You are on page 1of 10

Modernlikten Postmodernliğe Din

Bu başlıkta kast edilen modernlik, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın ilk yarsındaki modernliktir.
Ülkemizde hala modernlik ve postmodernlik ( veya geç-modernlik) karıştırılıyor. Bölümün
amacı bu karmaşık durumu okuyucunun zihninde açıklığa kavuşturmak.
Modernizm; 18. Yy’da Batı’da özellikle Aydınlanma düşüncesi ile ortaya çıkan kilise
otoritesi ile geleneksel otoriteyi reddedip
-insan-merkezci
- akılcı
- bilimci
- ilerlemeci
- demokratik değerler üzerine kurulu dünya görüşüdür.
Birey bu dünya görüşünü kabul ettiğinde “modern birey” toplum ise;
- sanayileşme,
-şehirleşme,
-çekirdek aile ,
-uzmanlaşma,
-ulus-devlet
- demokrasi gibi temel parametreleri gerçekleştirdiği ölçüde modern toplum olur.
Modernleşme, geleneksel toplumdan söz konusu parametrelerin olduğu topluma geçiş
sürecinin özel adıdır. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da 17-19. Yy’lar, diğer yerlerde ise 19-
20.yy’larda yaşadığı kabul edilir.
Tanımda yer alan öğelerin Dinlerin Genel Yaklaşımları ile karşılaştırılması şöyledir;
1-) insan merkezcilik: Dinler insan merkezli değil, Tanrı merkezlidir. İstek ve arzularla
kurulmuş bir hayatı reddeder bedene değer vermez manevi gelişim için bedeni arzulardan
uzak durulması istenir. Modern anlayış ise bedeni tekrardan yüceltmiştir bedenin fizyolojik
olarak tatmini kadar dış görünümü de önemlidir.
2.) özgürlük : Dinlerin özgürlük anlayışıyla modern özgürlük anlayışı farkılıdır.
-Dinlerde mutlak bir özgürlük kavramı yok kişi her şeyden önce tanrısal bir takdir veya
kozmik bir yasa içinde hapsolmuştur.
-Liberalizm özgürlüğü “insanın neyi yapmak isteyip neyi yapmak istemediğine kendi karar
vermesi ve kararının gereklerini yerine getirirken başkaları tarafından engellenmemesidir.
3-) Birey; modern düşüncenin temel kavramlarındandır. Birey düşüncesi rönesans ve
humanism düşüncesiyle gelişmeye başlıyor dine karşı düşünce ile kendisine daha fazla yer
buluyor. Modern insan tanrı veya gelenek için değil birey olarak kendisi için kendi istediği
gibi yaşayan dogmatik düşüncelerden sıyrılmış bir varlıktır. Dinler insanı eşrefi mahlukat özel
bir statü olarak görür diğer varlıklardan ayırır ama insanın bazı sınırlara uyması ilahi kurallara
boyun eğmesi gerekir. İnsan hakları bazı müslüman aydınlar için araç kabul edilirken
günümüz Türkiye’sinde modern bir kavram olup dinimizle uyuşmadığından islam
medeniyetinde karşılığı olmayan hak ihlallerinden ortaya çıktığı şeklinde eleştiriliyor. Bu
eleştirel yaklaşıma karşı “kul hakkı” esası öne atılıyor.
Okuma parçası
Kul hakkı vs İnsan hakkı
Avrupa’da bireyciliğin (individualism) kökeni liberal düşünce hümanizmaya dayanır.
Shakespeare gibi edebiyatçıların eserlerinde bireysel kişiliklerin resmedilmeye başlanması
hep bu öne çıkartma gayretiyle ilgilidir. Bunun kökeni de kiliseye başkaldırıdır.
1789 Fransız ihtilali ile ilan edilen insan ve yurttaş hakları bildirgesi ;
-insanların özgürlüğünü eşitliğini zulme karşı direnme hakkı bulunduğunu
-her türlü egemenliğin temelinde millet olduğunu -mutlak egemenliğin kişinin veya bir
grubun değil fakat milletin elinde olacağını
-yöneticilerin millete karşı sorumlu olduğunu
İfade ediyordu.
16 yyda reform hareketi aynı şekilde merkezi kilise otoritesini reddedip onun yerine milli
kiliselerin kurulmasını amaçlıyordu.
Müslümanlar kiliseli bir hayat sürmediklerinden bu telakki tarzı onlara uzaktır çünkü
müslümanlar kul hakkı bilirler.”insan hakları” özneye dönük bir karakter taşırken “kul hakkı”
ötekine dönük bir nitelik taşır. Biri egoistçe yaklaşır kendi faydasını düşünür diğeri ise
diğerkamlı olmayı öğütler.
4-) Aklı merkeze almak; modern düşüncenin mutlak bilim anlayışı vardır aklın ikna
olmadığı bilgi bilimsel olarak kabul edilmez. Modernlik modern bilim sayesinde mutlak
hakikati görür. Tek tipçi dayatmacı ve yaftalayıcıdır. Bundan dolayı aydınlanmacı aklın
ortaya koyduğu “evrensel doğru”ların herkes tarafından kabul edilmesini ister, bunun
dışındakiler bilim dışı yani negatif statüde. Özellikle dinlerdeki mucize olaylarını aklın
kavrayamayacağını iddia ederler. Tertullian’ın “saçma olduğu inanıyorum” sözüyle hırıstyan
teslis inancı açıklanmıştı. Bununla birlikte Hıristiyan ve müslüman din adamları bilime göre
yeni teviller yapmak zorunda kaldılar.
5-) Ütopik bir gelecek iyimserliği; Comte “düzen ve ilerleme” diyerek modern toplumun
yönünü belirlemişti. Yeni gelişmeler ( sanayi devrimi Fransız devrimi) yeni toplumun
mükemmel olacağı beklentisini doğurmuştu. Bir taraftan “sosyolist ütopyacılar” türemişti.
Charles Fourier küresel idari sisteme kadar genişleyen bir ütopya ortaya koydu. Ekolojik
çalışmalarla kutuplarda tarım yapılabileceğini denizlerin suyunun limonataya
dönüştürülebileceğini iddia ediyordu. Pek çok kişi Saint Simon’un formüle ettiği Yeni
Hıristiyanlık’ ın “ilerleme dini” olarak Batı’nın manevi birliğini sağlayacağına inandı. Ancak
sonraki gelişmeler “umut yüzyılı” olarak görülen 19. yy’ı “hayal kırıklığı yüzyılına”
dönüştürdü. Dinin gelecek tasarımı ise modernizmden farklıdır tamamen. Buna göre dünya
her geçen gün kötüye gider, içinde yaşadığımız çağ ahirete yaklaştığından “ ahir zaman” dır.
20. yy’da başlayan distopya eserleri, yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki büyük dünya savaşı,
ekolojik problemler, toplumsal değerlerin zayıflaması gibi olgular düşünüldüğünde günümüz
düşüncesinin de dinle uyuştuğunu söyleyebiliriz. Dinle modernizm bu yönden zıtlıklar yaşadı
şehirleşme sanayileşme olmasına rağmen insanlar geleneklerinden eski zihniyetlerinden hala
kopamadılar. Comte 19. yy’ın ilk yarısında bu durumu metafizik evreden pozitif evreye tam
olarak geçememe şekli olarak ifade etmiştir, Comte’a göre bir buçuk asır geçmesine rağmen
dini-metafizik zihniyet hala yaşıyor. Dolayısıyla modern birey Weberci anlamda bir ideal
tiptir pratikte bu tipe uyan az sayıda örnek çıkmıştır. Modernliğin tamamlanmamış bir
aydınlanma projesi olarak nitelendirilmesinin sebebi de budur. Uygulamanın ötesinde
günümüzde dinler modern birey algısına uyum sağlama eğilimi gösteriyor mucizeleri bilimsel
bir şekilde açıklama teşebbüsü , insan hakları kavramının kökenlerinin dinin temel
metinlerinden arama hatta islamda bireyi keşfetme çabası.. bu duruma örnek olarak verilebilir.
Dolayısıyla bugün keskin sınırlar göremiyoruz.

İslam ve Modernleşme
İslam’ın modern düşünce ve hayat tarzı ile karşılaşması yoğun şekilde 19.yy’da ve 20. yy’ın
başında bir taraftan ülkeler arası siyasi kültürel ilişkilerde, diğer taraftan sömürge yönetimleri
aracılığıyla gerçekleşti. Osmanlı devleti geniş toprakları olan ve batıya en yakın ülke olarak
Hindistan bölgesi ve Mısır ise sömürge yönetimi olarak modernizme meydan okumasıyla
yüzleşti. Önce sömürü halinde yaşadılar sonra laik karakterli bağımsız devletler gibi fiili
durumlar düşünce ve hayat tarzlarına büyük etkisi oldu. Aynı zamanda islam dünyası
ekonomik siyasi toplumsal teknik olarak her alanda ciddi bir gerileme içindeydiler dolayısıyla
bu da islam alimleri ve aydınların eşit şartlarda modernleşme imkanını azaltmış oldu.
Kuranı Kerimdeki veya hadislerdeki mucizeler modern bilim mantığı içinde açıklanmıyordu,
ancak alim ve aydınlar İslam’ın bilim ile çelişmesinin mümkün olmadığını savunuyorlardı.
Bu durumda yapılması gereken şey savunma hattını daraltıp daha sonra da yorum yapmaktı .
Böyleklikle hadislerdeki mucizevi olaylar reddedildi Kurandaki mucizeler sebep sonuç
ülüşkisi kurularak bilimsel yorumla açıklandı. Örneğin Hindistanlı Seyyid Ahmed Han’a göre
Kuran’da mucize olarak zikredilen olayların hiçbiri tabiatüstü değildir. Hz Musanın kızıl
denizi yarması med cezir, Hz İbrahim’in ateşte yanmaması bir rüyaydı.. gibi. Cemalledin
Afgani ve Muhammed Abduh gibi çağdaşı olan alimler Seyyid Ahmed Han’ı kınadılar yazmış
olduğu tefsirle Kuran’ı tahrif ettiğini iddia ettiler. Abduh’un da buna benzer yorumlamaları
vardır. Mesela Kabeyi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunu imha eden kuşlar çiçek hastalığını
taşıyan sineklerdi.
 Modern dünyanın İslam dünyasını etkilediği ikinci önemli alan siyasi yapıdır.
 Osmanlı Devleti’nde 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile 1856 tarihli Islahat Fermanı
ülkedeki siyasi-hukuki problemleri çözecek nitelikte değildi. 1860’lardan itibaren ilk
sistematik muhalefeti yapan Namık Kemal ve Ziya Paşa önderliğindeki Jön Türkler,
yönetimdeki keyfilik ve başarısızlığın bir anayasa ve parlamento ile çözüleceği
kanaatindeydiler. Kaynakları Batı’ydı, ancak önerilerinin İslam’ın ruhuna uygun
olduğunu iddia ediyorlardı.
 Bugün cumhuriyetin İslam’ın ruhuna uygun olduğu konusunda hemen hemen görüş
birliği bulunuyor, ancak Batı kaynaklı bir rejim olduğu için tepkiler de görülüyor.
 Dini düşünce açısısndan hala yoğun bir şekilde eleştirirlen konu demokrasidir. Çünkü
demokrasi bir taraftan yasa koyma yetkisini halka verir, diğer taraftan düşünce ve
inanç hürriyeti başta olmak üzere pek çok temel hakka vurgu yapar. Teorik açıdan
çekimser ve karşıt görüşlere rağmen Pakistan’da çok partili sistemin, İran’da ise parti
olmaksızın seçim sisteminin olması demokrasinin İslam’ın cumhuriyetlerinde bile bir
ölçüde kabul edildiğini gösteriyor.
 Modernlikle yüzleşilen üçüncü konu ise geri kalmışlı ve eğitim meselesidir.
 Ünlü Fransız oryantaist, tarihçi ve edebiyatçı Ernest Renan Sorbon Üniversitesi’nde
verdiği “İslamiyet ve Bilim” başlıklı konferansında Müslümanların geri kalmalarının
temel sebebinin İslamiyet olduğunu iddia etmişti. Ona göre gerçek bir İslam bilimi
olmadığı gibi Müslümanlar tarafından hoş görülen bir bilim de yoktur.
 İslam tarihinin ilk yarısında kendi toprakları içinde bir bilimin gelişmesine izin veren
İslamiyet, ikinci yarısında bu bilimi kendi elleriyle “boğmuştur.” Günümüzde
Müslümanın ayırt edici vasfı da bilim düşmanlığıdır. Müslüman, Allah’la rekabet
anlamına geldiği için tabiat bilimlerini, İslam öncesi dönemleri incelediği için tarih
bilimini hem faydasız hem zararlı telakki eder.
 Geri kalmışlık konusunda atılan pratik adımların başında eğitim gelmekteydi. İslam
dünyasındaki modernleşmenin öncü devlet adamı Kavalalı Mehmed Ali Paşa,
Mısır’da 1816’dan itibaren Batı modelinin örnek alındığı, ilkokuldan yüksekokul
düzeyine kadar pek çok okul açtı. Diğer taraftan geleneksel mektep ve medrese eğitimi
de devam ediyordu. Pek çok aile çocuklarını yeni okullara göndermek istememişti
bundan dolayı bazı yetenekli çocuklar zorla ailesinden alındı ve yatılı olarak okutuldu.
 Geri kalmışlıktan kurtulmak için eğitimde reform yapılması gerektiğine inanan Mısırlı
Muhammed Abduh, el-Ezher üzerinde bir projeyi hayata geçirmeye çalıştı. Ona göre
toplum el-Ezher’den yetişen alimeri örnek ve rehber alıyordu, dolayısıyla burada
yapılacak bir ıslah bütün toplumun değişmesine sebep olacaktır.
 Osmanlı Devleti’ndeki medese reformu daha geç bir tarihte yapıldı.
 Bu dönemde modern Batı’ya karşı tutumu üçlü bir tipoloji içinde ele alabiliriz: Birinci
tip modern olan her şeye karşıydı, çözüm önerisi olarak geçmişteki ideal düzene
dönmeyi savunuyordu. Ulemanın çoğunluğu bu anlayıştaydı.
 İkinci tip modern olanı bütünüyle reddetmiyor ve ciddi ıslahatın yapılması gerektiğini
düşünüyordu. Bu anlayış problemlerle doğrudan yüzleşen üst düzey bürokratlar
arasında yaygındı Bu gruba göre çözüm Batı’nın bilim ve tekniğini almak, içtihat
kapısını yeniden açmak, dini hurafelerden arınarak İslam’ın köklerine dönmekti.
 Üçüncü tip ise çok az sayıdaki aydın arasında görülen ve çözüm olarak her yönüyle
Batı’nın takip edilmesi gerektiğini söyleyen kişilerden oluşuyordu. Bu görüş 20.
Yüzyılda çok daha kuvet kazanacaktır.
 19. Yüzyılın sonlarına doğru modernliğin etkisi gündelik hayatta sıradan insanlar
üzerinde bile hissedilmeye başlandı. Batı’dakiyle mukayese edilemese de yeni açılan
atölyeler ve fabrikalar şehirlere insan çekti.
 Osmanlılarda II. Mahmud ile erkek giyiminde başlayan Batılı giyim, zaman içerisinde
saraydan konaklara üst tabakanın kadınlarını da etkiledi. 19. Yüzyılın sonunda beyaz
gelinlik üst tabakada da görülmeye başlandı.
 Sonuç olarak gelişmiş Müslüman devletlere baktığımızda Batı’daki modernleşmeye
benzer bir süreçten geçip benzer bir duruma evrildiğimizi görüyoruz.
 Bugün Müslüman ülkelerde rejim olarak çoğunlukla cumhuriyet uygulanıyor.
Sanayileşme, şehirleşme oranı arttı.
 Türkiye’nin en önemli dini-siyasi aktörü olan Necmettin Erbakan’ın 1970’lerdeki ağır
sanayi hamlesi projesi, kadınların başbakan olarak seçilmesi Müslümanların
geleneksel yapılarından modernlik lehine önemli ölçüde sıyrıldıklarının önemli
örnekleri olarak düşünülebilir.
 Ancak bu durum Müslüman toplumların, hatta dindar kesimlerin bile tam anlamıyla
modernelştikleri anlamına gelmez
 Bir kültürün bir başka bir başka kültüre ait olan öğeyi alırken belirli bir süzgeçten
geçirdiğini ve kendine göre biçimlendirdiğini biliyoruz. Örneği Batı’dan Barok üslubu
alındıysa tam anlamıyla bir taklit yapılamadı ve Türk baroku denen bir üslup gelişti.
 Bugün tesettür kıyafeti olarak giyilen pardösü ve trençkotlar etek boyları uzatılış ve
yaka kısmı kapatılmış Batılı kıyafetlerdir.
 “Müslümalar modernleşti mi?” sorusuna “Müslümanların İslam anlayışı ve bunun
yansıları dikkat çekmeye yetecek şekilde değişti,” diye cevap verebiliriz.

Sekülerleşme Tartışmaları
 1970’lerde din sosyolojisinin konusu toplumların sekülerleşmesiydi.
 Din, Batı’dan başlayarak toplumsal hayattan ayrılıyordu. Sosyologlar buna bir kavram
adı vermişlerdir: sekülerleşme.
 Sekülerizm: insan bilincinin ve toplumsal hayatın dini düşünce, kaygı ve kayıtlardan
bağımsız biçimde yeniden düzenlenmesini öngören düşünce, ideoloji, dünya görüşü.
 Sekülerleşme: toplumsal yapının geleneksel ve dini otoritelerden sıyrılıp rasyonel akıl,
modern bilim ve bireyin hak ve özgürlüklerine dayalı bir yapıya geçme süreci.
 Bütünüyle seküler toplum, modern toplum gibi bir projedir ve hiçbir zaman tam olarak
gerçekleşmemiştir.
 Sekülerleşme öngörüsü modern sosyolojiden önce başlamıştır.
 Woolston 1700’lerin başında iki yüz yıl içinde kurulu dinlerin yeryüzünden yok
olacağını iddia etmiş. Prusya kralı ikinci Friedrich 1750’lerde bu öngörüyü elli yıla
indirmişti. İkisinin kastı dinlerin tamamen yok olması değil, geleneksel dinlerden deist
bir inanca geçileceği
 Sekülerleşme terim anlamda olmasa da ilk kez 1648’deki vestfalya antlaşmasında,
bazı bölgelerdeki Katolik arazilerin bölge yönetimlerine devredilmesini ifade etmek
için kullanıldı.
 Seküler kelimesinin dinle ilişkisi olmadan ‘dünyaya ait’ şeklindeki anlamı ise 1604
tarihli bir sözlükte kullanılmıştır.
 18. Yy’da ‘seküler, ‘’kutsal ya da ruhani olmayan’’ anlamında sözlüklerde yer
alıyordu.
 Comte’un 3 hal yasası, marks’ın tam özgür komünist toplumu sekülerdir. İkisine göre
de bu seküler çağ ve toplumlar çok uzak değildir.
 Weber bir terim olarak sekülerleşmeyi kullanmadı fakat sonrakilerin sürekli atıfta
bulunacağı bir kavram öne sürdü: dünyanın büyüden arındırılması(disenchantment of
the world)
 Weber’a göre büyüden arınma, ibrani peygamberler ile başlamış, Katoliklik ile
kesintiye uğramış, Protestan mezhepleri ile bu arınma süreci devam eder
 Sekülerleşme kuramı 1960’lardan itibaren sosyoloji literatürüne girdi
 Berger sekülerleşme kuramını Avrupa üzerinden geliştirdi.
1967 tarihli çalışmasına göre: sekülerleşme toplumda aynı anda gerçekleşmemiştir.
Orta yaş, kentlerde, işçilerde, Protestan ve Yahudilerde daha fazla görülmüştür.

 Berger’in ifadesiyle ‘’sekülerleşmenin taşıyıcı veya araçları’’ şunlardır: sanayi


toplumu, Marksist rejimler, modern bilim.
 Berger’egöre Batı’nın dini kendi içinde sekülerleşmennin tohumlarını taşır.
Protestanlık, birey ve toplumu modern bilime hazırladı.
 Berger modern sekülerleşme için milat olarak Protestanlığı göstermekle birlikte weber
gibi dünyanın büyüsünün eski ahitle bozulmaya başladığını düşünür. Bu süreci
aşkınlaştırma, tarihselleştirme ve ahlakın rasyonelleşmesi çizgisi şeklinde açıklar.
 Berger’e göre birey, eski ahit ile ortaya çıkar. Berger sekülerleşmesi hz. Musa ile
başlatır. Hristiyanlıkla dünyanın tekrar büyüselleştiğini, nihayetinde tekrar
Protestanlık ,le yeniden arınmaya başladığını iddia eder.
 Berger insanlık tarihine evrimci bir bakışla bakar. Bu görüşleri esnasında sekülerleşme
teorisine bağlı kalır. Evrimci bakış açısı basit ve çok tanrılı inançlardan karmaşık ve
tek tanrılı inançlara geçişi öngörür.
 Oysa dini açıdan bakıldığında bu süreç sekülerleşme değil, aksine saf dine dönüştür.
 Luther ve diğer reformistlerin amacı Katolikliği zayıflatmak değil, Hristiyanlığı
İsa’nın saf öğretisine döndürmekti. Konu, Türkiye açısından şöyle açıklanabilir:
düğün, cenaze vs konularında uygulamalarda önemli oranda gerilik yaşanması bir
sekülerleşmedir. Oysa bu aynı zamanda din görevlilerinin toplumu hurafelerden
uzaklaştırma çabasının bir sonucudur.
 Berger önemlidir çünkü sekülerleşmenin en önemli teorisyenlerindendir ancak
sonradan görüşlerinden vazgeçmiştir.

Sekülerleşme terimi ilk çıktığı zamanlarda daha çok kabul görürken gittikçe daha çok
eleştri almaya başlamış.
 Berger 1996’da yayımlanan ‘’’sekülerizmin gerilemesi’’ başlıklı makalesinde !950-60
yıllarında ortaya konan literatürün özü itibarıyla yanlışlandığını söyler. Bunun
gerekçelerini şöyle sıralar: papanın muhafazakar hamlelerinin diğer Hristiyan
mezhepleri de dahil olmak üzere pek çok kişiyi kiliseye bağlaması, Sovyetler
birliğinin dağılmasından sonra Ortodoks kilisede görülen canlanma, İsrail ve uzak
doğudaki dini yönelişler, İslam dünyasındaki dini yönelişler, kuzey amerikada
başlayıp latin Amerika, doğu asya ve eski doğu bloku ülkelerinde yayılan evanjelik
fundamentalist hareket.
 Berger dünyadaki bu dini canlanmanın iki istisnasının olduğunu söyler:Avrupa ve
batıyı örnek alan dünyanın geri kalan ülkelerinde bulunan eğitimli, sekülerleşmiş alt
kültür.
 Sekülerleşme teorisini eleştiren diğer bir isim: Rodney Stark. Dindarlık düzeyi zaten
düşük olduğu için uzun süreli bir gerileme söz konusu değildi. Toplumun Hristiyanlık
oranı çok yüksek olmasa bile öznel şekilde dini bir yaşayış toplumun geneline
hakimdi.
 Klasik sekülerleşmeyi savunan çok sayıda sosyal bilimci var. Bunların başında steve
Bruce geliyor. Berger’in fikir değiştirmesini gereksiz buluyor ve argümanlarına cevap
veriyor. (syf 176)
 Din, toplumsal kurumların üzerinde modern öncesine göre gücünü kaybetse de kişiler
hala büyük oranda kendilerini bir dini topluluğa dahil ediyorlar
 Kanaatimizce Sekülerleşme yanlış kurulmuş, aceleye getirilmiş, olanı değil olması
gerekeni ortaya koyan bir teoriydi.
Kurucu sosyologlar olanı değil olması gerekeni dile getirmekten yanaydı.
 Fakat bugün bakıldığında sekülerleşme terimini terk edip yeni bir terim üretmenin
zorunlu olduğu görülüyor. Çünkü artık yeni dinselliklerle karşı karşıyayız. Kurumsal
dindarlıklar yerlerini öznel dindarlıklara bırakıyor.
 1960’lardan farklı olarak bugün Weber’i yeniden okuduğumuzda onun da bu kurumsal
dindarlıktan kaçışa işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
POSTMODERN DÜNYA DİN
.19. VE 20 YY ilk yarsında oldukça farklı olduğu kabul etmek gerekir. Artık kitleleri
yönlendiren Marksizm , Faşizm veya daha mahalli olan Arap sosyalizm gibi ideolojiler
tükendi.
. Bunu yeni toplum yapısında gerçek birey ortaya çıktı .
.Ayrıca post modern yaklaşım akıl yoluyla evrensel doğrulara ulaşabileceği fikrini red etti
.Akıl her şeyi kavrayamaz bilim her şeyi çözemez şeklinde bir anlayış yükseldi
.Postmodern yaklaşım batı toplumları içerisinde çoğulculuğun ve yeni dini hareketlerin ortaya
çıkmasına ortam hazırladı .
.Postmodern dünyada sınırlar değiştiği ,dinin yeni yorumuyla , din dışına çıkmayan , ancak
geleneksel dini yoruma tamamen aykırı olmayan uygulamalar baş gösterdi .

DİNİ ÇOĞULCULUK TARTIŞMALARI


.Teknik olarak sömürgeciler tarafında kurulmuş etnik grupların mekânsal olarak ayrı olduğu
ve kendi kendilerine yettikleri Pazar dışında çoğunlukla diğer toplumlarla karşılaşmadıkları
toplumlara çoğulcu toplum denir .
.Ancak bugün anlağımız çoğulcu toplum farklı alt kültür topluluklarının siyasi etnik veya dini
açıdan birbirlerine üstünlük kurmak için bütünleştiği toplum denir
.İslam toplumları Müslümanların üstünlüğü ilkesine göre kurulduğu ve buna uygun bir siyasi
hukuki yapılanmaya gittiği için çoğulcu toplum olarak nitelendirilemez
.Batıda önde gelen bazı teologlar çoğulculuğu zorunlu bir model olarak öne sürmeye
başlamışladır
.Dini çoğulculuğun yakın dönemdeki en önemli temsilcisi bir dönem Presbiteryen rahip
olarak görev yapan ilahiyat prf. JOHN HİCK tir
.Çoğulculuk aynı zamanda diyaloğa vurgu yapar. Çoğulculuk sayesinde dinler arasında
rekabet azalıp etkileşim artacak ama her din kendi temellerini korumaya devam edecektir.
. çoğulculuk toplumsal gerçekçilikten ziyade bir proje olarak ortaya çıkıyor ve dini
çatışmalara bir çözüm olarak görülüyor.
. İslamın tarihsel tecrübesinde ortaya çıkan ve kurtuluşu kendisinde gören ama buna rağmen
“öteki” ni zorla dönüştürmek gibi amacı olmayan ılımlı dışlayıcı bir dini anlayış toplumsal
gerçekliğe daha uygundur
FUNDAMENTALİZM ( KÖKTEN DİNCİLİK\ RADİKAL DİNCİLİK)
. Dini özgün biçimiyle anlayan , modern değerlerle uzlaşmayan,yaşam tarzı olarak katı , diğer
düşünce yaşam tarzlarına hoşgörüsüz yaklaşımdır. Fundamentalizm kelime olarak Türkçede
“kökçülük” “kökencilik” şeklinde çevrilebilirse de kavram olarak “köktencilik” “kökten
dincilik” ya da “radikal dincilik” şeklinde kullanılıyor.

You might also like