You are on page 1of 10

islam devlet anlayışının çıkışıyla alakalı genel bir değerlendirme yapınız.

Akabe biatları ile beraber başlar.Medineliler kendi aralarındaki anlaşmazlıkları ortadan


kaldırmak amacıyla yapılıyor.Hz peygamer Medinelilerden biat alıyor.Medineliler
peygamberi şehirlerine davet ediyorlar.Diyorlarki biz aralarında düşmanlık bulunan bir
toplumuz umulur ki Allah senin yolunla bizi doğru yola iletir diyerek hepsi ona biat
ediyorlar.Ondan sonra 2. Akabe biatında onu kendi şehirlerine davet ediyorlar.Bu yeminle
beraber hem akabe biatları gerçekleşiyor hem de İslamdaki ilk devletleşme çabasıda bu
şekilde başlamış oluyor .Hz Peygamber buraya göçtükten sonra camiler,kardeşlik anlaşmaları
gibi pek çok şey yaptırıyor.Burada kabile anlayışının değil ümmet anlayışının etkili olduğunu
gösteriyor çünkü muhacir ve ensar birbirlerinin düşmanı ve onları kardeş yapıyor.Mescidi
nebevi yi inşaa ettiriyor ve yavaş yavaş merkezleşme başlıyor.

Halifelik kurumunun gelişimi ve halifenin islam toplumundaki yeri hakkında genel bir
değerlendirme yapınız.Ebubekir döneminde ortaya çıktı ardından muaviye ile verasete döndü
Abbasilerle beraber daha da farklı bir konuma geldi dini anlamda daha da kuvvetlendi.Mısıra
gitti.Mısırdan Osmanlılara geçti.En sonunda 3 Mart 1924 te kapandı.Siyasi olarak birleştirici
bir makam.Sünni islamiyetin lideri.İslamın Orta Çağı tamamen halifenin etrafında
şekilleniyor.Halifeler zamanla etkisini kaybetse de öyle ya da böyle İslam dünyasında son söz
Halifelere ait olmaktadır.Bütün siyasi,sosyal dini hayat halife etrafında
şekilleniyor.Devletlerin halifeye bakış açısına değinmek gerekirse halifeyi ve ondan aldıklar
şeyerle bir meşruiyet sembolü olarak bakıyorlar.Her devlet egemen olduğu sahada gücünü
pekiştirmek amacıyla halifeye mecburdur.Bu bakış açısı yüzden halife sürekli en üst konumda
kalmıştır.Böylelikle bu devletler bu psikolojiyi halka yayıyorlar ve halkın zihninde halife hiç
unutulmaz veya gözardı edilemez bir kişi olarak kalıyor. Bunların aksine Selçuklular halifeyi
sürekli baskı altında tutma politikası gütse de El müsterşid döneminde tekrar bu makam
güçleniyor.Baybars halifenin birleştirici gücünden faydalanmak için Mısıra getiriyor.

Selçuklularda Sultanların yetki ve sorumlulukları nelerdir.


Kut sahibi olması lazım taklit almaları gerekiyor bağdatta hutbe okutmaları gerekiyor bu
hutbe onun saltanatının yasallığını simgeliyor. Adaletli ve halka yardım etmeli.Divan
mezalimine oturmalı.Adalet ve İhsan sultanlar için olmazsa olmazdır.

Sultanlık alametleri hakkında bilgi veriniz

1 – Taht · 2 – Sikke · 3 – Hutbe · 4 – Bayrak · 5 – Nevbet · 6 – Çetr · 7 – Çadır · 8 – Tuğra.

Taht Taç Sikke Çetr Nevbet Bayrak Tıraz Hil’at GaşiyeOk ve Yay Yüzük ve Mühür Çadır Tevki
ve Tuğra

Sikke şetr turan

Bir saltanat sembolü olarak şetrin ifade ettiği anlam ve önemi hakkında bilgi veriniz.

Şetr ve saçak yüksekte sultanın bulunduğu yerde olması lazım çünkü asker onu görür.Eğer
onu çukur bir yere yerleştirirsen asker göremez ve sıkıntı çıkar. Salahaddin Eyyubi’nin cibabı
türkmen savaşında olduğu gibi karşı tarafın şetri alçak yere yerleştirmesi selahattine savaşı

kazandırıyor. Türkçe’ye Farsça’dan geçen ve “şemsiye, çadır” anlamına gelen


çetrin aslı Sanskritçe çhattra (gölgelik, siper) kelimesidir (bk. ÇADIR). Çetr
(mizalle), hükümdar sefere veya alayla bir yere giderken başı üzerinde
tutulurdu. Bir mızrağın ucunda küçük bir kubbe şeklinde açılan bu saltanat
şemsiyesi atlas veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı ve tepesinde “altın top”
denilen bir alem (monçuk) bulunurdu. Büyük Selçuklular’da da hükümdarlık
alâmeti olan çetrin üzerinde ok ve yay resmedilmiş bir arma vardı. Katvân
savaşında mağlûp olan ve bir çetrin altında duran Sultan Sencer’in esir
düşmesinden endişe eden Sîstan Meliki Ebü’l-Fazl ona kaçmasını söyleyerek
çetrin altında kendisi durmuştu
Vezir nedir nasıl olmalı

Hacib nedir

Gulamlar? Orta çağdaki yerleri

Gulam

Selçukluda gulamlar Müsadere(el koyma),savaş,miras ya da satın alma yoluyla elde edilirdi.

Gulamhanelerde yetişir burada babayan adlı görevliler onları eğitirdi.Acemi gulamlara kara
gulam denirdi.

Afrika’dan Asya’ya kadar tüm İslam coğrafyasında farklı isimler altında görülen köle askerlik
kurumunun ilk teşkilatlı örneği, Gulam sistemidir. Gulam, Selçuklu, Eyyûbî, Memlûk ve
Osmanlı devletlerine, İslami bir sistem olarak girmiş ve siyasi, askeri ve sosyal alanlarda etkin
bir şekilde görülmüş bir sistemdir. ;

“esir veya köle olarak hizmete alınan kimselerin, kabiliyetleri ve aldıkları eğitim neticesinde
kazandıkları becerileri doğrultusunda başta ordu olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerinde
istihdam edilmesi suretiyle işleyen mekanizma”ya gulâm sistemi (military slave system,
military slavery) denmektedir

Gulam sistemi, Büyük Selçuklu devletine özellikle Abbasi Halifeliği, Gazneliler ve


Sâmânoğulları devleti yoluyla geçmiştir

Gulam sistemi, İslami bir müessese olarak ortaya çıkmış ve dönemin Orta Çağ İslam
devletlerinde uygulanmış bir sistemdir.

Orta Çağda bir sosyal ve siyasi zümre olarak değerlendirilen köle orijinli unsurlar,
kullanılacakları alanlara göre sınıflandırılmışlardır. Şahsi hizmete alınacak olan köleler, belli
bir mesleğe sahip olanlar, askeri teşkilat için kullanılacak olanlar ayrı ayrı
değerlendirilmişlerdir

Bir gulam, efendisine bağlı ücretli asker olarak, kendi efendisi haricinde başka bir otorite
tanımazdı. Efendisinin verdiği emri sorgusuzca yerine getiren ve bu uğurda padişahı bile yok
sayabilen bir sıhriyet bağı vardı. Ancak gulamlar, efendilerini değiştirebiliyordu. Bu değişim,
sahibinin rızasıyla olabildiği gibi, sahibinin onu satmasıyla da mümkündü. Ayrıca
hükümdarın isteği doğrultusunda hizmete alınabilir veya taltif edilebilir veyahut hediye olarak
sunulabilirdi. Bir gulam efendisine sadık bir şekilde hizmetini sürdürmeliydi. Buna karşılık
efendisi de onun bireysel ve sosyal haklarını temin ve tesis etmek zorunda id

Gulam Türkler kalabalık olarak “Karluk, Yağma ve Çiğil” Türklerinden oluşmaktaydı.


Dayanaklı ve itaatkâr olarak kaynaklarda bahsedilen bu Türkmenler, Sultan Sencer dönemine
kadar etkin olmuşlardır.2

devletler için IX. yüzyılda esir ticareti önemli bir kazanç vasıtası oldu. Aynı
yıllarda kurulan diğer devletlerin orduları için de Türk esirlerine büyük bir
talep başlamıştı. Orta Asya bozkırlarındaki bu esir trafiği önce Tâhirîler’in,
sonra da Sâmânîler’in kontrolünde bulunuyordu. Ticaretin yanı sıra Tâhirîler
ve Sâmânîler de ordularına gulâm asker almışlardır. Başlangıçta bu
devletlerin yöneticileri, garnizon şehirlerine yerleşmiş Arap unsurlarla
mahallî İranlı askerlere dayanmaktaydı. Zamanla bu yöneticiler ordularını,
efendilerine daha bağlı oldukları için profesyonel gulâm askerlerden teşkil
etmeye başladılar. Gulâm hukuken efendisine aitti ve onun ölümünde
herhangi bir menkul mal gibi mirasçısına intikal ediyordu. Mahmûd-ı
Gaznevî’nin âzat etmeyip oğlu Mesud’a miras bıraktığı gulâm kumandanı
Anuş Tegin Hassa ölümünden az önce isteği üzerine âzat edildi. Sultan
onun şahsî gulâmlarının dağıtılmasıyla ilgili son arzusunu da kabul etmiş ve
onları saray hizmetine alarak otuz tanesini kendisi için ayırdıktan sonra
diğerlerini oğullarına paylaştırmıştı. Selçuklular’da da ölen sultanın
gulâmları yeni tahta geçen hükümdarın hizmetine giriyordu. Selçuklu
Sultanı Melikşah’ın saltanatı sırasında gulâm Anuş Tegin Garçeî taştdâr idi.
Daha sonra Hârizm valiliğine tayin edilince burayı özerk bir bölge gibi idare
etti ve onun soyundan gelenler Hârizmşahlar Devleti’ni kurdular. Gazneliler
Devleti’nin kurucusu Alp Tegin, Sâmânî Emîri Ahmed b. İsmâil’in gulâmı idi.
Alp Tegin’in de Sebük Tegin dahil olmak üzere 2000’den fazla gulâmı vardı.

Efendilerin gulâmlara iyi muamele etmesi menfaatleri açısından gerekli idi.


Bir hükümdar veya kumandan gulâmlarına kötü davrandığı veya onların
sadakatini kaybettiği zaman durum çok kötü olabilirdi. İmâdüddin Zengî b.
Aksungur’un öldürülme sebebi de gulâmlarına kötü davranmasıydı.

,  Sâmânî emîrleri bu muhafız kuvvetini meydana getiren Türk askerlerinin,


hânedanın merkezîleştirme siyasetini kabul etmeyen dihkan sınıfının askerî
etkisine karşı bir denge unsuru olabileceğini umuyorlardı. Ancak gulâmların
çeşitli saray isyanlarında, taht değişikliklerinde ve emîrlerin öldürülmesinde
oynadıkları rol bu ümidin gerçekleşmesine engel olmuştu ve beklenenin
aksine Türk gulâmları sarayı yönetir duruma gelmişlerdi.

XI. yüzyılda İran’a hâkim olan Türk hânedanları, kendi kabile gruplarından
çok gulâm birliklerine güvendiler ve ordularını büyük ölçüde bunlardan teşkil
ettiler. Karahanlı hükümdarlarına ait gulâmların sayısı, Selçuklu Sultanı
Sencer zamanında 12.000’i bulmuştu. Selçuklu devrinde saray en büyük
gulâm yetiştirme merkeziydi. Bunun dışında gulâmlar genelde sahipleri
tarafından eğitiliyordu. Orduda gulâmların çok önemli bir yeri vardı:
Gulâmlıktan yetişme kumandanlar özellikle batı yönündeki genişlemede ve
buradaki mahallî hânedanlara karşı yapılan savaşlarda başarılı olmuşlardı.
Ayrıca bunlar, efendileri olan Selçuklu sultanlarına öteki Türk ve Türkmen
grupları karşı çıktıkları zamanlarda sadık kalmışlardı. Meselâ Melikşah’ın,
amcası Kavurd Bey’e hükümranlığını kabul ettirme mücadelesinde Emîr
Savtegin önemli rol oynamıştı. Gulâm kumandanları bazan genç sultanlar
üzerinde etkili oluyor ve onları baskı altında tutuyordu. Hatta Sultan
Sencer’in dahi başarılı gulâmların etkisinde kaldığı rivayet edilir. Vezir
Nizâmülmülk’ün çevresinde de âdeta bir hükümdar gibi gulâm birliği
toplanmıştı. Onun ölümünden sonra “Nizâmiyye” adıyla anılan bu gulâmlar
devlet siyasetinde birleştirici bir rol oynamış ve Sultan Melikşah’ın
ölümünün ardından oğlu Berkyaruk’u tahta çıkarmışlardı. Devletin
çökmeye başladığı dönemde bazı gulâm kumandanları genç şehzadelere
atabeg ve nâib tayin edildiler; böylece kuvvet ve kudret onların eline geçti.
Bu atabegler, Selçuklu ülkesinin çeşitli yerlerinde İldenizliler (Azerbaycan),
Zengîler (Suriye ve el-Cezîre), Ahlatşahlar (Van) gibi hânedanlar kurdular.

Hacib

hâcibin vazifesi sadece görevlileri ve ziyaretçileri hükümdarın huzuruna


çıkarmaktan ibaret değildi. Hâcib aynı zamanda merasimleri de düzenliyordu.
hâcibin vazifesi sadece görevlileri ve ziyaretçileri hükümdarın huzuruna
çıkarmaktan ibaret değildi. Hâcib aynı zamanda merasimleri de düzenliyordu.

Büyük Selçuklular’da da mevcut olmakla beraber Gazneliler’deki yetkisine


nisbetle önemini yitirmeye başladı. Hâcib bir kumandandan ziyade bir
saray görevlisi olarak vazife yapıyordu. Bununla beraber hâcibler de askerî
seferlere katılırdı. Meselâ Alparslan’ın hâcibi Erdem, Kutalmış’ın üzerine
gönderilmişti. Sultan Muhammed Tapar devrinde hâcib sultanın emirlerini
vezire tebliğ ederdi. Hâcib genellikle Türk emîrler arasından seçilirdi ve
emrinde gulâmlar bulunurdu.Nizamülmülk’e göre belli mevkilere gelmeleri
için 30-35 yaşlarına kadar deneyim sahibi olmaları gerekmektedir.
Karahanlılar’da olduğu gibi Büyük Selçuklu Devleti’nde de sarayda
hükümdardan, bütün devlet teşkilâtında ise vezirden sonra gelen en yüksek
makam sahibi büyük hâcibdi (hâcib-i büzürg). Hâcibin karşılama törenlerinde
vezirle birlikte bulunması da bunu göstermektedir. Büyük hâcib, kılıç
erbabına mensup gulâm sistemine göre yetişmiş bir Türk kumandanıydı.
Sarayın her türlü işinden sorumlu idi ve maiyetinde muhtelif rütbelerde
hâcibler bulunuyordu. Ayrıca bir saray hâcibi (hâcib-i dergâh) vardı ki görevi,
merasimlerde devlet erkânının ve saray teşkilâtı mensuplarının hükümdarın
huzurunda nasıl duracağını ve nasıl hareket edeceğini tayin edip bunu
kontrol etmekti. Selçuklular’da sultandan başka vezirlerin de hâcibleri
vardı. Nitekim yaşlı bir kadın, Nizâmülmülk’e verilmek üzere elinde bir pusula
ile hâcibin huzuruna gelmiş, ancak hâcib pusulayı vezire vermemişti.
Durumdan haberdar olan Nizâmülmülk hâcibine, kendisini sırf huzuruna
gelemeyen zayıf ve ihtiyar kimselere hizmet için görevlendirdiğini, bunların
isteklerini yerine getirmediği takdirde kendisine ihtiyacı olmadığını
söyleyerek onu azarlamıştı.

Vezirlik

Büyük Selçuklular’da Abbâsî, Sâmânî ve Gazneli etkisinin en açık şekilde


görüldüğü kurum vezirliktir. Bunun başlıca sebebi Selçuklular’ın da vezirlerini
İran asıllılardan seçmiş olmalarıdır. Tuğrul Bey’in başlattığı bu uygulama daha
sonraki dönemlerde devam etmiştir. Devlet işlerinin görüşülüp karara
bağlandığı büyük divana (Dîvân-ı A‘lâ / Dîvân-ı Vezâret) vezirler başkanlık
ededi. Sultan Melikşah, bütün devlet işlerini veziri Nizâmülmülk’e havale
etmiş ve dilediği gibi davranabileceğini söylemiştir (İbnü’l-Esîr, X, 79-80).
Vezirler bu makama gelmeden önce tuğrâîlik ve müstevfîlik gibi görevlerde
bulunanlar arasından seçilirdi.  Nizâmülmülk eserinde vezirin devlet
hayatındaki önemli rolüne işaret eder ve tarihte ün kazanmış birçok
hükümdarın şöhretlerini vezirlerine borçlu olduğunu söyler. 

Vezirin yetkilerinin başında Dîvân-ı A‘lâ başkanlığı geliyordu. Bu yetkilerle


donatılmış vezirin başlıca görevleri halifeler ve yabancı hükümdarlarla olan
ilişkileri düzenlemek, hazinenin gelir ve giderlerini tanzim etmek, vergi
miktarlarını halkın durumuna göre belirleyip toplamak, maliyede israfı
önlemek, olağan üstü durumlar için gerekli tedbirleri almak, memurların
maaşlarını, hükümdarın maiyetindekilerin erzakını tesbit etmek ve iktâ
tevcih etmekti. Memurların görevlerini yerine getirip getirmedikleri vezirin
nâibleri vasıtasıyla kontrol edilirdi. Vezir törenlerde, vasal hükümdarlarla
yapılan görüşmelerde, Dîvân-ı Mezâlim’de sultanın vekili sıfatıyla yer alırdı.
Vezirler sarayın ve ordunun harcamalarını kontrol ederdi; bu durum vezire
orduyu denetleme imkânı da verirdi. Vezirler hazineye gelir sağlanmasıyla
yakından ilgilenmiştir. Vezirler sarayın ve ordunun harcamalarını kontrol
ederdi; bu durum vezire orduyu denetleme imkânı da verirdi. Vezirler
hazineye gelir sağlanmasıyla yakından ilgilenmiştir. Vezirlere hükümdar
tarafından verilen kılıç onların askerî yetkilerle donatılmış olduğunu
gösteriyordu. Selçuklu vezirleri zaman zaman orduya bizzat kumandanlık
eder, bazan da sultanın yanında seferlere katılırlardı. Nizâmülmülk,
Alparslan’ın Malazgirt Savaşı dışındaki bütün seferlerine katılmıştır. Vezir
bazan merasimlerde sultanı temsil eder, hilâfet makamına yeni geçen
halifeye sultan adına biat ederdi. Vezirlik alâmetleri arasında hil‘at-i vezâret,
mühür, altın divit takımı, kılıç, mesned-i vezâret, nevbet, minder ve çadır
önemli yer tutardı. Vezirler sultanın menşuru ile göreve başlayınca
kendilerine verilen mühre tevkī‘lerini hakkettirirlerdi.
Vezirlerin gelir kaynakları sultanın menşuruyla tahsis edilen maaş (Sultan
Alparslan’ın bir menşurunda Vezir Nizâmülmülk’e iktâsına ilâveten 50.000
dinar yıllık maaş bağlandığı kaydedilmektedir), iktâlardan elde edilen gelir,
ganimetlerden alınan pay, hediyeler, gayri meşrû gelirler, rüşvet ve
müsâdereler şeklinde sıralanabilir

Türkiye Selçukluları’nda da vezirlik kurumu daha önceki devletler örnek


alınarak oluşturulmuştur. Yine geniş yetkilere sahip olan vezirin en önemli
görevi Dîvân-ı A‘lâ’ya başkanlık etmekti. Anadolu Selçukluları’nda da vezirlik
kurumu daha önceki devletler örnek alınarak oluşturulmuştur. Yine geniş
yetkilere sahip olan vezirin en önemli görevi Dîvân-ı A‘lâ’ya başkanlık
etmekti. Kösedağ Savaşı’nın (1243) ardından sultanların otoritesi
zayıfladığından vezirlerin yetkisi daha da artmıştır. Ancak bu defa vezirler
İlhanlı hükümdarına hesap vermek, onların isteklerini yerine getirmek
zorunda kalmıştır.

Divan

Büyük Selçuklular’da devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Dîvân-ı A‘lâ


denilen büyük divan Dîvân-ı İnşâ, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı Arz ve
Dîvân-ı Berîd’den oluşuyordu

Dîvân-ı İnşâ (Dîvân-ı Tuğrâ, Dîvânü’r-resâil ve’l-inşâ), devletin iç ve dış bütün


yazışmalarının idaresi ve belgelerin hazırlanması ile, menşur, tevkī‘, ferman
ve misal adıyla çıkarılan emirnâmelere sultanın tuğrasını çekmekle görevliydi.

Dîvân-ı A‘lâ’nın malî işlerle uğraşan dairesi Dîvân-ı İstîfâ (Dîvânü’z-zimâm


ve’l-istîfâ) adını taşıyordu.Dîvân-ı A‘lâ’nın malî işlerle uğraşan dairesi Dîvân-ı
İstîfâ (Dîvânü’z-zimâm ve’l-istîfâ) adını taşıyordu
Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı İstîfâ’yı ve devletin diğer dairelerini kontrol eden bir
müessesedir. Bu divan devletin malî idaresinin en yüksek seviyede
kontrolünü yapar, bilhassa gelirlerin harcanmasını denetlerdi. Divan
başkanına sâhib-i dîvân-ı işrâf, müşrif-i memâlik veya sadece müşrif denilirdi.

Ordunun umumi idaresiyle görevli olan divan Dîvân-ı Arz’dır (Dîvânü’l-ceyş).


Bu divanın başkanına sâhib-i dîvân-ı arz denirdi. Muhtemelen eyaletlerde
daha aşağı kademelerde dîvân-ı arzlar vardı. Çeşitli rütbelerde askerlere
iktâlar tahsis etmek, maaşlarını vermek, birliklerinin ve bunlara ait teçhizatın
kayıt ve kontrolünü yapmak Dîvân-ı Arz’ın vazifesidir. İktâların idaresi de
Dîvân-ı Arz’ın yetkileri içindedir.

Dîvân-ı A‘lâ’yı teşkil eden bu divanların başkanları gerektiğinde vezir gibi


mahkemeye sevkedilebiliyor ve yaptıkları icraatının hesabını vermeye
mecbur tutulabiliyordu.

You might also like