You are on page 1of 12

TEKVİR SURESİ 1.

BÖLÜM

Daha fazla ders indirmek, projemiz hakkında daha fazla bilgi edinmek ve projemizi desteklemeye
yardımcı olmak için www.bayyinah.com/dream sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu kayıtları aileniz ve
arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. Hayalimizi gerçeğe dönüştürmemize yardımcı olduğunuz için size
teşekkür ederiz, Allah sizden razı olsun.

Kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

‫) َو ِإَذ ا اْلِبَح اُر‬5( ‫) َو ِإَذ ا اْلُو ُحوُش ُحِش َر ْت‬4( ‫) َو ِإَذ ا اْلِع َش اُر ُع ِّط َلْت‬3( ‫) َو ِإَذ ا اْلِج َب اُل ُسِّي َر ْت‬2( ‫) َو ِإَذ ا الُّن ُجوُم اْن َك َد َر ْت‬1( ‫ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬
( ‫) َو ِإَذ ا الَّسَم اُء ُك ِش َط ْت‬10( ‫) َو ِإَذ ا الُّصُحُف ُنِش َر ْت‬9( ‫) ِبَأِّي َذ ْن ٍب ُقِتَلْت‬8( ‫) َو ِإَذ ا اْلَم ْو ُءوَد ُة ُسِئَلْت‬7( ‫) َو ِإَذ ا الُّنُفوُس ُز ِّو َج ْت‬6( ‫ُسِّج َر ْت‬
)14( ‫) َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬13( ‫) َو ِإَذ ا اْلَج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬12( ‫) َو ِإَذ ا اْلَج ِحيُم ُسِّع َر ْت‬11
‫) ِذي ُقَّو ٍة ِع ْن َد‬19( ‫) ِإَّن ُه َلَق ْو ُل َر ُسوٍل َك ِر يٍم‬18( ‫) َو الُّصْب ِح ِإَذ ا َتَنَّفَس‬17( ‫) َو الَّلْي ِل ِإَذ ا َع ْس َع َس‬16( ‫) اْلَج َو اِر اْلُكَّن ِس‬15( ‫َف اَل ُأْق ِس ُم ِباْلُخَّن ِس‬
)24( ‫) َو َم ا ُه َو َع َلى اْلَغ ْيِب ِبَض ِنيٍن‬23( ‫) َو َلَقْد َر آُه ِباُأْلُفِق اْلُم ِبيِن‬22( ‫) َو َم ا َص اِحُبُك ْم ِبَم ْج ُنوٍن‬21( ‫) ُم َط اٍع َث َّم َأِميٍن‬20( ‫ِذي اْلَع ْر ِش َم ِكيٍن‬
‫) َو َم ا َتَش اُءوَن ِإاَّل َأْن‬28( ‫) ِلَم ْن َش اَء ِم ْنُك ْم َأْن َي ْس َت ِقيَم‬27( ‫) ِإْن ُه َو ِإاَّل ِذ ْك ٌر ِلْلَع اَلِميَن‬26( ‫) َف َأْي َن َت ْذ َه ُبوَن‬25( ‫َو َم ا ُه َو ِبَق ْو ِل َش ْي َط اٍن َر ِج يٍم‬
)29( ‫َي َش اَء ُهَّللا َر ُّب اْلَع اَلِميَن‬

‫َر ِّب اْش َر ْح ِلي َص ْد ِر ي َو َي ِّسْر ِلي َأْم ِر ي َو اْح ُلْل ُع ْق َد ًة ِّمن ِّلَس اِني َي ْف َقُهوا َق ْو ِلي‬
‫َو اْلَح ْمُد ِهَّلِل َر ِّب اْلَع اَلِميَن والَص الُة والَس الُم َع ْلى َس ِّيِد األنبياء والُمرسلين َو َع َلى آِلِه َو َص ْح ِبِه وَم ن َأسَت َّن ِبُس َّن ِته ِإَلى َي ْو ِم الِّد يِن‬
‫الَّلُهَّم اْج َع ْلَن ا ِم ْن ُهْم َو ِمَن اَّلِذيَن آَم ُنوا َو َعِم ُلوا الَّصاِلَح اِت َو َت َو اَص ْو ا ِباْلَح ِّق َو َت َو اَص ْو ا ِبالَّصْب ِر‬
‫ ُثّم اما َب ْع د‬.‫آمين يارب العالمين‬
‫الَّسالُم َع َلْي ُك ْم َو َر ْح َم ُة ِهَّللا َت عاَلى َو َبَر كاُتُه‬

Kur’an’da Abese Suresi’nin devamı olan Tekvir Suresine çalışmaya başlıyoruz. Bu surenin,
önceki surelerde konuşulmuş olan şeylere nasıl bağlandığı ve bunlarla nasıl bağlantılı olduğu
hakkında kısa bir kaç yorum yapalım. Her şeyden önce son iki surede son günün olaylarını
anlatan iki kelime; ‫ الَّط اَّم ُة‬ve ‫ الَّصاَّخ ة‬kelimeleri vardı.
Bunlar; ‫ " َف ِإَذ ا َج اءِت الَّط اَّم ُة‬Büyük felâket (kıyamet) geldiğinde" ve sonra ‫" َف ِإَذ ا َج اءِت الَّصاَّخ ُة‬Kulakları
sağır eden o ses geldiğinde" bu iki ayetler.
‫الَّط اَّم ُة‬, etrafı saran ezici bir felaket, ve
‫الَّصاَّخ ُة‬, sûrun ikinci kez üflenmesi için kullanılan, yeniden dirilişi başlatacak olan sağır edici bir
ses anlamına gelen kelimedir. Bu sure, neredeyse iki şeyin tefsiri ile başlamaktadır. Kıyamet
gününün (diriliş günü) betimlenmesi, tasvir edilen görüntülerde oldukça güçlü ve derinden
başlıyor. Şimdi bir önceki surede, ‫ الَّصاَّخ ُة‬zikredildikten sonra kişinin başına geleceklerin tasviri ile
sona erdi. Şimdi orada ‫" َي ْو َم َيِفُّر اْلَم ْر ُء ِمْن َأِخيِه‬İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından,
eşinden ve çocuklarından kaçar." ayetini öğrendik. ‫" َو ُأِّمِه َو َأِبيِه‬Annesinden ve babasından"vb. Kişi
aile üyelerinden kaçıyor. Yani bu insanların yaşadığı şeyin bir tasviriydi. Yeryüzündeki insanlara
neler olup bittiğine dair bir görüntü. Şimdi kameranın odağı değişmiş ve kameralar gökyüzüne
dönmüş gibi. Yeryüzünde bunlar olurken gökyüzünde neler olacak? Ve sonra yıldızlar
dökülecek, sonra dağlar sökülüp yürütülecek ve sonra dağdan ‫ الِع َش اُر‬ve ‫'اْل ُو ُحوُش‬e geçilecek ve bu
konular hakkında konuşacağız. Yani sanki bir önceki sure, kıyamet gününde insanların içinde
yaşanan kaosun bir görüntüsü ile sona ermiş ve şimdi görüntü değişmiş ve aynı güne ait başka
bir sahne tasvir ediliyor. Gökte ve yerde olup bitenler ve diğer her şey. Kıyamet Günündeki
kaosun büyük resmi. Muhakkak ki bu sure önceki birkaç surenin bir neticesi olmasına rağmen,
çok derin ve kuvvetli tasvirlerle tasvir etmesi bakımından Kıyamet gününde olacaklara daha
derinden bağlantılıdır. Surenin tek konusu bu değil; surenin konusu neredeyse yarısından sonra
değişiyor ve daha önce konuşulan başka bir şeyden ve nasıl bağlantı kurduğundan bahsetmeye
başlıyor. Ve aslında risaletin kavramı budur. Muhammed (sav)'in bir elçi olarak geçerliliği,
kavramı ve kendisine gelen bu mesajın hakikat olduğu gerçeği. Şimdi bu sure önceki sureye
nasıl bağlanıyor? İnşallah o noktaya geldiğimizde, o zaman Abese suresinde daha önce
bahsedilen iki şeyin burada bahsedilecek olanla nasıl mükemmel bir şekilde bağlantılı ve
ayrılmaz bir şekilde önemli olduğunu sizinle paylaşacağım inşallah. Böylece başlıyoruz
Kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
‫ ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬Her şeyden önce ‫ ِإَذ ا‬kelimesi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. ‫ ِإَذ ا‬kelime
anlamı olarak "-dığı zaman, -dığında" demektir. ve İngilizce dilindeki "when" kelimesine denk ve
o mesela geçmiş veya gelecek zaman için kullanılabilir. “Ofise gittiğimde” diyebilirsiniz veya
“ofise gitmiş olduğumda” diyebilirsiniz. Değil mi? Böylece "when" kelimesini gelecek için veya
geçmiş için kullanabilirsiniz. Arapçada geçmiş için “when” anlamında kullandığınız kelime ‫ِإَذ ا‬
kelimesi değil, ‫ ِإْذ‬kelimesi. Yani Allah Azze ve Celle ‫ ِإْذ‬dediği zaman. Değil mi? ‫ِإْذ َج اَء ْتُك ْم ُج ُنوٌد َف َأْر َس ْلَن ا‬
‫ َع َلْي ِه ْم ِر يًح ا‬ordular üzerinize geldiğinde. Geçmiş zaman. Geçmişteki bir olaydan bahsedildiğinde ‫ِإْذ‬
kullanılır. Gelecekteki bir olaydan bahsedildiğinde ise ‫ ِإَذ ا‬kullanılır. Tamam mı? Şimdi ‫ ِإَذ ا‬ile
bağlamın zaten gelecek zaman anlamı olduğunu veya gelecek zamana atfedildiğini biliyoruz.
Ama sonra Arapçada ilginç bir özellik var ki ‫'ِإَذ ا‬den sonra geçmiş veya şimdiki zamanı
kullanabilirsiniz, ama biz zaten ‫'ِإَذ ا‬nin ne yaptığını biliyoruz, ‫ ِإَذ ا‬bir sonraki ifadeyi gelecek yapar.
Gelecek zaman yapar. Önceden zamanlar bizim normal dilde kullandığımız şekilde
kullanılmazlardı. Bugünkü konuşmamız artık çok ilkel hale gelmiş. Geçmiş zamanla kastedilen
geçmiş zaman, şimdiki zamanla kastedilen şimdiki zaman, gelecek zamanla kastedilen gelecek
zamandır. Ancak klasik Arapçada bu zamanların başka işlevleri vardı. Ve geçmiş zamanın
işlevlerinden biri de zaten gelecek hakkında bir açıklama yapıldığını bildiğiniz halde hala geçmiş
zamanı kullandığınızda, bu nasıl edebi bir çelişki gibi görünüyor? Bunun işlevi kesin bir şeyden
söz etmektir. Kesin olan, geçmişin kendisi kadar kesin olan bir şey. O halde Allah, ilerde
garantili olan bir şeyden bahsettiğinde veya sarsılmaz, sorgulanamaz bir gerçekliğe atıfta
bulunduğunda, değil mi? Olacağı kesin, kaçınılmaz bir şey yani. O zaman bu şeyden geçmiş
zaman kullanarak bahsedilir. Yani burada ‫ 'ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُتكّو ر‬olarak görmüyoruz, o zaman bu şimdiki
zaman olurdu. ‫ ُك ِّو َر ْت اْلِفْع ِل اْلَماِض ي الَم ْبني َع َلي الَم ْج ُهول‬şeklinde görüyoruz ve bu da edilgen geçmiş
zamandır. Bu ikinci şey. Dille ilgili bazı değerlendirmeler var, ‫ الَّت ْو ِك يُد‬burada vurgu olarak hem
edilgen hem de geçmişin kullanımıyla ortaya konmaktadır. Henüz pasif hakkında konuşmadık.
İkincisi, normalde Araplar konuştuğunda önce fiili kullanırlar. Bu ikinci şey. Yani Araplar
normalde konuştuklarında önce fiili kullanırlar, “ ‫ ”الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬demezler, “ ‫ ”ُك ِّو َر ْت الَّش ْم ُس‬derler.
Onların normal konuşma şekli budur. Yani isim olan ‫ َّش ْم ُس‬. Burada Güneş daha önce
getirildiğinde zaten konuşmada bir anormallik olduğunu gösterir ve bu konuşma tarzı birçok
durumda kullanılır. Birincisi, biri bir şey söylediğinde ya da söylediklerinize inanmayan biriyle
konuşmaya çalıştığınızda kullanılır, bu yüzden bir nevi sesinizi yükseltmeniz ve konuşmanızı
daha inandırıcı şekilde ortaya koymanız gerekir. Başka bir deyişle, konuşmacının hayal
kırıklığını, konuşmacının öfkesini ve hatta isim ilk geldiğinde konuşmacının ses tonunu bile
gösterir, değil mi? Şimdi burada olan şey şu ki Allah Azze ve Celle bu gerçekleri inkar edenlerle
konuşuyor ve Allah güneş kelimesini önce koyarak onlara diyor ki, güneşin dürülmesi normal bir
şey değil, burada bir vurgu var, ton var. Bu ahireti inkar edenle konuşmaktır. Bu düşünceler
Kur'an'da gerçekten önemlidir. Neden? Çünkü bunlar bize surenin kime hitap ettiğini söylerler.
Dil, dilin üslubu, ton, duygusal ton, fiil, değil mi? Bütün bunlar Allah subhanallahu teala'nın
kiminle konuştuğunu gösteriyor. Çünkü Kur'an, tüm insanlık için bir hidayet ve bir söylevdir ve
insanlığın içinde pek çok farklı türde insan vardır. Ve bazen Allah iyilerle, bazen orta seviyedeki
insanlarla, bazen daha önce hiçbir şey duymamış insanlarla, bazen de inkarlarında ısrarcı
olanlarla konuşuyor. Aslında hepsi insanlığa ve hepimize yönelik olsa da ilk ve birincil kitlenin
kim olduğunu dilden, üsluptan anlayabilirsiniz. Ancak bu özel durumda birincil hitap edilen kitle
kimlerdir? Bunlar kafirlerin en kötüsüdür, bunlar şüphecilerin en kötüsüdür, değil mi? Ve biz
bunu daha önceki iki surede de öğrendiğimiz üzere onlar ahiret hakkında çok gelişigüzel sözler
söylüyorlar ve bu konuyu ciddiye almıyorlar, o yüzden bu surenin en başından itibaren çok
tehditkar bir üslup kullanılıyor. ‫" ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬Güneş dürülüp karardığında". Buradaki diğer şey -
son yorum - ‫ ِإَذ ا‬kelimesinden biraz bahsettik ve onun gelecek zamana atıfta bulunduğunu
söylemiştik, ‫ الَّش ْم ُس‬isminin başlangıcından, ‫ ِإَذ ا‬kelimesinin gelecekte bir şeye atıfta bulunduğu
kelimeden biraz bahsetmiştik. ‫ ِإَذ ا‬hakkında ek olarak söylemem gereken bir şey de şudur ki
İngilizcede ‫ ِإَذ ا‬yerine “if” veya “when” kullanılabilir? "İşe gittiğimde bir şeyler getireceğim, işe
gidersem bir şeyler getiririm.", değil mi? Böylece “when” veya “if” kelimelerini birbirlerinin yerine
kullanabiliyorsunuz. Şimdi ne zaman “if” kullanıyorsunuz? Ne olacağından emin olmadığınız
zaman. Ve ne zaman “when” kullanıyorsunuz? Kesinlik olduğunda. O halde Kur'an'da bazen ‫ِإَذ ا‬
bazen ‫ ِإِن‬buluyoruz. Ve ‫ ِإِن‬bir durumun olabileceğini veya olmayabileceğini, ‫ ِإَذ ا‬ise mutlaka
olacağını gösteriyor. Çünkü “when” kesindir ve “if” ifadesinden çok daha kesinlik içerir, değil mi?
Yani bu diğer şey. Şimdi inşallah bu ayetlere döndüğümüzde hızlı bir ardıllık ve devam etmeden
dille ilgili son yorum ekleyeyim, burada yorum özelliğinin bu kelimelerin pasif doğası olduğunu
göreceğiz. Allah Azze ve Celle bu olaylardan bahsederken kendisini zikretmiyor, “Allah güneşi
dürdüğünde” demiyor, “Güneş dürüldüğünde” diye buyuruyor, değil mi? "Güneş dürüldüğünde",
yani edilgen kalıp kullanılmıştır. Şimdi edilgen kalıbın edebi işlevi nedir? Bunu olması gibi
anlayabilmek bizim için ne kadar önemli? Dilde görüyorsunuz - ve bu dil psikolojisinin bir
parçasıdır, Arapçada bu kısma Arap dilinin belagati adını veriyoruz - kiminle konuştuğunuzu
dikkate almalısınız. Ve bu ayetlerde, kafirlerin en gaddarlarına, en şüphecilerine bu meseleleri
en hafife alanlara hitap ediyor. Ve işte bunlar insanların ilk inkar ettikleri şey ahiret değil bile,
onlar Allah'ın subhanallahu ve tealanın bir mesajı olduğundan da şüphe ederler. Normalde
tecrübelerimize göre, biri sizinle konuştuğunda ve onlara gerçekten güvenmediğinizde, onlardan
bir şey duymak istemezsiniz. O zaman onlar daha ağızlarını bile açmadan, kararınızı çoktan
vermiş olursunuz, duymak istemezsiniz, değil mi? Yani iletişim dediğimiz şeyde iki unsur var, bir
konuşmacı bir de konuşma var, değil mi? Konuşmacı hakkında zaten hüküm verdiyseniz,
konuşmacıdan hiçbir şey duymak istemezsiniz, konuşmaları ne olursa olsun “Duymak
istemiyorum, etkilenmeyeceğim, ben zaten kararımı verdim" dersiniz. İnsanlar böyledir, bu
yüzden politik olarak hemfikir olmadığınız birini, politik bir figürü düşünün mesela.
Konuşmalarında ne derlerse desinler daha ağzını bile açmadan kürsüye çıktıklarını
görüyorsunuz ve “bu adam zaten geçersiz bir şey söyleyecek veya yanlış bir şey söyleyecek”
diyorsunuz değil mi? Yani bu bir tür insanlık durumudur. Şimdi bunu aşmak için Allah Azze ve
Celle edilgen kalıpta konuşuyor. Konuşmacıyı düşünmemek için, peki neyi düşünmek için?
Konuşmanın kendisini. Edilgen kalıbın yaptığı budur. Edilgen kalıp, o fikrin konuşmacısını
vurgulamadan fikrin kendisini vurgular. Yani örneğin, “Bir adam öldürüldü” dersem, bana kimin
söylediğini veya kimin öldürdüğünü değil, öldürülme eyleminin kendisini vurgulamış olurum.
Kurbanın kendisini vurgulamış olurum. Böylece Allah, Güneş'i, yıldızları ve Arapların bütün gün
dışarıda baktığı şeyleri vurguluyor. Bütün gün onun gözünde en kaçınılmaz şeyler bunlar.
Şimdiki zamanımızdan çok farklı, New York'un güneyine giderken, doğu kıyısında
olduğumuzdan biraz daha doğayla iç içe olduğumuzu fark ediyorum. Ama biliyor musunuz,
eskiden şehirde yaşıyordum. Bildiğiniz üzere işe gidiyorsunuz, üniversiteye gidiyorsunuz, trene
biniyorsunuz, metroya biniyorsunuz, iniyorsunuz, bir grup zombi gibi aşağı iniyorsunuz,
gökyüzüne bile bakmıyor, görmüyorsunuz. Bu doğal olmayan bir varoluş hali, değil mi?
Bilirsiniz, caddeden aşağı indiğinizde bazen kaldırımın nasıl çatladığını ve sonra içinden doğal
değilmiş gibi görünen zayıf bir çim çıktığını görüyorsunuz, değil mi? Ve bu acayipmiş gibi
görünüyor. Ama gerçek şu ki, doğal olan tek şey bu! Diğer hiçbir şey değil. Subhanallah!
Dolayısıyla çok doğal olmayan, yapay bir gerçeklikte yaşıyoruz, değil mi? Biz doğayla iç içe
değiliz ama Araplar böyle değildi. Metrolarda seyahat eden ve büyük binalarda yaşayan ve asla
yukarı bakacak zamanı bile olmayan bir zombi değildi. Her zaman gerçeklikle temas
halindeydiler, önlerinde geceleri bütün gökyüzü var. Ve bazen bu gökyüzü onların çatısı, bir
apartmanda ya da bir evde değil, açık havada uyuyorlar, değil mi? Bu yüzden doğayla çok iç
içeydiler. Şimdi başlıyoruz Allah'ın izniyle.
‫" ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬Güneş dürülüp karardığında", bu Güneş için kullanılan en yaygın isimdir - . ‫ُك ِّو َر ْت‬
‫ ُك ِّو َر ْت‬surenin adı olan ‫ َت كوير‬، ‫ كَّو َر يكِّو ر‬kelimesinden türemiştir, en mastar hali ‫َت كوير‬. Surenin adı
budur. Kelimenin tam anlamıyla bir şeyi sarmak anlamına gelen (‫)ك و ر‬kök harflerinden
türemiştir. Ve Arapçada sarmak anlamına gelen farklı kelimeler vardır ve sarmak için ‫ َلف‬kelimesi
de kullanılır ancak bu kelime özellikle türbanlar için kullanılır. Her şeyden çok, bu kelime
türbanlar için kullanılıyor. Arap edebiyatında kullanılan bu kelimenin bir diğerini bulduğumuz
diğer tek yer, kuyruklarını daireler çizerek sallayan atlar içindir, aynı kökten “ ‫ ”اْك َت اَر الفرُس‬diye
geçer ve "atın kuyruğunu daireler çizerek sallama şekli" anlamında kullanılır. Mesela ‫اَك ار الَعَم امة‬
‫'على َر أسه‬ı Al-Shawkani'nin yorumu ki diğer alimler de benzer şekilde yorumluyorlar, onu kişinin
başına sarığı sardığı şey, yani türban olarak yorumluyorlar. Burada fikir, türbanın uzun
olmasıdır. O uzun bir bezdir. Ve onu sarıyorsunuz ve temelde bir şeyi örtmüş oluyorsunuz.
Buradaki fikir, Güneş'in ışığının türbandaki kumaş gibi uzatılmasına benzetilmesidir ve Kıyamet
Günü Allah bu ışığı ne yapacaktır? Onu dürüp, katlayacak. Bu fiil Kur'an'da sadece bir yerde
geçiyor, ‫ ُيَك ِّو ُر الَّلْي َل َع َلى الَّنَه اِر َو ُيَك ِّو ُر الَّن َه اَر َع َلى الَّلْي ِل‬Allah Azze ve Celle “Geceyi gündüzün üstüne
katlayan, gündüzü de gecenin üstüne katlayandır” diyor. Bilirsiniz, başınıza türbana sardığınız
zaman, tamamen görünmez hale gelene kadar azar azar görünmez olur. Bunun gibi gün de
yavaş yavaş ışığını kaybeder. Sanki etrafına türbanlar sarılmış ve tamamen kapatılmış. Bu ‫َت كوير‬
kelimesinin imalarından biri Güneş'in ışığını kaybetmesidir. Özellikle ışığa atıfta bulunuluyor.
İşte bu yüzden İbn Abbas'ın (r.a.) tefsirinde “‫ ”ُك ِّو َر ْت أى َأْظ َلْم ت‬dediğini anlıyoruz. Işık karartılıyor,
kapatılıyor, söndürülüyor. Diğerleri bunu daha gerçek anlamında alıyorlar, ışığı değil Güneş'in
kendisi dürülecek diyorlar. Güneş'in kendisi dürülecek ve örtülmüş gibi görünecek. Yani Güneş'i
göreceksiniz ama artık ışığını yaymayacak, sanki bir şey onu örtüyor ya da üzerinde ya da
çevresinde geziniyormuş gibi. En doğrusunu Allah bilir. Al-Shawkani'nin (Allah rahmet eylesin)
bu kelime hakkında yaptığı diğer bir yorum ise, ‫ َت كوير‬kelimesinin aslında onu bir sonraki kelime
olan ‫ ِاْن ِكدار‬kelimesine bağlanmasıdır. ‫َو ِإَذ ا الُّن ُجوُم اْن َك َد َر ْت‬. yıldızlar ‫'ِاْن ِكدار‬ın kurbanı oldukları zaman.
‫ ِاْن ِكدار‬kelimesi rengini kaybetmek, parlaklığını kaybetmek anlamına gelir. Arapçada ‫َكُد َر‬
kelimesinin zıt anlamlısı ‫ َص َفاء‬şeklindedir. ‫ َص َفاء‬kelimesi temiz, kristal berraklığı demektir. Ve bu
onun zıt anlamlısıdır. Yani yıldızlar donuklaşacak ama ‫'ِاْن ِكدار‬ın özü, aslıdır. Gökyüzünün yerle bir
olmasın kökü aslında düşmek anlamına gelen ‫ االْن ِص باب‬kelimesidir. Yani önce yıldızlar
donuklaşmaya başlayacaklar. Aslında biz yıldızları gerçekten göremiyoruz hava kirliliğinden ya
da başka herhangi bir şeyden dolayı ancak böyle kirli olmayan eyaletlerden bazılarını seyahat
ederseniz, New York ya da Arizona ya da çöl ve bunun gibi yerlere gidip gökyüzüne
baktığınızda, bu farklı bir gökyüzü. Subhanallah. Allah'ın yıldızları nasıl güzelleştirdiğini fark
edeceksiniz. Ve bu, özellikle çölde gecenin en parlak özelliklerinden biridir. Allah Azze ve Celle
de önce onların renklerinin ve parlaklıklarının donuklaştıklarını ı belirtmekte ve ardından ‫ ِانَك َد َر‬de
artık düşmek üzere olduklarını işaret etmektedir. Böylece şimdi iki şey oluyor, günün en parlak
kısmı dökülmüş olacak)1( ‫ ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬ve bu gecenin en parlak özelliğidir. Mesela Ay bir yerde
ama yıldızlar her yerde. Gecenin sonunda en görünür özellik budur. Nereye dönerseniz dönün
yıldızları görürsünüz. O da artık ışığını, parlaklığını yitirdi ve dağılıyor. Yani gökyüzünde olan
budur. Allah Azze ve Celle'nin bundan sonraki sözü, ‫" َو ِإَذ ا اْلِج َب اُل‬Dağlar sökülüp yürütüldüğünde"
ve ‫ ُسِّي َر ْت‬kelimesi bildiğiniz üzere Nebe suresinde ‫" َو ُسِّي َر ِت اْلِج َب اُل َفَك اَنْت َس َر اًبا‬Dağlar yürütülür, serap
haline gelir." ayetini görmüştük. Benzer ayet ama orada ‫ ُسِّي َر ِت‬kelimesi başta geldi, ‫ اْلِج َب اُل‬kelimesi
ikinci olarak geldi. Bu fiil cümlesi, fiil formundaydı. Bu aslında daha vurgulu çünkü inkarında
daha ileri gitmiş olan kafirlere hitap ediyor. Bu daha katı bir kafir ve dolayısıyla buradaki dil daha
sert. Dağlar bile gelişigüzel sökülecek". Ve bu, Allah bir önceki surede, ‫" َو اْلِج َب ال َأْر َس اَه ا‬Dağları
sağlam bir şekilde yerleştirdi. " Naziat Suresi'nde dağlardan bahsetmesinden sonra, Allah Azze
ve Celle, yerin dibine kazıdığı dağlardan bahsetti ve şimdi gelişigüzel hareket edeceklerini
söylüyor. Kökünden sökülecekler ve hareket edecekler ve bu ‫ َت ْس ِييِر‬yani gündelik yürüyüş için
kullanılır. Biliyorsunuz mesela ‫ َس َّياَر ة‬Arapçada sadece günümüzdeki Dodge Caravan gibi karavan
gibi değil, tüm zamanların karavanı anlamına geliyor. Develer, atlar ve valizleri bilirsiniz ve
bunların hiçbiri hızlı hareket etmez, yavaş hareket eder. Yavaş hareket ederler. ‫ َس اَر‬kelimesi ise
bahçede veya buna benzer bir yerde rasgele yürüyüş yapmak demektir. yani ‫ َو ُسِّي َر ِت اْلِج َب اُل‬ani bir
hareket gibi değil, süzülüp gitmek gibi. Yani önce Güneş'e olanlara inanamıyorsunuz, sonra
yıldızların düştüğünü görüyorsunuz ve sonra gözleriniz yıldızların düştüğünü gördüğünde, bir
sonraki gördüğünüz şey nedir? Dağlar. Ve şimdi dağlar hareket ediyor gibi görünüyor ve siz -bir
nevi- orada neler olduğuna inanmıyorsunuz. ‫َو ُسِّي َر ِت اْلِج َب اُل‬. Ve Araplar için bilirsiniz, çöl ortamında
korktukları birçok vahşi hayvan ve canavar vardır. Ve onlar dağdadırlar, bildiğiniz üzere dağa
yakın yaşarlar. Tehlikeli hayvanların olabileceği, daha çok yeşilliğin bulunduğu mağaralar ve
bunun gibi yerler. Yani buralar hayvanların olduğu yerler. Şimdi, Allah Azze ve Celle'nin
bahsettiği bir sonraki şey nedir? Allah “ ‫ ”َو ِإَذ ا اْلِع َش اُر ُع ِّط َلْت‬buyuruyor, yani "Doğuracak develer başı
boş bırakıldığında". Bu aslında çok güçlü bir ifade. ‫ ِع َش ار‬kelimesi Arapçada ‫'َع ْش َر اَء‬nin çoğuludur.
‫ َع شراء‬ise on aylık hamile dişi develer demektir. Bir anlamındaki ‫'َع َش َر‬den gelir ve ‫ َع َش َر‬ise on
anlamına gelir, değil mi? Yni on aylık hamile olan deveye ‫ َع ْش َر اَء‬denir ve çoğulu ‫ الَِع َش ار‬olur. Bu
Araplar için çok önemliydi. Şu ‫ َخ َض الِع َش ار النها أنفس ماال عند العرب وأعزه عندهم‬yorumunu buluyoruz. Bu,
zenginliğin en şereflisi, en kıymetlisi olduğu için Allah tarafından vurgulanmıştır. Bildiğiniz üzere
Arapların malları arasında en çok imrenileni ve en şereflisi olanıydı ve aynı zamanda ciddi bir
yatırımdı ve buna sahip olanlar için bir gurur ve neşe kaynağıydı. Yani şimdilerde bir nevi
yüksek mertebeye sahip olmak gibi bir şey. Ya da iyi bir gayrimenkul ya da bunun gibi bir şeye
sahip olmak gibi. Bu bir statü sembolü ve gerçekten çok para ediyor. Şimdi Allah Azze ve Celle
bu ‫ ِع َش ار‬hakkında ‫ ِع َش اُر ُع ِّط َلْت‬diyor ve
‫ َع َّط َل‬kelime anlamı olarak işe yaramaz hale gelmek veya ilgilenilmeyen demektir. Araplar bunu
bir kadın için bile kullanırlar, bir kadın takı takmıyorsa onun için ‫ َع َّط َل‬kullanırlar. Yapacak bir şeyi
yokmuş gibi, toplumda işe yaramaz biriymiş gibi yani Cahiliye dönemi Arap zihniyetine göre.
Kadınları süslüyorlardı ve kadınların tek amacı bu süslenme, güzelleşmeydi. Bunu yapmıyorsa,
amacı ne oluyordu? Yani daha önceki dilde bile erkek şovenist bir tavır var. Sonra ‫ ُم َع َّط ل‬bildiğiniz
üzere, mesela bir adam bir işte çalışıyor ve sonra patronu 'Senin için bir işim yok, gidebilirsin'
diyor ve o insan heba olur. O kişi için ‫ 'ُم َع َّط ل‬kelimesi kullanılır. Allah subhanallahu teala
Kur'an'da, Hac Suresinde harap olmuş bir şehirden bahsederken “ ‫ ”َو ِبْئ ٍۢر ُّمَع َّط َلٍۢة‬der. Boşa
harcanmış bir kuyu. Kasaba yıkılmış ‫َخ اِو َي ٌة َع َلٰى ُعُروِش َه ا‬. tamamen dönmüştür. Ve içinde bir kuyu
var tabi ki orada kuyu var ve faydalı bir şey ama kasaba yok olduğunda herkes öldüğünde o
kuyuya ne olacak? Boşa gider, yok ziyan olur. ‫ َو ِبْئ ٍۢر ُّمَع َّط َلٍۢة‬Bunun üzerine Allah, bu en kıymetli
varlık hakkında “başı boş bırakıldığında” buyurmaktadır. Kimsenin umurunda değilmiş gibi,
etrafta boş boş dolaşıyor, Ve eğer biri onu görseydi, etrafındaki güvenlik görebilirdi, çevresinde
iyi bir çit vardır, değil mi? Belki onunla ilgilenen biri var, üzerinde bir ip var, hatta belki de
sahibinin adıyla damgalanmış. Bu, yalnız bırakılmaması gereken değerli bir varlıktır. Ama o
günde, bu kaos olduğu zaman, bu zenginliğin sahibi olan insan, Güneş'in dürüldüğünü,
yıldızların parçalandığını ve dağların hareket ettiğini gördüğünde, ‫ ِع َش ار‬ona faydasız olur. Bu
artık umurunda olmaz. Bu ayetinin psikolojisini anlayın, subhanallah, eğer yanan bir
binadaysanız, hesabınızda ne kadar paranız olduğundan veya yatırımlarınızın nasıl gittiğinden
bahsetmezsiniz. O an tek gündeminiz ne olur? Binadan çıkmak. Yatırımlarınız umurunuzda
değil, paranız umurunuzda değil. Bu noktada hayatta kalmanız dışında her şey sizin için
yararsızdır. Bildiğiniz üzere biri kaza yaptığında, bir uçak kazası, bir gemi kazası ya da buna
benzer bir şey olduğunda ve insanlar suyun içindeyken ipod'unuzun nereye gittiği umurunuzda
olmaz. Dizüstü bilgisayarınız nerede? Umruunuzda değil. Yani ‫َو ِإَذ ا اْلِع َش اُر ُع ِّط َلْت‬. bu, dişi devenin
başıboş bırakıldığı zamandır. Hatırlamanızı istediğim bir şey var ki bu, bu surede bahsedilen ilk
hamileliktir. Bu surede bahsedilen iki hamilelik daha olduğunu göreceğiz. Ve bu iki şey arasında
çok şiirsel ve güzel bir bağlantı. Bu, devenin on aylık hamile olduğu ilk bahsedilen kısımdır.
Peki? ‫ َو ِإَذ ا اْلِع َش اُر ُع ِّط َلْت‬Sonra Allah “ ‫”َو ِإَذ ا اْلُو ُحوُش ُحِش َر ْت‬, "Yabani hayvanlar toplanıp bir araya
getirildiğinde." der. Bildiğiniz üzere, bu kelime ‫ هو ماال َي ْس تْأِنس من دواِّب الَبُّر‬:‫ َو ْح ش‬demektir. Bu, karadaki
diğer canlılara karşı sevgisi olmayan hayvandır. Başka bir deyişle evcilleştirilemez. Vahşi bir
hayvan yani. Ve ‫ ِإْن س‬,kelimesi de ‫ 'َو ْح ش‬kelimesinin zıttıdır. Ve‫ِإْن س‬, şefkati olan ve diğer canlılara
şefkat gösterebilen bir insandır, ancak ‫ َو ْح ش‬vahşi bir hayvandır, başkalarına şefkat
gösteremeyen ve saldıran bir canavar, hayvan gibi bir şeydir ‫ َو ْح ش‬.‫ َو ْح ش‬kelimesinin Arap
edebiyatında anlaşılan bir diğer anlamı, örneğin “‫ ”مشى في األرض وحشا‬denir, yeryüzünde ‫ َو ْح ش‬ile
yürüdü ne demek? Yani kendi başına yürüyorsun, etrafında başka kimse yoktu demek. Bu, bu
kişinin geçimsiz ve bu nedenle ne zaman yürüse yanında kimse olmadığını gösterir. Kendi
kendine yürüyor. Yani bu iki şey paralel, vahşi hayvan, tehlikeli hayvanın kendi başına olduğunu
fark edeceksiniz. Sonra insan yürüdüğünde kendi başına yürür. Allah bu ‫ُو ُحوُش‬, tüm bu vahşi
hayvanlar ve yaratıkların ‫ ُحِش َر ْت‬toplandığını buyuruyor. ‫ َج ْم ع‬,‫'َح ْش ر‬kelimesinden farklıdır.
‫ َج ْم ِع‬toplanmaktır. ‫ َح ْش ر‬de yaygın olarak toplanmak için kullanılır, ancak ‫ َح ْش ر‬aslında özellikle zarar
veren hayvanları toplamak için kullanılır. Ve hayvanları topladığınızda, onları kendi isteklerine
göre toplamazsınız. Onlar toplanmak istemezler ama siz onları çoban gibi zorluyorsunuz. Yani
hayvanları, ‫ َح ْش ر‬toplamak. Onları topluyor, bir araya getiriyor. Kıyamet Günü'nün isimlerinden biri
de bu, örneğin ‫يْو َم الَح ْش ر‬. toplanma günü. Çünkü bütün insanlar kendi iradeleri dışında ‫'عرفة‬a
sürüleceklerdir, değil mi? Hepimizin sorgulanması gereken tek alana doğru sürülüp gidecekler.
Şimdi Allah bu tür hayvanlardan bahsediyor, gütme denince aklınıza evcil hayvanlar geliyor.
Ama burada Allah ‫ األنَع ام ُحِش رت‬yani evcil hayvanlardan bahsetmiyor, “ ‫ ”اْل ُو ُحوُش ُحِش َر ْت‬yani yabani
hayvanlar diye zikrediyor. Asla yan yana durmayan hayvanlar. Ve buna yakın bu dünyada
görebileceğiniz şey, korkunç bir sel olduğunda ve çok az toprak parçası kaldığında, başka bir
durumda birbirlerinin boğazına yapışacak iki tür hayvan yan yana bir şey yapmadan dururlar
çünkü ikisi de sudan korkarlar. Yemeğin hemen yanında durması ya da katilinin hemen yanında
durması umurlarında olmaz çünkü daha büyük bir korku var. Yani dağlar çökmeye ve Güneş
parçalanmaya başladığında ve bu büyük felaketler meydana geldiğinde, bu hayvanlar doğal
saldırı içgüdülerini veya birbirlerinden korkmalarını kaybederler, bunun yerine endişelenecek
daha büyük bir şeyleri vardır, bu yüzden bir arada dururlar. Yan yana, üst üste sürülürler. ‫'َح ْش ر‬in
anlamlarından biri budur, gerçekten zorla üst üste toplanırlar, işte hayvanların içinde olacağı
durum bu. Şimdi Allah'ın bir önceki sureden çıkardığı bu ilginç ve güzel karşıtlığa bakın. Bir
önceki surede insanlar birbirlerinden kaçarken bu surede hayvanlar birbirlerine doğru
koşuyorlar. Subhanallah. O günün felaketinden ve bu insanın tabiatının tersine çevrilmesidir.
Doğası gereği bu hayvanlar birlikte sürülmezdi. Ve doğası gereği insanlar bir arada olurdu ve
hepsinin doğaları tersine döndü, bu yüzden insanlar normalde her zaman birlikte olmalarına
rağmen birbirlerinden kaçıyorlar ve öte yandan bu hayvanlar her zaman tek olmalarına rağmen
şimdi bir araya getirildiler. Subhanallah, alışık olduğumuz her şey artık tersine döndü.
Subhanallah. Bir sonraki felaket olayına ilerleyeceğiz.
‫" َو ِإَذ ا اْلِبَح اُر ُسِّج َر ْت‬Denizler kaynatıldığında" , “dağlar ve okyanuslar bile” , "bile" diyoruz çünkü ‫ِبَح ار‬
önce zikredildi ‫ ُسِّج َر ْت اْلِبَح اُر‬denmedi, ‫ َو ِإَذ ا اْلِبَح اُر ُسِّج َر ْت‬şeklinde söylendi. Ve bu olduğunda, ‫ اْلِبَح اُر‬ne
demek, o okyanuslar demek. Arapça ‫ َأْبُحر‬kelimesi cem-i kılle kalıbındadır, yani birkaç anlamını
veren çoğul, birkaç okyanus veya birkaç su kütlesi.
‫ ِبَح ار‬bütün su kütleleri, topluca hepsi demektir. Yani cem-i kesra, çok
fazla anlamına gelen çoğul kalıp. Arapçada tekil, birkaç anlamında kullanılan çoğul ve süper
çoğul kalıpları var. Sadece çoğul değil, aynı zamanda süper çoğullar da var ve bu süper çoğul
kalıbında gelmiş. Tüm okyanuslar kastediliyor, çok sayıda su kütlesi. Hepsi bu ‫'َت ْس ِج ير‬ı
yaşayacaklar. Şimdi bu ‫ َت ْس ِج ير‬kelimesine bakalım.
‫ َس ْج َر التُّن وَر‬Büyük bir tencereye sahip olduğunuzda içine kömür doldurduğunuzda ve içine yakıt
doldurduğunuzda içine ateş attığınızda kullanılan Arapça kelimedir. Yani, aslında alevleri
artırmak için bazı şeyler kullanıldığını biliyorsunuz. Yani bu onların en kötü türü. Bunun
sonuçlarından biri, okyanus suyunun aslında bir ateş için yakıta dönüşeceğidir. İşte bu dönüşüm
o kadar inanılmaz olacak ki, alevleri söndürmek için kullanılan alevlerin zıddı olduğunu
düşündüğümüz o su, o gün alevleri harekete geçirmek için kullanılacak. Bunu bizim
zamanımızda karşılaştırabileceğimiz tek şey, bir ateşiniz olduğunda ve içine birkaç damla su
koyduğunuzda ne olduğunu düşünün. Bildiğiniz üzere ateş artıyor, alevleniyor. Öyle ki ateş o
kadar güçlü oluyor ki bu okyanus içine atılan damlalar gibi oluyor, subhanallah. Bu ateş
alevlenecek. Bundan dolayı bazı alimler, Cehennem ateşinin aslında okyanusların altında
olduğu görüşündeler, ortaya çıktığında bunun aleve bir damla gibi olacağını, öyle patlatacağını
söylüyorlar. Diğer bir husus da burada ‫ ِإْع جاز‬manası olabilir. Alegori olabilir, gerçek olmayabilir.
Bunun anlamı, bir alev bittiğinde, bir tencerede tekrar alevlendiğinde, patladığında demek. Yani
bu, okyanusların kendi sınırları içinde kalmadığının bir ifadesi olabilir, ancak okyanuslardan
dışarı fırlıyor, sular altındaki alevler tarafından boğuluyor veya yeryüzündeki her yerin selin
aldığı felaket olayları da olabilir. Bu olabileceklerden biri, bazıları belki de hayvanların toplu
halde sürülmesi bu kaynar suyun kendilerine doğru geldiğini görmelerinden olabilir diye
yorumda bulunuyorlar. Yani kaynayan okyanuslar mecazi olabilir ve aynı zamanda kastedilen
aynen bu da olabilir.
‫َو ِإَذ ا الُّنُفوُس ُز ِّو َج ْت‬. "İnsanlar (amelleriyle) eşleştirilip (buna göre) şekillendirildiğinde "Bakın bunların
hepsi insanlarla ilgili değildi, ya hayvanlarla ilgiliydi, okyanus, dağ ve Güneş gibi devasa şeyler,
büyük şeyler hakkındaydı. Ve birdenbire, bu arada bu kötüden kötüye, daha kötüye, daha
kötüye gidiyor. Bahsedilen şeyler kötüden kötüye daha kötüye gidiyor. Ve şimdi bunun şimdiye
kadarki en kötüsü ‫َو ِإَذ ا الُّنُفوُس ُز ِّو َج ْت‬. - insanlar (kişiler), yani ‫ َن ْف ُس‬kelimesinin çoğulu. Yine iki çeşit ‫َن ْف ُس‬
‫ َن ْف ُس‬. tekil, ‫ َأْنُفٌس‬az anlamında çoğul ve ‫ ُنفوٌس‬çokluk anlamındaki çoğul.
‫ َأنُفَس ُهْم َأنُفِس ُك ْم‬değil mi? Bu da Kur'an'da da geçer. ‫ َأْنُفٌس‬daha azlığa işaret edilen çoğuldur. ‫ ُنفوٌس‬ise
çokluğa işaret edilen çoğul. Tıpkı ‫ َأْبُحر‬ve ‫ ِبَح ار‬çoğulları gibi. Bunlar da ‫ َأْنُفٌس‬ve ‫ُنفوٌس‬. Yani her biri,
tek tek bireyler, hepsi bir araya geldi. Hepsi ‫ُز ِّو َج ْت‬. birlikte eşleştirilecekler. ‫ َت ْز ِو يِج‬Arapça bazı
şeyleri eşleştirmek demektir. Kelimenin tam anlamıyla evlilik için de kullanılır. Bir baba kızını
evlendirdiğinde “‫ ”َز وْج ُتك‬der, değil mi? Seni bu adamla evlendirdim, eşleştirdim.Yani ‫ َت ْز ِو يِج‬bunun
için kullanılır. Fakat burada İmam Beyhakî'nin bu ayetin tefsirinde kaydettiği Ömer bin Hattab'ın
(r.a.) ifadesi gibi daha geniş anlamda kullanılmıştır, o (r.a.) şöyle buyurmaktadır: Cennette iyilik
yapanlarla eş olunur, kötülük yapanlar da cehennemde kötülük yapanlarla eşleştirilir. İmam
Raagib İsfahani (Allah rahmet eylesin) üç görüş bildirmektedir. Oluşan bu eşleşme hakkında üç
görüşü vardır. Ömer bin Hattab'ın (r.a.) söylediği gibi, “önce her grup kendi grubuyla
eşleştirilecek” diyor. Bedenlerden ayrılan ruhların artık bedenlerle eşleşeceğini ve insanların
amelleriyle eşleşeceğini söylüyor. İnsanlar her biri ile kendi amelleriyle eşleştirilecektir. ‫َو ِإَذ ا الُّنُفوُس‬
‫ُز ِّو َج ْت‬. Bu yüzden insanların bu eşleşmesi, en azından Kur'an'da en güçlü olanıdır. Kur'an'da yer
alan bu görüşleri destekleyen delil Ömer bin Hattab'ın (r.a.) Kuran'da Allah Azze ve Celle'nin
başka bir yerde “‫ ”َو ُكْنُتْم َأْز َو اًج ا َثاَل ثة‬dediği görüşüne en yakın olanıdır. üç büyük gruba ayrılır.
Amelleri sağdan verilenler, ‫ َأْص َح اُب الِّش َم ال‬،‫ َأْص َح اُب اْلَي ِمين‬ve sonra soldan verilenler ‫َو الَّساِبُقوَن الَّساِبُقوَن ُأوَلِئَك‬
‫ اْلُم َق َر‬, değil mi? İşte bunlar Allah'ın başka yerde zikrettiği bu üç eşleme türü, burada da Allah
"insanlar eşleşecek” buyuruyor. Dolayısıyla, başka bir yerde geçen bu kısmın bir tamamlayıcısı
olabilir. Subhanallah. Burada biraz da ‫ َن ْف ُس‬kelimesi üzerinde duralım. Arapçada genellikle Ruh
olarak tercüme edilen çok ilginç bir terimdir. Ruh muhtemelen ‫'َن ْف ُس‬ün iyi bir çevirisi değildir. ‫َن ْف ُس‬
kelimesinin pek çok türevi, kök halinde de pek çok türevi vardır. Örneğin Arapça'da ‫ َأْن َفاس‬nefes
alıp verdiğimiz zamandaki nefeslerdir, tamam mı? Veya ‫َتَنَّفَس‬
‫ َو الُّصْب ِح ِإَذ ا َتَنَّفَس‬bu aynı surede, aynı kökten gelir, nefes almak, nefes vermek vs. anlamlarına gelir.
Sonra ‫ اْلُم َتَن اِفَس ة‬Veya ‫ َتَن اُفٌس‬gelir. Yani ‫ُمتناِفس‬
‫َو ِفي َٰذ ِلَك َفْلَي َتَن اَفِس اْلُم َتَن اِفُسوَن‬. Sağlıklı rekabet ruhu içinde birbirimizle rekabet etmenin anlamı budur,
husumet halinde rekabet etmek gibi değil, dostça bir yarış gibi veya dostça bir rekabet gibi,
şimdi çoğu zaman rekabetler dostça değil. Ama çocuklara yönelik olanlar dostça mesela Kur'an
yarışmaları gibi, bu da örneğin ‫'َتَن اُفٌس‬den. Bütün bu şeylerin ortak noktası ne? Bir ileri bir geri. ileri
geri nefes alır. Rekabet ileri geri. Peki bunun ‫ َن ْف ُس‬ile ne alakası var?
‫ َن ْف ُس‬sürekli ileri geri giden bir şeydir. Allah'ın ‫ الَّنْف ِس اْلُم ْط َم ِئَّن ِة‬،‫ الَّنْف ِس اللواْم ة‬،‫ الَّنْف ِس اَأْلَّماَر ِة‬diye tanımladığı
haller arasında gidip gelir. tek bir yerde değil, her zaman hareket ediyor. Ya bir arzuya doğru
hareket eder, sonra o arzuya ulaşır, utanmaya ve aşağılık hissetmeye doğru hareket eder ya da
gevşer ve sonra gevşemeden başka bir arzuya geçiş yapar. Yani her zaman hareket halindedir.
Hep hareket ediyor. Ve gerçekten ‫ َن ْف ُس‬kelimesi özünde budur. Hepsi birlikte eşleştirilecek.
)8( ‫) َو ِإَذ ا اْلَم ْو ُءوَد ُة ُسِئَلْت‬7( ‫َو ِإَذ ا الُّنُفوُس ُز ِّو َج ْت‬. "Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü
sorulduğunda. "Bu muhtemelen kafirler için en korkunç ayetlerden biridir. Tekrar belirtmeliyim ki
kafirlerin en kötüleriyle muhatabız burada. Bunu zaten açıklamıştık. Allah Azze ve Celle, ‫اْلَم ْو ُءوَد ُة‬
kelimesiyle dişil nesne kullanmış. ‫ وَأَد يِئد َو ْأًد ا‬diri diri gömmek de buradan gelir, bu diri diri
gömmek demektir.
‫َو ِإَذ ا اْلَم ْو ُءوَد ُة‬, diri diri gömülen kız, onun ‫ اْلَم ْو ُءوَد ُة‬için kullanılan kelimedir. Peki? rivayetini
bulduğumuz bir hadiste sanırım Musa Selma, emin değilim isimden, bulunca size getireceğim,
evet İbn Mesud aslında bu hadisi yorumluyor. ‫الواِئدة و اْلَم ْو ُءوَد ُة لها في النار َح ديث‬. Çocuğu gömen ve
gömdüren de yani onun gömülmesini emreden baba, ikisi de cehenneme gidecektir. Şimdi
burada Allah bu ‫ اْلَم ْو ُءوَد ُة‬gömülen kişiye sorulacağını söylüyor. Şimdi mahkemede suçluya yapıp
yapmadığı sorulur sonra kurbana gidip sorulur ama burada suçluya mı yoksa kurbana mı
soruluyor? Kurbana soruluyor. ‫اْلَم ْو ُءوَد ُة‬, gömülene bile sorulacak. Bu çok güçlü bir şey. Birçok
yönden Kureyş'e yapılan bir saldırıdır. Birincisi, bu bir saldırıdır, çünkü İbn Abbas (r.a.)'ın
rivayetine göre Cahiliye döneminde bir kız çocuğunun doğması çok çirkin bir olaydır. Kadın,
doğurmak üzereyken bir hendeğe gider ve çocuğu orada doğurur. Ve eğer bir erkekse, bu iyi ve
güzel bir şey ama eğer bir kızsa, çocuğu orada tutar, sonra bebek diri diri gömülerek ondan
kurtulurlar. Peki neden kız çocuklarını diri diri gömüyorlar? Birincisi, bu onların erkekliğini
sorgulamaktı. Bu ilki. Bu erkekliklerinin sorgulanması demekti. Bir oğlun olacak kadar erkek
değilsin demek. Bu, sahip oldukları bir batıl inançtı. Bir diğeri ise, eğer kızı olursa büyüdüğünde
başka bir adama, hatta belki başka bir kabileden verilecek ve bu belki de kabileleri için bir
aşağılama kaynağı olacaktı. Yani kız çocuk dünyaya getirmek cahiliye kültüründe bir utanç
kaynağıydı. Bunun bazı kalıntıları bugün Müslüman dünyasında bile var ne yazık ki, bir erkek
çocuk doğduğunda herkes sizi tebrik ediyor ama kız çocuğu doğduğunda 'inşallah bir dahaki
sefere' diyorlar. Subhanallah! Bunu söylemek korkunç bir şey. Allah iki veya üç oğlu olanlara
cennet garantisi vermedi ama Allah'ın Resulü (sav) eğer üç kızı düzgün yetiştirirseniz cennet
garantisi verdi. Subhanallah! Yani bir kızınız olduğunda inşallah iki tane daha olur, bu, birinin
cennete girmesi için yaptığın duadır. Ama zihniyetimiz değişti. Oğlunun bir güç kaynağı
olduğunu ve kızının bir zayıflık, utanç veya bir sorumluluk kaynağı olduğunu düşünmek
gerçekten tam bir müşrik zihniyetidir. Allah en iyisini bilir. Bu, şirkin korkunç bir tavrıdır. Her
neyse, ona ‫" َو ِإَذ ا اْلَم ْو ُءوَد ُة ُسِئَلْت‬Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü
sorulduğunda". Allah onu neden öldürdün demiyor, katile sorulmayacak. Hayır, doğup diri diri
gömülene soruluyor, neden? Çünkü o zaman, o doğduğunda sorumlu kimdi? Onun babası. Peki
o babayı sorgulayabilecek var mıydı? Biri gelip onun karşısında durabilir miydi? Çocuk birine
şikâyet edebilir miydi? Konuşmaya gücü var mıydı? Kendisi için bir dava açabileceği herhangi
bir şekilde kendini savunma hakkı var mıydı? Hayır. Sesini duyacak kimse yoktu. Onunla yaptığı
her şey üzerinde tam bir hakimiyet ve kontrole sahipti. Şimdi Allah ona konuşma hakkı verdi. Bu
dünyada sesi olmayan o kıza konuşma hakkı verdi. Ve bu Kur'an'da güçlü bir derstir, Kıyamette
ilk olacak şeylerden biri sesini çıkaramayanlar, kendi kendilerine konuşamayanlar, kimsenin
umurunda olmayan mazlumlardır. Kimse onların çığlıklarını duyamazdı, duysalar bile onlar
hakkında hiçbir şey yapmaya güçleri yoktu. Önce onlara yetki verilecek, önce kendilerine
sorulacak. Ve alimlerin bir kısmı İmam Raagib İsfahani gibi yorumluyorlar bunu, çünkü bunlar
adalet için çok uzun zamandır umutsuzca bekleyen insanlardı, bu yüzden ilk önce onlara söz
hakkı verilecek. Kıyamet gününün tüm kargaşası yatışınca ilk sorulacak kişiler şimdi bu kişiler
oluyor. Subhanallah! Hangi suçtan öldürüldün? Yani ‫ َو ِإَذ ا اْلَم ْو ُءوَد ُة ُسِئَلْت‬Imām el-Shawkani (Allah
rahmet eylesin) bahsettiği diğer şey ise çok ilginç, “‫”ان توجيه السؤال اليها االظهار قمال ال الى هللا كمها هللا‬
diyor ve bu, Allah'ın katile ne kadar öfkeli olduğunu ve onunla konuşmasını bile hak etmediğini
gösteriyor, onu cezalandırmak için Allah kurbanla konuşuyor ve sonra ona dönmeden ceza
vereceğini söylüyor. Bu, Allah Azze ve Celle'nin ona ne kadar öfkeli olduğunun bir göstergesidir.
Ve bu, Kur'an'da Allah'ın çok öfkelendiği kimselere karşı kullandığı bir üsluptur. Örneğin Allah
Azze ve Celle, Allah'a oğul atfeden, mazallah, Hıristiyanlardan bahsederken, Kıyamet gününde
Allah'ın Hıristiyanlara bağırdığını, cezalandırdığını veya azarladığını görmeyeceksiniz, Allah ile
kim arasında bir diyalog bulacaksınız? İsa (a.s). ama bu İsa (a.s.)'a kızdığından değil, muhatap
olunmayı hak etmedikleri için, işte bu, bu kadar büyük bir suç. ‫ َأَأنَت ُقْلَت ِللَّن اِس‬, "Bunları insanlara
sen mi söyledin?" Bunu söyleyen kişiyi tanıyor musun? ve Allah zaten biliyor, değil mi? ‫ِإْن ُكْن ُت ُقْلُتُه‬
‫َفَقْد َع ِلْم َت ُه‬. bunu söyleyen ben olsaydım zaten biliyorsun. Ancak tüm bunlar, Allah'ın bu korkunç
suçlulara ne kadar kızgın olduğunun bir göstergesidir. Bir önceki sureye bakarsanız genel
olarak bazı şeyler kalmış. Belki de Allah “‫" ”ُقِتَل اِإْلنَس اُن َم ا َأْك َفَر ُه‬insan helak olsun" deyince ne
denilmek istendiğini kafir anlamadı. İnançsızlığının boyutu ne kadar şaşırtıcı, inançsızlığının
ifadesine bakın, bir kız çocuğuna bunu yapmaya istekli ve kendi toplumunda gidebileceği küfrün
ölçüsü budur. Bu, küfürden çıkan şerrin tecellisidir. Bizim alimlerimizin yorumu, hayırların
kökünün tevhidden ve tüm kötülüklerin kökünün de şirkten ve küfürden geldiğidir. Eğer Allah'a
iman yoksa, iman gidince başka bir kötülük, yapılabilecek diğer kötülüklerin yanında küçücük
kalır, subhanallah! Yani ‫ُقِتَل اِإْلنَس اُن َم ا َأْك َفَر ُه‬. Şimdi burada Allah Azze ve Celle “ ‫ ”ِبَأِّي َذ ْن ٍب ُقِتَلْت‬diyor, tam
olarak hangi suç için? Tam olarak hangi günahı işledi ki öldürüldü? Hangi suçtan öldürüldü? ‫َذ ْن ٍب‬
kelimesi ‫ َذ َّن َب‬kelimesinden gelir ve en küçük ihlal için kullanılabilir. En küçük şey. Mesela
sokaktaki küçük hatalardan bahsediyorsan, o zaman park cezası mesela bu ‫ َذ ْن ٍب‬olabilir. İşte bu
en küçük hata ‫ َذ ْن ٍب‬sayılabilir ve büyük veya küçük şey olabilir. Yani temelde söylenen şu ki,
bulabildiğin en küçük bir şey bile var mı bu kızın işlediği, öldürülmesine sebep olan en ufak bir
hata bile var mı? Bu, ‫ َس يئة‬değil bakın ‫ َذ ْن ٍب‬kelimesi. Onun için büyük bir günah bulmak söz konusu
bile değil. Bana, onun öldürülmeyi hak ettiği, hatta yaptığı en küçük bir şey bul. Subhanallah! ‫ِبَأِّي‬
‫َذ ْن ٍب ُقِتَلْت‬. Ama sonra bu açığa çıkan şeylerden sadece biri. Yani bu kimsenin sormayacağı bir
şey, bunu yaptıktan sonra kimse sorumlu olacağını düşünmüyor. Hiçbir şey yokmuş gibi oradan
uzaklaşıyorlar. Bu kültürlerinin bir parçası, kimin umurunda ki? Başka bir kabilenin üyesi gibi
birini öldürürsen, en azından kabilesindeki insanlar gelip “adamımızı öldürdün” derler. ‫'اْلَم ْو ُءوَد ُة‬yi
öldürmenin bir sonucu yok. Öldürüp uzaklaşıyorlar sadece, bu onlar için kültürdü. Şimdi Allah
Azze ve Celle, aklınıza hiç gelmeyecek olan bir şeyden bahsediyor ama sonra bunun tek şey
olmadığını söylüyor. Tüm amel defterleri açıldığında ‫ ْص َح ائف األْع َم ال‬olduğunda. Bunlar yayılan,
açılan, kaydedilen amel defterleridir. Şimdi mesele şu ki ‫ َنَش َر‬kelimesi geçen sefer de geçti. ‫ُثَّم َأَم اَت ُه‬
‫ َأْن َش ر‬.‫ َف َأْق َبَر ُه ۝ ُثَّم ِإَذ ا َش اَء َأْن َش َر ُه‬şeklinde geçti, yayılmak için ve aynı zamanda diriltmek anlamına da
geliyor, bu yüzden sanki bu sahifeler yayılıp canlanacakmış gibi. İçlerinde olanlar insanların
önünde canlanacak. Diğeri de burada ‫ ُّصُحف‬kelimesi, daha önce de geçiyor, bir önceki surede ‫ِفي‬
‫ ُصُحٍف ُم َك َّر َم ٍة * َم ْر ُفوَع ٍة ُم َط َّهَر ٍة‬şeklinde bulduk. Bir önceki surede onlar ‫ ُّصُحف‬olarak iki çeşit ‫ ُّصُحف‬vardı
ama orada ‫ ُّصُحف‬kelimesiyle vahye atıfta bulunuyordu. Burada ‫ُّصُحف‬, tüm amellerinizi kapsayan
sahifelerden yani amel defterlerinden bahsediyor. Eğer o sahifeler ‫ ُّصُحف‬umurunda değilse, bu
‫ ُّصُحف‬sahifeler yani amel defterleriyle başın belaya girer, değil mi? O ‫ صّصُحف‬geldi, o sahifeler
geldi. Böylece kaydedilmekte olan bu sahifeleri yani amel defterlerinizi düzeltebilirsiniz. Yani iki
şey şimdi tamamlanıyor. SubhanAllah! ‫َو ِإَذ ا الُّصُحُف ُنِش َر ْت‬
‫َو ِإَذ ا الَّسَم اُء ُك ِش َط ْت‬. "Defterler ortaya serildiğinde." Ve bu aslında metnin geri kalanıyla bağlantılı.
Allah yıldızdan, güneşten ve gökyüzünden, daha doğrusu Güneşten ve yıldızlardan ve
dağlardan bahsettiğinde, orada gökyüzü hakkında bir şeyler duymayı umuyorsunuz ama bir ara
var ve şimdi Allah gökyüzünden bahsediyor. Neden burada bahsediyor? Bir sonraki ayete
geldiğimizde hemen görülecek olan bazı edebî işlevleri vardır. Bu arada yatsı ezanı saat kaçta?
21:15'de değil mi? 21:10'da bitireceğiz inşallah.
‫ َو ِإَذ ا الَّسَم اُء ُك ِش َط ْت َّسَم اُء‬kelimesinin ne anlama geldiğini biliyorsunuz değil mi? Genel olarak gökyüzü,
yukarıda olan, kelimenin tam anlamıyla yukarıda olan anlamına gelir Arapçada. Ancak bundan
biraz daha kapsamlı. Bir de ‫ َكَش َط‬kökünden gelen ‫ ُك ِش َط ْت‬kelimesi var. ‫ َكَش َط الَب عير‬gibi. Devenin
derisini yüzmek, deveyi kestikten sonra derisini soymak için kullanılan bu kelime ‫ َك ْش ط‬kelimesidir
ve
‫ َكَّش اط‬kelimesi de kasap demektir. Çünkü kasabın kesmeye başlamadan önce yaptığı ilk
şeylerden biri nedir? O hayvanın derisini yüzüyor. Yani o ‫َكَّش اُط‬, değil mi? Benzer şekilde ‫ِك ْش اط‬
soyulmuş derinin kendisidir. Şimdi bunlardan biri aynı anlamıyla olabilir, sanki gökyüzü bir
deriye sahipmiş ve soyuluyormuş gibi ama buradaki ayetin tasavvurunu anlamak daha doğru
olur. Allah Azze ve Celle başka bir yerde kıyamet günü göğün ne zaman kırmızı olacağından
bahsetmiştir. ‫ َفَك اَنْت َو ْر َد ًة َك الِّد َه اِن‬Rahman suresinde. Parlak, gül rengi gibi bir kırmızıya dönecek.
Burada Allah göklerin derisinin soyulacağını söylüyor. Bir hayvanın derisini soyduğunuzda ne
açığa çıkar? Kırmızı, değil mi? Kırmızı et ve kan. İçeriden dışarı çıkan budur. Yani gökyüzünün
ne kadar kan kırmızısı olacağını gösteriyor. Kabuğu soyulmuş gibi görünecek. Söylenen bu.
ama sonra şu soruyu soruyor: Gökyüzü neden kırmızı görünsün? Gökyüzü, yeryüzünde olup
bitenlerin yansımasıdır. Dünyanın dokularını yansıtır. Bu yüzden gökyüzü mavi görünür,
özellikle okyanus üzerinde olduğu için mavi görünür çünkü o dünyanın bir yansımasıdır. Şimdi,
yeryüzünde bir şeyler olurken, bu o kadar şiddetlidir ki, gökyüzü bile kırmızıya dönmüştür. O
halde şimdi bir sonraki ayette tanımlanana bakalım, yeryüzünde neler olmuş? ‫َو ِإَذ اْ َج ِحيُم ُسِّع َر ْت‬
"Cehennem ateşi harlatıldığında "Cehennem bile alevlendiğinde ve ‫َس َّعَر‬, yüksek bir ateşi
alevlendirmektir, harlamaktır. Böylece alevi daha da yükseğe ve daha da yükseğe çıkaran
şeyleri ateşe koyarsınız. Böylece ‫َج ِحيم‬, bu gaddar Cehennem ateşine, bu parıldayan ve harlanan
Cehennem ateşine yüksek bir alev verildi. Bu ‫ُسِّع َر‬. Sadece parlamakla kalmıyor, alevli kelimesi
Kur'an'da çok fazla kelime için çok yaygındır. ‫ اْلَج ِحيُم ُسِّع َر ْت‬،‫ُبِّر َز ِت اْلَج ِحيُم‬. her yer parlıyor. Ama bu
aslında çok yüksek bir alev türüdür. Ve o kadar yükseğe çıkıyor ki, kırmızılığı şimdi gökyüzünün
dokusunu bile etkiliyor ve gökyüzünü soyulmuş gibi gösteriyor. Subhanallah! Ama şimdi bunun
okuduğumuz son surenin sonuyla nasıl ürkütücü bir şekilde güzel bir bağlantılı olduğunu
anlayın. Sonlara, en sona doğru bazı yüzlerle ilgili tasviri görmüştük. ‫ َت ْر َه ُقَه ا‬،‫َو ُو ُجوٌه َي ْو َم ِئٍذ َع َلْي َه ا َغ َبَر ٌة‬
‫َقَت َر ٌة‬. "Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş", değil mi? O gün bazı yüzler üzerlerinde
bu kara toz olacak, değil mi? Ve orada siyah duman oluyor, neyden? Bu alev alev yanan
ateşten. Bu onları dumanla boğuyor ve sadece onun tarafından karartılıyorlar. İki şey şimdi
birbirine bağlı. Ateş bu. Bunlar onların yüzleri. Aynı kamera açıları gibi. Günümüzde, filmde
bunu çok kolay bir şekilde takdir ediyoruz. Kamera buraya gidiyor, sonra kamera oraya gidiyor,
değil mi? Kur'an'ın dili de böyledir. Önce buraya bakmanı sağlar sonra oraya bakmanı sağlar.
Bu şeyleri görselleştirmenizi sağlar. Yani ‫َو ِإَذ ا اْلَج ِحيُم ُسِّع َر ْت‬.
‫" َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬Cehennem ateşi harlatıldığında ,Cennet yaklaştırıldığında "Cennete
yaklaştırıldığında” ne güzel bir söz. ‫ ُأْز ِلَفْت‬kelimesi, yemyeşil cennet bahçesinin yaklaştırıldığı
zamandaki edilgen halidir. Bu, cennetin zaten var olduğunu birebir göstermektedir. Çünkü
olmasaydı yaratılırdı ama yakınlaştırıldı. İnananları bekliyor. İnşallah hepimiz cennete gireriz. Bir
önceki surede başka bir yüz şekli bulmuştuk, ‫" ُو ُجوٌه َي ْو َم ِئٍذ ُّمْس ِفَر ٌة َض اِح َك ٌة ُّمْس َت ْبِش َر ٌة‬O gün birtakım yüzler
parıldar, güleçtir, müjde almıştır" ayetini görmüştük. Bir önceki surede bazı yüzler ışıl ışıl
parlıyor, sanki parlak bir şeye bakıyormuş gibi ve yüzleri aydınlanıyor ve gülmeden
duramıyorlar, yüzlerindeki gülümsemeyi silemiyorlar. Ne görmüşler? Çünkü cennet onlara
yakınlaştırıldı.
‫َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬. "Cennet yaklaştırıldığında" Şimdi ‫ ُأْز ِلَفْت‬kelimesiyle ilgili bazı şeylere bakın.
‫ ُز ْلَف‬Arapçada bir şeyin büyük bir kısmı veya bir kısmı demektir. ‫ ُّز ْلَف ى‬kelimesi statü demektir. ‫َو ِإَّن‬
‫َلُه ِع ْن َد َن ا َلُز ْلَفى َو ُحْس َن َم آٍب‬. Allah, Süleyman (a.s)'dan söz ederken, onun bizim üzerimizde yüksek bir
mertebeye sahip olduğunu söylüyor. Ve‫ ُّز ْلَف ى‬kelimesini kullanıyor. Cehennem ateşi
yaklaştırıldığında Allah ‫ َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُقربت‬yani ‫ ُقربت‬fiilini kullanmadı , ‫ َو ِإَذ ا اْلَج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬dedi. ‫ َأْز َلَف‬kelimesine
yakın olan, bildiğiniz bir diğer kelime ise ‫ ِازدالف‬kelimesinden gelen ‫ ُم ْز َد ِلفُة‬kelimesidir.
Müzdelife, Mina'ya çok yakın duran alan veya bölge demek. Bu yüzden ona yakın anlamına
gelen Müzdelife denir. Yakın bir yer. Ve aynı zamanda onurlu bir yer. Birini onurlandırmak için
bir şey yakınlaştırıldığında. Yani ‫َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬, müminlerin şerefine Cennet'in yaklaştırılması
demektir. Bu onlar için bir onurdur. ‫ ُقربت‬yakınlaştırdı, ama ‫ ِإزالف‬aslında yakınlaştırıp
onurlandırdı. Böylece Cennet, mümin için bir onursal hediye olarak tasvir edilmiştir. Ödül töreni
gibi. subhanallah! ‫َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬. Bu kelimenin başka bir formda bulduğumuz bir başka ilginç yer de
bir hadistir. Bu hadisi Süleyman Ebu Musa (r.a.) rivayet etmiştir ve ‫ أْز َد ِلُف إلى ِهللا برْك َع تين‬olduğunu
söyler. İki rekat kılarak, Allah'a yaklaşarak kendini yücelt, değil mi? Allah'a her yaklaşmak
istediğinde iki rekat kıl. Tekil olarak gelir ve başka bir rivayet de ‫ اْز َد ِلُف إلى ِهللا برْك َع تين‬şeklindedir,
çoğul ve tekil.
Bu ayet hakkında son bir yorum. Allah Azze ve Celle'nin bahsettiği başka bir yer daha var ve bu
sizin ödeviniz. Nerede olduğunu bulun. ‫ َو ُأْز ِلَفِت اْلَج َّن ُة ِلْلُم َّت ِقيَن َغ ْي َر َب ِعيٍد‬Allah şimdi burada : ‫َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬
diyor, ancak başka bir yerde
‫َو ُأْز ِلَفِت اْلَج َّن ُة‬. Yani birinde önce isim gelmiş, diğerinde de fiil gelmiş. Ve ne dedik? Arapçada normal
konuşma şekli nedir? Önce fiil mi yoksa isim mi gelir? Önce fiil gelir. İşte o yer Allah'ın, cenneti
müminlere yaklaştırmasının ne kadar kolay olduğunu gösteriyor. Cümlenin fiil cümlesi formunda
olması kadar kolaydır. İşte burada kafir ile konuşuyor ve kimlerin bu müminlere yakın olan tek
şeyin yıkım ve yoksulluk olduğunu zannettiğini ve Allah'ın “hayır” dediğini fark etti, aslında
onlara yakınlaştırılıp verilecek olan şerefli şey cennetin kendisidir. İşte bu, Allah'ın kafirlere
yaptığı; cennetin müminlere gelecek olmasının sarsıcı ve güçlü konuşmasını göstermektedir.
Şunu anlamamız gerekiyor ki, Allah cennet hakkında konuştuğunda O'nun Allah'ın kiminle
konuştuğunu düşünürüz? Müminlerle. Burada hayır, hayır aslında müminlerin şerefine geliyor
diyerek kafirlere tokat atıyor. Bu yüzden ‫َو ِإَذ اْ َج َّن ُة ُأْز ِلَفْت‬. Bütün bunların sonunda bir fiil cümlesi var.
Bu fiil ile başlayan bir cümledir. Bütün bunlar neyle başladı? isimle. Bütün bunların sonucu şart
cümlesinin cevabıdır. Bunların hepsi şart cümlesidir bu arada. “-olduğu zaman, -olduğu zaman
vs” ve buraya gittiğimde, okula gittiğimde, işimi bitirdiğimde, bu kitabı okumayı bitirdiğimde,
ödevimi yazdığımda deyip konuşmanızı devam ettirmezseniz karşınızdaki kişi "iyi de, o zaman
ne? Bundan sonra ne yapacaksın? Neden bana 'ne zaman' diyorsun?" der. Çünkü bu bir zaman
ifadesi ve onu sonuçlandırmanız gerekir. Bunun kesin bir ifade, bir sonuca bağlanması
gerekiyor. Bütün bu önceki ifadelerin bağlandığı ifade de şudur: ‫َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬. "Kişi neler
yaptığını öğrenmiş olacaktır." ‫ َأْح َض َر ْت‬kelimesinden birazdan bahsedeceğiz ama önce bunu en
basit haliyle idrak edelim. Her insan Allah'ın huzurunda neyi sunması gerektiğini bilir. Ayetin
temel fikri budur. Ve bu fiil cümlesi şeklinde sunulur. Allah ‫ َن ْف ٌس َع ِلَم ْت َم ا َأْح َض َر ْت‬demedi, ‫َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا‬
‫ َأْح َض َر ْت‬normal şeklini kullanarak söyledi. Neden? Çünkü herkes kendisinin sunması gerekeni
çok iyi bildiği bu sonuç, uç noktada ya da hayal edilmesi zor bir kavram değil, bunu zaten herkes
biliyor. Herkes zaten içinde bunu biliyor, biz kendi adımıza hangi fikirleri sunmamız gerektiğini
çok iyi biliyoruz. Kendim için ne yaptım. Bunu herkes biliyor. Yani Allah onu doğal şekle sokar.
‫ َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬çünkü bu insan için doğal bir sonuçtur. Bu kafir için bile doğaldır. O bile ne
yaptığını biliyor. Hatta kendisi için tam anlamıyla ne göstermesi gerektiğini biliyor. Yani dilde
bunu göstermek için bir geçiş var, zaten içinizde. Bu, Güneş'in dürülmesi, yıldızların
parçalanması, dağların hareket etmesi veya okyanusların kaynaması gibi daha önce hiç
duymadığınız soyut bir şey değil. Bunlar size doğal görünmeyebilir. Bu yüzden daha güçlü bir dil
biçimi kullanılır. Ama az önce bahsedilen şey zaten senin ruhunun derinliklerinde olan bir şey,
bunu zaten biliyorsun. ‫َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬. Yani bu bir sonuçtur. Şimdi olay şu. Bir şart cümlesinin
cevabı olduğunda hepsinin şarta geri döndüğünü anlamamız gerekiyor. Orada olanların her biri
‫شرط‬. Yani bu sözü anlamak ve takdir etmek için her insan kendisine ne sunması gerektiğini bilir
ve bu cümle daha önce okuduğumuz her ayete döner;
İlki;
‫ َعِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬... ‫ِإَذ ا الَّش ْم ُس ُك ِّو َر ْت‬.
‫ َعِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬... ‫َو ِإَذ ا الُّن ُجوُم اْن َك َد َر ْت‬.
‫ َعِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا َأْح َض َر ْت‬... ‫َو ِإَذ ا اْلِج َب اُل ُسِّي َر ْت‬.
Güneş dürülüp karardığında, kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır. Yıldızlar dökülüp
söndüğünde, kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır. Dağlar sökülüp yürütüldüğünde, kişi neler
yaptığını öğrenmiş olacaktır. Sonra ‫ ِع شار‬develerin başıboş kalmasının umurunda olmadığını
görür, sadece sunması gerekenler konusunda endişelidir, sonra yabani hayvanlar yan yana
duruyor, ama o yine kendisi için endişeleniyor. Bu aslında bir önceki suremizin tefsirinde geçen
‫" ِلُك ِّل اْم ِر ٍئ ِّم ْن ُهْم َي ْو َم ِئٍذ َش ْأٌن ُيْغ ِنيِه‬O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır. "ayetinin en güzel
tefsiridir. O gün her insan için etrafındaki her şeyle ilgilenmemesine neden olacak bir meşguliyet
olacaktır. Güneşi görüyor, dağları görüyor, yıldızları görüyor, hayvanları görüyor, okyanusları
görüyor, hepsini görüyor ama tüm bunların sonucu ne? Tek düşünebildiği kendisidir. ‫َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا‬
‫" َأْح َض َر ْت‬Kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır." Subhanallah! Burada ‫ َأْح َض َر ْت‬kelimesinden biraz
bahsedelim. Öncelikle Allah Azze ve Celle suresinde insana, Allah'a sunması gereken amelleri
düzeltme imkanı vermiştir. Kendisini düzeltmek için. Orada ona, kendisini bir nutfeden (pıhtıdan)
yarattığını, ‫ ُثَّم الَّس ِبيَل َيَّسَر ُه‬diye kesin olarak hesapladığını, hayatını hidayetle yaşaması için ona yol
çizdiğini buyurmuştu. Onun için hidayet yolunu kolaylaştırdı. ‫ ُثَّم َأَم اَت ُه َف َأْق َبَر ُه‬Sonra onu ya diriltti ya
da öldürdü, onu kabrine koydu, değil mi? Yani tüm bunlar, bu kişinin düzeltmesi ve kendisi için
bir şeyler göstermesi için fırsat zamanıydı. Ama şimdi buna gücü yetmediyse, o zaman son
tefsir ‫َك اَّل َلَّما َي ْق ِض َم ا َأَمَر ُه‬, "Hayır! İnsan, Allah’ın emrettiğini yapmadı."Bunun hakkını vermedi.
Bilirsiniz, tıpkı ödevini yapmamış ya da sınava çalışmamış bir çocuk gibidir ve şimdi sınav
sonuçları açıklanmak üzeredir. Daha onlar teslim edilmeden önce çocuk elindekinin ne
olduğunu biliyor mu? Derinlerde bir yerde biliyor, zaten hissediyor, değil mi? Yani ‫َع ِلَم ْت َن ْف ٌس َم ا‬
‫َأْح َض َر ْت‬. Yani zaten çok geç. Çalışma, hazırlanma, kendini düzeltme fırsatın oldu, bunu hiç
değerlendirmedin, şimdi ne olacağını biliyorsun. Yani, temelde ayetin söylediği şey bu, ne
olacağını biliyorsun. Şimdi ‫ َح َض َر‬sunmak. Ve hatta derste mevcut olmak. ‫ َح َض َر حضرنا الدرس‬gibi
ders için oradaydık, değil mi? Ders için oradaydık. ‫ أْح َض َر‬bir şeyi alıp sunum için getirmektir ve
aslında ‫ اضطرار‬zorlamanın imalarını içerir, yani bir şeyi sahnede öne çıkarırsınız ve orada olmak
istemezsiniz. İsteksiz bir sunum. Her insan, kendisine sunması gereken şeyin ne olduğunu bilir.
Ve bilirsiniz, o gün mümin bile tedirgin olur. Tüm teraziler tartılana kadar kendinden tam olarak
emin değil. Bu yüzden herkes sunacakları şey konusunda gergin. Ve bu sunum gönüllü bir şey
bile değil, bu konuda isteksizler. Bu, ‫ َأْح َض َر ْت‬kelimesindeki anlamdır. Yani herkes neyin
geleceğini biliyor. Bu arada, bu ‫ َأْح َض َر ْت‬ve ‫ عمل‬kelimesine ara vermeden önce birkaç yorum
yapalım. Kur'an'da birden fazla yerde eşleştirilmiştir. Sunulan eylemler. Allah Azze ve Celle Al'i
İmran Suresi'nde şöyle buyurmaktadır:
‫َي ْو َم َت ِج ُد ُك ُّل َن ْف ٍس َم ا َعِم َلْت ِمْن َخ ْي ٍر ُمْح َض ًر ا‬. değil mi? Her insanın yaptığı bir hayırdan geldiği gün, onun
önlerine takdim edildiğini göreceklerdir. ‫ ُمْح َض ًر ا‬burada ‫ َأْح َض َر ْت‬gibi aynı ‫'َح َض َر‬den geliyor. ‫'افعال‬dan
aynı kalıbın ism-i mefulü. Allah Azze ve Celle Kehf suresinde ‫" َو َو َج ُدوا َم ا َعِم ُلوا َح اِض ًر ا‬Böylece
yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır."diye buyuruyor.
‫" َو اَل َي ْظ ِلُم َر ُّبَك َأَح ًد ا‬Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez." Yaptıklarını tam karşılarında bulacaklar.
Yani eylemlerimize görsel bir biçim verilmiş gibi. Bu, Allah'ın ‫ َو ِإَذ ا الُّصُحُف ُنِش َر ْت‬öncesinde
söylediğinin bir açılımıdır. Amel defterlerine hayat verildiğinde, açılıp serildiğinde, sanki
önünüzde durup bir ayna gibi yüzünüze bakan amellerinizi görüyor gibi olacaksınız. Dolayısıyla
bu ayette duracağız, çünkü bir sonraki ayetler, temelde surenin sonraki kısmı ve sonraki
yarısıdır. ‫ َن ْس َتْغ ِفُر َك َو َن ُتوُب ِإَلْي َك‬، ‫ َن ْش َه ُد َأْن ال ِإَلَه ِإال َأْن َت‬، ‫ُسْب َح اَن َك الَّلُهَّم َو ِبَح ْم ِدَك‬

You might also like