Professional Documents
Culture Documents
Ashabı suffe, sufane (bitki), Saffı evvel, suf (yün)...gibi manalara gelir ancak en çok
tutan görüş yün giymek manasındakidir. Tasavvuf zühd, güzel ahlak, kalp temizliği,
nefs ile mücadele, kitap ve sünnete sarılmak... gibi tarif edilebilir Tasavvuf,
başlangıçta zühd ve ahlak hareketi olarak ortaya çıkmış, zamanla teorik düzleme
doğru gelişmiştir. Sufiler sapkın ve bid'atçi akımlara karşı gerçek tasavvufun
mahiyetinin tespiti için eserler vererek ilk tasavvufi eserleri bu doğrultuda
vermişlerdir.
Tasavvufun teorik düzleme doğru gelişmesi ile ortaya çıkan tasavvuf İlker askeri bir
ilim dalının önemli saç ayaklarından olan terminolojinin oluşmasında ve gelişmesinde
de önemli rolü oynamıştır böylece seyri sülük denilen yöntemi, literatürü ve
terminolojisiyle tasavvuf diğer İslami ilimler arasındaki yerini almıştır.
Tasavvufun 3. ve 4. asırda müdevvin hale gelmiş diğer İslami ilimler göre daha geç
teşekkür ettiği görülmektedir bunun sebepleri şöyledir:
a. Tasavvufun fıkıh, hadis, kelam ilmi gibi acil çözüm bekleyen sorunlarının olmayışı
b. Tasavvufun büyük hamleler içinde olması ve sürekli yeni yorumların ortaya çıkması
c. Tasavvuf terminolojisinin, seyrü sülük’ün tabiatı gereği uzun zaman alması Tasavvuf
Tarihinin Konusu: İslam ruh hayatı, kurumları, ricali, tarikatları ve kurucularıyla
prensipleri ve kavramlarıdır
Tasavvuf Tarihinin Gayesi: tasavvufi hayatın, düşünce ve müesseselerin fikri yapılarını
inceleyerek sufilerin hayatları, tarikatları, düşünceleri hakkında bilgi vermek, İslam
medeniyet ve düşünce tarihinin bir yönünü tarafsız bir gözle ortaya koyup
tanıtmaktır.
Tasavvuf tarihi zühd, tasavvuf ve tarikatlar olmak üzere 3’e ayrılır
Zühd dönemi ilk iki yüzyıla verilen isimdir. Bu evredeki halkın zenginleşmesi, israfın
artması, lüks hayat tarzlarının benimsenmesi gibi durumlara karşı olarak zühd
hareketi ortaya çıktı.
Tasavvuf dönemi Sufi ve tasavvuf kelimelerinin kullanılmaya başlandığı 2. Asrın
sonların ilk sufi adlarının duyulduğu 6. Asra kadar süren döneme denir.
Tarikatlar dönemi 6. Asırdan günümüze kadarki dönemdir.
Tasavvuf Tanımları Arasındaki Farklılığın Sebepleri
Tasavvuf yaşandıkça anlaşılan tecrübi bir ilim olması sebebiyle kelimelerle ifadesi
zordur. Sufiler ise kendi durumlarına göre tarif etmişlerdir. Diğer bir sebebi ise
bölgesel değişkenliktir. Siyasi, kültürel ve ekonomik şartlar tasavvufun farklı
tanımlanmasının sebeplerindendir. Bireysel yolculuk, kişiye özel tecrübe.
Tasavvufun Konusu dinin ihsan boyutudur. Yani dinin fert ile Yaratıcı arasında kalan
manevi tarafıdır. Takva, zikir, sabır, şükür, nefis muhasebesi, muhabbetullah gibi
konular işlenir.
Tasavvufun Gayesi ise İhsan mertebesine ulaşmış, nefsini terbiye, tezkiye, tasfiye ve
tahliye ederek güzelleştirmiş, ilahi rızayı kendine amaç edinmiş, kendini hakka ve
halka hizmet için adamış bir insanı kamil yetiştirmektir.
Tasavvuf – Mistisizm İlişkisi
Mistisizm Dilsiz olmak, konuşmamak anlamına gelir. Terim olarak ise ruh terbiyesiyle
manevi hiyerarşide duygusal ve sezgisel süreçleri kullanarak yeni idrak düzeyine
varma esasına dayalı Tanrı'ya ulaşma yolu demektir. Dilimizde tasavvuf deyince islam
tasavvufu kastedilmekte, diğer din ve felsefi düşüncelerde ise bu manavdaki telakkiler
için mistisizm kavramı kullanılır.
Mistisizm’in özellikleri
a. Mistik sistemlerin kendilerine göre birtakım ahlaki değerleri vardır
b. Ahlaki yükseliş için yapılan riyazıyatların sonucu, hakikatte fani olmaktır
c. Hakikati akıl yoluyla değil, keşif ve manevi tecrübe ile kavranmaya çalışılmalıdır
d. Hakikati keşfedende mutlak bir huzur ve rahatlama hali vardır
e. Mistik tecrübeler genelde temsili olarak sembollerle anlatılır
Tasavvufun özellikleri
a. Kur’an ve hadise dayanan İslami ilimlerdendir.
b. Nazari olmanın yanında ameli bir ilimdir. Hedefe sadece öğrenmekle değil aynı
zamanda öğrendiğini hayatına tatbikle ulaşılabilir.
c. Bilgi kaynağı akıl, duyu, Keşf, ilham ve sezgidir.
d. Tasavvufi bilgi edinmenin yolu ise seyrü sülük’tür
Mistisizm ile Tasavvufun farkları
a. Mistisizm’de pasiflik ve metodsuzluk varken nerde başlayıp nerde biteceği belli
değildir, tasavvufta ise seyrü sülüküm başlangıcı, hedefi, kemalat yolunda ilerleyişin
yöntem ve sınırları bellidir.
b. Tasavvufta terbiye yöntemleri kişinin karakter yapılarına göre farklı iken mistisizm
de böyle bir fark yoktur.
c. Mistsizm’de ıstırap özel bir yer kaplarken tasavvufta ıstırabın özel bir yeri yoktur
d. Mistisizm’de şeyhe intisap yoktur, tasavvufta ise seyrü sülük bir şeyhin huzurunda
başlar
e. Mistisizmde şeyh olmadığı için evrad ve ezkar da yoktur tasavvufta ise şeyhin
müridin seviyesine göre verdiği bir evrad ve ezkar vardır.
f. Mistik hallerde kendinden geçme hali esasen tasavvuftaki kişiler için ise derunilik
esastır
Tasavvufun diğer İslami ilimlerle ilişkisi
Tasavvufun diğer İslami ilimlerle arasındaki en önemli fark hem nazari hem de pratik
yöne sahip olmasıdır.
-Tefsirin metodları dirayet ve rivayettir sufiler buna ek olarak işari metodunuzda
eklemişlerdir. İşari metod ilk anda akla gelmeyen fakat derin bir tefekkür ve
teemmülle kalbe doğan manalarla tefsir etme metodudur. (El Kuşeyri Letaifül işarat –
İsmail Hakkı Ruhul beyan)
-Hadis ilmi peygamberin söz, fiil, takrir ve huylarıyla ilgili özellikleri inceler ve Hz
peygamberin ruhi ve zühdi hayatıyla ilgili söyledikleri ise tasavvufun temelini
oluşturur. İlk Zahit'lerin ekserisi de muhaddislerdir. Ancak Muhaddisler hadisleri
belirli şartlarda incelemişlerdir mutasavvıflar ise manaya öncelik vererek titiz
çalışmalar yapmamışlardır. Hadisleride İşari yolla Şerh etmişler ve kırk hadis
mecmuaları oluşturmuşlardır (hakim et-Tirmizi Nevadirül usul – Sadreddin Konevi
Şerhu hadisi Erba’in)
-Fıkıh ile tasavvuf bir bütünün farklı yönlerini inceleyen iki ilim dalıdır. Fıkıh namaz,
zekat, oruç gibi ibadetlerle nikah, ticaret gibi muamelatları (zahir kısım) inceler
tasavvuf ise huzuru kalb, huzû, huşu gibi zahirin batınını inceler.
-Kelamın konusu olan Allah, insan, kainat tasavvufunda konusudur. Kelam bu konuları
Kitap ve sünneti esas alarak akıl yoluyla açıklamaya çalışırken tasavvuf kitap ve
sünnetin ışığında keşf, ilham ve manevi tecrübelerlede bu konuları açıklamaya çalışır.
Tasavvufun amacı kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesiyle bireyde bilinçli ve istekli bir
şekilde ahlakı yüceltmektir. Bu bakımdan -ahlak ile tasavvuf iç içedir.
DİĞERLERİNDEN AYIRAN YÖNLERİ
Tatbiki Bir İlim Oluşu
Tasavvufu hadis, fıkıh, kelam gibi diğer islami ilimlerden ayıran en önemli özellik
tatbiki bir ilim oluşudur. Tecrübe ve tatbikata dayalı oluşu tasavvuf ilmine kazandırdığı
özgürlük ise uygulamalar sonucu tasavvufta farklı bir bilgi kaynağını oluşmasıdır.
Tasavvufta aklın yanında kabul edilen bu özgün bilgi kaynağı kalptir. Bu bilgi kaynağı
potansiyel olarak her insanda vardır ancak yanlış uygulamalarla körelmiş veya
kullanılmadığı için atıl haldedir. Atıl halde bulunan veya körelmiş haldeki bu bilgi
kaynağı tasavvufi uygulamalarla ortaya çıkarılmayı beklemektedir. Tezkiye ve tasfiye
metodları ile arındırılan kalp yeni bir bilgi kaynağı olarak zuhur edecektir.
İnsandaki kalp potansiyelinin dayalı bilgi kaynağının yöntemi ise keşf ve müşahededir.
Keşf kalbin kalp gözünün yani basiretin açılması, müşahede ise basiretle görülebilecek
şeylere muttali olmaktır.
Tasavvuf ilminin tatbiki bir ilim olmasından kaynaklanan özellikleri şunlardır a. Aklın
yanımda bilgi kaynağı olarak kalbe önem vermesi
b. Akıl yürütme ve rasyonel bilgiye ek olarak keşf ve müşahade yöntemini geliştirmesi
c. Yukarıdaki özelliklere bağlı olarak ilham, keşf, feth, vehb, zevk, müşahede, ledünni
ilim gibi terimlerle karşılanan kendisine özgü bir epistemoloji kurması
d. Riyazat ve mücahede yöntemine ve buna bağlı olarak seyrü sülük metodlarına
sahip olması
e. Tasavvufi uygulamaların bir rehberin yardımıyla gerçekleşmesi gerekliliği
f. Sûfilerin manevi hallerini anlattıkları vakıat türü eserlerin ve tasavvuf ahlakının
anlatıldığı adabül müridin türü eserlerin oluşması
g. Tatbikat sonucu olarak kurumsallaşmayı, tekke ve tarikatlar mimarisinin doğuşu
h. İnsani tecrübelere verdiği önem nedeniyle insanı fıtri olarak etkileyen hususları
tespitteki özgünlüğü
i. İnsanın duygu ve davranışları üzerinde durduğundan insan doğasının değişmez
realitesine ilişkin evrensel tespitlerde bulunması
j. Farklı önceliklere ve hususlara vurgu yapan tarikatlar sayesinde farklı karakter
yapılarına sahip halklarda kolayca yaşanabilmesi
Sembolik Dile Sahip Olması
Sembol görünmez ve müphem olan gerçekliği, bir düşünceyi görünebilir kılan ya da
algılanması imkansız olanı çağrıştıran somut göstergeyi ifade eder. Bu bakımdan
anlamı göstermenin bir yolu, bir işaretten ibaret olan sembol esrarlı bir olgu hakkında
çok net olmayan bir duygu his ve izlenim verdiği için bir habercidir, dili bilincin maddi
ve kutsal düzeyini bir araya getirip birleştiren bir unsurdur.
Tasavvuf diğer disiplinlerden farklı bir epistemolojik yapıda yüksek idrak, sezgi ve şuur
neticesinde ortaya çıkan deruni bir ilim olduğu için kendine has bir terminojisi vardır.
Sufilerin sıklıkla vurguladıkları gibi tasavvufi şuur söz ile değil hal ile elde edilir. Mutlak
vücudun sırrı akli ve entelektüel terminolojiye sığmaz. Onun içindir ki sufiler bu hali
ifade etmede genellikle semboller vasıtasıyla ima ile yetinirler.
Sufiler sembolik dili kullanmalarının sebepleri
a. Hakikati, dinleyende etki bırakacak şekilde daha etkili ifade edebilmek için irşat ve
yönlendirme kastıyla
b. Anlaşılması zor olan hakikatleri, insanları fitneye sürüklemesi endişesi
c. Sadece ehil olanın anlayacağı semboller kullanarak sırrın hakkına riayet etme d. Az
söze yoğun mana yükleyerek manaların mülahaza yoluyla elde edilmesini sağlamak
e. Çok değerli hakikatleri ehil olmayanlardan kıskanmaları ve hikmetleri hasetlerden,
inkar ve karalamalardan korumak düşüncesi
f. Fukahanın ve siyasilerin sert tutumlarından çekinmeleri
Tasavvufta Metod
Bilgi Kaynağı Olarak Kalp
Tasavvufu diğer İslami ilimlerden ayıran en önemli özellik bilgi kaynağı olarak aklın
yanında kalbi de kullanmasıdır. Ölçülebilir, görülebilir alem için elimizdeki en değerli
araç akıldır ancak buna rağmen metafizik alana uygun ve yeterli bir araç değildir.
Metafiziği bilebilecek olan araç metafiziğe uygun olmalıdır, halbuki akıl görüntüler
âlemini inceleme potansiyelindedir. Kalbin ise faaliyet alanı daha geniştir. Kalp aklı da
içine alan insani hakikati ifade eder. Akletme kalbin bir işlevidir, düşünceyi oluşturan
aklın kaynağıda kalptir.
Mutasavvuflara göre kalbin metafizik alanda bilgi kaynağı haline gelmesi kalp tasfiyesi
ve tezkiyesi denilen usulle mümkündür.
İnsan kalbi tasavvufi gelenekte hem mülk hem de melekut âleminin sınırlarını içeren
bir mahiyettedir. Ancak kalbin üzeri kirlerle ve tozlarla kaplı bir ayna gibidir. Şayet bu
ayna kirlerinden temizlenirse mülk ve melekût aleminin bütün sırları ayna haline
gelen bu gönülde tecelli eder. Bu yüzden kalbin insanla ve evrenle ilgili en temel
hakikatleri içerdiği fikri tasavvufu diğer İslami ilimlerden farklılaştırmaktadır.
Kalbin Makamları – Letaif
Halvetiyye gibi nefsin mertebelerini seyrü sülük esas kabul eden tarikatlarda seyrü
sülük nefsin yedi mertebesi üzerine yapılır. Bunlar sırasıyla emmare, levvame,
mülhime, mutmainne, raziye, marziye, kamile makamlarıdır. Nakşıbendiye gibi ruhani
tarikatlar ise seyrü sülükü kalbin latifeleri üzerine yaparlar (Letaif insan vücudunda var
kabul edilen manevi ve nurani cevherler). İnsan vücudunda beşi halk (ateş, su, toprak,
hava, nefs) beşi de emr (kalp, ruh, sır, hafi, ahfa) alemine ait on latife vardır. Çoğu
mutasavvıf emr alemine ait beş latifenin aslında bir olduğunu ancak mertebesine göre
isimlendirildiğini söylemişlerdir. Bu beş latifenin zikrini tamamlayanlara sırayla letaifi
nefs, letaifi kül, nefyü isbat zikirleri ardındanda murakabe öğretilir.
Nefsin Mertebeleri
a. Nefsi Emare: Devamlı kötü işler emreden nefis demektir.
b. Nefsi Levvame: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. Tövbe ve
terbiye ile bir derece uyanan nefis, bu merhalede kendi işlediği kötülükleri önce zevk
alıp yapsada peşinden pişman olur, kendisini kınar yapmamak için karar verir.
c. Nefsi Mülhime: İlham, feyiz ve keşfe ulaşan ve hayırda kalbe yoldaş olan nefis
demektir.
d. Nefsi Mutmainne: Huzur bulmuş, sakin olmuş, rahatlamış, ıstırabı dinmiş, şek ve
şüphesi gitmiş nefis demektir. Bu mertebe yüce Allaha dostluk yani velayet
mertebesidir.
e. Nefsi Radiye: Allahtan razı olan, Ondan gayri her şeyi gözünden silip atan ve sadece
Rabbine nazar eden nefis demektir.
f. Nefsi Merdıyye: Yüce Allahın kendisinden razı olduğu nefistir. Bu nefis sahibi öyle
terbiye olmuştur ki, ne yapsa Allah rızasına uygun olur.
g. Nefsi Kamile: Kamil, olgun, tertemiz, safi nefis demektir. Bu makamdaki nefs
sahipler Allahu Tealanın en seçkin ve en has kullarıdır.
Rasyonel bilgi ile İlhami Bilginin Özellikleri
Tasavvufi gelenekte bilgiye ulaşma yolları üç şekildedir.
a. Akıl yoluyla elde edilen, hata ve şüphe ihtimali her zaman bulunan bilgi akli bilgi
b. Ruhani ve manevi tecrübeler, ilahi tecelliler ve müşahedeler vasıtasıyla elde edilen
keşfi bilgi
c. Allah’ın, Rasulleri vasıtasıyla bildirdiği şeriat bilgisi
Sufiyi nihayet hedefine götüren keşfi bilgidir. Keşfi bilgi erdemli bir yaşantı
neticesinde doğrudan, vasıtasız, sezgisel olarak Allah tarafından ihsan edilen gerçek
bilgidir. İnsan bu bilgiyi kendini metafiziğe bağlayan latifelerinin derinliklerinde,
ruhunda açık, zorunlu ve tecrübi olarak bulur. Bu bilgiyi teorik olmayıp pratiğe ahlaki;
dini ve tasavvufi bir takım ibadet ve uygulamalara dayali olarak elde edilir. Rasyonel
bilgi ise aklın açık önermeleri ile zaruri olarak ya da bir delilin delaletini bilmek şartıyla
hasıl olan bilgidir. Dış dünyanın bilgisini elde etmeye yarayan metodlar belli bir yere
kadar önemlidir. Hakka doğru yükseldikçe artık soyut ve mutlak varlık alanına girdiği
için bilgi metodu da değişir. Hakikate ulaşmada keşif ve müşahade metodu harfiyen
yerine getirilerek insanın kendini tanıması yolu geçerlidir. Allah’ı tanıma ancak O’na
yükselerek, O’nun vasıflarıyla vasıflanarak O’na benzeyerek gerçekleşir. Allah’a
yükselebilmek içinse gerçekte asıl tabiatımızı oluşturan fakat başka şeylere
yönelmekten dolayı bizzat kendi ilgisizliğimiz içerisinde farkına varamadığınız ilahi
unsurla aynileşerek mümkün olacaktır.
Sufi epistemolojisinde b ilgi melekeleri birbirinden bağımsız görülmez. Tek bir idrak
nuru vardır ve bu nur duyumsanabilir şeylere nispetle duyum, kavramlara nispetle
akıl, keşfi bilgiye nispetle de kalp adını alır. Sadece bilme şekillerinde belirgin bir
ayırım söz konusudur. Akıl sınırlayarak, zapt edip bağlayarak idrak etmeye çalışırken
kalp ise sınırlandırmadan sürekli değişerek Hakk’ın asla tekrar etmeyen tecellilerini
yakalamaya çalışır.
Sufilerin Vahiy Telakkisi
Vahiy bizzat Kuran- ı Kerim’de kullanıldığı şekliyle insan, hayvan ya da diğer varlıkları
da içine alacak şekilde, bu varlıkların kendi mertebelerine uygun olarak
bilgilendirilmelerini ifade eden ve sadece Nebiler has ilahi vahiy anlamında kullanılmış
ve anlaşılmıştır.
Sufiler vahyi tümüyle varlığa yönelen umumi, her şeye şâmil ilahiyi bir hitap olarak
görmüşlerdir. Bu hitabın idraki doğrudandır, hatta idrakın bizzat kendisi herhangi bir
ayrım ya da tabir olmaksızın idrâkin ta kendisidir. Sufiler nübüvvet vasfı olmayan
velilerin hususi bir yolla bilgilendirilmelerini ifade eden ilhamı umumi vahyin bir çeşidi
saymışlardır. Vahiy herhangi bir vasıta olmaksızın mananın direk kalbe doğmasıdır.
Kendisine vahyedilen kişi herhangi bir duyu ve idrak aracılığı olmaksızın nasıl ve ne
sebeple geldiğini anlamadan bu manayı akleder. Vahyi diğer ilahiyi varidattan iki bariz
vasıflara ayrılır. İlahiyi vahiy öyle süratlidir ki mananın muhataba ilke edilip aktarım
anı ile idrak anı arasında zamansal bir fark yoktur. Otorite ise kendisine vahyedilen
kişinin vahyin dışına çıkamayacak olmasıdır. Peygamber olmayan kişilere bahşedilen
ilahi vahiy için ilham kelimesi kullanılmıştır. İlhamda hata ve yanılma olabilir. Vahiy ile
ilham arasındaki en büyük farklar: Vahiyde aracı ruhul kuds’tür. İlahi vahide hata
yanılgı ve şeytan hilesi mümkün değilken ilhamda bunlar olabilir.
Sufilerin Kur’an Telakkisi
Sufiler ilahi bir hitap olması cihetinden kur’an-ı sadece malumat yığını bir metin olarak
algılamazlar. Şüphesiz zahiren sabit olan metni ihmal ve inkar etmezler, ancak kuranı
yüce Allah’ın herhangi bir sınırlamaya tabi olmayan mutlak kelam sıfatının bir
tezahürü gördükleri için onda onun ihtiva ettiği manalarda bir sınır görmezler. Kuran
sufiler için bahşedilen tüm ilham ve irfanın dayandığı bir hazine asli bir kaynaktır. Bu
yüzden sufiler bütün eserlerini doğrudan ya da dolaylı olarak Kuran’ın yorumu
şeklinde meydana getirmişlerdir Kuran Sufilerin nazarında tümüyle varlık ve insanla
paralel tarzda ele alınır ve genel bir gerçeklik olarak hakikatin birbirinden mutlak
anlamda bağımsız görülemeyecek üç ayrı veçhesi şeklinde mütala edilir.
Sufilerin Kur’anla İlişkisi
Sufiler kur’anı anlama ve yorumlamada kendilerine has yöntemler geliştirmişlerdir.
Bunlar bizzat kitabın işletilmesi ya da vahyin kalbe tekrar tekrar inişi şeklinde kalbi bir
tecrübedir ve buna te’vil metodu olarak iş’ari tefsir ismi verilmiştir. Tecrübi olduğu
için tecrübenin değişimine ve gelişimine binaen her bir okuma da manası sürekli yeni
anlamlar kazanır. Bu metod ile Sufiler kur’andan ilk etapta anlaşılmayan manaları elde
eder. Kuran’ın farklı ve sonsuz anlamları sufiye tam bir inanç ve edep haliyle kuranı
sürekli okumasıyla açılmaktadır. Bu sebeple tasavvufi gelenekte kuran tilaveti ve
murakabesi önemli bir ibadet şekli olarak ortaya çıkmıştır. Onlar Kuran’ı kendi
akıllarıyla değil bizzat Allah’ın kendilerine bahşettiği bir ihsanla anlamışlardır. Sufi
zahirden batına geçtikten sonra nihai olarak batıni te’ville de yetinmez, bizzat
Peygamberin şahsında olduğu gibi Kur’an-i sıfatla sıfatlanır, onunla süslenir, onunla
ahlaklanır ve onunla bütünleşir.
İş’ari Tevilin İmkanı
Sufiler; Kur’an Allah kelamıdır, kelam ise Allah’ın sıfatıdır. Allah için nihayet söz
konusu olmadığı gibi Kelamının manası içinde nihayet yoktur, dolayısıyle kur’an
lafızlarının işaret ettiği manalar Allah’ın kelam sıfatına işaret ettiğinden ilahi sıfattır ve
mahluk değildir bu yüzden mahlûkatın sonradan yaratılmış olan aklı ve idraki ilahiyi
kelamın manasının nihayetine ulaşamaz demişler ve sınırlı olan akıl ile kur’an’ın
sınırsız manaları tam olarak anlaşılamaz ve bu yüzdende daha geniş olan kalp ile te’vil
edilmelidir diyerek iş’ari yorumun imkanına işaret etmişlerdir.
İş’ari Te’vilin Geçerlilik Şartları
a. İş’ari mananın zahiri manaya ters düşmemesi
b. Bir başka yerde bu mananın doğruluğuna şahit bulunması
c. Şer’i ve akli bir muarızın bulunmaması
d. Batın mananın tek mana olduğu ileri sürülmemeli
Sufilerin Peygamber Telakkisi
Mutasavvıflar kendilerine Hz Peygamber’in uygulayarak hayata geçirdiği dini hayatı ve
onun sahip olduğu manevi yönü hedef olarak seçmişlerdir. Peygamberimizin hayatı ve
tatbik etmiş olduğu manevi yönü bir silsile halinde bir önceki nesildeki temsilcinin
daha sonraki nesle aktarılmasıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Sufilere göre vahye
muhatap olan her peygamberin nübüvvet yönüyle birlikte kendine has velayet yönü
de vardır. Genel anlamıyla nübüvvet sınırları belirlenmiş bir emin elçilik ve örneklik
görevidir. Velayet ise her peygamberin nübüvvetinin yanı sıra kendi iç dünyası
diyebileceğimiz deruni hayatıdır. Nübüvvet, peygamberlerin onu elde etmek amacıyla
özel gayretleri olmadan Allah’ın insanlar arasından seçerek onlara verdiği ilahi bir
görevdir. Velayet ise onların manevi amelleri tecrübeleri ve ilahi sevgilerinde
derinleşmeleri sonucu Allah tarafından onlara ihsan edilen bir lütuftur.
Sufilerin İnsan Ve Alem Telakkisi
İnsan-ı Kamil
İnsanı kamil yüce Allah’ın zat, sıfat, isim ve fiilleriyle en mükemmel biçimde
kendisinde tecelli ettiği varlıktır. Tasavvuf düşüncesine göre alemin var oluşunun ve
varlığını sürdürmesinin sebebidir bütün isimleriyle, sıfatlarıyla Cenabı Hakk’ı en güzel
şekilde temsil yeteneğini kazanmış tahkiki irfanı ve marifeti gerçekleştirmiş kişidir. Asıl
manada insanı kamil ise Hz Muhammed(s.a.v)’dir, bu makama erişen evliyaullah ise
onun vârisidir. İnsanı kamilin bir özelliği de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olması
dolayısıyla ahlaki kemale sahip olmasıdır
Hakikat-i Muhammediyye
Hakk’ın zuhur ettiği en yetkin yaratılmış tecelli yeri, en özel anlamıyla insanı kamil
demektir. Yüce Allah’ın bütün güzel isimlerini kendinde barındıran ilk taayyünle
birlikte olan zattır. Bütün varlıklar ilahi bir ismin özel tecelli yeridir ancak Hz
Muhammed(s.a.v) bütün isimlerin anlamlarını kendinde toplayan yegane kişidir.
Varlık formlarında Hakk’ın tenezzülünün ilk aşamasıdır. Tasavvuf tarifinde bu fikri ilk
olarak et-Tüsteri ortaya çıkarmış ancak dillendirmemiştir. Daha sonra Hallacı Mansur,
el-Hemedani gibi isimler ana hatlarını çizmiş ve ibnül arabi ve el-Cili tarafından en son
şeklini almıştır
Tasavvufun doğuşu
1)Asr-ı saadet
Zühd,bir şeye isteksiz olmak,değer vermemek,masivaya değer vermeme dünyadan
yüz çevirme,ahirete yönelik yaşama, bu amaçla ibadete sarılmadır. Temsilcisine zahit
denir. Bu anlayışın temeli halvet, tebettül,takva,tevekkül, zikir, riyazet, vera, hüzün,
sabır, aşk, muhabbet, ümit, cehennem korkusudur.
Bu dönem Emeviler öncesi ve sonrası olarak incelenir. Asr-ı saadette zühdü besleyen
unsurlar Kur’an ve sünnetken,Hz. Osman’dan sonraki hadiseler, Emevi yönetiminin
keyfi uygulamaları ve yansımaları, zühd hareketini Şekillendirmiştir. Kabe etrafında
olan ve ibadet eden insanlarla, peygamberin Hira mağarasında inzivaya çekilmesi bu
dönemdeki zühd hareketlerindendir.
a) Bir zahid olarak Hz. Peygamber
Peygamber’in yaşantısı Zahitler için bir model olmuştur. Hayatı boyunca üst üste iki
gün arpa ekmeği ile dahi karnını doyurmayan, bazen bir ay evinde yemek pişmeyen,
sade bir hayat yaşayan Hz. Peygamber hanımlarının dünyalık isteği üzerine kızıp bir ay
boyunca ayrı yaşamış, hasır üzerinde yatmıştı. Peygamber’in dünyayı tamamen terk
etmeyip, Kur’an’dan hareketle dünyaya kendini kaptırmamayı ve sadece hak ettiği
değeri vermeyi vurgulamıştır.
b) Ashab-ı Kiram’ın Zühd Hayatı
Hz. Ebu Bekir dünyayı tamamen terk ederek her şeyini Allah yolunda infak edenlerin;
Hz. Ömer dünyanın yarısını Allah yolunda diğer yarısını aile ve akrabaları için
ayıranların; Hz. Osman dünyalık biriktiren, ancak bu biriktirdiğini Allah yolunda
harcayanların(nerden geldiğini unutmamak için odun taşırdı); Hz. Ali dünyaya
meyletmeyen, dünya kendisine geldiği halde onu reddedenlerin önderidir.
c) Suffe Ashabı
Sayıları 70-300 arasında olan, vakitlerinin çoğunu Hazreti Peygamber’in mescidinde
ilimle, ibadetle geçiren ve burada barınan sahabeye ad olarak verilen Suffe Ashâbı’nın
başka meşguliyetleri yoktu.
Ebü’d Derda, ticaret ve ibadeti yürütemeyeceğini düşünüp bütün yaşamını
Peygamber’in yanında geçirmeye çalışmış, kadı olduktan sonra bile zühd hayatını terk
etmemiştir.
Ebu Zer el-Gıfari, Peygamber sonrasında, özellikle Hz. Osman döneminde yaşanan
bollaşma dolayısıyla müslümanların lüks içinde yaşamalarını eleştirmiş, zekat dışı vergi
alınarak sade yaşamı önermiştir.
Selman-ı Farisi, her zaman az ile yetinmiş elinin emeğiyle geçinmiştir.
Yine ölçülü yaşamama ilgili Osman b. Maz’un, Gece namaz Abdullah b.Amr var.
2)Zühd Dönemi
Asr-ı saadetten sonra zühd Hareketi yayılmıştır. Müslüman coğrafyasının gelişmesi,
yeni topluluk ve kültürler, siyasi idarenin baskıcı uygulamaları, lüks ve israf tüketimi
zühd hayatına yönlendiren başlıca sebepleridir. En temel nedeni aşırı ve kontrolsüz
dünyevileşmedir.
1. Zühd dönemi, Dini bir hareket veya mezhep olmaktan ziyade Kur’an ve sünnetin
önderlik ettiği bir eğilimdir.
2. Zühd dönemi, Emevi Yönetimine karşı tepkinin ön plana çıktığı, toplumsal buhranların
zühd hareketini şekillendirdiği dönemdir.
a) Zühd hareketinin ortaya çıkış nedenleri
Emevilerin ilk yıllarından itibaren, sürekli ibadetle meşgul olan, dünyayı sırt çeviren,
yeme-içme-giyim de perhizkar davranan bir cümle oluşmuş ve bunlara fukara ,cû’iyye,
şikeftiyye, âbid, zâhid, nâsik, kurrâ gibi isimler verilmiştir. Nedenleri:
• Zühd Kur’an Kaynaklı olduğu için en önemli etken Kur’an ve sünnettir. Kur’an’da ve
hadislerde dünya hayatına değil, asıl ahiret hayatına öncelik vermeleri, Allah’ı
görüyormuşcasına ibadet eden takva sahibi zahid ve abidlerin temel sâikleridir. Bu
kişiler peygamberi ve sahabeyi örnek almışlardır.
• Peygamberin vefatından sonra ona duyulan özlem ve ihtiyaç
• İnsanların yaratılıştan getirdiği psikolojik durumun tesiri, başka bir ifadeyle zahidin
tutumu. (toplumda aradığı huzuru bulamayınca mistik arayışlara girmişler.)
• Zamanla oluşan ahlaki çöküntü ve dini hayatın zayıflamasıyla insanlar ibadet ve taatla
meşgul olmaya başladı. Bu kişilere âbid, nâsik, kurrâ, zâhid isimleri veriliyordu.
• Belirginleşen ayrışmalar, huzur ve emniyet ortamının kaybolması, Emevi yönetimi
umutsuzluğa yöneltmiş ve dünya hayatından uzaklaşan zahidler çıkmış.
• Siyasi çekişme ile çıkan Haricilerin sebep olduğu terör havasına tepki olarak insanlar
inzivaya çekildi.
• Sınırların genişlemesi ile çıkan lüks ve dünya zevklerine düşkünlük, toplumda duyarlı
müslümanların eleştirilerine sebep olmuştur
• Emevi yönetiminin bir devlet politikası olarak yürüttüğü Arap milliyetçiliği, Arap
olmayan unsurlara karşı sert ve gayri İslami tutumları zühd hareketinin önemli
sebeplerindendir. Tasavvufî tartışmaların yanında, fıkhî ve kelamî tartışmalar da
ortaya çıkmıştır.
• Kelamcıların şüphe ile yaklaşmaları, fukahânın insanı tatmin etmeyen kalbine tesir
etmeyen kuru mütaalaları zühd hareketini besleyen diğer unsurdur.
• İslam öncesi dönemde bulunan manastırlarda ,Cahiliye Araplari buradaki rahiplerle
görüşüyor, Hristiyan Arapların zühd ve ruhbanlık deneyimlerinden haberdar
oluyorlardı. Bu münasebetler zühd telakkisinin özü itibarıyla Hristiyanlıktan intikal
ettiği anlamına gelmemekle beraber, ferdî tercihte tesiri olduğuna işaret eder. Zühd
Döneminin Genel Özellikleri.
• Asr-ı saadetle başlar 2. hicri asrın sonuna kadar devam eder.
• Bu dönemde ayet ve hadisler yorumlanmıştır. İlk zahidler,tarikatlar üstü şahsiyetler
olarak kabul edilmişlerdir.
• Ortaya konulan pratikler, riyazet ve mücahedeler ahlaken olgunlaşmaya yöneliktir.
• Riyazet ve mücahede uygulamaları son sınırına kadar götürülmüştür.
• Zühd hayatı tevbe, riyazat, mücahede, sabır, takva, tevekkül, hüzün, muhabbet gibi
terimlerle şekillenmiştir.
• Bu dönemin zihniyet yapısı dinin pratiklerine ve şeklî yapısına önem verme, şeriattan
ayrılmama ve tevilden kaçınma şeklindedir.
• Bu devrede gözü yaşlı, benzi soluk zahidler zamanlarını tevekkülle ibadet ederek
geçirmişlerdir.
• Bu dönemde nazariyeden çok amele, istikamete önem verilmiştir.
• Bu dönemde tasavvufun tahakkuk boyutuna ilişkin örnekler münferid olsa da
mevcuttur.
• İlk tekke bu dönemde inşa edilmiştir.
• Zühd Edebiyatı sade, basit, çoğunlukta mensur şekilde söylenmiş nasihat ve hikmet
türü sözlerden ibarettir.
• Bu dönemde Kitabü’z-Zühd’lerin dışında bir eser yoktur.
• Âbid,nâsik,bekkâun,zâhid ve kurrâ gibi kavramların kullanılması dönemin özelliğini
ifade etmesi bakımından önemlidir.
• 2. asırda fıkhın kuru bakış açısı, kelamın insanı tatmin etmemesi zühd hareketine
gönül veren diğer bir unsurdur.
• Bu dönem İslam’ın temel dinamikleri kadar siyasal ve sosyal problemlere karşı çıkışın
tezahürüdür.
• Öne çıkan fikirler, yapılan vurgular, bölgesel problemlere çözüm olarak ortaya atılan
değerlendirmelerdir.
• Bu dönemde zahidlerin yaşantıları münferid özellik taşır. Bazı zahidler öncülüğünde
Medine, Basra, Kûfe ve Horasan’da 4 büyük zühd ekolü ortaya çıkmıştır.
• Dünyayı tamamen dışlayan zühd hayatının uç örnekleri fazla barınamayıp, bireysel
tercih olarak kalmıştır. Bu davranışta iç huzursuzlukların, devletin tepesinde yaşanan
kavgaların etkisi vardır.
• Zühd Mektepleri
1)Medine Mektebi Medine’de , Kur’an Ve sünnet merkezli rues hayatı ilk olarak Hz.
Peygamber’in şahsında, sahabe Ashâb-ı Suffe nezdinde tezahür etmiştir.Bu ekolün
besleyen en önemli unsur onların Zahidane hayatlarıdır. Özellikle Emevi yönetime
karşı yapılan muhalif etti Medine’nin önemli yeri vardır. Bu ekolün tipik temsilcisi
konumunda olan Said b. el-Müseyyeb’in Şahsında bu ekolün sünnet merkezli sade bir
zühd hayatını öngördüğü ifade edilir.
2)Basra Mektebi Basra, sadece tasavvuf değil kelami ve felsefi tartışmalarda da aklı
öne çıkaran bir ilim, irfan merkezidir. Basra’daki zühd hareketi iki çizgi de gelişim
göstermiştir.
İlki tipik bir zühd anlayışı olan ve Hasan Basri tarafından temsil edilen “Korku ve
Hüzün Ekolü” : daima korku ve kaygı içinde olduğu ifade edilen Hasan basri ye göre
insan sürekli olarak bu hal içerisinde olmalıdır. İnsan yaptığı ibadetin kabul edilip
edilmediğini bilemediği için korku duyar; bununla birlikte bu bilgisizlik ibadetinin
kabul edilmediği anlamına gelmediği için de bir ümit içerisinde olmalıdır. Bu nedenle
insan havf ve reca arasında bir hayat sürmelidir. Ona göre zühd,az yemenin haram ve
şüphelilerden kaçınmanın yanında fani olan her şeyden feragat etmektir. Dünyaya sırt
çevirmek, mal ve makama göz dikmemek, Allah’a tevekkül ve teveccüh etmektir.
Hasan Basri’nin talebelerinden olan Malik b.Dinar da Korku ve hüzün temelinde bir
zühd anlayışı benimsemiştir.Ona göre her günahın temelinde dünya sevgisi ve
menfaat hırsı bulunmaktadır. Bu sevgi ve hırsın yerine Allah sevgisini yerleştirmek
gerekir. Habib Acemi, Muhammed b.Vasi, Abdulvahid b.Zeyd, Ferikat Sebhi gibi
isimlerle gelişti.
İkinci Zühd anlayışı ise Rabiatü’l-Adeviyye’nin Başını çektiği, Allah’a karşılıksız sevmek
ilkesiyle hareket eden “Sevgiye Dayalı Zühd Ekolü” dür.Bu zühd anlayışı, Allah’a zatı
itibarıyla Sevgi duymak ve herhangi bir beklenti içerisinde olmaksızın ona bağlanmaya
dayanmakla birlikte; vera’ , hüzün, tevekkül gibi o dönem zühdünün temel
hususiyetlerini içerir.Allah’a ibadetinin asıl sebebi cehennemden korkması ya da
cenneti umması değil yalnızca Allah’ı sevmesinden dolayıdır. Amr b.Mürre, Utbe
b.Eban ve Maruf kerhi gibi isimlerle gelişti.
3)Kûfe Mektebi
Bu bölge Şiiliğin merkezi olarak bilinir.Buse halkından bir grup Hazreti Hüseyin’in şehit
edilmesinde, ona vermiş oldukları sözü tutmamalarından kaynaklı bir sorumluluk
duyarak, bundan pişman olmuşlar, üzüntü ve gözyaşı ile zühd hayatına
yönelmişlerdir.Tevvâbûn hareketi altında tecessüm eden bu zümreye, çok ağladıkları
için bekkâûn adı verilmiştir.Bu meshepte şia temayülü ve ehl-i beyt sevgisi, şiirde
platonik aşk anlatımı, remzi ve sembolik üslup bu bölgenin manevi hayatının bariz
vasıfları olarak göze çarpar. Bu mektebin önde gelen zahidleri arasında Said b. Cübeyr,
Cafer es-Sadık, Ebu Haşim el-Kûfî (ilk sûfî lakabıyla anılan kişidir),Cabir b. Hayyan,
Süfyan Sevrî (zühdüyle meşhurdur, vera ve takvada en üst mertebede denir), Davud
Tâî (Ebu Hanife’nin talebesi) ve İbn Semmâk sayılabilir.
4)Horasan Mektebi
Anadolunun İslamlaşmasında önemli bir yeri vardır.Bu bölge tefsir, hadis, fıkıh, kelam,
tasavvuf alanında mümtaz şahsiyetler çıkarmıştır.Melamet anlayışını benimseyen
sufîlere karşılık olarak “Horasan Erenleri “ tabiri kullanılmıştır.Zaman zaman Bağdat ve
Basra civarındaki sufîler de görüşerek onlardan etkilenmiş olmalarının yanında
tevekkül konusunda onlardan ayrılmaktadır.Şakîk Belhî, İbrahim b. Edhem,Fudayl b.
İyaz,Abdullah b. Mübarek ve Ahmed b. Harb bu mektebin önemli
şahsiyetlerindendir.Bölgenin İslamlaşma sürecinde civardaki âlimlerin genelde ibret
verici, zühd ve takva içerikli hadisleri konu edinmeleri dikkat çeker.Horasan’da ilk eser
yazan kişi olarak bilinen Abdullah b. Mübarek’in Kitabü’z-Zühd ve’r-Rekâik eseri
bunun en güzel örneklerindendir.O sade bir zühd anlayışı benimsemiştir, her şeyin
temeli edeb olmalıdır.Edebi basit görenin sünnetinde, sünneti basit görenin farzında,
farzı basit görenin marifetinde aksaklıklar vardır.
Horasan mektebinin en temel hususiyeti tevekkül ve teslimiyet olup , en önemli zahidi
İbrahim b. Edhem’dir. Ona göre zühd üçe ayrılır:
-Farz olan zühd ve haramlardan sakınmaktır.
-Fazilet olan zühd ,helal nimetlere karşı gösterilen zühddür.
-Selamet olan zühd ise şüphelilerden sakınmaktır.
Fudayl b. İyaz’a göre, Allah korkusu sayesinde kul kalbinden dünya sevgisini ve
rağbetini atabilir.Bekkâûn zümresindedir. Zâhir ulemasını “Alimü’d- Dünya” olarak
tanımlar.Mümini “Az konuşan,çok çalışan,sözünde hikmet,sükutunda
tefekkür,bakışında ibret,işinde iyilik bulunan kişi” olarak tarif eder.
Şakik Belhî, tevekkülün mahiyetini, sebeplerini, teşrii hikmetlerini,kazanılması yollarını
teykik ederek müridin sülûkü üzerinde yapacağı tesir üzerinde duran ilk zâhiddir.
Onun tevekkül anlayışında dünya hayatında kazanmaya olumsuz bir bakış
vardır,Allah’ın kendisini bir şekilde rızıklandıracağını, bu nedenle rızık peşinde
koşmanın anlamsız olduğunu düşünür.
Tasavvufun Gelişimi
1)Zühdden tasavvufa geçiş
İlk 2 asır zühd evresi
2-7. asır tasavvuf evresi
7.- günümüze kadar ki dönem tarikatlar dönemi
Takva iyi bir müslümanda bulunmadı gereken ahlaki niteliklerin tamamıdır.
Peygamberin sohbetinden daha faziletli bir şey olmadığı için bu sohbetlerde
bulunanlara sahabe, sahabenin yaşadığı çağdan sonra yaşayan ve sahabelerle sohbet
edenlere tâbiûn, sonra gelenlere ise etbâu’t-tâbiîn adı verilmişti.Bunlardan sonra halk
ihtilafa düştü, bunun sonucunda dinin hükümlerine dikkat ve hassasiyetle riayet eden
insanlara zühhâd ve ubbâd (zâhidler ve âbidler) adı verildi. Daha sonra bid’at
mezhepleri ortaya çıktı ve her mezhep halkı kendisine davet etmeye başladı, zahidler
zümresinin kendi içinde bulunduğunu iddia etti. Bunun neticesi olarak kendilerine ârız
olan gaflet ve musibetlerden sakınmaya çalışan Ehlisünnetin ileri gelenleri mutasavvıf
(mesleklerine ise tasavvuf) adını alarak diğerlerinden ayrılmışlardır.
2)Tasavvufun müstakil bir ilim haline gelişi
Tasavvuf hicri 2. asrın ortalarından itibaren müstakil bir ilim olarak şekillenmeye
başladı. Önceki yıllarda müslümanın ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi için fıkıh tabiri
kullanılmaktaydı. Sonraki yıllarda akaid ve tevhide dair bilgiler “Fıkhu’l-Ekber” , ibadet
ve muamelata dair bilgiler “Fıkıh” veya “Fıkh-ı Zahir” , nefis terbiyesi ve tezkiyesine ait
bilgiler ise “Fıkh-ı Bâtın” adı altında ele alınmıştır.Mutasavvıflar genellikle diğer İslâmî
ilimlerle uğraşanlara saygı duymuşlar, fikirlerinden istifade etmişler, ancak onların ilim
ve din anlayışlarıyla yetinmemişlerdir. Sufi adının ne zamandan beri kullanıldığı
hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Sufi adıyla ilk anılan kişi Ebû Hâşim el-Kûfi
‘dir.
Tasavvuf Döneminin Özellikleri
• Tasavvuf bağımsız bir ilim haline geldi, sufiler toplum içerisinde belirli bir zümre olana
tanındı.
• Tasavvuf terimlerini ve meselelerini açıklayan en önemli kitaplar bu dönemde yazıldı.
• Derûnî ve rûhî yönelme arttı.Nefs tezkiyesi, kalb tasfiyesi, muhabbet, marifet, ilahi
aşk, fenâ, bekâ, havf-reca, kabz-bast,mahv-ispat, varid-keşf gibi terimler kullanılmaya
başlandı.
• Zühd döneminde ahlak eğitimi daha baskınken bu dönemde keşf ve marifet boyutu
belirgin hale geldi.
• Ayet ve hadislere işari yorumlar yapılmaya başlandı.
• Tasavvuf, bazı sufilerin içsel tecrübelerini ifade eden sözleri yüzünden çok sert
eleştirildi.Gazali’nin İhyâu Ulumi’d-Din eseri ile bu eleştiriler son buldu.
• Bazı sufilerin ortaya koyduğu tasavvufi anlayış kendilerinden sonrakilerce
sürdürülerek adlarıyla anılan tarikatlar oluşmasına neden oldu.
• Tasavvuf hayatının sistemleşmesine, hikemî ve felsefî bir boyut kazandıran önemli
simalar bu dönemde yaşadı.
• Tasavvufi hayat Basra, Kûfe, Horasan’dan yayılarak,Bağdat,Şam,Nişabur, Mısır’a kadar
uzandı.
• Tasavvuf Mektepleri
1)Nişabur Mektebi (Melamet ve Fütüvvet)
Horasan’daki tasavvuf anlayışı zamanla Nişabur da daha hakim ve yaygın hale geldi.Bu
mektebin temel anlayışı olan melâmetîlik anlayışı,dünyevîleşmeye tepki olan zühd gibi
şekle ve zâhire önem vermeye başlayan tasavvuf anlayışına bir tepkidir.Kurucusu
Hamdûn Kassâr ‘dır (ö. 271/884). Melâmi tasavvuf anlayışında melâmet ve fütüvvet
esastır. Melâmet nefsi ayıplamak, aşırılıklarına karşı durmak, amellerinde noksanlık
görmek anlamına gelir. Fütüvvet ise önceleri cömertlik, yiğitlik anlamına gelirken
sufiler bunu insanın kemale ermesi yolunda isâr,şikayet etmeyi terk ve nefisle
mücadele anlamında kullanmaya başlamışlardır. Levvame nefs düşüncesi bu anlayışta
önemli bir yer tutar. Nişabur bölgesinde yaşayan önemli sufiler
Hamdun el-Kassar:En öne çıkan sufisidir.
Bayezid-i Bestami:Sekr halinde söylediği ”Ben kendimi tesbih ederim, benim şanım ne
yücedir” ve “Cübbemin içinde Allah’tan başkası yoktur” sözleriyle hep tartışma
konusu olmuştur.
Yahya b. Muâz:Vecd, fena ve sekr ehli olup “aşk sarhoşu” tabirini kullanmıştır. Ona
göre kişinin muhabbetinin hakikati vuslatla artmadığı gibi ayrılıkla da azalmaz.
Ebû Hafs Haddâd:Tasavvufu bütünüyle edeb olarak görmüş, fütüvveti başkalarına
insafla muamele etmek ve başkalarından insaf beklememek şeklinde tanımlamıştır.
Cüneyd-i Bağdadi:Ona göre fütüvvet kendini görmemek ve mensubiyeti terk etmektir.
2)Mısır Mektebi (Marifet ve Muhabbet)
Muhabbet ve marifet kavramları çerçevesinde oluşmuştur.Öncüsü Zunnûn-i Mısrî,
Maruf-i Kerhi’yi takip etmiştir. O tarihlerde Yeni Eflatuncu fikirlerin yaygın olduğu
Mısır’da yaşayan Zunnun’a göre marifet tasavvuf yolunun gayesidir.
3)Şam Mektebi (Açlık ve Gece İbadeti)
Açlık ve gece ibadetine önem verilen bu mektepteki sufiler “cûiyye ve ehlü’l leyl”
olarak bilinirlerdi.Bu mektebin önde gelenleri Süleyman ed-Dârânî,Ahmed b. Ebi’l-
Havari, Ahmed b. Asım Antâki,Ebû Abdullah b. Cellâ ve Feth-i Mevsılî’ dir.
Süleyman Dârânî: Gece ehli tabirini ilk kullanan kişidir.Gece ehlinin gece
ibadetlerinden aldığı lezzet, eğlence ehlinin aldığı lezzetten çok fazladır.Gece ehlini
üçe ayırır. İlki düşünerek okuyan ve ağlayanlar, ikincisi düşündüğünde sayha (nâra
atmak) eden ve rahatlayanlar,üçüncüsü ise okuyan ve düşünen sonucunda ise
düştüğü hayret nedeniyle sayha etmeye mecali kalmayanlardır.
4)Bağdat Mektebi (Aşk ve Tevhid)
Tasavvufun felsefi bir boyut kazanmaya başladığı yerdir. Basra sufilerinin tesiri
görülen bu mektepte ilahi aşk ve tevhid en önemli kavramlardır. İlk sufi adını alan Ebu
Haşim Sufi, tasavvufun tarifini yapan ilk kişi olan,muhabbet ve marifet kavramları
üzerine yoğunlaşmış olan Maruf-i Kerhi , kalb,nefs,takva kavramlarının tasavvufi
anlamları konusunda ilk yorum yapanlardan Mansur b. Ammar, zühd ve verası ile
meşhur olan ve “yalın ayak” lakabıyla tanınan Bişrî Hafî bu mektebin önemli
sufileridir.Bu mektebin kurucusu sayılacak kişi Hâris el-Muhâsibi ‘dir.Nefs
muhasebesini tasavvufi düşüncesinin merkezine almıştır, 30 civarındaki eserlerinden
birisi “er-Riaye”dir. Başta Kuşeyri, Ebu Talip el-Mekki ve Gazali olmak üzere
kendinden sonraki sufilere tesiri çok büyüktür.
Cüneyd-i Bağdâdi diğer bir önemli sufidir.Sekri tercih eden sufilere karşılık,sahvı tercih
etmiş ve sekr halindeyken kalbe gelen halleri farketmenin mümkün olmadığını dile
getirmiştir. Tasavvufun en çok tercih edilen “Hakk’ın seni senden öldürmesi ve
kendisiyle diriltmesidir” şeklindeki tanımı Bağdadi’ye aittir.
“Ene’l Hak” sözüyle idam edilmiş, tasavvuf tarihinde en çok tartışılan kişilerin başında
gelen,Tavasin isimli eserin yazarı Hallac-ı Mansur’a sufiler temkinli yaklaşmakla
beraber fikirlerini genel olarak kabul etmişlerdir.
Bağdat mektebinin tasavvuf tarihindeki ayırt edici özellikleri:
-Tasavvufi ve kelâmi anlamda tevhid ve bu kavram çerçevesinde fenâ,bakâ,marifet ve
ilahi aşk
-Nefsin afetleri, kurb, üns, isâr, gaybet, huzur, üns,vecd gibi hal ve makamlar
Tasavvuf klasikleri
-er-Ri’âye li hukûkillah: Bu eser Haris b. Esed el-Muhasibi’ye aittir. Gazali’nin ihyasına
modeldir. Bir ahlak ve tasavvuf felsefesi ortaya koymuştur.İslamda tasavvufi yaşantıyı
ilk sistemleştiren eserdir.
-Hatmü’l -evliyâ: Hakim Tirmizi’nin bu eseri, tasavvuf felsefesinin ilk
kaynaklarındandır. Helenistik felsefe ve gnostik düşüncenin tesirilerinin görüldüğü
müellif, bu medenle “Hakim” adıyla anılır.Bu eserinde velayet konusunda orjinal
görüşler dile getirmiştir.
-Kitabu’l-Luma’: Ebu Nasr es-Serrac bu eseri,tasavvuf kavaramlarını ayrıntısıyla ele
alan ilk eserdir.Serrac bu eserinin bir bölümünde “sufi geçinenlerin yanlışları” adlı bir
bahis açar.Tasavvuf ilminin kaynakları ve ortaya çıkışı hakkında bilgi veren ilk eser.
-Kûtü’l-Kulûb: Ebu Talib el-Mekkî’ye ait bu eser,zikir, Kur’an okumanın adabı,
muhasebe-i nefs, sabır, rıza, havf, zühd, tevekkül gibi tasavvufi haller ve makamlar ile
ibadetlerden oluşan konuları içerir.
-et-Taarruf li mezhebi ehli’t-tasavvuf: Ebu Bekir el-Kelabazi’ye ait bu eserde itikadi
konular, tasavvufi bakış açısıyla ele alınır ve sufilerin itikadi görüşlerine yer verilir.
-er-Risale: Kuşeyri’nin bu eserinde tasavvufun ehlisünnet düşüncesine uygunluğu
ortaya konularak sufi terminolojinin temel kavramlarına açıklık getirilir. En şöhret
bulan risaledir.
-Keşfü’l-Mahcûb: Hücvîrî’ye ait bu eserde, ilim, fakr, tasavvuf, kıyafet ve melamet
hakkında yapılan açıklamalardan sonra sahabe,tabiîn ve sufilerden toplam 114
biyografiye yer verilmiştir.12 tasavvuf yolundan bahseder.
-Menazilü’s-sâirîn: Müellifi Abdullah b. Muhammed el-Ensari el-Herevi’dir. Tasavvufi
makamları ele alır. 100 makam bulunur.
-İhyâu Ulumi’d-Din:Gazali’nin 4 ciltten oluşan bu eserinin birinci kısmı ibâdât (ilim,
akaid, ibadetler), ikinci kısmı muâmelât (ahlak ve adâb), üçüncü kısmı mühlikât (kalbî
hayatı öldüren hastalıklar), dördüncü kısmı da münciyât (tasavvufi hal ve makamlar)
ile ilgilidir.En çok okunan ve tanınan eser.Eserin amacı İslami inançları diriltmek için
tasavvufi düşünceyi sağlıklı bir zemine çekmektir.
-Safvetü’t-tasavvuf: Müellifi el-Makdisî’dir. Âdâb ve erkâna dair konuların ayet ve
hadislerle delillendirilmesi dikkat çeker.Dikkat çeken yön Melamiliğe yöneltilen
tenkitlerdir.
-Meşrebü’l-ervâh:Ruzbihân-ı Baklî’nin bu eserinin 1001 makam ihtiva ettiği söylenir.
-Avârifü’l-maârif: Ebu Hafs Ömer Sühreverdî bu eserde aldığı konuları Kur’an ve
sünnetten örneklerle desteklemiştir.63 bölüm vardır.Tekke adabından bahseder.
-el-Futûhâtü’l-Mekkiyye ve Fusûsü’l-Hikem: Müellifi Şeyhü’l Ekber olarak da bilinen
Muhyiddin b. Arabî’dir. Fütuhat’ın giriş kısmında Kudüs ve Medine’yi ziyaret ettikten
sonra Kabe’de bulunduğu sürede kendisine gelen ilham ve feyzleri bir araya
topladığını belirtmektedir. Fütuhatta yer alan konular arasında mantıki bir bağ
kurmak çok defa zordur. Sufilerin varlık ve bilgi nazariyesi ve kozmoloji ve metafizik
anlayışlarının yanı sıra nübüvvet, risalet, velâyet gibi hem zahiri hem de batıni yönü
olan bir çok konu hakkında özgün bilgiler verilen bu eser,toplam 560 babdan oluşur
ve çok çetrefilli bir dil kullanılmıştır. Fusûsu’l-Hikem ‘in girişinde ise Fusus’un
rüyasında kendisine Peygamber tarafından verildiğini ve aynen tarif edildiği şekilde
yazdığını belirtir.Eser, dilinin ağırlığından ve gördüğü ilgiden dolayı İslâmî literatürde
Hakkında çok şerh yazılan metinler arasında gelir.Hey Siri 27 bölüme ayırmış her
bölüme bir peygamberin adını vermiştir. Diğer eserlerinde dağınık halde dile getirilen
vahdet-i vücud öğretisi daha derli toplu bir tarzda bu eserde ortaya konulmuştur.
-Mesnevî: Mevlana Celaleddin-i Rûmî’ye ait olan bu eserin asıl adı “Mesnevî-i
Manevî” dir. Tasavvufun bütün konularını didaktik bir üslupla ele alan eser zengin bir
şey var yeteneğine de zemin hazırlamıştır, çok sayıda tercüme ve şerhi mevcuttur, en
çok şerh edilen ve en çok satılan kitaptır. 6 cilt 25618 beyit 560 babtan oluşur.
-el-Hikemü’l-Atâiyye: El-İskenderî’nin bu eserinin asıl konusu tevhiddir. İman, ibadet
ve tasavvufi üzerinde durulmuş ve kamil insan olmanın yolları gösterilmiştir. Eserde
son derece güçlü bir üslubun kullanılması nedeniyle, daha sonraki dönemlerde sufiler
arasında “namazda Kur’an’dan başka bir kitap okumak caiz olsaydı bu el-Hikem
olurdu “ sözü yaygınlık kazanmıştır. 264 hikmet,tefekkür ve ahlak kitabı.
-el-İnsanü’l-Kâmil: Abdülkerim el-Cîlî’ye aittir.İnsan-ı kamil düşüncesi çerçevesinde
ele alınmıştır.Bir mukaddime 63 babtan oluşur.
Sûfî Tabakâtı
-Tabakâtü’s-sûfiyye: Ebu Abdurrahman es-Sülemî bu eserinde sufileri 5 tabakaya
ayırmış ve toplam 103 sufinin biyografisine yer vermiştir.İlk 4 tabaka 20 son tab. 23
-Hilyetü’l-evliya ve tabakatü’l-asfiyâ: Ebu Nuaym Isfahâni’nin kaleme aldığı bu eser,
700 kadar zahid ve sufinin hayatını, fikir ve görüşlerini aktarmaktadır. Bu yöntemiyle
tasavufi hayatın sahabe döneminde de var olduğunu ifade etmek istemiştir. Şimdiye
kadar yazılan en geniş sufi tabakatı olma özelliğini taşır.Eserde dikkat çekici bir diğer
özellik, verilen bilgilerin senetleriyle aktarılmış olmasıdır.En geniş sufi tabakatı.
-Tezkiretü’l-Evliyâ: Feridüddin Attar’a aittir. 97 sufinin biyografisine yer verilmiştir.
-Tabakâtü’l-Evliyâ: İbnü’l-Mulakkın’a ait bu eserde 229 sufinin hayat hikayesine yer
verilmiş, bir sufinin talebeleride tanıtılarak sayı 577’ye çıkarılmıştır.
-Nefahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds: Nureddin Abdurrahman b. Ahmed Camî’ye
aittir. 616 sufinin hayatına yer verilmiştir,Cami’nin vefatından 29 yıl sonra Lâmiî
Çelebi, Osmanlı Türkçesine 15 sufinin hal tercümesini ilave ederek tercüme etmiştir.
-et-Tabakatü’l-Kübra: Abdülvehhab Şaranî’ye aittir.Mısır ve çev. Sufiler tanıtıldı.
-el-Kevâkibü’d-Dürriyye:Eserin müellifi Abdurrauf Münâvî’dir. Mutezileyi reddiye var.
-Tibyâbu vesâili’l-hakâık fi beyâni selâsili’t-tarâık:Harîrîzâde Muhammed
Kemaleddin Efendi kaleme almıştır.167 tarikatı bilgi verir.
-Sefine-i Evliyâ:Hüseyin Vassaf’ın 5 ciltlik eseridir.
DİĞER (TEFSİR-TASAVVUF, HADİS-TASAVVUF ESERLERİ FİLAN)
Ebu Abdurrahman es-Sulemi: Hakaikut Tefsir
Abdulkerim el-Kuşeyri: Letaifu işarat
İbn Berrecan: Tefsirul Kuranul Azim ______________Tefsir-Tasavvuf
Abrezzak el-Kesani : Tevilatül Kuran
İsmail Hakkı Bursevi: Ruhul Beyan