You are on page 1of 176

C E P Ü N i V E R S i T E S i

MOSHE SEVILLA-SHARON

lletişim Yayınları
C E P Ü NIV E R SIT E SI

Türkiye
Yahudileri ·

MOSHE SEVlLLA-SHARON

Iletişim Yayınları
CATVLLVS

ş m y a y n a r

C E P 0 N 1 V E R S 1 T E S 1
lletl!lm Yayıncılık A.Ş. adına aahbl: Murat Belge
Genel Yayın Yönetmeni: Fahri Aral
Yayın Yönetmeni: Erkan Kayılı
Yayın Dan19manı: Ahmet lnsel
Yayın Kurulu:
Fahri Aral, Murat Belge, Tan ıl Bora, Murat Gültekingil,
Ahmet lnsel, Erkan Kayılı, Ümit Kıvanç
TuQrul Paşao!)lu, Mete Tunçay
Göreel Taeerım: ümit Kıvanç
Kapak lllüatraayonu: Gürcan Özkan
Dlzgl: Maraton Dizgievi
Sayfa DÜZeni: HOsnO Abbas
Baskı: Şefık Matbaası (iç) 1 Ayhan Matbaası (kapak)
Iletişim Yayıncılık A.Ş. • Cep Üniversitesl63 •ISBN 975-470-185-7
1. Basım: Iletişim Yayınları, Şubat 1992.
©Iletişim Yayıncılık A.Ş., 1 992
Klodfarer Cad.lletişim Han No.7 34400
CegaloQiu Istanbul, Tel. 516 22 60- 61 -62
Ön söz

Günümüzde bilgi bir yandan en önemli d� er haline gelirken di�er


yandan da artan bir hızla gelişiyor, çeşitleniyor. Ama katlanarak
büyüyen bilgi üretiminden yararlanmak, özellikle gündelik yaşam
kaygılarının baskısı altında, zorlaşıyor. Her şeye ra�men bilgiye
ulaşma çabasını sürdürenler için de imkanlar pek fazla de�il.

Ayrıca, özellikle Türkiye gibi ülkelerde bir konuda kendini geliş­


tirmek ya da sırf merakını gidermek için herhangi bir konuyu �­
renmek isteyenlerin şansı çok az. Üniversitelerimiz, toplumumu­
zun yetişkin bölümüne katkıda bulunmak için gerekli imkAnlardan
yoksun.

Cep Üniversitesi kitapları işte bu olumsuz ortamda, evlerinde


kendilerini yetiştirmek, otobüste, vapurda, trende harcanan za­
mandan kendileri için ,Yararlanmak isteyenlere sunulmak üzere
hazırlandı.

20. yüzyıl Fransız kültür hayatının en önemli ürünlerinden olan,


bugün yaklaşık 3000 kitaplık dev bir dizi oluşturan "Que sais-je"
{Ne Biliyorum) dizisini Iletişim Yayınları Türkçe'ye kazandırıyor.
Iletişim'in Cep Üniversitesi, bu büyük diziden seçilmiş , Türkiyeli
okurlar için özellikle ilgi çekici olabilecek eserlerin yanısıra, Av­
rupa'nın başka yayınevlerinin benzer bir çerçevede yayımladığı
kitapları da içeriyor.

Ayrıca Türkiye'nin siyaset, kültür, ekonomi hayatıyla ilgili konu­


larda özel olarak bu dizi için yazılmış telif eserler "üniversite"nin
"öğrenim programı"nı tamamlayacak.

Cep Üniversitesi'nin her kitabı alanının öndegelen bir uzmanı


y
tarafından azıldı. Kitaplar, hem konuya ilk kez eğilen kişilere hem
de bilgisini derinleştirmek isteyenlere seslenebilecek bir kapsam
ve derinlikte. Bilginin yeterli ve anlaşılır olması , temel kıstas. Cep
Üniversitesi kitaplarını lise ve üniversite öğrencileri yardımcı ders
kitabı olarak kullanabilecek; öğretmenler, öğretim üyeleri ve
araştırmacı lar bu kitaplardan kaynak olarak yararlanabil ecek:
gazeteciler yoğun iş temposu içinde çabuk bilgilenme ihtiyaçlarını
Cep Üniversitesi'nden karşılayabilecek; çalıştığı meslek dalında
bilgisini geliştirmek isteyen, evinde, kendi programlayabileceği
bir mesleki eğitim imkanına kavuşacak;· ayrıca, herhangi bir ne­
denle bif konuyu merak eden herkes, kolay okunur, kolay taşı nır,
ucuz bir kaynağı Cep Üniversitesi'nden temin edebilecek.

Cep Üniversitesi kitapları sık aralıklarla yayımlandıkça, benzersiz


bir geneL kültür kitaplığı oluşturacak. Insan Hakları'ndan Gene­
tik'e, Kanser'den Ortak Pazar'a, Alkolizm'den Kapitalizm'e, Ista­
tistik'den Cinsellik'e kadar uzanan geniş bir bilgi alanında hem
zahmetsiz hem verimli bir gezinti için ideal "mekan", Cep Üni­
versitesi.

ILETIŞIM YAYlNLARI
CATVLLVS

Içindekiler

SUNUŞ ............. . ,............................................................................................................. 7


1. BÖLÜM
Giriş ...................................................................................... .... .............. ..... . . . . . . . ..... 1O
Bizans'tan Önce Anadolu Yahudileri .
. . . . ........ . . . . . . .... .. .......... :............ 11
Bizans Dönemi ..... . . . . . ................................ . ............... . . . ............. .... ............. 13
Ispanya ve Portekiz Yahudileri .
..... ............ � . . . . ..................... : ................. 20
Selçuklu Dönemi . .
.................. .......................... ................ .......... . . . . . . . . . . . ......... 29
Osmanlı Imparatorluğu'nda Yahudiler . .... ............... ............ ......... 31
Cumhuriyet Dönemi ............. ...... ......................... ................. ... . . ............ 1 00
Kültür ve Uygarlık ..... ........................... ......................................... .. ........... . 1 04
ll. BÖLÜM
Belgeler ve Kaynak Yazılar ....................... .... ............................... ........ 115
SUNUŞ

Türkiye Yahudileri (bu toplulujtun tanıllll giriş bölü­


münde verilmiştir), İsrail cemS:S.tleri arasında tarihleri
en az araştınlmış olanlanndandır. Halbuki bu cemaatler,
her şeyden önce, İspanya'da büyük bir uygarlık yaratmış
olan Yahudi topluluklannın geleneğini sürdürmüş, 16.
yüzyıldan itibaren Osmanlı yönetiminin en üst katlann­
da görevde bulunmuş, tarihin gidişatını etkileyen karar­
Iann alınmasında rol oynamışlardır.
Bu şaşırtıcı duruma şu anda verilebilecek tek cevap,
Türkiye Yahudi cemaatlerinin kendi tarihlerine eğilme­
miş olmalandır ki, bu da sözkonusu topluluklann son iki
yüzyılda yaşamakta olduklan kültürel bunalımdan kay­
naklanır.
Buna rağmen, tek tük kişiler, "boş zamanlannda" ve
çojtu zaman kendi olanaklanyla, bu boşlujtu doldurmak
için büyük çaba harcallllşlardır. Rusçuklu Şlomo Roza­
nes'in (1862-1938) altı ciltlik eseri buna örnektir. Gerçek­
ten de, işinden kalan boş zamanlannda yazmış olduğu
Divrey Yamey Israel be-Togarma adb bu eserinde Roza­
nes, Osmanlı devletinin kurulmasından 19. yüzyılın orta­
larına kadar geçen beş buçuk asırlık dönemde, bütün im­
paratorluktaki başlıca Yahudi cemaatlerinin tarihini in­
celemiştir. Bu eser, Türkiye Yahudileri hakkında yapıl­
IlllŞ olan en aynntılı ve geniş kapsamlı tarih araştırması-·
dır. Ne var ki, önce 1907-14, daha sonra ve son şekli
1930-45 yıllan arasında basılmış olan bu eserin (ikinci
baskı, daha geniş şekilde Korot ha-Yehudim be-Turkia ve­
Artsot ha-Kedem adıyla yayımlanllllştır) mevcudu bitmiş,
kendi alanındaki bu "tek" belge bir daha basılmamıştır.
Togarma İbranice yazılmış oldujtundan, okuyucu sayısı
da, doğal olarak, sınırlıdır. Eserin Batı dillerine tercüme­
si de hiç ele alınmamıştır.

7
Türkiye Yahudilerine toplu bir bakış veren daha sı­
nırlı bir çalışma, M. Franco'nun daha önce, 1897'de basıl­
mış olan Essai Sur l'Historie des Israelites de l'Empire Ot­
toman adlı eseridir. Kitap Fransızca yazılmış olup, Os­
manlı imparatorluğunun kurulmasından 1874 yılına ka­
dar uzanan dönemi inceler. Franco bu eserinde, tarihsel
gelişmeler dışında edebi faaliyet ve Türkiye'de basılmış
olup Yahudi kültürünü konu alan kitaplar hakkında
önemli bilgiler verir. En az yanm yüzyıldan beri tüken­
miş olan bu kitabın son aylarda Paris'te Centre Don Isaac
Abravanel (Union des Sepharades Israelites de France)
tarafından yeniden basılmış olması mutlu bir gelişmedir.
Bu konuya eğilmiş olan üçünçü bir tarihçi, Bodrumlu
Prof. Avraam Galante'dir (1873-1961). Galante
kuşkusuz, bu işi Franco ile Rosanes'in yapmış olduklannı
düşünerek- Türkiye Yahudileri'nin genel tarihini yazma­
ya girişmemiş, çeşitli dönem, cemaatler ve tarihsel kişiler
üzerinde ilginç ve nispeten kısa aratırmalar yapmıştır.
Ne yazık ki Galante, henüz genel tarihi bile araştınlma­
mış bir cemaat topluluğunun tarihinde ikinci ya da üçün­
cü derec_ede önemli konular üzerinde gerektiğinden fazla
durarak zaman ve enerji kaybetmiştir. Bununla birlikte,
arşivlerde eskimeye devam eden bazı belgeleri gün ışığı­
na çıkararak Türkiye Yahudileri'nin tarihine önemli kat­
kılarda bulunmuştur. Galante eserlerini, genel olarak
Fransızca, pek azım da Türkçe yazmıştır. Bu kitaplar da
bugün, ancak büyük kütüphanelerde incelenebilir.
Türkiye Yahudileri hakkıtıda diğer tarihsel kaynak­
lar, Osmanlı imparatorluğunun tarihini incelemiş olan
araştırmacılann eserleridir (örneğin, Hammer). Bunun
dışında birçok Batılı yazar, seyyah ve tüccar, yazmış ol­
duklan am ve seyahatnamelerde Türkiye'yi anlatırken,
buradaki Yahudi cemaatlerine de değinmişlerdir. Diplo­
matlann anılan ve resmi mektuplaşmalan da önemli
kaynaklar arasındadır.
Bu kitap, Türkiye Yahudilerinin tarihine "başlangıç­
tan bugün kadar" yakl�ımıyla bakan ilk Türkçe çalışma­
dır. Amacı, şimdiye kadar bu konuda yayırolanmış olan
ve nispeten dağınık bulunan bilgiyi, tarihi anlatılan ce-

8
maat topluluğunun anadilinde, yani Türkçe olarak derle­
yip, ''elimizde olmayan nedenlerin" dikte ettiği dar sırur­
lar içinde sunmaktır. Daha önce yayırolanmış malzerneye
dayandığından dolayı "oıjinal" olmamakla birlikte, bu ça­
lışmada, konuya daha önce eğilmiş olan araştırmacıların
sadece anlatmak ve nakletmekle yetindikleri, bizce tarih­
sel dönüm noktalan teşkil eden olaylar vurgulanmış ve
perspektife sokulmuştur. .
Öte yandan, Yahudilerin tarihi hakkında Türkçe ola­
rak yayımlanan geniş kapsamlı çalışmalann ikincisidir.
Bundan örrce yayımlamış olduğum İsrail Wlusu'nun Tari­
hi (Kudüs, 1981) aynı ihtiyacın bilincinde olarak hazır­
lanmıştır. Sözkonusu kitap, bütün İsrail tarihini gene,
"başlangıçtan bugüne kadar" inceler.
Türkiye Yahudileri: Tarihsel Bakış, iki bölümden olu­
.şur. İlk bölümde tarihsel olaylar kronolojik sıraya göre
anlatılır, ikinci bölümde de kaynak belgeler ve makaleler
yer alır. Bibliyografik bilgi açısından da, bu önsözün ba­
şında verilmiş olan bilgi ve kaynak eserlerin dipnotlarda
belirtilmesiyle yetinilmiştir.
Bu noktada, Rosita Pinhas'ın değerli yardımı olma­
saydı, kitabın birkaç ciddi hatayla, çok daha düşük' dü­
zeyde çıkmış olacağından'kimsenin kuşku duymaması ge­
rektiğini bildirmek isterim.

9
BİRİNCİ BÖLÜM

I.Giriş

Türkiye Yahudileri, en dar tarumla, bugünkü Türki­


ye Cumhuriyeti sırurlan içinde yaşayan Yahudi cemaat­
lerio tümü, en geniş tanımla, Osmanlı imparatorluğunun
Yükselme Devri'nde erişmiş olduğu sınırlar ve Türk­
Osmanlı kültürü içinde yaşamış olan Yahudi cemaatleri­
dir; buna, bu cemaatlerin yaşamış oldukları yerlerde Bi­
zans etkisi altında kalmış olan ve sonradan İberyalı göç­
menlerle bir potada eriyen topluluklan da katmak gere­
kir. "Türk-Osmanlı kültürü" deyimi burada sınırlayıcı bir
kavram olarak kullanılmaktadır zira, Osmanlıların Yük­
selme Devri'nde ulaşmış olduklan Macaristan, Fas ya da
Yemen gibi ülkelerde yaşayan Yahudilerin burada tanım­
lanmak istenen gruba dahil olmadıklan açıktır.
Türk-Osmanlı kültür sistemi içinde en çok parlayan
Yahudi topluluklan Selanik, İstanbul, İzmir, Safed ve bir
ölçüde Kudüs cemaatleri olmuştur; Şam cemaati de bu
kültür sisteminden etkilenmiştir. Burada sözkonusu olan
topluluk Bizans döneminde oldukça karanlık yüzyıllar
yaşamış, Osmanhlann Anadolu'ya girmeleriyle yeni bir
döneme girmiş ve -sırasıyla 1492 ve 1497'de- Yahudilerin
İspanya ve Portekiz'den kovulmalanndan sonra buraya
gelen göçmenlerin getirdikleri kültür sisteminin itişiyle
Yahudi dünyasının merkezi durumuna gelmiş, impara­
torluk zayıfladıkça da yıldızlan sönmüştür. Bu şekilde
Türkiye Yahudilerinin tarihsel rollerini de -görülüyor ki­
zaman içinde sınırlamak mümkündür.
Burada daha çok, yaşadıklan ülkelerden kovulduk­
tan sonra Osmanlı idaresi altında yükselen, İberya'dan
getirdikleri kültürü Türk-Osmanlı sistemiyle birleştiren

10
Yahudi cemastıerinden söz edilecektir. Bu topluluklar
Yasef N asi, Sabetay Sevi ve Yasef Karo gibi İsrail tari­
hinde önemli yerleri olan isimler yetiştirmişler, Osmanlı
sarayında kilit noktalar tutmuşlar, özellikle diplomasi ve
mali alanlarda Bab-ı-ali'ye büyük hizmetlerde bulunmuŞ­
lardır. N asi'ler Osmanlı devletine önemli paralar transfer
etmişler, Avrupa'nın güçlü devletleriyle İstanbul arasın­
daki diplomatik teması sağlamışlar, Eşkenazi ve Aben
Yaeş dış ilişkileri geniş ölçüde etkilemişler, İzmir'de Sa­
betay Sevi liderli�nde gelişen mesihi hareket de, Palon­
ya'dan Yemen'e kadar bütün Yahudi dünyasım sarsacak
boyutlar kazanmıştır. Karo ve Luria'nın mistik mesajlan,
Yahudi dünyasına Safed'ten yayılmıştır. 15. ve 16. yüzyıl­
larda İstanbul ve daha sonra Selanik ve İzmir, dünya İb­
rani matbaacılığımn merkezleri olmuşlardır. Meam Loez
ve Şulhan Aruh gibi dev eserler Osmanlı yönetiminin
sağlamış olduğu hoşgörü ortamı içinde yazılmıştır.
Bununla birlikte, yaklaşık bugünkü Türkiye'nin bu­
lunduğu bölgede Yahudi varlığı yeni, yani son birkaç yüz­
yıllık bir olgu de�ldir. Anadolu'da Yahudi varlığının İ.Ö.
6. yüzyıla kadar uzandığını gösteren deliller mevcuttur.
Bu nedenle, Osmanlı dönemini incelemeden önce Anado­
lu'daki Yahudi yaşamının 1492'ye kadar olan bölümünü
kısaca gözden geçireceğiz.

U. Bizans'tan Önce Anadolu Yahudileri

Küçük Asya ya da -daha yeni dönemlerde- Anadolu


adıyla bilinen bölgede Yahudilerin ne zaman yaşamaya
başlamış olduklanna dair kesin ve açık bilgi mevcut de­
�ldir. Nebi Yoel Tevrat'ta, Fenikeli esir tüccürlanrun Ya­
hudileri İyonlulara satmış olduklannı kaydederken, Ege
bölgesinde Yahudi varlığı hakkında ilk bilgiyi verir.1 Mi­
lat dönemlerinde Yahudi tarihini ayrıntılı olarak yazmış
olan Josephus Flavius (Yasef Ben Matias) b� r eserinde2

(1) ·ve Yehuda oğullarının ... Yunanlıların oğullarına sattınız• (Yoel


4:6). Tavrat uzmanları ve araştırmacılar Yoel Kitabı'nın tarihini
tespit edememişlerdir.
(2) Josephus, Contra Apionem, 1:176 ve sonrası. Klearkus, hacası

ll
Aristoteles'in talebesi Klearkhos'un, hocasının ağzından
anlattı� bir olayı naklederken, Anadolu'da 4. yüzyılda
Yahudilerin dolaşmış olduğuna işaret eder. Büyük İsken­
der'in generalleri Önasya'da ve genel olaralı; Ortadoğu'da
çeşitli devletler kurduktan sonra, Anadolu'daki Yahudi
varlı� çeşitli belgelere yansımıştır. Josephus'a göre, He­
len-Selevkos kralı Selevkos Nikator3 "Asya (Anadolu) ve
A� Suriye ile başkenti Antiokheia'da (Antakya)" (Ya­
hudilere) vatandaşlık hakkı tanımıştır.4 İ.Ö. 3. yüzyılın
ortasında Selevkos kralı III. Antiokhos; Anadolu valisi
Kseoksis'e bir mektup göndererek, 2000 Yahudi ailesinin
Babil'den (bugünkü. Irak) Frigya ve Lidya'ya yollanması­
nı emretrniştir.5 Antiokhos'un mektubu, bu konuya doku­
nan ilginç bir belgedir.*
İ.Ö. 1. yüzyıla ait bir belge, Amasyalı coğrafyacı Stra­
bon'un Pontus kralı ile ilgili olarak anlattı� bir olaydır.6
Josephus'un Strabon'un ağzından naklettiğine göre, Ya­
hudilerin Büyük Tapınak için toplamış oldukları "800 ta­
lent altına" el koymuştur, Yüzyılın ortasında, İsrail hü­
kümdan (daha doğrusu, Yehuda'nın Roma himayesindeki
kralı) Horkanus'un Küçük Asya'nın Romalı valisi Dola­
bella'ya yazmış olduğu bir mektupta, İsrail'in lideri orada
yaşayan Yahudiler için bazı haklar talep etmiştir. "Dola­
bella Horkanus'tan mektubu aldıktan sonra yardımcılan­
na bile danışmadan (Küçük) Asya'daki (memurlanna) ha­
ber saldı ve Asya'nın en önemli kenti Efes'e bir mektup

Aristo'nun Anadoluda bir Yahudiye rastlamış olduğunu ve


onunla uzun uzun konuşmuş olduğunu anlatır ("benimle ve
başka bilginlerle sohbet eder, bilgimizi ölçerdi; birçok bilgin ki­
şiyle temasta bulunmuş bir insan olarak da ... biz ondan bir şey­
ler öğrendik.)
(3) Suriye ve Anadolu'da Makedonyalı kral; Selevkos krallığının ku­
rucusu. l.ö. 312-280 yılları arasında hükmetmiştir.
(4) Josephus, Antiquitatum /udaicum, XI I : 119
(5) Aynı kaynak, XII: 148-153; mektubun metni şu kaynakta da ve­
rilmiştir: Jewish Quarterly Review, cil! 50 (1959-60), s.298
(6) Antiquitatum, XIV: 11 O
(*) Bu işaret ikinci bölümde konuyla ilgili bir belge ya da yazı oldu­
ğunu belirtir.

12
yolladı"? Cicero, Küçük Asya'nın Roma'ya geri çağınlan
valisi Flaccus'u müdafaa ederken, bölgede Yahudi varlı­
ğından sözetmiş8 ve Dinar, Edremit ve Bergama Yahudi
cemaatlerini zikretmiştir.* İskenderiyeli Philo da Pamp­
hilia, Likya ve Bitinya'ya kadar (Karadeniz-Marmara yö­
releri) "Asya'nın önemli bir bölümünde" Yahudi olduğunu
yazar.9 Josephus da, Yahuda'nın Roma tarafindan atanan
kralı Herodes'in Küçük Asya'da yaptığı bir geziye değinir­
ken şöyle der: "İyonya'dayken, kentlerde yaşayan birçok
Yahudi, serbestçe konuşma fırsatını kaçırmayarak onlara
geldiler...".10 Gerçekten de, İ.Ö. 14 yılmda Küçük Asya
Yahudileri Romalı vali Marcus Vespasianus Agrippa'dan
bazı haklar talep ettiklerinde, o sıralarda Agrippa'yı ziya­
ret etmekt� olan Herodes araya girmiş ve bu hakların el­
de
' edilmesinde rol oynamıştır.
Küçük Asya'da yaşamış olan halklar Yahudi kültü­
ründen etkilenmişlerdir. Josephus'a göre, burada yaşa­
yan ve Yehudalı olma,dığı bilinen yerli halk Cuma akşam­
lan mum yakar, Cumartesi ve bayram günleri Yahudile­
rin sinagoglanna giderlerdi. Bu aralarda, sözkonusu böl­
gede, Avraam ve Moşe'nin (Hz. İbrahim ve Hz. Musa)
ideolojisine dayanan Tek Tanrı kavramının yayıldığını
gösteren bazı deliller mevcuttur. Öte yandan Dinar halkı,
Tevrat'ta geçen Tufan Olayı'nı kendi tarihleri çerçevesin­
de anlatmak ve paralanna Nuh'un gemisinin tasvirini
basınakla birlikte, Tufan'ın Tevrat'tan çok daha eski olan
Gılgamış Destanı'nda geçtiği unutulmamalıdır.

lll. Bizans Dönemi

Bizans devleti, 334 yılında Roma hükümdan I. Kons­


tantinos tarafından kurulmuştur. Bu tarihte Konstanti­
nos imparatorluk başkentini Roma'dan Kostantinopolis

(7) Aynı kaynak XIV: 223 ve sonrası. Horkanus Anadolu Yahudile­


rinin askerlikten muaf kılınmalarını istemiştir.
(8) Cicero, Pro L. F/acco Oratio, XXVll l
(9) "Philo, De Virtutibus, Prima Pars, Quod est d e Legation ad
Gaium, XXX I I I : 245 ve XXXVI : 281
( 1 0) Antiquitatum, XVI: 27

13
adını verdiği kente (bugünkü İstanbul) taşıdı ve bu şekil­
de yalnız imparatorluğunu değil Hıristiyan kilisesini de
bölmüş oldu. B.izans devleti, 1453 yılına yani Osmanlılar
tarafından tamamen yıkılana kadar ayakta kaldı. Bu on­
bir asırlık süre içinde imparatorluk topraklannda yaşa­
yan Yahudiler acı, zor ve karanlık bir dönem yaşadılar.
Bizans döneminde Yahudi tarihi üç safhada incelenebilir.
1. Kurolu,tan lkonoklast (/kon Kıncı) Hüküm­
darlara(334-730) -Konstantinos yeni başkente geçtiği
zaman, Balkanlar, Konstaqtinopolis'in kendisi, Küçük
Asya ve pek tabii, Ortadoğu'da birçok Yahudi cemaati ya­
şamaktaydı. Yeni Bizans döneminde, bunlann Roma za­
manından beri sahip olduklan haklar açıktan açığa iptal
edilmernekle birlikte, Hıristiyanlığın resmi imparatorluk
dini olarak kabul edilmesi sonucu (Konstantinos 313 yı­
lında bu dini kabul etmiş ve Hıristiyanlığı devlet dini ilan
etmişti), hem devlet, hem Kilise, hem de -ve özellikle­
halkın Yahudilere karşı tutumlan önemli ölçüde değişti.
Konstantinos'tan itibaren Bizans hükümdarlan birçok
Yahudi aleyhtan yasa çıkardılar, Yahudi yaşamını çeşitli
önlemlerle sınırlamaya, Yahudileri aşağılamaja ve ezme­
ye başladılar. Konstantinos, 18 Ekim 315 tarihinde çıkar­
dığı bir yasayla Hıristiyanlığa geçen Yahudilere karşı zor
kullanmaya "yeltenecek" Yahudilerin idama mahkum
edileceklerini ilan etti ve Yahudi dinine geçmenin suç ol­
duğunu saptadı.* Bizans makamları Yahudilere yeni ver­
giler koydular ve mevcut sinagoglann korunmasına izin
vennekle birlikte, yenilerinin inşa edilmesini yasakladı­
lar.11 Konstantinos'un oğlu Konstantinos babasının yolu­
nu izledi ve Yahudilerle Hıristiyanlar arasında kanşık
evlenmelere ölüm cezası koydu.12 Julianos ve Arkadios
zamanlannda (4. yüzyılın ikinci yansı) Yahudilere karşı
belli bir hoşgörü siyaseti benimsendi. Julianos Hıristi­
yanlığı reddetti ve çoktannlı bir ideolojiyi benimsedi. Hı-

(11) M. Franco, Essai sur /'Histoire des lsraelites de I'Empire Otto­


man Librairie Durlacher, Paris 1 897, s. 2 1 .
( 1 2) Avraham Galante, Les Juifs de Constantinople sous Byzance,
i stanbul 1 940, s.9.

14
ristiyanlı�a karşı olması nedeniyle de, özellikle Yahudile­
re karşı olumlu bir tutum takındı ve vergileri azalttı. Ar­
kadios da, Hıristiyan olmakla birlikte Yahudi tebaasını
di�er vatandaşlarla eşit tutmaya çalıştı.
Il. Theodosios zamanında (408-450) Yahudiler aley­
hinde önemli de�şiklikler meydana geldi. Theodosios, I.
Konstantinos zamanından beri yapılmakta olan yasalan
topladı (438) ve düzene koydu (Codex Theodosianus). Ya­
hudilerin statüsü bu yasalarla açık şekilde tesbit edildi
ve I. Konstantinos'un tanımıyla, Yahudilerin "nefret edil­
mesi gereken, sapık, günahkar ve iwenç bir kavim" ol­
duklannı saptadı.13 II. Theodosios, Purim bayramının
kutlanmasına ilişkin bazı sınırlamalar koydu ve kızkar­
deşi Pulcherie'nin yardımı ve teşvikiyle, Konstantinopo­
lis'te en az 318 yılından beri mevcut olan bir sinagogu
450 yılında kiliseye çevirtti.14 Bu hükümdar Konstantino­
polis Yahudilerini kentin dışına çıkarttı ve bu cemaati
Haliç'in kuzeyinde, bugünkü Galata semtinin bulundu�
I. Justinianos (527-565) Ya­
bölgeye yerleşmeye zorladı.15
hudilere karşı yeni tedbirler getirdi.
553 yılında çıkarmış
oldu� meşhur yasada (TWvella, 146) Yahudilere Mişna
okumayı yasakladı ve Tevrat'ın yalnız Yunanca ve Latin­
ce okunmasını telkin etti.16 Bundan önce, 535 yılında, no­
vella 37 yasasıyla, Kuzey Afrika'da işgal etmiş oldu�u
topraklarda Musevili� tümden yasakladı. Bu arada, Ya­
hudilerin Hıristiyanlara karşı şahitlik yapamayacaklan
saptandı ve Pesalı bayramının kutlanmasına sınırlama­
lar koydu. Bu hükümdar, eski Roma'nın resmen tanımış
oldu� Musevi dininin (Religio Licita) sahip olduğu gele­
neksel hakiann son kalıntılannı da ortadan kaldırmak
için çok çaba harcadı.

( 1 3) Theodore Reinach, Histoire des /sraelite, Paris 1 91 O, s.40; Ga­


lante Byzance, s.S ( •secta feralis, nefaria, turpes, perversi")
( 1 4) Galante, Byzance, s. 28; yazar sinagogun, kentin hangi kesi­
minde bulunduğuna dair uzun spekülasyonlara girişmiştir.
( 1 5) Aynı kaynak, s . 1 2
( 1 6) The World History of the Jewish People, The Dark Ages, Cecil
Roth, ed. Tel Aviv, 1 966. Bu eserde: A.Sharf, Jews in Byzan-
'
tium, (s.34)

15.
İmparator Fokas (602-610), belki de Yahudilerin bir
ayaklanması sonucu, devlet sınırlan içinde yaşayan bü­
tün Yahudilerin katletilmelerini emretti ve bunun üzeri­
ne, bütün Küçük Asya'da geniş çapta bir katliam meyda­
na geldi.17 Yahudiler buna büyük bir isyanla cevap verdi­
ler; Fokas, Yahudileri yok edemeyeceğini anlayınca, bu
cemaatlerin kitle halinde Hıristiyan dinine geçirilmeleri­
ni emretti. Fokas'ın bu siyaseti Heraklios tarafından,
özellikle İsrailli Yahudilerin Bizans aleyhinde Perslerle
işbirliği yapmalan üzerine, sürdürüldü. Persler Bizans
kuvvetleri önünde geri çekildikten sonra (Persler Kudüs­
'ü, yerli Yahudilerin yardımıyla almışlardı; 614) Herak­
lios'un emriyle birçok yerde Yahudi katliamlan meydana
geldi.
II. Justinianos (685-695) Yahudi aleyhtan tedbirlere
bir yenisini ekleyerek Yahudilerle Hıristiyanların aynı
harnarnda yıkanamayacaklannı ve Hıristiyanlann Yahu­
di doktorlara gidemeyeceklerini tesbit etti.
2. İkonoklast Hükümd arlardan IV. Haçlı Seferi­
ne (1204'e kadar) - İkonoklast Bizans hükümdarlan,
Hıristiyan dininde kutsal kişilerin resimlerine yani ikon­
lara tapınınayı reddeden imparatorlardı. Bunlar kiliseler­
den ikonlan çıkarttınp imha ettirmişler ve böylece dine
soyutluk kazandırmaya çalışmışlardır. Resim Yahudi
dininde de yasak olduğundan, halk arasında ikonoklast
(ikon kıncı) hükümdarlann, Yahudi etkisiyle bu yolu
tutmuş olduklan şeklinde bir kanı oluşmuştur. Galante,
İkonoklastlann ilki olan III.Leon'un, bu tutumu, Yahu­
di etkisiyle nasıl oluşturduğuna dair bir öykü anlatır
(Byzance, s.16). Bizans folklorunda bu hükümdarlar "Ya­
hudi" olarak da amhrlar.
İkonlara tapma geleneği 843 yılında yeniden ihdas
edildikten sonra, Yahudi aleyhtarı eylemler de şiddet ka­
zandı. L Basileios (867-886) Yahudileri din değiştirmeye
zorladı, hatta Hıristiyanlığı kabul edenlere armağanlar,
yaşam boyu ödenekler vaadetti. 10. yüzyıla doğru Yahu­
dilerin durumunda baZ1 küçük düzelmeler meydana gel-

( 1 7) Bu dönemde birçok Yahudi isyanı olmuştut.

16
di; Bizans hükümdarlan mevcut yasalara bazı maddeler
ekleyerek, Yahudi tebaamn yaşamını dengelerneye çahş­
tı.lar. Buna göre, "(Yahudiler) açıkça dinlericin icaplanm
yerine getirebilirler ... Yahudi olan 'Yahudiyim' diyebilir...
Kimse yaşamlanru sımrlayamaz, engel koyamaz."18
Ne var ki, çoğunluk psikolojisiyle davranmaya devam
eden Bizans ulusunda hiçbir değişiklik meydana gelmedi
ve Yahudilerin yaşamakta olduklan bu karanhk dönemin
baskı rejiminde herhangi bir düzelme kaydedilmedi. Ni­
tekim Konstantinopolis'i ll70 yılmda ziyaret etmiş olan
İspanyalı Yahudi gezgin Binyarnin mi Tudela (Tudelah
Binyamin) Hıristiyanlann Yahudileri sokaklarda döv­
düklerine ve türlü eziyetlerle bu cemaati baskı altı.nda
tuttuklanna şahit olmuştur.*
3. Haçlı Seferleri'nden İstanbul'un Alınışına
( 1204-1453) - Haçh Seferleri, genel olarak Hıristiyan ol­
mayanlara ve özel olarak Yahudilere karşı, İsrail Ülke­
si'ndeki Kutsal Yerleri ele geçirmek için açılmış olmakla
birlikte, önceleri gerçek bir çapulcu topluluğu görünü­
münde olan Haçlı kuvvetleri, Avrupa'dan İsrail'e doğru
ilerlerken, geçmiş olduklan Hıristiyan topraklanndaki
dindaşlanna da saldımuşlar ve bu topluluklan da yağma
geleneklericin dışında bırakmamışlardır. Buna en iyi ör­
nek; Haçhlann Konstantinopolis'i yağma ve talan etmele­
ridir.
IV. Haçh Seferi'nde Hıristiyan kuvvetleri Konstan­
tinopolis'e girdiklerinde, Flaman birlikleri Yahudile­
rin oturduklan Pera semtine girdiler ve mahalleyi yer­
le bir ettiler, halkım da kılıçtan geçirdiler. Bu kat­
liamdan pek az Yahudi kurtuldu (Ortaçağ'ın meş­
hur Fransız yazarlanndan Villehardouin kenti yağma
eden kuvvetlerin komutanlanndan biriydi; yağmadan
ele geçirilen servetleri uzun uzun anlatmıştı.r). Haçlılar
1261'de kentten kovulup Bizans yönetimi otoriteyi ye­
niden ihdas ettikten sonra, Yahudilerin Pera semtinde
yemden yerleşmelerine izin verildi. Bazı Yahudi grup­
lanysa Pegai mahallesinde (bugünkü Kasımpaşa) yerleş-
\

( 1 8) Sharf, Byzantium, s. 63.

17
tiler.19 Bundan sonra Pegai, uzun süre kentin Yahudi
mahallesi olarak bilinegeldi. Binyarnin mi Tudela'mn da­
ha önce ima etmiş olduğu üzere, Bizans döneminde Yahu­
diler özellikle deri ve ipek sanayiine hakim ve ticaretten
zengin oldular.
4. Toplumsal ve KüUürel Yaşam- Bu dönemde Ya­
hudiler imparatorluk çapmda toplumsal yaşama katllrnış­
lar ve çeşitli alanlarda faal olmuşlardır. Ne var ki bu ce­
maat, zaman zaman toplumun dışına itilmek istenmiş, faa­
liyetleri ya yasalarla ya da halkın olumsuz tutumuyla sımr­
lanmıştır. II. Theodosios 425 yılında Yahudilerin "nasilik"
(başkanlık) olarak bilinen ve İsrail Ülkesi'nde devam et­
mekte olan liderlik müessesesini lağvederek, İsrail tarihin­
de önemli bir dönüm noktası yarattı; Tapmak'ın yılolmasın­
dan sonra bu müesseseden güç alan Sürgün'deki Yahudiler
liderlik sorumluluğunu bölgesel ileri gelenlere yüklemek
durumunda kaldılar. Bunun doğal sonucu olarak Ortadoğu
ve Avrupa'ya dağılmış olan Yahudi cemaatleri arasındaki ­
zayıf da olsa- koordinasyon, önemli ölçüde sarsıldı.
Bizans döneminde kayda değer kültürel faaliyet, din­
sel İbrani şiirinde devam etmiştir. Bunun dışında, Yahu­
dilikten Hıristiyanlığa geçen Romanos adında bir papaz,
Yahudi ozanlann üslubunu Bizans'ın kilise müziğine sok­
tu. 1436'da Konstantinopolis'te doğan Rabi Eli Mizrahi,
dinsel eserler dışında bilimsel yapıtlar da bıraktı. Melehet
haMispar (Sayılar Bilimi) adlı aritmetik ve geometri kita­
bı daha sonra Sefer HaMispar (Sayılar Kitabı) adıyla La­
tinceye çevrildi Rabi Eli Mizrahi astronomiyle de ilgilendi
ve Tsurat haArates (Dünyanın Şekli) adlı eserinde dünya­
nın ve yıldızlann şekline değindi.
Sözünü ettiğimiz dönemde Bizans imparatorlu�nun
başkentinde faal olan cemaatlerden biri de Karaylardı.20
Binyarnin mi Tudela kente geldiğinde, burada 500 kişilik

( 1 9) Joshua Starr, Romania: The Jewries of the Levant After the


Fo�rth Crusade, Paris MCMXLIX, s.25
(20) 8. yüzyılın başında Mezopotamya'da, Babilli Anan Ben David
tarafından kurulan bu mezhep Babil Yahudileri arasında tutuna­
mayınca, kurucusu tarafından l srail Ülkesi'ne getirilmiştir. Kara­
yizmin temel özelliği, Yahudiliğin temeli olarak Tora'yı yani Ya-

18
bir Karay cemaatine rastlamış oldu�nu yazar. Galante
de, Karaylann bugünkü İstanbul'un Karaköy semtinde
toplanm1ş olduklanm işaret ederken, bu semtin genel
olarak Karayköy olarak bilindiğini ve bu ismin zamanla -
bir telaffuz hatası sonucu- Karaköy'e dönüşmüş oldu�nu
kaydeder (Byzance s.59)..
Bizanslı Karay Cemaati 12. yüzy1ldan itibaren geniş
bir kültürel faaliyetin dünya çapındaki odağı. olmuş ve bir
ara kendini, geleneksel Rabinik Yahudi çevrelerine kabul
ettirmiştir. Konstantinopolis ve daha sonra İstanbul'da
adım duyuran Karay liderlerinden Başyazİ ailesi önemli
faaliyetlerde bulunmuştur; hatta, Osmanlı döneminde
aw geçecek olan Rabi Mordehay Komtino, zamamn en
büyük Karay bilgini Eliya Başyazi'yi öıP"enci olarak kabul
etmiştir. Nikomedialı (İzmit) III. Aaron Ben Eliya, "Ka­
raylann Maimonides"i sıfatıyla meşhur olmuş ve önemli
felsefe eserleri vermiştir. Aaron Ben Eliya Maimonides'in
(RaMbaM) Aristotelesci görüşlerini, kendine özgü dinsel
felsefesiyle çürütmeye çalışmıştır.*
Bizans kültürü, daha sonra gelişecek olan Ladino di­
lini de etkilemiştir. M.Franco (Essai, s.23) ve Galante
(Byzance, s.23) Yunancadan Yahudi ispanyolcasına geçen
kelime ve özel isirolerin bir listesini verirler. Bizans'ın
yerli Yahudileriyle sonradan gelecek olan İberyah göç­
menlerin birleşmesinden, Fatih Sultan Mehmet, Yılilinın
Bayezid, !.Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Il. Selim'in
hoşgörü siyasetlerinin de yarwmıyla, çok parlak bir kül­
tür doğmuş ve daha önce işaret edildiği üzere, Osmanlı
Yahudiliği 15. yüzyılın sonuna kadar dünya Yahudiliği­
nin merkezi olarak kalm1ştır.
Bu kültürün oluşmasında Bizans Yahudiliğinin rolü

zılı Yasa'yı kabul etmesi, Tora dışında ağızdan ağıza iletilerek


oluşan SöziO Yasa'yı (bu yasa Talmud adı altında kağıda geçi­
rilmişıir), başka bir deyişle, din bilginleri tarafından yapılan Tora
yorumlarını reddetmesidir. Bu nedenle Karaylarla geleneksei­
Rabinik Yahudi otoriteleri her zaman çatışma içinde kalmışlar­
dır. Rabinik çoğunluk her zaman Karayları toplum dışına itme k
istemişler hatta Karayları "Yahudiden· saymamışlardır. Bu eği­
lim günümüzde de devam etmektedir.

19
büyük olmuştur. Eliya Mizrahi ve Moşe Kapsali gibi bü­
yük cemaat liderlerinin yaratıcılıklan ve yetenekleri yok­
tan var olmamış ya da İberya Yahudileri geldikten sonra
birdenbire ortaya çıkmamıştır. Araştırmacılann da be­
lirttikleri üzere hükümdarlann ve halkın düşmanca tu­
tumlanna rağmen Bizans Yahudileri zengin bir kültür bi­
riktirmişler ve bu potansiyeli, olumlu bir yönetim altında
ortaya çıkarmışlardır.

IV. İspanya ve PortekizYahudileri

Türk-Yahudi kültürünün temelinde yatan başlıca un­


sur, İspanya ve Portekiz Yahudileridir. Yahudilerin İs­
panya'ya ilk kez Tevrat dönemlerinde gelmiş olduklanna
dair iddialar mevcut olmakla birlikte, buradaki ilk Yahu­
di varlığını 3. yüzyıla ait mezar taşlanndan öğreniyoruz.
Bir İngiliz araştırmacısı Portekiz'deki Yahudi varlığının
İ.Ö. 900 yılına kadar uzandığını tesbit etmiş ancak ileri
sürdüğü deliller zayıf kalmıştır. Bu bölgede Yahudi ce­
maatlerinin oluşması hakkında ilk kesin ve elle tutulur
bilgi, belirtildi� üzere, 3. yüzyıla ait mezar taşlan ve 4.
yüzyılda Hıristiyanlann Yahudilere karşı bazı tedbirler
almış olduklannı belirten belgelerde yansımaktadır.
İberya Yahudileri ilk zamaniann Vizigot kralhıPnın
sert otoritesi ve şiddetli bir Katolik baskısı altında yaşa­
dılar. Bu cemaatler defalarca oturduklan kentlerden ko­
vuldular, HıristiyanhıP kabul etme, "ya vaftiz ya ölüm"
sloganı karşısında vaftiz seçene�nde karar kılma duru­
munda kaldılar. Bazı dönemlerde baskı rejiminin şidde­
tinden dolayı,. bütün Iberik yanmadasında hiç Yahudi
kalmadıltı oldu ya da binlerce Yahudi dinlerini saklamak
zorunda kaldılar. Bazı Vizigot krallan (Swintila, Chin­
daswint) Yahudilere karşı olumlu bir tutum takınmaya
çalıştılarsa da, bu dönemler kısa sürdü, hükümdarlann
etkisi de sınırlı kaldı. Son Vizigot hükümdarlanndan Egi­
ca (687-702) Yahudilere karşı son derece sert yasalar çı­
kardı: Egica Yahudileri HıristiyanhıP kabul etmeye zorla­
mak için, mali güçlerini ortadan kaldıran yasalar çıkardı:
Yahudiler, sahip olduklan ev, toprak ve bağ'lan kralın

20
tespit etmiş olduğu sabit, keyfi ve pek tabü çok düşük bir
fiyata satmak zorunda kaldılar. Buna ek olarak vergiler
de ağırlaştınldı.
Yüzyıllardan beri devam etmekte olan bu baskı reji­
mi sonucu, belli bir evrede, Kuzey Mrika'dan İberya'ya
akınlar yapmaya başlayan Müslüman kuvvetlerinin, Ya­
hudilerden yardım aldıkları şeklinde (muhtemelen doğru
olan) söylentiler yayılmaya başladı. Pani�e kapılan Egi­
ca, 9 Kasım 694'te XVII. Toledo Konsili'ni topladı ve Ya­

hudilere karşı çok sert tedbirlerin alınmasını istedi. Bu


tarihte, bütün Vizigot topraklannda yaşayan Yahudiler
köle ilan edildiler, mailanna el kondu ve bütün cemaatler
kitle halinde Hıristiyan efendilerinin emrine verildiler.
Pek tabii, Musevi dini yasadışı ilan edildi.
1. Müslüman ispanya'da Yahudi Cemaatleri -

Bütün Ortadoğu ve Kuzey Mrika topraklanna yayılan


Emevi imparatorluğunun öncü kuvvetleri 7 1 1 yılında
İberya kıyılarına vardılar. Bu tarihte Tank Bin Ziyad,
adıyla anılacak bo�azı geçerek Andalusia (Endülüs; is­
panya'mn güney kesimi) bölgesine girdi ve Vizigotlan
yendi� yerlerde Müslüman kaleleri kurmaya başladı. İs­
panya kentleri Müslümaniann ellerine geçtikçe, ülkenin
yeni efendileri kentlerin koruyuculuk görevini yerli Ya­
hudilere vermeye başladılar. Bu şekilde, Yahudi olarak
yaşamlarını gizli sürdüren ya da köle statüsünde bırakı­
lan Yahudilerin "yıldızı parladı", Cordoba, Granada, Tole­
do, Sevilla kentlerinde bu cemaatler koruyuculuk görevi­
ni üstlendiler. Bu arada, Vizigot zulmünden kaçmış olan
Yahudiler de ülkeye geri dönmeye ve Müslümaniann eli­
ne geçen bölgelere yerleşmeye başladılar.
İspanya'da parlak Yahudi yaşamı Endülüs Emevi
devletinin kurulmasıyla başladı. Emevi devleti 755 yılın­
dan 9 31 yılına kadar ayakta kaldı ve bu dönem zarfında
İspanya'da Avrupa'nın en zengin kültürü gelişti. Devletin
merkezi Cordoba kıt'anın başlıca e�tim merkezi haline
geldi ve 400 bin elyazması eser içeren kütüphanesi birçok
�enci ve bilginin uğrak yeri haline geldi.21

(21 ) Abba Eban, My People - The Story of the Jews, 1 968 s.1 44.

21
Emevi hükümdarlannın kurmuş olduklan yönetim
altında Yahudilerin başlıca sı�nağı haline gelen İspan­
ya'da İsrail beyni ve yaratıcılık potansiyeli bir kez daha
en üst sınırlannda verimli olmaya başladı ve Arap uygar­
lı�na paralel olarak Yahudi uygarlı� da en yüksek do­
ruklanndan birine ulaştı (Abba Eban, İspanya-Yahudi
uygarlı�nın, İsrail tarihinde, 19. yüzyıl Orta Avrupa ve
20. yüzyılda ABD Ya..lıadi uygarlıklanna eşit olduğunu
kaydetmiştir; My People, s. 160). Bu şekilde, Cordoba
Bağdat'ın yerini alırken, Babil'deki akademik Yahudi
merkezi de yavaş yavaş İspanya'ya kaymaya başladı. Ya­
hudi Öğrenciler Babil'deki akademileri bırakıp Tora ve
Talmud tahsili için Cordoba'yı tercih eder oldular.
lbn Şaprut ve lbn Nagrela Hasday (Histay) İbn Şap­
-

rut Emevi hükümdan III. Abdurrahman'ın doktoru, güm­


rük bakanı, maliye ve dışişleri damşmanıydı. 915-970 yıl­
lan arasında, Endülüs Emevi devletinin en parlak dö­
nemlerinde devletin başkenti Cordoba'da yaşadı. İbn22
Şaprut, 953 yılında Emevi devletiyle Kutsal Roma impa­
ratorluğu arasında yer alan müzakereleri yönetti ve daha
sonra Navarra krallı�yla bazı temas1an yürütmekle gö­
revlendirildi. Hasday İbn Şaprut'un Yahudi tarihinde
önemi, Müslüman İspanya'da yüksek bir göreve gelmiş
olması, Cordoba'da babambaşılık müessesesini kurması
ve Yahudi Hazar kralıyla mektuplaşmasıdır.
Bir İtalyan göçmeni olan Moşe Ben Hanoh, Hasday
İbn Şaprut'un yardımıyla Cordoba'da ruhani lider yani
"hahambaşı" olduktan sonra, Emevi devletinin merkezi
Cordoba da genel anlamda dünya Yahudiliğinin merkezi
oldu. O zamana kadar, belirtildiği üzere, siyasal bir lider­
likten mahrum olan İsrail Oğullan bir ruhani merkezden
güç alırlardı ki, bu merkez Babil'deki din akademileriydi
(İkinci Tapınak yıkılıp İsrail devletinin siyasal varlı�
tam olarak ortadan kalktıktan sonra, liderlik müessesesi
geniş ölçüde, zamanın en ileri Yahudi cemaati olan Babil
grubuna geçmişti). Cordoba'nın parlamasından sonra Or-

(22) Arap döneminde Yahudiler "Ben" yerine "l bn" ekini kullanmrş­
lardrr.

22
1 .

tadoğu'daki bu akademilerle devamlı olarak mevcut olan


ilişki zayıfladı, bu şekilde de sözkonusu akademiler Ya­
hudi ulusu için dinsel ve hatta yan-siyasal önemlerini
kaybettiler.
Hasday İbn Şaprut, Rusya'nın güneyinde, Karadeniz
kıyılannda kurulmuş olan Yahudi Hazar devletinin lider­
leriyle mektuplaşmıştır.* Cordoba cemaatinin lideri mekr
tubunda, Emevi devletinde çok yüksek bir mevkiye sahip
olduğunu belirtir ve Müslüman yönetimini över, ancak
buna rağmen, Yıkılış'tan 1000 yıl sonra beklenmedik şe­
kilde ortaya çıkan bir Yahudi devletinin hizmetine gir­
mekte tereddüt etmeyeceğini vurgular.23
Cordoba krallığı Kuzey Mrika'dan sızan Herberiler
tarafından yıkıldı ve bunun üzerinden Yahudiler Grana­
da, Sevilla ve Saragossa'da örgütlenmeye başladılar.
Kısa süre içinde Granada Cordoba'nın yerini aldı ve
buradaki Yahudi cemaati İsrail tarihinin en parlak dö­
nemlerinden birini yarattı.
Granada cemaatinin lideri Şmuel İbn Nagrela idi.
İbn Nagrela, Yahudi tarihinde Nagid yani "prens" laka­
bıyla amlır. Bu nedenle Şmuel haNagid adıyla da zikredi­
lir. HaNagid filozof, matematikçi, Kur'an ve Arapça uz­
manı, güçlü bir devlet adamı ve Sürgün tarihinin nadir
askerlerindendir. Granada devletine de, en güçlü döne­
mindeyken yön vermiştir.
Şmuel haNagid'in asker olarak yaşamı şiirlerine de
yansımı ş ve İbrani edebiyatma savaş ve muhabere şiirini
sokmuştur.
Berberi kuvvetler (Elmuvahhidler ve Murabıtlar) bir
süre sonra Granada'yı da yıktılar, Yahudiler de Toledo ve
Sevilla'da tutunmaya çalıştılar.

(23) Hazarlar hakkında çok kitap yazılmıştır. 1 0. yüzyılda kurulmuş


olan Hazar devletinin liderleri belli bir evrede Museviliği kabul
etmişler ve Bizans'la yakın ilişki kurmuşlardır; bu nedenle Türk­
Yahudi kültürünün oluşmasında rol oynamış olabilirler. Hazar
Türkleriyle ilgili olarak bildiğim en ayrıntılı modern Türkçe kay­
nak Doğan Avetoğlu'nun TOrklerin Tarihi adlı eserinde bu konu­
ya ayırmış olduğu bölümdür (cilt 2, s. 844, Tekin Yayınevi, I s­
tanbul 1 978).

23
Müslüman. ispanya 'da Yahudi Kültürü: Halevi ve
Rambam Abba Eban, Müslüman İspanya'da Yahudi
-

kültürünü!l etkisine değinirken, bu kültürün Batı uygar­


lığı üzerinde silinmez bir iz bıraktığım söyler. Gerçekten
de, Endülüs Emevi devletinde Yahudiler çok kısa bir süre
içinde çok yüksek doruklara erişmişler ve eşsiz eserler bı­
rakmışlardır. Hatta, denebilir ki, Hıristiyan döneminin
karanlık eylemsizliğinden sonra Avrupa' da, Rönesans'tan
4 asır önce, İspanya Yahudileri Endülüs Erneviieri zama­
nında büyük bir kültürel diriliş yaşamışlar ve yaratrnış­
lardır. Felsefe ve bilimsel çalışmada, dünyanın en eski
uluslanndan ikisi, Yahudiler ve Araplar, geniş bir işbirli­
ğine girmişler ve Araplann bilimsel eserleri, birçok dile
hakim olan Yahudiler tarafından, bu eserleri kendi uy­
garlığım oluşturmada kullanan Batı'ya tanıtmışlardır.
İspanya Yahudi cemaatinin Müslüman döneminde
yetiştirmiş olduğu şair ve düşünürlerin en büyüğü Yehu­
da haLevi'dir. Bu yazann şiirlerinin 800 kadan günümü­
ze erişmiştir. En büyük felsefi eseri de, bir babam ile Ha­
zar Türklerinin Yahudi lideri arasında geçen bir konuş­
ma şeklinde yazılmış olan Kuzari'dir (Hazari). HaLevi
Kuzari'nin sonuna İbn Şaprut'un mektuplaşmasını da ek­
lemiştir.24
Bu dönemde yetişmiş olan en büyük filozof ve Tal­
mud uzmanıysa Rabi Moşe Ben Maymon'dur (1135-1204).
Rabi Moşe Ben Maymon Batıda Maimonides, İsrail tari­
hinde de, adının kısaltılmış. şekli olan RaMbaM diye bili­
nir. Cordoba'da doğmuş olan RaMbaM yaşamının önemli
bir bölümünü Mısır'da geçirmiş, Mişne Toro ve More Ne­
uuhim (Şaşkınlann Kılavuzu) adlı dev eserler vermiştir.
Anlaşıldığı üzere, İspanya Yahudileri Endülüs Erne­
vileri zamarnnda İsrail tarihinde çok önemli bir yeri olan
bir "altın devir" yaşamışlardır. Müslümaniann hem Ber­
beri baskısı hem de kuzeyde güçlenmekte olan Hıristi­
yanlann etkisiyle İspanya'dan çekilmelerinden sonra Ya­
hudiler bir kez daha Hıristiyan krallanmn eline düşmüş­
ler ve yeniden karanlığa gömülmüşlerdir. Bununla birlik-

(24) Bu konuda ayrıntılı bilgi, israil Ulusu'nun Tarihinde verilmiştir.

24
te, entellektüel güçleri sayesinde, İspanya'nın bu yeni Hı­
ristiyan döneminde de yükselmeyi başannışlar, önemli
isimler yetiştirmişler ve İsrail tarihine katkılannı getir­
meye -bir ölçüde- devam etmişlerdir.
2. Hıristiyan İspanya'da Yahudi Ya,amı ve Kül­
türü - Hıristiyanlar İspanya'yı yeniden ele geçirmeye
başladıklannda (Reconquista Dönemi), birçok Yahudi
topluluğu, doğal olarak, yeni yönetime girdiler. Recon­
quista döneminin başında Hıristiyanlar çok geniş toprak­
lar elde ettiklerinde önemli idari sorunlarla karşılaştılar
ve bu sorunlanna çözüm bulabilmek için, Yahudi uzman­
lığına başvurmak durumunda kaldılar. Hıristiyan lider­
ler, bu şekilde hem yerli Yahudilerden yardım istediler
hem de yurt dışından "uzman ithal etme" yoluna gittiler.
Dağılmaya yüz tutan Müslüman devletinden birçok Ya­
hudi, Berberi baskısının da etkisiyle Hıristiyan kesimine
geçmeye başladılar.
İspanya'da paralel olarak gelişmeye başlayan iki Hı­
ristiyan krallığı Kastilya ve Aragon'da Yahudiler, kısa
süre içinde, önemli görevlere geldiler. Bununla birlikte,
Hıristiyan krallann Yahudilere artık ihtiyaçlan kalmadı­
ğı zaman, yaşam ve statülerini yasalarla sınırlama gele­
neği yeniden uyandı ve Kastilya kralı X.Alfonso (1252-84)
bu yolda bazı yasalar hazırladı. Ancak Yahudiler her şeye
rağmen vazgeçilmesi zor olan bir azınlık olduklanndan,
bu yasa ffistemine bazı dengeleyici maddeler de kondu.
Las Siete Partidas adıyla bilinen bu meşhur yasalar* ge­
ne de 14. yüzyıla kadar uygulanmadı, tam olarak yürür­
lüğe girdikten sonra da, ancak kısmen uygulandı .25
Kastilya sarayında Yahudiler önemli memurluklara
sahip olmakla birlikte, iki İspanya krallığında Yahudi ya­
şamı, zaman zaman patlayan kan iftiralan ve hem resmi
merciierin hem de halkın uygulamış olduğu keyfi zulümle
gölgelendi. Buna rağmen, kurulmuş olan status quo bir
süre dengesini korudu. Bazı Yahudiler devlet işlerinde
söz sahibi olacak kadar yükseldiler. örneğin Toledo'da

(25) Jacob R. Marcus, The Jews in the Medieva/ World, New York
1 972, s.34

25
Samuel Abulafya (1320-61) kral Gaddar Pedro'nun mali­
ye bakanlığını yaptı.
Ne var ki, Yahudilerin, özellikle yüksek rnevkilere
ulaşan Yahudilerin yaşarnlan '"pamuk ipliğine'' bağlıydı.
iftiralar sonucu ya da başka nedenlerden gözden düştük­
lerinde hem mallanndan hem canlanndan oluyorlardı (A­
bulafya da bu kuralın dışında kalmadı ve Pedro tarafın­
dan tutuklanarak, Sevill.a'ya götürüldü, orada ölene ka­
dar işkence edildi; bundan sonra Pedro, Abulafya'mn bü­
tün servetine ve rnallanna el koydu). Gerçekten de, Orta­
çağ'da devlet katında yükselen ve zengin olan Yahudilere
küçük bir iftira atarak bunların ortadan kaldırılmasını
sağlamak, servet edinmenin en kolay yollanndan biri ol­
du. Yalnız İspanya'da değil bütün Hıristiyan Avrupa'da
bu uygulama oldukça yaygınlaştı ve birçok kral , derebeyi
ve Kilise mensubu idam edilen Yahudilerin servetlerin­
den zengin oldular.
Hıristiyan İspanya'da Yahudi kültürü, Müslüman dö­
nemindeki gibi olmasa bile, önemli gelişmeler gösterdi.
1 3. yüzyılda Gerona kenti önemli bir Kabala merkezi ha­
line geldi ve Yitzhak İbn Latif ile Rabi Moşe Ben Nah­
man (Nahrnanides ya da RaMbaM) İspanya Kabala eko­
lüne yön verdiler (bu ekol daha sonra, Osmanlı dönemin­
de, gelişmesini Safed'de sürdürdü, Salamanca Üniversite­
si'nden Avraam Zakuto (1452-1515) astronomide dünya
çapında bir otorite olarak, Vasco de Gama ve Christophe
Colombe'un keşiflerinin başanya ulaşmasında başlıca
rollerden birini oynadı. De Gama, Zakuto ile şahsen görü­
şerek, ondan yön bulma metodlan hakkında bilgi aldı.
Colombe da Zakuto'nun hazırlamış olduıtu cetvel ve hari­
talardan yararlandı, hatta, bir keresinde, bu cetveller sa­
yesinde hem kendi hem de adamlannın canım kurtardı .
3 . Engizisyon ve İberya Yahudilerinin Kovulma·
lan - Hıristiyan döneminde kan iftiralan ve diğer zulüm
şekilleri her zaman mevcut olmakla birlikte, büyük ko­
vulma olayını hazırlayan tırmanma 1391 yılında başladı.
Bu tarihte Ejica başpiskoposunun telkinleriyle başlayan
büyük Yahudi aleyhtan hareket dunnadan büyüdü ve
Yahudilerin yardıniından yararlanmaya devam eden

26
Kastilya kralı bile gelişmeleri durduramadı . Haziran
1391'de Sevilla'da geniş çapta şiddet olaylan patladı ve
Yahudi 'mahallesi yakıldı. Kanşıklıklar bütün Andalusia'­
ya yayıldı ve birçok Yahudi cemaati yok edildi. Madrid,
Burgos, Barselona, Valencia, Cordoba ve Gerona cemaat­
leri kısa sürede şiddetli sarsıntılara uğradı. Aynı yılın ey­
lül ayında Barselona'da Crescas'ın girişimleriyle olaylar
bir süre durdu ancak kovulmayla sonuçlanacak tırman­
ma tam olarak önlenemedi. Bununla birlikte, Crescas'ın
girişimlerinin muhtemel bir kovulmayı 100 yıl kadar ge­
ciktirmiş olduğu söylenebilir. 1•
Bu arada İ berya'da, dinleri zorlııı- dejpştirilen Yahudi­
lerden oluşan çok geniş ve etkili bir konverso (ya da mar­
rano) topluluğu oluştu. İspanya'da Yahudiler, başka dö­
nemlerde ve başka ülkelerde de olduğu üzere, zaman za­
man Hıristiyan dinine geçmeye zorlandıklanndan, Yahu­
diliklerini gizlice devam ettiren bir Yeni Hıristiyan kesi­
mi meydana geldi ki, bunlar çok kısa süre içinde devletin
kilit noktalanna yerleştiler. Bu "dönmeler"i diğer Hıristi­
yanlardan ayıran özellik, koşullardan dolayı dışanya doğ­
·
ru Hıristiyan görünüp evlerinin içinde -gizlice- Yahudi
olarak yaşamaya devam etmeleriydi. Başka bir deyişle,
İspanyollar Yahudileri bünyelerinden kovmak isterler­
ken, yalnız dışa doğru davranışlannda yaptıklan değişik­
liğe istin�den, bu aynı Yahudileri bünyelerine almışlardır
(ya da Yahudiler bu bünyeye girme yolunu bulmuşlardır).
Bu, beklenenden çok uzak bir sonuçtu. Binaenaleyh, kon­
verso meselesi zamanla devleti yakından meşgul etmeye
başladı, zira, belirtildiıP üzere, Yahudi sorunu çözümlen­
memiş, aksine -devlet açısından- daha ciddi boyutlar ka­
zanmıştı. Ülkeden atılmak ya da en azından toplumdan
kopanlmak istenen bir "kafir" grubu, devletin gayretiyle
gitmiş, yerine her bakımdan ''yasal" bir başka "kafir" gru­
bu gelmişti; üstelik, gelişmeler bununla kalmamış, bu
gruba dahil kişiler, yeni kimlikleri sayesinde, devletin en
üst düzeylerinde görev almayı başarmışlardı. Tarihçilerio
yorumuyla, o dönemde İspanya'da, damarlannda Yahudi
kanı akmayan İspanyol asili kalmamıştı. Bu beklenme­
dik sorunla ilgilenmek üzere, 1464 yılında Devlet ve Kili-

27
se biraraya gelerek, bu Yeni Hıristiyanlar'ın gerçek Hıris­
tiyan olup olmaclıklannı ve hangilerinin samirniyetle İsa
dinini kabul ettiklerinin, hangilerinin de gizlice Yahudi
kalmaya devam ettiklerinin tahkiki için üç kişilik bir ko­
misyon kurdular. Bu Engizisyon heyeti mahkemeler ih­
das etti ve hemen harekete geçti. Engizisyon mahkemele­
rinin görevi basitti: Yahudiliklerini gizlice devam ettiren
Yeni Hıristiyanlan yakalamak, yargılamak, suçlu bulu­
nanlan idam ettirmekti.
Bundan sonra, 1469'da, Kastilya Kraliçesi İzabella ile
Aragon krah Katolik Fernando evlendiler ve devletlerini
birleştirdiler. Bu olay, İspanya Yahudileri için sonun baş­
langıcı oldu. izahella ve Fernando Engizisyon müessese­
sinin yetkilerini genişlettiler ve Thomas de Toquemada'yı
Başenkizitör ataclılar. Bu fanatik papaz mahkemeleri'n
çalışmasına luz verdi ve göreve geldiği 1483 tarihinden
itibaren binlerce Yahudiyi ateşe yollaclı. Buna paralel ola­
rak yeni İspanya devleti, Yahudileri ülkeden tümden kov­
mak için hazırlıklara başlaclı ve bu amaç için bir Kovma
Fermanı hazırladı . Ferman iki hükümdar tarafından 3 1
Mart 1492'de ilan . edildi v� Mayıs ayında yürürlü�e
kondu.* Ferman uyannca, 100 bin kadar İspanya Yahu­
disinin en son 2 Ağustos'a kadar ülkeyi terketmesi isten­
di ve gerçekten de son gruplar bu tarihte İspanya'dan çık­
tılar. Bunların büyük bir bölümü göçmenlere kapılarını
açan Osmanlı devletine sı�ndı (daha sonra görüleceği
, üzere, II. Bayezid bu Yahudilerin kendileriyle birlikte çok
zengin bir kültür ve sanayi bilgisi geJ;ireceklerini hesapla­
mış ve hesaplarında yanılmamıştır). İspanyol Yahudileri­
ne, 1496-7 yıllannda kovulan Portekiıli dindaşlan katıl­
ch.
İberya Yahudilerinin kovulmalan İsrail tarihinde
önemli bir dönüm noktasıdır Bundan sonra büyük ve par­
lak bir kültürün sahipleri olarak bu Yahudiler faaliyetle­
rini geniş ölçüde Selanik, İstanbul, İzmir ve İsrail Ülke­
si'ne "transfer" ettiler, Osmanlı topraklarında önemli sa­
nayiler kurdular, özellikle top ve silah imalatında Os­
manlı ordusunun bir numaralı destek sektörü haline gel­
diler ve Türk devletine ilk kez matbaayı soktular.

28
V. Selçuklu Dönemi26

Bizans imparatorluğuna Doğu yönünden ilk darbele­


ri, Orta Asya'dan Batıya doğ'ru ilerleyen ve sonradan
Anadolu Selçukluian adım alan Türk boylan vurmuştur.
l l . yüzyıldan itibaren de, Anadolu'da Antik zamanlardan
beri mevcut olan Yahudi cemaatleri Türk yönetimine geç­
mişlerdir.
Selçuklular, Oğuz hanedarorun Üç Ok (ya da Uç Ok)
kolundan Dakak Bey'in oğlu adına anılan bir Türk boyu
ve hanedanıdır. Bu hanedan da üç kola aynlır: İran Sel­
çuklulan, Kirman Selçukl ulan ve Anadolu Selçuklulan.
Sırasıyla Tuğ'rul, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde
Selçuklular nispeten düzenli, dengeli ve özgürlükçü bir
yönetim kurdular; bu nedenle, Bizans zulm.ünden kaçma­
ya hazır olan gruplar -kuşkusuz Anadolu Yahudileri de­
bu tarihsel alternatifi kullanarak, Türklerin kontrol üne
giren topraklara kaydılar. Selçuklular da, bir vergi karşı­
lığı, idarelerine giren azınlıklara din ve vicdan özgürlüğü
tarudılar.27
l l . yüzyıl boyunca (özellikle ikin ci yansında), Önasya
ve Anadolu'da Selçuklularla Bizanslılar arasında savaş­
lar devam etti. Bunun dışında çeşitli Türk boylan da bir­
birleriyle mücadele ettiler. Anadolu Selçuklulan arasında
merkezi otorite, ancak ertesi yüzyılın ortalannda IL Kılıç
Arslan zamanında yeniden tesis edilebildi. Ne var ki, epe­
yi yaşlandıktan sonra IL Kılıç Arslan imparatorluğu ll
oğlu arasında böldü, ve iç kavgalara kapı açtı. Otorite ye­
niden, oğullanndan Rüknettin Süleyman tarafından ku­
ruldu. Bundan sonra Gıyasettin Keyhüsrev, İzzettin Key-

(26) Bu kısmın hazırlanmasında, Avraham Galante'nin , Les Juifs


sous la Damination des Turcs Se/djoukides, adlı eserinden ya­
rarlanılmıştır( i stanbul 1 94 1 )
.

(27) Buna karşılık bazı kaynaklar, i ran Selçuklularının, yerel Arap


otoritelerinin Yahudi ve Hıristiyan aleyhtarı yasalarını onaylam ış
olduklarını kaydederler. Arap tarihçiler, Selçukluların meyhane­
leri kapattırıp içkileri sokaklara dökmüş olduklarını yazarlarken,
bir�ok Yahudi ve Arabın geçim kaynaklarından olduklarını belir­
tirler.

29
kavus ve Alaettin Keykubat zamanlannda (1204'ten
1220'1ere) Anadolu Selçuklu devleti genişledi ve güçlendi.
Il. Gıyasettin Keykavus zamanında imparatorluk Cengiz
Han'ın öncü kuvvetlerinden hhanlılann etkisiyle zayıfla­
dı ve parçalandı. Bundan, Anadolu Türk beylikleri doğdu.
Anadolu Türk beyliklerinde Yahudi yaşamı hakkında
elimizdeki bilgi fazla değildir. Bu dönemde Yahudiler,
muhtemelen, Bizans zulmüyle Türklerin yumuşak siya­
seti arasında bir geçiş dönemi yaşamışlar ve eylemsiz bir
yaşam sürdürmüşlerdir. Zaten Selçuklular belirli bir uy­
garlık geliştirmemiş olduklarından, buradaki Yahudiler
muhtemelen kendi kültürel stoklanyla yaşamaya devam
etmişlerdir. Galante'ye göre, Karaman beyliğinin merkezi
Konya'da I. yüzyıl dan beri organize bir cemaat mevcuttu.
Karaman beylerinden birinin doktoru da Yahudiydi. Ger­
miyanoğullarının başkenti Ankara'da Yahudi varlığı mi­
lattan öneeye kadar uzanır. ·Hamitoğullannın sınırları
içinde bulunan Antalya'da da eski bir Yahudi cemaatı
mevcuttu. 1453'te İstanbul alındıktan sonra bu kentten
bir grup Yahudi yeni başkente gelerek yerleşmiş ve bura­
da cemaatlerinin adına bir sinagog kurmuşlardır.
Ege bölgesinde Yahudi varlığı, pek tabii, çok eskidir.
Selçuklu döneminde de burada Yahudi yaşamış olduğunu
belirten deliller vardır. Galante bazı folklorik bilgiyle bu
noktayı vurgulamaya çalışırken, Menteşe beyliğinin Mi­
His kentinde Ortaçağ'a ait bir mezar taşı bulunduğundan
söz eder. Taşın üzerindeki İbranice metin şöyledir:
"Şmuel Bahar Yitzhak 1356". Gene aynı araştırmacıya
göre, Gümüşlü'de bulunan Çıfıt Kalesi burada Selçuklu
döneminde Yahudi yaşadığına delildir. Aynı yerde, üze­
rinde İbranice yazılar bulunan bir mezar taşı bulunmuş­
tur.
Çandaroğullarının hakim oldukları Samsun, Sinop ve
çevresinde de Yahudiler yaşamışlardır. İstanbul alındık­
tan sonra Sinoplu Yahudilerden de bir grup buraya yerle­
şerek adianna sinagog kurmuşlardır. Aydınoğullarının
Tire kasabasından gelen Yahudiler de, İstanbul'da Antal­
ya ve Sinoplu dindaşlarının örneğini izlemişlerdir.
Selçuklu !löneminde Anadolu'da Yahudi yaşamı hak-

30
landa bilinenierin kısa bir özeti yukanda verilmiştir.
1328 tarihli bir belgenin altında bulunan Yehuda Anatoli
imzası fazla aydınlatıcr de�ldir. Anadolulu Eliyau Çelebi
haKoen adlı şair, muhtemelen 15. yüzyılda yaşamıştır.
Mora asıllı Şlomo Ben Eliyau Efes'e yerleşmiş ve İstan­
bul'un alınmasından önce burada yaşamıştır. Rabi Şlomo
dilbilgisiyle ilgilenmiş, şiir yazmış ve astronomi alaronda
çalışmalar yapmıştır.

VI. Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudiler

Görüldüğü üzere Türkler Anadolu'ya geldiklerinde,


bölgede 1600 yıldan beri çeşitli Yahudi cemaatleri yaşa­
makta ve çevre uluslan bu toplumun kültüründen etki ­
lenmekteydiler. Öte yandan belirtilmesi gereken bir nok­
ta da, Anadolu'nun Bizanslılardan Türklere geçtiği yıllar­
da meydana gelen savaşlar sırasında kaydedilen nüfus
hareketleridir. Anlaşıldığı kadanyla bu savaşlar sırasın­
da, diğer halkla birlikte birçok Yahudi de kaçmış ve eski­
den beri mevcut olan cemaatler ortadan kaybolmuştur.
Bu nedenle bazı Yahudi tarihçiler, ilk Osmanh hüküm­
darlan zamarnnda bu hükümdarlann kontrol ettikleri
topraklarda hiç Yahudi yaşamadığım yazarlar. Bu nokta­
yı özellikle vurgulayan Yahudi tarihçisi Şlomo Rozanes
muhtemelen, bu nüfus hareketlerinden dolayı bu kanıya
varmıştır.28
1. Kuruluş Dönemi (1299-1451) - Bununla birlikte,
tarihsel kayıtlara göre Brusa ya da Perusa kenti (bugün­
kü Bursa) Orhan Bey tarafından alındığında, çatışmalar
nedeniyle Hıristiyanlarla birlikte kaçan Yahudiler geri
döndüler. Hatta Orhan Bey bir Ferman çıkartarak, bugü­
ne kadar ayakta duran Ets haHayim sinagogunun kurul­
masına izin verdi.
Osmanlı hükümdarlan , imparatorluğun kuruluş yıl­
lannda kayda değer bir ileri görüşlülük göstererek, sa­
vaşlar sırasında kaçan halkın ve özelilikle Yahudilerin
geri dönmelerini sağlamak için tedbirler almışlardır. Baş-

(28) Şlomo Rozanes, Togarma, cilt 1, s.2.

31
ka bir deyişle Osmanhlar, Yahudilerin ticaret, sanayi,
'
maliye, idare ve bilim alanlannda önemli elemanlar ol ­
duklanm ve kurulmakta olan imparatorluğun temelleri­
nin saıtlamlaştınlmasında yararlı olacaklanm anlamış­
lardır (şiddetli Yahudi düşmanlığına raıtmen, Avrupalı
Hlristiyan hükümdarlar da Yahudilerin bu alanlardaki
uzmanlıklanndan yararlanmakta geri kalmamışlardır).
Nitekim Orhan Bey ve kardeşi Alaettin, komşu ülkelere
kaçan tüccar ve kalifiye elemanlan geri ç$rmışlar ve bu
çaltTI üzerine Bizans topraklanndan hatta Şam'dan Ya­
hudiler Bursa'ya gelip yerleşmişlerdir.
Bu dönemden itibaren Bursa ve dilter Osmanlı kent­
leri çok gelişti. Bursa Yahudi cemaati o kadar genişledj
ki, burada bir sinagog inşa etme gereıti hasıl oldu ve -
yukanda belirtildiği üzere- Orhan Bey özel bir ferman çı­
kartarak kentte bir sinagogun kurulmasına izin verdi.
Kendilerine özgü yaşamlannı sürdürebilmek için Yahudi­
ler kendilerine ait bir mahalleye yerleştiler (bu yer hala
"Yahudi Mahallesi" adını taşır) zamanla birçok Osmanlı
kentinde buna benzer mahalleler kuruldu.29
Bursa'yı aldıktan sonra Osmanlı kuvvetleri, İstan­
bul'u tecrit etmek amacıyla Trakya'ya geçtiler ve Avrupa
yönünde ilk adımlannı attılar. Gelibolu'dan sonra Edirne
alındı ve I.Murad başkentini Bursa'dan Edirne'ye naklet­
ti.
Bu sıralarda Edime'de, fakir ve Bizans zulmünden
çok çekmiş olan küçük bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı
ki, bu topluluk, Osmanlılar kente geldiklerinde bu geliş­
meyi bir kurtuluş saydı. Franco'ya göre, kent Yahudileri
Padişah'ı büyük sevinç gösterileriyle karşıladılar. Yunan­
cadan başka dil bilmediklerinden, Edimeli Yahudiler
Bursalı dindaşlanndan bazılarını, Türkçeyi öğretmelen
için kentlerine getirdiler.
Bundan sonra, Roma yönetiminden bıkan Balkan Ya­
hudileri Osmanlı topraklanna göçetmeye başladılar. Bu
şekilde Sofya, Niş, Larisa cemaatlerinden büyük gruplar
Trakya'ya ya da Balkanlar'ın Osmanlı yönetimine geçen

(29) Franco, Essai, s. 27-28.

32
kısımlanna, Franco'nun deyişiyle, "hilalli bayrağın adalet
ve hoşgörüyü getirdikleri topraklara" yerleştiler. Edirne'­
nin başhalıarnı bütün Osmanlı topraklanndaki Yahudiler
üzerinde otorite hakkı kazandı ve kentteki ditı akademisi
(yeşiva) imparatorluğun her yanından öğrenci çeken bir
Yahudi eğitim merkezi haline geldi . Hatta, Macaristan,
Polonya ve Rusya'dan Yahudi gençler bu yeşivada tahsil
etmek için gelmeye başladılar.
· !.Mehmet. zamanında ( 1413-2 1) İzmir de imparator­
luğa. dahil oldu. Rozanes'e göre, daha sonra çok önemli
. bir merkez haline gelecek olan İzmir'de o sıralarda fazla
Yahudi yaşamıyordu. Bununla birlikte, bütün Osmanlı
kentlerinde görülenler burada da meydana geldi ve yö�­
. tim değişikliğinden sonra Yahudiler buraya da yerleşme­
ye başladılar.
Sözünü ettiğimiz dönemde üzerinde durulması gere­
ken başlıca olaylardan biri de Şeyh Bedrettin isyanıdır.
Derviş lideri olan Şeyh Bedrettin tanınmış bir din otorite­
si ve hukukçuydu. Bu sıralarda, günümüzün sosyalizmi­
ne çok benzeyen bir doktrin geliştirmiş ve görüşlerini
yaymaya başlamıştı. Buna göre, ·bütün insanlar ve dinler
eşit, mallar da ortak olmalıydı ("kadınlar hariç''). İnsan­
lar özgür olmalı ve istedikleri gibi yaşamalıydılar. Bed­
rettin'in sağ kolu, Manisalı Samuel adında bir Yahudi idi;
Samuel din değiştirmiş Torlak Kemal adını almış, Bed­
rettin'in emriyle 3000 dervişin başında, bu sosyalist dakt­
rini yaymak üzere Balkanlar'da faaliyete geçmişti. Torlak
Kemal kent kent gezer, halkı sokaklarda toplar, ideoloji­
sini anlatırdı : "Senin evinde benim evimmiş gibi oturu­
rum, sen de benim giysilerimi, silahlanını ve arbalanını
kullanırsın, tıpkı benim seninkileri kullanabileceğim gibi ;
yalnızca kadınlar bu kurala dahil değildir".
Sultan I. Mehmet Trakya'ya yayılan Derviş kuvvetle­
rine karşı Saruhan beyini çıkardıysa da, Türk kumanda­
nı savaşta yeniidi ve muharebede öldü. Bundan cesaret
alan Torlak Kemal'in dervişleri faaliyetlerine hız verdi­
ler, İslam dininden uzaklaşan ve Hıristiyan dininin özel­
liklerini kazanmaya başlayan bir i deoloji yaymaya başla­
dılar. Samhan'ın yeni beyi Aydınlı Ali Bey, Padişah tara-

33
fından derviş meselesiyle ilgilenmeye memur edildi an­
cak o da yenilerek Miınisa'ya çekilmek zor.u nda kal dı . Bu­
nun üzerine L Mehmet, oğlu Şehzade Murad'ı yeni bir or­
dunun başına geçirdi, yanına Sadrazam Bayezid Paşa'yı
da katarak, isyarn kesin olarak bastırmak ü zere harekete
geçti. Osmanlı kuvvetleriyle derviş birlikleri İzmir cıva­
nnda Karaburun'da karşı karşıya geldiler ve bu kez der­
vişler bozguna uğradılar. Torlak Kemal Mani sa'da sıkıştı­
nldı, burada meydana gelen muharebeyi kaybetti, ya:Ka­
landı ve idam edildi . Şeyh Bedrettin de kısa süre içinde
yakalanarak Serez'de asıldı.
Şeyh Bedrettin i syanında Torlak Kemal önemli bir
rol oynamı ş olmakla birlikte, hem bu " sosyalist ideoloji­
de" hem de isyan fikrinde bir Yahudi etkisinden söz
etmek zordur. Üstelik Torlak Kemal dinini bırakarak
-muhtemelen propaganda yaptı� Müslüman çevrelerine
yabancı görünmemek için- Müslümanlığa geçmiştir. Bu­
nunla birlikte, Bizans zulmü altındaki eylemsizlikten
sonra, Osmanlı yönetiminin hemen ilk yıllannda biT Ya­
hudinin -olumlu ya da olumsuz- bu denli ciddi ve faal bir
rol oynama durumuna gelmiş olması kayda değer bir
olaydır. Bu olay, her şeyden önce, Bazı Yahudilerin ve
belki de genel olarak Osmanlı -Yahudi cemaatlerinin kısa
süre için_de yeni kültürlerine "entegre" olduklanna işaret­
tir.
1421 yılında Osmanlı tahtına II. Murad geçti ve bu
padişahın hükmü 1451 yılına kadar sürdü. Sultan II. Mu­
rad imparatorluğu genişletmeye devam etti ve gayrimüs­
limlerden oluşan birlikler kurdu. Bu biriikiere zamanla
birçok Yahudi de katıldı ve bunlar uzun yıllar Osmanlı
kuvvetlerinde hizmet gördüler. Rozanes'e göre, bu biriik­
Iere katılmak istemeyenler bir bedel karşılı� askerlikten
muaf kılındılar. Ancak bu kaynak, Yahudilerin birçok Os­
manlı seferine katılmış olduklannı kaydeder.30 Yahudi
tarihçi, Ladino dilinde çıkan Guerta de la İstoria gazete­
sinde yayımlanan bir yazıya i stinaden, Yahudilerin Os­
manlı ordusuna hizmetlerinin bir bilançosunu yaparken

(30) Togarma, s. 1 1 dipnot 1 8

34
şöyle der: "Her zaman ve yüzyıllardan beri Türkiye Yahu­
dileri savaşa katıldılar ve Osmanlı devletinin Avrupa'da­
ki savaşlannda başanya ulaşmalan için çok para harca­
dılar, zira bu yönetim altında dinlerinin icaplannı rahat­
lıkla yerine getirebileceklerini ve Yahudi olduklan için
maruz kalabilecekleri saldınlara karşı Türk devletinin
onlan koruyacağını bi1iyorlardı."31
16. yüzyılın sonunda Fransa Yahudileri koyuldukla­
nnda, bir kısmı Türkiye'ye sığındı. Aşkenaz (Orta­
Avrupa) Yahudilerinden gruplar da II. Murad zamanında
Osmanh topraklanna göç ettiler.
Sutan II. Murad Yahudilere karşı çok olumlu bir tu­
tum takındı ve zamanın en büyük tıp bilginlerinden İs­
hak Paşa'yı saray doktoru (Hekimbaşı) atadı. Sultan Mu­
rad aynca, İshak Paşa ve ailesini bütün vergilerden muaf
kılan bir ferman çıkardı. Bundan sonra Yahudilerin sa­
ray doktorluğu gelenek halini aldı ve birçok Yahudi tıp
uzmanı Babı-ali'de görev yaptı .
2. II. Mehmet (Fatih) Zamanı (1451-82) - II. Meh­
met İstanbul önlerine geldi�nde, kent Yahudileri daha
çok Galata kesiminde oturmaktaydı. Bizans imparatorlu­
ğu tamamen çöküp İstanbul'un alınması an meselesi ha­
line geldi�nde, durumlanndan memnun olmaktan çok
uzak olan kent Yahudileri, muhtemelen, Osmanlıların
zaferini çabuklaştırmayı düşündüler. Anlaşıldığı kadany­
la bu cemaat, surların içinden kenti muhasara eden Os­
manlı kuvvetlerine fiilen yardım etmenin imkansızlığı
karşısında, Bizans yönetimiyle i şbirli� yapmaktan kaçın­
ma yoluyla, Türklerin savaş çabasını dolaylı olarak des­
teklediler. Hatta, bazı kayn,aklara göre, İstanbul Yahudi­
leri Fatih'le gizli bir anlaşma yapmışlar, bu dolaylı işbir­
li�ne karşılık da Fatih, kenti aldıktan sonra, Yahudilere
imtiyazlı bir statü tanımıştır. Fatih'in bu konuda çıkar­
mış olduğu ferman bugüne dek yayımlanan belgeler ara­
sında bulunmamakla birlikte, Osmanlı hükümdarlan ta­
rafından de�şik tarihlerde en az üç kere teyit edilmiştir.
Nitekim 1 Nisan 1604 tarihinde III. Mehmet tarafından

(3 1 ) Aynı kaynak, s. 1 0- 1 1 .

35
çıkanlan bir ferman* ILMehmet'in Yahudilerle, 150 yıl
önce yapmış olduğu anlaşmayı ve verilen haklan teyit ve
tekrar etmektedir.32
Osmanlılar İstanbul'u aldıktan sonra, II. Mehmet ye­
ni sinagoglann i nşasım yasak etmekle birlikte, Yahudile­
re din ve vicdan özgürlüğü vaadetti. Muhasara sırasında­
ki işbirliğine istinaden yapılan bu taahhüde ek olarak,
Osmanlı padişalu, mevcut sinagoglann imar edilebilece­
ğini ve evlerin sinagoga dönüştürülebileceğini ilan etti .
Bu fermanla Fatih, Yahudilerin din ve inanç meselelerine
kanşılmayacağım da tesbit etti (bundan sonralri dönem­
lerde, onanlması gereken sinagoglar için çıkanlan emir­
lerde, her zaman, feth-i hakani yani İstanbul'un alınması
sırasında ILMehmet'in Yahudilere vermiş olduğu bu söz
zikredilir).
Fatih'in Yahudiler lehinde bir tutum taklnmış olması­
nın yegane nedeni, bu cemaatin Bizans'ın muhasarası sı­
rasında taklnmış olduğu Türk taraftan tutum değildir.
Ondan önceki Osmanlı hükümdarlan gibi Fatih de, Yahu­
dilerin teknik yeteneklerini küçümsememiş ve yeni impa­
ratorluğun kalifiye eleman ihtiyacım gözden kaçırmamış­
tır. Bu nedenle kenti alır almaz33 güvenilir bir milletin
yerli Rum unsurlara karşı dengeleyici bir rol oynayacağı
düşüncesinden hareketle, Yahudileri kente yerleşmeye da­
vet etmiş ve bu amaçla imparatorluk kentlerine tamimler
yollayarak, İstanbul'un Yahudilere açık olduğunu ilan et­
miştir. Hatta II. Mehmet, buraya yerleşecek Yahudilere
"evler, tarlalar, bağlar ..." vaadetmiştir. Bunun üzerine de
birçok Yahudi ("binlerce aile") İstanbul'a geçmiştir.34
Evliya Çelebi'ye göre de, Edirne'den getirtilen Yahu­
diler İstanbul'da, Mahalletü'l-Yahudiyyin-i Edirneuiyyin
adı verilen bir semte yerleştirilmişlerdir. Bu tarihte, İs­
rail Ülkesi'nin Safed kentinden bile Yahudi gruplan gelip
İstanbul'a yerleşmişlerdir.

(32) Avraham Galante, Documents Officiels Turcs Cancemant /es


Juifs de Turquie l stanbul 1 93 1 , s. 1 63-166.
(33) Franco'ya göre, kent alındıktan "üç gün sonra" (Essai, s.31 )
(34) Aynı kaynak.

36
Osmanlı hükümdannın özel doktoru Yaakov admda
bir Yahudiydi. Resmi belgelerde Hekim Yakup (Maestro
Iacopo) adıyla anılan bu doktor, aynı zamanda Fatih'in
"maliye bakanı" idi (Defterdar). Osmanlı devletine diplo­
matik hizmetlerde de bulunmuş ve bu hizmetlerine karşı ­
lık vergilerden muaf kılınmıştır. IL Mehmet 1452 yılında,
İstanbul'un alınmasından kısa bir süre önce, kent önle­
rinde Boğazkesen mevkiinde imzalamış olduğu fermanda
şöyle demektedir:
"Bu fermanı yazmaının nedeni, bilginierin şam ve
doktorlan n tacı , zamanın Galenos ve Hippokrates'i, Ya­
hudi doktor Yakub'u ve bütün zürriyetini. .. benden sonra­
ki sultaniann koyacaklan dahil bütün vergilerden muaf
kılmaktır. Yukanda zikredilen kişilerden (Yakup ve aile­
si) belirtilen (vergilerden) talep edenler, Tann'nın, melek­
lerin ve insaniann gazabına uğrasın.
İşbu ferman, Boğazkesen'de Hicri 856 yılımn ( 1452)
dördüncü ayında (Rebi ü1 ahir) verilmiştir."
Bilindiği kadanyla, IL Mehmet zamanında Bab-ı­
ali'deki tek Yahudi, yukanda adı geçen Hekim Yakup'tur.
Franco, IL Mehmet'in Moşe Amon'u özel doktoru tayin et­
miş olduğunu yazmakla birlikte, bu bilginin yanlış oldu­
ğu hemen hemen kesindir.35 Amonlann büyüğü Yitzhak,
Granada'mn Müslüman hükümdanna, Moşe Amon'un
babası Yasef, Il. Bayezıd ve I. Selim'e hizmet etmişlerdir.
Ailenin adım Osmanlı tarihine geçiren Moşe Amon,
1490'da, Fatih öldükten sonra doğmuştur.
Mehmet Zamanında İstanbul Yahudi Cemaati: Kap­
sali ve Komtino İstanbul alındıktan sonra Osmanlı ce­
·

maatlerinin en önemlisi haline gelen İstanbul topluluğu­


nun lideri Rabi Moşe Ben Eliya Kapsali ve Rabi Morde­
hay Komtino'dur. İstanbul dışındaki Osmanlı kentlerinde
Yahudi kültürel gelişmesi -ertesi yüzyıla kalmıştır (yalnız
Edirne'de, belirtildiği üzere, kayda değer gelişmeler ol­
muştur).
Rabi Moşe Kapsali ( 1420-96) Girit'te doğdu ve Bizans
döneminde İstanbul'da hahamhk yaptı . Kent Osmanlı yö-

(35) Revues des Etudes Juives, cilt LVI, no. 1 1 1 s. 5 (Paris, 1 905)

37
netimine geçtikten sonra, Franco'ya göre, Padişah tara­
fından -bir vergi karşılıjtı- Halıarnbaşı atandı (bununla
birlikte, Encyclopaedia Judaica " İstanbul'un en önemli
hahamı" oldu�nu kaydeder. Gerçekten de, babambaşılık
müessesesi resmen 19. yüzyılda kurulmuştur). Mısırlı ta­
rihçi Joseph Sambari'ye göre Kapsali, II. Mehmet tarafin­
dan, İstanbul müftüsü ve Rum patriğiyle birlikte, Divan'a
üye atanmıştır. Judaica bu bilgiyi de kuşkuyla karşıla­
makta ve Müftü'nün bu dönemde Divan üyesi olmadıjtını
belirterek, Yahudi liderin Divan üyesi olamayacajtını vur­
gulamaktadır.
Kapsali, o zamanlar güçlü bir cemaat olan Karayla­
nn Talmud okuHanna alınmalannı yasaklamış ve bu ce­
maatin etkisini azaltmıştır. Bu arada, bir dinsel hukuk
meselesi nedeniyle, zamamn hukuk otoritelerinden İtal­
yalı Rabi Joseph Kolon ile bir tartışmaya girmiş ve çatış­
ma ancak, Kolon'un hatasını anlaması üzerine sona er­
miştir. Bu tartışmada Rabi Kolon, bir aile hukuku konu­
sunda Kapsali'yi Yahudi yasalanm ihlal etmekle suçla­
mış ve İstanbul cemaat liderini "herem" yani "aforoz"la
tehdit etmiştir.36
Kapsali, İspanya'dan kovulan Yahudilerin yerleştiril­
meleri için çalışmış, Bab-ıali ve -İberyalılar gelmeden ön­
ce- II. Mehmet tarafından dürüstlüğü ve sa(tduyusu için
övülmüştür.
Rabi Mordehay Ben Eliezer Komtino ( 1420-1487'den
önce), Kapsali gbi İstdanbul'un alınmasına şahit olmuş
kent liderlerindendir. İstanbul'da doğdu, din 'dışında ast­
ronomi ve matematik alanlarında etüdler yapmıştır.
Komtino, İstanbul'da gelişen İbrani kültür hareketi­
nin liderlerindendi. Dinsel eğitime paralel olarak liberal
ve laik eğitimi, genel kültürün dinsel kültürden önemsiz
olmadıjtını savundu. Rabi Mordehay Komtino, hocası Ka­
talonyalı Hanoh Saporta'nın etkisiyle Karayiara karşı
olumlu bir tutum takındı ve Eliya Başyazi ve Kalev Men­
dopulo gibi, sonradan adlan duyulacak Karay liderlerine

(36) Herem konusunda aydınlatıcı bilgi için bkz.: /srail Ulusu 'nun Ta­
rihi, s. 1 06.

38
hocalık yaptJ . Komtino, Edimeli Aşkenazi hahamı Rabi
Yitzhak Tsarfati'nin de hacası oldu.
Bu lider dinsel ve bilimsel konularda birçok eser ver­
di, hem Yahudi hem Yahudi olmayan çevrelerde büyük
bir bilgin olarak tanındı. İbn Ezra gibi büyük Tevrat yo­
rumculannı eleştirme ce�aretini bile gösterdi ve öğrenci­
lerine, Tevrat ve Talmud tahsil ederken, bu eserlerin da­
ha iyi anlaşılınasını olanaklı kılan müspet biltmleri ihmal
etmemelerini telkin etti ("bütün bilimler öğrenilmedikçe,
Talmud'u anlamaya ve öğrenmeye olanak yoktur"). İbn
Ezra'yı eleştİrmesi üzerin� maruz kaldığı sert tepkiler
karşısında, İbn Ezra gibi büyük bir bilginin dahi hata ya­
pabileceğini söylemiştir.
15. Yüzyılda Osmanlı Topraklarında Yahudi Yaşamı
- Görüldüğü üzere, 15. yüzyılda, Anadolu ve Ortadoğ'u'da
yeni ve sağlam bir yönetim kurulmuş ve bu dönüm nokta­
sı bölgede yaşayan Yahudi cemaatlerini önemli ölçüde et­
kilemiştir. Daha da ileri gidilerek denebilir ki, bu değişik­
liğin sonucu olarak, yüzyılın sonunda yerlerinden edile­
cek olan İberya Yahudileri için bir kurtuluş yolu açılmış­
br.
Osmanlılann bölgeye hakim olmalan yalnız yerli Ya­
hudileri etkilemekle kalmamış, durum İberyalı Yahudile­
rin kulağına gittiği gibi, Orta-Avrupa cemaatlerinde de
demografik değişiklikler yaratmıştJr. Gerçekten de, Edir­
neli Aşkenazi hahamı Yitzhak Tsarfati'nin yazmış olduğu
bir mektup üzerine birçok Alman Yahudisi Osmanlı top­
raklanna göç etmiştir.
Rabi Yitzhak Tsarfati hem Osmanlı ülkelerinin hem
de Orta-Avrupa'nın değişik yerlerinde yaşayan Aşkenazi
cemaatlerin lideriyili (ailesi, bu cemaatlerin liderliğini 17.
yüzyılın sonuna kadar korumuş ve Alman Yahudilerini
Edirne'deki merkezlerinden yönetmişlerdir). 1430 yılına
doğru iki Aşkenazi din adamı Rabi Tsarfati'yi ziyarete
geldiklerinde Türkiye'de hüküm süren koşullan yakın­
dan görmüşler ve bu topraklara göçün, Orta-Avrupa'da
Hıristiyan zulmü altında ezilen Yahudiler için bir çözüm
olabileceğini düşünmüşlerdir. Bunun üzerine de lider du­
rumunda olan Rabi Tsarfati'ye başvurarak bu cemaatlere

39
bir mektup yazmasını ve bu topraklara gelmeleri için bir
çağnda bulunmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Rabi
Yitzhak Tsarfati, 1430 yılında Orta-Avrupa Yahudilerine
Türkiye'ye gelmeleri için çağnda bulunmuştur. Aşağıda
metni verilen mektup, 15. yüzyılda Osmanlı ülkelerinde
Yahudi yaşamı hakkında bilgi veren önemli bir kaynaktır:
" ...Aşkenaz [Alman] ülkesindeki kardeşlerimiz, İsrail
Ottullannın her gün çekmiş ve çekmekte olduklan ölüm­
den acı ızdıraplan, bir yerden bir ye�e, bir kentten bir
kente kovulmalannı, maruz kaldıklan zulmü duydum ...
Sadık bendeniz ve mütevazi kardeşiniz Yi'tzhak Tsarfati ,
ailem Fransalı olmakla birlikte, Aşkenaz'da doğdum (ve
orada okudum), ancak doğduttum ülkeden göç etmek zo­
runda kaldım ve buraya, Togarma Ülkesi'ne geldim. Bu­
rada hiçbir şey eksik değildir. Tann bu ülkeyi iyiye dü­
şünmüş. Togarma, Hayat Ülkesi'ne (İsrail) giden yolda­
dır; Kudüs'e kadar bütün yol, deniz üzerinden altı millik
bir geçiş dışında, karayoludur. Her gün, İsmaililer (Müs­
lümanlar) ve Yahudilerden oluşan büyük kervanlar çı­
kar ...yol emindir... " (kaynak: Rozanes, Togarma, cilt 1
s.20)
15. yüzyılın sonlanna doğru Osmanlı devleti, kuruluş
dönemini geçti ve genişleme ve yükselme dönemine girdi .
İberyalı Yahudiler de, tarihin nadir kaydettiği bir rast­
lantı sonucu, hem kendileri açısından en zor hem de Os­
manlı devletinin en çok kalifiye elemana ihtiyacı olduğu
bir dönemde buraya göçettiler.
3. II. Bayezid Zamanı: İberya Yahudilerinin Gö­
çü -İberya Yahudilerinin Türkiye'ye göçü kolay olmamış­
tır. Bu uzun ve tehlikeli yolculukta Yahudiler bütün ser­
vetlerini kaybetmişler, ya onlan taşıyan gemiciler, ya
korsanlar ya da İtalya'da konaklamış olduklan transit li­
manlannda soyulmuşlardır. Bunlann bir bölümü, gide­
cekleri yere varmadan çok önce açlık ya da hastalıktan
ölmüşler, yola devam edebilenler zaman zaman korsanla­
no eline. düşmüşlerdir.*

Bununla birlikte Türkiye'ye varmayı başaran İberya­


lı Yahudiler, yerli dindaşlanrun yardımlanyla kısa süre
içinde kendilerine geldiler, yeni ve verimli bir yaşam kur-

40
dıilar. Eliyau Kapsali'ye göre, "Türkiye Yahudileri (Bi­
zans cemaatleri) yeni gelenlere çok büyük yardımlarda
bulundular ve paralannı çakıltaşı gibi dağıtarak göçmen
dindaşlannı yerleştirdiler."
Göçmenlerin süratle yükselmelerinin bir başka ve
çok önemli nedeni de, beraberlerinde getirmiş olduklan
bilgiydi. Bunlar genel olarak meslek sahibi1 sanayi ve ti­
caretten anlayan ve Türkiye'de sıkıntısı çekilen eleman­
lardı. İspanya Yahudileri -örneğin- ateşli silah imalatın­
da uzman kişilerdi. Osmanlı ordusu da bu sıralarda bu
yeni silahlarla teçhiz e'dilmekteydi . İberya Yahudilerinin
gelmesi, o sıralarda Osmanlı ordusunda çok hissedilen
bir eleman sıkıntısını gidermiş oldu. Öte yandan bu Ya­
hudiler, Avrupa'da yepyeni bir sanayi dalı olan matbaayı
da Osmanlı ülkelerine getirdiler. Bunların dışında, teks­
til boyama ve dokuma alanlannda uzman olan kişiler de
bu göç dalgasıyla Türkiye'ye geldiler.
Yahudiler Osmanlılann göstermiş olduklan iyimyet
ve hoşgörüyü karşılıksız bırakmadılar ve 15. yüzyılın so­
nundan itibaren Batı uygarlığını Türkiye'ye sokmaya
başladılar. Yahudileri devletine alan ve bu kişilerin yete­
neklerinin farkında olan IL Bayezid ( 148 1-1512), bu ko­
nuya değinerek şunlan söylemiştir: "Böyle bir kralın (İs­
panya kralı Femando) akıllı olduğunu kim söyleyebilir?
Kendi ülkesini sefalete sürerken benimkini zenginleştiri­
yor" .37 ll. Bayezid Yahudilerin iyi karşı lanmaları için bü­
tün illere haber gönderdi hatta bunlara zarar verenlerin
idamla cezalandınlacağı şeklinde bir emir çıkardı.
İspanyol Yahudileri İspanyolcayı klasik şekliyle bir
yüzyıl daha korudular ve beraberlerinde getirmiş olduk-·
lan kültürü Osmanlı kentlerine yaydılar. Böylelikle Sela­
nik, İstanbul, İzmir, İskenderiye ve daha birçok kentte ti­
caret dili İspanyolca oldu. Göçmenler, varmış olduklan
kentlerde, İspanya'dayken oturmuş oldukları kent ve böl­
gelere göre gruplaştılar (Argonlular, Cordobalılar, Tole­
dolular, Sevillalılar gibi) hatta bu kent,ve bölgelerin adla­
nnı soyadı bellediler.

(37) im manuel Aboab. Nomologia o Discursos Legales.

41
Göçmenler hemen hemen geldikleri andan i tibaren
yükselmeye başladılar. Aralanndan İspanya'dayken yük­
sek görevlerde bulunmuş olanlar derhal saraya alındılar,
bu kişiler Osmanlı maliye ve dışişlerinde söz sahibi oldu­
lar. Hatta denilebilir ki, 16. yüzyılda yani en parlak dev­
rinde Osmanlı imparatorlu�unun yönü, bu danışmanla­
Tin fıkrine göre de tesbit edildi.
4. 16. Yüzyıl: Altın Dönem - Bu yüzyılda Osmanlı
imparatorluğu en parlak dönemini yaşamış ve topraklan
en geniş sınırıanna erişmiştir. Bu yüzyılda imparatorluk
toprakl anna iyice yerl eşen göçmenler Yahudi Sürgün ta­
rihinin en büyük isimlerinden bazılanru yetiştinnişler­
dir. Yasef Nasi Osmanlı devletinin maliye ve diplomatik
faaliyetinde önemli roller oynamı ş, Tiberya'da büyük bir
Yahudi koloni si kunnaya çalışmıştır. Amon ailesi Bab­
ılili'ye en büyük doktorlanm venniş, Osmanlı hükümdar­
lık ailesi yalnız bu doktorlara güvenmişlerdir. Bunlann
dışında Salomon Ben · Natan Eşkenazi, Salomon Aben
Yaeş ve Ester Kira, Osmanlı padişahlanyla Batılı hü­
kümdarlar arasında ili şkiyi sağlamışlar ve diplomatik
sistemde önemli roller oynamışlardır.
İstanbul imparatorluğun başkenti olduğundan, bu
faaliyetler d�al olarak burada yer almış, önemli simalar
burada yaşamışlardır. Öte yandan bu dönemde, Safed
kentinde, Cordoba'nın yerini alan bir Talmud ve özellikle
Kabala ekolünün yükselrnek'te olduğunu da görüyoruz.
Yaakov Beirav burada Sanhedrin'i diriltmek isterken,
Yosef Karo da bugünkü Yahudi hukukunun temeli sayı ­
lan Şulhan Aruh'u burada tamamlamıştır.
Amon (Hamon) Ailesi - Amon ya da Harnon adıyla ta­
nınan İspanyalı göçmen ailesi, yetiştirmiş olduğu tıp dok­
torlanyla isim yapmıştır. Yitzhak Amon 1400 yıllannın
ortalanna doğru Granada'nın Müslüman hüküm dan Ab­
dullah'ın özel doktoruydu.
Yahudiler İspanya'dan kovulduktan sonra Amonlar
da Türkiye'ye geldiler ve hemen Bab-ıali'de bir mevki
edindiler. Granada'da doltmuş olan Jozef Amon önce Il.
Bayezid sonra 1. Selim'in doktoru ol du. Josef Amon, padi­
şahını çıkmış olduğu seferlerde de i zledi ve 1517 yılında,

42
o zamana dek görmemiş olduğu anavatanı İsrail'in Os­
manlı topraklanna katılmasına şahit oldu, 1 5 1 8 yılında
da -seferden dönerken- Şam'da öldü.
Josef Amon'un oğ'lu Moşe, Osmanlı döneininin en
parlak zamanında yaşamış olduğu için ( 1490-1554) aile­
nin de en çok isim yapan üyesi olmuştur. Babasının ölü­
mü üzerine Moşe Amon Hekimbaşı oldu ve I. Selim'den
sonra Kanuni Sultan Sü�eyman'a da hizmet etti (bazı
araştırmacılar Moşe Amon'un I. Selim değ'il Kanuni tara­
fından saray doktoru atanmış olduğunu kaydederler).
Bilindiğ'i kadanyla Moşe Amon, saray çevrelerinde
iyi ve olumlu ilişkiler kurmuş olmakla birlikte, bir entri­
kaya kurban gitti ve bunun sonucu olarak görevinden
alındı. Burada Yahudi aleyhtan bir eylemin sözkonusu
olup olmadığı açık değildir. Şurası gerçek ki, Arnonlar sa­
rayda sağ'lam bir yere sahiptiler. Moşe Amon Padişahın
sempatisini kazanmış hatta -bir keresinde- Arnasya'da
patlayan bir kan iftirasının tekrannı önlemek amacıyla,
hükümdardan bir ferman almayı baş armı ştı. Bununla
birlikte, bir Yahudinin Bab-ıali'deki durumu kolay değ'il ­
di. Bunlar Müslüman çevreler gibi destek kaynaklanna
ve lobi olanaklanna sahip değillerdi; özellikle göçten he­
men sonra bu kişiler yalnız kendi yetenek ve ileri görüş­
lerinden güç alma durumundaydılar. Örneğ'in II. :Sayezid
bir keresinde Jozef Amon'dan Müslüman olmasını iste­
miş ve bu konuda bir karara varması için kendisine ''üç
gün" mühlet tanımıştır. Sürenin dolmasından sonra Josef
Aıİıon Padişahın karşısına çıkarak, II. Bayezid'e bir han­
çer uzatmış ve ölümü din değiştirmeye tercih ettiğini söy­
lemiş, ölmeye de hazır olduğunu bildirmiştir. Padişah bu
sadakat ve inanç örneğ'i karşısında hem şaşırmış hem de
memnun olmuş, talebinden vazgeçmiştir.38
Amon Ailesi, Osmanlı sarayı tarafından Evlad-ı Mu­
sa (Moşe Amon'un Evlatlan) unvanıyla bütün vergilerden
muaf kılınmışlardır. Burada hangi Musa'nın yani hangi
Moşe Arnorı'un sözkonusu olduğu belli değ'ildir. Franco
bir Moşe Amon'un hekimbaşı atandiğ'ını yazarken (Essai

(38) REJ, LVI 1 908, s.?

43
s.31 ), Gross bunun doğru olmadığını belirtmektedir (REJ,
LVI 1908 s.5). Buna göre, Arnonlara Eviad-ı Musa payesi
Kanuni tarafından verilmiştir. Öte yandan Franco'nun
haklı olduğu ve burada Jozefin babası Moşe Amon'dan
söz edildiği düşünebilir (Jozef oıtluna Moşe adını verdiği­
ne göre, babasının adının da Moşe olduğu hemen hemen
kesindir). Ancak bu noktada, Amon ailesinden bir dokto­
run Yahudiler İspanya'dan kovulmadan önce Fatih'in ya­
nında hizmet etmiş olduğunu düşünmek gerekir ki, bu da
ilginç bir araştırma ve tartışma konusu olabilir.
Moşe Amon Kanuni'nin yanında Bağdat seferine ka­
tılmış ve dönerken Babilli Yahudi bilginlerinden Yosef
Tavus'u yanına almıştır. Tavus Tevrat'ı, Yahudilerin kul­
lanmış oldukları Farsi Yahudieeye çevirmiş ve bu eserini
1546 yılında, ' Moşe Amon'un yardımıyla İstanbul'daki
Sonsino Matbaasında, Tevrat'ın Ararnca ve Arapça çeviri­
leriyle birlikte hastırmıştır (bu çok dilli Tevrat'ın Arapça
bölümü, İsrail tarihinin en büyük bilginlerinden Saadiya
Gaon'un eseridir):
Moşe Amon'un son derece deıterli elyazması kitap ko­
leksiyonunda, 6. yüzyıla ait ecza kitabı Codex Discorides
de bulunmaktaydı. Yazmış olduğu tıp kitaplanndan diş
bakımıyla ilgili bir eseri bugün İstanbul Üniversitesi Kü­
tüphanesindedir.39
Moşe Amon'un oğlu Jozef, babasının ölümünden son­
ra Hekimbaşı oldu ve bu görevine Kanuni'den sonra Il.
Selim zamanmda devam etti. Onun oğlu Yitzhak da aile
mesleğini sürdürmüş ve Osmanlı diplomasisinde bazı rol ­
ler oynamıştır.
Kanuni ve Il. Selim Dönemleri: Nasiler Nasiler İs­
-

rail tarihine geçmiş başlıca Yahudi ailelerindendir.


Muazzam bir servete sahip olan bu aile Avrupa'nın en
güçlü hükümdarlarıyla arkadaşlık ilişkileri kurmuş, Os­
manlı sarayında çok önemli görevlere ulaşmış, siyasal Si­
yonizm'den 350 yıl önce, İsrail Ülkesi'nde özerk bir Yahu­
di kolonisi kurmayı tasarlamıştır.
Daha sonra bazı üyelerinin Yahudillite döndüğü Nasi

(39) Encyclopaedia Judaica, cilt VII "Hamon•

44
ailesi, aslında, Mendes adında Portekiıli bir konverso ai­
lesiydi . Donna Grasia N asi ( 1 510-1569) Portekiz'de Beat­
rice de Luna Hıristiyan adıyla doğdu. 1528'de, kendisi gi­
bi konverso olan banker Fransisco Mendes ile evlendi ve
kocasının ölümünden sonra ( 1537) bankacılık işine tek
başına devam etti. Mendes Bankası'nın Avrupa'da birçok
şubesi ve temsilcisi olup I. François ve V. Charles (Char­
les Quint) gibi büyük hükümdarlar bu bankadan kredi
alırlardı. Grasia Mendes kocasının işini devraldıktan son­
ra, Kutsal . Roma imparatoru, Grasia'nın gizlice Yahudili­
ğin· koruduğu ithamıyla Mendes'in servetine el koymak
istedi ancak büyükçe bir "kredi" karşılığı, bankanın faali­
yetine devam etmesine "izin" vermiştir (daha önce belir­
tildiği üzere, Yahudileri şu ya da bu nedenden itharn edip
ortadan kaldırmak, hükümdar ve kilise ilgililerinin kolay
servet edinme yollarındandı ; görülüyor ki, Charles Quint
gibi tarihte sağlam bir yer edinmiş olan bir imparator da­
hi bu şekilde davranabiliyordu).
Donna Grasia, kocasından kalan servetle ilgili bir ve­
raset meselesinden kJZkardeşiyle ciddi bir anlaşmazlığa
düştü. Grasia'nın kayınbiraderiyle evli olan kızkardeşi,
kocasının payına düşen miras konusunda ablasıyla tüm­
den bozuşunca Venedik makamıanna (Mendesler Porte­
kiz'den kaçıp Venedik'e yerleşmişlerdi) gidip ablasını giz­
li Yahudilikle suçladı ve ihbar etti. Grasia Venedik ma­
kamlan tarafindan yakalanıp hapsedili nce, o sıralarda
İstanbul'a yerleşmiş olan yeğeni Joao Mikes (Don Yasef
Nasi) doktor Moşe Amon'un yardımıyla Kanuni'ye baş­
vurdu ve Grasia'yı kurtarmasını rica etti. Bunun üzerine
Kanuni Venedik'e özel bir temsilci göndererek, Grasia'mn
servetiyle birlikte Osmanlı topr&kl anna göç etmek i stedi­
ğini ve Osmanlı vatandaşı olmak isteyen bir kişinin tu­
tuklanamayacağını bildirerek, Grasia'mn derhal serbest
bırakılınasım talep etti. Osmanlı padişahından gelen bu
nota üzerine Venedik hükümeti Grasia'yı derhal serbest
bıraktı, dondurolan serveti de kendisine iade edildi.
Avrupa'daki konversolann acı durumuyla yakından
ilgilenen Donna Grasia Engizisyonla her yerde müca�ele
etti ve 1553 yılında Osmanlı devletine göçederek serveti-

45
ni de buraya transfer etti . 1556 yılında Ankona kentinde
tutuklanan konversolan kurtarmak amacıyla Kanuni'den
yardıni istedi ve Osmanlı hükümdan Papa IV. Paul'e bir
nota yollayarak bu konversoların Osmanlı himayesine
alındı{tını ve derhal serbest bırakılmalannı talep etti. Pa­
pa da, tutuklanan konversolardan Osmanlı vatandaşı
olanları serbest bıraktı ancak Osmanlı Qlmayanlann ya­
kılmasına karar verdi.40 Bunun üzerine Donna Grasia,
Avrupa'daki ilişkilerini harekete geçirerek -bu i damlan
protesto amacıyla- Aneona limanına ambargo koydurdu
ancak bu tedbiİ-in etkisi büyük olmadı.
Grasia Nasi, zamanın en büyük, son İsrail devletinin
yıkılmasından sonra tarih sahnesine çıkan Yahudi kadın­
lı;mn e� büyük1erindendir.41 Avrupa'da zulüm gören din­
daşlanna, Enkizisyondan kaçan konversolara büyük yar­
dımlarda bulunmuş, Osmanlı kentlerinde okul ve sina­
goglar kurmuştur. İstanbul'da adına kurulan sinagog
uzun yıllar ayakta kalmıştır.
Donna Grasia'nın yeğeni Don Yasef Nasi de Portekiz­
li bir konversoydu. Hıristiyan adı Joao Mikes (Miguez)
olan Don Joseph'in babası Lizbon Üniversitesi'nde tıp
profesörüydü. Kendisi Louvain Üniversitesi'nde okudu ve
Kutsal Roma imparatoru V. Charles· ve daha birçok Avru­
palı hükümdar ve liderle ilişki kurdu (bir rivayete göre,
imparatorun yeğeni ve geleceğin pükümdan Prens Maxi ­
milian ile spor yapardı).
Don Joseph 1554 yılında kesin olarak İstanbul'a yer­
leşti ve burada sünnet olarak Yasef Nasi adını aldı . Bir
yandan Avrupa siyasetini iyi bilmesi, birçok Batılı hü­
kümdan şahsen tanıması ve ticari i şlerinden dolayı Av­
rupa'nın birçok kentinde temsilcileri bulunması, öte yan­
dan da Fransa ve Venedik'in Osmanlı aleyhtarı tutumla­
nna karşı olması sayesinde, Don Joseph Nasi Osmanlı
sarayı içinde önemli görevlere geldi ve devletin maliye ve
dışişlerinde sözü geçen bir uzman ve danışman olarak ta-

(40) Kanuni'nin yolladığı notanın l talyanca metni Galante tarafından


yayımlanmıştır.(Documents, s. 1 84)
(4 1 ) Encyclopaedia Judaica, "Nasi, Gracia"

46
nındı . Nasi'den söz eden bir Osmanlı devlet adamı, diplo­
matik yeteneğini şöyle dile getirmiştir: "Keşke bu Yahudi
yirmi yıl önce saraya çatsaydı, belki hiç zorumuz olma­
dan, mahza lutf-u iyanet ile alemşümfildan dağıttığımiZ O
kapitülasyon maddelerinin birkaçından olsun ·kurtulur­
duk."42
Bab-ıılli 'deki yerini perçiniediği yıllarda Yasef Nasi,
Osmanlı tahtının varisi olduğu belli olan Kütahya valisi
ve Kanuni'nin küçük oğlu Selim'le tanıştı. Sultan Süley­
man'dan "Franci Bey" unvanını kazanan Nasi, padişahın
oğluna yollamak istediği bir armağanı ("elli bin düka na­
kit, 3000 düka değerinde kıymetli taş") şahsen Kütahya'­
ya götürdü ve bu şekilde geleceğin padişahıyla ilişki kur­
du.
Ne var ki Yasef Nasi'nin Osmanlı sarayındaki etkisi,
bu etkiden zarar gören Fransa ve Venedik gibi AVnıpa
devletlerini meşgul etmeye başladı . Fransa Nasi'lere olan
150.000 dükalık borcunu ödemek istemiş, Venedik hükü­
meti ise Donna Grasia'yı padişahın baskısıyla serbest bı­
rakırken büyük bir serveti kaçırmış olduğunu unutma­
mıştı . Bu gerginlik unsurlan nedeniyle de Yasef Nasi
Bab-ıali'deki mevkiini bu devletlerin aleyhinde kullan­
maktaydı.
Hal böyle iken, Fransa hükümeti Nasi aleyhinde ha­
rekete geçmeye karar verdi. Fransa'nın İstanbul konsolo­
su, II. Henri'ye sarayın gözde Yahudisinin statüsünü bal­
talamayı önerdi. Konsolasa göre, Divan toplantılanna ka­
tılan Nasi, bu toplantılarda Fransa hakkında konuşulan
konulan rakip devletlere ve özellikle İspanya'ya i lettiği
yolunda bir şikayette bulunmak yeterliydi. Ancak entri­
kalar başanya ulaşamadı ve Osmanlı hükümeti Fransa'­
dan Nasi'ye olan borcunu ödemesini talep etti . II. Henri
ise, bir Yahudinin Katolik bir ülkede kazandığı paraya el
koymak ger�ktiği iddiasıyla talebi geri çevirdi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın 1566'da ölümü üzerine
II. Selim Osmanlı imparatoru oldu ve tahta geçtiği gün,
yakın dostu Yasef Nasi'ye Naksos D�kü payesini verdi ve

(42) Safvet, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası , cilt XVI s. 958

47
bu şekilde Nasi, Naksos, Andros, Paros, Antiparos, Milo
ve daha birçok adanın beyi oldu. Bunun1a birlikte Yasef
Nasi, olayiann merkezi olan İstanbul'da yaşamaya de­
vam etti ve adalann yönetimini bir vekile bıraktı .
Bu arada Fransa ile Nasi arasındaki borç meselesi
sürüyordu. Don Joseph Nasi yeni padişahtan, Osmanlı li­
manlannda bulunan bütün Fransız gemilerine ve maila­
nna el koyabileceğini bildiren bir ferman aldı ve emri
derhal uygulamaya koyarak, özellikle İskenderiye'de bu­
lunan Fransız bandıralı birçok gemiye ve içindeki malla­
ra el koydu. Bu durum karşısında Fransa kralı IX. Char­
les olayı protesto etti . N asi'nin tarafını tutan Il. Selim 18
Ekim 1 569'da IX. Charles'a bir mektup yollayarak bu ko­
'
nuda "yapacak bir şey olmadığını" açıkladı .43
Nasi'nin düşüşü Kıbns meselesiyle başladı . II. Selim
tahta çıkmadan çok önce Kıbns'ı almayı tasarlamış, parli­
şah olduktan sonra da, tarihçi Jouanin'e göre, Nasi'nin de
etkisiyle bu karan uygulamaya koymuştur.44 Bu tarihçi­
ye göre II. Selim Nasi'ye Kıbns kralı olacağını vaadetmiş
ve Nasi fetihten önce, üzerinde "Kıbns Kralı Joseph" ya­
zılı olan bir bayrak bile hazırlamıştır. Nasi'nin bu konu­
daki etkisinin derecesi tam olarak bilinmemekle birlikte,
Venedik'teki ajanlan vasıtasıyla Venedik Cumhuriyeti'­
nin zayıfladığını öğrendiği ve fetih tarihinin tesbitinde bu
bilgiden yararlanarak Padişahı etkilemiş olduğu sabittir.
Osmanlı donanınası 1570'te Nikosia'ya (Lefkoşe),
sonra Magosa'ya, 1571'de de bütün adaya hakim oldu. Ne
var ki bu sıralarda Bab-ıali'de, Sadrazam Sokollu· Meh­
met Paşa'nın çevresinde oluşan lobi (bu gruba, Nasi'den
sonra diplomatik görevleri yüklenen Salomon Ben Natan
Eskenazi de dahildi) Nasi'nin Kıbns kralı olmasını önle­
di. Türk donanınası Lepanto'da önemli bir muharebe kay­
bedince de Sokollu Venedik'le ilişkilerin yönetimini eline
aldı ve Salomon Ben Natan Eskenazi'yi bu işe memur et-

(43) l l . Selim'in , Fransa ile ilişkilere zarar vermemek için çok "diplo­
matik" dille yazmış olduğu mektubun metni Franco'nun eserin­
de mevcuttur ( Essai, s.63-64).
(44) Jouanin-Gaver, Turquie, Paris, MDCCCLIII, s . 1 58 .

48
ti. IL Selim'in 1574'te ölmesi üzerine de Yasef N asi Bab­
ıali'deki etkisini Sokollu-Ben Eskenazi grubu aleyhine
kaybetti. Aym tarihte padişah olan III. Murat, Sokollu
Mehmet Paşa'nın telkiniyle Nasi'nin servetine el koydu.
Nasi'nin eşi Reyna (Donna Grasia'nın kızı) bu servetten,
evlendiği zaman vermiş ol duğu 90.000 dükalık çeyiz pa­
rasını, zorlukla kurtarabildL
Nasilerin Tiberya Projesi* Yasef N asi'nin İsrail tari­
-

hindeki önemi, İsrail Ülkesi'nde Tiberya kentinde bağım­


sız ya da yan-bağımsız bir Yahudi kolonisi kurmak ve bu
koloniye Avrupa'da zor koşullar altında yaşayan Yahudi­
leri yerleştirmek istemiş olması noktasmdadır. Başka bir
deyişle Nasi, Yıkılış'tan ve Sürgün'ün başlamasından
1500 yıl sonra ve Theodore Herzl'den dört asır kadar ön­
ce, eylemci Siyonizm'in getirmiş olduğu çözümü ve ancak
1948'de gerçekleşen i deali, 16. yüzyılın ortasında düşün­
müştür.
Dünya Yahudileri, Yasef Nasi'nin Kutsal Yazılar'da
başlıca temalardan olan Kurtuluş i dealini pratikte uygu­
lama girişimini ve Osmanh yönetiminin bu konuda gös­
termiş olduğu benzeri olmayan anlayışın önemini kavra­
yamamış, bu nedenle Tiberya projesi amacına ulaşama­
mıştır. Yahudi ulusunun, bağımsız ya da en azından �­
lam temellere dayalı özerk bir devlet kurma işini neden
400 yıl ileri atmış olduğlı bugün de araştırma konusu ol­
makla birlikte, Yahudi ulusunun henüz anavatanına geri
dönmeye hazır olmadığı düşünülebilir. Gerçekten de Ya­
hudi ulusu oldukça eylemsiz bir dönemde bulunuyordu;
Yasef Nasi ise, idealist fikirlere sahip olmakla birlikte,
uygulamada güçlü değildi. Buna ek olarak, zamanın li­
derlerinden destek de bulmamış, belki de aramamıştı; Ti­
berya'nın yanıbaşında Safed'de toplanmış olan din adam­
lan Kurtuluş'u, Kabala'nın sayfalarında anyorlardı. Şu­
rası da unutulmamalıdır ki., Türkiye Yahudileri zamanın
en rahat yaşayan cemaatiydiler. "O zamanlar İstanbul ve
Selanik Yahudilerinin evleri ihtişam abideleriydi; bu ev­
ler Sadrazam ve nazıriarın evleriyle yanşırlardı ." Bu ra­
hatlığın siyasal eylemsizlik doğuınıası da do�aldı.
Tiberya'da bir koloni kurma fikrinin temelinde Siyo-

1 49
nist düşünceler mi yattığı yoksa Nasilerin ticari amaçları
da mı olduğu konusunda bazı tarihçiler tartışma halinde­
dir. Bazılan Nasilerin, Avrupa'dan kaçan Yahudilere bir
barınak sağlamak amacında olduklarını yazarlar. Bazıla­
rıysa, bu ailenin ipek, yün, tanm ve deniz ürünleri ticare­
ti için bu kenti geliştirmek istemiş olduklarını savunur­
lar. Bununla birlikte, Yasef Nasi'nin siyasal amaçlarla
hareket etmiş olduğunu gösteren deliller ağır basmakta­
dır. Bir araştımıacı Nasi'nin padişaha ayrıntılı bir proje
sunmuş olduğunu kaydeder.45 Başka bir deyişle, Balfour
Deklarasyonu'ndan 300 yıl önce, devrin en büyük gücü
Osmanlı Devleti, Yahudilerin İsrail Ülkesi'nde yaşama
haklarını tanımıştır. Bununla birlikte, Osmanlı makam­
lan bunun yerli Arapların hoşuna gitmeyeceğini de ön­
görmüşler ve geniş çapta bir projeyi e' başlamaktansa, Ti­
berya'nın iman gibi nispeten küçük bir projeyle işe giriş­
meyi uygun görmüşlerdir.
Don Joseph Nasi'nin yaşamını özetlerken Abba Eban
şöyle der: "Şurası kabul edilmelidir ki (Tiberya Projesi)
Yahudilerin anavatanıarına yeniden yerleşmelerine dö­
nük ilk projelerden biri, 19. yüzyıl Siyonİstlerinin uygula­
yacakları planın öncüsüdür. Gerçekten de Joseph, birçok
yanıyla, Siyonistlerin en büyüğü Theodore Herzl'e çok
benzer."46
Ben Natan Eskenazi ve Ester Kira Adindan da anla­
-

şıldığı üzere Alman asıllı olan Salomon Ben Natan Eske­


nazi ( 1 520-1602) bir süre Polonya'da yaşadı, Krakov'da
tıp okudu ve Polonya ls.ralı II.Sigismond'un doktoru oldu.
Asıl yetenekleri diplomaside yatan Eskenazi, tıp ve Tal­
mud konularındaki bi1gisine rağmen, İstanbul'a yerleş­
tİkten sonra Venedik elçiliğinin hizmetine girdi. Osmanlı­
Yenerlik anlaşmazlığı sırasında Eskenazi Osmanlı lehin­
de çalıştı ve Sokollu Mehmet Paşa'nın güvenini kazandı.­
Bundan sonra ikisi arasındaki siyasal ilişkiler gelişti ve
Sokollu Eskenazi'yi, Venedik ile banş görüşmelerini yö­
netmeye memur etti. Venedik senatosu bir Yahudinin

(45) Reuven Kaşani, Kei/ot a Yehudim beTurkia, Kudüs 1978, s.22.


(46) Eban , My People, s.204.

50
diplomatik bir görevle Venedik Cumhuriyeti'ne muhatap
olmasını istemediyse de, Türk tarafının karar'lı tutumu
karşısında Eskenazi'nin statüsünü onaylamak zorunda
kaldı.
Eskenazi bu görevle Venedik'e geldiğinde yerel Yahu­
di cemaati tarafından büyük sevinçle karşılandı. Venedik
hükümdan Moncenigo o sıralarda Yahudilere karşı sert
tedbirler almış hatta bütün Yahudileri kovmayı tasarla­
mıştı. Eskenazi ülkeye geldiğinde, Venedik'in eski İstan­
bul konsoloslanndan Sorenzo'ya başvurarak kendisinden
bu konuda yardım istedi . Sorenzo senato önünde, Yahudi­
leri kovmanın Venedik Cumhuriyeti'ne ne kadar pahalıya
mal olacağını izah etti: Bu cemaatin Türkiye'deki dindaş­
lan top dökümü ve silah imalatında tek olduklanndan,
Osmanlı devletinde büyük itibar ve etki sahibiydiler.
Türkiye Yahudilerinin sempatisini kazanmak için Yene­
dik Yahudilerine "iyi davranmak" gerekirdi. Venedik
Cumhuriyeti Türklerin dostluğunu kazanmak i stiyorsa,
İstanbul'daki bu "etkili çevreleri" de hesaba katmalıydı
zira "böyle bir devletin desteği , Papa ve İspanya'nın
vaadlerinden çok daha etkiliydi" .47
E skenazi bu şekilde kovma karannı iptal ettirdi ve
Venedik'le barış anlaşmasını hazırladı . Salomon Ben Na­
tan Eskeniizi Polonya kralının seçilmesinde de etkili ol­
du: II. Sigismund'un ölümü üzerine boşalan Polonya tah­
tına Catherine de Medicis oğ"lu Henri'yi geçirmek i steyin- •

ce, diğ"er Avrupa hükümdarlannın bu konudaki rekabeti­


ni, Osmanlı devletini kendi tarafina çekerek "nötralize"
etme yoluna gitti. Sokollu Mehmet Paşa ile Catherine de
Medicis arasında bu konuda yer alan temaslan Eskenazi
yönetti ve Yahudi diplomat Sadrazamı, Henri'nin adaylı­
ğ"ım desteklemeye ikna etti.
Bu dönemde Salomon Ben Natan Eskenazi, Fransa
ile Osmanlı devleti arasında devam edegelen soğukluğu
da giderdi . İspanya Bab-ıali ile mütareke yapmak isteyip
bu konuda yardımcı olması için Eskenazi'ye rüşvet teklif
ettiğinde, Salomon Ben Natan teklifi sertçe geri çevirdi

(47) Essai, s.69.

51
ve Osmanlı devleti adına Bab-ırui lehinde bir anlaşma ha­
zırlayarak İspanyollam kabul ettirdi .48
III. Murat zamanında Türkiye Yahudileri kritik bir
an geçirdiler ve hatta sistematik katliam tehlikesiyle
karşı karşıya kal dılar. Mali açıdan zor bir dönem geçir­
mekte olan Osmanlı imparatorlu�nda Yahudi servetinin
göze batmaya başlaması üzerine, III. Murat imparator­
lukta yaşayan bütün Yahudilerin katiedilmelerini emret­
ti (rivayete göre Sultan, Yahudi genç kızlannın kıymetli
ziynet eşyası takılmalanna kızmış ve bir Yahudi kadının
40.000 düka değ'erinde bir elmas taktığını duyması üzeri­
ne bu karan almıştı). Salomon Ben Natan ile aşağıda sö­
zü geçecek olan Ester Kira bu noktada tarihsel rollerini
oynayarak saraydaki ilişkilerini harekete geçirdiler ve İs­
rail tarihinde nadir olmayan afetlerden birini önlerneyi
başardılar. III. Murat bir öfke anında alınmış olan bu ka­
rarın ciddiyetini kavradı ve lüks eşya kullanımını sınırla­
yan bir ferman çıkannakla yetindi; gayrimüslimlerin
ipek elbise giymeleri ve Müslümanlar gibi kavuk takma­
lan yasaklandı .
Eskenazi'nin etkisi Sokollu'nun ölümünden sonra da
devam etti ve III. Mehmet zamanında Sadrazam Ferhat
Paşa'nın danışmanı oldu ki, bundan da Eskenazi'nin sa­
ray içinde "diplomasi" kullanmadığı ve sadakatini bir ki­
şiye ya da bir çepheye yöneltmemiş oldu� anlaşılmakta­
dır. III. Mehmet zamanında yüksek dereceli Osmanlı yö­
neticileri yanianna Yahudi danışmanı alma geleneğini
sürdürmüşlerdir. İbrahim Paşa Salomon Ben Natan'ın
kardeşini danışman tayin etmiş, Siyavuş Paşa da Benve­
niste adlı bir doktorun hizmetlerinden yararlanmıştır.
Gabtiel Buonaventura olajtanüstü elçi atanmış ve Bab­
ıali adına İspanya ile diplomatik görüşmeler yapmıştır.
16. yılda Osmanlı sarayı nezdinde etki ve kredi sahi­
bi Yahudiler arasında kadınlar da vardı . Bu dönemde ba­
zı Yahudi kadınlar Harem çevreleriyle görüşür, saray ka­
dınlanna ziynet eşyası, kumaşlar ve süs eşyası getirirler-

(48) Franco bu konuda bazı ilginç belgeler yayımiarnıştır (Essai,


5.70-7 1 )

52
di (harem kadınlan kapalı yaşadıklanndan dış dünyayla
ilişkilerini "Kira" tabir edilen bu kadınlar aracıhğıyla yü­
rütürlerdi). Bununla birlikte, bu kadıniann rolü süs eşya­
sı satmakta sınırlanmaz, harem çevreleriyle kurduklan
ilişkiler sayesinde devlet işlerinde de rol oynarlardı. Bun­
lann bazılan, tıp alanındaki bilgileri sayesinde sarayda
bir yer edinmişler ve padişaha yakın çevrelerle ilişki kur­
·
mayı başarmışlardır. örneğin Salomon Ben Natan Eske­
nazi'nin eşi Bula Eksati, eşinin bırakmış olduğu özel ve
belki de gizli reçeteleri kullanarak, llLMehmet sonra I.
Ahmet adıyla padişah olacak Şehzade Ahmet'in çiçek
hastahğını tedavi etmiştir. Bununla birlikte, bu kadınlar
arasında yalnız biri Osmanlı devletinin Avrupa ile ilişki­
lerinde rol oynayacak bir düzeye gelmiş ve Bab-tali'de
adını duyurmuştur. Ester Kira, 16. yüzyılın sonlanna
doıtru haremle çok sıkı ilişki kurmuş ancak yüksek ihti­
raslannı kontrol edemediğinden hayatını kaybetmiştir.
Ester Kira, III. Murat'ın gözdesi Venedik asıllı ve Hı­
ristiyanhktan dönme Safiye Sultan'ın yakın arkadaşı ve
sırdaşıydı.49 Saray'a serbestçe girer çıkar, ilişkileri saye­
sinde devletin dış işlerinde de adı geçerdi. Yabancı dev­
letler ve özellikle Venedik, Ester Kira'ya sık sık başvurur,
Venedikli Safiye Sultan'la ilişkilerini ve etkisini kendi
lehlerine kullanmasını isterlerdi. Ester Kira bu şekilde,
Osmanlı imparatorluğunun parlak döneminin sonlanna
doıtru devletin dış faaliyetine kanşmış, Safiye Sultan'ın
İtalya ve Venedik'le temaslannı yürütmüş, hatta Fransız
hükümdan II. François'nın annesi Catherine de Medicis'­
nin Eflak ile ilgili bir meselesini halletmiştir. Ester Kira'­
nın diplomatik faaliyeti, 1580'lerde Venedik ile yapılan
bir anlaşmada doruk noktasına ulaşmış ve bu devlete ba­
. zı ticari imtiyazlann sağlanmasında rol oynamıştır. Bu

hizmetine karşılık da Venedik kentinde kendi menfaatine


bir piyango düzenlemesine izin verilmiştir.
Ester Kira Yahudi yazar ve bilim adamlannı koru­
muş, III. Murat'ın Yahudileri katietme karannın durdu­
rulmasında etkili olmuş ancak, saraydaki ilişkileri saye-

(49) Safiye Sultan Batıda Bafo ya da Bafa adıyla tanınır.

53
sinde kendine yakın olanlara imtiyazlar, asalet ünvanlan
ve çeşitli menfaatler saltlarken dosttan çok düşman edin­
miştir. Anlaşıldı� kadanyla Esret Kira bu türden işlere
gerektiğinden fazla kanşmış ve işi, kendi aile mensuplan
için (özellikle oğullanna) vergi muafiyetleri elde etme
hatta sipahi beyliklerinin d�tımına kanşmaya kadar
götürmüş, büyük oğluna İstanbul gümrüğünün yönetimi­
ni almıştır.
Bütün bu faaliyetleri sayesinde Ester Kira ve oğullan
(babalan İstanbul'un en meşhur tüccarlarından Eliya
Handali idi), Osmanlı imparatorluğunun mali zorluklar
içinde olduğu bir dönemde, fazlaca göze batan bir servet
topladılar. Osmanlı parasının değer kaybetmesi, bu ne­
denle de sipahi maaşlarının satın alma gücünün düşmesi ,
ekonomik ve siyasal duraklamadan doğan huzursuzluk
ve ülkede hüküm süren genel bunalım havası Ester Kira'­
nın yakınlarına imtiyazlar sağlama eğilimiyle birleşince,
başkentte bir sipahi ayaklanması patladı. Kurban ve suç­
lu arayan sİpahiler için en elverişli hedef, pek tabii Ester
Kira idi. Mevkiini Ester'in faaliyetlerine borçlu olan Kay­
makam Halil Paşa, sokaklarda başını isteyen sİpahiler­
den kaçan Ester Kira'yı evinde saklamak istediyse de, is­
yancılar Ester'le iki oğlunu kona�n rnerdivenlerinde ya­
kaladılar ve orada paramparça ettiler. Sahneye şahit
olan üçüncü oğul anında İslfuniyeti kabul etmesiyle
ölümden kurtuldu ( 1600). Daha sonra yayınlanan bir bel­
ge Ester Kira'nın sİpahiler önünde Kelime-i Şahadet ge­
tirmiş olduğunu ima etmekle birlikte, bunun isyancılann
öfkesini dindirmeye yetmediği anlaşılmaktadır.5D
Salomon Aben Yaeş (Abenaes) - 16. yüzyılda Osmanlı
dışişlerinde geçen büyük isimlerden bir dilleri de Salo-

(50) Galante'nin yayımlamış olduğu bir lermanda (Documents,


s . 1 80) Ester Kira Müslüman olarak zikredilmekte ve Galante
bundan, Ester'in son anda Müslüman olmak istediğini, hatta
Kelime-i Şahadet getirmiş olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Es­
ter Kira her şeye rağmen katiedilmiş olmakla birlikte, ölüm
anında Müslüman olduğu için daha sonraki Osmanlı belg el erin
­

de Müslüman olarak geçmekte olduğu iddiası, tarihsel açıdan


mantık dışı değildir.

54
mon Aben Yaeş'tir (Abanaes, Ben Yaeş, İbn Yaiş adlany­
la da geçer). Aben Yaeş ( 1 520-1603) Portekiz'de Alvaro
Mendes adıyla, konverso olarak doğdu. Ticari başaniann­
dan dolayı Portekiz kralı III. Joao'nun güvenini ve şöval­
ye unvanını kazandı. Alvaro Mendes Avrupa'nın büyük
kentlerinde yaşadı, muhtemelen Türkiye'ye gelerek akra­
bası Yasef Nasi'yi ziyaret etti ve bulunduğu her yerde İs­
panya'ya karşı Portekiz'in davasını savundu.
Siyasal bilgisi, zenginliği ve asaleti sayesinde Avru­
pa'nın büyük hükümdarlanyla tanışan Alvaro Mendes,
İngiliz kıraliçesi I. Eli zabeth ve Fransa kralı III. Henri ile
doğrudan doğruya ilişki kurdu. Porteki z kralı öldüğünde,
anne taranndan akrabası ol an Don Antonio'nun taht id­
diasını, aynı iddiada bulunan İspanya kralı IL Felipe'ye
karşı destekledi hatta İngiliz sarayındaki ilişkilerini ha­
rekete geçirerek Don Antonio ile I. Elizabeth arasında
olumlu bir ilişkinin tesisini sağ"ladı.
Alvaro Mendes Avrupa'da tamnmış bir kişi olduğun­
dan her hareketi izlenirdi. Örneğin Paris'teki İngiliz bü­
yükelçisi 19 Eylül 1581 tarihinde Sir Francis Walshin­
gam'a şunlan yazmıştır: "Geçen Cumartesi kral (III. Hen­
ri) Portekiıli Alvaro Mendes, Lorraine ve Guise dükleriy­
le akşam yemeği yedi . . . " 1 585'te Türkiye'ye geldiğinde de,
istanbul'daki Fransız büyükelçisi kral lll. Henri'ye bir
mektup yazarak, Alvaro Mendes'in Selanik'te saraydan
özel olarak yollanan bir "çavuş" taranndan karşılanmış
olduğunu bildinniştir.s1
İstanbul'a gelmeden önce Mendes, Selanik'te ailesiyle
birlikte Yahudiliğe döndü ve Salomon Aben Yaeş adını al­
dı . Bundan sonra Aben Yaeş, bütün diplomatik yetenek­
lerini kullanarak, İspanya'ya karşı bir Osmanlı-İngiliz it­
tifakı kurmak üzere harekete geçti. Akrabası Rodrigo Lo­
pez İngiltere kraliçesi I. Elizabeth'in özel doktoru oldu­
ğundan, İngiliz sarayında olup bitenlerden haberdardı.
Lopez I. Elizabeth ile Aben Yaeş arasında doğrudan doğ­
ruya ilişkiyi sağlamakta, Portekiıli diplomat da bu yol-

(51 ) Charriere, Negociations de la France dans le Levant, cilt IV, s .


488 (dipnot).

55
dan edindiği istihbarah Osmanlı sarayı lehinde kullan­
maktaydı.
Aben Yaeş'in Elizabeth ile doğrudan doğruya mek­
tuplaşması zamanla, İstanbul'daki İngiliz elçisi Edward
Barton'la arasının açılmasına sebep oldu ve Barton Aben
Yaeş'i kraliçenin gözünden düşürmek için fırsat kollama­
ya başladı. Londra'da bulunan Don Antonio ile Aben
Yaeş'in arası bir para meselesinden dolayı açılınca, Don
Antonio Aben Yaeş'i, gözden düşürmek için, yasadışı iş­
ler yapmakla suçladı, Barton da zaman kaybetmeden
Don Antonio'nun safinda harekete geçti. Bunun üzerine
Aben Yaeş I. Elizabeth'e bir mektup yazarak elçiyi şika­
yet etti. Aben Yaeş aleyhinde oluşan entrikalan kavra­
yan İngiliz hükümdan, hizmetlerinden vazgeçemediği
Portekizliyi korumak amacıyla III. Murat'a bir mektup
yolladı.* Mart 1592 tarihli mektupta kıraliçe Osmanlı pa­
dişahına, Aben Yaeş hakkında söylenenlerin iftira oldu­
·

ğunu bildirdi.52
İstanbul'da Aben Yaeş-Barton çekişınesi devam eder­
ken, Londra'da Rodrigo Lopez kraliçeye karşı bir komplo­
ya katıldığı iddiasıya tutuklanıp idam edildi ve bu şekil­
de, hizmetlerinden dolayı Midilli Dükü payesini kazan­
mış olan Aben Yaeş İngiliz sarayıyla doğrudan doğruya
ilişkisini kaybetti. Aben Yaeş, tasarlamış olduğu Osman­
lı-İngiliz ittifakını gerçekleştirememiş olmakla birlikte,
1593'te Londra'ya özel temsilcisi Yehuda Sarfati'yi yolla­
yarak, muhtemel bir Osmanlı-Macar savaşı vukuunda İn­
gilizlerin tarafsız kalmalannı temin etti. Nitekim, Os­
manlı-Macar savaşı patlarlığında büyükelçi Barton sefere
davetli olarak katıldı ve Haçova Zaferine şahit oldu.
Aben Yaeş, 16. yüzyılın sonlanna doğru Avrupa dev­
letleri arasındaki diplomatik mektuplaşmada sık sık adı
geçen uluslararası bir sima olarak isim yaptı.* Türkiye'ye
yerleştikten sonra, belirtildijti üzere, Midilli Dükü paye­
siyle taltif edildi ve Yasef Nasi'nin Tiberya üzerinde elde
etmiş olduğu imtiyazın varisi ilan edildi. Oğlu Yaakov ha-

(52) Transactions of Jewish Histarical Society, cilt XII , Londra 1 931 ,


5.61-64.

56
basını Tiberya'da temsil etti ancak, idealistliıtine raıtmen,
projenin ilerletilmesinde herhangi bir başan kaydedeme­
di. Aben Yaeş, 24 �stos 1593 tarihinde Rodrigo Lopez'e
yazmış olduğu gibi bir mektupta, bu konuya şöyle deği­
nir: "Oğ"lum kutsal topraklarında deli'cesine ülkülerinde
ısrar ediyor; bana çok para harcattı ancak yerel halkı an­
layamadığından hiçbir şey yapamadı ... "

Görüldüğ-ü üzere, Osmanlı imparatorluğu, Kuruluş


ve Yükselme devirlerinde, Avrupa'da etkili bir diplomat
şebekesine sahip olmadı ndan, dış işlerini, ticari ve aile­
vi ilişkileri nedeniyle Batı devletleriyle teması olan Yahu­
dilerin yardımıyla yürütmüştür. Daha Fatih Sultan Meh­
met zamanında, 1477 yılında, Bab-ıali Venedik'e bir Ya­
hudi temsilci yollamış ve bu diplomat aracılığıyla, Lepan­
to kentini Osmanlı devletine bırakmaya razı olduğu tak­
dirde, Osmanlı hükümetinin Venedik Cumhuriyeti ile ba­
nş yapmaya hazır olduğunu bildirmek istemiştir; adı bi­
linmeyen elçi, Venedik'e varmadan önce korsanlann sal­
dınsına uıtramış ve aldığı yaralardan ölmüştür.53 Yasef
Nasi,. Avrupalı hükümdarlarla ilişkilerini Osmanlı devle­
tinin emrine vermiş ve bir Türk tarihçisi, Kapitülasyonla­
nn verilmesi sırasında Nasi gibi bir diplomatın Osmanlı
sarayında bulunmamış olmasından yakınmıştır. Eskena­
zi, Ester Kira, daha sonra Moşe Harnon'un torunu Yitz­
hak Harnon da devletin diplomatik işlerine kanşmışlardı.
Yitzhak Harnon dışişlerine tam anlamıyla girmemiş
olmakla birlikte (saray doktoruydu), İspanya ile Türki­
ye arasında Kuzey Afrika'daki bazı topraklada ilgili
olarak bir anlaşmazlık başgösterdiğinde, İstanbul'daki
İspanyol büyükelçisi Yitzhak Hamon'a, bu konuda İspan­
ya lehinde bir tutum takımp padişahı etkilernesi için
1000 düka rüşvet teklif etmiştir. Yitzhak Hamon, pek
tabii, teklifi geri çevirmiştir.54 Gabriel Buonaventura da
önemli diplomatik hizmetlerde bulunmuş, İspanya'ya elçi
olarak yollanmıştır (1 7. yüzyıl). Moiz Beberi 1 7 . yüzyılda,
yaşamımn sonuna kadar Osmanlı devletinin İsveç'teki

(53) A. Navagero, Storia Veneziana, 1 . bölüm, s. 1 1 49.


(54) Baran J. de Testa, Traites de la Porte Ottomane, s. 1 29-130.

' 57
daimi temsilçisi olarak kalmış, öldükten sonra yerine oğ­
lu geçmiştir .55
Safed Ekolü: Beirav ve Kara İsrail'in kuzeyinde Yu­
-

kan Galile kesiminde bulunan Safed kentinin 16. yüzyı­


lın başında nüfusu 300 aile kadardı. Bu kent İberyalı göç­
rr..enlerin gelmesinden sonra canlandı ve nispeten kısa bir
süre içinde yoğun akademik çalışmalann yer aldığı bir
merkeze dönüştü. Kentin dış dünyayla ilişkileri yoğun­
laştığından ticaret de, doğal olarak, gelişti. 1535 yılında
Safed'i ziyaret eden Rabi Davi de Rossi bu değişmeyi
şöyle nakleder: " Safed'i on yıl önce görüp şimdi tekrar zi­
yaret edenler şaşkınlıklannt gizleyemiyorlar. Yahudiler
sürekli olarak gelip kente yerleşmekte ve giyim sanayii
gün geçtikçe gelişmektedir. Burası bizim memlekete (İ­
talya) benzemiyor. Türkler ileri gelen Yahudilere saygı
gösteriyorlar. Burada olsun, Mısır'da olsun, vergi memur­
lan hep Yahudiler arasından seçiliyor."
Safed 16. yüzyılda Yahudi hukuk çalışmalannın baş­
lıca odağı haline geldi ve burada kurulan Talmud ve Ka­
bala ekolünde büyük bilginler yetişti. Safed ekolünün
başlıca atılımı Sanhedrin'i yeniden kurma yolunda yapıl­
mış olan çalışmalardır.
Sanhedrin, İsrail Ülkesi'nin Roma işgali altında bu­
lunduğu dönemlerde, İkinci Tapınak'ın 1.8. 70 yılında yı­
kılmasından önce ve sonra (İ.Ö. y. 63'ten l.S. 150 yıl1an·
na kadar) ülkede yaşayan Yahudilerin en yüksek adalet
mercii idi. 71 üyeli bu kurum hem adalet işlerine bakar,
hem dinsel-kültürel davranış kurallannı tesbit ederdi .
Daha geniş anlamda Sanhedrin, Roma işgaii altındaki İs·
rail Ülkesi'nde Yahudilerin sosyo-siyasal liderlik müesse·
sesiydi . Tapınak yıkılıp Bar-Kohba isyanı da ( 135) başan·
sızlıkla sonuçlandıktan sonra, Sanhedrin de kesin olarak
dağıtılınıştı.
16. yüzyılda Rabi Yaakov Beirav, Sanhedrin'i Safed'·
de yeniden tesis etmek ve böylece Maimonides'in kehane­
tini gerçekleştirme yolunda bir adım atmak istemiştir.
Maimonides'e göre Sanhedrin, Mesih'in yani İsrail'e ha-

(55) Rozanes, Togarma, cilt IV. s. 398-400

58
ğımsızlığım iade edecek olan Büyük Kurtancı'mn gelme­
sinden önce kurulacaktı . Binaenaleyh, Beirav'a göre,
Sanhedrin'in yeniden kurulması, Büyük Kurtuluş'u yak­
laştırma anlamına gelirdi .5&
Teknik açıdan, Sanhedrin'in kurulabilmesi için Mai­
monides'in tesbit etmiş olduğu kurallara göre, önce bu işi
yapacak hukukuçu-din adarolarım tayin etmek gerekirdi
ki, bu da, bir " semiha" (göreve tayin etme, yetki verme)
sisteminin ihdasım gerektirirdi. Başka bir deyişle, Mai­
monides'in direktiileri çizgisinde, Eretz Yisrael'de yaşa­
yan din adamlan, aralanndan birine ''semiha" verecekler,
o da kendi seçecegi din adamlannı tayin edecek ve bu şe­
kilde seçilenler Sanhedrin'i kuracaklardı.
Yahudiler İspanya'dan kovulup büyük din bilgini ve
hukukçulann Eretz Yi srael'de ve özellikle Safed'de top­
lanmaya başlamalarım Beirav, Büyük Kurtuluş'un baş­
langıcı olarak yorumladı ve yüzyıllardan beri i şlemeyen
"semiha" müessesesini diriltıneye yöneldi . Mısır'da yaşa­
makla birlikte, 1 524'ten beri Safed ekolüyle ilişkide olan
Beirav, 1538 yılmda Yosef Karo ve Moşe Trani gibi büyük
isimleri ikna etmeyi başardı ve aym tarihte bu bilginler­
den " semiha'' aldı. Ne var ki, bu semihayı onaylaması is­
tenen, Kudüslü bilgin Rabi Levi Ben Habib, Beriav'la
başka nedenlerden anlaşmazlık halinde olduğundan tayi­
ni onaylamadı ve bunun dinsel nukuka aykın olduğunu
ilan etti. Bu gelişmeler Safed ekolüyle Kudüs ekolü ara­
sında üç ay süren tartışmalara yol açtı. Bu arada Beirav,
özel bir meseleden dolayı yerel Osmanlı merciierinin ta­
kibatına uıtrayınca, İsrail Ülkesi'ni terketmek zorunda
kaldı ve bu şekilde Sanhedrin'i kurma projesi suya düştü.
Beirav'ın Eretz Yisrael'i terkederken "semiha" verdi­
ıP dört Talmud bilgininden biri olan Yosef Karo ( 1488-
1575) bugün ortodoks Yahudilikte temel hukuk eseri sa­
yılan Şulhan Aruh'un yazan dır. Toledo'da doğdu, 1497'de

(56) ! srail tarihinde Mistik ve Mesihi Akımlar' ı , bu akımların gelişme­


sine sebep olan ve Kab ala kOltüründen kaynaklanan mesihi
beklentileri, mahiyeti ve anlamı israil Ulusu'nun Tarihi'nde (Ku­
d0s,. 1 98 1 ) geniş ölçüde işlenmiştir.

59
Portekiz'den kovul�n Yahudi grubuyla Türkiye'ye geldi
ve 40 yıl kadar, İstanbul, Edirne ve Selanik'te yaşadı. Bu
arada, sahte Mesih Şlomo Molho ile tanıştı ve 1 536'da
Safed'e göç etti. 1538 yılında Beirav Safed'i terkettiği za­
man Karo, buradaki ekolün lideri oldu ve kentte birçok
Talmud üstadı yetiştirdi.
Karo'nun en büyük eseri, adına ölümsüzlük kazandı­
ran Şulhan Aruh de@, 1522'de Edirne'de yazmaya başla­
mış olduAu Beyt Yoseftir. Bu eser, kitabın girişinde de be­
lirtildiiti üzere, o zamana kadar düzensiz halde bulunan
Yahudi hukukunun çeşitli parçalannın düzenlenmiş, der­
lenip toparianmış ve tek eser çerçevesinde, anlaşılır bi­
çimde takdim edilmiş şeklidir. Karo bu esere 20 yılını
vermiş ancak Beyt Yosefin birinci cildi 1555'te hasdmış­
tn. Şulhan Aruh ise, Beyt Yosef 'te düzenlenen kurallann
kısa, öz ve günlük kullanıma dönük şeklidir.* Bu eser gü­
nümüzün Yahudi hukukunda rakipsiz bir belge duru­
mundadır. Karo bu çalışmayı, bütün Yahudi dünyası ta­
rafından kabul edilecek bir dinsel hukuk eseri yaratmak
amacıyla yapmış ve "hem genç hem yaşlı bilginlerce" kul­
lanılacağı umudunu beslemiştir. Gerçekten de günümüz­
de dindar-ortodoks Yahudiler yaşamlarını Şulhan Aruh'­
ta tesbit edilen kurallara göre düzenlerler.
Kuşkusuz Karo, bu eseriyle, o zamana kadar mevcut
olan Yahudilere özgü hukuk ve davranış sistemine (hala­
ha) kesin şeklini vermiştir, eser mükemmelliğiyle dikkati
çekmiş, bütün Yahudi dünyasınca kabul edilmiş ve böyle­
ce Karo, Sürgün'de bulunan İsrail musu'nun yaşamına
birleştirici ve bağlayıcı bir unsur daha eklemiştir.
Sa(ed ekolünde yükselen bir başka bilgin de, gene
Beirav'ın "semiha" vermiş olduAu Moşe Ben Yosef Trani'­
dir. Adım, muhtemelen, küçük bir İtalyan kentinden alan
ailesi, İtalya'dan Selanik'e göç etmiştir (ancak ailenin İs­
panyol asıllı olduğu sabittir). Moşe Trani Selanik'te doğ­
du ve Edirne'de büyüdü. 1535'te Kudüs'e geldi ve burada
Yahudi hukukunun tarımsal yasalanyla ilgilendi, sonra
bir süre Şam'da yaşadı. 54 yıl boyunca babamlık ve din­
sel mahkeme üyeliği yaptı, Yosef Karo'nun ölümünden
sonra da Safed ekolünün lideri ilan edildi.

60
16. yüzyılın Safed kentine bağlı olarak zikredilmesi
gereken iki Kabala üstadı Şlomo Alkabes ve Yitzhak Lu­
ria'dır. Alkabes ( 1505-41) Cumartesi günleri okunınası
adet olan "Leha Dodi" ilahisini ve çogu kaybolmuş olan
birçok Kabala eserinin yazandır. Yitzhak Luria ise (haA­
ri; 1534-72) Kabala çalışmalanna güçlü bir mesihi boyut
kazandırmış, Sabetay Sevi hareketinin ideolojik temelle­
rini atmıştır (babası Polonyalı, annesi ise Sefarad olan
Luria'mil Kabalist ideolojisi Sabetay Sevi ile ilgili bölüm­
de incelenmiştir). Luria'nın talebesi Haim Vital en büyük
Kabala bilginleri arasına girmiş ve hocasının yazılı ve
sözlü doktrinini. toplayıp çlüzenlemiştir.
Selanik, lzmir, Şam ve Kudüs Cemaatleri Osmanlı
-

imparatorluğunun büyük kentlerinden Selanik, 15. yüz­


yılın sonunda itibaren büyük bir Yahudi merkezi haline
geldi ve II. Dünya Savaşı'na kadar Yahudiler bu kentte
çogunluk olarak kaldılar.
15. yüzyılın sonunda İberya yanmadasından kovulan
Yahudilerin bir bölümü Selanik'e yerleşti. 1492-3 ve
1536'da meydana gelen iki büyük göç dalgasında İberya­
lılar dışında, İtalya, Sicilya, Fransa ve Kuzey Afrika'dan
kovulan gruplar buradaki cemaate katıldılar ve geldikleri
ülke ya da kentlere göre gruplaşarak çeşitli cemaatler vü­
cuda getirdiler. Portekiz'den kovulan konversolar Sela­
nik'e geldiklerinde, kent cemaatlerini yöneten komite
bunlann Yahudi olduklanna karar verdi ve yeni gelenleri
cemaate dahil etti .
Liman-kent olmasından dolayı Selanik birçok ülkeyle
denizyolu temasım korudu ve buradaki Yahudi cemaatle­
ri ticarette ilerlediler. Korsan ve soygunculann saldınla­
nna rağmen bu kentin Yahudileri çeşitli sanayiler de
kurdular ve özellikle ipek ve yün boyamacılığı alanında
isim yaptılar.
Selanik aynı zamanda önemli bir Yahudi kültür mer­
kezi oldu. Daha sonra Safed ekolüne katılan Şlomo Alka­
bes burada yaşadı. Çeşitli bilimler, felsefe ve tarih konu­
lannda uzman olan Moşe Almoznino uzun yıllar Selanik
sinagoglannda söylevler verdi ve retorik ustası olarak ta­
nındı. İstanbul'da bulunduğu bir sırada Ladino olarak

61
yazmış olduğu kent hakkındaki eseri daha sonra ispan­
yolca olarak Extremos y Grazdesaz de Constantinopla adı
altında yayımlandı. İspanyol-Yahudi edebiyatının en na­
dir eserlerinden olan bu kitap önemli bir tarih kitabıdır.
Samuel de Medina da 16. yüzyılda Selanik'in başlıca hu­
kukçulanndandı. Medina'nın ailesi üzerine çöken ve bir­
birlerini izleyen felaketler bu büyük din adamım hayatını
kazanmak için uzun seyahatlere çıkmak zorunda bırak­
mış, ancak, buna rağmen, yaşamının sonuna doğru ken­
dini dinsel çalışmalara vererek bir din akademisi kur­
muştur. Samuel de Medina'nın uzmanlığı Selanik dışında
bütün Balkanlar'da duyulmuş ve Osmanlı devletinin Av­
rupa kesiminde yaşayan birçok Yahudi cemaati dinsel ko­
nularda Medina'ya danışmayı adet edinmiştir. Medina'­
nın bu konuda yazmış olduğu mektuplar (responsa)
1000'i bulur.
Safed'in en parlak dönemlerinde Selanik de önemli
bir Kabala merkeziydi. Nitekim Safed'in büyük bilginleri
yaşamlannın önemli bir bölümünü bu kentte geçirmişler­
dir. Bunun dışında kentte laik konulara eğilen bir okul
da vardı ki buracla doğal bilimler, astronomi, tıp gibi bi­
limler öğretilirdi . Özetle denebilir ki, İstanbul'un önemli
bir siyasal faaliyet merkezi olduğu bir dönemde Selanik,
başlıca Yahudi kültürel merkezlerinden biri olarak tarihe
geçti.
16. yüzyılda İzmir henüz kent boyutlan kazanmamış
olan küçük bir yerleşme merkeziydi . İberyalı göçmenler
Ege bölgesine dağılırlarken İzmir'e de geldiler ve burada
yaşamakta olan cemaate katıldılar. İzmir kenti diğer Os­
manlı kentlerinin aksine, İberyalı Yahudiler gelir gelmez
gelişmeye başlamadı. Kent yüz yıl kadar önemsiz bir yer­
leşme merkezi olarak kaldı ve ancak 1 7 . yüzyılda önemli
bir liman oldu.
Şam kenti 15. yüzyılın başında Timur tarafından
yağma edilip yıkıldıktan sonra uzun süre kendine gele­
medi ve ancak yüzyılın ikinci yansında yaşam belirtileri
göstermeye başladı. 16. yüzyılın başında İspanyol Yahu­
dilerinin buraya yerleşmeye başlamalanyla kent canlan­
dı. Göçmenler burada ayn cemaatler kurdular ve daha

62
başından kentin İspanyol , Iraklı ve Sicilyalı Yahudileri
birbirlerinden ayn ve değişik cemaat yaşamları ihdas et­
tiler. Ancak bu farklar zamanla azaldı ve İspanyol göç­
menler İspanyolcayı bırakmaya başladıklannda gruplan
ayıran önemli bir unsur ortadan kalkmış oldu.
Safed ve Kudüs'teki ekoller Şam'ı önemli bir merkez
olarak gördüklerinden, zaman zaman kendi aralanndan
bazı din adamlanm bu kentte çeşitli görevlere atadılar.
Bu şekilde Safed'e paralel olarak, Şam'da da önemli bir
Kabala ekolü oluştu. Safed'de yetişmiş olan Rabi Hayim
Vital yaşamının son yıllannda Şam'a yerleşti ve burada
bir Kabala grubu kurdu. Vital'ın hocası Moşe Alşeh Sela­
nik'te Taitazak ve Karo'nun yeşivalannda okudu ve Ka­
ro'dan "semiha" aldı (Alşeh daha sonra Vital'e "semiha"
verdi). Alşeh İsrail Ülkesi, Suriye ve muhtemelen İran
Yahudi cemaatlerini ziyaret etti ve gene yaşamının sonla­
nna doğnı Şam'a geldi .
1 6 . yüzyılda Kudüs Osmanlı yönetimine girdi . 1537
tarihinde Kanuni Sultan Süleyman kentin surlannı onar­
maya karar verdi ve bu işe Mimar Sinan'ı memur etti .
Surların onarılınası Yahudi dünyasında büyük yankılar
uyandırdı , hatta Sultan Süleyman'ı İsrail kralı Hz. Süley­
man'a benzatenler oldu. Bu dönemde Kudüs'ün birçok ke­
siminde onanın çalışmalan yapıldı ve kentin su şebekesi
genişletildi.
1 6. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudi Ya­
şamı 16. yüzyılda Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu sı­
-

nırlan içinde, Avrupa'daki dindaşlannın yaşarrıış olduk­


lan baskı ortamından çok değişik ve liberal koşullar al­
tında verimli bir yaşam sürdürmüşler*, İstanbul, Selanik
ve Safed'de Yahudi dünyasının merkezi haline gelen ekol­
ler oluştunnuşlardır. Bununla birlikte Osmanlı idaresi
altında Yahudi yaşamı incelenirken, burada bir azınlık­
tan bahsedildiği ve topyekün toplumsal perspektif gözden
kaçınlmamalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudiler, yasal açıdan,
hükümdann himayesinde bulunan, bu himayeye karşılık
özel vergiler ödeyen ve genel olarak çoğunluk Müslüman
toplumdan aşağı statüde tutulan bir cemaat görünümün-

63
deydiler. örneğin Yahudiler dahil bütün gayrimüslimin
giyim şekli fermanlarla düzenlenir, gayrimüslimin Müs­
lüman gibi giyinmeleri önlenmeye çalışılırdı. Yahudiler
zaman zaman bu fermanl�n tartışma konusu ederler, uy­
gulamasıru önleme atılımlannda bulunurlar, resmi mar­
ciler de emirleri her zaman uygulamazlardı . Giyim dışın­
da birçok konuda bazen Yahudiler lehinde, bazen de aley­
hinde kararlar çıkanrlar, ancak, anlaşıldıW, kadanyla,
aleyhte kararlar Yahudi düşmanı bir eğilimle olmaktan
çok, i dari düzenlemeler icabı ahnırdı.57
Öte yandan, 16. yüzyılda, Türk topraklan dahilinde
kan iftiralan da görülmüştür. Hıristiyanlann Yahudilere
yöneltmiş olduklan bu iftira, Yahudilerin, Hıristiyan
inancına göre, Hıristiyan çocuklan kaçınp kurban ettik­
leri ve kanlanyla çeşitli ayinler ya da Hamursuz yaptık­
lan şeklindeydi. Avrupa'da yüzyıllarca yaygınlıW,nı koru­
muş olan bu iftira çok nadir de olsa Osmanlı topraklann­
da da görülmüş ve Osmanlı mercileri, bu türden i ddialar­
la Yahudilere saldıran Hıristiyanlan cezalandınnakta ge­
cikmemiş, halka bu yolda sert fennanlar çıkarmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Amasya'da
patlayan Kan İftirası, Kanuni'nin oğlu Şahzade Mustafa'­
nın bölge valisi oldu� zamana rastlar ( tahminen 1530-
45 yıllan arasında; kesin tarih bilinmemektedir). Bu sıra­
larda, bir Ermeni kadını küçük bir Hıristiyan çocu�n
Yahudiler taraf ından kesildiğini gördüğünü iddia etti,
bunun üzerine birkaç Yahudi yakalanarak "suçlannı ifşa
edene kadar" işkence, daha sonra da idam edildi. Katle­
dildiği iddia edilen kişi kısa bir süre sonra ortaya çıkınca,
yerel Osmanlı marcileri aldatıldıklannı gördüler ve kan
iftirasım yayan Hıristiyanlan idamla cezalandırdılar.
Olay bir kez daha Tokat'ta meydana gelince, Kanuni'nin
doktoru Moşe Harnon Padişah'tan Kan İftirası'na karşı

(57) Galante çeşitli eserlerinde çok sayıda ferman metni yayımla­


mıştır. Çoğu Fransızca pek azı da Türkçe olan bu metinler, Os­
manlı Im paratorluğu'nda çeşitli dönemlerdeki Yahudi yaşamı
hakkında oldukça açık bir fikir verir. Yer darlığı nedeniyle bura­
da verilmesine imkan olmayan sözkonusu ferman metinlerini
içeren eserter, l srail Milli Kütüphanesi'nde mevcuttur.

64
bir ferman aldı. Bu önemli ferman, bu gibi iddialarda bu­
lunan kişilerin şikayetlerini bölge mahkemelerine değil,
padişah divanına getirmelerini öngörmüştür. Ferman
kaybolmuş olmakla birlikte, varlığı bir Osmanlı belgesin­
de zikredilmektedir: "Rahmetli Gazi Sultan Süleyman,
zikredilen cemaatin saldınlara uğradığını duymuş. Sul­
tan bu suçlamalann gerçek olmadığını öğrendikten son­
ra, onun kesin emri ve el yazısıyla bir ferman çıkardı . Bu
fermancia şöyle denilmektedir: Bu cemaat bana vergi öde­
diğinden, üyelerinin saldınya ya da herhangi bir haksı zh­
(ta uğramalannı istemiyorum . . . Fermana riayet etmeyen­
ler, cemaatin işine kanşanlar, bu cemaatten olanlan yar­
gılayanlar, ya da bunlara saldıranlar cezalandınlacaktır.
Bu ferman düzeltilmeyecek ya da deği ştirilmeyecektir."
Padişah'ın 961 yılının Muharrem ayının son gününde (27
Aralık 1553) çıkarttığı fermancia i şte böyle denilmekte­
dir.
5. Duraklama ve Sabetay Sevi Hareketi Türkiye -

Yahudilerinin Duraklama Devri - Osmanlı devletinin 100


yıl kadar devam eden Yükselme Devri, 16. yüzyılın sonla­
nna doğru ilk tereddüt belirtileri gösterdi ve devlet 1 7 .
yüzyılın başlanndan i tibaren tam anlamıyla duraklama­
ya başladı . Yavuz Sultan Selim'in ihdas etmiş olduğu Ye­
niçeri disiplini bozuldu ve bu birliklerin aşırı maddi ta­
leplerini i zleyen isyan belirtileri Osmanlı tahtını sarsına­
ya kadar gitti. Sipahi kesiminde mevcut olan feodal top­
rak sistemi önemli ekonomik unsurlar içerdiğinden, bura­
da da yozlama başgösterdi .
Duraklama, imparatorluğun belki de aşın genişleme­
sinin sonucuydu. Osmanlı devleti artık, ordusunun ve
idare sisteminin hakim olabileceği en geniş sımrlara eriş­
tiğinden, yeni fetihlerin sağlayacağı gelir kaynaklan bir
anda ortadan kalkmış, çok kısa süre içinde oluşan impa­
ratorluk, yetenekli i dareciler yetiştirmeye vakit bulama­
mıştı. Bunun sonucu olarak beliren ekonomik zorluklar
vergi toplama ve fethedilen ülkelerin gelir kaynaklannı
hakim sınıfa yöneltme yoluyla halledilmek i stenmiş, bu
durum da şiddetli huzursuzluk, hoşnutsuzluk ve isyanla­
ra yol açmaya başlafnıştı.

65
Bütün bu zorluklara paralel olarak idareci kesimin
içinde yaşadığı zenginlik, huzursuzluğu körükleyen başh­
ca nedenlerden biri oldu. Pek tabii, az sayıda da olsa, ti ­
cari yetenekleri sayesinde zengin olan Yahudilerin göze
batınalan kaçınılmazdı.58 Hatta, belirtildiği üzere, Sultan
III. Murat Yahudi kızlannın pahalı elbiseler giyip değerli
taşlarla süslendiklerini öğrenince bütün Yahudileri kat­
letmek istemiş, bazı etkili Yahudilerin Valide sultan nez­
dindeki girişimleri sonucu ferınanın uygulanması durdu­
rulmuş ancak Yahudilerin giyimini düzenleyen ve kavuk
yeri ne uzun ve sivri külalı takmalanm mecburi kılan bir
emrin çıkması önlenememiştir.
Sultan'ı öfkelendirmemek ve muhtemel bir soykınmı­
m önlemek için, İstanbul Yahudi cemaatinin liderleri din-
. daşlarma daha mütevazi yaşamalanm telkin etmiş, ce­
maat hahamlan, kadın ve genç kızlann sokaklarda paha­
lı giysiler ve ziynet eşyasıyla dolaşmamalanm emr ed en
bildiriler çıkarmışlardır. IV. Murat zamanında ( 1623-40)
devlete ödenen yıllık bir vergiyi resmi merciiere teslim et­
mek üzere İstanbul'a gelen Selanik Yahudi cemaatinden
bir heyetin başkanı Rabi Yehuda Kovo, basit bir neden­
den padişahın emriyle idam edildiğinde, cemaat içinden
bu karan durduracak etkiye sahip bir Yahudi bile mevcut
değildi.
Görüldü� üzere, 17. yüzyılın hemen başından itiba­
ren Türkiyeli Yahudiler, kelimenin tam anlamıyla "ani­
den" bir Duraklama dönemine girmişlerdir ki bunu sade­
ce, imparatorluğun duraklamaya başlamasıyla i zah et­
mek mümkün değildir. Gözönünde tutulması gereken
önemli bir unsur, önceki yüzyılda yaşamış olan Yahudi li­
derlerin tutumudur. Nasi'yi ele alalım : Avrupa'nın en bü­
yük hükümdarlanyla yakın tanışıklık hatta dostluk iliş­
kileri olan Yasef Nasi, Bab-ıiili'de, bugünkü anlamda ol­
masa bile önemli ölçüde, maliye ve dışişleri bakanı sevi­
yesine yükselmiştir. Buna karşılık sosyal yönde hiçbir
atılımda bulunmamış, Yahudi cemaati içinde bir liderlik

(58) 2. bölümde verilen Dernschwan'ın günlüğünden, Yahudi toplu­


munun büyük bir bölümünün fakir olduğu anlaşılmaktadır.

66
geleneği oluşturmayı belki aklından geçirmemiştir. Geçir­
miş olsa bile, bunu uygulamaya koymak amacıyla hare­
kete geçmemiştir (elimizdeki belgelerden anlaşılan bu­
dur). Franco'nun da vurguladığı üzere (Essai s.67) "Nasi,
Yahudilikte kalıcı bir şey bırakmamıştır." O zamanlar,
belli bir servete sahip her Yahudi gibi, Kireçburnu'ndaki
köşkünde küçük bir yeşiva kurmuş ancak burada sosyal­
siyasal nitelikte olmaktan çok, salt dinsel olan bir faaliy­
let türü geliştirmiştir. Nasi Tiberya'da, Naksos ve çevre­
sindeki adalarda ve hatta K.ıbns'ta, Engizisyon zulmüne
maruz kalan Yahudiler için koloniler kurmak üzere faali ­
yette bulunmuş ve İsrail tarihine Herzl'den 4 asır önce
eylemci anlamda Siyonizmi sokmuş ancak Herzl'in aksi­
ne, bir program yazmamış, başka bir deyişle, gelecek ku­
şaklara bir rehber bırakmamıştır.
Bununla birlikte Nasi'yi eleştirirken tarihsel pers­
pektife hakkıyla bakmak gerekir. Şurası gerçektir ki
Herzl'i eylemci Siyonizm programı "Yahudi Devleti"ni
yazmaya iten nedenler 16. yüzyılda mevcut değildi. Engi­
zisyon zulmüyle 19. yüzyılın Romantik Antisemitizmi ve
Rus pogromlan arasında önemli farklar vardı . Üstelik
Türkiye Yahudileri o sıralarda, dünyanın en rahat yaşa­
yan cemaatiydi. Bu nedenlerden Nasi, Siyonist eyleme
yön veren bir program bırakmadığı için tarihsel bir fırsat
kaçırmış ancak Yahudileri İsrail Ülkesi'ne geri getirmek
yolunda atmış olduğu adımlarla İsrail tarihinde önemli
bir yer edinmiştir.
Yahudi lideri durumunda olan Türkiye Yahudi ce­
maatlerinin duraklamaya girmesinin nedenlerinin teme­
linde demek ki, liderlik sorunu yatmaktadır. Buna en
çarpıcı örnek, Kovo'nun idamı gibi "küçük bir meselede"
İstanbul'da idamı durduracak bir cemaat lideri bile bu­
lunmamış olmasıdır. Bu örnek, bize 17. yüzyılın başında
Türkiye Yahudi cemaatlerinin durumunu açıkca yansıt­
maktadır. Nasi, Eskenazi ve Aben Yaeş gibi liderlerin or­
tadan kalkması, Ester Kira'nın trajik sonu bu cemaati
adeta sinmeye itmiş görünmektedir. Cemaat ortaya yeni ·
bir lider çıkaracağına adeta pasif savunmayı seçmiş gibi­
dir ki, bu pasiflik 1 7 . yüzyılda patlayacak olan Sabetay
1

67
Sevi olayını hazırlayan başlıca nedendir ve yalnız TürlO­
ye Yahudi cemaatine özgü değildir.
Kabala Mistisizmi ve Mesihı Hareketler - Yahudi mis­
tik felsefesi Kabala, Tann kavramının ve Yaradılış olayı­
nın esrarianna e�ilen bir düşünce sistemidir. Antik çalt­
lardan beri mevcut olmakla birlikte, Ortaçalt'da Güney
Fransa ve İspanya'da çok gelişti ve sistematik bir felsefe
şeklini kazandı.
Kabala, bir bakıma, Yahudilerin yaşamış olduklan
sürgün ve baskı koşuHanna bir neden arama ya da bu
baskıdan kurtuluşu müjdelayecek Mesih'i (Maşiah) bekle­
menin ürünüdür. Bu mistik yaklaşımla Yahudi Kabalist­
ler Evren'in sınırlanna eğilmişler ve bu şekilde Tannsal
olgunun esranna erişmeye çalışmışlardır.
Kabala'nın gelişmesinde başlıca etmenlerden biri,
Yahudilerin Ortaçalt'da Avrupa'da yaş�mış olduklan zu­
lüm ortamıdır. Belli bir evrede zulüm ve baskı o denli art­
tı ki, Yahudiler sorunun çözümünü ilahi bir eylemde ara­
maya başladılar. Bu şekilde Antik Mesih fikriyatı, yani
İsrail O{tullan'nın sürgünden ancak Mesih tarafından
-kurtanlaca{tı ve Mesih'in büyük bir afetten sonra belire­
ceği inancı, yeniden güç kazandı.
Belirtildiği üzere, 16. yüzyılda Kabala merkezlerinin
en güçlüsü, İspanya'dalti Yahudi kültür merkezi Cordo­
ba'nın yerini alan Safed'de kuruldu. Safed'deki Kabalist­
ler ve özellikle Luria'nın mistik felsefesi bütün Yahudi
dünyasını etkilediler. Bu ekol Kabala mistiğini öylesine
sindirmiş, Mesih inancını öylesine benimsemişti ki, yanı
başlannda, Tiberya'da N asi'nin başlatmış o1du{tu "kurtu­
luş" sürecini görmediler, hatta - belki de - anlamadılar.
Avrupa Yahudileri arasında bu felsefeden beslenen
mistik kurtuluş umudu, İsrail tarihinde "sahte mesih''
(meşihey şeker) kavramınin do{tmasına yol açtı. Sahte
Mesihler, bu mistik felsefenin verdiği coşkuyla mesih ol­
duklanna ve Tann tarafindan İsrail'i sürgünden kurtar­
maya memur edildiklerine inanan ya da çeşitli eylemle­
rinden dolayı toplumun Mesih olduklanna inandı{tı kişi­
lerdi . 16. yüzyılda da iki sahte Mesih - David Reuveni ve
Şlomo Molho - çıkmış ve Avrupa'da Yahudi kitleleri Bü-

68
yük Kurtuluş'un çok yakın olduğuna inandırmışlar, hatta
kesin tarihler vermişlerdir. örneğin Molho Sürgün'ün ke­
sin olarak, Yahudi tarihine göre 5300 yılında ( 1 540) sona
ereceğini ilan etmi ş ve tesadüfierin de yardımıyla, kitlele­
ri inandırrruştır. (Reuveni, hiçbir zaman Mesih olduğunu
ilan etmemiş, askeri bir li der gibi davranmıştır).
1 7 . yüzyılda, Yahudiler bu umutlan beslerneye de­
vam ederlerken, 1648-58 yıllan arası nda Doğu Avrupa'da
büyük Yahudi katliamlan m eydana geldi. 1648'de Bog­
dan Kmielnitzki adında Ukraynalı bir Kazak liderliğinde
çapulcu gruplan Polanya'da geniş çapta bir Yahudi kat­
liarnı yaptılar. Bundan sonra, Polanya'ya saldıran lsveç
ve Rus kuvvetleri Polonya ordusu tarafından geri püskür­
tüldükten sonra, Polonyalılar bu olaylann "hıncını" Ya­
. hudilerden çıkardılar. Bu olaylarda onbinlerce Yahudi
imha edildi ve binlerce Yahudi yerleşme merkezi, harita­
dan silindi.
Kmielni tzki katliamıyla diğer olaylar Yahudi dünya­
sım bir baştan bir başa sarstı . · Gelişmeleri, Mesih'in orta­
ya çıkmasından önce meydana gelmesi gereken afet ola­
rak değerlendiren ve Mesihl dönemin geldiğine karar ve­
ren kişi ise, katliam sahnesinden çok uzaklarda, İzmir'de
ortaya çıktı .
Sabetay Seui Hareketi - Sevi'nin yaratmış olduğu me­
sim hareket, Büyük Tapınak'ın yıkılmasnıdan ve Bar­
Kohba isyamndan sonra, İsrail tarihinde kaydedilen en
büyük kurtuluş hareketi dir. Sevi'nin liderliği altında geli­
şen akım ya da Sabateanizm (Sabetaycılık), iki unsurdan
güç almıştır: Bunlardan ilki, Yahudi ulusunun sürgünde­
ki genel durumudur. Yahudi felsefesinin temelinde yatan
siyasal ve ruhani kurtuluş i deali de, zaten, böyle bir ha­
reketin gelişmesi ' için gerekli oliin altyapıyı sürekli canlı
tutmuştur. Gerçekten de, koşullar mevcutken kitleleri
harekete geçirmek zor bir iş değildi. İkinci unsursa, o dö­
neme özgü koşullardır. 1 648 Kmielnitzki katliamı, ondan
sonra Polonya-Rusya ve Polonya-İsveç savaşlan Doğu Av­
rupa Yahudilerini çok sarsmış, mesihi umutlar birdenbi ­
re ön plana çıkmıştır.
Bununla birlikte, siyasal ve sosyal olaylar, Sabataycı -

69
lık gibi bir hareketi izah etmeye yeterli değildir. Daha ön­
ce de belirtildiği üzere, Yeniçağ Yahudi dünyası, Kabala
edebiyatımn etkisi altında bulunuyordu. Bu nedenle, Sa­
bataycıh�n temelinde yatan aktif unsurlardan biri, 16.
yüzyılda Safed'de gelişen Kabala ekolünde aranmalıdır.
Safed'den dünyaya yayılan Kabalist fikirler, özellikle Ka­
bala üstadı Luria'mn yaklaşımı, güçlü mesihçilik duygu­
lan uyandıracak cinstendi. Bu görüşe göre, dinsel icraat­
la (dua, kurban vb.), mesihi mesajı kapma amacına dö­
nük merlitasyon arasında sıkı ilişki vardı.Bütün yaratık­
lar, Yaradılış'tan beri Sürgün'de (Cennet'ten sürgün) idi­
ler. Bu Sürgün'ü sona erdirme görevi Yahudilere veril­
mişti. Yahudi ulusunun tarihsel kaderi, Luria'mn yakla­
şımına göre, Evren'in bulunduğu durumun gözle görülen
ifadesinden başka bir şey değildi. Günü gelecek, herkes
bu durumdan kurtulacak, bütün insanlar ve diğer yara­
tıklar ait olduklan yerlere dönecekler ve dünya Sonsuz
Ahenk'e ulaşacaktı. Ne var ki bu kurtuluş olayı yalnız bir
mesihi hareketle gerçekleştirilemeycek, bunun gibi bir di­
zi eylemi gerektirecekL Mesih'in kendisi son evrede beli­
recek ve kesin kurtuluş saatinin gelmiş olduğunu ilan
edecekti. Luria'ya göre, siyasal �msızhk ve bu i deali
güdecek milliyetçilik süreçleri, Uzay'ın uzak köşelerinde
devam eden gizli süreçlerin sadece dışa, insan gözüne
çarpan ·belirtisiydi . Bu nedenle, Mesih kavramının dinsel,
geleneksel ya da siyasal anlamlan arasında çelişki ya da
çatışma yoktu. Öte yandan, Mesih'in gelmesi uzak bir ge­
leceğe ait bir ideal değil, şimdiki zamanda gerçekleşebile­
cek, gerçekleşmesi gereken olaydı. Başka bir deyişle, bu­
rada sözkonusu olan umut değil, günün gerçeğiydi . Me­
sih'in dünya üzerinde belirmesinden önce meydana gel­
mesi gereken olaylar meydana gelmiş, son evrenin eşiği­
ne gelinmişti.
1630-40 yıllan arasında yaygınlık kazanan Luria'nın
Kabala felsefesinin, Sabataycılık'ın doğmasında etkili ol­
duğu açıktır. Sabetay Sevi'nin Yahudi dünyasına yönelt­
miş olduğu çağnnın, bu ulusun dağılmış olduğu her yerde
-Polonya'dan Yemen'e kadar- yankılanmış olması, Luria­
nist felsefenin, düşünce altyapısının muhtaç olduğu son

70
fırça darbelerini atmış olduğunu göstermektedir. Öte
yandan Sabataycılık Amsterdam ya da Selanik gibi Ya­
hudilerin nispeten özgür bir yaşam sürdürdükleri yerler­
de çok destek görmüştür ki bu da, Luria'mn ortaya atmış
olduğu mesihçiliğin siyasal yanlannin da anlaşılmış oldu­
ğunu göstermektedir.
Sabataycılık'm lideri, gerçekten de, beklenmedik bir
ortamdan çıkmıştır. Sabetay Sevi gibi bir kişi, antisemi­
tizmin en şiddetli biçimlerinde tezaht:r ettiği Doğu Avru­
pa'da belireceğine Yahudilerin nispeten rahat bir yaşama
sahip olduklan Türkiye'de yeti şmiştir. Sabetay Sevi
( 1 626-76) İzmir'de doğmuştur. Sevi'nin biyografisi, tarih­
te uluslann geleceği üzerinde rol oynarmş Yahudi liderle­
ri arasında en iyi araştınlmış olanıdır.
İzmir o sıralarda önemli bir ticaret merkeziydi. Sevi­
ler, ticaretle uğraşan, zengin bir aileydiler. Sabetay'ın ye­
tenekleri daha küçük yaştayken görül düğünden, "haham"
olmak üzere, kentin meşhur teologu Jozef Eskapa'run ya­
nına verildi. Sevi kısa zamanda Talmud ve Kabala'da uz­
manlaştı ve 15 yaşındayken okuldan aynlıp kendi başına
tahsil etmeye devam etti .
Sabetay Sevi ruhsal düzensizlikleri olan bir kişiydi.
Uzun süre içine kapanır, insanlardan uzaklaşır, kendini
okumaya ve öğrenmeye verir, sonra birden değişir, nor­
male döner, daha sonra kişiliğinin diğer ucuna kayar, bü­
yük bir coşku ve derin bir mutluluk havasına girerdi . Ya­
kınlan ve taraftarlan Sevi'nin bu davranışını teolojik
kavramlarla i zah etmeye çalışırlardı . Buna göre, coşku
dönemleri Tanrı'nın ona göründüğü aydınlık zamanlar,
melankolik anlarsa Tann'nın yüzünü ondan gizlediği dö­
nemlerdi .
Sabataycılık akımının en büyük araştırmacısı Gers­
hem Şolem, Sevi'nin kişilik yapısım şöyle anlatır: "Şurası
kuşku götürmez bir gerçektir ki Sabetay Sevi hasta bir
adamdı ... Çağdaşlan ondan deli, çılgın, kaçık olarak söz
etmişlerdir ... Sevi'ye yakın çevrelerin anlattıklanna bakı­
lırsa Sabetay, gerçekten de bazen paraneyaya kaçan ına­
nik-depresif psikoz denilen davranış bozukluğundan çek­
miştir. Manik-depresif davranış ergenlik çagında belirir

71
ve bu davranışın özelli� olan patolojik olgular onbeş­
yirmibeş yaşlan arasında gelişir. Bu dönemde patolojik
durumlar bazen düzenli aralıklarla, bazen de Sabetay'ı fl
durumunda olduğu gibi beklenmedik zaman aralıklarıyla
birbirini i zler. Bu 'iniş çıkışların' şiddeti hastalığın ciddi ­
yetine bağlıdır . . . Sabetay 20 yaşına yaklaşırken bu tür­
den bir davranış bozukluğu göstermeye başladı. "59
Kmielnitzki katliamı ( 1 648) Sevi'nin kulağına geldi­
ğinde, derin bir "'trans" durumuna girdi ve Tann'mn adı­
nı sokaklarda ve sinagoglarda bağırmaya başladı. Mesih
oldujtuna belki o sıralarda inandı . İzmir'de Sevi'yi tanı­
yanlar önce buna tepki göstermediler ancak Sabetay bun­
dan sonra dinin temel ilkelerini ihlal edici davranı şlarda
bulundu: "Manik coşku genç Sabetay'ı başdöndürücü se­
vinç zirvelerine çekip "kendini Mesih sandığı anlarda bu
durumuyla çelişkili bazı olgular da belirirdi . Haftamn al­
tı günü ...bütün dünyevi şeylerden elini ete�ni çeken
genç haham, dinsel kurallan ihlal etmeye başlardı . ..
( Bunlar iki türden davranı şlardı :) dinin yasaklamadığı
ancak oldukça gari p, şaşırtıcı hatta anlamsız davranışlar
ve . . . Tora'mn emirlerini hiçe sayan ve kendi öz haysiyeti ­
ni düşürücü davramşlardı. "60
Bunun üzerine İzınir Yahudi cemaati, 1650'lerin ba­
şında, Sabetay Sevi'yi kentten kovdu. Sevi İzmir'den çık­
tıktan sonra ülkenin çeşitli yerlerinde dolaşmaya başladı,
İstanbul ve Kudüs'ü ziyaret etti ve zaman zaman, gari p
davranışlan nedeniyle, yerel merciierin takibatma uğradı .
Sevi'nin yaşamı, Gazzeli Natan'ın adını duyduktan
sonra önemil bir de�şiklik kaydetti . Kulağına gelen söy­
lentilere göre, Gazze'de oturan Natan adında bir kişi, in­
sanların ruhunu anndırıyor ve ona gelenleri mutluluğa
kavuşturuyordu . Sevi Gazze'ye gitti ve Natan'la görüştü.
Natan onu tedavi etmeye girişece�ne, Sevi'yi Mesih oldu­
ğuna ikna etti. Bunun üzerine 31 Mayıs 1 665'te Sabetay
Sevi, Mesih olduğunu ilan etti . Olay yıldırım hızıyla bü-

(59) Gersham Sholem, Sabbatai Sevi. The Mystical Messiah, Prin­


ceton University Press, 1 979, s 1 28.
(60) Aynı kaynak, s . 1 28.

72
tün Kuzey Afrika ve Avrupa'da duyul du. Natan da Sevj'­
ye katılarak, dünyanın kurtuluşunun yakın olduğunu bil­
dirdi .
Sabetay Sevi'nin Mesih olduğu iddiasıyla ortaya çık­
ması bütün Yahudi cemaatlerinde heyecan ve kaynaşma­
lara yol açb . Sevi aynı yılın sonlanna doğru İzmir'e dön­
dü. Bu arada, yolda Halep'ten geçerken ifade etmiş oldu­
ğu bazı kehanetlerin doğru çıkması üzerine, kitlelerin
ona gösterdikleri güven kat kat artb . Kurtuluş, Yahudi
cemaatlerinin bilincinde bir umut olmaktan çıktı ve eşik­
te bekleyen bir gerçeğe dönüştü. Heyecan ve gerginliğin
artmasına paralel olarak, Sabetay Sevi de bir ruh duru­
mundan diğerine geçiyor, bazen, "trans" anlannda, Yahu­
diliğin en basit ilkelerini ihlal edici davranışlarda bulu­
nuyor (Tann'nın adıni anmak, kuralların yasak ettiği ye­
meklerden yemek gibi), onu izleyenleri de davraruşlannı
benimsemeye teşvik ediyordu.
Sevi İzmir'deyken İsrail'in mesihi olduğu artık dün­
yanın her yanmda duyulmuş, taraftarlanyla muhalifleri
arasındaki cepheleşme iyiden iyiye belirginlik kazanmış­
b. Arbk Sevi'ye inananlar "maamin" (mü'min, Tann
inancına sahip kişi), ona karşı koyanlar "kofer" (kafir,
Tann inancına sahip olmayan kişi) idiler.
Coşku ve gerginlik bir süre sonra olaylara yol açtı. l l
Aralık 1665'te Sabetay Sevi, taraftarlannı yanına kata­
rak, m uhaliflerinin toplanmış olduğu bir sinagoga saldır­
dı, burada birçok garip eylemlerde bulundu ve 15 Sivan
5426 ( 1 8 Haziran 1 666) tarihinin Kurtuluş Günü olduğu­
nu ilan etti. Bundan önce Gazzeli Natan'ın bir kehaneti
üzerine, Sevi'nin İstanbul'a gideceği, burada "Büyük
Türk''ü (Padişah) tahtından indireceği, yerine de onun ge­
çeceği bildirilmişti.
Bu arada İzmir kadısı Sevi'yi birkaç kez huzuruna
çağırmış ve davranışlannı izah etmesini istemişse de, Se­
vi her keresinde karlıyı yatıştınnayı başannışb. Öte yan­
dan Sabetay Sevi'nin taraftarlan, muhalif kesim üzerin­
de terör yaratmışlardı. Birçok m uhalif zamanla, ya Sevi'­
nin cephesine geçmek ya da kenti terketmek seçenekle­
riyle karşı karşıya kalmışlardı (örneğin İzmir'in tamnmış

73
1
hahamlanndan Salomon Algazi Manisa'ya kaçmış, evi
Sevi'ciler tarafından yağma edilmişti).
Bundan sonra her şey Sabetay Sevi'nin lehi ne gelişti.
İstanbul'un tamnmış Kabala uzmanlanndan Avraham
Yahni ve peşinden sürüklediği birçok kişi, İzmir'e gelip
yeni aklına katıldılar. Ticari ve ekonomik faaliyet durdu,
İzmirlilere dışandan gelenler kendilerini sevinç gösterile­
rine ve Natan'ın düzeniernekte olduğu "af dileme" tören­
lerine verdiler. Natan Sevi'nin nebiliğini yapıyor, Kurtu­
luş'un gerçekleşmesi için gerekli koşullan oluşturmak ça­
basıyla, halkın ne yapması gerektiği yolunda "bildiriler
yayımlıyor", onlara yön vermeye çahşıyordu. M dilerne ve
pişmanlık duygulanru vurgulamak için uzun oruçlar tu­
tuluyor, buna benzer çeşitli dinsel icraatlarda bulunulu­
yordu. Bu arada İstanbul, Bursa, Halep, İsrail, Mısır gibi
yerlerden birçok taraftar İzmir'e geliyor, Sevi de en sanıi­
mi taraftarianna çeşitli unvanlar veriyordu.*
Sabetay Sevi Aralık 1665'te İzmir'den İstanbul'a doğ­
ru yola çıktı. Bu sıralarda mesihliğin gerektirdiği sorum­
luluğu tam olarak kavramış görünüyor, davramşlanru
geniş ölçüde dengeliyordu. Ancak, havanın kötü olması
nedeniyle gecikince, İstanbul Yahudi cemaatinde gergi n­
lik arttı ve cepheler oluştu. Cemaati n bir bölümü Sevi'yi
tutarken, bir bölümü şarlatan olduğunu savunmaya baş­
ladı.
Osmanlı devletinin en yetenekli yöneticilerinden olan
Sadrazam Köprül ü Fazı] Ahmed Paşa, bu gelişmeler kar­
şısında dikkate değer bir sükunet gösterdi . isyanlar o sı ­
ralarda nadi r olaylardan değildi. Osmanlı yönetimi bu gi­
bi başkaldırma eylemlerini bastı rabi liyor, isyancılan sü­
ratle cezalandırabiliyordu. Başka bir deyişle, Bab-ıali ,
imparatorluk topraklannda asayişi ternin etmede olduk­
ça başanlıydı.
Sevi'yi getiren gemi 6 Şubat 1 666'da Marmara deni­
zinde durduruldu ve Sabetay kıyıya tutuklu olarak indi­
rildi. Sadrazam olaya şahsen el koydu. Köprülü Fazı} Ah­
met Paşa ılımlı tutumu ve gereksiz yere kan dökmeme­
siyle tamnmış, Os.manlı tarihinin en büyük devlet adam­
lanndandı. Kuşkusuz, hi çbi r askeri ha�ırlık yapmadan

74
bütün bir imparatorluğu ele geçirmek gibi bir idealle ha­
reket eden bir kişinin akli dengesinin yerinde olmaclığını
düşündü. Gerçekten de, Osmanlı merciierini endişeye dü­
şüren bir mesihin liderliğinde gelişebilecek herhangi bir
isyan hareketi değildi: Venedik'in İstanbul'daki büyükel­
çisi Ballarİno'nun 18 Mart 1666'da bakanlığa yazrruş ol ­
duğu bir mektuba göre, İstanbullu Yahudiler, özellikle fa­
kirler, "Mesih"in belirmesi üzerine varlannı yoklannı
satmaya başlamışlar ve Mesih'in peşinde Kutsal Toprak­
lar'a gitmeye hazırlanmışlarclı. Türk merciierini düşün­
düren, gerçekten de, normal yaşamın durması , ticari faa­
liyetin sekteye uğramasıydı. O zamanlar ticaret Yahudi­
lerin elinde olduğundan, ülke ekonomisi ciddi bir bunalı­
ma girebilirdi . Köprülü Fazı! Ahmed Paşa, muhtemelen,
bunlan düşünerek olaya şahsen el koydu, Sevi'yi Divan
önünde soğukkanlılık ve nezaketle dinledi ve sonunda
idama gerek .olmaclığına karar vererek, sahte mesihi tu­
tuklamakla yebndi.61 ·

Sahatay Sevi küçük bir köşkte gözaltına alındı ve bu­


rada kaldığı sürece, istediği gibi davranmasına ve konuk
kabul etmesine izin verildi. Daha sonra aynı koşullarda,
devrin önemli mahkumlannın bulunduğu Gelibolu'ya
nakl edildi.
Sevi'nin mahkum edilmesi mesihi hareketi durdur­
maclı, tam aksine, Avrupa ve Ortadoğu'da binlerce kişi
akıma katılclı . Yemen'de, İstanbul'da, Venedik'te Sabetay
Sevi'ye ithafen şiirler yazılclı , aclına dualar okundu. Ta­
raftarlarla muhalifler arasındaki gerginlik de azalmadı
ve onun mesihliğine inanmayanlar "kafir" olarak biline­
geldiler. Sabataycılık Ağustos 1666'da doruk noktasına
ulaştı. Herkes, yaklaşmakta olan Kurtuluş Günü'nde bü­
yük mucizeler bekliyor, ona göre haz1rhklar yapıyordu.
Ancak olaylar beklenmeyen bir yönde gelişti. Polanya'dan
gelen ve mesih olduğunu iddia eden Lvov'lu Nehemya ha­
Kohen Sevi ile görüştü. Bu karşılaşma sırasında Nehem­
ya Sabetay Sevi'nin "Mesih" olmaclığını ilan etti ve he­
men orada, Sevi'nin odasında Müslüman olmak i stediğini

(61 ) Aynı kaynak. s .448-449.

75
bildirdi. Bunun üzerine Nehemya haKohen Edirne'ye ge­
tirildi ve burada Müslüman oldu; bu arada Sabetay Sevi'­
yi bir isyan hazırlamakla suçladı . Bu itharn karşısında
Osmanlı merciieri Sevi'yi Edirne'ye getirdiler ve Padişah
huzurunda yargıladılar. Yargılama sonunda Sabetay Sevi
ya idam ya din değiştirme seçeneklerinden birinde karar
kılması istendi . Sevi, mahkeme sırasında melankoli dö­
nemlerinden birinde olduğundan, suçlamalara fazla tepki
göstererneeli ve Aziz Ahmet Efendi adını alarak Müslü­
man oldu. Bundan sonra da sarayda küçük bir göreve
atandı .
Dönmeler - Sabetay Sevi'nin Müslüman olması bütün
Yahudi dünyasında şok tesiri yaptı. Taraftarlan, onun
bir sahtekar olduğ'unu kabul etmektense, gizli bir görev
nedeniyle din değiştirdiğine inandılar. Sevi hayattayken,
Edirne'de toplanmış olan 200 kadar Yahudi ailesi, liderle­
rini izleyip Müslüman oldular (aralannda tanınmış din
adamları ve Kabala üstadlan da vardı). İslam'ı kabul et­
meyen diğ'er "maaminim", liderlerini izleyip din değişti­
ren Yahudilerin ilahi bir emirle gizli görevlere bağlandık­
Ianna inandılar.
Sevi'nin ölümünden ( 1676) sonra, ideolojisini i zleyen
ve din değiştirdikleri jçin "Dönme·· tabir edilen tarikatın
faaliyet merkezi Edirne'den Selanik'e geçti. Sabetay Se­
vi'nin son karısı ve Selanikli meşhur haham Jozef Filozof
kızı Yoheved, burada, Yaakov "Kerido" lakabıyla bilinen
erkek kardeşi Yaakov Filozofun Sabetay Sevi'nin ruhuna
sahip olduğ'unu ilan etti. Bu gelişmeler üzerine Dönme
tarikatı bölündü ve bir bölümü Kerido'nun safına geçti.
17. yüzyılın son}anna doğTu, Türkiye'nin değişik kentle­
rinden birçok dönme Selanik'e yerleşti. Dönmeler dışa
doğru gerçek Müslüman, kendi aralannda Sabataycı ola­
rak yaşamaya devam ettiler. Hatta Yaakov Kerido, İs­
lam'a "sadakatini" göstermek için hacca bile gitti.
17. yüzyılın sonunda tarikat içinde anlaşmazlıklar
belirdi ve iki alt-tarikat oluştu: İzmirliler ve Yaakovlar.
Ertesi yüzyılın başında, Osman Baba adını alarak Müslü­
man olan Baruhia Ruso, Sevi'nin ruhunu taşıdığinı ilan
etti ve "Konyozos" ya da "Karakaşlar" adıyla anılan üçün-

76
cü bir alt-tarikat kurdu. Konyozoslar aşm eylemci bir tu­
tum takınarak, yeni bir dinsel ideoloji geliştirdiklarine
inandl]ar. Görüşlerini Polanya, Almanya ve Avusturya
Yahudi cemaatleri arasında da yaymaya çalışan Konyo­
zoslar ı 720-26 yıllan arasında Avrupa kentlerinde büyük
heyecan ve sarsıntılara yol açtılar.
Dönmeler kendilerine göre bir yaşam şekli benimse­
yerek, Selanik'te bir mahalleye yerleştiler ve özellikle
derviş tarikatçileriyle iyi ilişkiler kurdular. Öte yandan,
dışa doğru tam Müslüman görünen bu grubun kendi için­
de Sabetaycı-Yahudi olarak kaldıklan anlaşıldıı'tJnda,
Müslüman çevre bu kişilere "Dönme" lakabıru taktı (bu la­
kabın Yahudilikten Müslümanbğa geçtikleri için mi, yoksa
gerçek Müslüman olmadıklan için mi takılmış olduğu açık
değildir). Dönmeler zamanla İbraniceyi unuttular ve Laru­
no'yu kullanmaya başladılar 19. yüzyılın sonlanndan iti­
baren de tankatın konuşma dili Türkçe oldu.
Toplumsal yapı açısından bu üç alt-tarikat arasında
bariz farklar vardı: İzmirliler grubu (İzmirim ya da İz­
mirlis) zengin tüccarlar, orta sıruf ve aydınlardan meyda­
na geldiğinden bunlar "aristokrat" sırufıydılar. İzmiriiiere
aynı zamanda "Kavayeros" ya da "Kapancılar" da denirdi.
İzmirliler 19. yüzyılın sonundan itibaren Türk çevreye
kanşma ve özümlenme eğilimi göstermeye başladllar.
Yaakovlar (Yaakoviyyim) daha çok alt-orta memur sınıfı­
m içerir, çoğunluğu oluşturan Konyozo grubuysa küçük

zanaatçı ve proletaryadan oluşurdu.


Dönmelerin hem Türk hem de İbrani adlan vardı (dış
ve iç kullanım için); bazılan Sefarad soyadlanm özellikle
edebi eserlerinde kullanmışlardır. Dönmalerin kullandık­
lan dinsel metinler, kolayca saklanabilmesi için, küçük
forma yazılır ya da basılırdı. Bu tarikattan kişiler siyasal
faaliyete katılmışlar ve özellikle Jön Türkler hareketinde
rol oynamışlardır (maliye bakanı Cavit Paşa gibi). Musta­
fa Kemal'in aynı kökenden olduı'tJı iddialan (Selanik'te
doğduğu için) söylenti düzeyinde kalmış olduğu halde,
Kemalist devrimler sırasında yeni yönetime muhalif Ana­
dalulu aşın dindar çevreler bu söylentiyi aleyhte propa­
ganda amacıyla kullanmışlardlr. Türkiye'nin Kurtuluş

77
Savaşı'nı i zleyen nüfus hareketleri sırasında Selanik
Dönmeleri'nin büyük bir bölümü İstanbul'a yerleşti.
Dönme tarikatı Sabetay Sevi'ye sadakatini ve onun
Mesih olduğuna inancını korudu. Bunlar Tora'ya ve On
Emir'e deitişik, liberal ve mistik bir yorum kazandirdılar
ve yeni bayramlar ihdas ettiler. (Dönmeler bayramlara,
eş de!Pştokuşuna dayanan ve Yahudi ahlakına aykın cin­
sel faktörler de eklemişlerdir). Dönmelerin dinsel tören­
lerde kullanmış olduklan bazı İbranice metinler yayım­
lanmıştır.
1 7. Yüzyılda Selanik ve /zmir - Bu yüzyılda da Sela­
nik'te veba salgınlan ve yangın afetleri kaydedildi ( 1604-
20) ve bu olaylar kent Yahudilerinin başka yerleşme mer­
kezlerine göç etmelerine yol açtı. Doğal afetler, impara­
torluğun duraklaması ve Yeniçeri isyanlan iç ve dış tica­
reti önemli ölçüde etkiledi ve bu yüzyılda Selanik bir li­
man-kent olarak önemini kaybetmeye başladl . Buna kar­
şılık kent, Yahudi kültür merkezi olarak edindiği statüyü
korumaya devam etti ve bu dönemde Selanik okullann­
da, dinsel hukuk alanında meşhur olan önemli kişiler ye­
tişti. Rabi Haim Sabetay ( 1 555-1647) kentte halıarnbaşı­
lık yaptı, cemaat işleriyle yakından ilgilendi, Yahudi hu­
kuk sistemini geli ştirdi. Rabi Sabetay'ın ünü Selanik'in
sınırlannı da aştı; birçok Yahudi cemaati, hukuksal so­
runlannda Rabi Sabetay'a damşmayı adet edindiler ve
bu şekilde bu alandaki otoritesini güçlendirdiler.
Rabi Haim Sabetay'ın ekolünden Perahya ve Konfor­
te gibi tanınmış kişiler çıktı. Rabi David Konforte
( 16 1 7/8-90) edebiyat tarihçisi olarak da ün yaptı . Konfor­
te Selanik ve Kudüs'de Kabala ve İbrani dilbilgisi tahsil
etti ve bir süre Kahire'de halıarnlık yaptı. Başlıca eseri
Kore haDorot, Talmud'un yazılmasını i zleyen yüzyıllarda
yaşaıru ş olan İbrani edebiyatçılannın ve eserlerinin tari­
hidir. Yaklaşık 1000 yıllık bir dönemin İbrani edebiyatını
inceleyen bu eser ilk kez 1 746'da Venedik'te basıldı; Kore
haDorot 1846 ve 1945 yıllannda yeniden yayırolandı ve
son baskısı 1969 yılında yapıldı ki bu da, eserin tarihsel
değeri hakkında bir fikir vermeye yeterlidir.
Rabi Hasday Perahya ( 1 605-78) Haim Sabetay'ın ta-

78
lebelerindendi . Perahya, cemaatini güçlendirme yolunda
çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve yüzyılın son çeyreğine
doğru Selanik'te hahambaşı olmuştur.
Selanik Yahudi cemaati Osmanlı merciierine, bu
kentte oturmalanna karşılık yıllık bir vergi öderlerdi . Za­
man zaman nakit para bulma konusunda güçlükler belir­
diğinde, Osmanlı merciierinin onayıyla vergi, Selanikli
dokumacıların imal ettikleri kumaşların satılmasından
elde edilen parayla ödenirdi . Selanik Yahudilerinden bir
heyet her yıl İstanbul'a büyük miktarlarda kumaş getirir­
ler, malı kent pazarlarında satarlar, elde edilen geliri
devlete teslim ederlerdi .
Ne var ki, 1636 yılında, Rabi Yehuda Kovo'nun baş­
kanhğında İstanbul'a gelen Yahudi heyetinin getirdilti
kumaşlar Osmanh memurları tarafından beğenilmeyince,
trajik sonuçlara varan bir bunalım başgösterdi. Osmanlı
memurları getirilen kumaşların gereken meblağı ödeme­
ye yetmeyeceltine karar verdiler ve durumu Bab-ııili'ye
aksettirdiler. Devletin başına zor bir dönemde gelen ve
sert kararlarıyla tanınan IV. Murat olaya şahsen el koy­
du ve meseleyi tahkik etmeye lüzum bile görmeden Rabi
Kovo'yu hemen idam ettirdi .
17. yüzyılda Selanik Yahudi cemaatini en fazla sar­
san olay, pek tabii, Sabataycılık hareketidir. Sabetay Se­
vi İzmir'den qzaklaştınldıktan sonra 1657'de Selanik'e
geldi ve kent büyüklerinin yetişmiş olduğu Şalom sinago­
gunda birçok söylev verdi . Sevi'nin mesihçilik i ddialan
karşısında cemaatte beliren kaynaşmanın nasıl sonuçla­
nabileceltini önceden gören kentin ruhani liderleri, belli
bir evrede araya girerek Sevi'yi buradan da uzaklaştırdı­
lar. Selanik Sevi'nin din deltiştirmesinden sonra "Dönme"
/
tarikatının merkezlerinden biri oldu.
1680'de Selanik Yahudilerinin oluşturduğu 30 kadar
değişik cemaat bir çatı altında toplanch ve cemaatın başı­
na üç büyük halıarndan oluşan bir "triumvirlik" getirildi
(ilk üçlü, Rabi Haim Sabetay, Avraam di Boton ve Rabi
Eliya Kovo idi).
İzmir ise, İspanyalı göçmenlerin gelmelerinden sonra
dahi uzun süre önemli bir gelişme göstermedi. Bu kent

79
ancak ı 7. yüzyıldan itibaren Akdeniz-Ege ticaretinde
önemli bir liman olmaya başladı. Bu yüzyılda İzmir Ya­
hudi cemaati Osmanlı imparatorluğunun en önemli Ya­
hudi topluluklanndan biri haline geldi ve Ege bölgesinde
dağınık yaşayan birçok Yahudi grubu bu kente göç etme­
ye başladılar. Hatta Selanik ve İstanbul gibi büyük mer­
kezlerinden Yahudi aileler İzmir'de oturmayı seçtiler.
İzmir Yahudi cemaatinin bu yüzyıldaki başlıca lideri,
çıkarmış olduğu cemaat yasaları bugün bile geçerli olan
Rabi Yosef Ben Şaul Eskapa'dır ( ı570-ı622). Kastilya kö­
kenli Selanikli bir aileden gelen Eskapa, Rabi Haim Sa­
betay ile birlikte çalışmış ve ı620'de İzmir'e yerleşmiştir.
Bundan sonra Selanik'ten gelen Rabi Azarya Yeoşua Aş­
kenazi ile Eskapa arasında bir anlaşmazlık başgösterdiy­
se de,62 Rabi Azaeya'nın ölmesi üzerine Eskapa kent ce­
maatinin lideri olarak tanındı. Onun zamanında İzmir Ya­
hudi cemaati i dari açıdan da imparatorluğun önde gelen
cemaatlerinden biri haline geldi. Rabi Eskapa vergi topla­
ma ve diğ"er idari alanlarda güçlü yasalar çıkardı ve bu sa­
yede adını bütün Osmanlı topraklannda duyurdu .63
ı 7 . yüzyıl İzmir'in en parlak dönemidir. Bu dönemde
kentte ilk İbrani matbaası açılmış ve kentin yeşivalann­
da Rabi Aaron Lapapa, Rabi Salomon Algazi ve Rabi
Haim Benveniste gibi din adamlan yetişmiştir. Kentin
nüfusu da çoğ"almış ve Yahudi tüccar, sanayici ve özellik­
le tıp doktorlannın sayısı artmıştır. İzmirli Yahudi tüc­
carlar Balkanlar'dan Uzakdoğu'ya kadar birçok ülkeyle
ticari ilişkiler kurmuşlar ve imparatorluk ekonomisine
ciddi katkılarda bulunmuşlardır.
Sabetay Sevi olayı İzmir'de şiddetli sarsıntılara yo­
laçtı. Yüzyılın ortasında patlayan bu olay imparatorluğun
ticari candamarlanndan birini tıkayacak oldu. Gerçekten
de Sevi'nin en coşkulu günlerinde İzmir'de her türlü eko-

(62) Avram Galante, Histoire des Juifs d'Anatolie: Les Juifs d'lzmir,
(cilt 1 ) Istanbul 1 937, s. SO.
,

(63) Zamanın Selanikli hahamlarından Rabi Modigliano i zmir hak­


kında şunları söylemiştir: "Talimatnamelerin. erdemli, akıllı ve
yetenekli ellerden adaletle düzenlendiği kutsal ve arı bir ce­
maat..." ( Encyc/opaedia Judaica, IX, " l zmir")

80
nomik-sosyal faaliyet durdu ve Yahudi cemaati derin bir
kararsızlık hissi içinde gelişmelerin sonucunu beklerneye
koyuldu. Sevi İzmir'den uzaklaştınldıktan sonra cemaat
yaşamı bir ölçüde normale döndü ve akım tamamen sona
erdikten sonra ekonomi tam olarak işlemeye başladı .
1 7. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudi Ya­
şamı - Görülüyor ki bu dönemde imparatorluğun de�şik
köşelerinden cemaatler değişik koşullar altında yaşamış­
tır. Selanik ve İstanbul genel duraklama havasına ayak
uydurmaya çalışırken, İzmir bir "sanayi ve ticaret patla­
ması" yaşamıştır. Nitekim iki büyük merkezden birçok
Yahudi ailesi, daha verimli bir yaşam aramak için İzmir'e
göçetmişlerdir. Bu arada Bağdat Yahudi cemaati gergin
bir dönem yaşamış, İran i şgali altına girmiş ve kente Os­
manlı idaresinin iadesinde faal bir rol oynamışlardır.64
Prof. Galante'nin yayımlamış olduğu bazı belgeler, bu
dönemde Osmanlı imparatorluğunda Yahudi yaşamı hak­
kında zamammıza ilginç bilgiler aktarmaktadır. örneğin,
1694 . yılında Il. Ahmet'in çıkarmış olduğu bir ferman,
Hacı İsa yani Hasköy'de bir yangından zarar gören üç si­
nagogun, İstanbul'un alınması sırasında Yahudilerin Os­
manlılarla işbirliği yapmalanna karşılık Fatih'in çıkar­
mış olduğu bir fermana istinaden, imar edilmelerine izin
vermiş olduğunu göstermektedir. Bundan da, iki buçuk
asır önce Fatih Sultan Mehmet'in çıkarmış olduğu bir fer­
manı n gücü ve Osmanlı idaresinin, Yahudilerin İstanbul­
'un alınmasında oynamış olduklan rolü um.ıtmamış. oldu­
ğu çıkmaktadır (Galante, Byzance, s.31, Documents, s.50).
Bir başka ilginç ferman, Yahudilerin esir satın ala­
mayacaklanyla ilgilidir. 1605 yılında I. Ahmet tarafından
çıkanlan bir emirde ''Klzılbaşlar, yabancı elçiler ve Yahu­
dilerin" esir satın alamayacaklan belirtilmekte (Encore
un Nouveau Recueil de Documents, s.43) ve bu şekilde
1559'da Kanuni Sultan Süleyman'ın çıkarmış olduğu bir
ferman (Documents, s . 1 2 1 ) teyit edilmiş olmaktadır.* Bu-

(64) Osmanlıların kenti geri aldıkları 1 6 Tevet 5399 ( 1 638) günü


Bağdat Yahudileri taratından "Yom Nes" (Mucize Günü) ilan
edilmiştir.

81
rada sadece Yahudilerin esir satın alamayacaklan sözko­
nusu olmamakla birlikte, Yahudilerin evlerine köle alma­
lannın 16. yüzyılda, bu kölelerin zorla Yahudiliğe geçiril­
miş olduklan i ddiasıyla yasaklanmış olduğunu hatırla­
mak gerekir.
Bu dönemle ilgili olarak elimizde bulunan en ilginç
belgelerden biri, IV. Mehmet'in (Avcı ; 1648-87) bir Yahu­
di hammala "arkalık" takma izni(! ) vermiş olduğunu gös­
teren belgedir. O zamanlar Yahudi hammallar ağır ·eşya­
lan çıplak sırtlannda taşırlardı; "arkalık" (semer) kullan­
mak "Müslüman hammallann" imtiyazıydı. Fransız sey­
yahı Thevenot'nun 1 655'te Doğuya yapmış olduğu seya­
hatten sonra yazdığı arulara göre, IV.Mehmet, Edirne cı­
vannda avlamrken bir Yahudi hammaldan yardım gör­
müş ve bu yardıma karşılık, gayrimüslim hammallara
yasak olan arkalığı takınasma izin vermiştir.*
Türkiye'de uzun seyahatler yapmış olan Hıristiyan
misyoneri Michel Febvre (Febure), 1682 yılında yayımla­
nan arnlannda Osmanlı imparatorluğunda yaşayan Ya­
hudiler hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir. Febvre Türki­
ye'de iki tür Yahudi yaşadığını yazmıştır: Yerliler (Bizans­
lı Yahudiler) ve yabancılar (İberyalı göçmenler). Hıristiyan
misyonere göre bu iki kesim arasında hem giyim hem de
dinsel icraat bakımından farklar vardı. Bundan da anlaşı­
lan, İberyah göçmenlerin gelmesinden 200 yıl sonra iki ce­
maat arasında farklann korunmuş olduğudur* 65 .

6. 18. Yü�yıl - Avrupa Fransız ihtilali'ne hazırlanır­


ken, Türkiye Yahudiliğinin siyasal ve sosyal açıdan koyu
'Jir karanlığa gömülmüş olduğunu görüyoruz .. İspanya
Yahudilerinin getirmiş olduklan kültürel servet adeta hiç
işlenıneden "yenmiş" görünmektedir. Gerçekten de, 18.
yüzyılın eşiğinde önemli bir eğitim krizi geçirmekte olan
Türkiye Yahudi cemaat1erinin, dinsel icaplan yerine geti­
recek kadar dahi İbranice bilmedikleri ortaya çıkmakta­
dır. İbranice, yerini İspanyolcanın klasik şekline dayanan
Ladino'ya bırakmış ancak bu dilde ne bir eğitim sistemi

(65) TMatre de la Turquie, Traduit de l'talien par son Auteur le


sieur Michel Febvre A Paris, MDCLXXXII, s. 376-384.

82
ne de bir edebiyat geliştirecek ortam yaratılabilmişti. İle­
ride incelenecek olan Meam Loez edebiyatı da bu ihtiyaç­
tan doğmuştur.
Sözünü ettiğimiz dönemde, bir önceki yüzyılın Yahu­
di liderlerine benzer güçlü kişiler yetişmemiş olduğun­
dan, cemaat ile Bab-ıali arasında ilişkiler hemen hemen
kesildi. Bazı Yahudilerin sarayla ilişkilerini korumuş ol­
duklan sabit olmakla birlikte66 cemaatin saray nezdinde­
ki etki ve kredisi önemli ölçüde azaldı ve bu durum, Os­
manlı yönetiminin bazı Yahudi aleyhtan fermanlan yeni­
den yürürlü�e koymasında yansıdı.
Örneğin, ı 702'de Sadrazam Daltaban lMustafa] Paşa
Yahudilerin (ve Hıristiyanlann) san ayakkabı .ve kırmızı
kalpak giymelerini yasakladı ve bu azınlıklann yalnız si­
yah renkte şapka ve ayakkabı giyebileceklerini tespit et­
ti. III. Ahmet'in ı 728'de çıkardı� bir fermana göre, İstan­
bul'da Yeni Cami yakınlannda Balıkpazan çevresinde
oturan Yahudilerin, evlerini boşaltıp başka bir mahalleye
taşınmalan emredildi (ancak, emir kısmen uygulanabildi;
Hammer, c. ı4, s.ıBı). III. Osman zamanında da, Yahudi­
lerin 6 metreden yüksek ev inşa edemeyecekleri yolunda­
ki eski bir ferman yeniden yürürlü�e kondu (Müslüman­
lar 8 metre). ı 730'da III. Ahmet, kavukçulara bir emir
göndererek, kavuklan Yahudilerin giydikleri başlığa ben­
zer şekilde dikmemeleri için uyardı ( ""İstanbul kavukçula­
n ... Allah korusun, Yahudilerin giydiklerine benzeyen
başlıklar dikiyorlarmış")*. Bu dönemde, anlaşıldı� kada­
nyla,. Osmanlı idaresinin Yahudilere karşı tutumunda,
azınlık yaşamını düzenlemeye dönük idari tedbirlerin
ötesinde bir sertlik belirdi. Hatta, Osmanlı tarihinde ilk
kez, Müslüman merciler Yahudilere bir kan iftirası yö­
nelttiler (genel olarak kan iftirası Hıristiyanlar tarafın­
dan başlatılırdı). ı 7 15'te Sadrazam Damat İbrahim Paşa,
üç Yahudiyi, bir Müslümanın CKahya bey) küçük o�lunu
şekerleme verme yoluyla kandırarak evlerine çektikleri

(66) Voltaire, Histoire de Charles XII, Roi de Suede adlı eserinde,


bir Yahudi kadının Valiele Sultan'ın yakını olduğunu kaydeder,
Livre V, s.264.

83
ve amaçlannın çocuğun kanını alıp "hamursuz" yapmak
oldujtu iddiasını -d<>ıtrulujtunu araştırmadan- kabul etti
ve bu üç Yahudiyi derhal idam ettirdi.67
Daniel de Forıseca Bununla birlikte, Osmanlı sara­
-

yında Yahudilerin oynamış olduklan siyasal ve diploma­


tik rol tümden ortadan kalkmadı. Gerçekten de, Portekiz
asıllı Daniel de Fonseca ( 1672- yaklaşık 1 740) bir dönem­
de, özellikle Osmanlı-İsveç ilişkilerine karıştı.
Daniel de. Fonseca, Portekiz;in Oporto kentinden, En­
kizisyon baskısını yakından hissetmiş (büyükbabası ya­
kalanarak idam edilmişti) bir konverso ailesindendi . Ba­
bası, auto-da-fe [ateşe atılmak] cezasına çarptınlmaktan­
sa Portekiz'den kaçmayı tercih ettijtinde, Daniel kentte
kalmış ve Hıristiyan olarak büyütüldüyse de, belli bir
yaştan itibaren gizlice Yahudiliğe dönmüştür.
De Fonseca bir ihbar sonucu Enkizisyon'un takibatı­
na ujtrayınca Fransa'ya kaçtı, orada tıp okudu, 1 702'de
Türkiye'ye gelerek, burada kısa sürede doktor olarak bü­
yük ün yaptı.
İsveç kralı XII. Charles 1709'da Rus ordulanna Pal­
tava'da yenildikten sonra Türkiye'ye kaçmca, Osmanb
devletini Ruslara karşı kendi yanına çekmek için giriştijti
müzakerelerde, de Fonseca'nın aracılıjtından yararlandı.
Gerçekten de, İstanbul'a birçok kez yolladıjtı temsilcisi
Kont Poniatowski, o sıralarda III. Ahmet'in özel doktoru
olan de Fonseca ve "bir Yahudi kadını ile ilişki kurdu. De
Fonseca ile sözkonusu Yahudi kadın aracılıjtıyla Kont Po­
niatowski, Valide Sultan'a XII. Charles sorununu iletti ve
Padişah'ın annesinin ilgisini çekmeyi başardı.'168
Ne var ki de Fonseca ve "Yahudi kadının" Valide Sul­
tan'ı ikna etmeleri, Osmanlı devletinin bu soruna ilişkin
tutumunu dejtiştirmeye yetmedi. De Fonseca Osmanlı baş­
kentinde, Avrupa devletlerinin çıkarlannı korumuş, Avus-.

· (67) Rozanes, Togarma, cilt V, s. 1 88. l brahim Paşa bu şekilde Ka­


nuni'nin bu konuda çıkarmış olduğu Fermanı (bkz. V1.4.7) açık­
ça ihlal etmiştir.
(68) Hammer, Histoire de I'Empire Ottoman, cilt XIII. s.2 1 2 (Paris
MDCCCXXXXIX). Hammar bu bilgiyi Voltaire'den almıştır (bkz.
not, 67).

84
turya'ya karşı Fransa'yı tutmuştur, Macar isyancılarla giz­
lice mektuplaşt!nştu (Hammer, c. H, s.24). ı 727'de İstan­
bul'daki Fransız elçisi öldüğünde, Fransız dışişleri bakanı
Maurepas, de Fonseca'ya gizli bir mektup yazmıştır. Bu-
. nun üzerine de Fransa, Osmanlı başkentine, Büyükelçi
olarak bir marki yollamıştır (Hammer, c. ı4, s. ı59).
De Fonseca Fransa'ya geçti, Paris'e yerleşti ve son
yıllap nı, orada yazar ve düşünürler arasında geçirdi.
Kenliisini şahsen tamyan Voltaire, Fonseca'nın XII.
Charles olayındaki rolünü yazarken, Portekizli doktordan
''belki de ulusunun tek filozofu'' olarak söz eder."
Viyana Cemaati - ıs. yüzyıhn hemen başmda, İspan­
ya ve Portekiz kökenli bir grup Türkiye Yahudi cemaatin­
den aynlarak Viyana'ya yerleşti . Burada yeni bir yaşam
arayan bu küçük cemaatin başına, daha çok Diego
de Aguilar konverso adıyla tanınan Moiz Lopez Pereyra
getirildi .7°
Osmanlı devletinin Avusturya ile yapmış olduğu Pa­
sarofça (2ı Temmuz ı 7 18) ve Belgrad (ı8 Eylül ı 739) an­
laşmalanna göre, iki devletin vatandaşlanmn iliğer dev­
letin topraklannda oturabilecekleri ve ser_bestçe ticaret
yapabilecekleri tespit edilince, Viyana Türk-Sefarad ce­
maati rahat bir döneme girdi ve bu anlaşmaların himaye­
sinde yaşamını sürdürdü. Hatta, sınırlayıcı ve antisemi­
tik yasalar altında ezilen Avusturya Yahuroleri Viyana'­
ya girmek için özel bir izin çıkarırlarken, Türk vatandaşı
olmalarından dolayı himaye gören bu Yahudiler, Avus­
turya'da ve özellikle Viyana'da serbest yaşadılar. Bu du­
rumda meydana gelen kayda değer ilginç olaylardan biri
de, birçok Avusturya Yahudisinin, bu imtiyazlardan ya-

(69) Voltaire, Histoire de Charles XII, Roi de Suede, Dresefe 1 761 ,


Livre V, s. 264.
(70) Portekiz asıllı Diego de Aguilar Viyana'ya Londra'dan gelmiş,
burada tOtOn monopalOnO başarıyla yönelmiş, Avusturya hOkO­
metine bOyOk mali yardımlarda bulunmuş, hizmetlerine karşılık
Baron unvanını almıştır. Sefarad Yahudileri Viyana'ya geldikle­
rinde aynı kökenden olan (bununla birlikte hiç TOrkiye'de yaşa­
mamış olan) Diego de Aguilar'ı kendi cemaatlerinin lideri seç­
mişlerdir. -

85
tarlanmak ve Yahudi düşmanı baskı havasından kurtul­
mak için Türk vatandaşlı!Pna geçmeleri olmuştur.71
Bununla birlikte Viyana'daki Türk-Sefarad cemaati­
nin yaşamı her zaman sorunsuz olmadı. Tarihe büyük bir
Yahudi düşmanı olarak geçmiş olan imparatoriçe Marie
Therese bu cemaati kovmak istedi. Bu gelişme üzerine
cemaat lideri Diego de Aguilar, Temeşvar Yahudi cemaa­
tinin başkanı Rabi Meir Amigo'yu gizlice İstanbul'a yolla­
yarak padişahın yardımını istedi. Rabi Amigo İstanbul'­
da, Bab-ı Ali'de Sarrafbaşı olan Yuda Baruh aracılı�Pyla
padişahla temas kurdu ve Türk makamlannı durumdan
haberdar etti. Osmanlı padişahın bunun üzerine Marie
Therese'e özel bir temsilci yollayarak, ülkesinden kovaca­
IP Yahudileri Osmanlı topraklanna kabul etmeye hazır
olduğ-unu bildirdi. Bu jest karşısından Marie Therese bir
"yanlış anlama" olduğunu bildirerek padişah temsilcisin­
den özür diledi . Buna rağ-men Viyana Sefarad cemaatinin
başkanı Diego de Aguilar kaçınayı tercih ederek Londra'­
ya yerleşti.
Diğer Cemaatler ve Kültürel Uyanış 18. yüzyılın ge­
-

nel duraklama ve gerileme havası imparatorluğun diğer


cemaatlerine de yansıdı. Selanik'teki Yahudi kültür mer­
kezi olağan faaliyetine devam etti ancak bu dönemde bu
ekallerde ayrıntıianna inmeye değer gelişmeler olmadı.
Sabetay Sevi'nin sebep olduğu sarsıntılardan sonra ce­
maat kendi içine çekildi; daha önce belirtildiği üzere,
Dönmeler burada örgütlendiler ve kentin ayrı bir kesimi­
ne yerleştiler.
İzmir cemaati de bu yüzyılda, Sabetay Sevi fırtına­
sından sonra silkinme çabası içinde, kendine çekidüzen
vermeye çalıştı. İsrail Ülkesi ve çevresinde de tarihsel
açıdan kayda değer olaylar Yahudi cemaatinin dışında
geçti. Bu dönemde Osmanlı makamlan bazı ciddi isyan

( 7 1 ) Avusturya Yahudileri Viyana'ya giriş izinlerini her yıl yenileme­


!iydiler.
(72) Franco bu noktayı anlatırken hangi Osmanlı hükümdarının söz­
konusu olduğunu belirtmemektedir: Marie Therese zamanında
( 1 740-80) Osmanlı tahtına dört padişah çıkmıştır(!. Mahmut, lll.
Osman, l l l . Mustafa, 1 . Abdülhamit)

86
eylemleriyle uğraştılar ve yüzyılın sonunda Napoleon'un
Mısır'ı alıp birdenbire Kudüs ve Akka kapılanna dayan­
ması karşısında zor anlar geçirdiler. Bununla birlikte,
yüzyılın sonuna doğru yükselen Haim .Farhi Akka ve
Şam valilerine büyük hizmetlerde bulundu ve yerel Ya­
hudi cemaatini himayesi altında tuttu. Farhi, Napoleon
kuvvetlerine karşı verilen mücadelede faal bir rol oynadı
(Farhi'nin kariyeri 19. yüzyılda incelenecekti).
Sabataycılık, zaten kültürel açıdan oldukça zayıfla­
yan Yahudi cemaatleri ni, kısa bir süre için de olsa hepten
eylemsizliğe itti . Sabetay SPvi'nin, yaratmış olduğu mesi­
hi sarboşluğun doruğundayken birdenbire ortadan kay­
bolup sahneden çekilmesi, Yahudi kitleleri bir anda yön­
süz, amaçsı z, şaşkın ve derin bir hayal kınklığı içinde bı­
raktı. Ancak, İsrail Oğullannın tarihinde sık sık görüldü­
ğü üzere, Yahudilere özgü savunma mekanizması bu nok­
tada da işledi: Kitleler kendi içlerine kapandılar ve var­
lıklannı korumak için pasif ve kültürel savunmaya geçti­
ler. Bunun sonucu, Yaakov Kuli'nin İstanbul'da başlattığı
Meam Loez edebiyatı oldu. İbraniceyi ve okuma zevkini
kaybeden Yahudi cemaatleri bu eserde kendilerini ve kül­
türlerini bir kez daha keşfetmeye başladılar ve Sürgün
koşullannda yaşamlannı devam ettirmek için gerekli ru­
hani yakıtı kazandılar. Meam Loez'in ilk cildi 1 732'de İs­
tanbul'da yayımlandı; Kuli öldükten sonra başka yazar­
lar bu büyük eseri devam ettirdiler (Meam Loez "Kültür
ve Medeniyet" bölümünde incelenecektir).
7. 19. Yüzyıl: Lobi Faaliyetleri, Tanzimat ve Ay­
dınlanma 18. yüzyılın durgunluğundan sonra, genel
-

olarak İsrail özel olarak da Türkiyeli Yahudilerin tarihin­


de hareketli bir dönem başladı. Osmanlı imparatorluğu­
nun gerilemesinden doğ'an gerginlik ve bilhassa Yeniçeri
isyanlan, bu ocağın lağvedilmesi ve gelişmeleri i zleyen
sarsıntılar Yahudi cemaatine geniş ölçüde yansımıştır.
Burtlann arkasından gelen Tanzimat fermanlan yüzyılın
_ ilk çeyreğ'inde patlayan bunalımlann acısını biraz dindir­
miş ancak genel gerileme atmosferine eklenen unsurlar
Türkiye ve Ortadoğu Yahudilerine "fırtınalı yıllar" yaşat­
ıruştır.

87
Bu unsurlann başlıcası eylemci ve siyasal Siyonizm­
'in doğmasıdır. Theodore Herzl'in başlatmış olduğu bu
hareket İsrail Ülkesi'ni hedef ve amaç edindiğinden, bu
ülkenin hakimi Osmanlı hanedanının başkentinde, 19.
yüzyılın sonlanna doğru, yoğun bir diplomatik faaliyet
yer almıştır. Bu arada Osmanlı devleti büyük savaşlara
ve ittifakıara da girmiş, İstanbul'un önemi bu nedenler­
den oldukça yükselmiş, buna paralel olarak Kutsal Yerler
Meselesi uluslararası sorun boyutlan kazanmıştır. Pek
tabii, Osmanlı topraklannda yaşayan Yahudi cemaatleri
bütün bu gelişmeleri yakından izlemiş ve hissetmiştir.
Bunlann dışında, özellikle İstanbul cemaati eğitimde
Batılılaşmaya yönelmeye çalışırken, cemaatin tutucu ve
ilerici kanatlan arasındaki sert tartışmalara şahit olmuş­
tur. Öte yandan 1 840'ta Şam'da Kan İftirası patladı!tJn­
da, Montefıore ve Cremieux gibi Batılı Yahudi liderler İs­
tanbul'u ziyaret etmişler ve cemaat liderleriyle ilişki kur­
muşlardır.
IV. Mustafa ve Il. Mahmut Dönemleri (1807-39) - Bu
dönemde Osmanlı İmparatorluğu çok şiddetli bunalım
yıllan yaşadı ve Yeniçeri isyanlan Bab-ıali'de tahtın el
de�ştirmesini etkileyecek kadar gelişti.
IV. Mustafa zamanında kayda değer olay, Fransa ile
İngiltere'nin İstanbul salımisinde kuvvet gösterisidir.
1 807'de Napoleon İstanbul'a bir elçi yollayıp padişahı
Rusya'ya karşı kendi tarafına çekmek istediğinde, İngil ­
tere Ege sulannda seyreden gemilerine Çanakkale Boğa­
zını geçmelerini emretti; İngiliz gemileri 20 · Şubat
1807'de İstanbul önünde belirdiler. Hükümet, bu durum
karşısında, bütün İstanbul sakinlerini kentin savunma
tesislerini güçlendirmeye ça!tırdı . Günün Cumartesi ol­
masına rağmen İstanbul Yahudi cemaati bu işte payına
düşeni yapmakta geri kalmadı.73
Bu arada Yeniçeri kaynaşmalannda tırmanmalar
meydana geldi. III. Selim (1 789-1807) isyancı lideri Ka­
bakçı Mustafa tarafından hapsedildi, yerine IV. Mustafa
getirildi. Bu noktada Alemdar (ya da Bayraktar) Mustafa

(73) J.M. Jouanin - J.van Gaver, Turquie, Paris, MDCCCLII I , s.370.

88
Paşa araya girerek isyanı freniedi ve III. Selim'in katle­
dilmesi üzere Il. Mahmud'u tahta geçirdi.
Yeniçeri isyanlan ve genel olarak bu askerlerin kent
içinde davranışlan Yahudi cemaatini çok etkilemiştir.
Yeniçeriler maksatlı olarak Yahudi mahallelerine girer­
ler, mahalle sakinlerinden kendileriyle arkadaş olmaya,
birlikte içmeye zorlarlardı . En küçük bir mazerette Yeni­
çeriler Yahudi mahallelerine dolarlar, yangınlar çıkanr­
lardı. Gerçekten de, üç yüzyıl boyunca İstanbul'da mey­
dana gelen büyük yangınlar hep Yahudi mahallelerinde,
Yeniçeri ya da başka zararlı unsurlann kundaklamala­
nyla başlamıştır.
Yahudiler hemen her gün saldınya uğradıklanndan
Yeniçerilerle "iyi geçinmek" zorundaydılar. Devlet olayla­
n kontrol edemediğinden, can ve mal güvenliğini sağla­
manın tek yolu bu askerlerle işbirliğine girmek, gerekti­
ğinde, maddi ihtiyaçlanm karşılamaktı . Gerçekten de,
Yeniçerilerin Ocak sarraflan (para işlerini yöneten kişi­
ler) Yahudi i diler. Bunlann en büyükleri, aym zamanda
cemaat liderleri durumunda olan Çelebi Behor Kannona,
Yeşaya Aciman ve Yehezkel Gabay'dı. Bunlardan önce
Deli Çelebon, sonra yukanda sözleri edilen liderler Yeni­
çerilerle kurmuş olduklan zoraki ilişkiler nedeniyle ha­
yatlannı kaybettiler.
Karmona, Aciman, Gabay: Yahudi-Ermeni Rekabeti -
19. yüzyılın ilk yansında Yahudilerin Osmanlı impara­
torluğu içindeki statüsünde çok büyük bir düşüş kayde­
dildi. Ticaret, sanayi, kültür ve siyaset alanlannda Tür­
kiye Yahudi cemaatleri adeta felce uıtradılar. Buna karşı­
lık Ermeniler bu dönemde önemli ilerlemeler kaydettiler
ve özellikle ticaret alanında ve Bab-ılili'de Yahudilerin
yerlerine yerleşmeye başladılar. Bu rekabet ortamı, doğal
olarak, büyük gerginliklere, gerginlikler de suçlam alara
hatta kan dökülmesine kadar gitti.
Yahudi-Ermeni rekabeti 1820'lerde en yoğun dönemi­
ne girdi. Bu sıralarda sarayda Sarrafbaşı, Bağdat asıllı
Yehezkel Gabay'dı (-1826). Gabay, Bağdat valisi Küçük
Süleyman Paşa'nın isyanı sırasinda Padişah'ın ajanıan­
na yardım etmiş ve lstanbul'a getirtilerek maliye kesi-

89
minde yüksek bir göreve atanmıştı. Saray nezdinde yük­
sek krediye sahip bir başka kişi de, Allahverdioğlu adın­
da bir Ermeni idi.
O sıralarda, Yahudilerle Ermeniler arasındaki sür­
tüşme yoğunlaştığından, belli bir evrede, Yehezkel Gabay
Allahverdioğlu'nu vatanına hıyanet etmekle suçladı. Olay
Bıllı -ıali'de duyulduğunda, Allahverdioğlu ve iki kardeşi
Gabay'ın i thamma i stinaden idam edildi. Bundan sonra
Gabay, Darphane müdürü olan Kazaz Artin'in de göre­
vinden alınmasım ve Rodos'a sürdürülmesini sağladı.74
Sözkonusu yıllarda İstanbul cemaat lideri, Çelebi Be­
hor Karmona idi. Çelebi Behor, şap ticaretinden zengin
olduğundan Şapçıbaşı olarak da amlırdı. Yehezkel Gabay
gibi Çelebi Behor da devletin maliyesini ve özellikle Yeni­
çeri Ocağı'nın para işlerini yönetirdi (kendisine Ocak sar­
rafı ya da Ocak Bezirgfuu da denirdi). Çelebi Behor, Yeni­
çerileri Yahudilere karşı frenlamek için, Ocak ağalarına
maaşlar üzerinden "avanslar" verir, ağalar da bu avans­
lan askerlerine dağıtn·dı. Bir i ddiaya göre, Karmona bu
kredilerden kazandığı faizi Yeniçeri ağalanyla bölüşürdü.
Yahudi-Ermeni rekabetine rağmen, Karmona Kazaz
Artin'in arkadaşıydı. Gabay'ın Kazaz'ı sürdürdüğünü öğ­
renince hemen araya girip hükümet çevrelerindeki dost­
lanyla temasa geçti ve Kazaz'ın geri getirtilip görevine
iade edilmesini sağladı.75 Bu gelişme, İstanbul Yahudileri
için büyük düşüşün başlangıcı oldu: O sıralarda İsrail'de,
Akka kentinde Haim Farhi, vali Abdullah Paşa tarafın­
dan haksız yere ve keyfi bir kararla idam edilince, kar­
deşleri Çelebi Karmona'dan yardım i stediler. Karmona
Padişaha haber vermeden, Abdullah Paşa'ya karşı Şey­
hülislamdan fetva aldı ve valinin i dam edilmesini sağla-

(74) Rozanes'e göre Gabay Allahverdioğlu'nu Yunanlı isyancılarla


ilişki kurmakla, Artin Kazazda, sorumlusu olduğu darphanede
kullanılan altınla ilgili bir yolsuzlukla suçladı (cil! VI. s.67).
(75) Rivayete göre, babası Eliya, oğlunu bu hareketi için azarlamış
ve şöyle demiştir: •Bu adamlar nankördOr. Artin'in bu iyiliğine
kötülükle cevap vermeyeceğini ne biliyorsun?• ( Togqrma, cilt
V I . s.67 - Rozanes bu bilgiyi bir görgü şahidinden dotaylı olarak
aldığını kaydeder).

90
dı . Olay Bab-ıali'de duyulunca Sultan Mahmut büyük bir
öfkeye kapıldı ve Çelebi Behor'u sertçe azarladı.
Bu olay, Kazaz Artin'in beklediği andı: Kazaz Karmo­
na'nın yaptığı iyiliği düşünmeden Padişahm huzuruna
çıktı ve Rozanes'e göre, aralarında şöyle bir konuşma geç­
ti: "Padişah efendimiz, İmparatorluğun yönetimini, gücü
ve yetkileri sınır tanımayan başka bir kişiyle paylaştığını
biliyor mu?'' Padişah sorar: "Kim bu cüretli ve arsız kişi?"
Kazaz cevap verir: "Bu kişi Şapçıbaşıdır." Padişah öfkeyle
bağırdı : "Öyleyse, ölmelidir!"76
Bir Cuma akşamı, Karınona ailesi "şabat" sofrasına
otururken, Padişah'm cellatlan Çelebi Behor'un evine ge­
lip, Yahudi maliyeciyi ailesinin gözleri önünde idam etti­
ler ve cesedini evinin kapısında bıraktılar ( 1 826). Olay
bütün Yahudi cemaati için büyük bir darbe oldu ve ce­
maat yıllarca Karınona'nın yasını tuttu.
Karınona hem Kazaz'ın itharnlan sonucu hem de, ay­
nı yıl la�edilen Yeniçeri Ocağının para işlerine baktığı,
Yeniçerileri de desteklediği için i dam edildi . Aynı yıl, Ye­
hezkel Gabay da Kazaz'ın çabasıyla sürülmüş olduğu An­
talya'da idam edildi (çok zengin olan Gabay, Kazaz'ın it­
hamlanna istinaden, servetini yasadışı yollardan edinmiş
olmakla suçlandı ve Antalya'ya sürüldü; zaten Yeniçeri
Ocağının la� sırasında, o da, bu birliklere para yardı­
mında bulunduğu i ddiasıyla "kara listeye" alınmıştı).
Karınona'dan (anlaşıldığı kadanyla) kısa bir süre ön­
ce idam edilen Yeşaya Aciman , da maliyede yüksek me­
murdu. Yeşaya Aciman, 1 7 . yüzyılda Osmanlı devletine
hizmette bulunmuş' meşhur ailedendi . Dedesi Yeşaya Aci­
man 1 730'dan 1 773'e üç padişaha hizmet etmiş ancak if­
tiralara kurban giderek idam edilmişti (kardeşi Eliya da
1807'de bir Yeniçeri tarafından öldüı:ülmüştü).
Torun Yeşaya Aciman da ailenin geleneğini sürdürdü
ve Ocak sarrafı oldu. Yeniçeri Ocağının la� sırasında o
da Gabay ve Karınona gibi itharn ve idam edildi.
Görüldüğü üzere 19. yüzyılın ikinci çeyrejpnde İstan­
bul ve Türkiye Yahudi cemaatleri, Bab-ıali'yle doıP-udan

(76) Rozanes, Togarma, cilt VI. s.69.

91
doğruya ilişkileri olan liderlerini bir anda kaybettiler. Bu
gelişmeler kısmen Ermeni entrikalanndan dolayı meyda­
na geldi ve iki cemaat arasındaki çatışmamn bu evresin­
de, Ermeni lobisi Yahudi lobisine karşı çok önemli bir
"zafer" kazandı. Gerçekten de 1826'dan sonra Türkiye
Yahudi cemaatleri iyiden iyiye gözden düştüler, ticari ve
siyasi mevkilerini Ermeniler lehinde kaybettiler.
Bununla birlikte, II. Mahmut devrinde meydana ge­
len bu olayların, Yeniçeri isyam ve Oca�n lağvı ile sonuç­
lanan tırmanmamn etkisinde trajik boyutlar kazanmış
olduğu düşünülebilir zira, II. Mahmut temelde liberal ve
açık fikirli bir insandı. II. Mahmut Tanzimat'tan önce
azınlıkların Müsl ümanlarla eşit haklara sahip olmaları
gerektiğini düşünmüş, özellikle Yahudilerin layık olduk.1
ları toplumsal statüye yükseltilmelen gerekti� fikrini
savunmuştur.n
Tanzimat: Kamondo Dönemi 1 839 Osmanlı İmpara­
-

torlu� ve bu topraklarda yaşayan azınlıklar yeni bir dö­


neme girdiler: Bu tarihte ilan edilen Gülhane Hatt-ı Şeri­
fi ile Tanzimat devri (Tanzimat-ı Hayriye) başlamış oldu.
Hatt-ı Şerife göre azınlıklara Müslüman vatandaşların­
kine eşit haklar tamndı; Yahudilerin mahkeme önünde
şahitlik yapabilecekleri tespit edildi, mal ve can güvenliği
sa�landı, keyfi tutuklama, idam ve mala el koymalara
son verildi. Gülhane Hatt-ı Şerifi Topkapı Sarayı'nda
devlet ve azınlık ileri gelenleri önünde okundu ve törene
Rabarnbaşı Moşe Fresko, Yahudi cemaat !iderleri, banka­
cılar ve tüccarlar da davet edildi. I. Abdülmecit, azınlıkla­
rın ödediği Ve Il. Mahmut'un yükselttiği Harac vergisini
indirdi. Bundan sonra Harac'ın cemaat liderleri tarafın­
dan toplanması ve -Yahudilerde- verginin Rabarnbaşı ta­
rafından hazineye transfer edilmesi kabul edildi.
1 839'da yayımlanan Ferman 1859'da teyit edildi
(Gülhane Hatt-ı Hümayunu). Bu fermanda azınlıklara ta-

(77) "Tarihin, benim zamanımda, Yahudilerin BoOaz'da dört çift kO­


rekli kayıklarda geçmiş olduklarını kaydetmasini istiyorum" (a­
zınlıklar oÇ çift kOrekli kayıklardan büyük araçlarla dolaşamaz­
lardı). Bu not, Galante taratından Fransız diplematın ın anıların­
dan nakledilmiştir.

92
runan haklar bir kez daha tekrarlandı ve bu arada hem
harac kaldınldı hem de azınlıklann orduya ve devlet me­
murluklanna alınacaklan ilan edildi.
Yeniçerilerle ilişkileri nedeniyle görevlerinden ve ha­
yatlanndan olan Karmona, Gabay ve Aciman gibi liderle­
rin ortadan kalkması üzerine, İstanbul ve genel olarak
Türkiye Yahudi cemaatleri 1826'da lidersiz kalmışlardı.
Bu durum birkaç yıl devam etti ve 1830'lann başmdan
itibaren, Avraham de Kamondo cemaatin başına geçerek
yönetim işlerini eline aldı .
Avraham de Kamondo ( 1 785-1873) zengin bir banka­
cı ve önemli bir maliye danışmaruydı. Hayırseverliği ve
büyük servetinden dolayı "Doğu'nun Rothschild'i", "Ban­
kacılann Kralı" gibi lakaplarla anılırdı. Kamondo İtalya
ve Avusturya krallıklarırun mali danışmanlığını da yap­
mış ve hizmetlerinden dolayı İtalya kralından önce şöval­
ye sonra da kont payelerini almıştır. İstanbul'da karde­
şiyle birlikte kurduğu ve 1877'ye kadar ayakta kalan
banka, Kınm Savaşı sırasında Osmanlı devletinin savun­
ma ihtiyaçlanru finanse etmiştir. Kamondo Yeniçeri Oca­
ğı'nın kaldınlması sırasında çok aşın düzeylere erişen ve
Yahudi liderlerin idamıyla doruk noktasına erişen Erme­
ni lobisinin faaliyetlerine karşı durmuş ve cemaatini bu
çok nazik dönemde ayakta tutmaya çalışmıştır.
Karnondolar Avrupa'da kolları bulunan Portekiz kö­
kenli bir aileydi . İngiltere başbakanı Binyarnin Disraeli
bu ailenin İngiltere kolundandı . Ailenin İstanbul kolu Av­
rupa çapında üne sahipti. Yahudi liderler İs.tanbul'a gel­
diklerinde Kamondo tarafından karşılanır ve misafir edi­
lirlerdi. Herzl öncesi Siyonİstlerden Moşe Montefiori,
1840'ta Şam'da patlayan kan iftirasına karşı Padişah'tan
yardım isternek üzere İstanbul'a geldiğinde Kamondo'nun
hazırlattığı bir eve yerleştirilmiştir.
Kamondo-Akriş Olayı Avraham de Kamondo Avru­
-

pa'yla sürekli temasta olduğundan, Fransız ihtilali'nden


sonra kıt'ada meydana gelen değişiklikleri ve kültürel ay­
dınlanma sürecini izlemekteydi . Bu gelişmeleri İstanbul'a
da getirmek ve yüz yıldan beri derin bir cehalet karanlı­
ğına düşen cemaatini ayağ"a kaldırmak istedi. Tanzimat

93
reformlanndan da güç alan Kamondo burada Türkçe dı­
şında Fransızca, İbranice ve Talmud'un okutuldu� Peri
Paşa'daki Yahudi okulunu destekledi. Kamondo bu okulu
Batı anlamında bir eğitim merkezi haline getirmek için
çaba harcadı ve bu çalışmasında İstanbul'un aydın ve Ya­
hudi çevrelerinden destek gördü.
Kamondo bu faaliyetlerini sürdürürken, 1862 yılının
sonlarına doğru, cemaatin fanatik dindar kesimlerinden
saldınlara uğramaya başladı. Tutucu cepheden Haham
lzak Akriş ve Salomon Kimhi (Kamhi) cemaatin fakir alt­
tabakaları önünde verdikleri söylevlerde Kamondo'un bu
okulda Hıristiyan propagandası yaptırdııtını ve Yahudi
çocuklarını "'din ve iman"' yolundan ayırdııtını iddia etti­
ler. Akriş, Kamondo'nun "'herem"' yani aforozu gerektiren
bir suç işiernekte olduğunu söyleyerek fakir halkı galeya­
na getirdi; Akriş'in aforoz tehdidi karşısında aileler ço­
cuklarını okuldan çekmeye başladılar. Bundan sonra Ak­
riş, Kont'a şahsen giderek kendisine Yahudi ulusundan
aforoz edildiğini bildirdi. Kamondo bunun üzerine resmi
merciler nezdinde harekete geçip Akriş'i tutuklayıp hap­
settirdi ; Akriş Eyüp'te İplikhane Hapisanesi'ne kapatıldı.
Fanatik çevreler Akriş gibi "'kutsal bir kişinin"' hapisane­
de adi mahkumlarla birarada tutuldu�nu ve onlarla ça­
lıştınldııtını kitlelere duyurdular. Olayı izleyen Cuma gü­
nü, Sultan Alıdülaziz Eyüp Camii'ne doğru gelirken, bin­
lerce Yahudi Hasköy-Sütlüce arasında Padişah'ın geçece­
ği yolda toplandı . Sultan Alıdülaziz bunu önce bir isyan
sandı . Yahudilerden temsilciler yanına yaklaşıp Akriş'i
serbest bırakması için kendisinden ricada bulundular. Bu
durum karşısında iyiden iyiye şaşıran Padişah, Akriş'in
derhal serbest bırakılınasım emretti. Bundan sonra
cemaat Kamondo'ya karşı aforoz kararım iptal etti. Kont
de Kamondo 1870'te Paris'e göç etti ve orada öldü. Cena­
zesi daha sonra İstanbul'a getirtilip Hasköy Mezarlııtına
gömüldü.78

(78) I stanbul Çevre Yolu yapılırken Hasköy mezarlığı yıkılmakla bir­


likte, Kamondo'nun kabri anıt olarak bırakıldı. Bu konuda bkz . :
"El Estado de los Semeterios Djudios en Estambol" Aki Yerus­
.
ha/ayim dergisi. no.9 (Avril 1 980)

94
Akriş serbest bırakıldıktan sonra, halıarnbaşı Yaakov
Avigdor'u görevinden attınnak için Sadrazam Fuad Pa­
şa'ya başvurdu. Akriş'in bütün cemaatin fikrini temsil et­
mediğini bilen Sadrazam, üç büyük cemaatin başbabam­
lanndan oluşan bir konsey topladı (İzmir'den Palaçi,
Edirne'den Yakir Geron, Serez'den Menahem Kohen).
Konsey Kamondo-Akriş çatışmasını ve Kamondo ve Hez­
kiyau Karmona'ya yöneltilen saldmlan kınadı ve halıam­
başı Avigdor'un görevine devam etmeye l ayık olduğuna
karar verdi .
Şam ve Rodos İftiraları - 1 840 yılında, Osmanlı İm­
paratorluğu'nun Ortadoğu'daki başlıca merkezlerinden
Şam kentinde, bütün dünyada yankılar uyandıran bir
kan iftirası patladı . O sıralarda Suriye-İsrail bölgesinin
kazanmakta olduğu stratRjik ön�m ve Batılı güçlerin Os­
manlı İmparatorluğu'na k arşı yürüttükleri ..hasta adam ..
kampanyasının çi zgisi ndı> olay, olağan boyutlannın çok
ötesine sıçradı ve büyük d�vletler bunu, bölgede hakimi­
yet yaratmak için fırsat saydılar (Suriye o sırada geçici
olarak Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın kontro­
lündeydi).
Kan iftirası kentte bir papazın, karanlık işlere kanş­
tığı için muhtemelen rakipleri tarafından öldürülmesiyle
başladı. Hıristiyanlar Yahudileri, papazı öldürüp kanıyla
ayin yapmakla suçladılar. Suriyeli Katalik Hıristiyanlar
Fransa'nın himayesinde bulunduklanndan, olaya Fransız
konsolosu el koydu. Hıristiyanlann başlatmış olduklan
bu harekete, belki de kişisel çıkarlardan dolayı, ve Kanu­
ni'nin çıkarmış olduğu fermanın birkaç kez teyit edilmiş
'
olmasına rağmen, Şam valisi Şerif Paşa da katıldı . Kon­
solasun telkiniyle Vali, Salomon Negrin adında bir Yahu­
cliyi tutuklattırdı. Negrin, Ortaçağ'dan kalma geleneğe
göre .. suçunu ifşa edene dek .. işkence edildi ve işkence sı­
rasında yedi Yahudinin de adını ..ifşa etti ... Bunlar da ya­
kalanıp işkence edildi ;' ikisi işkence sırasıda öldü, biri ise,
cinayetle suçlanmasına rağmEln, Müslümanlığı kabul ede­
rek, canım kurtardı. Bundan sonra olay iyiden iyiye sar­
pa sardı: yerel Müslüman mercileri Yahudilerin, .. öldür­
müş olduklan papazın kanını nereye sakladıklanm öğ-

95 .
renrnek için" altımşüç Yahudi çocuğunu kaçınp ailelerine
baskı ve şantaj yaptılar.
19. yüzyılın ortasında, bilim, sanayi ve felsefenin dev
adımlar attığı aydınlık ortamda meydana gelen bu olay­
lar bütün Yahudi dünyasında derin bir şaşkınlık uyandır­
dı. Avrupa'da çoğunluk uluslara kanşıp özümlenmek is­
teyen, kendilerini aydın uygarlığın parçası saymaya çalı­
şan, antisemitizmin eskilere gömülmüş olduğunu sanan
Yahudiler, Şam'da dış görünüşleri parçalayıp tekrar tarih
sahnesine çıkan bu karanlık iftira karşısında ayağa kalk­
tılar. Bu arada, Fransa'nın, Suriye'de Mehmet Ali Paşa'­
nın hakimiyetini desteklemesine karşı, İngiltere ve Avus­
turya bölgenin Osmanlılara iadesini istediklerinden, me­
seleye bu iki devletin temsilcileri de kanştılar. Kan iftira­
sı belli bir noktada bir yandan Fransa, diğer yandan
Avusturya, İngiltere ve daha sonra Amerika Birleşik
Devletleri arasında bir rekabet ve güç gösterisine dönüş·
tü. Ne var ki, işkenceler ve olaya adlan kanştınlan Ya­
hudilere karşı alınan tedbirler durmadı. Mısır'daki Avus­
turya konsolosu, bunun üzerine, Kavalalı'ya başvurarak
işkencelerin durdurulmasını talep etti. Mısır valisi olaya
şahsen el koydu ve 25 Nisan 1840'ta Yahudilere uygula­
nan vahşet metodlan frenlendi. Bu arada Rothschildler
. aracılığıyla Avusturya başbakanı Metternich Mısır'daki
konsolasun olayla ilgilenmesine rağmen izin verdi ve Av­
rupa çapındaki bu diplomatik faaliyet sonucu, Mayıs
ayında Şam Yahudilerinin Hıristiyan ve Müslüman ça·
pulculara karşı himayeleri temin edildi.
Avrupalı özürolenmiş Yahudiler ilk şaşkınlık darbesi­
ni geçiştirdikten sonra, Mısır'a bir heyet yolladılar. Mon­
tefiore ve Cremieux gibi büyük isirolerin katıldığı heyet,
hapiste kalan Yahudileri kurtardı ve daha sonra İstan­
bul'a geçerek, Osmanlı padişahı I. Abdülmecit'le birkaç
görüşme yaptılar ve kan ittiralanna karşı yeni bir ferman
aldılar.*
Bununla birlikte Şam iftirası, yerli Katoliklerce uzun
yıllar Yahudilerin aleyhinde kullanıldı. Hıristiyanlar
kente gelen turistlere, bir azizin Yahudiler tarafından na­
sıl katiedildiğini ve yakalanan suçlulann yurt dışındaki

96
dindaşlan tarafından naSJ) kurtanımış olduklannı yıllar­
ca anlattılar.
Şam'da patlayan bu olaylan n etkisiyle aynı yıl Ro­
dos'ta da bir kan iftirası olayı meydana geldi. İzmir'den
sünger almak için Rodos'a gelen Eliya Kalomiti adındaki
Yahudiyi rakip gören yerli tüccarlar, kanşıklık yaratmak
için ortaya bir kan iftirası attılar ve hedef olarak da, yan
deli bir hammal olan Elyakim de Leon Stamboli'yi seçti­
ler. Elyakim, Hıristiyanlar tarafından para vaadleriyle
aldatılarak, bir çocujtu kaçmp kentin ileri gelen Yahudi­
lerinden birine teslim ettiğini ifşa etti . Bunun üzerine ge­
nel merciler birçok Yahudiyi tutukladılar ve işkence etti­
ler. Ada valisi Yusuf Paşa'nın emriyle Yahudi mahalleleri
aramalara hedef oldu. Olay dış dünyaya, İzrnir'e kaçınayı
başaran bir Yahudi tarafından duyurul du ve bir süre son­
ra Bab-ıiili'ye aksettirildi. Bunun üzerine, İstanbul'dan
gelen bir emirle Yusuf Paşa görevden alındı. Rodos iftira­
Sl da, daha sonra Montefiore ve Cremieux tarafından elde

edilen fermanda, Padişah tarafından kınandı.79


19. Yüzyılda lsrail Ülkesi: Hayim Farhi - 1800-40 yıl­
lan arasmda, Osmanlı devletinin bunalımlı gidişatına
paralel olarak, belirtildiği üzere, İsrail Ülkesi de gerile­
miştir. 1832-40 Mısır dönemi kısa bir geçiş devresi ol­
maktan ileri gidememiş, buna karşılık Kutsal Yerler Me­
selesi Avrupalı güçlerin siyasetinde önemli. bir bileşke ha­
line geldikten sonra, İsrail ülkesi -ister istemez ve her şe­
ye rağmen- kendisini dünya çapında olaylann merkezin­
de bulmuştur. Bununla birlikte, yerel halkın bu değişen
durum içindeki rolü önemli olmamıştır.
Bu yüzyılda adı İsrail tarihine kanşan Hayim Farhi,
Osmanlı yönetiminde yüksek düzeyde görevlerde bulun­
muştur. Hayim Farhi, Şam'da iki yüz yıl sarraflık yapmış
bir ailedendir. Cezzar Ahmed Paşa'nın yanında sarraf
olarak çalışmış, uzun yıllar Paşa'nın mali danışmanlığını
yapmıştır.
Farhi yirmi yıl süreyle İsrail'deki Yahudi cemaatinin
lideri olarak kaldı ve yalmz kendi cemaatine değil, ülke-

(79) Essai, s. 1 58- 159

97
deki Hıristiyan ve Müslüman topluluklara da önemli yar­
rumlar yaptı. İsrail'i ele geçirmeye çalıştığı sıralarda Na­
poleon, Yahudileri kendi tarafına çekmek ve Osmanlı
cephesini zayıftatmak amacıyla Farhi ile temasa geçmiş
ve cemaat liderine türlü vaadlerde bulunmuştur. Hayim
Farhi bütün önerileri tereddütsüz geri çevirmiş ve Akka'­
nın savunmasını düzenlerken [Cezzar] Ahmet Paşa'ya
yardım etmiştir.
Cezzar Ahmet Paşa, yüzyılın başında, 1 790'dan beri
yardımlanndan yararlandığı Hayim Farhi'ye artık ihtiya­
cı ol madığına karar vererek, Yahudi danışmanı görevden
aldı ve "sudan nedenlerden" hapsettirdi. Gaddarlığıyla
tanınan Cezzar Ahmet Paşa, Farhi'yi hapiste işkence et- ·

tirmeye kadar gitti, bir gözünü oydurdu ve burnunu kes­


ti. Cezzar Ahmet Paşa 1804'te ölünce, Bab-ıali'nin gözün­
de statüsünü korumaya devam eden Farhi hapisten çıka­
nlclı. Bundan sonra Hayim Farhi İstanbul nezdinde hare­
kete geçerek Süleyman Paşa'yı vali seçtirdi. Bu valinin
ölümünden sonra Hayim Farhi, babasının genç yaştay­
ken ölmesi üzerine yanında büyüttüğü ve önemli görevle­
re getirdiıti Abdullah Paşa'yı vali seçtirdi. Abdullah Paşa
göreve geldikten bir süre sonra, bir Yahudi'nin himaye­
sinde olmayı gururuna yediremeyerek, Farhi'den kurtul­
maya karar verdi. Farhi'nin Abdullah Paşa'ya oğlu gibi
davranması ve onu azarlamaktan sakınmaması, yaşlı Ya­
hudi'nin sonunu yaklaşt:ırdı. Nitekim Abdullah Paşa bir
gün, Farhi'yi evinde cellatlara boğdurttu (1820).
Herzl-Il. Abdülhamit Görüşmeleri ve İsrail Ülkesi'ne
Göçler Theodore Herzl 1. Siyonist Kongresi'nden sonra,
-

İsrail Ülkesi'nde bir Yahudi devleti kurmak ya da Os­


manlı himayesinde Yahudiler için bir "yurt" ihdas etmek
için birçok devlet liderleriyle görüştü ve bu arada İstan�
bul'a gelip, IL Abdülhamit'le temas kurdu.
Herzl'in İstanbul'u ilk ziyareti Ekim 1898'e ve Alman
imparatoru Il. Wilhelm'in, İstanbul'da IL Abdülhamit'in
misafi.ri olarak bulunduğu günlere rastlar. Herzl IL Wil­
helm'i, Yılclız Sarayındaki konuk dairesiı:ıde ziyaret etti
ve kendisinden Siyonİst davayı II. Abdülhamit'e anlatma­
sını rica etti . Anlaşılclığı kadanyla Wilhelm meseleyi Os-

98
manlı hükümdanyla görüşmedL Siyonist lider bundan
sonra, 190l'de yeniden İstanbul'a geldi ve 17 Mayıs'ta
Padişah tarafından kabul edildi. Bu görüşmede -gene an­
laşıldığı kadanyla- siyasal konular açılmadı ve görüşme
sonunda II. Abdülhamit Herzl'e "mecidiye" unvanını ver­
di ve pırlantalı bir kravat iğnesi hediye etti. Siyonist lider
Şubat 1902'de İstanbul'a yeniden geldiyse de somut so­
nuçlar alamadı.
Herzl İstanbul'a Temmuz 1902'de bir kez daha geldi
ve Hahambaşılık aracılığıyla Il. Abdülhamit'le göryşmeyi
başardı.* Bu görüşmede Herzl Osman1ı hükümdanndan
İsrail Ülkesi'ni Yahudi göçüne açmasını ve ülkede, Girit'­
te oldugu gibi, özerk bir idare kurulmasına izin vermesini
rica etti. Padişah teklifi diplomatik bir dille (Galante'nin
deyimiyle "en un oui negatif" - olumsuz bir dille) ve neza­
ketle reddetti. Bununla birlikte, Galante'ye göre, dünya
basını IL Abdülhamit'in Herzl'e bazı vaadlerde bulundu­
gu yolunda haberler yayımladı.
Herzl'in İstanbul ziyaretleri yerel cemaati etkilemiş,
hatta II. Abdülhamit son ziyarete Hahambaşılıktan Moşe
Levi'nin de kanşmış olmasını sert bir tepkiyle karşıla­
mıştır. Galante'ye göre II. Abdülhamit Moşe Levi'yi sara­
ya davet etmiş, bütün bir gün beklettikten sonra huzuru­
na kabul etmiş ve bu görüşmede Levi'yi çok sert şekilde
azarlamıştır. Levi Padişah'ın ayaklanna kapanarak
Herzl'in amaçlannı bilmediğini söylemiş ve ancak bu şe­
kilde Hükümdar'ı yatıştırmıştır.

* * *

19. yüzyılda Avrupa'da gelişen Siyonizm akımı ana­


vatana göçü geniş ölçüde teşvik etti ve ülkedeki Yahudi
nüfusu, özellikle 1880'lerden itibaren, daha hızlı şekilde
artmaya başladı. Göçü körükleyen bir başka unsur da,
Odesa-Yafa deniz hattına buharlı gemilerin girmesi oldu.
Bundan önce Hıısidizm akımı da ülkeye önemli miktar­
larda göçmen getirdi. 1810-12 yıllan arasında Osmanlıla­
nn imar etmiş olduklan Yafa kenti, 1830'lardan itibaren
Yahudi göçmenlerin rağbet ettikleri bir yerleşme merke­
zine dönüştü.

99
Ruhani liderlik rekabeti Kudüs ile Safed arasında de­
vam ederken, 1 837'de Safed'de meydana gelen büyük bir
zelzele sonucu, Kudüs ön plana geçti (açıklamakta yarar
var: Burada sözkonusu olan ruhani faaliyet, geçen yüzyıl­
laııdaki gibi geniş, görkemli ve verimli değildi). 1831'de
Safed'de kurulan ilk İbrani Matbaası da Kudüs'e taşındı.
1 839'da ilan edilen ve azınlıklara eşitlik vaadeden
Gülhane Hatt-ı Şerifi İsrail'deki Yahudi toplumunun du­
rumunda önemli düzelmeler sag-ladı. öte yandan, Ortado­
Au'daki etki alanlanm genişletmeye çalışan Batılı devlet­
'l er de Yahudilere ilgi göstermeye başladılar.
Bu yüzyılda İsrail'de yaşayan Yahudilerin ekonomik
' durumunda önemli bir değişiklik olmadı. 1839'da Moses
Montefiore, Parisli Rothschildlerin işbirliğiyle, ülkede'ba­
zı küçük sanayi tesisleri kurdu. 186 1'de Yahudiler, yüz­
yıllardan sonra ilk kez, tanm yapmak amacıyla toprak
satın almaya başladılar. 1870'te de, Fransız Yahudileri
tarafından kurulmuş olan Alliance İsraıHite Universelle
(Evrensel İsrailliler Birliği) örgütü, İsrail'de ilk tarım
okulunu, Mikve İsrael'i kurdu.

VII. CumhuriyetDönemi

20. yüzyılın başından itibaren Osmanlı devleti tüm­


den parçalanmaya başladı ve I. Dünya Savaşı sırasında
tamamen ortadan kalktı. Çeşitli bilgilerden anlaşıldıılı
kadanyla, yüzyılın başındaki mücadelelerde Yahudiler
genel olarak Türk tarafım tuttular ve savaşlar nedeniyle
oluşan aynlıkçı hareketlere katılmadılar. Hatta 1897'den
itibaren büyük hız kazanan Siyonizm hareketinde rol oy­
namamaya dikkat ettiler.
İsrail Ülkesi'ni elinde tutan Osmanlı devletinin mer­
kezi İstanbul, Siyonist faaliyetlere sahne olması gerekir­
ken, buradaki cemaatin çekingen ilgisizliği nedeniyle, Si­
yonizm çalışmalan daha çok Avrupa başkentlerinde de­
vam etti. Hatta Herzl lstanbul'a geldiğinde yerel cemaat
Siyonist lidere misafirperverlikten ileri gitmeyen bir ilgi
göstermekle yetindiler. Bu şekilde de Türkiye Yahudileri,
kendi çıkarianna tamamen aykın da olsa, dört asırdan

100
beri kendilerine nispeten rahat bir yaşam veren yönetim­
le dayanışma içinde kaldılar.
Kurtuluş Savaşı sona erdikten sonra yeni Türkiye
Cumhuriyeti'nin uluslararası statüsü ve sınırlan Lozan'­
da tanındı�nda, Yahudiler Türk devletine önemli bir iyi­
niyet gösterisinde bulundular. Türk sınırlan içinde kalan
azınlıklara hak ve imtiyazlar tanıyan Lozan anlaşması,
Yahudilerin haklannı da tespit ederken, yeni devletin yö­
netiminde bulunan Yahudi cemaatleri bu haklardan res­
men vazgeçtiklerini ilan ettiler. Hatta önemli imtiyazıara
sahip olan yabancı uyruklu birçok Yahudi Türk vatan­
daşlı�na geçerek, dayanışma ve kader birli�nin en güzel
örneklerinden birini verdiler.
Daha I. Dünya Savaşı'nın sonlanna doWu, işgal altı­
na giren İstanbul'un Amerikan mandasına verilmesi söz­
konusuyken, kent Yahudileri buna karşı olduklannı ve
İstanbul'un Türk yönetiminde kalması gerekti�ni bildir­
diler.
Gerçekten de, konuyu incelemek üzere İstanbul'a ge­
len Amerikan heyeti azınlık temsilcileriyle görüşmüş ve
di�er azınlıklardan olumlu cevap aldıklan halde Yahudi
heyetinin kesin muhalefetiyle karşılaşmışlardır.80 Keza,
1920'de mütarekeden sonra yapılan seçimlere azınlıklar
katıimamayı seçerlerken, Galante ve Ventura'nın kur­
muş olduklan komite, bu konuda da Türklerle dayanış­
roayı körükleyerek Türklere, Yahudilerin "kötü gün dos­
tu" da olduklannı ispat etmişlerdir.81 Lozan anlaşması
imzalanıp azınlıklara bazı haklar tanınınca, belirtildi�
üzere, Yahudi cemaatleri bu gibi hakiann Türk devleti­
nin hakkaniyetine aykın olac�na karar vermişler ve
haklardan vazgeçmişlerdir. Profesör Mişon Ventura ve
Avukat Kalev Gabay meselenin hukuki yanlannı incele­
yip bu karan aldıktan sonra, Yahudilerin bu tutumunu

(80) Galante, Encore un Nouveau Recueil de Documents, s.5. ; Ya­


hudi heyetinde şu kişiler vardı : Hahambaşı Hayim Nahum, Em­
manuel Karasso, Eşkenazi cemaati başkanı Reisner, hukuk
profesörO Mişon Ventura.
(81 ) Aynı kaynak. Nisan 1 951 tarihli Resimli Tarih Mecmuası Yahu­
dilerin tutumunu övmüştOr.

101
İsmet Paşa'ya duyurmuşlar, İsmet Paşa da bundan duy­
du� memnuniyeti ifade etmiştir.82
Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olarak ilan edil­
dikten sonra yeni yönetim din aleyhtan tedbirler aldı .
Devlete yeni bir görünüm kazandırmak, İslamın devlet
işleri üzerindeki etkisinin son izlerini hatta sembolik var­
lııP-nı bile silmek amacıyla alınan bu tedbirler, bazen aşı­
n uçlara kaçarak "din düşmanı" bir ortam yarattı. Pek
tabii bu arada, İbranice öğretiminin de yasaklanması Ya­
hudi cemaati için ciddi bir darbe oldu. Atatürk'ün ölü­
mündet( sonra bu tedbirler biraz yumuşatıldı. Ezan'ın
yalnız Türkçe okunması uygulamasına son verildi ve İb­
ranicE! öjtrenimi, Milli Eğitim Bakanlı,P.'nın denetiminde
yeniden ihdas edildi.
C\ımhıiriyet dönemi, dijter azınlıklar için oldu� gibi,
Yahudiler için de önemli değişiklikler getirdi . Osmanlı
yönetiminde devletin en yüksek katlannda görev alan,
yüzyıllarca padişahlann güvenini suiistimal etmeyen ve
imparatorlu�n yönetimine tarihsel katkılarda bulunan
Yahudiler, bu dönemde devlet işlerinden uzaklaştınldı­
lar. Yeni Cumhuriyehn getirmiş oldu� milliyetçi ideolo­
ji, sadakat ve uzmanlıklanyla tanınan Yahudileri diğ'er
azınlıklarla aynı düze� indirdi .
Bununla birlikte Yahudiler, kendilerine açık kalan
diğ'er bütün faaliyet dallannda ilerle_diler ve Batı'daki
dindaşlanna nazaran çok daha rahat bir yaşam sürdür­
düler. Ne var ki, Osmanlı devletinin kuruldu� 1299 tari­
hinden beri devam ede'n bu olumlu ortam, Avrupa'ya ya­
yılan Naz:i atmosferinin Türkiye'yi de etkilernesiyle son
buldu. Türk hükümeti, savaşta tarafsız kalmakla birlik­
te, Nazilerin ilerlemeleri karşısında, belki de savaşın dı­
şında kalmayı kolaylaştıracağ'ı umuduyla, Yahudilere
karşı Osman Bey'den beri Türk tarihinde görülmemiş
olan bazı acı tedbirler aldı.
1942 yılında hükümet bütün vergi mükelleflerine bir
vergi koydu. Ne var ki, Varlık Vergisi adıyla tarihe geçen

(82) Yahudilerin bu tutumları karşısında, Ermeni ve Rum cemaatleri


de aynı yolu tutmak zorunda kalmışlardır.

102
bu vergi, özellikle Yahudilere uygulandı. Bu amaç için
hazırlanan vergi listelerinde mükellefler, din ve inançla­
nna göre sınıflandınldılar: M (Müslüman) rumuzuyla
işaretli isimlere yüzde 5, D (Dönme) işaretli isimlere yüz­
de 10 vergi kondu. G harfiyle işaretli isirolerin (Gayri­
müslim) ödeyecekleri vergi miktannın takdiri özel bir ko­
misyona verildi. Bu komisyon özellikle Yahudi mükellef­
lere bütün mali ve maddi varlıklannın çok ötesinde vergi
miktarlan tespit ettiler. Bütün Yahudiler bu vergiyi öde­
yebilmek için varlanm yoklannı yok pahasına sattılar;
vergiyi ödeyebilecek durumda olanlar, nakit para bulma
vakti verilmediğinden iflas ettiler. Nazi taraftan Türk
basım bu önlemleri olumlu karşıladı ve "yabancı kan"a
sahip azınlıklann yalnız "sözde" Türk olduklannı vurgu­
layarak hükümetin tutumunu destekledi.
Varlık Vergisi'nin tarihsel bir değ-erlendirmesini ya­
parken birkaç unsuru gözönünde tutmak gerekir. Her
şeyden önce yüzyıllarca sadakatle devletlerine hizmette
bulunan ve hiçbir separabst akıma katılmamaya dikkat
eden Yahudiler, Lausanne'dan sonra kaderlerini Türk
devletinin kaderine bağ-ladıklan halde ikinci sınıf vatan­
daş muamelesi görmüşler ve böylelikle devlete olan sanri­
mi bağ"lılıklan önemli bir darbe yemiştir. Varlık Vergisi,
öte yandan, yeni bir buluş değildir. Ortaçağ"da bu tedbir
Yahudilere karşı geniş ölçüde uygulanmıştır; Yahudilerin
ekonomik güçlerini azaltmak Ortaçağ-'da, devletin hazine­
sini desteklemek ve ekonomik potansiyeli çoğ"unluk ulusa
aktarmak için tutulan başlıca yollardandı.83 1942'de yeni­
den uygulanan bu metod, kuşkusuz, yukanda zikredilen
amaçlan güderken, savaşa girmernek ve ülkeyi yıkımdan
uzak tutmak için Mihver taraftan bir tutum takınması
gereken devletin siyasetine de uygun düşmüştür. Nite­
kim Mihver Devletleri ve öze11ikle Nazi Almanyası Avru­
pa içlerine dogru .çekilmeye başladıktan ve Türkiye'ye yö­
nelik tehdit ortadan kalktıktan sonra, 1944 yılında çıka­
nlan bir yasayla Türk hükümeti, Vergiyi ödeyemedikleri

(83) Ortaçağ Yahudilerinin durumu ve özellikle bu nokta israil Ulu­


su'nun Tarihi'nde geniş ölçüde incelenmiştir.

103
için sürülenleri serbest bıraktı ve ödenmeyen vergi borç­
lanın iptal etti. Daha sonra iktidara gelen Demokrat Par­
ti de, bu vergiden hem maddi hem manevi zarar görenle­
re, sürgünde sağlık durumu bozulanlara tazminat vaa.
detti. Gerçekten de Yahudiler kısa süre içinde yeniden
ekonomik yaşama dahil oldular.
Varlık Vergisi ve henüz ciddi şekilde araştınlmadııP
için rivayet düzeyinde kalan bazı dijter olaylar tarihsel
perspektifi bozmamalıdır. Yahudiler Türk yönetimi altın­
da, bütün dijter Yahudi cemantierinden çok daha rahat ve
örnek bir yaşam sürdürmüşlerdir. Gerçekten de, Türk­
Yahudi cemaatlerinin tarihi, genel İsrail tarihinde nadir
bir parçadır. Pogrom, yajtma, kültürel baskı, keyfi idam
ve katliamlar gibi Yahudi tarihinde sık sık rastlanan
olaylar, Türk Yahudi tarihine yabancı kalmıştır. Osmanlı
devletinden Cumhuriyet'e geçişin yarattı!P kaçınılmaz
gelişmeler ve meydana gelen Qıızı "tatsız" olaylar da, dev­
rim yaşayan her ulusun içinde oluşan geçici bunalımlar
gözönünde tutularak dejterlendirilmelidir.

vın. Kültür ve Uygarlık

Anlaşıldı!P üzere Yahudiler İberya'dan çıktıktan son­


ra, Yahudi dünyasımn kültür merkezi Osmanlı toprakla­
nna taşındı. 16. yüzyılda İstanbul, Selanik, Safed ve Ku­
düs, Tora ejtitiminde Cordoba, Barselona ve Toledo'nun
yerlerini aldılar. İstanbul "yazıcı ve bilgin kişilerin" kenti
olarak arnlmaya başlandı.
İstanbul'un din akademileri arasında en tanınmışlan
Eliya Mizrahi ve Jozef Levi'nin (Bety haLevi) okullanydı.
Nasilerin himayesinde bulunan bu okullarda büyük Tal­
mud uzmanlan yetişmiş, okumuş ve okutmuştur. İzmir,
Bursa ve Edirne'de de bunlara benzer akademiler vardı .
Özellikle Edirne'de Yosef Fasi'nin okulu, imparatorlujtun
içinde ve dışında ün yapmıştı. Selanik de İstanbul'a para­
lel olarak gelişiyor, dünyanın her yarundan öjtrenciler bu­
raya gelip tahsillerini sürdürüyorlardı. Bu kültürel faali­
yette Osmanlı idaresinin açık görüşlülüjtü, pek tabü, bü­
yük rol oynuyordu.

104
Türkiye, mesihi hareketlerin en büyüğüne sahne ol­
muştur. Bu hareketin mirnan Sabetay Sevi İzmir'de doğ­
muş, ilk adımlannı İstanbul'da atmış, tutuklanrnadan
önce Selanik'ten Kudüs'e imparatorluğun birçok kentinde
dolaşmıştı.
Türk-Yahudi cernaati rnatbaacılık, gazetecilik ve La­
dino edebiyatında da çok ileri gitmiştir. Bunlara paralel
olarak, Amonlardan itibaren Osrnanh sarayına birçok
doktor vermiş, ülkede top ve barut sanayiine damgasını
basmıştır.
ı. Matbaacılık - 16. yüzyılın başından 18. yüzyılın
sonuna kadar İstanbul, dünya İbrani rnatbaacılığının
merkeziydi. 15. yüzyılın sonunda Osmanlı devleti İberya
Yahudilerine tarihsel sığınma şansını tamrken, Avrupa'­
da yepyeni bir sanat olan matbaacılıkta ustalaşmış bir­
çok değerli elernam da ülkesine çekmiş ve bu ustalar yan­
lannda sayısız elyazması eserler getinnişlerdir. Ertesi
yüzjıl İspanya, Portekiz ve İtalya'dan kaçan konversalar
da Türkiye'de matbaacılığın gelişmesinde rol oynamıştır.
Osmanlı devleti, Kilise'nin diktası altında yaşayan
Avrupa'nın aksine, o dönemin en liberal yönetimine sa­
hipti. Burada İbranice ve başka dillerde kitaplar serbest­
çe basılıp satılabiliyordu. Avrupa'da böyle bir şeyi düşün­
mek bile olanaksızdı. İstanbul'da İbranice harflerle is­
panyolca kitaplar da basılıyor, eski elyazmalanyla tercü­
me eserler kitap haline getiriliyordu. İbrani matbaacıhitl­
run merkezi İstanbul olduğundan, Avrupa'da yaşayan İs­
panyol-Yahudiler kitaplarını buradan ithal ediyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğunda kurulan ilk matbaa, İb­
rani matbaasıdır. Bu matbaa, 1493 yılında David ve Sa­
muel ibn Nahmias kardeşler tarafından tesis edilmiştir.
İstanbul'da basrnış olduklan ilk kitap da 13 Aralık 1493'­
te çıkmıştır. Bu kitap, Yaakov Aşer'in Arbaa Turim adlı
eseridir. Nahmiaslar 1505-06 yıllannda bir de Tevrat
basrnışlardır. Daha sonra bu matbaadan Alfasi, Rambam
ve Ahravanel'in eserleri çıkrnıştır.84 Gezgin Binyarnin de-

(84) Yitzhak Ben Yaakova Aifasi ( 1 0 1 3-1 1 03): RaMbaM'dan önce


baş lıca filozof ve hukukçulardan. Cezayir, Fas ve Ispanya'da
.

105
Tudela'nın seyahatnamesi de ilk kez 1 543'te İstanbul'da
basılmıştır.
Nahrnias ailesi 1518'e kadar bu işle uğraştı. İbrani
matbaacıhğının İstanbul'daki bu ilk dönemlerinde ( 1493-
1530) teknik açıdan çok kaliteli eserler basıldı. Nahrnias­
lardan sonra kentte Sonsinolar isim yaptılar (bu aile İtal­
ya'nın Sonsino kentinden İstanbul'a gelmiştir; bugün İn­
giltere'de meşhur Sonsino Yayınevi mevcuttur). Gerşon
Sonsino ile o�lu Eliezer, 1530-4 7 yıllan arasında, Tevrat­
'ın Yunanca ve ispanyolca tercümeleri dahil, kırktan faz­
la kitap basmışlardır.
Salomon Jabez İstanbullu matbaacılann en tanın­
mışlan arasındadır. Bu yayıncının tesislerinden oldukça
önemli eserler çıkmış ve Jabez bir ara, kardeşiyle birlik­
te, Talmud'u basma işine girmiştir. Jabezlerin rnatbaası
Salomon Aben Yaeş gibi zenginlerce finanse edilmiştir.
Aynı dönemde, Don Joseph N asi'nin dul eşi Reyna, Kuru­
çeşme'deki evinde bir matbaa kurmuş (Ortaköy'deki e vi n­
de de bir matbaa vardı) ve burada 15 eser hastırmıştır
( 1 592-99).
1 7 . yüzyılda İstanbul'da İbrani rnatbaacıhğına Salo­
mon Ben David hakim oldu ve 1639'da Tevrat'ın ilk beş
kitabmı bastı. Ertesi yüzyıl İstanbul'da kitap basma işi­
ne, Polonya'da patlak veren Yahudi aleyhtan eylemler­
den kaçan Yona Ben Yaakov devarn etmiştir. Yona Ben
Yaakov Eskenazi İstanbul'da, Ortadoğu'nun en büyük
matbaa tesislerini kurmuş ve bu tesisler 68 yıl faaliyette
kalmıştır ( 17 10-78). Bu süre içinde Yona Ben Yaakov Es­
kenazi'nin matbaasından 188 eser çıkmıştır. Eskenazi za­
manla izmir'e de bir şube açmış ve bütün Ortadoğu'ya ya­
yılmıştır. İsrail, Rodos, Mısır ve Irak cemaatleri elyazma­
lanru, bastırtmak üzere, İstanbul ve İzmir'e yollar olmuş­
lardır. Yona Ben Yaakov bir de hurufat dökümhanesi aç-

yaşadı. Öğ rencileri arasında Yehuda ha-Levi de vardı. Başlıca


eseri Sefer Halahor 1 509'cla Istanbul'da basılmıştır.
Don Yitzhak Ben Yehucla Abravanel ( 1 437-1 508): Devlet ada­
m ı , şair, Tevrat uzmanı. Uzbon'da doğdu, kral V. Alfonso'nun
maliye bakanı oldu, sonra Napoli kralına hizmet eni. Tevrat ile
ilgili önemli eserler vermiştir.

106
mış ve 1 728'de ilk Türk matbaası kurulduğunda, harfler
bu dökümhanade hazırlanmıştır.
Yona Ben Yaakov, elyazmaları bulmak için impara­
torluğun değişik merkezlerine gitmiş, kentten kente se­
yahat etmiştir. Onun matbaasından çıkan önemli eserler
arasından şunlar sayılabilir: Zohar (Kabala'mn başlıca
kitabı; İstanbul, 1 736-87), Hemdat Yamim (İzmir 1 731-
32, İstanbul 1 7 35, 1 7 72), Teurat ve Ladino tercümesi.
Ben Yaakov birçok Ladino eser de basmış ve İspanyol Ya­
hudilerinin konuştuklan, İspanyolcanın Ortaçalt'da kul­
lanılan ve İbraniceleşmiş bir şekli olan bu dilin dirilme­
sinde önemli rol oynamıştır.
19. yüzyılın başında Eliya Pardo, Ben Yaakov'un da­
�lan matbaasını yeniden canlandırdı ve 1 799-1808 yıllan
arasında altı kitap bastı. 1808'den 1848'e kadar, İzak Av­
raham Ben Kastro ve çocuklan birçok Ladino eser bastı­
lar. İstanbullu Yahudi matbaacılar bu yüzyılda gazete
basma işine de girdiler.
İstanbul ve Selanik'le birlikte İzmir de İbrani mat­
baacılı�nın büyük merkezlerindendi . İzmir'in ilk basım­
cısı Avraham Ben Yedidya Gabay'dır. Gabay İbranice ki­
taplar dışında, Latin harfleriyle iki ispanyolca eser de
basmıştır (Menaşe Ben İsrael'in Mikue İsrael adlı eseri ve
Eduardo Nicholas'm Apologia por la Noble Nacion de los
. Judios adlı kitabı). Gabay'ın matbaası 1657-75 yıllan
arasında faaliyette kalmıştır. İzmir'de basılan son İbrani­
ce kitap, 1922 yılında Ben Senim-'un matbaasından çık­
mıştır. Bu kentte 300 yılda, 12 basımevi, Tevrat ve Tal­
mud edebiyatından Kabala'ya kadar, 400'den çok eser ba­
sılmıştır. 1838'den itibaren de Ladino dilinde 1 1 7 eser ya­
yımlanmıştır.
2. Edebiyat, E/itim, Tarih Türkiye Yahudi ce­
-

maati, İbrani ve Ladino edebiyatıanna ciddi katkılan ol­


muş yazarlar da yetiştirmiştir. Bunlardan biri, Şlomo Al­
moli, bir ansiklopedi planlamıştır. Ladino dilinde yazıl­
mış en önemli eser, Meam Loez, İstanbullu Yaakov Kuli
tarafindan kaleme alınmıştır. Tarih araştırmalannda iki
büyük isim Rozanes ve Galante'dir.
Bununla birlikte, genel olarak Osmanlı İmparatorlu-

107
�nda ve özellikle Türkiye'de yaşamış olan Yahudi ce­
maatlerinin kültürel faaliyetleri tam olarak araştınlma­
mıştır. Bu cemaatlerle ilgili de�erli bilgiler hala arşivler­
de ve nadir elyazmal� nda bulunmaktadır. Bu yönden
yapılacak araştırmalar, kuşkusuz, yalnız Do�'da de�il,
bütün dünyada Yahudi yaşarnının çeşitli yanlarına ışık
tutacaktır.
Bu kısımda, de�şik bilim dallarında eser vermiş bir­
kaç isim kısaca gözden geçirilecektir.
Şlomo Ben Yaakou Almoli Almoli'nin (1485'ten önce
-

- 1542'den sonra) dottum yeri tam olarak bilinmemekle


birlikte, Selanik'te büyümüş, sonradan İstanbul'a yerleş­
miş oldu� kesindir (İspanya'da do�uş olması ciddi bir
ihtimaldir).
Şlomo Almoli tıp ve fen tahsil etmiş, yaşamını dok­
torluk yaparak kazanmıştır. Adını duyuran başlıca çalış­
ma, bir ansiklopedi planlamış olmasıdır. Almoli, bu işin
yıllar sürece�ni ve büyük yatınmlar gerektirece�ni bil­
di� h.alde, bu yönde çeşitli girişimlerde bulunmuş, İstan­
bullu aydınlann projeyi reddetmeleri üzerine, bu konuda
küçük bir broşür yayımlamaktan ileri gidememiştir.
Meassef leKol haMahanot (İstanbul, 1531) adlı bu broşür­
de yazar, ansiklopedinin planını takdim etmiştir.
Almoli'nin bütün yazdıklan, bir istisnayla, yazmayı
düşündüğü büyük eserler hakkında kısa çalışmalardır.
Bu istisna Pitaron Halomot (Rüya Tabirleri, Selanik,
1515) adlı eseridir. Bu kitap Orta Avrupa Yahudilerinin
konuştuklan Yiddiş'e de çevrilmiş ve tercüme 1694'te
Amsterdam'da basılmıştır. Eserin ilginç yanı, rüyalara
tıbbi ve bilimsel izahlar getirmiş olmasıdır. Di�er bir ese­
ri, Halihot Şeua, İbrani grameriyle ilgili bir araştınna
projesidir. Almoli bu broşürde, özellikle, İbranicenin sesli
harfleri üzerinde durmuştur. Yaakov Almoli Kabala ve
felsefe eserleri de vermiştir.
Yaakou Kuli ue Meam Loez Yaakov Kuli Ladino ede­
-

biyatımn en büyük yazandır. İsrail'de do�uş, 1714'te


İstanbul'a gelmiş ve burada Halıarnbaşı Yehuda Rozanes­
'in yanında okumuştur.
Kuli, Tevrat'ın yorumlanndan ol uşan ve halk masal-

108
lan ve buna benzer folklorik malzeme içeren büyük eseri
Meam Loez'i burada yazmaya başlamıştır. Meam Loez La­
dino okuyan ve anlayan kitleler için özel olarak planlan­
mıştır. Kuli'nin bu eseri yazmaktaki amacı, sokaktaki ada­
ma, en iyi anladığı dille okuma malzemesi sa�lamaktı.
Meam Loez planlandığı düzeyde kalmadı ve zamanla,
Ladino dilinin en büyük eseri ve Tavrat'ın geniş çapta bir
yorumu haline geldi. Kuli bu şekilde, Sabetay Sevi'nin se­
bep olduğu fırtınayı dindirmek, halkı din ve ahlak yoluna
getirmek istemiştir. Eserinin ilk cildi olan Tekvin bölü­
müne yazmış olduğu önsöz, bu amacını açıkca yansıtmak­
tadır.
Meam Loezll5 basit, i ddiasız ve halkın anlayabilecejti
bir dil ve üslup kullanılarak yazılmıştır. Birinci cildi
1730'da İstanbul'da yayımianmış ve ilk andan büyük ilgi
görmüştür. Kuli, Tekvin (Yaradılış) bölümünü yayımla­
dıktan sonra Çıkış (Exodus) bölümünü de bitinniş ancak
yayımlayamadan ölmüştür (1732). Kuli buna ek olarak
kitapla ilgili çeşitli müsveddeler de bırakmıştır.
Bundan sonra Yaakov Magriso esere, Kuli'nin bırak­
tığı yerden devam etti ve Çıkış'ı gözden geçirip yayırnladı
(İstanbul, 1733, 17 46). Magriso esere Levililer ve Sayılar
kitaplannı ekledi ve bundan sonra Meam Loez'in sorum­
luğu Bahar Argüeti ve Jozef di Trani'yi geçti. Bunlan bir­
kaç yazar daha izledi.
Eserin bitirilebilen ciltleri defalarca basılmış, bir kıs­
mı İbraniceye çevrilmiş, İspanya'da ibn Tibbon �nstitüsü
birinci cildini Latin harfleriyle yayımlamıştır.
Meam Loez'in Ladino konuşan kitleler üzerinde etki­
si, Yidiş dilinde yazılan Tsena uRena'nınkini çok aşmış­
tır. Bu eser, belli bir dönemde, Ladino konuşan kitlelerin
başlıca, belki de tek okuma malzemesi olmuştur. Zaten
yazılmasının başlıca nedenlerinden biri, kültürel bakım­
dan önemli bir gerileme sürecine girmiş olan topluma
okuma malzemesi s�lamak olmuştur. Koli'nin bu atılımı
Ladino eserlerin çoğalmasına yol açmıştır.

(85) Meam Loez, •yabancı dil konuşan kavimden" anlamına gelir.


Bu isim, Ku li tarafından, kitap Ladino yazıldığı için seçilmiştir.

109
Avraham Asa Kuli ile birlikte Ladino edebiyatının
-

babası sayılan Avraham Asa, Tevrat'ı ve Yosef Karo'nun


Şulhan Aruh adlı eserinin bir bölümüyle birçok başka ki­
tabı Ladino'ya çevirmiştir. Tsarhey Tsibur adım taşıyan
ve günlük davranış kurallannı içeren, günlük kullanıma
dönük eseri 1 733'te basılmıştır. Asa bu çalışmalann da,
yukanda değinildiği üzere, birçok nedenlerden kültür dü­
zeyi dilter Avrupa cemaatlerine nazaran çok düşen Türki­
ye Yahudi cemaatini kalkındırmak amacını gütmüştür.
Gerçekten de Türkiye Yahudileri, Fransız İhtilali'nden
sonra Avrupa'da gelişen felsefe akımlannı ve edebiyat ça­
lışmalannı izleyememiş, İbraniceyi de unuttuklanndan,
hem evrensel hem ulusal kültürden uzaklaşmışlardı. Yo­
rumculara göre, Avraham Asa'nın Ladino dilinin dirilme­
si ve Sefarad Yahudilerinin kültürel kalkınmalan yönün­
de yapmış olduıtu çalışmalar, bu alanda yapılanıann do­
ruıtunu oluşturur.

* * *

İzmir'de halıarnlık yapmış olan Hayim Palaçi ( 1788-


1869), yaşamı boyunca 72 eser vermiştir. Habif takma
adıyla da bilinen Palaçi İzmir'de doitmuş ve bölgedeki
(Bergama, Manisa, Tire) faaliyeleriyle adını İstanbul'da
duyurmuştur. Bir ara Bab-ıali yetkilileri, cemaat içinde
beliren bir anlaşmazlıı'tı çözümlemesi için Palaçi'yi İstan­
bul'a getirtmiş ve hizmetlerini iki madalyayla armaıtan­
landırmıştır.
Hayim Palaçi 1865 yılında, 77 yaşındayken, İzmir'e
Halıarnbaşı oldu. Eserlerinin çoı'tu kaybolmuş ya da ya­
yımlanmamış .olmakla birlikte, hasılabilen 26 kitabı sa­
natı ve görüşleri hakkında yeterli bilgi saıtlamaktadır. Bu
eserlerin önemli bir bölümü İzmir ve Selanik'teki mat­
baalardan çıkmıştır. Hayim Palaçi İsrail Ülkesi'ne sevgi­
sini ve anavatana duyduıtu özlemi eserlerinde dile getir­
miştir.

* * *

1 10
Avrupa'da gelişen Aydınlanma Hareketi'ni Türkiye'­
ye yansıtanlar arasında adı kaydedilmeye değer olanlar­
dan biri de, Edirneli Avraham Danon'dur (1857-1925).
Danon bu kente, Revrat Şomrey Tuşiya ya da Dorşey
Haskala (Aydınlığı Arayanlar) adıyla bilinen cemiyeti ve
El Progreso [Derleme) gazetesini kurdu. Daha çok tarihi
yazılara ağırlık veren ve amacı Doğulu Yahudiler hakkın­
da bilgi toplayıp yayımlamak olan bu gazetenin ilk sayısı
1888 yılında, İbranice ve Ladino olarak çıktı . Danon bir­
çok tarih dergisinde Yahudilerin geçmişi, gelenekleri ve
edebi faaliyetleri hakkında yazılar yazd1 . Bu arada İbra­
niceye bilimsel makale ve şiirler çevirdi. Danon daha son­
ra Fransa'ya gitti ve orada İbranice okuttu .

* * *

Yosef haLevi, Yahudi kültür tarihinde önemli bir ye­


re sahip olup 19. yüzyılda Avrupa'da iyiden iyiye yayılan
Aydınlanma Hareketi'ni Türkiye'den izleyenlerden biri­
dir. HaLevi Türkiye Yahudi cemaatinin kalkınması için
çok faaliyette bulundu, okullar kurdu, eğitimle ilgilendi.
Yaşamında en ilginç ve adını tarihe geçiren olay, Yemen
ve Habeşistan'ı gezmiş olmasıdır. HaLevi bu seyahate,
çağdaş eğitimi cemaate sokma çabalannın dindar ve tu­
tucular tarafından engellenmesi üzerine çıkmış ve 1867'­
de Habeşistan (Falaşa) Yahudileriyle temas kurmuştur.
Bu olay Yahudi tarihinde önemli bir gelişmedir. Fala­
şa Yahudilerinin yaşadıklan bölgeler "Kaf dağının ötesi"
misali, uzak ve esrarlı yerler addedilirdi ; bu nedenle, söz­
konusu cemaatle temas mevcut değildi . Yosef haLevi bu­
ralara kadar gelmiş, cemaati incelemiş ve geri dönerken
yanına değerli elyazmalan almıştır. HaLevi'nin bu seya­
hati, Saha Malikesi'nin torunlan olduğu kabul edilen Ha­
beşistan Yahudilerinin ve kültür hazinelerinin kurtanl­
masına dönük dünya çapında çabalann oluşmasına yol
açmıştır. Daha sonra Fransa'ya yerleşen ve Sorbonne
Üniversitesi'nde Doğu Dilleri profesörü olan Yosef haLevi
şiir de yazmış, eserlerinde İsrail özlemini dile getirerek,
Siyonizm'in öncüleri arasında yer edinmiştir.

lll
Rozanes ve Galante Türkiye Yahudilerinin tarihini
-

araştırmış olan iki büyük tarih araştırmacısından Salo­


mon Ben Avraham Rozanes, Rusçuk'ta doı"tdu. Rozanes
genç yaşta ticarete atıldı ve bir ara, soyguncular tarafı­
dan aitır yaralanması üzerine, saı"tlıitın� kavuştuitu tak­
dirde kendini ulusunun tarihini araştırmaya vereceiti
şeklinde bir adak adadı. Gerçekten de, yaşama yeniden
döndükten sonra, yürütmek zorunda olduitu ticari işlere
paralel olarak, Yahudi tarihini araştırmaya başladı. İşle­
ri nedeniyle yaptıitJ uluslararası gezilerde yerel Yahudi
cemaatleriyle temas kurdu, gittiiti yerlerde kütüphane ve
arşivlerde çalıştı, eski belgeler, elyazmalan ve mektuplar
aradı. Bu erneitin meyvesi, Türkiye ve Ortadoitu Yahu<ij­
lerinin geçmişini anlatan altı ciltlik bir eser oldu. İlk adı
Diurey Yarney lsrael beTogarma ( 1907-14) olan eseri daha
sonra genişletti ve Korot haYehudim beTurkia ueArtsot
haKedem (Türkiye ve Ortadoğu Yahudilerinin Tarihi, 6
cilt, 1930-45) adı altında yayımlandı. Bu eser, deı"terli bel­
geler içerdiitinden, bugün de araştırmacılann kullandık­
lan kaynaklardandır.
Rozanes İbranice, Ladino, Bulgarca, Homence yayım­
lanan dergi ve gazetelerde özellikle Balkan Yahudileri
hakkında birçok makale ve küçük çapta tarih kitaplan
da yazmıştır (ailesinin öyküsü, Rusçuk Yahudilerinin Ta­
rihi gibi). Birçok dil de bilen Rozanes, dil araştırmalan
yapmış ve 1928-29 yıllannda bu araştırmalan içeren bir
kitap yayımlaınıştır.

* * *

Rozanes'in düzeyinde bir başka tarih araştırmacısı


da, Avraham Galante'dir. Kuşağımızın yetiştirdiiti bu bü­
yük araştırmacı Rozanes'in yanm bıraktıitı çalışmalan
tamamlaınıştır.
Prof. Avraham Galante (1873-1961) Bodrum'da doit­
du, Rodos ve İzmir'de Türk ve Yahudi okullannda müfet­
tişlik yaptı. Sultan II. Abdülhamit'in sert rejimine karşı
çıkması sonucu Türkiye'den aynlıp Mısır'a yerleşmek zo­
runda kaldı. Burada, 1905-08 yıllan arasında La Vara

1 12
adında bir gazete çıkardı ve başka gazetelerde makaleler
yayımladı. Galante, bir yandan Türkiye Yahudilerine
Türk kültürünü benimsernelerini ve Türkçe konuşmalan­
m telkin ederken, diğer yandan cemaatinin haklan için
mücadele etti. Jön Türkler iktidara geldikten sonra İs­
tanbul'a döndü ve İstanbul Üniversitesi'ne, önce Sami
Dilleri daha sonra da Doğu Kültürleri kürsüsüne profesör
atandı. Avraham Galante, I. Dünya Savaşı'ndan sonra
Millet Meclisi'ne girdi ve 1943'te yeniden milletvekili se­
çildi. Bu arada Yahudi Cemaati Konseyi'nde (Meclis-i
Umumi) faal oldu.
Prof. Avraham Galante altmış kadar bilimsel eser ya­
yımlamıştır. Başlıcalan şunlardır: Don Joseph Nasi, Duc
de Naxos (1913); Esther Kyra (1926); Documents Officiels
Turcs Concernant les Juifs de Turquie (1931-54); Histoire
des Juifs d'Anatolie (1937-38; ek, 1948); Nouueaux Docu­
ments sur Sabbetai Sevi ( 1935); Histoire des Juifs d'lstan­
boul (1941-42).
3. Gazetecilik - Türkiye cemaati, Yahudi gazetecilik
tarihinde ihmal edilmeyecek bir yere sahiptir.86 Türkiye'­
de Yahudi gazeteciliği daha çok Ladino yönünde gelişmiş
ve yükselmesi bu cemaatin sadece bir dil konuştuğu dö­
neme rastlamıştır. Türkçenin Yahudiler arasında yaygın­
lık kazanmasıyla (20. yüzyılın ortalan) ülkedeki Ladino
basını iyice gerilemiştir.
Dünyanın ilk Yahudi gazetesi, Gazeta de Amsterdam,
1675'te Hollanda'da, Ladino dilinde yayımlanmıştır. Bu
dil bundan sonra çok gerilemiş ve ancak 19. yüzyılda, La­
dino edebiyatının merkezleri olan İstanbul, Selanik ve İz­
mir'de yeniden dirilmiştir.
Bu yüzyılda Ladino dilinde ilk sürekli yayın, İzmir'de
1842'de çıkan La Buena Esperansa adlı dergi oldu. Rafael
Uziel tarafından yayımlanan bu dergi ancak birkaç sayı
dayanabildi. 1846'da Uziel bir atılımda daha bulundu ve
bu kez La Puerta del Oriente gazetesini çıkardı. Bu gaze­
tenin yaşamı da altı ayı aşmadı. Bu arada İstanbul'da Ye-

(86) Encyclopaedia Judaic;tda •Journalism• maddesinde adları zik­


retilen dOnya çapında Yahudi gazetecilerin S"i TOrkiyelidir.

1 13
hezkel Gabay Journal İsraelite'i yayımiadı ( 1 841-60).
İzak Karınona'nın 1871'de İstanbul'da yayımlamaya baş­
ladığı El Tiempo, 1930'a kadar yaşadı . Gazetenin son ya­
yımcısı İstanbullu David Fresko, bundan önce, 1879'dan
itibaren El Sol (iki ayda bir çıkan, bilimsel-edebi dergi)
ve 1889'dan itibaren El Amigo de la Famelia dergilerini
yayımladı . Bu yıllarda Türkiye ve Balkanlar'da, 40'ı aş­
kın Yahudi mizalı gazetesi çıktı. Bunlar arasında en çok
isim yapanlan, Nisim Behar'ın El Burlon ( İstanbul), Eli­
ya Karınona'nın da El Jugeton gazeteleri oldu.
Türkiye Yahudi cemaati, dünya Yahudi gazeteciliğin­
de yerleri olan isimler yetiştirmiştir. Bunlann başlıcalan
arasında David Fresko, yukanda zikredilenlerin dışında,
El Nacional ve El Telegrafo gazetelerinin de yayımcısıydı .
Avraham Benaraya ( 1889-1955) Türkçe steno sisteminin
mucidi, l'Etoile de l'Orient gazetesinin kurucusuydu. Al­
bert Kohen ( 1885-1949) La Boz de Türkiye'yi yayırolarnı ş,
ölümünden sonra dergiyi o�lu Sami Kohen (1929- ) yönet­
miştir (şimdi Milliyet gazetesinde Dış Haberler editörü­
dür). İsim yapan gazetelerden Le Journal d'Orient Sela­
nikli Albert Karasu, La Vera Luz (La Luz) da Edirneli
Eliezer Menda tarafından kurulmuştur.

* * *

Osmanlı İmparatorluğuna bağ'lı ülkelerde yaşamış


olan Yahudi cemaatlerinin tarihi tam olarak i ncelenme­
miş, İsrail uygarlığına katkılan tam olarak araştınlma­
mıştır. Bu çalışmada bile bugünkü Türkiye'de yaşamış ve
yaşamakta olan cemaatten sözedilmiş, yüzyıllarca Os­
manlı idaresi altında kalmış olan Irak, Suriye vs. cemaat­
lerine değinilememiştir (özellikle Irak, yani Babil cemaa­
ti, İsrail tarihine önemli katkılar getirmiştir). Bu neden­
le, bugün için, bu cemaatlerin ve özellikle Türkiye Yahudi
topluluğunun İsrail tarihindeki yerini kesin olarak değ-er­
lendirmek zordur. Bununla birlikte, elde mevcut veriler­
den, Türkiye cemaatlerinin, İmparatorluğun Yükselme
Devri'nden itibaren 300 yıl boyunca İsrail ulusunun odağı
olarak kalmış olduğ'u anlaşılmaktadır.

1 14
İKİNCİ BÖLÜM
BELGELER VE KAYNAK YAZlLAR

Bu bölümde, daha önce anlatılan tarihsel olayların


derinine inen yazılar ya da belli bir olayı günümüze nak­
leden eski ve ilginç belgeler bulacaksınız. Bu yazılar hem
belli bir olay hakkında daha geniş bilgi edinmenizi sağla­
yacak hem de tarihsel belgelerin nasıl değerlendirildiği
hakkında bir fikir verecektir. Kaynak belge ya da yazılar­
da parantez O içine alınan sözler, çevirenin açıklamalan­
dır. Bu açıklamalar, konunun daha iyi anlaşılması ya da
yanlış anlarnalara yol açmamak için verilmiştir; açıkla­
malar yapılırken de, kaynak belgede anlatılanlann an­
lam değişikliğine uğrarnamasma dikkat edilmiştir. Gere­
ken yerlerde de, bazı açıklamalar dipnotlarla verilmiştir.
Kaynak belgede de dipnotlann bulunması halinde, notun
kaynağa ait olduğu belirtilmiştir. Bunun dışında, kaynak
yazı ya da belgelerin başında kısa açıklamalar yapılmış
ve yazının, birinci bölümde anlatılan tarihsel olaylara na­
sıl bağlandığı izah edilmiştir.

III. Antiokhos'un Frigya ve Lidya.


Valisine Yazdığı Mektup

Suriye-Selevkos krallığı, Büyük İskender'in ölümü


üzerine bütün Orta ve Yakındoğu'ya yayılmış halde kalan
Helen ordulannın generallerinden Selevkos tarafından
kurulmuştur (İskender'in ölümünden sonra birçok yerde,
Makedonyalı liderin generallerinin kurduğu devletler
yükselmiştir). Selevkos hanedamndan III. Antiokhos Su­
riye-Helen krallığını 3. yüzyılın ortasından itibaren yö­
netmiş ve Romahiara karşı şiddetli savaşlara girişmiştir.

115
III. Antiokhos Yahudi aleyhtan politikasıyla da tanın­
mıştır. Ölümü de, Kudüs'teki Büyük Tapınak'a ait hazi­
nelerden birine el attı� bir sırada gelmiştir. Belli bir dö­
nemde III. Antiokhos Babil'den Küçük Asya'ya birçok Ya­
hudinin sevkedilmesini emretmiş ve bu şekilde, Roma'ya
karşı Manisa önlerinde yeniidikum sonra ayaklanan Kü­
çük Asya halkıanna karşı dengeleyici bir unsur yarat­
mak istemiştir.

"Kral Antiokhos'tan Zeuxis'e selam. Sıhhatin yerin­


deyse ne Ala. Ben de iyiyim. Lidya ve Frigya halklannın
ayaklanmalannı duyduktan sonra, bu meseleye büyük
ciddiyetle egilmem gerektigi sonucuna vardım ve arka­
daşianma da danışarak, Mezopotamya ve Babil'den 2000
Yahudi ailesinin, mallarıyla birllkte, kalelere ve en
önemli yerlere yerleştitilrnek üzere, sevkedilmelerine ka­
rar verdim. Zira bunlar Tann'ya inanan kişiler olup ata­
lanma da, kendilerine söyleneni yapmakta tereddüt et­
mediklerini ispat etmişlerdir; bu nedenle, çıkarlanmızı
sadakatle koruyacaklanndan eminim."

(Mektup ilk kez Josephus tarafından Antiquitatum


148-53'te yayimlanmıştır. Metin aynı zamanda, Jewish
Quarterly Review cilt 50 [1959-60] s.290'da mevcuttur).

Luciu• Flaccu• SavunlfKIIIı

Lucius Valerius Flaccus l.ö. 1. yüzyılda Roma'nın As­


ya illeri valisi idi. Flaccus İ.Ö. 59 yılında Roma'ya döndü­
�nde yetkilerini kötüye kullanmak ve zimmetine para
geçirmekle suçlandı ve senato önünde yargılandı. Flac­
cus'un avukatlıgı, meşhur söylev üstadı Cicero tarafından
yapıldı. Cicero, savcı Decimus Laelius karşısında yaptıgı
savunmacia Flaccus'un Küçük Asya'daki eylemlerine de­
ginirken, bu bölgede Yahudi varlıgından söz eder.

1 16
PRO L. FLACCO ORATlO XXVIII

Yahudi altınıyla ilgili iftiraya geçiyorum ... İtalya ve


diğer bütün illerimizden Yahudiler, Kudüs'e her yıl altın
yolladıkları halde, Flaccus bu altının Asya'dan (Anadolu'­
dan) ihracını yasaklamıştır. Bu kararı dürüstçe övmeye­
cek biri var mı aranızda, efendiler? B u barbarca batıl
inanca87 karşı koymak kararlılığa işarettir ... Apamea'da
(Dinar) 100 libreden biraz eksik altına el koymuş ve say­
gıdeğer insan, Romalı asil Sextius Caesium tarafından,
yerel valinin önünde, forumda tartışılmıştır ... Adramyti'­
de (Edremit), ... altına el konmuştur.18 Pergami'de (Berga­
ma) daha küçük bir miktar (tutulmuştur)... Kudüs'ün
ayakta durduğu ve Yahudilerin bizle iyi geçindikleri za.
manlarda bile, kutsal ayinleri imparatorluğumuzun ve
adımı.zın onuru, atalanmızın görenekleriyle çelişkideydi.
Bu çelişki, sözkonusu ulus silahlı direnişe geçerek, haki­
miyetimiz hakkındaki fikrini belli edince daha da be1ir­
ginleşmiştir( ...)

Yalıudi Aleyhtan Biııan. Ya.alan

Büyük Konstantin, Roma imparatoru Carkalla'nın


212 yılında Yahudilere tanımış olduğu haklan·sınırlama­
ya dönük yasalar çıkarmıştır. Yahudilerle ilgili impara­
torluk yasalannın çoğu, II. Theodosios'un 438 yılında,
Justinianus'un da 534 yılında yaptıklan derlemelerde bu­
lunmaktadır. Bu yasalar daha sonra yapılan Hıristiyan
hatta Müslüman yasalanın çok etkilemiş ve bu önlemler­
le Yahudiler ikinci sınıf hatta daha aşagı vatandaş statü­
lerine indirilmişlerdir. İmparator Konstantinos Yahudi
erkeklerle Hıristiyan kadınları arasında evlenmeleri ya�
saklamış, bir süre sonra Yahudilerle Hıristiyanlar ara-

(87) Altının bir böiOmO BOyOk Tapınak'ın masraflarını karşılamak için


toplanırdı. Tanrı'nın Evi için para toplamak, putlara tapan Roma
için "batıl" inançtı.
(88) Miktar kaynak metinde de mevcut dEJOildir.

117
sında evlenıneler tümden yasaklanmıştır (338). Konstan­
tinos Yahudilerin köle kullanmalarını yasaklarken, köle
ticareti ve kullammımn yaygın ve ola�an oldu� bir dö­
nemde, Yahudilerin ekonomik gücüne de darbe vurmak
i stemiştir.

1. Büyük Konstantinos'un 18 Eylül 315 tarihli Yahu­


diler, Göklere Tapanlar88 ve Samiriyelilerle ilgili yasası.

Yahudiler, yaşlılan ve liderleri bilsinler ki, bu yasa­


nın yürürlüğe girmesinden sonra, bu tehlikeli mezhepten
(Yahudilikten), Tann'nın dinine (Hıristiyanlı�a) geçenle­
re taşlarla ya da benzeri öfke ifadeleriyle saldırmaya yel ­
tenenler (saldırmaya yeltenen Yahudiler) en kısa süre
içinde ateşe atılacak ve suç ortaklanyla birlikte yakıla­
caktır.
Buna ek olarak, halktan herhangi bir kişi bu korkunç
mezhebe ve toplantılanna katılırsa, layık olduğu cezaya
çarptınlacaktır.

2. Konstantinos'un 13 Ağustos 339 tarihli, Yahudiler,


Göklere Tapanlar ve Samiriyelilerle ilgili yasası.

Bu yasa, dokuma fabrikalanmızda yaşayan ve Yahu­


dilerin iwenççe evlenmek istedikleri kadınlarla ilgilidir.
İşbu yasa bu kadınlann dokuma fabrikalanna iade edil­
melerini emreder (Yahudilerle imparatorluk dokuma fab­
rikalannda çalışan kadınlar arasındaki evlilikler iptal
edilecektir). Bu yasak (karışık evlilik yas$) devam ede­
cek ve bu şekilde Yahudilerin (erkeklerin) Hıristiyan ka­
dınlan, utanç verici yaşamıanna ortak etme (atılımlan)
gelecekte de önlenecektir. E�er bunu yaparlarsa ölüm ce­
zasına tabi olacaklardır (Yahudi erkek idam edilecektir).

Yahudilerin Hıristiyan köle alamayacaklanna dair


yasa.

(89) Yahudilikle yakından ilişkili bir mezhep.

118
Eğer Yahudiler arasında biri başka bir mezhep ya da
ulustan köle alırsa, köle hemen imparatorluk hazinesinin
zirnınetine geçirilecektir.
Eğer (Yahudi) satın aldığı köleyi sünnet ettirirse, sa­
dece köleye vermiş olduğu zararı tazmi n etmekle kalma­
yacak, aynı zamanda ölümle cezalandırılacaktır.
Eğer bir Yahudi, saygıdeğer mezhepten (Hıristiyan­
lık) olan bir köle almaya kalklşırsa, sahibi olduıtu bütün
köleler elinden alınacaktır( . . .)

3. II. Theodosios'un 31 Aralık 439 tarihli Yahudiler,


Samiriyeliler, kilise m uhalifleri ve putperestlerle ilgili
yasası (novella 3)

Eski bir atasözü "ümitsiz hastaya ilaç verilmez"90 de­


mekle birlikte, bu tehlikeli mezhepler ... daha özgür bir bi­
çimde yayılmaya devam etmemeleri için . . . bu yasayı çı­
kardık:
· Hiçbir Yahudi, ya da Samiriyeli ... resmi görev ya da
asaJet payeleri almayacaktır; hiçbiri kent idaresine geti­
rilmeyecektir... zira, kanımızca, Roma yasalannın düş­
manlanna bu yasaları uygulama görevi vermek günah­
tır ...
- Buna ek olarak, aynı nedenden, yeni sinagoglann
i nşasını yasak ediyoruz (sinagog sayısının sınırlanması
ya da azaltılması Hıristiyanların Museviliği seçme ihti­
malini düşürmeye dönük bir atıhmdı). Bununla birlikte,
yıkllmak üzere olan eski sinagoglann imar edilmesine
izin verilmiştir.

12. Yüzyılda Konstantinopolis Yahudileri

Bizans döneminde Konstantinopolis'i birçok gezgin


ziyaret etmiş ve buradaki Yahudi cemaati hakkında bilgi
vermişlerdir. Bunların en meşhuru, İspanya'nın Tudela
kentinde doğmuş olan Binyarnin Ben Yona'dır. Binyarnin

(90) Söz Hipokrat'ındır.

1 19
Ben Yona miTudela, ya da Tudelalı Binyarnin en tanın­
mış Yahudi gezginlerinden olup, 12. yüzyılın ikinci yan­
sında, Tudela'dan Basra'ya kadar, Akdeniz'in kuzey kıyıla­
nnı takip ederek uzun bir gezi yapmış ve Seyahatnamesi
ilk kez 1543 yılında İstanbul'da basılmıştır. Aşağıdaki
parça seyahatnamenin beşinci bölümüdür ve Amster­
dam'da 1734 yılında basılan bir nüshadan alınmıştır (Vo­
yages de Rabbi Benjamin Fils de Jona de Tudele en Euro­
pe, en Asie et en Afrique, depuis l'Espagne jusqu'iı la Chi­
ne, Tome Premier, Amsterdam MDCCXXXIV. s.44-52).

Konstantinopolis kentinin tasviri, bu büyük kentte


Yahudilerin durumu.

D�lar arasında beş gün yaya yolculuktan sonra, Ya­


van (Yunanistan) tabir edilen Rumlann (Romalılann) bü­
tün topraklannın başkenti büyük Konstantinopolis şehri­
ne varılır... Konstantinopolis kentinin 18 mil çevresi var­
dır; kentin yansı denizin üzerinde, yarısı karada kurul­
muştur. İki Denizin üzerinde bulunur: Biri Rusya'dan, di­
ıleri İspanya'dan gelir (sırasıyla Karadeniz ve Marmara
denizi). Buraya her yerden, Babil, Sinear, Media, bütün
Mısır krallı�, Kenan ülkesi, Rus krallı�, Macaristan, Pa­
sianke, Buria, Lombardia ve İspanya'dan tacirler gelirler.
Denizden, karadan her yandan taeirierin buraya doluş­
tuklanndan kent çok kalabalıktır, şöyle ki, bu kentin, İs­
maillilerin (İsmail yani İşmael Oı}ullan; Müslümanlar)
idaresinde olan B�dat dışında dünyada bir benzeri yok­
tur.
Hagia Sophia (Ayasofya) tapına� ve Roma'daki Pa­
pa'ya b�lı olmayan Rumiann Papa'sı da (Rum Patrigi)
Konstantinopolis'te bulunur. Hagia Sophia tapın$nda,
bir yılda bulunan gün sayısı kadar altar (mihrap) vardır.
Bütün ülkedeki adalardan, şatolardan ve kentlerden bü­
yük zenginlikler buraya getiriliyor. Bütün evrende bura­
daki kadar zenginlijte sahip olan bir tapınak yoktur. Bu
tapın$n ortasında altın ve gümüşten sütunlar ve bu
madenierden yapılmış sayılamayacak kadar çok şamdan­
lık vardır.

120
Kralın eglendigi bir yer de vardır ki, adı Hipodrom'­
dur. Bu yer, saray surlannın yanında bulunur ... Rumlar
çok bilgin ve okuyan kişilerdir; her biri kendi bagında,
kendi "incir agacı"nın altında yer, içer (kimsenin işine ka­
nşmaz).
Bunlar, bütün milletlerden topladıklan askerlerle,
Türk adıyla arnlan Togarma milletlerinin kralına karşı
savaşırlar. Rumiann kendileri, savaşmaya ne isteklidir­
ler ne de buna cesaretleri vardır. Bu nedenle, savaşmaya
güçleri olmayan kadınlara benzetilirler.
Kentte, Rumiann arasında hiçbir Yahudi oturmaz.
Yahudiler, deniz kolunun (Haliç) ötesine atılmışlardır.
Ayasofya deniz kolu oturduklan yeri sınırladıgından,
kent sakinleri ticaret yapabilmek için suyu aşmak zorun-
. dadırlar.
Konstantinopolis'te 2000 geleneksel-Rabiriİk Yahudi,
500 de Karay yaşar. Bilginierin öğrencileri olan gelenek­
sel-Rabimk Yahudiler (Karaylardan) bir surla aynlmış­
lardır. Kent Yahudilerinin başında halıarnbaşı Ahtalion,
Rabi Ovadya, Rabi Aaron Şuspo, Rabi Yosef Sargino ve
sinagogun yöneticisi Rabi Elyakim bulunurlar.
Bu Yahudiler arasında ipek dokumacılan, birçok tüc­
car ve fevkalade zengin kişiler bulunur. Bununla birlikte,
Yahudilerin ata binmelen yasaktır; kentte ata binen tek
Yahudi, kralın doktoru Mısırlı Salomon'dur (Şlomo ha­
Mitsri). Bu kişi sayesinde Yahudiler, burada çok sert olan
sürgün koşullanndan daha az çekmekteydiler. Yahudiler­
den en çok dericiler nefret ederler; bunlar kirli sulannı
Yahudilerin kapılan önüne dökerler. Genel olarak Rum­
lar, iyisine, kötüsüne bakmadan, bütün Yahudilerden
nefret ederler ve bunlan durmadan ezerler. Sokakta rast­
ladıklan Yahudileri döverler, zalimce davranırlar ve sert
esaret koşullan altında tutarlar. Bununla birlikte, bura­
daki Yahudiler zengin, iyiliksever kişiler olup, Sürgün'ü
sabırla çekmektedirler. Oturduklan yere Pera adı verilir.

12 1
Karaylar

Karaylat'1 8. yüzyılda beliren bir Musevi Mezhebidir.


Bu mezhebe bağlı olanlar yalnız Tevrat'ı Yahudiliğin te­
meli olarak kabul ederler ve bu eserin çevresinde oluşan
yorum sistemini yani Rabinik- geleneksel edebiyatı red­
dederler. Başka bir deyişle, Karaylar, Yahudi din bilgin­
lerinin yüzyıllar boyunca belirlemiş oldukları Tevrat yo­
rumlarının geçerliliğini kabul etme.zler. İlke olarak, Ka­
raylar için geçerli belge, Tevrat'tır. Bunun dışmdakiler
Talmud edebiyatı, doğruluğu ve geçerliliği olmayan, ha­
hamlann kişisel yorumlandır.
Karay ideolojisinin kökenierine milat yıllannda beli­
ren bazı Yahudi mezheplerinde rastlanmakla birlikte, ge­
leneksel Musevilikle Karay Museviliği arasında bölünme
Anan Ben David tarafından Babil'de, 8. yüzyılda meyda­
na gelmiştir. Babil Talmud ekolünün ileri gelenlerinden
olan Anan Ben David belli bir evrede Talmud'u reddetti­
ğini ilan ederek, yeni bir mezhep kurdu.
Bundan sonra Karay mezhebi, İsaviler, Yudganiler,
Tserlukiler ve Botusiler gibi küçük ve bazıları Doğulu İs­
lam eğilimleri olan mezhepleri içine çekti ve yayılmaya
başladı. Ne var ki, Yahudiliğe reform ve kolaylık getirme­
yi i steyen Anan Ben David (Talmud edebiyatı Yahudi ya­
şamının kurallarım tesbit ederken, laik bir imanın kabul
ederneyeceği zorluk ve sınırlamalar getirir) geleneksel
Yahudiliğin "yükünü" azaltacağına ağırlaştırmış, uyul­
ID!iSı çok daha güç bir kural ve davranış sistemi ortaya
atmış, hatta, Abba Eban'ın deyimiyle, yeni bir "Talmud",
oluşturmuştur. Örneğin, sünnet törenini karmaşıklaştır­
mış, oruç günlerinin sayısını yükseltmiş, Şabat gününde
çalışma yasağını daha sert kurallarla belirlemiş, temizlik
kurallarını Talmud'un çok ötesinde i1ke1er1e sertleştir­
miştir.

(91 ) Karay adı çift anlama sahiptir: Okumak ve çağırmak. Bu neden­


le mezhebin adı değişik araştırmacılar tarafından iki değişik şe­
kilde yorumlanmıştır: "Okuyanlar• (Tora okuyan lar) ya da "Çağı­
ranlar". i kinci şıkta "çağırma• fiili "mezhepe katılmaya çağ ırmak,
propaganda yapmak" anlamındadır.

122
Anan Ben David Talmudik yorumlan reddetme siya­
setinin çizgisinde Yahudilere ya da mezhebinin üyelerine,
gerçeği yalnız Tevrat'ta aramalan ve diğer din adamlan­
nın yorum ve sözlerini yasa bilmemelerini telicin etmiştir.
Bu noktada da Karayi zme önemli bir darbe vurmuştur zi­
ra zamanla Tevrat'ı değişik biçimde yorumlayan birçok
Karayist grup belirmiştir. Hatta, Anan Ben David'in ölü­
münden sonra, anlatıldığı üzere, "Tevrat'ta belirtilen bir
konu hakkında aynı fikre sahip iki Karay bulmak imkan­
sız olmuştur". Bu nedenle, Karayizm kendi içinde de bir­
çok mezhebe bölünmüş ve bir ara bu hareket dağılır gibi
olmuştur.
Günümüzde Karayizm adıyla bilinen mezhep 9. yüz­
yılda Binyarnin Nihavendi ( İran'ın Nihavend kentinden)
tarafından sağlam bir temele oturduldu ve belirgin bir
ideoloji haline geldi . Nihavendi, doktrinini açık ilkelerle
sağlamlaştırdJ ve ilk kez Karay terimini kullandı. 10.
yüzyılda Karaylar daha atılgan bir tutum takındılar ve
doktrinlerini yaymaya başladılar. Bu dönemde, çoğu
Arapça olmak üzere, Karay bilginler birçok eser verdiler.
İran ve yakın çevresinde doğan ve gelişen bu hareketin
merkezi 12. yüzyıla doğru Anadolu ve Avrupa'ya kaydı.

Bizans ue Türkiye'de Karayizm

l l . yüzyılın sonunda Doğu'daki Karay ekolü iyice


söndü ve bazı misyoner ruhlu liderler Batı'da faal olmaya
başladılar. İspanya'da Sidi ibn Altaras hareketin liderli­
ğini e1ine aldı ve öldükten sonra bu faaliyeti eşi sürdür­
dü. Ancak Kastilya hükümeti bir süre sonra, Rabinik cep­
henin etkisiyle, Karayizm'i İspanya'dan uzaklaştırdı. Bu­
na karşılık Karayizm Bizans'ta geniş bir çevreyi etkiledi
ve özellikle Konstantinopo1'de zengin bir Karay edebiyatı
gelişti. Tuvia Ben Moşe ha-Arel, İsrail Ülkesi'nin son Ka­
ray 1ideri Yeoşua Ben Yehuda'nın eserlerini tercüme etti.
Yehuda Ben Eliya Hadasi de, Eşkol ha-Kofer adlı kitabıy­
la, Karay edebiyatının en önemli eserlerinden birini ver­
di.

. 123
13. yüzyılda Bizans dünya Karayizminin merkezi ol­
du. Hareketin en büyük Tevrat uzmanı Joseph ha-Rofe
bu dönemde burada yaşadı. Joseph ha-Rofe Karayizmin
klasik eserlerini yarattı, mezhebe bugüne kadar geçerli
kalan bir lituıji (ayin, komünyon) düzeni getirdi. İzmitli
Aaron Ben Eliya, Karayist felsefeye getirmiş old$ büyük
katkılarla "Karayizmin Maimonides'i" sıfatını kazandı.
Bizans döneminde, anlaşıldıltı kadanyla, Rabinik Ya­
hudilikle Karayist Yahudilik belirli bir denge içinde yaşa­
dılar, hatta Karay bilginleri, ustalıklan ve Tevrat hak­
kında parlak eserleriyle kendilerini Rabinik çevrelere ka­
bul ettirdiler ve bu kesimin saygısını kazandılar. Durum,
İstanbul 1453'te Osmanlılar tarafından alındıktan sonra
de�şti. İspanya'dan kovulan Yahudiler Türk topraklann­
da çok iyi karşılandılar ve 16. yüzyıldan itibaren Yahudi
kültürel yaşamı burada yeni doruklara ulaştı. İmparator­
lu�n büyük kentlerinde Yahudi okullan, sinagoglar ve
İbrani matbaalan kuruldu ve Yahudi bilginler Tevrat ve
Talmud dışında da araştırma konulanna ve özellikle fi­
zik, astronomi, matematik, tıp gibi bilim daUanna ilgi
göstermeye başladılar ve bu alanlarda çok ileri gittiler.
Osmanlılann yükselme devrinde Rabinik Yahudiler
Karaylarla bir ölçüde işbirli� yaptılar ve Komtino ve
Mizrahi gibi büyük bilginler Karay ö�encileri okuHanna
kabul ettiler. Komtino'nun talebesi olan Eliya Ben Moşe
Başyazi'nin eserleri, Karay edebiyatını ve doktrinini
önemli ölçüde etkiledi. Onun öı'trencisi Kalev Ben Eliya
Afendopolo hem dinsel hem laik alanda isim yaptı. Afen­
dopolo matematik, astronomi, hukuk ve felsefe alanlann­
da çalıştı, şiir yazdı. Başyazi'nin torunu 16. yüzyılda Bi­
zans-Osmanlı döneminin son büyük Karay bilgini oldu.
Onun ölümünden sonra bu Karaylar da, Mezopotamya,
İran ve Mısır'daki benzerleri gibi ruhani açıdan eylemsiz
bir safhaya girdiler.
Bundan sonra Karayizmin merkezi Kınm, Litvanya
ve Rusya'ya geçti. Günümüzde Karayizm Güneydo� Av­
rupa ve Ortado� bölgelerine özgü bir mezhep özelli�ni
korumaya devam etmektedir.

124
Karay Doktrini

İ1ke olarak Karay inanç ve hukukunun yegane kay­


na#ı Tevrat'tır. Buna karşılık, geleneksel Rabinik Yahu­
dilikte, Talmud ve çevresinde gelişen eserler - örne�n
Şulhan Aruh - Yahudili�n temel hukuksal kaynaklan
kabul edilir. Karaylar, Tevrat'ı yazılı olduğu gibi görürler
ve kelimelerin ol�an anlamıanna bakarlar. Geleneksel
Yahudili�n Karayizmden başlıca farklı yanı ise Tevrat'ı
yorumlaması ve TeVnıtsal metinlere verdi� yorum niteli­
�nde anlamlan yasa kabul etmesidir. Talmud ve di�er
Rabinik edebiyat bu yorumlardan oluşur. Karayizm yoru­
mu reddederken, Yahudilikde bu yorumu din adamlan­
nın otoritesinden kopannak istemiştir. Karaylar bazı Ra­
binik yasalan sadece aydınlatıcı izahat olarak kabul
ederler, Yahudi hukukunun aynlmaz parçası olduğu gö­
rüşünü reddederler. Karay doktrini icabı, her Tevrat
araştınnacısı Kutsal Yazılar'ı kendi kendine etüd etmeli
ve bu Yazılar'ın anlamını kendi aklınca çıkartmalıdır. Bu
etüd sırasında araştınnacı kendine göre bir görüş gelişti­
rirse;bu görüşün ondan önceki Tevrat uzmanlannın oluş­
turduğu görüşe aykın olmasından çekinmemeli, aksine
kendisinden önce ortaya atılan teorileri -gerekirse- çürüt­
melidir (Anan Ben David'in dedi� gibi: "Tora'yı iyice
araştır ve benim fikrime güvenme"). Bu şekilde Karay­
lar, Talmud bilginlerinin görüşlerini reddetmeyi mubah
saymışlardır. Oysa Rabinik Tevrat alimleri, onlardan
önce verilmiş görüşleri reddetmezler, kendi görüşlerini
eklemekle yetinirler. Binaenaleyh Karaylar, bir yandan
Tevrat'ın yorumlanamayacaıtı görüşünü ileri sürerler­
ken, gelene�n de�ştirilemeyece�ni savunurlar, öte
yandan da Tevrat'ın kişisel etüdünü sınırlamama yoluy­
la, Tora'nın birçok de�şik şekilde aniaşılmasına karşı
çıkmazlar.
Tevrat'a yaklaşma şekli dışında, Karay inancı gele­
neksel Rabinik inanç sisteminden de�şik de�ldir. Mez­
hebin felsefi temelleri İzmitli Aaron Ben Eliya tarafından
atılmış, Eliya Başyazİ ile *encisi Kalev Afendopolo da
bu felsefeyi on ilkede özetlemişlerdir:

125
1. Tann bütün maddi ve manevi dünyayı yoktan ya­
ratmıştır.
2. Yaratan'ın kendisi yaratılmamıştır.
3. Tann şekilsizdir, her bakımdan Bir'dir, hiçbir şey­
le mukayese edilemez, cisimsizdir, kesinlikle tektir ve bö­
lümsüzdür.
4. Hocamız Moşe'yi yollamıştır.
5. Eksiksiz gerçeği içeren Tora'yı Moşe aracılııtıyla
yollamıştır (başka bir deyişle Tora, başka bir yasayla -
özellikle Rabinik yasalarla- tamamlanamaz ya da değişti­
rilemez).
6. Her inanan kişi Tora'yı ve gerçek anlamını kaynak
dilinde bilmelidir.
7. Tann kendini, başka peygamberlere de malum et­
miştir.
B. Malışer gününde bütün ölüler dirilecektir.
9.Tann her insanı, yaşama şekline ve davranışına gö­
re mükafatlandınr.
10. Tann Sürgün'de yaşayanlan hor görmez; aksine
çektikleri acılarla onlan anndırmaya çalışır. Sürgün'de
yaşayanlar O'ndan her gün yardım görmeyi ve David'in
torunlanndan çıkacak olan Mesih aracılığıyla kurtulmayı
ümit edebilirler (daha eski Karay doktrinlerinin bazıla­
nnda, Mesih inancı mevcut değildir).

ibn Şaprut'un Hazar Kralıyla Mektuplaşma.sı

740 yıllannda, Güney Rusya steplerine hakim olan


güçlü Türk boyu Hazariann liderleri ve aşiretin bir bölü­
mü Musa dinini kabul ettiler. Yaklaşık olarak iki asır ka­
dar sonra, Karadeniz'in kuzey kıyılannda varlığını koru­
maya devam eden bu Yahudi krallııtı, o sıralarda en par­
lak dönemini yaşayan İspanya Yahudi cemaatinin lideri
Hasday İbn Şaprut'un (915-976) dikkatini çekti. Hasday
İbn Şaprut, Endülüs Emevi devletinin halifesi III. Abdur­
rahman (912-961) ve daha sonra o�lu II. Hakan'ın (961-
976) yalnız özel doktoru değil, devletin gümrük ve dışişle­
ri bakanıydı. Hasday İbn Şaprut, bu konuyu araştırmak

126
ve -duyduklarının doğru olması halinde bir Yahudi kralı­
mn hizmetine girmeyi tercih edeceği düşüncesiyle- 960
yılı civarında Hazar kralı Jozefe bir mektup yazar ve bir
süre sonra, mektubuna cevap alır. İbranice yazılmış olan
mektuplardan bazı bölümler aşağıda verilmiştir.

İzak İbn Şaprut Oğlu Rabi Hasday'ın Hazar Kralına


Mektubu (Yaklaşık 960)

Ben, Ezra oğ'lu İzak oğlu, Sürgün'deki İsrail Yahudi­


lerinden, Efendim Kral'ın hizmetkarı Hasday, ...uzak bir
ülkeden Majesteleri'nin önünde eğilirim ... Ellerimi gök­
lerdeki Tanrı'ya uzatıp, İsrail üzerindeki hükmünü uzun
kılmasını diliyorum .
... (Kralım Abdurrahman'ın) ihtişam ve gücünü bilen,
Frankların kralı, Germen olan Gebalim kralı, Konstan­
tinopol kralı, vesaire gibi dünya hükümdarlan ona (Ab­
durrahman'a) armağanlar verirler ve pahalı hediyelerle
gözüne girmeye çalışırlar. Bütün bu armağ'anlar benim
elimden geçer; bunlara karşılık verilecek armağ'anlar­
dan seçilip yollanınasından da ben sorumluyum (birkaç
dil bilen İbn Şaprut, yabancı heyet ve elçilerini kabul
ederdi).
Armağan getiren bu hükümdarların elçilerine hep,
Sürgün'den artakalan kardeşlerim İsraillileri sorar, esa­
rette vatan özlemi çekip rahat gün görmeyenler arasın­
dan kurtulan olup olmadığı hakkında bilgi isterim ("Kay­
bolan On Aşiret"in dünyanın herhangi bir yerinde bağım­
sız bir Yahudi devleti çerçevesinde yaşayıp yaşamadıkla­
nm araştınrdı).
Nihayet, Horasan'dan gelen ticari temsilciler, El­
Hazar adıyla anılan bir Yahudi krallığı olduğ'unu söyledi­
ler. Ama ben, bu bilginin desteğimi kazanmak için veril­
diğinden kuşkulanarak, söylenenlere inanmadım. Ben bu
meseleyi düşünedururken, Konstantinopol'den armağan­
lar ve kendi krallanndan benim kralıma bir mektup geti­
ren elçilerle karşılaştım (944-949 arası). Konuyu onlara
da açtım.
Bana şu cevabı verdiler: "Tamamen doğrudur, krallı-

127
tın adı El-Hazar'dır. Konstantinopol'den oraya denizyolu
onbeş gün çeker ama karayolu üzerinde aramızda birkaç
ulus vardır; şimdi başında bulunan kralın adı Joseph'tir;
bazen onların ülkesinden bizimkine gemiler gelir, balık,
deri ve her türden mal getirir (ticarette çok ileri olan lja­
zarlar bu mallan, kuzeyde Ruslardan alırlardı). Bu
adamlar bizle müttefiktirler ve onlara saygı duyanz.
Temsilciler aracılıgJyla aramızda ilişki mevcuttur ve bir­
birimize arm&g-anlar yollanz; çok güçlüdürler; birçok or­
duları vardır ve bu ordularla zaman zaman sefere çıkar­
lar". Bu sözler bana güç verdi ve umutlanını teyit etti.
Bunun üzerine yerlere e�·ilip göklerdeki Tann'ya şükran­
larımı bildirdim (Hasday memnundu: Artık, Hıristiyanlar
Yahudilere, lsa'yı reddettiklerinden yurtsuz kaldıklannı
söyleyemeyeceklerdi) ...

Türk Kralı Harun'un Oğlu Kral Joseph'in Cemaat


Başkanı, Ezra Oğlu, lzak Oğlu Hasday'a Mektubu
(Yaklaşık 960)

...Güzel yazılmış mektubun bizlere, Germen ülkesin­


den Eliezer o�lu Yitzhak adlı bir Yahudi tarafından veril­
miş old$nu bildiririm (Yitzhak mektubu, Almanya,
Macaristan ve Rusya üzerinden Hazar ülkesine götür­
müştür). Anlayış ve erdemin hepimizi hoşnut ve mutlu
etti ... Gel, atalarımızın bir zernanlar kurmuş oldu� dip­
lomatik ilişkileri yeniden kuralım ve bu mirası çocuklan­
mıza iletirken (Joseph, Hazariann bir zamanlar İspanya
Araplanyla diplomatik ilişkileri oldu�nu sanmıştır).
Mektubunda soruyorsun: "Hangi ulustan, ·hangi aile­
den ve hangi aşirettensiniz". Yafet'in �lu Togarma'nın
torunlan oldu�muzu biliyoruz (Yahudi edebiyatında To­
garma bütün Türklerin atası olarak geçer; Türkiye'nin
adı da Togarma'dır). Atalarımın soy�acı kitaplarında,
Togarma'run on o�lu oldu�unu okudum. Adları şunlardır:
en büyü� Ujur, ikincisi Tauris, üçüncüsü Avar, dördün­
cüsü Uguz, beşincisi Bizal, altıncısı Tarna, yedincisi Ha­
zar, sekizincisi Janur, dokuzuncusu Bulgar, onuncusu
Savir idi (Bunlar, bir zamanlar Karadeniz ve Hazar Deni-

128
zi ci vannda yaşayan aşiretlerin mitolojik adlandır). Ben,
yedinci oğul Hazar'ın torunlanndanım .
Elimdeki bir belgeye göre, atalanm sayıca a z olmakla
birlikte, Kutsal Tann onlara büyük güç vermiş ve bu sa­
yede kendilerinden daha çok kalabalık olan birçok ulusa
karşı arka arkaya savaşlar vermişler.Tann'nın yardımıy­
la bu uluslan geri püskürtüp topraklanna hakim olmuş­
lar ... Bugün yaşadığım ülkede (Volga boyunca uzanan
topraklar), daha önce Bulgarlar yaşardı. Atalanmız Ha­
zarlar bunlarla savaşmışlar ve Bulgarlar deniz kıyısında­
ki kumlar kadar çok olmakla birlikte, Hazariara karşı
duramadılar. Bunun üzerine, ülkelerinden çekildiler ve
kaçtılar; Hazarlar da onlan Tu na nehrine kadar takip etti­
ler. Bugüne kadar Bulgarlar Tuna nehri boyunca konakla­
maya devam ederler, Konstantinopol'e de yakındırlar.
Bundan sonra birkaç kuşak geçti, ta ki, Bulan adında
bir kral (Hazar tahtına) geçene kadar. . . Akıllı, Tann'dan
korkan, Yaratıcı'sına bütün kalbiyle inanan bir kişiydi .
Büyücü ve putperestleri ülkesinden kovup O'nun kanat­
lanna sığındı . . . (Bulan muhtemelen 740 yıllannda hü­
küm sürdü; Hazariann ilk Yahudi kralıydı). Bizans ve
Arap hükümdarlan ona temsilciler ve elçiler, çok değerli
hediyeler ve bu arada -kralı kendi dinlerine çekmek için­
bilgin kişiler yolladılar.
Ne var ki kral, akıllı olduğundan, bilgin bir İsrailliyi
huzuruna çağırdı . Kral büyük dikkatle aradı, sordu ve
araştırdı ve . .. "İsrail'in yani Hz. İbrahim'in dinini seviyo­
rum" dedi (mektupta, kralın üç büyük dinin temsilcisini
çağırdığı ve aralanndaki tartışmalan dinledikten sonra
Museviliği seçtiği anlatılmaktadır. Efsanevi karakterde
olan bu bilginin doğruluğu tartışılabilir; buna karşıhk Bi­
zans'tan kaçan Yahudilerin Hazaristan'da dinlerini yay­
dıklan bilinir) .
... Mektubunda yüzümü görmeyi arzularlığını söylü­
yorsun. Ben de senin hoş görüntünü, aklının ve büyüklü­
ğünün nadir güzelliğini görmeyi çok isterim . .. Senle bir­
likte olmak nasip olursa ... sen babam olursun ben oğlun.
Bütün ulusuro senin sözüne göre yönetilir, ben de işleri­
mi senin fikrine göre yürütürüm . Hoşçakal .

129
ispanya'da Yahudi Aleyhtarı Yasalar

Las Siete Partidas

Las Siete Partidas ya da Yedi Bölüm Yasası, 18. yüz­


yılın ikinci yansında hazırlanmıştır. X. Alfonso tarafın­
dan hazırlanan bu yasa dizisi, İspanyol sömürgelerinde
de uygulanmıştır (Filipinler, Portoriko, Florida ve Loui­
siana). Las Siete Partidas, eski Vizigot, Roma ve Kilise
yasalanndan esinlenerek hazırlanmış ve bu yasalara ha­
kim olan Yahudi aleyhtan elemanlan benimsemiştir. Bu­
rada, yasadan bazı bölümler veriyoruz (Kaynak: Marcus,
The Jew in the Medieva.l World, s.34-40).

Kısım XXIV
Yahudiler Hakkında

Yahudiler, Efendimiz Hazreti İsa'nın dinine inanma­


makla birlikte; Hıristiyan krallannın her zaman (ülkele­
rinde) yaşarnalanna izin vermiş olduklan bir ulustur.
1. Yasa: Yahudi sözü ne anlama ve nereden gelir.
Yahudi, kelimenin tam anlamıyla, Musa'nın dinine
dahil olan kişidir; aynı zamanda, sünnet olan ve dinin di-
lter şartlannı yerine getiren de (Yahudidir). Bu isim, di­
lterlerinden ( diğ'er İsrail aşiretlerinden) daha asil ve daha
güçlü olan Yehuda aşiretinin adından gelir; hu aşiretin
başka bir özellilti vardı ki, bu da, Yahudi krallan .hu top­
luluktan seçilir, muharipleri de savaşlarda ilk yaralanan­
lar olurdu. Kilisenin, imparatorlann, kral ve prensierin
Yahudilere Hıristiyanlar arasında ve hükümdarlar ya­
nında yaşarnalanna izin vermelerinin nedeni, bunlann
her zaman sürgünde yaşamalan ve esaretlerinin, Efendi­
miz Hazreti İsa'yı çarmıha gerenierin soyundan gelmele­
rinin simgesi olarak bilinegelmesidir (yani, Yahudiler
İsa'yı çarmıha gerdirdiklerinden, Hıristiyan inancına gö­
re, Tann tarafından sürgüne mahkum edilmişlerdir. Kili­
se'nin görüşüne göre Yahudiler öldürülmemeli, aksine,
içinde bulunduklan ceza süreci herkese "ibret olsun di­
ye", yaşatılmalıdırlar).

130
2. Yasa: Yahudiler Hıristiyanlar arasmda nasıl yaşa­
malıdırlar; neleri yapmamalı ve yasak olan şeyleri yapan­
lar hangi cezaya çarptınlmalıdır.
Yahudiler Hıristiyanlar arasmda sükunet ve düzen
içinde (yani "fazla gürültü yapmadan") yaşamalı, kendi
gelenek ve göreneklerini uygulamalı ancak Efendimiz İsa
aleyhinde konuşmamahdırlar ... Yahudiler bir Hıristiyanı
kendi dinlerine çekmemeye çok dikkat etmelidirler. Bu
yasayı ihlal edenler ölüme mahkum edilecek, malianna
da el korıacaktır ... çocuk kaçınp çarmıha germeleri, cocuk
bulamadıklan zaman balmumundan heykelcikler yapıp
çarmıha germeleri halinde ... olay sırasında olay yerinde
bulunan herkes yakalanıp tutuklanacak ve kralın huzu­
runa getirilecektir; kralın yakalananlann suçlu oldukla­
nna karar vermesi halinde, suçlular onur kıncı koşullar­
da -idam edileceklerdir (Kan İftirası denilen olguda, Hıris­
tiyanlar, Yahudilerin ayin yapmak amacıyla Hıristiyan
çocuklan kaçırdıklanna i nanır! ardı).
3. Yasa: Hiçbir Yahudi, Hıristiyanlan azebileceği bir
mevki ya da göreve getirilemez.
Yahudiler eskiden büyük saygı görürler ve bütün di­
lter ırklann üstünde imtiyazlardan yararlarurlardı, zira
Tann'nın Ulusu addedilirlerdi . Ne var ki ... O'na saygı
göstereceklerine O'nu küçültmüşler ve utandıncı biçimde
çarmıha gerdirmişlerdir ... bu nedenle bütün imtiyaz ve
üstünlüklerini kaybedecekler, bundan böyle ebediyen hiç­
bir onurlu ya da bir Hıristiyanı herhangi bir şekilde eza­
bileceği bir mevkiye gelemeyeceklerdir.
4. Yasa: Yahudilerin Hıristiyanlar arasında sinagog
inşa etmeleri hakkında.
Sinagog Yahudilerin dua ettikleri yerdir ve bu gibi
yeni bir bina ülkemizin hiçbir yerinde iznimiz olmadan
inşa edilemez. Bir sinagogun yıkılınası halinde, aynı yer­
de yeniden inşa edilebilir... Sinagog Tann'nın adının anıl­
dıltı bir mekan olduıtundan Hıristiyanlann bu yerlere za­
rar vermeleri ... yasaklanmıştır (İspanya'da Kuzey Afrika
kökenli Müslümaniann bir camiye sahip olmalan tama­
men yasaktı; başka bir deyişle, Yahudiler toplumsal sınıf­
lar hiyerarşisinde en sonuncu değildi).

131
(.. .) 6. Yasa: Hıristiyan olan Yahudilere baskı yapıl­
mayacaktır; bir Yahudinin Hıristiyan1ığı seçmedeki ya­
rarlan, Hıristiyan olanlara zarar veren Yahudilere verile­
cek ceza.
Bir Yahudinin Hıristiyan olması için kendisine baskı
yapılmayacaktır (bu kural nadiren uygulanmıştır). Bir
Yahudi erkek ya da kadın Hıristiyan olmayı seçerse, baş­
ka Yahudiler bu olaya kanşmayacaklardır. E!ter, bunlar
Hıristiyanlııtı seçen (Yahudileri) taşlarlarsa ya da yara­
larıarsa ya da öldürürlerse ... ateşe atılma yoluyla idam
edileceklerdir.
(...) 9. Yasa: Bir Hıristiyan kadınla cinsi ilişkisi olan
Yahudiye verilecek ceza.
Bir Hıristiyan kadınla yaşayan Yahudinin ... cezası
ölümdür. Zira, evli kadınlarla cinsel ilişkide bulunan bir
Hıristiyanın cezası nasıl ölümse ... bir Hıristiyan kadınla
cinsi ilişkide bulunan Yahudinin de cezası, pek tabii,
ölümdür çünkü Hıristiyan kadınlar Efendimiz Hazreti
İsa'nın manevi eşleridir.

Kovma Fermanı

ı Mayıs ı492

Yahudilerin İspanya'dan kovulduklannı ilan eden


ferman 3� Mart ı492'de izahella ile Ferdinand tarafin­
dan imzalanmış ancak ı Mayıs'a kadar ilan edilmemiştir.
Bu ferman, Ortaçajfda Yahudinin statüsünü yansıtan
başlıca ilginç belgelerdendir. Burada verdiıtlmiz kısaltıl­
mış metin Franco'dan alınmı ştır (Essai, s.35). Franco da
fermarun metnini, Yahudilerin İspanya'dan kovulmalan ­
nın 4. yüzyılı münasebetiyle özel bir sayı çıkaran El
Tiempo gazetesinin Nisan 1892 tarihli nüshasından al­
mıştır.

Kastilya, Leon, Aragon, Sicilya, Granada ... kral ve


kraliçesi Don Fernando ve Donia İsabelle'den ...

132
Krallığımızda, kutsal Katolik dinimizi Yahudileştiren
kötü Hıristiyanların bulunduğunu i şittik; pek tabii, Hı­
ristiyanların Yahudilerle bu türden bir ilişki içinde olma­
lannın çok zararlı olduğuna karar verdik. Geçen sene To­
ledo'da toplanan mecliste Yahudilere, her kentte, günah­
lan içinde yaşayabilmeleri için Yahudi mahalleleri .veril­
mesi yolunda emir verdik. Bunun dışında, krallığıınııda
Engizisyon'un kurulmasını emrettik; bu kurum on iki yıl­
dan beri faaliyette olup birçok suçlu yakalamıştır.
... Bunlar (Yahudiler ya da konversolar) birçok inançlı
kişiyi kutsal Katolik dinimizden ayırmak için birçok yola
başvurmakta ve kendi tehlikeli dinlerine çekmek iste­
mektedirler. ..
Bu duruma ve Katolik dinine yöneltilen bu harekete
son vermek için, din adamları, şövalyeler, bilim adamlan
ve ileri gelen kişilerle görüştük
Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, Yahudilerin,
bir daha dönmernek üzere bütün ülkeden kovulmalanna
karar verdik.
Bu nedenle ve i�bu fermanla, yaşlan ne olursa olsun
ve ülkenin her yanı nda yaşayan Yahudi erkek ve kadın­
larına, erkek ve kız çocukları , hizmetçileri, büyük küçük,
yaşlan ne olursa olsun, Yahudi yak.ınlanyla, en geç bu yı­
lın Temmuz ayının sonuna kadar ülkeden çıkmalarını
emrediyoruz. Bunlara hiçbir şekilde ülkeye dönmelerine
izin verilmeyecektir. Bu fermana riayet etmemeleri ha­
linde, ülkemizde Yahudi bulunması vukuunda ya da her­
hangi bir şekilde geri dönmeleri halinde, yakalananlar
idam edilecek, mailanna da el konacaktır.
Ülkemizin her yanında, hiç kimse mevkii ve asalet
derecesi ne olursa olsun, Temmuz ayının sonundan sonra
ve ebediyete kadar, bir Yahudi erkek ya da kadını sakla­
maya, himaye etmeye yeltenmesin ... bu emre itaat etme­
yenlerin bütün mallarına, gemilerine, kalelerine ve mi­
raslanna el konacaktır . .
Yahudilere ülkemizde altın, gümüş ve para hariç . ..
bütün mallarını denizden ve karadan çıkarmalanna izin
veriyoruz. İhracatı yasak olan ürünleri de çıkarmalan
menedilmiştir.

133
... Efendimiz Hazreti İsa'nın bin dört yüz doksan ikin­
ci yılının mart ayının otuz birinde, Granada kentinde ya­
zılmıştır.
Ben Kral Ferdinand - Ben Kraliçe İzabella

Fatih Sultan Mehmet'in


Bizan• Yahudileriyle Gizli Anla,ma.ı

IL MehT!let (Fatih) İstanbul'u hicri 857 yılında (1453)


aldı ve Bizanslılarla işbirli�ne girmeme yoluyla fethi
destekleyen İstanbul ve dolayısıyla Türkiye Yahudilerine
din ve inanç özgürlüğü tanıdı. Ne var ki, daha sonra bu
taahhüt birkaç kez ihlal edildi . örneğin hicri 940 yıllann­
da (1534 civan) böyle bir olay meydana geldi ve Yahudi­
ler durumu Bab-ıali'ye bildirdiler. Bunun üzerine l l 7 ve
1 30 yaşlannda iki Müslüman mahkeme önüne şahit ola­
rak getirilmiş ve kendilerine Il. Mehmet'in taahhüdü so­
rulmuştur. Görgü şahidi olan bu iki yaşlı Müslüman
taahhüdün gerçek olduğunu söyleyince, zamanın padi <;�­
hı Kanuni Sultan Süleyman, Fatih'in tc:ıahhüdünü teyi;,
eden bir emir çıkarmıştır. Ondan sonra Il. Selim ve III.
Murat buna benzer emirler yayımlamışlardır. Aşağıda
metninden parçalar verdiğimiz ve hicri 101 1 tarihini
(1603) taşıyan ferman III. Mehmet tarafından çıkanlmış­
tır. Bundan önceki fermanlar ya kaybolmuş ya henüz or­
taya çıkmamıştır. Fermanda, zikredilen kişiler, çok ağda­
lı bir dille övülür (padişah, kazasker, kadı vs.). Verdiği­
miz metinde övgüler çıkanlmıştır .

...Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri ... sayın İstanbul


kadısı: bu imparatorluk tezkeresi elinize geçtiğinde, İs­
tanbul'da yaşayan Yahudilerin yüksek katıma bir ricayla
gelmiş olduklannı öğreneceksiniz; bu Yahudiler, bana
atam rahmetli Mehmet Han'la gizli bir anlaşma yapmış
olduklannı bildirdiler. Buna göre, feth-i hakani (İstan­
bul'un alınışı) sırasında Yahudiler İstanbul imparatoruna
(Bizans hükümdanna) yardım etmemeyi taahhüt etmiş­
lerdir. Buna karşılık da atam (Fatih), yukanda zikredilen

134
kişilere hiçbir zarar gelmeyeceği, sinagoglann olduklan
gibi kalacağı, kimselerin onlann aleyhinde İcraatta bu­
lunmayacağı ve sinagoglara kanşamayacağı, içlerinde
tasvir ve mihrap bulunmadığı. sürece evlerinde Tora oku­
yabilecekleri ve gelenekleri uyannca dua edebilecekleri
yolunda taahhütte bulunmuştur. Bütün bunlar fetih-i ha­
kani sırasında vaadedilmiş ve fetihten sonra da devam
etmiş olmakla birlikte, hicri 940 yılından önce ... bu taah­
hüde aykırı davranılmıştır. Meseleyi incelemek üzere ta­
yin edilen müfettişler, bunun üzerine, l l 7 ve 130 yaşla­
nnda olup o dönemi yaşamış ve ... taahhüde şahit olmuş
iki Müslümanın şahadetini dinlediler. Bütün bu durum,
tesbit edilen (siyaset çizgisinde) ve yukanda adı zikredi­
len rahmetli atarnın verdiği vaade uygun olarak ve ( daha
sonra) rahmetli atalanm Sultan Selim Han (Yavuz) ve
Süleyman Han'ın (Kanuni) bu yolda çıkarmış olduklan
fermanlara ve Şeyhülislam rahmetli Molla Fenari, Ebus­
suud ve Çivizade'nin fetvaianna göre devam ederken. . .
bir yangın çıkmış v e b u eski sinagoglar yanmıştır. Bun­
dan sonra bazı kişiler bu sinagoglann imar edilip eski ha­
line getirilmalerini önlemişler, (Yahudiler de) bu sinagog­
lann eski olduklannı i spat etmek için şahit aramışlardır
( Osmanlılar yeni sinagog inşaatını yasak etmişler ancak
eski sinagoglann tamir ve imar edilmesine izin vermiş­
lerdir). Ne var ki, aradan uzun zaman geçmiş oldu�n­
dan ve bu konuda şahitlik yapabilecekler artık hayatta
olmadıklanndan, sinagog imarının yasak oldu�na dair
karar Şeyhülislam Çivizade ve Bostanizade'nin fetvala­
rından da anlaşıldığı üzere, şahit dinlenmeden alınmış­
tır. Bu fetvalara dayanılarak, Yahudiler (huzuruma bir
istida ile gelerek) bazı kimselerin yangından sonra iman
ve tasvir ve mihrap bulunmayan evlerde hile Tora'nın
okunmasını önlerliklerini bildirroişler, fetvalan ve dedele­
rimin çıkartmış olduklan fermanlan göstermişlerdir.
İtaat edilmesi gereken bu emrü hümayun elinize geçti­
ğinde, her gün bu fermana uygun davranılması gerektiği­
ni emrederim. Tann esirgesin bu eski sinagoglar bir yan­
gında yanariarsa ve (Yahudiler) bu yerleri yeniden inşa
etmek isterlerse, bilinsin ki bunu yapabilirler; kimse on-

135
lara bu nedenden saldıramaz ve kimse bu işleri önleye­
mez ve (Yahudiler) bütün bunlan fetvalara ve atalanrom
çıkarmış olduklan fermanıara uygun olarak yapabilirler
ve tasvir ve mihrap bulunmayan evlerde Tora okuyabilir­
ler. Kim olursa olsun, bu fennan ve fetvalara aykın dav­
ranmasına i zin vermeyin ve bu uyanyı tekrar edin. Bu (e­
m irden sonra) yapılan uyanyı dinlememeye, Şeri'at ve
fennaruma aykın davrarulmaya devam edilirse, suçlula­
nn adlannı (doğrudan doğruya saraya) bildirin . Bu kişi­
ler, emirlerime riayet etmemelerinden dolayı cezalandı­
nlmalıdırlar. Bununla birlikte, mevcut duruma yeni ya
da eski birtakım unsurlar katmaktan da kaçınımz. Bu
fermam inceledikten sonra belgeyi kayda geçirin ve Ya­
hudilere teslim edin. Sizden sonra göreve gelecek saygı ­
delter hakimler de bu fermana uysunlar ve aykırı davra­
nışlara i zin vermesinler ( . .. )
Şevval ayının son günü, hicri 1 0 1 1 senesi ( 1 Nisan 1304)
(Kaynak: Galante, Documents, s. 163-66)

Yahudilerin ispanya'dan Kovulmalan

Daha önce vurgulandığı üzere, Yahudilerin İspanya'­


dan kovulmalan büyük bir medeniyetin sonuna benzeti­
lebilir. Emevi hükümdarlanna hizmet eden, Hıristiyan
kraliann bütün idari ihtiyaçlanru temin eden Yahudiler,
Kastilyalı izahella ile Katolik Ferdinand'ın bir karan
üzerine, bütün servetleri elinden alınarak, ülkeden ko­
vulmuşlar ve Yahudilerin bu zayıf durumlanndan yarar­
lanmaya hazır olanlann eline merhametsizce terkedil­
mişlerdir. Aşağıdaki parça Yahudilerin İspanya'dan ko­
vulduklan günleri anlatır; parça bir İtalyan Yahudisi ta­
rafindan Mayıs 1495'te yazılmıştır (Kaynak: Marcus, The
Jew irı the Medieval World, s.51 ve sonrası).

Kral bunlara (Yahudilere), ülkeyi terketmeleri için üç


aylık bir süre tanıdı. (Kovma Fermanı) 1 Mayıs'ta her
kentte, halk önünde okundu. Bu tarih Omer ayının 19'u­
na rastladığından, ülkeden son çıkış tarihi Av ayının 9'u-

136
na geliyordu (Tişa beAv; Yahudi tarihinde geleneksel ma­
tem günüdür. Büyük Tapınak bu tarihte yıkılmıştır). Sa­
yılan hakkında tartışma olmakla birlikte, birçok araştır­
madan sonra en yaygın kanının 50 bin ila 53 bin aile oi­
duğunu tesbit ettim (bu, 250.000 kişi eder. İspanya'dan
kovulan Yahudilerin sayısı hakkında ileri sürülen tah­
minler 100 bin ile 800 bin arasında değişir). Yahudilerin
evleri, bağları, arsalan ve sığırlan vardı; çoğu da meslek
sahibi zanaatçılardı. O zamanlar İspanya'da birçok (din­
sel) akademi vardı ki bunların en büyükleri Guadalaja­
ra'da Rabi Yaakov Habib'in okullarıydı . Zikredilen bu son
kentte (Salamana) büyük bir matematik uzmanı vardı ;
Hıristiyan bilginler arasında matematik konusunda bir
problem olduğunda, ona damşılırdı. Adı, Avraham Zaku­
to idi (Vasco de Gama ve Kristof Kolomb'un keşiflerine
katkıta bulunan astronom) .
. . . Zaman kısalmakta ve İspanya'dan çıkma işini hız­
landırmak gerekmekteydi . Evlerini, topraklarını ve sığır­
lanm çok düşük fiyatlara sattılar ... Kral onlara, ülke dışı­
na al tın ve gümüş çıkarma izni vermedi ve bu nedenle al­
tın ve gümüşleriyle kumaş, deri ve başka şeyler aldılar.
120 bin kişi Portekiz'e gitti ve Don Vidal bar Benve-.
niste del Cavalleria adlı ileri gelen bir kişinin Portekiz
kralıyla yaptığı bir anlaşma uyannca, (ülkeye girmek
için) adam başı bir düka, mallannın da dörtte birini ver­
diler. Kral bunlara, ülkesinde altı ay kalmalanna i zin
verdi. Bu kral Yahudilere karşı, İspanya kralından çok
daha kötü davrandı ve altı ay süre dolduktan sonra ülke­
de kalanlan köle yaptı. 700 çocuğu da ıssız bir adaya sür­
dü. 1493 yılında Portekiz'de yaşamakta olan Yahudilerin
tümü, kral Joan (1481-95) tarafından köle yapıldılar. Liz­
bon Yahudi cemaatinin de, Tann'nın onlara yapılan bu
zulmün şikayetlerini duymaması için, yüksek sesle dua
etmesi yasak edildi.
Sürülen İspanyahlann birçoğu Müslüman ülkelere,
Fes, Tlemsen ve Barberilerin oturduklan beldelere gitti­
ler. Sayılan çok olduğundan Kuzey Afrikalı Müslümanlar
bunlann kentlere girmelerine i zin vermediler ve birçoğu
açlıktan, susuzluktan ve her şeyin eksikliğinden öldüler.

137
Bu ülkede bol olan aslan ve ayılar, kentlerin dışında aç-
lıktan kı vrananlan yediler ... Kuzey Afrika Yahudileri
bunlara çok yardım ettiler ... hiçbir yerde bannak bula-
mayanlar İspanya'ya dönüp din değiştirdiler.
Kovma Fermaru başka ülkelerde de duyuldu�nda,
Cenova'dan birçok gemi İspanya limanıanna geldi . Bu
gemilerin tayfalan da Yahudilere karşı zalimce davran­
dılar, mallanru çaldılar ve bazılanru o zaman çok bili­
nen Cenova Korsanı'na teslim ettiler. Kaçıp Cenova'ya
kadar gelebilenler yerel halk tarafından zalimce ezildi­
ler ve soyuldular. Bu kent halkırun zulmü o kadar ileri
gitti ki, küçük bebekleri analanrun memesinden çekip
aldılar.
İspanya'dan sürgüne çıkaniann bir bölümü denizyo­
luyla Türkiye'ye geldiler. Bazılan denize atılmakla birlik­
te, ülkeye varabilenlerin Osmanlı Padişahı tarafından,
zanaatçı olduklanndan çok iyi karşılandılar. Padişah
bunlara krediler verdi, birço�nu bir adaya yerleştirdi,
kendilerine tarlalar ve topraklar verdi (Marcus'un bir no­
tuna göre, o sıralarda Osmanlı devletinin, Hıristiyan Av­
rupa'ya karşı savaşlannda maden işlemeciliğinden ve
cephane imalatından anlayan zanaatçılara ihtiyacı varclı;
Yahudiler bu meslekte uzmanlaşmış elerrianlardı).

YMe( NMi ve Tiberya Projesi (1564)

Bundan önceki bölümde anlatılmış oldu� üzere Ya­


sef Nasi Il. Selim'den Tiberya'yı imar etme iznini almış
ve bu kente, Avrupa'dan kaçan Yahudileri yerleştirmek
istemiştir. Nasi'nin çağdaş Siyonizm'in atılımlanru hatır­
latan ileriyi görme yeteneği, Tiberya'yı kendi kendine ye­
ten bir koloni olarak planlamış olmasında yansımaktaclır
(çağdaş Siyonİstler de İsrail Ülkesi'nin, her şeyden önce,
kendi ürünüyle ve vatandaşlanrun öz çalışmasıyla kal­
kınması gerektiğini örgörmüşlerdir). Bilinmeyen neden­
lerden bu proje gerçekleşememiş ve İsrail Ülkesi'nin "re­
habilitasyonu'" 20. yüzyıla kalmıştır.
Tiberya'da kendi kendine yeten bir koloru kurma atı-

138
lımının öyküsü, zamarun Yahudi tarihçilerinden Yasef
haKohen tarafından (1496-1578) anlatJ.lmaktadır:

Yasef Nasi, Portekiz cehenneminden kaçanlarla bir­


likte, Ferrara'ya vardı. Burada kısa bir süre kaldıktan so­
ra, kendisini çok sevip takdir eden Sultan Süleyman'ın
ülkesi Türkiye'ye gitti. Sultan ona Tiberya'run kahntJ.lan­
nı ve kent çevresindeki yedi köyü bağışladı (1563) ve bu
topraklann efendisi ilan etti. Don Joseph Nasi, güvendiği
adamlardan Rabi Joseph ben Adrut'u oraya yollayıp ken­
tin surlannı yeniden inşa etmekle görevlendirdi.
Adrut'un kendisi de Sultan Selim'in gözüne girdi ve
Türk hükümdan kendisine günde 60 kuruşluk bir ödenek
bağladı. Sultan sekiz adamını Adrut'un yaruna verdi ve
Şam ve Safed valilerine, imparatorluk tu�asıyla onay­
lanmış bir ferman yolladı. Ferman'da şöyle denilmekte­
dir: "Bu adamın bütün istediklerini yapıruz". Bıından
sonra Sultan'ın iradesiyle bir emir çıkartıldı ki, bu belge­
de de şöyle denir: "Bu köylerdeki bütün inşaat ustalan vo
işçiler Tiberya'yı yeniden inşa etme işine memur edilmiş­
lerdir. İşe gelmeyenler cezalandmlacaktır".
Burada bol miktarda inşaat taşı mevcuttu zira Tiber­
ya, yıkılmadan önce, büyük bir kentti. Gerçekten de, &\bi
Ammi ve Rabi Assi zamanlannda (Tiberya'run lsraH Ül­
kesi'nde bir kültür merkezi olduğu 300 yıllannda) bu
kentte onüç sinagog vardı. Bu yedi köyün sakinleri, in­
şaat işinde kullamlmak üzere, bol miktarda harc hazırla­
makla görevlendirildiler. Galile Denizi (K.ineret Gölü) ya­
kında olduğundan, kum da eksik değildi.
Ne var ki Araplar bunu kıskandılar ve liderlerinden
biri kalkıp şöyle bir çağında bulundu: "Bu kenti yeniden
inşa etmelerine izin vermeyin zira başı mıza iş açılacak.
Çok eski bir kitapta bulduğum bir yazıya göre, adı Tiberya
olan bu kent yeniden inşa edileeelli zaman dinimiz yıkıla­
cak, biz de ızdırap içinde yaşayaca�z". Onu dinlediler ve
surların inşaatına devam etmeyi reddettiler; bu şekilde de
Tiberya'nın surlannda yapılmakta olan iş ortada kaldı.
Bundan derin üzüntü duyan Joseph ben Adrut Şam
valisine gidip yakındı: "Efendimiz, üzgünüro ama, köy sa-

139
kinleri Sultan'ın emnnı yerine getinnek i stemiyorlar".
Derin bir korku ve endişeye kapılan Paşa adamlanru yol­
layıp elebaşlardan ikisini yakalattı ve diğerlerine ders ol­
sun diye ... idam ettirdi .
Kentin surlannı inşa etmek üzere kazma işine yeni­
den koyuldular ve büyük bir kayanın altında toprağın altı­
na inen bir merdiven keşfettiler. Burada, menner heykel­
ler ve mihraplarla bezenmiş, Hıristiyan uslubuna uygun
yeni bir kilise buldular (muhtemelen bir Haçlı kilisesi).
Don Joseph'in dört uşağı ...kilisede bulduklannı param­
parça ettiler ve her yeri kirlettiler. Bu arada, ülkede son
kral olan Guy zamanında Hıristiyanlann saklamış olduk­
lan üç tane de çan buldular. Bunlardan top yaptılar (Haç­
lılann elinde bulunan Tiberya Salahattİn Eyyubi tarafın­
dan muhasara edilmişti; Kudüs Latin-Haçh kralhğınm son
kralı Guy, bu kent civannda bozguna uğratılmıştı).
Tiberya kentinin çevr�si 15 bin kübid (7 .5 km kadar)
idi; yeniden inşa çalışmalan 5325 yılının Kislev ayında
(Kasım-Aralık 1564) bitirildi. Don Joseph bundan çok
memnun oldu ve Tann'ya şükretti.
Onun emriyle, ipekböceği beslemek için birçok dut
ağacı dikildi. Venedik'te yapılan elbiseler imal etmek için
İspanya'dan yün sipariş ettirdi ...
(Kaynak: Marcus, s.320)

Salo11Wn Aben Yae, ile


I. Elisabeth Arasında ili,kiler

Portekiıli Alvaro Mendes ( 1 520-1603), değişik ülke­


lerde yaşamış ve Batılı hükümdarlarla çok yakın ilişkiler
kurmuştur. Genç Mendes 1545'te rolesi tarafından Hin­
distan'a gönderilmiş ve Madras'taki elmas madenierini
başanyla işletmiştir. 1555'te Portekiz'e dönmüş, kral III.
Joao'ya hizmet etmiş ve Şövalye payesini kazanmıştır.
Sonra, sırasıyla, Madrid ve Floransa'da yaşamış, nihayet
Paris'e yerleşmiştir. Fransa'nın başkentinden de Anvers,
Londra, Lyon ve Venedik'e seyahatler yapmıştır.
Alvaro Mendes 65 yaşına kadar Avrupa'da yaşadı ve

140
1585'te Türkiye'ye göç etti. Burada Aben Yaeş adıyla bi­
linmekle birlikte, diplomatik çevreler Alvaro Mendes adı­
m kullanmaya devam ettiler. Aben Yaeş İstanbul'da, ya­

şamının amacı haline gelen bir Türk-İngiliz ittifakının


kurulması için harekete geçti (muhtemelen, Türkiye'ye
bunun için göç etti). Aben Yaeş'i güden, Portekiz'e olan
derin bağlıhıP ve İspanya'ya karşı nefretiydi . O sırada İs­
panya ile İngiltere, Avrupa'da "boy ölçüşmekte" oldukla­
nndan, Osmanlı devletinin İngiltere ile aynı cephede bu­
lunması İspanya'nın süper güç statüsünü baltalayacaıtı
açıktı.
Gerçekten de I. Elizabeth'in hükmü altında İngiltere,
İspanya'ya başkaldırmış olan Hollanda'ya yardım ediyor,
denizlerde İspanyol aleyhtan korsan faaliyeti ni -özellikle
Amerika'daki İspanyol kolonHeri ne saldınlan- destekli­
yordu. İ spanya da İngiltere'yi Avrupa sahnesi nde yal nız
bırakmamak için elinden geleni yapıyor, İngilizlerin düş­
manlann dan yarrumım esirgemiyorclu. Böyle bir kuvvet
çatı şmasında İstanbul'un, terazinin hangi kefesine kaya­
cağı önemliydi. Aben Yaeş de bunu hesaplamış ve görmüş
olan belki de nadir Avrupahlardandı.
Bu projesini gerçekleştirmek için Aben Yaeş, Rodrigo
Lopez aracılııtıyla İngiliz sarayıyla ilişkisini sürdürdü.
Aben Yaeş kraliçe ve maliye bakanı Lord Burghley ile
doğrudan doğruya mektuplaşıp, bu işi İstanbul'daki İngi­
liz elçisi Barton aracıhıtıyla yapmaruıtından, Barton bunu
hakaret sayru ve Aben Yaeş'e karşı cephe aldı . Barton,
çok geçmeden aradııtı fırsatı buldu: Don Antonio bir ha­
berci yollayıp Aben Yaeş'ten büyük bir borç istediğinde ve
Aben Yaeş kişisel nedenlerden talebi geM çevirdiğinde,
Don Antonio Aben Yaeş'i lll. Murat'ın gözünden düşür­
mek için harekete geçti, Barton da durumu Lord Burgh­
ley'e bildirdi . Olaylar I. Elizabeth'in kulağına geldiğinde
de İngiltere kraliçesi III. Murat'a bir mektup yollayıp
Aben Yaeş'i destekledi . Mart 1592 tarihli mektuptım par­
çalan aşaıtıda veriyoruz (mektup Latince yazılmıştır) .

...Majestelerinin tebasından, Şövalye Salomon Aben


Yaeş bize bir mektup yollayıp, uzun süreden beri düş-

141
manlannın yaymış olduklan yalan ve iftiralardan dolayı,
haksız yere acı çekmekte olduğunu bildirmiştir. Biz de,
lehinde tutumumuzu bildirerek ona yardım etmek istiyo­
ruz. Binaenaleyh, çok önemli bir kişi olduğunu, yıllardan
beri de çeşitli işlerin ve kendi işlerimizin hallinde gayret­
le çalıştığını bilerek, Majestelerine bu kişi hakkındaki ki­
şisel fikrimizi bildirmek isteriz. Şimdi, gerçekten beyan
edebiliriz ki, yalnız biz değil, birçok başka Hıristiyan hü­
kümdar, erdemi, dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla tanıdıklan
bu kişinin kendi ülkelerinde kalmasını istemişlerdir; kuş­
kusuz, kalması halinde, kendisine tehditten uzak, bolluk
içinde bir yaşam sağlanırdı. Ama o, İstanbul'da, sizin top­
raklannızda yaşamayı dünyadaki her yere tercih etmiş­
tir. Bununla birlikte, İspanya kralının taraftarlannın if­
tira ve yalanlan, orada bile güvenliğini tehdit etmekte­
dir. Fikrimizce, bu iftiralar, onu Majestelerinin gözünden
düşürmek, Majestelerinin ona güvenini baltalamak için
icat edilmiştir... Eğer, bu şekilde, İstanbul'daki elçimiz
(Barton), bu kişinin adını lekeleyecek nitelikte hareket­
lerde bulunmuşsa, bunun da nedeni, fikrimizce, orada
(İstanbul'da) İspanya kralının casusu olan İtalyan Paolo
Mariani'nin, elçiliğimizin desteğini kazanmak için yap­
mış olduğu entrikalarda aranmalıdır.

I. Elizabeth'in bu mektubu üzerine, Aben Yaeş 28


Temmuz 1592'de bir teşekkür mektubu kaleme alnuştır.
Galante'nin ispanyolca metnini yayınladığı (Aben Yaeche,
s.13-14) mektubu aşağıda veriyoruz (her cümleye bolca
serpilmiş olan övgü formülleri çıkartılnuştır).

Salomon Cormano'nun (Ahen Yaeş'in I. Elizabeth'e


gönderdiği haberci) geri döndükten sonra, Majestelerinin,
yapmış olduğum bazı küçük hizmetleri ne büyük bir iyi­
likle zikretmiş ... olduğunu öğrendim; bu da bana yeni bir
güç kat� ki, şimdiye kadar kendimi size hizmet etmek
için doğmuş olduğumu düşündüysem şimdiden sonra bu­
nu iki kat fazla ve ... kutsal kanatlanruzın güvenli gölge­
sinde kendimi emniyette hissedeceğim. Majestelerinin
Gran Sinior'a (padişaha) bu mektubu gönderme lütfunuz

142
önünde saygı ve teslimiyetle eğiliyorum . Faaliyetim Ma­
jestelerine hizmet edenlere düşman olanların cezalandı­
rılmasına dönük olduğundan, Tanrı'nın yardımından me­
det umuyorum. Maliye Bakanınızın da bana yazması üze­
rine, ona meseleyi uzun uzun anlattım ve bu mektupla
kıymetli vaktinizi almaktan korktuğumdan, ondan size
ayrıntılı bilgiyi vermesini rica ettim. Rayatım boyunca si­
ze tam bir sadakatle hizmet edecek, asil eylemlerinizi
herkes önünde öven, durup dinlenmeden Majestelerinin
muhafazası ve düşmanlannın ezilmesi için dua eder.
Don Sallomo Abenjaex
İstanbul'da, Yaradılış'ın 5352 yılında Temmuz
ayının 28'inde yazılmıştır. (28 Temmuz 1592).
(Kaynak: Galante, Don Salomon Aben Yaeche
Duc de Metelin, İstanbul, 1936)

Aben Yaef Üzerine Diplomatik Mektuplaşma

Salomon Aben Yaeş, Avrupalı elçilerin merkezleriyle


mektuplaşmalannda adı geçen bir kişiydi. Hareketleri
dikkatle izlenir, olağanın dışına çıkan faaliyetleri rapor
edilirdi.
Türkiye'ye gel diginde Salomon Aben Yaeş, belirtildiği
üzere, Selanik'te konakladı ve burada Yahudiliğe döndü.
Avrupa çapında üne sahip bir kişinin ülkeye gelmesi üze­
rine Bab-llili Selanik'e, Aben Yaeş'i padişah adına karşı­
laması için bir temsilci (çavuş) yolladı . Olay, İstanbul'da­
ki Fransız temsilcisi Berthier tarafından Fransa kralı III.
Henri'ye bildirildi (14 Mayıs 1585):

"Burada Alvaro Mendes adında bir Portekiıli var,


söylenenlere bakılırsa da bir süre Majesteleri'nin (III.
Henri) sarayına girip çıkmış. Bir aydan az bir zaman ön­
ce, buradan 15 gün mesafede olan Selanik'e varmış ve an­
latılanlara göre ailesiyle birlikte Yahudi olmuş... Padişah
da ona serbest geçiş i zinleri yollayıp imtiyazlar tanımış,
(İstanbul'a getirilmesi için de) yanına bir çavuş vermiş.
Yanında da sekiz yüz bin ya da bir milyon altın getirmiş".

143
Aben Yaeş İstanbul'da Fransız elçisini ziyaret eder,
elçi de bu ziyaretleri Paris'e bildirirdi . Elçi Lancosme'un
2 Nisan 1 586'da III.Henri'ye yazdığı mektup bunu göster­
mektedir:

"Bugün Alvaro Mendes ikinci kez beni görmeye geldi;


vaadleri gerçekse ...Majestelerine çok hizmet edebilir."

III. Henri de şu cevabı vermiştir:

"Alvaro Mendes hakkında yazdıklanmzı gördüm, ge­


rekeni yapacağınızdan eminim."

Aben Yaeş'in diplomatik faaliyetleri pek tabii İspan­


yollann gözünden kaçmamıştır. Pari s'teki İspanyol büyü­
kelçisi, İspanya kralına 23 Mayıs 1587'de şu mesajı ilet­
miştir:

"Alvaro Mendes'in bir mektubu e1ime geçti ; İstan­


bul'a gidip Yahudi olmuş, Don Antonio'ya da Salomon im­
zasıyla bir mektup yazmı ş. İngiliz elçisine ve Fransa'daki
tamdıklanna da mektuplar göndermiş ve Türk ile vara­
cağımız anlaşmanın yalnız onun aracılığıyla yapılmasını
i stiyor. Mendes Majestelerinin (İspanya kralı) bu anlaş­
niaya Papa, Floransa dükü ve diğer İtalyan hükümdarla­
nnın dahil edilmesini i stemiş olduğunu belirtip, kendisi
(Aben Yaeş) Lüç Ali'yle (kaptanıderya Kılıç Ali Paşa) an­
laşmalı olarak, Türkün bu anlaşmaya İngiltere Kraliçesi­
nin de dahil edilmesini i stemesi için etkisini kullanacağı­
nı bildiriyor. Juan Stephana (Aben Yaeş'in) bu talebine,
kraliçenin Majesteleri ile savaş halinde bulunduğunu
vurgulayarak karşı çıktı. Ne var ki Mendes Lüç Ali'yi, İn­
'
giltere kraliçe sinin anlaşmaya dahil edilmesi için ikna
edebileceğinden emin görünüyor. Mendes'in ( İstanbul'da­
ki) Fransız elçisiyle arası hiç iyi değil . Fransız elçisi
(Mendes'i) hor görüyor zira onu zamanmda dindar bir Hı­
ristiyan olarak tanımış, şimdi ise karşısına Yahudi ola­
rak çıkmış."

144
9 Ekim 1588'de İstanbul'daki Yenedik elçisi Giovanni
Moro, Yenedik cumhurbaşkanına şunlan yazmıştır:

"Alvaro Mendes, İspyanyol Arnıadasının İngilizler ta­


rafından yenilmiş olduğunu (Bab-ıali'ye) ilk haber veren
kişi oldu".

13 Haziran 1592, Almanya'daki Yenedik elçisi Yene­


dik cumhurbaşkanına şu mesajı göndermiştir:

"Alvaro Mendes'in bir yeğeni İngiltere'den, İstanbul'a


geldi; dayısının bir işine bakarken, Türk donanmasının
İspanya'ya karşı yardımını da istedi."'

Yenedik diplomatlan -görüldüğü üzere- Alvaro Men­


des ile yakından ilgilenmişlerdir. 28 Şubat 1596'da Yene­
dik'in Madrid'deki temsilcisi , cumhurbaşkanına şöyle bir
bilgi iletmiştir:

""Kötü hava nedeniyle Mayorka'ya sığınan bir Napoli


kadırgasında, İstanbul'dan gelen ve Majestelerine (İspan­
ya kralı) mektup getiren bir Yahudi de varmış. Edindi­
ğim bilgiye göre bu Yahudi, Prens Doria ve başka saray
nazırıanndan geçiş izinleri almış. Görevi de, Türkiye ve
İspanya arasındaki ateş-kesi yenilemekmiş. Krala hita­
ben yazılmış mektuplar göstermiş."

7 Mart 1596'da aynı elçi merkezine şunlan bildirmiş­


tir (burada doğrudan doğruya Aben Yaeş deltil, yardımcı­
sı Tsarfati'nin faaliyeti sözkonusudur):

"Dört gün önce buraya varmış olan Yuda Serfatim


(Tsarfati) ile ilgili olarak, yardımcısı David Sall'ı davet
edip seyahatı hakkında kendisinden bilgi aldım. O ve üç
Yahudinin İstanbul'dan Eylül ayında çıkmış olduklannı
anlattı. Yuda Serfatim'in (Aben Yaeş'in I. Elizabeth'e
gönderdiği haberci) hizmetindeymişler. İkisi şimdi kay­
bolduğu samlan bir kadırgaya binmişler .. .İstanbul'dan
(Sicilya'ya) seyahat 38 gün sürmüş... oradan Yenedik'e

145
geçmişler ve İspanya elçiliğinde iki gün kalmışlar. Ora­
dan Milana'ya gitmişler, Cenova'da da kadırgayı dört gün
beklemişler. Efendilerinin (Yuda Serfatim) nerede oldu­
ğunu sordum. Aranjuz'e gittiğini ve orada kralla görüşe­
ceğim söyledi"'.

Anlaşıldığı kadanyla, Osmanlı devletinin İspanya ile


ilişkileri Venedik menfaat sisteminde önemli yer tuttu­
ğundan, Madrid'teki Venedik temsilcisi atılan her adımı
çok yakından izlemiş ve �n küçük bilgiyi bile merkeze
iletmiştir. 22 Mart 1596 tarihli mektubundan:

"Bu Yahudi ile ilgili olarak, kendisinin serbestçe an­


latmış olduklan ve İstanbul'dan, Bab-ılili'yle yakın ilişki­
leri olan çok önemli bir Yahudi (Aben Yaeş) tarafından
İstanbul'dan yollanmış ve görevinin, Büyük Vezirin (Sad­
razam) de onayıyla, Avusturya hanedam ile bir anlaşma
yapmak olduğu dışında, yeni bir şey öğrenemedim. Sulta­
mn nazırlan bir banş yapmaya hazırlar ve anlaşmanın
Katolik Majestelerinin aracılığ1yla yapılmasını istiyorlar.
Ancak, bu İbraninin bu kadar ciddi bir görevden böylesi­
ne kolaylıkla ve hafiflikle konuşması, güvenilir bir kişi ol­
madığ1 izlenimini doğuruyor. Bu Yahudi eskiden İspan­
ya'da bulunmuş. Çok kurnaz bir kişi, birçok dili mükem­
mel konuşuyor, bu nedenle gevezelik etmesine şaşmama­
h. Çok seyahat etmiş olduğunu ve Portekiıli Don Antonio
ve Antonio Perez ile ilişkisi olduğunu söylüyor."

Aynı elçinin merkeze mesajı (8 Nisan 1596):

"Yahudi Majesteleri tarafından kabul edildi; görüşme


uzun sürdü. Nelerin konuşulduğunu öğrenemedim . Söy­
lentilere bakılırsa, gerçekten Alvaro Mendes tarafından
yollanmış. Mendes'i İstanbul'da tanımış olan bir arkada­
şım, Türklerin bu adamı, İspanya'nın siyasetini tespit
edip bu konuda yol göstermesi için tutmuş olduklannı
söyledi. İspanyol siyasetiyle ilgilendiği keşfetilmeden ön­
ce, bu Mendes İngili z elçisiyle samimi ilişki kurmuş ve
Fransız elçisi Lancosme ile tanışmış. Sekreteri olduğunu

146
iddia eden hizmetkarlarından birinin anlattığına bakılır­
sa Mendes Serfatim'i Patras'ta esir edilen Yahudi kölele­
rin değiştokuşunu görüşmek için göndermiş, ama aslında
Milano Yahudilerinin hizmetinde olduğu biliniyor. Son
günlerde edindiğim bilgiye göre bu Yahudinin (Serfatim)
dedikleri birbirini tutmuyormuş."

Aynı elçinin merkeze 13 Mayıs 1596 tarihli mektubu:

"Yahudi Serfatim, Majestelerinden çok memnun ol­


duğunu söyleyerek, buradan ayrıld1. Ama adamın yalancı
ve düzenbaz olduğu artık belli oldu. Anlaşıldığı kadanyla
esir değiştokuşu başlıca göreviymiş. Türklerle Avusturya
arasında banş meselesini de görüşmüş olabilir ama bun­
dan elle tutulur bir sonuç çıkmamış olduğu kesin."

6 Ekim 1 598'de İ stanbul'daki Venedik elçisi merkeze


şunu yazmıştır:

"İngiliz elçisinin protesto ve uyanlan, İspanyalı Ya­


hudi temsilcisinin ateşkes görüşmelerini başlatmasım ön­
leyemedi. Elçi Türkleri, bu Yahudinin casus olduğu ve bu
kadar alçak bir kişiyle görüşülmemesi yolunda ikna et­
meye çalıştı. Türk mercileri, Yahudilerin bundan önce de
müzakerelerde rol oynamış olduklannı (örneğin, Yitzhak
Amon, Gabriel Buena Ventura) ve Venedik'le Bab-ıali
"
arasındaki görüşmeleri de bir Yahudinin yönetmiş oldu­
ğunu belirttiler (Salomon Ben Natan Eskenazi) ... Yahudi­
nin getirmiş olduğu mektuplar Don Christoforo de Mora
ve Don Juan d'İdiaguez tarafından, Alvaro Mendes adıyla
tamnan Yahudi Salomon'a yazılmış; bu mektuplara ilişik
İspanyol ileri gelenlerin mesajlanna göre, Majesteleri Le­
panto'da alınan esirlerin serbest bırakılmasıru emret-
miş."
(Kaynak: Galante, Don Salomon Aben Yaeche
Duc de Meteli�, İstanbul, 1936)

147
Şulhcm Aruh

Ortaçafdan itibaren çağdaş zamanlara kadar, İsrail


dışındaki Yahudi cemaatleri kendi aralannda örgütlen­
mişler ve yaşamlanru düzenlemek için tespit etmiş ol­
duklan davranış kurallanndan dev bir hukuk sistemi
meydana getirmişlerdir. Tevrat'a dayanan bu hukuk sis­
teminin amacı, tek cümleyle, Tevrat'ta Tann tarafından
Yahudilere emredilenleri ihlal etmeden, Yahudi olarak ve
Tevrat'ta verilen ahlak kurallanna uygun olarak yaşa­
mayı mümkün kılmaktır. Bu hukuk sistemi, genel olarak
"Rabinik Yasalar" olarak adlandınhr. Rabinik Yasalar,
yani Yahudi yaşam ve ahlak kurallan yüzyıllar boyunca
defalarca kilitıda geçirilmiş, tekrar tekrar düzenlenmiş,
yenilenmiş ve bu arada oluşan yeni kurallarla zenginleş­
tirilmiştir. Bu yasa sistemi en son ve bütün Yahudi ce­
maatlerinde kabul edilen şekline 16. yüzyılda varmış ve
bu dönemde Edirneli Josef Karo (1488-1575) tarafından
bir kez daha yazılmıştır. Şulhan Aruh ilk kez 1564-65 yıl­
lannda Venedik'te basılmıştır.
Şulhan Aruh, popülerli�ne rağmen, ilk anda ve he­
men kabul edilmemiştir. Özellikle Do_ğu Avrupa Yahudi­
leri bu kitapta bulunan bazı yasalara karşı çıkmışlar (Ya­
hudiler de�şik ülkelerde de�şik koşullarda yaşadıklan n­
dan, bir ülkedeki ahlak kuralı di�er bir ülkeye yabancı
olabiliyor ve bu nedenle cemaatler arasında tartışmalar
çıkabiliyordu) ve ancak Krakovlu Rabi Moşe İsserles ta­
rafından Do� Avrupa kültürüne adapte edildikten sonra
eseri kabul etmişl erdir.
Şulhan Aruh dört kısımdan oluşur: Orah Hayim, Ya­
hudinin evinde ve sinagogda dua etme şeklinden ve bu
konudaki kurallardan söz eder; Yore Dea, hayvan kesimi,
gıda maddeleri, cenaze ve gömme törenleri gibi konularla
ilgili kurallan sıralar; Even haEzer, evlenme ve boşanma
kurallanru içerir; Hoşen haMişpat, medeni yasalan ve
mahkeme i şlemlerini açıklar.
Aşa�da Şulhan Aruh'tan bazı ilginç parçalar ve İs­
serles'in bu parçalara katmış oldu� notlar verilmiştir.

148
Orah Hayim: Purim Bayramına İlişkin Kurallar

694 Fakiriere yardım şekli:


L Her kişi, en az iki fakire birer bayram hediyesi ver­
melidir.
2. Purim için toplanan paralar başka yardım amaçla­
nyla kullarulmamalıdır; ancak yardımı alan fakir kişi bu­
nunla istedi�ni yapabilir.
3. Purim parası verilirken tahkikat yapılmamalı, eli­
ni uzatan herkese verilmelidir; Yahudi olmayanlara Pu­
rim parası vermenin gelenek olduğu yerlerde gelene� iz­
lemede sakınca yoktur.
4. Fakir olmayan yerlerde Purim parası hazırlayan­
lar bu parayı ellerinde tutabilirler ve istediklerine verebi­
lirler.

695 Purim ziyareti yasalan:


2. Purim'de bir kişi "Kahrolsun Haman" ile "Varolsun
Mordehay" cümleleri arasındaki anlam farkını bilmeye­
cek kadar içmelidir.
lsserles'in Notu: Bazı yetkili kişiler bu kadar içmeye
gerek olmadıgJnı belirtmektedirler. Uykuya dalmak için
gerekti�den biraz fazla içmek yeterlidir. Gerçekten de,
insan uykuya daldıgJnda "Kahrolsun Haman" ile "Varol­
sun Mordehay" cümleleri arasındaki farkı bilemez. İnsa­
run düşüncesi Tann ile birlikte olduktan sonra, çok ya da
az içmesi gerçekten önemli de�ldir.

Even Ha-Ezer: Evlenme Kuralları

I. Çoğalma ve insanın kansız kalamayac$ hakkında:


3. Her Yahudi 18 yaşına geldi�nde evlenmelidir. Da­
ha erken evlenen bu emri daha iyi uyguluyor demektir.
Ancak 13 yaşından önce evlenilemez zira böyle bir davra­
nış şehvetten başka bir şey de�ldir. Hiçbir şart altında
insan 20. yaşgününe bekiir varmamahdır; bu yaşta hala
bekar olanlar, (dinsel) mahkeme tarafindan, çoğa\ma em­
rini yerine getirebilmesi için, evlenıneye mecbur edilmeli­
dir ... Yalnız Tora öğrenimiyle meşgul olanlar (bu kural-

149
dan muaftırlar).
İsserles'in Notu: Ama günümüzde, bir kimseyi evlen­
ıneye mecbur etme geleneği mevcut değildir.

Yore Dea: Putperestlikle İlgili Yasalar

157 İnsanın, ·hayatı tehlikede bile olsa, işleyemeyeceği


günahlar hakkında:
2. Bir Yahudi, ölümden kurtulmak için dahi olsa, Ya­
hudi olmadığını söylememelidir. Bununla birlikte kat­
liam ve zulüm dönemlerinde, Yahudi olmadığını söyleme­
diği sürece, Yahudi olduğıınun aniaşılmaması için değişik
elbiseler giyebilir.
lsserles'in Notu: Yahudilere uygulanan ayakbas,tı pa­
ralanm ödememek için Yahudi olmayanlar gibi giyinmek
yasaktır.

Hoşen Ha-Mişpat: Hileli Satış ve


Alışverişte Yanlışlıklarla ligili Yasalar

231 Ölçü ve tartıda hile yapılmamalıdır. Ölçü ve tartı­


lar nasıl hazırlanmalıdır. Nasıl tartılır. Ölçülerin ve pa­
zarlann kontrolü için memur tayin etme mecburiyeti. Bu
konudaki 28 madde aşağıda verilmiştir:
2. Mahkemeler, dükkfmlan düzenli olarak kontrol
edecek memurlar tayin etmelidirler. Bu memurlar, bozuk
ölçü ve tartı, yanlış ölçü cetveli kullananlan , mahkeme­
nin doğru bulduğıı yönteme göre, kamçılama ya da para
cezasına çarptınna yetkisine sahip olmalıdırlar.

Hırsızlık Yasaları

356 Bir hırsızdan mal satın almak yasaktır. Hırsız ol­


duğıı bilinen ya da bilinmeyen bu kişiden mal satın alan­
larla ilgili yasalar. Bu konudaki 10 madde aşağıda veril­
miştir.
1. l3ir hırsızdan çalınmış bir mal satın almak yasak­
tır zira böyle bir alışveriş büyük günah teşkil eder; çalın­
mış mal satın alan yanlış yolda olanlan teşvik eder ve da-

150
ha çok hırslZlık yapmaya iter, çünkü satın alan olmasay­
dı hırsız da olmazdı.
İsserles'in Notu : Bir hırsıza hiçbir ş2kilde yardım edi­
lemez.
(Kaynak: Marcus, s.200)

16. Yüzyılda Türkiye Yahudileri

Türkiye 16. yüzyılda, belki de dünyanın en güçlü im­


paratorl uğu, Orta ve Batı Avrupa'nı n Hıristiyan ülkele­
rinden kaçan geniş ve giderek gelişen bir Yahudi toplulu­
ğunun sığınak yeriydi.
İberya yanmadasından sürgün edilip İstanbul'a sığı­
nanlar arasında, Mendes adıyla bilinen ve Yahudiler ta­
rafından Nasi soyadıyla tanınan, Portekizli bi r konverso
ailesi de vardı . Bunlar uluslararası bankerler ol up Liz­
bon'dan Anvers'e kaçmışlar, oradan Venedik'e geçmişler
ve sonunda, Ferrara üzerinden Türkiye'ye varmışlardır.
Venedik'te Grasia Mendes Nasi , kocasının gayrimenkulü­
nü Grasia'mn kontrolünden çıkarmak isteyen kızkardeşi
tarafından "Gi zli Yahudi" olarak ihbar edildi. Ne var ki,
talih Grasia'nın yüzüne gülmekte gecikmedi ve Osmanlı
Padişahı II.Süleyman, Grasia'nın yeğeni Yasef Nasi'nin
talebi üzerine harekete geçerek, Mendes'lerin el konan
mallanm kurtardı. Sul tan Süleyman Yahudi zanaatçı la­
nnın ülkesine göç etmelerine karşı çıkmadı zira bu kişi­
ler özellikle cephane imal atında uzman i diler. Buna para­
lel olarak, ticaret illşkileri olan ve Avrupa'nın siyasal ko­
şullannı tanıyan ve sadakatierine güvendiği, İspanya ve
Portekizli zengin konversolan ülkesine göç etmeye teşvik
etmiştir.
Aşağıda Türk Yahudilerini. anlatan ve Nasiler hak­
kında bilgi veren yazı, Hans Dernschwam'ın günlüğün­
den alınmıştır. Dernschwam, 16. yüzyıl Avrupası'nın en
büyük uluslararası şirketi Fuggers'in güvenilir memurla­
nndandı . Okumuş ve kültürlü olmasının yanında, Yahu­
dilik konusuyla da yakından ilgilenmiş ve değerli kütüp­
hanesinde bu konuda birçok ki tap bulun durmuştur.

151
Dernschwam 1553-55 yıllan arasında Balkanlar, Trakya
ve Anadolu'da dolaşmış ve ilgisini çeken şeyleri yazmış­
tır. Zamanının diğer entellektüelleıi gibi Yahudi sevme­
diği halde; Yahudiler hakkında önemli miktarlarda bilgi
toplamıştır. Yazann Yahudi nefreti aşağıdaki yazıda
açıkça yansımaktadır.

Polonyalı, Beyaz Rusyalı, Efiaklı ve Macar Yahudi· ve


diğer tüccarlar Türkiye'yi iyi tanıyorlar. Sultana gümrük
vergisini ödedikleri sürece istedikleri gibi mal ithal ede­
bilmektedirler (Hıristiyan devletlerinin büyük bölümün­
de Yahudilerin mal ithal etme olanaklan sınırlanmıştı).
İstedikleri yerde, kervansaraylara serbestçe girebilmek­
te, kendilerine özgü giysileri giyebilmektedirler ... Kuşku­
suz bütün Yahudiler iki tarafın lehinde ve aleyhinde çalı­
şan casuslardır (hem Hıristiyan hem Türk tarafi); cesare­
ti olanlar, bu adamlarla her yere, Mısır ve Asya içlerine
kadar seyahat edebilirler. Bunlar büyük gruplar halinde
seyahat ederler zira Araplar hırsızlık için canlannı bile
hiçe sayarlar ...
Türkiye'nin her kentinde, her türlü dili konuşan sayı­
sız Yahudi bulabilirsiniz. Her bir Yahudi grubu da, ko­
nuştuğu dile göre, birarada yaşar. Nereden kovulurlarsa
kovulsunlar Yahudiler Türkiye'de buluşurlar ve sülük gi­
bi birbirlerine yapışırlar; bunlar, Almanca, İtalyanca, is­
panyolca, Portekizce, Fransızca, Çekce, Lehçe, Yunanca,
Türkçe, Surice, Kaldece ve daha başka diller konuşurlar.
Bunlarda konuştuklan dile göre giyinmek adettir.
Genel olarak, Eflaklılar, Türkler ve Rumlar gibi uzun
giysiler yani kaftan giyerler ...
Türklerin beyaz türhan (kavuk) taktıklan gibi, Yahu­
diler de san türhan takarlar. Bazı yabancı Yahudiler ha­
la siyah İtalyan berelerini (dört köşe şapkalar) giyerler.
Tıp doktoru ve cerrah olduklannı iddia edenlerse kırmızı,
sivri ve uzun külalılar takarlar.
Konstantinopol'de (İsta�bul) kannca gibi Yahudi ya­
şar. Yahudilerin kendileri de çok kalabalık olduklannı
söylerler. Bununla birlikte, geçen yılın yani 1553'ün vergi
listesine göre burada -kadın ve çocuklar hariç- 15.035 Ya-

152
hudi ve Rum, Eııneni, Karamanh gibi 6785 Hıristiyan
vardır; bunlann tümü Sultana haraç vergisini öderler
(bir başka tahmine göre, 1574 yılında kentte 30 bin kadar
Yahuili yaşamaktaydı). Diğer ülkelerde olduğu gibi Tür­
kiye'de de Yahudileri sevmezler; birçoğu oturduğu evin
sahibi olmakla birlikte, geniş çapta gayrimenkul sahibi
·

değildirler.
SııPnacak bir yer bulduklan ve bir eve sahip oldukla­
n ya da bir geçinme kaynaıP bulduklarında, bunlar baş­
kalannın evinde oturup kira ödemeyi tercih ederler. Söz­
konusu evlerin çoğu camilere ya da din adamianna aittir.
Ev yanarsa Müslüman din adamı evi yeniden inşa etmek
zorundadır. Bu evler sefil ve pis yerlerdir ve sakinleri bir­
birlerinin üzerinde otururlar; bu nedenle buralarda her
yıl bir salgınm meydana gelmesi şaşırtıcı karşılanmama­
lıdır. Bunlar kentin aşa!P kesiminde, denize yalan otu­
rurlar.
Edirne'den pek uzak olmayan bir mesafede, Ege De­
nizinin kıyısında Selanik adıyla bilinen bir kent vardır.
Burada Konstantinopol'de yaşayandan daha çok Yahudi
bulunduğu söyleniyor; tahminlere göre kentin Yahudi nü­
fusu 20.000 civanndadır (Il. Dünya Savaşı'nın sonuna
kadar Selanik'te Yahudiler çoğunluktaydı). Buradaki Ya­
hudiler kumaş dokurlar ve mallannı Türkiye'nin her ya­
nına satarlar.
İskenderiye, Mısır, yani Kahire, Halep, Antakya'da,
Kudüs'te ve daha birçok yerde çok sayıda Yahudi yaşar.
Yaşlı ve fakir Yahudiler Kutsal Topraklar'a, Kudüs'e ge­
lirler ve günün birinde bütün ülkelerden bütün Yahuilile­
rin bir gün biraraya gelecekleri ve kendi anavatanlannda
baıPmsız bir devlet kuracaklan ümidiyle yaşarlar ( 16.
yüzyılda Yahuili milliyetçiliği çok kuvvetliyili). Zengin
Yahuililer Kudüs'e para yollayıp buradaki cemaati des­
teklerler zira bu kentte bir insanın hayatını kazanmasına
olanak yoktur...
Konstantinopol'de 42 ya da daha fazla sinagog mev­
cuttur. Her Yahuili cemaati kendi sinagoguna gider.
Yahuililer Türkiye, Mısr -yani Kahire-, Mısır, İsken­
deriye Halep, Eıınenistan, Tataristan, Babil, İran, Beyaz

153
Rusya, Polonya ve Macaristan'ın her yanına (bu toprakla­
nn Osmanlı yönetimi altında bulunan klsımlannda) se­
yahat edebilirler ve ticaret yapabilirler. Dünyada, Kons­
tantinopol'de yaşayan Yahudilerle teması olmayan yer
yoktur; Yahudilerin de ticaretini yapmadıklan mal mev­
cut değildir. İskenderiye'den, Kaffa'dan (Kınm'da Feodo­
sia kenti), Venedik'ten ve başka yerlerden bir gemi gelir
gelmez, güverteden tırmanan ilk tüccarlar Yahudilerdir.
İran yoluyla Hindistan'dan Konstantinopol'e gelen
bütün klymetli taşlan Yahudiler ithal ederler, bir kuruş
bile etmeyen bir taş için 200 florin fiyat isterler ...
Birçok Marrano -yani İspanya'dan zorla Hıristiyanlı­
ğa geçirilen Yahudilerle başka yerlerde kendi istekleriyle
bu dini kabul eden Yahudiler- yurt dışında namuslanyla
hayatlannı kazanamayıp iflas ettiklerinde, idamdan kur­
tulmak için Türkiye'ye gelirler ve yeniden dinlerine dö­
nerler ... Bunlar her türlü kötülüğü yapmaktan utanmai­
lar.
Ülkeden ülkeye dolaşan, biraz para kazanıp bir mes­
lek öğrenmek için iki üç kere din değiştirmeyi kabul eden
Yahudilerin tümü Türkiye'de Konstantinopo1'de yaşarlar.
Yahudiler Hıristiyanlan bu ülkeye gelmeye ve Muse­
vi dinini kabul etmeye teşvik ediyorlar. Bu arada, biz da­
ha kentteyken, birkaç Yahudi Türk oldu (Müslüman dini­
ni kabul etti) ...
Yahudiler arasında birçok zanatkar var; bunlar mal­
lannı açıkça satarak hayatlannı kazanırlar zira Türkiye'­
de evinde, dükkanında ya da sokakta serbestçe ticaret
yapılabilir. Sultana vergisini, dükkanın da kirasını ödedi­
ği sürece, meslek sahibi ya da mesleksiz olsun, çok ya da
az bilsin, herkes i stediğini yapabilir, kimse de bir şey söy­
lemez (yazann bu noktayı vurgulamasının nedeni, Hıris­
tiyan ülkelerde Yahudilerin ticari hayatının sınırlanmış
olmasıdır) .
... Konstantinopol Yahudilerinin bir de matbaalan
var; burada nadir kitaplar basıyorlar. Bunlar sarraflık,
kuyumculuk, boyacılık, terzilik, kasaplık, eczacı1ık, dok­
torluk, cerrahhk, kumaş boyacıhğı, hastabaklcılık, ber­
berlik, aynacılık, tekstil boyacılığı . . .ipekçilik ... yaparlar.

154
... Sultan bir Yahudi doktorundan başkasına güven­
memiştir (Moşe. Hamon). Anlaşıldığı kadanyla bu doktor
hem padişaha hem de saraya değerli hizmetlerde bulun­
muş. Yahudi mahallesinde üç katlı bir taş bina inşa et­
mesine izin verilmiş. Biz Konstantinopol'deyken vefat et­
ti. Oğlunun (Jozef) da doktor olduğu söyleniyor; kann ağ­
nsına karşı da bir ilacı varmış .
... 1553'te, yaşlı Portekizli bir kadın (Dona Grasia N asi)
Venedik'ten Konstantinopol'e, kızlan ve uşaklanyla gel­
miş. Yahudiler arasında, kadı nın kocasının kim olduğu ko­
nusunda tartışma var. Bazılanna göre (kocasırun) adı Die­
go Medes (sic) imiş; kardeşinin adı da Anversli Fransisco
imiş (Dernschwam bu noktada yarulmıştır; Dona Grasia'­
nın kocası Fransisco, kocasının kardeşi de Diego idi).
Kocasının ölümünden sonra Portekiz'den Venedik'e
kaçmı ş ve muazzam bir servet getirmiş.
Yahudiler ' bu kadınla büyük gurur duyuyor, ona se­
niora diyorlar. Büyük lüks içinde yaşıyor; birçok uşağı ve
hizmetçisi var. Uşaklanndan ikisi Hollandalı.
Söylenenlere bakılırsa buraya gelmeden önce marra­
no imiş, buraya geldiğinde de yeniden Yahudi olmuş.
Konstantinopol'de Yahudiler arasında değil de, Galata'da
bahçeli bir köşkte oturuyor ve anlatılanlara göre, günde
bir düka kira ödüyor.
Venedikliler onu tutuklamışlar ve bu ülkeden çıkma­
sım yasaklamışlar. Gene anlatılanlara bakılırsa, Sulta­
mn doktoru (Moşe Hamon) ile birtakım planlar yapmış;
Sultamn doktorunun bir oğlu varmı ş ve (Dona Grasia'­
mn) kızım oğluna alacağı umuduyla hareket etmiş. Sul­
tan senioranın tarafim tutmuş ve bunun üzerine (Vene­
dikliler kadının) ülkeden çıkmasına izin vermişler.
Kocası (Fransisco Mendes) da Marrano imiş ve ölüm
döşeğinde cenazesinin Hıristiyan ülkesinden çıkanlarak
Kudüs'e götürülmesini ve orada gömülmesini vasiyet et­
miş. Kadın kocasının cenazesini 1554'te Kudüs'e getirt­
miş. Kocasının kemikleri, oraya götürülmüş ve (Kudüs'te)
Yahudiler tarafindan gömülmüş. (Grasiş. Mendes) bu işi
yaparken, (K�düs Yahudi cemaatine) büyük bir para yar­
dımı p. da da bulunmuş.

155
Kolonyalı Barbara gibi (burada galiba, Alman impa­
ratoriçesi Cilli'den sözedilmektedir) çok tehlikeli bir ka­
dın. Venedik ve İtalya ile, geniş çapta ve denizaşın yün,
biber ve tahıl ticareti yapıyor. Kızını, Portekiıli ya da İs­
panyol oldu� sanılan bir adama vermeye karar vermiş.
Bu adam Kutsal Roma imparatoru'nun yanında bulun­
muş. Hıristiyan esirleri adamı görüşten tanıyorlar. Gali­
ba (Grasia Mendes'in) kızkardeşinin oğlu (sözkonusu kişi,
Don Joseph Nasi, aslında Grasia'run kocasının yeğenie­
rinden biriydi). Onunla her gün ilişkide bulunan Yahudi­
ler adımn ne oldu� konusunda hemfikir değiller. Böyle
bir alçağın adını işte bu şekilde saklıyorlar. Bir zamanlar
adının Zuan Mykas (Juan Miguez) ya da Sixs oldu� söy­
leniyor; babası Samuel adında bir doktormuş (bilindiği
üzere Juan Miguez Nasi'nin Marrano iken almış olduğu
isimdi. Don Joseph .Grasia'nın kızı Reyna ile evlenmiştir).
Adını zikrettiğim bu alçak 1 554'te, 20 tane iyi giyimli
İspanyol uşağıyla Konstantinopol'e gelmiş. Uşaklan ona
bir prensmiş gibi davranırlarmış. Kendisi kürklü ve ipek­
li giysiler giyermiş. Önünde, onu koruyan... iki Yeniçeri
gidermiş. Nisan 1554'te sünnet olmuş.
Bundan hemen sonra halası ona kızını (Reyna) ver­
miş ve düğünden hem önce hem sonra aylarca çok lüks
eğlenceler tertip edilmiş. Fransız büyükelçisi ( Condignac)
St. Berthelemy gününde Konstantinopol'den Galata'ya
gelip onları ziyaret etmiş (24 �stos). Birbirlerine bü­
yük "seremoni" ile davranmışlar. Yahudiler, bunlann her
gün kimlerle görüştüklerini anlattılar. Aynı cinsten kuş­
lar nasıl birlikte uçarlarsa, alçaklar ve Hıristiyanlığın
düşmanı hainler de işte böyle birbirlerine yapışırlar.
Adam yapılı ve kara sakallıymış (Joseph).
Onunla ve halasıyla gelmiş olan uşaklar da sünnet
olup Yahudiliği kabul etmişler; bunlar da, bir yerlerden
kovulmuş hırsızlar ve Marranolar olsa gerek. Yahudilerin
burada nasıl sevilmediklerini ve Türkiye'nin nasıl fakir
bir ülke oldu�nu gördükten sonra atmış oldukları adım­
dan pişman olmuşlar... Bu türden alçaklar günün birinde
Hıristiyanlann arasına dönerler ve gene alçaklıklarına
devam ederler.

156
Adını zikretmiş olduğum seniora ve damadı prensiere
layık bir hayat yaşıyorlar. Günde seksen kişi besliyorlar;
bir yerlerde birilerini dolandırmış olsalar gerek. Pek sağ­
lam ayakkabı değil bunlar ... Türkiye'deki hayat pahalılı­
ğına bakılırsa, servetleri çok dayanmaz ... buradaki fakir
Yahudilere ve hastahanelerine birkaç bin düka bağışla�
mışlar.
Yukanda adı geçen Portekizli, diğer İspanyollar gibi,
şövalye dövüşlerine ve yarışmalanna katılmış olsa gerek
zira buraya birçok miğfer, zırh, tabanca, uzun ve kısa
mızraklar ... getirmiş. Galata'daki bahçesi nde de bu mas­
karahklanna devam ediyor ve uşaklanna düellolar yaptı­
nyormuş.
Yahudiler, kendilerinden olanıann dilencilik yapma­
larına izin vermiyorlar. Adamlan var, evden eve dolaşıp
ortak bir fon için para topluyorlar ve fakirlerine bakıyor­
lar. Bu paralarla hem fakirierin ihtiyaçlan gideriliyar
hem de hastanelerine bakılıyor.
(Not: Hans Dernschwam'ın gizlemediği Türk ve Ya­
hudi nefreti, bazı gerçekleri yansıtmasını önleyememiş­
tir. Bu yazıdan anlaşıldığı üzere, 16. yüzyılda Osmanlı
devleti Avrupa'nm ve belki de dünyanın en liberal ülke­
siydi . Yahudiler burada rahat yaşamakta, kendi kurum­
larım ayakta tutmakta ve -en 'önemlisi- Hıristiyan ülkele­
rinde hükmeden zulmün uzağında özgür bir yaşam sür-
dürmekteydiler).
.
(Kaynak: Marcus, s.4 1 1 ; kısaltılarak alınmıştır)

Sahte Mesih Sabetay Sevi (1666)

Kabala edebiyatının ön plana çıkardığı m esihi bek­


lentiler Kmielnitzki katliamının sebep olduğu moral çö­
küntüsü ve 16 asırdan beri devam eden Sürgün'ün bık­
kınlığıyla birleşince, Sabetay Sevi'nin ortaya çıkması Ya­
hudi kitlelerinde derin bir umut ve büyük bir coşkunluk
yarattı. Aşağıdaki parça, bu ruh durumunu yansıtan en
ilginç belgelerdendir. Savi'nin yaşadığı yıllar hakkında
ilk elden bilgi veren bu parça, Osmanlı İmparatorluğu'n-

157
da hizmet görmüş olan İngiliz diplomatı Sir Paul Rycaut­
'un yazmış olduğu History af the Turkish Empire adlı ese­
rinden alınmıştır. Sir Paul Rycaut ( 1 628-1 700) 'Osmanl �
devletinde bu dönemde meydana gelen gelişmeleri yakın­
dan izlemiş ve olaylan dengeli bir biçimde yansitmaya
çalışmıştır. Yazar, Sevi'nin bir sahtekar olduğunu düşün­
müş olmakla birlikte, sahte Mesih'in bilinçli bir yalancı
olduğu tartışma konusudur:

ANNO 1666
Bu yıla, Yahudiler arasında dolaşan ve Mesih'leri ..ol­
duğunu iddia eden Sabetay Sevi ile garip söylentiler ve
kaynaşmalarla başlıyoruz ( . )
..

Asırlardan beri kaybolmuş olduklan düşünülen ve on


'
buçuk aşiretten olduklan söylenen insan . kitlelerinin,
uzak Arap çöllerinin içlerine doğru yürürlükleri hakkında
haberler $zdan ağ:ıza yayılıyor. Bu habere göre de, İs­
koçya'mn Kuzey kıyılanna, yelken ve halatları ipekten
olan bir gemi gelmiş; gemi mürettebatı yalnız İbranice
konuşuyormuş ve yelkenlerine şu yazı işliymiş; "İsrail'in
On İki Aşireti" ( ..)
.

Bu şekilde, ilk kez İzmir'de ortaya çıktıktan sonra


kendini Mesih ilan eden, kurulmak üzere olan krallığın
büyüklüğünden, Tann'mn güçlü eliyle asaretten kurtul­
mak üzere olduklanndan ve dünyanın her yanından Ya­
hudilerin bir araya geleceklerinden sözeden Sabetay Se­
vi'nin sözlerine milyonlarca kişi kapılmış. Bu fik.irlerin
nasıl hemen tutulduğunu, Sabetay ile ilgili haberlerin
Yahudilerin yaşadıklan bütün yerlere nasıl hızla yayıldı­
ğını ( ... ), Konstantinopol'den Buda'ya (Budapeşte) Yahu­
dilerin nasıl coşku içinde olduklannı, işlerini güçlerini bı­
rakıp aileleriyle birlikte Kudüs'e gitmek üzere hazırlık
yapmakta olduklannı görmek beni çok şaşırttı.

(Yazar Sabetay Sevi'nin hayatını anlattıktan sonra


şöyle devam ediyor)

Yahudilerin oturduklan bütün Osmanlı kentlerinde,


Mesih'ten medet umuyorlardı . Herkes işini, ticaretini, ge-

158
çim m ücadelesini bırakmıştı. Herkes, günlük ihtiyaçla­
rın, zenginliklerin, unvan ve yüksek görevlerin üstlerine
bilinmeyen ve .mucizevi bir şekilde ineceğine inanıyordu.
Krallıklannın yeniden kurulacağı ve Mesihi dönemin
başlamak üzere olduğuna inançlan sonsuz olan Selanik
Yahudileri bu duruma verilebilecek en anlamlı örnektir. . .
bunlar hemen oruç tutmaya başladılar; bazılaiı, doğa ya­
salanna karşı çıkarak yedi gün ağızlarına bir şey koyma­
dılar ve açlıktan ölme noktasına geldiler (Yahudiler Me­
sih'in gelmesini çabuklaştınnak için kendilerine eziyet
ederlerdi). Bazılan kendilerini bahçelerine gömdüler, yal­
mz başlanm dışanda bırakarak çıplak vücutlanmn üzeri-
ne toprak örttüler ve bu pisliğin içinde vücutları soğuk ve
rutubetten kaskatı kesilene kadar durdular. Bazılan
omuzlarına sıcak balmumu döktürdüler; kimilevi karlann
içinde yuvarlandılar ve kış mevsiminde kendilerini denize
ya da buz gibi sulara attılar. Ama nefse. eza çektirme yolla­
nnın en yaygın olam, sırtını ve yanlannı dikenlerle yanp
otuz dokuz kırbaç vurdurmaktı . Bütün işler bir yana bıra- '
kıldı; kimse çalışmıyor, dükkamru açmıyor ancak elindeki
malı verilen her fiyata satmak için gidiyordu. Evinde fazla
malı olan ne karşılığında olursa olsun satıyordu ...
Bu söylenti ve beklentilerin doruğunda Sabetay Sevi
(!665'te) doğduğu yer olan İzmir'e geldi (daha önce kent­
ten kovulmuştu) ve basit Yahudi halk tarafından büyük
coşkuyla karşılandı. Buna karşılık Hahamlan yani Yahu�
ılilerin hukuk ustalan (onun söylediklerine) hiç inanma­
dılar ( ..,). Sabetay her gün yeni taraftarlar kazanırken
Büyük Haham (Aaron Lapapa), çevresindeki kişilerle bir­
likte cemaatin sevgi ve itaatini kaybetti ve görevinden
alınarak yerine başka biri geçirildi (Hayim Benveniste).
Bu şekilde İzmir'de sağlam bir yer edinen Sabetay
Sevi, Tanrı tarafından Konstantinopol'e gitmekle görev­
lendirilıliğini ( ... ) ilan etti.

(Sabetay Sevi İstanbul'a geldikten sonra tutuklandı;


önce bir hücreye kapatıldı, sonra daha iyi bir hapishane­
ye sevkedilıli. Bu gelişme Yahudilerin Mesih'e bağladık-
lan umut ve güveni �çlendirdi.)
·

159
. .. Sayısız Yahudi, (Mesih'in) hapsedilmiş olduğu kale­
nin önünde toplandı; bunların arasında yalnız yerli ce­
maat1erden değil, Polonya, Almanya; Leghorn, Venedik,
Amsterdam gibi Yahudilerin yaşamakta olduklan yerler­
den de gelenler vardı. Sabetay Sevi de, buraya kadar onu
i zleme zahmetine ve zorluklanna katlanmış olan bu Ya­
hudilere hayır duası ediyor, zenginlikler ve Kutsal Ülke'­
de daha geniş topraklar vaadediyordu.
Yahudiler Sabetay Sevi'nin bulunduğu yere öyle bü­
yük sayılarda geldiler ki, Osmanlılar bundan yararlanıl­
ması gerektiğini düşündüler; yiyecek ve barınakların fi­
yatları arttı, Sabetay Sevi'yi ziyaret etme, adama ve öde­
me olanaklanna göre, bazen beş bazen on dolan bulan
ücretiere ba�landı . (Bundan dolayı Osmanlı memurların
Sabetay Sevi'ye hoşgörüyle davranmaları sonucu, Sevi'­
nin Mesih olduğu fikri daha da güçlendi).

(Yazar bundan sonra Sabetay Sevi'nin başkent Edir­


ne'ye getirilişini ve Padişah başkanlığında toplanan Di­
van önünde Müslümanlığı kabul edişini anlatır).

Nihayet Yahudiler mantığa ve işlerine döndüler... Sa­


betay'ın (Sultan IV.) Mehmet'in huzurunda Mesihliğin­
den vazgeçmemesi halinde a'fete dönüşebilecek bu kay­
naşma ve coşku bu şekilde sona erdi .

Esir Ticareti

Osmanlı hükümetleri, yalnız Yahudilerin değil, genel


olarak azınlık ve yabancılann esir satın almalanm ya­
saklamışlar ve buna değişik nedenler göstermişlerdir.
Aşağıdaki belgeler bu ilginç noktaya değinirler.

Kanuni'nin Fermanı (1)

İstanbul Kadısı'na,
Başkentte yaşayan Yahudiler, başka inançsızlar ve
Hıristiyanların erkek ve kadın kölelere sahip olduklarını

160
duymam ü�rine, bu konuda tahkikat yaptırdım ve söz­
konusu kölelerin listesini istedim. Subaşı Mehmet sana
geldiğinde, şahsen ve en iyi şekilde bu meseleyi tahkik et; .
Yahudiler, diğer Hıristiyanlar ve başkalannın elinde bu­
lunan erkek ve kadın kölelerin sayısını ve satın alındıkla­
n tarihi tespit edip bildir. Ama tahkikat sırasında yasala­
ra uygun davranılmasına, kimsenin kayınlmamasına ve
bu şekilde hem kayıtlann eksik kalınamasına ve tahki­
kat memurlanrun keyfi davranmamalanna dikkat et...
Yahudiler ve diğer inançsızlar tarafindan fermanıma ay­
kın olarak tutulan kölelerin bir listesini çıkar ... bu köle­
lerin adlannı ve oturduklan sokaklann adlannı bildir ...
Sefer ayının 25'i, hicri 967
(26 Kasım 1559)

Kanuni'nin Fermanı ai)

Istanbul Kadısı'na,
Emrime uygun olarak yaptııPn tahkikatta İstanbul'­
da oturan Yahudi ve Hıristiyanlann elinde 32 tane güç­
süz erkek ve yaşlı kadın olduğunu tespit ettin. Yahudi ve
Hıristiyanların da köle tutmalanna izin vermemiş oldu­
ğum için, azat edilmiş olanların Müslümanlara verilmesi­
ni, hala köle olanların Müslümanlara satılınasını emredi­
yorum ... Bundan böyle ne Yahudiler ne Hıristiyanlar köle
satın almasınlar ya da hizmetlerinde tutahilrnek için kö­
leleri azat etmesinler. Bil ki, bu uyandan sonra birinin
evinde köle ya da azat edilmiş köle bulunursa hiçbir ma­
zeret kabul edilmeyecek ve en sert cezalar uygulanacak­
tır; binaenaleyh, "duymadım, bilmedim" denmemesi için
her türlü tedbiri al...
Cemazi ul-evvel ayının 2'si, hicri 967 (30 Ocak 1560)

lll. Murat'ın Fermanı

İstanbul Kadısı'na,
Esir tüccarlannın hala Yahudi ve fhristiyanlara köle
sattıklannı ve bunlann arasında, sahipleri tarafından
Yahudilik ya da Hıristiyanlığa geçirilen Müslümanlar da

161
bulunduğunu ve bunlann Şeri'at yasalanna aykın dav­
randıklanm duydum. Bu emir eline geçtiğinde esir tüc­
carlanna, Yahudi ve Hıristiyanlara esir satmalannı ya­
sak edeceksin ... Bu emirden sorira Yahudi ve Hıristiyan­
lara esir satıldığı tesbit edilirse, alan da satan da küreğe
mahküm edileceklerdir ... Yahudi ve Hıristiyan tayifelere
(cemaatlere) haber ver, bundan sonra esir alıp satmasın­
lar.
Ramazan ayının 27'si, hicri 983 (30 Aralık 1575)
(Kaynak: Galante, Documents, s.1210124)

':Arkalık "Takmaya Hak Kazanan


ilk Yahudi Hammal

Hammailann yüklerini daha kolay taşımalannı sağ­


layan "arkalık", aşağıdaki belgeye göre, en az 1 7 . yüzyılın
ortalanna kadar ve muhtemelen daha uzun süre gayri­
müslime yasaktı (?) Türkiye'yi o sıralarda gezen Theve­
not, anılannda, bir tek Yahudinin bu imtiyazı kazanmış
olduğunu kaydeder:

"Kendisi Yahudi olan, İngilizlerin tercümanı bay Av­


raham Finsch'in Galata'daki evinde kalıyorduk; bay
Finsch bize rehberlik etti ve kentin eski eserlerini göster­
di. Sokaklarda gezerken bize, Türk hammallannın, sırt­
lannda, içi saman dolu ve deri kaplı bir arkalık koyduk­
lannı belirterek, bu mesleği icra eden Yahudilerden yal­
nız bir tanesinin bu arkalığı kullanmaya hak kazanmış
olduğunu anlattı. Yahudi hammalın bu naclide imtiyazı
nasıl kazanmış olduğunu öğrenmek istedik, o da bize
şunlan anlattı: Halihazırda padişah olan IV. Mehmet ava
öylesine meraklıymış ki, bunu günlük işi haline getirmiş.
İşte bu nedenle Edirne'de oturmayı tercih ediyor zira
kentin çevresinde bu çok sevdiği meşgaleye uygun yer
var. Bazen, karanlık basıp işine ertesi sabah devam et­
mek zorunda kaldığında, keder içinde geri döndüğü görü­
lür. Bir Türk ya da İran halısının üzerine oturur akşam
' yemeğini yer. Ondan sonra bir örtü istetir ve oracıkta

162
uyur. Tanyeri al!armaya başladığında da av hazırlıkları­
na başlar.
Bir gün, adamları tarafından takip edilip edilmedil!i­
ne dikkat etmeden, dörtnala bir geyil!i izlerken yolunu
kaybetti ve iki saat boyunca nerede olduı!unu bilmeden
dolandı. Akşam saati yaklaşıp, geceyi, büyük bir padişah
olmakla birlikte, ormanıla geçirme durumuyla kaldığı bir
sırada, tesadüfen bir Yahudi hammala rastladı ve Edir­
ne'nin yolunu sordu. İbrani adamı tanımış ve zor durum­
da olduı!unu anlamıştı. Padişahına yardım etmeyi görev
bilerek derhal yola koyuldu ve IV. Mehmet'i Edirne'nin
kapılarına kadar getirdi. Kente vardıklarında Yahudi
yerlere kapanıp padişahtan. .. bir ricada bulundu: 'Müslü­
man meslekdaşlarım gibi, arkalık takmama izin vermeni­
zi diliyorum'. Padişah, bu kadar basit bir talebi derhal
kabul etti. O zamandan beri bu Yahudi, deri arkalığı, se­
faletine daha iyi bir çare olabilecek bir çuval altınmış gibi
kullanmaktadır."
(Kaynak: Galante, Encore un Nouveau Recueil,
s. 58-60).

·11. Yüzyılda Türkiye Yahudikri

17. yüzyılda Yahudilerin günlük yaşamı hakkında ilk


elden ayrıntılı bilgi veren başlıca belgelerden biri, Fran­
sisken rahibi Michel Febvre'in seyahatnamesidir. Febvre
Türkiye'de sekiz yıl kalmış ve zamanın Osmanlı devleti
hakkında yazmış olduı!u ilginç kitap (Theatre de la Tur­
quie), 1 682'de Paris'te basılmıştır. Aşağıdaki parça, kita­
bın orijinal baskısından alınmıştır:92

Türkiye'de iki türlü Yahudi vardır: yerliler ve ataları


İspanya ve Portekiz'den gelmiş oldukları için "yabancı"
tabir edilen Yahudiler. Yerliler, Hıristiyanlar gibi renga­
renk türhanlar taktıklarından, 1kim oldukları ancak ayak-

(92) Nadir bir antika kitap olmakla birlikte, ilgilenenler kitabı !srail
Milli Kütüphanesi'nde inceleyebilirler.

163
kabılannı n renginden anlaşılıyor; yerli Yahudiler siyah
ya da mor, Hıristiyanlar kırmızı ya da sarı ayakkabı giyi­
yorlar. Di�erleri (İberyalılar) kenarsız İspanyol şapkası­
na benzeyen gülünç bir başlık takarlar; bunlann mezar­
lan difterlerinden ayncbr ve bazı dinsel konularda birbir­
lerinden farklı İcraatta bulunurlar.
Büyük Efendi'nin (padişah) kentlerinde, özellikle İz­
mir, Halep, Kahire, Selanik gibi merkezlerde, bu iki tür­
den çok sayıda Yahudi yaşar. Genel olarak bankacılık,
sarraflık (para "kambiyosu"' anlamında), kalpazanlık, te­
fecilik, sırmalı ipek dokumacılıitJ, eski şeyleri satın alıp
tamir ettikten sonra yeni gibi satmak, gümrük komisyon­
culuitu, simsarlık ya da aracılık, doktorluk, eczacılık, ter­
cümanlık gibi işlerle ujtraşırlar. Bunlardan başka meslek­
lere girmezler zira bunlar en iyi para getireni, en az yora­
nıcbrlar. Üstelik dilter mesleklere nazaran, bu mesleklerde
başkalannı aldatıp sahtekarlık yapmak daha kolaydır.
O kadar akıllı, becerikli ve işlerini bilen kişilerdir ki,
kendilerini herkese gerekli kılarlar: hizmetlerinde bir Ya­
hudi bulundurmayan saygıdefter bir Türk ailesi ya da ya­
bancı tüccar bulamazsımz burada; bunlar mailann de�e­
rini biçerler, kalitesine bakarlar, ya da tercüman ve da­
nışman olarak hizmet görürler. Kentte olan her malı
adıyla ve her türlü aynntısıyla, hangi malın kimde bu­
lunduftunu, fiyatını, kalitesini, miktannı, satılık mı yok­
sa trampalık mı oldu�nu bilirler, şöyle ki , ticaretle ilgili
bu aydınlatıcı bilgi yalnız onlardan alınabilir.
Rumlar, Ermeniler gibi dilter Doıtulu uluslar bu yete­
neklere sahip olmadıklanndan, onlann becerikliliklerine
erişemezler. Bu nedenle, nefretlerine r�en tüccarlar
bunlann hizmetlerinden yararlanmak zorundadırlar.
Okuyuculanm, İzmir'de güvenilir tüccarlann bana anlat­
tıklannı duyunca şaşıracaklar: Yahudiler bu hizmetleri
verdikleri şirketlere öylesine yerleşmişlerdir ki , ne dü­
zenbazlıklar yaparlarsa yapsınlar, hatta defalarca hırsız­
lık yaparken yakalansalar, sayısız ahlaksızlıklar yapsa­
lar dahi, bunlan kovmaya olanak yoktur zira yerine baş­
ka bir Yahudi almaktan başka çare mevcut deftildir. Üs­
telik, aralarında, birbirlerine "'çelme"' takınama konusun-

164
1

da anlaşma vardır. Birisi çıkıp açgözlülük yapar, ... dü­


zenbazlıklan yüzünden şirketten kovulması istenen kişi­
nin yerine geçmek atılımında bulunursa, sinagog halıam­
lan bu adamı aforoz ederler ... şöyle ki, çahştırdı� Yahu­
diden kurtulmak istemiş olan tüccar ya kovdu�nu geri
alır ya da iflas pahasına Yahudisiz kalır ... Hal böyle iken
Yahudilerin serbestçe çaldıklan, binlerce kötülük yapa­
rak ... hizmet ettikleri kişinin -gözünü dört açıp hareketle­
rini izlemezse- bütün kı1nnı yedikleri olur. Ne var ki bun­
lan suçüstü yakalamak çok zordur ...

Kan iftiralan

Türk Yahudileri tarihinde, padişahın araya girmesini


gerektiren kan iftiralan, 16. yüzyılda Amasya ve Tokat'­
ta, 19. yüzyılda da Şam'da meydana gelmiştir; Şam'da
meydana gelen olaylar aynı yıl Rodos Yahudi cemaatini
de etkilemiştir. Kan iftiralan, dünyanın her yerinde oldu­
ğu gibi Osmanlı topraklannda da Hıristiyanlar tarafın­
dan başlatılmıştır. 1530 yılında, Amasya'da, bir Ermeni'­
nin ortadan kaybolması üzerine patlayan kan ittirasında
ciddi Yahudi aleyhtan olaylar olmuş, Ermenilerin şikı1ye­
ti üzerine yakalanan birkaç Ya�udi Osmanlı merciieri ta­
rafından hapis ve işkence edilmişlerdir. Kent halıarnı
Yaakov Avi-Ayov (Avayub) ve birkaç Yahudi de bu işken­
celerde ölmüşlerdir. Daha sonra Yahudiler tarafından öl­
dürüldüiü ileri sürülen Ermeni Amasya'ya dönünce, Hı­
ristiyan fanatizmine alet olan Osmanlı merciieri ve özel­
likle Amasya kadısı paniğe kapılmışlar ve yalan itham­
larda bulunanları idam ettirmişlerdir.
Amasya'dan sonra Tokat'da da buna benzer bir olay
meydana geldiğinde, mesele kentin Yahudi cemaati He­
kimbaşı Moşe Amon'un dikkatine sunulmuştur. Amon'un
Kanuni'nin özel doktoru olması ve padişahla iyi ilişkiler­
de bulunması sonucu mesele Bı1b-ıı1li'nin en yüksek mer­
ciierinin kulağına gidince, Kanuni Sultan Süleyman kan
iftiralanna karşı sert bir ferman çıkarmı ş ve bu gibi olay­
larla "şahsen" ilgileneceğini ilan etmiştir.

165
Bölgesel Osmanlı merciieri Şam ve Rodos'ta da Hıris­
tiyanlara alet olmuşlardır. Ancak bu yüzyılda da parli­
şahlar kan iftirasına karşı bir tutum takımınşlar ve bu
karanlık iddialan yasadışı ilan etmişlerdir. Şam ve Rodos
olaylanndan sonra Sultan Abdülmecit, Montefiore ve
Cremieux'nün ricalan üzerine ve kuşkusuz Kamondo'nun
da etkisiyle kan iftirasına karşı bir ferman çıkartmıştır.
iftira, çeyrek yüzyıl kadar sonra, 1865'te İstanbul'da
Kuzguncuk semtinde patladı�ndan, Sultan Abdülaziz
vakit kaybetmeden Abdülmecit'in fermanını teyit eden
bir emir yayınlamıştır.83 Bu fermanların metni aşağıda
verilmiştir.

Abdülmecit'in Fermanı (1841�

Müslüman yargıçların en mükemmeli, müminlerin


en iyisi . . .şeri'at bayraktan ... İstanbul Kadısı'na: Bu emri,
Yahudilere karşı çok eski Qir önyargı olduğunu bildirmek
için yolluyorum. Cahiller hamursuz yapmak için kan ge­
rektiğine ve Yahudilerin bu kanı insan kurban etme yo­
luyla temin ettiklerine inanırlar.
Bu inancın kurbanı teba-i Saltanat-ı Seniyemden
Şam ve Rodos Yahudileri, zulme maruz kalmışlardır. Ya­
hudilere karşı icat edilen iftiralar ve bunların maruz kal­
mış olduklan şiddet eylemlerinin haberi, padişahlık tah­
tına kadar gelmiştir. Bununla birlikte, kısa bir süre önce,
İstanbul'a mahkemeye çağınlan Rodoslu birkaç Yahudi­
nin, kendilerine yöneltilen ithamlardan ari olduklan tes­
pit edilmiştir. Bunun dışında, bu ulusun · din kitaplarını
incelemiş olan uzman kişilerin araştırmalanndan, Yahu­
dilerin insan kanı (dem-i beşeriye) şöyle dursun, hayvan
kanı bile kullanmadıklan anlaşılmaktadır. Bu vesileyle,

(93) 1 663'te de Istanbul'da bir kan ittirası patlamış ancak zamanın


hükümdarı IV. Murat, sokakta görOlacek her Rumun öldürOlme­
sini emretmiştir (Galante, Türkler ve Yahudiler, s.27; yazar bu
iddianın kayna!)ını vermekte REJ, XVII. s. 49-51 ve bilgiyi ihti­
yatla karşılamaktadır). Kuzguncuk olayında Hahambaşı vekili
Yakir Geron (1 863-72) hükümete şahsen başvurmuş ve terma­
nın çıkartılmasınısa!)lamıştır.

166
Yahudilerin maruz kalmakta oldukları şiddet eylemleri­
nin salt iftira sonucu olduğu açıktır. Tebamıza karşı duy­
duğumuz sevgi, masumiyeti ispat edilmiş olan Yahudi
ulusunu da içerdiğinden, bunların yukarıda zikredilen
beyhude şeylerle rahatsız edilip ba-skı görmelerine izin
veremeyiz; üstelik, bunların Gülhane Hatt-ı Şerifi ile te­
bamıza tanıdığımız hak ve imtiyazlardan da yararlanma­
larını istiyoruz. Gelecekte, imparatorluıtun her noktasın­
da Yahudilerin, devletimizin diğer tebasına eşit şekilde
himaye edilmelerini, kutsal dinlerinin İcraatında kimse­
nin bunları rahatsı z etmemesini, güven ve sükunetlerinin
ihlal edilmemesini emrediyorum. Bunun için, padişahlık
Divanı'ndan çıkarılan ve tuğramızı taşıyan işbu emr-i şeri­
fi Yahudilere verdik. Sen, sayın Kadı, bu emri okuduktan
sonra içeriğini uygulamaya koyacak ve bugünden itibaren
burada belirtilenlere aykırı davranışlan önleyeceksin .
... Bunu böyle bil ve alarnet-i şerife güven kat.
Ramazan .1256 (Ekim 1841).

I. Abdülaziz'in Fermanı (1866)

... Dünyanın süsü ... insanlığın en önemli işlerini doğ­


ru karar ve düşüncelerle halleden .. .İstanbul'umun zapti­
ye müşiri, birinci sınıf Osmani, Mecidi ve nizan-ı imtiyaz
madalyalarıma sahip vezirim ... Mehmet Emin [Ali] Paşa
ve Müslümanların yargıcı, müminlerin en iyisi ... Sayın
İstanbul Kadısı : Bu emrü hümayun sizlere, bazı ulusların
bilincinde köklenmiş bir önyargının mevcudiyetini bildir­
mek için gönderilmiştir; bu önyargıya göre, Yahudiler ha­
mursuz yapımında insan kanı kullandıklan iddia edilir
ki bu da, her yıl, Yahudilerin ku.rbanı oldukları ithamlara
yol açmaktadır. Zikredilen milletin Halıarnbaşı Kayma­
kamı (vekili) bizlere bir dilekçe sunarak, bundan birkaç
yıl önce Yahudi tebaya verilmiş olan bir fermanın yeni­
den yayımianmasını rica etmiştir. Devlet arşivlerini ince­
ledikten sonra, 1256 yılının Ramazan ayının ilk günlerin­
de, Tuğra taşıyan bir ferman yayırolanmış olduğunu gör­
dük. Bu belgede şöyle denilmektedir: Zikredilen milletin
din kitaplarını incelemiş olan uzman ve yetkili kişiler ve

167
güvenilir bilgiye göre, Yahudilerin yasası, insan kanı şöy­
le dursun, hayvan kanı kullammını bile kat'iyen yasaklar
ve bu gibi davranışlan sert cezalarla cezalandınr; hinae­
naleyh, bu konuda sık sık ortaya atılan suçlamalar salt
iftiradır. Bu milletin, mesnetsiz bir suçlamadan dolayı ra­
hatsız olması ve ızdırap çekmesi hükmümüz altında ya­
şayan di�er milletlerden farklı olmadıklanndan ve aynı
hak ve imtiyazlardan yararlanmalan gerekti�nden, ihti­
yaç hasıl oldu�nda onlan korumamız lazımdır. Binaena­
leyh kimse, dinlerini serbestçe icra etmelerine kanşamaz
ve güvenliklerini ihlal edemez.
Hükmümüz altında yaşayan bütün milletler aynı hi­
mayeye haklan oldu�ndan, Hahambaşılıktan bir dilekçe
alan adalet bakanlı�nın i ste� üzerine, bu eski fermanı
teyi t ederiz. Bu fermana göre hareket edilmesini emrede­
riz. Sizleri, yukanda adlan zikredilen müşir ve kadı, işbu
emri derhal uygulayacak ve gelecekte kimsenin hiçbir şe­
kilde iTademize aykln daVTanmaması için, devlet siciline
kaydedecek, belgenin aslını da, gerekti�nde kullanabil­
mesi için, Yahudi milletinin şefine teslim edeceksiniz. İş­
bu fermanı, hiçbir maddesini gözden kaçırmadan uygula-
yım z .
Sefer ayının 27'si, hicri 1283 senesi
(24 Haziran 1866)

Giyim

Osmanlı padişahlan sık sık, gayrimüslimin giyimini


sınırlayan, daha do�su, Müslüman gibi giyinmelerini
yasaklayan fermanlar çıkarmışlardır. Bu tedbirin amacı
Müslüman olmayaniann sokakta ya da umumi yerlerde
hemen tamnabilmesini sa�lamaktı. Giyim ayınını Os­
inanlllardan önce Arap ülkelerinde de mevcuttu. Fatınü­
ler bu yasalara zaman zaman a�layıcı unsurlar da ek­
lemişlerdir: Bir Fatımi hükümdan Yahudi kadınlann te­
ki siyah teki klrmızı ayakkabı giymelerini, geldikleri du­
yulsun diye boyun]anna bir çıngırak asmalannı öngören
bir yasa çıkartmıştır. Yahudilerin giyimini yasalarla tes-

168
pit edip, kimliklerini sürekli olarak açık tutma uygula­
ması Avrupa'da da -özellikle Ortaçağ'da- yaygındı. Çajt­
daş dönemlerde Nazi yönetimi bu "son derece pratik"
kimlik belirleme metodunu yeniden ve bütün Avrupa'da
uygulamıştır.
Osmanlı dönemi de, azınlık siyasetine zamanının öte­
sinde bir yumuşaklık getirmiş olmakla birlikte, muhte­
melen o devirde "olajtan" sayılan ve azınlıklann statüsü­
ne sınırlamalar getirmekten geri kalmamıştır. Bununla
birlikte, Yahudiler kendilerine özgü giyim kullanmak is­
tediklerinde, Müslümanlannkine benzemesi koşuluyla,
buna karşı çıkılmamıştır. Belirtildi!ti üzere, giyim fer­
manlan çoktur. Aşağıda ilginç bulunan dört belge veril­
miştir:

Il. Selim'in Giyim Fermanlan


(kısaltılmış metin)

İstanbul Kadısı'na,
Geçmişte Yahudi, Hıristiyan ve dijter inançsızıann
ince işli ve süslü elbiseler giymelerine ilişkin bir ferman
yayımlarnam üzerine, bazı Yahudiler, bundan dolayı eski
gelenek ve göreneklerine göre giyinemediklerinden ya­
kınmışlardır. Bu meselenin i ncelenmesini emretmem
üzerine sundujtun raporda Yahudi ve diger i nançsızıann
giydikleri feracelerin siyah kumaştan olması gerekti!tini
bildirdim ... İçte ise astar kullamlmalıdır. Kuşaklan yan
pamuk yan ipek, başa takılan türhan deniz mavisi olma­
lı, pek büyük de olmamalıdır. Ayakkabılan siyah olmalı,
içlerinde astar bulunmamalıdır. Kadınlar ferace giyme­
melidirler. Kendi eski yasalanna göre fahirden ya da
Bursa pamuklasundan etekler giyebilirler. İç çamaşırlan
yalnız gök mavisi olabilir, başka renk olamaz. Kadınlar
ayakkabı giymemeli, kendi eski yasalanna göre ''kundu­
ra" ya da "şirvani" giymelidirler. Müslüman kadınlar gibi
sırmalı pelerin giymemelidirler. Pelerin giyrnek istiyor­
larsa, kumaşı atlas ya da pamuklu olmalıdır. Ferace Er­
meni kadınlatma da yasaktır; bunlar ya fahir ya da terlik
giyebilirler. Çoraplan mavi, ayakkaplan da şirvani olma-

169
lıdır. Yahudi kadınlar ve dilter inançsızlar, kenarlan as­
tarh siyah ferace giymelidirler. Karakfıfirler aynı şekilde
giyinecekler, büyük olmayan bir türhan takacaklardır.
Bunlar ya Selanik ya da kurziye kumaşı kullanacaklar­
dır.
Sefer ayının 7'si, hicri 976 ( 1 Ağustos 1568)

İstanbul Kadısı'na,
Kadın olsun, erkek olsun, İstanbul'da yaşayan inanç­
sız Yahudi ve Hlristiyanlann ince kumaşlar kull �ndıkla­
nnı, ince tülbent giydikleri, sipahiler gibi başlık taktıkla­
n, dilter tayifelerin (cemaatlerin) de atlas ve pamukludan
kaftanlar diktirdiklerini, tülbent, kumaş ve ayakkabı fi­
yatlannın çok yükselmiş olduıtunu bildiren ve bu nedenle
inançsıziann Müslümanlar gibi giyinmemelerini ·emret­
mem için bana bir mektup yolladm. Zamanmda inançsız­
Iann giyimiyle ilgili aynntılı bir emir yollamış olduıtumu
hatırlatınm.
Sefer ayının 21'i, hicri 976 ( 1 5 Ağustos 1568)

lll. Ahmet'in Kavuk Fermanı

İstaıabul Kadısı ve Divan Çavuşu'na,


İstanbul kavukçuları, Müslümanlar için imal ettikle­
ri kavukları eski şekle göre yapmıyor, Tann esirgesin,
Yahudilerin şapkalanna benzer başlıklar icat ediyorlar­
mış. Adamı giyimine bakmadan ayırmak zor olduıtundan,
birçok Müslümandan yanlışlıkla şüphe edildiıti görülmek­
tedir; üstelik, "bir mi11ete benzeyen o milletten olur" hadi­
sine uygun olarak, (Yahudiler gibi giyinen Müslümanlar)
çevrelerine kötü örnek olmaktadırlar. Sen İstanbul Kadı­
sı ve sen Divan Çavuşu, kethüdayı ve meslekten ustaları
yanınıza çağınn ve Yahudilerinkine benzer Şapkalan dik­
memeleri yolunda sert emirler verin.
Bundan böyle birinin bu türden bir kavuk diktiıti ya
da sattığı görülürse, bu kişinin Şeri'at ve emrü hümayu­
na aykın hareket ettiıti kabul edilecek ve dükkanının
önünde asılacaktır. Bunu sözkonusu kişilere iyice anlatı­
nız. Sen Çavuşbaşı, bu durumu sürekli olarak ve gizlice

170
izle. Bundan böyl�, bu türden bir kavukla gezen bir Müs­
lüman görürsen, kavuğunu al, yırt ve uygun bir ceza ver.
İşbu fermanı, bu küstahça davranışa son vermek amacıy­
la yayınladım.
Ramazan ayının 15'i, hicri 1 141 (3 Nisan 1 730)

Ferlerde Yahudi işareti

Hahambaşı,
Emrü hümaymı.a uygun olarak fes takmaya hakkı
olan Yahudilerin diğer Müslümanlardan ayınlahilmesi
için feslerine özel bir i şaret takmalıdırlar. Avrupa'yla ti­
caret yapanlar, devlet hizmetinde olanlar ve bu kategori­
lerin dı şındakiler feslerine siyah bir şerit takmalı, Yahu­
diler ise mavi bir şerit dikmeli, fes giymeye hakkı olma­
yanlar hiç fes takmamalıdırlar.
Ne var ki sen, (ve Ermeni, Rum ve Katolik patrikleri)
görevlerin çerçevesinde, bu noktaya çok dikkat etmen ve
emrin uygulamasına bakman gerekirken, sokaklarda fes
takan reayalann (azınlıkların) sayısının çoğaldığı görül­
müştür; üstelik yukanda zikredilen şeridi ya yanlış yere
dikiyorlar ya hiç dikmiyorlar ki, bu da, ayının sağlamaya
dönük emrü hümayuna aykındı.r. Reayarun feslerine sa­
dece bir şerit dikmeleri istenmiş olmakla birlikte, herkes
istediği işareti takmakta, üstelik kalpak giyen bazı azın­
lıklar hizmetkarlanna fes giydirip kayıklarda önlerine
oturtarak, fese hakaret etmektedirler. Bu durum karşı­
sında bu iradeyi yayımlayı.p feslerin dış görünüşünün de­
ğiştirilmesi, kalpak giyenierin hizmetkarlanna fes giydir­
memeleri, kalpak giydirmelen gerektiğini bildiriyoruz.
Bu açıklamalara aykın davranmaya yeltenenler yakala­
nıp cezalandınlacaklardır.
Cemazi-ul evvel ayının 8'i, hicri 1252 ( 1 0 Ağustos 1837)

II. Abdülluımit-Hen:l Görü1mekri

Theodore Herzl, Osmanlı hüküm dan II.Abdülhamit'­


le görüşmek üzere lstanbul'a geldiğinde, Bab-ıiili ile te-

171
maslannı halıarnbaşı vekili Moşe Levi aracılıftıyla yürüt­
müştür. Galante'nin bu temaslarla ilgili olarak yayımla­
miŞ olduğu mektuplaşma ve Temmuz 1902 görüşmesinin
aynntılan (Abdul Hamid II et le Sionisme, İstanbul,
1933) aşaitıda verilmiştir. Mektuplar sadeleştirilip kısal­
tılmıştır.

No. 559
Başınabeyinci Hacı Ali PaŞa hazretlerine
Dev]etlu Efendi Hazretleri
Viyana'da çıkan Neue Freie Presse gazetesinin müdü­
rü ve başyazan Dr. Theodore Herzl, benim refakatimde,
padişah önünde ayakta durmak istediginden, bu konuda
hükümdann emrini bildirmenizi rica ederim. Her zaman
olduğ'u gibi bu durumda da emirler, emir vermeye haklı
olan tarafından verilir.114
8 Haziran 1 3 1 8 (1902)
Hahambaşılık kaymakamı
Moşe Levi

No. 1495
Hahambaşıhk kaymakamlıftına
Rütbetlu Efendim
8 Haziran 1318 tarihli ve 559 sayılı tezkereniz üzeri- .
ne, sözkonusu Avusturyalı Dr. Theodore Herzl'in huzur-ı
hümayuna (padişah huzuruna) çıkma istegini sizin aracı­
lıftınızla bildirmesinin ve bu konuda neden Avusturya
Büyükelçisi Baron de Calice'e başvurmamış olmasının
nedenini bildirmenizi rica ederim.
1 0 Haziran 1318
Başınabeyinci Hacı Ali

Başınabeyinci Hacı Ali Paşa hazretlerine


Devletlu Efendim Hazretleri,
10 Haziran 1318 ve 1495 numaralı tezkerenize cevap­
tır. Avusturyalı Dr. Theodore Herzl'in benim aracılıftımla
Huzur-ı Şahane'ye çıkmak istemesi, kendisinin de ait ol-

(94) Hahambaşılığın mektupları hep bu cümleyle bitmektedir.

1 72
duğu Yahudi milleti hakionda efendimizin ne düşündü­
ğünü öğrenme arzusunda olmasından ileri gelmektedir.
Yoksa, Huzur-ı Şahane'ye ancak büyükelçi aracılıg-ıyla çı­
kabileceği emredilirse kendisi derhal bunu yapacag-ıru
bildirmektedir. (Dr. Herzl'in) işbu cevabını arzederim.
12 Haziran 1318
Hahambaşılık kaymakamı
Moşe Levi

İstanbul Hahambaşılık kaymakamlıg-ına


Dinayetlu Efendim hazretleri
Avusturyalı Theodore Herzl hakkındaki isteğiniz pa­
dişaha sunulmuştur. Önümüzdeki Cuma günü, selamlık
töreninden sonra saat altıda, nişan ve madalyalannızı
takmadan ve resmi elbise giymeden, gayriresmi olarak
(Theodore Herzl'e) refakat ederek gelmeniz padişahın
emru fermamdır.
Başınabeyinci Hacı Ali

. 4 Temmuz 1902 Görüşmesi

Başınabeyineinin son tezkeresi üzerine, Halıarnbaşı


vekili ile Dr.Herzl, Hahambaşılığın Kapı kahyası (Ha­
hambaşılıkla hükümet arasında ilişkiyi sağlayan memur)
Yeşaya Aciman Efendi, 21 Haziran 1 3 1 8 (4 Temmuz
1902) Cuma günü saraya gelirler. Hacı Ali Paşa konukla­
n kabul eder. Kahve içilirken, Hacı Ali Paşa, padişahın
özellikle Neue Freie Presse, Beriiner Tageblatt, Le Temps
ve Times gazetelerini ilgiyle izlediğini anlat�r ve bu gaza­
telerin birinin yazıişleri müdürüyle tanışmayı arzu ettiği­
ni bildirir.
Sultan'ın karşısına çıktıklannda Osmanlı hükümdan
Moşe Levi'yi, Dr.Herzl'i ve Kapı Kayyasım büyük nezaket
ve samirniyetle karşılar, oturacak yer gösterir ve divan
tercümam Münir Paşa'ya dönerek, "misafir" i görmekten
çok memnun olduğunu ve İstanbul'u ziyaretinin nedenini
öğrenmek istediğini söylemesini rica eder... Herzl, kalp
hastalıg-ından muzdarip olduğu için lstanbul'a dinlenme­
ye geldiğini ve bu fırsattan yararlanarak, Majesteleriyle

173
başbaşa bir görüşme yapma}'l diledi!Pni . . . söyler. Sultan,
Halıarnbaşı tarafından tanıştınldı� için misafirin talep
ettiği görüşmeye onun da katılması gerektiğini söyleye­
rek Herzl'in ortaya atmak istedi!P konuyu görüşmeye ha­
zır olduğunu bildirir.
Herzl Sultan'ın arzusuna cevap vererek "Majesteleri­
ni iki nedenden görmek istedim" dedi. "Birincisi, Majeste­
lerine, kendi tebasından Yahudilere gösterdi�P sevgi ve
yakınlıktan dola}'l teşekkür etmek istedim. Bu sevgi ve
yakınlı� dilter dünya Yahudilerine de gösterece!P inan­
cındayım" . "Yahudi tebamı gerçek Osmanlılanm (Türk­
ler) kadar severim" dedi Sultan. "İkincisi, Majestelerine,
Siyonist Teşkilat adıyla kurmuş olduğum büyük bir teş­
kilat adına bir tekiifte bulunmak istiyorum ... Bu teşkilat,
bazı ülkelerde ızdırap ve zulüm çekmekte olan Yahudile­
re rahat bir yaşam sağlama amacındadır. Ricam, Majes­
telerinin, Yahudilerin İsrail Ülkesi'ne göç etmelerine izin
venneleridir. Bu Yahudiler hem Majestelerine hem ülke­
sine yararlı olacaklardır ... Mısır'da olduğu gibi özerklik
ya da Samos Adasında olduğu gibi bayrak değişikliği ta­
lep etmiyorum. Teklifim, İsrail Ülkesi'ne Girit'inkine
benzer bir statü tanımanızdır. Bu teklitim kabul edilirse,
teşkilatım imparatorluk hazinesine istedi!P mebl$ ya­
tınnaya hazırdır." Abdülhamit iki dakika sessiz kaldık­
tan sonra şu cevabı verir: "Yahudi milletine olan büyük
güvenim, tek1ifınizi geri çevinnemi önlememektedir. Bu­
nunla birlikte, hükümetirole görüştüğümde, belki teklifi
kabul edecek, pratik uygulaması için gereken hazırlıklan
yapacaktır. Cevabım sizi tatmin ediyor mu?"" "Çok ediyor
Majesteleri," diyerek cevap verir Herzl, "Bu görüşmenin
sonucunu iş arkadaşlarıma telgrafla bildirabilir miyim?"
"Pek tabü," dedi Sultan ve ekledi: "Viyana'ya dönmeden
önce gene buyurun, sarayın kapılan size açıktır".

Padişahın bu nazik red cevabını nedense yanlış anla­


yan Herzl bu görüşmeden olumlu sonuç aldı� izlenimiyle
çıktı. Ne var ki, bir yandan Avrupa'da aleyhinde şiddetli
faaliyetlerde bulunan Jön Türklerin imparatorluğu }'lk­
makta olduğu şeklindeki ithamlan, öte yandan da Halife

1 74
olması sıfatıyla bütün Arap dünyasının gözleri üzerinde
olması nedeniyle, Abdülhamit'in yan-olumlu bir cevap
vermek i stemiş olduğunu düşünmek yanlış olabilir. Za­
ten, Herzl gittikten sonra Hahambaşılık Kaymakamı Mo­
şe Levi'ye karşı takımnış olduğu tutum Sultan'ın Herzl'in
teklifine ne kadar öfkelenmiş olduğunu göstermektedir.
Galante Abdülhamit'in Moşe Levi'yi nasıl azarlamış oldu­
ğunu şöyle anlatır:

Herzl Viyana'ya gittikten sonra, Hahambaşılığa bir


haberci göndererek, Halıarnbaşı vekilinin ertesi sabah sa­
raya gelm esini emretti. Moşe Levi Türk saatine göre iki­
de (sabah, 9 sulan) saraya geldi ve her zaman olduğu gibi
Hacı Ali Paşa tarafından kabul edildi. Başmabe}rinci Sul­
tan'a Levi'nin gel miş olduğunu bildirince Sultan "biraz
beklesin" dedi. Öğleye doğru Başınabeyinci Sultan'a Ha­
hambaşı vekilinin beklemekte olduğunu hatırlattı ama
aynı cevabı aldı. Güneş ' lıattığında Başınabeyinci üçüııı:ü
kez haber verdiğinde Sultan, Halıarnbaşı vekilinin ertesi
sabah gelmesini emretti. Ertesi gün Levi aynı saatte sa­
raya geldi ancak o gün de bir evvelki gibi geçti . Üçüncü
gün ilk ikisinden farklı olmadı.
Sultan'ın Türkiye Yahudiliği'nin liderine karşı tutu­
mu, Moşe Levi'nin yüzündeki ifadeyi izleyen Başmabe­
yincinin dikkatinden kaçmadı. Başınabeyinci Sultan'ın
huzuruna çıkarak izlenimini bildirince, Il. Abdülhamit
Moşe Levi'yi, güneş battıktan sonra çağırdı. Sultan bu
kez, her zamanki nezaket formüllerini kullanmadan sert­
çe yer gösterdi ve birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra
sert bir sesle konuşmaya başladı: "Hahambaşı! Amcaının
padişahlık günlerinden beri sizi tanır, bundan birkaç gün
öncesine kadar göstermiş olduğunuz sadakati takdir
ederdim. Ne var ki-, maalesef Herzl'in gelmesinden bu ya­
na bu sadakat çizgisinden aynldınız. Siz, Hahambaşı , im­
paratorluğumdan bir karış toprak bile verilmemesi ge­
rektiğini bildiğiniz halde, hem Müslüman hem Hıristiyan
dünyasının gözlerini üzerinden ayırmadığı bu toprak par­
çası ile ilgili böyle bir teklifle gelen birini huzuruma ge­
tirmeye nasıl cesaret ettiniz! Bu adamın teklifinin yüzde

175
birini kabul etsem başıma ve hükümetin başına ne gelir!•
Söyleyin, ziyaretinin sebebini size bildirdi mi?! Burada
olacaklan bilmiyor muydunuz? Konuşun, konuşun!"
Ne diyeceğini bilemeyecek halde olan hahambaşılık
vekili şöyle cevap· verdi: "Majestelerinin sadakati mle ilgili
düşünceleri doğrudur. Size her zaman sadık kaldım ve
daima kalacağım. Size yemin ederim Majeste, burada Si­
yoniznı'den sözedileceğini bilmiyordum; bana bir şey söy­
lemedi. Benden şüphelenmeyiniz, onunla işbirliği yapma­
dım. Ben masumuro ve milletim (Türkiye Yahudileri) ma­
sumdur." Bunlan söylerken Moşe Levi yerinden kalktı ve
&g-layarak Sultan'ın ayaklanna atıldı, kendisini ve mille­
tini affetmesini rica etti.
Öfke içinde olan Sultan yerinden kalktı : "Bu adamın
ziyaret nedenini bilmediğinizi söylüyorsunuz ama mektu­
bunuıda Yahudi milletini ilgilendiren bir koı"\uyu görüş­
mek üzere gelmiş oldu�nu bildirdiniz. Bunun anlamı ne­
dir?!" "Sultanım", dedi Moşe Levi, ağlayarak, "bu adam
gazetecidir. Genel olarak Yahudi meselesi hakkında Sul­
tanımın fikrini ög'renmek istediğini sandım," Yetmiş ya­
şında bir ihtiyann &g-lamasından heyecanlanan Sultan
şöyle dedi: "Şimdi masum oldu�nuzu anladım." Sultan
Hacı Ali Paşa'yı çağırdı ve "Hahambaşı Efendi''yi İstira­
hat ettinnesini söyledi.
Moşe Levi yanm saat kadar Başmabeyincinin odasın­
da dinlendi Ye gecenin geç saatlerinde evine döndü. Bu
gerginlikler Moşe Levi'yi hasta etti ve onbeş gün yatakta
kaldı. Bu süre içinde s&g-lık durumu saraya iletiidi ve
Sultan'a bu konuda bilgi verildi. Abdülhamit de, "Haham­
başı Efendi"ye 100 lira içeren bir kese yolladı.

1 76

You might also like