You are on page 1of 16

16 Aralık 2020

SEKÜLERLEŞME TARTIŞMASI
Sekülerleşme bir süreci sekülerizm ise bir ideolojiyi ifade eder.

Sekülerleşme hala devam eden bir süreçtir ancak bu özellikle 19.yy sonrasında meydana
gelmemiştir ama bu yüzyıldan sonra ciddi bir ivme kazanmıştır.

18-19.yy’da insanın akıldan başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı algısı oluşturdu. Her şeyin ölçütü
insandır. Beşerperesti, kendine tapan bir insan tasavvuru oluştu.

Sekülerizm; insanların dine ihtiyaç duymadığı, dinle ifade edilen her şeyin aslında insan aklıyla
örtüşmediği, insanın özgürlük talebini engelleyen tüm dinsel ideolojilerden uzaklaşması
gerektiğine işaret eder.

Sekülerizmin birden fazla tanımı vardır.

“19.yy’da ortaya çıkmış bir ideolojinin şehirleşme, rasyonelleşme, farklılaşma ve teknolojik


gelişmelerle birlikte dinin ve her türlü metafiziksel öğretinin toplum ve bireyler üzerindeki
etkisini kaybetmesi belli bir süre sonra dinin hem bireylerin hem de bireylerin vicdanlarından
yok olup gitmesi. ” (Kemal Ataman)

Akılın olduğu yerde akıl dışı olana yer yoktur.

Laiklik ve Sekülerizm arasındaki fark; Laiklik, sekülerizmin devletteki formüle edilmiş halidir.

Amerikan sivil dinine bütün Amerikalılar saygı duyarlar. Bayrak ve kendi dinlerine karşı bir
düşmanlıları yoktur.

Sekülerleşmenin hayatın normal akışı içinde olmadığını 1989 yılında Berlin Duvarı’nın
yıkılmasıyla Sovyetler Birliği dağılmaya başlıyor. Böylece baskıcı devlet anlayışı yerini daha
özgür, serbest bir yaşama bırakıyor. Devlete başkaldırmadığın sürece dinini nasıl yaşarsan yaşa.

Sekülerleşme ilerlemeci tarih anlayışı üzerine bina edilmiştir. Böylece bir tolum bir kere
sekülerşti mi artık geri dönüşü yoktur. Ama bu iddianın böyle olmadığını görüyoruz. Bu teorini
ortaya atıldığı dönem itibariyle özellikle İslam Toplumları için asla geçerli değildir. Çünkü bu
dönemde dini-siyasi hareketler baş göstermiştir. İhvanı müslimin, Hilafe, Cemaati müslimin
hareketleri gibi. (Kolonyalist taraflara karşı yürütülen islami mücadele) (Religion Political)
Bırakın sekülerleşmeyi ıslah faaliyetleri yürütülmüştür.

Sekülerşmenin varlığından söz etmemiz için bir değişimin söz konusu olması gerek oysaki
geçmişin şimdiye nazaran daha dindar olduğuna dair bir veri sunulamıyor. Geçmişin daha dindar
olduğu bir mitten ibarettir. Tam aksine geçmişteki dindarlık bilinçli tahkiki bir dindarlık değildir.
Prensin sahip olduğu din ahalinin de benimsemek zorunda kaldığı dindi. Günümüzde yaşanan
dindarlık daha bilinçli bir dindarlıktır. Geçmişe nazaran kadınlar toplumsal alanda daha çok var
olmak istiyorlar ama dini kimlikleri ile birlikte var olmak istiyorlar. Bugün olan fenalıkların
hepsi geçmişte de vardı ama şuan daha aleni yapıldığı ve daha rahat kayıt altına alındığı için
geçmişe göre daha çok görünüyor ama hâlbuki geçmişten çok da farklı şeyler yaşanmıyor.
Görüyor olmak bulaşıcıdır. Günümüzün problemi budur. Din dışı mevzuların bu kadar
yoğunmuş gibi görünmesi görünür hale gelmesi ile de ilişkilidir. Bugün ki fenalıklar toplumsal
olarak bir sekülerleşmeye işaret etmezken bireysel manada kişilerde manevi bir erozyona
sebebiyet vermiş olabilir.

ABD örneğinde herkes kiliseye gitme gereği duyar dini devletin bir aygıtı olarak
tanımlamamasına rağmen. Milli ve dini olanın bu kadar yaygın ve toplum üzerinde etkili olduğu
az ülke vardır. Amerika’da dindarlığın ölçütü kilise üyeliğidir. Din adamlarının ücretlerini devlet
vermez cemaat tarafından karşılanır. Kilisedeki birey sayısına göre dindarlığı ölçüyoruz. Ama
kiliseye olan üyeliğini kesmiş olması dinden uzaklaştığı anlamına gelmiyor. İnsanlar bir dinden
çıkıp başka bir dine giriyor, üyeliğini bir kiliseden başka bir kiliseye aldırabiliyor veya hiç üyelik
gerektirmeyen bir dine mensup olabiliyor. Aynı din içindeki mezhepler de kendilerini din olarak
görürüler Hristiyanlıkta. ABD dünyanın en gelişmiş aynı zamanda hala muhafazakâr
sayılabilecek ülkesi dolayısıyla sekülerleşme iddiasının sünmüş olduğu gelişmişlik, ileri
teknoloji beraberinde dinsizliği getirir iddiası bu yönüyle de doğru değildir. Dindarlığın farklı
bir yöne evrildiği bir süreç yaşıyoruz ama bu sekülerleşme değildir. Dinde bir dejenerasyon
yaşanmaktadır. Tesettür kıyafetlerindeki değişim. Dinde çözülme.
23 Aralık 2020
YENİ DİNİ HAREKETLER
Dindarlığın farklı formlara bürünmesi sekülerleşme değildir. Bazı kesimler YDH’leri
sekülerleşmeye delil olarak geleneksel din formları ortadan kalktı onun yerine YDH geldi
diyorlar. Dolayısıyla bu bir sekülerleşme göstergesidir. Bazı sosyologlara göre ise ydh’nin
çokluğu seküleşme teorisinin çöktüğünün göstergesidir. Aydınlanma ile birlikte gelen aklın
öncelenmesi bırakın dini mitolojiyi bile ortadan kaldıramamıştır. Hocanın da içinde bulunudğu
sosyologlara göre ydh’nin varlığı sekülerleşmenin tam karşıtı bir argümandır.

“20.yy’ın ikinci yarısından özellikle Batı Avrupa’da ortaya çıkan ve daha sonra dünyanın farklı
bölgelerine yayılan yeryüzünün inanç haritasının bir parçası haline gelmiş olan din veya din
benzeri grupları ifade etmek için kullanılan bir kavram.”

YDH’nin Sosyolojik açıdan öne çıkan özellikleri

Mevcut sosyal yapının, dünya görüşünün ve dini yapının eksik ve onlara göre problemli olduğu
mekân ve zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bir boşluğa, ihtiyaca binaen ortaya çıkmışlardır. Bu
ihtiyaç maddi ve manevi yoksunluktan kaynaklanabilmektedir. Bugün ana akım olarak kabul
ettiğimiz birçok din ilk oluştukları dönemlerde yeni dini akımlardı. Sayılarının 20.yy’dan sonra
artmıştır demek bir nebze doğrudur ama varlıkları insanlık tarihi kadar eskidir. Yeni dini
hareketlerin yeni olması yeni olduğu, yeni kalacağı için değil yeni ortaya çıktığı içindir.
Neredeyse bütün YDH içinde bulundukları kültürden etkilenir ve onlardan birer parça
bünyelerinde taşırlar. Tamamen yeni bir şey ortaya koyduğunuz vakit insanlar bunlara aşina
olmadıkları için taraftar ve süreklilik noktasında sorun yaşarlar bu sebeple tamamen radikal
gruplar da aynı sorunu karşı karşıya kalmışlardır.

İnanların nerdeyse bütün mesailerini harcamaları gerektiğini düşündükleri bir kurtuluş temasına
ağrılık verirler.

Müntesiplerine, hareketin prensiplerinin anlatıldığı bir eğitim verilir.

Yeni bir dünya düzeni tesis edeceklerini iddia ederler. Dünyanın kötüye gittiği ve buna son
verilmesi gerektiği düşünülen bir anlayış vardır. Kıyametin yakın anlayışı. Buna bağlı olarak
Mehdi-Mesih anlayışı vardır.
Bütün YDH aynı kategoride değillerdir. Yoga, meditasyon gibi ritüellerle metafiziksel öğretileri
redden gruplar da vardır. Bireysel bir inanç söz konusudur.

Bir harekette mutlak olarak bir lider ve bağnazlık varsa bu hareket tehlikelidir. Rasyonel
düşünceyi, özgürlüğü, düşünmeyi kısıtlıyorsa, sürekli günahlar, suçlar manipüle ediliyorsa bu da
yanlış bir tutumdur. İzolasyonu da telkin etmemelidir.

Geleneksel tasavvuf anlayışımızda tekke ve zaviyeler insanlar topluma adam yetiştirirlerdi


cemaate değil. Er kişi olmayı bize öğretir.

Hiçbir cemaat full time hizmeti şart koşmamalıdır.

İnsan ictimai bir varlıktır. Güvenlik ve başka gerekçelerle sürekli güvenli ortamlar ararlar. Dini
veya ladini gruplarda bu ortamı oluştururlar. Bu sebeple bunları tamamen kaldıramayız.

İki dünya görüşü birleştiği vakit bir transformasyon gerçekleşir güçlü olan tarafta bu değişim
daha az olur. Yeni dini hareketler de hem içinden geldikleri dini yapından etkileniyorlar hem de
o dinin unsurlarından daha farklı unsurları başka dini geleneklerden devşiriyorlar ve kendi
yaşam/dini pratiklerine ekliyorlar. Bütünüyle kopmuyor bütünüyle aynı da değil. Dolayısıyla
YDH eklektiktirler kendi görüşlerine paralel görüşleri bünyesine alır. Ancak YDH’nin bir kısmı
da eklektik olmanın yanı sıra senkretiktirler. Yani hangi dini gelenek olursa olsun illa kendi
dünya görüşleriyle uymak veya paralel olmak zorunda değil birbirine zıt unsurları da bünyesine
dâhil etmesi senkterik özelliğini meydana getiriyor.

YDH’de mutlak hakikati temsil ettiğini söyleyene bir lider vardır ve bu lidere de mutlak manada
bağlılık söz konusudur.

YDH, İslam dünyasında da hep oluvermiştir. (Kadiyanilik, Bahailik…)

YDH’nin 1960/70’lerden sonra sayılarının artma sebebi nelerdir?

Hakikat arayışı bireyselleşti. 1960’lar aslında 2. Dünya sonrasına tekabül ediyor. Bir güvensizlik
durumu oluştu ve insanlar büyük anlatılardan ziyade küçük anlatılara inanır hale geldiler.

Dine teolojik açıdan bakanlar ydh’yi negatif, bir tehdit olarak algılarlar. Sosyolojik açından
bakıldığı vakit aslında kurumsal dinlerle çok sıkı paralellikler kurarsın
30 Aralık 2020

SOSYAL DEĞİŞME VE DİN ARASINDAKİ İLİŞKİNİN MAHİYETİ

“Din ve Kültür” metni üzerine

Tabiri caizse insan bitmemiş tamamlanmayı bekleyen bir proje olarak dünyaya gelmiştir. İnsanın
dünya görüşü, toplumda olanlarda içinde olanların dışarı vurmasıyla oraya çıkan bir sentezdir.
İnsanın doğduğu ortam farklı unsurlardan beslenen bir ortamdır.

 İnsanoğlu doğadaki zorluklar karşısında başa çıkabilmek için kendi imajında tanrılar
yaratmışlardır. Antropolojik bakış açısı nerde bir toplum varsa orada bir din vardır.
 Dinin vahiy kaynaklı olduğu ve insanların bunu yaşadığı

İki yaklaşımın da bugün takipçileri vardır.

Halk dini ve resmi din ayrımı. Resmi dinden kast edilen din kurucusunun oluşturduğu ve kutsal
olarak kabul ettiği metinler ve âlimlerin kutsal metinlere bağlı kalarak ortaya koyduğu yaşam
biçimi resmi dindir. Resmi (otantik) dini DİB’dir. Hristiyanlıkta resmi din Katolikliktir. Resmi
din ulemanın din budur dediği dindir devletin resmi dini değildir. Hiçbir din ilk ortaya çıktığı
şekliyle kalmaz mutlaka birtakım değişikliklere maruz kalır.

Folk (popular) religion; Resmi dine eklenmiş eklektik bir din anlayışı. Resmi dinin yasakladığı
birçok şeyi halk dininde görmemiz mümkündür. Türbeye gidip dua etmek, medet ummak. Resmi
dine bir alternatif değil paralel bir yapılanma söz konusu değil sadece resmi dine eklemeler
mevcut.

Din-Kültür Arasındaki ilişki

 Geleneği yüceltip gelenekte ne varsa kutsayan kesim


 Geleneği tamamen reddeden, gelenekte olanların çoğunun aslında peygamber
zamanında, kutsal metinlerde olmadığında hareketle dışlanması yok edilmesi gerektiğini
savunan kesim.

Din toplumdan toplumda dinden pek çok unsurla birbirlerinden etkilenirler. Diyalektik bir
durum söz konusudur. Kültür ve dinin etkileşiminden dolayı bugün Anadolu İslam’ı, Arap
İslam’ı gibi söylemler mevcut.
Bazen sonradan Müslüman olanlarda yetiştiği toplumun ve dini çevrenin tanrı anlayışı hemen
veya çok uzun süre değişmez.

Her toplumdaki İsa figürü farklıdır. Çekik gözlü, sarışın, siyahi, kalın burunlu gibi farklı farklı
İsa tasavvuru vardır. Din değerler ve doğrular bakımından farklılık arz edebilir.

Vahiy tektir ve peygamber efendimiz de vahyin pratiğe dökülmüş halidir. Biz de vahyin bu
pratiğe dökülmüş halini kendi zaman ve şartlarımız bağlamında anlamaya çalışıyoruz, taklit
ediyoruz. Bu sebeple farklı bir İslam değil farklı yorumlar ortaya çıkıyor.

Batı’nın anladığı Avrupa İslam’ı aslında Hıristiyan İslam’ıdır. Hıristiyan değerler üzerine bina
edilmiştir.
Rönesans’ın en önemli eserleri olarak Hz. Musa, Hz. Davud heykelini….görürüz. Normalde
Yahudilikte özellikle kutsal şahsiyetlerin heykelleri yasaktır. Ama burada bir sentez söz
konusudur.
İki kültürün karşılaşması sonucu bir sentez oluşur.
Peygamber efendimizde vahiy ışığında topluma karşı üç farklı tavır sergilemiştir.
 Toplumdaki bazı uygulamalar tamamen reddedilmiştir.
 Bazı şeyler revize edilmiştir. nikâh gibi
 Bazı uygulamalar olduğu gibi bırakılmıştır.
Mevlud gibi bazı dini olmayan uygulamalar Kur’an okumak gibi dini uygulamaların önüne
geçebiliyor.
Vahiy standarttır ancak bu vahyin her toplumda nasıl yaşanması gerektiği noktasında farklılıklar
vardır. Bizler bu unsurları göz ardı edip Peygamber döneminde olmadığı için yasaklanamaz
olduğunu söyleme hakkına sahip değiliz.
Özellikle ilahiyatçılar olarak tek bir ayetten hüküm çıkaramayız. Dini hayatımızı sadece
hadislerle regüle edemeyiz asıl hüküm koyanlar fıkıhçılar ve kelamcılardır. Ayetlerin bağlamı
önemlidir bu bağlamlar gözünde bulundurularak hüküm verilmelidir.
Din ve toplum arasında sıkı bir ilişki var. Din sürekli bir vahiy değil, vahiy ve sünnet standarttır
ama bunlar farklı zaman toplum bağlamlarında sürekli bir oluşum halindedir. Din dediğimiz ana
yapıya sürekli yeni şeyler eklenmektedir. Helali haram, haram helal görmediği sürece bunlar
önemli değerli şerlerdir.
6 Ocak 2021
“ÖTEKİ”
Ötekileştirmenin negatif bir çağrışımı olmakla birlikte “öteki” nin felsefi, sosyolojik anlamda
negatif bir anlamı yoktur. Ötekileştirmede üstün bir özne ve ondan daha düşük seviyede bir nesne
var. Hegel’de efendi- köle ilişkisi olarak ortaya çıkar, Karl Marx’ta pruterya- Burjuva olarak
ortaya çıkar. Üstün her zaman güçlüdür. Alttaki her zaman üst tarafından manipüle edilebilir.
Hangi dine, hangi meşrebe, hangi mezhebe, hangi yaşam tarzına sahip olursa olsun herkesin aynı
toplum içerisinde tüm ötekiliğiyle tüm varlık ve çeşitliliğiyle var olma hakkına sahip olduğu
anlamına geliyor. Öteki; hiç kimsenin dünya görüşüne, yaşam tarzına, dinine, imanına
bakmaksızın onu otantik bir varlık olarak kabule etmek. Yapısalcı bakış açısında birey kendi
kararlarını kendisi alamaz özgür değildir kendilerine biçilen rolleri oynarlar. Post modern
söylem bu yapısallaşmaya tepki gösteriyor. Ötekine karşı müsbet bir tavır takınma meselesi

Öteki meselesinde daha çok farklılığa, çeşitliliğe yorum yapılır. Benzerliklere vurgu yapılmaz.
Benzerliğe aşırı vurgu statükacılığı benimseyen şeylerin olduklarından daha farklı olabilme
ihtimallerini göz ardı eden en doğrunun en çok size benzeyenin olduğunu düşünmektir. Bu böyle
bir bakış açısı kurumların meşruiyetini sorguluyorlar. Postmodern dönem tüm ötekiliği ile
aramızda. Ötekiliği temsil eden insan teki aramızda. Bu birlikte yaşamı mümkün kılan
hızlandıran küreselleşmedir. Köye dönen dünya. Köye bir yabancı geldi aslında yabancı değil
ama farklı bir dünya görüşüyle geldi. Ötekine nasıl bir tavır takınacağız?

“Tüm ötekiliği ile var olmaya çalışan insan teklerinin ya da onlardan oluşan bir insan
topluluğunun fonksiyonel bir toplum inşa etme imkanı denir?” Öteki olmak iyidir ama ne kadar
öteki olmak. Eğer farklılıklar insanları birbirleriyle iletişim kurmaya engel hale getirecekse
burada bir sıkıntı vardır. Eğer bir toplumda değerlere kurumlara aşırı derecede entegre olunursa
ki bu benzerliğe işaret eder orada anomi ortaya çıkar tam tersi aşırı bireyselcilikte aynı sorunu
doğurur. Birlik benzerliğe vurgudur. Günümüzde artık kimse din birliğinden bahsetmiyor.
Ötekinin gelişi bu benzerliğe kalıp düşüncelere sahip olanların keyfini kaçırmıştır. Çünkü onunla
nasıl iletişime geçeceğini bilememektedir. Ötekinin gelişiyle ilgili üç farklı cevabımız vardır.
(Ötekini kendine benzetmek)

1- Geleneksel tutumdur. Dışlayıcı tavır. Bütün mesele hakikatin kimin tekelinde olduğudur.
Postmodern döneme kadar hakikatin benim, senin, onun tekelindedir. Ya bize
benzeyecek ya yok edilecek. Mikro düzeyde bireyin kendisini haklı görmesi makro
düzeyde dinin ve kurumların, toplumsal grupların kendilerini haklı görmeleri. Hakikat
bizdedir pre modern döneme aittir.
2- Daha kuşatıcı bakış açısı var. Burada da yine hakikat asıl bendedir görüşü var ama ben
de olduğu gibi başkasında da olabilir anlayışı vardır. Dışlayıcı bakış açısı daha
delikanlıdır. Kuşatıcı bakış açısında seçicilik vardır. Biliyoruz bizimki doğrudur
sizinkinde de doğruluk payı olabilir. Bu ötekinin dünya görüşünü yeterince ciddiye
almıyoruz demek oluyor. Sizinkinin kötü bir kopyası olarak görülür.
3- Çoğulculuk, Hakikat tektir doğrudur ama hakikat sadece belli bir dine mahsus değildir.
Farklı yollardan hakikate ulaşmaktır. Farklı yolların olması farklı hakikatlerin olması
anlamına gelmez. Belirleyici olan pasaporttur. İslam’ın ötekine karşı geliştirdiği fix
değişmez sabit bir fikir yoktur. Zaman, mekan şartlar içinde bulunulan durum esnek
kabul edebileceğimiz doktrini şekillendirir. Şartlar değiştikçe bazı hükümler değişebilir.

İki farklı dünya görüşü karşılaştığı zaman görüşler de örtüşme olabilir bazı konularda da çatışma
olabilir. Makul olan benzerliklerden yola çıkarak farklılıkları tolere edebilmektir. Burada en
temel parametre insan olmaktır. İnsan olma paydası yeni ve herkesin yapabileceği bir tutum
değildir. (Dinde kardeş yaratılışta benzer)

13 Ocak 2021

Ulus Olmanın Kutsal Temeli: SİVİL DİN


Sivil din; Toplumu kurumsal, dinlerinden bağımsız olarak üretmeye çalıştığı kurumsal dini yer
yer gölgede bırakmayı göze alan yeni bir yapılanma biçimi çok etnikli, çok dinli, çok kültürlü
toplumsal yapılarda birer mozaiği andıran buluşmalarda kurumsal dinin sınır ve beklentilerine
bağlı kalmaksızın onları da içine alan harmanlayıp dönüştüren sorunları ele alan yeniden inşa
eden farklı bir dini talebkârlık.

Kilisenin toplumsal ağırlığını bastırmak kilise ile toplum arasındaki ilişkiselliği göz ardı ederek
toplumun bütün kesimlerini kuşatan daha üst düzeyde ortak bir din ihdas etmek.

Sivil din toplumun üyelerinin tamamını bağlama iddiası taşıyan ruhaniyetini duygusallığını,
aidiyetini kuşatma altına alan herhangi bir kurumsal dinin pratiklerinden bağımsız bir heyecan
dalgası bir mensubiyet duygusu yaşatmayı hedefleyen bir oluşum. Bu söylem özellikle ABD
bağlamında değerlendirildiğinde yurttaşlarını seçilmiş bir halk olarak lanse ettiği bu duyguyu
vermeye çalıştığı söylenebilir. Daha derinlere gidildiğinde gösterişli, şatafatlı ulusal varlığa
yönelik organizasyonlar sivil dinin esaslı birer ögesidir.

Birbirinden farklı kimlikleri bir arada tutma arzusu taşıyan bütün bu çeşitliliği ortak bir ideal
ortak bir beklenti içerisinde tutmaya ve onları yeni inançları içerisinde mutmain kılmayı
amaçlayan sivil din en başta faşizm olmak üzere çok farklı bağlamlara fırsat veren özellikleri
nedeniyle de çok tartışılmıştır. Sonuçta bireylerin özelini ihlal eden totaliter dışlayıcı
Fundamentals bir ideolojiye işaret eder.

Sivil Din bir din midir?

Sivil; dini ve askeri alanın dışında kalan (olmayan) topluma ait olan bu yönüyle seküler la dini
bir kavramdır.

Bir ulusun ulus olması için mutlaka bir kutsal gereklidir ancak buradaki kutsaldan kasıt ilk
anlaşılan manada ilahi kaynaklı bir şey değildir. Kutlanmaya değer her şeyi bu manada kutsal
kabul edebiliriz.

**********

Vekil dindarlık, inanmak ama bağlanmamak ve sivil din teorisi 1960’lardan sonra din
sosyolojisinin başat problemleri haline gelmiştir.

Sivil din, tüm farklılıklarına rağmen bir ulusu ulus yapan bir çatıdır.

Temelinde duygu olmayan birlikteliği sağlayacak tüm farklılıkları aşacak üst bir kimlik olmadığı
sürece fonksiyonel bir toplum olamayacağı ima yapılmaktadır ulus olmanın kutsal temeli başlığı
ile. Kast edilen ulus olmak için dini devletin ortasına oturtmak değildir. Ancak nerede
fonksiyonel bir toplum varsa orada sivil din veya benzeri bir olaya rastlanır.

Sivil; dini ve askeri alanın dışında kalan (olmayan) topluma ait olan bu yönüyle seküler la dini
bir kavramdır. Halkı ilgilendiren

Din; dine sosyolojik ve teolojik olmak üzere iki farklı bakış açısıyla yaklaşılır. Dini tanımlamada
Dukheimcı ve Weberci olmak üzere iki temel yaklaşım vardır. Durkheimcı yaklaşım dinin ne
olduğunu işin başında bilir önce dinin tanımı ortaya koyar daha sonra araştıracağı alanı bu tanıma
göre tespit etmeye çalışır. Bu tanıma uyanları din veya din dışı olarak kategorize etmeye çalışır.
“Din ahlaki bir komite olarak insanları bir araya toplayan kutsal ve kutsal dışı(?) helal ve haram
gibi bir takım tabular koyan ve bu yönüyle insanlara aidiyet sağlayan ve toplumun işleyişini
sağlayan insan topluluğudur.” Metafiziksel anlamda kutsal olana, ilahi olana bir gönderme yok.
Bu dinin fonksiyonlarından hareketle yapılmış bir tanımdır.

Weber ise bir din tanımı ile başlamanın tehlikeli olduğunu söylüyor. Araştırmaya kendi rengini
verir onu yönlendirir.

“Sivil Din”, öyle bir din ki devletin parçası değil ama Yahudilik, Hıristiyanlık gibi geleneksel
İslamiyet gibi kurumsallaşmış bir din de değil. Devlet içinde de dışında da bir hiyerarşisi yok.
Tam tersine ritüelleri, sembolleri varsa bu kamusaldır, halka açık yerlerde gerçekleşir ve bir
toplumun geçmişinde var olan hususlardır.

Sosyal Mukavele

Sivil toplumu iki boyutu ile ele alıyorum bir sosyolojik boyut burada Durkheim’ın din ve toplum
ilişkisini ortaya koyduğu şekliyle analiz etmeye çalışıyorum. Durk. Eğer bir toplum işliyorsa
fonksiyonelse temeline zaten bir din vardır. Kaynağının ilahi olmasına gerek yok.

İkinci boyut; siyasi kaynağı olan tarafı bu “sivil” kavramından dolayı tehlikelidir. Devlet
yapılanmasında yer buluyor. Ve burada sivil din dediğimiz şey politik dine evriliyor. En belirgin
temsilcisi Roussue’dur ve ona göre bir devlet kendi işletim mekanizmasında din olmaksızın
işlevsel olmasına imkân yoktur. Hayalinde daima kadim Roma vardır ve din-devlet ayrılmaz.
Devletin tanrıları vardır ve din ve devlet iç içedir halk bu tanrılara inanmak zorundadır
inanmamak idam için yeterli bir sebeptir.
20 Ocak 2021

SİVİL DİN

Toplumda bütünlüğü sağlayabilmek için vatandaş olmalarının ve bir mukavele gereği olarak asla
taviz veremeyecekleri bir din inşa etmeye çalışılıyor buna da sivil din deniyor.

Rousseaucu bir bakış açısıyla Sivil dinin birtakım prensipleri vardır.

 Yüce tanrıyı çağrıştıran aşkın bir Tanrı’ya inanmak. Semavi dinlerdeki ilah anlayışından
farklı.Bir korku uyandıracak, hesap soracak, gözetip kollayan bir varlığa inanmak
olmazda olmazdır. Devletçi, politik bir sivil din yaklaşımıdır bu.
 Dünyada yapılan kötülüklerin cezasız kalmayacağı bir öte dünya anlayışı var. Hoşgörülü
olmak gerek. Her vatandaş üzerine düşen görevleri yapmak zorundadır.
 Devlet mekanizması içerisinde olması gereken siyasi yönü ağır basan fonksiyoneldir.
Devletin kusursuz işlemesi amacına matuftur.
 Meşru güç yalnız ve yalnız devlette olur. Devlet gerektiğinde bunu toplumun sağlığı,
bekası için kullanır. Bu gücü kullanmak devlet olmanın bir gereğidir. Hatta bazen ileri
de gidilir ve devlet toplumda hoşgörüyü sağlamak adına hoşgörüyü bozan grupları
cezalandırma yetkisi vardır. Güce dayalı hoşgörüyü sağlamak.

Durkheim Yani Sosyolojik Boyutu ile Sivil Din (Yapısalcı Yaklaşım)

 İster inşa edin iste etmeyin zaten insanoğlu bir araya gelebiliyorsa bu bir araya gelme ile
toplum akabinde devlet oluşturabiliyorlarsa bu oluşumu cominity sağlayan bir ruh vardır
ve bu ruh dindir. Kollektif bilinç, İbn Haldun- Asabiyet bu olduğu vakit ne kadar farklı
meşrepte olurlarsa olsunlar onları bir arada tutan bir üst kimlik vardır Durkheimcı bakış
açısıyla bu sivil dindir.

Kemal Atman’ın kanaati, ABD sivil din tartışmalarında ağırlık sosyolojik değil siyasi yani
Rousseaucu yaklaşımdır. Kadim Roma’yı canlandırmayı amaçlayan bir devletin devlet olması
için güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet anlayışı. Aslında Amerikan sivil dininde ikisi
de mevcuttur.

Sivil din fonksiyonel din tanımı üzerinden ele alınır. Geleneksel dinlerin nasıl ki kutsal
mekânları, zamanları, şahsiyetleri, helal ve haramları varsa Amerikan sivil dininde aynı şekilde
vardır. Sivil dinle birlikte biz Amerikan toplumunu bir arada tutan unsurun ne olduğunu
anlamaya çalışıyoruz. Amerikan hayat tarzı, Amerikan popüler dini anlayışı, Amerikan
milliyetçiğin evrensel boyutu diyebiliriz.

Amerikan Arlington Ulusal


Mezarlığı’nda mezar taşlarında haç
ve hilalin birlikte yani Müslüman
ve Hıristiyan birinin aynı yerde
gömülü olması her türlü etnik kimlik
üzerinde bir anlayışın göstergesidir. Her vatandaş
buraya gömülemez ancak devlet için nihai bir bedel
ödemesi gerekir.1 Bu mezarlıkta da gördüğümüz gibi
sivil din hiçbir etnik farklılık gözetmeksizin herkesi
kendi şemsiyesi altında alabilen bir boyutu vardır. “Here rests in honored glory an American soldier”

Ölenlerin dininin sembollerini mezar taşları üzerinde


göstermeye izin veriyor. Bu mezarlık kiliseden de
kutsaldır. Girince sessiz olmak gerek araçla girilmez.
Bisiklet kullanımı bile kısıtlanmıştır.

1ABD yasaları gereği Arlington Ulusal Mezarlığı'na gömülme hakkına sahip bulunan kişiler şunlardır:
 Muharip askerler ve aile fertleri;
 ABD Silahlı Kuvvetleri'nde hizmet yapmış olan askerler;
 Emekli askerler;
 Cumhurbaşkanları;
 Yüksek Mahkeme Başkanları;
Aşağıdaki devlet nişanlarından herhangi birine sahip bulunan kişiler:
 Mor Kalp Madalyası
 ABD Onur Madalyası
 ABD Gümüş Yıldız Madalyası
 ABD Üstün Hizmet Madalyası
Yine ABD yasaları gereği, idam ya da ömür boyu hapis cezasını gerektiren suçları işlemiş olan kişiler, Arlington Mezarlığı'na
gömülmek için aranan şartları haiz olsalar bile, buraya gömülemezler.
ABD’de de Demokrasinin Sembolü: Capitol Hill Binası

İlk Amerikan başkanı George Washington’ın ilahi boyuta ulaştığını gösteren bir çalışmadır. Bu
kubbeye işlenmesi. Şeytan, Amerikan yerlileri, aydınlar, George Washington vs. hepsi bu
çalışmada yer almaktadır. Washington Amerika’yı İngiliz boyunduruğundan kurtardığı için ön
plandadır. Amerikan Psikolojisinde onun konumu Hz. Musa’nın konumu gibidir. Amerika bu
sebeple yeni İsrail olarak görülür. Musa nasıl kendi vatandaşlarını kurtardıysa G. Washington da
kendi vatandaşlarını İngiliz Krallığı’nda bırakmıştır. Kongre binası Amerikalılar için Kabe
statüsündedir.

Amerikalılar için ikinci


bir kutsal şahsiyet ise
Abraham Lincoln’dur.
1960’larda yaşanan sivil,
iç savaşın kazananıdır.
Köleliği sona erdirmesi
ile meşhurdur. Bunun
bedelini de hayatını
kaybederek ödemiştir. Bu
bakımdan Lincoln Hz.
İsa’ya benzetilmiştir.
"American Progress
Painting”2 Amerikan
yayılmacılığının
meşruiyetini gösteren bir
tablodur. “American
Manifesty Destiny” Seçilmiş
millet olmak Amerika’nın
kaderi ve kendilerine kaderin
bir rolü olarak atfettikleri bu
seçilmişliğin üzerlerine bir
sorumluluk yüklediklerini söylüyorlar. Bu sorumlulukların altında ezildiklerinden dolayı şikâyet
ediyorlar. Tanrı onlara bütün dünyaya örnek olma yükümlülüğü yüklemiştir. Tüm dünyanın
jandarması gibi davranmalarında bu dini ve siyasi ideolojileri yatmaktadır. Amerikan
olağanüstücülüğü, Tanrı’nın yer yüzündeki aktörleri. Amerikan başkanları neredeyse tanrısal
boyutta bir öneme sahiptirler ve istediklerini yapabilme özgürlükleri vardır. Gelişme önder
olmak zorundadırlar, aydınlanmaya öncülük etmektedirler. Bu tabloda bu resmetmiştir.
Tablodaki melek görünümlü kadın Amerikan ruhunu temsil etmektedir. Melek doğudan aydınlık
olan taraftan karanlık yani Batı’ya doğru yönelmiştir. Doğu aydınlıktır. Amerikalılara göre Doğu
Wathington’dur. Yani buradaki doğu-batı yönleri Amerkalıların kendi bölgelerine göre bir
tanımlamadır. Karanlık yerde vahşi insanlar var topraklar işlenememiş oraya medeniyet
götürmek gerek yaklaşımı mevcut. Batı’da vahşet var. Amerika’nın Batıyı işgal edip
milyonlarca insanın katletmesini meşru gösterme çabalarıdır.

Amerikan Sivil Dinin de üç temel unsur;

 Amerikan halkının özgür erdemleri (??)


 Amerika’nın dünyayı kurtarmayı amacıyla dünyayı sürekli inşa etmeye çalışması

2
American Progress This 1872 painting by John Gast, commissioned by the author of a travel guide to the Pacific
coast, reflects the ebullient spirit of manifest destiny. A female figure descended from earlier representations of the
goddess of liberty wears the star of empire and leads the movement westward while Indians retreat before her.
Symbols of civilization abound: the eastern city in the upper right corner, railroads, fenced animals, stagecoaches,
and telegraph wires and a "school book" held by the central figure. 1) How does Gast explain the conquest of the
West by white Americans? 2) What elements of Indian- white relations does the artist leave out?
 Mükemmel bir görev bilinciyle Tanrı’nın gösterdiği istikamette tamamlamak. Tanrının
gösterdiği istikamet gidin işgal edin, medeniyet götürün mamur hale getirin.

Amerikan sivil dini din midir?

Aşkın bir varlığa gönderme yaptığı için evet bir dindir. Amerikan başkanlık konuşmalarında da
Tanrı kavramına sıkça vurgu yapılır. Vurgu yapılan Tanrı Hıristiyanlığın veya Yahudiliğin
Tanrısına vurgu değildir. Amerikan bağımsızlık bildirisinde kullanıldığı şekliyle bir Tanrı
vurgusudur. Bu bildiri en kutsal metinleridir. Başkanın “God Bless You” demesi aslında
vatandaşlığı altında bulunan tüm din mensuplarını kuşatıcı bir hitaptır. Bundan Müslüman da
Hıristiyan da üstüne alınabilir. En üst bağlayıcı kavram Tanrı kavramıdır. İçi boş bir kavramdır
aslında herkes kendi inancına göre bu söylemin altını doldurur. Demokrasi, insan hakları
neredeyse kutsal kavramlardır.

En önemli tarihleri

Şükran günü

25 Aralık – Christmas gibi dini boyutundan çok siyasi (dini ve milli iç içe) boyutu ağır basan
günlerin kutlanması

4 Temmuz Amerikan Bağımsızlık Günü

Özetle sivil din Amerika gibi göç alan kozmopolit ortama sahip bir ülkede insanları bir arada
tutabilmenin işlevsel bir toplum ve işlevsel bir devlet olabilmenin bir aracı gibi görünüyor.
Zaman zaman sivil din ve politik dinin bir birilerine dönüştüğü olmuştur. Sivil din daha halka
yönelik daha masumdur. Birlik ve beraberliği sağlamaya yönelik bir ruhu temsil ederken politik
din ise amaçların, projelerin din gibi algılanması neticesinde insanları baskı altında tutar, bir tek
hedefe kilitler ve bu hedefe ulaşmak için her yolu meşru gösteren bir yapıya işaret eder. Sivil din
farklılık göstermekle beraber aşağı yukarı tüm ülkeler de görülebilirken politik din de zaman
zaman örneğin Almanya’da Hitler dönemi gibi bir döneme işaret eder. İnsan ne için mesaisi,
enerjisini harcayıp ne uğruna ölmeyi göze alıyorsa onun dini odur. Politik dine dönüştüğünde
olağanüstü bir durum ortaya çıkıyor. Siyasi, askeri, ekonomik olarak güçlü olduğunuz vakit
kendinize böyle olağanüstü bir rol biçiyorsunuz. Olağanüstü olduğunuz içinde uluslararası
hukuka uyma gibi bir zorunluluğunuz da olmuyor. Siz aslında uymak değil o hukukları
oluşturmakla mükellefsiniz.(!)

You might also like