You are on page 1of 37

E Rİ

Zaman GEZGİNL

KA PA D O K YA ’ DA

1
ERİ
Zaman GEZGİNL

KAPA D O K YA ’ DA

Yazarlar:
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik

Resimleyen:
Gökhan Gülkan

2 3
Zaman GEZGİNLERİ KAPADOKYA’DA
Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Nebi Gedik

Danışmanlar
Prof. Dr. ..................
Yrd. Doç. Metin Alparslan

Yazarlar
Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik

Pedagog
..................

Grafik-Tasarım Merhabalar Kıymetli Çocuklar;


Şinasi Akgün Nevşehir’i, yerel yönetim hizmetlerinde modern çağın en etkin hizmetleri ile
tanıştırarak, çalışmalarımızı sürdürme gayreti içerisinde olduk. Böylesine büyük
Redaksiyon hazinelere sahip bu kenti ve içinde yaşayan tüm insanları, her alanda daha ileri seviye
................. götürebilecek yatırımlar kazandırdık ve bu konuda çalışmalarımız devam edecektir.
Belediyemiz, Nevşehir’e yapılan hizmetleri, çağdaş belediyecilik anlayışının
Resimleyen gereklerine uygun bir biçimde gerçekleştirme çabasındadır. Günümüz Belediyeleri
Gökhan Gülkan artık yalnızca su, kanalizasyon, yol, temizlik işleri, ruhsat düzenlemek v.b. hizmetlerle
sınırlı, klasik belediyeciliği sürdüremez. Gelinen nokta; Belediyelere, yörelerimizin
Basım Yeri
sosyal ve ekonomik açıdan kalkınabilmesi, halkın refah düzeyinin artırılması,
Ant Basım Yayın Medya Tic. Ltd. Şti
2. Matbaacılar Sitesi 1NB-22 Topkapı- İstanbul istihdam alanları sunulması gibi en temel sorunlara da çözümler arama ve bulma
Tel: (0212) 565 39 90 - Gsm: 0533 391 03 58 görevini vermektedir. Halkımızın yaşam kalitesinin yükseltilmesi ile doğrudan ilişkili
olan bu yeni görevler, yeni bir hizmet anlayışını da zorunlu kılmaktadır. Kendimiz
Yayın Tarihi için tanımını yaptığımız bu yeni yükümlülükler çerçevesinde, yıllardır ihmal
Nisan 2017 edilmiş temel Belediye hizmetlerini de hızlı bir şekilde gerçekleştirmenin yanı sıra,
ilimize yeni ve gülümseyen bir çehre kazandırmaya çalışmaktayız. Gerek çalışma
İSBN prensibimiz, gerekse şehrimize yaptıklarımız bunun en güzel göstergesi olduğunu
düşünmekteyiz. Vatandaşlarımız, Belediye’nin kapısının, gerçek sahiplerine açıldığını
987-………………………… görüp, mutlu olmaktadırlar.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: ……..
Bu eser Nevşehir Belediyesi tarafından Ant Basım Yayın Medya Ticaret Limited Nevşehir Belediye Başkanı
Şirketi’ne hazırlatılmıştır. Hasan ÜNVER

4 5
Mert ve Yiğit
İnci
Grubun (ay farkıyla da olsa) en
İşte neşeli ikizler. Görünüşleri birbirinin tıpatıp aynısı
büyüğü. Son derece sakin ve
olmasına rağmen karakter olarak hiç benzemiyorlar. Mert
anlayışlı. Gruptaki pekçok sorunu
bir futbol hastası, Yiğit ise basketbol aşığı… Mert her olayın
hem doğal olarak üstlendiği ablalığı
basit bir açıklaması olduğuna inanırken, Yiğit her şeyde
ile hem de sakin yaklaşımı ile
“mutlaka gizemli bir taraf” olduğuna inanıyor… İki kardeşin
çözmede usta sayılır. Doğuştan
fikir birliğine vardıkları tek konu ise mideleri: İkisi de her
sanatçı. Küçüklüğünden beri keman
zaman bir şeyler atıştırmaya “hayır” demiyor.
çalıyor, resim yapıyor. Kelimenin tam
anlamıyla bir kitap kurdu. Onu sık sık
bir yerlerde kitap okurken görmek
mümkün. Olaylara hep mantıklı
yaklaşan İnci yeni şeyler öğrenmeye
pek meraklı.

Melis
Emre
İnci ile anaokulundan beri
arkadaşlar. Grubun “bilim adamı”… Emre’nin bir yaş küçük kardeşi. Enerji dolu, neşeli
Bilime olan merakı sadece bilgisayar bir çocuk. Beş yaşından beri jimnastik yaptığı
oyunları ile de sınırlı değil. Bilimsel için oldukça sportmen olan Melis, her yeni olaya
olan her şey ondan sorulur. Odasının büyük bir merakla yaklaşıyor. Mahalleye yeni
duvarlarını sporcu ya da şarkıcı taşınan bir adam da, eski bir çömlek parçası da
posterleri yerine bilim adamlarının Melis’in merakını aynı şekilde uyandırıyor. Gizemli
resimleri süslüyor. Bazen heyecanlı öykülere bayılıyor. Bazen sıradan olaylar için bile
olduğunda onu dizginlemek hayal gücünü kullanıp katkıda bulunabiliyor.
gerekebiliyor çünkü herkesin kendisi
kadar hızlı düşündüğünü zannediyor.

6 7
Ve Gofret
Köpeklerin yaşının insan yılına
çevrilmesi için 7 ile çarpıldığını
düşünürsek, grubun “en yaşlısı”
o: Tam 21 yaşında! Ama hiç
yaşına uygun davranmıyor...
Sürekli burnunu olmadık yerlere
sokan bu meraklı köpek, aslında
Melis’in olmasına rağmen grup
içinde herkesle iyi anlaşıyor.
Özellikle Lara’dan gördüğü
sevgiden pek memnum olan
Gofret, ikizlerin civarında
dolaşmanın da “atıştıracak bir
Lara şeyler” anlamına geldiğini çoktan
keşfetmiş durumda…
Grubun en küçüğü olan Lara, her
şeye karşı sevgi besleyebilen bir çocuk.
Herkesin içinde iyi bir yan olduğuna o
kadar çok inanıyor ki, etrafındaki herkese
“bir anne şefkati” ile yaklaşıyor. Bunun
sonucu olarak da arkadaşları arasında
“küçük anne” olarak çağrılıyor. Lara,
Yer: İstanbul
aynı zamanda grup içinde en tedbirli Zaman: Günümüz
olan çocuk. Bu yüzden içinde kimbilir
nelerin olduğu çantasını yanından hiç Burası İstanbul’un tipik mahallelerinden biri. Herkesin birbirini tanıdığı,
ayırmıyor. güzel komşuluk geleneklerini yaşattığı bir mahalle… Bakkalı, manavı, parkı,
camisi, meraklı komşuları, sokulgan kedileyle tipik bir mahalle…

Ve bu her mahallede olduğu gibi, burasının da olmazsa olmazı “çocukları”…

8 9
Bu arkadaş grubu yakın zaman öncesine kadar normal bir
arkadaşlık yaşıyorlardı. Ancak her şey, İnci’nin büyük dedesinden
kalan eski ve bozuk bir saatin eve gelmesiyle değişti. Bir aile yadigarı
kabul edildiği için bu bozuk saati şimdilik İnci’nin odasına koydular.

Saatin “tuhaf” olduğunu gösteren ilk belirti kendi kendine çalışıp


sonra yine durmasıydı. Bozuk bir eski saatin bu tür şeyler yapması
doğal olabilir ama ilginç olan, saatin sadece çocuklar toplandığı
zaman çalışmaya başlaması… İnci bunu ilk farkettiğinde arkadaşlarına
söyledi ama Melis dışında pek bu duruma ilgi gösteren çıkmadı.

Bu durum karşısında “Hmm” diyerek elini çenesine dayayan Melis,


saate uzun uzun baktıktan sonra “bence bize bir şey anlatmaya
çalışıyor” dedi.

Bu olaydan bir süre sonra öyle bir şey oldu ki, bu kadarı Melis’in
bile hayal gücünü zorlayacak cinstendi… Sonunda saat bütün
“sırrını” çocuklara açtı.

Bu antika saat bir tür zaman kapısı olarak çalışıyordu… Sadece tüm
çocukların bir arada olduğu zamanlarda çalışmaya başlayan saat,
akreple yelkovanın üstüste gelmesi ile garip ışıklar saçıyordu. Sonra
saatin yanındaki kapak, bir kapı gibi açılıyor ve içeri biri giriyordu. Bu zaman kapısı, saat kaç kez vurduysa o kadar saat açık kalıyordu.
Bu zaman kapısından geçen kişi farklı bir zamandan ve yerden Böylece çocuklar bir süreliğine başka bir zamana ve yere gitme şansı
günümüze geliyordu. buluyordu. Tabii önce yeni gelen kişiye durumu anlatmaları ve onun
yaşadığı şaşkınlığı gidermeleri gerekiyordu.

Böylece “Zaman Gezginleri”nin maceraları başladı…

10 11
Cumartesi Saat: 14:51 / Park

Bütün gün yağan yağmur, sokakları sırılsıklam yapmıştı. Melis, bir


elinde köpeği Gofret’in tasması, diğer elinde şemsiyesi ile bir yandan
yürüyor bir yandan da konuşuyordu.

“Haydi Gofret, bir saattir dolaşıyoruz. Yetmedi mi? Hem bak geç
kalıyoruz. Herkes bizi bekliyordur…”

Gofret ise parka geri dönmek için çekiştirip duruyordu. Sonunda


Melis dayanamayıp sesini yükseltti. Parmağını küçük köpeğe doğru
sallayarak konuştu.

“Aaa yeter ama! Bana bak küçük bey, şimdi önüme düşüyorsun,
doğru İncilere gidiyoruz, o kadar. Üç tur dolaştık parkı, hâlâ park
diyorsun. Haydi bakiim marş marş!”

Gofret umutsuz bir şekilde gözlerini yere çevirip, acıklı bir


inlemeyle Melis’in işaret ettiği yöne doğru yürümeye başladı. Bir
süre sessizce yürüdüler. Küçük köpek yürürken ara sıra dönüp parkın
kapısına doğru bakıyordu. Onun bu haline üzülen Melis yüksek
sesle “Şimdi hatırladım, bizim ikizler de orada olacaktı. Kesin yine
atıştıracak bir şeyler getirmişlerdir. Bitirmeden yetişsek bari…”
dedi.

Birden Gofret’in kulakları dikildi. Hızla ileri atılıp Melis’i


çekiştirmeye başladı. Melis gülümseyerek peşinden koşuyordu.

“Dur, yavaş! Gofret, bazen beni mi yoksa ikizlerin verdiği


abur cuburu mu daha çok sevdiğini bilmiyorum… Dur diyorum,
çekiştirme, düşeceğim!”

12 13
Cumartesi Saat: 15:03 / İnci’nin odası

Çocuklar İnci’nin odasında toplanmış bir şeylerle uğraşıyorlardı.


Lara ise odanın içinde ileri geri yürüyüp sık sık camdan dışarı
bakıyordu. Sonunda İnci “Laracığım, bir yere otur istersen. İnan sana
bakmaktan ben yoruldum.” dedi.

“Ama merak ediyorum. Başlarına bir şey mi geldi acaba?”

Emre başını çevirmeden “Ya ne gelecek başlarına? Ev dediğin


şurası. Gofret yine parktan çıkmak istememiştir…” dedi.
Lara gözlerini kısarak “Bir de abisi olacaksın. Hiç mi merak
etmiyorsun kardeşini? Saat kaç oldu kimbilir?” dedi.

Mert ve Yiğit aynı anda saatlerine baktılar. Birbirlerinin cümlesini


tamamlamak gibi bir alışkanlıkları vardı. Mert: “Üçü…”Yiğit: “…beş
geçiyor.” dedi.

İnci sakince “Laracığım, bak sadece beş dakika gecikmişler. O


kadar da telaş yapacak bir şey yok yani.” dedi.
Emre “Ana yüreği işte…” dedi gülerek.

Mert “Yalnız üç onbeşi kaçırırsak…” dedi. Yiğit “… dört yirmiyi


bekleyeceğiz hatırlatırım…” diye tamamladı.
İnci gülümseyerek “Olsun… Biz de oyun oynarız beklerken. Hem
annem de kurabiyeleri pişirmiş olur o zamana kadar” dedi.

Kurabiye kelimesini duyan ikizler aynı anda ellerindeki dergileri


bırakıp doğruldular.

14 15
O sırada kapı açıldı, Melis ve Gofret içeri girdiler. Gofret hemen Herkes kıpırdamadan saate bakıyordu.
önce Lara’nın üzerine atıldı sonra ikizlere koştu. Yiğit onu severken Mert kısık sesle “Ben onbir saydım…” dedi.
Mert çantasından iki tane kraker çıkarıp Gofret’e verdi. Yiğit “Ben de…” diye cevapladı.
Melis nefes nefese “Ay geciktik biliyorum. Hep bu küçük beyin
yüzünden. Bir türlü parka doyamadı…” dedi. Sonunda saatin kapağı yavaşça açıldı...

Sonra Gofret’e dönüp “Bak bak, şu hallere bak… Sanki buraya


gelmemek için çırpınan benim… Anlatayım mı parkta neler
yaptığını?” dedi.
Gofret herkesin kendisine baktığını farkedince iyice utanıp
gözlerini yere indirdi. Lara dayanamadı.
“Aa yapmayın benim küçük yaramazıma öyle şeyler… Bakın
nasıl üzüldü… Üzülme sen küçüğüm. Ben varken sana kimse
kızamaz tamam mı…”

Gofret kuyruğunu sallayarak Lara’nın kucağına gitti. Melis sonunda


koltuğa otururken “Hah işte, böyle şımartırsanız, tepemize çıkar
tabii bu da…” dedi.

Gofret Lara’nın kucağındayken Melis’e doğru havladı. Melis


parmağını sallayarak “Sus, cevap verme bana!” dedi.

Emre bir kaşını kaldırıp İnci’ye doğru eğilerek “Bunlar gerçekten


aralarında konuşuyorlar mı, bana mı öyle geliyor?” diye sordu.

Çocuklar hep bir ağızdan gülerlerken birden antika saatin gongu


vurmaya başladı. Herkes susup saate baktı. Saat tam üçü çeyrek
geçiyordu. Ardından arlak bir ışık saatin her köşesinden dışarı
vurmaya başladı. Saatin tüm gövdesi titremeye başladı. Sonra bütün
bu ışık ve titremeler birden kesildi.

16 17
Cumartesi; Saat: 15:15 / İnci’nin odası Çocuğun şaşkın bakışlarını görünce İnci anladı.
“Hmm İstanbul’u hiç duymadın sanırım. Peki…
Saatin açtığı zaman kapısından 12-13 yaşlarında bir oğlan çıktı. Sen anlat. Senin adın ne? Nerelisin? Kaç yaşındasın?
Üzerinde kahverengi bir elbise, ayağında deri sandaletler vardı. Ve, bu çok önemli, hangi yıl doğdun?”
Elinde bir sopa taşıyordu. Belindeki kuşakta asılı bir bıçağı vardı.
Şaşkın gözlerle odadakilere baktı. Sonra birden belindeki bıçağı
çocuklara doğru uzatıp savunma pozisyonuna geçti.

Bu duruma alışkın olan çocuklar, daha fazla korkutmamak için geri


çekildiler. Bir tek Gofret hafifçe hırladı. Lara eğilip yavaşça köpeği
kucağına alırken “Şştt, sakin ol Gofret. Yok bir şey…” dedi.

İnci bir adım öne çıktı ve yavaş bir ses tonu ile “Sakin ol… Biz
düşman değiliz. Şaşırdığını biliyoruz. Her şeyi anlatacağım. Benim
adım İnci. Burası benim evim.” dedi.

Çocuk kekeleyerek “Siz, siz Romalı mısınız?” diye sordu.


“Romalı mı? Hayır değiliz. Korkma, burada Romalı yok.”
“Ben, ben Romalılardan kaçıyordum. Bu nasıl bir sihir?”

Mert sevinçle konuştu. “Romalılar mı? Vay canına! Romalılar,


gladyatörler, arena…”
Yiğit devam etti. “Askerler, lejyonerler… Yaşadık bu sefer…”

Çocuk kaşlarını çatarak baktı. İnci tekrar lafa karıştı.


“Sen onlara bakma. Bu sana çok garip geliyor biliyorum. Sana
her şeyi anlatacağım. Öncelikle otur. Tanışalım… Benim adım İnci.
Burası İstanbul.”

18 19
Cumartesi; Saat: 15:41 / İnci’nin odası

İnci’nin tüm anlattıklarını dikkatle dinleyen Jan antika saate


bakarak “Yani bu garip şey sihirli öyle mi?” diye sordu.
Emre “Aslında uzay-zaman denkleminde incelersek, bir tür
solucan deliği…” diye başladı. İnci araya girerek “Eee, şey öyle
diyebiliriz. Sihirli yani…” diye kısa kesti.

Jan camdan dışarı bakıp devam etti.


“Ve beni binlerce yıl sonraya getirdi öyle mi?”
“Evet, tam olarak öyle oldu.”
“Şimdi de siz benimle Kapadokya’ya mı gelmek istiyorsunuz?”
“Kabul edersen... Bize yaşadığın yerleri göstermek ister misin?”

Jan biraz düşündü… Sonra cevap verdi.


“Olur. Benimle gelebilirsiniz. Hem burası biraz soğuk zaten...”

Lara Jan’ın çıplak bacaklarını ve sandaletli ayaklarını görünce


ürperdi. Jan’a bir battaniye uzatırken “Haklı tabii... İnsan yaz
Çocuk cevap verdi. “Benim adım Jan. Kapadokyalıyım. Annem 12 gününden birden kışın soğuna girince üşür” dedi.
yaz önce doğduğumu söyler. Yani 377 yılında.”
Çocuklar birbirlerine baktılar. İnci derin bir nefes alıp devam etti. Mert atıldı. “Afedersin de orada yaz olduğunu nereden biliyorsun
“377... 12 daha… Yani yaklaşık MS 389… İlginç olacak… Peki sana acaba? Belki adamların geleneksel kıyafeti bu.”
her şeyi hızlıca anlatacağım. Ha, Melisciğim benim kitaplıkta “Anlattı ya, koyunları otlatıyormuş, kaçan bir kuzunun peşinden
Kapadokya ile ilgili bir kitap olacaktı. Ben Jan’a durumu giderken askerleri görüp bir mağaraya sığınmış. Kuzular ne zaman
anlatırken onu bulabilir misin? Yanımıza alalım…” MÖ doğar akıllım?”
7000’li
yıllardan bu yana
Melis kitaplığı karıştırmaya başlarken İnci de Jan’a yerleşim yeri olan Jan birden ayağa fırladı. “Koyunlar! Ben ne kadar zamandır
saatin hikayesini anlatmaya başladı. Nevşehir bölgesinin buradayım? Koyunlar dağılmıştır çoktan…”
antik çağlardaki
adı Nyssa’dır.

20 21
İnci onu sakinleştirdi. “Dur sakin ol. Zaman kapısının güzel bir Çocuklar kurabiyelerin
tarafı da, sen diğer zamana gidip geldiğinde kendi zamanın hiç tadına bakmaya başladılar.
geçmemiş oluyor. Yani en son çıktığın zamana dönüyorsun.” Tabii Gofret de...

Birden içeri İnci’nin annesi Handan Hanım girdi. Elindeki tepside Hatta Jan’ın verdiği bir
çaylar ve kocaman bir tabak dolusu kurabiye vardı. parçayı yutarken yeni gelen
“Eveet, çaylar da geldi. Kurabiyeler sıcak dikkat edin.” çocuğun iyi biri olduğuna
karar vermiş gibi kuyruğunu
Birden Jan ile göz göze gelen Handan Hanım, şaşkın gözlerle sallamaya başladı.
çocuğu süzdü. İnci durumu farkedip hemen atıldı.
“Eee şey anne. Bu Jan… Yani Can… Bizim okuldan. Bir tiyatro
gösterisi için çalışıyorduk da.”

Handan Hanım tepeden tırnağa süzdü Jan’ı.


“Tarihi bir oyun sanırım. Ama kostüm işini iyi kıvırmışsınız. Çok
gerçekçi. Şu bıçak, sandaletler filan… Gerçek gibi. Bravo çocuğum
sana. Hayatın boyunca hep böyle işini ciddiye al, e mi? Haydi şimdi
ara verin, bir şeyler yiyin. Sonra annen çocuğumu aç bırakmışlar
demesin… Sahi senin annen kim? Yakında mı oturuyorsunuz?”

İnci “Of anne, sorgulamayı sonraya bıraksan olmaz mı? Haydi çok
teşekkürler…” diyerek annesini kapıya yönlendirdi.

İkizler “Tepsiyi biz alalım Handan Teyze…” diyerek atıldılar.


Handan Hanım dışarı çıkınca İnci Jan’a açıklama yaptı.
“Annem hep böyledir işte…”
“Anlıyorum. Benimki de hep benim aç kalacağımdan korkar.
Hep bir şeyler tıkıştırır ağzıma. Bir an öyle deyince annemi tanıyor
sandım… Demek ki binlerce yıl da geçse anneler değişmiyor…”

22 23
Cumartesi; Saat: 16:02 / İnci’nin odası

Emre son lokmayı da ağzına attıktan sonra “Eee haydi, gitmiyor


muyuz?” diye sordu.
Mert: “Evet, saat 4 oldu. Bu da demektir ki…” Yiğit: “10 saat sonra
kapı kapanacak…” dediler.

İnci de ayağa kalkıp “Evet gidelim. Ama önce saatlerimizi kuralım.


10 saat kursak yeter. Değil mi?” dedi.
Lara “Dokuzbuçuk yapalım. Ne olur ne olmaz… Aksilik filan olur
neme lazım…” diye ısrar etti.

Emre Lara’ya döndü.


“Sen onu bırak da o çantana yine başımızı belaya sokacak bir
şey tıkıştırmadın umarım. Geçen sefer getirdiğin radyo gibi. Bütün
kasabayı başımıza toplamıştın hatırlarsan…”
Lara “Ama ben bilerek yapmadım ki. Yanlışlıkla düğmesine
dokununca radyo açıldı…” diyerek kendini savundu.

İnci araya girdi.“Neyse neyse… Şu benim Kapadokya kitabını


buldun mu Melis?”
“Bu mu?” diyerek bulduğu kitabı gösterdi Melis.
“Ta kendisi… Dayım gittiğinde getirmişti. İşimize yarayabilir.
Saatleri de ayarladığımıza göre yola çıkma zamanı…”

İnci yavaşça gidip kapıyı dinledi. Salondan gelen seslerden


annesinin televizyon izlediği anlaşılıyordu. Eliyle çocuklara işaret etti.
Emre saatin yanındaki kapağı açtı. İçeriden parlak bir ışık geliyordu.
Çocuklar teker teker saatin içine girdiler. En son İnci girdi.

24 25
8 Haziran 389 (MS) Saat: 11:12 / Kapadokya’da bir yer

Çocuklar zaman kapısından geçip bir mağaranın içine çıktılar. İçerisi


oldukça karanlıktı. Yavaşça ışığa doğru yürüdüler. Dışarı çıkmadan
önce Jan, eliyle onlara durmalarını işaret etti. Dışarıyı kontrol ettikten
sonra da “Çıkabiliriz, tehlike yok. Gitmişler.” dedi.

Emre “Kimler?” diye sordu.


“Romalı askerler.”
“Sizden ne istiyorlar ki?”
“Bilmiyorum. Ama biz hep onlardan kaçarız. Onlar da
yakaladıklarını götürürler. Gidenlerden de geri gelen pek olmaz…”

İnci elindeki kitabın sayfalarını karıştırıp konuştu.


“Evet, MS 389 yılındayız. Romalıların baskılarından saklanan
Hıristiyan halk, bunun için yer altında gizlenecekleri tüneller inşa
etmiş. Burada öyle yazıyor.”

Jan gülümseyerek cevap verdi. “Tüneller mi? Görünceye kadar


bekleyin. Gelin benle.”
“Jan, şuna bir bak ve nerede olduğumuzu göstersene bize.”

Jan, İnci’nin uzattığı kitaptaki haritaya baktı.


“Hmm, bu büyük nehir… Burası vadi… Öyleyse biz Anadolu’nun
ilk
de şuradayız. Eve yakınız yani.”
hıristiyanları Ro ma
İnci açıkladı. İmparatorluğu’nun
a
sürekli baskısı altınd
“Güzel. Şu anda Derinkuyu civarındayız. Ve ere k ya şam ak
gizlen
sanırım oraya gidiyoruz…” zorun daydılar.

26 27
Melis “İyi de bir şey soracağım. Biz bu kılıkta dolaşınca dikkat Çocuklar hep birlikte sürüyü de önlerine katarak patikayı takip
çekmeyecek miyiz? Yani geçen seferi hatırlıyorsunuz. Özellikle etmeye başladılar. Gofret ve Mars sürüyü birlikte güdüyorlardı.
ikizlerin ışıklı ayakkabıları pek ilgi çekmişti.”
Gerçi koyunlar pek Gofret’i ciddiye almıyordu ama o yine de canla
İkizler tam cevap verecekken İnci yine araya girdi. “Melis haklı başla uğraşıyordu.
galiba. Kılık kıyafet için bir şey yapabilir miyiz Jan?” diye sordu.

Jan gülerek cevap verdi. “Hiç sorun değil… Benim de aklıma


aynı şey gelmişti. Sizi önce bizim eve götüreceğim. Orada
kıyafet ayarlarız. Hem erkek hem de kız kardeşim var benim.
Yani onların bir şeyleri size olur. Gelin benimle.”

Jan iki parmağını ağzına götürüp keskin bir ıslık öttürdü. Bir
süre sessizliği dinledi. Bir köpek sesi duyuldu uzaktan. Sonra
tepenin ardından, koyun ve kuzulardan oluşan küçük bir sürü çıktı,
çocuklara doğru gelmeye başladı. İri bir çoban köpeği sürüyü tek
başına bir sağa bir sola koşarak güdüyordu. Jan’ın yanına gelince
köpek kuyruğunu sallayarak geldi. Tüm dikkatini çocuklara vermiş,
şüpheli gözlerle bakıyordu. Özellikle de Lara’nın kucağında
titreyen Gofret’e. Jan yanına çömelip köpekle konuştu.
“Bir şey yok Mars. Onlar dostlarımız… Haydi git merhaba de.”

Sonra Lara’ya döndü. “Yere bırakabilirsin köpeğini. Korkma,


Mars aslında kedi gibidir. Böyle göründüğüne bakmayın. Sadece
yabancıları korkutur.”
Lara Gofret’i yere bıraktı. İri köpek gelip Gofret’i kokladı. İki
köpek kısa sürede anlaştı. Birbirlerinin peşi sıra sağa sola koşmaya
başladılar. Jan gülerek “Ben size demedim mi? Dost oldular
bile...” dedi.

28 29
Dünyanın “Eh hiç fena olmadı. Artık kimse sizin
birçok
binbeşyüz yıl sonraki bir zamandan
yerin de yeraltı
a
şehirleri bulunur. Am 8 Haziran 389 (MS) Saat: 11:33 / geldiğinizi anlamaz artık.” dedi Jan
Kapa dokya’dakiler bu onlara şöyle bir baktıktan sonra.
kar maşık Derinkuyu
alanda en büyük ve
ip ola nla rd ır. En
yapıya sah
bü yü k ye ral tı şeh ri olan
0 kiş i
Derinkuyu 30.00 Çocuklar bir tepeye daha yaklaştıklarında
kapa sited ed ir.
keskin bir ıslık sesi daha duyuldu. Jan aynı
şekilde üç kısa bir uzun ıslıkla cevap verdi. Sonra
tepeyi aştılar. Karşılarında bir mağara girişi göründü.
İki iri adam ellerini kaldırıp Jan’a selam verdiler. Dikkatli gözlerle
çocukları süzdüler.

Jan sürüyü başka bir adama emanet edip çocuklara kendisini takip
etmesini işaret etti. Hızlıca tepenin diğer tarafına doğru gittiler. Küçük
bir çalılığın arkasına gizlenmiş bir oyuktan içeri girdiler. Bir süre
gittikten sonra Jan, tekerleğe benzeyen bir taşı yana doğru yuvarladı.
Önlerinde yeni bir dehliz belirdi. İçerisi sağa sola yerleştirilmiş
kandillerin ışığıyla aydınlatılmıştı.

Çocuklar şaşkın gözlerle içeri girdiler. Jan onları birkaç koridor sağa
sola döndürüp yürüttükten sonra bir odaya girdiler.
“İşte burası bizim ev. Hoş geldiniz. Şimdi size kıyafet
ayarlayalım. Şu oda kız kardeşlerimin. İçeriden istediklerinizi
giyebilirsiniz.”

Kızlar bir odaya, erkekler bir başkasına girdiler. On dakika sonra


hepsi üstlerinde yerel kıyafetlerle çıktılar. Jan onlara baktı.

30 31
Emre eliyle duvarları yoklayarak “Burayı siz mi kazdınız yoksa Mağaraların içi, koridorlar gerçekten çok canlıydı.
zaten var mıydı?” diye sordu. Gelip gidenler, büyükler çocuklar…
Jan anlatmaya başladı.
“Galiba çok eskiden beri buralarda insanlar varmış. Ama
küçük mağaralarda. Burayı şehir haline bizimkiler getirmiş.
Yani dedemler filan yapmaya başlamış. Bu taşlar yumuşaktır.
Kolay kazılır. Ama çok da dayanıklı. Yer sallandığında hiçbir şey
olmazmış. Ben görmedim ama öyle anlatırlar.”

“Romalılardan gizlenmek için mi?”


“Evet, dedim ya. Hep bizim peşimizdeler… Biz de böyle
saklanarak yaşıyoruz işte.”
“Peki kaç kişisiniz siz? Yani kaç kişi böyle mağaralarda yaşıyor?”

Jan güldü.
“Size göstereyim. Burası kocaman bir şehir… Sürekli de yeni
yerleri kazıyoruz. Tam 13 aşağı inebilirsiniz biliyor musunuz?
Ayrıca taa diğer şehirlere de bağlantısı var.”
“Nasıl yani? Başka böyle şehirler de mi var?” diye sordu Melis.
Jan biraz övünerek “Ohoo bir sürü şehir var.” dedi.

Bu sırada kitabının sayfalarını karıştıran İnci elini


bir satıra koyup “Evet burada yazıyor. Bilinen
İlk
yeraltı tam 36 yeraltı şehri var. Çoğu da birbiri ile
tünelleri Hititler bağlantılıymış.” dedi.
döneminde, genellikle
askeni
kale savunmaları için
am açl ı açı lmı ştı r. Kol ay Jan onları davet etti.
ala rın ın
kazılan bölge kay
insan eliy le yer leş im “Gelin haydi size etrafı gezdireyim.”
alanlarına dönüşmesi
MS 2. yüzyıla denk
düşmektedir.
32 33
Bir çok koridor geçtiler, basamaklardan bazen aşağı indiler bazen yukarı Melis “Bir şey soracağım. Nasıl ısınıyorsunuz? Yani burada
çıktılar. Jan bazı yerlerin önünde durup onlara gösterken açıklıyordu. dumandan zehirlenmiyor musunuz?” diye sordu.
“Burası hayvanları bağladığımız yer… Şurası hastaların yattığı yer… “Biz ateş yakmayız ki. Yani burası çok soğuk olmaz.”
Şurası okul, çocuklar okuma yazma filan öğreniyor burada. Burası
mutfak, yemekler burada pişer. Şurası da kuyu. Şehrin altından bir nehir İnci de “Evet Melis, kitapta da öyle yazıyor. Mağaraların içi yaz kış
geçiyor, suyumuzu oradan çekiyoruz…” hep bu ısıda oluyormuş. Çok ilginç değil mi?” dedi.

Mert “Yalnız benim aklım iyice karıştı…” dedi. Yiğit de “evet ne


taraftan geldik hiç hatırlamıyorum.” dedi.

Jan güldü. “Amaç da bu zaten. Bizden başkası çıkışı bulamasın


diye bu kadar karmaşık yapıyoruz tünelleri. Bazen mağaralara
kadar gelip bizi yakalamaya çalışan Romalılar oluyor. Sonunda
içeride kayboluyorlar tabii…”
Mert: “Labirent tuzak ha…” Yiğit: “Süpermiş…” dedi.

Lara “Eee biz de kayıp mı olduk yani şimdi?” diye sordu.

Jan şaşkın bir ifade ile etrafına bakarak “Şimdi sen söyleyince
dikkat ettim de buraya daha önce ben de hiç gelmemiştim. Kayıp mı
olduk acaba?” dedi.

Lara ağlamaklı bir şekilde Melis’in koluna yapıştı.


“Duydun mu Melis? Sonumuz geldi. Buradan çıkamayacağız.”

Jan güldü. “Korkmayın, şaka yapıyorum. Gelin peşimden.


Ben varken kaybolmazsınız… Tabii beni gözden kaybederseniz
bilemem…”

34 35
Jan yürümeye başlayınca Lara herkesi itip en öne geçti ve Jan’ın Emre açıkladı. “Onun adı fotoğraf. Bir makine ile yapılıyor. Resim
hemen arkasındaki yerini aldı. Diğer çocuklar onun bu haline makinesi diyebiliriz.”
güldüler. “Peki bunlar ne? Bu havadakiler?”
Jan kitaptaki fotoğrafta gördüğü sıcak hava balonlarını parmağı ile
Jan onları mağaranın ana kapısından dışarı çıkarttı. Dışarıdan gösteriyordu.
bakınca içerideki canlılığı tahmin etmek mümkün değildi. Burası “Onlar balon. İnsanlar ona binip uçar. Bak bu altındaki sepetteler
sıradan bir mağara girişi gibi gösterişsizdi. gördün mü?” diye anlatmaya başladı Melis.
“Şimdi de büyük vadiye gidelim, bakalım beğenecek misiniz?”
dedi Jan.

8 Haziran 389 (MS) Saat: 12:25 / Ürgüp

Çocuklar Jan’ın konuştuğu bir adamın saman yüklü at arabasının


arkasında yolculuk yapıyorlardı. Doğrusu samanlar çok rahattı ve
arabanın hafif sallantısı yüzünden ikizler hafiften kestirmeye bile
başlamışlardı. Jan geçtikleri yerler hakkında bir şeyler anlatıyordu
kendisini ilgiyle dinleyen İnci, Melis ve Emre’ye. Lara ise arabanın
yanında bir süre koşan Gofret’i yanına almış samanların içinde
oynuyorlardı.
Jan tepelere doğru uzanan yerleri gösterdi.
“Bakın buralar hep bağ. Üzüm yetiştiriyoruz buralarda. Çok da
güzeldir buranın üzümleri.”
İnci önündeki kitaptan kontrol edip “Evet bu bölge bağlarıyla Kapa dokya
bölgesinin en
ünlüymüş. Yani bizim zamanımızda bile.” dedi. önemli iki tarım
ürünü patates ve
Kapadokya’nın üzümdür. Bunlara ek
en önemli iki carı,
olarak nohut, şekerpan
Jan İnci’nin kitabına eğilip baktı ve heyecanla bir
resmi gösterdi. tarım ürünü patates fasulye, elm a, arm ut, eri k,
ek
ve üzümdür. Bunlara ka yıs ı, ay va, ba de m ve
ut, şek erpancarı,
noh kabak çekirdeği ön de
“İşte buraya gidiyoruz. Fakat bu ne kadar güzel bir olarak
fasulye, elm a, armut,
resim. Canlı gibi. Sanki elimi uzatsam tutacağım.” gelir.
erik, kayısı, ayva ve
badem önde gelir.

36 37
Jan kaşlarını çatmış şüpheyle bakıyordu. Kapadokya Peri Bacaları ve benzersiz doğa şekilleri gözlerini kamaştırmıştı.
bölgesinin eşsiz
“İnsanlar uçamaz ki. Kanatları yok.” manzarasının en Çocuklar hayranlıkla izlerken Jan gururla gülümsüyordu.
güzel izlendiği yer, “Nasıl, dememiş miydim? Güzel değil mi?”
günümüzde çok yaygın
İnci “Elbette yok. Ama gelecekte, yani bizim bir turistik aktivite “Resimlerinden çok daha etkileyici.”
zamanımızda, bazı uçan aletler yapacaklar. olan sıcak hava balonu “Sanki bambaşka bir gezegen gibi… İnsan Ay’a gitmiş gibi oluyor
gezintileridir.
Bunlara binip uçabilecekler. Yani senin bu arabayla gerçekten.”
daha hızlı gidebilmen gibi…” dedi. Jan kafasını Jan gözlerini açarak sordu.
kaşıdı. “Nasıl yani? Uçarak Ay’a da gittiğinizi söylemeyeceksiniz
“Uçan aletlere binen insanlar… Çok acayipmiş…” herhalde…”
“Vay canına! Asıl acayip olan bu…” diye bağırdı Emre. Çocuklar birbirlerine baktılar. Cevap vermekte kararsızdılar.
Sonunda İnci konuştu.
Emre aştıkları tepeden sonra önlerine serilen manzarayı “Şey, binbeşyüz yıl çok uzun bir süre Jan. Bilim senin tahmin
gösteriyordu. edemeyeceğin kadar ilerledi. Bunun doğal sonucu olarak da…”

Kapa dokya
bölgesinin eşsiz
manzarasının en
güzel izlen diği yer,
ın
günümüzde çok yayg
bir turistik ak tiv ite
u
olan sıcak hava balon
gezintileridir.

38 39
Apollo
Emre dayanamadı ve atıldı. “Evet dostum, 11, 20 Tem muz
insanoğlu Ay’a bile gitti. Ama inan bana burası 1961 tarihinde
Ay ilk insanlı uçuşu
’a
kadar güzel değil orası. Ha sana şimdiden gerçekleştirmiştir.
söyleyeyim, kimse de yaşamıyor orada, bomboş Astronot Neil
Ar mstrong, Ay ’da
bir yer. Yani burasının eline su dökemez...”
yürüyen ilk insan
oldu.
Jan şaşkınlığını bir süre sonra üstünden atıp kayalara
oyulmuş evlerden birinin önündeki insanlara el salladı.
Sonra çocuklara dönüp orayı işaret etti.
“Burada benim akrabalarım yaşıyor. Gelin inelim. Hem etrafı
gezeriz hem de bir şeyler yeriz.”

İkizler aynı anda gözlerini açarak doğruldular.


Mert: “Yemek mi?”
Yiğit: “İyi fikir…”
Çocuklar arabacıya teşekkür edip aşağı atladılar.

8 Haziran 389 (MS) Saat: 14:20 / Ürgüp

Çocuklar Jan’ın teyzesinin evine uğradılar. Teyze onlara taze


süt ikram etti. Yanında da bizim pidelere benzer bir hamur verdi.
Hamurları topraktan yapılmış küçük fırınlarda yapıyorlardı. Hamur
kabarıp kocaman olmuştu.
Çocuklar başta görünüşünü pek bir şeye benzetemedikleri bu
ekmeğe benzer şeyi yiyip yememekte tereddüt ettiler. İkizler değil
tabii… Onlar bu güzel kokan bu ekmeğe hemen atladılar. Jan onlara,
ekmeği nasıl ortadan ikiye ayıracaklarını ve arasına taze yapılmış keçi
peyniri koyacaklarını gösterdi. Çocuklar bu lezzetli yemeğe bayıldılar.
Ilık sütle birlikte harika gidiyordu.

40 41
Yemekten sonra da hepsinin önüne birer salkım üzüm geldi. Melis “Kaç kişi yaşıyor burada? Her kayada bir ev var gibi…” diye
Üzüm gerçekten çok güzeldi. Çocuklar bir tane bile bırakmadılar sordu.
tabaklarında.
“Kaç kişinin yaşadığını bilmiyorum. Yani hiç saymadım. Ama
Jan’ın teyzesi özellikle ikizlerin ne kadar iştahlı olduğunu görünce bunların hepsi ev değil. Kiliseler var, depolar var. Yiyecekler filan
onlara iki üç tane daha peynirli pidelerinden bir beze sarıp verdi, saklanır içlerinde.” dedi Jan.
yolda yemeleri için. İkizler çok sevindi hatta teyzenin elini öptüler. İnci hemen ekledi. “Evet demiştim ya, kayaların içi hep serin
Kadın bu garip hareket karşısında çok şaşırdı. oluyormuş. Yiyecekleri saklamak için ideal yani. Bu durum
bugün bile, şey yani bizim zamanımızda bile değişmeden devam
“Teşekkür ederim ama bu nasıl bir hareket böyle? Siz nerelisiniz ediyormuş. Birçok yerde serin depolar olarak bu mağaralar
bakiim çocuklar?” kullanılıyormuş.”

Jan araya girdi hemen. Mert “Vay canına, desenize doğal klimalı evler bunlar.” dedi.
“Aman teyze ben sana sonra anlatırım, işimiz var şimdi. Haydi Jan “Doğal neli ev dedin?” diye sordu.
hoşça kal.” Emre araya girip lafı değiştirdi. “Ee neyse boşver sen onu.
“Dur, ne bu acele? Nereye gidiyorsunuz?” Anlatması uzun sürer. Peki bunlardan birinin içine girebilir miyiz?”
“Biraz buraları gezdireceğim arkadaşlarıma. Sonra da büyük “Tabii, gelin size bir kiliseyi gezdireyim.” dedi Jan.
nehrin oraya gideceğiz.”
Çocuklar kayaların içine oyulmuş bir kilisenin içine girmek için bir
Teyzesi ciddi bir ifade ile konuşarak çocukları uyardı. “İyi o zaman. tepeyi tırmanmaya başladılar.
Dikkatli olun. Askerlerin dolaştığını söylüyorlar.” Kilisenin kapısından girerken içeriden çıkan birkaç kişi çocuklara
“Merak etme sen teyze, dikkat ederiz. Haydi hoşça kal…” dikkatle baktı. İçerisi çok serin ve kandillerle aydınlatıldığı için
biraz loştu. Ama duvarlarda çok güzel resimler vardı. Alevlerin
Çocuklar vedalaşıp teyzenin evinden ayrıldılar. titreyen ışığında canlı gibi görünen resimler tüm duvarları ve tavanı
kaplıyordu. Çocuklar ağızları açık etrafı inceliyorlardı.
Çocuklar kayaların içine oyulmuş evlerin olduğu vadide yürümeye
başladılar.
Melis fısıldayarak konuştu.
“Tavanın bu kadar yüksek olmasını beklemiyordum.”

42 43
Bir yerden cevap geldi.
“Sesin daha iyi yankılanması için bu gerekli küçük hanım.”

Çocuklar etraflarına bakıp sesin nereden geldiğini merak ettiler.


Sonra ilerideki bir köşede dizlerinin üzerinde dua etmekte olan bir
papazın gülümseyerek ayağa kalktığını ve onlara doğru geldiğini
gördüler.

Melis özür dilemeye çalıştı. “Şey sizi rahatsız etmek


istemedim. Kısık sesle konuşmaya çalıştım ama…”
Papaz gülümseyerek onlara doğru geldi. “Evet biliyorum,
konuştun da. Ama burada ses kolay duyulur. Bu tavan sayesinde
işte. Ee Jan, hoş geldin. Seni bir süredir göremiyorum, iyi misin?
Pek uğramıyorsun artık buralara…”

Jan utanarak konuştu. “Şey, iyiyim peder. Haklısınız


gelemedim geçen hafta. Ama söz, haftaya geleceğim.”
“Peki peki. Arkadaşlarını tanımıyorum galiba. Yabancılar mı?”
“Ee, evet… Büyük nehrin yukarısından… Burada akrabaları
varmış, ben de onları gezdiriyorum.”

Papaz Jan’ın başını okşadıktan sonra parmağını kaldırarak ciddi


bir ifadeyle konuştu. “Hmm iyi o halde. Siz yine de dikkatli olun.
Pek öyle başınızı alıp uzaklaşmayın. Askerler dolaşıyormuş diye
haberler var.”
“Tamam peder, dikkat ederiz. İyi
günler size…”
Çocuklar vedalaşıp kiliseden çıktılar.
Tekrar yürümeye başladılar.

44 45
Bir süre sonra Peri Bacaları’nı gösteren Lara sordu.
“Bu Peri Bacaları’nı kim yapmış peki? Gerçekten
periler mi? Ve amaçları neymiş?”

Jan bilmiş bir ifadeyle cevap verdi.


“Onlar çook eskiden yapılmış. Hikayeye göre burada devler
yaşarmış. Onların yaptığı söyleniyor.”

İnci kibarca onu düzeltti.


“Ee aslında tam olarak öyle değil Laracığım. Bu elimdeki
kitaba göre, burası volkanik bir bölge. Özellikle Erciyes Dağı
aktif bir volkanken bu vadiyi bu hale getiren taşlar ve lavlar
fırlatmış. Bu kaya oluşumlarına da tüf deniyormuş. Dağlardan
inen sel suları ve rüzgarın aşındırıcı etkisiyle bu benzersiz
yeryüzü şekilleri oluşmuş.”

Jan şaşkınlıkla sordu.


“Volkanik dağlar ve seller mi? Burada hiç böyle şeylerden
bahsedilmez ki. Ne zaman olmuş bunlar? Bizim yaşlı papazlar
bilir mutlaka. Aralarında çok yaşlı olanlar var.”

“Ne yazık ki onun bile yaşı yetmez Jan. Bu bahsettiğim şeyler


çook çok eskilerde olmuş. Birkaç milyon yıl önce…” dedi İnci.

Jan parmaklarıyla biraz hesap yaptı.


“Milyon yıl mı? O zaman hatırlamayabilir, haklısın…”

Çocuklar hepbir ağızdan güldüler.

46 47
O sırada bir çitle çevrilmiş bir yerde tutulan atların olduğu bir yere
geldiler. Çitlerin içinde 15-20 kadar at serbestçe dolaşmaktaydı.
Atların bazılarının yanında tayları da vardı. Taylardan biri çocukları
görüp yanlarına doğru geldi. Annesi de peşinden tabii…
Jan “Nasıl atlarımızı beğendiniz mi?” diye sordu.

İnci yanlarına gelen atı okşayarak konuştu.


“Çok güzeller gerçekten...”
“Boşuna buraya Kapadokya denmiyor ya… Kapadokya “Güzel
Atlar Ülkesi” demek biliyor musunuz?”

Lara en çok tayla ilgilenmişti. “Ay ben en çok bu küçüğü sevdim.


Keşke bizimle gelse… Canım benim…”

“Annesini seçersen o da gelir seninle” dedi Jan.


“Seçersem mi? O da ne demek?”
“E büyük nehre gitmeyecek miyiz? Size at ayarladım. Hepinize bir
tane. Eh, buralarda beni severler de…”

Çocuklar birbirine baktı. Emre konuştu.


“Dostum çok sağol ama biz ata binmeyi bilmiyoruz ki…”
“Nasıl yani? Hiç mi binmediniz? Yoksa her yere o söylediğiniz
uçan makinelerle mi gidiyorsunuz?”
“Yok arabayla gidiyoruz ama atsız arabalarla…”

Jan yine şaşkındı…


“Şimdi de atsız arabalar çıktı ha… İyi, ne yapalım. Biz de arabayla
gideriz. Tabii atlı olanla…”

48 49
8 Haziran 389 (MS) Saat: 16:40 / Avanos

Çocuklar Ürgüp’ten yine Jan’ın bir akrabasının yardımı ile arabayla


Kızılırmak kıyısına gittiler.
Lara şaşkınlığını gizleyemedi. “Amma büyük nehir. Neredeyse
bizim Boğaz kadar.”
Emre cevapladı. “Ee Kızılırmak bu. Ülkemizin en büyük akarsuyu.
Olacak o kadar.”

Jan atıldı. “Büyük nehre şuradaki topraklar yüzünden mi


Kızılırmak ismini taktınız siz?”
Çocuklar Jan’ın işaret ettiği kıyılara baktılar. Gerçekten de nehrin
yanındaki topraklar kırmızı renkteydi. İnci cevap verdi.
“Tam da öyle Jan. Dağlardan taşınan toprak bu renk olunca adı da
böyle olmuş.”
“Hmm Kızılırmak… İyi isim. Bunu babamlara söyleyeyim. Sizden
bahsetmem. Benim aklıma geldi derim…” dedi Jan.

Melis heyecanla ellerini çırptı. “Belki de bu ismi çok beğenirler ve


böylece… farkında mısınız, Kızılırmak’ın ismini koymuş oluyoruz…
Tarih yazıyoruz galiba, ay çok heyecanlı…”

“Gelin size bu toprakla neler yapıldığını da göstereyim.” diyen


Jan çocukları nehir kıyısındaki evlerin olduğu yere doğru götürmeye
başladı.
Kızılır mak
“Burası Vanessa. Güzel bir şehirdir. Benim iki abim tarafından
taşınan toprağa
kır mızı rengi veren,
burada yaşıyor. İkisi de evlendi, buraya yerleşti. Testi
yapıyorlar.” dedi Jan. için de yoğun olarak
bulunan demir
oksitttir.
50 51
İnci kitabından kontrol edip ekledi.
“Günümüzdeki adı Avanos çocuklar. Gerçekten de çanak çömlek
gibi toprak ürünleri ile ünlüymüş. Anlaşılan binlerce yıldır bu
durum hiç değişmemiş…”

Jan çocukları bir evin içine soktu. Burası gerçekten de bir çömlek
yapım atölyesiydi. Elleri çamur içinde yirmili yaşlarında bir genç
bir vazo yapmakla meşguldü. Genç bir kadın da bir köşeye oturmuş
elindeki fırçayla bir çömleğin üzerine desenler çiziyordu.
“Kolay gelsin.” dedi Jan içeri girerken.
“Ooo küçük bey, hoş geldiniz. Hangi rüzgar attı sizi buraya?”
Jan’ın büyük abisi Theos başını kaldırmadan cevap vermişti. Sonra
bakınca Jan’ın yalnız olmadığını görünce ayağa kalktı.
“Jan, arkadaşların kim? ”
“Bunlar bizim orada konaklayan gezginlerin çocukları. Ben de
onlara etrafı gezdiriyorum. Bu da büyük abim Theos ve eşi İlia.”
“Hoş geldiniz çocuklar.”
Jan “Küçük abim nerede?” diye sordu.
“Bazı siparişler vardı, arabayla onları teslim etmeye gitti.”

Çocukların etrafı incelediğini farkedince Theos onlara toprağı nasıl


şekillendirdiğini anlatmaya başladı. Suyla karıştırıp toprağı hamur
kıvamında getiriyordu. Sonra da ayağıyla dönmesini sağladığı bir
yuvarlak bir zemine oturtuyordu. Hızla döndürdüğü çamura elleriyle
şekil verip çok güzel vazolar, testiler, tabaklar yapıyordu.

Mert “Vay canına, çok kolaymış…” deyince Yiğit “Evet ben de


yaparım, kolaymış…” diye ekledi.

52 53
Theos gülerek sordu. “Denemek ister misiniz?”

Çocuklar sırayla tezgahın başına geçti. Kolları sıvayıp çamurlarla


oynamaya başladılar. Sonra döner tezgahta gördükleri gibi bir şeyler
yapmaya çalıştılar ama olmadı bir türlü. İnci denerken tezgahın tam
ortasına koyamadığı için yaptığı vazo oldukça yamuk oldu.

Melis ellerini ıslatmayı unuttuğu için yaptığı her şey bir süre sonra
kırılıyordu. Lara ise tam tersi, o kadar çok sulandırdı ki çamur bir türlü
şekil almadı. İkizler zaten bir süre denedikten sonra sıkıldılar çünkü
ya tablayı döndürmeyi unutuyorlardı ya da çok hızlı döndürüp
sağa sola parçalar uçuruyorlardı. En başarılı olan Emre oldu.
Pek benzemese de bir kase yapmayı başardı. Gerçi kase yandan
bakınca oldukça yamuktu ama olsun, yine de kaseydi işte…

Sonunda çocuklar hiçbir şeyin göründüğü kadar kolay olmadığını


kabul ettiler. Özellikle de “kolay görünen” şeylerin…
Theos “Eh toprakla bu kadar uğraşınca toprağın da size bir ödülü
mutlaka olur çocuklar. Mesela karnınızı doyurmak gibi. Şimdi size
bir testi kebabı yedirmeden göndermek olmaz değil mi?” dedi.

İkizler aynı anda atıldılar.


“Kebap mı? İşte bize bunlarla gelin ya...”
Lara yüzünü buruşturarak sordu.
“Testi kebabı mı? Siz testiyi yiyor musunuz? Toprağı her şeyde
kullanırız dediğinizde bu kadarını düşünmemiştim.”

Jan güldü. “Ama tadına bakınca sen de seveceksin, inan...”

54 55
Sonra hep birlikte evin bahçesine geçtiler. Theos elindeki bir aletle
topraktaki bir deliği genişletince burada bir testi gömüldüğünü
gördüler. Çukurun dibi köz olmuş kömürlerle doluydu. Testinin ağzı
ise bir ekmek hamuru ile kapatılmış, ortasına açılmış delikten hafif
ıslık çalarak buhar çıkarıyordu. Theos bezlerle tutup çıkartttığı testinin
boyun kısmını ustaca bir hareketle elindeki keskiyi kullanarak kırdı.
Testinin içi harika bir et yemeğiyle doluydu. Çocukların iyice ağzı
sulanmıştı. İştahla bu harika yemeği yemeğe başladılar. Yanında
içtikleri soğutulmuş üzüm suyu ise enfesti…

Yemekten sonra herkes biraz gevşemiş otururken birden bahçeye


koşarak genç bir kadın girdi. Çok telaşlı bir hali vardı. Hemen Theos ve
İlia’nın yanına gitti. Heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı. Jan ayağa
fırladı. “Bu Letia, küçük abim Arietis’in karısı. Bir şey olmuş galiba.”
Çocuklar merakla ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Yeni gelen kadın
Theos’un eşi İlia’ya sarılıp ağlamaya başladı. Theos acele ile içeri gitti.
Jan çocukların yanına geldi. Endişeli bir ifadesi vardı.
“Romalı askerler küçük abim Arietis ve arkadaşını yakalayıp
tutsak almışlar. Esir olarak götürüyorlarmış.”
Emre atıldı.
“Vay alçaklar… E bir şeyler yapalım. Böyle duracak mıyız?”
Jan çaresiz ve üzgün bir ifade ile konuştu.
“Ne yapabiliriz bilemiyorum. Ama siz hazırlanın. Sizi geldiğiniz
yere götüreceğiz. Zaten Romalıların gittikleri yön de o tarafmış.
Belki yolda yakalarız onları da…”

Herkes ayaklandı. Theos ve Jan arabanın önüne bindiler. Arkaya da


çocuklar yerleşti. At arabası hızla yola koyuldu.

56 57
8 Haziran 389 (MS) Saat: 20:05 / Ürgüp

Araba vadide ilerlerken hava iyice kararmıştı ve gündüz hayranlıkla


izledikleri yeryüzü şekilleri şimdi biraz korkutucu görünüyordu
insana. Theos birden arabayı durdurdu. Eliyle herkese susmasını
işaret etti. Hepsi birlikte etrafa kulak kabarttılar. Bir yerlerden
konuşma ve gülüşme sesleri geliyordu. Hepsi yavaşça arabadan inip
bir tepenin ardından gelen seslere doğru gittiler. Gizlenerek baktıkları
yerde on kadar Romalı askerin bir ateş yakıp etrafında oturduklarını,
yemek yiyip konuştuklarını gördüler.

Askerlerin oturdukları yerin on metre kadar ilerisinde atları ve iki


tane araba duruyordu. Arabalardan biri Jan’ın abilerinin arabasıydı.
İçinde birçok çanak çömlek vardı. Diğer araba ise kafes gibi bir
yapıdaydı. İçinde dört tane genç erkek hapsedilmişti. Jan birini
göstererek “Orada! Abim Arietis o arabada…” dedi.
“Şşt, sessiz ol…” dedi Theos. “Düşünelim bakalım ne yapabiliriz…
Çok da kalabalıklar…”

Emre dikkatli gözlerle ateşin etrafındakilere bakıyordu.


“Tek şansımız onları kaçırmak. Onlarla mücadele edemeyiz. Hem
kalabalıklar hem de silahlılar…”
İnci dikkatle bakarak önündeki defterine bir şeyler çizmeye başladı.
Melis sordu.
“Sen ne yapıyorsun İnci?”
“Kabaca bir kroki çiziyorum. Ne yapabiliriz diye…”
Lara tedirgindi.
“Ne yani şimdi plan yapıp bir Roma ordusuna mı saldıracağız?”

58 59
İnci açıklama yaptı. “Yok Laracığım kimse kimseye saldırmayacak.
Bizim burada amacımız Jan’ın abisini o kafesten çıkarmak. Ve
bunun için biraz düşünmemiz gerek.”
Emre kızgın bir şekilde “Ve düşünmek için de biraz sessiz olmamız
gerek.” dedi.

Herkes sustu. Theos kısık sesle Jan’a sordu.


“Nasıl yapacaklar ki bunu?”
“Eminim bir şeyler düşünürler. Neler yapabildiklerini bir bilsen.”

Bir süre çocuklar kafa kafaya verip fısıldaştılar. Jan ve abisi hem
Romalı askerleri gözetliyorlardı hem de çocukların ne konuştuklarını
merak ediyorlardı. Sonunda Emre planı açıkladı.

8 Haziran 389 (MS) Saat: 20:46 / Ürgüp

Çocuklar yavaş yavaş askerlerin kamp yaptığı ateşin etrafındaki


tepelerin arkalarına dağıldılar. Hepsi yerlerini aldıktan sonra Jan
abisinin arabasından aldığı bir testiyi tepedeki taşlara attı. Testi
gürültüyle kırılınca askerler ayağa kalkıp sesin geldiği tarafa doğru
yürümeye başladılar. Elleri kılıçlarında ve mızraklarındaydı.
Herkes o tarafa dikkat ederken Theos ve ikizler testilerin olduğu
arabadan bir büyük küp ve birçok düdük biblosu aldılar. Bunlar içine
su konunca keskin bir ıslık sesi çıkaran topraktan düdüklerdi.
Bu arada başka bir tepenin arkasından İnci de bir testiyi kayalara
atıp askerleri tekrar şaşırttı.

60 61
Sonra tüm çocuklar aynı anda ellerinki düdük biblolarını üfleyip “Eyy yabancılar! Kim beni uykumdan uyandırma cüretini
kulakları sağır eden bir ses çıkarmaya başladılar. gösteren? Benim uyuduğum topraklardan güneş battıktan sonra
geçmenin cezasını bilmiyor musunuz? Benim yıldırımlarımla can
Askerler şaşkın bir şekilde nereye bakacaklarını şaşırdılar. vermeye hazır mısınız? Azgın kurtlarımın dişleriyle tanışmaya hazır
Theos arabadan aldığı büyük kübün içine kafasını sokup bağırarak mısınız?”
konuşmaya başladı. Sesi son derece ekolu ve gür çıkıyordu. Romalılar korku içinde birbirlerine sokuldular. Her bir taraftan
ıslıklar ve kırılan testi seseler gelmeye başladı. Lara Gofret’i büyük
kübün içine koydu. Eliyle işaret edince Gofret ulumaya başladı. Sesi
yine dağlarda yankılanmaya başladı.

62 63
Bu arada Emre ve İnci ellerindeki fotoğraf makinelerinin flaşlarını İnci Jan’a ve Theos’a dönerek “Bizim gitme zamanımız geldi. Geç
tepeden aşağı doğru patlatmaya başladılar. Makinelerin ikisi kalmamamız gerek.” dedi.
de Lara’nın çantasından çıkmıştı. Askerler patlayan bu şimşek Theos karşı çıktı. “Olmaz, bu gece bizim misafirimizsiniz. Size çok
ışıklarından çok korktular. Hemen atlarına binip dörtnala uzaklaştılar. şey borçluyuz. Hem size soracağım o kadar çok şey var ki. O şimşekleri
Kafesin içindeki gençler birbirlerine sokulmuş korku ile etrafa nasıl çıkarttınız?”
bakıyorlardı. Çocuklar ve Theos koşarak gelip onları kafesten
kurtardılar. Kurtulanlar şaşkın ve mutluydular.

Bu arada çocukların kol saatlerinin alarmları aynı anda çalmaya


başladı.

64 65
Jan araya girdi.
“Yok abi, gerçekten gitmeleri gerek. Ben sana hepsini
anlatacağım merak etme. Şimdi onları istedikleri yere
yetiştirmemiz gerek.”

Tutsaklıktan kurtulan gençler arabayla evlerinin yolunu tutarken,


Theos da çocukları geldikleri mağaraya, zaman kapısının olduğu yere
doğru gittiler.

8 Haziran 389 (MS) Saat: 21:28 / Vadide bir yer

Araba mağaranın önünde dururken çocuklar da Jan’ı


beklemekteydi. Jan sonunda koşarak geldi. Kucağında yeraltı
şehrinde bıraktıkları elbiseleri vardır.
“Bizimkilere görünmeden aldım. Geciktim mi?”
“Çok az kaldı ama şunları değiştirelim de sana verelim
elbiselerini.”
“Boşverin önemli değil, siz kapıyı kaçırmayın. Elbiseler size
hediyem olsun.” dedi Jan.

Çocuklar teker teker Jan ve Theos ile vedalaştı.


“Çok teşekkür ederiz. Bize buraları çok güzel gezdirdiniz,
sayenizde harika şeyler öğrendik.”
“Asıl biz size teşekkür ederiz. Bize kardeşimizi verdiniz.
Borcumuzu ödeyemeyiz…”
Çocuklar mağaraya girdiler. Teker teker ışıklı kapıdan geçip
kayboldular. Jan ve Theos mağaranın içinden gelen ışığın
kaybolmasını izlediler.

66 67
Cumartesi Saat: 16:03 / İnci’nin odası

Çocuklar teker teker İnci’nin odasına girdiler. Hepsi kendisini bir


koltuğa attı. O sırada kapı açıldı. Handan hanım içeri girdi.
“Çaylarınızı tazeleyeyim mi çocuklar? Aaa bu kıyafetler de
nereden çıktı? Bakiim... Siz bayağı ciddiye almışsınız bu oyunu.
Valla bravo. Arkadaşınızın annesi mi dikti bunları? Aaa gerçekten
çok güzelmiş… Ee nerede arkadaşınız? Gitti mi?”

İnci cevap verdi.


“Gitti anne, gitti. Onun rolü kısaydı çünkü. Bundan sonrası
bizde…”

Çocuklar birbirlerine bakarak gülmeye başladılar. Handan hanım


şüpheli bir ifadeyle baktı onlara.
“Ne var, ne oluyor? Burada yine bir şeyler dönüyor ama haydi
hayırlısı…”

Birden saatin gongu vurdu. Sonra saniye biraz gidip durdu. Sesten
korkan Handan Hanım söylenmeye başladı.
“Ayy üstüme iyilik sağlık… Bu saatin de sağı solu belli olmuyor.
Yine durdu bak. Kafasına göre takılıyor. Tamir de olmadı. Atsak mı
acaba?”
Tüm çocuklar hepbir ağızdan bağırarak cevap verdi.
“Hayır!”
“Ay ne oluyor ayol! Hepiniz birden… İyi canım atmayız, madem bu
kadar seviyorsunuz…”
Handan hanım boş bardakları alıp çıktı.

68 69
Mert “Bizim maç başladı mı acaba?” deyip televizyonu açtı.

Birden televizyonda bir sıcak haber yayınlanmaya başladı.


“Sayın seyirciler, Kapadokya bölgesinde bulunan yeni bir testi
bütün dünyadan ilgi görüyor. Testinin üzerindeki resimde bir
savaş sahnesi canlandırılmış. Bu testiyi benzerlerinden ayıran şey
üzerindeki detaylar. Romalı askerlerin karşısındaki ordunun bir
tür çocuk boyunda askerlerden oluşması. Bakın burada altı küçük
çocuk ve bir köpek çok net görülüyor. En şaşırtıcı detaylardan biri
de, çocukların birinin elinde tuttuğu ışın silahına benzer bir silahla
Romalı askerleri kaçırması. Kimileri bunun uzaylılar olduğunu
bile söylüyor…”

Çocuklar birbirlerine baktılar.


Mert “Sonunda uzaylı olduk, süper…” dedi. Yiğit ise “Bizler
uzay savaşçılarıyız…” diye bağırdı.

Herkes gülmeye başladı. Bir tek Lara gülmüyordu. İnci sordu.


“Ne oldu Lara? Sen neyi düşünüyorsun?”
“Beni çok kısa çizmişler. Ben o kadar kısa mıyım?”

Çocuklar hepbir ağızdan kahkaha atmaya başladılar…

70 71
72 73

You might also like