You are on page 1of 35

ERİ

Zaman GEZGİNL

BAY B U RT ’ TA

Yazarlar:
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik

1
Zaman GEZGİNLERİ BAYBURT’TA
Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Nebi Gedik

Danışmanlar
Prof. Dr. İhsan Bulut
Doç. Dr. Metin Ünver
Yaşar Yerlikaya

Yazarlar
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik

Resimleyen
Gökhan Gülkan

Grafik-Tasarım
Şinasi Akgün
Merhabalar Sevgili Çocuklar;
Basım Yeri
Ant Basım Yayın Medya Tic. Ltd. Şti Bayburt, binlerce yıllık geçmişi ile pekçok kültüre evsahipliği yapmış bir ili-
2. Matbaacılar Sitesi 1NB-22 Topkapı- İstanbul mizdir. Ülkemizi yarınlara taşıyacak olan siz değerli çocuklarımızın, bu bilinç ışı-
Tel: (0212) 565 39 90 - Gsm: 0533 391 03 58 ğında çağdaş ve modern gençler olarak yetişmesi bizim sadece amacımız değil,
aynı zamanda öncelikli görevimizdir.
Yayın Tarihi
Nisan 2017 Günümüzde “iyi insan olmak, bilgili ve yetişmiş bireyler olmak” ne kadar
önemli ve gerekliyse, “geçmişini, mirasçısı olduğu kültürü ve değerlerini özüm-
İSBN semiş” insanlar olmak da bir o kadar vazgeçilmezdir. Bu açıdan baktığımızda,
978 9626 99 19 5 elinizdeki bu eserde hem size heyecanlı bir öykü anlatırken hem de bir Bay-
burtlu olarak övünülecek bir tarih ve kültür mirasının temsilcisi olduğunuzu
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: …….. sizlere bir kez daha hatırlatmak istedik.

Gelecekte Türkiye’nin ya da dünyanın neresine giderseniz gidin, gerçekten


ister ve çalışırsanız başaramayacağınız hiçbir şey olmadığına gönülden inanı-
yorum. Çünkü sizler adı çağları aşan Dede Korkut’un torunlarısınız...

Keyifli okumalar dilerken hepinizin gözlerinden öpüyorum...

Bayburt Belediye Başkanı


Mete MEMİŞ
2 3
Mert ve Yiğit
İnci
Grubun (ay farkıyla da olsa) en
İşte neşeli ikizler. Görünüşleri birbirinin tıpatıp aynısı
büyüğü. Son derece sakin ve
olmasına rağmen karakter olarak hiç benzemiyorlar. Mert
anlayışlı. Gruptaki pekçok sorunu
bir futbol hastası, Yiğit ise basketbol aşığı… Mert her olayın
hem doğal olarak üstlendiği ablalığı
basit bir açıklaması olduğuna inanırken, Yiğit her şeyde
ile hem de sakin yaklaşımı ile
“mutlaka gizemli bir taraf” olduğuna inanıyor… İki kardeşin
çözmede usta sayılır. Doğuştan
fikir birliğine vardıkları tek konu ise mideleri: İkisi de her
sanatçı. Küçüklüğünden beri keman
zaman bir şeyler atıştırmaya “hayır” demiyor.
çalıyor, resim yapıyor. Kelimenin tam
anlamıyla bir kitap kurdu. Onu sık sık
bir yerlerde kitap okurken görmek
mümkün. Olaylara hep mantıklı
yaklaşan İnci yeni şeyler öğrenmeye
pek meraklı.

Zeynep
Emre
İnci ile anaokulundan beri
arkadaşlar. Grubun “bilim adamı”… Emre’nin bir yaş küçük kardeşi. Enerji dolu, neşeli
Bilime olan merakı sadece bilgisayar bir çocuk. Beş yaşından beri jimnastik yaptığı
oyunları ile de sınırlı değil. Bilimsel için oldukça sportmen olan Zeynep, her yeni
olan her şey ondan sorulur. Odasının olaya büyük bir merakla yaklaşıyor. Mahalleye
duvarlarını sporcu ya da şarkıcı yeni taşınan bir adam da, eski bir çömlek parçası
posterleri yerine bilim adamlarının da Zeynep’in merakını aynı şekilde uyandırıyor.
resimleri süslüyor. Bazen heyecanlı Gizemli öykülere bayılıyor. Bazen sıradan
olduğunda onu dizginlemek olaylar için bile hayal gücünü kullanıp katkıda
gerekebiliyor çünkü herkesin kendisi bulunabiliyor.
kadar hızlı düşündüğünü zannediyor.

4 5
Ve Gofret
Köpeklerin yaşının insan yılına
çevrilmesi için 7 ile çarpıldığını
düşünürsek, grubun “en yaşlısı”
o: Tam 21 yaşında! Ama hiç
yaşına uygun davranmıyor...
Sürekli burnunu olmadık
yerlere sokan bu meraklı köpek,
aslında Zeynep’in olmasına
rağmen grup içinde herkesle
iyi anlaşıyor. Özellikle Leyla’dan
gördüğü sevgiden pek memnum
olan Gofret, ikizlerin civarında
dolaşmanın da “atıştıracak bir
Leyla şeyler” anlamına geldiğini çoktan
keşfetmiş durumda…
Grubun en küçüğü olan Leyla, her
şeye karşı sevgi besleyebilen bir çocuk.
Herkesin içinde iyi bir yan olduğuna o
kadar çok inanıyor ki, etrafındaki herkese
“bir anne şefkati” ile yaklaşıyor. Bunun
sonucu olarak da arkadaşları arasında
“küçük anne” olarak çağrılıyor. Leyla,
Yer: İstanbul
aynı zamanda grup içinde en tedbirli olan Zaman: Günümüz
çocuk. Bu yüzden içinde kimbilir nelerin
olduğu çantasını yanından hiç ayırmıyor. Burası İstanbul’un tipik mahallelerinden biri. Herkesin birbirini tanıdığı,
güzel komşuluk geleneklerini yaşattığı bir mahalle… Bakkalı, manavı, parkı,
camisi, meraklı komşuları, sokulgan kedileriyle tipik bir mahalle…

Ve bu her mahallede olduğu gibi, burasının da olmazsa olmazı “çocukları”…

6 7
Bu arkadaş grubu yakın zaman öncesine kadar normal bir arkadaşlık
yaşıyorlardı. Ancak her şey, İnci’nin büyük dedesinden kalan eski ve
bozuk bir saatin eve gelmesiyle değişti. Bir aile yadigarı kabul edildiği
için bu bozuk saati şimdilik İnci’nin odasına koydular.

Saatin “tuhaf” olduğunu gösteren ilk belirti kendi kendine çalışıp


sonra yine durmasıydı. Bozuk bir eski saatin bu tür şeyler yapması do-
ğal olabilir ama ilginç olan, saatin sadece çocuklar toplandığı zaman
çalışmaya başlaması… İnci bunu ilk farkettiğinde arkadaşlarına söyledi
ama Zeynep dışında pek bu duruma ilgi gösteren çıkmadı.

Bu durum karşısında “Hmm” diyerek elini çenesine dayayan Zey-


nep, saate uzun uzun baktıktan sonra “bence bize bir şey anlatmaya
çalışıyor” dedi.

Bu olaydan bir süre sonra öyle bir şey oldu ki, bu kadarı Zeynep’in
bile hayal gücünü zorlayacak cinstendi… Sonunda saat bütün “sırrını”
çocuklara açtı.

Bu antika saat bir tür zaman kapısı olarak çalışıyordu… Sadece tüm
çocukların bir arada olduğu zamanlarda çalışmaya başlayan saat, ak-
reple yelkovanın üstüste gelmesi ile garip ışıklar saçıyordu. Sonra sa-
atin yanındaki kapak, bir kapı gibi açılıyor ve içeri biri giriyordu. Bu Bu zaman kapısı, saat kaç kez vurduysa o kadar saat açık kalıyordu.
zaman kapısından geçen kişi farklı bir zamandan ve yerden günümüze Böylece çocuklar bir süreliğine başka bir zamana ve yere gitme şansı
geliyordu. buluyordu. Tabii önce yeni gelen kişiye durumu anlatmaları ve onun
yaşadığı şaşkınlığı gidermeleri gerekiyordu.

Böylece “Zaman Gezginleri”nin maceraları başladı…

8 9
Cumartesi Saat: 12:38 / İnci’nin odası “Bundan sonraki el 6 atarsam kazanıyorum.”
“Hiç heveslenme, Emre senin piyonunu da
Çocuklar, her cumartesi olduğu gibi, İnci’nin evinde toplan- kırar şimdi” dedi Leyla.
mışlardı. İkizler dışında tüm takım oradaydı. Çocuklar yerdeki
halıya oturmuş kızma birader oynuyorlardı. Emre zarını attı ve
gülerek piyonunu hareket ettirmeye başladı.

“Bir, iki , üç, dört ve bu da beeeş. Kusura bakma Leylacığım


seni şöyle başlangıç yerinize alalım...” İnci’nin odası. Kamera duvarı, önündeki
saati, bir kanepenin köşesini, karşıdaki
Leyla somurtarak Emre’nin kırdığı piyonunu başlangıç yerine pencereyi görecek açıdadır.
koydu.
“Ama hep böyle oluyor. Tam kaleye girecektim. Bence hile
yapıyorsun...” Çocuklar yerdeki halının
üstüne oturmuş, kızma birader
“Haydaa... Zar attım işte gözünün önünde. Ne hilesi? Oyu- oynamaktadırlar.
nun adı bu kardeşim, Kızma Birader... Neymiş? Kızmayacakmı-
şız...” dedi Emre kendini savunurken. İnci, Emre, Zeynep ve Leyla... İkizler
yoktur. Gofret de onları izlemektedir.
Leyla bu kez “Her seferinde de insan istediği zarı nasıl atar?
Bence zar tutuyorsun. Değil mi İnci?” diye yardım istedi İn-
ci’den.

İnci gülümseyerek cevapladı.


“Doğrusu zarı biraz önce tuttuğunu ben de gördüm Leylacı-
ğım... Ama tutmadan nasıl atacak ki?”

“Ohoo sen de dalga geçiyorsun.” diyerek somurttu Leyla.


Bu arada Zeynep piyonunu attığı zar kadar oynattı. Neşeyle el-
lerini çırptı.

10 11
Çocuklar birkaç tur daha zar atıp oyuna devam ettiler. Sonun-
da İnci saatine bakıp “Saat de bire geliyor, ikizlerden halen ses
yok.” dedi.
“Gelirler merak etme. Ne giysek diye dolabın karşısında
kavga ediyorlardır kesin.” dedi Emre.

Zeynep gülerek “Evet ya, kız olsalar bu kadar süslü olmaz-


lar...” dedi.
Leyla ekledi: “Bence yine bir şeyler atıştırmak için gecikmiş-
lerdir...”
Gofret birden uzandığı yerden doğrulup kapıya doğru gitti.
Zeynep parmağıyla Gofret’i gösterip “Alın işte bir pisboğaz da İnci’nin odası. Farklı bir açı. Bu kez kapı
burada. Atıştırma lafını duyunca nasıl dikti kulakları?” dedi. görünmektedir.
Leyla kalkıp Gofreti okşadı.
“Belki de acıkmıştır yavrucak. Neden öyle diyorsun?” Çocuklar yerdeki halının üstünde
“Daha buraya gelmeden önce bir tabak mamayı sildi süpür- oyunlarını oynarken başları
dü. Onun gözü ikizlerde, ben biliyorum. Mutlaka onlardan abur kapıya döner. Kapıdan içeri ikizler
cubur bir şeyler bulurum diyor.” gülümseyerek girerler. Ellerinde iki iri
valiz vardır.
Gofret kapının yanından dönüp Zeynep’e havladı. Zeynep he-
men cevap verdi.
“Bak ben demedim mi? Ben malımı bilmez miyim? İşin gü-
cün abur cubur. ”
O sırada gerçekten de kapı açıldı. İkizler ellerinde iki valizle
içeri girdiler. Çocuklar şaşkın gözlerle Mert ve Yiğit’e bakıyorlar-
dı. Çocuklar ellerindekilerini zorlukla taşıyarak içeri girdiler.
“Herkese merhaba... Biraz geciktik değil mi?” dedi Mert.
Yiğit de devam etti. “Ama neden olduğunu öğrenince bize
hak vereceksiniz.”

12 13
Emre ikizlerin getirdiği bavulları işaret edip sordu. “Sonunda Yiğit bir bavulun kapağını açtı. “Vee bunları topladık...”
evden kovuldunuz değil mi?” dedi. Bavulların içinden birçok pantolon, gömlek, yelek, şalvar,
kenarı oyalı yazmalar, işlemeli uzun çoraplar çıktı. Çocukların
“Hiç de bile... Bunlar sadece bizim için değil, sizin için de...” hepsi birden heyecanla giysileri alıp incelemeye başladılar.
dedi Mert. Yiğit ekledi. “Biz ekip için çalışıyoruz dostum. Yani
bir tür birimiz hepimiz...” Mert tamamladı. “...hepimiz birimiz
“Bunlar çok güzel. Bayağı işimize yarar” dedi İnci. “Son
için!”
gittiğimiz yerden aldığımız çarıklar da duruyor zaten. Bence
İkizler böyle dedikten sonra ellerini birbirine vurarak “çak!” harika bir gardrop toplamışsınız çocuklar.”
yaptılar. Diğerleri şaşkın gözlerle bakıyorlardı.
“E peki sormadılar mı, ne diye alıyorsunuz bunları, diye?”
Leyla acıklı bir yüz ifadesi takınarak “Vah vah... Hem evden diye sordu Zeynep.
kovulmuşlar hem de uzun süredir bir şey yememişler anlaşı-
lan. Açlıktan ne dediklerini bilmiyorlar...” dedi. “Babaannem sormadan durur mu? Ona okulda tiyatro ko-
lundayız, oyun oynarken kostüm filan lazım oluyor arkadaş-
“Gerçekten şu işin aslını anlatsanıza çocuklar. Nedir bun- lara, bulamıyoruz, dedik. O da bütün köyden iki bavul eşya
lar?” diye sordu İnci.
topladı. Babaannemin sözü biraz geçer de köyde.” dedi Yiğit.
Mert anlatmaya başladı.
“Ya aslında durumu siz de biliyorsunuz. Gittiğimiz yerlerde
ve zamanlarda bizi en çok kıyafetlerimiz zorluyor değil mi? Çocuklar kıyafetleri teker teker inceleyip üstlerine olanları
Yani göze batıyoruz bu kılığımızla.” ayırırken birden saatin gongu çalmaya başladı. Herkes hare-
ketsiz kalıp saate bakmaya başladı.
Yiğit devam etti. “O yüzden biz de geçen hafta babaan-
nemlerin köyüne gittiğimizde benim aklıma bir fikir geldi.” Cumartesi; Saat: 13:05 / İnci’nin odası
Mert’le gözgöze gelince düzeltti. “Daha doğrusu ikimizin
aklına bir fikir geldi.” Saatin gongları bittikten sonra gövdesinden dışarı parlak bir
Mert sözü kaldığı yerden aldı. “Dedik ki, babaannemden ışık yayılmaya başladı. Sonra da açılan zaman kapısından odaya
12 yaşlarında, esmer düz saçlı, hafif çekik gözlü bir oğlan çocuğu
istesek, bize biraz kıyafet ayarlayamaz mı? Şöyle bizi gitti-
girdi.
ğimiz zamanlarda idare edebilecek gibi mesela...”

14 15
Üzerinde koyu renk bir pantolon, kıldan yapılmış dizine kadar
çıkan çoraplar, gömlek ve yelek vardı. Omzuna çapraz olarak as-
tığı bir de heybesi olan çocuk birden şaşkınlıkla etrafına bakınıp
dondu kaldı.

“Destuuur! Burası da neresi? Siz kimsiniz?”

Bu duruma alışkın olan çocuklar, onu daha fazla korkutmamak


için geri çekildiler. İnci bir adım öne çıktı ve yavaş bir ses tonu ile
“Sakin ol… Şaşırdığını biliyoruz. Her şeyi anlatacağım. Benim
adım İnci. Burası benim evim.” dedi.

Çocuk etrafına bakıp “Nasıl yani evin? Ben dolaba girmiştim. İnci’nin odası. Yine ilk açı. Duvar ve
Buraya çıktım. Gizli geçit mi varmış?” diye sordu. önündeki saat gözükür. Saatin içinden
ışıklar çıkmaktadır. Saatin önünde
“Eh, onun gibi bir şey. Sana her şeyi anlatacağız. Gel otur is- gelen çocuk vardır. Bizimkiler ona
tersen.” bakmaktadırlar.

Çocuk biraz çekinerek oturdu. Zeynep masadaki şişeden bir (kadrajda tüm çocukların olmasına
bardak meyve suyu koyup oğlana uzatttı. “Meyve suyu var, ister gerek yok)
misin? Yorgun görünüyorsun. Çantanı alayım istersen.”

Çocuk hemen sıkı sıkı sarıldı heybesine .“Olmaz! Heybemi


vermem...”

İnci sakince “Tamam, sende kalabilir. Şimdi aklın çok karış-


mıştır onun için kısaca anlatayım sana. Öncelikle burası İstan-
bul.” diye başladı.

16 17
Cumartesi; Saat: 13:40 / İnci’nin odası Mert ve Yiğit birbirine baktı. “Vay canına... Evvel zaman için-
de...” diye başlayınca diğeri devamını getirdi. “...kalbur saman
Sonunda İnci sözlerini “Sonuç olarak, Bahadır, şu anda 2017 içinde.”
yılındasın ve bu tuhaf zaman kapısından tekrar geldiğin yere,
yani Bayburt’a gidebilirsin.” diyerek bitirdi. Çocuklar bir süre sessiz kaldıktan sonra Zeynep önündeki ki-
taptan kontrol ederek konuşmaya başladı.
Bahadır, yani ziyaretçileri olan çocuk, saati gösterip “Yani bu “O zaman... senin geldiğin tarih de yaklaşık 1100 gibi bir
şey büyülü öyle mi?” diye sordu. şey, öyle mi?”
İnci “Doğrusu nasıl çalıştığını biz de bilmiyoruz. Yani senin
dediğin şimdilik doğru...” dedi. “1100 mü? Ben 1100’de iki yaşındaydım. Şimdi tam 12 ya-
şım var.”
Bahadır kafasını kaşıdı.
“Bana kimse inanmayacak. Bir tek dedem inanır böyle bir İnci hemen hesap yaptı.
şeye..” dedi. “O zaman 1110 yılına gidiyoruz öyle mi? Ne diyorsun Baha-
dır, bize yaşadığın yerleri gezdirir misin? Sana misafir olabilir
Emre karşı çıktı. miyiz bugün?”
“Deden mi? Hiç sanmıyorum. Yaşlı insanların hayal gücü çok
daha azdır. O hiç inanmaz bence...” Bahadır gülerek cevapladı.
“Ne demek, başımla beraber... Size istediğiniz yeri gezdiri-
“Siz dedemi tanımadan konuşmayın bence. Onun anlattığı rim. Bizim oraları benden iyi bileni de bulamazsınız...”
şeyleri duysanız, o-hooo... Zaten herkes de bilir onun hikaye- Emre ayağa kalktı.
lerini...” “E tamam o zaman. Şu kıyafet işini halledelim mi?”

Bu arada elindeki ansiklopedinin sayfalarını karıştıran Zeynep İnci Bahadır’a dönüp açıkladı.
heyecanla başını kaldırıp sordu. “Ha bir de kılık kıyafet durumu var Bahadır. Senden onun
“Yoksa, senin dedem dediğin kişinin adı...?” için de yardım isteyeceğiz. Şimdi bizim sizin orada bu kılıkta
dolaşmamız çok dikkat çeker. Onun için biz biraz giysi topla-
Bahadır övünür gibi göğsünü şişirip cevapladı. “Dedem Kor- dık. Bize bunlar arasından hangileri ile göze batmayız söyle-
kut’tur adı...” yebilir misin?”

18 19
Bahadır ve diğer çocuklar kapakları açık olan bavulların başına
çömeldiler.

Onbeş dakika sonra herkes Bahadır’ın önerdiği şeyleri giymiş


saatin önünde hazırdı. Sırayla ışıklar saçan saatin zaman kapısın-
dan içeri girmeye başladılar.

3 Temmuz 1110, Saat: 10:07 / Bayburt

Çocuklar bir kilerin kapısından geçip bir odanın içine girdiler.


Burası az eşyayla döşenmiş bir odaydı. Duvara dayalı sedirler,
bir iki tabure, yerde halı ve ortada ayaklar üzerine konmuş bü-
Bahadır’ın evi. Çocuklar odanın içinde
yük bakır bir sini vardı. Ayrıca duvarda da desenli duvar halıları dururken, Sanem, elinde bez bebekle
asılmıştı. geliyor kapıdan. Bir yandan da yeni
gelen çocukları parmağı ile gösterip
Bahadır çocuklara eliyle işaret edip gidip kapıyı dinledi. Sonra heyecanla gülümsüyor.
başını dışarı çıkarıp baktı ve geri dönüp konuştu.
“İyi, bizimki burada değil. Olsa hayatta peşimizi bırakmaz.”
“Kim o? Annen mi?” diye sordu Leyla.

Tam o sırada kapı açıldı, içeri 5-6 yaşlarında, saçları iki yandan
örgülü, sevimli bir kız çocuuğu girdi. Bir elinde tek kolundan tut-
tuğu bir bez bebek vardı.

Girer girmez hızla konuşmaya başladı.


“Abi... seni arıyordum. Hah burada mısın? Sesler 10.000
duydum. Geldim baktım, yoksun. Kimsecikler yok. yıllık bir
yerleşim yeri olan
Sonra arka tarafa baktım, orada da yoksun, sonra.... Bayburt’un ismi,
aaa bunlar kim? Arkadaşların mı?” farklı kaynaklarda
Paybert, Babirt ve
Papirt şeklin de
geçmektedir.
20 21
Bahadır bezgin bir ifade ile Leyla’ya dönüp cevap verdi. “Yok anam
değil, kaynanam... Karşınızda Sanem... Kardeşim...”
Sanem tekrar sordu. “Kim bunlar abi? Aaa köpek de varmış...”

Leyla hemen küçük kızın yanına gidip Gofret’i sevdirdi.


“Merhaba Sanem. Biz abinin arkadaşlarıyız. Ne güzel adın varmış
senin. Bak bunun adı da Gofret. Sevebilirsin, bir şey yapmaz...”

Sanem çekinerek Gofret’i sevdi. O da küçük kızın elini yaladı.


Bahadır’ın kardeşi Sanem, saçları iki İnci Bahadır’a “Yani burası sizin ev öyle mi?”
yandan örgülü, 5-6 yaşlarında bir çocuk.
Sanem ve Leyla çömelmiş Gofret’i “Evet. Şu kilerden içeri girerken o sizin büyülü kapınızdan geç-
sevmektedirler. Diğerleri de onlara tim.”
bakmaktadırlar. Basit döşenmiş bir Sanem hemen atladı. “Büyülü mü? Neymiş büyülü olan? Hani ne-
odanın içindedirler. Duvar dibinde sedir, rede?”

duvarda bir ocak, şömine, yerde halılar,


Bahadır kardeşine hafiften kızarak cevap verdi.
duvar halıları, duvara asılı ok ve yay, bir
“Her şeye de hemen atlama. Neyse ne işte. Babam nerede, anam
kopuz. nerede sen ona cevap ver.”

“Babam şehre gitti, daha gelmedi. Anam da Ayşe Bibi’ye gitti,


bana keçilere ot ver dedi. Daha vermedim. Seni aradım, bir şey sora-
caktım ama bulamadım seni... Odadan da sesler gelince merak ettim
seni. Ama korkmadım, sadece merak ettim... Büyülü olan neymiş?
Ben de görmek istiyorum...”

Çocuklar hiç nefes almadan konuşan bu küçük çocuğa gülerek ba-


kıyorlardı.

22 23
Bahadır içini çekip “Off yeter. Bir nefes al... Büyülü müyülü
bir şey yok. Hadi sen git keçilere ot mu veriyorsun ne yapıyor-
san yap... Bizim gitmemiz gerek.”

Sanem hemen abisinin koluna yapıştı.


“Ben de geleyim mi? N’olur geleyim...”
“Nereye gidiyoruz biliyor musun sen?”
“Bilmiyorum... Ama ben de geleyim, n’olur?”

Bahadır sesini yumuşatıp “Sanemciğim, şimdi sen keçilere


bak. Anam söylemiş, sonra sözünü tutmamış olursun değil
mi? Biz bir şehri dolanıp geleceğiz. Sonra birlikte mağarala-
ra gideriz. Sen de gelirsin olur mu?” dedi.

Sanem’in suratını astığını gören Leyla “İstersen Gofret de


senle kalsın, olur mu? Ona bakar mısın?” dedi.
Gözleri parlayan Sanem heyecanla “Eveeet, oluur... Baka-
rım tabii. Biz onla oynarız hem de...”

Zeynep Gofret’e dönüp “Tamam Gofret, sen Sanem’le ka-


lıyorsun, biz hemen döneceğiz. Yaramazlık yapıp üzme Sa-
nem’i sakın.” dedi. Sonra küçük kıza “Sanemciğim, ara sıra
şunlardan bir tane verirsen hiç sözünden çıkmaz.” diyerek
çantasından çıkarttığı yarım paket köpek bisküvisini uzattı.

Çocuklar evden çıkarken Gofret Sanem’in etrafında dönüp


durmaya başlamıştı bile...

24 25
Çocuklar evden çıkıp şehre doğru gitmeye başladılar. Baha-
dır’ın evi şehri yukarıdan gören bir tepedeydi. Şehir buradan
bütün güzelliği ile görülüyordu. Şehrin tam ortasından Çoruh ır-
mağı geçiyordu. İki tane köprü ile iki yakası bağlanan nehir son
derece coşkun bir hızda akıyordu.

Emre “Vay canına... Amma hızlı akan bir nehir bu. İnsan düş-
se çıkamaz.” dedi.
Her zamanki gibi yanında bir kitap taşıyan İnci, kitaptan bir
yere bakıp cevap verdi.
“Evet çocuklar Emre haklı. Bu Çoruh nehri. Ülkemizin en hız-
lı akan nehirlerinin başında geliyor.”
Bahadır da açıklama yaptı.
“Aslında her zaman böyle deli akmaz bu. Yaza girerken baş-
lar, sonra gittikce sakinleşir.”

Şehre doğru yürürken Zeynep sordu.


“Çok büyük bir yer değilmiş aslında burası. Kaç kişi yaşıyor
burada, biliyor musun Bahadır?”
“Bilmem, hiç saymadım. Ama hep değişir. Yani gelen giden
çok olur bazen. Kervanlar, bezirganlar...”

“Aaa bezirgan mı? Şu “Aç Kapıyı Bezirganbaşı” oyunundaki


gibi mi?” diye atıldı Leyla.
İnci gülerek cevap verdi.
Ülkemizd e “Evet Leylacığım, aynen öyle. Kervanlarıyla uzak
debisi en yüksek
nehirler arasın da
yerlere mal götürüp ticareti yapan kişiye bezirgan
bulunan Çoruh , denir. Burası da bu kervanların uğrak yerlerinden
rafting ve kano gibi biri. Çünkü burası İpek Yolu üzerinde bir şehir...”
su sporları içinideal
parkurlara sahip
bir nehirdir.
26 27
Bu arada bir hanın önünden geçiyorlardı. Yan tarafında sıra
sıra develer bağlanmıştı. Birkaç tane çekik gözlü adam develerin
başında duruyordu. Çocuklar binanın duvarının köşesinden giz-
lice kendilerini izleyen ve bir süredir onları takip eden bir adamı
farketmemişlerdi.

Bahadır eliyle kervanı gösterdi.


“Bakın mesela bu kervan dün geldi. Mallarının bir kısmını
burada satacak, geri kalanını götürecek. Taa Rumeli’ye kadar.”
Emre adamlara dikkatle bakıp “Bu adamlar Çinliye benzi-
yor.” dedi.
Bahadır cevap verdi.
Bir hanın önünde çocuklar, develer ve
“Evet, dedim ya çoook uzaktan gelir kervanlar. Çin’den kervancılar. Binanın bahçe duvarının
mal getirenler bile vardır, bunun gibi...” köşesinden gizlice bizimkilere bakan
bir adamın kafası görünür. Adam uzun
Mert hemen araya girdi. “Bence hiç almasın sizinkiler. Çin boylu ve bıyıklıdır. Kafasında kırmızı
malları uyduruk olur.” Yiğit devam etti. “Evet, adı üstünde, bir başlık vardır. Kendisi koyu renk
Çin malı. Japon olsa neyse...” giyinmiştir.

Bahadır şaşkın bir ifadeyle “Japon mu? O da ne? Hem öyle


şey olur mu? Çin’in ipeği kimde var?” dedi.

Emre ikizlere dönerek “Beyler, bin sene


Geçmişi
öncesindeyiz... Yani Çin malları sizin bildi-
binlerce yıl
ğiniz Çin malı değil henüz. Dünyanın en öncesine dayanan
kaliteli ipeğini, kağıdını filan üretiyor ve birçok farklı rotayı
İpek
izleyerek oluşturulan
adamlar. Yani daha “çakma devri” başla- şta olm ak üz ere
Yolu, Çin ba
mamış, anladınız mı?” dedi. m Do ğu ’nu n ma lla rın ı

Avrupa’nın içle rin e
Çocuklar yollarına devam ettiler. ştıran en köklü
ula
ticaret yoludur.

28 29
Çocuklar yürüye yürüye bahçeli küçük bir eve geldiler. O gi-
zemli adam çocukları uzaktan izlemeye devam ediyordu. Evin
kapısının önünde tahtadan yapılmış bir sedirde bir minderin
üstünde yaşlı bir adam oturmuş kucağındaki sazla uğraşıyor-
du. Adamın uzun beyaz sakalları vardı.

Bahadır’ı görünce sazını bir kenara bırakıp kollarını açtı.


Bahadır da koşarak gidip yaşlı adama sarıdı. Sonra elini öpüp
başına koydu.

“Ooo benim can şenliğim gelmiş... Koç yiğit torunum gel-


miş.” dedi yaşlı adam.
Bahçeli, küçük bir evin önünde Dede
Korkut oturmuş, çocuklar etrafında
“Merhaba dede, nasılsın?”
onu dinliyorlar. Onları takip eden adam
“İyiyim oğul, seni gördüm daha bir iyi oldum. Hayırdır? Arka-
uzaktan bir ağacın arkasından yine
daşların kimler? Gelin bakalım çocuklar. Yakınıma gelin. Artık
izlemektedir. gözlerim çok uzağı seçemez oldu. Kimlerdensiniz siz? Tanıyor
muyum sizi?”

“Yok dede, tanımazsın. Bunlar çok uzaktan arkadaşlar... Hem


de öyle uzaktan ki...” Bahadır göz kırptı. “Ama seni tanıyorlar.
Yani ününü duymuşlar. Evet çocuklar bu da Dedem Korkut...”

Çocuklar teker teker gelip Dede Korkut’un elini öptüler. Sonra


da etrafına oturdular. Dede Korkut hepsini gülerek karşıladı.

“Berhudar olun çocuklar...Hoş geldiniz...”

30 31
Bahadır etrafı kolaçan eder gibi sağa sola bakındıktan sonra Bahadır hemen araya girdi.
dedesine eğilerek konuştu. “Dede şimdi sana bu arkadaşların “Ben demedim mi dedemin hikayeleri çok meşhurdur diye.
nereden geldiğini anlatacağım ama kimseye söylemek yok.” Böyle hikayeler anlatan biri size niye şaşırsın, değil mi dede?”

Dede Korkut hafifçe Bahadır’a eğilerek gizli bir şey soruyor “Her hikaye şaşırtıcı olabilir oğul. Önemli olan hikayeden
gibi konuştu. bir şeyler öğrenmek. Her hikayede öğrenecek bir şeyler bula-
“Hayırdır oğul? Gizli kapaklı bir iş mi var yoksa?” mazsan hikayeyi duymuşsun ama dinlememişsin demektir...”

Bahadır da aynı şekilde fısıldayarak cevapladı. O sırada içeriden güler yüzlü, yaşlı bir kadın çıktı.
“Yok öyle bir şey değil ama bir sır bu. Bunu da sadece sen “Aaa nenem de buradaymış. Nasılsın nene? Bak bunlar arka-
anlarsın diye anlatıyorum. Dinle bak...” daşlarım, onlara etrafı gezdiriyorum.”
Bahadır heyecanla başından geçenleri ve bizimkilerle olan
macerasını anlatmaya başladı. Dede Korkut dikkatle dinliyordu... Bahadır hemen gidip elini öptü.
“İyi, iyi pek güzel. Hoş gelmişsiniz çocuklar.” dedi Bahadır’ın
3 Temmuz 1110 Saat: 11:20 / Bayburt ninesi. Çocuklar kalkıp onun da elini öptüler.

Sonunda Bahadır hikayesini tamamladı. Nine sonra “Siz şimdi sağa sola giderken yemek yemeği unu-
“İşte böyle dede, ne diyorsun? Tam bin yıl öteye gittim gel- tursunuz. Durun size biraz kete getireyim, taze süt de var. Yiyin
dim. Hem de misafirler getirdim...” de öyle gidin.” deyip içeri gitti. Özellikle ikizlerin gözleri parladı.

“Vallahi ne diyeyim oğul. Allahın hikmetinden sual olur mu? Biraz sonra bir tepsi içinde sütler ve bir kocaman tabak dolusu
Madem ki böyle zamanları aşıp ziyaretimize gelmişler, hoş sıcak kete ile geldi nine. Bu yumuşacık hamurla ılık süt harika
gelmişler, sefalar getirmişler...” bir ikili olmuştu. Çocuklar hem yediler hem de Dede Korkut’un
çaldığı kopuzu dinlediler.
İnci “Hikayemizin inanılması güç olduğunu biliyoruz. Bize
inandığınız için teşekkür ederiz. Genelde gittiğimiz yerlerde Çalmayı bitirdikten sonra çocuklara dönen Dede Korkut “Ee
kimseye nereden geldiğimizi söylemeyiz ama Bahadır ısrar nasıl buldunuz bakalım çocuklar?” diye sordu.
etti. Sizin bize inanacağınızı söyledi.” dedi.

32 33
Leyla hemen cevap verdi. “Ay çok güzeldi dedeciğim. Sesi
saza benziyor ama biraz daha farklı, bu şeyin...” dedi.

Bahadır cevap verdi.


“Kopuz... Onun adı kopuz. Dedem gibi kopuz çalan yoktur
dünyada...”
Dede Korkut “İyi çalıyorum ama iyi öğretemiyorum galiba...
Nasıl gidiyor senin çalışmalar? Seni de bir dinleyelim.” dedi.

Bahadır dedesinin uzattığı kopuzu gönülsüzce aldı. Başladı


çalmaya. Aslında çok da kötü değildi ama bir iki yerde takıldı.
Buna canının sıkıldığını gören dedesi onu yüreklendirdi.
“Vallahi son gördüğümden çok daha iyi oğul... Sen çalışmış-
sın, aferin...”

Bahadır gülerek “Çalıştım tabii dede, çok çalıştım... Hep ça-


lışıyorum” dedi.
Sonra dedesi “Ama hep aynı türküye çalışıyorsun, onu da
biliyorum. Yani tek türkü ile kopuz çalıyorum dersen gülerler
adama...” deyince herkes gülmeye başladı.

Bahadır konuyu değiştirmek istedi.


“Ya dede gördün mü, senin hikayelerin bin yıl
sonra bile bilinip anlatılıyormuş.” dedi. Ko puz,
kökeni Altay
Türkleri’ne da
yanan
üç telli bir ça
İnci açıkladı. lgıdır.
Bugünkü bağlam
anın da
“Evet, bize okullarda ders olarak bile oku- atası kabul ed
ilen ko puz,
Türk dünyasın
tulur sizin öyküleriniz.” da kutsal
sayılan bilinen
en eski
halk çalgısıdır.

34 35
Dede Korkut “Bunu duyduğuma pek memnun oldum. Demek
beni unutmamışlar. İşte oğul bu ölümsüz olmak sayılır. Bunu
duydum ya artık çok daha rahat ölebilirim.” dedi.

Bahadır hemen “Aman Allah korusun dede... Sen ölme sa-


kın... Bu aralar senin ağzında da hep bu söz...” diye karşı çıktı.
“Emir geldi mi durmak olmaz oğul... Önemli olan nasıl hatır-
lanacağın, neler bırakacağın... Ha bir de nereye gömüleceğin.
Size söyledim değil mi?”

“Evet, yüz kere söyledin dede. Tepenin ardındaki köye gö-


mülmek istiyorsun. Her seferinde de hatırlatmasan olmaz san-
Dede Korkut üzgün şekilde önüne
ki.” diye bezmiş bir tonla konuştu Bahadır. bakan Bahadır’ın başını okşamaktadır.

Dede Korkut konuyu dağıtmak için torununa dönerek canlı bir Diğer çocuklardan bir ikisi kadrajda
sesle konuştu. görünür.

“Ben hatırlatayım da neme lazım... Gezdiğimiz yerleri ben


bile unuttum, bari yattığımız yer belli olsun.” diyerek çocukla-
ra göz kırptı. Sonra da canı sıkılmış torununu kucağına alıp öptü...

Sonra birden Bahadır’ı neşelendirmek için konuyu değiştirdi.


“Hadi kopuz çalmayı anladık, peki ok atmada ne alemdesin
bakalım? Arkadaşlarına gösterdin mi? Belki senden iyi
olanları vardır...”
Doğum
Bahadır canlanmış bir şekilde cevap verdi. “Ok yeri ve
atmada üstüme yoktur dede, biliyorsun...” yaşadığı dönem
hakkında bugün kesin
Dede Korkut “Git getir bakalım içeriden okla
bir bilgi bulunmamakla
yayını da görelim maharetini” dedi. beraber Dede Korkut’un
türbesi Bayburt’un
Masat Köyü’nde
bulunmaktadır.
36 37
Bahadır hemen içeri gidip bir yay ve bir sadak dolusu ok getir-
di. Karşıdaki ağacın üzerinde bir hedef hazırdı. Bahadır üç atış
yaptı. Hepsi de hedefi ortadan vurdu. Çocuklar alkışladılar.

“Şimdi de sizi görelim çocuklar.” dedi Dede Korkut “Ne de


olsa Türk dediğin ok atar, attığını da vurur...”
Çocuklar sırayla denemeye başladılar. Aslında hepsi başta bu
işi kolayca kıvıracağını düşünmüştü ama hiç de göründüğü gibi
değildi. Hatta en iddialı olan Emre’nin ilk attığı ok hedefi bile
bulmadı, gitti ağaca saplandı. Ama en ilginç olan şey, çocuklar
arasında en başarılı nişancının Leyla olmasıydı. Attığı son ok he-
defi neredeyse ortadan vurdu.

Bunun üzerine Dede Korkut “Aferin sana küçük kız. Hepsin-


den nişancı çıktın. Bundan sonra senin adın Nişançiçek olsun”
dedi.
Leyla bunun üzerine “Benim adım Leyla ama...” deyince Ba-
hadır açıkladı.
“Eski Türk geleneğinde böyle bir şey vardır. Çocuklar bir ba-
şarı gösterince isimlerini kazanırlarmış. Dedem de buna göre
isim veriyor işte.”

Leyla kendi kendine tekrarladı. “Nişançiçek ha... Çok güzel-


miş. Artık bir adım daha oldu, yaşasın...”

Zeynep hemen “E dede, bize de isim vermeyecek misiniz?”


diye sordu.
“İsim almak öyle kolay değildir. Önce bir şey başarmanız ge-
rek. İsim değerlidir, onu taşımak için kazanmak gerek...”

38 39
Yiğit Mert’e dönüp “Duydun mu? İsmini kazanmak için bir
şey başarmak gerekmiş. Mesela okul takımının kaptanı olmak
gibi...” deyince Mert cevapladı. “Ya da bir oturuşta bütün kura-
biyeleri bitirip kardeşine hiç bırakmamak gibi değil mi?”

Dede Korkut ile Bahadır’ın birbirlerine şaşkın gözlerle baktı-


ğını gören İnci atıldı. “Sizi de fazla rahatsız ettik aslında. Biz
kalkalım isterseniz.”
Bahadır da onu onayladı. Ayağa kalkarken. “Dede, biz iznini
isteyelim, arkadaşlar geri dönecekler biliyorsun. Gün dönme-
den biraz daha gezdireyim diyorum.” dedi. Çocuklar Dede Korkut’a el sallayarak
yanından ayrılıyorlar. Bahçeden çıkan
“İyi o zaman, dikkatli olun. Sizi tanıdığıma çok sevindim ço- çocukların ardından Dede Korkut ayağa
cuklar. Bu arada sırrınızı da tutacağım, hiç merak etmeyin...” kalkmış onları yolcu ediyor.
dedi Dede Korkut çocukları uğurlarken.

3 Temmuz 1110 Saat: 13:55 / Helva Köyü

Çocuklar bir süre bir at arabasının arkasında tepelerin arasın-


daki dar yollarda ilerlediler. Sonra bir köye geldiler.
Bahadır burada arabadan ineceklerini söyleyip “Burası Hel-
va köyü. Burasının toprağı çok verimlidir. Bir sürü şey yetişir.”
dedi.
Emre etrafına bakıp “Evet güzelmiş.” dedi gönülsüz bir ifa-
deyle.

Onun bu halini gören Bahadır, gülerek “Bizi bu kadar yolu bu


köyü göstermek için mi getirdin diyorsunuz değil mi?”
“Yok öyle demek istemedim de...”

40 41
Bahadır biraz tepelik olan bir yeri işaret etti “Size asıl göstermek istediğim “Bu sıcakta bir de tepeye mi tırmanacağız?” diye fısıldadı
yer şurada. Biraz yürüyeceğiz” dedi. Zeynep
“Şştt” diye onu uyardı İnci.

Çocuklar oflaya puflaya tepeyi tırmandılar. Bir mağaranın gi-


rişine geldiler. İçeri girip çıkan insanlar vardı. Çıkan kadınlardan
biri Bahadır’ı görünce ona doğru geldi.

Kadının elinde üzeri örtüyle kapatılmış bir sepet, bir de testi


vardı.
Çocuklar bir at arabasında tepelerin “Ooo Bahadır, hoş geldin? Nasılsın? Ananlar nasıl? Deden
arasında gitmektedirler. Bir türbenin nasıl?”
yanından geçmektedirler. Bahadır eliyle “İyiler Turna Teyze. Herkes iyi.”
bir yerleri işaret ederek anlatıyor.
Kadın Bahadır’ın yanındaki çocuklara bakıp sordu.
“Hayırdır ne işiniz var burada?”

“Arkadaşlarım uzak illerden geldiler de gezdiriyorum onla-


rı.”

Kadın çocukların yorgun hallerine bakıp “Eh bayağı yürümüş-


sünüz, yorulmuşsunuz. İsterseniz size soğuk bir ayran vere-
yim. Hem de bir soluklanırsınız ha...”

Sonra yanındaki testiyi Bahadır’a uzattı. Çocuklar sıra ile testi-


den ayran içmeye başladılar. Ayran inanılmaz derecede soğuktu.
Sanki buzdolabından çıkmış gibiydi. Çocuklar hem içiyorlar hem
de nasıl bu kadar soğuk olabildiğine şaşırıyorlardı.

42 43
Testi bittikten sonra çocukların şaşkın bakışları karşısında Ba-
hadır ile kadın birbirlerine bakıp gülümsediler. Kadın veda edip
ayrıldıktan sonra Bahadır çocuklara döndü.

“Sizi biraz şaşırmış görüyorum, ne oldu? Yoksa ayran soğuk


mu geldi?” dedi Bahadır.

Mert cevap verdi. “Soğuk mu? Dişlerim dondu.” Yiğit devam


etti. “Sanki dipfrizden çıkmış gibiydi.”
“Nereden çıkmış gibi?” diye sordu Bahadır.
İnci hemen “Buz gibiydi demek istiyor...”
Çocuklar mağaranın kapısındalar.
Yorgun bir halleri var. Elleri dizlerinde Bahadır çocukları içeri davet etti.
iki büklüm olmuş ya da yere oturmuş “Gelin bakalım, belki içeride sorularınızın cevabını bulursu-
olanlar var. Yüzleri kızarmış, nuz.”
terlemişler. Bir kadın onlarla konuşuyor
Kadının elinde bir testi ve bir sepet var. Mağaranın içi çok ilginçti. Her yerde sarkıt ve dikitler halinde
Sepetin üzeri beyaz bir bezle örtülmüş. kalın buzlar vardı. Burası tüm yıl boyunca erimeyen buzları ile
benzersiz bir doğa harikasıydı. Köylüler burasının bu özelliğini
yiyeceklerini soğuk tutmak için kullanıyorlardı.

İçeri girip çıkanların sağda solda bıraktığı ya da almaya geldik-


leri etler, süt ürünleri, meyveler, sebzeler vardı. Bahadır bütün
bu özellikleri anlatınca çocuklar çok şaşırdılar.

Sanki kocaman bir buzdolabının içinde gezer gibiydiler.


“Burası ne kadar ilginç bir yermiş” dedi İnci. “Soğuk
hava deposu gibi... Burada hiçbir şey bozulmaz tabii.”

44 45
“Evet, onun için bu köyün halkı yazın burayı yiyecek sakla-
mak için kullanır. Neden böyle olduğunu kimse bilmiyor ama
burası yaz-kış buzludur böyle...” diye cevap verdi Bahadır.
“1110 yılında doğal buzdolabı olan bir köy... Hiç böyle bir
şey duymamıştım.” dedi Emre.

Çocuklar üşümeye başladıkları için daha fazla duramayıp


dışarı çıktılar.

Buz mağarasından çıkan çocuklar yamaçtan köye doğru indi-


ler. O sırada bir grup insan yol boyunca yaya olarak yürüyordu.
Bahadır ve çocuklar onların arasına karıştılar.
Birlikte yürürken Bahadır’ın arkadaşı olduğu belli olan iki ço-
cuk, yolun biraz dışından otların arasından birer ata binmiş gi-
derken ona seslendi.
“Heey Bahadır! Nasılsın? Neden daha erken gelmedin, oy-
nardık...”
“İşim vardı Tolgahan. Arkadaşlarımı gezdiriyorum, buraya
uzaktan geldiler de...” diye cevapladı Bahadır.
“Eh iyi yetiştiniz o zaman...”

Zeynep sordu.
“Neye yetiştik? Bir şey mi başlıyor ki? Hem bu insanlar nere-
ye gidiyor böyle topluca?”

“E bugün büyük müsabaka var. Cirit müsabakası. Bu köyün


gençleri ile aşağı köyün gençleri arasında büyük bir rekabet
vardır evvelden beri.”

46 47
“Vaay. Büyük maç var ha?” dedi Yiğit.
Mert hemen karşılık verdi.
“Yüzyılın derbisi bugünmüş... Bence kaçırmayalım.”

Bahadır düzeltti. “Yok mermi değil, cirit... Buralarda çok oy-


nanır. İzlemek ister misiniz?”
“Evet seyredelim biraz. Heyecanlı bir şeye benziyor. Bu ka-
dar insan izlediğine göre...” dedi Zeynep.
Hep birlikte cirit alanına geldiler. Etrafta birçok insan toplan-
mıştı. Bahadır kısaca kuralları anlattı.
Çocuklar, iki takım arasında at üstünde oynanan ciritin, denge, Cirit oynayan gençler, etrafta izleyen
kıvraklık, mükemmel binicilik becerileri gerektiren oldukça he-
kalabalık. izleyiciler coşkulu ellerini
yecanlı bir spor olduğunu farkettiler.
kaldırmış bağırıyorlar. Cirit oynayanlar
iki ayrı takım olarak iki farklı renkte
Müsabaka oldukça çekişmeli geçti. Her sayı olduğunda kala-
balıkla birlikte ayağa fırlayan ikizlerin coşkusu görülmeye değer-
giyinmişler.
di. Bir ara seyirciler arasında amigoluk yaparak tezahüratları bile
organize etmeye kalktılar. Sonuçta bizimkilerin tuttuğu takım az
farkla da olsa kazanmayı başardı.
Bahadır “Bu kadar beğenmenize sevindim. Haydi şimdi eve
dönelim, açıkmışsınızdır.” dedi.
Bu öneri çocuklar arasında sevinçle karşılandı. Özellikle de
ikizler tarafından.

Türklerin
Bayburt tarafına giden bir arabacı ile konuşan Ba- Orta Asya’dan
hadır, onları da alması için rica etti. Dede Korkut’u bu yana oyradıkları
bir savaş oyunu olan
çok iyi tanıyan adam arabanın arkasındaki sebze ve cirit, bugün halen
meyve sepetlerinin arasında oturabileceklerini söy- Erzurum, Sivas, Bayburt
ledi. Çocuklar hemen arabaya yerleştiler. ve Kars gibi bölgelerde
yaşatılan bir
gelenektir.

48 49
3 Temmuz 1110 Saat: 15:10 / Bayburt

Çocuklar Bahadır’ın evine yaklaştıkları bir yerde arabadan


indiler. Eve doğru yaklaşırken Sanem’i gördüler. Küçük kız koşa
koşa onlara doğru geldi. Bir yandan da bağırıyordu.
“Abii! Abiii!”

Çocuklar ters bir şey olduğunu anlamışlardı. Onlar da acele ile


eve koştular. Sanem heyecanla anlatmaya başladı.
“Adam geldi... Böyle bıyıklı, kocaman... Biz keçilere ot ver-
miştik, Gofret’le oynuyorduk. Ben sopayı atıyordum, o getiri- Çocuklar eve yaklaşırken Sanem onlara
yordu. Öyle akıllı ki... Anam da daha gelmemişti. Sonra birden
koşarak gelir ve kollarını kaldırarak
Gofret durdu. Eve bakmaya başladı. Havladı. Ben anam geldi
heyecanla bir şeyler anlatır.
sandım. Bir kapı kapandı... Ben Gofret kaçmasın diye ipini tut-
tum. Dur dedim, o anamdır, bağırma, dedim. Ama o böyle diş-
lerini gösterip hırrr dedi...Böyle hırrr diye...”
“Kız yeter! Bir soluk al. Ne oldu anlat? Teker teker anlat
ama...” dedi Bahadır.

Zeynep sordu.
“Gofret nerede Sanem?”
“İçeride, yatıyor... Anam ona süt verdi. Babam da geldi biraz
önce. O da ayağına bakıyor.”

Zeynep heyecan içinde bağırdı.


“Gofret! Gofret!”
Çocuklar hepsi birden eve doğru koşmaya başladılar. Acele ile
kapıyı açıp içeri daldıklarında Gofret’i genç bir kadının dizinde
yatarken buldular.

50 51
Çocuklar telaş içinde Gofret’in yanına gelirler.

Leyla “Gofret... Ne oldu sana küçüğüm?” dedi endişeli bir


sesle. Genç kadın gülerek cevap verdi.

“Siz bu cesur köpeğin sahipleri olan çocuklarsınız galiba.


Korkmayın hiçbir şeyi yok. Biraz sarsılmış ama kırık çıkık
yok.”
“Kırık mı? Ne oldu ki?” diye sordu İnci?
Evin içinde Gofret başını, Bahadır’ın
Sanem hemen lafa karıştı. annesinin dizine koymuş sedirde
“Adam bir tekme vurdu Gofret”e... Taa duvara kadar uçtu yatmaktadır. Babası ise ayakta,
canım benim... Ama o yine kalkıp adama saldırdı... Ama kaç-
kendisine bakan çocuklara konuşur.
tı o sırada... Adam yani... Gofret hiç kaçmadı, adam ondan
kaçtı...”
Zeynep ve Leyla sedirin yanına diz
“Ama ben hiçbir şey anlamıyorum. Hangi adam? Neden
çökmüş Gofret’e bakmaktadırlar.
tekme atmış Gofret’e?” dedi Zeynep.

“Onu dinlerseniz anlamanız çok güç tabii. Ben anlatayım


isterseniz.” dedi bir erkek sesi.

Çocuklar döndüler. Odadan çıkan Bahadır’ın babasını gör-


düler. Uzun boylu bir adamdı. Bahadır hemen tanıttı.

“Baba sen burada mıydın? Ya aklım iyice karıştı. Sizi ta-


nıştırmayı unuttum. Bu babam Tuğberk, bu da anam Nurba-
nu. Bunlar da... eee şey, uzaktan gelen arkadaşlar. Onlara
etrafı gezdiriyordum. Ama burada ne oldu hiç bilmiyorum.”

52 53
Tuğberk çocuklara gülümsedi. Gofret gerçekten de biraz topallıyordu ama çok da kötü de-
“Şehirde işlerimi bitirdikten sonra eve gelmeden önce ğil gibiydi. Özellikle Bahadır’ın annesinin önüne koyduğu bir
babama uğradım, o anlattı. Ona da uğramışsınız. Hoş geldi- kase süt ve Sanem’in arada bir verdiği köpek bisküvileri ile
niz çocuklar.” keyfi iyice yerinde gibiydi.

“Hoş bulduk. Şey burada ne olmuş acaba siz anlatabilir “Ay çok geçmiş olsun” dedi İnci. “Peki çalınan değerli bir
misiniz?” dedi İnci. şeyleriniz var mı?”
Bahadır’ın annesi Nurbanu “Aslında orası biraz tuhaf. Be-
“Sanem ile sizin köpeğiniz bahçede oynuyormuş. O sırada nim bir iki parça altınım vardı ama hiç oraları karıştırmamış.
bir ses duymuşlar evin içinden.” Herhalde fırsat bulamadı. Bu küçük kahraman tam zamanın-
“Böyle tıkırt tıkırt diye.” ağzıyla sesi taklit etti Sanem. da yetişmiş...”

“Evet öyle işte... Sonra gidip bakmışlar ki kapı açık. Önce Tuğberk biraz canı sıkılmış bir şekilde konuştu.
anan geldi sanmışlar. Ama meğer içeriye bir adam girmiş.” “Altınlar tamam da asıl benim yazmalarımı almış gali-
ba...”
“Adam mı? Ne adamı?” diye sordu Bahadır. “Yazmalar mı? Onları ne yapacak ki hırsız? Okuması bile
yoktur onun.” dedi Bahadır. Sonra çocuklara dönüp açıklama
yaptı. “Babam, dedemin hikayelerini tek tek yazıya geçiri-
“Böyle bıyıklı, uzun, kocaman...” diye yine araya girdi Sa-
yordu. Unutulmasın diye... Gerçi bin yıl sonra bile unutul-
nem. Bir yandan da parmaklarını üst dudağına götürüp bıyık
mayacağını biliyorum ben ama...”
taklidi yapıyordu.

Emre lafa karıştı.


Tuğberk güldü ve devam etti.
“Orası öyle de, yine de böyle elimiz kolumuz bağlı dur-
“Evet öyleymiş. Adam hırsızlığa gelmiş eve. Sağı solu ka-
mayalım. Gidip birilerine şikayet edelim. Polis filan...”
rıştırıyormuş. Sizin küçük kahraman da atılmış üstüne, ya-
pışmış paçasına. Ama adam galiba bir tekme vurmuş zavallı- “Polis mi?” dedi Tuğberk.
ya. Sonra da kaçmış. Sizinki kovalayacakmış ama ayağı biraz
incinmiş, topallıyordu ben geldiğimde. Ama kırık çıkık yok, İnci düzeltti.
anan baktı. Bilirsin o böyle şeyleri iyi bilir.” “Yani bunu bildireceğimiz birileri vardır değil mi? Asker-
ler filan...”

54 55
“Evet, tabii ki... Kaleye gidip askerlere söylemeli. Onlar
arasınlar, belki bulurlar hırsızı...” diyerek ayağa fırladı Baha-
dır. Tuğberk biraz umutsuzca konuştu.
“Bence onlar çoktan gitmiştir bile ama gidip söyleyelim
yine de. İsterseniz kızlar burada ananla kalsın, dönüşte bir
şeyler yeriz. Onlar hazırlık yapsınlar, biz kaleye gidip gele-
lim.”

“Olur” dedi Bahadır. “Hatta köpeği de alalım, dönüşte de-


Bayburt Kalesi’nin olduğu tepeye deme gösteririz. Onda mutlaka ayağı için şifalı bir merhem
doğru yürüyen Emre, Bahadır, ikizler vardır.”
ve Tuğberk. Kalenin kapısında mızraklı
askerler, kalenin burçlarında dalgalanan Kızlar kabul ettiler. Bahadır, Emre ve ikizler Bahadır’ın ba-
bası Tuğberk ile birlikte yola çıktılar. Emre kucağında Gofret’i
bayraklar.
taşıyordu. Önce Gofret’i Dede Korkut’a bıraktılar. Kısaca olayı
anlatıp Gofret’in bacağına bakmasını rica ettiler. Sonra oradan
ayrılıp tepenin üzerinde kurulu görkemli kaleye doğru gittiler.

Kalenin kapısındaki mızraklı nöbetçiler onları durdurdu.


Tuğberk kim olduğunu söyleyince içeri girmelerine hemen
izin verdiler.

Kalenin içi yüksek duvarlı koridorlardan oluşuyordu. Birkaç


koridordan geçtikten sonra bir odaya girip orada bir masada
oturan komutana olayı bütün detaylarıyla anlattılar. O sırada
kalede bulunan Saltuklu meliki olanları duymuştu. Hemen bi-
zimkileri huzuruna çağırttı.

56 57
Olayı dinledikten sonra komutana emir vererek. “Ulu De-
dem Korkut’un ailesine yapılan kimsenin yanına kalmasın.
Derhal o suçluyu bulun komutan!” dedi.

Teşekkür edip huzurdan ayrıldıktan sonra komutan Tuğ-


berk’e dönerek “Askerlerimi şehirde araştırma yapmaya
gönderiyorum ama çok da umutlu olmayın. Çünkü bu hır-
sızlar büyük ihtimalle şehir dışına çıkmış, başka bir şehre
giden yolu yarılamış olabilirler.”
Tuğberk ve oğlanlar yanında askerler
“Biliyorum komutan, ben de çok umutlu değilim aslın- varken melikin huzurundadır. Melik
da.” diyen Tuğberk boynunu eğerek cevap verdi. onları dinlemiş eliyle işaret ederek emir
Çocuklar ve Tuğberk kaleden çıktılar. Yürüyerek Dede vermektedir.
Korkut’un evine gittiler. Eve yaklaştıklarında Gofret koşarak
onlara doğru geldi. Son derece sağlıklı görünüyordu. Dede
Korkut’un ayağına sürdüğü merhem işe yaramış gibi görünü-
yordu.
“Gofret! İyi görünüyorsun... Bacağın iyileşmiş...” dedi
Emre, küçük köpek etrafında koşturup dururken. “Çok teşek-
kür ederiz Dede Korkut, iyileştirmişsiniz onu.”
“Aslında pek bir şey yapmadım. Sadece biraz berelen-
miş ayağı. Onun gibi cesur bir köpek için bu kadarcık şey ne
ki...” dedi Dede Korkut. Sonra ekledi
“Torunumu koruyan bu kahraman köpeğin adı bundan
sonra Cankurt olsun”
Yeni adını duyan Gofret kuyruğunu sallayıp havladı, sonra
Dede Korkut’un elini yaladı.
Mert, Yiğit’e dönüp “Görüyor musun, Gofret bile isim ka-
zandı, biz daha oturalım...” dedi. Herkes güldü.

58 59
Sonra Dede Korkut onlara öğüt verir “Çocuklar, isim kazan-
mak önemli değil, önemli olan sahip olduğunuz ismin hak-
kını verecek şekilde yaşamaktır. Yani ‘Mertçe ve Yiğitçe’,
değil mi?” dedi.
Çocuklar Dede Korkut’un elini öpüp yanından ayrıldılar.
Şehrin içindeki sokaklardan geçerken birden Gofret durdu.
Tasmasını tutan Emre eğilip Gofret’e “Neyin var Gofret? Aya-
ğın mı ağrıdı? Seni kucağıma alayım mı?” diye sordu.
Gofret’i kucağına aldıktan sonra köpek çırpınıp tekrar aşağı
atladı ve tekrar durdu. Gözlerini bir kapıya dikmiş hafifçe hır-
lıyordu.
“Ne oldu oğlum?” diye sordu Emre.
“Bence bir koku aldı.” dedi Bahadır.
Kapıya yaklaştılar. Burası bir lokantaydı. İçeride insanlar ye-
mek yiyordu. Gofret içeri girer girmez köşede oturan bir ada-
ma doğru atıldı. Emre güçlükle tutuyordu tasmasını. Şiddet-
le havlamaya başlayınca, herkes başını çevirip kapıya doğru
baktı. Köşe masada oturan iki kişiden biri, uzun boylu bıyıklı
bir adam kaşlarını çatarak bizimkilere baktı.
Mert aynı adama dikkatle bakıp yavaşça Yiğit’e fısıldadı.
“Şu köşedeki adama bak. Onu bugün birkaç kez gördüm san-
ki.” Yiğit cevap verdi. “Evet, ben de hatırlar gibiyim. Galiba
şu develi kervana baktığımızda bize bakıyordu...”
Adam birden ayağa fırladı ve arka kapıya doğru koşarak gitti.
Adamın kaçtığını görünce Tuğberk peşinden koşmaya başladı.
Emre ile Gofret de peşlerinden koştular. Bahadır orada duvar-
da asılı bir yayla oku alıp ikizlere “Gelin benle, öteki taraftan
gidelim!” diyerek geri sokağa çıktı. İkizler de peşinden tabii...

60 61
Adam koşarak atının bağlı olduğu yere doğru koştu. Atına
atlayıp kaçmaya başladı. Tuğberk koşuyordu ama atlı adamı
yakalaması mümkün değildi.
Bahadır ve ikizler diğer taraftan meydana varmıştı. Kaçan
adam atıyla karşıdan çıkmış çocuklara doğru koşmaya başla-
mıştı. Bahadır üzerine doğru dörtnala gelen adama baktı. Oku-
nu yerleştirip yayını gerdi. Adam gittikçe yaklaşıyordu.
Atlının arkasından koşarak gelen babası bağırdı.
“Bahadır! Hayır! Sakın atma!”
Bahadır yanda duran arabadaki fıçılara nişan almıştı. Okunu
attı ve fıçıları tutan kayışı vurdu. Fıçılar teker teker yola doğru
yuvarlanmaya başladı. Atlı adamın önüne yuvarlanan fıçılar
atı ürküttü ve şahlanan at binicisini üstünden düşürdü.
Yere düşen adam hemen ayağa fırladı ve yandaki bir sokağa
dalarak koşmaya başladı. İki taraftan gelen Tuğberk, Emre, Ba-
hadır ve ikizler adamın peşinden koşarak takip ettiler. Adam
koşarak bir mağaranın ağzına geldi ve aceleyle içeri girdi.
Mağaranın önüne geldiklerinde Tuğberk çocukları durdurdu.
“Çocuklar siz arkama geçin. Ben önden gideceğim.” dedi.
Sonra belindeki kamayı kınından çekip mağaraya girdi. Burası
normal bir mağaraya benzemiyordu. Dar koridorlar vardı içeride.
“Burası nasıl bir mağara?” diye sordu Emre kısık sesle.
Bahadır “Burası mağara değil, bir yeraltı şehri. Çok eski za-
manda yapılmış. Buraya insanlar savaş olduğunda gizlenir-
miş.” diye açıklama yaptı.
Tuğberk eliyle onlara susmalarını işaret etti. Herkes çıt çıkar-
madan bekledi. Yavaşça ilerlerken birden adamın gizlendiği yer-
den fırlayıp daha derine kaçtığını gördüler. Tuğberk ve çocuklar
da adamın peşinden koşmaya başladılar.

62 63
1998’de
tesadüfen
bulunan Bayburt
Aydıntepe Yeraltı Ancak adam bir koridoru geçtikten sonra, güven-
lık
Şehri, erken hristiyan lik için yapılmış tekerlek şeklindeki bir kilit taşını
nem ind e Ro malılarda n

saklananlar tar afı ndan arkasından yuvarlayarak geçtiği yeri kapattı. Tuğ-
kayaların oyulması ile berk ve çocuklar geldiklerinde geçit kapanmıştı.
inşa edilmiştir.

İkizler hemen taşı geri çevirmek için taşa atıldılar ama


Bahadır onları durdurdu.
“Boşa uğraşmayın çocuklar. Bu taşı dışarıdan açmak müm-
kün değildir. Ancak içeriden açılabilir.”
“Ne yani, adama bu kadar yaklaşmışken elimizden mi kaçı-
racağız.”

Adamın sesi duyuldu öteki taraftan.


“Haa ha ha! Evet, şansınıza küsün! Başka sefere artık...”

Birden Tuğberk aklına bir şey gelmiş gibi işaretle çocukları ya-
nına çağırdı. Onlara fısıldayarak “Çocuklar, bu yeraltı şehrinin
birkaç çıkışı daha var. Bu herif onlardan birini bulmadan he-
men ikiniz kaleye gidip komutana söyleyin. Çünkü çıkışlardan
biri de kalenin içine gidiyor. Oradan askerler girerse, bu adamı
içeride yakalarlar.” dedi.
Bunun üzerine hemen Bahadır ve Emre kaleye doğru yola çıktı.
Bu sırada Mert adamın daha ileriye gitmesini engellemek için
bir şey düşünmeye çalışıyordu. Sonra birden aklına bir şey geldi.
Sesini içerideki adama da duyuracak şekilde yükselterek bağırdı.
“Aaa, bakın aklıma ne geldi. Şu ağacı şöyle koyarsak, bunu
da buradan bastırırsak bu tekerleği açabiliriz. Ama tabii o sıra-
da öbür taraftan kimsenin tutmaması gerek.”

64 65
Tuğberk anlamamış gibi bakıyordu. Sağa sola bakınıp “Ne ağa- Bahadır “Üzülme baba, yeniden yazarsın. Allah dedeme
cı çocuklar?” diyecek oldu ama Yiğit numarayı hemen anladı, ömür versin, yeter ki.” diye babasını teselli etti.
devam ettirdi. “Bence gitmiştir o. Burada bekleyecek değil ya. Çocuklar Bahadır’ın evine döndüklerinde olanları anlattılar.
Haydi deneyelim, tut şunu, ittir bakalım...” Bahadır’ın annesinin hazırladığı özel bir mercimek yemeği olan
Sonra fısıldayarak Tuğberk’e “Taşın arkasında askerleri bek- galacoş ve ardından yedikleri tatlı süt böreğini yerken hep bu
lemesini sağlıyoruz. Kapıdan ayrılmaz şimdi bu...” dedi. Tuğ- heyecanlı macerayı konuştular.
berk anladı ve gülerek karşılık verdi. O da numaraya katıldı. Sonra alarmları çalınca, zaman kapısının kapanma saatinin
geldiğini anlayan çocuklar gitmek için ayağa kalktılar. Tuğberk
“Durun çocuklar ben de yardım edeyim. Ama eğer taşı öteki ile Nurbanu çocukların kilere neden girmek istediklerini tam an-
taraftan tek eliyle bile tutsa biz mümkün değil kıpırdatamayız lamasalar da Bahadır onlara sonra anlatacağını söyleyip kahra-
bunu... Ses gelmiyor. Gitti galiba...” manlarımızı teker teker kucaklayıp uğurladı.
Adamın neşeli sesi geldi taşın diğer tarafından.
“Haa haa... Bence eve dönün. Hiçbir yere gitmedim. Burayı Cumartesi; Saat: 13:45 / İnci’nin odası
açamazsınız, boşuna uğraşmayın...
Çocuklar ve Tuğberk taşın önünde yere oturmuş arada sırada
Çocuklar yeniden İnci’nin odasına girdiler. Oldukça yorulmuş-
taşı kıpırdatmaya çalışıyormuş ve çok zorlanıyormuş gibi sesler
lardı. Açık olan televizyonda haberler vardı. Spiker heyecanla bir
çıkarıyorlardı. adam ise öteki taraftan gülmeye devam ediyordu.
haber vermekteydi.

Sonra birden adamın sesi kesildi. Başkalarının sesleri duyuldu.


“Sayın seyirciler, bugüne kadar sadece 12 tane hikayesi gü-
Kilit taşı dönerek açıldı. Askerler adamı yakalamıştı. Bahadır ve
nümüze ulaşan Dede Korkut’un yepyeni bir hikayesi ile ilgili el
Emre komutanla birlikte göründüler. Askerler adamı kollarından
yazması bulundu. Bu hikayenin adı da ‘Nişançiçek ile Cankurt’.
tutup götürürken komutan Tuğberk’e yaklaştı.
Bu hikayede kahraman diğerlerinin aksine bir kız ve
cesur köpeği.”
Dede
“Tuğberk, şehirde bu tarife uyan birini bugün kervancılarla Korkut
konuşurken görenler var. Kağıt tomarı gibi bir şey satıyormuş. hikayelerinin
Çocuklar birbirlerine baktılar. ilk yazılı ko
Galiba senin yazmalar onlar.” dedi komutan. pyaları
Mert “Ya arkadaş, biz o kadar aksiyona gire- bugün Vatika
n ve
Komutana teşekkür eden Tuğberk “Anladığım kadarıyla be- Almanya’dak
lim, haydutları yakalayalım... Bir tek Leyla ile i Dresden
kütüphaneler
nim yazmalar kimbilir nereye doğru yola çıkmıştır bile.” dedi. inde
Gofret’in hikaye kahramanı olması haksızlık bulunmuştur.
ama...” dedi.

66 67
Leyla gülerek düzeltti.
“Lütfen dikkat edelim ama... Bu maceradaki kahramanla-
rımızın adı Leyla ve Gofret değil, Nişançiçek ve Cankurt...”

Herkes gülmeye başladı.

68

You might also like