Frankfurt Okulu. (Çev.: Ahmet Çiğdem). Ankara: Vadi
Yayınları.
Dellaloğlu, B. F. (2007). Frankfurt Okulu’nda sanat ve toplum. İstanbul: Say
Yayınları.
Fiske, J. (2012). Popüler kültürü anlamak. (Çev.: Süleyman İrvan). İstanbul:
Parşömen Yayınları.
Habermas, J. (2001). İletişimsel eylem kuramı. (Çev.: Mustafa Tüzel). İstanbul:
Kabalcı Yayınları.
Habermas, J. (2004). Kamusal alan. Meral Özbek (Der.), Kamusal alan içinde (s. 95-
102). (Çev.: Meral Özbek). İstanbul: Hil Yayınları.
Hall, S. (1998). Notes on deconstructing the popular. John Storey (Ed.), Cultural
theory and popular culture: a reader içinde (s. 442-453), London: Prentice
Hall.
Hardt, H. (1999). Eleştirel'in geri dönüşü ve radikal muhalefetin meydan okuyuşu:
eleştirel teori, kültürel çalışmalar ve Amerikan kitle iletişimi araştırması.
Mehmet Küçük (Der.), Medya iktidar ideoloji içinde (s. 15-75). (Çev.
Mehmet Küçük). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Hıdıroğlu, İ. (2011). Frankfurt Okulu’nun sinema üzerine düşüncelerinin Türkiye’de
alımlanması. D. Beybin Kejanlıoğlu (Ed.), Zamanın tozu, Frankfurt Okulu’nun
Türkiye’deki izleri içinde (s. 449-479). Ankara: De Ki.
Horkheimer, M. (2005). Akıl tutulması. (Çev.: Orhan Koçak). İstanbul: Metis
Yayınları.
Jay, M. (1989). Diyalektik imgelem. (Çev.: Ünsal Oskay). İstanbul: Ara Yayınları.
Kant, I. (2005). Aydınlanma nedir?. (Çev.: Atilla Yayla), Liberal Düşünce, 10 (38-39),
225-230.
Kellner, D. (1984-85). Critical theory and the culture industries: a reassesment,
Telos, 1984 (62), 196-206.
Kracauer, S. (2011). Kitle süsü. (Çev.: Orhan Kılıç). İstanbul: Metis Yayınları.

171
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Frankfurt Okulu ve Medya

Marcuse, H. (1990). Tek boyutlu insan. (Çev.: Aziz Yardımlı). İstanbul: İdea
Yayınları.
Olgun, H. B. (2017). Jürgen Habermas, Hannah Arendt ve Richard Sennett’in
kamusal alan yaklaşımları. Sosyolojik Düşün, 2 (1), 45-54.
Storer, C. (2015). Weimar Cumhuriyeti'nin kısa tarihi. (Çev.: Sedef Özge). İstanbul:
İletişim Yayınları.
Williams, R. (1977). Marxism and literature. Oxford & New York: Oxford University
Press.
Williams, R. (1985). Keywords: a vocabulary of culture and society. New York:
Oxford University Press.
Yaylagül, L. (2013). Kitle iletişim kuramları. Ankara: Dipnot Yayınları.

172
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ
POLİTİĞİ

• Ekonomi Politiğin Tarihsel Seyri


• Eleştirel Ekonomi Politiğin
Temeli
İÇİNDEKİLER

• İletişimin Eleştirel Ekonomi İLETİŞİM KURAMLARI


Politiği
• İletişimin Eleştirel Ekonomi Doç. Dr. Besim
Politiğinin İnceleme Alanları
• Avrupa ve Amerika’da İletişimin
YILDIRIM
Eleştirel Ekonomi Politiği
• Kültürel Çalışmalar Eleştirel
Ekonomi Politik Tartışması
• Yeni İletişim Teknolojileri ve
Eleştirel Ekonomi Politik

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Ekonomi politik yaklaşımları
HEDEFLER

tarihsel olarak anlayabilecek,


• Eleştirel ekonomi politiğin temel
kavramlarını kavrayabilecek,
• Eleştirel ekonomi politiğin ayırıcı
özellikleri sıralayacak,
• İletişimin ekonomi politiğinin
çekirdek görev alanlarını
sayabilecek,
• İletişime ekonomi politik
yaklaşaımın önde gelen
temsilcilerini ve görüşlerini ÜNİTE

9
bileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

Klasik Ekonomi Politik

EKONOMİ POLİTİĞİN TARİHSEL


Neoklasik ekonomi
SEYRİ

Keynesyen ekonomi
İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİ

ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİN Eleştirel Ekonomi Politiğin Ayırıcı


TEMELİ Özellikleri

İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ


POLİTİĞİ
Üretimin eleştirel ekonomi politiği

İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ Medya metinlerinin eleştirel


POLİTİĞİNİN İNCELEME ALANLARI ekonomi politiği

Tüketimin eleştirel ekonomi politiği

İletişimin Eleştirel Ekonomi Politik


Yaklaşımın Amerika’daki Öncüleri
(Smythe, Herman ve Chomsky,
AVRUPA VE AMERİKA'DA Schiller)
İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ
POLİTİĞİ İletişimin Eleştirel Ekonomi Politik
Yaklaşımın Amerika’daki Öncüleri
(Smythe, Herman ve Chomsky,
Schiller)

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ELEŞTİREL


EKONOMİ POLİTİK TARTIŞMASI

YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE


ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK

174
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

GİRİŞ
19. yüzyıldan itibaren gelişen ve yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının
toplumsal konumu, rolü ve işlevleri iletişim araştırmaları bağlamında ele
alınmıştır. Önceleri Amerikan davranışçı ekolün yaklaşım ve yöntemleriyle hareket
eden araştırmacılar kitle iletişim araçları vasıtasıyla iletilen mesajların hedef kitle
üzerindeki etkisi üzerine odaklanmışlardır. Ana damar veya ana akım olarak da
ifade edilen bu çalışmalar kitle iletişim araçlarının kapitalist sistemin yeniden
üretiminde hangi işleve sahip olduğuna dair bir araştırma çerçevesinden uzak
Kitle iletişim araçlarının kalmışlardır.
kapitalist toplumdaki
konumuna ilişkin Kitle iletişim araçlarının kapitalist toplumdaki konumuna ve dolayısıyla
tarihsel ve bütünsel mesajların üretim ve tüketim süreçlerine ilişkin tarihsel ve bütünsel bir bakış açısı
bakış açısı ancak ancak Marksizm’i referans alan eleştirel yaklaşımlar içinden mümkün olmuştur.
Marksizm’i referans Yani davranışçı Anglo-Amerikan yaklaşımının kitle iletişimini kaynak-mesaj-alıcı
alan eleştirel
biçimindeki çizgisel iletişim modeli bağlamında açıklamasına karşın; eleştirel
yaklaşımlarla mümkün
olmuştur. çalışmalar kitle iletişimin üretim ve tüketim aşamalarındaki karmaşık süreçlerine,
iletişim araçlarının sistemi yeniden üretmedeki ve meşrulaştırmadaki rolüne
odaklanmışlardır. Bu bakış açısı ilk olarak Frankfurt Okulu’nun gündeme getirdiği
‘kültür endüstrisi’ kavramıyla yaptıkları kitle iletişim araçlarının kapitalist
girişimciliğin önemli bir parçası olarak güç/iktidar ilişkilerini yeniden ürettiğine
yönelik vurgu ile ortaya çıkmıştır. Çalışmalarında direkt olarak mülkiyet ve
organizasyon yapılarını incelemeyen Frankfurt Okulu, kitle iletişim araçlarının
kitleler üzerindeki manipülatif gücüne yönelik önemli bulgular ortaya koymuştur.
Bu durum Frankfurt Okulu’nu kültürün ekonomik ilişkiler içerisinde yeniden
yorumlanma girişiminin başlatıcısı haline getirir.
Frankfurt Okulu’nun ‘kültür endüstrisi’ kavramıyla kültürün metalaşma
sürecine vurgu yapması, sonraki çalışmalara da rehber olmuş ve nihayet 1960’ların
son döneminde Baran ve Sweezey’in, kapitalist üretim tarzının gelişimini Marksist
argümanlarla incelemelerinden sonra sosyal bilimler alanında yeni bir yöntem
olarak ‘ekonomi politik yaklaşım’ kullanılmaya başlanmıştır.
Bu bölümde genel olarak eleştirel ekonomi politiğin temel dayanakları ve
iletişim alanındaki çalışma alanları ortaya konulmuştur. Öncelikle ekonomi
politiğin tarihsel seyri ele alınmış, sonrasında eleştirel ekonomi politiğin düşünsel
kaynakları Marksizm’le ilişkisi içinde incelenmiş, bu çerçevede söz konusu
yaklaşımın temel kavramları ve ayırıcı özellikleri irdelenmiştir. Son kısımda ise
iletişimin ekonomi politiğinde önde gelen isimlerinin yaklaşımları açıklanmıştır.

EKONOMİ POLİTİĞİN TARİHSEL SEYRİ


Grekçe ev (oikos) ve yasa (nomos) sözcüklerinden oluşan ve bir ailenin
tümünün ortak iyiliği için evin bilgece ve dürüstlükle yönetilmesini ifade eden
ekonomi kavramı tarih boyunca insanlığın toplumsal örgütlenme yapılarına bağlı
olarak farklı biçimlerde kullanılmıştır.

175
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

Önceleri toplumdaki herkesin ortak iyiliğinin gözetilerek bilgece ve


dürüstlükle yönetilmesi anlamına gelen ve bu yönüyle de ahlaki bir boyutu olan
ekonomi politik, kapitalist ekonominin gelişmesiyle birlikte sadece ekonominin
yönetildiği dar bir alana sokulmuş ve politikadan koparılmıştır. Ekonominin özerk
bir alan olarak politikadan soyutlanıp yönetilmesi, toplumun her kesimi için ortak
iyilik ilkesinden de uzaklaşılmasına neden olmuştur. Bu başlık altında eleştirel
ekonomi politiğin gelişiminin ve dayanak noktalarının daha kolay anlaşılabilmesi
için klasik, neo klasik, Keynesyen ve neo liberal ekonomik anlayışların, özellikle
devlet anlayışlarına kısaca değinilmiştir.

Klasik Ekonomi Politik


Klasik ekonomi politik geleneğinin tarihsel çözümlemeye dayalı yaklaşımı en
belirgin olarak Adam Smith’in şahsında gözlenebilir. Adam Smith’in 1776 tarihli
‘The Wealth of Nations’ (Ulusların Zenginliği) adlı kitabı, ekonomi disiplininin
kurucu metinlerinden biri olarak literatüre geçmiştir. Bu kitaptaki tarihsel
yaklaşım, kapitalist toplumun doğuşunu insanlığın gelişim sürecinin barbarlıktan
uygarlığa ilerleyen evrimsel bir yol izlediği düşüncesine dayandırmaktadır.
İnsanlığın avcılık, çobanlık, tarımcılık ve ticari toplum şeklinde dört aşamalı bir
gelişme modeli izlediğini savunan Adam Smith, ticari toplumun birey ve toplum
üzerinde yarattığı sorunlara karşı, serbest rekabet reçetesini sunmuştur.
Klasik ekonomiye göre piyasa ekonomisi içerisinde müdahale olmaksızın
işleyen fiyat mekanizması kendiliğinden piyasaların temizlenmesini yani tam
istihdam dengesini sağlayacaktır. Adam Smith, ekonomik hayatın rekabetçi
modelindeki bu dengeli gidişatı ‘görünmez el’ kavramıyla açıklar. Devlet
müdahalesinin gereksizliğine işaret eden ‘görünmez el’, serbest piyasa ekonomisi
ile bireysel ve toplumsal faydaları birbirine uyarlayan ve dengeleyen soyut bir
Adam Smith, ekonomik kavram olarak kendini göstermektedir.
hayatın rekabetçi
modelindeki bu dengeli İyimser bir görüşe sahip olan Smith’e göre uygun ortam oluşturulduğunda
gidişatı ‘görünmez el’ serbest rekabet ortamı toplumun refahını azami kılacak şekilde ‘doğal özgürlüğün
kavramıyla açıklar. açık ve yalın sistemi’ olarak işleyecektir. Bu çerçeveden bakıldığında Smith’in
öncüsü olduğu ve Jean Baptiste Say, David Ricardo, Thomas Robert Malthus ve
John Stuart Mill gibi iktisatçıların yer aldığı klasik ekol, geliştirdikleri teorilerle
liberalizmin şiddetli savunucuları olmuşlardır.

Neo-klasik Ekonomi
1800’lü yılların ortalarına doğru ekonomi bilimi, doğa yasaları argümanı
yerine ‘ekonominin yasaları’na ağırlık vermeye başlamıştır. Bu durum ekonomi ile
politikanın ayrışarak ekonominin özerk bir alan olarak tanımlanmasıyla
bağlantılıdır.
Sanayii devrimi sonrası üretimin sanayileşmesi piyasanın özerk bir alan
olarak politikadan ayrılmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler karşısında ekonomi
bilimi 18. yüzyılda Adam Smith’le özdeşleşen ve hâkim olan iyimser ve neredeyse
‘herkes için refah’ söylemi, sadece güçlülerin (sermaye sahiplerinin) kazanacağı,
fayda ve özel çıkarların üstün tutulduğu sert bir söyleme dönüşmüştür.

176
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

1870’lerden itibaren Alfred ve Mary Marshall’ın öncülüğünde gelişen


neoklasik ekonomi anlayışı, politikayı dışarıda bırakıp, sadece ekonomiye vurgu
yaparak ahlak felsefesini dışarıda bırakmıştır. Klasik iktisatçılara göre devletin
ekonomiye müdahale etmesine gerek yoktur. Ekonomi içindeki payının çok küçük
olması gereken devlet, sadece iç ve dış güvenlik, adalet, eğitim, sağlık gibi
Neo-klasik ekonomi konularda politika üretmelidir. Rekabet kelimesinin, çağdaş sanayi yaşamının
anlayışı, politikayı özelliklerini açıklamaya uygun olmadığını düşünen Marshall, bunun yerine
dışarıda bırakıp, sadece ‘Ekonomik Özgürlükler’ terimini önermiştir. Neoklasik ekonomiciler, ekonomide
ekonomiye vurgu
kendi kendini düzenleyen bir mekanizmanın olduğuna ve denge politikası gereği
yaparak ahlak
felsefesini dışarıda ekonominin hiçbir müdahale olmaksızın, her hangi bir durgunluk dönemi olsa bile,
bırakmıştır. yeniden tam istihdam dengesine döneceğini iddia etmişlerdir. Ekonomik özgürlük
üzerine temellenen neoklasik ekonomiyi özetleyen en belirgin ifade ise ‘Laissez
faire!’ (‘let it be’, ‘bırakınız yapsınlar’) olmuştur.

Keynesyen Ekonomi
Keynesyen ekonomi İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in 1936’da
yayınladığı “The General Theory of Employment, Interest and Money” (İstihdam,
Faiz ve Paranın Genel Teorisi) adlı çalışmasında köken bulur. 20. yüzyılda, iki dünya
savaşı arasında kalan ve büyük buhran olarak adlandırılan dönem, hem Avrupa
hem de Amerika için sıkıntılı bir süreç olmuştur. İngiltere’de 1921’de başlayan ve
1930’dan sonra tüm dünyayı etkisi altına alan kriz, işsizlik ve durgunluk gibi
sorunlarla serbest piyasa ekonomilerini çıkmaza sokmuştur. Bu durum,
ekonominin kendi kendine düzeleceğini öne süren Neoklasik teoriye olan güveni
zayıflatmıştır.
Keynesyen teori işte böyle bir ekonomik bunalım döneminde ortaya çıkmış
ve ücretlerle fiyatların esnek olduğu bir ekonomide tam istihdamın kendiliğinden
sağlanacağını öne süren Neoklasik teoriyi reddetmiş ve devlet müdahalesini
minimalize eden, hatta gereksiz gören anlayışı kabul etmemiştir. Keynesyen
Makroekonomik teoriye göre ekonomik işleyişteki ahengi bozan dengesizliği
ortadan kaldırmanın yolu devlet müdahalesidir. Devletin ekonomiye müdahale
biçimini ‘Fonksiyonel Devlet Teorisi’ çerçevesinde ele alan Keynesyen iktisatçılar,
Keynesyen ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için, devletin ekonomideki rolü ve
Makroekonomik
fonksiyonlarının genişletilmesini ve ekonomiye aktif olarak müdahale etmesi
teoriye göre ekonomik
işleyişteki ahengi bozan gerektiği görüşünü savunmuşlardır.
dengesizliği ortadan Müdahaleci devlet anlayışındaki kırılma ise 1973 yılında yaşanan petrol krizi
kaldırmanın yolu devlet ile başlayan ekonomik durgunlukla yaşanmış, bu sefer de Keynes’in teorisine olan
müdahalesidir.
inanç sarsılmıştır. Bu dönemde Neo liberal politikalar baskın gelmeye başlamıştır.
Neo liberal sistemde ise Keynesyen teoride olduğu gibi piyasa başarısızlıklarını ve
yetersizliklerini telafi etmek için devletin ekonomiye müdahale etmesini ve
sorunları çözüme kavuşturması gerektiğini savunan ‘Müdahaleci Devlet’ anlayışı
yerine, sorunlara piyasa ekonomisi içerisinde, piyasanın isteği zaman ve koşullarda
kurallar koyan ‘Garson Devlet’ anlayışı yerleşmiştir.
1980’lerden itibaren kapitalist sistemin yeni bir aşaması olarak kabul edilen
küreselleşme sürecinin yoğunlaşması, iletişim sektörü de dâhil olmak üzere eğitim,

177
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

sağlık, ulaştırma, sosyal güvenlik gibi pek çok alanın özelleştirme politikaları ile
sermayeye açılması ve hâliyle devletin bu alanlardan elini çekmesi, sermayenin
emrine girmiş garson devletin talebe göre belirlediği politikaların sonuçlarıdır.
Dikkat edilirse liberal ekonomi anlayışlarında devlet müdahaleleri sadece
piyasa ekonomisini düzeltmekle sınırlıdır. Oyunun kurallarını piyasanın isteklerine
göre belirleyen devlet, kapitalist sermaye birikim düzenini korumak, ekonomik ve
siyasal sistemi işler şekilde tutmak ve büyütmek durumundadır. Oysa bu ünitenin
konusu olan eleştirel ekonomi politik, devlet müdahalesinin mümkün olduğunca
hem kapitalist girişim hem de kamu için adil olacak biçimde denge unsurunu
gözeterek yapılması gereğini vurgular. Kısaca eleştirel ekonomi politik pazardaki
eşitsizlikler ve bozukluklar nedeniyle pazarın kusurlarının devlet müdahalesi ile
düzeltilebileceği üzerinde durmaktadır. Yani devlet müdahalesi bu yaklaşımda
kamunun sigortası konumundadır.

ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİN TEMELİ


Eleştirel ekonomi Eleştirel ekonomi politik çeşitli sınıf ve toplumsal grupların temel ekonomik
politik çeşitli sınıf ve çıkarlarını etkileyen insan ilişkilerini inceleyen bir yaklaşımdır. Eleştirel ekonomi
toplumsal grupların
politik, her şeyden önce normatiftir, yani toplumu değiştirme ve daha iyi bir
temel ekonomik
toplumsal yaşam idealini ön planda tutar.
çıkarlarını etkileyen
insan ilişkilerini Liberal ekonomi politik yaklaşımın pazardaki mübadele alanına
inceleyen bir odaklanmasının aksine eleştirel ekonomi politik dikkatleri mübadele alanından
yaklaşımdır.
ziyade mülkiyet ve üretim örgütlenmesi üzerine çeker. Marksist temelli bir
yaklaşım olan ve tarihsel materyalizmi yöntem olarak ele alan eleştirel ekonomi
politik, Marksist ‘altyapı-üstyapı’ eğretilemesi çerçevesinde, ideolojinin ekonomik
alt yapı tarafından belirlenen bir üstyapı kurumu olduğunu vurgular.
Karl Marx, ekonomi politik araştırmalarında, egemen sınıfın fikirlerinin her
dönemde ‘egemen fikirler’ olduğu üzerinde durmaktadır. Engels ile birlikte yazdığı
‘Alman İdeloji’sinde maddi üretim araçlarına sahip olanların, yani toplumun
egemen maddi gücü olan sınıfın aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da
yönettiğini vurgulamıştır. Daha sonra ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ adlı
eserinde ise aynı görüşleri tekrar savunmuş ve maddi yaşamın üretim tarzının,
genel olarak toplumsal, siyasal ve kültürel yaşamın süreçlerini belirlediğini
vurgulamıştır. Ona göre insanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değil ama
bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır.
Marx’ın bu düşünceleri, bazı çevrelerce ‘ekonomik indirgemecilik’ olarak
algılanmış olsa da, gerek kapitalist ekonominin dinamik bir yapı olduğunu ve
tarihsel koşullara bağlı olarak değiştiğini vurgulaması ve gerekse ‘belirlenme’
kavramını diğer unsurlardan yalıtık, dar anlamlı olarak kullanmadığı dikkate
alındığında ‘indirgemecilik’ eleştirisinin tartışmalı olduğu anlaşılmaktadır.
Marx’ın görüşlerinden ilham alan düşünürler kültürel üretimin
çözümlenmesi için sadece kontrolün sınıfsal temelini değil, bu kontrolün işlediği
genel bağlamın da araştırılması gerektiğini anlamışlardır. Bu çerçevede özellikle
1970’lerden itibaren iletişim ve medyanın ekonomi politiğini temel araştırma alanı

178
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

hâline getirmiş ve bu alandaki öncü çalışmaları yapmış olan Peter Golding ve


Graham Murdock, Marx’ın düşüncelerinin aşağıda sıralanan üç önemli önermeyi
içerdiğini belirtmişlerdir:

• Düşüncenin üretimi ve dağıtımı üzerindeki kontrol, üretime hâkim olan


kapitalistlerin ellerinde yoğunlaşır.
• Bu kontrolün sonucu olarak, onların yani egemenlerin dünya görüşleri,
bağımlı grupların düşünceleri üzerinde tahakküm kurmaya başlar.
• Bu ideolojik tahakküm, sınıfsal eşitsizliğin sürdürülmesinde anahtar rol
oynar.
Sonuç olarak ekonomik örgütlenmeyle siyasal, toplumsal ve kültürel yaşam
arasındaki etkileşimle ilgilenen eleştirel ekonomi politik yaklaşım, özellikle
ekonomik dinamiklerin kamusal, kültürel anlatımın yayılım alanı ve çeşitliliği ile
bunlardan farklı toplumsal grupların yararlanabilirliği üzerindeki etkisinin izini
sürmektedir.

Eleştirel Ekonomi Politiğin Ayırıcı Özellikleri


Eleştirel ekonomi politiği ana akım ekonomiden ayıran belirgin unsurlar
vardır. Bu unsurları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür:
• Eleştirel ekonomi politik bütüncüldür.
• Eleştirel ekonomi politik tarihseldir.
• Eleştirel ekonomi politik kapitalist teşebbüsle kamusal müdahale
Eleştirel ekonomi arasındaki dengeye odaklanır.
politiği ana akım
• Eleştirel ekonomi politik bir ahlak felsefesine dayanır.
ekonomiden ayıran
belirgin unsurlar vardır. Eleştirel ekonomi politik bütüncüldür: Toplumsal ilişkileri birbirinden kopuk
ve yalıtık biçimde değil, tüm bu yapıların (toplumsal, siyasal, ekonomik vb.)
birbirlerini etkilediği, birbirinin içine geçmiş yapılar olduğu gerçeğinden hareket
eder. Ekonomi politik, toplumsal değişimleri ve tarihsel dönüşümleri incelerken,
ekonomi, siyaset, iletişim gibi ayrı ve uzmanlaşmış alanların varlığını reddeder.
Böylece bütünlüklü bir biçimde, ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel olanın
etkileşimi ile ilgilenmeyi amaç edinir.
Eleştirel ekonomi politik tarihseldir: Sermayenin, medyanın ve devletin
rolünü uzun vadeli değişimleriyle beraber tarihsel bir bağlamda görmeye çalışır.
Marksist geleneğin temelini oluşturan tarihsel materyalizm, eleştirel ekonomi
politiğin önemli bir boyutunu oluşturur. Kitle iletişim araçlarının hangi tarihsel
süreçlerden geçtiği, girmiş oldukları güç ilişkilerinin tarihsel konumu gibi
meseleler, eleştirel ekonomi politiğin konusunu oluşturur.
Eleştirel ekonomi politik kapitalist girişim ile kamusal müdahale arasındaki
denge ile ilgilenir: Ana akım ekonominin devlet müdahalesini sırlamasına, neo
liberal yaklaşımın devleti sadece kapitalistler lehine politika üreten ‘garson devlet’
konumuna sokmasına karşın, eleştirel ekonomi politik devletin kamu adına üretici,
tüketici, dağıtıcı ve düzenleyici bir güç olarak aktif bir konumda olmasını ister.
Eleştirel ekonomi politik bir ahlak felsefesine dayanır: Adalet, eşitlik, kamu
yararı gibi temel etik problemlere odaklanmak için, verimlilik gibi teknik konuların

179
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

ötesine geçer. Bu durum onu diğer ekonomik paradigmalardan ayırır. Bu yüzden


de eleştirel ekonomi politik kârlılık ve verimlilik gibi konulardan daha önce emek
sürecindeki sömürüye, üretim sürecini etkileyen unsurlara odaklanır.

İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİ


İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım, ekonomi-politiğin temel
kavramlarının ve metodolojisinin iletişim alanı ile birleştirilmesiyle gelişir. Klasik
iktisattan farklı olarak analizlerine ‘değer yargılarını’ dâhil eden ekonomi politik
İletişime eleştirel yaklaşım, çözümlemelerinde eşitlik, adalet ve kamu faydası gibi kavramlara yer
ekonomi politik verir. Diğer farklılıklar ise toplumsal iktidar ilişkilerini dikkate almaları ve var olanın
yaklaşım, ekonomi- değiştirilebileceğine inanmalarıdır.
politiğin temel
kavramlarının ve İletişim ve medyanın eleştirel ekonomi politiği, iletişimsel etkinliklerinin
metodolojisinin iletişim maddi ve simgesel kaynakların eşitsiz paylaşımı tarafından nasıl yapılandırıldığına
alanı ile odaklanır. Özellikle iletişimsel etkinliğin, maddi ve simgesel kaynakların eşitsiz
birleştirilmesiyle gelişir. paylaşımı tarafından nasıl yapılandırıldığına odaklanarak medya kurumlarını genel
kapitalist ekonomi içinde, kâr elde etme amacıyla çalışan bir endüstri olarak kavrar
ve üretim sürecini vurgulayarak analizlerini geliştirir.
1970 ve 80’lerde medyanın ekonomi politiğine odaklanan indirgemeci
araştırmalara karşı, Golding ve Murdock ekonomi politiğin eleştirel boyutunu ön
plana çıkararak, ana hatlarını çizmeye çalışmışlardır. Eleştirel bakış açısının
epistemolojik açıdan gerçekçi ve maddeci kavrayışa sahip olduğunu savunan
Golding ve Murdock, eleştirel çözümlemenin gerçek dünyadaki gerçekçi aktörlerin
yaşantılarını ve fırsatlarını biçimlendiren gerçek sınırlamaları ortaya çıkarmak için
eylem ve yapı sorunu üzerine odaklandığını ifade ederler. Ayrıca eleştirel ekonomi
politiğin çözümlemelerinin tarihsel bir analize dayandırılarak yapılması gerektiğini
vurgularlar.
İletişim süreçlerini yukarıda Golding ve Murdock’un çizdiği çerçeveden ele
almak, ‘araçsalcılık’ ve ‘yapısalcılık’ olarak ifade edilen iki tuzağa düşmeyi engeller.
Bu noktada tuzak olarak ifade edilen araçsalcılık ve yapısalcılık kavramlarını
açıklamak faydalı olacaktır.
Araçsalcılık: Araçsalcılar Marx’ın, “maddi üretim araçlarına sahip olanlar
aynı zamanda zihinsel üretimin araçlarını da kontrol ederler” görüşünden yola
çıkarak kapitalistlerin kendi çıkarlarına uygun kamusal bilgi akışını sağlamak için
ekonomik güçlerini kullanmaları üzerine odaklanırlar. Onlara göre özel mülkiyet
altındaki iletişim araçları, sınıf tahakkümünün araçlarıdır.
Ancak kapitalist sermayedar ve genel olarak kapitalist sınıf üzerine
gereğinden fazla vurgu yapan ve bunların hareket alanını genel sistem içerisinde
sınırsız gibi gösteren araçsalcı yaklaşım, iş çevrelerindeki seçkinlerin iletişim
alanındaki nüfuz ve müdahaleleri üzerine odaklanırken sistemdeki çelişkileri göz
ardı etmektedir. ‘Propaganda Modeli’ni geliştiren Edward S Herman ve Noam
Chomsky, araçsalcı yaklaşımın temsilcileri olarak kabul edilir.

180
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

Yapısalcılık: Yapısalcılar ise, araçsalcıların kapitalist girişimci ve sınıfa


yaptıkları aşırı vurguyu sistemin, kapitalist yapının kendisi üzerine
konumlandırılması tuzağı olarak nitelendirir. Yapısalcılar iletişim sistemlerini katı,
sürekli ve sabit yapılar olarak değerlendirirler. Oysa yapı, belirli eylemleri, bir
yandan engelleyen ya da sınırlayan şey iken diğer yandan bu eylemlere izin veren,
olanak sağlayan bir şey olarak da çelişkileri içinde barındırmaktadır. Bu yüzden
hem araçsalcılık (bireyler bazında) hem de yapısalcılık (yapı bazında) indirgemeci
olmakla eleştirilmektedir.
Mosco (1996), iletişimin eleştirel ekonomi politiğinin homojen olmadığını
belirtmiştir. Buna göre, yöntem, varsayım ve kavrayış açısından birbirinden
farklılıklar gösteren bir dizi yaklaşımı kapsayan bir eleştirel ekonomi politik
yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Ancak bu yöndeki yaklaşımların tümü,
(farklılıklarına rağmen) toplumsal dönüşümü inceler; toplumsal bütünlüğü dikkate
alır.
Ekonomi politik, başlangıçtan itibaren, kurumsal ve teknolojik değişimlerin
piyasayı nasıl şekillendirdiği, bu değişimleri kontrol eden şirketlerin ve
hükümetlerin motivasyonlarını, ekonomi ve uluslararası ticari ilişkilerin
dinamiklerini, gelişme farklılıklarını ve az gelişmişliğin nedenlerini, ülkeler arasında
enformasyon üretme, dağıtma ve paylaşma konusundaki eşitsizlikleri, uluslararası
tekelleşmeyi çözümlemiştir.
Golding ve Murdock iletişimin veya medyanın eleştirel ekonomi politiği için
Golding ve Murdock dört tarihsel sürecin incelenmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bu süreçler şu
iletişimin veya şekilde sıralanabilir:
medyanın eleştirel
ekonomi politiği için • Medyanın gelişmesi
dört tarihsel sürecin • Şirket menzilinin genişlemesi
incelenmesi gerektiğini • Metalaş(tır)ma
öne sürmüşlerdir.
• Devlet ve hükûmetlerin değişen rolü
Medyanın gelişmesi: Kültürün endüstrileşme sürecinin tarihsel olarak ele
alınmasını ifade eder. Frankfurt Okulu düşünürleri bu sürecin başlangıç noktası
olarak 18. yüzyılı işaret eder. 18. yüzyıldan itibaren kitle iletişim süreci basından
medyaya, yani endüstriye doğru ciddi bir dönüşüm yaşamıştır. Eleştirel ekonomi
politik medyanın gelişimini ekonomik, toplumsal ve siyasi yapı ile ilişkilendirerek
tarihsel olarak analiz eder. Simgesel formların aktarılmasının giderek medya
endüstrilerinin teknik ve kurumsal aygıtları aracılığıyla dolayımlanmasını ve bunun
sonuçlarını ele alır. Dolayısıyla bu sürecin genel bir resmini sunar. Bu, çağdaş
kültürün çözümlenebilmesi açısından son derece kritiktir.
Şirket menzilinin genişlemesi: Temel motivasyonları kapitalist ekonomi
içinde kâr etmek olan ticari aktörler kültürel alana iki şekilde müdahale eder. İlki
kültürel üretimin olabilen her alanında yatırımlara sahip olmak ve bu alanlarda
yatay-dikey şirket kontrolü kurmaktır. İkinci yol ise kültür endüstrisinde yatırımları
olmayan ticari aktörlerin birleşme ve satın almalarla ya da reklamcı ve sponsor
rolleri ile kültürel üretim sürecinde belirleyici olmasıdır. Her iki durum da

181
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

kamunun, devletin medya alanındaki rolünün ve belirleyiciliğinin azaldığını


gösterir ki bu da eleştirel ekonomi politiğin incelediği konular arasında yer alır.
Metalaş(tır)ma: Kültürel ürünlerin piyasada ücret karşılığı alınıp satılabilen
bir mal olarak dönüşümü üzerine analizler eleştirel ekonomi politiğin çalışma
alanına girer. Bu çerçevede özellikle reytingler yoluyla izleyicinin metalaşması,
medya metinlerinde ve türlerinde homojenleşme eğilimi gibi meseleler ele alınan
önemli başlıklardır.

Kültürel ürünlerin
piyasada ücret karşılığı • Bir kültürel ürünün her dönemde farklı bir anlamlandırma şeması
Örnek

alınıp satılabilen bir mal içinde yer alarak mübadele sürecinde yer alması onun
olarak dönüşümü metalaşması anlamına gelir. Örneğin Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı
üzerine analizler Memnu adlı eseri romandan operaya, tiyatrodan televizyon
eleştirel ekonomi dizisine kadar birçok formda hazırlanarak kitlelerin ilgisine
politiğin çalışma alanına sunulmuştur. İlk başta tefrika olarak yayınlanan bu eser farklı
dönemlerde hangi formda sunulursa sunulsun gerek baskı gerek
girer.
izleyici sayısı ve reyting oranının yüksek oluşundan dolayı önemli
bir ticari ürün haline gelmiştir.

Devlet ve hükümet müdahalesinin değişen rolü: Piyasa koşulları içinde


işleyen medyanın nasıl biçimlendiği, piyasanın yarattığı kusurlar, bu kusurları
düzeltmede devletin, kamunun rolü ve bunun zaman içindeki değişimi eleştirel
ekonomi politiği konuları arasındadır.
Golding ve Murdock ‘Kitle İletişimin Ekonomi Politiği İçin’ (For a Political
Economy of Mass Communitain) adlı makalelerinde, medyanın ekonomi politik
analizi için bazı başlıklar belirlemişlerdir. Bu başlıklar şu şekildedir:

• Her şeyden önce medyanın meta üretip, dağıtan (pazarlayan) bir ticari
işletme/örgüt olduğu kabul edilmelidir.
• Farklı medya sektörleri aynı sermaye grubuna ait oldukları için birbirinden
yalıtık biçimde ele alınamazlar. Bu yüzden geniş bir ekonomik bağlam
referans alınmalıdır.
• Medyanın ekonomi politiği, sadece içeriğin (metanın) üretim ve dağıtımına
odaklanmadığından çözümlemeler medyanın ekonomik ve politik
düşüncelerin yayılmasındaki ve meşrulaştırılmasındaki ideolojik işleyişine
de odaklanmalıdır.

İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİNİN


İNCELEME ALANLARI
Daha önce de vurgulandığı gibi iletişimin eleştirel ekonomi politiği, kamusal
iletişimin simgesel ve ekonomik boyutları arasındaki etkileşime odaklanır. Bu
çerçevede özellikle kültürel üretimin farklı finans yollarına (kamu-özel sermaye),
örgütlenme biçimlerine (yoğunlaşma-tekelleşme), tüm bu örgütlenmelerin

182
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

kamusal alandaki söylem ve temsilleri nasıl kurduğuna (içerik üretimi) ve


izleyicilerin bu temsillere nasıl, hangi koşullarla erişebildiğine (tüketici analizi)
yönelik incelemelerde bulunur. Bu bağlamda düşünüldüğünde iletişimin ekonomi
politiğinin çekirdek görev alanları üretimin eleştirel ekonomi politiği, medya
metinlerinin eleştirel ekonomi politiği ve tüketimin eleştirel ekonomi politiği olmak
üzere üç grupta incelenebilir (Resim 9.1).

Resim 9.1. İletişimin eleştirel ekonomi politiğinin çekirdek görev alanları

Üretimin eleştirel ekonomi politiği


Kültürel malların üretiminin ekonomi politiği: Üretim faaliyetleri yeni ve
yapay bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar oluşturması veya var olan ihtiyaçların
yeniden tanımlanarak dönüştürülmesi çerçevesinde örgütlenen bir etkinlik alanını
da kapsamaktadır. Medya aracılığıyla gerçekleşen üretim sürecinin bu boyutu,
sermayenin kendini her seferinde nasıl yeniden üretebileceğinin koşullarını
belirleyen şeydir. Medyanın ürettiği sembolik ürünlere olan talebin yapısı, genel
ekonomi içinde diğer alanlardaki meta üretim süreçlerinden farklı değildir.
Mülkiyet: Eleştirel ekonomi politik, medyanın mülkiyet yapısındaki
değişimleri ele alarak, bu değişimlerin yol açtığı yapısal sorunları irdeler. Ayrıca
medya alanındaki tekelleşmenin nedenleri ve sonuçları da eleştirel ekonomi
politiğin konusudur.
Kontrol yapıları: Sermayeyi yalnızca ekonomik değil toplumsal egemenliğin
kurucu bileşeni olarak gören eleştirel ekonomi politik, sermayenin basitçe bir
mülkiyet konusu değil, kontrol meselesi olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle
medya sektöründeki mülkiyet ilişkilerini ele alırken toplumsal ilişkilerden bağımsız
biçimde düşünülmemelidir.
Her ne kadar 20. yüzyılın ikinci yarısında modern şirketlerin ortaya
Eleştirel ekonomi çıkmasıyla, mülkiyetin hisseler yoluyla tabana yayılması ve geleneksel sahipliğin
politikçiler medya gözden ırak olması, özellikle medya sektöründe mülkiyet ve kontrolün birbirinden
sektöründe ayrıldığı iddialarını gündeme getirmiş olsa da eleştirel ekonomi politikçiler bu
operasyonel ve
durumu kabullenmezler. Medya sektöründe operasyonel ve tahsisata dair olmak
tahsisata dair olmak
üzere iki ayrı kontrol üzere iki ayrı kontrol düzeyinin olduğunu belirtirler. Gündelik üretime ilişkin rutin
düzeyinin olduğunu kontrol süreçlerini içeren operasyonel kontrol düzeyi, içeriğin belirlenmesine
belirtirler. ilişkin karar verme süreçlerini içerir. Tahsisata dair kontrol düzeyi ise bir bütün
olarak medya şirketinin yapısını ve gelişimini; kaynakların kullanımını, eylemlerin
ölçeğini ve kapsamını içerir.

183
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

• Medya sektöründeki kontrol düzeylerinin neler olduğunu

Etkinlik
Bireysel
açıklayarak, örnekler veriniz.

Devlet-medya ilişkileri: Eleştirel ekonomi politik yaklaşım medya


şirketlerinin kararlarını, davranışlarını ve içeriklerini etkileyen hükûmet
politikalarını ve bu politikaları belirleyen mülkiyet yapılarını ve mekanizmalarını
inceler. Bu bakımdan incelemelerinde, özellikle devletin regülasyon (düzenleme)
ve deregülasyon (kuralsızlaştırma) politikalarını odağına alır. Genel anlamda
medyaya ilişkin yasama faaliyetleri, özelleştirmeler, sübvansiyonlar, devlet
reklamları, medya çalışanlarının özerkliği vb. gibi konular eleştirel ekonomi
politiğin çalışma alanlarıdır.

• Gazetecilik varolduğu günden bu yana yayın politikası siyasal


Örnek

İletişimin eleştirel iktidarla yandaşlık ya da muhalef ekseni üzerinde yapılandırır.


ekonomi politik Eleştrel ekonomi politik medyanın sahiplik yapısıyla iktidar
özellikle devletin aarasındaki ilişkiye odaklanır.
regülasyon (düzenleme)
ve deregülasyon Emek gücü: 1980’lerde her alanda olduğu gibi medya alanında sahiplik
(kuralsızlaştırma) yapısının değişimi, yatay ve dikey bütünleşmeler gibi yaşananlar, çalışanların
politikalarını odağına konumlarında belirgin farklılıklara yol açmıştır. Bu noktada eleştirel ekonomi
alır.
politik yaklaşım sektördeki emek süreçlerine, örgütlenme durumlarına ve sınıf
ilişkilerine odaklanır.

• Gazetecilerin çalışma koşulları, özlük hakları, sendikalaşma


Örnek

durumları ekonomi politiğin inceleme alanına girer.

Medya metinlerinin eleştirel ekonomi politiği


Her ne kadar kültürel çalışmalar tarafından içeriğe odaklanmayıp, sadece
ekonomik yapı üzerinde durdukları iddiasıyla ‘makro’ olarak nitelenip eleştirilse de
eleştirel ekonomi politik yaklaşım sömürü ve sınıf ilişkilerini incelerken kültürel
süreçleri ihmal etmez. Üretimin ekonomik dinamiklerinin, belirli kültürel formları
Eleştirel ekonomi
politik maddi ve diğerlerinin üstünü kapatacak şekilde yükselterek kamusal söylemi nasıl
kültürel eşitsizlik yapılandırdığını açıklamaya çalışır. Mevcut sistemi meşrulaştırmaya dönük
arasındaki ilişkiyi ideolojik üretimle şekillendiği için medya metinlerini, üretimi biçimlendiren yapılar
inceleyerek, kültürel içinde incelemek çok daha önemli bir hal almaktadır. Medya ürünlerindeki mevcut
ürünlere erişimde temsillerin üretimlerindeki ve tüketimlerindeki maddi gerçeklerle bağları, belli
toplumdaki herkesin söylemlerin medyada sürekli yer bulması ya da bulmaması, bu söylemlerin ele
eşit olmadığını vurgular.
alınış biçimleri vb. gibi konular ekonomi politiğin inceleme alanına girer.

184
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

• İletişimin eleştirel ekonomi politiği medyanın sahiplik yapısının

Örnek
medya metinlerinin çerçevesini nasıl belirlediğine odaklanır.
Örneğin otomotiv alanında yatırımları olan bir medya patronunun
haber kanalında otomotiv alanındaki işçi grevlerine ilişkin haber
çerçevesi işçilerin haklarını istemesi şeklinde değil, sektörün
faaliyetlerini durdurarak ülke ekonomisini kötü etkilediği yönünde
kurulabilir. Bu durum ancak eleştirel ekonomi politik bir
incelemeyle ortaya çıkarılabilir.

Tüketimin Eleştirel Ekonomi Politiği


Eleştirel ekonomi politik maddi ve kültürel eşitsizlik arasındaki ilişkiyi
inceleyerek, kültürel ürünlere erişimde toplumdaki herkesin eşit olmadığını
vurgular. Ayrıca tüketicilerin (okuyucu/dinleyici/izleyici) serbest zamanlarının
kapitalist girişimcilerce pazarlanması, başka bir deyişle izleyicinin metalaşması da
eleştirel ekonomi politiğin ele aldığı konulardandır.

• Sayısal iletişim teknolojilerinin her geçen gün gelişmesi bilgiye


Örnek

erişimin kolaylaştırdığı gibi, erişimin maliyetinin de


yükseltmektedir. Örneğin en basit anlamıyla bilgisayar, tablet ve
akılllı telefonların her yıl yeni versiyonlarının çıkması ve bilgiye
erişim için gerekli internet bağlantısının her ay belli bir abonelik
ücreti gerektirmesi teketicilerin bilgiye erişiminde maddi
eşitsizliklere yol açmaktadır.

AVRUPA VE AMERİKA’DA İLETİŞİMİN ELEŞTİREL


EKONOMİ POLİTİĞİ
İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım içinde bölgesel temelde yapılan
bir ayrımdan da söz etmek mümkündür. Bu ayrım Kuzey Amerika ve Avrupa
temelli çalışmalar olarak belirtilir. Kuzey Amerika’da gelişen biçim, Marksizm’i ve
gelişme yazınını eleştiren ‘bağımlılık paradigması’nı temel alır. Dallas Smythe ve
Herbert Schiller’in çalışmalarıyla başlayan bu gelenek, ABD kökenli medya
kurumlarının küresel düzeydeki yayılmasını konu edinmiştir. Dolayısıyla inceleme
konuları da medya endüstrisi, uluslararası şirketler, bunların küresel etkileri,
merkez ve çevre ülkeler arasındaki enformasyon eşitsizliği, iletişim teknolojilerinin
az gelişmiş ülkelere giriş koşulları gibi başlıklar olmuştur. Avrupa araştırmaları ise
altyapı-üstyapı modeli, medya kurumları ve ideoloji, altyapının son kertede
belirleyiciliği, teknolojik belirleyicilik, kültürel materyalizm gibi kavramlar
üzerinden yükselen çalışmalar olmuştur. Ancak bu iki yönelim de kitle medyasını
merkeze almıştır.

185
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

İletişimin Eleştirel Ekonomi Politik Yaklaşımın Amerika’daki


Öncüleri (Smythe, Herman ve Chomsky, Schiller)
Bu başlık altında Amerika’da iletişimin eleştirel ekonomi politiğinde öne
çıkan Dallas Smythe, Noam Chomsky, Edward Herman ve Herbert Schiller gibi
araştırmacıların yaklaşımları kısaca ele alınacaktır.

Smythe: İzleyicinin metalaşması


1977’de yazdığı ‘Communications: Blindspot of Western Marxism’ (İletişim:
Batı Marksizmi’nin Kör Noktası) adlı makalesinde iletişimin ekonomi politiğini
anlamak açısından yeni bir perspektif sunan Dallas Walker Smythe, reklam destekli
iletişim sürecinde kitlesel olarak üretilen meta biçiminin ne olduğunu
sorgulayarak, ‘izleyicinin metalaşması’ tartışmalarını gündeme getirmiştir. Smythe
Batılı Marksist kuramcıların kitle iletişim sistemlerinin ideoloji üretme kapasiteleri
üzerine çok fazla yoğunlaşarak medyanın izleyicileri nasıl metalaştırdığını
görmemelerini Batı Marksizmi’nin ‘kör noktası’ olarak ifade etmiştir.
Smythe’ye göre, önceki iletişim çalışmalarında kitle iletişim araçları yoluyla
üretilen metanın genellikle ‘içerik’, yani medya metinleri olduğu ifade edilmiştir.
Ancak temel ‘meta’, reklam geliri karşılığında içerikler yoluyla üretilen ‘izleyici’dir.

Smythe, reklam destekli • Telezinyon ya da gazetedeki reklam birim ücretlerinin


Örnek

iletişim sürecinde belirlenmesi izleyici/okuyucu sayısına bağlıdır. Çok izlenen bir


kitlesel olarak üretilen televizyon dizisindeki reklam birim ücreti diğerlerine göre daha
meta biçiminin ne pahalıdır. İnterten gazetelerine reklam veren firmaların genel
referans noktası tıklama oranı ve okuyucu ziyaret oranıdır. Bu
olduğunu sorgulayarak,
durumda reklam firmalarına pazarlanan şey okuyucu/İzleyicidir.
‘izleyicinin
metalaşması’
tartışmalarını gündeme Smythe’nin düşüncesinin temelini, medyanın izleyicileri meta olarak üretip
getirmiştir.
reklam verenlere satarak kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde
önemli bir rol oynadığı iddiası oluşturmaktadır.
Bu düşünce günümüz iletişim ortamını kavramak açısından büyük önem arz
etmektedir. Yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle kullanıcıların içerik üretimine
aktif olarak katılabilmeleri ve özellikle sosyal medya uygulamalarına abonelik
yöntemiyle kullanıcılara ilişkin detaylı bilgilerin elde edilerek reklam verenlere
pazarlanabilmesi, iletişim alanındaki metalaşma süreçlerine ve kullanıcıların
konumuna ilişkin tartışmaların her daim canlı kalmasına sebep olmuştur.

Chomsky ve Herman: Rızanın imalatı ve propaganda modeli


Chomsky ve Herman’ın eleştirel ekonomi politik yaklaşımına göre ‘rızanın
imalatı’, kitle medyasının çokça tartışılan manipülasyon, dezenformasyon,
toplumun iktidar sahiplerinin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi gibi işlevleri
kapsamaktadır. Bu belirleyici dinamikler dikkate alındığında kitle medyası bir
propaganda aygıtı gibi işlemektedir.

186
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

Chomsky ve Herman’ın Propoganda Modeli’ndeki temel tezleri; medyanın,


içerikleriyle, kendini denetleyen ve finanse eden güçlü toplumsal grupların
eylemlerini meşrulaştırdığı, çıkarlarını koruduğu, hizmet ettiği ve onların lehine
propaganda yaptığıdır. Onlara göre bu toplumsal gruplar kendi propagandalarını
medyaya yaptırırlarken sert ya da kaba bir güç kullanmazlar. Asıl yöntem
kendilerine yakın düşünen personelin seçilmesi, editörlerin ve çalışan gazetecilerin
kurum politikasına sıkı sıkıya bağlanması ve bu politikaya uygun haber değeri
kriterlerini içselleştirmeleridir.
Manufacturing Consent: The Political Economiy of teh Mass Media (Rızanın
üretimi: Kitle İletişim Araçlarının Ekonomi Politiği) adlı eserleriyle Herman ve
Chomsky özel mülkiyet altındaki iletişim araçlarını sınıf tahakkümünün araçları
olarak görürler. Bu görüşleriyle araçsalcı yaklaşımın temsilcileri olarak kabul
edilerek, siyasi ve ekonomik seçkinlerin iletişim alanındaki nüfuz ve müdahaleleri
üzerinde yoğunlaşırken sistemdeki çelişkileri ve yapıyı bir bütün olarak
göremedikleri gerekçesiyle eleştirilirler.

Herbert Schiller: Kültür emperyalizmi


ABD’de iletişimin ekonomi politiği alanında çalışmalar yapan Herbert
Schiller, 1960’lardan itibaren ortaya çıkmaya başlayan iletişim endüstrilerinin
yoğunlaşması eğilimini; gelişmiş kapitalist ülkelerde ‘medyanın
özelleşmesi/ticarileşme’ ve ‘kültür emperyalizmi’ ya da ‘medya emperyalizmi’
kavramlarıyla açıklar.

Herbert Schiller, iletişim Schiller’in iletişim çalışmalarının odağında iki temel sorun bulunmaktadır.
endüstrilerinin İlki, ABD’de kamusal alanın ve kamu kurumlarının özel sektör tarafından ele
yoğunlaşması eğilimini; geçirilmesi sorunudur. İkinci sorun ise, küresel Amerikan şirketlerinin, özellikle
gelişmiş kapitalist gelişmekte olan ülkelerin, kültürel yaşam üzerindeki olumsuz etkisidir. Schiller tüm
ülkelerde ‘medyanın
çalışmalarında dünya iletişim düzeni üzerindeki Amerikan egemenliği ve bunun
özelleşmesi/ticarileşme’
yarattığı olumsuz sonuçları gözler önüne sermiştir. Ona göre, dünyanın her yerine
ve ‘kültür
emperyalizmi’ ya da ihraç edilen reklam ve medya programlarıyla Amerikan tüketim maddeleri bütün
‘medya emperyalizmi’ dünyayı istila etmektedir. Bu görüş çerçevesinde Schiller, medyanın ekonomik
kavramlarıyla açıklar. işlevlerinin yanında ideolojik bir araç olduğunu vurgulayarak medyanın bu
yapısıyla toplumu manipüle eden, zihinleri yönlendiren ve topluma paketlenmiş
bilinç sunan bir araç olduğunu vurgular.

İletişimin Eleştirel Ekonomi Politik Yaklaşımın Avrupa’daki


Öncüleri (Golding ve Murdock, Garnham, Mattelart)
Bu başlık altında Avrupa’da iletişimin eleştirel ekonomi politiğinde öne çıkan
Golding ve Murdock Peder Golding ve Graham Murdock, Nicholas Garnham, Armand Mattelart ve
kitle iletişimin ekonomi Vincent Mosco gibi araştırmacıların yaklaşımları kısaca ele alınacaktır.
politik incelemesinin
medyanın emtialar Peder Golding ve Graham Murdock
üreten ve dağıtan ticari İletişimin eleştirel ekonomi politiğin önemli temsilcilerinden olan Golding ve
kuruluşlar olarak kabul
Murdock kitle iletişimin ekonomi politik incelemesinin medyanın emtialar üreten
edilmesiyle başladığını
belirtirler. ve dağıtan ticari kuruluşlar olarak kabul edilmesiyle başladığını belirtirler. Bu iki

187
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

araştırmacının üzerinde durdukları bir diğer nokta da medyanın ekonomi


politiğinin sadece emtiaların üretimi ve dağıtımı üzerine değil, bu emtiaların özel
doğasının ve ideolojik işlevlerinin açıklamasının yapılması gereğidir. İşte bu vurgu
ile Golding ve Murdock eleştirel ekonomi politiğe yönelik indirgemecilik
eleştirilerin önünü kesmişlerdir.
Golding ve Murdock’a göre iletişim alanının ekonomi politik açıdan
analizinde odaklanılacak en temel nokta; kültürel üretim ve dağıtım üzerinde
kontrol uygulayan güçlerin değişiminin kamusal alana yönelik etkisidir. Bu
bağlamda medyanın mülkiyeti ve bunun doğurduğu sonuçların yanında medya
kuruluşlarının devlet düzenlemeleri ile ilişkileri üzerinde durulması gereklidir.
Yukarıda da değinildiği gibi Golding ve Murdock iletişimin ve kültürün,
eleştirel ekonomi politiği için dört tarihsel sürecin incelenmesi gerektiğini
vurgulayarak bunları medyanın tarihi, şirket menzilinin genişlemesi, metalaştırma
ve devlet ve hükümet müdahalesinin değişen rolü olarak sıralarlar.

Nicholas Garnham
İletişimin eleştirel ekonomi politiği açısından önemli araştırmacılardan biri
olan Nicholas Garnham kitle iletişiminin ekonomi politiğini çözümlemek için ilk
olarak yapılması gerekenin kitle iletişim araçlarını, devletin ideolojik aygıtları
olarak kavramsallaştırmadan, her şeyden önce ekonomik kendilikler olarak kabul
etmek olduğunu belirtmektedir. Buna göre medya öncelikle ticari bir işletmedir.
Garnham, ayrıca, ekonomiyi dışta bırakan yaklaşımların yanında medyayı salt
egemen sınıfın ideolojik aygıtı olarak gören araçsalcı yaklaşımlara karşı çıkar. Kitle
kültürünün üretimi ve dağıtımının içinde bulunulan kapitalist sistemin o anki
yapısıyla ilintili olduğunu söyleyen Garnham’a göre medya hem bir maddi ürün
hem de ideolojik bir aygıttır.
Garnham, ayrıca,
İletişim alanının üretici güçler ile ilişkisini ve ticari boyutunu analiz eden
ekonomiyi dışta bırakan
Garnham medya iktisadını, teknolojisini ve pratiklerini anlamanın üretimin
yaklaşımların yanında
medyayı salt egemen kapitalist tarzını ve üretim ilişkilerinin sonuçlarını ortaya koymakla mümkün
sınıfın ideolojik aygıtı olduğunu savunur.
olarak gören araçsalcı
Medya ortamında sembollerin birer ticari ürün formunda kapitalist piyasa
yaklaşımlara karşı çıkar.
koşulları altında üretildiğini, dağıtıldığını ve tüketildiğini vurgulayan Garnham
medyanın iki şekilde ekonomik rolü olduğunu söyler. Birincisi meta üretimi ve
değişimi yoluyla artık-değerin yaratıcısı olarak doğrudan bir ekonomik role
sahiptir. İkincisi ise diğer sektörlerdeki artık-değerin üretiminin yaratımında
reklam yoluyla dolaylı rol üstlenmektedir.
Kültürün metalaşması üzerinde yoğunlaşan Garnham, Smythe’ın medyanın
izleyici ürettiği ve onları reklam şirketlerine sattığı şeklinde özetlenecek ‘izleyicinin
metalaşması’ kavramına karşı çıkarak Smythe’ın Marksist kuramdaki meta biçimini
yanlış anladığını iddia eder.

188
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

Armand Mattelart
Kitle iletişiminin küresel boyutuyla ilgili çalışmalar yapan Mattelart,
emperyalizm, kültür emperyalizmi, bağımlılık ve azgelişmişlik bağlamında Üçüncü
Mattelart 1980’li Dünya ülkelerinin dünya sistemi içerisindeki konumlarını incelemiştir. Armand
yıllardan sonra Mattelart özellikle 1980’li yıllardan sonra ekonominin yeniden yapılanması
ekonominin yeniden sürecinin genel ekonomik yapı içinde ‘enformasyon sektörü’nü daha özel bir
yapılanması sürecinin konuma yükselttiği ifade etmiştir. Bu bağlamda teknolojik gelişmeye koşut olarak
genel ekonomik yapı
üretimin hem örgütlenmesi hem de denetlenmesi sürekli genişleyen enformasyon
içinde ‘enformasyon
sektörü’nü özel bir sektörüne bağımlı kılınmıştır.
konuma yükselttiği Mevcut küresel eşitsizlik sisteminin sürdürülmesinde medyanın ideolojik
ifade etmiştir. etkisine dikkat çeken Mattelart, mevcut dünya sistemini ‘ekonomik
emperyalizm’in yanında ‘elektronik kolonyalizm’, ‘iletişim emperyalizmi’ ve
‘ideolojik emperyalizm’ kavramlarıyla tanımlamıştır.

Vincent Mosco
Mosco, iletişimin ekonomi politiğinin toplumsal ilişkileri, özellikle iletişim
kaynaklarını kapsayacak şekilde kaynakların üretimini, dağıtımını ve tüketimini
karşılıklı olarak kuran iktidar ilişkilerini incelediğini belirtmektedir. Ekonomi
politiğin üç özsel özelliği olduğunu söyleyen Mosco bunları şu şekilde sıralar:
• Toplumsal değişimi ve tarihsel dönüşümü sorgular.
• Ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel alanları kuran toplumsal ilişkiler
bütünü inceler.
• Toplumsal değerler ve ahlaki ilkelerle ilgili bir ahlak felsefesine bağlıdır.
Mosco ayrıca, Marksizm’i temel alan ekonomi politikçiler aralarında farklar
olsa da, ortak yanlarının sermaye, sınıf, çelişki ve egemenliğe karşı mücadele
üzerinde durmaları olduğunu belirtmiştir.

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK


TARTIŞMASI
Eleştirel iletişim kuramları tarihi içinde iletişime eleştirel ekonomi politik
yaklaşım ile kültürel çalışmalar arasındaki tartışma önemli bir başlıktır ve
tarafların birbirlerine yönelik eleştirileriyle şekillenir. Grossberg, kültürel
çalışmalara yönelik iki eleştirinin yapıldığını belirtir.
Birincisi, kültürel çalışmaların kültürel üretim kurumlarını gözden kaçıran
analizler yaptığı, popüler kültüre ve popüler kültürle ilişkilendirdiği direniş
pratiklerine fazlasıyla önem verdiği ve her tür muhalif rolden vazgeçtiğidir.
İkincisi ise, kültürel çalışmaların ekonomiyi göz ardı ettiği ve gerçek
hayattaki gerçek iktidar, tahakküm ve baskı yapılarını anlamakta, analiz etmekte
başarısız olduğudur.
Grossberg, bu eleştirilere karşı kültürel çalışmaların ekonomi politiği özünde
reddetmediğini ve kapitalizm tartışmalarının her zaman kültürel çalışmalar
geleneği içinden yapılan araştırmaların merkezinde yer aldığını belirterek yanıt

189
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

vermiştir. Buna karşın Grossberg, kültürel çalışmaların belli ekonomi politikçilerin


ekonomi politiği uygulama biçimlerini reddettiğini de özellikle vurgulamıştır.
Bununla birlikte, kültürel çalışmalar içinde yerel ve özgün olanı vurgulamak
Eleştirel Ekonomi Politik
adına, kültüre fazlaca kutlayıcı yaklaşan çalışmaların olduğunu da kabul etmiştir.
ve Kültürel Çalışmalar
Marksist bakış açısı Yine de Grossberg’e göre kültürel çalışmalar, iletişim süreçlerini, medyayı
içerisinde kurulmuştur, açıklamada ekonomi politiğe oranla daha üstündür ve bu üstünlük ekonomi ve
her ikisi de iktidarın kültür arasındaki ilişkiyi ‘tanımlanması çok daha karmaşık ve güç’ bir ilişki olarak
kuruluşu ve kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.
uygulanmasıyla
yakından ilgilenir. Diğer taraftan kültürel çalışmalar geleneği ile iletişime eleştirel ekonomi
politik yaklaşım arasında paralelliği de aşan ortaklıklar olduğunu belirtmek
gerekir. İkisi de Marksist bir bakış açısı içerisinde kurulmuştur ve iktidarın kuruluşu
ve uygulanmasıyla yakından ilgilenir.
İkisi de kapitalist toplumların liberal çoğulcu perspektifle çözümlenmesine
mesafeli hatta karşıdır ve medyaya yönelik kapsamlı ve derinlikli bir açıklamada
birlikte kullanılabilme potansiyeli taşırlar. Ancak, yukarıda da aktarıldığı üzere bu
iki yaklaşım kapsamındaki ideoloji kavramına ilişkin farklı değerlendirmeler,
tartışmaların kaynağı olmaya da devam etmektedir.

YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE ELEŞTİREL EKONOMİ


POLİTİK
1990’lardan itibaren kapitalist küresel ekonomi içindeki yeniden
yapılanmalar ve yeni iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, iletişimin ekonomi
politiği çalışmalarında, iletişim sürecinin farklı boyutlarının da ele alınmasını
gerektirmiştir. İletişim alanındaki dönüşümleri anlamak ve de giderek yaygınlaşan
yeni iletişim teknolojilerinin etkisini incelemek elzem hale gelmiş ve bunun için de
ağ ekonomisi, dışsallıklar, eksik rekabet gibi bir takım ekonomik kavramlar
analizlerde belirleyici olmuştur.
Kendinden önceki iletişim teknolojilerine benzer şekilde, hızla
ticarileştirmenin, küresel düzeyde şirket kontrolünün birer parçası haline gelen
internet gibi yeni iletişim teknolojileri, iletişimin eleştirel ekonomi politiği
çalışmalarına yeni başlıkların ve konuların dâhil olmasını gerektirmiştir. Örneğin
internet ve sosyal medya aracılığıyla kurulan iletişim ve bu platformlarda
paylaşılan içerikler, Dallas Smythe’nin ‘izleyicinin metalaşması’ tartışmasının yeni
bir versiyonu olarak eleştirel ekonomi politik içinde ele alınmaya başlamıştır.
Benzer şekilde 1990’lardan sonra bilgi ve iletişim teknolojilerinde çalışanların
koşulları, yaratıcı emek tartışmaları, yazılım alanı, bilgi endüstrileri gibi konular
eleştirel ekonomi politiğin başlıkları olmuştur.
1990’lardan sonra iletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım özelinde
bakıldığında değinilmesi gereken bir diğer nokta da devletin ve hükümetlerin
rolüne ilişkin analizlerdir. Özellikle yeni iletişim teknolojilerinin küresel düzeyde
yaratması beklenen ekonomik kazanım ve eşitlik, bu alana yönelik politikalarda
rekabetçi piyasa yapısının korunması ısrarını da beraberinde getirmiştir. Bir başka

190
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

ifadeyle verimlilik, serbest piyasa gibi neo-liberal iktisat yaklaşımının belli başlı
kavramları, iletişim alanındaki politikaları belirlemiştir.
Kamusal fayda, iletişim politikalarındaki konumunu giderek daha da fazla
kaybetmiştir. Buna koşut olarak yeni iletişim teknolojileri alanında, bilgi ve iletişim
teknolojileri endüstrisindeki eşitsizlikler, ticarileşme, artan şirket kontrolü ve bu
alanların içerdiği olumlu dışsallıkları gösteren çalışmalar da yapılmaktadır. Bu
çalışmalar açık ve/veya örtük olarak kamusal politikaların, düzenlemelerin varlığı
Sayısal iletişim durumunda, ağ ve bilgi iletişim teknolojilerine ilişkin politikaların hedefi olması
teknolojilerin gelişmesi, gereken kamusal faydaya ulaşılabileceğini göstermektedir.
iletişimin eleştirel
ekonomi politiği Bir başka ifadeyle sadece düzenleme ile rekabetçi piyasa yapısını korumakla
çalışmalarına yeni sınırlı olan devletin/hükümetlerin iletişim alanına yönelik müdahalesinin kamusal
başlıkların ve konuların faydayı tesis etmekten uzak olduğu vurgulanmakta, yeni iletişim teknolojilerinin
dâhil olmasını ve bilgi iletişim endüstrilerinin stratejik konumu ve barındırdığı olumlu dışsallıklar
gerektirmiştir.
düşünülerek devletin aktif bir aktör olması gerektiği, böylece kamusal faydaya
ulaşılabileceği belirtilmektedir.

• Medyanın eleştirel ekonomi politğinin inceleme alanları içinde


Etkinlik
Bireysel

hangi unsurların araştırılacağına dair günümüz medya


ortamından örnekler vererek, tartışınız.

191
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

• EKONOMİ POLİTİĞİN TARİHSEL SEYRİ


• Önceleri toplumdaki herkesin ortak iyiliğinin gözetilerek bilgece ve
dürüstlükle yönetilmesi anlamına gelen ve bu yönüyle de ahlaki bir boyutu
olan ekonomi politik, kapitalist ekonominin gelişmesiyle birlikte sadece
ekonominin yönetildiği dar bir alana sokulmuş ve politikadan koparılmıştır.
Ekonominin özerk bir alan olarak politikadan soyutlanıp yönetilmesi,
toplumun her kesimi için ortak iyilik ilkesinden de uzaklaşılmasına neden
Özet
olmuştur. Eleştirel ekonomi politiğin gelişiminin ve dayanak noktalarının
daha kolay anlaşılabilmesi için klasik, neo klasik, Keynesyen ve neo-liberal
ekonomik anlayışların, özellikle devlet anlayışlarına değinmek faydalı
olacaktır.
• Klasik ekonomiye göre piyasa ekonomisi içerisinde müdahale olmaksızın
işleyen fiyat mekanizması kendiliğinden piyasaların temizlenmesini yani tam
istihdam dengesini sağlayacaktır. Ekonomik hayatın rekabetçi modelindeki
bu dengeli gidişat ‘görünmez el’ kavramıyla açıklanır.
• 1870’lerden itibaren Alfred ve Mary Marshall’ın öncülüğünde gelişen
neoklasik ekonomi anlayışı, politikayı dışarıda bırakıp, sadece ekonomiye
vurgu yaparak ahlak felsefesini dışlamıştır. Ekonomik özgürlük üzerine
temellenen neoklasik ekonomiyi özetleyen en belirgin ifade ise ‘Laissez
faire!’ (‘let it be’, ‘bırakınız yapsınlar’) olmuştur.
• Keynesyen teori ücretlerle fiyatların esnek olduğu bir ekonomide tam
istihdamın kendiliğinden sağlanacağını öne süren Neo-klasik teoriyi
reddetmiş ve devlet müdahalesini minimalize eden, hatta gereksiz gören
anlayışı kabul etmemiştir.
• ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİN TEMELİ
• Eleştirel ekonomi politik çeşitli sınıf ve toplumsal grupların temel ekonomik
çıkarlarını etkileyen insan ilişkilerini inceleyen bir yaklaşımdır. Eleştirel
ekonomi politik, her şeyden önce normatiftir, yani toplumu değiştirme ve
daha iyi bir toplumsal yaşam idealini ön planda tutar.
• Eleştirel Ekonomi Politiğin Ayırıcı Özellikleri
• Eleştirel ekonomi politiği ana akım ekonomiden ayıran belirgin unsurlar
vardır. Bu unsurları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür.
• Eleştirel ekonomi politik bütüncüldür.
• Eleştirel ekonomi politik tarihseldir.
• Eleştirel ekonomi politik kapitalist teşebbüsle kamusal müdahale arasındaki
dengeye odaklanır.
• Eleştirel ekonomi politik bir ahlak felsefesine dayanır.
• İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİ
• İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım, ekonomi-politiğin temel
kavramlarının ve metodolojisinin iletişim alanı ile birleştirilmesiyle gelişir.
İletişim ve medyanın eleştirel ekonomi politiği, iletişimsel etkinliklerinin
maddi ve simgesel kaynakların eşitsiz paylaşımı tarafından nasıl
yapılandırıldığına odaklanır.
• Golding ve Murdock iletişimin veya medyanın eleştirel ekonomi politiği için
dört tarihsel sürecin incelenmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bu süreçler şu
şekilde sıralanabilir:
• Medyanın gelişmesi
• Şirket menzilinin genişlemesi
• Metalaş(tır)ma
• Devlet ve hükümetlerin değişen rolü

192
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

• İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiğinin İnceleme Alanları


• İletişimin eleştirel ekonomi politiği, kamusal iletişimin simgesel ve ekonomik
boyutları arasındaki etkileşime odaklanır. Bu bağlamda düşünüldüğünde
iletişimin ekonomi politiğinin çekirdek görev alanları genel olarak şu şekilde
sıralanabilir:
• Üretimin eleştirel ekonomi politiği
Özet (devamı)
• Medya metinlerinin eleştirel ekonomi politiği
• Tüketimin eleştirel ekonomi politiği
• AVRUPA VE AMERİKA’DA İLETİŞİMİN ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİĞİ
• İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım içinde bölgesel temelde yapılan
bir ayrımdan da söz etmek mümkündür. Bu ayrım Kuzey Amerika ve Avrupa
temelli çalışmalar olarak belirtilir.
• Smythe’ye göre (1977: 2), önceki iletişim çalışmalarında kitle iletişim araçları
yoluyla üretilen metanın genellikle ‘içerik’, yani medya metinleri olduğu
ifade edilmiştir. Ancak temel ‘meta’, reklam geliri karşılığında içerikler
yoluyla üretilen ‘izleyici’dir.
• Chomsky ve Herman’ın eleştirel ekonomi politik yaklaşımına göre ‘rızanın
imalatı’, kitle medyasının çokça tartışılan manipülasyon, dezenformasyon,
toplumun iktidar sahiplerinin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi gibi
işlevleri kapsamaktadır.
• ABD’de iletişimin ekonomi politiği alanında çalışmalar yapan Herbert
Schiller, 1960’lardan itibaren ortaya çıkmaya başlayan iletişim endüstrilerinin
yoğunlaşması eğilimini; gelişmiş kapitalist ülkelerde ‘medyanın
özelleşmesi/ticarileşme’ ve ‘kültür emperyalizmi’ ya da ‘medya
emperyalizmi’ kavramlarıyla açıklar.
• Golding ve Murdock’a göre iletişim alanının ekonomi politik açıdan
analizinde odaklanılacak en temel nokta; kültürel üretim ve dağıtım üzerinde
kontrol uygulayan güçlerin değişiminin kamusal alana yönelik etkisidir. Bu
bağlamda medyanın mülkiyeti ve bunun doğurduğu sonuçların yanında
medya kuruluşlarının devlet düzenlemeleri ile ilişkileri üzerinde durulması
gereklidir.
• Nicholas Garnham kitle iletişiminin ekonomi politiğini çözümlemek için ilk
olarak yapılması gerekenin kitle iletişim araçlarını, devletin ideolojik aygıtları
olarak kavramlaştırmadan, her şeyden önce ekonomik kendilikler olarak
kabul etmek olduğunu belirtmektedir.
• Mevcut küresel eşitsizlik sisteminin sürdürülmesinde medyanın ideolojik
etkisine dikkat çeken Mattelart, mevcut dünya sistemini ‘ekonomik
emperyalizm’in yanında ‘elektronik kolonyalizm’, ‘iletişim emperyalizmi’ ve
‘ideolojik emperyalizm’ kavramlarıyla tanımlamıştır.
• KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK TARTIŞMASI
• İletişime eleştirel ekonomi politik yaklaşım ile kültürel çalışmalar arasındaki
tartışma tarafların birbirlerine yönelik eleştirileriyle şekillenir.
• YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE ELEŞTİREL EKONOMİ POLİTİK
• 1990’lardan itibaren kapitalist küresel ekonomi içindeki yeniden
yapılanmalar ve yeni iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, iletişimin
ekonomi politiği çalışmalarında, iletişim sürecinin farklı boyutlarının da ele
alınmasını gerektirmiştir. İletişim alanındaki dönüşümleri anlamak ve de
giderek yaygınlaşan yeni iletişim teknolojilerinin etkisini incelemek elzem
hale gelmiş ve bunun için de ağ ekonomisi, dışsallıklar, eksik rekabet gibi bir
takım ekonomik kavramlar analizlerde belirleyici olmuştur.

193
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Kültür endüstrisi kavramıyla kitle iletişim araçlarını kapitalist girişimciliğin


önemli bir parçası olarak gören ekol aşağıdakilerden hangisidir?
a) Frankfurt Okulu
b) Kültürel Çalışmalar
c) Ekonomi Politik görüş
d) Neo-liberal görüş
e) Keynesyen görüş

2. Uygun ortam oluşturulduğunda serbest rekabet ortamının toplumun


refahını azami kılacak şekilde ‘doğal özgürlüğün açık ve yalın sistemi’
olarak işleyeceğini söyleyen düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Dallas Smythe
b) Vincent Mosco
c) John Maynard Keynes
d) Karl Marx
e) Adam Smith

3. Ekonomik özgürlük üzerine temellenen ve ‘bırakınız yapsınlar’ ifadesiyle


özetlenen ekonomi anlayışı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kominizim
b) Ekonomi politik
c) Klasik
d) Neo-klasik
e) Keynesyen

4. Aşağıdakilerden yaklaşımlardan hangisi pazardaki mübadele alanından


ziyade mülkiyet ve üretim örgütlenmesine odaklanır?
a) Neo-liberalizm
b) Eleştirel Ekonomi politik
c) Keynesyen
d) Klasik
e) Neo-klasik

194
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

I. Düşüncenin üretimi ve dağıtımı üzerindeki kontrol, üretime hâkim olan


kapitalistlerin ellerinde yoğunlaşır.
II. Bu kontrolün sonucu olarak, onların yani egemenlerin dünya görüşleri,
bağımlı grupların düşünceleri üzerinde tahakküm kurmaya başlar.
III. Bu ideolojik tahakküm, sınıfsal eşitsizliğin sürdürülmesinde anahtar rol
oynar.
5. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri Peter Golding ve Graham
Murdock’un medyanın eleştirel ekonomi politiği için öne sürdüğü
önermelerdir?
a) Yalnız I
b) Yalnız II
c) Yalnız III
d) II ve III
e) I, II ve III

6. Aşağıdaki özelliklerden hangisi eleştirel ekonomi politiğin toplumsal


ilişkileri birbirinden kopuk ve yalıtık biçimde değil, tüm bu yapıların
(toplumsal, siyasal, ekonomik vb.) birbirlerini etkilediği, birbirinin içine
geçmiş yapılar olduğu gerçeğinden hareket ederek incelediğini ifade eder?
a) Tarihselliği
b) Bütüncüllüğü
c) Dengeyi gözetmesi
d) Normatif oluşu
e) Verimliliği

7. Aşağıdakilerden hangisi özel mülkiyet altındaki iletişim araçlarını sınıf


tahakkümünün araçları olarak gören yaklaşımdır?
a) Araçsalcı
b) Yapısalcı
c) Kültürel
d) Eleştirel
e) Ana akım

8. Aşağıdaki kavramlardan hangisi kültürel ürünlerin piyasada ücret karşılığı


alınıp satılabilen bir mal olarak dönüşümünü ifade eder?
a) Dönemleştirme
b) Yoğunlaşma
c) Tekelleşme
d) Metalaştırma
e) Siyasallaşma

195
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

9. Aşağıdaki yazarlardan hangileri geliştirdikleri Propaganda Modeli’yle


medyanın, içerikleriyle, kendini denetleyen ve finanse eden güçlü
toplumsal grupların eylemlerini meşrulaştırdığını, çıkarlarını koruduğunu,
hizmet ettiğini ve onların lehine propaganda yaptığını öne sürmüşlerdir?
a) Marx ve Engels
b) Herman ve Schiller
c) Chomsky ve Herman
d) Golding ve Murdock
e) Smythe ve Schiller

…………….., kitle iletişiminin ekonomi politiğini çözümlemek için ilk olarak


yapılması gerekenin kitle iletişim araçlarını, devletin ideolojik aygıtları
olarak kavramsallaştırmadan önce ekonomik kendilikler olarak kabul
etmek olduğunu vurgulamıştır.
10. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Peter Golding
b) Graham Murdock
c) Nicholas Garnham
d) Noam Chomsky
e) Herbert Schiller

Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.a, 4.b, 5.e, 6.b, 7.a, 8.d, 9.c, 10.c

196
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
İletişimin Eleştirel Ekonomi Politiği

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adaklı, G. (2006). Türkiye’de medya endüstirisi: neoliberalim çağında mülkiyet ve
kontrol ilişkileri. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Chomsky, N., Herman E.S. (1988). Manufacturing Consent: The Political Economy
of the Mass Communicatio. Panteon Books, New York.
Çelenk, S. (1997). Kültürel çalışmalarla ekonomi politik tartışıyor. Teori ve politika
içinde, 8(2), 84-86.
Çelenk, S. (2008). İletişim çalışmalarında kırılmalar ve uzlaşmalar. Ankara: De Kİ
Yayınları.
Garnham, N. (1990). Media theory and the political future of mass
communication, Inglis, F. (Der.) Capitalism and communication: global
culture and the economist of information içinde (s.1-9), Londra, Newbury
Park, New Delhi: Sage Publication.
Golding P. ve Murdock, G. (2000), Kültür, iletişim ve ekonomi politik (2. baskı). S.
İrvan (Ed.), Medya, kültür, siyaset içinde (s59-100) İstanbul: Alp Yayınları.
İnal, Ayşe (1996). Haberi okumak. İstanbul: Temuçin.
Kaya, R. (2009). İktidar yumağı: medya-sermaye-devlet. İstanbul: İmge Yayınevi.
Kellner, D. (2016). Kültürel Marksizm ve kültürel çalışmalar. Ethos: Felsefe ve
toplumsal bilimlerde diyaloglar, 9 (2), 132-151.Mosco, V. (1996). Political
economy of communication. London: Sage Publications.
Mosco, V. (1998). Political economy, communication, and labor. G. Susman ve J. A.
Lent (Ed). Labor in the making of the information society içinde, (s. 13-38).
USA: Hampton Press.
Murdock, G. (1977). Patterns owenership; questions of control, Mass
communication and society. Open University.
Stevenson, N, (2008). Medya kültürleri. Ankara: Ütopya.
Van Dijk, T, A. (2003). Söylem ve ideoloji: Çok alanlı bir yaklaşım. B. Çoban ve Z.
Özarslan (Ed), Söylem ve ideoloji içinde. (s.13-112). İstanbul: Su.

197
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
ULUSLARARASI İLETİŞİMİN
KÜRESEL İŞLEYİŞİ

• Uluslararası İletişim
• Küreselleşme
İÇİNDEKİLER

• Küreselleşme Ve Medya İLETİŞİM KURAMLARI


Emperyalizmi
• Uluslararası Haber Akışı Ve Öğr. Gör. Elif
Dengesiz İletişim YILDIRIM
• Küresel Medya Sistemleri
• Uluslararası Haber Ajansları
• Küresel Radyo ve
Televizyonlar
• İnternet ve Sosyal Ağlar

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

•Uluslararası iletişim ve
küreselleşme kavramlarını
öğrenecek,
•Küreselleşme ile medya
emperyalizmi arasındaki ilişkileri
kurabilecek,
•Küresel anlamda dengesiz iletişim
sürecinin oluşumunu kavrayacak,
•Küresel medya sistemlerinin
etkilerini tartışabileceksiniz.

ÜNİTE

10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Disneyfication

Küreselleşme Ve
Medya McDonaldization
Emperyalizmi

Cocacolonization

Associated Press
(AP)

Uluslararası
Uluslararası
Haber Akışı Ve Reuters
İletişim
Dengesiz İletişim

Agence France
Press (AFP)

Küresel Radyo ve
Televizyonlar
Küresel Medya
Sistemleri
İnternet ve
Sosyal Ağlar

199
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

GİRİŞ
Sosyal bir varlık olan insan bireysel, toplumsal, kültürel ve ekonomik
ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olduğu kadar bu ihtiyaçlarını giderecek iletişim
süreçlerine ve iletişim ortamlarına da ihtiyaç duyar. Tıpkı insanlar gibi ülkeler de
bireysel iletişimden daha geniş çerçevede bir iletişim ortamı oluşturmak
zorundadır. İletişim, haber, bilgi ve bu bilgi kanalları üzerindeki kontrol tarihin her
döneminde iktidar/güç ilişkileri bağlamında oldukça önem taşımıştır. Bilginin akışı,
hızlı, doğru ve güvenli dolaşımı açısından birçok uygarlık önemli tedbirler almıştır.
Moğollar bilginin kontrolü için önemli sayıda atlı birlikler bulunduruyordu. Kervan,
ipek, baharat ve imparatorluk yolları hem siyasi hem de ticari egemenlik için
önemli iletişim merkezleriydi. İmparatorluklar otorite kurmakta, devamlılıklarını
sağlamakta etkili iletişim ağlarından yararlanmaktaydılar. Roma, Pers ve Çin gibi
eski imparatorlukların hepsi bilgi toplama ve yayma için yazıyı kullanarak büyük
posta sistemleri kullanıyordu.
15. yüzyılda, Avrupa’da haberler ulusal düzeyde yayılmaya başladı. Fakat
günümüzde ki anlamıyla uluslararası iletişimde ki temel değişim sanayileşme ile
ortaya çıktı. Ulus devletler sanayileşmeyle oluşan Kapitalist üretim yapısıyla
yeniden şekillenirken Ulus devletlerarasındaki ekonomik, siyasal, hukuki, kültürel,
teknolojik düzeylerdeki ilişkiler ile bu ilişkilerin yürütme ve denetleme aşamaları,
Telekomünikasyon ve iletişimin uluslararasılaşmasına ve dünya geneline yaygınlaşmasına sebep oldu.
internet başta olmak Soğuk Savaş sonrası dönemde ‘süper güçler’in yoğun ilişkileri Sovyetler Birliği'nin
üzere iletişim
çöküşü ile sona erdi ve Üçüncü Dünya ülkelerinin ortaya çıkışı, eşit derecede
teknolojilerindeki
devrim niteliğindeki gelişmiş iletişim düzeninin artık var olamayacağı anlamına geliyordu.
dönüşümler uluslararası Telekomünikasyon ve internet başta olmak üzere iletişim teknolojilerindeki
iletişimi yeni küresel devrim niteliğindeki dönüşümler uluslararası iletişimi yeni küresel boyutlarına
boyutlarına taşımıştır. taşıdı; resim, kelime, ses gibi her türlü veri internet aracılığıyla aktarılabilir
seviyeye geldi.
Ünitede öncelikli olarak küreselleşme ve uluslararası iletişimin tanımlarına
ve bu kavramlara ilişkin eleştiri ve tartışmalara yer verilecektir. Küreselleşmenin
yoğunlaşmasıyla birlikte uluslararasında giderek artan dengesiz iletişim kavramı
tartışılacak. Ünitenin son kısmında ise küresel medya sistemlerinden hareketle
günümüz dünyasında egemen olan medya tekellerinin kimler olduğuna ve bu
tekellerin güç/iktidar ve etkilerine yer verilecektir.

ULUSLARARASI İLETİŞİM
Uluslararası iletişim, uluslararası sınırlar boyunca gerçekleşen,” küresel
iletişim” veya “ulus ötesi iletişim” olarak da adlandırılan iletişim uygulamasıdır. Bu
anlamda İletişimin en geniş arenada gerçekleştirildiği, makro düzeydeki ilişkilerin
yanı sıra içinde mikro düzeyde kişilerarası iletişim, grup ve örgüt iletişimini de
barındıran çok boyutlu anlamları olan bir iletişim türüdür. Uluslararası iletişim,
‘devletten hükûmete’, ‘işletmeden işletmeye’ ve ‘insandan insana’ etkileşimlerin
küresel düzeydeki kapsamı ile ilgili bir iletişim dalıdır.

200
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Ülkeler arasındaki iletişim etkinliğine bakıldığında Uluslararası iletişim


kapsamındaki ilişkiler tek yönlü, çift yönlü veya çok yönlü olarak ele alınabilir. Tek
yönlü iletişim, bir ülkenin kendi başına bir veya birden fazla ülkeyi ilgilendiren
konularda diyaloğa girmeden, tek taraflı olarak aldığı ve uyguladığı ilişkileri
oluşturur. Çift yönlü iletişim ise ülkelerin ikili ilişkiler bağlamında karşılıklı
anlaşarak veya anlaşamayarak yürüttükleri ilişkileri oluşturur. Çok yönlü
iletişimdeyse; ülkelerin bölgesel (AB- Avrupa Birliği, İKO-İslam Konferansı Örgütü,
KEİ: Karadeniz Ekonomik İş Birliği, NAFTA- Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret
Anlaşması, NATO) ve küresel düzeyde (NATO- Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı,
BM-Birleşmiş Milletler) örgütlenerek yürüttükleri ilişkileri kapsar (Erdoğan.2002).
Uluslararası iletişim, içinde siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri
kaygıları da barındıran disiplinlerarası bir alandır. Pek çok alanda olduğu gibi
uluslararası iletişimin yaygınlaşmasında da önemli rol oynayan, Sanayi devrimi ile
ortaya çıkıp kapitalizm olarak adlandırılan yeni ekonomik düzen, 19. Yüzyılda
giderek ekonomi-politik süreçlerde egemenliğini kurmaya başlayan liberal
düşünce, sermayenin önündeki engellerin kaldırılması ve malların serbest
dolaşımının sağlanması yönünde etkili olmuştur.
Liberal ve kapitalist düşüncenin dünya üzerinde yaygınlaşması, egemen hale
gelmesi iletişim ortam ve araçlarının kullanımını etkilemiş, uluslararası iletişimin
gelişmesinde etken bir rol oynamıştır. Uluslararası iletişim için bir iletişim
faaliyetinden daha çok ekonomik, politik, kültürel ve tarihsel ilişkilerin işlediği bir
alan olduğu söylenebilir.
Uluslararası iletişim,
içinde siyasi, ekonomik, Schiller’e göre uluslararası iletişim, 1950 sonrası dünyada hızla gelişen
sosyal, kültürel ve küreselleşmeyle birlikte çok uluslu sermayenin dünya çapında ulusal politikaları ve
askeri kaygıları da ekonomik uygulamaları düzenleyen bir güç hâline gelmiştir (Schiller.1991). Bu
barındıran
anlamda “iktidar güçlerinin kendi ideolojilerine göre şekillendirdiği, demokrasi,
disiplinlerarası bir
özgürlük, rekabet ve fırsat eşitliği gibi değerlerin yanı sıra teknoloji ve
alandır.
enformasyon transferiyle üstü kapatılabilecek bazı aksaklıkların hâkim olduğu bir
alan uluslararası iletişim” olarak tanımlanmaktadır.
Uluslararası iletişim, küresel ekonomi, siyasal ve kültürel pazar yapısından
bağımsız değildir. Her siyasalın temelinde kısa veya uzun vadeli ekonomik çıkar
hesaplarının yatması, uluslararası iletişim sürecinde siyaset ile ekonomiyi iç içe bir
duruma sokar. Bu sebepten dolayı küresel pazar yapısına uygun, belli güç
ilişkileriyle değişen, bu yapılarına göre yeniden şekillendirilebilen dinamik bir
yapıya sahiptir.

KÜRESELLEŞME
Küreselleşme çok boyutlu bir görüngüdür. Küreselleşme artan karşılıklı
iletişim olarak tanımlanır ve bu tanımın bileşenleri çok boyutludur.
Küreselleşmenin çok boyutlu farklı tanımlamalarını aşağıdaki maddelerde olduğu
gibi özetlemek mümkündür(Kheeshadeh.2007):
 Küreselleşme sosyal, politik ve ekonomik faaliyetlerden ve uluslararası
olaylardan hem etkileyen hem de etkilenendir.

201
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

 Küreselleşme yeni bir küresel sistem oluşturarak karşılıklı etkileşimleri


yoğunlaştırır.
 İletişimin yoğunluğunun ve yaygınlığının artması ulusal ve uluslararası
konularda coğrafi mesafenin kaldırılmasına yol açar. Aslında iletişim o
kadar derinleşir ki insanlar yerel dünyalarının yanı sıra yaşamlarının
küresel bir yönünü de hisseder.
 İletişimin büyüyen yapısı ulus ötesi düzeyde çözülebilen ve ele alınabilen
bazı sorunların kimi zaman kaynağını kimi zamanda çözümünü oluşturur
(küresel işbirliği yoluyla silahların yayılması, uyuşturucu ve organ
kaçakçılığı sorunlarında olduğu gibi).
 Birçok düşünür küreselleşmeyi sadece ekonomik temelli tanımlamıştır;
küreselleşme ekonomi demektir. Dünya toplumlarına ekonomik üretim
sisteminin tahakkümüdür.

 Bir başka görüşe göre küreselleşme pazarın, emeğin ve sermayenin


küreselleşmesidir.
 Kültürel küreselleşme, kültürel dönüşümü kolaylaştıran bir süreç olarak
tanımlanmıştır. Küresel kültürel düzen yerel kültürlere ait özelliklerin
önemli bir kısmının ortadan kalkmasına veya yenilenmesine neden
olmaktadır.

Küresel kültürel düzen  Diğer bir tanımda kültürel küreselleşme farklı kültürel yönlerin birleşmesi
yerel kültürlere ait sonucu oluşmuştur. Bu görüş böylesi bir kültürel oluşum ve
özelliklerin önemli bir bütünleşmenin imkânsızlığından hareketle pek çok eleştiri almıştır.
kısmının ortadan
kalkmasına veya Yukarıdaki farklı tanımlardan hareketle küreselleşme en genel anlamıyla
yenilenmesine neden ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları içeren bir süreç olduğu söylenebilir.
olmaktadır. Ekonomik alan sermaye hareketliliğinin, hizmetler sektörünün ve serbest ticaret
isteğinin yükselişini ifade etmektedir. Siyasal alan ise ulus devletin yetki alanlarının
zorlanmasını anlatmaktadır. Dünya ölçeğinde enformasyon dolaşımını ise kültürel
alanı ifade etmektedir. 1990’lardan sonra hızlı bir şekilde yaşanan küreselleşmenin
temelde üç nedeni vardır (Oran.2009):
 1970’lerden itibaren çokuluslu şirketlerin dünya ekonomisine egemen
olması.
 1980’lerde Batı’nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayar, internet
gibi teknolojik buluşları devreye sokarak oluşturduğu iletişim devrimi.

 1990’larda SSCB’nin dağılması sonucu güç dengesinin ortadan kalkması ve


Batı’nın yeniden tek güç odağı konumuna gelmesi.

KÜRESELLEŞME ve MEDYA EMPERYALİZMİ


Bilimsel çalışmalar ve kamuoyu araştırmaları medyanın da elektronik
medyanın da sosyal değişime etkisini ortaya koymaktadır. Eleştirmenler
küreselleşme terimini geçirgen sınırlara sahip bir dünya olarak tanımlamaktadırlar.

202
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Günümüzde dünyadaki egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda


küreselleşmeyi oluşturulduğu/desteklediği ve yine bu güçler tarafından
toplumların küreselleşme fikrine uymaları için “uluslararası topluluk” adını
verdikleri görülür. Buda bir bakıma yeni bir ideolojik isim vermekten başka bir şey
değildir.
Küreselleşmenin kılık değiştirmiş bir emperyalizm olduğu ve aslında onunla
aynı güce sahip olduğu eleştirmenlerce ifade edilir. Bunun yanı sıra günümüzde
küreselleşmenin yalnızca eski sömürgecilikten yüzeysel olarak farklı olduğunu da
savunmaktadırlar. Küreselleşmeye sadece ulusları ve bireyleri rahatsız edici
sorunlara sahip bir olgu olarak bakmanın yanında, homojenleştirici ve
Küreselleşen Amerikan bütünleştirici bir güç olduğunu da unutmamak gerekir. Bu yüzden ulus ötesi
kültürünü anlatmak için şirketler tarafından “daha fazla iş ve daha yüksek kar elde etmek için” büyük
Disneyfication, yatırımlar yapılarak dünya küreselleşmesi teşvik edilmektedir.
McDonaldization ve
Cocacolonization gibi Disneyfication- McDonaldization - Cocacolonization
kavramlar üretilmiştir.
Günümüzde artık hayatımızın Disneyleştirilmiş olduğu görülmektedir.
Küreselleşen Amerikan kültürünü anlatmak için Disneyfication, McDonaldization
ve Cocacolonization gibi kavramlar üretilmiştir.

Disneyfication\Disneyisation
Bu kavram Walt Disney tarafından kurulan tema parktan sonra “parkların
tüketim kültürü içindeki konumunu tanımlamak, kültür ekonomisindeki değişimleri
açıklamak, tüketim kültürünün getirdiği yeni mekân anlayışını betimlemek ve
dünyanın birçok yerinde görülen bu yapılaşmayı belirtmek amacıyla” kullanılan bir
terimdir. Bir yapıda kullanılan isminden mimarisine, dekorasyonundan, kıyafet ve
takı seçimine kadar her şey bu kavramı kapsar.
Resim 10.1.’de işyeri, Resim 10.2’de ise meydan ve cadde tasarımında
Disneyleşmeyi örneklendiren tasarımlar “Kapitalizm yelpazesinde eğlencenin bir
tür pazarlanma” biçimidir. Bu tasarımlar sosyal ve kültürel homojenleşmeyi
küreselleşmenin etkisiyle toplumların batı tarzı tüketim ve yaşam biçimlerine
benzeyerek dönüşüm geçirmesini anlatır.

203
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Resim 10.1. İşyeri tasarımında Disneyleşme (Eightinc.com.2018)

Fast-food tarzı
beslenme hızlıdır,
çabuktur, standarttır,
anında açlığı giderir ve
hazırdır.

Resim 10.2. Cadde tasarımında Disneyleşme ( nanotechmag.com.2019)

McDonaldization
Bu terim ilk kez Sosyolog George Ritzer tarafından The McDonaldization of
Society (1993) adlı kitabında kullanıldı. McDonaldization, fast-food restoran ve
beslenme tarzının özelliklerini benimseyerek yaşama anlamına gelir. Fast-food
tarzı beslenme hızlı, çabuk, standart, anında açlığı gideren hazır yemek olarak
tanımlanır.
Fast-food restoranının başlıca özellikleri şöyle sıralanabilir;verimlilik
(doygunluğa ulaşmada hız), hesaplanabilirlik (müşteriye hızlı sunulan yemeğin
yüksek kalitedeki ürünle aynı olduğu fikri ve çalışanların ne kadar hızlı olduklarına
bakılması), tahmin edilebilirlilik (standartlaştırılmış ve tek tip hizmet-ürün),kontrol
(standartlaştırılmış ve tek tip çalışanlar).

204
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Cocacolonization
İlk defa 1949'da Fransa'da, Fransız Komünist Partisi’nin Coca-Cola'nın daha
da genişlemesine şiddetle karşı çıkmasıyla Cocacolonization terimi kullanıldı
Küreselleşme sonucu genel olarak toplumların Amerikan kültür ve beğenisini
Cocacolonization terimi benimseyip, Amerikanlaşması anlamına gelir. 7 Aralık 1941’da Japonya’nın Pearl
ilk olarak 1949'da Harbor saldırısından birkaç gün sonra Coca-Cola Başkanı Robert Woodruff, tarihe
Fransa'da Fransız geçecek şu cümleyi söyledi “Amerikan birliklerinin, nerede olurlarsa olsunlar,
Komünist Partisi’nin şirkete maliyeti ne olursa olsun, 5 kuruş fiyatla taze bir Coca Cola'ya sahip
Coca-Cola'nın daha da olmalarını istiyorum”. Sonraki yıllarda bütün dünyaya yayılan bu düşünce
genişlemesine şiddetle
Amerikan idealleriyle Amerikan üretim tarzını bir araya getiriyordu. O dönem
karşı çıkmasıyla
bütün posterler, Coca şişelerini ellerinde tutan mutlu savaşçılarla temsil edildi ve
kullanıldı.
ünlü "Coca-Cola goes along" ifadesi her posterde yer aldı. Soğuk Savaş
yıllarındaysa ABD dışında birçok ülke Coca-Cola ile Amerikan kültürünü
ilişkilendirmeye başladı. Soğuk Savaş sonrası “Komünizm ile savaşmak için” gerekli
olan “Amerikan idealleri” dünyaya Kola tarafından pazarlandı (Resim 10.3).

Resim 10.3. Cocacolonization (youtube.com.2019).

Medyanın küreselleşmesi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kendini, medya


sektöründeki güç ilişkilerinin yapısı ve yoğunlaşmasıyla gösterdi. Medya küresel
kültürün üretilme, çoğaltılma ve yayılma şekli üzerinde çok büyük bir etkiye neden
oldu. Medya pazarlarının serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi ve yeni medya
teknolojilerinin yaygınlaşması medya sahiplik yapılarında yoğunlaşmaya neden
George Gerbner'e göre,
oldu.
en başarılı televizyon
programları artık ulusal Time-Warner-AOL, Disney, Rupert Murdoch ve Bill Gates gibi medya
düzeyde tüketim için kurumları medya sahipliğinin yoğunlaşmasıyla önü açılan küresel medya
değil, uluslararası tekellerinin simgeleri haline geldi. Marshall McLuhan’ın “küresel köy”ünün
dağıtım amacıyla
taşıyıcıları olarak CNN, BBC Dünyası, Euronews, Sky News ve Star News gibi
yapılmaya başlandı.
küresel veya bölgesel erişime sahip uluslararası haber kanalları kabul edildi.
George Gerbner'e göre, en başarılı televizyon programları artık ulusal düzeyde
tüketim için değil, uluslararası dağıtım amacıyla yapılmaya başlandı. Gerbner'e
göre şiddet içeren televizyon programları böylesi bir amaca uygundu (Kaul.2011).
Günümüz ekonomik düzeninin temellerinden biri ve en önemlisi,
1980’lerden sonra tüm dünyada etkisini gösteren Neoliberal ekonomik
politikalardır. Tabi ki neoliberalizmi sadece ekonomik bir teori olarak görmek eksik

205
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

olur. Bu teori politik, toplumsal ve sosyal etkisi olan bir teori olduğu kadar kitle
iletişim alanında da yoğun bir etkiye sahiptir.
Neoliberaller, uluslararası pazarların ve sınırların açılmasını teşvik edip,
sermaye akışını ve iletişim alanını da desteklerler. Bu uygulamalar medya
sahipliğinde yoğunlaşmaya neden olurken medyada dikey ve yatay bütünleşmeler
sonucu büyük tekeller oluşmuştur. Neoliberalizm bu büyük oluşumların
uluslararası arenada karşılaşacağı engellerin kaldırılmasını hedeflemiştir.
1970'lerin başında gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerin medya
üzerindeki kontrollerini eleştirilmesiyle başlayan medya emperyalizmi tartışmaları,
bu çatışmanın ortaya çıktığı, Yeni Dünya Bilgi ve İletişim Düzeni ( NWICO ) ve
UNESCO gibi merkezler üzerinde yoğunlaşmaktaydı.
MacBride raporunun desteğiyle, Hindistan, Endonezya ve Mısır gibi ülkeler
"Birçok Ses, Bir Dünya" sloganıyla, büyük medya şirketlerinin gelişmekte olan
ülkelere sınırlı erişimi olması gerektiğini savunması ABD, İngiltere ve Singapur'un
UNESCO'dan ayrılmasına neden oldu.
1977'de “Medya Oluşum Modeli” ni “medya emperyalizmini farklı ulusal
medya sistemleri arasındaki ilişki bağlamında okuyan Oliver Boyd-Barrett, medya
emperyalizmini güç dengesizlikleri oluşturması ve tarihsel politik sistemlerle olan
ilişkisi anlamında tanımladı. Medyanın endüstriyel düzenlemelerini ve bu
düzenlemelerin daha zengin ülkelerdeki dış pazarlar için “model” olarak
tasarlandığını belirtti.
1980'ler ve 1990'da çok uluslu medya şirketleri daha çok büyüyerek güçlü
hale geldi. Bu durum küçük ve yerel medya kuruluşlarının hayatta kalmasını
zorlaştırırken küresel anlamda büyük medya şirketlerinin etki alanını güçlendirip,
zamanla yerel ölçekteki medyaların büyük tekellere bağımlı kalmasına sebep oldu.
Medya emperyalizmi yeni boyutlara taşınmıştı. Toplumsal, ekonomik ya da
siyasi meseleler artık medya tekellerinin neye ne kadar önem vereceği ya da neyi
ne kadar temsil edeceğine bağlıydı.

ULUSLARARASI HABER AKIŞI ve DENGESİZ İLETİŞİM


Uluslararası iletişim boyutlarının gelişmesiyle birlikte uluslararası bilgi akışı
hızlanmış, küresel iletişim ağları ve olanakları ulusları ve kültürleri birbirine
yakınlaştırmıştır. Bu durum aynı zamanda ülkeleri ve kültürleri birbirlerine bağımlı
kılmıştır. Uluslararası bilgi ve haber kanalları ve türlerinin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Küreselleşen dünyada haber ajansları, gazeteler, radyo-televizyonlar,
Uluslararası iletişimin sinema gibi önemli iletişim araçları politik, ekonomik, toplumsal, eğitim, sanat ve
işleyişine ilişkin en kültür alışverişinin niteliğini oluşturmaktadır.
önemli eleştiri;
uluslararası bilgi akış Uluslararası iletişimin işleyişine ilişkin en önemli sorun ya da eleştiri;
kanallarının dünya uluslararası bilgi akış kanallarının dünya üzerinde dengesiz bir şekilde dağılmış
üzerinde dengesiz bir olmasıdır. Egemen çıkar ve beklentilerden bağımsız bir biçimde sadece haberlerin,
şekilde dağılmış sinema filmlerinin, müzik eserlerinin vb. dolaşımda olduğunu düşünmek hatalı
olmasıdır.
olacaktır. Dengesiz iletişim olarak ifade edilen bu durum, teknolojik ve teknik

206
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

açılardan gelişmiş ülkelerden gelişmemiş ülkelere doğru enformasyon ve haber


akışı olduğu gerçeğinden hareket etmektedir. Küreselleşmenin dünya üzerinde eşit
olarak işlediği düşüncesi oldukça tartışmalıdır. Küreselleşme içindeki egemen
yapıların, gelişmiş güç ve iktidar konumlarının küresel düzeyde enformasyon ve
haberin akışını denetimine aldığı bir durum söz konusudur.
Küreselleşme olgusuna getirilen en önemli eleştiri, küreselleşmenin egemen
kültür ve beğenileri küresel düzeye taşıdığı ve yaygınlaştırdığı yönündedir. Bu
durum yukarıda ifade edildiği üzere tek yönlü ya da tek boyutlu bir akışın varlığına
işaret etmektedir.
Tek yönlü bilgi akışı gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru
işlemektedir. Tek yönlü enformasyon ve haber akışı egemen konumları hem
oluşturmakta hem de giderek güçlendirmektedir. Ayrıca dünya üzerinde farklı
kültür ve beğenilerin temsili yerine tek biçimli bir dünya algısını da oluşturduğu
söylenebilir.
Küreselleşmenin egemen kültür ve beğeniyi yaygınlaştırdığı genel kabul
görse de yerel olanın da küresele taşınabildiği yönünde görüşler de vardır.
Küreselleşmenin nicelik ve nitelik olarak merkezden çevreye doğru işlediği ancak
bu işleyişin aynı zamanda çevreden merkeze doğru da işleyebileceği vurgusu
yapılmaktadır. Ancak, çevrenin ya da yerelin merkeze taşınabildiği durumlardan
Küreselleşme olgusuna
söz edebilse bile günümüzde yoğun bir biçimde tek yönlü bir enformasyon akışının
getirilen en önemli
eleştiri, olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekir. Ayrıca yerel ya da çevrenin merkeze nasıl
küreselleşmenin taşındığı da diğer bir sorunlu alandır. Yani taşınan şeyin niteliğinin ne olduğu
egemen kültür ve sorusunun sorulması gerekir.
beğenileri küresel
düzeye taşıdığı ve
yaygınlaştırdığı
yönündedir.

•Coca-Cola reklamında ramazan ayının ve Kars ilimizin


Örnek

geleneksel/yerel yemeklerinin temsile taşınması ne kadar küresel


düzeyde yerelin temsilidir? ya da, her şeyiyle egemen kültür ve
beğenisini yaygınlaştıran popüler bir Hollywood filminde, İstanbul
siluetinin geçmesi ya da yerel bir oyuncunun bu filmde oynaması…
Veya popüler bir müzik parçasının oldukça kısa bir bölümünde
duyulan bağlama saz tınısı… Haber akışında da benzer soruları
sormamız gerekmektedir; “haberi kim taşıyor, niye taşıyor ve nasıl
taşıyor”.

Özetle denilebilir ki günümüz uluslararası iletişimde iki yönlü bilgi alışverişi


pek yapılmamaktadır, yapılsa da sorunludur. “Bilgi alışverişindeki görülen bu
dengesizlik iki yönden önemli boyutlara ulaşmaktadır:
• Kitle iletişim araçlarının mülkiyeti ve dağılımı bakımından, yani iletişim
altyapısı bakımından görülen dengesizlikler,

207
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

• Haberin dağılımı bakımından görülen dengesizlikler” (Tokgöz.2015).


Eleştirel ekonomi politik açıdan bakıldığında büyük medya şirketlerinin
sahiplik yapılarının kimlerin, hangi dünya görüşünün elinde olduğu ve kimlerle
bağlantılı oldukları sorulması gereken en önemli sorulardır. Kültürel açıdan
değerlendirildiğinde haber dağıtımında belli egemen kültürel yapı ve beğenilerin
sunulduğu bir iletişim ortamı söz konusudur. Büyük şirketler ile dünyanın geri
kalanı iletişim içerisindedir. Ancak bu iletişim gittikçe tek yönlü bir hal almaktadır.
Bu tek yönlü dengesiz iletişim sürecinde dünyanın geri kalanı genelde nesne
konumundadır; iletişimin öznesi neredeyse hiçbir zaman olamamaktadır. Politik
açıdan, farklı politik ve ideolojik duruştan çok tek veya birkaç egemen ideolojik ve
politik görüşün temsile taşındığı bir haber servis ağı oluşmaktadır. İletişim
kuramlarındaki gündem belirleme yaklaşımına göre, medya insanların gündemini
belirlemektedir ya da en azından etkilemektedir. Burada önemli olan insanların
gündemine getirilecek olan haber ve olayların ne olacağının ve nasıl sunulacağının
seçimidir.

KÜRESEL MEDYA SİSTEMLERİ


Günümüz uluslararası medya gruplarının en önemli özelliklerinden biri
sahiplik yapılarında görülen bütünleşmedir. Medya alanında faaliyet gösteren
farklı endüstrilerle bütünleşmiş medya endüstrileridir. Hatta medya dışı
endüstriyel alanlarla da bütünleşme söz konusudur. 2000 sonrası dönemde
görülen uluslararası birleşme ve devralmalar News Corporation, Time Warner ve
Bertelsman gibi uluslararası medya gruplarını ortaya çıkardı. Küresel haber
ajansları, radyo ve televizyon ve yeni medya araçları uluslararası düzeyde
kendilerine yeni pazarlar buldular.

•Bertelsmann AG, günümüzde dünyanın en büyük dört medya


Örnek

grubundan biri ve Avrupa'nın en büyük medya grubudur. Radyo


ve televizyon, yayıncılık ve medya hizmetleri dâhil olmak üzere
AP, Reuters ve AFP
farklı medya alanlarında faaliyet göstermektedir. Radyo ve TV
haber ajanslarının sektöründe Bertelsmann AG, Ocak 1997’de Universum Film A.G.
egemenliği söz (UFA) ve Luxembourg TV Corporation’ı (CLT) bir araya getirerek
konusudur; uluslararası Avrupa'nın en büyük yayın şirketinin oluşmasını sağladı.
haber akışının hemen
hemen tamamını bu
haber ajansları
ellerinde tutmaktadır. ULUSLARARASI HABER AJANSLARI
Günümüzde medyada haber ulaşım ağının moderatörlüğünü yapan haber
ajansları 19. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. 1830’larda Fransa’da tarihteki ilk haber
ajansı Agence Havas kurulmuştur. Günümüzde dünyanın ilk beş büyük haber
ajanslarından biri olarak biline AFP (Agence France Press)’in atası ya da temeli
Agence Havas’dır. Agence Havas, II. Dünya Savaşı sonrasında (1944 yılında)

208
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Fransa’nın diğer haber ajanslarıyla birleşerek, kendini lağvetmiş ve Fransa’nın


ulusal haber ajansı olan AFP (Agence France Press) adını almıştır.
20. Yüzyılın sonlarında uluslararası anlamda dünyada egemen olan beş
büyük haber ajansının adı geçmekteydi. Bunlardan ikisi ABD kaynaklı (Associated
Press AP ve United Press International UPI), biri Fransa (Agence France Press AFP),
biri İngiltere (Reuters), biri de Rusya (TASS-ITAR) kaynaklıydı. Günümüzde ise beş
büyükler yerine daha çok üç büyükler olarak adlandırılan AP, Reuters ve AFP haber
ajanslarının egemenliği söz konusudur; uluslararası haber akışının hemen hemen
tamamını bu haber ajansları ellerinde tutmaktadır.
Günümüzün en büyük ve güçlü haber ajansı olarak hatta ABD’nin en önemli
silahlarından biri olarak gösterilen Associated Press (AP),1846 yılında, James
Gordon Bennett’in öncülüğünde, New York’ta yayımlanan 6 gazeteyi temsil eden
10 kişinin girişimiyle kurulmuştur. AP, 100'den fazla ülkedeki 263 noktada faaliyet
gösteren ekipleri ile dünyaya haber geçmektedir. AP, ortalama olarak günde 2000
haber, yılda 50.000 video ve 1 milyon fotoğraf servis etmektedir(ap.org.2018).
1850 yılında kurulan Reuters haber ajansı, Associated Press (AP)’den sonra
günümüzün en büyük ikinci haber ajansı olarak gösterilmektedir. Mülkiyeti,
Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda gazeteleri, Birleşik Arap Emirlikleri’nin
elinde bulunan Reuters, 2008 yılında çok uluslu bir şirket olan Thompson Trust
tarafından satın alınarak yönetilmeye başlanmıştır. Reuters, Avrupa, Asya,
Avustralya, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika, Latin Amerika ve Afrika’da haber
dağıtımı yönünden uydu bağlantısıyla birbirine bağlanmış “Automatic Data
Exchange” adı verilen bilgisayar ağı kullanmaktadır.
Agence France Press, 1944 yılında Paris’te kurulmuştur. Dünyanın ilk haber
ajansı olan Agence Havas’ın devamı olan AFP, dünyanın üçüncü büyük haber
ajansı konumundadır. AFP, 1980’lere kadar bilgisayar, uydu yayıncılığı ve tele-foto
gibi dönemin yeni iletişim tekniklerini kullanarak yayın gücünü artırmıştır. 1983
yılında Fransızca, İngilizce, Almanca ve İspanyolca bilgilerin depolandığı “Agora”
adlı, veri bankalı Telematik Servisi hizmete sokmuştur. Ancak, özellikle
2000’lerden itibaren dünyanın üçüncü büyük uluslararası haber ajansı olmasına
rağmen, özellikle iletişim teknolojilerine yönelik yatırımlarının rakiplerine oranla
daha az olması nedeniyle, Associated Press ve Reuters karşısında gerilemiştir.
Haber ajansları arasında bir zamanlar beş büyükler arasında gösterilen
ancak günümüz rekabet koşullarında üç büyüklerin gerisinde kalan United Press
International UPI, 1907 yılında “isteyen herkesin, ücretini ödeyerek bir ajanstan
TASS, 1980’li yıllara haber satın almaya hakkı vardır” ilkesiyle kurulmuştur. Dünyada “özel kişilere ait
kadar dünyanın en olarak kurulmuş en büyük ajans” özelliğini taşıyan UPI’ın abone sayısı bir ara 7
büyük beş uluslararası binlere ulaşmıştır. İlk ismi United Press Association (UP) olan UPI, yeni ve son
haber ajansından biri ismini 1958 yılındaki INS ile birleşmesinden sonra almıştır.
olarak gösteriliyordu.
TASS, 1991'e kadar Sovyetler Birliği'nin resmi haber ajansıydı. “Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmadan önce, TASS’ın 3.880’i gazete olmak
üzere toplam 13. 000 abonesi vardı. 1955 yılında 40 ülkede faaliyet gösteren
TASS’ın haberleri, 1990’lı yılların başında, 80 ülkede 325 yabancı ajansa, gazeteye,

209
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

radyo ve televizyon istasyonuna gönderilmekteydi” (Girgin.2002). 1980’li yıllara


kadar dünyanın en büyük beş uluslararası haber ajansından biri olarak
gösteriliyordu. Dünya çapında haberler Rusça, İngilizce, Fransızca, Almanca,
İspanyolca ve Arapça olarak yayınlandı. SSCB’nin dağılmasından hemen sonra ITAR
kuruldu. TASS ve ITAR 1992 yılında birleştirilerek ITAR-TASS adını aldı.
Beş büyük haber ajansının dışında uluslararası habercilikte önde gelen diğer
haber ajansları DPA, EFE, ANSA, KYODO ve MENA’dır. DPA, Almanya’nın en bilinen
ve büyük haber ajansı olmuştur. İspanya’nın en önemli haber ajansı EFE, özellikle
1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başlarında Latin Amerika ve İspanyolca konuşulan
ülkelerde, “en güçlü ve etkili” haber ajansı olma özelliğini korudu. İtalya’nın en
büyük haber ajansı olan ANSA, önde gelen İtalyan gazetelerinden 36 üyesi olan bir
kooperatiftir. KYODO ise Japonya'daki hemen hemen bütün gazete, radyo ve
televizyon ağlarına haber dağıtmaktadır. Asya'nın en etkili haber ajanslarından biri
olan Kyodo, Japonca dil hizmetinin yanı sıra İngilizce ve Çince dil hizmetleri
sunmaktadır. Mısırlı basın kuruluşlarına ait bir anonim şirket olarak kurulan MENA,
özellikle Arap ülkelerine yönelik yayınlar yapmaktadır. MENA, Arapça, İngilizce ve
Fransızca olmak üzere üç dilde haberler sunmaktadır.

KÜRESEL RADYO VE TELEVİZYONLAR


Küresel haber ağları içinde haber ajanslarının yanında tüm dünyaya yayın
yapan küresel televizyonlar da yer almaktadır. Küresel medya pazarının başlıca
şirketleri Disney, Time Warner, Bertelsmann, Viacom, News Corporation, TCI, Sony,
General Electric, Poly Gram ve Seagram gibi şirketlerdir. Bu şirketler CNN, FOX,
MTV, CNBC gibi tüm dünyaya kültür ve ideoloji yayan küresel televizyon kanallarını
yönetmektedir.
Uluslararası iletişim kurumları yapılarına göre üç şekilde sınıflandırılabilir
(Duan.2017)

 Devlete Ait Uluslararası Radyo ve Televizyon Kurumları: Voice Of America


(VOA) örneğinde olduğu gibi hükûmet önderliğindeki radyo ve televizyon
kurumlarıdır. Devlete aittirler ve devlet tarafından işletilirler.
 Ticari Uluslararası Radyo ve Televizyon Kurumları: Cable News Network
(CNN) ve News Corporation örneklerinde olduğu gibi ticari radyo ve
televizyon kurumlarıdır. Batı radyo ve televizyon kurumlarının çoğunluğu
bu kategoriye girmektedir.

 Kamusal Uluslararası Radyo ve Televizyon İletişimi Kurumları: BBC ve NHK


örneklerinde olduğu gibi kamuya ait radyo ve televizyon kurumlarıdır.
Teorik olarak, kamu tarafından işletilmekte ve devlet tarafından sübvanse
edilmektedir. Kamu hizmeti yayıncılığı esastır.

210
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Voice Of America VOA, Amerikan hükûmeti tarafından kurulan ve yaklaşık


1.300 çalışanı olan Washington DC merkezli bir uluslararası medya kuruluşudur.
Voice Of America (Amerika’nın Sesi), ABD hükûmetinin politika, mali ve iş
güvencesinden yararlanmaktadır.

Voice Of America CNN, 24 saat yayın yapan ilk haber kanalıdır. Dünyanın ilk küresel haber ağı
(Amerika’nın Sesi), ABD olan CNN, küresel uydu ve kablolu televizyon ağlarını bir araya getirmiştir. CNN,
hükûmetinin politika, yaptığı yayınlarla güçlü bir küresel üne sahiptir: ABD Başkanı Ronald’ın suikast
mali ve iş girişimi, 1982’de İngiltere-Arjantin Falkland Savaşı, 1986’da Uzay Mekiği
güvencesinden Challenger felaketi, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 1991’de Körfez Savaşı ve 11
yararlanmaktadır.
Eylül 2001’de terörist saldırısı (Duan.2017).
Bütün dünya Körfez Savaşı ile ilgili bilgileri CNN’den alarak
haberleştirmişlerdir. “Yani tüm dünya, Amerika’nın tarafı olduğu bir savaşı
Amerikan orjinli uluslararası medya kapitalizminin baş aktörlerinden biri olan
CNN’nin perspektifiyle öğrenmiştir” (Yıldırım.2017). İngiliz hükûmetinin verdiği
destek sayesinde BBC uluslararası bir iletişim kurumu haline gelmiştir. İngiliz
hükûmeti, fikirlerini ve görüşlerini tanıtmak amacıyla BBC'ye belirli bir miktarda
kaynak ayırmaktadır.
Bireysel Etkinlik

• CNN “Dünyanın Haber Lideri” sloganını değiştirerek


“Haberin En Güvenilir Adı” sloganını kullanmaya başlamıştır.
İki slogan arasındaki farklar neler olabilir konusu üzerine
araştırma yaparak düşünün. Bu değişikliğin nedenlerini
araştırın ve tartışın.

Küresel medyanın pazarlama hacmi gün geçtikçe artmaktadır. ABD, her yıl
diğer ülkelere yaklaşık 300.000 saat televizyon yayın materyali sağlamaktadır.
Hollywood filmlerinin artan egemenliği Amerikan TV dizilerinin dünya çapında
rekor kıran izleyicilerle güçlü bir şekilde büyümesini sağlamaktadır. Amerika’nın
kültürel üretiminin önemli bir parçası haline gelen Amerikan TV dizileri İnternet
Hollywood filmlerinin üzerinden popüler hale gelmiştir. Bir dizi birleşme ve satın almalar yoluyla kurulan
artan egemenliği
Murdoch’un haber grubu News Corporation, dünyanın en büyük uluslararası
Amerikan TV dizilerinin
dünya çapında rekor medya gruplarından biridir ve medya pazarında çok önemli bir yer tutmaktadır.
kıran izleyicilerle güçlü Benzeri durum yayınevi alanında da geçerlidir. Time Warner, 24 derginin sahibi
bir şekilde büyümesini olduğu dünyanın en büyük ikinci yayınevidir. Müzik bölümü, dünyanın en büyük
sağlamaktadır. müzik şirketlerinden biridir. Time Warner ayrıca CNN, TBS ve HLN dâhil olmak
üzere birçok Amerikan ve küresel kablolu TV kanalına sahiptir. 1985 yılında
ABD’de yayın yapmaya başlayan Discovery Channel, bugün dünyanın en hızlı
büyüyen kablolu TV ağlarından biridir. Discovery Channel’ın 145 ülkede 140
milyondan fazla abonesi bulunmaktadır(Duan.2017).

211
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

Walt Disney Şirketi, 1920’lerde küçük bir çizgi film atölyesi iken bugün bir
eğlence ve medya devi haline gelmiştir. Disney'in dört temel işletmesi vardır: ürün
geliştirme, tema parkları, film ve televizyon yapımları. Disney artık sadece bir çizgi
film değil oyuncak, resim, kitap, kıyafet, TV dizisi, kupa, dergi, tema park gibi
hemen her yerde görüp satın alınan küresel bir metadır. Nickelodeon ise Viacom
Disney'in dört temel Group’un MTV kablo ağına bağlı bir çocuk kanalıdır ve çocuk programları için
işletmesi vardır: ürün dünya çapında en büyük pazar payına sahiptir. “Çocuklar için Nickelodeon, her
geliştirme, tema
gün, her gün!” sloganına sahip Nickelodeon’nun hedef kitlesi 2-11 yaşındaki
parkları, film ve
televizyon yapımları. çocuklardır. Nickelodeon 149 ülke ve bölgede faaliyet göstermektedir.

İNTERNET VE SOSYAL AĞLAR


İletişim kanalları, araçları ve teknolojilerindeki hızlı değişim ve dönüşüm
insanların, toplumların, ülkelerin ve topyekûn dünyanın değişimine neden
olmaktadır. Ancak iletişim teknolojilerinin her asırdaki gelişimine müdahale eden
egemen yapıları da unutmamak gerekir. Her yeniliği kendi iktidar ve güç
alanlarının genişleticisi olarak gören egemen yapılar, hâkimiyet alanlarını ve
hükmetme güçlerini artırabilmek niyetiyle bu teknolojileri dönüştürmek istemiştir.
O zaman insanların faydasına gelişen teknolojilerin aynı zamanda bir egemenlik ve
mücadele alanı olduğunu da unutmamak gerekir. Söz konusu değişimler
ekonomik, politik, kültürel, toplumsal hatta ideolojik etkilere sahiptir. Coğrafik
sınırların muğlaklaştığı, egemen kültür, beğeni ve yorumların yaygınlaştığı bir
dönem yeni dönüşümlere gebedir. Öyle ki henüz dönemin gelişmelerini tam
anlamıyla ortaya koyup tartışamadan yeni değişimlere hızla dâhil olmaktayız.
21. yüzyıldan itibaren internetle birlikte ortaya çıkan mobil telefonlar,
tabletler, sosyal ağlar, bloglar, RSS (Rich Site Summary) gibi yeni medya araçları
giderek gündelik hayatta ağırlığını hissettirmektedir. Dünya çapında milyarlarca
bilgisayarı birbirine bağlayan bir sistem olarak tanımlanan internet, bilgiye erişim
kolaylığı sağlayan bir yapıya sahiptir. İnternet aracılığıyla bilgiye daha kolay, ucuz
şekilde ulaşmanın yolu açılmıştır. Ayrıca dijitalleşme sayesinde ses, görüntü, metin
başta olmak üzere her türlü içeriği bir arada bulma olanağı vardır. Yeni medya
haberin bulunması, işlenmesi ve dağıtılması konusunda yeni iş yapma biçimlerine
zemin sunmaktadır. İnternet forumları, viki siteleri, blog ve sosyal ağ denilen yeni
haber ağları ortaya çıkmıştır.
Dijitalleşme hem iletişim sürecine birçok avantaj sağlamış hem de
enformasyonun üretim, dağıtım ve sunum aşamalarına yenilik getirmiştir.
Enformasyonun,

 hacmi büyümüştür,
 istenildiği kadar çoğaltılabilmesi olanağı oluşmuştur,

 saklanması kolaylaşmıştır,
 paylaşım ve dağıtımı daha hızlı ve kolay hale gelmiştir,

 güncellemesi, düzeltilmesi ya da her an için müdahale edilebilmesi


kolaylaşmıştır,

212
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

 aranması daha hızlı ve kolay hale gelmiştir,


 üretimi ve dağıtımında düşük maliyet olanağı sunmuştur.
İnternetin sağlamış olduğu bu özellikler iyimser ve kötümser taraflarıyla
okunabilir. İnternet olumlu anlamda çoğulculuğa, özgür düşüncelerin küresel
ortamlarda yayılmasına, alternatif bilgi ve kaynakların dolaşımına neden olabilir.
İnternet olumlu
Farklı kültürel beğeni ve biçimlerinin yayılmasına, küresel anlamda yeni haber
anlamda çoğulculuğa,
özgür düşüncelerin ağlarının oluşmasını sağlayabilir. Ancak internet diğer yönüyle “egemen kapitalist
küresel ortamlarda devletlerin küresel medya sistemlerine pazar yapısının dayattığı kültür ve
yayılmasına, alternatif ideolojilerini yayabilmeleri için çok yönlü bir fırsat sunmuştur. Örneğin; küresel
bilgi ve kaynakların medya şirketleri sayısal iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle hayatımıza giren akıllı
dolaşımına neden telefonlar, tabletler sayesinde mekân ve zamandan bağımsız biçimde sürekli
olabilir.
olarak ideoloji üretimi yapabilmektedirler” (Yıldırım.2017).
Geleneksel medyanın kamuoyu oluşturma konusunda hâlâ bir egemenliği
olsa da yeni medya da giderek önem kazanmaktadır. Yeni çevrimiçi medya küresel
iletişimin taşıyıcısıdır ve ulusal sınırlarla sınırlandırılmamıştır. Geleneksel medya
yeni medya ortamına adapte olmada geç kalmamıştır. Medyadaki değişim aynı
zamanda iletişim modellerinde, yöntemlerinde, pazarlarında ve etkilerinde de
önemli değişikliklere yol açmıştır. Örneğin, BBC World Service web sitesi, dünya
çapında 33 dilde haber sunmaktadır. İnternet sayesinde BBC artık tamamen bir
radyo ve TV organizasyonu değil bir multimedya yayıncısı ve içerik sağlayıcısıdır.
BBC News web sitesi dünyada en sık ziyaret edilen altıncı haber sitesi haline
gelmiştir(Duan.2017).
Twitter, Facebook, MySpace ve podcasting gibi yeni iletişim kanalları, TV
programları için sadece önemli dağıtım kanalları değil aynı zamanda medya
kuruluşları ve izleyiciler arasındaki etkileşimi güçlendirmek ve izleyicilerin katılımını
teşvik etmek anlamına da gelmektedir. France International, izleyicilerin çevrimiçi
gördüklerini ve duyduklarını yayınlayabildikleri, vatandaş gazeteciliği ve
tartışmaları için bir alan oluşturan Internet Observer adlı bir çevrimiçi program
başlatmak için YouTube ve Dailymotion video ağlarıyla işbirliği yapmıştır. Ayrıca TV
köşe yazarları izleyicilerin etkileşimini artırarak bloglar yazmaya
başlamıştır(Duan.2017).
Ünite içinde anlatılan ve tartışılan konulardan hareketle özet bir biçimde
ifade etmek gerekirse: Küreselleşmeyi olumlu anlamda ele alan ve tartışan
görüşler vardır. Bu düşünceye göre küreselleşme ulus sınırlarını ortadan kaldırarak
toplumların bütünleşmesine ve toplumlar ve ülkeler arasında ticari, siyasi ve
kültürel alış-verişin gelişmesine olanak sağlamaktadır. Yerelin merkeze diğer bir
Özellikle neo-liberal
ifadeyle küresel alana taşınabilmesi için önemli bir fırsattır. Küreselleşme eşitliğe
dönem sonrası gelişen
küresel sermaye ve dengeye dayalı yeni bir uluslararası bir düzen olarak kendini göstermektedir.
sahiplerinin hükmettiği Ancak bu iyimser beklentilere karşın günümüz dünyasında eşitlikçi olmayan bir
bir dünya söz ekonomik sahiplik yapısının ve tekellerin oluştuğu bir gerçektir. Ekonomik, siyasi
konusudur. ve kültürel alanlarda hangi ülkelerin ve şirketlerin küresel anlamda egemen olduğu
ünitede gösterilmeye çalışılmıştır. Özellikle neo-liberal dönem sonrası gelişen
küresel sermaye sahiplerinin hükmettiği bir dünya söz konusudur: küreselleşme

213
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

küresel tekellerin hedef ve çıkarlarına doğru daha fazla işlemektedir. Bu durumu


anlatmak için eleştirmenler tarafından küreselleşmenin yeni bir kolonyalizm,
sömürgecilik, emperyalizm olduğu yönünde tanımlamalar ve açıklamalar
geliştirilmiştir. Güçlülerin giderek daha da güçlendiği yenidünyanın ismi
küreselleşmedir.

214
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

• ULUSLARARASI İLETİŞİM
•Uluslararası iletişim, uluslararası sınırlar boyunca gerçekleşen iletişim
uygulamasıdır. İletişimin en geniş arenada gerçekleştirildiği bir tür olan
uluslararası iletişim, makro düzeydeki ilişkileri işaret etse de kişilerarası
Özet iletişimden, grup ve örgüt iletişimine kadar iletişimin bütün boyutlarını
taşımaktadır.
•Uluslararası iletişim sadece bir iletişim faaliyeti olmaktan çok ekonomik,
politik, kültürel ve tarihsel ilişkilerin işlediği bir alandır.
•Uluslararası iletişim sürecinde siyaset ile ekonomi iç içe olması ve her
siyasalın temelinde daima kısa veya uzun vadeli ekonomik çıkar ve güç
hesaplarının yatması nedeniyle uluslararası iletişimin dünyadaki küresel
ekonomi, siyasal ve kültürel pazar yapısından bağımsız olmadığı görülecektir.
KÜRESELLEŞME
•. Küreselleşme sosyal, politik ve ekonomik faaliyetlerden ve uluslararası
olaylardan hem etkileyen hem de etkilenendir.
•. Küreselleşme yeni bir küresel sistem oluşturarak karşılıklı etkileşimleri
yoğunlaştırır.
•. İletişimin yoğunluğunun ve yaygınlığının artması ulusal ve uluslararası
konularda coğrafi mesafenin kaldırılmasına yol açar.
•. İletişimin büyüyen yapısı ulus ötesi düzeyde çözülebilen ve ele alınabilen
bazı sorunların kimi zaman kaynağını kimi zamanda çözümünü oluşturur.
•. Küreselleşme ekonomi demektir. Dünya toplumlarına ekonomik üretim
sisteminin tahakkümüdür.
•. Küreselleşme pazarın, emeğin ve sermayenin küreselleşmesidir.
•. Kültürel küreselleşme, kültürel dönüşümü kolaylaştıran bir süreç olarak
tanımlanmıştır.
•KÜRESELLEŞME ve MEDYA EMPERYALİZMİ
•Eleştirmenler, bugünün küreselleşmesinin yalnızca eski moda
sömürgecilikten yüzeysel olarak farklı olduğunu savunmaktadır.
Küreselleşme sadece kılık değiştirmiş emperyalizmdir ve aynı güce sahiptir:
kaynaklar üzerinde kontrol ve kudret hakkı ve tüketim malları için büyük bir
pazar. Gündelik hayat Disneyleştirilmiştir. Amerikan kültürünün
küreselleşmesini anlatmak üzere Disneyfication, McDonaldization ve
Cocacolonization gibi kavramlar üretilmiştir.
•Medya, kültürün küresel olarak üretilme, çoğaltılma ve yayılma şekli
üzerinde benzeri görülmemiş bir etkiye neden oldu. Medya pazarlarının
serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi ve yeni medya teknolojilerinin
yaygınlaşması medya sahiplik yapılarında yoğunlaşmaya neden oldu.
•ULUSLARARASI HABER AKIŞI ve DENGESİZ İLETİŞİM
•Küreselleşen dünyada haber ajansları, gazeteler, radyo-televizyonlar, sinema
gibi önemli iletişim araçları politik, ekonomik, toplumsal, eğitim, sanat ve
kültür alışverişinin niteliğini oluşturmaktadır.
•Uluslararası iletişimin işleyişine ilişkin en önemli sorun ya da eleştiri;
uluslararası bilgi akış kanallarının dünya üzerinde dengesiz bir şekilde
dağılmış olmasıdır. Dengesiz iletişim olarak ifade edilen bu durum, teknolojik
ve teknik açılardan gelişmiş ülkelerden gelişmemiş ülkelere doğru
enformasyon ve haber akışı olduğu gerçeğinden hareket etmektedir.

215
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

•KÜRESEL MEDYA SİSTEMLERİ


•Günümüz uluslararası medya gruplarının en önemli özelliklerinden biri
sahiplik yapılarında görülen bütünleşmedir. Medya alanında faaliyet
gösteren farklı endüstrilerle bütünleşmiş medya endüstrileridir.
•Uluslararası Haber Ajansları
Özet (devamı)
•20. Yüzyılın sonlarında uluslararası anlamda dünyada egemen olan beş
büyük haber ajansının adı geçmekteydi. Bunlardan ikisi ABD kaynaklı
(Associated Press AP ve United Press International UPI), biri Fransa (Agence
France Press AFP), biri İngiltere (Reuters), biri de Rusya (TASS-ITAR)
kaynaklıydı. Günümüzde ise beş büyükler yerine daha çok üç büyükler olarak
adlandırılan AP, Reuters ve AFP haber ajanslarının egemenliği söz
konusudur; uluslararası haber akışının hemen hemen tamamını bu haber
ajansları ellerinde tutmaktadır.
•Küresel Radyo ve Televizyonlar
•Küresel haber ağları içinde haber ajanslarının yanında tüm dünyaya yayın
yapan küresel televizyonlar da yer almaktadır. Küresel medya pazarının
başlıca şirketleri Disney, Time Warner, Bertelsmann, Viacom, News
Corporation, TCI, Sony, General Electric, Poly Gram ve Seagram gibi
şirketlerdir. Bu şirketler CNN, FOX, MTV, CNBC gibi tüm dünyaya kültür ve
ideoloji yayan küresel televizyon kanallarını yönetmektedir.
•İnternet ve Sosyal Ağlar
•İnternet aracılığıyla bilgiye daha kolay, ucuz şekilde ulaşmanın yolu
açılmıştır. Ayrıca dijitalleşme sayesinde ses, görüntü, metin başta olmak
üzere her türlü içeriği bir arada bulma olanağı vardır. Yeni medya haberin
bulunması, işlenmesi ve dağıtılması konusunda yeni iş yapma biçimlerine
zemin sunmaktadır.
•Geleneksel medya, kamuoyu oluşturma konusunda hâlâ egemen olsa da
yeni medya giderek önem kazanmaktadır. Yeni çevrimiçi medya küresel
iletişimin taşıyıcısıdır ve ulusal sınırlarla sınırlandırılmamıştır. Geleneksel
medya yeni medya ortamına adapte olmada geç kalmamıştır. Medyadaki
değişim aynı zamanda iletişim modellerinde, yöntemlerinde, pazarlarında ve
etkilerinde de önemli değişikliklere yol açmıştır.

216
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi kamusal radyo ve televizyon iletişimi kurumlarına
bir örnektir?
a) Disney
b) CNN
c) BBC
d) MENA
e) ANSA

2. Aşağıdakilerden hangisi dijitalleşmenin enformasyonun üretim, dağıtım ve


sunum aşamalarına getirdiği yeniliklerden biri değildir?
a) Enformasyon hacmi büyümüştür.
b) Enformasyonun saklanması kolaylaşmıştır.
c) Enformasyonun paylaşım ve dağıtımı hızlanmıştır.
d) Enformasyonun üretim maliyetleri artmıştır.
e) Enformasyon istenildiği kadar çoğaltılabilir hale gelmiştir.

3. Dünyanın 24 saat yayın yapan ilk haber kanalı ve ilk küresel haber ağı olan
medya kuruluşu aşağıdakilerden hangisidir?
a) CNN
b) NHK
c) BBC
d) VOA
e) CNBC

4. Aşağıdakilerden hangisi Hindistan, Endonezya ve Mısır gibi ülkelerin


"Birçok Ses, Bir Dünya" sloganıyla, büyük medya şirketlerinin gelişmekte
olan ülkelere sınırlı erişimi olması gerektiğini savunması konunun
tartışılması karşısında UNESCO'dan ayrılan ülkelerden biridir?
a) Fransa
b) İspanya
c) ABD
d) Türkiye
e) İran

5. Aşağıdakilerden hangisi McDonaldization olarak isimlendirilen Fast-food


restoranının prensiplerinden biri değildir?
a) Verimlilik
b) Yerellik
c) Hesaplanabilirlik
d) Tahmin edilebilirlilik
e) Kontrol

217
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

6. Aşağıdakilerden hangisinde günümüzün üç büyük haber ajansı


büyüklüklerine göre doğru sıralamayla verilmiştir?
a) AP, REUTERS ve AFP
b) AP, AFP ve REUTERS
c) REUTERS, AP ve AFP
d) REUTERS, AFP ve AP
e) AFP, AP ve REUTERS

7. Aşağıdakilerden hangisi ülkelerin ikili ilişkiler bağlamında karşılıklı


anlaşarak veya anlaşamayarak yürüttükleri ilişkileri ifade etmek için
kullanılır?
a) Tek yönlü iletişim
b) Çift yönlü iletişimi
c) Çok yönlü iletişim
d) Bağımsız İletişim
e) Propaganda

8. Aşağıdaki haber ajanslarından hangisi 1944 yılında Fransa’da, Havas


Ajansı’nın devamı olarak kurulmuştur?
a) Cable News Network (CNN)
b) United Press International (UPI)
c) Reuters
d) Associated Press (AP)
e) Agence France Presse (AFP)

9. Dengesiz iletişim için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) Gelişmiş ülkelerden gelişmemiş ülkelere doğru enformasyon ve haber
akışı vardır.
b) Tek yönlü bir enformasyon ve haber akışı söz konusudur.
c) Dünyadaki eşitsizlikleri ve bağımlılıkları artırır.
d) Gelişmiş ülkelerin başatlığı söz konusudur.
e) Karşılıklı ve paylaşımcı bir enformasyon ve haber akışı vardır.

10. Aşağıdakilerden hangisi günümüzün en büyük ve güçlü haber ajansı olarak


hatta ABD’nin en önemli silahlarından biri olarak gösterilen haber
ajansıdır?
a) AP
b) UPI
c) AFP
d) EFE
e) REUTERS

Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.a, 4.c, 5.b, 6.a, 7.b, 8.e, 9.e,10.a

218
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Uluslararası İletişimin Küresel İşleyişi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Associated Press, https://www.ap.org/en-us/ adresinden 01 Temmuz 2018
tarihinde erişildi.
Altın, K.Y. (2017). Eğlence Endüstrisi Bağlamında Kültürün Tektürleşmesi: Folklorun
Tema Parklarda Kullanımı. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Vol.
10(51).s.621-628.
Cadde Tasarımında Disneyleşme 1 Aralık 2019 tarihinde
http://exclusive.multibriefs.com/content/the-disneyfication-of-american-
cities/civil-government adresinden erişildi.
Coca-Cola 19.08.2019. tarihinde
https://www.youtube.com/watch?v=3tKUNvRgO6k adresinden ulaşıldı
Duan, P. (2017).International Communication Strategies of Chinese Radio And TV
Networks. Springer Nature Singapore Pte Ltd
Erdoğan, İ. (2002). İletişimi Anlamak. Ankara: Erk Yayınları.
Girgin, A. (2002).Uluslararası iletişim haber ajansları ve AA. İstanbul: Der Yayınları.
İşyeri Tasarımında Disneyleşme 17.07.2019 tarihinde
https://www.nanotechmag.com/nanotech-japan/ adresinden erişildi.
Kaul, V. (2011). Globalisation And Media, Mass Communicat Journalism, 5 Aralık
2018 tarihinde https://www.omicsonline.org/open-access/globalisation-
and-media-2165-7912.1000105 adresinden erişildi.
Kheeshadeh, M. (2007). Effects of Globalization on Mass Media In The World.
International Journal of Asian Social Science. 2(10):1672-1693.
Oran, B. (2009).Küreselleşme ve azınlıklar. Ankara: İmaj Yayınları.
Schiller, H.I. (1991).Not Yet The Post-Imperialist Era, Cirtical Studies İn Mass
Communication, Vol. 8(1).s.13-28.
Tokgöz, O. (2015). Temel gazetecilik. Ankara: İmge Kitabevi.
Yıldırım, B. (2017). Uluslararası iletişim, iletişime giriş. Erzurum: Atatürk
Üniversitesi Açık Öğretim Yayınları

219
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
DİLBİLİM VE YAPISALCILIK

• Yapısalcılık ve İletişim
Araştırmaları
İÇİNDEKİLER

• Yapısalcılığın Kavramsal ve
Tarihsel Bağlamı İLETİŞİM KURAMLARI
• Yapısalcılığın Temel
Özellikleri Dr. Öğr. Üyesi
• Yapı Kavramı Ahmet TAYLAN
• Yapısalcılık ve Dilbilim
• Ferdinand de Saussure ve
Dilbilimsel Yöntemi
• Yapısalcılık ve Dilbilimin
İletişimsel Bağlamı

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Yapısalcılık kavramını öğrenecek,
HEDEFLER

•Yapısalcılığın dilbilimle ilişkisini


anlayacak,
•İletişim kuramlarının bu
kavramlarla bağını öğrenecek,
•İletişim çalışmaları içinde yapısalcı
etkiyi ayırt edebileceksiniz.
ÜNİTE

11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Dilbilim ve Yapısalcılık

Kavramsal ve Tarihsel Bağlam

Yapısalcılık ve İletişim Yapısalcılığın temel


Araştırmaları Özellikleri
DİLBİLİM VE YAPISALCILIK

Yapı Kavramı

Ferdinand de Saussure ve
Yapısalcılık ve Dilbilim
Dilbilimsel Yöntem

Yapısalcılık ve Dilbilimin
İletişimsel Bağlamı

221
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Dilbilim ve Yapısalcılık

GİRİŞ
İletişim çalışmaları, doğası gereği, kendi başına bir sosyal bilim disiplini
olmaktan çok farklı disiplinlerle etkileşen (disiplinler arası) bir araştırma alanı
olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla iletişim çalışmaları dilbilimden sosyolojiye,
felsefeden psikolojiye, ekonomiden antropolojiye kadar pek çok farklı alanla
etkileşim ve alışveriş içinde olmuş, bu alanlardaki kuramsal yaklaşımlardan
etkilenmiş ya da beslenmiştir.
İletişime yönelik araştırmaların, tarihsel süreçte kitle iletişiminin farklı
İletişim çalışmaları farklı
noktalarına odaklandıkları görülmektedir: Kitle iletişim araçlarının geliştirilmesi ve
disiplinler arasında
konumlanmış bir ara kullanımına ilişkin teknikler, kitle iletişim araçlarının içerikleri ve bu içeriklerin
alandır. kitleler üzerindeki etkisi, bu araçların mülkiyet ve sahiplik yapısı ve bu yapıya dair
hukuki mevzuat, bu araçları işleten kurumsal yapılar, bu kurumların üretim süreci
ve bu süreçte rol alan aktörler ile bunlara dair profesyonel örgütlenme, üretilen
ürünlerin tüketimi ve bunları tüketen kitleler gibi… Kitle iletişim araçlarının
yukarıda değinilen her bir farklı boyutu üzerine yürütülen araştırmaların sonuçta
farklı kuramsal modeller ortaya koydukları ve bu modellerin beslendikleri bilimsel
ve felsefi yaklaşımlarındaki farklılıklar bakımından çeşitli ana kollar altında
toplandıkları görülmektedir.
İletişim alanına yönelik kuramsal yaklaşımların temelinin, 1920’li yıllardan
itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde radyo ve sinema üzerine yapılan ve “ana
akım” olarak adlandırılan kurucu araştırmalar ve bu araştırmalara dayalı modeller
üzerine yükseldiği söylenebilir. Bu modellerin, ağırlıklı olarak kitle iletişim
araçlarının ‘etkilerini’ anlamak ve bu etki bağlamında kitleleri kontrol edebilmenin
yollarını araştırmak için ortaya atıldıkları görülmektedir. Söz konusu etkilerin de
farklı tarihsel dönemlerde farklı düzeylerde (güçlü etki, zayıf etki, uzun dönemli
güçlü etki) tanımlandığı görülmektedir. Bununla birlikte felsefi kökenini pozitivist
bilim mantığından alan ve ampirik araştırma geleneğine dayanan söz konusu
model ve kuramlar günümüze kadar farklı şekillerde varlıklarını sürdürmüştür.
Kitle iletişim araçlarının etkilerinden çok, anlam inşa süreci içinde oynadığı
ideolojik konumu ve bu konum aracılığıyla toplumdaki iktidar ilişkilerini nasıl
şekillendirdiğini araştıran ve ana akım kuramlara farklı açılardan eleştiriler getiren
bir kuramsal yaklaşım daha vardır. “Eleştirel yaklaşım” olarak adlandırılan bu
araştırmaların felsefi köken olarak Marksist toplum ve siyaset kuramından
beslendiği ve iletişimi daha geniş bir tarihsel ve toplumsal bağlama oturtarak
incelemeye çalıştığı görülmektedir. Eleştirel yaklaşımlar da iletişimin farklı
noktalarına odaklanmaları, farklı metodolojik teknikleri kullanmaları gibi açılardan
oldukça geniş bir çeşitlilik göstermekle birlikte, temel olarak “kültürel çalışmalar”
ve “eleştirel ekonomi politik” yaklaşım olarak iki alt kola ayrılmaktadır.
Kitle iletişim araçları eleştirel bir yaklaşımla ele alındığında, iletişim
çalışmalarının pek çok farklı disiplin ve bu disiplinlerin karma yöntem ve modelleri
ile iç içe geçtiği görülmektedir. Nitekim bu alanlardan/yaklaşımlardan ikisi de
dilbilim ve yapısalcılıktır. Bu bölümde, dilbilim ve yapısalcılık kavramları giriş

222
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Dilbilim ve Yapısalcılık

düzeyinde betimlenmekte ve iletişim kuramları ile olan bağlantıları ele


alınmaktadır.

YAPISALCILIK VE İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI


Yapısalcılık (strüktüralizm, İng. Structuralism), temelleri çok daha eskilere
uzanmakla birlikte, özellikle 1950’li yıllardan sonra dilbilim, psikoloji, antropoloji,
sosyoloji, iletişim, kültürel analizler, hatta matematik ve bütün olarak toplumsal
kuramlarda sıkça kullanılan ve kendinden önceki alışıldık bilimsel düşünme
biçimlerini çarpıcı bir şekilde dönüştüren bir yaklaşım olmuştur. Yapısalcılık,
toplum ve insan bilimlerinden, iletişim çalışmalarında kadar pek çok farklı alanı ve
disiplini hem yöntemsel hem de kuramsal bakımdan etkilemiştir.
Konuya özellikle iletişim araştırmaları açısından bakılırsa yapısalcılık;
göstergebilim, antropoloji, sosyoloji ve edebiyat eleştirisi gibi alanlardan bir arada
yaralanan bir yaklaşım ya da çözümleme biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapısalcılık, dil aracılığıyla anlam inşasından hareketle toplumsal yapıların (örn. bir
medya kuruluşunun) eleştirel veya destekleyici betimlemesini ortaya koymaktadır.
Yapısalcı analizde yapı, düşünce ve dil kalıplarının yapısıdır. Bu bağlamda medya
içerikleri açısından yapı, incelenen metnin (haber, yazı, film vb. her türlü medya
ürününün) ya da haber dilinin yapısıdır.

Yapısalcılığın Kavramsal ve Tarihsel Bağlamı


Yapısalcılığa, kapsamının oldukça geniş olması ve birbirinden farklı
disiplinlerin ilgi alanına girmesi nedeniyle üzerinde tam olarak uzlaşılmış bir tanım
getirmenin zor olduğu öne sürülmüştür. Yapısalcılık birbirinden çok farklı
Yapısalcılık, olguları disiplinlere etki etmiş olan, genel manada ‘yapı’yı temel hareket noktası olarak
anlamak için onların alan ve incelediği konuyu yapısı bağlamında açıklayan bir yaklaşım olarak
altında yatan yapıları tanımlanabilir.
anlamaya çalışır.
Görüleceği üzere yapısalcılık, olay ya da olguları anlayabilmek için onların
altında yatan ve asıl belirleyici temel olduğu düşünülen yapıları anlamak
gerektiğini savunan bir yaklaşımdır. Bu bağlamda yapısalcılık insanın her türlü
etkinliğinin genel yapısını ortaya koymayı amaçlar. Yapısalcı yaklaşım, olguların ya
da eylemlerin tarihsel nedenlerini anlamaktan çok, onları içinde var oldukları
sistemle ilişkilendirerek olguların ya da eylemlerin yapısını ve önemini ortaya
koyar. Bu bağlamda insan eylemlerinin nedenini özgür bireyin iradesi temelinde
kavrayan Hümanizm gibi akımların aksine, yapısalcılık, bireyin eylemlerinin de
toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunmuştur.
Temelinde, toplumsal gerçekliği yapısal ve ilişkisel olarak anlama amacı
taşıyan yapısalcı yaklaşımın kökeninin ağırlıklı olarak dilbilimsel ve
göstergebilimsel yaklaşımlara ve dilbilimci Ferdinand De Saussure, antropolog
Claude Levi-Strauss ve göstergebilimci Roland Barthes’ın çalışmalarına dayandığı
bilinmekle birlikte, yapısalcılığın bu araştırmacılardan çok daha önceki dönemlere
dayanan bir tarihsel geçmişi vardır. “Platon’un İdea’lar doktrininden bahsederken
aslında formlar (biçimler) doktrininden bahsediyoruz. Aristoteles de yapılarla en az
Platon kadar ilgiliydi. Bütün yorumcularının vurguladığı gibi, organizma ve gelişme

223
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Dilbilim ve Yapısalcılık

kavramları Aristoteles’in kafasındaki en temel yapısal modeli oluşturuyordu”


(Bottomore ve Nisbet, 2006).
Çevikbaş da yapısalcılığı etkileyen ve şekillenmesine yardımcı olan tarihsel
arka planın, eski Yunan filozoflarının gözlem ve deneyimlerine ilişkin duyu
verilerinin çatısını oluşturacak temel kurucu yapıları bulma çabasından, evrene
dair açıklamalarında orta çağ felsefesinin dinsel, Rönesans felsefesinin de bilimsel
ve mekanist bir tavırla evrenin kurucu unsurlarının belirlenmesine yönelik
Yapısalcılık dilbilimde, çabalarına kadar dayandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca yapısalcılığın
Ferdinand de
“sistemin ögelere üstün ve onlara egemen olduğu fikrini benimseyen ve ögeler
Saussure'ün çalışmaları
arası ilişkilerden sitemin yapısını çıkarmaya çalışan bir felsefi disiplin” olduğu
ile başlamıştır.
düşünülünce Aristotelesçi form kavramını da çağrıştırdığını tespit eden Çevikbaş,
buna karşılık asıl anlamıyla yapısalcılığın, Batı düşünce tarihindeki temel yapıları
bulma, gerçekliği bu temel yapılarla açıklama girişimlerinin yetersizlikleri üzerine
temellendirildiğine de dikkat çekmektedir (Çevikbaş, 2001:).
Yapısalcılık 1950’li yıllarda Fransa’da doğmakla birlikte tüm dünyada etkili
olmuştur. Yapısalcı akım o dönem düşünde dünyasını güçlü biçimde etkilemiştir.
Ancak 20. yüzyıl düşünce dünyasına yaygın etkisi bağlamında yapısalcılık
dilbilimde, Ferdinand de Saussure'ün çalışmaları ile başlamıştır; Saussure’ün
verdiği derslerin notlarının derlenmesinden oluşan ve 1916 yılında yayımlanan
Genel Dilbilim Dersleri adlı kitabında ortaya koyduğu fikirlerin yapısalcılığın sonraki
yıllarda bütünsel bir yaklaşım olarak ortaya çıkışında özellikle etkili olduğu
bilinmektedir.

Yapısalcılığın Temel Özellikleri


Piaget, yapısalcılığın bir öğretiden çok bir yöntem olduğuna dikkat çeker
(Piaget, 2007). Barthes ise yapısalcılığı toplumsal yapıları dilbilimsel yöntemlerle
analiz etmenin bir yolu olarak tanımlar. Buna göre toplumun işleyişine dair
yasaların, dilin işleyişine dair yasalarla aynı olduğunu kabul edilir (Barthes, 1989).
Bir yöntem olarak düşünülürse, yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri
de şöyle sıralanabilir:
 Ele alınan nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesi;

 Nesnenin kendi ögeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir ‘dizge’ olarak


ele alınması;

 Söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her
olguyu bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun sonucu olarak,
nesnenin artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik (eşzamanlılık) içinde ele
alınması;
 Artsüremli (artzamanlı) sorunlara ancak nesnenin elden geldiğince eksiksiz
bir çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da eşsüremsel olgular gibi
dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirildiği ölçüde
yer verilmesi;

224
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Dilbilim ve Yapısalcılık

 Nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesinin sonucu olarak


‘doğa ötesel’ değil, ‘özdekçi’ bir yaklaşım biçiminde tanımlanması;
 Bu yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması (Yücel, 2016).
Bu yaklaşımlar, çeşitli disiplinler bakımından yöntemsel farklılıklar
göstermekle birlikte belirli bir takım ortak özellikler taşımaktadır. Smith ve Riley,
bu ortak özellikleri şöyle betimler:
 Derinlik yüzeyi açıklar. Yapısalcıların, toplumsal yaşamın sadece yüzeysel
olarak kaotik, öngörülemez ve farklı olduğunu düşünür. Aslında, yüzeyde
ne göründüğünü anlamak için, daha derindeki düzleme bakmak gerekir.
 Bu derinlik yapısallaşmıştır. Derindeki oluşturucu mekanizmalar sadece
hazır ve etkili değil, ayrıca örgütlü ve yapılıdır.

 Yorumcu nesneldir. Yapısalcılar, kendilerini gerçek toplumsal aktörlere


görünür olmayan kimi gerçekleri keşfeden tarafsız ve bilimsel gözlemciler
olarak görme yanlısıdırlar.
 Kültür dile benzer. Yapısalcılık, dilin kelimelerden ve hatta seslere benzer
mikro ögelerden meydana gelen bir sistem olarak nasıl anlaşılabileceğine
odaklanır. Kültüre yönelik yapısal yaklaşımlar, benzeşen ögeleri (işaretler,
kavramlar) tanımlar ve bu ögelerin mesaj taşımak için nasıl düzenlendiğini
‘Yapı’ya ilişkin fikirler inceler.
yapısalcılığa temel
olmuştur.  Hümanizm ötesi. Yapısalcı yaklaşımlar, insan öznenin rolünü azaltma,
ihmal etme ve hatta yadsıma eğilimindedir. Asıl odak, bireysel insan
failinin bilinci ve üstün niteliği değil, kültürel sistemin rolü ve kültürel
sistem çalışmalarıdır. Levi-Strauss'un belirttiği gibi: "beşeri bilimlerin nihai
amacının, insanı oluşturmak değil, aksine onu çözmek olduğuna
inanıyorum". Yapısalcılığın amacı, insan özneyi ikinci plana atmıştır.
Smith ve Riley’e göre genel olarak bu farklı özellikler, yapısal dilbilimin
kurucusu Ferdinand de Saussure'ün çalışmasındaki bir başlangıç noktasına kadar
götürülebilir (2016).
Yapısalcılığın Saussure tarafından ortaya koyulan dilbilimsel kurallara
bağlılık gösteren şeklini diğerlerinden ayırt eden temel özellikleri ise Çevikbaş
Yapısalcılık, öznelciliğe şöyle sıralamaktadır:
ve hümanizme eleştirel
bir şekilde yaklaşır.  Dil ile ilgilenme,

 Öznelciliğe ve insan merkezciliğe (hümanizm) saldırı,


 Tarihteki olayların ve olguların eşzamanlı olarak, şimdi burada var olan
şekliyle dikkate alınması,
 Doğa/kültür, gösteren/gösterilen, dil/konuşma, görünüş/öz vb. ikili
karşıtlıklarla ilgilenme,

225
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Dilbilim ve Yapısalcılık

 Gösterenle gösterilen birlikteliğinin karşılığında kullanılan ‘iki yönlü anlık


bir kendiliği’ ifade eden gösterge kavramına bağlı kalma (Çevikbaş, 2001).

Örnek
•Yapısalcı yaklaşımlar teknik olarak genellikle metin analizlerini
kullanmışlardır. Ancak bunu metin içindeki tekil unsurlara
odaklanarak yapmak yerine, bu unsurları birbirleri ve metnin
bütünüyle ilişkiselliği içinde kavramışlardır. Örneğin gazete haber
metinleri incelenirken, haberdeki ifadelerin metnin genelinin
anlatısal yapısı ve haberin yapısal bağlamı ile ilişkisi öne çıkar.

Yapısalcılığın kurucusu olan “teorisyenler yapısalcılığın kesin doğası


konusunda bir görüş birliği içinde olmamakla beraber, yine de, toplum ve kültür
analizinde yapısalcı bir yaklaşımın, bütünler nosyonunu (bir yapı, ögelerin basit bir
toplamı değildir), yapısal dönüşüm fikrini (yapılar statik değildir, dinamiktir ve yeni
ögelerin yapıya girip değişmesinin usullerini belirleyen yasalarla
Bütünlük, yapıları yönlendirilmektedir) ve öz-düzenleme kavramını (yapının anlamı, içsel yasaları ve
tanımlayan temel kurallarıyla ilişkisi içinde kendinde içerilir) içerdiği konusunda genel bir konsensüs
özelliklerden biridir. söz konusudur. (…) Kısacası yapısalcılık, gerçekliği, olgular temelinde değil, ögeler
arasındaki ilişkilere dayanarak açıklamaya çalışır. Yapısalcılığın temel ilkesi,
gözlemlenebilir olan bir şeyin ancak temeldeki bir yapı ya da düzenle ilintili olduğu
kadarıyla anlam taşımasıdır” (Swingewood, 1998).

Yapı Kavramı
Piaget, (2007) yapının üç ana temelini ortaya koyar; bütünlük, dönüşüm ve
öz-düzenleme (kendi-kendini yönetme): “Bütünlük, yapıları tanımlayan temel
özelliklerden biridir. Tüm yapısalcılar -matematikçi, dilbilimci, psikolog veya farklı
bir alandan olanlar- yapılar ve bir araya getirilmiş kümeler arasındaki farkı kabul
‘Dönüşüm’, yapıları
ederler. Yapılar bütünlerden oluşurken, bir araya getirilmiş kümeler, içinde
tanımlayan ikinci temel
özelliktir. bulundukları toplamdan bağımsız olan ögelerden oluşan karmalardır.”
Piaget’ye göre dönüşüm yapıları tanımlayan ikinci özelliktir. “Matematiksel
gruplardan tutun, akrabalık dizgelerine kadar tüm bilinen yapılar, istisnasız
dönüşüm dizgeleridir. Bütünü oluşturan unsurlar kendi özelliklerini değiştirerek
daha merkezi bir konumda sisteme dâhil olmak üzere dönüşürler. Eğer dönüşüm
kavramı olmasa, yapılar devimsiz olacaktır ve bunları açıklamanın bir önemi
kalmayacaktır. Dolayısıyla dönüşüm olmasaydı yapılar bütün açıklayıcı özelliklerini
kaybederlerdi, çünkü statik biçimlere indirgenirlerdi.”
Piaget, yapıların hem özde-idameyi hem de kapalılığı kapsayacak şekilde, öz-
düzenleyici olmalarına da vurgu yapar. “Sonuç olarak yapının kendisindeki
dönüşümler hiçbir zaman dizgenin dışına çıkmaz ve her zaman dizgenin içinden
ögeler kullanarak yasalarını korur. Yani yapı ‘kapalıdır’ ve bir yapının ‘kapalı
olması’ başka bir yapının altyapısı olması ile bağdaşır, ancak bir yapı altyapı olarak
ele alındığında kendi sınırlarını kaybetmez, yani daha büyük olan yapıya altyapı

226
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Dilbilim ve Yapısalcılık

‘eklenmez’. Bu durumda iki yapının ‘birlikteliği’ söz konusudur, altyapının yasaları


değiştirilmemiştir, aynı kalmıştır ve meydana gelen değişiklik bir indirgemeden
çok, bir zenginleştirmedir. Sayısız yeni ögenin kuruluşuna rağmen, bu korunma
özellikleri ve sınırların durağanlığı, yapıların öz-düzenleyici olduğunu varsayar.”
Sonuç olarak, Piaget’nin, yapı kavramını bir dönüşümler sistemi olarak
gördüğünü söyleyebiliriz. Görüleceği üzere, kısaca yapılar üç temel özellikten
oluşmaktadır; bütünlük, dönüşüm ve öz-düzenleme. Bir sistem olduğu ve sadece
ögelerin ve bunların özelliklerinin basit bir toplamı olmadığı için bu tür
dönüşümlerin yasaları vardır. Yapı, kendi dönüşüm yasaları aracılığıyla (ki bunlar
Yapılar üç temel ne sistem dışından sonuçlar verir ne de sistemin dışında olan ögeleri kullanır)
özellikten oluşur;
korunur ya da zenginleşir. Bu yasalar aracılığıyla yapı bütün ya da sistem açısından
bütünlük, dönüşüm ve
tanımlanır. Bu nedenle de kültüre ya da genel olarak topluma dair tüm bilimsel
öz-düzenleme.
analizler yapılar üzerinden gerçekleştirilmedikçe yüzeysel birbiriyle alakasız
parçalar yığınıyla uğraşmaktan öte anlam taşımayacaktır.

YAPISALCILIK VE DİLBİLİM
Yapı kavramı ve toplumsal sistemlerin yapısal çözümlemesi en başından beri
farklı disiplinlere mensup düşünürlerin kuramsal yaklaşımlarında önemli rol
oynamıştır. “Yapısalcı hareket, kimi eleştirmenlerinin vurguladıkları gibi, yeni bir
‘kült’ ya da düşünsel ‘moda’ özellikleri taşısa bile yine de hümanist, tarihsel ve
deneysel metodolojiyi reddeden ve bunlara kıyasla yeni seçenekler sunan özgün
bir yaklaşımdır” (Bottomore ve Nisbet, 2006).
“Yapısalcılık araştırma konusunu parça ve bütün olarak inceleyen ve bu
parçaları da birbirleri ile olan ilişkileri çerçevesinde tanımlayan bütüncül bir
yaklaşımdır. Bu inceleme bağlamında yapısalcılık “entelektüel ilgi merkezinin
konuşan özneden uzaklaştırılıp konuşulan dilin yapısına kaydırılmasına yönelik
girişimler” (Megill, 1998) şeklinde düşünülebilir. Bu bakış açısı da bizi Ferdinand
de Saussure’ün “Genel Dilbilim Dersleri” adlı çalışmasında ortaya koyduğu
argümanlara, yani dilbilimsel yaklaşımın anlaşılmasına götürecektir.
Bireysel Etkinlik

• Yapısalcı yaklaşımlar, insan öznenin rolünü nasıl


değerlendirmişlerdir? Okuduklarınızdan hareketle, birkaç
cümleyle ifade ediniz.

Ferdinand de Saussure ve Dilbilimsel Yöntemi


Yapısalcılığın, Megill’in (1998) sınıflamasıyla “gösterge yapısalcılığı” ve “yapı
yapısalcılığı” ya da bir başka spesifik sınıflamayla “yöntem yapısalcılığı” ve
“fenomenolojik yapısalcılık” gibi farklı türleri ayrıştırılabilse de yapısalcılığın en

227
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Dilbilim ve Yapısalcılık

bilinen biçimi, hümanizm eleştirisinin Ferdinand de Saussure’ün dilbilimsel


yöntemiyle birleşiminden doğan harekettir.
İsviçreli dilbilimci Saussure dilbilimin kurucularından biri olarak bilinir. En
ünlü çalışması üniversitede verdiği derslerin notlarından ortaya çıkan ve
meslektaşları tarafından derlenen Genel Dilbilim Dersleri adlı kitaptır. Saussure, bu
çalışmasında dilsel fenomenlerin çözümlenmesine dair ortaya attığı fikirlerle
sadece dilbilimsel bir yöntem değil, aynı zamanda bir bilgi kuramı da
oluşturmuştur. Böylece Saussure'ün yapısal yaklaşımına dayanan yeni dilbilim
modeli, toplumsal ve kültürel hayatı kavramsallaştırmak için genel bir model
haline gelerek, yapısalcılık ile göstergebilimin gelişiminde ve farklı disiplinlerin
kuramsal yaklaşımlarında büyük etki yaratmıştır.
Saussure’ün ortaya koyduğu yaklaşım ekseninde gelişen dilbilimsel modeller
dilin yapısal özelliği üzerinde durmuşlardır. Buna göre yapının ögeden, bütünün
parçadan öncelikli olduğuna inanılır. Parçayı oluşturan unsurlar, konumları ya da
fiziksel, psikolojik vs. özellikleri bakımından tek başlarına tanımlanamazlar. Aynı
şekilde bir dilin cümlelerinin tekil kelimelerle değil de bu kelimelerin karşılıklı
Saussure’ün
olarak ilişkisi içinde ortaya çıktığı düşünülür. Saussure bu mantığı şöyle ortaya
yaklaşımında yapının
ögeden, bütünün koymuştur: “Bir ögeyi yalnız belirli bir kavramın birleşimi gibi ele almak yanlış olur.
parçadan öncelikli Ögeyi bu yoldan tanımlamak, onu parçası olduğu sistemden ayırmak demektir. Bu,
olduğuna inanılır. ögelerle başlayıp bunları toplayarak sistemi yaratabileceğimizi sanmak olur. Oysa
tam tersine dayanışık bütünden yola çıkarak bu bütünün kapsadığı ögeleri
çözümleme yoluyla elde etmek gerekir” (1998).
Saussure, dili bir tür “göstergeler sistemi” olarak kavrar ve dilin karşıtlıklar
aracılığıyla işlediğini ortaya koyar:
 Dil (langue) (bir yapı veya sistem olarak görülen bireysel doğal dil) ve söz
(parole) (bireysel konuşma ya da süreç olarak dilsel eylem) ayrımı,

 Göstergenin (işaretin) gösteren-gösterilen şeklinde ikili bir yapı içermesi,


 Eşsüremli (synchronic-senkronik) ve artsüremli (diachronic-diyakronik) dil
analizi.
Saussure’a göre dili sözden ayırt etmek gerekmektedir. “Söz, dil
kullanımının gerçek ampirik örneklerini ifade eder: İnsanların belirli zaman ve
yerlerde gerçekte söyledikleri şeyler. Buna karşılık dil ise derin bir yapıyı ifade
eder: Söz’ün temelini oluşturan bütün bir işaretler sistemi” (Smith ve Riley, 2016).
Saussure'ün yaklaşımında önemli bir başka husus dilin bir göstergeler
(işaretler) sistemi olarak görülmesi ve her bir göstergenin iki parçadan oluştuğu
ilkesidir: bir gösteren (işaretleyici) (kelime veya ses sistemi) ve bir gösterilen
(kavram). Gösteren, bir kavramı işaret eden bir sestir. Gösterilen ise o sesi
işittikten sonra zihnimizde canlanan kavramdır. Saussure’a göre dil, kavramlar
(şeyler) ile bağlantılı seslerden, kelimelerden oluşur. Saussure'ün gösterge
kavramı, gerçekle ilgili olarak dilin göreceli özerkliğine işaret eder. Bununla
birlikte, daha da temelde, Saussure, dilbilim kuramının en etkili ilkelerinden birini

228
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Dilbilim ve Yapısalcılık

ortaya koyar: gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki keyfidir. Bu yüzden dil
üzerinde ortak kodları paylaşmak ancak toplumsal uzlaşma ile olabilir.
Dilbilimin tarihi içinde, Saussure'ün yaklaşımı, o döneme dek etkili olan iki
farklı indirgemeci dil görüşüne karşı çıkmıştır. Bunlardan ilki, dilin düşüncelerin bir
aynası olduğu ve evrensel bir mantığa dayandığıdır, bu görüşe göre dil temelde
rasyoneldir. İkinci görüşe göre, belli bir dilin tarihinin o dilin mevcut durumunu
açıkladığı kabul edilir, buna göre dil ve dilin tarihi birbiriyle birdir.
Saussure ise odağı genel olarak dilin tarihçesinden, İngilizce veya Fransızca
gibi belirli bir dilin mevcut yapısının incelenmesine kaydırır. Dilin, konuşmacının
psikolojisine ya da toplumun tarihsel evrimine indirgenemeyeceğini söyler.
Böylece, bir dilin tarihi, aralarında olası bir bağlantı olmaksızın, genel olarak
dillerin tarihi haline gelir. Bu şekilde bir dilin şu anki yapılanmasına odaklanmak, o
Saussure, dili bir dilin unsurları arasındaki ilişkiye odaklanmak anlamına gelecektir. Bu bağlamda,
satranç oyunu gibi bir kelimenin tarih ve zaman içindeki değişimini incelemek artsüremli bir
dizgesel olarak görür. yaklaşımdır, böylelikle Saussure bunun yerine eşsüremli bir analizi savunur.
Saussure, dilin daima spesifik bir şekilde düzenlendiğini söyler. Bu, herhangi
bir tekil unsurun, bu yapının sınırları dışında anlamsız olduğu bir sistem veya bir
yapıdır. Saussure, dilin spesifik doğasını göstermek için satranç oyunu örneğini
kullanır. Satrançta, oyuna yeni başlayanlar oyunu anlamak için oyunun tarihsel
olarak nasıl geliştiğini, nasıl değişiklikler geçirdiğini anlamak zorunda değildirler.
Yeni başlayanlar için önemli olan tahtadaki taşların mevcut konfigürasyonu da
değildir (parçaların bu şekilde nasıl düzenlendiğini bilmekten başka bir anlayış elde
edilemez), tahtadaki herhangi bir taş başka parçalar (bir şah yerine bir düğme vb.)
ile de ikame edilebilir, çünkü oyunun oynanabilirliğini oluşturan şey, taşların kendi
öz varlıkları değil, birbirleri arasındaki sistemsel bağlantı ve ilişkileridir. Sonuçta
işlevleri değişmedikçe taşların, tahtadaki dizilimlerinin, yapıldıkları malzemelerin
değişmesi oyunda bir farklılık yaratmaz, benzer şekilde dil içinde artsüremli
değişiklikler de dilin dizgesini etkilemez, işlev ve bağlantılar değişmediği sürece,
dilde de hep aynı dizge geçerli olacaktır.
Dilin bir satranç oyunu gibi görülmesi, belirli bir anda taşların konumunun
birbirleriyle ve bütünle ilişkisi içinde kavranması, dili eşsüremli bir bakış açısından
kavramaktır. Dilin kavranışında tarihsel yaklaşıma öncelik vermek ise aksine, dili
artsüremli perspektiften görmek anlamına gelecektir. Saussure, bu bakımdan
eşsüremli açıya öncelik verir çünkü ona göre bu bakış açısı, dilde herhangi bir anda
mevcut bulunan unsurların daha net bir perspektifini sunar.
Saussure, sonuç olarak, bir sistem içindeki ögelerin konumu ve işlevinin
eşzamanlı analizini önermiş ve nedensel açıklamaya dayalı geleneği terk etmiştir.
Sosyal bilimlerde Saussure modelinin ortaya çıkmasıyla birlikte, araştırmacıların
dikkati olay ya da eylemleri tarihsel değişimleri içinde kavramaya çalışmaktan çok
öznenin eylemini anlamlı ve ilişkisel bir yapı olarak kavramaya doğru dönmüştür.
Saussure’ün bakış açısı “yapısalcılık kültür analizinde temel bir yaklaşım haline
geldikçe, sonraki on yıllarda yeşerecek entelektüel tohumları atacaktı. Dilbilim,
yapısalcı hareketin temel taşı olmayı sürdürürken, antropoloji, psikanaliz ve

229
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Dilbilim ve Yapısalcılık

kültürel çalışmalardaki gelişmeler çeşitli disiplinleri kapsayan yenilikçi ve güçlü bir


gelenek olarak semiyolojiyi (semiyotik) kurdu” (Smith ve Riley, 2016).

YAPISALCILIK VE DİLBİLİMİN İLETİŞİMSEL BAĞLAMI


“İletişimde, göstergebilim, antropoloji, sosyoloji ve edebiyat eleştirisini
birleştiren analiz biçimine yapısalcılık denir. Yapısalcılar sosyal, ekonomik veya
siyasal inşa ile uğraşmaz. Dilsel inşadan geçerek sosyalin eleştirel veya destekleyici
betimlemesini yapar” (Erdoğan ve Alemdar, 2010). Yapısalcılığın II. Dünya Savaşı
sonrası önem kazandığını ve Ferdinand de Saussure ile birlikte dilin yapısının
İletişimde, incelenmesinin kültürü ve sosyal yapıyı anlamada önemli mercek olmaya
göstergebilim,
başladığını vurgulayan Erdoğan ve Alemdar, yapısalcılığın özellikle iletişim
antropoloji, sosyoloji ve
edebiyat eleştirisini çalışmalarını da ilgilendiren boyutlarıyla, yapısalcılığın temel özelliklerini şöyle
birleştiren analiz betimlemektedirler:
biçimine yapısalcılık Yapısalcılığa göre;
denir.
 Dilin yapısının kendisi gerçeği üretir. İnsanlar ancak dil yoluyla
düşünebilirler. Bu nedenle insanların bilişleri dilin yapısı tarafından
çerçevelenir ve saptanır.
 Dil bizi konuşur. Anlamın kaynağı bireyin kendi varlığı veya deneyimi
değildir. Anlamın kaynağı dili yöneten işaretler ve gramerler, zıtlar ve
operasyonlar setleridir. Yapısalcı analiz ikili zıtlıkların incelenmesini içerir.
 Anlam vermenin merkezinde insan değil, dilsel yapı vardır. Anlamı üreten
bireyin kendisi değil, yapıdır. Yapısalcılık, durağan bölünemez birey fikrine
karşı “özne” fikrini sunar.
 Yapısalcılık metnin okunmasını ve kültürün okunmasını sağlar.
Göstergebilimden geçerek, yapısalcılık bizi her şeyi metinsel olarak
görmeye götürür. Yapısalcılık işaretlerin incelemesi olan göstergebilim için
temel oluşturur (2010).
Yapısalcılar metnin üretim/tüketim süreçlerinden çok metni belirleyen
yapılara odaklanmıştır. Buradan hareketle yapısalcı analizin iletişim kuramları
içinde farklı yaklaşımları etkilediğini söylemek mümkündür. Özellikle Roland
Barthes'in göstergebilimsel analizi ile Louis Althusser tarafından ortaya koyulan
Marksist yapısalcık, eleştirel iletişim kuramlarının iki ana kolundan birisini
oluşturan ve medya metinlerinin üretim ve tüketim süreçlerinden çok kültür ve dil
üzerine odaklanan “kültürel çalışmalar” yaklaşımını oldukça etkilemiştir.
Görüleceği üzere yapısalcı araştırmacılar metinsel yapılara odaklanıp, metni
dil benzeri bir yapı olarak kabul etmiş ve o yapı içinde anlamın nasıl inşa edildiğini
araştırmışlardır. İletişim araştırmaları içinde önemli bir yer tutan kültürel
çalışmalar yaklaşımı da Birmingham’da kurulan Çağdaş Kültürel Çalışmalar
Merkezi bünyesinde özellikle İngiliz işçi sınıfı kültürü üzerine yaptıkları
araştırmalarla bilinmektedir. 1960’lı yıllardan sonra merkezin başına geçen ünlü
araştırmacı Stuart Hall’un katkılarıyla kültürel çalışmalar yaklaşımı Louis Althusser
ve Antonio Gramsci gibi düşünürlerden etkilenerek hegemonya ve ideoloji gibi

230
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Dilbilim ve Yapısalcılık

kavramlar ekseninde araştırmalar yürütmüştür. Ayrıca merkez içinde bir “medya


grubu” oluşturulmuş ve merkezin odağı “medya metinlerinin” incelenmesine
kayarak dil, ideoloji, medya izleyicileri gibi konular temel ilgi alanları olmuştur. Bu
ilgi özellikle medya metinlerinin yapısalcı göstergebilim yaklaşımıyla incelenmesi
ile somutlaşmıştır.

Örnek
•Medya metinlerinde kullanılan dil, örneğin sürekli cinsiyetçi bir
söylemi aktarıyorsa izleyicinin cinsiyet algısı bu yönde
etkilenebilir. Medya böylelikle anlamı yansız ve şeffaf bir şekilde
Yapısalcı yaklaşım, taşımış olmaz, izleyiciler için bizzat anlamı inşa eder.
medya içeriklerini
egemen ideolojinin
topluma aktarıldığı
ürünler olarak görür. Sonuç olarak, yapısalcılık, pek çok alanda olduğu gibi kitle iletişim kuramları
üzerinde de farklı boyutlarda etkiler yaratmıştır. Bununla birlikte, yapısalcı
yaklaşım medya pratiklerini ve bu pratiklerin kültürel çıktılarını siyasal ve
ekonomik bağlamdan yoksun bir şekilde, yalnızca metnin yapısal analiziyle
sınırlayıp tek boyutlu olarak incelediği için eleştirilmiştir.
Bu eleştirilerde haklılık payı olduğu düşünülebilir, çünkü medya
metinlerinin, o metni üreten ekonomi politik yapıdan bağımsız olarak ele alınması,
medya üretim sürecini şekillendiren güç ve çıkar ilişkilerinden soyutlanması riskini
getirmektedir. Bu bakımdan, özellikle iletişim alanında hâkim olan güncel
gelişmeler bağlamında, iktidarın yalnızca medya metinleriyle gerçekleştirilen
anlam inşası yoluyla değil, daha makro bağlamda nasıl üretildiğini de hesaba katan
bütüncül kuramsal yaklaşımların benimsenmesi tartışılmıştır.

231
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Dilbilim ve Yapısalcılık

•Yapısalcılık, temelleri daha eskilere uzanmakla birlikte, özellikle 1950’li


yıllardan sonra dilbilim, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, iletişim, kültürel
analizler, hatta matematik ve bütün olarak toplumsal teoride sıkça kullanılan
ve alışıldık bilimsel düşünme biçimlerini çarpıcı bir şekilde dönüştüren bir
yaklaşım olmuştur.
•Yapısalcılık; dilbilimden kültür araştırmalarına, halk masallarına ve edebiyat
Özet
metinlerine kısaca tüm anlatı (narrative) türlerine kadar, geniş bir alanda
uygulanmasını gördüğümüz, farklı anlamlar yüklense de genel olarak
‘yapı’nın belirleyiciliğinden hareket eden, felsefi ve toplumsal problemleri bu
belirleyici yapı kavramından hareketle açıklamaya çalışan yaklaşımın adıdır.
•Yapısalcılık, olay ya da olguları anlayabilmek için onların altında yatan ve asıl
belirleyici temel olduğu düşünülen yapıları anlamak gerektiğini savunan bir
yaklaşımdır. Bu bağlamda yapısalcılık insanın her türlü etkinliğinin genel
yapısını ortaya koymayı amaçlar. Yapısalcı yaklaşım, olguların ya da
eylemlerin tarihsel nedenlerini anlamaktan çok, onları içinde var oldukları
sistemle ilişkilendirerek olguların ya da eylemlerin yapısını ve önemini ortaya
koyar. Bu bağlamda insan eylemlerinin nedenini özgür bireyin iradesi
temelinde kavrayan Hümanizm gibi akımların aksine, yapısalcılık, bireyin
eylemlerinin de toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunmuştur.
•Temelinde, toplumsal gerçekliği yapısal ve ilişkisel olarak anlama amacı
taşıyan yapısalcı yaklaşımın kökeninin ağırlıklı olarak dilbilimsel ve
göstergebilimsel yaklaşımlara ve dilbilimci Ferdinand De Saussure,
antropolog Claude Levi-Strauss ve göstergebilimci Roland Barthes’ın
çalışmalarına dayandığı bilinmektedir. Bir yöntem olarak düşünülürse,
yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri de şöyle sıralanabilir:
•Ele alınan nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesi;
•Nesnenin kendi ögeleri arasındaki bağıntılardan oluşan bir ‘dizge’ olarak ele
alınması;
•Söz konusu dizge içinde her zaman işlevi göz önünde bulundurma ve her
olguyu bağlı olduğu dizgeye dayandırma zorunluluğunun sonucu olarak,
nesnenin artsüremlilik içinde değil, eşsüremlilik (eşzamanlılık) içinde ele
alınması;
•Bunun sonucu olarak, köken, gelişim, etkileşim vb. gibi artsüremli
(artzamanlı) sorunlara ancak nesnenin elden geldiğince eksiksiz bir
çözümlemesi yapıldıktan sonra ve bunların da eşsüremsel olgular gibi
dizgesel olarak ele alınmalarını sağlayacak yöntemler geliştirildiği ölçüde yer
verilmesi;
•Nesnenin ‘kendi başına ve kendi kendisi için’ incelenmesinin sonucu olarak
‘doğa ötesel’ değil, ‘özdekçi’ bir yaklaşım biçiminde tanımlanması;Bu
yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması.
•Bu yaklaşımın felsefi, siyasal ya da sanatsal bir öğreti değil, tutarlı bir
çözümleme yöntemi oluşturmaya yönelmesi, dolayısıyla erimcilikle hiçbir
ilgisi bulunmaması.
•İsviçreli dilbilimci Saussure dilbilimin kurucularından biri olarak bilinir. En
ünlü çalışması üniversitede verdiği derslerin notlarından ortaya çıkan ve
meslektaşları tarafından derlenen Genel Dilbilim Dersleri adlı kitaptır.

232
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Dilbilim ve Yapısalcılık

•Saussure, dili bir tür “göstergeler sistemi” olarak kavrar ve dilin karşıtlıklar
aracılığıyla işlediğini ortaya koyar:
•Dil (langue) (bir yapı veya sistem olarak görülen bireysel doğal dil) ve söz
(parole) (bireysel konuşma ya da süreç olarak dilsel eylem) ayrımı,
Özet (devamı) •Göstergenin (işaret) ikili bir yapıya (gösteren / gösterilen) sahip olması,
•Eşsüremli (synchronic-senkronik) ve artsüremli (diachronic-diyakronik) dil
analizi.
•İletişimde, göstergebilim, antropoloji, sosyoloji ve edebiyat eleştirisini
birleştiren analiz biçimine yapısalcılık denir. Yapısalcılar sosyal, ekonomik
veya siyasal inşa ile uğraşmaz. Dilsel inşadan geçerek sosyalin eleştirel veya
destekleyici betimlemesini yapar.
•Yapısalcı analizin iletişim kuramları içinde farklı yaklaşımları etkilediğini
söylemek mümkündür. Özellikle Roland Barthes'in yapısalcı edebiyat
eleştirisi ve göstergebilimsel analizi ile Louis Althusser’in Marksist
yapısalcılığı, eleştirel iletişim kuramlarının iki ana kolundan birisini oluşturan
ve medya metinlerinin üretim ve tüketim süreçlerinden çok kültür ve dil
üzerine odaklanan “kültürel çalışmalar” yaklaşımını oldukça etkilemiştir.
•Medya alanında yapısalcı yaklaşımların önemi, bu yaklaşımların medya
içeriklerini egemen ideolojinin topluma aktarıldığı ürünler olarak
görmeleridir. Böylece, medya yaklaşımlarında programlar aracılığıyla izleyici
ve okuyuculara sunulan içeriği ve onun ideolojisini incelerler. Özellikle
Althusser’in yapısalcı ideoloji anlayışı çerçevesinde Devletin İdeolojik
Aygıtları kavramsallaştırmasına başvururlar.
• Sonuç olarak, yapısalcılık, pek çok alanda olduğu gibi kitle iletişim kuramları
üzerinde de farklı boyutlarda etkiler yaratmıştır. Bununla birlikte, yapısalcı
yaklaşım medya pratiklerini ve bu pratiklerin kültürel çıktılarını siyasal ve
ekonomik bağlamdan yoksun bir şekilde, yalnızca metnin yapısal analiziyle
sınırlayıp tek boyutlu olarak incelediği için eleştirilmiştir.

233
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Dilbilim ve Yapısalcılık

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Dilbilimsel yöntemiyle yapısalcılığın en bilinen biçimine kaynaklık eden
düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Jean Piaget
b) Roland Barthes
c) Claude Lévi-Strasuss
d) Ferdinand de Saussure
e) Louis Althusser

2. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temel amaç ya da yönelimleri


arasında sayılamaz?
a) Ele alınan nesnenin kendi başına ve kendi kendisi için incelenmesi
b) Nesnenin bir dizge olarak ele alınması
c) Nesnenin artsüremlilik içinde ele alınması
d) Nesnenin eşsüremlilik içinde ele alınması
e) Nesnenin doğa ötesel değil, özdekçi bir yaklaşım biçiminde
tanımlanması

3. Araştırma modelinin belirlenmesi aşağıdaki bilimsel araştırma


adımlarından hangisinde yer almaktadır?
a) Uygulamanın yapılması
b) Problemin belirlenmesi
c) Verilerin toplanması
d) Yorumlama
e) Verilerin analizi

4. Olay ya da olguları anlayabilmek için onların altında yatan ve asıl belirleyici


temel olduğu düşünülen yapıları anlamak gerektiğini savunan düşünce
akımı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Antropoloji
b) Hümanizm
c) Yapısalcılık
d) Marksizm
e) Psikoloji

5. Aşağıdakilerden hangisi Piaget’ye göre yapı kavramını oluşturan ana


düşüncelerden biridir?
a) Dönüşlülük
b) Eleştirellik
c) Ayrıksılık
d) Toplumsallık
e) Öz düzenleme

234
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Dilbilim ve Yapısalcılık

6. Aşağıdakilerden hangisi Bottomore ve Nisbet’e göre yapısalcı hareketin


temel özelliklerinden biri değildir?
a) Tarihselciliği reddetme
b) Hümanizmi reddetme
c) Ampirik yöntem bilgisini reddetme
d) Sosyal bilimlerde yeni bir seçenek sunma
e) Fenomenolojiyi reddetme

7. Saussure’ün ortaya koyduğu yaklaşım ekseninde gelişen dilbilimsel


modeller için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Ögeler yapıyı meydana getiren unsurlar olarak öncelik taşır.
b) Yapı ögeden, bütün parçadan önceliklidir.
c) Parçayı oluşturan unsurlar, konumları bakımından tek başlarına
tanımlanamazlar.
d) Bir dilin cümlelerinin tekil kelimelerle değil de bu kelimelerin karşılıklı
olarak ilişkisi içinde ortaya çıktığı düşünülür.
e) Bütünden yola çıkarak bu bütünün kapsadığı ögeleri çözümlemek
gerekir.

8. Yapısalcılık, iletişimde bir analiz biçimi olarak aşağıdakilerden hangisini


içermez?
a) Edebiyat eleştirisi
b) İstatistik
c) Antropoloji
d) Göstergebilim
e) Sosyoloji

9. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın iletişim kuramları içinde en çok


etkilediği alandır?
a) Liberal yaklaşım
b) Çoğulcu yaklaşım
c) Ana akım iletişim yaklaşımları
d) Kültürel çalışmalar
e) Eleştirel ekonomi politik

235
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Dilbilim ve Yapısalcılık

10. Medya alanında yapısalcı yaklaşımların önemi aşağıdakilerden hangisinde


doğru olarak verilmiştir?
a) Medya içeriklerini çözümlemek için medya okuryazarlığını gerekli
görmesi
b) Medya içeriklerini egemen ideolojinin topluma aktarıldığı ürünler
olarak görmesi
c) Medyanın dördüncü güç olarak önemini vurgulaması
d) Medya içeriklerinin etkisini ölçmesi
e) Medyanın bütünsel analizini yapmaya odaklanması

Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.a, 4.c, 5.e, 6.e, 7.a, 8.b, 9.d, 10.b

236
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Dilbilim ve Yapısalcılık

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Barthes, R. (1989). The rustle of language. California: University of California
Press.
Bottomore, T. ve Nisbet, R. (2006). Sosyolojik çözümlemenin tarihi II. İstanbul:
Kırmızı Yayınları.
Çevikbaş, S. (2001). “Yapısalcılık Üzerine”. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. Sayı: 27. ss. 27-43.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2010). Öteki kuram. Ankara: Erk Yayınları.
Megill, A. (1998). Aşırılığın peygamberleri: nietzsche, heidegger, foucault, derrida,
Ankara: Bilim Sanat Yayınları.
Piaget, J. (2007). Yapısalcılık. Ankara: Doruk Yayınları.
Saussure, F.D. (1998). Genel dilbilim dersleri. İstanbul: Multilingual Yayınları.
Smith, P. ve Riley, A. (2016). Kültürel kurama giriş. Ankara: Dipnot Yayınları.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik düşüncenin kısa tarihi. Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Yücel, T. (2016). Yapısalcılık. İstanbul: Ada Yayınları.

237
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI VE
GÖSTERGEBİLİM

• Göstergebilimin Tarihsel ve
Kavramsal Yapısı İLETİŞİM KURAMLARI
İÇİNDEKİLER

• Göstergebilimin Kurucuları:
Ferdinand de Saussure ve Dr. Öğr. Üyesi
Charles Sanders Peirce Ahmet TAYLAN
• Göstergebilimde Temel
Kavramlar
• Göstergebilimin Medyaya
Uygulanması ve Roland
Barthes
• Göstergebilim ve İletişim
Araştırmaları

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Dilbilim ve göstergebilimin
HEDEFLER

karvramlarını öğrenecek,
•Göstergebilimin önemli
araştırmacılarını tanıyacak,
•İletişim araştırmalarında
göstergebilimin yerini
kavrayacaksınız.
ÜNİTE

12
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Ferdinand de Saussure ve
Charles Sanders Peirce

Göstergebilimin Tarihsel ve Göstergebilimde Temel


Kavramsal Yapısı Kavramlar

Göstergebilim ve İletişim Medyada Göstergebilim


Araştırmaları ve Roland Barthes

239
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

GİRİŞ
Anlam ve dilde anlamın nasıl oluştuğu, felsefe ve dilbilim gibi disiplinlerin
uzun süredir yanıt aradığı sorular arasındadır. Anlamın dünyadaki her türlü
gerçekliğin dil aracılığıyla aktarılmasıyla oluştuğu kabul edilirse, aracılanmış
iletişimin en önemli unsurlarından biri olan kitle iletişim araçlarının da anlam
aktarımı, hatta inşasında önemli bir role sahip oldukları görülecektir. Dolayısıyla
anlamın nasıl oluştuğu ve gerçekliğin dil ve benzeri araçlarla nasıl aktarıldığı sorusu
geleneksel disiplinler kadar, farklı disiplinler arasında bir çalışma alanı olan iletişim
bilimleri için de önemli bir soru hâline gelmiştir.
Bu soruya yanıt bulmak üzere iletişim bilimlerinin sıklıkla göstergebilimden
yararlandığı görülmektedir. Dil aracılığıyla aktarılan kavramların tümünün birer
göstergeye karşılık geldiği söylenebilir. Göstergebilimin temel konusu da iletişim
araştırmalarının da ilgi alanına giren işte bu göstergelerdir. Göstergebilim, anlamın
oluşturulmasında ve aktarılmasında sözlü ve sözsüz göstergelerin nasıl bir işlevi
olduğunu araştırır. İletişim bilimleri ise bu sürecin medya içerikleri üzerinden nasıl
gerçekleştiğini, ideolojinin nasıl tesis edildiğini, gerçekliğin nasıl inşa edildiğini
çözümlemek üzere göstergebilimin tekniklerinden yararlanır.
“Göstergebilim anlam üretimini incelemeyi amaçlayan disiplinler ötesi bir
araştırma alanıdır. Anlam ise herhangi bir metin, bir logo, bir sembol, bir fotoğraf,
bir bina veya bir reklam bildirisi olabilir. Özellikle 1960’lardan sonra hızla gelişen
bir bilim dalı olan göstergebilim sanat, iletişim, pazarlama ve reklamcılık
alanlarında bilinçli olarak kullanılmıştır. Bir metin içinde var olan anlamlı dizgeleri
Göstergebilim iletişim göstergeler aracılığıyla okumak, kodları anlamlandırmak, dizi, dizim, metafor ve
kuramları açısından
metonimi ile metinlerarası ilişkileri değerlendirmek, ima edilen anlamların altında
önemli ve etkileşim
içinde olunan bir yatan ideolojiyi ve kültürü arama yaklaşımlarıdır” (Parsa ve Olgundeniz, 2014).
alandır. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarıyla aktarılan mesajlar ve bu mesajların içerdiği
göstergeler üzerinden medyanın anlamı ve gerçekliği nasıl aktarıp, inşa ettiği
hususu, göstergebilimi iletişim araştırmaları için de önemli ve etkileşim içinde
olduğu bir disiplin hâline getirmiştir.
Bu bölümde göstergebilim kavramı temel hatlarıyla betimlenecek,
göstergebilimin önemli düşünürlerine değ inilecek ve iletişim araştırmalarıyla
arasındaki bağ açıklanacaktır.

GÖSTERGEBİLİMİN TARİHSEL VE KAVRAMSAL YAPISI


Önceki ünitede de değinildiği üzere, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de
Saussure dilbilimin kurucusu olarak bilinir. En ünlü çalışması Genel Dilbilim
Dersleri adlı kitaptır. Saussure, bu kitabıyla sadece dilbilimsel bir yöntem değil,
aynı zamanda bir bilgi kuramı da oluşturmuştur. Böylece Saussure'ün yeni dilbilim
modeli, toplumsal ve kültürel hayatı analitik bir kurama oturtmak için genel bir
model hâline gelerek, yapısalcılık ile göstergebilimin gelişiminde büyük etki
yaratmıştır. Göstergebilimin temel kavramlarını da ortaya koyan Genel Dilbilim
Dersleri’nde Saussure, göstergebilimi göstergelerin sosyal yaşamdaki durumunu

240
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

konu edinen genel bir disiplin olarak adlandırmıştır. Hatta Saussure, dilbilimin de
bu genel disiplin altında bir dal olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir.
Aslında Saussure ile aynı dönemlerde felsefeci Charles Sanders Peirce de
(1839-1914) yaptığı çalışmalarla çağdaş göstergebilimin temellerini atan
isimlerden bir diğeri olmuştur. “Göstergebilim dilsel ve dilsel olmayan gösterge
dizgelerini inceleyen bilim dalıdır. Çağdaş göstergebilimin en popüler ve bilinen
kurucuları arasında sayılan Avrupalı öncüsü Saussure, göstergebilimin toplumsal
işlevini öne sürerken, aynı yıllarda birbirlerinden habersiz Amerika kıtasında
çalışan Charles Sanders Peirce ise mantıksal işlevini vurgulamıştır. Saussure
Avrupa Okulu’nun, Peirce ise Amerikan Okulu’nun kurucusudur. Amerikan
Okulu’nun temel çıkış noktası mantık iken, Avrupa Okulu’nun temel çıkış noktası
yapısalcı dilbilim olmuştur” (Parsa ve Olgundeniz, 2014).
“Göstergebilim (semiology, semiotics) işaretler, göstergeler bilimi olarak
tanımlanır. Göstergebilim, başlatıcısı olarak bilinen İsveçli dilbilimci Ferdinand de
Saussure tarafından ‘semiology’ olarak isimlendirilmiştir. Amacını, göstergelerin
doğasını, topluma etkisini ve yöneten yasaları incelemek olarak belirlemiştir. Fakat
Amerikan egemenliği burada da kendini göstererek Peirce’in ‘semiotics’ kavramı
Göstergebilim işaretler, ‘semiology’ kavramının yerini almıştır” (Erdoğan ve Alemdar, 2010).
göstergeler bilimi “Saussure ve Peirce’ün temelini attığı ve öncülüğünü yaptığı göstergebilim,
olarak tanımlanır.
1960’lardan sonra bağımsız bir bilim dalı hâline gelmiştir. Louis Hjelmslev, Roland
Barthes, Claude Lévi-Strauss, Julia Kristeva, Christian Metz, Algirdas J. Greimas ve
Jean Baudrillard gibi araştırmacılar Saussure’e dayanan Avrupa geleneğini; Charles
W. Morris, Ivor A. Richards, Charles K. Ogden, Umberto Eco ve Thomas Sebeok
gibi araştırmacılar ise Peirce’e dayanan Amerika geleneğini benimsemiştir” (Rifat,
1992).
Erdoğan ve Alemdar’a göre göstergebilim temel olarak üçe ayrılmaktadır:
 Tanımlayıcı göstergebilim: Göstergeler üzerinde betimleyici inceleme ve
açıklama yapar.
 Kuramsal göstergebilim: Bu açıklamaları ve betimlemeleri bir kuramsal
çerçeveye oturtur.

 Uygulamalı göstergebilim: Kuramsal varsayımları deneyen ve toplumun ve


endüstriyel yapının sorunlarına çözümü amaçlar (Erdoğan ve Alemdar
2010).
“Salt göstergebilim, göstergelerden söz etmeyi sağlayacak bir üstdil hazırlar;
betimleyici göstergebilim, belirlenmiş göstergeleri inceler; uygulamalı
göstergebilim ise göstergeler bilgisini değişik amaçlarda kullanır” (Rifat, 1992).
Erdoğan ve Alemdar göstergebilimin temel varsayımlarını da şöyle sıralar:
 İnsanlar işarettir veya sembolsel varlıklardır, sembol üretirler.

 İnsanlar şeyleri ancak semboller (göstergeler) yoluyla bilebilirler ve


düşünsel olarak kavrayabilirler.

241
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

 Sosyal ve kültürel fenomenler basitçe materyal objeler veya olaylar,


dünyada olan şeyler değildir. Hepsinin anlamı, göstergeleri vardır.
Göstergelerin anlamı “paradigma setleriyle” kontrol edilir. Örneğin ‘bıçak’
birkaç paradigma setine aittir: Yemek araçları seti; kesme seti; silah seti.
 Gösterge/işaret aynı paradigma seti içindeki diğer işaretlerden farklılığıyla
anlam kazanır. Dolayısıyla göstergelerin anlamı nesnelerle veya anlattıkları
faaliyetlerle olan ilişkilerinden çıkıp gelmez. Diğer göstergelerle olan
ilişkilerinden geçerek oluşur.
 Sosyal ve kültürel fenomen ideal ve evrensel anlama sahip değildir. İlişkiler
ağlarından geçerek anlam kazanırlar.
 Göstergebilime göre anlamlar göstergeleri şifreler içinde düzenlemeden
geçerek sosyal olarak inşa edilir (Erdoğan ve Alemdar, 2010).
 Gerçeğin sosyal olarak inşasıyla ilgili varsayımlar ise şöyle özetlenebilir:

 Algıladığımız dünyayı biliriz.


Saussure, dili bir  Algılarımız öğrenilmiş yorumlar üzerine kuruludur.
göstergeler sistemi
olarak görür.  Öğrenme sosyal etkileşimden geçerek olur ve sosyaldir.
 Anlam vermeyi taşıyan araçlar: dil dâhil semboller, kültürel mitler,
kurumların yapıları ve pratikleri ve eylem kurallarıdır.

 Anlam verme araçları beraberce insanların dünya görüşlerini, kimliğini,


amacını, ideolojisini inşa ederler.

 Bireyin kendisi, toplum ve kurumları etkileşimden geçerek sürekli değişir.


 Var oluşumuzun gerçek koşulları öznel değildir. Bu koşullar sosyal
etkileşimden geçerek anlam kazanırlar ve algılanmış değerleri, nedenleri
ve önemleri sosyal olarak üretilir.
 Gerçek durumsaldır ve pragmatiktir: bağlam yorumları yönetir (Erdoğan
ve Alemdar, 2010).
Göstergebilim kuramı, yazınsal ya da bilimsel bir söylem, bir görüntü, bir
mimari yapı, bir tiyatro gösterisi, bir müzik eseri vb. gibi anlamlı bir bütünün hangi
anlamsal katmanlardan oluştuğunu açıklamayı ve bu katmanları bir üstdil
aracılığıyla dizgeleştirerek sunmayı amaçlar. Anlam değil, anlamların eklemleniş
biçimini araştıran, anlam üretiminin süreçlerini ortaya çıkarmaya çalışan
göstergebilim, içeriğin biçimine yönelik bir anlamlama kuramıdır (Rifat, 2007).

Göstergebilimin Kurucuları: Ferdinand de Saussure ve Charles


Sanders Peirce
Dilbilimin olduğu kadar göstergebilimin de kurucularından biri olan
Ferdinand de Saussure, bilindiği üzere dili bir tür “göstergeler sistemi” olarak ele
almış ve dilin ikilikler/karşıtlıklar aracılığıyla işlediğini ortaya koymuştur. Böylelikle
Saussure’ün dil (langue) (bir yapı veya sistem olarak görülen bireysel doğal dil) ile

242
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

söz (parole) (bireysel konuşma ya da süreç olarak dilsel eylem) arasında ayrım
yatığı görülür. Saussure’den önce dilbilimin yalnızca söz yani parole’ü (konuşulan
kelimeyi) incelediği söylenebilir. Saussure dili incelerken anlamlandıran ve
anlamlandırılan ilişkisine bakmıştır, buna göre bir kelimenin anlamını o kelimeyi
anlamlandıran kavramlar arasındaki farkı anlayarak öğreniriz.
Saussure, dil ve söz ayrımına ilişkin şunları ortaya koymaktadır:
 Dil evrenseldir, söz (konuşma) geçici bir süre olduğu için anlıktır.

 Dil toplumsaldır, söz bireyseldir.

 Dilin soyut yani dilbilimsel kuralları vardır, söz somut kurallara dayanır.

 Söz kişisel bir eylemdir ancak anlamını dâhil olduğu dilbilimsel yapıdan
alır.
 Dilin yapısı her bireysel konuşma edimini şekillendiren bir düzendir.

 Anlamın kaynağı insan (söz) değil, toplumsal uzlaşı sonucu kurallı bir
bütünlük olarak ortaya çıkan dilbilimsel yapıdır.
Saussure’ün dil/söz ayrımından sonra yapmış olduğu ikinci önemli ayrım
gösteren/gösterilen ayrımıdır. Gösteren ve gösterilen, birlikte bir göstergeyi
oluşturur. Bir göstergenin iki yönü vardır; gösteren ve gösterilen. Gösteren, belli
bir düşünceyi, anlamı dile getirmek amacıyla kullanılan sözcük ya da sözcük
öbeğidir.
Saussure, iletişim kurmayı isteyen iki kişi arasında yer alan iletişimsel bir
araç olarak göstergeleri görmekte ve bir göstergenin bir kavram ile bir işitim
imgesinin birbirlerinden ayrılamaz bir birleşimi olduğunun altını çizmektedir:
“Bütünü belirtmek için gösterge sözcüğü kullanılmalı, kavram yerine gösterilen ve
işitim imgesi yerine de gösteren terimleri benimsenmelidir. Gösteren ve gösterilen
Göstergelerin anlamı terimleri hem kendi aralarındaki hem de bütünle kurdukları karşıtlığı belirtmek
diğer göstergelerle gibi bir yarar sağlar” (Saussure, 1998).
ilişkisinden doğar.
Saussure’a göre dilbilimsel bir imge bir şeyi bir isimle eşleştirmekten çok bir
kavramı ve ses-görüntüsünü eşleştirir. Saussure, kavram ses ve görüntünün
kombinasyonuna imge demektedir. İşte “Saussure’ün imgeyi iki bileşene ayırması,
gösteren (veya ‘ses-görüntü’) ve gösterilen (veya ‘kavram’) ve bu ikisinin
arasındaki ilişkinin rastgele seçilmiş -keyfi- olmasını önermesi göstergebilimin
geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır.
Saussure’a göre dil iki düzlemden oluşmaktadır; dizim ve dizge.
Göstergelerin diğer göstergelerle olan ilişkisi anlamın doğmasına neden olur.
Hiçbir gösterge, öğe tek başına bir anlam, bir önem ifade etmemektedir. Burada iki
türlü ilişki söz konusudur; Saussure’cü dilbilime göre bir dilsel göstergenin kimliği
onun aynı dil sistemi içinde diğer dilsel göstergelerle girdiği dizisel (paradigmatic)
ve dizimsel (syntagmatic) ilişkilerin tamamıyla ilişkilidir.
Öte yandan göstergebilimin Amerika’daki kurucu temsilcisi Pierce’ün
yaklaşımına göre, “bir gösterge herhangi biri için herhangi bir bağıntı ya da

243
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

herhangi bir nitelik nedeniyle herhangi bir şeyin yerini tutan bir şeydir.” Herhangi
bir kimseye yönelir, yani bu kişinin kafasında denk ya da daha gelişmiş bir gösterge
oluşturur (Yücel, 1999). Göstergebilimi her türlü bilimsel araştırma için kılavuz
işlevi gören genel bir kuram olarak tanımlayan Peirce, mantık temelli
göstergebilim yaklaşımıyla göstergebilimin bir bilim dalı olarak tanınmasında katkı
vermiştir. Bilginin ve insanın bile göstergesel olduğunu belirten Peirce, her
göstergenin başka göstergelere gönderme yaptığını söyler.
Göstergebilimi mantık temelli olarak kavrayan Peirce, göstergebilimi de üçe
ayırır: (Rifat, 1990)
 Salt (katışıksız) dilbilgisi.
 Gerçek anlamıyla mantık.

 Salt (katışıksız) sözbilim (retorik).


Peirce’ün ağırlıklı olarak üçlü ayrımlar üzerinden modeller geliştirdiğini ve
göstergelerin yapı ve özelliklerini bu şekilde sistematize ettiğini görüyoruz. Peirce
tarafından ortaya koyulan ilk ayrım göstergelerin niteliğine ilişkindir: Nitel, tekil ve
kavramsal.

Göstergeleri, Saussure  Nitel Gösterge: İnsan duyularıyla algılanan fakat yorumlanmayan gösterge
ikili, Peirce üçlü türüdür. Nitel bir gösterge yorumlandığında tekil gösterge hâlini alır.
ayrımlar üzerinden  Tekil Gösterge: Tek ve belirtili bir durumu gösteren gösterge türüdür. Tekil
tanımlar.
gösterge belli bir nesnenin simgesine dönüşürse ve genelleşirse kavramsal
göstergeye dönüşür.
 Kavramsal / Kural Gösterge: Göstergenin genellenmiş şeklidir. Örneğin
araba kelimesi ilk duyulduğundan niteldir. Babamın arabası denilirse bu
gösterge tekil olur; fakat tüm otomobilleri kapsayan araba sözcüğü ise
kavramsal göstergedir.
Peirce, Saussure’ün ikili karşıtlıklarından farklı olarak göstergeleri de ilişkisel
yönden üç kategroride betimlemiştir: ikonik (iconic)-görüntüsel, indekssel
(indexical)-işaret eden ve sembolik (symbolic)-simgesel boyutları. Göstergelere
dair Peirce tarafından ortaya koyulan üçlü kategoriyi şu şekilde açıklamak
mümkündür:
 İkonik: İşaret ettiği nesneyi temsil eden, ona benzeyen görüntüsel
göstergelerdir. Temsil ettiği nesne ile arasındaki ilişki tesadüfi değildir.
Örneğin fotoğraf, resim, heykel belirli bir nesneyle anlamsal olarak ilişki
kurar, onu doğrudan doğruya temsil eder. İkonik göstergelerin
nesneleriyle benzerlik ilişkisi olsa bile eksiksiz bir gösterge mümkün olmaz.
Bir fotoğrafta bile fotoğrafı çeken kişi nesne ile gösterge arasında bir
katmandır. Pierce’a göre göstergenin ikon olarak kullanıldığı sırada
nesnenin bizzat var olması zorunlu değildir, hatta nesnenin bir kez var
olması dahi ikonun varlığı için yeterlidir. Örneğin bir fotoğraf nesne o an
var olmasa da onu temsil etmeyi sürdürür.

244
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

 İndekssel: Gösterileniyle doğrudan ilişki kuran, işaret eden belirtisel


göstergelerdir. Burada gösteren ile gösterilen arasında bir neden sonuç
bağı vardır. Örneğin bir otomobil kornasının otomobilin yaklaşmakta
olduğuna işaret etmesi böyledir. “Nesnesi ortadan kalktığında kendisini
gösterge yapan özelliği hemen yitirecek olan ama yorumlayan
bulunmadığında bu özelliği yitirmeyecek olan göstergedir” (Rifat, 1992).
 Sembolik/Simgesel: İşaret ettiği şeye benzemeyen ancak anlamı kültürel
uzlaşıya göre keyfi olarak belirlenen göstergelerdir. Bu göstergenin bir
yorumlayana ihtiyacı vardır, bu olmayınca göstergeyi gösterge yapan
nitelik de ortadan kaybolur. “Örneğin, dildeki sözcükler, uzlaşmaya dayalı
birer simgedir; çünkü bir sözcük, belirttiği şeyi yalnızca bu anlama geldiğini
anlamamız sayesinde anlatmış olur” (Rifat, 1992). Peirce’ün sembolik
gösterge tanımının, Saussure’daki gösterge tanımı ile benzerlik gösterdiği
söylenebilir.
Peirce’ün göstergelere dair bir başka önemli kavramsallaştırması ise
sözcebirim terim, önerme ve kanıt çıkarım şeklindedir.
 Sözcebirim – terim: Her sözcük bir terimdir, örneğin tek başına ele
alındığında televizyon sözcüğü bir terimdir, genellemedir. Bir terim
Peirce’de gösterge, yorumlama olmaksızın tek başına doğru ya da yanlış değildir, yani
nesne ve yorumlayan sözcebirim tek başına ne doğru ne yanlış olan göstergeye denir.
şeklinde temel bir ayrım
 Önerme: Enformasyon aktaran ancak konunun doğruluğu/yanlışlığını
vardır.
söylemeyen göstergedir. Birden fazla terimin bir araya gelmesiyle oluşur.
Bir önerme doğru veya yanlış olabilir. İkili bir yapısı (özne-yüklem) vardır.
Televizyon örneğinde, “televizyon bozuldu” cümlesine dönüşürse
enformasyon aktaran bir önermeye dönüşmüş olur.

 Kanıt Çıkarım: Önermenin nedenlerini ortaya koyan göstergelerdir. Bunlar,


neden sonuç ilişkisi kurarak önermenin kanıtını ortaya çıkarır. Kanıt
çıkarım, sav/ispat bağlamında göstergeyi yorumlar. Örneğin “televizyon
bozuldu çünkü voltaj yüksekti” cümlesi kanıt çıkarmadır.
Görüleceği üzere Peirce göstergelerin niteliklerini, ilişkisel özelliklerini ve
bağlamını açıklamak için üç gruptan/öbekten oluşan ve her bir grupta da üçer
özellik içeren sistematik bir tanımsal model kullanmıştır.
Sonuçta Peirce göstergenin, nesnenin yerini tam anlamıyla tutmasının
mümkün olmadığını söyler. Gösterge nesneyi anlık olarak temsil etmektedir.
Peirce’e göre gösterge, nesne ve yorumcudan bağımsız olarak düşünülemez. Bu
durumda Peirce’de gösterge, nesne ve yorumlayan şeklinde bir ayrımın olduğunu
söyleyebiliriz. Gösterge ve nesne arasındaki bu bağıntı, göstergelerin ikonik,
belirtisel ve sembolik şeklindeki ayrımında da Peirce için temel noktadır.
“Göstergelerin anlamı üç yolla yaratılır: sözdizimsel, anlamsal, edimsel.
Sözdizimselde, anlam kelimeleri yerleştirme veya sıraya koyma ile yaratılır.
Semantikte göstergelerin kendilerini kullanımıyla kelimenin bireye ne almama
geldiğiyle yaratılır. Edimselde anlam bağlamdan geçerek yaratılır. Birçok gösterge

245
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

‘ikinci sıra/düzey anlamlandırma’ (mit) olarak bilinen daha geniş kültürel öneme
sahiptir” (Erdoğan ve Alemdar, 2010).
Anlamın yaratımı üzerine eğilen dilbilimci Charles Morris, Peirce’ün
göstergebilimini esas alarak mantık temelli bir sınıflama yapmış ve göstergebilimi
üç bölüme ayırmıştır:
 Edimbilim (pragmatics): Konuşan özne (göstergeyi kullananlar) ile
göstergeler arasındaki ilişkileri inceler.
 Anlambilim (semantics): Gösterge ile gösterilen şey arasındaki ilişkiyi
inceler.
 Sözdizim (syntax): Göstergelerin diğer göstergelerle kendi aralarındaki
ilişkileri inceler.

Sentaktik/sözdizim, göstergelerin anlamlarından ziyade kendi aralarındaki


iletişime bakmakta, semantik/anlambilim, göstergelerin anlam kazanabilmesi için
göstergeyi aktaranın ve alıcının üzerinde anlaştıkları anlamsal ve mantıksal
uzlaşmaları incelemekte; pragmatik/edimbilim ise iletişim sürecinde kaynak ve
alıcının birbirlerini etkilemesiyle ve anlamın karşılıklı davranışlara, toplumsal ve
psikolojik bağlama göre nasıl şekillendiğiyle ilgilenmektedir.
Sonuç olarak, Peirce, göstergeleri mantıksal fonksiyonları açısından
tanımlarken, Saussure’ün göstergelerin sosyal fonksiyonlarına odaklanarak bir
tanım geliştirdiğini, başka bir deyişle, Peirce göstergelerin nesnelerle ilişkisine,
Saussure’ün ise göstergelerin diğer göstergelerle ilişkisine baktığını söylemek
mümkündür. Saussure daha çok dil sistemi içinde kalırken, dilin ve diğer gösterge
Saussure, göstergeleri sistemlerinin toplumsal kullanımını görece arka planda bırakmıştır; buna karşın
toplumsal, Peirce
Pierce göstergelerin toplumda kullanımlarının toplumsal bir göstergebilimine
mantıksal özelliklerine
göre tanımlar. işaret edeceğini vurgulamasıyla bilinmektedir. “Pierce’in göstergebilimi anlam
üretimini incelemek için bir çerçeve sunmakla, anlam üretimini kendine yeterli bir
dil sistemi içine kapatan Saussure’cü göstergebilimden farklılaşır” (Mutlu).

Göstergebilimde Temel Kavramlar


Göstergebilim alanında ortaya atılmış hemen tüm yaklaşım ve modeller üç
önemli öğe üzerinde durmuşlardır. Bunlar: gösterge, gösterilen, yani göstergenin
gönderme yaptığı şey ve gösteren, yani göstergenin somut varlığıdır. Gösterge
gösteren ve gösterilenin bileşimidir (Şekil 12.1).

246
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Şekil 12.1. Göstergenin Öğeleri ve Anlamlama (Maigret, çev. Yapar Gönenç, 2012)

Göstergebilimden bahsedildiğinde göze ilk çarpan kavram ‘gösterge’dir.


Gösterge (sign) ya da başka bir deyişle ‘işaret’ şöyle tanımlanabilir: “Bir olanı,
durumu veya niteliğin varlığını öneren bir şey; bir fikir, arzu, enformasyon veya
emir iletmek için kullanılan jest veya eylem; enformasyon, yön tayini veya reklam
için çevreye konan poster, levha ve benzerleri; bir kelime, sözcük, alan aygıt veya
şekil; bir şeyin işareti, belirtisi; göstergesidir. İşaretler bir şey anlatırlar; bilme ve
anlama sağlarlar” (Erdoğan ve Alemdar, 2010). Gösterge bir kavramı ya da
durumu gösteren bir ‘şey’, bir düşünce, bir eylem, bir eşya ya da şekil, bir olguyu
anlatan bir belirteç olabilir.
Maigret’ye göre gösterge, dil becerisini de kapsamasından ötürü tanımı
oldukça geniş anahtar bir nesnedir. Buna göre, “anlamı olan her şey, bir sözcük,
bir tümce, bir görüntü, anlam yüklenen bir nesne (bir sokak lambası yaşlı bir insan
izlenimi uyandırabilir, bir kurabiye bütün bir çocukluğumuzu anımsatabilir)
göstergedir. Bu nedenle dilbilim Saussure’ün göstergebilim olarak adlandırdığı,
görüntü incelemesi, işitsel göstergeler gibi konuları da kapsayan genel gösterge
Gösterge gösteren ve
biliminin bir alt dalıdır.
gösterilenin bileşimidir.
Saussure, göstergeyi bir paranın iki yüzü gibi birbirine bağımlı iki öğeye
ayırmaktadır. Gösteren anlam taşıyıcıdır (bir sözcük, bir tümce), gösterilen
anlamın kendisidir. Her bölümlemeye, ayrıca düz anlam, bir gösterenin toplumsal
uzlaşı sonucu ortaya çıkan ilk anlamı ve yan anlam, ikincil anlamı ayrımı
katılmaktadır. Göstergede keyfilik vardır çünkü bir gösterenin anlamını belirleyen
doğa değil toplumlardır. Bir söylem kendi başına hiçbir şey değildir, diğerleriyle
farklılığı ona anlam kazandırır” (Maigret’den çeviren Yapar Gönenç, 2012).

247
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Örnek
•Göstergelerde gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki göreceli yani
kültüreldir. Örneğin "elma" örneğini düşünelim. 4 harften
(e+l+m+a) oluşan kelimesi gösteren, bu kelimenin anlattığı meyve
ise gösterilendir. Bununla birlikte Türkçe bilmeyen birine "elma"
kelimesi herhangi bir anlam ifade etmez. hatta Türkçe bilse dahi
elma kelimesinin Türk kültüründeki anlamını tam olarak bilemez.

Gösterge, somut bir nesne, olay veya kavramın yerine kullandığımız ve


kafamızda o nesne, olay veya kavramı işaret eden, onu temsil eden sembol veya
simgelere denilir. İşte göstergebilim, aslında insan aklı ve kültürü bağlamında
sonsuz sayıda olabilen bu göstergeleri araştırır. Fiske’ye göre de göstergebilimin
temel ilgi alanının merkezinde gösterge yer alır ve göstergelerin ve onların çalışma
biçimlerinin araştırılmasına göstergebilim adı verilir. Fiske (1996), göstergebilimin
üç temel çalışma alanının söz konusu olduğunu belirtmektedir:

 Göstergenin kendisi: Bu alan gösterge çeşitlerinin, bunların çeşitli anlam


taşıma yollarının ve göstergeleri kullanan insanlarla ilişkilendirilme
biçiminin araştırılmasını içerir. Göstergeler insanlar tarafından inşa edildiği
için, yalnızca insanların onları kullanma biçimleri içerisinde anlaşılabilirler.

 İçinde göstergelerin düzenlendiği kodlar ya da sistemler: Bu çalışmalar


içinde, toplumun ya da kültürün gereksinimlerini karşılamak için
geliştirilen kodları ya da bu kodların iletilmesi için var olan iletişim
kanallarının incelenmesi yer alır.
 Kodlar ve göstergelerin içinde işlediği kültür: Kültürün kendi varoluşu ve
biçimi de bu kodların ve göstergelerin kullanımına bağlıdır.
Saussure her kelimenin bir gösterge olduğunu ve bir ‘gösteren’ (sözün
ağızdan çıkan ses birimleri olarak fiziksel gerçekliği) ile ‘gösterilen’den (sözcüğün
zihinde uyandırdığı imge) oluştuğunu ortaya koymuştur. Başka bir deyişle
söylenecek olursa “gösteren göstergenin bizim fiziksel olarak algıladığımız kısmıdır
(kağıt üzerindeki işaretlerdir, havadaki seslerdir). Gösterilen, göstergenin
Saussure her kelimenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramdır. Bu zihinsel kavram aynı dili paylaşan
bir gösterge olduğunu aynı kültürün üyelerinin tümü için ortaktır” (Fiske, 1996). Yani bir göstereni görür
söyler. ya da işitirsek gösterilen zihnimizde canlanır. Buna göre, gösteren (göstergenin
fiziksel varlığı) ile gösterilen (zihinsel kavram) bir araya gelerek anlamlandırma
sürecini oluşturmaktadırlar.

248
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Örnek
•Göstergenin öğelerinden gösteren biçim/şekli, gösterilen ise
içeriği karşılar. Örneğin biri bize "kitap" derse bunu k, i, t, a, p
harflerinden oluşan bir sesle ifade eder, bu biçimsel bir imge
oluşturur. Bu sesi duyduğumuzda ise kafamızda bir kökü, dalları,
yaprakları olan yeşil renkli bir bitki kavramı çağrışır yani bir içerik
oluşur.

“Doğal dil bağlamında, Saussure’a göre, işaret eden ile edilen arasında
zorunlu bir bağ yoktur: İlişki (conventional) geleneksel ve keyfidir. Her dil işaret
edenler arasında (örneğin kapı, yapı, sapı, çapı) ve işaret edilenler arasında
(örneğin sığır, sürü, davar, koyun) farklılıklar koyar” (Erdoğan, 2002). Saussure
(1998) bu durumu “göstereni gösterenle birleştiren bağ nedensizdir (...) dil
göstergesi nedensizdir” şeklinde ifade etmektedir. Saussure’e göre gösteren ve
gösterilen arasında söz konusu olan nedensizlik bağı, uzlaşımsal olmasından, doğal
değil toplumsal olmasından kaynaklanmaktadır.
“Her bir gösterene bir gösterilen şeklindeki ilişki her ne kadar zorunlu olsa
da bu ilişki bir gösterilenin herhangi bir gösterenle ifade etme zorunluluğunu
içermez. Çünkü gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki toplumsal bir anlaşmaya
dayanan keyfi bir ilişkidir. Bir gösterilen dilden dile farklı gösterenlerle ifade
edilebilirken aynı dil içerisinde gösterilenleri karşılayan göstergelerin değişmesi de
Bir göstergede, mümkündür. Böylece gösteren ve gösterilen bütünlüğü olarak gösterge nedensiz
gösterenle gösterilen ve rastlantısal olarak tanımlanabilir” (Vardar, 1998).
arasındaki ilişkinin
kurulmasına anlamlama Saussure ayrıca “gösteren işitimsel nitelikli olduğundan yalnız zaman içinde
denir. yer alarak gerçekleşir ve zamandan kaynaklanan özellikler taşır: a) bir yayılım
gösterir ve b) bu yayılım bir tek boyutta ölçülebilir. O da bir çizgidir” diyerek
gösterenin çizgiselliğini de bir diğer ilke olarak ortaya koymaktadır (1998).

Göstergebilimin Medyaya Uygulanması ve Roland Barthes


Göstergebilimin medya ve iletişim araştırmaları bakımından konumu ele
alındığında en çok öne çıkan araştırmacının Fransız felsefeci Roland Barthes
olduğu görülecektir. “Bir göstergede, gösterenle gösterilen arasındaki ilişkinin
kurulmasına anlamlama denir. Bir göstereni gördüğümüz ya da işittiğimiz zaman,
onun gösterileni yani ne anlama geldiği zihnimizde oluşmaktadır. Anlama süreci de
böylece başlamaktadır. Göstergebilimin en önemli alanı, kuşkusuz, ‘anlamlama’
adı altında toplanabilen ‘düzanlam’ ve ‘yananlam’la ilgili bölümdür. Bunlar Roland
Barthes’in kuramına dayanmaktadır” (Çağlar, 2012). Barthes’in iletişim kuramları
açısından bir başka önemi de anlamlamanın meydana geldiği ve anlamın
oluşturulduğu her yapıyı, aynı dil gibi göstergebilim aracılığıyla
inceleyebileceğimizi ortaya atmasıdır; bu bakımdan medya içeriklerinin
göstergebilimsel olarak incelenmesinde Barthes’in katkısı büyüktür. Bu nedenle
bölümün devamında Barthes’in göstergebilimsel modeline değinilecektir.

249
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Barthes, yapısalcı yaklaşımının ve göstergebilimin önemli düşünürlerinden


biridir. Barthes, ilerleyen yıllarda post-yapısalcı bakış açısında oldukça yaklaşmış
olsa da ilk dönem çalışmalarında Saussure’den yararlanan bir göstergebilimsel
kültür modelini savunmuştur (Smith ve Riley, 2016). 1964 yılında yayımlanan
“Göstergebilimin Öğeleri” adlı çalışması bu modeli ortaya koyduğu en önemli eseri
olarak bilinir.
“Saussure, ikili karşıtlıklarla ve birbirini dışlayan kategorilerle düşünme
süreci içinde la langue'ı (dil dizgesi) parole'den (söz) ayırırken bir yandan dilbilimin
konusunu tanımlamaya çalışmış̧, diğer yandan dil ve anlam sorununa bir açıklama
getirmiştir. Saussure dizgenin analizine öncelik vermiştir. Eşsüremli analiz, dilin
tarihsel değişim ve dönüşümünün (artsüremli analiz) analizinin önüne geçmiştir.
Dizge içinde her göstergenin değeri diğer göstergelerle ilişkisinden, farklılığından
kaynaklanır. Dolayısıyla anlam/değer, tarihsel ve toplumsal bağlam dikkate
Barthes, semiyotik
alınmaksızın dil dizgesi (yapı) ile açıklanmıştır.
modelin her
araştırmada Barthes, Saussure'ün, dil dizgesini öne çıkartan yapısalcı yaklaşımının içinde
kullanılabilmesinin kalmaya çalışırken, başka bir deyişle bir yandan onun sadık bir takipçisi olurken,
önünü açmıştır. diğer yandan da bu yaklaşıma yeni bir bakış açısı getirmiştir. Barthes, düz anlamı
verili kabul etmesiyle bir yandan Saussure'ün yapısalcı yaklaşımına yakın dururken
diğer yandan ideolojinin kurulma biçimlerini açıklamak amacı ile yan anlama
yaptığı vurgu ile farklı bir yaklaşımı birleştirme çabasını sergiler: Saussure'ün
gösterge kavramı ile Marksist ideoloji sorununu...” (İnal, 2003)
Dilbilim ile kültürel araştırma arasında yakınlaşmayı savunan Barthes, bunu
mümkün kılmak üzere semiyotik (göstergebilimsel) araştırmayı kullanır. Smith ve
Riley, (2016) Barthes’ın modelindeki bazı temel terminolojik ve kavramsal temaları
şöyle özetlemektedirler:
“Dil ve söz: Barthes, Saussure’ün ortaya koyduğu dil-söz ayrımının sadece
dilbilim ile ilgili görüngülere değil, bütün semiyotik bağlamlara uygulanabileceğini
savunur.
Gösteren ve gösterilen: Barthes, temsil edilen şey ya da kavram (gösterilen)
ile temsil işini yapan şey (gösteren) arasındaki temel Saussurecu ayrımın, bütün
sembol sistemleri için temel olduğunu söyler. Gösterenler, gerçekliği bölme ve
biçimsiz deneyim yığınlarından biçimleri çekip çıkarma yolu ile gösterilenleri
oluşturmaya yardım ederler. Barthes, bir diğer yapısalcı düşünür olan Claude Lévi-
Strauss’u izleyerek ‘semiyolojinin gelecekteki görevinin’ sınıflandırma işi gibi
olacağı görüşünü savunur. Bu bağlamda insanların gerçekliğe yüklediği
eklemlenmeleri yeniden keşfetmemizi, yani işaret sistemlerinin dünyayı çoğu
zaman keyfi olarak nasıl parçalara ayırdığını ve sınıflandırdığını araştırmamızı
önerir.
Sözdizimi ve sistem: Buradaki ayrım, büyük ölçüde boyuna kesit ile enine
kesit arasındaki ya da artzamanlı ile eşzamanlı arasındaki ayrımlara benzer.
Sözdizimi, işaretlerin zamanla bir sıra içinde uzayan zincirler içinde düzenlenme
biçimlerini ifade eder. Dolaysısıyla, burada her bir terim kendi değerini kendinden
önce gelene ve onu izleyene karşıtlığından türetir. Sistem, kendisi ile yer

250
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

değiştirebilen işaret sistemi içindeki diğer (mevcut olmayan) birimler ile hemen
hemen karşıtlık içindedir. Örneğin bir restoran menüsündeki bütün ana
yemeklerin ‘yatay’ olarak okunması sistemin incelenmesini gerektirirken,
yemeklerin sırası (meze, ana yemek, tatlı) doğrultusundaki bir ‘dikey’ okuma
sözdizimini gerektirir. Her iki yaklaşımdan birini ya da diğerini kullanarak menünün
semiyotiğini inceleyebiliriz.
Anlam ve ima: Barthes, işaret sistemlerinin kendileri üzerine kurulduklarını
ve dolayısıyla pek çok tabakaya sahip olduklarını ileri sürer. Anlam, daha alt düzen
sistemlerini ve az ya da çok işaretlerin gerçek anlamlarını ifade eder. Buna karşılık
ima, bir çeşit üst dil ile ilişkilidir. İmalar, anlamların birincil düzeninden toplanarak
bir araya getirilme eğilimindedir. Onlar ideolojiktir ve bağlantı kuran bir tema ile
‘belirtilen mesajın üstünü örtme’ eğilimindedir.
Görüleceği üzere, Barthes kültür içindeki işaretlerin asla masum
olmadıklarını, aksine, ideolojik yeniden üretimin karmaşık ağına bulaşık olduklarını
vurgular.”
Barthes, buradan hareketle ideoloji, mit gibi kavramlar üzerinden
anlamlandırma sürecinin nasıl işlediğini açıklamıştır. Bunun için düz anlam ve yan
anlam gibi kavramları kullanan Barthes, düz anlamın o göstergenin neyi
gösterdiğiyle, yan anlamın göstergenin bunu nasıl kavramsallaştırdığıyla ilgili
olduğunu söyler. Düz anlamlar insanların zihinlerinden evrensel olarak ortak bir
imge oluştururken, yan anlamlar ise kültür, mitler, ideolojiler gibi toplumdan
topluma farklılık gösterebilen kavramlar ekseninde farklılaşabilmektedir. “Yan
anlam göstergenin kullanıcıların duygularıyla ya da heyecanlarıyla ve kültürel
değerleriyle buluştuğunda meydana gelen etkileşimi betimlemektedir. Bu,
anlamların öznelliğe ya da en azından öznelerarasılığa doğru kaydığı alandır: Bu
anda yorum, yorumlayıcıdan etkilendiği kadar nesne ya da göstergeden de
etkilenir” (Fiske, 1990).

Roland Barthes, kültür


içindeki işaretlerin
ideolojik yeniden
üretimin karmaşık ağına
bulaşık olduklarını
vurgular.

Şekil 12.2. Gül örneği üzerinden düz ve yan anlam (Maigret, çev. Yapar Gönenç, 2012)

251
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Şekil 12.2’de görüldüğü üzere bir gösterge olarak “gül” kelimesi ile
karşılaştığımızda bu kavramı bize ifade eden gösteren, gül sesidir. Bu ses bizim
kafamızda bir bitki olarak gül kavramını canlandırır, işte bu gösterilendir. Bu
gösterilenin bize söylediği düz anlamı bir çiçektir. Ama mesela tutkuyu ifade eden
bir yan anlamı da olabilir. Bizim ve içinde olduğumuz ortamın, kültürel, sosyal ve
Barthes, düz anlamın psikolojik koşullarına göre bu yan anlamdan çok sayıda başka göstergelerin
ideolojik olduğunu
türemesi ya da uzlaşıma dayalı olarak farklı anlamlamaların oluşması da mümkün
söyler.
olabilir, örneğin kırmızı kelimesi vb. gibi. Fiske, düz anlam yan anlam ayrımını şöyle
somutlaştırmaktadır: “Bir sokak manzarası fotoğrafı belirli bir sokağı gösterir;
‘sokak’ sözcüğü binalar arasında uzanan bir şehir yolunu anlatır. Ama ben aynı
sokağı önemli derecede farklı biçimlerde fotoğraflayabilirim. Renkli bir film
kullanabilir, donuk bir gün ışığı seçebilir, yumuşak bir odak ayarı yapabilir ve
sokağı çocuklar için mutlu, sıcak, şefkat dolu bir oyun alanı hâline getirebilirim. Ya
da siyah-beyaz bir film, sert odak ayarı, güçlü kontrastlar kullanabilir ve aynı sokağı
oyun oynayan çocuklar için soğuk, zalim, barınılmaz ve yıkıcı bir mekân hâline
getirebilirim” (Fiske, 1990).
Bu modeli somutlaştırmak üzere Barthes’ın, bir fotoğrafa dair ünlü
semiyotik çözümlemesi de örnek olarak verilebilir. Barthes analizinde, Paris Match
dergisinin kapak fotoğrafı olan ve Fransız ordusunun üniforması içindeki bir genç
siyahi askerin Fransız bayrağını selamlarken görüntülendiği görseli inceler.
Barthes, bu fotoğraftaki düz anlamın bir siyahi askerin Fransız bayrağını
selamlaması olduğunu belirtir. Barthes’a göre fotoğrafın yan anlamı ise Fransa’nın
tüm yurttaşlarının herhangi bir ırk ayrımı olmaksızın Fransız bayrağı altında
sadakatle ülkelerine hizmet ettikleri büyük bir ülke olmasıdır; böylelikle Fransa
sürekli eleştirildiği sömürgecilik suçlamalarına bu fotoğraf örneğinde yanıt
vermektedir. Bu örnekteki yan anlamın oluştuğu düzlem Barthes’a göre ideolojinin
kurulması ve yeniden üretilmesi bağlamında değerlendirilebilir.
Bireysel Etkinlik

• Göstergelerde düz anlam / yan anlam ayrımını düşününüz.


Bir gazete alarak, gazetenin ilk sayfasında yer alan haber
başlıklarını ve fotoğrafları inceleyiniz. Bu başlık ve
görsellerden görünen (düz) anlam dışında ne gibi yan
anlamlar çıkarılabileceğini tespit ediniz.

Barthes, S/Z adlı çalışmasında ise düz anlamın ideolojik olduğunu ortaya
koymuştur. Bir terimin sözlük anlamı ideolojik bir özelliğe sahiptir, yerleşik
ideolojiyi işaret eder. Barthes bu bakımdan göstergeler bütünü olarak dilin de
daima ideolojik olduğunu vurgulamış ve dili bir mücadele alanı olarak
tanımlamıştır. Barthes bu çalışmasında metinleri de okurcul ve yazarsıl metinler
olmak üzere ikiye ayırmaktadır. “Okurcul metinler; destanlar, mitler, masallar,
romanlar, hikâyelerdir. Okurcul metinler anlamı sabitleyen ve metni kapatan

252
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

metinlerdir. Yazarsıl metinler ise avangart (öncü) metinlerdir, anlamı sabitlemez


ve kapatmaz, bu metinlerde anlamın ucu hep açıktır” (Barthes, 2002).
Barthes’ın fikirleri ekseninde, kendinden sonraki araştırmacılar
göstergebilimsel analizin kapsamını genişletmiş ve göstergelerin edebi metinlerde,
hukuki dokümanlarda ya da reklamlarda nasıl kullanıldığına dair analizlerle giderek
genişleyen uygulamalı bir araştırma alanı oluşturmuşlardır. Göstergebilimin
gittikçe yapısalcılıktan ayrılması ekseninde Barthes’ın “ilk eserlerinde yapısalcı
yaklaşıma olan yakınlığı ve ideoloji sorununu bu yapısalcılıkla bütünleştirerek
çözme çabaları giderek dönüşüme uğramış” (İnal, 2003) ve bu durum çoğu görüşe
göre Barthes’ın post-yapısalcılık içinde konumlandırılmasına neden olmuştur.

GÖSTERGEBİLİM VE İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI


“Göstergebilim, araştırmalarda üç yer değişimi önererek iletişim kuramları
tarihinde arabulucu bir yere sahip olmuştur. Bu bilim dalı, öncelikle dil kuramları
bünyesinde gelişmiş, daha sonra küreselleşerek sağın bilim kurallarına göre
düzenlenmiştir. 1960’lı yıllarda Frankfurt Okulu’nun çalışmalarını geliştirerek
ideoloji sorununu yeniden ele almış, böylece araştırmaları iletilerin ikna
mekanizmaları üzerine çekmiştir. Bu iki yönde karşılaşılan güçlükler, göstergebilimi
edimbilime yönlendirmiş ve iletişim aktörlerinin göz önünde bulundurulmasına yol
açmıştır. Yani etki kuramlarına eşit uzaklıkta yer almış, bununla birlikte bu
kuramlara, sağın bilim modelleri için duyulan hayranlıkla ya da teknik sorunsalının
vurgulanmasıyla yerleştirilmeye çalışılan iletişimden genel bir bilim yaratma
Her türlü medya içeriği çabaları ve teknik sorunsalını yalnızca bir aktarım olarak değil bir diyalog etkinliği
göstergebilimin analiz olarak gören yeni bir iletişim anlayışı gibi konularda, bir süreliğine kanıt
alanına girebilir.
toplamıştır.” (Maigret’den çeviren Yapar Gönenç, 2012).
Göstergebilim, anlam evrenini çözümlemeyi amaçlar: Anlam oluşumu,
anlam yaratmak, anlamlandırmak gibi soyut durumun dizgeleştirilmesi, açığa
çıkarılması gibi konular anlamla ilgili ilk akla gelenlerdir. Bu bakımdan anlamla ilgili
her şey göstergebilimin alanına girer” (Giuraud, 1994). Medya metinleri de aslında
göstergeler bütünüdür. İşte “göstergebilim, yapısallaştırılmış bir bütün olarak
metinleri çözümlemeye çalışmakta ve gizli yan anlamları da araştırmaktadır”
(Atabek ve Atabek, 2007). Bu bağlamda haber metinlerinden reklam filmlerine,
fotoğraflardan sinemaya kadar her türlü medya içeriğinin göstergebilimin ilgi
alanına rahatlıkla girdiği söylenebilir. “Göstergebilim, iletişim ve bilgi aktarımını
içeren sinema, tiyatro, tıp, mimari, zooloji ve birçok başka alanda ilgi çekici
sonuçlara uygulanmıştır. Hatta bazı göstergebilimciler, her şeyin göstergebilimsel
olarak çözümlenebileceğini öne sürüp, irili ufaklı her şeyin anlamının çözülmesine
yardımcı olacak bir anahtar olarak görmüşlerdir” (Berger, 2018).

253
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

Fiske de göstergebilimin, dikkatini öncelikle metne yönelttiğini


vurgulamaktadır. Bu anlamda göstergebilim ana akım iletişim kuramlarının
iletişimi doğrusal bir süreç olarak gören modellerinden ayrılır; öte yandan alıcı
(okuyucu/izleyici) medya mesajları karşısında çok daha etkin bir konuma
oturtulmuş olur, hatta göstergebilimin alıcı terimi yerine okur terimini tercih eder,
Göstergebilim, iletişimi çünkü okur pasif bir alıcıya göre çok daha önemli bir etkinliği ifade eder (Fiske,
-ister alıcı ister kaynak
1996). Göstergebilim, iletişimi -ister alıcı ister kaynak tarafından- iletilerde anlam
tarafından- iletilerde
anlam üretme olarak üretme olarak görür. Böylelikle göstergebilimin, Frankfurt Okulu gibi kuramsal
görür. yaklaşımlar tarafından ortaya koyulan ve bireyi devasa kültür endüstrileri
karşısında pasif özneler olarak gören yaklaşımlardaki ikna boyutundan görece
yararlanmakla birlikte, metin üzerine eğilen araştırmaları bağlamında bireyin
okuma ve anlamlandırma süreçleri üzerinden etkin özne fikrini ortaya koyan
kültürel çalışmalar yaklaşımına daha yakın durduğu söylenebilir.
“1960-1970’li yılların kitle iletişiminde göstergebilim, tüm medya araç
gereçlerine (sinema, televizyon, çizgi film vb.) ve tüm gösterge dizgelerine (giyim
ya da gıda gibi tüketim ürünlerinin görüntüleri) dayalı dilbilimsel bir model üzerine
kurulmuştur. Burada da gösteren gösterilen, yan anlam düz anlam ayrımı
bulunmaktadır. Yazınsal alandan gelen Roland Barthes ya da Umberto Eco gibi
yazarlar için, bu olgu içinde bulunduğumuz, ifade özgürlüğünü boğan ikinci bir deri
gibi medya tarafından iletilen gösterge tabakasıyla kaplanmış olan toplumsal
çevreyi betimlemeyi sağlamaktadır” (Maigret’den çeviren Yapar Gönenç, 2012)
Göstergebilimin bu özelliklerinden dolayı özellikle eleştirel iletişim
çalışmalarının iki ana kolundan birini oluşturan “Kültürel Çalışmalar” yaklaşımıyla
metodolojik düzeyde oldukça etkileşim içinde olduğunu söylemek mümkündür.
Birmingham Üniversitesi’nde 1964 yılında Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi
(ÇKÇM) adıyla kurulan ve Britanya Kültürel Çalışmaları Okulu ya da kısaca kültürel
Günümüzde göstergebilim çalışmalar yaklaşımı adıyla anılan bu okul temel olarak İngiliz işçi sınıfı kültürü
iletişim araştırmaları üzerine yaptıkları analizlerle yola çıkmakla birlikte, sonraki yıllarda Stuart Hall’un
içinde hâla sıklıkla
katkılarıyla hegemonya ve ideoloji gibi kavramlar ekseninde araştırmalar
kullanılmaktadır.
yürütmüştür. Bu kayma bağlamında, okulun temel ilgisi, dil ve anlamlandırma
mekanizmaları aracılığıyla dünyanın nasıl yapılandırıldığı ve gerçekliğin nasıl
temsil edildiğine kaymış, özellikle medya metinleri üzerine araştırmalar
yapılmıştır. Bu bağlamda kültürel çalışmalar, medya içerikleri dâhil olmak üzere
bütün toplumsal pratikleri ve kurumları birer “metin” olarak görmüş ve bu
metinlerin dilsel, kültürel ve ideolojik yapılarını analiz ederek anlamlandırmanın,
iktidar ilişkilerinin ve toplumsal gerçekliğin nasıl kurulduğunu incelemiştir.
Sonraki dönemlerde post-yapısalcılık vb. pek çok akımın etkisinde farklı
boyutlar kazanmakla birlikte, günümüzde iletişim çalışmalarında yaşanan kuramsal
gelişmeler bağlamında göstergebilimin hâlâ iletişim araştırmaları içinde sıklıkla
kullanılan bir yaklaşım olduğu söylenebilir. “Göstergebilim, farklı tür ve nitelikteki
medya metinlerinde veya bu metinler aracılığıyla kurulan kültürel anlamları
tartışmaya açmanın etkili yöntemlerinden birisidir. Göstergebilimsel bir
perspektifle yapılacak olan bir çözümlemede önce incelenecek metin (görsel veya
yazılı ya da anlatısal veya anlatısal olmayan her türlü metin) içindeki ayrımları

254
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

saptamak yol gösterici olacaktır. Yapılacak çözümlemenin bir sonraki aşamasında


metin içinde saptanan ikili karşıtlıklar içerisinde yer alan öğeler arasında ne türden
bir ilişki kurulduğu aktarılabilir. Burada bir öğenin anlamını diğer hangi öğeden
veya öğelerden farklılaşarak elde ettiği belirginleştirilir. Göstergelerin seçilmesi ve
anlamlı bir şekilde birleştirilmesiyle inşa edilen kültürel anlamlarla hangi ideolojiler
yazılıyor veya anlatılıyor? İşte göstergebilimsel çözümleme en basit hâliyle esas
olarak bu soruya yanıt arayacaktır” (Çam, 2015).

255
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

•Göstergebilim anlam üretimini incelemeyi amaçlayan disiplinler ötesi bir


araştırma alanıdır. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarıyla aktarılan mesajlar ve
bu mesajların içerdiği göstergeler üzerinden medyanın anlamı ve gerçekliği
nasıl aktarıp, inşa ettiği hususu, göstergebilimi iletişim araştırmaları için de
önemli ve etkileşim içinde olduğu bir disiplin haline getirmiştir.
Özet
• Göstergebilimin temel kavramlarını da ortaya koyan Genel Dilbilim
Dersleri’nde Saussure, göstergebilimi göstergelerin sosyal yaşamdaki
durumunu konu edinen genel bir disiplin olarak adlandırmıştır. Charles
Sanders Peirce de yaptığı çalışmalarla çağdaş göstergebilimin temellerini
atan isimlerden bir diğeri olmuştur.
• Göstergebilim işaretler, göstergeler bilimi olarak tanımlanır. Saussure ve
Peirce’ün temelini attığı ve öncülüğünü yaptığı göstergebilim, 1960’lardan
sonra bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir.
• Göstergebilim temel olarak üçe ayrılmaktadır:
• Tanımlayıcı göstergebilim: Göstergeler üzerinde betimleyici inceleme ve
açıklama yapar. Kuramsal göstergebilim: Bu açıklamaları ve betimlemeleri bir
kuramsal çerçeveye oturtur. Uygulamalı göstergebilim: Kuramsal
varsayımları deneyen ve toplumun ve endüstriyel yapının sorunlarına
çözümü amaçlar.
• Göstergebilim kuramı, yazınsal ya da bilimsel bir söylem, bir görüntü, bir
mimari yapı, bir tiyatro gösterisi, bir müzik eseri vb. gibi anlamlı bir bütünün
hangi anlamsal katmanlardan oluştuğunu açıklamayı ve bu katmanları bir
üstdil aracılığıyla dizgeleştirerek sunmayı amaçlar. Anlam değil, anlamların
eklemleniş biçimini araştıran, anlam üretiminin süreçlerini ortaya çıkarmaya
çalışan göstergebilim, içeriğin biçimine yönelik bir anlamlama kuramıdır.
•Peirce’ün ağırlıklı olarak üçlü ayrımlar üzerinden modeller geliştirdiğini ve
göstergelerin yapı ve özelliklerini bu şekilde sistematize ettiğini görüyoruz.
Peirce tarafından ortaya koyulan ilk ayrım göstergelerin niteliğine ilişkindir:
Nitel, tekil ve kavramsal. Peirce’ün göstergelere dair bir başka önemli
kavramsallaştırması ise sözcebirim terim, önerme ve kanıt çıkarım
şeklindedir.
• Saussure’a göre dilbilimsel bir imge bir şeyi bir isimle eşleştirmekten çok bir
kavramı ve ses-görüntüsünü eşleştirir. Saussure, kavram ses ve görüntünün
kombinasyonuna imge demektedir. İşte Saussure’ün imgeyi iki bileşene
ayırması, gösteren (veya ‘ses-görüntü’) ve gösterilen (veya ‘kavram’) ve bu
ikisinin arasındaki ilişkinin rastgele seçilmiş –keyfi- olmasını önermesi
göstergebilimin geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır.
• Göstergebilimde Temel Kavramlar
• Göstergebilim alanında ortaya atılmış hemen tüm yaklaşım ve modeller üç
önemli öğe üzerinde durmuşlardır. Bunlar: gösterge, gösterilen, yani
göstergenin gönderme yaptığı şey ve gösteren, yani göstergenin somut
varlığıdır. Gösterge gösteren ve gösterilenin bileşimidir.
• Göstergebilimden bahsedildiğinde göze ilk çarpan kavram ‘gösterge’dir.
Gösterge bir kavramı ya da durumu gösteren bir ‘şey’, bir düşünce, bir
eylem, bir eşya ya da şekil, bir olguyu anlatan bir belirteç olabilir.

256
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

•Gösterge, somut bir nesne, olay veya kavramın yerine kullandığımız ve


kafamızda o nesne, olay veya kavramı işaret eden, onu temsil eden sembol
veya simgelere denilir. İşte göstergebilim, aslında insan aklı ve kültürü
bağlamında sonsuz sayıda olabilen bu göstergeleri araştırır.
• Saussure her kelimenin bir gösterge olduğunu ve bir ‘gösteren’ (sözün
Özet (devamı)
ağızdan çıkan ses birimleri olarak fiziksel gerçekliği) ile ‘gösterilen’den
(sözcüğün zihinde uyandırdığı imge) oluştuğunu ortaya koymuştur. Başka bir
deyişle söylenecek olursa gösteren göstergenin bizim fiziksel olarak
algıladığımız kısmıdır (kağıt üzerindeki işaretlerdir, havadaki seslerdir).
Gösterilen, göstergenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramdır. Bu
zihinsel kavram aynı dili paylaşan aynı kültürün üyelerinin tümü için ortaktır.
Yani bir göstereni görür ya da işitirsek gösterilen zihnimizde canlanır. Buna
göre, gösteren (göstergenin fiziksel varlığı) ile gösterilen (zihinsel kavram) bir
araya gelerek anlamlandırma sürecini oluşturmaktadırlar.
• Roland Barthes
• Göstergebilimin medya ve iletişim araştırmaları bakımından konumu ele
alındığında en çok öne çıkan araştırmacının Fransız felsefeci Roland Barthes
olduğu görülecektir. Barthes’in iletişim kuramları açısından önemi
anlamlamanın meydana geldiği ve anlamın oluşturulduğu her yapıyı, aynı dil
gibi göstergebilim aracılığıyla inceleyebileceğimizi ortaya atmasıdır; bu
bakımdan medya içeriklerinin göstergebilimsel olarak incelenmesinde
Barthes’in katkısı büyüktür.
• Göstergebilim ve İletişim Araştırmaları
• Göstergebilim, anlam evrenini çözümlemeyi amaçlar: Anlam oluşumu,
anlam yaratmak, anlamlandırmak gibi soyut durumun dizgeleştirilmesi, açığa
çıkarılması gibi konular anlamla ilgili ilk akla gelenlerdir. Bu bakımdan
anlamla ilgili her şey göstergebilimin alanına girer. Medya metinleri de
aslında göstergeler bütünüdür. İşte göstergebilim, yapısallaştırılmış bir bütün
olarak metinleri çözümlemeye çalışmakta ve gizli yan anlamları da
araştırmaktadır.
• Bu bağlamda haber metinlerinden reklam filmlerine, fotoğraflardan
sinemaya kadar her türlü medya içeriğinin göstergebilimin ilgi alanına
rahatlıkla girdiği söylenebilir. Göstergebilimin özellikle eleştirel iletişim
çalışmalarının iki ana kolundan birini oluşturan “Kültürel Çalışmalar”
yaklaşımıyla metodolojik düzeyde oldukça etkileşim içinde olduğunu
söylemek mümkündür.
• Kültürel çalışmalar, medya içerikleri dâhil olmak üzere bütün toplumsal
pratikleri ve kurumları birer “metin” olarak görmüş ve bu metinlerin dilsel,
kültürel ve ideolojik yapılarını analiz ederek anlamlandırmanın, iktidar
ilişkilerinin ve toplumsal gerçekliğin nasıl kurulduğunu incelemiştir.
• Sonraki dönemlerde post-yapısalcılık vb. pek çok akımın etkisinde farklı
boyutlar kazanmakla birlikte, günümüzde iletişim çalışmalarında yaşanan
kuramsal gelişmeler bağlamında göstergebilimin hala iletişim araştırmaları
içinde sıklıkla kullanılan bir yaklaşım olduğu söylenebilir.

257
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Paris Match dergisinin kapağında, Fransız bayrağını selamlayan siyahi
asker fotoğrafı örneği üzerinden yaptığı ünlü göstergebilimsel
çözümlemesiyle bilinen yapısalcı düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ferdinand De Saussure
b) Roland Barthes
c) Claude Lévi-Strauss
d) Paul Giuraud
e) Eric Maigret

2. Dilbilim ile kültürel araştırma arasında yakınlaşmayı mümkün kılmak üzere


semiyotik (göstergebilimsel) araştırmayı kullanan düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Mikhail Bakhtin
b) Jacques Lacan
c) Roland Barthes
d) Stuart Hall
e) Louis Althusser

3. Dilbilimsel yöntemiyle yapısalcılığın en bilinen biçimine kaynaklık eden


düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ferdinand de Saussure
b) Roland Barthes
c) Stuart Hall
d) Antonio Gramsci
e) Charles Morris

Özellikle 1960’lardan sonra hızla gelişen bir bilim dalı olan göstergebilim
pek çok alanda bilinçli olarak kullanılmıştır.
4. Aşağıdakilerden hangisi bu alanlar arasında sayılamaz?
a) Sanat
b) İletişim
c) Pazarlama
d) Reklamcılık
e) İktisat

258
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

5. Göstergebilimi göstergelerin sosyal yaşamdaki durumunu konu edinen


genel bir disiplin olarak adlandıran ve dilbilimi de bu genel disiplin altında
bir dal olarak tanımlayan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Charles Sanders Peirce
b) Louis Althusser
c) Stuart Hall
d) Ferdinand de Saussure
e) Roland Barthes

6. Aşağıdakilerden hangisi göstergeler üzerinde betimleyici inceleme ve


açıklamalar yapan göstergebilim dalıdır?
a) Tanımlayıcı göstergebilim
b) Pratik göstergebilim
c) Kuramsal göstergebilim
d) Uygulamalı göstergebilim
e) Teorik göstergebilim

7. Saussure, bir kelimenin anlamını o kelimeyi anlamlandıran kavramlar


arasındaki farkı anlayarak öğreniriz derken aşağıdakilerden hangisine
vurgu yapmıştır?
a) Dil - söz ilişkisi
b) Gösteren - gösterilen ilişkisi
c) Anlamlandıran - anlamlandırılan ilişkisi
d) Düz anlam - yan anlam ilişkisi
e) Kuram - pratik ilişkisi

8. Aşağıdakilerden hangisi göstergebilimin, metinlerin incelenmesi ve


anlamlandırma süreci ile ilgilenmesi bağlamında en çok ilişki içinde olduğu
iletişim kuramıdır?
a) Gündem belirleme
b) Kültürel göstergeler
c) Eleştirel ekonomi politik
d) Kültürel çalışmalar
e) Medya fenomenolojisi

9. Baerthes’a göre anlamı sabitleyen ve metni kapatan metinler hangi tür


metinlerdir?
a) Dolaylı metin
b) Açık metin
c) Yazarsıl metin
d) Örtük metin
e) Okurcul metin

259
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

10. Göstergebilimin, alıcıyı (okuyucu/izleyici) medya mesajları karşısında çok


daha etkin bir konuma oturtması hangi özelliğinden kaynaklanır?
a) Dile odaklanması
b) Metne odaklanması
c) Sürece odaklanması
d) Etkiye odaklanması
e) Kültüre odaklanması

Cevap Anahtarı
1.b, 2.c, 3.a, 4.e, 5.d, 6.a, 7.c, 8.d, 9.e, 10.b

260
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
İletişim Araştırmaları ve Göstergebilim

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Atabek, G. ve Atabek, Ü. (2007). Medya metinlerini çözümlemek. Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Barthes, R. (2002). S/Z, İstanbul: YKY Yayınları.
Berger, A.A. (2018). Medya çözümleme teknikleri. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Çağlar, B. (2012). “Bir iletişim biçimi olarak göstergebilim”. EUL Journal of Social
Sciences. (s. 22-34). Sayı 3:2.
Çam, Ş. (2015). “Medya çalışmalarında göstergebilim çözümlemeleri”. İletişim
Araştırmalarında Yöntemler: Uygulama ve Örneklerle içinde, (Der.) Yıldırım,
B. (s. 287-319). Konya: Literatürk Academia.
Erdoğan, İ. (2002). İletişimi anlamak. Ankara: Erk Yayınları.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2010). Öteki kuram. Ankara: Erk Yayınları.
Fiske, J. (1996). İletişim çalışmalarına giriş. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Giuraud, P. (1994). Göstergebilim. Ankara: İmge Yayınları.
İnal, A. (2003). “Roland Barthes: Bir Avant-Garde Yazarı”. İletişim Araştırmaları. (s.
9-38). Sayı: 1(1).
Maigret, E. (2003). “De la sémiologie à la pragmatique”. (Göstergebilimden
Edimbilime). Sociologie de la communication et des médias. (s. 113-126).
Paris: Armand Colin Yayınları. (Çev) Yapar Gönenç, A. (2012). İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. (s. 37-49). Sayı 26.
Mutlu, E. (1995). İletişim sözlüğü. Ankara. Ark Yayınevi.
Parsa, A. ve Olgundeniz, S.S. (2014). “İletişimde Göstergebilim ve Anlamlandırma
Sürecini Örneklerle Değerlendirme”. A. Can (Ed.), İletişim Araştırmalarında
Göstergebilim içinde (s. 89-109). Ankara: Literatürk Yayınları.
Rifat, M. (1990). Dilbilim ve göstergebilimin çağdaş kuramları. İstanbul: Düzlem
Yayınları.
Rifat, M. (1992). Göstergebilimin ABC’si. İstanbul: Simavi Yayınları.
Saussure, F.D. (1998). Genel dilbilim dersleri. İstanbul: Multilingual Yayınları.
Smith, P. ve Riley, A. (2016). Kültürel kurama giriş. Ankara: Dipnot Yayınları.
Vardar, B. (1998). Dilbilimin temel kavram ve ilkeleri. İstanbul: Multilingual
Yayınları.
Yücel, T. (1999). Yapısalcılık. İstanbul. YKY Yayınları.

261
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR

• İngiliz Kültürel Çalışmalar


İÇİNDEKİLER

Okulunun Tarihçesi
• Merkezin Temsilcileri ve İLETİŞİM KURAMLARI
Çalışma Alanları
• Richard Hoggart
• Raymond Williams
• Kültürel Çalışma Okulunun
Prof. Dr.
Araştırma Alanları Adem YILMAZ
• Kültürel Çalışmalar Okulu:
Kültür, İdeoloji İlişkisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Kültürel çalışmalar hakkında bilgi
HEDEFLER

sahibi olabilecek,
•Kültürel çalışmaların tarihsel
gelişimini bilecek,
•Kültürel çalışmalar geleneğinin
temsilcilerini tanıyacak ve çalışma
alanları hakkında
yorumlayabilecek,
•Kültürel çalışmalar okulunun
araştırma alanlarını
kavrayabilecek,
•Kültür ve ideoloji ilişkisini
tanımlayabileceksiniz.
ÜNİTE

13
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Kültürel Çalışmalar

İNGİLİZ KÜLTÜREL

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR
ÇALIŞMALAR OKULUNUN
TARİHÇESİ
Richard Hoggart
MERKEZİN TEMSİLCİLERİ VE
ÇALIŞMA ALANLARI
Raymond Williams
KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR
OKULUNUN ARAŞTIRMA
ALANLARI

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR
OKULU: KÜLTÜR, İDEOLOJİ
İLİŞKİSİ

263
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Kültürel Çalışmalar

GİRİŞ
Akademik düzeyde gelişmekte olan ve bazen bir üniversitede veya bir
kolejde ders içeriğiyle bilimsel bir alan olarak karşımıza çıkan kültürel çalışmalar bu
haliyle sosyal bilimler ve insanbilimlerinin kesiştiği noktada yer almaktadır.
Kültürel çalışmalar temelde kültür endüstrisinin işleyişi ve kitle kültürünün doğası
üzerine odaklanılan çalışmaları kapsamaktadır. Kültürel araştırmalar, çağdaş
kültürün siyasal dinamikleri, tarihsel temelleri, özellikleri, çatışmaları ve
beklenmedik durumları tanımlayan, teorik, politik ve ampirik olarak etkileşimli bir
kültürel analiz alanıdır. Kültürel araştırmalar araştırmacıları genel olarak kültürel
uygulamaların , ideoloji , sınıf yapıları , ulusal oluşumlar , etnik yapı , cinsel
yönelim , cinsiyet gibi toplumsal fenomenlerle ilişkili veya bunlarla çalışan daha
geniş güç sistemleriyle nasıl ilişkili olduğunu araştırır. Kültürel araştırmalar,
kültürleri sabit, sınırlı, istikrarlı ve ayrık varlıklar olarak değil, sürekli olarak
etkileşime giren ve değişen uygulama ve süreç kümeleri olarak görür. Kültürel
çalışmalar alanı, çeşitli teorik ve metodolojik bakış açıları ve uygulamaları
içermektedir. Her ne kadar kültürel antropoloji disiplinden ve disiplinlerarası etnik
çalışma alanından farklı olsa da, kültürel çalışmalar bu alanların her birine katkıda
bulunmaktadır.
Ortaya çıktığı günden beri bir ilgi alanı olarak kültürel çalışmalar, özgün ya
da bütünlüklü bir disiplin geleneğinden yoksun görünmektedir. Buna karşın geçen
süreç içerisinde başka araştırma alanlarının temel konuları ile kuramsal
yönelimlerini giderek daha özgür biçimde ödünç aldığı ortaya çıkmıştır. Bu
çalışmalar ekseninde kültürel çalışmaların bilimsel alana sağladığı katkı iki yönlü
Kültürel araştırmalar,
olarak tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle bazı bilim çevreleri sosyoloji, siyaset
kültürleri sabit, sınırlı,
istikrarlı ve ayrık bilimi ve toplumsal tarih alanındaki dersleri ve araştırmaları olumsuz yönde
varlıklar olarak değil, etkilediğini savunmaktadır. Eleştirenler, kültürel çalışmaların gündelik yaşam
sürekli olarak içerisinde toplumsal yapının işleyişini küçümsediği ve sistematik ampirik bilgiden
etkileşime giren ve vazgeçmeye yönlendirdiği savı üzerine kurmaktadırlar. Buna karşın kültürel
değişen uygulamalar çalışmaların bilimsel alana sağladığı katkıyı önemseyen çevreler ise, bu
olarak görür. incelemelerin sosyolojiyi ve onun üretim dünyasıyla ilintili olan ve 19. yüzyıldaki
kökenlerine dayanan kavramlara karşı ilgisini teşhir ederek ve günümüz
dünyasında ileri toplumlarda yaşayan sıradan insanların gerçek kaygılarını dile
getirdiğini savunmaktadır.
Bu ünite kapsamında kültürel çalışmaların kavramsal olarak nasıl
tanımlandığı ele alınarak tarihsellik içerisinde İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu’nun
nasıl bir gelişim gösterdiği tartışılacaktır. Bunun yanı sıra okulun önemli temsilcileri
hakkında bilgi verilerek kültürel çalışmalar alanında hangi konular üzerine üretim
yaptıkları ele alınacaktır. Ayrıca kültürel çalışmalar özelinde kültür ve ideoloji
ilişkisi de bu ünite kapsamında sorgulanacaktır.

İNGİLİZ KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULUNUN TARİHÇESİ


Kültürel çalışmalar ilk olarak 1950'lerin, 1960'ların ve 1970'lerin sonlarında
İngiliz akademisyenler tarafından geliştirilmiştir. Daha sonra dünyadaki birçok

264
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Kültürel Çalışmalar

farklı disiplinden bilim insanları tarafından fark edilerek kendi üretim pratikleri
içerisinde dönüştürülmüştür.
İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu veya diğer adıyla Birmingham Çağdaş
Kültürel Çalışmalar Merkezi; İkinci Dünya Savaşı İngiltere’sinde devletin refah
durumunda olduğu, kapitalizmin baş gösterdiği bir dönemde 1964 yılı
İngiltere’sinde Hoggart’ın yöneticiliğinde kurulmuştur. Hoggart’ın ifadelerinde,
Frankfurt Okulunun yaptığı çalışmalarda bünyesinde kullandığı kitle kültürü
Bu merkezin
içerisindeki “kitlenin” kim olduğunun belirsiz olmasından dolayı kültürel
oluşumuna ilk katkı
sağlayanlardan biri çalışmaların kurulmasına kaynaklık ettiği söylenilebilir. Bu merkezin oluşumuna ilk
Frank Raymond katkı sağlayanlardan biri Frank Raymond Leavis’tir. Leavis, kültürel çalışmalar
Leavis’tir. okulunun kurulduğu 1964 yılından tam 34 sene öncesinde yayımladığı
çalışmalarıyla okulun kurulmasına öncülük etmiştir. Leavis’e göre endüstri
kapitalizmi hem üst yani seçkin toplum kültürleri üzerinde hem de alt kültür
biçimleri üzerinde zararlı bir etkiye sahiptir. Ayrıca okulun kökeni Richard Hoggart,
Raymond Williams ve E.P Thompson’un ortaya koyduğu çalışmalara dayandığı da
söylenebilir. Bunun yanı sıra kendileri kabul etmese de bu okulun merkezinde
Jürgen Habermas, Stuart Hall, Pierre Bourdieu , Jean Baudrillard gibi isimler de
görülmektedir.
Centre Contemporary Cultural Studies kısa adıyla CCCS Türkçe karşılığı
Çağdaş Kültürel Araştırmalar Merkezi; kültür şekilleri, gelenek ve göreneklerle
kurumlar ve kurumların toplum yaşamına yaptığı değişiklikleri çalışma konusu
yaparak doktora çalışma merkezi bağlamında kurulmuştur. Kültürel çalışmaların
kurumsallaşma evresi 1950’li yıllarda Hoggart ve Williams’ın yaptığı çalışmalarıyla
yukarıda da bahsettiğimiz gibi 1960’larda İngiltere Birmingham Üniversitesi’nde
kurulan Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin oluşumuna dayandığı
görülebilir. Merkez kurulduğu yıllardan günümüze kadar bilimselliğini
disiplinlerarası bir üretim üzerine konumlandırmıştır. Okulun kurulduğu yıllarda
küreselleşme ve enformasyon ağlarında yaşanan bir takım gelişmeler okulun
yaptığı çalışmalara ışık tutma adına önemlidir. 1970’li yıllarda yaşanan haber
üretiminde, kitle kültüründe, uluslararası akış ve iletişimdeki dengesizliklerden
dolayı iletişim alanında yürütülen çalışmalar uluslararası ölçekte çok boyutluluk
kazanmıştır.
Amerika’da, İngiliz Kültür Çalışmalarının ortaya çıkmasından önce, kültürel
analizin çeşitli versiyonları büyük ölçüde pragmatik ve liberal-çoğulcu felsefe
geleneğinden beslenmiştir. İngiliz Kültür Çalışmalarının 1970'lerin sonunda
uluslararası bilimsel alanlarda yayılmaya başlamasıyla birlikte kültürel çalışmalar
yeni araştırma konularıyla çeşitlenerek Amerika’da da yaygınlaşmıştır. İngiliz
Kültürel Çalışmaları 1980'li yılların sonunda feminizm, postyapısalcılık,
postmodernizm ve ırkçılık gibi alanlarla sıkı ilişkiler kurmaya başlayınca, eleştirel
kültürel çalışmalar (Marksist, feminist, postyapısalcı vb.); iletişim çalışmaları,
eğitim, sosyoloji ve edebiyat gibi alanlarda ABD üniversitelerinde hızlıca
yayılmıştır. Bu alanın öncü dergisi Cultural Studies ABD merkezlidir. Derginin
kurucu editörü, John Fiske, onu 1987'de Avustralya'dan ABD'ye getirmiştir.

265
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kültürel Çalışmalar

1979'da Margaret Thatcher'ın Birleşik Krallık'ın başbakanı seçilmesinin


ardından okulun önemli temsilcilerinden birkaç önemli isim Avustralya'ya göç
ederek kendileriyle birlikte İngiliz Kültürel Çalışmalarını da bu ülkeye taşımıştır.
"Kültürel politika çalışmaları" olarak da bilinen kültürel çalışmalar okulu
Avustralya'nın bu alana yaptığı önemli katkılardan sadece bir tanesidir.
Avustralya’da aynı zamanda 1990 yılında dünyanın ilk profesyonel kültürel
çalışmalar derneği kurulmuştur. Avustralya merkezli kültürel çalışmalar
dergilerinden bazıları ise şunlardır: International Journal of Cultural
Studies, Continuum: Journal of Media & Cultural Studies ve Cultural Studies
Review.
1980’lerle birlikte kültürel çalışmalar okulunun bilimsel üretimleri, Michel
Foucault, Jacques Lacan, Jacques Derrida ve alana yakın diğer bilim insanlarının
düşünce ve fikirlerinden etkilenerek şekillenmiştir. Günümüzde de kültürel
çalışmalar geleneği içerisinde temel çalışma konularına ek olarak postkolonyal,
queer ve feminizm kuramları da okulun temsilcilerinin ilgilendiği alanlar
Avustralya’da aynı
arasındadır. 1990’lardan sonra okulun etkisi Stuarth Hall gibi düşünürlerin farklı
zamanda 1990 yılında
dünyanın ilk kurumlara geçiş yapması nedeniyle bilimsel alanda etkinliğini azalmıştır. Ayrıca
profesyonel kültürel Dünyada ve İngiltere’de Thatcherizm’in sağ-kanat anlayışının arka plana gerilemesi
çalışmalar derneği okulun misyonunu kaybetmesine neden olmuştur.
kurulmuştur.
Tüm bunlara ek olarak dünyanın farklı bölgelerinde kültürel çalışmalar
geleneğine uygun yayın yapan dergilerde yayımlanan bağımsız çalışmaların
artması da okulun önemini olumsuz yönde etkilemiştir. Merkezin dışında yapılan
çalışmalar bağımsız kültürel çalışmalar geleneğini ortaya çıkarmıştır. Bu durum
1980’li yıllarda birçok ülkenin üniversitelerinde kendi kültürel çalışmalar alanına
yönelik bilimsel alanların kurmalarına dayanak sağlamıştır.
Kültürel çalışmalar geleneği dünya ölçeğinde dernekler,
siteler(www.cultstud.org, www.theory.org.uk, www.culturalstudies.net), dergiler,
canlı tartışma ortamları gibi platformlarda temsil yeteneğine ulaşmış olsa da 2002
yılının Ağustos ayında Birmingham Üniversitesi Kültür Araştırmaları ve Sosyoloji
Bölümü kapatılmıştır. Bu süreç sonrasında bölümün temsilcileri yayın
etkinlikleriyle kurumsallaşma faaliyetlerine devam etmiştir. Öyle ki kültürel
çalışmalar merkezi kapatıldıktan sonra Birmingham Üniversitesi’nde “Kültür,
Toplum ve İletişim” bölümü adı altında yeni bir merkez kurulmuştur.

MERKEZİN TEMSİLCİLERİ VE ÇALIŞMA ALANLARI


Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin Kurucuları ile ilk kuşak temsilcileri arasında
şu isimler yer almaktadır; Richard Hoggart, Ramond Williams, Edward P.
Thompson ve Stuart Hall. İkinci kuşak olarak nitelendirilen ve de en tanınan
temsilcilerin isimleri ise şunlardır; Charlotte Brundson, Phil Cohen, Cas Critcheer,
Simon Frith, Paul Gilroy, Dick Hebdige, Dorothy Hobson, Tony Jefferson, Andrew
Lowe, Angela McRobbie, David Morley, Paul Willis’tir.
Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin en önemli temsilcileri arasında
Hoggart, Willimas ve Stuart Hall gelmektedir. Raymond Williams ve Richard

266
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Kültürel Çalışmalar

Hoggart kültür alanına dair var olan mevcut çalışmaların işçi sınıfının yaşam
tarzlarına ve ilgilerine çok fazla yer vermemesi nedeniyle kendi çalışmalarında işçi
sınıfı ile popüler kültüre yönelik araştırmalara odaklanmışlardır. Hoggart ve
Williams bu alana yönelik ilk çalışmalarında kültürün yönlendirici konumda
bulunduğunu ve toplumun bütünüyle edilgen olduğunu dile getiren yaklaşımlara
Kültürel Çalışmalar
Merkezi’nin Kurucuları karşı çıkmış, buna da çağdaş işçi sınıfının hayatının özgünlüğünü ve yapay olmayan
ile ilk kuşak temsilcileri; yönlerini ele alarak örnek vermişlerdir. Bu bağlamda kültür eleştirisi yaparak, işçi
Richard Hoggart, sınıfının kültürünü ve direncini cesaretlendiren bir yapı oluşturmuşlardır ayrıca
Ramond Williams, kültür endüstrisi tarafından üretilen kitle kültürünün saldırıları karşısında işçi
Edward P. Thompson ve sınıfının kültürünü muhafaza etmenin de yollarını aramışlardır.
Stuart Hall’dur.
Richard Hoggart
İngiliz bir ailenin üç çocuğundan biri olan Hoggart Leeds’in Potterneton
bölgesinde doğmuştur. Temel öğrenimi dilbilgisi üzerinedir. Cockburn Lisesi’nde
dil eğitimi almıştır. Üniversite öğrenimini Leeds Üniversitesinde tamamlayan
Hoggart 1946'dan 1959'a kadar Hull Üniversitesi’nde personel öğretmen olarak
görev yapmıştır. 1962-1973 yılları arasında İngilizce profesörü olarak çalıştığı
Birmingham Üniversitesi’nde Çağdaş Kültürel Araştırmalar Merkezini Kurmuştur.
Richard Hoggart 1957 yılında The Uses of Literacy ‘ adlı eserini
yayımlamıştır. Hoggart bu yapıtında işçi sınıfının kapitalizmin sunduğu ticari
kültüre karşı direnen geleneksel hayat tarzlarına övgüde bulunurken aynı zamanda
kapitalizm ile birlikte gelen ticari kültüre de eleştirilerde bulunmuştur. Hoggart’ın
bu çalışması aynı zamanda kültürel çalışmaların kurulmasındaki ilham verici
kaynağı oluşturmaktadır. Aynı yapıtında Hoggart kitle iletişim araçlarının
yayınlarıyla karşı karşıya kalan işçi sınıfının kültüründe meydana gelen değişiklikleri
incelemektedir. Çalışma konularına iş, ev, aile, sözlü gelenek ve din gibi farklı
alanları inceleyerek ve işçi sınıfının dünya görüşünün ve yaşam tarzının
katmanlarının izini sürerek başlar. Popüler kültür ürünleri olan sansasyonel başlıklı
gazeteler, karton kapaklı romanlar ve dikkat çekecek düzeydeki parlak dergiler ve
endüstrinin geliştirip piyasaya sürdüğü otomatik müzik kutusu gibi popüler kültüre
ait henüz yeni olan bu tarz eğlence biçimleri daha eski durumları ve davranışları
yerinden edebileceğini söyler. Hoggart’ın başarısı işçi sınıfının içinde bulunduğu
kültürü akademik alana taşımasına ve kapalı okuma gibi yazın eleştirisi
yöntemlerini popüler kültür materyaline uygulamasına dayanır. Hoggart aynı
zamanda okulun ilk yöneticisidir fakat okul en parlak dönemini ondan sonra
yönetime gelen Stuart Hall ile yaşamıştır. 1950-60’lı yıllarda, Hall’in ve okulun ilk
dönem çalışmaları kültürcü paradigma altında gerçekleşirken 1970’ler ile birlikte
Marksizm ile yapısalcılığa doğru kaydığı görülmektedir. Hall “Popülerin-Yapı
Sökümü Üzerine Notlar” adlı yapıtında bir yandan okulun ideoloji kavramının diğer
yandan da kültürel alana ait yaklaşımın çerçevesini çizer. Hall burada popüler
kültürün faklı tanımlarına eleştirel olarak yaklaşır ve yapılan ilk tanım popüler
kültürün pazar temelli olduğudur. Popüler kültürü sadece ticari olarak gören bu
yaklaşım ona aynı zamanda tepeden küçümseyici bir edayla da bakmaktadır. Bu
yüzden Hall, popüler kültür alanına mücadele sahası olarak da bakmak gerektiğini
ifade etmektedir. Ayrıca çalışmalarında kodlama/kodaçımı başlıklı makalesinde –

267
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Kültürel Çalışmalar

üretim, dolaşım, dağıtım/tüketim, üretim- eklemlenmesiyle lineer iletişim


modeline bir alternatif geliştirmiştir. Hall burada mesaj ve mesajın ifşa edilmesinin
toplum ve iktidar arasındaki bağlantıdan çıkarılacağını vurgulamıştır. Kültürel
çalışmalar okulu bu dönemde çatısı altında toplandığı “New Left Review”
dergisinin bilim çevrelerinde öne çıktığı döneme de denk gelmektedir.
Örnek

•Dünyada kültürel çalışmalara kaynaklık eden bir çok yayın aracı


bulunmaktadır. Afrika merkezli kültürel çalışmalar dergilerinden biri
de "Journal of African Cultural Studies" adlı dergidir.

Raymond Williams
Raymond Williams üniversite öğrenimini Cambridge Üniversitesi Trinity
College’de tamamlamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında mezun olduğu
üniversitede öğretmenlik yapmış ve 1974 yılında aynı üniversitede profesör unvanı
almıştır. Kültürün farklı yönlerini araştırdığı çok sayıda makale ve kitabın dışında
Politics and Letters (1946-1947) adlı derginin de yönetmenliğini yürütmüştür. New
Toplumsal etkinliğe
Left Review adlı Marksist dergide birçok yazısı yayımlanmıştır. Bu yönüyle Marksist
değer atfetmiş ve
kültürü “yaşam biçiminin kültür ve edebiyat kuramının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuş bir
tümü” olarak eleştirmen ve teorisyendir. Çağdaş Kültürel İncelemeler Okulu (Birmingham
tanımlamıştır. K.İ)'da, işçi sınıfının çözümlenmesinde önemli çalışmalar yayımlayan Williams okul
kurulduktan bir yıl sonra yazdığı The Long Revolution’ adlı eserinde kültürün
toplumsal ve tarihi bir süreç olduğunu belirterek kültürü toplumsal ve ekonomi
altında kısıtlayan bir tarafta alt yapının diğer taraftaki üst yapıya olan
üstünlüğünü tartışmaya açmıştır. Toplumsal etkinliğe değer atfetmiş ve kültürü
“yaşam biçiminin tümü” olarak tanımlamıştır. Williams kültür kavramına
yönelerek edebiyat ve sanatı sadece kültürün bir dalı olarak görür. Kültür ve
Toplum adlı eserinde Williams; uzun süreli ekonomik, toplumsal, siyasal
değişikliklere karşılık gelen kültürün süreç içerisinde nasıl değiştiğini ortaya
koymaya çalışmaktadır. Kültür, medya ve iletişim araçları üstüne düşünceleri
Gramschi temellidir. Gramsci nin medyaya biçtiği rol ve hegomanyanın kullanımı
üstüne tartışarak biçimlendirir görüşlerini. Medyaya yönelik yaptığı çalışmalarında
Williams teknolojinin belirleyici özelliğini de eleştirir. Birmingham Okulunun
çalışmalarını Batı Marksizmiyle bilhassa Gramsci, Volosinov ve Althusser’in
fikirleriyle ilişkilendirilmesinde Raymond Williams’ın etkili olduğu söylenebilir.
Okul bu dönemde Roland Barthes ile kültürel olanın özgüllüğü ile ilgilenir ve
akabinde “ideolojik okumalar” problemini ön plana çıkarabilmek için dilbilime
dayanan bir kuram benimser. Kültürel çalışmaların kültürel gösterge bilimiyle olan
ilişkisi bu şekilde ortaya çıktığı söylenebilir.

268
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Kültürel Çalışmalar

KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULUNUN ARAŞTIRMA


ALANLARI
Okulun adında geçen “kültür” kelimesi estetik anlamından ziyade siyasal
anlamıyla bilinmektedir. Yani kültürel çalışmaların konusunu dar anlamıyla
açıklayacak olursak; estetik ya da estetik mükemmeliyet, ruhsal gelişim süreci ve
düşünsellik bakımından ele alınan kültür değil, günlük yaşamın konusu ve
uygulaması olarak algılanan kültür şeklinde ifade edilir. Kültürel araştırmalar,
Okulun adında geçen
“kültür” kelimesi estetik gündelik hayata dair olguların büyük tek bir disiplin yerine birden fazla disiplinden
anlamından ziyade yararlanarak eleştirel bir yaklaşımla incelemektedir. Kültürel çalışmalar açıkça ve
siyasal anlamıyla hatta radikal bir şekilde disiplinlerarasıdır ve bazen antidisipliner olarak da
bilinmektedir. görülebilir. Kültürel çalışmalar uygulayıcıları için, sosyal olarak örgütlenmiş
insanların günlük yaşamlarının inşasında yürüttükleri ve katıldığı güçlerin
incelenmesine dayanmaktadır. Özellikle de Birmingham Üniversitesi’nde Richard
Hoggart tarafından 1964 yılında kurulan Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin
ele aldığı araştırma konuları disiplinlerarası bir niteliğe sahiptir. Dil ve anlamlar ile
dünyanın nasıl yapılandırıldığını ve sunulduğunu inceleme alanı yapar. Merkezin
amacı; “çağdaş kültür ve toplum alanında, kültürel biçimleri, pratikleri, kurumları
bunların toplum ve toplumsal değişme ile olan ilişkileri üzerine bir tartışma biçimi
geliştirmektir. Okulun etkisiyle kültürel çalışmalar Anglosakson / anglofon bir etki
oluşturmuş ve uluslararası bir form kazanmıştır. Kültürel çalışmalar merkezi
bilhassa İngiliz işçi sınıfının boş zaman alışkanlıkları, gençlik altı kültürlerinin
dönüştürülmüş simgeler aracılığı ile kendilerini ifade etme biçimleri, ev kadınlarına
yönelik yapılan radyo yayınları, ucuz aşk romanları, göçmen şiirleri, hastalık ve
yaşlılık gibi toplumsal yaşam alanlarından uzak kalma durumları, terör ve savaş
haberciliği gibi pozitivist sosyolojinin kendine çalışma konusu edinmediği bu
alanlarda incelemeler yapmaya ve yeni eleştirel inceleme yöntemleri geliştirmiştir.
Okul her ne kadar Marksist kuramı temel almış olsa da güncel sorunlara da eğilen
alternatif bir kaynak olarak görülebilir. Kültürel çalışmalar okulu kapitalizm
karşısında ezilen işçi sınıfıyla ilgilenmiş ve işçi sınıfını daha iyi bir duruma
getirebilmek için yapısalcılıktan yararlanmıştır. Temsilcileri bir takım yeni doğrular
ile yanlışlar arayışı içerisinde olmuşlardır. Richard Hoggart ve Raymond Williams
gibi, İngiliz Kültürel İncelemelerinin öncüsü olan düşünürler, işçi sınıfının kültürünü
anlamak için popüler kültür ürünlerinin incelenmesi gerekliliğini savunmuştur.
Ayrıca okulun temsilcileri Antonio Gramsci’den de fazlasıyla etkilenmiştir. Okul
üzerindeki bu etkiyi Gramsci, hegemonya alanında yaptığı çalışmasıyla sağlamıştır.
Okul ilk dönemde bu etkilerle yol haritasını çizmiş ve takındığı eleştirel tavır
düzenlemelere neden olmuştur. Her şeyden önce okulun bu dönemde sergilediği
sorunsalın özgünlüğü yaptığı farklı sahalardaki araştırmalarda yatar ki o alanlara
örnek olarak “…budunbilim, medya çalışmaları, dil ve öznellik kuramları, yazın ve
toplum”… verilebilir. Geleneğin bu dönemdeki başarısı bilhassa bu sahalardaki
çalışmalarını feminizm ile birleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Okul bu
çalışmaların hemen akabinde kadınlarla ilgili tasarım ve ideoloji sorununu da
inceleme alanına taşır. 1968 ile 1969 yıllarında yapılan çalışmalar Levi Strauss’ un
söylence ve Barthes’ in ilk incelemelerine gösterdiği ilgiyi yansıtır. Ayrıca okul Louis

269
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Kültürel Çalışmalar

Althusser ile yapısalcılık arasından ortaya çıkan düşünceleri bir potada eritmiş, bir
taraftan “kültürün görece özerkliğine” dair daha keskin kavrayışlar ortaya
koyarken diğer yandan ideolojik yapıların popüler bilinci nasıl şekillendirdiğine dair
net modeller ortaya çıkarmışlardır.
2. Dünya Savaşından sonra Batı toplumbilimlerinde meydana gelen yapısalcılık-
Okul, kültürü; yapıyı
postyapısalcılık arasında dönüşüm merkezin paradigmal tutumunu şekillendirmesi
meydana getiren
materyallerden biri adına kapı aralamıştır. Okul, kültürü; yapıyı meydana getiren materyallerden biri
olarak görür ve tarihi olarak görür ve tarihi biçimlendirdiği hususunda da ısrarcı bir rol takınır. Kurulduğu
biçimlendirdiği yıl olan 1960’larda okul daha çok edebiyat alanında araştırmalara yönelmiş fakat
hususunda da ısrarcı bir 1980’lerde küçük görülen medya kültürü üzerinde özenle durmuşlardır. Okul şu
rol takınır. zamana kadar göz ardı edilmiş gurupların kültürlerine dair bir araştırma şekli
geliştirmiş ve bu sayede kültürel çalışmalar; işçi sınıfının sahip olduğu tarihsel
ilerleyişe ve kültürel şekillerine popüler kültür ve medyanın araştırılma konusu
olmasına dair dikkatlerin toplanmasına sebep olmuştur. Çalışma merkezinin baz
aldığı araştırma çerçevesini oluşturan konular, 1980’li yıllarda genel bir ilgi
uyandırmış ve mesajların anlamlarının kurulmasında alıcının rolü ve mesajı alma
etkinliğinin meydana geldiği durumların ehemmiyeti vurgulanmıştır. Okul ilk
olarak edebiyat sahasında incelemelerde bulunurken sonraları sınıf mücadelesi,
baskı(tahakküm) ve toplumsal eşitsizlik gibi disiplinler arası alanda çalışmalar
yapmaya başlamıştır. Kültürel çalışmalar medya metinlerinin analiziyle ve bu
metinlerin toplum üzerindeki baskıyı nasıl oluşturduklarını ortaya çıkarmakla
ilgilenmiş ancak çalışmalar ilerledikçe iletişim araçlarının ideolojiyi topluma
yaymakta yetersiz olduğunun altını çizmişlerdir. Metinlerin ideolojik analizini
yapan okul izleyicilerin pasif değil aktif birer izleyici oldukları hükmüne varmıştır.
Okulun çalışmalarının merkezinde; kadın dergilerinin, televizyondaki fiksiyon ve
haber programlarının, yazılı basının söylemlerinin çözümlenmesi vardır. Merkezin
çalışma alanlarından birini de feminizm hareketi oluşturmaktadır. Bu alandaki
araştırmalar dizi filmlerde, kadınların aile yaşamı bağlamı ile ilişkili olan sorunlara,
gerilimlere ve günlük alışkanlıklara, aile bireyi ve eş olarak sahip oldukları statüye
geleneksel olarak ilişkili olan becerilerine seslenerek, kendi yaklaşım biçimini nasıl
onların beklentilerine göre oluşturduğunu gösterir. 1980’lerin ortalarından
itibaren feminist araştırmalar hız kazanırken söz konusu araştırmalarda kültürel
ürünlerde kadının cinsiyetçi bakış açısıyla nasıl sunulduğu üzerine incelemeler
yapılmıştır. Çalışmaların bu yöne evrilmesi diğer maksist çevrelerce eleştiri konusu
olmuş çalışmaların liberalleştiğini yönüne vurgu yapılmıştır. Bu tarz incelemeler
postmodern ve postyapısalcı yaklaşımla ele alınmıştır. 1970 ile 1980 yılları
arasında altın çağını yaşayan Birmingham Okulu ile birlikte Neo-Gramsici bir analiz
şekli ortaya çıkmış ve sınıf ile kültür etrafında odaklanılmış iken kuramsal
gündemler süratli bir şekilde daha da karmaşık hale gelmeye başlamıştır ve okul
bir süre sonra dağılma aşamasına gelmiştir. Bu durumun en erken dönemi ırk ve
cinsiyet meselelerinin entelektüel gündeme girmesini gerektirmiştir. Çağdaş
kültürel çalışmalar merkezinde yer alan kadın üyeler bir araştırma sahası olarak
gördükleri kadının ve yorumlayıcı çerçevelerden feminist hareketin
dışlanmasından bir hayli şikâyetçi olmuşlardır. Merkezin araştırmalarında 1980’li

270
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Kültürel Çalışmalar

yılların ortalarından itibaren kadın çalışmalarına dair çok iyi bir gelişme yaşandığı
göze çarpmaktadır.
1990’lı yıllara gelinirken okulun geleneksel çalışma konularından genel bir
eksen kayması yaşandığı gözlenmektedir. Coğrafi genişlemenin İngiliz kültürel
okulunun çalışmaları üzerinde etkisi olduğu görülmektedir. Okulun dünya
ölçeğinde yaygınlaşması özellikle de Amerika, Kanada ve Avustralya’ya gibi
ülkelerin bilim çevrelerinde yer alması, ulusal açıdan yeni konuların ortaya
1990’lı yıllara gelinirken
çıkmasına yol açmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni
okulun geleneksel
çalışma konularından Zelanda, Latin Amerika, Asya, Afrika ve İtalya gibi farklı ulusal ve bölgesel
genel bir eksen kayması bağlamlarda kültürel çalışmalara yönelik farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
yaşandığı
Buna örnek olarak Avustralya’da “Avustralya Çalışmaları” alanıyla birlikte,
gözlenmektedir.
Avustralya’nın sembolleri, mitolojileri ve de tarihlerinin şifre çözümü odağında
yoğunlaşmış olduğu verilebilir. Okulun yaptığı ve yayınladığı çalışmalar kendi
içerisinde çeşitlilik içermektedir. Graeme Turner’ın ifade ettiği gibi bu çalışmalar
üç konu başlığı olarak şu şekilde sınıflandırılabilir:

 Kitle iletişim araçlarının metinsel incelemeleri ve bunların hegemonya ve


ideolojiyi yeniden üretmeye dönük ve işleyiş biçimleri.

 Günlük yaşamların özellikle alt kültürlerin etnografik incelemeleri. Bunlar,


kabaca politikanın, iktidarın ve eşitsizliğin yaşam tarzı ve modayı nasıl
şekillendirdiğini ortaya çıkarmaya çabalamakta idi.

 Thatcherizm ve ırkçı milliyetçilik çalışmaları gibi siyasal ideolojiler ile ilgili


çalışmalar. Burada ilgi, bunların kültürel kodlamalarının ortaya çıkarılması
ve neden geniş bir kamusal çekim yaratabildiklerini saptama üzerinedir.
İngiliz kültürel çalışmalarının içerisinde yer alan bazıları toplumla bağlarını
koparırken bir kısmı da kültürel siyasa ile bağlantılı bir şekilde yol almıştır. İngiliz
kültürel çalışmalar son dönemlerdeki eserlerinde postmodernizmden etkilendiği
görülmektedir. Kültürel çalışmalar, birkaç bakımdan eleştiri almıştır;

 Metin merkezli inceleme yaklaşımı televizyon izlemenin karmaşıklığını


gözden kaçırır.

 Tüm kültürel yorumu egemen ve bağımlı guruplar arasındaki savaşın


çözümlemeye indirger. Bu indirgemecilik, ortak anlam oluşumunu ve
yenilikçi kültürel yaratıcılığı kavramlaştıramaz.

 Amerikan kültürel çalışmaları ise; izleyicinin gücünü abartarak medyayı


daha masum gösterir; siyasal ekonomi yaklaşımını kitlenin metalaşmasını
hafife alır.
Kültürel Çalışmaların eleştirildiği diğer yargılar ise şu şekildedir; tahakkümün
nasıl örgütlendiği, işlediği, yaşandığına dair özgül biçimleri, fiili olarak kültürel
pratikler ile iktidar ilişkileri ve kültürün özgül bağlamlardaki fiili etkileri, kültürün
yönetme pratikleriyle ilişkileri hakkında sorular sormadığı için eleştirilir.

271
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Kültürel Çalışmalar

Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan neo-liberalizm


akımıyla birlikte kültürel çalışmalar küresel bir güç/hareket haline gelmiş ve çeşitli
nedenlerden dolayı hem üniversitedeki hem de dışardaki birçok muhafazakâr
muhaliflerin öfkesinin hedefi olmuştur. Özellikle Marksist siyasal ekonomi
yöntemiyle ilişkilendirilen sol görüşlü eleştirmenler dahi, kültürel çalışmaları
Kültür; küresel medya
kültürel olayların önemini gereğinden fazla abartmakla suçlamıştır. Kültürel
şirketlerinin medya
çalışmalar sert eleştirilere maruz kalıp değersiz görülmeye devam etse de,
içerikleriyle beraber
tüm dünyaya yaydıkları neredeyse dünya çapında bir hareket haline gelmiştir.
ve insanlar tarafından
da paylaşılan KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULU: KÜLTÜR, İDEOLOJİ
anlamlardır. İLİŞKİSİ
Kültür; küreselleşmeyi yoğun bir biçimde yaşadığımız şu çağda küresel
medya şirketlerinin medya içerikleriyle beraber tüm dünyaya yaydıkları ve insanlar
tarafından da paylaşılan anlamlardır. Williams “Kültür ve Toplum” adlı kitabında
kültür kelimesinin İngiliz düşüncesine neden endüstri dönemiyle yerleştiğini kültür
kavrayışına yönelik oluşturmaya çabaladığı beş temel parametreyle çizmiştir;
bunlar endüstri, demokrasi, sınıf, sanat ve kültür olarak ifade edilmektedir.
Merkez ekolü için kültürel alan, toplum iktidar ilişkilerinin kurulduğu ve yeniden
üretildiği asli alanlardan biridir. Okul, kültüre ait bu alanı basite almamış
indirgemeci ve kolaycı yaklaşmamış sorgulayıcı bir tavır takınmıştır. Kültürel
çalışmalarının alana kazandırdığı iki en önemli şeyden biri; kültürü toplumun
tümünden yalıtılmış yüksek sınıflar olarak algılanmaktan kurtarıp, antropolojik bir
yaklaşımla gündelik yaşamın pratiklerine karışmış bir olgu olarak incelenmesidir.
İkincisi de; kültürü Ortodoks Marksist ekonomik belirleyicilikten kurtarıp,
ekonomik yaşamla bağlantılı olmasına karşın, dünyayla iç içe bir kültür olgusunu
kavramsallaştırmasıdır. Temel konu, anlam verme ve temsil, anlam verme ve
temsil etme süreçleri ve sistemlerinin anlaşılmasıdır.
Kadın dergilerinin televizyondaki kurgu ve haber programlarının, yazılı
basın söylemlerinin çözümlenmesi kültürel çalışmaların odağını oluşturur. İngiliz
Kültürel Çalışmaları geleneği, bir toplumsal kuram olarak Marksizm’in İngiliz
toplumunun toplumsal ve ekonomik koşullarında bir değişiklik üretmeye oldukça
yetenekli olduğu varsayımı üzerinde işleyen siyasal bir söylem (New Left Review
dergisinde temsil edildiği üzere) tarafından yaratılan ve ayakta tutulan bir
düşünsel iklimden doğmuştur.
Merkez, “kültürü” siyasal bakımdan değerlendirme konusu yaparak kültürü
bir tartışma ve mücadele sahası olarak görür. Kısaca okul; kültür, endüstri,
demokrasi ve sınıf arasındaki ilişkileri, medya içerikleri, popüler kültür ürünleri ve
edebi metinleri inceleyerek ortaya koyan bir okul olarak tanımlanabilir. İngiliz
kültürel çalışmaları bünyesindeki etnografik eğilim, çeşitli toplulukların yaşam
tarzlarıyla ve bu yaşam tarzlarının toplumsal dünyalarını değerlendirmeyle
ilgilenir. Toplumsal hareketler çoğu zaman hâkimiyeti söz konusu olan toplumsal
düzene yönelik bir nevi direniş yahut baskı ve adaletsizliğe yönelik tepkiler olarak
kavramsallaştırılır ki bunlar çoğunlukla Birmingham Okulu’nun meşhur gençlik alt
kültürleri çalışmalarının merkezini oluşturur.

272
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Kültürel Çalışmalar

İdeoloji, Birmingham Okulunun çalışmalarındaki anahtar kavramdır. Okul


Marksçı ideoloji kuramından etkilenmiştir ve Hall bu sebepten dolayı “garantileri
olmayan bir Marksizm” olarak nitelendirir pozisyonlarını ve ideolojiyi toplumu inşa
eden bir süreç olarak görür. Okulu ana akım kuramlarından ayıran en önemli
noktalardan biri anlamlandırma, dil ve ideolojinin bu gelenekteki merkezi
Kadın dergilerinin konumudur. Aydınlanmacılar ideolojinin ortadan kaldırılması gerektiğini ileri
televizyondaki kurgu ve
sürerken nedeninin açıklamasını da “eğer ideoloji ortadan kalkarsa çarpıtma ve
haber programlarının,
yazılı basın gerçeğin ortadan saptırılması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır” ile
söylemlerinin yapmışlardır. Okul siyasal ideolojiler üzerinde de bir takım araştırmalar yapmış
çözümlenmesi kültürel fakat bu araştırmalar genel hatlarıyla ırkçılık, Thatcherizm gibi sağ-kanat
çalışmaların odağını ideolojileri gibi çalışmalar ile sınırlandırılmıştır. Okulun katı bir ekonomiden
oluşturur. sıyrılmasına ise Althusser ve Gramsci’nin ideolojiyi kavramsallaştırmaları olanak
sağlamıştır. Merkezin temsilcilerinden olan Hall ideolojiyi açıklamak için Antonio
Gramsci’nin hegemonya terimi adı altında söylem kuramını geliştirmiştir. Okul,
çalışmalarında Gramsci’nin hegemonya kuramını üretim ile tüketim hareketleri
arasında bir zıtlık var olduğunu kabulünden dolayı kullanmaktadır. Avrupa’nın
entelektüeli olan Althusser ve Barthes’in yapısalcılığı veya Gramsci’nin
hegemonyasından istifade eden okul, medyayı ideolojik ve hegemonik kurum
olarak değerlendirmiştir.

• Birmingham merkezli İngiliz Kültürel Çalışımalar Okulu'nun


Bireysel Etkinlik

temsimcilerini araştırarak bu alanda ortaya koydukları


çalışmaları tartışınız.

273
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Kültürel Çalışmalar

• İNGİLİZ KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULUNUN TARİHÇESİ


•Kültürel çalışmalar ilk olarak 1950'lerin, 1960'ların ve 1970'lerin sonlarında
İngiliz akademisyenler tarafından geliştirilmiştir. İngiliz kültürel okulu veya
diğer adıyla Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi; ikinci dünya
savaşı İngiltere’sinde devletin refah durumunda olduğu, kapitalizmin baş
Özet
gösterdiği bir dönemde 1964 yılı İngiltere’sinde Hoggart’ın yöneticiliğinde
kurulmuştur. Hoggart’ın ifadelerinde, Frankfurt Okulunun yaptığı
çalışmalarda bünyesinde kullandığı kitle kültürü içerisindeki “kitlenin” kim
olduğunun belirsiz olmasından dolayı kültürel çalışmaların kurulmasına
kaynaklık ettiği söylenilebilir. Bu merkezin oluşumuna ilk katkı
sağlayanlardan biri Frank Raymond Leavis’tir. 1979'da Margaret Thatcher'ın
Birleşik Krallık'ın başbakanı seçilmesinin ardından okulun önemli
temsilcilerinden birkaç önemli isim Avustralya'ya göç ederek kendileriyle
birlikte İngiliz Kültürel Çalışmalarını da bu ülkeye taşımıştır. "Kültürel politika
çalışmaları" olarak da bilinen kültürel çalışmalar okulu Avustralya'nın bu
alana yaptığı önemli katkılardan sadece bir tanesidir. 1980’lerle birlikte
kültürel çalışmalar okulunun bilimsel üretimleri, Michel Foucault, Jacques
Lacan, Jacques Derrida ve alana yakın diğer bilim insanlarının düşünce ve
fikirlerinden etkilenerek şekillenmiştir.
•MERKEZİN TEMSİLCİLERİ VE ÇALIŞMA ALANLARI
•Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin Kurucuları ile ilk kuşak temsilcileri arasında
şu isimler yer almaktadır; Richard Hoggart, Ramond Williams, Edward P.
Thompson ve Stuart Hall. İkinci kuşak olarak nitelendirilen ve de en tanınan
temsilcilerin isimleri ise şunlardır; Charlotte Brundson, Phil Cohen, Cas
Critcheer, Simon Frith, Paul Gilroy, Dick Hebdige, Dorothy Hobson, Tony
Jefferson, Andrew Lowe, Angela McRobbie, David Morley, Paul Willis’tir.
•Richard Hoggart
•Richard Hoggart 1957 yılında The Uses of Literacy ‘yi adlı eserini
yayınlamıştır. Hoggart bu yapıtında işçi sınıfının kapitalizmin sunduğu ticari
kültüre karşı direnen geleneksel hayat tarzlarına övgüde bulunurken aynı
zamanda kapitalizm ile birlikte gelen ticari kültüre de eleştirilerde
bulunmuştur. Hoggart’ın bu çalışması aynı zamanda kültürel çalışmaların
kurulmasındaki ilham verici kaynağı oluşturmaktadır. Ayrıca çalışmalarında
kodlama/kodaçımı başlıklı makalesinde –üretim, dolaşım, dağıtım/tüketim,
üretim- eklemlenmesiyle lineer iletişim modeline bir alternatif geliştirmiştir.
Hall burada mesaj ve mesajın ifşa edilmesinin toplum ve iktidar arasındaki
bağlantıdan çıkarılacağını vurgulamıştır. Kültürel çalışmalar okulu bu
dönemde çatısı altında toplandığı “New Left Review” dergisinin bilim
çevrelerinde öne çıktığı döneme de denk gelmektedir.
•Raymond Williams
•Çağdaş Kültürel İncelemeler Okulu (Birmingham K.İ)'da, işçi sınıfının
çözümlenmesinde önemli çalışmalar yayımlayan Williams okul kurulduktan
bir yıl sonra yazdığı The Long Revolution’ adlı eserinde kültürün toplumsal ve
tarihi bir süreç olduğunu belirterek kültürü toplumsal ve ekonomi altında
kısıtlayan bir tarafta alt yapının diğer taraftaki üst yapıya olan üstünlüğünü
tartışmaya açmıştır.

274
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Kültürel Çalışmalar

•KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULUNUN ARAŞTIRMA ALANLARI


•Okulun adında geçen “kültür” kelimesi estetik anlamından ziyade siyasal
anlamıyla bilinmektedir. Yani kültürel çalışmaların konusunu dar anlamıyla
Özet (devamı) açıklayacak olursak; estetik ya da estetik mükemmeliyet, ruhsal gelişim
süreci ve düşünsellik bakımından ele alınan kültür değil, günlük yaşamın
konusu ve uygulaması olarak algılanan kültür şeklinde ifade edilir. . Okulun
etkisiyle kültürel çalışmalar Anglosakson / anglofon bir etki oluşturmuş ve
uluslararası bir form kazanmıştır. Kültürel çalışmalar merkezi bilhassa İngiliz
işçi sınıfının boş zaman alışkanlıkları, gençlik altı kültürlerinin dönüştürülmüş
simgeler aracılığı ile kendilerini ifade etme biçimleri, ev kadınlarına yönelik
yapılan radyo yayınları, ucuz aşk romanları, göçmen şiirleri, hastalık ve
yaşlılık gibi toplumsal yaşam alanlarından uzak kalma durumları, terör ve
savaş haberciliği gibi pozitivist sosyolojinin kendine çalışma konusu
edinmediği bu alanlarda incelemeler yapmaya ve yeni eleştirel inceleme
yöntemleri geliştirmiştir. 2. Dünya Savaşından sonra Batı toplumbilimlerinde
meydana gelen yapısalcılık-postyapısalcılık arasında dönüşüm merkezin
paradigmal tutumunu şekillendirmesi adına kapı aralamıştır. Okul, kültürü;
yapıyı meydana getiren materyallerden biri olarak görür ve tarihi
biçimlendirdiği hususunda da ısrarcı bir rol takınır. 1980’lerin ortalarından
itibaren feminist araştırmalar hız kazanırken söz konusu araştırmalarda
kültürel ürünlerde kadının cinsiyetçi bakış açısıyla nasıl sunulduğu üzerine
incelemeler yapılmıştır. Çalışmaların bu yöne evrilmesi diğer maksist
çevrelerce eleştiri konusu olmuş çalışmaların liberalleştiğini yönüne vurgu
yapılmıştır.
•KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR OKULU: KÜLTÜR, İDEOLOJİ İLİŞKİSİ
•Kültür; küreselleşmeyi yoğun bir biçimde yaşadığımız şu çağda küresel
medya şirketlerinin medya içerikleriyle beraber tüm dünyaya yaydıkları ve
insanlar tarafından da paylaşılan anlamlardır. Williams “Kültür ve Toplum”
adlı kitabında kültür kelimesinin İngiliz düşüncesine neden endüstri
dönemiyle yerleştiğini kültür kavrayışına yönelik oluşturmaya çabaladığı beş
temel parametreyle çizmiştir; bunlar endüstri, demokrasi, sınıf, sanat ve
kültür olarak ifade edilmektedir. Merkez, “kültürü” siyasal bakımdan
değerlendirme konusu yaparak kültürü bir tartışma ve mücadele sahası
olarak görür. Kısaca okul; kültür, endüstri, demokrasi ve sınıf arasındaki
ilişkileri, medya içerikleri, popüler kültür ürünleri ve edebi metinleri
inceleyerek ortaya koyan bir okul olarak tanımlanabilir. Merkez, “kültürü”
siyasal bakımdan değerlendirme konusu yaparak kültürü bir tartışma ve
mücadele sahası olarak görür. Kısaca okul; kültür, endüstri, demokrasi ve
sınıf arasındaki ilişkileri, medya içerikleri, popüler kültür ürünleri ve edebi
metinleri inceleyerek ortaya koyan bir okul olarak tanımlanabilir.

275
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Kültürel Çalışmalar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu’nun kurulduğu
tarihtir?
a) 1961
b) 1965
c) 1964
d) 1974
e) 1976

2. Kültürel çalışmalar alanında yayın yapan Cultural Studies dergisi hangi


ülkede çıkarılmaktadır?
a) Amerika
b) İngiltere
c) Yeni Zelanda
d) Rusya
e) Kanada

3. Birmingham Üniversitesi Kültür Araştırmaları ve Sosyoloji Bölümü hangi


tarihte kapatılmıştır?
a) 1964
b) 1976
c) 1984
d) 2000
e) 2002

“………………………………………; kültür şekilleri, gelenek ve göreneklerle kurumlar


ve kurumların toplum yaşamına yaptığı değişiklikleri çalışma konusu
yaparak doktora çalışma merkezi bağlamında kurulmuştur”.
4. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Çağdaş Sanatlar Merkezi
b) Çağdaş Kültürel Araştırmalar Merkezi
c) Toplum Bilimleri Merkezi
d) Feminist Söylem Merkezi
e) Sosyal Bilimler Merkezi

5. İngiltere’de kültürel çalışmalar merkezi kapatıldıktan sonra Birmingham


Üniversitesi’nde kurulan yeni merkez aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kültürel Felsefe Bölümü
b) Kültürel Antropoloji Bölümü
c) Yeni Medya ve Kültür Bölümü
d) Sinema ve Kültürel Çalışmalar Bölümü
e) Kültür, Toplum ve İletişim Bölümü

276
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Kültürel Çalışmalar

6. Aşağıdakilerden hangisi Kültürel Çalışmalar Okulu’nun ikinci kuşak


temsilcilerinden biri değildir?
a) Dick Hebdige
b) David Morley
c) Stuart Hall
d) Paul Gilroy
e) Simon Frith

Williams okul kurulduktan bir yıl sonra yazdığı........................................... adlı


eserinde kültürün toplumsal ve tarihi bir süreç olduğunu belirterek kültürü
toplumsal ve ekonomi altında kısıtlayan bir tarafta alt yapının diğer
taraftaki üst yapıya olan üstünlüğünü tartışmaya açmıştır.
7. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) The Uses Literacy
b) Culturel Studies
c) New Media
d) Art And Humanity
e) The Long Revolution

8. Kültürel Çalışmalar Okulu’nun araştırmalarında kadın ve feminizm ağırlıklı


konular hangi dönemden sonra yoğunlaşmıştır?
a) 1950’ler
b) 1960’lar
c) 1970’ler
d) 1980’ler
e) 1990’lar

“………………………, Popülerin-Yapı Sökümü Üzerine Notlar adlı yapıtında bir


yandan okulun ideoloji kavramının diğer yandan da kültürel alana ait
yaklaşımın çerçevesini çizer”.
9. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Stuart Hall
b) Raymond Williams
c) David Morley
d) Richard Hoggart
e) Frank Leavis

277
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Kültürel Çalışmalar

10. Kültürel Çalışmalar Okulu’nun temsilcileri ideolojiyi açıklamak için Antonio


Gramsci’nin hangi kavramından faydalanmışlardır?
a) Çatışma
b) İktidar
c) Alt Yapı/Üst Yapı
d) Hegemonya
e) Nihilizm

Cevap Anahtarı
1.c, 2.a, 3.e, 4.b, 5.e, 6.b, 7.e, 8.d, 9.a, 10.d

278
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Kültürel Çalışmalar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Göktürk, I. (2016). Kültür sosyolojisi kültürel çalışmalar ve toplumbilimlerinin
yeniden biçimlenmesi, (1.Baskı), İstanbul: Doğu Kitabevi.
Mattelart, A., Mattelart, M. (1198). İletişim kuramları tarihi, (1.Baskı), İstanbul:
İletişim Yayınları.
Özçetin, B. (2018). Kitle iletişim kuramları kavramlar, okullar, modeller, (1. baskı),
İstanbul: İletişim Yayınları.
Smith, P. (2007). Kültürel kuram, (2.Baskı), İstanbul: Babil Yayınları.
Storey, J. (2000). Popüler kültür ve çalışmaları kuramlar ve kavramlar, (Çev. Koray
Karaşahin), (1. Baskı), İstanbul: Babil Yayınları.
Tekinalp, Ş., Uzun, R. (2006). İletişim araştırma ve kuramları, (2.Baskı), İstanbul:
Beta Yayınları.
Türkoğlu, N. (2015). İletişim bilimlerinden kültürel çalışmalara toplumsal iletişim
tanımlar, kavramlar, tartışmalar, (5.Baskı), Adana: Karahan Kitabevi.
Yaylagül, L. (2018). Kitle iletişim kuramları egemen ve eleştirel yaklaşımlar,
(9.Baskı), Ankara: Dipnot Yayınları.

279
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
POSTMODERNİZM VE MEDYA

• Postmodernizm
• Postmodernizmin Felsefi
İÇİNDEKİLER

Temelleri
• Postmodernizmin Etkileri İLETİŞİM KURAMLARI
• Postmodernizm ve Medya
• Jean Baudrillard
Dr. Öğr. Üyesi
• Michel Foucault Muhsine SEKMEN
• Fredrich Nietzsche
• Jean Francois Lyotard
• Jacques Derrida

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Postmodernizmin ne olduğu
HEDEFLER

öğrenilebilecek,
• Modernizm ve postmodernizm
arasındaki farkı anlayabilecek,
• Postmodernizmin felsefi temelleri
hakkında bilgi sahibi olabilecek,
• Postmodernizmin sanat, edebiyat
ve resim alanındaki etkilerini
öğrenebilecek,
• Postmodernizm ve medya
arasındaki ilişki postmodern
düşünürlerin yaklaşımları
ÜNİTE
çerçevesinde anlaşılacaktır.

14
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Postmodernizm Ve Medya

Postmodernizm

Postmodernizmin Felsefi Temelleri

Postmodernizmin Etkileri
POSTMODERNİZM VE MEDYA

Postmodernizm ve Medya

Jean Baudrillard

Michel Foucault

Fredrich Nietzsche

Jean Francois Lyotard

Jacques Derrida

281
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Postmodernizm Ve Medya

GİRİŞ
Postmodernizm ve medya başlıklı bu bölüm, 1960’larla birlikte ortaya çıkan
postmodernizme, felsefi temellerine, etkilerine ve medyadaki izdüşümüne
odaklanmaktadır. Bir süreç olarak postmodernizm gerek tüketim ideolojisinin
yaygınlaştırılması gerekse, gerçeğin yerini alan hipergerçekliklerin üretilmesi
bakımından medyaya önem atfetmektedir. Modernizmden kopuşu ifade eden
postmodernizm, 1960’larda sosyal ve kültürel olaylarla birlikte sanat, gündelik
pratik, sosyal yaşam alanlarında değişimlere neden olmuştur. Bu değişim sanat,
estetik, felsefe, edebiyat ve medya alanlarında gerçekleşmiştir. Bu kapsamda bu
çalışmada ilk olarak postmodernizm kavramına odaklanılacaktır. Postmodernizm
incelenmeden önce modernizm anlatılarak, modernizmin bilim, felsefe ve sanat
anlayışları aktarılacaktır. Modernizm ve modernite kavramları açıklanarak
modernitenin bilgi, bilim ve felsefeyi ifade eden bir paradigma olduğuna yer
verilecektir.
Postmodernizmin Felsefi Temelleri başlığı altında, etik, ontolojik ve
epistemolojik temellerine inilerek, modernizm ile farklılaşan yönleri aktarılacaktır.
Etik anlayışta çoğulcu bir ahlak anlayışı, ontolojik temelde, varlığın oluş süreci
Modernite bilgi, bilim
içinde olduğu anlatılacak, epistemolojik temelde ise modernitenin bilgi ve bilim
ve felsefedeki
paradigma anlayışı eleştirilecektir. Postmodernizmin Etkileri başlığında, sanat, estetik,
değişikliğidir. edebiyat ve medyada ürettiği değişimler anlatılacaktır. Postmodernizm modern
sanatın evrensel olma niteliğini eleştirir ve bunun yerine pastiş, kitsch, simulark,
kolaj ve montaja sanat eserlerinde yer vererek sanat ile dalga geçer.
Postmodernizm edebiyat alanında yazarın ölümünü ilan ederek, okuyucuyu ön
plana çıkarır. Postmodern sanatta estetik, gerçeklik ile sanat ürünü arasındaki bağı
ortadan kaldırır.
Postmodernizm ve Medya başlığında ise, Jean Baudrillard’a ve simülasyon
kuramına yer verilerek gerçekliğin medya ile birlikte hipergerçekliğe dönüştüğü
anlatılmaktadır. Postmodern sinemaya ve özelliklerine yer verilerek, sinema
eserlerinde postmodernizmin etkileri anlatılacaktır. Postmodern düşünürler Jean
Baudrillard, Michel Foucault, Fredrich Nietzsche, Jean Francois Lyotard ve Jacques
Derrida’nın düşüncelerine yer verilecektir. Jean Baudrillard, televizyonun
kendisinin bir tüketim aracı olmasının yanında tüketim ideolojisini de
yaygınlaştırdığını ifade etmektedir. Michel Foucault, iktidarın modern dönem ile
birlikte bedene işleyerek biyo-iktidara dönüştüğünü ileri sürer. Frederich
Nietzsche, modernizm eleştirisi yaparak modernliğin insanı hiçliğe
dönüştürdüğünü postmodernizmin perspektivizm anlayışı ile farklı bakış açılarına
imkân tanıyacağını savunmaktadır.
Lyotard ise Postmodern Durum adlı eserinde modernitenin üstanlatı
oluşturduğunu ve kendi ilkelerini meşrulaştıracak bilgi ve bilim ilkelerinden
faydalandığı ifade etmektedir. Lyotard, bilimin sadece gerçeği aramadığını aynı
zamanda kendini meşrulaştıran söylemi oluşturduğunu da eklemektedir.
Postmodernizm ile birlikte üstanlatıların olmadığı bunun yerine dil oyunlarının
kullanılması gerektiği aktarılmaktadır. Derrida ise, saçılma kavramıyla batılı tarzda

282
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Postmodernizm Ve Medya

düşünen modern insanın bir anlamsızlık zemini içinde olduğunu ve bu nedenle


kavramada başarılı olamayacağını savunmaktadır.

POSTMODERNİZM
Postmodernizmin tanımlanması için post ön ekinin geldiği modernizmin ne
olduğunun ortaya konması gereklidir. Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olan
modernizm, akıl, bilim, demokrasi, ilerleme gibi kavramlar üzerine yaptığı vurgu ile
din, devlet, bilim ve siyaset anlayışını inşa etmiştir. Buna göre modernizm ile
 bilim merkezileştirilerek, nesnel ve evrenselci bir tutum benimsenmiş,

 dinsel inançların yerine bilim yerleştirilmiş,

 devlet anlayışında laiklik ve demokrasi kavramları ön plana çıkmış,


 hümanist yani insanın hayatın merkezine alındığı bir anlayış
yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Bu paradigma değişikliği 17. yüzyılda bilimde yaşanan gelişmelerle
şekillenerek bir dünya görüşü olarak kendini ortaya koymuştur. Eskiden bir
kopuşu, ona karşı bir tavrı ifade eden modernizm, her zaman yeni olana, çağdaş
olana atıfta bulunmaktadır. Modernizm, insanın aklı aracılığıyla edindiği bilgiye
dayanarak doğada maddi zenginlik üretmesine, kendisinin refah ve mutluluğunu
Modernizm, her zaman amaçlayan rasyonel bir toplum düzeni inşa etmesine imkân vermektedir.
yeni olana, çağdaş olana
Modernizm ile birlikte ilerleme, doğrusal bir gelişme çizgisiyle sağlanmaktadır. Bu
atıfta bulunmaktadır.
nedenle modernizm, üstanlatılar oluşturarak, tarihin öykü çizgilerine düzen
getirmeye çalışmaktadır. Bu durum ise, toplumların ilerlemesinde üstanlatıya yer
veren evrensel amacın gerçekleştirilmesinde araçsal aklı ön plana çıkarmaktadır.
Sonuç olarak birey arka plana atılarak üstanlatı ve araçsal akıl yüceltilmektedir.
Aydınlanma ile insanları özgürleştiren akılcılık, zaman içinde "araçsal akıl" ya da
"teknik akıl" hâline gelerek insanların özgürlüğünü sınırlayan bir nitelik
kazanmaktadır.
Bu noktada modernite ve modernizm kavramları arasındaki ayrımı ortaya
çıkarmak gerekmektedir. Modernite bir düşünce sistematiğine / daha çok seküler
bir paradigmaya işaret etmektedir. Buna göre modernite bilgi, bilim ve felsefi
anlayıştaki geleneksel değişimi ifade eden bir paradigma olarak görülmelidir.
Modernizm ise, sanat ve edebiyattaki değişimi ifade etmektedir. Postmodernizm
her ne kadar bir düşünce akımı olarak 20. yüzyılda ortaya çıkmış olsa bile, onun
tarihsel kökenleri Antik Yunan’a kadar uzanmaktadır. Antik Yunan’da Sofistlerin
kuşkucu, izafiyetçi, genel geçer bilgi olmayacağı yönündeki düşünceleri ve insanı,
düşüncenin merkezi olarak gören tutumları postmodern düşüncenin temeli olarak
değerlendirilebilir. Protogoras’ın “İnsan herşeyin ölçüsüdür” ve Herakleitos’un
“Aynı nehirde iki kere yıkanamazsınız” deyişleri değişime ve düşüncenin her bir
insana göre farklılaşması ifade edilmektedir. Postmodern düşünce alanında
Nietzsche, Lyotard, Baudrillard, Kierkegard, Heidegger, Wittgenstein, Foucault,
Deleuze, Guattari, Harvey, Levinas, Derrida ve Kristeva öne çıkan isimler
arasındadır.

283
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Postmodernizm Ve Medya

Postmodernizmin temel özellikleri,


 Sanatçının eserini abartmasına izin vermez.
 Söylem yerine figürü temel alır.
 Duyumsal olana ağırlık vererek bedensel estetiği yüceltir.

 Büyük anlatılar yerine küçük anlatıları savunur.

 Gerçekliğin imajlara dönüşmesini sağlar.

POSTMODERNİZMİN FELSEFİ TEMELLERİ


Postmodernizmin felsefi temelleri incelendiğinde modernizmden ayrılmış
olduğu noktalar daha iyi ortaya çıkarılabilecektir. Bu kapsamda postmodernizmin
etik, ontolojik ve epistemolojik temellerine bakılacaktır. Postmodernizmin etik
anlayışı her şeyin kabul edildiği çoğulcu bir ahlak anlayışına denk düşmektedir. Bu
ahlak anlayışı toplumun tümünde geçerli kılınmak isteyen etik değerler yerine
Modernizmde Kant
toplum içindeki farklı kimlik ve grupların etik anlayışlarının da göz önüne alındığı
ahlakı olarak kabul
edilen, evrensel ahlak çoğulcu bir ahlak anlayışını egemen kılmaktadır. Modernizmde Kant ahlakı olarak
anlayışı kabul edilen, evrensel ahlak anlayışı postmodernizmde baskıcı olması nedeniyle
postmodernizmde istenmemektedir. Bu nedenle genel geçer bir ahlak anlayışı yerine çoğulcu bir
baskıcı olması nedeniyle ahlak anlayışı kabul edilmektedir.
istenmemektedir.

•Kant'ın evrensel ahlak anlayışı“Öyle bir şekilde davran ki, senin


Örnek

davranışın evrensel bir yasa haline gelsin” söylemi ile ifade


edilmektedir.

Postmodernizmin ontolojik temeli, varlığı tek bir özle açıklayamaz. Bunun


yerine varlığı bir oluş süreci içinde görmektedir. Modernizmin insanı ele alırken
onu bütünüyle anlayamaması, onun insani varoluşa ait temel gerçekliği
kavrayamamasına ve yaşamı görmezden gelişine neden olmuştur. Bu nedenle
postmodernizmi bir varoluş felsefesi olarak görmek gerekmektedir. Bu anlamda
postmodernizm, modernizmin başarısızlığı üzerine inşa edilmiştir.
Postmodernizmin epistemolojik temelinde ise, modernizmin bilim ve bilgi
anlayışı eleştirilir. Modernizm, bilimin ve aklın gücü ile bizlere bilinebilir ve
kavranabilir bir evren anlayışı sunmaktadır. Oysa bu evren anlayışı
postmodernizmde pek çok anlam evreninin yer aldığı parçalı bir karaktere
dönüşmektedir. Postmodernizm, modernizmin dayandığı Aydınlanmacı anlayışın
(bilim ve akıl) ilerlemeci, nesnel ve gerçekçi olmadığını göstermeye çalışır. Bunun
yanında modernizmin bireye vaat ettiği kazanımların hiçbirini yerine getiremediği
gerçeğine vurgu yaparak eleştirel bir duruş gösterir. Yani postmodernizm,
modernizmin bütüncül evren anlayışına karşı durarak, özneler arası tutum ve
anlamları öne çıkarmaktadır. Postmodern düşünürlerden kimilerine göre,
modernizm tamamlanmamış bir proje olarak görülürken, kimilerine göre ise,

284
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Postmodernizm Ve Medya

modernizm tükenmiş ve yeni kültürel ve toplumsal paradigmalara ihtiyaç


duyulmaktadır.

POSTMODERNİZMİN ETKİLERİ
1960’larla birlikte değişen sosyal ve kültürel olayların eşlik ettiği
postmodernizm; sanat, gündelik pratik, sosyal yaşam alanlarında değişimlerin
habercisi olmuştur. Bu anlamda postmodernizmin etkileri incelenirken, sanat,
estetik, resim, edebiyat ve medya alanındaki yapmış olduğu etkilere
odaklanılmıştır. Postmodernizm, sanatta, mimaride, sinemada ve edebiyatta
Pastiş, geçmişle “anything goes” yani her şey uyar anlamında popülist bir estetik anlayışı sergiler.
günümüz sanatının
Postmodern sanatta estetik konusu görüntü ve gerçek arasındaki ilişkide bir sorun
bağlarını kurarak, eski
olanı yeniye uyarlamakta olarak ortaya çıkmaktadır. Görüntünün gerçeği ile temsil ettiği varlık alanı belirsiz
ve onu kutsamaktadır. hale dönüşmektedir. Yani gerçeği olmayan söz, görüntü ve göstergeler giderek
gerçeğin yerini almaktadır. Bu da postmodern estetiğin yapay bir varlık alanı ile
karşımıza çıkmasına neden olmaktadır. Oysa modernizm sanat alanında evrensel
bir değer anlayışını savunmaktadır.
Modern sanat; yüce, asil, güzel, simetrik, rasyonel değerleri sunarken,
postmodern sanat; popüler, gündelik, tüketilebilir yüzeysel değerleri ön plana
çıkarır. Postmodern sanat eserlerinde pastiş, kitsch, simulark, kolaj tekniği
kullanılmaktadır. Pastiş, geçmişle günümüz sanatının bağlarını kurarak, eski olanı
yeniye uyarlamakta ve onu kutsamaktadır. Kitsch, sanatsız edebiyat, değersiz
sanat, değersiz eser, iyinin kötü taklidi gibi anlamlarıyla bir üretim biçimi olarak
postmodern estetik içerisinde yerini alır. Düzmece, gerçek yerine konan sahte,
yapmacık şey anlamına gelen Simulark ise ilk defa Baudrillard tarafından
kullanılmıştır. Postmodernizmde sanat eserine bakan, okuyan veya izleyen kişinin
oluşturduğu anlam ön plana çıkar. Yani yazar ya da sanatçı herhangi bir anlam
dünyası inşa etmeden, bize kendi anlamımızı keşfetme imkânı sunmaktadır.
Postmodern sanat aynı zamanda daha önce yapılan sanat eserlerine ironi ve
parodi gibi tarzlarla göndermelerde bulunur. İroni ve parodi Mona Lisa’ya bıyık
takmak gibi biçimlerde kendini gösterir (Resim 14.1.) . Postmodern estetikle
ortaya çıkan pastiş, modern sanat eserinin seçkinci tutumunu ortadan kaldırarak,
sanatı herkesin uğraşacağı bir alan haline dönüştürür. Postmodern sanat, yüksek
kültür ve popüler kültür biçimlerini karıştırarak, estetik sınırları altüst etmektedir.

285
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Postmodernizm Ve Medya

Resim 14.1. Marcel Duchamp’ın Mona Lisa’ya Bıyık Takmak adlı çalışması.

Postmodern resim, postmodern estetik ve sanatta karşılaştığımız pastiş,


kolaj ve montaj tekniğini kullanarak sanat eserini ironik ve parodik tarza
dönüştürmektedir. Postmodern resim, Edward Munch’un Çığlık tablosu ile
başlamıştır. Bu resim, modernizmin ortaya koyduğu rasyonalite, evrim, bilimsellik,
hümanizm gibi değerlerin gerçek olmadığını aksine insanın korku ve dehşet dolu
bir dünyada yaşadığını anlatmaktadır (Resim 14.2).

Postmodern edebiyat,
yazardan ziyade
okuyucuya önem atfeder
ve metinlerarasılık
kavramını öne çıkarır.

Resim 14.2. Edward Munch’ün Çığlık Tablosu

Postmodern edebiyat, yazardan ziyade okuyucuya önem atfeder ve


metinlerarasılık kavramını öne çıkarır. Diğer türlerde yer alan pastiş, kolaj
edebiyatta yerini metinlerarasılık kavramına bırakır. Metinlerarasılık; farklı
metinlerden devşirilen metinlerin ve türlerin bir araya getirilerek yeni bir metin
oluşturulmasıdır. Böylece postmodern edebiyat, bir metin yazarken diğer
metinlere gönderme yaparak, yeni bir tür ortaya çıkarmaktadır. Türk Edebiyatında
İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası metinlerarasılık tekniği ile yazılmış bir

286
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Postmodernizm Ve Medya

romandır.

•James Joyce’un meşhur Ulysses romanı metinlerarası bir bakış

Örnek
açısına sahiptir. Bu roman, Antik Yunan destanlarından
Odysseia’nın modern bir kurgu dünyası içinde yeniden
anlatılmasını konu edinir.

Sonuç olarak postmodernizm, genel anlamda bir anlam üretme pratiği


olarak sanatın inşasında belirli öğelerin kullanımını ön plana çıkarmıştır. Pastiş,
kolaj, ironi bu sanat ürünlerinin oluşturulmasında öngörülen temel öğeler olarak
dikkat çekerken, edebiyatta da metinlerarasılık kullanılmaktadır.

POSTMODERNİZM VE MEDYA
Postmodernizm ve medya ilişkisinde Baudrillard’ın çalışmaları öne
çıkmaktadır. Baudrillard’a göre bu yeni toplum, simulations( taklitler) ve
simulacra’lar (suretler) üreten bir toplumdur. Ona göre, modern endüstri
toplumu üretim ile postmodern toplum ise gerçeğin yerine geçen taklitler ve
hipergerçeklik ile tanımlanmaktadır. Habermas gibi toplumsal teorisyenler ise
Baudrillard’a göre tarihte postmodern kırılmanın ortaya çıktığı iddialarını reddederek,
postmodern toplum, postmodernizmi yeni muhafazakâr ideolojinin bir biçimi olarak
simulations( taklitler) ve
yorumlamaktadırlar. O, kökleri Heidegger ve Nietzsche’ye kadar uzanan Fransız
simulacra’lar (suretler)
üreten bir toplumdur. postmodernizm teorilerinin Aydınlanma karşıtı bir çizgide ve faşist bir yolda
olduklarını iddia etmektedir. Modernitenin büyük umutlarının sona erdiğine ve
geçmişin totalleştirici toplumsal teorilerini ve devrimci siyasetini sürdürmenin
olanaksızlığına işaret eden Lyotard ise buna bağlı olarak postmodern durum
betimlemesi yapmaktadır.
Modern toplum sanayi toplumunu ifade ederken, postmodern toplum
enformasyon toplumuna işaret etmektedir. Postmodern toplum Giddens’ın da
belirttiği üzere medyanın egemen olduğu ve ilerleme düşüncesinin anlamının
kalmadığı bir dünyadır. Bu anlamda postmodernizm düşüncesinin medya ile
ayrılmaz bir bütünlüğü olduğu görülmektedir. Postmodernizmde medya, tüketim
ideolojisini topluma dayatmaya çalışmaktadır. Medya yapay ihtiyaçları gerçek bir
ihtiyaç haline dönüştürerek, tüketim ideolojisini yaygınlaştırmaktadır.
Baudrillard’a göre, medyada üretilen anlam ile izleyici tek boyutlu bir hale getirilir.
Medyada anlam değil imaj üretildiğini ileri süren Baudrillard, geliştirdiği
simülasyon kuramını üç tarihsel aşama ile açıklamaktadır.
 İlk aşama Rönesans ve sanayi devriminde göstergelerin sınıflar arasında
taklit edilemez olduğu aşamadır. Bu göstergeler toplumsal düzeni ve
yükümlülükleri ifade etmektedir.

 İkinci aşama, göstergelerin sınırlı üretiminden özgürce üretimine imkân


tanıyan kapitalist sisteme işaret eder.

287
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Postmodernizm Ve Medya

 Üçüncü aşama postmodern dönemde insan öznelliğini kopyalayan dijital


sistemler ağıdır.
Son aşama, Baudrillard’a göre birbirinin aynısı olan sonsuz kez çoğaltılmış
nesneleri ortaya çıkarmaktadır. Baudrillard bu sürecin sonunda insanların da
birbirine benzeyen simülakrlar olacağını ifade ederken, dijitalleşen medyaya işaret
etmektedir. Baudrillard’ın tüketim toplumuna ilişkin analizlerinde televizyon yer
almaktadır. Televizyon, tüketim ideolojisinin yerleştirilmesinde ön plana
Postmodern sinema ile çıkmaktadır. Postmodern dönemde tüketim akışkan bir yapıya dönüşmüştür.
birlikte içerik yerine Tüketim artık sosyal statülerle değil, değişken ve esnek tüketim pratikleri ile
biçim önem kazanmaya
gerçekleşmektedir. Postmodern dönemin karakteristik özelliği olarak beliren
başlamıştır.
pastiş, kolaj gibi teknikler tüketim alanına da etki ederek yeni tüketim anlayışları
oluşturmuştur. Postmodern dönemde tüketim haz ile birlikte sunulmakta ve
Ortaçağ dönemi karnavaleskleri ile ortak özellikler taşımaktadır.
Postmodern sinema ise kendisini hem klasik anlatı sinemasından hem de
modern sinema anlayışından ayırmasıyla dikkat çekmektedir.
Postmodern sinemanın genel olarak şu özelliklere sahip olduğu görülür.
 Nostaljik olması yani geçmişe duyulan tutucu özlem

 Geçmiş ve şimdi arasındaki sınırların silinmesi


 Gerçek ve gerçeğin yeniden sunumu

 Açık bir pornografi, cinsellik ve arzunun metalaşması...


 Tüketim kültürü ve yabancılaşma
Bunun yanında postmodern sinema ile birlikte içerik yerine biçim önem
kazanmaya başlamıştır. Hem filmlerde kullanılan teknikler ile hem de teknoloji ile
elektronik ortamda filmlerin çoğaltılması, tekrar tekrar izlenebilmesi ile biçim öne
çıkmıştır. Sinematografik tekniklerin gelişmesiyle birlikte görüntünün ön plana
çıktığı temsil sinemasının varlığı dikkat çekmiştir. Postmodern sanatçı bir gerçeklik
anlatır gibi görünmekte ama bir gerçekliği değil bir gerçeklik efektini, taklidini
anlatmaktadır. Yani taklit gerçekliğin yerini almaktadır. Bu durum, Baudrillard’ın
Postmodern sanatçı bir simülasyon kuramının sinemada uygulanmasına örnek olarak
gerçeklik anlatır gibi gösterilebilir. Postmodern sinema geçmişten ödünç aldığı motif ve imgelerle
görünmekte ama bir yüzeysel ve parçalanmış hikâyeler anlatır. Geçmişe duyulan tutucu özlem bu
gerçekliği değil bir şekilde sinemada kullanılır. Postmodern sanatçı bir filozof gibi eserini ortaya
gerçeklik efektini, çıkarırken bir üstanlatıya bağlı kalmaz, daha önceki üslupları metnine eklemesi
taklidini anlatmaktadır.
nedeniyle yargılanmaz. İlerleme fikrini reddeden postmodernizm, tarihten
yararlanarak onu kullanmaktan geri kalmaz. Bu nedenle postmodern sinemada da
nostalji ve geçmişe duyulan özlem kullanılır ve ilerleme fikri yer almaz. Bunun
yanında postmodern sinema, farklı kültürleri bir araya getirerek kolaj tekniğini
uygular. Postmodern sinema edebiyatta kullanılan metinlerarasılık tekniğine de
başvurur.

288
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Postmodernizm Ve Medya

•Kolaj tekniğine örnek, Quentin Tarantino'nun Kill Bill film

Örnek
(2003/2004) serisinde intikamın, bir Japon samuray kılıcı ile
alınmasıdır. Metinlerarasılığa örnek ise Bruce Lee'nin tanıdık sarı-
siyah kostümünün Kill Bill filminde Batılı sarışın bir kadına
giydirilmesi ile gerçekleşir.

Tüketim kültürü ve yabancılaşma konusu da postmodern sinemanın işlediği


konular arasında yer alır. Özellikle David Fincher tarafından yönetilen Fight Clup
filmi, bu öğeleri içeren bir postmodern sinema örneğidir.

• Fight Clup filmini izleyerek, filmde kullanılan postmodern


Bireysel
Etkinlik

öğeler olan yabancılaşma ve tüketim kültürünü tartışınız.

Postmodern sinema, Jean Jacques Beinex sineması ürünü olan Diva filmi
ile başlamıştır. Bu sinema türünün en bilinen örnekleri, Mavi Kadife (Blue Velvet),
Pulp Fictions, Fight Clup, Temel İçgüdü filmleridir.
Postmodern sinema anlatısının temel özellikleri:

 Geçmiş şimdi ve gelecek arasındaki ayrım ortadan kalkar. Yani filmde


olayların hangi zaman diliminde geçtiğini anlamak güç bir hâl alır.

 Kahraman olayları çözüme kavuşturacak kişi olarak kurgulanmaz.


Hikâyenin bütününde bir parça olarak yer alır. Bu nedenle kahramanla
özdeşlik kurulmaz.
 Gerçeklik yerine taklidinin anlatılması

 Postmodern filmlerde zevk ve haz, anarşist kaotik düzenle sunulur.


 Postmodern sinemada toplumsal yapı içinde yer alan kurumlara güven
duyulmayan çaresizlik hissi vurgulanır.

JEAN BAUDRİLLARD
Baudrillard’ın 1970’lerin başında postmodernizm ve medya konusuna ilişkin
çalışmalarında tüketim toplumu ve ideolojisi yer almaktadır. Baudrillard
çalışmalarında tüketim toplumu ve ideolojisinin medya aracılığıyla
Baudrillard çalışmalarında yaygınlaştırıldığını ve bu ideolojiye mutluluk ve hazın eklendiğini söyler.
tüketim toplumu ve Baudrillard Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm adlı eserinde kadın bedeni ve tüketim
ideolojisinin medya
ilişkisi üzerinde durur. Kadın bedeni tüketim ideolojisinin nesnesi olması nedeniyle
aracılığıyla
yaygınlaştırıldığını ve bu eleştirirken, güzellik ve tüketim ilişkisinin kadının bedensel olarak sömürülmesine
ideolojiye mutluluk ve neden olduğunu düşünür. Çalışmalarında cinselleştirilmiş bebek olan Barbie’lere
hazın eklendiğini söyler. de değinen Baudrillard, çocuğun ileride sahip olmak isteyeceği kadın bedeni formu
olarak zayıflık, güzellik ve cinselliğin bu bebekler üzerinden sunulduğuna değinir.

289
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Postmodernizm Ve Medya

Böylelikle kadın bedeni ideali bu bebekler aracılığıyla çocuklara sunulurken,


tüketim ideolojisi de yerleştirilmektedir.
Baudrillard’a göre hipergerçeklik üreten medya, izleyici için şahane bir
gösteri anlamına gelmektedir. İzleyici için medyada üretilen içeriklerin bir anlamı
yoktur. İzleyici medyadan gelen anlamsız mesajları onların dış görünüşüne
inanarak kabul eder. Baudrillard’a göre kitleler böylece mücadele gücünü
kaybetmektedir. Öte yandan medyanın hipergerçekleri yaratmasının nedeni
olarak izleyici kitlelerin gerçeklerle uğraşmak yerine eğlence isteklerine
bağlamaktadır. Baudrillard çalışmalarında postmodernizmi belirlemede medyanın
önemli rolü olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü Baudrillard’a göre, medya
simülasyonlar yaratmaktadır. Bu simülasyonlar ise gerçeği yutarak hipergerçeklik
oluşturmaktadır. Bu nedenle medyanın yarattığı gerçeklik ile hayaller arasında bir
fark kalmamaktadır.

MİCHEL FOUCAULT
Foucault, modern toplumda iktidar, söylem ve özne ilişkisini inceleyerek,
iktidarın merkezi bir konumda değil, toplumun her yerine yayılmış olduğunu ileri
sürmektedir. Ona göre iktidar, söylemde, gündelik yaşamda ve toplumsal dokuda
yer almaktadır. Foucault’ya göre özne kavramı, bireyi belirli bir kimliğe
bağlamakta ve ona hem kendisinin hem de başkalarının tanımak zorunda olduğu
Foucault’daki iktidar bir hakikat yasası dayatmaktadır. Buna göre özne kavramı, hem dışarıdan görünür
kavramı özneler
olmayan bir baskıyı ifade ederken, hem de vicdan ile insan kimliğine
üzerinde biyo-iktidara
dönüşmektedir. eklemlenmektedir. Yani iktidar iki açıdan da kimliğe müdahale etmektedir. Bu
durumda Foucault’daki iktidar kavramının özneler üzerinde biyo-iktidara
dönüştüğü görülmektedir. Biyo-iktidar bedenin her yönden denetim altına alınmış
olmasına tepki vermemesini ifade ederken bireylerin normalleşmesini de
sağlamaktadır.
Foucault, modern düşüncenin saf aklın ürünü olmasını ve genel geçer
olmasını eleştirir. Ona göre iktidar ile bilgi arasında bağ vardır ve postmodern
düşünür olarak bilgi iktidar ilişkisini eleştirir. Diğer taraftan Foucault soykütüğü
yaklaşımıyla, kimliklerin kuruluş sürecinde farklı olanların dışlanarak
ötekileştirildiklerine vurgu yapmaktadır. Foucault Nietzsche’den ödünç aldığı
soykütüğü kavramıyla, tarihsel süreklilik ve özdeşlik yerine, ondan kopmayı öne
çıkarmaktadır. Foucault her şeyi açıklama iddiasında olan büyük kuramları,
totalleştirici bulduğu için reddetmektedir. Modernitenin içine hapsettiği
farklılıkların açığa çıkarılması ve topluma yayılması için soykütüğü yöntemini
benimsemektedir.
Foucault’u kısaca özetlersek;
 Söylem analizi ile iktidarın toplum içindeki dağınık yapısı metin düzleminde
açığa çıkarılabilir.
 Biyo-iktidar, iktidar söyleminin öznenin bedenine yerleşmiş halini ifade
etmektedir.

290
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Postmodernizm Ve Medya

 Modernitede bilgi ve iktidar ilişkisi birbirinden ayrılamaz.


 Soykütüğü yöntemiyle toplumdaki farklılıkların açığa çıkarılmasını
benimser.
 Soykütüğü kavramı tarihsel kırılmayı ifade etmektedir.

FRİEDRİCH NİETZSCHE
Moderniteye ve Aydınlanma projesine bir karşı duruş olarak geliştirdiği
felsefesiyle Nietzsche, Aydınlanmanın insana vaat ettiklerini vermemesiyle onları
çöküşe (decadence) sürüklediğini iddia etmektedir. Nietzsche dine, ahlaka ve
insanların kendi zihinlerinde yaratıp, bütün topluma egemen kıldıkları tanrı fikrine
karşı çıkmaktadır. Her ne kadar postmodern bir düşünür olmasada onun fikirleri
birçok postmodern düşünüre ilham kaynağı olmuştur.
Nietzsche’nin çalışmaları üç kısma ayrılmaktadır.
 İlk dönem eseri Tragedyanın Doğuşu’dur. Bu dönem Schopenhauer ve
Wagner dönemidir.
 İkinci dönem Nietzsche’nin İnsanca, Pek İnsanca adlı eseri ile temsil edilir
ve pozitivist döneme denk gelmektedir.
 Üçüncü dönemi ise Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eseriyle yetişkinlik
dönemidir.
Nietzsche’nin “Tanrı öldü” ifadesi Aydınlanma düşüncesinin bir ürünüdür ve
bu durum, insanın anlam kaybı yaşadığını ve değer sorunuyla yüzleştiğini gösterir.
Bu anlamda modern dönemde insan hiçliğe dönüşmüştür. Sonuçta insanın
Aydınlanma ile tanrısallaştırıldığı bir dönemde içinde bulunduğu durumu bir
yanılsama ve çöküş (decadence) olarak değerlendiren Nietzsche, bunun
Nietzsche, üst insanı nihayetinde nihilizme varacağını öngörmektedir. Decadence durumunu göstermek
decadence durumunun için insanı soykütüksel bir araştırmaya tabii tutan Nietzsche, İlkçağa kadar varan
ve nihilizmin farkına din ve ahlak sistemlerinin insanın özgürlüğünü engellediğini iddia etmektedir.
varan özgür insan
Nietzsche’ye göre üst insan, decadence durumunun ve nihilizmin farkına varan
olarak tanımlamaktadır.
özgür insandır.
Dolayısıyla insanların üst insan seviyesine ulaşabilmesi ahlaksal olarak
belirlenmiş dogmaların yıkılması ve her bir bireyin kendi perspektifine göre
eyleme yönelmesi ile gerçekleşecektir. Bu manada Nietzsche felsefesinin temel
yöntemi olan perspektivizm; yaşamı anlamlandırmak ve tanımlamak için birden
çok perspektiflerin olması gerektiğini savunur. Tek bir bakış açısının her zaman
sorunlu olduğunu ve evrensel olarak tüm insanlara hizmet edemeyeceğini ifade
eden Nietzsche, Aydınlanmanın hümanizmine ve özne anlayışına karşı çıkarak
onun insanı ve yaşamı sınırlandırdığını ifade eder. Son olarak postmodern teorinin
Aydınlanma düşüncesine, rasyonalizme ve Batı metafiziğine yıkıcı eleştiriler
getiren Nietzsche tarafından başlatıldığını söylemek gerekmektedir.

291
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Postmodernizm Ve Medya

JEAN FRANCOİS LYOTARD


Postmodern Durum adlı eseriyle tanınan Lyotard’a göre postmodernizm,
modernizmin totaliter dil yapıları yerine farklılığa izin veren dil ve anlam ilişkisini
onaylamaktadır. Totaliter yapılar egemen söylemi meşrulaştırırken, farklılığın
Çalışmalarında üstanlatı açığa çıkmasına izin vermemektedir. Bu anlamda postmodern dil, diğer
ve dil oyunları postmodern alanlarda olduğu gibi egemeni değil farklı olanı kutsamaktadır.
kavramlarını kullanan Lyotard modernleşmenin üstanlatısının özgürleşmeyi gerçekleştirecek olan
düşünür Lyoytard’dır.
bilimsel bilgi olduğunu ifade eder. Yani modernleşme için üstanlatı, kendi ilkelerini
meşrulaştıracak bilgi ve bilim ilkeleridir. Buna göre Lyotard, bilimin sadece gerçeği
aramadığını aynı zamanda kendini meşrulaştıran söylemi oluşturduğu üzerinde
durmaktadır.
Lyotard’a göre modernite iki temel ideası olan ilerleme ve özgürlük ile
bilgiyi organize eden bir üstanlatı türüdür. İnsanların zaten temelde bu iki ideaya
olan güvenleri ile birlikte modernite başarılı olmuştur. Lyotard’a göre, evrensellik,
küreselleşme, özgürlük gibi üstanlatılar postmodernitede geçerli değildir.
İnsanların bilgi ile özgürleşebileceği düşüncesi savaşlar ile birlikte ortadan
kalkmıştır. Bu nedenle postmodernitede modernitede olduğu gibi tek bir
kahramanlık anlatısı ve üstanlatı kurulamaz. Artık postmodern çağda her birey
kendi anlatısını kurmak durumundadır. Modernitenin üstanlatılarının genel özelliği
olan rasyonel, evrensel ve totalleştirici olma vasfı postmodernitede ortadan kalkar
ve yerini dil oyunlarına bırakır. Burada amaç modern üstanlatıların bilgi ve anlatı
üzerindeki gücünü kırmaktır.
Lyotard modernitenin totaliter üstanlatılarına, tek bir öyküyü ve ifade
biçimini geçerli saymalarına karşı dil oyunlarını ön plana çıkarır. Ona göre bir
öyküde tek bir üstanlatı değil, farklı anlatılar da olmalıdır. Anlatı, genel olarak
gündelik hayatta kullanılan bilginin özlü bir biçimidir. Modernitede anlatı, öyküye
bağlı kalarak anlamın açığa çıkması için çaba sarfedilir. Oysa postmodernitede
anlatı, farklı anlatılara yer vererek öyküyü yapıbozuma uğratmaktır. Yani Lyotard
dil oyunlarının anlatıdaki farklılıklar ile öykünün oluşturulmasına imkân tanırken,
heterojenliği ön plana çıkarmaktadır.

•Kapitalizmi eleştiren bir entellektüelin lüks arabalar binmesi, Mc


Örnek

Donalds'da yemek yemesi postmodernitenin dil oyunlarını


gösterir.
•Batı kültürünü eleştiren bir bireyin batı müziği dinlemesi de aynı
şekilde Lyotard'ın dil oyunlarına örnek olarak verilebilir.

Bir postmodern
düşünür olan Çünkü postmodern özne farklı dil oyunlarının dağılımı içerisinde yeniden
Derrida’ya göre anlama üretilerek kimliğini bu sayede oluşturur. Bu aşamada artık tek bir kimlik değil,
ediminde yazar ölür ve farklı kimliklerin iç içe geçtiği dil oyunları gerçekleşir. Sonuç olarak postmodernite,
metin özne ile birlikte farklı anlatılara yer vererek her düşüncenin temsil edilmesine fırsat tanımaktadır.
yeniden yazılır.

292
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Postmodernizm Ve Medya

Böylece postmodernite, sosyal yapı içerisindeki farklı kimliklerin temsil edilmesini


sağlayarak, sosyal yapıdaki adaletsizliği engeller.

JACQUES DERRİDA
Bir postmodern düşünür olan Derrida’ya göre anlama ediminde yazar ölür
ve metin özne ile birlikte yeniden yazılır. Derrida felsefesinde metnin anlamı yok
olarak öznedeki anlam belirleyici olmaya başlar. Metnin anlamsal bütünlüğünü
kaybettiği bu aşamada ne tez, ne antitez ne de sentez ortada kalır; kalan tek şey
yapıbozumdur. Yapıbozum Batı felsefesiyle ironik ve parodik tarzda iletişim
kurmaktır.
Saçılma kavramını ortaya atan Derrida, bu kavram ile batılı tarzda
düşünmeye alışmış zihnimizin kavramada başarılı olamayacağı bir anlamsızlık
zemini olarak görmektedir. Derrida’ya göre saçılma, sözcüklerin anlamı metnin
bağlamına göre ortaya çıkmakta, metin içinde kelimelerden kaynaklanan sürekli
bir anlam genişlemesine neden olmaktadır. Zaten Derrida, sabit bir gösteren
gösterilen ilişkisini kabul etmemektedir. Saçılma ile tek bir anlam değil, gökkuşağı
gibi farklı anlamlara imkân tanınması ifade edilmektedir.
Anlamın ve değerin tükenişi postmodern filozoflarda gözlenen bir konudur.
Anlam tükenmişse eğer iyi, kötü şeklinde değer yargılarımız da kalmaz. Bu
aşamada artık asıl yok olarak onun yerini kopyalar alır. Yani her şeyin sahtesi, ucuz
kötü taklitleri ortalığı kaplar. Böylece modernizmin ussalcılığı derin yara alır.
Derrida ve onun yapıbozumcu takipçilerine göre iletişim anında her zaman
boşluklar ve gedikler oluşur. Yani anlam hiçbir zaman tek bir anda tamamıyla
mevcut değildir. Anlam değişimlere tabii bir süreç içerisinde oluşan tamamlanışı
da hep ertelenen bir yapıdadır. Derrida metni merkezileştirir. Ancak burada sözü
edilen metin, bir hakikat ve tez iddiasında olmayan saçılma ile açıklanabilecek,
metnin ikizi durumundaki önsözdür. Kitap anlamdır, tezdir, oysa önsöz hiç biz
zaman kitabın kendisi değildir. Büyük anlatıların, büyük tezlerin, evrensel
bildirilerin, kurtarıcı söylemlerin sona erdiği önsözde her şey parçalanarak, kendi
içinde açıklanmaya çalışılır. Kitap yerine önsözü, tema yerine motifi, tez yerine
saçılmayı ve diyalektik üçlü yerine diyalektik dörtlüyü getirmek Derrida’nın
dünyasını bütünleyen yaklaşımlardır.
Kısaca Derrida,

 Metnin anlamını yazar değil, özne belirler.


 Kitap yerine önsözü, tema yerine motifi, tez yerine saçılmayı ve diyalektik
Derrida’ya göre anlam
üçlü yerine diyalektik dörtlüyü getirmek Derrida’nın dünyasını bütünleyen
hiçbir zaman
tamamlanamaz. yaklaşımlardır.
 Derrida anlamın tükenmişliğini saçılma kavramı ile ifade eder ve bu
durumda iyi ve kötü değer yargılarının da ortadan kalktığını düşünür.
 Derrida’ya göre anlam hiçbir zaman tamamlanamaz.

293
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Postmodernizm Ve Medya

• 1960’larla birlikte değişen sosyal ve kültürel olayların eşlik ettiği


postmodernizm; sanat, gündelik pratik, sosyal yaşam alanlarında
değişimlerin habercisi olmuştur.
•Postmodernizmin temel özelliklerinde “sanatçının eserini abartmasına izin
Özet
vermediği söylem yerine figürü temel aldığı, duyumsal olana ağırlık vererek
bedensel estetiği yücelttiği, büyük anlatılar yerine küçük anlatıları savunduğu
ve gerçekliğin imajlara dönüşmesini sağladığı” yer almaktadır.
•Postmodernizmin felsefi temelleri incelendiğinde modernizmden ayrılmış
olduğu noktalar daha iyi ortaya çıkarılabilecektir. Bu kapsamda
postmodernizmin etik, ontolojik ve epistemolojik temellerine bakılacaktır.
Postmodernizmin etik anlayışı herşeyin kabul edildiği çoğulcu bir ahlak
anlayışına denk düşmektedir.
•Postmodernizmin ontolojik temeli, varlığı tek bir özle açıklayamaz. Bunun
yerine varlığı bir oluş süreci içinde görmektedir.
•Postmodernizmin epistemolojik temelinde ise, modernizmin bilim ve bilgi
anlayışı eleştirilir. Postmodernizm, modernizmin bütüncül evren anlayışına
karşı durarak, öznelerarası tutum ve anlamları öne çıkarmaktadır.
•postmodernizmin sanat, estetik, resim, edebiyat ve medya alanına etkileri
bulunmaktadır. Postmodernizm, sanatta, mimaride, sinemada ve edebiyatta
“anything goes” yani her şey uyar anlamında popülist bir estetik anlayışı
sergiler.
• Postmodern sanatta estetik konusu görüntü ve gerçek arasındaki ilişkide bir
sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Görüntünün gerçeği ile temsil ettiği varlık
alanı belirsiz hale dönüşmektedir.
•Postmodern resim, postmodern estetik ve sanatta karşılaştığımız pastiş,
kolaj ve montaj tekniğini kullanarak sanat eserini ironik ve parodik tarza
dönüştürmektedir.
•Postmodern edebiyatta diğer türlerde yer alan pastiş, kolaj yerini
metinlerarasılık kavramına bırakır. Metinlerarasılık; farklı metinlerden
devşirilen metinlerin ve türlerin bir araya getirilerek yeni bir metin
oluşturulmasıdır.
•Postmodernizm ve medya ilişkisinde Baudrillard’ın çalışmaları ön plana
çıkmaktadır. Baudrillard’a göre bu yeni toplum, simulations( taklitler) ve
simulacra’lar (suretler) üreten bir toplumdur.
•. Postmodernizmde medya, tüketim ideolojisini topluma dayatmaya
çalışmaktadır. Medya yapay ihtiyaçları gerçek bir ihtiyaç haline
dönüştürerek, tüketim ideolojisini yaygınlaştırmaktadır. Baudrillard’a göre,
medyada üretilen anlam ile izleyici tek boyutlu bir hale getirilir.
•Baudrillard’ın tüketim toplumuna ilişkin analizlerinde televizyon yer
almaktadır. Televizyon, tüketim ideolojisinin yerleştirilmesinde ve sunduğu
imaj ve göstergeler ile bireyin algısını bozarak anlam bütünlüğü kurmasını
engellemektedir.
•Postmodern sinemanın genel olarak şu özelliklere sahip olduğu görülür.
Nostaljik olması yani geçmişe duyulan tutucu özlem. Geçmiş ve şimdi
arasındaki sınırların silinmesi. Gerçek ve gerçeğin yeniden sunumu. Açık bir
pornografi, cinsellik ve arzunun metalaşması. Tüketim kültürü ve
yabancılaşma.

294
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Postmodernizm Ve Medya

•Postmodern sinema filmi ilk olarak Jean Jacques Beinex sineması ürünü olan
Diva filmi ile başlamıştır. Bu sinema türünün en bilinen örnekleri, Mavi
Kadife (Blue Velvet), Pulp Fictions, Fight Clup, Temel İçgüdü filmleridir.
Özet (devamı) •Postmodern düşünür olan Baudrillard’ın 1970’lerin başında medya konusuna
ilişkin çalışmalarında tüketim toplumu ve ideolojisi yer almaktadır.
Baudrillard çalışmalarında tüketim toplumu ile metaların gösterge haline
geldiğini ifade eder ve anlamlarının keyfi olarak belirlendiğine vurgu yapar.
Baudrillard çalışmalarında postmodernizmi belirlemede medyanın önemli
rolü olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü Baudrillard’a göre, medya
simülasyonlar yaratmaktadır. Bu simülasyonlar ise gerçeği yutarak
hipergerçeklik oluşturmaktadır. Bu nedenle medyanın yarattığı gerçeklik ile
hayaller arasında bir fark kalmamaktadır.
•Foucalt'a göre iktidar merkezi bir konumda değil, toplumun her yerine
yayılmıtır. Foucault’daki iktidar kavramının özneler üzerinde biyo-iktidara
dönüştüğü görülmektedir. Biyo-iktidar bedenin her yönden denetim altına
alınmış olmasına tepki vermemesini ifade ederken bireylerin
normalleşmesini de sağlamaktadır.
• Moderniteye ve Aydınlanma projesine bir karşı duruş olarak geliştirdiği
felsefesiyle Nietzsche, Aydınlanmanın insana vaat ettiklerini vermemesiyle
onları çöküşe (decadence) sürüklediğini iddia etmektedir.
•Postmodern Durum adlı eseriyle tanınan Lyotard’a göre postmodernizm,
modernizmin totaliter dil yapıları yerine farklılığa izin veren dil ve anlam
ilişkisini onaylamaktadır.
• Bir postmodern düşünür olan Derrida’ya göre anlama ediminde yazar ölür
ve metin özne ile birlikte yeniden yazılır. Saçılma kavramını ortaya atan
Derrida, bu kavram ile batılı tarzda düşünmeye alışmış zihnimizin kavramada
başarılı olamayacağı bir anlamsızlık zemini olarak görmektedir.

295
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Postmodernizm Ve Medya

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi modernizmin özelliklerinden biri değildir?
a) Bilimde nesnel ve evrenselci tutum
b) Hümanizm yani insanın hayatın merkezine alınması
c) Devlet anlayışında laiklik ve demokrasi kavramları
d) Üstanlatı ve araçsal aklın eleştirilmesi
e) Dinsel inançlar yerine bilimin yerleştirilmesi

2. Aşağıdakilerden hangisi her zaman yeni olana, çağdaş olana atıfta bulunan
bilgi ve bilim anlayışını ifade etmektedir?
a) Modernizm
b) Postmodernizm
c) Modernite
d) Postmodernite
e) Postmodernlik

3. Aşağıdakilerden hangisi postmodernizmin temel özellikleri arasında yer


almaz?
a) Sanatçının eserini abartmasına izin vermez.
b) Dinsel inançlar yerine bilimin yerleştirir.
c) Duyumsal olana ağırlık vererek bedensel estetiği yüceltir.
d) Büyük anlatılar yerine küçük anlatıları savunur.
e) Gerçekliğin imajlara dönüşmesini sağlar.

4. Aşağıdakilerden hangisi modernizmde kabul edilen Kant ahlakını ifade


etmez?
a) Genel geçer ahlak anlayışı
b) Evrensel ahlak anlayışı
c) Çoğulcu ahlak anlayışı
d) Davranışın evrensel bir yasaya dönüşmesi kuralı
e) Toplumun tümünde geçerli kılınmak istenen etik değerler

5. Aşağıdakilerden hangisi postmodern sanatın kullanmadığı bir tekniktir?


a) Pastiş
b) Kitsch
c) Simulark
d) Kolaj
e) Yüce

296
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Postmodernizm Ve Medya

6. Aşağıdakilerden hangisi sanatsız edebiyat, değersiz sanat, değersiz eser,


iyinin kötü taklidi gibi anlamlarını ifade eden bir üretim biçimidir?
a) Kitsch
b) Pastiş
c) Simulark
d) Kolaj
e) Montaj

7. Postmodern toplumu simulations( taklitler) ve simulacra’lar (suretler)


üreten toplum olarak gören düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Foucault
b) Nietzsche
c) Derrida
d) Lyotard
e) Baudrillard

8. Aşağıdakilerden hangisi postmodern sinemanın genel özelliklerinden biri


değildir?
a) Nostaljik olması yani geçmişe duyulan tutucu özlem
b) Geçmiş ve şimdi arasındaki sınırların silinmesi
c) Üstanlatıya bağlı kalınması
d) Açık bir pornografi, cinsellik ve arzunun metalaşması
e) Tüketim kültürü ve yabancılaşma

9. Aşağıdaki düşünürlerden hangisinde iktidar kavramı özneler üzerinde


biyo-iktidara dönüşmektedir?
a) Foucault
b) Derrida
c) Nietzsche
d) Baudrillard
e) Lyotard

10. Decadance ve nihilizm felsefesi ile ismini duyuran düşünür aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Derrida
b) Foucault
c) Nietzsche
d) Baudrillard
e) Lyotard

Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.b, 4.c, 5.e, 6.a, 7.e 8.c, 9.a, 10.c

297
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Postmodernizm Ve Medya

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Baudrillard, J. (2005). Simülakrlar ve simülasyon. (Çev. Oğuz Adanır). Ankara: Doğu Batı
Yayınları

Bülent, E. V. R. E. (2007). Bir düşünüş biçimi olarak postmodernizm ve temel


parametreleri. Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 7(13),
1-23.
Büyükdüvenci, S.- Öztürk S. R. (1997). Postmodernizm ve sinema (Birinci Baskı). Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları
Featherstone, M. (2005). Postmodernizm ve tüketim kültürü. (Çev.: Mehmet Küçük).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Fiske, J. (2012). Popüler kültürü anlamak. (Çev. Süleyman İrvan). İstanbul: Parşömen
Yayınları.
Kellner, D. (2000). “Toplumsal teori olarak postmodernizm: bazı meydan okumalar ve
sorunlar” (Çev. Mehmet Küçük ), Modernite vesus Postmodernite
içinde. Ankara:Vadi Yayınları.(ss.367-404)

Kılıç, S . (2015). Lyotard: fark ve çokluğun anlatısı postmodernıte. Temaşa Erciyes


Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (3), 106-137. Retrieved from
http://dergipark.org.tr/temasa/issue/23816/253731
Lyotard, J. F(2000). Postmodern durum. (Çev. Ahmet Çiğdem). Ankara: Vadi Yayınları

Sekmen, M. (2017). Yeni medyada beden, güzellik ve tüketim ilişkisinin eleştirel bağlamda
incelenmesi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yayınlanmamış Doktora
Tezi. Erzurum
Sim, S. (2006). Postmodern düşüncenin eleştirel sözlüğü. (Çev: Mukadder Erkan- Ali Utku).
Ankara: Babil Yayıncılık.
Sim, S.(2000). Derrida ve tarihin sonu. (Çev. Kaan H. Ökten) İstanbul: Everest Yayınları
Şahin, H. (2015).Günümüz sanatı ve pastiş. Art-e Sanat Dergisi, 8(15), 110-126.
Taşdelen, V. (2008). Hermeneutiğin evrimi: kesitler. Ankara: Hece Yayınları
Tekeli, İ. (1993). “Postmodernizm tartışmaları üzerine düşünceler”. Felsefe Dergisi Sayı: 60,
s. 60-64.

http://acikerisim.ikc.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11469/717/mustafa%20dikmen
.pdf?sequence=1&isallowed=y
http://edebiyat.k12.org.tr/kavramlar/metinleraras%c4%b1l%c4%b1k/36
http://www.cinerituel.com/2015/11/sinemada-modern-anlati-ile-postmodern-anlati-
yapisinin-karsilastirilmasi-ve-david-lynch-sinemasi.html
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/baudrillard.pdf. Küresel pazarı destekleyen
popüler aydınlar: Baudrıllard ve postmodern medya kuramı
https://politikakademi.org/2013/07/michel-foucault-ve-post-modernizm/(michel foucault
ve postmodernizm)
https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=1422 (www.gencufuk.com)

298
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

You might also like