Professional Documents
Culture Documents
Bursa, 16-Ahmet Paşa
Bursa, 16-Ahmet Paşa
Giriş
Ahmet Paşa, Fatih’e 12 kaside sunmuştur. Bunlar içinde ünlü “kerem” redifli kasidesini
başına gelen bir iftira neticesinde affını istemek maksadıyla padişaha sunduğu kaynaklarda
sürekli belirtilmiştir. Yine kasideleri içinde Fatih’e sunduğu 68 beyitten oluşan “güneş” redifli
kasidesinin devrin şairlerinden Atayi’nin güneş redifli kasidesine nazire olarak yazıldığı,
ancak Ahmet Paşa’nın kasidesinin ondan daha meşhur olduğu anlaşılmaktadır.
Kasidenin nesip bölümleri işlevseldir, şairler hangi temayı işliyorsa nesip bölümünün
memduhla yani övgüde bulunulan kişiyle bir ilgisi olmalıdır. Bu nedenle ünlü kasidenin nesip
bölümünde güneş temasıyla bir tablo tasviri dikkat çekmektedir. Güneş ile kasidenin
memduhu Fatih arasında bir ilişki kurulabilir mi? Sadece güneş mi tasavvur edilerek medhiye
bölümüne geçilmiştir? Güneş tasavvuru Fatih’in övgüsü için mi yapılmıştır? Makalede bu
sorulara cevap aranacaktır:
1.Güneş Tasavvuru
Bilindiği üzere hayatın kaynağı olarak çok eski çağlarda güneş kavramı çok önemli
sayılmış, hatta tapınma noktasında bile değerli sayılarak dinlerin merkezinden kültürlere,
oradan edebiyatlara malzeme olmuştur. Elektriğin ve aydınlatma araçlarının bulunmadığı
zamanlarda insanlığın en zahmetli yaşama dilimi karanlık gecelerdi, sabah kavramı yani
güneşin doğuşu kurtuluştu adeta… Karanlığı yok eden güneşin ışınları, şafak sökerken evreni
kaplar, insanlar sevinçle güne başlardı ve hatta Zerdüştlük gibi eski dinlerde güneş
kutsallaştırılırdı. Çok eski zamanlara dayanan ve İran kültür ve edebiyatını derinden etkileyen
kadim dinlerden Zerdüştlükte güneşe tapınılmazdı, ancak güneş o dinde kıbledir, kötülük ise
karanlıkla özdeşleşmiştir. Sonraki çağlarda ise güneş kutsallaştırılmasa bile çok kıymetli
oluşuna vurgu yapılarak düğünlere, resmî ve özel törenlere, amblemlere, sembollere,
söylemlere, sanatsal ve mimarî eserlere, reklamlara konu olmuştur.
Ahmet Paşa, kasidesini çok bilinçli bir kurgulama ile tasarlamıştır, kasidenin yazılış
bağlamında gökyüzü ve yeryüzü iki kavrama sahip olmuştur. Yeryüzünde bir çağ değişmiş,
Bizans’ı yani Doğu Roma’yı yıkan Fatih Sultan Mehmet 21 yaşında genç bir padişah olarak
Devlet-i Al-i Osmanı çok yüksek bir itibar ve özgüvenle yönetmeye başlamıştır. İnsanlar
mutludurlar, dirayetli ve adaletli hükümdar tahta çıkmıştır, hatta Bizans halkı bile Kilisenin
taassubundan kurtulmuş, ibadet hürriyeti verilerek hayatlarına devam etmektedirler. Şair,
kasidesine memduhuna uygun bir nesip bölümü ile başlaması gerekirdi, o da bu övgüye
yakışan kavramı bulmuştur: Güneş.
Güneş, aydınlığıyla mutluluğu, ferahlığı temsil eder, gecenin karanlığı ise hüzünlendirir,
acıları, gamı, kederi başlatır. Kasidenin nesip kısmı bütün olarak her beyitte güneşin bir
işlevini tasvir ederek aynı zamanda mutluluğu sezdirir, bu sezdirme Fatih’in devri ile
paralellik taşır. O da yeryüzünde bir padişah olarak insanlara mutluluğu vermektedir. Güneşin
bütün varlıklara hayat enerjisi kazandırması gibi o da yönettiği ülkesinde insanlara saadet ve
huzur sunmaktadır. Güneş göstergesinin çağrışımı okurun zihninde dolaylı olarak Fatih’i
imgeleştirmektedir. Fatih de Bizans’ı yıkarak yeni bir çağ açmıştır, o da yeni bir tahta
çıkmıştır, önceki tahtının üstünde bir tahttır, dünya ölçeğinde bir hükümdardır, Ortodoks
Hıristiyanlığın kalbi de sayılan İstanbul’da taç takınmıştır. İslam âlemi Hz.Peygamberden beri
Bizans’ın kalbi İstanbul’u fethetmek için nice hayaller ve ümitler taşımıştır. Güneş göstergesi
Fatih’i canlandırmaktadır beyitlerde… Bizans şehri İstanbul’da yeni bir hayat yaşanmaktadır.
Kilise taassubu altında inleyen insanlar bile yeni bir hayatı yaşamaya başlamıştır, huzur
içindedirler.
Ahmet Paşa, güneş tasavvurunu güneş metaforu ile tasvir ederek medhiye öncesinde güneş
kavramının zihinlerde sağladığı kuvvetli ve zengin çağrışımından hareket etmiştir. Şair Fatih’i
övmek için güneşin tasavvurunu çok canlı olarak nitelemeye başlar, dolayısıyla güneşin
çağrışımı çok etkili olmalıdır.
“Doğunun padişahı veya Hüsrev’i olan güneş, gökyüzünde taht kurup kızıl kaftan
giyindi ve başına da parlak bir taç taktı.”
3
Beyitlerin nesren ifadesi için bkz: Karabey, age; Beyitler için Ahmet Paşa Divanı, Haz: Ali Nihat Tarlan, Akçağ
Yayınları, Ankara, 1992, 64-68.
varlıkları olan sayısız feleklere, gezegenlere, yıldızlara padişah olup tahta çıkmaktadır. Onun
sabah vakti tahta çıkmasıyla birlikte yeryüzü de karanlıktan kurtulmakta, tüm yaratıklar adeta
sevinçle, mutlulukla yeni hayatlarına doğmaktadırlar. Güneşin gökyüzü sonsuzluğunda
varlıklara bir padişah gibi tahta çıkma tasavvuru, Fatih Sultan Mehmet övgüsü öncesinde
zihinlere mükemmel bir çağrışım imkanı vermektedir:
“Sabah sultanı güneşin yaslandığı yer, gökyüzünün tahtı olduğunda güneş mavi
tabaklardan inci ve altın saçtı.”
Güneş, ışınları vasıtasıyla yeryüzüne hayat verir; tabiat uyanır, bitkiler, dağlar, taşlar
rengarenk bir hal alır, toprak hazinesi insanların yararına sunulur. Zebercet yani zümrütten
daha yeşil renkli süs taşlarının kutusu imgesi mükemmeldir, güneşin doğmasıyla birlikte bütün
varlıklar, zebercet kutusunun kilidinin açılması gibi yokluk âleminden varlık âlemi evrene
düşmektedirler. İnsana bu manzara can vermekte, yaşama sevincini yükseltmektedir.
“Güneş, toprak hazinesini cevher hazinesi haline getirmek için zebercet kutusunun
kilidini açarak içinden yeryüzüne cevherler döktü.”
Güneş doğmuş ve yükselmeye başlamıştır, artık etrafa vuran ışınlarıyla gökyüzü
bahçesini süslemiş ve aydınlatmıştır. Güneş, doğarken şafak vaktinde gökyüzünü önce
masmavi yapar, sonra aydınlatır, bu anda güneş yakut testiye, mavi renkli gök kubbe firuze
renkli dolaba ve aydınlık da cıvaya benzer. Gece sona ermiş sabah başlamıştır.
“Güneş, gül bahçesine benzeyen sabahı, İrem bağı gibi süslemek için gök
çimenliğini kırmızı güllerle doldurdu.”
Sabah güneşin doğuşu tasvir ediliyor; güneş, sabahleyin doğarken her yeri kıpkırmızı
güller gibi açtırmaktadır, güneş bunu yaparken yeryüzü ise bembeyaz olur, ardından çimenliğe
benzeyen yeşilliğe bürünür, bu anda güneş yakut testiye, mavi renkli gök kubbe firuze renkli
dolaba ve aydınlık da cıvaya benzer. Gece sona ermiş sabah başlamıştır, dolayısıyla güneş
kırmızı rengiyle gökyüzünü İrem bahçesine dönüştürür:
Kûze-i yâkût ile pîrûze-gûn dolâbdan
Çarh-ı mînâ-rengi sîmâb itdi ser-tâ-ser güneş (b.13)
“Güneş mavi renkli dolaptan yakut testiyle döktüğü ışık ile, billur renkli gök
kubbeyi baştan başa cıva gibi parlak bir hale soktu.”
Güneş, gurup vakitlerinde gökyüzündeki ayın yirmi üçüncü günü gözüken dolunay
haline gelmiş ayın etrafında bir hâle meydana getirir, bu hâle gümüş renginde bir kanat gibi
görünür. Aynı şekilde güneş, Anka kuşuna benzeyen gökyüzünü, gündüz sona ererken ateşten
kırmızı renkli uzun tüylerle eşsiz bir kompozisyonla süslemektedir:
“Güneş, bazen parlak ay güvercinine gümüşten kanat takar, bazen de gök Anka’sını
ateşten uzun tüylerle süsler.”
Güneş, beyitte bu kez sonsuzluk denizinin kaptanı olarak tasavvur edilir. Hint denizi
temsili istiare ile ve gösterge olarak gökyüzüne, gümüş zevraklar (kayıklar) yıldızlara, nur-ı
bâdbân (ışık yelkeni) aydınlığa delalet eder. Güneş ise bütün fülk-i zer yani altın gemisiyle bu
gökyüzündeki yıldızları söndürür ve gökyüzü sadece güneşin aydınlığı ile kaplanır:
“Güneş, Hint denizinin gümüş kayıklarını batırmak için, altın gemisini ışık
yelkeniyle donattı.”
“Altın kanatlı tavus kuşuna benzeyen güneş, yıldız tanelerini toplamak için her
seher vakti, kanatlarını açıp ay harmanında dolaşır.”
“Altın kanatlı bir tavus kuşunu andıran güneş sabahleyin dolaşmağa başlayınca
göğün bahçesini süsledi ve aydınlattı.”
1.5. Güneş: Sabah Vaktinin Adil Hükümdarı Nûşirevan
“Güneş, sanki sabahın Nûşirevan’ıdır, adaletini göstermek için gök kubbeye altın
zincir taktı.”
“Güneş ya gökyüzü Mısır’ında sultan olmuş Yusuf gibi birini, ya elinde altın gibi
bir portakal tutan Züleyhâ’yı andırıyor.”
“Zühre yıldızının yiyip içme ve eğlence meclisini coşturup şenlendirmek için güneş,
içki sunan bir güzel sâkî gibi billur kadehler içinde ateş yani şarap gezdirip durur.”
Kasidenin memduhu devrin padişahı, ancak sıra dışı padişahı Bizans’ı yıkan ve yeni
bir çağı başlatan bir Türk hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’tir. Ona övgü yapılması için bir
atmosfer hazırlanmıştır ve okurun zihninde hemen çağrışım yapabilecek ve onun suretini
hemen hatırlatacak bir nesne olarak güneş tasavvur edilmiştir. Gökyüzünün temsilî olarak en
büyük padişahı güneş; yeryüzünün en büyük padişahı Bizans’ı yani Doğu Roma’yı yıkarak
İstanbul’u fetheden Fatih’tir. Ahmet Paşa, nesip bölümündeki güneş tasavvurundan hemen
sonra girizgah beyitleriyle Fatih’in övgüsüne başlar. Hüsn-i Ta’lil sanatının imkanıyla
gökyüzü padişahı güneş, yeryüzü padişahı “Fatih Sultan Mehmet’in meclisinde buhurdan
gezdirsin diye ayda bir kez dolunay olmuş ayın kasesini amberle doldurur.” Sonunda gökyüzü
padişahı güneş, Fatih’in bezminde yer bulmuştur. Eğer Fatih değil de sıradan bir padişahın
övgüsü yapılmış olsaydı bu girizgah yapay kalır, güneş imgesi padişahı gölgede bırakırdı.
İstanbul’un fethini yaşayan, çağların beklediği ana bizzat tanık olan şairin muhtemelen o
atmosfer içinde güneşi küçük görmesi doğal bir durumdur. İnsan psikolojisi tarihin az tanık
olduğu anlarda mübalağayı normal bir anın kesiti olarak görür, yaşanan lirizmi doğal şekilde
ifade eder.
Ahmet Paşa medhiye bölümünde memduhu Fatih’i övmeye onu “zıll-ı Hak” yani
Allah’ın gölgesi nitelemesi ile başlar. Onun eşiğinin toprağında ise nesip bölümünde metaforla
tasavvur ettiği güneş gizlidir, yani güneş itibar bakımından ikinci dereceye düşmüş, yeryüzü
padişahı Fatih’in eşiği manevi değerce daha değerli hale gelmiştir. Ahmet Paşa, ünlü
kasidesinin nesibinde tasavvur ettiği güneş imgesinden sonra, gerçek hayatta yükselen bir
büyük padişahın vasıflarını tasavvur etmeye başlar:
Fatih aşağıdaki beyitte de ifade edildiği gibi yeni bir imparatorluğun hükümdarıdır.
Şair, “yedi iklim dünya” yerine, “saadetin yedi ikliminin padişahı” diyerek saadeti
somutlaştırmaktadır, çünkü asıl dünyayı aydınlatan güneştir, ama Fatih de hakimiyeti altına
aldığı memleketlerdeki yönetim tarzı ile saadet ülkelerinin mazlum insanlarını bahtiyar eden
şahsiyetidir. Dolayısıyla şair, güneşe yönelerek fetih sonrasındaki sevincini anlatır, o kadar ki
sanki güneş Fatih’in bastığı toprağın taşını başına taç edinmiştir:
“Sana yeryüzünün padişahı dersem, bu övünülecek bir şey mi? Bunu söylemekle
seni övmüş olur muyum? Çünkü senin yüce sarayının göğünde güneş, kapının toprağı
düzeyindedir. Yani kapının toprağı gibi değersizdir.”
“Senin zamanın namus ve iffet devri olduğundan güneş dolaşmağa çıktığı zaman
adında dişilik olduğu için parlak bir örtüye bürünür.”
Fatih kudretli ve adaletli bir padişahtır, onun devrinde devletin bütün organlarıyla
ahenk içinde yönetildiği bilinir, mükemmel otoritesi babası II.Murat devrindeki yaşanan
şehzade sorunlarının tekrarını önlemiş, istikrar sağlandığı gibi ilk defa devlet, bürokratik
kurumlarıyla temellendirilmiştir. Halil İnalcık’a göre o yeni imparatorluğun gerçek kurucusu
kabul edilir. “İmparatorluk fikriyle Fatih Rum soylularına mensup gençleri sarayına almış,
bunlar birer Osmanlı olarak sonradan idarede önemli mevkilere geçmiştir. (...) Batıya
kaçtıktan sonra orada barınamayan ve sefalete düşen bazı Rum büyükleri tekrar İstanbul’a
dönmüşlerdi.1464-1472 yıllarında Rum bilginlerine Fatih’in sarayında özel bir ilgi
gösterildiği anlaşılmaktadır. Georgios Trapezuntios, Roma’dan İstanbul’a bu sıralarda
döndüğü gibi Kritovoulos da eserini bu tarihlerde yazmıştır. Meşhur Trabzonlu âlim
Amirutzes aynı devirde Fatih’in yanında yer almıştı. Fatih’in divanından Batı’ya gönderilen
siyasi yazılar ve anlaşmalar Rumca yazılıyor, bunları yazdırmak için Rum kâtipler
kullanılıyordu. Nihayet Fatih, geniş imparatorluğu dahilinde bütün Ortodokslar’ı tekrar
patriğin idaresi altına koymuş, Rumlar’ı birleştirmiş İtalyanların sömürüsünden kurtarıp
ekonomik bakımdan yükselmelerini sağlamıştır.”4
“O aynı zamanda kader kudretli ve kaza düşünceli bir şahlar şahıdır, bundan
dolayı Zuhal yıldızı onun sarayının damına Hintli bir bekçi, güneş ise onun sarayının
kapısına bir hizmetçi olur.”
“Senin adaletli devrinde güneş peştamalsız yani çıplak olarak bembeyaz kaynağa
girince bütün yıldızlar gözlerini yumarlar.”
“Senin adaletinin gölgesi hangi ülkeyi aydınlatırsa orada güneş, bir zerreden daha
küçük görünür.”
Fatih’in çok güçlü ve sert mizaçlı bir padişah olduğu, devletin bekası için en ağır
kararları cesurca verdiği bilinmektedir. Babasının şehzadelerle ilgili olarak sık sık yaşadığı
kalkışmalardan ve kendisinin bizzat Edirne’de yaşadığı iç çekişme ve bunalımlardan dolayı
sert tedbir almaktan çekinmemiş, “karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek caizdir”
hükmünü koyarken de hakimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht
iddiacılarının tehlikelerinden kurtarmayı düşünmüştür. İstanbul’un fethinden sonra ki ilk işi
iktidarını sınırlandıran Çandarlı Halil Paşa ile kendisine karşı savaşarak tahtını tehdit etmiş
olan Orhan Çelebi’yi ortadan kaldırmak olmuştur… Devlet idaresinde eski ailelerin nüfuzu
bertaraf edilmiş ve padişahın emir ve arzusuna mutlak surette bağımlı kullar devletin başına
getirilmiştir. Fatih kendi vekili sıfatıyla veziriazamların kudret ve yetkilerini artırmış, onları
mutlak merkeziyetçi hükümetinin tam bir temsilcisi yapmıştır… İstanbul fatihi sınırsız güç
sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra dünya hakimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun
bu fikrinin kaynağı Türk-Moğol hakanlık, İslamî hilafet ve Roma imparatorluk fikriydi.” 5
Fatih, kurduğu devletin kendisinden sonra yaklaşık yıkılışına kadar beş asır ayakta
durmasını sağlayan tedbirleri almada son derece kararlı ve sert davranmıştır. Anadolu’da,
Rumeli’de çok geniş coğrafyalarda istikrarı sağlayarak yeni bir imparatorluk kavramını
4
Halil İnalcık, “Mehmet II”, İslam Ansiklopedisi, TDV Ankara, 2003, C.28, s.395, 404.
5
İnalcık, agem., s.405.
zihinlere yerleştirmiştir. Bir şair olarak duygulu olmasına rağmen devletin temellerini çok
köklü, akılcı ve tavizsiz bir şekilde kurması Ahmet Paşa tarafından gazabına, hançerine,
mızrağına, atına ve kılıcına övgü yapılarak tasavvur edilir ki bu vasıfları abartılı değil,
realitedeki Bizans fatihi padişaha uygun vasıflardır.
“Eğer senin gazabının ateşinin bir kıvılcımı, ansızın gökyüzüne ulaşsa, gök siyah
bir duman olur; güneş de kül haline gelir.”
“Bazen ayın yüzündeki karalık, senin mızrağının ucuyla bozulur, bazen de senin
atının tırnaklarından kalkan toz ve dumandan güneşin yüzü toza bulanır.”
“Fetih bayramının hilali sanki senin atının nalıdır. Zafer burcunda yıldızlar da
çivisidir, ne yıldızları, güneş bile onun çivisidir.”
“Senin dini süsleyen o parlak yüzlü ve ateşler saçan kılıcının kabzasına ay ve yıldız,
yüzüne ise güneş süs olmuştur.”
“Güneş senin muhabbetinin pazarına bir nedenle o derece ısındı ve alıştı ki yüz kere
kapıdan kovsan bacadan düşer, bacadan girmeye kalkar.”
“Artık bundan sonra güneş taştan cevher çıkarmasa yani taşı cevher haline
getirmese de tasalanmalıyız. Çünkü senin lutfunun parıltısı şimdi kara toprağı cevher
haline getiriyor.”
“Doğunun aynası olan güneş, eğer senin gölgene yani himayene sığınsaydı tutulma
pasından kesinlikle yüzü kararmazdı.”
6
İnalcık, agm., s.406, 407.
Âfitâb-ı rûyuna olmaz mukâbil nice kim
Arz ide tabl u alemle nûrdan leşker güneş (b.45)
“Güneş davullar ve sancaklarla nurdan askerler gösterip ileri sürse bile yine de
senin düşüncenin güneşiyle karşılaştırılamaz.”
Sonuç: