You are on page 1of 17

CUMHURİYET’İN EKONOMİ POLİTİKALARI

(1923-1945)

5. Ders
CUMHURİYET’İN EKONOMİ POLİTİKALARI (1923-1945)
Erken Cumhuriyet dönemi (1923-1945) ekonomi politikaları 3 alt
dönem halinde değerlendirilmektedir:
1. 1923-1929: İzmir İktisat Kongresi ve Ekonominin Yeniden İnşası
2. 1929-1939: 1929 Ekonomik Buhran: Korumacı-Devletçi Ekonomi
3. 1940-1945: İkinci Dünya Savaşı Koşullarında Türkiye Ekonomisi
1. 1923-1929: İzmir İktisat Kongresi ve Yeniden İnşa

• 1923–1929 dönemi iktisat politikaları 1908–1922 dönemiyle


benzerlikler göstermiş, milli iktisat okulunun korumacı ve
sanayileşmeci yönelimleri bu dönemde Lozan’ın getirdiği kısıtlamalar
dolayısıyla gölgelense de devlet eliyle milli burjuva meydana getirme
çabaları gerçekleştirilmiştir.
• Lozan Anlaşması ithal mallar ile yerli mallara farklı oranlarda tüketim
ve satış vergileri uygulamasını önlemiş, dolayısıyla yerli emtianın
korunmasını engellemişti; ancak devlet tekelinde bulunan mallar
kamu gelirlerini arttırmak amacıyla daha yüksek bir fiyatlamaya imkân
vermiştir. Dolayısıyla Lozan kısıtlamalarından sıyrılmanın yolu birçok
mal veya hizmetin devlet tekeline alınması, ardından bunların imtiyazlı
yerli ya da yabancı şirketlere devredilmesi biçiminde görülmüştür.
Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908–2002 (Ankara: İmge Kitabevi, 2005), 39-41.
İzmir İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal yabancı sermayenin kanunlara uymak
ayrıcalık aramamak şartıyla iş görebileceğini belirtmiş, dönem boyunca bu anlayış
geçerli olmuştur. 1920–1930 arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66’sında
yabancı sermaye ortaklığı vardı.
İzmir İktisat Kongresi, Lozan Konferansı görüşmelerinin kesilmesiyle düzenlenmiş ve
Batılılara Türkiye’nin “sistem” içinde kalacağı mesajını vermişti. Kongre’nin açış
konuşmasını 17 Şubat 1923’te Mustafa Kemal yaptı ve şu önemli noktalar üzerinde
durdu: “Milletimiz halası kati ve hakikiye mazhar olabilmek için iki umdeye istinadın
şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi Misak-ı Milli’nin ihtiva ettiği ruh ve mana.
İkincisi Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun tespit ettiği gayri kabil-i tebeddül hakayık.
Misak-ı Milli, milletin istiklal-i tamamını temin eden ve bunun için iktisadiyatında
inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha avdet etmemek üzere lağveden bir
düsturdur. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Osmanlı İmparatorluğu’nun, Devletinin tarihe
karıştığını idrak eden, onun yerine yeni Türkiye Devletinin kaim olduğunu idrak eden
bir kanundur… İstiklal-i tam için şu düstur var: Hâkimiyet-i milliyet hakimiyet-i
iktisadiye ile tarsin edilmelidir… İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken
zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız, hayır bizim memleketimiz vasidir.
Çok emek ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi
sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız. Mazide, Tanzimat
devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye sahipti. Devlet ve hükümet
ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet
gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”

Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900–1960 (Ankara: İmge Kitabevi, 2003), 152.
Kongre sonucunda ahlaki standartlar niteliğinde görünen Misak-i İktisadi Esasları kabul edildi; ancak
asıl kararlar katılımcı grupların sundukları iktisadi esaslardı. Şimdi grupların bazı önemli esaslarını
görelim:
1.Çiftçi Grubu; Köylerdeki okulların bahçelerinin olması ve öğrencilerle pratik uygulamaların
gerçekleştirilmesi, aşarın kaldırılması, sulama projelerinin yapılması, tarım ve hayvan ürünlerinin
yabancılara karşı korunması, göçebe aşiretlerin iskân edilmesi grubun istekleriydi.
2. Tüccar Grubu; Yabancı paraların ani yükseliş ve düşüşlerine karşı önlem alınması, kabotaj hakkının
sağlanması, inhisarın engellenmesi, milli sanayinin kollanması, demiryollarının devletçe inşası ve
işletilmesi bu grubun istekleriydi.
3. Sanayi Grubu; Gümrüklerde himayenin kabul edilmesi ve hammaddenin gümrüksüz işlem
görmesi, hükümet alımlarında yerli ürün tercihi, Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun geliştirilmesi, tüm
vatandaşlara yerli malı kullanma mecburiyeti getirilmesi isteklerdi.
4. İşçi Grubu; Sendika hakkının tanınması, grev yasasının düzenlenmesi, günlük 8 saatlik çalışma
yasasının kabulü, asgari ücretin kabulü ve üç ayda bir tespiti, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak resmen
kabul edilmesi, istihdam olanaklarının sadece Türk vatandaşı işçilerin yaralanmasının kabulü.
Boratav, İzmir İktisat Kongresi’nde İstanbul işçilerinin tüccar temsilcisi gibi davrandığını
anımsattıktan sonra şöyle diyor: «*Kongre+ İstanbul ve İzmir’in Türk-Müslüman sermaye çevrelerinin
siyasi iktidarla kaynaşmalarında bir ilk adım oluşturmuştur.» Çavdar ise Kongre’yi şöyle
değerlendiriyor: «tüccar, sanayici ve çiftçi gruplarının taleplerinin hemen hemen tamamı yerine
getirilmiştir *…+ amele grubunun istekleri ya da zabıtlarda yer aldığı gibi ‘İktisadi Esasları’ sadece
kağıt üzerinde kalmıştır *…+ tüccar, sanayici ve büyük toprak sahipleri koalisyonu cumhuriyetin
iktisadi politikasının çizgilerini kendi sınıf çıkarları açısından belirlemişlerdir.»

Boratav, Türkiye İktisat, 45.


Çavdar, Türkiye Ekonomisinin, 164.
• Kongre’den sonra 1920’li yılların ortalarından itibaren demiryolları millileştirilmeye başlanmış,
tütün rejisi ise 1925’te 4 milyon liraya alınarak devletleştirilmiştir.
• 1927 yılında kabul edilen Teşvik-i Sanayi Kanunu sanayi yatırımlara büyük teşvikler getirmişti.
1929’da Lozan kısıtlamaları ortadan kalktı, gümrük vergilerinin yükseltilmesi ve diğer
düzenlemelerle Lozan öncesi yüzde 12 olan “milli korunma” yüzde 45 oranına yükseltildi.
• 1929 yılındaki büyük dünya iktisadi buhranı ve Türkiye’nin aynı yıl ihracatının yüzde 10
gerilemesiyse iktisat politikalarının değişeceğinin habercisi olacaktır.
• Türkiye bu dönem gerçekleştirdiği dışsatımın yüzde 60–72 oranını tütün, kuru üzüm, pamuk, incir
üzerinden gerçekleştiriyor, dışalımın büyük bir kesimini ise sanayi malları meydana getiriyordu.
Kısacası Türkiye hammadde ihracatı ve mamul mal ithalatı yapıyordu.
• Bu dönem tarımda ve sanayide görülen yüzde 10 civarındaki büyüme sanayileşme temposunu
değil; ancak bir yeniden inşa sürecini gösterdi. 1927 Sanayi Sayımı’na göre imalat sanayinde
çalışan 237 bin işçinin 109 bini 4’ten az işçi çalıştıran yerlerde istihdam edilmiştir, dolayısıyla
anlamlı bir sanayileşmeden söz etmek güçtür.
• 1925’te bütçe gelirlerinin yüzde 22 oranını oluşturan aşar vergisi kaldırıldı. Aşarın kaldırılmasıyla
meydana gelen vergi gelirindeki kayıp şeker ve gazyağının vergilendirilmesiyle karşılanmış,
dolayısıyla kentli emekçi-tüketici sınıflardan tarım kesimine bir gelir aktarımı gerçekleştirilmiştir.
• Kısaca toplumsal sınıflar açısından söylemek gerekirse 1923–1929 dönemi köylü kitleleri için
üretim ve fiyat artışları dolayısıyla; tüccar için dışşalım ve dışsatım yönünden; işçiler için istihdam
olanaklarının artmasıyla ve refah durumlarının kollanmasıyla memurlar için olumlu yıllar olmuştur.
Milli gelirde sağlanan reel artış tüm sosyal sınıf ve tabakalara yayılmıştır.

Boratav, Türkiye İktisat, 55.


2. 1929-1939: 1929 Ekonomik Buhran: Korumacı-Devletçi Ekonomi
• 1929 Dünya Büyük Ekonomik Buhranı kısa sürede Türkiye’yi de etkisine almıştı.
Büyük Buhran, 1920’lerin sonundan itibaren hissedilmeye başlanmış, derinleşmiş
ve 1930’ların ikinci yarısında hafiflemeye başlasa da Almanya’nın faşizme
sürüklenmesinin ve II. Dünya Savaşı’nın en önemli nedenlerinden olmuştu.
• Dünya kapitalist düzeni içinde yerini almış bir Türkiye için bu buhrandan sakınmak
olanaksızdı, dolayısıyla 1930’dan itibaren yaşananlar büyük buhran ile yakından
ilgilidir.
• Türk dış ticareti genellikle tarımsal ürünlere ve hammadde dışsatımına
dayanıyordu. Buhran tarımsal ürünlerde büyük düşüşler meydana getirdiği için
Türkiye’nin dış ticaret hacmi daraldı.
• 1928’de Lozan’da halledilemeyen dış borç sorununun 1929’da Milletler Cemiyeti
aracılığıyla çözülmesi ve Türkiye’nin bu yıl ödemelere başlaması ayrıca bir yük
meydana getirdi. İşte bu koşullarda Türkiye devletçilik politikalarına yönelecekti.

Timur, Türk Devrimi, 133-34.


• 1912 yılından başlayarak Anadolu on yılı aşkın bir süre boyunca
birbirini izleyen savaşlardan dolayı büyük yıkımlara uğramış, Balkan
Savaşları’nı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi takip etmişti.
1913 yılında Türkiye sınırları içinde nüfus 17–18 milyon civarındayken
1924’te yüzde 25 oranda bir azalmayla 13 milyon dolayına gerilemiş,
1914–1924 döneminde tarımda toplam üretim yüzde 50 civarında
azalmıştır.
• Ankara’daki yeni önder kadro böyle bir mirası devralıyor, hedef olarak
ise ulusal bir ekonomi kurmak fikrini benimsiyordu: “Sanayileşme ve
bir Türk burjuvazisinin yaratılması, onlara göre, ulusal iktisadi
kalkınmanın temel unsurlarıydı.”

Roger Owen, Şevket Pamuk, 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi, çev. Ayşe Edirne (İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2002), 23.
Türkiye Lozan Anlaşması ile Avrupalı güçlerle ilişkilerini saptayacak üç temel
noktayı belirledi:
1. Kapitülasyonlar kaldırıldı, dolayısıyla başta demiryolları olmak üzere
yabancıların elinde olan kimi işletmelerin millileştirilmesinin önü açıldı.
2. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası borçların pay edilmesiyle Türkiye
bunların yüzde 67’sini üstlendi.
3. Serbest dış ticaret anlaşmalarına son verildi; ancak 1929 yılına kadar
düşük gümrük tarifelerine ve kota sınırlamalarına dayanan yapı
sürecektir.
1929 yılına kadar bir Tük burjuvazisi yaratma çabaları sürüyor, kibrit, alkollü
içecek üretimi, gaz yağı ithali, limanların devlet tekelinde işlenmesi gibi
alanlardaki devlet tekelleri CHP aracılığıyla özel şirketlere devrediliyordu.
Diğer taraftan Kemalist rejim 1927’de yürürlüğe konan Teşvik-i Sanayi Kanunu
ile sermayeyi teşvik ediyor, yabancı sermaye yatırımlarıysa azımsanmayacak
bir oranda Bu yıla kadar tarımsal üretim de savaşların sona ermesi, aşarın
kaldırılması gibi nedenlerle nerdeyse iki kat artmıştı; ancak 1929’da patlayan
Büyük Buhran Türkiye’yi etkisi altına almakta gecikmedi.
• Büyük Buhran, Türk ekonomisini özellikle tarım ürünleri fiyatlarında görülen ani ve
önemli miktardaki düşüşlerle etkiledi. En önemli ürün olan buğday ve diğer
tahılların fiyatlarında 1928-1929 ve 1932-1933 arasında yüzde 60 civarında bir
düşüş meydana geldi. Tarımsal ürünlere dayanan Türkiye’nin dış ticareti 1929–
1939 döneminde yüzde 21 dolayında geriledi. Tarımda ve ticarette yaşanan
bozulma hükümeti ekonomi politikalarında önemli bir değişikliğe sevk etti.
• 1929–1939 arasını kapsayan dönemde kısaca dışa kapalı devlet eliyle bir milli
sanayileşme denemesi içine girildiği söylenebilir. Dönem bir önceki dönemden,
devlet eliyle burjuva meydana getirme politikası izlenen 1920’li yıllardan belirgin
çizgilerle kopuşu da ifade ediyordu.
• 1929 Büyük Buhranı hammadde fiyatlarını sanayi malları fiyatlarından daha
aşağıya çekmişti. Zorunlu tüketim malları, örneğin şeker, un ve kumaş ithalinin
düşmesi ülkede ciddi krizlere yol açabilirdi. Bu ürünleri meydana getirecek
yabancı sermaye yatırımlarının yoksunluğu ise dışa kapalı ve içerde temel
maddeleri üretici, ithal ikameci, korumacı-devletçi uygulamaları zorunlu kıldı. Öte
taraftan bu dönem içinde Türkiye’de devletçiliğin kapitalist gelişmenin bir parçası
olduğu önemle belirtilmelidir. Öyle ki sanayi lehine fiyat tespitleri özel sanayi için
de geçerli oluyor, ayrıca, artan kamu yatırımları çevredeki küçük sanayi ve tüccara
kazanç imkânları sunuyordu.
• 1930’lu yıllarda Osmanlı kalıntısı yabancı yatırımların önemli bir bölümü
millileştirildi. Yine bu dönemde bankacılık, deniz yolları, belediye
hizmetleri, enerji sektöründe devlet egemenliği sağlandı, devlet ekonomik
etkinlikleri 1934 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı içinde belirlendi.
• Bu dönemde sanayi büyüme hızı ortalama yüzde 10 olarak saptandı.
Dönem sonunda Türkiye un, şeker ve kumaş üretiminde kendine yeterli,
demir-çelik, kâğıt, kimya sanayi kollarında ilk modern tesislerini kurmuş bir
ülke durumuna kavuştu. Tüm bu gelişmelerin ekonominin öz güçleriyle
sağlanmış olmasıysa önemli bir başarıydı.
• Dönemin sınıflar tablosundaki ilişkileri ise genel olarak şöyle saptanabilir:
En kazançlı grup devlet ihaleleri üzerinde yükselen müteahhitler olmuş,
Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlanan özel sanayi gelirini arttırmıştı. 1932-
1939 tarihleri arasında özel sanayi milli gelir içindeki kâr payını ortalama
yüzde 3’ten yüzde 6’ya çıkarıyor, öncelikle köylüler ve işçi sınıfı ise
sanayileşme yükünü sırtlanıyordu.

Boratav, Türkiye İktisat, 75.


3. 1940-1945: İkinci Dünya Savaşı Koşullarında Türkiye Ekonomisi

• Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na fiilen girmemiş olmakla birlikte savaşın


ağır ekonomik sorunlarını yaşamıştır.
• Savaş yıllarında yetişkin erkek nüfusun büyük bir bölümü askere
alınmış, dolayısıyla üretimde önemli oranda düşüşler meydana
gelmiştir. Örneğin bu dönemde buğday üretimi yüzde 50’ye yakın bir
oranda azalmıştır.
• Savaş öncesinde başlayan planlama ve sanayi yatırım programları
askıya alınmış, bütçe tamamen askeri harcamalara tahsis edilmiştir.
• Savaş yıllarında Türkiye’yi yöneten Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu
hükümetleri ekonomik zorluklar karşısında iki farklı politika izlediler.
• İki hükümet ve iki farklı politikaya
rağmen ülkenin sorunları
ortaklaşmaktaydı: Azalan üretim ve
ithalat ile birlikte meydana gelen
darlıklar ve enflasyon ile mücadele
etmek, halkın beslenmesini, ısınmasını
ve giyimini sağlamak.
• Bu sorunların üstesinden gelmenin en
temel yolu üretimi arttırmaktı; fakat
savaş koşullarında bu durum mümkün
olmadığından sorunlar hafifletilmeye
çalışıldı.
• Refik Saydam hükümeti sorunu katı fiyat
politikası ve tarımsal üretime düşük
ücretle el koyma yöntemiyle çözmeye
çalıştı.
Refik Saydam (1881-1942)
• Ocak 1940’ta çıkarılan Milli Korunma
Kanunu söz konusu politikanın
uygulanmasını sağlamıştır.
• Bu kanuna göre hükümet; özel
işletmelere geçici el koyabilecek,
ihracatta asgari fiyatları
saptayabilecek, ekmek gibi temel
ürünleri vesikayla dağıtabilecektir.
• Bu sistemle asker ucuza beslenmiş ve
giydirilmiş; kentliler vesikayla ekmek
ve kömür sağlayabilmiştir. Ancak
hemen her alanda karaborsa
meydana gelmiş, istifçilik ve rüşvetin
önüne geçilememiştir.
• 1942’de Refik Saydam’ın ölümünün
ardından başbakanlığa getirilen Şükrü
Saraçoğlu piyasa üzerindeki sıkı denetim
mekanizmalarını kaldırmış veya
gevşetmiştir.
• Hububat alım fiyatları yükseltilmiş, ürünün
yüzde 25’inden fazlasının piyasada satılması
için çiftçi serbest bırakılmıştır.
• Hububatın ardından diğer gıda ürünlerinin
de fiyat denetimleri kaldırılmış veya
hafifletilmiştir.
• Bu politika değişikliğinin ardından
kentlerdeki fiyatlar çiftçiler ve çiftçi-tüccar
lehine olağanüstü artmış, savaşa döneminin
en yüksek enflasyonu gerçekleşmiştir.

Şükrü Saraçoğlu (1886-1953)


• Bu duruma karşılık hükümet aşırı kazançları iki
olağanüstü vergiyle bertaraf etmek istedi: Varlık
Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi
• Varlık Vergisi Kanunu, esas olarak tüccarı hedef alan,
bir komisyonca belirlenen, bir kereye mahsus alınan
ve itiraz hakkı olmayan olağanüstü bir vergiydi.
• Vergiyi ödemeyenler önce kamplara, ardından
çalışma yükümlülüğüyle Aşkale’ye gönderildiler.
Korkut Boratav’a göre: «Kanun metni bir ayrım
yapmamakla birlikte, toplam vergi tahsilâtının
yarıdan fazlası, azınlıklarca ödenmiş ve böylece
Varlık Vergisi ırk ve din ayrımına dayalı bir vergi
uygulaması olarak maliye tarihimize geçmiştir.»
• 1944’te yürürlükten kaldırıldığında vergiyle 315
milyon lira toplanmış, vergisini ödemeyen büyük bir
çoğunluğu gayrimüslim 1400 mükellef Aşkale’ye
sevk edilmişti. Verginin tahsilâtı 1943 yılı devlet
harcamalarının yüzde 38’ini meydana getirdi.

Boratav, Türkiye İktisat, 85.


• 1944–46 arasında toplanan TMV ile ise 167 milyon lira toplanmıştı.
Verginin piyasa için üretmeyen küçük ve yoksul köylü için ağır bir yük
oluşturduğu tahmin edilebilir.
• Savaş yıllarında milli hâsıla yüzde 6 civarında gerilemişti. Gerilemenin
ağırlıklı yükünüyse varlık vergisi dolayısıyla gayrimüslimler, küçük
köylü ve işçiler yüklenmiştir.
• Boratav’a göre: «Saraçoğlu’nun başbakanlığıyla başlayan yönelişler,
varlıklı katmanları gözetip, kırsal ve kentsel emeği yasal
mekanizmalarla ve baskıcı yöntemlerle denetlemeyi hedefleyen
faşizan eğilimlerin serpilmesine yol açtı. Kıtlık koşullarında piyasa
mekanizmasına teslimiyet, büyük boyutlu savaş vurgunlarının
meşrulaşması anlamına geldi. İş mükellefiyeti, ücretlerin
sınırlandırılması, iş saatlerinin uzatılması, yoksul köylüleri angarya
çalışmaya zorlayan yol vergisi uygulamaları ise, emekçi halk yığınları ile
CHP arasında bir daha telafi edilemeyecek kopuşlara yol açtı.»

Boratav, Türkiye İktisat, 91.

You might also like