You are on page 1of 4

ERGENLİK VE BEDEN PATOLOJİLERİ

A.Braux, ailevi ve toplumsal yönleri olan bu zorlu süreçte ergen ve bedeni arasındaki ilşkiden
kaynaklanan bozuklukları birkaç klinik sorunsal içinde ele alır:
bedenin kurutulması, atıl kılınması(anoreksia nervoza ve psikoz),
bedenin saldiriya uğraması(risk davranışları ve intihar girişimleri),
bedenin engellenmesi(çilecilik ve anlıksallaştırma),
bedenin putlaştırılması(fobiler ve narsisistik bozuklular),
bedenin yaralanması(fiziksel sakatlık ve rahatsızlıklar).
Yukarıda bedenin engellenmesi(çilecilik ve anlıksallaştırma) ile ilgili yüzeyselde olsa bahsedilmiştir.
Burada daha çok yaptığım çalışma gereği bedenin saldırıya uğraması(risk davranışları,intihar
teşebbüsleri) üzerinde duracağım.
Duygulanım(affect),yoğun bir boşalım olarak ortaya çıkan neşeli ya da üzücü bir duygusal durumdur.
Ergenlik duygulanımların yönetiminin zor olduğu bir dönemdir. Benlik ana-baba imgelerinden ve
onların sağladığı narsisistik destekten uzaklaşmakta, ve onu yeni bir nedensellik ilişkisi ile baş başa
bırakmaktadır. Çocukluğun tüm zevkleri,tüm ketlenmeleri ana-babanın bakışına göre
düzenlenmiştir.Benliğin yeniden yapılandırılması duygulanımların kendi duygulanımları olarak tarifi ve
bunların bizzat yönetilmesine bağlıdır.Bu zorlu çabada tabi ki bir takım savunma düzeneklerinden
yararlanılır.Böylece Benlik iç gerilimi kabul edilebilir düzeyde tutar.Bu savunma düzeneklerinden
üzerinde duracağımız yadsıma ise, özellikle bedensel değişikliklerin yadsınması olarak ortaya çıkar ve
gerçeğin yadsınması olarak özneyi ikiye böler.Somut ve maddi gerçekliğin yadsınması ve dürtü ile
tasarımın bastırılması,bu iki savunma düzeneğinin bir arada bulunması ayırma’ya (splitting) yol
açar.Yani bastırma yatay olarak bilinç-bilinçdışı düzleminde işlerken,ayırma özneyi boylamasına ikiye
böler.Yani ergen bir yandan ensestüel arzulara karşı kendini savunurken,diğer yandan da erinlik
değişimlerini yadsımaya çalışır.Bu durum iki yönden kaygı kaynağıdır.Birincisi,dürtüsel itmeye
bağlanabilecek uygun bir tasarım yoktur,yani adı konmamıştır.İkincisi,ruhsal aygıt değişimi bizzat
yaşadığı için zayıflamıştır.Öte yandan benlik ideali henüz oluşmamıştır.Bu arada alt benliğin baskısı
da zorlayıcıdır.
Beden patolojilerinin oluşumunda özellikle oto-mütilatif davranışları gösteren ergenlerin uygulanan
projektif test kayıtlarında yadsımanın ve bastırmanın aynı nada kullandıklarını(ikisi de yoğun) yani bol
miktarda ayırma ya(splitting) başvurduklarını görüyoruz. Bu iki savunma mekanizmasının kendine
zarar verme davranışlarıyla ne ilgili olabilir? Neden böyle bir şeyden bahsetmekteyiz?Bu soruların
yanıtlarına geçmeden önce ergenlerin bedenlerine zarar vermesi ile ilgili bu konuda çalışma yapan,bu
konu üzerinde duran bazı psikanalistlerden bahsedeceğim.Çünkü bunun bu küçük çalışmanın
anlamını daha hızlı kavramamıza sağlayacağını düşünüyorum.
Anna Freud un en iyi öğrencilerinden olan Moses Laufer ı bir çocuk psikanalizi merkezi olan ve kendi
yönettiği Hamstead kliniğine bağlı bir ergen tedavi birimi kurması konusunda cesaretlendirir.Böylece
1960 ların başında,sonradan bugünkü adıyla Center for Aresearch into Adolescent Breakdown a
dönüşecek olan Young people Consültation Center kurulmuş olur.Daha sonra Londraya psikanalist
olmak için gelir.Bir yandan Londra Psikanaliz Enstitüsüne devam ederken,bir yandan da sorunlu
gençlerin eğitimleriyle uğraşan bir merkezde çalışır.
M.Laufer erişkin hastalarının analizlerinden yola çıkarak öncelikle şu saptamada bulunur: erişkin
dönemin tüm psikopatolojisi ergenlik döneminde oluşan bir kırılmaya bağlıdır.Laufer in kırılma olarak
tanımladığı ergenin cinselleşen yeni bedenini ve bedenindeki gelişmelerin yarattığı yeni olanakları
reddetmesidir.Kırılma ergenlikte kabul edilmekte güçlük çekilen gerçekliğe karşı bir savunma düzeneği
olarak ortaya çıkmakta ve bunun içselleştirilmesi de erişkin dönemde görülen ağır patolojilere neden
olmaktadır.Laufer ergenliği bir gelişim süreci olarak görür ve bu sürecin durmasını kırılma olarak
adlandırır.Patolojiyi ortaya çıkaran da budur.Ergenlikte gelişme sürecinin hedefi bu sürecin sonunda
cinsel kimliğin değişmez ve geri dönüşsüz biçimde oluşmasıdır.
Laufer in yaklaşımında bir diğer önemli nokta, bedene verdiği önemdir. Ergenlik döneminde ortaya
çıkan patoloji özellikle bedene karşı yıkıcı davranışlardır biçimindedir. Bu davranışların arkasında
yatan bedene karşı duyulan nefretle çalışır.
Laufer(1991);Freud un ‘ödipal kompleks’ kavramını kabul eder.Yani kız çocuğu bir pensinin olmadığını
kabul etmesiyle ödip i kavraması gerektiğini düşünür.İşte çalışmasını bu yönde yapmış; kendini
yaralama,anoreksia, bulimia ve intihar davarnışını şiddetle,cezalandırıcı anne imajına bir tepki olarak
gördü ki,bu imaj kızın,ergenlik ve ergenlik sonrasında mastürbasyon yapmaya başladığında ortaya
çıkar yani bedenin cinselleştiği dönemde.

Burada bu kitaptaki amacım gereği ergenliğe ait tanımlardan ve ergenlik döneminin genel
özelliklerinden uzun uzun bahsetmeyeceğim. Fakat genellikle ergenlik döneminde başlayan ve adeta
bu dönemde kulak verilmediği takdirde ileriki yaşlarda da devam edebilecek olan bu kendine zarar
verme (self mutılatif) davranışların tekrar ortaya çıkmasını engellemek yada bu dönemde ortaya çıktığı
anda hemen dikkate alıp üzerinde çalışılması ve anlamlandırılması gerektiği için ergenlikte neler
olduğunu nasıl bir süreç olduğunu ve bu süreçte neden bu tip kendine zarar verme davranışlarının
orataya çıktığını, ve başlı başına bir kriz dönemi olan bu dönemin özellikleriyle neden alevlendiğinden
bahsetmemeiz gerekyiğini düşünüyorum.
Ergenlikte narsistik bir geriye dönüş yaşanır. Çünkü bu dönemde çocuklukla var olan dayanak
nesnelerinl bırakma dönemidir .Çocuklukta çocuk için anne baba ve diğer bakıcılar ciddi bir
dayanaktır.Bu dayanaklardan vazgeçmek ciddi bir hassasiyet yaratır.Ergenlikte bir nevi ebeveynin
‘sembolik ölümü’ söz konusudur.Bu dönem zaten yeterince zordur.Radikal bir değişim söz
konusudur.Ergenin içindeki çocuğun ölümüdür.Ve burada dikkat edilirse,hep bir ayrılıktan, ayrılmadan
söz etmekteyiz.Kendine zarar veren ergenlerde bu zarar verme davranışlarının arkasında hep bir
ruhsal çöküntü(depresyon) ye rastlamaktayız.Zaten normalde ergenlik süreci içinde bir ruhsal çöküntü
(depresyon) yaşanır ve bu durum da çok garip değil hatta olması gerekendir.Çoğu zamanda bu
dönemde ergenlerde Avrupada çok sık kulanılan tanı olan maskeli depresyonla eşlik eden self mutılatif
davranışlar söz konusurdur.Dolayısıyla bu self mutılatif ergenlerin depresyonları normal ergenlik
hüznünden,depresyonundan farklıdır.

Kendine zarar veren ergenlerin gerek kilinikteki gözlemlerde gerekse de literatürde bu ergenlerin
tasarımlama konusunda önemli eksikliklerinin olduğu görülür.Zaten normalde depresyonu ifadeleri
‘sıkılıyorum’ sözcüğüyle mümkün olabilmektedir.Zaten normalde de duygulanımları tanımlama güçlüğü
çeken ergenin,üzerine bir de şiddeti,hareketi bir tasarıma bağlayamama gibi bir sorunsal da eklenince
karşımıza bir self ınjurik ergen çıkmaktadır.Self mutılatif ergenler duygulanımları bir ‘duygu seli’
şeklinde yaşarlar.Bu duygu seli ergenlik sürecinde yaşanan dürtüsel yaşamın yoğunluğudur. Normal
şartlarda da bir ergen zaten bu dürtüden değil bu drütünün yoğunluğundan korkar. Biraz önce söz
ettiğim gibi yaşanan bu dürtü seli bu dürtüsel yaşamın kontrolsüzlüğü ile ilgilidir.Ergenlik sürecinin
karakteristiği olan bu yoğun dürtüsel hareketlenme nasıl kontrol edileceği bilinmiyor ve bunun için
gerekli baş edim yöntemlerinden mahrum kalınmışsa bu durum kişide panik yaratır.Ergenlik
çocukluktaki libidina,dürtüsel dönemin zamansal olarak yakın yinelenmesidir.Gerek çocuklukta
gerekse de ergenlikte görece güçsüz bir egonun karşısına daha güçlü bir ‘id’ dikilmiştir.Yani bu
dönemler egonun güçsüz İd in güçlü dönemleridir.Ergenlik dürtüsel istemlerin yoğunlaşmasıyla dolaylı
olarak bireyin dürtüye egemen olma çabaları da artar.Egonun eğilimleri dürtüsel yaşamın durgun bir
akış gösterdiği dönemlerde dikkati çekmezken bu durumda yeniden belirginlik kazanır. Yoğun bir
duygulanım afekt var ama nedeni bilinmediği gibi bir tarifi de yapılamamaktadır.Zaten daha sonra
geniş bir şeklide tartışacağımız üzere bütün self mutilatif bireylerden adeta ağız birliği etmişlercesine
duyduğumuz tanımlamalarda ‘kesince,zarar verince rahatlıyorum,sıkıntımı kontrol ediyorum’ şeklinde
olduğunu göreceğiz. Bu bir içsel acıyı yatıştırma biçimidir. Çünkü kaynağınln sadece içeride olduğu
ama neden ve niçin geldiği bilinmeyen bir acı, sıkıntıyla baş etmek zordur. Ve bu self mutilatif bireyler
içsel kaynaklarındaki yetersizlik sonucunda benliğin korumanın yolunu bu tip ilkel baş etme
yöntemlerini keşfetmişlerdir.Sözcüklerle tasarımlandırılamayan duygulanmım,heyecan ve diğer szö
öncesi imgeler beden üzerinde işlem yapılarak ifade edilmeye çalışılmaktadır.Tabi ki bu geçici, ilkel bir
sakinleştirme,acıyı dindirme,rahatlama metodudur.Ergenlerde de gördüğümüz üzere yetişkinlere göre
sıkıntıyı yaşama biçimleri farklıdır.Çünkü ergenlerin yetişkinler gibi yardım alma konusunda
motivasyonları oldukça düşüktür.Çünkü onlar daha çok inkarı kullanırlar.Neticede bu dönemde bu
sıkıntının karşılığı özgürleşmedir.Dayanaklardan,desteklerden ayrılma,sıyrılma zamanıdır.Yani zaten
ergenin tekrardan bir yapılanma dönemidir.Fakat buna rağmen normalde ergenlik döneminin verdiği
sıkıntıların dışında başka bir anormal davranışı olmayan ergenler yine de sembolize etme konusunda
bir zorluk yaşamazlar.Ve bir şekilde hissettiklerine bir neden bulurlar ve onları afektlerle
ilişkilendirirler.Daha öncede söylediğim gibi çocuklukta idealize edilen ebeveynin ‘sembolik ölümü’ söz
konusudur.Ve bir nevi güvenliğin kaybı söz konudur.Bu dönemde dürtünün yoğunluğunun artması
ileride dürtüsel yoğunluğun karşısında yaşadığı güvensizlikte tehlikeli bir biçimde ilerler. ‘Ben onlara
yaslanabilirim ve kendimi güvende hissedebilirim’ gibi çocuklukta söylenen ve yaşanan hislerin
yerini dayanaklardan uzaklaşma ve ve yitirme zorunluluğu doğar. Bu da başlı başına tedirginlik
nedenidir.Tabi ki özgürlüğün bir bedeli olarak.Anne Freud ergeni’yasta olan bir yetişkine benzetir:Bu
yüzden bu yasın bu tedirginliğin neticesinde bir depresif durum zaten yaşanır.Ve kaybın işleyebilmesi
de gerekir.Ve ilerleyen yaşlarda da bu yas ürünü depresif durum azalarak devam eder.Acı
duygulanımlarını bir kayıp tanımına bağlayabilmek önemli.Ve normal bir ergeni, self ınjurik bir
ergenden ayıran en önemli, farklardan biri de budur.Depresif pozisyonun işleyebilmesi ve bir tasarıma
bağlanabilmesi.Normalde ergenlerde bir gerginlik ve çok duymaya alışkın olduğumuz bir sıkıntı
durumu yaşanır.Fakat normal ergenler bunu bir ya bir nedene bağlarlar yada buna bir gerekçe
gösterip bununla yaşarlar.Ve en öenmlii si de bunu yaşarlar ve bu yaşandıkça ifade edildikçe de
işlenir.Diğer önemli bir fark ise savunma düzeneklerinin kullanılabilmesi ile ilişkilidir.Ergenlik
döneminde savunma düzenkleri yeniden yapılandırılmaktadır.Savunma düzeneklerinin kullanılabilmesi
önemlidir.Çünkü savunma düzenekleri kontrol edebilmek demektir.Bunların kontrolü
duygulanımsal,afketif kontrolü sağlarlar.Ve bunlarda duygulanımal afektif patlamaları
engellerler.Bilindiği üzere de kendine zarar veren ergenlerin en önemli özellikleri de zaten
duygulanımsal ayarlama(afektif regülayon) yı başarı ile gerçekleştirememeleridir.
Gerek yetişkin gerekse de ergenlerin ifadelerinde söyledikleri ortaktır; acımı,içimdeki sıkıntı ve hüznü
bununla birlikte öfkemle baş edemiyor ve onu ortadan kaldırmak(ertelemek veya anlık yok etmek) için
kendime zrar veriyorum.Buraya kadar bahsetiklerimin sonucunda aslında ortada her ne kadar dürtüsel
taşma,yoğunluk da olsa normalde bunların belli bir yaştan sonra gelişen tekrar yapılanan savunma
mekanizmlarıyla ayarlanabimesiikontrol edilebilmesi gerekirdi.Fakat kendine zarar veren bu bireylerde
böyle bir eksiklik söz konusudur.Bu yüzden bu bölümde duygu düzenleme,ayarlama ve kontrolü ile
ilgili bazı görüşlerden ve bu yetinin kendilerine zarar veren bu bireylerde neden gelişemediğine
ve/veya etkili olamadığını tartışacağız.
Duygu düzenleme modeli, kendine zarar verme davranışının neden ergenlik döneminde yaygın
olduğunu araştıran psikanalitik kuramlarla, özellikle de nesne ilişkileri kuramı ile ilişkilendirilebilir. Anna
Freud (1958, Akt, Suyemoto 1998) ergenlikte görevin anneden ayrılma olduğunu belirtmiştir.
Ergenlikteki kaygı ve buna bağlı patolojileri ise ergenin çocukluk çağına ait sevgi nesneleri ile olan
bağını koparma ihtiyacına bağlamıştır. Bağları koparamamak, sevginin nefrete, bağlılığın ise isyana
dönüşmesine neden olmaktadır. Duygu değişimlerinin yanı sıra sevgi nesnesine karşı hissedilen bu
düşmanca duygular kişi için giderek dayanılmaz bir hal alır. Dolayısıyla bu dayanılmaz hal, içeriye yani
kişinin kendisine yönelir. Bu durumda nefret edilen kişi, öznenin kendisi olur. Başkalarına zarar
vermenin daha kötü olabileceğini düşünen ergen, kendisine verdiği zararla başkasına verebileceğin
zararın da önüne geçmiş olur.

Aynı zamanda yaşanan yoğun duygular kişinin belli dissosiyasyonlar (çözülmeler) yaşamasına da
neden olabilir. Kendine zarar verme davranışı da bu disosiyasyon halini bitirmeye yönelik bir çaba
olabilmektedir.

Laufer(1991),Freud un kız,kadınlığı sadece annesiyle birlikte,babasının yerini alamayacağını çünkü bir


penisi olamadığı ödip i kavramasıyla kabul eder,fikrine katılmıştır..Laufer kendini
yaralama,anoreksiya,bulimia ve suicide davranışını şiddetle cezalandırıcı anne imajına bir tepki olarak
gördü ki bu imaj kız ergenlik ve sonrasında mastürbsyon yapmaya başladığında ortaya çıkar.Ergen kız
vücudunu,kendisine saldıran cezalandırıcı bir nesne olarak görür.Böyle olunca Laufer için annesiyle
olan nesne-ilişikisi kızın vücut imajını belirler.Burada Laufer Chassequet –Smirgel (1988) hem
fikirdir.Onlar ‘ilk kategori anne-baba dır’ demişlerdir.Chassequet Smirgel için kadın –erkek arasındaki
farklılık kişinin kendi anatomisine değil temel nesneler arsındaki farklılığa bağlıdır.Parens(1991),Laufer
a karşıt olarak,kızın belirsiz olarak başladığını ve geç pre-oedipal dönemde bir kadın kimliği
geliştirdiğini açıklamıştır.
Fisher (1989) e göre ebeveynlerle erken ilişkiler sonraki cinsel davranışı belirler.Fisher temel nesne
ilşkilerin vücut imajı gelişiminde anatomiden önce geldiğini söyler.Erken ebeveyn ilişkilerinin
hatırlanmasında sonraki cinsel kavramaya ait gelişimin etkisinin olduğunu hesaba katmadı.Böyle
doğrusal düşünme kadın gelişimini anlamaya engel olur.Ritvo ya(1989) göre,...cinsel kimlik oluşumu
basit bir ikiye ayrılan değişken veya doğrusal gelişme sürecinde belli bir uç nokta değildir.

Ben biliyorum benim hayatım oralarda bir yerde kaldı sanki dondu orada kaldı.Sanki bir şeyleri
atlayarak yaşadım özellikle o dönemi.O yaşta kaldım ben büyürmedim,ilerleyemedim,atladığım
bir dönem benim.Bu bir yazıdan ya da şairin söylediği mısra değil erişkin hastalarla
çalışırken,ergenliğe dair söyledikleridir.Ergenliği hiç yaşamadan geçirdikleri dönem olarak
tanımlıyorlar.Sanki bir an önce geçiştirilmesi dönem gibi,evet bu dönemleri geçiştirmelerine yardımcı
olacak değişik işlerle uğraşmışlar yani tıpkıgizil( latans) dönemde olduğu gibi ergenliği de bütün
fırtınasına rağmen bir gizil(latans) dönem gibi geçiştirmişlerdir.Bu nun nedeni fırtının
yaşattıklarından,hissettirdiklerinden kurtulmak.Kurtulmuşta oluyor fakat daha şiddetli bir fırtınaya
yaklanmak üzere.O dönemin dürtüselliği içerisinde fırtınayı yaşamak başka çünkü afektin ve
duygulanımların bu çatışmalarda eşlik etmesiyle geçirmek daha kolay dürtünün aracı yardımcılığıyla
fakat ertelenmiş bir dönemde sıkıştırılmış dürtülerin basıncıyla birlikte bird e erişkinliğin kısmi
dinginliğinde yaşamının zorluğu karşımıza çıkar yani demir tavında dövülmeli misalidir.
İngilterde her yıl 142.ooo kişi kendine kasıtlı zarar vermektedir.Ve bunların yaklaşık 25.000 kişisi de
genç yaş nüfüsuna aittir.

You might also like