You are on page 1of 7

III. Selim 1789 yılında I. Abdülhamit´ten sonra tahta çıkmıştır. III.

Selim tahta çıkmadam


önce 16. Louis ile mektuplaşıyordu. Tahta çıkmadan önce Osmanlı idaresinde, yönetiminde
ıslahat hareketleri psikolojisi yaygın bir şekilde artarak devam ediyordu. Devlet düzeninde
birtakım değişiklikler yapmak gerekir, çeşitli ıslahat çalışmalarına katılınması gerekir.
Osmanlı´da bu mantık nasıl gelişti, nasıl taraftar buldu, ıslahat hareketleri nasıl algılanır
hakkında değerlendirmeler yapalım. Sadece III. Selim döneminde değil o döneme kadar
ıslahat hareketlerinin bizahiti kendisi üzerinden nasıl ıslahatlar yapılmış üzerinden geçelim.
Islahat mantığı nedir? diyerek değerlendirelim.

Osmanlı devlet düzeninde aksamalar, zayıflamalar başlayınca devlet de birtakım


yeniliklerin haliyle yapılması ihtiyacı oluştu. Bir ıslahat hareketi oluşur ve onun üzerine
iyileştirmeler yapılmaya çalışılır. Islahat hareketleri daha Kanuni dönemine dayanır. Kanuni
dönemi Osmanlı´nın en güçlü olduğu dönemdir. O dönem çok güçlü olduğu için devlet
düzenindeki aksamalar devlet güçlü olduğu için devlete yansımadı.

"Adam çok zengindir. Savurgan davranıyordur ama zenginliği o kadar fazladır ki,
savurganlığı o zenginliğe zarar verecek boyutta değildir. Fakat savurganlık, artararak devam
ederse ve daha sonraki yıllara ulaşırsa israf edilen kütle büyüyeceği için devlete zarar
verebilir." mantığıyla Kanuni dönemindeki aksamalar, kanunlardan verilen tavizler o
dönemde devlete bir sıkıntı oluşturmazdı. Ama Kanuni döneminde verilen bu tavizler, daha
sonraki dönemlere örnek teşkil ettiği için bu ihlaller başka ihlalleri getirmek suretiyle peşi sıra
sükun etti ve devlet normal işleyen düzenini yürütemez hale geldi.

Kanuni döneminde devlet en güçlü zamanındayken Rüstem Paşa'nın haksız bir timar
tevcihi sebebiyle, hak etmeyen birine bir toprağı vermesi sebebiyle ilk aksamalar başlamış ve
bu aksamalar birbirinin peşi sıra gelmiş ve devletin düzeni adeta işleyemez hale gelmiştir.
Ben bu değerlendirmeye katılmıyorum. Komple reddediyor değilim. Aksamalar vardır ve bu
tür sorunlara yol açabilir ama bu mukadderdir denilemez. Ben Osmanlı tarihinin "Kuruluş,
Yükselme" şeklinde dilimlendirilmesine katılmıyorum. Padişahlara, devlet adamlarına,
sadrazamlara göre dilimlendirme olabilir. Dönem eksenli yürünülürse o zaman padişahların
kişiliklerini yok saymış olunur. Dilimlendirme hem doğru değildir hem de sorunların net bir
şekilde tespitine mani olur. Islahat mantığında da bu doğru değildir. Kimi padişahlar
düzeltmeye çalışmıştır, kimi padişahlar olduğu gibi bırakmıştır, kimi padişahlar da
derinleştirmiştir. Islahat hareketlerini ortaya çıkaran mantık doğal sınırlara ulaşılmasıdır.
Osmanlı için de fetih hareketlerinin zayıflamasıyla, fethin getirdiği heyecan bitince..
Osmanlı da yeni ihtiyaçları karşılamak için fetihler cihatlar gerekmektedir. Ancak o
dönemde cihat yapılmamıştır ayrıca fetihlerin sınırına ulaşılmıştır deniyor ancak buna
katılmıyoruz. İşte orada rehavet başlamıştır. Bu tez de İbn Haldun’a dayanmaktadır. Tarihçi
Mustafa Naima efendiye de dayandırılıyor tavırlar nazariyesi diyerek. Bu 5 nazariye olarak
tanımlanıyor. Büyüme heyecanı devam eder. Büyüme heyecanı bitince bir çöküş başlar bir
heyecan olmadığı zaman kişi motivasyonu nu kaybeder. Fiziki psikolojik fonksiyonları bile
yavaşlar. Bu insan için böyledir. Ancak bu mukadder değildir. Fiziki psikolojik
motivasyonların kaybolduğu olur o kişinin direncine gücüne etkinliğine vücudu kontrol etme
psikoloji sini kontrol etme yetisine bağlıdır bu kimisinde saatler sürer kimisinde haftalar ya da
aylar veya bohem hayatı sürdürür hiç toparlayamaz bu kişilerin kendi kapasiteleri ile
alakalıdır kendine güvenleri ile alakalıdır. Faydalı bir iş yapmak gibi ameliye ile de alakalıdır.
Faydalı bir iş yapan insanın çok ufak da olsa morali bozulmaz. Ancak faydalı işin kişiye göre
de faydalı olması lazım kişinin meslek hayatında faydalı bir iş yapması motivasyonunu
arttırır. Bu yüzden kişinin önce kendini tanımladığı meslekte yetkin olması gerekmektedir.
Dolayısıyla kendini tanımladığı meslekte yapmış olduğu faydalı işler kişinin motivasyonunu
yükseltir. Bu söylediklerimiz Kaza bela gibi istisna durumlar dışındadır. Hayatı sürekli yeni
yaşıyoruz. Bir günü yaşamadan önce onun stajını yaşamıyoruz. Yaşadığımız sürekli tekrar
ettiğimiz örnekler var tabi ki tekrar etmemizin yanı sıra sıfırdan karşılaştığımız ilk defa
gördüğümüz örneklerde var orda öğrendiğimizi anlayıp canımızı sıkmayıp moralimizi
bozmamalıyız. Eğer yeni bir şey, ile karşılaşmıyorsak ona canımızı sıkmalıyız. Çünkü tekrar
ediyorsun yeni bir şey öğrenmiyorsun. İnsan hayatında türlü türlü sıkıntılarla uğraşır başına
bir sürü talihsiz olay gelir bunların hiçbiri kalıcı değildir zamanla aşılır devletlerde bu
şekildedir devletlerin başına sıkıntılar gelir devlet adamları bunu aşar devlet adamları bunu
aşamayacaksa diğer devlet adamları niye geliyor ki? Şimdi burada da ıslahatlara neden ihtiyaç
duyulduğu temellendirirken bunlar söyleniyor doğal sınırlara ulaşıldı doğal sınırlara ulaşmak
ümit ve yeni heyecanı kaybettirdi gibi şeyler söylenmektedir. Ancak bu doğru değildir.
Heyecan illaki fetihlerde olmaz maliyi güçlendirirsin imar faaliyetlerine bayındırlık
faaliyetlerine hız verirsin. Osmanlı sürekli bir mücadele içindeydi ancak bu motivasyonu
düşürücü bir etken değildir. Fetihlerin olmaması mukadder bir ümit kaybı olarak
değerlendirilmemelidir. Devlet motivasyonunu sadece toprak kazanma üzerine kurmaz başka
motivasyonlar başka hedefler başka amaçlar da vardır. Bunlar da üretilebilir. Dolayısıyla
doğal sınırlara ulaşılması yeni fetihlerin olmaması Osmanlıdaki heyecanı düşürdü şeklindeki
kanatlara katılamayız. Bunun üzerinden başka bir şey birbirine silsile olarak devam ediyor
heyecan bitince rehavet başladı tarihçi Mustafa Naima Efendi ye atfen söylenir.

Bu diğer mevcut Türk devletini yıkıyor. Yıkılan devlet tabiki devam etmiyor. Yeni aile o
devletin yerine başka bir devlet kuruyor. Sırayı bilmiyorum. Karluklular geliyor,Uygurlar
geliyor, Karahanlılar geliyor, Gazneliler geliyor ama sonra mesela Göktürkler yıkılıyor iki
nesil sonra tekrar geri gelmiyorlar. Osmanlılar’ da 1402 de yaklaşık 103 sene sonra yıkıldı.
Çelebi Mehmet’in başarısıyla Osmanlılar yeniden kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bir
savaş sonucu yıkılma var diğerinde zayıflama unsurları sonucunda imtiyaz belirtileri var. Evet
ikisi aynı değil ama ben zaten onu kabul ediyorum burada benim itiraz ettiğim şey mukadder
olmayan anlayışlardır. Bunlar duraklama sebebi olarak tanımlanamaz. Nitekim bizim
tarihimizde de dünya devletlerinin tarihinde de bunun örneklerini gördük. 2. Bayezid devleti
çok zayıf yönetti ama Yavuz devleti çok yükseltti. Devlet adamları eksikleri giderme yönünde
çalışmış. Eksiklikler giderilmiş giderilmeye çalışılmış. Bu ıslahat hareketleri sürekli devam
etmiş. Islahat hareketlerini temellendirirken Osmanlı’daki imtiyazı geri döndürülemez.
Diyorlar ki önce fetih hareketleri zayıfladı dolayısıyla heyecan bitti ondan sonra Osmanlı
devletinde rehavet dönemi başladı. Mustafa Naime Efendiye ve İbn-i Haldun’a dayandırılıyor
bu. Öyle güçlü biri gelir ki bi daha yükseltir. Mesela Köprülü Mehmet Paşa gibi.

Osmanlılar kuruluşundan itibaren yabancılarla irtibat kurmuştur. Fatih yabancılarla irtibat


kurmadı mı yani? Saraylarda her dönem gayrimüslimler de vardı yahudiler de vardı. Yabancı
devletlerle işbirliği devam etti ama Padişah onları kendisine denk saymıyordu saymaya bilir
tabiki. Bu onların irtibatsızlığına örnek değil ki. Bir sürü yabancı uzman batıdan getirilmiştir.
Tabi ıslahat hareketleri yaygınlaştıktan sonra olmuştur bu. Ondan önce de Osmanlı birisinden
istifade ederken onun gayrimüslim olup olmadığına bakmadı. Ama ıslahat mantığı
anlatırlarken bu şekilde anlatılıyor. Osmanlı bir büyüklük psikolojisi içerisinde kimseden
yenilik almaya ihtiyacımız yok psikolojisi bir süre devam etti. Savaşlarda bir süre yenilgisi
devam etti ve ondan sonra bizim yenilik almaya ihtiyacımı var psikolojisini kabul etti. Ben
bunlara katılmıyorum. İmtiyaz belirtiler oldu,usulsüzlükler oldu ama bunlar mukadder olarak
değerlendirilemez. Osmanlı’da bu ıslahat mantığı içerisinde ilk ıslahata başvurulan alanlar
askeri alanlardır. Askeri ıslahatlara girişildi. Peşinden mali yönlü ıslahatlara başlandı. Çünkü
güçlü bir askeriye için güçlü bir maliyeye ihtiyaç vardır. Islahatlar ferdi teşebbüs olarak
devam etti bir süre. Bunlara da katılmıyorum. Ferdi teşebbüs olarak devam edildi diyorlar.

Herhangi bir padişah başarılı bulmuş diğeri gereksiz bulmuş devam ettirmemiş şeklinde
ferdi teşebbüs ıslahatlar deniyor be bunlar sürekli değil diye söyleniyor. Bunlara ihtiyatla
yaklaştığımı söyleyim. Bu ferdi nitelikli ıslahatlar denilen ıslahatlardan sonra kurumsal
nitelikli ıslahatlar diye bir tanımlama yapılıyor. Kurumsal nitelikli ıslahatlar diye tanımlanan
dönem Lale devridir. Burada buna katılmadığımın bir sebebi daha çıkıyor. 3. Selim dönemi
kurumsal nitelikli ıslahatların olmadığı dönemlerden bir tanesidir. Başarısız bulduğu ıslahatı o
da sürdürmez ki. Kurumsal nitelikli ıslahatlara geçtik diye inanmasa bile bunu devam ettirmek
zorunda değildir. Batıya en çok kredi açılan Tanzimat döneminde bile iltizam uygulandı sonra
kaldırıldı.

Bütün dönemleri kapsayan tek bir cümle kullanılamaz. Dönemleri kapsayan özel
cümleler kullanılmalıdır. Bu da doğruyu yansıtır. Bir devletin ıslahat tarihini anlatırken bu
kadar düz cümle bize sadece bir kısmını anlatır. Dolayısıyla dönemlere göre tanımlama
haliyle eksik bir tanımlama olur.

Kitaplar insanlara olumlu anlamda bir şeyler katmak için yahut bir şeyler öğretmek adına
yazılır. Öğrencinin bahsettiği ateist yazarın kendisine bile faydası olmamıştır. Yazdıkları onun
hayatının devam etmesine yetmemiştir. Batıda çok fazla intihar vakalarının olmasının yanı
sıra akıl hastanesine düşenlerinde sayısı bir hayli fazladır. Buna nazaran İslam âlimlerin de
bunun bir benzeri dahi görülmemektedir. Çünkü İslam âlimlerinin kafasında çözemediği
hiçbir soru yoktur. Ben neden dünyaya geldim vs. gibi… Bu durumu daha iyi anlamak adına
Enes Kara’yı örnek verebiliriz. Kendisi üç yıllık ateistti. Tıp fakültesinde öğrenciydi.
Okuduğu okulda da ortalaması bir hayli düşüktü. Hayatı da istediği gibi değildi ve ölünce
toprak olacağı düşüncesiyle hareket ettiğinden dolayı yaşamının kendisi için bir anlamı
olmadığını düşünerek intihar etti. Arkadaşımızın bahsettiği kişi de ölçüyü son derece
kaçırmıştır. Sadece dini boyuttan değil insani değerler açısından da bu böyledir. Buna örnek
verecek olursak bir kitabında bahsettiği üzere en yakın arkadaşının sevdiği hanıma ilgi
duyması ve bunun üzerinden arkadaşı ile yarışmasıdır. Bu davranış normal birinin yapacağı
bir şey değildir. Ölçüyü buradan kaçırdığını anlıyoruz. Hatta bu ölçülere hiçbir zaman sahip
olmadığı kanısına dahi varabiliriz. Çünkü asıl ölçü İslam’dır.

Öğrenci: babası papaz olması ve küçüklüğünden beri dini eğitimin kendisine aşılanmasına
rağmen bahsedilen yazar dünyanın en büyük ateistlerinden biri oluyor.

Hoca:Bu daha kötü. Çünkü Hıristiyanlık son derece bozuldu ve fazlasıyla muhalef unsurlar ve
yanlışlar mevcuttur. İlk başta herkesin bildiği Hz İsa’nın Tanrı olarak kabul edilmesidir.
Böyle bir durumun mümkün olması söz konusu değildir. Çünkü Hz. İsa bir insandı.
İnsanlardan Tanrı olması mümkün değildir. Bunun yanı sıra insanların günahlarının
affedilmesi için papaza para vermeleri de mantığa yatkın durumlar değillerdir.

Öğrenci: duraklama ve gerileme dönemini kabul etmediğinizi söylemiştiniz. Lakin Osmanlı


Devleti’nin dönem dönem egoist padişahları olmuştur. Bunlara örnek olarak II. Osman ve
Yavuz Sultan Selim’i söyleyebiliriz.

Hoca: Yavuz Sultan Selim egoist değildi. Sadece sert mizaçlıydı. Çünkü egoistlik sadece
kendini düşünmektir. Lakin Yavuz Sultan Selim, imamın hutbelerinden de hatırlanacağı üzere
Hakimu’l Haremeyn-i Şerifeyn diye tanımlıyor Yavuz Sultan Selim’i, yani iki haremin
Sultan’ı demek. Lakin Yavuz Sultan Selim bu tanımı kabul etmeyerek düzeltiyor ve hâkimi
değil hadimi yani hizmetçisi… Egoist olan bir insan bu cümleyi mümkün mertebe kuramaz.
Osmanlı Devleti’nin padişahlarının hatasız olduğunu asla öne sürmüyorum. Böyle bir durum
söz konusu dahi olamaz. Kabul etmediğim ve açıklık getirmek istediğim konu Yavuz Sultan
Selim’e katiyen egoist denilemeyeceğidir. Kendisi sadece sinirli bir padişahtı.

Her şeyin olduğu gibi devletlerin de bir sonu vardır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını kabul
edemiyormuşum gibi bir algı var ve ben buna asla katılmıyorum. Osmanlı Devlet’i yıkıldı. Bu
bir gerçek tekrardan Osmanlı Devleti kurmak gibi bir düşünce ile elbette konuşmuyorum,
niyetim bu yönde değil. Sadece asıl amacım aynı hataların tekrarının olmaması. Bu tahlilleri
de kitapta anlatıldığı gibi size aktarmak istemiyorum. Kendi kanatlarımı da söylüyorum.
Çünkü başka kitaplardan okuduklarımda var. Siz tahlil edin ve çözümleri sonraki derste, derse
başlamadan önce aklınıza takılan sorularınızla beraber konuşalım.

Kurumsal nitelikteki ıslahatlar Lale Devri ile başladı. Islahatlar başarısız oldu denildiğinde
gerekçe olarak, ulema karşı çıktı, hatta biraz daha uç ifadeler kullanarak gerici anlayış ve
düşüncesine karşı çıktığını söylemektedirler. Somut delil olarak konuşacak olursak Ulema
karşı çıktıysa neye olduğunu söylenmesi lazım. Ulema hiçbir şekilde matbaaya karşı çıkmadı
o devirde. Yanlış bilinen bir şey var. Matbaa Avrupa’da çıktıktan 40-50 yıl sonra geldi. Yani
1727 yılında değil. İstanbul, İznik Selanik’te vardı. 1490 civarları hele İstanbul’da üç yerde
matbaa vardı. İzmir, Selanik taraflarında ise hatırlıyorum ki Osmanlı Devlet’i matbaaya karşı
değildi. 1420 yılında Müslümanlar matbaayı tesis ettiklerinde o dönem de hattatlar vardı.
Hatta otuz bin hattattan bahsedilmektedir. Müslümanlar bunu anca o zaman tesis etmeye
başladıklarında kalkıştılar. 1720’de matbaaya karşı çıkan padişah daha evvelde karşı çıkar.
Osmanlı Devleti anlayışı 1720 yılında da buna itiraz eder. Matbu kurulmuştu. Lale Devri’nde
yenilik olarak, Lale bahçelerinin kurulması yahut lale soğanlarının getirilip ekilmesinden
bahsedenler var. Bu gerçekten yenilik midir? Sadabattaki israfların ve eğlencelerin yenilikle
ne alakası olabilir?

Batıdan yoğun bir şekilde yabancı kumaşlar getirilmesi, batı ürünlerinin İstanbul’da daha
fazla tercih edilir olması ve adeta bir sosyetenin oluşması… –Sadabat eğlenceleri o zaman da
ciddi şekilde İstanbul’un gündemindeydi- Bunlar yenilik midir arkadaşlar? Ulema karşı çıktı
denildiğinde şuna karşı çıktı diye söylenmesi gerekir. Şuna karşı çıktı diye söylediği bir şey
var onu ben söyleyeyim; rasathanenin yıkılması, -1580 olabilir- bunu iyi bilmek lazım.
Rasathane, niye yıkıldı ve kim yıktı? Bunu bilmeden sağlıklı bir Osmanlı ıslahat hareketi veya
Osmanlı tarihi asla yazılamaz.

Rasathane, kurulduğundan 1 ya da 1,5 sene sonra yıkıldı. Bu bir veridir. Net bir veriyi de
söyleyeceğim birazdan, neymiş efendim meleklerin hareketlerinin gözlemlenmesi caiz
değilmiş, rasathane ile meleklerin hareketleri gözlemlenebilirmiş, dolayısıyla caiz değil (!)
İslam’da hiçbir karşılığı olmayan bir ifadedir bu. Müslümansa bunu söyleyen, ona şuna da
inanır: Sağ ve sol omuzlarımızda Kirâmen Kâtibin melekleri var, o zaman omuzlarımızı mı
keseceğiz melekleri görmeyelim diye? O kadar saçma bir mantık ki buna inanılıyor. Şu kadar
yükseğe çıkınca melekleri mi gözlemleyeceksin yani? Omuzlarında olan melekleri nasıl
göreceksin? Sokullu’nun şehit edilmesi sonrası yıkıldı. Bu mesele bu kadar sıcakken,
rasathaneyi neden kurdular o zaman? Bir sene öncesinden rasathaneyi kurarken bunu
bilmiyorlar mıydı da yıktılar hemen? Aynı padişah döneminde kuruldu ve aynı padişah
döneminde yıkıldı. Kim yıktı? Kadızadeliler…

Duydunuz mu bilmiyorum ama Kadızadeliler’i layıkıyla bilmeyen, Osmanlı tarihine nüfuz


edemez. Kadızadeliler, bugünün DAEŞ’i gibi bir ekip. Osmanlı uleması bile bunların
hedefinde. Sokullu’ya herkes şehit diyor, Kadızadeli Mehmet efendi ‘’şehit değil’’ diyor.
Kadızadeliler, Osmanlı ulemasını küfürle itham ediyor. Kadızadeliler’den bunu konuşanların
haberi var mı? Kadızadeliler’in kim olduklarını biliyorlar mı? Yuvarlak cümleler söyleyin
geçsin… Ulemanın buna karşı çıktığını, yeniliklere karşı çıktığın iddia eden kişi örnek
göstermeli.

Bisiklet şeytan icadıymış (!) hangi lüzumsuz söyledi bilmiyorum. Hiçbir ulema yeniliklerin
kullanılmasına karşı çıkmaz. Her türlü teknolojiyi kullanıyorum, İslam da buna karşı değil.
Osmanlı aptal mı? Daha kuruluşunun ilk yıllarında topu kullandı Osmanlı. Fatih, bir sürü
hesaplar yaptı, toplar döktü. Ve bu yalanlara bile bir çırpıda inanılıyor. Burada örnek
gösterilmesi gerekir. Ben bir örnek söyleyeyim; Lale Devrinde Patrona Halil isyanı oluyor,
başarılı olduktan sonra isyancılar lale bahçelerini tahrip ediyorlar ama matbaaya
dokunmuyorlar. Bu bir veri değil midir? Hadi şöyle düşünelim; matbaaya yenilikçiler izin
verdi, -Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yenilikçiydi- onun döneminde onun kararıyla
matbaaya izin verildi. Eee? 1730’da –uç tabirle konuşayım- gericiler darbe yaptı, iktidara
geldi, yenilikçilerin hiçbir esamesi yok, matbaayı tahrip edebilirlerdi? Matbaaya zarar
vermediler, ama verebilirlerdi.

Şimdi III. Selim dönemi yeniliklerinden bahsedelim. Yeniklere ulema ve gericiler karşı çıktı
cümlesi çok sık kullanılır. İstisnai örneğin değil, yaygın örneğin kullanılması gerekir. Şimdi
III. Selim döneminde yapılan yeniliklerden hiç itiraz edilmeyen örnekleri ve itiraz edilen
örneği söyleyeceğim. III. Selim dönemimde Matematik okulları kuruldu. Matematik okuluna
karşı çıkan yoktu. Mühendishane-i Berri-i Hümayun kuruldu. İstanbul teknik Üniversitesi’nin
logosuna bakın, 1771 yazar. I. Abdülhamid dönemi, Mühendishane-i Bahri-i Hümayun
kuruldu. III. Selim döneminde Mühendishane-i Berri-i Hümayun kuruldu. Karşı çıkan olmadı.
Yabancı kumaşların yurtiçine getirilmesi engellenmeye çalışıldı. Sosyetenin mani olunmasına
çalışıldı. Buna da karşı çıkan olmadı. Osmanlı Denizciliği geliştirilmeye çalışıldı. Türkler
denizcilik konusunda teşvik edilmeye çalışıldı. Buna da karşı çıkan olmadı. Yabancı
devletlere ilk defa daimi elçi gönderildi. Madrid, Viyana, Paris, Londra… Buralara elçiler
gönderildi. Ulema buna ‘’ elçinizi neden gevur memleketlerine gönderiyorsunuz’’ diye karşı
çıkabilirdi. Karşı çıkılmadı. Çok sıralayabilirim; tercüme okulları mesela. Gericiler buna karşı
çıktı rahat denilebilirdi.

Bu arada alçakça bir iftira da yapılıyor; Matematiğin önemini belirtmek için Abdurrahman
Şeref –bence çok alçak birisi- iftira atıyor. Batıdan gelen matematikçilerle, Osmanlı
matematikçileri bir araya getirilmiş. Batıdan gelen matematikçiler, Osmanlı matematikçilerine
‘’Üçgenin iç açıları toplamı kaçtır?’’ diye bir soru sormuş. Osmanlı matematikçileri ise
‘’Üçgenine göre değişir’’ demiş. Bu alçakça bir iftiradır. Kaynak Abdurrahman Şeref’in ta
kendisi. O dönemde bile yaşamadın sen. (III. Selim dönemi) bir kere matematiği bilmeyen bir
devlet 24 milyon km2’yi eline geçiremez. Biz Kosova’da top kullanmışız, topu kullandığın
her ana matematiği koy. Osmanlı tarihini anlatan mantık, bu mantık… O köprüleri, kuleleri,
camileri matematik olmadan mı yaptın yani? Aptallığa bakar mısınız? Yeniçerilere iftira eden
de bu alçak. (Abdurrahman Şeref) bu ıslahatların hepsinin bir gerekçesi var. Ulema neden
karşı çıksın ki?

Yeniçeriler eğitime karşı diyorlar ya, Nizam-ı Cedit birlikleri kuruldu ve bu birliklere
yeniçerilerden askerler alındı. Onlar da talime başladı ve başarılı da oldu. Napolyon’a karşı
Akka önlerinde başarılı bir savaş da verdi. 3-5 gün talim yapmadı bunlar. Abdurrahman Şeref
denilen alçak, ‘’yeniçeri talime karşıydı’’ iftirasını atıyor. Kılıç sallarken atlarının kulaklarını
kesiyorlarmış yanlışlıkla. Kılıç mı kaldı? Ateşli silahlara geçildiğinde Osmanlı kılıçla savaş
mı kazanır? Osmanlı ateşli silahlara geçmedi diye bir mantık da sürdürülüyor ne yazık ki…
Kabakçı Mustafa isyanına yeniçeri isyanı diyorlar. Yeniçerilerin en çok itiraz ettiği
konulardan bir tanesi eğitim. Talime karşıydı yeniçeri (!) talim de yapıyor, levent çiftliğinde,
Konya’da Kadı Abdurrahman Çelebi’nin komutasında kurulmuş birlikler var? Ve bunlar zafer
de kazanıyor. Buna da karşı çıkan yok.
Ama bir şeye karşı çıkılıyor, Niyazi Berkes, benim düşüncemde bir tarihçi değildir, fakat o
bile yazıyor; Kıyafet! Kıyafetin devleti kurtarmakla nasıl bir alakası olabilir? Nizam-ı Cedit
birliklerine Fransız üniforması örneğinde kırmızı don giydirilmeye çalışılıyor. Bunun
yenilikle ne alakası var? Nizam-ı Cedit birlikleri kim? Napolyon ile savaşmış. Yani ne demek
bu? Napolyon’la savaşırken arkadaşı yanında arkadaşını şehit vermiş. O Fransız’ın
üniformasını giydiriyorsun. Bunu Niyazi Berkes de yazar. ‘’Kıyafet yüzünden’’ der. Bir
Ermeni tarihçiden de ‘’Kırmızı don’’ ifadesini okumuştum.

Kıyafetin devleti kurtarmakla ne alakası var? İşte buna itiraz ettiler. Kıyafet bir yenilik midir?
Şimdi siz –Allah korusun- Türk askerine PKK’nın giydiği kıyafeti giydirebilir misiniz?
Savaştığınız ordunun kıyafetini kendi askerinize giydireceksiniz. III. Selim’e söylüyor Topal
Ataullah Efendi sanırım, ‘’bunu yaparsan sana üç tuğa bir sancak veririm’’ diyor. Bana itiraz
edebilirsiniz, ama itiraz etmeden önce okuyun. İki arkadaşınızla konuştum, ikisi de genelleme
yaptı. Siz uzman olacaksınız, genelleme yapamazsınız, örnek verebilirsiniz.

You might also like