You are on page 1of 11

AHMET PAŞA’NIN GÜNEŞ REDİFLİ KASİDESİNDE “GÜNEŞ” VE

“FATİH” TASAVVURLARININ ÇÖZÜMLEMESİ1

Giriş

Ahmet Paşa (1426-1496), Fatih devrinin en önemli devlet adamlarından ve aynı


zamanda bütün edebiyatımızın en değeri şairlerinden birisidir. Fatih Sultan Mehmet’in (1432-
1481) en yakınında bulunarak onu en yakınında tanımak kendisine bir imkan vermiştir.
İstanbul’un fethi esnasında Fatih’in sürekli yanında bulunmuş, padişah ile muhasara esnasında
orduda bulunan Akbıyık Sultan ile Akşemseddin (ö.1459) arasında iletişim aracı olmak büyük
bir güvenin eseri olmalıdır. Babası Veliyyüddin b.İlyas (ö.1432) II.Murat’ın kazaskerliğini
yapmış, kendisi de Fatih’in kazaskeri, musahibi, hocası ve veziri olmuş üst düzey görevlerde
bulunmuş nadir insanlardan birisidir. Bu denli bir şairin Fatih’e yakın olması onu tanımasına
yeteneklerini gözlemleyebilmesine imkan sağlamıştır. 2

Ahmet Paşa, Fatih’e 12 kaside sunmuştur. Bunlar içinde ünlü “kerem” redifli kasidesini
başına gelen bir iftira neticesinde affını istemek maksadıyla padişaha sunduğu kaynaklarda
sürekli belirtilmiştir. Yine kasideleri içinde Fatih’e sunduğu 68 beyitten oluşan “güneş” redifli
kasidesinin devrin şairlerinden Atayi’nin güneş redifli kasidesine nazire olarak yazıldığı,
ancak Ahmet Paşa’nın kasidesinin ondan daha meşhur olduğu anlaşılmaktadır.

Kasidenin nesip bölümleri işlevseldir, şairler hangi temayı işliyorsa nesip bölümünün
memduhla yani övgüde bulunulan kişiyle bir ilgisi olmalıdır. Bu nedenle ünlü kasidenin nesip
bölümünde güneş temasıyla bir tablo tasviri dikkat çekmektedir. Güneş ile kasidenin
memduhu Fatih arasında bir ilişki kurulabilir mi? Sadece güneş mi tasavvur edilerek medhiye
bölümüne geçilmiştir? Güneş tasavvuru Fatih’in övgüsü için mi yapılmıştır? Makalede bu
sorulara cevap aranacaktır:

1.Güneş Tasavvuru

Bilindiği üzere hayatın kaynağı olarak çok eski çağlarda güneş kavramı çok önemli
sayılmış, hatta tapınma noktasında bile değerli sayılarak dinlerin merkezinden kültürlere,
oradan edebiyatlara malzeme olmuştur. Elektriğin ve aydınlatma araçlarının bulunmadığı
zamanlarda insanlığın en zahmetli yaşama dilimi karanlık gecelerdi, sabah kavramı yani
güneşin doğuşu kurtuluştu adeta… Karanlığı yok eden güneşin ışınları, şafak sökerken evreni
kaplar, insanlar sevinçle güne başlardı ve hatta Zerdüştlük gibi eski dinlerde güneş
kutsallaştırılırdı. Çok eski zamanlara dayanan ve İran kültür ve edebiyatını derinden etkileyen
kadim dinlerden Zerdüştlükte güneşe tapınılmazdı, ancak güneş o dinde kıbledir, kötülük ise
karanlıkla özdeşleşmiştir. Sonraki çağlarda ise güneş kutsallaştırılmasa bile çok kıymetli
oluşuna vurgu yapılarak düğünlere, resmî ve özel törenlere, amblemlere, sembollere,
söylemlere, sanatsal ve mimarî eserlere, reklamlara konu olmuştur.

Galile’nin güneşin merkez olduğunu kanıtlaması öncesinde Astroloji ve İlm-i Nücum


gökyüzünü soğan biçiminde dokuz kat kabul eder, merkeze dünyayı koyar, ilk yedi katın her
birinde bir gezegen yer alırdı. Felekü’l-burûc denilen sekizinci katta sabit yıldızlar ve burçlar
bulunur, sonuncu kata Felekü’l-eflâk denir ve burada hiçbir cisim bulunmazdı. Güneş
dördüncü katta yer alır ve gökyüzünün sultanı kabul edilir, bütün gezegenlerin onun askerleri
olarak emri altında hareket ettiklerine inanılırdı. Onun zamanında doğanların Yıldızname adı
1
Prof.Dr.İlhan Genç, Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, TDE Bölümü Öğretim Üyesi.
2
Turgut Karabey, Ahmed Paşa, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Ankara, Ankara, 1996, s.4-10.
verilen eski kitaplarda zeki, güçlü, başarılı, sanatçı, zevk ve eğlenceye düşkün olacakları
yazılırdı.

Ahmet Paşa, kasidesini çok bilinçli bir kurgulama ile tasarlamıştır, kasidenin yazılış
bağlamında gökyüzü ve yeryüzü iki kavrama sahip olmuştur. Yeryüzünde bir çağ değişmiş,
Bizans’ı yani Doğu Roma’yı yıkan Fatih Sultan Mehmet 21 yaşında genç bir padişah olarak
Devlet-i Al-i Osmanı çok yüksek bir itibar ve özgüvenle yönetmeye başlamıştır. İnsanlar
mutludurlar, dirayetli ve adaletli hükümdar tahta çıkmıştır, hatta Bizans halkı bile Kilisenin
taassubundan kurtulmuş, ibadet hürriyeti verilerek hayatlarına devam etmektedirler. Şair,
kasidesine memduhuna uygun bir nesip bölümü ile başlaması gerekirdi, o da bu övgüye
yakışan kavramı bulmuştur: Güneş.

Güneş, aydınlığıyla mutluluğu, ferahlığı temsil eder, gecenin karanlığı ise hüzünlendirir,
acıları, gamı, kederi başlatır. Kasidenin nesip kısmı bütün olarak her beyitte güneşin bir
işlevini tasvir ederek aynı zamanda mutluluğu sezdirir, bu sezdirme Fatih’in devri ile
paralellik taşır. O da yeryüzünde bir padişah olarak insanlara mutluluğu vermektedir. Güneşin
bütün varlıklara hayat enerjisi kazandırması gibi o da yönettiği ülkesinde insanlara saadet ve
huzur sunmaktadır. Güneş göstergesinin çağrışımı okurun zihninde dolaylı olarak Fatih’i
imgeleştirmektedir. Fatih de Bizans’ı yıkarak yeni bir çağ açmıştır, o da yeni bir tahta
çıkmıştır, önceki tahtının üstünde bir tahttır, dünya ölçeğinde bir hükümdardır, Ortodoks
Hıristiyanlığın kalbi de sayılan İstanbul’da taç takınmıştır. İslam âlemi Hz.Peygamberden beri
Bizans’ın kalbi İstanbul’u fethetmek için nice hayaller ve ümitler taşımıştır. Güneş göstergesi
Fatih’i canlandırmaktadır beyitlerde… Bizans şehri İstanbul’da yeni bir hayat yaşanmaktadır.
Kilise taassubu altında inleyen insanlar bile yeni bir hayatı yaşamaya başlamıştır, huzur
içindedirler.

Ahmet Paşa, güneş tasavvurunu güneş metaforu ile tasvir ederek medhiye öncesinde güneş
kavramının zihinlerde sağladığı kuvvetli ve zengin çağrışımından hareket etmiştir. Şair Fatih’i
övmek için güneşin tasavvurunu çok canlı olarak nitelemeye başlar, dolayısıyla güneşin
çağrışımı çok etkili olmalıdır.

1.1. Gökyüzü Sultanı: Güneş


Güneş asıl gösterge olarak benzeyen konumundadır; taht, tâk, Hüsrev, efser de yardımcı
göstergeler olarak padişahlığı tasavvur ettirmektedir. Hüsrev hem padişah, hem de ünlü İran
hükümdarı, aynı zamanda Ferhad ile Şirin hikayesinde Şirin’in aşığı Perviz’dir; kılıcı, atı,
ikbali ve iktidarı ile mitolojik bir yönü de vardır. Güneş, doğunun padişahı ünlü Hüsrev gibi
kaftanını giyip tacını takarak tahta çıkmıştır:

Taht urup tâk-ı felekde husrev-i hâver güneş


Geydi nârencî kabâ urundı nûr-efser güneş (b.1)3

“Doğunun padişahı veya Hüsrev’i olan güneş, gökyüzünde taht kurup kızıl kaftan
giyindi ve başına da parlak bir taç taktı.”

Güneş doğudan doğmaktadır, bu doğuş gecenin karanlığını yani zulmetin iktidarını


yıkarak gurup vaktinde kızıl kaftan giyinip tahta çıkmak gibidir. Bir tahta çıkma imgesi vardır.
Güneş bir metaforla temsili olarak padişaha benzetilmekte ve o da doğudan sanki gökyüzü

3
Beyitlerin nesren ifadesi için bkz: Karabey, age; Beyitler için Ahmet Paşa Divanı, Haz: Ali Nihat Tarlan, Akçağ
Yayınları, Ankara, 1992, 64-68.
varlıkları olan sayısız feleklere, gezegenlere, yıldızlara padişah olup tahta çıkmaktadır. Onun
sabah vakti tahta çıkmasıyla birlikte yeryüzü de karanlıktan kurtulmakta, tüm yaratıklar adeta
sevinçle, mutlulukla yeni hayatlarına doğmaktadırlar. Güneşin gökyüzü sonsuzluğunda
varlıklara bir padişah gibi tahta çıkma tasavvuru, Fatih Sultan Mehmet övgüsü öncesinde
zihinlere mükemmel bir çağrışım imkanı vermektedir:

Mesned-i sultân-ı subh oldu serîr-i âsumân


Saçdı pîrûze tabaklardan zer ü gevher güneş (b.2)

“Sabah sultanı güneşin yaslandığı yer, gökyüzünün tahtı olduğunda güneş mavi
tabaklardan inci ve altın saçtı.”

Güneş metaforu çözümlendiğinde okur, sabah vakti güneş yükselirken hayatın


başladığını görmektedir. Güneş bu kez sabah ülkesinin sultanıdır, sabah olmuş karanlıklar
uzaklaşmıştır, hayat normale dönmüş, güneşin ışınları hayatı sürdüren tüm canlılara altın ve
inci kazandırmıştır sanki… Gecenin kabusu sona ermiştir, toplumların da kabusu sona
ermiştir; hayat ışıl ışıldır, insanların açlıkları giderilmiştir, bunları sağlayan güneştir.

1.2.Yeryüzüne Can Veren Hazine: Güneş

Güneş, ışınları vasıtasıyla yeryüzüne hayat verir; tabiat uyanır, bitkiler, dağlar, taşlar
rengarenk bir hal alır, toprak hazinesi insanların yararına sunulur. Zebercet yani zümrütten
daha yeşil renkli süs taşlarının kutusu imgesi mükemmeldir, güneşin doğmasıyla birlikte bütün
varlıklar, zebercet kutusunun kilidinin açılması gibi yokluk âleminden varlık âlemi evrene
düşmektedirler. İnsana bu manzara can vermekte, yaşama sevincini yükseltmektedir.

Kufl açup dürc-i zebercedden cevâhir dökdi kim


Hâk gencin eyleye gencîne-i cevher güneş (b.3)

“Güneş, toprak hazinesini cevher hazinesi haline getirmek için zebercet kutusunun
kilidini açarak içinden yeryüzüne cevherler döktü.”
Güneş doğmuş ve yükselmeye başlamıştır, artık etrafa vuran ışınlarıyla gökyüzü
bahçesini süslemiş ve aydınlatmıştır. Güneş, doğarken şafak vaktinde gökyüzünü önce
masmavi yapar, sonra aydınlatır, bu anda güneş yakut testiye, mavi renkli gök kubbe firuze
renkli dolaba ve aydınlık da cıvaya benzer. Gece sona ermiş sabah başlamıştır.

Zînet-i bâğ-ı İrem tutmağ içün gülzâr-ı subh


Eyledi gök sebze-zârın pür- gül-i ahmer güneş (b.12)

“Güneş, gül bahçesine benzeyen sabahı, İrem bağı gibi süslemek için gök
çimenliğini kırmızı güllerle doldurdu.”

Sabah güneşin doğuşu tasvir ediliyor; güneş, sabahleyin doğarken her yeri kıpkırmızı
güller gibi açtırmaktadır, güneş bunu yaparken yeryüzü ise bembeyaz olur, ardından çimenliğe
benzeyen yeşilliğe bürünür, bu anda güneş yakut testiye, mavi renkli gök kubbe firuze renkli
dolaba ve aydınlık da cıvaya benzer. Gece sona ermiş sabah başlamıştır, dolayısıyla güneş
kırmızı rengiyle gökyüzünü İrem bahçesine dönüştürür:
Kûze-i yâkût ile pîrûze-gûn dolâbdan
Çarh-ı mînâ-rengi sîmâb itdi ser-tâ-ser güneş (b.13)

“Güneş mavi renkli dolaptan yakut testiyle döktüğü ışık ile, billur renkli gök
kubbeyi baştan başa cıva gibi parlak bir hale soktu.”

Güneş, gurup vakitlerinde gökyüzündeki ayın yirmi üçüncü günü gözüken dolunay
haline gelmiş ayın etrafında bir hâle meydana getirir, bu hâle gümüş renginde bir kanat gibi
görünür. Aynı şekilde güneş, Anka kuşuna benzeyen gökyüzünü, gündüz sona ererken ateşten
kırmızı renkli uzun tüylerle eşsiz bir kompozisyonla süslemektedir:

Geh hamâm-ı mâhı tâbâna takar sîmîn cenâh


Geh düzer sîmurg-ı çarha âteşîn şehper güneş (b.15)

“Güneş, bazen parlak ay güvercinine gümüşten kanat takar, bazen de gök Anka’sını
ateşten uzun tüylerle süsler.”

1.3.Gökyüzü Denizinin Kaptanı: Güneş

Güneş, beyitte bu kez sonsuzluk denizinin kaptanı olarak tasavvur edilir. Hint denizi
temsili istiare ile ve gösterge olarak gökyüzüne, gümüş zevraklar (kayıklar) yıldızlara, nur-ı
bâdbân (ışık yelkeni) aydınlığa delalet eder. Güneş ise bütün fülk-i zer yani altın gemisiyle bu
gökyüzündeki yıldızları söndürür ve gökyüzü sadece güneşin aydınlığı ile kaplanır:

Kulzüm-i Hindün baturmağa gümüş zevrakların


Bâdbân-ı nûr ile donatdı fülk-i zer güneş (b.4)

“Güneş, Hint denizinin gümüş kayıklarını batırmak için, altın gemisini ışık
yelkeniyle donattı.”

1.4.Gökyüzü Yörüngesinde Dolaşan Tavus Kuşu: Güneş

Güneş, açıldığında kanatlarının güzelliğiyle meşhur tavus kuşu gibidir, yıldız


tanelerini toplamak için seher vaktinde ayın harmana benzeyen yörüngesinde dolaşır ve
yıldızların hepsini söndürür. Gökyüzündeki güneş ışınları, tavus kuşunun kanatlarını açması
gibi bütün yeryüzü ve gökyüzünü kaplamış ve ayın iktidarı sona ermiştir.

Dâne-i encüm dirüp meh hırmeninde her seher


Bâl açup cevlân ider tâvûs-ı zerrîn-per güneş (b.5)

“Altın kanatlı tavus kuşuna benzeyen güneş, yıldız tanelerini toplamak için her
seher vakti, kanatlarını açıp ay harmanında dolaşır.”

Subh-dem cevlân idüp tâvûs-ı zerrîn-per güneş


Bûstânına sipihrün virdi zîb ü fer güneş (b.11)

“Altın kanatlı bir tavus kuşunu andıran güneş sabahleyin dolaşmağa başlayınca
göğün bahçesini süsledi ve aydınlattı.”
1.5. Güneş: Sabah Vaktinin Adil Hükümdarı Nûşirevan

Güneş, beyitte bu defa sabah ülkesinin Nûşirevan’dır; güneş de adaletli yönetimiyle


ünlü Sasani hükümdarı Nûşirevan gibi adaletiyle her varlığı aydınlatır, onlara hayat bahşeder,
kimseyi ayırmaz. Tıpkı Nûşirevan’ın sarayına bir çan astırarak ucuna da bir zincir taktırıp
adalet isteyen herkese adalet dağıtması gibi güneş de gökyüzünde öyle durur, bütün varlıklara
eşit mesafelerden hiç kimseye imtiyaz göstermeden onları aydınlatır, hayat verir:

Gûyiyâ Nûşîn-revân-ı subhdur kim adl içün


Lâciverdî kubbeye zencir-i zer asar güneş (b.6)

“Güneş, sanki sabahın Nûşirevan’ıdır, adaletini göstermek için gök kubbeye altın
zincir taktı.”

1.6. Gökyüzünün Yusuf’u ve Züleyha’sı: Güneş

Güneş gökyüzünde benzersiz bir güzelliğe sahiptir; o bu kez güzelliğiyle meşhur ya


Hz.Yusuf gibidir, ya da elinde o güzelliği bilmedikleri için kendisini aşağılayan Mısırlı
kadınlara meyve ve bıçak vererek portakalı kesmelerini isteyen Züleyha gibidir:

Yâ felek mısrında sultân oldu bir Yûsuf-cemâl


Yâ Züleyhâ’dır tutar nârenc-i zer-peyker güneş (b.7)

“Güneş ya gökyüzü Mısır’ında sultan olmuş Yusuf gibi birini, ya elinde altın gibi
bir portakal tutan Züleyhâ’yı andırıyor.”

1.7. Gündüzün Yüzünü Açan Güç: Güneş

Güneş, dünyayı aydınlatarak güzelliğini ve parlaklığını insanlara gösterir, bunu


yapmak için de sanki karanlıktan dolayı yüzü görünmeyen gündüzün yüzündeki peçeyi açar.
Güneşin sabah vakti görünüşü guruplardan yükselişi mükemmel bir imge ile tasvir edilir ve
zihinlere ferahlık verir. Doğrudan olmasa da uzak çağrışımla Fatih de İstanbul’un karanlık
yüzünü aydınlığa çevirmiştir:

Yâ cemâline cihânın nûr u fer virmek içün


Rûz ruhsârından açdı anberîn mi’cer güneş (b.8)

“Yahut güneş dünyanın yüzüne güzellik ve parlaklık vermek için gündüzün


yüzünden perdeyi açtı.”

1.8. Yeryüzü Divanını İzleyen Padişah: Güneş

Padişahlar, eski zamanlarda divan denilen vezir ve kazaskerlerin bulunduğu mecliste


toplantı yapılırken onları bir kafes ardından seyrederler, haklı haksız karar alınıp alınmadığını
denetlerlermiş. Güneş de hüsn-i ta’lil yoluyla gökyüzünde tıpkı bir padişah gibi bütün
varlıkları izlemek için kırmızı la’l taşından bir pencere açarak onları izleyip durmaktadır:

Hak budur kim şâh divanın temâşâ kılmağa


Düzdi tâk-ı zer-nigâra la’lden manzar güneş (b.9)
“Doğrusu şudur ki güneş, padişah divanını izlemek için altın işlemeli kubbeye
la’lden bir pencere açtı.”

1.9. Gökyüzünün Sâkîsi: Güneş

Gökyüzünde yiyip içmenin yaşandığı muhayyel bir eğlence meclisi vardır; bu


eğlenceyi Zühre yıldızı düzenlemiş, güneş ise bir sakî gibi eğlence meclisindekilere ateş, yani
şarap dağıtmaktadır. Güneş hayatın var olmasını sağlayan bir varlık olarak bütün canlılara
yiyip içmeyi sunar, o olmazsa yeme içme olmaz, hayat olmaz. Bu çerçevede bütün varlıklar
ona çok şey borçludur, neşeyi, sevinci, yaşamayı onun sayesinde elde ederler:

Bezm-i ayşın Zöhre’nin germ itmege sâkî-sıfat


Âbgûn akdâh içinde gezdirür âzer güneş (b.14)

“Zühre yıldızının yiyip içme ve eğlence meclisini coşturup şenlendirmek için güneş,
içki sunan bir güzel sâkî gibi billur kadehler içinde ateş yani şarap gezdirip durur.”

2.Fatih Sultan Mehmet Tasavvuru

Kasidenin memduhu devrin padişahı, ancak sıra dışı padişahı Bizans’ı yıkan ve yeni
bir çağı başlatan bir Türk hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’tir. Ona övgü yapılması için bir
atmosfer hazırlanmıştır ve okurun zihninde hemen çağrışım yapabilecek ve onun suretini
hemen hatırlatacak bir nesne olarak güneş tasavvur edilmiştir. Gökyüzünün temsilî olarak en
büyük padişahı güneş; yeryüzünün en büyük padişahı Bizans’ı yani Doğu Roma’yı yıkarak
İstanbul’u fetheden Fatih’tir. Ahmet Paşa, nesip bölümündeki güneş tasavvurundan hemen
sonra girizgah beyitleriyle Fatih’in övgüsüne başlar. Hüsn-i Ta’lil sanatının imkanıyla
gökyüzü padişahı güneş, yeryüzü padişahı “Fatih Sultan Mehmet’in meclisinde buhurdan
gezdirsin diye ayda bir kez dolunay olmuş ayın kasesini amberle doldurur.” Sonunda gökyüzü
padişahı güneş, Fatih’in bezminde yer bulmuştur. Eğer Fatih değil de sıradan bir padişahın
övgüsü yapılmış olsaydı bu girizgah yapay kalır, güneş imgesi padişahı gölgede bırakırdı.
İstanbul’un fethini yaşayan, çağların beklediği ana bizzat tanık olan şairin muhtemelen o
atmosfer içinde güneşi küçük görmesi doğal bir durumdur. İnsan psikolojisi tarihin az tanık
olduğu anlarda mübalağayı normal bir anın kesiti olarak görür, yaşanan lirizmi doğal şekilde
ifade eder.

Ahmet Paşa medhiye bölümünde memduhu Fatih’i övmeye onu “zıll-ı Hak” yani
Allah’ın gölgesi nitelemesi ile başlar. Onun eşiğinin toprağında ise nesip bölümünde metaforla
tasavvur ettiği güneş gizlidir, yani güneş itibar bakımından ikinci dereceye düşmüş, yeryüzü
padişahı Fatih’in eşiği manevi değerce daha değerli hale gelmiştir. Ahmet Paşa, ünlü
kasidesinin nesibinde tasavvur ettiği güneş imgesinden sonra, gerçek hayatta yükselen bir
büyük padişahın vasıflarını tasavvur etmeye başlar:

2.1. Yeryüzü Padişahı ve İslam Halifesi: Fatih

Bizans’ı yıkmış olmakla Fatih, tarihte imparatorluk kurucularının vasıflarını taşır,


dünya hakimiyetini amaç edinmiş kudretli bir asker ve geniş görüşlü bir kültür adamıdır.
Bütün Anadolu, Karadeniz, Trabzon Rum İmparatorluğu, Akkoyunlu Devleti, Venedik,
Macaristan gibi devletlere ait topraklar onun yönetimi altında idi, o şeklen henüz olmasa da
fiilî olarak artık İslam halifesidir:
Zıll-i Hak Sultan Muhammed Han ki olmuşdur anun
Eşiği toprağının her zerresi Enver güneş (b.17)

“İslam’ın halifesi Sultan Muhammed Han’dır. Onun bulunduğu yerin eşiğinin


toprağının bir zerresi de en parlak bir güneştir.”

Fatih aşağıdaki beyitte de ifade edildiği gibi yeni bir imparatorluğun hükümdarıdır.
Şair, “yedi iklim dünya” yerine, “saadetin yedi ikliminin padişahı” diyerek saadeti
somutlaştırmaktadır, çünkü asıl dünyayı aydınlatan güneştir, ama Fatih de hakimiyeti altına
aldığı memleketlerdeki yönetim tarzı ile saadet ülkelerinin mazlum insanlarını bahtiyar eden
şahsiyetidir. Dolayısıyla şair, güneşe yönelerek fetih sonrasındaki sevincini anlatır, o kadar ki
sanki güneş Fatih’in bastığı toprağın taşını başına taç edinmiştir:

Pâdişâh-ı heft-iklîm-i saâdetdür k’anun


Hâk-i pâyi cevherin idindi tâc-ı zer güneş (b.19)

“O dünyanın yedi mutluluk bölgesinin padişahıdır. Güneş onun bastığı toprağın


taşını başına altın taç edinmiştir.”

Şair, Fatih’in yeryüzü padişahı olduğunu ifade etmekten fevkalade memnundur,


aşağıdaki beyitte bu memnuniyet eşsiz şekilde ifade edilir:

Hüsrev-i rûy-ı zemîn dirsem ne fahr olsun sana


K’âsumânı kasr-ı kadründe oldı hâk-i der güneş (b.42)

“Sana yeryüzünün padişahı dersem, bu övünülecek bir şey mi? Bunu söylemekle
seni övmüş olur muyum? Çünkü senin yüce sarayının göğünde güneş, kapının toprağı
düzeyindedir. Yani kapının toprağı gibi değersizdir.”

2.2.Fatih’in Güvenli Devri

Fatih’in zamanı namus ve iffet devridir, insanlar emniyet içindedir, haramdan ve


kötülüklerden sakınmak kolaydır. Fatih’in zamanı, güneş için bile hüsn-i ta’lil yoluyla güvenli
zamandır, kadınlar örtünmek şartıyla nasıl sokağa çıkabiliyor ve gezebiliyorsa güneş de etrafa
saçtığı ışıktan örtüyle gökyüzünde rahatça dolaşmaktadır. Övgü ile realite arasında uyum söz
konusudur:

İsmetün devranıdır isminde te’nîs olmağın


Seyre çıkdukça bürinür nûrdan çâder güneş (b.38)

“Senin zamanın namus ve iffet devri olduğundan güneş dolaşmağa çıktığı zaman
adında dişilik olduğu için parlak bir örtüye bürünür.”

2.3. Kudretli ve Adaletli Padişah

Fatih kudretli ve adaletli bir padişahtır, onun devrinde devletin bütün organlarıyla
ahenk içinde yönetildiği bilinir, mükemmel otoritesi babası II.Murat devrindeki yaşanan
şehzade sorunlarının tekrarını önlemiş, istikrar sağlandığı gibi ilk defa devlet, bürokratik
kurumlarıyla temellendirilmiştir. Halil İnalcık’a göre o yeni imparatorluğun gerçek kurucusu
kabul edilir. “İmparatorluk fikriyle Fatih Rum soylularına mensup gençleri sarayına almış,
bunlar birer Osmanlı olarak sonradan idarede önemli mevkilere geçmiştir. (...) Batıya
kaçtıktan sonra orada barınamayan ve sefalete düşen bazı Rum büyükleri tekrar İstanbul’a
dönmüşlerdi.1464-1472 yıllarında Rum bilginlerine Fatih’in sarayında özel bir ilgi
gösterildiği anlaşılmaktadır. Georgios Trapezuntios, Roma’dan İstanbul’a bu sıralarda
döndüğü gibi Kritovoulos da eserini bu tarihlerde yazmıştır. Meşhur Trabzonlu âlim
Amirutzes aynı devirde Fatih’in yanında yer almıştı. Fatih’in divanından Batı’ya gönderilen
siyasi yazılar ve anlaşmalar Rumca yazılıyor, bunları yazdırmak için Rum kâtipler
kullanılıyordu. Nihayet Fatih, geniş imparatorluğu dahilinde bütün Ortodokslar’ı tekrar
patriğin idaresi altına koymuş, Rumlar’ı birleştirmiş İtalyanların sömürüsünden kurtarıp
ekonomik bakımdan yükselmelerini sağlamıştır.”4

Bir şehenşâh-ı kader-kadr ü kazâ-râdur k’olur


Bâmına hindû Zühâl dergahına çâker güneş (b.20)

“O aynı zamanda kader kudretli ve kaza düşünceli bir şahlar şahıdır, bundan
dolayı Zuhal yıldızı onun sarayının damına Hintli bir bekçi, güneş ise onun sarayının
kapısına bir hizmetçi olur.”

Ahd-i adlinde yumarlar cümle ılduzlar gözin


Girdüğince çeşme-i kâfûra bî-mîzer güneş (b.29)

“Senin adaletli devrinde güneş peştamalsız yani çıplak olarak bembeyaz kaynağa
girince bütün yıldızlar gözlerini yumarlar.”

Kangı iklîme ki pertev salsa adlün sâyesi


Ol diyâr içre görinür zerreden kem-ter güneş (b39)

“Senin adaletinin gölgesi hangi ülkeyi aydınlatırsa orada güneş, bir zerreden daha
küçük görünür.”

2.4. Fatih’in Gazabı, Hançeri, Mızrağı, Atı, Kılıcı

Fatih’in çok güçlü ve sert mizaçlı bir padişah olduğu, devletin bekası için en ağır
kararları cesurca verdiği bilinmektedir. Babasının şehzadelerle ilgili olarak sık sık yaşadığı
kalkışmalardan ve kendisinin bizzat Edirne’de yaşadığı iç çekişme ve bunalımlardan dolayı
sert tedbir almaktan çekinmemiş, “karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek caizdir”
hükmünü koyarken de hakimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht
iddiacılarının tehlikelerinden kurtarmayı düşünmüştür. İstanbul’un fethinden sonra ki ilk işi
iktidarını sınırlandıran Çandarlı Halil Paşa ile kendisine karşı savaşarak tahtını tehdit etmiş
olan Orhan Çelebi’yi ortadan kaldırmak olmuştur… Devlet idaresinde eski ailelerin nüfuzu
bertaraf edilmiş ve padişahın emir ve arzusuna mutlak surette bağımlı kullar devletin başına
getirilmiştir. Fatih kendi vekili sıfatıyla veziriazamların kudret ve yetkilerini artırmış, onları
mutlak merkeziyetçi hükümetinin tam bir temsilcisi yapmıştır… İstanbul fatihi sınırsız güç
sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra dünya hakimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun
bu fikrinin kaynağı Türk-Moğol hakanlık, İslamî hilafet ve Roma imparatorluk fikriydi.” 5

Fatih, kurduğu devletin kendisinden sonra yaklaşık yıkılışına kadar beş asır ayakta
durmasını sağlayan tedbirleri almada son derece kararlı ve sert davranmıştır. Anadolu’da,
Rumeli’de çok geniş coğrafyalarda istikrarı sağlayarak yeni bir imparatorluk kavramını
4
Halil İnalcık, “Mehmet II”, İslam Ansiklopedisi, TDV Ankara, 2003, C.28, s.395, 404.
5
İnalcık, agem., s.405.
zihinlere yerleştirmiştir. Bir şair olarak duygulu olmasına rağmen devletin temellerini çok
köklü, akılcı ve tavizsiz bir şekilde kurması Ahmet Paşa tarafından gazabına, hançerine,
mızrağına, atına ve kılıcına övgü yapılarak tasavvur edilir ki bu vasıfları abartılı değil,
realitedeki Bizans fatihi padişaha uygun vasıflardır.

Nâgehân irse sipihre nâr-ı kahrun zerresi


Âsumân dûd-ı siyâh olurdı kâkister güneş (b.31)

“Eğer senin gazabının ateşinin bir kıvılcımı, ansızın gökyüzüne ulaşsa, gök siyah
bir duman olur; güneş de kül haline gelir.”

Şöyle korkutmuş yüreğin hançerün tîz-âbı kim


Kanda bir su görse berg-i bîd-veş ditrer güneş (b.32)

“Senin hançerinin kezzabı, güneşin yüreğini öylesine korkutmuş ki nerede bir su


görse söğüt yaprağı gibi titrer.”

Geh ser-i nîzenle bozılur sevâd-ı rûy-ı mâh


Geh gubâr-ı sümm-i esbünden olur ağber güneş (b.34)

“Bazen ayın yüzündeki karalık, senin mızrağının ucuyla bozulur, bazen de senin
atının tırnaklarından kalkan toz ve dumandan güneşin yüzü toza bulanır.”

Gûyiya na’l-i semendindür hilâl-i îd-i feth


Mîh-i ahterdür zafer burcında ne ahter güneş (b.35)

“Fetih bayramının hilali sanki senin atının nalıdır. Zafer burcunda yıldızlar da
çivisidir, ne yıldızları, güneş bile onun çivisidir.”

Tîğ-ı âteş-bâr-ı rûşen-rûy-i din-ârâyunun


Kabzasına mâh ahter yüzine zîver güneş (b.46)

“Senin dini süsleyen o parlak yüzlü ve ateşler saçan kılıcının kabzasına ay ve yıldız,
yüzüne ise güneş süs olmuştur.”

2.4.Fatih’in Ünlü Sohbetleri

Fatih “devletini her bakımdan dünyanın en üstün ve kudretli imparatorluğu haline


getirmek” istiyor ve bunun için kültüre, eğitim öğretime ve bilime çok değer veriyordu.
Çağının üniversitesi sayılan ve pozitif ilimlerin ilk defa okutulacağı Semâniye veya Fatih
Medresesini kurması, sekiz kiliseyi medreseye çevirmesi, Ayasofya Medresesini açması onun
siyasî kişiliğinden daha fazla bu değerli yönünü ortaya çıkarmaktadır. Fatih bu köklü
icraatlarının yanında ilmî, edebî ve felsefî sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda yapılan
müzakereleri dinler ve görüşlerini de açıklarmış. Avnî mahlasıyla şiirler söylerdi, Divan’ında
yer alan gazelleri şiir dili bakımından yetkindi. Din felsefesine dair tartışmalar açar, Cürcani
ile Taftazani arasında ulemayı ikiye bölen tartışmayı yeniden tazelermiş, kendisi din
felsefesinde Cürcani’yi desteklermiş. İbn Rüşd ile Gazali arasındaki felsefî meseleyi Hocazade
ile Ali et-Tûsî’ye incelettirmişti. Amirutzes, Ali Kuşçu, Hocazade, Georgios Trapezuntios
onun huzurunda tartışmalar yapardı. Fatih, Venedikli ressam Bellini’yi getirterek sarayının
duvarlarını Rönesans üslubu fresklerle süsletmişti. Trabzonlu âlim Amirutzes’e Batlamyus’un
kitabını Arapça’ya tercüme ettirmişti. Kütüphanesinde yer alan eserlerden ellisi Batı
kültürüyle alakalıdır, bu eserlerin kırk ikisi Yunanca’dır. Tarih ve coğrafyaya ait eserleri tüm
kütüphanesinin üçte ikisini teşkil eder. 6 Bu çerçevede Ahmet Paşa Fatih’in bu sohbet
meclislerini güneşi bile kıskandığına imada bulunurken, aslında padişahın bu önemli vasfını
tasavvur ediyordu:

Mihrinün bâzârına bir vech ile germ oldı kim


Kapudan yüz kere kovarsan bacadan düşer güneş (b.33)

“Güneş senin muhabbetinin pazarına bir nedenle o derece ısındı ve alıştı ki yüz kere
kapıdan kovsan bacadan düşer, bacadan girmeye kalkar.”

2.5. Cömertliğin, Lutfun ve Hâmiliğin Fatih

Fatih İstanbul’u iskan politikasıyla imar ederken Anadolu’dan getirttiği ailelere de


toprak veriyor, gelen aileler kara ve işlenmemiş toprakları işleyerek imar ediyorlardı. Güneşin
ışınlarıyla parlatıp yalancı cevhere dönüştürdüğü taşlar, topraklar, İstanbul’a göçen insanlarca
hakiki cevher yani verimli topraklar haline geliyordu:

Cevher eyler çün kara toprağı lutfun tâbişi


Gam değil itmezse ayruk sengden gevher güneş (b.40)

“Artık bundan sonra güneş taştan cevher çıkarmasa yani taşı cevher haline
getirmese de tasalanmalıyız. Çünkü senin lutfunun parıltısı şimdi kara toprağı cevher
haline getiriyor.”

Hergiz olmayaydı jenginden küsûfun rû-siyâh


Ger sığınsa sâyene âyîne-i hâver güneş (b.44)

“Doğunun aynası olan güneş, eğer senin gölgene yani himayene sığınsaydı tutulma
pasından kesinlikle yüzü kararmazdı.”

Bahr-i cûdundan felek fülkin cevâhir toldurup


Düzedür şekl-i hilâlîden gümüş lenger güneş (b.49)

“Güneş senin cömertlik denizinden gök gemisini mücevherlerle doldurur ve hilal


şeklinde de gümüş demiri yapar.”

2.6. Fatih, Engin Düşüncesi ve İskender

Fatih cihangirliği kadar düşünce zenginliği bakımından da yüksek değerde bir


hükümdardır ve düşüncesine güneş bile erişemez. Ayrıca Ahmet Paşa, onu ünlü cihangir
İskender ile mukayese ederken haklı olarak bir hakikate dikkat çeker, çünkü İskender
dünyanın gördüğü büyük cihangirlerden olmasına rağmen kalıcı bir devlet kurmaya muvaffak
olamamıştır. Efsaneye göre o İskender, Hızır ile birlikte âb-ı hayatı aramak için birlikte yola
çıkmış olsa da çıktıkları karanlık yolda yolunu kaybetmiş, güneş bile ona kılavuzluk
yapamayarak askerleriyle yolunu kaybedip askerleriyle geriye dönmüştür. Fatih’in âb-ı hayatı
Bizans’ı yıkmaktı, o bu maksadına parlak düşüncesiyle erişmiş, denizden ve karadan kuşattığı
bir imparatorluğu sona erdirmişti.

6
İnalcık, agm., s.406, 407.
Âfitâb-ı rûyuna olmaz mukâbil nice kim
Arz ide tabl u alemle nûrdan leşker güneş (b.45)

“Güneş davullar ve sancaklarla nurdan askerler gösterip ileri sürse bile yine de
senin düşüncenin güneşiyle karşılaştırılamaz.”

Ger Sikender istese envâr-ı rûyundan meded


Râh-ı zulmetde olurdı hayline rehber güneş (b.47)

“Eğer İskender senin parlak düşüncelerinden yardım isteseydi; güneş onun


karanlıklar ülkesinin yolunda yürüyen askerlerine kılavuzluk ederdi.”

Sonuç:

Genellikle kasidelerin devrin devlet adamlarını överek ondan bahşiş alması


maksadıyla yazıldığı düşünülür. Bunu doğrulayan kasidelerin var olduğu doğrudur ve
azımsanmayacak kadar da yekuna sahiptir. Fatih devrinin büyük şairi, âlimi, devlet adamı
Ahmet Paşa, ünlü “güneş” redifli kasidesinde devrin meşhur padişahı Fatih sultan Mehmet’i
medh ederken son derece ustalık göstermiştir. Memduhun övülmesi öncesinde nesip
bölümünde tasavvur ettiği güneş, memduhun imajı için son derece uygun bir kavramdır.
Güneşin zihinlerde uyandırdığı çağrışım gücü memduhu itibarca aşağıda bırakabilirse de,
memduh İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet olunca söz konusu durum izale edilmiş ve
tam olarak güneş Fatih için zengin çağrışımıyla üstün bir kavram özelliği göstermiştir. Aynı
şekilde Ahmet Paşa, o da şair olan Fatih’i abartılı şekilde idealize ederek güneşin üzerine
ustalıkla çıkarmamış, onun reel hayattaki vasıflarıyla ve güneşin hayallere sığmayacak kadar
engin imajıyla terkip etmeyi başarmıştır.

You might also like