You are on page 1of 19

OHN HALDON BİZANS TARİHİ ATLASI 35-98 ARALIĞINDA SORUMLUYUZ

Bizans Tarihine Genel Bir Bakış;

Bizans tarihine ait genel kavramlar.

Bizans Devleti'nin genel özellikleri.

Bizans tarihinin dönemlendirilmesi üzerine görüşler.

Bizans ve komşularını açıklamak ve tanımlamak / tartışabilmek.

Konu Başlıkları:

Bizans Tarihine Ait Kavramlar (Bizans, Rum, Grek, Hellas, Yunan).

Bizans Devleti'nin Genel Özellikleri (Antik Yunan Kültürü, Roma Geleneği, Ortodoks Hristiyanlık,
İstanbul).

Bizans Devleti'nin Dönemlendirilmesi (Hanedanlara Göre Tasnif, Kronolojik Tasnif, Sosyal ve Kültürel
Olaylara Göre Tasnif).

Bizans ve Komşuları.

Kavram ve Terimler;

Bizans olarak isimlendirilen devlet ve kişiler, kendileri için Romalı tabirini kullanmışlardır. Kendilerini
Romalı olarak görmüşlerdir. Doğu Roma İmparatorluğu'nun karışmaması için 16.yy'dan itibaren Bizans
tabiri kullanılmaya başlandı.

Alman tarihçi Hieronymous Wolf'un (1516-1580) 1557'de Corpus Histoarie Byzantiane adlı seriyi
başlatmış ve bizans tabirini Doğu Roma İmparatorluğu için kullanmıştır.

RUM

IMPERIUM ROMANUM: Doğu Roma İmparatorluğu'nun resmi dili Latince olduğu 7.yy'a kadar kendini
Imperium Romanum yani Roma İmparatorluğu olarak adlandırıyordu.

VASILIA TON ROMEON: Devletin resmi dili 7.yy'dan sonra Yunan alfabesine geçtiği için Doğu Roma
İmparatorluğu kendini bu isimle adlandırmıştır.
BAHRU'R - RUM VE BILADÜR'R RUM: Arap kaynaklarında Bizans İmparatorluğu sıfatlar için
kullanılmıştır.

Aparum: Türk dünyasında Bizanstan bahseden ilk yazılı kaynak Göktürk yazıtlarıdır. Bu yazıtlarda
Aparum kelimesi Bizans'tan gelen elçiler için kullanılmıştır.

Diyar-ı Rum: Selçuklular Doğu Roma'nın sahip olduğu Anadolu için Rum tamlamasını kullanmıştır.

Rumeli, Rum: Osmanlılar Balkan toprakları için Rumeli; Bizans'tan Osmanlı'ya intikal eden Bizans
kökenli Ortodoks Osmanlı tebası için de Rum tabiri kullanmıştır.

Grek: M.Ö. 197 yılında Yunanistan topraklarına hakim olan Romalıların, burada yaşayan insanlar için
Latinlerin hizmetkârı ve Latinlerin kölesi anlamında kullanılmıştır. Bugün Batı dilinde Yunanistan için
Greece, Yunanlılar için Grek kelimesi kullanılmaktadır.

Hellas (Helen): Bizans döneminde Selanik ile Atina arasındaki kalan bölge için kullanılan Hellas
günümüzde Yunanistan Devleti'nin kendi topraklarını tanımlamak için kullanmaktadır. 1024'de
Bizans'ta Hellas ve Helen daha yoğun kullanılmıştır.

Yunan: Yunanlılar için birçok Doğu ülkesi Yunan kavramını kullanır. Fars dilinde canlılar için ismin çoğul
haline an eki getirilir. Dolayısıyla İyonyalılar diyebilmek için Ioniann kelimesi üretilmiştir.

BİZANS DEVLETİ'Nİ ROMA İMPARATORLUĞU'NDAN AYIRAN ÖZELLİKLER:

Hristiyanlığın kabul edilmesi.

İstanbul, Yeni Roma, başkent kabul edilmesi.

Antik Yunan kültürünün bazı değerlerine sahip çıkması.

Roma Devleti'nin bazı geleneklerinin sürdürülmesi.

Antik Yunan Kültürü;

MS. III. ve IV. yy'da Romalılar; Balkanlar ve Anadolu'yu aldıktan sonra antik kültürün etkisini azaltmış
olsalar bile devam eden yüzyıllarda antik kültürünün etkisi devam etmiştir.

VI. yy'dan sonra Bizans hukuk dilinin Latince'den Yunanca'ya dönmesi.

VII. yy'da Yunanca'nın Bizans Devleti'nin resmi dili haline gelmesi.

Bizans eğitim sisteminde, Antik Yunan eserlerinin öğretilmesi.

Roma Devlet Geleneği;


Siyasi Düşüncesi

Devlet Organizasyonu

İdari Kurumlar

Mali Teşkilat

Diplomasi

Ordu

Hukuk

gibi alanlarda azalarak da olsa etkisi devam etmiştir. (düzenlendi)

ORTODOKS HRİSTİYANLIK

Hristiyanlığın Temel İlkeleri;

Arius, monofisizm, pavlikanizm, bogomilizm gibi Hristiyandan farklı yorumlar getirenlerin sapkın ya da
heritik olarak tanımlanması.

Sinod / Konsil: Hristiyanlık inancının ilkelerini belirleyen dini toplantılar.

Hristiyanlığın Kaynakları: Konsiller, İncil, havariler ve kilise papaları.

Yazılı Kaynaklar: Matta, Markos, Luka, Yuhanna gibi İncil yazılı kaynakları Ortodoks Hristiyanlık için
sıralayabiliriz.

Bizans tarihi bir bakıma İstanbul tarihi olarak da algılanmaktadır. I. Constantinos'un başkenti İstanbul'a
taşıma kararı ile 324 yılında İstanbul'un inşasına başlamış ve 330 yılında İstanbul'un başkent olarak
açılışı gerçekleşmiştir.

Roma'da olduğu gibi kentte saray, senato binası, hipodrom ve kiliseler inşa edilmiştir. Nüfusun artışı ile
politika izlenmiştir. Şehir kurucusu adına Constantin şehri anlamında Constantinepolis adını almıştır.

Bizans Devleti'nin Dönemlendirilmesi:

Devleti Yöneten Hanedanlara Göre

Kronolojik Dönemlere Göre


Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Olaylara Göre

yapılan tasniflere dönemlendirilmiştir.

Yaklaşık yüyzıl süren imparatorluğun dönemlendirilmesi üzerine değişik görüşler vardır. Bunun nedeni
Bizans İmparatorluğu'nun ne zaman başladığı ve ne zaman bittiği konusunun tartışılıyor olmasıdır.

Kronolojik Dönemlere Göre Tasnif;

Erken Bizans Dönemi 330-726 yılları arasında

İkonoklazma Devri 726-842

Orta Bizans Dönemi 842-1204 yılları arasında

Latin İstilası Devri 1204-1261

Geç Bizans / Son Bizans Dönemi 1261-1453 yılları arasında

Post Bizans 1453 ve Sonrası Dönem

IV. ve XV. yy'lar arasında Bizans İmparatorluğu'nun bin yılı aşan tarihinde pek çok komşusu olmuştur.
Bizans Devleti'nin güney sınırı Akdeniz olduğu için komşuları; batı, kuzey ve doğu yönünde olmuştur.

Batı Komşuları:

Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandallar, Lombradlar, Normanlar, Varanglar, Haçlılar, Venedikliler, Cenevizliler.

Doğu Komşuları:

Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, Anadolu Beylikleri.

Kuzey Komşuları:

Gotlar, Hunlar, Atilla ve Batı Hunları, Slavlar, Göktürkler, Avarlar, Bulgar Türkleri, Hazarlar, Peçenekler,
Uzlar, Kumanlar, Tatarlar, Sırplar.

Kronolojik açıdan bakıldığında;


330 yılında I. Constantinus'un Byzantion'u Roma'nın başkenti olarak seçmesi ile başlayıp 1453'e kadar
süren dönem, modern tarihçiler tarafından Bizans diye adlandırmaktadır.

Roma İmparatorluğu'nun ve onun antik kültürünün doğu topraklarındaki devamı olarak varlığını
sürdüren Bizans, yüzyıllar boyunca bu kültürün sürdürücüsü olmuş, bu kültürün uzun bir evrim
sonucunda ortaçağ kimliğine ulaşmıştır. Bu evrim çizgisinde Justinianus ile sanat geç antik çizgisinden
ayrılmaya başlamıştır.

Justinianus: Geç antikiteden Bizans Ortaçağ'ına olan bu evrimin orta noktasıdır.

Örneğin; Justinianus'a kadar Antik Roma Kenti'nin Hristiyanlaştırılmış bir kopyası olarak inşa edilen
Konstantinopolis kenti, Nika Ayaklanması'ndan sonraki yapım aşamalarında yeni bir anlayışın egemen
olmasıyla, artık model olarak Roma'nın anılmadığı yeni bir kimlik kazanmıştır.

İkonoklazma sonrası hızla artmaya başlayan manastırlar ve manastır merkezli yerleşimler ile giderek
ortaçağ kimliği ön plana çıkmıştır. İkonoklast devrin sonunda Makedon ve sonra da Komnenoslar
iktidara geldiklerinde Konstantinopolis artık bir Roma bkenti değil, Bizanslı bir ortaçağ kentine
dönüşmüştür.

Bizans kültürünün ortaçağlılaşma süreci, ikonoklast dönemin büyük dönüştürücü etkisi ile
tamamlanmıştır. Bizans sanatı da, bir ortaçağ sanatı olarak kimliğimi ancak ikonoklazma sonrasında
bulmuş, ama biçimlerini ve temel ilkelerini bulmuştur.

Bizans Sanatı;

Erken / İlk Bizans Devri

Orta Bizans Devri

Geç / Son Bizans Devri

Fakat bu ana ayrımın başlangıcı öncesinde ve her devrin arasında da ara dönemler vardır.

Daha rahat çalışabilme adına sanat tarihçileri; eserleri Erken Bizans, Orta Bizans ve Geç Bizans
Dönemleri olmak üzere üç ana grup içinde değerlendirilmektedir.
Geniş bir zaman sürecini kapsayan bu tanımlama; tarihsel ve toplumsal yapıyı dikkatine alarak
incelenebilir.

Erken Bizans

Geç Antik ve Erken Hristiyan Dönemi

Justinianus Dönemi

Orta Bizans

Varoluş Mücadelesi Dönemi

Makedonyalılar Rönesansı Dönemi (Makedonya Sülalesinin Egemen Olduğu)

Komnenoslar Dönemi

Geç Bizans (1261-1453)

Paleologos Hanedanı Devri

I. Geçiş Devri

4-5 yüzyılları kapsayan bu dönem erken hristiyan sanatı çerçevesinde (Constantine ve Theodosius
sülaleleri) incelenir.

Geç Antik ve Erken Hristiyan Devri

yüzyılın ilk yarısında hristiyanlığın serbest bir din haline gelmesiyle birlikte 4-5 yüzyıllarda bir geçiş
dönemi geçirmiş ve Yunan-Roma dünyasının geleneklerini yeni inanca uydurmaya çalışmıştır.

Ön geçiş döneminin eserleri gerek biçim, gerek süsleme bakımından henüz ilkçağın Roma sanatına sıkı
sıkıya bağlıdır. Ancak; Hristiyanlık buna değişik ir anlam vermiş ve onu kendi hizmetine sokmuştur.
Bizans sanatının başlangıcı kesin bir çizgi ile ayrılamaz. Bu yüzden ilk yüzyılların sanatına, Erken
Hristiyan sanatı da denilmektedir.

Geç Antik Dönem'e ait estetik duyguları yaşatmaya çalışan Bizans sanatı Hristiyanlık, dini mimari
vasıtasıyla bir takım yeni sanat unsurlarını beraberinde getirmiş, dolayısıyla her iki sanat anlayışının
kaynaşmasından meydana gelen bir geçiş dönemi söz konusu olmuştur. Bu dönemde antik sanatın
izleri hala çok kuvvetli olduğu görülmektedir.

Örneğin; Hristiyanlığı tasvir eden kompozisyonlarda; Eski Roma İmparatorluğu'nun yüceleştirilmesi


başlıca ilham kaynağı olurken bu antik kompozisyonlarda imparator ortada yer alır ve etrafında onu
destekleyenler olurdu.

II. İlk Bizans Devri

yüzyıl başı ile 726 yıllarını kapsayan Bizans İmparatorluğu'nun Justinianus devri.

Justinianus Devri (527-610)

Bu dönem Bizans sanatının ilk parlayış dönemidir. İmparator I. Justinianus zamanında (527-565) başta
Ayasofya olmak üzere önemli ve büyük eserlerini verdiğinden bu dönem imparatorun adıyla da
anılmaktadır.

Justinianus dönemi Bizans sanatı ilk çağın Helenistik ve Roma sanatı gelenklerinden alınan motifleri
kullanmaya, geliştirmeye devam etmekle beraber yakın doğunun sanat ve duyuş unsurlarıyla estetik
zevklerinin sanata sızmasından kurtulamamıştır. Bu arada Hristiyanlık da kuvvetlenip
yaygınlaşmaktadır. Ancak bu dönemde henüz tam anlamıyla Bizansın karakteri olan Grekçe hakim
değildir. 6. yy'da Grekçe ve Latince olmak üzere çift dil kullanılmaktadır.

III. İkonoklazma (Kesinti - Resim Yasağı) Devri, 726-841 yılları arasındaki dönem.

IV. Orta Bizans Devri

842-1204 yılları arasını kapsar. Bu dönemde Makedonyalı'lar ve Komnenoslar Sülaleleri


imparatorluğun başındadır.
İkonoklazma döneminden sonra, 843 yılından itibaren Bizans İmparatorluğu duraklama dönemine
girmiştir. Justinianus'tan sonra 7. yüzyıllarda başlayan 9. yüzyıla kadar devam eden Arap akınları
duraklamanın başlıca nedenlerinden sadece biridir.

Orta Bizans Dönemi 867-1075 yılları arasında Makedonyalı Sülaleleri ile 1081-1185 yılları arasında
hüküm sürmüş olan Komnenosları kapsamaktadır.

Varoluş Mücadelesi Devri

Bu dönemde yukarıda anlatılan kültürel çalkantı ortamında kilisenin otoritesine karşı bir direnç olan
ikonoklazma hareketi denilen akım; kilisenin ve manastırların güçlerini kırarak Bizans sanatında çok
önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Dini resimler yasaklanmış ve tahrip edilmiş, manastırlar
kapatılmıştır. Bu akım 842'ye kadar sürmüştür. Bu dönem, sanıldığı gibi sanatsız bir dönem değildir.
Ancak bunda dini resimleri yerine Helenistik üslupta bezeme motifleri yer almıştır. İkonoklazma devri
sanata önem vermiştir, yani dekoratif bir sanat eski normları sürdüren bir sanat olarak karşımıza
çıkmaktadır.

Latin İstilası Dönemi

Bu dönemin kendine has bir sanatı yoktur. Latin hakimiyeti 1261'e kadar devam etmiştir. Ayrı
tarihlerde Bizanslılar İstanbul dışında tıpkı beylikler gibi küçük idareler kurmuşlardır. Yani Bizans
İmparatorluğu'ndan ise geriye üç parça kalmıştır.

Bu Beylikler;

Karadeniz Ereğli'de, Trabzon'da ve en önemlisi İznik'te yaygın olmaya çalışmıştır.

Mikhail Angelos'un (1204-1215 Epiros Despotluğu)

Aleksios ve David Komnenos'un Trabzon İmparatorluğu

Theodoros Laskaris (1204-1222)'in kurduğu İznik Devleti (1204-1261)

Bunların arasında Laskaris'in kurduğu İznik Devleti, Bizans İmparatorluğu'nun meşru selefi olmuş ve
Konstantinopolis patriği burada imparatorlara taç giydirmiştir. İznik, Bizans'ın yeni merkezi olmuştur.
Hem Latin İmparatorluğu'na hem de Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı üstünlük sağlayan İznik Devleti,
kısa bir süre sonra Mikhail VIII Palailogos (1259-1282) önderliğinde Bizans'a geri döndü. VIII. Mikhail
Palailogos, illegal yoldan Bizans tahtına geçmiştir. İstanbul'daki Latin hakimiyetine son vermiştir.

Son Bizans Devri:

Paleologoslar'ın hüküm sürdüğü 1261-1453 yıllarını kapsar

Paleologoslar Devri (1261-1453)

1261'den başlayarak imparatorluğun sonu olan 1453'e kadar süren Paleologoslar Sülalesi'nin hüküm
sürdüğü dönemde, Bizans sanatı yeni bir canlanış göstermiştir. Hatta bu dönemde bu yüzden
Paleologoslar Rönesans'ı da denilmektedir.

Latin İstilası sonunda parçalanan devletin belirli bölgelerinde kurulan idarelerin yere sanatları ile
İstanbul ekolü sanatları söz konusu olmuş; eyalet sanatı ile İstanbul ekolü sanatları arasında başlıca
farkları yaratan en önemli unsur; antik zevk geleneği ile Doğu mistizminin çatışması olarak
yorumlanmıştır.

Post Bizans (Bizans Sonrası)

İmparatorluk ortadan kalktıktan sonra aynı üslubu devam ettiren sanat dönemidir.

Bizans (324-1453)

Bizans İmparatorluğu'nda Dönemler

Kuruluşundan çöküşüne kadar geçen yaklaşık 1100 yıllık dönemde Bizans İmparatorluğu dönemlere
ayrılır

Siyasi ve dini gelişmeler sonucunda oluşan bu dönemlerde Bizans sanatında da farklı üslup ve
özellikler gözlenir.

Erken Bizans Dönemi, Geç Antik Dönem (4-7. yy)


Bizans İmparatorluğu'nun başlangıcı için farklı görüşler öne sürülmektedir.

324-Konstantinopolis'in kurulmaya başlaması.

330-Konstantinopolis'in törenlerle açılması.

395-Büyük Theodosius'un imparatorluğu ikiye ayırması.

476-Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılması.

Yılanlı Sütun (Burmalı Sütun)

Yılanlı Sütun veya Burmalı Sütun olarak bilinen anıt Bizans dönemindeki hipodrom spinasından
günümüze gelebilmiştir. Günümüzdede Sultan Ahmet Meydanı Örme Sütun ve Dikilitaşın arasında yer
almaktadır.

Anıt M.Ö. 797 yılında Yunanlılar'ın İranlılar'a karşı kazandığı Platea Savaşı'nın zaferi adına Delphi'de
dikilmiştir.

Byzantion Roma'nın izinden giderek başkenti anıtlarla donatmıştır. I. Constantinus, Konstantinopolis


için seçili yerlerden bazı anıtlar getirmiştir. Bunlardan birinde Delphi Apollon tapınağından gelen
tunçtan yapılmış Yılanlı Sütun'dur. Platea Savaşı'nda kazanılmış olan silahların eritilmesi ile yapılmış
olan sütun 8m. yüksekliğinde olup, birbirine sarılarak 29 sarmal oluşturan üç yılanın taşıdığı 3 ayaklı
kazandan oluşmaktadır. Yılanların her birinin başı farklı yöne bakmaktadır.

Bu savaşın kahramanı olan Sparta generali ve kralı Pausanias, sütun kaidesinin üzerine sadece kendini
içeren, kendisini zaferin tek kahramanıymış gibi gösteren bir yazıt yazdırmıştır. Bu yazıdan savaştaki
diğer müttefikler memnun kalmamıştır.

Surname'deki minyatürlerden görüldüğü kadarıyla anıtın tam olduğu görülmektedir

Anıtın kaybolan parçalarından biri 1898'de Ayasofya'nun restorasyonunda yapılan kazılar sırasında
Mimar Fossati tarafından bulunmuştur. Bulunan parça Asar-ı Atika Müzesi'ne teslim edilmiştir.
Günümüzde ise alt çenesi kırık bir şekilde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde yer almaktadır.

Yılanlı Sütunun Başı, İstanbul Arkeoloji Müzesi

Mısır Obeliski, Firavun III.Tutmosis'in Thebes (Karnak) Amon Ra Tapınağından. (İ.Ö. 1450)
Byzantion döneminde yer alan hipodrom spinasında, günümüzde ise Sultan Ahmey Meydanı'nda yer
alan obelisk, Theodosius ve Mısır Obeliski olarak da bilinir.

Mısır Firavunu III.Tutmosis tarafından yaptırılan Dikilitaş, bir benzeri ile karnak tapınağının yedinci
pylonunda aldığı bilinmektedir.

Bizans Hipodromu'na ait restitüsyonlar,

Hipodrom Spinasında yer alan heykel ve anıtlar oldukça önemli unsurlardır. I. Constantinus yeniden
kurduğu Konstantinopolis'in hipodromunu süslemek için çeşitli anıtları kente getirmiştir. Bunlardan
biri de Karnak'ta bulunan Dikilitaş'tır. Constantinus Mısır'ı fethettikten sonra Amon Tapınağı'ndaki iki
dikili taşı emriyle kente getirmiştir.

Hiyerogliflerin üst bölümü (batı yüzü)

Hiyerogliflerin alt bölümü (güney yüzü)

Dikilitaş Kaidesi, İmparatorluk Ailesi Kabartmaları

Kabartmalarda batı yönündeki yazıt Yunanca, geri kalan yönlerde ise Latince'dir

Taş Örgü Obelisk

Örme Obelisk ve VII. Konstantinos Porfirogennetos sütunu olarak da anılan örme sütun, hipodrom
spinasından günümüze gelen, günümüzde ise Sultan Ahmet Meydanı'nda bulunan anılardan biridir.

Değişiik ölçülerde yontulmuş küçük boyutlu taşlardan oluşan sütun 32 m. yüksekliktedir. Mermer
kaidesinin bir yüzünde Grekçe bir yazıt bulunmaktadır.

Matrakçı Nasuh, Beyan-ı Menazil, (1533-1536), minyatürden detay.

Nakkaş Osman, Surname-i Humayun, Şehzade III. Mehmed'in sünnet törenleri.

Augustaion Meydanı'nda bir tören ve Constantinus forumu, canlandırma.

Constantinus Forumu, Çemberlitaş

Constantinus Sütunu, diğer ismiyle çemberlitaş veya yanık sütun günümüzde İstanbul'da ismini vermiş
olduğu çemberlitaş semtinde bulunmaktadır.

Frigya'dan Roma'ya getirilmiş olan anıt, başkenti süslemek için Constantinus tarafından Byzantion'a
getirilerek, kentin en büyük meydanlarından olan kendi adını verdiği foruma 328 yılında dikilmiştir.

Sütun 11 Mayıs 330 yılında Konstantinopolis'te bir törenle açılır. Constantinus bu sütunu inşa ettirerek
aynı zamanda şehrin kuruluşunu da kutlamıştır
Anıt, 1955 de ciddi bir restorasyondan geçmiştir. Anıtın en üst kısmına kadar demir iskeleler
konulmuş, kaidesindeki taşlar ve gövdesindeki porfirin araları ve çatlakları doldurarak demir
çemberler yenilenmiştir.

Gotlar Sütunu

Sarayburnu'nda Topkapı Sarayı'nın Gülhane Parkı olarak adlandırılan bahçenin kuzeyindeki Bizans
kalıntılarının yanında bulunmaktadır

Gotlar Sütunu adıyla bilinen sütun üzerindeki yazıta rağmen, ne zaman kim tarafından dikildiği tam
olarak bilinmemektedir.

Mavi mermerden yapılmış olan anıt, üç basamak üzerine oturan bir kaide ile yekpare bir gövde ve
günümüze çok iyi bir şekilde geçmiş korint başlıktan oluşmaktadır. Başlıkta kartal kabartması
bulunmaktadır. Sütunun yerden yüksekliği ortalama 15 m. dir.

Marcianus Sütunu

Günümüzde İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan sütunun diğer adı da Kıztaşı'dır ve bulunduğu semte
de adını vermiştir.

Marcianus Sütunu, Bizans döneminde Constantinianae mahallesine kent valisi Tatitus tarafından 450-
452 arasında İmparator Marcianus (450-457) onuruna dikilmiştir. Üç basamaktan oluşan bir blok
üzerinde mermer bir kaidenin üzerindeki sütun, tek parça granit bloktan ve korint başlıktan
oluşmaktadır. Anıtın toplam yüksekliği 17 m. olup, sadece sütun gövdesi yüksekliği 8.75 m. dir.

Kaidenin kuzey yönğnde iki zafer tanrıçası figürü, bir çember içinde bulunan altı kollu bir haçı
taşımaktadır. Kaidenin diğer üç yönnünde ise yuvarlak ama içerisinde İsa Monogramı kabartması yer
almaktadır.

Bu kabartmaların üzerinde sütunu diken kent valisi Tatianus ile ilgili dört satırlık bronz harflerden
oluşan, Latince bir yazıt bulunmaktadır: "Bakın İmparator Marcianus'un heykeline ve formuna, Vali
Tatianus'un yapmış ve tören ile açmış olduğu." anlamına gelmektedir.

Tepedeki başlığın üzerindeki kaidenin her köşesinde ise kanatları açık biçimde kartal kabartmaları yer
almaktadır

Theodosius Sütunu

Konstantinopolis'in büyük meydanları gösterişli anıtlar ve heykellerle süslenmişti.

Theodosius sütunu da bu meydanlardan biri olan Theodosius Meyanını süsleyen anıtlardan birisidir.

Günümüzde Beyazıt Meydanı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binası arasında kalan alanda
yer alan İmparator I. Theodosius döneminde yapılarak 393 yılında bir törenle açılmıştır. Sütunun
yapımına ise 386 yılında başlanmış ve 393 yılında tamamlanmıştır.

Sütun, I. Theodosius'un kendisi tarafından İskitlere karşı kazandığı zaferleri anlatan aşağıdan yukarıya
doğru spiral bir biçimde yükselen kabartmalarla süslüdür.

Yıkılan anıtın kalıntıları ise inşa edilen Beyazıt külliyesinin içindeki Beyazıt hamamının yapımında
kullanıldığı bilinmektedir.

Arcadius Sütunu

Sütunu gösteren çeşitli çizimler, Freshfield albümü.


Arcadius Sütunu Bizans döneminde Mese'nin güney kolunun üzerindeki Xerelophos tepesinde
bulunan Arcadius formunda yer almaktaydı. Anıt günümüzde Cerrahpaşa Caddesi ile Haseki Kadın
Caddesi'nin kesişiminde bulunmaktadır.

Anıtın inşa tarihi tam olarak belirlenmese de, Bizanslı tarih yazarı Teophanes'e göre 404 yılında
yapılmış ancak sütunun üzerindeki Arcadius heykeli oğlu II. Theodosius tarafından 421 yılında
konulmuş, törenle açılmıştır. Anıtın Gotlar ve Vizigotlar'a karşı kazandığı zafer onuruna Arcadisus
tarafından dikildiği kabul edilmektedir.

Anıt, kare tabanlı bir kaide üzerinde yükselmekteydi.

yüzyıl seyyahları Arcadius sütununun artık yıkılmış olduğunu sadece kaide kısmının durduğunu
belirtmektedir. 19. yüzyılda kaidenin konut ve depo olarak kullanıldığı bilinmektedir.

Son dönemlerde ise anıtın her tarafı konutlarla sarılmıştır.

Milion Taşı

Milion Taşı, Bizans döneminde kentin tam ortasında bulunan ve imparatorluğun belli başlı
merkezlerinin başkente uzaklığını gösteren anıtsal taştır.

Kente ulaşan tüm Roma yollarının başlangıç noktası olarak da kabul edilir. Bugünkü Sultan Ahmet
Meydanı'nda Ayasofya'nın kuzey köşesinde yer almaktadır.

HRİSTİYANLIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI VE TARİHSEL GELİŞİMİ

Hristiyan, Nasra, Galeli, Nasrâni/Nasara Terimleri

Hz. İsa'nın hayatı ve öğretisi

Hristiyanlığın tarihçesi

Son Akşam Yemeği

Aziz Paulus

Aziz Petrus

İncillere göre Yahudiler tarafından beklenen mesih, kuran'a göre ise; bir Yahudi peygamberi olan Hz.
İsa= öğretisini yurttaşları arasında yaymaya çalışmış ve başka havariler olmak üzere bir grup Yahudi
ona inanmıştır.

Nasra: Hz.İsa'nın büyüdüğü şehrin, Galeli ise bu şehrin bulunduğu bölgenin adıdır.

İsa'nın Hayatı ve Öğretisi / Hristiyanlığın Tüm Öğretisi:

İsa ve onun yaptığı tüm işlerin üzerine odaklanmaktadır. Bu nedenle Hristiyanlığı anlamak İsa'nın
hayatnı ve misyonunu anlamakla mümkündür. Onun hayatı ve öğretileri ile ilgili bilgiler İncillerde bir
biçimde bulunmaktadır.

Bu kitaplarda; Allah'ın oğlu hem de insanoğlu sıfatları kullanılmaktadır. Ayrıca Rab, Mesih, Davudoğlu,
iyi çoban, Tanrı kelamı şeklinde bahsedilmektedir.

İsa'nın Doğumu (Birth of Christ), Albrecht Dürer, 1502-1504.


İsa'nın Vaftizi, Pierro Della Francesca, 15. yüzyılın ikinci çeyreği

Son Akşam Yemeği, Leonardo Da Vinci, 15. yüzyıl sonu.

Çarmıhını taşıyan İsa, Simone Martini, 1330'lar

Çarmıhta İsa, Pietro Lorenzetti, 1320

İsa'nın mezara indirilişi, Caravaggio, 1602

Aziz Peter ya da daha bilinen adıyla Aziz Petrus

İsa'nın bir numaralı havarisidir. Ayrıca ilk Papa'da Petrustur.

Petrus İsa'nın ölümünden sonra Antakya ve Anadolu'da Hristiyanlığı yayar ve oradan Roma'ya giderek
ilk Hristiyan topluluğunu kurar.

Matta İncili'nde İsa şöyle der; "Yeryüzünde benim kilisemi kuracaksın. Sana gökler diyarının anahtarını
vereceğim." Bu kısım bile bize Petrus'un ne kadar önemli bir kişi olduğunu anlatmaya yeter.

25 yıl kadar Hristiyanlık için çalışan Petrus sonunda bir gün imparatorun yakınlarından birine büyü
yaptığı gerekçesiyle suçlu bulundu. Bununla birlikte Aziz Petrus İdama mahkum edildi. Petrus,
kendisinin çarmıha ters gerilmesini isteyerek çarmıha ters gerildi.

Aziz Petrus'un Çarmıha Gerilmesi, Caravaggio, 1601

Genel olarak Batı resim sanatında ters çarmıha gerilmiş yaşlı bir kişi görürseniz o Aziz Petrus'tur.

St. Pauli (St. Paul, Aziz Paulus/Pavlus)

M.S. ilk yıllarında Tarsus'ta bir Yahudi olarak dünyaya geldi. Ailesi aynı zamanda Roma vatandaşlık
hakkına sahip büyük bir çadır üreticisiydi. Genç yaşında eğitim için gittiği Kudüs'te yeni yayılmaya
başlayan Hristiyanlığa karşı yapılan saldırılar içinde yer aldı. Bir süre İsa'ya inananları şiddet kullanarak
caydırmaya çalıştı ve her konuda olduğu gibi bu çabasında da çok gayretli göründü.

Aziz Paul Şam'a giderken ilahi bir ışık görür ve attan düşüp Hristiyanlığa geçer.

Aziz Paul'un Hristian oluşu, Caravaggio, 1601.

Hristiyanlığın yayılma sürecinde yerel ve genel düzeyde yaşanan bir takım baskılar; İmparator
Konstantin'in 312/13'de Hristiyanlara serbestlik tanıyan Milano Fermanı ile sona ermiştir.

Bu serbestlik ile birlikte o zamana kadar iletişim ve tartışma imkanına sahip olmayan Hristiyanların
birbirinden farklı bazı inanış ve anlayışları Hristiyanlık adı altında benimsendiği görülmüştür.

Tanrının birliği, mahiyeti ve İsa'nın konumuyla ilgili öğretileri; Hristiyan kilisesinde Teslisim/üçlü tanrı
anlayışının mahiyeti ve İsa'nın kimliği gibi konuları büyük tartışmalar ve bölünmelere neden olmuştur.
Kilise ileri gelenleri ve devlet yetkilileri bu tartışmaları ve kavgaları sona erdirmek için kilise
önderlerinin katıldığı ve zaman zaman üst düzey devlet yetkililerinin de yönlendirmelerde bulunduğu
konsiller düzenlenmiştir.

325 (İznik Konsili)

381 (İstanbul Konsili)

431 (Efes Konsili)

451 (Kadıköy Konsili)


Alınan kararlar açısından önem arz eder.

İlk Beş Yüzyılda Düzenlenen Konsiller ve Ortaya Çıkan Gruplar

Konsil: Hristiyan dini liderlerin; psikoposlar ve diğer önde gelen kilise temsilcilerinin, dini konular
öğretiler ve pratikler için tartışmak, karar vermek üzere yaptıkları resmi toplantılara verilen addır.
Genellikle konsil ifadesi kullanılmakla birlikte sinod olarak da adlandırılmaktadır. Bu noktada kilise
toplantıları için konsil, daha bölgesel mahiyetteki küçük toplantılar için sinod ifadesi kullanılmıştır.
Ayrıca sinod kelimesi genelde toplantı anlamına gelmekle birlikte, konsilden farklı olarak Yahudi
toplantıları için kullanılmıştır.

Farklı bölgelerdeki Hristiyan grupların tümünü temsil eden katılımcılarla düzenlenen konsiller ise
ekümenik (evrensel) konsiller olarak adlandırılır.

Genel konsillere ekümenik konsil de denmektedir. Bu konsiller, psikoposlar ve diğer kilise


temsilcilerinin geniş katılımıyla gerçekleştirilen evrensel konsillerdir. Papanın veya temsilcisi
başkanlığında, kiliseleri ilgilendiren meseleleri ele almak için, Papanın davetiyle bütün kiliselerin en
üst düzeydeki din adamlarının katıldığı toplantıdır. Konsilde ele alınacak konuları ve meseleleri papa
belirlediği gibi aynı zamanda konnsili erteleme veya feshetme hakkına ve gücüne de sahiptir. Aynı
zamanda ekümenik konsil kararlarının geçerli olabilmesi için, kararların Papa tarafından tasdik
edilmesi gerekmektedir.

Bazi konsillerin, İznik Konsili'nde olduğu gibi, Papa tarafından değil, imparator tarafından toplandığı
görülecektir.

Hristiyanlık tarihinde bu şekilde hemen hemen bütün Hristiyanların iştirak ettiği çok az konsil
bulunmakla birlikte, özellikle Katolik ve Ortodoks Hristiyanların üzerinde ittifak ettiği ilk yedi konsil bu
iki grup tarafından ekümenik olarak kabul edilmektedir. Ancak diğer doğulu Hristiyanlar bu yedi
konsilden kendilerinin ayrılmasından sonra düzenlenenleri ekümenik olarak görmemektedir. Bu
durum ekümenik konsil ifadesinin gruplara göre değiştiğini ve Hristiyan grupların ortaya çıkmasındaki
rolleri bakımından sadece ilk dört konsil ele alınacaktır

Öncesinde de belirtildiği üzere; Hz. İsa'dan bir müddet sonra, ona inananlar bir araya gelerek
kendilerini <<Hristiyan>> olarak tanımlamaya başlamışlardı. Pavlus'un Hristiyan oluşuyla yeni bir ivme
kazanan Hristiyanlık, onunla beraber gelen fikir ayrılıkları ve tartışmalarla çalkalanmaya başlamıştı.

Bu anlamda geniş katılımlı bir konsile doğru ilk adım; Arius ihtilafını İznik'te M.S. 325'de
genel/ekümenik bir konsil toplayarak çözmek isteyen İmparator Konstantin tarafından atılmıştır.

Bu bağlamda İznik Konsili; Hristiyanlık tarihinde ilk ekümenik konsil olarak kabul edilir.

İZNİK KONSİLİNİ HAZIRLAYAN SEBEPLER VE ARKAPLAN

Resmi inanç sistemini oluşturma çabaları.

İsa'nın şahsiyeti.

Ariusçuluk

Konstantin'in kararlarındaki siyasi rolü gibi konular bu konsili önemli yapan unsurlardır.

Hristiyanlık üzerindeki Yahudi muhalefeti ve Roma baskısı üç yüz yıl kadar sürmüştür. Konstantin
döneminde yayınlanan Milano Fermanı ile serbestliğe kavuşan Hristiyanlık, Roma'nın diğer dinleri ile
eşit seviyeye gelmiş, ancak resmi devlet dini haline gelememiştir. Roma'nın resmi dini haline gelmesi
için, M.S. 380 yılını ve İmparator Theodos zamanında olmuştur.
Konstantin, MS. 312'de roma civarındaki Milvius Köprüsü'nde kazandığı zaferle siyasi birliği tesis eden
imparator, din birliğinin sağlanması amacıyla, ülkedeki baskıya son vermek ve iç huzuru sağlamak için,
Milano Fermanı (MS.313) diye bilinen meşhur bildiriyi Lucinius ile birlikte imzalamıştır. Bu bildiriyle
ister Hristiyan olsun ister başka dinden olsun herkes tam bir serbestliğe kavuşmuştur..

Bildirinin en büyük özelliği ise; Hristiyanlığa yaşama hakkı vermiş olması değil, aynı zamanda
imparatorluğun bu dini himaye altına almış olmasındandır. Bu sayede Hristiyanlık, önce diğer dinlerle
eşit seviyeye getirilmiş daha sonra da üstün tutulmuştur.

Konstantin imparatorluğun başkentini Roma'dan Boğaziçi kıyılarına taşırken, Hristiyan düşüncesinin


gücünü sezmiş, imparatorluk içindeki birliğin ancak Hristiyanlıkla sağlanabileceğine inanmıştı.

Konstantin iktidara geldiğinde, ülkenin siyasi birliğini sağladığı gibi, halkı huzursuz eden tartışmalara
nokta koyarak, dini birliğin de sağlanması gerektiğine inanmıştır. İmparator ülkede huzur istediğini,
Hristiyanlık üzerinde söz konusu olan tartışmalara son verilmesi gerektiğini Kurtuba Psikoposu
Hosius'a yazdığı mektubunda belirtilmiştir. Hosius, bu tartışmaların ancak bir imparator tarafından
çözülebileceğini bildirmiş ve Konstantin de İznik'te bir konsilin toplanmasının gerekli olduğuna
inanmıştır. Bu; Hristiyanlık tarihinde ilk ekümenik konsil olarak kabul edilen İznik Konsili olacaktır.

İZNİK KONSİLİNİN TOPLANIŞI

Konstantin, Arius ve yandaları ve İskenderiye Kilisesi mensupları arasında başlayıp tüm imparatorluğu
saran ve ciddi bölünmelere sebep olabilecek olan bu tartışmayı sonuçlandırmak için imparatorluğun
yeni merkezine yakın bir toplantı düzenlemeye karar verdi.

Konsil; MS. 325 yılında İznik'te imparatorluk sarayında toplanmıştır.

Konsil başadığında; Arius ve taraftarları, kendi inanç esaslarını açıkladıkları kredo kitapçığını konsile
sundu. Bu kitapçıkta, Arius ve Nicomediah Eusebius'un, İsa hakkındaki düşünceleri anlatılıyordu.

İZNİK KONSİLİ - M.S. 325

İmparator Konstantin'in M.S. 313 tarihli Milano Fermanıyla, Hristiyanlara serbestlik tanınmasının
ardından İsa'nın ilahlığı ile ilgili olarak Mısır'da başlayan bir tartışma ülke gündemine oturmuştur.

Bu tartışmada Mısırlı bir rahip olan Arius, <<İsa'da bedenlenen Tanrı kelamının, zamanın
başlangıcında, diğer bütün mahlukattan önce Baba Tanrı tarafından yaratıldığını, dolayısıyla İsa'da
yaratılmamış Tanrı kelamının değil, bir mahlukun bedenlendiğini>> savunurken; (Yani İsa'nın Tanrı
olamayacağını vurguluyordu) Bir başka önde gelen isim Athanasius ise <<İsa'da bedenlenen Tanrı
kelamının Baba Tanrı gibi ezeli ve yaratılmamış olduğunu>> iddia etmiştir. (Oğul'un Baba ile eşit ve
aynı cevherden olduğunu vurguluyordu)

_İmparator Konstantin, bu sorunun uzlaşmayla çözülmesini istemiş, ancak sorun barışçıl yollarla
çözülmemiştir. Bunun üzerine Konstantin, başta İsa'nın tanrılığı tartışması üzerine gündemde bulunan
dini sorunların çözülmesi için 325 yılında İznik'te bir konsil düzenlenmiştir.

Hristiyan dünyasının değişik bölgelerinden temsilcilerin katıldığı bu konsilde sürüp giden tartışmaların
bir çözüme varmaması üzerine, danışmanı Hosius'un fikrinden hareketle İsa'nın Tanri ile aynı özden
(homoousius) olduğu kararının alınmasını istemiştir.

Böylece Arius'un görüşü reddedilerek İsa'nun tanrılığı benimsenmiş, Arius sürgüne gönderilmiştir.

Konsilde ayrıca; Anadolu Kiliseleri ile Roma arasında yaşanan, paskalya kutlamalarının zamanı
konusundaki tartışmalar karara bağlanmıştır.
Konsilde bir başka önemli gündem maddesi; Kiliselerin statüsü de görüşülmüş ve Kiliselerin önceliği ile
ilgili hiyerarşik sıralama Roma, İskenderiye ve Antakya Kiliseleri şeklinde olmuştur.

İmparator Konstantin'in İznik Konsiline katılması ve kararların alınmasında doğrudan etkili olmasıyla
başlayan bu süreçte Hristiyanlık devleti himayesine girmiş ve arkasına aldığı bu destekle hızla
yayılmaya başlamıştır. (380 yılında ise, devlet, putperest inançları tamamen yasaklayarak Hristiyanlığı
Roma devletinin resmi dini haline getirmiştir.)

Roma Devletinin Hristiyanlıkta olumlu ilişkiler kurmaya başladığı sürecin başlarında, İmparator
Konstantin, devletin başkentini de değiştirmiş ve 330 yılında, yönetim merkezini Roma'dan, bugünkü
İstanbul'un bulunduğu Byzantium kasabasına aldırarak burayı Konstantinopolis adıyla yeniden inşa
ettirmiştir. Bu değişiklikten sonra 381 İstanbul Konsilinde İstanbul Kilisesinin statüsü, önceki başkent
Roma'dan hemen sonraya, ikinciliğe yükseltilmiştir. Ancak bu gelişma aynı zamanda Roma ile İstanbul
kentleri arasındaki ilişkileri, rekabetin baskın olduğu sıkıntılı bir sürece sokmuştur.

İSTANBUL KONSİLİ - M.S. 381

M.S. 380 yılında Hristiyanlığı Roma Devleti'nin tek resmi dini ilan eden İmparator Theodosiun,
Hristiyanlar arasında yaşanan bazı teolojik sorunlara çare bulmak ve yeni başkent olan İstanbul'un
Hristiyan Kilisesi içerisindeki konumunu belirlemek için 381 yılında İstanbul'da bir konsil düzenlemiştir

Bu konsilde; Kutsal Ruh'un tanrı olmadığını savunanların görüşü reddedilerek, onun da Baba ve Oğul
gibi tanrı olduğuna karar verilmiş ve böylece üçlü tanrı inancı (teslis) oluşturulmuştur.

O dönemin ünlü Kilise babaları bu üçlünün aynı Tanrı'nın farklı görünümleri, farklı var olma biçimleri
olduğunu ifade etmek için hipostaz (hypostaesis) kavramını kullanmışlardır.

İstanbul Konsilinde teslis anlayışının teşkili yanında, daha önce İznik'te reddedilmiş olmasına rağmen,
o zamana kadar İmparatorluk içerisinde varlığını devam ettirmiş olan Ariusçuluk, tekrar yasaklanmıştır.

Konsilde; Kiliselerin statüsü meselesi de gündeme getirilmiş ve bu çerçevede o zamana kadar hiçbir
önemi olmayan İstanbul Kilisesi eski başkent Roma'dan hemen sonra ikincilik sırasına yükseltilmiştir.
Böylece Kiliselerle ilgili yeni sıralama; Roma, İstanbul, İskenderiye ve Antakya şeklinde olmuştur

Ancak; Roma ve İskenderiye Kiliseleri bu karara tepki göstermiştir. Bu nedenle de bundan sonraki
dönemde bu kiliseler arasında yaşanan bazı tartışmalarda, sadece dini konuların değil siyasi
gelişmelerin ve bu kentler arasında yaşanan rekabetin de belirli bir katkısı olmuştur. Bu rekabet ve
kavga önce İstanbul ve İskenderiye, daha sonra da İstanbul ve Roma arasında yoğunlaşmıştır. Bu
merkezler arasında rekabetten kaynaklanan gerilim, buralara mensup din adamlarının dini görüş
farklılıklarıyla pekişmiş ve bu süreç, kiliselerin bölünmesiyle sonuçlanmıştır. (Bu bölünmede, başlıca
kilise merkezlerinde belirli etnik unsurların ve kültürlerin baskın olmasının da önemli bir rolü
olmuştur. Bütün bu faktörlerin üstüne bir de siyasi gelişmeler eklenince Hristiyan dünyasındaki
bölünmeler kaçınılmaz hale gelmiştir).

Hristiyan dünyasındaki bölünme sürecinde önce siyasi bölünme gerçekleşmiş ve Roma İmparatorluğu,
395 yılında Doğu ve Batı Roma olarak ikiye bölünmüş, bir süre sonra, 476 yılında Batı Roma Devleti
yıkılmıştır. Bu çöküş süreci ve sonrasında Roma Kilisesi merkezi bir siyasi otoriteden yoksun kalan
Avrupa'da büyük bir güç haline gelmiştir. Böylece Roma Kilisesinin başı olan papa, zamanla sadece
Kilisenin değil, tüm Batı dünyasının etkin bir siyasi-dini lideri haline gelmiştir. Bu süreçte doğuda kalan
İstanbul merkezli Roma Devleti ise siyasi varlığını devam ettirmekle birlikte, farklı etnik ve kültürel
tabanlara sahip olan ve birbirine karşı üstünlük mücadelesi veren İstanbul, İskenderiye ve Antakya
Kiliseleri arasındaki mücadelelerin odak noktası haline gelmiştir. Bu kavga başta İsa'nın tabiatı ve
tanrısal bir varlık olduğu kabul edilen İsa'yı doğuran Meryem'in konumu olmak üzere dini bir takım
tartışmalar da önemli bir sebep teşkil etmiştir.

EFES KONSİLİ - M.S. 431

İznik ve İstanbul Konsillerinde İsa ve Kutsal Ruh'un tanrılığı kabul edilerek Hristiyan inançları büyük
oranda oluşturulmakla birlikte, özellikle Hz. İsa'nın tabiatına dair tartışmalar sona ermemiştir. Nitekim
bir süre sonra İstanbul Psikoposu Nestorius, İsa'da bir beşeri, diğeri ilahi iki tabiatın bulunduğunu,
bunlardan beşeri tabiatın Meryem'den doğduğunu, ilahi olanın ise Tanrı'nın ebedi kelamı olduğunu ve
Baba Tanrı'dan geldiğini savunmuştur.

Bu anlayışla; Nestorius, Meryem'e <<Theotokos>> - Tanrı anası / Tanrı doğuran denilemeyeceğini,


onun Tanrı'yı değil, bir insanı doğurduğunu ve ancak Mesih'in annesi olarak adlandırılabileceğini ifade
etmiştir.

Nestorius'un karşısında yer alan İskenderiye Piskoposu Cyril ise Yuhanna İncilinde geçen <<kelam
beden oldu>> ifadesinden hareketle bedenlenen Tanrı kelamının Mesih İsa olarak Meryem'den
doğduğunu, dolayısıyla Meryem'e <<Tanrı annesi>> denilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Cyril ve yandaşları Nestorius'un dile getirdiği türden bir tabiat ayrımını, İsa'da adeta iki ayrı şahsiyetin
varlığı anlayışına neden olacağını, bunun ise mümkün olamayacağını, Meryem'in hem beşer hem de
ilah olan İsa'yı doğurduğunu iddia etmiştir.

Tartışmaların yoğunlaşması üzerine; 431'de Efes'te bir toplanan bir konsilde İskenderiye ekolünün
ağırlığıyla Nestorius'un görüşü reddedilmiş ve İsa'daki ilahi beşeri tabiatın ezeli bir varlık halinde onda
mevcut olduğu, dolayısıyla Meryem'in hem beşer hem de ilah olan İsa'yı doğurduğu ve onun
Theotokos - Tanrı doğuran, Tanrı anası olduğu vurgulanmıştır.

Konsilde Nestorius ve yandaşlarının görüşleri aforoz edilmiştir.

Bunu üzerine Hristiyan kilisesinde günümüze kadar devam eden ilk ciddi kopma yaşanmış ve
Anadolu'nun güney doğusu ile İran ve Irak bölgelerinde yaşayan Asuri kökenli Hristiyanların büyük bir
kısmı Doğu Roma Devleti'nin yasakladığı Nasturi mezhebini benimsemiştir. O dönem Doğu Roma
Devleti'yle rekabet içerisinde olan İran ise Doğu Roma'nın yok etmeye çalıştığı bu Hristiyan grubunu
desteklemiştir. Böylece bu mezhep İran içlerine, oradan da Hindistan ve Türkistan coğrafyasına kadar
yayılmıştır. Güneydoğu Anadolu ve çevresinde kalan Nasturiler ise XVI. yüzyılda patrik seçimi
konusunda yaşanan bir ihtilaf nedeniyle bölünmüş ve bu bölünme sonucunda doğu usülü ritüelleri
sürdüren, ancak Roma Kilisesine bağlı olan Keldani Kilisesi Ortaya çıkmıştır.

KADIKÖY KONSİLİ - M.S. 451 (FİLTRESİZ BOMONTİ'NİN İCADI)

431 Efes Konsiliyle Hristiyan kilisesinde başlayan bölünme süreci bir süre sonra yeni ihtilaflar ve
bölünmelere devam etmiş ve Nasturilerin ayrılığından daha büyük bir kopuş, Kadıköy Konsilinde
yaşanmıştır.

Bu büyük bölünmeyi doğuracak gelişmeler, İstanbul'da bir manastırda başkeşiş olan Eutyehes ile
İskenderiye piskoposu Dioscorus'un Cyril'in Efes Konsilinde kabul edilen görüşlerini daha ileri bir
noktaya taşımasıyla başlamıştır.

Bu şahıslar, İsa'da sadece tanrısal tabiatın bulunduğunu, onun beşeri tabiatının ise tanrısal tabiatı
içerisinde eriyerek yok olduğunu savunmuşlardır.

Eutyches ve Dioscorus'un bu görüşü önce 449'da II. Efes Konsili'nde tartışılmış ve yine İskenderiye
Kilisesinin etkisiyle İsa'da sadece tanrısal tabiatın bulunduğu anlayışı benimsenmiştir. Ancak bu karar
hem Roma'yı hem de konsilden kısa süre sonra İstanbul'da tahta geçen yeni İmparator ve
İmparatoriçeyi memnun etmemiştir. Bunlar Roma Kilisesinin de desteğiyle II. Efes Konsili kararlarını
kabul etmemiş ve siyasi iradenin daha rahat müdahale edebileceği bir mekanda, meselenin yeniden
müzakere edilmesi için Kadıköy'de yeni bir konsil düzenlenmesine karar verilmiştir.

Roma Kilisesi ve İmparator Marcian'ın isteğiyle 451'de Kadıköy'de toplanan konsilde, imparator ve
imparatoriçenin de ağrlığını hissettirmesiyle İskenderiye'nin öncülük ettiği monofizit (tek tabiatçı)
anlayış, yani İsa'da sadece tanrısal tabiatın bulunduğu, beşeri tabiatın ise bu tanrısal tabiat içerisinde
eriyip yok olduğu şeklindeki görüşler reddedilmiştir.

Konsilde, İsa'nın hem tam ve mükemmel bir ilah hem de tam ve mükemmel bir beşer olduğu, bu ilahi
ve beşeri tabiatların birbiriyle karışmaksızın, birbirinden ayrılmaksızın ve bir diğerinin içinde yok
edilmeksizin onda mevcut olduğu ilan edilmiş ve monofizit (tek tabiatçı) piskoposlar görevden
alınmıştır.

Konsilin bu kararı ve monofizit anlayışı benimseyen piskoposların görevden alınması, başta


İskenderiye olmak üzere Doğu kiliselerinin önemli bir kısmında büyük tepkilere yol açmış ve itikadi
ayrılıklara neden olmuştur.

Bu süreçte konsil kararlarını tanımayan İskenderiye Kipti, Antakya Süryani ve Habeş Kiliseleri ile
konsile temsilci göndermemiş olan Gregoryen Ermeni Kilisesi ana gövdeden koparak ayrılmışlardır.

Bundan sonraki süreçte İstanbul merkezli Doğu Roma İmparatorluğu, o dönem kendi toprakları
içerisinde yer alan bu toplulukların itikadi ayrılıklarını sona erdirmek ve bu dini ayrışma sürecinin
siyasi bir kopmaya kadar gitmesini önlemek için çeşitli çarelere başvurmuş, ancak bunda fazla başarılı
olamamıştır. İslam'ın ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra da bu bölgeler yerel halkın fazla bir
direnciyle karşılaşmadan Müslümanlar tarafından fethedilmiştir.

451 Kadıköy Konsilinde meseleler yanında, Kiliselerin statüsü de tekrar ele alınmış ve İstanbul'un
ikinciliği pekiştirilerek Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs şeklinde beşli bir hiyerarşik
sıralama yapılmıştır.

Ancak Roma delegeleri İstanbul'un ikinciliğini dile getiren maddeyi kabul etmemiştir. Bu durumun
neden olduğu gerilim, sonraki yüzyıllarda Grek ve Latin topluluklar arasında ortaya çıkan inanç ve
ibadetlerle ilgili bazı farklılıkların da etkisiyle iyice pekişmiş ve bu süreç, bölünmeyle sonuçlanmıştır

You might also like