You are on page 1of 20

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PROTOHİSTORYA ve ÖNASYA ARKEOLOJİSİ
ANABİLİM DALI

SÜREÇSEL ve POST-SÜREÇSEL ARKEOLOJİK YAKLAŞIMLAR

SILA NUR ÇİMEN

ANKARA – 2019
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PROTOHİSTORYA ve ÖNASYA ARKEOLOJİSİ
ANABİLİM DALI

SÜREÇSEL ve POST-SÜREÇSEL ARKEOLOJİK YAKLAŞIMLAR

SILA NUR ÇİMEN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Dr. Öğr. Üyesi: Levent KESKİN

ANKARA – 2019
İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER .......................................................................................................................... 1

I. GİRİŞ ...................................................................................................................................... 1

II. SÜREÇSEL ARKEOLOJİ .................................................................................................... 2

II.1. Süreçsel Arkeolojinin Tanımı ......................................................................................... 2

II.2. Süreçsel Arkeolojinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi ........................................................... 2

II.3. Yapılan Çalışmalar ......................................................................................................... 6

II.4. Kültürel Evrim Düzenliliğine Karşı Yeni Düşünceler.................................................... 8

III. POST-SÜREÇSEL ARKEOLOJİ...................................................................................... 10

III.1. Post-Süreçsel Arkeoloji’nin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi .............................................. 10

IV. SONUÇ .............................................................................................................................. 14

V. KAYNAKÇA ...................................................................................................................... 17

i
I. GİRİŞ

Eser toplayıcılığı ve antikacılıkla başlayan geçmişe yönelik meraklar 18. Yüzyılda başlamıştı.

Başlangıçta sadece eserin estetik değeri ile ölçülen kültür kavramı bazı araştırmacıları yeterince

tatmin etmemiştir ki, yeni sorular ve teknikler gündeme gelmiştir. Arkeoloji, insan elinden çıkan her

türlü malzemeyi inceleyen ve ona sorular soran bir bilim dalıdır. İnsan dediğimiz varlığın dünya

üzerindeki etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Kültür tarihçiliği ile devam eden insanın geçmişine olan

merak daha çok etnisite kökenliydi. Dönem için medeniyetin nerede doğduğu üzerinde durulan bir

soruydu. Medeniyetin doğup diğer coğrafyalara aktarımı yayılım ve göç ile ifade edilirken, farklı

coğrafyalardaki araştırmaların verdiği sonuçlar bu dar bakış açısına yeni teoriler geliştirilmesi

gerekliliğini gösterdi.

Böylece konumuz olan Süreçsel Arkeoloji bir başka deyişle Yeni Arkeoloji yeni teknikler ve

sorularla kültürü açıklamaya çalışmıştır. Yapılan çalışmalar eskiye kıyasla daha net bilgiler

öğrenmemizi sağlarken, yeni sorular da peşi sıra gelmiştir. 20. Yüzyılda kültürü anlamak ve

açıklamak için bir çok bilim dalının birlikte çalışması gerektiği anlaşılmıştır. Arkeoloji hem diğer

bilim dallarından beslenen hem de onları besleyen bir karaktere bürünmüştür.

Araştırmanın konusunda, arkeolojik düşünce tarihinde başlangıç sayabileceğimiz Süreçsel-

Arkeoloji yaklaşımı ve ardından ona eleştirel bir şekilde gelişen Post-Süreçsel Arkeoloji yaklaşımının

etkilendikleri görüşler ve kabul veya reddettikleri düşünceler ışığında bir araya getirilmeye

çalışılmıştır.

1
II. SÜREÇSEL ARKEOLOJİ

II.1. Süreçsel Arkeolojinin Tanımı

Bu yaklaşım, literatürde “Yeni Arkeoloji” olarak da bilinmektedir. 1960’lı yıllardan bu yana

arkeoloji disiplinine antropolojik açıdan yaklaşma konusunda etkili olan bir görüştür. Süreçselci

bakış açısı temelinde, arkeoloji disiplininde genel kabul görmüş geleneksel kültür tarihçi yaklaşıma

yeni bakış açıları kazandırmayı ve alternatifler oluşturmayı barındırmaktadır. Süreçselci arkeologlar

“Yeni Arkeoloji”yi kültür-tarihsel yaklaşımın bir antitezi olarak ortaya atmışlardır.

II.2. Süreçsel Arkeolojinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Bu düşünce sistemin ilk adımları 1959 yılında Joseph Caldwell tarafından, Science dergisinde

“The New American Archaeology/Yeni Amerikan Arkeolojisi adlı makalede, kültürdeki değişimlerin

ardında yatan nedenlerin ekolojik çevre ve yerleşim yerlerini oluşturan örüntüler aracılığıyla

açıklanması önerisiyle atılmıştır. Caldwell bu düşünceleriyle yeni evrimci yaklaşımı destekler

görünümdedir. Bu yaklaşımı geliştiren ve yayılmasını sağlayan kişi ise Amerikalı Antropolog Lewis

Binford’tur. Binford çalışmalarıyla birçok Amerikalı arkeoloğu etkilemiş ve destek görmüştür.

Tüm dünyada uygulanan kültür tarihçi arkeoloji yaklaşımı, genel olarak nesnelerin zaman ve

mekan içerisinde sınıflandırılması ve kronolojik bir sıraya oturtulması ardından kültürler ile

ilişkilendirilmesidir. Bu çalışmalar sırasında araştırmacıların üzerinde durduğu “Ne, nerede, ne

zaman” sorularının cevapları yetersiz görülmeye başlamıştır. Arkeoloji disiplinin temel amacı,

tarihsel dönemlerdeki kültürel değişimlerin açıklanmasıdır. Süreçselci arkeologlar amaçlarının nesne

tanımlayıcılığı değil, açıklamak olduğunu iddia etmektedirler. Bu açıklamaların yapılabilmesi içinde

arkeolojik bulgulardan edinilen bilgilere ihtiyaç vardır. Fikrimce, bu açıklamaya giden yolda

izlenecek ilk yol; buluntuların sınıflandırılarak belli bir kronolojiye oturtulduktan sonra

değişimlerinin saptanmasıdır. Binford ve diğer süreçselci arkeologlar da bu yolun gerekliliğini

2
reddetmemiş ancak nesne betimleyiciliğinin tek başına bilimsel bir yaklaşım olmadığını

savunmuşlardır. Yeni Arkeoloji olarak adlandırdığımız düşünce sistemi, farklı problemlerin ortaya

koyulması için başla ngıç sayılabilir. Bilindiği gibi başlangıcından bu yana kültürler daima bir

değişim ve gelişim içerisindedir. Ancak bu değişimlerin “Nasıl ve Neden” olduğu da bir o kadar

önemli bir sorudur. Konumuzu oluşturan “Süreçsel Arkeoloji”de temelde bu sorulara yanıt vermeyi

amaçlamaktadır. Bu sorular bize eski dönemlerdeki kültür-çevre etkileşimini ve kültürlerin evrimsel

gelişimini anlamakta daha da yardımcı olacak cevaplar vereceğine inanılmaktadır. Süreçsel

arkeologlar tarafından eleştirilen kültür tarihçi yaklaşım, kültürlerde izlenen değişimleri çoğunlukla

difüzyon ve göç ile açıklamaktadır. Ancak kültürler oluştukları çevresel ortama ve zamana göre farklı

şekillerde evrim geçirebilirler. V. Gordon Childe da, toplumların içsel çelişki ve hareketlerini

açıklamak için, arkeolojinin sosyal antropolojiyle birlikte çalışması gerektiğini savunmuştur. Bunun

gerekliliğini ve bulguların sadece zaman ve mekan çerçevesinde incelemenin yeterli sonuçlara

ulaşamayacağını Walter W. Taylor 1948 yılı “A Study of Archaeology” adlı yayınında eleştiren ilk

araştırmacılardan biri olmuştur. Bu düşünce tarzını, “Antropoloji olarak Arkeoloji” adlı makaleyle

1960 yılında Lewis R. Binford da destekler. Binford’da bu açıklamaların yetersiz olduğunu

düşünerek, göç ve difüzyonu tetikleyen nedenlerin ve kültürel davranıştaki benzerlik ve farklılıkların

açıklanması gerektiğini savunmuştur. Binford’a göre, kültür, insanların çevrelerine sağladığı

adaptasyonun bir sonucudur ve kültürel değişimlerin açıklığa kavuşması için dönemin ekolojik

faktörleri iyi saptanmalıydı. Kültürün, teknolojik, ideolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak

ele alınması gerektiği ve bunları araştırırken bize en çok yardımcı olacak faktörün çevre olduğu

düşüncesi yaygındır. Ayrıca alınacak cevapların katkısı da, arkeolojik araştırmaların yoğunluğu ile

doğru orantılı kabul edilmiştir. Yani, ne kadar çok saha araştırması, o kadar çok net bilgi.

Binford, kültürün üç alt sistemden oluştuğunu düşünmektedir. Bunlar; teknoloji, toplumsal

organizasyon ve ideolojidir. Kültürel değişimleri ve insan davranışlarının tabiatın gücüyle

3
şekillendiğine inandı. Eşyaların tipolojik olarak sınıflandırılmasından ziyade o eşyanın insan

yaşamındaki rolü önemliydi. Ona göre, bu rolü çözdükten sonra kültürleri yeniden inşa edebilirdik.

İnsanların çevresel/ekolojik faktörlere karşı verdiği tepkiler kültürel değişimlerin ve

evrimleşmesinin temel nedeni olarak görülmüştür. Bu düşünceyle yola çıkarsak, Neolitik dönemin

erken evrelerinde çevresel koşullarının iyileşmesi (yağış artışları, su kaynaklarındaki artış, ağaçlık

alanların yayılımı, biyoçeşitliliğin artışı) ardından yerleşik yaşama geçiş ve tarımsal faaliyetlerin

yavaş yavaş başlayarak giderek gelişmesi bu tanımlamalara uyabilmektedir. Ancak Caldwell ve

Binford her kültürel unsurun eşit derecede önemli olduğunu savunmak ile birlikte farklı gruplar

arasındaki iletişim miktarının ölçüsünün, maddi kültür varlıklarındaki benzerlik veya farklılıklar

oranlarına göre değerlendirilmemesi gerektiğini de söylerler.

Arkeolojik buluntuların benzerlik ve farklılıklarına göre tiplere ayrılması ve karşılaştırılması

yanlış olduğu ve bu eşyaların kültürel sistemde oynadıkları rolün araştırılması gerektiği

düşünülmektedir. Ancak arkeoloji biliminin amaçlarına baktığımızda, eskiden yaşamış toplumları

anlamak olduğunu görüyoruz. Bu noktada binlerce yıllık nesnelerin kendi kullanıldıkları dönem

içerisindeki rolünü belirlemek konusunda arkeologlar bazen, yorum ve öngörüden öteye

gidememektedirler. Binford, toplumsal organizasyon ve dini faaliyetleri anlamanın çok zor

olmadığını düşünüyordu. Arkeologların günümüz toplumlarını inceleyerek, eski toplumları

anlayabileceğimiz görüşünü savunan etnoarkeoloji bilim dalı perspektifiyle incelemeler ve çıkarımlar

yapması bizleri doğru cevaplara götürebilir mi? Ancak o dönemki çevresel faktörler ve insanların

düşünsel gelişimini, insanlığın deneyimleriyle kazandığı dünyaya bakış açısıyla değerlendirmek ne

derece objektif olabilir? Eğer eski çağlardan günümüze insan davranışların da belirli bir düzenlilik

varsa ve bu maddi kültüre yansıtıldıysa etnoarkeoloji, maddi kültürlerden yola çıkarak insan

davranışlarını anlamada son derece yardımcı olabilir.Binford, etnoarkeolojik yaklaşımın işe

yarayacağını düşünmekteydi.

4
Binford aynı zamanda arkeolojiyi tarihsel olaylarla açıklamanın, tikelci, genelleştirmeyen ve

bilimsel olmayan bir yöntem olarak eleştirmiştir. Ona göre yapılması gereken, kültürel dinamiklerin

yasasının formüle edilmesiydi. Ancak, savaş gibi bir tarihsel olayın o kültürde yarattığı etkiler de bu

değişimlerin bir parçasıdır. Bu yansımalar daha çok sosyolojik ve psikolojik alanda olabilir. Binford’a

göre bu da kültürü anlama konusunda yetersiz görülmekteydi.

Yeni evrimci teorinin arkeolojiye ilk uygulaması, B. J. Megger tarafından “The Law of

Cultural Evolution as a Practical Research Tool/Pratik Bir Araştırma Olarak Kültürel Evrimin

Yasası” adlı makale ile yapılmıştır. Kültüre bir sistem olarak yaklaşan Megger, kültürün, çevre ve

teknolojinin birleşiminden oluştuğunu söylemektedir. Çevre ve teknoloji ne kadar olumlu ve üst

seviyede olursa ulaşılan kültür seviyesi de buna paralel olarak artacaktır. Çevresel koşulların,

olanakların –hammadde kaynakları, iklimsel şartlar gibi- fazla olduğu bölgelerin avantajlı olduğu

şeklinde düşünülebilir. İlk yerleşik toplumların su ve diğer hammadde kaynaklarına yakın

konumlarını düşündüğümüzde, çevresel faktörlerin kültür oluşumlarında ne denli etkin olduğunu

gözlemleyebiliriz. İnsanların uygun koşullara adapte olma süreçleri de bu noktada daha hızlı

gerçekleşebilir. Ancak bu bütün kültürlerin ve büyük gelişimlerin sadece uygun çevre koşullarına

sahip bölgelerde görüldüğü fikrini uyandırmamalı. İlk kent devletlerinin ve yazının ortaya çıktığı

Mezopotamya coğrafyası, tüm olumlu çevresel koşullara mı sahipti? İhtiyacı olan hammadde

kaynaklarına ulaşma aşamasında gelişen iletişim ve toplumsal organizasyon ihtiyacı kültürlerindeki

büyük değişim ve gelişimlere yol açmıştır. İnsanoğlunun birincil amacı olan hayatta kalma dürtüsü

değişen çevre koşullarına adapte olmayı zorunlu kılmış ve tabiata hakim olma çabasını da beraberinde

getirmiştir. Örnek vermek gerekirse bu süreçte nehir taşkınlarından dolayı zarar gören alanların

onarımı veya yeniden inşası aşamasında insanoğlu deneyimlerine dayanarak mimari anlayışlarını

giderek geliştirmişlerdir. Elinde bulunduğu doğal kaynakları kontrol altında tutma ve sahip olmadığı

5
kaynaklardan yararlanma isteğiyle farklı coğrafyalardaki kültürler arasındaki etkileşimler artış

göstermiştir.

II.3. Yapılan Çalışmalar

Yeni Arkeoloji araştırmalarında örnekleme stratejisinin birçok soruya cevap verebileceği

savunulmuştu. Kültürlerde düzenli bir devamlılık olduğunu savunan araştırmacılar, bir sistemi

anlayabilmek için sistemin küçük bir parçasının yeterli olabileceğini düşündüler. Bu doğrultuda

yapılan çalışmalardan biri, Sanders, Parsons ve Stanley’in 1979’daki Meksika Vadisi’nde yapılan

yüzey taramasıdır. Yerleşimin farklı alanlarındaki gözle görülür farklar, bütün bölgenin araştırılması

gerekliliğini doğurmuştu. Bu sonuçta, tek bir parçanın bütünü temsil etmesi beklentisiyle

uyuşmamaktadır. Teotihuacán Vadisi’ndeki nüfus artışı ve şehirleşme aynı doğrultuda Meksika

Vadisi’nde saptanmamıştır. Aksine nüfusta belirgin bir düşüş gözlenmiştir. Bir başka örnek ise,

Robert Adams tarafından 1981 yılında incelenen Mezopotamya yerleşim örüntülerinde de meydana

gelmiştir. Araştırmalar ve çıkan sonuçlar, örnekleme stratejisi yönteminin doğru cevaplar vereceği

düşüncesini sarsmış ve yetersiz olduğu kabul edilmişti.

Tarihöncesi insanların yerleşim özelliklerini anlamak için üzerine düşülen bir diğer unsur da

seramiklerdi. “Seramik sosyologları” çömleklerin ailedeki kadın bireyler tarafından üretilip, üretim

teknolojisini de kızlarına öğrettiklerini ve seramik yapma bilgisinin sadece ana soylu toplumlarda

gerçekleşebileceğini öne sürdüler. Bu yaklaşıma göre baba soylu toplumlarda da bu bilgiler tesadüfi

olarak gerçekleşmişti. Peki bir üretim teknolojisini tek bir cinsiyete bağlamak ne kadar doğruydu?

Örneğin, ölü gömme geleneklerinde kişinin cinsiyetiyle veya mesleğiyle ilgili eşyaların ölü hediyesi

olarak bırakılması sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Kadın mezarlarında dokuma ile ilgili eşyaların ya

da bazı örneklerde savaş aletlerinin görülmesi, fikrimce böyle bir genelleme yapmaya olanak

sağlamamaktadır. Seramik incelemeleri, çömlek lerin ticarette rol oynayıp oynamadıkları ya da parça

6
örneklerin neden kullanımdan vazgeçildikleri hususlarındaki araştırma yoksunluğundan dolayı,

toplumsal organizasyonu açıklamaya yeterli görülmemiştir.

Yeni Arkeoloji yaklaşımı, bilimsel davranışın prestij kazanmasında ekonomi, sosyoloji,

siyaset bilimi ve etnoloji gibi genelleştirici sosyal bilimlerin önemini vurguladı. 1950’li yılların

sonunda büyük barajların inşa edilmeye başlamasıyla, Missouri ve Colarado gibi nehir kıyılarındaki

devlet mali desteğiyle kurtarma kazıları gündeme gelmişti. Böylece arkeologlar görsel değeri olup

sergilenecek malzemeler yerine insanların geçmişte nasıl yaşadıkları sorularına yönelebileceklerdi.

Yeni yaklaşımlarla birlikte Arkeoloji dünyasında tartışılan konulardan biri de; arkeolojik

araştırmanın birincil amacının, kültürel sistemleri mi yoksa toplumsal davranışı mı incelediğidir.

Binford, White’ın izinden giderek kültürel sistemleri incelediğini ve fikirleri değil de

epifenomenal/olgusal durumları kabul etmekteydi. Fikirlerin insan faaliyetlerine yardımcı olduğunu

ancak belirleme konusunda rol oynamadıklarını savunmuştur. Böylece tarihöncesi toplumların

incelenmesi yaygın bir düşünce haline geldi. O. G. S. Crawford 1921 yılında “toplumsal arkeoloji”

terimini kullanan ilk kişi olmuştur. Süreçselci arkeologlar arasında da toplumsal arkeolojik yaklaşımı

savunanlar; Colin Renfrew ve Charles Redman’dır. Onlarda, fikirlerin insan davranışında etkin

olduğunu ancak davranışlardaki değişimlerde önemli bir etken olmadığını savunmuşlardır. Bu

konuda Flinders Petrie, toplumsal arkeolojinin önemini şu ifadelerle vurgular;

“Toplum çok karmaşık bir yapıdır, bu nedenle incelenmesi basit bir şekilde olamaz. Herhangi

bir ülkede belirli bir zamanda farklı sınıflarda çok çeşitli topluluktan söz edilebilir ve muhtemelen

çağımızdaki farklar yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş herhangi bir sınıftaki kadar fazladır. Çeşitli

ülkelerde çeşitli iklim koşullarında, farklı atalar, farklı dinler ve farklı yaşam tarzlarıyla bu devasa

çeşitlilik bizim anlama gücümüzün çok üstündedir. Keşfedenin aynı zamanda toplumu yapan

7
olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olmaz. Her keşfin, her yeniliğin toplumsal ilişkilerin yapısı

üzerinde etkisi vardır.”

Toplumsal arkeoloji kültürlerin nasıl entegre olduklarını ve düşüncelerinin nasıl kazanmış

olduklarını toplumların karşılıklı etkileşimleri sonucunda gerçekleştiğini savunmuştur. Maddi kültürü

de merkeze alarak yapılan, kullanılan, atılan, değer verilen nesneler yoluyla insanın kendini ifade ediş

biçimini araştırır.

Binford’un kültürü üç alt sisteme ayırarak incelemesine, David Clarke psikolojik ve maddi

kültür alt sistemini eklemiş, Colin Renfrew ise maişet/geçim, teknolojik, toplumsal, yansıtmalı veya

sembolik ve ticaret yada iletişim olarak ayırmıştır. Ancak Binford psikolojik faktörlerin kültürel

değişimlerde önemli olmadığını savunmaktaydı. Toplumsal arkeolojiyi, kültürel sistemlerden daha

gerçekçi bularak toplumsal etkileşimin toplumları ayakta tuttuğu düşünülüyordu.

II.4. Kültürel Evrim Düzenliliğine Karşı Yeni Düşünceler

Steward ve Binford, kültürel değişimi insanların ekolojik faktörlere sağladığı adaptasyon ile

teknoloji ve toplumsal yapının gelişerek tabiatın insanlar tarafından kontrol altına alınışı şeklinde

tanımlamışlardı. Ancak 1970’lerden sonra ortaya çıkan ekonomik krizlerin teknolojik gelişmeleri

olumsuz yönde etkilediği görülmüş ve sosyal hayatta da problemlere yol açmıştır. Böylece

teknolojinin ve toplumsal yapının tarihte her zaman olumlu yönde ilerleyeceği genellemesi sarsılmış

olur.

İlerleyen teknolojiyle hammadde kaynaklarının tükeneceği ve çevre kirliğinin artarak

felaketlere yol açacağını Amerikan Biyolog Rachel Carson, Silent Spring/Sessiz İlkbahar adlı

kitabında dile getirir. Tüm bunların medeniyetin çöküşüyle sonlanacağını da ileri sürer. Bu konuda

ikinci bir öngörü Paul Ehrlich tarafından The Population Bomb/Nüfus Bombası kitabıyla, kontrolsüz

8
nüfus artışına dikkat çekmektedir. Bu düşünceler teknolojik gelişimin sonuçları hakkında daha

şüpheci yaklaşımlara neden olmuştur.

Ekonomistlere göre, kültürel gelişmeler insanın kontrol edemediği güçlere verdiği

cevaplardır. Felaketçi evrimciler, geleceğin giderek daha kötüleşeceği ve felaket ile sonlanacağı,

bundan kaçış olmadığını düşünüyorlardı. Felaketçi evrimciler, kültür tarihinde zorunlu bir

düzenliliğin olmadığını kabul ediyorlardı.

9
III. POST-SÜREÇSEL ARKEOLOJİ

III.1. Post-Süreçsel Arkeoloji’nin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Bu yaklaşım 1970’li yıllardan itibaren süreçsel arkeoloji yaklaşımına bir nevi tepki olarak

karşımıza çıkmaktadır. Süreçsel arkeologların kültürel değişimlerde temel faktör olarak gördüğü

ekolojinin yetersiz ve kısıtlayıcı olduğu düşüncesi hakimdi. Maddi kültürün sadece insanların çevreye

sağladığı adaptasyonun sonucu olarak görülmesine karşı çıkmışlar, diğer bir deyişle insanların

doğaya karşı edilgen durumda olmasını reddedip, toplumların tarih yapabilecek gücü olduğu ön plana

çıkarmaya çalışmışlardır. Kültürel değişimin ve insanların harici faktörler tarafından şekillendirildiği

düşüncesini savunan yeni evrimciliği, geleneksel yapısalcılığı ve kültürel materyalizm yaklaşımlarını

reddederler ve kültür çeşitliliğini ön plana çıkarmaya çalışırlar. Post-süreçselci arkeolojinin temelde

ilgilendiği konular anlam ve sembolizm, tarih, aktör ve eleştirel yaklaşımdır. Maddi kültür

oluşumunda çevresel faktörlerden ziyade daha derin anlam ve sembolizmin yattığını öne

sürmüşlerdir. Toplumsal yaşamın ve değişimin, menfaatlerin çatışmasıyla ortaya çıkan toplumsal

çatışmaların sonucu olduğunu vurguladılar. Onlara göre, dışarıdan bir etki olsa bile etkilerin toplumda

oluşturduğu hareketlilik araştırılmalıydı.

Süreçsel arkeoloji toplumların içsel dinamiklerine yönelmekten ziyade toplumların içinde

yaşadığı çevresel koşullara ve bunların etkilerini ön planda tutması, Binford’un bir sistem olarak

gördüğü kültürün, ancak doğal çevrenin insanlara izin verdiği kadar gelişim göstereceği düşüncesi

post-süreçselci görüşleri tatmin etmemişti. Yaklaşımın en öncü savunucularından olan Ian Hodder,

ilk zamanlarda süreçselci bir arkeolog olan David Clarke’ın öğrencisi olmuş ve süreçsel arkeoloji

yaklaşımına da katkılar sağlamıştır.

Post-süreçselci yaklaşım Marksist sosyal antropoloji, post-modern düşünce ve Frankfurt

Okulu gibi II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da gelişen sol eğilimli düşünce biçimlerinden oldukça

10
etkilenmiştir. Marksist arkeologlar insan bilincinin değişimdeki rolünü ve sınıfsız insan

faaliyetlerinin ideolojiden beslendiğini söylediler. Onlara göre bilgi ve birey bilinci toplumları üreten

olgulardı. Her bireyin dünyayı farklı gördüğünü düşünüyorlardı. Örneğin, bir tiyatro oyunu veya şarkı

herkeste aynı hisleri uyandırmayacaktı.

Birleşik Devletler’de gelişen yeni kültürel antropolojide Post-Süreçsel Arkeoloji’yi etkileyen

görüşlerden olmuştur. American Antropolog Clifford Geertz, insan davranışında ekolojik yönleri ve

kültürlerarası devamlılıkları kabul etmeyerek, her kültürün kendine özel ve aynı terimlerle

anlaşılamayacağını söyledi. Yeni kültürel antropoloji, kültürlerin benzersiz olduğu düşünerek, Geertz

gibi kültürlerarası devamlılıkları da kabul etmedi. 1970’li yıllarda Marksizm İngiltere ve Birleşik

Devletler’de tarihöncesi arkeolojisini etkilemeye başlamıştı. Arkeoloji ve Marksist düşünce

ilişkilerini tartışmak amacıyla sempozyumlar organize edildi. Bu alanda düşüncelerini dile getiren

Philip Kohl, Antonio Gilman, Corale Crumley ve Thomas Patterson gibi araştırmacılar süreçsel

arkeolojinin ana yönlerini reddetti.

Fransız Marksist antropolojiden oldukça etkilenen Ian Hodder 1980 yılında Cambridge

Üniversitesi’ndeki bir konferans ve ardından Symbolic and Structural Archaeology/Sembolik ve

Yapısal Arkeoloji adlı yayını ile düşüncelerini duyurdu. Post-süreçsel arkeoloji olarak adlandırılan

düşünce arkeolojik verilere sembolik, yapısal ve eleştirel yaklaşım ile baş göstermiştir.

Post-süreçsel yaklaşıma göre arkeologlar, maddi kültür ögelerinin simgesel işlevlerinden

soyutlamalar yaparak nesnelerin arkasında yatan anlamsal içeriği tanımlayabilmelidir. Micheal

Parker Pearson, maddi kültürün hukuk veya taht etkisiyle değil, ideolojinin etkisiyle oluştuğunu

savunmuştur. Böylece nesnelerin ardındaki fikirlerin toplumsal yapılaşmadaki rolü incelenebilir.

Örneğin; mezar hediyelerinde kadınlar takılarla simgelenir, erkekler savaş aletleriyle simgelenir

11
yorumu bu noktada yetersiz olarak görülmüş. Kadına ait kemiklerin ve takıların bir arada olması

dönemin kadınlık görüşü sorusuna gündeme getirir.

Yaklaşımın savunucularına göre doğru veya yanlış sonuç yoktur. Sonuçlar, farklı toplumsal

ve sözlü bağlamların yorumlarıdır. Yani süreçselcilerin açıklama amacına karşılık yorumlama

vurgusu yapmışlardır. Hodder’a göre, Bilinmezlikler ile dolu arkeolojik süreçlerin açıklanması

sadece nesnel bilgiler aracılığıyla açıklanamazdı. Bu noktada “Yorumlamalı Arkeoloji” terimi

karşımıza çıkar. Buna göre zihinle beden/cisim arasındaki bağlantının okunabileceği düşünülmüştür.

Bu bağlantının kurulabilmesi için fenomenolojik yaklaşımın gerekliliği savunulmuştur. Maddi kültür

kalıntılarından yani cisimlerden yola çıkarak insanın dünya anlayışını çözümleyebiliriz. Bu

yaklaşımda insan deneyimi birincil gerekliliktir. Deneyim bütün duyuların (görme, duyma, koklama,

dokunma) birleştiği bir yapıdır. Fenomenolojik yaklaşım ancak bütün duyularımızla arkeolojik

geçmişi ilişkilendirebildiğimizde işe yarayacaktır.

Ian Hodder ve öğrencilerinin Sahraaltı Afrikası’nda yaptığı bazı etnoarkeolojik araştırmalar,

süreçselci yaklaşımda kabul edilen maddi kültürün toplumsal organizasyonu açıklayacağı görüşünü

sarsmıştır. Bu araştırma çıkar çatışmalarında üstünlük sağlayan grubun maddi kültürü istediği yönde

kullanabileceğini göstermiştir. Bazı Afrika ülkelerinde etkin gruplar tarafından belirlenen yaşa göre

sınıflandırılmış mızrak çeşitlerinin kullanımı ve aile içerisi sorunların seramik süslemesinde

değişimlere neden olduğu anlaşılmıştır. Bu sonuçlar bir bakıma post-süreçsel yaklaşımın kabul ettiği,

kültür oluşumunda asıl aktörün çevre değil insan olduğu görüşünü de destekler.

Hodder’ın ileriki çalışmaları ölü gömme adetlerinde din, hijyen ve statü rekabetinin oldukça

etkili olduğunu göstermiştir. Müslümanların ideal eşitlik inancına göre Suudi Arabistan’da kralların

ve sıradan insanların aynı şekilde gömülmesi maddi kültür oluşumunda dinin etkisini açıkça ortaya

koyar. 19. Ve erken 20. Yüzyılda İngiltere’de sanayileşme ile birlikte değişen ölü gömme adetleri ise

12
statü rekabeti amacına bir örnektir. Sanayileşmeye bağlı zenginleşmiş aileler statü sahipliklerini

vurgulamak istercesine anıtsal törenler uygulamaya başlamışlardır. Gözlenen sonuçlar süreçsel

yaklaşımın maddi kültürün toplumsal organizasyonu yansıttığı görüşünü kanıtlarla reddetmek için

yeterliydi.

Hodder zamanla post-süreçsel arkeolojide yapısalcı bakış açısını savundu. Yapısalcı

yaklaşımın yaratıcısı Fransız arkeolog Claued Levi-Struss’a göre her kültürün temelinde kendine has

bir yapı olduğunu, düşüncelerin bu yapı tarafından kontrol edildiğini ancak kültürel devamlılığı

sağlayan bu yapıdan insanlar habersizdir. Kültür/tarih, erkek/kadın, gece/gündüz, yaşam/ölüm gibi

zıtlıkların insan beyninde doğuştan varolduğunu düşünmekteydi. Yapısalcı yaklaşım, hususi

kültürlerin arkeolojik kayda geçmiş maddi kültürün örüntülenişinin ayrıntılı bir biçimde incelenmesi

gerektiğini düşünüyordu. Ancak araştırmacılar arkeolojik kaydı olmayan bir bilginin sürekliliğini

anlama ve yorumlamada başarılı olamadı.

Görecelikçiliği ve öznenelciliği benimseyen post-süreçselci arkeologlar, kültürel evrimi,

ekolojik determinizmi, kültürün sistemli bir uyum içinde olduğunu reddettiler. Ancak post-süreçselci

arkeologların kendi aralarında anlaşamadığı bazı konularda vardır. Kültür, bölgeler, tek tek

toplumlar, cinsiyet, sınıfsal ayrımlardan mı daha çok etkilenir yoksa beşeri varlıklardan mı daha çok

etkilenir? Her eşyanın sembolik bir anlam ifade ettiğini kabul etmekle birlikte anlamın arkeolojik

verilere nasıl uyarlanacağı konusunda ortak bir görüşe varamamışlardır.

13
IV. SONUÇ

Özellikle 20. Yüzyılın ortasından itibaren arkeolojinin gelişimine katkı sağlayan birçok

yaklaşım öne sürülmüştür. Bir başlangıç, bir temel atışı olarak Süreçsel Arkeoloji yaklaşımını

söyleyebiliriz. Arkeolojinin sadece nesne betimleyiciliğinden ibaret olmadığını savunan bir kuramdır.

1960’lı yıllarda bu yaklaşım öne sürülmeden önce de kültürlerin sürekli bir değişim içerisinde olduğu

biliniyordu. Bu değişimlerin altında yatan nedenleri somut verilerle ispatlamaya çalışan bir kuram

olarak Süreçsel Arkeoloji diğer adıyla Yeni Arkeoloji 1960’lı yıllarda öne sürülmüştür. En ünlü

savunucusu olan Amerikalı Antropolog Lewis Binford, arkeoloji bilimine antropolojik açıdan

yaklaşmayı tercih etmişti. Kültürel değişimlerin nedenlerini göç ve difüzyona atfeden önceki

yaklaşımlara karşı, kültürün insanların çevreye sağladığı adaptasyonların sonucu olduğunu ve bunu

anlayabilmek için ekolojik faktörlerin birincil rolü olduğunu savunmuştur. Yeni evrimci ve ekolojik

yaklaşımların sistematik olarak arkeoloji pratiğine uygulanması vurgulanmıştır. Yaklaşımın bakış

açısında, ekolojik koşulların değiştirici ve dönüştürücü gücüyle bir etken, insanların da edilgen bir

varlık olduğu sonucu çıkarılabilir. Ayrıca bu yaklaşım kültürlerin sürekli bir gelişim içerisinde

olduğunu savunmuştur. Maddi kültüre yansıtılan bu gelişimi, günümüz toplumları inceleyerek

açıklayabiliriz görüşüyle etnoarkeolojinin insan davranışlarını anlamakta faydası olabileceği

düşünülmüştür.

Binford gibi kültüre bir sistem olarak yaklaşan Megger, kültürün çevre ve teknolojinin

birleşiminden oluştuğunu savunmuştur. Çevre koşullarının ve teknolojinin üst seviyede olması

paralel olarak kültür seviyesini de artıracaktır. İnsanların yerleşmek için su kaynaklarının yakınlarını

seçmeleri bu teoriye uyabilir ancak tamamen böyle bir genelleme yapamayız.

Yeni Arkeoloji yaklaşımını savunanlar arkeolojik araştırmanın birincil amacının ne olduğu

konusunda fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. Kültürel sistemleri incelediğin söyleyen Binford,

14
fikirlerin ve psikolojinin insan faaliyetlerinde etken olmadığını söylerken, toplumsal arkeolojiyi

savunarak fikirlerin insan davranışında etkili olduğu savunan Colin Renfrew ve Charles Redman gibi

süreçselci arkeologlarda vardı.

Toplumsal arkeolojinin önemini vurgularken Flinders Petrie, kültürlerin devasa çeşitliliğinin

bizim anlama gücümüzün çok üzerinde olduğunu dile getirmiştir. Bu sözler farklı dinler, fikirler ve

yaşam tarzlarıyla kültürün çok çeşitli olduğunu vurgularken bir nevi post-süreçsel arkeoloji ile kültür

çeşitliliği konusunda hem fikir gibi gözükmektedir.

Post-süreçselci yaklaşım maddi kültürün sadece insanın çevreye adaptasyonu sonucu olarak

görülmesine yani, insanın doğa karşısında edilgen durumda oluşuna karşı çıkarak 1970’li yıllarda

karşımıza çıkmaktadır. Yeni Arkeoloji’nin kabul ettiği yeni evrimcilik ve kültürel materyalizmi

reddederek bireyin önemini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Süreçsel arkeolojiyi toplumun içsel

dinamiklerine odaklanmadıkları için eleştirmiştir. Kültür tarihçiliğindeki göç ve difüzyon

açıklamasının yerini Süreçsel Arkeoloji’de çevre ve iklim almıştı. Post-süreçsel yaklaşım, doğanın

ve kültürün faal aktörünün birey olduğunu ve her şeyin derin bir sembolik anlamı olduğunu

vurgulamıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gelişen sol eğilimli Marksist sosyal antropoloji, post-

modern düşünce ve Frankfurt Okulu gibi düşüncelerden etkilenmiştir. Toplumu üreten, bireydir ve

her birey farklı dünya görüşüne sahiptir düşüncesi hakimdir. Post-modernizm, dönemin emperyalist

ve ırkçı düşünce ve uygulamalarına, akıl temelli düşünceye ve kapitalizme karşı çıkan bir düşüncedir.

Post-süreçsel düşünce de bundan etkilenerek insanın tabiat güçlerinin altında olmasından ziyade,

insanın tarih yapabilecek gücüne vurgu yapmıştır. İnsan elinden çıkan maddi kültür ögelerinin

simgesel işlevlerinden yapılan soyutlama ile arkasında yatan anlamlar tanımlanabilir, böylece

toplumsal yapılaşmadaki insan fikirleri anlaşılabilirdi.

15
İnsan fikirlerinde doğru veya yanlış olmadığını kabul ederek, sonuçların farklı toplumsal

yapıların yorumları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Süreçsel Arkeoloji’de amaç açıklamak iken, Post-

Süreçsel Arkeoloji’de amaç yorumlamaktır. Post-Süreçsel Arkeoloji literatürde “Yorumlamalı

Arkeoloji” olarak da bilinmektedir. Yorumlama yapabilmek için deneyim en büyük gerekliliktir.

Süreçselci yaklaşımda olduğu gibi Post-Süreçselci yaklaşımda da savunucular her zaman, her konuda

fikir birliğine varamamışlardır.

Ele aldığımız bu iki yaklaşımda arkeoloji bilimi için çığır açıcı gelişmelere neden olmuştur.

Post-Süreçselcilerin tüm eleştirilerine rağmen, Süreçsel yaklaşımın arkeolojiye katkıları yadsınamaz

bir gerçektir. Süreçselcilerin savunduğu kültürel gelişim sürekliliği gibi bilimde de sürekli bir gelişim

devam ederse zamanla Post-Süreçselci yaklaşıma da alternatifler mutlaka çıkacaktır. Günümüzde iki

yaklaşımı da doğru veya yanlış diye nitelendirmemeliyiz. İki yaklaşımında alanındaki sorulara cevap

verebilecek nitelikte olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki artık Arkeoloji bilimi yapılırken antropoloji,

kimya, coğrafya, felsefe, sosyoloji gibi farklı alanlardan yararlanılıyorsa, arkeolojiye tek bir kuramın

arkasından bakmak dar bir görüş alanı demektir. Arkeolojinin farklı bilim dallarıyla ilişkisiyle hem

onlardan beslenen hem de onları besleyen nitelikte olduğunu söylemiştik. Farklı bakış açıları ve

sorulara sahip kuramlar da birbirinden beslenerek bilimin gelişmesinde büyük katkılar sağlayabilir.

16
V. KAYNAKÇA

Binford 1962 Binford L. R., “Archaeology as Anthropology”, American Antiquity, Vol. 28,

No.2. s.217-225, 1962.

Çilingiroğlu 2015 Çilingiroğlu Ç., “Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş”,

Teorik Arkeoloji Grubu (TAG) 2, İzmir, 2015.

Duru 2014 Duru G., Özbaşaran M., “Mekan, Bağlam ve Arkeolog”, Yerleşim

Özbaşaran Sistemleri ve Mekan Analizi, Tematik Arkeoloji Serisi I, Ege Yayınları, İzmir,

2014.

Hodder 2003 Hodder I., Hutson S., “Geçmişi Okumak”, Arkeolojiyi

Hutson Yorumlamada Güncel Yaklaşımlar, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2003.

Renfrew 2013 Renfrew C., Bahn P., “Arkeoloji Anahtar Kavramlar”, (Çev. Selda

Bahn Somuncuoğlu), İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2013.

Trigger 2014 Trigger B. G., “Arkeolojik Düşünce Tarihi”, (Çev. Fuat Aydın), Ankara, 2014.

17

You might also like