You are on page 1of 10

1

Bir Selçuklu Emîri Celâleddin Karatay


Türkiye Selçuklu Devleti’nde yönetici olmak için Müslüman olmak ön şart değildir. Bu
uygulama, Anadolunun yerli unsuru olup saray ile akrabalık kuran birçok Hıristiyan Rum’un devlet
görevlerinde yer almasına neden olmuştur. Bunlardan bazıları sonradan kendi istekleriyle
Müslüman olmuşlardır. Bunlar dışında bir de devlet kademelerinde görev yapan kölelikten gelme
Rumlar bulunmaktadır. Rum kölelerinin ucuz ve saray teşkilâtı için uygun niteliklere sahip olmaları,
Selçuklu sarayı için seçici unsur haline gelmelerine neden olmuştur.
Türkiye Selçukluları’nın sivil teşkilât kadrolarını Fars yani İran kökenli devlet adamları
oluşturmakta idi. Merkezi otoriteyi güçlendirmek için ise askerî makamlar, farklı kökenlere sahip
olan gulâmlıktan yetişme kimselere verilmiştir. Bunlar, saray teşkilâtının önemli kademelerinde yer
almanın yanı sıra merkezde ve eyaletlerde askeriyenin belirli görevlerine de tayin edilmişlerdir.
Çoğunluk itibariyle Rumlardan ve Anadolu’ya daha önce Balkanlar’dan getirildiği bilinen Kıpçak
asıllı gayrimüslim Türklerden ibaret olan ve Türk terbiyesi altında yetişen bu köle devlet
adamlarının aralarında Kazvinli, Deylemli, Frenk, Hazar, Gürcü ve Ruslar da bulunuyordu. 13.
yüzyılda İslâm dünyasına en çok köle ihraç eden saha Kıpçak ülkesi olmuştur. Bu bölgede
Altınordu adıyla kurulan devlet çoğu zaman ülkenin çocuklarını vergi karşılığında kullanmış,
Kıpçaklar da kıtlık zamanlarında kendi çocuklarını bizzat satmışlardır. Bu köleler Karadeniz’in
kuzey sahillerine nakledildikten sonra önemli bir ticari güzergâh üzerinde bulunan Sivas şehrinde
toplanmış ve uluslararası bir panayır konumundaki Sivas-Kayseri arasında yer alan Yabanlu
Pazarı’nda satışa sunulmuşlardır.
Gulâm kökenli Rum kölelerden olduğu bilinen en önemli devlet adamlarından biri 13. yüzyıl
devlet yönetiminde rol oynayan Celâleddin Karatay’dır. Gerek siyasi, gerekse sosyal ve kültürel
alanlarda verdiği isabetli kararları, onun bir dönemin politikalarının belirleyicisi olmasında etkili
olmuştur. Celâleddin Karatay Rum asıllı bir köle olmasına rağmen üstün meziyetleri ve ahlâkı
sayesinde Sultan Alâeddin Keykubad zamanında öne çıkmış, üç kardeş döneminde de devleti ayakta
tutan devlet adamı olmuştur. Türkiye Selçukluları döneminin en parlak zamanlarında çeşitli devlet
hizmetlerinde bulunmuş, I. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden (1237) özellikle de Kösedağ
Savaşı’ndan sonra devletin iç ve dış olaylar karşısında uğradığı sarsıntıları kontrol altına almıştır.
Devleti yöneten sultanların yaşça küçük ya da zayıf karakterli olmaları ve Moğol müdahaleleri
sonucunda devlet adamları arasında meydana gelen şiddetli iktidar mücadelelerinin ülkeyi sarstığı
bir zamanda, Celâleddin Karatay Türkiye Selçuklu Devleti’nin birliğini sağlamada ciddi başarılar
göstermiştir.
Celâleddin Karatay’ın Kökeni
Celâleddin Karatay’ın doğum tarihi ve doğduğu yer bilinmemektedir. Türkiye Selçuklu
2

dönemine ait kaynaklarda da onun biyografisine katkıda bulunacak yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Bu nedenle Batılı araştırmacılar, Karatay’ın soyu ve geldiği yer ile ilgili farklı görüşler öne
sürmüşlerdir.
Bazı araştırmacılar onun Türk olduğu kanaatindedir. Clement Huart, Karatay’ın soyunun
Türk bir aileden geldiğini iddia etmiş, ancak bu fikrini tarihsel bir gerçek üzerine oturtamamıştır.
Claude Cahen’e göre Celâleddin Karatay Konya’nın yerlisi bir mühtedîdir. Asıl ismi “Karatay”
olmakla birlikte küçük yaşlarda Müslüman olmuştur. Kardeşlerinin Karasungur ve Rumtaş gibi
Türk isimleri taşımalarından dolayı ailesinin Türk olabileceğini düşünen Cahen, bu durumda
Karatay ailesinin Abbasiler döneminde Orta Asya’dan gelerek Bizans sınırlarına yerleştirilen Oğuz
Türkleri’nden olduğunu ifade etmiştir. Ona göre bu ailenin bireyleri dönemin saltanat merkezi olan
Konya’da Hıristiyanlığa geçmiş, fakat isim ve dillerini muhafaza etmişlerdir. Ünlü Türkolog Paul
Wittek, Celâleddin Karatay ve iki erkek kardeşinin mühtedî yani İslâm dinini sonradan kabul eden
biri olup, İslâmiyet’e giriş sebeplerinin devlet kademelerinde yüksek mevki elde etmek olduğunu
öne sürmüştür. Yunan araştırmacı Speros Vryonis, Celâleddin Karatay’ın bir Yunan gulâmı
olduğunu düşünmektedir.
Dönemin Selçuklu kaynaklarında ise Celâleddin Karatay'ın hiçbir şekilde Türklüğünden söz
edilmemekte tam aksine Rum asıllı bir köle olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim dönemin
yazarlarından Abû’l-Farac, Celâleddin Karatay’ın I. Alâeddin Keykubad’ın kölelerinden olduğunu
bildirmektedir. Saray Tarihçilerinden İbn Bibî ise, onun aslen Rum asıllı bir köle olduğunu
belirtmiştir. Karatay’a ait vakfiye ve kitabelerde adının hemen her yerde Karatay b. Abdullah olarak
zikredilmesi ve Selçuklu dönemi belgelerinde mühtedîlerin baba adlarının daima “Abdullah” olarak
kaydedilmesi Karatay’ın Müslüman ve Türk asıllı olmadığı görüşünü desteklemektedir.
Celâleddin Karatay’ın nereli olduğu konusu tartışmalıdır. Anadolulu fakat Türk ve
Müslüman orijinli olmadığı tahmin edilen Celâleddin Karatay’ın Selçuklu gulâmları arasına nasıl
girdiğine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Celâleddin Karatay’ın Selçuklular tarafından
Anadolu sınırları içerisinde düzenlenen bir sefer esnasında ele geçirilerek gulâmlar arasında
yetiştirildiği kabul edilebilir. Onun vakıf eserlerinin bir tüzüğü olan vakfiyelerinden hareketle,
kardeşleri ya da akrabaları arasındaki ilgiyi unutmamış olması, köle olarak alındığı dönemde çok
küçük bir yaşta olmadığını göstermektedir. Bu durumda Celâleddin Karatay, muhtemelen Kilikya-
Kayseri arasında bulunan bir bölgeden olup I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in 1208-1209 yılında
Ermenistan’a yaptığı sefer sırasında köle olarak ele geçirilmiştir.
Celâleddin Karatay’ın menşeini bu bölgede aramaya sevk eden nedenlerden biri,
yakınlarının yerleşik olduğu muhtemel bölgenin Selçuklu hakimiyetine yeni geçmiş olmasıdır. Bu
sayede ailevî ilişkilerini devam ettirme imkânı bulmuştur. Celâleddin Karatay’ın vakıf mülklerinin
3

çoğunlukla bu bölgede yer alması ve kervansarayını burada yaptırması da Kilikya-Kayseri arasında


bir bölgeden devşirildiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Kervansarayına vakfettiği Meşhed
köyündeki evlerin onun kendi mülkü olduğuna bakılırsa Celâleddin Karatay Kayserili idi. Kendisi
evlenmemiştir ve çocuk sahibi değildir. Bu nedenle Karatay'ın soyu Celâleddin Karatay’ın
kardeşlerinden Kemaleddin Rumtaş ve Seyfeddin Karasungur’un soyundan devam etmiştir.
Konya’da Kemaleddin Rumtaş, Kayseri’de ise Seyfeddin Karasungur tarafından devam ettiği
anlaşılan Karatay evlâdı, bulundukları şehirlerde Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar
varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Selçuklu Devlet Adamı Olarak Celâleddin Karatay
Celâleddin Karatay, I. Alâeddin Keykubad ve ondan sonraki sultanlar döneminde sırasıyla
“emîr-i devât”, “emîr-i taşthâne”, “hazinedâr-ı hâss”, “nâib” ve “Atabeg” olarak önemli
görevlerde bulunmuştur. I. Alâeddin Keykubad’ın yanında göreve başlamadan önce bir
gulâmhaneye eğitilmek üzere alınan Celâleddin Karatay, sonra saraya getirilmiş ve burada
kendisine önemli bir makam verilmiştir. İbn Bibî, bizzat Celâleddin Karatay’dan yaptığını ifade
ettiği rivayetine göre: “Barışta ve seferde, varlıkta ve yoklukta 18 yıl gece gündüz o hazretin
yanında bulundum”, diyerek Celâleddin Karatay’ın Alâeddin Keykubad’ın tahta çıkışından ölümüne
kadar bu sultanın hizmetinde bulunduğunu belirtmiştir. Celâleddin Karatay’ın devlet hizmetinde
etkin hale gelmesi özellikle sultan II. İzzeddin Keykâvus’un saltanat dönemlerine rastlamaktadır.
Daha sonra da devletin dört direğinden biri olarak saltanat veraseti ile vezirlerin ve öteki
görevlilerin atanmasına karar vermede önemli rol oynamıştır.
Devât Emîrliği
Celâleddin Karatay, Alâeddin Keykubad’ın hizmetine girmeden “Taşthâne Emîrliği”nden
önce “Devât Emîrliği” yapmıştır. Devâtdâr, İslâm devletlerinde başlangıçta hükümdarın divit
takımından sorumlu olan yani sultanın diplomatik yazışmalarını kaleme alan, daha sonraki
dönemlerde ise çok çeşitli ve önemli vazifeler üstlenen saray görevlisine verilen addır.
Vakfiyelerinde kendisine “Emîr-i Ümerâi’d-devât” ve “Sipehsâlâr” yani ordu komutanı gibi askerî
ünvanlar verilmesi, onun bu görevleri I. Alâeddin Keykubad döneminden önce ve gulâmlıktan sonra
aldığını göstermektedir.
Taşthâne Emîrliği
Celâleddin Karatay Alâeddin Keykubad’ın bütün saltanatı müddetince Taşthâne Emîrliğini
yürütmüştür. Taşthâne, el yıkanılan kaplarla, kumaş yıkanılan kapların, halifelerin ve sultanların
elbiselerinin, kılıç ve ayakkabılarının, oturdukları minder ile namaz kıldıkları seccadelerin
bulundukları ve muhafaza edildikleri yere verilen isimdir. Bu görevde bulunduğu süreç içerisinde
saray içerisindeki birçok resmi toplantıda ve ziyafetlerde Celâleddin Karatay devlet adamlarıyla
4

birlikte sultanın yanında yer almıştır. 1226 ya da 1227 yılında Alâeddin Keykubad, Eyyûbî Meliki
Adil’in oğulları ile akrabalık kurmak üzere düğün merasimi için Malatya’ya hareket ettiğinde
Celâleddin Karatay “Taşthâne Emîri” olarak sultanın yanındadır. Sefer esnasında sultanın boynunda
meydana gelen yaralar Cerrah Vasil tarafından tedavi edilmiş, bu esnada Celâleddin Karatay leğen
ve su tedarikinde bulunmuştur.
Celâleddin Karatay, Taşthâne Emîrliği sırasında sultanla birlikte seferlere de katılmıştır.
Alâeddin Keykubad’ın Âmid’i (Diyarbakır) almak üzere 1236’da Eyyûbîlere karşı düzenlediği sefer
ile Kayseri’ye giden Karatay, sultanın sefer hazırlıklarını tamamlamasından sonra Meşhed ovasında
Ramazan Bayramı dolayısıyla düzenlediği ve ileri gelen devlet adamları ile yabancı ülke elçilerinin
de davetli oldukları şölende hazır bulunmuştur. Meşhed Ovası’na birçok ülkeden Rum, Frenk, Rus,
Kıpçak ile Şam, Fars, Kirman, Yemen, Taif, Rus, Bulgar ve Rum elçileri katılmışlardır. Burada
Celâleddin Karatay, sultan ile “bala-tekin” oynamıştır. Sultan, Celâleddin Karatay’a mızrakla nişan
almış, Celâleddin Karatay da kalkanıyla sultana fırsat vermemiştir. Bir kez daha bu oyunu
oynadıktan sonra sultan ile birlikte otağa giderek burada kendileri için hazırlanmış olan sofrada
yemek yemişlerdir. Sultan bu şölen sırasında yediği yemekten zehirlenerek 1237 yılında ölmüştür.
Meşhed Ovası’ndan Keykubadiye Sarayı’na gelen sultan burada Celâleddin Karatay’a “Benim işim
bitti, iyileşmeden ümidi kestim. Kemaleddin Kâmyâr’ı çağır da ülkenin ve Yüce Allah’ın bize
emanet ettiği halkın selâmetine olabilecek vasiyetlerimi ona söyleyeyim” demiştir. Sultan,
Kemaleddin Kâmyâr yanına gelince işaretlerle bir şeyler anlatmak istediyse de emîr sultanın
hareketlerine anlam verememiş ve Alâeddin Keykubad 30 Mayıs 1237 tarihinde vefat etmiştir.
Türkiye Selçuklu Devleti'ne en parlak devrini yaşatan ve bu nedenle kendisine “es-
sultanü’l-a’zâm” adı verilen I. Alâeddin Keykubad Anadolu’nun birliğini sağlamada kazandığı
değerli siyasi ve askerî başarıları yanında ülkenin ekonomik ve kültürel bakımlardan da gelişmesine
önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu süreçte sultanın daima yanında bulunan Celâleddin Karatay,
onun iltifatlarına mazhar olmuş ve ölünceye kadar da bu konumunu muhafaza etmiştir. Karatay’ın
bu sultandan sonraki devirlerde elde ettiği nüfuz ve etki, I. Alâeddin Keykubad tarafından kendisine
verilen mevki, gösterilen itibar ve yakınlık ile ilgilidir.
Hazine-i Hâssa Memurluğu
I. Alâeddin Keykubad’ın 1237’de Kayseri’de ölümünden sonra, devlet adamlarından
Sadeddin Köpek tarafından görevinden azlettirilen Celâleddin Karatay, İbn Bibî’nin ifadesiyle
“...Bir cami köşesinde oturmaya mecbur bırakılmıştır". Ancak sultan II. Gıyâseddin Keyhüsrev bu
süreci telafi etmiş ve Karatay'a eski görevi olan Taşthâne Emîrliği ile sultanın özel bütçesinin
denetlenme görevi olan “Hazine-i Hâssa Memurluğu”nu vermiştir. Sultanın özel bütçesinin
Celâleddin Karatay tarafından kontrol edilmesi, onun malî konulara olan bilgisini göstermekle
5

birlikte güvenilir bir şahsiyet olduğuna da işaret etmektedir. Celâleddin Karatay bu görevlerini II.
Gıyâseddin Keyhüsrev’in ölümüne (1246) kadar devam ettirmiştir.
Naib-i Saltanat Vazifesi
Varlığı sadece Türkiye Selçukluları’nda bilinen “naib-i sultan ya da saltanat”, vezirden
sonra protokolde en önemli yere sahiptir. Geniş yetkilere sahip olan bu görevli sultanın gözetimi
altında devlet işlerini yürüttüğünden bu makama getirilen kişilerin nüfuzlu oldukları bilinmektedir.
Celâleddin Karatay’ın Türkiye Selçukluları devrinde üstlendiği önemli görevlerden biri de devletin
hukukî ve malî açıdan şartlarının ağırlaştığı Moğol vassallığı döneminde Saltanat Naibliği'dir.
Devlet adamları arasındaki otorite çatışmasının yoğun olduğu bu devirde Celâleddin Karatay
tarafsız kalma yolunu tercih etmiştir.
II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in ölümünden sonra onun yerine tahta geçecek adayı belirlemek
üzere büyük devlet adamları bir araya gelmişlerdir. Türkiye Selçukluları devrinde sultanın tahta
çıkışı için devlet ileri gelenlerinin “meşveret meclisi” oluşturarak fikir teatisinde bulunmaları ve
seçimi kazanan hanedan üyesinin tahta geçirilmesi usulü esastır. Tahta geçişte rol oynayan en
önemli faktör maddî kuvvettir ki, burada Celâleddin Karatay’ın önemli etkisinin olduğu göz ardı
edilemez. Devlet adamlarından Celâleddin Karatay, Şemseddin Muhammed İsfahanî, Emîr
Şemseddin Hasoğuz, Esedüddin Ruzbe ve Emîr Fahreddin Attâr II. İzeddin Keykâvus’u tahta
çıkarmışlardır. Bu dönemden itibaren, 1246’da Karatay’a Hazine-i Hâssa memurluğu ile “naib-i
saltanat” vazifesi verilmiş, naib olarak Celâleddin Karatay'ın görevi, sultanın merkezde
bulunmadığı zamanlarda onun yerine devlet işlerini takip etmek olmuştur. Vezirlik görevini ise
Şemseddin İsfahanî devam ettirmiştir. Sultanlık seçimi esnasında uyum içerisinde çalışan ve yeni
görevlere atanan diğer devlet adamları bu sükunetli ortamı uzun süre devam ettirememişlerdir.
Askerî işlerden sorumlu Beylerbeyi Şemseddin Hasoğuz ile sultanın elbiselerini giyip çıkarmasına
yardımcı görevli olan Câmedâr Esedüddin Ruzbe’nin, II. İzzeddin’in dirayetsizliği nedeniyle devlet
işlerinde diğer emîrlere göre daha belirleyici olmaları, diğer devlet adamlarını rahatsız etmiştir.
Nitekim vezir Şemseddin İsfahanî ile yakın ilişki kuran, sultanın vereceği cezaları uygulamakla
görevli Emîr-i Dâd Nusret ile dirlik topraklarının dağıtımını yapan Pervâne Ebubekir, devlet
içerisinde makamlarından daha yüksek bir şekilde kendi şahıslarına bağlı olarak güçlenen
Şemseddin Hasoğuz ve Esedüddin Ruzbe’yi çeşitli entrikalarla ortadan kaldırarak bunların yerine
kendi adamlarını yerleştirmişler, ancak daha sonra vezir tarafından etkisiz hale getirilmişlerdir.
Moğol baskısı altında bulunan bir devlette bu kadar büyük iç çekişmelerin olması, devletin
yönetim mekanizmasının zafiyet içerisinde olduğunu göstermektedir. Yönetim bozukluğunun
başlıca sebebi, II. İzzeddin Keykâvus’un çocuk yaşta olması ve devlet işlerinin tamamen emîrler
tarafından yürütülmesidir. Sultandan sonra otorite sahibi olması gereken vezir İsfahanî, meydana
6

gelen gelişmeleri kendi çıkarları için kullanmış ve yönetimde büyük bir otorite kurmuştur.
Celâleddin Karatay bu sırada vezir Şemseddin İsfahanî’ye rehberlik etmiş ve ona uyarılarda
bulunmuştur.
Şahsî devlet otoritesinin önünde duracak güçlü devlet adamlarını ortadan kaldıran
Şemseddin İsfahanî, öldürttüğü emîrlerin yerlerine kendi adamlarını yerleştirmiştir. Vezirliği ve
devlet üzerindeki etkisi bir süre devam eden İsfahanî, sultanın annesiyle evlenerek durumunu daha
da güçlendirmiştir. Sahib Şemseddin’in, tamamen İranlılardan oluşan bir kadro ile şahsına bağlı
olarak kurduğu otorite, yaklaşık iki yıl devam etmiştir. Vezirin merasimlere katılışı ve halkın
içinden geçişi, sultanların törenlerinden daha güçlüdür. Bu nedenle Celâleddin Karatay onu
uyararak daha mütevazı bir hal almasını kendisine öğütlemiştir.
Selçukluların 1243 yılında Moğollara yenilmelerinden sonra Anadolu Moğol valileri
tarafından idare edilir hale gelmiş ve tahta geçecek olan sultanlar da Moğol Hanları tarafından tayin
edilmiştir. Moğol Hanları tarafından sultanlara gönderilen emîrnâmelere ya da herhangi bir şahsa
verilen imtiyaz beratına "yarlığ" adı verilmiştir. IV. Rükneddin Kılıç Arslan 1249 yılında, Moğollar
tarafından kendisine sultanlığın bir yarlığ ile bildirildiğini ve kardeşi II. İzzeddin Keykâvus’un
azledildiğini iddia ederek Sivas’ta hüküm sürmeye başlamış, vezirlik makamına da Bahaeddin
Tercüman’ı tayin etmiştir. Bunun üzerine Celâleddin Karatay, vezirin diktatörlüğüne son vermek ve
durumdan faydalanarak iki kardeşin arasını düzeltmek amacıyla Şemseddin İsfahanî’ye “Her ne
kadar böyle bir hüküm geldi ise de biz yine de seni başımızda reis olarak tanıyacağız. Fakat bundan
sonra eski vezirlerin geleneklerine uygun olarak tantanalı bir şekilde dîvana gelmeyi bırakman ve
gulâmlarından birkaç devât-dâr ve sermûzedâr ile yetinmeni istiyorum” şeklinde bir haber
göndermiştir. Ayrıca şehirden çıkmasını tavsiye etmiştir. Karatay yakın arkadaşlarından Tâceddin
Simcurî’yi vezire göndererek şehirden kaçmasını ve uçlarda bulunan ordusuna katılmasını, geride
bıraktığı evi ve yakınlarına kendisinin bakacağını bildirmiştir.
Şemseddin İsfahanî’nin vezirliği süresince her türlü fesat ve gruplaşmanın dışında kalan
Celâleddin Karatay’ın amacı, bu süreçte devlet idaresinde meydana gelebilecek karışıklıklara engel
olarak IV. Rükneddin Kılıç Arslan, II. İzzeddin Keykâvus ve II. Alâeddin Keykubad’ın birlikte
sultan ilan edilmelerini sağlamaktır. Ancak uyarıyı dikkate almayarak eski yaşantısına devam eden
vezir, 1248 yılında IV. Rükneddin Kılıç Arslan’ın emîrleri tarafından öldürülmüştür. Ölmeden önce
II. İzzeddin Keykâvus’u alarak kaçmayı ve Akdeniz kıyısındaki kalelerden birinde isyan etmeyi
planlayan vezire Karatay engel olmuştur. Yakalandıktan sonra tasarrufunda bulunan mallarına
devlet tarafından el konulan vezir, bütün mülkünü sıraladığı listeyi Celâleddin Karatay’a
göndermiştir. Sultan IV. Rükneddin Kılıç Arslan tarafından Sahib Şemseddin’in ortadan
kaldırılmasından sonra, Rükneddin'in ülkeyi tek başına yönetme isteğini reddeden Celâleddin
7

Karatay, üç kardeşin birlikte tahta çıkmaları görüşünü savunmuş ve bunu temin ederek devletin
parçalanmasını önlemiştir.
Bu süreçte, IV. Rükneddin Kılıç Arslan tarafından elçi olarak gönderilen Hotanlı
Cemaleddin, yarlığ hükmüne göre saltanatın Rükneddin’e ait olduğunu öne sürmüş, ancak Karatay,
bir plan hazırlayarak “Sizin arzunuz gerçekleşecek ve Rükneddin, Han’ın emri mucibince büyük
sultan olacaktır. Bunun için onu alınız ve Aksaray’a götürünüz. İzzeddin de gelsin ve kardeşi ona ne
verirse onu kabul etsin” diyerek üç kardeşin Konya-Aksaray arasındaki Kılıç Arslan
Kervansarayı’nda toplanmasını sağlamıştır. Burada topladığı mecliste “Büyük kardeş dururken
küçüğün sultan olmasının şeriat ve örfe uygun olmadığını, üç kardeşin birlikte tahta
çıkarılmalarının ve Rükneddin Kılıç Arslan ile birlikte gelen iki bin Moğol askerinin geri
gönderilmesinin gerektiğini” söylemiştir. Kadının bu teklifi kabul etmesi üzerine, 1249 yılında üç
kardeş adına hutbe okunmuş, para kestirilmiş ve kitabeler yazılmıştır. Böylece Celâleddin Karatay
devleti büyük bir bunalımdan kurtarmıştır.
Atabegliği
Atabeg, Selçuklu Devleti’nde şehzadeleri eğitip yetiştiren yüksek rütbeli memurlara verilen
unvandır. Dönemin kaynaklarında, “bütün devlet erkanı ile saltanat divanı naiblerinin bütün işlerde
atabegin onayı ile hareket edecekleri” ifadesi, atabegin idareciler kadrosu içindeki önemli
fonksiyonuna işaret etmektedir. II. İzzeddin Keykâvus’un tahta çıkışından ortak saltanatın başladığı
döneme kadar Saltanat Naibliğini sürdüren Celâleddin Karatay, 1249 yılından itibaren “Atabeg”
unvanını almıştır. Nitekim kardeşi Kemaleddin Rumtaş’ın banisi olduğu mescit ve zâviyesi için
yaptırdığı 1248 tarihli vakfiyede de kendisi için “Ebû’l-mulûk ve’s-selâtîn” yani "mülkün ve
saltanatın sahibi" ibaresinin yer alması onun atabeglik görevini teyit etmektedir. Celâleddin
Karatay, sultanların atabegliğini yaptığı Moğol tahakkümü devrinde aldığı kararlarla Selçukluların
istikrarlı bir politika izlemelerine neden olmuştur.
Celâleddin Karatay'ın Selçuklu Devleti'nde vezirlik yaptığına dair görüşler yaygındır. Bu
iddiaların çıkış noktası, onun atabeglik görev ve yetkilerinin bir vezir kadar geniş olmasından
kaynaklanmalıdır. Ancak Vezir Şemseddin İsfahanî’nin 1248 yılında ölümü ile iki ay sonra 1249’da
Celâleddin Karatay’ın “Atabeg” oluşu arasındaki zaman zarfında kendisinin vezir olarak
gösterilmesi mantığa uygun değildir. Çünkü Şemseddin İsfahanî’nin ölümünden sonra Kadı
İzzeddin vezirlik makamına tayin edilmiştir. Ayrıca, vezirlik makamına Sahib Şemseddin Mehmed
Tuğraî ve Mecdeddin Mehmed Erzincanî gibi ilmiye sınıfından yetişmiş olan vezirlerin tayin
ediliyor olması ve vakfiyelerinde sahip olduğu tüm unvanlara yer verilmesine rağmen vezirliğine
değinilmemesi de Karatay’ın vezirlik makamına tayin edilmemiş olduğu görüşünü
desteklemektedir. Bu nedenle Celâleddin Karatay’ın Atabeglik görevini ölümüne kadar devam
8

ettirmiş olduğu söylenebilir. Celâleddin Karatay Atabeglik mevkiinde bulunduğu müddetçe II.
İzzeddin Keykâvus, IV. Rükneddin Kılıç Arslan ile II. Alâeddin Keykubad’ın devleti birlikte
yönetebilmeleri mümkün olmuş ve onun ölümünden sonra Anadolu’da dirlik ve düzen bozulmuştur.
Vezir Şemseddin İsfahânî’den sonra devlet içinde en güçlü kişi konumuna yükselen
Celâleddin Karatay, bu gücü kötüye kullanmamış ve makamının verdiği yetkilerin dışına
çıkmamıştır. Hatta Moğol tahakkümünün yoğun olduğu bu devirde vezirlerin diktatörlük derecesine
varan güçlerini azaltmaya çalışmıştır. Celâleddin Karatay yönetimi, Moğolları kuşkulandırmadan
Anadolu Müslümanlığının geleceği için Moğolların hakimiyeti altına girmemiş, aynı zamanda
İslâm dünyasıyla ilişkileri sürdürme ve geliştirmenin yollarını aramıştır.
Ortak Saltanat Döneminin Mimarı Celâleddin Karatay
Ortak Saltanat, Celâleddin Karatay’ın, gelenekleri ve devletin düzenini Moğolların
emîrlerine karşı korumak ve Moğolları da kızdırmadan durumu idare etmek amacıyla
gerçekleştirdiği bir çözüm yoludur. Türk devlet geleneklerinde yeri olmayan böyle bir uygulamanın
sağlıklı ve uzun ömürlü olmayacağı ve fikir babası olan Celâleddin Karatay’ın şahsına bağlı
kalacağı ortadadır. Türk Devlet geleneğinde var olan “Ülke hanedân üyelerinin ortak malıdır”
anlayışı tarihin hiçbir döneminde bu şekilde yorumlanmamıştır. Çünkü bu uygulama merkeziyetçi
devlet yapısına ters düşmektedir. Ancak Roma İmparatorlarından bazıları ikili ya da üçlü olarak
devleti idare etmiştir. Bu durum, Celâleddin Karatay’ın kendi menşeinden olan Rum devlet
adamlarından bu tarz bir yönetim şeklini öğrenerek uygulamaya koyduğunu akla getirmektedir.
Bu sistemin gösterdiği en önemli gerçek, sultan kim ya da kaç kişi olursa olsun, asıl
yöneticinin emîrler olduğudur. En büyük sultanın 11-12 yaşlarında olduğu göz önüne alınırsa başta
bulunan çocuk yaştaki sultanların hükümdarlık yapamayacakları ortadadır. II. İzzeddin
Keykâvus’un ilk saltanat döneminde Şemseddin İsfahanî’nin devleti hükümdar adına yönettiği gibi,
bu dönemde de devleti Celâleddin Karatay yönetmiştir. Nitekim dönemin kaynakları, üçlü saltanat
döneminin siyasi olayları hakkında bilgi vermeden önce Celâleddin Karatay’ın üstün faziletleri
üzerinde durmuşlardır. Onun bu ölçüde övülerek anlatılması, Celâleddin Karatay’ın dönem üzerinde
ne kadar etkili olduğunu gösterir. Aslında Türkiye Selçukluları Devleti’nde I. Alâeddin
Keykubad’dan sonra hükümdarlar dönemi bitmiş, Şemseddin İsfahanî, Celâleddin Karatay ve
Muineddin Süleyman Pervâne gibi “güçlü vezirler ve emîrler” dönemi başlamıştır.
Celâleddin Karatay, ortak saltanat döneminde Atabeglik vazifesinin yanında, çeşitli devlet
görevlilerinin atanmasında da etkin rol oynamıştır. Atabeg, uyumu ve anlaşmayı sağlamak amacıyla
vezirlik makamına, her türlü kutuplaşmanın dışında kalmış olan Necmeddin Nahcivânî’yi atamak
istemiştir. Necmeddin Nahcivânî kendisine hazineden sadece günlük iki dirhem, yılda 720 dirhem
ödenmesini, diğer ümerâ ve devlet görevlilerinin maaşlarının da buna göre belirlenmesini şart
9

koşmuştur. Tecrübeli ve kanaatkâr devlet adamı Nahcivânî bu yolla artırılacak olan paranın
Moğollara vergi olarak ödenmesini önermiştir. Ancak diğer emîrlerin bu duruma razı olmayacağını
bilen Celâleddin Karatay, devletin geçmiş tarihindeki en kanaatkâr vezirlerinden biri olan
Mühezzibüddin Ali’nin aldığı yıllık 40.000 dirhemi Nahcivânî’ye kabul ettrimiştir. Diğer emîrlere
de aldıkları maaşın yarısını ödemeyi vaad etmiştir. Bu anlaşma, Celâleddin Karatay’ın emîrler
üzerinde ne kadar etkili olduğunu ve anlaşmazlıkları çözmedeki ustalığını göstermektedir.
Devrin Atabeg'i olan Celâleddin Karatay'a Moğol Hanları da fazlasıyla ilgi ve itibar
göstermiştir. Bu dönemde Şemseddin İsfahanî’nin ölümünü araştırmak ve vergi toplamak üzere
Batu Han tarafından Anadolu’ya gönderilen elçilere mukabele olarak Celâleddin Karatay, Mahmud
Tuğraî’yi cevap ve itirazları gidermek üzere Moğol Hanı'na göndermiş, bu ziyaret sonucu kendisine
kürk vesair hediyelerle karşılık verilmiştir. Necmeddin Nahcivânî’den sonra vezirlik makamına
gelen Mahmud Tuğraî’nin devlete ihanetinin tespitinden sonra Celâleddin Karatay’ın emri üzerine
tutuklanmış ve bu göreve yine Celâleddin Karatay tarafından Konya Kadısı İzzeddin Muhammed b.
Mahmud getirilmiştir. İlim sahibi olan Kadı İzzeddin, halkın ve devlet adamlarının güvenini
kazanmış dürüst ve güvenilir biridir. Kadılık görevinin dışında önemli vazifeleri de yerine
getirmiştir ki, Bağdat’a elçi olarak gönderilmesi bu vazifelerden biridir.
Celâleddin Karatay, 1251 yılında Kadı İzzeddin ile birlikte Bağdat’taki halifeye elçi olarak
gönderilmiş ve halifeden sultan ve kardeşleri adına mektup, hil’at ve hediyeler getirmiştir. Bu
ziyaret esnasında muhtemelen Müslüman olmayan Moğolların koruması altındaki Selçuklu
topraklarında İslâm dininin durumunun ne olacağı görüşülmüştür. Karatay’ın dönemin önemli
mutasavvıflarından Şeyh Şihâbeddin Sühreverdî’ye ait Bağdat’taki türbeyi de bu ziyaret esnasında
yaptırmış olabileceği düşünülebilir. Nitekim bu dönemde devrin zengin ve nüfuzlu şahsiyetlerinin
yine kendi ruhlarının huzuru amacıyla bazı evliyaların mezarlarını tamir ve ihya ile bu büyük
zatların yardımını kendi üzerlerine çekme düşüncelerinin yaygın olduğu bilinmektedir.
Celâleddin Karatay’ın Ölümü
Moğol elçileri, 1254 yılında Konya’da bulunan II. İzzeddin Keykâvus’a gelerek Moğol
Hanı’nın hakimiyetini tanıdığını bildirmek üzere bizzat yola çıkmasını, aksi takdirde Moğol
askerlerinin memleketini istilâ edip tahrip edeceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine II. İzzeddin
Keykâvus Moğol Hanı’na yazdığı mektupta “Benim gibi bir sultan olan küçük kardeşim Alâeddin’i
size gönderiyorum. Benim bizzat gelememe sebebim atabeğim Celâleddin Karatay’ın vefat etmiş
olmasıdır…” şeklinde cevap vermiştir. Üç kardeşin ortak saltanatının kurucusu, devlet işlerini
yürüten ve ortaya çıkan karışıklıkları bertaraf ederek bu dönemde huzur ve asayişi sağlayan böyle
bir devlet adamının ölümü sultan II. İzzeddin Keykâvus’u telaşlandırmıştır. Bu olay üzerine sultan,
Moğol elçilerine çeşitli hediyeler vererek özrünü bildirmiş ve onları geri göndermiştir.
10

Celâleddin Karatay, devlet idaresinde ölümüne kadar denge unsuru olmuştur. Onun
ölümüyle dengeler bozulmuş, devlet adamları Moğolların taleplerini karşılamada zorluk çekmeye
başlamışlardır. Onun Moğollara karşı takip ettiği denge siyaseti, zor dönemlerde büyük güçlere
karşı nasıl davranılacağına ilişkin işaretler içermektedir. Celâleddin Karatay, II. İzzeddin
Keykâvus’u yolcu etmek için gittiği Kayseri’de 1254’te vefat etmiştir. Karatay’ın cenazesi dönemin
geleneklerine uygun olarak Konya’ya getirilerek burada mumyalanmış ve kendisine ait medresenin
içindeki türbeye defnedilmiştir.
Anadolu'nun Türkleşmesinde gayrimüslim unsurların İslâmiyet’i kabulleri önemli rol
oynamıştır. İslâm Dinini sonradan kabul edenlerin, 13. yüzyılda Türkiye Selçuklu Devleti’nin
kültürel hayatına faal bir biçimde katıldıklarına dair en önemli delil mimarlık sanatının hamileri
olarak ortaya çıkışlarıdır. Celâleddin Karatay, anıtsal mimariyi himaye etmiş ve kurduğu
kervansaray, medrese ve zâviyelerle devletin sosyal, kültürel ve fizikî hayatına önemli katkılarda
bulunmuştur. Anadolu’nun birçok yerinde medrese, kervansaray, mescit, hânkah gibi vakıf eserleri
yaptırmıştır. Bu kurumlar, Karatay’ın Müslüman geleneklerine olan bağlılığını ortaya koymak için
fazlasıyla yeterlidir. Yine Celâleddin Karatay hakkında bilgi veren kaynakların tamamı, onun Moğol
baskılarının yoğun olduğu bir dönemde devlete sahip çıkarak ülkede dirlik ve düzeni sağlamak için
sadakat ve samimiyetle çalıştığı görüşü üzerinde birleşmektedir.

You might also like