Professional Documents
Culture Documents
İslam Sanatlari Tari̇hi̇
İslam Sanatlari Tari̇hi̇
İSLAM
SANATLARI
TARİHİ
KISA ÖZET
KOLAYAOF
İSLAM SANATLARI TARİHİ
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE- SANAT………………….……………….…….…….……………………………………………..…….……..4
3. ÜNİTE-OSMANLI MİMARİSİ.........................................................................................11
4. ÜNİTE-HAT SANATI................................................................................................... 15
6. ÜNİTE-MİNYATÜR SANATI…………………………………………………………………….…...…….……...25
1. Ünite— Sanat
TANIMI
Sanat bir melekedir. Bir işi yapa yapa disiplinli bir eğitim sonunda geliştirilen ruha ait yaratma
gücüdür. Sanat eserleri bu hüner ve kudretin ürünüdür. İnsanın yaratılışında var olan bu güç, ruhtan
tabii olarak zorlamadan fiil haline gelir. Sanat eserlerinin yaratıcısı sanatkârdır. Sanatkâr yetiştiği
toplumun sevinç ve dertlerini, bütün değerlerini nefsinde şiddetle duyan ve yaşayan insandır. Bu
nedenle fertler kendilerini sanatkârda bulurlar. Sanat, uzun tarihî bir estetik tecrübeden sonra
medeniyetlerin en son elde edilen meyvesidir. Bir toplumun ilk çöküş işaretleri de sanat alanında
başlar. Sanatı yozlaşan toplumlarda maddî ve mânevî kültür değerleri de beraberinde yıkılır.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi gönül erleri ilâhî bir kaynaktan aldıkları hikmetli sözleri, şiir ve söz
kalıplarına dökerek kitleleri arkalarından sürüklemişler, dirliği ve düzeni bozulmuş toplumlarda
sanatlarıyla güçlü bir duygu, düşünce ve iman birliği sağlamış, nesilleri birbirine bağlamışlardır. Sanat
eğitimi aynı zamanda ahlâk eğitimidir. Sanat eğitimi alan bir kimse bir taraftan kendi sanat ve anlama
yeteneğini geliştirirken, bir taraftan da ruhî incelikler kazanarak güzelliğin özlemini çeker, kemale
doğru yol alır. Tarihte bütün uygar toplumlar sanatın bu eğitici ve terbiye edici rolünden
yararlanmışlardır. Günümüzde etki alanını daha da genişleten sanat, eğitim, moral, reklam ve politik
propaganda aracı olarak ve ticarî amaçlarla ve daha pek çok alanda hızlı, ileri teknik iletişim vasıtaları
ile kısa sürede bütün dünya insanlarını etkileyecek bir güce ulaşmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerin,
sanatın bu gücünden yararlanarak dünya milletleri üzerinde kendi kültür ve sanatlarını üstün kılma
çabası ve yarışı içinde oldukları görülür.
Gelişmiş ülkelerin uzun zamandan beri eski uygarlıkların kültür ve sanatlarına karşı gösterdikleri aşırı
ilgi ve sevgisi, dünya kültür ve sanatlarını koruma, tanıtma ve gelecek kuşaklara aktarma gibi
hedeflerinin yanında, sanat eserleri aracılığı ile milletlerin ruh inceliklerini, duygu ve düşüncelerini
öğrenmek ve bu uluslar üzerindeki politikalarını bu alanda yapılan bilimsel araştırmalara göre
belirlemek ve böylece hâkimiyetlerini güçlendirmek amacına da yöneliktir.
Milletlerin medenî seviyeleri ve üstünlükleri ortaya koydukları ve sahip oldukları sanat eserleriyle
ölçülür. Çünkü bir dönemin maddî ve mânevî kültür değerleri en saf bir şekilde sanat eserlerine siner.
Ancak millî özelliği olan sanat eserlerinin tesiri bütün dünyayı sarar ve o zaman sanat evrensel bir
değer ve güç kazanır. Milletlerin hayatı, kökleri mâzide olan güzel sanatlarının canlı tutulmasına,
öğretilmesine, sevilmesine ve korunmasına bağlıdır. Böylece uluslar ya varlıklarını devam ettirirler
veya hâkim kültür içinde erir, tarih sahnesinden silinirler
1. Emevî Devri Mimarisi: Çoğu Emevîler tarafından yaptırılmış olan ilk camiler ordugâh camileridir.
Geniş alanları kaplayan bu camilerin erken tarihlileri arasında, Basra ve Kûfe camileri ile eski
Kahire’de (Fustat) Amr Camii ve Kayrevan’da (Kuzey Afrika) Sîdî Ukbe Camii’nin ilk şekli hakkında
bilgiler bugüne ulaşmıştır. Amr Camii 642’de yapılıp 673’te genişletilmiş, başlangıçta avlu ve mihrap
yokken sonradan açık bir avlu ve sütunlara dayalı bir ana mekân meydana getirilmiştir. İlk yapılışı 702
yılına ve Halife Abdülmelik’e ait olan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ daha sonra 780’de yenilenmiş,
değişiklikler geçirmiş, Haçlıların saray haline getirmesinden sonra Selâhaddin-i Eyyûbî tarafından geri
alınarak tekrar cami haline getirilmiştir. Burada Justinyen devrinden kalma bazı kısımlarından
yararlanılarak, dikine gelişme gösteren bir yapı inşa edilmiştir. Daha sonraki eklemelerle mihrap
duvarında enine bir nefi bulunan ve kesişme yerinde bir de kubbesi olan geniş, sütunlu bir yapı haline
getirilmiştir. Emevî mimarisinin en önemli yapısı ise Şam’da, Emevîyye Camii’dir. İlk camilerin basit
planlarından tamamen ayrılan bu cami gerek mimari planı gerekse biçimiyle asırlarca İslâm
dünyasının pek çok yerinde uygulanmıştır. Halife I. Velîd zamanında 705-715 yılları arasında
tamamlanmış olan Şam Emevîyye Camii burada eskiden bulunan bir Roma tapınağı ile bir Bizans
bazilikasının yerine inşa edilmiştir. Tamamen yeniden biçimlendirilmiş olan bu yapı, revaklı bir
avlunun güneyinde yer alır. Caminin üç minaresi ve dört ana kapısı vardır. Altta yüksek, üstte daha
alçak sütunlarla kemerler, iki katlı bir düzenle ana mekânı üç paralel nefe ayırır.
Abdülmelik tarafından 691 yılında Kudüs hareminde yaptırılmış olan Kubbetü’s-sahre’dir. İslâm
sanatının ilk anıtsal yapısı gözü ile bakılan bu eser, Hz. Muhammed’in Miraç gecesi bastığı ve Allah’a
yükseldiği kabul edilen kutsal kaya üzerinde ikinci bir hac merkezi ziyaretgâh olarak yaptırılmıştır.
Sekizgen yapının içinde ikinci bir sekizgeni sütun ve kemerler oluşturmakta, en içte de daireye
geçilmektedir. Bunun üzerini 20 m. Çapında ve 20 m. yüksekliğinde kubbe örter. İçi zengin mozaik
kaplamalıdır. IX. yüzyıl başlarında kubbe çökmüş, mozaikler dökülmüş ve onarım görmüştür. En esaslı
onarım da Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve dışı mozaik yerine çinilerle kaplanmıştır.
Emevî çöl sarayların bilinen ilk örnekleri arasında Halife Hişâm b. Abdülmelik devrinde 727 yılında
yapılmış olan Kasrü’l-hayri’l-garbî, II. Velîd zamanında yapımına başlandığı tahmin edilen Kasrü’l-
Müşettâ, Hırbetü’l-mefcer Emevî sivil mimarisinin en ilgi çekici örneklerindendir. Kasrü’l-Müşettâ’nın
muhteşem kabartmaları II. Abdülhamid tarafından Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’e hediye
edilmiştir. Günümüzde Berlin Pergamon Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu kasırlar plan bakımından
genelde ana avlu etrafında gelişmiş mimari bölümlerden ve bu iç mekânı içine alan tahkimatlı
duvarlardan oluşmaktadır
2. Abbâsî Devri Mimarisi: İslâm dünyasında Emevîler’in yerine 750’de Abbâsîler’in yönetimi ele
geçirmeleriyle siyasî, askerî, idarî, ilim ve sanat alanlarında çok büyük değişiklikler olmuştur. İslâm
halifeliğinin başkenti Şam’dan Bağdat’a taşınmasıyla Sâsânî ve Mezopotamya sanat geleneklerinden
devşirilen biçimlerle İslâm sanatı Orta Asya doğulu bir çehre kazanmıştır. Ayrıca Orta Asya’dan
devşirilen Türk birliklerinin hilâfet ordusunun saflarına katılmasıyla İslâm sanatı Türk sanatı ile
bütünleşmeye başlamıştır. Abbâsî mimarisinin getirdiği yenilikler arasında şehircilik anlayışı vardır.
Bağdat başta olmak üzere, yeni şehirleşmeler dinî mimariyi ve sivil mimariyi yeni bir yönde
geliştirmiştir. Hârûnürreşid’in ünlü Bağdat’ından bugün bir şey kalmamıştır. Halife Mansûr’un Bağdat 6
şehri (762 – 766) daire şemalı ve dört ana girişli bir merkez olarak düşünülmüş, ortada saray ve cami,
surlara doğru da mahalleler ve çarşılar yer almıştır İslâm sanatı içinde bilinen ilk türbe Kubbetü’s-
suleybiyye’dir. Sonraki türbe mimarisinin gelişmesi Orta Asya Türkleri’yle başlayacaktır. Burada, 862
tarihli yapı, Dicle’nin batı kıyısında küçük bir tepecik üzerinde yükselir. İç içe iki sekizgen ve ortadaki
sivriltilmiş bir kubbe ile örtülüdür. Müstansır, Mu‘tez ile Mühtedî burada gömülüdür. Emevîler’de
olduğu gibi Abbâsîler’de de çöl sarayları ve kasırlar yapılmış olmakla birlikte bunlar daha çok yeni
şehircilik anlayışı ile birlikte yürütülmüştür. Rakka ve Hırakla dairevî şema gösteren, yeni merkezler
VIII. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan Ühaydır Sarayı Bağdat’ın 120 km. kadar güneyinde bulunan,
surla çevrili bir çöl sarayı olarak bazı özelliklere sahiptir
3. İspanya ve Mağrip Sanatı: 711’de İspanya’ya geçen müslümanlar burada 1492’ye kadar hüküm
sürdüler. Bu süre içinde gelişen sanat üslûpları çevreyi kuvvetle etkilemiş, Mağrip denilen Kuzey
Afrika Endülüs adı verilen İspanya’da çeşitli sülâlelerin siyasî egemenlikleriyle sanat gelişmesini
sürdürmüştür. Bütün Kuzey Afrika’da Kayrevan Sîdî Ukbe Camii’nin modeli esas alınmış, dinî
mimaride ve camilerde çeşitli şekillerde bu şema ve form uygulanmıştır. İspanya’da Benî Ahmer
Devleti’nin merkezi Gırnata (Granada) İslâm sanatının son önemli ürünlerini verecektir. Nasrîler
olarak da tanınan Gırnata emîrlerinden kalan en önemli yapı XIV. yüzyıldan kalma Elhamra Sarayı’dır.
Üç kısımdan meydana gelir: Meşver denilen kısım sultanın davalara baktığı ve tebaasını kabul ettiği
yerdir. Bunun dışında taht salonu vardır. Harem kısmının merkezinde aslan heykelleriyle fıskıyeli
havuzu bulunan avlu yer alır. Divan kısmı da havuzlu avlu esasına dayanır. Bütün saray, çeşitli
köşklerden meydana gelmiştir. Plan, ihtiyaca göre meydana gelmiş, sağlamlıktan çok rahat ve
gösterişli süslemeler tercih edilmiştir.
4. Mısır’da Erken İslâm Mimarisi: Mısır’da ilk bağımsız müslüman Türk devletinin kurucusu Tolunoğlu
Ahmed, Sâmerrâ’da görevli bir Orta Asyalı Türk emîrinin oğludur. Kahire’den yüzyıl kadar önce el-
Katayi adını verdiği şehri kuran Tolunoğlu Ahmed, sivri kemeri, süslemesi, gelenekleri ile Türk
mimarisini de Mısır’a taşımıştır. Tolunoğlu Ahmed 868’de Mısır’a egemen olduktan sonra 870’te el-
Katayi şehrini kurmuş, 873’te su kemeri ve hastahane yaptırmıştır. Kısa süren parlak bir devrin
temsilcisi olan camisi ise Mısır’ın İslâm devri anıtları içinde çok önemli bir yere sahiptir. Tolunoğlu
Camii, 876-879 yılları arasında yapılmış tuğla bir yapıdır. Tuğla geleneği Sâmerrâ yolu ile ve Türkler’le
Orta Asya’dan Mısır’a gelmiştir. Sivri kemerlerin kullanıldığı bu yapıda, köşeleri yuvarlatılmış pâyelerle
avlunun kıble yönünde beş paralel nef meydana getirilmiş, diğer yanlar iki nefle teşkilâtlandırılmıştır.
Sâmerrâ Mütevekkiliye Camii’nin yarı büyüklüğündeki yapının minaresi duvarların dışında, rampalarla
çıkılan spiral bir kule şeklindedir. XIII. yüzyılda Memlük Sultanı Lâçin tarafından yaptırılan ekler ve
onarımlar sırasında dıştan merdivenli kare bir kaide örülmüştür. XI ve XII. yüzyıllara ait olan Fâtımî
türbelerinde kare plan tromplu kubbe ve mukarnas dolgular kullanılmıştır. Seb Abenat (yedi kızlar)
adı ile tanınan türbeler açık türbe geleneğini devam ettirirler ve Mısır’daki ilk türbeler olarak
görülürler. 1132 tarihli Seyyide Rukıyye Türbesi de aynı mimari unsurların kullanıldığı bir yapıdır. Şiî
olan Fâtımîler’in İran’la kuvvetli bağları vardı. Bu mimari unsurlar da İran’da bu sırada Büyük Selçuklu
mimarisinin olgunlaştırdığı geleneksel unsurlardır. Bedr el-Cemâlî tarafından XI. yüzyılda yaptırılan
Kahire’nin ünlü sur kapılarının kardeş olan mimarları Urfalı idiler.
1. Karahanlılar Devri Mimarisi: Asya’da Türk-İslâm mimarisinin ilk eserleri Karahanlılar devrinde
ortaya çıkar. Karahanlılar Göktürklere bağlı iken 840’tan sonra devlet kuran Karluk Türkleri’dir. 960 7
yıllarında müslüman olan Karahanlılar 999’da Buhara’yı alarak Sâmânoğulları Devleti’ne son
vermişlerdir. İlk Karahanlı eserleri kerpiç yapılardır. Sonraları ise tuğla mimarisinin en güzel
örneklerini ortaya koymuşlardır. İlk kerpiç yapılarından Eski Dehistan Mezarlığı’nda Şir-Kebir adındaki
büyük kubbeli yapı ştuk (alçı) kaplamalarıyla ve sağlamlığıyla dikkati çeker. Karahanlı camilerinden iki
önemli örnek ise Anadolu Türk mimarisinde en olgun şekline kavuşacak olan “enine gelişmiş, mihrap
önünde kubbeli cami” planıyla merkezi planlı cami formunun ilk örnekleri olarak ele alınabilecek plan
olgunluğu gösteriyor. Kerpiç ve tuğlanın birlikte kullanıldığı Buhara yakınındaki Hazar Camii kare planlı
bir yapıdır. Ortada tuğladan pâyelerin taşıdığı dört tuğla kemer, merkezî kubbeyi taşımaktadır.
Köşelerde de birer kubbe yer alır. Aradaki boşluklar ise tonozlarla örtülmüştür. Bu ilgi çekici XI. yüzyıl
yapısının yanı sıra, eski Merv yakınında XI. yüzyıl sonu ile XII. yüzyıl başlarından Talhatan Baba Camii
tamamen tuğladan yapılmıştır. Enine dikdörtgen planın ortasında, mihrap önünde yapının bütün
genişliğiyle bir kubbe yer almaktadır. Yanlara doğru ortada birer geniş pâyeye oturtulmuş olan bu
kubbe tromplu bir kubbedir. Yan taraflarda ise tonozlar kullanılmıştır. İleriki gelişmelere esas olan bu
iki plan tipinin bu olgunlukta karşımıza çıkması oldukça dikkat çekicidir. Diğer Karahanlı camilerinden
ilk haliyle günümüze ulaşan eser yoktur. Buhara’da Mugak Attari Camii’nin portal cephesi pişmiş
toprak zengin süslemeler arasında çini süslemenin de kullanıldığı erken bir örnektir
2. Gazneliler Devri Mimarisi: Daha önceleri Büyük Selçuklular’la başlatılan Türk mimarisinin
Karahanlılar’da gördüğümüz parlak gelişmesi Gaznelilerle devam etmiştir. Hint ve İslâm dünyalarının
buluşma yeri haline gelen Gazne, Sultan Mahmud zamanında en parlak devrini yaşamıştır. Onun
Arûs-i Felek Camii kaynak bilgilerine göre XI. yüzyıl başında ağaç direkler üzerine zengin süslemeli düz
çatılı bir yapı olarak yapılmıştır. Daha sonra Anadolu Selçukluları’nın “ağaç direkli” camilerinde kalem
işi, çini mozaik gibi değişik malzemelerle benzer özelliklere rastlayacağız. Gazne’de önceleri kule
zannedilen iki anıtsal yapının hava fotoğraflarının yardımı ile yıkılmış olan camilere ait minareler
olduğu anlaşılmıştır. Sultan III. Mesud’a ait olduğu kitâbesinden anlaşılan ilk minare, taş kaide
üstünde yıldız biçiminde yükselir. Üst yarısı silindir şeklinde iken yıkılmıştır. 1115 yılına tarihlenen bu
yapıda içte spiral bir merdiven vardır. Şerefelerin ahşap olma ihtimali kuvvetlidir. Yıldız biçiminin her
tarafı eşit karelere bölünmüş ve her kare içinde zengin tuğla süslemeler yer almıştır. Yazı, bitki dekoru
ve geometrik süsleme değişik şekiller gösterir. Kitâbesinden Behram Şah’a (1117-1149) ait olduğu
anlaşılan ikinci minare de bunun daha basit bir tekrarıdır. Gazneli minarelerinin böylece Karahanlı
minarelerinden farklı olduğu görülmektedir. Bu da Türk mimarisinin araştırma ve yaratma kuvvetini
gösteriyor. En önemli Gazneli Camii, şüphesiz Leşker-i Bâzâr Ulucamii’dir. Son yıllardaki kazılarla
kalıntıları ortaya çıkarılan bu yapı sarayın sur duvarına bitişiktir
3. Büyük Selçuklular Devri Mimarisi ve Etkileri: Horasan’da 1040’ta kurulan Büyük Selçuklu Devleti,
Alparslan ve Melikşah devirlerinde büyük bir imparatorluk haline geldi. 1157’de Sultan Sencer’in
ölümünden sonra Irak, Kirman, Suriye Selçukluları ile devam eden imparatorluk, Atabekler’le Suriye
ve Azerbaycan’da devamını bulmuş, XIII. yüzyılda da Anadolu’da Türkiye Selçukluları ile en parlak
devrini yaşamıştır. İran’da Büyük Selçuklular’ın geliştirdiği plan ve mimari formlar yalnız İran’da değil
Doğu İslâm dünyasında da devam etmiştir. Bunların en önemlilerinden biri, anıtsal cami mimarisidir.
Bu tipin ilk örnekleri arasında İsfahan Mescid-i Cuması öne çıkar. 1072-1092 arasında Melikşah
devrinde en önemli kısımlarıyla ortaya çıkan yapı sürekli eklemeler ve onarımlarla dört eyvan
şemasına sahip geniş avlu etrafında tonoz ve kubbelerle örtülü geniş bir yapı halini almıştır. Mihrap
önünde güney eyvanına bitişik olan anıtsal kubbe, 1080 yılında Melikşah’ın emriyle yapılmıştır. Dört
yuvarlak pâyenin birleştirilmesinden meydana gelen demet pâyeler üzerine oturan büyük kubbe, üç
dilimli tromplarla hafifçe sivrilerek tamamlanır. Selçuklu kubbelerinin geleneksel formunu meydana
getiren bu kubbe diğer Selçuklu yapılarında da tekrarlanacak bir örnek oluşturmaktadır. Selçuklu
mimarisinin İran’da en önemli camilerinden biri, bütün mimari yenilikleri ve araştırmaları tek bir yapı
içinde toplayan Zevvâre Cuma Camii’dir. 1135 tarihli bu küçük ölçüde Selçuklu Camii yüzyıllar boyu
Asya camilerinin planlarına öncülük etmiştir. Yandan girişli, tuğla minareli ve dört eyvanlı avlunun
kıble yönünde mihrap önü kubbesi bulunan bu yapıda, 7,45 m. çapındaki kubbe artık plan içindeki 8
yerini almıştır. Böylece Karahanlı ve
Gazneli mimarisinde geniş ölçüde uygulanmış olan dört eyvanlı avlu şeması ilk defa cami mimarisinde
eyvana bitiştirilen mihrap önü kubbesiyle birlikte bir bütünlük içinde ortaya çıkmış oluyor. İşte bu
plan şeması İran ve Orta Asya camilerinin vazgeçilmez plan şeması olacaktır. Hemen aynı
tarihlerdenkomşu Ardistan Mescid-i Cuması da aynı prensiplerle yapılmıştır Büyük Selçuklu
mimarisinde minarelerde de bir üslûp birliği yaratılmıştır. Bir iki ender örnek dışında, zengin tuğla
işçiliğiyle tuğladan silindirik ve ince uzun minare formu tekrarlanmıştır. En erken medreseler
Gazneliler devrinde ortaya çıkmıştır. Ancak Büyük Selçuklular, Şiîliğe karşı Sünnîliğin geliştirilmesi ve
devlet memuru yetiştirilmesi için medrese fikrine büyük önem verdiler. Melikşah zamanından kalma
Hargirt ve Rey medreseleri günümüze gelebilmiştir. Kalıntılardan bunların dört eyvan şemasına bağlı
avlulu büyük yapılar olduğu anlaşılmaktadır. Hargirt Medresesi’nin ayakta kalan eyvanının tuğla
hamurundan çiçekli kitâbesi bugün Tahran Müzesi’ne kaldırılmıştır. Büyük Selçuklu medreselerinin
daha Tuğrul Bey zamanında gelişmeye başladığı kaynaklardan bilinir
4. Timurlu Devri Mimarisi: İlhanlı devletlerinin dağılmasıyla Timur, 1369’dan sonra büyük bir Asya
imparatorluğu kurmayı başarmıştır. Timurlu yapıları da mimaride önemli bir yenilik getirmemiş, daha
çok süslemeleri ve büyük ölçüleriyle öne çıkmıştır. Bunlar arasında dikkati çeken Şâh-ı Zinde,
Semerkant’ta Kusem b. Abbas’ın türbesi etrafında zamanla oluşan ve Timurlu mimarisinin bütün
ihtişamını yansıtan yapılar topluluğudur. Bu yükseltilmiş kasnaklı, bir kısım yivlenmiş kubbeli yüksek
yapılar, çeşitli ve zengin çini dekoru ile kaplıdır. Bunlar arasında Musa Paşa’nın türbesi en
gösterişlilerindendir (1412). Timur’un Gur-i Mir adıyla bilinen türbesi bu formun en büyük ölçülere
ulaşan bir örneğidir. Çift kubbe yapılarak daha da yükseltilen yapı 1404 tarihlidir. Timur’un hanımı
Bibi Hanım adına yapılan cami aynı tarihte büyük ölçülere varan gösterişli bir yapıdır. Timurlu
mimarisinde alışılmış formlara eklenen cephenin iki yanındaki veya portaldeki minareler burada da
görülür
5. Safevî Devri Mimarisi: Bir Türk sülâlesi olan Safevîler, İran’da özellikle şehircilik alanında mimari
yenilikler getirmiştir. Safevî devri mimarisinin en önemli örnekleri Şah I. Abbas döneminden kalmadır.
İsfahan’da Meydân-ı Şâh adlı revaklarla çevrili alan, dükkânlarla birlikte bir Alay Köşkü ve üç önemli
yapı ile dört yandan çevrilidir. Mescid-i Şâh (1612-1630) dört eyvanı ve kubbesiyle İslâm mimarisinin
en güzel eserlerinden kabul edilmektedir. Zengin mozaik çini kaplamaları yanında cami-medrese fikri
bakımından da bir geleneğin parçası olması bakımından önemlidir. 1710 tarihli Mâder-i Şâh
Medresesi ile Erbil’de Şeyh Safî Külliyesi bu devrin önemli eserleri arasındadır. Sivil mimari de
şehircilikle birlikte yürümüş, köşkler halinde saray pavyonları geniş ve düzenli bahçeler içinde yer
almaya başlamıştır. 1600 tarihli Allahverdi Han Köprüsü ile Puli Hacu Köprüsü bu devrin önemli su
mimarisi eserlerindendir.
6. Hindistan’da Türk Mimarisi: Hindistan’da ilk İslâmî yapılardan önemli eser kalmamıştır. İlk orijinal
yapılar Delhi Türk sultanları tarafından yapılmıştır. Kutbüddin Aybeg 1193’te harabe halindeki bir
tapınağı camiye çevirmiş, sonraları cepheleri, kitâbeleri ve detaylarıyla bir Selçuklu karakteri
kazanmıştır. Bunun yanında yer alan ve Delhi’nin bugün bile bir sembolü haline gelen Kutub Minâr’ın
inşasına ise 1199’da başlanmıştır. Hint-İslâm mimarisinin şaheserlerinden biri kabul edilir. 73 m.
yüksekliğindeki minare yivlenmiş gövdesi ve beş katıyla dünyanın en yüksek minaresidir.
7. Mısır’da Türk Memlükleri Mimarisi: Mısır’da İslâm sanatının erken örneklerini veren Tolunoğulları
ve Akşitler’den daha önce bahsedilmişti. Bundan sonra Fâtımîler Mısır’a uzun süre hâkim oldular.
Onlara son veren Eyyûbîler ise Zengîler ve Büyük Selçuklu mimarisini Mısır’a getirdiler. 1250’de Türk
Memlükleri devrinde ise Mısır ve özellikle Kahire, Türk mimarisi geleneklerine bağlı eselerle
zenginleşmiştir. Türk Memlükleri geleneklere bağlı kalmışlar, Anadolu Türk mimarisi, Büyük Selçuklu
ve Zengî sanatı, Türkistan, Semerkant ve Buhara çevrelerindeki yüksek kasnaklı türbelerle devamlı 9
bağlantılar kurarak yeni, orijinal bir üslûp geliştirmişlerdir. Memlük devri mimarisi geniş ve çok
fonksiyonlu külliyelerde ifadesini bulur. İlk orijinal eserler Baybars devrindedir. 1266-1269 yıllarında
yapılan bu devrin tek bağımsız camisi Kahire’de Baybars Camii’dir. Kareye yakın büyük ölçüdeki yapı
geniş bir avluyu çevreleyen neflerden meydana gelir. Kıble yönünde altı nef, karşıda iki, yanlarda üçer
nef vardır.
b) Dânişmendli Mimarisi: Anadolu’nun ilk fâtihlerinden olan Dânişmendliler, XII. yüzyıl ortasında
Tokat Yağıbasan ve Niksar Yağıbasan medreseleriyle Anadolu’ya yepyeni bir mimari form
kazandırmışlardır. Ortada tromplu kubbenin örttüğü kapalı avlu etrafında eyvan ve hücrelerden
meydana gelen bu yapılar bugün pekiyi durumda olmamakla beraber, Anadolu’nun en eski kapalı
avlulu medrese şeklinin örnekleridir. Dânişmendliler’in 1145 tarihli Niksar Ulucamii kareye yakın plan
veren ve pâyelerin taşıdığı tonozlarla örtülü bir yapıdır. Sadece bir bölümü örten kubbe belirli bir
motif değildir. 1197 ve 1213 tarihli iki kitâbeye sahip olan Sivas Ulucamii ise kısa pâyelerin taşıdığı
basık sivri kemerlerden dizilerin mihrap duvarına dik uzandığı, enine dikdörtgen geniş bir yapıdır.
c) Mengücüklü Mimarisi: XII. yüzyılın sonlarına doğru Mengücüklüler, Divriği ve çevresinde anıtsal
yapılarını ortaya koymuştur. Kale Camii 1180-1181 yılında Şehinşah b. Süleyman tarafından Meragalı
usta Hasan b. Firuz’a yaptırılmıştır. Dikine üç nef halinde gelişen yapıda yanlarda dörder kubbe,
ortada bir beşik tonoz örtüyü meydana getirmektedir. Bu eserde sanat heyecanı Büyük Selçuklu ve
Karahanlılar’a kadar bağlanabilen çeşitli geometrik ve bitkisel süslemenin yer aldığı portallerde
görülür
Türkiye Selçukluları Mimarisi: XIII. yüzyıl Anadolu’da Selçuklu muhteşem üslûbunun yaratıldığı bir
devirdir. Kesme taş anıtsal mimari ve yaratılan mekân etkisini zenginleştirençini mozaik mihrap ve
kubbe içleri, geometrik ve bitkisel süslemeli ağaç minber ve kapı-pencere kanatları bu devrin
mimarisine ayrı bir özellik kazandırır. Konya’da Alâeddin Camii muhteşem ağaç minberinden de
anlaşıldığı gibi Sultan Mesud ve Kılıcarslan devrinden başlayıp, 1220’de Alâeddin Keykubad tarafından
tamamlatılmış bir yapıdır. AnadoluSelçukluları’nın siyasî ve askerî faaliyetlerinin en yoğun
devrineişaret eden bu süre içinde yapı, geniş ve iki ana bölümlü olarak ortaya çıkmıştır. Doğuda,
çeşitli sütunlara dayalı düz damlı kısım, batıda ise mihrap önünde kubbenin yer aldığı bölüm vardır.
1223 yılında Alâeddin Keykubad’ın Niğde’de yaptırdığı Alâeddin Camii de üzerinde durulması gereken
bir eserdir. Kesme taştan yapılmış olan bu eser, mihrap duvarına dikey üç neften meydana gelir.
Mihrap duvarı önündeki yan yana üç bölüm üç kubbe ile diğer taraflar tonozlarla örtülüdür. Ortada 10
avlu fikrini yaşatan açık kısım yer alır. Ana giriş doğu tarafında, yandadır. Süslemeleri, taş işçiliğinde
figürlü kabartmaları ile yapının yüksekliğini aşar. İlk orijinal Anadolu Selçuklu minarelerinden biri olan
kesme taştan silindir biçimindeki minarenin arkasında mahfile açılan ikinci giriş yer alır. Alâeddin
Keykubad’ın yaptırdığı Malatya Ulucamii ise kesme taş ve tuğla bir yapı olup 1224’te tamamlanmış,
daha sonra onarımlargörmüştür. Mihrap önünde kubbe ve arkasında revaklı iç avluya açılan eyvan
diğer taraflar tonozlarla örtülüdür. Bu yapı ve mimarı, Anadolu Türk ustalarının İran Büyük Selçuklu
mimarisine yabancı olmadıklarını, fakat yepyeni bir yaratma heyecanı ile yeni denemeleri tercih
ettiklerini gösteriyor. Yapıda, eyvan ve revaklardaki çini mozaik ve sırlı tuğlanın ayrı bir önemi vardır.
Kayseri’de Alâeddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Huand Hatun Külliyesi (1238), cami, medrese,
hamam ve kümbetiyle ilk Anadolu Selçuklu külliyesidir.
11. Anadolu’da XIV. Yüzyıl Beylikleri Mimarisi: Beylikler devri, mimarisi Osmanlı sanatının anıtsal
üslûbunu hazırlamıştır. XIV. yüzyıl başında Selçuklu mimarisinin canlılığını kaybetmediğini gösteren
eserler vardır. Yüzyılın sonlarına kadar da Selçuklu mimari üslûbu etkisini göstermekle beraber,
beylikler döneminde yeni üslûp gelişmeleri kendini belli etmektedir. Etrafındaki diğer yapılardan
ayrılmış ve önünde son cemaat yeri bulunan tek kubbeli kübik karakterde camiler bu gelişmenin
başlangıcı olup, Konya’da XIII. yüzyıl mescidlerine bağlanabilir. Karamanoğulları, Selçuklu tahtının
vârisi iddialarıyla Konya ve Karaman’da en çok eser bırakan beylik olmuştur. Aksaray Ulucamii ile
Konya İplikçi Camii Karamanoğulları cami mimarisinin temsilcileridir. Aksaray’da Zinciriye, Ermenek’te
Tol Medrese Selçuklu avlulu medreselerinin üslûbunu devam ettirir. Konya’da Hasbey ve Nasuh Bey
dârülhuffazları küçük ölçüde fakat gösterişli cephelere sahip iki denemedir. Akşehir’de Seyyid
Mahmud Hayranî Kümbeti 1409’da son şeklini almıştır. Mevlânâ Türbesi gibi yivli bir tambur kısmıyla
yükselen konik çatı dikkat çekici bir özelliğe sahiptir. Candaroğulları’nın Kastamonu’daki İbn Neccar
Camii, 1353 tarihinde, İznik’teki Osmanlı camilerinin gelişmiş bir biçimi olarak tek kubbeli ve üç
bölümlü son cemaat yeri bulunan planı benimsemiştir. Kasaba köyünde 1336 tarihli Mahmud Bey
Camii ise Selçuklu ağaç direkli camiler geleneğini başarılı biçimde sürdüren ilgi çekici bir yapıdır.
Ayaş’ta da Ahîler devrinden bu tipte yapılar göze çarpar. 1454’te İsmail Bey’in yaptırdığı külliyede ise
cami, Osmanlılar’da bu devirde gelişmekte olan ters T veya zâviyeli tipin bir uygulamasıdır.
11