Professional Documents
Culture Documents
OSMANLI DEVLETİ’NDE
EKMEKÇİLİK
ZİYA DİNÇ
Ekmek, insanlık için yapımının keşfi itibariyle vazgeçilmez bir besin kaynağı
olagelmiştir. Keşfinden itibaren insanların her zaman yenilikler katarak daha lezzetli
hale getirdiği bu besine, Osmanlı Devleti’nde de gereken önem verilmiştir. Tarımın
hâkim olduğu evrelere bakıldığı zaman ekmeğin önemi de anlaşılmaktadır. Osmanlı
Devleti’nin iaşesine ait araştırmaların sayısı oldukça fazladır. Bu çalışmalar, genel
olarak iaşe temini, dağıtımı ve diğer uygulamaları konu edinir, ancak Osmanlı
Devleti’nde ekmekçilik üzerine yapılan geniş kapsamlı bir çalışma bulunmamaktadır.
M. Demirtaş’ın Osmanlıda Fırıncılık 17. Yüzyıl adlı eserinde daha çok İstanbul’daki
esnaf teşkilatı içerisindeki fırıncı esnafına ve genel bir esnaf görüntüsüne bakılmıştır.
M. Demirtaş’ın yapmış olduğu çalışma gelecekte yapılacak araştırmalar için öncü bir
nitelik taşımaktadır. Hazırlanan bu çalışma da ise, 18. Yüzyılın son çeyreğindeki
şehir halkının ekmek temini, fırıncılık esnafının bu karmaşık dönemde yaşadığı
sıkıntılar, ceza uygulamaları, saray tarafından sıkıntıların çözümünde alınan tedbirler
ve iaşe problemi üzerine gidilmiştir. Kısıtlı bir dönemi esas alan araştırmada,
mümkün olduğunca iyi bir sonuç alınması hedeflenilmiştir. Araştırma da öncelikli
olarak imkânların elverdiği biçimde orijinal metinler esas alınmıştır. 1200-1207 Hatt-
ı Hümâyunlar’ının esas alındığı çalışma için, telif eserlerin yanında çeşitli
makalelerden de yararlanılmıştır.
1
edildiği bilinmemektedir. Ancak ilk bulgular Mısırlı ve Uzak Doğulular tarafından
ekmeğin ilk kez yapılmaya başlandığını gösterir. Yahudilerinde ekmek yapmayı
bilen ilk topluluklardan olduğu sanılır.1 İlkel şartlarda da olsa ekmek yapmayı
başaran Mısırlılar bütün dünyaya örnek teşkil etmişlerdir.
Ekmeğin tarihi süreç içindeki asıl evrimi, mayanın icat edilmesi ile
gerçekleşmiştir. Hamur mayasının icadı, toplumların beslenme kültüründe dönüm
noktası olmuştur. Bu noktada yine Nil nehrinin doğal mayası ve Mısırlıların etkisi
büyüktür.2 Mayanın icadı artık unlu ürünlerin daha çok üretilmesini ve bu uzun
ömürlü ürünlerin daha çok tüketilmesini sağlamıştır. Romalılar için de ekmek çok
önemliydi ve askerlerin en temel besin kaynağıydı. Savaş zamanında her askere bir
kilo ekmek tayını verilirdi. Böylelikle daha iyi savaşmaları sağlanmış olurdu. Çünkü
Roma’da ekmek savaşçının simgesiydi.3
2
ekmek ve suyla lor yada çökelek ve peynir yiyebilirdi; ekmek yerine de közde
pişirilmiş mayasız yufka ekmeği yerlerdi” demiştir. Türklerin sofralarında ekmeğin
her zaman yer bulduğuna ve çeşitli şekillerde ekmek yapabildiklerine dikkat
çekmektedir.5
3
atalım. Volney adındaki bu gözlemci köylülerin yaşayış biçimlerini iyi bir gözlemle
inceleyerek onları sofralarında bulunmuş ve yaşantılarını araştırmıştır. Gözlemcinin
aktardıklarına göre; “topladıkları pirinç ve mısır efendilerinin sofrasına taşınır,
onlara doura yada Hint akdarısı dışında bir şey kalmaz, bundan da mayasız ekmek
yaparlardı. Yıl boyunca su, çiğ soğan ve … bu ekmek… tek besinleridir.”8 Ekmek
teknolojisi ne kadar gelişmiş olsa da köylerde yada imkanların el vermediği kırsal
bölgelerde eski usul diyebileceğimiz uygulamalar görünmekteydi. Ancak Osmanlı
Devleti’nde çok ilerlemiş olan ekmek yapımı elbette ki ülkenin her yerinde aynı
şekilde uygulanamamıştır.
Osmanlı Devleti’nde tarımın yeri elbette ki çok büyüktü, bunu devletin temel
direklerinden birisinin timar sistemi olmasından anlayabiliyoruz. Timar sisteminin
asker yetiştirmenin yanında en büyük fonksiyonu üretimin sürekliliğinin
sağlanmasıdır. Tarımın devamlılığının sağlanması, devletin devamlılığı demekti.
Reayanın bu yönde herhangi bir sıkıntıya sokulmaması içinde devlet büyük tedbirler
almıştır. Devlet bazında alınan bu tedbirlerin uygulanması ve denetlenmesi kadı,
muhtesib, arpa emini, esnaf kethüdası ve çuhadâr9 gibi çeşitli kademelerdeki kişilerin
yaptığı kontrollerle sağlanırdı.
Kadının çeşitli görevleri arasında belediye işleri önemli bir yer işgal ederdi.
Kadının önemli görevlerinin başında narh tespiti vardı. Kadının görevi fiyat işlerinin
tanzimi ile sınırlı değildi, esnafın denetiminden, gelen malların paylaşımına,
hükümet emirlerinin esnafa duyurulmasına ve çeşitli cezalar vererek uygulanmasına
kadar geniş bir görev alanı vardı.10 Teftişe çıkarak esnafın düzenini ve alınan
kararların ne kadar uygulandığını kontrol ederdi. Narhtan fazla veya okkadan eksik
satanları anında falakaya yatırarak cezalandırırdı. Kadı görevlerini icra ederken
muhtesibin faal yardımlarını alır, hatta işlerinin bir bölümünü ona yaptırırdı.11
4
sürdürülebilmesinin sağlanmasıydı.12 Muhtesibin darlık görülebilecek bazı malların
denetimini yaparak tedbir alınmasını istemek, sefer için orducu tayini yapıldıktan
sonra onları defterdeki bilgilerine göre uygulamaya sokmaktır. Muhtesib,
uygulamalar ve denetimler yoluyla asayişi, sosyo-ekonomik hayatı bir düzende
tutmakta ve bu düzeni korumakta önemli bir rol üstlenmiştir. Muhtesibin ceza
uygulamaları yapmaya da yetkisi vardı. Bu uygulamaları yaptığı sırada koloğlanları
denilen onbeş kişilik bir grupta yardım ederdi. Kısaca muhtesib, esnafın ve halkın
günlük alışverişini ve iktisadi hayatını kontrol eden en önemli görevliydi. Bunun
yanında arpa emini, tahıl iaşesini denetleme görevini üstlenmişti. Yani arpa emini,
buğday fiyatlarına narh koyma, buğday cinsinden topladığı verginin İstanbul’a
gönderilmesini ve çeşitli ambarlarda depolanmasını temin etme görevlerini yürüten
bir nevi iaşe nazırı idi.13
Osmanlı Devleti’nde esnaf loncalarının son derece disiplinli bir işleyişi vardı.
Kurallar titizlikle uygulanır, riayet etmeyenler cezalandırılırdı. Devletten maaş alan
ve sarayın çeşitli hizmetlerini gören ehl-i hiref-i hassa dışında kalan sivil esnaf
loncaları, güçlü bir hiyerarşik sisteme tabiiydi. Bu sistem esnaf şeyhi, esnaf
kethüdası, yiğitbaşı, usta, kalfa ve çıraktan meydana gelmekteydi. Osmanlı esnafında
kethüda kayd-ı hayat şartıyla seçilirdi. Ancak görevi sırasında kötü tutum ve davranış
sergilememesi temel ölçüydü, aksi takdirde görevden alınırdı. Osmanlı esnaf
loncalarında, dinsel bir ayrışma yoktu. Müslüman ya da gayrimüslim, esnafın
faaliyetleri aynı muhtesib tarafından kontrol edilirdi.14
12
Z. Kazı ı, a. g. e. , s. ,
13
Z. Kazı ı, a. g. e. , s. ,
14
M. De irtaş, a. g. e. , s. -28,
15
HAT 199/10076, 29 Z 1204,
16
HAT 181/8232, 29 Z 1204,
5
kimselere ise belgelerde genel olarak “etmekçi”18 ya da “habbâzân”19
denilmektedir. Osmanlı’da fırıncı esnafının ekmek pişirme ocaklarının inşasında
genellikle şamot20 ve ateş tuğlası adı verilen taşlar kullanılırdı. Odun ateşi ile ısıtılan
bu fırınlar kubbeli ve bacalı yapılırdı. Her bir kısmı büyük bir titizlik ve incelikle
yapılan bu fırınların yanında at değirmenleri de inşa edilirdi. Değirmen inşasına
uygun olmayan fırınlar, unu kendilerine tahsis edilen değirmenlerden veya kapandan
temin ederlerdi. Bu fırınlar gerekli tuzu, suyu, mayayı tedarik ederek ekmek
çıkarabilecek hale gelmiş olurlardı. Bunun için kadının emriyle gerekli şeylerin
temini yapılır ve ihtiyaç sahiplerine bir an önce ulaştırılırdı.21
Ordu fırınlarında ise, sadece askere ekmek çıkaran fodla23 fırınları veya
sekban fırınları vardı. Bunların ekmek ihtiyacı için dışarıdan yetişmiş hâbbazân ve
hâyme gönderilirdi. Bunlar ekmeği yapan kişilerdi. Bir takım masrafları İstanbul’dan
17
HAT 13/439, 29 Z 1203,
18
HAT 15/635, 29 Z 1203,
19
HAT 1385/54917, 29 Z 1204,
20
Şa ot: Kil ve/veya diğer ha addeleri yüksek ısıda pişirilerek ve daha so ra tekrar öğütül esi ile
elde edilen; bu sayede ü yesi de hiç ir orga ik adde ve tuzlar arı dır aya ir tuğla
hammaddesidir.
21
HAT 1385/54917, 29 Z 1204,
22
HAT 232/12945, 29 Z 1200,
Fodula: Ra aza pidesi e e zer içi de i e, fazla ayala ış özsüz ha urda yapıla ve
23
kolay kop a özelliği e sahip olan fodula (fodla) daha ziyade imaretlerde, saray utfağı da,
İsta ul'daki diğer azı saraylarda ve ye içerilere ait fırı larda pişirilir, ir kısı görevlilere aaşları
ile irlikte sepet içi de istihkakı a göre tayı olarak dağıtılırdı. Bu ek eği pişirilip dağıtıl ası içi
res î ir teşkilât oluşturul uştu. Fodula keli esi i erede geldiği ve u u e za a da eri
pişirilip dağıtıldığı ili e ekle irlikte Evliya Çele i' i u keli eyi -eğer ir isti sah hatası değilse-
"oruç açıla yiye ek" a la ı a gele "fatûre" şekli de yaz ası fodula kelimesinin bununla ilgili
olduğu u düşü dür ektedir. Bkz; Feridun Emecen, Fodula , DİA, C. , İsta ul , s. -170,
6
bir takım masrafları ise ordudan karşılanırdı.24 Burada da yine saray fırınlarında ki
gibi bir düzen vardı. Ekmeğin yapım aşamasına gelmeden önce her şey hesaplanır ve
en ince ayrıntısına kadar titizlikle her şey defterde tutulurdu. Halk fırınlarının, ordu
fırınlarına un verdikleri bilinmektedir. Fodla fırınlarından ekmek almaya hakkı
olanlar, kanunla tespit edilirdi. Bunlar yeniçeri ağası, sekbanbaşı, yeniçeri katibi,
fırın mensupları, sekbânlar, zağarcılar, saksoncular, kethüdayerleri, cemaatler ve orta
kalemi mensuplarıdır.25 Sefer sırasında ise ekmekçilerin gerek görüldüğü kadarı
orduyla birlikte sefere giderdi. Tespit edilen kişilere orduyla gideceği tebliğ edilir ve
zamanında hareket etmeleri sağlanırdı. Kaçması ve gelmemesi haline ağır cezalarda
verilirdi.26
24
HAT 202/10384, 29 Z 1205,
25
M. De irtaş, a. g. e. , s. ,
26
A. Ü sal, a. g. e. , s. ,
27
F. Emecen, a. g. m. s. 168,
28
M. De irtaş, a. g. e. , s.70,
29
HAT 15/647, 29 Z 1203,
7
Abdülhamid hattında ise, bu fırınlardan numuneler alınıp numuneye muhalif hareket
edenlerin cezalandırmalarını söylemiştir.30 Bu tarihten itibaren francala fırınları
hakkında iki yıl boyunca bir hatt yoktur. Anlaşıldığı üzere bir müddet tek bir fırınla
elçilere hizmet verilmiştir. 1791 senesinde ise artık francala fırınlarının da diğer
ekmekçiler gibi ekmek çıkarmaları koşuluyla fırınlarını açmalarına karar
verilmiştir.31 Daha önce sadece zengin yabancı kesime ekmek çıkardıkları için narh
kesilmeyen bu fırınlar istedikleri fiyatlarda sadece elçilere ve yabancılar satış
yapıyorlardı. Artık bu fırınlardan da halka ekmek satışının yapılmasına ve
fiyatlarında düzgün bir biçimde ayarlanmasına gerek görülmüştür. Ki belgede de
belirtildiği üzere dirhem tayini şartıyla Francala Fırınlarının açılmasına izin
verilmiştir. Bunun için artık narh kesimlerinin yapılmasına karar verilmiştir.32
Osmanlı’da fırıncılık, diğer esnaf loncaları arasında önemli bir yere sahipti.
Halkın fırınlara verdiği önemden dolayı bu şekilde nitelenebilir. Çünkü her zaman
30
HAT 15/647, 29 Z 1203,
31
HAT 199/10076, 29 Z 1205,
32
HAT 199/10110, 29 Z 1205,
33
HAT 232/12945, 29 Z 1200,
34
M. De irtaş, a. g. e. , s. ,
35
M. De irtaş, a. g. e. , s. -74,
8
toplumca fazla önemsenen bir işti. Temizliğin ön planda olduğu fırıncılığa, devlette
son derece duyarlı davranmaktaydı. Osmanlı Devleti’nde ekmek meselesi ayrıcalıklı
bir yerdeydi. Yalnızca fiyat kontrolü ya da kıtlığı önleyecek denetimlerle
yetinilmiyor, fırınların ve malzemenin yanı sıra işçilerin temizliğine, dinin ne olduğu
ve ekmeğe önem verip vermeyeceğini hesaba katılarak işçilerin seçimine bile
karışıyordu. Zaman zaman görülen usulsüzlüklere karşı sert cezalar uygulanıyordu.
36
H. İ al ık-G. Renda, a. g. e. , s. 206,
Ö er De irel, Os a lı Es afı
37
-1850), Türkler, . , Ye i Türkiye Yay., A kara , s. ,
M. Zeki Pakalı , Os a lı Tarih Deyi ler Ve Teri ler “özlüğü, . , MEB, İsta ul
38
, s. -553,
9
mal ayrılmaması şikâyet konusu olur, hükümet müdahale ederek bu durumun
düzelmesini sağlamaya çalışırdı.39 Unkapanı’na gelen buğday ve unun her şeyden
önce sarayın ihtiyaçları için geldiği de unutulmamalıdır. Buradan saray için gerekli
olan alınır ve daha sonra hakkı olan değirmenlere ve fırınlara dağıtımı yapılırdı.
Fırın açmak için öncelikle bir esnaf loncasına üye olmak gerekiyordu.41
Ancak her esnaf gurubundan olduğu gibi dükkân sayısı kontrol ediliyordu, devletin
izni olmadan yeni bir fırın açılması mümkün değildi.42 Değirmenli yada değirmensiz
fırın açmanın belki de en büyük şartı, kefâletti.43 Kendisine bu işi düzgün yapacağına
dair bir kefil bulması şartı vardır. Fırın açıldıktan sonra da kapanması zor bir işlemdi.
Amaç halkın iaşe ihtiyacının karşılanmasıydı. Fırıncı gedik hakkını çok zor elde
ettiğinden bu gedik hakkının da başkasına geçişi çok zor olurdu. Ancak devlet
herhangi bir esnaf gurubunda, esnaf arasında bir fesâda ya da halka karşı bir
yolsuzluk yapıldığını anladığı anda müdahale eder ve istediği gedik hakkını bir
başkasına verirdi. 1782 senesinde yazılan bir Hatt-ı Hümâyûn’da, ekmekçi esnafı
arasında bir takım sebeplerden ötürü sıkıntılara yol açmış olan Arnavud menşeli
ekmekçiler için, Arnavud esnafının çokluğu da sebep gösterilerek bundan böyle
Ermenilerden boşta kalan fırıncı gediklerinin Arnavud’lara verilmemesi istenmiştir.44
39
HAT 1382/54602, 29 Z 1203,
40
HAT 192/9372, 29 Z 1204,
41
Ö. Demirel, a. g. m., s. 255,
42
Z. Kazı ı, a. g. e. , s. ,
43
M. De irtaş, a. g. e. , s. ,
44
HAT 273/16066, 29 Z 1204,
10
Bunun tamamen ekmekçi esnaf teşkilatı içerisindeki nizâmın sağlanmasından ileri
geldiğini bilemeyiz. Daha sonra bu konu hakkında yayınlanmış bir hat yoktur.
45
HAT 265/15398, 29 Z 1204,
46
Halil İ al ık, İaşe , DBİA, . , Kültür Baka lığı ve Tarih Vakfı Ortak. Yay. , İsta ul , s. ,
47
HAT 272/15952, 29 Z 1203,
48
H.İ al ık, a. g. ., s. ,
49
HAT 1393/54917, 29 z 1204
50
HAT 13/496, 29 Z 1203,
51
HAT 258/14889, 29 Z 1207,
11
belli para cezalarına tabi tutularak önlemler alınmıştır.52 1789 senesinde Francala
fırıncılarının denetimleri sırasında karşılaşılan kötülüklerden ötürü, teftiş edilen
fırınların kapatıldığı üstelik ekmekçilerden birisinin de dükkânının yanına
kulağından çivilendiği görülmüştür.53 Tabi bu cezalar hemen verilmezdi. Öncelikle
uyarılır ve suçun tekrarı halinde bu cezalar uygulanırdı.
Sonuç olarak, İstanbul’un Bizans’tan bu güne kadar büyük bir devlet olması,
her zaman iaşesinin sağlanmasında büyük titizlikle davranılmasına yol açmıştır.
Osmanlı Devleti, iaşe temini için gerekli bütün tedbirleri alarak halka sıkıntı
çektirmemek adına çalışmıştır. Buğdayın ve unun halkın ihtiyaçlarını gidermede ne
denli önemli besin kaynakları olduğunu yaşanan kıtlıklardaki halk ayaklanmalarında
görmekteyiz. Bu yönlü bir perspektifin ekseninde şekillenen ekmekçi esnafının da
değerinin bilindiği ve buna göre sıkı bir kontrol mekanizmasına tabi tutulduğunu
görmekteyiz. Devletin ekmeğe ve ekmekçiye sınıfsal ayrım yapmaksızın verdiği
değer bunu yansıtmaktadır. Osmanlı Devleti’nin saray için yapılan ekmeğe ya da
halk için yapılan ekmeğe hiçbir ayrım göstermeksizin ciddi bir önem vermesi ve
sürekli kontrol etmesi, Osmanlı’nın halkın beslenmesine ve her türlü ayrıntıyı
hesaplayarak bu besinin teminine verdiği önemini anlatmaktadır.
52
HAT 266/15437, 29 Z 1204,
53
HAT 15/647, 29 Z 1203,
54
HAT 255/ 14533, 29 Z 1207,
12
KAYNAKÇA
13
TE’LİF ESERLER
14