You are on page 1of 6

Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihindeki çeşitli dönemlerin karmaşıklığı ve önemi, tarihçiler arasında

hala tartışmalara neden olmaktadır. Bu süreçlerden biri olan "yükselme" dönemi, Gazanın önemli
bir unsur olduğu Cihad anlayışıyla şekillenmiştir. Ancak, 14. yüzyıla dair kaynak eksikliği, bu
dönemin Osmanlı İmparatorluğu için bir kara delik olduğunu savunmaktadır. 1451-1603 arasındaki
dönem, "yükselme" olarak adlandırılmış olsa da, sınavda bu ifadenin kullanılmaması
önerilmektedir.

Halil İnalcık'ın klasik dönem olarak adlandırdığı devre, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurumsal
yapılarını incelediği bir zaman dilimini kapsar. Ancak, 1789'daki Nizam-ı Cedid reformlarıyla siyasi
yapıda belirgin bir değişiklik olmamıştır.

Osmanlı tarihçileri, Osmanlı İmparatorluğu'nun dönemlendirilmesi konusunda hala çeşitli görüşler


ileri sürmektedirler. II. Mehmed'den III. Ahmed'e kadar olan padişahlar döneminde, Osmanlı
İmparatorluğu'nun genişleyen sınırları, diplomasi, ve iç sorunlar üzerine odaklanan birçok önemli
olay yaşanmıştır.

II. Mehmed döneminde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa ile diplomatik ilişkileri kurulmuş,
çeşitli ülkelerle antlaşmalar imzalanmıştır. Bu dönemde, Osmanlı diplomasisi önemli bir evrim
geçirirken, 1560'lardan itibaren ordu düzeni hakkında detaylı bilgiler elde edilmiştir. Ancak, bu
döneme ait mühimme ve merkezi kararlar hakkında bilgi eksikliği bulunmaktadır.

II. Bayezid döneminde deniz gücüne vurgu yapılırken, Otranto'da yapılan askeri mimari
denemelerle Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırlarını genişletme çabaları ortaya çıkmıştır. II.
Bayezid'in döneminde, Osmanlı Devleti'nin deniz ticaretiyle ilgili belgeler bulunmuştur.

II. Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesi devam etmiş, birçok ülke ile yapılan
antlaşmalar ve diplomatik ilişkiler güçlenmiştir. Osmanlı tarihi kanunları, özellikle Divan-ı
Hümayun'un Süleyman döneminde 1560'larında oluşturulmasıyla bu dönemde önemli bir evrim
geçirmiştir.

I. Selim'in döneminde, Safevi İran'la yapılan Çaldıran Meydan Muharebesi ve Ridaniye Meydan
Muharebesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu sınırlarını genişletme çabalarını simgeler. Bu
dönemde Mısır'ın fethi, İstanbul'un savunulması, ve Osmanlı İmparatorluğu'nun emperyal bir güç
haline gelmesi önemli gelişmelerdir.

III. Mehmed döneminde, Habsburg İmparatorluğu ile savaşlar başlamış ve 1606'da Antlaşma
yapılana kadar devam etmiştir. Bu dönemde, Osmalı İmparatorluğu'nun diplomatik başkent olma
rolüne vurgu yapılmıştır. Yine bu dönemde Sokollu Mehmed Paşa'nın Hazar Denizi'ne dair kanal
projesi gündeme gelmiştir.

Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihi boyunca yaşadığı çeşitli dönemlerde diplomatik
ilişkiler, savaşlar, genişleme çabaları ve kurumsal değişimler önemli bir rol oynamıştır. Bu
dönemlerin karmaşıklığı ve zenginliği, Osmanlı tarihçileri arasında hala incelenmeye devam
etmektedir.

Nicola Vatin, II. Bayezid döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun diplomasisinde önemli bir rol
oynamıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin diplomatik ilişkilerini yönlendirmek ve bilgi toplamak
için sınır diplomasisini kullanmıştır. II. Bayezid'in döneminde, özellikle Cem Sultan vakası
sebebiyle Osmanlı diplomasisinin odak noktası haline gelmiştir. Diplomatik faaliyetlerde
bulunurken, Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikasını şekillendirmek için ordusunu kullanmıştır.

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentleri İstanbul ve Edirne olmuş, rol alan ülkeler
arasında Habsburg, Fransa, Rodos (Menteşe) gibi devletler bulunmuştur. Osmanlı diplomasisi, II.
Bayezid döneminde çeşitli aktörlerle işbirliği yapmıştır. Bu aktörler arasında II. Bayezid, Veziri
Azamlar, Divan-ı Hümayun, sınır diplomatları, çeşitli sancak beyleri ve geçici elçiler
bulunmaktadır. Ayrıca, AD HOC diplomatik faaliyetlerde bulunan Çavuş ünvanına sahip kişiler,
Müteferrika (Ağa) gibi önemli isimler de diplomasi süreçlerinde yer almıştır.

Rönesans dönemi ülkeleri arasında yer alan İtalya devletleri, Osmanlı İmparatorluğu ile Rodi
Antlaşması'na kadar kendi içlerinde rekabet etmişlerdir. Ancak, daimi elçiliklerin kurulması ve
diplomatik ilişkilerin oturması 1815 Viyana Kongresi'nde gerçekleşmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun daimi elçiliklere geçişinin nedenleri arasında, düzenli istihbarat akışının
gerekliliği ve bu dönemde Nişancı'nın bir diplomatik araç olarak kullanılması bulunmaktadır.
Osmanlı'nın istihbarat kaynakları arasında elçiler, tüccarlar, simsarlar, Osmanlı görevlileri ve
İstanbul'daki diplomatlar yer almıştır. Ayrıca, dragomenler olarak adlandırılan tercümanlar da
Osmanlı diplomasisinde etkinlik kazanmıştır.

Darb-ı Harp konusunda İslam Hukuku'nun etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun müslüman


erkeklerinin yurt dışında bulunması ve dil okuluna gitmesinin yasak olduğu bir dönemde, Osmanlı
diplomasisi merkezileşmeye başlamıştır. Bu süreçte tercümanlar, yabancı dillerde bilgi sahibi olan
ve diplomatik ilişkilerde kullanılan kişiler olarak önem kazanmıştır.

Nicola Vatin'in Budin valisi olarak Habsburg İmparatorluğu ile ilişkileri düzenlemesi ve
Osmanlı'nın istihbarat toplama yöntemlerine katkıda bulunması, II. Bayezid döneminin diplomasi
alanındaki önemli gelişmelerindendir.

Nicolas Vatin, “II. Bayezid'in Diplomasi Araçları”, Harp ve Sulh Avrupa ve Osmanlılar

Metinde II. Bayezid döneminde Osmanlı diplomasisinin işleyişi ve araçlarına dair önemli bilgilere
yer verilmektedir. Ana noktalar şunlardır:
1. II. Bayezid dönemi (1480-1512) diplomasisinin odak noktası, Cem Sultan'ın faaliyetlerini
izlemek ve sınırlamak olarak belirlenmiştir. Cem Sultan'ın çeşitli Avrupa bölgelerinde
bulunması, Osmanlı İmparatorluğu ile bu bölgeler arasındaki ilişkileri ve istihbarat sistemini
etkilemiştir.
2. Diplomasi ve istihbarat, Osmanlı diplomasisinin temel taşlarıdır. Padişahın yakın çevresinde
ve divan üyeleri aracılığıyla yabancı güçler hakkında bilgi toplama ve müzakereler yapma
yeteneği bulunmaktadır.
3. Zayıf devletler, bilgi sağlama konusunda çıkarlarını korumayı umuyorlardır.
4. Yabancı ülkelerde Osmanlı İmparatorluğu'nun ajanları bulunmaktadır, özellikle Ceneviz rahip
ve tüccarları gibi aktörler aracılığıyla.
5. Padişah, diplomatik bilgileri kendi vezirleri aracılığıyla veya kendi kurduğu istihbarat
şebekesi üzerinden toplamaktadır. Bu bilgiler farklı kaynaklardan geldiği için karşılaştırma
imkanı sunmaktadır.
6. Diplomasi, Osmanlı İmparatorluğu'nun farklı düzeylerinde gerçekleşmektedir. Padişahın
resmi diplomasisi "Dersaadet"te gerçekleşirken, elçiler daha alt düzeyde paşalarla
görüşmektedir.
7. Rodos meselesi, padişahın özel ilgisini çektiği bir konu olduğu için, farklı düzeylerde
diplomatik temaslar gerçekleşmektedir. Bu, padişahın vezirlerini atlayarak yürüttüğü paralel
bir diplomasiyi işaret eder.
8. Venediklilerle diplomatik görüşmeler yürüten Hüseyn Bey gibi memurlar, Osmanlı
diplomasisinin bir parçasıdır.
9. Diplomasi, padişahın elçiler göndermesini de gerektirir. Bu elçilerin görevleri, padişahın
amaçlarına uygun olarak belirlenir.
10. Rumlar, II. Bayezid döneminde casusluk ve diplomasi hizmetinde önemli bir rol oynarlar,
çünkü hem sınır dışındaki dünya ile hem de Batılılarla ilişkiler kurma yeteneklerine
sahiptirler.
11. II. Bayezid döneminde diplomasi, padişahın iyi bilgilendirilmesi, yetenekli insanlar ve çeşitli
istihbarat şebekelerinin kullanılması ile etkili bir araç olarak işler.
12. İstanbul'da o dönemde resmi bir dışişleri dairesi veya diplomatik bir topluluk bulunmamakla
birlikte, diplomasi ve istihbaratın fiili bir mantığa dayandığına dikkat çekilir.
Osmanlı tarihinde II. Bayezid'e kadar net bilgilere sahip olunmamasına rağmen, Darü'l-Islam,
Darü'l-harb, ve Darü'l-ahd kavramları Osmanlı diplomasisinin İslam Hukuku çerçevesinde nasıl
işlediğini yansıtmaktadır. Bu kavramlar, sırasıyla Müslüman devletler, savaş halinde olan devletler,
ve barış antlaşması yapılan devletleri temsil eder.

Osmanlı İmparatorluğu, daimi elçilikleri benimsemede, istihbarat akışını sağlamak üzere simsarlar
(network), tüccarlar, yabancı diplomatlar, elçilikler, Ad Hoc görevli elçiler ve sınırdaki Osmanlı
yetkililerini kullanmayı tercih etti. Bu unsurlar, Osmanlı diplomasisinin önemli haber kaynaklarını
taşıyan kişilerdi.

Özellikle 1522-1791 yılları arasındaki Osmanlı-Habsburg çatışması, Macaristan üzerindeki


hakimiyet mücadelesi ve 16. yüzyılda Habsburgların dünya siyasetinde belirleyici bir rol oynaması
dikkat çeker. Habsburg İmparatorluğu'nun iki kolu olan İspanya ve Avusturya, Osmanlılarla
mücadele ederken Akdeniz, Macaristan, İran ve Hindistan gibi önemli bölgelerde etkileşimde
bulundular.

Macaristan'ın Osmanlı ve Habsburglar arasında gidip gelen elçiliklerle modern diplomasiye


evrilmesi, bu dönemdeki diplomasi süreçlerinin önemini vurgular. İslam Hukuku'nun etkisiyle
Osmanlı İmparatorluğu, savaş hukuklarını belirlerken, Habsburglar ise Osmanlı gibi emperyal
sebeplerle elçi göndermeme eğilimindeydi.

1540-1606 yılları arasında Macaristan'da Condominium uygulaması, iki imparatorluğun sınırları


üzerindeki rekabetin ekonomik ve siyasi sorunlara yol açtığı bir dönemi simgeliyordu. Bu süreçte
Osmanlı Diplomasisi'nin içe kapanması, Rüstem Paşa döneminden sonra Sokullu Mehmet Paşa ile
birlikte tekrar açılma eğilimine girdi.

Zigetvar'ın son sefer olarak nitelendirildiği bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Budin valisi
Sokullu Mehmet Paşa'nın liderliğinde Akdeniz'e olan ilgisi yeniden arttı. Özellikle Kıbrıs'ın fethi ve
Girit'in 1660'larda alınması, Osmanlı İmparatorluğu'nun diplomasi ve askeri stratejilerindeki
değişiklikleri yansıtıyordu.
Hacı Zağonos'un elçilik raporu ve Busbecq'in mektupları gibi belgeler, Osmanlı diplomasisine dair
nadir ve önemli kaynaklardır. Bu metinler, Osmanlı'nın askeri düzeni, diplomasi süreçleri ve dış
politika stratejileri hakkında bilgiler içermektedir. Bu dönemin diplomatik ilişkileri, sembolik bir dil
üzerinden yürütülmüş ve İstanbul merkezli olarak şekillenmiştir.

Zigetvar Antlaşması, Osmanlı Padişahını Habsburg kralına denk kılar ve Habsburglar artık haraç
ödemek zorunda değildir. Bu tarafsız antlaşma, Osmanlı Padişahı ile Habsburg kralı arasında
müzakere edilmiş ve Macarca, Osmanlıca ve Almanca dillerinde yapılmıştır. Kuyucu Murat Paşa
tarafından müzakere edilen antlaşma, İstanbul tarafından onaylanmamış, ancak 1606'dan sonra iki
imparatorluk birbirleriyle savaşmamıştır.

Osmanlı, bu denkliği kabul etmekte zorlanmış ve Osmanlı padişahı, kendisini Bec Kralına (Caesar)
Osmanlı-Habsburg imparatoruna benzetmiştir. Habsburglar, başka krallara kral demekte
zorlanırken, Osmanlı padişahının sembolik olarak yüceltilmesi önemliydi. 17. yüzyılda kılık
kıyafetten hitap tarzına kadar birçok detayda müdahale ediliyordu.

Bu dönemde İspanya ile Osmanlı arasında Akdeniz'deki gerginlikler ve Lehistan'ın daimi elçiyi
kabul etmemesi gibi diplomatik zorluklar yaşanmıştır. 16-17. yüzyılda İngiltere'nin, Venedik'in ve
Fransa'nın birçok konsolosluğa sahip olduğu ve ticaret şehirlerinde diplomatik ilişkilerin geliştiği
görülmektedir. Rusya'da daimi elçi bulundurmaya izin verilmeyen bir ülkedir.

Dönemin diplomatik ilişkilerinde rüşvet sorunu ortaya çıkmış, elçilik masrafları tamamen Osmanlı
tarafından karşılanmıştır. Tayinat, Fener ve Balat'ta tutulan evlerdi ve elçilik çalışanları ile
İstanbul'lular arasında yaşanan sorunlara odaklanan bu dönemde, yeniçeriler elçilikleri koruma
görevini üstlenmiştir.

1663-1664 yıllarında, Kara Mehmet Paşa'nın Viyana'ya elçi olarak gönderilmesi ve büyük elçi
payelerinin verilmesi dikkat çekiciydi. Osmanlı'nın sınır diplomasisi ve elçilik mübadelesi
uygulamasıyla, 17. yüzyılın ortalarına doğru batı cephesinde birçok diplomatik ilişkinin sakin
olduğu gözlemlenmiştir.

Kongre diplomasisi, Avrupa standart diplomasisinin bir parçası haline gelmiş ve dil bilme
gerekliliği profesyonellik kazanmıştır. Karlofça Antlaşmaları, Osmanlı'nın Macaristan'ın büyük bir
kısmını Habsburglara bıraktığı, Mora'yı Venedik'e verdiği ve sınırların belirlendiği bir dönemi
simgeliyordu. Esir mübadelesi ve serbest bırakılma, Osmanlı ve Habsburg arasında esir ticaretini
içermiştir. Kongre diplomasisi ve sınırların belirlenmesi, diplomatik ve ekonomik ilişkileri
etkilemiş, Osmanlı'nın savunma politikasını vurgulamıştır.

İngiltere ve Hollanda, Osmanlı ile bazı antlaşmalarda arabuluculuk yapmışlardır. Karlofça


Antlaşması'nda, Venedik, Osmanlı ve Habsburg arasında diplomatik ilişkilerin düzenlenmesi
sağlanmış, ancak Pasarofça'da Rusya'nın yer almaması dikkat çekicidir. 18. yüzyılda İngiltere ve
Hollanda, arabuluculuk ve kongre diplomasisini benimsemiş, 1739'da Fransa'nın arabuluculuğuyla
Belgrad Antlaşması imzalanmıştır. Kapitülasyonlar, Osmanlı'nın ticaret ve dış ilişkilerindeki
anlamını 20. yüzyıldan sonra olumsuz bir anlamla değiştirmiştir.

Osmanlı-Fransa ilişkileri, daha sonra Avusturya ve Rusya'nın dahil olduğu karmaşık bir hale
gelmiştir. Kapitülasyonlarla ilgili bir madde, bir ulusun tüccarlarının kendi meselelerinden ziyade o
ulusun elçiliği tarafından ele alınmasını öngörmüştür. Ahidnamelerle birlikte Osmanlı'nın vergi
kaybı yaşamasına neden olan bu durum, Osmanlı'nın ekonomik zorluklarını artırmıştır. Duyun-u
Umumi, dış borçları ödemek amacıyla alınan iç borçları ifade etmiştir.

1740'ta Osmanlı Ahidnamesi, diğer ülkelerle müzakere edildiğinde kullanılacak bir belge olmuştur.
18. yüzyılın başlarında, İngiltere'nin dokuma sanayisiyle yapılan antlaşmalar, Osmanlı'nın gümrük
gelirlerinin azaldığını göstermiştir. Osmanlı ve Venedik arasındaki barışçıl ilişkiler 1715'ten itibaren
başlamış, 1718'de Habsburg ve Osmanlı arasında Parlofça'daki ticaret antlaşması imzalanmıştır.
Osmanlı'nın Viyana'ya Şehbender gönderememesi ve Fas'a elçi gönderilmesi gibi konular,
Osmanlı'nın dış politikada bazı zorluklarla karşılaştığını göstermiştir.

Osmanlı'nın daimi elçilikler kurmamasının İslam fıkhıyla ilgili olabileceği belirtilmiş, diplomasi
sürecindeki kurumsallaşmanın eksikliği ve uzlaşmanın olmaması eleştirilmiştir. 18. yüzyılın
sonlarına doğru, Osmanlı'nın diplomatik yapısının zayıf olduğu ve haber alma kapasitesinin sınırlı
olduğu gözlemlenmiştir. İttifakların çapraz düzeni ve Osmanlı'nın bu değişikliği fark edememesi,
Osmanlı diplomasisinin güçsüz olduğunu ortaya koymaktadır.

Osmanlı-Rus savaşlarının, Prut Seferi'nin ve Kırım'ın bağımsızlığının kaybedilmesinin Osmanlı


diplomatik yapısını etkilediği görülmüştür. 18. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı'nın reform
ihtiyacı olduğu belirtilmiş ve diplomatik ilişkilerde modernleşmenin gerçekleşmediği eleştirilmiştir.
1763'teki diplomatik devrimin ve çapraz ittifakların Osmanlı tarafından yeterince anlaşılamadığı,
18. yüzyılın sonlarına doğru ise barış hizbi ve dengeli politika konseptlerinin ortaya çıktığı
gözlemlenmiştir.

Sefaretnameler, Osmanlı diplomasi pratiğini 18. yüzyılda etkileyen önemli belgelerdir. Ancak, bu
dönemde Osmanlı'nın büyüklüğüne ve geniş yetkililere sahip fevkalade elçiler gönderdiği, bunun
yanı sıra çavuşların da elçilik gönderme yetkisine sahip olduğu gözlemlenmiştir. Diplomasi
uygulamaları içinde, özellikle Zağanos'un Raporu, Osmanlı elçilerinin sözlü olarak iletişim kurduğu
ve yazılı devlet belgelerinin sınırlı olduğu bir dönemi yansıtmaktadır.

Reisül Küttab'ın, elçilerin Osmanlı makamları arasında muhasebesiz görüşebildiğini belirtmesi,


Osmanlı dış politikasının sahipsiz görüldüğü bir dönemde olduğunu ortaya koymaktadır.
Sefaretnameler genellikle Teşrifat ve Diplomasi müzakerelerine odaklanmazken, 28 Çelebi
Mehmed'in Paris Sefaretnameleri, Kutsal Kabir Kilisesi'nin tamiri için Fransa'ya büyük elçilik
görevi üzerine yapılmıştır. Bu dönemde Rumeli Beylerbeyliği'nin protokolde ön planda olması ve
Damat İbrahim Paşa'nın Fransa ile ilişkileri de sefaretname literatüründe yer almaktadır.

Osmanlı'nın modernleşme çabaları, 18. yüzyılda modern türkülerin doğuşu olarak


değerlendirilemez. Ancak, 28 Çelebi'nin, modernleşmeye dair bir perspektif sunan metinler yazdığı
görülmektedir. Elçilerin yazdığı sefaretname metinleri, Osmanlı'nın dış dünyayla iletişiminde
önemli bir kaynak oluştururken, modernleşme sürecine doğrudan katkıda bulunmamışlardır.

Osmanlı'nın modernleşme sürecinde Damat İbrahim Paşa'nın reformlar, Avrupa'dan uzman


getirilmesi ve sefaretname yazımında çeşitlilik dikkat çeker. Ancak, 18. yüzyılda Osmanlı
modernleşmesi tam anlamıyla gerçekleşmemiştir. Osmanlı devleti, Avrupa'daki kölelik durumlarına
dair bilgilere ulaşmak için elçiler göndermiş, ancak 28 Çelebi'nin sefaretname metni yüzeysel
kalmıştır.
Sefaretnameler, Osmanlı'nın Avrupa'daki değişimleri anlama çabalarını yansıtırken, modernleşme
sürecinin babası olarak nitelendirilen bir figürün ortaya çıkmadığı görülmektedir. 19. yüzyılda,
Nizam-ı Cedid döneminde gerçekleşen modernleşme çabalarıyla birlikte, Osmanlı devleti daimi
elçilikler kurmuş ve Tanzimat Dönemi'nde Fransızca'yı diplomasi yazışmalarında benimsemiştir.
Ancak, sefaretname yazımında derin analizler yapabilen elçilerin sayısı sınırlı olmuştur.

You might also like