Professional Documents
Culture Documents
düşünüyorlar. Bu şekilde makbul bir insan oluyorsun kendi çevrende veya okulda vs.
Ama aradan bir zaman geçiyor ve asıl vermen gereken veya asıl verebileceğin ürünleri
vermediğin ya da ulaşmak istediğin hedeflere ulaşmadığını fark etmeye başlıyorsun. Bu
küçük işler yapıldıkça insana haz veren şeyler ama asıl önemli işlere zamanda yer açabilmek
için ayrı bir gayret göstermediğinde … bunlar bir tür eroin bağımlılığı gibi bir şey, zamanla
seni ve öz-değerini öldürmeye başlıyor. Bu tip bağımlılık ve sorunlardan kurtulmak için bazı
kavramları çok iyi öğrenmemiz ve farkına varmamız gerekiyor.
1. Aciliyet
2. Önem
Acil: Yumurta kapıya gelmiş, erteleyemiyorsun. Yani ertelenebilir bir şey değil.
Önem: Biraz daha değer ile ilgili bir kavram. Yaptığımız iş eğer bize, içinde
bulunduğumuz kuruma, sözgelimi şirkete veya üniversiteye, değer katıyorsa, o zaman önemli.
O kadar da çok değer üretmiyorsa, o kadar da çok değer katmıyorsa o kadar da önemli değil.
Bu iki boyutu dikkate aldığımızda 4 tane kutu ile karşılaşıyoruz (Bkz. yukarıdaki
görsel). İngilizce literatürde bunlar box diye geçiyor. Bu kutuların isimlendirilmesi de
evrensel. Sözgelimi, “senin 2 numaralı kutu işi” dendiğinde acil olmayan ve önemli işlerden
bahsedildiğini anlıyorsun, yani bu keyfî bir sıralama değil.
2. Kutu (Acil Olmayan ve Önemli): Bunlar acil değiller ve önemliler. Nasıl şeyler
bunlar? Bir kere özetkin/proaktif davranmazsak genelde yapmıyoruz. Önemliler ama
üzerimizde bir baskı olmadığı için birisi bizim boğazımızı sıkmıyor “bunları yap,” diye . Ve
genellikle GELECEĞE YATIRIM ve GELİŞİM ile ilgili. Örneğin, bir şirketin yeni ürün
geliştirmesi, elemanlarını eğitmesi vs. bu anlamda GELECEĞE YATIRIM ve GELİŞİM
ile ilgili şeyler. Bir akademisyenin mesela bir kaynak dili öğrenmesi ve geliştirmesi
GELECEĞE YATIRIM ve GELİŞİM ile ilgili. Belirli alanlarda bir grup makaleyi, kitabı
vs. okuması mesela – o anda aldığı bir ders ile ilgili olmasa da, kimse boğazını sıkmasa da.
Ya da mesela sağlığımız açısından: Belirli zamanlarda böyle bir şey olmasa da kontrole
gitmek, check-up yaptırmak veya belki sağlıkla ilgili sorunlar yaşamamak için yeme
rejimimizi düzenlemek ya da spor yapmak gibi şeyler de bu kutu işlerine girebiliyor.
3. Kutu (Acil ve Önemli Olmayan): İnsanın aklına hemen şey geliyor: “Yahu niye
acil bir şey oluyor ki bu önemli olmayan iş?” Çünkü bir başkası devreye giriyor da ondan,
yani bir başkası bize bunu dayatıyor, bizden istiyor, “sen bunu yap” vs. diyor. Aslında o anda
senin için de, belki kurum için de o kadar önemli değil, bize çok değer de katmıyor … Ama
burada çok önemli bir nokta var yalnız: ertelenebilir veya sınırlandırılabilir. Ama bu biraz
sizin maharetinize bağlı. Hem iletişim becerilerinize, hem de zamanı nasıl yönettiğinize bağlı.
Genellikle şöyledir: Başka işlerimiz vardır ama bir arkadaşımız “gel, sinemaya gidelim” vs.
der ya, biraz onun gibi bir şey. Yani, onu yaparsanız size değer katmıyor ama birisinin
üzerinizdeki baskısını hissediyorsunuz. Birilerinin size yüklediği angarya işler vardır, yani o
anda onu yapmak bir değer katmaz da gene birisi size dayattığı, direttiği için içine girmek
durumunda kalırsınız. Bu tip işler bu kutuya girer.
4. Kutu (Acil Olmayan ve Önemli Olmayan): Hem acil değil, hem önemli değil.
Oyalanmak için yaptığımız işler, yani ertelenebilir işler. Sözgelimi, uzunca dizi, televizyon
vs. seyretmek. Elbette bu 4. Kutu işi olmak zorunda değil, 2. Kutu işi olarak da bunu
yapabilirsiniz, arkadaşınız veya eşiniz vs. direttiği için 3. Kutu işi olarak da yapabilirsiniz ama
bazen de kumandayı ya da bilgisayarı alıp böyle karşısında sızarak bir diziyi seyretmek uzun
uzun bu 4. Kutunun içine girebilir. Veya e-postalarınızı düzenlemek gibi. Yapmasanız da olur
da, yapınca sizi rahatlatıyor, iyi geliyor vs. gibi işler.
Hangi işin hangi kutuya girdiği biraz bağlama da bağlı. Pantolon alma örneğini buna
örnek olarak verebiliriz. Ben mesela eğer işe gideceksem, sınıfa çıkıp ders anlatacaksam ve
pantolonum yırtılmışsa veya yoksa, pantolon almak ACİL ve ÖNEMLİ (1. Kutu İşi) bir
iştir. Ama diyorsan ki: “bu pantolonlar da bana pek yakışmıyor, imaj değişikliğine gideceğim,
kendimi daha iyi hissetmek istiyorum,” o zaman bu ÖNEMLİ ve ACİL OLMAYAN (2.
Kutu İşi) olabilir. Genelde benim başıma gelen 3. Kutu işi oluyor. Eşim diyor ki: “Ayhan,
senin pantolonun yok doğru düzgün, gel pantolon alalım.” Ya da diyelim ki hiç böyle bir şey
yok, ben diyorum ki “gideyim biraz vitrin bakayım, belki pantolon alırım” dediğimde, 4.
Kutuya denk geliyor o iş.
DOĞRU İŞLER: Doğru işler bizim özetkin bir tutumla yapabileceğimiz, bizi ve
kurumumuzu geliştiren, bize zaman olarak geri dönen işlerdir. Bu bakımdan doğru işler ikinci
kutuda yer alan işlerdir.
Demek ki bu 2. Kutu diğerlerinden çok daha ÖNEMLİ bir kutu. Dolayısıyla biz, ne
yapmaya çalışıyoruz? Öncelikle ve evvela, DOĞRU İŞLERİMİZİ BELİRLEMEYE ve
FARK ETMEYE çalışıyoruz.
Bunu size biraz daha hissettirmeye çalışacağım. Arkadaşlar, bakın. Geldiniz buraya
birtakım dersler alıyorsunuz ve bunlar ACİL ve ÖNEMLİ işler, mesela derse devam da
önemli dedik. Siz de hakikaten bununla uğraşacaksınız, doğru. Ama belki de bu derslerle ilgili
yapmanız gereken şeylerin ötesine geçerek yapmanız gereken bazı DOĞRU İŞLER de var -
siz harekete geçmezseniz yapılamayacak olan mesela. Örneğin, bulunduğunuz alanda bir
kaynak dil çok önemli olabilir, mesela bizim felsefede Antik Yunanca, Latince, Arapça,
Almanca, Fransızca gibi diller çok önemli artık nereye yol açacaksanız. O dili geliştirmek
üzere uğraşmak büyük ihtimalle sizin DOĞRU İŞİNİZ olabilir mesela. Ya da belirli bir
alanda yeterli bilgi sahibi değilsinizdir, ders almışsınızdır ve haberdar olmuşsunuzdur ama
derinleşmek istiyorsunuzdur diyelim, onunla ilgili bir uğraşa girmek DOĞRU İŞİNİZ
olabilir mesela.
Zaman Yönetiminin Temel Hedefi: Diğer tüm işlerimizi yaparken ikinci kutuda
yer alan işlerimize zaman ayırabilmek!
Bir de hani insanlara hoş, güzel görünmek de istiyoruz “abi sen süpersin” densin de
istiyoruz, 2 numaralı, 3 numaralı kutu işlerini de yapıyoruz. Çok fazla da direnemiyoruz
çünkü 2 numaralı işlerimizi bilmediğimiz için genelde ya da onlara plan ve programlarımızda
yer vermediğimiz için birileri bizim zamanımızı istediğinde sanki “zaten başka yapacak bir
şey yok, onu yapsam iyi olur,” diye düşünmeye başlıyoruz. O zamanımızı da bir şekilde 3
numaralı kutu işlerine veriyoruz, e bunun sonucunda da yoruluyoruz ve 4 numaralı kutu
işlerini yapıyoruz. 1 – 3 – 4, 1 – 3 – 4. Hayat böyle geçiyor. Ve bu çok YANLIŞ bir şey. Bu
konuda bilinçlenmeniz için çaba göstermeniz gerekiyor.
VİZYON ne demek? Vizyon, biliyorsunuz kökünde Latince bir sözcük, yani visio var.
Görüş ile, görmek ile ilgili bir sözcük. Kime vizyon sahibi deniyor? Vizyonun olması ne
demek? VİZYON aslında UFKUN ÖTESİNİ GÖREBİLMEK demek. O tepkisellikle ve
dar vadede olup bitenlerin ötesinde, daha uzunca bir zamanda, belki hayatınızın sonunda
kendinizi nerede görmek istediğiniz ile ilgili bir kavram – veya bir kurum ise, kurumu nerede
görmek istediğiniz ile ilgili bir kavram.
Benim vereceğim örnek, Ay’a adam göndermeye çalışan o ekip ile ilgili. O ekip çok
sıkı çalışıyor, VİZYONLARI var çünkü: Ay’a gitmek. Bir gün bir basın toplantısında ekibin
psikoloğuna bir gazeteci bir soru soruyor: “Bu ekip bu zorluklara, bu güçlüklere nasıl
katlanıyor?” Psikolog diyor ki: “Evet, çok zorlanıyoruz ama bir şansımız var.” Gazeteciler de
“Nedir o?” diye soruyor. Psikolog da: “Bulutsuz gecelerde kafamızı kaldırdığımızda Ay’ı
görebiliyoruz,” diyor. VİZYON böyle bir şey işte. Hayat bulutlu günler, sıkıntılı günler
içerebilir. Her şey üst üste gelebilir. Ama siz, NEREYE GİTMEK İSTEDİĞİNİZİ
biliyorsanız, onu görerek BUGÜNKÜ BİR SÜRÜ ŞEYE KATLANABİLİRSİNİZ. İşte 1.
Kutudan sonra 3. Ve 4. Kutuya döneceğine işler, 2. Kutudaki işlerde ısrar etmeye
başlayabilirsiniz ve bunun için çaba gösterebilirsiniz. Çok önemli yani bunu başarabilmek.
Zaten bunu ya yapabilenler var, ya da yapamayanlar. O yüzden asıl fark yaratanlar da
yapabilenler oluyor.
Birileri desin ki, “bu kişi gelmeden önce hakikaten biz bu konuyu şöyle anlıyorduk,
şimdi böyle anlıyoruz ya da artık bunların farkına vardık” ya da … onlardan da bahsedeceğiz,
“diyalektik şu tartışmada, ağırlık şu tezden yanaydı, fakat bu kişinin çalışmalarıyla bu tarafa
doğru kaydı” dedirtmek istiyor musunuz mesela? Ben istiyorum ki hepiniz böyle vizyonlara
sahip olun. Diyeceksiniz ki, “hocam bizde bu kabiliyet var mı?” Mesele o değil. Sen zaten 29
Mayıs Üniversitesi lisans üstüne girdiysen bayağı kabiliyetli birisindir, öyle düşün bir kere.
Yani önce kendine bir güvenmen lazım. Ama asıl yapacağın şeyi yapabilmek için hakikaten
zamanını iyi yönetmek durumundasın, belirli bir VİZYON’a göre çalışma temponu
ayarlamak durumundasın. Zamanını özellikle o 3. Ve 4. Kutudaki işler ile boşa harcamamak
durumundasın.
HEDEF ile ilgili kısa bir şey daha anlatacağım. İster VİZYONUNUZ olsun ister
olmasın, HEDEFLER koyup ona göre GÖREVLER belirlemeye çalışın. Yani, bu hedef bir
yabancı dil sınavında alınacak bir puan ile ilgili de olabilir, belirli bir dergide bir yayın
yapmak ile ilgili olabilir, artık aklınıza ne gelirse. Çok geniş bir alan. Ama HEDEFLERİNİZ
olsun ve GÖREVLERİNİZİ bunlara nispetle düşünmeye çalışın. Para biriktirme
HEDEFİNİZ de olabilir, demek istediğim her alanda bunlar geçerli. Bu konuda meşhur bir
tabir var: hedefler SMART olmalı.
Specific Özgül
Measurable Ölçülebilir
Agreed Uzlaşılmış
Realistic Gerçekçi
Realistic (Gerçekçi): Hani yukarıda motive edici demiştim ya. Hem motive edici, hem
gerçekçi HEDEF koymak bir sanat arkadaşlar. Bazen çok motive edici olsun diye çok yükseğe
koyuyorsun, daha sonra “zaten bu olmaz,” diyerek vazgeçiyorsun. Bazen çok düşük
koyuyorsun, gerçekçi ama ona ulaşmanın da bir anlamı olmuyor. İkisinin arasında bir dengeyi
tutturarak HEDEF koymaya çalışın.
Time-based (Zamanı Belirli Olan): Bir de tabii ki zamanı belirli olmayan şey
HEDEF OLMAZ. Örneğin, “şu kadar zamanda şunu yapacağım”; “şu kadar zamana kadar şu
yayını yapacağım”; “şu zamana kadar şu dilden şu puanı alacağım” gibi zamanı belirli
HEDEFLER koyun.
Ödev olarak sizden istediğim şey şu: Oturup “ya benim vizyon ifadem ne hakikaten?
Bu hayatta benim akademik ya da genelde bir vizyonum var mı? Ben nereye gitmek istiyorum
ki? 5 yıl sonra, 10 yıl sonra, hayatımın sonunda nerede kendimi görmek istiyorum?” sorusuna
cevap düşünüyorsunuz.
VİZYON konusunda size bir ipucu da vereyim. Bazen şöyle bir alıştırma ile insanlara
bunu öneriyorlar: Bir ansiklopedi maddesi yazın isteniyor. Ansiklopedi maddesi şöyle: Senin
ismin yazıyor. Şurada şurada doğdu, şurada şurada okudu, sözgelimi 2021 yılında yüksek
lisans programına girdi vs. ve madde şöyle devam ediyor: “Ölüm döşeğindeyken,
başucundakilere hayatta başardığım için kendimden memnun olduğum, gurur duyduğum üç
şey şunlardır: 1) …, 2) …, 3) …”. Bu alıştırmayı yapın ve sonradan deyin ki “benim
vizyonum şu”. Yani neyse size yakışan o. Akademi ile ilgili olursa özellikle mutlu olurum.
VİZYON’u çok kocaman bir HEDEF gibi düşünün, ŞEMSİYE BİR HEDEF gibi
düşünün. Yani o Ay gibi, yıldız gibi pırıl pırıl parlıyor. Hani diğer belki o KÜÇÜK
HEDEFLER onun [VİZYON’un] yanında küçük hedefler, belki VİZYON’a yardımcı
oluyor ama VİZYON bambaşka bir şey. NİHAİ biraz daha. Yani gelmek istenen en son yer.
HEDEFLER uzun vadeli olmak zorunda değil, orta vadeli de olabilir. Mesela ben
yüksek lisans öğrencilerime “yüksek lisans tezi yazdınız, buradan en az bir tane makale
türetin ve bir yerde yayımlayın ve bununla ilgili bir HEDEF koyun,” diyorum. Bu HEDEF
mesela. Şöyle HEDEF koyabilirsiniz: “En geç şu tarihe kadar ben makaleme son halini verip
şu indeksli dergiye onu göndermiş olacağım”. Bu HEDEF mesela. Ama UZUN VADELİ
HEDEF de koyabilirsiniz, ev alma HEDEF’i de konabilir. SMART olsun yeter.
İster VİZYONumuzu ister HEDEFLERimizi çok berrak bir şekilde ifade edelim ister
etmeyelim, alttan alta insan zihni yapması gereken şeyleri fark edebiliyor ya da bazen bazı
olaylarla karşılaştığında “ya ben bunu yapmalıydım ama yapmadım” dediğinde bir acı
hissediyor. Yani, ben bunları biraz çam iğnelerine benzetiyorum. Aslında kafamızın içinde
arada sırada da hareket edip beynimize falan batan çam iğneleri gibi duruyor bu yapmamız
gereken şeyler. Biraz vicdanımızı falan da sızlatıyor. Diyelim ki ben çok iyi Farsça öğrenmek
istiyorum ve arkadaşım diyor ki “ben şu kadar kursa devam ettim, sınavdan da şu puanı
aldım.” Sonra ben de “Ah ya, ben de aslında yapmalıydım ama yapmadım. Bir sürü dizi falan
seyrettim,” diyerek kendimi kötü hissediyorum vs. Bunlar, böyle pıt pıt pıt kafamıza batan
iğneler gibi oluyorlar. Bizim derdimiz şu: bu yapmamız gereken şeyleri sanki böyle bir çam
ağacına yerleştirmeye çalışacağız, gruplandırmaya çalışacağız. Bu gruplandırmayı nasıl
yapacağımızı, o görevleri o ağaca nasıl dizeceğimizi anlatmaya çalışacağım.
Burada ne görüyorsunuz? Bu bir uzay mekiği kokpiti. Son derece karmaşık, yüzlerce
düğme var. Bir pilot bunların hepsinin ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmek zorunda ki
kullanabilsin bu aleti. Nasıl bununla baş ediyorlar? Tabii ki bir sınıflandırma içerisinde baş
ediyorlar. Yani bunları belirli bölümlere ayırıyorlar. Şu bunu, bu şunu kontrol ediyor vs.
Neredeyse ön-bilinçlerine devrediyorlar ve ne zaman bir şey gerekse uzanıp nereye gitmeleri
gerektiğini biliyorlar.
Ben sizden temel görev alanlarınızı belirlemeni; bunların sayısını 6 ila 9 arasında
tutmanızı; her birinin bir AMAÇ İFADESİ’ni yazmanızı (ne olduğunu anlatacağım); buradan
hareketle de GÖREVLER’inizi listelemenizi bekliyorum.
Burada size bir örnek göstereceğim:
Ben demişim ki, bütün bunları yapmak istiyorsam benim akademik okumalar
yapmam, kaynak dil öğrenmem vs. lazım. Herkesinki çok farklı olabilir. Neye ağırlık verip
vermediğiniz tamamen size göre değişir. Birisi kalkıp “ben sadece Fransızcayı yazıyorum” da
diyebilir; arkadaşlarını hiç katmayabilir.
Fakat bunların tek tek adlarını koymak da yeterli değil. Sizden şöyle bir şey
bekliyorum. Oturup şunu düşünün: mesela benim çocuğum TEMEL GÖREV ALANIM.
Çok önem veriyorum çocuğuma. Onunla ilgili ne yapmam gerektiği, nasıl görevleri yapmam
gerektiğini kendime bir AMAÇ İFADESİ ile söylemem lazım. Mesela benim çocuklarım
rahat ve mutlu bir çocukluk geçirsinler ve bu dönemi hep mutlu hatırlasınlar mı istiyorum?
Yani sadece ana alanları belirlemek yeterli değil. Orada da belirli görevleri seçebilmeniz için
odaklayıcı bir ifadeye ihtiyacınız oluyor. Mesela ben “Akademik Okuma” demişim. Şu anda
eğer uluslararası alanda bir akademisyen olmak istiyorsam, mevcut şu an araştırma yapılan
felsefe dallarındaki gelişmeleri yakından izlemek benim AMAÇ İFADEM olabilir ki, zaten
bunu öyle yazmışım. “Sosyal Sorumluluk” demişim de bunun kırk bin çeşidi var, kedilere de
yardım edebilirsiniz, çevreyle ilgili de bir şey yapabilirsiniz.
[Ayhan hoca yanıtlayıp devam ediyor] Tabii ki. Tam onu söyleyecektim. Yani ben
şöyle diyeceğim: ya benim vizyonum bu, şu anda öne çıkardığım hedefler de bu, yaşadığım
hayat da bu. Gerçekten ben bu TEMEL GÖREV ALANLARI’ndaki bu AMAÇ
İFADELERİ’ni yerine getirecek şekilde görevlerimi yapsam, tüm bu vizyonlara ve hedeflere
vs. ulaşabilir miyim? “EVET” diyebiliyorsam işimi doğru yapmışımdır.
Deminki o çam iğnelerini artık bunların içerisine yerleştiriyorum:
Programlama başka şey, Planlama başka şey arkadaşlar. Ne demek peki bunlar:
Şey deriz hatta “planlama her şeydir, plan hiçbir şeydir”. İkisi arasında bir fark var.
Aylar
= Gün
Şimdi, çok daha önemli bir noktaya geliyorum. Diyelim ki ben, tüm bunları da
biliyorum, görevlerimi de biliyorum. PROGRAMLAMA’yı önce nasıl kullanacağım? Onu
size anlatacağım. Sevgili arkadaşlar, bakınız. Diyelim ki ben, bir kaynak dili öğrenmeye karar
verdim; sağlığım için spor yapmaya karar verdim; düzenli makale okumaya karar verdim. Bu
işlere öncelik veriyorsanız PROGRAMLAYIN. Ne demek bu? Haftanın – aynı belli günleri,
belli saatleri, bir ders gibi, erteleyemeyeceğiniz bir toplantı gibi – … zamanda bir yere
yerleştirin. Mesela diyin ki … 1. Kutu işlerim zaten var diyelim, mesela derslerim var ve o
derslerle ilgili şu günler şu akşamlar okumalar yapacağım vs. onlar zaten
PROGRAMLANMIŞ iş, onlar olsun. Kalan zamanınıza bir bakın, diyin ki: “Ya ben
Cumartesi günü öğleden sonraki 2-5 arasını tam da bu 2. Kutu işim olan x’e ayıracağım”;
“Sabah 7-8 arasını şu spora ayıracağım” ve bunu gerçekten de mümkünse yazılı olarak
yapın. Bu, şu demek: PROGRAMLANMIŞ İŞ, tıpkı resmî toplantı, tıpkı bir ders gibi
YERİNDEN OYNATILAMAYACAK bir şey demek. Literatürde bazen buna
“KENDİMLE TOPLANTI” da deniyor, biliyor musunuz? Niye öyle deniyor? Çünkü hani
mesela bir toplantıdasınızdır ve ancak daha acil bir şey olursa birisi gelip sizi bölebilir ya, tek
başınayken KENDİNİZLE TOPLANTI VEYA DERS YAPIYORMUŞSUNUZ GİBİ
kendi zamanınızı PROGRAMLAYIN. Mesela bakın Agreed kısmı burada da geçerli.
Mesela evde birileriyle berabersiniz, sen yalnızsın diyelim. Sana her an müdahale
edebileceklerini düşünürler. Gerekirse onları bilgilendirin ve mesela diyin ki: “Her Çarşamba
akşamı 9 ile 12 arası bir işim var/kendimle bir toplantım var, şunu yapacağım. Gerçekten acil
bir şey olmadığı sürece beni bölmeyin.” Dolayısıyla, PROGRAMLANMIŞ İŞLER’i bir
ARAÇ olarak kullanmadığınız sürece zamanınızı iyi yönetemezsiniz ve 2. Kutu işlerinize yer
açamazsınız.
Ve o saat geldiğinde, mesela Cumartesi saat 14:00 oldu ben Yunanca çalışacağım,
kelime ezberleyeceğim, gramer çalışacağım vs. ya da o saat geldiğinde yetiştirmeye çalıştığım
bir makale var, onun dipnotlarıyla ilgili çalışacağım vs. Saat 14:00 olduğunda o işe başlamam
gerekiyor. O an geldiğinde insanın aklına “Acaba ben başka ne yapabilirim? Şu mesajlara bir
daha mı baksam? Gidip bir daha mı kahve yapayım?” gibi şeyler geliyor. Yani, bu insanî bir
şey. Benim de aklıma geliyor. Ben doktorada tez yazmakla uğraşırken kaç kere kalkıp ev
temizlediğimi hatırlıyorum yani. Hepimizin başına gelmiştir. Ama bu çağın, “nefs terbiyesi”
dediğimiz şey tam da bununla ilgili. Nefsine hâkim olan insan kimdir?
PROGRAMLANMIŞ İŞ saati geldiğinde o işe başlayan kişidir. İnsanlar bu anlamda ikiye
ayrılır: o iş saati geldiğinde işe başlayanlar ile başlayamayanlar.
İnsan böyle hatalar yapabilir mi? İrade zafiyeti diye bir problemimiz var mı? Var. Hiç
yapmamak diye bir şey hakikaten ne güzel olurdu. Ben diyorum ki: elinizden geldiğince bunu
yapmaya çalışın. İçinizden şeytan dürttüğünde benim bu söylediğimi hatırlayın: “Tam Ayhan
hocanın dediği gibi oluyor, ben şimdi burada direneyim.” Hani başından kaynar sular da
dökülse, o makalenin ilk sayfasını, kitapta bıraktığın yeri, dosyada çalıştığın yeri açıp
başlayacaksın yani.
3) Tablolar hazırlayın.
4) BAGAJ DOLDURMA İLKESİ’ne göre PLANLAMALARINIZ’ı yapın. Bu ne
demek? Önce ÖNEMLİ ve BÜYÜK GÖREVLER’i PLANLAyın. Hani bir
seyahate giderken herkesin başına gelmiştir. Eğer bagaja önce küçük paketleri
koyarsanız, büyükler sığmaz. Küçükleri tekrar çıkarıp, önce büyükleri koyup
küçükleri de araya tıkıştırmanız gerekir. Tam bunun gibi bir şey. Önce sizin için
GERÇEKTEN ÖNEMLİ OLAN o 2. Kutu işleri ne ise onların PLAN ve
PROGRAMLAMA’sını yapın. Yani önce büyük canavarlar ile boğuşun.