You are on page 1of 285

Genel Yayın: 8J6

Edebiyat Dizisi: J9J


<D Türkiye iş lhııbsı Kültür Yayınları
ll.lcşelik Sobğı 213 Beyoğlu 34433 istanbul

Ycl)'lll Yii11etmeni [)efııe Asa 1 Er


E.ditôr 1 tından Akdeıııir

1\.,ıfhlk T<ısm"/1111 Mehmet Ulusel


/)fiulti Alev Üzgiiııer .
T<ıs<�mııı•e Uygıt/,mwTipogr•ıi (02 1 2 ) 249 Ol Ol
Riri11ci B.ısım Mart 2005, istanbul
ISBN 975-458-597-0
OTJ'vl 11039301
l!c�smıel'i A,·haıı ll.bthaası (0212) c\29 O 1 c\5
Yözyıl li.Lıhallcsi i\lr\SSiT 5. Cıdde 47 13.ığc·ıl.ır 34204 istanbul
TÜRKiYE$ BANKASI

Kültür Yayınları

filozof köpek
Machado de Assis

Çeuireıı Levent Cinenıre


Rubiao denizi seyrediyordu. Saat sabah ı n sekiziydi. O n u Bo­
tafogo'daki büyük evinin penceresi nde, sabahlığının kuşağı­
nı parmakianna dolamış halde bir gören olsaydı, hayran hay­
ran önünde çarşaf gibi uzanan denize bakıyor sanırd ı . Ama
size bir sır vereyim, aslında tamamen farklı bir şey düşünüyor­
d u . Geçmişiyle bugün ü n ü karşılaştırıyord u . Bir yıl önce ney­
di? Basit bir öğretmen. Oysa şimdi? Bir kapitalist. Kendine, ter­
l i k lerine ( Tunus işi bu terlikleri ona yenilerde edindiği arka­
daşı, Christiano Pal ha vermişti), evine, bahçeye, deni ze, dağ­
lara, gökyüzüne bakıyor ve terlikten gökyüzüne kadar bütün
bunların tamamen kendisine ait o l d uğunu hissediyordu .
Düşünüyordu : Ş u Allahın işine bak. Eğer kız kardeşim Pi­
edade, Quincas Borba ile evlenseydi tek umudum, ancak azı­
cık bir mirasa konmak olabi l i rdi. Evlenmedi. İkisi de öldüler.
Ve şimdi her şey benim. Demek ki " kör tal i h " dediğin şey as­
lında . . .

Il

İnsanın kalbiyle beyni arasında ne kadar derin bir uçurum olu­


yor! Bu eski öğretmenin de beyni düşündüğü şeyden rahatsız­
lık duyup irkili rken, evin önünden geçip giden şu küçük ka­
yık gibi düşünecek başka bir şeyler ararken, kalbi neşeyle atı-

5
yor, ne Ruhiiio'nun gözleriyle takip t:uıgı kayı kla ne de ka­
y ı kçıyla i lgileniyordu. Kalbinin söyled iği şuydu: Eğer Pieda­
de'nin öl mesi gerekiyorsa evlenmeden öl mesi çok iyi olmuş­
tu. Yoksa arkasında bir çocuk bırakabi lirdi. -Ne güzel bir ka­
y ı k ! - Böylesi daha iyi oldu! -Adam küreklere ne biçim asılı­
yar!- Şu anda ikisi d e kesin cennettedirler!

III

Bir uşak kahvesini getirdi. Rubiao fincanı aldı. İçine şeker ko­
yarken gümüş tepsiye kaçamak bir bakış att ı . Gümüşü ve al­
tını seviyordu. Bronzu sevmiyordu ama arkadaşı Palha bron­
zun da çok değerli hir madde olduğunu söylemişti. Misafir oda­
sındaki i k i ht.ısttiıı, Mefistofeles ile Fa ust'un orada olmaları­
nın nedeni de buydu. Ona kalsaydı, ince gümüş işçiliğinin ha­
rika bir ürünü olan gümüş tepsiyi seçer d i . Uşak h iç kıpırda­
madan ve hiç gülümsemeden öylece bekl iyord u . İspanyoldu.
Rubiao, Christiano tarafından kendisine gönderi len uşağı öy­
le hemen kabul edip eve alınamıştı. Minas'lı zenci uşakların­
dan memnun olduğunu ve evde yabancı bir dil duymak iste­
mediğini kaç kere söylerse söylesin, arkadaşı beyaz uşaklara
ihtiyacı olduğunu söyleyerek ısrar etmişti. Sonunda Rubiao is­
temeden de olsa arkadaşına boyun eğdi. Orijinal bir antika par­
ça gibi misafir odasında bulundurmak istediği o iyi uşağı, mut­
fakta bile kendine yer bu lamadı. M u tfağı Jea n adlı bir Fran­
sız kapınca zenci uşağın rütbesi daha da aşağı i n d i .
" Q uincas Borba çok m u huzursuzl andı ? " d i y e sordu R u ­
biao, kahvesinden son b i r yudum alıp, tepsiye son b i r bakış fır­
latırken.
"Me parece que si*."
"Gidip o n u serbest bırakayım."
Ama gitmedi. Mobilyalara bakarak oyalandı. Duvarda iki

* "Öyle görünüyor."- ç.n.

6
bronz büstün üzeri nde asılmış olan İ ngiliz taşbaskısı resim­
leri görünce Pal ha'nın karısı güzel Sophia'yı düşündü; gözle­
rinde derin bir bakış, birkaç a d ı m atarak odanın ortasında­
ki divana oturdu.
Üçümüz bir şeyler almak için çarşıda etrafa bakınırken bu
iki küçük resmi a lmaını isteyen oyd u . Ne kadar da güzeldi o
gün. En beğendiğim yeri, omuzl arı . Albay ' ı n balosunda gör­
müştüm; ne omuzlar! M um gibil er. Öylesine pürüzsüz, öyle­
sine beyaz ! Kolları da öyle. Ah o biçimli kollar!
Rubiao iç çekerek bacak bacak üstüne attı ve sabahlığının
püskülüyle dizine vurmaya başladı. Bir taraftan tam anla m ıy­
la mutl u olmadığım h issediyor, bir tarafta n da mutlak mut­
luluğa çok uzak olmadığı nı düşünüyordu. Sophia'nın ona kar­
şı tavırlarını, nasıl baktığını aklına geti riyordu . Sevgi dolu o
hareketlerin tek bir anlamı olabilirdi: Kendisinden hoşlanıyor­
d u . Çok hoşlanıyordu. Rubiao yaşlı bir adam değildi. 4 1 ya­
şındaydı. Üstelik daha genç gösteriyordu. Bu gözlemin peşin­
den bir hareket geld i . Eliyle, artık her gün tı raş edi len çenesi­
ni okşadı. Eskiden her gün tıraş olmazdı. Hem böylesi daha
ekonomik olduğu için hem de gerekıned iği için. Ne de olsa
o zamanlar basit bir öğretmendil İki yandan favori bırak ı r­
dı (gerçi sonradan saka! bı raktı ) . Favorileri yumuşacık olur­
du. Aralarından parmaklarını geçirmekten büyük zevk alırdı.
İlk karşılaşmalarını hatırladı. Vassouras tren istasyonunda kar­
şılaşmışl ard ı . Kendisi Minas'tan geliyordu . Sophia, kocasıy­
la birlikte onun bulunduğu kampartımana bindiği anda o se­
vecen gözleriyle karşı karşıya gelmişti. Sanki peygamberin, " Ey
susayanlar; gelin s uyumdan içi n " demesi gibi davet eden, teş­
v i k eden gözler. Aslında o zaman zihninde bu davetkar göz­
lere uygun olmayan düşünceler dolanıp duruyor, kendisine ka­
lan miras, vasiyet, malların neler olduğu gibi düşi.incelerle do­
lup taşıyordu kafası. Zaten bunları sırasıyla anlatmadan onun
ne bugü nkü ne de gelecekteki halini siz de anlayamazsınız. O
zaman Rubiao'yu orada, Botafogo'daki evi nin misafir oda­
sında, saba h lığı nın püskülüyle d izleri üzeri nde tempo tutup
güzel Sophia 'yı düşünür halde bırakalım. Gel in benimle sev-

7
gili okurlarım, birkaç ay öncesine dönüp, Quincas Borba'ııııı
yatağın ı n kenarında oturan Rubiao'ya bi r bakalım.

IV

Eğer lütfedip deMezarımdan Yazıyorum adlı kitabıını okuyan


varsa, işte bu Quiııcas Borba, oradaki umul madık m irasa
konan di lenci ve yeni bir felsefenin yaratıcısı olan o Q ui ncas
Borba'dır. Şu anda Barbacena 'da oturmaktadı r.
Buraya gelişinden itibaren, mütevazı tavırları ve alça kgö­
nüllülüğüyle d i kkat çeken dul bir kadına aşık olmuştur. Ma­
ria da Piedade adlı kadın o kadar çekingen, o kadar sıkılgan­
dır ki �1şığı ııın bütün iç çekişleri karşıl ıksız kalmıştır. Karde­
şi Rubiao, bizim Ru biao, ikisini bir araya getirip evlendirrnek
için elinden ne geliyorsa yapmıştı r. Ancak Piedade tüm bu ça­
balara di renmiş ve sonra da zatülcenbe yakalanarak bu dün­
yadan göçmüştür.
İşte iki adamı bir araya getiren şey, bu kısa aşk h ikayesi­
dir. Rubiao, bir keresinde daktorun söyl ed iği gibi, Qui ncas
Borba'nın içinde deliliğin tohumlarını barındırdığını o zaman­
dan bi lebi l i r miyd i ? Tabii ki bil emezd i . Bildiği tek şey, Bor­
ha'nın gayet i lginç ve sıra dışı biri, hatta bir eksantrik oldu­
ğuydu. Üstel ik kendisini yavaş yavaş yiyip bitiren hastalığı sı­
rasında veya öncesinde o delilik tohumu Quincas Borba ' ıı ı n
beyninden d ışarı taşmamıştı . Qui ncas Borba'n ı n birkaç ak­
rabası kal mıştı. Onlar da 1 867 yılında ölmüşlerdi. Son kalan
akrabası ise, mirasıııı ona bırakan amcasıyd ı . Onun ölümün­
den sonra Rubiao, fi l ozofun tek arkadaşı olarak kaldı. Ru­
biao o sıralar bir erkekler okulunun müdürüydü. Ama has­
ta arkadaşına bakabilmek için okulu kapattı. Öğretmen olma­
dan önce birkaç işe el atmış ama hiçbirinde d i kiş tutturama­
mıştı .
Rubiao'nun bu hemşirelik görevi beş aydan fazla, yakla­
şık altı ay kadar sürdü. Sabırlı ve her zaman gülümseyen Ru-
biao, kendini hasta arkadaşına adadı. Onun her şeyiyle ilgi­
leniyor, daktorun tal imatlarını d i nleyerek ilaçlarını alınma­
sı gereken zamanda almasını sağlıyor, onunla beraber y ürü­
yüşlere çıkıyordu. Hiçbir şeyi u nutmuyordu. Ne evdeki işle­
rini, ne d e başkentten ya da O u ro-Preto'dan posta gelir gel­
mez gazeteyi okuma görevi n i i hmal ediyordu .
Q ui ncas Borba, " Ço k iyisiniz, Rubiao" d iyordu.
"Ne büyük l a f! Sanki siz kötüsünüz ! "
Doktor, Q uincas Borba'nın hasta l ığının o n u yavaş yavaş
ölüme götürdüğü görüşündeydi . Bir gün bizim Rubiao dok­
toru dış kapıya kadar geçirip arkadaşının durumunu sordu ve
kaçınılmaz sona mahkum olduğunu öğrendi. Ayrıca doktora
göre arkadaşının bu durumu kabul etmesini sağlamalıydı. Öy­
l e ya, ecel kaçın ı l mazsa ölümü zorlaştırmanın bir alemi . . .
" Hayır" d iy e hemen sözünü kesti Rubiao, " o mesele, ya­
ni ölüm, onun için kolay bir meseledir. Yıllar önce yazdığı bir
kitap var, bir felsefe k i tabı, o kitabı, tabii, okumadınız. "
" Okumadım ama felsefe başka şeydir, gerçekten ölmek baş­
ka şey. İ yi günler. "

Rubiao'ya göre, Quincas Borba'nın gön lünde kendi yerine ra­


k i p olabi lecek tek kişi vardı: Bir köpek. Orta boylu, kurşuni
renkli, siya h bene k l i , güzel bir köpek. Q u i ncas Borba gittiği
her yere köpeğini de götürür, onu kendi odasında yatırırdı. Sa­
bahları sahibini ilk uyandıran ve yarağına atlayarak günün i l k
selamını veren, o y d u . Sahibinin s ı r a dışı hareketlerinden biri­
si, köpeğe kendi ismini vermesiydi. Bunun, biri felsefi, biri özel
i k i nedeni vardı.
" Benim felsefemde İnsanl ı k hayatın özü olduğuna ve her
yerde bulunabildiğine göre, köpekte d e bulunuyor demektir.
İşte bu yüzden bir köpeğe, ister Hıristiyan olsun ister Müslü­
man, i nsan ismi verilebilir. "

9
" Peki ama neden ona Bernardo ismini vermediniz? " Ber­
nardo, yerel rak iplerden birin i n ismiyd i .
" Bu d a özel nedene giriyor. Eğer sevgili köpeği mden önce
ölürsem, ki öyle ol acağını sanıyorum, adım onda yaşayacak.
Bak ıyorum gülüyorsun uz. " Rubiii.o, hayır işareti yaptı .
" Gülmeyin sevgili dostum, gülmeyin. Çünkü ben i m kade­
riın ölümsüzlük. Büyük kitabımla sonsuza kadar yaşayacağım .
O ki tabımı okuyamayanlarsa köpeği Qu i ncas B o r b a diye
çağı rd ıkları zaman ben -"
İsminin söylendiğini duyan köpek, heyecanla Quincas Bor-
ba'nın yatağına atlayı p Quincas Borba'ya baktı .
" Zavallı dostum. İyi dostu m . Hayattaki tek dostu m . "
"Tek dostum m u ? "
" Kusura bakmayın, siz d e benim dostumsunuz. Bunun ga­
yet iyi farkındayım ve bunun için size müteşekki rim. Canım,
hasta bir adamın kusuruna bakmayın artık. Sakın sayıklarna­
ya başlamış olmayayı m ? Şu ayna yı uzatır mısınız. "
Ru biii.o aynayı verdi. Hasta adam birkaç saniye boyunca
bir deri bir kemik kalmış yüzüne, yavaş fakat emin adımlar­
la yaklaşan ölümünü görebildiği yüksek ateşin etkisi altında­
ki gözlerine baktı. Sonra solgun ve alaycı bir gi.ıli.ımsemeyle
şöyle dedi:
" Bu rada, dışarıda görd üklerim, ben i m içimde hissettik le­
rime uyuyor. Öli.ıyoruın sevgili Rubiao, bırakın şimdi öyle işa­
retler yapmayı, ölüyorum. İnsan ölümden neden bu kadar kor­
kar?"
" Sizi n b u konuda bell i bir felsefeniz olduğu n u bil iyorum.
Ama şimdi bunları bırakalım da yemeği konuşalım. Ne yemek
istersiniz ? "
Quincas Borba kalkarak yatağın kenarına oturdu v e ayak­
larını aşağı uzattı. Üzerinde pantolon veya pijama yokken ba­
cakları nın ne kadar i nce göri.ıneceği tahmin edilebilirdi.
"Ne pişi rel i m ? Ne istersiniz ? " diye aceleyle sorusunu tek­
rarladı Rubiii.o .
Ama hasta güli.imseyerek, " Hiçbir şey" diye cevap verd i.
" Belli bir felsefe. Ne kadar d a aşağı layarak söylediniz bu n u .

lO
Hadi bakalım tekrar söyleyin. Tekrar duymak istiyorum. Bel­
li bir felsefe ! "
" Aşağılamadım. Ben kimim k i felsefeyi aşağılayayı m ? Ben
demek istiyorum k i ölümün bell i bir sonucu olmadığına i na­
nıyor olabilirsiniz çünkü muhtemelen bunun için bel l i neden­
leriniz, bell i i l keleriniz vardır-"
Quincas Borba ayaklarıyla terliklerini aramaya başladı. Ru­
biao terlik leri ona yaklaştırdı. Terliklerini giydi, ayağa k a l k­
tı, köpeği okşadı, bir sigara yaktı, baca k larını açmak için yü­
rümeye başlad ı . Rubiao hemen giyinmesini istiyordu . Arala­
rından bir seçim yapınası için ceketini, yeleğini, sabahlığını ve
paltosunu getirdi. Quincas Borba bir el işaretiyle hepsini red­
detti. Bugün çok farkl ı görünüyordu. Daha içedönük görü­
nen gözleri beyninin çalışmasını izliyor gibiydi. Uzunca bir sü­
re odada dolaştıktan sonra Rubiao'nun tam önünde d u rd u .

VI

" Gerçekten hayatı v e ölümü bilmek istiyorsanız size annean­


nemin nasıl öldüğünü a niatınam yeter. "
" Nasıl öldü ? "
" Oturu n . "
Rubiao, takınabildiği e n ilgili yüz ifadesini takınarak b u em­
re uydu. Q uincas Borba yürümeye devam ediyordu.
" Ri o de Janeiro'daydım. Önemli bir yortunun olduğu bir
gün, o zamanlar kraliyer şapeli olan i mparatorluk şape l i n i n
önündeydim. Anneannem şapelden çıktı, yolda kendisini bek­
leyen arabasına binrnek için şape l i n avlusunu geçti. İnsanlar
karıncalar gibi yığı l mıştı oraya, hanı mefendileri görmek is­
tiyorlard ı . Anneannem tam avludan geçip yakındaki araba­
sına gidiyordu k i bir y ü k arabasının atlarından biri, bir şey­
den korkmuş olacak ki h ızla koşmaya başladı. Diğer atlar da
onu takip ettile r. Büyük bir kargaşa ve bağırış çağınş o l d u .
Annean nem yere düştü. Atlar v e araba üzerinden geçti. Onu

ı1
hemen D i reita Sokağı'ndaki eczaneye götürdüler a m a artık
çok geçti. Kafasında derin bir yara vardı. Bir hacağı ve bir
omzu kırı l mıştı. Her yanı kan içindey d i . Birkaç dakika son­
ra ö l dü . "
" Trajik b i r ölümmüş. "
" Değil d i . "
" Değil miydi ? "
"Sonrası n ı d a dinleyin. Kaza şöyle olmuş. Yük a rabasının
sahibi de şapelin avlusundayınış ve çok açmış çünkü sabah çok
erken ve hafi f b i r kahva ltı yapmış. Bulunduğu yerden araba­
nın sürücüsüne bir işaret verince o da patronunun emrini ye­
rine getirmek için atları kı rbaçlamış. Araba, yolun ortasında
bir engele rastlamış ve o engeli yıkıp geçmiş. İşte o engel, a n­
neannemdi. O eylemler silsi lesi nin ilk eylemi, bir korunma iç­
güd[isü; İnsa nlık acıkmış. Eğer orada anneannemin yerine bir
köpek ya da bir sıçan olsaydı anneannem ölmeyecekti ama İn­
sanlık hala bir şeyler yeme ihtiyacı hissedecekti. Orada köpek
ya da sıçan yerine Byron ya da Gonçal ves Dias gibi bir şair
olsaydı durum biraz farklı olacaktı çünkü ölen şairler hakkın­
da an ma yazısı yazma k için güzel malzeme ç ı k m ı ş olacaktı .
Ama bu durumda bile temel gerçek değişmeyecekti. Şairleri
ister ünlü, ister adı bile duyulmamış olsun, i nsanın ezberin­
den bi rkaç şiir eksik olacak diye d ü nyan ı n sonu gelmez. Oy­
sa İnsanlık (en önemli şey budur), İnsanlık mutlaka yemek ye­
mel idir. "
Rubiao bütün di kkatini vererek dinlediği ve gerçekten an­
lamak istediği halde arkadaşının neden anneannesinin ölümü­
nü bir zorunluluk olarak tanımladığını anlayamam ıştı . Ara­
banın sahibi, ne kadar geç kalsa da herhalde açlıktan ö l me­
den önce evine varacaktı ama o iyi kadın artık yoktu. Hem de
sonsuza kadar yoktu. Arkadaşına bu düşüncelerini onu kır­
mayacak şekilde anlattıktan sonra sordu:
" Peki bu bahsettiğiniz İnsanlık ned i r ? "
" İnsanlık il kedir. Ama durun b i r dak ika. B i r şey söyleme­
yeceğim. Siz bunları a nlayamazsınız sevgi li Rubiao. Konuyu
değişti relinı . "

12
" Devam edi n . "
Yürüyüşüne o ana dek devam eden Qui ncas Borba, bir an
durdu.
" Yoksa benim öğrencim m i olmak istiyorsunuz ? "
" Evet . "
" Peki. Felsefemi aşama aşama anlayacaksınız. Felsefemi
tamamen öğrendiğiniz gün, ah işte o gün, en büyük mutluluk­
lar sizin olacak. Çünkü gerçek kadar i nsanı mest eden, zevk­
ten delirten bir şey yoktur. i nanın bana, İnsanlık her şey i n en
üst noktasıdır. insa n l ığı formüle eden ben d e d ünyadaki en
m ü kemmel insa n ı m . Bak ı n ! Görüyor musun güzel Q u i ncas
Borba'm bana nasıl bakıyor? İşte İnsanlık . "
" Bu İnsa n l ı k nasıl b i r şey ? "
" İ nsanlık ilkedir. Her şeyde evrensel, biricik, ölümsüz, her­
kese ait, bölünemez ve yok edilemez bir öz, bir ilke vardır. Bu
öz aynı özdür ve gizlidir. Büyük Camöes'in sözleriyle dile ge­
tirirsek bu i l ke şudur:

'Her şeyde vardır bir hakikat


Hem görünende hem de görünmeyende'

" İşte İnsanlık, o özdür, o hakikattır. Ben buna İnsanlık di­


yorum çünkü İnsan l ı k evrend i r ve evren insandı r. Anlamaya
başladınız m ı ? "
" Biraz anladım ama b u a nlattıklarınız doğru olsa d a anne­
annenizin ö l ü m ü nasıl o l uyor da -?"
" Ö lüm diye bir şey yoktur. Genişleyen iki biçimin karşı­
laşması ya d a iki biçim i n genişlemesi, o biçimlerden birinin
ötekini bastırmasına neden olabilir ama gerçekte ölüm yok­
tur. Tersine hayat vardır çünkü biçim lerden birinin bastırıl­
ması, diğerinin hayatının devamı için şarttır. Yok etme, evren­
sel ve genel ilke olmaz. Savaşın koruyucu ve hayırlı bir şey ol­
ması da böyled i r. Varsayalım ki bir patates tarlası ve iki köy
var. Tarladaki patatesler iki köyü beslerneye yetmiyor. Köy­
lerden biri, askerlerini toplayıp dağın öte yamacına, patate­
sin daha bol olduğu patates tarlasına gidiyor. Eğer köyler pa-

13
tates tarlası nı barışçı biçimde paylaşsalar ki mse yete r l i gıda
alamayacak ve açlıkran ölecekler. Demek ki barış, burada yok
edici bir şey. Savaş ise i n sanları koruyor.
"Kiiylerden biri diğer köylüleri öldürüyor ve gan i meti ele
geçi riyor. Sonra d a gelsin sevinç gösterileri, marşlar, tezah ü­
ratlar, ödüller ve savaşçı l ığın diğer tüm sonuçları. Sa vaş ol­
masaydı, böylesi gösteriler de o l ınayacaktı. Bunun da gerçek­
çi bir nedeni vardır. İnsan sadece kendisinin hoşuna giden ve­
ya ona belli bir avantaj sağlayan şeyleri sever ve böyl e şeyle­
ri anar. Doğal olarak kimse kendisine karşı olan, kendisini ele
veren eylemleri yüceltmez. Gal i p patatesleri a l ır; mağl uba da
nefret ya da merhamet duygıısıı kal ır."
" Peki yok edileıılrriıı diişiiııcderi ne olaca k ? "
"Kiıııse vok cdılıııo.. Hi�,"iııı vok olur ama ö z aynen kalır.
Sııyıııı byıı.ıııı.ı�ıııı giırıııediııiz ıııi? Sürek li olarak su kabar­
ukları oluşıır ve yok olur ama sıı aynı su olarak kalır. İşte bi­
reyler o sıı kabarcıkları gibi geçicidir. "
" İyi d e o zaman s u kabarcı klarının düşünceleri n e ola­
ca k ? "
"Su kabarcığının düşüncesi olmaz. Dünyan ı n belli parça­
larındaki insanları silip süpüren korkunç veba salgınlarından
daha üzücü bir şey yok gibi geli r i nsana, değil mi? Ama yine
de şeytani hastalık, kötülük denen o hastalık aslında insanoğ­
luna lütfedi l miş bir nimetten başka bir şey değildir. Çünkü va­
roluşunu sürdürme gücünden yoksun, zayıf organizmaları yok
ettiği gibi bilimsel gözlemlere ve tedavi edici ilaçların icat edil­
mesine yol açar. Hijyen denilen şey, asırlardır süren pisliğin
ürünüdür. Hijyeni hastalıklar ve enfeksiyonlar neden iyle ölüp
gi den mi lyonlarca bi reye borçluyuz. Hiçbir şey kaybolmaz.
Her şey kazanılır. O raya dönersek, suda hala su kabarcıkla­
rı vardır. Şu k itabı görüyor musunuz? Don Quijote. Elimde­
ki nüshayı yok ettiğim takdirde kitabın kendisini yok etmiş ol­
mam. Kitap benim yok etmediğim nüshalarda ve bundan son­
ra yapılacak basınıla rd a sonsuza kadar varlığını sürdürecek­
tir. Ebedi ve güze l d i r, ebed i l iği güzeldir. Ayn ı bizim ilahi, i l a ­
hiden de öte dünyamızın kendisi gi bidir. "

14
VII

Quincas Borba yatağa çöktü. Yorulmuştu. Rubiao hemen bir


bardak su geti rdi ve yatıp biraz dinlenmesi için ona yalvardı .
Ama hasta adam birkaç dakika sonra i y i olduğunu söyledi.
Sadece uzun konuşmalar yapma alışkanlığını kaybetmişti. Ru­
biao'ya, kendisi dünyayı ve dünyanın harikalarını parlak cüm­
lelerle anlatırken hiç güç harcamadan yüzünü görecek kadar
geri gitmesini eliyle işaret ett i . Kendi düşünceleriyle başkala­
rının görüşlerini birbirine öyle kattı, d ünyaya dair savaşçı ve
barışçı i mgelerle öylesine karıştırdı k i Rubiao ölümün bu ka­
dar yakınındaki bir adamın bu konuları böy l es i ne şöva l yece
ele alabi ldiğine şaşırd ı .
" Hadi biraz y a t ı p dinle n i n . "
" Ben iyiyi m. Şimdi y ü rü yüşe çıkacağı m . "
" Şimdi olmaz. Yoruldu nuz. "
Ayağa kalktı. Ellerini babacan bir tavırla Rubiao'nun om-
zuna koy d u .
" Benim dostum musunuz ? "
" Ne soru ama ! "
" Söyleyi n bana, dostum musunuz ? "
Rubiao b u soruya, " En a z şu hayvan kadar. O ndan bile
fazla" diye cevap verirken şefkat ve merhamet duygusuyla ken­
d i nden geçmişti.

VIII

Q u i ncas Borba ertesi gün, yakınlard a R i o d e Janeira'ya git­


me kararıyla uyandı . Orada bir ay kadar kalacaktı. Hal letme­
si gereken bazı işleri vardı. Rubiao hayretler içinde kaldı. Has­
talığı ve doktoru ne olacaktı? Daktorun bir şarlatan olduğu,
insanın hastalığını yenebitmesi için de arada sırada zihnini baş­
ka şeylerle meşgul etmesi gerektiği cevabı geldi. Sağlık ile has­
talık, aynı meyven i n tohumları, İnsanl ığın i k i haliydiler.

15
" Bazı özel meselelerimle ilgileneceğim. Bir planım var ve
o kadar mükemmel, yüce bir plan ki siz bile anlayamazsınız.
Bu kadar dobra kon uşmaını hoş görün Rubiiio ama bu iç­
ten l iği başkasına göstermek yerine size gösterıneyi tercih ede­
rim . "
R ubiiio , zamanla b u projenin de diğerleri gibi u n utulaca­
ğını sanıyordu ama yanılm ıştı . Üstelik hasta, giderek iyileşi­
yordu sanki. Yatmıyor, sokağa çıkıyordu. Hatta arada bir şey­
ler de yazıyordu. Bir hafta sonra, noter çağırmak i stedi.
" Noter m i ? "
" Evet. Vasiyetimi yazdırmak istiyorum. Ya d a notere biz
gi delim. İkimiz. "
Üçü birli kte gitti ler. Çünkü köpek, sahibi v e efendisinin
kendisi olmadan evden çıkmasına izin vermedi. Quincas Bor­
ba bütün formaliteleri yerine getirerek vasiyetini yazdırdı ve
huzur içinde evine dönd ü . R ubiiio, kalbinin ç ılgınca çarptı­
ğını d uyuyord u .
"Rio de .Jaııeiro'ya yalnız gitmenize izin veremem" dedi ar­
kada�ıııa.
"geııinıle gelıııek zorunda deği lsiniz. Üstelik Quincas Bor­
ba gelmiyor ve onu sizden başka kimseye emanet edemem. Evi
olduğu gibi bırakıyorum. Bir ay sonra dönerim. Yarın yola çı­
kıyoru m . Köpeğin beni evden ayrılırken görmesini istemiyo­
rum. Ona iyi bak ı n Rubiiio . "
"El bette ona iyi bakanın . "
" Yemin eder misiniz ? "
" Günümlizü aydınlatan güneş üzerine yemin ederim. Hem
ben çocuk muyum ki bana güvenmiyorsunu z ? "
"Sütünü, yemeğini zamanında verin, banyosunu her zaman­
ki gibi zamanında yaptırın. Onu dolaştırmaya çı kardığınız­
da kaçınaması na dikkat edin. Hatta, hayır hayır, dışarı çıkar­
mayın. Sakın d ışarı çıkarmay ı n . "
" M erak etmey i n . "
Quincas Borba, öte k i Q u i ncas Borba'ya ağlıyordu. Ev­
den ayrılı rken köpeği görmek i steme d i . Gerçek ten d e ağl ı ­
yor; cehennemin dipsiz uçurumuna düşmek üzere o l a n ka-

16
ranl ı k bir ruhun damla damla çözül üşü gibi d el i l iğ i n i n göz­
yaşlarını ya da sevgis i n i n gözyaşlarını, hangisi o lu rsa olsun
gerçek gözyaşlarını Minas Gera i s ' i n veri m l i toprağına saçı­
yord u .

IX

Saatler sonra Ruhiiio'nun aklına korkunç bir şey geldi. Eğer


vasiyette gerçekten kendisine de yer verilmişse, i nsanla r, ölü­
münü h ızlandırmak ve m i rasını bir a n önce almak için arka­
daşını bu seya hate zorla gönderdiğini söyleyebi l i rlerd i . Vic­
dan aza bı duyuyordu şimdi. Neden onu gitmekten alı koymak
için yeterince ısrar etmemişti san k i ? Rüyası nda Quincas Bor­
ha'nın cesedini görüyord u . Pisl i k içindeydi. K i n dolu gözle­
rini kendisine dikmiş bakıyordu. Bunun üzerine, olur da ar­
kadaşı seyahat s ı rasında ölürse kendisine bırakı lacak mirası
reddedecekti.
Köpek ise her yeri kokluyor, sürekl i inliyor ve hep kaçma­
ya çalışıyordu. Uykusu da bozulmuştu. Geceleri sürekli uya­
nıp evi dolaşıyor ve tekrar köşesi n e gelip yatıyordu. Sabah­
ları Rubiiio onu yarağına çağırıyor, o da Rubiiio'yu sahibi zan­
nederek neşeyle yatağına koşuyordu. Sahibi olmadığını görü­
yor ama ne yapsın, Ruhiiio'nun akşamalarını reddetmiyor, hat­
ta onun sahibine gitmesini umuyormuş ya da kendisini sahi­
bine götürebi l i rmiş gibi bu okşamalara karşılık veriyordu. İlk
günler hiç yemek yemedi. Susuzluğa daha az dayanabildiği için
Rubiiio ona ancak b i raz süt içirebi l d i . Saatlerce sessiz ve üz­
gün bir halde kıvrılmış yatıyor ya da kafasını patilerinin ara­
sına a l ı p uzanıyordu .
Doktor geldiğinde, hastasının aceleciliğine çok şaşırdı. Git-
mesine izin verilmemel iydi. Bu durumda ölüm kesindi.
" Kesin m i ? "
" Er ya da geç . Köpeği de götürdü m ü ? ''
" Hayır o burada. Köpeğe benim bakmaını istedi. Bunu ko-

17
nuşurken ağlı yordu . Gerçekten ağlıyordu, hiç d urmamacası­
na. " Hemen dostunu savunmaya geçti: " Bu köpek sahibinin
saygısını tamamen hak ediyor. O da ayrı bir kişi . "
Doktor kurdelesini düzeltmek için hasır şapkasını başın­
dan çıkardı . Gülümsed i . " Nasıl ya n i ? İ nsan gibi mi ? "
Rubiao ısrarcıydı. Köpeğin normal bir insan olmadığını ama
duygularının olduğunu, hatta hüküm verme yetisine sa hip bu­
l u nduğunu söyledi. " Bakın bir keresinde ne o l d u -"
" Hayır, hayır, teşekkür ederim, şimdi değil , sonra anlatır­
sınız. Şimdi hemen yılancık çıkaran bir hasrama gitmem la­
zım. Ama Quincas Borba'dan mektup gelirse ve mektup özel
mektup değilse, bir görmek isterim. Köpeğe saygılarımı i letin"
dedi ve çı ktı .
Bazı insanlar R ubiao'yla ve köpeğin onu koruması yerine
onun köpeği koru ması soru mluluğuyla dalga geçmeye başla­
dılar. Hir de laka plar tak maya başlamışla rd ı . Şi mdi öğretmen
lwyiıı ycııi ıııc�lt·i�i ııc olnııı� o l ı ı yo rd ıı ? Köpek muhafızı mı ?
Rııhı.ı", ""·ıııl.ırd.ııı \t·kiııırdı. 1\�lılllLı t i i ııı hıı yaşadıkları ona
"ı,ııı.ı gt·livordıı; v.ıh;ıııLıLırdaıı kaçı yor, köpekten iğreni­
yor, kl"ııdıııe v e doğduğu gii ne lanetler yağd ırıyordu. Keşke
m i rastan pay almak gibi bir umuda kapılmasaydı. Zaten mi­
ras da azıcık bir şeydi.

Yedi hafta sonra, Quiııcas Borha 'nın yazdığı, Rio de Janeiro'dan


gönderilmiş şu ıııektup Ba rbacena'ya gel d i .

Sevg i l i dostu m,
Eminim benden ses çıkmaması sizi meraklandırmış­
tır. Size yazmamarnın nedenleri var. Kısa süre sonra eve
döneceğim ama şimdilik size gizli, ama çok gizli hir me­
seleyi d uyurmak istiyoru m .
Rubiao, ben kimim? Ben, Aziz Augusti n us'um. Bu-

ıs
na güleceğinizi biliyorum çünkü siz bir cahilsi n iz, Ru­
biao. Aramızdaki dost l u k ve samimiyet, bana bu ke­
l i meyi kullanma hakkı veriyor. Ben de bu hakkımdan
taviz vermiyor ve son kez kullanıyorum. S iz bir cahil­
si niz!
Dinleyin cahil adam. Ben Aziz Augustinus'um. Bu­
nu da geçen gün keşfettim. Hemen iti raz etmeden ön­
ce bir dinleyin bakal ı m .
Aziz Augustinus'la hayatımızdak i h e r şey t a m o l a ­
r a k uyuyor. O da b e n de hayatımızın bir kısmını zev­
ku sefaya ve sapkın inançlara ayırmışız. Bu arada, İn­
sanlık felsefemle uyuşmayan her şeyi sap kın inanç sı­
nıfına soktuğumu söyleyeyi m . Sonra, i k imiz de hırsız­
lık yapmışız. O , k üçükken K artaca 'da armut çalmış,
ben de gençken arkadaşım Braz Cubas 'ın saatini çal­
mıştım. ikimizin anne leri d e i ffetli ve d i ndar k imseler­
d i . Ve son o l arak o da benim gibi var olan her şeyin
iyi olduğuna inanmış ve bu inancını İtiraflar'ının VII.
k i tabının XVI. bölümünde belirtmiş. Tek bir farkla k i
ona göre köt ü l ü k, yolundan s a p m ı ş i radedir. Geçmi­
şe, daha kötülüğün olmadığı ve her şeyin iyi olduğu za­
manlara özgü bir hayaldir, hataya, yanlışlığa verilen bir
tavizd i r.
Elveda cahil adam. Eğer kulaklarınızı kaybetmek is­
temiyorsanız, sakın size y u karıda emanet ettiğim sır­
rı ki mseye açmayın. O sırrı koruyun ve asla a nlama­
sanız da benim gibi büyük bir adamın arkadaşı olmak
gibi bir şansa sahip olduğunuz için şükred i n . Beni za­
manla a nlayacaksınız. Barbacena'ya döner dönmez bü­
yük bir adamın nasıl olduğunu size anlatacağım. Hem
de bir eşeğİn bile a nlayabileceği basit ve açık cümleler­
le anlatacağı m. Elveda. Zavallı Quincas Borba'ma se­
lamlar. Sakın sütünü vermeyi unutmayı n . Sütünü ve­
rin ve banyosu n u yaptı rın. Elveda, elveda.
Sadık dostunuz
Q uincas Borba

19
Rubiao mektubu neredeyse elinden düşürüyordu . Aklına
dostunun şaka yapabileceği geldi ve mektubu yeniden okudu.
Ama yine aynı izlenimi aldı. Şüphe kalmamıştı artık, dostu de­
l i rmişti . Zavallı Quincas Borba ! Meğerse onun o ilginçlikleri,
s ı ra dışı lı kları, eksantri kli kleri , sık sık değişen ruh ha l leri,
mantıksız dürtüleri, orantısız merhamet gösterileri, sadece ve
sadece beyninin tamamen çökmesinden önce gelen belirtilermiş.
Ölmeden mezara girmek gibi bir şeymiş. Ne kadar iyi, ne ka­
dar mutlu bir adamdı oysa. Biraz küstahtı ama bunun nedeni
hastalığıydı, belli ki. Rubiao, gözlerinin yaşı nı s i l di . Sonra da
mi rası hatırladı. Aklına bir kere daha ne kadar iyi bir arkada­
şını kaybedeceği geldi ve daha da büyük bir üzüntüye kapıldı.
Mektubu bir kere daha okudu. Ama bu sefer sindire sin­
dire, kel i meleri analiz ederek, anlamlarını çözmek için tek tek
ele a larak ve fi lozofun kendisine nasıl bir eşek şakası yaptı­
ğı nı bulmak içiıı uğraş;ırak okudu. O da el bet bu tür şakalar
y ap ı ııa � ıııı hilirdı. /\ıııa ıııektuhu okudııkça fela ket kuşkula­
rı d.,grııl.ııııyordu. 1V1l'ktuhıııı soııuııa ge ldiğinde a rtık yüzü
\;tp\.trı .,ıııııı�tu. /\L;ıh;ı V;ısıyette bulunan bir kişinin zihni me­
k-h · k-riııı n yetersiz olduğu kanıtlanırsa vasiyet geçersiz mi sa­
yılırdı? Yoksa mirası alamayacak mıyd ı ? Gözleri karardı . Ka­
pıdan doktorun girdiğini gördüğünde mektup hala açık ola­
rak elinde d uruyordu. Doktor, hastasından ne haber var diye
sormaya gel mişti . Postacı ona hastasından bir mektup gel di­
ğini söy !emiş. Aca ba o mektup, elindeki mektup m uy d u ?
" Evet o mektup bu ama . . . "
" Özel şey ler va r."
"Ewt. Tamamen ikimiz arasında kalması gereken bazı şey­
ler var. Müsaade ederseniz . . . "
Ru biao, bunu söy lerken mektubu cebine koydu. Doktor
evden çıktığı anda bir oh çekti. Az daha Quincas Borba'nın zih­
ni melekelerinin yetersiz olduğunu kanıtiayabilecek çok önem­
li bir şeyi i fşa edecekti. Ama hemen a rdından da bu hareke­
tinden ötürü kendinden utandı. Mektubu göstermeliydi. O ka­
dar büy ük vicda n azabı duydu ki mektubu doğrudan dakto­
run evine yollamayı bile düşündü. Kölelerden birine seslen-

20
d i . Ama köle yanına geldiğinde fikrini tekrar değiştirmişti. Hiç
de akıllıca bir hareket olmaz bu, d iye d üşündü. Öyle ya, has­
ta adam kısa zaman sonra, birkaç gün içinde çıkıp gelebilir,
mektubunu isteyebilir, bularnazsa da kendisini d üş üncesizce
davranmakla, hatta i ha netle bile s uçlayabilirdi. Hemencecik
kapıl ıverdiği vicdan azabı, bir dakikadan uzun sürmedi .
Köleye, " Bir şey istemiyorum" dedi ve tekrar miras konu­
sundaki düşüncelerine döndü. Mi ktarını hesapladı. Herha l­
d e 1 O conto'da n az o lmazd ı . O parayla d a bir arazi ve bir al­
tın madeni alıp işletebil i rd i . Hatta, d a h a a z bir paraya, me­
sela 5 conto'ya bile razıydı. 5 conto m u ? Fazla bir para sayıl­
mazdı. Zaten her halükarda bundan fazla bir para a lırdı. Ama
bu kadar olsa bile en azından bir şey almış demekti ve hiç yok­
tan iyiyd i . 5 conto. Ya vasiyet geçersiz sayılırsa, daha da kö­
tü olacaktı. Demek k i 5 conto, iyiydi.

XI

Ertesi haftanın i l k günü başkentten gazeteler gel d iğinde (Qu­


i ncas Borba' n ı n aboneliği devam ediyo rd u ) R ubiao, bir ga­
zetede şöyle bir haber okudu:
Filozofça bir yalnızlıkla hastalığına tahammül eden Joaquim
Borba dos Santos dün öldü. Bilge bir adamdı. Çağımızın has­
tal ığı olan marazi bir kötümserlikle m ücadele ede ede yorul­
muştu. Son sözleri, acının hayal ürünü o lduğu ve Pangloss'un,
Voltaire'in söylediği kadar aptal olmadığıydı. Hezeyanlar için­
d e öldü. Geriye hatırı sayıl ı r bir servet bıraktı. Vasiyeti Barba­
cena 'dadır.

XII

Rubiao, " Neyse, acısı sona erdi " d iye i ç geçi r d i .

21
Sonra da haberi bir kez daha okudu. Haberde saygın bir
adamdan bahsediliyor, adamın felsefi bir mücadele verdiği söy­
leniyordu. Del irdiği anlatılmıyordu. Tersi ne, hastalığına bağ­
lı olarak son anlarında sayrı landığından ba hsed i l m i şti. Gü­
zel! R u biao mektubu tekrar okudu. Şa ka tezi şimdi daha
kuvvetlenmişti . Elbette Rubiao'ya her türlü şakayı yapabile­
ceğini iyi biliyordu ve biraz eğlenmek istemişti. Kendini Aziz
Augustinus yerine Aziz Hi larius'a ya da Aziz Ambrosius'a da
benzetebi lirdi. M uammalı bir mektup yazıp arkadaşı n ı n ka­
fasını iyice karıştırmak istemişti ki kendisi, yani Quincas Bor­
ba dönüp de arkadaşı n ı n haline gülene kadar hep öyle kal­
sın. Zavallı arkadaşı. Aslında aklı tamamen başınday d ı . Ak­
lı başındaydı ve ölüydü. En azından artık acı çekmiyordu. Kö­
peği gördü ve iç geçirdi:
" Zavallı Quincas Borbal Sahi binin öl düğünü bi lseydi . . . "

Sonra da kendi kendine:


·

" Eee, a rt ı k so rııııı l u l uklarııııı yerine geti rdiğime göre kö­


peği sevgili dostııııı J\ııgclica'ya verebil i r i ııı . "

XIII

Haber şehirde duyul muştu. Papaz, eczacı, d oktor, hepsi ha­


berin doğru o lup olma dığını sormak için adamlarını gönder­
diler. Haberi gazetede gören postacı, Rubiao'ya gelen bir mek­
tubu kendisi a l ı p getirdi. Zarfın üzerindeki yazı o n u n değil ­
di ama mektup yine de ö b ü r d ünyaya göçen Borba 'dan gel i ­
y o r olabil i r d i .
Rubiao zarfı açı p önce mektubun altındaki imzaya bakar­
ken, o da, "Demek sonunda nalları dikti " dedi. Mektup, Braz
Cubas'tan d ı . K ısa bir notta:

Bir süre önce hastalığı sonucunda üstü paşı parampar­


ça, ısianmış ve k irlenm iş bir halde evime gelen sevgi­
li dostum Qui ncas Borba, dün öldü. Ölmeden önce si-

22
ze bu notu özel olarak göndermeınİ ve derin şükran­
larını sunmaın ı istedi. Kalan işlerin mahkemeler tara­
fından halledileceğini de ekledi .

Şükranla i lgili sözler sevgili öğretmenim i zin benzinin at­


rpasına neden o l d u ama hemen altındaki mahkemeyle i lg i l i
sözler d e b i r anda kanın tekrar damarl arına h ü c u m etmesi­
ni sağladı. Ruhiao h i ç ses çıkarmadan mektubu katladı . Pos­
tacı hala ş undan bundan konuşup duruyordu; sonunda çı­
kıp gitti. Ruhiao bir köleye, köpeği sevgil i dostu Angelica'ya
görürmesi ve hediye o larak ona vermesi, Angel ica hayvanla­
rı sevdiği için bir d e bunu alsa bir şey kaybetmeyeceği n i söy­
lemesi talimatını verd i . Ayrıca köpek iyi m u ameleye al ıştığı
için Angelica 'nın ona iyi bakmasını ve son olarak da köpe­
ğin, ölmüş sahibi Q u incas Borba ile aynı ismi taşıdığını söy­
lemesini istedi.

XIV

Vasiyetname açılınca Ru biao neredeyse yere kapaklamyord u.


Bilin baka l ı m ne o l d u ? Q u i ncas Borba 'nın tek m i rasçısı ola­
r�k geçiyordu. Ne beşi, ne onu, ne yi rm isi, her şey, bütün ara­
ziler, başkentte ve Barbacena'da evler, köleler, Ba nk of Bra­
zil'in ve diğer kuruluşların hisse senetleri, m ücevherler, nakit
para, k i t aplar, k ısacası her şey Rubiao'nun olacaktı. Üste l i k
m irastan bir yerlere p a y ayrılması, h a y ı r kuruml arına bağış­
ta bulunulması gibi şartlar yoktu, ödenmesi gereken borçlar
yoktu. Va?iyetnamede bir tek şart vardı; o da m i rasçı köpe­
ğe, zavallı Quincas Borba'ya, duyduğu büyük sevgiden ötü­
rü m üteveffa s a h i binin kendi adını verdiği köpeğe iyi bakıl­
masıydı. R u biao, köpeğe sanki hala vasiyet edenin köpeğiy­
miş gipi bakacaktı. Köpeğ i n iyiliğine olan hiçbir şeyi reddet­
meyecek, kaçm - a ması için sürekli gözünün önünde bulundu­
racak, köpeğin çalınmasına, hastalanınasına ve öldürülmesi-

23
ne izin vermeyecekti. Kötü insanlar m utlaka ona bir şey yap­
mak isteyeceklerdi. Kısacası R ubiao köpeğe köpek gibi deği l ,
insan gibi davranacaktı. Ölünce de kendi arazisi üzerinde onu
giizel bir yere uygun biçimde törenle gömecek, mezarını çi­
çek lerle ve kokulu bitki lerle süsleyecekti. Zamanı gel diğinde
de köpeğin kemiklerini mezardan çıkararak ahşaptan yapıl­
m ı ş değerli bir kem i k kutusuna yerleştirecek ve evin başkö­
şesine koyaca ktı.

xv

Şart, bu kadard ı . Ru biao bu şarta hiç de şaşırmadı çünkü mi­


rastan başka bir şey düşünemiyordu. Azıcık bir şeye razıyken şim­
di koca bir miras geliyordu. Buna bir türlü inanamıyordu. Ger­
çe kten doğru olduğuna kendini inand ı rmak için, sanki birini
tebrik e t m e k içiıı elini s ı k ı yorm uşças ına kendi ellerini sıktı.
Quincas Horha'nın ilaçlarını getiren eczacı, "Ne kadarl ık
bir m i ras acaba, hesabını yaptınız mı efendi m ? " dedi.
Mi rasçı lardan biri olmak bile başlı başına güzel bir şey-
d i . Hele tek mirasçı olma k . O kelime, o " tek" kelimes i " , ka­
lan m i rası acayip büyütüyordu. Her şeyin m i rasçısı . Tek bir
kaşık bile başkasına gitmeyecekti. Peki bu "her şey" neydi aca­
ba, bu sefer onu merak etti . Evler, hisse senetleri, köleler, el­
biseler, porselenler, resimler ( kesin başkentteki evinde bir sü­
rü resim vardı çünkü Borba hayattan zevk almasını bilen, sa­
nat düşklinü bir adamdı). Ya kitaplar? Mutlaka bir sürü ki­
tabı olmalıydı çünkü ha bi re birilerinden aforizmalar söyler­
di. Peki tüm bunla rın toplam tutarı ne kadardı acaba ? 1 00
co n to m u ? 200 m ü ? Bu daha gerçekçi bir tahmindi, belli k i .
Hatta 300 conto çıksa şaşırtıcı olmayacaktı. 300 conto. 300!
Neredeyse sokağın ortasında dans edecekti. Sonra sa kinleşti .
Ya 200 conto ise? Tutar ne olursa olsun belli ki Ta nrı ona bit­
meyecek bir rüya yaşatacaktı .
R u biao kafasında dön üp duran bu düşüncelerin arası nda

24
bir süre sonra köpeği hatırladı . Vasiyette köpeğe ilişkin bir şart
olması onu şaşırtmamıştı ama zaten onunla arkadaş olduk­
ları için böyle bir şarta gerek olmadığını düşünmüştü. Rahmet­
linin, hayatlarının mutlu sayfalarının yazarı olan ortak dost­
l arının anısına, elbette birlikte yaşayaca klardı. Bu şartı yeri­
ne getirmek için özel olarak bazı şeyler yapmak gerekecekti,
mesela şu kemik kutusu. Kim bilir nereden çıkmıştı bu. Öy­
l e bir şart k i yerine getirsen günaha girersin d iyordu ki tam,
son anda fikrini değiştirdi: Tanrı öyle istiyorsa öyle olur. İyi kö­
pek. Güzel köpek.
Rubiao, para kazanmak için çeşitli işler yaptığını ama bun­
ların hiçbirinde başarılı olamadığını asla unutmuyordu. O za­
manlar, " erken kalkıp iş işieyenin deği l , Tanrının elini uzattı­
ğı kişinin" şanslı olduğunu anlamış ve kendisini şanssız bir
adam olarak görmeye başlamıştı. İşte zengin olmak o kadar
da i m kansız değilmiş. Baksam za o da zengin oldu.
"Ne imkansızı " d iye bağırdı, "bir şeye i m kansız demek,
Tanrıyı inkar etmektir. Tanrı, sevdiği k u l l a rını kol lar. "
Kafasında böylesi düşünceler, damarlarında hızla akan ka­
nıyla Rubiao, nereye gittiği ne bakmaksızın şehrin sokakların­
da amaçsızca bir o yana bir bu yana vürüyüp duruyordu. Bir­
den kafasına şu önemli mesele ta kıldı: Acaba burada yaşama­
ya devam mı etmeli, yoksa başkente, Rio d e Janeiro'ya mı ta­
şınma lıyd ı ? Önceleri kalma düşüncesi ağır basıyordu; hem
böylece şimdiye kadar pek tanınmadığı, karanlı klarında kal­
dığı bu şehri ışıltısıyla parlatmış, o ana kadar kendisine önem
vermeyenlerin, esas olara k da Q uincas Borba i l e dostluğuna
tepeden bakanların gözlerini kamaştı rmış olurdu. Ama son­
ra Rio de Janerio'yu düşünü nce, bütün cazibesiyle, debdebe­
siyle, tiyatrolarıyla, Fransız modasını takip eden genç ve gü­
zel kızlarıyla her şeyini iyi bildiği o şehri akl ına getirince, ora­
ya taşınmanın daha iyi olacağına kanaat getirdi. Tabii ki mem­
leketini sık sık ziyarete gelip burada da kalırdı.

25
XVI

Eve girdiği anda, "Quinca s Borba ! Q u i ncas Borba! Q uincas


Bor ha" diye bağırdı .
Köpek yoktu. Ancak o zaman onu arkadaşı Ange l ica'ya
gönderdiğini hatırlad ı . Aceleyle Angelica'nın evine doğru gi­
derken bir yandan da aklına kötü şeyler geliyordu. Mesela kö­
pek kaçmış olabilirdi. Ya da vasiyetteki şartı ve mirası bilen
bir düşmanı, köpeği kaçırmış ve bir yere saklamış ya da öldür­
müş olabilirdi. İşte o zaman m i rası biraz zor . . . Gözleri n i n
önünden b i r b u l u t geçti. Durumu daha n e t görmeye başladı .
" Hukuktan anlamam" diye düşündü, " a m a bana öyle ge­
l i yor ki böyle bi r şey olur sa ben sorumlu tutulamam. Vasiyet­
teki şa rt, kiı peği ıı sağ olıııasıııı veya evde olmasını varsayıyor.
E[�tT k1.ıpl"k b,ıııı��;ı y;ı d.ı olııııışse, yeni b i r köpek yarata­
<.ık lı.ılıııııt. yok, dl"lııl"k kı burada lıi r kasıt yok . . . Ama ben­
cil' dt· oy le du.�ıııaıılar var ki hile ve şike işlerine akıl ları iyi iş­
ler. Eğer o şartı yerine getirmezsem kesin ne yapıp edip . . . "
İşte bu noktada dostumuzun a l nı ve el leri terden sırılsık­
lam ol m uştu. Gözlerinin önünden yine bir bulut geçti. Kal­
bi hızlı, ama çok çok hızlı atıyordu. Giderek vasiyetnamenin
şartını aşırı bir şart olarak görmeye başl ıyordu. Aziziere yal­
vardı, eğer köpek oradaysa tam on dua okumaya yemi n etti.
Angelica'nın evine yaklaşmıştı. Hızını artırdı. Evin önünde bi­
risi vardı. Angelica mıydı acaba? Oydu. Kapıya yaslanmış kah­
kahalada gül üyordu.
"Ne yapıyorsun Rubiao? Deli gibi görünüyorsun. Ne o öy­
le, ellerini kollarını sallayıp du ruyorsun ? "

X VI I

Rubiao, benzi sararmış olmasına karşın sanki önemsiz bir şey


soruyormuş havası takınarak, "Ange lica, köpek nerede ? " di­
ye sord u .

26
"Gel, otur bir dakika. Ne köpeği ? "
"Ne köpeğiymiş " dedi Rubiao. Giderek benzi daha d a sa­
rarıyordu . " Sana gönderdiğim köpek. Hatırlamıyor m u sun,
burada birkaç gün kalsın diye sana bir köpek gönderdim. Ba­
kacaktım ki hani eğer olursa . . . Neyse, kısacası çok değerli bir
köpek. Benim de deği l . İşte onu almaya . . . Hatırlamıyor mu­
sun ? "
" Haa ş u köpek. Sak m hana o yaratıktan bahsetme ! " diye
hızla cevap verdi.
Ufak tefek bir kadındı. Sini rden bütün vücudu titriyordu.
Sinidendiği zaman boynundaki damarlar şişiyordu. " Yaratı k "
d i ye adlandırdığı köpeğin a dını bi l e anmak istemediğini tek­
rarladı.
" Sana bir şey m i yaptı Angelica ? "
" Bana b i r şey m i yaptı ? O zavall ı hayvancık bana b i r şey
mi yaptı ? Hiçbir şey yemedi , hiçbir şey içmedi , bebekler gibi
ha bire ağladı ve sürekli kaçmaya çal ıştı . "
Angel ica köpeğin rahatsız edici huylarını sayıp dökerken
Rubiao derin bir nefes aldı. Sonra da bir an önce köpeği gör­
mek isted iğini söyledi.
" Arka bahçede. En büyük kafese onu koyduk. Yalnız koy­
duk ki diğer köpekler ona saldırmasın. Sen şimdi onu alacak
mısm ? Bana böyl e söylememişlerdi. Onu bana hediye ettiği­
ni sanıyordu m . "
" Elimden gelseydi tabii ki verirdi m . Ama veremem çünkü
onu bana emanet ettiler. Üzülme, sana da onun yavrularından
birini veririm. Herhalde bu sözlerim sana başka biri aracılı­
ğıyla geldiği için yanlış anlaşı l d ı . "
Arkadaşı, Rubiao'ya yolu göstermek için önünde değil ya­
nında yürüyordu. İşte köpek oradaydı; büyük kafesin içinde,
yemek kabmdan biraz uzakta yatıyordu. Kafesin dışmda d i ­
ğer köpekler v e kuşlar zıplayıp oynuyorlardı. Yol üzerinde b i r
kümes, kümesin biraz i lerisinde, tembel tembel yatan b i r inek­
le onun üzerindeki parazirleri gagalarıyla a l ı p yiyen iki tavuk
vardı.
Angelica, " Ho rozuma baksana" dedi.

27
Ama Rubiii.o, sabırsız sabırsız etrafı koklayan ve zenci uşak
kafesin kapısını açar açmaz fı rlayıp kendisine doğru koşma­
ya başlayan Q uincas Borba' dan başka bir şeyi görmüyord u .
Müthiş bir sevinç sahnesi yaşandı . Rubiao köpeği okşuyor, o
da lıavlayarak, zıplayarak, Rubiao'nun ellerini öpüp yalaya­
rak bu okşamalara karşılık veriyordu .
"Aman Tanrı m, ne sevgi ! "
" Bi rbi rimizi ne kadar sevdiğimizi bil emezsin, Angelica.
Hoşça kal. Söz, yavru lardan birini sana vereceği m . "

XVIII

Rubiao ile köpek evlerine geldiklerinde sanki bu dünyadan göç­


müş dostlarının varl ığını hissetmiş, sesini duymuş gibi oldu­
lar. K öpek koklayara k evi dolaşı rken Rubiao da anneanne­
sinin <>liimi"ıııü hiliınsel açıdan anlatan Quincas Borba'yı din­
krhn oııırdıığıı koltıığa oturdu. Tanı olarak anl amamış ve
kmdrııt· gört: bazı sonuçlar çıkarmış olsa da filozofun bazı söy­
kdi klerini zilıninde bir araya getirdi ve açlık çeken kabileler
benzetmesini ilk kez di kkatle düşünerek benzetmenin sonuç­
larını anladı. " Patatesler galiplere ! " Ölmüş arkadaşının ge­
nizden gelen sesi kulaklarında yankı land ı . Savaşın nedenini,
savaşan kabi lderin pozisyonlarını ve savaşın sonunda kabi­
lderin biri yok olurken diğerinin galip gelişini anlatıyordu. So­
nunda Ru biii.o da m ı rıldandı: " Patatesler galiplere ! "
Aslında her şey çok açık, çok netti. Yamalı ceketine ve ba­
di badi pantolonuna bakınca daha düne kadar kendisi de mağ­
lup kabilelerden biriydi , bir hava ka barcığı ydı. Oysa şimdi ga­
l ipler arasına girmişt i . El bette öyle olmalıydı; patatesler, di­
ğer kabileleri yenerek dağları aşıp öte yakadaki patatesiere gi­
debilen kabi lderin hakkıydı. Kendisi de işte tam bu kabilele­
re benziyordu. Şimdi de Barbaceııa'daıı çıkıp giderek başkent­
te yetişmiş patatesleri yiyecekti . Sert ve a ınansız davranınak­
tı ona yakışan. G üçlü ve etk i l i olacaktı. Bir anda kend i n i se-

28
vince kaptırdı, kolları havada ayağa fırladı ve bağırd ı : " Pa­
tatesl er galiplere! "
Kendini bu cümlenin cazi besi ne kaptırdı. Son derece ze­
kice dile getirilmiş, özlü bir söz olmakla kalmıyordu; hem doğ­
ruydu hem de derinlikli bir sözdü. Değişik şeki llerde patates­
ler gözlerinin önüne gel iyor, o patatesleri tatlarına, şekil leri­
ne ve besi n değerlerine göre sınıflandırıyordu. Hayat denen
ziyafet sofrasındaki yerini a lacağını h issediyordu. Artık mi­
deyi bozan kuru kökleri yiyerek idare edilecek zaman geçmiş­
ti; yı llardır tabağındaki azıcık yemekle yaşadığı günler geri­
de kalmıştı. Bundan sonra ölene kadar önü nde çeşit çeşit ye­
mek olacak ve ölüm geldiğinde d e onu yırtık p ı rtık paçavra­
lar içinde d eğil, ipek yorganlar a ltında karşılayacaktı. Bir kez
daha o sözü düşündü ve güçlü ve a nıansız olma kararını te­
yit etti . Hatta haya l i nde kendine b i r mühür yaptırdı ve üze­
rine, " Patatesler galiplere ! " yazdırd ı .
Gerçi bira z sonra mührü falan u nuttu a m a o söz bi rkaç
gün daha kafasında dolanıp d urdu. " Patatesler galiplere ! " Va­
siyetname açı lana kadar bu sözün anlamını çözememişti. Hat­
ta Rubiao'nun bu sözü saçma ve a n l a msız bulduğunu da ha­
tırlarsınız. Siz de bilirsiniz ki insanın gördüğü şey, baktığı ye­
re göre değişir. Kamçı, a ncak sapı �en i n elinde olduğu zaman
iyidir.

XIX

Şunu da bel irtıneden geçmemek lazım: Rubiao, rahmetli dos­


tunun sadık bir Kata l i k olmadığını b i l mesine, en azından bu
konuda şüphe duymasına karşın, onun için düzenlenen ayine
katılarak bu görevin i de yerine getirdi. Quincas Borba, rahip­
lerle ilgili kötü şakalar yapmaz, Kata l i k i nancıyla dalga geç­
mezdi . Ama Kilise'den ve K i l ise'nin sadık h izmetkarlarından
da hiç bahsetmezd i . Bu özellikleri, kendisinin İ nsan lık dakt­
rini denilen düşüneeye bağlı lığıyla bir arada düşünülünce, Ru-

29
biao dostunun Katalik olup olmadığından kuşku duyuyordu.
Ama yine d e k i l isede ayin yaptırdı çünkü ayinin, ö l ü lerin is­
tekleriııe göre yap· lan bir şeyden ziyade yaşayanlara yönelik
bir soruml uluk ol duğunu düşünd ü . Üste l i k , yine R ubiao'ya
göre, kendini tek mirasçısı olarak atayan dostunun memleke­
tinde, en mütevazı, en sefil insanlara bile yapılan bir ayini dos­
tu için yaptırmamak, büyük bir skandal olurdu.
Ruhiiio'nun zaferini görmeye dayanamayan bazıları ayine
katılmak için kil iseye gelmeseler de gelen birçok kişi vardı ve
bunl ar hiç de öyle ayaktak ımından insanlar değill erdi . O gün
kiliseye gelenlerin hepsi, eski okul m üdürünün ve öğretmenin
ne kadar sam i m i duygular taşıdığına tanık o l d u lar.

xx

1\1ıı.ı�l.ı ılgılı oıı ,. ı l ı �ı ı ı.ı l . ı r. ı ve lıt·�apl.ııııalara katılan Ru biao,


ı�lt-ıııln lıııııı•,ıı�ılı· )�hlıp ycrleşcccgı Rio de . J a n e i ro y a kaçmak
'

ı,ııyorılıı. llı-ııı l' ırh;ıcı·ııa'da lı�ııı de başkentte yapıl acak iş­


•.

lı-ıııln V;ı rdı ve giir[ın d uğü kadarıyla bütün işlemler kısa sü­
rede bitecek gibiydi.

XXI

Sophia ve kocası Christiano de Almeida e Pal ha, Vassouras is­


tasyonunda trene bindiler. Palha, 32 yaşında genç bir adam­
dı. Karısı Sophia ise 27-28 yaşlarınd ayd ı. Ruh iiio'nun karşı­
sındak i i k i koltuğa oturdul ar, küçük sepetlerini, b i r hafta ta­
til yaptıkları Vassouras'tan getirdikleri hediyelik eşyalarını yer­
leştirdiler, üstlerini başlarını düzelttiler, fısıltıyla bir şeyler ko­
nuştular.
Tren hareket ettikten sonra Rubiao, Palha'nın dikkatini çek­
ti. Asık suratlı, sıkıntı l ı insanlar arasında huzurlu ve kendin-

30
den memnun görünen tek kişi oydu . Tren yolculuğunun çok
yorucu olduğunu söyleyerek aralarındaki konuşmayı başlatan
Palha oldu. Rubiao, gerçekten de yorucu bir yolculuk oldu­
ğunu söyleyip, ancak eşek sırtında yolculuk etmeye alışmış bi­
ri için trenin öze l l ikle çok yorucu olduğunu, üstelik de hiçbir
çekici tarafı bulu nmadığın ı, ama e l bette eşekle yapılan yol­
culuğa göre büyük bir ilerleme anlamına geldiğini ekledi.
" Elbette. Büyük bir i l erleme. "
" Çi ftçi m i s i ni z ? "
" Hayır efen di m . "
" Şehirde m i yaşıyorsunuz? "
" Vassouras'ta m ı ? Hayır, burada bir hafta kaldık. Başkent­
te oturuyorum . Bana göre çiftç i l i k son derece onurlu ve hoş
bir iş ama ç i ftçi olmak gibi en u fa k bir fi krim yok . "
Çiftçili kten başlayıp sürülere, kölel iğe ve siyasete adadılar.
Christiaııo Palha, kölelerle ilgili olarak yeni bir yasa getirme­
y i düşündüğünü açıklayan hükümete veryansın etti a ma Ru­
biiio, onun bu infialine hiç de katılmadı. Çünkü Rubiao'nun
köleler konusundaki düşüncesi, evde bulund uracağı bir uşak
dışında dostunun kendine miras bıraktığı tüm köleleri satmak­
tl. Eğer köleleri satarak zarara uğrayacaksa bile, bu zararını,
a ldığı m i rasla telafi edebilirdi. Ayrıca açıklam ayı o da oku­
muştu ve açıklanıada var olan kölelere dokunulmayacağı söy­
len iyordu. Eh, zaten yeni köle almayı düşün mezken, neden
gelecekte sahip olabi leceği köleler konusunu kafasına taksı ıı­
d ı ki ? Hele o uşak bir kendi mülkü olsun, onu da azat edebi­
lird i . Pa lha, konuyu değiştirerek siyasete geçti . Meclisten, Pa­
raguay'la süren savaştan, genel siyasi konulardan bahseder­
ken, Rubiao bütün dikkatini vermiyor, ancak tek kulağıyla din­
l i yordu. Sophia'nın d a onu d i n lediği yoktu. Yaptığı şey, güzel
olduğunu bildiği gözlerini bir kocasının, bir de konuştuğu ada­
mın üzerine dikmekti.
Palha, yaklaşık yirmi dakika süren sohbetten sonra, " Baş­
kentte mi kalacaksınız, yoksa Barbacena'ya mı dö'1eceksiniz ? "
diye sordu .
" Kalmak istiyorum. Kalacağım . Taşradan sıkıldım. Artık

31
hayatın tadını çıkarmak istiyorum . Hatta Av rupa'ya bile gi­
debili rinı ama daha karar vermed i m . "
Palha'nın gözleri parladı.
" Harika. Becerebiisem ben de Avrupa'ya giderdim. Ama
şu anda gideme m . Avrupa'ya gitmişliğiniz var m ı ? "
" Hiç gitmedi m . Zaten Barbacena'dan d a b u niyetle ayrı­
lıyorum. Bakalım ne olacak . . . İnsanın bir rahatsızlığı varsa bu­
nu kafasından atabi lmel i . Ne zaman giderim bilmiyorum ama
gitmek . . . "
" Çok doğru söy lüyorsunuz. Avrupa'da çok hoş şeyler ol­
duğu söylenir. Gerçi kesin çok eski şeylerdir bunlar. Hatta biz­
de bunların çok daha iyileri vardır. Tabii başkentimizin Lond­
ra veya Paris'le boy ölçüşebileceğini iddia etmiyorum ama gö­
receksiniz bizim başkenti miz de gayet güzel bir yerdi r. "
" Ben zaten başkenti görmiiştüm . "
" Öyle m i ? "
" Y ı !lar önce. "
"Cel işt iği n i �i>receksiııiz. Kısa süre içinde büyük gelişme­
ler oldu. Avrupa'ya �ittiğinizde de . . . "

Ruhi;io oıııııı söziııııı keserek Sophia'ya dön dü: "Siz Av­


rı ıpa'ya giııinız ıni?"
"Hayır. "
" Eşi mi size tanıştırmayı unuttu m . " Rubiao eğilerek selam
verdi ve kadını n kocasına dönerek gülüınsedi :
" Peki, kendinizi tanıtmayacak m ısınız ? "
" Ch ristiano d e A lmeida e Palha . "
" Pedro Rubiao de Alvarenga. Herkes hana R u hiiio der. "
İsmen tanışınca biraz daha samimi leşti ler. Sophia konuş-
maya dahil olmuyordu. Gözlerine özgürlük vermişti; onlar da
istedik leri gibi bir ona, bir buna bakıp duruyorl ardı. Hiç ta­
nımadığı bir genç adamın kendisine gösterdiği arkadaşlık için
müreşekkir olan R u biao, Pal ha'yı di kkatle dinliyor ve oluın­
l u cevaplar veriyordu. Hatta bir gün Avrupa'ya beraber git­
meyi önerecek kadar i leri gitti .
"Teşek k ü rler a m a önümüzdeki birkaç yıl boyunca gi de­
n1e m . "

32
'' Ben de öyle demek istemedim. Şahsen ben de o kadar kı­
sa süre içinde gidemem. Barbacena'dan ayrılırken sadece öy­
le bir arzu duydum ama belli bir zaman koymamıştı m . K uş­
k usuz bir gün gideceğim a ma gelecekte bir gün gideceği m .
Ta nrının i zniyle. "
" Ben de, gitmem yıllar alır derken, Tanrı isterse erkenden
de gidebileceğimi eklemek isteri m " dedi Palha, aceleyle. " İk i
dakika sonra n e olacağını k i m hileb i l i r k i ? Alnı m ıza ne yazı­
lıysa o olur. "
B u son cümleye eşlik eden hareketler, itikat ehli, dindar bi­
rinin hareketl eriydi ama Sophia onları görmedi ( tam o sıra­
da ayaklarını inceliyordu); Rubiao hile son kelimeler i duyma­
dı. Çünkü sevgi li dostumuz o sırada başkente gelmesinin ne­
denini arkadaşlarına a n latmak için yanıp tutuşuyord u. Ken­
d i n den emin bir şek ilde yol arkadaşın ın kulağına tam dökli­
leeekti ki, içinde artık son parçaları kalmış kuruntular, olduk­
ça zayı flamış olsalar da konuşmasını önlediler. Aman, canım
suç m uydu ki bu ? Hem nasılsa yakında herkes öğrenmeyecek
miydi ? Niye kendini geri çekiyordu k i ?
Sonunda, " Miras k a l d ı d a . N e kaldığını görmek için gel-
d i m " diye m ı rıldandı.
" Babanız ını ? "
" Hayır, bir a rkadaş ı m . Beni tek mi rasçısı i lan etti . "
" Öy l e mi ? "
"Tek mirasçısı. inanın bana, dünyada mükemmel arkadaş­
lar var ama onları çok az i nsan sever. Arkadaşım çok kıymet­
li, paha biçil mez biriydi. Müthiş hir beyni vardı. Ne zeka ! Ne
bilgi ! Son günlerinde hastalanınca b iraz arsız ve kaprisl i hi­
ri olmuştu. B i l irsiniz. Zengin ve hasta olunca, ailes i de olma­
yınca, tabii doğal olarak biraz küstahlaşmıştı. Ama aslında pır­
lanta gibiydi. Birine hir kez saygı duydu mu, sonuna kadar say­
maya devam ederd i . İyi a rkadaştık ama bana hiçbir şey söy­
lememişti. Sonra öldü, vasiyetnamesi açıldı ve gördüm ki her
şey i n i bana bırakmış. Gerçekte n . Tek mirasçı. Vas i yetname­
de benden başka birine bırakılmış tek bir şey yok. Akrabası
yoktu. Zaten olacak olsaydı da yine sadece hen olacaktım çi.in-

' '
_..,_,
kü benim kız ka rdeşimle evlenecekti ama o da öldü, zavallı­
cık. Ben sadece onun arkadaşıydım. Ama belli ki o, arkadaş­
lığın ne demek olduğunu biliyordu. Ne dersiniz ? "
" Kesi n l i k le öyle" diye onayladı, Pal ha.
Bizi m k i n i nse gözleri artı k parla m ı yordu; uzak lara dal­
mıştı.
R u biao, öyle bir ormana girmişti k i bütün o küçük ta l i h
kuşları ona gelip şarkılar söylüyordu. Mirastan bahsetmek onu
eğlendi riyordu . Kendine kalan kesin miktarı bilmediği ni, an­
cak ka baca bir raka m -
" Hesaplamamak daha iyi" diye sözünü kesti, Palha. " Her­
halde 1 00 conto'dan az deği l d i r. "
"Çıkın, çıkı n. ,
" Eğer daha fazlaysa k i mseye bir şey söylemeseniz iyi olur.
Üstel i k bir şey daha -"
" Bana öyle geliyor ki en az 300 conto. "
" Bi r şey daha söyleyeceğ i m . İşierinizi yabancılara anlat­
mayın. Bana gösterdiğiniz güven için teşekkür ederim fakat ye­
ni tanıştığı nız i nsanlarla işlerin izi konuşmayı n . Temiz yüzlü
insan lar, gerçekten temiz olmayabi lir. "

XXII

Başkente vardıkları zaman, sanki eski arkadaşlarmış gibi ve­


dalaştı lar. Pallıa, R ubiao'yu Santa Theresa'daki evinde ağır­
lamak istedi ama eski öğretmen Union Hostelry Oteli'nde ka­
lacaktı. Tekrar görüşmek üzere ayrıldılar.

XXIII

Ertesi gün Rubiao trende tanıştığı arkadaşını görmek istedi ve


öğleden sonra Santa Theresa'ya gitmeye karar verdi. Ama da-

34
ha sabah saatlerinde kendisine iyi sabahlar dilemek isteyen Pal­
ha çıkageld i . Kaldığı yerde rahat olup olmadığını soruyor, ar­
zu ederse bir tepenin üzerinde olan evine gelebileceğini belir­
tiyordu. R ubiao bu nazik daveti geri çevirdi ama Palha'nın,
genç yaşı na rağmen en iyilerden biri d i ye önerdiği avukatı
( uzaktan da a k rabası ol uyormuş) geri çevirmedi .
" Ünlü olup müvekkillerinden sadece a d ı i ç i n para a l ma­
ya başlamadan önce ondan yararla nabil i rs i n i z " d iyord u .
Rubiao, Palha'yı yemeğe davet etti v e dolaşmak isteyen kö­
peğin tüm protestalarma rağmen onunla beraber avukatın bü­
rostı na gitti. Gereken tüm işlemler orada yapıld ı .
P a lh a , " Arayı uzatmayın , S a nt a Theresa'ya a kşam yeme­
ği ne gel i n . Sakın çekinmeyin; sizi bekl iyoru m " dedi ve gitti.

XXIV

Kadınların yanında nasıl davranı lacağı nı pek bilmediğinden,


Soph i a ' n ı n v a r l ığı, R u biao'yu biraz geriyord u . Ama A l l ah­
tan kendine 'verdiği güçlü ve amansız olma sözünü hatırla­
d ı da onlara yemeğ� gitt i . Tan r ı n ı n sevgil i kulu sen i ! Yoksa
öylesine mutlu saatleri başka nerede geçi rebi l ir d i ? Görünü­
şe göre Sophia, kendi evinde trendekine göre çok daha bü­
yük avantajiara sahipti. Trende gözleri açıktaydı ama üzerin­
de bir pelerin vard ı . Ama evde, hem gözleri hem de v ücudu
ortadaydı . Üzerinde o güzel ellerini ve kollarını açı kta bıra­
kan ba lıksırtı bir elbise vardı. Üstelik burada ev sahibesiydi.
Daha konuşkan, nazik ve şirindi . Tepeden aşağıya inerek ote­
l ine dönen Ruhiiio'nun kafasının içinde bir şeyler dönüp du­
ruyord u .

iS
XXV

O evde s ı k s ı k akşam yemeği yedi. Utangaç v e ü r kekti. S ı k


s ı k gittiği i ç i n i l k günlerin etkisi b i r a z hafi fl e m işti ama b i r
t ü r l ü söndüremed iği garip bir yangın içinde y anı p du ruyor­
du. Miras işl enıleri sı rasında, özel likle de Qu incas Borba'nın
a k ı l sağl ığının yerinde olmadığı bel l i ol duğundan vasiyet de
bı rakamayacağı i d dia ed ildikten sonra Rubiao çok meşgul­
d u . Ama bu iddia yersiz görüldü ve miras işlemleri hızla ger­
çe k leşti r i l d i . Pa l h a bir yemek verere k bunu kutladı. Yemek­
te üçünün d ışında a v u kat, mahkeme katibi ve m a liye yetki­
lisi de vard ı . O gün Sophia'nın gözleri, d ünyanın en güzel göz­
leriyd i .

XXVI

Kesin onları gizemli bir yerden alınış diye düşünüyord u, Ru­


biao, tepeden aşağı inerken. O gözleri hiç bugünkü kadar gü­
zel görmem işti ın .
Rubiao'nun bundan sonra yaptığı şey, kendine miras ka­
lan evierden biri olan Botafogo'daki eve yerleşmek oldu. Ta­
bii evin döşenmesi gerekiyordu ve burada sevgili arkadaşı Pal­
h a h içbir h i zmetten kaç ınmad ı . R u b iao'yu yönlend i riyor,
onunla mağazalara ve açık artırmalara gidiyordu. Bazen de
eşya seçmek için, sonr a d a n öğrend iğimiz kada rıyla, üçü be­
raber gidiyordu ç ünkü Sophia 'nın tüm sev i ın l i l iğiyle sö yle­
diği gibi, " sa dece kadınl arın seçebileceği bazı şeyler" vard ı .
Rubiao, m i.iteşekkirdi. Genç ka dının, yanında biraz daha kal­
nıasmı sağlayabilmek için ihti yacı olmasa da varmış gibi dav­
rana rak eşya seçme ve alma işini uzatahildiği kadar uzatıyor­
du. Kadm da onun yanından ayrılmak için özel bir çaba sarf
etmiyor, Ru hiiio'nun sırf öylesine kendisine sorduğu şeyler
konusunda konuşuyor, açıklamalarda bulunuyor ve gösteri­
yordu .
XXVII

İşte sabah kahvesini içtikten sonra onu bıraktığımız yerde otu­


rup, uzaklara cialan Rubiao'nun a k l ından geçenler bunlardı.
Hala sabahl ığın ın kuşağı n ı n ucuyla dizinde tempo tutuyor­
du. Sonra Quincas Borba'nın yanına gidip onu serbest bırak­
ması gerektiği n i h atırlad ı . Bu onun günlük göreviydi. Ayağa
kalkıp arka bahçeye çıktı .

XXVIII

Evden çıkarken bir yandan da, kafaını kemirip d uran b u gü­


nahkar düşünce de neyin nesi , diye d üşünüyordu. Kadın ev­
li, kocasıyla gayet iyi anlaşıyor, adam arkadaşım, bana herkes­
ten çok güveniyo r. Ne biçim bir günahtır b u ?
B i r an durdu. K a fasındaki günahkir düşünce de durdu.
Ruhban o l mayan bir Aziz Antonius'tu, o . Gerçek keş iş Aziz
Antonius'tan kendisini ayıran şey, eğer şeytan gerçekten ısrar­
cıysa, onun l a flarından hoşlanmasıyd ı . Kendisiyle şöyle ko­
nuşuyordu mesela:
Kadın çok güze l ! Görün üşe göre benden de çok başlanı­
yor. Eğer o hareketleri, bana bayıldığı anlamına gelm iyorsa,
o zaman ben de " ba y ı l m a k " ne demek b i l mi yorum demek­
tir. El sıkışırken e l i m i o kadar büyük bir zevkle ve sıcaklık­
la sıkıyor k i ! Zaten tokalaştıktan sonra ayrılsak bile zihniıni
bu tür insan lardan kolay kolay kopa rama m . O nlara direne­
mem.
Rubiao'nun ayak seslerini d uyan Q ui ncas Borba, havla­
maya başladı. Rubiao o n u hemen serbest bırakmak için bi­
raz daha hızlandı çünkü köpeği serbest bıraktıktan sonra ola­
cak şeylerden de ken d i n i hemen kurtarmak isti yordu.
Kapıyı açarken, " Q u i ncas Borba" diye bağırdı .
Köpek yerinden fırladı. Ne büyük mutluluk o öyle! N e bü­
yük heyecan o öyle! Sahibinin üzerine nasıl atılmak o öyle! O

37
kadar mutluydu ki sahibinin elini bile yaladı ama Rubiao bu­
nun üzerine ona hafifçe vurdu. Üzüntüye boğulan köpek, kuy­
ruğu bacaklarının arasında, biraz geri çekildi. Ama hemen son­
ra, sahibinin bir parmak şıklatmasıyla, yine her zamanki gi­
bi neşesi yerine gel d i .
"Sakin o l , sakin o l . "
Quincas Borba, bahçeden çıkıp evin etrafında yürüyen sa­
hibini takip ediyord u. Bir an ciddi ve ağırbaşlı b içimde onun
peşinden yürüyor, hemen ardından da zıp zıp zıpl ıyord u . Öz­
gür anlarını n tadını çıkarıyord u ama sahi bini de gözden kay­
betıniyordu. Şurayı kokluyor, burada durup kulağın ı kaşıyor,
karnındaki bir pireyi yakalamak için orada bekliyor, sonra da
bir sıçrayışta sahibi n i n topuklarıyla arasındaki mesafeyi ka­
patıyordu . Ona göre Rubiao, onun iyiliği için dolaşıyordu; o
da bir yürüyüş yapsın, bi raz hava alsın, kapal ı geçen zama­
nı telafi etsin diye b u şekilde yürüyordu . Rubiao durduğu za­
man, dönüp ne yapacak d iye ona bak ıyordu . Sahibi, mutla­
ka onu düşünüp b i r program yapıyordu. Ya beraber y ü rüyü­
şe çı kacaklar ya da en az bunun kadar hoş bir program ola­
caktı bu, kuşkusuz. Sahibinin kendine tekme atması ya da şöy­
le hafi ften bir fiske atması, a k l ına gel m ezdi bile. Karşısında­
kine güveni rd i . Eğer sahibi ona vurursa da hemen uııuturd u.
Oysa okşamaları, okşarken sahibi ne kadar dalgın o lursa ol­
sun, sonsuza kadar hatırlard ı . Sevilmekten hoşlanırdı ve se­
v i ldiğine i nanıyor, böylece de mutlu o luyordu.
Onun yaşadığı yerlerde hayat ne tamamen iyi, ne de tama­
men kötüdür. Mesela zenci bir çocuk her gün ona soğuk suy­
la banyo yaptırıyordu. Bir türlü alışamadığı bu banyo onun
kafasını karıştırıyord u . Sonra onu seven aşçı Jean i l e sevme­
yen İspanyol uşak vardı . Rubiao zamanını ev d ışında geçiri­
yordu ve kendisine kötü davranmıyordu. Eve girmesine izin
veriyor, öğle ve akşam yemeklerinde hazır bulunuyor, kendi­
siyle beraber oturma ya da çalışma odas ı na geliyordu. Bazen
kendisiyle oynuyor, hatta kendisini zıplatıyord u. Ama resmi
misafirleri gel ince, onu dışarı çıkarttırıyordu. O zaman İspan­
yol uşak önce nazik davranıyor ama kendisi d irendikçe lı ı rs-

38
lanıp kulağından ya da hacağından çekerek evden ç ıkarıyor
ve içeri girmesini önlemek için bütün yolları tıkıyordu.
"Perro del inferno!"
Sahibinden ayrılan v e canı yanan Quincas Borba, gidip bir
köşeye yattı. Uzunca bir süre orada öylece d uraca ktı . En ra­
hat pozisyonu bulana kadar bir o yana bir bu yana döndü son­
ra da gözleri n i kapad ı. Ama uyuduğu n u sanmayın; d üşünce­
lerini topl uyordu . Akl ına bazı görüntüler geliyor, bu görün­
tLi leri birbiriyle birleştiriyordu . Belki de hayal i nde çok uzak­
larda kalmış bazı görüntüler canlanıyor, yarım yamalak ve çok
belirsiz de olsa ölmüş arkadaşının yüzünü görüyor, sonra bu
görüntü şu andaki arkadaşın ı n yüzüyle birleşerek tek bir yü­
ze dönüşüyordu. Ta b i i başka düşünceler de vard ı .
O ana kada r b i r sürü ş e y d üş ü n m üştü; ç o k fazla şey. El­
bette bunlar bir köpeğin düşünceleriydi, yani düşünce zerre­
leriydi. Okur diyebilir ki, hatta zerreden de küçük olmalı. Ger­
çek şu ki, kısacık sürelerle açılara k anlamlı anlamlı boşluğa
bakan o gözler, içinde çok derinlerde parlayan bir şeyleri, ( bir
köpeğin vücudundan bahsederken tam o larak nasıl denir, bi­
lemiyoru m ) ama herhalde bir k uyruğun veya bir kulağın an­
latamayacağı bazı şeyleri an latmak istiyordu. A h i nsanoğlu­
nun zava l l ı , yetersiz d i l i !
Sonunda uykuya daldı. Bazıları bulanık, bazılarıysa daha
yeni olduğu için daha belirgin görüntüler, bu kez de rüya kılı­
ğına bürünerek, biraz oradan biraz buradan, Quincas Borba'nın
içinde oynaşmaya başladılar. Uyandığında, onu rahatsız eden
ne varsa unutmuştu. Gerçi b iraz şey görünüyordu (okuru ra­
hatsız etmemek için melankolik demeye l i m ) . Melankoli tabi­
ri ü lkeye atfen kullanılır, bir köpeğin melankolisinden bahse­
dilmez çünkü ülkemizin melankolisi bizim içimizdedir. Eğer bu­
nu bir köpeğe mal edersek, içimizdeki ınelankoliyi harici bir şey
hal i ne getirmiş ol uruz. Ama böyle de olsa, Quincas BG; ba'nın
ifadesi, kısa bir süre önceki neşeli ifadesine hiç benzemiyordu.
Gerçi aşçıdan bir ıslık ya da sahibinden bir hareket görmesin,
anında bu neşesiz ifade kaybolur, gözleri parlar, bumunu mut­
lu m utlu buruşturur, ayaklarına kanat takmış gibi uçardı.

39
XXlX

Rubiao, sabahın geri kalan kısmını zevk içinde geçirdi. Gün­


lerden pazardı . İki arkadaşı gel ip onunla yemek yemişti . Bi­
ri, annesinin serveti nin ilk k ı rı ntılarını çöplen mekte olan 24
yaşındaki genç bir adam, ötekiyse artık çöplenecek bir şeyi kal­
mamış 44-46 yaşla rındaki bir adam.
İlkinin adı Carlos Maria, ikincisinin adıysa Freitas idi. Ru­
hiao ikisi ni de farklı biçimlerde severdi. Freitas'ı kendisine yak­
laştıran şey sadece yaşı d eğil, yarad ıl ışıydı d a . Freitas, her şe­
yi öven güzel bir laf bul ur, önüne gelen her ta bağı, her kadeh
şarabı ayrı ayrı selamlar, evden ayrılırken de cepleri hep pu­
royla dolu olurdu. Buradan, onun başka şeyler yerine bu pu­
roları a l ı p götürmeyi tercih ettiği ni anlayabilirdiniz. Rubiao
onunla, Municipal Sokağı 'ndaki bir lokantada tanışmış ve
orada onunla beraber bir kere akşam yemeği yemişti. Freitas'ı
önceden du ymuştu. Detaylı olmasa da onun iyi ve kötü za­
manlarından bahsedilmiş, Rubiao da bunun üzeri ne, onun­
la arkadaşlığııı kendisine ne bir kişisel zevk ne de toplum için­
de bir saygı getirıneyeceğini görerek, bir tür kazazede olan bu
adamdan uza k durmak i stemişti. Ancak Freitas, kısa bir sü­
re içinde onun bu ilk izienimlerini değiştirmeyi başarmıştı. Her
za man canlı ve hareketliydi, ilginçti, bir sürü a nekdot anla­
tıyordu ve 50 conto geliri olan bir adam kadar neşel iydi. Ru­
biao yetiştirdiği gül lerden bahsedince onları görmek için izin
istemişti çünkü çiçeklere deli oluyordu . Hemen birkaç gün
içinde evde boy gösterdi ve sadece gül l eri görmek için b irkaç
dak ikal ığına uğradığını , eğer işi varsa Ruhiacı'yu asla rahat­
sız etmeyeceği ni kendisine iletti. Onun daha önce aralarında
geçen konuşmaları unuttuğumı gören R uhiao da mutlu oldu,
misafirinin kendisini bek lediği bahçeye gidip gül leri ona gös­
terd i .
Freitas, g ü l l ere hayran kaldı. O n l a r ı ö y l e d i kkatle ince­
liyordu ki başka bir gülü göstermek için onu baktığı gül den
çekerek ayırmak gerekiyord u . Bütün güllerin isimlerini b i l i ­
yor, R u biao'ya b i l e p e k tan ı d ı k gel meyen g ü l çeşitlerinden

40
bahsediyo rdu. Fa r k l ı gül çeşitlerini a n latıyor, güller hak­
kında çeşitli şeylerden bahsediyor ( mesela bir gül ağacının ka­
l ı nlığı nı göstermek için başparmağı ve işaretparmağı y l a yu­
varlak yapm ıştı ) ve en iyi güllere sahip o la n kişileri sayıyor­
du. Ama tabii ki en güzel güller Ruhiiio'nun gülleriydi . Şu gül
çok ender bulunan bir ci nsti . Bu da öyle. Bahçıvansa hayret­
ler içinde kalmıştı . Bütün gülleri i nceledikten sonra Rubiiio
şöyle d ed i :
" Haydi içeri gel i n d e size b i r şeyler ikram edeyi m . N e ar­
zu eders i n iz ? "
Freitas, fark etmeyeceği n i söyledi. Eve gel ince, evin eşya­
ları konusunda hayranlığını belirtti. Bronzları, resimleri, eşya­
ları dikkatle i nedeyip pencereden denize baktı.
"Gerçekten de" dedi, " bir soyl u gibi yaşıyorsunuz."
Gül ümsedi Rubiao. " Soylu . " Bir benzetme olsa bile böy­
le bir kelimeyi duymak pek güzel olur. O sırada İspanyol uşak
elinde gümüş tepsi üzerindeki bardak lar ve l i körlerle içeri gir­
di. Rubiiio için pek hoş bir andı. Likörteri misafirine bizzat gös­
tererek tanıttı ve sonunda piyasada bulunabi lecek en üstün li­
kör ola ra k kabul edilen bir l i kör tavsiye etti. Freitas ise k uş­
kulu gözlerle bakıyord u .
" Abartmışlard ı r " dedi.
İ l k yudumu alıp yuttu. Sonra i k i nc i y u d u m u n u , sonra
üçüncüsü n ü . Sonunda hayret ve şaşkınlık içinde mükemmel
bir l i kör old uğunu itiraf ederek, nereden aldığını sordu. Ru­
biao da büyük bir şaraphanesi olan bir a rkadaşının kendisi­
ne bir şişe hediye ettiğini ama likörü çok sevince üç düzine ıs­
marladığı n ı söyledi.
Böylece arkadaşlıkları kısa sürede i lerled i . Artık Freitas sık
sık (aslında olması gerekenden daha sık) Rubiao'ya öğle ve ak­
şam yemeklerine geliyor. Rubiiio da buna karşı çıkamıyor. Çün­
kü bu kadar çok şükra n duyan ve dost yüzler görmekten bu
kadar hoşlanan birini geri çevirmek çok zordu r.

41
X XX

B i r keresinde Ru biao, Freitas'a sord u:


" Söyleyin bana Bay Freitas, eğer başımı alıp Avrupa'ya git-
seydim siz de geli r m iydiniz ? "
" Hayır. "
" Neden ? "
"Çi.i nki.i şimdi istediğim gibi gelip gitmekte: özgü rüm. Ama
beraber seyahate çıksaydık, aramızda anlaşmazl ıklar olabi­
lirdi . "
" Çünkü siz çok neşeli bir i nsansınız, değil m i ? "
" Maalesef yanıl ıyorsunuz. Ben b u neşeli i n sarı ınaskesiy­
l e dolaşırım ama aslında kederli bi riyimdir. Ben bir hara be­
ler mimarıyım. Öncelikle Atina hara belerine gider, sonra O
Pobre das Ruinas adlı kederl i oyunu izler, ondan sonra da i f­
l as masalarını gezip i flas etmiş ve harabeye dönmüş adamla­
rı görürd ü m . "
Güldü Rubiao. Samirniyetten v e i nsanları n içi n den geçe­
ni olduğu gibi söylemesinden hoşlanırdı.

XXXI

Bunun tam ters i n i m i istersiniz meraklı okurlar? O halde di­


ğer misafire, Carlos Maria'ya bakal ı m . Freitas, "samimi ve
içinden geçeni olduğu gibi söyleyen" biriyse, Maria onun tam
zıttıydı. Bu durumda onun odaya ağır adımlarla girdiğini, Fre­
itas'la tanıştırılırken mesafe l i ve ondan üstünmüş gibi durdu­
ğunu kafanızda canlandırmak sizin için hiç de zor olmayacak­
tır. Bu arada geç kaldığı için (vakit öğle olmuştu bile) biraz ön­
ce içtenlikle ona sövüp sayan Freitas, şimdi de taşkın bir in­
celikle ve içten bir sevinçle aynı adamı selamlıyor.
Aynı şekiide kendi kendinize de a n layabil irsi n iz ki Rubiao,
Freitas'ı daha çok sevmesine karşın Carlos Maria'ya daha çok
itibar gösteriyor. O ana kadar sabırla onu bekled i ; eğer gel-

42
meseydi yarına kadar da bek lerdi. Carlos Maria ise i k isine de
i ti ba r etmiyor. O n a şöyle iyi bir bakın. Kocaman, yumuşak
gözleri olan zarif bir genç. Başkalarından çok kendisiyle i lgi­
leniyor. Sizi yukarıdan aşağıya doğru süzüyor. Gülmesi neşe­
li olma ktan çok a l aycı. Masaya oturuşu, gü m üşleri e l i ne a l ı­
şı, peçeteyi açışıyla, aslında sadece bunlarla değil yaptığı her
şeyle burada bulunmakla ev sahibine büyük bir l ütufta bul un­
duğu ne kadar da aşikar. Hatta tek bir l ütuf bile değil , iki lü­
tuf: Hem onun yemeğin i yiyor hem da ona embes i l demiyor.
Masadakilerin mizaçlarının bu kadar farklı olmalarına kar­
şın gayet hoş bir yemek oldu. Freitas aç kurtlar gibi yedi . İki­
de bir duruyor ve eğer yemeği zamanında ( saat o n birde) ye­
selerdi bu kadar lezzetli olmayacağını kendi kendi ne itiraf edi­
yordu. Bu fikre, uzun süre açlık çeken bir kazazedenin ilk kez
yemek yemesine benzeyen i l k tokmasında varmıştı ama ko­
n uşma yerisinin geri dönmesi için o n dakika kadar beklemek
gerekecekti. Sonra da çeşitli özlü sözleri ve renk l i a nekclotla­
rı gülücüklerle, hareketlerle, anlamlı bakıştarla peş peşe diz­
nıeye başladı. Carlos Maria onu aşağılamak için yüzünde en
ufak bir gülme bel irtisi olmadan d i n l iyordu . Aslında Freitas'ı
eğlenceli bulan Rubiao da gül meye cesaret edemi yord u . Ye­
meğin sonları n a doğru biraz gevşeyen Carlos Maria, başka­
larının başından geçmiş birkaç aşk macerası anlattı. Onu poh­
pohlamak isteyen Freitas, kendi başı ndan geçmiş macerala­
rı anlatması n ı isted i . Carlos Maria birden patladı.
" Siz beni ne sanıyorsu n uz ? "
Freitas sadece gerçek maceraları dinlemek istediğini, bunun
kötü bir şey o l madığını ve k imsenin de kötü bir anlam çıkar­
mayacağın ı söyledi .
" Burada, Botafogo'da yaşamaktan memnun musunuz? "
d iye ev sahibine sord u Carlos Maria, araya girerek.
Lafı kesilen Freitas bir yandan d udaklarını ısırıyor, bir yan­
dan da i k i nci kez a rkadaşına sövüp sayıyordu . Sandalyesin­
de geriye kaykıldı, asık bir surada duvardaki resme bakmaya
haşladı. Rubiao, Botafogo'da yaşamaktan memnun olduğu­
nu, salı i l i n çok güzel olduğunu söyleyerek soruyu cevapladı.

43
"Ma nzara güzel ama bazen öyle bir kiittı koktı o l u yor ki
dayan anııyoru ııı " dedi Carlos Maria. Sonra da Frcitas'a dö­
nerek devam etti: " Bu konuda siz ne düşünüyor s u n uz ? "
Freitas öne eğildi ve konuyu düşündü. i kisi d e haklı olabi­
lirdi ama her şeye rağmen salıilin çok güzel olduğu konusun­
da ısrarlıydı. Konuşmasında herhangi bir kızgmlık ya da gü­
cen i k l i k belirtisi yoknı. Hatta Carlos Maria'ııın bıyığma yapış­
ıııış b ı r meyve parçasın ı ona göstererek b i r ince l i k hile yaptı .
Yeıııeğin sonuna gel m işlerd i . Saat biri biraz geçiyordu . Ru­
hi<'io, ken d i nden ıııeııı nun bir halde baştan iti baren yedi kle­
ri yemeği düşündü. Bir yandan da içinde şarap tortusu kal­
mış kadehlere ve masanın üzerindeki ek mek kırıntılarına ba­
kıyord u . Artık sıra ka hveye gel mişti. Fark ettinneden uşağa
baktı. Masada kilere i k ra nı edilen purodan i l k nefeslerini çe­
ken Cari os Maria 'n m yüzünde göze batacak ölçüde bir menı­
nuniyet i fadesi yakalamayı başard ı . Ta m o anda, elinde Pve
bi raz önce ulaşmış patiska mendile sarılı küçük bir sepet ve
bir mektupla, uşak içeri girdi.

XXXII

Rubiao, " K i m den geliyor ? " diye sord u .


" Dona Sophia'da n . "
Rubiao, yazıyı tamnııyordu çünkü Dona Sophia ona i l k kez
yazıyord u . Ne olabi l i rd i k i ? Heyecan ı yüzünden ve parmak­
larından bel l i y d i . Freitas hemen sepeti açtı . İçinde çilek var­
dı. Rubiao, çeki n e çekine mektubu okudu :

Bu meyveleri öğle yemeği için yolluyorunı. Umarım za­


manında elin ize geçer. Ayrıca Christiano'nun emriyle
a kşam yenı eğine bize davetlisiniz. Bu davete uymak
mecburidir.
Gerçek dostu nuz
Sophia

44
Rubiao mektubu katlarken, " Hangi meyveyi göndermiş"
diye sord u .
" Ç i lek gönderm iş"
" El i me çok geç ulaştı. Çilek m i ? " diye tekrarladı Rubiao;
ne dediğini bilmiyord u .
Uşak dışarı çıkar çıkmaz Freitas gülerek, " K ızarmanıza ge­
rek yok sevgi l i dostu m . İ nsan ancak aşık ol duğu zaman böy­
le o l u r " ded i .
" A şık olmak m ı ? " diye tekrarlad ı Rubiiio. B u arada ger­
çekten yüzü kızarmıştı. " Mektup burada işte, açın okuyu n . "
Tam mektubu gösterecekti k i e l i n i geri çekti ve cebine koy­
d u . Kendinden geçmiş gibiydi, hem kafası karışınıştı hem de
çok mutluydu. Carlos Maria keyif içinde, hediyenin sevilen bi­
rinden geldiğini gizleyemediği n i söyled i . Ama hemen ardın­
dan bunda uta nılacak bir şey olmadığını çünkü aşkın evren­
sel bir yasa olduğunu da ekledi . Eğer kadın evliyse, dostunun
ağzı sıkı lığı takdir edi lecek bir şeyd i .
Rubiao, " Allah aşkına, lütfe n " d i y e sözün ü kesti .
" Yoksa kadın dul m u ? O halde siz de benim gibisi niz" di­
ye devam etti Carlos Maria, "ve bu durumda ağzı sıkılık ger­
çekten önemlidir. ilk günahtan sonraki en büyük günah, o gü­
nahın d uyurulmasıdır. M i lletvekili olsaydım, böyle durumlar­
da sırrını saklamayı bil meyen bütün erkeklerin, aynı Engizis­
yon'un mahkum ettiği i nsanlar gibi yakılmasını sağlayan bir
yasa önerird i m . Üstel i k hepsi ni kazığa bağl atırd ı m . Ama En­
gizisyon malı k u miarına giydirilen yeşil-sarı kukuletaların ye­
rine onl ara papağan tüylerinden bi rer başl ı k giyd i rirdim . "
Freitas kahkahaya boğuldu. B i r yandan da alkışlamak ye­
rine masayı y umruk l uyordu. Rengi solan R ubiao ise aceley­
le kadının ne evli ne de d u l olduğunu söyledi .
" Demek b i r k ı z kurusu . . . Düğün çanları n e zaman çala­
cak ? Zamanınız geldi de geçiyor bile. İşte elimizdekiler de dü­
ğün çilekleri." Eline birkaç çilek aldı. " Gelinin yatak odası nın
kokusu var bu çi lek lerde. Bir de ra h i b i n dualarını n . "
Rubiao a rtık n e söyleyeceği n i bilemiyordu. Sonunda her
şeyi baştan alarak anlattı ve kadının çok özel bir dostunun ka-

45
rısı olduğunu söyled i . Carlos Maria göz kırptı . Freitas da her
şeyin açı kl ığa kavuştuğu n u söyled i . Başta olayın gizemi, kü­
çük sepetin gönderilişi ve çileklerin görünüşü (aşkı çağrıştıran
çilekler) ded i gü lerek, olaya ah laksız bir şey süsü veriyordu
ama artık durum a n laşıldı.
Kahvelerini sessizlik içinde içerek oturma odasın a geçtiler.
Rubiao arkadaşlarına misafirperverlik göstermekten geri kal­
ınıyordu a m a zihni tamamen az öncek i olayla meşguldü. Bir­
kaç dakika düşündükten sonra misafirlerinin ilk fikri, yani ola­
yın gizli bir aşk i lişkisi olduğu yorumu ona da cazip geldi. Hat­
ta kendini gereğinden fazla savunduğunu düşündü. Kimsenin
ismi n i ağzı na almamak şartıyla mahrem bir i l işkisi olduğu­
nu itira f edebi l irdi. Ayrıca her şeyi ısrarla inkar etmesi, arka­
daşlarının aklında bazı şüpheler doğu rabilirdi. Bu düşüncey­
le tese l l i bu l u p gül ümsedi.
Carlos Maria saatine baktı . Saat ikiydi ve artık gidebilir­
di. Rubiao geldiği için ona sonsuz teşekkürler ederek yine gel­
mesini istedi. Her pazar öğleden sonra bugünkü gibi oturup
sohbet edebilirlerd i .
" Ba k n e diyor ! " diye bağırdı Freitas, o n la r ı n yanına ge­
lerek.
Cebine yarım düzine puro koym uştu. Evden çıkarken Ru­
biao'nun k u l ağına eğilerek şöyle dedi :
" İşte benim her zamanki hediyelerim. Altı günlük keyif. Her
gün için bir ta ne. "
" Bi raz daha a l ı n . "
"Teşekkür ederi m . Daha sonra a l ı rı m . "
Rubiao m i safirlerini demir kapıya kadar geçirdi. Qu incas
Borba onların seslerini duyar duymaz arka bahçeden koşup on­
ları selamlamak için yanlarına gel di. Tabii ki en özel selamla­
rını sahibi için ayırmıştı. Carlos Maria'ya bir gösteri yaparak
elini yalamak istedi ama genç adam tİksinerek ondan uzakla�­
tı. R ubiao'nun tekmesiyle havlayara k kaçtı . N i hayet üç arka­
daş vedalaştı lar.
Carlos Maria, Freitas'a, " Nerey e g i di yorsunuz? " diye
sord u .

46
Freitas, arkadaşının kendisini Siio Clemente tarafına doğ­
ru götürmeyi teklif edeceğini sandı ve ona eşl i k etmek istedi­
ği için, "Sahilin sonuna kadar gideceğ i m " dedi.
D iğeri, " İyi, ben dönüyorum " diye ceva pladı.

X X X I II

Rubiiio o n ları yolcu ettikren sonra oturma odasına geçti ve


Soph ia'nın notunu bir kez daha okudu. O bek lenmedik not­
taki her sözcük, kendi başına bir gizemd i sa n k i . İmza ise b i r
teslimiyet belgesiydi . Sadece Sophia d i y e imzalamıştı . Kendi­
sinin ya da kocasının ailesinin ismi yoktu. " Gerçek dostumız",
belli k i bir benzetmeydi . "Bu meyveleri öğle yemeği için yol­
luyorum " şekli ndeki ilk cümle, i y i ve cömert bir ruhun açık
yürek l i liğini taşıyordu. Rubiiio sadece içgüd ü lerin i n etkisiy­
le her şeyi açıkça görmüş, anlamını hissetmiş ve önemini kav­
ramıştı. Kendini mektubu öperken buldu. Aslında öptüğü şey
rnekrup değil, o isimdi: Vaftiz k urnasın ı n önünde verilen, an­
nesi tarafından tekrarlanan, evl i l i k belgesi y le kocasına ema­
net edilen ama şimdi bütün bu kaynaklarından ve mülkiyet bi­
çimleri nden sıyrılarak, bir kağıt parçasının dibinde kendisi­
ne gönderilen o isim. Sophi a ! Sophia! Sophia !

XXXIV

" Neden bu kadar gecikti n i z ? " d iye sordu Sophia, Santa The­
resa' n ı n kapısına vard ığı nda.
" Yemek i kide bitti. Sonra da bazı işlerim vardı. Ama o ka­
dar geç deği l k i " dedi Rubiiio, saatine bakarak. " Daha saat
dört buçuk. "
Sophia, " Arkadaşlar söz konusuysa h e r za man geçtir" di­
ye sitem etti .

47
Rubiao hatasını anlamıştı ama düzeltecek zaman bulama­
dı. Hemen önünde, demir çitlere sessizce oturmuş, mera k l a
kendisine bakan dört k a d ı n vardı . Zengin bir adamı n, Ruhi­
iio'nun gelmesi ni bekleyen daveti iierdi onlar da . . . Üçü evl i y­
d i . Biri ise geçki nce bir ba k i reyd i . Bel k i kız k urusu lafı daha
uygun kaçardı. 3 9 yaşındaydı ve beklemekten yoru l m uş siyah
gözleri vard ı . Bi rkaç dakika sonra gelen Binbaşı Siqueira'nm
kızıy dı.
Ruhian ile ta nıştırıldı ktan sonra Binbaşı, " Pa l h a sizden
bana bahsetti " dedi. " Sizi temin ederim Palha sizin gerçek dos­
tu n uz. Nasıl da şans eseri tan ıştığı nızı an lattı bana. Genel­
likle en i y i arkadaş l ı k l ar böyle kurulur zate n . Otuz! u yaşla­
rımda, binbaşı olma da n önce bir arkadaşı m vardı, o za man­
lar en iyi arkadaşımdı, ben de onunla Sernardes Eczanesi 'nde
şans eseri tanı şmıştı m. Adı Şişkin Baca k Joao i d i . Sanırım
1 80 1 - 1 8 1 2 yıl ları a rasında geçen çoc u k l uğu s ı rasında pa n ­
tolon unun içine b e z parça ları k o y u p baldıriarını ş i ş k i n gös­
terdiği için ona bu lakabı takmışlar. Sonra da hep böyle ça­
ğırmışlar. Eczane, Sao Jose i le M isericordia soka klarının kö­
şesi ndeyd i . Şişkin Bacak Joa o . Görüyorsunuz adam panto­
lonunun içine dolgu malzemesi koyarm ış. Ge rçek ismi Ber­
dardes. Joao Al ves Berdardes. Sao Jose Sokağı ' n d a k i ecza­
nenin sahi biydi. Öğleden sonra ları ve akşamları gen e l l i k l e
dükkanında top l a n ı l ı r, sohbet edilirdi. Oraya gelenler b i rer
peleri n giyer, e l l erine baston a l ı r, kimi b i r de fener getirirdi.
Ben sadece pelerin giyer giderd i m . Oranın modası da pele­
rin giymekti. Bernardes, gerçek ismi Joao Alves Bernardes'ti ,
Marica yerl isiydi a ma R i o de Jani ero'da büyü müştü . La ka­
bı da Şişkin Baca k'tı . i l kgençl iğinde bacak larını şişkin gös­
termek için pantolonunun içine dolgu malzemesi koyduğu ve
şeh rin en züppe adaml arından biri ol duğu söylenirdi. Şişkin
Bacak Joao'yu h iç unutmad ı m . O zamanlar pelerin giymek
modaydı -"
Ruhiiio'nun r u h u bu sözcü kler sağanağıııdan kaçacak
yol bulmak için elleriyle, kol larıyla bir çıkış arıyordu am a bu­
rası hir çıkmaz sokaktı. Her tarafta duvarlar vardı. Tek hir açık

48
pencere, tek bir koridor yoktu ve sağanak devam ed iyord u.
Eğer kadı nlara doğru bakabi lseydi , merakla kendisine bakan
kadınları görecekti. En çok merak eden de Binbaşı'nın kızı Do­
na Tonica idi. Ama o tarafa bakamadı. Din lemeye devam et­
ti. Binbaşı ise sağanağı sürdürüyordu. Onu sağanaktan ko­
ruyacak şemsiyeyi getiren, Palha o l d u . Sophia gidip kocası­
na Ru hiiio'nun gel d iğini söyler söylemez, Palha hemen bah­
çeye çıkarak arkadaşını karşıladı ve geç kal dığı için sitem et­
ti. Eczaemın lakabını tekrar açıklamaya girişen Binbaşı ise avı­
nı bırakıp kadınların yanına gitti. Sonra da oradan ayrıl d ı .

XXXV

Evli kadınlar güzeldi. Geçkin h a k i re hile 2 5 yaşındayken çe­


kici bir kadın olabilirdi. Ama Sophia'nm güzell iği, hepsinin
üzerindeydi .
Bunun anlamı şuydu: Dostumuz, Sophia 'nin güzelliğinden
şimdi daha çok etkilen m işti . Sophia, bir kerede bitirip elden
çıka rtmak yerine, zamanın titiz bir heykettıraş gibi uzun bir
süre içinde yavaş yavaş tamamladığı ve sürekli daha da güzel­
leştirdiği kadınlardand ı . 28 yaşına giren Soplı ia bu yaşta, 2 7
yaşmda olduğundan daha güzeldi ve bel l i ki titiz heykeltıraş,
eğer birkaç yıl daha uzatıp heykeli üzerinde çalışmak istemez­
se, otuzuna varana kadar işini biti rmeyecekti.
Mesela gözleri. O gözler, Rubiao'nun Pallı a 'yla tanıştığı
trendeki gözler değildi. O zaman sohbetin altını çiziyorlardı .
Şi mdiyse daha bir siyahlaşmışlardı ve artık sohbetin altını çiz­
miyorlardı. O gözler kendi başlarına ağır ve gölgeli bir el ya­
zısıyla sadece bi rkaç satır değil, kocaınan bir kitap yazıyo r­
lardı. Ağzı daha tazeydi. Omuzları, kolları, elleri daha da
güzelleşın işti . Sophia da iyi seçilmiş duruş ve hareketlerle on­
ları sergi liyordu. Eskiden salıibelerinin asla ınüsamaha göster­
mediği, önceleri Rubiao'nun da y üzün geri kalanıyla uyum­
suz olarak n i telediği kalın kaşları, yine eskisi gibi kalın d ılar

49
ama şimdi Rubiao on ların Sophia 'ya fa rklı bir görünüm ka­
zandırdıklarını düşünüyord u .
Güzel giyinmişti. Belini sıkıp göğüslerine şekil veren kesta­
ne rengi, kaliteli kumaştan dikilmiş bir giysi vardı üzerinde. Ku­
laklarında ise iki hakiki i nci: Rubiao'dan Paskalya hediyesi.
Bu hoş kadın, bir memurun kızıydı. 20 yaşındayken, 25
yaşındaki kom isyoncu Christiano de Almeida e Pal ha ile ev­
lenııı işt i . Kocası zeki, başarılı, girişimci ve karl ı işleri kokla­
ma yeteneği gelişmiş bir adamdı . 1 864'te, daha iş hayatına atı­
la lı çok olmaınışken, bir şey hissetti. Buna ancak önsezi de­
nilebilir; bankaların i flasa sürükleneceklerini sezdi.
" Bugünlerde bir şeyler olaca k . Durum çok nazik. En kü­
çük bir işarette patlak verecek . "
İşin e n kötü tarafı, Palha her şey i n i harcamıştı . Hatta da­
ha da fazlası n ı . Hızl ı yaşamayı seviyordu . Partilere, davetle­
re katıl mak, karısına paha l ı giysi ve m ücevherler; evine, ye­
ni çı kmış, ori j i nal, süslü püslü eşyalar almak hoşuna gidiyor­
du. Tabii tüm bu zevkler, onun geçmişte elde ettiği ve gelecek­
te elde edeceği bütün gelirleri götürmüştü. Kendisine karşı ise,
yiyecek konusu dışında pek eli sıkı davranırdı. Tiyatroya git­
tiğinde giyimine k uşamma önem vermezdi . Danslı davetler­
de ise fazla eğlenmemeyi tercih ederdi . B u tür ortaıniara ken­
disi için değil, karısının gözlerine ve bedenine eşlik etmek ama­
cıyla katılıyordu daha çok. Ta l i h i n i n ne kadar yaver gittiği­
n i başkalarına göstermek için karısına açık giysiler giydirmek
gibi tuhaf bir gösteriş biçimi vardı. M ü m kün olan her yerde
karısını böyle giy diriyordu. Hatta mümkün olmayan yerler­
de bile. Yani bir tür Kral Kandaules•· gibiydi; tek farkla ki, Pal-

* Sardes Kralı Kandaules, karısına iişıktı ve dünyadaki en güzel varlık oldu­


ğunu düşünüyordu. En sadık askeri Gyges'in karısmı çıplak görmesini iste­
di. Gyges istemese de efendisinin ısrarı sonucunda, bir gece kral ile kraliçenin
yatak odasına gizlenmeyi kabul eni. Kraliçeyi çıplak gördü. Kraliçe de onu gör­
dü ve durumu hemen anladı ama belli etmedi. Ertesi sabah Gyges'i çağırarak
Gyges'e ıki seçenek sundu: Ya geeeki olaym intikammı almak için Gygcs'i öl­
dürtecelc: ya da Gyges kocasmı öldürecek ve hem kendisine hem de krallığa
�ahip olacaktı. Gyges, haliyle, ikinci seçeneği seçti. ( Herodot Tarihi) - ç.n.

50
ha daha az sergil iyordu şüphesiz, ama çok daha fazla k işiye
sergi liyordu sahip ol duğu güzellikleri.
Bu noktada hanımefendiye de adaletli davranmak lazım.
Önceleri sadece kocasının istekleri ni yerine getiriyordu. An­
cak o kadar beğe n i kazandı k i bu onda b i r a l ı ş k a n l ı k h a l i ­
ne geldi. Sonunda başka insanların zevk a l ınası v e tahrik ol­
ması amacıyla sergilenınek, sürekli sergile n ınek, onun d a ho­
şuna gitti. Ha n ı ınefend iyi ne azize i l a n edeceğiz ne de oldu­
ğu n d a n daha kötü göstereceğiz. Gözleri b u gösteriş için ye­
terl iydi sadece; gülen, yerinde d u rmayan ve d avetkar göz­
leri. Ama sadece davetkar; o kadar. O gözleri, geceleınek is­
teyen konuklar i ç i n boş odası olmayan bir h a n ı n önünde­
k i ışıltı l ı feneriere benzetebi l i riz. O kadar pa rlaktır, renkle­
ri o kadar güze l d i r, üzeri ndek i a m blemler o kadar ori j i nal­
d i r k i her geçen o fenere bakmak için durur. Herkes bir du­
rup bakar v e yoluna devam eder. Neden pencereler açılsın
ki? Gerçi sonunda hanımefendi pencereleri açtı ama kapısı,
yani kalbi, her zaman üst üste iki kilit vuru l m uş halde kapa­
lıydı.

XXXVI

Yüce Tanrım, n e kadar d a güzel! Skandal çıka rtabiliri m . Ru­


biao o akşam böyle düşünüyor ve oturduğu pencerenin per­
vazından Sophia'y a bak ıyordu.
Kadınlardan biri şarkı söylüyordu. Üç kadın ı n kocaları di­
ğer odada k i kağıt oyunlarını bırakıp, içlerinden birinin karı­
sı olan kadını dinlemek için birkaç dakikalığına bu odaya gel­
mişlerd i . Kadına pi yanoda eşli k eden Palha, karısıyla kapita­
li stin bakıştı klarını görmüyordu. Bilmiyorum, o nları bakışır­
ken gören o l d u m u . . . Bir dakika, tabi i ki bi l iyorum, Binba­
ş ı ' n ı n kızı Dona Ton ica gördü.
Yüce Ta n r ı m , ne kadar da güze l ! Skandal ç ıkartabi lirim.
Rubiao hala kendisini düşünüyordu. B i r yandan da oturdu �

51
ğu yerden uzun uzun güzel kadını seyrediyordu . O da ona ba­
kıyordu.

X X X VII

Dona Tonica'nııı b u bakışınayı gözlemlemek zorunda olma­


sı, gayet anlaşılabilir bir şey. Rubiao'nun eve vardığı andan
itibaren d üşünd üğü tek şey, onu cezbet mek t i . 3 9 yaşı ndaki,
birbiriyle aynı büyüklükte olmayan ve artık umutsuzl uğa kay­
mak ta olan gözlerinde hala birkaç kıvılcım kalmıştı . Dona To­
nica gözlerini eski usulde ağır ağır hareket ettirip şu ya da bu
yöne baka biliyordu. R ubiao'ya karşı silah olarak da gözleri­
ni kullanması zor o l mayacaktı . İçinden bir şeyler Dona To­
nica 'ya, Minas Gerais' l i bu zengin adam ı n , onun evlilik so­
rununu halletmekle yazgıl ı olduğunu söylüyordu. Hatta adam,
servet değil, koca isteyen bu kadıııın isteyebi leceğin den bile
zengindi. Gerçi başlattığı h içbir seferberl ikte parasal konula­
rı akl ına getirmezdi ama son zamanlarda çıtayı giderek d üşür­
müş, düşürmüş, düşürmüş ve son seferini genç ve fak ir bir öğ­
renciye karşı yapmıştı. Ancak kısmetin ona zengin bir adam
getirip geti rmeyeceği ni kim bilebi l i r ? Dona Tonica, Ba k i re
Meryem'e inanırdı. Bu i nançla ve büyük b i r cesaret ve usta­
l ı k l a kaleye saldırmaya başladı.
Bütün diğer kadınlar evli di ye düşündü.
Kısa sürede Rubiao ile Sophia'nın bakışları n ı n birbirleri­
ne gidip gel d iğini fark etti. Ancak Sophia'nın bakışları daha
seyrek ve daha az baştan çıkarıcıydı ki bu da, Dona Tonica'ya
göre, içi nde bulunulan koşulların gerektirdiği bir tedbir ola­
rak gayet anlaşılabilir bir şeyd i . Acaba bu ikisinin bir i l işki­
si m i vard ı ? Bu kuşku onu bi raz h uzursuz etti ama umut ve
arzunun da etkisiyle, birkaç kaçamaktan sonra bütün erkek­
ler evleni r diye düşündü. Bütün mesele, adamı elde etmekti.
Adamda başka hevesler varsa bi le, evlenmek ve bir aile sahi­
bi olmak beklentisi, o hevesleri sona erdirirdi.


Cuı;krini teyakk uza geçir d i . Sahip olduğu b ütün baştan
.;ıka rıu özellik lerin görev yerlerine geçmesi emrini verdi. On­
lar da biraz solmuş olmakla beraber bu emre uydular. Yelpa­
zey le yapılan hareketler, dudaklarını göstere göstere konuş­
ma l ar, yandan bakışlar, endamın ın zarafetini ve bel i n i n i nce­
l iğini göstermek için aşağı y ukarı dolaşmalar; hepsi kullanıl­
d ı . Bütün bunlar eskiden beri kullanılagelen formü llerdi. Ger­
çi şimdiye kadar herhangi bir getiri leri ol mamıştı ama piyan­
go da böyle değil miydi; bir bilet alırdınız ve daha önceki bü­
tün kayıplarınız bir anda karşılanırdı.
Ancak bu akşam Dona Tonica, herkes piyano başınday­
ken, ikisinin karşıl ık l ı hayra n l ı klarını gördü. Artık h iç şüp­
hesi kalmamıştı . Bunlar i l k başlardaki gibi kısa, öylesine ba­
kışlar değil , odadaki diğer her şeyi geril erde bırakarak kar­
şısındakini emen bakışlardı. Kulaklarında o yaşlı umutsuzlu k
kargası n ı n çığlık larını duydu. Karga dedi k i : Bu iş olmaz.
Bu haldeyken bile mücadeleye devam etti. Hatta Rubiao'nun
birkaç dakikalığına da olsa yanına oturması nı sağla mayı ba­
şardı. Ona, içinde bulunduğu durumun esi n verebi leceği me­
lankoliden çok farkl ı şeyler, romanlardan hatırladığı güzel şey­
ler söylemeye ç a l ıştı. Rubiao da onu dinled i ve cevap verdi
ama Sophia odadan çıktığı anda a ltüst oluyor, döndüğünde
dengesi bir kez daha bozu l uyordu. Bir a n kendi n i i yice kay­
betti . Tam o anda Dona Tonica, Minas'ı, özellikle de Barba­
cena'yı görmeyi ne kadar çok istediğini itiraf etmiş ve sormuş­
tu: " İk l i m nası ldır oralarda ? "
Rubiao mek a n i k bir biçimde, " İ k l i m " diye tek rarladı.
Arkası kendisine dönük, biri oturmuş durumdaki iki adam­
la sohbet eden Sophia'ya bakıyordu. Kalçalarına kadar i nce­
lerek giden ve bir vazodan çıkan k ucak dolusu yaprak gibi o
geniş kalçalard a tekrar kend i n i bel l i eden endaınına bir kez
daha hayran k a l d ı . Bu benzetmeyi tamamına erdi rmek için,
hanı mefendinin başının da bir manolya çiçeği gibi o yaprak
kümesinin üzerine, merkeze yerleştirilmiş olduğunu söylemek
gerekir. İşte Dona Tonica'nın Barbacena ' n ı n i k l im i n i sordu­
ğu, kendisinin de kelimeyi iniş çıkışlarını bile yapamadan, düm-
düz ve mekanik bir şekilde söylediği anda Rubiao'nun bak­
tığı şey, buydu.

XXXVIII

Ruhiao, kararl ıyd ı . Sophia 'nın ruhu şimdiye dek b i l in meyen


ül keye, ruhların genellikle yaşlanmış, yorgun ve usanmış dön­
düğü o yere doğru onu hiç bu kadar ısrarla birl i k te uçmaya
çağırmamıştı . Ruhların bir kısmı, o ülkeden dönmüyor, bir kıs­
mı orta yolda kalıyordu. Esas büyük kısmı ise zaten hiçbir za­
man evlerin saçaklarının a ltından çıkıp gidemiyordu.

XXXIX

Harika bi r mehtap vardı. Orada, o tepenin üzerinde, gök i l e


y e r a rası nda en cesaretsiz ruh b i le koca d üşman ordularının
karşısına çıkıp tek başına hepsini yerle bir edebilirdi. Oysa şim­
di bu en ürkek ruhun dost b i r orduyla ne yapamaclığına ta­
nık olacağız. Sophia, Ruhiiio'nun koluna girerek onu mehta­
bı izlemeye götürdü. Dona Tonica'nın da gelmesini istedi ama
zava l l ı kadın ayağının ağrıdığı n ı söyleyerek gitmedi.
İkisi bir süre sessiz kaldılar. Açık pencerelerden içeride soh­
bet edenler, hatta kağıt oynamayı bırakmış erkekler görü lü­
yordu . Bahçe küçük� insan sesi ise yeterince uzun erimliydi.
İkili, başka k imse duymadan birbirlerine şiirler okuyabi l i rd i .
Rubiao, Tan r ı b i l i r nereden, belki 1 8 50'leri n ş i i rlerinden
ya da o dönemlerin nesirlerinden, artık çağdışı kalmış eski bir
benzetme hatırladı. Sophia'nın gözlerin i yerdeki yıldızlara, yıl­
dızları da gökteki gözlere benzetti. Bütün bunları çok hafif ve
titrek bir sesle söyl üyord u .
Sophia şaşırmış, hayretler içinde kalmıştı. O a n a kadar Ru­
biao'ya yaslanan v ücudunu d üzeltti. Onun ürkekliğine a l ış-

54
mıştı. Yıldızlar . . . Gözler . . . O n a böyle konuşmamasını söy­
lemek istiyordu ama hem i k isinin b i rden a k l ı n daki düşü nce­
leri tamamen reddetmeden, hem de daha ileri gitmemesi için
R ııbiao'yu cesaretlendirmeden bunu nasıl yapacağını bilemi­
yord u . Bu yüzden uzunca b i r sessizlik oldu.
" Tek farkla" diye devam etti Rubiao, " gözleriniz yı l dız­
lardan daha güzel. Üstelik yıldızların neye benzediğini bilmi­
yorum. Tanrı onları o kadar uzağa koymuş k i güzel l i klerin­
den çok şey kaybetmeden yakından görülemezler. Oysa sizin
gözleriniz hemen yanı başımda, gökyüzünden daha parlak,
çok daha parlak . . . "

Rubiao burada da durmadı . Ürkekliğini atmış, dili çözül­


müştü. Her zamanki Rubiao'dan tamamen fark lı görünüyor­
du. Kon uşmaya devam etti. Ama d i l e getirdiği şeyler, benzer
laflardı. Zaten fazla bir lafı da yoktu. Ayrıca ondaki bu ani de­
ğişime rağmen içinde bulunduk ları durum, ona yeni laflar esin­
Iemekten ziyade kon uşmasını birkaç fi krin dile getirilmesiy­
le sını rlamaya uygun bir durumdu . Sophia ne yapacağını bi­
lemiyordu. Kolları arasında küçük, y u muşak bir güvercin tut­
tuğunu sanıyordu ama o güvercin, kanca gagalı, yırtıcı bakış­
l ı bir şahine dönüşmüştü.
Rubiao'ya mutlaka cevap vermel i, onu susturmalı, konuş­
manın istemediği bir yönde gittiği n i ona söylemeliydi. Üste­
lik bunu, Rubiao'yu kızdırmadan veya kendi nden uzaklaştır­
madan yapmalıydı . Bunun yolunu aradı ama bulamadı. Çün­
kü her şeyi a n ladığını R u biao'nun görmesi n i mi yoksa gör­
memesini mi sağlaması gerektiği sorusuna bir cevap bulama­
mıştı. Sonra kendi tarzı nın yumuşak küçük sözcükler etmek,
özel dik�at çekici tavırlarda bulunmak olduğunu hatırladı ve
bu koşullar altında karşısındaki adamın iltifatlarının ne a n ­
l a m a geldiğini anlamamış g i b i davra nmayacağına karar ver­
di. Hassas nokta, anladığını itiraf etmek ve onu evden uzak­
laştı rmamaktı .

ss
XL

Yu karıda yıldızlar, içinden çıkılmaz b u d uruma gülüyordu.


Ay, onları görmekten dolayı bir rahatsızlık h issetm iyordu.
Ay, küçümseme nedi r bilmez. Ayın, arzuları ve nostalji duygu­
larını harekete geçirdiğini düşünen şairler, kuşkusuz çok uzun
za man önce onun başıboş dolaşan bir yıldıza aşık olduğun u ,
yıldızııı da yüzyıllarca süren beraberlikten sonra o n u terk ed ip
gittiği ni b i l i r. Be lki de ay tutulmaları, aşık kaprisinden başka
bir şey deği ldir (astrononı iden özür dileriz). Diana 'nın Endy­
mion'la '' buluşmak üzere aşağı inmesi efsanesi, bel ki de doğ­
ruydu. Gerçi aşağı i nmek biraz fazla kaçıyordu ama . . . Cır­
cırböcekleri nin burada, yaprakların üzerinde birbirine kavuş­
tuğu gi bi, yukarıda da ikisi n i n bi rbirine kavuşması nın kime
ne zararı vard ı ? Gecelerin Anası bütün yaratıkları gözetme işi­
ni üzerine almamış mıydı ?
Ay, yalnızdır. Yalnızlık, i nsanı cidd ileşti rir. Yıldızlar ise sa­
yı larının çokl uğu yüzün den 1 5-20 yaşla rındaki kızlara ben­
zerler. Hep beraberce her şeyden ve herkesten bahsederek gü­
ler, konuşurlar; şen şa kraktırlar.
Y ı l dızların i ffetli o l d u k larını reddetnı iyoruın . Ama bu
daha kötü . Çünkü bu sefer belki de anlamadıkları şeylere gü­
li.ıyorlardır. iffetli yıldızlar! Othello'nun ve neşeli Tristraın
Shandy'nin •· "' yıldızlara verdiği isim budur. Kalbin ve zihnin uç­
ları, bir noktada bunu kabul eder: Yıldızlar i ffetlidir. Ve bu if­
fetli yı ldızlar, Rubiao'nun pervasız ağzı ndan Sophia'nın şaşır­
mış kulaklarına dökülen her bir sözcüğü duydular. Ay lardır
gösterişsiz, ılımlı ve tedbirli biri olan Rubiao, şimdi bir sefih­
ten başka bir şey değildi (iffetli yıl dızlar ! ) . Neredeyse Şeyta ııın

* Av tanrıçası Diana, sürülerine taze ot bulmak için onları dağın tepesine ka­
dar çıkaran güzel ço ban Endymion'a tutul ur. Ona ay ışığı kadar beyaz, y u ­
muşak ve ölümsüz bir u y k u verir. Güzel çoban uyurken onun sü rülerine d e
onun a d ın a göz k u l a k olur. - ç . n .
* * Yazar Laurence Stern tarafından 1 8 . yüzyılda yararılan k a rakter. Hem
gün görmüş, akıllı, zeki, hem de bir çocuk kadar neşeli, oyun baz, konuşkan
bir kara k rer. - ç . n .

56
ortaya çıkıp ( Şeytan Rubiiio) Tanrının kendine taktığı iki bü­
yük melek kanadıyla zava l l ı k ızı kandırmaya çalıştığını d ü ­
şünecektiniz. A m a s o n a n d a kanatlarını cebine koyup şapka­
sı nı başından çı kardı ve kötülüğünün nişanesi, a l n ı na çakıl­
mış iki boynuzu gözler önüne serdi. Sonra da şeytani yaratık­
ların o hilekar kahkahasıyla gülerek, sadece ruhunu değil, hem
ruhunu hem de bedenini satın alma tekl i finde b u l undu. İ ffet­
li yıldızlar!

XLI

Sophia, " Hadi içeri girel i m " diye m ı rıldandı.


Kolunu çekmeye çal ışıyordu ama R ubiiio bırakma d ı . Ne­
den içeri girsinierdi k i ? Bu rası çok güzeld i . Bundan daha iyi
ne olabilirdi ? Yoksa o n u sıkıyor muydu? Aceleyle sıkılmadı­
ğını ama misafirleriyle ilgilenmesi gerektiği n i söyledi. Uzun
süredi r orada ydılar.
" Sadece on dakika geçti " dedi Rubiiio, " o n dakika nedir
ki?"
"Ama yokl uğum uzu fark edebi lirler. . . "

Ruhiiio'nun içi titredi; bizim yok luğumuz demişti. Yan i bir


suç ortakl ığı başlıyordu ona göre. Bizim yokl uğumuzu fark
edeb i l d i k lerini kabul etti. Soplıia haklıydı; ayrı lmaları gere­
kiyord u . Ama bir şey içi n kendisine söz vermesini istiyordu .
Hayır, hayır; i k i şey için. İ l k i , b u muhteşem o n dakikayı as­
la unutmayacaktı; ikincisi, her gece gökteki Güneyhaçı'na ba­
kacaktı. O da her gece Güneylıaçı'na bakacak, böylece i kisi­
nin de düşünceleri, Tanrı ile insan arasındaki mahremiyet için­
de b i rleşecekti .
Bu, şairane bir İstekti ama bir istekten öte bir şey değildi.
Rubiiio ateşli gözleriyle genç kadını yiyip b i tiriyo r, uzaklaş­
maması için de elini sıkıca tutuyordu. Gözleri ve onun elini
tutması hiç de şairane deği l d i . Sophia sert bir laf edecek oldu
ama Rubiao'nun iyi bir aile dostu olduğunu hatıriayınca b u

57
sözünü yuttu. Gülmeye çalıştı; gülenıed i . Bu nun üzeri n e ön­
ce sıkıntı duydu, sonra duruma katlanmaya karar verdi ve so­
nunda, mekanı cennet olan annesine yakarmaya başladı. Ru­
biao ise onun ağzından çıkan cennet ve anne sözlerinin ne an­
lama geldiğini bilmiyordu. Yüzünde, ne diyor acaba diyen bir
i fade va rdı. Ne annes i ? Ne cenneti ?
" Ah ! " diye fı sıltıyla i n iedi genç kadın, " Parmaklarımı kı­
racaksınız! "
Rubiao, bunun üzerine kendine geld i , elini biraz gevşetti.
Ama kadın ın parmakları n ı bı rakınamıştı.
" Hadi gidin" ded i . " Ama önce . . . "
Kadının elini öpmek üzere eğiliyordu ki, çok da uzakta ol­
mayan bir ses onu tamamen kendine getirdi.

XLII

" Merhaba. Mehta bın keyfini m i çıkarıyorsunuz? Gerçekten


de m uhteşem bir hava var. Tam aşık lara göre bir gece. Muh­
teşem. Uzun süredir bu kadar güzel hir gece görmedim. Şu aşa­
ğıdaki gaz lanıbalarına bakın. Tam aşıklara göre! Aşıklar meh­
tabı çok sever. Benim zamanı mda, lca rahy'de . . . "
Si queira idi bu, o korkunç Binbaşı. R u biao, ne d i yeceği n i
bilemed i . Sophia ise hemen kendini toparlayarak Rubiao'nun,
Rio geceleri n i n Barbacena geceleriyle k ı yaslananıayacağını
söylediğini an lattı . Hatta buna dair Peder Mendes adında bir
rahiple ilgili bir anekdot anlatmıştı.
" Mendes'ti , değil m i ? "
" Evet, Mendes" d iye honı urdandı Rubiao.
Binbaşı, gördüklerinden şüpheye düştü. Birbirine kenetlen­
miş elleri, Rubiao'nun eğildiğini ve kendisi bahçeye girince iki­
linin hemen duruşların ı değiştirip lafı Peder Mendes'e getirdik­
lerini görmüştü. Sophia 'ya baktı. Sakindi, aklından ne geçti­
ği bell i deği ldi. Hiçbir korku, hiçbir rahatsızl ı k enıaresi yok ·
tu. O kadar rahat konuşuyordu ki Binbaşı yanlış görmüş ola-

58
bileceğini düşünd ü . Ama Rubiao'nun yüzünden her şey a nla­
şıyordu. Suratını asmış, öylece duruyordu. Yaptığı tek şey, eli­
ni cebine sokup saatini çıkarmak oldu. Çalışıp çalışmadığını
kontrol etmek istermiş gibi saati kulağına götürüp dinledi, son­
ra da ikisine de bakmadan mendi l iyle yavaş yavaş sil d i .
Sophia, " Peki o halde, s i z i k i n i z biraz burada sohbet edin,
ben de kadınların yanına gi deyi m . Kadınl a rı y a l n ı z bırak­
mamak gerekir. Erkekler o batasıca kağıt oyununu bitirdiler
mi?"
Binbaşı, Sophia'ya acayip bir bakış fırlatarak, " Bitirdiler"
dedi . "Şimdi de bu beyefendiyi çağırıyorlar. Zaten ben de onu
çağırmak için bahçeye çıktım. S iz bahçeye çıkalı çok o l d u
mu ? "
Sophia, " Bi z de ş i m d i çıkmıştı k " diye ceva pladı .
Sonra da Binbaşı ' n m omzuna dostça bir şaplak atarak eve
girdi. Ancak salondan değil, yemek odasından eve girdi . Böy­
lece salona geçtiğinde, çay hazırlanması için yemek odasın­
da emirlerini verip de gelm iş gibi görünecekti.
Rubiao, hala söyleyecek b i r şey bulamamıştı ve acilen bir
şeyler bulup söylemesi gerekiyordu. Peder Mendes'in a nek­
dotu gayet iyi bir fik i rd i ama işin kötü tarafı, R ubiao, ken­
di kendine bir şeyler yaratıp ortaya atabilen biri değildi.
" Peder Mendes! Çok komikti. Rahip Mendes . "
" O n u b e n d e tanım ıştım " dedi B i n baş ı , gülerek. Peder
Mendes? Onu tanırım. K urallara pek bağlı sayılmazdı. Mi­
nas'ta da bulundu m u ? "
"Sanırım b u l u n d u " diye mırı l dandı R u biao, şaşkı n l ı kla.
Binbaşı, " Peder, Saquarema yerlisidir. Bu gözü yoktu" d i ­
y e eliyle sol gözünü işaret etti. " Aynı kişiden bahsediyorsak onu
çok iyi tanırdım. Ama bel k i de başka bi risidir. "
" Be l k i de. "
" Kuralları pek umursamazdı. Çok iyi huyları da vardı ama
genç ve güzel kadınlara bakmaktan büyük zevk alırdı. Bunu us­
ta bir ressamın yaptığı resme hayran olmaya benzetirdi. Han­
gi usta ressam Tanrıdan daha ustadı r ? Ö rn eğ i n bizim Dona
Sophia'yı hiç görmemişti ama bilin bakalım bana ne dedi: 'Bu-

59
gün Palha'nın güzel karısın ı gördüm' ded i . Kuralları pek tak­
mazd ı . Saquarema yerlisiyd i . Ama hakikaten iyi bir zevki var­
dı. Bizim Pal ha'nın karısı da gerçekten mü kemmel bir kadın.
Hem yüzü güzel, hem endamı. Aslında bana göre güzel olmak­
tan öte hoş ve cömert bir kadın. Siz ne d iyorsunuz ? "
" Bence d e öyle . "
Binbaşı b i r puro yakarak, " İ y i b i r kadın v e mükemmel bir
eı.; sah i besi " d iye devam etti.
Ki britin alevinin ışığında Binbaşı'nın yüzü, alay ediyormuş
gibi görünüyordu. Tam olara k alay eder gibi değilse de, en az
onun kadar düşma nca bir i fadeye sahipti. Rubiao, omurga­
sında baştan sona bir ürperme hissetti. Acaba bir şey görmüş,
duymuş veya ne olup bittiğini tahmin etmiş olabilir miydi? Aca­
ba Binbaşı herkesin işine bumunu sokan bir ga mmaz olabi­
lir miyd i ? Yüzünden bir şey anlaşı l mıyordu; en kötüsüne ha­
zırlıklı olmak gerekirdi. Görüyorsunuz, kahramanımız, yıllar­
ca kıyıl arda yelken açtıktan sonra günün birinde ken d i n i
a ç ı k denizlerde b u l m u ş birine benziyor. Al lahtan korku i nsa­
nın a k l ı na bir sürü fik i r getiren bir duygud ur. N iteki m kah­
ramanımızın aklı na da karşısı ndakini pohpohlamak geldi. He­
men ona kendisini ne kadar i lginç b ulduğunu, Botafogo'da
sahi lde bir evi olduğunu, evin numarasını falan söyleyiverd i .
Binbaşı'nın arkadaşı olmak, kendisi için b i r şerefti . Burada pek
arkadaşı yoktu: Ken d isine büyük i ncelik göstermiş olan Pal­
ha, çok ciddi ve ağırbaşlı bir kadın olan Dona Sophia ve üç
dört kişi daha. Yalnız yaşaya n biriydi. M i nas'a bile yerleşe­
bilird i .
" Hemen m i ? "
" Hayır, hemen değil . Ama fazla d a sürınez. Bilirsiniz, in­
san bütün hayatı nı bir yerde geçirince başka bir yere alışmak
kolay olmaz . "
" D uruma göre değişir."
" Elbette d uruma göre. Ama genel likle böyled i r. "
" K ural böyle olabilir ama siz bu k u ra l ı n istisnası olacak­
sınız. Başkentİnı izde şeytan tüyü vardır. Buranın hayranlığı ,
soğuk algınlığı g i b i yakalar insanı. Küçücü k b i r yarı ktan azı-

110
cık bir hava geçer ve işiniz bitti demektir. Bakın, bahse gire­
rim en geç altı ay içinde evlen i rsi niz. "
" B i r şey görmemiş" d iye düşündü Rubiao.
Sonra da neşe içinde, " Öy l e olsun ama insan Minas'ta da
evleneb i l ir. O rada da pederler var " ded i .
" Peder Mendes g i b i " d i y e kahkahayı patiattı Binbaşı.
Rubiao, sıkıntılı sıkıntılı gülümsedi. Bu lafın masum bir söz
mü, yoksa kötü n iyetl i bir laf sokuşturma mı olduğunu a nla­
yamamıştı. Binbaşı bundan sonra lafı alıp bir sürü şeyden bah­
setti. Başkentin havasından, suyundan, savaştan, Mareşal Lo­
pez'den . . . O ilk sağanakla ne kadar zıt bir durum değil mi? Bu
sağanak ötekinden çok daha ş i ddetli olmasına karşın Rubi­
ao'muza gün ışığı gibi geldi. Bitmek tükeornek bilmez söyle­
vin ışığıyla güneşlenerek içi ndeki tüm tozları süpürüp atıver­
d i . Fırsat bulduğunda araya küçük lıi r kelimecik sokabi lmek
dışında yaptığı tek şey, karşısı ndakini onaylayarak başını sal­
lamaktı . Tekrar Binbaşı 'nın hiçbir şey görmediğini düşündü.
Bahçeye açılan kap ı n ı n oradan, " Baba! Baba ! Orada mı­
s ı n ? " d iye bir ses gel d i .
Babasının kendisini e v e bırakmasını isteyen Dona Toni­
ca'nın sesiydi. Babasına fısıldayarak söylediğine göre, evet, bi­
liyordu, çay servisi yeni yapılmıştı ama baş ağrısından dura­
mıyordu. Sonra da e l i n i Rubiao'ya uzattı. Rubiao, biraz da­
ha kal ması nı söylemesi için B i nbaşı'ya yalvardı. " Saygıdeğer
Binbaşı . . . "
" Zamanınızı boşa harcıyorsunuz" diye lafını kesti Binba­
şı, "em i rleri veren odur, ben değ i l . "
Rubiao Binbaşı'yı ısrarla evine davet ederek kendisin i ağır­
lama şansı vermesini, hatta hemen o hafta içinde bir gü n be­
l i rlemesini istedi . Ancak Binbaşı, hangi gün geleceğini bileme­
diğini ama mümkün olduğunca kısa süre içinde geleceğini söy­
ledi. Çok meşguldü. Cephanelikle i lgil i bir sürü işi vardı . Ay­
rıca başka işleri de vardı.
" Ha d i baba, gidel i m ! "
"Tamam, tama m ! Görüyor musunuz? Bir dakika konuş­
maya bile izin yok. Herkese veda ettin mi ? Şapkam nered e ? "

61
XLIII

Tepeden aşağı doğru yürüderken Dona Tonica babasının nu­


tuğunun kalan kısmını dinled i . Şimdi konu farklıydı ama ge­
lişigüzel, konudan konuya adayan, uzun ve dolambaçlı ko­
n uşma biçimi aynen devam ediyordu. Duyuyordu ama din­
lemiyordu çünkü o sırada tamamen kendi içine dönmüş, ak­
şamın olaylarını aklı ndan geçi riyor, R ubiao ile Sophia'nın ba­
kışma larını düşünüyordu.
Senado Sokağı 'ndaki evlerine gel d ikl erinde babası gidip
yattı. Dona Ton ica ise üzerinde Bakire Meryem resminin ol­
duğunu komod i n i n i n yanındaki küçük sandalyede bir süre
otunıp düşündü. Aklından geçenler hiç de saf ve temiz düşün­
celer deği l d i . Aşk konusunda h içbir şey bilmese de zina de­
nilen şeyi bil iyordu ve Sophia'nın ahlaksız, baştan çıkarılmış
bir kadın olduğuna inanıyordu. Kafasında onu bir canavar gi­
bi, yarı insan yarı yılan bir yaratık gibi canlandırıyor, ondan
iğren iyordu. Gidip her şeyi kocasına anlatarak ondan örnek
bir intikam alabilirdi.
"Her şeyi kocasına anlatacağım " d iye d üşündü, " ya gidip
yüz y üze konuşurum ya da bir mektup yazarım. Hayır, mek­
tupla olmaz. G i d ip kendisine anlatırım . "
B u konuşmayı zi hninde canlandırı nca önce adamcağızın
çok şaşırdığını, sonra büyük bir öfkeye kapıldığını ve sonun­
da karısına alçak, aşağılık, rezil diye bağırıp çağırdığını düşün­
dü. Bu haka retler, Dona Tonica'ya çok hoş geliyordu. Ken­
d i öfkesi n i n bu hakaretler aracılığıyla bir sel gibi akması ve
tatmin olana kadar kadının aşağılanması, kendisini ezi p ge­
çemeyecek düzeye gelinceye kadar kocasının ayaklarının al­
tındaki tozdan bile aşağı bir seviyeye inmesi isteğine karşı ko­
yamıyordu. Alçak, aşağılık, rezil !
İçindeki bu öfke patlaması, uzunca bir süre, yaklaşık yir­
mi dakika devam etti . Sonunda ruhu yoruldu, kafasında can­
landırdığı hayaller soldu. Kendi gerçekliğine döndü. Ruhu şöy­
le bir etrafına baktı, evde kalmış kız k urusunun odasına göz
gezdirdi. Basınayı ipeğe, eski kumaş parçaların ı kurdeldere dö-

62
nüştüren, eşyaların çıplak lığını mümkün olan en hoş ve canlı
şekilde örten, yalnız ve ümitsiz duvarları donatan, mütevazı şey­
leri süsleyen maharet ve becerinin ür�nü bir tertip ve düzen var­
dı. Odadaki her şey, bağrına basılacak bir sevgili bekliyordu.
Nerede okuduysam, eski bir geleneğe göre yılın bel li bir ge­
cesinde İsrai l l i bak i reler Tanrı nın o n la rı tohumlamasını bek­
lerlermiş. Nerede okumuşsam okuyayım, bu bakireleri bizim
ba k ireyle karşılaştı rırsak, arada tek bir fark buluruz: Bizim
bakire n i n beklediği bel l i bir gece yoktur. Her gece, her gece
bekler. Ne dışarıda esen yelin sesi beklediği adamı getirir ne
de şafak denilen o beyaz bakire, adamın dünyanın neresinde
oturduğunu söyler. Yapabileceği tek şey, beklemek, beklemek
ve bek lemektir.
Şimdi kızgınlığı yatışmış halde bomboş odasına tekrar tek­
rar bakarak en yakın kız arkadaşlarını, aileden ve okuldan kız­
ları hatırlıyor. Hepsi de evli bark l ı . En son evlenen a rkadaşı,
otuz yaşındayken bir deniz subayıyla evlenmişti. Bu evlil i k ,
geçkin bakirenin umutlarını tazelemişti. Arkadaşının ralibinin
beyaz ü n i forması, h enüz 1 5 yaşındayken onun da aklını i l k
çelen ş e y o l m a s ı n a karşın Dona Tonica, fazla b i r ş e y umma­
mıştı. O umutlar nereye gitti ? Şimdi aradan beş yıl geçti, To­
nica 39. yaşgününü kutladı, 40. da fazla uzak değil. Kırklı yaş­
larında bir kadın, bir kız kurusul Tüyleri diken diken oldu Do­
na Ton ica'nın . Bir kez daha etrafına baktı, kısa süre önce dü­
şündüğü şeyler tekrar aklına doluştu ve gözyaşları içinde ken­
dini yatağa a tt ı .

XLIV

Bakma yın, hanımefendinin kederi de ancak öfkesi kadar ger­


çekti. Bu iki duygu eşit ağırlıktaydı ama etkileri farklıydı. Öf­
kesi kendini gösteremezken utancı gözyaşlarında i fade bulu­
yord u . Sophia'yı parçalara ayırmak, ayaklarının a ltında ez­
mek, kalbini para m parça etmek ve tüm bunları yaparken de

63
kocasının ona söyleyeceği n i hayal ettiği hakaretleri y üzüne
karşı bağırmak isterd i . Ama bunları sadece hayal ediyordu,
elbette. inanın bana, hayalinde herkes bir diktatör olabilir. Kim
bilir, belki de o anda hanımefendi nin ruhu, Cal igula'nın '' bir
parçasını barı n d ırıyordu içinde . . .

X LV

Biri ağlarken öteki güler. Dünyanın kanunu böyle, sevgili oku­


rum; evreni mükemmel hale getiren şey, işte bu kanundur. Her­
kes ağlasaydı ne kadar sı kıcı, herkes gülseydi ne kadar yoru­
cu olurdu. Gözyaşı i le dansın, hıçkırık ve eğlenceni n dengeli
dağılımı, dünyanın ruhuna, ihtiyaç duyduğu çeşitlil iği getirir.
Hayatın dengesi böy l e bulun ur.
Bu anda gülen, Rubiao'nun ruhu . Tepeden aşağıya doğ­
ru inerken yıldızlara en mahrem şeyleri anlatıyor, sözlerini ifa­
de edebi lecek işaretler bulmanın i mka nsızlığı nedeniyle şim­
diye dek kimsenin yazıya dökemediği bir dilde bestelenmiş bir
rapsodiyi söylüyor. Bomboş sokakları dopdolu, sessiz yerle­
ri capcanlı gibi görüyor; her pencereden sarkan kadınlar, ona
güzel yüzleri ve kalın kaşlarıyla bir sürü Sophia'nın tek bir Sop­
hia'da birleşmiş hali gibi geliyor. Kimi zaman fazla atılgan ve
düşü ncesizce davra n d ığ ı n ı düşün üyor. Bahçede geçen l eri,
genç kad ı n ı n d i renişini ve h uzursuzluğun u aklına geti rdikçe
yaptıklarından pişmanlık duyuyor. Bir anda içi ürperiyor, ace­
leci liği ve düşüncesizliği nedeniyle ailenin kapılarını yüzüne
kapatıp bütü n i l işkilerini keseceklerinden kork uyor. Evet,
beklemeliydi. Doğru fırsat, bu değildi. Bir sürü misafir, her yer­
de ışıklar . . . Düşüncesizce, utanmazca şehvetin pençesi ne mi
düşeceklerdi ? Genç kadının haklı olduğunu düşündü. Onu gön­
dermekle gayet iyi yapmıştı .

• Z'a lim liğiyle ünlü Roma imparatoru. Annesi dahil etra fın daki hirçok k i ­
ş i y i öldürttü . - ç . n .

64
" Çılgın gibiydi m ! " diye bağırdı kendi kendine.
Ciddi masraf yapılm ış, mükemmel yemek aklına bile gel­
m iyordu. Pahalı şaraplar, bir oda dolusu zarif hamının oldu­
ğu bir ortamda tam olması gerektiği gibi ayarlanmış ışıklan­
dırma da öyle. Sadece kend i n i n tam bir çılgın olduğunu dü­
şünüyordu.
Sonra kend i n i suçlamaya ve savunmaya başlad ı . Sophia,
yaptığı şeyleri yapması için kendisine cesaret verm işti. Sürek­
li bakışları (Sophia gözlerin i kendisinden alamamıştı), ilgili ha­
reketleri, kendi si n i d iğerleri nden ay ı rarak masada yanına
oturtması, bütün dikkatini kendine yöneltmesi, alçak sesle hoş
şeyler anlatması; bütün bunlar cesaret vermek ve ilgi duymak
deği lse, neyd i ? Bunun üzerin e ruhun iyi tarafı devreye girip
Sophia'nın bahçedeki çelişk i l i davranışını açıklamaya çalışı­
yordu: Kadı ncağız ilk kez kocası dışı n da bir erkekten böyle
sözler duydu, üstel ik etrafında bir sürü insan vardı, doğal ola­
rak da irkildi. Üstelik Rubiao da çok coşkuluydu, kadını ya­
vaş yavaş alıştırmadan, kafadan daldı. Daha tedbirli ilerleme­
l i ve kadının ellerini canını yakacak kadar çok sıkmamalıy­
dı. Sonunda kaba olduğuna karar verd i . Kapıların yüzüne ka­
panacağı korkusu tekrar geld i . Ama genç kad ının hareketle­
rini tah l i l etmeye ve aralarında bir suç ortaklığı yaratan Pe­
der Men des yal anını buluşuna dönerek umudunu tekrar ye­
şertti, Soph ia'nın kocasının kendisine ne kadar saygı duydu­
ğunu da d üşündü. Aklına bu geli nce ürperdi . Palha kendisi­
ne tamamen güveniyordu. Kendisi de ona borç para vermiş ve
üç senedine kefil olmuştu .
" Yapamam, yapmamalıyı m " diye kendi kendine söylen­
d i . " Bu şekilde devam etmek doğru deği l . Aslında bunu baş­
latan ben değil i m . Sophia uzun süred i r benimle uğraşıyordu .
N e yaparsa yapsın . D irenmem lazı m . Kocası benden h i ç iste­
mediği halde ona borç verdim çünkü çok i h tiyacı vardı . Üs­
tel i k bana gösterdiği nezaket için ona borçluyum. Evet, senet­
lere kefil olnıanıı istediği doğru ama başka bir şey istemedi za­
ten. Dürüst ve çalışkan bir adam olduğunu biliyorum. Suçlan­
nıası gereken kişi, onun o şaşkın karı sı. Güzel gözleri ve en-

65
damıyla aramıza giriyor . . . Tanrım, ne endam ama. Bu akşam
ilahe gibiydi ! Masada kolu koluma dokunduğunda, ceketimin
içinden . . ."

Görüyorsunuz işte, Rubiao, a k l ı karışmış ve belirsizlikler


içinde. Arkadaşına borçlu olduğu sadakat üzerine düşünüyor.
Vicdanı i kisi arasında bölünm üş, bir taraf öteki n i azarlarken
öteki kendini savunuyor. İki taraf da tamamen yollarını şa­
şırmış durumda.
Sonunda Rubiao kendini Constitution Meydanı'nda bul­
du. Norma lde pek yürüyüş yapmazdı. Tiyatroya gitmeyi dü­
şündü ama vakit geçti. Sao Francisco Meyda ııı'ndan Borafo­
go'ya araba tutmaya karar verdi. Hemen üç arahacı geldi. Hep­
si de özel sözlerle atiarına övgüler düzüyordu: " İyi bir at",
" mükemmel bir hayva n . "

X LV I

Arahacı ların ve atların sesi, k i l isenin merdivenlerinde uyuyan


bir dilenciyi uyandırdı. Zavallı adam şöyle bir doğruldu, ne olup
bittiğine baktı ve tekrar uzandı. Uyumuyordu; uzanmış, yıldız­
ları seyrediyordu. Gök de en az d ilenci kadar ifadesiz bir su­
rada ona bakıyordu . Dilencin i n üzerindeki yırtık pırtık giysi­
ler, paçavralar, parçalanmış ayakkabıların tersine, parlak, yıl­
dızlada dolu, sakin, yani aynı Yakup'un düğününü * veya Luc­
retia'nın intiharını * 'f y ukarıdan izleyen gök gib i O lympos'va-

• Yakup'un düğünü: Hazreti İbrahim'in soyundan gelen, İsraillilerin atası Ya­


kup, dayısı La van'ın Rahel adlı küçük kızıyla evlenmek ister ve onun için ye­
di yıl La van 'a hizmet eder. Ama La van, düğün gecesi Yakup'un yarağına bü­
yük kızı Leah'ı sokar. Sabah Leah'la evlendiğini anlayan Yakup, Rahel'i de
ister. Onun için de yedi yıl hizmet edip Rahel'i de alır. Bu iki kadından ve bun­
ların iki cariyesinden İsrail'in on iki boyunu oluşturan on iki oğlu doğar. - ç.n.
• * Ovidius'un bir eserinde Romalılar bir şehri kuşatmışken, kendileri savaş­
rayken kimin karısının iffetini ve namusunu daha iyi koruduğu konusun­
da iddiaya girişirler. Gidip baktıklarında, kocasına en bağlı, en namuslu ka­
dının Collatinius'un karısı Lucretia olduğu görülür. İmparator'un yeğeni C>

66
ri bir gök vardı. Dilenciyle gök, kim gözlerini kaçıracak oyu­
n u oynayan iki çocuk gibi birbirlerine bakıp durdular. D i len­
ci sanki gökyüzüne, "Tepeme i nmeyeceksin ya", beri ki de
ona, "Sen de buraya çıkmayacaksın herhalde" demişçesine, din­
gin bir yerçekimi sağlamak için, saldırganlık ve aşağılama ol­
madan çatışıyorlarmış gibi bakıyorlardı birbirlerine.

X LV I I

Rubiao fil ozof değil d i : Kendi kaygı v e endişeleriyle üstü ba­


şı perişan dilencinin endişeleri arasında yaptığı kıyaslama, kal­
bine k ıs kançlı k sokmaktan öte bir sonuç vermed i . " Bu peri­
şan adam hiçbir şey düşünmüyor, zaten birazdan uykuya da­
lacak. Oysa ben bu sırada . . . "

" Buyurun efendim. Gayet güçlü b i r hayvandır a tı m . O n


beş dakikada evinizde oluruz . "
Diğer i k i arabacı d a hemen hemen aynı laflarla aynı şey-
leri söyledi ler.
" Buyrun efendim, buyru n, kendiniz görün . . . "
" Ben sizi oraya on üç dakikada götürür üm efendi m . "
Ru biao, biraz tereddütten sonra kendini en yakın araba-
ya atıp Botafogo'ya gitmesi n i söyled i . O sırada a k l ı na, uzun
zamandır unutmuş olduğu bir anısı geld i . Belki o an farkına
varmamıştı ama başından geçen bu olay, yaşadığı soruna çö­
züm getirebilecek bir olaydı. Ama Rubiao buna takılmadı, dü­
şüncelerini, o akşam yaşadığı olayların ani etkisinden kurtu­
lacak şekilde yönlendird i .
Olay, yıllar önce, Rubiao henüz genç v e fakirken başından

<J Sexrus Tarquinius ona sahip olmak ister. Ertesi gün gelip, kocasının dos­
tu olduğu için kendisini ağıdayan Lucretia 'ya tecavüz eder. Lucretia da te­
cavüz sonrasında babasını ve kocasını yanına çağırarak başından geçenle­
ri anlatır ve intikamını almalarını isteyerek gözleri önünde intihar eder. Ko­
cası onun cansız bedenini şehirde dolaştırarak Romalıları ayaklandırır, kra­
lı kovup cumhuriyet ilan ederler. - ç.n.

67
geçmişt i . Bir gün, sabahın sekizinde Cano Sokağı'ndaki evin­
den çıkıp Sao Francisco de Paula Meydan ı'na gitmiş, oradan
da Ouvidor Sokağı'na girmişti. Biraz canı sıkkındı çünkü dört
haftadır bir arkadaşının evinde kalıyordu ve arkadaşı artık ona
üç günlük m isafirmiş gibi davranmaya başlamıştı . Ne derler
bil irsi niz, üç günlük m isafir, üç günlük cesede benzer. Bilinir
k i sıcak iklimi olan yerlerde üç günlük cesetler çürüyüp kok­
maya başlar. İyi bir Minas'lı kadar sade ve yeni bir gel in ka­
dar endişeli R ubiao'cuğumuz da bir an önce arkadaşının evin­
den taşmması gerektiğine karar verdi. Emin olun, evden çıkıp
Sao Francisco Meyda n ı 'na, oradan da Ourives Sokağı'na yü­
rürken etraftaki hiçbir şeyi görmüyor, d uymuyord u .
Yolunu, Ourives Sokağı'nın köşesinde kalabalık v e garip
bir geçit alayı kesti. Yargı mensupları gibi giyinmiş bir adam
elindeki kağıttan y üksek sesle bir şey okuyord u . Yanında bir
ra hip, askerler ve işsiz güçsüz insanlar vardı. Aralarında en gö­
ze çarpan kişiler, iki zenciydi. Zencilerden biri, rengi daha açık,
orta boylu ve zayıf olanı, gözlerin i yere i ndirmişti. Elleri ar­
kasına bağlanmıştı. Boynuna da bir ip sarılıydı ve o ip, elle­
rini bağlayan ipe bağlanmıştı. Koyu ren kli diğer zenci ise doğ­
rudan karşıya bakıyor, kalabalığın meraklı bakışiarına cesur­
ca karşılık veriyordu . Kağıdın okunması bittikten sonra alay,
Ourives Sokağı'nda yoluna devam etti. Hapishaneden geliyor,
Moura Meydanı'na gidiyorlardı .
Doğal olarak R ubiao b u sahneden etkilenmişti . Aynen bi­
raz önce hangi arabayı tutacağına karar vermek içi n bi rkaç
dakika geçirdiği gibi o zaman da biraz tereddüt etti. Çünkü
o za man da biraz önce arahacıların aralarında çekişınesi gi­
bi içi nde bir şeyler çekişiyordu. İçinden bir ses, olan bitene boş
verip işe gitmesini, öteki ses de zencin i n nasıl asıldığına bak­
masını söyl üyord u . " Bir i nsanın asılışı öyle sık rastlanan bir
olay değildir efend i m . En fazla yirmi dakika s ürer" di yordu
biri, öteki, " Boş verin efendim, en iyisi işe gitmek. " Kahrama­
nımız gözlerini kapatıp kendini kadere bıraktı. Kader de onu
Ouvidor Sokağı 'ndan Quitanda Sokağı ' na götürmek yerine,
geçit alayını i zleyerek O urives Sokağı 'ndan götü rdü. Adamın

68
asılışını görmeyeceği ni düşünüyordu. Alayı izlemesinin nede­
ni, suçlunun yürüyüşünü, celladın ifadesini, diğer törenleri gör­
mekti . İdaını izlemek istemiyordu. Alay s ı k s ı k duruyor, i n ­
sanlar kapılardan, pencerelerden dışarı sarkıyor, memur h ük­
mü tekrar okuyordu. Alaydaki işsiz güçsüz k i mseler de işle­
nen suçu birbirlerine anlatıp duruyorlardı: Adam, Mata-por­
cas'ta bir cinayet işlem işti . Kati l , acımasız ve vahşi bir adam
olarak anılıyordu. Adamın vahşi ve acımasız bir kişi olması,
Rubiao'yu yü rek lendirdi. Merhamet duymadan adamın yü­
züne bakacak cesareti buldu kendinde. Oysa artık adamın yü­
zü bir kat i l i n i fadesini taşımıyordu; h issettiği korku, canil i ­
ğ i n i gizlemişti. R ubiao b i r anda, oraya nasıl geldiği n i b i l me­
den kendini i da m sehpasının önünde buldu. O rada zaten bir
sürü insan hazır bekliyordu. Yeni gelenlerle birlikte yoğun bir
kalabal ık ol uştu .
" Artık döney i m " d iye söylendi kendi kendine.
Mahkum, daha darağacına çıkmamıştı. Yan i o anda ölme­
yecekti. Hala Rubiao'nun oradan uzaklaşmak için zamanı var­
dı. Eğer ille de kalacaksa, Alypius'un •· sirk izlerken yaptığı gi­
bi, neden gözlerin i kapatmasındı? Ama Unutmayın k i Rubiao
antikçağlarda yaşamış, önce gözlerini kapatan, sonra da ya­
vaşça ve merakla tekrar açan o genç hakkında hiçbir şey b i l.
miyordu.
Şimdi mahkum darağacına çıkıyordu. Kalaba l ı k şöyle bir
dalgalandı . Cellat işine başladı. Tam bu noktada Rubiao'nun
sağ ayağı, oradan gitme konusundaki bir içgüdünün eseri ola­
rak dışa doğru döndü. Ama tam tersi bir i çgüdünün emrin i
dinleyen sol ayağı, o lduğu yerde duruyordu. B i r an ikisi ara­
sında bir mücadele oldu. " Bakın ne güzel bir at benimki. " " Ne
vahşi adamsın ! " " Asıl sen ne korkaksın. " Rubiao böylece bir­
kaç dakika orada kaldı . Ö l ümcül an da gelmişti . Bütün göz­
ler aynı yere odaklanm ıştı . Tabii, Rubiao' n u n ki ler de. Rubi-

* Alypius: A z i z Augustinus'un öğrencisi, arkadaşı. Kartaca'da k ü ç ü k yaş­


lardan itibaren zevku sefa alemlerine dalmış biriyken, içinde insanı yozlaş­
tıran her turlü eğlence bulunan sirke düzenli olarak giderken, Ta nrı yoluna
döner ve bir daha sirke gitmemeye yemin eder. - ç.n.

69
ao, hareketlerini kısıtlayan yaratığın nasıl bir şey olduğunu,
ruhunu hapsedip orada tutan demir el ieri n ne tür eller oldu­
ğunu anlayamıyordu. Öl ümcül an, gerçekten de gelmişti. Ka­
tilin ayakları bir süre çırpın dı, sonra durdu. Cellat büyük bir
beceri ve bi raz da neşey l e işini biti rmişti. Kalahalığın içinde
bir homurtu dolaştı. Rubiao bir çığlık attı, sonra da hiçbir şey
görmedi.

X LV I I I

" Anlamışsınızdır e fendim, b u küçük at gayet iyi . . ."

Rubiao kapalı gözlerini açtığında, arabaemın hızı biraz ar­


tırmak için hayva nı hafifçe kamçıladığını görd ü . Hiç de hoş
olmayan eski anısını aklına getirdiği için adama kızıyordu. Es­
kiydi ve hoş değildi, evet, ama aynı zamanda iyileştirici bir et­
kiye de sah ipti. Bir iksir gibi bir anda R ubiao'yu tedavi etti.
Yani arabaemın kendisini sarsınasına ve tamamen uyandırma­
sına diyecek bir şey kalmamıştı. Lopa Sokağı'ndan yukarı doğ­
ru çıkıyorlardı ama at, sanki yokuş aşağı gidiyorlarmış gibi
mesafeleri yiyip bitiriyord u .
" Bu atın bana nasıl arkadaşlık ettiğini bilemezsiniz" diye
devam etti a rabacı. " Bununla ilgi l i o lağanüstü öyküler anla­
tabilirim size. Bazıları bunları uydurduğumu söyler ama öy­
le değil e fendim. Atlarla köpek!erin i nsanların en yak ın dos­
tu olduğunu kim bilmez ? Hatta köpekler daha bir dosttur i n­
sana . . .
"

" Köpe k " sözcüğü geçince Rubiao'n u n aklına, şu anda


mutlaka endişe içinde kendisini evde bekleyen Q u i ncas Bor­
ba geldi. Vasiyetteki şartı unutmamıştı. Bu şartı tamamen ye­
rine getirmeye söz verd i . Köpeğin kaçıp gitmesiyle mirası kay­
bedebi!eceği korkusundan kurtu!duğu söylenebi lirdi. Avu ka­
tın verdiği tem i n a t burada işe yaramazd ı . Mektuba göre va­
siyette mirasın geri alı nacağına dair bir hüküm bulunmadığı
için köpeği n kaçması halinde bile mirası kaybetmeyecekti. O

70
zaman köpeğin kaçması onu neden i lgilendirsindi k i ? Hatta
.daha iyi olurdu. Kafasını meşgul edecek sorunların birinden
kurtulmuş olurdu. Bu açıklama kafasına yarınıştı ama yine de
tam olara k rahatlayamadı. Uzun davaların ne anlama geld i ­
ğ i n i , yargıçların b i r k o n u üzeri nde uzlaşması nın ne kadar zor
olduğunu ve hasetlik düşünen birinin i nsana ne büyük zarar­
lar verebileceği ni b i liyor ve çok korkuyordu. Zaten işin esa­
sı buydu. Elinde tek kuruşu kalmamasından korkuyordu. Kö­
peği n kaçmamasın ı sağlamak için o kadar önlemler a l ması­
nın, bütün günü bir kez bile Quincas Borba'yı aklına getirme­
den geçirmekten bu kadar pişm a n l ı k d uymasın ı n nedeni de
buydu.
" Ben nankörün biriyim" dedi kendi kendine.
Sonra bunun doğru olduğunu d iişıi ndi i . S a h ı p old ııgıı lın
şeyi kendisine bırakan rah metli (� ııi ncıs Borlıa' y ı lıir ket. lıı
le akl ına getirmediği için daha da nankör say ı l ı rd ı . ( )zel l i k
l e d e eğer düşündüğü g i b i i k i Q u incas Borba a rtık tek ve ay­
nı kişiyse, ölen dostu günahlarını azaltmak için efendisine bek­
ç i l i k yapmak üzere ruhunu köpeğin bedenine geçi rm işse, b u
daha da doğruydu. Bu ruh göçü fikrini aklına, daha çocukken
Joao d'El Rey'de tanıdığı zenci bir kadın sokmuştu. Günah­
kar ruhların bir hayvanın bedenine girdiğin i söylemiş, tanıdı­
ğı bir noterin ıstakoza dönüştüğüne yemin etmişti.
Arabacı, " Evi bana gösterıneyi unutmazsınız, değil m i
efend i m " dedi .
" Bu rada dur. "

XLIX

Köpek bahçede havlıyordu v e R u biao içeri girer girmez onu


b ii yük bir neşeyle karşı ladı. Ne kadar rahatsızlık verirse ver­
sin, Rubiao köpeğin üzerine titriyordu. M i rasın sahibinin ru­
hunun onda bulunuyor olması düşüncesi, tüylerini d i ken di­
ken ediyordu. Beraberce evin taş basamaklarını çıktılar ve R u-

71
biao'nun açık bırakı lması için emir verdiği lambanın altınd a
b i r s ü r e d urdular. Rubiao, herhangi bir dini mezhep üyesinin
olabi leceğinden daha da saf ve temizdi; herhangi bir şeye sal­
dırmak ya da herhangi bir şeyi savunmak için nedeni yoktu .
Ebedi bakir ruhu, tüm düşüncelerin yeşermesine açıktı . Ama
başkentte bulunduğu için acayip bir özellik baş vermişti on­
da. İnançsız ve kuşkucu i nsanların arasında kala kala o d a
inançsız ve k uşkucu biri ol maya başlam ıştı .
Kapının açılmasın ı beklerken köpeğe baktı . Köpek, san­
ki rah metli Q u i ncas Borba, orada, onun içindeymiş gibi R u ­
biao'ya bakıyordu . Filozof, insanlara dair meseleleri i nceler­
ken düşüneeli düşüneeli bakardı ya, köpek de aynı öyle ba­
kıyordu. Yine içi ürperdi Ru biao'nun. Korkusu bi.iyüktü ama
ellerini birbiri ne bağlayacak kadar korkmamıştı. Ellerini uza­
tıp hayvanın kafası n ı okşadı, kulaklarını ve boynunu kaşı d ı .
" Zavallı Qui ncas Borba! N e kadar da sahibine benziyor­
sun. Rubiao, Quincas Borba ' n ı n en iyi dostudur. "
Köpek yavaşça kafasını soldan sağa doğru hareket ettir-
d i . İki sarkık kulağının da sahibinin okşamalarından eşit pay
almasını istiyordu . Sonra, sahibi altını okşasın diye kuyruğu­
nu kaldırdı. Gözleri, filozofun, yatağında Rubiao'ya kafası­
nın basmadığı şeyler an latırken yaptığı gibi, yarı yarıya ka­
pa nmıştı. Rubiao, bu yarı kapa lı gözlerdeki emre itaat etti ve
kendi de gözlerini yumdu. Sonra kapı açıldı. Rubiao, sanki onu
da içeri alıyormuş gibi büyük sevgi gösteri lerinde bulunan kö­
peği dışarıda bırakarak eve girdi. İspanyol uşak onu bahçe­
ye götürdü.
Rubiao, " Sa k ı n v u rma ona" d iye te mbih etmeyi u n ut­
madı.
Uşak ona vurma d ı . Zaten ruh göçü sancı l ı bir şeyd i . Kö­
pek bahçede bir s üre inleıneye devam etti. Rubiao soyunup
yatağa girdi. Vay be! İ k i arkadaşıyla yediği öğle yemeğinden
biraz önceki ruh göçü düşüncesine kadar, ne karmaşık ve çe­
lişkili duygulada d o l u bir gündü. Arada bir de idam ile red­
dedil memiş ama kabul de edilmemiş ve ihtimal başka i nsan­
lar tarafından sezilmiş bir i lanı aşk vardı. Ruhiiio'nun zihnin-

72
de her şey birbirine girmişti. Çocu kların e l indeki bir top gi­
bi bir o yana bir bu yana zıplayıp duruyordu düşünceleri. Ama
en önemli duygu aşktı . Kendisine çok şaşırmıştı Rubiao, piş­
mandı. Gerçi pişmanlığı vicdanının ürünüydü. Hayalleri, gü­
zel Sophia'dan ne pahasına o lursa o lsun vazgeçmiyordu. Sa­
at bir, i k i , üç . . . Uyku bir türlü gelmiyordu. Ne zaman geçti o
üç saat? Üç buçuk . . . N ihayet bütün bu düşüncelerden sonra
uyku geldi ve haşhaş etkisi yaratarak bir anda, saat dörde var­
madan Rubiao'yu aldı götürdü.

Hayır, sevgi l i hanımefendi, hayır, daha gün b itmedi. Herkes


gitti kten sonra Sophia ile Pa lha'nın arasında neler olup bit­
tiğini bi lmiyoruz daha. Ama şunu biliyoruz ki ne o lmuş o lur­
sa olsun, mutlaka idam o layından daha iyi bir tat verecektir
size.
Biraz sabırlı olun, yine Santa Theresa'ya gideceğiz. Misa­
fir odası, hala aydınlık. Ama sadece bir tek gaz lambasının ışı­
ğı yanıyor. Diğerleri söndürü l m üş. Bu son l a m ba da söndü­
rü l üyordu ki Palha uşağa biraz beklemesini söyledi. Sophia
tam odadan ç ı karken, kolunu tuttu. Sophia t itredi .
" Güzel b i r partiy d i " dedi.
" Evet, güze l d i " dedi Sophi a .
" Siqueira biraz sıkıcıydı a m a boş ver, neşel i bir adam. K ı­
zı da fena değil . Remos'un, tabağındaki her şeyi nasıl silip sü­
pürdüğünü gördün mü? Günün birinde karısını da mideye in­
d i r i rse şaşma m . "
Sophia gülümseyerek cevap verd i : " K arısı n ı m ı ? "
" Kadın şişman. Gerçi i l k karısı daha d a şişmandı. Kadının
öldüğüne i nanmıyorum. E m i n i m bizi m k i onu yemiştir. "
Kapeneye uzanan Sophia kocasının şakalarına güldü. O
öğleden sonra ve akşam olan diğer olaylardan bahsettiler. Son­
ra Sophia, kocası n ı n saçlarını okşa rken şöyle deyiverd i :

73
" Sen daha bu akşamı n en büyük olayını b i l m i yorsun " .
" Neymiş ? "
" B i l ba kalım. "
Palha bir süre karısına bakarak o akşam olmuş en büyük
olayı tahm i n etmeye çalıştı. Bilemed i . Şu ya da bu o layı söy­
ledi ama Sophia başı n ı saliayarak reddetti .
" Neymiş bakalı m o halde ? "
" Bi l mem. Sen söyle . "
" Bi lemiyorum işte. Haydi söyle. "
" Bir şartla söylerim . Kızmak ya da bağırıp çağırmak yok . "
Palha ciddileşti. Kızmak mı ? Bağırıp çağırmak mı ? Ne de-
mekti bu ? Artık gülmüyordu. Yüzünde, tesl im olduğunu gös­
teren zorlama bir gülme i fadesi d ışında neşeden eser kalma­
mıştı . Doğrudan karısına baktı ve ne olduğunu sordu.
" Söz veriyor musu n ? "
" Tamam, tamam. N e oldu ? "
" Peki o zaman . Biri bana i lanı aşk etti . "
Palha'nın rengi attı . Rengi atmayacak diye söz vermemiş­
ti. Karısını çok seviyordu. O kadar çok seviyordu ki, bild iği­
miz gibi onu sergilemekten zevk alıyordu ve bu açıklamayı öy­
l esine, hiçbir şey yokmuş gibi d i n l eyemezdi . Sophia, kocası­
nın rengin i n solduğunu fark etti ve açıkladığı şeyden hoşlan­
maması çok hoşuna gitti . Bunun tad ını çıkardı. Sonra kane­
pede doğruldu, kendisine rahatsızl ı k vermeye başlayan saç­
larını açtı, tokaları mendilinin içine koydu, başını sağa sola
saliayarak derin bir nefes aldı ve uzanıp kocasının ellerini sık­
tt. Bu arada Palha öylece duruyordu.
" Doğru söylüyorum sevgili m . Birisi karına i lanı aşk etti . "
" K immiş o hergel e ? " d iye atıldı Palha, sabırsızlıkla.
"Ama böyle sorarsan söylemem. Kim mi ? Kim olduğunu mu
bilmek istiyorsun? O zaman saki n sakin d i n le. Rubiao'yd u . "
" R u biao m u ? "
"Hiç aklıma gel mezd i . Ne kadar utangaç v e saygılı duru­
yordu oysa . Demek görünüş a ldatıcı olabiliyormuş. Buraya
gelen hiçbir erkekten en ufak bir söz bile duymadım. Tabii hep­
si bana bakarlar bu da doğal çünkü çirkin sayılmam. Neden

74
öyle hışımla aşağı yukarı dolaşıyorsun ? Biraz d u rsana. Sesi­
mi yükseltmek istemiyorum. Ası l mesele şu. Bana tam olarak
ilanı aşk etmed i . "
H ızla sözünü kesti Palha. " Nasıl yan i ? Etmedi m i ? "
" Etmedi. Ama söyledi k l eri o anlama gelir. "
Rubiao i l e birli kte bahçeye çıktıkları a ndan Binbaşı gele­
ne kadar neler o l up bittiğini an lattıktan sonra sözlerini şöy­
le bağladı: " Hepsi bu. Gerçi 'aşk' lafını etmedi ama ağzına gel­
ıned iği için etmemiştir. Aşk lafı, e l lerine geldi ama. Parmak­
larımı sıkı sıkı tuttu . Hepsi bu kadar. Bana göre onunla i liş­
kimizi yavaş yavaş veya birden kesmeliyiz. Ben birden kesme­
yi tercih ederim. Bunun dışında bir mesele yok. Sen ne diyor­
sun ? "
Altdudağı n ı ısıran Pal ha , sersemiemiş halde karısına ba­
kıyordu. Sonra tek bir kelime etmeden ka nepeye oturdu.
Olayı aklında evirip çeviriyordu. Karısın ın cazibesinin bir er­
keği etkisi a lt ı na a lmasını doğal karşılıyordu. R ubiao da bir
erkekti. Ama R ubiao'ya güvenmişti. Sophia'nın çileklerle be­
raber gönderdiği notu yazdıran aslında kendisiydi. Sophia sa­
dece notu kendi el yazısıyla yazıp imza lamış ve göndermişti.
Sophia bir yana, arkadaşının herhangi bir kadına ilanı aşk ede­
bileceği aklına bile gelmezdi. Peki ya aralarında geçen şey ger­
çek bir ilanı aşk sayılır mıydı? Belki de iki iyi arkadaş arasın­
daki bir şakalaşmadan, takılınadan i baretti. Doğru, Rubiao,
Sophia'ya çok bakmış, Sophia da bu bakışların bazılarını kar­
şılı ksız bırakmamıştı. Çekici, genç bir kad ı n ı n oyunları ! Ne­
tice itibariyle Sophia'nın gözleri kendisine ait değil miyd i ? O
gözlerden çıkan ışıltılı bakışların bazılarının başkalarına git­
mesinden ne çıkardı k i ? Karısının görine sinirini d e kıskana­
cak değil d i ya . . .
Sophia kanepeden kalktı, içinde tokalar olan mendili piya­
nonun üzerine koydu ve saçları açıkken nasıl durduğuna bak­
mak için aynanın önüne geçti. Kanepeye döndüğünde koca­
sı onun elini tutup gü ldü.
" Bana göre gereğinden fazla endişeleniyorsun. Bir kadı­
n ı n gözleri y ı l d ızlara, yıldızlar da herkesin görebileceği göz-

75
!ere benzetilse ne olur k i ? Şiir olsun, nesir olsun ne fa rk eder?
K usur, gözleri güzel olanındır. Ayrıca bana anlattıklarına rağ­
men bil iyorsun ki bu adam taşral ı bir ahmaktan başka bir
şey . . . ,
"Taşralı b i r şeytan o za man. Çünkü arkadaşı n Şeytanın ta
kendisiydi. Peki bana bel l i za m a n l arda Cii ııeyluç ı ' n a bak­
ı ı ı a ı ı ı ı , o za maıı rı ılılarımızııı h i r le�eccğ i ı ı i siiy l em es i n e ne di­
y o r.� ı ı ı ı ? "
" ' Lı ı ı ı a ı ı ı , I n ı h ı r; ı ;. ; ı � k k o k ı ı v o r " d i y e k a b u l etti Palha,
" a ı ı ıa go n ı yor�ı ı ıı h ı ı , l.a v;ı l l ı h ı r r ı ı l ı u ı ı yakarışı. !5 yaşı nda­
k ı k ı 1. l a r, �a i r l e r, h ı r de a v a ııa k l a r hi>ylc konuş ur. Rubiao da
m· h i r �a ı r, ııe de I S y;ı � ı ııda hi r k ı 1. . "

" Sana siiylcmcseydim ke�ke! Benı halıı,:L·de tutmak içi n eli­


me yapışın asına ne diyeceksin bakal ı m ? "
Palha ürperdi. Elierin birbirine temas etmesi ve karısını ora­
da zorla tutmak istemesi canını en çok sıkan şeydi . O anda ora­
da olmayı ve adamın boğazına yapışmayı içten istedi. Ama ak­
lına başka düşünceler de geliyor ve bu arzusunu azaltıyordu.
Kocasıııın omuzlarını küçümseyen bir edayla kastığını gören
Sophia, onun öfkelendiğini sandı ama Palha bu hareketin de
bir köylünün kaba hareketi olduğunu söyl ed i .
" İyi d e Sophia, neden sen d e adama gidip aya bakmayı tek­
l i f etti n ? Şunu bana bir a nlat baka l ı m . "
" Dona Ton ica'ya da bizimle gel m esini teklif etti m . "
" Dona Tonica gelmeyince senin de bahçeye çıkmamak için
bir şeyler uydurman lazımdı. Bazı şeyler çabucak oluverir. Ona
sen fırsat vermişsi n . "
Sophia, kalın kaşlarını çatarak kocasına baktı. Ters bir ce­
vap verecekti ama yuttu . Palha aynı şekilde konuşmaya devam
etti : Bu onun hatasıymış, ona kendi fırsat vermiş . . .
" İyi d e ona özel muamele göstermemiz gerektiği ni söyle­
yen sen deği l misin? Ne olacağını bilsem el bette bahçeye çık­
mazdım. Ben de onun gibi bir adamı hayal ediyor değilim. Sü­
nepe . . . onu nasıl tanı m layacağımı bi lemiyorum, bana acayip
şeyler söylemek için kendi düşüncelerinden bile vazgeçebile­
cek biri . . . "

76
Pal ha, gülümserneye çal ışarak, " Tamam o zaman. Bundan
sonra sen de aya bakmaz, bahçeye ç ı k mazs ı n " dedi .
"Christiano, bir daha buraya gel i rse onunla konuşmaın ı
n a s ı l beklersin ? Bunu yapacak k a d a r y ü r e k l i değil i m . En iyi­
si onunla hiç görüşmemek . "
Palha baca k bacak üstüne atıp ayağıyla tempo tutmaya
başladı. Birkaç dakika boyunca i kisi de konuşmadılar. Palha
i lişkiyi kesme önerisini d üşünüyordu. Bunu istediğinden de­
ğil, olanlara kızan fakat ağırbaşlı davranışı da elden bırakma­
yan karısına ne cevap vereceğini bilmediğinden. Bu öneriyi ka­
bul etmemeliydi. Ama reddetmemeliydi de. Ve akl ı na bir şey
gelmiyordu. Ayağa kalktı, ellerini ceplerine soktu, birkaç adım
attı ve Sophia'nın önünde durdu.
" Belki de bütün bu huzursuzluğun nedeni, şaraptır. Rubiao,
önündeki şarabı bitirdi. Alkale dayanıksız bir adam, biraz da
şamata olunca içindeki her şeyi dışarı atıyor. Evet, kabul edi­
yorum adamı etkilemişsin. Başka kadınlar da etkilemiştir. Bir­
kaç gün önce Cattete'de bir baloya gitmiş. Orada tanıştığı bir
kadından, dul Bayan Mendes'ten büyütenmiş vaziyette geldi. "
Sophia lafını kesti: " Peki neden o güzelliğin Güneyhaçı'na
bakmasını i stememiş ? "
"Çünkü kadının evinde yemek yemediler. Ortada n e bir
bahçe ne de ay vardı. Demek istediğim, arkadaşımız asla ken­
disi gibi davranamıyor. Belki de tam bu anda yaptıklarından
pişma nlık d uyuyor, uta n ıyor ve bunu nasıl açı k layabi leceği­
ni b i lemiyordur. Hatta onun bizden uzaklaşması k uvvetle
mümkü n . "
" En iyisi . "
" Bu duru mda o n u biz çağırmalıyız . "
" Neden çağı raca kmışız ? "
"
" Bak Sophia" diye yanına o nırdu Palha, "ayrıntıya girmek
istemiyorum. Şunu bil ki ki msenin sana saygısızlı k. gösterme-
sıne ızın vermem.
. . .
,,

Kısa bir sessizl i k oldu. Sophia kocasına bakıyor ve bekli­


yordu.
" Buna asla izi n vermem. Bu konuda ne kadar katı oldu-

77
ğumu bilirsin. Beni rahatlatan şey, senin aşkın ve bana göster­
diğin saygı. Aynı şekilde Rubiao'ya da güvenimi kimse sarsa­
maz. Emin ol o bizim dostumuz. Ona borcum var. "
" Birkaç hediye, birkaç mücevher, tiyatroda localar. . . Gü-
neyhaçı'na onunla beraber bakınarn için yeterli nedenler değil."
" Keşke hepsi bu kadar olsaydı " diye iç geçirdi, Pa lha.
" Haşka ne va r ? "
i\yr ı ı ı ı ıy a gır ıı ıeyc l i ı ı ı . Ba�ka şeyler de v a r. Bu konuyu son­
"

ra k o ı ı u�uru1. 1 \a ı ı. ı .ı ı ı l . ı ı ı ı k Lı rı ı ı ı ..-ıddi giirscydiın, inan ki hiç­


bır �eye ha k ı ı ı . ��.ı l ı ı ı ı , hıı ı ı ı ı l ı ı l . /\ ı ı ı . ı hır �ey olıııaıııış. Bu adam
ı . ı ı ı ı hır . ı l ı ı ı ı a k . "
" 1 >eğı l . "
" Deği l ıni?"
Sophia ayağa kalktı. O da ayrıntıya girmek istemiyordu .
Kocası onun elini tutarken sessizce durdu. Başın ı kanepen in
arkalığına dayayan Palha ona gülümseyerek bakarken ne di­
yeceğini bilm iyordu. Birkaç dakika sonra vaktin geç olduğu­
nu ve artık lambayı söndürmesi gerektiğin i fark etti.
Kısa bir sessizlikten sonra, " Peki" dedi, " yarın ona bir da­
ha b u raya ayak basmamasını yazarım."
Bunu söylerken de karısının itiraz etmesini umarak ona ba­
kıyordu. Sophia ise kaşlarını kaşıyordu. İtiraz etmedi. Palha bul­
duğu çözümü tekrar söyled i . Bu kez biraz daha içtendi belk i .
"Bana bak Christiano" diye söze girdi Sophia, açık bir hoş­
nutsuzlukla, "senden kim mektup yazmanı istiyor? Adamın ba­
na saygısızlık yaptığını anlattım ve onunla i lişkimizi kesmemi­
zin iyi olacağın ı söyledim . İster yavaş yavaş ister bir anda . "
" İyi de bir anda nasıl keseceğiz onunla i l işkimizi ? "
" Onun eve gelmesini yasaklayabilirsin. Gerçi o kadar i le­
ri gidelim demiyorum. Kademe! i olarak keseriz istersen . "
Bu bir uzlaşma çözümüydü v e Pa lha kabul etti. Ama he­
men ardından ciddileşti ve umutsuz bir hareketle karısının eli­
ni bıraktı. Sonra beline sarılarak o ana kadar kullandığı ton­
dan daha yüksek bir sesle:
" Ama sevgili m, ona çok borcu m var" dedi.
" İyi o zaman. Bu kadar yeter. Onun bana nasıl davrandı-

78
ğına bakacağım ve bu arada da ondan uzak kalmaya gayret
edeceğim. Ama sonradan fikrini değiştirme. Çünkü olanları an­
lamamışa benziyorsun. Ne kadar götürebileceğim, bakalı m . "
" Bi l iyorsun, iş hayatının baskılar ı . Şuradaki deliği kapat­
mak istersin, öbür tarafta bir delik daha çıkar. Lanet olsun .
Nedeni bu. Ama kafana takma aşkım, önemli bir şey yok. Sa­
na güvenebileceğimi biliyorum . "
"Hadi artık, geç oldu . "
" Ha d i . " Karısını yanağından öptü.
" Fena halde başım ağrıyor" diye sıziandı Sophia. "Sanırım
gece çiyi yüzünden. Yoksa bu meseleden m i acab a ? Çok ağ­
rıyor. "

Ll

Banyosunu yapan, tıraşını olan v e giyinen Palha, kahvaltıdan


önce çalışma odasında gazete okuyordu. Karısı geldi. Yüzü bi­
raz solgundu.
" Daha mı kötüsü n ? "
Sophia, n e evet n e d e hayır anlamına gelen b i r dudak ha­
reketiyle cevaplad ı onu. Pal ha biraz sonra keyfinin yerine ge­
leceğini söyledi ve bir iş anlaşması üzerine olan haberi bitir­
mek için izin istedi. İ k i işadamı arasında senetler yüzünden bir
a n l aşmazl ı k çıkmıştı. Akşam gazetesinde birinin görüşleri
yer a lmıştı. Şimdi de ötekinin ne dediği yazıyordu . Haberi oku­
d uktan sonra, iyi cevap vermiş diye d üşündü. Sonra da uzun
uzadıya senetlerle ilgili sorunu karısına anlattı. Anlaşmazl ı k
nasıl çıkmış, taraflar nasıl tutum almış, borsada konu hakkın­
da ne konuşulmuş, teknik terimleri d e kullanarak hepsini an­
lattı. Sophia dinledi ve hafifçe iç çekti ama bu profesyonel laf­
ların despotluğuna karşı ne adamın k ibarlığı ne de kadının iç
çekişleri n i n bir faydası oldu. Neyse ki o sırada kahvaltı ser­
visi yapıl d ı .
E t s u y u d ışında h içbir şey yemeyen Sophia, yalnız kaldık-

79
tan sonra saat i k i sularında bahçeye çıktı ve kapının yanına
oturd u . Doğal olarak aklında akşamki olaylar vardı. Canı sık­
kındı. Olanları kocasına aniartığına pişman olmuştu. Ayn ı za­
ma nda kocası nın olayı bu şekilde ele almasından rahatsızl ı k
duymuştu. Düşüncelerinin tam ortasında, sanki rüzgar tara­
fından hafifçe sallanınca aralarında tuttukları lafları salan yap­
raklardan geliyormuş gibi net ve açık biçimde, Binbaşı'nın söz­
lerini d u yd u: " M erhaba. Mehtabın keyfini mi çı kartıyorsu­
ı ı u z ? " Orpnd i . Biııhaşı, bo ş ho ğ a zı n tekiyd i . İnsan lara ait sır­
la rı b u l u p �, ı Lı rı r ve sorıışt ı ı rı ı rd u . Acaba bul d u klarını herke­
se ; ı ı ı Lı Lı ( ; ı k k a , Lı r ı l e r i gidehi l ı r m i y d i ? İft i raya uğrayabi le­
n·g i ı ı ı , ıı ı>.ı ı ı Lı rı ı ı k c ı ı d i s ı mk ı ı k u � k u laııahileceğini fark edin­
, ,. p l .ı ıı y . ı p ı ı ı a y;ı k o y u l d u . 1\. i mseyi ziya rete gitnı eyecekt i . Ne
N u evo Fr i h ur g o ' ya ne de babasına uğrayacaktı. Kocasının,
Rubiao'ya eskisi gibi davranması yönündeki ısrarı, hele de gös­
terdiği gerekçeler göz önüne alınırsa, bi raz fazlaydı. Kocası­
na itaat etmek istemiyordu. Ama itaatsizl i k etmek de istemi­
yordu. Bel ki d e bir nedenle şehi rden ayrılmak e n i yisiydi.
Kendi kendine iç geçi rdi : " Benim hatam dı . "
Hatası, Rubiao'dan özel muameleyi esirgememesiydi. Ona
karşı fazla rahat ve sokulgan davranmıştı . Tabii bir de akşam­
ki uzun ve anlamlı bakış lar. Keşke böyle yapmasaydı . . . Son­
ra uzun uzun d üşünmeye başladı. Etra fı ndaki her şey canını
sıkıyordu. Her şey; bitkiler, eşyalar, öten kuşlar, sokaktan ge­
len sesler, evden gelen ta bak tıkırtıları, kölelerin işlerini yap­
mak için gel i p geçmesi, hatta ıkına sıkına evin önündeki kü­
çük tepeye tı rmanan zava llı yaşlı bir zenci bile . . . Zencinin ya­
vaş ve ölçülü adımlarla yürümesi, sinirlerini bozuyordu.

Lll

O sırada uzun boyl u , genç bir adam geçti . Çapkınca gülüm­


seyerek selam verdi. Sophia da boyu bosu ve tavırlarından et­
kilenerek ona selam verdi .

80
" Kimdi bu adam ? " diye düşündü.
Onu nereden tanıdığını bulmaya çalıştı. Yüzü, iri ve yumu­
şak gözleri, tavırları bir yerden tanıdık geliyordu . Onu nere­
den tanıyor olabilirdi? Onunla tanıştığı evi bulana kadar ak­
I mdan birkaç evi geçirdi . Sonunda hatırladı, geçen ay yapı­
lan bir baloda tanışmıştı. Evin sahibi avukatın yaş günü ba­
losuydu. Tamam işte, orada tanışmışlardı. Birlikte dans etmiş­
lerd i . Aslında bu dansı Sophia ona lütfetmişti denilebilir çün­
kü genç adam daha önce hiç dans etmemişti. Adamın kendi­
sine kadın güzelliği üzerine pohpohlayıcı şeyler söylediğini ha­
tırladı Sophia. Ona göre kadın güzelliği esas olarak gözlerden
ve omuzlardan kaynaklanıyordu. Bildiğimiz gibi Sophia'nın
gözleri ve omuzlarıysa büyüleyiciydi. Genç adam, başka bir
konuya geçmedi, hep gözlerden ve omuzlardan bahsett i . Bu
konuda başından geçmiş olayları anlattı . Bazıları hiç de ilginç
deği ldi bunların ama adam gerçekten de güzel konuşuyordu.
Üstelik konu da tam Sophia'ya göreydi. Evet, evet, hatırlıyor­
du, adamın kendisini oturduğu yere bırakmasından hemen
sonra Palha gelip Sophia ' nın yanına oturmuş ve adamın ismi­
ni söylemişti. Çünkü Sophia, tanıştırılırken adamın adını tam
duyamamıştı. Adaının ismi, Carlos Maria idi; Rubiao'nun öğ­
le yemeği m isafi rlerinden biri.
" Bu genç, bu salondaki en önemli insan" diye ekiemiştİ Pal­
ha, gururla karısı n ı n göğsüne bakara k. Sonra da Sophia'nın
o iyi bildiği ve sevdiği buyurgan sahiplik duygusuyla salonu
gözleriyle taramıştı.
Sophia her şeyi hatırlayana kadar genç adam evin önün­
den uzaklaşın ıştı bile. Hiç olmazsa bu olay, genç kadını ra­
hatsız eden sorunlar zincirinde bir kırılma yaratmıştı. Kadının
sırtı ağrıyordu. Bu ağrı, birkaç dakikalığına unututmuştu ama
şimdi yeniden b ütün i natç ı l ığı ve rahatsız ediciliğiyle ortaya
çıkmıştı. Sophia hankın arkalığına yasiandı ve gözleri ni yum­
du. Biraz uyumaya çalıştı ama ne mümkün . . . Kafasındaki dü­
şünceler de en az ağrısı kadar inatçı ve ondan daha da rahat­
sız ediciydi. Sessizlik, arada sırada hızlı kanat çırpışlarıyla ke­
siliyordu. Bunlar, komşunun güvercinleriydi. Önceleri Sophia

81
sesleri duydukça gözlerini açıp bakıyordu ama sonra sese alış­
tı ve biraz uyumaya çalışarak açmamaya başladı . Bi raz son­
ra sokakta birinin ayak seslerini duydu ve gelenin Carlos Ma­
ria olduğunu sanarak başı n ı kaldırdı. Gelen, taşradan kendi­
sine mektup getiren postacıydı. Postacı mektubu verdikten son­
ra geri dönerken Sophia'nın oturduğu bankın ayağına takılıp
tökezledi ve kafa üstü yere çakıldı. Bütün mektuplar yere sa­
çı ldı . Sophia kahka hayı patlattı.

LIII

B u kahkaha için onu affedi n . Biliyorum k i çektiği sıkı ntı, ge­


çirdiği kötü gece, insanlar ne d iyecek diye korkması, bunla­
rın hepsi o uygunsuz kahkahayla tam bir tezat içindel er. Sa­
yın okurlarım, siz hiçbir postacının düştüğünü gördünüz mi.i ?
Homeros'un tanrı ları, ki onlar gerçekten de tanrıdır, bir ke­
resinde Olympos'ta ciddi ciddi, hatta kızgınlıkla bir konu üze­
rinde konuşuyorlarmış. Thetis ile Jupiter'in Akhilleus'u tutan
ko-nuşmaları, mağrur Juno'yu sinirlendirmiş ve Saturo'ün oğ­
lunun sözünü kesmiş. Ju piter kızgınlıktan küplere binmiş. Ka­
rısı öfkeden k u d u rmuş. Diğer tanrılar da hornurdanmışl ar,
kızrnışl ar. Bunun üzerine Vulcan nektar kavanozunu alıp to­
pallaya topallaya etrafta dolaşarak bütün tannlara nektar su­
narken, işte tam o anda Olympos'ta devasa ve bitip tüken­
rnek b i l mez bir kahkaba tufanı kopmuş. Neden mi? Sevgi­
l i hanımefendi, belli k i bir postacının d üştüğün ü görmemiş­
sınız.
Kimi zaman düşmesine, hatta bırakın düşmeyi , orada bu­
lunmasına bile gerek yoktur. Postacıyı akl ınıza getirmeniz ye­
ter. Komik bir anının gölgesinin gölgesi bile ağır bir hüznün
ortasında akla gelirse, ne kadar zayıf da olsa, hatta bir gülüm­
seme değil, gülümseme emaresi de olsa bir gülümseme baş gös­
terebilir. O halde bıra k ı n da Sophia mektubunu okurken bi­
razcık gülsü n .

S2
LIV

On - on beş gün sonra bir gün, Rubiao evdeyken Sophia'nın


kocası onu görmeye geldi . Rubiao'ya ne olduğunu, kendi n i
nerelere sakladığını görmek i ç i n gel diğini söyledi. Hasta m ı
olmuştu yoksa zavallı Palha'ya küsmüş müyd ü ? Rubiao i s e iki
kel imeyi bir araya getiremeden ağzında yuvarlayıp duruyor­
du. O anda Palha içeride başka birinin olduğunu ve duvarda­
ki resi mlere baktığın ı görüp sesin i alçalttı.
"Özür d i lerim, m isafiriniz olduğunu bil miyordum . "
" Özür dilemenize gerek yok. O da sizin gibi bir arkadaşım.
Doktor, bu benim arkadaşım Christiano de Almeida e Palha.
Sanırım size ondan bahsetmişti m. Bu da dostum Doktor Ca­
macho. Joao de Souza Camacho . "
Camacho başıyla selam vererek bir i k i ş e y söyledi ve git­
mek için izin istedi . Ama Rubiao kalmasını istedi. İkisi de ar­
kadaşıydı ve biraz sonra ay, güzel Botafogo koyu üzerinde pa­
rıldamaya başlayacaktı .
Ay (yine ay) ve " Sa n ı rım size ondan bahsetm işti m " cüm­
lesi Palha'yı öyl e şaşırttı ki bir süre tek kelime bile edemed i .
Ayrıca belirtmek gerekir k i ev sahibi de konuşma kta güçlük
çekiyordu. Üçü d e oturdu. Rubiao kanepeye, diğerleri de bir­
birine bakan iki koltuğa. Bastonunu elinden bırakmayan Ca­
macho, onu dizlerinin üzerine diklemesine koymuş, bumunu
sıvazlıyor ve yere bakıyordu. Dışarıdan atl ı arabaların sesle­
ri, nal sesleri ve çeşit l i bağınşlar geliyordu . Saat yedi buçuk,
belk i de sekiz sularıydı. Evdeki sessizlik, duruma uygun sü­
reyi aşmıştı ama ne Rubiao, ne de Palha'nın buna dikkat ede­
cek hali vardı. Sonunda sıkılıp pencereye giden ve d iğerleri­
ne seslenen Camacho oldu:
" Mehtap ç ı kı yor. "
Rubiao ile Pa lha harekete geçtiler. Ama hareketleri n e ka­
dar da farklıydı. Rubiao, pencereye doğru gitmek için hare­
kete geçm işti, Palha onun boğazını sı kmak için. Ancak Ru­
biao'nun, karısı nı kendisine çekmek için elini sıka rken uygu­
ladığı şiddeti iade etme düşüncesinden ziyade, aralarındaki bu

83
gizli olayı i fşa edebileceği düşüncesiyle, Palha durdu. İki adam
da kendileri n i kontrol altına aldılar. Rubiao sol bacağını sağ
hacağı n ı n üstüne atarak sordu:
" Sizi terk ediyorum, biliyor musunuz ? "

LV

Palha her şeyi bek lerdi ama bunu, asl a. Ö fk esi bir anda yatış­
tı. Ayrıca okurun bekleyebi leceği en son şey oldu, üzüntü ve
pişmanlık duydu. Onları terk mi ediyordu ? Demek Rio de Ja­
neiro'dan ayrıl ıyordu. Santa Theresa 'daki davranışları nede­
niyle kendisine verdiği ceza buydu demek. Demek, utanıyor­
du ve yaptık larından pişmandı. Arkadaşının karısıyla yüz yü­
ze gelme cesareti gösteremiyordu. Bunlar Palha'nın ilk düşün­
celeriydi . Peşinden diğerleri de geld i . Demek karısına duydu­
ğu tutkuya karşı koymak için ondan uzaklaşıyordu. Ayrıca bel­
ki işin içinde bir de evl i l i k vardı.
Bu son h i potez, Palha'nın y üzüne öyl e b i r ifade getirdi ki
nasıl a n latacağıını b i l em iyor u m . Hayal kırık lığı mı dese m ?
Hassas yazar Garret b u t ü r duygular için başka b i r teri m bu­
lamamıştı. İngi l i z olduğu için hor görmüyordu da . . . İyi o za­
man, hayal k ı r ı k l ığı diyelim. Buna ayrılış i ç i n yaşayacağı
üzüntüyü ekleyip bir de içinde yavaş yavaş baş veren öfkeyi
unutmazsanız, bu adamın ruhunun yamal ı bohçaya benzedi­
ğini söyleyebili rsiniz. Gerçekten de öyle. Üstelik bütün yama­
ların farkl ı ren k l erde olduğu bir yam a l ı bohça. Asıl mesele,
yamalar simetrik şekil lerde olamasa da, renk l er birbiriyle
çatışan renkler olmamal ı . İ l k bak ışta Palha karmakarışık bir
yığına benziyord u . Ama daha yakından baktığın ızda gölge­
ler tamamen farklı olsa b i l e içinde ruhsal bir bütünlük sağ­
l amıştı.

84
LV I

İyi de R ubiao neden onları terk ediyord u ? Sebebi neyd i ?


Rubiao, Santa Theresa olayından sonraki sabah sı kıntı
içinde uyanmıştı. Azıcık bir şeyler yemiş, Afrika terliklerini
isteksiz isteksiz ayağına geçirmiş ve evi dolduran o güzelim,
ya da güzelim denmese de, paha l ı süslere bir kez bile bakma­
mıştı . Köpeğin sevgi gösterilerine iki dakikadan fazla katla­
namamış, onu misafir salonunda bırakıp oradan çıkmış son­
ra da uşaklara söyleyip evden çıkarttırmıştı. Ama köpek, uşak­
ları atiatıp soluğu tekrar misafir odasında a l m ıştı . Ama tam
kulağının üzerine öyle bir tokat yedi ki sahibini tekrar kucak-
lamadı. Gözleri sahibinin üzerinde, yere uzandı. ,
Rubiao, pişmandı, sıkıntı içindeyd i, utanıyordu. Bu kita­
bın X. böl ümünde onun kolaylıkla vicdan azabı duyduğu ve
bundan hemen k urtulduğu yazılıdır. Ama vicdan azabmm sü­
resini uzatan ya da kısaltan şeyler anlatı l ma mıştır. Orada ko­
nu, rahmetli Quincas Borba tarafından yazılan ve kendini ka­
leme alan i nsanoğlunun ruh halini ortaya koyan, Ruhiiio'nun
da bilim çevrelerince mi hukuk çevreleri nce m i kullanılaca­
ğını bil mediği için doktordan sakladığı mektuptur. Bel k i de
mektubu doktora verseydi vicdanı azabı çekmeyecekti. Tabii,
o zamanlar hasta adamdan bekliyor olduğu küçük m iktar da­
hil olmak üzere, m i rasa da konamayacaktı. Ama şimdi konu,
bir zina girişimi. Elbette uzun süredir aşık tı ve içinde bazı kö­
tü niyetler barındırıyordu ama reddedilen ilanı aşkını yapma­
sı için kendini teşvik eden şey, genç kadının düşüncesiz rahat­
l ığı, sokulga n l ığı ve o anın karşı konulmaz heyecanıydı. i l k
gecenin bulutları aklında dağılınca sadece rahatsızlık değil, bü­
yük bir vicdan azabı da duydu. Günah çoktur ama ahlak ya­
sası tektir.
Şimdi i l k günlerde ne hissedip ne düşündüğü n ü geçe l i m .
Hatta pazar g ü n ü , yine önceki pazar olduğu g i b i , e k i n d e ç i ­
l e k l e r o l s u n , o l masın, bir n o t bekledi. Pazartesi, i k i aylığına
Minas'a gidip Barbacena'nırı temiz havasında ruhunu arıtma­
ya karar verd i . Doktor Camacho'ya güvenmiyordu.

85
Sonunda Pal ha, " Bizi terk mi ediyorsunuz ? " diye sordu.
"Sanırım öyle. M i nas'a gidiyoru m . "
Camacho pencereden gelerek daha önce oturd uğu koltu­
ğa oturdu.
" Ne Minas'ı " dedi, gülümseyerek, "şimdilik orayı unutun.
Gerektiği zaman gideceksiniz ve fazla uzun da kal mayacak­
sınız."
Palha, en az R uhiiio'nun sözleri kadar bu adamın l a fları­
na da şaşırdı. Bu adamın Rubiiio'ya egemen bu üslubu nere­
den geliyordu? Ona dikkatle baktı. Orta boylu, ince yüzlü, sey­
rek sakallı, uzun çeneli ve kocaman gözleri olan bir adam d ı .
Hızlı bir bakışta ancak bu kadarını görebildi. Tabii b i r de faz­
la lüks olmasa da iyi giyindiğini, ayakkabıların ı n da fena ol­
madığını gördü. Gözlerini, tavırlarını, yüzündeki kılsız böl­
geleri ni ve i nce ama ağır ellerini de ilk bakışta i nceleyemed i .

LV I I

Camacho, bir siyasetçiydi. 1 844'te Rccife'deki hukuk okulun­


dan mezun olduktan sonra memleketine dönmüş ve avu kat­
lığa başl a mıştı. Daha okuldayken, herhangi bir partiyle i l iş­
kili olmayan, oradan buradan almmış ve zayıf ama tumturak­
lı ifadelerle sunulmuş fi kirlerle dolu siyasi içerikli bir gazete
çıkarmıştı. Camacho'nun bu ilk meyvelerini toplayan biri, bir
ilkeler ve amaçlar endeksi yapmıştı : düzen içinde özgürlük,
özgürl ü k içinde d üzen; iktidar, hukuku istismar etmek ister­
se, kendine vurmuş olur; genç mil letierin ruhu, nasıl i lkelere
ihtiyaç duyarsa eski milletler de duyar; bana iyi bir siyaset ve­
rin, size güçlü bir maliye vereyim ( Bariio Lou i s ) ; asr-ı saade­
tin kapıları önümüzde açılsın; genç, yiğit adamlara i ktidarın
yolunu açın ki sizi destekl esinler vs. , vs.
Kendi memleketine geldiğinde bu tür fikirlere yenil ere ek­
lendi. El bette yeni fikirlerin de bu tarz şeyler olduğu söylene­
bilir. Burada da bir gazete kurdu ama yerel siyaset daha az so-

86
yut olduğu için Camacho fazla yükseklerde uçmaktan vazge­
çip kanatlarını iki çırparak delege adaylarının açıklanması, taş­
ra işletmeleri, muhalefetin iddiaları, yerli yersiz övgü ve söv­
gü kullanımı gibi şeylere kadar i n d i . Aslında sıfa t kullanımı
büyük d i kkat ister. K ı smetsiz, m üsri f, utanmaz, sapkı n gibi
terimlere, iktidara saldırırken gerek duyuyordu. Ama başkan
değişecekse hemen eski başka n ı n savunmasına koşuyor, ta­
bii bu arada tarzı da değişiyordu . Bu gibi durumlarda, güç­
lü, aydın, adil, i l kelerine bağlı, yönetimin aşikar zaferi vs., vs.
terimlerine başvuruyordu. Bu şeki l de sağa sola çatarak geçir­
diği üç yılda, genç mezunun gönlüne siyaset tutkusu iyice yer­
leşti .
Eyalet meclisi üyesi, milletvekili, kaderin oyunu sonucu bir
zamanlar kendi yazdığı kısmetsiz, müsrif, utanmaz, sapkın gi­
bi bütün sövgüleri bu kez muhalefet gazetelerinde kendi hak­
kında okuduğu i k i nci sınıf eyaletlerin başkanı olan Camac­
ho, siyasette i nişler çıkışlar yaşadı, m eclise bazen seçildi ba­
zen seçilemedi ama bütün bu süreç boyunca da sürekli konuş­
tu, yazdı, mücadele etti. Sonunda imparatorluğun başkentin­
de yaşamaya başladı. Parana Markisi iktidardayken, kendi­
si de partilerarası uzlaştırma komisyonunda görevliyd i . Ca­
macho, ona bazı kişi leri önerd i , Marki de bunları kabul et­
ti . Ama Marki'nin gerçekten Camacho'nun tavsiyelerini din­
leyip dinlemediğini ve gizli planlarını onunla paylaşıp payiaş­
madığını k imse söy leyemez çünkü Camacho, kendisiyle i lgi­
li gerçek leri kolay l ı k l a çarpıtabilen biriyd i .
Herkesin i nandığı b i r şey vardı; Camacho bakan olmak is­
tiyor ve bunun için çal ışıyord u . Kendisi için faydalı olduğu­
nu düşündüğünde şu ya da bu gruba katılıyor, mecliste yönet­
sel konularda uzun uzadıya konuşuyor; istatistikler topluyor,
yasa maddeleri kaleme alıyor, çeşitli raporlardan bölümler bi­
riktiriyor, eline geçen Fransız yazarları ndan pasajları ( bunlar
kötü çeviriler oluyordu gerçi) bir kenara koyuyordu. Ama şa­
irin dediği gibi çiçeklerle eli arasında hep bir duvar oluyor ve
bizi m k i e l i n i uzatıp o çiçek leri toplamak için ne kadar uğra­
şırsa uğraşsın, çiçekler yine duvarın öbür tarafında kalıyor ve

87
kendilerine fazla bir tutku beslemeyen, hatta kendilerini hiç
önemsemeyen eller tara fından koparı l ıyordu.
Kısır siyasetçi denilen bir siyasetçi türü vardır. Camacho
da o kategoriye girmek üzerey d i . Bütün hayalleri buharlaşıp
uçmak üzereydi ama Camacho, bir türlü bulunduğu mevki­
nin üzerine yükselemiyordu. Bakanlar kurulu kuran kim olur­
sa olsun, istese bile Camacho'ya bir bakanlık koltuğu verme­
ye cesaret edemiyordu . Ayağı n ı n kaymakta olduğunu hisse­
den Camacho da etkisin i artırmak için iktidarda olanların ta­
n ı d ığıymış gibi davranıyor ve bakanlara ya da devletin diğer
i leri gelenlerine yaptığı ziyaretleri y ü ksek sesle etrafa anlatı­
yord u .
Aç, açık değildi. Karısından, 1 8 yaşındaki kızından v e vaf­
tiz oğlundan ol uşan k üçük bir ailesi vardı . Avu katlıktan ka­
zandık ları hepsine yeterdi. Ama siyaset onun kanında vard ı ;
başka bir şey okuyamıyor, başka b i r şey düşünemiyordu. Ede­
bi ya ta , doğa bilimlerine, tarihe, felsefeye, sanata en ufak bir
i lgisi yoktu. Hatta hukuk konusunda da fazla bilgili sayılmaz­
d ı . Yasama organında yaptığı görevler ve mahkeme pratiğin­
de öğrendikleri dışında, okuldaki bilgilerinin ancak küçük bir
kısmı aklında kalmıştı. Ama bildiklerini iyi kullanırdı . Dava­
larını iyi savunur ve hiç kaybetmezdi.

LV I I I

Birkaç gün önce akşam ziyareti n e bir avukatın evine gitmiş


ve Rubiao'yu orada tanım ıştı . Konuşma, muhafaza kar par­
tinin iktidara davet edilmesine ve meclisin feshine döndü. Ru­
biao da Bakan Itaborahy'nin bütçe konuşması yaptığı oturu­
mu izlemişti. Meclisi, meclis binasını, iğne atsan yere düşme­
yecek ölçüde tıklım tıkış dolmuş salonları, Jose Bonifacio'nun
konuşmasını, meclisteki hareketl iliği, oylamay ı , orada edin­
d iği izlenimleri anlatırken hala heyecandan titriyordu. Ta bii
bütün bunlar, basit bir adamın bakış açısından anlatılıyordu

88
ama kontrol edemediği hareketlerinde ve ateşli anlatışında iç­
tenli kten kaynaklanan bir güzell i k vardı. Camacho onu dik­
katle dinledi. Sonraları onu pencerenin kenarına çekip durum­
la ilgili önemli gözlemlerini aktardı . Rubiao ise onun sözle­
rini kafa sal iayarak ya d a kısa cümlelerle tasvip ediyordu .
Sonunda Camacho, "Mu hafazakarlar i ktidarda kalmaya­
cak " dedi .
" Öyle mi ? "
" Evet, öyle. Çünkü savaş istemiyorlar. Bunun için d e is­
tifaya zorlanacaklar. Gazeternde savunduğum siyaset ne ka­
dar iyi bir siyaset olduğunu hatırlıyor musunuz ? "
" Hangi gazete ? "
" Bu n u sonra konuşuruz . "
Ertesi gün Camacho'nun davetiyle Hotel d e l a Bourse'ta
öğle yemeğinde buluştular. Camacho, Rubiao'ya, bedeli ne
o l u rsa olsun savaşa devam etme fikrini savunmak amacıyla
birkaç ay önce bir gazete çıkarmaya başladığını anlattı. Libe­
raller arasında ihtilaf olduğu için partisine hizmet etmenin en
iyi yolunun, bir an önce onlara tarafsız ve ulusal bir yayın or­
ganı kazandırmak olduğuna karar vermişti.
" Şimdi gazetenin bize ne kadar faydalı olduğu ortaya çık­
tı. Çünkü hükümet barışa mey i l l i . Aslında yarın bu konuda
yazılmış ateşli bir makalem yayı m lanaca k . "
Rubiao ise karşısındakinden gözlerini ayırmadan v e o ba­
şını tabağına eğdiği kısa aralıklarda hızla yemeğini yiyerek onu
dinledi. Siyasi sırları paylaşan arkadaş rolünden memnund u.
Gerçeği söylemek gerekirse, sonunda -mesela mecliste bir san­
dalye gi bi- ödülünü alabileceği bir m ücadeleye girme fikri,
dostumuzun akl ındaki altın kanatların üzeri ndeki tozları sil­
kip atmıştı. Camacho o gün daha fazla konuşmadı. Rubiao'yu
ertesi gün aradı ama bulamadı. Şimdi de Rubiao'ya gelişinin
hemen ertesinde Palha boy gösterip R ubiao i l e konuşmasını
engellemişt i .

89
LIX

" Ama M inas'a gitmem lazı m " diye ısrar etti Rubiao.
Camacho sordu: " Neden ? "
Palha da aynı soruyu sord u. Neden uzun s üreliğine Mi­
nas'a gidiyordu ki? Yoksa başkentten sıkılmış mıyd ı ?
"Hayır, sıkılmadım. Tersine . . . "
Tersine çok sevm işti. Ama başkent ne kadar çekici, taşra
ise ne kadar zavallı ve sıradan bir yer de olsa insan memleke­
tini özlüyordu. Hele oradan yetişkin bir adam olarak ayrılmış­
sa. Rubiao, Barbacena'yı görmek istiyordu. O rası, dünyanın
en önem l i , en güzel yeriydi. Birkaç dakika boyunca memle­
ketini, sanki içindeymiş gibi hissetti. Arkadaşlarından kopmuş­
tu. Tutku, övünç, aldığı zevk, bütün bunlar memleketine öz­
lem duymasına yol açtı. Bir zamanlar içindeki sesi d inleyip
açıkgözlük yapmasaydı, şimdi basit bir adam olarak kalacak,
bu zenginliğin tad ı n ı çıkaramayacaktı.
Palha i l e Camacho birbirlerine baktılar. Ne bakıştı o öy­
le! İki vicdan arasında alınıp verilen tanıtma kartı gibi bir ba­
kış. Her i k i vicdan da sırrını söylemedi. Kartın üzerine ba­
kıp karşısındakinin ismini gördü ve selamını verdi. Evet, Ru­
biao'nun gitmesi mutlaka engellenmeliydi. M i nas onu biraz
özleyebilirdi . R uhiiio'nun oraya daha sonra, mesela üç ay son­
ra gitmesine ve Palha 'nı n da ona eşl i k etmesine karar verdi­
ler. Zaten o da M inas'ı hiç görmemişti, bundan iyi fırsat mı
olurd u ?
" Sen d e m i geleceksin ? " diye sordu Rubiao.
"Tabii. Zaten uzun zamandır Minas ile Sao Paulo'yu gör­
mek istiyordum. Bir yıldan fazla süred i r oraya gitmeyi düşü­
nüyorduk. Sophia böyle geziler için gayet iyi bir yoldaştır. Tren
istasyon unda karşılaşmamızı hatırlıyor musun ? Vassouras'tan
gel iyorduk. M inas'a gitme planımızdan hiç vazgeçmemiştik.
Üçü m ü z gider i z . "
Rubiao yaklaşan seçimleri gerekçe gösterdi. B u kez d e Ca­
macho girdi devreye. Oraya gitmesi hiç de gerek li deği ldi, yı­
lanın başı burada, başkentte ezilmeliydi, ondan sonra mem-

90
teketine özlemini giderecek ve ödülünü alacak bol bol zama­
nı olacaktı. Rubiao, kanepede kıpır kıpırdı. Ödül mutlaka mil­
letveki lliği olacaktı. Fak i r bir iblisken hiçbir zaman beynini
meşgu l etmemiş büyüleyici bir vizyon ve tutku, artık içinde
yer etmiş olan şan, şeref, büyüklük hevesini b i l iyordu . Ama
bir yandan da hiç olmazsa birkaç günl üğüne gitmesi gerek­
tiği konusunda ısrar ediyordu. Gerçi l a f olsun diye söyledi­
ğini, arkadaşlarının bu ısrarını kabul etmesi yolunda herhan­
gi bir istek duymadığını söylemek zorunda hissediyorum ken­
dimi, gerçekleri ortaya çıkarmak bakımından.
Mehtap artık parlamaya başlamıştı. Pencereden görünen
koy manzarasının, dünyanın başka bir yerinde bulunamaya­
cakmış gibi görünen büyülü bir hali vardı sanki. Uzakta, tepe­
terin yamacında Sophia'nın sil ueti şöyle bir görü nüp ay ışığı­
na doğru kayboldu. Meclisin en fırtınalı oturumu, Rubi�1o'ııuıı
kulaklarında yankılanıyordu. Camacho pencereye doğru gi­
dip geri geld i .
" K aç gün ? "
" Bi lmiyorum ama fazla deği l . "
" N eyse, bunu yarın konuşuruz. "
Camacho gittikten sonra Pa l ha birkaç dakika daha kalıp
hesap işlerini halletmeden Minas'a gitmesin i n garip olduğu­
nu söyledi. Ru biao hemen söze girdi: " Ne hesabı ? " Ona he­
sap mı sormuştu ki kendisine hesap veriyordu ?
Christiano, hemen cevabı yapıştırd ı : " İşadamı olmadığı­
nız bel l i . "
" Doğru, değilim. Ama i nsan borcu varsa, ödeyebildiği za­
man öder. Zaten bu i kimizin arasında bir şey. Yoksa başka bir
şey mi? Doğru söy l eyin, para mı lazım ? "
" Hayır, teşekkür ederim. Size bir iş önermek istiyorum ama
bunu daha bol bir vakitte konuşuruz. Buraya gelişimin tek ne­
deni, gazetelere, 'Arkadaşım Rubiao kaybolmuştur. Bir de kö­
peği bulunan arkadaşımı görenlerin . . . ' diye i l a n vermek zo­
runda kalmamak içindi . "
Ru biao, b u şakayı beğendi. Palha giderken onu Marquez
de Abrantes Sokağı'na kadar geçi rdi. Ayrılacakları zaman da

91
Minas'a gitmeden önce Santa Theresa'yı ziyaret edeceğine söz
verdi.

LX

Zavallı Minas! Rubiao eve dönerken bir yandan da oraya git­


mekten kurtulmak içi n ne yapabileceğini düşünüyordu. İ k i ar­
kadaşının sözleri, cam kaselerdeki kırmızı balıkların oraya bu­
raya atıl ması gibi, beyni n i n içinde dolanıp d uruyordu. Yı ­ "

lanın başı burada ezilmelidir. " "Sophia böyle geziler için ga­
yet iyi bir yoldaştır. " Zaval l ı M i nas!
Ertesi gün, daha önce hiç görmediği, A talaia diye bir ga­
zete gel d i . Başyazı bakanlığı şiddetle azarlaya n bir yazıydı
ama bütün parti leri ve bütün m i l leti kapsayacak bir sonu­
ca varıyordu: Hep beraber anayasal bölümneye katı/alım. Ya­
zının mü kemmel o lduğunu düşünen Rubiao, abone olmak
i ç i n gazeten i n nerede bas ı l dığına bakt ı . Doktor Camac­
ho'nun gazetenin editörü olduğunu o zaman öğrendi. He­
men oraya gitti. O fisin bul unduğu sokağa gelmişti ki, bir şil­
te d ü k k a n ı n ı n önünde bir kadının çılgın gibi çığlık attığ ı n ı
duydu:
"Deolindo! Deol i n do ! "
Rubiao çığlığı duyar duymaz başını çevirdi v e n e o lduğu­
nu gördü. Sokaktan bir araba geliyordu ve üç dört yaşında­
ki bir çocuk tam arabanın önündeydi . Atlar, arahacının tüm
gayretine rağmen, çocuğu ezmek üzereydi ler. R u biao atlara
doğru atılıp çocuğu tehlikeden kurtardı. Annesi çocuğu ondan
alırken tir tir titriyor, konuşamıyordu. Etraftan birkaç kişi ara­
bacıya kızmaya başlamışlardı ki içeriden kel kafalı bir adam
arabacıya gitmesini söyledi . Arahacı bu emre uydu. Dükkan­
da bulunan çocuğun babası dışarı çıktığında, Sao Jose Soka­
ğı 'nın köşesi n i dönmek üzereyd i .
" Neredeyse ölüyordu. Bu centilmen orada ol masaydı za­
va llı oğlumun başına neler gelecekti kim bilir" dedi annesi .

92
Tüm bina olaydan etk ilenmişti. Komşular çocuğa bir şey
olup olmadığını görmek için geldiler. Sokaktaki beyaz çocuk­
larla zenci çocuklar da şaşkınlıktan öylece kalakalmışlardı. Ço­
cuğun düşerken biraz omzunun yaralanması dışında hiçbir şe­
yi yoktu.
" Önemli bir şey yok" dedi Rubiao. " Çocuğunuz daha çok
küçük, onu sokağa çıkartma y ı n . "
Çocuğun babası, " Çok teşekkürler" dedi, "sizin şapkanız
nerede ? "
Rubiao şapkasını kaybettiğini ve yırtık pırtık giysiler için­
deki bir çocuğun onu alıp dükkinın kapısının önünde kendi­
sine verecek bir fırsat doğması n ı bek l ediğini fark etti. Şapka­
yı alınca da ödül olarak çocuğa biraz bozuk para verdi. Beri­
ki şapkayı düştüğü yerden alırken bunu urumarnıştı ama mem­
nuniyetle kabul etti. Büyük olası lıkla i l k rüşvet duygusun u o
çocuğa tattıran, bu paralar o l m uştur.
Şilte dükkanının sahibi, " Bi r dakika durun. Siz yaratan­
dınız mı yoksa ? " dedi.
Gerçekten de dostumuzun avcunda küçük bir yara vardı
ve daha yeni hissediyordu. Önemli olmadığını ve bir şey yap­
maya gerek bul unmadığını söy lemesine rağmen çocuğun an­
nesi hemen koş u p bir !eğen ile havlu geti rdi ve Rubiao'nun
elini yıkamaya başladı. Dükkan sahibi d e en yakın eczaneye
koşup bir merhem aldı. Rubiao mendilini eline sardı. Kadın,
Ruhiiio'nun şapkasını fırçalayıp temizledi. Rubiao oradan ay­
rı l ı rken i kisi de çocuklarının hayat ı n ı kurtardığı için kendi­
sine defalarca teşekkür ettiler. Oradan ayrıl ırken etrafı sokak­
ta ve kaldırırnda toplanmış insanlarla sarıl mıştı.

LXI

Rubiao ofisine girdiğinde Camaclıo, " El i n ize ne oldu ? " diye


sordu.
Rubiao Ajuda Sokağı'ndaki olayı anlattı. Avukat olayla,
çocukla ilgi l i bir sürü soru sordu, evin numarasını, a ileyi . . .
Ama Rubiao kısa kısa cevaplar verd i .
" Çocuğun i sm i n i d e mi bilmiyorsunuz? "
" Annesinin ona 'Deolindo' dediğini duydum. Ama şimdi
bunu bırakalım da öneml i konulara gelel im. Gazerenize abo­
ne olmak istiyorum. Elime bir sayı geçti. Ben de katkıda bu­
lunmak istiyorum . "
Camacho hemen aboııcl'iğc gerek olmadığını söy ledi. Ga­
zetenin aboneleri yeterliydi. Onun asıl i htiyacı olan şey, ba­
sılacak malzemeler, değişik konularda yazılmış yazılar, haber­
ler, öyk üler, ticari faal iyetlere ilişkin yazılar, çevri lmiş roman­
lar gibi şeylerdi. Rubiao'nun da gördüğü gibi, gazetenin rek­
lamını zaten yapıyordu.
" Evet. "
" Sermaye için gereken kişileri de neredeyse buldum sayı­
lır. On kişi gerekiyor, bizse ben ve yedi kişi olmak üzere sekiz
k işiyiz. iki k işi daha olsa, sermayemiz tamamlanaca k . "
Rubiao, sermayenin ne kadar olduğunu merak etti.
Camacho bir kalem açacağıyla küçük masasının kenarın­
da tempo tutuyor, bir yandan da gizlice Rubiao'ya bakıyor­
du. Rubiao, odaya bakınd ı . Bi rkaç parça mobilya, avukatın
arkasındaki bir taburenin üzerinde bazı belgeler, içinde Lo­
bao, Pereira e Souza, Dal loz, Ordenacoes do Reino kitapla­
rı olan bir kütüphane, küçük masanın önündeki duvara ası­
lı bir portre vardı.
Camacho portreyi göstererek, " Tanıyor musunuz ? " diye
sordu .
" Hayır, tanımıyorum. "
"Tahmin edi n . "
" Bilemiyorum. Nunes Machado m u ? "
" Hayır" diye cevap verdi, eski milletvekili, mutsuz bir ifa­
de takınara k. " On u n daha güzel bir portresini bulama dım . "
Bazı taşbaskı resimleri satılıyor ama bence hiç de güzel değil­
ler. O , mark i . "
" Barbacena Markisi m i ? "
" Hayır, Parana Markisi. Büyük marki. Yak ı n arkadaşım.

94
Partileri uzlaştırmaya çalışıyordu. Ben de bunun için onun ya­
nındaydım. Maalesef genç yaşta öldü ve yaptığı iş yarım kal­
d ı . Ama aynı şeyi bugün isteseydi, yanında değil karşısında
olurdum. Artık uzlaşmaya hayır. Ölene kadar savaş! O n ları
yok etmeliyiz. A talaia'yı okuyun savaş a rkadaşım, gittiğiniz­
de gazerenizi evinizde bulacaksınız. "
"Hayır"
" Neden ? "
Rubiao, Camacho'nun sorgulayan bakışları karşısında
gözleri ni indirdi.
" Hayır, bu konuda son derece kararlıyım. Arkadaşlarıma
yardım etmek istiyorum. Karşılığında bir şey vermeden gaze­
te a l ma k . . .
"

"Ama size söyledim, abonelik konusunda sıkıntımız yok . "


"Ama demed iniz m i , sermayeyi tamamlamak için i k i k i -
şi daha gerekiyormuş. "
" Evet, iki kişi lazım. Ş u anda sekiz k işiyiz. "
" Sermaye ne kadar ? "
"50 c on to. Kişi başına 5 c on to. "
"Tamam. Ben d e 5 conto getiriri m . "
Camacho o n a , gazete n i n uğruna m ücadele ettiği değer­
ler adına teşekkür etti. Zaten o da gelip kendisine birlikte mü­
cadele etmeyi önermeyi düşünüyordu. Yeni arkadaşının inanç­
ları ve bağlılığı ve siyasi meselelere gösterdiği ilgi, kendisi için
büyük bir ayrıcalı ktı. Artık aralarına katıldığına göre Camac­
ho'ya neden daha önce gel i p kendisine bunu tek l i f etmedi­
ği için kızmasındı. Sonra da Rubiao'ya diğer isimleri göster­
di. Camacho l isten i n en tepesindeyd i . Gazetenin sorumlulu­
ğunu, sahip oldukları e k ipmanı, abonelik konusunu ve Her­
külvari tüm işleri o üstlenm işti . Bu terimi söyleyip söyleme­
me konusunda bir a n düşündü ama sonra cesaretle tekrar­
ladı: " Herkülvari işler. " Zaten aynen böyleydi çünkü daha
küçük bir çocukken yılanları boğardı. Şimdi de aynı a lışkan­
lık yani m ücadele alışkanlığı devam ediyordu . Günün birin­
de bu mücadelenin içinde ölecek ve cenazesi bayrağa sarıla­
caktı.

95
LXII

Rubiao ç ıkarken, uzun boylu, siyah giysili bir kadın, giysile­


rinden gelen cam boncuklu süslemelerin ve i pe k i iierin sesiy­
le birlikte koridorcia yanından geçti. Merciivenden aşağıya in­
meye başladığı sırada Camacho'n u n kadını selamiayan sesi­
ni duydu:
" Ooo, Sayın Barones ! "
İlk merdivende bir an durdu. Kadın berrak sesiyle konuş­
maya başlamıştı ve ilk sözleri bir davayla ilgili sözlerd i . Ba­
rones! Bizimki biraz önce onları d i n lediği a nlaşılmasın d i ye
merdivenlerden sessizce inmeye devam etti. Bumuna ender bu­
lunan, hafif, insana başka şeyler düşündüren bir parfüm ko­
kusu geldi. Biraz önce çıkan hanım ın kokusuydu bu. Barones!
Sokak kapısına geldiğinde, orada bir arabanın beklediğini gör­
dü. Uşak kaldırırnda bekliyor, arabanın sürücüsü ise yerinde,
minderin üzerinde oturuyordu. Her i kisi de özel üniformalar
içindeydi . Peki bunda bu kadar şaşıracak ne vardı ? Hiçbir şey.
Unvanı olan, güzel kokulu, zengin bir kadın, bir davayla ilgi­
leniyor. Belki de sadece yapacak bir şey olsun diye ilgilen iyor.
Rubiao, zengin olmasına karşın, kendini taşralı bir öğretmen
gibi h i ssetti.

LXIII

Sokakta, yanında biri yaşlı biri genç i k i kadın olduğu halde


Soph ia ile k a rşılaştı. Diğer kadınlara bakmak için yeterl i gö­
zü yoktu çünkü zaten var olan bütün algılama becerisi bile
Sophia'ya yetmeyecek kadar azdı. İki dakika durup zoraki ko­
nuştular, sonra da kendi yollarına gittiler. Rubiao biraz i ler­
ledikten sonra dönüp baktı ama üç kadın başlarını geri çevir­
meden yürüyüp gid iyorlardı. Yemekten sonra kendi kendine
sordu :
"Acaba bugün oraya girmeli miyim ? "

96
Herhangi bir sonuca varamadan uzunca bir süre düşündü.
Bir an gitmeye karar veriyor, bir sonraki an hemen vazgeçi­
yordu. Sophia'nın kendisine acayip davrandığını düşündü ama
gül ümsem işti. Fazla değil ama gülümseınişti. Bu konuyu şan­
sa bırakmaya karar verd i . Eğer önünden geçen i l k a ra ba sağ
taraftan gelirse oraya gidecek, sol taraftan gelirse gitmeyecek­
ti. Odasındaki d ivana oturup beklerneye başladı. Fazla geç­
meden sol taraftan bir araba gel di. Durum anlaşı lmıştı, San­
ta Theresa'ya gitmiyordu. Ama içi bunu kabul etmiyordu. Bir
araba diye d üşünınüştü. Halbuki gelen şey araba sayılama­
yacak kadar küçüktü. Genel olarak araba denince akla gelen
araçlar kadar büyük olmalıydı. O küçük şey, araba sayıl maz­
d ı . Kısa süre sonra sağ taraftan, yakınlardaki bir eğlenceden
dönen arabalar geçti. O da Santa Theresa'ya gitti .

LXIV

Sophia, en ufak bir tereddüt göstermeksizin, zarafetle elini Ru­


biao'ya uzattı. Sokakta yanında gördüğü iki kadın, ev kıya­
fetleri içinde oradaydılar. Sophia onları Rubia o ile ta nıştırd ı .
G e n ç olan kuzi n i , y a ş l ı o l a n i s e teyzesiydi. Bahçede oturur­
ken postacının getirip Sophia 'ya verdiği, hemen arkasından
da tepesi üstü yere çakıldığı mektubun yazarı, işte bu teyzey­
d i . İsmi Dona Maria Augusta i d i . Kocasının öbür tarafa gi­
derken kendisine bı raktığı yas dışında k üçük bir ç i ftliği, bir­
kaç kölesi ve borçları vardı. Kız ise kendisinden daha yaşlı ka­
dınlara göre bir isim olan, biç sevmediği Maria Benedieta is­
mini taşıyordu. An nesi bu yoruma, yaşlı kadınların da bir za­
manlar genç olduğunu ve insanlara uygun isim leri ancak şa­
i rlerin ve hikayecilerin hayal edebileceğin i söyleyerek cevap
verirdi . Maria Benedicta, Genel Vali Luiz de Vasconcellos'un
vaftiz kı zı olan anneannesinin ismiydi . Daha ne istiyord u ?
Bunu Ru biao'ya da anlattı lar. Maria Benedieta ise hiç
oralı olmadı. Soplıia, meseleye açıklık geçirmek için ya da öy-

97
lesine, isi mleri güzelleştirenlerin onları taşıyan kişiler o lduğu
yorumunu yaptı. Maria Bened ieta ise çok güzeldi.
Bunu söyledikten sonra Rubiao'ya dönüp, " Siz de öyle dü­
şünmüyor musunuz ? " d iye sordu .
Ma ria Benedicta, " Bırak şakayı kuzi n " diye güldü.
Ancak ne yaşlı teyzenin ne de Rubiao'nun bu şaka yı duy­
duklarından emin olabiliriz. Çünkü teyze uyuklamaya başla­
mıştı, Rubiao ise Sophia 'ya daha önce verdiği oyu n baz, kü­
çük, siyah gözlü, boynuna bir çıngırak takılmış köpeği okşu­
yord u . Ama ev sah ibesi ısrar ettiği için, neye cevap verdiği­
n i bile bil meden, " Evet, evet" dedi . Maria Bened ieta yüzünü
buruşturd u . Aslı nda güzel sayılmazdı. Ne o büyüleyici göz­
lerden ne de kıpırdamadığı halde insana en büyük sırrı fısıl­
dadığı duygusu uyandıran o dudaklardan vardı onda. Doğal
bir k ızdı, taşralılarda rastlanan çekingenlikten eser yoktu. Bir
de elbisesi nin içinde eksikl iği çekilen zarafeti telafi eden, de­
ğişik, kend ine özgü bir inceli k vardı kızda.
Taşrada , IguassCı'da doğmuştu ve orayı seviyordu. Arada
sırada birkaç gün kalmak için şehre geliyor ama ilk iki günün
sonunda bir an önce eve dönmek istiyordu. Yüzeysel bir eği­
tim almıştı. Okuma yazma, b iraz felsefe ve dikiş öğren mişti.
1 9 yaşındaydı. Sophia onun piyano öğrenmesi gerektiğini söy­
lemiş, teyzesi de bunu onaylamış ve kız kuzininin evine gelmiş­
ti . O rada on sekiz gün kalmış ancak daha fazla dayanama­
mıştı. Evini ve annesini özlemiş ve baştan beri onun büyük bir
müzik yeteneği olduğuna i na nan öğretmenini hayretler için­
de bırakarak eve dönmüştü.
" Ah , tartışmasız büyük bir yetenek ! "
Bunu kuzininden duyan Maria Benedieta kahkalada gül­
ınüş, sonra da adamcağızın yüzüne ciddi bir i fadeyle bakama­
mıştı. Hatta dersin ortasında kahkaba krizine tutuld uğu bi­
le olmuştu. Tabii adamcağız Sophia'ya sitem edince beriki kaş­
larını çatmış; öğrencisinin niye güldüğünü merak eden öğret­
men ise kendi kendine onun niye güldüğünü sorup, herhal­
de aklına komik bir şey geldi diye ceva p vermiş ve derse de­
vam etmişti . Kızın Fransızca dersi almaması da Sophia'ya gö-

98
re bir başka eksiklikti. Dona Maria Augusta, yeğeninin bu ko­
n uda neden bu kadar dehşete düştüğünü anlayamamıştı. Ne­
den Fransızca ? O da, birileriyle sohbet ederken, a lışveriş ya­
parken ve kitap oku rken Fransızcanın olmazsa o lmaz bir ko­
şul olduğunu söylemişti .
Yaşlı kadın, " Fransızca olmadan da mutlu bir hayat yaşa­
dım. Zenciler bile çıkardık ları o anlamsız seslerle, herkes na­
sıl yaşıyorsa öylece yaşayıp gidiyorlar" diye cevap vermişti.
Bir gün şöyle dedi :
"Talipler bunun için sana gelmemezlik etmeyecekler. Böy­
le de bir koca bulabilirsin. istediğin zaman evlenebilirsin, sa­
na söylemiştim. Ben de evlendim. Hatta evlenip beni de işi bit­
miş bir hayvan gibi köşesinde ölmek üzere yalnız bırakabiiir­
si n . "
"Anne! "
" Üzülme yavrum. Şimdi tek ihtiyacın olan şey sana bir ta­
lip çıkması. Çıktığı zaman onunla gideceksin. Ben de burada
kalacağım . Maria Jose'nin bana yaptığını görmedin m i ? Ce­
ara'ya yerleşt i . "
" A m a o n u n kocası yargıç " diye itiraz etti Sophia.
" Hiç fark etmez. Yaşl ı kad ı n paçavra gibi bir kenara atı­
lır. Sen de evlen Maria Benedicta, hemen evlen . Hiç ol mazsa
ölürken Ta nrım yanımdadır. Çocuğum olmaz yanı mda ama
yanımda Aziz Bakire benimle ol ur. Zaten o hepimizin anası­
dır. Hadi sen de hemen evle n git! "
Bütün bu şikayetler k ızda korku ve acıma duyguları uyan­
d ı rarak onu evlenmekten tamamen vazgeçirınek, en azından
bu tür düşüncelerin i erteletmek üzere hesaplanarak yapılan
şi kayetlerdi. Bana göre yaş l ı kadı n günah çıkarırken bu gü­
nahını itiraf etmiyordur. Hatta bunun günah o l d uğunu bile
bilmiyordur. Bu, eski duygusal egoizmin ürünü bir duygudur.
Dona Maria Augusta uzun zaman büyük bir sevgiyle yaşamış­
rı . Annesi, onun için deli olurdu. Kocası da ölene kadar ken­
disine büyük bir aşkla bağlanmıştı. İkisi de öldü kten sonra an­
nesi nden ve kocasından aldığı sevgiyi iki kızına yansıtmıştı.
Biri evlenmiş ve evden ayrıl mıştı . Kalan kızının da evlenip git-

99
mesiyle yalnız kalmaktan korkan kadıncağız, bu felaketten ka­
çı nınak için eli nden gelen her şeyi ya pıyord u .

LXV

Rubiao fazla kalmadı. Saat dokuzda kalktı . Sophia'nın biraz


daha kal masını istemesini, az sonra gelecek kocasını bekle­
mesini veya erken kalktığı için sitem etmesini bekled i . Ama
bunların hiçbiri olmadı . Sophia sadece elini uzattı. Üstelik öy­
le bir mesafeyle uzattı ki, o eli zorla tutabildi. Ama orada bu­
lunduğu süre içinde genç kadın gayet doğal ve herhangi bir sı­
kıntı yaşamıyor gibi görünüyordu . (Söylemeye bile gerek yok,
artık eskisi gibi uzun ve anlamlı bakışmalar yoktu. ) Sanki ara·­
larında iyi ya da kötü hiçbir şey geçmemişti. Ne çilekler, ne
mehta p . Rubiao elini sıktı. Söyleyecek laf bulamadı. Sophia
ise gereken la fları söyledi. Rubi iio'ya baktığı zaman doğru­
dan ve sakin biçimde bakıyordu.
" Palha'ya selamlarımı iletin" diye mırıldandı Rubiao, elin­
de şapkası ve bastonuyla.
"Teşekkür ederi m. O da bir arkadaşını ziyarete gitmişti.
Ayak seslerini d uyuyorum . Bi razdan burada olur. "
Ama gelen o değil , Carlos Maria idi. Rubiao önce onu bu­
rada gördüğü için şaşırdı ama sonra taşral ı kadın ile kızının
burada bul unmasının bu ziyareti açıkladığını düşü ndü. Hat­
ta belki araları nda bir şey b i l e olabilird i .
Rubiao, Carlos Maria'nın Dona Augusta'nın yanına . otur-
duğunu görene kadar bekleyip şöy l e dedi:
" Ben de tam çıkıyordum. "
" Öyle m i " diye cevap verdi Carlos Maria. Bu arada Sop­
hia'nı n portresine bakıyordu .
Sophia, Rubiao'yu kapıya kadar geçirdi, kocası nın onu gö­
remediğine üzüleceği ni ama önemli bir iş ziyareti nde bulun­
duğu n u söy ledi ve Rubiao'dan onun adına özür dilerdi.
Rubiao, " Aman efendim, ne özrü" dedi. Gerçi bir şeyler

1 00
daha söyleyecek gibi oldu ama Sophia'nın tokataşması ve re­
veransı, hemen gitmesi gerektiğin i gösterdi ona. Eğilerek se­
lam verdi . Bahçeyi geçerken içeriden Carlos Maria'nın sesini
duydu:
" K ocanız bi raz zevksizmiş madam. "
R u biao durdu.
Sophia sordu: " Neden ? "
" Misafir odanıza sizin b u portrenizi koymuş. S i z b u port­
reden binlerce kez daha güzelsiniz madam . Siz ne dersiniz ha­
n ı m lar ? "

LXVI

Rubiao, eve vardıktan sonra Carlos Maria'nın sözlerini hatır­


Iayarak bunları nasıl bu kadar rahat ve doğal söyleyebildiği­
ni d üşündü. Sadece resmin objesini yüceltmek için resmi kö­
tülemek, i lginç fikirdi. Aslında resim, gayet güzel bir resimdi.

LXVII

Sabah güne yatakta başladı . İ l k açtığı gazete A talaia idi. Baş­


yazıyı, bir okuyucu mektubunu ve bazı haberleri okuduktan
sonra birden kendi adını gördü.
" Bu da n e ? "
Adı parlak harflerle basılmış, üsteli k birkaç kez tekrarlan­
mıştı. Nedeni de Ajuda Sokağı'ndaki olaydı. Önce şaşırdı, son­
ra sıkıld ı . Özel olarak anlatılan bir olayın gazetede yayımlan­
ması ne biçim bir şeydi ? Haberi okumak istemedi. Hemen ga­
zeteyi yere bırakıp eline başka bir gazete aldı. Ama huzuru kaç­
mıştı. Artık öylesine okuyor, bazı satırları arlıyor, okuduğu­
n u anlamıyor, yazıları hatıriamadan sütu nun sonun:a kadar
inmiş buluyordu kendini.

101
Yataktan kalktı, yandaki koltuğa oturup A ta/aia'yı tek­
rar aldı. Habere bakt ı . Bir sütundan fazla yer vermişlerdi. Bu
kadar küçük bir şeye bir buçuk sütun, diye düşündü. Sonun­
da, sadece Canıacho nasıl yazmış d iye merak ettiği için ha­
beri başından sonuna kadar aceleyle okudu. K u l lanılan sıfat­
lar ve olayın bu kadar dramatik biçimde anlatılması canını sık­
nııştı .
"Müstahakım ben buna" diye söylendi, " neden boşboğaz­
l ı k edip anlatırsın k i ? "
Banyoya gitti, üzerini giyinip saçlarını tarad ı . Bu arada iş­
güzar gazete aklından bir an bile çıkmıyordu. Önemsiz bir ola­
y ı n yayı nılannıası, hatta sanki siyasi bir nıeseleynıiş gibi ya­
zarın olayı abartması canını sıkmıştı. Kahvaltıda gazeteyi tek­
rar alıp diğer haberleri, hükümet adaylarını, Garanhuns'taki
cinayeti, hava durumunu okudu. Ama o haber tekrar gözü­
ne takı ldı. Bu kez yavaş yavaş okudu ve aslında yazarın içten
olduğunu düşünebileceği sonucuna vardı. Bel li ki yazar, olay­
dan öylesine etkilenmişti ki kendini kısıtlanıamış ve bütün hü­
nerini konuşturnıuştu. M utlaka böyle olmuştu. Canıacho'nun
ofisine girişin i , onunla konuşmalarını h atıriayıp oradan ge­
riye doğru giderek olaya kadar gel d i . A k l ı na bütün o sahne­
ler gel d i : Çocuk, araba, atlar, çığl ı k , karşı koyamadığı bir iç­
güdüye uyarak hızla i leri atılması . . . Şimdi bile kendine açık­
layamıyordu bunu. Sanki gözleri nin önünden bir gölge geç­
mişti. Kendisinin de tehli keye düşebileceğine hiç bakmadan,
kör ve sağır gibi, çocuğa ve atlara doğru atılmıştı. Halbuki ken­
d isi de atların altında kalabi l i r, tekerlekler altında ezi lebil i r,
yaralanabil i r, bel ki de ölebilirdi. Hatta hafif yaralannııştı bi­
le. Yani durumun ciddi olduğu, inkar edilemezdi. Bunun ka­
nıtı da çocuğun ailesi ile komşulardı .
Rubiao düşüncelerine ara verip haberi tekrar okudu. Kuş­
kusuz, gayet güzel kaleme alınm ıştı . Hatta bazı paragrafiarı
büyük bir tatm in duygusuyla tekrar okudu. Sanki yazar, ola­
yı kendi gözüyle görmüştü. Ne anlatını ama ! Gerçi hafızasın­
da öyle kaldığı için kend isinin ekiemiş olduğu bazı şeyler var­
dı ama onlar da o kadar kötü değild i . Bu arada kendi adının

102
da sürekli olarak, " dostumuz, seçkin arkadaşı mız, cesur dos­
tumuz" gibi sıfatlar eşliği nde tekrarlanması, gu rurunu mu ok­
şadı acaba ?
Öğle yemeği zamanı geldiği nde, kendi kendine gü lüyor­
du, Rubiao. Gerçekten de kendini fazla üzınüştü. Caınacho
okurlarına bir haberi doğru, ilginç, dramatik (ve tabii k i ) o ka­
dar beylik olmayan bir şekilde anlatıyorsa, ne olmuştu yani?
Dışarı çıktığında olayla ilgili bazı iltifatlar da aldı. Freitas ona,
Aziz Vincent de Pau l ismini takınıştı. Dostumuz ona gülüm­
sedi, teşekkür etti ve konuyu geçiştirrnek istedi . Canım, o ka­
dar da önem l i bir şey deği l . . .
" Önemli değil m i ? " diye biri hemen itiraz etti. " Keşke her
şey bu kadar önemsiz olsa . . . İnsanın kendi hayatı pahasına
bir çocuğu kurtarınası önemsiz m i ? "
B u böylece devam etti. Rubiao dinliyor, başını sallıyor, gü­
lüınsüyor, olayı bizzat kahramanın ağzından duymak isteyen
ıneraklılara anlatıyordu. D i n leyici lerden bazı ları da kendi
kahraman i ıkiarını anlattılar. Biri bir seferinde bir adamı, bir
başkası da derede yüzerken boğulına tehlikesi geçiren bir kı­
zı kurtarınıştı. Hatta biri intihar etmek üzere olan bir adam ı n
el inden s i l a h ı alıp b i r d a h a buna kalkışmayacağına yemin et­
tirerek onu nasıl kurtardığını a nlattı. Şimdiye kadar gizli kal­
mış bütün parlak eylem ler, kabuklarını kırıp başları n ı çıka­
rıyor, Rubiao'nun üstün ve parlak eyleminin etrafına tüysüz
ama gözleri açık civcivler gibi toplanıyorlardı . Tabii bu ara­
da kıskananlar da vardı. Bunlar onu i l k kez ve bu kadar y ü ­
celtilirken görenlerdi. R ubiao, Caınacho'ya teşekkür etmeye
gitti . Biraz sitem etti tabii ama bu siteınler, gayet ılımlı sitem­
lerdi. Sonra da Barbacena'daki arkadaşlarına göstermek için
birkaç gazete daha aldı. Olay diğer gazetelerde yer alınarnış­
tı ama Freitas'ın tavsiyesi üzerine, Trade Journal'da okurların
isteği üzerine yayımlanan haberler arasında ötekinin iki ka­
tı büyük l ükte yer a l d ı .

1 03
LXVIII

Sonunda Maria Benedieta Fransızca v e piyano çalışmayı ka­


bul ett i . Dört gün boyunca kuzini ona bu konuda ısrarları­
nı sürdürdü. Bunu öyle usta l ı k la ve öyle bir şekilde yaptı k i ,
annesi, kızı ders almayı kabul etmesin diye hemen çiftliğe dön­
meye karar verdi . Ama kız istemiyordu . Fransızca ve piyano
ekstra özelliklerdi ve taşralı bir kızın bu tür özel lik lere ihti­
yacı yoktu. Ancak bir akşam Carlos Maria, Maria Senedic­
ta' n ı n piyanoda bir şeyler çalmasını istedi . K ı zcağız kıpkır­
mızı oldu. Sophia hemen araya girip k ızı bu durumdan kur­
tardı:
" Ondan bunu istemeyi n . Buraya gel diğin den beri piyano
çalmadı. Sadece ç i ftçilere çalarmış. "
Genç adam ısrarcıydı : " O za man biz de çi ftçi oluruz. "
Ama sonra başka bir konuya geçi verd i . Barones do Pi­
auhy'nin (yani Ru biao'nun, Camadıo'nun ofisinde gördüğü
hanım) verdiği baloya. "Mu hteşem d i . Ah, ne muhteşem ba­
loydu ! " Barones kendisi için gayet güzel şeyler düşünüyormuş.
Ertesi gün Maria Benedieta kuzi nine gel ip piyano, Fransızca,
keman, hatta isterse Rusça dersleri bile almaya hazır old uğu­
nu açıkladı. Ama asıl mesele annesini ikna etmekti. Annesi kı­
zın kararını duyunca, elini onun başının üzerine koydu. "Fran­
sızca mı ? Piyano m u ? " Ve bağırmaya başladı. Bu dersleri ala­
mazd ı . Eğer al ırsa artık onun kızı ol amazd ı . Eğer isterse b u­
r:ıda kalabi lir, istediğini çalıp söyl eyebilir, İster Afri ka dilini,
ister Şeytanın dilini öğren ip sonra da onun yanına gidebil i r­
d i . Sonunda onu ikna eden Palha oldu. Bu becerilerin ekst­
radan marifetler gibi görünse de aslında bütün medeni insan­
larda bulu nan minimum beceriler olduğunu söyledi.
Sophia'nın teyzesi, " İyi ama ben kızımı taşrada büyüttüm
ve taşrada yaşaması için yetiştirdi m " diye itiraz etti.
"Taşrada yaşaması için m i ? Çocuklarını neresi için yetiş­
tird iğini kim bilebi l i r ? Babam benim rahi p olmarnı isterdi .
Onun için Lati ncem çok iyidi r. Siz d e sonsuza kadar yaşama­
yacaksınız. Üstelik işleriniz iyi gitmiyor. Maria Benedieta ya!-

1 04
ııız kalabil ir. Tabii tamamen yal nız değil , biz hayatta olduğu­
muz sürece o bizim ailemizin bir parçası. Geleceği düşünme­
nin neresi kötü? Hepimiz bu dünyadan göçsek bile Maria Fran­
sızca ve piyano dersleri vererek hayatını gayet güzel sürdüre­
bil ir. Sadece bunları bilmek bile onu daha iyi bir duruma ge­
ı ır i r. O da aynı sizin o yaşlarda olduğun uz gibi güzel. Üste­
l i k cııder bulunan ahlaki öze l l i kleri var. Zengin bir koca bu­
labi l i r. Biliyorsunuz benim aklınıda birisi var. Buna gerçekten
değecek b i risi. "
" Öyle mi? Yani şimdi benim kızım Fransızca, piyano ve aşk
dnskri ala ca k öyle mi ? "
" ( > da n e demek öyle Augusta Teyze? B e n ciddi b i r düşün­
ceden, heın onun hcın d e a n n esi n i n mutlu olmasını sağlaya­
ca k bi r pla nda n bahsed iyorum. I !adi Augusta Teyze, böyl e
yapnıayı ı ı . "
Palha o kadar canı sıkılnıış görünüyordu k i kadın sesinin
t onunu değiştirdi. Gerçi d i renişi henüz sona ernıemişti ama ha­
vası değişmişti. Tabii bunda en önemli etkiyi, işlerinin kötü git­
nıesi ve iyi bir damat beklentisi yapmıştı . Taşradaki en i yi da­
mat adayları, oranın etkili ve güvenli aileleriyle i lgileniyordu.
I k i gün sonra bir uzlaşma noktasına vardılar. Maria Benedic­
ta kuziniyle beraber kalacak, zaman zaman beraberce taşra­
ya gideceklerdi. Teyze de istediği zaman onları görmeye bu­
raya gelecekti. Hatta Palha, en kısa zamanda gidip teyzenin çift­
liğini satmayı, onun da başkentte kendileriyle birlikte yaşama­
sını önerdi ama kadıncağız bunu reddetti.
Ta bii bütün bunların öyle sayfada göründüğü kadar ko­
lay olduğunu düşünmeyin. Gerçekten de bir sürü engel var­
dı. Maria Senedieta'nı n isteksizliği, ev özlem i ve asiliği, bun­
ların başında geliyordu. A n nesinin ç i ftliğe dönmesinden on
sekiz gün sonra onu görmek istedi . Kuziniyle beraber gitti ler.
Orada bir ha fta kaldılar. İki ay sonra annesi gelerek birkaç
gün şehirde yanlarında kald ı . Sophia zekice bir yöntem izle­
yerek kuzinini şehrin eğlencesine alıştırıyordu: Tiyatrolar, zi­
yaretler, araba gezileri, ev toplantıları, yeni elbiseler, güzel şap­
kalar, mücevherler. . . Netice itibariyle Maria Benedieta da bir

1 05
kadındı. Ama biraz değişik bir kadındı, bu tür şeylerden zevk
al ıyor ama istediği a nda tüm bunlardan vazgeçip taşraya dö­
nebileceğine inanıyordu. Bazen memleketi bir rüyada ya da
aniden esen bir özlemle kendisine geliyordu. İlk i k i akşam par­
tisinden eve dönerken aklına gelen şey partiyle ilgili izlenirn­
ler değil, özlediği lguassu 'yd u. Bu özlem, günün bazı saatle­
rin de, öze l l i k l e d e sokak tamamen sessizken i y ice artıyordu.
Bu zamanlarda zihni kanatlanıp uçarak annesiyle birlikte kah­
ve içtikleri evlerinin verandasına konuyordu. Köleleri, eski mo­
bilya ları, Sao Joiio d ' EI Rey'li zengin bir çiftçi olan vaftiz ba­
basının kendisine gönderdiği güzel terli klerini düşünüyordu.
Terliklerini evde bırakmak zorunda kalmıştı çünkü Sophia on­
ları getirmesine izin vermem işti.
Fransızca ve piyano öğretmenleri, işlerinin ehli adamlardı.
Sophia bir yol unu bulup kuzininin bu konuları bu kadar geç
öğreniyor olmaktan sıkıntı duyduğunu özel o larak söylemiş
ve etrafta onun öğrenci olduğunu söylememelerini rica etmiş­
t i . Onlar da bunun için söz verdi ler. Piyano öğretmeni , sade­
ce bu ricayı bazı meslektaşlarına söylemiş, onlar da bu rica­
yı oldukça i lginç bulm uşlar ve kendi öğrencileriyle ilgili hika­
yeler anlatmışlardı. Maria Benedieta çok kolay öğreniyor ve
o kadar özenle ve sebatla çalışıyordu k i Sophia sık sık onu bi­
raz yavaşlarmanın uygun olacağını düşünüyordu.
" Kızım bu ne h ız, d i n len biraz ! "
Maria Benedieta ise buna gülerek, " Bırak d a kaybettiğim
zamanı telafi edeyim" diye cevap veriyordu. Sophia da bunun
üzerine sık sık yürüyüşler icat ederek onu biraz dinlendirme­
ye çalışıyordu. Bir yürüyüşte şehrin şu bölgelerini, sonraki
yürüyüşte öteki bölgelerin i geziyorlardı. Maria Benedieta özel­
l ikle bazı caddelerde dolaşmayı asla zaman kaybetmek olarak
görmüyordu. Buralarda Fransızca ilanları okuyor, Fransızca ke­
l i me bilgisi giysilerle ve ev dekorasyonuyla sınırlı kozininin ki­
mi zaman ismini bilemediği yeni mallar için sipariş veriyordu.
Ancak Maria Senedieta'nın bu kadar hızlı bir gelişme gös­
termes i n i n nede n i , sadece bunlar değil d i . Taşral ı bir kızdan
beklenebileceğinden çok daha hızlı bir biçimde çevresine

1 06
uyum sağlamıştı. Daha şimdiden kuziniyle yarışır hale gelmiş­
ti. Ancak Sophia'nın görünüşünü ve tüm hareketlerini oldu­
ğundan çok daha renkli gösteren bir havası, reddedilemez bir
zarafeti vardı . Bu farka rağmen Maria Benedicta, kuzini n i n
kendisine artık ilk zamanlardaki g i b i h e r yerde övücü sözler
söylemediğini, başka insanların i l ti fatlarını ise sessizce dinle­
diğini fark ediyordu. Gerçi kendisini küçümsemiyordu da. Ken­
disiyle iyi konuşuyordu ama sustuğu zaman uzun bir sessiz­
lik oluyor, bu sefer de canının sıkkın olduğunu söy lüyordu.
Maria Benedicta, yavaş ve İsteksizce, nasıl gerekiyorsa öyle
dans ediyord u . Val s ve palkaları ise izlemeyi seviyordu. Ku­
zininin hayatında hiç vals ve polka yapmadığı n ı , bunun için
çekindiğini düşünen Sophia, bu dansları öğretmek istedi. Ama
kız reddetti.
" Taşra dansiarına henzer" l a fı ağzııı d a n kaçıverdi Sop­
hia'nın.
Maria Benedieta ö y l e acayip b i r şekilde gülümsedi ki be­
riki ısrar f'demedi . Aşağılayan, hoşnutsuz ya da hor gören bir
gü l ümseme deği ldi. Hor görmek mi? Neden hor görsün k i ?
Ayrıca o gülümsemenin biraz tepeden bakan b i r gül ümseme
gibi göründ üğü de doğruydu. Ama Sophia'nın d a vals ya da
polka yaparken hayat dolu olduğu, ayrıca partnerinin omzu­
na kimsenin onun kadar zarafetle sarılamadığı da doğruydu.
Çok ender dans eden (iki ya da üç kez demişti) Carlos Maria
bile sadece onunla dans ediyordu. Bir akşam Maria Benedic­
ta tam on beş dakika dans ettikleri n i gördü.

LXIX

O o n beş dakika, Rubiao'nun saatinde sayı ldı. Rubiao, Ma­


ria Senedieta'nın yanında duruyordu ve kız ona iki kez, bir vals
başlarken bir de biterken saati sord u . Hatta saatin yelkova­
nını görmek için Rubiao'nun üzerine eğildi.
R ubiao, " Uykunuz mu gel di ? " diye sordu.

1 07
Kız ona yan yan baktı. Yüzünde herhangi bir muziplik ifa­
desi yoktu; sak indi.
"Hayır" diye cevapladı. Korkarım Kuzin Sophia eve er­
ken dönmek isteyecek . "
" Erken dönmeyecek. Çünkü artık Santa Theresa 'daki gi­
bi evin uzak ve yolunun yokuş olduğu gerekçesine sığınamaz.
Yeni evleri buraya çok yak ı n . "
Gerçekten d e artık Flamengo Sahi l i 'nde oturuyorla rd ı ve
balo Arcos Sokağı 'ndaydı.
Şu söylemel iyim ki aradan sekiz ay geçmişti ve bir sürü de­
ğişiklik olmuştu. Rubiao, Soph ia'nın kocasıyla Palha İthalat­
çılık adı altında bir ithalat işine ortak olmuştu. Palha'nın öner­
mek üzere Rubiao'ya gittiği fakat Camacho'ya rastladığı için
öneremediği iş, bu ortakl ıktı. Bütün saflığına karşın Rubiao
bu konuda biraz tereddüt etm işti . Önemli mi ktarda para is­
tiyordu. Oysa Rubiao ticaretten hiç anlamazdı ve böyle bir
iş yapmaya da hiç n iyeti yoktu. Üstelik hatırı say ı l ı r düzey­
de kişisel harcaması vardı ve eli ndeki sermayen i n başla ngıç­
taki ağı r l ı k ve görünüme gelmesi için de iyi faiz ile biraz ta­
sarruftan oluşan iyi bir diyete ihtiyacı vardı. Oysa ona öne­
rilen diyet pek açık değildi. Ru hiao, Palha'nın rakamlarını, kar
hesaplarını, fiyat listelerini ve gümrük vergilerini anlamıyor­
du. Aslında hiçbir şey an lamıyordu. Ancak sözler, yazıları ta­
mam ladı. Pal ha d ikkat çekici laflarla arkadaşının parasını bu
ortaklıkla işletmesi ni istiyordu. Tabii eğer b u işten çekiniyar­
sa Palha da gidip 1 844 y ı l ı nda kurduğu Wi l k i nson House'u
bırakıp İngi ltere'ye dönen ve orada mil letvekili olan John Ro­
berts'a ortaklık önerebi l i rd i .
Rubiao hemen teslim olmadı. Beş günlük b i r düşünme sü­
resi isted i . Yal n ı z kaldığında kendini daha özgür hissediyor­
du ama bu sefer özgür l ü k onu sersemletiyordu. Harcamala­
rını hesapladı, fi lozofu n ona bıraktığı fonları nasıl kullaıı d ı ­
ğ ı n ı değerlendirdi. Çalışma odasında yatan Qui ncas Borba,
arada başını kaldırıp ona bakıyordu. R uhiao ürperdi. Filozo­
fun ruhunun Quincas Borba'nın içinde olduğu düşüncesini ak­
Imdan bir türlü kovamamıştı. Hatta bu sefer gözlerinde sitem

l OS
eden bir bakış bile yakaladı. Güldü sonra, bu, saçmalıktan baş­
ka bir şey deği ldi. Bir köpek, adam olamazdı. Yine de elinde
olmadan tatlı sözlerle köpeğin kulaklarını okşa d ı .
İleri sürdüğü ret gerekçelerine, karşıt gerekçeler i l e r i sürül­
dü. Ya karl ı bir iş o l ursa ? Gerçekten sahip o l d u k larımızı bu
iş sayesinde artırabileceksek ? O zaman şan, şeref kazanacak
ve aynı Wilkinson House'un eski ortağı gibi seçimlerde büyük
bir avantaj elde edecekti . Bir başka ve çok daha güçl ü bir ge­
rekçe de para konusunda Pa lha'ya güvenmiyar gibi görüne­
rek onu kırmaktan çekinmesiydi. Palha, eski borcunun bir kıs­
mını ödemişti, kalanını da iki ay içinde ödeyecekti.
Bu nedenlerin hiçbiri, diğerinin gerekçesi değildi; hepsi ay­
rı ayrı nedenlerdi. Ve tüm bunların en arkasında da Sophia ge­
liyordu. Aslında en başından beri potansiyel bir neden, bilin­
çaltı bir fi kir, anlaşmanın asıl sebebi olarak orada durması­
na karşın gizlenen tek neden, yine oydu. Rubiao onu aklından
çıkarmak için başını sallayıp ayağa kal ktı. Onun özgürlük is­
teğine saygı gösteren Sophia (kurnaz kadın), b i l i nçaltını ele
geçirmiş ve birkaç güvenlik maddesi koyarak kendi iradesiy­
le kocasına ortak ol maya karar vermesine izin vermişti. İşte
ortaklık böyle kuruldu. Böylece Rubiao'nun sık ziyaretleri, meş­
ru bir şekle kavuşmuş oluyordu .
" Bay Rubiao" dedi Maria Benedieta birkaç a n l ı k b i r ses-
sizlikten sonra, " sizce kuzinim çok mu güze l ? "
" Çok güze l . "
" H e m güzel h e m d e çekici. "
Rubiao gülümseyerek bunu d a kabul etti. Birlikte vals ya­
parak odayı dolaşan çifti izlediler. Sophia, görkemliydi. Ko­
yu mavi, göğsü oldukça açık (XXXV. bölümde bahsettiğimiz
nedenlerden ötü r ü ) bir elbise giymişti. Gaz lambasının ışığı
altında dolgun beyaz kolları, sırtı ve dekaltesi zarif bir çizgi gi­
bi birbirini izliyordu. Kulaklarını, gerçeğinden ayırt edi lmeye­
cek ustalıkta yapı l mış Ruhiiio'nun hediyesi yapay inci küpe­
ler süsliiyordu .
Carlos Maria da fena sayıl mazd ı . Bildiğimiz gibi, zari f bir
gençtİ ve Ru biao'yla yemek yerken olduğu gibi y umuşak ba-

109
kışları vardı. Bazı gençlerde rastlanan kısa ve kesik hareket­
ler ya da askıntı olmak gibi huylar yoktu onda. Cömert bir kra­
lın zarafeti içinde davranıyordu . İlk bakışta kollarındaki ha­
nımefendiye bir lütufta bulunuyormuş gibi görünmesine kar­
şın, o da kendi açısından gecenin en güzel kadınının yanında
bulunmaktan son derece hoşnuttu. Ve genç adam kendine tap­
tığı için bu iki duygu hiç de birbiriyle çel işen duygular değil­
di. Dolayısıyla Soplıia ile temasta bul unuyor olmak, ona gö­
re bir müridinin kendisine secde etmesi gibi bir şeydi. Hiçbir
şey onu şaşırtamazdı. Günün birinde imparator olarak uya­
nırsa hayret edeceği tek şey, bakanının neden kendisine say­
gılarını sunmak için geci ktiği olurd u .
Sophia, " Bi raz dinlenmek istiyorum " dedi.
Ona kolunu uzatan Carlos Maria, " Yoruldunuz mu, yok­
sa sıkıldınız m ı ? " diye sordu .
" Hayır, sadece yoruldum . "
Diğer seçeneği dile getirdiği için pişman olan Carlos Ma­
ria, hemen hatasını düzeltmek istedi.
"Tabii k i . Neden sıkılasınız ki? Hatta bana biraz daha za­
man verebil eceği nizi d üşün üyorum. Beş dakika dah a ? "
" Beş dakika . "
" Biraz daha fazla olamaz m ı ? Ben olsam ebediyete kadar
zaman tanırd ı m . "
Sophia başını eğd i .
" Sizinle neden olmas ın ? "
Sophia koluna girerek, başı yere eğik vaziyette onunla bir­
l ikte yürümeye başl adı. Söylediklerine cevap vermiyor, onu
onaylamıyor, hatta söyled i k lerine teşekkür bile etmiyordu.
Söyledikleri, kadınlara söylenen nazik, övücü laflardan öte şey­
ler değildi. Oysa bu tür sözlere teşekkür etmek adettendir. Da­
ha önce de tüm kadın lardan ne kadar üstün olduğunu duyar­
dı ama bu tür sözleri işitmeyel i altı ay olmuştu. Dört ay Car­
los Maria Petropolis'te olduğu, iki ay da şehre döndüğü hal­
de evlerine gelmediği için . Son zamanlarda tekrar eve gelip gi­
der olmuş ve kimi zaman baş başayken, kimi zaman da her­
kesin içinde tekrar ilti fatlarına başlamıştı. Şimdi onun kolun-

1 10
da ve onun yönlendirmesi altında yürüyordu. Genç adam ko­
n uşmaya başlayıp önceki gece evlerinin önünde dalgaların sa­
hil i şiddetle dövdüğün ü a n latana kadar sessizce yürüdüler.
" Bu radan mı geçti n iz ? "
" Bu radayd ım. Gece geç saatte Cattete'den geçerken Fla­
mengo Sahili'ne İnıneye karar verdim. Tertemiz bir geceydi. Ne­
redeyse bir saat kadar denizle sizin ev arasında durduın. Ne­
fes a l ı p verişinizi d uyacak kadar yaklaşmışken sizin ben i ak­
l ı nıza bile getirmediğinizden adım gibi emi nim . "
Sophia gülümserneye çalıştı. Genç adam devam etti:
" Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun kalbirn
daha şiddetle atıyord u. Denizin aklı yoktur, sahili niye döv­
düğünü bilmez. Oysa kalbiın, sizin için attığını gayet iyi bi­
l iyord u . "
"Oh! "
Acaba bu "oh ! " bir hayret nidası mıydı? Kızgınlık ını ? Yok­
sa korku mu? İlk bakışta insanın aklına geliveren sorular. Emi­
nim ki genç adaının bu sözlerinden şaşkına dönen genç ba­
yan da bu sorulara net bir cevap verebilecek durumda değil­
di. Ama her durumda bu n ida, güvensizlik bel irten bir " oh ! "
değildi. B u konuda tek söyleyebi l eceğim, bu. Bir d e o kadar
zayıf ve belirsiz bir nidaydı ki Carlos Maria bile zor duymuş­
tu. Carlos Maria duygularını odadaki tüm bakışlardan gayet
iyi saklamayı başarmıştı. Ne o sözleri söylemeden önce, ne söy­
lerken, ne de söyledikten sonra yüzünde en ufak bir heyecan
belirtisi görülmemişti. Hatta birine şaka yaptığı zaman larda
görülen acı bir gülü msemeni n izleri vardı dudaklarında. Öy­
le ki ezberden nükteli bir söz söylemiş gibi duruyordu. Bu ara­
da onun kendini kasan hareketlerini ve i natla yerde dolaşma­
yı sürdüren gözbebeklerini gizliden gizliye gözleyen birden çok
kad ın gözü, Soph ia'nın üzerindeydi .
" Y i.i zünüz karıştı " dedi Carlos Maria, " yel pazenizle giz­
leyin . "
Sophia mekanik biçimde yelpazeyle yellenmeye başlayarak
gözlerini kaldırdı. Birçok gözün üzerinde olduğunu görünce
rengi sold u . Dakikalar akıp gidiyord u. İlk ve i ki nc i beş daki-

l ll
ka çoktan geçmişti; o anda on üçüncü dakikadaydılar ve bir
sonraki dakika kanatianmış geliyordu. Sophia, oturmak iste­
diğini söyledi .
" Sizi bırakıp gi deceği m . "
" Hayır, gitmeyin " deyiverd i .
Sonra d a yaptığı hatayı düzeltmek i ç i n şöy le ded i :
" Çok güzel b i r balo . "
" Balo güzel a m a akşamın en güzel a n ı nı yanımda götür­
mek istiyorum. Bundan sonra duyacağım her şey, evinizdeki
güzel kuşun ötüşünden sonra kurbağaların vıraklaması gibi
gelecek bana. Sizi nereye bı rak maını istersiniz ? "
" Kuzinimin yanına . "

LXX

Rubiao sandalyesinden kalkıp salonu geçerek o n adamın soh­


bet ettiği giriş salonuna gitti. Carlos Maria oraya geldiği an­
da bir şey soracakmış gibi koluna girdi. Asıl amacı hesap sor­
maktı . Gün lerdir aklını kemiren bir düşüncenin bir olasılık,
hatta bir gerçekl i k olduğuna i nanmaya başlamıştı. Üstel ik bu
uzun uzun sohbet! er, genç kad ı n ı n tavırları . . .
Rubiao'nun uzun süredir bastırdığı, gizlediği ve kimseye aç­
madığı bu yıkıcı tutkusundan, Carlos Maria'nın haberi bile
yoktu . Bilmiyordu ki R ubiao azla yetinerek en ufak bir şey
için, sevdiğinin yüzünü bir kere bile görebil mek için ne kadar
uzun zaman bekliyordu. Geceleri uyuyamaması, kocasının ma­
li operasyonlarını fi nanse etmesi, hep bu yüzden d i . Rubiao,
Sophia'nın kocasını kıskanmıyordu. Çiftin mahremiyeti, ka­
dının meşru efendisine karşı bir öfke duygusuna yöneltmemiş­
ti onu. Aylardır duyguları değişmemiş, umutları tükenmenıiş­
ti. Ama dışarıdan bir rakibin ortaya çıkması ihtimali onu şo­
ke etmişti. Kıskançlık içini kemirmeye başlamıştı. Hem de öy­
le kemiriyordu ki kanı çeki liyordu .
Carlos Maria dönüp, " Ne var ? " diye sord u .

ı 12
Ta m o sı rada salona girmişti. Yaklaşı k on kişi orada siya­
setten bahsediyorlardı çünkü bu davet (neredeyse unutuyordum
söylemeyi ) karısının yaş günü şerefine Camacho'nun evinde
verilmişti . Carlos Maria ile Rubiao içeri girdiklerinde herkes
konuşuyord u . Hepsi aynı and a konuşuyordu . Kelimeler, id­
dialar ve fa rklı görüşlerden oluşan bir hortum odayı doldur­
muştu sanki. İçlerinden biri, libera l bir militan diğerlerini sus­
turmayı başardı. Birkaç dakika boyunca diğerleri sessizce pu­
rola rını içtiler.
" Her şeyi yapabilirler" diyordu, " ama ahlaki olarak mut­
laka bunun cezasını çekecekler. Partilerin borçları son kuru­
şuna, kendisini destekleyen son nesle kadar ödeni r. İ l keler as­
la ölmez. Bunu un utan partilerin sonu acı olur. "
Kel olan bir başkası ahlaki cezalara i nanmıyordu . Arala­
rından bazılarını n bu düşünceyi reddetmesine kızan, partizan
duygularla coşmuş üçüncü biri, hemen bu görüşe karşı atıl­
d ı . İnsanlar kendi görüşlerinden başka hiçbir şeye önem ver­
medikleri için suçluydular. Onların i lkeleri reddetmesi, yeri­
ne daha iyi leri nin bulunması gibi bir gerekçeyle savunulamaz­
dı. Zaten içlerinden biri iflas etmişti. Bir başkası ise marki un­
vanı taşıyan birinin kayınbiraderiydi ve Sao Jose dos Campas'ta
silahla bır memuru vurmuştu. Ya o yeni yarbaylar? Sabıkalı
suçlulard ı onlar.
Rubiao, genç adamın paltasunu aradığını görünce, " Bu ka­
dar erken mi gidiyorsunuz ? " diye sordu .
" Evet. Biraz uykum var. Şu kolumu sokmama yardım eder
misiniz ? "
"Ama çok erken . Biraz daha kalın. Dostumuz Camacho,
sizin gibi genç birinin erken ayrıl masına kızacak. Sonra kız­
lada k i m dans edecek ? "
Carlos Maria gülümseyerek dansa fazla önem vermediği­
ni, çok iyi dans ettiği için sadece Dona Sophia ile dans etti­
ğini, yoksa onu da yapmayacağını söyledi. Nezaketle elini uzat­
tı . Ru biao şüphe içinde onunla tokalaştı .
Ne düşüneceğini bilmiyordu. Belki oradan ayrılıp daha ön­
ce birçok kez yaptığı gibi arabasma kadar geçirmek için Sop-

1 13
hia'yı beklememesi, yanlış olacaktı. Santa Theresa'daki akşa­
mı hatırlad ı . O nazik, güzel elini nasıl da tutup duygularını aç­
mıştı ona . . . Tam o sırada B i n başı gelmişti. Peki neden son­
ra devam etmemişti ki? Ne Soph ia onu azarl amış, ne de ko­
cası bir şey söylemişti. Sonra düşünceleri tekrar muhtemel ra­
kibine kaydı. Tamam, uykusu geldi ve gitti. Ama ya Sophia'nın
hareketleri ? Onu görmek için salona döndü. Sonra da h uzur­
suz ve sıkıntılı bir biçimde kah kağıt masası n ı n başına gitti,
kah bir köşeye çek i l i p durdu.

LXXI

Evde Soph ia saçlarını açarken partinin n e kadar yorucu ol­


duğunu anlatıyord u . Ha bire esneyip duruyor, bacaklarının
ağrıdığı n ı söyl üyordu . Palha ise aynı fik i rde deği l d i . Eğer yo­
rulduysa, havasında olmadığı içindi . Sacakları ağrıyorsa faz­
la dans etmesi nedeniyleyd i . Sophia da, dans etmeseydi sıkın­
tıdan patiayacağı cevabını yapıştırdı. Bu arada saçındaki to­
kalan çıkarıp kristal bir kaba koyuyordu. Tokaları çıkardık­
ça saçları kademe kademe açıl ıyor ve vücudunun büyük kıs­
mını açıkta bırakan i nce geceliğinden görünen omuzlarına dö­
kül üyordu. Arkasında d u ran Palha, Carlos Maria'nın gayet
güzel vals yaptığını söyledi. Sophia titredi. Aynadan ona bak­
tı. Palha'nın yüzü sakindi. Genç adamın hiç de fena vals yap­
madığını söyledi .
" Hayır, gayet güzel dans ediyor. "
" Başkalarını övüyorsun çünkü biliyorsun k i b u konuda se­
ni kimse geçemez. Gel bakalım kibirlim benim, ben seni iy i bi­
liri m . "
Palha, Sophia'yı çenesinden tutarak kendisine baktırdı . N e
demekti ş i m d i bu k i birl i m ? Neden kibirli ol uyordu k i ?
"A h ! " diye i niedi Soph ia, " Canımı acıtı yors un . "
Palha kadının omzunu öptü v e gülümsedi . Sophia b u gece
hiç de sıkkın değildi. Başı da ağrımıyordu. Her şey Rubiao'nun

1 14
cüretkarca yaptı k l arı n ı kocasına a nlattığı Santa Theresa'da­
ki geceden ne kadar da farklıydı. Demek ki tepeler insanı sağ­
l ıksız, sahil ise sağl ı k l ı yapıyordu.
Ertesi sabah Sophia evdeki kuşların ötüşlerine erkenden
uyandı. Sanki ona birinden mesaj getirmişlerdi. Yataktan kalk­
madı ve daha iyi görebilmek için gözlerini kapadı .
Neyi daha i y i görebilmek için? Tepeler, kesinlikle daha sağ­
l ı ksız yerlerdi. Sahil ise başka bir konuydu. Yarım saat kadar
sonra Sophia pencerenin önünde dalgalara dalıp gitmişti. Evin
önüne kadar gelen dalgalar kırılıyordu. Uzaklarda ise dalga­
lar yükseliyor ve da lgakıranda patlıyordu. Hayal gücü k uv­
vetli hanımefendimiz, şimdi de dalgaların vals yaptıklarını ha­
yal ediyordu. O düşünce akıntısına kendisini koyverdi. Ne yel­
keni ne de k üreği vardı, akıntıyla öylece sürükleniyordu. So­
nunda denizin kıyısındaki sokağa bakarken buldu kendisini.
İki gece önce, gecenin karanlığı içinde orada duran biri lerinin
tanıdık siluetini a rıyor gibiyd i . Yemin edemem ama bence o
silueti buldu. En azından akşamki konuşmanın metnini buldu­
ğu, kesin doğru:
"Tertemiz bir geceydi. Neredeyse bir saat kadar denizle sı­
zin ev arasında durdum. Nefes alıp verişinizi duyacak kada r
yaklaşmışken sizin beni a k lınıza bi l e getirmediğinizden adım
gibi emi nim. Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun
kal bim daha şiddetle atıyordu. Denizin aklı yoktur, sahili ni­
ye dövdüğünü bilmez. Oysa kalbim, sizin için attığını gayet
iyi biliyord u . "
Tüyleri diken d i ken o l d u , genç kadının. Unutmaya çal ış­
tı ama sürekli aynı sözler tekrarlanıyordu kafasının içinde.
"Tertemiz bir geceydi . . . "

LXXII

İki cümle arasında birinin elini omzunda h issetti. Kahvaltı­


sını bitirmiş, evden çıkmak üzere olan kocasıydı . Sevgiyle ve-

1 15
dalaştılar. Christiano, yatağından çok mutsuz halde kalkan
Maria Senedieta'ya göz kulak olmasını söyled i .
"Kalkmış mı " d i y e çığlık attı Sophia.
" Aşağı indiğimde yemek odası ndaydı. Evine dönmeye ka­
rarlı görünüyordu. Bir rüya mı n e görmüş . . . "
" Yani canı sıkkın."
Becerikti elleriyle kocasının kravatını ve ceketinin kolla­
rını düzeltti. Bir kez daha vedalaştılar. Palha çıktı . Sophia, pen­
cereden ayrılmadı. Kocası köşeyi dönmeden önce, başın ı çe­
virip ona baktı ve adetleri ol duğu üzere birbirlerine el salla­
dılar.

LXXIII

"Tertemiz bir geceydi . Neredeyse bir saat kadar denizle sizin


ev arasında durdum. Nefes alıp verişi nizi . . . "

Sophia sonunda pencerenin önünden ayrılmayı başardığın­


da, saat dokuzu vuruyordu. Kendine kızıyordu, pişmandı. Bir
daha o geceyi düşün memeye yemin etti. Zaten bir şey olma­
mıştı . Keşke Carlos Maria'nın sözlerini bitİrınesine izin ver­
meseyd i . Aslında izin verdiği iyi ol muştu, bir skandalı önle­
mişti. Çünkü onu oturduğu kol tuğa kadar götürüp, orada,
herkesin içinde de söyleyebilirdi. Ve sanki aynı ses tarafından
söylenen aynı sözlerden oluşan i natçı bir melodi gibi, yine ay­
nı kelimeler kafasının içinde yankılandı: "Tertemiz bir gecey­
d i . Neredeyse bir sa at kadar den izle . . .
"

LXXIV

Sophia önceki geeeki lafları aklında tekrarlayıp dururken Car­


los Maria da gözlerini açmıştı. Önce bir gerindi. Sonra da ban­
yoya gidip ata binrnek üzere giyinmeden önce, akşamki olay-

116
ları aklından geçirmeye başladı. Bunu hep yapardı ve bir ön­
ceki gecenin olavları ıçinde kendi lehine bir şeyler, hep bulur­
d u . Onun eğlencesivdi bu. Bulduğu o şeyler, atından inip ta­
dını çıkara ç ı b ra �oğu k bir hardak su içeb i l eceği niz, yol
üzerindeki hanlar gıbivdı. Öneekı gece böyle bir şey olmamış­
s,ı va da tersine olay larla karşılaşınışsa bile moralini bozmaz­

dı. İlıtivacı olan şey, gecenin boşa geçmediğini gösteren tek şey,
kendi ettiği bir lafın veya kendi ya ptığı bir hareketin keyfi ni
ç ı karmak ve kendini o ortamda d üşi.i nmekti.
Soph ıa, önceki gel·e önemli bir rol oynaınıştı. Aslını söy­
lemek gerekirse olayların en önem li parçası, kocaman ve gör­
kemli hinaıı ı ı ı gi>rüııen vüzuvdti. Carlos akşamki solıbeti ak­
lına getirerek keyfi n i �-ıkardı. Ama aşkını itiraf ettiği salıne­
ye gelince, hem hoşnutl uk, hem de hoşnutsuzluk duyguları ya­
şadı . Bir ödü ndü o laflar, hir zorun luluktu; avantaj ları deza­
vantajlarını telafi ediyordu ama genç adam vi ne de çelişik iki
duygu arasında k a lmıştı . Sophia'ya bir önceki gece Flamen­
go Sahili'ne gittiğini söylediği aklına gelince, kendini tutama­
vıp bir kahkaha patlattı. Çünkü bu doğru deği l d i . Böyle bir
şey söyleme fikri, sohbet esnasında aklına gelmişti. Aslında ora­
ya gitmenı işti, aklından bile geçmemişti. Sonunda kahkaba­
sını bastırabildi. Hatta söylediğinden pişman bile olmaya baş­
ladı. Gerçekleri çarpıtmak, onda bir kalitesizl i k duygusu ya­
ratmış ve gururunu k ı rmıştı. Sophia 'yı ilk gördüğünde, söy­
lediği yalancı şarkının nakaratını düzeltmeyi bile düşündü. Ama
sonra böyle yaparsa yalan söylemiş olma k t a n daha da kötü
bir d ur uma düşeceği n i fark etti. Netice i ti barı vle l'ir �ürü ya­
lancı şarkı vardı ve hepsi de çok gi.izel d i .
Hemen canla ndı. Akşamki misafir salonu a k l ı n�ı gddı. Er­
kekler ve kadınları, sabırsız havra nları, k ızgı n rakıplerı gör­
dü, içi kıskançlık ve hayranlık sul:.ı rıvla doldurulmuş hivet­
te banyo yapınanın tadını çıkardı. Diğerleri nin kıskan�·l ığı el­
bette; kendisi bu adi duygııvu bil miyord u . Ovsa başkalarııı ı ı ı
kıskançl ık ve hayranlığı, ona büyük b i r haz veriyord u . Ne d e
olsa gecen i n prensesi kendısİnı o n a hasretnı işti . Zaten Sop­
lıia 'nın üstünlüğünü kabul etmesinin nedeni de buydu. Bir de

1 17
kadında başkentlilerde görülmeyen bir kusur görm üşt ü . Bi­
raz terbiye edilmesi lazı mdı . Takl itten öte bir şey olarak gör­
mediği Sophia'nın pariatılmış hareketlerinin, evlenmeden ya
hemen sonra ya da hemen önce edi nilmiş hareketler old uğu
ve normalde yaşamış olduğu çevrede kazanıl amayacağı izie­
nimi edinmişti.

LXXV

Aklına başka kadınlar geldi; beğenilerini gözleriyle ifade eden


diğer erkeklere karşı Carlos Maria 'nın gözleri ni, onlara kar­
şı Carlos'un arkadaşlığını tercih eden öteki kadınlar. Hepsiy­
le sevişti m i ? Bil miyoruz. Ama şüphesiz bazılarıyla sev işmiş­
tir. Hepsinden keyif aldı mı, bunu da bilm iyoruz. Bazı kadın­
lar nam uslu dur. Bir günah işlernek ya da günaha girme teh­
l ikesi yaşamaktan ziyade, yanlarında yakışıklı bir erkek bu­
lunmasının verdiği keyfi yaşamak isterler sadece; Othello'nun
ihtirasını izleyip sonra da ellerini Desdemona'nın kanına bu­
laştırmak zorunda kalmadan evi ne giden tiyatro seyircileri­
ne benzerler.
Şimdi o kadınların hepsi yatağının çevresinde bir daire oluş­
turm uş, ellerindeki birbirinin aynısı çelenkleri sallıyorlardı.
Muhtemelen hepsi genç değildi ama tabii ki gençler daha faz­
laydı . Carlos Maria, mermere tespit edilmiş, kımıldayamayan
ve kendisine i nananların sunularını bu şekilde kabul eden an­
tik tanrılar gibi izliyordu onları. Bütün bu ses cümbüşü için­
de aralarından üç dört tanesinin sesi seçiliyordu.
Bunların sonuncusu Sophia idi. Genç adam onu dinledi ve
içi kıpırdadı ama ilk kez onu gördüğündeki gibi kıpı rdama­
dı. Diğer kadınların, kaliteli kadınların anılan, onun önemi­
ni azaltıyord u . Gerçi çok çekici bir kadın olduğunu ve i lahe
gibi vals yaptığını inkar edemezdi . Acaba ona aşık mı olmuş­
tu? Sahil yalanı tekrar aklına gelince huzursuz oldu, yataktan
kalktı .

118
" Neden şeytana uyup da böyle bir yalan söyled i m ? "
Yine gerçeği ona açıklama arzusu hissetti içinde. Üstelik bu
kez daha güçlüydü. Ancak uşaklar ve onlar gibiler yalan söy­
lerdi.
Yarım saat sonra atma binmiş, lnvalidos Sokağı'ndaki evin­
den çıkıyordu. Canete'ye doğru giderken Sophia'nın evinin
Flamengo Salı i li'nde olduğunu hatırladı. Atın başını denize dik
inen sokaklardan birine çevirip aşağı doğru inmek ve güzel
valsçinin kapısının önünden geçmek, gayet doğal bir şeydi. Bel­
ki de onu pencerede görür, yüzünün nasıl kızardığına ve ken­
disini nasıl selamladığına bakardı. Bunlar genç adamın kafa­
sından birkaç saniye geçen düşüncelerd i . Dizginleri çekerek
atı döndürdü ama bu kez atı değil, ruhu o na karşı koyuyor­
du. Eğer şimdi giderse hemen kadının peşine düşmüş sayıl ır­
dı. Dizgi nleri tekrar çekip atı başka yöne çevir d i .

LXXVI

Ata iyi binerdi. Yan ından geçen y a d a onu gören kimse, genç
adamın göz dolduran zarif duruşuna, asil hareketlerine bak­
madan d u ramazd ı . Carlos Maria da hayra n l ı k dolu tüm ba­
kışları kabul ederdi . Zaten kalabal ı k la ra , h a l ka boyun eğdi­
ği tek nokta da buy d u . O na tapınanlar da i nsan d ı .

LXXVII

Kuzin i n i gazete okurken gören Sophia, " Hadi baka l ı m " di­
ye tekrarladı.
Maria Benedieta harekete geçti ama hemen eski haline dön­
dü. iyi uyuyamamış, sabah da erken kalkmıştı. Gece eğlence­
lerinden hoşla nmıyordu. Sophia, gece eğlence l erine al ışması
gerektiğini çünkü Rio d e Janeira'da hayatın, tavuk gibi erken-

1 19
den yatılıp horozun ötüşüyle kalkılan taşra hayatından fark­
lı olduğunu söyled i . Parti hakkında ne düşündüğün ü sorun­
ca, Ma ria Bened ieta kayıtsızlıkla omuz sil kınesine karşın,
iyiydi diye cevap verdi. Kısa ve neşesiz cevaplar veriyordu. Sop­
hia onun da akşam çok dans ettiğini ama sıra vals ve pal ka­
ya gelince oturduğunu gözlemlemişti. Neden vals ve palkada
oturuyord u ? K uzinden sadece çekingen bir bakış geldi.
"O dansları sevmiyoru m . "
" Sevnı iyorum ne demek ? Korkuyor musun ? "
" Ne korkması ! "
" Ya n i alışık değilsin onlara . "
" Bir erkeğin vücudunu vücuduma o kadar yakın hissetmek­
ten ve herkesin önü nde bu vaziyette bir aşağı bir y ukarı gi­
dip gelmekten hoşlanmıyorum. U tan ı yorum . "
Sophia birden ciddi leşti. Kendini savunmaya y a d a k uzi­
nine dans konusunda ısrarda bulunmaya kalkmadı. Taşra ko­
nusunu açtı. Christiano'nun söylediği n i n doğru olup olmadı­
ğını, yani kuzininin eve gitmek isteyip istemediğini sordu. Dal­
gm dalgın gazeteye bakan Maria Benedieta birden caniandı ve
gitmek istediğini, yanında annesi ol madan yaşayanıayacağı­
nı söyled i .
" Neden p e k i ? Bizimle mutlu deği l misi n ? "
Kuzin bir şey söylemedi. B i r haberi arıyormuş gibi gözle­
riyle gazeteyi tarıyor, sinirli sinirli d udaklarını y iyord u . Sop­
hia bu ani değişikliğin nedenini bulmaya kararlıydı. Kuzi n i ­
n i n el lerine d o k u n d u . B u z gibiydi.
" Ev le nmen lazım sen i n " dedi sonunda, " sana bir nişanlı
adayı buldum. "
Aday, Rubiao idi. Palha, üzerinde çal ıştığı planı, kuziniy­
le ortağını evlendirerek bitirmek istiyordu. Böylece bütün zen­
ginlik aile içinde kalacak demişti karısına. O da bu işi hal let­
meyi üzerine a lmıştı. Şimdi, kocası na verdiği bu sözü hatırlı­
yordu. K ızın bir nişanl ısı vardı.
"Kim o ? " diye sordu Maria Benedicta.
" İsmi lazım değil . "
İnanabil i yor musunuz, gelecek nesildeki okurlarım, Sop-

120
hia, Rubiao'nun ismini açıklamadı. Kocasına bu ismi kıza ken­
disinin önereceğ i n i söylemişti ama bunun için doğru zaman
değil d i . Aslında o a nda gerçekten de Rubiao'nun ismini söy­
leyecekti ama söyleyemedi. Neden acaba? Yoksa kıskandı m ı ?
İ y i de Rubiao'yu sevmeyen Sophia'nın, o n u n kuziniyle nişan­
lanmasını istememesi biraz garip kaçmaz mı? Garip kaçar el­
bette. Ama Doğa'dır bu, her şey mümkündür. Othello'nun kıs­
kançl ığını ve asil Desgrieux'nün k ıskançlığını yaratan Doğa,
neden Sophia tarzı, ne vazgeçen ne de elde eden bir kıskanç­
lığı da yaratmamış olsun ?
Maria Benedieta ısrarcıydı: " Kim o ? "
Sophia, "Sonra söylerim. Önce izin ver d e bazı düzenleme­
ler yapayı m " diyerek konuyu değiştirdi.
Maria Benedicta'nın havası değişti. Artık dudaklarıncia ne­
şeli ve umut dolu bir gülüş vardı. Gözlerinde, kuzinine şükran
vardı . Bir de kimseni n duyamayacağı, anlayamayacağı, bel i r­
si z kelimeler uçuşuyordu gözleri nde.
" Be l l i k i dans etmeyi seviyor. "
Dans etmeyi seven kirndi acaba ? Sophia'nın Carlos Ma­
ria ile o kadar -;ok dans etmesinin nedeni, bel l i ki buydu. Ma­
ria Benedieta şimdi anlıyordu ki dansın tek ve gerçek nedeni,
bu konuydu. Aralarda da sürekli konuşuyordu i kisi ama bes­
bel l i bu konu üzerinde konuşuyorlardı. Kuzini kendisini ev­
lendirmeyi kafasına koymuştu ve bunu ayarlamaya çalışıyor­
du. Bel ki de Carlos Maria kendisini çekici bulmuyordu. Ney­
se baka l ı m k uzi ni nasıl ayarlayacaktı . . . İşte genç kızın mut­
lu gözler i n i n söyledi k leri bunlard ı .

LXXVIII

Rubiao, kuşkularından öyle kolay kolay vazgeçmezdi. Carlos


Maria'yı sorgulamayı düşündü. Hatta ertesi gün tam üç ke­
re lnvalidos Sokağı'na gitti. Onu bulamayı nca da fi krini de­
ğiştirip tam üç gün dışarı çıkmadı. Onu bu yalnızlığından kur-

121
taran şey, Binbaşı Siqueira'nın Dous de Dezembro Sokağı'na
taşındığını söylemek için gelmesi oldu. Binbaşı, dos�umuzun
evini pek sevdi. Evin dekorasyonunu, süslerini, perdelerini, es­
ki zamanlardaki dekorasyon ve süslemelerden örnekler de ve­
rerek uzun uzun anlattı d urdu. Sonra birden durup Rubiao'
nun sıkkın göründüğünü söyledi ve bunun gayet doğal oldu­
ğunu çünkü yanında kendisini tamamlayan birisinin olmadı­
ğını ek ledi .
" Mutlu bir adamsı n ız ama bir şeyiniz eksi k . Bir eşe ihti­
yacınız var. Evlenin. Ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. "
Rubiao'nun aklına Santa Theresa'da Sophia ile konuştu­
ğu o ünlü akşam gelir gelmez, yine omuriliği boyunca bir ür­
perti gelip geçti . Oysa Binbaşı'nın sesinde hiç da dalga geçer
gibi bir şey yoktu. Kızı haLl. XLIII. böl ümde bıraktığımız hal­
de duruyordu. Tek fark, 40. yaş gününün de çoktan gelip geç­
miş olmasıydı. Artık o 40 yaşında, evde kalmış bir kız kuru­
suydu! Yaş gününde durumunu bir kez daha gözden geçirmiş
ve kendi kendine dertlenip durmuştu. Parti vermemiş, saçia­
rına k urdele ya da çiçek takmamıştı. Sadece öğle yemeğinde
babası çocukluğundan, annesi ve anneannesinden, maskeli bir
balodan, 1 84 8'de vaftiz edilmesinden, Albay Clodomiro'ya ait
bir kolyeden ve bunun gibi karmakarışık şeylerden bahsetmiş­
ti, vakit geçirmek için. Dona Tonica'nın aklı ise başka yerdey­
di. Kendi içine dönmüş, ruhsal yalnızlık ekmeğini yiyor ve bir
koca bulmak için giriştiği son çabadan da pişmanlık duyuyor­
du. Artık 40 yaşındaydı ; bu arayışlara bir son vermek lazım­
dı. Tabii Binbaşı'nın aklın da böyle şeyler yoktu, o sadece Ru­
biao'nun evini ruhsuz bulmuştu . Evden çıkarken tekrarladı :
" Evlen i n . N e kadar h a k l ı olduğumu göreceksin iz. "

LXXIX

Binbaşı çıktıktan hemen sonra bir ses, " Neden olması n ? " di­
ye sordu.

1 22
Korkan Rubiao arkasına döndüğünde kendisine bakan kö­
pek dışında kimse yoktu. Bu soruyu soranın Quincas Borba,
daha doğrusu, ruhu bunun içinde olan öbür Q u i ncas Borba
o l d uğunu düşünmek o kadar saçmaydı k i , dostumuz kü­
çümser bir eda ile gülümseyerek XLIX. böl ümde rastladığı­
mız hareketi, yani hayvanın boynunu ve k ulaklarını okşama
hareketini yaptı. Tabii ki bu hareket, köpeğin içinde bulunma­
sı muhtemel rahmetlinin ruhunu memnun etmeye yönelik, he­
saplı bir hareketti.
Yani dostumuz, kendini bir izleyici topluluğunun karşısın­
da görür gibi davranıyordu.

LXXX

Bu arada ses sürekli tekrarlıyordu: "Tabii, neden olmasın, ne­


den evlenmeyesin ? " Ruhiiio'nun da aklına yattı, tabii neden ev­
lenmeyeyim? Giderek içini yiyip bitiren umutsuz ve tesellisiz aş­
kına da son verebi lirdi böylece. Hem evlenince bir sırrın içine
de girmiş olacaktı . Evet, evlenmek. Hemen şimdi evlenmek.
Bu fikir aklına geldiğinde, bahçe kapısındaydı. Oradan içe­
ri girdi, taş merdi ve nleri çıkarak evin kapısını açtı. Ne yap­
tığının farkında değildi. Kapıyı kapadığında, yanında gelmiş
olan Q u i ncas Borba'nın sıçra ması Rubiao'yu kendine getir­
d i . B inbaşı nereye girmişti ? Bi nbaşı ' n ı n evden çıkmak üzere
olduğunu hatırlıyordu. Ama biraz düşününce, onu sokağa ka­
dar geçirmiş old uğu geldi aklına. Demek ki bacaklarıydı her
şeyi yapan. Kafası düşünmekten başka bir şeyle meşgul olma­
sın diye kendi kendine Rubiao'yu bir yerlere götürüp getir­
mişlerdi. Güzel bacakları m ! Dostlarım beni m ! Aklımın kol­
tuk değnekleri !
Kutsal bacaklar! Aklı tamamen evlilik fikrine ayrılmışken
onu kanepeye götüren ve kendisiyle beraber oraya uzanan ba­
caklar. Evlilik, Sophia'dan k urtuluş olacaktı. Hatta belki da­
ha da iyi olacaktı.

1 23
Evet, evlenmek, talihinin dönüşüyle birlikte yitirdiği iç hu­
zurunu yeniden bulmasını sağlayabilirdi . Ama bu düşünce ak­
lının ya da bacakların ı n deği l , başka bir şeylerin, bir örüm­
cek gibi tam ayırt edemediği bir şeylerin ürünüydü. Bir örüm­
cek, Mozart hakkı nda ne bilir? Hiçbi r şey. Ama yine de us­
tanın bir sonatı çalınırken zevkle dinler. Bir kedi de, mesela,
hiç Kant okumamış olabilir ama metafizik bir hayvan sayı­
lır. Belki de evli l i k, hakikaten kaybettiği iç huzurunu, bulma­
sına yardım edebilir. Rubiao, bir istikrarsızlık h issedi yordu.
En sevdiği, kendisine çok şey i fade eden dostları bile geçici
dostlardı. Yol boyunca sürekli değişen d i llerden, kimi za­
man ispanyolca, kimi zaman Türkçe konuşulan yerlerden ge­
çen uzun bir yolculuk boyutu veriyorlardı hayatı na. Sophia
da bu duyguya katkıda bulunuyordu. O kadar değişkendi ki,
bir öy le, bir böyle derken, bel irli bir uyuma ya d a kalıcı bir
bilince ulaşmadan geçip gidi yordu günler.
Ruhiiio'nun yapacak bir işi yoktu. Uzun ve boş günleri ge­
çirmek için meclise gidip toplantıları izliyor, muhafıziarın nö­
bet değişimini seyrediyor, uzun yürüyüşler yapıyor, akşamları
da lüzumsuz ziyaretlerde bulunuyor veya tiyatroya giderek ke­
yif almadığı oyunlar seyrediyordu. Neyse ki lüks içindeki evi ve
bu atmosferde biriktirdiği hayalleri, ruhunu dinlendiriyordu.
Son zamanlarda çok okumaya başlamıştı. Roman okuyor­
du. Ama sadece tari hi romanları; baba Dumas'nı n roma nla­
rıyla r euillet'nin romanları n ı . Ancak Feuillet'n i n k i l erde zor­
la nıyordu çünkü o romanların yazıldığı dili çok iyi bi lmiyor­
d u . Dumas'mn roman ları ise çevrilmişti. Hele de aristokra­
si ve kraliyer çevrelerinde geçen romanlar çok i lgisi ni çekiyor­
du. Muhteşem Dumas ' n ı n yarattığı Fransız sarayı sahneleri,
soyl u şövalyeleri ve maceracı ları ile Feui l let'n i n lüks evlerde
geçen ki bar konuşmalar, zarif ve soylu kontesleri ve dük leriy­
l e zaman akıp gidiyordu. Bir kitabı okurken, kitap hemen her
seferinde elinden kayıp yere düşüyor, Rubiiio ise gözlerin i ta­
vandan alamı yordu. Belli ki uzun zaman önce bu diyardan
göçmüş bir marki, ona eski günl erin hikayelerin i anlatıyordu
böyle zamanlarda.

1 24
LXXXI

Gelini düşünmeden önce, Rubiao düğünü düşünmeye başla­


dı. Töreni baştan sona aklında canlandırdı. Eğer hala kaldıy­
sa, eski kitaplarda gördüğü o eski zarif a rabalara bi necekti.
Ah o eski, kocaman, zarif arabalar! Bayram günleri şehir mec­
lisi binasının önüne gidip İmparator'un k ortejiyle birli kte
gelmesi ni beklemeyi nasıl da severdi . Öze l l i k l e d e Majestele­
ri'nin zarif renklerle süslü, kocaman, sağlam yayiara sahip, cid­
di görünüm l ü ve görgülü sürücüler tarafından sürülen araba­
sını görmekten büyük zevk alıyordu. İmparatorun arabasını
daha k üçük ama onun kadar göz dolduran diğer arabalar iz­
lerdi.
İşte kendi düğününde de bu arabalardan biri olacaktı. Da­
ha küçüğü de olabilirdi, yeter ki bütün sosyete şimdinin o ka­
ba arabalarına binmesindi . . . Ama eğer çaresiz kalıp da o ka­
ba arabalardan birini düğün arabası yapmak zorun da kalır­
sa, araba yı süsleyecekti. Peki neyle süsleyecek t i ? O anda bu­
lamıyordu ama sıradan olmayan ve arabaya ayırt edici hava­
sını verecek bir ma lzemeyle. Bir de önüne bir çift güzel at . . .
Özel altın ü n i forması içinde bir sürücü . . . Hey Ta nrım! Ama
daha önce h iç görülmemiş türden bir altın olacaktı bu. En üst
düzey davetliler, generaller, diplomatlar, senatörler, bir iki ba­
kan, iş aleminin en önemli simaları . . . Ve hanımefendiler . . .
Muhteşem kadınlar. . . Rubiao isimlerini aklından tek tek say­
dı, d üğün sarayına girişlerini kafasında canlandırdı. O mer­
divenlerin tepesinde d ururken kadınlar d a lobiyi geçip saten
elbiseleri içinde hafif adı mlarıyla merdivenlerden çıkıyorlar­
dı. Önce sadece birkaçı gelmişti. Sonra ötekiler de geldiler. Ara­
balar sürekli geliyordu. İşte Bilmemne Kontu ve Kontesi. Gös­
terişli bir adam ve eşsiz bir kadı n . Kont merdivenleri çıktık­
tan sonra, " İşte yanındayız aziz dostum" diyecekti. Hemen ar­
dından Kon tes, " Bay R ubiao, muhteşem bir d üğün . . . "

Sonra Papalık Elçisi . . . Evet, onu unutmuştu ama nikahı Pa­


palık Elçisi kıyacaktı. Elçi, mor çorapları ve kocaman Napo­
l iten gözleriyle Rus bakanla sohbet ediyor olacaktı. Altın ve

1 25
kristal avizelerden gelen ışıklar, şehrin en nezih boyunlarının,
resmi üniformaların, açı l ıp kapanan yelpazelerin, apoletleri n,
taçların ve vals çalan orkestranın üzerinde parıldayacaktı. Son­
ra belli bir açıyla kıvrılmış siyah cekedi kollar, d irseğe kadar
eldivenli çıplak kollar bulmak üzere ortalıkta dolaşacak ve bul­
dukları zaman da salonda dönerek valse başlayacaklardı. Beş,
yedi , on, on iki, yirmi çift . . . Mükellef bir yemek . . . Bohemya
kristali, Macar porseleni, Sevres camları, yakalarma Rubiao'nun
isminin başharfleri işlenmiş özel üniformaları içinde a k ı l l ı
uşak lar . . .

LXXXII

Hayallerin biri bitip öteki başlıyordu. Gizeml i Prospero d a sı­


kıcı bir adayı yüce bir baloya böyle dönüştü rmemiş miydi ?
" Hadi Ariel, git ve i nsanları buraya getir. Çünkü bu genç ç i f­
te sanatırn ı n gururunu i hsan edeceği m . "
Kelimeler, o oyunun kelimeleriyle aynı olabilir ama ada ve
ba lo fa rklıyd ı . İlki, dostu muzun ka fasıydı. İkincisi ise tanrı­
çalardan ve şiirden değil , fanilerden ve düzyazıdan oluşuyor­
du. Ama yine de çok zarifti. Sakın unutmayın, Shakespeare'in
Prospero'su da M ilana Dükü'ydü. Muhtemeldir k i dostumu­
zun adasına bu unvana sahip olduğu için gelebi l m iştir.
El bette bu düğün fantezilerinde Rubiao'nun yanı başında
beliren gel inler de hep asalet unvanına sahip kadınlard ı . Üs­
telik asillerimiz arası ndaki en tumturaklı unvaniara sahipti­
ler. Bunun açıklaması şuydu: Birkaç hafta önce Rubiao bir La ­
emmert Almanac'a bakmış, sayfalarını çevirirken asalet un­
vanına sahip insanların olduğu bölüme gelmişti. Bazılarını ta­
nısa bile çoğu onun için yabancıydı . Bunun üzerine bir alına­
nak almış ve tekrar tekrar okumuştu. Markiden başlayarak
baronlara kadar olan sayfayı sonuna kadar okumuş sonra tek­
rar başlamış, o güzel isimleri tekrar tekrar okuyarak ezberle­
mişti. Arada sırada eline kalem kağıt alıp eski ya da yeni bir

126
unvan seçiyor ve sanki bu u nvan onunmuş da bir şeyi i mza­
lıyormuş gibi tekrar tekrar yazıyordu:

Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barhacena Markisi
Barbacena Markisi

El yazısını değiştirerek, şurada büyük harflerle, burada kü­


çük harflerle, yana eği k, dik, bütün stillerde kağıd ı n sonuna
kadar aynı şeyi yazıyordu . Kağıt bitince imzaları karşılaştı­
rıyordu. Sonra da kağıdı bir yana koyup hayallere dalıyord u .
Gelinlere. İ ş i n en kötü yanıysa, gel inierin hepsin i n Sophia'nın
yüzüne sahip olmasıydı. Gerçi ilk anlarda gelinler sokakta gör­
düğü bir kadına veya bir komşuya benziyor, bi raz i nce veya
topl u ol uyorlardı ama çok geçmeden görünüşleri değişiyor­
du. V ücutları ya biraz bal ı k etine dönüşüyor ya da i nceliyor
ve Sophia'nın güzel yüzü bütün ihtişamıyla bu vücudun tepe­
s i ne konuveriyordu . Evlil ikten kaçış yok m uydu ? R ubiao o
kadar i leri gitti ki Palha'n ı n ölmesi olasılığı bile aklına gelive­
riyordu. O gün Sophia ona i k i a n la ma da gelen birkaç güzel
laf söylemişti. Gerçi b u fikri hemen şeytani bir alarnet sayıp
reddetmişti ama tal i h i n i n yaver gittiği duygusuna kapılmak­
tan da geri duramamıştı. Birkaç gün sonra Sophia'nın ona kar­
şı davranışları y i ne değişmiş, o da eski hayallerine dönmüş­
tü. Bu arada Palha d a onun evlilik fantezi lerini bi rden fazla
kereler harekete geçi rmişti.
" Bu akşam gidecek bir yeriniz var mı ? "
" Hayır. "
" O zaman ş u bileti alın. Lyric Tiyatrosu, 8 . loca, soldan ilk
sıra . "
Rubiao onlardan erken gidiyor, Sophia'nın gelmesini bek­
l iyor, onu karşılayarak, arabadan inerken kolunu ona sunma­
yı bekliyordu. Sophia'nın havası yerindeyse mükemmel bir ak-

1 27
şam geçiriyor, değilse, bir keresi nde köpeğine dediği gibi, gö­
rev şehidi oluyordu.
" Dün akşam yine şehit oldum, sevgi l i dostu m . "
Quincas Borba ise cevaben, "Evlen. Haksız olmadığımı gö­
receksin " diye havl adı.
" Peki zavallı dostum. " Rubiao, Quincas Borba'nın ön ayak­
larını kaldırıp dizlerinin üzerine koyd u. " Sen de haklısın. Se­
nin de bir hanım arkadaşa ihtiyacın var. Benim sana göstere­
meyeceğim özeni gösterebilecek birine. Quincas Borba, bizim
Quincas Borba'yı hatırlıyor musun ? İyi arkadaşımdı, dostum­
du. Ben de onun dostuydum. Çok iyi dosttuk. Yaşasaydı sağ­
dıcım olur, şerefime o kadeh kaldırırdı. En azından gelinle gü­
veyin şerefine, sırf o gün için sipariş ettiğim mücevherle süs­
l ü altın kadehi kaldırırd ı . Büyük Qui ncas Borba ! "
Rubiao'nun a k l ı , dipsiz uçurumların üzerinde uçuyordu.

LXXXIII

Evden, her zaman k i nden erken çıktığı ve o zamanı nas ı l geçi­


rebileceği ni bilmediği bir gün, depoya gitti. Flamengo Sahili'ne
gitmeyeli bir hafta olmuştu çünkü Sophia yine soğuk ve me­
safeli davrandığı bir döneme gi rmişti. Palha'nın matemde ol­
duğunu gördü. Karısının teyzesi Dona Maria Augusta çiftliğin­
de ölmüştü. İki gün önce, öğleden sonra haber almışlardı.
"Şu genç k ızın an nesi m i ? "
" Evet. "
Palha rahmetli hakkında övücü sözler ettikten sonra Ma­
ria Senedieta'nın acısının çok dokunaklı olduğunu söyledi. Ru­
biao'dan o akşam eve gelip kızın acısını unutturmalarına yar­
dımcı ol masını istedi. Rubiao da gitmeye söz verdi .
" Bize büyük bir iyilik yapacaksınız. N e kadar d a i y i bir kız,
zava l l ı ! Ne iyi yönleri olduğunuz bilemezsiniz. Çok iyi yetiş­
tirilmiş, kurallara bağlı bir kız. İnsan içinde nasıl davranıla­
cağı nı da bil iyor. K üçükken pek bu konuda eğitim almamış

1 28
ama hızla eksiklerini telafi etti . Zaten öğretmeni de Sophia.
Ev idaresi ne gelince . . . Sevgili dostum, onun yaşında bu ka­
dar mükemmelen ev idare eden birini daha görmedim. Bizim­
le kalıyor. Maria Jose adında bir kız kardeşi var, Ceara'da bir
yargıçla evli. Bir de Sao Joao d'EI Rey'de vaftiz babası var. Rah­
metli çok överdi bu adamı. Maria Senedieta'yı yanına alaca­
ğını sanmıyorum ama alsa bile ben bırakmam. Artık o bizim
kızı mız. Sadece vaftiz babası ona biraz miras b ırakacak diye
onun gitmesine izin veremeyiz. Burada kalacak." Laflarını böy­
le bitiri rken Rubiao'nun yakasından bir toz zerresi si lkeledi.
Rubiao ona teşekkür etti . O sırada arka ofiste oldukların­
dan ızgaraların arasından depoya biraz kumaşın getirildiği­
ni gördü ve ne olduğunu sordu .
" Gömleklik İngi liz k umaşı . "
" Ya, demek gömleklik İngiliz k umaşı" d i ye tekrartadı
Rubiao da. Ama konuya en k üçük bir ilgi bile uyanmaınıştı
içinde.
" Bu arada bil iyor musunuz, Moraes ve Cumba şirketi kre­
ditörleri ne borcunu tamamen ödüyor. "
Bilmiyordu, Rubiao. Böyle bir şirketin varlığından ve ken­
dilerinin de bu şirketin kreditörleri arasında olduğundan ha­
beri bile yoktu. Bu bilgiyi aldı, memnun olduğunu söyledi ve
kalktı. Ama ortağı onu biraz daha tuttu. Palha çok neşeliydi,
sanki ailesinden kimse ölmemişti. Tekrar Maria Senedieta 'dan
bahsetti. Onun iyi bir evli l i k yaptığını görmek istiyordu çün­
kü öyle ayran budalası, kafası dağınık, boş boş gevezelik yap­
maktan hoşlanan bir kız deği l d i . Güven ilir ve iyi bir kocayı
hak eden, d uyarlı bir kızdı.
Rubiao, " Ne güzel " dedi.
Ortağı birden, " Ba k ı n " dedi, " söyleyeceklerim sizi şaşırt­
masın. Bence onunla siz evlenmelisiniz. "
" Ben m i ? " Ru biao, şaş k ı n l ı k içinde ortağına bak ıyordu .
" Ol u r mu can ı m ? " Sonra da doğrudan bu öneriyi reddetme­
sinin etk isini biraz yumuşatmak için, " Gayet iyi bir kız oldu­
ğunu ben de biliyorum ama şu anda evlenmeyi d üşünmüyo­
rum . "

129
" Zaten hemen yarın ya da öbür gün evlenin diyen yok ki . . .
Evli l i k , aceleye gelmez. Sadece öyle içime doğd u . Biliyorsu­
n uz, k i m i zaman i nsanın içine doğar. Sophia size h iç benim
bu duygumdan bahsetmedi m i ? "
" Hayır. "
" Garip. Çünkü bana b u konuyu sizinle bir veya i k i kere
konuştuğunu söylemişti . "
" Belki de söylemiştir. Ben çok dalgınımdır. Yani beni o kız­
la evlenciirmek istediği nizi mi söyleyecekt i ? "
" Hayır, ben im sezgimi söyleyecekti. Neyse, önemli deği l .
Zamana bırakalım bunu."
" H oşça kal ı n . "
" H oşça kalın. Eve erken geli n . "

LXXXIV

Demek Sophia evlendirip kendisinden kurtulmak istiyordu, böy­


le düşündü Rubiao. Kendisinden kurtulmanın en kolay yolu
buydu tabi i . Evlendir gitsin. Başka bir düşünce a klına gelene
kadar bu düşünceyle sokakları arşıntadı durdu. Belki de Sophia
onu tamamen unutmamıştı . Kocasına yalan söylemesinin ne­
deni de bu plana engel olmaktı. Bu durumda Rubiao'mın duy­
guları da tamamen farklı olacaktı tabii ki. Bu açıklama ona ak­
la yatk ı n geli nce içi tekrar huzur buldu.

LXXXV

İnsan zamanı kolay geçirmediği takdirde i ç huzuru zaman bas­


k ısından asla tam anlamıyla kurtulaınaz. Rubiao'nun bir an
önce akşam olması ve Flamengo Salıili'ne gitme zamanının gel­
mesi isteği nedeni yle vakit, her zamankinden zor geçiyordu.
Saat her şey için çok erkendi. Ouvidor Sokağı 'na gitmek için

1 30
çok erkendi, Botafogo'ya gitmek için çok erkendi. Doktor Ca­
macho bir duruşması için Vassouras'a gitmişti. Kamuya açık
hiçbir eğlence, tek bir konferans bile yoktu o saatte. Vakit ge­
çirebi lecek h içbir şey yoktu. En derinlerinde duyd uğu sıkın­
tıyla birlikte Rubiao, rastladığı tabela ları okuya rak ayakla­
rının götürdüğü yere yürüyor, bu arada d a arabaların mey­
dana getirebileceği bir karışık l ı k, bir olay nedeniyle oluşabi­
lecek bir eğlenti arıyordu kendine. İ nsan M i nas'ta bu kadar
sıkılmazdı. Neden? Bu muammaya cevap bulamadı çünkü Rio
de Janeira'da i nsanın di k katini dağıtabilecek kadar çok eğ­
lenti olurdu. Yine de sıkı ntıdan patlıyord u.
Alla htan s ı k ı ntıdan patlayanlara yardım etmekle görevl i
bir ta nrı var. Rubiao d a birden Freitas'ı, o neşel i Freitas'ı ha­
tırladı. Zavallı ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Hemen bir ara­
ba çevirip Formosa Sah ili 'ne, onu görmeye gitti. Hasta arka­
daşıyla sohbet ederek iki saat geçirdi. Uyuyakaldı adamcağız.
Rubiao, arkadaşının zayıf ve hastalıklı annesine veda etti. Tam
kapıdan çıkarken, " Şimd i sizin paranız da yoktur" dedi. Ka­
dının gözlerini yere indirip dudaklarını ısırdığın ı görünce de,
" Hiç üzi.ilmeyin. Muhtaç olmak i nsana acı verir ama bunda
utanılacak bir şey yok. Sordum çünkü giderlerinizi karşılama­
mı kabul etmenizi istiyorum. Paranız olunca sonra ödersiniz. "
Cüzdanını açıp altı tane 20 binlik çıkardı ve kadı n ı n eli­
ne bıraktı. Sonra da kapıyı açıp dışarı çıktı. Yaşlı kadın o ka­
dar şaşırmıştı k i teşekkür bile edemedi . Kendine gelip pence­
reye koştuğunda da araba hareket etmişti bile.

LXXXVI

Her şey o kadar kendil iğinden bir içgüdünün etkisiyle olmuş­


tu k i R u biao a ncak araba hareket ettikten sonra yaptığı şe­
yi düşünecek zamanı buldu. Sanki akl ındaki perdeyi kaldır­
mış ve her şeyi daha iyi görmeye başlamıştı . Kadıncağızın ar­
kasından nasıl koşturduğunu görebiliyordu. Sonra yatalak has-


ta olmamasının ne demek olduğunu hissetti. Arkasına yasla­
nıp derin bir nefes alarak rabatladı ve denize doğru baktı. Son­
ra i leri doğru eği ldi. Gelirken denize bakmaınıştı bile.
Böyle iyi bir müşteri bulduğu için gayet mutlu olan ara-
bacı , "Güzel manzara, değil m i ? " dedi.
" Evet, çok güze l . "
" Daha önce buraya gel miş miydiniz ? "
" Sanırım yıllar önce, R i o de Janeira'ya ilk geldiğimde gör­
müştüm burayı. Ben M i nas'l ıyım . . . Araba yı durdurun . "
Arabacı atı d u rdurdu. Ru biao aşağı indi v e arabacıya
yavaş yavaş devam etmesini söyledi.
Çamurdan fışkırıp yüzü hizasına kadar büyüyen sık çalı­
lıklar merakını çekmiş, yanlarına gitmek istemişti . Sokağın he­
men yanındaydılar. Güneşi bile hissetnıiyordu şimdi; hasta ar­
kadaşının annesi ni ise çoktan unutmuştu. Deniz hep böyley­
se, kıyı hep bu kadar yeşillikse denize açılmak gayet iyi bir fi­
kir olabilirdi. Üstelik Lazaros Sah ili ile Sao Christovao hiç de
uzak deği ldi, yürüme ınesafesindeyd i .
" Formosa Sahi l i " d i y e mırı l dandı, " ne de güzel isim koy­
muşl ar. "
B u arada salı i l i n görünümü değişiyordu. R ubiao b i r dö­
nemeci döndükten sonra sahil evlerini görmeye başladı . Et­
rafta, çamurun üzerine ya da karaya çekilip ters çevrilmiş ka­
nolar vard ı . Onlardan birinin yakınlarında, yüzüstü yatmış
bir adamın etrafında çocukların oynadığını gördü. Hepsi gü­
lüyordu ama içlerinden biri hepsinden daha çok gülüyordu.
Çocuk daha çok küçüktü, üç yaşında anca k vardı ve adaının
ayağını kuma gömem iyordu. Adamın bacağını tutup bastırı­
yordu ama o sırada adam ayağını havaya kaldırıyor, çocuk da
ayakla beraber kalk ı yord u .
Rubiao bi rkaç dakika durup onları izledi. Onun kendisi­
ne baktığını gören çocuk ayağı daha büyük bir güçle bastırma­
ya başladı . Ama bu sefer doğal davranamıyordu. Daha büyük
olan diğer çocuklar da durup hayretle onu izlemeye başlad ı ­
lar. Oysa Rubiao hiçbir şeyi berrak görmüyordu, h e r şey kar­
makarışıktı . Yürümeye devam etti. Sacco do A l feres'i, Gam-

1 32
boa'yı geçip İngiliz mezarlığının önünde biraz durdu. Eski me­
zarlar tepeye doğru devam ediyordu. Sonunda Saude'ye var­
dı. Bazıları küçük geçitlerden ibaret dar sokaklar gördü, yo­
lun bitip tepenin eğiminin başladığı sokaklara baktı. Uzak­
ta n bir araya himelen miş evler seçiliyord u. Tepenin üstünde
bir sürü eski ev vardı . Bazıları kral zamanından kalma evler­
di; aşınmış, çatlamış, çökmüşlerdi, beyaz badanaları kirlen­
m işti. Ama yine de içlerinde yaşayanlar vardı. Gördükleri, fa­
kir, perişan, aciz insaniardı belki ama gururuyla yaşamaya bir
özlem duygusu uyandırdı içinde. Neyse ki bu duygu uzun sür­
med i . İçindeki sihi rbaz hemen harekete geçerek hızlı bir dö­
nüşüm yarattı. Fakir olmamak çok iyiydi!

LXXXVII

Rubiao, Saude'nin ana caddesinin sonuna kadar gel di. Amaç­


sızca ve etrafa dikkat etmeden yürürken yanından genç bir ka­
dın geçti. Güzel değildi ama taze görünümlüydü ve orta hal­
li bilı;- denemeyecek bir varl ığa sahip old uğu açıkça belli ol­
masına rağmen, makul ölçüde zarif bir kadındı. Yirmi beş yaş­
larındayd ı . Küçük bir oğlanın elini tutmuştu. Oğlan, Ruhi­
iio'nun hacaklarına sarıldı.
Kadııı, " Ne yapıyorsun ? " diye oğlaııı çekişti rmeye başladı.
Rubiiio ise çocuğu korum a k için üzerine eğildi.
Kadın gül ümseyerek, " Çok teşekkürler. Onun adına özür
dilerim" dedi.
Rubiiio şapkasını çıkararak kadına gülümsedi. Evlenip bir
aile kurma düşüncesi yine tüm gücüyle eline geçirdi onu. ( " Ev­
len. Haklı olduğumu göreceksin . " ) Durdu, a rkasına döndü ve
kad ının topuklarını tıkırdata tıkırdata yürüyüşüne, çocuğun
d a annesine yetişrnek için ki.i çük a d ı m larla arkası ııdan koş­
turmasına baktı. Yavaş yavaş yürü meye başladı. Bir yandan
da tanıdığı kadınları aklıııa getirip, belli kurallar dahilinde bes­
telenmiş ağır bir klasik parça olan evl ilik şarkısında en iyi di.i-

1 33
eti hangisiyle yapabi leceğini düşünüyordu . Binbaş ı ' n ı n k ızı­
nı düşündü ama o , bi rkaç eski mazurka dışında bir şey b i l ­
miyordu . Sonra aniden Sophia'nın parmakları ndan çıkan gü­
nah gitarının nağmeleri geldi kulağına. Hem büyük bir zevk
aldı hem de kafası karıştı. Artık evli lik hayal leri n i n masumi­
yeri ka lmamıştı. Tekrar denedi, besteleri değiştirmeye uğraş­
rı, biraz önce rastladığı çekici genç kadı n ı ve peşi ndeki çocu­
ğu aklına geti rdi ama . . .

LXXXVIII

Arabayı görünce, Formasa Sah i l i'ndeki hasta arkadaşı n ı ha­


tırla d ı .
" Zava l l ı Freitas" d i y e iç geçirdi.
Hemen ardından da annesine verdiği para aklına geldi. İyi
yapmıştı. Gerçi bir veya iki banknot fazla verdiğine ilişkin bir
düşünce aklına geldi ama hemen bu düşünceyi kafasından sil­
di ve yü ksek sesle,
" Za va l l ı kadıncağız " dedi.

LXXXIX

Ayn ı fikir tekrar aklına gelince hemen arabaya binip oturdu


ve düşüncelerinden kaçmak için arabacıyla konuşmaya baş­
ladı.
" Uzun bir yürüyüş yaptım. Buralar pek güzelmiş. Bu plaj­
lar ve sokaklar diğer yerlerdekilerden ne kadar fark l ı . Bura­
yı sevdim. Yine geleceğim. "
Arabacı o kadar garip bir şekilde gülümsedi ki Rubiao şüp­
helendi. Adamın neden bu kadar eğlendiğini anlamamıştı. Bel­
ki de Rio de J aneira'da kötü a nlama gelen bazı laflar çıkmış­
tı ağzında n . Hemen ne söylediğin i düşündü ve böyle olmadı-

1 34
ğına karar verd i . Kullandığı kelimeler, sıradan konuşmalarda
herkesin kullandığı kelimelerdi. Ama arabacı sinsi sinsi gülüm­
serneye devam ediyordu. Aslında Rubiao ona sormak istedi
ama ken d i n i tuttu. Kon uşmayı başlatan arabacı oldu.
" Burayı sevdiniz mi? Size ina nmazsam k ızmazsınız değil
m i ? Sizi gücendirrnek istemem. İyi bir müşteriyi gücendirecek
son kişiyimdir ama burayı sevdiğin i ze i nanm ıyorum . "
" Neden ? "
Arabacı başını sağa sola sallayıp ona inanmadığını söyle-
di. Gerçi buralar güzel yerlerdi, ama kendisine göre yerler de­
ğil d i . Daha ziyade, müşterisi buraları iyi tanıyor gibiydi. Ru­
biao ilk cümleyi onayladı ama bölgeyi tanıma kısmına gelin­
ce, yıllar önce, Rio de Janeira'ya ilk gel işini düşündü ama hiç­
bir şey hatırlayamadı. Arabacı gülüyordu. Çünkü ona göre
müşterisi giderek kendi fi krini daha çok doğruluyordu. Bur­
nuyla, d u daklarıyla, el leriyle yaptığı o l umsuz hareketler da­
ha çok tanıdık gel i yordu ona.
Sonunda, " Bütün bunları iyi bilirim" dedi , " kör değilim.
Biraz önce geçen kadına nasıl baktığınızı görmedim mi sanı­
yorsunuz? Sadece bu bile sizin gayet zev k l i olduğunuzu gös­
terir. "
Rubiao, önce bu yorumdan hoşlanıp biraz gülümsedi ama
hemen sonra tavrını değiştirdi:
" Ne genç kadı n ı ? "
"Size n e demiştim? Zeki b i r adamsınız ama ben d e i y i sır
saklarım. Bu araba böylesi yolculuklar için çok kullanılmış­
tır. Hatta birkaç gün önce buraya yakışık l ı bir genci getirdim.
Çok zarif bir gençti ve çok güzel giyinmişti . Buraya gelmesi­
nin nedeni , hovardalıktı el bette . "
" Ama ben -" d iye sözünü kesti Ru biao.
Ama son anda kendini tuttu. Arabaemın bazı gizli işler için
buraya geldiğini sanması hoşuna girmişti .
" Bakın" diye devam etti adam, "lnvalidos Sokağı'ndan al­
dığım o genç gibi size de aynı şeyi söylüyorum, içiniz rahat ol­
sun. K imseye bir şey söylemem. Zaten emrinde bir araba olan
bir adam ı n Formasa Sahili ' nden ta buraya kadar sırf öylesi-

135
ne yü rüdüğüne kim inanı r ? Elbette buluşma için geldiniz ama
bul uşacağı nız kişi gelme d i . "
" Hangi buluşacağım kişi ? Hasta b i r a rkadaşımı görmeye
gittim. Ö l üyor adanıcağız."
" lnvalidos Sokağı'ndaki de buna benzer bir şey söyledi. O
da ka rısının terzisini görmeye gelmiş güya. Sanki evliymiş gibi ."
" l nvalidos Sokağı mı " d iye sordu Rubiao. Sokağın ismi­
ne ilk kez d i k kat etmişti.
" Bundan başka bir şey çıkmaz ağzı mdan. l nvalidos Soka­
ğı 'nda oturuyor. Sakallı, kocaman gözleri olan yakışıklı bir
genç. Ta bii, ben de kadın olsaydım o na aşık olurdum. Kadı­
nın nerede oturduğunu b i lmiyorum, bilseydim de söylemez­
dim zaten ama şunu söyleyeyim, gözlere ziyafet bir kadın . "
Müşteris i n i n ağzı açık biçimde kendisini d i nlediğini gö­
runce:
" Ohoo! Öylesini görmem işsinizdir. Uzun boylu, endam­
l ı kadındı. En iyi kalite peçeyle yüzün ü n yarısını kapatmıştı.
Fakiriz diye bir güzel görürsek anlamayacağımızı sanmayın . "
Rubiao, " İ y i d e sonra ne oldu ? " diye hafif b i r sesle sordu.
"Ne mi oldu? Adam aynı sizin gibi arabama binmişti. Son­
ra inip kapısı kafesli bir eve girdi. Karısının terzisini görme­
ye gidecekmiş. Soru sormadım. Bütün yol boyunca o da tek
kelime etmedi. Durumu anladım. Eh doğru olabilir tabii, han­
gi terzi Harmonia Sokağı 'nda oturuyarsa . . . "
" Harmonia Sokağı m ı ? "
"Tüh! Nasıl d a sırrıını ağzımdan aldınız. Konuyu değiş­
tirelim. Artık tek kelime etme m . "
Rubiao sersem sersem adama bakıyordu. O da birkaç da­
ki ka sustuktan sonra devam etti :
" Fazla bir şey bilmiyorum zaten. Genç adam içeri girdi. Ben
de onu bekledim. Yarım saat kadar sonra uzaktan bir kadın gör­
düm. O da aynı eve girecek gi bi geldi bana. Gerçekten de öy­
le oldu. Gizli gizli geliyordu. Yürürken hep gören var mı diye
etrafına bakıyordu. Eve geldiğinde kapıyı çalınadı hile. Sanki
büyülüymüş gibi kapı kendiliğinden açılıverdi ve kadın içeri gir­
di. Bunu daha önce de görmüştüm. Birkaç kuruş daha nasıl ka-

136
zanabiliriz başka? Normal kazancımız boğazımıza bile yetmi­
yor. Onun için biz d e mecburen böyle acayip işler yapıyoruz."

XC

" O lamaz, o deği l d i r " diye içinden geçirdi Rubiao. Siyah ta­
kımını giyiyordu.
Eve geldiği andan itibaren arabaemın anlattığı olay dışın­
da hiçbir şey düşünemiyordu. Kağıtlarını düzelterek, kitap oku­
yara k, Quincas Borba'yı zıplatmak için parmaklarını şıkla­
tarak aklını meşgul etmeye çalıştı ama kafasından atamadı bir
türlü. Endamı güzel birçok kadın olduğunu ve Harmonia So­
kağı'nda görülen kadının Sophia olduğuna dair en ufak bi r
kanıt bile bulunmadığını bil iyordu ama bu sadece geçici bir
teselli veriyordu ona. Hemen ardından Sophia'yı uzaktan ba­
şı öne eğik ve gizli gizli y ürürken görüyor, kadın bir anda bir
eve giriyor ve kapı aceleyle kapanıyordu . Hatta bir keresin­
de bu görüntü o kadar netti ki dostumuz duvarda Harmonia
Sokağı' ndaki kafesli evi bile gördü. Kendisi d e bir şeyler ya­
pıyordu . Kapıyı çal ı p içeri giriyor, zavallı terziyi boğazından
yakalıyor ve gerçeği söylemesini yoksa öleceğini söylüyordu.
Ölümle tehdit edilen terzi de olayı itiraf edip Rubiao'ya kadı­
n ı gösteriyordu. Kadın, Sophia değil d i . Rubiao kendine gel­
diğinde, düşündüklerinden dolayı utanç duydu.
" Hayır, hayır, o olamaz . "
Yeleği ni giyiyordu . Düğmelerin i i l i k lerken arkaya bakan
pencerelerden birinin önüne gitti. Tam o sırada bir karınca sü­
rüsü sırayla eşikten içeri giriyordu. Daha önce bir sürü böy­
le karı nca alayı görmüştü ama bu sefer neden olduğunu bil­
meden, bir havlu alıp karıncaların üzerine iki kere vurarak bir­
çok karı ncayı öldürdu. Belki de karıncalardan biri, " endam­
lı bir kad ı n " gibi görünmüştü gözüne. Hemen sonra da yap­
tığından pişman oldu. İçindeki şüpheyle karıncaların ne ilgi­
si vard ı ? O sırada bir kuş ötmeye başladı. O kadar anlamlı ve

1 37
güzel ötüyordu ki dostumuz dördüncü düğmeyi iliklerken dur­
du. Sooo-fia, fia, fia, fia, fia, So-fia, fia, fia, fia, fia . . .
Ey Doğa'nın y üce merhameti ! Yirmi ö l ü karıncaya karşı­
lık nasıl da capcanlı bir kuş getirip koyarsın ortaya. Tabii bu,
sevgil i okurun düşüncesi. Rubiao ise böyle düşünemiyor. Çün­
kü dostumuz şeyler arasında bağlantı ku rup bir sonuca va­
rabilecek halde değil. Hatta son düğmeyi iliklerken ve kulak�
ları k uş sesleriyle doluyken bile . . . Zava l l ı karınca lar. Gidin
de Homeros versin size şanı, şöhreti. Kuş, onun d izeleri ni de­
ğiştirip şu şek ilde o k uyarak gül üyordu sanki:

Yürüyordunuz demek . . . Çok memnun oldum ben de.


Gidin baka lım ölümünüze.

XCI

Akşam yemeği çanı çaldı. Rubiao, konukları ( her zaman dört


ya da beş konuğu olurdu) bir şey anlamasın diye yüzünün ifa­
desini d üzeltt i . Oturma odasında sohbet ederken buldu on­
ları. O gelince hepsi ayağa kalkıp içtenlikle elini sıktılar. Oy­
sa Rubiao öpmeleri için elini uzatmak gibi açı klaması imkan­
sız bir dürtü hissetti içinde. Bu dürtüsü nedeniyle dehşet için­
de, kendini zor engelleyerek elini uzatmadı.

XCII

Yemekten sonra aceley le Flaınengo Sa hili'ne yollandı. Oda­


sında iki arkadaşıy l a birli kte olan Maria Benedicta'yı göre­
medi . Onu kapıda karşıl ayıp, iki terzinin yas giysisi üzerinde
çalıştığı çalışma odasına götüren Sophia oldu. Kocası daha eve
yeni gelmişti ve henüz aşağı inmemişti.
" Buraya oturun" ded i .

138
Ru biao, d i kkatle onu i nceledi . İlahe gibiydi. Ağırbaşlı ve
sevecen sözlerinin arasına açık ve dostça gülücükler serpişti­
riyordu. Teyzesinden, kuzininden, havadan, uşaklardan, tiyat­
rolardan, su kesinti lerinden ve buna benzer şeylerden bahset­
ti. Ne kadar genel olursa olsun onun dudaklarından söze dö­
külen bütün konular bir farklı oluyordu. Rubiao, zevkten ken­
dinden geçerek onu d i n l iyordu . Sophia bu arada boş durma­
mak için el bisenin süslemeli kenarlarından birini d i k iyordu .
Sohbette b i r ara olduğu nda Rubiao, iğneyle oynar gibi dikiş
diken Sophia'nın çevik ellerini gözleriyle içiyordu.
" Bi l i yor musunuz, bir kadınlar kom i tesi kurdum. "
" Bi lmiyordum. Nede n ? "
"Aiagoas'taki salgın hasta lığı gazetelerde okumadınız mı ? "
Sonra d a b u haberlerden çok etkilenip hemen oradaki za-
vall ılara nasıl yardım edilebileceğini araştırmak için kadınlar­
dan o l uşan bir komite k urduğunu an lattı. Teyzesinin ölümü
bu ça l ışmaları durdu rmuş ama yedinci gün töre n i nden son­
ra tekrar başlayacakmış. Rubiao'nun bu konuda ne düşün­
düğünü sordu.
" Bence çok güzel bir şey. Komitede erkekler de var mı ? "
" Sadece kadınlar var. Erkeklerin görevi, para vermek" de­
di Sophia gülerek.
Rubiao, başkalarının da kendisinden görüp aynı şeyi yap­
maları için, içinden büyük bir bağışta bulundu. Komitenin ku­
rulduğu doğruydu. Ama komitenin Soph ia'yı öne çıkaraca­
ğı da doğruydu. Komite için seçilen kadınların hiçbiri sevgi­
l i hanımefendimizin çevresinden değildi. Yal nızca biri tanıdık
sayılırdı. Zaten 1 840 i le 1 850 y ı lları arasında parlayan ve o
günlere hala özlem duyan bir d u l hanım işe m üdahale etme­
seydi kadınları böy l e bir hayır işinde bir araya getiremezdi .
Birkaç g ü n boyunca bu meseleden başka b i r ş e y d üşüneme­
di Sophia. Bazen akşam çayından önce, sallanan sandalyesin­
de uyuyakalmış gibi yapardı. Aslında uyumazdı, sadece ken­
dini hepsi kaliteli insanlar olan komite arkadaşlarının arasın­
da hissetmek için gözlerini yumardı. Tabii Rubiao ile arala­
rında geçen konuşman ı n baş konusunun bu konu olacağı bel-

1 39
liydi. Gerçi Sophia a ra da dostumuzla da ilgilenmiyor değil­
di. Neden kendilerinden bu kadar uzun süre, sekiz, on, on beş
gün uzak duruyordu acaba ? Rubiao, belli bir neden olmadı­
ğı nı söyledi ama bunu öylesi ne altüst olmuş bir i fadeyle söy­
lemişti ki terzilerden bi ri, ötekinin ayağına bastı. O andan iti­
baren de, sadece makasın, kumaşın yırtılmasının ve merinos
kumaşa girip çıkan iğnelerin sesiyle bölünen uzun sessizlik­
ler sırasında bile terzi ler sürekli Rubiao'nun yüzüne baktılar.
Dostumuz ise evin hanımı ndan başka bir şeye bakmıyordu.
Bir banka müdüni başsağlığı di lemek için geldi. Adamı ka­
bul etmesi için Pal ha'yı çağırdı lar. Sophia da Rubiao'dan bir­
kaç daki kalığına izin istedi. Maria Benedicta'yla konuşacaktı .

XCIII

Terzi kadı nlarla yalnız kalan Rubiao, k imseyi rahatsız etme­


yecek şek ilde sessiz adımlarla aşağı yukarı yürü meye başl adı.
Arada salondan Palha'nın sesi geliyordu: " Kesinlikle emin ola-
bilirsiniz . . . " "Ta b i i ki bankacı lık çocuk oyuncağı değil dir. . .
"

" Olumlu . . . " Ba nka müdürü ise alçak ve k uru bir sesle konu-
şuyordu .
Terzi lerden biri elindeki işi bir kenara kaldırıp kumaş kı­
rıntılarını, ınakasları, i pek ve keten iplik makaralarını topla­
ınaya başladı. Geç olmuştu, gitmesi gere k iyordu .
" Dondon, bekle b i raz, ben de ge liyorum . "
" Bekleyeınem. Efendim, saati söyleyebi lir misiniz ? "
" Sekiz buçuk . "
" Hay A l l a h ! Çok geç kalmışı m . "
Rubiao, s ı r f bir ş e y söylemiş olmak i ç i n , neden arkadaşı­
nı beklemediği n i sordu.
" Dona Sophia'dan başka k imseyi bekleme m " diye cevap
verdi Dondon, saygıyla. "Bu arkadaşın nerede oturduğunu bi­
liyor musunuz? Passeio Sokağı 'nda otu ruyor. Benim evimse
Ha rmonia Sokağı ' n da . Ben im ev buraya çok uza k . "

1 40
XCIV

Sophia kısa süre sonra aşağı indi. Rubiao'nun bir şeyden ra­
hatsız olduğunu ve gözleri ni kendisinden kaçırdığın ı görün­
ce ne olduğunu sordu. O da bir şey o l madığını, sadece başı­
nın ağrıdığını söyledi. Dondon girmişti. Banka müdürü de ev­
den çıkmak üzereydi. Palha ziyareti için ona teşekkür etti. Şap­
kasını arayıp buldu, paltasunu giydird i . Bir şeylere daha ba­
k ı ndığını görünce, hastonunu mu aradığını sord u.
" Hayır, şemsiyem. Benim şemsiye şuradaki, galiba. Hoş­
ça kalın . "
" Bi r kez daha teşekkür ederim. Çok teşekkürler" dedi Pal­
ha, " şapkanızı hemen giyin. Hava rutubetli . Teşekkürler, çok
teşekkürler" diyerek adamın elini ellerinin arasına alıp önün­
de i k i kere eği l d i .
Çalışına odasına döndüğünde, ortağının gitme n iyeti nde
old uğunu gördü. Bu kez de onun kalması için ısrarlarını tek­
rarladı. Bir bardak çay içerse baş ağrısının geçeceği ni söyle­
di. Rubiao reddetti.
Sophia da, " Eileriniz buz gi bi. Neden kalm ıyorsunuz?
Mel isa otu çayı yaparım size. Ben de bir tane içeceği m" dedi.
Rubia o onu durdurdu. Gerek yoktu, bu baş ağrılarını iyi
bitirdi, iğne gibi saptanır, ancak iyi bir uykuyla geçerdi . Palha
ona bir araba çağırmak istedi ama Rubiao aceleyl e gece ha­
vası nın kendisine daha iyi geleceğ i n i söyledi . Canete'den bir
araba bulabilirdi.

XCV

Principe Sokağı'ndan yukarı doğru giderken, kendi kendine,


" Cattete'ye varmadan onu ya ka ları m " dedi.
Terzi kadının bu yoldan gitmiş olabileceğini düşünüyor­
du. Sokakta uzaktan bi rkaç kişi gördü . Bi rinin sil ueti kadına
benziyordu. O olmalı diye düşünüp adımlarını sıklaştırdı. An-

14 ı
tıyorsunuz değil m i , aklı i yice karışmıştı. Ha ni, terzi kadın,
Hormonia Sokağı, bir hanım ın ziyareti ve ka fes! i ev vardı ya . . .
Neyse sizi fazla oyalamayalım, bu şekilde hızla y ürürken, ba­
şı önde, ağır adımlarla yolundan giden bir adama hafifçe çarp­
tı. Pardon bile demeden h ızını a rtırarak yürüyüşüne devam
etti . Çünkü kadın da hızlı yürüyord u .

XCVI

Çarptığı adam, birinin kendisine çarptığını fark etmemişti bi­


le. Kafasında çeşitli düşünceler, halinden memnun bir şekilde
yürüyordu. Bütün endişelerinden sıyrılmıştı. Bu adam, bi raz
önce Pa lha'ya baş sağlığı d ilemeye gelen banka m üdürüydü.
Aslında çarpışmayı hissetmişti ama hiç istifini bozmadı, pal­
tosunu düzeltip sakin sak i n yol u na devam etti.
Adamın nasıl bu kadar kayıtsız olabileceğini açıklamak için,
size önceki bir saat boyunca çelişkili duygular yaşamış oldu­
ğunu söylemeliyim. ilkin, bir bakanın evine gitmişti. Konu, ba­
kanın kardeşinin vermiş old uğu bir dilekçeydi. Yemekten ye­
ni kalkmış olan bakan, huzurlu bir şekilde oturup sigarasını tüt­
türüyordu. Müd ür, konuyu birbiriyle tutarlı olmayan cümle­
ler ve duygular eşliğinde açtı. Bir ileri gidiyor, bir geri çekiliyor,
cümleleri kuruyor sonra o cümlelerden vazgeçiyordu. Bakana
en uygun saygı ifadesini korumak için koltuğun kenarına otu­
ruyor, ağzında sürekli bir gülümseme, ha bire eğilip pardon de­
mesi gerekiyordu. Bakan bazı sorular sorduğunda coşkuyla ve
uzun uzadıya açı klayıp dilekçeyi ona uzattı. Sonra da kal kıp
bakana teşekkür ederek elini sıktı. Bakan onu verandaya ka­
dar geçirdi. Müdür bey, iki kere eğildi. İlki nde ınerdivenlerden
inmeden neredeyse yere kadar. İkincisinde ise ınerdivenlerin al­
tında ve tabiri caizse, öylesine eği ldi çünkü yukarı baktığında
bakan yerine camları ve tavandan sarkan gaz lambasını gör­
dü. Şapkasını başına geçirip utanç ve aşağılanına duyguları için­
de oradan ayrı ldı. Kendisini birinin önünde eği lrnek durumu-

142
na sokan görevi değildi onu sıkan; yapmak zorunda kaldığı bü­
tün o iltifatlar, ricalar, bakanın üstünlük tasiayan duruşu, ve
tek kuruş kar etmeden bütün bunları yapmak zorunda kalmak
canını sıkmıştı . Pal ha'nın evine vardığında bu haldeydi .
Palha'nın evinde ise on daki kada ruhu bütün o tozlardan,
pisl i klerden arınıp kendine geld i . Ev sahibinin kendisini kar­
şı laması, sürekli onaylaması, yüzünde güller açması ve tab i i
ki pur� ve ç a y i kramları . . . B i r anda üstün o l a n , mesafeli du­
ran kişi kendisi olmuştu. Hatta Palha'nın i fada ettiği bir fik­
ri küçümseyerek sol burun del iğini öbür tarafa çevirdiği bi­
l e olmuştu. Tabii ki Pal ha hemen fi kri n i n ne kadar saçma ol­
duğunu görerek vazgeçmişt i . Müdür bey bakan ı n ağır h a re­
ketlerini aynen kopyalamıştı. Evden ayrı l ı rken en derin say­
gılarını sunan kişi, b u kez kendisi deği l, ev sah ibiydi.
Müdür bey sokağa çıktığı sırada, artık tamamen bambaş­
ka bir insandı. Sakin, kendinden memnun bir i nsan olmuş, ru­
hu iyi leşmiş ve Rubiao kendisine çarptığı sırada tamamen es­
k i haline dönmüştü. Artık bakanın karşısında nasıl i k i bük­
lüm olduğunu un utınaya başlamıştı. Şimdi ağzı nda leziz bir
tat bırakan başka bir sakız vardı: Christiano Palha'nın ken­
di önünde nasıl iki büklüm olduğu.

XCVII

Rubiao, Cattete'nin köşesine vardığında terzinin kendisini bek­


leyen bir adamla konuştuğunu gördü. Kadın adamın koluna
girdi ve evl i bir çift gibi Gloria istikametinde yürümeye baş­
ladılar. Acaba karı koca m ı yoksa arkadaş mıydı bunlar? Kö­
şeyi döndüklerinde Ru biao onları gözden kaybetti. Olduğu
yerde durdu ve arahacının sözlerini aklına getird i . Kafesli ev,
sakallı genç adam, endamlı kadın, Harmonia Sokağı. Harmo­
nia Sokağı. Terzi de Harmonia Sokağı demişti .
Yatağına yattığında saat oldukça geç o l muştu. Zaman ı n
büyük kısmını penceren i n başında, e l i nde purosu, b u mese-

1 43
leyi düşünerek geçirdi ama bir sonuca varamadı . Dondon bu
aşk ilişkisindeki üçüncü kişi olmalıydı. O olmalıydı çünkü göz­
leri fı ldır fıldırdı kadının.
"Oraya yarın giderim. Yarın erken çıkar, köşede kadını bek­
lerim. Ona 1 00 re is, 200 reis, 500 reis, ne kadar isterse o ka­
dar para veri rim. O da bana her şeyi anlatır. "
Yaruldu v e gökyüzüne baktı. Güneyhaçı oradaydı. A h !
Sophia bir kerecik Güneyhaçı'na baksaydı ! Hayatları ne kadar
değişirdi. Yıldızlar da sanki bu düşünceyi onaylıyormuş gibi her
zamankinden daha çok parlıyordu. Rubiao orada öylece du­
rarak ve binlerce aşk sahnesi hayal ederek yıldızlara baktı. Bun­
dan sıkılınca da Güneyhaçı 'nın sadece bir yıldız takımadası ol­
madığı nı, aynı zamanda bir şeref rütbesi olduğunu da hatırla­
dı. Güneyhaçı ile ulusal bir ayrıcalık kazanmanın ne kadar ze­
kice bir fikir olduğunu düşün dü . Gi.i neyhaçı işaretinin uşakla­
rın üniformalarını n üzerinde durduğunu hayal etti. Çok yakış­
mıştı . Her şeyden önemlisi de, çok ender bulunan bir işaretti.
Pencerenin önünden ayrıldığında saat iki sularıydı . Pence­
reyi kapayıp yattı. Bir not getirmiş olan İspanyol uşağın sesiy­
le uyand ı .

X CV I I I

Yatağında oturdu. Uyku sersemi olduğu için zarfın üzerinde­


ki yazıya d i k kat etmedi . Açıp okudu:

Dün siz gittikten sonra sizi çok merak ettik. Christiano


şu an yanınıza gelemiyor çünki.i gümrük müfettişiyle gö­
rüşmesi gerekiyor. Ayrıca geç uyan dı. İyiyseniz l ütfen
bildirin. Maria Senedieta 'nın da selamı var.
Samimi dostunuz
Soph i a .

" Notu getirene söyle, beklesin. "

1 44
Yirmi dakika içinde cevap, notu getiren zenci çocuğun elin­
deydi. Cevabını Rubiao ona kendi el leriyle verdi . Çocuğa ha­
n ı ınlar hakkında sorular sordu ktan ve iyi olduklarını öğren­
dikten sonra da çıkarıp 10 tostöes verdi ve paraya ihtiyacı ol­
duğu zaman gel i p kendisini bulmasını söyledi. Çocuk, şaşkın­
l ıktan açılmış gözl eriyle geleceğine söz verd i .
" Hadi şimdi g ü l e g ü l e " diye hayırsever bir edayla gönder­
di çocuğu.
Çocuk merdivenlerden inerken o da orada duruyordu. Ço­
cuk bahçenin yarısına gel mişti k i , bir ses duydu:
" Bekle ! "
Döndü. Rubiao, merdivenleri i n m işti . Birbirlerine yak la­
şıp durdular. İkisi de bir şey söy lemiyordu. Rubiao ağzını aça­
na kadar iki dakika geçti. Sonunda az önce d e yaptığı gibi ha­
nımların iyi olup olmadığını sordu. Çocuk da aynı cevabı ver­
di. Rubiao, gözlerini bahçede gezdirdi. Güller ve papatya l a r
gayet güzel v e taze görünüyorlardı. Karanfi llerin bazıları açı­
yordu. Diğer çiçekler, yapraklar, begonyalar, asma yaprakla­
r ı , o küçük dünyadaki herkes sanki görül mez gözleri n i R u ­
biao'ya çevirmiş feryat ediyord u :
" Seni korkak. H e m e n buraya g e l v e çoktan y a p m a n ge­
rekeni yap. Bizi toplayıp gönder ona . . . "
Rubiao sonunda, " Pe k i " dedi, " hanımefendilere saygı la­
rımı ilet. Sana söylediğimi de sakın unutma; bir ihtiyacın olur­
sa bana gel. Mektup sende, değil m i ? "
" Evet efendim, burada . "
" Cebine koysan daha i y i ol ur. Dikkat e t , bu ruşması n . "
" Buruşturmam efendim" diye cevap verdi çocuk. Mektu-
bu dikkatle cebine koydu.

XCIX

Çocuk gittikten sonra Rubiao elleri sabahlığının cebinde, göz­


leri çiçeklerde, bahçede gezi nmeye başladı. Bi raz çiçek gön-

145
dermenin neresi yanlıştı k i ? Doğal bir hediyeydi . Hatta i nce
bir davranışa yine ince bir davranışla karşı lık vermek, bir tür
zorunluluk sayılırdı. Hata etmişti, hemen bahçe kapısına koş­
tu ama çocuk girmişti. Sonra da bu tür neşeli hediyelerin yas
zamanı gönderilmesin i n uygun kaçmayacağı aklına gel di.
Bahçedeki yürüyüşünü sona erdirirken, bir çiçek tarhının
a rkasında bir mektup gördü. Eği l i p aldı ve zarfı okudu . Ya­
zı Sophia 'nındı. Kendi aldığı mektupla karşılatırdı. Tamam,
onundu. Ama gönderilen isim, o İ b l is 'ti, Carlos Maria.
Demek k i bana mektup getiren çocuk bunu da götürüyor­
du ama düşürdü diye düşündü.
Mektubu elinde çevirerek iki tarafı n ı da d ikkatle i ncele­
di. Ne yazıyordu acaba? O ölüm saçan zarfın içinde ne yazı­
yor olabilird i ? İhanetin, sapıklığın, şeyta n ı n ve çılgınlığın di­
liyle yazılmış o birkaç satırda ne yazıyordu ? Mektubu kaldı­
rıp zarfın dışından okunup okunmadığına baktı. Kalın bir kii­
ğıttı, okunmuyord u . Çocuğun mektubu düşürdüğünü anlar
anlamaz geri döneceği n i aklına getirince hemen onu cebi ne
atıp içeri koşturd u .
Eve girince cebinden çıkarıp tekrar baktı . Elleri, ruhsal du­
rumunun göstergesi gibi, titriyordu. Mektubu açarsa her şe­
yi öğrenecekti. Okuduktan sonra yakarsa, o korkunç mera­
kını yenemeyi p mektubu açmak için cehennem azabına ben­
zer bir utanç yaşamayı göze alan kendisi hariç ki mse ne yaz­
dığım bilemeyecekti . ( Bunları söyleyen ben değilim, kendisi .
Odanın tam ortasında durmuş, ağzında nargilesi Boğaz'ı sey­
reden tembel bir Türk figürü dokunmuş halıya bakarak ken­
disi söylüyor bu sözleri. Sadece bunları değil üstelik, buna ben­
zer daha n ice kötü ve çirk i n sözü . . . )
" Cehennem mektubu ! " diye m ı rı ldandı. Birkaç hafta ön­
ce bu lafı tiyatroda duymuştu. Çoktan un utup gittiği bu l a f,
oyun ile izleyici arasındaki ruhsal du rum benzediğini göste­
rircesine, hafızan ı n derin l iklerinden çıkıp gelmişti şimdi.
Mektubu açmak için müthiş bir istek duyuyordu. Hatta aç­
maya yeltendi bile. Tek bir hareket yaptı. Kimse görmedi onu,
duvarlardaki tablolar en ufak ilgi göstermemişti. Halıdaki nar-

146
gilesini tüttüren Türkün gözleri ise Boğaz'ın sularındaydı. Ama
yine de vicdanı elvermiyordu. Mektubu kendi bahçesinde bul­
muştu ama ona değil, başkasına aitti . Para bulmak gibi bir şey­
di bu; insan bu lduğu parayı götürüp sa h i bine vermez miyd i ?
Canı sıkı ldı, mektubu tekrar cebine koydu. Mektubu adresi­
ne göndermek i l e Sophia'ya geri götürmek seçenekleri arasın­
dan, ik inci seçeneği tercih etti sonunda. Bu seçeneğin, mek­
tupta ne yazıldığını yazarın yüzünde görmek gibi bir avanta­
jı vardı çünkü.
" Gidip ona b i r mektup bulduğumu söyleyeceğim . Mek­
tubu ona vermeden önce de rahatsız olup o lmadığına baka­
cağım . Rengi atarsa, o zaman da Harmonia Sokağı'ndan bah­
setmekle tehdit ederi m onu. Yem i n ederim, 300, 800, 1 .000,
2 .000, 30.000 conto harcarım, gereki rse paraya boğanın o al­
çağı . "

Müdavi mlerden kimse o öğlen yemeğe gelmedi. Rubiao on da­


kika kadar bekledikten sonra uşağı, gidip birinin gelip gelme­
diğine bakması için bahçe kapısına gönderd i . Gelen yoktu .
Yalnız başı n a yemek zorunda kaldı.
Böyle yalnız yemekten hiç hoşlanınıyordu. Arkadaşlarının
sohbetlerine, gözlem ve espri l i yorumlarına ve en az bunlar
kadar saygı ve sevgi gösterilerine o kada r alışınıştı k i yalnız
yemek, h i ç yernemekle aynı şeydi ona göre. Üste l i k şimdi bir
de içine girmiş kötü ruhları başından savmak için Davut'a i h ­
tiyacı olan b i r Ş a u l •· gibi h issediyordu kendini. Mektubu d ü ­
şürdüğü için çocuğa k ızıyordu. Cehalet bir avantajdı san k i .
Vicdanı, mektubu geri vermekle, vermeyip saklamak arasın­
da gidip geliyordu. Hem Sophia'nın mektubu okurken yüzü-

• Şaul, Yahudilerin kralı, Davut d a onun komura nıdır. Davut, Şaul'un kı­
zı Mihal ile evlenir. Şaul öldükten sonra da kral olur. - ç.n.

147
nün alacağı şekli görmek istiyor, hem de bundan korkuyor­
du. Kısacası her şeyi öğrenmek istemesinin nedeni, aslında or­
tada bir şey olmadığını öğrenmek istemesiydi.
Sonunda Davut, önceki akşam Vassouras'tan dönmüş olan
Doktor Camacho kişiliğinde, peynir ve kahve servisi sırasın­
da çıkıp geldi. Davut kutsal kitaplarda nasıl bir eşek yükü so­
munla çıkıp geldiyse, Doktor da bir şişe şarap ve bir oğlak yav­
rusuyla gel mişti. Kahvesinden ilk yudumunu a l ı rken M i nas
m i l letvek i l i n i n ağır hasta ol ması neden iyle bölgen i n etk i l i
kişi lerine mektup yazıp Ruhiiio'nun adaylığı için y o l u hazır­
ladığını anlattı.
" Ben mi? Aday m ı oluyorum ? "
" Başka k i m olabi l i r ? "
Camacho, R u biao'dan iyisin i n bulunamayacağını söyle­
di. Minas'ta m utlaka toplum yararına çeşitli hizmetlerde bu­
lun muştu, değil m i ?
" Bazı h i zmetlerde bulundum, evet. "
" Önemli h izmetlerde bulundunuz. İlkeleriınizi açıklaya­
bileceği miz bir organ ortaya çıkarmakta yardım etmek sure­
tiyle bana yöneltilen okiarın bir kısmını üzerinize çektiniz. He­
pimizin yaptığı maddi feda ka rlığı sayınıyorum bile. Bunu in­
b r edemezsi niz. Elimden gelen her şeyi ya pacağım. Üstelik
böl ünıneye karşı en iyi çözüm de siz olacaksı n ız. "
" Bölünme m i ? "
" Evet, bölün me. Cattas-Altas'tan Doktor Hermenegildo
ile Al bay Romualdo, bir boşluk doğduğu takdi rde aday o la­
caklarını söylüyorlar. Bu durumda oylarımız bölünecek . "
" Bölünür elbette. Peki onlar buna rağmen adayiıkiarını ko­
yarlar mı ? "
" Bence buradan liderin onayını gönderdiğim zaman koy­
mayacaklardır. Bana yönelttikleri suçlamaların biri, benim gü­
cümün olmadığı. Şu anda gücüm olmadığını ben de kabul edi­
yorum ama onlara dedi m ki, l i derlerimiz bana güveniyor ve
beni destekliyor. Bunun dışındakiler de beni destekleyecekle­
rine güvence verdiler. O zaman ne d üşün i.irsün üz? Zamanı­
mı, paramı ve yeteneğimi ilkelerimize bağlılığını bütün kanıt-

148
larıyla ortaya koymuş bir dostumuz için boşa harcadığımı m ı
düşünürsünüz? Hayır efendim! Beni dinieyecek ve önerdiğim
çözümü kabul edeceklerdir. "
Rubiao çok heyecanlanmıştı. M ücadele ve zafer üzerine
sorular sordu. Ek harca malar m ı yapınası gerektiği ni yoksa
bir tavsiye mektubuna m ı i htiyacı olduğunu, hasta aday hak­
kında nasıl sürekl i haber alabi leceğini vs. öğrenmeye çalıştı.
Camacho bütün sorularını cevapladı ve tedbirli o l masını tav­
siye etti. " Si yasette en önemsiz şeyler bile kampanyanızın gi­
dişatını etkileyip zaferi rakibi n ize kaza nd ı ra b i l i r " dedi. Da­
ha kaza n mamış olsa bile isminin onaylanmasının avantajına
sahi pti ve bu d a öne m l i bir şeydi .
" Sabırlı v e kararlı o l u n " dedi.
" Zaten ben de sa brın ve kararlı lığın en güzel örneği sayıl­
maz mıyım ? Eyaletim bir grup hayduta veri l d i . Şu Pin heiros
çetesi için başka bi r isim bulamıyorum. Üstel i k bir de bazı ar­
kadaşlarım (bunu size gizli kalmak şartıyla ve tamamen içten­
likle açıklıyoru m ) , partinin beni reddetip yerime kendileri n i
göstermesi için aleyhime komplo kuruyorlar. Alçak herifl er !
Ah sevgi li R u b i a o , s iyaset d e n i l e n şu meret ancak İ s a Efen­
dimizi n tutkusuyla karşı laştırıla b i l i r. ihanet eden azizlerle
inkar eden azizler hep birliktedir. Bütün o dikenli raçların, ha­
ka retlerin sonunda adamı kendi fi k i rlerinden yaptıkları ha­
ça asıp elleriyle ayaklarını haset, i ftira ve iha net çivi leriyle çi­
vilerler. "
Konuşmanın heyecanı içinde dudaklarından dökülen bu
son cümle, bir makalenin ana fikri olmaya layık göründü Dok­
tor Camacho'ya. Yatmadan önce mutlaka bir yerlere yazma­
lıydı. Bir yandan da kon uşma sürüyordu ve Doktor bu cüm­
leyi tekrarlayarak a k lı na iyice yerleşti rmeye çalışırken Rubi­
a o da Camacho'nun ayağa kalkıp büyük kampanyalar baş­
latmasını, tehditlerden yılıp kenara çek il memesi n i isted i .
" Ben m i tehdi tlerden yı lacağı m . Kesi nli kle hayır! Gu lya­
haniler bile korkuramaz ben i . Hadi çıksınlar karşıma. İktida­
ra geldiğimiz gün göreceğiz onları. Yaptıkları her şeyin bede­
lini ödeyecekler. Sakın unutmayın, hiçbir şey ununılmaz ve af-

149
fedilmez. İnsan her zaman bedelini öder. inanın bana intikam­
dan büyük bir zevk, büyük bir tatmin yoktur. İyi i l e körünün
mücadelesinde iyi sonunda galebe çalar. Arada hainler de ola­
caktır elbet ama onlar ya silinip gidecek ya da yakalanıp im­
ha edileceklerdir. "
Rubiao, tamamen Camacho'ya ram olmuş bir halde din­
liyordu. Ca macho'nun gözleri ateşler saçıyor, dudaklarından
laneder dökülüyordu. Zafer raçları, onun ellerinde şekilsiz nes­
nelere dönüyordu. Her hareketi, bir ilkenin açılımı gibiydi. Kol­
larını açtığında bütün programı da açıyordu sanki. Rubiao
umutla doldu, ruhu yükseldi. Camacho, Rubiao'nun önüne ge­
lip konuşmasına ara verdi:
" Buyrun sayın milletvekili, otururnun kapanmasını isteyen
bir konuşma yapı n . Deyin ki, 'Sayın Başkan . . .' Hadi, benim­
le birlikte söyley i n : 'Sayın Başkan, Ekselansları nın . . . '
"

Rubiao ayağa kalktı. Yükseklik sarhoşluğu yaşıyordu. Mec­


l ise girerken ve yemin etmek üzere kürsüye yürürken gördü
kendini. Bütün m il l etvekilleri ayaktaydı . Tir tir titriyordu. Bi­
raz zor il erledi ama sonunda odayı geçip kürsüye çıktı ve ge­
leneksel yemi n i etmeyi başardı . Belki sesi bi raz zayıf çı kmış­
tı, o kadar . . .

Cl

Freitas'ın ölüm haberi geldiğinde, işte bu haleti ruhiyedeydi Ru­


biao. Gizli gizli gözyaşı döktü, cenaze masra flarını üstlendi .
Ertesi gün göm ülene kadar cenazenin yanındaydı. Arkadaşı­
nın annesi onun odaya girdiğini görünce önünde diz çökme­
ye çalıştı ama Rubiao tam zamanında onu kucaklayarak bu­
na engel oldu. Dostumuzun bu hareketi, herkes üzerinde de­
rin bir etki bıraktı. Biri gelip Rubiao'nun elini sıktı ve daha son­
ra onu bir köşeye çekip birkaç gün önce nasıl haksız biçimde
işten atıldığını fısıldadı. Ona karşı bir komplo k urmuşlardı .
" Görüyorsunuz, parti yaramaz adamların eline geçmiş . . . "

1 50
Cenaze n i n toprağa ver i lmesi zamanı geldiğinde annenin
durumu içler acısıyd ı : Oğl unun naaşını öpüyor, ağlıyor, çığ­
lıklar atıyor, ortalığı birbirine katıyordu. Kadın l ar onu tabu­
tun başından ayıramayı nca i k i erkeğin kadıncağızı çekme­
leri gerekti . Çığl ıklar atarak tabuta yaklaşmaya çalışıyordu:
" Oğlum, oğl um ! "
B u arada işten atılan adam, " B u bir skandaldır" diye ısrar­
la devam ediyordu. " Söylediklerine göre bu işten bakan da hoş­
lanmamış ama müdürün morali bozulmasın diye . . . "
Tabutun k apağı çivileniyordu: Dan-dan-dan.
Rubiao, tabutun kulplannda n birini tutması istendiği nde
işten atılmış adamın yanından ayrıldı. Gelenlerin bir kısmı dı­
şarıda bek l iyorlardı. Komşular camlardan sarkmış, kapı ön­
lerine çıkmışlardı . Yakın larındaki birinin ölmesi nin verdiği o
acayip bakış vardı gözlerinde. Rubiao'nun geld iği araba, di­
ğer eski arabaların yanında fark ediliyordu. Rahmetlinin bu
arkadaşı, önceden de i nsanların hakkınd a çokça konuştuk­
ları bir konu o lmuştu. Buradaki varlığı, an latı lanları doğru­
l uyord u . Rahme t l i a rtık gerçekten takdir edil iyordu.
Rubiao mezarlıkta herkesin ricası üzerine h iç de mem nun
kalmadığı bir şey yaparak kürekle mezara i l k toprağı attıktan
sonra, mezarcıların koca kürekleriyle mezarı tamamen kapat­
masını yaşlı gözlerle izledi. Herkes mezarın başına toplaştı­
ğında o aralarından ayrıldı. Mezarlığın kapısında, şapkasını
sağa ve sola azamet l i bir edayla saliayarak başı öne eğik in­
sanları selamladı. Arabasına bindiğinde kendisi hakkında al­
çak bir sesle konuşan i nsanları duyab i l i yord u :
"Aynı b i r senatör, ya d a ne bileyim, temyiz mahkemesi yar­
gıcı gibi . . . "

Cil

Gece o l muştu. R u biao, a kl ın d a b i raz ö nce gömdüğü zavall ı


arkadaşı olduğu halde şehirden geçiyordu. Sao Christovao So-

151
kağı'nda aynı kendisininki gibi bir arabanın geçtiğini görd ü .
İ k i atlı yaver, arabayı izliyordu. Araba, h ükümet toplantısı­
na giden bir bakanın arabasıydı. R u hiao başı n ı pencereden
çıkarıp baktı ve içeri sokt u . Yaverlerin atlarının seslerini içe­
riden dinlemeye devam ett i . Başka atların da nal sesleri geli­
yordu, onlarınki diğer seslerden ayırt edilebi l iyordu. Dostu­
muz öyle bir ruh hali içindeydi ki, arabası iyice uzaklaşıp ar­
tık tamamen duyul maz olana kadar yaverlerin atları n ı n nal
seslerini d in ledi : Klopata-klop, klopata-klop, k lopata-klop . . .

cııı

Dona Maria Augusta'nın ölümünün yedinci gününde, Sao


Francisco de Paula K i l isesi'nde yedisi yapı l d ı . Rubiao oraya
gidi nce Carlos Maria'y ı gördü . Bu karş ı laşma, mektubu sa­
hi bine iade etme kararı almasına neden oldu. Üç gün sonra
mektubu cebine koyup Flamengo'ya koştu rdu. Saat öğleden
sonra i k iydi. Maria Benedicta, yası ııın ilk günlerinde kendi­
sini teselli eden komşularını ziyarete gitmişti. Sophia yalnız­
dı ve d ışarı çı kmak üzere hazırlanmıştı .
" O lsun, hiç önemli değil " dedi, Rubiao'yu oturması için
içeri davet ederken, "sonra çı karım . "
Rubiao da zaten fazla kalmayacağını, sadece bir kağıt ver­
mek içi n geldiğini söyled i .
" Neyse canım, oturun. Kağıdı otururken d e verebilirsiniz."
O kadar güzel görünüyordu ki, Ru biiio ezberlediği o sert
sözleri söyleme konusunda biraz d urala d ı . Yas ona çok ya­
ra mıştı . Elbisesi de bir eldiven gibi üzerine oturuyordu. Otur­
duğunda ayağı n ı n yarısı, topuksuz ayakkabıları ve i pek ço­
rapları görü ndü. Bütün bunlar, sanki onu affetmesi için yal­
varıyordu Rubiao'ya. K ı n ındaki k ı l ıca ( eski bir yazar, ruhu
böyle adlandırır) geli nce, körelmiş, etkisiz du ruyordu. Rubi­
ao, giderek içindeki isteğin zayı fladığını hissetti. Ama söy le­
nen ilk sözün arkası, kendiliği nden geldi.

1 52
Soph i a , " Ne kağıdı ? " diye sordu.
Rubiao, içindeki duyguları bastırarak, " Sanırım önemli bir
kağıt" dedi. " Bir mektup kaybettiğİnizi hatırlamıyor musunuz,
ya da bilmiyor m usunuz ? "
" Hayır. "
" Sürekli mektup yazar mısınız?"
" Bazen yazarım ama o kadar önemli bir şey yazdığıını ha·
tırlamıyorum . Verin bir bakayı m . "
Ruhiiio'nun y üzünde sersemiemiş b i r i fade vard ı . Hiçbi r
şey söylemedi , hiçbir şey yapmadı. Gitmek için ayağa kalk­
tı ama gitmedi. Altüst ol muş halde biraz sessi zce durduktan
sonra öfkelenmeden konuşmaya başladı:
" Sizden ne kadar hoşlandığım sizin için bir sır değil . Bu­
nu bildiğiniz halde beni ne kabul ediyor, ne reddediyor; hep
çekici yöntemlerle cesaret veriyorsunuz. Santa Theresa'yı da,
trende kocanız aramızda otururken yaptığımız yolcul uğu da
unutmadım. Hatırlıyor musunuz? O yolculuk, benim için ta­
l i llsiz bir yolculuk oldu. O günden sonra sizin esiriniz oldum.
Siz şeyta nsınız, yılan gibisiniz. Size ne yaptım ben ? Ba na il­
gi göstermemeniz elbette anlaşılabilir ama o zaman da beni m
gözü m ii aça b i l i r . . . "
" Şşşt, biri gel iyor" d i ye Sophia sözünü keserek ayağa
kalktı. Kapıya doğru bakıyord u .
Gelen giden yoktu ama biri gelseydi R u biao'yu duyabilir­
di çünkü konuşurken sesi giderek yükseliyor ve hırsla doluyor­
du. O anda bile yüksel i yordu sesi. Artı k umudu kalmadığı na
göre içini döküp bütün yüklerini boşa ltabilirdi.
" Du yariarsa duysunlar, umurunıda deği l " diye bağırdı.
" Duysunlar bakalım. Ben söyleyeceğiınİ söyleyeceğim. Sonra
da beni dışarı atın ve bu iş bitsin. K i mse bir adama bu kadar
acı çekt i re -"
" Şşşt, A l l a h aşkına . "
" Hangi Allahtan bansediyorsunuz? Beni i y i d i n l eyin, ar­
tık h içbir şeyi saklamayacağı ın . "
Uşaklar söylenenleri duyacak diye aklı başından giden Sop­
hia, e l i y l e Ruhiiio'nun ağzı nı kapattı. Sevdiği n i n dokunuşu,

1 53
Ruhiiio'nun tüm gücünü bir anda alıp götürd ü . Sophia ken­
d i n i toplayıp geri çekildi . Tam odadan ç ı kıyordu ki kapıda
d uralad ı . Rubiiio ise kendini toplamak için pencereye yönel­
mişti .

CIV

Birkaç dakika onu dinledikten sonra Sophia Ruhiiio'nun ya­


n ı n a döndü ve etekl erini hışırdatarak birkaç gün önce aldı­
ğı m a vi saten d ivana oturd u . Rubiiio arkasına döndüğünde
onu sitemle başını sal lar halde buldu. Kon uşmaya başlama­
dan önce Sophia parmağını ağzına götürüp sessiz olmasını ri­
ca ettikten sonra eliyle yan ı n a davet ett i . Rubiiio bu çağrıya
itaat etti.
"Şu sandalyeye oturu n . " Oturması n ı bekledikten sonra,
"Size kızmak için nedenlerim var ama size kızmıyorum. Çün­
k ü biliyorum k i siz iyi bir i nsansınız. Ayrıca içten olduğu nu­
za da eminim. Bana söyledikleriniz için özür diley i n ve bunu
u nutalı m . "
Düzeltmek için yelpazesiyle elbisesin i n sağ tarafına hafif­
çe vuruyordu. Sonra bilezikler i n i saliayarak kollarını kal­
dırdı, son ra da ellerini dizlerin i n üzerine koyarak yelpazesi­
ni açıp kapatmaya başladı . Ruhiiio'nun ceva bını bekliyordu.
Ama onun beklediği n i n tersine, Rubiiio başı n ı sa ll ıyordu.
" Özür dileyecek bir şey yapmadım. Üste l i k beni affetme­
menizi tercih ederim. isteseniz de istemeseniz de her zaman kal­
birnde olacaksı n ız. Oysa siz bana karşı içten davranmadınız
çünkü beni aldattınız. "
Sophia geri l d i .
" Ba na kızmayın, sizi i ncitmek istemiyorum. Ama beni acı­
masızca ve tahammül edilmez biçimde aldattınız. Tabii ki ko­
can ızı sevmen iz iyi bir şey, sizi bunun için affettim ama . . . "
" Ama . . . " diye tekrarla dı Sophi a . Şaşkın d ı .
Rubiiio e l i n i ceketinin cebine soktu, mektubu çıkarıp ona

1 54
verdi. Carlos Maria ismini okuduğu zaman Sophia'nın, ben­
zinin attığı gözünden kaçmadı. Sanki bütün kanı çekilmiş gi­
biyd i . Ama kend i n i kontrol etti ve bunun n e olduğunu, bu
mektubun n e a n lama geldiğini sord u .
" Bu s i z i n yazın ız. "
" Benim yazı m . Ama ne yazmışım? Bunu size kim verdi ? "
Rubiao mektubu nasıl bulduğunu anlatmak istedi ama ye-
teri kadar i leri gittiği n i düşünüp ayrılmak için izin istedi .
" Affedersiniz, mektubu kendiniz açı n . "
" Artık burada yapacağım bir ş e y kalmadı . "
Genç kadın, "Durun. Açın şu mektubu. Alın işte. Okuyun"
diyerek Rubiao'nun ceketinin koluna yapıştı. Ama Rubiao ko­
lun u şiddetle çekerek şapkası nı aldı ve çıktı. Uşaklardan çeki­
nen Sophia, odadan çıkamadı.

cv

İlk dakikalarda o kadar kızgındı k i mektup aklına bile gelme­


di. Sonunda yavaş yavaş düşünceleri mektuba yöneldi ama ne
yazdığım daha hatırlamamıştı. Giderek kendini topladı ve Ala­
goas komitesiyle ilgili bir şey olduğunu düşündü. Zarfı yır­
tarak açtı; öyleydi . Mektup Rubiao'nun eline nasıl geçmişti ?
Ve neden böy le ş ü phelenm işti ? Şüphe doğu racak bir şey m i
olmuştu, yoksa kendi kafasından m ı uydurmuşt u ? Ya d a hak­
k ında dedi kodu m u yapıl ıyord u ? Mektubu Carlos Maria 'ya
gönderdiği uşağı bulup Rubiao'ya onun verip vermediğini sor­
d u . Vermem işti. lnvalidos Sokağı'na vardığında mektup ce­
binde deği ldi. O da korkmuş ve kendisine bir şey söyleyeme­
m işti.
Sophia tekrar salona döndü. Dışarı çıkma isteği kalmamış­
tı. Zannettiği gibi olmadığını Rubiao'ya göstermek için mek­
tupla zarfın parçalarını topladı. Ama bu sefer de mektubu de­
ğiştirdiğinden ş üphelenecekti . " Ka h rolası ! " d iye ını rıldana­
rak odan ı n içinde dolanmaya başlad ı .

1 5.5
Kalbi, hatı ralada dolmuştu. Carlos Maria'nın hayali gel­
d i gözlerinin önüne. Hem sevdiği hem de nefret ettiği, koca
gözlll hayalet. Aklından onu kovmaya çalıştı ama becereme­
d i . Narİn hatlarıyla veya i nsanları hakir gören gülllşllyle
kendisini izliyordu. Hayalet, kimi zaman önünde nezaketle eği­
lip selam veri yor ve gerçek olmadıkları nı anlayana kadar
nice uykusuz gecesine mal olan sözler söylüyordu. Bir gece bir
davette edilmişti o sözler. Sophia neden bu maceranın gerçek­
leşmediğini bir türlü anlayamamıştı. Kendisinden gerçekten
hoşlanmış görünüyordu, genç adam. O zamana kadar kim­
se aşkını o kadar cesurca ifade etmemiş veya söylediğine gö­
re gecenin geç saatlerinde penceresi nin altından geçmemişti .
Diğer davetleri de hatırladı. Gizlice söylenmiş sözler, ateşli ba­
kışlar. . . Bütün bu tutkunun hiçbir sonuç doğu rmadan nasıl
yok olduğunu anlayamamıştı. Belki de ortada tutku falan yok­
tu, bel ki de tüm bunlar, kadınları cezbetme konusunda silah­
larını mükemmelleştirmek için yararlandığı bir yöntemden, boş
söz ve davranışlardan i baretti . Zaten tepeden bakan, alaycı ,
kibirli bir tipti.
Bu gizem ha kkı nda ne düşünsündü ki? Bu ki birli adam­
dan zaten gitti kçe daha çok iğrenmeye başlamıştı. Hatta bir
keresinde ona gül müştü, şu anda da rahat rahat yüzüne ba­
kabilir durumdaydı. Gerçekten de artık onu unutmuş gi biy­
di. Bu yüzden de bu talihsiz mektup meselesiyle, adama kar­
şı hissettiği kayıtsızlığı gidererek tekrar onu gündemine sokan
Rubiao'ya lanetler yağdırıyordu. Onunla ilgili ilk hatıraları gel­
di aklına, sözleri . Herkes kendisini güzel buluyordu. Carlos
Maria da güzel olduğunu söyledi. O zaman bu neydi böyle?
Muhtemelen adamın, ayaklarına kapanmasını sağlamadığı için
böyle olm uştu. Keşke ona karşı fazla müteşekkir, fazla mü­
tevazı davranmasaydı.
Aniden yan odadaki hizmetçi hızla salona girdi. Bir şeyin
yere düşüp kırıldığını duyu nca salona koşm uştu. Salıibesi sa­
lonun ortasında ayakta duruyordu .
" Bir şey yok" dedi .
" Ben de sandım ki . . .
"

1 56
" B i blo yere düştü. Ortal ı ğı toplay ı n . "
" Hay A l l a h ! H e m de Çin porseleni b i bl o ! "
Zavallı porselen biblo; her zamanki gibi sakin sakin kütüp­
hanenin rafında dururken Sophia, nasıl olduğunu bilmeden onu
el ine al mış, bir süre parmakları arasında tutmuş, aklına ne ka­
dar aşağılanmış olduğu gelince, bel l i ki kendine kızarak bib­
loyu yere fırlatmıştı. Zavallı biblocuk, ne porselen olması, hat­
ta ne de Palha'nın hediyesi olması ona bir fayda sağlamıştı.
"Ama hanı mefendi, b u bi blo nasıl olda da . . . "
" Hemen dışarı çıkın . "
Sophia, Carlos Maria'ya nasıl davrandığını hatırladı. He­
men adama teslim olmalar, kendini onun yerine koyup her ha­
reketi ni affetme ler, gizli saklı el tutuşmalar. . . Onun ayakla­
rına kapannı ıştı, olan buydu işte. Sonra, nasıl olduysa oldu,
bir a nda her şeyi fa rklı h issetmeye başladı . Her şeye karşın o
da mutlaka kendisiyle ilgileniyordu. Aralarındaki ruhsal uyum,
bu terk edişi m utlaka geri döndürecekti. Belki de hata başka
bir yerlerdeyd i . M uhtemel nedenleri tek tek bulup çıkarma­
ya başladı, mesela soğuk bir davranış, mesafe l i bir hareket,
ilgisini ona yöneltmemesi. Hatırladı ki bir keresinde evde yal­
nızdı ve onu yalnızken eve kabul etmekten korktuğu için uşak­
ların evde o l madığını söy l emelerini istemişti. Tamam işte,
mutlaka bu olmalıydı. Carlos Maria gururltı bir adamdı, en
küçük bir şeyden incinirdi. Belki de o gi.in kendisinin evde ol­
duğunu öğrenmişti ve . . . Tamam işte, hatası buydu.

CVI

Ya da daha doğrusu kafası karışan v e geçtiğimiz bölümlerden


birindeki ara hacı n ı n h i kayesi i l e Sophia'nın end işesini birbi­
rine bağdaştıramayan sevg i l i o kurumuz, hayretler içinde so­
ruyor: " Bi.iti.in o Harnıonia Sokağı hi kayesi, Soph ia, Carlos
Maria, kaçamak, falan filan, bunların hepsi bir laf salatasın­
da n , i ftiradan başka bir şey değil miydi yani ? " Okur da, Ru-

1 57
biao da bu i ftiraya katıldı üste l i k . Arahacı ise katılınadı çün­
kü ne bir isim verdi hatta ne d e tam bir h i kaye a nlattı adam­
cağız. Dikkatli okusaydınız bunu görürdünüz. Evet mutsuz oku­
rum, lütfen dikkat edin, bu tür maceralara mey i l l i bir adam,
hiç arabası nı gidip tam da buluşma n ı n olacağı evin önünde
durdurur mu? Yaptığı kaçarnağa şahit yaratmış olur böyle ya­
parsa. Dünyada o kadar çok sokak var k i , araba gidip arka
sokaklardan birinde de pekiila bekleyebil i r.
Arabacı, bir h i kiiyeyi tam o larak nasıl uyduracağı n ı pek
bilmiyor demek. Peki böylesi bir hi kaye uydurmakta ne çıka­
rı vard ı ?
Rubiao'yu b i r eve götürmüştü. Dostumuz eve girip i k i sa­
at kaldı ve onu da orada bekletti. Sonra arabaya bi nip hare­
ket etmesini söyledi. Bir süre sonra da arabadan inip yürüme­
ye başladı ve kendisini takip etmesini istedi. Müşterisinin tam
da istediği gibi bir m üşteri olduğunu düşi.iıım üştü ama daha
ona bir h i kaye uydurmak a k l ı na gelmemişti. Ya nında çocu­
ğuyla önünden genç bir kadın geçince (Saude Sokağı'ndaki ka­
d ı n ) ve Rubiao kadının arkasından hüzün ve sevecenlikle ba­
kınca arahacı müşterisinin savurgan olduğu kadar duyarlı bir
müşteri olduğu sonucuna varıp ona bir hediye vermek iste­
di. Harmonia Sokağı 'ndan bahsettiyse bunun nedeni, geldik­
leri bölgeyi and ırdığı içindir. l nvalidos Sokağı'ndan genç bir
adamı aldığını söylediyse bunun da nedeni, emin olun, bir ön­
ceki akşam oradan bir müşteri ( belki de Carlos Maria'nın ta
kendisi n i ) almasıdır. Bel ki kendisi de o sokakta oturuyordur.
Veya nasıl geceleri gördüğüm üz rüyalar gündüz yaşa d ı kları­
ınızdan kaynaklanıyorsa o anda böyle bir doğaçlaına yapına­
sına yol açan başka bir sebep vard ır. Tab i i bütün arahacıla­
rın hikaye uyduran adamlar olduğunu söylemi yoruz, k i as­
lında bölük pörçük parçaları bir araya getirerek bir hikaye uy­
durmak, önemli bir marifettir.
Geriye bir tek yas elbisesi di ken terzilerden birinin Harmo­
nia Sokağı'nda oturması gibi bir rastlantı kalıyor. Her ne ka­
dar buna da mukadderat denilebilirse de aslında tamamen ter­
zinin suçudur. Şeh i r merkezine daha yakın bir yerde oturabi-

158
!irdi, öyle değil m i ? Hem böylece iğnesini ve kocasını daha ko­
lay terk edebilirdi. Oysa bu ikisini dünyadaki her şeyden da­
ha çok sevdiği için bana da kitabın akışını durdurmam için
bir neden kalmamıştı.

CVII

Sophia'nın d üşüncelerinin açıklanmaya i htiyacı yok . Gerçek­


Iere dayanıyorlar. Hatta Carlos Maria'nın, onun i l k um udu­
na cevap vermemekle kalmayıp, i k i ncisi ne, üçüncüsüne ve
bundan sonra giderek azalan umutlarına da cevap vermeme­
si gibi aşırı bir gerçek var ortada. Bu i lgisizliğin nedeni ola­
rak, Sophia'nın bir neden ararken üç neden bul duğunu gör­
d ü k . Oysa Carlos Maria'nın, bu tip kaçamakları pek yavan
hissetmesini sağlayan bir macera yaşıyor olabileceğini hiç ak­
lına getiremedi. Bu da dördüncü neden olabilirdi ve belki de
asıl neden buydu.

CVIII

Rubiao birkaç a y Flamengo'ya gitmed i . Hiç d e kolay uygu­


lanacak bir karar deği l d i bu. Sık sık pişman oldu, bu kararı­
nı sonuna kadar uygulayabileceğinden tereddüt duydu. En az
bir kere gidip Sophia'yı görmek ve kendisini affetsin diye yal­
varmak niyetiyle evden çıktı. Niçin affedecekti peki? Belli de­
ğildi a ma a ffe d i l mek istiyordu . Ancak evden çıktığı anda ak­
lına Carlos Maria gel iyor ve bir an için d urakl ıyor ve bu du­
rakl ama, onun ziyaretin i engell iyordu . Sadece hanımefendi­
nin güzel gözlerinin sıcaklığına yalvarmak için mutsuz bir mi­
rasyedi gibi oraya gitmesi, pek yakışık a lmayacaktı. Ancak bir
yandan d a depoya gidip Palha'yı görmeye devam ediyordu.
Beşinci haftanın sonunda Palha, evlerine gelmediği için Ru-

1 59
biao'yu payladı. İki ay daha geçince, kendilerine tavırlı olup
olmadığını sordu.
Rubi ao, " Çok işiın var " d iye cevapladı lıemencec i k . " Şu
siyasi meseleler çok vakit alıyor. Ama pazar günü gel irim. "
Sophia, onu nasıl karşılayacağını planladı. Mektup konu­
sunu açmak için fırsat kollayacak, sonra da kutsal olan ne var­
sa adına yeminler ederek yazdıklarının gözden düşmesini ge­
rektiren şeyler olmadığını anlatmaya çalışacaktı. Beyhude ça­
balar! Rubiao pazar günü gelmedi. Bir pazar geçti, bir sürü pa­
zar geçti . . . Soplıia bir gün ona Alagoas Fonu'na üyeli k belge­
si gönderd i . Rubiao bağış miktarı olarak 5 conto beli rled i .
B u kağıdı ortağına götürdüğünde Pal ha, " Ama bu m iktar
fazl a " dedi.
" Daha azı nı vermem . "
" Öyle d e bu kadar fazla bir miktar vermeden d e cömert bir
bağış yapabi l i rsiniz. Bu kağıtların sadece bir düzine k işiye
mi gönderi ldiğini sa nıyo rsunuz yoksa ? Birçok kadının ve
adamın elinde bu helgelerden var. Ayrıca Commercio Meyda­
nı'ndaki dükkaniarda da istediğiniz anda bulabilirsiniz bu ka­
ğı dı. Daha az bağış yapı n . "
" Kağıda yazdığım mi ktarı nasıl değiştireyim ? "
" 3 conto d a yeter. 3 conto gayet iyi b i r m iktar. Tab i i da­
ha çok bağış yapanlar da var ama onların ya resm i pozisyon­
ları ya da sahip oldukları milyonlar gereği böyle yapmaları ge­
reki yor. Mesela Bomfi n, 1 O co n to bağışladı."
Rubiao, dudaklarındaki alaycı gül ümsemeyi bastıraınıyor­
du. K a fasını saliayarak 5 conto'da ısrar etti. Kağıda yazdığı
mi ktarı ancak önüne bir rakamı yazmak suretiyle değişti re­
bilirdi ki bu durumda 1 5 conto bağışlamış ve Bomfin'i geçmiş
olacaktı.
"Elbette isterseniz 5, 1 O, hatta 1 5 verebilirsiniz ama serına­
yenize biraz daha özen gösterınelisiniz. Sermayenizi kemiriyor­
sunuz. Unutmay ı n artık eskisi kadar gelir getirmiyor."
Rubiao, bütün varlıklarını (h isse senetleri, pol içeler, tapu
senetleri ) Palha'ya emanet etmiş, o da on ları depodaki kasa­
ya koymuştu. Faizleri, tcmettüleri ve bir süre önce gayet ucu-

1 60
za aldırdığı, şimdiyse iyi bir gelir getiren üç evin kiralarını Ru­
biiio adına topluyordu . Ayrıca Ruhiiio'nun altınlarını yatırım
için değil , sırf saymak için biri kti rınek gibi bir tutkuya sahip
olması nedeniyle önemli sayıdaki altın paraları da kasaya koy­
muştu . Pal ha bütün bu serveti n değeri ni, serveti n sahi binden
daha iyi biliyord u . Şa hit old uğu bir şey daha vardı k i , deniz
sütliman ol ması na, ortalıkta en ufak bir fı rtı na bulutu olma­
masına karşı n, gem i de delikler açılmıştı. Kom ite başkanının
kocası olduğuna işaret ederek 3 conto 'nu n yeterli olacağı ko­
nusunda ısrar ett i .
A m a Rubiao 5 conto'dan vazgeçmed i . Üstelik bir 1 0 can­
to daha isted i . 1 O conto lazımdı ona. Pal ha kafası n ı kaşıdı.
"Pardon", dedi bir an sonra, " niçin lazımdı ? Bu parayı kay­
betmeyeceğinize ya da en azı ndan riske atmayacağınıza emin
m isiniz? "
Rubiao, b u i ti raza gi.ı ldü.
" Kaybedeceğime emin olsaydım geli p sizden istemezdi m .
Tabii biraz riske atabilirim ama risk almazsanız kazanç d a sağ­
layaınazsınız. O paraya bir iş için, aslında üç iş için i htiyacım
var. Bunlardan i kisi borç . Gayet güvenli borçl ar ve tutarı da
sadece 1 .5 contos. Kalan 8 . 5 conto'yu da bir işe yatıracağı m .
Neden başı n ızı sall ıyorsunuz? D a h a ne olduğu n u b i l e bilmi­
yorsun uz. "
" Zaten bunun i ç i n olmaz diyorum. Bu işi bana dan ışı p
içinde kimlerin olduğunu söyleseydiniz ben de paranızı riske
atıp atınadığınızı söylerdim. Bu durumda bir şey elde etme­
den paran ızı kaybetmenizden korkuyoru m . H onest Capi­
tan's Union Company'deki hisseterinizi hatırlamıyor m usu­
nuz? Size insanları kandırıp paralarını elleri n de n almak için
fi rmaya böylesine fiyakalı bir isim takmış olduklarını söyle­
ınemiş miydi m ? Bana i nanınayıp para nızı yatırmıştınız. Şim­
di fi rma n ı n hisseleri çok d üştü. Üstel ik altı aydır temettü de
vermedil er. "
" O zaman o hisseleri satı n . O para bana yeter. Ya d a ka­
sadan hisseleri bana veri n . İsterseniz ben gel i p alayım, ister­
sen iz siz Botafogo'ya gönderi n . "

161
Palha, hararetle R ubiao'yu tuttu: " Hayır, hiçbir şey yap­
ınayacağım . Size 1 O conto veremem. Zaten şimdiye kadar her
isteğİ nizi kabul ettim . Benim görevi m, size d i renmektir. Gü­
venl i borç m u ? Ne borcuymuş bu? Görmüyor m usunuz, siz­
den paranızı alıp sonra da borçlarını ödemiyorlar. H atta adam­
lar işi, her gün kendilerine borç veren kişinin evine yemeğe gel­
meye kadar götürmüş. O Carneiro'yu sizin evde tam üç ke­
re gördüm. D i ğerleri n i n da size borcu var mı, b i lmiyorum.
Kuvvetle m uhtemeld i r. Bu kadarı da fazla artı k . Bunları size
söylüyorum çünkü dost acı söyler. İ leride sizi uyarmad ığım ı
söyleyemezsiniz. E l in izdeki avcu nuzdakini etrafa saçarsanız,
siz nasıl yaşarsanız? Hatta bizim ş irket bile batabi l i r. "
" Bizim şirket batmaz" dedi Rubiao.
"Niye batması n ? Bütün şirketler batabilir. 1 8 64'te Banker
Souto'nun bile battığı nı görd ü m . "
Rubiao, ortağı nın tavsiyesini düşündü. Yal nızca i y i b i r tav­
siye olduğu ya da mu htemelen haklı olduğu için deği l , ka ba­
ca ifade edilmiş olmasına rağmen arkasındaki iyi n iyeti gör­
müştü. İçinden ona müreşekkir oldu ama yine de tavsiyeyi din­
lemedi. 10 conto'yu istedi . Bundan sonra daha dikkatli olacak­
tı . Nakit olarak ve gerekirse satılıp nakde çevrilecek şeyler ola­
rak daha çok parası vardı .
" Ya l nızca satı l ı p nakde çevrilecek şeyler" diye Palha onu
d üzel tti .
Bir an sonra da ekledi:
"Tamam ama şimdi geç kaldık. Yarın size 1 0 cantas ge­
tiririm. Ya da neden siz Flamengo'ya gel i p almı yorsunuz? Si­
zi i neitecek bir şey mi yaptık ? Yoksa kadınlar mı bir şey yap­
tı size? S izi son gördüğümde kadınlarla tartışıyor gibiydiniz.
Hadi bana aniatın da ben de onların cezasını vereyi m . "
Rubiao gözlerini arkadaşından kaçırdı. Hani her şeyi bili­
yormuş da içten içe kendisiyle dalga geçiyormuşçasına keskin
bir ironiye sahip bu sözlerden etkilenmişti. Tekrar Palha'ya bak­
tığında gözlerinde sorgulayıcı bir bakış gördü ve cevapladı:
" Bi r şey yapmadılar. Yarın akşam gel i ri m . "
" Yemeğe gel i n . "

1 62
" Yemeğe gelemem. M isafi rlerİnı olacak. Akşamüstü geli­
r im . " Zorla gülerek ekled i :
"Sakın kadınları cezalandırmayın. Bana bir şey yapma­
dılar. "
Rubiao kapıdan çıkarken, Pal ha, " Aramızdaki bağı k ı ska­
nan biri bunu etkisi a ltına almış" diye düşün üyordu . " Ya da
Sophia onu kendinden uzaklaştıracak bir şey yaptı. "
Ama Palha daha yerine dönmeden Rubiao tekrar kapıda
göründü. Parayı daha erken a lması gerektiğini söy lemek için
gelmişti. Parayı depoya gelip alacak, akşam da onları ziyare­
te gidecekti. Para ona öğleden sonra i ki de l azımdı.

CIX

O gece Rubiao, rüyasında Soph ia i le Maria Benedicta'yı gör­


dü. Geniş bir terasta, sadece eteklerini giymişlerdi . İkisi n i n de
sırtı çıplaktı. Eli nde, ucundaki beş püskülünde demir parça­
cıklar bulunan bir kırbaç olan Sophia'nın kocası, ikisini de acı­
masızca kırbaçlıyord u . Yalvarıyor, kendisini affetmesini isti­
yorlardı. Acıdan kıvranıyorlardı. Her tarafları kana bulanmış­
tı. Etleri parça parça dökülüyord u . Ama rüyada Sophia'nın
neden İmparatoriçe Eugenia, Maria Benedicta'nın da onun ne­
dimesi olduğunu, tam olarak bilemeyeceğim. Alvares de Aze­
veda'nun kahramanlarından biri, " Rüya, rüyadır, Penseroso"
demişti . Ben, HamJet'in en çılgın konuşmalarından birini söy­
leyen yaşlı Polonius'un sözleri n i terc i h ederim: " On u n deli­
liğinde bile bir düzen var. " Rubiao'nun da Sophia i le Eugenia'yı
birleşti rmesi, düzenli bir şeydi. Hatta aşağıda okuyacağınız çok
daha a bartılı şeyde h i l e bir düzen vardı.
Evet, Rubiao, büyük bir öfke içi nde kırbaçlamanın dur­
durulmasını, Pal ha'nın asılmasını ve k ı rbaçlananların oradan
götürülmesini emretti. Kırbaçlananlardan biri, Sophia, Rubi­
ao için bekletilen açık arabaya binmeyi kabul ett i . Atlar dört­
nala giderken bütün zarafeti ve güze ll iğiyle , heybetli ve i h ti-

1 6.3
şamlı Rubiao'nun yanındaydı. Ö nce i k i at vardı ama sonra
sayıları sekize çıktı . Dört ç i ft güzel hayvan . Sokaklar, pence­
reler insanlarla doluydu. Herkes tezahüratta bul unuyor, üzer­
lerine çiçekler yağıyordu. Rubiao, İ m parator Louis N apole­
on olduğunu düşündü. Köpek de arabada, Sophia'nın ayak­
larının di bi ndeyd i .
Rüya, ansızın bitiverdi. Ne bir sonuca bağlanmış, ne kav­
ga gürültü çıkmıştı. Rubiao, gözlerini açtı. Bel k i de bir pire
ısırm ıştı onu veya başka bir şey olmuştu. " Rüya, rüyadır Pen­
seroso ! " Ama ben hala Polonius'un sözlerini yeğleri m : " Sizin
delil iğinizde bile bir düzen var. "

cx

Rubiao iki krediyi verdi ve o işe yatırım yaptı. Yatırım, Rio de


Janeira l imanında gemi indirme ve bindirme koşul larının iyi­
leştirmesine yönel i k bi r proj eydi . Borçlardan biri Atalaia'nın
ödenmemiş bir senedinin ödenmesi için verilmişti. Bu borç çok
önemliydi çünkü gazetenin yayın hayatına son vermesi teh­
l i kesi ortaya çıkmıştı.
Camacho, Rubiao parayı evine götürdüğünde, " Güzel " de­
d i . " Size çok teşekkür ederi m . Görüyorsunuz, bu kadar kü­
çük bir şey bile yay ı n organı mızı susturabi lirdi. Elbette yolu­
muzcia y ü rürken bu gibi d i ke n leri de tem izleyeceğiz. İnsan­
lar eğitimsiz. Kendileri için çalışanları, a nayasal özgü rlükler
için her gün arenaya çıkıp dövüşenieri bil miyorlar, onlara des­
tek olmuyorlar. Düşünün, bu para elim ize geçmeseydi herkes
kendi yoluna gidecek ve i lkeler, sadık koruyucularından yok­
sun kalacaktı . "
" As la ! " diye itiraz etti Ru biao.
" Ha k l ısınız. İki kat fazla çalışmalıyız. Atalaia, her düştü­
ğünde daha büyük bir k uvvetle tekrar ayağa kalkan o masal
kahramanına benzeyecek. "
·

Camacho bunları söylerken bir yandan da elindeki para

1 64
destesine bakıyordu. " 1 conto 200 milreis, değil m i ? " dedi ve
parayı cebine koydu. Artık kurtulduklarını ve bundan sonra
gazeteni n gelişeceğini söyleyerek devam etti. Aklında bazı ye­
n i l ikler vardı . Hatta daha da i l eri gitti:
" Programımızı geliştirme l i , arkadaşianınıza yeni bir ener­
j i vermeli , gerek i rse onlara karşı sal d ı rıya geçmel iyiz. "
" Nasıl ? "
" Nasıl mı ? Üzerlerine giderek. Tab i i sadece sözlerim izle.
Yani, hatalarını düzeltmekten bahsediyorum . Parti organının
giderek laçkalaştığı ortada. Parti organı diyorum çünkü gaze­
temiz, partimizin fik i rleri n i n yayımlandığı bir orga n . Arada­
ki farkı aniayabiliyor musu nuz ? "
"An lıyoru m . "
Camacho, eline b i r puro aldı v e yakmadan, " Laçkalaşıyor"
ded i . " i l keleri daha çok vurgulamamız lazım. Bunu da açık­
ça, dürüstçe ve gerçek leri dile getirerek yapmalıyız. inanın ba­
na l iderlerin bunu kendi arkadaşlarından, kendi yandaşların­
dan duymaya i h tiyaçları var. Partilerin birbiriyle uzlaşması­
nı hiçbir zaman reddetmedi m ; hatta bunun için savaştım ama
uzlaşma, bir entrika oyunu deği ldir. Mesela ben i m eyaleri m­
de Pinheiros'un yandaşları sadece benden kurtulmak gibi
bir amaç için hükümetin desteğini alabildiler. Peki, benim yan­
daşlarım, hükümetin Pinheiros gru bunu destek lediğini görün­
ce ne yaptı dersi niz? O nları desteklediler. "
" Pi n hei ros grubunun bel li bir gücü var m ı ? "
Camacho, ki brit k utusunu açmak üzereyken hiddetle ka­
patıp, " Hiçbir gücü yok " diye cevap verdi. Aralarında eski bir
mahkum ile eskiden berberde çıraklık yapan biri var. 1 8 55 'te
Recife Fakültesi 'ne gird i . Bence vaftiz babası nın ona bırak­
tığı m i ras sayesi nde o okula girebildi. Skanda llada dolu bir
hayatı var ama yine de okuldan mezun olur olmaz eyalet mec­
l isine giriverdi. Oysa aptalın tekidir. Ben ne kadar papaysam,
o da o kadar üniversite mezun ud ur. "
Camacho ile Rubiao, gazeteni n siyasi çizgisinin bi raz de­
ğiştiri lmesi üzerinde görüş birliğine vardılar. Camacho, l ider­
lerinden gelen tepki üzerine Rubiao'nun adaylığı n ı n zorlaş-

1 65
tığını hatırlattı. " Aslında hepsi değil de bazıları tepki göster­
d i " diye lafını düzel tti . Rubiao bir şey demed i . Camacho bu­
nu vaktiyle söylemişti, şimdi tekrar hatıriayınca canı sı kıldı.
Mecl ise girebilirdi, oraya girmeliydi. Onlar, o ! i derler, onu is­
temeyen ler, bu hata larından dolayı pişman o lacaklar diye
düşündü. M i l letveki l i , senatör, bakan olunca hepsin i n gözü
fa l taşı gibi açılacaktı. Dostumuzun yüreği, arkadaşı tarafın­
dan tutuşturulmuştu. Ama artık nefret ve kıskançlık gibi duy­
gulada değil, saf bir tutkuyla, o günlerin kes i n l i k l e geleceği­
ne bes lediği içten i nançla ve göz kamaştı rıcı bir i h tişam bek­
lentisiyle o ateşi kendi kendine harlıyordu . Camacho, Rubi­
ao'nun tam kıvamına gel diğine karar verdi.
" Bizimkiler de aynı düşüncede. Bence bizimkileri biraz teh­
dit etmek, hiç de zamansız kaçmaz. "
O akşam Camacho, bazı eyalerlerde partisine iktidarın ve­
fasızlığına tesli m olup yozlaşmış ve değersiz i nsan ları destek­
Iemernesi tavsiyesinde bulunduğu makalesin i Rubiao'ya oku­
du. Makale, şöyle sona eriyordu:
" Partiler disiplinli ve birlik beraberl i k içinde olmalıdır. Hiç
de öyle düşünmedikleri ha lde, disiplinin ve birli k beraberliğin,
rakipierin e l i nden gelen menfaatleri reddetme noktasına ka­
dar götürülemeyeceğini i leri sürenler var. Risum teneatis! * Tan­
rı korkusuyla titremeden kim böyle bir günah işleyebil i r ? An­
cak bir an için bunun doğru olduğunu, muhalefetin, bir an için
hükümetin aşı rılıklarına, yasaları çiğnemesine, i ktidarı suiisti­
mal etmesine, doğru yoldan sapmasına göz yumduğunu var­
sayalım. Ne olmuş yani? Bu çok nadiren olabilir ve ancak için­
de kötü değil iyi u nsurlar barındırıyorsa kabul edilebilir. Her
partide muhal ifler ve dalkavuklar vardır. Partinin rüşvet çar­
kına batmasını teşvi k ederek laçkalaşmamızı sağlamak, rakip­
lerimizin yararı nadır. Gerçek budur. Bu gerçeği inkar etmek,
ulusumuzun ruhunu incitir. Kendini satanlar tapmaktan ko­
vulacak, orada a ncak i l kelerimizin kal ıcı zafer i n i , k ısa vade­
l i küçük çıkarları n ı n üstünde tutan i nanç sahibi, temiz kalp-

• (Latince) Güldürmeyin ben i ! - ç.n.

166
l i insanlar kalacaktır. Buna karşı gelen k i m varsa, karşıların­
da bizi bu lacaktır. Artık ok yaydan çıkmış tır! "

CXI

R u biao makaleyi çok beğendi, mükemmel buldu. Sadece ye­


terince güçlü değildi, belki . Mesela " kendini satanlar" lafı iyiy­
di ama, " ruhunu satan rez i l ler" daha i y i olabil irdi:
" Ruhunu satan rezil ler m i ? Evet a ma bu sözde bir bozuk­
luk var" dedi Camacho. "R harfi çok tekrar ediyor. Ruhunu . . .
reziller. Size de bu biraz k u l a k tırmalayıcı gel miyor mu ? "
" Ama tekrar eden başka harfler d e vard ı . Neydi o , ves . . .
vis?"
" Vae victis. A m a o Latince bir dey i m . Rezi l ler yerine baş­
ka bir şey k oysa k ? Mesela ru hunu satan tüccarlar. "
" Ru h u n u satan tüccarlar fena değil . "
" Ama buradaki 'tüccarlar' l afı, reziller kadar v urucu de­
ğil . "
" O zaman rezil ler kalsın. Ruhunu satan reziller güçlü bir
i fade. Kimse harflerin tekrarlanıp tekrarlanmadığına bakmaz.
Benim hiç dikkatimi çekmedi. Vurucu bir i fade olduğu için sev­
d i m . Ruhunu satan rezil ler. "
" Ruhunu satan reziller, ruhunu satan reziller" diye Camac­
ho a lç a k sesle b irkaç kez tekrarladı. " Ba n a da fena gel m iyor
şimdi. Ruhunu satan reziller. Tamam, kabul ediyorum . " De­
ğişikli kleri yaparak tekrar okudu: " Ruhunu satan reziller ta­
pınaktan kovulacak, orada ancak i l ke l erimizin kalıcı zaferi­
ni, kısa vadeli küçük ç ı karlarının üzerinde tutan, i nanç sahi­
bi, temiz kalpli i nsanlar k alacaktır. Buna karşı gelen kim var­
sa, k a rşı l arında bizi bulacaktır. Artık ok yaydan çıkmıştır! "
Bizzat kendisinin de makaleni n yazımında küçük bir ro­
lü olduğunu h i sseden Rubiao, " Çok güzel " ded i .
Camacho g ü lümseyerek, " Beğendiniz m i ? " d i y e sord u .
" Bazıları yazılarımda h a l a öğrencilik günlerimin taze heyecan-

1 67
larını buluyor. Buna bir şey diyemem, bi lmiyorum. Tek söy­
leyebileceğim, genel tema larıın ı n aynı olduğu. Onları aynen
korurnam gerekir. Korumamız gerek i r. "

cxıı

Birçok eski kitapta " şu konuda neler oldu " şeklinde bölüm­
leri özetlerler ya, işte benim de aynı şeyi yapmam gereken yer,
tam burası . Bernardim Ribeira'nun yaptığı "· ve diğer harika
k itaplarda yapılan şey, bu . Başka di llerde yazılmış kitaplarda
da, Cervantes ya da Rabelais'ye kadar gitmeye gerek kalma­
dan, kitaplarındaki çoğu bölümler sırf o özetler nedeniyle oku­
nan Fielding ve Smollet'i örnek vermek yeter. Mesela Tom jo­
nes, IV. kitap, I. bölümü alalım. Şöyle bir başlık görürüz: " Beş
Sayfadan Oluşur. " Açık, net, kimseyi kandırmayan bir başl ık.
Ne bir eksik, ne bir fazla, tam beş sayfa vardır. İsteyen okur, is­
teyen okumaz. Yazar, okuyaniara bir de yalakalık yapar: " Şim­
di de ön sözü uzatmadan, sonraki bölüme geçel im. "

CX I I I

Ben de bu kitapta aynı yöntemi izleseydim, her şeyi açıklayan


şöyle bir baş l ı k yazma m gerekirdi: " Ma k alede Yaptığı De­
ğişik! ikten Hoşnut Kalan R u biao'nun, Başka Ta nımlamalar
Üzerinde Uzun Uzun Düşünüp Sonunda Okuduğu Bütün Ki­
tapları Kendisinin Yazd ığım Sanması . "
Bunu yeterli görmeyen okurlar da çı kacaktır. Şüphesiz bu
okurlar, Fielding'in beş sayfada verdiği özetin bile böyle bir şey
için yetersiz kalacağı na bakmadan, dostumuzun ruhsal vazi -

• Öncü Portekiz şair ve yazarı. Delirerek öld ü. Meııi11a e Moca adlı eseri,
günüm üzde de Portek iz'in önemli eserlerindeııd ir. - ç.ıı.

1 6S
yeti nin ta m bir a na l izini isteyeceklerdir. Rubiao'nun arkada­
şıyla ortak bir tanım bulmasıyla okuduğu bütün kitapları onun
yazmış olması arasında tam bir uçurum var. Ama emin o l u n
i ş i n en zor tarafı, t e k bir tanınıdan ilk kitabın yazımına atla­
mak oldu. Ondan sonrası kolayca geldi. Ama tanı bir analiz
oldukça uzun ve sı kıcı olacaktır. Demek k i bu analiz mesele­
sini şurada bırakmak daha iyi olur: Rubiao birkaç dakikalı­
ğına, kendini başkalarının kitapların ı n yazarı olarak gördü.

CXIV

Önümüzdeki bölümü n , tek hir başlık ta özetlenip özetleneme­


yeceğin i , ben de bilemiyorum.

cxv

Rubiao, Sophia'yı görmeme, e n azından Flamengo'ya gitme­


me kararını azimle uyguluyordu. Bir gün Sophia'yı, yanında
Alagoas komitesindeki kadınlardan biriyle bir araba içinde ge­
çerken gördü. Sophia ona eğilerek ve gülümseyerek selam ver­
di, el salladı. O da heyecanla şapkasım çıkararak selamını al­
dı. Ama öyle eskiden rastlasaydı olacağı gibi yerine çakılıp kal­
madı, sadece giden arabaya b i r bakış atıp yo luna devam et­
ti. Bir yandan da mektup olayını d üşü nüyor, sanki araların­
da hiçbir şey geçmemiş gibi, her türlü çekinmeden ve aşağı­
lamadan uzak bir şekilde Sophia'nın kendisine nasıl e l sal la­
dığına şaşı rıyordu . Yanı nda birinin bulunması ve aklının ko­
mite çalışmalarıyla meşgul olması, Sophia'nın i nceliğini açık­
laya b i i i rd i tab i i a ma Rubiao bu olası l ığı a k l ı na getiremed i .
" Nasıl b u kadar kayıtsız olabili r ? " diye soruyordu kendi­
ne. " lnva l i dos Sokağı züppesine gönderdiği mektubu buldu­
ğumu hatırlamıyo r o l a b i l i r m i ? Artık bu kadarı da çok faz-

1 69
la. Sanki hiç önem vermediğini, canı hangi mektubu çekerse
yazabileceğin i yüzüme vuruyor gibi. Elbette canı ne isterse ya­
zabilir ama kendine bir posta k utusu k i ra lasa daha iyi eder.
Daha ucuza getirir. "
B u düşüncesini çok zekice bulup güldü. B u kahkahayla tam
o sırada oradan geçen birine sel am vermek zorunda kalma­
sı melankolik düşüncelerini dağıttı. Bu arada kendisini Bank
of Brazi l ' e getiren diğer meseleyi hatı rladı.
Bankadan içeri girerken, dışarı çıkmakta olan ortağına
rastladı.
" B i raz önce Dona Sophia'ya rastladım. "
" Nerede ? "
" Ourives Sokağı'nda. Yanında bir hanımla birlikte bir ara­
banın içindeydi. Nasılsı n ı z ? "
Pa lha bu soruya cevap vermeden, " Sophia'ya rastladınız
ve hala hatırlamıyorsunuz" ded i . " Çarşamba gününün, yani
yarın deği l öbür günün, Sophia'nın yaş günü olduğunu hatır­
lamıyorsunuz. Sizi yemeğe davet etmeyeceğim . Çünkü bu si­
zin uzun ve sık ıcı bir akşam geçirmenizi İstemek a n lamına ge­
lir. Buna cesaret edemem. Ama bir bardak çayı kısa sürede içe­
biliriz. Bana bu i y i l iği de mi yapmayacaksınız ? "
Rubiao hemen cevap vermedi.
Sonunda, " Yemeğe geleceğ i m " dedi. " Ça rşamba mıyd ı ?
Beni sayabilirsiniz. Evet itiraf ediyorum, u nuttum a m a aklım­
da o kadar çok şey var k i . . . Yarım saat içi nde depoda olaca­
ğım. Beni bekler misiniz? "
Yar ı m saat dolmadan, depoya geldi ve 2 conto isted i . Pal­
ha, bu sefer Ruhiiio'nun sermayesinin azar azar erimesine kar­
şı çıkmadı ve usu l en bir i k i tepkiden sonra, ta m bir kayıtsız­
lıkla istediği parayı verd i . Rubiao, aceleyle gidip göz kamaş­
tırıcı bir pırlanta alarak bir karta üç beş satırlık kutlama ya­
zıp çarşamba günü e l inde olacak şekilde Sophia'ya gönder­
meden, eve gitmed i .
Hizmetçi paketi getirdiğinde, Sophia odasında ayakkabı­
l arını giyiyordu. O gün a l dığı üçüncü hediyeydi bu. Hizmet­
çi de paketin içinde ne olduğunu görmek için onun açması-

1 70
nı bekliyordu . Sophia paketi açıp pahalı bir p ı rlantayla süs­
lenmiş kolyeyi gördüğünde gözleri kamaştı. O ndan bir hedi­
ye bekl iyordu ama aral arında geçenlerden sonra hala bu ka­
dar cömert olabileceğini ummamıştı. Kalbi pır pır etti.
" Hediyeyi getiren burada mı ? "
" Gitti efend i m . N e kadar güzel bir kolye, madam ! "
Sophia k utuyu kapatıp ayakkabılarını giydi. B i raz yalnız
oturup olanları düşündü. K a l karken şöyle düşün üyordu:
"Bu adam bana tapıyor. "
Giyinmeye başla d ı . Aynanın önüne geldiğinde bir süre
durup kendini izledi. Endamına, omuzlarından bileklerine ka­
dar açıkta bıraktığı kol larına, h ülyalı gözlerine memnuniyet­
le baktı. 29 yaşındaydı ama 25 yaşında gösterdiğini düşündü.
Haksız da değildi. Korsesini giyip bağladı, yakasım güzel boy­
n u n u n büyük kısmını açı kta bırakacak şek i l de a ya rladı. Bu­
nu yapı nca da kolyen i n boyn u nda nasıl duracağım görmek
istedi ve kolyeyi k utusundan çıkarıp boynuna taktı. Sola dön­
dü, sağa döndü, ayna ya yaklaştı, çeşitli duruşlar denedi, oda­
nın ışığını artırdı . M ükemmel d uruyordu . Sonra da kolyeyi
kutusuna koyup yerine kaldırdı.
" Bu adam bana tapıyor" dedi tekrar.
Bu arada Rubiao akşam yemeği için Flamengo'ya giderken,
" O adam mutlaka orada olacaktır" diye düşünüyordu. " Ama
ben i mkinden daha güzel bir hediye kesin verememi ştir. "
Gerçekten de Carlos Maria oradaydı . Alagoas komitesin­
den bir kadınla ve Maria Benedieta .i le sohbet ediyordu. Davet­
liler, özellikle seçilmiş, sınırlı sayıda insandan o l uşuyordu. Bin­
başı Siqueira ile l<.ızı da, Rubiao'nun Santa Theresa'daki yemek­
te tanıştığı başkaları da yoktu. Alagoas komitesinden birkaç ka­
dının varlığı, davetiiierin özellikle seçilmiş insanlar olduğu sa­
vını güçlendiriyordu. Banka müdürünün, hani şu bakanla ko­
nuşan müdürün oluşu, bir başka kanıttı. Müdür bey, karısı ve
kızlarıyla gelmişt i . Bir başka banka çalışanı, bir İngiliz işada­
mı, bir milletveki l i , bir yargıç, bir avukat, hepsi bu kadardı.
İhtişa m ı n ı n zirvesi ndeki Sophia, Rubiao ' n u n salona gir­
diği n i gördüğünde bir a n için diğerleri n i unutup yanına gel-

171
d i . Bel k i Rubiao değiştiği, bel k i de kendisi onu uzun süredir
görmediği için Sophia onu farklı buldu. Yere sağlam basıyor­
du, başı yukarıdaydı, kısacası eski ürkek ve çeki ngen halleri­
n i n tam tersiydi. Elini sık ıca tutarak fısıltıyla teşekkürleri n i
sundu. Masada yanına oturdu. Rubiao her şeye b i r üstü n l ük
havasıyla bakıyordu. Ne konukların sosyal statülerinden, ne
formal atmosferden, ne de lüks yemek masasından etkilenmiş­
ti. Bunların hiçbiri gözlerini kamaştırmamıştı . Soph i a ' n ı n
özel i lgisini k a b u l edil ebi l i r b u l d u ama d a h a önce olduğu g i ­
b i bu i lgi o n u altüst etmem işti. Sophia'ya geli nce, h e r zaman­
kinden daha çok ilgi liydi, gözleri olağanüstü nazik ve sevecen­
di. Rubiao, Carlos Maria'ya bakındı. Yine salonda gördüğü
iki kadının, Maria Benedieta i l e Al agoas komitesi ndeki ka­
dının ar�sındaydı, on larla soh bet ediyordu. Bütün d i kkati­
ni onlara yöneltmiş olduğu n u , Sophia'ya bakmadığını, Sop­
h i a ' n m da ona dikkat etmediği ni gördü Rubiao.
Rubiao, masadan kalka darken o i kisinin birbirlerine bir
bakış attıklarını düşündü ama toplantının genel havası ken­
disini yanıltmış olabil i rdi, onun için bu olaya fazla önem ver­
medi. Sophia, hemen koluna girdi. Odadan çıkarken ona şöy­
l e dedi :
"O günden beri sizi bek liyorum ama bir türlü gel mediniz.
Halbuki gelmenizi İstemek hakkımdır. Size açıklamaın ı biz­
zat kendim yapmak istiyordum. Şimdi konuşa b i l i riz. "
Bi r süre sonra R ubiiio sigara odası n a geçerek oradaki ko­
nuşmaları dinledi. Gözleri, odadaki kişi ve eşyaların üzerin­
de dolanıyordu. Odadakiler dışarı çıktıklarında o çıkmadı, de­
ri bir kanepeni n üzerinde uzun oturur vaziyette kaldı. Hiçbir
şey düşünmüyordu gerç i , ama hayal gücü faaliyettey d i . Ta­
bii çok yemek yediği için olmalı, o l dukça yavaş bir faaliyetti
bu. Dışarıda yeni konuklar gel iyor, ev giderek doluyor, uzak­
tan gelen konuşma sesleri giderek yükseliyordu. Yine de dos­
tumuz, hayal gücünün faaliyetlerine son vermed i . Hatta içe­
riden gelen bütün sesleri susturan piyano sesi bile onu yere in­
diremed i . Ama odaya doğru gelen ipek hışırtı larını duyması,
b i r anda hayallerinden sıyrı l ı p dik oturmasına yetti.

1 72
"Demek buradasınız. Can sıkıntısından kaçıp buraya sığın­
mışsınız" diye girdi Sophia. " Şu güzel müziği bile dinlemek is­
temediniz demek. Ben de gittiniz zannetti m . Sizi arıyordum . "
Ve vakit kaybetmeksizin , çünkü kaybedecek tek b i r daki­
kası bile yoktu, Botafogo'daki bahçede bulunan mektupla il­
gili tüm bildikleri mizi a nlattı. Mektubu kendi açmadan ön­
ce Rubiao'nun açıp okumasını istediğini de hatırlattı. Masu­
miyerini bundan iyi kanıtiayacak ne vard ı ? Dudaklarından hız­
la ve heyeca nla dök ülüyo rdu sözcükle r, yine de hepsi uygun
ağı r l ı ktaydılar. Gözleri ıslaktı, Sophia onları sildi, bu kez de
k ı rmızı k ı rmızı oldular. Rubiao elini tuttu ve bir damla göz­
yaşı, ağzı nın kenarına doğru inen küçük bir gözyaşı gördü .
Sonra d a bundan i y i b i r kanıt bulamayacağına v e söylediği her
şeye inandığına dair yem i n etti. N iye ağlıyord u ? Sophia tek­
rar gözleri n i sildi ve şü kranla Rubiao'nun elini tuttu .
'' İyi akşamlar" ded i .
Rubiao, piyanonun hala çalmakta olduğunu hatırlattı . İki­
si piyano d i nlerken k i mse onları a ra maya gelmed i .
Sophia, " Ama bu k a d a r uzun süre ortalıkta görülmemem
ol maz. Üstelik daha verınem gereken bazı tal i m a tlar var. İyi
a kşa mlar" dedi .
Rubiao, " Bi r d a k i k a " d iye ısrar etti.
Sophia dura ladı.
" Şunu söylememe izin verin . Zaten bu son olaca k . "
" Son mu ? "
" K i m b i l i r ? Son o l a b i l i r. O adamın yaşayıp yaşamaması
u m urumda değ i l . Ona b u rada rastladığımda kendi m i onun­
la çekişmek zorunda da h issetmiyonı m . "
" A ma o n a burada h e r gün rastlayacaksınız. Christiano si­
ze aniatmadı mı? Carlos Maria, Maria Benedieta ile evleniyor. "
Ru biao bir adım geriledi.
" Tabii, evlenecek ler " diye devam etti Sophi a . " Ço k şaşır­
tıcı değil m i ? Hiç beklemediğimiz bir anda old u . Ya çok iyi
saklamışlar ya da her şey bir anda olmuş. Neyse, evlenecek­
ler. Maria Benedieta bana bir şeyler anlattı. Ay nı şeyleri baş­
ka biri nden de duydum. Zaten bu işlerin h ikayesi hep aynı de-

1 73
ğ i ! midir? Birbirlerine aşık olmuşlar. Hepsi bu. K ısa zaman­
da evlenecekler. Maria Benedicta, Christiano'dan evlenmek
için izin istediği zaman, Ch ristiano kararı benim verınem ge­
rektiğini söyledi. Sanki ben onun annesiyim. Ben de hemen ka­
bul ettim. M utlu olmalarını di l iyorum. Sizin de b i l d iğiniz gi­
bi gayet i y i bir ç i ft oldular. Carlos Maria'nın babasından ve
annesinden kalan mülkleri var. Maria Senedieta'nın parası yok
ama benim verdiğim eğitimi var. Hatırlıyorsunuz değil mi, bu­
raya ilk geldiğinde basit bir köylü kızıydı, h içbir şey b i l mez­
d i . Onu ben eğittim. Teyzem, iyi şeylere l ayıktı. Maria Bene­
dieta da öyle. Neyse, kısa zamanda evlenecekler. Hep beraber
olduklarına bugün siz de dikkat etmediniz m i ? Daha resmi ola­
rak evleneceklerini duyurmadık ama aifemizin yakın arkadaş­
larının bu kararı bilmemeleri için bir neden d e yok . "
Sophia gibi acelesi olan biri için oldukça uzun bir konuş­
maydı bu. O da oldukça geci ktiğini fark edip, aceleyle iyi ak­
şamlar dedi ve Rubiao'nun salona geçmesini istedi. Piyano sus­
m uştu. Artık içeri den alkış sesleri ve mırıltılar geliyordu.

CXV I

Demek evlenecekler . . . Peki o zaman nasıl olmuştu da Maria


Benedicta . . . Carlos Maria ile Maria Benedieta evlenecek . . . O
zaman Carlos Maria . . . Şimdi anlamıştı işte. Hepsi hataydı, iş­
leri karıştırmıştı. Bir insanın doğru zannettiği şeyi, ona baka­
rak başka biri de doğru sanabilirdi. İnsan böyle hatalar sonu­
cunda katil bile olabilirdi.
Rubiao, yemek odasından çı karken aklı böyle düşünceler­
l e doluydu . O sırada uşaklar yemek masasını topl uyorlardı.
Odayı geçerken Rubiao, derin derin düşünmeye devam ediyor­
du: " Ha l buki Palha Maria Benedieta i l e benim evlenınemi is­
tiyordu. Demek kaderin kıza başka bir tal ip getireceğini bilmi­
yormuş. Gayet yakışıklı bir adam. Kızdan çok daha çekici. Sop­
hia ile karşılaştırıldığından Maria Benedieta pek güzel sayılmaz.

1 74
Hatta güzel bir kız denilemez. Ama iş evliliğe gelince hep böy­
le olur. Demek yakında evleniyorlar. Acaba gösteriş l i bir dü­
ğün mü yapacaklar? Sanırım. Palha'nın keyfi yerindedir şim­
d i . . . " Mobilyal ara, bardaklara, por� den yemek takı mları na ,
duvardaki tablolara baktı. " Bi.iyül' o i r düğün olacak şüphesiz.
.
Üstelik nişanlı da epeyce zengin . , Rubiao, kendi bineceği ara­
ba ve atları düşündü. Birkaç g;;n önce Engenho Velho'da müt­
hiş bir çift at görmüştü. Bedeli ne olursa olsun, aynı onlar gi­
bi atlar alacaktı. Hatta bir tane de geline hediye edecekti. Tam
Maria Benedicta'yı düşün ürken, kız içeri girdi.
" Kuzin Sophia nerede ? " diye Rubiao'ya sordu.
" B i lmiyorum. Bi raz önce buradayd ı . "
K ız odadan çıkacakken o n a b i r şey söylemek istediği n i ve
bunun için kendisine kızınamasını söyledi. Sonra da tereddüt­
süz bir biçimde evleneceğin i b ildiğin i ve tebrik ettiğini söyle­
di. Maria Benedieta tepeden tırnağa k ıpkırm ızı oldu ve bunu
k imseye söylememesini istedi . Etrafta u şaklar yoktu. Rubiao
kızın elini el leri arasına alıp tuttu.
" Ben de a ileden sayılırım. Siz mutlu ol mayı hak ediyorsu­
nuz. Umarım çok mutlu olursunuz. "
Maria Benedieta biraz irkilerek e l i n i çekti ama Rubiao'yu
ineitmernek için d� ona gül ümsed i . Keşke bunu yapmasaydı.
Çünkü R ubiao, hayran kalmıştı. Gerçi pek güzel bir kız de­
ğildi ama, bildiğim iz gibi mutluluk onu gayet çekici bir kadı n
hal i ne getirmişti. Ş i mdi doğanın yarattığı o enfes varlıklardan
biri gibi görünüyordu.
R ubiao da ona gülümseyip sözlerine devam etti:
" Bunu bana k uzininiz anlattı ve sır olarak saklamarnı tem­
bih ett i . Siz açıklayana kadar k imseye söylemeyeceğim. Ama
size söylemem i n ne sakıncası var? Çok iyi bir insansınız ve her
şeyi n en iyisine layıksınız. Gözlerinizi saklamamza hiç gerek
yok; evlilik utanılacak bir şey değildir. Hadi, şimdi başınızı kal­
dırın ve bol bol g ü l ü n . "
M a r i a Benedicta, ışıldayan gözlerle bakıyordu ona.
" Hah, işte böyle" diye bu bakışı onayladı Rubiao. " Bir dos­
ta sırl a r ı n ı açmanın ne zararı olabil i r ? Şunu söylememe izin

1 75
veri n, sizin mutlu o l acağımza inanıyorum ama k ocanız çok
daha m utlu olacak . Siz de öyle düşünmüyor m usunuz? Öyle
düşünmüyorsanız bile öyle olduğunu göreceksiniz. Ne kadar
mutlu olduğunu size kendisi söyleyecek . Siz de benim keha­
netiın i n ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz. Elbette duy­
guları ölçecek bir a let yoktur. Söylemek istediğim şey, siz ga­
yet iyi ve gayet güzel bir insansınız . . . Neyse şimdi gitseniz iyi
olacak galiba. Çünkü ben dilimi tutamıyorum. Sizin yüzünüz
ise daha i k i l a fta k ı pk ı rmızı o l d u . "
M a r i a Bened icta, R ubiao'nun sözlerini d uyu nca memnu­
niyetren kıza rmıştı . Evdekilerden sadece sessiz bir onay gör­
müştü. Hatta kendisi n i biraz ihtiyatla seven Carlos Maria bi­
le Ru biao kadar sevecen davranmamıştı . Carlos evlilik saade­
tinden bahsederken, sanki kaderine yaptığı yatı rımdan, alma­
sı gereken bir fa i zden, mutlaka ve tamamen ödenmesi gere­
ken bir faizden bahsediyor gibiydi . Maria Bened ieta da ona
karşı oldukça i h ti yatlı davranması na karşı n, onu dünyadaki
her şeyden çok seviyordu. Rubiao son sözl erini tek rarladı ve
kız odadan çıkarken, arkasından onu, sanki kendi kızıymış
gibi izled i . Maria Bened ieta odayı boyd a n boya geçerken, es­
kiden o kapılardan birinin ardı nda ortadan kaybolu rken ol­
duğundan ne kadar farklı, ne kadar ca n l ı , neşe l i y d i . Şu söz­
leri tekra rlamaktan kendini alıkoyamadı:
" Gayet iyi ve gayet güzel bir insa n . "

cxv ı ı

Maria Senedieta'nın evl i l iğinin k ısa bir öyküsü var. Gerçi Sop­
hia bu öyküyü sıradan buluyor ama anlatmaya değer. Bir ke­
re en başta n iti ra f edelim k i şu Al agoas kom itesi olmasaydı,
muhtemelen böyle bir evlilik de ol mazdı. Demek ki bu tür fe­
laketler faydalı, hatta zorun ludur. Buna bir sürü örnek vere­
biliriz ama küçükken duyduğum iki satırl ık b i r hikayeyi an­
latmam yeterli olacaktır. Bir zamanlar yolun kenarında bir ku-

J 76
l übe varmış. K u l ü be yanıyormuş. Kulübenin sahi bi o l a n ka­
dın, üstü başı paralanmış, perişan vaziyette yolun kenarında
oturup kaderine yanıyormuş. Oradan geçmekte olan bir sar­
hoş yangını görüp kadına yaklaşmış ve kulübenin ona ait olup
olmadığını sormuş.
" Evet, benim kulübemdi. Dünyada sahip olduğum tek şey­
d i " demiş kadın.
" Şu sigararn ı o ateşten yakabi lir m iyi m ? "
Bunu bana a nlatan rahip, mutlaka h i kayeyi biraz düzelt­
miştir. Çünkü sigaran ızı başkalarının acıl arıyla yakmak içi n
sarhoş olmanız mecburi değil . Hey güzey Peder Chagas ! ( Ra ­
hibin i s m i Peder Chagas'tı.) Ne iyi adamdın. B u hikayeyi, baş­
ka ları n ı n bahtsızlığından yara rlanmamak gerektiği şeklinde
okuma düşünces i n i k a fama sen sokmuştun. Oysa sarhoşun
m ü l ki yete saygısı hakkında hiçbir şey söylemedin . Öyle ki
adam, yanan yerin sahibinden izin almadan sigarasını yakmı­
yor. Bunlar sadece avuntu, Peder Chagas!

CXVIII

Elveda Peder Chagas! Ben şimdi ş u evli l iğin hi kayesine devam


ediyorum. Maria Senedieta'nın Carlos Maria'yı sevdiği, Sop­
hia ile Carlos Maria' n ı n vals yaptığı Arcos Sokağı'ndaki ba­
lodan beri belli veya tahmin edilebilir bir şeydi. Ertesi sabah
kızı köydeki evine dönmeye hazır vaziyette bul muştuk. An­
cak kuzini ona uygun bir tal i p bulacağı sözüyle kızı kararını
uygulamaktan vazgeçi rm işti . O tal i bin, önceki gece n i n vals­
çisi o l duğunu d üşünen Maria Benedicta, beklerneye başladı.
İçindekileri hızinine d e açmadı. Çünkü önceleri utanıyordu,
sonra Sophia ta l i b i n adını açıklayacağı zaman s ürprizi boz­
mak istemedi. Sonra da itirafta bulunursa kuzin i n i n görevini
savsa klayabileceği ni ve hedefin gerçekleşmeyebi l eceği n i dü­
şündü. Tabii biz bütün bu düşünceleri dikkate a l mıyoruz. Ne
de o lsa genç b i r kızın k üçük hesapları bunlar.

1 77
Sonra Alagoas salgını başl adı. Sophia komiteyi kurunca
Palha ailesinin yeni tanıdıkları oldu. Bunların arasında korni­
teye bağlı bir alt komite k uran kadınlar da vard ı . Maria Be­
nedicta, bu kadınlarla beraber çalıştı ve içlerinden birinin, bir
milletvekilinin karısı olan Dona Fernanda'nın takdirini kazan­
dı. Dona Fernanda, 30'un biraz üstü yaşlarda, kırmızı yanak­
lı, d inç, neşeli ve içten bir kadındı. Porto Alegre'de doğmuş,
Alagoas'lı biriyle evlenmişti. Kocası şimdi başka bir ilden mil­
letvekiliydi ve söylenti lere göre yakında bakan o l acaktı . Ko­
m iteye katı l masın ı n gerekçesi de kocasının Alagoas' l ı olma­
sıydı. İyi k i bu gerekçe ortada vardı çünkü Dona Fernanda'nın
istekleri emir telakki edilmeliydi. Zaten o da geri adım atmaz,
herhangi bir ret cevabını kabul etmezdi. Dona Fernanda'nın
kuzini olan Carlos Maria, Rio de Janeiro'ya gelir gelmez onu
ziyarete gitti. Kendisini en son bir önceki yıl, yani 1 865'te gör­
müştü. Onu geçen yıla göre güzelleşmiş buldu. Güneyin hava­
sının insanları canlandırdığını, cazibelerini iki katma çıkardı­
ğını düşündü ve bir an önce oraya gitmeye kuzi nine söz verdi.
Kuzini, "Hadi hemen gidelim. Sana orada bir kız bulalım.
Pelotas'lı bir kız tanıyorum. Tam bir mücevher. Üstelik sade­
ce başkentte oturan biriyle evlenıneye karar vermiş."
"Tabii k i bu başkentli biri ben oluyorum . "
" Kocaman gözleri olan, başkentli biri. Sadece şaka yapı­
yorum. Kız, Rio Grande do Sul'un birinci sınıf kızlarından bi­
ri. Yanımda resm i de var. "
Dona Fernanda albümünü açıp kızın resmini gösterdi .
Carlos Maria, " Hiç d e fena değilmiş" diye kabul etti .
"Sadece bu kadar mı ? "
"Tamam, güzel k ızmış. "
" Eski terli kler nerede sevgi l i kuzi n ? "
Carlos Maria gülümsedi ama cevap vermedi. B u laftan hoş­
lanmamıştı. Konuyu değiştirmek istedi ama Dona Fernanda
tekra r evlilik meselesine ve Pelotas'lı arkadaşına döndü. Kı­
zın resmine bakıyordu . Siyah beyaz resme sözleriyle renk ver­
meye başladı. Gözlerinin, saçının rengini anlatıyor, cildinin ren­
ginden, görünüşünden bahsediyordu. Sonra da Sonara'nın { kı-

1 78
zın adı buydu) biyografisine girdi. Onu vaftiz eden rahip, zen­
gin bir kömür ve kereste tüccarı olan ba bası n ı n n ü fuzuna ve
saygınlığına rağmen kıza bu ismi koyarken tereddüt etmişti.
Ama sonunda kızın babasının erdemlerinin bu ismi azizler lis­
tesine koyabileceğini düşünerek, kendinden isteneni yerine ge­
tirdi.
Carlos Maria, " K ızın azizler listesine girebi leceğine i na­
nıyor musun ? " diye sordu.
"Seninle evlenirse, evet . "
" Bu bir cevap deği l . Şeytan 'l a evlenirse de girer. Hatta b u
durumda iyice girer çünkü o zaman ş e h i t o lacaktır. Azize So­
nora. Hiç de fena bir isim değ i l . Üsteli k a n lam ına da uyuyor.
Azize Sonora . Neyse, sevgi l i kuzi n . . . "
Dona Fernanda, "Sende Yahudi kanı mı var? Sus bakayı m "
diye sözü nü kesti . O halde R i o Grande do Sul'lu arkadaşıını
reddediyorsu n " diyerek a l bümü kaldırdı.
" Reddetmiyorum. Sadece cennete girmenin garantisi olan
be karlığa veda etmek istemiyorum . "
Dona Fernanda, kahkahaya boğuldu.
"Allahım sen akıl fik i r ver! Gerçekten de cennete gidece­
ği ne i nanıyor m usu n ? "
" Ben zaten son yirmi dakikadır cennetteyim. Bu sakin, di­
ğer insanlardan uzak oda başka ne olabilir ki ? İkimiz baş ba­
şa sohbet ediyoruz. Hastalıklı zih inlerin ürünü aptalca lafla­
ra, küfürlere, günahlara, çarpık fik irlere, kısacası cehenneme
katlanmak duru m u nda deği l iz. Cennet tam da burasıdır. Ya
da burası cennetin hir parçası. İçinde ikimize yer olan her yer,
cennetti r. Azize Sonora'dan, Aziz Carlos Ma ria'dan kon uşa­
bilir, genç kızlara koca bulan Aziz Gonçalo'nun tam zıddı Azi­
ze Fernanda'dan bahsedebiliriz. Böyl e bir cennet başka nere­
de var k i ? "
" Pelotas'ta. "
" Pelotas çok uzak ! " Carlos Maria iç çekti v e bacaklarını
gererek avizeye baktı.
" Öyle olsun. Ama bu benim ilk hücumum. Sen yola gele­
ne kadar daha çok h ücumlar yapacağım . "

1 79
Carlos Maria gül ümsedi ve Dona Fernanda'nın bel ine gev­
şek bağlanmış ipek kuşağın püsküllerine baktı. Belki görmek
istediği şey sadece püsk üllerdi, belki de o güzel vücudu i nce­
lemek istiyordu. Ne olursa o lsun, bir kez daha gördü ki, ku­
zini gayet güzel bir kadındı. Vücudu, gözlerini üzerine çekiyor­
du. Gözlerini ondan ayırmasını sağlayan şey, ona duyduğu say­
gıydı . Onu bu eve getiren ve kuzininin yanından kolay ayrı­
lamamasını sağlayan şey, sadece arkadaşlık değildi. Carlos Ma­
ria erkeklerin sohbetinden ne kadar tiksiniyorsa, kadınların soh­
betinden o kadar hoşlanıyordu. Erkekleri kendini beğenmiş,
kaba, yorucu, sıkıcı, önemsiz, edepsiz buluyordu. Kadıniarsa
ne kaba, ne kendini beğenmiş, ne de sıkıcılardı. Biraz gösteriş,
onlara yakışıyordu. Bazı kusurları vardı ama onlar da o ka­
dar itici deği l d i . En anlamsız kadı ndan bile bir şeyler almak
mümkündü. Aptal, cansız ve ruhsuz kadınlara rastlamışsa da,
bu kadınların erkeklere özenmiş olduğunu düşünmüştü.
Bu arada Dona Fernanda ile Maria Benedieta arası ndaki
ilişk i de giderek samimileşiyordu. Zaten yapı gereği çeki ngen
olan Maria Benedicta, bir de o zamanlar mutsuzdu. O n l arı
bir araya getiren şey, ikisinin mizaçiarı arasındaki bu eşitsiz­
likti. Dona Fernanda 'da cömert bir sempati duygusu vardı .
Zayıf ve i.izgün insanları sever, kendini onların cesaret kaza n­
masını ve mutlu olmasını sağlamaya mecbur h issederdi. Söy­
lenenlere göre merhameti ve sadakati nedeniyle birçok i nsa­
na yararı dokunmuştu .
B i r gün küçük arkadaşına, " Neyi n va r ? " diye sord u .
" Hiç gül m üyorsun , h e r zaman dalgınsın ve gözlerinde hep
korku dolu bir bakış var. "
Maria Benedieta herhangi bir sorun olmadığını, sadece ya­
pısının öyle olduğunu söyledi ve bunu söyled i kten sonra da
tevazuyla gülümsedi. Hüznünün nedenlerinden biri olarak an­
nesinin ölümünü ima etmemişti. Dona Fernanda onu her
yere yanında götürmeye başladı. Yemeğe götürdü, tiyatroya
gitmek istediği zaman kendi locasındaki bir koltuğu ona tah­
sis etti . Bu çabaları ve neşeli karakteri sayesinde kızın kalbin­
de kanat çırpan o lanet melankoli kargalarını kovalamayı ba-

1 80
şardı. Kısa zamanda iki kadın alışkanlıkları ve birbirlerine olan
sevg ileri sonucu samimi a rkadaş o l d u lar. Ama bu d urumda
bile Maria Benedieta sırrını Dona Ferna nda'ya açmadı .
Bir gün Dona Fernanda, " Bu sır her neyse " diye düşündü,
" en iyisi onu Carlos Maria ile evlendirmek. Sonora biraz bek­
l eyeb i l i r. "
İ k i gün sonranın sabahında, " Evlen ınelisin Maria Bene­
dicta " dedi. Dona Fernanda'nın Matta-cavallos'taki kır evin­
deydiler. Maria Benedieta önceki akşam tiyatroya onunla
bera ber gitmiş, gece de burada k a lm ıştı . " Hemen öyle titre­
meye başlama. Evlenmelisin ve evleneceksin. Evvelki günden
itiba ren bunu sana söylemek istiyordum ama bu gi bi mese­
leler evin salonunda ya da sokakta konuşulmaz. Burada,
k ı rda ise her şey farklıdır. En iyisi, benimle biraz yürüyüşe çı­
kacak cesareti göstermen olurdu. Şurada tırman ılacak küçük
bir tepe var. Gidelim m i ? "
" A m a çok sıcak . . . "
" Böylece yürüyüşümüz daha şii rsel olur, çocuğum. Ah,
kansız çiçeğim ben i m ! Damarlarında k a n değil su dolaşıyo r.
Peki o zaman, şu banka otura l ı m . Otur. Ben de hemen yanın­
da ol acağı m . Her a n eli me bir sopa alabil irim. Yani ya evle­
neceksi n ya da öleceks i n . Bana karşı çıkamazsı n . Hiç mutlu
değilsin . " Sonra da sesinin tonunu değiştirerek devam etti. "Ne
kadar saklamaya çal ışırsan çalış, hayatında neşeye yer olma­
dığını görüyoru m . Hadi bana söyle, birine mi aşıksı n ? A şık­
san açıl bana, seni ona gönder i ri m . "
" Deği l i m . "
" Değil misin ? Böylesi daha i y i . K a l binin üzerine k iralık ya
da sarı l ı k tabdası asnıamız gerekmeyecek çünkü gayet iyi bir
kiracı tanıyoru m . " Maria Benedieta ona döndü. Dudakları ya­
rı aralanmış, gözleri koskocaman açılmıştı. Öyle görünüyor­
du k i ya bu öneriden dehşete kapılmıştı ya da dünden razıydı.
Dona Fernanda da bu olasılıklardan hangisinin geçerli olduğu­
nu tam bilemediği için kızın elini tutup her şeyi anlatması için
ona yal vardı . Mutlaka açı lmalıydı . Dona Fernanda ısrar etti,
yalvardı, gerekirse gözünü kanunla bile korkutabi lirdi. Maria

181
Senedieta'nın eli buz gibi oldu, gözleri d i k i l d iği yerde bir de­
l ik açtı. Birkaç dakika boyunca i kisi de bir şey söyleyemediler.
Dona Ferna nda, "Hadi, söyle" ded i .
" Söyleyecek b i r şeyi m yok . "
Dona Fernanda buna inanmadığını belli etti. Kızın elini da­
ha sıkı tutuyordu. Bir kolunu beline doladı, daha yaklaştı, san­
k i an nesi gibi kulağına fısıl dayarak konuştu. Y üzünü, kula­
ğını, boynunu öptü. Maria Benedicta 'mn başını kendi omzu­
na koydu, öbür eliyle başını okşadı. Her şeyi, her şeyi b il mek
istiyordu. Sevdiği a dam aya gitmişse, onu da aya gönderecek­
ti. Neredeyse oraya gönderecekti. Sadece mezara gönderemez­
d i . Ama o adam mezardaysa, Maria Senedieta'ya ondan çok
daha iyisini, birkaç gün içinde ilkini ununuracak biri n i bula­
caktı . Benedieta heyecan içinde dinliyor, kalbi hızla atıyor. Bu
d urumdan nasıl kurtulacağı nı bi lemiyord u . Bir an konuş­
mak istiyor ama hemen sonra kendini geri çekiyordu. Ne in­
kar ediyor, ne itiraf ediyordu. Hiç gülümsememesinden ve he­
yecandan titremesinden, en azından gerçeğin yarısını anlamak
hiç de zor değil d i .
" Ben senin arkadaşın değil miyi m ? Bana güvenmiyar m u ­
sun? A n n e n o lduğumu düşün . "
Maria Benedieta daha fazla dayanamadı. Bütün gücünü
harcamıştı ve sırrını birine açma ihtiyacı duyuyordu. Dona Fer­
nanda d i n l edi . Güneş önce bankın önündeki çimenieri yalı­
yordu. Sonra onların aya kkabılarına, sonra elbiselerin i n etek­
lerine, sonra da d izlerine kadar tırmandı. Ama ikisi de bunun
fa rkında değildi. Bu aşk hikayesine kaptırmışlardı kendi leri­
n i . Birinin an lattıkları, öteki n i büyü lemişti. Maria Senedic­
ta'nınki bilinemez, tahmin edilemez, payiaşılamaz bir tutkuy­
du. Kendi doğası n ı kaybetm iş ve art ı k bir tapınmaya dö­
nüşmüş bir tutku. Sevdiği adamı ilk gördüğünde tamamen ay­
rı iki tepki göstermişti. Birincisini tam olarak tanımlayamıyor­
du ama müthiş bir neşe, bir şaşırma, sersemleme, kalbin de­
li gibi atması, bir tür trans hali. İ ki ncisi ise derin düşünce, te­
fekkür. Şimdi ta mamen bu ikinci duygu hakim olmuştu. Yal­
nız kaldığında sürekli ağlıyor, uykusuz geceler geçi riyar ve

1 82
umutlarının bedeli n i ödüyordu . Kendisini fark etmi yordu bi­
le ama, diğer bütün adamlardan üstün, ilahi bir varlı k olan o
adam, her zaman Maria Senedieta'nın tapacağı bir adamdı.
Arkadaşı sonunda konuşmasını bitirip sustuğu zaman Do­
na Fernanda, " Peki " dedi, "şimdi esas meseleye geleli m . Bo­
şa acı çekil mez. Hayır yavrum, seni fark etmeyen bu adama
tapınak, şiirden başka bir şey değil. Şiir, yeter artık. Bu mese­
lede kaybeden sen olursun. Çünkü o başka biriyle evlenecek­
tir. Sen de onun tutkusuyla y ı llarını geçi r i p sonunda bir gün
gözün açıldığı nda bir de bakacaksın ki etrafında ne bir aşık
var, ne d e koca. Peki k i m m iş bu a da m ? "
Maria Benedieta banktan k a l karak, " Bu n u söylemem "
dedi.
Dona Fernanda, Maria Senedieta'yı beli nden yakalayarak
kucağına oturttu. "İyi, söyleme. Burada asıl mesele, seni n ev­
lenmen. Eğer onunla evl enmezsen başkasıyla evlenirs i n . "
" Hayır. Evlenmeyeceğim . "
" Ya n i başkasıyla evlenmeyeceğim demek istiyorsun . "
Maria Benedieta birkaç dakika sonra, " Onunla evlenebi-
l ir miyim, bilmiyorum. Onu sanki Tanrı gibi görüyorum . "
"Hey Allahım. Ne günah! İ k i günah işliyorsun çocuğum :
İlki, k imse bir insanı, Tamıyı sevdiği gibi sevmemeli. İ k i ncisi,
kötü bir koca bile e n iyi hayalden iyidir. "

cxıx

" Kötü bir koca bile e n i y i hayalden i y i d i r. "


B u söz hiç d e idealist bir söz değil d i v e Maria Benedieta bu­
na karşı çıktı. Hayal kurmak, ağlamaktan iyi değil miydi ? Ha­
yaller ya biter ya da değişirdi. Oysa kötü kocalar uzun süre ya­
şayabilirlerdi. " Bunu söyleyebilirsin çünkü Tanrı sana bir me­
lek yolladı. Bak, geliyor işte . "
" Hiç üzülme. Senin d e bir meleğin var. Tam sana göre bi­
r i n i b i l iyoru m . "

1 83
Uzaktan onları gören Dona Fernanda' n ı n kocası Theop­
hilo geliyordu. Eli nde buruştu rulmuş bir gazete vardı. M isa­
fir i n i selamlamadan doğrudan karısı n ı n yanma gitti .
" Bana ne yaptı l ar biliyor musun, Nanna n ? " dedi d işleri­
ni sıkarak, " Bugün konuşmaını yayımlamışlar. Baksana şu
cümleye. Ben d emiştim ki, ' Borçluyken mert olmak, bi lgele­
rin tavsiyesidir. ' Şöyle yazmışlar: ' Borçluyken sert olmak, bil­
gelerin tavsiyesidir. ' Böyle şey olmaz! Konu, Denizcilik Bakan­
lığı'nın borçlarıyla ilgi l i . Ben konuşmamda çok fazla harca­
ma yapıldığını i ddia etmiştim. Şimdi sanki borcun ödenmeme­
sini tavsiye ediyormuşuru gibi bir anlam çıkıyor ki ne kadar
çirkin. Her hal ükarda çok aptalca bir hata . "
" Prova baskıları ok uruadın mı ? "
" Okudum ama bilirsin, yazar en kötü düzeltmendir. 'Borç­
luyken sert olmak . . . "' Gözleri gazetede, homurdandı.
Dehşete düşm üştü . Ciddi, yetenekli, çalışkan bir adamdı
ama o anda tüm çabalar, en korkunç sorunlar, en kritik sa­
vaşlar, en önem l i devriml er, güneş ve ay, gökyüzündeki tüm
yıldızlar, tüm hilkat garibeleri, nesiller boyunca tüm insanoğlu,
m yerine s k ullanılmasından çok daha önemsizdi onun için.

Maria Benedieta anlayamadan ona bakıyord u . En büyük acı­


yı kendisi nin çektiğini sanıyordu ama karşısında en az onun­
ki kadar büyük, üstelik çok daha tehl ikeli bir acı daha var­
dı. Bir genç kızı kemiren ıstırap, basit bir yazım hatasının so­
n ucunda oluşan ıstıraptan daha büyük deği l d i . Ancak o za­
man Maria Sened ieta'nın orada olduğunu fark eden Theop­
hilo, elini uzattı. Buz gibiydi. K imse elini n umaradan buz gi­
bi ya pamayacağın a göre, sahiden acı çekiyordu belli k i . Bir­
kaç dakika sonra elindeki gazeteyi hiddetle yere fırlattı ve öbür
tarafa doğru gitti.
Dona Fernanda, " Ama Theophilo, yarın düzeltirler" di­
yerek ayağa kalktı.
Theophilo o nlara dönmeden umutsuzca om uzlarını silk­
ti. Karısı ona doğru koşmaya başladı. Arkadaşı da etekleri zil
çalarak onu izledi. Geride bir tek, üzerinde artık k imse olma­
dığı için güneşin tüm ışınlarını alan, ne konuşabilen, ne de ko-

1 84
nuşmalara kulak m isafiri olmaktan hoşlanan bank kaldı. Do­
na Fernanda kocasını çalışma odasına götürüp öpücüklerinin
yardımıyla öfkesini dindird i . Öğle yemeğinde, biraz solgun da
olsa adam gül ümsüyordu. Dona Fernanda onun kafasını da­
ğıtmak için ortaya M aria Senedieta'yı evlendirme planını at­
tı. Ona göre, görüşü ne olursa olsun bekir bir m i lletvekil i var­
sa, Maria Benedieta mutlaka onunla evlenmeliydi. Hükümet
yanlısı, muhalif, ikisini d e tutan, i kisini de tutmayan biri ola­
bi lirdi, h angi görüşte olursa olsun iyi bir koca o lması yeter­
liydi. Konu üzerine neşeli neşeli konuştu, espril e r yaptı. B i r
süre sonra yazım hatasının anılarını kocasın ı n kafasından ta­
mamen yok etmişti. Theophilo karısını d i nlerken giderek ne­
şelendi ve Maria Senedieta'nın evlendiğini görmenin gayet gü­
zel bir şey olacağın ı kabul ett i .
Bu sefer karısı, " İşin en üzücü tarafı " dedi, arkadaşına ba­
karak, " kızım ız adını asla söylemediği birine a şı k . "

cxx

Ertesi pazar günü Dona Fernanda, Santa Antonio dos Pobres


Kilisesi'ne gitti. Ayi nden sonra birbirine selam veren ya da al­
tarın önünde eğil e n inananlar arasında k i m i görse beğenirsi­
niz? Kuzini Carlos Maria'yı. Ağırbaşlı bir havası vard ı .
D o n a Fernanda şaşkınlıkla, " Sen a y i n e de gel i r miydi n ? "
diye sord u .
" Ge l di m . "
" Her zaman gel i r misin ? "
" Her zaman değ i l . Ama sıkça gel i ri m . "
"Samiıni olmam gerekirse senden böyle bir şey beklemez­
dim. Genellikle erkeklerde pek inanç olmaz. Theophilo çocuk­
larını vaftiz ettirmek dışında kiliseye adım atmadı. Demek sen
iyi bir iııarıansı n . "
" Bunu söyleyemem a m a d i n i n k üçük görülmesi hoşuma
gitmez. Söyleyebileceğim sadece bu var. Netice itibariyle ben

1 85
buraya ayine geldim, itirafta bulunmaya değil . Şimdi seni eve
bırakırını ve ben i davet edersen öğle yeıneğine kalırım. İster­
sen benim evde yiyel i m . Biliyorsun evim bu sokakta . "
" Sana uzun uzun anlatacak bir şeyim olması dışında hiç­
bir gerekçeyle gelmezd i m . "
Carlos Maria k i l isenin kapısında kolunu k uzinine uzata­
rak, "O halde yavaş yürüyelim" dedi. Bi rkaç adım attılar. Son­
ra, " Ö nemli m i ? " diye sordu.
" Önemli ve güzel bir şey. "
" Ul u Tanrı, sevgi l i Theoplıilo'yu yanına a l ı p d u l ların en
güze l i n i tek başına ve savunnıasız m ı bıraktı yoksa ? Yüzün
böyle söylemiyor kuzin. Tamam, tamam, hemen kolunu çek­
me. Haberlere geleli m . Yoksa Petotas'lı kız mı buralarda ? "
" Ciddi olmazsan sana h içbir şey söylemeyeceği m . "
" Tamam, ciddi o l uyoru m . "
Dona Fernanda o n u n Petotas'lı kızla evlenmesi konusun­
da biraz tereddüt geç irdiğini i ti raf etti. Ama bundan dolayı
hayal kırıklığı yaşamasına gerek yoktu çünkü burada ona bü­
y ü k bir aşk besleyen başka bir kız keşfetmişti. Carlos Maria
gülümseyerek hemen şakalar yapmaya başladı ama şu laf me­
rakını çekmişti: " Büyük bir aşk m ı ? " Kuzini, " Büyük bir aşk
ve yakıcı bir tutku " diye onayladı. Gerçi bu tan ı m ı n kızın şu
andaki duygularına tam olarak uymayabileceğini de ekledi .
Şu anda kızın duygusu, sessiz bir tapınmaya dönüşmüştü. İçin­
de bir umut taşıdığı sürece günler, geceler boyu onun için ağ­
lamıştı . Dona Fernanda Maria Senedieta ' n ı n sırlarını a nlat­
maya devanı etti . Geriye sadece ismi ka lmıştı. Carlos Maria
bu kızın kim olduğunu bilmek istedi ama Dona Fernanda söy­
lemedi . Bunu açıklayamayacağını söyledi. Duygularına cevap
vermeyecekse ona tapan ı n k i m o lduğunu b i l me n i n tatmi n i ­
n i yaşatmanın n e anlamı vard ı ? K i m l iğinin bilinmemesi da­
ha iyi olurdu. Art ı k ağlam ıyordu zaten . Sev diğin i elde etme
ve onun tarafından sevilme umudunun son kırıntılarını da yi­
tirmişti. Artık sadece kendisinin bir hayranıydı. Eşitsiz bir du­
rumdu b u . Çünkü günün biri nde taptığı tan r ı ta rafından se­
sinin duyulmasını ya da onun gözlerinden gelecek sevecen bir

1 86
bakışla hayranlığına teşekkürle karşılık verilmesini bile uma­
mıyordu.
" K uzin, yoksa sen . . . "
" Ben, ne? "
Carlos Maria, bir avukat olarak davasını en iyi şekilde sa­
vunduğunu söyledi. Gerçekten de eğer o kız kendisine bu ka­
dar hayransa kuzininin ona bu kadar ilgi göstermesi gayet do­
ğald ı . " Fakat adını neden söylemiyorsun ? "
" Sa na bunu şimdi söyleyemem. Belki i leride b i r gün ola­
bi l i r. Seni bu kadar çok seven başka biri varken, seni benim
taşra l ı kızla evlendirmemin ne kadar zor olduğunu a n l ı yor­
sun, değil mi? Ayrıca buradaki kız senin evli olduğunu bilsey­
di, büyük olasılıkla bu kadar acı çekmeyecekti. Gerçekten de
çok saçma görünüyor ama biri n i n onu tanı ması gerek iyordu.
Sana yemin ederim sen mutlu olduğun sürece bu kız rakibi­
ne şü k ranlarını sunmaya hazı r o l acaktı. "
Bir süre yürüdükten sonra, Carlos Maria gözlerini yerden
k a l d ı rmadan, " A ma bu mesel e artık romantizmden ç ı k ı p
m istisizme girdi" diye karşı çıktı. "Bu r u h halinin kanıtları var
mı ? "
" Va r. Senin evin şurası, değil m i ? " diye k u z i n i n i n lafı n ı
kesti .
" Evet . "
" Hoş ve sağla m bir bina . "
" Çok sağlamdı r. "
" Bi r, i k i , üç, dört . . . yedi pencere var. Baştan sona kadar
salon m u ? Öyleyse o rada güzel balo veri l i r. "
Sonra da yürümeye ve konuşmaya devam etti .
" Eğer buradaki evim biraz daha büyük olsaydı, Rio Gran­
de'ye dönmeden büyük bir balo verecektim. Partileri severim.
Oğullarım da bana sorun ç ı kartmaz. Bu arada Lopo'yu özel
bir o k u l a vermek istiyorum. İyi bir o k u l nerede var ? "
Carlos Maria, bilinmeyen hayranını düşünüyordu. Eğitim­
den de, o k u l lardan da o kadar uzaktaydı ki zihni . . . B i r i n i n
kendisine taptığı nı, üstelik k i liselerde herkesin ortasında de­
ğil, kendisi n i odasına kapatarak tasavvufi bir şeki lde taptığı-
nı bilmek, çok güzel bir duyguydu. " Bütün sırları bilen baban,
sen i n ödül ünü de verecekti r! " Hayranın ı n k i m olduğunu öğ­
renince onun ödül ünü de verecekti . Acaba evl i miyd i ? Ola­
mazdı çünkü o zaman sırrını k imseye açamazdı. Belk i bir dul
ya da evde kalmış biriydi . Kesin evde kalmış bir k ız kurusuy­
du. Bu olay, evde kalmış birinin duygularıııa benziyordu. Aca­
ba dua etmek, kendi resmine bakmak ve ağlamak için k en­
dini hangi odaya kapatmıştı? İsmini öğrenmek için ısrar etme­
yecekti ama en azından hangi odada kendisine tapındığını bil­
mek istiyord u .
Dona Fernanda sorusunu tekrarladı: " İy i b i r o k u l nerede
var ? "
" Okul m u ? Bilmiyorum. Ş u meçhul kız hakkında d üşünü­
yordum. Sessizce ve umutsuzca bana tapan birisi, üzerinde dü­
şünül mesi gereken bir şeydir. Boyu uzun mu, k ısa m ı ? "
" M aria Benedict a . "
Ca rlos öylece kal akaldı.
"O mu? Olamaz. O n u n la defa l a rca konuştum ve hiçbir
şey fark etmed i m . Onun h a k k ı n da hiçbir şey h issetmed i m .
Hata yapıyors u n . Ben i m i sın i m i söyled iğini kendin duydun
mu?"
" Hayır, tüm ısrarlarıma rağmen duymadı m. Mucizeyi an­
lattı ama mucizeyi yaratan azizin ismini vermedi. Ama ne mu­
cize! Eşi olmayan bu tapınmadan dolayı övünebi l i rsin . . . Ş u­
radaki k i m i n evi ? "
" Eşi olmayan tapınma mı? Öyle olmayabilir. Zaten sen her
şeyi abartırsııı, sevgili kuzin. Peki o kişin i n ben olduğumu na­
sıl öğrend i n ? "
" İl k keşfeden Theophilo oldu. Ona söylerken pitanga * gi­
bi kızardı. Gerçi sonradan benimle konuşurken inkar etti ama
o gün den beri de eve bir daha ayak basmadı . "
İşte b u i l işki böy l e başl adı . Carlos Maria b u sessiz tapın­
madan hoşnut oldu ve Maria Senedieta'ya duyduğu önyargı,
sempatiye dönüştü. Kıza dikkat etmeye başladı. Onun şaşkın-

• (Portekizce) Pitaııgueira birkisinin çiçeği . - ç . n .

1 88
lığı ve ürkekliğinin, alçakgönüll ülüğü ve neşeli halinin, nere­
deyse bir yakarış olarak görülebi lecek tavırların ın, sevdiği ada­
mı i l ah iaştırma anlamına gelen tüm hareket ve d uygularının
keyfin i çıkardı. Bu ilişki bu şekilde başladı ve böyle bir sona
ulaştı. İşte onları Dona Sophia'nın yaş gününde bu şekilde gör­
dük. Bir zamanlar Dona Sophia'ya tatlı sözler söylemişti. Ama
erkekler böyledir. Yağmurun yağıp diornesinden ya da fırtı­
nanın gürleyi p sönmesirtden farksızdır erkekler.

CXXI

Rubiao, " Güzel. Demek evleniyor. Çok iyi, çok i y i " d iye dü­
şünüyordu. O akşamla düğün günü a rasında, Sophia'nın sa­
ğa sola fırlattığı bakışları yakaladı. O bakışlar ki, Rubiao'ya
göre Carlos M a ria'yı baştan çıkartmak içindi. Carlos Maria
bu bakışiara cevap veriyorsa da sadece nezakettend i . Rubiao,
b u bakışların tesad ü fi olduğu sonucuna vard ı . Ayrıca Sop­
h i a ' n ı n yaş günü akşamında, mektup konusunda ona açık­
lama yaparken gözünden akı ttığı bir damla yaşı hatırlıyor­
du haLi O küçük, beklenmedik gözyaşını. Bir adamı ikna et­
meye yeterli olan bir şey, diğerlerine tamamen a nlaşılmaz ge­
lebilir. Dü nya böyledir. O gözlerin gözyaşı dökmeye pek a lış­
kın olmaması ya da akşamın melankoliden çok farkl ı duygu­
lar uyandırmasının ne önemi var k i ? Rubiao, o gözyaşının ya­
naktan aşağı indiğini görmüştü . Bugün bile görebiliyor. Ger­
çi Rubiao'nun kendine güven i sadece o gözyaşından değil,
Sophia'nın devam eden tavırlarından da gel iyor. Şimdiye ka­
dar ona karşı hiç bu kadar yakın, hiç bu kadar düşkün olma­
mıştı. İster sonradan farkına vardığı duygulardan olsun, is­
ter diğer macerasının h üsranla sonuçla n masından, geçmişte
onu i ncitmekten çok pişman olmuş ve yaraları n ı sarmaya ha­
zır görünüyor. Bazen en büyük suçlar a n ı n ı bekler; en güzel
operalar, ilk notanın yaratıcı esin i gelene kadar bestecinin ka­
fasında uyur.

1 89
cxxıı

Rubiao, " Evlenmesi çok i y i olaca k " d iye tekrarla d ı .


Düğün ü ç hafta sonra yapıldı. Düğün günü Carlos Maria,
kafası biraz karışmış halde uyandı. Evlenecek adam gerçek­
ten kendisi m i y d i ? Aynada gördüğü adamın kendisi olduğu­
na şüphe yoktu. Son günleri düşündü, olayların hızla akma­
sını, nişanl ısına duyduğu içten sevgiyi, onun kendisine geti­
receği saf mutluluğu aklına getirdi. Bu son düşüncesi, içini bü­
yük ve nadir h issettiği bir hazla doldurdu. Geleneksel atlı sa­
bah gezisini yaparken hala kafasında bunlar vardı. Bu kez ken­
disine seçtiği güzergah, Engheno Velho i d i .
Hayranlık dolu bakışiara zaten alışkın biriydi a m a bu kez
ona bakan herkes, sanki evleneceğini d uymuş gibi gel iyordu.
Ya nından geçene kadar sessizce duran bir villanın bahçesi n­
deki ağaçlar, ona çok özel bir dille bir şeyler söylediler. Olay­
lara derin l i kle bakamayanlar bunun rüzgarın esi ntisi olduğu­
nu ileri sü rebi lirler ama bi lge kişiler, o sesin ne demek oldu­
ğunu bilir: Ağaçların evli l i k dili. Kuşlar cıvıl cıvıl melodi ler
söylüyordu. Onları çiçekten çiçeğe hep çift hal i nde uçarken
gözlemleyen ]aponlara göre sadakatİn si mgesi olan bir çift ke­
lebek, uzu nca bir süre atma eşli k ettiler. Yolun kenarındaki
bir villanın bahçesinin duvarına kadar neşeyle ve gün ışığı al­
tında sapsarı pariayarak etrafta uçuştular. Bütün bunlarla be­
raber tertemiz bir hava, masmavi bir gökyüzü, eşeklerinin sır­
tında gi den neşeli adamlar, Carlos Maria'nın yakışıklı damat­
lık görüntüsüne bakmak için arabalarının pencerelerinden çı­
kan başla r . . . İ nsanların, hayvanların ve ağaçların bütün bu
hareket ve yaklaşımlarının, Doğa 'nın evlil iği kursayışı d ışın­
da bir duygu nun ürünü olduğunu ileri sürmek, gerçekten de
çok zor olacaktı.
Kelebekler, bahçe duvarının yanındaki en büyük ağacın dal­
ları arasında kayboldular. Ağaçsız ve bahçe kapısı açık duran
başka bir mülk görüş alanına gird i . Kapının arkasında, pen­
cereleri, bir sürü kırışmış göz gibi beş balkona açılan eski bir
ev vardı. O gözler, bir sürü düğün, bir sürü şenl i k görmüşler-

1 90
di. Yüzyılın başlarında o gözler hayatla ve umutla panidariar­
dı ama şimdi, bütün k i racıları teker teker gittikten sonra yor­
gun düşmüşlerd i .
S a k ı n b u n u n a t ı n bi n icisini h üzünlendi rdiği n i sanmayın.
Tersine onun harabeleri canlandırmak gihi bir özel l iği vardı.
Hatta biraz önce gördüğü parlak kelebeklerle eski evi n oluş­
turduğu zıtlığı görmek hoşuna bile gitti. Atını yavaşlattı, geç­
miş günlerin kadınlarını, o n ları n buraya gelişlerini, yüzleri­
ni, hareketleri ni, şen tavırlarını kafasında canlandırdı. Belki
de o mutlu i nsanların h ayaletleri gelip onu selamlar, görün­
meyen dudaklarıyla saygılarını sunarlardı . O n ları duyabile­
ceği n i bile d üşünüp gülümsedi . Fakat tiz bir çığlık, o seslerin
uyumunu bozdu: " Soylu bir papağan. Portekizli bir papağan.
Kim o? Currupa-Grr-Grr. " Papağan, evin duvarına asılmış bir
kafesteydi. Hayaletler kaçıştı ve at yoluna devam etti. Carlos
Maria maymunlardan nasıl nefret ediyorsa, papağanlardan
da öyle nefret ederdi . Her i k i hayva n ı n da i nsanın hileli birer
taklidi olduğunu söylerd i .
" Acaba Maria Senedieta'ya verdiğim mutluluk da böyl e
engellenecek m i ? " diye geçirdi içinden, a t ı n ı sürerken.
Yol u n etrafında kuşlar uçuşuyord u. Konduklarında, pa­
pağanın çığlığını telafi eden kendilerine özgü bir dille şakıma­
ya başladılar. İçinde sözcükler olmayan o anlaşılmaz l isanla­
rıyla, çok güzel bir şeyler söyledikleri belliydi. Hatta Carlos
Maria kuşların şarkısında kendisini gördü. Bu dünyanın pa­
pağanları tarafından rahatsız edilen karısı canından bezdiğin­
de, içinde altın bir sesl e söylenmiş altın düşüncelerin olduğu
bu ilahi kuşların şarkısıyla onun ruhunu canlandıracaktı. Ah,
onu ne m utlu edecekti ! Şu anda bile karşısında diz çökmüş,
elleri dizlerinin üzerinde, başı elleri arasında, şükran dolu, hay­
ran, seven gözlerini kendisine dikmiş olarak görebi l iyordu onu.
Ta m bir yalvarış ve tes l i m i yet halinde.

191
CX X II I

İşte tam damadın gözlerinin ö n ünde bu görüntü belirdiği


anda, gelinin gözünde de aynı görüntü bel irdi . Pencereden, sa­
hil deki dalgaların kırılışını izleyen Maria Benedicta, sükunet
içi nde ve yalvaran bakışlada kendisini kocasının ö nünde diz
çökmüş görüyord u . Kendi kendine şöyle ded i : " Ah, beni ne
mutlu edece k ! " Düşünceler ve keli meler farklıydı ama vakit
ve pozisyon aynıydı.

cxxıv

Evlendiler v e ü ç a y sonra Fransa'ya gittiler. Dona Fernanda


onları uğurlarken, sanki geri dönüşleri nde karşıl ıyormuşça­
sına mutluydu. Hiç ağlamadı . O nl arı m utl u görmenin verdi­
ği mutluluk, o nlardan ayrılmaktan doğan üzüntüden çok da­
ha büyükt ü .
Gemiye binmelerinden önce, Maria Senedieta'ya son kez,
" Mutlu musun ? " diye sordu.
" Evet, çok m u tluyum. "
Dona Fernanda'nın taze ve mahir kalbi gözlerinden dışa­
rı taşı p İtalyanca bir kuple (çünkü Rio Grande d o Sul'lu bu
mağrur hanımefendi, İtalyan müziğini tercih ederdi), bel ki Lu­
cia'dan, O bel/' alma innamorata'yı veya Barher'den şunu söy­
ledi:
Ecco ridente in cielo
Spunta la bella aurora.

cxxv

Sophia onları uğurlamaya gelmem işt i . Kendi n i kötü hissetti­


ği içi n kocasını göndermişti . Düğün süresi nce hiç ş i ka yet et-

1 92
meden her şeyle uğraşması, gelinin çeyizini hazırlaması ve on­
dan gözyaşları içi nde ayrılması nedeniyle k imse bunu onun
üzüntüsüne vermedi. Oysa o , uğurlamaya gemiye kadar git­
menin, kendini küçük düşürmek anlam ına geleceğini düşünü­
yordu. Bu yüzden kendini kötü hissetti ve bu mazaretinin ya­
lan olduğunun aniaşılmaması için odasına kapandı. Rubiao'nun
verdiği bir romanı okudu. Odasında Rubiao'yu hatırlatan baş­
ka şeyler de vardı. Bir sürü güzel saat, göz önünden kaldırılan
m ücevherler. Dostum uzu kendisine hatırlatan şeyler envan­
terine bir de kuzininin düğün gecesi ettiği tuhaf bir laf da gir­
mişti:
"Siz bugün kraliçesiniz. Bekleyin, yakında sizi imparato­
riçe ya pacağı m . "
Sophia bu muamma kelimelerden bir şey anlamamıştı. Ön­
ce kendisini onunla birlikte ol maya ikna etmek için i htişamın
cazibesini kullanmaya çalıştığını düşündü. Ama Rubiao bu ka­
dar burnu büyük bir adam olmadığı için bu ihtimali devre dı­
şı bıraktı . Gerçi Rubiao artık eski çekingen, utangaç adam de­
ğildi ama böylesi bir ihtimali düşündürrecek kadar da mağ­
rur biri deği l d i . Şimdiye kadar böyle sözlerden çok duymuş­
tu. M uhtemeldir ki sadece kendini beğenmişliğin i ortaya koy­
maktan başka bir şey yapmayan Carlos Maria'dan değil, baş­
kalarından da . . . Ama onlar gelip geçici o lm uştu. Geri ya ka­
l a n sadece Rubiao idi. Kimi zaman b i r şeylerden şüphelenip
vazgeçerdi ama şüpheleri, geldiği a n yok olup giden şüphe­
lerdi.
Okumasına devam etmek için açık olan sayfaya döndüğün­
de, sevilmeyi hak ediyordu cümlesi n i okudu. K i tabı kapattı,
gözlerin i yumdu ve d üş ü neeye daldı. Bir süre sonra elinde bi­
raz et suyuyla gelen h i zmetç i , s a lıibes i n i n uyuduğunu sanıp,
ayak ucuna basa basa dışarı çıktı.

193
cxxvı

B u arada Rubiao i l e Palha yemek i ç i n gem i den ayrı l ı p Pha­


roux rıhtımına dönüyorlardı. İkisi de dalgın ve düşünceliydi.
İlk konuşan Palha oldu:
" Bir süredir size önemli bir şey söylemek istiyordum, Ru­
biao. "

CXXVII

Rubiao d üş ü ncelerinden sıyrıldı. İ l k kez bir gemiye b i nmiş­


ri. Güvertede duyduğu seslerle, i nsanların oraya buraya gidiş
gelişleriyle, değişik milletlerden insanlarla doluydu zihni. Fran­
sızlar, İngilizler, Almanlar, Arj antinliler, İtalyanlar, değişik
değişik ! isa nlar, farklı farklı şapka l a r, cins c i ns gemi halatla­
rı, om uzcia taşman dürbünler, gem i n i n iç merdivenlerinden
oraya buraya giden a damlar, ağlayan, end işe eden veya gü­
len, çoğunun elindeki sepetlerde şehirden geti rdikleri meyve­
ler olan kadınlar, bütün bunlar onun için çok yeniydi. Uzak­
ta gem i n i n geçeceği mendirek, mendi reğin ötesinde açık de­
nizler, denize yakın d uran bul utlar ve yalnızlık. Rubiao'nun
eski dünyalara dair düşünceleri değişti ve hakkında hiçbir şey
bilmemesine rağmen kendi Atlantis'ini kafasında yarattı. Coğ­
rafyadan hiç anlamamasına karşın, a k l ı n d a başka ü l ke ler
hakkı nda karman çorman bir fi kir oluşmuş ve hayal gücü sa­
yesinde bu ül keleri bir haleyle çevrelemişti. Hayalinde yolcu­
luk etmek gayet kolaydı ve o yüksek ve engin buharın içinde,
deniz tutmasının, dalgaların, rüzgarların veya bulutların ol­
madığı bir yerde bir süre seya hat etti.

1 94
cxxvııı

Birkaç dakika sonra, " Bana m ı bir şey söyleyecekti niz? " diye
sordu.
" Evet size. Aslında daha önce konuşmam gerekirdi ama şu
düğün ve Alagoas komitesi işlerinden dolayı fırsat bulamadım.
Gerçi şimdi de yemek öncesi ama . . . Birlikte yiyelim m i ? "
" Yiyelim a m a n e söyleyeceksiniz ? "
" Ö nemli bir şey. "
Bunu söyledikten sonra bir sigara kağıdı çıkarıp içine tü­
tün koydu ve sardı, bir ki brit yaktı anıa rüzga r k i briti sön­
dürdü. R u biao'dan k i briti yakabil mesi içi n şapkasını siper
etmesini rica etti . Rubiao sa bırsızca bu isteği yerine get i rd i .
O rtağı, onu b i raz d a h a bekletecek söz konusu meselenin e n
a z bir deprem kadar önemli ol duğunu uygun b i r şekilde an­
latmaya çalışıyordu muhakkak. Öyle k i a rtı k gerçekler çok
daha önemsiz görünecekti. İ k i nefes çektikten sonra şöyle
ded i :
" Şirketi tasfiye etmeyi düşünüyorum. Bana burada bir ban-
kaııın müdür lüğünü tekl i f etti ler. Saıı ı r ı m kabul edeceği m . "
Rubiao, iç çekerek rahatladı .
" N asıl yani ? Hemen m i tasfiye edeceksi n iz ? "
" Hayır, önümüzdeki y ı l ı n sonunda . "
" Tasfiye şart m ı ? "
" Benim için şart. Elbette banka sağlam bir banka olmasay­
dı, işimizi riske atmazdım ama kesinlikle sağlam bir banka . "
" O zaman önüm üzdeki y ı l sonunda aramızdaki bağı ko-
parmış o l acağız."
Palha öksürd ü .
" Hayır, d a h a önce, bu yılın sonunda . "
Rubi a o a n la mamıştı. O rtağı, ş irketi tek başına tasfiye et­
mek için ortakl ı k larıııı bu yıl bitirmeler i n i gerektiği ni açıkla­
dı. Banka planlanandan daha önce kurulabilird i . Rubiao ne­
den böyle bir sürecin gerektirdiği zorluklara katlansındı ki? Ay­
rıca Doktor Camacho, Rubiao'nun yakında mecl ise gireceği­
ni ve bakan lığa getirileceğinin kesi n olduğunu söylemişti .

1 9S
"Durum ne olursa olsun, bir ortaklığı zamanında bitirmek,
en iyisidir. Siz i ş hayatı nın içinde deği lsiniz. Gereken serma­
yeyle bir işe girdiniz. Ama o sermayeyi başka bir işe yarıra­
b i l i r ya da kendinize de saklaya b i l irdiniz. "
Rubiao, " Öyle m i , tabii , tabii " d iye onayladı.
Birkaç dakika sonra da:
" Peki ama bana bir şey söyley i n . Bu öner i n i n arkası nda
başka bir şey m i var? Yoksa k işisel i lişkimizi de mi keseceğiz?
Samirn iyetle söyleyebil irsiniz bana."
Palha hemen itiraz etti: "Ne kadar yanlış anlamışsınız. İliş­
kimizi bitirmek ha! Çıldırmış almalısınız. Mutlaka deniz tut­
tu sizi . Sizi n için b u kadar çok çalışan, arkadaşlarına tanış­
tıran, size b i r akrabası, kardeşi gibi davranan ben m i sizinle
hiçbir neden yokken i l işkimi keseceğim ? Eğer kendiniz red­
detmeseydiniz Maria Benedieta ile Carlos Maria deği l , siz ev­
lenecektin iz, b i l iyorsunuz. İ nsanlar bütün ilişki lerini kesme­
den de aralarındaki ilişkilerin sadece birini kopara b i l i r. Tersi
saçma olurdu za ten. Çünkü o zaman bütün arkadaşlar iş or­
tağı ol ur, işadamları ise ortaksız kalı rdı . "
Rubiao b u m a ntığı gayet tatminkar b u lara k Palha'yı k u ­
cakladı. Palha da onun elini sı kıca kavradı. istediğini elde et­
m işti . M üsrifl iği tehlikeli olabilecek bir ortaktan k urtu l m uş
oluyord u. Artık işi tehlikeden kurtulmuştu. O ndan borç aldı­
ğı ve uzun süredir ödemediği m iktar hariç R ubiao'nun payı­
nı sıkıntıya girmeden geri verebilirdi. Bu borcun önemli bir
kısmı, L bölümde karısına i ti raf ettiği gibi halen ödenmemiş­
ri. Bir gün borcunu ödemek için Rubiao'ya gittiğinde eski bir
atasözünü söylem işti: " Borcu n u öde, elinde n e kalmış gör. "
Rubiao ise şakayla karışık şöyle bir cevap vermişti: " O zaman
ödeme ve keyfine bak."
Palha da, " İy i bir ceva p oldu" deyip gülerek, elindeki pa­
ra destesi n i tekrar cebine koymuştu.

1 96
CXXIX

Aslında ortada n e banka, n e müdürlük n e d e tasfiye zorun­


l u luğu vard ı . Ama Pal h a gerçekleri söyleyerek ortaklığını na­
sıl tasfiye edebi l i rd i ? Bu y üzden de bu yalanı uydurdu. Ger­
çi bankaları sevdiği ve bir bankada müdür olmayı ölesiye is­
tediği için bu gerekçe k a fasında çoktan hazırdı . Pal h a ' n ı n iş
hayatındaki başarısı her geçen gün artıyord u . Ş irketi gide­
rek büyüyord u . Aslında Rubiiio ile iş i l i ş k i s i n i k esrnek iste­
m es i n i n nedenlerinden biri de gelecekte elde edeceği karla­
rı onunla paylaşmak zorunda kalmak istememesiydi. Üste­
l i k başka ş i rketlerde h isseleri ve ltabora h y kred i l eri nde pa­
y ı vard ı . Ayrıca n ü fuz sahibi bir orta k l a beraber gayet karlı
bir iş olan askeri ma lzeme ticaretine de girmişti. B i r m a l i ka­
ne yaptırmak için bir m imar tutmuştu ve geleceğ i n i çok par­
lak görüyord u .

cxxx

" Palha'ları n bize böyle muamele edebil ecekleri k i m i n aklına


gelird i ? Ne kadar kötü insanlarmış. Sen de onları savunma lüt­
fen . "
" Savunmuyorum. B i r yanlış a nlaşıl ına vardır demeye ça­
lışıyoru m . "
" Yaş günü gel i p geçiyor, kuzini evieniyor v e B i n başı'ya, o
koca Binbaşı'ya, eski ve sevgili dostu Binbaşı'ya en küçük bir
davet bile yok. Beni hep böyl e çağırırdı . Koca adamdı m, es­
k i dostuydum, daha bir sürü lakapl a rı m vardı . Şimdi, hiçbir
şey. K üçücük bir davet mektubu bile, zenci b i r çocuğun ge­
lip sözle i lettiği, 'Hanım ı m ı n yaş günü' veya 'Hanımımın ku­
zini evleniyor. Siz de gelecekmişsiniz. Resmi bir davet olacak '
g i b i b i r n o t b i l e y o k . Zaten girmezdik, resmiyet bize göre de­
ğil. Ama böyle bir mesaj ı n bile bir kıymeti olurdu, hiç olmaz­
sa koca Binbaşı'ya bir zenci gönderseydi . . . "

1 97
" Ba ba ! "
Dona Tonica'nın babasının sözünü kestiğini gören Rubi­
ao, Palha'ları bi raz daha savunmak için cesaretini topladı.
Olay Binbaşı'nın evinde geçiyordu. Bi nbaşı artık Dous de De­
zembro Sokağı'nda değil, Barbonos Sokağı'ndaki iki katlı, mü­
tevazı bir evde oturuyordu . Rubiao oradan geçerken pence­
reden etrafı izlemekte olan Binbaşı onu içeri çağı rmıştı. Onun
aniden gelişiyle odasına kaçacak zaman bulamayan Dona To­
n ica ise sadece aynaya bir göz atarak saçını biraz düzeltmek,
boynundaki fiyongu yeniden bağlamak ve elbisesini eski ayak­
kabılarını örtecek şek ilde çekiştirmekle yerinmek zorunda kal­
mı ştı .
Rubiao, "Bu işte bir hata olduğunu söylüyorum " diye ısrar
etti, "şu Alagoas komitesi yüzünden her şey birbirine girdi . "
Binbaşı Siqueira, " Bakın hele" diye sözünü kesti. " Peki ne­
den benim kızımı da korniteye almadılar? Zaten uzun zaman­
dır bunu d üşün üyorum. Bizsiz h içbir şey yapmazlardı, evle­
rindeki davetierin baş misafirleriydik. Değişiklik çok önce baş­
la mıştı zaten, bize daha mesafeli davranmaya başladılar. Ko­
cası, kaçabildiği zaman bana sel am bile vermiyord u. Ne de­
mek her şey birbirine gird i ? Bizi davet etmeyeceklerinden şüp­
he duyduğum için _yaş gününden önceki gün depoya Pal­
ha'yı ziyarete gittim . B i r şey söyl emedi. Son unda, 'Dün evde
Dona Tonica ile Dona Sophia'nın yaş gününün hangi gün ol­
duğunu tartıştık. O bana geçtiğini söyledi ama ba na göre bu­
gün ya da yarın olmalı' dedim. İşe dalmış gibi yapıp cevap bi­
le vermedi. M uhasebeci y i çağırıp bir şeyler sordu . O hayva­
n ı i yi anladım. Ama yine sorumu tekrarladım. O da aynı şe­
yi yaptı . Ben de çıkıp gittim. İşte Palha böyle biri, zavallı, adi
bir ad am. Şimdi benden utanıyor. Onun şerefine n ice kadeh
kaldırdım ben, bu işi iyi yaparım . Beraber uoltarete oynardı k .
Ş i m d i burnu büy ü d ü . Artık mühim zevatla sıkı fı kı oluyor.
Gösterişin gözü kör olsun! Başka bir gün karısını başka bir
kadınla birl ikte lüks bir arabın ı n içi nde görmez miyim? Sop­
hia, lüks bir a ra ba n ı n içi nde ! Beni görmezden geldi a ma bir
yandan da onu görüp görmediğimi ve hayran hayran ba kıp

1 98
bakmadığımı anlamak için gözucuyla beni izliyord u . Göste­
rişin gözü kör olsu n ! Zeytinyağı nı ilk kez yiyen, üzerine bu­
laştırı r derler. "
" K usura bakmayın ama komite çalışmalarını layıkıyla ya­
pa bilmek için bir miktar gösteriş gerekir. "
" Öyle. Zaten benim kızımın korni teye girmemesinin ne­
deni de bu. Arabanın içindeki leri rezil etmemek . "
" Ayrıca o gördüğünüz lüks araba, diğer kadının olabilir. "
Bin başı, elleri arkasında birkaç adım attı, gel ip Rubiao'nun
önünde durdu.
"Onu ııdu veya Peder Mendes ' i ıı d i . Peder nasıl bu arada ?
İyid i r umarı m . "
Dona Tonica, "Ama baba, bunların h içbi risi bir anlam i fa­
de etmeyebi lir" diye babas ı n ı n sö z ii n ii k esti . " Dona Soplı i a
bana hep i y i davranınıştır. Geçen a y hastalanJığımda nasıl o l ­
duğumu sormak için i k i kere zenci çocuk göndermişti . "
" Zenci çocuk" diye bağırdı babası, " zenci çocu k ! Ne bü­
yük lütuf. ' Oğlum git bak bakalım şu bizim eski asker ne ya­
pıyormuş. Bir sor bakalım kızı iyi m iymiş. Ben gidemiyortım
çünkü tırnaklarıını parlatıyoruın ! ' Ne büyük lütuf. Sense tır­
naklarını parlatınıyorsun. Çalışıyorsun! Benim kıymetl i kızım.
Fa k i r ama onurlu kızım . "
B i n başı ağlamaya başladı ama gözyaşlar ı n ı hemen kont­
rol etmeyi başardı. Kızı utanınış, aynı zamanda da duygulan­
mıştı. Ev de sahipleri nin yoksulluğunu ortaya koyuyordu . Eş­
ya olarak sadece birkaç sandalye, eski bir yuvarlak masa, aşın­
mış bir kanepe, çam ağacına oyulmuş iki taşbaskı (biri Bin­
başı ' n ı n 1 8 57'deki halini göstereri portresi öteki Senhor dos
Passos Sokağı 'ndan a l ı n m ış bir Veronese in Venice kopyası ) .
Ama evin kızı n ı n çalışınasının örnekleri her yerde görülebi­
l iyordu. Mobilyalar temizlikten parlıyordu , masanın üzerin­
de kendi elleriyle işlediği süslü bir örtü vardı ve kanepede yi­
ne onun tarafından yapılmış bir yastık duruyordu . Ayrıca tır­
nakları nı pariatmadığı doğru deği l d i . Bu iş için gereken toz­
lar ve güclerisi olmayabilirdi ama her sabah bir parça kumaş­
la tırnakları üzerinde iyice çalışıyordu .

199
cxxxı

Rubiao, Binbaşı'yı sinirlendirmemek için Pal h a 'ları savunma­


y ı bıraktı. Bir süre sonra da kalktı ve davet almamasına kar­
şın " bu önüm üzdeki günlerde" onlara yemeğe geleceğine söz
verdi.
Bi nbaşı, " Ama unutmayın, fakir bir yemek olaca k " dedi,
" eğer gelebil irseniz, bize zamanı bildiri n . "
"Zaten ben d e ziyafet istemiyorum. Müsait olduğumda ge­
liri m . "

CXXXII

Rubiao Mangueiras Sokağı'nın köşesini döner dönmez Do­


na ToniC'a, Saint-Clair das i/has ou os desterrados da i/ha da
Barra adlı eski kitabını okumak üzere kanepeye uzanmış olan
babasına döndü. Kitap, okuduğu ilk romandı. En az yirmi yıl­
l ı k bir kitaptı ve baba i l e kızın kütüphanesi ondan ibaretti. Si­
queira, Il. bölümün başını okumaya başladı. Ezbere bildiği o
böl ümden, şu anki öfkes i n i n eseriyle tamamen farklı bir tat
alıyordu: Saint-Clair, "Bardaklarınızı doldurun " diye bağır­
dı, "ve hep beraber içelim. Kadehimi iyinin ve cesurun sağ­
lığına, mağdurlara ve zalim/erin göreceği cezaya kaldırıyorum. "
Hepsi Saint-Clair'in etrafına toplandılar ve sözlerini tekrar et­
tiler.
"Ne yapa l ım biliyor musun baba, sen yarın biraz konser­
ve bezelye, balık fal a n al da bir kenara k oya l ı m . Rubiao ye­
meğe gelince ı sıtır veririz. Yemek böylece daha zengin olur. "
" Ama e l imdeki para sadece sen i n el bisen e yeter. "
" El bise m i ? Onu önümüzdeki ay ya da sonraki ay a l ı rız.
Ben beklerim . "
" Si pariş vermemiş miydin ? "
" İ ptal ederim. "
" Peki ya aynısından bir daha bulamazsan ? "

200
" Bulurum baba. B i raz beklernem gerekebil i r ama sonun­
da b u l urum . "

cxxxııı

Böl ü m ler ardı ard ı na kalemden ii) l e hızla çıkıyor k i , daha si­
ze Rubiao'nun tanıdıklarının sayisının önem l i ölçüde arttığı­
nı söyleyemedim. Camacho'nun tanıştırdığı birçok siyasetçi­
nin yanında, A lagoas komitesinin kadın üyeleri, bankaların,
şi rketlerin, Borsa' n ı n yetkil ileri, t iyatro m üdavi mleri, Ouvi­
dor Sokağı sakinleri de bu kişiler arasındaydı . İsmi sık sık zik­
red i li r d i . Tan ı nan biri olmuştu. Uzun bıyığı ve sakalıyla, ge­
niş göğsü, üzeri ne sıkıca oturan pa l tosu y l a, tepesi gergedan
başı biçimi ndeki bastonuyla, sağlanı ve otoriter a d ı m larıyla
onu gören herkes, M i nas'lı zengin Rubiao olduğunu söyleye­
b i l irdi.
Hatta etrafı nda bir efsane bile şeki l l e n m işti. Söylenenle­
re göre Rubiao, kendisine büyük bir miras ( 1 , 3, 5 m ilyon can­
to) bırakan bir filozofun öğrencisiydi. Bazıları felsefeden h iç
bahsetmemesine b i raz şaşırıyordu ama efsane buna da bir
açıklama bulmuştu: Hocasının sistemine göre bu sessizlik, an­
cak iyi niyetli insanlara felsefesini açmak anlamına gel iyordu.
Peki neredeydi o iyi n iyet l i öğrenciler? Her gün Rubiao'n u n
evi ne geliyorlardı . Hatta bazıları bir sabah, b i r öğleden son­
ra o l m a k üzere günde iki kez geliyord u. R u biao'nun yemek
masasını paylaşanlar, işte bunlard ı . Hepsi öğrencisi olmaya­
b i l i rd i ama kesi n hepsi iyi n iyetli i nsanlardı . Yemeği bekler­
ken açlığın acısın ı çekerek sükunetle bek l i yor ve gülümseye­
rek hoca larını d i n liyorlard ı . Yeni öğrencilerle eskiler arasın­
da bir miktar rekabet bile vardı. Eskiler hocalarıyla daha mah­
rem bir i l işki içinde olabil i yor ve bunu uşaklara talimat ver­
mek, evden puro almak, ıslık çalmak, evde istediği gibi dav­
ranmak gibi hareketlerle ortaya koyuyorlard ı . Yeniler ve es­
k i ler, sahip oldukları adetler gereğince birbirlerine hoşgörüy-

20 1
le yaklaşıyor ve hepsi de ev sahiplerinin üstün öze l l i k l eri ol­
duğu konusunda uzlaşıyorlard ı . Bel l i bir zaman sonra yeni­
l er, ev sahiplerine nakit olarak ya da senet mukabil i borç ve­
riyor, o da kendine borç veren bu insanları utandırmamak için
borcunu gizlice ödüyordu.
Qu incas Borba, o insanların kucaklarına a tl ı yord u . On­
lar da onu kucaklarına alma k için ellerini şaklatıyorlardı. Hat­
ta biri köpeğin a l n ı n ı öpmüştü. İçlerinden biri, en zeki olanı,
köpeği kucağı na almak içi n ekmek vermeyi akıl etm işti.
Rubiao, i l k kez buna karşı çıktı: " Hayır, o n u yapmayı n ! "
Misafiri, " Neden, bunu nesi yanlış ? " diye iti raz etti, " Ara-
m ızda yabancı yok k i . "
Rubiao b i r a n d uraladı.
" Tabii k i öyle ama onun içinde büyük bir adam va r. "
Misafiri, Rubiao i l e aralarındaki i lişkinin yak ı n l ığıyla di-
ğer müritlere gösteriş yapmak için onlara bakarak, " Ö bür Qu­
i ncas Borba, fil ozof" diye ekledi . Ama bu büyük avantajının
keyfi ni yaşayamadı çünkü kendi kadar eski olan d iğer arka­
daşları da koro hali nde aynı l a fı tekrarl adılar:
" Filozof. "
Ve Rubiao müritlere köpek l e fi lozof arasındaki benzer­
l i kleri, ona neden b u i s m i n konduğunu açı k l a d ı . M üritler,
bunları zaten biliyoruz diye düşündüler. Quincas Borba ( rah­
metli olan), zamanının en büyük adamlarından biri olarak ta­
nımlanıyordu. Bütün vatandaşlardan üstündü. İyi bir fi l ozof,
iyi bir insan ve iyi b i r arkadaştı. Son olarak Rubiao, bir süre
sustuktan sonra, parmaklarını masanın kenarına vurarak ba­
ğı rdı:
" O n u bakan yapardım ! "
Pek ikna olmamış ama belli ki görev bili nci taşıyan misa­
firlerden b i ri heyecanla bağırdı:
" El bette ! "
Oradakilerden hiçbiri Rubiao'nun kendileri içi n yaptığı fe­
dakarlığın tam farkında değil d i . Bir an önce eve dönüp on­
larla yemek yemek için, davetleri, gezinti önerilerini geri çe­
viriyor, anlamlı sohbetleri yarıda kesiyordu. Bir gün aklına iyi

202
bir çözüm geldi . Saat tam altıda evde yoksa, uşa klar arkadaş­
larına yemek servisine başlayacaklardı. Ama mürider buna kar­
ş ı çı ktı: Hayır efendim, yed iye, sekize kadar bekleyeceklerd i .
Onsuz bir yemeğin h i ç tadı yoktu.
Ru biao, " Ama benim d e evde bulunmadığı m günler ola­
bilir" d iye açıklama yaptı .
Ancak bunun üzerine kabul ettiler. Saatlerin i Botafogo'da­
ki evin saatine göre ayarladılar. Saat altıyı vurduğu zaman hep­
si masanın başındaydı lar. İlk iki gün biraz çeki ngen davranan­
lar oldu ama uşaklar kesin talimat almıştı. Rubiao da zaman
zaman hemen sonra geliyor, o zamanlar kahkahalar, espriler,
şen sohbetler alıp yürüyordu. Bir keresinde biri beklemek is­
tedi ama d i ğerleri onu d i n lenı ed i ler. Bi raz sonra yemeğe sa l ­
d ı r d ı . Çünkü o kadar çok acıkmıştı ki neredeyse tabakları bi­
le yi yecekti . Rubiao d a h i l , hepsi ona kahkahalarla güldüler.

cxxxıv

Bir bölüme, Rubiao'nu n evde olmadığı zaman ınİsafirlerin ye­


mekten sonra puralarını yaktığını söyleyerek başlamak, havai
insanlara havai bir giriş gibi gelebi l i r. Ama görünüşte önem­
siz bu l afı yazanı n başka bir şey anlatmak istediği yolundaki
görüşler burada d i k kate alınacaktır.
Gerçekten de bir akşam evin en eski müdavimlerinden bi­
ri Rubiao'nun çal ışma odasına gitti . Daha önce de birkaç ke­
re o odaya girmişti . Puro k utularının orada olduğunu ve iç­
lerinde üç beş değil, yirmi otuz puro olduğunu biliyordu. Fark­
lı marka puro k utuları açık duruyordu. Bir uşak (İspanyol ) gaz
lambasını yaktı. Diğer misafirler de onun peşi nden gel i p pu­
rolarını seçtil er. Daha önce buraya gelmemiş olanlar, mobil­
yaların güzell iğine ve yerleştirilişine hayran kaldılar. Fildişin­
den yapılmış, sağlam ve sade çalışma masası, herkes tarafın­
dan beğeni Idi. Ama bu sefer üzerinde onları bekleyen yeni bir
şey vardı . I. ve III. Napoleon'a ait iki mermer büst.

203
" Bunlar ne zaman gel d i ? "
Uşak, " Bugün öğlen " diye cevap verdi.
İkisi de muhteşemdi. Amcanın ezici bakışları yanında ye­
ğen i n düşüneeli bakışları sanki uzayda dolaşıyormuş gibi
görünüyordu . Büstler eve gelip uşak onları buraya yerleşti rir
yerleştirmez, efendisi uzun bir süre hayranlıkla onlara bakmış­
tı. Kendisi de uzun süre bakınıştı ama bir hayra n l ı k d uyma­
dan bakmıştı. " No me dicen nada estos dos pfcaros" derken,
tepeden bir bakışla hepsini süzüyordu.

cxxxv

Rubiao, edebiyara cömert katkılarda bulunuyordu. Ona ithaf


edilmiş kitaplar, en az iki yüz - üç yüz satış gara ntisiyle mat­
baaya gidiyordu. Edebiyat derneklerinden ve dini dernekler­
den sayısız şilt, sertifika a lm ıştı. Katolik derneğinin üyesi ol­
duğunu u nutarak Protestan birliğine de katılmıştı. Unutma­
dığı şey, ikisine de aidatını d üzenl i olarak ödemekti. Hiç oku­
madığı gazetelere abone olmuştu . Bir gün bu gazetelerden bi­
rine altı aylık a bonel i k ücretini öderken gazeten i n hükümeti
desteklediği ni öğrenmiş ve tahsil dan Şeytan'a havale etmişti .

C X X X VI

Ancak tahsildar Şeytan'a gitmedi. Abone bedelini tahsil ettik­


ten sonra bir tahsil darın içten gelen mantığıyla sokakta ın ırıl­
danmaya başladı:
" İşte size bir adam, gazeteyi beğenmiyor ama parasını ödü­
yor. Oysa gazeteyi çok beğenen ama parasını ödemeyen o ka­
dar çok i nsan var ki . . .
"

204
CXXXVII

Ey talihin tesadüfleri! Ey Doğa'nın adaleti! Dostumuzun müs­


rifliğinin çaresi yoksa bile relafisi vardı. Zaman, boş kafalı bir
avare için geçtiği gi bi geçmemişti onun için. Ru biiio, yargıya
varma konusunda eksik olabi lirdi ama artık hayal gücüne sa­
hip bir adamdı. Oysa eskiden kendi içindeki sesten çok baş­
kalarını dinler, iç dengesini bulamazd ı . Yapacak işi olmama­
sı nedeniyle saatler ona geçmek bil mez gel i rd i .
Şimdi her şey değişiyordu . Artı k hayal gücü, o n u n da ka­
fasının içine yerleşmeye başlamıştı . Bemardo'nun dükkanın­
da oturarak zamanı fark etmeden veya sokağın darlığından
bunalmadan bütün bir sabahı geç ireb i l i yordu. Düğün haya­
linde ( LXXXI. böl ü m ) olduğu gibi güzel hayaller kuruyordu.
Bu haya l leri n fazlasıyla görkem l i olması , cazibelerini engel­
lem i yordu. Birden sa ndalyesinden fırlayıp sokaktan geçen bi­
rinin arkasından baktığı na sı kça rasrlanıyordu. Onu tanıyor
muydu? Belki de o kişi, o anda hayal inde gördüğü kişinin ba­
zı özel l i k lerine sahipti. Burada bir bölümde cevaplanamaya­
cak kadar çok soru var. Şu kadarını söylemek yeterli o lacak­
tır ki bir keresinde sokaktan geçen k imse yoktu ve hayal gör­
düğünün farkına vararak içeri girdi ve o gün yaş gününü kut­
layan, yakı nda da evlenecek olan Camacho'nun kızı için bir
bronz saat aldı. Sonra dükkandan çıktı.

cxxxvııı

Ya Sophi a ? Kadın o k urlarım, O rgon gibi sa bırs ızlıkla soru­


yor: Et Tartufe? İşte sevgil i arkadaşı m , cevap da doğal ola­
rak aynı: Gayet iyi, yemeğini yiyor, uykusunu al ıyor ama bun­
lar aşık olmak isteyen bir insanın aşık olmasını enge l leyemez
ki . . . Eğer sorunuzun ardında gizlenen düşünce buysa, çok dü­
şüncesiz biri olduğunuzu ve ağzını tutmayı başaramayanla­
ra h içbir şey söylemek istemediğim i beli rteceğim .

205
Soph ia'nın gıdası n ı ve uykusunu al dığını tek rarlıyoru m .
Alagoas komitesi nin yardım işi bitmişti. Sophia basından çok
övgüler aldı. A talaia ona, " merhamet meleği " a d ı n ı takmış­
tl. Pohpohlanıyordu ama bu lakabın hoşuna gittiğini sanma­
yın. Çünkü bütün yardım işini Sophia yapmış gibi gösterdi­
ği için yeni edindiği arkadaşlarını incitebilir ve aylardır uğra­
şarak gel d iği noktanın bir günde heba olmasına neden olabi­
l i rdi. Aynı gazetenin ertesi günkü sayısında kom itedeki d iğer
kadınl arı ismen belirten ve " gökyüzünün parlayan yıldızla­
rı" olarak anan başka bir makaleni n yayı mianmasının nede­
ni de buydu.
Tabii bütün bu arkadaşlıklar devam etmedi. Ama çoğu sür­
dü. Sophia'mızın bir arkadaşlığı sürdürme yeteneği yok değil ­
d i . Kocası ummadığı ve h a k ettiğini p e k düşünmediği övgü­
ler alınca, fazlasıyla şamaralı bir coşkuyla, fazlasıyla dalkavuk­
ça davraıııyordu. Sophia onu biraz dizginlemek için tavsiye­
leri ve eleştirileriyle urandırmaya çalışıyordu . Mesela gülerek
şöyle diyordu:
" Bugün hiç çek i lmiyorsun. Gören de seni uşak zannede­
cek . "
"Christia no, biraz kendine hakim o l . Mi safirlerim i z var­
ken ba kışl arı nı öyle şeker verilmiş çocu klar gibi sevinç için­
de oradan oraya dolaştırma . "
Kocası önce yaptığını inkar ediyor veya açıklama getirme­
ye ya da kendini haklı ç ı karmaya çalışıyor ama son unda ka­
rısına hak verip insanın kendini küçük düşünnemesi gerekti­
ğini, nezakete, rahatlığa tamam ama daha i leri gitmemesi ge­
rektiğini kabul ediyordu.
" Aynen öyl e. Ama bunu yapayım derken öbür uca d a git­
me" diyordu Sophia, "tamamen de durgun denizler gibi olma . "
Netice itibariyle her iki tavır da Palha idi. Önce fırtına bek­
leyen den izler gibi durgun, kayıtsız, neredeyse karşısındakini
hakir gören, a ma herhangi bir d üşünceyle ya da bil inçsiz gü­
dülerle alışıldık hareketli havasına dönü nce de, duruma gö­
re abartılı ölçüde şamatacı ve gürültücü bir tavır. Aslında ken­
dini değiştiren, Sophia idi. Gözlemler ve taklit ederdi . Zorun-

206
l u ve mey i l l i olduğu için, ne doğarken, ne de büyürken edin­
ınediği birçok özelliğe yavaş yavaş sahip olmuştu. Üstelik, ka­
d ınların 20'1ik kızlara da 40'lık kadın lara da aynı güveni tel­
k i n ettiği bir yaşta, gençlik ile olgu n l u k çağı arasındaydı. Ba­
zı kadınlar hayatlarını onun ayakları altına sererken bazı l a­
rı da gök lere ulaşan övgüler d üzüyorlardı onun için.
Netice itibariyle arkadaşımız, atmosferi böyle yavaş yavaş
temizledi. K imisini ancak zorlukla kesebi l eceğiniz kadar özel
olan eski, ailevi ilişkileri koparttı. Mesafeli biçimde ağırlamak,
i lgisizce d i nl emek ve pişmanlık duymadan elveda demek gi­
bi sanatlar, onun sahip olduğu becerilerin hepsi n i oluşturmu­
yordu . Bir bir bazı arkadaşları ortad a n çekildi: Fak i r, göste­
rişsiz, i d diasız, modaya uygun gardırobu o l mayan kadınlar,
basit i lgileri olan ve kendilerini sata mayan önemsiz arkadaş­
lar. Arabasıyla ( artık onun da a rabası vardı) erkeklerin ara­
sından geçerken, aynı Binbaşı 'nın söylediği gibi davran ıyor­
du. Ya ni karşısındaki kişinin ona baktığını görene kadar onu
izliyor, sonra gözleri n i çeviriyordu. Artık gereksiz yere bu gi­
bi insanlara i lgi göstermiyordu, balayı sona ermişti, artık göz­
lerini soğuk bir tavırla çeviriyor, amirane bir biçimde, karşı
tarafta hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bu hareketle onu
kafasından tamamen sildiğini bel l i ediyordu. Karşılaştı k ları
zaman eski a rkadaşlarının kendisine şapka ç ı karara k selam
vermelerin i , böyl e engelledi.

CXXXIX

Rubiao yine Binbaşı'ya yardım etmeye çalıştı ama Sophia bun­


dan öylesine rahatsızl ı k duyarak sözünü kesti k i , konuyu de­
ğiştirip Tijuca'ya gidecekleri ertesi gün yağmur yağıp yağma­
yacağını sormak zorunda kaldı.
" Christiano i l e konuştum. İşleri varmış, oraya bir sonra­
ki paza r gidebileceğiz. "
Bir an sessiz kalan R u biao şöy l e dedi:

207
" Biz gidelim o zaman, iki miz. Erkenden gider, öğle yeme­
ği n i orada yer, üç dört gibi de burada ol uruz. "
Sophia, bu daveti kabul etme arzusunu o kadar belli eden
bir edayla baktı ki, Rubiao sözlü bir cevabı bek l em ed i .
"Tamamdır, gidiyoruz" dedi .
" Hayır. "
" Nasıl yani ? "
Sonra da h u soruyu tekrarladı çünkü netice i ti bariyle ga­
yet helli olan gelm eme neden i n i açı klamad ı . Cevap vermeye
zorlanınca da kocasının kendisini kıs kanacağ ı n ı ve gelmeye
mecbur h issedip işini erteleyeceğ i n i söyled i . O ysa onun işini
enge llemek istemiyordu. Bir hafta bekleyebil i rlerdi. Ama bu
açı k l a mayla birlikte o boncuk gözlerinde öyle bir bakış var­
dı ki . . . istedi . Ertesi sabah Rubiao i le birlikte yola çıkmayı,
atın üzerine sıkıca oturmuş, şairane veya rüyadaymış gibi de­
ğil, cesurca ve a levlenmiş yanaklarıyla tamamen bu dünyaya
ait bir şey yapmayı, atı dörtnala koşturmayı, tırıs gitmeyi ve
arada sırada durup mola vermeyi o da isted i . Tepede, şehir
uzakta, gökyüzü başının hemen üzerindeyken biraz durup at­
tan i necekti. Atın ı n yanında d u racak, yelesin i elleriyle ta ra­
yacak ve R u hiiio'nun cesareti ni ve zarafetin i öven kelimeleri­
n i duyaca k t ı . f !atta ensesinde hir öpücük bile h issetti .

CXL

Sophia'nın hayalindeki atın artık, tepeleri bir sıçrayışta aşıp


kendisini ormaniara götürecek ateşl i ve kaprisli bir k ü heylan
olduğunu söylemek yanlış ol maz. Eğer durum farklı olsaydı ,
hayali d e farklı olacaktı ama bir küheylan o duruma e n iyi uyan
şeydi . Düşünmeden, hızla ve şevkle kaçıp gitme fi krini ve ay­
n ı zamanda düz yola, ora dan da a h ı ra döndüğünde sükfıne­
ti gösteren bir haya l d i bu.

208
CXLI

Sophia'nın k ıza rmış yanaklarını gözleyen Rubiao, " Tamam,


karar verildi, yarın gid iyoruz" d i ye tekrarladı. Ama k üheylan
biraz önceki koşusundan yorulmuş, ahırda uyuşuk uyuşuk du­
ruyordu şimdi. Sophia tamamen değişınişti. O havai macera,
haya l ettiği şevk, Rubiao ile birlikte Tijuca'ya gitmenin eğlen­
cesi, geçip gitınişti. Rubiao kocasına sorup izin a lacağın ı söy­
lediğinde, kayıtsızca, şöy le dedi:
" Çılgınsı nız siz. Sonraki pazar gideceğiz. "
Bir kemer yapıyordu . Gözlerini, elindeki işe sabitledi . Ru­
biao da gözlerini, bahçenin bulundukları odadan görünen kü­
çük parçasına çev i rdi. Pencereye dön ü k oturmuş olan Sop­
hia'nın parmakları ileri geri hareket ederken R u biao'nun ka­
fasında, sıradan iki gülden başka bir şey olmayan bahçede ve­
rilen bir i mparatorluk ziyafeti canlandı. Odayı, odadaki ka­
dını, kendisini unuttu. İkisinin bu durumda, birbiriyle tek ke­
lime etmeden, birbiri nden mesafelerce uzak ve birer yaban­
cı halde ne kadar d urduğu ta m olarak söylenemez. O n l ar ı
uyandıran, kahve getiren hizmetçi o l d u . Rubiao kahvesini iç­
ti kten sonra sakalım d üzeltti, çıkarıp saatine baktı ve kalk­
tı. Onun gi tmesini sabırsızlıkla bekleyen Sophia buna çok se­
vinmişti a ncak meınnu n iyetini şaş k ı n l ı k görüntüsün ü n altı­
na saklamasını becerdi .
" Bu kadar çabuk mu ? "
Rubiao, " Saat dörtten önce birini görmem lazı m " diye açık­
lama yaptı. " O zaman sabaha at binmiyoruz demektir. K i ra­
ladığım atları i ptal edey i m . Gelecek pazar gideceğimiz kesi n
ını. ). ,
" Ben de kesin diyemiyoruın. Christiano zamanında kara­
rını verirse, gideriz. Biliyorsunuz kocam bazen işleri çok zor­
laştırabilir. "
Sophia o n a kapıya kadar eşli k etti, neşesiz bir biçimde eli­
n i sıktı, duygusuz b i r g ü l ümseme işareti yaptı v e odaya, ay­
n ı pencereye bakan aynı koltuğa döndü. işine hemen başla­
yaınadı. Bacak bacak üstüne attı, a l ışkanlıktan eteğin i düzelt-

209
ti ve biraz önce dostumuza bir ziyafet esini veren i k i gülün bu­
lunduğu bahçeye bir bakış attı . Sophia orada iki sessiz ç içek
dışında bir şey görmüyordu. Yine de bir süre baktı, sonra işi­
n i alıp biraz çal ıştı, sonra yine d u rdu. Ellerin i boş boş kuca­
ğına koydu. Yeniden işini aldı ama tekrar bıraktı. Sonra bir­
den ayağa kalkıp mekik ile keten ipliği, örme sepetin içine tı­
kıştırdı. Yine Rubiao'nun hatırası olan bu küçük sepete, me­
kik ve iple birlikte tüm çalışma hevesin i de tıkmıştı.
"Ne can sıkıcı ada m ! "
Artık geçmekte olan i k i gülün olduğu küçük ba hçeye ba­
kan pencereye gi derek cama dayandı. Güller goncay ken, in­
sanın hiddeti onlara bulaşmaz. Oysa öm ürleri n i n sonu yak­
laşıyorsa en küçük b i r provokasyonda i nsanı sinirlendirirler.
Bunun, ömürleri n i n kısa olmasından kaynaklandığına i na n­
maktan hoşlanırım. Biri şöyle yazmış: " Güle göre bahçıvan
ölümsüzdür." Bir ölümsüzün canını sıkmak için öfkesiyle dal­
ga geçmekten daha iyi bir yol olabil ir m i ? " Ben geçiciyim, sen
kalıcısın. Ama ben çiçek açtım, kokumu yaydım, ben genç kız­
lara ve yaşlı kadınlara hizmet verdim, aşkın davetiyim ben, er­
keklerin yakalarını süsledim, ben kendi dalımda ölürüm ve tüm
eller ve tüm gözler beni a ra r, bana hayra n l ıkla, sevgiyle ba­
kar. Ya sen ey ölümsüz, sen böyle m i s i n ? Sen kızarsın, ağlar­
sm, acı çekersin, endişe duyarsın. Senin bütün bir ölümsüz ha­
yatın, benim ömrü m ün tek bir anına bile değmez . "
Sophia pencereye g i d i p bahçeye baktığında, i k i g ü l de iyi­
ce açılmış taçyapraklarıyla gülüyorlardı. Biri, "Tamamen hak­
lısın, tamamen haklısı n " diyordu.
" Kızmakta tamamen haklısın güzeli m " diye ekledi, "ama
bunun sorum lusu o değil, sensin. O ne yapsı n ? Herhangi bir
çekici yanı olmayan, zavallı bir adam. İyi bir arkadaş olabi­
l i r, gayet cömert olabilir ama itici biri, öyle değil mi? Mağrur
olma a ma güzel im, çünkü mutsuzluğunun nedeni, bizzat sen­
sin. Ötekini unutınaya söz vermiştİn ama unutamıyorsun. Onu
unutmak zorunda m ıs ı n ? Buna bakmak, bunu dinlemek, bu­
nu aşağılamak yeterli gelmiyor mu sana? Oysa sana hiçbir şey
söylemiyor. Ey tuhaf kadı n , ve sen buna rağmen . . . "

210
"Tam olarak öyle değil " diye sak i n ve alaycı bir sesle sö­
ze girdi öbür gül. " Bi r şey söylüyor ve bunu uzun zamandır
söylüyor. Bu söylediğini de asla unutmuyor ve değiştirmiyor.
istikrarlı biri, üzüntüs ünü unutup, u m utlu olmaya inanıyor.
Bütün hayatı, biraz öm:e konuşruğumız Tij uca'ya gidişiniz gi­
bi: 'Gelecek pazar gideriz . ' Biraz merhamet cr en azından. Bi­
raz sevecen davran, ki bar Sophi a . Eğer evlil iğin dışında biri­
ni seveceksen seni seven ve ağzı n ı tutan bu adamı sev. Hadi,
bi raz önce ona karşı hissettiği n tepkiden nedamet getir. Sana
ne zararı oldu? Sen güzelsen adam ne yapsı n ? Eğer birinde bir
hata varsa ne onun hediyesi o l a n ş u sepette, ne de hizmetçi­
ni gönderi p kendin a l dırdığın o i p l i kte. Kötü olan sensi n
Sophia, adaletin yok senin . . . "

CXLII

Sophia öylece durup dinledi, dinled i . Diğer bitkilere sordu, on­


lar da farklı bir şey söylemediler. Hepsinde tam bir fi kir bir­
liği vard ı . Toprağı tanıyan ve toprağın altındaki yaşamı bilen
biri, biz kendimiz duygu ve d üşünce açısından zenginsek, bir
duvar parçasının, bir bank ın, bir halının, bir şemsiyeni n de ne
kadar zengin olduğunu ve cansız nesnelerin insanlarla kurdu­
ğu ilişkinin ve insanlara dair düşüncelerinin bu dünyanın en
ilginç olgular ı ndan biri olduğunu d a iyi b i l i r. " İnsanın düğ­
meleriyle sohbet etmesi " dey i nı i nin, sadece metafor gibi gö­
rünse de, aslında bire bir anlamı da vardır. Düğmelerimiz, bi­
zimle senkronize çalışır, her zaman bizim verdiğimiz yasa tek­
liflerinin lehine oy kullanan ucuz ve içinde kendimizi rahat his­
settiği miz bir tür mecl is oluşturur.

211
CXLIII

Tijuca at gezisi, geri dönerlerken meydana gelen bir artan düş­


m e vakası dışında olaysız tamamlandı. Düşen R ubiao ya da
Palha değil, ne olduğunu bilmediğim bir konuda düşünürken
atını h iddetle kamçılayan Sophia i d i . Hayvan da bunun üze­
rine korkuya kapılıp onu üzerinden attı. Sophia gayet zarif bir
şekilde d üştü. Üzerindeki binicilik el bisesi ve vücud una sım­
sıkı oturan yeleğiyle, olağanüstü i nce ve narindi. Othello gör­
seydi, " Hey benim güzel savaşçı bakirem " diye bağırırdı. Ru­
biao ise yola çıkarken sadece, " Se n bir meleksin " diyebi l d i .

CX L I V

Eve gi rerken a ksıyordu.


" Di z i m i incitt i m . "
" Bi r bakayı m . "
'
Giyinme odasında Sophia ayağın ı k üçük b i r tabureye ko­
yup kocasına yaralanmış dizini gösterdi. Pek az bir şişkinlik
olmasına rağmen dokun u l d uğunda çığlığı basıyord u . Canı­
nı yakmak istemeyen Palha, yaraya d udaklarıyla hafi fçe do­
kundu.
" D üşerken eteğim açıldı m ı ? "
" Hayır. Zaten çok uzun bir eteğİn var. Ayağın ı n ucu bile
zor görünüyor. B i r şey olmadı, garanti veri rim . "
" Ye m i n eder misi n ? "
" N e kadar d a şüphecisin, Soph i a ! Kutsal olan n e varsa,
üzeriıncieki ışık adına, Allah adına yemin ederim. Şimdi tat­
min oldun m u ? "
Sophia, dizin i örtüyordu .
" Dur d a bir daha bakayım. Şişeceğin i sanmam. İstersen üze­
rıne bir bez koy. Eczaneye sora rs ı n . "
"Tamam. Ş i m d i üzerimdekileri çıkarayı m " d i yerek eteği­
ni aşağı i n d i rmeye başladı.

212
Palha'nın gözleri karısın ı n bacağının aşağısında, batunun
konçlarının a ltına girerek sona eren kısmında dolaşmaya baş­
lamıştı. Gerçekten de doğa n ı n en güzel parçalarından biriy­
di, ipek çoraplar, şek l i ni iyice mükemmel hale getirecek şekil­
de biraz gizlemişti. Palha nazikçe karısı nın şurasını, şurasını,
şurasını incitip ineitmediğini soruyor, bir yandan da aşağı doğ­
ru i nerek e l leriyle sorduğu yere dokunuyordu. Karısı eteğ i n i
i n d i r i p ayağını tabureden çekince, " Bu başyapıtın en ufak b i r
parçası bile görünseydi, gökyüzü v e ağaçlar şaşk ı n l ı ktan ser­
seme dönerd i " dedi.
" Belki d e öyle olurdu ama orada sadece gökyüzü ile ağaç­
lar yoktu. Rubiao'nun gözleri de vard ı " dedi, Sophia.
" Aa , Rubiao! Haklısın. Santa Theresa 'daki o aptalca şey
bir daha tekrarlandı m ı h i ç ? "
"Asla. A m a y i n e de o n u pek sevmiyorum. Gerçekten ye­
min ediyor musun, Christian o ? "
" Üzeri ne yem i n ettiğimden d a h a k utsal b i r şey a d ı n a m ı
yem i n etmemi istiyors u n ? Allahın adına yemin etmiştim ama
bu sana yetmedi. Şimdi senin üzerine yemin ediyorum. Tat­
m i n oldun m u ? "
Bütün bunlar aslında duygusal l ı k oyunu dışında bir şey de­
ğildi. Sonunda Palha karıs ı n ı n odasından ç ı k ı p kendi odası­
na gitti. Sophia'nın ürkek, şüpheci ve i ffetl i davranışı çok ho­
şuna gitmişti. Karısı n ı n tamamen kendisine ait olduğunu gös­
teriyordu. Ama ta m da karısı tamamen kendisine ait olduğu
i ç i n kraliçesin i n gene l l i k l e saklı d u ra n bir bölgesinin tesadü­
fen bir anlığına başka gözlere açılması nı mesele yapmanın, bir
efendiye, bir sahibe yakışmayacağı kanaatindeydi. O tesadü­
fün bir botun konçlarının ucunda bitmek zorunda kalmasın­
dan dolayı üzgündü. Oysa o konçlar sadece sınırd ı , düşüş so­
nucunda hafifçe ineinen şehrin yüce ve mükemmel uygarlığı­
na dair bir fi k i r veren d ı ş mahal lelerdi sadece. Kocaman gü­
müş k üvette sabunlanırken, yüzünü ve omzunu yıkarken ve
sonra kendini kurular, saçlarını tarar ve parfümünü sürerken
o küçük kazanın tek görgü şahidinin hayretten ve hasetten ne
hale gelmiş olabi leceğini hayal ediyordu.

213
C X LV

Rubiao'nun bütün arkadaşlarını şaşırtması, işte bu zamana


rastla r. Pazar günkü at gezisini izleyen sal ı gü nü ( 1 8 70 y ı l ı ­
n ı n Ocak ayıydı), Ouvidor Sokağı 'ndaki berberden, ertesi sa­
bah saat dokuzda kendisini tıraş etmek üzere evine biri n i gön­
dermesini istedi. Lucien adlı bir Fra nsız geld i ve uşağa veri­
len talimat doğrultusunda Rubiao'nun çalışma odasına götü­
rüldü.
Qui ncas Borba, Rubiao'nun dizlerinin üzerinden, " Grrr"
diye ses çıkardı.
Lucien, eğilerek evin efendisini sel a m ladı. Ancak o ne bu
selamın farkına varmış, ne de Quincas Borba'nın sesini duy­
muştu . Tavanda kırı lmış ve havaya dağılarak kaybolmuş olan
zihnini tamamen yitirmiş halde, bir kanepede uzanmıştı. Aca­
ba zihni buradan kaç mil uzaktaydı ? Ne bir akbaba, ne bir
kartal söy l eyebilirdi bunu. Oysa o anda aya doğru gitmekte
olan zihninin gördüğü tek şey, Botafogo sahilinde gül ve ya­
semin çiçeklerinden oluşan yatağında yararken perderi n a l ı p
i ç i n e koyduğu ve uyusun diye saHadığı beşi kten üzeri ne saçı­
lan mutlu luktu. Ters giden hiçbir şey, hiçbir başarısızlık, yok­
sulluk yoktu. Sadece neşeyle ve gereğinden fazla gelirle dolu,
huzurlu bir hayat. Zihni, aya doğru gidiyordu !
Berber çalışma odasında etrafa bakındı. Odadaki en önem­
li nesne, üzerinde Napoleon ile Louis Napoleon büsderi du­
ran çalışma masasıydı. Bu sonuncusunun büsrünün üzerinde,
d uvarda Solferino Savaşı'nı gösteren bir taşbaskı ve İ mpara­
toriçe Eugen ia'nın bir portresi asılıydı.
Rubiao' n u n ayaklarında altın işlemeli damasko kumaşın­
dan yapılmış terl i k ler, başında siyah ipek p üskül leri olan bir
baş l ı k ve dudakları n d a parlak mavi bir g ü l ücük vard ı .

214
C X LV I

" Efendim . . . "


Quincas Borba, sahibinin dizleri üzerinde yükselerek, her­
bere, " Grrrr . . . " diye cevap verd i .
Rubiao kendine geldi ve berberi fark etti. Kısa b i r süre ön­
ce onu berber dükkanı nda gördüğü i ç i n tan ı d ı . Ayağa kalk­
t ı . Bu arada Q ui ncas Borba da sahi b i n i korumak için davet­
siz misafire havladı.
R u biao, " Sessiz ol! Şşşt ! " deyince süngüsü düşen köpek,
gidi p çöp kutusunun arkasına saklandı. Bu arada Lucien a let­
l eri n i çıkarmaya başla d ı .
Fransızca, "Gayet güzel bir sakaldan olaca ksınız. Aynı şe­
yi, bir kadını memnun etmek için yapan bi rçok insan tanırım.
Onurlu insanların sırdaşıyımdır . . . " ded i .
Rubiao, " Kesin l i k l e " diye onun sözünü kesti .
Tek bir kelimesin i bile anlamamıştı. Biraz Fransızca bilme­
sine karşın ( bi l diğimiz gibi) sadece okuyab i l i yor, konuşmal a­
rı anlayamıyordu. Ama ilginçtir, verdiği cevap yanlış sayılmaz­
d ı . Çünkü söylenenleri bir tür selamlama ya da övgü olarak
anlamıştı. Daha da ilginci, Fransızca konuştuğunu sanıyordu.
" Kesi n l i kl e " diye tekrarladı, " yüzümü tekrar eski h a l i ne
döndürmek istiyorum. Şuradaki haline. "
III. Napoleon'un büstünü işaret ediyordu . Berber Porte­
kizce cevap verdi :
" A h ! İ m pa rator! N e güzel bi r büst. Gerçekten ç o k iyi
çalışılmış. Buradan m ı a l d ı nız, yoksa Paris'ten m i getirtti n iz ?
M uhteşem büstler. 1 . Napoleon'un, Büyük Napoleon'un d a
büstü burada. Tam bir dahi idi. Eğer ihanete uğramasaydı efen­
d i m . . . Bil iyorsunuz, h a i nler O rs i n i ' n i n bombaları gibidi r. "
" O rs i n i zava l l ı n ı n tekidi r ! "
" Bedeli n i çok acı ödedi ama."
" Öyle de o l ması gereki r d i . Ama ne bombalar ne de Orsi­
n i büyük bir adamın kader i ne karşı gelemez. Bir ulusun kade­
ri, büyük bir adamın kafasına i mparatorluk tacı n ı takmaksa,
hiçbir köt ü l ü k buna engel olamaz. Orsini ! O bir aptal d ı . "

215
B irkaç dakika sonra berber, sadece keçi saka l ı i le III. Na­
poleon bıyıkları bırakacak şek ilde Rubiao'yu tıraş etmeye baş­
ladı. Bir yandan da kendi işini övüyor ve başka bir sakalı n ay­
nısını yapmanın ne kadar zor bir şey olduğundan dem vuru­
yordu . Saka l ı keserken, bir yandan da övüyordu. K ı l ları ne
kadar güzeldi . Gerçekten de bu sakalı kestirerek büyük bir fe­
da karl ı k . . .
" Ne haddini bilmez adamsın berber" diye sözünü kesti Ru­
biao, " istediğim şeyi sana söyledim. Yüzümü eski h a l i n e ge­
tir. İ şte örnek al acağı n büst . "
" Evet efendim, tabii ki isteğİnizi yerine getireceğim, n e ka­
dar benzediğini görünce siz de şaşıracaksınız."
Berber şık şık diye Ru biao'nun sakalına son rötuşları yap­
tıktan sonra yanaklarındaki ve çenesindeki kı lları usturayla
a l ınaya başladı. Sakin bir biçimde usturasını çal ıştı r ı p büst­
le karşı laştırıyor, gözleriyle bir büste bir de müşterisine bakı­
yordu. Operasyon oldukça uzun sürdü. Berber kimi zaman
büstle daha i y i karşılaştı rabi l mek için bir adım geriye atıp iki­
sine birden bakıyor, öne eği lip müşterisinin şu ya da bu yöne
dönmesi n i istiyor, sonra tekrar gidip büstün o tarafına bakıp
gel iyord u .
Rubiao, " İy i gidiyor m u ? " d iye sordu.
Lucien ona sessiz durması nı işaret ettikten sonra işine de­
vam etti . Keçi sakala şek l i n i verdi, bıyığı istenen h a l e getir­
d i , sonra da yavaş yavaş, sevgiyle, parma klarıyla çenede y a
da yanaklarda k a l m ış sakal ları yoklayarak h e r ş e y i n üzer i n ­
d e n i k i nci k e z geçti . Berber çenesi üzerin de çalışırken sürek­
l i tavana bakınaktan yorulan Rubiao, bir i k i kez ıno l a iste­
d i . Mola sırası nda y üzüne dokunarak değişikl iği h issetmeye
ça l ı ştı .
" Bıyık fazla uzun olmamış" dedi .
" Uçlarını daha yapmadım . Bıyı k uçlarını dudak üzerinde
kıvı rınak için aletim var. Hay Allah, tek bir kopya yeri n e o n
orijinal tıraş y a p m a k isterdim. "
Bıyık ve keçi sakalı son h a l i n i alana kadar on dakika da­
ha geçti. Son unda bitti. Rubiao h emen yatak odası ndaki ay-

216
naya koştu. Orada gördüğü, başka biriydi. Aslı nda i kisini d e
görüyord u. Kısacası, kendisiyd i .
"Tam istediğim gibi " diye bağırarak eşyalarını toplayıp Qu­
incas Borba'yı okşayan berberin yanına döndü. Çalışma ma­
sasının başı na geçip çekmeceyi açtı, 20.000 reis çıkarıp ber­
bere verdi .
" Yanımda bozuk yok . "
Rubiao hemen, " Üstünü istemiyoru m " dedi, m ağrur b i r
e d a y l a , " dükkana vereceğ i n i ver, gerisi s e n i n olsu n . "

C X LV I I

Rubiao yalnız kal ı nca kendini bir kol tuğa atıp zihninde ha­
yali bir geçit töreni izlemeye başladı. Tam olarak bilemiyoruz
ama Biarritz veya Compiegne'deydi, bakanları, büyükelçile­
ri duyuyordu. Dans ediyor, yemek y iyor, evvelsi gün gazete­
lerde okuduğu ve zihnine kazınan bir sürü şey yapıyordu. Qu­
incas Borba 'nın i niemeleri bile onu u ya n d ı ramadı. Her şey­
den uzakta ve y u karılarda bir yerdeyd i . Compiegne, aya gi­
den yolun üzeri ndeydi ve o, a ya gidiyord u .

C X LV I I I

Aşağı indiğinde, köpeğin iniernesini duydu ve yanaklarında bir


soğukluk hissetti. Ayna ya koştuğunda sakal l ı haliyle sakalsız
hali arasında büyük bir fark olduğunu ve sakalsız hal inin hiç
de fena olmadığını gördü. Misafirleri de aynı fi k irdeydi.
" Gayet güzel olmuş! Bunu çok daha önce yapmalıydınız!
Sakal yüzünüzün asaletini gizliyormuş. Üste l i k bir de gayet
çağdaş bir görü n ü m kazandınız. "
" Çağdaş" diye tekrarladı Rubiiio.
Başkaları da aynı şekilde şaşırdı. Herkes, yeni görünüşü-

217
nün, eskisi nden daha çok y akıştığ ı n ı d üşünüyordu. Sadece
Doktor Camacho, o Ja keçi sakalın ve bıyığın arkadaşının yü­
zünde gayet güzel durduğunu düşünmekle beraber, ruhun ay­
nası olan yüzün gücünün ve istikrarının değiştirilmesinin doğ­
ru o l m ad ığını söyledi.
" K endi adıma konuşmarnam lazım " diye ekledi. "Ama be­
n i m yüzümü bu halinden farklı bir şekilde asla göremezsiniz.
Bana göre bu ahlaki bir zorunluluktur. Benim hayatım i l ke­
lere adanmıştı r, hiçbir zaman ilkelerimden taviz verınem. Ha­
yarı m yüzümün, yüzü m d e hayatı ın ı n sadık bir i ıngesidir. "
Rubiao ciddiyede dinleyip, başıyla onaylayarak gerçekten
de öyle olması gerektiğini kabul etti . Ama o anda kendi n i so­
kakta tebdi l - i k ıyafet gezen Fransız i mparatoru olarak görü­
yordu. Sonra yine kendisi oldu. Bir sürü önemli şey gören Dan­
te, cehennemde Floransal ı bir hırsızın ceza la ndırı l masına ta­
nık olmuş. Altı aya k l ı bir yılan, halkasına öyle bir sarıl m ış ki
tek bir yaratık ını iki yaratık mı olduğu belli olınuyormuş. Ru­
biao da iki kişiden o luşuyordu . Kendi k i ş i l iği i le Fransız im­
paratoru kişiliği birbiri içinde erimiyordu. Sırayla geliyorlar ve
geldiklerinde diğerini unutuyorlardı . Rubiao kendisi olduğun­
da, her zamanki kendisi ol uyordu. Fransız imparatoru olun­
ca da sadece İmparator oluyordu. Her iki hali de birbirini den­
gel iyordu ve her i kisi de ayrı b i rer bireyd i .

CXLIX

Hafta sonunda Sophia'nın yanına uğradığında, " Bu değişik­


lik neden ? " sorusuyla karşılaştı.
" Dizinizi sormaya geld i m . Nasıl, iyi m i ? "
" İyi, teşekkür ederi m . "
Saat öğleden sonra i k i y d i . Sophia hazırlanmış, dışarı çık­
mak üzereydi k i hizmetçi gelip Ruhiiio'n un geldiğini, çok de­
ğişmiş olduğunu ve başka birine benzediğini söyledi.
" Bu değişi k l i k neden ? " diye sorusun u tekrarladı.

218
O anda İmparator olmayan Rubiao, bıyığın ve keçi saka-
lın kend isine daha çok ya k ı ştığını söyledi.
" Yoksa daha mı çirkin ol muşum ? " diye sordu.
" İy i ol muş, daha güzel olımış . "
Sophia, bu değişimin nedeninin kendisi olduğunu d üşün-
dü. Kanepeye oturup eldivenlerini ç ı ka rtmaya baş l a d ı .
" Dışarı m ı çıkıyorsunuz ? "
" Evet a m a daha araba hazır deği l mi ş . "
Eldivenlerinden birini yere düşürdü. Rubiao almak i ç i n eğil­
diği nde, o da eği l mişti. İ k isi d e eldi veni tuttu. İ kisi d e e l dive­
n i kendi a l ma k istediğinden yüzleri birbiri n e değdi , Rubiao'
nun burnu, Soph ia'nın bumuna çarptı. Ağızları ise birbirine
dokunmadı. Böylece gülebil irlerdi ve güldüler.
"Canınızı yaktım m ı ? "
" Hayır. Asıl ben sizin canıniZI yakmış olmalıyı m . "
Sonra tekrar güldüler. Soph ia eldiveni giyd i . B i r uşak ge-
lip araban ı n hazır olduğunu söyleyene kadar Rubiao, Sop­
hia'nın huzursuzca k ı pırdanan ayağına baktı. Sonra kalktılar
ve tekrar güldüler.

CL

Sophia evin kapısında göründüğünde uşak esas duruşta ara­


banın kapısını açtı. Rubiao, yardımını önerdi, Sophia kabul
etti ve arabaya bindi.
" Şimdilik i y i . . . "
Ama sözünü bitiremed i . Rubiao da onun ardından araba­
ya bindi, uşak kapıyı kapattı, sürücü mahalline tırmandı ve ara­
ba hareket etti . ·

219
CLl

Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Sophia ne b i r ş e y söyleyebil­


di, ne de bir şey yapabildi. Ancak biraz zaman geçtikten son­
ra konuşa b i l d i :
" Ne oluyor? B a y Rubiao, lütfen arabayı durduru n . "
" Neden ? Dışarı çıkacağınızı, arabayı beklediğin izi söyle­
memiş miydiniz ? "
"Ama sizi nle beraber çıkmıyonı m . Anlamıyor musunuz?
Durdurun arabay ı . "
Çok c a n ı s ı k ı l ın ıştı . Tam arabac ı ya d urması i ç i n ta li mat
verecekti ki bir skandal çıkabileceği korkusuyla vazgeçti. Ara­
ba, Bella da Princeza Sokağı 'na girdi. Sophia, Tanrının ve bü­
tün dünyanın gözleri önünde beraber görünmeleri n i n ne ka­
dar kötü olacağını an laması için tekrar R u biao'ya yalvard ı .
Rubiao onun bu d üşüncesine saygı gösterdi v e perdeyi i ndir­
meyi önerdi .
" insanların bizi görmesinin bir zararı olduğunu sanmıyo­
rum ama perdeyi i n dirirsek k imse göremez. İ ndireyim m i ? "
Ve ceva bı beklemeden iki tarafın perdelerini d e i nd irdi.
Böylece i kisi yalnız kalmış oldu. içeriden dışarıdaki insanlar az
çok görünüyordu ama d ışarıdan kimse onları göremezdi . Yal­
ııızlardı, o gün Sophia'nın evinde Rubiao'nun yine bu saatte (öğ­
leden sonra iki) bütün umutsuzluğunu onun y üzüne haykırdı­
ğı gün olduğu gi bi, tamamen yal nızlard ı . O zaman hiç olmaz­
sa genç kadın hareket edebiliyordu. Burada ise kapal ı bir ara­
banın içindeydi ve bunun olası sonuçlarını hesaplayamıyordu.

CLll

Sophia, mümkün olduğunca köşeye çekildi. Bunun nedeni du­


rumun acayi p l iği de olabilirdi, hissettiği korku da ama esas
neden, duyduğu tiksintiydi. Şimdiye kadar bu adama karşı ken­
dini hiç bu kadar uzak hissetmemiş, bu kadar tiksi nmemiş,

220
bu kadar kötü duygular içi n de olmamıştı . Hissettiği şey, ge­
nel olarak bir tür uyumsuzluk, sizi rahatsız etmeden bunu na­
sıl söylesem, bir doku uyuşmazlığıydı. Peki iki gün önceki ha­
yaller neredeydi ş i m d i ? Sadece Tij uca'ya baş başa bir atlı ge­
zi tek l i fi yle bile o n u n la tepelerde dörtnala at koşturmuş, at­
tan inip iltifatlarını dinlemiş, hatta enses i nde onun öpücüğü­
nü hissetm işti. Bu hayaller nereye girmişti ? Neredeydi o ken­
disine bakan, kocaman gözler, tutkulu el tutuşmalar, övücü söz­
ler, sevecen kulaklar? Bunların hepsi gitmiş, hepsi u n utul muş­
tu. Şimdi etrafiarı bir araba ve bir skandalla tecrit edi l m iş hal­
de, gerçekten yapayalnızd ı l a r.
Atlar, arabayı Bella da Priceza Sokağı'nın taşları üzerinde
yavaşça çekiyorlardı. Canete'ye vardığında Sophia ne yapacak­
tt ? Rubiii.o'yla birlikte şehre mi inecekti ? Bir arkadaş ı n ı n evi­
nin önüne çekip, Rubiii.o'yu arabada bırakıp sürücüye araha­
yı sürmesini emretmeyi düşündü. Kocasına her şeyi anlatacak­
tt . Bu ıstırabı çekerken bir anda acayip veya i lgisiz düşünceler
gel i p geçti kafasından, mesela o sabah gazetede okuduğu, gü­
nün en önemli haberi, mücevherci soygunu haberi. Sonunda tek
bir düşüncede odaklanmayı başardı. Rubiii.o'ya ne diyecekti ?
Onun hastonunun başını çenesine dayamış, hiçbir şey söyleme­
den dümdüz i leriye baktığını gördü. Bu d uruşu, ciddiyet, sü­
kunet ve ona yakışmayan her şeye karşı kayıtsızlı k içeren bir
pozdu. Acaba neden arabaya kendi de binmişti ? Sophia sessiz­
liği bozmak istedi, iki kere ellerini sinirli sinirli hareket ettirdi.
Davranışı ancak uzun süredir içinde barındırdığı şiddetli tut­
kusuyla açıklanabi lecek adamın sessizliği, Sophia'nın sinirine
dokunuyordu . Sonra Ruhiiio'nun bu durum nedeniyle çok
pişman olacağını, üzüleceği n i düşündü ve ona bunu söyledi.
Rubiii.o, Sophia'ya dönüp, " Üzüleceğim bir şey göremiyo­
rum " ded i . " İ nsanların bizi beraber görmes i n i n doğru olma­
yacağını söylediği niz i ç i n perdeyi indirdim. Bu fikre katı lmı­
yorum ama isteği nize uydum . "
" Cattete'ye gelmek üzereyiz" d iye sözünü kesti , " Sizi eve
bırakma mı ister misiniz? Şehre beraber giremeyiz. "
" Ö ylesine dolaşa bi l i riz. "

221
" Ne demek istiyorsunuz ? "
" Öylesine işte, atlar gitmeye devam eder, biz d e k imse bi­
zi duymadan, hatta araban ı n içinde bizim olduğumuzu tah­
min bile ederneden konuşabi l i ri z . "
"Allah aşkına ne diyorsunuz siz! Benimle böyle konuşma­
yın. Beni bırakın. Arabadan ya siz inersiniz ya ben inerim. Ba­
kın şuraya çiziyorum, tam burada ineri m . Ne söylemek isti­
yorsunuz? Birkaç dakikadan fazla zamana ihtiyaç yok sözle­
rinizi söylemek için. Bakın, şehre doğru döndük, söyleyin de
Botafogo'ya gitsi n, sizi kapı mza kadar bırakay ı m . "
" Ama evden daha yeni ç ı ktım. Şehre i n iyorum. Beni de gö­
türmen izin size ne zararı var? Görülmeyeceğim bir yerde ine­
bilirim. Mesela Santa Luzia Sahili'nde, okyanus tarafından i ne-
rı m .
.
"

" En i y i s i burada inmeniz. "


" İy i de neden sizinle şehre gelemiyor u m ? "
" Hayır, b u imkansız. Kutsa l saydığınız n e varsa onun adı­
na size yalvarıyorum, skandal yaratma yın. Hadi , böylesi bir
hareketten ne ders alınam gerektiğini bana anların. Burada diz­
leri m i n üzerine çökmemi m i istiyorsunuz ? "
Yer çok dar olmasına rağmen, çökmek için ha rekete geç­
ti bile. Ama Rubiao onu hemen yerine oturttu .
" D i z çökmenize gerek y o k " d e d i , yumuşak b i r şekilde.
" Teşekkür ederim. O zaman size Allah aşkına yalvarıyo­
rum, cennetteki anneniz adına yalvarıyorum . . . "
Rubiao, " Mutlaka cennettedir" diye bunu onayladı. " Azi­
ze gibi bir kadındı . Anneler her zaman iyidir ama onu tanıyan­
lar, azize olduğu dışında bir şey söyleyemez. Üstelik onun gi­
bi görgü kurallarını iyi bilen ve uygulayan fazla kadın yoktur.
Mükemmel bir ev sahibesiydi . İster beş nıisafiri, ister elli ınİ­
safiri olsun fark etmezdi, her şeyi tam yeri nde ve zamanında
yapardı. Hatta bu yüzden ün bile kazandı . Herkesin annesi ol­
duğu için köleler onu, Sinha Mae diye çağır ı rlard ı . M utlaka
cennete gitmiştir. "
" İy i , çok i y i " diye Sophia onun sözünü kesti. " O zaman
anneniz adına bir iyilik ya pın. Olmaz m ı ? "

222
" Ne yapayı m ? ''
" Hemen burada arabadan i n i n . "
" Ve şehre yürümek zorunda kalayım. Bunu yapamam. Bo­
şuna vesvese yapıyorsunuz, k imse bizi görmeyecek. Zaten at­
larınız da mükemmel adar. Nalların sesi nasıl yavaş yavaş klop­
klop- klop-klop geliyor, onu dinliyordu m . "
Yalvarmaktan bitkin düşen Sophia, artık bir şey söyleme­
di, kol larını kavuşturup, mümkün olduğunca arabanın köşe­
sine büzüldü.
"Şimdi anlıyorum" diye düşündü, "arabayı Christiano'nun
deposunun önüne çekeceğim ve ona b u adamın nasıl bindi­
ğin i , i nmesi için nasıl yalvardığımı, onun bana ne cevap ver­
diğini anlatacağım. Onu gizemli bir şekilde bir sokakta bırak­
maktan çok daha iyi b u . "
Bu arada Rubiao sessizce oturuyordu . Arada parmağın­
daki muhteşem tek taş pırlanta yüzükle oynuyordu. Sophia'ya
bakmıyor, ona bir şey söylemiyor, ondan bir şey istemiyor­
du. Sanki birbirinde n s ı k ı l m ı ş bir karı kocaydı lar. Sophia
onun arabaya neden bindiği konusunda iyice şaşırmıştı. Sa­
dece şehre i nmek için olamazd ı . Gösteriş için de olamazdı
çünkü i nsanların kendilerini görecekleri yolundaki ilk şİka­
yetiyle birli kte Rubiao perdeleri i n dirmişt i . Çekingen, ürkek
de olsa tek bir iltifat, hayra n l ığı n ı belirten, yalvaran tek b i r
söz etmemişti. Tamamen aç ı klanamaz bir adamdı, bir gara­
betti Rubiao.

CU I I

Rubiao, birden, "Sophia" deyip, duralayarak devam etti: " Sop­


hia, günler geçip gider ama bir erkek kendisi n i gerçekten se­
ven veya kendi ismini taşımayı hak eden bir kadı n ı unutmaz.
Bizim aşkımız da unutulmayacak. En azından beni m tarafıın­
dan. Ve ben eminim ki sizin tara fınızdan da un utulmayacak.
Buna eminim. Bana her şeyi siz verdiniz. Sophia, hayatınız teh-

223
li kede. Elbette öcünüzü alabilirim güzelim, hatta intikam ölü­
leri memnun edebilseydi, en büyük memnuniyet sizin olurdu.
Allahtan kaderim ikimizi de korudu. Şimdi birbirimizi serbest­
çe ve kana bulanmadan seve biliriz. "
Genç kadı n, dehşet içi nde Ru biiio'ya bakıyordu.
"Sakın korkmayın" diye devam etti, " ayrılmayacağız. Ay­
rılma ktan bahsetmiyorum. Bu d urumda öleceğinizi söyleme­
yin bana. Biliyorum, çok gözyaşı dökersiniz. Ben ağlamanı çün­
kü bu dünyaya ağlamak için gel medi m , ama ben de çok üzü­
lürüm tabii. Hatta içe atılan üzüntü, d iğeri n den çok daha acı
verir insana. Gözyaşı aslında iyidir çünkü insa n ı n acısını ha­
fifletir. Sevdiğim, bunu size şunun için söyl üyorum ki, di kkat­
li olmalıyız yoksa o doymak bilmeyen tutkumuz yüzünden bu­
nu unutabili riz. Bi raz redbirsiz davran d ı k Soph ia. İ k i m iz de
birbirimiz için doğduğumuzdan evli olduğumuzu sandık ve
redbirsiz davrandık. Dinle sevdiğ i m ! D i n l e bir tanem! Hayat
çok güze l ! Hayat mükemmel bir şey! Hayat çok yüce! Bir de
hayat sizi n l e paylaşı l ı nca, onu tan ı m l a maya hiçbir s ı fat yet­
mez. İ l k tanışmamızı hatırlıyor muzunuz ? "
Rubiiio b u son sözleri söylerken Sophia'nın elini tutmaya
çalıştı ama Sophia ç ekti. Kafası karışmış, hayrete düşmüş ve
korkmuştu. Ruhiiio'nun sesi giderek yükseliyordu. Sürücü her
an duyabi lirdi. O anda Sophia'nın içine bir şüphe düştü: Bel­
k i de Ruhiiio'nun niyeti, Sophia'yı, adının lekeleneceği tehdi­
diyle korkutup ona boyu n eğdirmek için insanların kendisini
duymasını sağlamaktı. Onun üzerine atılıp yardım çağırmak
için bağırmak ve bu skandaldan kurtulmak geçti içi nden.
Biraz durduktan sonra Rubiiio, m ın i da narak tekrar baş­
ladı:
"Sanki d ünnı üş gibi hatırl ıyorum. Bir arabay la gelm i şti­
niz. Bu değildi, gümüş kaplama bi r arabaydı . Arabadan iner­
ken çok ürkektiniz, yüzünüzde bir peçe vardı, yaprak gibi tit­
riyordu nuz. -Benim kollarını size destek oldu.- Güneş o gün
durmuş ol m a l ı . Ve çiçeğim, o saatleri uzun uzun yaşadı k . Bi­
lemiyorum neden böyleyd i , çünkü normalde vaktin hemen
geçmesi gerekirdi. Belki de aşkımız hiç bitmeyeceği içindir. Aş-

224
kımız hiç bitmedi, bitmeyecek. O gün güneşi bir daha göre­
ınemiştİk çünkü hala ürkekliğini atamamış Sophia'm sokağa
ç ı k ı p bir başka arabaya binince, güneş d e dağla r ı n a rkasın­
da kaybolmuştu. Bu araba başka bir araba mıydı ? Sanırım ay­
nı arabaydı . İçinde bulunduğum durumu tahayyül edemezsi­
niz, deli gibiydim. Dokunduğunuz her şeyi öptüm, kapının eşi­
ğini bile öptüm. Ama sanırım bunu size zaten anlatmıştım. Ka­
pının eşiği. Neredeyse merdivenin basamaklarını öpmek için
yerlerde sürünecekti m . Ama bunu yapma d ı m . Sonra gidip
kendimi kapattım ki o güzel kokunuzu kaybetmeyey i m . Me­
nekşeydi, yanlış hatırlamıyorsa m . "
Hayır, Ruhiiio'nun n i yeti s ür ücüyü haya l i b i r ınaceraya
inandırmak olamazd ı çünkü o kadar a lçak sesle konuşuyor­
du k i Sophia bile zor duyuyord u. Sözleri zor duyuyordu ama
ne a n lama gel d i klerini hiç a nlayamıyordu. Bu hayal i h i kaye­
nin a macı neydi ? Sözleri öylesine içten, ses tonu o kadar yu­
muşaktı, ayrıntıları öyle inandırıcıydı ki, bir duyan olsa kesin
i n a n ı rd ı . Bu şekilde güzel a n ı l arını anlatıp durdu.
Sophia sonunda, " Ne biçim bir şaka b u ? " diye onu sus­
turdu.
Dostumuz cevap verme d i . Gözl e r i n i n önünde bir haya l
bel irmişti . Soruyu d uymayarak sözlerine devam etti . Gottsc­
hal k'taki bir konseri anlatıyordu. Piyanist çalıyor, onlar din­
l iyorlard ı . M üziğin etkisiyle b i rbirlerine bakmışlar ve başka
herkesi un utmuşlard ı . Müzik bitince bir alkış tufanı koptu ve
bu trans hali de bitti. Ama maalesef uyandı k ları nda vahşi bir
kaplan gibi onları izleyen Palha vardı karşılarında. O akşam
karısını ö l dürmeyi düşündü Pa lha.
" Bay R u biiio . . . "
" Napoleon. Hayır bana Louis deyin. Sizin Louis'niz, sev­
gili Louis'niz. Sizin, sizin, bana sizin deyin. Sizin Louis'niz, sev­
gi li Louis'niz. Şu i k i sözcüğü söyleyi nce beni nasıl mutlu etti­
ğinizi bir bilsen iz . . . ' Benim Louis'm!' Siz de benim Sophia'msı­
n ız. Kalbimin güzel, tat l ı Sophia 'sı. Bu anları boşa harcama­
yalım. Birbirimize sevgi sözleri söyleyelim ama yavaş, çok da­
ha yumuşak ve yavaş söyleyel i m ki sürücü d uymasın. Neden

225
şu dünyada sürücüler var k i ? Araba kendi kendine gidebilsey­
d i i nsan istediği gibi konuşur, dünyanın son u na kadar da gi­
debi l i rd i . "
Passeio Pı.iblico'dan geçiyorlardı. A m a Sophia b u n a d i k­
kat etmedi, Rubiao'ya bakıyordu. Düşündüğü gibi sapıkça bir
şey yapacak bir halde değildi. Alay da etmiyordu . Doğru ta­
nım hezeyandı çünkü anlattığı şeyleri gerçekten gören veya
geçmişte görmüş birinin içtenliğiyle konuşuyordu.
Genç kadın, " O nu burada indi rmem lazı m " diye d üşün­
dü ve cesareti ni toplayarak, " Neredeyiz acaba ? " d iye sordu.
" Ayrılmamız için iyi bir fırsat. Sizin tarafı n ıza bak ı n . Nere­
deyiz? Manastıra benziyor, demek ki Ajuda Meydanı'ndayız.
Sürücüye durmasını söyleyin. Ya da isterseniz Carioca Soka­
ğı'na, gidelim. Kocam . . . "
" Kocanızı büyükelçi atayacağım. Veya siz isterseniz, sena­
tör. Hatta senatör olması daha iyi çünkü bu şekilde ik iniz de
burada kalabilirsiniz. Kocanızı büyükelçi bile yapsam, sizin
onunla gitmenize izin vermeyeceği m . Karşı karşıya olduğum
bütün o muhalefeti, bütün o i ftiraları bi liyorsunuz. İnsanlar
çok adi olabil iyor. Ajuda Manastırı dediniz. Neden bu kadar
i lgileniyorsunuz? Yoksa rahibe m i olmak istiyors u n uz ? "
" Ha y ı r, A j u d a Manastırı'nı geçtik d e d i m . Sizi Carioca
Meydan ı 'nda indireyim. Ya da beraber kocamın deposuna gi­
del im . "
Sophia ikinci alternatife ağırlık veriyordu çünkü böylece sü­
rücü ondan şüphelen mezdi ve kendisi de Rubiao'nun beklen­
medik şekilde arabaya binmesiııden saçmaladığı sözlere kadar
her şeyi Palha'ya anlatı p masum olduğunu daha kolay kanıt­
layabilirdi. Peki y a o saçmalıkların anlamı neydi ? Bunun ne­
deninin kendisi olduğunu düşündü ve bu varsayım, merhamet­
le gülümsemesine neden oldu.
Rubiao, " Neden ? " diye sordu. Ben burada i neyim . Böy­
lesi daha güvenl i . Neden size güvenini yitirip kötü davranma­
sına neden olayım k i ? Onu cezalandırabilirim elbette ama si­
ze Yerebileceği en ufak bir zarardan bile vicdanım sızlar. Ha­
yır sevgi l i ç içeğim , i n a n ı n ki size dokunınaya layık olmayan

226
bütün rüzga rları bile gökyüzünden siler atarım. Benim gücü­
m ü bilm iyorsunuz, Soph ia. Hadi, bilmediğiııizi itiraf edi n . "
Sophia itiraf etmeyince R u bi;1 o o n a ne kadar güzel oldu­
ğunu söyleyip parmağındaki tek taş yüziiğü sundu. Ancak yü­
züğü çok sevmesi ne ve tek taş pırlantalara eskiden beri düş­
kün ol masına rağmen , Sophia kabul etmed i .
Rubiao, "Tereddütün üzü anl ıyoru m " dedi, " gerçi bura­
da bir kaybınız olmadı çünkü kocanız size daha iyisini de ala­
bil ir. Sizi düşes yapacağı m . Duydunuz m u ? Unvan kocamza
verilecek ama asıl nedeni siz olacaksınız. D ük . . . Ne d ükü? Ba­
kalım, şöyle güzel bir unvan bulacağım ya da siz seçin bir un­
van çünkü u nvan asıl sizindir, onun deği l , sizi n d i r sevgi l i m .
Ş i m d i b u l m a k zorunda da değils i niz, evinize g i d i p düşü nün.
Sakın tereddüt etmeyi n , size yakışa n bir unvan bul duğunuz­
da bana bir mesaj yollayın, hemen kararnarneyi hazırlattıra­
yım. Ya da unvanı nızı belirleyin ve her zamanki yeri mizdeki
i lk buluşmamızda bana bildirin. Sizi düşes diye çağıran ilk ki­
şi ben olmak istiyorum. ' Değerli Düşes . . . Kararna mede bun­
dan sonra, 'Sevgili D üşes' yazaca ktır. "
Sophia, endişeyle, " Evet evet" ded i , " a rtık sürücüye söy­
ley i n de bizi Christia no'nun deposu na görürsü n . "
" Hayır, burada ineceğ i m . D u r ! Du r ! "
Rubiao perdeleri kaldırdı, uşak gel i p kapıyı açtı. Uşağın
bir şeyden şüphelenmes i n i önlemek için Sophia, R ubiao'ya
kendisiyle beraber kocasının yanma gelmesi için yalvardı, Pal­
ha'nın acil bir meseleyle i lgili ol arak kendisiyle görüşmek is­
tediğini söyled i . Ru biao şaşkın şaşkın bir ona baktı, bir uşa­
ğa baktı, bir sokağa baktı ve Christiano'ya şimdi değil sonra
uğrayacağını söyledi.

CLIV

Ayrıldıkları an, i k isine d e zıt b i r hava hakim o l d u .


Rubiao sokağa bak ı yordu. Hezeyanları s o n bul uyor, ger-

227
çek geri dönüyord u . İ leri doğru yürüdü, bir dükkanın önün­
de durarak bir tanıdığını yakalayıp şehirdeki son haberleri ve
bu haberlere ilişkin yorumunu sord u . Bu, ödünç kişi liğinden
kurtulmak için içi ne gird iği bilinçsiz bir çabaydı.
Sophia ise tehlike ve şaşkınlık hal i geçer geçmez derin dü­
şüncelere daldı . Ruhiiio'nun anlattıkları, içindeki hasreti dep­
reştirmişti. Neye yönelik hasreti? Peder Bernardes, bir keresin­
de, iyi bir Hı ristiyan ı n "cennet hasreti" çektiğini söylem işti.
Mavi gökyüzünde ardı ardına bir sürü şimşek çakar gibi gö­
rünüp kaybolan parıltılarda, çeşitli isimler sanki gerçeklermiş
gibi kend i n i gösteriyordu. Tam bir i lginç ayrıntılar boll uğu !
Sophia arabaya aceleyle bindiğini, sonra da titreye titreye inip
koridorlarda kayarak gittiğini, adamla buluşmak için merdi­
venl eri çıktığını ve orada en güzel i ltifatlarla karşt iaştığını ve
adamın bu iltifatları ona şimdi de arabada tekrarladığı haya­
lini kuruyordu. Bu adam, Rubiao deği ldi. Olamazdı da . . . Pe­
ki kim olabilird i ? Yine mavi gökyüzünde ardı ardına bir sü­
rü şimşek çakar gibi görünüp kaybolan parıltılarda, çeşitli isim­
ler sanki gerçeklermiş gibi kendilerini gösteriyord u.

C LV

Rubiao'nun hezeyanlarına dair haberler çabuk yayı ldı. Heze­


yanları n ı yaşıyorken ona rastlayanların bazıları, söylentilerin
doğru olup olmadığını kontrol etmek için konuyu Fransa'ya ge­
tiriyor, İmparator Rubiao o derin uçurumda kayboluyar ve on­
lar da Ruhiiio'nun hezeyanları konusunda i kna oluyorlardı.

C LV I

Birkaç ay sonra Fransa-Prusya savaşı patlak verdi. Rubiao'nun


krizleri her za mankinden daha şiddetli ve daha uzun o l ma-

228
ya başladı. Avrupa postası erken gelince Botafogo'dan öğle ye­
meği öncesinde ayrıl ıyor ve aceleyle gazeteciye giderek Cor­
respondencia de Portugal'ı a l ı p okumak için Carceler' e •· ge­
çiyord u . Her türiii haberi zafer ha beri olarak yonım luyordu.
Ölü ve yaralı sayısı n ı hesaplayarak karşılaştı rıyor ve her za­
man kendi lehine büyük bir fark buluyordu. Ona göre Na­
poleon'un düşüşü, K ral Wil helm'in ele geçmesi anlamına ge­
l iyor, 4 Eylül Devri m i ise Bonaparte'çı ların yaptığı bir şenli­
ğe dönüşüyordu.
Evi n de ki a kşam yemeği misafi rleri de onu bu huyundan
vazgeçirmeye çalışın ı yorlardı. Diğerleri de orada bul unduk­
ları için utamp R u biao'yu onayla m ıyorlar, sadece söyledik­
lerine gülüp konuyu değiştiriyorlardı. Bu arada hepsi askeri
unvanlar alıp Mareşal Torres, Mareşal Pio, M areşal R i beiro
olmuşlardı ve böyle çağrı lınca cevap veriyorlardı. Rubiao'nun
gözünde hepsi üniforma giyiyord u. Rir hücum ya da bir ke­
şif em rettiği zama n misafirleri n i n buna itaat ettiklerini gös­
termek için ortalıktan çekilmelerine gerek yoktu. Rubiao'nun
beyni her şeyi lıallediyordu . Ancak Rubiao'nun savaş alanın­
dan masaya her dönüşün de, masa değişiyordu. Artı k üzerin­
de gümüş bir eşya kalmam ıştı, hatta porsel enler ve kristaller
de neredeyse bitmişti ama Rubiao'nun gözünde yine kral iye­
tİn bütün görkem ine sah ipti .
Perişan durumdaki sıska tavuklar s ü l ü n unvamna layık
görülüyor, gayet kötü pişiri l m i ş yahnile r, en leziz yemek i e­
ri n tadında oluyord u . Misafirler kendi aralarında, bazen de
ahçıya yemekler konusunda bazı yorumlarda bulunmakla be­
.
raber, Lucullus, hep Lucu ll us'la yemek yiyordu. •· ,, Evin diğer
bütün eşya l a r ı , za manın ya da kötü ba k ı m ve temizliğin et-

* (Portekizce) Carceler, eskiden Rio de Janeira'da bulunan ve üst sın ıftan


insanların toplanma yeri olan lüks bir restoran. Artık böyle bir restoran bu­
lunmuyor. - ç.n.
** Lucullus: (Mö 1 1 0-56) Romalı general. Pontus ve Ermenistan'ı fethetti.
Roma'daki rakipleri tarafından görevinden geri çağrıldı. Roma'ya döndük­
ten sonra aşırı müsrif bir hayat raşadığı için ismi savurganlığı anlatan bir ha­
line geldi. - ç.n.

229
kisiyle eskimiş ve yıpranmıştı ama yine de aşınmış halılar, kir­
li perdeler, k ırık ve dağılmış mobi lyalar, oldukları haliyle de­
ğil de başka bir halde, görkeml i ve parıldayan bir halde gö­
rünüyordu ona. D i l i de artık çok farklıydı. Daha saldırgan ve
artık rahmetli arkadaşı Qui ncas Borba gibi, açık bir şekilde
ve anlayarak, kimi zaman da eski filozofla aynı teri mleri kul­
lanarak dile getirdiği bazı olağanüstü fikirlerle doluydu.
Oysa bu teorileri Barbacena'da ilk duyduğunda h içbir şey an­
lamamıştı. Eski günlerde edilmiş ve o günlerin rüzgarıyla sav­
rulup gitmiş, an laşı lması zor, ne anlama geldiği belli o lmayan
fi k i r ve keli melerin bu ş e k i l de tekrarl a n m as ı nasıl açıklana­
bilir? Ye neden anılar, mantığın hakim olmasıyla orta l ı ktan
kay bol u r ?

C LV I I

Sophia, Rubiao'nun hastalığının nedeni n i , kendisine duydu­


ğu sevgi olarak açı kladı ktan sonra, ona karşı duygu ları sem­
pati ile eşi benzeri bulunmayan bir egoizm arasmda orta nok­
tada bulunuyordu . Tek baş ına bunların biri ya da öteki de­
ğildi, hem o, hem de ötekiyd i . Arabada geçirdikleri gibi olay­
larda bile kendisine herhangi bir zarar gel meyeceği a n laşı lın­
ca, her şey düzel mişti. R u biao'nun zihninin açık o lduğu za­
manlarda onunla ilgileniyor, konuşuyordu. Kriz esnasında Ru­
biao çok daha cüretkir olmakla beraber, normale döndüğün­
de çekingenliği de iki katına çıkıyordu. Rubiao tahta çıktığın­
da ya da bir orduya komuta ederken Pa lha'nın gül düğü gi­
bi ona gülmüyordu. Hasta lığının nedeni olara k ken di n i gör­
düğü için Rubiao'yu affetmişti. Ayrıca bu adamın delirecek
kadar büyük bir aşkla kendisini sevdiği düşüncesi, onu gözün­
de kutsal biri hal i n e sokmuştu.

230
C LVI I I

Bir akşam Dona Fernanda, " Neden tedavi görmüyor? " diye
sordu . Onunla bir yıl önce orada tanışııııştı. " Tedavisi müm­
kün gibi görünüyor. "
Palha, " Ciddi bir şeyi yok sanırım " dedi, " üç megalomani
krizi geçirdi ama zayıf krizierdi ve geçti. Bunun dışında konuş­
ması mükemmel. Tedavisi mümkün olabilir. Siz ne diyorsunuz?"
Dona Fernanda'nın kocası Theoph i lo, tamamen mümkün
olduğunu söyle d i .
" Eskiden n e iş yaparmış, şimdi ne yapıyor? " d i y e d e sordu.
" Eskiden d e h içbir i ş yapmadı, şimdi d e yapmıyor. Zengin
ama müsrif bir adamdı . M i nas'tan buraya geld iğinde onunla
tanıştık . Bir nevi ona R i o d e Janeiro'da rehberlik yaptık. Bu­
raya yeni gel mişti. İyi bir adamdır. Her zaman lüks içinde ya­
şadı . Ama başkentte tükenmeyecek bir servet yoktur. Ona da
bu oldu. Sanırım artık fazla parası kalmadı . "
"Tedavi görürken onun vesayetini üzerinize alırsanız, o ka­
lan azıcık parayı da onun adına siz koruyabi lirsiniz. Ben dok­
tor deği l i m ama arkadaşınızın tamamen tedavi edilebileceği ­
n i düşünüyoru m . "
" Bunu reddetmiyorum. Gerçekten de ç o k yazık . Herkes
ona yardıma hazır ve o herkesin yanından geçip gidiyor. Hat­
ta biliyorsunuz, neredeyse akrabamız oluyordu. Maria Bene­
dieta ile evlenmek istemişt i . "
Dona Fernanda hemen, " Maria Senedieta'dan bahsetmiş­
ken " diye onun sözünü kesti, "az daha karınıza ondan bir mek­
tup getirdiğimi söylemeyi unutuyordum. Mektubu dün aldım.
Ya kı nda burada olacaklarını bi l iyor muydunuz? A l ı n . "
Mektubu Sophia'ya uzattı. Sophia d a eoşkusuz b i r şekilde
mektubu açıp sıkıntıyla okudu. Klasik bir transatiantik mektu­
bu değildi. Mutlu ve müreşekkir bir insanın en mahrem itiraf­
larından oluşuyordu. Yolculukta yaşad ıkları olayları herhangi
bir sıralamaya tabi tutmadan anlatınıştı çünkü orada en önem­
li şey yolcuların kendileriydi. Doğanın ve insanın en güzel eser­
lerinden daha önemli olan şey, o eseriere bakan gözlerd i .

231
Kimi zaman bir otele veya bir sokağa dair bir o l a y öteki
olaylardan çok daha büyük bir önem kazanıyor, o olayı an­
latmak için çok daha fazla sayfa harcanıyordu. Bunun nede­
ni ise o olayi n , kocan ı n meziyetlerini daha güzel ortaya ko­
yan bir olay ol masıyd ı . Maria Bened icta, en az eskisi kadar,
hatta daha da çok aşıktı kocasına. Son olarak çekiııgen bir ha­
miş ekleyip Dona Fernanda'ya anne olacağını itiraf ediyor ama
bunu k i mseye söylememesini istiyord u.
Sophia bu kez sıkı ntıyla değil, k ızgınlıkla mektub u kada­
dı. Bunlar, birbiriyle çelişen i k i duygudur ama ne ya palım, çe­
lişki hayatın özüdür. Bu mektup kendisinin Maria Senedic­
ta'dan al dığı mektuplarla karşılaştı rıl ı rsa, Soph ia'nın duygu­
sal ya da a i lesel herhangi bir bağı, bir yakın lığı bulunmayan,
sadece uzak bir tan ı d ı k olduğu söylenebilirdi anca k . Çünkü
mektupların yazarı okyanus ötesinde fısıltıyla dile getirdiği, ay­
rıntı larla, s ı fatlarla, ünlem işaretleriyle, Carlos Maria'nın göz­
leriyle, Carlos Maria'nın esprileriyle ve sonunda da Carlos Ma­
ria'nın çocuğuyla dolu o mutluluğu onunla paylaşmak isteme­
mişti . Mektubu okumak durumunda kalması, önceden tasar­
lanmış bir komplo, baş suçlu da Dona Fernanda gibi görünü­
yordu. Ancak yeterince zeki olduğu için Sophia kendini hemen
topadamasını ve öfkesini gizleyerek kuzi ninin mektubunu ka­
dıııa geri vermesini bildi. Mektubun içeriğine bakıldığında Ma­
ria Senedieta' n ı n mutl uluğunun, buradan giderken kendisiy­
le bera ber götürdüğü kadar sağlam ve eksi ksiz olması gerek­
tiğini söylemek istedi ama laf boğazına ta kılıp kaldı. Sorum­
lul uğu ele a l ı p şu sonuca varan, Dona Fernanda oldu:
" M utlu ol duğu bel li ! "
" Öyle görünüyor. "

CLIX

Ertesi sabah hava yağmurlu ol masaydı, Sophia'nın havası da


farklı olabilird i . Sadece güneşi n hep insanın içini açmasından

232
dolayı deği ldi, aynı zamanda hava iyi olunca insan d ışarı çı­
kab i l i r, dışarı çık ınca da ruhsal durumu değişebilird i . Sophia
uyandığında sürekli yağmur yağıyordu, bulutlar yere öyle ya­
kındı ve öyle kal ı n bir sis tabakası vardı ki deniz ve güneş san­
ki birleşmiş gibiydi.
İçeride de d ışarıda d a kasvet hakimdi. Gözü oyalayacak,
ruhu dinlendirecek hiçbir şey yoktu. Sophia ruhunu, yağmur
ve sisten oluşan kurşuni muhafaza içindeki a hşap tabura ka­
patmıştı. Ö lmüş gibi görüyordu kendini. Ö l ü lerin d üşünebil­
diğinden ve ölünce eski düşüncelerin yerini yeni d üşüncele­
rin aldığından ha beri yo ktu. Oysa oyun bittikten sonra seyir­
ciler nasıl tiyatrod a n ç ı k a rken oyunu v e oyuncuları eleştirir­
se, insanda da ölünce, dünyayı eleştİren d üşünceler ortaya çı­
kıyordu. Rahmetli Sophia, o anki duygu ve düşüncelerinin ba­
zılarının hayatta hissettiklerinin devaını olduğunu hissetti. Kar­
ınakarışık olm uşlardı ama bütün duygu ve düşüncelerinin çı­
kış noktası aynıydı : Bir gün önceki mektup ve mektubun ha­
tı rlattığı Carlos Maria 'ya ait anılar.
O aşağı l ı k adamı k endinden uzaklaştırdığını sanıyordu
ama işte yine ortaya ç ı k mıştı. Egoist, baştan çıkartıcı, avare
adam işte orada k endisine gülümsüyor, ınaksatlı m a ksatlı ba­
kıyor, onu zinanın valsine davet edip, sonra da odanın orta­
sında tek başına bırakıp giderken söylediği sözleri kulağına fı­
sı ldıyordu. Hatırladığı diğerleri de Carlos Maria'nın etrafına
künıelennı işti. Üzerine b i raz başkent cilası atmak için taşra­
dan a l ı p geldiği ama yaptığı tüm iyilikleri unutup kendisini
tamamen aşkına veren Maria Benedicta, mesela. Ve geçen gün
Maria Senedieta ' n ın kişiye özel hamişinin bul unduğu mek­
tubu, kasıtlı olarak getirip kendisine veren kadın, b u i l işkinin
hamisi Dona Fernanda. Sophia, onun mektuptaki notun ki­
şiye özel olduğunu u n u tınasının, arkadaşının mektubu oku­
yunca ne kadar m u tl u olacağını düşün mesiyle açık lanabilece­
ğini fark etmemişti. Hatta Dona Fernanda'nın etik yaklaşımı­
nın böyle bir varsayımı doğrulayıp doğrulamadığını bile ken­
dine sormadı . Başka düşünce ve başka görüntüler de görüyor­
du ve bütün bunlar sürekl i olarak birleşerek tek vücut oluyor,

233
sonra da ayrı l ı p parça lara bölün üyordu. Bu düşünce ve gö­
rüntüler arasında önceki güne dair bir hatıra, beli rgin hale gel­
di. Dona Fernanda 'nın kocası, derin ve hayranlık dolu bir ba­
kışla Sophia'yı çepeçevre kuşatmıştı. Ama Sophia da o gün ger­
çekten en iyi günlerinden birindeydi . Sinesinin girinti ve çıkın­
tılarını, belinin i nceliğini ve kalçaların ı n yuvarlak hatlarını or­
taya koyan , saman rengi bir elbise vardı üzerinde.
Dona Ferna nda el biseyi ne kadar beğendiğini söyleyince
Sophia gülerek, "Şu gördüğünüz centilmene atfen, saman ren­
g i " * diye gerekl i vurgu yu yapmıştı .
Palha'nın bu övgülerden aldığı zevki gizlemesi, hiç de ko­
lay değildi. Gururla gülümseyerek karısının kendisine olan aş­
kının bu kanıtının diğer gözlerde yarattığı etkiyi görmek için
d iğerlerine baktı. Theophilo da e l biseyi çok beğenmişti ve el­
biseyi taşıyana bakmadan elbiseye beğeniyle bakılamayaca­
ğından, hayranlık dol u bakışları kadının vücudu üzerinde do­
laşmıştı. Ama Sophia, bu hayranlığın şehvet duygusundan aza­
de olduğunu hissediyord u .
CLIV. bölümde belirtildiği g i b i Cario s Maria, Theophilo . . .
mavi gökyüzünde ard ı ardına bir sürü şimşek çakar gibi gö­
rünüp kaybolan parı ltılarda, çeşitli isimler sanki gerçeklermiş
gibi kendilerini gösteriyorlardı. Bu isiınierin hepsi geldi bu kez;
yağmaya devam eden yağmur ve yoğun sis içi n birleşen de­
niz ile gök nedeniyle geld i ler. O isiınierin hepsi gel d i . Üste l i k
kendileriyle i lgili diğer isimleri de beraberinde getirerek. Hat­
ta sadece bir kere gel i p karşısında şükran ilahilerini okumuş
ve bunun karş ı lığında küçük bir bağış hak etmiş olan, isim­
siz ve ilgisiz tek tek kişi ler de gel d i ler. Neden gel i p geçen bu
bir sürü adamın birini yanında alı koymaınıştı acaba ? Böyle­
ce ilah ilerini sürekli d inler ve onu zengin ederdi . . . Gerçi o kü­
çük sadakalar kimseyi zengin etmezdi ama Sophia'da verecek
çok daha değerli şeyl er vard ı . Neden o hoş, hatta ünlü, şanlı
şerefli isimlerden birini yanında a l ı koymamıştı ? Asla kelime­
lere dökmediği bu soru damarlarının, sinirlerinin ve beyninin

• Portekizcede saman, pa/ha demektir. - ç . n .

234
içinde dolaşıyordu ama buralarda bulabildiği tek karşılık, al­
tüst o l muş bir kafa n ı n k a rışıklığı ve merak duygwsuydu.

CLX

Yağınur biraz dindi, bir ışık h uzınesi, kalın sis tabakasını aş­
mayı başardı . Ağlayan bir gözden geliyormuş gibi duran, o
bulanık ışık huzmelerinden biriydi. Sophia dışarı çıkabilece­
ğini düşündü. Bir an önce çıkıp etrafa bakmak, dolaşmak, üze­
rindeki bu uyuşukluğu atmak için sabırsızlanıyor, güneşin yağ­
m uru a l ı p götürmesini, tekrar dünyaya ve gökyüzüne hak i m
olmasını bekliyordu . O i l a h i gökcismi i s e Sophia'nın kendi­
sini Diyojen'in feneri gibi kullanmak istediği ni fark etmişti ve
o bulanık ışık huzmesine dedi k i : " Dön geri; sinerne geri dön
i ffetli ve erdemli ışık . Arzul a rı n ı n menzil i ne sakın götürme o
kad ı n ı . Kendi istiyorsa, bırak aşık olsun, bırak, hala a l ı yor­
sa ve yakınayıp saklıyorsa, aşk mektuplarına istediği gibi ce­
vap versin. Ama benim göğsümün parçası, kalbimin çocuğu,
d iğer tüm ı şınlarımın kardeşi, sak ı n bir fener g i bi h izmet et­
m e o kadına. "
Ve ışık bu rica yı kırmadı, şimdiye kadar sıradan ve sıra dı­
şı bunca şey görmüş olan güneşin gösterdiği endişeye biraz şa­
şırarak, çıktığı yere geri döndü. Böylece bulutlardan oluşan ör­
tü bir kez daha kalınlaştı, karardı ve yağmur, bir kez daha döv­
dü dünya y ı .

CLXI

Sophia dışarı çık maktan vazgeçti. A k l ı şimdi ayn ı d ışarıda­


k i manzara kadar karışık ve dağınıktı. Bütün isimler ve bütün
görüntüler, tek bir sevilme arzusu içinde kaybolmuşlardı. Ken­
dini bu bulutlu, karanlık ruh halinden k urtarmaya çabalaya-

235
rak başka şeyler düşünmeye çalıştığı söylenebilir ama o zaman
da uykusu gelen birinin, o uyuşuk l u k haliyle mücadele etti­
ği zamanlarda gözlerinin bir açılıp bir kapanmasına benzer
bir duygu yaşıyordu . Sonu nda gözl eri ni sisten alabildi. Ken­
dini yorgun hissediyordu. Biraz dinlenmek için R evue des De­
ux Mandes dergisinin son sayısını açtı . Alagoas kom itesi n i n
çal ışmaları n ı n t a m g a z gittiği günlerden birinde en revaçta­
ki kadınlardan b i ri olan bir senatörün karısı, ona sormuştu:
" Revue des Deux Mandes'da tefrika edilen Feuillet'nin ro­
man ını okuyar musunuz ? "
Sophia cevabını vermişti : " Evet madam, çok i l ginç bir ro­
man. "
Aslı nda okumuyordu, hatta Revue'nün ne olduğunu bi­
l e bilmiyordu. Ama hemen o gün kocasına bu dergiye abo­
ne olmasını söyledi. O roma n ı ve ondan sonra tefrika edilen
tüm romanları okuyup haklarında yorumlar yaptı. Derginin
son sayısını açtı ve romanı okud uktan sonra odasına çekilip
kendini yarağına attı. Kötü bir gece geçirdiğinden hemen uzun
ve derin bir uykuya daldı. Bir kabus dışında rüya görmedi. Ka­
busunda uyumadan önce baktığı sisten duvarın önündeydi
ama denizdeydi. Bir geminin pruvasına yüzükoyun yarınıştı
ve suya bir isim yazıyordu : Carlos Maria. Yazd ığı harfler su­
ya kazınıyar ve köpü kten izleriyle okunaklı şekilde d u ruyor­
lardı. Buraya kadar rüyanın gizemi dışında b i r tuhafl ı k yok
ve zaten rüyalarda gizem, doğaldır. Sonra sis aralandı ve o is­
min sa hibi ortaya çıktı. Sophia'ya doğru geldi, onu kolları­
na aldı ve birkaç ay önce Rubiao'dan duyduklarına benzer aşk
sözleri söyledi. Tabii bu kez, Rubiao'da olduğu gi bi rahatsız­
lık duymamıştı, tersine büyük bir zev k l e d i n l e d i ama bir
yandan da ken d i n i kötü hissediyormuş da bayı l acakınış gibi
hafifçe arkaya doğru yaslanıyordu. Bir anda, artık gemide de­
ğil, yine Carlos Maria ile bir arabadayd ı . Carlos Maria onun
ellerini tutuyor, o n u n l a seviş i yordu. Korku lacak bir durum
yoktu. Korkulacak durum sonra ortaya çıktı: Maskeli adaın ­
lar arahacıyı ö l dürüp arabanın etra fı n ı kuşattı lar, arabayı
durdurup kapı ları açtı lar ve Carlos Maria'yı bıçaklayarak ce-

236
sedini yere attılar. Sonra onların l ideri o l d uğu a n laşılan biri,
ölen Carlos Maria'nın yerine oturup maskesini çıkardı ve Sop­
hia'ya korkmaması nı, kendisini ondan yüz binlerce kez çok sev­
diğini söyledi. Sonra da belinden yakalayıp öptü. Ancak bu
öpücük kana bu la nmış, kan kokan ıslak bir öpücüktü. Sophia
korku dolu bir çığlık atıp uyand ı . Kocası, yatağının başucun­
daydı .
" N e oldu ? " d iye sord u .
Soph ia, " A h " d i y e iç çekti, "çığl ı k mı attı m ? "
Palha cevap vermed i . Kafası işle meşgul d ü . Böyle durum-
larda çok dalgın olurdu. Sonra Sophia'yı bir korku aldı. Aca­
ba uyurken bazı i s i m ler, mesela suya yazdığı gibi bazı isim­
ler söylemiş ya da ın ı r ı l danmış olabi l i r miyd i ? Sonra kolları­
nı havada açıp kocasının omuzlarına koydu ve parmaklarını
onun ensesinde birbirine geçirerek, yarı neşeli, yarı üzgün şöy­
le dedi:
" R üyamda seni öldürüyorlard ı . "
Palha, b i r hoş olmuştu. Kendisi uğruna karısının, rüyala­
rında bile acı çekmesi, içini acıma ve merhametle dolduruyor­
du ama bu duygudan hoşnuttu, çok özel , çok derin ve mah­
rem bir duyguydu bu. Bu yüzden karısının daha çok kabus gör­
mesini ve kabuslarında kendisi n i gözlerinin önünde tekrar öl­
dürül ürken görmesi n i istiyord u k i ıstırapla sarsı lsın ve deh­
şet içinde çığl ı k l a r atsın.

CLXII

Ertesi gün parlak v e sıca k bir güneş, berrak bir gökyüzü ve


temiz bir hava vard ı . Sophia inzivadan k u rtulmak için araba­
ya b i n i p dışarı çıktı. Güneş onun mora l i n i d ü ze ltmişti. Giyi­
nirken şark ı l a r m ırıldanmıştı. Ziyarete gittiği evlerde ve Ou­
vidor Sokağı'nda karşılaştığı kadınlarla yaptığı soh betler, şeh­
rin meşgaleleri, i nsanların güler yüzlü ve arkadaşça yaklaşım­
ları, önceki günün b ütün sorunlarını a l ıp götürmüştü.

237
CLXIII

Böylece her şeyin üzerinde b i r arzu gibi görünen şeyin kap­


risten öte bir şey olmadığı belli olmuş, birkaç saatli k bir boş­
lukla beraber bütün şeytani düşünceler kaçıp bir yerlere giz­
lenmişti. Sophia'nın vicdan azabı duyup duymadığını sora­
cak olursanız, ne d iyeceğimi bilmiyorum. Bir dereceye ka­
dar endişe ve kötü bir şey yaptığı d üş ü ncesi vardı ama sa­
dece eylemlerde değil, vicdanda da yeni şeylere alışıl ı r, kor­
kular zaman içinde önemsizleşir. Sadece d üş ü ncede işle nen
günahla rda da aynı şey geçerlidir. Bir şeyler üzerinde sürek­
l i düşünü ldüğü, o şey üzerinde düşünmek a l ı ş k a n l ı k haline
geldiği zaman, a rtık i nsanın zihni öylesine etkilenir ki o şey­
den i r k i l memeye, onu reddetmemeye başlar. Böylesi durum­
larda ahlak, her zaman görünür bir m uafiyete, daha açık ke­
limelerle söyleyecek ol ursak, lekesiz ve k usursuz bir bedene
sı ğı n ı r.

CL X I V

O tem iz v e berrak günde Sophia'ııın canını sıkan tek bir olay


oldu, R u biao ile karşılaştı . Bir roman almak için Ouvidor So­
kağı 'ndaki kitapçıya girmişti. K itabı beklerken, arkadaşın ı n
içeri girdiğini gördü. Hemen öbür tarafa dönerek oradaki k i ­
taplara ( anatomi ve istatistik kitapları) bakmaya başladı. Son­
ra alacağını alıp, başın ı eğip, ok gibi yumuşak ve hızl ı biçim­
de dükkandan çıktı ve sokağa karıştı . O urives Sokağı'nı ge­
çene kadar kan basıncı normale dönmemişti .
Birkaç gün sonra Dona Fernanda' n ı n evine girerken, Ru­
biao'ya giriş holünde rastladı. Onun merdivenleri çıkıp içe­
ri gireceği n i düşündü. Kendisi de aynı şeyi yapmaya başlar­
ken hiç de gönülsüz sayılmazdı. Ama Rubiao merdivenleri çık­
mıyor, iniyordu . El sıkışıp öğleden sonra görüşme dileğiyle ay­
rıldılar.

238
Sophia, Dona Fernanda'ya, ona rastladığını anlattıktan son­
ra, " Buraya sık gel i r m i ? " diye sordu.
" Bu dördüncü veya beşinci gelişi ama sadece i k i kere o şe­
kilde konuştu. D iğer zamanlarda biraz önce gördüğünüz gi­
biydi, sa kin ve sohbet etmeye hazır bir haldey d i . Gerçi onda
hep yolunda olmayan bir şeyler var. Gözleri ndeki o bulanık
bakışa dikkat ettiniz mi? İşte mesele o bakış. Onun dışında ga­
yet güzel sohbet ediyor. Sophia, bu adam tedavi edilebilir. Ne­
den kocanızı bu konuda harekete geçi rmiyorsunuz ? "
"Christiano o n u m uayene v e ted avi ettirmeyi düşünüyor
zate n . Ama merak etmeyin, ben d e onu biraz sı k ıştırırım . "
" İy i o l u r. i ki n izin de i y i a rkadaşı g i b i görünüyor. "
Sophia i ç i n den, " Rubiao bezeyanlara kapıldığında ben im
hakkımda söylememesi gereken bir şeyler söylemiş olabilir mi?
Acaba Dona Fernanda'ya gerçeği aniatmarn m ı gereki r ? " di­
ye geç i rdi .
Ama anlatmaması gerektiğine karar verdi. Ruhiiio'nun has­
talığı, zaten gerektiği gibi konuşmamasını açıklayabil irdi. Ko­
casını bi raz daha s ı kıştıracağına söz verdi ve gerçekten de o
öğleden sonra meseleyi Palha'ya açtı. Palha ise, " Bu adam tam
bir baş belas ı " diye tersiendi ve Dona Fernanda'nın onunla
ne d iye i lgilendiğini sordu. O zam a n onu kendisi tedavi ettir­
seydi ! Başka birine bakmak, onunla ilgilenmek, büyük i hti­
malle olacağı gibi, Doktor Theophilo'nun önerdiği şekilde, ka­
lan üç kuruş parasını saklayıp yönetmek ve onun hamisi ol­
mak zorunda kalmak çok sıkıntı verici b i r d urumdu.
" Zaten omuzlarımda çok ağı r bir yük var Sophia. Ne ya­
pacağız? O n u bizim eve mi getireceğiz ? O biraz zor. Nereye
yerleşti receğiz ? Hastaneye m i ? Olur ama ya almazlarsa? Onu
Vermelha Salıili'ne de gönderemem. Bir de sorumluluğu var. Be­
n i m l e konuşmaya söz mü verdin ona ? "
" Söz verd im v e senin gerekeni yapacağını söyledim " de­
di gülümseyerek, " göründüğü kadar zor o l mayabili r. "
Sophia ısrar etmeyi sürdürdü. Dona Fernanda'nın merha­
met duygusundan çok etkilenmişti. Onun bu yaklaşımında asil
ve seçkin bir taraf vardı. Ayrıca Ruhiiio'nun eski dostu olmak

239
bir yana, arkadaşı bile ol mayan biri böy lesine ilgileniyorsa,
kendisinin ondan az ilgil enmesi, hiç de yakışık a l mazdı.

CLXV

Her şey sessizce yapıldı. Pa lha Principe Sokağı'nda, denize ya­


kın küçük bir ev tutarak sevgi l i köpeği ve birkaç parça mo­
bilyasıyla beraber Rubiao'yu oraya yerleştird i . Rubiao bu de­
ğişimi kendi rızasıyla kabul etti. Hezeyanlarının etkisi a l tın­
dayken ise bundan coşku bile duydu çünkü o anda taşı ndı­
ğı yer, Sai nt-Cloud'daki sarayıydı.
Ama bu taşınınayı bir sürgün olara k algılayan eski evde­
ki arkadaşları, durumdan hoşnut kalmadılar. Ö nceki evd ek i
her şey, bahçe, bahçenin parmaklıkları, çiçekler, taş merdiven­
ler, koy, onların bir parçası haline gelmişti . Evin her tarafı nı
ezbere bil iyorlard ı . Eve geliyor, şapkalarını çı karıyor ve salo­
na girip bekl iyorlard ı . Kendilerine gösterilen davranışın bir
i ncelik olduğunu u nutmuşla rd ı . K omşular d a böyleyd i . R u­
biao'nun bütün arkadaşları, bölgede tanınırdı çünkü her sa­
bah ve her öğleden sonra eve gelirlerdi. Hatta bazı komşular,
sanki onların komşularıymış gibi sırf onlarla konuşmak için
Rubiao'nun evine gelirdi. Fakat sabredin bakal ı m ! Şimdi Si­
on sürgünleri gibi onlar da Babil 'e gitmek zorundaydıl ar. Fı­
rat Nehri neredeyse, nosta l j i k harplarını asacak bir söğüt
dalını (daha doğrusu, şapkalarını asacak bir vestiyerin hal ka­
larını) orada bulabilirlerdi. Peygamberleriyle aralarındaki tek
fark, onlar bir hafta nın sonunda ellerine enstrümanlarını tek­
rar a l ı p aynı zarafet ve aynı güçle tekrar çal abil i r, eski ilahi­
leri i l k günkü tazeliğiyle okuyabi l i r ve Babil aslında eski Si­
onmuş da kaybed i l m i ş ve tekrar kurtanimış gibi davranabi­
l irlerdi .
Palha taşınmadan bir gün önce onlara, " Dostumuzun bi­
raz istirahate ihtiyacı var" ded i . "Siz de fark etmişsinizdir, du­
rumu hiç iyi değil . Her şeyi unutup başka bir a leme geçtiği an-

240
lar yaşıyor. Tedavi görecek ve d i n lenıneye ihtiyacı var. Ona
küçük bir ev k i ra l a d ı m . Hatta belki de tedav iden sonra bile
hastaneye ya tınası gerekebilecek . "
Şaşkınlıkla dinledi ler. İçlerinden b i ri, Pio, öteki lerden da­
ha çabuk kendine gel i p bunun çok daha önce yapılması ge­
rektiğini ama Rubiao'yu tedaviye ancak sözü nü dinlediği bi­
rinin ikna edebi leceğini söy led i .
"Ona hep b i r doktora danışması gerektiğini, çünkü mide­
sinde bir rahatsızlık olduğuna inandığımı söyledim. Tabii, an­
lamışsınızdır, bu bir benzetmeydi, gerçeği söyleyemezd i m . O
da hep midesinden bir rahatsızlığı olmadığını, sindiriminin de
gayet iyi olduğunu söylerdi. 'Ama çok az yiyorsun uz, ha tta
bazı günler ağzımza tek bir lokma bile koyınuyorsunuz, çok
zay ı fladı nız, benzi niz soldu' diyordum. Hatta bir doktor ar­
kadaşıma bile dan ıştı m . Ama Rubiao ona gitmedi . "
Diğer dördLi d e başla rını sal iayarak b u senaryoyu onay­
ladılar. Bu kadar şaşırtıcı bir olaydan sonra onlardan bekle­
nebilecek tek şey, yapabilecekleri tek şey buydu. Sonunda dost­
larını görmeye gitmek için evin adresini sordular. Zavallı dost­
ları ! Sonunda birbiri ardına evden ayrılmayı başardıkların­
da, aralarında kimsenin hesaba katınadığı acayi p bir duygu
yaşadılar: Birbirlerine dayanamadıklarını görd ül er. Arala­
rında, onları birbirine bağlayan bir arkadaşlık ya da saygı duy­
gusu yoktu çünkü hepsi sadece kendi çıkarını kolluyor, her bi­
ri diğerinden içgüdüsel olarak hoşlanmıyordu. Her öğle ve ak­
şam yemeğinde bir masanın etrafında birbirleri ni görmenin
yarattığı alışkanlıktı, onları bağlayan şey. Birbirlerini hoş gör­
meleri ni sağlayan şey mecburiyet, bi rbirlerine mecbur olma­
larını sağlayan şey ise zamandı. Kısacası her birinin gözleri, ar­
kadaşla rının o ta nıdık hareketlerini, tanıdık yüzlerini, tanıdık
bıyıkları nı, kel başl arını, acayi p tavırları nı, yemek yemeleri­
ni, kon uşma larını ve bir şeyler yapmalarını özleyecekti, bun­
dan böy l e . Çünkü sadece ayrılm ıyorlard ı , dağılıyorlardı.

24 1
CLXVI

Rubiao, yoldaşlarının yeni eve giderken kendisine eşlik etme­


diklerini görmüş ve onları çağırtmıştı. Ama kimse gelmedi. On­
l arın yokl uğu, dostumuzu çok üzmüştü. A ilesi, kend isini terk
etmişti. Sözle ya da hareketle onları ineitecek bir şey yapıp yap­
madığını düşündü a ma h içbir şey bulamadı .

CLXVII

" Onunla konuştum v e bazı çılgı nca fikirlere sahip olduğunu


gördüm. Bu tür hastaların uzmanı deği l i m ama sanırım iyi­
leşeb i l i r. İlginç bir şey keşfettim, d uymak ister misiniz ? "
Dona Fernanda, Doktor Falcao'nun sorusunu duymazlı k­
tan gelerek, " İyi leşebileceğini düşünüyorsunuz, demek " dedi.
Aile dostları olan Doktor Falcao m i l l etvekiliydi aynı za­
manda. Bilgili, şüpheci ve katı kalpli bir adamdı. Rubiao, Prin­
cipe Sokağı' ndaki k üçük eve taşındıktan k ısa süre sonra Do­
na Fernanda Doktor'dan bir iyilik yapıp Rubiao'yu muaye­
ne etmes ini istemişti.
" Evet, düzenl i tedavi görünce kısa sürede iyi leşebileceği­
ni düşün üyorum . Ailesinde böyle bir hastalık yokmuş. Ama
onu bir uzmana göstermeniz lazım. K eşfettiğim ilginç şeyi duy­
mak istemiyor musunuz ? "
" Neymiş bakalı m ? "
" Belki de tanıdığınız birinin b u hastal ı k l a bir i lgisi var. "
"Kim?"
" Dona Soph i a . "
" Ne gibi b i r i lgisi olabilir k i ? "
" On u n hakkında konuşurken coşku doluyor. Bana söyle­
diğine göre dünyan ın en güzel kadınıymış ve onu düşes yapa­
cakmış. Çünkü imparatoriçe yapa mıyormuş. Ama kendisiy­
le oynamamaları gerektiği ni, çünkü amcasının sevgilisine yap­
tığı gibi kendisi de kocasından boşatıp onunla evleneceğini de

242
söyledi. Bana göre bu adam o kadına tutkulu bir aşk hesliyar
ve sanırım, a ralarında ma hrem bir i l işki olnıuş. Beni a ffed i n
ama ikisinin sevgili olduklarına inanıyoru m . "
" Aman Ta nrım, hayı r ! "
" Dona Ferna nda, onların sevgili olduklarına i nanıyorum.
Bunda acayip bir şey yok ki . O kadını tan ı m ı yorum. Sanı­
. .

rım siz d e tanıyalı uzun süre o l madı ve çok da yakın değilsi­


niz. Bel ki aralarında bir ilişki vardı, belki de güçlü bir ihtiras.
Kadın adamı kendinden uza k l aştırmış o l m a l ı . Adamda me­
galoınani var tabii ama, burada hepsi birbirine bağl ı . "
Dona Fernanda Doktor'a bakmıyord u . Doktor'un böyl e
b i r tahminde bulunması canını sı kınıştı. K o n u hassas bi r me­
sele olduğu için onunla tartışmıyordu. Bu varsayıını temelsiz,
saçma vP imka nsız görüyordu. Rubiao'nun kendisi nden de
duymuş olsa bile, bu sahte i lişkiye inanamazdı . Adam kaçık­
tı. Ama kaçık o lmasaydı da büyük olas ı l ı k l a ona ina nmaya­
caktı. Hayı r, ona asla inanamazdı . Sophia'nın bu adamla bir
i l işki yaşadığına inanamazdı çünkü zaten adamın ne olduğu
orta daydı, bir de Sophia çok kurallara bağlı, saf ve temiz bir
kadındı . İmka nsızdı böyl e bir şey. Kadıncağızı savunmak is­
tedi ama Doktor yakın bir arkadaşı olmasına rağmen bu ko­
nuda tartışmaya girmekten çek indi. Biraz önce sorduğu soru­
yu tekrarladı:
" Yani sizce iyi leşe b i l i r mi ? "
" iyileşebilir ama benim muayenem yeterli değil. Bu gibi du­
rumlarda bir uzmana göstermek lazı m . "
Sokağa çıktığında, Doktor Falcao, varsayımını kabu l l en­
me konusunda Dona Ferna nda ' n ı n isteksizliğine gülü mse­
d i . Kendi kendine, " Kesin bir şeyler o l m uş. Adamcağız ya­
kışıklı sayılır. Züppenin teki değil. Cana yakın ve tutkul u söz­
leri var. Bence kesi n " ded i . Ruhiiio'nun bazı sözlerini tek­
rarladı, yumuşak ses tonunu ve yaptığı hareketleri aklına ge­
tirdi ve varsayımının doğru l uğuna daha da ikna oldu. " Ke-
sm . . .
o
,

Dona Fernanda çok saftı, bu i kisinin arası nda bir ilişkinin


olmamasının imkanı yoktu. Dona Fernanda'nın davranışı ko-

243
nusunda geriye tek alternatif olarak, konuyu değiştirip tartış­
maya girmernek için saf numarasına yarması kalıyord u .
Bu noktada vekil bey istemeden old uğu yerde kalaka l d ı .
İçinde yeni b i r şüphe doğmuştu. Kısa b i r süre sonra i s e aklın­
daki acayip düşüncelerden kurtulmak istermiş gibi başı nı sal­
layıp yoluna devam etti . Ama içine doğan şüphe, i natçı bir
şüpheydi. Bir erkeğin içine doğan şey, aklın sözünü hiç önem­
semezd i . " K i m bilir, belki Dona Fernanda bi l e şu Rubiao'ya
iç geçirmiştir. Onunla bu kadar ilgilenmes i n i n nedeni, bu
uzatm a l ı aşk olamaz m ı ? " gibi sorular a k l ı n a geliyordu. Ta­
bii ki Dona Fernanda'nın böyle bir şey yaptığına inanmak is­
temiyordu çünkü aile dostlarıydı, ona saygı duyar, onurlu bir
kadın olarak görürdü ama yine de bütün bu özelliklere sahip
bir kadının bile gizli bir aşkı olamaz m ıyd ı ? Hatta bu aşk, di­
ğer kadının aşkından esinlenmiş bile olabilird i . . . K i m bilir?
Böyle şeyler çok baştan çıkarıcı olabilirdi. Cüzzam en saf ka­
nı hile kirletebil i r, tek bir virüs en sağlam organizmaları bi­
le mahvedebilirdi.
Buna karşı aklına gelen kanıtlar, olanak, olasılık ve kesi n­
lik hesaplarına boyun eğmek zorunda kal ıyordu. Tabii ki Do­
na Fernanda'nın hayır işleri konusunda bildiği bazı şeyler var­
dı ama bu başka bir şeydi. Eskiden berid i r eve girip çıkma­
yan, eski bir akraba, arkadaş, dost veya kocasının meslekta­
şı olmayan, dolayısıyla arkadaşlık, a k rabalık ya da a l ışkan­
lık bağlarından herhangi biriyle ai l elerine bağlı olmayan bi­
rine kendini bu kadar adaması, gizli bir neden dışında, açık­
lanamazdı . Bu da ancak aşk olabil i rdi. Çünkü dürüst bir ka­
dının doğruluk yolundan yanlış ve sonunda kendisine büyük
pişmanlıklar, vicdan azapları getiren yollara sapması garip ola­
bi lirdi ama gerçekti. Dona Fernanda muhakkak tam zama­
nında geri çekilmiş olmal ıydı ama o günlerinden marazi bir
sempati kalmıştı bel l i ki . . . " Ayrıca, kim bilebilir k i ? "

244
CLXVIII

Doktor Fa lciio, ertesi sabah, " K im hi lebi l i r ki ? " diye tekrar­


tadı. Bütün gece boyu nca içindeki şüpheyi yatıştı ranıanııştı.
"Kim bilebilir ki ? " Evet, kesin marazi bir sem patiyle sını r l ı
deği ldi bu mesele. Sha kespea re'i p e k bil memesine rağmen,
Ham/et'te bir değişikl i k yapıverd i : " Senin o boş hayırsever­
liğinden çok daha önemli şeyler var dünyada ve cennette, Ho­
ratio . " Hayır, bu olay, aşkın damgasına sahi pti . Doktor Fal­
cao hiçbir şeyle dalga geçmez ve hiçbir şeye acımazd ı . Daha
önce de söylediğim gibi şüpheci bir adamdı. Ama aynı zaman­
da ağzı sıkıydı ve şüphesini kendi ne saklamayı bildi.

CLXIX

Carlos Maria i l e karısının dönmesi, Dona Fernanda'nın Ru­


biao'yu geri plana atmasına neden oldu. Gemiye kadar gele­
rek onları karşıladı ve Carlos Maria ailesinin eski bir dostu­
nun Tijuca'da tutarak kendi talimatiarına göre döşediği eve gö­
türdü. Sophia gemiye çıkmadı, onları Pharoux rıhtımında bek­
leyen bir araba gönderdi. Ama zaten Dona Fernanda oraya bü­
yük bir araba götürmüştü. Palha ve kendisi d a h i l , gelenler o
arabaya bindi. Sophia, öğleden sonra için davetre bulundu.
Dona Fernanda çok mutluydu. A ncak yen i evlilerin göz­
lerinde ve tavırlarında, Maria Senedieta'nın mektuplarında­
k i o vahşi mutl u l uğu yakalayamamıştı . Sadece hallerinden
memnun görünüyorlardı. Maria Benedicta, arkadaşını kucak­
larken gözyaşiarına engel olamadı. Sanki gerçek kardeşler­
mişçesi ne, Dona Ferna nda da gözyaşlarını tutarnadı ve ora­
da öylece birbirlerine sarılmış halde ağlaştıl ar. Ertesi gün Do­
na Fernanda, Maria Senedieta'ya mutlu o l u p olmadıkların ı
sordu. O l d u k ları cevabını a l ı nca d a e l lerini tutup, u z u n ye­
ni sözcükler bulamadan ona baktı. Sadece sürekli olarak tek­
rarlıyordu:

245
" Mutlu musunuz ? "
Maria Benedicta, " Evet" diye cevap verd i.
" Bu ceva bının beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin. Mut­
lu o l masaydın büyük bir vicdan azabı çekecektim. Ayrıca in­
sanları mutlu görmek iyi bir şeyd i r. Seni i l k günkü kadar se­
viyor m u ? "
" Bence daha d a çok, çünkü ona tapıyoru m . "
Dona Fernanda bunu anlamadı: Bence daha da çok çiin­
kii ona tapıyorum. Gerçekten de cümlenin gidişatından o so­
nuç çıkmıyordu. Burada Ham/et, bir kez daha değişi k liğe uğ­
ruyor: " Senin o boş d iya lektiğinden çok daha önemli şeyler
var dünyada ve cennette, Horatio." Maria Benedieta ona yol­
culuk larını anlatmaya, bütün ayrıntısıyla izienimlerini ve anı­
larını aktarmaya başladı. Biraz sonra kocası gel ince hatırla­
yamadığı şeyleri de ona sormaya başladı.
" Şu nasıl d ı , Carlos Maria ? "
Carlos Maria hatırlıyor, anlatıyor ya d a gere k l i düzeltme­
yi yapıyordu ama ilgisiz, hatta sabırsızdı. Maria Benedicta'nın,
birlikte yaşadı kları şeyleri karşısındaki kadına a nlatmış oldu­
ğunu anlamış ve bunu mantıksız bulduğunu gizl eyeınenıişri.
Zaten mutlu o l m ası kaçınılmaz bir son uçsa , �idip ne kadar
mutlu olduğunu Dona Fernanda'ya anlatmak zorunda mıyd ı ?
Kend isinin söylediği bütün sözleri , yaptığı bütün hareketle­
ri ve tanrısal sevgisini i l l a açığa vurması mı gerekiyord u ?
Rio d e Janeira'ya dönmeleri, onun bir lütfuydu. Maria Be­
nedicta çocuğunu burada doğurmak istemiş, o da bunu ka­
bul etm işti . İstem iyor değildi elbette, ama yaptığı şey, Maria
Senedieta 'nın isteğini kabul etmekti. Burada isteksizl iğin ne
işi var? Anlaması da anlatması da biraz zor. Anneli k konusun­
da Carlos Maria'nın k imseye açmadığı kendine özgü garip fi­
kirleri vardı . İ nsanın gebeliğini herkesin izleyebi l eceği bir de­
formasyon olarak, açık saçık şeyleri ima ederek saygısızlığa uy­
gun ortanı hazırlayacak şeki l de tasarladığı için Doğa'yı utan­
mazlıkla suçl uyordu. O n u n en büyük isteği, gizl i l i k , yalnız­
lık ve m ünzevil i kti . Kalan günlerini büyük bir m utlulukla dün­
yanın unuttuğu bir tepedeki bir evde geçirebilirdi. Tabii ka-

246
rısı da günün birinde k ucağında çocuğuyla ve gözlerinde ila­
hi bir ışıkla beraber süzülerek o eve gelecekti.
Gerçi bunu karısına önermed i . Tartışmak zorunda k a lır­
d ı ve tartışmaktan hoşlanmıyord u . Boyun eğd i , kahul etti .
Maria Benedicta, doğa l o larak tamamen farklı şeyler dü­
şünüyordu. Kendisini, içinde bir tanrının oturduğu gizli ve kut­
sal bir tapınak olarak görüyordu . Tabii ki o tanrının oğlu d a
tanrı olacaktı. Yorucu ve sancılı bir gebelik geçiriyor, birçok
rahatsızlı k yaşıyor ve bunları mümkün olduğun da kocas ı n­
dan saklıyordu . Bu n lar, beklenen çocuğu daha da değerli kı­
l ı yordu onun gözünde. Başka bir şansı o l ma d ığı için acıları­
na tevekk ü l l e katlanıyor, Meryem Anamızın dediğini sözle­
riyle değil de tavrıyla tekrar ediyormuş gibi hemcinslerine yük­
lenen görevleri memnuniyetle kabul ediyordu : " Mademki
ben Tanrının eliyle yapılmışım, bütün istekleri n kabulümdür. "

CLXX

Yalnız kaldıklarında Maria Benedicta, kocasına, " Neyin var ? "


diye sordu .
" Benim m i ? Bir şeyi m y o k . Neden soruyors u n ? "
" Ha l inden memnun değil gibisi n . "
" Yoo, hali mden memnun o lmadığım söylenemez . "
" Öyle görünüyors un . "
Carlos Maria gülümsedi ama cevap vermedi . Maria, onun
ifadesiz, yüzeysel, içinde şefkatten de h iddetten d e eser olma­
yan soluk gülümsemesin i biliyordu. Sorularına devam etme­
yi düşünüyordu ama dudaklarını ısırdı ve vazgeçti. Kocasının
dudaklarındaki o sessiz, renksiz ama memnuniyetsizliğini gös­
teren gülümsemeden başka bir şey d üşünemiyordu. Onun
memnuniyetsizli ği n i n tek soru m l usu kendisi olabi l i rd i . Söy­
lediği ve yaptığı her şeyi gözden geçirdi ama Carlos Maria'nın
soğukluğuna ya d a bu tavır her neyse ona neden olabilecek
bir şey göremedi . Belki d e fazla kon 1:1 şuyordu. Ama o öyley-

247
di, özel likle de mutluyken kalbini dostlara ve hatta yabancı­
lara açmak, onun özel liğiydi. Carlos Maria onun bu payla­
şınıcılığı na k ızıyordu çünkü bu şekilde ai levi konu ları bir tür
piyangoya dönüşüyordu ki o bu tür şeyleri bayağı ve kaba ola­
rak görürdü. Maria Benedicta, Paris'teki Brezilyalılar arasın­
dayken gem vuramadığı dilinin olası etkilerini görüp dilini tut­
muştu. Ama Dona Fernanda i l e de aynı şeyi yapmaya mec­
bur muyd u ? Mutluluk larının nedeni, o değil miydi ? Maria bu
varsayımı reddedip başka bir neden a radı ama bulamayı nca
tekrar buna döndü. Sonunda da her zaman ol duğu gibi ko­
casını haklı buldu. Bundan böyle Dona Fernanda ne kadar ya­
kın arkadaşı ve ne kadar iyi bir kadın olursa olsun, hayatı­
na dair küçük ayrı ntıları a nlatmayacaktı. Çünkü anlatması,
boşboğazlığa giriyordu . . .
Bu düşüncelerini mide bulantısı kesti. Doğa, o a n k i hali­
nin nedeninin, ki dünyadaki bütün türlerin varoluşlarının ne­
deni aynıdır, kocasının hoşnutsuzluklarından çok daha acil ve
çok daha önem l i olduğunu hatırlatıyord u. Zoru nl uluğun ge­
reklerini yerine getirdi. Ama birkaç dakika içinde Carlos Ma­
ria'nın yanında durmuş ve sağ kolunu onun boynuna atmış hal­
deydi. Carlos Maria ise oturduğu yerde İngilizce bir dergi oku­
yordu. Sağ göğsüne kadar i nen elini tutup dergiyi kapattı .
Karısı, dergiyi kapattığını görünce, " Beni affedebilecek mi­
sin ? " dedi .
Carlos Maria karısı nın i k i elini d e tutup gülümsedi v e ba­
şıyla evet cevabı verdi. Sanki üzerine bir ışık dalgası yollamış
gibi karısının kalbi n eşeyle dolmuştu. Karnındaki çocuk da
sanki aynı duyguları h issediyor ve babasına şükranlarını su­
nuyordu.

CLXXI

"Tamam işte! Sizi hep böyle görmek isteri m ! " Ses, veranda­
nın yanından geliyordu.

248
Maria Benedieta hemen kocasının yanından uzaklaştı. Ve­
randanın salona bakan kapılarından biri açıktı. Ses oradan ge­
l iyord u . Kapı aral ığından R u biao'nun gülen yüzü göründü.
Onu ilk görüşleriyd i . Carlos Maria ayağa kalmadan, ciddiyet­
le ve bir beklentiyle ona baktı. Uzun ve ince uçlu bıyıklara sa­
h i p yüz, ikisine birden bakarak gü l meye devam ediyord u :
" Sizi h e p böyl e görmek ister i m . "
Rubiiio içeri girip elini sıktı. Carlos Maria da onun elini sık­
tı a ma hiçbir sevgi ve m u habbet belirtisi yoktu onun elinde.
Rubiao sonra M aria Senedieta'ya bir sürü övgüler sıraladı, ne
kadar k ibar, ince ve hoş olduğunu, Carlos Maria'nınsa ne ka­
dar zarif göründüğünü söyledi. Sonra da hükümetin düştüğü­
nü bildirdi.
Carlos Maria, gönülsüzce, " Öy l e mi, h ü kü me t d üştü
m ü ? " diye sordu.
" Şehirde herkes bunu konuşuyor. Bana bir sandalye verme­
diniz ama otu rabilir miyim ? " diyerek oturdu ve hastonunu
koltuğunun altından indirip ellerini onun üzerine koydu. " Evet,
öyle o l d u . Askeriye, hükümete muhtıra verdi . Yeni hüküme­
ti ben kuracağı m . Palha, bizim Palha, eşin izin kuzininin ko­
cası olan Palha ve tabii eğer isterseniz siz, bakan olabil i rsiniz.
İyi bir h ü kümet kurmam lazım. G üçl ü, benimle aynı şeyleri
düşünen ve ben i m için gerektiğinde hayatlarını ortaya koya­
bilecek insanlardan oluşan bir hükümet kuracağım . Morny'yi,
Pio'yu, Camacho'yu, Rouher'i ve Binbaşı Siqueira'yı hüküme­
te a lacağım. Binbaşı'yı hatırlıyor musunuz? Onu savunma ba­
kanı yaparım herhalde çünkü bu konulardan daha iyi anla­
yan birini tanımıyorum . "
Maria Benedieta sıkıntıdan patiayarak odada dolaşıyor, bir
yandan da kocasının kendisini herhangi bir iş için içeri gön­
dermesini bekliyordu. Carlos Maria ona bir bakış atıp oda­
dan çıkabileceği n i gösteren bir göz işareti yaptığı a n izin is­
teyip çıktı. O çıktıktan sonra R u biiio tekrar ona övgüler yağ­
dırdı . " Tam bir çiçek " dedi. Sonra gülüp l a fını düzeltti : " İk i
çiçek. Tanrı b u çiçekleri korusun." Carlos Maria hoşça k a l der­
miş gibi e l i n i ileri uzattı .

249
" Efen d i m . . . "
"Sizi hükümet listesine dahil edebilir miyi m ? " diye sordu
Rubiao.
Bu sorusuna cevap alamayınca bunu olumlu cevap olarak
yarurulayıp ona iyi bir bakanlık sözü verdi. Binbaşı'yı savun­
ma, Camacho'yu adalet bakanı yapacaktı. Bu i kisini tanıyor
olabi l ir m iydi ? İkisi de büyük adamlardı. Ta bii Camacho, Bin­
başı'dan daha da büyüktü. Oradan çıkmak üzere kapıya yö­
nelen Carlos Maria'yı izlerken, farkında olmadan kendi de dı­
şarı çıkmış oldu. Ama evden hemen gitmedi. Verandada, mer­
d ivenleri inmeden, savaşa ilişkin bir şeyler daha an lattı. Me- ·

sela Almanya'yı Almanlara geri veriyordu. Böylece gayet gü­


zel bir jest yapmış oluyordu. Sonra Venedik'i İ ta lyanlara ver­
di çünkü fazla toprağa i htiyacı yoktu. Ren bölgesin i ele geçir­
meliydi şüphesiz, ama o n u n da sırası gelecekti.
Carlos Maria, " Efendim, lütfen" diye elini uzatara k ısrar
etti.
Rubiao'yu dışarı çı kardı ve kapıyı kapadı. Rubiao bi rkaç
şey daha söyledikten sonra merdivenl erden indi. İçeriden on­
l arı izleyen Maria Benedieta da kocası n ı n yanına gel ip elini
tuttu ve Rubiao'nun bahçeden geçişini izled i . Rubiao doğru­
dan ve sessizce kapıya doğru yürümüyor, kurumuş bir dal bul­
duğu za man durup onu sıkıca kavrıyor, el kol hareketleriy­
le bir şeyler anlatıyor ve etrafında evi n sahibi ile salıibesinden
çok daha hoş, çok daha i nce, çok daha zarif bir sürü şey gö­
rüyordu. Onlarsa pencereden Rubiao'yu izliyordu. Rubiao bir
kez daha acayip bir harekette bulununca, Maria Benedieta
kendini tutarnayıp kahkahayı patlattı. Carlos Maria ise uy­
sal uysal bakınakla yetiniyordu.

CLXXII

"Hükümet gerçekten d üştüyse, bil bakalım kim bakan olacak?"


Carlos Maria, soran gözlerle karısına baktı: "Kim olacak?"

250
" Kuzininin kocası, Theophilo . Nanan bunu beklediğini,
zaten bu yıl başkentte kalmasının neden inin de bu olduğunu
söylemişti. Hük ümetin düşmesi bekleniyormuş, bu konu za­
ten konuşul uyorm uş. Tam olarak ne söylediğini hatırlamıyo­
rum ama görünüşe bak ı l ı rsa Theop h i lo hükümete girece k . "
" O la bi l i r. "
" Ba ksana R u biao gidiyor. Şimdi durdu. Etrafına bakını­
yor. Acaba arabasın ı mı bekliyor? Bir arabası vardı. İşte şim­
d i gidiyor . . . "

CLXXIIl

" Demek Theoph i l o bakan oldu" diye sevinçle bağırdı Carlos


Maria. Bir an sustuktan sonra da şöyl e devam ett i :
" Bence gayet başarılı bir bakan o l u r. Ben i d e b a k a n o l a -
r a k görmek istemez m isin ? "
" O lmak istersen n e yapabi l irim ki ? "
" Ya n i senin oyuna kal ırsa ben bakan falan olama m . "
Maria Benedieta kocasının yüzünü d i k katle i nceleyerek,
" Ne desenı şimdi" d iye düşünüyordu.
Kocası ise güldi.i:
" Hadi itiraf et, a ncak bir bakanın emir eri o l ursam beni
seversın . "
.

Genç k a d ı n kollarını kocasının omuzlarına dolayarak,


" Sus l ütfe n " diye bağırdı .
Carlos Maria karısının saçlarını okşayıp ciddi ve a lçak bir
sesle sordu: " Bernadotte kral, Bonaparte imparatordu. Sen de
İsveç'in ana kraliçesi olmak istemez m isin ? "
Maria Benedieta soruyu anlamadı . Carlos Maria da açık­
lamadı. Açıklaması için kalbinin a ltında bir Bernadotte taşı­
yor olabileceğin i söylemek gerekiyordu . Bu laf bir arzuyu dı­
şa vuracak , bu arzu ise bir aşağı l ı k kompleksini ortaya çıka­
racaktı. Carlos Maria kollarını tekrar karısının başının üze­
rinde açara k , " Maria en iyi kısmı n ı sen aldın " anlamına ge-

25 1
!en bir harekette bulunmuş oldu. Karısı bu hareketin anlamı­
nı a n lamış gibi göründü:
" Evet, evet ! "
Carlos Maria gülümseyip dergisine dönd ü . Karısı koltu­
ğun a rkasına y aslanıp hafifçe, onu rahatsız etmeyecek şekil­
de kocasının saçlarını okşaınaya başl adı. O ise okuyor, oku­
yor, okuyordu. Maria Senedieta'nın okşamaları giderek ya­
vaşladı ve sonunda okşamayı kesip odadan çıktı. Carlos Ma­
r i a ' n ı n oku duğu şey, Napoli Müzes i ' ndeki ü n l ü N a rcissus
heykeli üzerine, Charles Little'ın kaleme a l d ığ ı bir i nceleme
idi.

CLXXIV

Rubiao Dona Ferna nda ' n ı n evine gittiğinde, uşa k l a r yukarı


çıkamayacağını bildirdi ler. Hanı mefendi ralıatsızd ı . Beyefen­
di de onun yanındaydı. Doktor bekliyorlardı. Dostum uz ıs­
rar etmedi ve oradan ayrı l d ı .
Oysa evdeki gerçek, t a m tersiydi. Rahatsız o l an beyefen­
diydi ve hanı mefendi onun yanındayd ı . Tabii ki uşaklar ken­
dilerine ne söylend iyse onu söylemek zoru nda d ı r. Oysa baş­
ka bir uşak bu söylenenden şüphelenm işti ç ü n k ü biraz önce
beyefendinin tamamen çökmüş bir halde eve geldiğini görmüş­
tü. Yukarıda odadan sesler geliyordu. Sesler aralıklarla bir yük­
seliyor, bir a lçalıyordu. Parmak uçlarına basa basa yuka rı çı­
kan bir hizmetçi gelip aşağıdakilere beyefendinin esef edip dö­
vündüğünü, büyük b i r ihtimalle h a n ı mefendinin başına kö­
tü bir şeyler gelmekte olduğunu söyledi . Aşağıda l afın bini bir
pa raydı, herkes kula klarını di kmiş bir şeyler duymaya, tah­
minlerde bulunmaya çalışıyordu. Yukarıdan ne bir bardak su,
ne bir ilaç, ne biraz et suyu istenmişti. Masa hazırlanmış, uşak
kravatını takmış, ahçı ise gururla ve endişeyle bek liyordu. En
iyi yemeklerden biri !
Ne olmuştu ? Theophilo, hala eve geldiğinde olduğu kadar

252
çökmüş görünüyordu. Bir kanepede oturuyordu. Üzerinde ye­
leği bile yoktu ve gözleri sabit bir noktaya bakıyord u . Yanı­
na oturmuş ve o n u n ellerini tutmuş olan Dona Fernanda ise
yalvararak sakin o l ması n ı , kafasını takma ınası ıı ı , buna asla
değmeyeceğini söylüyordu. Yüzüne bakmak için eği ldi, kafa­
sını kendisine çekti, baş ı n ı omzuna yatırdı.
Kocası ise, " Beni yalnız bırak, beni yalıı ız bıra k " diye ın ı ­
rıldanıyordu.
" Theophilo değmez buna. Ne biçim makam bu? Hiç bu
kadar kısa süren, bu kadar hoşnutsuz duygulara, bu kadar çok
işe ve çok hakarete neden olan hir makam, buna değer mi? Dün­
yada adalet yok. Sen ne kadar iyi hizmet vermişti n oysa. Ama
bu kadar üzülür mü i nsan ? Boş ver sevgilim, sakin ol, hadi ar­
tık yemeği mizi yiyel i m . "
Theophilo d udaklarını ısırıyor, bıyıklarını çekiştiriyord u.
Karısınııı söylediği hiçbir şeyi duymamıştı. O n u n kafasında,
bir önceki akşam ve o sabah yapılan konuşmalar, çeşitli l is­
teler, önerilen, kabul edilen ve reddedilen isimler vard ı . Ülke­
nin içinde bulunduğu durumu olduğu gibi ortaya koyması­
na rağmen kendi ismi hiçbir l istede geçmiyordu. Onu bazıla­
rı dik katle, bazı ları da bir a n önce bitsin diye d i n lemişti. Bir
aralar sanki önemli kişiler dikkatle kendisini izliyor gibi gel­
mişti ama bu görünüş a ldatıcıydı. Theophilo şimdi bütün o
saatlerin, bütün o mekanların heyecanını tekrar yaşıyor, ken­
disine yan yan bakanları, doğrudan ve gülümseyerek bakan­
ları, yüzünde kendi yüzündekine benzer ifadeler olanları tek
tek hatırlıyordu. Sonunda daha fazla konuşmama kararı ola­
rak konuşmasını kesmişti ama şafak vakti yanan lambanm ışı­
ğının yeni gelen aydınlı kta giderek solması gibi, son um utla­
rı da sol m uştu. Bakanlar kurulu l istesi okunmuş, o da onay­
lamak zorunda kalmıştı . Fakat onaylamak için ağızdan çıka­
cak o tek kel imenin dile gelmesi ne büyük bir çaba gerektir­
mişti ! K ırgı n l ı ğı n ı n ve k ızgııı l ı ğ ı n ı n fark e d i lebileceğ i n d e n
korkmuş, bu h islerini gizlemek i ç i n ne kadar çabaladıysa da,
duygu l a rıııı daha da v urgulama ktan başka bir şey yapama­
ınıştı. Benzi sararmıştı, e lleri tir tir titriyordu.

253
CL X X V

Dona Fernanda, " Hadi yemek yiye l i m " d iye tekrarlad ı .


Theophilo dizine b i r şaplak atıp ayağa kal ktı ve bi rbiriy­
le ilgisiz sözler söyleyerek, ayağı n ı yere vura vura, korkutu­
c u şek i lde bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. Dona Fer­
nanda onun bu yeni saldırısını kontrol ederneyeceği için kı­
sa sürmesi için dua etti. Öyle de oldu. Theophilo ellerini sal­
layıp bitkin ve u mutsuz bir halde bir koltuğa attı kendini. Do­
na Fernanda da bir sandalye çekip yanma oturdu.
" Burada haklı olan sensi n, Theophilo. Ama bir erkek gi­
bi davranmalısın. Gençsin, sağl ıklısın, önünde koca bir gele­
cek, büyük ihtimalle de muhteşem bir gelecek var. Bakan olup
sonra hemen kabineden a l ı n ma n kimin um urunda ? Yine gi­
rersin ka bi neye. Bazen en kötü şans gi bi görünen şey, asl ın­
da en büyük ta lihtir. "
Theophilo ş ükranla karısının el lerini okşad ı .
" İ hanete uğradım, kampioya ku rban gittim " diye hamur­
danarak karısına baktı. O güruhu iyi biliyorum. Sana her şe­
yi an latmak isterdim ama niye anlatayı m ki ? En iyisi unutup
gitmek. Böy lesine rezil bir şey için, bir koltuk için ne halle­
re düştü m ? " Birkaç dakika öylece kalıp sonra yine devam et­
ti: " Makamlar geçicidir. Eğer bir insan i yiyse, çalışkansa, be­
cerikliyse parmağını şıklatı p o makama gel ir. O makanıl ar­
dan çok daha üstündür. O adamların çoğu beni m tırnağım bi­
le olamaz, Nanan. Bunu ben de bilirim, onlar da bilir. Pis kal­
leşler. Peki mücadel eye girmek için gereken içtenliği, sadaka­
ti, eaşkuyu nereden bulacaklar? Parti i ktidarda değilken kim
çalıştı? Bakan lar k ur u l un u n Sao Christovao'da"· oluşturuldu­
ğunu söyleyip kendilerini savunmaya çalışıyorlar. Namussuz­
lar! Gidip İmparator'la konuşacağım . "
"Theophilo ! "
"Ona diyeceğim k i , 'Efendim, Majesteleri maalesef hükü-

• ( Portekizeel Siio Christoviio, başkent Rio de Jaııiero 'da İmparator Don Ped·

ro I I 'niıı ikametgahının bulunduğu bölgenin adıdır. - ç.n.

254
metin koltuk düşkünü saray soyranlarından oluştuğunun far­
kında değiller. Majesteleri emri altındaki tüm kurullarda en iyi
adam ların çalışmasını arzu buyururlar. Oysa k urulları ele ge­
çiren kimseler, sıradan ve hayağı kimselerdir. Liyakat, tama­
men kenara atılmıştı r ! ' İşte ona bir gün bunları sôyleınek is­
tiyoru m . Belki hemen yarın gidip söyleri m . "
Söylenmeyi kesti. Uzun b i r sessizli k o l d u . Sonra ayağa
kal ktı ve yatak odasının bitişiğİndeki çalışma odası na geçti.
Karısı da onu izledi. Hava kararmış o lduğu için laınbayı ya­
k ı p odada göz gezd irdi. Gözl erinde kasvetli bir bakış vardı .
Kita plarla, hazine raporla rıyla, bütçe kağıtlarıyla v e bilanço­
larla dolu dört büyük dosya vardı. Çalışına masası düzenli ve
tertipliydi. Üstü açık üç yü ksek ra fta ınüsveddeleri, notları,
ıneınora n d u ın ları, yaptığı hesaplamalar, sistematik olarak
birbirine i l iştirilmiş ve üzerine etiketle ne olduğu yazı lmıştı:
Dış krediler, ek krediler, savaş kredileri, bahriye kredileri, 1 86 8
kredisi, demiryolları, i ç borç, m a l i yıl 6 1 -62, 62-63, 63-64 gi­
bi. İşte saba h ı n köründen gece yanlarına kadar çalışıp top­
laına l a r, çıkarmalar, hesaplamalar yaparak konuşmaları nda
kullanacağı verileri topladığı yer burasıydı. Tek başına altı ki­
şilik iş yapardı. Diğerleri d e onu d inlemekle yetinir ve imza­
larlardı. Eğer konuşması uzuyorsa, " Üstadıın, siz en iyisini bi­
lirsiniz, uzatıverin de iınzamızı ata l ı m " derlerd i.
Her şey bu masada titiz, dikkatli ve yararlı bir çalışına ya­
pıl dığını gösteriyord u . Duvardaki çengelde hafta nın gazete­
leri ası l ıydı. Bu gazeteler zamanı gelince oradan a l ı n ıyor, in­
celeniyo r ve altı aylık paketler halinde bağlanıp yerlerine kal­
dırılıyordu. Broşür h a l i nde basıl m ış konuşmaları, başka bir
rafta d uruyordu. Masada herhangi bir büst, göz oyalayabi le­
cek, insanın beğenisini çekebilecek bir süs yoktu. Her şey dü­
zenli, terti p l i ve işe yönelikti.
Theophilo bir süre hüzünlü h üzü n l ü dalıp gitti kten son­
ra karısına, " Bütün bunların ne faydası oldu ? " diye sord u .
" Saatler boyunca, k i m i zaman sabahlara kadar çalışıp yorul­
mamın ne faydası o l d u ? Bu masa n ı n boş gezen, aylaklık ya-

255
pan bir adamın masası olduğunu kimse söyleyemez. Ne kadar
çal ıştığıma sen de şahitsin. Peki, ne işe yara d ı ? "
Dona Fernanda, "Tesel liyi işinde aramal ısı n " diye m ı r ı l­
dandı.
" Züğürt tesellisil Hayır, artık bitti. Mecliste herkes bana
bir şeyler danışır, bakanlar bile. Çünkü bilirler k i idari mese­
lelerde iyiyimdir. Peki ödül ü m ne? Mayıs ayında yeni bakanı
a l kışiama fırsat ı ! "
"Sen de alkışiama o zaman " dedi karısı, yumuşakça. " Be­
nim için b i r şey yapar mısı n ? Hadi mart ya da n isanda Avru­
pa'ya gidel i m ve bir yıl geçmeden de dönmeyel i m . Meclisten
izin a l ı rsın, istediği m iz yere gideriz. Mesela Varşova'ya. O ra­
yı görmeyi hep çok istemişimdir" diye gülümsedi ve çekici bir
ifadeyle kocasının yüzünü elleri arasına aldı. " Evet de. Hemen
cevap ver ki ben de Rio Grande'ye yazayım. Gemi yarın kal­
kıyor. Anlaştık, Varşova'ya gidiyoruz, değil m i ? "
" Şaka yapma N anan, b u mesel e şakay a gelmez. "
" Ben ciddiyim. Uzun süredir ben de zaten seni şu lanet ka­
ğıt yığınlarından k urtarıp biraz d i nlenıneni sağl amak için
böyle bir seyahat önermek istiyordu m . Yeter artık Theophi­
lo! Davetiere katılmıyorsun. Beraberce birazcık at binersek ne
mutlu bana. Doğru d ürüst konuşup sohbet edemiyoruz. Ço­
cuklarımız babalarının yüzünü görmüyor çünkü sen çalışırken
buraya girmeleri yasa k . Biraz dinlenmen lazım. Ya lvarırım sa­
na, bir sene ara ver şu işe. Görüyorsun, ciddiyim. Mart ayın­
da Avrupa 'ya gidelim diyor u m . "
Theophilo kekeleyerek, " M ümkün deği l " ded i .
" Neden ? "
Mümkün değildi. Bu, onun derisini soymak demekti. Önem
verdiği tek şey siyasetti. Elbette başta ül kelerde de siyaset var­
dı ama o siyasetle ne ilgisi olabilirdi ki? Londra'dan alınan borç
dışında dışişleri konusunda tamamen cahil sayılırdı. Yine de
bu güzel önerisi için karısına teşekkür etti.
" Ço k iyisi n . "
Biraz u m utlanmış v e sesi, morali çöktüğü s ı rada kay bet­
tiği yumuşakl ığa tekrar kavuşmuştu. Bu kağıtlar onun umu-

25fi
duydu. Bir çiftçi sürülmüş ve ekilmiş toprağa hangi gözle ba­
karsa o da bu çalışmalarına o gözle bakıyordu. Yakında to­
humlar çimlenecek, sürgünler çıkacak, filizler yeşerecek, ağaç
meyvesin i verecek, kendisi de ödülünü alacaktı. Karısının da­
ha uygu n ve daha düz kelimelerle söylediği de buydu zaten.
Ama artık hasat zamanının bir olasılık d a h i linde olduğunu,
ancak şimdi anlamıştı. Biraz önceki öfke patlaması, yeisi, et­
tiği ş i kayetler aklına gel i nce kendinden u ta n d ı . Gülmeye ça­
lıştı ama bunu da pek beceremedi. Akşam yemeğinde ve kah­
valtıda çocuklarla oynadı. Onlar da b;ı balarıyla her zaman­
kinden daha fazla kaldılar. Ortaokula giden oğlu Nuno, ba­
kanlar kurulunun değiştiğini duymuştu. Babasına i l eride ba­
kan o l acağını söyledi . Theophilo, birden ciddileşti.
" Oğlum, bakanlıktan daha güzel bir meslek seç kendine. "
" Ama baba, bakanlığın da iyi bir meslek o lduğunu söy­
lüyorlar. Söylenenlere göre insan bakan o lunca arabasının ar­
kasından bir asker gelirmi ş . "
" Benim a ra bama binersin. "
" Se n bakan o l d u n mu baba ? "
Theophilo gülümserneye çalıştı ve karısına baktı. Karısı ço­
cukları yatağa göndermek için gayet güzel bir fırsat çıktığı­
n ı a nl amıştı.
" Evet yavrum, bakan oldum" diye cevap verdi Theophi­
lo, N uno'nun a l nını öperek, " ama bir daha bakan olmak is­
temiyorum. Hiç öyle sanıldığı kadar güzel bir şey değil . Üste­
l i k çok da çalışmak gerekiyor. Sen piskopos olursu n . "
" Piskopos ne demek ? "
Cevabı Dona Fernanda verdi : "Doğru yatağın a gidiyor­
sun demek. Hemen, şimdi N u n o . "

CLXXVI

Ertesi gün öğle yemeği sırasında bir yaver Theophi lo'ya bir
mektup getirdi.

257
" Yaver m i ? "
" Evet, kendisini Konsey Başkanı'nın gönderdiğini söylüyor. "
Theophilo mektubu titreyen elleriyle açtı. Ne diyordu aca-
ba? Gazetelerde yeni bakanlada ilgili haberleri o ku muştu. Ba­
kanlar kurulu tama m d ı . Kimse de istifa etmemişti. Mektup­
ta ne yazıyordu acaba ? Dona Fernanda ise mektupta yaza n­
ları kocasının yüzünden okumaya çalışıyordu. Kocası n ı n y ü ­
z ü n ü n aydınlandığını ve bel l i bir t a t m i n duygusunu ya da e n
azından bir umut i fadesini bastırmaya çal ıştığı nı gördü .
Theophlio uşağa, " Ona beklemesini söyle" talimatı verdi .
Çalışma odasına geçip birkaç dakika sonra elinde cevap­
la geldi. Masaya oturdu ve bir şey söylemeden uşağın mektu­
bu yavere götürmesini bekledi. Sonra atın sesine kulak kabar­
tıp dörtnala evden uzaklaşmasını dinledi. İçi kor gibiydi.
" O k u " ded i .
Dona Fernanda, Konsey Başkanı'ndan gelen mektubu oku-
du. Saat ikide kendisiyle görüşmeye gelmesini rica ediyordu.
"Ama bakanlık meselesi . . . "
" O iş bitti, bakanlar atandı " diye cevap verdi, hemen.
Ama söylediği şeye kendisi de i na nm ıyordu. Son dakika-
da bir boşluk doğduğunu ve acilen bu boşl uğun doldurulma­
sı gerektiğini hayal ediyordu.
" B i r konferans olmalı. Ya da benimle bütçe hakkı nda
konuşacaktır. Veya bana bir iş verecektir. "
Karısını kandırmak için bunları söylerken bir anda bu ola­
sılıkların ne kadar güçlü olduğunu görüp yine canı sıkıldı. Ger­
çi birkaç dakika sonra umut kelebekleri yine içinde kanat çırp­
ma ya başlamışt ı . Üste l i k bu kez bir iki tane değil , bütün bir
gökyüzünü kaplayacak kadar büyük bir sürü h a l i n deydil er.

CLXXVII

Dona Fernanda endişeyle bekledi. Sanki bakanlığa kendisi ge­


tiri l ecekti, sanki bakan l ı k , yeni sıkıntılara deği l, büyük haz-

258
!ara, keyiflere neden o lacaktı . Neyse, kocası m utlu olsundu
da yeterdi. Theoph i l o saat beş buçukta dönd ü . Gör ü n üşün­
den, görüşmeden memnun ayrıldığı belli oluyordu. Dona Fer­
nanda koşup ellerini tuttu.
"Ne o l d u ? "
" Zava l l ı Nanan. Altına girecek yeni bir y ü kümüz var ar­
tık. Marki çoğunluk grubu başkanlığını kabul etmemi istedi .
Aslında bana bakanlar kurulunda bir yer düşünüyormuş ama
beni oraya alamayınca çoğun l u k l iderl iğini kabul ederek hü­
kümetin siyasi ve i dari sorumluluğuna ortak olmarnı rica et­
ti. Hiçbir şekilde benim itibanından vazgeçemeyeceğini (bun­
lar onun sözleri) ve m eclisin çoğunluk grubu başkan l ığını ka­
bul edeceğiınİ u mduğunu belirtti. N e dersi n ? "
" Kendimizi o yüke göre ayarlamamız gerekir deri m . "
" Reddet m iş olabileceğim i düşünm üyor musun ? "
" Hayır. "
" Reddetmedi m . B i lirsin k i mse bir h ü kü mete hizmet etme
görevinden kaçamaz. Kaçarsan siyasetin dışında kalırsın. Mar­
ki ban a çok içten davrandı. Onun ne üstün bir adam olduğu­
nu iyi biliyorum ama ne kadar dostça davrandı, nasıl gülüm­
sedi, tahmin bile edemezsin. Benim bakanlada hemen toplan­
ınarnı istiyor. Ayrıca sadece birkaç kişiden o l uşan kendi arka­
daş grubuna katılmaın ı önerdi. H ü kümet programını da şim­
diden verdi . . . "
" Avrupa'ya ne zaman gidiyoruz ? "
" Bi l miyorum. Yarın akşam Marki'yle beraberim . Toplan­
tı saat sekizde o lacak . . . Bu görevi kabul etmekle iyi bir şey
yaptığım ı d ü ş ü n m üyorsun gal i ba . . . "
" Elbette d ü ş ü n üyorum . "
" Eğer reddetseydim, herkes beni eleştirecekti v e haklı ola­
caklardı. İnsanın siyasette kaybettiği ilk şey, özgürlüğüdür. İs­
tersen sen burada kalabilirsin. Meclis dört beş a y açık zate n .
H e m e n gidip topad a nınarn lazı m . "

259
CLXXVIII

Dona Fernanda b u çözüme razı oldu . Böylece oğul larının eği­


timi yarıda kesil meyecekti. Sadece dört ay ayrı kalacaklardı.
Theophilo birkaç gün sonra gitti. Yola çı kacağı gün sabahın
erken saatlerinde çalışma odasına elveda demeye gitti. Kitap­
larına, raporlarına, bütçelerine, müsveddelerine, a i lenin sade­
ce kendisi için anlamı olan o üyelerine baktı. Kağıtları, broşür­
leri iyice bağladı ki dağılıp kaybolmasınlar. Karısına onlarla i l ­
g i l i önemli talimatlar verdi. Odanın ortasında durup sı ray la
hepsine baktı, hepsine kalbinde bir yer açtı. Onlardan artık ay­
rı l manın vakti geldiğinde gerçekten üzgündü. Arkasında du­
ran Dona Fernanda için bu veda ziyareti, on dakika kadar sür­
müştü. Oysa Theop h i lo'ya bu zaman yıllar gibi gel mişti.
" Merak etme, onlara iyi bakarım. Her gün kendi ellerim­
l e tozl a rı n ı a l ırı m . "
Theophilo karısını öptü. Başka b i r kadın olsaydı kitapla­
rını kendisinden çok seviyor diye üzülü rd ü . Oysa Dona Fer­
nanda bunun için kendini şanslı görüyordu .

CLXXIX

Bakanlık krizinin olduğu günden beri Rubiao Dona Fernan­


da'nın evine gitmemişti. Ne çoğunluk grubu başka nl ığından
ne Theophilo'nun gittiğinden haberi vardı. Köpek ve bir uşak­
la beraber yaşıyordu . Hastal ığı ne büyük kriziere neden olu­
yor, ne de iyileşiyord u . Uşak işini düzenli biçimde yapmıyor
ama yine de bahşişlerini alıy or ve gen e l l i k l e marki u nvanıy­
la çağrıl ıyord u . Üstelik eğleniyordu . Efendisi duvarlada ko­
nuşmaya başlayınca koşup onu dinliyordu. Rubiao, duvarlar­
la diyaloğa giriyor, kendisine bir soru sorulmuş gibi cevap ve­
riyordu. Sonra akşam ol u nca uşak gidip arkadaşlarıyla bu­
l uşup o n lara a n l atıyord u .
" Senin d e l i ne yapıyor ? "

260
" iyidir. Bugün köpeğine şarkı söylemesini emretti. Köpek
başladı havlamaya. Ama bizimki büyük ciddiyede dinliyor. Za­
ten bir geldi mi, öyl e davranıyor ki görsen dünyayı yönetiyor
sanırsın . Dün yemeğini yerken bana dedi ki, 'Marki Raymun­
do, size bir görev vereceğim . . . ' Sonra da kekeleyerek bir şey­
ler söylemeye başladı. Anlayamadım ama sonunda 10 tostö­
es bahşişimi aldım. "
" Tabii hemen sakladın . . "
" Yok canım . . . "
R ubiao, çok konuştuğu bu nöbetlerden çıktığında bir a n
için sakin v e üzgün olurdu. Zihni, h a l a etkisini gösteren ön­
ceki halinden geride kalanları atmaya çalışırdı. Dipsiz bir uçu­
rumdan zorla, duvarları tırmanarak, üstünü başını çizerek, tır­
naklarını kanatarak, büyük acılarla tepeye kadar çıkan ama
tepeye u laştığı anda tekrar düşüp uçurumda kaybolan biri­
ne benziyordu . Sonra da yeni ve Binbaşı i l e a il es i ve Camac­
ho gibi eski arkadaşlarını görmeye giderdi.
Bir süredir Camacho, onunla pek konuşmuyordu. Eski gün­
lerdeki gibi siyasetten de bahsetmiyordu . Ruhiiio'nun büro­
suna geldiğini görünce sabırsızlığını ortaya koyan bir hare­
ket yapıyor, ama hemen bunu bastırıyordu. Rubiao bu deği­
şikliği fark etti ve elinde olmadan onu incitip incitmediğini, ve­
ya artık Camacho'nun kendisinden hoşlanmamaya mı başla­
dığını merak etti. Bu hoşlanmamazl ı k , i ne i nme ya da her
neyse onu yok etmek için onunla hoşnutlukla konuşup güldü,
lafl arın ı n arasına Camacho bir şeyler söylesin diye uzun ve
saygıl ı boşl u klar koydu. Portresi hala duvarda asıl ı olan Pa­
rana Markisi'ne bile başvurdu ama boşuna. Onun hakkında
duyduğu övücü şeyleri söyledi, büyük marki, dört dörtlük dev­
let adamı dedi ama nafile. Camacho sadece başını sallayıp yaz­
maya devam etti. O n da n özür d iledi. Önündeki belgelere ve
mahkeme usulleriyle i lgili k i ta plara bakıyor, onlardan a l ı ntı­
lar yapıyor, altlarını çiziyordu. O gün savunma yapması ge­
reken bir yayın yoluyla hakaret ve i ftira davası vard ı . Sonra
yaptığı işe ara verip kitaplığa gitti.
" İzin verir m isin iz ? "

26 1
R ubiao, o geçebilsin diye ayaklarını çekti. Camacho, Or­
dendcoes do Remo'nun ciltlerinden birini a l ıp sayfalarını çe­
virmeye başladı. Bir sayfaya bakıyor, sonra da sayfaları i l e­
ri geri çeviriyordu. Aslında bir şeye baktığı yoktu. Sadece ba­
şındaki belayı savuşturmak istiyordu. Oysa bela zaten tam da
o nedenle oradaydı. Böylece i kisi de gizlice karşısındakini göz­
lemeye devam ediyorlard ı . Camacho yerine geçti ve ışığı sol­
dan a l ı p elindeki kitabı okumak isterm işçesine Ru biao'ya
arkasını döndü.
Rubiao, " Burası biraz kara n l ı k " demeye cesaret edebildi.
Ama bir cevap alamadı. Avukat o belgeleri okumaya bu ka­
dar dalmıştı demek. " Belki de gerçekten onu rahatsız ediyo­
rum . " Karşısındaki o katı, ciddi surata ve bitmek tükenmek bil­
mez dava dosyasına devam edebilmek için kalemini eline alır­
ken yaptığı hareketlere daha yakından baktı. Bir yirmi dakika
daha böyle tam bir sessizlik içinde geçtikten sonra Camacho'nun
kalemini bırakıp ayağa kalktı ğı n ı , geri ndiğini ve gözlerini
ovuşturduğun u gördü. ilgiyle, " Yoruldunuz, değil mi ? " ded i .
Camacho başını sallayıp çalışmasına devam etmeye hazır­
landı. Dostu muz artık kalkmak için bu boş l u ktan yararlan­
mak istedi .
" Si z bu kadar meşgul deği l ken geli ri m . "
Elini uzattı. Camacho elini gevşekçe sıkıp hemen işine dön­
dü. Rubiao merdivenleri inerken şanlı şerefli arkadaşının ken­
disine bu kadar soğuk davranm asından dolayı çok kırılmış,
al tüst olmuştu . Ona bir şey m i yapmıştı aca b a ?

CLXXX

Şansı varmış k i sokakta Bi n başı S iqueira'ya rastladı.


" Ben de size uğrayacaktım. Eve m i gidiyorsunuz ? "
" Eve gidiyorum. Ama artık aynı evde oturmuyoruz. Caju­
eiros mahallesinde Princeza Sokağı'na taşındı k . "
" Neresi o l u rsa olsun, hadi gide l im . "

262
O a nda Rubiao'nun kendisini gerçeğe bağlayacak bir i pe
ihtiyacı vardı çünkü hezeya nlarının yine zi hninin kontrol ü­
nü ele geçirmeye başladığını hissediyordu. Ama demek ki man­
t ı k l ı k o n uşuyordu ki Bi nbaşı normal olduğunu d üşündü.
" Bi l i yor m usunuz, size gayet güzel haberlerim var. "
" D i n l iyoru m . "
" Eve gidince söyler i m . "
Eve gittiler. İki katlı bir evdi. Dona Tonica gelip kafesli ka­
pıyı açtı. Yen i bir el bise giymiş, küpe tak m ıştı.
Binbaşı, " Şuna bir baksanıza" diyerek kızın ı n yanağından
bir makas a l d ı .
D o n a Tonica utanarak b i r adım geri ledi.
Rubiao, " Bakıyoru m " dedi.
" Ka rş ı n ı zd a y a k ı nd a evlenecek birini görmüyor m u s u-
nuz?"
" Öyle m i ? Tebrikler. "
" Evet, yakında evleniyor. Çok zor zamanlar atiattı ama so­
nunda başardı. Bütün nişa n lı lar gibi k endisine tapan bir n i ­
şanlısı var şimdi. B e n d e nişanlıyken sonradan karım o l a n ka­
dına tapardım. Hayatta gördüğüm en güzel şeydi o. Evet, kı­
zım da evleniyor. Nişanlısı orta yaşlı, güvenilir bir adam. Her
akşam buraya mutlaka uğruyor. Sabah da buradan geçip işi­
ne giderken pencereyi tıklatıyor. Belki de bizim k i onu pence­
rede bekl iyord u r. Ben de fark etmemiş gibi yapıyorum. "
Dona Ton ica başıyla hayır diyordu ama gülümseyişine ba­
kılırsa nişanlısının sabahları pencereyi tıklattığı doğruydu. He­
yeca ndan içi içini yiyordu. Öyle ki bir zamanlar Rubiao'yu
son umutlarından biri olarak gördüğünü u n utmuştu. Beraber­
ce salona geçtiler. Dona Tonica pencereye doğru gidip geri gel-
d i . Başı d imdikti, hayat doluydu.
Binbaşı, " İyi bir k ızdır benim kızım. Ton ica, hadi şu fo­
toğrafı bir getir ba kal ı m . Nişanl ı n ı n fotoğrafın ı . "
Dona Tonica gidip fotoğrafı getirdi. Orta yaşlı, seyrek v e kı­
sa kesilmiş saçlı, şaşkın bakış l ı , ince yüzlü, zayıf bir adamdı.
"Ne düşünüyorsunuz? "
" Ya k ışık l ı bir adammış."

263
Dona Tonica fotoğrafı alıp biraz kendi baktı. Sonra da göz­
lerini ondan ayırıp oturdu. Artık Rodrigues'ini bekliyordu. Adı
buydu. Adam, kendisinden kısa boyluydu ( bu fotoğraftan bel­
li olmuyordu doğal ol arak ) . Savunma bakanlığına bağ l ı bir
dairede çalışıyordu . Duldu; iki oğlu vardı. Oğullarının biri as­
kere girmişti, on i k i yaşındaki öbür oğlu ise u mutsuz bir ve­
rem hastalığına tutulmuştu. Ne fark ederdi k i ? O Tonica'nın
nişanlısıydı . Tonica her akşam odasına çeki l d ikten sonra, ko­
ruyucusu Meryem Ana i konasının önüne d i z çöküp şükran­
larını sunuyor ve kendisini mutlu etmesi için dua ediyordu. Bir
oğl a n doğurmanı n haya l i n i kuruyordu . Çocuğa Alvaro adı­
nı verecekti.

CLXXXI

Rubiiio, sak i n sakin Binbaşı'nın nutuklarından birini dinliyor­


du. Düğün bir buçuk ay,sonra yapılacaktı. Nişan l ı zengin bir
kapitalist olmadığı için borçlanmak zorunda kalmıştı. Şu an­
da onun oturduğu evde yaşayacaklard ı . Gerçi eve pahalı mo­
bilyalar a l ınmasına gerek yoktu ama i ht iyaçlar hiç bitmezd i .
Kısacası bir buçuk ay, bilemedin beş hafta sonra, kutsal evli­
lik bağıy l a bağl a n m ış olacaklardı.
" Böylece benim omzumdan da büyük bir yük kalkmış ola­
cak . "
Rubiao b u lafı, " Ol u r m u canım" d iye protesto etti.
Dona Tonica gülüyordu. Babasının şakalarına alışkındı. Ay­
rıca öyle mutluydu k i hiçbir şey canını sıkamazdı . Babası kırk
küsur yaşında olduğunu söylese bile fazla kızmıyordu. Bütün
gel i n ler on beş yaşındadır.
Rubiiio, Dona Tonica'ya, " Göreceksi n i z sizi özleyip peşi­
nizden gelece k " dedi.
" N e ? Bakarsın ı z ben de evlenirim. "
Rubiao birden ayağa kalkıp birkaç adım attı. Binbaşı Ru­
biao'nun yüzündeki ifadeyi görmemiş, tekrar a kl ı n ı kaybet-

264
meye başlad ığını ve bunun da farkında olduğunu a nlayama­
mıştı. Oturmasını istedi ve ona evlendiği günleri ve askerli k
günlerini anlatmaya başladı. Bütün ileri, geri harekatlarıyla
Monte-Caseros Savaşı'na sıra geldiğinde III. Napoleon'un he­
men arkasında olduğunu söyledi . Önce sessizce onu d i nleyen
Rubiao, birkaç takdir cümles i d i le getirdi. Solferino ve Ma­
genta'dan ba hsederek Siq ueira'ya madalya sözü ver d i . Baba
ile kız birbirl e rine baktılar. Binbaşı, birazdan şiddetli yağmur
yağacağını söyledi (gerçekten de hava kararmıştı). Rubiao he­
men çıksa iyi olacaktı çünkü yanında şemsiyesi yoktu. K e n­
disinin de bir tane şemsiyesi vardı, o da eski bir şeydi .
R u bi a o sükunetle, " Arabam beni almaya gel i yo r " dedi .
" Ama buraya gelmiyor. Sizi Campo'dan alacaklard ı . To­
nica, pencereden arabayı görüyor m us u n ? "
Dona Tonica isteksizce bir hareket yaptı. Yalan söylemek
istemiyordu ama bir yandan d a korkuyor ve Rubiao'nun git­
mesin i istiyordu . Evden Campo da Acclamaçao'yu görmek
mümkün değildi. Babası Rubiao'nun koluna girmiş, onu ka­
pıya doğru götürüyord u .
" Yarın yine geli n . Ya da daha sonra gel i n . İstediğin i z za­
man geli n . "
R ubiao, " Araba gelene kadar burada beklesem o lmaz
m ı ? " d i ye sordu . " İ m paratoriçe yağınura yakalanmama l ı . "
" İmparatoriçe gitti . "
" İmparatoriçe hata yaptı. Eugenia büyük bir hata yaptı Ge­
neral. Neden siz hep Binbaşı olarak kalmak zorundasınız? Ge­
neral, damadınızın resmini gördüm. Ben de size kendi resmi­
m i vermek istiyorum. Tui l eries'ye birini gönderin de aldırın.
Araba nerede ? "
" Campo'da bekliyo r. "
" Buraya gönder i n . "
Pencerede bekleyen Dona Tonica, " Rodrigues geliyor" di­
ye seslenip tekrar sokağa doğru döndü ve eği l i p gülümseyerek
nişanlısını selamlad ı . Bu arada babası da salonda Rubiao'yu
k ibarca ama k uvvetiice kapıya doğru götürüyordu. Rubiao,
onu a zarlamak için durdu:

265
" General , ben sizin i mparatorunuzum . "
" El bette Majesteleri, a m a l ütfen benimle gel i n . "
Kapıya vardılar. Tam Rodrigues ayağını eşiğe atacakken
Binbaşı da kapıyı açtı. Dona Tonica nişanlısını karşılamaya gel­
di ama Rubiao i l e B i n başı kapının önünü kapatmaktaydılar.
Rodrigues şapkasını çıkarınca beyaziaşmaya başlayan dik saç­
ları göründü. İ nce yüzü ç i l lerle doluydu ama k i bar ve alçak­
gönüllü bir gülüş ü vard ı . Hatta kibar olmaktan çok daha al­
çakgön ü l l ü , tavır ve k i ş i l i k olarak yapmacı k l ı k tan uzak ve
makul bir insan olduğunu gösteren bir gülüştü. Gözlerinde,
fotoğraftaki şaşk ı n i fade yoktu. O i fadeni n nedeni , fotoğra­
fın güzel görünmesi için gereğinden fazla çaba göstermesi ol­
muştu.
" İşte müstakbel damadım bu centilmen. Rodrigues, Cam­
po'da bir araba ya da bir süvari birliğine rastladınız m ı ? " d i ­
ye sorarken, Binbaşı bir de göz k ırptı .
" Hayır efendim, rastlamadım."
B i nbaşı, " İşte " d i yerek R u b i ao'ya döndü. " Ş i m d i bura­
dan devam edip Sao Lorenço Sokağı 'na sapaca ksınız. Doğ­
ru giderseniz Campo'ya çıkarsınız. Hoşça kalın, yarın görü­
şürüz."
Rubiao üç basamak inip ( beş basamak vardı) Rodrigues'in
önünde durdu. Bir süre ona baktı ve tanıştığına çok memnun
olduğunu, iyi bir koca ve iyi bir damat olacağını söyledi. Adı
neydi acaba?
Joao Jose Rodrigues.
" Rodrigues. Damatlığınıza takabileceğiniz bir onur ma­
dalyası göndereceğim size. Beni m düğün hediyem de bu ola­
cak. Saygı lar, Bay Siqueira."
Siqueira, son i k i basamağı da inmesini sağlamak için tek-
rar koluna girdi .
" Campo'da d iyors u n uz . "
" Campo' da . "
" Hoşça kalın. "
Rubiao sokağa çıktığında Dona Tonica'ya hoşça kal demek
için parmakları şapkası n ı n kenarında, pencerelere baktı ama

266
Dona Ton ica, yazın i l k g ü lleri gibi bütün tazel iği ve çekicili­
ğiyle Rodrigues'i n b u l unduğu salona çoktan geçm işti b i l e . . .

CLXXXII

Rubiao arabayı d a süverileri d e unuttu. Kendini bir anda bir­


kaç blok ötede buldu ve bi raz daha yürüyüp Sao Jose Soka­
ğı'na saptı. imparatorluk sarayından geliyordu. Kolunda ol­
duğunu sandığı biriyle konuşuyordu. Kolundaki kişi, İ mpa­
ratoriçe'ydi . Ama hangisi, Eugenia mı, Sophia m ı ? İ kisi bir­
leşmiş ve aynı kişi o l m uştu. Daha doğrusu i k i ncisinin bede­
ni, birincisinin ismini taşıyordu. Yoldan geçen adamlar durup
bakıyor, insanlar dükkaniarın kapısına çıkıyorlardı. Bazı l a­
rı gülüyor, bazıları kayıtsızca izliyor, bazıları da del i bir ada­
mın can sıkıcı görüntüsü n ü görmemek için gözlerini öbür ya­
na çeviriyorlardı. Bir zenci çocuklar çetesi Rubiao'yu takip edi­
yordu. Bazıları o kadar yakınına sokulmuşlardı ki söyledik­
lerini d uyabil iyorlardı. Etraftaki bütün çocuklar gelip onla­
ra katıldılar. Sonunda herkesin merakını gidermek için kala­
ba l ığa bir ses vermek istedi ler ve bağınş çağınş başladı:
" De l i ! Del i ! "
Yaygara insanların d ik katini çekti. Bir sürü ikinci kat pen­
ceresi açıldı. Her cinsten, her yaştan meraklı kafalar, fotoğraf­
çılar, döşemeciler birbirini n üzerinden eği l ip dikkatle gösteriş­
li ve iyi n i yetli haliyle bir d uvarla konuşan adama bakıyordu.
Afacan l a rsa bağırmaya devam ediyordu:
"Del i ! Del i ! "
Afacanlardan biri, diğerlerinden old u kça küçük olanı, a r­
kadaşının pantolonunu yakalamış, bırakmıyordu. Bu olay, Aju­
da Sokağı'nda oluyordu. Rubiao hala bir şey duymuyor, du­
yuyorsa d a bunun kendisine yapılan tezahürat o lduğunu dü­
şünerek eğiliyor ve selam veriyordu. Yaygara giderek büyüdü.
Şilte dükkanının önündeki bir kadının sesi, bütün bu curcu­
n a içinde b i l e d iğer seslerden ayırt edilebiliyordu :

267
" Deol indo! Eve gel Deol indo ! "
Arkadaşının pantolonunu yakalayıp onu bırakmayan De­
o l i ndo bu çağrıya uymadı . Bel k i de duymamıştı bile. Etrafta­
ki yaygaran ı n gürültüsü, en az bu k üçük yararnazın zay ı f se­
siyle bağınrken hissettiği neşe kadar yüksekti:
" D e l i ! Del i ! "
" Deol i n do ! "
Deolindo, annesin i n kendisini görmemesi için kalabal ığın
arasına saklanmaya çalıştı . Ama annesi kalabalığın içine gi­
rip onu çekti ve aldı. Daha bu tür sokak eylemlerine katıla­
mayaca k kadar küçüktü.
" Anne ya, izin ver de izleyey i m . "
" Ne görmek istiyors u n ? G e l bakayım . "
Kadın çocuğu eve soktu ve sokakta k i grubu izlemek için
kendisi kapıya ç ıktı. Bu s ırada Rubiao d u rmuştu. Kadın
onun göğsü i leride kendi kendine konuştuğunu, bazı a nlam­
sız hareketler yaptığını ve ellerini şapkasının kenarına götü­
rüp bütün yönlere doğru selam verdi ğ i n i net o larak görebi­
l iyord u .
Komşu b i r kadına, " Bazen deliler çok komik oluyor" dedi.
Rubiao, peşinde bağrışan ve gülüşen oğlanlardan oluşan
koroyla yol una devam etti . Deoli ndo d ükkiinın kapısına gel­
mişti. Çetenin harekete geçtiğini görünce, kendisine izin ver­
mesi ya da yalnız gitmesi n i istemiyorsa kendisiyle birlikte gel­
mesi için gözyaşları içinde annesine yalvardı . Bütün umutla­
rını kaybedince d e tüm gücünü toplayıp kulak tırmalayan bir
çığl ıkla bağırdı :
" D e l i ! Del i ! "

CLXXXIII

Komşu kadın güldü. Deolindo'nun annesi d e güldü. Oğlunun


küçük bir şeytan o lduğunu, bir saniye yerinde duramaclığın ı
söyledi. Sokakta bir şey oluyorsa oğlu d a mutlaka orada olur-

268
du. Küçüklüğünden beri böyleydi. Hatta bir keresinde tam şu­
rada bir araba tarafı ndan ezilecekken kıl payı k urtulmuştu.
Yol dan geçen iyi giyi m l i bir beyefendi tam zamanında atılı p
kendi hayatını tehlikeye atarak oğlunu kurtarmasaydı, ölmüş­
tü. Tam bu lafları söylediği sırada kadının kocası yolun kar­
şısından yanlarına gelip konuşmayı kesti. Kaşlarını çatmış hal­
d e komşusun u şöyl e bir selamiayıp eve gitti. Karısı da peşin­
den eve gel i p neden böyle yaptığını sordu. Adam, yoldaki yay­
garayı anlattı.
Karısı, " Adam buradan geçti " dedi.
" Adamı tanımadın mı ? "
" Hayır. "
Adam, kollarını kavuşturup karısına öylece baktı. Kadın,
kim olduğu n u sordu .
" Deol i ndo'muzu ö l ümden kurtaran adam. "
Kadın tir t i r titredi.
"İyi gördün mü ? "
" Çok iyi gördüm. Zaten onu daha önce de birkaç kez gör­
m üştüm ama hiç bu h a l i ne benzemiyordu. Zaval l ı ! Şu zenci
çocuklar çetesi adamın arkasından bağırıp duruyorlar. Tabii,
bu ü lkede polis denen ·şey yok k i . . .
"

Kadını en çok üzen şey, adamın delirmesi ya da onunla alay


edilmesi değil, oğlunun da o adamla alay etmesiydi. Oysa ay­
nı adam aynı çocuğu ölümden kurtarmıştı. E lbette çocuk onu
tanıyamaz, hatta hayatı n ı ona borçlu olduğu n u bile bilemez­
d i . İşte kadına en acı gelen şey, bu rastlantıydı. Sonunda tüm
suçu üzerine aldı. Oğluna daha iyi sahip çı ksaydı u faklık dı­
şarı ç ı k ı p bu o laya karışmazdı . Bu d üşünce onu heyeca nlan­
dmnca kadın titremeye başladı. Kocası ise çocuğun kafasını
elleri arasına a l ı p i k i kere öptü.
Karısına, " Her şeyi gördün m ü ? " d iye sordu.
"Gördüm. "
" Adamı kolundan tutup buraya getirmek istedim ama
utandım. Kesin o zenci çocuklar benimle d e dalga geçecekti .
Ben de adam beni tanımasın diye başımı öbür tarafa çevirdim,
gözlerimi kaçırdı m . Zava l l ı ! Söylenenlerin hiçbirini duymu-

269
yor gibiydi. Halinden memnun görünüyordu . Hatta bence gü­
l üyordu. İnsanın kafayı yemesi ne feci . . .
"

Kadın bu arada oğlunun yaptığı haylazlığı düşünüyord u .


A m a bunu kocasına söylemedi . Ayrıca kocasına o da söyleme­
sin diye komşusuna rica etti. O gece geç saatiere kadar uyu­
yamadı kadın. Çünkü şöyle bir halüsinasyon görüyordu: Ara­
dan yıllar geçmişti ve küçük oğlu büyümüş ama delirmişti. Şim­
di de herkes onunla alay ediyord u . Kendisi ise bu h aksızlığa
öfkelenerek cennete doğru tükürüyord u .

CLXX X I V

Ajuda Sokağı'ndaki bu sahneden i k i saat kadar sonra Rubiao,


Dona Fernanda'nın evine vardı . Peş indeki a facanlar sürüsü
dağılmış, sadece son bir kez arkasından elveda çığlığı atan üç
tanesi kalmıştı. Bundan sonra Rubiao tek başı na yola devam
etti. Artık geli p geçen ler onu pek fark etmiyordu. Ya d ik kat
çekici hareketlerde pek bulunmuyordu ya da oldukça sakin­
leşmişti . Artık İmparatoriçe d iye duvarlara konuşmuyord u .
Gerçi kendisi yine İ mparator'du. Yürürken birden duruyor,
kendi kendine konuşuyor, başkalarınca pek fark edilmeyen ba­
zı hareketler yapıyor ve her zaman halüsinasyonlar görüyor,
her zaman şeylerin gerçekte olduğundan daha farklı ve daha
güzel göründüğü o örtüye sarılmış vaziyette bulunuyordu. Bu
halüsinasyonlarda mesela bir sokak lambası, iyi giyimli bir be­
yefendiye; sıradan bir sokak köşesi, duvar halılarıyla süslü bir
duvara dönüşüyordu. Rubiao şu ya da bu ülkenin büyükel­
çisini kabul etmek için kabul salonuna gidiyordu. Öylesine ko­
caman, bitmek tükenmek bilmez bir sarayı vardı k i sarayın için­
de bir yerden bir yere gitmek için, el bette güzel halılarla dö­
şenmiş bir sürü salondan, odadan, koridordan, galeriden, do­
layısıyla da uzun boylu ve güçlü muhafıziarın arasından geç­
mek durumunda k a l ıyordu.
Sokakta Rubiao'yu görüp duran veya pencereden sarkan

270
insanların çoğu, kendi sıkıntılarını, dertlerini, günlük meşga­
lelerini, endişelerini, gücen i k liklerini, kimi bir borcunu, kimi
bir hastalığım, kimi karşılıksız aşkını, kimi bir arkadaşının iha­
netini bir dakikalığına u nutuyordu. Bütün mutsuzluklar unu­
tuluyordu. Unutka n l ı k, tesell iden iyidir. Ama u nutkanlık göz
açıp kapayıncaya kadar geçer. Yan i deli gittikten sonra her­
kes gerçekliğe döner. Sokaklar, yine her zamanki sokak lardır.
O görkemli saraylar, Rubiao ile birlikte yok olmuştur. Bazı in­
sanlar da kendilerini onunla karşılaştırıp Tanrıya şükreder. Der­
me çatma ama gerçek kulübelerini, hayali şatolara tercih eder
insanlar.

CLXXXV

Rubiao, bir hastaneye yatırıldı. Palha karısının kendisine yük­


Iediği sorumluluğu u n utmuştu. Sophia da Dona Fernanda'ya
verdiği sözü hatırlamıyordu artık. Artık onların kafasında Bo­
tafogo'da tadilatına giriştikleri yeni ev vardı. Tadilat hemen he­
men bitmek üzereydi ve k ışın, ticaret odası toplantıları baş­
layıp herkes Petropolis'ten döndüğünde evin açı l ışını yapmak
istiyorlardı. Gerçi R ubiao'ya verilen sözler artık tutulmuş sa­
yılırdı. Doktor Falcao i le Palha'nın önerdiği bir hastaneye ya­
tırılmıştı. Orada bir salon ile yatak odalarından oluşan bir da­
iresi vardı . Hastaneye yatırdırken hiç direnç göstermemiş, ar­
kadaşlarına memnuniyetle eşlik etmiş, dairesine girdiğinde de
sanki uzun zaman d ı r buraya girip çıkarmış gibi davranmış­
tı. Rubiao, kendisini yatırdıktan sonra en kısa zamanda tek­
rar geleceklerini söyleyip yanından ayrılan arkadaşlarını, cu­
martesi günkü askeri teftişe davet ett i .
Falcao, " Tamam, cumartesi kesin buradayım" diye onay­
ladı.
" Cu martesi, gayet güzel bir gün olacak, sakın bunu kaçır­
mayın D ü k Palh a . "
" Kaçırmayacağım . "

271
" Size arabalanından birini yollayacağım. Tamamen yep­
yeni bir araba olacak. Sevgili eşinizin güzel bedeni, şimdiye ka­
dar kimseni n oturmadığı bir koltuğa oturarak gelmeli. Araba­
da damasko kumaşından ve kadifeden yastıklar, gümüş gem­
ler, altın tekerlekler olacak. Arabayı, amcaının Marengo'da bin­
diği atın soyundan gelen at! ar çekecek. Elveda D ü k Pal ha. "

CLXXXVI

Doktor Falcao yolda, " B u adam kesin Palha'nın karısının es­


ki aşığıydı, diyordu kendi kendine.

CLXXXVII

" B u adam " hastanede k a l d ı . Quincas Borba, arkadaşını ya­


nından alıp götüren arabaya binrnek için çok çabaladı, son­
ra da arabanın peşinden koşmaya uğraştı ama uşak tüm gü­
cünü kul lanara k onu tutup eve kapatmayı becerdi . Durum,
Barbacena 'da k i n i n aynısıydı san k i . Zaten sevg i l i okur, ha­
yat dört beş durumdan o l uşur. Tek fark koşulların değişme­
s i ve çoğalmasıdır. Rubiao hemen köpeğin i iste d i . Hastane­
nin müdürü bunu kabul edince gidip onu geti re n Dona Fer­
nanda oldu. Aslında bunu yapmasını isternek i ç i n Sophia'ya
yazmayı düşün d ü ama sonra vazgeç i p Flamengo'ya kendisi
gitti.

CLXXXVIII

Sophia, " Ben gönderir i m . Buradan fazla uzak deği l " dedi .
" Hadi şimdi beraber gidel i m . Aklıma b i r şey gel d i . Teda-

272
vi uzun sürebili r. Acaba evi o l d uğu gibi bekletmek yerine sa­
tıp parayı R ubiao çıkana kadar bir kenara koymak daha i y i
o l maz m ı ? "
Flamengo'dan Prfncipe Sokağı'na yürüdüler. Birkaç daki­
ka s ürdü. Raymundo d ışarı çıkm ıştı a ma eve gelenler oldu­
ğunu görünce gelip kapıyı açt ı . Odalar, evde bir a nda kesin­
tiye uğrayan bir hayatın varlığın ı gösterecek bir düzen ve ter­
tip içinde değil d i . Bir terk edilmişlik, i hmalden, bakımsıziık­
tan doğan bir bırakılmışlık havası vardı. Tam bir mobilya kar­
maşası içinde olan misafir salonu ise, eski sahibinin bütün de­
l iliğini, aklının tüm karışmışlığını, zihninin bütün çarpı klığı­
n ı gözler önüne seriyordu .
D o n a Fernanda Soph ia 'ya, " Zengin miydi ? " d i y e sordu .
" M i nas'tan i l k gel d iğinde e l inde b i r şeyler vardı. Ama gö­
rünüşe göre hepsini tüketmiş. Elbisenizi n eteklerini kaldırın.
Ev sanki bir asırdır süpürülmemiş gibi duruyor. "
Bakımsız olan tek yer zemi n değil d i . Bütün mobilyaların
üzerinde bir toz tabakası vardı. Buna rağmen uşak, neden böy­
le olduğuna ilişkin bir açıklamada bulunmadı. On ları izliyor,
d i n l iyor ve bir yandan da ıslı k l a popüler bir polka havası ça­
l ıyordu. Sophia da ondan temizliğe dair bir açıklama isteme­
di zaten. Bir an önce " bu pisliğin " içinden çıkmaya can atıyor,
burada bulunmasının tek nedeni olan köpeği uşağa sormak
istemekle birli kte aslında köpeğe de, onunla ilgili hiçbir şeye
de en ufak bir ilgi duymuyordu. B un lar ona o kadar önemsiz
geliyordu ki ne aklına, ne kalbine h itap ediyor, deli rmiş ada­
mın anıları bile o evde geçirdiği zamanı daha katlanılabilir kıl­
mıyord u . İçinden, yanındaki arkadaş ı n ı n ya nadir bulunabi­
lecek bir romantik o ld uğunu, ya da bütün bu hareketlerinin
yapmacık olduğunu geçiriyord u . Y üzündeki, Dona Fernan­
da'nın bütün gözlemlerini onayiayan gül ümseyişi bozmadan,
" Ne aptallı k ! " d iye düşündü.
Dona Fernanda ise uşağa, " Şu pencereyi açın . Bütün eşya­
lar k ü f kokuyor" dedi .
Sophia, tİksinerek havayı koklayıp, " Dayanılır gibi değil "
dedi.

273
O n u n bu manalı sözlerine rağmen Dona Fernanda evden
bir türlü çıkamıyordu. Harabeye dönüşmüş bu evle ilgili h er­
hangi bir kişisel anısı olmamasına karşın tuhaf ve derin bir duy­
gunun etkisi altındaydı. Bu duyguya neden olan şey, çöküşün
gözünün önündeki görüntüsü değildi. Bu ev ona zamanın uçup
geçtiğinin ve dünya n ı n fani olduğunun bir göstergesi o larak
görünmemişti. Ev, daha ziyade bir adamın ıstırabını anlatıyor­
du ona, ancak birkaç kez görüşüp konuşabildiği bir adamın
acısını. Böylece evde sük unet içi nde ve hüzünlü bir şeki lde do­
laşmayı sürdürdükçe düşüncelere daldı. Sophia, bu kadar seç­
k i n bir hanımefendiyi rahatsız etme korkusuyla, tek bir laf bi­
le etmiyordu. İkisi de elbiselerinin etekleri n i kaldırmışlardı.
Sophia bu önleme ek olarak, sanki bağu luyormuş gibi aceley­
le yelpazesiyle yelleniyord u . Birkaç kere de öksürdü.
Dona Fernanda uşağa, " Köpe k ? " diye sord u .
" Yatak odas ı na kapattım. "
" Gidip getir. "
Quincas Borba, bir deri bir kemik ve kuyruğu yerlerde sü­
rünür bir halde göründü. Salonun kapısında durup şüpheyle
içerideki kadınlara baktı ama havlamadı. Fersiz gözlerin i yer­
den doğru dürüst kaldırınadı bile. Geri dönüp diğer odaya git­
mek üzereyken, Dona Fernanda'nın parmağını şaklatmasıy­
la olduğu yerde durup k uyruğunu sallamaya başladı.
Dona Fernanda, " İsmi neydi ? " diye sordu.
Uşak gülerek, "Quincas Borba" diye cevap verdi. " İnsan is­
mi. Quincas Borba, hadi oraya git, hanımefendi seni çağırıyor. "
" Qu i ncas Borba! Gel oğlum, Q u incas Borba ! "
Quincas Borba bu çağrıya cevap vermek için oraya gitti
ama neşeyle zıpladı falan sanılmasın. Dona Fernanda eğilip ona
arkadaşını sordu. Neredeydi acaba, onu görmek ister miydi . . .
Bu arada uşağa da köpek hakkında sorular soruyordu.
" Evet efendim, şimdi yiyor ama efendim gittiği nde ne yi-
yor ne de su içiyordu . Açlıkta n öleceğini san d ı m . "
" Şimdi iyi y iyor m u ? "
" Fazla yemiyor. "
"Sahibini mi arıyo r ? "

274
Raymundo kahkahasım eliyle bastırarak, " Bence öyle.
Kaçmasın d iye onu odaya kapattım. Artık fazla havlayıp i n­
lemiyor da. i lk zamanlar çok havl a d ı . Beni uykumdan uyan­
dırdığı b i le oldu. Hatta bir keresinde sopayl a odan ı n kapısı­
na vurdum susturmak için . . . "

Dona Fernanda, hayvanın kafasını kaşıdı. Günler süren yal­


nızlık ve terk edilmişlikten sonra bu ilk temastı. Dona Fernan­
da hayvanı akşamayı bırak ı p ayağa kalktıktan sonra da kö­
pekle bakışmaya devam etti. İkisi de öyle derin ve anlamlı ba­
kıyorlardı ki sanki birbi rleri nin varlıklarının en derin nokta­
larına ulaşıyor gibiydi ler.
Köpek, bu kadının esası olan kapsayıcı bir sempati duygu­
sunun etkisine girmişti. Bu öyle büyük bir sempatiydi k i sade­
ce bir hayvanın pek d i l e getirilemeyen sefalerini bile bağrına
basmış, tereddütsüz ona kendini vermişti. Kadın ise köpeği gö­
rünce, sanki aynı türe aitlermiş gibi d e l i adamı düşündüğün­
de hissettiği üzüntüyü h issediyordu. Ayrıca var l ığının hayva­
nı rahatlattığını fark ettiği için onu bundan yoksu n bırakmak
istemiyordu.
Sophia, " Pi re k apacaksınız ondan " dedi.
Dona Fernanda onu duymadı. Köpek gözlerin i kaçırıp
adayı koklamaya başlayana kadar gözlerini ayırmadan, kar­
şısındaki üzgün ve yumuşak gözlere bakmaya devam etti. Sa­
hibinin kokusunu almıştı. Sokak kapısı açıktı ve Raymundo'nun
yakalamasına fırsat olmadan kaçabilirdi. Dona Fernanda kö­
peği yıkayıp hastanedeki sahibine götürmesi için uşağa para
verd i . Köpeğe iyi bakılınasını ve sahibine götürülürken tasma
takılınasını emrett i . Sophia da aynı fikirdey d i . Köpeğin önce
kendi evine getiri l i p kendisine gösterilmesini söyledi.

CLXXXIX

Evden çıktılar. Sokağa adım atmadan Sophia bir gelip giden


var mı diye etrafına bakındı. Allahtan sokak bomboştu. Mez-

275
belelikten biraz uzaklaştıktan sonra ise hoş konuşmalar yap­
ma, uyumlu ve zarif hareketleriyle diğer insanları etkileme sa­
natına başvurmaya başladı. Hatta muhabbetle Dona Fernan­
da'nın koluna girdi. Rubiiio'dan bahsetti, deliliğin ne kadar
acı k l ı bir şey olduğunu dile getirdi . Bir de Botafogo'daki ev­
lerinden bahsetti. Tadilat bitmeden beraber gidip bakmayı öner­
di. Hemen bir öğle yemeği yiyip yola çıkabili rlerdi .

exe

Dona Fernanda'nın zihnini meşgul ederek Rubiiio'dan uzak­


laştıran bir olay oldu. Maria Benedicta ; i l k çocuğunu doğur­
du. Minik k ızı görmek için Tuj ica'ya gitti, anne i le kızını öpü­
cüklere boğdu ve öpmesi için eline earlos Maria'ya uzattı. Bu
harekete itaat eden genç baba, "Her zamanki gibi zinde ve ne­
şelisi n " dedi .
O d a cevabını yapıştırdı: "Sen d e her zamanki gibi duygu­
suzs u n . "
Kuzininin itirazına karşın Maria Senedieta'nın nekahet dö­
neminde onunla birlikte kaldı. O kadar neşeli, iyi ve nazik­
ri ki evde kalması harika olmuştu. Ruhiiio'nun bahtsızlığını
•mu ttu, etrafındaki lerle ilgilendi. Ama taze anne tekrar sağ­
l ığına kavuşur kavuşmaz, hasta adama döndü.

exeı

" Altı ya da sekiz ay içinde aklının yerine gelmesini bekliyo­


rum. Gayet iyi gidiyor. "
Dona Fernanda hastanenin başhekiminden gelen b u ceva­
bı Sophia 'ya göndererek birl ikte Rubiiio'yu ziyarete gitmeyi
önerdi. Ayrıca kendisinin gitmes inde bir sakınca olup olma­
dığını da Sophia'ya sordu. Sophia'nın gönderdiği cevapta, "Ne

276
sakıncası olabi l i r k i ? Ama benim ka lbirn onu görmeye daya­
namaz. O kadar yakın arkadaştık ki zava llıyı görmeye, onun­
la konuşmaya dayanıp dayanamayacağımı bilemiyorum. No­
tunuzu Christiano'ya gösterdim. O da Bay Rubiao'nun mül­
künü 3 conto'ya sattığını söyled i " d i yordu.

CX C I I

Dona Fernanda, " altı ay, sekiz ay çabucak gelir geçer" diye dü­
şündü.
Gerçekten de yaşattıkları olaylarla birlikte gel i p geçti l er:
Hükümet tekrar düştü, mart ayında yeni h ük ümet kuruldu,
kocası döndü, " bedava rah i m " �· yasası tartışı ldı, Dona Toni­
ca'nın nişanlısı, düğünden üç gün önce öldü. Evet, zaval l ı Do­
na Tonica son gözyaşlarını da burada döktü. Aşk ve umutsuz­
l u k için dökülen bu gözyaşları, gözlerini o hale getirdi ki, gö­
ren bir hastalığı var zannett i .
Yen i bakanlar kurulundan da eski kurulda olduğu gibi öv­
güler alan Theophilo, meclis görüşmelerinde çok etkindi. Ca­
macho gazetesinde, " bedava rahi m " yasasının a hlaksızlığı teş­
v i k edeceğ i n i ve bazı suçların cezadan muaf k a l masını geti­
receğ i n i i ddia etti . Sophia, Botafogo'daki e v i n açılışını ekim
ayında yaptı. Göz kamaştırıcı davet, günün en önemli olayı ol­
du. Sophia davet için kollarını ve omuzlarını açıkta bırakan
bir elbise giymiş, pahalı mücevherler takmıştı. H1la Rubiao'nun
kendisine i l k hediye ettiği gerdanl ığı takıyordu. Bu tür takı­
larda moda pek değişmiyor. Herkes, artık 30'lu yaşiarına gel­
miş bu genç kadının bu kadar taze, bu kadar genç kalması­
na ve cazibesine hayran oldu. Bazı kocalar, Sophia'nın ne m ü­
kemmel bir eş olduğundan, kocasını ne kadar sevdiğinden ( ka­
derleri ne yazıklanarak) bahsettiler.

• 1 8 7 1 'de, köle kadınlardan doğan çocuklara vatandaşlık hakkı veren bir


yasa çıkarıldı. Portekizceden. - ç.n.

277
cxcıı ı

Davetten sonra b i r gün Dona Fernanda geç uyandı. Kocası­


nın çalışma odasına gittiğinde, o saate kadar beş altı gazete­
yi yutmuş, on mektup yazmış ve birkaç kitabı raflardan ç ıka­
rıp i ncelemiş olduğunu gördü.
"Şu m ektup biraz önce geld i " ded i .
Dona Fernanda mektubu okudu. Hastane başhekimi, Ru­
biiio'nun üç gün önce hastaneden kaçtığını, kendisinin ve po­
l is i n tüm çabalarına karşın izine rastl anmadığını bildi riyor­
du. Mektup, " Bu durum beni çok şaşırttı. Çünkü hastamız bü­
yük i l erleme gösteriyordu ve iki ay içinde tamamen iyileşece­
ğ i n i d üşünüyordu m " şeklinde bitiyordu.
Dona Fernanda çok üzüldü. Emniyete ve adalet bakanlı­
ğına yazarak Ruhiiio'nun en iyi şekilde aranmasını istemesi için
kocasını ikna etti. Theophilo'nun Ruhiiio'nun bul unmasıyla
da, i y i leşmesiyle de en u fa k bir i lgisi yoktu ama kalbinin te­
mizliğini ve i y i liğini hep takdir ettiği karısını mutlu etmek is­
tiyordu. Ayrıca devlet i daresindeki üst düzey görevli l erle bir
nedenle haberleşrnek h i ç d e fena ol m azd ı .

cxcıv

Pek i Rubiiio i le köpeği Barbacena'ya yola çıktıktan sonra na­


sıl bulunabili rl erdi k i ? R ubiiio bir hafta kadar önce Palha'ya
yazıp, gel i p kendisin i buradan çıkartmasını istemişti. Palha da
hastaneye gitmiş ve hastada deliliğin en ufak bir belirtisin i n bi­
le k a l madığını, gayet mantıklı k onuştuğunu görmüştü.
Rubiiio, " Bir akıl hastalığı geçirdim ama şimdi iyiyim. Ga­
yet iyiyim. Beni buradan çı kartınanızı istiyorum. Eminim baş­
hekim de buna karşı çıkmayacaktır. Bu arada bana ve köpe­
ğime gayet iyi bakan görevlilerin bu i y i l iklerini karşıl ıksız bı­
rakmamam i ç i n bana birkaç bin milreis borç verebi l i r misi­
niz? "

278
Palha cüzdanı açıp istediği parayı tereddütsüz vermişti.
" Sizi taburcu etmeye çalışacağım ama sanırım birkaç gün
sürer ( tam da davetten bir önceki gündü). Endişe etmeyin, en
geç bir hafta içinde ta burcu o l ursunuz. "
Oradan ayrıl madan önce başhekime gitmiş, o da hastanı n
gayet i y i olduğunu söylemişti. Ancak, " Bir hafta ç o k kısa olur.
Tamamen iyileşmesi için iki aya ihtiyacımız var" dedi. Palha,
Rubiao'nun gayet aklı başında göründüğünü ama durumu en
iyi bilenin başhekim ol duğunu, eğer altı yedi hafta daha ge­
rekir diyorsa, acele etmemesini söyledi.

cxcv

Rubiao Barbacena'ya varıp, artık adı Tiradentes olan sokak­


tan yukarı doğru çıkarken bir anda durdu ve bağırdı:
" Patatesler galiplere ! "
B u cümleyi de, ardındaki mantığı d a tamamen unutm uş­
tu. Sanki o güne kadar heceler havada asıl ı vaziyette, birile­
rinin kendilerini anlamasını ve birbirlerine bağlamasını bek­
lermiş gibi, hayatın gerçek kanununu dile getirirmiş gibi,
kesin bir şekilde söyleyiverdi bu cümleyi. Onunla i lgili olay­
ları tam olara k hatırlayamıyordu ama cümlede genel olarak
bir mücadele ve zafer duygusu vardı.
Köpeği peşinde sokakta y ürümeye devam etti. Kilisenin
önünde durdu. Kilise görevlileri ortalıkta görünmüyordu. Sa­
atlerdir bir şey yememiş olan Quincas Borba, kafası aşağıda,
Ruhiiio'nun dizlerine dayanmış vaziyette bekl iyordu. Rubiao
sokağı n yukarı ucuna geli nce arkasın ı dönüp, aşağıya doğru
baktı . Evet, burası Barbacena idi. Doğduğu bu şehi r, eski anı
katma nların ı n arasından yavaş yavaş ortaya çıkıyordu şim­
di. Evet, burası Barbacena idi. İşte kilise şurada, hapishane şu­
rada, öteki Quincas Borba'nın ilaçlarının geldiği eczane de ora­
daydı. Buraya adım attığı andan itibaren kendi şehrine gel di­
ğini biliyordu ama gözleri şehrin içinde dolaştıkça anılar, so-

279
n unda kafasına sürüler h a l inde üşüşünceye kadar yavaş ya­
vaş geldiler gözleri n i n önüne. K imseyi görmüyord u . Aslında
sol tarafta bir pencereden bakan biri vardı. Ama bir bütün ola­
rak tam bir ıssızlık hakimdi.
Rubiao, " Belki de geldiğimden haberleri olmamıştır" di­
ye düşündü.

cxcvı

Bir anda bir şimşek çaktı. Bulutlar hemen tepede toplandı. Son­
ra daha parıltılı bir ş i mşek daha çaktı ve fırtın a başladı. Fır­
tına bütün öfkesiyle çullanana kadar yağmur giderek ş i d de­
tini artırdı . İ l k damlalar düşmeye başladığında k i l isenin ora­
dan geçen R ubiao ile peşindeki sadık ve aç köpeği, şimdi so­
kağın aşağısı na doğru y ü rüyordu. Ani sağanak yağmur on­
ları şaşırtm ış, sığına ksız ve aç yakalamıştı. Yağmur üzerleri­
ne acımasızca çullandı. Koşamıyorlardı çünkü Rubiao kayıp
düşmekten, köpek de onu kaybetmekten kork uyordu . Yarı
yolda Rubiao'nun aklına eczaneye sığınmak geldi. Birden yağ­
m u r ve rüzgardan i y i bir şamar y i yerek geri döndü ama yir­
mi adım kadar sonra bu düşünce aklından silinip girmişti. El­
veda eczane, elveda sığınacak yer! Yolunu niye değiştirdiği­
n i hatıriamadığı için, köpek peşinde tekrar aşağı doğru yürü­
meye başladı. Olup biteni anlam ayan ama fazla yürü meden
bir yere varmak isteyen köpek de onu izl iyordu. İkisi de ka­
falarını karıştıran, gürültül ü fırtına altında, kemiklerine kadar
ıslandılar.

cxcv ı ı

Amaçsızca dolaşıyorlardı. Rubiao'nun midesi artık ihtiyaçla­


rının karşılanması için bağırıyor, feryat ediyor, haykırıyordu

280
ama Allahtan kendisini Tui leries'deki ziyafet sofrasına götü­
ren deliliği, yardıma koştu. Böyle bir şansı olmayan Quincas
Borba etrafı kolaçan ediyor, k i m i zaman, Ru biao kaldırıma
oturunca da açlığını unutup sahibinin kucağına çıkıyordu. Sa­
hibinin ıslak pantolonu nedeniyle kucaktan iniyor, biraz son­
ra tekrar kucağına çıkıyord u . Çünkü artık gece ol muştu, üs­
teli k gecenin en karanl ı k saatleriydi ve hava soğuktu. Rubiao
rahatlatıcı sözleriyle beraber hayva n ı n sırtını okşuyordu.
Bütün bunlara karşın Quincas Borba uykuya dalmayı ba­
şardığı anda tekrar uyanmak zorunda k a l ıyordu çünkü Ru­
biao ayağa k a l k ı p sokağın yokuşunu bir daha ç ı k ı p i nmeye
başlıyordu. Bıçak kadar keskin, acı bir rüzgar esiyor ve ava­
releri titretiyordu . Yorg u n l uğ u yüzünden yağmurun i l k baş­
ladığ ı s ıradaki uzun ve hızlı y ü rüyüşünü yitiren Rubiao, ar­
tık yavaş yürüyor, uzun adımlar yerine kısa ve daha çok adım
atıyordu. Açlıktan ve yorgunl uktan ö lmek üzere olan köpek,
bu yolcul uğu anlayamıyor, neden b urada b u l u n duklarını
bilmiyor, nerede oldu klarını çıkaramıyor, sahibinin sakinleş­
tirİcİ sözlerinden başka bir şey duymuyordu. Artık bulutlar­
dan kurtulup tüm parlaklıklarını göz önüne seren yıldızları
bile göremiyordu. Yıldızları Rubiao gördü. Şehre ilk girdiğin­
de olduğu gibi kilisenin kapısına gelmişti yine. Oturdu ve yıl­
dızlara baktı. Çok güzeldiler. Sonra onların büyük salonun avi­
zeleri o l d uğunu anladı ve sönd üemeleri n i emretti. Bu emri­
nin yerine getir i l d iğini göremedi ç ü n k ü o anda uykuya dal­
dı. Köpek de yanındaydı. Sabah uyandıklarında birbirlerine
o kadar sokulmuşlardı k i zam k l a yapıştı tılmış gibi görünü­
yorlardı.

CXCVIII

Rubiao gözlerini açıp yağmurun v e kara n l ığın son bulmuş ol­


duğunu, güneş ışıklarının sokağı öptüğünü görünce, " Pata­
tesler ga l i plere! " diye bağırdı.

281
CX C I X

Evinin önünden geçerken onları görüp içeri alan, Ruhiiio'nun


arkadaşı Angelica idi. Rubiao onu tanıdığı için öğle yemeği­
ni ve orada kalmayı kabul etti.
" Ru biiio ne oldu böyle? Bütün üstün ıslanmış. Sana benim
yeğen i n pantolonunu vereyim. "
Ruhiiio'nun ateşi vardı . İştahsız iştahsız azıcı k bir şeyler
yedi. Angelica başkentte ne yaptığını anlatmasını isteyince bu­
nun çok uzun süreceğini ve şimdi başlasa ancak gelecek ku­
şaklar zamanında biteceğini söyledi. "Ne yapıp ettiğimi tam
olarak ancak yeğeninin yeğenieri görebilecek" dedi büyük bir
kurumla. Ama y i ne bir özet anlatmaya başladı. Olaylar ve fi­
k irler o kadar karmaşık anlatılıyordu ki arkadaşı i l k on da­
kikanın sonunda hiçbir şey anlamamış ve kafası karışmıştı .
Sonraki beş dakikanın sonunda ise artık korkmaya başlamış­
tı. Yirmi dakika dolunca Angel ica izin isteyip komşuya gitti
ve Ruhiiio'nun aklını kaybettiğini söyledi .
Rubiiio, meraklı kalabalığa, " Patatesler galiplere! " diye ba­
ğırdı, " İmparatoru n u z beni m ! Patatesler galiplere ! "
Bu karanlık, eksik görünen cümle sokakta da tekrarlandı
ve anlamı ı ncelendi ama hiçbir şey anlaşılamadı. Ruhiiio'nun
eski düşmanları olayın keyfini çıkartmak için Angelica'ya ge­
l i p bu deliyi evde barındırmaması gerektiğini çünkü teh l i ke­
li olduğunu, onu hapishaneye ya da yetki lilerin uygun göre­
ceği bir yere kapatmanın doğru olacağını söylediler. Biraz da­
ha şefkatli birinin aklına, en iyisinin bir doktora danışmak ol­
duğu geld i .
Ötekilerden biri, "Neden doktor çağıralım k i ? Bu adam de­
lirmiş " dedi.
" Belki de ateş yüzünden sayıklıyordur. Ne kadar ateşi ol­
duğunu fark etmediniz m i ? "
Olaya bu kadar insan karışmasından dolayı çok heyecan­
lanan Angelica, gerçekten de R u hiiio'nun ateşinin olduğunu
fark etti. Doktoru çağı rdı. Bu doktor, Quincas Borba'yı teda­
vi eden doktordan başkası değil d i . R u biiio onu tanıdı ve ke-

282
sinlikle onunla ilgili bir mesele olmadığına garanti verdi. Prus­
ya Kral ı'nı ele geçirmişti ve henüz onu öldürtüp öldürtmeye­
ceğine karar vermemişti. Belk i d e en iyisi şöy l e büyük bir ke­
fal e t (5 milyon frank kadar) alıp onu bırakmaktı.
Sonunda da g ülerek, " Patatesler gal i plere ! " dedi.

cc

Beş gün sonra öldü. Ö ldüğünde teslim olmuş y a da bozguna


uğramış d eğildi. Kısa süren can çekişınesi başlamadan hemen
önce tacını başına yerleştirdi. En azından burada taç olarak,
izleyeniere hayal gördüğünün somut kanıtını verebilecek bir
leğen ya da başına sarıl m ış eski bir havlu kullanmamıştı. Ha­
yır efendim, eline hiçbir şey almış ve başına onu koymuştu. İm­
paratorluğunun altınla, pırlantalarla ve diğer mücevherlerle süs­
lü alametlerini gören, yalnız oydu. Yatakta doğrulmak için ça­
baladı ama uzun sürmedi, yatağa düştü. Oysa yüzü, parıl pa­
r ı ! parlayan bir mutl u l u k halini uzun süre m u hafaza etti.
"Tacıma iyi bakı n " d i ye mırıldandı.
Sonra yüzü ciddileşti. Çünkü ölüm ciddidir. İki dakika ka­
dar can çekişti, yüzü dehşetle çarpıldı ve tahttan ebediyen çe­
kildi.

cc ı

Quincas Borba'nın da sonunu anlatmak istiyorum size. O da


hastalandı, bitmek tükeornek bilmez inlemelerle i nledi, çılgın
gibi koşturarak sahibini aradı . Üç gün kadar sonra sabahın
erken saatlerinde sokakta ö l ü bulundu. Eminim bir köpeğin
ölümüne özel bir böl üm ayrıldığını görünce, m uhtemelen ki­
taba ismini verenin köpek nıi voksa adaşı mı olduğunu merak
edip neden o değil d e öteki diye soracaksınız . . . Bu soru, bi-

283
zi çok uzakl ara götürecek başka sorulara gebedi r . . . Gözya­
şınız varsa, aradan fazla zaman geçmeyen bu iki ölüm için ağ­
layı n . Eli n i zde sadece kahkahalarınız varsa, gül ü n . Bunların
ikisi de aynıdır. Rubiao'nun yalvarmalarına rağmen güzel Sop­
hia'nın bakmadığı Güneyhaçı, insanoğlunun gözyaşı i l e kah­
kahasını birbirinden ayıramayacak kadar yükseklerdedir gök - ·
yüzünde . . .

You might also like