Professional Documents
Culture Documents
Ilovepdf Merged
Ilovepdf Merged
Medeniyet Nedir?
Burada tek bir medeni toplumdan bahsedilemez. Gelişilmişliği tek bir toplum temsil
etmez birden fazla toplumun bu gelişmişlik düzeyine ulaşabildiği ve birden fazla
medeniyetin var olduğu düşünülür ve buna göre kullanılır. Yani burada medeni olmak
veya medeniyet sahibi olmak gibi tekil değil “medeniyetler” medeniyetlerden biri
olmak ya da mensubu olmak gibi çoğul bir medeniyet anlayışı ve tasavvuru
oluşmuştur. Medeniyetler dediğimiz şey birbiriyle mukayese edilebilir ama birinin
diğerinden düşük olduğu birinin daha büyük bir medeniyet olduğu gibi
değerlendirmelere burada yer yoktur. Yani mukayese yapılabilir ama değer yüklü
cümleler kurulamaz. “Hint medeniyeti daha büyük ve iyi bir medeniyettir” gibi
yargılar söz konusu olamaz. Medeniyetler geçmişte parlak bir dönemdeyken şu sn
durağan olabilirler, güçlülük ve zayıflık gibi şeyler medeniyetlerin kendi içinde anlam
ifade eden hususlardır, bu anlamda birbirleriyle yarıştırılamazlar.
Geçen hafta medeniyet tanımı üzerinde durmuştuk. Biz medeniyet kavramını 3 şekilde
kullanıyoruz demiştik ve 3 husus üzerinde durmakla yetinmiştik.
İntikal eder. medeniyetlerin taşıdığı değerler intikal eder. Ben burada 3 başlık paylaştım siz
bunları artırabilirsiniz de. Nasıl intikal eder? Yukarıdaki şekillerle intikal eder. Bilgi intikal
ettiği anda medeniyet ve medeniyet birikimi de coğrafyalar, bölgeler, milletler arasında
intikal eder. Belki de bilgi, kitap, ilim ve alimler yoluyla medeniyetin intikal etmesi,
medeniyetlerin intikal etme biçiminin en güçlü şeklidir. İslam medeniyeti de böyle oluştu
tarihte. Hem Müslümanlar başka medeniyetlerin üretmiş oldukları kitaplardan metinlerden
bilgiye ilme dair ne varsa bunları aldılar benimsediler. Başkalarının birikimleri Müslümanlara
intikal etti hem de Müslümanlar başka bölgeleri biçimlendirdiler. İslam medeniyetini
buralara taşıdılar. Bu batı için de aynı şekilde geçerli.
Bir adamın Müslüman olması o adamı o kişiyi ya da o toplumu islam medeniyetinin parçası
yapmaya yeter mi?
Yetmez. Bir adamın Müslüman olması o adamın bütün yapıp etmeleriyle islam
medeniyetinin parçası olduğu, ona hizmet ettiği anlamına gelmez. Ne olması lazım? İslamın
ve islamın ortaya koyduğu medeniyetin sizin bütün yapıp etmelerinize etki etmesi lazım. Sizin
davranışlarınızı biçimlendiriyor olması lazım. Dolayısıyla dini aidiyet medeniyet aidiyeti
anlamına gelmeyebilir.
2. savaşlar → islam fetihleri/iskenderin seferleri medeniyetin intikalinin birer örneği olabilir.
İskenden makedonyadan Hindistan çine kadar bu bölgeleri ele geçiriyor ve dünya tarihinde
Helenizm denen başlatıyor.
3 → tüccarlar islamın yayılmasında en az alimler kadar etkili olmuş adamlardır. Çünkü bir
yere ilk giden tüccarlar olur. Savaşçı zümrelerden de alimlerden de önce giderler.
İslam ahlak ve amelle yayılmıştır. Müslümanlar bir yeri fethettikten sonra oraya amellerini
götürmüşlerdir. Ondan sonra ilim gitmiştir.
MEDENİYETLERE BAKIŞ
1. Mekan: “Doğu da Batı da Allah’ındır; nereye dönerseniz dönün Allah oradadır..” (el-
Bakara, 2:115) Bu ayet, İslam’ın mekan tasavvurunu, mekan idrakini yansıtan en
önemli göstergelerden biri sayılabilir.
Daha önceki derslerde bahsedildiği üzere; Çin medeniyeti bulunduğu mekanı kutsayan,
bulunduğu mekanla arasında ayniilik kuran bir medeniyettir ve bu durumda, Çin
medeniyeti diğer medeniyetleri dışlar.
Batı medeniyetinin ise; bir merkez bir de çevre coğrafyası vardır ve batı medeniyeti,
merkez coğrafyadaki (bugünkü Avrupa ve Amerika) değerleri çevre coğrafyalara taşıma
misyonu içindedir. Batı, bu taşımayla, oradaki kültür ve medeniyetleri yok ederek çevre
coğrafyaları bütünüyle dönüştürmeye çalışır. Batı medeniyeti bu tasarruf hakkını
kendinde görür. Bu şekilde bir sömürge ilişkisiyle çevre medeniyetlerle bağını sürdürür.
İslam’da, yukarıda anlatılan medeniyetlerin uyguladığı gibi bir mekan algısı yoktur. İslam
dini dünyanın neresine ulaşırsa ulaşsın, o coğrafya İslam’ın en iyi şekilde yaşanabileceği,
modellenebileceği coğrafyadır. Kişinin Mekke’de ya da herhangi bir köyde yaşıyor
olması tek başına bir anlam ifade etmez. Kişinin Allah’a ulaşmasında, Müslüman
olarak varlığını devam ettirmesinde mekanın, kategorik olarak, doğrudan doğruya
bir anlamı yoktur. Mekan Allah’a aittir, dünyanın bütünü Allah’a aittir ve
Müslüman ayak bastığı mekanı en doğru yer olarak kabul eder ve her zaman
benimser. Bu bağlamda, zikredilen ayet, Müslümanın hangi coğrafyada olursa olsun dini
yaşamada zorluk çekmeyeceğinin bir delilidir. İslam’ın yayılış hikayesi de,
Müslümanların olması gerektiği gibi bir mekan algısıyla hareket ettiğinin göstergesidir.
Fetihler sayesinde gittikleri yeri bütünüyle benimsemişler ve dinin yaşanması için o
bölgelerde gerekli kurumları inşa etmişlerdir. Hiçbir zaman merkez-çevre tasavvuru
geliştirmemişlerdir.
Bu haftaki derste İslam tarihine coğrafi ve kronolojik olarak kısa hızlı bir bakış yapacağız.
Roma ve Sasaniler
İslam’ın ortaya çıktığı dönemi ele aldığımızda kuzey batı da Roma İmparatorluğu var , daha
Kuzey doğuda ise ikinci büyük imparatorluk olan sasani imparatorluğu var. Biri Pers kökenli
biri Latin Rum kökenli bir imparatorluk. İki güçlü imparatorluk iki güçlü medeniyet birikimi
var İslam’ın doğduğu dönemde.
Arabistan Çevresi
Coğrafi olarak bakarsak Mekke ve Medine bu iki güçlü medeniyetin etkisi altında olan merkez
coğrafyaların biraz altında kalıyor. Bu durum İslam’ın yayılışında toplum ve medeniyet
açısından büyük kolaylık sağlıyor.
Din açısından baktığımızda Roma Hristiyanlık sasaniler Maniheizm ve Yahudilik görüyoruz bu
3 dinde tanrı ve ahiret inancına sahip dinlerdir İslamiyet’in yayılış tarihi açısından etkisi olmuş
olabilir
Daha Başka bir açıdan baktığımızda imparatorlukların tarımsal olarak verimli yerlerde
yaşadıklarını görüyoruz ama Arabistan Yarımadası kırsal bir bölgedir yani tarıma elverişli
değildir Bu sebeple biriken nüfus fazlalığı bazı zamanlarda ekonomik sebeplerden dolayı
dışarıya göç etmiştir. Yine böyle bir durum İslam’ın yayıldığı bir zamanda gerçekleşmiştir
onun da motivasyonuyla fetihlerle dışarıya çıkılmıştır bu da İslam’ın yayılışında etkili
olmuştur. Bu teorilerden biridir.
Konu başlıkları artırılabilir ve üzerinde uzun uzun konuşulabilir bugün kısaca bahsetmiş olduk.
Soru :
İslam’ın içine doğduğu bölge şehir bölgenin siyasi Dini ekonomik askeri problemleri bunlarla
ilgili hususlar ancak bir arada değerlendirildiğinde İslam’ın yayılış tarihi gerçekten doğru bir
şekilde anlaşılabilir bu sorulara cevap vermeden o süreci anlayıp anlamlandırmak mümkün
değildir.
Bunlar zaten İslam Tarihi dersinde uzun uzadıya konuştuğumuz konulardı.
İslam bu büyük imparatorlukların etkisi altındaki yerlerden uzak bir yerde ortaya çıktı,
şekillendi, kendi mükemmeliyetini orada kurdu ve inşa etmeyi başardı. İslam kendini
gerçekleştirdi din tamamlandı. Müslümanlar hicaz da bu donanımı elde ettiler ve başka
medeniyetlerle karşılaşmaya ve yüzleşmeye hazır hale geldiler hulefa-i raşidin döneminde.
Hulefa-i Raşidin
Hulefa-i raşidin dönemi Peygamber döneminin de olduğu gibi İslam tarihinin sonraki
dönemleri için çok belirleyici bir dönemdir. Hulefa-i raşidin döneminden sonra Emeviler
ortaya çıkıyor.
Emeviler
Emeviler hem siyasi yayılmayı hem de devletleşme sürecinin tekrar evrimleşmesi sürecini
ifade ediyor. Farklı kültürlerle etkileşim özellikle Emeviler döneminde daha belirgin hale
geliyor. İslam’ın tek bir siyasi organizasyonla tek bir askeri yapıyla en geniş sınırlara ulaştığı
dönem Emeviler dönemidir .
Abbasiler
SİYASET- HİLAFET
Hilafet Hz peygamber den sonra devlet yonetimini üstlenmesi ile ilk Hulafaei Rasidin ile
başlamış Emevi, Abbasi, Memlükler, ve Osmanlıya geçmiştir.
SİYASET
Tanım
● Siyasetin sözlük anlamı bir nesneyi düzgün ve iyi durumda bırakmak için
gözetlemek korumak . Bunun dışında seyislik atı terbiye etme anlamı da var.
Kavramsal olarak siyaset toplumun işini yürütme, yönetme sanatı.
● Kur'an da siyaset kelimesi geçmiyor. Hadislerde 2 anlamda geçiyor. Birincisi
Halkın işlerini yürütme ikincisi atı terbiye etme anlamında kullanılmıştır.
Fıkıh ta siyaset ; Kamu otoritesinin dinin temel ilkelerine ters düşmeyecek şekilde
düzenlemer yapmasıdır.
Siyaset denilince aklımıza İslam siyasetinde halife , hükümdar, devlet yönetici gelir.
İslam toplumunda halife denildiğinde kullandığımız kavramlar var .
1. İmam
2. Halife
3. Emirul müminin
4. Ulul emr
5. Sultan
6. Melik
Bu unvanlar İslam dininin müslümanlara vermiş olduğu özgüven meselesidir.
Buradaki unvanlar siyasi kültüre, bölgeye ve zamana göre değişiklik arz edebilir.
Buveyhiler halife unvanını kullanmadılar onun yerine Sultan, Melik unvanını
kullanmadılar.
Fatiimiler halife unvanını kullanmıştır.
İslam medeniyetinin hiçbir döneminde kurumlar mueseseler aynı seyirde devam
etmmeistir. Donuk bir yapı arz etmez hiçbir medeniyet arz etmez. Sürekli
yenilenen ve değişiklik arz eden bir yapıdır. Mesela kadılık her dönemde İslam
medeniyetinde olagelmiştir. Ancak aynı isleyisle devam etmemiştir.
HİLAFET
1. Kavramsal Çerçeve
• Sözlük: “Birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak,
birinin ardından gelmek / gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara
gelir.
• Terim: “İslâm devletlerinde Hz. Peygamber'den sonraki devlet başkanlığı
kurumu”nu ifade eder.
• Kur'an'da ve Hadiste hilafet: Kur’an’da hilafet kelimesi geçmemektedir. Halife
geçse de devlet başkanı anlamında kullanılmamıştır. Yani terim değil, sözlük anlamında
kullanılmıştır. Hadis kaynaklarında ise İmam, Emir kelimeleri halife, devlet başkanı anlamında
gelecek şekilde zikredilmiştir. Bu bakımdan halife, Rasullullah’ın risalet görevi hariç onun
dünyevi otoritesini temsil eden kişidir.
Hilafet Üzerine Kısa Bir Giriş
1- Hilafetin Gerekliliği: Hz.Peygamber hayatta iken hem dini bir otoriteydi
(Müslümanların dini konulardaki problemlerini çözüyordu) hem de döneminde kurulmuş olan
siyasi ve toplumsal yapı Müslümanların bu dünyadaki hayatlarını devam ettirebilmelerini
sağlıyordu. Fakat Peygamber’in vefatıyla birlikte Peygamberlik sona erdi ve vahiy bitti. Ancak
Müslümanların işlerinin deruhte edilmesi, sağlıklı ve düzenli bir hayatın devam ettirilebilmesi,
dini Müslümanca bir hayatın garanti altında bulunabilmesi için bir otoriteye ihtiyaç vardı.
Müslümanlar bu amaçla Hz.Ebubekir’i halife seçtiler. Bu bakımdan Hz.Ebubekir
Hz.Peygamber’in risalet görevi hariç bütün görevlerini üstlendi. Daha sonra Hulefa-ı Raşidin,
sonraki halifeler için de durum aynı şekilde geçerlidir.
2- İslamdaki hilafet düşüncesinin dönemiyle mukayesesi: İslam siyaset alanına
her zaman ilkesel yaklaşır. Bir meselede ilke ve prensipleri koyduktan sonra nasıl pratiğe
dönüşeceği konusunda Müslümanları kendi tecrübelerine bırakmıştır. Müslümanlar
Hz.Peygamber vefat ettiği dönemde ve sonrasında aslında başka yönetim biçimlerini,
başkanlık unvanlarını, kurumsallaşmış yapıları biliyorlardı (krallık, kabile şefliği, mutlakıyet ve
saltanat, hilafet kurumu gibi). Müslümanlar tüm bunları bilmelerine rağmen zaman içerisinde
“Ehlü’l hal vel hak” grubu ile halife seçimini oluşturmuş olmaları, halkın biatına dayalı bir
iktidardan bahsetmeleri, dini konuları çiğneyen halifenin azlinin gerekebileceği, halifenin ilahi
bir gücünün olmadığı dolayısıyla otoritesinin ilahi bir sebebe dayanmadığı ve Tanrı adına
konuşan bir konumda bulunmadığı, ümmete ait bir hakimiyeti temsil ettiği, ferdi olarak Allah’a
karşı sorumluluklarının bulunduğu bir yöneticiden söz etmişlerdir. Tüm bunlar
düşünüldüğünde görüyoruz ki halifeliğin ve hilafet kurumunun ortaya çıktığı dönemde İslam
dünyasının çevre coğrafyalarında bilinen yönetim biçimlerinden önemli ölçüde farklılaşmıştır.
Bu anlamda hilafet sistemi o dönemki dünya tarihinin tecrübesi ve mevcut tecrübe itibariyle
amme hukuku ve siyaset teorisi açısından ileri bir seviyeyi işaret eder.
3- İslam’ın Hilafete Bakışı: temel ilkeler ve kültür, sosyal değerlerin birlikte
şekillendirdikleri alan. Müslümanlar “Ehlü’l hal vel hak” grubu ile halife seçimini oluşturmuş,
halkın biatına dayalı bir iktidardan söz etmiş, dini konuları çiğneyen halifenin azlinin
gerekebileceğini, halifenin ilahi bir gücünün olmadığı dolayısıyla otoritesinin ilahi bir sebebe
dayanmadığını ve Tanrı adına konuşan bir konumda bulunmadığını, ümmete ait bir hakimiyeti
temsil ettiğini, ferdi olarak Allah’a karşı sorumluluklarının bulunduğunu kabul etmişler, böyle
bir hilafet sistemini benimsemişlerdir. Bu da İslam’ın hilafete bakış açısını göstermektedir.
4- Biat ve Siyasi Meşruiyet – halife ve reayanın hakları: Halife iş başına ister
seçimle, ister saltanatla ister güç kullanarak; nasıl gelmiş olursa olsun her zaman kendisini
halktan biat almak zorunda hissetmiştir. Bu hükümdarlık gücünün ilahi bir temele
dayanmadığını, iktidarın gücünü ümmetten ve toplumdan aldığını göstermektedir. Yani hilafet
reyadan, ümmetten devşirilen bir güçtür o sebeple biat almayan halife meşru kabul
edilmemiştir. Bu ümmeti fitne ve kargaşaya sürüklemekten çekindiği için bunun bedelinin
Allah’ın kanunlarına karşı çıkmadığı müddetçe baştaki hükümdarın meşru olarak kabul
edilmesi de toplumun görevidir. Bu açıdan biat tek taraflı değildir. Her iki tarafı da sorumlu
tutar. Biat gerçekleştiği anda yönetilenler Allah’ın kanunlarına karşı çıkmadığı müddetçe
baştaki hükümdara isyan etmemek, itaat etmek, arkasından iş çevirmemek durumunda,
yönetici de yönetilenlere karşı sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Biat, görüldüğü
gibi karşılıklı sorumluluk ilişkisi doğuran bir bağdır.
HİLAFETİN TARİHİ SÜRECİ
3)ABBASİLER DÖNEMİ
HİLAFETİN BAĞDAT’A İNTİKALİ
Emeviler döneminde Dımaşk(Şam) olan devlet merkezi Abbasiler döneminde
Bağdat(Irak) a taşınmıştır. Devlet merkezinin değişmesi devletin dayandığı güç
merkezinin de değişmesi anlamına gelir ve basit bir olay değildir. Muaviye’nin
geçmişte Şam valiliği yapması dolayısıyla Emeviler’in merkezi kuzeye taşıması da
şaşılacak bir durum değildir. Hz. Ali de aynı şekilde merkezi kendisini destekleyen
bölgeye yani Kufe’ye taşımıştır.
Abbasiler devlet merkezini kuzeye taşımakla İslam öncesi büyük devletlerden
olan, pars kültürüne sahip birçok devletle komşu olmuş ve o devletlerden siyasi,
askeri, ekonomik, mimari vs. birçok alanda etkilenmişlerdir.
BÜVEYHİLER
Şii bir hanedanlıktır. Bağdat’ı işgal etmişler fakat gücünden faydalanmak maksadıyla
halifeye dokunmamışlar fakat otorite altına almışlardır. Bu durum Selçukluların
yardımıyla son bulmuş bu da Şii iktidarının zayıflamasına yol açmıştır. Abbasi
halifesi Tuğrul Bey’i doğunun ve batının sultanı ilan etmiş veya etmek zorunda
kalmıştır.
HİLAFETİ İLAHİ TEMELE DAYANDIRMA
Abbasiler döneminde artış gösteren bir durumdur. Bazı devlet büyükleri devletin
sarsılan otoritesini kuvvetlendirmek adına bu yönteme başvurmuşlar ve halifelere
ilahi bir güç dayandırmaya çalışmışlardır. Halifetullah ünvanının Abbasi döneminde
sıkça kullanılması bunun göstergesidir. Abbasiler Dönemi halifeliğin toplumdan
iyice uzaklaştığı, halifeye olan tazimin artırıldığı ve halifenin yüceltildiği bir dönem
haline gelmiştir. Bunun sebebi ise devlet otoritesinin güçlenmesi, yerleşmesi ile
bürokrasinin gelişmesinden kaynaklanmaktadır. Temelde ise Sasani Devleti’nden
etkilenmeleri vardır.
HALİFENİN HAKTAN AYRIŞMASI VE BÜROKRASİNİN GELİŞİMİ
Yukarıda bahsedilmiştir.
HALİFENİN DEVLETİ VE DİĞER DEVLETLER
Halifenin otoritesinin dışından birçok İslam devleti ortaya çıkmıştır.
HİLAFETİN SEMBOLLERİ
Para
Hutbe okutma
Asa
Mühür
Hırka
Bunlar hilafet sembollerinin en önemlilerindendir. Bunlar arasında ise Para ve hutbe
okutma ön plana çıkar. Paranın ve hutbenin farklı yerlere ulaşma kapasitesi daha
fazla olmuş oluyor. Bu sayede elden ele geçen para ve meydanlarda, camilerde
okunan hutbeler sayesinde halifenin ismi yayılmış ve bilinmiş hale geliyor. Halifeye
karşı olan kimselerin para ve hutbeden halifenin ismini, mührünü kaldırtması da
para ve hutbenin önemine işaret ediyor.
O zamanlar paranın yapıldığı madenin değerli olması hasebiyle halifenin değişmesi
sonucu geçmiş paralar atılmayıp eritilip yeni halini alıyor veya kullanılmaya devam
ediyordu.
HİLAFETİN EMPERYAL KARAKTERİ
HİLAFETİN BAŞARISI: EMPERYAL YAYILIM VE DİNİ MESAJIN AHENGİ
Müslümanlar 150 yıllık kısa bir sürede hem coğrafi hem ilmi kültürel olarak birçok
beldeye yayılmışlardır. Emperyal yayılım ve İslam dininin verdiği mesajdaki yüce
ahenk bu gelişmeye en büyük katkıyı sağlamışlardır. İkisi de aynı anda ortaya çıkmış
ve beraber devam etmişlerdir.
Bunun benzerini Roma Devleti’nde de görmekteyiz. Çünkü Roma da Hristiyanlığı
kabul etmekle birlikte dini bir ahenk yakalamıştır. Fakat Roma’da emperyal yayılım
ve dini mesajın ahengi aynı anda ortaya çıkmamış ve birlikte devam etmemişlerdir.
Şöyle ki Roma başta herkesin kendi putunun bulunduğu Pagan inancına sahiptiler.
Bir dini ahenge sahip değillerdi. Fakat emperyal yayılımları oldukça güçlüydü. Daha
sonra Hristiyanlığı kabul etmeleriyle birlikte dini bir ahenk yakalamışlar fakat
emperyal yayılımlarındaki başarıyı da kaybetmişlerdir.
HİLAFET SİSTEMİ VE ORTAYA ÇIKAN YENİ DÜZEN: MSL. BİR DÜNYA
EKONOMİSİ
Müslümanlar, değerleri ortak bir dil ile anlaşılabilecek bir dil ortaya çıkarmayı
başarmışlardır. Emeviler döneminde ortaya çıkan bu düzenle Bağdat’ta üretilen
metin Kahire’de, Hindistan’da üretilen metin İspanya’da okunabilmekteydi.
Müslümanlar bunu ilk iki asırda gerçekleştirmeyi başarmışlardır. Ayrıca İslam parası
basılmış, devlet kaynakları tutulmaya başlanmış, bürokrasi ortaya çıkmış, adeta bir
dünya ekonomisi yaratılmıştır. Daha önce birbirlerinden haberi olmayan
medeniyetler birbirleriyle kesintisiz iletişime geçmişler ve ticaret ağında birleşme
imkânı bulmuşlardır.
Ticaret yolları üzerine hâkim olunması ekonominin gelişmesine ve ulaşılamayan
mallara kolaylıkla ulaşılabilmesine katkı sağlamıştır. Ayrıca bunun sayesinde
Müslüman toplumların lüks ve refahı artmıştır.
HİLAFET VE İLİM: BENİMSEME-DÖNÜŞTÜRME- YENİDEN ÜRETME
Müslümanlar farklı kültürleri kolayca benimsemişler, Müslümanlığa davet ile yeni
bir form kazandırarak dönüştürmüşler ve biyoloji, astronomi, kimya vb. ilimlerin
öğrenimiyle yeni şeyler ortaya koymuşlardır.
HALİFE YA DA SULTAN DEĞİL, ÜMMET YA DA MEDENİYET
Bugün bu kurumlar yok olmuş gibi gözükse de etkisi hala devam etmektedir.
DİĞER HALİFELİKLER
-Endülüs, Murabıtlar (Abbasiler’e bağlı), Muvvahhidler, Hafsiler
-Fatımiler
-Mısır Abbasi Hilafeti
OSMANLI DEVLETİ
Osmanlı hilafet kavramını Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethetmeden önce de
kullanıyordu.
Mısır’ın fethi ile hilafet tamamen Osmanlılara geçmiştir. Fakat sanıldığı gibi
Mısır’dan güçlü bir nüfuz geçmemiş, Osmanlı Devleti padişahları “halife” unvanını
sıkça kullanmamışlardır. Osmanlı Devleti 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile
büyük bir toprak kaybına uğramıştır. Kaybedilen topraklardaki Müslümanlar
gayrimüslimlerin idaresi altına girmiş ve bu Müslümanlar hilafet koruması altına
girme isteği duymuşlardır. Bununla birlikte zaten zayıflamış olan Osmanlı Devleti
hilafetin gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymuş ve halife unvanını
daha sık kullanmaya başlamışlardır.
3 Mart 1924 tarihi ile hilafet ilga olmuş ve meclise devredilmiştir. Bugün TBMM’de
manevi olarak yaşamaya devam etmektedir.
HİLAFETİN KUREYŞÎLİĞİ
1) ((İMAMLAR KUREYŞTENDİR)) HADİSİ
2) TARTIŞMANIN TARİHSEL BAĞLAMI( ABBASİ HİLAFETİNİN ZAYIFLAMASI):
Abbasi Devleti’nin ümmet üzerindeki güç ve otoritesini kaybetmesi ve yeni güçlü
devletlerin ortaya çıkması ile Abbasi hilafetini korumak adına ön plana çıkarılmıştır.
3) İMAM MATURİDİ: Soy ve takva, itibar, Kureyş’in diğer kabilelere göre
merkeziliği ve şöhreti, her zaman ehil birinin olacağı düşüncesi
İBN HALDUN: Asabiyet: Kureyş asabidir. Asabi toplumlar hadarilerin yerini alır ve
hadarileşmeye başlar. Daha asabi toplum da bu toplumun yerini alır. Bu böyle
devam eder. Kureyş’in durumu da böyledir. Başta iktidarı elinde tutmaya en layık
olan Kureyş’ti. Hadarileştiği vakit yerini daha asabi bir toplum alabilirdi ve almıştır.
4) OSMANLI SON DÖNEMİ VE SÖMÜRGECİLİK: Osmanlı Devleti döneminde
Hilafetin Kureyşiliği tartışması kızışmıştır. Gerileme döneminde gücünü halifelik
makamıyla ayakta tutmaya çalışan Osmanlı Devleti Batılıların müslümanları
“İmamlar Kureyştendir” hadisi ile kışkırtması sonucu devlet olumsuz etkilenmiştir.
HALİFEDE BULUNMASI GEREKEN ŞARTLAR
MAVERDİ (EL-AHKÂMÜ’S-SULTANİYYE)
1) Adil olmak
2) Hilafet işlerinde ve hükümlerinde içtihatta bulunabilecek derecede ilim sahibi
olmak
3) Kulak, göz, dil gibi beş duyusu sağlam olmak
4) Salim olmak, sakatlığı bulunmamak
5) Amme işlerini idareye, halkın sevk ve idaresini anlamaya yarayan fikir ve bilgi
sahibi olmak
6) Düşmanla harbe, topluluğu korumaya imkan veren güç ve kuvvete sahip olmak
7) Kureyşî olmak
İBN TIKTAKÂ (EL-FAHRİ Fİ’L-ÂDÂBİ’S-SULTANİYYE VE’DÜVELİ’L-
İSLAMİYYE)
1) Akıl
2) Adalet
3) İlim
4) Allah’tan korkmak
5) Suçları bağışlamak
6) Cömertlik kalpleri kazanır
7) Heybet devletin düzenini korur
8) Siyaset
9) Ahde vefa
10) Gizli işlerin farkında olmak
NOT: Halifeliği dini bir kurum olarak gözümüzde canlandırıyoruz. Halbuki siyaset
dini bir söylem üzerine anlaşılamayacak bir kurumdur.