Professional Documents
Culture Documents
Zaman GEZGİNL
BAY B U RT ’ TA
Yazarlar:
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik
1
Zaman GEZGİNLERİ BAYBURT’TA
Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Nebi Gedik
Danışmanlar
Prof. Dr. İhsan Bulut
Doç. Dr. Metin Ünver
Yaşar Yerlikaya
Yazarlar
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik
Resimleyen
Gökhan Gülkan
Grafik-Tasarım
Şinasi Akgün
Merhabalar Sevgili Çocuklar;
Basım Yeri
Ant Basım Yayın Medya Tic. Ltd. Şti Bayburt, binlerce yıllık geçmişi ile pekçok kültüre evsahipliği yapmış bir ili-
2. Matbaacılar Sitesi 1NB-22 Topkapı- İstanbul mizdir. Ülkemizi yarınlara taşıyacak olan siz değerli çocuklarımızın, bu bilinç ışı-
Tel: (0212) 565 39 90 - Gsm: 0533 391 03 58 ğında çağdaş ve modern gençler olarak yetişmesi bizim sadece amacımız değil,
aynı zamanda öncelikli görevimizdir.
Yayın Tarihi
Nisan 2017 Günümüzde “iyi insan olmak, bilgili ve yetişmiş bireyler olmak” ne kadar
önemli ve gerekliyse, “geçmişini, mirasçısı olduğu kültürü ve değerlerini özüm-
İSBN semiş” insanlar olmak da bir o kadar vazgeçilmezdir. Bu açıdan baktığımızda,
978 9626 99 19 5 elinizdeki bu eserde hem size heyecanlı bir öykü anlatırken hem de bir Bay-
burtlu olarak övünülecek bir tarih ve kültür mirasının temsilcisi olduğunuzu
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: …….. sizlere bir kez daha hatırlatmak istedik.
Zeynep
Emre
İnci ile anaokulundan beri
arkadaşlar. Grubun “bilim adamı”… Emre’nin bir yaş küçük kardeşi. Enerji dolu, neşeli
Bilime olan merakı sadece bilgisayar bir çocuk. Beş yaşından beri jimnastik yaptığı
oyunları ile de sınırlı değil. Bilimsel için oldukça sportmen olan Zeynep, her yeni
olan her şey ondan sorulur. Odasının olaya büyük bir merakla yaklaşıyor. Mahalleye
duvarlarını sporcu ya da şarkıcı yeni taşınan bir adam da, eski bir çömlek parçası
posterleri yerine bilim adamlarının da Zeynep’in merakını aynı şekilde uyandırıyor.
resimleri süslüyor. Bazen heyecanlı Gizemli öykülere bayılıyor. Bazen sıradan
olduğunda onu dizginlemek olaylar için bile hayal gücünü kullanıp katkıda
gerekebiliyor çünkü herkesin kendisi bulunabiliyor.
kadar hızlı düşündüğünü zannediyor.
4 5
Ve Gofret
Köpeklerin yaşının insan yılına
çevrilmesi için 7 ile çarpıldığını
düşünürsek, grubun “en yaşlısı”
o: Tam 21 yaşında! Ama hiç
yaşına uygun davranmıyor...
Sürekli burnunu olmadık
yerlere sokan bu meraklı köpek,
aslında Zeynep’in olmasına
rağmen grup içinde herkesle
iyi anlaşıyor. Özellikle Leyla’dan
gördüğü sevgiden pek memnum
olan Gofret, ikizlerin civarında
dolaşmanın da “atıştıracak bir
Leyla şeyler” anlamına geldiğini çoktan
keşfetmiş durumda…
Grubun en küçüğü olan Leyla, her
şeye karşı sevgi besleyebilen bir çocuk.
Herkesin içinde iyi bir yan olduğuna o
kadar çok inanıyor ki, etrafındaki herkese
“bir anne şefkati” ile yaklaşıyor. Bunun
sonucu olarak da arkadaşları arasında
“küçük anne” olarak çağrılıyor. Leyla,
Yer: İstanbul
aynı zamanda grup içinde en tedbirli olan Zaman: Günümüz
çocuk. Bu yüzden içinde kimbilir nelerin
olduğu çantasını yanından hiç ayırmıyor. Burası İstanbul’un tipik mahallelerinden biri. Herkesin birbirini tanıdığı,
güzel komşuluk geleneklerini yaşattığı bir mahalle… Bakkalı, manavı, parkı,
camisi, meraklı komşuları, sokulgan kedileriyle tipik bir mahalle…
6 7
Bu arkadaş grubu yakın zaman öncesine kadar normal bir arkadaşlık
yaşıyorlardı. Ancak her şey, İnci’nin büyük dedesinden kalan eski ve
bozuk bir saatin eve gelmesiyle değişti. Bir aile yadigarı kabul edildiği
için bu bozuk saati şimdilik İnci’nin odasına koydular.
Bu olaydan bir süre sonra öyle bir şey oldu ki, bu kadarı Zeynep’in
bile hayal gücünü zorlayacak cinstendi… Sonunda saat bütün “sırrını”
çocuklara açtı.
Bu antika saat bir tür zaman kapısı olarak çalışıyordu… Sadece tüm
çocukların bir arada olduğu zamanlarda çalışmaya başlayan saat, ak-
reple yelkovanın üstüste gelmesi ile garip ışıklar saçıyordu. Sonra sa-
atin yanındaki kapak, bir kapı gibi açılıyor ve içeri biri giriyordu. Bu Bu zaman kapısı, saat kaç kez vurduysa o kadar saat açık kalıyordu.
zaman kapısından geçen kişi farklı bir zamandan ve yerden günümüze Böylece çocuklar bir süreliğine başka bir zamana ve yere gitme şansı
geliyordu. buluyordu. Tabii önce yeni gelen kişiye durumu anlatmaları ve onun
yaşadığı şaşkınlığı gidermeleri gerekiyordu.
8 9
Cumartesi Saat: 12:38 / İnci’nin odası “Bundan sonraki el 6 atarsam kazanıyorum.”
“Hiç heveslenme, Emre senin piyonunu da
Çocuklar, her cumartesi olduğu gibi, İnci’nin evinde toplan- kırar şimdi” dedi Leyla.
mışlardı. İkizler dışında tüm takım oradaydı. Çocuklar yerdeki
halıya oturmuş kızma birader oynuyorlardı. Emre zarını attı ve
gülerek piyonunu hareket ettirmeye başladı.
10 11
Çocuklar birkaç tur daha zar atıp oyuna devam ettiler. Sonun-
da İnci saatine bakıp “Saat de bire geliyor, ikizlerden halen ses
yok.” dedi.
“Gelirler merak etme. Ne giysek diye dolabın karşısında
kavga ediyorlardır kesin.” dedi Emre.
12 13
Emre ikizlerin getirdiği bavulları işaret edip sordu. “Sonunda Yiğit bir bavulun kapağını açtı. “Vee bunları topladık...”
evden kovuldunuz değil mi?” dedi. Bavulların içinden birçok pantolon, gömlek, yelek, şalvar,
kenarı oyalı yazmalar, işlemeli uzun çoraplar çıktı. Çocukların
“Hiç de bile... Bunlar sadece bizim için değil, sizin için de...” hepsi birden heyecanla giysileri alıp incelemeye başladılar.
dedi Mert. Yiğit ekledi. “Biz ekip için çalışıyoruz dostum. Yani
bir tür birimiz hepimiz...” Mert tamamladı. “...hepimiz birimiz
“Bunlar çok güzel. Bayağı işimize yarar” dedi İnci. “Son
için!”
gittiğimiz yerden aldığımız çarıklar da duruyor zaten. Bence
İkizler böyle dedikten sonra ellerini birbirine vurarak “çak!” harika bir gardrop toplamışsınız çocuklar.”
yaptılar. Diğerleri şaşkın gözlerle bakıyorlardı.
“E peki sormadılar mı, ne diye alıyorsunuz bunları, diye?”
Leyla acıklı bir yüz ifadesi takınarak “Vah vah... Hem evden diye sordu Zeynep.
kovulmuşlar hem de uzun süredir bir şey yememişler anlaşı-
lan. Açlıktan ne dediklerini bilmiyorlar...” dedi. “Babaannem sormadan durur mu? Ona okulda tiyatro ko-
lundayız, oyun oynarken kostüm filan lazım oluyor arkadaş-
“Gerçekten şu işin aslını anlatsanıza çocuklar. Nedir bun- lara, bulamıyoruz, dedik. O da bütün köyden iki bavul eşya
lar?” diye sordu İnci.
topladı. Babaannemin sözü biraz geçer de köyde.” dedi Yiğit.
Mert anlatmaya başladı.
“Ya aslında durumu siz de biliyorsunuz. Gittiğimiz yerlerde
ve zamanlarda bizi en çok kıyafetlerimiz zorluyor değil mi? Çocuklar kıyafetleri teker teker inceleyip üstlerine olanları
Yani göze batıyoruz bu kılığımızla.” ayırırken birden saatin gongu çalmaya başladı. Herkes hare-
ketsiz kalıp saate bakmaya başladı.
Yiğit devam etti. “O yüzden biz de geçen hafta babaan-
nemlerin köyüne gittiğimizde benim aklıma bir fikir geldi.” Cumartesi; Saat: 13:05 / İnci’nin odası
Mert’le gözgöze gelince düzeltti. “Daha doğrusu ikimizin
aklına bir fikir geldi.” Saatin gongları bittikten sonra gövdesinden dışarı parlak bir
Mert sözü kaldığı yerden aldı. “Dedik ki, babaannemden ışık yayılmaya başladı. Sonra da açılan zaman kapısından odaya
12 yaşlarında, esmer düz saçlı, hafif çekik gözlü bir oğlan çocuğu
istesek, bize biraz kıyafet ayarlayamaz mı? Şöyle bizi gitti-
girdi.
ğimiz zamanlarda idare edebilecek gibi mesela...”
14 15
Üzerinde koyu renk bir pantolon, kıldan yapılmış dizine kadar
çıkan çoraplar, gömlek ve yelek vardı. Omzuna çapraz olarak as-
tığı bir de heybesi olan çocuk birden şaşkınlıkla etrafına bakınıp
dondu kaldı.
Çocuk etrafına bakıp “Nasıl yani evin? Ben dolaba girmiştim. İnci’nin odası. Yine ilk açı. Duvar ve
Buraya çıktım. Gizli geçit mi varmış?” diye sordu. önündeki saat gözükür. Saatin içinden
ışıklar çıkmaktadır. Saatin önünde
“Eh, onun gibi bir şey. Sana her şeyi anlatacağız. Gel otur is- gelen çocuk vardır. Bizimkiler ona
tersen.” bakmaktadırlar.
Çocuk biraz çekinerek oturdu. Zeynep masadaki şişeden bir (kadrajda tüm çocukların olmasına
bardak meyve suyu koyup oğlana uzatttı. “Meyve suyu var, ister gerek yok)
misin? Yorgun görünüyorsun. Çantanı alayım istersen.”
16 17
Cumartesi; Saat: 13:40 / İnci’nin odası Mert ve Yiğit birbirine baktı. “Vay canına... Evvel zaman için-
de...” diye başlayınca diğeri devamını getirdi. “...kalbur saman
Sonunda İnci sözlerini “Sonuç olarak, Bahadır, şu anda 2017 içinde.”
yılındasın ve bu tuhaf zaman kapısından tekrar geldiğin yere,
yani Bayburt’a gidebilirsin.” diyerek bitirdi. Çocuklar bir süre sessiz kaldıktan sonra Zeynep önündeki ki-
taptan kontrol ederek konuşmaya başladı.
Bahadır, yani ziyaretçileri olan çocuk, saati gösterip “Yani bu “O zaman... senin geldiğin tarih de yaklaşık 1100 gibi bir
şey büyülü öyle mi?” diye sordu. şey, öyle mi?”
İnci “Doğrusu nasıl çalıştığını biz de bilmiyoruz. Yani senin
dediğin şimdilik doğru...” dedi. “1100 mü? Ben 1100’de iki yaşındaydım. Şimdi tam 12 ya-
şım var.”
Bahadır kafasını kaşıdı.
“Bana kimse inanmayacak. Bir tek dedem inanır böyle bir İnci hemen hesap yaptı.
şeye..” dedi. “O zaman 1110 yılına gidiyoruz öyle mi? Ne diyorsun Baha-
dır, bize yaşadığın yerleri gezdirir misin? Sana misafir olabilir
Emre karşı çıktı. miyiz bugün?”
“Deden mi? Hiç sanmıyorum. Yaşlı insanların hayal gücü çok
daha azdır. O hiç inanmaz bence...” Bahadır gülerek cevapladı.
“Ne demek, başımla beraber... Size istediğiniz yeri gezdiri-
“Siz dedemi tanımadan konuşmayın bence. Onun anlattığı rim. Bizim oraları benden iyi bileni de bulamazsınız...”
şeyleri duysanız, o-hooo... Zaten herkes de bilir onun hikaye- Emre ayağa kalktı.
lerini...” “E tamam o zaman. Şu kıyafet işini halledelim mi?”
Bu arada elindeki ansiklopedinin sayfalarını karıştıran Zeynep İnci Bahadır’a dönüp açıkladı.
heyecanla başını kaldırıp sordu. “Ha bir de kılık kıyafet durumu var Bahadır. Senden onun
“Yoksa, senin dedem dediğin kişinin adı...?” için de yardım isteyeceğiz. Şimdi bizim sizin orada bu kılıkta
dolaşmamız çok dikkat çeker. Onun için biz biraz giysi topla-
Bahadır övünür gibi göğsünü şişirip cevapladı. “Dedem Kor- dık. Bize bunlar arasından hangileri ile göze batmayız söyle-
kut’tur adı...” yebilir misin?”
18 19
Bahadır ve diğer çocuklar kapakları açık olan bavulların başına
çömeldiler.
Tam o sırada kapı açıldı, içeri 5-6 yaşlarında, saçları iki yandan
örgülü, sevimli bir kız çocuuğu girdi. Bir elinde tek kolundan tut-
tuğu bir bez bebek vardı.
22 23
Bahadır içini çekip “Off yeter. Bir nefes al... Büyülü müyülü
bir şey yok. Hadi sen git keçilere ot mu veriyorsun ne yapıyor-
san yap... Bizim gitmemiz gerek.”
24 25
Çocuklar evden çıkıp şehre doğru gitmeye başladılar. Baha-
dır’ın evi şehri yukarıdan gören bir tepedeydi. Şehir buradan
bütün güzelliği ile görülüyordu. Şehrin tam ortasından Çoruh ır-
mağı geçiyordu. İki tane köprü ile iki yakası bağlanan nehir son
derece coşkun bir hızda akıyordu.
Emre “Vay canına... Amma hızlı akan bir nehir bu. İnsan düş-
se çıkamaz.” dedi.
Her zamanki gibi yanında bir kitap taşıyan İnci, kitaptan bir
yere bakıp cevap verdi.
“Evet çocuklar Emre haklı. Bu Çoruh nehri. Ülkemizin en hız-
lı akan nehirlerinin başında geliyor.”
Bahadır da açıklama yaptı.
“Aslında her zaman böyle deli akmaz bu. Yaza girerken baş-
lar, sonra gittikce sakinleşir.”
28 29
Çocuklar yürüye yürüye bahçeli küçük bir eve geldiler. O gi-
zemli adam çocukları uzaktan izlemeye devam ediyordu. Evin
kapısının önünde tahtadan yapılmış bir sedirde bir minderin
üstünde yaşlı bir adam oturmuş kucağındaki sazla uğraşıyor-
du. Adamın uzun beyaz sakalları vardı.
30 31
Bahadır etrafı kolaçan eder gibi sağa sola bakındıktan sonra Bahadır hemen araya girdi.
dedesine eğilerek konuştu. “Dede şimdi sana bu arkadaşların “Ben demedim mi dedemin hikayeleri çok meşhurdur diye.
nereden geldiğini anlatacağım ama kimseye söylemek yok.” Böyle hikayeler anlatan biri size niye şaşırsın, değil mi dede?”
Dede Korkut hafifçe Bahadır’a eğilerek gizli bir şey soruyor “Her hikaye şaşırtıcı olabilir oğul. Önemli olan hikayeden
gibi konuştu. bir şeyler öğrenmek. Her hikayede öğrenecek bir şeyler bula-
“Hayırdır oğul? Gizli kapaklı bir iş mi var yoksa?” mazsan hikayeyi duymuşsun ama dinlememişsin demektir...”
Bahadır da aynı şekilde fısıldayarak cevapladı. O sırada içeriden güler yüzlü, yaşlı bir kadın çıktı.
“Yok öyle bir şey değil ama bir sır bu. Bunu da sadece sen “Aaa nenem de buradaymış. Nasılsın nene? Bak bunlar arka-
anlarsın diye anlatıyorum. Dinle bak...” daşlarım, onlara etrafı gezdiriyorum.”
Bahadır heyecanla başından geçenleri ve bizimkilerle olan
macerasını anlatmaya başladı. Dede Korkut dikkatle dinliyordu... Bahadır hemen gidip elini öptü.
“İyi, iyi pek güzel. Hoş gelmişsiniz çocuklar.” dedi Bahadır’ın
3 Temmuz 1110 Saat: 11:20 / Bayburt ninesi. Çocuklar kalkıp onun da elini öptüler.
Sonunda Bahadır hikayesini tamamladı. Nine sonra “Siz şimdi sağa sola giderken yemek yemeği unu-
“İşte böyle dede, ne diyorsun? Tam bin yıl öteye gittim gel- tursunuz. Durun size biraz kete getireyim, taze süt de var. Yiyin
dim. Hem de misafirler getirdim...” de öyle gidin.” deyip içeri gitti. Özellikle ikizlerin gözleri parladı.
“Vallahi ne diyeyim oğul. Allahın hikmetinden sual olur mu? Biraz sonra bir tepsi içinde sütler ve bir kocaman tabak dolusu
Madem ki böyle zamanları aşıp ziyaretimize gelmişler, hoş sıcak kete ile geldi nine. Bu yumuşacık hamurla ılık süt harika
gelmişler, sefalar getirmişler...” bir ikili olmuştu. Çocuklar hem yediler hem de Dede Korkut’un
çaldığı kopuzu dinlediler.
İnci “Hikayemizin inanılması güç olduğunu biliyoruz. Bize
inandığınız için teşekkür ederiz. Genelde gittiğimiz yerlerde Çalmayı bitirdikten sonra çocuklara dönen Dede Korkut “Ee
kimseye nereden geldiğimizi söylemeyiz ama Bahadır ısrar nasıl buldunuz bakalım çocuklar?” diye sordu.
etti. Sizin bize inanacağınızı söyledi.” dedi.
32 33
Leyla hemen cevap verdi. “Ay çok güzeldi dedeciğim. Sesi
saza benziyor ama biraz daha farklı, bu şeyin...” dedi.
34 35
Dede Korkut “Bunu duyduğuma pek memnun oldum. Demek
beni unutmamışlar. İşte oğul bu ölümsüz olmak sayılır. Bunu
duydum ya artık çok daha rahat ölebilirim.” dedi.
Dede Korkut konuyu dağıtmak için torununa dönerek canlı bir Diğer çocuklardan bir ikisi kadrajda
sesle konuştu. görünür.
38 39
Yiğit Mert’e dönüp “Duydun mu? İsmini kazanmak için bir
şey başarmak gerekmiş. Mesela okul takımının kaptanı olmak
gibi...” deyince Mert cevapladı. “Ya da bir oturuşta bütün kura-
biyeleri bitirip kardeşine hiç bırakmamak gibi değil mi?”
40 41
Bahadır biraz tepelik olan bir yeri işaret etti “Size asıl göstermek istediğim “Bu sıcakta bir de tepeye mi tırmanacağız?” diye fısıldadı
yer şurada. Biraz yürüyeceğiz” dedi. Zeynep
“Şştt” diye onu uyardı İnci.
42 43
Testi bittikten sonra çocukların şaşkın bakışları karşısında Ba-
hadır ile kadın birbirlerine bakıp gülümsediler. Kadın veda edip
ayrıldıktan sonra Bahadır çocuklara döndü.
44 45
“Evet, onun için bu köyün halkı yazın burayı yiyecek sakla-
mak için kullanır. Neden böyle olduğunu kimse bilmiyor ama
burası yaz-kış buzludur böyle...” diye cevap verdi Bahadır.
“1110 yılında doğal buzdolabı olan bir köy... Hiç böyle bir
şey duymamıştım.” dedi Emre.
Zeynep sordu.
“Neye yetiştik? Bir şey mi başlıyor ki? Hem bu insanlar nere-
ye gidiyor böyle topluca?”
46 47
“Vaay. Büyük maç var ha?” dedi Yiğit.
Mert hemen karşılık verdi.
“Yüzyılın derbisi bugünmüş... Bence kaçırmayalım.”
Türklerin
Bayburt tarafına giden bir arabacı ile konuşan Ba- Orta Asya’dan
hadır, onları da alması için rica etti. Dede Korkut’u bu yana oyradıkları
bir savaş oyunu olan
çok iyi tanıyan adam arabanın arkasındaki sebze ve cirit, bugün halen
meyve sepetlerinin arasında oturabileceklerini söy- Erzurum, Sivas, Bayburt
ledi. Çocuklar hemen arabaya yerleştiler. ve Kars gibi bölgelerde
yaşatılan bir
gelenektir.
48 49
3 Temmuz 1110 Saat: 15:10 / Bayburt
Zeynep sordu.
“Gofret nerede Sanem?”
“İçeride, yatıyor... Anam ona süt verdi. Babam da geldi biraz
önce. O da ayağına bakıyor.”
50 51
Çocuklar telaş içinde Gofret’in yanına gelirler.
52 53
Tuğberk çocuklara gülümsedi. Gofret gerçekten de biraz topallıyordu ama çok da kötü de-
“Şehirde işlerimi bitirdikten sonra eve gelmeden önce ğil gibiydi. Özellikle Bahadır’ın annesinin önüne koyduğu bir
babama uğradım, o anlattı. Ona da uğramışsınız. Hoş geldi- kase süt ve Sanem’in arada bir verdiği köpek bisküvileri ile
niz çocuklar.” keyfi iyice yerinde gibiydi.
“Hoş bulduk. Şey burada ne olmuş acaba siz anlatabilir “Ay çok geçmiş olsun” dedi İnci. “Peki çalınan değerli bir
misiniz?” dedi İnci. şeyleriniz var mı?”
Bahadır’ın annesi Nurbanu “Aslında orası biraz tuhaf. Be-
“Sanem ile sizin köpeğiniz bahçede oynuyormuş. O sırada nim bir iki parça altınım vardı ama hiç oraları karıştırmamış.
bir ses duymuşlar evin içinden.” Herhalde fırsat bulamadı. Bu küçük kahraman tam zamanın-
“Böyle tıkırt tıkırt diye.” ağzıyla sesi taklit etti Sanem. da yetişmiş...”
“Evet öyle işte... Sonra gidip bakmışlar ki kapı açık. Önce Tuğberk biraz canı sıkılmış bir şekilde konuştu.
anan geldi sanmışlar. Ama meğer içeriye bir adam girmiş.” “Altınlar tamam da asıl benim yazmalarımı almış gali-
ba...”
“Adam mı? Ne adamı?” diye sordu Bahadır. “Yazmalar mı? Onları ne yapacak ki hırsız? Okuması bile
yoktur onun.” dedi Bahadır. Sonra çocuklara dönüp açıklama
yaptı. “Babam, dedemin hikayelerini tek tek yazıya geçiri-
“Böyle bıyıklı, uzun, kocaman...” diye yine araya girdi Sa-
yordu. Unutulmasın diye... Gerçi bin yıl sonra bile unutul-
nem. Bir yandan da parmaklarını üst dudağına götürüp bıyık
mayacağını biliyorum ben ama...”
taklidi yapıyordu.
54 55
“Evet, tabii ki... Kaleye gidip askerlere söylemeli. Onlar
arasınlar, belki bulurlar hırsızı...” diyerek ayağa fırladı Baha-
dır. Tuğberk biraz umutsuzca konuştu.
“Bence onlar çoktan gitmiştir bile ama gidip söyleyelim
yine de. İsterseniz kızlar burada ananla kalsın, dönüşte bir
şeyler yeriz. Onlar hazırlık yapsınlar, biz kaleye gidip gele-
lim.”
56 57
Olayı dinledikten sonra komutana emir vererek. “Ulu De-
dem Korkut’un ailesine yapılan kimsenin yanına kalmasın.
Derhal o suçluyu bulun komutan!” dedi.
58 59
Sonra Dede Korkut onlara öğüt verir “Çocuklar, isim kazan-
mak önemli değil, önemli olan sahip olduğunuz ismin hak-
kını verecek şekilde yaşamaktır. Yani ‘Mertçe ve Yiğitçe’,
değil mi?” dedi.
Çocuklar Dede Korkut’un elini öpüp yanından ayrıldılar.
Şehrin içindeki sokaklardan geçerken birden Gofret durdu.
Tasmasını tutan Emre eğilip Gofret’e “Neyin var Gofret? Aya-
ğın mı ağrıdı? Seni kucağıma alayım mı?” diye sordu.
Gofret’i kucağına aldıktan sonra köpek çırpınıp tekrar aşağı
atladı ve tekrar durdu. Gözlerini bir kapıya dikmiş hafifçe hır-
lıyordu.
“Ne oldu oğlum?” diye sordu Emre.
“Bence bir koku aldı.” dedi Bahadır.
Kapıya yaklaştılar. Burası bir lokantaydı. İçeride insanlar ye-
mek yiyordu. Gofret içeri girer girmez köşede oturan bir ada-
ma doğru atıldı. Emre güçlükle tutuyordu tasmasını. Şiddet-
le havlamaya başlayınca, herkes başını çevirip kapıya doğru
baktı. Köşe masada oturan iki kişiden biri, uzun boylu bıyıklı
bir adam kaşlarını çatarak bizimkilere baktı.
Mert aynı adama dikkatle bakıp yavaşça Yiğit’e fısıldadı.
“Şu köşedeki adama bak. Onu bugün birkaç kez gördüm san-
ki.” Yiğit cevap verdi. “Evet, ben de hatırlar gibiyim. Galiba
şu develi kervana baktığımızda bize bakıyordu...”
Adam birden ayağa fırladı ve arka kapıya doğru koşarak gitti.
Adamın kaçtığını görünce Tuğberk peşinden koşmaya başladı.
Emre ile Gofret de peşlerinden koştular. Bahadır orada duvar-
da asılı bir yayla oku alıp ikizlere “Gelin benle, öteki taraftan
gidelim!” diyerek geri sokağa çıktı. İkizler de peşinden tabii...
60 61
Adam koşarak atının bağlı olduğu yere doğru koştu. Atına
atlayıp kaçmaya başladı. Tuğberk koşuyordu ama atlı adamı
yakalaması mümkün değildi.
Bahadır ve ikizler diğer taraftan meydana varmıştı. Kaçan
adam atıyla karşıdan çıkmış çocuklara doğru koşmaya başla-
mıştı. Bahadır üzerine doğru dörtnala gelen adama baktı. Oku-
nu yerleştirip yayını gerdi. Adam gittikçe yaklaşıyordu.
Atlının arkasından koşarak gelen babası bağırdı.
“Bahadır! Hayır! Sakın atma!”
Bahadır yanda duran arabadaki fıçılara nişan almıştı. Okunu
attı ve fıçıları tutan kayışı vurdu. Fıçılar teker teker yola doğru
yuvarlanmaya başladı. Atlı adamın önüne yuvarlanan fıçılar
atı ürküttü ve şahlanan at binicisini üstünden düşürdü.
Yere düşen adam hemen ayağa fırladı ve yandaki bir sokağa
dalarak koşmaya başladı. İki taraftan gelen Tuğberk, Emre, Ba-
hadır ve ikizler adamın peşinden koşarak takip ettiler. Adam
koşarak bir mağaranın ağzına geldi ve aceleyle içeri girdi.
Mağaranın önüne geldiklerinde Tuğberk çocukları durdurdu.
“Çocuklar siz arkama geçin. Ben önden gideceğim.” dedi.
Sonra belindeki kamayı kınından çekip mağaraya girdi. Burası
normal bir mağaraya benzemiyordu. Dar koridorlar vardı içeride.
“Burası nasıl bir mağara?” diye sordu Emre kısık sesle.
Bahadır “Burası mağara değil, bir yeraltı şehri. Çok eski za-
manda yapılmış. Buraya insanlar savaş olduğunda gizlenir-
miş.” diye açıklama yaptı.
Tuğberk eliyle onlara susmalarını işaret etti. Herkes çıt çıkar-
madan bekledi. Yavaşça ilerlerken birden adamın gizlendiği yer-
den fırlayıp daha derine kaçtığını gördüler. Tuğberk ve çocuklar
da adamın peşinden koşmaya başladılar.
62 63
1998’de
tesadüfen
bulunan Bayburt
Aydıntepe Yeraltı Ancak adam bir koridoru geçtikten sonra, güven-
lık
Şehri, erken hristiyan lik için yapılmış tekerlek şeklindeki bir kilit taşını
nem ind e Ro malılarda n
dö
saklananlar tar afı ndan arkasından yuvarlayarak geçtiği yeri kapattı. Tuğ-
kayaların oyulması ile berk ve çocuklar geldiklerinde geçit kapanmıştı.
inşa edilmiştir.
Birden Tuğberk aklına bir şey gelmiş gibi işaretle çocukları ya-
nına çağırdı. Onlara fısıldayarak “Çocuklar, bu yeraltı şehrinin
birkaç çıkışı daha var. Bu herif onlardan birini bulmadan he-
men ikiniz kaleye gidip komutana söyleyin. Çünkü çıkışlardan
biri de kalenin içine gidiyor. Oradan askerler girerse, bu adamı
içeride yakalarlar.” dedi.
Bunun üzerine hemen Bahadır ve Emre kaleye doğru yola çıktı.
Bu sırada Mert adamın daha ileriye gitmesini engellemek için
bir şey düşünmeye çalışıyordu. Sonra birden aklına bir şey geldi.
Sesini içerideki adama da duyuracak şekilde yükselterek bağırdı.
“Aaa, bakın aklıma ne geldi. Şu ağacı şöyle koyarsak, bunu
da buradan bastırırsak bu tekerleği açabiliriz. Ama tabii o sıra-
da öbür taraftan kimsenin tutmaması gerek.”
64 65
Tuğberk anlamamış gibi bakıyordu. Sağa sola bakınıp “Ne ağa- Bahadır “Üzülme baba, yeniden yazarsın. Allah dedeme
cı çocuklar?” diyecek oldu ama Yiğit numarayı hemen anladı, ömür versin, yeter ki.” diye babasını teselli etti.
devam ettirdi. “Bence gitmiştir o. Burada bekleyecek değil ya. Çocuklar Bahadır’ın evine döndüklerinde olanları anlattılar.
Haydi deneyelim, tut şunu, ittir bakalım...” Bahadır’ın annesinin hazırladığı özel bir mercimek yemeği olan
Sonra fısıldayarak Tuğberk’e “Taşın arkasında askerleri bek- galacoş ve ardından yedikleri tatlı süt böreğini yerken hep bu
lemesini sağlıyoruz. Kapıdan ayrılmaz şimdi bu...” dedi. Tuğ- heyecanlı macerayı konuştular.
berk anladı ve gülerek karşılık verdi. O da numaraya katıldı. Sonra alarmları çalınca, zaman kapısının kapanma saatinin
geldiğini anlayan çocuklar gitmek için ayağa kalktılar. Tuğberk
“Durun çocuklar ben de yardım edeyim. Ama eğer taşı öteki ile Nurbanu çocukların kilere neden girmek istediklerini tam an-
taraftan tek eliyle bile tutsa biz mümkün değil kıpırdatamayız lamasalar da Bahadır onlara sonra anlatacağını söyleyip kahra-
bunu... Ses gelmiyor. Gitti galiba...” manlarımızı teker teker kucaklayıp uğurladı.
Adamın neşeli sesi geldi taşın diğer tarafından.
“Haa haa... Bence eve dönün. Hiçbir yere gitmedim. Burayı Cumartesi; Saat: 13:45 / İnci’nin odası
açamazsınız, boşuna uğraşmayın...
Çocuklar ve Tuğberk taşın önünde yere oturmuş arada sırada
Çocuklar yeniden İnci’nin odasına girdiler. Oldukça yorulmuş-
taşı kıpırdatmaya çalışıyormuş ve çok zorlanıyormuş gibi sesler
lardı. Açık olan televizyonda haberler vardı. Spiker heyecanla bir
çıkarıyorlardı. adam ise öteki taraftan gülmeye devam ediyordu.
haber vermekteydi.
66 67
Leyla gülerek düzeltti.
“Lütfen dikkat edelim ama... Bu maceradaki kahramanla-
rımızın adı Leyla ve Gofret değil, Nişançiçek ve Cankurt...”
68