Professional Documents
Culture Documents
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PROTOHİSTORYA ve ÖNASYA ARKEOLOJİSİ
ANABİLİM DALI
ANKARA – 2019
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
PROTOHİSTORYA ve ÖNASYA ARKEOLOJİSİ
ANABİLİM DALI
ÖĞRETİM ÜYESİ
Dr. Öğr. Üyesi: Levent KESKİN
ANKARA – 2019
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................................... 1
I. GİRİŞ ...................................................................................................................................... 1
V. KAYNAKÇA ...................................................................................................................... 17
i
I. GİRİŞ
Eser toplayıcılığı ve antikacılıkla başlayan geçmişe yönelik meraklar 18. Yüzyılda başlamıştı.
Başlangıçta sadece eserin estetik değeri ile ölçülen kültür kavramı bazı araştırmacıları yeterince
tatmin etmemiştir ki, yeni sorular ve teknikler gündeme gelmiştir. Arkeoloji, insan elinden çıkan her
türlü malzemeyi inceleyen ve ona sorular soran bir bilim dalıdır. İnsan dediğimiz varlığın dünya
üzerindeki etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Kültür tarihçiliği ile devam eden insanın geçmişine olan
merak daha çok etnisite kökenliydi. Dönem için medeniyetin nerede doğduğu üzerinde durulan bir
soruydu. Medeniyetin doğup diğer coğrafyalara aktarımı yayılım ve göç ile ifade edilirken, farklı
coğrafyalardaki araştırmaların verdiği sonuçlar bu dar bakış açısına yeni teoriler geliştirilmesi
gerekliliğini gösterdi.
Böylece konumuz olan Süreçsel Arkeoloji bir başka deyişle Yeni Arkeoloji yeni teknikler ve
sorularla kültürü açıklamaya çalışmıştır. Yapılan çalışmalar eskiye kıyasla daha net bilgiler
öğrenmemizi sağlarken, yeni sorular da peşi sıra gelmiştir. 20. Yüzyılda kültürü anlamak ve
açıklamak için bir çok bilim dalının birlikte çalışması gerektiği anlaşılmıştır. Arkeoloji hem diğer
Arkeoloji yaklaşımı ve ardından ona eleştirel bir şekilde gelişen Post-Süreçsel Arkeoloji yaklaşımının
etkilendikleri görüşler ve kabul veya reddettikleri düşünceler ışığında bir araya getirilmeye
çalışılmıştır.
1
II. SÜREÇSEL ARKEOLOJİ
arkeoloji disiplinine antropolojik açıdan yaklaşma konusunda etkili olan bir görüştür. Süreçselci
bakış açısı temelinde, arkeoloji disiplininde genel kabul görmüş geleneksel kültür tarihçi yaklaşıma
Bu düşünce sistemin ilk adımları 1959 yılında Joseph Caldwell tarafından, Science dergisinde
“The New American Archaeology/Yeni Amerikan Arkeolojisi adlı makalede, kültürdeki değişimlerin
ardında yatan nedenlerin ekolojik çevre ve yerleşim yerlerini oluşturan örüntüler aracılığıyla
görünümdedir. Bu yaklaşımı geliştiren ve yayılmasını sağlayan kişi ise Amerikalı Antropolog Lewis
Tüm dünyada uygulanan kültür tarihçi arkeoloji yaklaşımı, genel olarak nesnelerin zaman ve
mekan içerisinde sınıflandırılması ve kronolojik bir sıraya oturtulması ardından kültürler ile
zaman” sorularının cevapları yetersiz görülmeye başlamıştır. Arkeoloji disiplinin temel amacı,
arkeolojik bulgulardan edinilen bilgilere ihtiyaç vardır. Fikrimce, bu açıklamaya giden yolda
izlenecek ilk yol; buluntuların sınıflandırılarak belli bir kronolojiye oturtulduktan sonra
2
reddetmemiş ancak nesne betimleyiciliğinin tek başına bilimsel bir yaklaşım olmadığını
savunmuşlardır. Yeni Arkeoloji olarak adlandırdığımız düşünce sistemi, farklı problemlerin ortaya
koyulması için başla ngıç sayılabilir. Bilindiği gibi başlangıcından bu yana kültürler daima bir
değişim ve gelişim içerisindedir. Ancak bu değişimlerin “Nasıl ve Neden” olduğu da bir o kadar
önemli bir sorudur. Konumuzu oluşturan “Süreçsel Arkeoloji”de temelde bu sorulara yanıt vermeyi
arkeologlar tarafından eleştirilen kültür tarihçi yaklaşım, kültürlerde izlenen değişimleri çoğunlukla
difüzyon ve göç ile açıklamaktadır. Ancak kültürler oluştukları çevresel ortama ve zamana göre farklı
şekillerde evrim geçirebilirler. V. Gordon Childe da, toplumların içsel çelişki ve hareketlerini
açıklamak için, arkeolojinin sosyal antropolojiyle birlikte çalışması gerektiğini savunmuştur. Bunun
ulaşamayacağını Walter W. Taylor 1948 yılı “A Study of Archaeology” adlı yayınında eleştiren ilk
araştırmacılardan biri olmuştur. Bu düşünce tarzını, “Antropoloji olarak Arkeoloji” adlı makaleyle
adaptasyonun bir sonucudur ve kültürel değişimlerin açıklığa kavuşması için dönemin ekolojik
faktörleri iyi saptanmalıydı. Kültürün, teknolojik, ideolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak
ele alınması gerektiği ve bunları araştırırken bize en çok yardımcı olacak faktörün çevre olduğu
düşüncesi yaygındır. Ayrıca alınacak cevapların katkısı da, arkeolojik araştırmaların yoğunluğu ile
doğru orantılı kabul edilmiştir. Yani, ne kadar çok saha araştırması, o kadar çok net bilgi.
3
şekillendiğine inandı. Eşyaların tipolojik olarak sınıflandırılmasından ziyade o eşyanın insan
yaşamındaki rolü önemliydi. Ona göre, bu rolü çözdükten sonra kültürleri yeniden inşa edebilirdik.
evrimleşmesinin temel nedeni olarak görülmüştür. Bu düşünceyle yola çıkarsak, Neolitik dönemin
erken evrelerinde çevresel koşullarının iyileşmesi (yağış artışları, su kaynaklarındaki artış, ağaçlık
alanların yayılımı, biyoçeşitliliğin artışı) ardından yerleşik yaşama geçiş ve tarımsal faaliyetlerin
Binford her kültürel unsurun eşit derecede önemli olduğunu savunmak ile birlikte farklı gruplar
arasındaki iletişim miktarının ölçüsünün, maddi kültür varlıklarındaki benzerlik veya farklılıklar
anlamak olduğunu görüyoruz. Bu noktada binlerce yıllık nesnelerin kendi kullanıldıkları dönem
yapması bizleri doğru cevaplara götürebilir mi? Ancak o dönemki çevresel faktörler ve insanların
derece objektif olabilir? Eğer eski çağlardan günümüze insan davranışların da belirli bir düzenlilik
varsa ve bu maddi kültüre yansıtıldıysa etnoarkeoloji, maddi kültürlerden yola çıkarak insan
yarayacağını düşünmekteydi.
4
Binford aynı zamanda arkeolojiyi tarihsel olaylarla açıklamanın, tikelci, genelleştirmeyen ve
bilimsel olmayan bir yöntem olarak eleştirmiştir. Ona göre yapılması gereken, kültürel dinamiklerin
yasasının formüle edilmesiydi. Ancak, savaş gibi bir tarihsel olayın o kültürde yarattığı etkiler de bu
değişimlerin bir parçasıdır. Bu yansımalar daha çok sosyolojik ve psikolojik alanda olabilir. Binford’a
Yeni evrimci teorinin arkeolojiye ilk uygulaması, B. J. Megger tarafından “The Law of
Cultural Evolution as a Practical Research Tool/Pratik Bir Araştırma Olarak Kültürel Evrimin
Yasası” adlı makale ile yapılmıştır. Kültüre bir sistem olarak yaklaşan Megger, kültürün, çevre ve
seviyede olursa ulaşılan kültür seviyesi de buna paralel olarak artacaktır. Çevresel koşulların,
olanakların –hammadde kaynakları, iklimsel şartlar gibi- fazla olduğu bölgelerin avantajlı olduğu
gözlemleyebiliriz. İnsanların uygun koşullara adapte olma süreçleri de bu noktada daha hızlı
gerçekleşebilir. Ancak bu bütün kültürlerin ve büyük gelişimlerin sadece uygun çevre koşullarına
sahip bölgelerde görüldüğü fikrini uyandırmamalı. İlk kent devletlerinin ve yazının ortaya çıktığı
Mezopotamya coğrafyası, tüm olumlu çevresel koşullara mı sahipti? İhtiyacı olan hammadde
büyük değişim ve gelişimlere yol açmıştır. İnsanoğlunun birincil amacı olan hayatta kalma dürtüsü
değişen çevre koşullarına adapte olmayı zorunlu kılmış ve tabiata hakim olma çabasını da beraberinde
getirmiştir. Örnek vermek gerekirse bu süreçte nehir taşkınlarından dolayı zarar gören alanların
onarımı veya yeniden inşası aşamasında insanoğlu deneyimlerine dayanarak mimari anlayışlarını
giderek geliştirmişlerdir. Elinde bulunduğu doğal kaynakları kontrol altında tutma ve sahip olmadığı
5
kaynaklardan yararlanma isteğiyle farklı coğrafyalardaki kültürler arasındaki etkileşimler artış
göstermiştir.
savunulmuştu. Kültürlerde düzenli bir devamlılık olduğunu savunan araştırmacılar, bir sistemi
anlayabilmek için sistemin küçük bir parçasının yeterli olabileceğini düşündüler. Bu doğrultuda
yapılan çalışmalardan biri, Sanders, Parsons ve Stanley’in 1979’daki Meksika Vadisi’nde yapılan
yüzey taramasıdır. Yerleşimin farklı alanlarındaki gözle görülür farklar, bütün bölgenin araştırılması
gerekliliğini doğurmuştu. Bu sonuçta, tek bir parçanın bütünü temsil etmesi beklentisiyle
Vadisi’nde saptanmamıştır. Aksine nüfusta belirgin bir düşüş gözlenmiştir. Bir başka örnek ise,
Robert Adams tarafından 1981 yılında incelenen Mezopotamya yerleşim örüntülerinde de meydana
gelmiştir. Araştırmalar ve çıkan sonuçlar, örnekleme stratejisi yönteminin doğru cevaplar vereceği
Tarihöncesi insanların yerleşim özelliklerini anlamak için üzerine düşülen bir diğer unsur da
seramiklerdi. “Seramik sosyologları” çömleklerin ailedeki kadın bireyler tarafından üretilip, üretim
teknolojisini de kızlarına öğrettiklerini ve seramik yapma bilgisinin sadece ana soylu toplumlarda
gerçekleşebileceğini öne sürdüler. Bu yaklaşıma göre baba soylu toplumlarda da bu bilgiler tesadüfi
olarak gerçekleşmişti. Peki bir üretim teknolojisini tek bir cinsiyete bağlamak ne kadar doğruydu?
Örneğin, ölü gömme geleneklerinde kişinin cinsiyetiyle veya mesleğiyle ilgili eşyaların ölü hediyesi
olarak bırakılması sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Kadın mezarlarında dokuma ile ilgili eşyaların ya
da bazı örneklerde savaş aletlerinin görülmesi, fikrimce böyle bir genelleme yapmaya olanak
sağlamamaktadır. Seramik incelemeleri, çömlek lerin ticarette rol oynayıp oynamadıkları ya da parça
6
örneklerin neden kullanımdan vazgeçildikleri hususlarındaki araştırma yoksunluğundan dolayı,
siyaset bilimi ve etnoloji gibi genelleştirici sosyal bilimlerin önemini vurguladı. 1950’li yılların
sonunda büyük barajların inşa edilmeye başlamasıyla, Missouri ve Colarado gibi nehir kıyılarındaki
devlet mali desteğiyle kurtarma kazıları gündeme gelmişti. Böylece arkeologlar görsel değeri olup
Yeni yaklaşımlarla birlikte Arkeoloji dünyasında tartışılan konulardan biri de; arkeolojik
incelenmesi yaygın bir düşünce haline geldi. O. G. S. Crawford 1921 yılında “toplumsal arkeoloji”
terimini kullanan ilk kişi olmuştur. Süreçselci arkeologlar arasında da toplumsal arkeolojik yaklaşımı
savunanlar; Colin Renfrew ve Charles Redman’dır. Onlarda, fikirlerin insan davranışında etkin
“Toplum çok karmaşık bir yapıdır, bu nedenle incelenmesi basit bir şekilde olamaz. Herhangi
bir ülkede belirli bir zamanda farklı sınıflarda çok çeşitli topluluktan söz edilebilir ve muhtemelen
çağımızdaki farklar yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş herhangi bir sınıftaki kadar fazladır. Çeşitli
ülkelerde çeşitli iklim koşullarında, farklı atalar, farklı dinler ve farklı yaşam tarzlarıyla bu devasa
çeşitlilik bizim anlama gücümüzün çok üstündedir. Keşfedenin aynı zamanda toplumu yapan
7
olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olmaz. Her keşfin, her yeniliğin toplumsal ilişkilerin yapısı
de merkeze alarak yapılan, kullanılan, atılan, değer verilen nesneler yoluyla insanın kendini ifade ediş
biçimini araştırır.
Binford’un kültürü üç alt sisteme ayırarak incelemesine, David Clarke psikolojik ve maddi
kültür alt sistemini eklemiş, Colin Renfrew ise maişet/geçim, teknolojik, toplumsal, yansıtmalı veya
sembolik ve ticaret yada iletişim olarak ayırmıştır. Ancak Binford psikolojik faktörlerin kültürel
Steward ve Binford, kültürel değişimi insanların ekolojik faktörlere sağladığı adaptasyon ile
teknoloji ve toplumsal yapının gelişerek tabiatın insanlar tarafından kontrol altına alınışı şeklinde
tanımlamışlardı. Ancak 1970’lerden sonra ortaya çıkan ekonomik krizlerin teknolojik gelişmeleri
olumsuz yönde etkilediği görülmüş ve sosyal hayatta da problemlere yol açmıştır. Böylece
teknolojinin ve toplumsal yapının tarihte her zaman olumlu yönde ilerleyeceği genellemesi sarsılmış
olur.
felaketlere yol açacağını Amerikan Biyolog Rachel Carson, Silent Spring/Sessiz İlkbahar adlı
kitabında dile getirir. Tüm bunların medeniyetin çöküşüyle sonlanacağını da ileri sürer. Bu konuda
ikinci bir öngörü Paul Ehrlich tarafından The Population Bomb/Nüfus Bombası kitabıyla, kontrolsüz
8
nüfus artışına dikkat çekmektedir. Bu düşünceler teknolojik gelişimin sonuçları hakkında daha
cevaplardır. Felaketçi evrimciler, geleceğin giderek daha kötüleşeceği ve felaket ile sonlanacağı,
bundan kaçış olmadığını düşünüyorlardı. Felaketçi evrimciler, kültür tarihinde zorunlu bir
9
III. POST-SÜREÇSEL ARKEOLOJİ
Bu yaklaşım 1970’li yıllardan itibaren süreçsel arkeoloji yaklaşımına bir nevi tepki olarak
karşımıza çıkmaktadır. Süreçsel arkeologların kültürel değişimlerde temel faktör olarak gördüğü
ekolojinin yetersiz ve kısıtlayıcı olduğu düşüncesi hakimdi. Maddi kültürün sadece insanların çevreye
sağladığı adaptasyonun sonucu olarak görülmesine karşı çıkmışlar, diğer bir deyişle insanların
doğaya karşı edilgen durumda olmasını reddedip, toplumların tarih yapabilecek gücü olduğu ön plana
ilgilendiği konular anlam ve sembolizm, tarih, aktör ve eleştirel yaklaşımdır. Maddi kültür
oluşumunda çevresel faktörlerden ziyade daha derin anlam ve sembolizmin yattığını öne
çatışmaların sonucu olduğunu vurguladılar. Onlara göre, dışarıdan bir etki olsa bile etkilerin toplumda
yaşadığı çevresel koşullara ve bunların etkilerini ön planda tutması, Binford’un bir sistem olarak
gördüğü kültürün, ancak doğal çevrenin insanlara izin verdiği kadar gelişim göstereceği düşüncesi
post-süreçselci görüşleri tatmin etmemişti. Yaklaşımın en öncü savunucularından olan Ian Hodder,
ilk zamanlarda süreçselci bir arkeolog olan David Clarke’ın öğrencisi olmuş ve süreçsel arkeoloji
Okulu gibi II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da gelişen sol eğilimli düşünce biçimlerinden oldukça
10
etkilenmiştir. Marksist arkeologlar insan bilincinin değişimdeki rolünü ve sınıfsız insan
faaliyetlerinin ideolojiden beslendiğini söylediler. Onlara göre bilgi ve birey bilinci toplumları üreten
olgulardı. Her bireyin dünyayı farklı gördüğünü düşünüyorlardı. Örneğin, bir tiyatro oyunu veya şarkı
görüşlerden olmuştur. American Antropolog Clifford Geertz, insan davranışında ekolojik yönleri ve
kültürlerarası devamlılıkları kabul etmeyerek, her kültürün kendine özel ve aynı terimlerle
anlaşılamayacağını söyledi. Yeni kültürel antropoloji, kültürlerin benzersiz olduğu düşünerek, Geertz
gibi kültürlerarası devamlılıkları da kabul etmedi. 1970’li yıllarda Marksizm İngiltere ve Birleşik
ilişkilerini tartışmak amacıyla sempozyumlar organize edildi. Bu alanda düşüncelerini dile getiren
Philip Kohl, Antonio Gilman, Corale Crumley ve Thomas Patterson gibi araştırmacılar süreçsel
Fransız Marksist antropolojiden oldukça etkilenen Ian Hodder 1980 yılında Cambridge
Yapısal Arkeoloji adlı yayını ile düşüncelerini duyurdu. Post-süreçsel arkeoloji olarak adlandırılan
düşünce arkeolojik verilere sembolik, yapısal ve eleştirel yaklaşım ile baş göstermiştir.
Parker Pearson, maddi kültürün hukuk veya taht etkisiyle değil, ideolojinin etkisiyle oluştuğunu
Örneğin; mezar hediyelerinde kadınlar takılarla simgelenir, erkekler savaş aletleriyle simgelenir
11
yorumu bu noktada yetersiz olarak görülmüş. Kadına ait kemiklerin ve takıların bir arada olması
Yaklaşımın savunucularına göre doğru veya yanlış sonuç yoktur. Sonuçlar, farklı toplumsal
vurgusu yapmışlardır. Hodder’a göre, Bilinmezlikler ile dolu arkeolojik süreçlerin açıklanması
karşımıza çıkar. Buna göre zihinle beden/cisim arasındaki bağlantının okunabileceği düşünülmüştür.
yaklaşımda insan deneyimi birincil gerekliliktir. Deneyim bütün duyuların (görme, duyma, koklama,
dokunma) birleştiği bir yapıdır. Fenomenolojik yaklaşım ancak bütün duyularımızla arkeolojik
süreçselci yaklaşımda kabul edilen maddi kültürün toplumsal organizasyonu açıklayacağı görüşünü
sarsmıştır. Bu araştırma çıkar çatışmalarında üstünlük sağlayan grubun maddi kültürü istediği yönde
kullanabileceğini göstermiştir. Bazı Afrika ülkelerinde etkin gruplar tarafından belirlenen yaşa göre
değişimlere neden olduğu anlaşılmıştır. Bu sonuçlar bir bakıma post-süreçsel yaklaşımın kabul ettiği,
kültür oluşumunda asıl aktörün çevre değil insan olduğu görüşünü de destekler.
Hodder’ın ileriki çalışmaları ölü gömme adetlerinde din, hijyen ve statü rekabetinin oldukça
etkili olduğunu göstermiştir. Müslümanların ideal eşitlik inancına göre Suudi Arabistan’da kralların
ve sıradan insanların aynı şekilde gömülmesi maddi kültür oluşumunda dinin etkisini açıkça ortaya
koyar. 19. Ve erken 20. Yüzyılda İngiltere’de sanayileşme ile birlikte değişen ölü gömme adetleri ise
12
statü rekabeti amacına bir örnektir. Sanayileşmeye bağlı zenginleşmiş aileler statü sahipliklerini
yaklaşımın maddi kültürün toplumsal organizasyonu yansıttığı görüşünü kanıtlarla reddetmek için
yeterliydi.
yaklaşımın yaratıcısı Fransız arkeolog Claued Levi-Struss’a göre her kültürün temelinde kendine has
bir yapı olduğunu, düşüncelerin bu yapı tarafından kontrol edildiğini ancak kültürel devamlılığı
kültürlerin arkeolojik kayda geçmiş maddi kültürün örüntülenişinin ayrıntılı bir biçimde incelenmesi
gerektiğini düşünüyordu. Ancak araştırmacılar arkeolojik kaydı olmayan bir bilginin sürekliliğini
ekolojik determinizmi, kültürün sistemli bir uyum içinde olduğunu reddettiler. Ancak post-süreçselci
arkeologların kendi aralarında anlaşamadığı bazı konularda vardır. Kültür, bölgeler, tek tek
toplumlar, cinsiyet, sınıfsal ayrımlardan mı daha çok etkilenir yoksa beşeri varlıklardan mı daha çok
etkilenir? Her eşyanın sembolik bir anlam ifade ettiğini kabul etmekle birlikte anlamın arkeolojik
13
IV. SONUÇ
Özellikle 20. Yüzyılın ortasından itibaren arkeolojinin gelişimine katkı sağlayan birçok
yaklaşım öne sürülmüştür. Bir başlangıç, bir temel atışı olarak Süreçsel Arkeoloji yaklaşımını
söyleyebiliriz. Arkeolojinin sadece nesne betimleyiciliğinden ibaret olmadığını savunan bir kuramdır.
1960’lı yıllarda bu yaklaşım öne sürülmeden önce de kültürlerin sürekli bir değişim içerisinde olduğu
biliniyordu. Bu değişimlerin altında yatan nedenleri somut verilerle ispatlamaya çalışan bir kuram
olarak Süreçsel Arkeoloji diğer adıyla Yeni Arkeoloji 1960’lı yıllarda öne sürülmüştür. En ünlü
savunucusu olan Amerikalı Antropolog Lewis Binford, arkeoloji bilimine antropolojik açıdan
yaklaşmayı tercih etmişti. Kültürel değişimlerin nedenlerini göç ve difüzyona atfeden önceki
yaklaşımlara karşı, kültürün insanların çevreye sağladığı adaptasyonların sonucu olduğunu ve bunu
anlayabilmek için ekolojik faktörlerin birincil rolü olduğunu savunmuştur. Yeni evrimci ve ekolojik
açısında, ekolojik koşulların değiştirici ve dönüştürücü gücüyle bir etken, insanların da edilgen bir
varlık olduğu sonucu çıkarılabilir. Ayrıca bu yaklaşım kültürlerin sürekli bir gelişim içerisinde
düşünülmüştür.
Binford gibi kültüre bir sistem olarak yaklaşan Megger, kültürün çevre ve teknolojinin
paralel olarak kültür seviyesini de artıracaktır. İnsanların yerleşmek için su kaynaklarının yakınlarını
14
fikirlerin ve psikolojinin insan faaliyetlerinde etken olmadığını söylerken, toplumsal arkeolojiyi
savunarak fikirlerin insan davranışında etkili olduğu savunan Colin Renfrew ve Charles Redman gibi
bizim anlama gücümüzün çok üzerinde olduğunu dile getirmiştir. Bu sözler farklı dinler, fikirler ve
yaşam tarzlarıyla kültürün çok çeşitli olduğunu vurgularken bir nevi post-süreçsel arkeoloji ile kültür
Post-süreçselci yaklaşım maddi kültürün sadece insanın çevreye adaptasyonu sonucu olarak
görülmesine yani, insanın doğa karşısında edilgen durumda oluşuna karşı çıkarak 1970’li yıllarda
karşımıza çıkmaktadır. Yeni Arkeoloji’nin kabul ettiği yeni evrimcilik ve kültürel materyalizmi
reddederek bireyin önemini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Süreçsel arkeolojiyi toplumun içsel
açıklamasının yerini Süreçsel Arkeoloji’de çevre ve iklim almıştı. Post-süreçsel yaklaşım, doğanın
ve kültürün faal aktörünün birey olduğunu ve her şeyin derin bir sembolik anlamı olduğunu
vurgulamıştır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gelişen sol eğilimli Marksist sosyal antropoloji, post-
modern düşünce ve Frankfurt Okulu gibi düşüncelerden etkilenmiştir. Toplumu üreten, bireydir ve
her birey farklı dünya görüşüne sahiptir düşüncesi hakimdir. Post-modernizm, dönemin emperyalist
ve ırkçı düşünce ve uygulamalarına, akıl temelli düşünceye ve kapitalizme karşı çıkan bir düşüncedir.
Post-süreçsel düşünce de bundan etkilenerek insanın tabiat güçlerinin altında olmasından ziyade,
insanın tarih yapabilecek gücüne vurgu yapmıştır. İnsan elinden çıkan maddi kültür ögelerinin
simgesel işlevlerinden yapılan soyutlama ile arkasında yatan anlamlar tanımlanabilir, böylece
15
İnsan fikirlerinde doğru veya yanlış olmadığını kabul ederek, sonuçların farklı toplumsal
yapıların yorumları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Süreçsel Arkeoloji’de amaç açıklamak iken, Post-
Süreçselci yaklaşımda olduğu gibi Post-Süreçselci yaklaşımda da savunucular her zaman, her konuda
Ele aldığımız bu iki yaklaşımda arkeoloji bilimi için çığır açıcı gelişmelere neden olmuştur.
bir gerçektir. Süreçselcilerin savunduğu kültürel gelişim sürekliliği gibi bilimde de sürekli bir gelişim
devam ederse zamanla Post-Süreçselci yaklaşıma da alternatifler mutlaka çıkacaktır. Günümüzde iki
yaklaşımı da doğru veya yanlış diye nitelendirmemeliyiz. İki yaklaşımında alanındaki sorulara cevap
verebilecek nitelikte olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki artık Arkeoloji bilimi yapılırken antropoloji,
kimya, coğrafya, felsefe, sosyoloji gibi farklı alanlardan yararlanılıyorsa, arkeolojiye tek bir kuramın
arkasından bakmak dar bir görüş alanı demektir. Arkeolojinin farklı bilim dallarıyla ilişkisiyle hem
onlardan beslenen hem de onları besleyen nitelikte olduğunu söylemiştik. Farklı bakış açıları ve
sorulara sahip kuramlar da birbirinden beslenerek bilimin gelişmesinde büyük katkılar sağlayabilir.
16
V. KAYNAKÇA
Binford 1962 Binford L. R., “Archaeology as Anthropology”, American Antiquity, Vol. 28,
Çilingiroğlu 2015 Çilingiroğlu Ç., “Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş”,
Duru 2014 Duru G., Özbaşaran M., “Mekan, Bağlam ve Arkeolog”, Yerleşim
Özbaşaran Sistemleri ve Mekan Analizi, Tematik Arkeoloji Serisi I, Ege Yayınları, İzmir,
2014.
Renfrew 2013 Renfrew C., Bahn P., “Arkeoloji Anahtar Kavramlar”, (Çev. Selda
Trigger 2014 Trigger B. G., “Arkeolojik Düşünce Tarihi”, (Çev. Fuat Aydın), Ankara, 2014.
17