You are on page 1of 7

VII – X.

Yüzyıl Yakın Doğu Türk Tarihinin Temelleri

VII. yüzyıl yakın doğu açısından Bizans-Sasani mücadelesi ile başlar. Balkanlar, Suriye,
Irak, Filistin, Mısır ve Anadolu coğrafyasının hâkimi Bizans ile İran coğrafyasının tamamı ve
Arap yarımadasının doğu Sahillerine egemen olan Sasaniler gibi dönemin iki büyük gücü
arasındaki çekişme, İslamiyet’in ortaya çıkışı ile 622 yılında Medine’de şehir devleti olarak
kurulan İslam Devleti’nin VII. Yüzyılın ilk yarısının bitimi gibi kısa bir sürede Irak, Suriye,
Mısır, Azerbaycan, İran, Filistin ve Ürdün gibi topraklara nasıl hâkim olduğunu anlamak
açısından önemlidir. Bu dönemde Türk tarihi açısından en önemli devletlerden biri kuşkusuz ki
Hazar Kağanlığı olacaktır. İtil-Yayık-Don nehirleri havzaları üzerinde kurulan Hazarlar bağımsız
bir kağanlık olmadan önce 6. Yüzyılda Hazar bölgesine kadar genişleyen Gök-Türk
imparatorluğu himayesine girerek devletin en batı ucunu teşkil etmişlerdir. 1 Bulundukları bölgede
Gök-Türk devletinin komşusu Sasanileri zayıflatma politikası çerçevesinde Bizans’a destek
olmuşlardır. Bizans İmparatoru Heraklios, Avarlar ile birlikte İstanbul’u kuşatan Sasani tehlikesi
karşısında Hazarlardan yardım istemiş ve buradan aldığı destek ile İran’ın içlerine kadar
ilerleyerek savaşı Sasani topraklarına taşımıştır. Hazarlar bu süreçte Heraklios ile birleşerek
Tiflis’i fethetmişler ve ilerleyerek İranı istila etmeye başlamışlardır. 2 Sasaniler’in son gücünün de
kırıldığı Ninova Muharebesi ile savaş sona ermiştir. Bu savaştan o kadar uzun ve kanlı geçmiştir
ki Bizans’ın ve Sasaniler’in eski gücünden eser kalmamıştır. 630 yılında Gök-Türk devletinin Çin
üstünlüğünü kabul etmesi üzerine Hazarlar bulundukları topraklar üzerinde bağımsızlıklarını ilan
etmişler ve kendi devlet teşkilatlanmalarını kurmaya başlamışlardır. 3

7. yüzyılın başlarında İslamiyet’in ortaya çıkması sonrasında, Hicaz bölgesinde yaşayan


dağınık Arap kabileleri tek bir sancak altında birleşerek önemli bir güç konumuna gelmişti.
Özellikle peygamberin vefatından sonra gelen Hulefa-yı Raşidin (4 Halife) döneminin başında iç
karışıklıklar bertaraf edilmiş, idari teşkilatlanma tamamlanarak tam anlamıyla bir siyasi devlet
yapısına bürünmüştü. İslamiyet’i yaymak seferlere başlanmış ve ilk hedef Suriye ve Irak
bölgeleri olmuştur. Bu dönemde Bizans – Sasani çatışması şiddetli bir şekilde devam etmekteydi.

1
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 2016, sf. 161
2
Constantine Zuckerman, Hazarlar ve Bizans – İlk Karşılaşma, Trc. Alper Geçer, Oğuz Türkmen Araştırmaları Dergisi
4/1 (Haziran 2020): 181
3
Kafesoğlu, a.g.e, sf. 162
Uzun süredir birbiriyle mücadele etmekte olan bu devletlerin ikisi de yapılan savaşlarda nihai bir
sonuç elde edemiyor ve bu mücadeleler güçlerini yıpratmaktan öteye gidemiyordu. İkinci Halife
Hz. Ömer zamanında hem Bizans ile hem de Sasaniler ile birçok savaş yapılmış, neticede Suriye,
Lübnan, Filistin, Irak’ın tamamı, İran’ın büyük bir kısmı ve mısır Müslümanların hakimiyetine
geçmiştir. Sasanilere vurulan darbe o denli büyüktür ki devlet eski gücünü toparlayamayacak ve
kısa süre içerisinde yıkılacaktır. Sınırlarını Kafkasya’daki Hazar Kağanlığına kadar genişleten
Müslümanlar ilk kez bir Türk kavmi ile münasebete girmişlerdir. Hatta Hz. Ömer’in halifeliğinin
son yıllarında Müslüman kuvvetler Derbent geçitlerinin ötesine geçerek Belencer şehrine kadar
hiçbir direnişle karşılaşmadan ilerlemişlerdir. Ancak kuşatmaya hazırlıklı gelmedikleri için
Derbent’e kadar olan kısmı hakimiyetlerine alarak geri çekilmişlerdir. Hz. Osman döneminde
Kafkasya fetihleri ilerletilmek istemiş ve büyük bir ordu Belencer önlerine gelerek şehri
kuşatmıştır. Kuşatma bitmeden şehre varan Hazar hakanı komutasındaki kuvvetler Müslüman
ordusunu yenilgiye uğratmıştır.4 Bu savaşın akabinde yarım asır kadar bir süre sınır çatışması
şeklinde gerçekleşen mücadeleler Emevi Halifesi Muaviye döneminde yapılan seferle ciddiyet
kazanmıştır.

Emevi’ler Sıffin savaşı ve Hakem olayı neticesinde Dört Halife döneminde son vererek
halifeliği ele geçirmişlerdir. Bu dönemde İslamiyet’in belirttiği şekilde lider seçimi yapmak
yerine Arap soyuna dayanan halifelik sistemini getirmişlerdir. Bu sistemde Arap olanlar vergi ve
ganimetten pay gibi konularda oldukça fazla imtiyaza sahipken Arap olmayanlar ikinci sınıf insan
konumundaydı. Bu siyasetleri Arap toplumunun düzen altına alınmasını kolaylaştırırken
fethedilen toprakların elde tutulmasını ve bu yerlerdeki halkın Müslüman olmasını
güçleştiriyordu. Türgiş’ler ile girişilen Maveraünnehir mücadelesinde bölgedeki Türk ve Arap
olmayan toplumların Türgiş’lere destek vermesi 5 bunun açıkça kanıtıdır. Hatta Hazarlar ve
Türgişler ile birçok savaşın yaşandığı Emevi döneminin aksine diğer milletlere daha hoşgörülü
bir politika ile yaklaşan Abbasi döneminde Türklerin Müslümanlarla olan ilişkisi çok daha
barışçıl düzeydedir.

Muaviye döneminde Mesleme bin Abdülmelik komutasında Emevi ordusu Hazarlar


üzerine yürümüş ve Derbent’i ele geçirmiştir. Bu sırada başlayan Bizans seferinde Mesleme’nin

4
Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri: Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei Meselesi, Bilge
Kültür Sanat, 2022, sf.56
5
Kafesoğlu, a.g.e, sf. 137
İstanbul üzerine sevk edilmesiyle oluşan zayıflıktan faydalanan Hazarlar Derbent’i tekrar ele
geçirmiş ve Şirvan’a kadar ilerleyerek Azerbaycan’ın büyük bir kısmını hakimiyeti altına
almıştır. Ancak halifenin gönderdiği kuvvetler karşısında daha fazla ilerleyememişlerdir. Bir
sonraki hareketleri Kıpçaklar’ın ve diğer bazı Türk boylarının yardımını almalarından sonra
olmuştur. Bu birleşik güç Emevi kuvvetlerine ağır kayıplar verdirmiş ve Dimaşk’a çekilmek
zorunda bırakmıştır. Bu hadiseden sonra Ermenistan valiliğine atanan Cerrah bin Abdullah hem
kendi başına hem de güçlü Emevi komutanı Mesleme’nin kuvvetlerinin yardımıyla Hazarlara
karşı başarılar elde etmiş, Belencer’i ele geçirerek Hazarların başkentini İdil’e taşımalarına sebep
olsalar da 730 yılındaki seferinde Cerrah öldürülmüş ve Hazar ordusu Musul önlerine kadar
gelmiştir.6 Sait El-Hareşi komutasında toplanan Müslüman kuvvetler hazarları püskürtmüş ve bu
hadiseden bir sene sonra Mesleme komutasındaki kuvvetler Belencer üstüne yürüyerek hakanın
oğlunu öldürmüşler ama yine karşı taarruz karşısında dayanamayarak Derbent’e çekilmişlerdir.
Birbirleri ile olan mücadelelerinde tam bir üstünlük sağlayamayan Hazar Kağanlığı ve Emevi
halifeği arasında Müslümanların en büyük başarıları Mervan bin Muhammed’in Azerbaycan ve
Ermenistan valiliğine tayin edildiği dönemdir. Mervan’ın düzenlediği seferde Belencer
yağmalanmış ve Başkent İdil üzerine gidilmiştir. Hazar hakanın burada ele geçirilmesiyle kesin
zafere ulaşılsa da Hakan Müslüman olmayı kabul ederek serbest bırakılmıştır. 7 Ancak hakan
Araplar bölgeden gittikten sonra tekrar eski dinine dönmüştür. Belki de bu sebepten İslamiyet
Karadeniz’in kuzeyinde ve Hazar toplumu içerisinde kısa vadede yayılma imkânı bulamamıştır.

Çin kaynaklarında On-ok’ların To-lu koluna mensup Türgiş’lerin , Gök-Türk


hakanlığına bağlı kalabalık bir boy olduğu belirtilmektedir. 8 Gök-Türk hakanlığının Çin bakısı ile
ikiye ayrılmasında sonra Çinliler ve Kırgızlar ile görüşerek bağımsızlık mücadelesine giren
Türgiş’ler Tonyukuk ve Kül Tigin tarafından iki kere mağlup edilerek Seyhun nehri kıyılarına
çekilmişlerdir ve Balasagun merkez olmak üzere Türgiş devletini kurmuşlardır. Burada Su-lu
kağan liderliğinde İslamiyet’e karşı değil daha çok Emevi’lerin Arap üstünlüğü politikasına karşı
mücadele ederek Maveraünnehir bölgesini tekrar Türklerin hakimiyeti altına almaya
çalışmışlardır. Emevi’lerin iç Asya’ya yönelik akınları iki tarafın karşı karşıya gelmesini
kaçınılmaz kılmıştır. Ayrıca bölgenin İç Asya ticaret yolu üzerinde olması iki taraf içinde iktisadi

6
Mehmet Çoğ, Emeviler ve Abbasiler Dönemi Arap-Hazar ilişkileri, Türkoloji Araştırmaları Dergisi 2/2 (Bahar 2007):
155
7
Ahmet Taşağıl, “Hazarlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 17: 116-120, İstanbul: TDV Yayınları, 1998
8
Kafesoğlu, a.g.e, sf. 135
olarak önemini göz ardı edilemez hale getirmiştir. Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde El-
Cerrah b. Abdullah komutasındaki bir ordu Seyhun ırmağını geçmiş ve bölgeyi tam olarak ele
geçiremese de bazı bölgelerde hakimiyet kurmayı başarmıştır. İlerleyen süreçte başlayan Emevi –
Hazar kağanlığı savaşlarını fırsat bilen Su-lu kağan eş zamanlı olarak Maveraünnehir bölgesine
ilerlemiştir. Semerkand yakınlarında El-Cerrah ve ordusu mağlup edilmiş ve güçlükle
Semerkand’a çekilebilmiştir. Emevi yönetiminden rahatsız olan Abbasi muhalefeti ve
Maveraünnehir coğrafyasında Türk olmayan kavimler arasında da Arap karşıtlığının artması
Türgiş’lerin adeta bir kurtarıcı olarak görünmesini sağlamıştır. Su-lu kağanda bu ayrılıkçı gruplar
ile birlikte çalışarak Maveraünnehir’deki Arap şehirlerinin durumunu iyice karışık hale
getirmiştir. 728 yılında düzenlediği seferle Buhara’uı ele geçirmiş ve Semerkand’ı kuşatmış
ancak kuşatmayı devam ettirmenin tehlikeli olduğunu düşünerek geri çekilmiştir. Abbasi
isyanının çıkması ile tekrar harekete geçse de Cuzcan bölgesinin hükümdarı tarafından ihanete
uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Burada Çinlilere karşı birkaç zafer kazansa da
hizmetinde bulunan Baga Tarkan tarafından öldürülmüştür. Su-lu’nun ölümünden sonra
Türgiş’ler Kara ve Sarı olmak üzere ikiye bölünmüş ve giderek zayıflamışlardır.

Emevi döneminde Türk yurtlarına yapılan saldırılar ve tebaa içerisinde farklı milletten
olanlara yönelik ayrımcılık Abbasi döneminde ortadan kaldırılmıştır. Hangi milletten olursa olsun
Her Müslüman eşit şartlara sahipti düsturu benimsenmiştir. Bu durum özellikle idari ve askeri
konularda yetenekli ve deneyimli Türklerin devlet içerisinde yükselerek önemli pozisyonlara
gelmesini sağlamıştır. Özellikle bu dönemde Maveraünnehir üzerindeki Çin baskısına karşı
Araplar ile birlikte saf tutan Karlukların9 751 yılında Talas Savaşında Çin’i mağlup etmeleri
Müslümanlar ile Türklerin aynı safta olabileceğinin göstergesi olup küçük topluluklar halinde
Karlukların Müslüman olmasıyla sonuçlanmıştır. Ama yine de Karlukların kitleler halinde ve
tamamen Müslümanlığı benimsemeleri Karahanlılar döneminde olacaktır. Yine de bunun bütün
Türkler ve Müslümanlar arasında bir uzlaşı niteliği taşımadığını belirtmek gerek. Hazar
Türklerinin 776 ve 779 yıllarında Azerbaycan üzerinde yaptıkları fetihler bunu kanıtlar
niteliktedir. Abbasi isyanın başarılı olmasında da Horasan civarında yaşayan Türklerin etkisi
oldukça büyüktür zira Abbasi isyanı en çok desteği bu bölgeden görmüştür.10

9
Köprülü, a.g.e, sf. 141
10
Güner Aydoğan, Emevi ve Abbasi Devletlerinde Türkler, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 2012
Özellikle Halife El-Me’mun’un dönemi Türk-Müslüman ilişkileri için önemlidir. Zira
Halife olmadan önce Horasan valisi olarak görev yaparken buradaki Türk beyleri ve Türk
toplumuyla temaslarda bulunmuş ve onlara saygıyla yaklaşmıştır. Annesinin Meracil adında Türk
bir cariye olması da bu durumda etkendir. Bu unsurlar birleşince Türkleri kendisine en büyük
destek olarak görmüş ve saflarına çekmeye çalışmıştır. Bölgedeki halkı İslam’a davet ederken zor
kullanılmamasını emretmiştir. Henüz Horasan valisi iken Türklerden oluşan kendine bağlı
birlikler tertip etmiştir.11 Bu birlikler kardeşi Emin’e karşı verdiği hilafet savaşının
kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Bağdat’ın kurulmasından sonra Türklerden oluşan bir
ordu kurmak için pek çok Türk genci buraya getirilerek eğitim görmeye ve yüksek maaşlarla
halifeye hizmet etmeye başladılar. Bu Türk birliğinin sayısı hızlıca 20000 civarına ulaştı. Ancak
bu kalabalık nüfus Bağdat şehrinde sorunlara yol açmaktaydı. Bu sebeple Halife Mu’tasım Dicle
kıyısında Samerra şehrini kurdurarak Türklerden oluşan birliği ve halifelik merkezini buraya
kaydırmıştır. Bu sebeple Türkler idari mevkileri ele geçirmeye başladılar. Öyle ki Halive
Mütevekkil’den itibaren istedikleri kişiyi halife yapabilecek güce erişmişlerdir. Halifelik
makamının tekrardan Bağdat’a nakledilmesiyle önlem alınmaya çalışılmış ancak etkili
olamamıştır.12 Bahsettiğimiz bu idari sisteme hâkim olma durumu çeşitli Türk yöneticilerin
valilik yaptıkları bölgelerde güçlenerek kendi devletlerini ve hanedanlarını kurmalarına dahi
sebep olmuştur. Tolunoğulları ve Ihşidiler gibi devletler bu şekilde kurulmuşlardır.

Tolunoğulları’nın kurucusu Ahmed bin Tolun 868 yılında Mısır valisi Bayık Bey’in vekili
olarak Mısıra gelir. Mısra vardığı dönemde bölge isyanlarla uğraşmaktadır. Özellikle Dimaşk’ı
kontrol altında tutmak oldukça zorlaşmaya başlamıştır. İsyanları bastırabilmek için ordu toplayan
Ahmed bin Tolun ciddi bir askeri güce ulaşmıştır. Özellikle Mısır valisinin ölümünden sonra
bütün Mısır’ı eline geçiren Ahmed bin Tolun halifenin istediği maddi ve askeri yardımı
göndermeyerek görünüşte halifeye bağlı ama siyasi hareketlerinde egemen bir hükümdar gibi
davranacağını açıkça göstermiştir.13 Halife üzerine ordu gönderse de başarılı olamadı. Bu
hadisenin akabinde Abbasi Halifeliğinin içerisinde bulunduğu karışık durumdan faydalanmak
isteyen Ahmed bin Tolun Suriye üzerine sefere çıkarak Suriye eyaletini ele geçirdi. Kendi adına
para bastırması ise halife ile aralarındaki bağı koparan son olay olmuştur. Mısır valiliği

11
Şerare Yetkin, “Abbasiler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 1: 49-50, İstanbul: TDV Yayınları, 1988
12
Yetkin, “Abbasiler”
13
Nadir Özkuyumcu, “Tolunoğulları”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 41: 233-236, İstanbul: TDV Yayınları,
2012
görevinden alınan Ahmed bin Tolun halife ile bağlarını keserek tam bağımsızlığını ilan etmiştir.
Ahmed bin Tolundan sonra tahta geçen oğlu Humareveyh döneminde Abbasi halifesi
Tolunoğulları’nı tanımaya mecbur edilmiş, Bizans ile mücadele edilerek önemli topraklar ele
geçirilmiştir. Ancak Humavereyh’in öldürülmesi ile devlet yıkılma sürecine girmiş ve tarih
sahnesinden silinmiştir.

Bu şekilde Mısır’da kurulan bir diğer Türk Devleti İhşidiler’dir. Mısır valisi Ebu Mansur
Tekin’in hizmetinde bulunan komutanlardan biri olan Muhammed bin Tuğç (Togaç), Fatimilerin
Mısır’a düzenledikleri sefer sırasında büyük kahramanlıklar göstererek hem valinin hem de
halifenin dikkatini çekmiştir.14 Bu başarısından sonra çeşitli şehirlerin valisi olarak görev yapsa
da Razi-Billah’ın halife olması ile Mısır valiliğine atanmıştır. Halife kendisine eski Fergana Türk
hükümdarlarının kullandığı bir unvan olan “İhşid” ünvanını verdi.15 Suriye bölgesinde hüküm
süren Muhammed bin Raik Mısır’ı hakimiyeti altına alma amacıyla harekete geçmişti. Ancak
yapılan savaşta mağlup olup Suriye’ye geri döndü. İbn Raik’in ölümünde sonra bölge
Muhammed bin Tuğç Tarafından ele geçirilecekti. Bizans ile de iyi ilişkiler kuran Muhammed bin
Tuğç 946 yılında hayatını kaybetti. Vefatından sonra devlet bir süre daha devam etse de büyük
başarılar gösteremedi ve 696 yılında yıkıldı.

Abbasi toprakları dışında Karlukların yabgusu Bilge Kül Kadir kağan, Uygurların
yıkılması ardından kendini Türk hakanlarının meşru Hükümdarı görerek Kara Han unvanını
almış ve Karahanlı devletini kurmuştur.16 Kaynaklarda verilen bilgilere göre Samaniler ile
mücadele içerisine girmiştir. Türk devletlerinde gördüğümüz ikili yönetim anlayışı ile yönetilen
Karahanlılar’da devlet, Arslan Kara Hakan unvanını taşıyan ve Doğu kısmını yöneten büyük
kağan ve Buğra Kara Han lakabı ile batıyı yöneten ortak hanın idaresi altında idi. 17 Karahanlılar
devletinin en önemli hükümdarı kuşkusuz Satuk Buğra Han’dır. Müslüman olan Satuk Buğra,
amcasına karşı verdiği taht mücadelesini kazanarak devleti adına da İslamiyet’i resmen kabul
etmiştir. Çatışmalar ile geçen Karahanlı-Samani ilişkileri İslamiyet’e geçişten sonra yerini
dostluğa bırakmıştır.18 Satuk Buğra Han seferlerini Müslüman olamayan Türk boylarının üzerine
yöneltmiştir. Ancak devletin bütünüyle Müslüman oluşu Satuk Buğra Han’ın torunu Baytaş Han
14
Ahmet Ağırakça, “İhşıdiler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 21: 551-553, İstanbul: TDV Yayınları, 2000
15
Ağırakça, “İhşidiler”
16
Kafesoğlu, a.g.e, sf.142
17
Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Bilge Yayınevi, 2021, sf.31
18
Abdülkerim Özaydın, “Karahanlılar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 24: 412-414, İstanbul: TDV Yayınları,
2001
zamanında olmuştur. 999 yılında Buhara’yı zapt eden Karahanlılar Samani devletine son
vermişlerdir. Ancak Maveraünnehir hakimiyeti hedefleri bu bölgede yükselecek Selçuklu devleti
tarafından engellenecektir.

Hazarlar’a tabi olarak varlığını sürdüren Hazar denizinin doğusundaki oğuz boyları
Hazarlar’ın zayıflamasıyla tabilikten çıkarak bağımsız bir devlet olarak Oğuz Yabgu devletini
kurmuşlardır. Komşuları Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler ve Karahanlılar ile mücadele içerisinde
olduklarını biliyoruz. Oğuz Yabgu devletini Türk tarihi içerisinde önemli kılan asıl unsur Büyük
Selçuklu devletine de ismini veren Selçuk Bey’in Oğuz Yabgu devletinin Sü başı olması. Hakan
ile girdiği iktidar mücadelesinde başarılı olamayan Selçuk Bey Cend’e gelerek beyliğini burada
kurmuştur.19 Burada İslamiyet’e geçen Selçuk Bey kısa sürede Kıpçak boy birliğinin dağılmasının
etkisi ile de bölgeye gelen Türkmenleri etrafına toplayarak önemli bir güç haline geldi ve Büyük
Selçuklu devletinin kurulması için ilk adımları atmaya başladı.

19
Faruk Sümer, “Selçuklular”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 36: 392-397, İstanbul: TDV Yayınları, 2009

You might also like