You are on page 1of 161

Osmanlı Padişahları Serisi

Güller Kan Ağlıyordu


MURAT HÜDAVENDİGÂR
“Çınarın Gövdesi”

ŞABAN ÇİBİR

PAROLA YAYINLARI
PAROLA YAYINLARI: 242
Osmanlı Padişahları: 4

Eser: Murat Hüdavendigâr


Yazar: Şaban Çibir

Yayın Koordinatörü: Ahmet Üzümcüoğlu


Genel Yayın Yönetmeni: Hüseyin Movit
Editör: Şaban Çibir
Kapak Tasarım: Ali Koca
İç Tasarım: Ali Koca
Baskı-Cilt: Çalış Ofset Matbaacılık
Turizm San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cad. Yılanlı Ayazma Sok.
No: 8 Davutpaşa-Topkapı /İstanbul
Tel: 0(212) 482 83 96

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 17265


ISBN: 978-605-5218-76-8
1. Basım: Şubat 2014
2. Basım: Mart 2018

© Şaban Çibir
© Parola Yayınları

Bu kitabın her türlü basım hakları Parola Yayınları’na aittir... Yazarın, çevirme-
nin, derleyenin, hazırlayanın veya yayınevinin yazılı ve resmî izni olmadan basılamaz,
yayınlanamaz, kopyalanamaz ve dijital kopyalar dahil çoğaltılamaz. Ancak kaynak gös-
terilerek kısa alıntı yapılabilir.

Parola Yayınları
Mareşal Çakmak Mah. Soğanlı Cad. Can Sok. No: 5-A
Güngören İstanbul
Tel: 0212 483 47 96
Faks: 0212 483 47 97
web: www.parolayayinlari.com
e-posta: parolayayin@gmail.com
Osmanlı Padişahları Serisi

Güller Kan Ağlıyordu


MURAT HÜDAVENDİGÂR
“Çınarın Gövdesi”

ŞABAN ÇİBİR
ŞABAN ÇİBİR
Öğretmen-Yazar

1956 yılında Bursa-Harmancık-Kılavuzlar köyünde doğdu. İlkokulu köyünde,


Ortaokulu Orhaneli-Bursa da okudu. Liseyi Kütahya-Tavşanlı’da, yükseköğrenimini
Bursa Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde tamamladı.
1977 yılında Bursa İmam-Hatip Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. 1983 yılında
Nevşehir Nar Ortaokulun da öğretmenliğe devam etti.
1984 yılında öğretmenlik mesleğine ara vererek; ‘‘ Hedef bir avuç çocuğumuz
değil, yurdumun bütün çocuklarıdır,’’ diyerek; Genel Yayın Müdürü olarak Türkiye
Çocuk Dergisi’nde çalışmaya başladı.
19 sene hizmetinde bulunmakla şeref duyduğu Türkiye Çocuk Dergisi, ço-
cuklarımızın kalplerinde taht kurmuş; çocuk yayıncılığında Türkiye’de yeni bir çığır
açmıştır.
Yayıncılığının yanında yazmaya da meraklı olan öğretmenin yayınlanmış on
adet kitabı bulunmaktadır.
10 Şubat 1999 da yayıncılık hayatına ara veren yazar, 2002’de tekrar öğretmen-
lik hayatına geri dönmüştür. İstanbul Kuleli İlköğretim okulunda öğretmen olarak
çalışan yazar; 2005 yılında Müdür Yardımcısı olarak atanmıştır. Şu anda Bahçelievler
Çobançeşme Anadolu İmam-Hatip lisesinde müdür yardımcısı olarak öğretmenlik
ve yazarlık hayatına devam etmektedir. Yeni çalışması, Osmanlı devri ve padişahları
üzerine olacaktır.

Yayınlanmış eserleri;
Kitap Kurdu, Seni Dinliyorum Anne, Kırmızı Kurdalalı Paket,
Onlar da çocuktu-1, Onlar da çocuktu-2, Gönül Bahçesi, Bilek Güreşi,
Okulumu Seviyorum, (Tiyatro), Bir Babadan Çocuğuna Mektuplar,
‘GÜLYÜZLÜM’, Dönüş ne zaman
İÇİNDEKİLER

BİR HEDEFİN OLMALI................................................... 7


MURAD HÜDAVENDİGÂR............................................ 11
SU UYUR, DÜŞMAN UYUMAZ!.................................... 13
LALAM BU RÜYAYA SİZ NE DERSİNİZ?................... 17
RUMELİ ATEŞLER İÇİNDE............................................ 19
ONLAR BUNU HESABINI ÖDEYECEKLER!............... 25
VAHŞET DİZ BOYUYDU!............................................... 29
ÖNÜNÜ KESİN, BİR YERE KAÇMASIN....................... 31
BİZANS’A GİDEN YOLLARI KAPATMALIYIZ!......... 35
ESİR TÜRKLERLE SOHBET EDİYORDUM Kİ............ 41
HEPİMİZ ALLAHIN KULUYUZ..................................... 45
SİZE İKİ ŞEY SORMAK İSTİYORUM............................ 49
ŞEHZADELERİNİN SÜNNET DÜĞÜNÜ....................... 53
BENİM İLK İŞİM NE OLACAK?..................................... 57
SİHİRBAZIN SONU.......................................................... 61
KAPIKULU OCAKLARI.................................................. 67
CEBECİ OCAĞI................................................................. 69
TOPÇU OCAĞI.................................................................. 71
ÇORLU İŞGAL ALTINDA............................................... 75
MURAD-I HÜDAVENDİGAR RUMELİDE . ................. 77
EDİRNE’NİN FETHİ (1363)............................................. 81
KAZASKERLİK MAKAMININ İHDASI......................... 83
SIRPSINDIĞI SAVAŞI...................................................... 85

5
EDİRNE OSMANLI’NIN BAŞKENTİ OLDU................. 87
GELİBOLU’NUN BİZANSLILARCA FETHİ (1366)...... 93
SULTAN MURAT’IN BALKAN SEFERİ (1367)............ 95
ŞEHZÂDE YILDIRIM BEYAZID’IN DÜĞÜNÜ............ 97
KÜTAHYA VE ÇEVRESİNİ ÇEYİZ OLARAK VERDİM.... 101
ŞEHZADE SAVCI BEYİ KANDIRDILAR...................... 103
PADİŞAH OĞLUNU AFFEDECEKMİŞ.......................... 109
VERİLECEK KARARA SAYGILI OLMALIYIZ............ 113
MANASTIR’IN ZAPTEDİLMESİ (1385) . ...................... 117
OSMANLI TOPRAKLARINA SALDIRDI...................... 119
BİR İSTEĞİN Mİ VAR?.................................................... 121
AVRUPA BİRLİK ARAYIŞINA GİRDİ........................... 125
BAHARDA KOSAVA’DA OLACAĞIM......................... 129
ÇANDARLI ALİ PAŞA .................................................... 133
KABEYİ GÖRMEDEN NAMAZA DURMUYORDU..... 137
SABAHA KADAR UYUMADI, GÖZYAŞI DÖKTÜ...... 143
KOSAVA’DA GÜLLER KAN AĞLIYORDU.................. 147
BIRAKIN GELSİN, BELKİ İMAN EDER........................ 151
SULTAN MURAT’IN SON SÖZLERİ............................. 155
A-MURAT DÖNEMİNİN SİYASİ OLAYLARI.............. 157

6
ŞABAN ÇİBİR

BİR HEDEFİN OLMALI...

Hedefi olmayan insanları nasıl tarif edersiniz? Onların bir


tarifi var mı?
Hani bana sorsanız, yaşayan ölüler diyesim geliyor. Az mı
oldu? Diğer tarifleri sizler yapınız. İyi ki sizler, bizler onlardan
değiliz. Yoksa insan olarak yaratılışımızın bir gayesi olmamış
olurdu. Yaratan bizi, kendimize ve kullarına faydalı olmamız
için yarattı. Elbette kendisine yararı olmayanın başkalarına ne
faydası olabilir ki?
Okumuyoruz desem, çok mu ileri gitmiş olurum. Fakat
öğrenmenin tek yolu da okumaktan geçiyor. Ders kitaplarını
okuyacağız da biraz da dünyada olup bitenleri okumalıyız. Ce-
halet insanın, insanlığın yüz karasıdır.
Bir gün alim bir zata sorarlar;
-İslamiyet’in en büyük düşmanı nedir?
Soranlar çok değişik açıklamalar, cevaplar beklerlerken,
alim zat tek kelimeyle cevap verir;
-Cehalet…
Bir kişi ayıyla arkadaş olmuş. Çok iyi anlaşıyorlar. Yedik-
leri ayrı gitmiyor. Yaz günüymüş. Gezerken yorulmuşlar, bir
ağacın gölgesinde dinlenirlerken genç adam uyuyakalmış. Yaz
7
MURAT HÜDAVENDİGÂR
günü ya, başlamış adamın yüzüne sinekler konmaya… Ayı bir
kovmuş, iki kovmuş olmuyor. Sonunda dayanamamış, almış
bir kayayı adamın alnına konan sineğe doğru fırlatmış. Adam
oracıkta ölmüş. Dostlarınız dikkat…
İşte, böyle cahiller, vatanı kurtaralım derken, başkalarının
tuzaklarına düşüyorlar.
Unutma, hedefe giden yolda bilgi, tecrübe, çalışkanlık,
gayret ayrılmaz kardeştirler.
Tabii ki, ulaşmak istediğin bir hedef varsa…
Bizim hedefimiz yarının müreffeh, bağımsız bir Türkiye’si
için…
Hedefi şimdi tam doksandan vurdunuz.
Sizlerle, gelecekten ümitliyiz…
Şaban Çibir - Öğretmen-Yazar
Türkler, bir ırk ve bir millet olarak yeryüzü-
nün en şerefli insanlarıdır.

-La Martine-

9
10
ŞABAN ÇİBİR

MURAD HÜDAVENDİGÂR
“ÇINARIN GÖVDESİ”

Üçüncü Osmanlı Padişahıdır.


Babası: Orhan Gazi
Annesi: Nilüfer Hatun
Doğumu: 29 Haziran 1326
Vefatı:28 Haziran 1389-Kosova
Saltanatı:1362 - 1389 (27) sene

I.Murat, Murat-ı Hüdavendigâr veya Gazi Hünkar, Os-


manlı Devleti’nin üçüncü padişahı. Babası Orhan Gazi, annesi
Nilüfer Hatun’dur. Babası Orhan Gazi döneminde 95.000 km²
olan devlet toprakları onun döneminde yaklaşık 500.000 km²
kadar genişlemiştir. Murat-ı Hüdavendigâr, uzun boylu, beyaz
tenli, doğan burunlu ve gayet güzel yüzlü bir padişahtı. Çok gü-
zel konuşurdu. Kimseyi incitmez, herkesin yardımına koşardı.

11
12
ŞABAN ÇİBİR

SU UYUR, DÜŞMAN UYUMAZ!

Bursa yeni bir sabaha uyanıyordu.


Murat Gazi, babası Orhan Gazi’yi toprağa vermiş,
yapılması gereken devlet işleriyle meşguldü. Fakat içinde an-
latılamayan bir sıkıntı vardı.
Diğer tarafta, Orhan Gazi’nin ölümünü duyan papazlar;
Bulgar, Sırp, Makedon, Rum, Macar, Leh ve Ulah papazları
şimdi tek bir gayede birleşmişlerdi. Müslümanlar Rumeli’den
atılacak, Rumeli’deki tüm Türk köyleri ve kasabaları basılarak
canlı bir tek Türk bırakılmayacaktı.
Murat Gazi için gün bitmek bilmiyordu. Uzun süre Kur-
an’ı Kerim okudu, dualar etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde
teheccüd yani gece namazını kılıp yatmıştı ki, babası Orhan
Gazi’yi rüyada gördü. Baba üzgün, kızgın ve hiddetle;
“Oğul, oğul, dedi. Sen ne biçim padişahsın? Kulların
Rumeli’de ateşlerde yanar, sen burada rahat döşeğinde nasıl
rahat uyursun?”
13
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Murat Gazi dehşet içinde uyandı. Korkudan tir, tir titriyor-


du. Babası sağlığında bile ona o şekilde bağırmamıştı.
“Hayırdır inşallah, dedi”
Hemen abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Artık uyuması
mümkün değildi.
Hemen, akıncı beyi Karacabey’e haber saldı. Karacabey’de
Orhan Gazi’nin defin işi için Bursa’daydı.
Karacabey endişe içinde saraya geldi. Murat Gazi onu a-
yakta karşıladı. Daha konuşmasına fırsat vermeden;
-Bre Karaca, dedi. Rumeli’de durum nasıldır?
Karacabey hiç beklemediği bu sual karşısında irkildi. Yeni
fethedilmekte olan bu diyarda bir meselemi vardı? Gece yarısı
Padişah kendini çağırıp niçin orayı soruyordu?
-Ben gelirken durum sakindi Sultanım!
- Şimdi durum nasıldır Karaca?
-Bilmiyorum Sultanım!
- Kim bilecek bunu Karaca? Ben ki; Osmanlı Sulta-
nı Murat Han olarak dahi Rumeli’de kullarım nice haldedir
bilmiyorum. Bu nasıl sultanlıktır Karaca? Kullarım ateşlerde
yanarsa, bunun vebalini kim üstlenecek? Sen ki akıncı beyi
Karaca olarak bunu dahi bilmezsen, kim bilecek?
Karacabey dehşete kapılmıştı. Padişah öylesine perişan
haldeydi ki sanki Rumeli ile ilgili kötü bir haber almış gibiydi.
Kanatları olsa uçacaktı Rumeli’ye doğru.
Karaca Bey, Padişahın huzurundan yıldırım hızıyla çık-
tı. Hemen yola koyulmak istiyordu. Ama hanımı Hatice çok
hastaydı. Emektar hatununun bu sıkıntılı günlerinde yanında
bulunup, derdine derman aramaya koyulmuştu.
Evine vardığında karısı Hatice’yi ateşler içinde yanar bir
halde bulmuştu. Sırılsıklam ter içindeydi.

14
ŞABAN ÇİBİR

-Sen mi geldin bey, diye mırıldandı.


-Ben geldim Hatice’m, ben geldim.
-Ne buyuruyor Sultanımız, bey?
-Rumeli’yi sorar Hatice’m... Sanki Rumeli’den kötü bir
haber almış gibi bir hali vardı.
-Git Bey, Sen Rumeli’ye git, cihada devam et! Benim de
içim bir sıkıntılı. Sanki oradaki Müslüman kardeşlerimiz yal-
nız kalmışlar gibi gelir bana da...
-Hatice’m, sen çok hastasın ama!
-Sen beni düşünme bey... Allaha şükür Padişahımız
yanımızda, akrabalarımız yanımızdadır. Ya Rumeli’deki kar-
deşlerimiz? Onlar yalnızdır, gariptir, düşmanları çoktur. Hiç
beklemeden ve vakit kaybetmeden tez yola çıkasın. Ben son
nefeslerimi alır veririm bey... Bana hakkını helal et yeter.
-Niçin öyle konuşursun Hatice’m, sen benim çocukları-
mın anasısın, şifa bulup yaşayacaksın!
-Kendini yorma beyim, benim sağ yanımdan sol yanıma
dönecek takatim yok. İnşallah Cennette buluşuruz bey.
Hikmet-i ilahi: Karacabey’in bir an önce yola çıkmasını
istercesine aylardır hasta yatmakta olan eşi Hatice, kelime-i
şahadet getirerek bir kuş gibi bu dünyadan uçup gitmişti.
Karaca Bey’in hanımının öldüğünü haber alan Murat Ga-
zi vakit geçirmeden oraya koştu. Seher vaktiydi. Karaca Bey’e
başsağlığı diledi, cenaze işlerinde yardımcı oldu.
Akşam olduğunda Murat Gazi ortalığın sakinlediğini gö-
rünce Karaca Bey;
-Karacam, dedi. İstersen bu Rumeli işinden sizi azl ede-
lim. Bu gün sizi de çok üzdüm. Hakkınızı helal ediniz.
Deyip, akşam gördüğü rüyayı anlattı. Rüyayı dinleyen Ka-
raca Bey,

15
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Bunu daha önce niçin anlatmadınız Sultanım, dedi. Bu


çok önemli bir rüya... Burada sadece size değil, bizlere de i-
kaz var. Rahmetli Orhan Gazi büyüğüm, öldükten sonra da
bizleri düşünüyor, halkını düşünüyor. Bunda gecikme olamaz
sultanım. Önceden haberim olsaydı, cenazeyi size bırakır, hiç
ardıma bakmadan Rumeli’ye doğru at sürerdim. Hemen bu ak-
şam yola çıkıyorum. Yanıma kırk yiğit verin yeter.
Gazi Murat Han, Karaca Bey’in bu tez canlılığına hayran
oldu, ona sarıldı.
-Yolun açık olsun Karaca, dedi. Hayırlı haberlerini bekli-
yorum.
Hemen hazırlıklar başladı. Yatsı namazından sonra
Rumeli’ye doğru bir avuç serdengeçti at üzerinde uçarcasına
yol alıyorlardı. En önde Karaca Bey vardı ve ona yetişebilene
aşkolsun...

16
ŞABAN ÇİBİR

LALAM BU RÜYAYA SİZ NE DERSİNİZ?

Muradı Hüdavendigâr, Karaca Bey’i Rumeli’ye gönder-


mişti ama içindeki sıkıntı geçmemişti. Sürekli gördüğü rüyayı
düşünüyor, babasının hiddetli hali bir türlü gözünün önünden
gitmiyordu. Sıkıntısını biraz hafifletmek için, küçük yaştan
itibaren yanında ilim ve irfan öğrendiği Lala Şahin Paşa’yı sa-
raya davet ederek fikirlerinden ve sohbetinden istifade etmek
istedi.
Lala Şahin Paşa, küçük yaşlarından beri eğitime katkıda
bulunduğu Sultan Murat Han’ın davetine icabet ederek saraya
geldi. Padişah saygıda kusur etmeksizin hocasının elini öpe-
rek, onu başköşeye oturttu. Hal, hatırdan sonra Padişah;
-Lalam, dedi. Sizi bazı konularda istişare etmek için ça-
ğırdım.
-Buyur Sultanım...

17
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Cennet mekan babamı dün gece rüyamda gördüm.


Lala Şahin Paşa hemen ayağa kalktı.
-Hayır olsun Sultanım, dedi. Ne buyurdular?
-Rumeli’nin ateşte yandığını söyledi.
Lala Şahin Paşa,
-Sultanım, dedi. Cennet mekan babanız Rumeli’deki bir
sıkıntıyı dile getirmiş. Oradaki Müslümanlar darda kalmış sa-
nırım.
-Lalam, Karaca Gazi’yi Rumeli’ye gönderdik ama ayrı-
ca orada köklü tedbirler alma lüzumu görürüz. Anadolu’dan
götürdüğümüz Türkler kadar Müslümanlığı kabul eden Hıris-
tiyanların canı da mühimdir.
-Elbette Sultanım!
- Lala bilirsin sana küçük yaştan beri çok güvenirim, elin-
de büyüdüm, ne öğrendimse senden öğrendim!
-Estağfirullah Sultanım!
- Rumeli’nin fethinde kuvvetten ziyade ilim ön planda ol-
malı diye düşünürüm, ne dersin?
-Çok doğru düşünürsünüz Sultanım!
-O zaman vakit hizmet vaktidir Lala! Senin ilim ve adale-
tine güvenim tamdır. Rumeli’de büyük hizmetler yapacağına
inanıyor, seni Rumeli Beylerbeyliği’ne münasip görüyorum
ne dersin?
-Emir Sultanımızındır!

18
ŞABAN ÇİBİR

RUMELİ ATEŞLER İÇİNDE...

M araca Paşa ve yanındaki kırk yiğit, durup dinlenme bil-


meden sabaha karşı Rumeli’ye geçtiler. Hiç birinin ağzını bıçak
açmıyordu. Her biri adeta burnundan soluyordu. İçlerine doğ-
muştu vahşetin büyüklüğü... Karaca Bey bir dağ tepesinde durdu
ve etrafı dinledi, ses yok... Biraz bekledi, belki bir ezan sesi du-
yarım diye ama boşuna... Sonra askerlerine dönüp;
-Eyvaaaahhh, dedi!... korktuğumuz başımıza gelecek gali-
ba. Buralarda sanki hiç Müslüman kalmamış gibi. Şu an ezan
vaktidir, uyanma zamanıdır ama...
Son sözünü tamamlayamadı ve oturup ağlamaya başladı.
Kırk yiğit de gözyaşı döküyordu. İçlerinden birisi kendini to-
parlayıp,
-Paşam, dedi. Oturup ağlayacak vakit değildir. Gün doğ-
madan namazlarımızı kılalım ve yeni bir vahşet olmadan
tedbirlerimizi alalım.

19
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Karaca Bey başını doğrulttu,


-İyi dersin de yiğidim, dedi. Buraların hesabı bizden sorulur.
Bizler buraları yalnız bırakıp gitmememiz lazımdı. Biz ne yap-
tık, yeni Müslüman olmuş kardeşlerimizi yüz üstü bırakıp gittik.
Ben bu gafletime ağlarım. Onların hesabını nasıl veririm ben?
Onlar ahrette benim yakamdan tutmazlar mı? Bunun hesabı ba-
na sorulmaz mı?
-İyi dersin de komutanım, olan olmuş. Takdiri İlahi böyley-
miş. Bizler şimdi yenilerini önleyelim, tedbirlerimizi alalım. Daha
kötüsünden korunmak için Rabbimize yalvaralım, boyun büke-
lim. Şimdi kardeşimiz imam olsun ve sabah namazımızı kılalım.
Kırk yiğit komutanlarıyla beraber sabah namazını kıldılar,
dualar ettiler, gözyaşı döktüler. Karaca Bey,
-İlk durağımız Hidayet Köyü’dür deyip atını mahmuzladı.
Ardından kırk yiğit bendini yıkmış seller gibi komutanla-
rının ardından, ufukta gözden kayboldular. Karaca Bey diğer
köyleri adeta unutmuş, yeni Müslüman olan Hidayet Köyü’nü
düşünür olmuştu. Biliyordu ki, Hıristiyan eşkıyaları şayet bir
kötülük yapacaklarsa ilk önce buradan başlarlardı. Çok zaman
geçmeden Hidayet Köyü uzaktan göründü. Güneşin ilk ışıkları
Hidayet Köyü’nü aydınlatırken gökyüzünde akbabalar manevra-
lar yaparak dolaşıyorlardı.
Karaca Bey atını durdurdu, yere indi. Kırk yiğit de aynı şe-
yi yaptılar. Herkes aynı manzarayı görmüştü. Söyleyecek bir şey
yoktu. İnceden inceye bir duman tütüyordu Hidayet Köyü’nün
üzerinde. Karaca Bey gözyaşlarını içine akıtarak tekrar atına
bindi ve köye doğru atına yol verdi.
Köye ilk giren Karaca Bey, adımını atar atmaz etrafa saçıl-
mış ölülerle karşılaştı. Arkadaşlarına seslendi,
-Dağılın! Belki bir yaralı buluruz, imdat isteyen birileri ola-
bilir. Her biriniz ayrı yöne gitsin.
Kırk yiğit denileni yaptı ama boşuna. Fakat bir ses,
-İmdaaaattt... İmdaaaattttt..

20
ŞABAN ÇİBİR

Diye bağırıyordu. Hemen sesin geldiği yöne koştular, bir


anne ve yeni doğum yaptığı bir bebeği. Hemen alıp dışarı çıkar-
dılar. Karaca Bey,
-Bacım, dedi. Ne bu hal? Ne oldu sizlere? Bunları kim öl-
dürdü?
-Hıristo ve adamları...
Diyebildi kadıncağız. Ağlamaktan konuşamadı. Karaca Bey,
-Başka bildiğin sağ var mı? Saklanan var mı? Seni nasıl da
görmediler?
-İçlerinden birisi biraz merhamet sahibiymiş ki, ona kendi
dilleriyle konuşunca beni görmemezlikten geldi. Sonra hamile
olduğumu da görünce benimle fazla oyalanmadı. Zaten o sıralar
ağrılarımla fazlalaşmıştı. Hatta ebe çağırmaya giden komşumu
da bir daha göremedim.
-Kendini yorma bacım. İnşallah bunlar geçecek ve onlar la-
yık oldukları dersi alacaklar. Bebeğinde hayırlı, mübarek olsun.
İsmini ne koydun.
Anne mahzunlaştı, başını öne eğdi, hafif bir sesle,
-İsmini siz koyunuz beyim, diyebildi. Öyle bir isim olsun ki,
bu kanların intikamını, Müslümanların, İslamiyet’in düşmanla-
rına dünyayı dar etsin. Ben bir serdengeçtiyle evlenmiştim. Bu
çocuk babası gibi bir kahraman olacak inşallah.
Karaca Bey duygulanmıştı. Ağlamamak için kendini zor tuttu.
-Bacım, dedi. Kocanızın, yiğidinizin ismi neydi?
Anne bir aslan gibi ayağa kalktı, ağlamayı bıraktı.
Karaca Bey kadının bu hareketine şaşırdı;
-Hayırdır bacım, bir şey mi oldu?
Genç anne;
-Evlenirken ona söz vermiştim. Aramızda bir anlaşma yap-
mıştık. Bana demişti ki,
“Bizlerin ömrü at üzerinde geçiyor. Bizim gecemiz, gün-
düzümüz belli değildir. Bir gün bakarsın ölüm haberimiz

21
MURAT HÜDAVENDİGÂR

gelivermiştir. Şayet arkamdan ağlamayacaksan, doğacak çocu-


ğumuza anne-baba olabileceksen seninle evlenirim. Yoksa bu
sevdadan vazgeçelim.”
- Ben de ona söz vermiştim. Onun adı Seyfullah’tı. Karar si-
zindir Beyim. Bizim burada büyüğümüz, sahibimiz sizsiniz. Bu
çocuğa öyle bir isim ver ki, hem Rabbim ondan hoşnut olsun,
hem de adına layık bir yiğit olsun.
Karaca Bey ve bütün yiğitler;
-Allahüekber... Allahüekber... Allahüekber...
Nidalarıyla ortalığı çınlattılar. Anne ne olduğunu, neye uğ-
radığını anlayamadı, şaşırmıştı. Karaca Bey,
-Müjdeler olsun anne, dedi. Babasının ne güzel bir is-
mi varmış. Oğlunun adı, Seyfullah olacak. Yani Allahın Kılıcı
demektir. Bundan güzel bir isim olur mu? Tam senin aradığın
gibi... Oğlun büyüyünce büyük bir serdengeçti olacak babası gi-
bi. Hayırlı, mübarek olsun.
Deyip, çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet oku-
du Karaca Bey ve çocuğa ismini üç defa her kulağına seslendi,
-Ya Seyfullah... Ya Seyfullah... Ya Seyfullah...
Sonra da onun için ve bütün Müslümanlar için dua etti,
yiğitler ve anne amin, dediler. Kırk yiğit mezar kazdılar, cenaze-
lerin namazlarını kıldılar ve onları defnettiler. Aynı manzaralar
diğer köyde de devam etti.
O gece Karaca Bey güvenli bir yere çekilerek hem dinlen-
diler, hem de Hıristo ve adamlarını nasıl yakalayacaklarının
hesabını yaptılar.

22
Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrıl-
mayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu
hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülük-
lerden korumak. Bu asil hareket özellikle Türklerde
göze çarpıyor.
-Auguste Comte-

23
24
ŞABAN ÇİBİR

ONLAR BUNU HESABINI ÖDEYECEKLER!

Murad-ı Hüdavendigâr uçan kuştan haber bekliyordu.


Rumeli aklından hiç çıkmıyordu. O gece yatağına yattı ama u-
yumak ne mümkün. Uzun süre uyumak için döndü durdu fakat
olmadı. Kalkıp abdest aldı, Yasin’i Şerifi okumaya başladı. Bir
okudu, iki okudu, on bire tamamladı. Sonra ellerini açıp uzun,
uzadıya dua etti. Sonra kalkıp namaz kılmaya başladı. Selam
verdiğinde şafak vakti olmuştu.
Bir ara seccadesinin üzerinde dalar gibi oldu, kulağına nal
sesleri geldi. Hemen pencereye koştu. Ufuklar yeni aydınla-
nıyordu. Uzaktan bir karartı toz bulutunu arkasında bırakarak
şehre giriyordu. İçinden, “Hayır olsun inşallah, dedi.” Vücu-
dunu anlayamadığı bir sızı ve titreme kapladı. Şimdiye kadar
hiç böyle olmamıştı. Ağlamaya başladı. Öyle ki bütün saray
halkı bu ağlamaya uyandı. Hepsi şaşırmışlardı.
Çok geçmeden atlı sarayın bahçesine girdi. Murat Gazi’yi
karşısında görünce hemen atından indi ve koşarak boynuna sa-
rıldı. Padişah durumu anlamıştı,

25
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Hayırdır, dedi.
-Üç köy yok olmuş Padişahım, diyebildi...
Murat Gazi adeta deliye döndü. Sarayın avlusu paşalar
ve komutanlarla dolup taşmıştı. Padişah onlar arasında mekik
dokuyordu. Ona gidiyor yakasından tutuyor, bu yana geliyor
komutanları tutup silkeliyor ve durmadan konuşuyordu.
-Hepimiz uyuduk!
-Bunun hesabını nasıl vereceğiz?
-Onların ahı yerde kalmamalı!
-Ne bu gaflet?
Sonra hiç tereddüt etmeden emrini verdi;
-Bir saat sonra Rumeli’ye sefer vardır. Bütün kuvvetler o-
raya... Benim de atımı hazırlayın. Görsünler bakalım dünyanın
kaç bucak olduğunu... Onlara yaptıklarının hesabını kat be kat
ödetmeliyiz.
Herkes, “Baş üstüne Padişahım,” demekten başka çıkış
yolu bulamadı. Fakat bu iş aceleye gelmezdi. Haberci askeri
iyice bir dinlemek lazımdı. Son durum neydi? Bunu kimse bi-
lemiyordu. Murat Gazi haklıydı ama bu devlet işiydi. Bir anlık
verilecek kararla neticeye gidilemezdi. Sonra bir tarafı yapar-
ken, diğer tarafı yıkmamak lazımdı.
Paşalar, komutanlar birbirlerine bakıştılar. Bu arada Murat
Gazi’nin en küçük çocuğu koşarak yanına geldi.
-Müsaitseniz annem sizi çağırıyor efendim, dedi.
İşte o zaman Murad-ı Hüdavendigâr biraz yumuşar gi-
bi oldu. El işaretiyle, sizler hazırlıkları yapın, ben geliyorum
diyerek dönüp gitti. Padişah içeri gidince beyler, paşalar, ko-
mutanlar derin bir nefes aldılar. Saray Ağası Abdullah Ağa
hisleriyle değil, aklıyla hareket eden, karar vermeden danı-
şan, araştıran bir yapıya sahipti. Bu yüzden çevresinde herkes
tarafından sevilen, sayılan, sözü dinlenen bir kişiydi. Askeri
yanına çağırarak,
26
ŞABAN ÇİBİR

-Evladım, dedi. Şu olanları bir, bir bi anlat bakalım. Bir de


biz dinleyelim.
Diğer paşalar, komutanlar da gelip yanlarına oturdular.
Asker, olanları, Müslümanlara yapılan zulümleri ayrın-
tılarıyla anlattı. Dinleyenlerin tüyleri diken, diken olmuş, bu
vahşet karşısında hepsinin kanı donmuştu.
-Peki evladım, dedi yaşlı saray ağası. Son durum nedir?
-Şu anda her şey kontrol altındadır efendim. Fakat bunların
ne zaman ne yapacakları belli olmuyor. Lala Şahin Paşa’mızın
da oraya gelecek bizlere kuvvet verecektir.
Abdullah Ağa uzun, uzun düşündü, sakalını sıvazladı, yaş-
lı gözleri dalıp gitti. Ne zaman sonra kendisine geldi;
-Durum anlaşılmıştır asker, dedi. Var sen biraz istirahat et.
Bu durumu ben bizzat Padişah efendimizle konuşacağım. Öf-
keyle kalkan, zararla otururmuş. Dimyat’a pirince giderken,
evdeki bulgurdan olmayalım. Ne dersiniz paşalarım, komutan-
larım? Haksız mıyım?
Bütün paşalar ve komutanlar sukut etti, haklısınız ağam,
dediler.
Padişah Murad-ı Hüdavendigâr, yaşı ve tecrübesine
güvendiği Abdullah Efendiyi dinlerdi. Saray Ağası vakit kay-
betmeden padişahın yanına doğru yürümeye başladı.
Bir zaman sonra müjdeli haberi getirdi;
-Rumeli’ye destek kuvvetleri gönderiyoruz. Tez zamanda
suçlular bulunup adaletin karşısına çıkarılacaktır. Daha önce
oralarda görev yapmış komutanlar birliklere komuta edecek-
lerdir. Gazanız şimdiden mübarek olsun.
Deyip, Rumeli’ye gidecek birlikleri oluşturmak için bir di-
van oluşturdular.

27
28
ŞABAN ÇİBİR

VAHŞET DİZ BOYUYDU !..

Papaz Hıristo Rumeli de Müslüman kanı dökmeye baş-


layınca mutaassıp, tutucu Hıristiyanlar ve Papalık tarafından
halk kahramanı gibi karşılandı.
Papa, Hıristo’yu üstün hizmet madalyası ile ödüllendirir-
ken onun bu kahramanca mücadelesinin Rumeli ve Balkanlarda
bir tek canlı Türk kalmayıncaya kadar devam etmesi temenni-
sinde bulunulmuştu. Hıristo, papalık tarafından kahraman ilan
edildikten sonra katliamlarına daha da hız verdi..
Gece Hacılar köyünün yamacına ulaşmışlar köyde keşif
yapıyorlardı. Hacılar köyü kırk elli haneli bir Türk köyüydü.
Zaten eli kılıç tutan yiğitler küffar diyarına akına çıktığı için
köyde yaşlı, kadın, çocuk ve hastalardan başka kimse yoktu.
Zaten Hıristonun iştahını bu sahipsiz köyler kabartıyordu.
Hacılar köyü halkını köy meydanına topladılar. Hıris-
to sıraya dizdiği her köylüye önce Hıristiyan olmasını teklif
ediyordu. Hiçbir Türk bunu kabul etmediği için oracıkta öldü-
rülüp bırakılıyorlardı.
29
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Hacılar köyü halkının feryadı arşa yükselmişti. Sıdıka ha-


tun sabır ve metanetle sıranın kendine gelmesini beklerken,
içinden dua ediyordu.
“Ya Rabbi! İmamı Azam hürmetine, Şeyh Edebali hürme-
tine, Murat Gazi hürmetine, Orhan Gazi hürmetine imdat eyle.”
Hıristo Sıdıka Hatun’a sordu.
- Hıristiyan olmayı kabul ediyor musun?
O söylenilenleri duymuyordu bile... Sürekli dua ediyor,
Allah-ü Teala’nın sevgili evliya kullarını araya koyarak yal-
varıyordu.
- Ya Rabbi! Şeyh Edebali hürmetine imdat eyle!
Hain papaz Türk kadının sualine dua ile cevap vermesine
fena bozulmuştu. Adeta deliye dönmüş, azgın boğalar gibi bö-
ğürüyor, ağzından salyalar akıyordu. Hiddetle bağırdı,
-Sana söylüyorum be kadın! Beni duymuyor musun?
Ses yok... Sıdıka kadın gözlerini kapamış, kucağındaki
çocuğuna sıkı, sıkıya sarılmıştı. Hıristo, baktı ki olacak gibi
değil, nefretten dönmüş gözlerini bu defa kucağında tuttuğu
çocuğa çevirdi,
-Alın kucağındaki bebeği!
Anne yüreği dayanamadı,
- Almayın yavrumu, kıymayın ona! Öldürecekseniz beni
öldürün.
Hıristo sırıtarak kahkahayı patlattı,
-O bebeği on sekiz parçaya bölüp her parçasını ayrı yere
fırlatın, çabuk! Diye emrini verdi.
İnsanlık tarihinin kara sayfalarından biri daha yazılıyor-
du. Sıdıka hatun’un kucağındaki minik bebeği aç kurtlar gibi
kaparak yere fırlattı hırpani tipli bir çete mensubu. Kılıcını
havaya kaldırdı, önce ikiye ayırıp sonra diğer parçalara ayı-
racaktı.
30
ŞABAN ÇİBİR

ÖNÜNÜ KESİN, BİR YERE KAÇMASIN

Minik bebeği yere fırlatınca bebek ağlamaya başlamıştı.


Sıdıka hatun bebeğini almak için çırpınıp duruyordu. Hıristo-
nun adamı kılıcı bebeğe indirirken, Sıdıka Hatun;
-İmdat ya Rabbi... Sevdiğin kullar hürmetine, Peygamber
efendimiz hürmetine, Seyidet Nefise Hürmetine imdaaaatttt
Allah’ım...
Kılıç havada asılı kaldı. Bu sese dağlar, kurtlar, kuşlar,
taşlar ses verdi, yankı buldu. Hıristiyan çapulcu sürüsü neye
uğradığını anlamaya çalışırken olanlar oldu. Yönü tespit edi-
lemeyen bir ok havada ıslıklar çalarak geldi ve eli kılıç tutan
Hıristiyan’ın gözünden girip beynini parçaladı. Olduğu yere
yığılıp kaldı. Bunu gören Hıristo ve yaltakçıları neye uğradık-
larını şaşırdılar. Hıristo yanında bekleyen atına atladığı gibi
ardına bile bakmadan kaçmaya başladı. Karaca Bey’in sesi du-
yuldu,
31
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Önünü kesin. Bir yere kaçmasın. Hesabı ödemeden git-


mek yok.
Çok geçmeden at kişnemeleri nal seslerine karışmış, Ka-
raca Bey mahiyetindeki kırk akıncıyla imdada yetişmişti.
Hıristonun sarhoş çeteleriyle vuruşma, fazla zaman almadı.
Karacabey, çete mensuplarının diri olarak yakalanmasını em-
retmişti. Binlerce masum Türk’ü katleden çete mensupları,
kadı önüne çıkarılacaktı.
Kaçmakta olan Hıristo karşısında Türk Akıncılarını gö-
rünce yalvarmaya başladı,
-Teslim oluyorum, teslim oluyorum. Ne olur beni öl-
dürmeyin. Yalvarıyorum size... Ben ettim siz etmeyin. Siz
Müslümansınız, işkence yapmazsınız. Aman dileyene el kal-
dırmazsınız.
Genç akıncı adeta gök gürler gibi gürledi,
-Siz yaptıklarınızı ne de çabuk unuttunuz. O bebeğin suçu
neydi? O annenin suçu neydi? Ya o yaşlılar, garipler, kimsesiz-
ler... Sizin gücünüz zaten onlara yetiyor. Sonra da ben yaptım
siz yapmayın. Ona biz değil mahkemelerimiz karar verecektir.
Deyip, Hıristo’nun atına kamçısıyla hafiften vurdu. San-
ki at bu anı bekliyormuş gibi bir anda şaha kalkıverdi. Onun
kalkmasıyla Hıristo tepe taklak aşağı düşüyordu ki, ayağı ü-
zengiye takılı kaldı. Hıristo atın altında sürüklenmeye başladı.
At uyarılara rağmen durmadan koşuyor, Hıristo da danalar
gibi bağırıyordu. İlahi adalet yerini buluyordu. Kırk yiğit ve
halk olanları şaşkınlıkla ve ibretle seyrediyordu. At en son ge-
lip Karaca Bey’in önünde durdu. Hıristo tepe takla duruyor,
ne olacağını merak ediyordu. Elleri, yüzü kan içinde kalmıştı.
Karaca Bey yiğitlerine,
-Şuna yardım edin, dedi. Bir attan inmesini bile becere-
medi.
Gülüştüler...
32
ŞABAN ÇİBİR

Sahipsiz kadın ve çocukları işkenceyle katletmeyi mari-


fet sayarak kana doymak bilmeyen bir vampir olmuştu Papaz
hıristo, ama şimdi ayakları yere basmış, gerçekle yüz yüze
gelmişti. Bu zamana kadar hep ihtiyar, kadın ve çocukların
karşısına çıkmış ısrarla Türk Akıncılarıyla karşılaşmamaya
dikkat etmişti. Fakat şimdi istemese de onlarla yüz yüze gel-
mişti.
Ayaklarının bağı çözülmüş, ayakta durmakta zorlanıyor-
du. İlk sorgulamayı Karacabey bizzat kendisi yaptı. Yüzünden
zulmet akan cani papazın bu diyardaki katliamların baş sorum-
lusu olduğunu anlamıştı Karacabey. Onu iyi muhafaza etmesi
gerekiyordu.
Papaz Hıristo ve adamları, Gelibolu Kadısı Muhittin Alp
tarafından mahkeme edildi. İşledikleri vahşetinde ötesindeki
insanlık dışı suçlar sebebiyle idama mahkum edildi.
Murad-ı Hüdavendigâr Rumeli’de Gazi Evrenos, Hacı İl-
beyi, Abdurrahman Gazi’nin oğlu Karacabey gibi güvenilir
kumandanlarını vazifelendirmiş, Lala Şahin Paşa’yı da Rume-
li Beylerbeyliğine getirmişti.

33
34
ŞABAN ÇİBİR

BİZANS’A GİDEN YOLLARI KAPATMALIYIZ!

Murat Han yaptığı toplantıda;


-Edirne’yi almamız gerekir. Bizans’a giden yolları kapat-
malıyız. Bu konuda ne buyurursunuz?
Lala Şahin Paşa toplantıda bulunanlar içinde yaşça büyük
olduğu gibi ilim, irfan sahibiydi de... Bütün gözler kendine
çevrilince, eliyle anlaşıldı işareti yaparak konuşmaya başladı.
-Padişahım, kararınız uygun ve yerindedir. Zaman, zaman
bizler de aramızda toplandığımızda aynı şeyleri söyler, konu-
şurduk. Lakin bunun için iyi bir ön hazırlık yapmak gerekir.
Orası bütün Avrupa’nın ve Bizans’ın gözbebeği... Her zaman
olduğu gibi Akıncı Beylerine burada çok iş düşüyor. Vur, kaç
taktiğiyle düşman neye uğradığını iyi bir şaşırmalı. Böylece
onların savaş düzenini ve morallerini bozmuş oluruz.
Padişah tekrar söz aldı,

35
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Lalam, dedi. Sizlerin sohbetlerini özledik. Yarın Cuma,


önce mi olur yoksa sonra mı olur bilmem. Bütün ordu ve bizler
seni dinlemek istiyoruz. Bizi savaşa sizler hazırlayacaksınız.
Şimdi vakit geç olmuştur. Erken yatıp, erken kalkalım. İş sa-
bahındır. Hepinize Allah rahatlık versin.
Bu arada Murat Gazi’nin gözü Evrenos Bey’e takıldı. Ev-
renos Bey çok neşeliydi. Bunu ne kadar gizlemeye çalışsa da
bunu pek beceremiyordu. Sormadan edemedi.
-Evrenos Paşam, dedi. Sizde bu gün çok bir değişiklikler
görüyorum. Sanki bu gün başka zamanlarda olduğundan daha
neşeli görünüyorsun. Rahatlamış gibi bir haliniz var. Ne dersi-
niz? Yoksa yanılıyor muyum?
-Haklısınız sultanım, dedi. Beni affedin. Bu telaşa içinde
fırsat bulup da olanları sizlere arz edemedim. Benim bir hafta-
dır bayramım var.
-Hayırdır paşam. Hele anlat da bir dinleyelim şu bayramı.
-Sultanım, yıllar önce kaybettiğim bir mutluluğu tekrar
buldum.
-Evrenos Bey, lütfen şifreli konuşma. Çıkar şu ağzında-
ki baklayı.
-Kızıma ve torunuma kavuştum Sultanım. Esas memnun
olduğum husus ise, ikisinin de Müslüman olması. Kızım da
İslamiyet’le şereflenmiş. Ne aklıma geldi biliyor musunuz
Sultanım?
-Ne geldi paşam?
-Rahmetli Orhan Gazi büyüğümüz evlat acısından bahse-
dince, “Bunu Evrenos Bey daha iyi anlar.” demişti. Esir olup
da Müslümanlığı seçtiğimde geride eşimle kızımı bırakmış,
sonra onların izine rastlayamamıştım. Yine Orhan Gazi bü-
yüğümüz buyurmuştu ki, “İnşallah bir gün onlara rastlarsın.”
Allah’ıma sonsuz şükürler olsun ki, bugün bunlar gerçekleşti.

36
ŞABAN ÇİBİR

Evrenos Bey bunları anlatırken toplantıda bulunanlar se-


vinçlerinden ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Murat Gazi
hemen söze girdi.
-Peki, paşam, dedi. Ya eşiniz?
Evrenos Bey biraz üzüntülü, fakat yine de yüzünde gülü-
cükler olduğu halde cevapladı,
-İnnalillah ve innaileyhiraciun. Eşim sizlere ömür efendim.
Ama şurası sevindirici bir durum ki, o da ölmeden Müslüman
olmuş. Müslüman olduğu için öldürmüşler onu.
-Yani paşam, deseniz ya o da şehit oldu.
-Elhamdülillah efendim. İnşallah öyle olmuştur.
Bir ara sessizlik oldu; Murat Gazi ve orada bulunanlar
Evrenos Beye hayranlıkla bakıyorlar, bir şeyler anlatmasını is-
tiyorlardı. Sultan bunu anlamıştı.
-Evrenos, dedi. Hele şu kızına kavuşma işini bir anlatsan.
Evrenos Bey boyun büktü;
-Emriniz olur Sultanım.
Dedi ve anlatmaya başladı.

37
38
Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl
fikirler, basit düşünceler yoktur.
Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)

39
40
ŞABAN ÇİBİR

ESİR TÜRKLERLE SOHBET EDİYORDUM Kİ...

Evrenos Bey, Burgaz Adası’nda katliamdan kurtulan


Müslümanlara sohbet ederken, kucağındaki küçük çocukla
kendisini dikkatle dinleyen bir bayana gözü takıldı. Ne kadar
uğraştıysa da kendini o hanımdan alamadı. İçinden ona karşı
tarif edemediği, engel olamadığı bir sevgi oluştu. Aynı durum
çocuklu hanım için de söz konusuydu.
Hanımın bu durumu etrafındaki hanımların da dikkatini
çekmiş olacak ki, orta yaşlı bir bayan;
-Ayol, dedi çocuklu bayana dönerek... Komutanın nere-
deyse ağzının içine düşeceksin. Çok dikkatli bakma şu adama.
Şimdi rahatsız olup sohbeti yarı da kesecek.
Çocuklu bayan sesini daha da alçaltarak,
-Haklısın abla, dedi. Anlayamadığım bir durum var. Ne
kadar uğraşsam da gözlerimi ondan ayıramıyorum. Sanki yıl-
larca ayrı kalmışız da yeni buluşmuşuz gibi geliyor bana...
Anlatılmaz bir sevgi oluştu ona karşı.
41
I. MURAT (HÜDAVENDİGAR)

-Kızım iyi de, biraz da kafanı başka tarafa çevir,


-Tamam abla, dediğini yapmaya çalışırım.
Evrenos Bey iki hanımın kendilerinden bahsettiğini an-
lamıştı. Çocuklu bayan yönünü çevirmeden, Evrenos Gazi
yönünü diğer tarafa çevirdi.
-Gördün mü bak kızım, dedi. Komutan da bakışlardan ra-
hatsız olmuş olacak ki, yönünü başka tarafa çevirdi.
-Bizim konuşmalarımız mı rahatsız etti onu abla? Ne gü-
zel anlatıyordu. İnşallah bırakıp gitmez.
Evrenos Bey anlatmaya devam ediyor, ara sıra yönünü bu
tarafa döndüğünde çocuklu bayanla göz, göze geliyorlardı. İ-
çinden,
“Ya Rabbi günahlarımı affet. Bakışımda kötü bir niyetim
yor. Sanki bu bayanı yıllarca tanıyor gibiyim. Sanki bir kı-
zımmış gibi geliyor bana. Etraftakilerde rahatsız oldular. Ama
elimden bir şey gelmiyor ki... İstemeden yönüm bir anda o ta-
rafa dönüveriyor. Bunda bir hayır var ama bakalım ne? Bunu
daha sonra anlayacağız. Bursa’da bıraktığım eşime ne kadar
da benziyor. Hani biraz yaşlı olsa, kucağında çocuk olmasa o
diyeceğim.”
Diye düşünmekten kendini alamıyordu.
Çocuklu bayan dayanamayıp ağlamaya başladı. Ağladığı-
nı kimseye belli etmiyordu. O da içinden,
“Bu ses, bu gözler, bu bakış tıpkı babam. Allah’ım ne
kadar da özlemişim onu. Hani savaşta öldüğünü bilmesem
gidip boynuna, “babacığım...” diye sarılacağım. Hayır, ha-
yır o değil. Yanılıyorum. Bir hata yapmaktan Sen bizleri koru
Allah’ım. O bize ne güzel şeyler anlatıyor, ben de neler düşü-
nüyorum.”
Diye düşünüyor, yanlış anlaşılmadan dolayı kendini suçlu-
yordu. Bir ara öyle dalmış ki, çocuğunu elimden düşürüverdi.

42
ŞABAN ÇİBİR

Çocuk ağlamaya başlayınca Evrenos Bey konuşmasını kesti, o


ihtiyar vücudu bir ok gibi yerinden fırladı ve hemen çocuğun
yanına koştu. Onu yerden alıp bayana vermek istedi fakat ya-
pamadı. Tutup çocuğu bağrına bastı, onu sevdi, öptü, bir daha
öptü... Bayanla konuşmak istiyordu.

43
44
ŞABAN ÇİBİR

HEPİMİZ ALLAHIN KULUYUZ...

A
- dı ne bunun, dedi.
Çocuğun annesi bu yumuşak ses karşısında adeta eridi,
mahcup oldu. Fakat sesi işitince kalbine bir sevgi doldu. Şef-
katle baktı komutana ve,
-Abdullah efendim, dedi.
-Ne güzel isim, dedi Evrenos Bey. Hepimiz Allah’ın kulu-
yuz, dedi belli, belirsiz.
Bayan da onunla konuşmak istiyordu. Bu ses hiç yabancı
gelmiyordu kendisine.
-Bir şey mi dediniz efendim? Dedi.
Evrenos Bey çocuğu göstererek,
-Abdullah, dedi. Allah’ın kulu demektir. Hepimiz Allah’ın
kulu olduğumuz için o zaman hepimiz Abdullah’ız.
-Sizin de mi adınız Abdullah mı efendim?
45
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Evrenos Bey güldü. Çocuğu hanımın eline verdi. Bayan


ayağa kalktı, Evrenos Bey’e bir adım attı. Sanki tutup sarıla-
cak, doya, doya öpecek gibi bir hali vardı komutanı. Kendini
zor zapt etti. Yüzü kızardı, korkmuştu. Daha önce kendini uya-
ran hanım, onu kolundan tuttuğu gibi kenara çekti ve sessizce,
-Neler yapıyorsun sen? Dedi. Neredeyse komutana sarı-
lacaktın. Gerçi sarılsan da bir şey fark etmez ya... Komutan
baban yaşında...
Baban, kelimesini duyunca çocuğun annesi bayıldı. Ken-
di bir tarafa, çocuğu bir tarafa gitti. Herkes sohbeti bırakmış,
onlarla ilgileniyorlardı. Evrenos bey daha yerine oturmadan
tekrar ileri fırladı. Çocuğu tutup yerden kaldırdı, diğer ba-
yanlar da anne ile ilgileniyorlardı. Ne zaman sonra kendine
gelebildi anne... Evrenos Bey telaşlanmıştı.
-Bir şeyin yok ya kızım? Hani her hangi bir hastalığın
filan... Şayet öyle bir şey varsa seni hemen bir doktora götü-
relim.
Genç bayan ağlamaya başladı.
-Kızım bir derdin var ki ağlıyorsun. Lütfen derdini söyle.
Çocuğun annesi gözlerini komutana doğru dikti,
-Komutanım, dedi. Benim öyle bir derdim var ki yıllarca
buna bir çare bulamadım. Korkarım ki bu dert benimle bera-
ber mezara girer.
-Sen neler söylüyorsun kızım? Daha yaşın ne ki, bu kadar
dertlendin.
-Beyin nerededir?
-Beyim şehit oldu efendim.
-Demek ki derdin buymuş.
-Bu da dert mi ki efendim? O şehit oldu, ben bir şehit ha-
nımı oldum. Bundan büyük mutluluk mu olur?
-Peki, kızım o diğer derdini söylemeyecek misin?
46
ŞABAN ÇİBİR

-Dedim ya efendim, çare bulunmayacaksa, söylemenin ne


faydası var.
Herkes merak etmişti. Onu ilk defa böyle görüyorlardı.
Onlar da merak etmişlerdi bayanın çare bulunmayan derdine.
Bu arada bir asker koşarak geldi.
-Komutanım, komutanım ...
Evrenos Bey yönünü o tarafa çevirdi.
-N’oldu asker, dedi. Kara bir haber yok ya?
-Müjdeli bir haber komutanım. Padişahımız sizi bekliyorlar.
Evrenos Bey,
-Elhamdülillah, dedi. Demek bizi unutmamışlar. Hemen
gidiyoruz asker. Emirleri başımız üzeredir. Ey halkımız hak-
kınızı helal ediniz.

47
48
ŞABAN ÇİBİR

SİZE İKİ ŞEY SORMAK İSTİYORUM

Evrenos Bey tam gidecekti ki, çocuklu bayan kararlı bir


şekilde doğruldu ve Evrenos Bey’in kolundan tutuverdi.
-Babacığım, dedi. Size bir, iki şey sorabilir miyim?
-Elbette kızım. Eğer bu sorular seni rahatlatacaksa istedi-
ğin kadar sorabilirsin. Seni dinliyorum.
-Biraz önce asker sizlere Evrenos Bey diye hitap ettiler.
Bu lakabınız mıdır? Yorsa esas isminiz midir? Çünkü Türkler
de böyle bir isim yoktur.
-Haklısı kızım. Benim esas adım budur. Rahmetli Orhan
Gazi büyüğümüz bana da Abdullah İsmini vermişti. Fakat bu
Evrenos ismimi de kullanmamı söyledi. Bu isimle Müslüman
oldum ve Türkler arasında bu isimle anıldığım için böyle de-
vam etti.

49
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Yani aslında sizler önceleri Müslüman değildiniz?


-Evet. Ben Bursa Kalesinin kumandanıydım. Ne zaman ki
orası fethedildi, bizler de esir düştük. Fakat gördüğüm iyi mu-
amele karşısında Müslümanlığı seçtim. Anladım ki bu iyilik
ve güzellikler İslamiyet’te var. Bilmem anlatabildim mi?
-Peki efendim, arkanızda kimleri bıraktınız?
-Hanımımla bir kızımı bıraktım. Sonradan çok araştırdım
ama izlerini bulamadım.
-Efendim annemin dediğine göre babam ölmüş. O öyle
söylememiş olsaydı derdimin çaresi sizdiniz diyebilirdim. Ba-
bamın ismi de Evrenos’muş. O da geride annemi ve bizleri
bırakmış.
-Peki kızım annen ne oldu?
-Annem Müslüman olunca onu öldürdüler. Ben ise bir yo-
lunu bulup kaçtım. Şimdi efendim bana yardımcı olabilirsiniz.
Babamı sizler tanıyor olabilirsiniz. O da tekfurun ordusunda
görevliydi.
Evrenos Bey uzun, uzun düşündü.
-Peki kızım, dedi. Babana ait hiçbir bilgi, belge yok mu?
-Anneme askerden gönderdiği bir mektup var efendim.
Onu hep yanımda taşırım. O bana güç verir. Sanki babamla
berabermişim gibi gelir bana. Onu yanımdan hiç ayırmadım.
Annemden de kalan tek hatıra o...
-Şayet bir mahzuru yoksa o mektubu görebilir miyim?
Genç anne özenle sakladığı, bir mendile sarılı mektubu,
arkasını dönerek koynundan çıkarıp Evrenos Bey’e uzattı.
Evrenos Bey daha mendili görür görmez bir,
“Aaaahhh...” diyerek bayılıp düştü. Askerler hemen te-
yakkuza geçtiler.
-Bir saldırı mı oldu?

50
ŞABAN ÇİBİR

- Bir ok filan gelip komutanımızı vurmuş olmasın?


-Hemen etrafı kollayın.
Askerler iki tarafa koştururken Evrenos Bey’in etrafında-
kiler onun kendisine gelmesine yardım ettiler. Ne zaman sonra
gözlerini açan Evrenos Bey bitkin bir şekilde kollarını zorla
yana açarak,
-Kızım... Kızım... Kızım...
Diye inlemeye başladı. İhtiyar kalbi yılların hasretine
dayanamamıştı. Etrafındakiler şaşkın, şaşkın bakınırlarken
Evrenos Bey ayağa kalkıp,
-Sen Mariya’sın demek, dedi.
Bu sefer şaşırma sırası anneye gelmişti.
-Siz benim adımı nereden biliyorsunuz.
-Bu mendil her şeyi anlatıyor. Sen benim kızımsın!...
Anne Evrenos Bey’e öyle bir sarıldı ki, görenler şaşırdılar.
Herkes ağlıyordu.
Ne zaman sonra kendilerine gelebildiler. Baba, kız fırtınası
dinmiş bir deniz gibiydiler. Azgın dalgalarla boğuşup, sonunda
sahile çıkan iki şanslı insan... Sonra Evrenos Bey mektubu açıp
okudu. Ama ne okuma... Gözyaşları sel olup çağladı. Asker,
-Komutanım, dedi.
-Anlaşıldı asker, diye cevap verdi Evrenos Bey. Seni de
çok beklettik.
Sonra kızına dönerek,
-Haydi kızım, sen de benimle geliyorsun. Bundan böyle
baba nerede, kızı da orada... Vedalaş bütün herkesle. Helalleş
onlarla... Gidip dönmemek, gelip görmemek var.”
İşte böyle Sultanım; kızımla buluşmam böyle oldu.
Orada bulunanların hepsi gelip Evrenos Beyi kutladılar.
Toplantı bu müjdeli haber ile bitmiş oldu.
51
52
ŞABAN ÇİBİR

ŞEHZADELERİNİN SÜNNET DÜĞÜNÜ

Sultan Murat Avrupa’da fetihlere devam etmek üzere


Bursa’dan hareket etmeden önce üç şehzadesi Bayezid, Yakup
ve Savcı’nın sünnet düğünlerini yaptı. Bu düğünlerin yapıldı-
ğı günlerde Bizans İmparatoru patrikhane ile diyalog halinde
bir taraftan Rumeli’yi yakarak, kasıp kavururken diğer yandan
da Yalova sahillerini yağmalamak, Türk şehir ve kasabalarını
yakarak zarar vermek ve Türk esirler alarak Bizans’a götür-
mek maksadıyla birkaç gemilik donanmayla Yalova’ya asker
çıkarmıştı.
Büyük bir Allah dostu ve evliya olan sultan Murat Han
şehzadelerinin sünnet düğünü sırasında yanına yüz kişilik
seçme birlik alarak atlarına atlayıp Yalova sahiline geldiler.
Yalova’da bir katliam olacağı Sultan Murat Han’ın içine doğ-
muştu. Yalova’ya ulaşan Sultan Murat Han ve yiğitleri, hemen
siperlere yatarak Bizans askerlerini beklemeye başladılar. Az
zaman geçmişti ki, ufuktan beklenen misafirler görünmeye
başladı. Karar verildiği şekilde zarar vermeden karaya çıkan

53
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Bizans askerlerini, Osmanlı yiğitleri sanki davet etmiş gibi


karşılayarak esir aldı. Bizanslılar neye uğradığını anlayama-
mıştı.
Gemiden inen asker, Türk Askerleri tarafından tutuk-
lanıyordu. Askerlerinin esir alınıp tutuklandığını fark eden
donanma kumandanı vaziyeti anlayıp son gemiyi kaçırmaya
çalıştı, ama Sultan Murat onun kaçmasına müsaade etmeye-
rek gemilerle birlikte tüm mallarına el koydu. Bu savaşta ele
geçirilenler arasın da bazı sanatkarlar da bulunuyordu. Öbür
ganimetlerle birlikte bunlar da padişahın huzuruna getirildi.
Bizanslı esirler içinde çok becerikli ve mesleğinde mahir
bir mimarın da bulunduğu anlaşınca Sultan Murat Han onu ya-
nına çağırdı ve;
-Seni azat ediyorum. Bizler ilme, fenne ve tekniğe kısaca-
sı sanat ve sanatkara karşı son derece hürmetimiz vardır. İster
memleketine dön, istersen de bizimle beraber kal ve burada sa-
natını ihya eyle.
-Mimar şaşırdı,
-Efendim, dedi. Beni henüz tanımıyorsunuz. Bana bu ko-
nuda nasıl da güveniyorsunuz? Hile yapmayacağımdan nasıl
da emin olabiliyorsunuz?
Murat Gazi gülümsedi,
-Gerçek sanatkar odur ki, mesleğinde hile yapmaz. Sonra
biz insanı gördüğümüzde onun nasıl bir karaktere sahip oldu-
ğunu hemen anlarız. Siz düzgün bir insana benziyorsunuz.
-Ama efendim ben Hıristiyan inancına sahibim.
-Bizde inançlara saygı vardır. İki gün sonra kimin ne o-
lacağı belli olmaz. Bakarsın ki siz Müslüman olmuşsunuz ve
bizleri kat, kat geçmişsiniz.

54
ŞABAN ÇİBİR

Mimar bu hoşgörü karşısında adeta kendinden geçti. Bir


süre Murat Gazi’ye bakar vaziyette kalakaldı.
-Ne diyorsun ey mimar başı, dedi Murat Gazi.
-Şey efendim, diye kekeledi mimar. Siz nasıl uygun görür-
seniz öyle olsun. Ne isterseniz onu yapmaya hazırım.
Padişah;
-İlk işin bir cami inşa etmek olacak, dedi.
Mimar bu sefer tam şaşırdı;
-Bir cami mi, dedi.
-Evet, bir cami...
Mimar neredeyse küçük dilini yutacaktı. Başını duvara
çarpmış mecnun misali sağa, sola manasızca baktı. Murat Ga-
zi gülüyordu. Ne zaman sonra mimar kendini topladı, saygıda
kusur etmeyerek;
-Efendim, dedi. Özür dilerim de ya ben çok safım ya da
sizler çok iyimser ve hoşgörülüsünüz.
Murat Gazi hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve ilk defa kahka-
ha attı. Yanındakilerde güldüler. Murat Gazi, mimarın arkasını
sıvazladı,
-İnşallah dediğin gibi oluruz, dedi. Hepimiz Allah-ü
Teala’nın kullarıyız. Sen de Onun kulusun biz de... Sen de Ona
inanıyorsun, biz de... Biz bütün Peygamberlere iman ediyoruz,
inanıyoruz fakat sizler Hazreti Muhammed Aleyhisselama
inanmıyorsunuz. Farkımız burada. Sizler sadece İsa Aleyhis-
selama inanıyorsunuz ama bu inancınız da yanlış ve bozuk.
Son cümleyi duyan mimar derin, derin düşündü.
-Sizler, dedi. Sizler İsa Peygambere inanıyor musunuz?
-Elbette inanıyoruz. O da Allah-ü Teala’nın Peygamberi-
dir. Şu kadar var ki, onun getirdiği dinin hükmü kalmamıştır.
55
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Yani İncil sizler tarafından değiştirilmiş, ilk geldiği gibi koru-


namamıştır. Onun yerine Kuran’ı Kerimin hükümleri geçerli
olmuştur ve bütün insanlık bu dine yani İslamiyet’e uymak zo-
rundadır. Kurtuluş buradadır. Kıyamete yakın İsa Peygamber
gökten yere inecek ve İslamiyet’e uyacaktır. Yani Muhammed
aleyhisselamın getirdiği dine uyacak ve onun ümmetinden o-
lacaktır.

56
ŞABAN ÇİBİR

BENİM İLK İŞİM NE OLACAK?

Mimar;
-Ne güzel anlatıyorsunuz efendim, dedi. Şimdi bana ilk i-
şimi söyler misiniz?
-Sarayımın karşısında bir cami, dedi Murat Gazi.
Mimar işin şaka değil gerçek olduğunu; Sultan Murat
Han’ın ciddi olduğunu ancak anlayabilmişti. Düşündü; bu va-
kur sahibi kişinin bir bildiği vardır; onu kırmamalıyım; onun iyi
niyetini su-istimal etmemeliyim diye içinden geçirince birden;
-Peki, efendim.
Deyip edeple huzurdan ayrıldı Bizanslı mimar...
1365 yılında bu hayırlı işe başlandı ve cami bitirildi. Şeh-
rin arka yakasında kaplıca adıyla bilinen temizliği ve güzelliği
ile anılan bir hamam yaptırdı.
Bunun yanı başında da imaret ve misafirhane ile mescit,
mescidin üst katında medrese ve talebe hücreleri inşa ettirdi.
Gerçekte bu iki cami ve binalar yapı bakımından yerlerini bul-

57
MURAT HÜDAVENDİGÂR

muşlardı. Sofanın genişliği, sütun ve kemerlerinin yapısı göz


kamaştırmaktaydı. Bursa’da Gökdere’nin su taksim yerinde
bulunan mescit de bu Gazi Hünkar’ın hayır eseri olarak imar
edilmiştir. Ayrıca Bilecik’te bir mescit, Yenişehir’de ise Postin-
puş namıyla şöhret bulmuş bir derviş adına bir han yaptırmıştı.
Mimar yaptığı işler, gördüğü itibar karşısında öyle et-
kilendi ki, en sonunda Sultan Murat Gazi hanın huzurunda
Müslüman olmakla şereflendi. Sultan Murat bu kutlu haber
için davetler verdi, hediyeler dağıttı. Bir kişi daha Cehennem-
den kurtulmuştu. Gelen misafirlere Sultan Murat Han;
-Dostlar, dedi. Önemli olan bir kişinin daha kurtuluşu-
na vesile olmaktır. Osmanlı’nın attığı her adım bunun içindir.
Hasan-ı Basri hazretlerinden, sevdiği bir genç nasihat istemiş-
ti. Ona sevgiyle bakıp;
- Evlâdım, sen Rabbinin emrini aziz tut ki, Allah da seni a-
ziz tutsun. Önünde çok korkunç tehlikeler var, buyurdu.
Delikanlı merak etti:
- Ne gibi tehlikeler efendim?
- Ölüm, kabir, mahşer, sonra mizan, sırat ve Cehennem...
Bu tehlikeli geçitlerden geçeceksin. Ya kurtulur,Cennete gi-
rersin, ya da düşersin Cehennem ateşine, buyurdu.
Ve ekledi:
- Akıllı insan, hesap günü gelmeden, hesabını gören ve ce-
vaplarını hazırlayandır.
Bir gün de bir grup genci gördü ki, içlerinden biri kahka-
hayla pek fazla gülüyordu.
O gülen genci yanına çağırarak;
- Hayırdır evlâdım, buyurdu. Bu kadar çok güldüğünü
görünce merak ettim. Yoksa ahirete imanla gittin de ona mı
seviniyorsun böyle?
Genç büktü boynunu:
58
ŞABAN ÇİBİR

- Hayır efendim.
- Kabir azabından mı kurtuldun?
- Hayır.
- Yoksa Mizanda amellerin tartıldı da sevapların ağır mı
geldi?
- O da değil efendim.
- Sırat köprüsünü mü selâmetle geçtin yoksa?
- Hayır efendim.
O zaman buyurdu ki:
- Öyleyse bu kadar kahkaha nedir evlâdım? Bir insanın
önünde bu kadar tehlikeler varken nasıl böyle sevinir, nasıl
böyleçok güler?
Genç almıştı alacağını. Ondan sonra hiç gülmedi artık.
Tövbe edip yöneldi Allah’a... Bu büyüklerin sözünde Rabbani
tesir vardır. Onlara rastlar, kıymetlerini bilirsen ne büyük ni-
met. Allah korusun, bir de üzersen sonun felaket.

59
60
ŞABAN ÇİBİR

SİHİRBAZIN SONU

Sultan Murat şöyle devam etti;


İmâm-ı Alî Naki hazretleri zamanında, o memlekete bir
sihirbaz gelmiş, acayip gösteriler yaparak, halkı güldürüyor
veya hayrette bırakıyordu. Bu zatı, yani İmam Ali Naki haz-
retlerini çekemeyenler, o sihirbaza;
- Burada bir kimse var ki, herkes ona çok itibar ediyor. Eğer
onu mahcup edebilirsen, sana “bin altın” veririz, dediler.
Sihirbaz;
- O iş kolay, dedi. Siz onu yemeğe çağırın. Gerisini ben
hallederim.
Bir gün yemeğe davet ettiler bu büyük veliyi. Kabul edip
teşrif etti. Sihirbaz da gelip oturdu sofraya. Büyük veli “Bis-
millah” deyip, elini ekmeğe uzattı. Tam bu sırada sihirbazın
sihriyle ekmek havalandı sofradan. Sofrada bulunanlar, kah-
kahalarla gülüştüler. Ama Allah dostu üzülmüştü. Önce, ya
sabır, dedi. Elini tekrar uzattı ekmeğe; yine aynı hareket. Al-
lah dostu gülümsedi; sihirbaza dönüp;
61
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Senin başka maharetin yok mu, dedi. Sihir yapmak bili-


yorsun dinimizce yasak. İman gittikten sonra sihir meydana
gelir. Kendini ağlatıyorsun, başkalarını güldürmek için... Şim-
di söyle bana, tamam mı devam mı?
Sihirbaz bir an düşündü, etrafına baktı; gördü ki herkes
ondan daha çok marifetler beklemekteler. Allah dostu elini
tekrar ekmeğe götürdü. Sihirbazdan aynı hareket; ekmek ha-
vada dolaşıyor.
Allah dostunun yüzü gerildi, gözleri adeta şimşek çak-
tı; etrafına bakındı. Herkes sus, pus olmuşlar, korkmuşlardı.
Bir divan yastığında, “aslan resmi” vardı ki, büyük veli eliyle
o resmi gösterdi;
-Şu aslan resmini görüyor musun, dedi.
Sihirbaz;
-Görüyorum.
-O seni şimdi yiyecek, desem bana ne dersin?
-Güler, geçerim.
-Demek gülersin öyle mi? Bakalım gülmeye zamanın ka-
lacak mı görelim.
Dedi ve divan yastığındaki aslana hitaben;
- Ey aslan! Şu adamı yut! Diye emretti. Aslan resim anında
canlanıp, saldırdı sihirbaza. Ve parçalayıp yuttu. Sofrada bulu-
nanlar ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemediler. Hani fırsat
bulsalar, bir dakika bile orada kalmayacaklar ama kaçmak ne
mümkün. Hepsinin de adeta dizlerinin bağları çözülmüş, yerle-
rinden kalkamıyorlar. Mübarek zat o sofradaki kimselere dönüp;
- Bir Allah düşmanını, bir Hak dostuna musallat etmeyin ki,
siz de böyle bir belâya çarpılırsınız, buyurdu.
Orada bulunanlar özür dilediler, tövbe ettiler, af dilediler...
Bu zat, bir sohbetinde;

62
ŞABAN ÇİBİR

- Kardeşlerim, Allah-ü Teâlâ, kullarını bazı şeylerle imti-


han eder. İmtihanı kazananlar Cennete girer, buyurdu.
- İmtihan nasıl kazanılır efendim? Dediler.
- İnsanlardan gelen sıkıntılara sabretmekle, buyurdu. Ama
bu da yetmez. Asıl marifet, o insanlara ayrıca “Gül demeti” su-
nabilmektir.
- Ama bu çok zor hocam!
- Evet, ama zoru yapabilen kazanır imtihanı.
İşte böyle kardeşlerim. Bu yol kıldan ince, kılıçtan keskin.
Fakat her şey o kadar kolay ki... Yeter ki okuyalım, dinletelim,
tekrar edelim. İlim olmazsa doğru ibadet yapamayız. Allah-ü
Teala iman selametliği versin; amin. Büyüklerimiz bu duayı
çok yaparmışlar. Lütfen sizler de yapınız. İmanımızı kurtardık
mı bizden daha mutlu kişi yok. Haydin hep beraber tekrarlaya-
lım; Ya Rabbi, İman selametliği ver.
Biliyorum, nasihat vermek kolaydır da tutmak zordur.
Bunun için her zaman birbirimizi uyaracağız. Dostluk budur,
arkadaşlık budur.
Nasihat vermek demek, Allah-ü Teala’nın var olduğunu,
bir olduğunu, bütün Kemal ve Cemal sıfatların O’nda bulun-
duğunu, O’na layık olmayan sıfatların O’nda bulunmadığını,
halis niyet ile O’na ibadet etmek lazım olduğunu, gücü yettiği
kadar O’nun rızasını almaya çalışılmasını, O’na isyan edilme-
mesini, O’nun dostlarına muhabbet, düşmanlarına muhalefet
edilmesini, ona itaat edenleri sevmeyi ve isyan edenleri sev-
memeyi, nimetlerini saymayı ve bunlara şükretmeyi bütün
mahluklarına şefkat ve merhamet etmeyi, onda bulunmayan
sıfatları O’na söylememeyi bildirmek, Allah-ü Teala için na-
sihat etmek olur.
Kuranı Kerim’de bildirilenlere inanmayı, emredilenleri
yapmayı, kendi aklı ile görüşü ile uydurma tercümeler yap-
mamayı, onu çok ve doğru olarak okumayı, ona abdestsiz
63
MURAT HÜDAVENDİGÂR

dokunmak caiz olmadığını insanlara bildirmek, Kuranı Kerim


için nasihat etmek olur.
Muhammet Aleyhisselamın bildirdiklerinin hepsine i-
nanmak lazım olduğunu, ona ve ismine hürmet etmeyi, onun
sünnetlerini yapmayı ve yaymayı, onun güzel ahlakı ile huy-
lanmayı, alini, ashabını ve ümmetini sevmeyi bildirmek
Resulullah Efendimiz için nasihat etmek olur.
Bir gün Peygamber Efendimiz Ebu Hüreyre Hazretleri’ne
hitaben: Senden uzaklaşana yaklaşıp nasihat et, sana zulmede-
ni affet ve malını, ilmini, yardımını senden esirgeyene bunları
bol, bol ver! Buyurmuşlardır.
Lala Şahin Paşa dedi ki;
-Bu büyükler ne büyükmüşler sultanım. Habîb-i Acemi
hazretlerinin bir kulübesi vardı ki, orada gece gündüz ibadet
ederdi.Bir gece, elbisesinin söküğünü dikiyordu ki, iğnesini
düşürdü elinden.O anda gün gibi aydınlandı kulübe. İğneyi ko-
layca görüp aldı. Ama çok utanmıştı.
Yüzünü elleriyle kapatarak;
- Affet ya Rabbi, ben buna lâyık değilim, dedi.
Ve ağladı hayasından...
Bir komşusu anlatıyor:
“Ben her gün akşam eve vardığımda, ağlama seslerini işi-
tirdim komşumuzun.
Kendi kendime; “Acaba ne derdi var ki böyle ağlıyor” der,
sabah uyandığımda, yine ağladığını duyardım.
Bir gün, hanımından;
- Komşunun ne derdi var? Diye sordurdum.
Cevabında;
- Bizim bey, hep ölümü düşünür. Akşam olunca; “Sabaha
çıkar mıyım?” Diye düşünüp ağlar. Sabah olunca da; “Akşama
çıkar mıyım?” Der, yine ağlar, dediler.

64
ŞABAN ÇİBİR

Bir gün sevdiklerine;


- Bu dinde en zor iş nedir, biliyor musunuz? Diye sordu.
- Bilmiyoruz efendim, dediler.
Buyurdu ki:
- Bu dinde en zor iş, “doğru yolu” bulduktan sonra o yol-
dan hiç ayrılmamaktır. Nitekim Hud suresinde,
Peygamber Efendimize “aleyhissalâtü vesselâm”; “Emr
olunduğun doğru yolda sabit, kadem ol. O yoldan ayrılma!”
mealindeki âyet-i kerîme inince, Efendimiz aleyhisselâm;
“Hud suresi, sakalıma ak düşürdü” buyurmuşlardır.
İşte böyle Sultanım. Allahü Teala bizleri o büyüklerin
yolundan ve sevgisinde ayırmasın. Vakit geç oldu. Yarın yap-
mamız gereken işler var. Müsaade istesem,
-Müsaade sizindir Lalam. Ağzınıza sağlık, beni rahatlattı-
nız, Rabbim de sizi muzaffer eylesin. Rumeli’den sevindirici
haberlerinizi bekliyoruz.

65
66
ŞABAN ÇİBİR

KAPIKULU OCAKLARI

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştiren Osman


Gazi’ye bağlı birlikler atlıydı. Asrın icaplarına göre, hudutlarda
ancak bu şekilde atlı kuvvetlere sahip olan aşiretler bulunurdu.
Osman Gazi’nin emrindeki atlı aşiret kuvvetleri hudut muhafı-
zı olup, ikta denilen bir teşkilatla idare ediliyordu.
Orhan Gazi de bu atlı kuvvetlerden istifade etmişti. Fakat
Bursa’nın fethi sırasında atlı kuvvetlerin kale muhasaralarında
pek işe yaramadığı anlaşılmıştı. Bunun farkına varılması, Or-
han Gazi’yi muntazam ve muvazzaf bir yaya kuvveti kurmaya
sevk etti. Bununla beraber yine muvazzaf ve daimi süvari kuv-
veti de teşkil edilerek, aşiret kuvvetleriyle ordu kuvvetleri
birbirinden ayrıldı.
Murad-ı Hüdavendigâr, cennet mekan babası Orhan
Gazi’nin teşkil ettiği yaya ve müsellem denilen piyade ve sü-
vari teşkilatını bırakmakla beraber, bizzat kendine bağlı olmak
üzere daimi ve maaşlı bir yaya ve atlı ordusu vücuda getirmek
suretiyle kapı kulu ocaklarını teşekkül ettirdi.

67
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Yaya sınıfı olarak; yeniçeri, cebeci, humbaracı, lağımcı ve


atlı olarak da kapıkulu süvarileri şeklinde bölümlere ayrılan
kapıkulu ocaklarına kaynak olmak (eleman yetiştirmek) üzere
esir ve devşirme Hıristiyan çocuklarından müteşekkil bir ace-
mi ocağı tesis edildi.

68
ŞABAN ÇİBİR

CEBECİ OCAĞI

Taşrada bulunan cebeciler, yalnız yeniçerilerin değil,


azap askerlerinin(hafif piyade), dizdar (kale muhafızı) gibi sı-
nıfların da silahlarına bakarlardı. Merkezdeki cephaneler (silah
depoları) gibi bu kalelerde de cephaneler bulunur, muhafızlı-
ğını kendileri yaparlardı.
Cebeci ocağının üç adet istihkam levazımatı atölyesi
mevcut olup, bu atölyelerin üretimi yetmediği zaman özel a-
tölyelere siparişler verilirdi.
Ocakta bu zabitlerden başka cebeciler katibi, baş halife
ve kisedar(kesedar) gibi kalem erkanı da vardı. Bunlar cebe-
cilerin ulufe ve silah, cebehane ile diğer depolarda bulunan
levazımatın defterlerini tutarlardı. Bir yerin zaptını takiben el-
de edilen silah ve mühimmatı yazmak ve defterlerini tutmak
da bunların göreviydi.

69
70
ŞABAN ÇİBİR

TOPÇU OCAĞI

Muradı Hüdavendigâr, Konstantiniyye’yi fethetmeyi ka-


fasına koymuş, kızıl elma ülküsünü ülkü edinmiş, nizamı alem
davasına kendini adamış çok büyük hedefleri olan mücahit bir
padişahtı. Bu büyük hedeflere ancak çok kuvvetli vurucu gücü
üst düzeyde bir ordu ile ulaşabileceğinin bilincindeydi, bu şu-
urla devrin en mükemmel silahlarını önce kendisi keşfediyor
ve kullanmaya başlıyordu. Henüz yeni yeni kullanılmaya baş-
lanan top mermisini, savaşlarda gereği şekilde kullanabilmek
maksadıyla Topçu ocağını kurdu.
Top ile mermisini dökmek ve muharebede top kullan-
mak üzere iki kısım olarak kurulan topçu ocağı, kapıkulu
ocaklarının yaya kısmına dahil olup tamamıyla müstakil idi.
Muradı Hüdavendigâr savaşlarda kullanmaya başladıktan son-
ra Osmanlı Ordusu’nun başarılarında mühim rol oynamaya
başlamıştı.
71
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Topçu ocağı teşkilatına, acemi ocağından efrat alınmak-


taydı. Gerek topçunun atış kısmına, gerekse top ve mermi
imalinde istihdam edilecek acemi efrada ihtiyaç duyulduğu za-
man topçu başı, divanı hümayuna müracaat eder lüzumu kadar
acemi isterdi. Durum Yeniçeri ağasına, acemi ocağının hangi
kısmından ne miktarda ve hangi vasıflarda çıkma yapacağı ya-
zıyla bildirilirdi. Her iki sınıf için ayrılan efrat da şakirt olarak
deftere kaydedilirdi.
Top dökücüleri kısmında bulunan şakirtler, tezgahlarda
yetişerek usta olurlardı. Fabrikada dökümcü başının emrinde
tamirci, burgucu, yamacı, dökümcü, delici gibi muhtelif sa-
nat erbabı ile maiyetleri çalışırdı. Topların zarbazen ismindeki
muhtelif çeşitleri yanında şakloz, pranga, bacaloşka, ejderde-
hen, havan gibi tipleri vardı.
Topçu efradı, merkezde bulundukları gibi nöbetleşe kale-
lerde hizmet de ederlerdi. Ağa bölükleri ve cemaat olarak iki
kısma ayrılmış olup, her birinin çeşitli ortaları vardı. Cemaat
kısmı, yetişmiş iki ortadan meydana geliyordu.
Topçu ocağında; sertopi veya topçubaşı denilen bir ocak
kumandanı ile dökümcübaşı, ocak kethüdası ve çavuşu gibi
yüksek rütbeliler, çorbacı veya bölükbaşı ile dökücü halifele-
ri isimlerinde daha küçük rütbeli zabitleri yanında birde ocak
katibi bulunurdu. Sivil nazırlardan da tophane nazırı ile topha-
ne emini vardı. Tophane emini, tophaneye alınan ve sarf edilen
eşyanın defterini tutar ve her sene hesabını verirdi. Tophane
levazımı da bunun eliyle tedarik edilirdi. Dökümhane kısmın-
da top fırını, mimarı, topçu halifeleri ve ambar katibi denilen
usta muavinleri varsa da, bunlar ikinci derecedeki zabit ve me-
murlardandı. Ayrıca top dökülmesi için ocağın yanmasından
itibaren, sıvı demir cevherinin top kalıplarına akıtılması zama-
nına kadar geçen vakti, tuttuğu kum saatiyle topçu ocağının
dökümhanesi için tayin edilmiş bir muvakkit vardı.

72
ŞABAN ÇİBİR

Ocağın bir de duagü ismi verilen duacısı vardı. Taşraya


sefere giden topçu ortalarının bayrak açmalarında dua etmek-
le mükellefti.
Muradı Hüdavendigâr kale kuşatmaya gidildiğinde, nak-
liyesi mümkün olmayan büyük çaplı topların kuşatılan kale
önünde dökülebilmesi için gerekli tertibatın alınması talima-
tı vermişti.

73
74
ŞABAN ÇİBİR

ÇORLU İŞGAL ALTINDA

Bizans kuvvetlerinin Orhan Gazi’nin ölümünü fırsat bi-


lerek Çorlu’yu yeniden ele geçirmesi, Bizans’ta bayram havası
estirmişti. Papanın talimatı gereği bu diyarda yaşayan tek Türk
kalmayacaktı. Çorlu hisarını fetheden Bizans kuvvetleri kendi
aralarında hücrelere ayrılarak çok sayıda sivil çete görünü-
müne bürünerek, katliamları sivil halk yaptı havası oluşturma
gayreti içine girmişlerdi.
Çorlu’da iskan, ikamet etmekte olan Türkler, büyük
tedirginlik içindeydi. Daha önce çevrede yapılan acımasız kat-
liamların tesiri henüz kaybolmadığı için, Türk köyleri, kendi
çapında eli kılıç tutanlar köylerde bir araya gelerek savunma
sistemleri oluşturmaya başlamışlardı. Fakat sivil Türk köyle-
rinin en büyük korkusu, Hıristiyanların Grejuva Rum ateşiyle
ormanlar dahil her yeri ateşe vermeleriydi. Ekinler, ahırlar,
bağ ve bahçeler ateşe verildiğinde, hayvan ve insan çığlıkları
ayyuka çıkıyor, bu durum merhamet deryası Türk akıncıları-
nı da etkiliyordu.

75
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Türk akıncılarının Lala Şahin Paşa, Evrenos Gazi, Hacı


İlbeyi ve Karacabey komutasında Bizanslıların ele geçirdiği
Burgaz ve Malkara civarındaki Türk katliamlarını önleyerek
suçluları cezalandırmaları, Çorluda yaşayan Türklere de ce-
saret vermişti. Eli kılıç tutan kadın erkek her Türk, bulunduğu
mekanı koruma kararı aldı. Akıncılar da köylerin civarında
bulunan ormanların ateşe verilmemesi için gerekli tedbirleri
almıştı.
Çorluyu işgal eden Bizans kuvvetlerinin papazların or-
ganize ettiği saldırganlarla işbirliği yaparak giriştikleri Türk
katliamı, ters tepmiş, ava giden avlanmıştı. Katliama giden
çeteler akıncıların önderliğindeki Türkler tarafından katledi-
liyordu.
Türklerin kahramanca kendilerini savunmaları, Rumeli’de
yaşayan Türklerin moralini düzeltirken, Orhan Gazinin ölü-
münü bayram olarak kutlayan Hıristiyan güçlerin moralini
bozmuştu. Hele Anadolu’daki işlerini tamamlayan Murat
Han’ın Rumeli’ye gelmesi, Türklerin maneviyatını zirveye çı-
karırken, Hıristiyan güçlerini yasa sokmuştu.

76
ŞABAN ÇİBİR

MURAD-I HÜDAVENDİGAR RUMELİDE

Murat Han, askeri teşkilatta bir takım yenilikler yapmış,


Rumeli’de girişeceği fütuhat harekatında ihtiyaç hissedeceği
asker kaynakları için yeni sistem kurmuş, Kapıkulu ve yeni-
çeri ocakları yanında kalelerin zayiatsız fethedilebilmesi için
top kullanılmasına karar verip, Topçu ocağını kurmuştu. Bü-
tün bunlar, saltanatı süresinde Kostantiniyye’yi fethedip, sevgili
Peygamberimizin müjdesine nail olabilmek içindi. Bunun için
ilk iş olarak, Rumeli fütuhatı sırasında askeri ehemmiyetini tak-
dir ettiği Edirne’yi fethe karar verdi. Bundan dolayı Edirne’nin
gerisini emniyet altında bulundurmak ve Kostantiniyye tarafın-
dan gelecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Çorlu, Keşan,
Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski ve Lüleburgaz’ı fethetmek için
teşebbüse başladı. Kendisi ordusuyla Lüleburgaz önüne geldi-
ğinde, Padişah Bursa’da iken Rumeli’yi muhafaza ederek gazaya
devam eden Evrenos Gazi, Hacı İlbeyi ve Padişahın Rumeli
beylerbeyi tayin ettiği Lala Şahin Paşa, Murat Han’ın huzuru-
na çıkarak, hayır dua ile birlikte Edirne’nin fethi ile ilgili görüş
alış verişinde bulunmaya başlamışlardı. Murad-ı Hüdavendigâr,
77
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Paşalarım, kumandanlarım, saygıdeğer büyüklerim.


Rumeli’de kısa zamanda büyük işler başardınız. Allah-ü Te-
ala hepinizden razı olsun. Rabbim niyetlerinizi halis eylesin,
ihlasınızı artırsın.
Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur.
Nefsine uyan, küfre veya bidat sâhibi olmaya yahut, haram işle-
meye başlar. Zira nefse uymak, İslâmiyet’e uymaya mâni olur.
Bir kimse, hep nefsinin istekleri peşinde koşar ve nefsinin
istediklerine kavuşabilmek için her şeyi yapıyorsa, bu kimse,
nefsinin esiridir, kölesidir ve nefsine tapmaktadır. Herhan-
gi bir kimsenin sözlerine uyarak, İslâmiyet’in dışına çıkmak,
onun sözlerini, kitap ve sünnetten üstün tutmak, o kimsenin
kölesi olmak ve ona tapınmak demektir.
Allah-ü Teala’nın evliye kullarından biri buyuruyorlar ki;
Bir gün her tarafımı korku kapladı. Cehennem korkusu vü-
cudumu kapladı... O sırada, Ceab-ı Peygamber ‘aleyhissalatü
vesselam’ karşıma geldi ve şu müjdeyi verdi; “Kimin kalbin-
de benim sevgim varsa, o kalp ve o vücut yanmaz”. Cenab-ı
Peygamberin elini sürdüğü mendil bile yanmıyor, ya O’nun
sevgisi bulunan kalp yanar mı?
Bir gün Harun Reşid çok sevdiği, saygı ve hürmet ettiği
Behlül Dânâ hazretleri ile bir yerde karşılaşmış. Harun Re-
şid; “Behlül, her yerde seni arıyorum. Böyle dostluk, böyle
arkadaşlık olur mu? Hiç bana gelmiyorsun... Bana bir nasihat
ver” demiş. Öyle bir yerde karşılaşmışlar ki, bir tarafta saray
ve diğer tarafta kabristan var. Behlül Dana buyurmuş ki; “O
sarayda yaptığın icraatların hesabını, bu kabirde vereceksin.
Tek, tek soracaklar. Eğer kabristan sana bir şey anlatmıyorsa,
ben ne anlatayım?
Bir gün yine Behlül Dânâ hazretleri, bir fırsatını bulmuş,
Harun Reşidin tahtına oturmuş. Tahtta keyfine bakarken, koru-
malar görmüşler, yakalayıp dövmeye başlamışlar. O da garip,
78
ŞABAN ÇİBİR

bir köşede ağlamaya başlamış. Harun Reşid saraya gelmiş,


bir ağlama sesi duymuş. Yanına gitmiş; “Behlül, bu ne hal”
demiş. Korumalar; “Efendim çok büyük saygısızlık yaptı, tah-
tınıza oturdu, biz de cezasını verdik,” demişler. Harun Reşid,
korumalara kızmış, “Behlül hakkını helal et, ağlama” demiş.
Behlül Dânâ hazretleri de; “Ben buna ağlamıyorum. Ben se-
nin haline ağlıyorum. Ben beş dakika oturdum, bak ne hale
geldim. Ya senin halin ne olacak” demiş. Harun Reşid; “Beni
perişan ettin. Peki, bundan kurtuluş çaresi yok mu,” deyince,
“Üç şartı var; fakat bu üç şart, sana mahsus değil. İki kişi-
yi dahi idare eden kim varsa, herkese ait” demiş.
“Birincisi, kıl kadar adaletten ayrılmayacaksın. Kayır-
mak yok! Akraba, dost, katiyen ayrım yapmayacaksın. Adalet,
çobanla sultanın, aynı hakları haiz olmasıdır. Çobana farklı,
sultana farklı muamele olursa, orada adalet olmaz.
İkincisi, her kim olursa olsun, ister facir yani günahkar;
ister kafir, ister evliya olsun, hiç kimsenin kalbini kırmayacak-
sın. Kalp kırmak, idareci için bir felakettir. Kalp, Carullahtır.
Carullah demek, Allaha en yakın komşu demektir.
Üçüncüsü, sana uzanan eli boş çevirmeyeceksin, cö-
mert olacaksın,” buyurdu.
Netice olarak insan, ya kendisi gibi yaratılmış olan bir var-
lığın esiri, kölesi, kuludur. Veya her şeyin sahibi, yaratanı olan
Allah-ü Teâlâ’n kuludur. Tercih insana bırakılmıştır. Herkes,
dünyada yaptığı tercihe göre, ahirette hesap verecektir. Pey-
gamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki; Benim şerikim, ortağım
yoktur. Başkasını bana ortak eden, sevaplarını ondan istesin...
İbadetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allah-ü Teâlâ, ihlâs ile yapılan
işleri kabul eder.)
Allah-ü Teala niyetlerimizi, amellerimizi yani ibadet-
lerimizi halis niyetle yapmamızı nasip eylesin. Şuralarda
79
MURAT HÜDAVENDİGÂR

bulunmamızın tek sebebi; İslamiyet’i yaymaktır. Yoksa şan,


şöhret, mal kazanmak değildir. Askerlerinize söyleyiniz, kim-
seyi incitmesinler ve kimsenin malına saldırmasınlar. Aç
kalmak, haram yemekten iyidir.
Edirne’yi almamız gerekir. Bizans’a giden yolları kapat-
malıyız. Bu konuda ne buyurursunuz?
Toplantı gece yarısına kadar devam etti.

80
ŞABAN ÇİBİR

EDİRNE’NİN FETHİ (1363)

Gece boyu gene Evrenos Gazi ve Hacı İlbeyinin akın-


cıları müttefik Hıristiyan ordusuna dalışlar yaparak esir ve
ganimet getirdi. Gecenin karanlığında kurt korkusundan bir-
birine iyice yanaşan koyun sürüsü gibiydi Hıristiyan ordusu.
Ölüm korkusundan tir, tir titriyorlardı.
Sabah ezanlarını okuyan mücahitlerin gür sedası, Hıristi-
yan Ordusunun üzerine bomba gibi patlamıştı.
Müslüman Türk Askerleri, Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin
Paşa’nın ardında cemaatle sabah namazını kıldılar. Kuranı Ke-
rim okundu. Dualar edildi ve Lala Şahin Paşa ayağa kalkarak
ateşli bir konuşma yapmaya başladı:
-Gazilerim, Yiğit Mücahitlerim! Sizler nizamı alem da-
vasının mimarlarısınız. Bu dava, dünyayı küfür pisliğinden
temizleme davasıdır. Bu dava ezilen, zulüm gören mazlumla-
rın kurtarılarak insanca bir düzene kavuşturulması davasıdır.
Bu dava yeryüzünde insanlar arasında adaletle hükmetme da-
81
MURAT HÜDAVENDİGÂR

vasıdır! Bu dava yetimlerin hakkını alma davasıdır! Bu dava


yer yüzünde aç insan kalmaması için mücadeledir, nizamı a-
lem kurt ile kuzunun yan yana yaşamasını temin eden bir
sistemdir. Bu dava ila-i kelimetullah, yani Allah-ü Teala’nın
dinini Onun kullarına duyurma davasıdır. Bu dava uğrunda ö-
lenler şehit; kalanlar gazidir. Allah-ü Teala Kuranı Kerimin de
buyuruyor ki:
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz, onlar diri-
lerdir fakat siz bilemezsiniz.”
Cenabı Hak yardımcınız, gazamız mübarek olsun!
Onun sözleri Türk Askerlerini galeyana getirmişti. Hep bir
ağızdan haykırmaya başlamışlardı.
-Allah-ü Ekber !.. Allah-ü Ekber !.. Allah-ü Ekber !..
Sadaları arasında hücum emri verildi. Evrenos Gazi, La-
la Şahin Paşa’nın sağ tarafında, Hacı İlbeyi sol tarafındaydı.
Tecrübeli akıncı beyleri, Beylerbeyinin ateşli konuşmasıyla
etkilenmiş, bu yaştan sonra şehit olmayı arzu eder bir şekilde,
Hıristiyan ittifak ordusunu kuşattılar.
Lala Şahin Paşa, seksen yaşına merdiven dayamış ihtiyar
aslan atını mahmuzlamış, kılıcını sallayarak düşmana saldır-
mıştı. Ortalık ana, baba gününe dönmüştü. Kalabalık Hıristiyan
ordusu yerinden kımıldamaya fırsat bulamadan sağdan, soldan
ve önden kıskaca alınmıştı. Kısa zamanda sağ cenahı felç eden
Evrenos Gazi, Müttefik Hıristiyan Ordusunun gerisini de ka-
patmıştı. Koskoca ordu iki saat gibi bir zaman içinde dağılıp,
kaçmaya başlamışlardı.
Akıncılar kaçan Rum ve Bulgar Askerlerini kovalayarak,
son kalıntıları da bertaraf ettiler.
Lala Şahin Paşa, ordunun başında Edirne’ye girdi.

82
ŞABAN ÇİBİR

KAZASKERLİK MAKAMININ İHDASI

Sultan Murat, Edirne’nin idari işlerini yoluna koyduktan


sonra, Dimetoka’ya giderek, bir müddet için burayı kendine
karargah yaptı. Lala Şahin Paşa’yı kuzeyde Filibe ve Zağra
taraflarına sevk ettiği gibi Evrenos Bey’i de Batı Trakya’ya
Gümilcine’nin zaptıyla görevlendirdi. Edirne’nin fethin-
den sonra, kısa sürede pirinç ziraatıyla meşhur olan Filibe ve
Gümilcine ile o havalideki bazı yerlerin Osmanlıların eline
geçmesi, Bizans, Bulgar ve Makedonya’daki Sırpların birbi-
riyle irtibatını kestiği gibi bu memleketleri, de tehdit ediyordu.
Bundan dolayı Filibe ve Edirne’nin geri alınmasını zaruri gö-
ren Balkan Devletleri, bir taarruza hazırlanmaya başladılar.
Düşmanın er geç toplu olarak hücuma geçeceğini tahmin
eden Murat Han, fethedilen yerlere mütemadiyen Anadolu’dan
göçmen naklederek bölgede Müslüman nüfusun artmasını
sağladı. Osmanlının adil idaresinden memnun olan Hıristiyan
ahaliden beklediği yardımı göremeyen Bizans, Osmanlı dev-
letiyle anlaşarak onun fütuhatını, fetihlerini tanıdı. Ayrıca bu

83
MURAT HÜDAVENDİGÂR

fethedilen yerleri geri almak için herhangi bir harekata giriş-


meyeceğini, Osmanlıların Anadolu’da yapacakları herhangi
bir harekatta onlara yardım etmeyi de taahhüt ediyordu.
Bu günlerde elde edilen yerlerin, Osmanlı Devletinin i-
leride yapacağı büyük fetihlere temel teşkil edeceğini bilen
Murat Han, teşkilatlanma çalışmalarına hız verdi. Fütuhatın,
fetihlerin genişlemesi sebebiyle askeri sınıfların şer-i işlerine
bakmak ve hükümdarla seferlerde bulunmak ve aynı zamanda
ilmiye sınıfının en yüksek derecesi olmak üzere Kazaskerlik
memuriyetini ihdas etti. İlk kazasker yani askeri hakim olarak
da Bursa kadısı büyük alim ve devlet adamı Çandarlı Kara Ha-
lil Hayrettin Efendi tayin edildi.
Padişahlar sefere çıkarken, kazaskerler de muhakkak sefe-
re iştirak eder, padişahın yanında olurlardı.
Şecaat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük
hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir ka-
vim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır.
İbn-i Hassul

84
ŞABAN ÇİBİR

SIRPSINDIĞI SAVAŞI

Balkan Milletlerinin korkularını değerlendiren Papa Be-


şinci Urban, Hıristiyan din adamı katliamı yapıldığı şeklinde
bir yaygara kopararak, Hıristiyanları Türklere karşı bir bayrak
altında toplamaya çalışıyordu. Papa Beşinci Urban’ın bu haç-
lı birliği gayretleri sonucunda; Macar Kralı Layoş, Sırp Kralı
Uroş, Bosna Kralı Tıvartko, Eflaklılar ve Bulgarlar birleşe-
rek çok büyük bir haçlı ordusu meydana getirdiler ve saldırıya
geçmeye başladılar.
Hacı İlbeyi, Haçlı Ordusunu karşılamaya gittiğinde ovala-
rı, dağları kaplayan mahşeri bir düşman sürüsü gördü. Yanına
aldığı kırk serdengeçti gaziyle birlikte haçlı ordusunun dört
bir ucunda keşif yaptı. Düşmanordusu, geliş istikametinde çe-
kirgelerin ekin tarlalarını yiyip bitirmesi gibi, Türk soyunu
kurutarak Edirne’ye doğru geliyordu. Önlerine bir engel çık-
maması onları çılgına çevirmişti. Bütün asker zevke, sefaya
dalmış, durmadan içiyorlardı.

85
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Yaşlı ve tecrübeli Türk akıncı beyi Lala Şahin Paşa’nın,


Hıristiyan askerlerindeki bu rahatlığı gözünden kaçmamıştı.
Onların bu neşesi ve rahatlığını hemen değerlendirmeliydiler.
Biraz sonra bu sarhoş kefereler uyuyacaktı. İşte bu uyku, onla-
rın son uykusu olmalıydı.
Hacı İlbeyi, gece yarısını bekledikten sonra on bin kişi-
lik ordusunun merkezinde kuşatma vaziyeti almış, sağ ve sol
taraflarından sessizce Haçlı ordusunu kuşatmıştı. Binlerce
askerin kuşatma harekatını hiç hissetmeyen Haçlı ordusu, kı-
lıçtan geçirilmeye başlanınca kendilerine gelmişti, ama iş işten
geçmişti.
Papa beşinci Urban’ın yıllardır organize etmeye çalışarak
teşekkül ettiği haçlı ordusu, mağlup olmuş, kaçmaya fırsat bu-
labilenler de Meriç Nehri’nin soğuk sularında boğulmuşlardı.
Macar Kralı Layoş ve beraberindekilerde kaçmışlardı.
Tan yeri ağarırken, altmış- yüz bin arasında olduğu ifa-
de edilen Haçlı ordusundan eser kalmamış, çok az sayıda kılıç
artığı kendilerini memleketlerine atabilmişlerdi. Bu savaşta
baskını gerçekleştiren yaşlı kurt Hacı İlbeyi ve Akıncıları ka-
dar, üstün dirayet göstererek padişahın yokluğuna aldırmadan
savaşa karar veren Lala Şahin Paşa’nın büyük payı vardı.
Sultan Murat Han’a Haçlı ordusunun perişan edildiği, ye-
nilgiye uğratıldığı haberi gelince; çok sevindi ve şükür secdesi
yaptı.

86
ŞABAN ÇİBİR

EDİRNE OSMANLI’NIN BAŞKENTİ OLDU

Sultan Murat dergahta, hocalarıyla Şehzade Halil’in ev-


lilik işlerini konuşuyorlardı. Sultan Murat,
-Ey kardeşim, dedi. Senin evliliğin hayırlı bir iş olacak ki,
bir zafer müjdesiyle beraber oldu. Hayırlı olsun. Şimdi ne di-
yorum biliyor musunuz? İsterim ki başkentimiz bundan böyle
Edirne olsun ve senin düğününü de orada yapalım.
Şehzade Halil ilk defa gülümsedi.
-Siz nasıl uygun görürseniz, diyebildi.
Sırpsındığı zaferinden sonra, Osmanlı Devleti’nin başkenti
Bursa’dan Edirne’ye nakledilerek, şehirde camiler, mescitler,
medreseler, kültürel ve sosyal müesseselerin tesisine başlandı.
İslami ilim ve sanat eserleriyle süslenen Edirne, Kostantiniyye
yolunun açılmasına vesile olacaktı.
Muradı Hüdavendigâr bizzat kendisi boş durmayı sevme-
diği gibi, boş duranları da sevmezdi. Sarayda kendisine tahsis

87
MURAT HÜDAVENDİGÂR

ettiği bir iş yerinde, boş zamanlarını kuyumculuk yaparak


değerlendirirdi. Altına şekil vererek, nadide eserler üreten pa-
dişahın yanında çalışan çırakları da vardı.
Sultan Murat Han’ın gene altına şekil vermeye çalıştığı bir
gün, bir devlet meselesinin halli için yanına gelen veziri Os-
man Paşa şöyle sormuştu:
-Sultanım! Devletin hazinesi sizin hazinenizdir, niçin böy-
le uğraşıp kendinize zahmet verirsiniz?
Sultan Murat, bu saf vezire şu tarihi cevabı vermişti:
- Bre niye boş konuşursun? Devletin hazinesi, milletin ihti-
yacı içindir. O bizim şahsi hazinemiz değildir. Oranın hesabını
vermek kolay değil. Sonra Allaha şükür sıhhatim, sağlığım ye-
rinde. Zamanım da var. Niye çalışmayayım? İnsan her zaman
çalışmalıdır. Boş duranı ne Allah, ne de kulları sever. Alın te-
ri dökülerek kazanılan para daha lezzetlidir. Bu para helaldir.
Tadı, beti ve bereketi olur. Hele otur şöyle biraz,
Deyip ona yer gösterdi. Vezir biraz korkar gibi oldu. Sul-
tan Murat onun durumunu anlayıp,
-Korkma, dedi. Seni imtihan edecek değilim. Ama şunu
bilmiş ol ki, Devletimin parasında kimsenin gözü olmaya... O-
rada tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Kim ki oradan alın
teri olmadan bir kuruş menfaat umar, bu onun sonu olur. Sonra
vezir efendi şunu unutma ki, devletimiz ne kadar zengin olur-
sa, milletimiz o kadar güçlü olur. Ama millet zengin olur da
devlet fakir olursa o devlet yıkılmaya mahkumdur.
Bir baba düşün, on çocuğuna bakar, besler de on çocuk
bir babaya bakamazlar. Hani bu şuna benziyor, baba çocukla-
rın bağlar bağışlamış da, çocukları babalarına bir salkım üzüm
vermemişler. Şimdi anladın mı niçin çalıştığımı?
-Anladım efendim. Üzüm yemek için bağın sahibi olmak
lazımmış.

88
ŞABAN ÇİBİR

Sultan Murat Vezirinin sırtını sıvazladı,


-Aferin benim vezirime. Şayet devlet işlerinden boş zama-
nın kalırsa sen de yine devlet işleriyle meşgul ol. Benim gibi
sakın başka işlere kafa yormayasın. Devlet işi boş bırakmaya
gelmez. Ama bizler işleri sizlere devrettiğimiz için bu işleri
yapmaya fırsat buluyoruz. Bize devletin hazinesini harcama
yetkisi vardır. Yoksa harca yetkisi yoktur. Bizler Devletimi-
zin bekası için veririz, ama alırken kılı kırk yararız. Burayı da
anladın mı?
Vezir güldü.
-Sultanım, dedi. Hani bizi imtihan yapmayacaktınız. Şu
sorduklarınız ahiret sorularındandır.
Bu sefer de Sultan gülümsedi.
-Bravo, dedi. Bu işi anladığına sevindim. O zaman hazine-
yi iyi idare et. Her önüne gelene paralarımızı saçma. Son soru,
çalışanın dostu kimdir?
-Allah-ü Teala’dır Sultanım.
Sultan bu cevaba bayıldı. Kesesinden bir altın çıkarıp ve-
zire uzattı. Vezir dedi ki,
-Tamam. Bu altını gönül rahatlığı işle alıyorum. Bu alın
terinizin karşılığıdır. Şayet hazineden alınız demiş olsaydınız,
sizi uyarırdım.
-Böyle vezirler olduğu müddetçe bu devlet batmaz.
Vezir memnun oldu.
-Sultanım, dedi. Sizi dinlemek ne güzel; biraz daha anlat-
sanız...
-Vezirim, devlet işleri dururken,
Sultan Murat sözünün burasında durdu ve gülümsedi.
-Hayırdır Sultanım, dedi vezir. Yine hatırınıza ne geldi?
Sultan;

89
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Hele otur, dedi. Şakîk-i Belhî hazretleri hatırıma geldi. O-


nun tövbe etmesine, bir putperest sebep olmuştur. Ticaret için
Türkistan’a gittiğinde merak sebebiyle puthaneye girer ve bir
puta, isteklerini yana yakıla anlatan putperesti görür. Hayret e-
der. Cansız, taştan, çamurdan yapılmış, insan elinden çıkan bir
şeyin insana ne faydası olur ki, diye düşünür. Dayanamaz ve
puta tapana hitaben;
-Seni ve her şeyi yoktan var eden, alim ve kudretli bir
yaratanın var. Sana hiçbir fayda ve zararı olmayan puta tapa-
cağına Allah-ü Teâlâ’ya ibadet et.
Bunun üzerine Putperest;
-Eğer söylediğin doğru ise, O, sana senin memleketinde rı-
zık vermeye kadirdir. Madem öyledir, niçin ta buralara kadar
geldin? Deyiverir.
Şakîk-i Belhî hazretleri, bu söz üzerine derin düşüncele-
re dalar ve Belh şehrinin yolunu tutar. Yolda bir Mecusi, yani
ateşe tapan ile yolculuk yapar. Mecusi, Şakîk-i Belhî hazretle-
rinin tüccar olduğunu öğrenince;
-Eğer kısmetin olmayan bir rızık peşindeysen, kıyamete
kadar gitsen onu ele geçiremezsin. Şayet kısmetin olan bir rı-
zık peşindeysen onun arkasında koşmana lüzum yoktur. Çünkü
sana ayrılan rızkın seni bulur der.
Bu söze Şakîk-i Belhî hazretleri hayran kalır. Dünyaya
karşı meyli azalır ve ahiret için çalışacağına söz verir.
Bu düşünce ile Belh şehrine gelir. Belhde ise müthiş bir
kıtlık vardır. İnsanlar yiyecek bir şey bulamazlar. Bu yüzden
kimsenin yüzü gülmemektedir. İnsanlar bu halde iken, Şakîk-i
Belhî hazretleri, çarşıda neşeli bir köle görür ve ona;
-Ey köle, der. Herkes üzüntü içindeyken, senin neşene se-
bep nedir? Diye sorar.
Köle;

90
ŞABAN ÇİBİR

-Niçin üzüleyim. Benim efendim zengin bir kimsedir. Be-


ni aç, çıplak bırakmaz ki!..
Şakîk-i Belhî hazretleri, bu söz karşında;
“Aman ya Rabbi, der. Az bir dünyalığı olan şu zenginin
kölesi böyle neşeli. Halbuki, sen bütün canlıların rızıklarına
kefil oldun. Biz niçin gam ve keder içinde olalım,” diyerek
yüzünü ahirete çevirir ve İbrâhimEdhem hazretlerinin soh-
betlerine başlar, Ondan feyz alarak olgunlaşır. Elbette ezelde
bizim için ayrılmış olan rızkımızı yiyeceğiz, giyeceğiz. Elbet-
te bunu oturduğumuz yerden beklemeyeceğiz. Çalışacağız,
sebeplere yapışacağız. Fakat sebeplere değil, Allah-ü Teala’ya
güveneceğiz; her şeyi O’nun yarattığına inanacağız. Sebepli,
sebepsiz her şeyi yaratan Allah-ü Teala’dır.
Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki; Benim şerikim, ortağım yok-
tur. Başkasını bana ortak eden, sevaplarını ondan istesin...
İbadetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allah-ü Teâlâ, ihlâs ile yapılan
işleri kabul eder.
Allah-ü Teala niyetlerimizi, amellerimizi yani iba-
detlerimizi halis niyetle kendi rızasına uygun yapmamızı
nasip eylesin. Şuralarda bulunmamızın tek sebebi; İslamiyet’i
yaymaktır. Yoksa şan, şöhret, mal kazanmak değildir. Asker-
lerinize söyleyiniz, kimseyi incitmesinler ve kimsenin malına
saldırmasınlar. Aç kalmak, haram yemekten iyidir.

91
92
ŞABAN ÇİBİR

GELİBOLU’NUN BİZANSLILARCA FETHİ (1366)

Edirne’nin Osmanlı güçleri tarafından fethedilerek Sul-


tan Murat tarafından payitahtın oraya taşınmasından sonra,
Avrupa iyice telaşlandı. Tek düşündükleri şey Bizans’tı. Şayet
orası da fethedilirse doğuyla irtibatları tamamen kesilecekti.
İstanbul yolunu kesmek isteyen Bizans, Osmanlı Padişahı-
nı geriye döndürecek gayret ve manevralar peşine düşmüştü.
Bizans Kayserinin dayısı Davua kontu Amedea, kalabalık
bir donanmayla Gelibolu’yu kuşattı. Osmanlı muhafızları,
Amedea’nın eğitimli korsanlarının tuzağına düşerek şehit ol-
muş, kaleyi muhafaza edecek bir güç kalmayınca da, Gelibolu
Bizans’ın işgali altına girmişti.
Amedea, karşılarında şehri koruyacak bir gücün kal-
madığını görünce, Gelibolu’daki camiler dahil olmak üzere
Müslümanlara ait ne varsa ateşe verdi. Bizans geleneğine göre
Müslüman halka katliam uygulamaya başlayacağı sırada, bu-
93
MURAT HÜDAVENDİGÂR

nu anlayan Murat Han Karacabey’i karadan Gelibolu üzerine


gönderdi. Bundan maksadı Gelibolu’yu tekrar ele geçirmek de-
ğil, düşmanın Müslüman halkı katletmesine mani olabilmekti.
Zaten Karacabey’in yanında kaleyi fethedecek ne donanma,
ne de asker vardı. O sadece kırk akıncı almıştı yanına. Bizans
Keferesinin katliam uygulayacağı köy ve beldelere ulaşarak,
katliama mani olacaklardı.

94
ŞABAN ÇİBİR

SULTAN MURAT’IN BALKAN SEFERİ (1367)

Sultan Murat’ın başlattığı Balkan fütuhatıyla, savaşlarıy-


la Timurtaş Paşa Bulgarlardan güneyde Kızılağaç’ı, kuzeyde
Yanbolu’yu, Lala Şahin Paşa da ihtimam ile Sofya’nın güne-
yindeki Samakov’u fethettiler. 1368 de bizzat Sultan Murat,
balkan dağlarının güneyinde Burgaz yakınındaki, Bulgar-
lara ait Aydos’dan başlayarak Karirabati, Sözepoli ve daha
sonra da Bizans idaresindeki Hayrabolu’yu ve 1369’da Pınar-
hisar ve Vize’yi aldı. Evvelce zaptedip daha sonra elden çıkan
Kırkkilise (Kırklareli) de fethedildikten sonra, Doğu Trakya
Fütuhatını, fetihlerini tamamlamış oldu.
Bizans İmparatoru Vize’yi geri almak için bir teşebbüste
bulunduysa da, buna muvaffak olamadı.
Osmanlılar bölgeye gelene kadar, Tuna nehrinden Rodos
Balkanlarına dek, orta ve güney Bulgaristan’a ve Trakya’ya
sahip olan Bulgar Kralı Yuvan Şişman Türklerle başa çıka-
mayacağını anladığından, sulh yaparak kız kardeşi Prenses
Maria’yı Sultan Murat’a verdi. Buna rağmen, Bizans İmpara-

95
MURAT HÜDAVENDİGÂR

toru beşinci YoannisPaleoloğ’un teşvikiyle Sırp Kralı Uğliyaşa


ile görüşüp, Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak ettiler. Nitekim
1372’de Samaku mevkiinde Sırp Kralının ordusuyla birleşe-
rek Lala Şahin Paşa’nın kuvvetleriyle muharebeye tutuştu.
Lala Şahin Paşa, İslami ilimlerdeki maharetini harp sana-
tında da mekik gibi dokuyordu. Saçı sakalı ağarmış bir pir’i
fani olduğu halde, askerin başında kılıç sallayarak askeri ga-
leyana getiriyordu. İki müttefik devletin krallarının da öldüğü
bu savaşta, balkanlardaki bu mukavemet kırılarak Osman-
lı Devletine Makedonya kapıları açılmış oluyordu. Köstendil
Kalesinin fethi Türklerin Avrupa kapılarındaki istikbali için
bir dönüm noktası olmuştu.

96
ŞABAN ÇİBİR

ŞEHZÂDE YILDIRIM BEYAZID’IN DÜĞÜNÜ

Osmanlı bilhassa batıya doğru genişlemesini sürdürür-


ken, Anadolu da birçok irili, ufaklı Türk beylikleri de hüküm
sürmekteydi. Bunlardan bir tanesi de Germiyan Oğulları
Beyliği’ydi.
Germiyan Beyi Süleyman Şah, yiğit, sözüne güvenilir,
mert, etrafında saygı ile anılırdı. Her defasında Osmanlı’ya ar-
ka çıkmış, her zaman onun yanında yer almıştı.
Süleyman Şah’ın yaşı ilerlemiş olması, yerine geçecek
oğlunun henüz genç olması, onu kara, kara düşündürüyordu.
Germiyan Beyi Süleyman Şah, oğlu Yakup Bey’i huzuruna
çağırdı. Baba oğul baş başa kalmışlardı.
-Bak oğlum, dedi Süleyman Şah... Ölüm ne zaman gele-
cek onu kimse bilemez. Fakat ben bir hayli yaşlandım. Senin
yönetimin başına geçme zamanın geldi de geçiyor. Fakat...
Süleyman Şah sözünün burasında durdu, yutkundu. Oğlu-
na henüz çok gençsin demeye yüzü varmıyordu. Oğlu,
97
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Evet babacığım, lütfen devam ediniz. Fakat da ne?


Süleyman Şah’ın gözleri sulandı. Başını öne eğdi. Oğlu
Yakup durumu anlamıştı. Babasının ne söyleyeceğini biliyor-
du. Baktı ki babası zor konuşacak... Onu daha fazla üzmek
istemedi.
-Fakat sen daha çok gençsin, diyecektin değil mi babacığım?
Baba başını salladı. Oğlu,
-Bunun için ne düşünüyorsunuz baba? İsterseniz kendinize
bir damat bulup, Beyliğin yönetimini ona bırakınız.
Süleyman Şah oğlunun alındığını düşünerek kalkıp ona sa-
rıldı.
-Sen neler söylüyorsun oğlum, dedi. Onlar nasıl söz? Beni
ciğerimden vurdun.
-Esteğfirullah babacığım. Ben söylediklerimde samimiyim.
Yeter ki siz üzülmeyiniz. Dünya saltanatı dediğin nedir ki? Bu
gün var, yarın yok. Bizlere ahiret sultanlığı lazım.
-Ne güzel konuştun evladım. Rabbim seni hem bu dünyada,
hem de öbür dünyada sultan eylesin. Aslında benim daha güzel
bir fikrim var. Bunu öncelikle seninle paylaşmak istedim.
-Buyur babacığım. Sizi dinliyorum.
-Biliyorsun Osmanlı bizim kardeşimiz. Aslında varımız-
la, yoğumuzla onlara destek olmamız lazım ama nerede bizde
o fedakarlık. İlle de baş olmak niyetindeyiz. Şimdilik Beyliği-
mizin de durumu iyi.
-Evet babacığım. Esas söyleyeceğiniz neydi?
-Kız kardeşinin talipleri çok. Maşallah, her yönüyle örnek
bir kız... Şayet kabul ederlerse onu Sultan Murat’ın oğlu Şeh-
zade Yıldırım’a evlendirsek, diyorum. Bunu ilk defa sizinle
konuşuyorum. Sen evet dersen, onlarla da bu konuyu konuşa-
cağım. Sonra Yıldırım’ın methini çok duydum. Dini bütün bir
insanmış.
98
ŞABAN ÇİBİR

-Babacığım sözünüzü kesiyorum, Yıldırım’ı dini bütün bir


insan olduğu için mi seçiyorsunuz yoksa geleceğimizi emni-
yete almak için, sırtımızı Osmanlıya dayamak için kardeşimi
feda mı ediyorsunuz?
Süleyman Şah ciddileşti, kızdı,
-Sen neler düşünüyorsun oğlum, dedi. Bizler kısa bir dün-
ya saltanatı için, ahiretimizi feda edeceklerden değiliz. Hele,
hele kardeşini bu konuda hiç feda edemem.
Yakup Bey babasının elini öptü.
-Sağ ol baba, dedi. Ben de sizlerden bunu duymak isterdim.
Ben de Yıldırım için çok güzel hatıralar dinledim. Kardeşim
öyle birine layıktır. Kararınız uygundur. Hayırlı olsun.
Sonra bu kararını anne ve kızına da açtı. Onlar da bu ha-
berden memnun oldular. Germiyan Beyliği’nin sarayında
ziyafetler verildi, fakirler doyuruldu... Fakat hiç kimse bu zi-
yafetin niçin yapıldığını bilemediler.
Aile o akşam toplanıp değerlendirme yaptılar. Süleyman Şah,
-Bu Osman oğulları dini güçlü kılmada; İslam’ın hiz-
metinde çok ileri gittiler. Görünüşe göre sonu hayırlı olan
saltanatları da uzun zaman devam edecektir. Can bedende i-
ken ömürden geri kalan kısa günlerde hiç olmazsa bu soylu
aile ile hısımlık kurmak, dostluk ve muhabbet dileklerimi ye-
rine getirmek başlıca emelimdir, dedi.
Süleyman Şah, günlerdir tasarladığı bu yerinde kararını,
son yolculuğuna çıkmadan açıklamak istemişti. Belki yıllar-
dır faaliyetlerini yakından takip ettiği, ömürlerini düşmanlarla
cihat etmekle geçiren bu Gazi beylerle yakınlık ve akrabalık
kurarak Allah katında şereflenmek istiyordu.
Belki de Anadolu Türk Beyliğini kurma yolunda diğer
beylere öncülük etmek istiyordu. Zira on parça halindeki A-
nadolu, bu şanlı ve uğurlu, alimlerin ve evliyanın duasını

99
MURAT HÜDAVENDİGÂR

kazanmış Osman oğullarının idaresinde tek bir birlik halinde


olursa işte o zaman Avrupa’daki ilerlemeyi görmek gerekirdi.
Süleyman Şah sabırsızdı. Derhal devrin ileri gelen alim-
lerinden İshak Fakih başkanlığında kalabalık bir elçi heyetini
Muradı Hüdavendigâr’ın katına gönderdi.
Namesinde, ona yazdığı mektup da, Osmanlıların dine
hizmetlerini övüyor, devamını diliyor, akrabalık kurma istek-
lerini belirtiyordu. Bu maksatla kızı Devlet Hatunu Şehzade
Yıldırım Beyazıt’a vermeyi teklif ediyor, çeyiz olarak da Kü-
tahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı kalelerinin verileceğini
belirtiyordu.
Sultan Murat Han bu güzel dileğin kabul edildiğini bil-
diren bir nameyi elçilik heyetine teslim ederken her birini
kıymetli hediyelerle sevindirip uğurladı.
Sonra oğlu Yıldırım’ı, annesini, kardeşlerini, yakın ak-
rabayı toplayarak gelen teklifi onlara da anlattı. Kendisinin
memnun olduğunu, bu işin hayırlı olacağını söyledi. Sözleri-
ni bitirmeden,
-Son karar sizlerindir, dedi.
Orada bulunanlar ve Yıldırım Beyazıt, Sultan Murat
Gazi’nin kararını kabul ettiklerini bildirdiler.

100
ŞABAN ÇİBİR

KÜTAHYA VE ÇEVRESİNİ ÇEYİZ OLARAK VERDİM

Süleyman Şah kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı,


Emet, Simav gibi yerleşim bölgelerini Osmanlı Devletine terk
edip, kendisi Kula’ya yerleşti. Hamidoğlu Hüseyin Bey’den de
seksen bin altın karşılığında Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Sey-
dişehir ve Karaağaç satın alındı. Bu surette Osmanlı Devleti
Karamanoğulları’yla hem kuzey, hem de batıdan sınır kom-
şusu oldu.
İç teşkilatlandırma ve imar faaliyetleri sebebiyle
Rumeli’de geçici olarak durdurulan fetih harekatı, 1380 de
tekrar başladı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki durumunu
sağlamlaştırması için, Sofya, Niş, ve Manastırı alması lüzum-
lu idi. Sofya’nın zaptı, Osmanlı Hakimiyetinin Bulgaristan da
tutunmasını emniyet altına almak demek olup, Niş ve Yuka-
rı Sırbistan’ın kapısı idi. Vardar nehri ötesindeki hareketlerin
akın harekatı seviyesinde kalmayıp, fütuhatın Arnavutluk isti-
kametinde genişletilebilmesi için de Manastırın alınıp hareket
üssü olarak elde bulundurulması gerekiyordu.

101
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Bu durumu değerlendiren Murat Han, Rumeli’den evvel


Makedonya’da harekete geçilmesini emretti. Böylece 1380 de
Vardar’ın sol sahilindeki İştip alındı.
Daha sonra büyük bir ordu ile Vardar Nehri’ni geçen Ti-
murtaş Paşa, 1382’de Manastır’ı vergiye bağladı ve Pirlepe’yi
aldı.
Bir sene sonra da Arnavutluk ve Bosna taraflarına akın-
lar yapılarak, askerin bölgeyi tanıması sağlandı. Sofya üzerine
sevk edilen İnce Balaban Bey de uzun süren bir muhasara sava-
şından sonra şehri zaptetti. Bunun ardından Timurtaş Paşa’nın
oğlu Yahşi Bey’in Yukarı Sırbistan tarafına yaptığı harekat so-
nunda Niş fethedildi.
Önceleri akıncılar tarafından alınıp sonra terk edilen, ti-
caret yolu üzerinde ve Sırbistan’ın kapısı mesafesinde olan
Niş’in Osmanlı kuvvetleri tarafından kati şekilde alınması ü-
zerine tehlikeli duruma düşen Sırp Despotu Lazar, evvelce bir
muahede ile Osmanlı Ordusu’na vermeyi taahhüt ettiği asker
sayısını arttırdığı gibi, daha fazla vergi ödemeyi kabul etti.

102
ŞABAN ÇİBİR

ŞEHZADE SAVCI BEYİ KANDIRDILAR

Rumeli fütuhatında bir dönemeçte bulunan ve düşman


ülkesine akınlar yapan Gazi Murat Han’ın önünü kesmek i-
çin uğraşanlar sadece Haçlılar değildi. Hıristiyanlar ne kadar
çoğalarak saldırırsa saldırsın, Osmanlıya diş geçiremiyor ve
her defasında mağlup oluyorlardı. Osmanlı akınlarından bizar
kalan Hıristiyan Avrupalılar; Osmanlı ülkesini ancak içeriden
çökerteceklerine inandılar.Bunun için de Hurufi ve Rafizilerle
dirsek temasına başladılar.
Çapulcular Hıristiyanların yerli işbirlikçileriyle birlikte
Kete’de toplanmaya başladılar. Müslümanlara ait bağ, bahçe,
dükkan ve evlere saldırarak yağmalamaya başladılar. Bu arada
Şehzade Savcı Bey’e de haberci göndererek kendilerinin bir iş
bahanesiyle onu beklediğini haber verdiler.
Savcı Bey bütün olup bitenlerden habersiz davet edildiği
yere geldiğinde pusulayı şaşırmış bir çapulcu sürüsüyle karşı-
laşmıştı. Kalabalık Savcı Bey’i görür görmez İsterük, isterük
103
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Savcı Bey’i İsterük! İstemezük, istemezük Sultan Murat’ı iste-


mezük! Diye bağırarak genç şehzadeyi omuzlara aldılar. Savcı
bey, hiçbir art niyeti olmadan çapulcuların safında bulmuş-
tu kendini. Yönetende planlayan da aynı kişilerdi bu süfli, pis
tezgahı. Yağma ve talana uğrayan halk ise babasına karşı is-
yan ettiğini gördükleri Savcı Bey’i kınıyordu. Halbuki istikbal
vaat eden genç şehzade Avrupa fetihleri için planlar yaparken,
bir fitnenin içinde bulmuştu kendini.
Tarih onu taht kavgası yapan bir veliaht olarak anacaktı.
Lala Şahin Paşa, isyancıların Kete’yi yağmaladığını haber
alır almaz ordusuyla yola koyulmuştu. Sultan Murat Han, La-
la Şahin Paşa’ya verdiği fermanda Lala bu işi tam anlayasın,
bizim evladımız bize kılıç mı çeker? Bizim suyumuzdan gelen
bir evlat, nizamı aleme karşı mı gelir? Diye emretmişti.
Lala Şahin Paşa serseriler topluluğunu Kete Ovasında ku-
şatarak, kılıçtan geçirmeye başladı. Kanları yere dökülmeye
başlayan isyancılar, Lala Şahin Paşa’dan aman dileyerek Şeh-
zade Savcı Bey’in oyununa geldiklerini söylemeye başladılar.
Lala Şahin Paşa, Savcı Bey’i yakalayarak sorguya aldı.
Ferasetli ve alim bir devlet adamı olan Lala Şahin Paşa daha
ilk sorgusunda, Şehzadenin masum ve bütün bu olup biten-
lerin dışında olduğunu anlamıştı. Ama onun vücudu artık bu
fitnenin sebebi olmuştu bir kez. Bu görüşünü Sultan Murat’a
da aynen iletti. Şehzadenin tamamıyla suçsuz ve işlenen suç-
lardan habersiz olduğunu ama fitnecilerin onu bu isyanda
kullandıklarını arz etti.
Sultan Murat Gazi, oğlu Savcı Bey’in suçsuz olduğu için
Cenabı Hakka şükretti. Bu kutsal davada kendi neslinden bir
şehzadenin isyankar olması onu çok üzerdi. Fakat ortada bir
suç vardı. Yağmacı kalabalık, hep bir ağızdan isyanın elebaşı
olarak Şehzade Savcı Bey’i gösteriyordu.

104
ŞABAN ÇİBİR

Kadı Hüseyin Efendi, sorguladığı Savcı Bey’in tamamen


suçsuz olduğuna kanaat getirdiği halde, binlerce isyancının şa-
hitliği ile isyan sorumlusu olarak idamına karar verdi.
Oğul Savcı Bey için verilen karar, imza için baba Sultan
Murat’a getirildiğinde, düşünmeden, tereddüt etmeden imzaladı.
Kanunlar karşısında Sultan, Şehzade ayrımı yoktur.
Karar; idam... Savcı Bey asılacak...
“Allah, Allah! Nidalarıyla ve yiğit yüreklerindeki imanın
kudreti ile düşman süngüleri üzerine öyle atılışları vardı ki, İn-
giltere tarihinde gördüğümüz kahramanlardan hiçbiri bu Türk
askerlerinden fazla şecaat göstermiş olamazdı.

105
106
Silah arkadaşım olmuş bu insanların sahip ol-
dukları yüksek namus ve şeref duygularını, engin
şecaat ve sadakatlerini, üstün vatanseverliklerini
gönlümde gururla muhafaza etmekteyim.
- Charles Royan -
(Plevne’de Gazi Osman Paşa emrinde hizmet görmüş ve son-
radan general rütbesine kadar yükselmiş Avusturalyalı General)

107
108
ŞABAN ÇİBİR

PADİŞAH OĞLUNU AFFEDECEKMİŞ

Sokaklar, Şehzade Savcı Bey’in olayıyla çalkalanıyor,


haberler havada uçuşuyordu. Saraya uzak olanlar, düşman o-
lanlar, dedikodu yapmaktan kendilerini alamıyorlardı.
“Padişah oğlunu affedecekmiş.”
“Halktan biri olsaydı şimdiye kadar çoktan asarlardı. Olan
bize oluyor.”
“Adalet yerini bulmalı!... Onlar ne ise bizler de oyuz. Ada-
letse herkese eşit uygulanmalı.”
Daha neler, neler...
Baba Sultan Murat o akşam çok üzgündü. Kapıda onu ha-
nımı karşıladı. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Sessizce
odaya geçtiler. Her biri bir koltuğa oturdu. Gülçiçek Hatun da-
ha bir güçlüydü bu konuda. Bir ah çekti,
-Başımın tacı efendim, dedi. Nedir bu üzüntün? Sen dev-
letimizin başısın. Senin başın dik olmalı ki, bizler de dik

109
MURAT HÜDAVENDİGÂR

yürüyelim, başımız öne eğilmesin. Her şey Allah-ü Tea-


la’dandır. O’ndan gelen her şeye razıyız. Günahlarımıza tövbe
edelim. Savcı oğlumuz hakkında bir karar var mıdır?
Sultan Murat ağlamaya başladı. Baba şefkatiyle yanan yü-
reği üzüntülüydü.
-Hak yerini buldu, dedi.
Gülçiçek Hatun,
-Şükürler olsun Rabbime. O, neylerse güzel eyler. Demek
gerçek ortaya çıktı. Oğlumun suçsuz olduğu anlaşıldı. Çapul-
cular da yakalandılar mı? Onlara ne cezalar verildi?
Sultan Murat, hanımının oğlu için verilen cezayı anlama-
masına sevindi. Evet, esas suçlular ayaklananlardı ama onların
yanında hangi sebeple olursa olsun, saraydan birilerinin olması
affedilir bir suç değildi. Fakat bunu hanımına nasıl söyleyece-
ğini bir türlü bilemiyordu. Sultan Murat hanımına dönüp,
-Bak Sultanım, dedi. Kadı efendinin henüz ne karar vere-
ceği belli değil. Bakarsın oğlumuz hakkında da bir ceza verir.
-Nasıl bir ceza olur ki? Oğlumuzun suçu yok ki? Her şeyi
yapan etrafındakiler.
-Hanımcığım, doğru söylersin de, saraydan bir kişinin, he-
le, hele bir Şehzadenin böyle olaylar içinde kalması affedilir
bir şey değil. Ben de kadı olsam affetmem.
Sultan Murat, bunları söyleyince hanımı derin düşüncele-
re daldı. Sultan doğru söylüyordu. Kalbi ürperdi. Bu devlete
karşı bir ayaklanmaydı.
-Hayır, olamaz... Olamaz... Oğlumu asamazlar.
Sultan Murat hemen hanımının yanına koştu,
-Hayırdır, dedi. Ne asmasından bahsediyorsun? Bir haber
mi aldın yorsa?
Gülçiçek hanım ağlamaya başladı.

110
ŞABAN ÇİBİR

-Bir anda içime doğdu, dedi. İşlediği suçu düşündükçe


bunun bir devlet suçu olduğunu, bunun da cezasının idam ola-
bileceğini düşündüm. Bir anda onun için bağırıvermişim.
Sultan Murat,
-Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Diye sordu.
-Oğlumdur ama dedi. Savcı’nın da yaptığı hiç doğru değil.
Bir cahillik yapmış. Affetseniz iyi olur? Bir daha yaparsa onu
ben tutup ellerimle adalete teslim ederim.

111
112
ŞABAN ÇİBİR

VERİLECEK KARARA SAYGILI OLMALIYIZ

Sultan Murat,
-Bak sultanım, dedi. Bu devlet işidir. Dediğiniz gibi dev-
letimize karşı yapılmış bir suçtur. Hele, hele bu suçu işleyen
saraydan biriyse, suç ikiye, üçe hatta daha fazlaya katlanır. Bu
dediklerim doğru mu?
-Doğru efendim.
-O zaman verilecek karara saygılı olmalıyız. Burada sa-
ray, halk ayrımı yapılmaz, yapmayız, yapılmasına da müsaade
etmeyiz. Lütfen ne karar olursa olsun, her karar karşısında di-
rayetli olmalıyız. Bu dünyada cezasını çekmeyen ahrette çok
daha ağırını çeker.
Deyip, başını öne eğerek dışarı çıkmaya hazırlanırken,
Gülçiçek Hatun tez davranıp,

113
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Bir dakika, dedi. Senin bildiğin bir şeyler var. Lütfen ba-
şını kaldır ve gözlerime bak. Benden bir şey saklayamazsın.
Ağlayacaksak beraber, güleceksek beraber gülmeliyiz. Bizler
ne acılar çektik. Söyle, son karar nedir?
Sultan Murat kendini bırakıverdi. Yüksek sesle ağlamaya baş-
ladı. Saraydakiler sese koştular. Gülçiçek Hanımefendi durumu
anlamıştı. Sultan Murat kolay, kolay olaylar karşısında etkilen-
mez bu duruma düşmezdi. Kararın ağır olduğu anlaşılıyordu.
Ne zaman sonra Sultan Murat kendine geldi. Etrafında
toplananlara oturmalarını işaret ederek,
-Takdirde olan başa gelecektir. Bu dünyaya kalmak için
gelmedik. Sayılı ömürleri yaşayıp ahiret hayatına döneceğiz.
Ne mutlu o kişiye ki sonsuz kalacağı yer için hazırlık yapmış-
tır. Oğlumuz Savcı Bey dürüst, iyi niyetli Müslüman bir kişidir.
Her insan hata yapabilir. Bazı hatalar küçüktür, bazılarının al-
tından kalkmak ise zordur. İnsanı ölüme kadar götürebilir.
Ölüm lafı her şeyi anlatmaya yetmişti. Bir anda feryatlar
göklere yükseldi.
Kadı Hüseyin Efendi, sorguladığı Savcı Bey’in tamamen
suçsuz olduğuna kanaat getirdiği halde, binlerce isyancının
şahitliği ile isyan sorumlusu olarak idamına karar verdi. Çok
geçmeden karar infaz edildi.
Lala Şahin Paşa, elinde büyüyen Padişahı teskin etmeye
çalışırken; Murat Han, Savcının doğduğu günü hatırlamıştı.
Ne kadar sevinmişti bir erkek evladı olduğu için... Onu her
kucağına aldığında boynuna sarılır, Babacığım! Derdi. Onun
yürümeye başladığı günleri hatırladı.. Paytak, paytak yürür,
bacaklarına dolanırdı. İslam dininin tüm inceliklerini öğren-
mişti. İdam sehpasına yürürken, kendine son bir diyeceği olup
olmadığı sorulduğunda: Kızıl elma ülküsünün tahakkuk ede-
rek nizamı alemin kurulması, en önemli ülkümdür! Demişti.
Lala Şahin Paşa:
114
ŞABAN ÇİBİR

-Üzülmeyin Sultanım! O, kendini nizamı aleme adamış ve


o uğurda feda edilmiş bir şehittir, o şimdi cennet nimetlerine
gark olmuştur.
Demiş ve kendini tutamayarak o da ağlamaya başlamıştı.
Bu olayda esas suçlular da cezalarını çektiler. Ortalık sa-
kinledi. Osmanlı’nın ekmeğini yiyip de ona isyan etmenin ne
olduğunu gördüler.

115
116
ŞABAN ÇİBİR

MANASTIR’IN ZAPTEDİLMESİ (1385)

1385 senesinde Vezir Çandarlı Halil Hayrettin Paşa,


beraberinde akıncı kumandanı Evrenos Bey olduğu halde,
Makedonya’dan batıya doğru harekata başladı. Birkaç sene
evvel Timurtaş Paşa tarafından vergiye bağlanıp sonra elden
çıkmış olan Manastır’ı zapt ettiği gibi, arkasından Ohri’yi al-
dı. Çandarlı Halil Hayrettin Paşa’nın Ohri’yi fethiyle Osmanlı
kuvvetleri Arnavutluk hududuna yerleşti.
Kuzey Arnavutluk prensi Balsa ile Draç ve Orta Arnavut-
luk dukası Şarl Topia arasında meydana gelen muharebede,
Draç dukasına Hayrettin Paşa’dan yardım isteyince, Hayrettin
Paşa Draç dukasına yardım ederek Savra’da galibiyetini temin
etti. Yapılan bu savaşta Prens Balsa öldürüldü.
Bu zaferden sonra 1386 da Osmanlı kuvvetleri Venedikli-
lerin elinde bulunan Kroya ve İşkodra’yı zaptetti. Fakat Sultan
Murat Han, her iki şehri de tekrar Venediklilere bıraktı. Çün-
kü Papaz Philippe de Mezeres bir haçlı seferi hazırlanması için
Avrupa’yı ayaklandırırken, Akdeniz’de kuvvetli bir donanma-
ya sahip olan Venediklilerle mesele çıkarmak istemiyordu.

117
118
ŞABAN ÇİBİR

OSMANLI TOPRAKLARINA SALDIRDI

Sultan Murat Han’ın Balkanlardaki gaza ile meşgul


olduğu bu yıllarda Karaman oğulları Beyliğinin başında A-
laaddin Ali Bey bulunuyordu. Bu zat, 1381 den önce Murat
Han’ın kızı Nefise Melek Sultan ile evlenmiş, Osmanlılarla
akraba olmuştu. Fakat Osmanlı devletinin kuzeyden Ankara
ve daha sonra Akşehir’i ve batı tarafından Yalvaç, Karaağaç,
Beyşehir ve Seydişehir’i alarak Karaman oğulları ile komşu
olmaları ve Rumeli’den başka Anadolu’da da genişlemeleri,
Alaaddin Bey’i korkutmuştu. Bundan dolayı sultan Murat’ın
Hamit oğulları Beyliğinden satın aldığı şehirleri kendisi al-
mak istiyor ve bu maksadını gerçekleştirmek için Osmanlı
hükümdarı Sultan’ı muazzam Murat Han’ın Rumeli’de meş-
gul olmasını bekliyordu. Bunun için de, Balkanlarda hüküm
sürmekte olan prens ve kralları Osmanlılara karşı kışkırtmak-
tan geri durmuyordu. Nitekim Osmanlı Ordusunun Rumeli’de
bulunmasından istifade düşüncesiyle harekete geçen Karaman
oğlu Alaaddin Bey 1386’da taarruza geçerek batı hududunda
Hamit oğullarından satın alınan ve Osmanlılara ait olan Bey-
şehir ve havalisini işgal etti.
119
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Karaman oğlunun Osmanlı topraklarına saldırısını


Edirne’de öğrenen Sultan Murat Han çok üzülmüş ve şu tarihi
sözleri sarf etmişti:
“Şu ahmak zalimin yaptığına bakın hele! Ben din gayre-
tiyle Allah yolunda bir aylık mesafede kafirler içine girdim,
ömrümü gece gündüz demeden gazaya verdim. Çok mihnet ve
sıkıntı çektim. Halbuki o geldi Müslümanları yağmaladı. Söy-
leyin Ey Gaziler! Ben cihadı bırakıp da, Ehli İslam’a nasıl kılıç
çekeyim?”
Fakat düşmanın ekmeğine yağ süren hainliği cezalandır-
mak ve bir daha da bu nevi hareketlere girişilmemesini temin
etmek gerekiyordu.
Hazırlıklarını tamamlayan Murat Han, Rumeli’de Vezir
Çandarlı Halil Hayrettin Paşa’yı bırakıp onun oğlu Kazasker
Ali Çelebiyi Vezir yaparak yanına alıp, Anadolu’ya geçti.

120
ŞABAN ÇİBİR

BİR İSTEĞİN Mİ VAR?

Murat Han kışı Bursa’da geçirdikten sonra, Karaman


oğlunun üzerine yürüdü. Bu arada sulh için Karaman oğlu
Alaaddin Bey’in gönderdiği elçiyi Sultan Murat Han tevazu
gösterip kabul etti.
-Buyur evlat, dedi. Bir isteğiniz mi var? Damadımızın bir
isteği mi var? Toprak mı ister? Af mı diler? Pişman mı olmuş
yoksa?
Elçi bu sözleri duyunca ne söyleyeceğini, ne yağacağını
bilemedi. Böyle müşfik, iyiliksever bir insana karşı nasıl olur
da karşı çıkılabilir, karşı gelinebilir. Sultan Murat,
-Söyle evlat, dedi. Çekinecek bir durum yok. Biz bura-
ya savaşmaya, haddini bildirmeye geldik. Rabbimin izniyle
ne gerekiyorsa o yapılacaktır. Bizler İslamiyet’i yaymak için
gecemizi, gündüzümüze katıyoruz, o ise neler yapıyor. Ben
evladımı bu konuda feda etmişim de damadımı mı düşünece-
ğim? Onun için rahat ol evladım. Ne haber getirdiysen söyle.
Vakit geçirecek zaman değil.
121
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Efendim; Alaaddin Bey derki, barış isterse barışalım, ol-


mazsa benim de onun kadar kuvvetim vardır, cenk ederiz.
Bunun üzerine Murat Han;
-Var Karaman oğluna söyle. Var kuvvetini getirip, her ne
sözü ve hüneri varsa göstersin.
Osmanlı ordusu Karaman hududunu aşıp, Konya’ya doğru
ilerledi. İki ordu arasında bir konak yer kalınca, savaş tertiba-
tı alındı.
Konya önlerinde meydana gelen şiddetli muharebede, Ka-
raman oğlunun toplama aşiret kuvvetleri Osmanlıların talimli,
tecrübeli ve muntazam kuvvetleri karşısında darmadağın oldu.
Alaaddin Bey ordugahını terk ederek Konya’ya kaçtı. Bu mu-
harebede büyük gayret gösteren ve her tarafa yetişen veliaht
şehzade Beyazıt’a “Yıldırım” unvanı verildi.
Ordu yoluna devam ederek, Alaaddin Bey’in sığındığı
Konya’yı kuşattı. Kısa zaman sonra mukavemet imkanı kal-
madığını anlayan Alaaddin Ali Bey, ne yapacağını şaşırdı.
Korkmaya başladı. Şayet bu şekilde yakalanırsa savaş suçlusu
olacaktı ve bunun cezasının da ne olduğunu biliyordu. Yar-
dımcılarını topladı;
-Bre karındaşlarım, dedi. Durumu görüyorsunuz. Zor du-
rumdayız. Sultan Murat’ı iyi tanırım. Başladığı işi bitirmeyince
bırakmaz. Elimizden bütün topraklarımız gidecek. Hepimiz e-
sir olcağız. Ne tavsiye ediyorsunuz?
Tecrübeli ve yaşlı yardımcısı,
-Efendim, dedi. İş baştan yanlıştı ama bizleri dinleme-
diniz. Yapılacak tek şey vakit kaybetmeden Sultan Murat’la
anlaşma yapmaktır. O sizin kayınbabanız. Sizi kırmaz.
Alaattin Bey derin bir oh çekti.
-Sizler bilmezsiniz onu, dedi. O vatanı için, milleti için,
dini için doğru ne ise onu yapar. Görmediniz mi, oğlunun i-

122
ŞABAN ÇİBİR

damını gözünü kırpmadan imzaladı. Oğlunun yanında bizim


ismimiz bile geçmez.
-Sultanım yine de sizler bilirsiniz ama zevcenizi babası-
na gönderseniz. Pişman olduğunuzu, hata yaptığınızı, bundan
böyle Osmanlı’nın yanında ve hizmetinde olduğunuzu bildir-
sin.
-Tamam, dedi Alaattin Bey. En iyi yol bu.
Alaattin Bey vakit kaybetmeden, Sultan Murat Han’ın kızı
olan zevcesi Nefise Melek Sultanı şefaatçi gönderip sulh iste-
di.
Sultan Murat kızını iyi bir şekilde karşıladı. Ona iltifatlar
etti. İsteğini kabul etti. Nefise Melek Sultan,
-Babacığım, dedi. Uygun görürseniz Alaattin Bey de gelip
elinizi öpmek istiyor.
-Hay, hay kızım. Hemen al getir onu. Korkmasın, affedil-
di. Fakat bundan sonra böyle affedilmeyebilir. Hareketlerine
dikkat etsin. Savaşma gücü varsa gelsin yanımıza katılsın.
Düşmanla vuruşalım. Dostla kavga neye?
Bilahare Osmanlı ordugahına gelerek kayınpederinin eli-
ni öpünce, iş tatlıya bağlandı. Alaaddin Bey bir daha Osmanlı
toprağına saldırmayacağına, seferlerde asker yardımında bu-
lunacağına dair söz verdi. Bu şekilde Karamanoğulları’nın da
Osmanlı Hakimiyetini tanıması batıda olduğu gibi, doğuda da
sultan Murat Han’ın itibarını artırdı.

123
124
ŞABAN ÇİBİR

AVRUPA BİRLİK ARAYIŞINA GİRDİ

S ultan Murat Han Anadolu’da Karamanoğlu ile meşgul


olurken; Balkanlarda öteden beri Osmanlılara karşı birleşme
çalışmaları, meyvelerini vermeye başlamıştı. Yıllarca önce
Rumeli’ye geçen Türk kuvvetleri, Bizanslılara ait toprakları
zapt ettikten sonra ileri hareketine devam edince, Slav unsu-
ru ile karşılaşmıştı. Balkanlarda kalabalık bir kütle teşkil eden
Bulgar, Sırp ve Bosnalı gibi Slav unsurları aralarındaki geçim-
sizlikleri bir tarafa bırakarak, Türk harekatına karşı koymak
için, sıkı bir şekilde birleşmek isteseler de bunu başaramadılar.
Murat Han, bölgede sürdürdüğü dahiyane siyasetle ayrı
parçalar halinde kalmalarını temin ettiği bu ülkelerin fethedil-
mesi planlarını aksatmadan sürdürdü. Bulgaristan ve yukarı
Makedonya fethedildi.
O sırada Sırplar aralarında bir birlik sağlamaya çalıştıy-
salar da bunu başaramadılar. Başlarında bulunan kral Lazar
Grebliyanoviç tek başına Balkan ittifakının kurucusu ve lideri
olabilecek kabiliyette değildi. Zaten Murat Han’ın baskıla-
rından yılarak bir süre önce Osmanlı himayesini kabul etmek

125
MURAT HÜDAVENDİGÂR

zorunda kalmıştı. Ancak başkasının kuracağı bir ittifaka ka-


tılmak için fırsat kollamaktan geri kalmazdı. Sırplar bu
haldeyken 1376’dan itibaren muhitindeki nüfuzunu artırıp
Dalmaçya kıyılarına kadar hakimiyetini genişlettikten son-
ra Bosna ve Sırbistan Kralı unvanını takınan, Macarlara karşı
Venedik tarafından desteklenen Bosna Kralı Tvartko’nun yıl-
dızı parlamaya başladı.
Tvartko Osmanlı tehlikesinin hızla yaklaştığını görüyor,
kendi muhitinde kazandığı başarılardan cesaretlenerek Türklere
karşı müşterek bir cephe kurmaya çalışıyordu.
Sultan Murat Balkanlardaki kıpırdanmaları dikkatle takip
ediyordu. Gördüğü lüzum üzerine Timurtaş Paşa emrine yirmi
bin kişilik kuvvet verilerek Bosna Kralına karşı gönderildi. Fa-
kat Timurtaş Paşa emrindeki akıncılar Bosna arazisine doğru
ilerlerken; Bosna kralı Tvartko, Lazar Grebliyonoviç ile birleşti.
O zamana kadar kendisini tanımayan bazı Sırp çapulcularını de
etrafına toplayarak, otuz bin kişilik bir kuvvet meydana getirdi.
Morova nehrine karışan Topliça çayı vadisinde-
ki Ploşnik Boğazı’nda Bosna kralı Tvartko ile Sırp kralı
LazarGrebliyanoviç’in kuvvetleri, eliyle koymuş gibi Osmanlı
kuvvetlerini hem de çok kötü bir yerde pusuya düşürdü. Müt-
tefik kuvvetleri otuz bin kişiyken, Osmanlı güçleri yirmi bin
kişiydi. Çaresiz durumdaki Osmanlı akıncıları pusuda şehit e-
dilirken Haçlı ordusunun Osmanlı askerine olan hıncı tarihe
geçecek boyuttaydı. Ölen Türk askerlerinin tüm uzuvlarını pa-
ramparça ediyor, ölülere bile işkence yapıyorlardı. Yirmi bin
kişiden beş bin akıncı kurtulabilmişti bu katliamdan...

126
Türkler; taş üzerinde yatıyor, güneşe, fırtına-
lara, soğuğa, yağmura karşı korunmasız siperlerde
çamur ve toz içinde günler geçiriyor, fakat dünyanın
bütün vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarıyla
aslanlar gibi dövüşüyorlardı. Bu ne sessiz, göste-
rişsiz bir yurt sevgisi idi...
- General Liman von Sanders -
Alman Generali

127
128
ŞABAN ÇİBİR

BAHARDA KOSAVA’DA OLACAĞIM

Bu başarı üzerine Sırp despotu Lazar’ın Osmanlılardan


en küçük bir endişesi dahi kalmadı. Büyük bir sevinç içinde
derhal Padişaha elçilik heyetini gönderdi. Mektubunda sa-
yılarının çokluğundan, askerlerinin ziyadeliğinden bahisle
üstünlük davasında bulunuyor, Müslümanların ayaklarını bu
diyardan kesip atmak emelinde olduklarını belirtiyor, hatta
Dini Muhammedi’yi İslam ülkelerinden dahi sileceğini iddi-
a ediyordu.
Sultan Murat mektubun okunması bitince gülmeye baş-
ladı. Yerinden doğruldu, pencereye doğru yürüyüp ufuklara
doğru bakmaya başladı. Eliyle uzakları işaret ederek,
-Bak elçi dedi. Senin vazifen haber getirmek, haber gö-
türmek... Rahman ve rahim olan Allah’ın izniyle, çiçeklerin
uyanma demi olan baharda gül bahçelerindeki goncaların açı-
larak bir asker gibi saf bağladıkları zaman ve soğuklar, kar ve
yağmur bulutları dağıldığında ben de şanlı çocuklarım ve bü-
129
MURAT HÜDAVENDİGÂR

tün ordumla Kosova sahrasında olacağım! Yiğitlik davulunu


vurdurup, sedası ile gök kubbeyi doldurup düşman içine da-
lan aslanların hücumuyla Las’ı (Lazar) kara toprağa gömmek
için geleceğim. Ebedi izzet ve şereflerin kaynağı olan Pey-
gamber Efendimizin yüzü suyu hakkı için kafirin fitne ateşini
yok etmek ve ateşler saçan kılıçlarından çıkan kıvılcımları ol
sapıkların üzerine saçmak suretiyle kara yüreklerini dumana
boğmak için yürüyeceğim. Eğer mert ise yerinde dursun, cen-
gin, savaşın tozu, dumanı nasıl olurmuş görsün. Selametle git.
Yolun açık olsun. Kosova ovasında görüşmek dileğiyle...
Sultan Murat bu kendini bilmez din düşmanına haddini
bildirmek istiyordu. İlerlemiş yaşına rağmen ordunun başında
kendisinin olacağını, düşmana beraber saldıracaklarını beyle-
rine, paşalarına bildirdi. Her ne kadar, “Efendim sizler zafer
müjdesini bekleyiniz. Biz Lazar’ın işini bitirir geliriz,” dediy-
seler de başarılı olamadılar.
Sultan Murat’ı sanki Kosova’ya çeken bir şey vardı. İçin-
de tarifi mümkün olmayan bir hali yaşıyordu Padişah. Denilen
yapıldı ve kırmızı güller açarken Sultan Murat ordusunun ba-
şında olarak bir bahar günü Avrupa’ya ayak basıyordu.
Osmanlı Ordusu Kratova’ya geldiğinde yeni bir Sırp elçi-
lik heyetini burada kendilerini bekler buldu. Sırp Kralı Lazar
ihtimaldir ki, üzerine gelen Osmanlı Ordusunun gücünü öğ-
renmek istiyordu.
Sultan Murat elçilere, askerlerin alay merasimini seyrettir-
di. Elçi Osmanlı askerlerinin mükemmel silahları ve atlarıyla,
disiplin içerisindeki gösterisini hayranlıkla ve korku içerisinde
izledi ise de gayrete gelerek Padişaha:
“Ey Şah! Eğer ki bana bu şekilde askerini arz ettin. Am-
ma bizim askerimiz sizin askerinizin on katıdır. Beş yüz bin
silahlı, giyimli ve uyumlu gök demirden erimiz vardır. Her bir
erimiz bin Türk’e bedeldir,” dedi.

130
ŞABAN ÇİBİR

Hünkar ise cevaben:


-Ey kendini, haddini bilmez kişi! Eğer cihanın askeri dahi
sizinle olsa, Allah’ın inayetiyle ve Muhammet Aleyhisselam’ın
mucizatıyla cümlesinin hakkında gelip, kralını da başsız gön-
deririm.
Türk Kuvvetlerinin Ploşnik’de uğradığı acı mağlubiyet,
yıllardan beri seri Türk darbeleri altında şaşkına dönen Bal-
kanlılar arasında umumi bir sevince sebep oldu.
Yeniden ilk zamanlardaki gibi Osmanlıları Balkanlar-
dan atabileceklerine inanmaya başladılar. Tvartko ve Lazar’ın
müşterek muvaffakiyeti, yalnız bunların idaresindeki İslav
unsurunun değil; Bulgar, Ulah ve hatta bir kısım Arnavut
prenslerinin Osmanlı aleyhine birleşmelerine sebep oldu.
Ploşnik mağlubiyetinden önce gizlice hazırlanmakta olan
Balkanlı Hıristiyanlarının ittifakı, bu defa övünülerek açığa
vurulmaya başlanıp, hareket bir haçlı seferi hazırlama şekline
dönüştü. Bütün Sırp asilzadeleri bu galibiyet üzerine Lazar’ın
etrafında toplanmaya başlamışlardı.
Bosna kralı Tvartko ve Bosnalılarla beraber bir kısım
Sırp beyleri de kuvvetlerini birleştirmeye muvaffak oldular.
JorjKastriyota da dahil olmak üzere bazı Arnavut beyleri de it-
tifaka katıldılar. Dobruca mıntıkasındaki Bulgar Prensi, oğlu
Ivanko ile oğlu Şişman, Murat Han’a sadakatlerinden dönerek,
müşterek mücadele için asker vereceklerini bildirdiler. Eflak
beyi de asker göndereceğine dair teminat verdi.
Sultan Murat’ın Ploşnik mağlubiyetinin acısını Mora Ya-
rımadası üzerine yürüyerek çıkarmak isteyeceğini düşünen
Venedikliler de, Slavlar’a; ittifaka dahil olduklarını bildirdi-
ler. Fakat her şeyden evvel kendi çıkarlarını düşünen zaman
ve zemine göre ihtiyatlı hareket eden Venediklilerin ittifakı,
131
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Murat Han’ında ustaca siyasetiyle fiile dökülmediğinden va-


atten öteye gitmedi.
Bu arada Macarların bazı hudut kumandanları da kendi-
liklerinden ittifaka dahil olup, asker yardımı yapacaklarını
bildirdiler.

132
ŞABAN ÇİBİR

ÇANDARLI ALİ PAŞA

Balkanlarda hummalı bir şekilde ittifak çalışmaları sü-


rüp giderken, bu olayları günü gününe takip eden Murat Han
da muhtemel bir tehlikeyi önlemek ve Ploşnik felaketini telafi
etmek için faaliyete geçmiş bulunuyordu.
İlk önce Balkan ittifakının meydana getireceği kudreti, as-
keri ve siyasi yollardan küçültmeye gayret etti. Aldığı siyasi
tedbirlerle Arnavutluk Prenslerinden Balşa’nın ittifaka dahil
olmasına mani oldu.
Bir taraftan da Bulgarların diğer müttefiklerle birleşmesi-
ni önlemek ve icabında Osmanlı himayesinde bulunanların da
karşı tarafa katılmalarına fırsat vermemek için, babası Çandar-
lı Kara Halil Hayrettin Paşanın vefatı üzerine veziri azam olan
oğlu Çandarlı Ali Paşa’yı otuz bin kişilik orduyla Bulgaristan
üzerine sevketti.
Babası gibi kudretli bir şahsiyet olan ve iyi bir kumandan
olan Çandarlı Ali Paşa, Murat Han’ın emriyle 1388 baharında
133
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Bulgaristan’a hareket ederken, hem Balkan ittifakına girme-


lerini önlemek ve hem de Bulgaristan’ın fethini tamamlamak
vazifesini yüklenmiş bulunuyordu.
Çandarlı Ali Paşa Edirne’den hareketinden sonra Aydos’un
yakınından Balkanları aştı. Pravadi şehrini bir gece hücumu ile
aldıktan sonra Şumnu’yu zapt etti. Bundan sonra Doğu isti-
kametinde ilerlemeye başladı. Karadeniz kıyısındaki Varna’yı
zapt etmek istediyse de, Cenevizlilerin ricası üzerine bir de
Murat Han’ın Cenevizlilerle dost geçinme siyasetini bildiğin-
den geri döndü.
Şumnu’nun güneybatısında bulunan, Bulgarların eski mer-
kezi Tırnova’ya yürüyerek kısa bir muharebeden sonra şehri
zapt etti. Sonra Tırnova’dan kuzeye doğru harekatına devam
etti. Bulgar Kralı Şişman ise Osma suyunu takip ederek, Tu-
na yoluyla erzak ve mühimmat yardımının yetiştirilmesi kolay
ve bu sebeple uzun bir muhasaraya dayanması mümkün olan
müstahkem bir mevkideki Niğbolu Kalesine kapandı.
Ali Paşanın haber vermesiyle durumu öğrenen Murat Han,
büyük bir kuvvetle Niğbolu’ya gelip kaleyi kuşattı. Padişahın
bu kadar kısa bir zamanda gelebileceğini tahmin etmeyen Kral
Şişman, vaziyetin ciddiyetini anlayarak mukavemetten ümidi-
ni keserek aman diledi. Verdiği yıllık haraca devam etmesi ve
Tuna kıyısındaki bir kaleye Osmanlı askerinin yerleştirilmesi
karşılığında affedildi.
Bulgar Kralı Şişman, Sultan Murat’ın Niğbolu önünden
güneye doğru inmesini müteakip son bir defa daha ahde ve-
fasızlığa yeltenince Veziri azam Ali Paşa derhal bölgeye
gönderildi. Kısa zamanda Silistre, Ruscuk, ve Niğbolu’yu zapt
eden Ali Paşa Şişman’ı da yakalayarak çocukları ile birlikte
Murat Han’ın huzuruna getirdi. Murat Han, Şişman’ı tekrar af-
fedip, kendisini Bir Osmanlı Valisi durumuna getirerek serbest
bıraktı. Böylece Bulgaristan itaat altına alınarak Balkan ittifa-

134
ŞABAN ÇİBİR

kının bu cephesine büyük bir darbe indirilmiş oldu. Böylece


Osmanlı ordusunun gerisi güvenlik altına alınmış oluyordu.
Murat Han ve Çandarlı Ali Paşa Bulgaristan taraflarıy-
la meşgulken, Osmanlı himayesini kabul etmesi için haber
gönderildiğinde ret cevabı veren Kosova Tekfurunun üzeri-
ne akıncı kumandanlarından yaralı Doğan Bey kumandasında
birkaç bin kişilik kuvvet gönderilmişti. Doğan Bey, Kosova
Tekfuru’nun idaresindeki toprakları baştanbaşa vurup, çok
miktarda esir alarak düşmanı manevi olarak çökertti.
Timurtaş Paşa ve Yahşi Bey Sırp memleketlerine bir akın
düzenlemek istediyse de, Balkanlı Hıristiyanların ittifak hare-
ketini geniş çaplı tamamlamaları sebebiyle Murat Han bütün
Osmanlı kuvvetlerinin kendi kumandası altında birleşmesini
emrettiğinden, akın hareketini durdurdu.
Bulgaristan hareketini halleden Veziri azam Ali Paşa
Yanbolu’ya dönerek Murat Han’ın kuvvetlerine katıldı. Bu arada
bir müddet önce hacca giden tecrübeli akıncı kumandanı Evrenos
Bey’in dönüp orduya katılması, askerin maneviyatını yükseltti.
Osmanlı kuvvetleri düşman üzerine yürüdü. Bu sırada Sırp
elçisi meydan okuyup muharebeye hazır olduklarını bildirdi.
Elçinin geliş sebebinin aslı Osmanlı Ordusunun vaziyetini öğ-
renmekti. Elçi geri gönderildikten sonra harp meclisi toplandı.
Murat’ı Hüdavendigâr, Gazi Evrenos Bey’e iltifatta bulundu;
-Evrenos Gazim! Bizim yaşımız kadar senin harp tecrüben
vardır. Bu harpte nasıl bir tertibat alsak?
-Sultanımız daha iyi bilir!
-Evrenos Gazi saygına bir diyeceğim yok da şimdiaçık ol-
ma zamanıdır. İstişare ediniz, karar veriniz ve kararınızdan
dönmeyiniz, buyruluyor. Ben dahi istişare etmek için sual e-
derim. Düşman çoktur, buralar kendi memleketleri olduğu için
sahayı iyi bilirler. Bunca yıllık tecrübene göre ne dersin? Acep
askerin önüne develeri koyarak perdeleme yapsak nasıl olur?
135
MURAT HÜDAVENDİGÂR

Hünkar’ın ısrarlı sorularına cevap verme gereği hisseden


Evrenos Gazi:
-Sultanım askerin önüne deve koyarak perdeleme yapma-
nın uygun olacağı kanaatinde değilim. Askerin önüne topçuları
yerleştirmek gerek. Düşmandan önce harp sahasına ulaşarak i-
yi ve hakim bir noktaya konuşlanmak gerek. Askerin sağ ve
sol cenahlarına biner okçu yerleştirerek düşman askerinin ü-
zerimize gelmesini beklemek gerek. Onlar taarruza geçince
yerlerini ve mevzilerini kaybedecek. İşte biz o zaman saldıra-
cağız. Onlar tekrar bir araya gelene kadar işlerini bitireceğiz.
Sultan Murat;
-Ne güzel dersin Evrenos Bey. İşte, istişarenin önemi bu-
rada yatıyor.
Sultan Murat konuşmasına devam ederken Kosova sema-
larında yanık bir ezan sesi yükselmeye başlamıştı.
Evlat! Geçelim ordumuz ile birlikte yatsı namazını kıla-
lım, Allah-ü Teala Hazretlerine dua ve niyazda bulunup bu
gece hürmetine af dileyelim!”
Diyerek namaz için saf tutan ordunun saflarında yerlerini
aldılar. Yıllardan beri imamlığını yapan Mevlana Muhammet,
hemen tekbir alarak namaza duruyordu. Fakat Sultan Murat,
üç defa Allah-ü Ekber! deyip tekbir almadan namaza duramı-
yordu. Çünkü üç defa tekbir almadan Kabe-i Muazzama’yı
göremiyordu. Bunu bu zamana kadar imama soramamıştı.

136
ŞABAN ÇİBİR

KABEYİ GÖRMEDEN NAMAZA DURMUYORDU

Namaz bitikten sonra Sultan Murat oturmuşlar sohbet e-


diyorlardı. Bir ara dayanamayıp imama sordu;
-Mevlana! Benim günahım çokluğundan mıdır ki, nama-
za tekbir getirip el bağlayacağım zaman üç kere Allah-ü Ekber
deyip tekbir getirmeyince Kabe-i Şerifi müşahede edemiyo-
rum, göremiyorum. Size ve cemaata hayran oluyorum. Hemen
ilk tekbirde müşahede edip, görüp namaza başlıyorsunuz.
Mevlana Muhammet padişahın bu saf ve temizliğine bakıp
ağlamaya başladı. Sultan Murat herkesi de kendisi gibi temiz
kalpli düşündüğünden ve hiç kimse için bir kötülük düşünme-
diğinden, bütün cemaatın ilk tekbir alınca Kabe-i Muazzama’yı
görür de sonra namaza başlar sanırdı. Mevlana Muhammet’in
ağlanmasına bir mana veremeyen Sultan Murat;
-Mevlana, dedi. Sizleri üzecek bir harekette, bir halde mi
bulundum yoksa? Niçin ağlarsınız?
Mevlana Muhammet gülümsedi, Sultana şefkatle baktı;
137
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Padişahım, dedi. Hakkınızı helal edin. Sizleri de istemeden


üzdüm. Ne kadar saf ve temiz kalplisiniz ki, herkesi de kendi-
niz gibi bilirsiniz. Rabbim de bizlere sizler gibi Kabe’yi görüp
de namaza durmak nasip etsin. Kabe’yi görmek mi ne mümkün.
Bizler kıbleye döndüğümüzü bilirsek ne mutlu bize... Daha ile-
risi sizler gibi Allah-ü Teala’nın sevgili kullarına mahsus.
-Estağfirullah Mevlana, o nasıl söz? Biz günahkar
kullarını Rabbim sizler hürmetine affetsin.
Padişahın kalp gözünün açık olduğunu, birçok kerametle-
rinin görüldüğünü asker içinde ve etrafında bilmeyen yoktu.
Ama o gene de kendini herkesten daha günahkar olarak bilirdi.
Mevlana Muhammet o yanık sesiyle Fetih suresini okur-
ken tüm asker gözyaşı döküyordu. Okunan Kuranı Kerimden
sonra topluca dua edildi.
Padişah Şehzade Yıldırım Beyazıtı’da alarak otağına dön-
dü. Bu gün oğlunu bırakmak istemiyordu. Sanki onunla mühim
meseleler görüşecekti. Hemen söze başladı:
“Evlat belki yarından sonra bir daha görüşemeyebiliriz.
Nizamı alem davamıza hiç aralık vermeden devam et! Kı-
zılelma Konstantiniyye’de, ona mutlaka ulaşmaya çalış, sen
ulaşamazsan evladın ulaşsın!
Halkın senin iyiliğini söylemesini istiyorsan, kimsenin kö-
tülüğünü söyleme.
Dostlarının az olmasını istemiyorsan, kindar olma!
Zahmet çekmeden kolaylıkla ömür sürmek istersen, kendi
işine bak, başkasının işine karışma!
Gerçi gençsin, ama yaşlılar gibi akıllı ve temkinli ol. Bir-
denbire gençliği bırak demiyorum. Tembel gençlerden olma,
neşeli ol.
Yaşlılara çok hürmet et ve onlarla rast gele konuşma ve
onların sözüne hemen cevap verme.

138
ŞABAN ÇİBİR

Gençliğini rast gele geçirme, ta ki yaşlılıkta bilgisiz kal-


mayasın. Yaşlılar gibi olmaya, onların yanında bulunmaya
dikkat et.
Sen Kostantiniyye’yi fethederek Peygamber Efendimizin
müjdesine kavuşmaya çalış.
Elinde olandan ihtiyaç sahiplerine vermekten çekinme.
Kimsenin malına da tamah etme ki, itibarın azalmasın. Herke-
sin malını kendisinin bil.
Bütün işlerde sabırlı ol, aceleci olma Sabretmek, ikinci a-
kıllılıktır, demişler. Yani bir kişinin ne kadar aklı olursa ve bir
işini sabırla işlerse, aklı o kadar çok olur.
İkiyüzlülük etme ve ikiyüzlülerden uzak ol. Yedi başlı ej-
derhadan korkma, ama hep evet diyen yaltakçılardan kork.
Çünkü onun söz götürüp getirmekle, bir anda yıktığını sen bir
yılda yapamazsın. Yarın ki harp, devletimiz için ölüm kalım
mücadelesidir. Nerede bir zafiyet görürsen, oraya destek ver.
İnşallah Cenab-ı Hak nusret-i ilahiyesini gönderir, diye niyaz-
da bulunarak Şehzade Beyazıt’a müsaade vererek gönderdi.
Şehzade Beyazıt’ın Padişah otağından çıkmasından sonra
Sultan Murat ayağa kalkarak gökyüzünü kolaçan etti. Havada
bir fırtına vardı ve rüzgarın yönü, Türk Askerine doğru esmek-
teydi. Bu durum Sultan Murat’ı tedirgin etmeye yetmişti. Tozu
dumana katan fırtına bu şekilde devam ederse, sayıca ve kuv-
vet olarak daha fazla olan Haçlı ordusunun işine yarayacaktı.
Bu durumda dua etmekten başka çare yoktu.
Murad-ı Hüdavendigâr abdest tazeleyerek iki rekat hacet
namazı kıldı. Her rekatta bir fatiha ve besmeleyle üç ihlas oku-
du. Sonra secdeye kapanıp;
“Ya Rabbi!.. Diye yalvarmaya başladı. Gözyaşları içinde:
Ey ilahi! Günahım çok, yüzüm kara. Fakat Senden başka gide-
cek, Senden başka el açıp dilekte bulunabileceğim birisi yok.
Yalnız Senden ister, Sana yalvarırım. Bu günahkar kulunun
139
MURAT HÜDAVENDİGÂR

günahlarını affeyle, dualarını kabul eyle. Yapacağım duaları


Peygamber Efendimiz, ehli beyti ve Ebubekir’i Sıddık Rad-
yallahü anh hürmetine kabul eyle. Ya İlahi! Bir yağmur verip,
bu zulmeti ve tozu def edip alemi nurani kıl. Ta ki düşman as-
kerini rahat görüp, yüz yüze cenk edelim!
Ya İlahi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verir-
sin. Ben dahi aciz bir kulunum. Benim fikrimi ve esrarımı sen
bilirsin. Mülk ve mal benim maksadım değildir. Ben halis ve
muhlis senin rızanı isterim. Ya Rab! Beni bu Müslümanla-
ra kurban eyle! Tek bu müminleri küffar elinde mağlup edip
helak eyleme! Ya İlahi! Bunca nüfusun katline beni sebep
eyleme! Bunları mensur ve muzaffer eyle! Bunlar için ben ca-
nımı kurban ederim.
Gazi Hünkar bu halisane duasını tamamlamıştı ki, çok
geçmeden rahmet bulutları peyda oldu. Gelip Kosova sahrası
üzerine boşaldılar. Rüzgar dindi. Toz sindi, göğün yüzü açıl-
dı. Gazi Hünkar duasının kabul edilmesinden dolayı sabahın
seher vaktine kadar Cenabı Hakka şükür ve niyazda bulundu.
Uzun süre alnı secdede kalarak Haktan bu berat gecesinde be-
raatını istedi.

140
“Ey Almanlar, bırakınız Türkler Almanya’yı
istila etsinler, hakkın, adaletin ne olduğunu Türk-
ler size öğreteceklerdir.”
- Martin Luther -

141
142
ŞABAN ÇİBİR

SABAHA KADAR UYUMADI, GÖZYAŞI DÖKTÜ

Seher vakti Yıldırım Beyazıt, Evrenos Gazi, Çandarlı Ali


Paşa Sultan Murat Han’ın otağında toplandılar.
Muradı Hüdavendigâr mübarek berat gecesi hiç uyuma-
mış, sabaha kadar tövbe istiğfar ederek sabahlamıştı. Haçlı
ordusu tarafına bir göz attıktan sonra Ali Paşa’ya döndü:
-Müslüman olmak bir nasip meselesidir Paşa, dedi. Bizler
davetimizi yaparak vazifemizi yapmış olduk. Kabul etmek on-
lara kalmış. Madem kabul etmediler öyleyse savaş zamanıdır.
Bu sırada Kosova semalarında ezan sesi yankılanmaya
başlamıştı. Müslüman askerler huşu içinde sabah ezanını din-
ledikten sonra, hep beraber cemaatla namaza kalktılar. Namaz
sonrası Mevlana Muhammedin okuduğu Kuranı Kerimi göz-
yaşlarıyla dinlediler.
Muradı Hüdavendigâr, ayağa kalkarak harp öncesi son de-
fa askere hitap edip, onlardan helallik istedi:

143
MURAT HÜDAVENDİGÂR

-Benim Gazilerim, yiğitlerim, kahraman askerlerim otuz


sekiz harpte benimle beraber bulundunuz, bütün bu harplerde
Cenabı Mevla bizlere zafer nasip eyledi, nizamı alem davasını
buralara kadar getirdik.
Düşmanın eline fırsat geçtiğinde nasıl vahşet işlediklerini
işitip, gördük, adı konmadık bebekleri, ağızsız dilsiz hayvan-
ları nasıl acımasızca katlettiklerini memleketin ormanlarını ve
canlı cansız mahlukatı cayır, cayır yaktıklarını müşahede ettik.
Benim civanmert bahadırlarım... Niyetlerinizi halis ey-
leyin. Niyetiniz Allahü Tealanın dinini yaymak, mazlumları
zalimlerin ellerinden kurtarıp mutlu olmalarını sağlamaktır.
Öyle inanıyorum ki o garipler inşallah özgürlüklerine kavuş-
tukları anda İslamiyet’le şerefleneceklerdir. Ölüm yok olmak
değildir. Arzumuz Rabbimizin de razı olduğu Cenneti kazan-
maktır. Gazamız mübarek olsun. Bana hakkınızı helal edin.
Muradı Hüdavendigârın bu heyecanlı konuşması askerin
şevkini artırmış, düşmanlarla cihat konusunda galeyana getir-
mişti. Padişahın hakkınızı helal edin sözüne de hep beraber Helal
olsun! diye bağırmaları Haçlı ordusunda paniğe yol açmıştı.
Türk ordusu hep bir ağızdan tekbir getirmeye başlarken;
kösler de vurulmuş, güneş yeni doğmaya başlamıştı. Adeta
ağaçlar, çiçekler, kuşlar birbiriyle anlaşmış gibi Türk ordusu-
nun zaferi için dua ediyorlardı.
Bu sırada Kosova semalarında ezan sesi yankılanmaya
başlamıştı. Müslüman askerler huşu içinde sabah ezanını din-
ledikten sonra, hep beraber cemaatla namaza kalktılar. Namaz
sonrası Mevlana Muhammedin okuduğu Kuranı Kerimi göz-
yaşlarıyla dinlediler.
Muradı Hüdavendigâr, ayağa kalkarak harp öncesi son de-
fa askere hitap edip, onlardan helallik istedi:
-Benim Gazilerim, yiğitlerim, kahraman askerlerim otuz
sekiz harpte benimle beraber bulundunuz, bütün bu harplerde
144
ŞABAN ÇİBİR

Cenabı Mevla bizlere zafer nasip eyledi, nizamı alem davasını


buralara kadar getirdik.
Düşmanın eline fırsat geçtiğinde nasıl vahşet işlediklerini
işitip, gördük, adı konmadık bebekleri, ağızsız dilsiz hayvan-
ları nasıl acımasızca katlettiklerini memleketin ormanlarını ve
canlı cansız mahlukatı cayır, cayır yaktıklarını müşahede ettik.
Benim civanmert bahadırlarım... Niyetlerinizi halis eyle-
yin. Niyetiniz Allah-ü Teala’nın dinini yaymak, mazlumları
zalimlerin ellerinden kurtarıp mutlu olmalarını sağlamaktır.
Öyle inanıyorum ki o garipler inşallah özgürlüklerine kavuş-
tukları anda İslamiyet’le şerefleneceklerdir. Ölüm yok olmak
değildir. Arzumuz Rabbimizin de razı olduğu Cenneti kazan-
maktır. Gazamız mübarek olsun. Bana hakkınızı helal edin.
Muradı Hüdavendigâr’ın bu heyecanlı konuşması askerin
şevkini artırmış, düşmanlarla cihat konusunda galeyana getir-
mişti. Padişahın hakkınızı helal edin sözüne de hep beraber
Helal olsun! diye bağırmaları Haçlı ordusunda paniğe yol aç-
mıştı.
Türk ordusu hep bir ağızdan tekbir getirmeye başlarken;
kösler de vurulmuş, güneş yeni doğmaya başlamıştı. Adeta
ağaçlar, çiçekler, kuşlar birbiriyle anlaşmış gibi Türk ordusu-
nun zaferi için dua ediyorlardı.

145
146
ŞABAN ÇİBİR

KOSAVA’DA GÜLLER KAN AĞLIYORDU...

Düşman ordusu gece yarılarına kadar şarap içerek ka-


zanacakları zaferi peşinen kutlamış, seher vakti uykuya
dalmışlardı. Haçlılar zaferden o kadar emindiler ki, Türkleri
onların elinden kimse kurtaramazdı. Ortadoks ve Katolik dün-
yasının papaları da ittifak etmiş, tüm kilise ve manastırlarda
haçlı ordusunun zaferi için dualar ediliyordu. Haçlı askerlerine
kiliselerin onların arkasında olduğu Haçlı zaferinin çok yakın-
da tahakkuk edeceği Türkleri bir daha gelmemek üzere Rumeli
ve Balkanlardan atacaklarını, daha sonra da Anadolu’yu Türk-
lerden temizleyeceklerini ilan ederek, Hıristiyan askerlere
moral vermeye çalışmışlardı.
9 Ağustos 1389 sabahı başlayan ve Osmanlı Devletinin
ilk defa top kullandığı Birinci Kosova Meydan Muharebesinde
Osmanlı Ordusu konuşlandığı sahada düşmanın üzerine gel-
mesini beklemeye başlarken salavat ve tekbir sesleri göklere
yükseliyordu. Sağ kanatta Yıldırım Beyazıt, sol kanatta Şeh-

147
MURAT HÜDAVENDİGÂR

zade Yakup, ortada Muradı Hüdavendigâr yanında Lala Şahin


Paşa, Gazi Evrenos bulunuyordu.
Haçlı Ordusu Türk ordusunun yerine çakılı kalmasını ka-
labalık Hıristiyan ordusundan korkmasına yordu. Bu düşünce
Müttefik Haçlı Ordusunun galeyana gelerek Türk ordusu Üze-
rine taarruz etmesine sebep olmuştu. Gazi Evrenos’un teklif
ettiği savaş planı, adım, adım gerçekleşiyordu. Kurt savaşçı,
Haçlı ordusunun saflarını terk ederek birliklerinden koptuğu-
na kanaat getirdikten sonra Sultana arz etti. Şevketlim! Bizim
karşı taarruz vaktimizdir. Türkler üzerine şuursuzca gelen
Haçlı Ordusu Türk toplarının peş peşe patlamaya başlamasıy-
la geçici bir şok yaşadı. İşte bu şok Türk askerine kafi gelmişti.
Sağ koldan Yıldırım Beyazıt, sol koldan şehzade Yakup bey
düşmanı kuşatmaya başlamıştı. Ortadan Gazi Evrenos ve A-
kıncılar da düşmana taarruza başlayınca, Türk Tarihinin altın
sayfalarından biri daha yazılmaya başlamıştı.
Muradı Hüdavendigâr Peygamber efendimizin Ok atmak
ve ata binmek benim sünnetimdir, ok atanlar bana daha sev-
gilidir. Buyruğunu uygulayarak daha beş yaşından itibaren ok
atmayı öğrenmişti. Eshabı Kiramın düşman askerlerini bu ha-
disi şerif aşkına gözünden vurmayı talim etmesi nedeniyle,
küçük yaşlarından itibaren kale burçlarındaki kafir askerleri-
ni gözlerinden vurmaya alışmıştı. Sekiz saat süren şiddetli bir
meydan savaşından sonra müttefik ordusu hemen, hemen ta-
mamen imha edildi.
Müttefiklerin mağrur komutanı Lazar da ölüler arasındaydı.
Muharebenin sonuna doğru artık zafer tamamen bel-
li olunca, Murat Han, zaferin şükrü olarak muharebe sahasını
gezmeye başlamıştı. Şahadet şerbetini içmiş bulunan Türk As-
kerleri ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsüyor gözleri dahi
kırpık gibi, ahrette kavuşacağı süruru ve müjdeyi görmüş gi-
biydiler.

148
ŞABAN ÇİBİR

Muradı Hüdavendigâr, şehitlerin halini düşündükçe on-


lara gıpta ederek tebessüm etmeye başlamıştı. Cenabı Hakka
dua etmişti. Harp bitmişti zafer müyesser olmuş, ama şehit-
lik nasip olmamıştı. Gece bir ara gözleri daldığında, Sevgili
Peygamber Efendimizi görmüş; Sevgili Peygamberimiz ona
rüyasında; “Ya Murat! Bize kavuşmak istemez misin?” De-
mişti.
Muradı Hüdavendigâr dünya durdukça hatırlanacak bir
zafere daha imza atmıştı. Fakat o zafer kazandığı için sevin-
miyor, harp meydanını gezerken kıyamet gününü ve mahşeri
düşünüyordu.

149
150
ŞABAN ÇİBİR

BIRAKIN GELSİN, BELKİ İMAN EDER...

Bu sırada, arka taraftan Sırpça konuşmalar duyuldu. Mu-


radı Hüdavendigâr iyi Sırpça bilen Evrenos Gaziye sordu:
-Kimdir, ne ister ol kişi Lala?
-Sırp kralı Lazarın damadı Miloş Obiliç adında yaralı bir
Sırp asilzadesidir Sultanım. Size bir şeyler demek istediğini
söyler.
Muradı Hüdavendigâr tebessüm ederek Yaralı Miloş’un
yanına gelebileceğini söyledi. Belki iman eder, Müslüman
olur düşüncesiyle onunla ilgilenmek istedi. O melun bir e-
li elbisesinin içinde, diğer eliyle sırtını tutarak Sultana doğru
yaklaşmaya başladı. Gören de yarası var, onun acı çekiyor sa-
nır. O ise sinsi planını uygulamak için iyi bir fırsat bulmuştu.
Sultan Murat’ın yardımcıları onun etrafında adeta etten bir
duvar örmüşlerdi. Padişah ise eliyle işaret ederek açılmalarını,
aradan çekilmelerini söyledi. Tedbir takdirin önüne geçemi-
yordu. Yaralı Miloş tam Sultanın yanına yaklaşıp, eğildi, elini
151
MURAT HÜDAVENDİGÂR

öpecekmiş gibi yaptı. Herkes bu hareketinden memnun ol-


muştu derken, ani bir hareketle kuşağında sakladığı hançerle
hamle yapıp, Padişahın kalbine hançeri sapladı. Ortalık bir an-
da ana, baba gününe döndü.
Padişahın yanında bulunan Yıldırım Beyazıt, Gazi Ev-
renos Bey, Yakup Bey ve diğer Osmanlı ileri gelenleri çok
şaşkın ve üzgündüler. Hiç beklemedikleri bir hadise tezahür
etmiş yanı başlarında, gözlerinin önünde Sultan’ı kalbinden
vurmuşlardı. Bu güne kadar böyle bir hadise duyulmuş değil-
di. Gerçi Sultanın şehadet arzusunu hepsi biliyordu, ama böyle
bir acıya dayanmak çok zordu.
Akan kanı durdurmaya muvaffak olmuşlardı ama çok kan
kaybeden Sultan nefes alıp vermekte zorlanmaya başlamıştı.
Tabipler kendi işlerini yapıyor, tedbiri elden bırakmak istemi-
yorlardı. Oysa Sultan Murat, muradına ermek üzereydi. Cenabı
Hak onu şehitlik mertebesine çıkararak sayısız nimetlere gark
etmişti. Bu sultanın her halinden belliydi. Hakiki Müslüman i-
çin bundan büyük makam olamazdı.
Sultan Murat etrafında ne yapacaklarını bilemeyen tebaa-
sına işaret ederek oturmalarını, sakin olmalarını emir buyurdu.
Gülümsüyordu. Zor da olsa;
-Beni dinleyin, diye söze başladı. İstediğim bu idi; şe-
hit olmaktı, kanlı elbiselerimle Rabbimin huzuruna çıkmaktı.
Bundan daha büyük bir mutluluk olur mu? Takdirde ne varsa
başımıza o gelecek. Ne güzel ki bu Allah yolunda cihad eder-
ken bizi buldu.
Bir ara sustu, etrafına baktı; gökyüzüne doğru bakışları-
nı çevirdi; gözünden perdeler kalkmış, Cennetteki makamını
seyrediyordu.
Muradı Hüdavendigâr’ın üzerine bir nur tabakası çökmüş-
tü. Bunu herkes aşikare görüyordu. Son nefesini vermeden
önce hayatını uğruna adadığı kutlu kelimeyi söyleyip son ne-
152
ŞABAN ÇİBİR

fesini verdiğinde, Sultan otağını eşi benzeri görülmedik bir


güzel koku kaplamıştı. Bu Cennet bahçelerinin güllerinin ko-
kusu olmalıydı. Orada bulunan herkes, bütün ordu bu kokuyu
aldı, içlerine sindire, sindire çektiler.
Bugün Kosava hala o kokuyu taşımakta; Muradı
Hüdavendigârı yad etmektedir.
Muradı Hüdavendigâr, orta boylu, yuvarlak yüzlü, ince
burunlu, boynu uzun, parmakları iri ve enli, sakalı sık değil,
cesur disiplinde babasından daha sert, hiddetli, harekatında sü-
ratli bir hükümdardı. Halkı ve askeri tarafından çok sevilirdi.
Babasından bir beylik olarak devraldığı devleti imparator-
luk haline getirmişti.

153
154
ŞABAN ÇİBİR

SULTAN MURAT’IN SON SÖZLERİ

Babasının başını kucağına alan Bayezid, kanlar içinde


yatan babasını görünce, gözyaşlarını tutamadığı gibi, arada
bir ahh çekiyordu... Son nefesi yaklaşmış olan Sultan Murad-
i Hüdavendigâr ağır, ağır başını kaldırdı. Bu kahraman evlâda
sevgi dolu gözlerle baktı. En samimi hislerini terennüm eden
şu sözler, dudaklarından tam bir şuur içinde dökülmeye baş-
ladı.
-Oğlum! Dünyada kim akıbetinden kaçabilmiş ki, benim
için ağlıyorsun? Eğer ağlayacaksan, Müslümanlara ağla!..
Onların hallerini perişan bırakma! Yerim sana kalıyor... A-
daletinle sevdir kendini... Sevginle sevdir kendini... Beni de
hayırlı bir evlât bırakmış olarak, hayırla ansınlar... Şunu hiç bir
zaman unutma ki, padişahlığın sermayesi adalettir. Saltanatı
rahat bir iş sanma... Dünyanın en zor işlerinden biri, saltana-
tı omuzlamış padişahların vazifesidir. Dünyada güzel bir nam
bırakmaya çalış... Ecdadının şanına lâyık olasın...
Murat’ı Hüdavendigâr kendisinden sonra hiç bir padişaha
nasip olmayan saadetler içinde, milletine zafer, kendisine şe-

155
MURAT HÜDAVENDİGÂR

hitlik mertebesine kavuşturmuş olan müstecap duasını, kabul


olan duasının mükâfatı olarak pak, temiz ruhu cennet-i âlânın
bahçelerine kelime-i şahadetlerle uçtu gitti...
64 yıllık ömrünün 30 senesinde Padişah olarak yaşamıştı.
Cenazesi Bursa’ya getirilerek, Çekirge semtinde bulunan
Muradı Hüdavendigâr Camii karşısındaki türbesine defnedil-
di. Şehit edildiği yere Meşhedi Hüdavendigâr ismiyle meşhur
bir makam yaptırıldı.
Günün birinde yolunuz Bursa’ya düşerse ki mutlaka
düşsün; Çekirge semtine uğrayın. Sultan Murat efendimizi
mutlaka ziyaret edin. Göreceksiniz ki, Kosava’daki o gül ko-
kusu hala Sultan Murat’ın kabrinden fışkırıyor. On bir İhlas
bir Fatiha okuyup, önce Peygamber efendimize sonra da bütün
peygamberlere, evliyaya, Sultan Murat efendimize, diğer pa-
dişahlara ve bütün Müslümanlara dua etmeyi unutmayın.
Bizi de unutmazsanız seviniriz.

156
ŞABAN ÇİBİR

A-MURAT DÖNEMİNİN SİYASİ OLAYLARI


(1362-1389)

A. Anadolu’daki Gelişmeler
I. Murat’ın kardeşleriyle mücadelesini fırsat bilen Ahi-
ler Ankara’ya hakim oldular. Fakat kısa zamanda I. Murat
Ankara’yı geri aldı (1362).
I. Murat döneminde Hamitoğullarından Isparta, Yalvaç,
Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ve Karaağaç 80 bin altın karşılı-
ğında satın alındı (1381).
I. Murat’ın oğlu Yıldırım Bayezit’in Germiyanoğulla-
rından evlenmesi üzerine çeyiz olarak Osmanlı Devle tine
Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav ve çevresi verildi.
I. Murat’ın Hamitoğulları ve Germiyanoğullarıyla ilişkile-
ri Osmanlıyı Karamanoğullarıyla karşı karşıya getirdi.

157
MURAT HÜDAVENDİGÂR

B. Balkanlar’daki Gelişmeler
Edirne’nin Fethi (1363)

Lala Şahin Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu Bizans-


Bulgar ittifak güçlerini Sazlıdere’de yendi. Bu savaş sonucunda;
• Edirne alındı (1363).
• Sırp ve Bulgarların Bizans’la bağlantısı kesildi.
• Filibe ve Gümülcine alınarak Çatalcaya kadar ulaşıldı.
• Balkan fetihlerinin yolu açıldı.

Sırp Sındığı Savaşı (1364)


• Edirne ve Filibe’nin Türklerin eline geçmesi ve Türkle-
rin Trakya’dan hızla ilerlemesi, Balkan Devletlerini tedirgin
etti. Papa’nın da desteğini alan Sırp ve Bulgarlar Avrupa’yı
harekete geçirdiler. Kısa zamanda Macar Layoş komutasında
Bulgar, Macar, Sırp, Eflak ve Bosna birliklerinden bir haçlı or-
dusu oluşturuldu.
• Hacı İlbeyi komutasındaki Osmanlı keşif kuvvetleri Me-
riç Nehri kıyısında haçlı kuvvetlerini bozguna uğrattı.
Böylece;
Başkent Bursa’dan Edirne’ye nakledildi (1365)
İlk Osmanlı - Haçlı Savaşında Haçlılar mağlup oldular.
Osmanlıların Balkanlarda itibarı arttı.
1367 Trakya’nın fethi tamamlandı.
Macarların Balkanlardaki etkisi azaldı.
Türklerin Balkanlar’da genişleme ve ilerlemesi hız kazandı.

158
ŞABAN ÇİBİR

I. Kosova Savaşı (1389)


1389 yılında Balkanlar’da fetih hareketlerine hız veren
Osmanlılar Manastır, Sofya ve Niş’i aldılar.
Bunun üzerine Balkanlarda yeni bir Haçlı ordusu oluştu-
ruldu. (Hırvat, Leh, Macar, Sırp, Arnavut, Eflak)
Kosova’da yapılan savaşta Osmanlı ordusu kısa sürede
haçlı ordusunu bozguna uğrattı.

Savaşın Sonuçları
1)I. Murat savaş alanını gezerken bir Sırplı tarafından han-
çerlenerek şehit edildi.
2) Türklerin İslam Dünyası’ndaki itibarı arttı.
3) Osmanlılar Haçlılara karşı ilk büyük meydan savaşını
kazandılar.
4) Sınırlar Tuna’ya kadar ulaştı.
5) Osmanlılar ilk defa bu savaşta top kullandılar.
6) İlk defa Anadolu beylikleri Osmanlı Devletine yardım-
cı kuvvet gönderdiler.
7) Sırplar yeniden Osmanlı egemenliğine girdi ve Kuzey
Sırbistan yolu Osmanlılara açıldı.
8) Osmanlıların batıya ilerleyişleri hızlandı.

I. Murat Dönemi’ndeki Diğer Önemli Gelişmeler


1. Devşirme sistemi uygulanılarak ilk defa Yeniçeri Oca-
ğı kurulmuştur.
2. Topçu ocağı kurulmuştur.
3. İlk defa Sultan unvanı kullanılmıştır.
4. Tımar sistemi uygulanmıştır.
5. Anadolu Türk birliği adına önemli adımlar atılmıştır.

159
MURAT HÜDAVENDİGÂR

6. Çandarlı Halil ve Kara Rüstem ilk mali düzenlemeyi


yapmışlardır.
7. Vezir-i azam, Defterdar ve Kazaskerlik makamı oluş-
turuldu.
8. Rumeli Beylerbeyliği kuruldu.
9. Ülke Hanedan üyelerinin ortak malıdır anlayışı daraltı-
larak ülke padişah ve oğullarının ortak malıdır anlayışı getirildi
ve merkezi otorite güçlendirildi.

160

You might also like