Professional Documents
Culture Documents
Kültür Yayınları
filozof köpek
Machado de Assis
Il
5
yor, ne Ruhiiio'nun gözleriyle takip t:uıgı kayı kla ne de ka
y ı kçıyla i lgileniyordu. Kalbinin söyled iği şuydu: Eğer Pieda
de'nin öl mesi gerekiyorsa evlenmeden öl mesi çok iyi olmuş
tu. Yoksa arkasında bir çocuk bırakabi lirdi. -Ne güzel bir ka
y ı k ! - Böylesi daha iyi oldu! -Adam küreklere ne biçim asılı
yar!- Şu anda ikisi d e kesin cennettedirler!
III
Bir uşak kahvesini getirdi. Rubiao fincanı aldı. İçine şeker ko
yarken gümüş tepsiye kaçamak bir bakış att ı . Gümüşü ve al
tını seviyordu. Bronzu sevmiyordu ama arkadaşı Palha bron
zun da çok değerli hir madde olduğunu söylemişti. Misafir oda
sındaki i k i ht.ısttiıı, Mefistofeles ile Fa ust'un orada olmaları
nın nedeni de buydu. Ona kalsaydı, ince gümüş işçiliğinin ha
rika bir ürünü olan gümüş tepsiyi seçer d i . Uşak h iç kıpırda
madan ve hiç gülümsemeden öylece bekl iyord u . İspanyoldu.
Rubiao, Christiano tarafından kendisine gönderi len uşağı öy
le hemen kabul edip eve alınamıştı. Minas'lı zenci uşakların
dan memnun olduğunu ve evde yabancı bir dil duymak iste
mediğini kaç kere söylerse söylesin, arkadaşı beyaz uşaklara
ihtiyacı olduğunu söyleyerek ısrar etmişti. Sonunda Rubiao is
temeden de olsa arkadaşına boyun eğdi. Orijinal bir antika par
ça gibi misafir odasında bulundurmak istediği o iyi uşağı, mut
fakta bile kendine yer bu lamadı. M u tfağı Jea n adlı bir Fran
sız kapınca zenci uşağın rütbesi daha da aşağı i n d i .
" Q uincas Borba çok m u huzursuzl andı ? " d i y e sordu R u
biao, kahvesinden son b i r yudum alıp, tepsiye son b i r bakış fır
latırken.
"Me parece que si*."
"Gidip o n u serbest bırakayım."
Ama gitmedi. Mobilyalara bakarak oyalandı. Duvarda iki
6
bronz büstün üzeri nde asılmış olan İ ngiliz taşbaskısı resim
leri görünce Pal ha'nın karısı güzel Sophia'yı düşündü; gözle
rinde derin bir bakış, birkaç a d ı m atarak odanın ortasında
ki divana oturdu.
Üçümüz bir şeyler almak için çarşıda etrafa bakınırken bu
iki küçük resmi a lmaını isteyen oyd u . Ne kadar da güzeldi o
gün. En beğendiğim yeri, omuzl arı . Albay ' ı n balosunda gör
müştüm; ne omuzlar! M um gibil er. Öylesine pürüzsüz, öyle
sine beyaz ! Kolları da öyle. Ah o biçimli kollar!
Rubiao iç çekerek bacak bacak üstüne attı ve sabahlığının
püskülüyle dizine vurmaya başladı. Bir taraftan tam anla m ıy
la mutl u olmadığım h issediyor, bir tarafta n da mutlak mut
luluğa çok uzak olmadığı nı düşünüyordu. Sophia'nın ona kar
şı tavırlarını, nasıl baktığını aklına geti riyordu . Sevgi dolu o
hareketlerin tek bir anlamı olabilirdi: Kendisinden hoşlanıyor
d u . Çok hoşlanıyordu. Rubiao yaşlı bir adam değildi. 4 1 ya
şındaydı. Üstelik daha genç gösteriyordu. Bu gözlemin peşin
den bir hareket geld i . Eliyle, artık her gün tı raş edi len çenesi
ni okşadı. Eskiden her gün tıraş olmazdı. Hem böylesi daha
ekonomik olduğu için hem de gerekıned iği için. Ne de olsa
o zamanlar basit bir öğretmendil İki yandan favori bırak ı r
dı (gerçi sonradan saka! bı raktı ) . Favorileri yumuşacık olur
du. Aralarından parmaklarını geçirmekten büyük zevk alırdı.
İlk karşılaşmalarını hatırladı. Vassouras tren istasyonunda kar
şılaşmışl ard ı . Kendisi Minas'tan geliyordu . Sophia, kocasıy
la birlikte onun bulunduğu kampartımana bindiği anda o se
vecen gözleriyle karşı karşıya gelmişti. Sanki peygamberin, " Ey
susayanlar; gelin s uyumdan içi n " demesi gibi davet eden, teş
v i k eden gözler. Aslında o zaman zihninde bu davetkar göz
lere uygun olmayan düşünceler dolanıp duruyor, kendisine ka
lan miras, vasiyet, malların neler olduğu gibi düşi.incelerle do
lup taşıyordu kafası. Zaten bunları sırasıyla anlatmadan onun
ne bugü nkü ne de gelecekteki halini siz de anlayamazsınız. O
zaman Rubiao'yu orada, Botafogo'daki evi nin misafir oda
sında, saba h lığı nın püskülüyle d izleri üzeri nde tempo tutup
güzel Sophia 'yı düşünür halde bırakalım. Gel in benimle sev-
7
gili okurlarım, birkaç ay öncesine dönüp, Quincas Borba'ııııı
yatağın ı n kenarında oturan Rubiao'ya bi r bakalım.
IV
9
" Peki ama neden ona Bernardo ismini vermediniz? " Ber
nardo, yerel rak iplerden birin i n ismiyd i .
" Bu d a özel nedene giriyor. Eğer sevgili köpeği mden önce
ölürsem, ki öyle ol acağını sanıyorum, adım onda yaşayacak.
Bak ıyorum gülüyorsun uz. " Rubiii.o, hayır işareti yaptı .
" Gülmeyin sevgili dostum, gülmeyin. Çünkü ben i m kade
riın ölümsüzlük. Büyük kitabımla sonsuza kadar yaşayacağım .
O ki tabımı okuyamayanlarsa köpeği Qu i ncas B o r b a diye
çağı rd ıkları zaman ben -"
İsminin söylendiğini duyan köpek, heyecanla Quincas Bor-
ba'nın yatağına atlayı p Quincas Borba'ya baktı .
" Zavallı dostum. İyi dostu m . Hayattaki tek dostu m . "
"Tek dostum m u ? "
" Kusura bakmayın, siz d e benim dostumsunuz. Bunun ga
yet iyi farkındayım ve bunun için size müteşekki rim. Canım,
hasta bir adamın kusuruna bakmayın artık. Sakın sayıklarna
ya başlamış olmayayı m ? Şu ayna yı uzatır mısınız. "
Ru biii.o aynayı verdi. Hasta adam birkaç saniye boyunca
bir deri bir kemik kalmış yüzüne, yavaş fakat emin adımlar
la yaklaşan ölümünü görebildiği yüksek ateşin etkisi altında
ki gözlerine baktı. Sonra solgun ve alaycı bir gi.ıli.ımsemeyle
şöyle dedi:
" Bu rada, dışarıda görd üklerim, ben i m içimde hissettik le
rime uyuyor. Öli.ıyoruın sevgili Rubiao, bırakın şimdi öyle işa
retler yapmayı, ölüyorum. İnsan ölümden neden bu kadar kor
kar?"
" Sizi n b u konuda bell i bir felsefeniz olduğu n u bil iyorum.
Ama şimdi bunları bırakalım da yemeği konuşalım. Ne yemek
istersiniz ? "
Quincas Borba kalkarak yatağın kenarına oturdu v e ayak
larını aşağı uzattı. Üzerinde pantolon veya pijama yokken ba
cakları nın ne kadar i nce göri.ıneceği tahmin edilebilirdi.
"Ne pişi rel i m ? Ne istersiniz ? " diye aceleyle sorusunu tek
rarladı Rubiii.o .
Ama hasta güli.imseyerek, " Hiçbir şey" diye cevap verd i.
" Belli bir felsefe. Ne kadar d a aşağı layarak söylediniz bu n u .
lO
Hadi bakalım tekrar söyleyin. Tekrar duymak istiyorum. Bel
li bir felsefe ! "
" Aşağılamadım. Ben kimim k i felsefeyi aşağılayayı m ? Ben
demek istiyorum k i ölümün bell i bir sonucu olmadığına i na
nıyor olabilirsiniz çünkü muhtemelen bunun için bel l i neden
leriniz, bell i i l keleriniz vardır-"
Quincas Borba ayaklarıyla terliklerini aramaya başladı. Ru
biao terlik leri ona yaklaştırdı. Terliklerini giydi, ayağa k a l k
tı, köpeği okşadı, bir sigara yaktı, baca k larını açmak için yü
rümeye başlad ı . Rubiao hemen giyinmesini istiyordu . Arala
rından bir seçim yapınası için ceketini, yeleğini, sabahlığını ve
paltosunu getirdi. Quincas Borba bir el işaretiyle hepsini red
detti. Bugün çok farkl ı görünüyordu. Daha içedönük görü
nen gözleri beyninin çalışmasını izliyor gibiydi. Uzunca bir sü
re odada dolaştıktan sonra Rubiao'nun tam önünde d u rd u .
VI
ı1
hemen D i reita Sokağı'ndaki eczaneye götürdüler a m a artık
çok geçti. Kafasında derin bir yara vardı. Bir hacağı ve bir
omzu kırı l mıştı. Her yanı kan içindey d i . Birkaç dakika son
ra ö l dü . "
" Trajik b i r ölümmüş. "
" Değil d i . "
" Değil miydi ? "
"Sonrası n ı d a dinleyin. Kaza şöyle olmuş. Yük a rabasının
sahibi de şapelin avlusundayınış ve çok açmış çünkü sabah çok
erken ve hafi f b i r kahva ltı yapmış. Bulunduğu yerden araba
nın sürücüsüne bir işaret verince o da patronunun emrini ye
rine getirmek için atları kı rbaçlamış. Araba, yolun ortasında
bir engele rastlamış ve o engeli yıkıp geçmiş. İşte o engel, a n
neannemdi. O eylemler silsi lesi nin ilk eylemi, bir korunma iç
güd[isü; İnsa nlık acıkmış. Eğer orada anneannemin yerine bir
köpek ya da bir sıçan olsaydı anneannem ölmeyecekti ama İn
sanlık hala bir şeyler yeme ihtiyacı hissedecekti. Orada köpek
ya da sıçan yerine Byron ya da Gonçal ves Dias gibi bir şair
olsaydı durum biraz farklı olacaktı çünkü ölen şairler hakkın
da an ma yazısı yazma k için güzel malzeme ç ı k m ı ş olacaktı .
Ama bu durumda bile temel gerçek değişmeyecekti. Şairleri
ister ünlü, ister adı bile duyulmamış olsun, i nsanın ezberin
den bi rkaç şiir eksik olacak diye d ü nyan ı n sonu gelmez. Oy
sa İnsanlık (en önemli şey budur), İnsanlık mutlaka yemek ye
mel idir. "
Rubiao bütün di kkatini vererek dinlediği ve gerçekten an
lamak istediği halde arkadaşının neden anneannesinin ölümü
nü bir zorunluluk olarak tanımladığını anlayamam ıştı . Ara
banın sahibi, ne kadar geç kalsa da herhalde açlıktan ö l me
den önce evine varacaktı ama o iyi kadın artık yoktu. Hem de
sonsuza kadar yoktu. Arkadaşına bu düşüncelerini onu kır
mayacak şekilde anlattıktan sonra sordu:
" Peki bu bahsettiğiniz İnsanlık ned i r ? "
" İnsanlık il kedir. Ama durun b i r dak ika. B i r şey söyleme
yeceğim. Siz bunları a nlayamazsınız sevgi li Rubiao. Konuyu
değişti relinı . "
12
" Devam edi n . "
Yürüyüşüne o ana dek devam eden Qui ncas Borba, bir an
durdu.
" Yoksa benim öğrencim m i olmak istiyorsunuz ? "
" Evet . "
" Peki. Felsefemi aşama aşama anlayacaksınız. Felsefemi
tamamen öğrendiğiniz gün, ah işte o gün, en büyük mutluluk
lar sizin olacak. Çünkü gerçek kadar i nsanı mest eden, zevk
ten delirten bir şey yoktur. i nanın bana, İnsanlık her şey i n en
üst noktasıdır. insa n l ığı formüle eden ben d e d ünyadaki en
m ü kemmel insa n ı m . Bak ı n ! Görüyor musun güzel Q u i ncas
Borba'm bana nasıl bakıyor? İşte İnsanlık . "
" Bu İnsa n l ı k nasıl b i r şey ? "
" İ nsanlık ilkedir. Her şeyde evrensel, biricik, ölümsüz, her
kese ait, bölünemez ve yok edilemez bir öz, bir ilke vardır. Bu
öz aynı özdür ve gizlidir. Büyük Camöes'in sözleriyle dile ge
tirirsek bu i l ke şudur:
13
tates tarlası nı barışçı biçimde paylaşsalar ki mse yete r l i gıda
alamayacak ve açlıkran ölecekler. Demek ki barış, burada yok
edici bir şey. Savaş ise i n sanları koruyor.
"Kiiylerden biri diğer köylüleri öldürüyor ve gan i meti ele
geçi riyor. Sonra d a gelsin sevinç gösterileri, marşlar, tezah ü
ratlar, ödüller ve savaşçı l ığın diğer tüm sonuçları. Sa vaş ol
masaydı, böylesi gösteriler de o l ınayacaktı. Bunun da gerçek
çi bir nedeni vardır. İnsan sadece kendisinin hoşuna giden ve
ya ona belli bir avantaj sağlayan şeyleri sever ve böyl e şeyle
ri anar. Doğal olarak kimse kendisine karşı olan, kendisini ele
veren eylemleri yüceltmez. Gal i p patatesleri a l ır; mağl uba da
nefret ya da merhamet duygıısıı kal ır."
" Peki yok edileıılrriıı diişiiııcderi ne olaca k ? "
"Kiıııse vok cdılıııo.. Hi�,"iııı vok olur ama ö z aynen kalır.
Sııyıııı byıı.ıııı.ı�ıııı giırıııediııiz ıııi? Sürek li olarak su kabar
ukları oluşıır ve yok olur ama sıı aynı su olarak kalır. İşte bi
reyler o sıı kabarcıkları gibi geçicidir. "
" İyi d e o zaman s u kabarcı klarının düşünceleri n e ola
ca k ? "
"Su kabarcığının düşüncesi olmaz. Dünyan ı n belli parça
larındaki insanları silip süpüren korkunç veba salgınlarından
daha üzücü bir şey yok gibi geli r i nsana, değil mi? Ama yine
de şeytani hastalık, kötülük denen o hastalık aslında insanoğ
luna lütfedi l miş bir nimetten başka bir şey değildir. Çünkü va
roluşunu sürdürme gücünden yoksun, zayıf organizmaları yok
ettiği gibi bilimsel gözlemlere ve tedavi edici ilaçların icat edil
mesine yol açar. Hijyen denilen şey, asırlardır süren pisliğin
ürünüdür. Hijyeni hastalıklar ve enfeksiyonlar neden iyle ölüp
gi den mi lyonlarca bi reye borçluyuz. Hiçbir şey kaybolmaz.
Her şey kazanılır. O raya dönersek, suda hala su kabarcıkla
rı vardır. Şu k itabı görüyor musunuz? Don Quijote. Elimde
ki nüshayı yok ettiğim takdirde kitabın kendisini yok etmiş ol
mam. Kitap benim yok etmediğim nüshalarda ve bundan son
ra yapılacak basınıla rd a sonsuza kadar varlığını sürdürecek
tir. Ebedi ve güze l d i r, ebed i l iği güzeldir. Ayn ı bizim ilahi, i l a
hiden de öte dünyamızın kendisi gi bidir. "
14
VII
VIII
15
" Bazı özel meselelerimle ilgileneceğim. Bir planım var ve
o kadar mükemmel, yüce bir plan ki siz bile anlayamazsınız.
Bu kadar dobra kon uşmaını hoş görün Rubiiio ama bu iç
ten l iği başkasına göstermek yerine size gösterıneyi tercih ede
rim . "
R ubiiio , zamanla b u projenin de diğerleri gibi u n utulaca
ğını sanıyordu ama yanılm ıştı . Üstelik hasta, giderek iyileşi
yordu sanki. Yatmıyor, sokağa çıkıyordu. Hatta arada bir şey
ler de yazıyordu. Bir hafta sonra, noter çağırmak i stedi.
" Noter m i ? "
" Evet. Vasiyetimi yazdırmak istiyorum. Ya d a notere biz
gi delim. İkimiz. "
Üçü birli kte gitti ler. Çünkü köpek, sahibi v e efendisinin
kendisi olmadan evden çıkmasına izin vermedi. Quincas Bor
ba bütün formaliteleri yerine getirerek vasiyetini yazdırdı ve
huzur içinde evine dönd ü . R ubiiio, kalbinin ç ılgınca çarptı
ğını d uyuyord u .
"Rio de .Jaııeiro'ya yalnız gitmenize izin veremem" dedi ar
kada�ıııa.
"geııinıle gelıııek zorunda deği lsiniz. Üstelik Quincas Bor
ba gelmiyor ve onu sizden başka kimseye emanet edemem. Evi
olduğu gibi bırakıyorum. Bir ay sonra dönerim. Yarın yola çı
kıyoru m . Köpeğin beni evden ayrılırken görmesini istemiyo
rum. Ona iyi bak ı n Rubiiio . "
"El bette ona iyi bakanın . "
" Yemin eder misiniz ? "
" Günümlizü aydınlatan güneş üzerine yemin ederim. Hem
ben çocuk muyum ki bana güvenmiyorsunu z ? "
"Sütünü, yemeğini zamanında verin, banyosunu her zaman
ki gibi zamanında yaptırın. Onu dolaştırmaya çı kardığınız
da kaçınaması na dikkat edin. Hatta, hayır hayır, dışarı çıkar
mayın. Sakın d ışarı çıkarmay ı n . "
" M erak etmey i n . "
Quincas Borba, öte k i Q u i ncas Borba'ya ağlıyordu. Ev
den ayrılı rken köpeği görmek i steme d i . Gerçek ten d e ağl ı
yor; cehennemin dipsiz uçurumuna düşmek üzere o l a n ka-
16
ranl ı k bir ruhun damla damla çözül üşü gibi d el i l iğ i n i n göz
yaşlarını ya da sevgis i n i n gözyaşlarını, hangisi o lu rsa olsun
gerçek gözyaşlarını Minas Gera i s ' i n veri m l i toprağına saçı
yord u .
IX
17
nuşurken ağlı yordu . Gerçekten ağlıyordu, hiç d urmamacası
na. " Hemen dostunu savunmaya geçti: " Bu köpek sahibinin
saygısını tamamen hak ediyor. O da ayrı bir kişi . "
Doktor kurdelesini düzeltmek için hasır şapkasını başın
dan çıkardı . Gülümsed i . " Nasıl ya n i ? İ nsan gibi mi ? "
Rubiao ısrarcıydı. Köpeğin normal bir insan olmadığını ama
duygularının olduğunu, hatta hüküm verme yetisine sa hip bu
l u nduğunu söyledi. " Bakın bir keresinde ne o l d u -"
" Hayır, hayır, teşekkür ederim, şimdi değil , sonra anlatır
sınız. Şimdi hemen yılancık çıkaran bir hasrama gitmem la
zım. Ama Quincas Borba'dan mektup gelirse ve mektup özel
mektup değilse, bir görmek isterim. Köpeğe saygılarımı i letin"
dedi ve çı ktı .
Bazı insanlar R ubiao'yla ve köpeğin onu koruması yerine
onun köpeği koru ması soru mluluğuyla dalga geçmeye başla
dılar. Hir de laka plar tak maya başlamışla rd ı . Şi mdi öğretmen
lwyiıı ycııi ıııc�lt·i�i ııc olnııı� o l ı ı yo rd ıı ? Köpek muhafızı mı ?
Rııhı.ı", ""·ıııl.ırd.ııı \t·kiııırdı. 1\�lılllLı t i i ııı hıı yaşadıkları ona
"ı,ııı.ı gt·livordıı; v.ıh;ıııLıLırdaıı kaçı yor, köpekten iğreni
yor, kl"ııdıııe v e doğduğu gii ne lanetler yağd ırıyordu. Keşke
m i rastan pay almak gibi bir umuda kapılmasaydı. Zaten mi
ras da azıcık bir şeydi.
Sevg i l i dostu m,
Eminim benden ses çıkmaması sizi meraklandırmış
tır. Size yazmamarnın nedenleri var. Kısa süre sonra eve
döneceğim ama şimdilik size gizli, ama çok gizli hir me
seleyi d uyurmak istiyoru m .
Rubiao, ben kimim? Ben, Aziz Augusti n us'um. Bu-
ıs
na güleceğinizi biliyorum çünkü siz bir cahilsi n iz, Ru
biao. Aramızdaki dost l u k ve samimiyet, bana bu ke
l i meyi kullanma hakkı veriyor. Ben de bu hakkımdan
taviz vermiyor ve son kez kullanıyorum. S iz bir cahil
si niz!
Dinleyin cahil adam. Ben Aziz Augustinus'um. Bu
nu da geçen gün keşfettim. Hemen iti raz etmeden ön
ce bir dinleyin bakal ı m .
Aziz Augustinus'la hayatımızdak i h e r şey t a m o l a
r a k uyuyor. O da b e n de hayatımızın bir kısmını zev
ku sefaya ve sapkın inançlara ayırmışız. Bu arada, İn
sanlık felsefemle uyuşmayan her şeyi sap kın inanç sı
nıfına soktuğumu söyleyeyi m . Sonra, i k imiz de hırsız
lık yapmışız. O , k üçükken K artaca 'da armut çalmış,
ben de gençken arkadaşım Braz Cubas 'ın saatini çal
mıştım. ikimizin anne leri d e i ffetli ve d i ndar k imseler
d i . Ve son o l arak o da benim gibi var olan her şeyin
iyi olduğuna inanmış ve bu inancını İtiraflar'ının VII.
k i tabının XVI. bölümünde belirtmiş. Tek bir farkla k i
ona göre köt ü l ü k, yolundan s a p m ı ş i radedir. Geçmi
şe, daha kötülüğün olmadığı ve her şeyin iyi olduğu za
manlara özgü bir hayaldir, hataya, yanlışlığa verilen bir
tavizd i r.
Elveda cahil adam. Eğer kulaklarınızı kaybetmek is
temiyorsanız, sakın size y u karıda emanet ettiğim sır
rı ki mseye açmayın. O sırrı koruyun ve asla a nlama
sanız da benim gibi büyük bir adamın arkadaşı olmak
gibi bir şansa sahip olduğunuz için şükred i n . Beni za
manla a nlayacaksınız. Barbacena'ya döner dönmez bü
yük bir adamın nasıl olduğunu size anlatacağım. Hem
de bir eşeğİn bile a nlayabileceği basit ve açık cümleler
le anlatacağı m. Elveda. Zavallı Quincas Borba'ma se
lamlar. Sakın sütünü vermeyi unutmayı n . Sütünü ve
rin ve banyosu n u yaptı rın. Elveda, elveda.
Sadık dostunuz
Q uincas Borba
19
Rubiao mektubu neredeyse elinden düşürüyordu . Aklına
dostunun şaka yapabileceği geldi ve mektubu yeniden okudu.
Ama yine aynı izlenimi aldı. Şüphe kalmamıştı artık, dostu de
l i rmişti . Zavallı Quincas Borba ! Meğerse onun o ilginçlikleri,
s ı ra dışı lı kları, eksantri kli kleri , sık sık değişen ruh ha l leri,
mantıksız dürtüleri, orantısız merhamet gösterileri, sadece ve
sadece beyninin tamamen çökmesinden önce gelen belirtilermiş.
Ölmeden mezara girmek gibi bir şeymiş. Ne kadar iyi, ne ka
dar mutlu bir adamdı oysa. Biraz küstahtı ama bunun nedeni
hastalığıydı, belli ki. Rubiao, gözlerinin yaşı nı s i l di . Sonra da
mi rası hatırladı. Aklına bir kere daha ne kadar iyi bir arkada
şını kaybedeceği geldi ve daha da büyük bir üzüntüye kapıldı.
Mektubu bir kere daha okudu. Ama bu sefer sindire sin
dire, kel i meleri analiz ederek, anlamlarını çözmek için tek tek
ele a larak ve fi lozofun kendisine nasıl bir eşek şakası yaptı
ğı nı bulmak içiıı uğraş;ırak okudu. O da el bet bu tür şakalar
y ap ı ııa � ıııı hilirdı. /\ıııa ıııektuhu okudııkça fela ket kuşkula
rı d.,grııl.ııııyordu. 1V1l'ktuhıııı soııuııa ge ldiğinde a rtık yüzü
\;tp\.trı .,ıııııı�tu. /\L;ıh;ı V;ısıyette bulunan bir kişinin zihni me
k-h · k-riııı n yetersiz olduğu kanıtlanırsa vasiyet geçersiz mi sa
yılırdı? Yoksa mirası alamayacak mıyd ı ? Gözleri karardı . Ka
pıdan doktorun girdiğini gördüğünde mektup hala açık ola
rak elinde d uruyordu. Doktor, hastasından ne haber var diye
sormaya gel mişti . Postacı ona hastasından bir mektup gel di
ğini söy !emiş. Aca ba o mektup, elindeki mektup m uy d u ?
" Evet o mektup bu ama . . . "
" Özel şey ler va r."
"Ewt. Tamamen ikimiz arasında kalması gereken bazı şey
ler var. Müsaade ederseniz . . . "
Ru biao, bunu söy lerken mektubu cebine koydu. Doktor
evden çıktığı anda bir oh çekti. Az daha Quincas Borba'nın zih
ni melekelerinin yetersiz olduğunu kanıtiayabilecek çok önem
li bir şeyi i fşa edecekti. Ama hemen a rdından da bu hareke
tinden ötürü kendinden utandı. Mektubu göstermeliydi. O ka
dar büy ük vicda n azabı duydu ki mektubu doğrudan dakto
run evine yollamayı bile düşündü. Kölelerden birine seslen-
20
d i . Ama köle yanına geldiğinde fikrini tekrar değiştirmişti. Hiç
de akıllıca bir hareket olmaz bu, d iye d üşündü. Öyle ya, has
ta adam kısa zaman sonra, birkaç gün içinde çıkıp gelebilir,
mektubunu isteyebilir, bularnazsa da kendisini d üş üncesizce
davranmakla, hatta i ha netle bile s uçlayabilirdi. Hemencecik
kapıl ıverdiği vicdan azabı, bir dakikadan uzun sürmedi .
Köleye, " Bir şey istemiyorum" dedi ve tekrar miras konu
sundaki düşüncelerine döndü. Mi ktarını hesapladı. Herha l
d e 1 O conto'da n az o lmazd ı . O parayla d a bir arazi ve bir al
tın madeni alıp işletebil i rd i . Hatta, d a h a a z bir paraya, me
sela 5 conto'ya bile razıydı. 5 conto m u ? Fazla bir para sayıl
mazdı. Zaten her halükarda bundan fazla bir para a lırdı. Ama
bu kadar olsa bile en azından bir şey almış demekti ve hiç yok
tan iyiyd i . 5 conto. Ya vasiyet geçersiz sayılırsa, daha da kö
tü olacaktı. Demek k i 5 conto, iyiydi.
XI
XII
21
Sonra da haberi bir kez daha okudu. Haberde saygın bir
adamdan bahsediliyor, adamın felsefi bir mücadele verdiği söy
leniyordu. Del irdiği anlatılmıyordu. Tersi ne, hastalığına bağ
lı olarak son anlarında sayrı landığından ba hsed i l m i şti. Gü
zel! R u biao mektubu tekrar okudu. Şa ka tezi şimdi daha
kuvvetlenmişti . Elbette Rubiao'ya her türlü şakayı yapabile
ceğini iyi biliyordu ve biraz eğlenmek istemişti. Kendini Aziz
Augustinus yerine Aziz Hi larius'a ya da Aziz Ambrosius'a da
benzetebi lirdi. M uammalı bir mektup yazıp arkadaşı n ı n ka
fasını iyice karıştırmak istemişti ki kendisi, yani Quincas Bor
ba dönüp de arkadaşı n ı n haline gülene kadar hep öyle kal
sın. Zavallı arkadaşı. Aslında aklı tamamen başınday d ı . Ak
lı başındaydı ve ölüydü. En azından artık acı çekmiyordu. Kö
peği gördü ve iç geçirdi:
" Zavallı Quincas Borbal Sahi binin öl düğünü bi lseydi . . . "
XIII
22
ze bu notu özel olarak göndermeınİ ve derin şükran
larını sunmaın ı istedi. Kalan işlerin mahkemeler tara
fından halledileceğini de ekledi .
XIV
23
ne izin vermeyecekti. Kötü insanlar m utlaka ona bir şey yap
mak isteyeceklerdi. Kısacası R ubiao köpeğe köpek gibi deği l ,
insan gibi davranacaktı. Ölünce de kendi arazisi üzerinde onu
giizel bir yere uygun biçimde törenle gömecek, mezarını çi
çek lerle ve kokulu bitki lerle süsleyecekti. Zamanı gel diğinde
de köpeğin kemiklerini mezardan çıkararak ahşaptan yapıl
m ı ş değerli bir kem i k kutusuna yerleştirecek ve evin başkö
şesine koyaca ktı.
xv
24
bir süre sonra köpeği hatırladı . Vasiyette köpeğe ilişkin bir şart
olması onu şaşırtmamıştı ama zaten onunla arkadaş olduk
ları için böyle bir şarta gerek olmadığını düşünmüştü. Rahmet
linin, hayatlarının mutlu sayfalarının yazarı olan ortak dost
l arının anısına, elbette birlikte yaşayaca klardı. Bu şartı yeri
ne getirmek için özel olarak bazı şeyler yapmak gerekecekti,
mesela şu kemik kutusu. Kim bilir nereden çıkmıştı bu. Öy
l e bir şart k i yerine getirsen günaha girersin d iyordu ki tam,
son anda fikrini değiştirdi: Tanrı öyle istiyorsa öyle olur. İyi kö
pek. Güzel köpek.
Rubiao, para kazanmak için çeşitli işler yaptığını ama bun
ların hiçbirinde başarılı olamadığını asla unutmuyordu. O za
manlar, " erken kalkıp iş işieyenin deği l , Tanrının elini uzattı
ğı kişinin" şanslı olduğunu anlamış ve kendisini şanssız bir
adam olarak görmeye başlamıştı. İşte zengin olmak o kadar
da i m kansız değilmiş. Baksam za o da zengin oldu.
"Ne imkansızı " d iye bağırdı, "bir şeye i m kansız demek,
Tanrıyı inkar etmektir. Tanrı, sevdiği k u l l a rını kol lar. "
Kafasında böylesi düşünceler, damarlarında hızla akan ka
nıyla Rubiao, nereye gittiği ne bakmaksızın şehrin sokakların
da amaçsızca bir o yana bir bu yana vürüyüp duruyordu. Bir
den kafasına şu önemli mesele ta kıldı: Acaba burada yaşama
ya devam mı etmeli, yoksa başkente, Rio d e Janeiro'ya mı ta
şınma lıyd ı ? Önceleri kalma düşüncesi ağır basıyordu; hem
böylece şimdiye kadar pek tanınmadığı, karanlı klarında kal
dığı bu şehri ışıltısıyla parlatmış, o ana kadar kendisine önem
vermeyenlerin, esas olara k da Q uincas Borba i l e dostluğuna
tepeden bakanların gözlerini kamaştı rmış olurdu. Ama son
ra Rio de Janerio'yu düşünü nce, bütün cazibesiyle, debdebe
siyle, tiyatrolarıyla, Fransız modasını takip eden genç ve gü
zel kızlarıyla her şeyini iyi bildiği o şehri akl ına getirince, ora
ya taşınmanın daha iyi olacağına kanaat getirdi. Tabii ki mem
leketini sık sık ziyarete gelip burada da kalırdı.
25
XVI
X VI I
26
"Gel, otur bir dakika. Ne köpeği ? "
"Ne köpeğiymiş " dedi Rubiao. Giderek benzi daha d a sa
rarıyordu . " Sana gönderdiğim köpek. Hatırlamıyor m u sun,
burada birkaç gün kalsın diye sana bir köpek gönderdim. Ba
kacaktım ki hani eğer olursa . . . Neyse, kısacası çok değerli bir
köpek. Benim de deği l . İşte onu almaya . . . Hatırlamıyor mu
sun ? "
" Haa ş u köpek. Sak m hana o yaratıktan bahsetme ! " diye
hızla cevap verdi.
Ufak tefek bir kadındı. Sini rden bütün vücudu titriyordu.
Sinidendiği zaman boynundaki damarlar şişiyordu. " Yaratı k "
d i ye adlandırdığı köpeğin a dını bi l e anmak istemediğini tek
rarladı.
" Sana bir şey m i yaptı Angelica ? "
" Bana b i r şey m i yaptı ? O zavall ı hayvancık bana b i r şey
mi yaptı ? Hiçbir şey yemedi , hiçbir şey içmedi , bebekler gibi
ha bire ağladı ve sürekli kaçmaya çal ıştı . "
Angel ica köpeğin rahatsız edici huylarını sayıp dökerken
Rubiao derin bir nefes aldı. Sonra da bir an önce köpeği gör
mek isted iğini söyledi.
" Arka bahçede. En büyük kafese onu koyduk. Yalnız koy
duk ki diğer köpekler ona saldırmasın. Sen şimdi onu alacak
mısm ? Bana böyl e söylememişlerdi. Onu bana hediye ettiği
ni sanıyordu m . "
" Elimden gelseydi tabii ki verirdi m . Ama veremem çünkü
onu bana emanet ettiler. Üzülme, sana da onun yavrularından
birini veririm. Herhalde bu sözlerim sana başka biri aracılı
ğıyla geldiği için yanlış anlaşı l d ı . "
Arkadaşı, Rubiao'ya yolu göstermek için önünde değil ya
nında yürüyordu. İşte köpek oradaydı; büyük kafesin içinde,
yemek kabmdan biraz uzakta yatıyordu. Kafesin dışmda d i
ğer köpekler v e kuşlar zıplayıp oynuyorlardı. Yol üzerinde b i r
kümes, kümesin biraz i lerisinde, tembel tembel yatan b i r inek
le onun üzerindeki parazirleri gagalarıyla a l ı p yiyen iki tavuk
vardı.
Angelica, " Ho rozuma baksana" dedi.
27
Ama Rubiii.o, sabırsız sabırsız etrafı koklayan ve zenci uşak
kafesin kapısını açar açmaz fı rlayıp kendisine doğru koşma
ya başlayan Q uincas Borba' dan başka bir şeyi görmüyord u .
Müthiş bir sevinç sahnesi yaşandı . Rubiao köpeği okşuyor, o
da lıavlayarak, zıplayarak, Rubiao'nun ellerini öpüp yalaya
rak bu okşamalara karşılık veriyordu .
"Aman Tanrı m, ne sevgi ! "
" Bi rbi rimizi ne kadar sevdiğimizi bil emezsin, Angelica.
Hoşça kal. Söz, yavru lardan birini sana vereceği m . "
XVIII
28
vince kaptırdı, kolları havada ayağa fırladı ve bağırd ı : " Pa
tatesl er galiplere! "
Kendini bu cümlenin cazi besi ne kaptırdı. Son derece ze
kice dile getirilmiş, özlü bir söz olmakla kalmıyordu; hem doğ
ruydu hem de derinlikli bir sözdü. Değişik şeki llerde patates
ler gözlerinin önüne gel iyor, o patatesleri tatlarına, şekil leri
ne ve besi n değerlerine göre sınıflandırıyordu. Hayat denen
ziyafet sofrasındaki yerini a lacağını h issediyordu. Artık mi
deyi bozan kuru kökleri yiyerek idare edilecek zaman geçmiş
ti; yı llardır tabağındaki azıcık yemekle yaşadığı günler geri
de kalmıştı. Bundan sonra ölene kadar önü nde çeşit çeşit ye
mek olacak ve ölüm geldiğinde d e onu yırtık p ı rtık paçavra
lar içinde d eğil, ipek yorganlar a ltında karşılayacaktı. Bir kez
daha o sözü düşündü ve güçlü ve a nıansız olma kararını te
yit etti . Hatta haya l i nde kendine b i r mühür yaptırdı ve üze
rine, " Patatesler galiplere ! " yazdırd ı .
Gerçi bira z sonra mührü falan u nuttu a m a o söz bi rkaç
gün daha kafasında dolanıp d urdu. " Patatesler galiplere ! " Va
siyetname açı lana kadar bu sözün anlamını çözememişti. Hat
ta Rubiao'nun bu sözü saçma ve a n l a msız bulduğunu da ha
tırlarsınız. Siz de bilirsiniz ki insanın gördüğü şey, baktığı ye
re göre değişir. Kamçı, a ncak sapı �en i n elinde olduğu zaman
iyidir.
XIX
29
biao dostunun Katalik olup olmadığından kuşku duyuyordu.
Ama yine d e k i l isede ayin yaptırdı çünkü ayinin, ö l ü lerin is
tekleriııe göre yap· lan bir şeyden ziyade yaşayanlara yönelik
bir soruml uluk ol duğunu düşünd ü . Üste l i k , yine R ubiao'ya
göre, kendini tek mirasçısı olarak atayan dostunun memleke
tinde, en mütevazı, en sefil insanlara bile yapılan bir ayini dos
tu için yaptırmamak, büyük bir skandal olurdu.
Ruhiiio'nun zaferini görmeye dayanamayan bazıları ayine
katılmak için kil iseye gelmeseler de gelen birçok kişi vardı ve
bunl ar hiç de öyle ayaktak ımından insanlar değill erdi . O gün
kiliseye gelenlerin hepsi, eski okul m üdürünün ve öğretmenin
ne kadar sam i m i duygular taşıdığına tanık o l d u lar.
xx
lı-ıııln V;ı rdı ve giir[ın d uğü kadarıyla bütün işlemler kısa sü
rede bitecek gibiydi.
XXI
30
den memnun görünen tek kişi oydu . Tren yolculuğunun çok
yorucu olduğunu söyleyerek aralarındaki konuşmayı başlatan
Palha oldu. Rubiao, gerçekten de yorucu bir yolculuk oldu
ğunu söyleyip, ancak eşek sırtında yolculuk etmeye alışmış bi
ri için trenin öze l l ikle çok yorucu olduğunu, üstelik de hiçbir
çekici tarafı bulu nmadığın ı, ama e l bette eşekle yapılan yol
culuğa göre büyük bir ilerleme anlamına geldiğini ekledi.
" Elbette. Büyük bir i l erleme. "
" Çi ftçi m i s i ni z ? "
" Hayır efen di m . "
" Şehirde m i yaşıyorsunuz? "
" Vassouras'ta m ı ? Hayır, burada bir hafta kaldık. Başkent
te oturuyorum . Bana göre çiftç i l i k son derece onurlu ve hoş
bir iş ama ç i ftçi olmak gibi en u fa k bir fi krim yok . "
Çiftçili kten başlayıp sürülere, kölel iğe ve siyasete adadılar.
Christiaııo Palha, kölelerle ilgili olarak yeni bir yasa getirme
y i düşündüğünü açıklayan hükümete veryansın etti a ma Ru
biiio, onun bu infialine hiç de katılmadı. Çünkü Rubiao'nun
köleler konusundaki düşüncesi, evde bulund uracağı bir uşak
dışında dostunun kendine miras bıraktığı tüm köleleri satmak
tl. Eğer köleleri satarak zarara uğrayacaksa bile, bu zararını,
a ldığı m i rasla telafi edebilirdi. Ayrıca açıklam ayı o da oku
muştu ve açıklanıada var olan kölelere dokunulmayacağı söy
len iyordu. Eh, zaten yeni köle almayı düşün mezken, neden
gelecekte sahip olabi leceği köleler konusunu kafasına taksı ıı
d ı ki ? Hele o uşak bir kendi mülkü olsun, onu da azat edebi
lird i . Pa lha, konuyu değiştirerek siyasete geçti . Meclisten, Pa
raguay'la süren savaştan, genel siyasi konulardan bahseder
ken, Rubiao bütün dikkatini vermiyor, ancak tek kulağıyla din
l i yordu. Sophia'nın d a onu d i n lediği yoktu. Yaptığı şey, güzel
olduğunu bildiği gözlerini bir kocasının, bir de konuştuğu ada
mın üzerine dikmekti.
Palha, yaklaşık yirmi dakika süren sohbetten sonra, " Baş
kentte mi kalacaksınız, yoksa Barbacena'ya mı dö'1eceksiniz ? "
diye sordu .
" Kalmak istiyorum. Kalacağım . Taşradan sıkıldım. Artık
31
hayatın tadını çıkarmak istiyorum . Hatta Av rupa'ya bile gi
debili rinı ama daha karar vermed i m . "
Palha'nın gözleri parladı.
" Harika. Becerebiisem ben de Avrupa'ya giderdim. Ama
şu anda gideme m . Avrupa'ya gitmişliğiniz var m ı ? "
" Hiç gitmedi m . Zaten Barbacena'dan d a b u niyetle ayrı
lıyorum. Bakalım ne olacak . . . İnsanın bir rahatsızlığı varsa bu
nu kafasından atabi lmel i . Ne zaman giderim bilmiyorum ama
gitmek . . . "
" Çok doğru söy lüyorsunuz. Avrupa'da çok hoş şeyler ol
duğu söylenir. Gerçi kesin çok eski şeylerdir bunlar. Hatta biz
de bunların çok daha iyileri vardır. Tabii başkentimizin Lond
ra veya Paris'le boy ölçüşebileceğini iddia etmiyorum ama gö
receksiniz bizim başkenti miz de gayet güzel bir yerdi r. "
" Ben zaten başkenti görmiiştüm . "
" Öyle m i ? "
" Y ı !lar önce. "
"Cel işt iği n i �i>receksiııiz. Kısa süre içinde büyük gelişme
ler oldu. Avrupa'ya �ittiğinizde de . . . "
32
'' Ben de öyle demek istemedim. Şahsen ben de o kadar kı
sa süre içinde gidemem. Barbacena'dan ayrılırken sadece öy
le bir arzu duydum ama belli bir zaman koymamıştı m . K uş
k usuz bir gün gideceğim a ma gelecekte bir gün gideceği m .
Ta nrının i zniyle. "
" Ben de, gitmem yıllar alır derken, Tanrı isterse erkenden
de gidebileceğimi eklemek isteri m " dedi Palha, aceleyle. " İk i
dakika sonra n e olacağını k i m hileb i l i r k i ? Alnı m ıza ne yazı
lıysa o olur. "
B u son cümleye eşlik eden hareketler, itikat ehli, dindar bi
rinin hareketl eriydi ama Sophia onları görmedi ( tam o sıra
da ayaklarını inceliyordu); Rubiao hile son kelimeler i duyma
dı. Çünkü sevgi li dostumuz o sırada başkente gelmesinin ne
denini arkadaşlarına a n latmak için yanıp tutuşuyord u. Ken
d i n den emin bir şek ilde yol arkadaşın ın kulağına tam dökli
leeekti ki, içinde artık son parçaları kalmış kuruntular, olduk
ça zayı flamış olsalar da konuşmasını önlediler. Aman, canım
suç m uydu ki bu ? Hem nasılsa yakında herkes öğrenmeyecek
miydi ? Niye kendini geri çekiyordu k i ?
Sonunda, " Miras k a l d ı d a . N e kaldığını görmek için gel-
d i m " diye m ı rıldandı.
" Babanız ını ? "
" Hayır, bir a rkadaş ı m . Beni tek mi rasçısı i lan etti . "
" Öy l e mi ? "
"Tek mirasçısı. inanın bana, dünyada mükemmel arkadaş
lar var ama onları çok az i nsan sever. Arkadaşım çok kıymet
li, paha biçil mez biriydi. Müthiş hir beyni vardı. Ne zeka ! Ne
bilgi ! Son günlerinde hastalanınca b iraz arsız ve kaprisl i hi
ri olmuştu. B i l irsiniz. Zengin ve hasta olunca, ailes i de olma
yınca, tabii doğal olarak biraz küstahlaşmıştı. Ama aslında pır
lanta gibiydi. Birine hir kez saygı duydu mu, sonuna kadar say
maya devam ederd i . İyi a rkadaştık ama bana hiçbir şey söy
lememişti. Sonra öldü, vasiyetnamesi açıldı ve gördüm ki her
şey i n i bana bırakmış. Gerçekte n . Tek mirasçı. Vas i yetname
de benden başka birine bırakılmış tek bir şey yok. Akrabası
yoktu. Zaten olacak olsaydı da yine sadece hen olacaktım çi.in-
' '
_..,_,
kü benim kız ka rdeşimle evlenecekti ama o da öldü, zavallı
cık. Ben sadece onun arkadaşıydım. Ama belli ki o, arkadaş
lığın ne demek olduğunu biliyordu. Ne dersiniz ? "
" Kesi n l i k le öyle" diye onayladı, Pal ha.
Bizi m k i n i nse gözleri artı k parla m ı yordu; uzak lara dal
mıştı.
R u biao, öyle bir ormana girmişti k i bütün o küçük ta l i h
kuşları ona gelip şarkılar söylüyordu. Mirastan bahsetmek onu
eğlendi riyordu . Kendine kalan kesin miktarı bilmediği ni, an
cak ka baca bir raka m -
" Hesaplamamak daha iyi" diye sözünü kesti, Palha. " Her
halde 1 00 conto'dan az deği l d i r. "
"Çıkın, çıkı n. ,
" Eğer daha fazlaysa k i mseye bir şey söylemeseniz iyi olur.
Üstel i k bir şey daha -"
" Bana öyle geliyor ki en az 300 conto. "
" Bi r şey daha söyleyeceğ i m . İşierinizi yabancılara anlat
mayın. Bana gösterdiğiniz güven için teşekkür ederim fakat ye
ni tanıştığı nız i nsanlarla işlerin izi konuşmayı n . Temiz yüzlü
insan lar, gerçekten temiz olmayabi lir. "
XXII
XXIII
34
ha sabah saatlerinde kendisine iyi sabahlar dilemek isteyen Pal
ha çıkageld i . Kaldığı yerde rahat olup olmadığını soruyor, ar
zu ederse bir tepenin üzerinde olan evine gelebileceğini belir
tiyordu. R ubiao bu nazik daveti geri çevirdi ama Palha'nın,
genç yaşı na rağmen en iyilerden biri d i ye önerdiği avukatı
( uzaktan da a k rabası ol uyormuş) geri çevirmedi .
" Ünlü olup müvekkillerinden sadece a d ı i ç i n para a l ma
ya başlamadan önce ondan yararla nabil i rs i n i z " d iyord u .
Rubiao, Palha'yı yemeğe davet etti v e dolaşmak isteyen kö
peğin tüm protestalarma rağmen onunla beraber avukatın bü
rostı na gitti. Gereken tüm işlemler orada yapıld ı .
P a lh a , " Arayı uzatmayın , S a nt a Theresa'ya a kşam yeme
ği ne gel i n . Sakın çekinmeyin; sizi bekl iyoru m " dedi ve gitti.
XXIV
iS
XXV
XXVI
XXVIII
37
kadar mutluydu ki sahibinin elini bile yaladı ama Rubiao bu
nun üzerine ona hafifçe vurdu. Üzüntüye boğulan köpek, kuy
ruğu bacaklarının arasında, biraz geri çekildi. Ama hemen son
ra, sahibinin bir parmak şıklatmasıyla, yine her zamanki gi
bi neşesi yerine gel d i .
"Sakin o l , sakin o l . "
Quincas Borba, bahçeden çıkıp evin etrafında yürüyen sa
hibini takip ediyord u. Bir an ciddi ve ağırbaşlı b içimde onun
peşinden yürüyor, hemen ardından da zıp zıp zıpl ıyord u . Öz
gür anlarını n tadını çıkarıyord u ama sahi bini de gözden kay
betıniyordu. Şurayı kokluyor, burada durup kulağın ı kaşıyor,
karnındaki bir pireyi yakalamak için orada bekliyor, sonra da
bir sıçrayışta sahibi n i n topuklarıyla arasındaki mesafeyi ka
patıyordu . Ona göre Rubiao, onun iyiliği için dolaşıyordu; o
da bir yürüyüş yapsın, bi raz hava alsın, kapal ı geçen zama
nı telafi etsin diye b u şekilde yürüyordu . Rubiao durduğu za
man, dönüp ne yapacak d iye ona bak ıyordu . Sahibi, mutla
ka onu düşünüp b i r program yapıyordu. Ya beraber y ü rüyü
şe çı kacaklar ya da en az bunun kadar hoş bir program ola
caktı bu, kuşkusuz. Sahibinin kendine tekme atması ya da şöy
le hafi ften bir fiske atması, a k l ına gel m ezdi bile. Karşısında
kine güveni rd i . Eğer sahibi ona vurursa da hemen uııuturd u.
Oysa okşamaları, okşarken sahibi ne kadar dalgın o lursa ol
sun, sonsuza kadar hatırlard ı . Sevilmekten hoşlanırdı ve se
v i ldiğine i nanıyor, böylece de mutlu o luyordu.
Onun yaşadığı yerlerde hayat ne tamamen iyi, ne de tama
men kötüdür. Mesela zenci bir çocuk her gün ona soğuk suy
la banyo yaptırıyordu. Bir türlü alışamadığı bu banyo onun
kafasını karıştırıyord u . Sonra onu seven aşçı Jean i l e sevme
yen İspanyol uşak vardı . Rubiao zamanını ev d ışında geçiri
yordu ve kendisine kötü davranmıyordu. Eve girmesine izin
veriyor, öğle ve akşam yemeklerinde hazır bulunuyor, kendi
siyle beraber oturma ya da çalışma odas ı na geliyordu. Bazen
kendisiyle oynuyor, hatta kendisini zıplatıyord u. Ama resmi
misafirleri gel ince, onu dışarı çıkarttırıyordu. O zaman İspan
yol uşak önce nazik davranıyor ama kendisi d irendikçe lı ı rs-
38
lanıp kulağından ya da hacağından çekerek evden ç ıkarıyor
ve içeri girmesini önlemek için bütün yolları tıkıyordu.
"Perro del inferno!"
Sahibinden ayrılan v e canı yanan Quincas Borba, gidip bir
köşeye yattı. Uzunca bir süre orada öylece d uraca ktı . En ra
hat pozisyonu bulana kadar bir o yana bir bu yana döndü son
ra da gözleri n i kapad ı. Ama uyuduğu n u sanmayın; d üşünce
lerini topl uyordu . Akl ına bazı görüntüler geliyor, bu görün
tLi leri birbiriyle birleştiriyordu . Belki de hayal i nde çok uzak
larda kalmış bazı görüntüler canlanıyor, yarım yamalak ve çok
belirsiz de olsa ölmüş arkadaşının yüzünü görüyor, sonra bu
görüntü şu andaki arkadaşın ı n yüzüyle birleşerek tek bir yü
ze dönüşüyordu. Ta b i i başka düşünceler de vard ı .
O ana kada r b i r sürü ş e y d üş ü n m üştü; ç o k fazla şey. El
bette bunlar bir köpeğin düşünceleriydi, yani düşünce zerre
leriydi. Okur diyebilir ki, hatta zerreden de küçük olmalı. Ger
çek şu ki, kısacık sürelerle açılara k anlamlı anlamlı boşluğa
bakan o gözler, içinde çok derinlerde parlayan bir şeyleri, ( bir
köpeğin vücudundan bahsederken tam o larak nasıl denir, bi
lemiyoru m ) ama herhalde bir k uyruğun veya bir kulağın an
latamayacağı bazı şeyleri an latmak istiyordu. A h i nsanoğlu
nun zava l l ı , yetersiz d i l i !
Sonunda uykuya daldı. Bazıları bulanık, bazılarıysa daha
yeni olduğu için daha belirgin görüntüler, bu kez de rüya kılı
ğına bürünerek, biraz oradan biraz buradan, Quincas Borba'nın
içinde oynaşmaya başladılar. Uyandığında, onu rahatsız eden
ne varsa unutmuştu. Gerçi b iraz şey görünüyordu (okuru ra
hatsız etmemek için melankolik demeye l i m ) . Melankoli tabi
ri ü lkeye atfen kullanılır, bir köpeğin melankolisinden bahse
dilmez çünkü ülkemizin melankolisi bizim içimizdedir. Eğer bu
nu bir köpeğe mal edersek, içimizdeki ınelankoliyi harici bir şey
hal i ne getirmiş ol uruz. Ama böyle de olsa, Quincas BG; ba'nın
ifadesi, kısa bir süre önceki neşeli ifadesine hiç benzemiyordu.
Gerçi aşçıdan bir ıslık ya da sahibinden bir hareket görmesin,
anında bu neşesiz ifade kaybolur, gözleri parlar, bumunu mut
lu m utlu buruşturur, ayaklarına kanat takmış gibi uçardı.
39
XXlX
40
bahsediyo rdu. Fa r k l ı gül çeşitlerini a n latıyor, güller hak
kında çeşitli şeylerden bahsediyor ( mesela bir gül ağacının ka
l ı nlığı nı göstermek için başparmağı ve işaretparmağı y l a yu
varlak yapm ıştı ) ve en iyi güllere sahip o la n kişileri sayıyor
du. Ama tabii ki en güzel güller Ruhiiio'nun gülleriydi . Şu gül
çok ender bulunan bir ci nsti . Bu da öyle. Bahçıvansa hayret
ler içinde kalmıştı . Bütün gülleri i nceledikten sonra Rubiiio
şöyle d ed i :
" Haydi içeri gel i n d e size b i r şeyler ikram edeyi m . N e ar
zu eders i n iz ? "
Freitas, fark etmeyeceği n i söyledi. Eve gel ince, evin eşya
ları konusunda hayranlığını belirtti. Bronzları, resimleri, eşya
ları dikkatle i nedeyip pencereden denize baktı.
"Gerçekten de" dedi, " bir soyl u gibi yaşıyorsunuz."
Gül ümsedi Rubiao. " Soylu . " Bir benzetme olsa bile böy
le bir kelimeyi duymak pek güzel olur. O sırada İspanyol uşak
elinde gümüş tepsi üzerindeki bardak lar ve l i körlerle içeri gir
di. Rubiiio için pek hoş bir andı. Likörteri misafirine bizzat gös
tererek tanıttı ve sonunda piyasada bulunabi lecek en üstün li
kör ola ra k kabul edilen bir l i kör tavsiye etti. Freitas ise k uş
kulu gözlerle bakıyord u .
" Abartmışlard ı r " dedi.
İ l k yudumu alıp yuttu. Sonra i k i nc i y u d u m u n u , sonra
üçüncüsü n ü . Sonunda hayret ve şaşkınlık içinde mükemmel
bir l i kör old uğunu itiraf ederek, nereden aldığını sordu. Ru
biao da büyük bir şaraphanesi olan bir a rkadaşının kendisi
ne bir şişe hediye ettiğini ama likörü çok sevince üç düzine ıs
marladığı n ı söyledi.
Böylece arkadaşlıkları kısa sürede i lerled i . Artık Freitas sık
sık (aslında olması gerekenden daha sık) Rubiao'ya öğle ve ak
şam yemeklerine geliyor. Rubiiio da buna karşı çıkamıyor. Çün
kü bu kadar çok şükra n duyan ve dost yüzler görmekten bu
kadar hoşlanan birini geri çevirmek çok zordu r.
41
X XX
XXXI
42
meseydi yarına kadar da bek lerdi. Carlos Maria ise i k isine de
i ti ba r etmiyor. O n a şöyle iyi bir bakın. Kocaman, yumuşak
gözleri olan zarif bir genç. Başkalarından çok kendisiyle i lgi
leniyor. Sizi yukarıdan aşağıya doğru süzüyor. Gülmesi neşe
li olma ktan çok a l aycı. Masaya oturuşu, gü m üşleri e l i ne a l ı
şı, peçeteyi açışıyla, aslında sadece bunlarla değil yaptığı her
şeyle burada bulunmakla ev sahibine büyük bir l ütufta bul un
duğu ne kadar da aşikar. Hatta tek bir l ütuf bile değil , iki lü
tuf: Hem onun yemeğin i yiyor hem da ona embes i l demiyor.
Masadakilerin mizaçlarının bu kadar farklı olmalarına kar
şın gayet hoş bir yemek oldu. Freitas aç kurtlar gibi yedi . İki
de bir duruyor ve eğer yemeği zamanında ( saat o n birde) ye
selerdi bu kadar lezzetli olmayacağını kendi kendi ne itiraf edi
yordu. Bu fikre, uzun süre açlık çeken bir kazazedenin ilk kez
yemek yemesine benzeyen i l k tokmasında varmıştı ama ko
n uşma yerisinin geri dönmesi için o n dakika kadar beklemek
gerekecekti. Sonra da çeşitli özlü sözleri ve renk l i a nekclotla
rı gülücüklerle, hareketlerle, anlamlı bakıştarla peş peşe diz
nıeye başladı. Carlos Maria onu aşağılamak için yüzünde en
ufak bir gülme bel irtisi olmadan d i n l iyordu . Aslında Freitas'ı
eğlenceli bulan Rubiao da gül meye cesaret edemi yord u . Ye
meğin sonları n a doğru biraz gevşeyen Carlos Maria, başka
larının başından geçmiş birkaç aşk macerası anlattı. Onu poh
pohlamak isteyen Freitas, kendi başı ndan geçmiş macerala
rı anlatması n ı isted i . Carlos Maria birden patladı.
" Siz beni ne sanıyorsu n uz ? "
Freitas sadece gerçek maceraları dinlemek istediğini, bunun
kötü bir şey o l madığını ve k imsenin de kötü bir anlam çıkar
mayacağın ı söyledi .
" Burada, Botafogo'da yaşamaktan memnun musunuz? "
d iye ev sahibine sord u Carlos Maria, araya girerek.
Lafı kesilen Freitas bir yandan d udaklarını ısırıyor, bir yan
dan da i k i nci kez a rkadaşına sövüp sayıyordu . Sandalyesin
de geriye kaykıldı, asık bir surada duvardaki resme bakmaya
haşladı. Rubiao, Botafogo'da yaşamaktan memnun olduğu
nu, salı i l i n çok güzel olduğunu söyleyerek soruyu cevapladı.
43
"Ma nzara güzel ama bazen öyle bir kiittı koktı o l u yor ki
dayan anııyoru ııı " dedi Carlos Maria. Sonra da Frcitas'a dö
nerek devam etti: " Bu konuda siz ne düşünüyor s u n uz ? "
Freitas öne eğildi ve konuyu düşündü. i kisi d e haklı olabi
lirdi ama her şeye rağmen salıilin çok güzel olduğu konusun
da ısrarlıydı. Konuşmasında herhangi bir kızgmlık ya da gü
cen i k l i k belirtisi yoknı. Hatta Carlos Maria'ııın bıyığma yapış
ıııış b ı r meyve parçasın ı ona göstererek b i r ince l i k hile yaptı .
Yeıııeğin sonuna gel m işlerd i . Saat biri biraz geçiyordu . Ru
hi<'io, ken d i nden ıııeııı nun bir halde baştan iti baren yedi kle
ri yemeği düşündü. Bir yandan da içinde şarap tortusu kal
mış kadehlere ve masanın üzerindeki ek mek kırıntılarına ba
kıyord u . Artık sıra ka hveye gel mişti. Fark ettinneden uşağa
baktı. Masada kilere i k ra nı edilen purodan i l k nefeslerini çe
ken Cari os Maria 'n m yüzünde göze batacak ölçüde bir menı
nuniyet i fadesi yakalamayı başard ı . Ta m o anda, elinde Pve
bi raz önce ulaşmış patiska mendile sarılı küçük bir sepet ve
bir mektupla, uşak içeri girdi.
XXXII
44
Rubiao mektubu katlarken, " Hangi meyveyi göndermiş"
diye sord u .
" Ç i lek gönderm iş"
" El i me çok geç ulaştı. Çilek m i ? " diye tekrarladı Rubiao;
ne dediğini bilmiyord u .
Uşak dışarı çıkar çıkmaz Freitas gülerek, " K ızarmanıza ge
rek yok sevgi l i dostu m . İ nsan ancak aşık ol duğu zaman böy
le o l u r " ded i .
" A şık olmak m ı ? " diye tekrarlad ı Rubiiio. B u arada ger
çekten yüzü kızarmıştı. " Mektup burada işte, açın okuyu n . "
Tam mektubu gösterecekti k i e l i n i geri çekti ve cebine koy
d u . Kendinden geçmiş gibiydi, hem kafası karışınıştı hem de
çok mutluydu. Carlos Maria keyif içinde, hediyenin sevilen bi
rinden geldiğini gizleyemediği n i söyled i . Ama hemen ardın
dan bunda uta nılacak bir şey olmadığını çünkü aşkın evren
sel bir yasa olduğunu da ekledi . Eğer kadın evliyse, dostunun
ağzı sıkı lığı takdir edi lecek bir şeyd i .
Rubiao, " Allah aşkına, lütfe n " d i y e sözün ü kesti .
" Yoksa kadın dul m u ? O halde siz de benim gibisi niz" di
ye devam etti Carlos Maria, "ve bu durumda ağzı sıkılık ger
çekten önemlidir. ilk günahtan sonraki en büyük günah, o gü
nahın d uyurulmasıdır. M i lletvekili olsaydım, böyle durumlar
da sırrını saklamayı bil meyen bütün erkeklerin, aynı Engizis
yon'un mahkum ettiği i nsanlar gibi yakılmasını sağlayan bir
yasa önerird i m . Üstel i k hepsi ni kazığa bağl atırd ı m . Ama En
gizisyon malı k u miarına giydirilen yeşil-sarı kukuletaların ye
rine onl ara papağan tüylerinden bi rer başl ı k giyd i rirdim . "
Freitas kahkahaya boğuldu. B i r yandan da alkışlamak ye
rine masayı y umruk l uyordu. Rengi solan R ubiao ise aceley
le kadının ne evli ne de d u l olduğunu söyledi .
" Demek b i r k ı z kurusu . . . Düğün çanları n e zaman çala
cak ? Zamanınız geldi de geçiyor bile. İşte elimizdekiler de dü
ğün çilekleri." Eline birkaç çilek aldı. " Gelinin yatak odası nın
kokusu var bu çi lek lerde. Bir de ra h i b i n dualarını n . "
Rubiao a rtık n e söyleyeceği n i bilemiyordu. Sonunda her
şeyi baştan alarak anlattı ve kadının çok özel bir dostunun ka-
45
rısı olduğunu söyled i . Carlos Maria göz kırptı . Freitas da her
şeyin açı kl ığa kavuştuğu n u söyled i . Başta olayın gizemi, kü
çük sepetin gönderilişi ve çileklerin görünüşü (aşkı çağrıştıran
çilekler) ded i gü lerek, olaya ah laksız bir şey süsü veriyordu
ama artık durum a n laşıldı.
Kahvelerini sessizlik içinde içerek oturma odasın a geçtiler.
Rubiao arkadaşlarına misafirperverlik göstermekten geri kal
ınıyordu a m a zihni tamamen az öncek i olayla meşguldü. Bir
kaç dakika düşündükten sonra misafirlerinin ilk fikri, yani ola
yın gizli bir aşk i lişkisi olduğu yorumu ona da cazip geldi. Hat
ta kendini gereğinden fazla savunduğunu düşündü. Kimsenin
ismi n i ağzı na almamak şartıyla mahrem bir i l işkisi olduğu
nu itira f edebi l irdi. Ayrıca her şeyi ısrarla inkar etmesi, arka
daşlarının aklında bazı şüpheler doğu rabilirdi. Bu düşüncey
le tese l l i bu l u p gül ümsedi.
Carlos Maria saatine baktı . Saat ikiydi ve artık gidebilir
di. Rubiao geldiği için ona sonsuz teşekkürler ederek yine gel
mesini istedi. Her pazar öğleden sonra bugünkü gibi oturup
sohbet edebilirlerd i .
" Ba k n e diyor ! " diye bağırdı Freitas, o n la r ı n yanına ge
lerek.
Cebine yarım düzine puro koym uştu. Evden çıkarken Ru
biao'nun k u l ağına eğilerek şöyle dedi :
" İşte benim her zamanki hediyelerim. Altı günlük keyif. Her
gün için bir ta ne. "
" Bi raz daha a l ı n . "
"Teşekkür ederi m . Daha sonra a l ı rı m . "
Rubiao m i safirlerini demir kapıya kadar geçirdi. Qu incas
Borba onların seslerini duyar duymaz arka bahçeden koşup on
ları selamlamak için yanlarına gel di. Tabii ki en özel selamla
rını sahibi için ayırmıştı. Carlos Maria'ya bir gösteri yaparak
elini yalamak istedi ama genç adam tİksinerek ondan uzakla�
tı. R ubiao'nun tekmesiyle havlayara k kaçtı . N i hayet üç arka
daş vedalaştı lar.
Carlos Maria, Freitas'a, " Nerey e g i di yorsunuz? " diye
sord u .
46
Freitas, arkadaşının kendisini Siio Clemente tarafına doğ
ru götürmeyi teklif edeceğini sandı ve ona eşl i k etmek istedi
ği için, "Sahilin sonuna kadar gideceğ i m " dedi.
D iğeri, " İyi, ben dönüyorum " diye ceva pladı.
X X X I II
XXXIV
" Neden bu kadar gecikti n i z ? " d iye sordu Sophia, Santa The
resa' n ı n kapısına vard ığı nda.
" Yemek i kide bitti. Sonra da bazı işlerim vardı. Ama o ka
dar geç deği l k i " dedi Rubiiio, saatine bakarak. " Daha saat
dört buçuk. "
Sophia, " Arkadaşlar söz konusuysa h e r za man geçtir" di
ye sitem etti .
47
Rubiao hatasını anlamıştı ama düzeltecek zaman bulama
dı. Hemen önünde, demir çitlere sessizce oturmuş, mera k l a
kendisine bakan dört k a d ı n vardı . Zengin bir adamı n, Ruhi
iio'nun gelmesi ni bekleyen daveti iierdi onlar da . . . Üçü evl i y
d i . Biri ise geçki nce bir ba k i reyd i . Bel k i kız k urusu lafı daha
uygun kaçardı. 3 9 yaşındaydı ve beklemekten yoru l m uş siyah
gözleri vard ı . Bi rkaç dakika sonra gelen Binbaşı Siqueira'nm
kızıy dı.
Ruhian ile ta nıştırıldı ktan sonra Binbaşı, " Pa l h a sizden
bana bahsetti " dedi. " Sizi temin ederim Palha sizin gerçek dos
tu n uz. Nasıl da şans eseri tan ıştığı nızı an lattı bana. Genel
likle en i y i arkadaş l ı k l ar böyle kurulur zate n . Otuz! u yaşla
rımda, binbaşı olma da n önce bir arkadaşı m vardı, o za man
lar en iyi arkadaşımdı, ben de onunla Sernardes Eczanesi 'nde
şans eseri tanı şmıştı m. Adı Şişkin Baca k Joao i d i . Sanırım
1 80 1 - 1 8 1 2 yıl ları a rasında geçen çoc u k l uğu s ı rasında pa n
tolon unun içine b e z parça ları k o y u p baldıriarını ş i ş k i n gös
terdiği için ona bu lakabı takmışlar. Sonra da hep böyle ça
ğırmışlar. Eczane, Sao Jose i le M isericordia soka klarının kö
şesi ndeyd i . Şişkin Bacak Joa o . Görüyorsunuz adam panto
lonunun içine dolgu malzemesi koyarm ış. Ge rçek ismi Ber
dardes. Joao Al ves Berdardes. Sao Jose Sokağı ' n d a k i ecza
nenin sahi biydi. Öğleden sonra ları ve akşamları gen e l l i k l e
dükkanında top l a n ı l ı r, sohbet edilirdi. Oraya gelenler b i rer
peleri n giyer, e l l erine baston a l ı r, kimi b i r de fener getirirdi.
Ben sadece pelerin giyer giderd i m . Oranın modası da pele
rin giymekti. Bernardes, gerçek ismi Joao Alves Bernardes'ti ,
Marica yerl isiydi a ma R i o de Jani ero'da büyü müştü . La ka
bı da Şişkin Baca k'tı . i l kgençl iğinde bacak larını şişkin gös
termek için pantolonunun içine dolgu malzemesi koyduğu ve
şeh rin en züppe adaml arından biri ol duğu söylenirdi. Şişkin
Bacak Joao'yu h iç unutmad ı m . O zamanlar pelerin giymek
modaydı -"
Ruhiiio'nun r u h u bu sözcü kler sağanağıııdan kaçacak
yol bulmak için elleriyle, kol larıyla bir çıkış arıyordu am a bu
rası hir çıkmaz sokaktı. Her tarafta duvarlar vardı. Tek hir açık
48
pencere, tek bir koridor yoktu ve sağanak devam ed iyord u.
Eğer kadı nlara doğru bakabi lseydi , merakla kendisine bakan
kadınları görecekti. En çok merak eden de Binbaşı'nın kızı Do
na Tonica idi. Ama o tarafa bakamadı. Din lemeye devam et
ti. Binbaşı ise sağanağı sürdürüyordu. Onu sağanaktan ko
ruyacak şemsiyeyi getiren, Palha o l d u . Sophia gidip kocası
na Ru hiiio'nun gel d iğini söyler söylemez, Palha hemen bah
çeye çıkarak arkadaşını karşıladı ve geç kal dığı için sitem et
ti. Eczaemın lakabını tekrar açıklamaya girişen Binbaşı ise avı
nı bırakıp kadınların yanına gitti. Sonra da oradan ayrıl d ı .
XXXV
49
ama şimdi Rubiao on ların Sophia 'ya fa rklı bir görünüm ka
zandırdıklarını düşünüyord u .
Güzel giyinmişti. Belini sıkıp göğüslerine şekil veren kesta
ne rengi, kaliteli kumaştan dikilmiş bir giysi vardı üzerinde. Ku
laklarında ise iki hakiki i nci: Rubiao'dan Paskalya hediyesi.
Bu hoş kadın, bir memurun kızıydı. 20 yaşındayken, 25
yaşındaki kom isyoncu Christiano de Almeida e Pal ha ile ev
lenııı işt i . Kocası zeki, başarılı, girişimci ve karl ı işleri kokla
ma yeteneği gelişmiş bir adamdı . 1 864'te, daha iş hayatına atı
la lı çok olmaınışken, bir şey hissetti. Buna ancak önsezi de
nilebilir; bankaların i flasa sürükleneceklerini sezdi.
" Bugünlerde bir şeyler olaca k . Durum çok nazik. En kü
çük bir işarette patlak verecek . "
İşin e n kötü tarafı, Palha her şey i n i harcamıştı . Hatta da
ha da fazlası n ı . Hızl ı yaşamayı seviyordu . Partilere, davetle
re katıl mak, karısına paha l ı giysi ve m ücevherler; evine, ye
ni çı kmış, ori j i nal, süslü püslü eşyalar almak hoşuna gidiyor
du. Tabii tüm bu zevkler, onun geçmişte elde ettiği ve gelecek
te elde edeceği bütün gelirleri götürmüştü. Kendisine karşı ise,
yiyecek konusu dışında pek eli sıkı davranırdı. Tiyatroya git
tiğinde giyimine k uşamma önem vermezdi . Danslı davetler
de ise fazla eğlenmemeyi tercih ederdi . B u tür ortaıniara ken
disi için değil, karısının gözlerine ve bedenine eşlik etmek ama
cıyla katılıyordu daha çok. Ta l i h i n i n ne kadar yaver gittiği
n i başkalarına göstermek için karısına açık giysiler giydirmek
gibi tuhaf bir gösteriş biçimi vardı. M ü m kün olan her yerde
karısını böyle giy diriyordu. Hatta mümkün olmayan yerler
de bile. Yani bir tür Kral Kandaules•· gibiydi; tek farkla ki, Pal-
50
ha daha az sergil iyordu şüphesiz, ama çok daha fazla k işiye
sergi liyordu sahip ol duğu güzellikleri.
Bu noktada hanımefendiye de adaletli davranmak lazım.
Önceleri sadece kocasının istekleri ni yerine getiriyordu. An
cak o kadar beğe n i kazandı k i bu onda b i r a l ı ş k a n l ı k h a l i
ne geldi. Sonunda başka insanların zevk a l ınası v e tahrik ol
ması amacıyla sergilenınek, sürekli sergile n ınek, onun d a ho
şuna gitti. Ha n ı ınefend iyi ne azize i l a n edeceğiz ne de oldu
ğu n d a n daha kötü göstereceğiz. Gözleri b u gösteriş için ye
terl iydi sadece; gülen, yerinde d u rmayan ve d avetkar göz
leri. Ama sadece davetkar; o kadar. O gözleri, geceleınek is
teyen konuklar i ç i n boş odası olmayan bir h a n ı n önünde
k i ışıltı l ı feneriere benzetebi l i riz. O kadar pa rlaktır, renkle
ri o kadar güze l d i r, üzeri ndek i a m blemler o kadar ori j i nal
d i r k i her geçen o fenere bakmak için durur. Herkes bir du
rup bakar v e yoluna devam eder. Neden pencereler açılsın
ki? Gerçi sonunda hanımefendi pencereleri açtı ama kapısı,
yani kalbi, her zaman üst üste iki kilit vuru l m uş halde kapa
lıydı.
XXXVI
51
ğu yerden uzun uzun güzel kadını seyrediyordu . O da ona ba
kıyordu.
X X X VII
sı
Cuı;krini teyakk uza geçir d i . Sahip olduğu b ütün baştan
.;ıka rıu özellik lerin görev yerlerine geçmesi emrini verdi. On
lar da biraz solmuş olmakla beraber bu emre uydular. Yelpa
zey le yapılan hareketler, dudaklarını göstere göstere konuş
ma l ar, yandan bakışlar, endamın ın zarafetini ve bel i n i n i nce
l iğini göstermek için aşağı y ukarı dolaşmalar; hepsi kullanıl
d ı . Bütün bunlar eskiden beri kullanılagelen formü llerdi. Ger
çi şimdiye kadar herhangi bir getiri leri ol mamıştı ama piyan
go da böyle değil miydi; bir bilet alırdınız ve daha önceki bü
tün kayıplarınız bir anda karşılanırdı.
Ancak bu akşam Dona Tonica, herkes piyano başınday
ken, ikisinin karşıl ık l ı hayra n l ı klarını gördü. Artık h iç şüp
hesi kalmamıştı . Bunlar i l k başlardaki gibi kısa, öylesine ba
kışlar değil , odadaki diğer her şeyi geril erde bırakarak kar
şısındakini emen bakışlardı. Kulaklarında o yaşlı umutsuzlu k
kargası n ı n çığlık larını duydu. Karga dedi k i : Bu iş olmaz.
Bu haldeyken bile mücadeleye devam etti. Hatta Rubiao'nun
birkaç dakikalığına da olsa yanına oturması nı sağla mayı ba
şardı. Ona, içinde bulunduğu durumun esi n verebi leceği me
lankoliden çok farkl ı şeyler, romanlardan hatırladığı güzel şey
ler söylemeye ç a l ıştı. Rubiao da onu dinled i ve cevap verdi
ama Sophia odadan çıktığı anda a ltüst oluyor, döndüğünde
dengesi bir kez daha bozu l uyordu. Bir a n kendi n i i yice kay
betti . Tam o anda Dona Tonica, Minas'ı, özellikle de Barba
cena'yı görmeyi ne kadar çok istediğini itiraf etmiş ve sormuş
tu: " İk l i m nası ldır oralarda ? "
Rubiao mek a n i k bir biçimde, " İ k l i m " diye tek rarladı.
Arkası kendisine dönük, biri oturmuş durumdaki iki adam
la sohbet eden Sophia'ya bakıyordu. Kalçalarına kadar i nce
lerek giden ve bir vazodan çıkan k ucak dolusu yaprak gibi o
geniş kalçalard a tekrar kend i n i bel l i eden endaınına bir kez
daha hayran k a l d ı . Bu benzetmeyi tamamına erdi rmek için,
hanı mefendinin başının da bir manolya çiçeği gibi o yaprak
kümesinin üzerine, merkeze yerleştirilmiş olduğunu söylemek
gerekir. İşte Dona Tonica'nın Barbacena ' n ı n i k l im i n i sordu
ğu, kendisinin de kelimeyi iniş çıkışlarını bile yapamadan, düm-
düz ve mekanik bir şekilde söylediği anda Rubiao'nun bak
tığı şey, buydu.
XXXVIII
XXXIX
54
mıştı. Yıldızlar . . . Gözler . . . O n a böyle konuşmamasını söy
lemek istiyordu ama hem i k isinin b i rden a k l ı n daki düşü nce
leri tamamen reddetmeden, hem de daha ileri gitmemesi için
R ııbiao'yu cesaretlendirmeden bunu nasıl yapacağını bilemi
yord u . Bu yüzden uzunca b i r sessizlik oldu.
" Tek farkla" diye devam etti Rubiao, " gözleriniz yı l dız
lardan daha güzel. Üstelik yıldızların neye benzediğini bilmi
yorum. Tanrı onları o kadar uzağa koymuş k i güzel l i klerin
den çok şey kaybetmeden yakından görülemezler. Oysa sizin
gözleriniz hemen yanı başımda, gökyüzünden daha parlak,
çok daha parlak . . . "
ss
XL
* Av tanrıçası Diana, sürülerine taze ot bulmak için onları dağın tepesine ka
dar çıkaran güzel ço ban Endymion'a tutul ur. Ona ay ışığı kadar beyaz, y u
muşak ve ölümsüz bir u y k u verir. Güzel çoban uyurken onun sü rülerine d e
onun a d ın a göz k u l a k olur. - ç . n .
* * Yazar Laurence Stern tarafından 1 8 . yüzyılda yararılan k a rakter. Hem
gün görmüş, akıllı, zeki, hem de bir çocuk kadar neşeli, oyun baz, konuşkan
bir kara k rer. - ç . n .
56
ortaya çıkıp ( Şeytan Rubiiio) Tanrının kendine taktığı iki bü
yük melek kanadıyla zava l l ı k ızı kandırmaya çalıştığını d ü
şünecektiniz. A m a s o n a n d a kanatlarını cebine koyup şapka
sı nı başından çı kardı ve kötülüğünün nişanesi, a l n ı na çakıl
mış iki boynuzu gözler önüne serdi. Sonra da şeytani yaratık
ların o hilekar kahkahasıyla gülerek, sadece ruhunu değil, hem
ruhunu hem de bedenini satın alma tekl i finde b u l undu. İ ffet
li yıldızlar!
XLI
57
sözünü yuttu. Gülmeye çalıştı; gülenıed i . Bu nun üzeri n e ön
ce sıkıntı duydu, sonra duruma katlanmaya karar verdi ve so
nunda, mekanı cennet olan annesine yakarmaya başladı. Ru
biao ise onun ağzından çıkan cennet ve anne sözlerinin ne an
lama geldiğini bilmiyordu. Yüzünde, ne diyor acaba diyen bir
i fade va rdı. Ne annes i ? Ne cenneti ?
" Ah ! " diye fı sıltıyla i n iedi genç kadın, " Parmaklarımı kı
racaksınız! "
Rubiao, bunun üzerine kendine geld i , elini biraz gevşetti.
Ama kadın ın parmakları n ı bı rakınamıştı.
" Hadi gidin" ded i . " Ama önce . . . "
Kadının elini öpmek üzere eğiliyordu ki, çok da uzakta ol
mayan bir ses onu tamamen kendine getirdi.
XLII
58
bileceğini düşünd ü . Ama Rubiao'nun yüzünden her şey a nla
şıyordu. Suratını asmış, öylece duruyordu. Yaptığı tek şey, eli
ni cebine sokup saatini çıkarmak oldu. Çalışıp çalışmadığını
kontrol etmek istermiş gibi saati kulağına götürüp dinledi, son
ra da ikisine de bakmadan mendi l iyle yavaş yavaş sil d i .
Sophia, " Peki o halde, s i z i k i n i z biraz burada sohbet edin,
ben de kadınların yanına gi deyi m . Kadınl a rı y a l n ı z bırak
mamak gerekir. Erkekler o batasıca kağıt oyununu bitirdiler
mi?"
Binbaşı, Sophia'ya acayip bir bakış fırlatarak, " Bitirdiler"
dedi . "Şimdi de bu beyefendiyi çağırıyorlar. Zaten ben de onu
çağırmak için bahçeye çıktım. S iz bahçeye çıkalı çok o l d u
mu ? "
Sophia, " Bi z de ş i m d i çıkmıştı k " diye ceva pladı .
Sonra da Binbaşı ' n m omzuna dostça bir şaplak atarak eve
girdi. Ancak salondan değil, yemek odasından eve girdi . Böy
lece salona geçtiğinde, çay hazırlanması için yemek odasın
da emirlerini verip de gelm iş gibi görünecekti.
Rubiao, hala söyleyecek b i r şey bulamamıştı ve acilen bir
şeyler bulup söylemesi gerekiyordu. Peder Mendes'in a nek
dotu gayet iyi bir fik i rd i ama işin kötü tarafı, R ubiao, ken
di kendine bir şeyler yaratıp ortaya atabilen biri değildi.
" Peder Mendes! Çok komikti. Rahip Mendes . "
" O n u b e n d e tanım ıştım " dedi B i n baş ı , gülerek. Peder
Mendes? Onu tanırım. K urallara pek bağlı sayılmazdı. Mi
nas'ta da bulundu m u ? "
"Sanırım b u l u n d u " diye mırı l dandı R u biao, şaşkı n l ı kla.
Binbaşı, " Peder, Saquarema yerlisidir. Bu gözü yoktu" d i
y e eliyle sol gözünü işaret etti. " Aynı kişiden bahsediyorsak onu
çok iyi tanırdım. Ama bel k i de başka bi risidir. "
" Be l k i de. "
" Kuralları pek umursamazdı. Çok iyi huyları da vardı ama
genç ve güzel kadınlara bakmaktan büyük zevk alırdı. Bunu us
ta bir ressamın yaptığı resme hayran olmaya benzetirdi. Han
gi usta ressam Tanrıdan daha ustadı r ? Ö rn eğ i n bizim Dona
Sophia'yı hiç görmemişti ama bilin bakalım bana ne dedi: 'Bu-
59
gün Palha'nın güzel karısın ı gördüm' ded i . Kuralları pek tak
mazd ı . Saquarema yerlisiyd i . Ama hakikaten iyi bir zevki var
dı. Bizim Pal ha'nın karısı da gerçekten mü kemmel bir kadın.
Hem yüzü güzel, hem endamı. Aslında bana göre güzel olmak
tan öte hoş ve cömert bir kadın. Siz ne d iyorsunuz ? "
" Bence d e öyle . "
Binbaşı b i r puro yakarak, " İ y i b i r kadın v e mükemmel bir
eı.; sah i besi " d iye devam etti.
Ki britin alevinin ışığında Binbaşı'nın yüzü, alay ediyormuş
gibi görünüyordu. Tam olara k alay eder gibi değilse de, en az
onun kadar düşma nca bir i fadeye sahipti. Rubiao, omurga
sında baştan sona bir ürperme hissetti. Acaba bir şey görmüş,
duymuş veya ne olup bittiğini tahmin etmiş olabilir miydi? Aca
ba Binbaşı herkesin işine bumunu sokan bir ga mmaz olabi
lir miyd i ? Yüzünden bir şey anlaşı l mıyordu; en kötüsüne ha
zırlıklı olmak gerekirdi. Görüyorsunuz, kahramanımız, yıllar
ca kıyıl arda yelken açtıktan sonra günün birinde ken d i n i
a ç ı k denizlerde b u l m u ş birine benziyor. Al lahtan korku i nsa
nın a k l ı na bir sürü fik i r getiren bir duygud ur. N iteki m kah
ramanımızın aklı na da karşısı ndakini pohpohlamak geldi. He
men ona kendisini ne kadar i lginç b ulduğunu, Botafogo'da
sahi lde bir evi olduğunu, evin numarasını falan söyleyiverd i .
Binbaşı'nın arkadaşı olmak, kendisi için b i r şerefti . Burada pek
arkadaşı yoktu: Ken d isine büyük i ncelik göstermiş olan Pal
ha, çok ciddi ve ağırbaşlı bir kadın olan Dona Sophia ve üç
dört kişi daha. Yalnız yaşaya n biriydi. M i nas'a bile yerleşe
bilird i .
" Hemen m i ? "
" Hayır, hemen değil . Ama fazla d a sürınez. Bilirsiniz, in
san bütün hayatı nı bir yerde geçirince başka bir yere alışmak
kolay olmaz . "
" D uruma göre değişir."
" Elbette d uruma göre. Ama genel likle böyled i r. "
" K ural böyle olabilir ama siz bu k u ra l ı n istisnası olacak
sınız. Başkentİnı izde şeytan tüyü vardır. Buranın hayranlığı ,
soğuk algınlığı g i b i yakalar insanı. Küçücü k b i r yarı ktan azı-
110
cık bir hava geçer ve işiniz bitti demektir. Bakın, bahse gire
rim en geç altı ay içinde evlen i rsi niz. "
" B i r şey görmemiş" d iye düşündü Rubiao.
Sonra da neşe içinde, " Öy l e olsun ama insan Minas'ta da
evleneb i l ir. O rada da pederler var " ded i .
" Peder Mendes g i b i " d i y e kahkahayı patiattı Binbaşı.
Rubiao, sıkıntılı sıkıntılı gülümsedi. Bu lafın masum bir söz
mü, yoksa kötü n iyetl i bir laf sokuşturma mı olduğunu a nla
yamamıştı. Binbaşı bundan sonra lafı alıp bir sürü şeyden bah
setti. Başkentin havasından, suyundan, savaştan, Mareşal Lo
pez'den . . . O ilk sağanakla ne kadar zıt bir durum değil mi? Bu
sağanak ötekinden çok daha ş i ddetli olmasına karşın Rubi
ao'muza gün ışığı gibi geldi. Bitmek tükeornek bilmez söyle
vin ışığıyla güneşlenerek içi ndeki tüm tozları süpürüp atıver
d i . Fırsat bulduğunda araya küçük lıi r kelimecik sokabi lmek
dışında yaptığı tek şey, karşısı ndakini onaylayarak başını sal
lamaktı . Tekrar Binbaşı 'nın hiçbir şey görmediğini düşündü.
Bahçeye açılan kap ı n ı n oradan, " Baba! Baba ! Orada mı
s ı n ? " d iye bir ses gel d i .
Babasının kendisini e v e bırakmasını isteyen Dona Toni
ca'nın sesiydi. Babasına fısıldayarak söylediğine göre, evet, bi
liyordu, çay servisi yeni yapılmıştı ama baş ağrısından dura
mıyordu. Sonra da e l i n i Rubiao'ya uzattı. Rubiao, biraz da
ha kal ması nı söylemesi için B i nbaşı'ya yalvardı. " Saygıdeğer
Binbaşı . . . "
" Zamanınızı boşa harcıyorsunuz" diye lafını kesti Binba
şı, "em i rleri veren odur, ben değ i l . "
Rubiao Binbaşı'yı ısrarla evine davet ederek kendisin i ağır
lama şansı vermesini, hatta hemen o hafta içinde bir gü n be
l i rlemesini istedi . Ancak Binbaşı, hangi gün geleceğini bileme
diğini ama mümkün olduğunca kısa süre içinde geleceğini söy
ledi. Çok meşguldü. Cephanelikle i lgil i bir sürü işi vardı . Ay
rıca başka işleri de vardı.
" Ha d i baba, gidel i m ! "
"Tamam, tama m ! Görüyor musunuz? Bir dakika konuş
maya bile izin yok. Herkese veda ettin mi ? Şapkam nered e ? "
61
XLIII
62
nüştüren, eşyaların çıplak lığını mümkün olan en hoş ve canlı
şekilde örten, yalnız ve ümitsiz duvarları donatan, mütevazı şey
leri süsleyen maharet ve becerinin ür�nü bir tertip ve düzen var
dı. Odadaki her şey, bağrına basılacak bir sevgili bekliyordu.
Nerede okuduysam, eski bir geleneğe göre yılın bel li bir ge
cesinde İsrai l l i bak i reler Tanrı nın o n la rı tohumlamasını bek
lerlermiş. Nerede okumuşsam okuyayım, bu bakireleri bizim
ba k ireyle karşılaştı rırsak, arada tek bir fark buluruz: Bizim
bakire n i n beklediği bel l i bir gece yoktur. Her gece, her gece
bekler. Ne dışarıda esen yelin sesi beklediği adamı getirir ne
de şafak denilen o beyaz bakire, adamın dünyanın neresinde
oturduğunu söyler. Yapabileceği tek şey, beklemek, beklemek
ve bek lemektir.
Şimdi kızgınlığı yatışmış halde bomboş odasına tekrar tek
rar bakarak en yakın kız arkadaşlarını, aileden ve okuldan kız
ları hatırlıyor. Hepsi de evli bark l ı . En son evlenen a rkadaşı,
otuz yaşındayken bir deniz subayıyla evlenmişti. Bu evlil i k ,
geçkin bakirenin umutlarını tazelemişti. Arkadaşının ralibinin
beyaz ü n i forması, h enüz 1 5 yaşındayken onun da aklını i l k
çelen ş e y o l m a s ı n a karşın Dona Tonica, fazla b i r ş e y umma
mıştı. O umutlar nereye gitti ? Şimdi aradan beş yıl geçti, To
nica 39. yaşgününü kutladı, 40. da fazla uzak değil. Kırklı yaş
larında bir kadın, bir kız kurusul Tüyleri diken diken oldu Do
na Ton ica'nın . Bir kez daha etrafına baktı, kısa süre önce dü
şündüğü şeyler tekrar aklına doluştu ve gözyaşları içinde ken
dini yatağa a tt ı .
XLIV
63
kocasının ona söyleyeceği n i hayal ettiği hakaretleri y üzüne
karşı bağırmak isterd i . Ama bunları sadece hayal ediyordu,
elbette. inanın bana, hayalinde herkes bir diktatör olabilir. Kim
bilir, belki de o anda hanımefendi nin ruhu, Cal igula'nın '' bir
parçasını barı n d ırıyordu içinde . . .
X LV
• Z'a lim liğiyle ünlü Roma imparatoru. Annesi dahil etra fın daki hirçok k i
ş i y i öldürttü . - ç . n .
64
" Çılgın gibiydi m ! " diye bağırdı kendi kendine.
Ciddi masraf yapılm ış, mükemmel yemek aklına bile gel
m iyordu. Pahalı şaraplar, bir oda dolusu zarif hamının oldu
ğu bir ortamda tam olması gerektiği gibi ayarlanmış ışıklan
dırma da öyle. Sadece kend i n i n tam bir çılgın olduğunu dü
şünüyordu.
Sonra kend i n i suçlamaya ve savunmaya başlad ı . Sophia,
yaptığı şeyleri yapması için kendisine cesaret verm işti. Sürek
li bakışları (Sophia gözlerin i kendisinden alamamıştı), ilgili ha
reketleri, kendi si n i d iğerleri nden ay ı rarak masada yanına
oturtması, bütün dikkatini kendine yöneltmesi, alçak sesle hoş
şeyler anlatması; bütün bunlar cesaret vermek ve ilgi duymak
deği lse, neyd i ? Bunun üzerin e ruhun iyi tarafı devreye girip
Sophia'nın bahçedeki çelişk i l i davranışını açıklamaya çalışı
yordu: Kadı ncağız ilk kez kocası dışı n da bir erkekten böyle
sözler duydu, üstel ik etrafında bir sürü insan vardı, doğal ola
rak da irkildi. Üstelik Rubiao da çok coşkuluydu, kadını ya
vaş yavaş alıştırmadan, kafadan daldı. Daha tedbirli ilerleme
l i ve kadının ellerini canını yakacak kadar çok sıkmamalıy
dı. Sonunda kaba olduğuna karar verd i . Kapıların yüzüne ka
panacağı korkusu tekrar geld i . Ama genç kad ının hareketle
rini tah l i l etmeye ve aralarında bir suç ortaklığı yaratan Pe
der Men des yal anını buluşuna dönerek umudunu tekrar ye
şertti, Soph ia'nın kocasının kendisine ne kadar saygı duydu
ğunu da d üşündü. Aklına bu geli nce ürperdi . Palha kendisi
ne tamamen güveniyordu. Kendisi de ona borç para vermiş ve
üç senedine kefil olmuştu .
" Yapamam, yapmamalıyı m " diye kendi kendine söylen
d i . " Bu şekilde devam etmek doğru deği l . Aslında bunu baş
latan ben değil i m . Sophia uzun süred i r benimle uğraşıyordu .
N e yaparsa yapsın . D irenmem lazı m . Kocası benden h i ç iste
mediği halde ona borç verdim çünkü çok i h tiyacı vardı . Üs
tel i k bana gösterdiği nezaket için ona borçluyum. Evet, senet
lere kefil olnıanıı istediği doğru ama başka bir şey istemedi za
ten. Dürüst ve çalışkan bir adam olduğunu biliyorum. Suçlan
nıası gereken kişi, onun o şaşkın karı sı. Güzel gözleri ve en-
65
damıyla aramıza giriyor . . . Tanrım, ne endam ama. Bu akşam
ilahe gibiydi ! Masada kolu koluma dokunduğunda, ceketimin
içinden . . ."
X LV I
66
ri bir gök vardı. Dilenciyle gök, kim gözlerini kaçıracak oyu
n u oynayan iki çocuk gibi birbirlerine bakıp durdular. D i len
ci sanki gökyüzüne, "Tepeme i nmeyeceksin ya", beri ki de
ona, "Sen de buraya çıkmayacaksın herhalde" demişçesine, din
gin bir yerçekimi sağlamak için, saldırganlık ve aşağılama ol
madan çatışıyorlarmış gibi bakıyorlardı birbirlerine.
X LV I I
<J Sexrus Tarquinius ona sahip olmak ister. Ertesi gün gelip, kocasının dos
tu olduğu için kendisini ağıdayan Lucretia 'ya tecavüz eder. Lucretia da te
cavüz sonrasında babasını ve kocasını yanına çağırarak başından geçenle
ri anlatır ve intikamını almalarını isteyerek gözleri önünde intihar eder. Ko
cası onun cansız bedenini şehirde dolaştırarak Romalıları ayaklandırır, kra
lı kovup cumhuriyet ilan ederler. - ç.n.
67
geçmişt i . Bir gün, sabahın sekizinde Cano Sokağı'ndaki evin
den çıkıp Sao Francisco de Paula Meydan ı'na gitmiş, oradan
da Ouvidor Sokağı'na girmişti. Biraz canı sıkkındı çünkü dört
haftadır bir arkadaşının evinde kalıyordu ve arkadaşı artık ona
üç günlük m isafirmiş gibi davranmaya başlamıştı . Ne derler
bil irsi niz, üç günlük m isafir, üç günlük cesede benzer. Bilinir
k i sıcak iklimi olan yerlerde üç günlük cesetler çürüyüp kok
maya başlar. İyi bir Minas'lı kadar sade ve yeni bir gel in ka
dar endişeli R ubiao'cuğumuz da bir an önce arkadaşının evin
den taşmması gerektiğine karar verdi. Emin olun, evden çıkıp
Sao Francisco Meyda n ı 'na, oradan da Ourives Sokağı'na yü
rürken etraftaki hiçbir şeyi görmüyor, d uymuyord u .
Yolunu, Ourives Sokağı'nın köşesinde kalabalık v e garip
bir geçit alayı kesti. Yargı mensupları gibi giyinmiş bir adam
elindeki kağıttan y üksek sesle bir şey okuyord u . Yanında bir
ra hip, askerler ve işsiz güçsüz insanlar vardı. Aralarında en gö
ze çarpan kişiler, iki zenciydi. Zencilerden biri, rengi daha açık,
orta boylu ve zayıf olanı, gözlerin i yere i ndirmişti. Elleri ar
kasına bağlanmıştı. Boynuna da bir ip sarılıydı ve o ip, elle
rini bağlayan ipe bağlanmıştı. Koyu ren kli diğer zenci ise doğ
rudan karşıya bakıyor, kalabalığın meraklı bakışiarına cesur
ca karşılık veriyordu . Kağıdın okunması bittikten sonra alay,
Ourives Sokağı'nda yoluna devam etti. Hapishaneden geliyor,
Moura Meydanı'na gidiyorlardı .
Doğal olarak R ubiao b u sahneden etkilenmişti . Aynen bi
raz önce hangi arabayı tutacağına karar vermek içi n bi rkaç
dakika geçirdiği gibi o zaman da biraz tereddüt etti. Çünkü
o za man da biraz önce arahacıların aralarında çekişınesi gi
bi içi nde bir şeyler çekişiyordu. İçinden bir ses, olan bitene boş
verip işe gitmesini, öteki ses de zencin i n nasıl asıldığına bak
masını söyl üyord u . " Bir i nsanın asılışı öyle sık rastlanan bir
olay değildir efend i m . En fazla yirmi dakika s ürer" di yordu
biri, öteki, " Boş verin efendim, en iyisi işe gitmek. " Kahrama
nımız gözlerini kapatıp kendini kadere bıraktı. Kader de onu
Ouvidor Sokağı 'ndan Quitanda Sokağı ' na götürmek yerine,
geçit alayını i zleyerek O urives Sokağı 'ndan götü rdü. Adamın
68
asılışını görmeyeceği ni düşünüyordu. Alayı izlemesinin nede
ni, suçlunun yürüyüşünü, celladın ifadesini, diğer törenleri gör
mekti . İdaını izlemek istemiyordu. Alay s ı k s ı k duruyor, i n
sanlar kapılardan, pencerelerden dışarı sarkıyor, memur h ük
mü tekrar okuyordu. Alaydaki işsiz güçsüz k i mseler de işle
nen suçu birbirlerine anlatıp duruyorlardı: Adam, Mata-por
cas'ta bir cinayet işlem işti . Kati l , acımasız ve vahşi bir adam
olarak anılıyordu. Adamın vahşi ve acımasız bir kişi olması,
Rubiao'yu yü rek lendirdi. Merhamet duymadan adamın yü
züne bakacak cesareti buldu kendinde. Oysa artık adamın yü
zü bir kat i l i n i fadesini taşımıyordu; h issettiği korku, canil i
ğ i n i gizlemişti. R ubiao b i r anda, oraya nasıl geldiği n i b i l me
den kendini i da m sehpasının önünde buldu. O rada zaten bir
sürü insan hazır bekliyordu. Yeni gelenlerle birlikte yoğun bir
kalabal ık ol uştu .
" Artık döney i m " d iye söylendi kendi kendine.
Mahkum, daha darağacına çıkmamıştı. Yan i o anda ölme
yecekti. Hala Rubiao'nun oradan uzaklaşmak için zamanı var
dı. Eğer ille de kalacaksa, Alypius'un •· sirk izlerken yaptığı gi
bi, neden gözlerin i kapatmasındı? Ama Unutmayın k i Rubiao
antikçağlarda yaşamış, önce gözlerini kapatan, sonra da ya
vaşça ve merakla tekrar açan o genç hakkında hiçbir şey b i l.
miyordu.
Şimdi mahkum darağacına çıkıyordu. Kalaba l ı k şöyle bir
dalgalandı . Cellat işine başladı. Tam bu noktada Rubiao'nun
sağ ayağı, oradan gitme konusundaki bir içgüdünün eseri ola
rak dışa doğru döndü. Ama tam tersi bir i çgüdünün emrin i
dinleyen sol ayağı, o lduğu yerde duruyordu. B i r an ikisi ara
sında bir mücadele oldu. " Bakın ne güzel bir at benimki. " " Ne
vahşi adamsın ! " " Asıl sen ne korkaksın. " Rubiao böylece bir
kaç dakika orada kaldı . Ö l ümcül an da gelmişti . Bütün göz
ler aynı yere odaklanm ıştı . Tabii, Rubiao' n u n ki ler de. Rubi-
69
ao, hareketlerini kısıtlayan yaratığın nasıl bir şey olduğunu,
ruhunu hapsedip orada tutan demir el ieri n ne tür eller oldu
ğunu anlayamıyordu. Öl ümcül an, gerçekten de gelmişti. Ka
tilin ayakları bir süre çırpın dı, sonra durdu. Cellat büyük bir
beceri ve bi raz da neşey l e işini biti rmişti. Kalahalığın içinde
bir homurtu dolaştı. Rubiao bir çığlık attı, sonra da hiçbir şey
görmedi.
X LV I I I
70
zaman köpeğin kaçması onu neden i lgilendirsindi k i ? Hatta
.daha iyi olurdu. Kafasını meşgul edecek sorunların birinden
kurtulmuş olurdu. Bu açıklama kafasına yarınıştı ama yine de
tam olara k rahatlayamadı. Uzun davaların ne anlama geld i
ğ i n i , yargıçların b i r k o n u üzeri nde uzlaşması nın ne kadar zor
olduğunu ve hasetlik düşünen birinin i nsana ne büyük zarar
lar verebileceği ni b i liyor ve çok korkuyordu. Zaten işin esa
sı buydu. Elinde tek kuruşu kalmamasından korkuyordu. Kö
peği n kaçmamasın ı sağlamak için o kadar önlemler a l ması
nın, bütün günü bir kez bile Quincas Borba'yı aklına getirme
den geçirmekten bu kadar pişm a n l ı k d uymasın ı n nedeni de
buydu.
" Ben nankörün biriyim" dedi kendi kendine.
Sonra bunun doğru olduğunu d iişıi ndi i . S a h ı p old ııgıı lın
şeyi kendisine bırakan rah metli (� ııi ncıs Borlıa' y ı lıir ket. lıı
le akl ına getirmediği için daha da nankör say ı l ı rd ı . ( )zel l i k
l e d e eğer düşündüğü g i b i i k i Q u incas Borba a rtık tek ve ay
nı kişiyse, ölen dostu günahlarını azaltmak için efendisine bek
ç i l i k yapmak üzere ruhunu köpeğin bedenine geçi rm işse, b u
daha da doğruydu. Bu ruh göçü fikrini aklına, daha çocukken
Joao d'El Rey'de tanıdığı zenci bir kadın sokmuştu. Günah
kar ruhların bir hayvanın bedenine girdiğin i söylemiş, tanıdı
ğı bir noterin ıstakoza dönüştüğüne yemin etmişti.
Arabacı, " Evi bana gösterıneyi unutmazsınız, değil m i
efend i m " dedi .
" Bu rada dur. "
XLIX
71
biao'nun açık bırakı lması için emir verdiği lambanın altınd a
b i r s ü r e d urdular. Rubiao, herhangi bir dini mezhep üyesinin
olabi leceğinden daha da saf ve temizdi; herhangi bir şeye sal
dırmak ya da herhangi bir şeyi savunmak için nedeni yoktu .
Ebedi bakir ruhu, tüm düşüncelerin yeşermesine açıktı . Ama
başkentte bulunduğu için acayip bir özellik baş vermişti on
da. İnançsız ve kuşkucu i nsanların arasında kala kala o d a
inançsız ve k uşkucu biri ol maya başlam ıştı .
Kapının açılmasın ı beklerken köpeğe baktı . Köpek, san
ki rah metli Q u i ncas Borba, orada, onun içindeymiş gibi R u
biao'ya bakıyordu . Filozof, insanlara dair meseleleri i nceler
ken düşüneeli düşüneeli bakardı ya, köpek de aynı öyle ba
kıyordu. Yine içi ürperdi Ru biao'nun. Korkusu bi.iyüktü ama
ellerini birbiri ne bağlayacak kadar korkmamıştı. Ellerini uza
tıp hayvanın kafası n ı okşadı, kulaklarını ve boynunu kaşı d ı .
" Zavallı Qui ncas Borba! N e kadar da sahibine benziyor
sun. Rubiao, Quincas Borba ' n ı n en iyi dostudur. "
Köpek yavaşça kafasını soldan sağa doğru hareket ettir-
d i . İki sarkık kulağının da sahibinin okşamalarından eşit pay
almasını istiyordu . Sonra, sahibi altını okşasın diye kuyruğu
nu kaldırdı. Gözleri, filozofun, yatağında Rubiao'ya kafası
nın basmadığı şeyler an latırken yaptığı gibi, yarı yarıya ka
pa nmıştı. Rubiao, bu yarı kapa lı gözlerdeki emre itaat etti ve
kendi de gözlerini yumdu. Sonra kapı açıldı. Rubiao, sanki onu
da içeri alıyormuş gibi büyük sevgi gösteri lerinde bulunan kö
peği dışarıda bırakarak eve girdi. İspanyol uşak onu bahçe
ye götürdü.
Rubiao, " Sa k ı n v u rma ona" d iye te mbih etmeyi u n ut
madı.
Uşak ona vurma d ı . Zaten ruh göçü sancı l ı bir şeyd i . Kö
pek bahçede bir s üre inleıneye devam etti. Rubiao soyunup
yatağa girdi. Vay be! İ k i arkadaşıyla yediği öğle yemeğinden
biraz önceki ruh göçü düşüncesine kadar, ne karmaşık ve çe
lişkili duygulada d o l u bir gündü. Arada bir de idam ile red
dedil memiş ama kabul de edilmemiş ve ihtimal başka i nsan
lar tarafından sezilmiş bir i lanı aşk vardı. Ruhiiio'nun zihnin-
72
de her şey birbirine girmişti. Çocu kların e l indeki bir top gi
bi bir o yana bir bu yana zıplayıp duruyordu düşünceleri. Ama
en önemli duygu aşktı . Kendisine çok şaşırmıştı Rubiao, piş
mandı. Gerçi pişmanlığı vicdanının ürünüydü. Hayalleri, gü
zel Sophia'dan ne pahasına o lursa o lsun vazgeçmiyordu. Sa
at bir, i k i , üç . . . Uyku bir türlü gelmiyordu. Ne zaman geçti o
üç saat? Üç buçuk . . . N ihayet bütün bu düşüncelerden sonra
uyku geldi ve haşhaş etkisi yaratarak bir anda, saat dörde var
madan Rubiao'yu aldı götürdü.
73
" Sen daha bu akşamı n en büyük olayını b i l m i yorsun " .
" Neymiş ? "
" B i l ba kalım. "
Palha bir süre karısına bakarak o akşam olmuş en büyük
olayı tahm i n etmeye çalıştı. Bilemed i . Şu ya da bu o layı söy
ledi ama Sophia başı n ı saliayarak reddetti .
" Neymiş bakalı m o halde ? "
" Bi l mem. Sen söyle . "
" Bi lemiyorum işte. Haydi söyle. "
" Bir şartla söylerim . Kızmak ya da bağırıp çağırmak yok . "
Palha ciddileşti. Kızmak mı ? Bağırıp çağırmak mı ? Ne de-
mekti bu ? Artık gülmüyordu. Yüzünde, tesl im olduğunu gös
teren zorlama bir gülme i fadesi d ışında neşeden eser kalma
mıştı . Doğrudan karısına baktı ve ne olduğunu sordu.
" Söz veriyor musu n ? "
" Tamam, tamam. N e oldu ? "
" Peki o zaman . Biri bana i lanı aşk etti . "
Palha'nın rengi attı . Rengi atmayacak diye söz vermemiş
ti. Karısını çok seviyordu. O kadar çok seviyordu ki, bild iği
miz gibi onu sergilemekten zevk alıyordu ve bu açıklamayı öy
l esine, hiçbir şey yokmuş gibi d i n l eyemezdi . Sophia, kocası
nın rengin i n solduğunu fark etti ve açıkladığı şeyden hoşlan
maması çok hoşuna gitti . Bunun tad ını çıkardı. Sonra kane
pede doğruldu, kendisine rahatsızl ı k vermeye başlayan saç
larını açtı, tokaları mendilinin içine koydu, başını sağa sola
saliayarak derin bir nefes aldı ve uzanıp kocasının ellerini sık
tt. Bu arada Palha öylece duruyordu.
" Doğru söylüyorum sevgili m . Birisi karına i lanı aşk etti . "
" K immiş o hergel e ? " d iye atıldı Palha, sabırsızlıkla.
"Ama böyle sorarsan söylemem. Kim mi ? Kim olduğunu mu
bilmek istiyorsun? O zaman saki n sakin d i n le. Rubiao'yd u . "
" R u biao m u ? "
"Hiç aklıma gel mezd i . Ne kadar utangaç v e saygılı duru
yordu oysa . Demek görünüş a ldatıcı olabiliyormuş. Buraya
gelen hiçbir erkekten en ufak bir söz bile duymadım. Tabii hep
si bana bakarlar bu da doğal çünkü çirkin sayılmam. Neden
74
öyle hışımla aşağı yukarı dolaşıyorsun ? Biraz d u rsana. Sesi
mi yükseltmek istemiyorum. Ası l mesele şu. Bana tam olarak
ilanı aşk etmed i . "
H ızla sözünü kesti Palha. " Nasıl yan i ? Etmedi m i ? "
" Etmedi. Ama söyledi k l eri o anlama gelir. "
Rubiao i l e birli kte bahçeye çıktıkları a ndan Binbaşı gele
ne kadar neler o l up bittiğini an lattıktan sonra sözlerini şöy
le bağladı: " Hepsi bu. Gerçi 'aşk' lafını etmedi ama ağzına gel
ıned iği için etmemiştir. Aşk lafı, e l lerine geldi ama. Parmak
larımı sıkı sıkı tuttu . Hepsi bu kadar. Bana göre onunla i liş
kimizi yavaş yavaş veya birden kesmeliyiz. Ben birden kesme
yi tercih ederim. Bunun dışında bir mesele yok. Sen ne diyor
sun ? "
Altdudağı n ı ısıran Pal ha , sersemiemiş halde karısına ba
kıyordu. Sonra tek bir kelime etmeden ka nepeye oturdu.
Olayı aklında evirip çeviriyordu. Karısın ın cazibesinin bir er
keği etkisi a lt ı na a lmasını doğal karşılıyordu. R ubiao da bir
erkekti. Ama R ubiao'ya güvenmişti. Sophia'nın çileklerle be
raber gönderdiği notu yazdıran aslında kendisiydi. Sophia sa
dece notu kendi el yazısıyla yazıp imza lamış ve göndermişti.
Sophia bir yana, arkadaşının herhangi bir kadına ilanı aşk ede
bileceği aklına bile gelmezdi. Peki ya aralarında geçen şey ger
çek bir ilanı aşk sayılır mıydı? Belki de iki iyi arkadaş arasın
daki bir şakalaşmadan, takılınadan i baretti. Doğru, Rubiao,
Sophia'ya çok bakmış, Sophia da bu bakışların bazılarını kar
şılı ksız bırakmamıştı. Çekici, genç bir kad ı n ı n oyunları ! Ne
tice itibariyle Sophia'nın gözleri kendisine ait değil miyd i ? O
gözlerden çıkan ışıltılı bakışların bazılarının başkalarına git
mesinden ne çıkardı k i ? Karısının görine sinirini d e kıskana
cak değil d i ya . . .
Sophia kanepeden kalktı, içinde tokalar olan mendili piya
nonun üzerine koydu ve saçları açıkken nasıl durduğuna bak
mak için aynanın önüne geçti. Kanepeye döndüğünde koca
sı onun elini tutup gü ldü.
" Bana göre gereğinden fazla endişeleniyorsun. Bir kadı
n ı n gözleri y ı l d ızlara, yıldızlar da herkesin görebileceği göz-
75
!ere benzetilse ne olur k i ? Şiir olsun, nesir olsun ne fa rk eder?
K usur, gözleri güzel olanındır. Ayrıca bana anlattıklarına rağ
men bil iyorsun ki bu adam taşral ı bir ahmaktan başka bir
şey . . . ,
"Taşralı b i r şeytan o za man. Çünkü arkadaşı n Şeytanın ta
kendisiydi. Peki bana bel l i za m a n l arda Cii ııeyluç ı ' n a bak
ı ı ı a ı ı ı ı , o za maıı rı ılılarımızııı h i r le�eccğ i ı ı i siiy l em es i n e ne di
y o r.� ı ı ı ı ? "
" ' Lı ı ı ı a ı ı ı , I n ı h ı r; ı ;. ; ı � k k o k ı ı v o r " d i y e k a b u l etti Palha,
" a ı ı ıa go n ı yor�ı ı ıı h ı ı , l.a v;ı l l ı h ı r r ı ı l ı u ı ı yakarışı. !5 yaşı nda
k ı k ı 1. l a r, �a i r l e r, h ı r de a v a ııa k l a r hi>ylc konuş ur. Rubiao da
m· h i r �a ı r, ııe de I S y;ı � ı ııda hi r k ı 1. . "
76
Pal ha, gülümserneye çal ışarak, " Tamam o zaman. Bundan
sonra sen de aya bakmaz, bahçeye ç ı k mazs ı n " dedi .
"Christiano, bir daha buraya gel i rse onunla konuşmaın ı
n a s ı l beklersin ? Bunu yapacak k a d a r y ü r e k l i değil i m . En iyi
si onunla hiç görüşmemek . "
Palha baca k bacak üstüne atıp ayağıyla tempo tutmaya
başladı. Birkaç dakika boyunca i kisi de konuşmadılar. Palha
i lişkiyi kesme önerisini d üşünüyordu. Bunu istediğinden de
ğil, olanlara kızan fakat ağırbaşlı davranışı da elden bırakma
yan karısına ne cevap vereceğini bilmediğinden. Bu öneriyi ka
bul etmemeliydi. Ama reddetmemeliydi de. Ve akl ı na bir şey
gelmiyordu. Ayağa kalktı, ellerini ceplerine soktu, birkaç adım
attı ve Sophia'nın önünde durdu.
" Belki de bütün bu huzursuzluğun nedeni, şaraptır. Rubiao,
önündeki şarabı bitirdi. Alkale dayanıksız bir adam, biraz da
şamata olunca içindeki her şeyi dışarı atıyor. Evet, kabul edi
yorum adamı etkilemişsin. Başka kadınlar da etkilemiştir. Bir
kaç gün önce Cattete'de bir baloya gitmiş. Orada tanıştığı bir
kadından, dul Bayan Mendes'ten büyütenmiş vaziyette geldi. "
Sophia lafını kesti: " Peki neden o güzelliğin Güneyhaçı'na
bakmasını i stememiş ? "
"Çünkü kadının evinde yemek yemediler. Ortada n e bir
bahçe ne de ay vardı. Demek istediğim, arkadaşımız asla ken
disi gibi davranamıyor. Belki de tam bu anda yaptıklarından
pişma nlık d uyuyor, uta n ıyor ve bunu nasıl açı k layabi leceği
ni b i lemiyordur. Hatta onun bizden uzaklaşması k uvvetle
mümkü n . "
" En iyisi . "
" Bu duru mda o n u biz çağırmalıyız . "
" Neden çağı raca kmışız ? "
"
" Bak Sophia" diye yanına o nırdu Palha, "ayrıntıya girmek
istemiyorum. Şunu bil ki ki msenin sana saygısızlı k. gösterme-
sıne ızın vermem.
. . .
,,
77
ğumu bilirsin. Beni rahatlatan şey, senin aşkın ve bana göster
diğin saygı. Aynı şekilde Rubiao'ya da güvenimi kimse sarsa
maz. Emin ol o bizim dostumuz. Ona borcum var. "
" Birkaç hediye, birkaç mücevher, tiyatroda localar. . . Gü-
neyhaçı'na onunla beraber bakınarn için yeterli nedenler değil."
" Keşke hepsi bu kadar olsaydı " diye iç geçirdi, Pa lha.
" Haşka ne va r ? "
i\yr ı ı ı ı ıy a gır ıı ıeyc l i ı ı ı . Ba�ka şeyler de v a r. Bu konuyu son
"
78
ğına bakacağım ve bu arada da ondan uzak kalmaya gayret
edeceğim. Ama sonradan fikrini değiştirme. Çünkü olanları an
lamamışa benziyorsun. Ne kadar götürebileceğim, bakalı m . "
" Bi l iyorsun, iş hayatının baskılar ı . Şuradaki deliği kapat
mak istersin, öbür tarafta bir delik daha çıkar. Lanet olsun .
Nedeni bu. Ama kafana takma aşkım, önemli bir şey yok. Sa
na güvenebileceğimi biliyorum . "
"Hadi artık, geç oldu . "
" Ha d i . " Karısını yanağından öptü.
" Fena halde başım ağrıyor" diye sıziandı Sophia. "Sanırım
gece çiyi yüzünden. Yoksa bu meseleden m i acab a ? Çok ağ
rıyor. "
Ll
79
tan sonra saat i k i sularında bahçeye çıktı ve kapının yanına
oturd u . Doğal olarak aklında akşamki olaylar vardı. Canı sık
kındı. Olanları kocasına aniartığına pişman olmuştu. Ayn ı za
ma nda kocası nın olayı bu şekilde ele almasından rahatsızl ı k
duymuştu. Düşüncelerinin tam ortasında, sanki rüzgar tara
fından hafifçe sallanınca aralarında tuttukları lafları salan yap
raklardan geliyormuş gibi net ve açık biçimde, Binbaşı'nın söz
lerini d u yd u: " M erhaba. Mehtabın keyfini mi çı kartıyorsu
ı ı u z ? " Orpnd i . Biııhaşı, bo ş ho ğ a zı n tekiyd i . İnsan lara ait sır
la rı b u l u p �, ı Lı rı r ve sorıışt ı ı rı ı rd u . Acaba bul d u klarını herke
se ; ı ı ı Lı Lı ( ; ı k k a , Lı r ı l e r i gidehi l ı r m i y d i ? İft i raya uğrayabi le
n·g i ı ı ı , ıı ı>.ı ı ı Lı rı ı ı k c ı ı d i s ı mk ı ı k u � k u laııahileceğini fark edin
, ,. p l .ı ıı y . ı p ı ı ı a y;ı k o y u l d u . 1\. i mseyi ziya rete gitnı eyecekt i . Ne
N u evo Fr i h ur g o ' ya ne de babasına uğrayacaktı. Kocasının,
Rubiao'ya eskisi gibi davranması yönündeki ısrarı, hele de gös
terdiği gerekçeler göz önüne alınırsa, bi raz fazlaydı. Kocası
na itaat etmek istemiyordu. Ama itaatsizl i k etmek de istemi
yordu. Bel ki d e bir nedenle şehi rden ayrılmak e n i yisiydi.
Kendi kendine iç geçi rdi : " Benim hatam dı . "
Hatası, Rubiao'dan özel muameleyi esirgememesiydi. Ona
karşı fazla rahat ve sokulgan davranmıştı . Tabii bir de akşam
ki uzun ve anlamlı bakış lar. Keşke böyle yapmasaydı . . . Son
ra uzun uzun d üşünmeye başladı. Etra fı ndaki her şey canını
sıkıyordu. Her şey; bitkiler, eşyalar, öten kuşlar, sokaktan ge
len sesler, evden gelen ta bak tıkırtıları, kölelerin işlerini yap
mak için gel i p geçmesi, hatta ıkına sıkına evin önündeki kü
çük tepeye tı rmanan zava llı yaşlı bir zenci bile . . . Zencinin ya
vaş ve ölçülü adımlarla yürümesi, sinirlerini bozuyordu.
Lll
80
" Kimdi bu adam ? " diye düşündü.
Onu nereden tanıdığını bulmaya çalıştı. Yüzü, iri ve yumu
şak gözleri, tavırları bir yerden tanıdık geliyordu . Onu nere
den tanıyor olabilirdi? Onunla tanıştığı evi bulana kadar ak
I mdan birkaç evi geçirdi . Sonunda hatırladı, geçen ay yapı
lan bir baloda tanışmıştı. Evin sahibi avukatın yaş günü ba
losuydu. Tamam işte, orada tanışmışlardı. Birlikte dans etmiş
lerd i . Aslında bu dansı Sophia ona lütfetmişti denilebilir çün
kü genç adam daha önce hiç dans etmemişti. Adamın kendi
sine kadın güzelliği üzerine pohpohlayıcı şeyler söylediğini ha
tırladı Sophia. Ona göre kadın güzelliği esas olarak gözlerden
ve omuzlardan kaynaklanıyordu. Bildiğimiz gibi Sophia'nın
gözleri ve omuzlarıysa büyüleyiciydi. Genç adam, başka bir
konuya geçmedi, hep gözlerden ve omuzlardan bahsett i . Bu
konuda başından geçmiş olayları anlattı . Bazıları hiç de ilginç
deği ldi bunların ama adam gerçekten de güzel konuşuyordu.
Üstelik konu da tam Sophia'ya göreydi. Evet, evet, hatırlıyor
du, adamın kendisini oturduğu yere bırakmasından hemen
sonra Palha gelip Sophia ' nın yanına oturmuş ve adamın ismi
ni söylemişti. Çünkü Sophia, tanıştırılırken adamın adını tam
duyamamıştı. Adaının ismi, Carlos Maria idi; Rubiao'nun öğ
le yemeği m isafi rlerinden biri.
" Bu genç, bu salondaki en önemli insan" diye ekiemiştİ Pal
ha, gururla karısı n ı n göğsüne bakara k. Sonra da Sophia'nın
o iyi bildiği ve sevdiği buyurgan sahiplik duygusuyla salonu
gözleriyle taramıştı.
Sophia her şeyi hatırlayana kadar genç adam evin önün
den uzaklaşın ıştı bile. Hiç olmazsa bu olay, genç kadını ra
hatsız eden sorunlar zincirinde bir kırılma yaratmıştı. Kadının
sırtı ağrıyordu. Bu ağrı, birkaç dakikalığına unututmuştu ama
şimdi yeniden b ütün i natç ı l ığı ve rahatsız ediciliğiyle ortaya
çıkmıştı. Sophia hankın arkalığına yasiandı ve gözleri ni yum
du. Biraz uyumaya çalıştı ama ne mümkün . . . Kafasındaki dü
şünceler de en az ağrısı kadar inatçı ve ondan daha da rahat
sız ediciydi. Sessizlik, arada sırada hızlı kanat çırpışlarıyla ke
siliyordu. Bunlar, komşunun güvercinleriydi. Önceleri Sophia
81
sesleri duydukça gözlerini açıp bakıyordu ama sonra sese alış
tı ve biraz uyumaya çalışarak açmamaya başladı . Bi raz son
ra sokakta birinin ayak seslerini duydu ve gelenin Carlos Ma
ria olduğunu sanarak başı n ı kaldırdı. Gelen, taşradan kendi
sine mektup getiren postacıydı. Postacı mektubu verdikten son
ra geri dönerken Sophia'nın oturduğu bankın ayağına takılıp
tökezledi ve kafa üstü yere çakıldı. Bütün mektuplar yere sa
çı ldı . Sophia kahka hayı patlattı.
LIII
S2
LIV
83
gizli olayı i fşa edebileceği düşüncesiyle, Palha durdu. İki adam
da kendileri n i kontrol altına aldılar. Rubiao sol bacağını sağ
hacağı n ı n üstüne atarak sordu:
" Sizi terk ediyorum, biliyor musunuz ? "
LV
Palha her şeyi bek lerdi ama bunu, asl a. Ö fk esi bir anda yatış
tı. Ayrıca okurun bekleyebi leceği en son şey oldu, üzüntü ve
pişmanlık duydu. Onları terk mi ediyordu ? Demek Rio de Ja
neiro'dan ayrıl ıyordu. Santa Theresa 'daki davranışları nede
niyle kendisine verdiği ceza buydu demek. Demek, utanıyor
du ve yaptık larından pişmandı. Arkadaşının karısıyla yüz yü
ze gelme cesareti gösteremiyordu. Bunlar Palha'nın ilk düşün
celeriydi . Peşinden diğerleri de geld i . Demek karısına duydu
ğu tutkuya karşı koymak için ondan uzaklaşıyordu. Ayrıca bel
ki işin içinde bir de evl i l i k vardı.
Bu son h i potez, Palha'nın y üzüne öyl e b i r ifade getirdi ki
nasıl a n latacağıını b i l em iyor u m . Hayal kırık lığı mı dese m ?
Hassas yazar Garret b u t ü r duygular için başka b i r teri m bu
lamamıştı. İngi l i z olduğu için hor görmüyordu da . . . İyi o za
man, hayal k ı r ı k l ığı diyelim. Buna ayrılış i ç i n yaşayacağı
üzüntüyü ekleyip bir de içinde yavaş yavaş baş veren öfkeyi
unutmazsanız, bu adamın ruhunun yamal ı bohçaya benzedi
ğini söyleyebili rsiniz. Gerçekten de öyle. Üstelik bütün yama
ların farkl ı ren k l erde olduğu bir yam a l ı bohça. Asıl mesele,
yamalar simetrik şekil lerde olamasa da, renk l er birbiriyle
çatışan renkler olmamal ı . İ l k bak ışta Palha karmakarışık bir
yığına benziyord u . Ama daha yakından baktığın ızda gölge
ler tamamen farklı olsa b i l e içinde ruhsal bir bütünlük sağ
l amıştı.
84
LV I
85
Sonunda Pal ha, " Bizi terk mi ediyorsunuz ? " diye sordu.
"Sanırım öyle. M i nas'a gidiyoru m . "
Camacho pencereden gelerek daha önce oturd uğu koltu
ğa oturdu.
" Ne Minas'ı " dedi, gülümseyerek, "şimdilik orayı unutun.
Gerektiği zaman gideceksiniz ve fazla uzun da kal mayacak
sınız."
Palha, en az R uhiiio'nun sözleri kadar bu adamın l a fları
na da şaşırdı. Bu adamın Rubiiio'ya egemen bu üslubu nere
den geliyordu? Ona dikkatle baktı. Orta boylu, ince yüzlü, sey
rek sakallı, uzun çeneli ve kocaman gözleri olan bir adam d ı .
Hızlı bir bakışta ancak bu kadarını görebildi. Tabii b i r de faz
la lüks olmasa da iyi giyindiğini, ayakkabıların ı n da fena ol
madığını gördü. Gözlerini, tavırlarını, yüzündeki kılsız böl
geleri ni ve i nce ama ağır ellerini de ilk bakışta i nceleyemed i .
LV I I
86
yut olduğu için Camacho fazla yükseklerde uçmaktan vazge
çip kanatlarını iki çırparak delege adaylarının açıklanması, taş
ra işletmeleri, muhalefetin iddiaları, yerli yersiz övgü ve söv
gü kullanımı gibi şeylere kadar i n d i . Aslında sıfa t kullanımı
büyük d i kkat ister. K ı smetsiz, m üsri f, utanmaz, sapkı n gibi
terimlere, iktidara saldırırken gerek duyuyordu. Ama başkan
değişecekse hemen eski başka n ı n savunmasına koşuyor, ta
bii bu arada tarzı da değişiyordu . Bu gibi durumlarda, güç
lü, aydın, adil, i l kelerine bağlı, yönetimin aşikar zaferi vs., vs.
terimlerine başvuruyordu. Bu şeki l de sağa sola çatarak geçir
diği üç yılda, genç mezunun gönlüne siyaset tutkusu iyice yer
leşti .
Eyalet meclisi üyesi, milletvekili, kaderin oyunu sonucu bir
zamanlar kendi yazdığı kısmetsiz, müsrif, utanmaz, sapkın gi
bi bütün sövgüleri bu kez muhalefet gazetelerinde kendi hak
kında okuduğu i k i nci sınıf eyaletlerin başkanı olan Camac
ho, siyasette i nişler çıkışlar yaşadı, m eclise bazen seçildi ba
zen seçilemedi ama bütün bu süreç boyunca da sürekli konuş
tu, yazdı, mücadele etti. Sonunda imparatorluğun başkentin
de yaşamaya başladı. Parana Markisi iktidardayken, kendi
si de partilerarası uzlaştırma komisyonunda görevliyd i . Ca
macho, ona bazı kişi leri önerd i , Marki de bunları kabul et
ti . Ama Marki'nin gerçekten Camacho'nun tavsiyelerini din
leyip dinlemediğini ve gizli planlarını onunla paylaşıp payiaş
madığını k imse söy leyemez çünkü Camacho, kendisiyle i lgi
li gerçek leri kolay l ı k l a çarpıtabilen biriyd i .
Herkesin i nandığı b i r şey vardı; Camacho bakan olmak is
tiyor ve bunun için çal ışıyord u . Kendisi için faydalı olduğu
nu düşündüğünde şu ya da bu gruba katılıyor, mecliste yönet
sel konularda uzun uzadıya konuşuyor; istatistikler topluyor,
yasa maddeleri kaleme alıyor, çeşitli raporlardan bölümler bi
riktiriyor, eline geçen Fransız yazarları ndan pasajları ( bunlar
kötü çeviriler oluyordu gerçi) bir kenara koyuyordu. Ama şa
irin dediği gibi çiçeklerle eli arasında hep bir duvar oluyor ve
bizi m k i e l i n i uzatıp o çiçek leri toplamak için ne kadar uğra
şırsa uğraşsın, çiçekler yine duvarın öbür tarafında kalıyor ve
87
kendilerine fazla bir tutku beslemeyen, hatta kendilerini hiç
önemsemeyen eller tara fından koparı l ıyordu.
Kısır siyasetçi denilen bir siyasetçi türü vardır. Camacho
da o kategoriye girmek üzerey d i . Bütün hayalleri buharlaşıp
uçmak üzereydi ama Camacho, bir türlü bulunduğu mevki
nin üzerine yükselemiyordu. Bakanlar kurulu kuran kim olur
sa olsun, istese bile Camacho'ya bir bakanlık koltuğu verme
ye cesaret edemiyordu . Ayağı n ı n kaymakta olduğunu hisse
den Camacho da etkisin i artırmak için iktidarda olanların ta
n ı d ığıymış gibi davranıyor ve bakanlara ya da devletin diğer
i leri gelenlerine yaptığı ziyaretleri y ü ksek sesle etrafa anlatı
yord u .
Aç, açık değildi. Karısından, 1 8 yaşındaki kızından v e vaf
tiz oğlundan ol uşan k üçük bir ailesi vardı . Avu katlıktan ka
zandık ları hepsine yeterdi. Ama siyaset onun kanında vard ı ;
başka bir şey okuyamıyor, başka b i r şey düşünemiyordu. Ede
bi ya ta , doğa bilimlerine, tarihe, felsefeye, sanata en ufak bir
i lgisi yoktu. Hatta hukuk konusunda da fazla bilgili sayılmaz
d ı . Yasama organında yaptığı görevler ve mahkeme pratiğin
de öğrendikleri dışında, okuldaki bilgilerinin ancak küçük bir
kısmı aklında kalmıştı. Ama bildiklerini iyi kullanırdı . Dava
larını iyi savunur ve hiç kaybetmezdi.
LV I I I
88
ama kontrol edemediği hareketlerinde ve ateşli anlatışında iç
tenli kten kaynaklanan bir güzell i k vardı. Camacho onu dik
katle dinledi. Sonraları onu pencerenin kenarına çekip durum
la ilgili önemli gözlemlerini aktardı . Rubiao ise onun sözle
rini kafa sal iayarak ya d a kısa cümlelerle tasvip ediyordu .
Sonunda Camacho, "Mu hafazakarlar i ktidarda kalmaya
cak " dedi .
" Öyle mi ? "
" Evet, öyle. Çünkü savaş istemiyorlar. Bunun için d e is
tifaya zorlanacaklar. Gazeternde savunduğum siyaset ne ka
dar iyi bir siyaset olduğunu hatırlıyor musunuz ? "
" Hangi gazete ? "
" Bu n u sonra konuşuruz . "
Ertesi gün Camacho'nun davetiyle Hotel d e l a Bourse'ta
öğle yemeğinde buluştular. Camacho, Rubiao'ya, bedeli ne
o l u rsa olsun savaşa devam etme fikrini savunmak amacıyla
birkaç ay önce bir gazete çıkarmaya başladığını anlattı. Libe
raller arasında ihtilaf olduğu için partisine hizmet etmenin en
iyi yolunun, bir an önce onlara tarafsız ve ulusal bir yayın or
ganı kazandırmak olduğuna karar vermişti.
" Şimdi gazetenin bize ne kadar faydalı olduğu ortaya çık
tı. Çünkü hükümet barışa mey i l l i . Aslında yarın bu konuda
yazılmış ateşli bir makalem yayı m lanaca k . "
Rubiao ise karşısındakinden gözlerini ayırmadan v e o ba
şını tabağına eğdiği kısa aralıklarda hızla yemeğini yiyerek onu
dinledi. Siyasi sırları paylaşan arkadaş rolünden memnund u.
Gerçeği söylemek gerekirse, sonunda -mesela mecliste bir san
dalye gi bi- ödülünü alabileceği bir m ücadeleye girme fikri,
dostumuzun akl ındaki altın kanatların üzeri ndeki tozları sil
kip atmıştı. Camacho o gün daha fazla konuşmadı. Rubiao'yu
ertesi gün aradı ama bulamadı. Şimdi de Rubiao'ya gelişinin
hemen ertesinde Palha boy gösterip R ubiao i l e konuşmasını
engellemişt i .
89
LIX
" Ama M inas'a gitmem lazı m " diye ısrar etti Rubiao.
Camacho sordu: " Neden ? "
Palha da aynı soruyu sord u. Neden uzun s üreliğine Mi
nas'a gidiyordu ki? Yoksa başkentten sıkılmış mıyd ı ?
"Hayır, sıkılmadım. Tersine . . . "
Tersine çok sevm işti. Ama başkent ne kadar çekici, taşra
ise ne kadar zavallı ve sıradan bir yer de olsa insan memleke
tini özlüyordu. Hele oradan yetişkin bir adam olarak ayrılmış
sa. Rubiao, Barbacena'yı görmek istiyordu. O rası, dünyanın
en önem l i , en güzel yeriydi. Birkaç dakika boyunca memle
ketini, sanki içindeymiş gibi hissetti. Arkadaşlarından kopmuş
tu. Tutku, övünç, aldığı zevk, bütün bunlar memleketine öz
lem duymasına yol açtı. Bir zamanlar içindeki sesi d inleyip
açıkgözlük yapmasaydı, şimdi basit bir adam olarak kalacak,
bu zenginliğin tad ı n ı çıkaramayacaktı.
Palha i l e Camacho birbirlerine baktılar. Ne bakıştı o öy
le! İki vicdan arasında alınıp verilen tanıtma kartı gibi bir ba
kış. Her i k i vicdan da sırrını söylemedi. Kartın üzerine ba
kıp karşısındakinin ismini gördü ve selamını verdi. Evet, Ru
biao'nun gitmesi mutlaka engellenmeliydi. M i nas onu biraz
özleyebilirdi . R uhiiio'nun oraya daha sonra, mesela üç ay son
ra gitmesine ve Palha 'nı n da ona eşl i k etmesine karar verdi
ler. Zaten o da M inas'ı hiç görmemişti, bundan iyi fırsat mı
olurd u ?
" Sen d e m i geleceksin ? " diye sordu Rubiao.
"Tabii. Zaten uzun zamandır Minas ile Sao Paulo'yu gör
mek istiyordum. Bir yıldan fazla süred i r oraya gitmeyi düşü
nüyorduk. Sophia böyle geziler için gayet iyi bir yoldaştır. Tren
istasyon unda karşılaşmamızı hatırlıyor musun ? Vassouras'tan
gel iyorduk. M inas'a gitme planımızdan hiç vazgeçmemiştik.
Üçü m ü z gider i z . "
Rubiao yaklaşan seçimleri gerekçe gösterdi. B u kez d e Ca
macho girdi devreye. Oraya gitmesi hiç de gerek li deği ldi, yı
lanın başı burada, başkentte ezilmeliydi, ondan sonra mem-
90
teketine özlemini giderecek ve ödülünü alacak bol bol zama
nı olacaktı. Rubiao, kanepede kıpır kıpırdı. Ödül mutlaka mil
letveki lliği olacaktı. Fak i r bir iblisken hiçbir zaman beynini
meşgu l etmemiş büyüleyici bir vizyon ve tutku, artık içinde
yer etmiş olan şan, şeref, büyüklük hevesini b i l iyordu . Ama
bir yandan da hiç olmazsa birkaç günl üğüne gitmesi gerek
tiği konusunda ısrar ediyordu. Gerçi l a f olsun diye söyledi
ğini, arkadaşlarının bu ısrarını kabul etmesi yolunda herhan
gi bir istek duymadığını söylemek zorunda hissediyorum ken
dimi, gerçekleri ortaya çıkarmak bakımından.
Mehtap artık parlamaya başlamıştı. Pencereden görünen
koy manzarasının, dünyanın başka bir yerinde bulunamaya
cakmış gibi görünen büyülü bir hali vardı sanki. Uzakta, tepe
terin yamacında Sophia'nın sil ueti şöyle bir görü nüp ay ışığı
na doğru kayboldu. Meclisin en fırtınalı oturumu, Rubi�1o'ııuıı
kulaklarında yankılanıyordu. Camacho pencereye doğru gi
dip geri geld i .
" K aç gün ? "
" Bi lmiyorum ama fazla deği l . "
" N eyse, bunu yarın konuşuruz. "
Camacho gittikten sonra Pa l ha birkaç dakika daha kalıp
hesap işlerini halletmeden Minas'a gitmesin i n garip olduğu
nu söyledi. Ru biao hemen söze girdi: " Ne hesabı ? " Ona he
sap mı sormuştu ki kendisine hesap veriyordu ?
Christiano, hemen cevabı yapıştırd ı : " İşadamı olmadığı
nız bel l i . "
" Doğru, değilim. Ama i nsan borcu varsa, ödeyebildiği za
man öder. Zaten bu i kimizin arasında bir şey. Yoksa başka bir
şey mi? Doğru söy l eyin, para mı lazım ? "
" Hayır, teşekkür ederim. Size bir iş önermek istiyorum ama
bunu daha bol bir vakitte konuşuruz. Buraya gelişimin tek ne
deni, gazetelere, 'Arkadaşım Rubiao kaybolmuştur. Bir de kö
peği bulunan arkadaşımı görenlerin . . . ' diye i l a n vermek zo
runda kalmamak içindi . "
Ru biao, b u şakayı beğendi. Palha giderken onu Marquez
de Abrantes Sokağı'na kadar geçi rdi. Ayrılacakları zaman da
91
Minas'a gitmeden önce Santa Theresa'yı ziyaret edeceğine söz
verdi.
LX
lanın başı burada ezilmelidir. " "Sophia böyle geziler için ga
yet iyi bir yoldaştır. " Zaval l ı M i nas!
Ertesi gün, daha önce hiç görmediği, A talaia diye bir ga
zete gel d i . Başyazı bakanlığı şiddetle azarlaya n bir yazıydı
ama bütün parti leri ve bütün m i l leti kapsayacak bir sonu
ca varıyordu: Hep beraber anayasal bölümneye katı/alım. Ya
zının mü kemmel o lduğunu düşünen Rubiao, abone olmak
i ç i n gazeten i n nerede bas ı l dığına bakt ı . Doktor Camac
ho'nun gazetenin editörü olduğunu o zaman öğrendi. He
men oraya gitti. O fisin bul unduğu sokağa gelmişti ki, bir şil
te d ü k k a n ı n ı n önünde bir kadının çılgın gibi çığlık attığ ı n ı
duydu:
"Deolindo! Deol i n do ! "
Rubiao çığlığı duyar duymaz başını çevirdi v e n e o lduğu
nu gördü. Sokaktan bir araba geliyordu ve üç dört yaşında
ki bir çocuk tam arabanın önündeydi . Atlar, arahacının tüm
gayretine rağmen, çocuğu ezmek üzereydi ler. R u biao atlara
doğru atılıp çocuğu tehlikeden kurtardı. Annesi çocuğu ondan
alırken tir tir titriyor, konuşamıyordu. Etraftan birkaç kişi ara
bacıya kızmaya başlamışlardı ki içeriden kel kafalı bir adam
arabacıya gitmesini söyledi . Arahacı bu emre uydu. Dükkan
da bulunan çocuğun babası dışarı çıktığında, Sao Jose Soka
ğı 'nın köşesi n i dönmek üzereyd i .
" Neredeyse ölüyordu. Bu centilmen orada ol masaydı za
va llı oğlumun başına neler gelecekti kim bilir" dedi annesi .
92
Tüm bina olaydan etk ilenmişti. Komşular çocuğa bir şey
olup olmadığını görmek için geldiler. Sokaktaki beyaz çocuk
larla zenci çocuklar da şaşkınlıktan öylece kalakalmışlardı. Ço
cuğun düşerken biraz omzunun yaralanması dışında hiçbir şe
yi yoktu.
" Önemli bir şey yok" dedi Rubiao. " Çocuğunuz daha çok
küçük, onu sokağa çıkartma y ı n . "
Çocuğun babası, " Çok teşekkürler" dedi, "sizin şapkanız
nerede ? "
Rubiao şapkasını kaybettiğini ve yırtık pırtık giysiler için
deki bir çocuğun onu alıp dükkinın kapısının önünde kendi
sine verecek bir fırsat doğması n ı bek l ediğini fark etti. Şapka
yı alınca da ödül olarak çocuğa biraz bozuk para verdi. Beri
ki şapkayı düştüğü yerden alırken bunu urumarnıştı ama mem
nuniyetle kabul etti. Büyük olası lıkla i l k rüşvet duygusun u o
çocuğa tattıran, bu paralar o l m uştur.
Şilte dükkanının sahibi, " Bi r dakika durun. Siz yaratan
dınız mı yoksa ? " dedi.
Gerçekten de dostumuzun avcunda küçük bir yara vardı
ve daha yeni hissediyordu. Önemli olmadığını ve bir şey yap
maya gerek bul unmadığını söy lemesine rağmen çocuğun an
nesi hemen koş u p bir !eğen ile havlu geti rdi ve Rubiao'nun
elini yıkamaya başladı. Dükkan sahibi d e en yakın eczaneye
koşup bir merhem aldı. Rubiao mendilini eline sardı. Kadın,
Ruhiiio'nun şapkasını fırçalayıp temizledi. Rubiao oradan ay
rı l ı rken i kisi de çocuklarının hayat ı n ı kurtardığı için kendi
sine defalarca teşekkür ettiler. Oradan ayrıl ırken etrafı sokak
ta ve kaldırırnda toplanmış insanlarla sarıl mıştı.
LXI
94
Partileri uzlaştırmaya çalışıyordu. Ben de bunun için onun ya
nındaydım. Maalesef genç yaşta öldü ve yaptığı iş yarım kal
d ı . Ama aynı şeyi bugün isteseydi, yanında değil karşısında
olurdum. Artık uzlaşmaya hayır. Ölene kadar savaş! O n ları
yok etmeliyiz. A talaia'yı okuyun savaş a rkadaşım, gittiğiniz
de gazerenizi evinizde bulacaksınız. "
"Hayır"
" Neden ? "
Rubiao, Camacho'nun sorgulayan bakışları karşısında
gözleri ni indirdi.
" Hayır, bu konuda son derece kararlıyım. Arkadaşlarıma
yardım etmek istiyorum. Karşılığında bir şey vermeden gaze
te a l ma k . . .
"
95
LXII
LXIII
96
Herhangi bir sonuca varamadan uzunca bir süre düşündü.
Bir an gitmeye karar veriyor, bir sonraki an hemen vazgeçi
yordu. Sophia'nın kendisine acayip davrandığını düşündü ama
gül ümsem işti. Fazla değil ama gülümseınişti. Bu konuyu şan
sa bırakmaya karar verd i . Eğer önünden geçen i l k a ra ba sağ
taraftan gelirse oraya gidecek, sol taraftan gelirse gitmeyecek
ti. Odasındaki d ivana oturup beklerneye başladı. Fazla geç
meden sol taraftan bir araba gel di. Durum anlaşı lmıştı, San
ta Theresa'ya gitmiyordu. Ama içi bunu kabul etmiyordu. Bir
araba diye d üşünınüştü. Halbuki gelen şey araba sayılama
yacak kadar küçüktü. Genel olarak araba denince akla gelen
araçlar kadar büyük olmalıydı. O küçük şey, araba sayıl maz
d ı . Kısa süre sonra sağ taraftan, yakınlardaki bir eğlenceden
dönen arabalar geçti. O da Santa Theresa'ya gitti .
LXIV
97
lesine, isi mleri güzelleştirenlerin onları taşıyan kişiler o lduğu
yorumunu yaptı. Maria Bened ieta ise çok güzeldi.
Bunu söyledikten sonra Rubiao'ya dönüp, " Siz de öyle dü
şünmüyor musunuz ? " d iye sordu .
Ma ria Benedicta, " Bırak şakayı kuzi n " diye güldü.
Ancak ne yaşlı teyzenin ne de Rubiao'nun bu şaka yı duy
duklarından emin olabiliriz. Çünkü teyze uyuklamaya başla
mıştı, Rubiao ise Sophia 'ya daha önce verdiği oyu n baz, kü
çük, siyah gözlü, boynuna bir çıngırak takılmış köpeği okşu
yord u . Ama ev sah ibesi ısrar ettiği için, neye cevap verdiği
n i bile bil meden, " Evet, evet" dedi . Maria Bened ieta yüzünü
buruşturd u . Aslı nda güzel sayılmazdı. Ne o büyüleyici göz
lerden ne de kıpırdamadığı halde insana en büyük sırrı fısıl
dadığı duygusu uyandıran o dudaklardan vardı onda. Doğal
bir k ızdı, taşralılarda rastlanan çekingenlikten eser yoktu. Bir
de elbisesi nin içinde eksikl iği çekilen zarafeti telafi eden, de
ğişik, kend ine özgü bir inceli k vardı kızda.
Taşrada , IguassCı'da doğmuştu ve orayı seviyordu. Arada
sırada birkaç gün kalmak için şehre geliyor ama ilk iki günün
sonunda bir an önce eve dönmek istiyordu. Yüzeysel bir eği
tim almıştı. Okuma yazma, b iraz felsefe ve dikiş öğren mişti.
1 9 yaşındaydı. Sophia onun piyano öğrenmesi gerektiğini söy
lemiş, teyzesi de bunu onaylamış ve kız kuzininin evine gelmiş
ti . O rada on sekiz gün kalmış ancak daha fazla dayanama
mıştı. Evini ve annesini özlemiş ve baştan beri onun büyük bir
müzik yeteneği olduğuna i na nan öğretmenini hayretler için
de bırakarak eve dönmüştü.
" Ah , tartışmasız büyük bir yetenek ! "
Bunu kuzininden duyan Maria Benedieta kahkalada gül
ınüş, sonra da adamcağızın yüzüne ciddi bir i fadeyle bakama
mıştı. Hatta dersin ortasında kahkaba krizine tutuld uğu bi
le olmuştu. Tabii adamcağız Sophia'ya sitem edince beriki kaş
larını çatmış; öğrencisinin niye güldüğünü merak eden öğret
men ise kendi kendine onun niye güldüğünü sorup, herhal
de aklına komik bir şey geldi diye ceva p vermiş ve derse de
vam etmişti . Kızın Fransızca dersi almaması da Sophia'ya gö-
98
re bir başka eksiklikti. Dona Maria Augusta, yeğeninin bu ko
n uda neden bu kadar dehşete düştüğünü anlayamamıştı. Ne
den Fransızca ? O da, birileriyle sohbet ederken, a lışveriş ya
parken ve kitap oku rken Fransızcanın olmazsa o lmaz bir ko
şul olduğunu söylemişti .
Yaşlı kadın, " Fransızca olmadan da mutlu bir hayat yaşa
dım. Zenciler bile çıkardık ları o anlamsız seslerle, herkes na
sıl yaşıyorsa öylece yaşayıp gidiyorlar" diye cevap vermişti.
Bir gün şöyle dedi :
"Talipler bunun için sana gelmemezlik etmeyecekler. Böy
le de bir koca bulabilirsin. istediğin zaman evlenebilirsin, sa
na söylemiştim. Ben de evlendim. Hatta evlenip beni de işi bit
miş bir hayvan gibi köşesinde ölmek üzere yalnız bırakabiiir
si n . "
"Anne! "
" Üzülme yavrum. Şimdi tek ihtiyacın olan şey sana bir ta
lip çıkması. Çıktığı zaman onunla gideceksin. Ben de burada
kalacağım . Maria Jose'nin bana yaptığını görmedin m i ? Ce
ara'ya yerleşt i . "
" A m a o n u n kocası yargıç " diye itiraz etti Sophia.
" Hiç fark etmez. Yaşl ı kad ı n paçavra gibi bir kenara atı
lır. Sen de evlen Maria Benedicta, hemen evlen . Hiç ol mazsa
ölürken Ta nrım yanımdadır. Çocuğum olmaz yanı mda ama
yanımda Aziz Bakire benimle ol ur. Zaten o hepimizin anası
dır. Hadi sen de hemen evle n git! "
Bütün bu şikayetler k ızda korku ve acıma duyguları uyan
d ı rarak onu evlenmekten tamamen vazgeçirınek, en azından
bu tür düşüncelerin i erteletmek üzere hesaplanarak yapılan
şi kayetlerdi. Bana göre yaş l ı kadı n günah çıkarırken bu gü
nahını itiraf etmiyordur. Hatta bunun günah o l d uğunu bile
bilmiyordur. Bu, eski duygusal egoizmin ürünü bir duygudur.
Dona Maria Augusta uzun zaman büyük bir sevgiyle yaşamış
rı . Annesi, onun için deli olurdu. Kocası da ölene kadar ken
disine büyük bir aşkla bağlanmıştı. İkisi de öldü kten sonra an
nesi nden ve kocasından aldığı sevgiyi iki kızına yansıtmıştı.
Biri evlenmiş ve evden ayrıl mıştı . Kalan kızının da evlenip git-
99
mesiyle yalnız kalmaktan korkan kadıncağız, bu felaketten ka
çı nınak için eli nden gelen her şeyi ya pıyord u .
LXV
1 00
daha söyleyecek gibi oldu ama Sophia'nın tokataşması ve re
veransı, hemen gitmesi gerektiğin i gösterdi ona. Eğilerek se
lam verdi . Bahçeyi geçerken içeriden Carlos Maria'nın sesini
duydu:
" K ocanız bi raz zevksizmiş madam. "
R u biao durdu.
Sophia sordu: " Neden ? "
" Misafir odanıza sizin b u portrenizi koymuş. S i z b u port
reden binlerce kez daha güzelsiniz madam . Siz ne dersiniz ha
n ı m lar ? "
LXVI
LXVII
101
Yataktan kalktı, yandaki koltuğa oturup A ta/aia'yı tek
rar aldı. Habere bakt ı . Bir sütundan fazla yer vermişlerdi. Bu
kadar küçük bir şeye bir buçuk sütun, diye düşündü. Sonun
da, sadece Canıacho nasıl yazmış d iye merak ettiği için ha
beri başından sonuna kadar aceleyle okudu. K u l lanılan sıfat
lar ve olayın bu kadar dramatik biçimde anlatılması canını sık
nııştı .
"Müstahakım ben buna" diye söylendi, " neden boşboğaz
l ı k edip anlatırsın k i ? "
Banyoya gitti, üzerini giyinip saçlarını tarad ı . Bu arada iş
güzar gazete aklından bir an bile çıkmıyordu. Önemsiz bir ola
y ı n yayı nılannıası, hatta sanki siyasi bir nıeseleynıiş gibi ya
zarın olayı abartması canını sıkmıştı. Kahvaltıda gazeteyi tek
rar alıp diğer haberleri, hükümet adaylarını, Garanhuns'taki
cinayeti, hava durumunu okudu. Ama o haber tekrar gözü
ne takı ldı. Bu kez yavaş yavaş okudu ve aslında yazarın içten
olduğunu düşünebileceği sonucuna vardı. Bel li ki yazar, olay
dan öylesine etkilenmişti ki kendini kısıtlanıamış ve bütün hü
nerini konuşturnıuştu. M utlaka böyle olmuştu. Canıacho'nun
ofisine girişin i , onunla konuşmalarını h atıriayıp oradan ge
riye doğru giderek olaya kadar gel d i . A k l ı na bütün o sahne
ler gel d i : Çocuk, araba, atlar, çığl ı k , karşı koyamadığı bir iç
güdüye uyarak hızla i leri atılması . . . Şimdi bile kendine açık
layamıyordu bunu. Sanki gözleri nin önünden bir gölge geç
mişti. Kendisinin de tehli keye düşebileceğine hiç bakmadan,
kör ve sağır gibi, çocuğa ve atlara doğru atılmıştı. Halbuki ken
d isi de atların altında kalabi l i r, tekerlekler altında ezi lebil i r,
yaralanabil i r, bel ki de ölebilirdi. Hatta hafif yaralannııştı bi
le. Yani durumun ciddi olduğu, inkar edilemezdi. Bunun ka
nıtı da çocuğun ailesi ile komşulardı .
Rubiao düşüncelerine ara verip haberi tekrar okudu. Kuş
kusuz, gayet güzel kaleme alınm ıştı . Hatta bazı paragrafiarı
büyük bir tatm in duygusuyla tekrar okudu. Sanki yazar, ola
yı kendi gözüyle görmüştü. Ne anlatını ama ! Gerçi hafızasın
da öyle kaldığı için kend isinin ekiemiş olduğu bazı şeyler var
dı ama onlar da o kadar kötü değild i . Bu arada kendi adının
102
da sürekli olarak, " dostumuz, seçkin arkadaşı mız, cesur dos
tumuz" gibi sıfatlar eşliği nde tekrarlanması, gu rurunu mu ok
şadı acaba ?
Öğle yemeği zamanı geldiği nde, kendi kendine gü lüyor
du, Rubiao. Gerçekten de kendini fazla üzınüştü. Caınacho
okurlarına bir haberi doğru, ilginç, dramatik (ve tabii k i ) o ka
dar beylik olmayan bir şekilde anlatıyorsa, ne olmuştu yani?
Dışarı çıktığında olayla ilgili bazı iltifatlar da aldı. Freitas ona,
Aziz Vincent de Pau l ismini takınıştı. Dostumuz ona gülüm
sedi, teşekkür etti ve konuyu geçiştirrnek istedi . Canım, o ka
dar da önem l i bir şey deği l . . .
" Önemli değil m i ? " diye biri hemen itiraz etti. " Keşke her
şey bu kadar önemsiz olsa . . . İnsanın kendi hayatı pahasına
bir çocuğu kurtarınası önemsiz m i ? "
B u böylece devam etti. Rubiao dinliyor, başını sallıyor, gü
lüınsüyor, olayı bizzat kahramanın ağzından duymak isteyen
ıneraklılara anlatıyordu. D i n leyici lerden bazı ları da kendi
kahraman i ıkiarını anlattılar. Biri bir seferinde bir adamı, bir
başkası da derede yüzerken boğulına tehlikesi geçiren bir kı
zı kurtarınıştı. Hatta biri intihar etmek üzere olan bir adam ı n
el inden s i l a h ı alıp b i r d a h a buna kalkışmayacağına yemin et
tirerek onu nasıl kurtardığını a nlattı. Şimdiye kadar gizli kal
mış bütün parlak eylem ler, kabuklarını kırıp başları n ı çıka
rıyor, Rubiao'nun üstün ve parlak eyleminin etrafına tüysüz
ama gözleri açık civcivler gibi toplanıyorlardı . Tabii bu ara
da kıskananlar da vardı. Bunlar onu i l k kez ve bu kadar y ü
celtilirken görenlerdi. R ubiao, Caınacho'ya teşekkür etmeye
gitti . Biraz sitem etti tabii ama bu siteınler, gayet ılımlı sitem
lerdi. Sonra da Barbacena'daki arkadaşlarına göstermek için
birkaç gazete daha aldı. Olay diğer gazetelerde yer alınarnış
tı ama Freitas'ın tavsiyesi üzerine, Trade Journal'da okurların
isteği üzerine yayımlanan haberler arasında ötekinin iki ka
tı büyük l ükte yer a l d ı .
1 03
LXVIII
1 04
ııız kalabil ir. Tabii tamamen yal nız değil , biz hayatta olduğu
muz sürece o bizim ailemizin bir parçası. Geleceği düşünme
nin neresi kötü? Hepimiz bu dünyadan göçsek bile Maria Fran
sızca ve piyano dersleri vererek hayatını gayet güzel sürdüre
bil ir. Sadece bunları bilmek bile onu daha iyi bir duruma ge
ı ır i r. O da aynı sizin o yaşlarda olduğun uz gibi güzel. Üste
l i k cııder bulunan ahlaki öze l l i kleri var. Zengin bir koca bu
labi l i r. Biliyorsunuz benim aklınıda birisi var. Buna gerçekten
değecek b i risi. "
" Öyle mi? Yani şimdi benim kızım Fransızca, piyano ve aşk
dnskri ala ca k öyle mi ? "
" ( > da n e demek öyle Augusta Teyze? B e n ciddi b i r düşün
ceden, heın onun hcın d e a n n esi n i n mutlu olmasını sağlaya
ca k bi r pla nda n bahsed iyorum. I !adi Augusta Teyze, böyl e
yapnıayı ı ı . "
Palha o kadar canı sıkılnıış görünüyordu k i kadın sesinin
t onunu değiştirdi. Gerçi d i renişi henüz sona ernıemişti ama ha
vası değişmişti. Tabii bunda en önemli etkiyi, işlerinin kötü git
nıesi ve iyi bir damat beklentisi yapmıştı . Taşradaki en i yi da
mat adayları, oranın etkili ve güvenli aileleriyle i lgileniyordu.
I k i gün sonra bir uzlaşma noktasına vardılar. Maria Benedic
ta kuziniyle beraber kalacak, zaman zaman beraberce taşra
ya gideceklerdi. Teyze de istediği zaman onları görmeye bu
raya gelecekti. Hatta Palha, en kısa zamanda gidip teyzenin çift
liğini satmayı, onun da başkentte kendileriyle birlikte yaşama
sını önerdi ama kadıncağız bunu reddetti.
Ta bii bütün bunların öyle sayfada göründüğü kadar ko
lay olduğunu düşünmeyin. Gerçekten de bir sürü engel var
dı. Maria Senedieta'nı n isteksizliği, ev özlem i ve asiliği, bun
ların başında geliyordu. A n nesinin ç i ftliğe dönmesinden on
sekiz gün sonra onu görmek istedi . Kuziniyle beraber gitti ler.
Orada bir ha fta kaldılar. İki ay sonra annesi gelerek birkaç
gün şehirde yanlarında kald ı . Sophia zekice bir yöntem izle
yerek kuzinini şehrin eğlencesine alıştırıyordu: Tiyatrolar, zi
yaretler, araba gezileri, ev toplantıları, yeni elbiseler, güzel şap
kalar, mücevherler. . . Netice itibariyle Maria Benedieta da bir
1 05
kadındı. Ama biraz değişik bir kadındı, bu tür şeylerden zevk
al ıyor ama istediği a nda tüm bunlardan vazgeçip taşraya dö
nebileceğine inanıyordu. Bazen memleketi bir rüyada ya da
aniden esen bir özlemle kendisine geliyordu. İlk i k i akşam par
tisinden eve dönerken aklına gelen şey partiyle ilgili izlenirn
ler değil, özlediği lguassu 'yd u. Bu özlem, günün bazı saatle
rin de, öze l l i k l e d e sokak tamamen sessizken i y ice artıyordu.
Bu zamanlarda zihni kanatlanıp uçarak annesiyle birlikte kah
ve içtikleri evlerinin verandasına konuyordu. Köleleri, eski mo
bilya ları, Sao Joiio d ' EI Rey'li zengin bir çiftçi olan vaftiz ba
basının kendisine gönderdiği güzel terli klerini düşünüyordu.
Terliklerini evde bırakmak zorunda kalmıştı çünkü Sophia on
ları getirmesine izin vermem işti.
Fransızca ve piyano öğretmenleri, işlerinin ehli adamlardı.
Sophia bir yol unu bulup kuzininin bu konuları bu kadar geç
öğreniyor olmaktan sıkıntı duyduğunu özel o larak söylemiş
ve etrafta onun öğrenci olduğunu söylememelerini rica etmiş
t i . Onlar da bunun için söz verdi ler. Piyano öğretmeni , sade
ce bu ricayı bazı meslektaşlarına söylemiş, onlar da bu rica
yı oldukça i lginç bulm uşlar ve kendi öğrencileriyle ilgili hika
yeler anlatmışlardı. Maria Benedieta çok kolay öğreniyor ve
o kadar özenle ve sebatla çalışıyordu k i Sophia sık sık onu bi
raz yavaşlarmanın uygun olacağını düşünüyordu.
" Kızım bu ne h ız, d i n len biraz ! "
Maria Benedieta ise buna gülerek, " Bırak d a kaybettiğim
zamanı telafi edeyim" diye cevap veriyordu. Sophia da bunun
üzerine sık sık yürüyüşler icat ederek onu biraz dinlendirme
ye çalışıyordu. Bir yürüyüşte şehrin şu bölgelerini, sonraki
yürüyüşte öteki bölgelerin i geziyorlardı. Maria Benedieta özel
l ikle bazı caddelerde dolaşmayı asla zaman kaybetmek olarak
görmüyordu. Buralarda Fransızca ilanları okuyor, Fransızca ke
l i me bilgisi giysilerle ve ev dekorasyonuyla sınırlı kozininin ki
mi zaman ismini bilemediği yeni mallar için sipariş veriyordu.
Ancak Maria Senedieta'nın bu kadar hızlı bir gelişme gös
termes i n i n nede n i , sadece bunlar değil d i . Taşral ı bir kızdan
beklenebileceğinden çok daha hızlı bir biçimde çevresine
1 06
uyum sağlamıştı. Daha şimdiden kuziniyle yarışır hale gelmiş
ti. Ancak Sophia'nın görünüşünü ve tüm hareketlerini oldu
ğundan çok daha renkli gösteren bir havası, reddedilemez bir
zarafeti vardı . Bu farka rağmen Maria Benedicta, kuzini n i n
kendisine artık ilk zamanlardaki g i b i h e r yerde övücü sözler
söylemediğini, başka insanların i l ti fatlarını ise sessizce dinle
diğini fark ediyordu. Gerçi kendisini küçümsemiyordu da. Ken
disiyle iyi konuşuyordu ama sustuğu zaman uzun bir sessiz
lik oluyor, bu sefer de canının sıkkın olduğunu söy lüyordu.
Maria Benedicta, yavaş ve İsteksizce, nasıl gerekiyorsa öyle
dans ediyord u . Val s ve palkaları ise izlemeyi seviyordu. Ku
zininin hayatında hiç vals ve polka yapmadığı n ı , bunun için
çekindiğini düşünen Sophia, bu dansları öğretmek istedi. Ama
kız reddetti.
" Taşra dansiarına henzer" l a fı ağzııı d a n kaçıverdi Sop
hia'nın.
Maria Benedieta ö y l e acayip b i r şekilde gülümsedi ki be
riki ısrar f'demedi . Aşağılayan, hoşnutsuz ya da hor gören bir
gü l ümseme deği ldi. Hor görmek mi? Neden hor görsün k i ?
Ayrıca o gülümsemenin biraz tepeden bakan b i r gül ümseme
gibi göründ üğü de doğruydu. Ama Sophia'nın d a vals ya da
polka yaparken hayat dolu olduğu, ayrıca partnerinin omzu
na kimsenin onun kadar zarafetle sarılamadığı da doğruydu.
Çok ender dans eden (iki ya da üç kez demişti) Carlos Maria
bile sadece onunla dans ediyordu. Bir akşam Maria Benedic
ta tam on beş dakika dans ettikleri n i gördü.
LXIX
1 07
Kız ona yan yan baktı. Yüzünde herhangi bir muziplik ifa
desi yoktu; sak indi.
"Hayır" diye cevapladı. Korkarım Kuzin Sophia eve er
ken dönmek isteyecek . "
" Erken dönmeyecek. Çünkü artık Santa Theresa 'daki gi
bi evin uzak ve yolunun yokuş olduğu gerekçesine sığınamaz.
Yeni evleri buraya çok yak ı n . "
Gerçekten d e artık Flamengo Sahi l i 'nde oturuyorla rd ı ve
balo Arcos Sokağı 'ndaydı.
Şu söylemel iyim ki aradan sekiz ay geçmişti ve bir sürü de
ğişiklik olmuştu. Rubiao, Soph ia'nın kocasıyla Palha İthalat
çılık adı altında bir ithalat işine ortak olmuştu. Palha'nın öner
mek üzere Rubiao'ya gittiği fakat Camacho'ya rastladığı için
öneremediği iş, bu ortakl ıktı. Bütün saflığına karşın Rubiao
bu konuda biraz tereddüt etm işti . Önemli mi ktarda para is
tiyordu. Oysa Rubiao ticaretten hiç anlamazdı ve böyle bir
iş yapmaya da hiç n iyeti yoktu. Üstelik hatırı say ı l ı r düzey
de kişisel harcaması vardı ve eli ndeki sermayen i n başla ngıç
taki ağı r l ı k ve görünüme gelmesi için de iyi faiz ile biraz ta
sarruftan oluşan iyi bir diyete ihtiyacı vardı. Oysa ona öne
rilen diyet pek açık değildi. Ru hiao, Palha'nın rakamlarını, kar
hesaplarını, fiyat listelerini ve gümrük vergilerini anlamıyor
du. Aslında hiçbir şey an lamıyordu. Ancak sözler, yazıları ta
mam ladı. Pal ha d ikkat çekici laflarla arkadaşının parasını bu
ortaklıkla işletmesi ni istiyordu. Tabii eğer b u işten çekiniyar
sa Palha da gidip 1 844 y ı l ı nda kurduğu Wi l k i nson House'u
bırakıp İngi ltere'ye dönen ve orada mil letvekili olan John Ro
berts'a ortaklık önerebi l i rd i .
Rubiao hemen teslim olmadı. Beş günlük b i r düşünme sü
resi isted i . Yal n ı z kaldığında kendini daha özgür hissediyor
du ama bu sefer özgür l ü k onu sersemletiyordu. Harcamala
rını hesapladı, fi lozofu n ona bıraktığı fonları nasıl kullaıı d ı
ğ ı n ı değerlendirdi. Çalışma odasında yatan Qui ncas Borba,
arada başını kaldırıp ona bakıyordu. R uhiao ürperdi. Filozo
fun ruhunun Quincas Borba'nın içinde olduğu düşüncesini ak
Imdan bir türlü kovamamıştı. Hatta bu sefer gözlerinde sitem
l OS
eden bir bakış bile yakaladı. Güldü sonra, bu, saçmalıktan baş
ka bir şey deği ldi. Bir köpek, adam olamazdı. Yine de elinde
olmadan tatlı sözlerle köpeğin kulaklarını okşa d ı .
İleri sürdüğü ret gerekçelerine, karşıt gerekçeler i l e r i sürül
dü. Ya karl ı bir iş o l ursa ? Gerçekten sahip o l d u k larımızı bu
iş sayesinde artırabileceksek ? O zaman şan, şeref kazanacak
ve aynı Wilkinson House'un eski ortağı gibi seçimlerde büyük
bir avantaj elde edecekti . Bir başka ve çok daha güçl ü bir ge
rekçe de para konusunda Pa lha'ya güvenmiyar gibi görüne
rek onu kırmaktan çekinmesiydi. Palha, eski borcunun bir kıs
mını ödemişti, kalanını da iki ay içinde ödeyecekti.
Bu nedenlerin hiçbiri, diğerinin gerekçesi değildi; hepsi ay
rı ayrı nedenlerdi. Ve tüm bunların en arkasında da Sophia ge
liyordu. Aslında en başından beri potansiyel bir neden, bilin
çaltı bir fi kir, anlaşmanın asıl sebebi olarak orada durması
na karşın gizlenen tek neden, yine oydu. Rubiao onu aklından
çıkarmak için başını sallayıp ayağa kal ktı. Onun özgürlük is
teğine saygı gösteren Sophia (kurnaz kadın), b i l i nçaltını ele
geçirmiş ve birkaç güvenlik maddesi koyarak kendi iradesiy
le kocasına ortak ol maya karar vermesine izin vermişti. İşte
ortaklık böyle kuruldu. Böylece Rubiao'nun sık ziyaretleri, meş
ru bir şekle kavuşmuş oluyordu .
" Bay Rubiao" dedi Maria Benedieta birkaç a n l ı k b i r ses-
sizlikten sonra, " sizce kuzinim çok mu güze l ? "
" Çok güze l . "
" H e m güzel h e m d e çekici. "
Rubiao gülümseyerek bunu d a kabul etti. Birlikte vals ya
parak odayı dolaşan çifti izlediler. Sophia, görkemliydi. Ko
yu mavi, göğsü oldukça açık (XXXV. bölümde bahsettiğimiz
nedenlerden ötü r ü ) bir elbise giymişti. Gaz lambasının ışığı
altında dolgun beyaz kolları, sırtı ve dekaltesi zarif bir çizgi gi
bi birbirini izliyordu. Kulaklarını, gerçeğinden ayırt edi lmeye
cek ustalıkta yapı l mış Ruhiiio'nun hediyesi yapay inci küpe
ler süsliiyordu .
Carlos Maria da fena sayıl mazd ı . Bildiğimiz gibi, zari f bir
gençtİ ve Ru biao'yla yemek yerken olduğu gibi y umuşak ba-
109
kışları vardı. Bazı gençlerde rastlanan kısa ve kesik hareket
ler ya da askıntı olmak gibi huylar yoktu onda. Cömert bir kra
lın zarafeti içinde davranıyordu . İlk bakışta kollarındaki ha
nımefendiye bir lütufta bulunuyormuş gibi görünmesine kar
şın, o da kendi açısından gecenin en güzel kadınının yanında
bulunmaktan son derece hoşnuttu. Ve genç adam kendine tap
tığı için bu iki duygu hiç de birbiriyle çel işen duygular değil
di. Dolayısıyla Soplıia ile temasta bul unuyor olmak, ona gö
re bir müridinin kendisine secde etmesi gibi bir şeydi. Hiçbir
şey onu şaşırtamazdı. Günün birinde imparator olarak uya
nırsa hayret edeceği tek şey, bakanının neden kendisine say
gılarını sunmak için geci ktiği olurd u .
Sophia, " Bi raz dinlenmek istiyorum " dedi.
Ona kolunu uzatan Carlos Maria, " Yoruldunuz mu, yok
sa sıkıldınız m ı ? " diye sordu .
" Hayır, sadece yoruldum . "
Diğer seçeneği dile getirdiği için pişman olan Carlos Ma
ria, hemen hatasını düzeltmek istedi.
"Tabii k i . Neden sıkılasınız ki? Hatta bana biraz daha za
man verebil eceği nizi d üşün üyorum. Beş dakika dah a ? "
" Beş dakika . "
" Biraz daha fazla olamaz m ı ? Ben olsam ebediyete kadar
zaman tanırd ı m . "
Sophia başını eğd i .
" Sizinle neden olmas ın ? "
Sophia koluna girerek, başı yere eğik vaziyette onunla bir
l ikte yürümeye başl adı. Söylediklerine cevap vermiyor, onu
onaylamıyor, hatta söyled i k lerine teşekkür bile etmiyordu.
Söyledikleri, kadınlara söylenen nazik, övücü laflardan öte şey
ler değildi. Oysa bu tür sözlere teşekkür etmek adettendir. Da
ha önce de tüm kadın lardan ne kadar üstün olduğunu duyar
dı ama bu tür sözleri işitmeyel i altı ay olmuştu. Dört ay Car
los Maria Petropolis'te olduğu, iki ay da şehre döndüğü hal
de evlerine gelmediği için . Son zamanlarda tekrar eve gelip gi
der olmuş ve kimi zaman baş başayken, kimi zaman da her
kesin içinde tekrar ilti fatlarına başlamıştı. Şimdi onun kolun-
1 10
da ve onun yönlendirmesi altında yürüyordu. Genç adam ko
n uşmaya başlayıp önceki gece evlerinin önünde dalgaların sa
hil i şiddetle dövdüğün ü a n latana kadar sessizce yürüdüler.
" Bu radan mı geçti n iz ? "
" Bu radayd ım. Gece geç saatte Cattete'den geçerken Fla
mengo Sahili'ne İnıneye karar verdim. Tertemiz bir geceydi. Ne
redeyse bir saat kadar denizle sizin ev arasında durduın. Ne
fes a l ı p verişinizi d uyacak kadar yaklaşmışken sizin ben i ak
l ı nıza bile getirmediğinizden adım gibi emi nim . "
Sophia gülümserneye çalıştı. Genç adam devam etti:
" Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun kalbirn
daha şiddetle atıyord u. Denizin aklı yoktur, sahili niye döv
düğünü bilmez. Oysa kalbiın, sizin için attığını gayet iyi bi
l iyord u . "
"Oh! "
Acaba bu "oh ! " bir hayret nidası mıydı? Kızgınlık ını ? Yok
sa korku mu? İlk bakışta insanın aklına geliveren sorular. Emi
nim ki genç adaının bu sözlerinden şaşkına dönen genç ba
yan da bu sorulara net bir cevap verebilecek durumda değil
di. Ama her durumda bu n ida, güvensizlik bel irten bir " oh ! "
değildi. B u konuda tek söyleyebi l eceğim, bu. Bir d e o kadar
zayıf ve belirsiz bir nidaydı ki Carlos Maria bile zor duymuş
tu. Carlos Maria duygularını odadaki tüm bakışlardan gayet
iyi saklamayı başarmıştı. Ne o sözleri söylemeden önce, ne söy
lerken, ne de söyledikten sonra yüzünde en ufak bir heyecan
belirtisi görülmemişti. Hatta birine şaka yaptığı zaman larda
görülen acı bir gülü msemeni n izleri vardı dudaklarında. Öy
le ki ezberden nükteli bir söz söylemiş gibi duruyordu. Bu ara
da onun kendini kasan hareketlerini ve i natla yerde dolaşma
yı sürdüren gözbebeklerini gizliden gizliye gözleyen birden çok
kad ın gözü, Soph ia'nın üzerindeydi .
" Y i.i zünüz karıştı " dedi Carlos Maria, " yel pazenizle giz
leyin . "
Sophia mekanik biçimde yelpazeyle yellenmeye başlayarak
gözlerini kaldırdı. Birçok gözün üzerinde olduğunu görünce
rengi sold u . Dakikalar akıp gidiyord u. İlk ve i ki nc i beş daki-
l ll
ka çoktan geçmişti; o anda on üçüncü dakikadaydılar ve bir
sonraki dakika kanatianmış geliyordu. Sophia, oturmak iste
diğini söyledi .
" Sizi bırakıp gi deceği m . "
" Hayır, gitmeyin " deyiverd i .
Sonra d a yaptığı hatayı düzeltmek i ç i n şöy le ded i :
" Çok güzel b i r balo . "
" Balo güzel a m a akşamın en güzel a n ı nı yanımda götür
mek istiyorum. Bundan sonra duyacağım her şey, evinizdeki
güzel kuşun ötüşünden sonra kurbağaların vıraklaması gibi
gelecek bana. Sizi nereye bı rak maını istersiniz ? "
" Kuzinimin yanına . "
LXX
ı 12
Ta m o sı rada salona girmişti. Yaklaşı k on kişi orada siya
setten bahsediyorlardı çünkü bu davet (neredeyse unutuyordum
söylemeyi ) karısının yaş günü şerefine Camacho'nun evinde
verilmişti . Carlos Maria ile Rubiao içeri girdiklerinde herkes
konuşuyord u . Hepsi aynı and a konuşuyordu . Kelimeler, id
dialar ve fa rklı görüşlerden oluşan bir hortum odayı doldur
muştu sanki. İçlerinden biri, libera l bir militan diğerlerini sus
turmayı başardı. Birkaç dakika boyunca diğerleri sessizce pu
rola rını içtiler.
" Her şeyi yapabilirler" diyordu, " ama ahlaki olarak mut
laka bunun cezasını çekecekler. Partilerin borçları son kuru
şuna, kendisini destekleyen son nesle kadar ödeni r. İ l keler as
la ölmez. Bunu un utan partilerin sonu acı olur. "
Kel olan bir başkası ahlaki cezalara i nanmıyordu . Arala
rından bazılarını n bu düşünceyi reddetmesine kızan, partizan
duygularla coşmuş üçüncü biri, hemen bu görüşe karşı atıl
d ı . İnsanlar kendi görüşlerinden başka hiçbir şeye önem ver
medikleri için suçluydular. Onların i lkeleri reddetmesi, yeri
ne daha iyi leri nin bulunması gibi bir gerekçeyle savunulamaz
dı. Zaten içlerinden biri iflas etmişti. Bir başkası ise marki un
vanı taşıyan birinin kayınbiraderiydi ve Sao Jose dos Campas'ta
silahla bır memuru vurmuştu. Ya o yeni yarbaylar? Sabıkalı
suçlulard ı onlar.
Rubiao, genç adamın paltasunu aradığını görünce, " Bu ka
dar erken mi gidiyorsunuz ? " diye sordu .
" Evet. Biraz uykum var. Şu kolumu sokmama yardım eder
misiniz ? "
"Ama çok erken . Biraz daha kalın. Dostumuz Camacho,
sizin gibi genç birinin erken ayrıl masına kızacak. Sonra kız
lada k i m dans edecek ? "
Carlos Maria gülümseyerek dansa fazla önem vermediği
ni, çok iyi dans ettiği için sadece Dona Sophia ile dans etti
ğini, yoksa onu da yapmayacağını söyledi. Nezaketle elini uzat
tı . Ru biao şüphe içinde onunla tokalaştı .
Ne düşüneceğini bilmiyordu. Belki oradan ayrılıp daha ön
ce birçok kez yaptığı gibi arabasma kadar geçirmek için Sop-
1 13
hia'yı beklememesi, yanlış olacaktı. Santa Theresa'daki akşa
mı hatırlad ı . O nazik, güzel elini nasıl da tutup duygularını aç
mıştı ona . . . Tam o sırada B i n başı gelmişti. Peki neden son
ra devam etmemişti ki? Ne Soph ia onu azarl amış, ne de ko
cası bir şey söylemişti. Sonra düşünceleri tekrar muhtemel ra
kibine kaydı. Tamam, uykusu geldi ve gitti. Ama ya Sophia'nın
hareketleri ? Onu görmek için salona döndü. Sonra da h uzur
suz ve sıkıntılı bir biçimde kah kağıt masası n ı n başına gitti,
kah bir köşeye çek i l i p durdu.
LXXI
1 14
cüretkarca yaptı k l arı n ı kocasına a nlattığı Santa Theresa'da
ki geceden ne kadar da farklıydı. Demek ki tepeler insanı sağ
l ıksız, sahil ise sağl ı k l ı yapıyordu.
Ertesi sabah Sophia evdeki kuşların ötüşlerine erkenden
uyandı. Sanki ona birinden mesaj getirmişlerdi. Yataktan kalk
madı ve daha iyi görebilmek için gözlerini kapadı .
Neyi daha i y i görebilmek için? Tepeler, kesinlikle daha sağ
l ı ksız yerlerdi. Sahil ise başka bir konuydu. Yarım saat kadar
sonra Sophia pencerenin önünde dalgalara dalıp gitmişti. Evin
önüne kadar gelen dalgalar kırılıyordu. Uzaklarda ise dalga
lar yükseliyor ve da lgakıranda patlıyordu. Hayal gücü k uv
vetli hanımefendimiz, şimdi de dalgaların vals yaptıklarını ha
yal ediyordu. O düşünce akıntısına kendisini koyverdi. Ne yel
keni ne de k üreği vardı, akıntıyla öylece sürükleniyordu. So
nunda denizin kıyısındaki sokağa bakarken buldu kendisini.
İki gece önce, gecenin karanlığı içinde orada duran biri lerinin
tanıdık siluetini a rıyor gibiyd i . Yemin edemem ama bence o
silueti buldu. En azından akşamki konuşmanın metnini buldu
ğu, kesin doğru:
"Tertemiz bir geceydi. Neredeyse bir saat kadar denizle sı
zin ev arasında durdum. Nefes alıp verişinizi duyacak kada r
yaklaşmışken sizin beni a k lınıza bi l e getirmediğinizden adım
gibi emi nim. Deniz sahili şiddetle dövüyordu. Ama emin olun
kal bim daha şiddetle atıyordu. Denizin aklı yoktur, sahili ni
ye dövdüğünü bilmez. Oysa kalbim, sizin için attığını gayet
iyi biliyord u . "
Tüyleri diken d i ken o l d u , genç kadının. Unutmaya çal ış
tı ama sürekli aynı sözler tekrarlanıyordu kafasının içinde.
"Tertemiz bir geceydi . . . "
LXXII
1 15
dalaştılar. Christiano, yatağından çok mutsuz halde kalkan
Maria Senedieta'ya göz kulak olmasını söyled i .
"Kalkmış mı " d i y e çığlık attı Sophia.
" Aşağı indiğimde yemek odası ndaydı. Evine dönmeye ka
rarlı görünüyordu. Bir rüya mı n e görmüş . . . "
" Yani canı sıkkın."
Becerikti elleriyle kocasının kravatını ve ceketinin kolla
rını düzeltti. Bir kez daha vedalaştılar. Palha çıktı . Sophia, pen
cereden ayrılmadı. Kocası köşeyi dönmeden önce, başın ı çe
virip ona baktı ve adetleri ol duğu üzere birbirlerine el salla
dılar.
LXXIII
LXXIV
116
ları aklından geçirmeye başladı. Bunu hep yapardı ve bir ön
ceki gecenin olavları ıçinde kendi lehine bir şeyler, hep bulur
d u . Onun eğlencesivdi bu. Bulduğu o şeyler, atından inip ta
dını çıkara ç ı b ra �oğu k bir hardak su içeb i l eceği niz, yol
üzerindeki hanlar gıbivdı. Öneekı gece böyle bir şey olmamış
s,ı va da tersine olay larla karşılaşınışsa bile moralini bozmaz
dı. İlıtivacı olan şey, gecenin boşa geçmediğini gösteren tek şey,
kendi ettiği bir lafın veya kendi ya ptığı bir hareketin keyfi ni
ç ı karmak ve kendini o ortamda d üşi.i nmekti.
Soph ıa, önceki gel·e önemli bir rol oynaınıştı. Aslını söy
lemek gerekirse olayların en önem li parçası, kocaman ve gör
kemli hinaıı ı ı ı gi>rüııen vüzuvdti. Carlos akşamki solıbeti ak
lına getirerek keyfi n i �-ıkardı. Ama aşkını itiraf ettiği salıne
ye gelince, hem hoşnutl uk, hem de hoşnutsuzluk duyguları ya
şadı . Bir ödü ndü o laflar, hir zorun luluktu; avantaj ları deza
vantajlarını telafi ediyordu ama genç adam vi ne de çelişik iki
duygu arasında k a lmıştı . Sophia'ya bir önceki gece Flamen
go Sahili'ne gittiğini söylediği aklına gelince, kendini tutama
vıp bir kahkaha patlattı. Çünkü bu doğru deği l d i . Böyle bir
şey söyleme fikri, sohbet esnasında aklına gelmişti. Aslında ora
ya gitmenı işti, aklından bile geçmemişti. Sonunda kahkaba
sını bastırabildi. Hatta söylediğinden pişman bile olmaya baş
ladı. Gerçekleri çarpıtmak, onda bir kalitesizl i k duygusu ya
ratmış ve gururunu k ı rmıştı. Sophia 'yı ilk gördüğünde, söy
lediği yalancı şarkının nakaratını düzeltmeyi bile düşündü. Ama
sonra böyle yaparsa yalan söylemiş olma k t a n daha da kötü
bir d ur uma düşeceği n i fark etti. Netice i ti barı vle l'ir �ürü ya
lancı şarkı vardı ve hepsi de çok gi.izel d i .
Hemen canla ndı. Akşamki misafir salonu a k l ı n�ı gddı. Er
kekler ve kadınları, sabırsız havra nları, k ızgı n rakıplerı gör
dü, içi kıskançlık ve hayranlık sul:.ı rıvla doldurulmuş hivet
te banyo yapınanın tadını çıkardı. Diğerleri nin kıskan�·l ığı el
bette; kendisi bu adi duygııvu bil miyord u . Ovsa başkalarııı ı ı ı
kıskançl ık ve hayranlığı, ona büyük b i r haz veriyord u . Ne d e
olsa gecen i n prensesi kendısİnı o n a hasretnı işti . Zaten Sop
lıia 'nın üstünlüğünü kabul etmesinin nedeni de buydu. Bir de
1 17
kadında başkentlilerde görülmeyen bir kusur görm üşt ü . Bi
raz terbiye edilmesi lazı mdı . Takl itten öte bir şey olarak gör
mediği Sophia'nın pariatılmış hareketlerinin, evlenmeden ya
hemen sonra ya da hemen önce edi nilmiş hareketler old uğu
ve normalde yaşamış olduğu çevrede kazanıl amayacağı izie
nimi edinmişti.
LXXV
118
" Neden şeytana uyup da böyle bir yalan söyled i m ? "
Yine gerçeği ona açıklama arzusu hissetti içinde. Üstelik bu
kez daha güçlüydü. Ancak uşaklar ve onlar gibiler yalan söy
lerdi.
Yarım saat sonra atma binmiş, lnvalidos Sokağı'ndaki evin
den çıkıyordu. Canete'ye doğru giderken Sophia'nın evinin
Flamengo Salı i li'nde olduğunu hatırladı. Atın başını denize dik
inen sokaklardan birine çevirip aşağı doğru inmek ve güzel
valsçinin kapısının önünden geçmek, gayet doğal bir şeydi. Bel
ki de onu pencerede görür, yüzünün nasıl kızardığına ve ken
disini nasıl selamladığına bakardı. Bunlar genç adamın kafa
sından birkaç saniye geçen düşüncelerd i . Dizginleri çekerek
atı döndürdü ama bu kez atı değil, ruhu o na karşı koyuyor
du. Eğer şimdi giderse hemen kadının peşine düşmüş sayıl ır
dı. Dizgi nleri tekrar çekip atı başka yöne çevir d i .
LXXVI
Ata iyi binerdi. Yan ından geçen y a d a onu gören kimse, genç
adamın göz dolduran zarif duruşuna, asil hareketlerine bak
madan d u ramazd ı . Carlos Maria da hayra n l ı k dolu tüm ba
kışları kabul ederdi . Zaten kalabal ı k la ra , h a l ka boyun eğdi
ği tek nokta da buy d u . O na tapınanlar da i nsan d ı .
LXXVII
Kuzin i n i gazete okurken gören Sophia, " Hadi baka l ı m " di
ye tekrarladı.
Maria Benedieta harekete geçti ama hemen eski haline dön
dü. iyi uyuyamamış, sabah da erken kalkmıştı. Gece eğlence
lerinden hoşla nmıyordu. Sophia, gece eğlence l erine al ışması
gerektiğini çünkü Rio d e Janeira'da hayatın, tavuk gibi erken-
1 19
den yatılıp horozun ötüşüyle kalkılan taşra hayatından fark
lı olduğunu söyled i . Parti hakkında ne düşündüğün ü sorun
ca, Ma ria Bened ieta kayıtsızlıkla omuz sil kınesine karşın,
iyiydi diye cevap verdi. Kısa ve neşesiz cevaplar veriyordu. Sop
hia onun da akşam çok dans ettiğini ama sıra vals ve pal ka
ya gelince oturduğunu gözlemlemişti. Neden vals ve palkada
oturuyord u ? K uzinden sadece çekingen bir bakış geldi.
"O dansları sevmiyoru m . "
" Sevnı iyorum ne demek ? Korkuyor musun ? "
" Ne korkması ! "
" Ya n i alışık değilsin onlara . "
" Bir erkeğin vücudunu vücuduma o kadar yakın hissetmek
ten ve herkesin önü nde bu vaziyette bir aşağı bir y ukarı gi
dip gelmekten hoşlanmıyorum. U tan ı yorum . "
Sophia birden ciddi leşti. Kendini savunmaya y a d a k uzi
nine dans konusunda ısrarda bulunmaya kalkmadı. Taşra ko
nusunu açtı. Christiano'nun söylediği n i n doğru olup olmadı
ğını, yani kuzininin eve gitmek isteyip istemediğini sordu. Dal
gm dalgın gazeteye bakan Maria Benedieta birden caniandı ve
gitmek istediğini, yanında annesi ol madan yaşayanıayacağı
nı söyled i .
" Neden p e k i ? Bizimle mutlu deği l misi n ? "
Kuzin bir şey söylemedi. B i r haberi arıyormuş gibi gözle
riyle gazeteyi tarıyor, sinirli sinirli d udaklarını y iyord u . Sop
hia bu ani değişikliğin nedenini bulmaya kararlıydı. Kuzi n i
n i n el lerine d o k u n d u . B u z gibiydi.
" Ev le nmen lazım sen i n " dedi sonunda, " sana bir nişanlı
adayı buldum. "
Aday, Rubiao idi. Palha, üzerinde çal ıştığı planı, kuziniy
le ortağını evlendirerek bitirmek istiyordu. Böylece bütün zen
ginlik aile içinde kalacak demişti karısına. O da bu işi hal let
meyi üzerine a lmıştı. Şimdi, kocası na verdiği bu sözü hatırlı
yordu. K ızın bir nişanl ısı vardı.
"Kim o ? " diye sordu Maria Benedicta.
" İsmi lazım değil . "
İnanabil i yor musunuz, gelecek nesildeki okurlarım, Sop-
120
hia, Rubiao'nun ismini açıklamadı. Kocasına bu ismi kıza ken
disinin önereceğ i n i söylemişti ama bunun için doğru zaman
değil d i . Aslında o a nda gerçekten de Rubiao'nun ismini söy
leyecekti ama söyleyemedi. Neden acaba? Yoksa kıskandı m ı ?
İ y i de Rubiao'yu sevmeyen Sophia'nın, o n u n kuziniyle nişan
lanmasını istememesi biraz garip kaçmaz mı? Garip kaçar el
bette. Ama Doğa'dır bu, her şey mümkündür. Othello'nun kıs
kançl ığını ve asil Desgrieux'nün k ıskançlığını yaratan Doğa,
neden Sophia tarzı, ne vazgeçen ne de elde eden bir kıskanç
lığı da yaratmamış olsun ?
Maria Benedieta ısrarcıydı: " Kim o ? "
Sophia, "Sonra söylerim. Önce izin ver d e bazı düzenleme
ler yapayı m " diyerek konuyu değiştirdi.
Maria Benedicta'nın havası değişti. Artık dudaklarıncia ne
şeli ve umut dolu bir gülüş vardı. Gözlerinde, kuzinine şükran
vardı . Bir de kimseni n duyamayacağı, anlayamayacağı, bel i r
si z kelimeler uçuşuyordu gözleri nde.
" Be l l i k i dans etmeyi seviyor. "
Dans etmeyi seven kirndi acaba ? Sophia'nın Carlos Ma
ria ile o kadar -;ok dans etmesinin nedeni, bel l i ki buydu. Ma
ria Benedieta şimdi anlıyordu ki dansın tek ve gerçek nedeni,
bu konuydu. Aralarda da sürekli konuşuyordu i kisi ama bes
bel l i bu konu üzerinde konuşuyorlardı. Kuzini kendisini ev
lendirmeyi kafasına koymuştu ve bunu ayarlamaya çalışıyor
du. Bel ki de Carlos Maria kendisini çekici bulmuyordu. Ney
se baka l ı m k uzi ni nasıl ayarlayacaktı . . . İşte genç kızın mut
lu gözler i n i n söyledi k leri bunlard ı .
LXXVIII
121
taran şey, Binbaşı Siqueira'nın Dous de Dezembro Sokağı'na
taşındığını söylemek için gelmesi oldu. Binbaşı, dos�umuzun
evini pek sevdi. Evin dekorasyonunu, süslerini, perdelerini, es
ki zamanlardaki dekorasyon ve süslemelerden örnekler de ve
rerek uzun uzun anlattı d urdu. Sonra birden durup Rubiao'
nun sıkkın göründüğünü söyledi ve bunun gayet doğal oldu
ğunu çünkü yanında kendisini tamamlayan birisinin olmadı
ğını ek ledi .
" Mutlu bir adamsı n ız ama bir şeyiniz eksi k . Bir eşe ihti
yacınız var. Evlenin. Ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. "
Rubiao'nun aklına Santa Theresa'da Sophia ile konuştu
ğu o ünlü akşam gelir gelmez, yine omuriliği boyunca bir ür
perti gelip geçti . Oysa Binbaşı'nın sesinde hiç da dalga geçer
gibi bir şey yoktu. Kızı haLl. XLIII. böl ümde bıraktığımız hal
de duruyordu. Tek fark, 40. yaş gününün de çoktan gelip geç
miş olmasıydı. Artık o 40 yaşında, evde kalmış bir kız kuru
suydu! Yaş gününde durumunu bir kez daha gözden geçirmiş
ve kendi kendine dertlenip durmuştu. Parti vermemiş, saçia
rına k urdele ya da çiçek takmamıştı. Sadece öğle yemeğinde
babası çocukluğundan, annesi ve anneannesinden, maskeli bir
balodan, 1 84 8'de vaftiz edilmesinden, Albay Clodomiro'ya ait
bir kolyeden ve bunun gibi karmakarışık şeylerden bahsetmiş
ti, vakit geçirmek için. Dona Tonica'nın aklı ise başka yerdey
di. Kendi içine dönmüş, ruhsal yalnızlık ekmeğini yiyor ve bir
koca bulmak için giriştiği son çabadan da pişmanlık duyuyor
du. Artık 40 yaşındaydı ; bu arayışlara bir son vermek lazım
dı. Tabii Binbaşı'nın aklın da böyle şeyler yoktu, o sadece Ru
biao'nun evini ruhsuz bulmuştu . Evden çıkarken tekrarladı :
" Evlen i n . N e kadar h a k l ı olduğumu göreceksin iz. "
LXXIX
Binbaşı çıktıktan hemen sonra bir ses, " Neden olması n ? " di
ye sordu.
1 22
Korkan Rubiao arkasına döndüğünde kendisine bakan kö
pek dışında kimse yoktu. Bu soruyu soranın Quincas Borba,
daha doğrusu, ruhu bunun içinde olan öbür Q u i ncas Borba
o l d uğunu düşünmek o kadar saçmaydı k i , dostumuz kü
çümser bir eda ile gülümseyerek XLIX. böl ümde rastladığı
mız hareketi, yani hayvanın boynunu ve k ulaklarını okşama
hareketini yaptı. Tabii ki bu hareket, köpeğin içinde bulunma
sı muhtemel rahmetlinin ruhunu memnun etmeye yönelik, he
saplı bir hareketti.
Yani dostumuz, kendini bir izleyici topluluğunun karşısın
da görür gibi davranıyordu.
LXXX
1 23
Evet, evlenmek, talihinin dönüşüyle birlikte yitirdiği iç hu
zurunu yeniden bulmasını sağlayabilirdi . Ama bu düşünce ak
lının ya da bacakların ı n deği l , başka bir şeylerin, bir örüm
cek gibi tam ayırt edemediği bir şeylerin ürünüydü. Bir örüm
cek, Mozart hakkı nda ne bilir? Hiçbi r şey. Ama yine de us
tanın bir sonatı çalınırken zevkle dinler. Bir kedi de, mesela,
hiç Kant okumamış olabilir ama metafizik bir hayvan sayı
lır. Belki de evli l i k, hakikaten kaybettiği iç huzurunu, bulma
sına yardım edebilir. Rubiao, bir istikrarsızlık h issedi yordu.
En sevdiği, kendisine çok şey i fade eden dostları bile geçici
dostlardı. Yol boyunca sürekli değişen d i llerden, kimi za
man ispanyolca, kimi zaman Türkçe konuşulan yerlerden ge
çen uzun bir yolculuk boyutu veriyorlardı hayatı na. Sophia
da bu duyguya katkıda bulunuyordu. O kadar değişkendi ki,
bir öy le, bir böyle derken, bel irli bir uyuma ya d a kalıcı bir
bilince ulaşmadan geçip gidi yordu günler.
Ruhiiio'nun yapacak bir işi yoktu. Uzun ve boş günleri ge
çirmek için meclise gidip toplantıları izliyor, muhafıziarın nö
bet değişimini seyrediyor, uzun yürüyüşler yapıyor, akşamları
da lüzumsuz ziyaretlerde bulunuyor veya tiyatroya giderek ke
yif almadığı oyunlar seyrediyordu. Neyse ki lüks içindeki evi ve
bu atmosferde biriktirdiği hayalleri, ruhunu dinlendiriyordu.
Son zamanlarda çok okumaya başlamıştı. Roman okuyor
du. Ama sadece tari hi romanları; baba Dumas'nı n roma nla
rıyla r euillet'nin romanları n ı . Ancak Feuillet'n i n k i l erde zor
la nıyordu çünkü o romanların yazıldığı dili çok iyi bi lmiyor
d u . Dumas'mn roman ları ise çevrilmişti. Hele de aristokra
si ve kraliyer çevrelerinde geçen romanlar çok i lgisi ni çekiyor
du. Muhteşem Dumas ' n ı n yarattığı Fransız sarayı sahneleri,
soyl u şövalyeleri ve maceracı ları ile Feui l let'n i n lüks evlerde
geçen ki bar konuşmalar, zarif ve soylu kontesleri ve dük leriy
l e zaman akıp gidiyordu. Bir kitabı okurken, kitap hemen her
seferinde elinden kayıp yere düşüyor, Rubiiio ise gözlerin i ta
vandan alamı yordu. Belli ki uzun zaman önce bu diyardan
göçmüş bir marki, ona eski günl erin hikayelerin i anlatıyordu
böyle zamanlarda.
1 24
LXXXI
1 25
kristal avizelerden gelen ışıklar, şehrin en nezih boyunlarının,
resmi üniformaların, açı l ıp kapanan yelpazelerin, apoletleri n,
taçların ve vals çalan orkestranın üzerinde parıldayacaktı. Son
ra belli bir açıyla kıvrılmış siyah cekedi kollar, d irseğe kadar
eldivenli çıplak kollar bulmak üzere ortalıkta dolaşacak ve bul
dukları zaman da salonda dönerek valse başlayacaklardı. Beş,
yedi , on, on iki, yirmi çift . . . Mükellef bir yemek . . . Bohemya
kristali, Macar porseleni, Sevres camları, yakalarma Rubiao'nun
isminin başharfleri işlenmiş özel üniformaları içinde a k ı l l ı
uşak lar . . .
LXXXII
126
unvan seçiyor ve sanki bu u nvan onunmuş da bir şeyi i mza
lıyormuş gibi tekrar tekrar yazıyordu:
Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barbacena Markisi
Barhacena Markisi
Barbacena Markisi
1 27
şam geçiriyor, değilse, bir keresi nde köpeğine dediği gibi, gö
rev şehidi oluyordu.
" Dün akşam yine şehit oldum, sevgi l i dostu m . "
Quincas Borba ise cevaben, "Evlen. Haksız olmadığımı gö
receksin " diye havl adı.
" Peki zavallı dostum. " Rubiao, Quincas Borba'nın ön ayak
larını kaldırıp dizlerinin üzerine koyd u. " Sen de haklısın. Se
nin de bir hanım arkadaşa ihtiyacın var. Benim sana göstere
meyeceğim özeni gösterebilecek birine. Quincas Borba, bizim
Quincas Borba'yı hatırlıyor musun ? İyi arkadaşımdı, dostum
du. Ben de onun dostuydum. Çok iyi dosttuk. Yaşasaydı sağ
dıcım olur, şerefime o kadeh kaldırırdı. En azından gelinle gü
veyin şerefine, sırf o gün için sipariş ettiğim mücevherle süs
l ü altın kadehi kaldırırd ı . Büyük Qui ncas Borba ! "
Rubiao'nun a k l ı , dipsiz uçurumların üzerinde uçuyordu.
LXXXIII
1 28
ama hızla eksiklerini telafi etti . Zaten öğretmeni de Sophia.
Ev idaresi ne gelince . . . Sevgili dostum, onun yaşında bu ka
dar mükemmelen ev idare eden birini daha görmedim. Bizim
le kalıyor. Maria Jose adında bir kız kardeşi var, Ceara'da bir
yargıçla evli. Bir de Sao Joao d'EI Rey'de vaftiz babası var. Rah
metli çok överdi bu adamı. Maria Senedieta'yı yanına alaca
ğını sanmıyorum ama alsa bile ben bırakmam. Artık o bizim
kızı mız. Sadece vaftiz babası ona biraz miras b ırakacak diye
onun gitmesine izin veremeyiz. Burada kalacak." Laflarını böy
le bitiri rken Rubiao'nun yakasından bir toz zerresi si lkeledi.
Rubiao ona teşekkür etti . O sırada arka ofiste oldukların
dan ızgaraların arasından depoya biraz kumaşın getirildiği
ni gördü ve ne olduğunu sordu .
" Gömleklik İngi liz k umaşı . "
" Ya, demek gömleklik İngiliz k umaşı" d i ye tekrartadı
Rubiao da. Ama konuya en k üçük bir ilgi bile uyanmaınıştı
içinde.
" Bu arada bil iyor musunuz, Moraes ve Cumba şirketi kre
ditörleri ne borcunu tamamen ödüyor. "
Bilmiyordu, Rubiao. Böyle bir şirketin varlığından ve ken
dilerinin de bu şirketin kreditörleri arasında olduğundan ha
beri bile yoktu. Bu bilgiyi aldı, memnun olduğunu söyledi ve
kalktı. Ama ortağı onu biraz daha tuttu. Palha çok neşeliydi,
sanki ailesinden kimse ölmemişti. Tekrar Maria Senedieta 'dan
bahsetti. Onun iyi bir evli l i k yaptığını görmek istiyordu çün
kü öyle ayran budalası, kafası dağınık, boş boş gevezelik yap
maktan hoşlanan bir kız deği l d i . Güven ilir ve iyi bir kocayı
hak eden, d uyarlı bir kızdı.
Rubiao, " Ne güzel " dedi.
Ortağı birden, " Ba k ı n " dedi, " söyleyeceklerim sizi şaşırt
masın. Bence onunla siz evlenmelisiniz. "
" Ben m i ? " Ru biao, şaş k ı n l ı k içinde ortağına bak ıyordu .
" Ol u r mu can ı m ? " Sonra da doğrudan bu öneriyi reddetme
sinin etk isini biraz yumuşatmak için, " Gayet iyi bir kız oldu
ğunu ben de biliyorum ama şu anda evlenmeyi d üşünmüyo
rum . "
129
" Zaten hemen yarın ya da öbür gün evlenin diyen yok ki . . .
Evli l i k , aceleye gelmez. Sadece öyle içime doğd u . Biliyorsu
n uz, k i m i zaman i nsanın içine doğar. Sophia size h iç benim
bu duygumdan bahsetmedi m i ? "
" Hayır. "
" Garip. Çünkü bana b u konuyu sizinle bir veya i k i kere
konuştuğunu söylemişti . "
" Belki de söylemiştir. Ben çok dalgınımdır. Yani beni o kız
la evlenciirmek istediği nizi mi söyleyecekt i ? "
" Hayır, ben im sezgimi söyleyecekti. Neyse, önemli deği l .
Zamana bırakalım bunu."
" H oşça kal ı n . "
" H oşça kalın. Eve erken geli n . "
LXXXIV
LXXXV
1 30
çok erkendi, Botafogo'ya gitmek için çok erkendi. Doktor Ca
macho bir duruşması için Vassouras'a gitmişti. Kamuya açık
hiçbir eğlence, tek bir konferans bile yoktu o saatte. Vakit ge
çirebi lecek h içbir şey yoktu. En derinlerinde duyd uğu sıkın
tıyla birlikte Rubiao, rastladığı tabela ları okuya rak ayakla
rının götürdüğü yere yürüyor, bu arada d a arabaların mey
dana getirebileceği bir karışık l ı k, bir olay nedeniyle oluşabi
lecek bir eğlenti arıyordu kendine. İ nsan M i nas'ta bu kadar
sıkılmazdı. Neden? Bu muammaya cevap bulamadı çünkü Rio
de Janeira'da i nsanın di k katini dağıtabilecek kadar çok eğ
lenti olurdu. Yine de sıkı ntıdan patlıyord u.
Alla htan s ı k ı ntıdan patlayanlara yardım etmekle görevl i
bir ta nrı var. Rubiao d a birden Freitas'ı, o neşel i Freitas'ı ha
tırladı. Zavallı ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Hemen bir ara
ba çevirip Formosa Sah ili 'ne, onu görmeye gitti. Hasta arka
daşıyla sohbet ederek iki saat geçirdi. Uyuyakaldı adamcağız.
Rubiao, arkadaşının zayıf ve hastalıklı annesine veda etti. Tam
kapıdan çıkarken, " Şimd i sizin paranız da yoktur" dedi. Ka
dının gözlerini yere indirip dudaklarını ısırdığın ı görünce de,
" Hiç üzi.ilmeyin. Muhtaç olmak i nsana acı verir ama bunda
utanılacak bir şey yok. Sordum çünkü giderlerinizi karşılama
mı kabul etmenizi istiyorum. Paranız olunca sonra ödersiniz. "
Cüzdanını açıp altı tane 20 binlik çıkardı ve kadı n ı n eli
ne bıraktı. Sonra da kapıyı açıp dışarı çıktı. Yaşlı kadın o ka
dar şaşırmıştı k i teşekkür bile edemedi . Kendine gelip pence
reye koştuğunda da araba hareket etmişti bile.
LXXXVI
uı
ta olmamasının ne demek olduğunu hissetti. Arkasına yasla
nıp derin bir nefes alarak rabatladı ve denize doğru baktı. Son
ra i leri doğru eği ldi. Gelirken denize bakmaınıştı bile.
Böyle iyi bir müşteri bulduğu için gayet mutlu olan ara-
bacı , "Güzel manzara, değil m i ? " dedi.
" Evet, çok güze l . "
" Daha önce buraya gel miş miydiniz ? "
" Sanırım yıllar önce, R i o de Janeira'ya ilk geldiğimde gör
müştüm burayı. Ben M i nas'l ıyım . . . Araba yı durdurun . "
Arabacı atı d u rdurdu. Ru biao aşağı indi v e arabacıya
yavaş yavaş devam etmesini söyledi.
Çamurdan fışkırıp yüzü hizasına kadar büyüyen sık çalı
lıklar merakını çekmiş, yanlarına gitmek istemişti . Sokağın he
men yanındaydılar. Güneşi bile hissetnıiyordu şimdi; hasta ar
kadaşının annesi ni ise çoktan unutmuştu. Deniz hep böyley
se, kıyı hep bu kadar yeşillikse denize açılmak gayet iyi bir fi
kir olabilirdi. Üstelik Lazaros Sah ili ile Sao Christovao hiç de
uzak deği ldi, yürüme ınesafesindeyd i .
" Formosa Sahi l i " d i y e mırı l dandı, " ne de güzel isim koy
muşl ar. "
B u arada salı i l i n görünümü değişiyordu. R ubiao b i r dö
nemeci döndükten sonra sahil evlerini görmeye başladı . Et
rafta, çamurun üzerine ya da karaya çekilip ters çevrilmiş ka
nolar vard ı . Onlardan birinin yakınlarında, yüzüstü yatmış
bir adamın etrafında çocukların oynadığını gördü. Hepsi gü
lüyordu ama içlerinden biri hepsinden daha çok gülüyordu.
Çocuk daha çok küçüktü, üç yaşında anca k vardı ve adaının
ayağını kuma gömem iyordu. Adamın bacağını tutup bastırı
yordu ama o sırada adam ayağını havaya kaldırıyor, çocuk da
ayakla beraber kalk ı yord u .
Rubiao bi rkaç dakika durup onları izledi. Onun kendisi
ne baktığını gören çocuk ayağı daha büyük bir güçle bastırma
ya başladı . Ama bu sefer doğal davranamıyordu. Daha büyük
olan diğer çocuklar da durup hayretle onu izlemeye başlad ı
lar. Oysa Rubiao hiçbir şeyi berrak görmüyordu, h e r şey kar
makarışıktı . Yürümeye devam etti. Sacco do A l feres'i, Gam-
1 32
boa'yı geçip İngiliz mezarlığının önünde biraz durdu. Eski me
zarlar tepeye doğru devam ediyordu. Sonunda Saude'ye var
dı. Bazıları küçük geçitlerden ibaret dar sokaklar gördü, yo
lun bitip tepenin eğiminin başladığı sokaklara baktı. Uzak
ta n bir araya himelen miş evler seçiliyord u. Tepenin üstünde
bir sürü eski ev vardı . Bazıları kral zamanından kalma evler
di; aşınmış, çatlamış, çökmüşlerdi, beyaz badanaları kirlen
m işti. Ama yine de içlerinde yaşayanlar vardı. Gördükleri, fa
kir, perişan, aciz insaniardı belki ama gururuyla yaşamaya bir
özlem duygusu uyandırdı içinde. Neyse ki bu duygu uzun sür
med i . İçindeki sihi rbaz hemen harekete geçerek hızlı bir dö
nüşüm yarattı. Fakir olmamak çok iyiydi!
LXXXVII
1 33
eti hangisiyle yapabi leceğini düşünüyordu . Binbaş ı ' n ı n k ızı
nı düşündü ama o , bi rkaç eski mazurka dışında bir şey b i l
miyordu . Sonra aniden Sophia'nın parmakları ndan çıkan gü
nah gitarının nağmeleri geldi kulağına. Hem büyük bir zevk
aldı hem de kafası karıştı. Artık evli lik hayal leri n i n masumi
yeri ka lmamıştı. Tekrar denedi, besteleri değiştirmeye uğraş
rı, biraz önce rastladığı çekici genç kadı n ı ve peşi ndeki çocu
ğu aklına geti rdi ama . . .
LXXXVIII
LXXXIX
1 34
ğına karar verd i . Kullandığı kelimeler, sıradan konuşmalarda
herkesin kullandığı kelimelerdi. Ama arabacı sinsi sinsi gülüm
serneye devam ediyordu. Aslında Rubiao ona sormak istedi
ama ken d i n i tuttu. Kon uşmayı başlatan arabacı oldu.
" Burayı sevdiniz mi? Size ina nmazsam k ızmazsınız değil
m i ? Sizi gücendirrnek istemem. İyi bir müşteriyi gücendirecek
son kişiyimdir ama burayı sevdiğin i ze i nanm ıyorum . "
" Neden ? "
Arabacı başını sağa sola sallayıp ona inanmadığını söyle-
di. Gerçi buralar güzel yerlerdi, ama kendisine göre yerler de
ğil d i . Daha ziyade, müşterisi buraları iyi tanıyor gibiydi. Ru
biao ilk cümleyi onayladı ama bölgeyi tanıma kısmına gelin
ce, yıllar önce, Rio de Janeira'ya ilk gel işini düşündü ama hiç
bir şey hatırlayamadı. Arabacı gülüyordu. Çünkü ona göre
müşterisi giderek kendi fi krini daha çok doğruluyordu. Bur
nuyla, d u daklarıyla, el leriyle yaptığı o l umsuz hareketler da
ha çok tanıdık gel i yordu ona.
Sonunda, " Bütün bunları iyi bilirim" dedi , " kör değilim.
Biraz önce geçen kadına nasıl baktığınızı görmedim mi sanı
yorsunuz? Sadece bu bile sizin gayet zev k l i olduğunuzu gös
terir. "
Rubiao, önce bu yorumdan hoşlanıp biraz gülümsedi ama
hemen sonra tavrını değiştirdi:
" Ne genç kadı n ı ? "
"Size n e demiştim? Zeki b i r adamsınız ama ben d e i y i sır
saklarım. Bu araba böylesi yolculuklar için çok kullanılmış
tır. Hatta birkaç gün önce buraya yakışık l ı bir genci getirdim.
Çok zarif bir gençti ve çok güzel giyinmişti . Buraya gelmesi
nin nedeni , hovardalıktı el bette . "
" Ama ben -" d iye sözünü kesti Ru biao.
Ama son anda kendini tuttu. Arabaemın bazı gizli işler için
buraya geldiğini sanması hoşuna girmişti .
" Bakın" diye devam etti adam, "lnvalidos Sokağı'ndan al
dığım o genç gibi size de aynı şeyi söylüyorum, içiniz rahat ol
sun. K imseye bir şey söylemem. Zaten emrinde bir araba olan
bir adam ı n Formasa Sahili ' nden ta buraya kadar sırf öylesi-
135
ne yü rüdüğüne kim inanı r ? Elbette buluşma için geldiniz ama
bul uşacağı nız kişi gelme d i . "
" Hangi buluşacağım kişi ? Hasta b i r a rkadaşımı görmeye
gittim. Ö l üyor adanıcağız."
" lnvalidos Sokağı'ndaki de buna benzer bir şey söyledi. O
da ka rısının terzisini görmeye gelmiş güya. Sanki evliymiş gibi ."
" l nvalidos Sokağı mı " d iye sordu Rubiao. Sokağın ismi
ne ilk kez d i k kat etmişti.
" Bundan başka bir şey çıkmaz ağzı mdan. l nvalidos Soka
ğı 'nda oturuyor. Sakallı, kocaman gözleri olan yakışıklı bir
genç. Ta bii, ben de kadın olsaydım o na aşık olurdum. Kadı
nın nerede oturduğunu b i lmiyorum, bilseydim de söylemez
dim zaten ama şunu söyleyeyim, gözlere ziyafet bir kadın . "
Müşteris i n i n ağzı açık biçimde kendisini d i nlediğini gö
runce:
" Ohoo! Öylesini görmem işsinizdir. Uzun boylu, endam
l ı kadındı. En iyi kalite peçeyle yüzün ü n yarısını kapatmıştı.
Fakiriz diye bir güzel görürsek anlamayacağımızı sanmayın . "
Rubiao, " İ y i d e sonra ne oldu ? " diye hafif b i r sesle sordu.
"Ne mi oldu? Adam aynı sizin gibi arabama binmişti. Son
ra inip kapısı kafesli bir eve girdi. Karısının terzisini görme
ye gidecekmiş. Soru sormadım. Bütün yol boyunca o da tek
kelime etmedi. Durumu anladım. Eh doğru olabilir tabii, han
gi terzi Harmonia Sokağı 'nda oturuyarsa . . . "
" Harmonia Sokağı m ı ? "
"Tüh! Nasıl d a sırrıını ağzımdan aldınız. Konuyu değiş
tirelim. Artık tek kelime etme m . "
Rubiao sersem sersem adama bakıyordu. O da birkaç da
ki ka sustuktan sonra devam etti :
" Fazla bir şey bilmiyorum zaten. Genç adam içeri girdi. Ben
de onu bekledim. Yarım saat kadar sonra uzaktan bir kadın gör
düm. O da aynı eve girecek gi bi geldi bana. Gerçekten de öy
le oldu. Gizli gizli geliyordu. Yürürken hep gören var mı diye
etrafına bakıyordu. Eve geldiğinde kapıyı çalınadı hile. Sanki
büyülüymüş gibi kapı kendiliğinden açılıverdi ve kadın içeri gir
di. Bunu daha önce de görmüştüm. Birkaç kuruş daha nasıl ka-
136
zanabiliriz başka? Normal kazancımız boğazımıza bile yetmi
yor. Onun için biz d e mecburen böyle acayip işler yapıyoruz."
XC
" O lamaz, o deği l d i r " diye içinden geçirdi Rubiao. Siyah ta
kımını giyiyordu.
Eve geldiği andan itibaren arabaemın anlattığı olay dışın
da hiçbir şey düşünemiyordu. Kağıtlarını düzelterek, kitap oku
yara k, Quincas Borba'yı zıplatmak için parmaklarını şıkla
tarak aklını meşgul etmeye çalıştı ama kafasından atamadı bir
türlü. Endamı güzel birçok kadın olduğunu ve Harmonia So
kağı'nda görülen kadının Sophia olduğuna dair en ufak bi r
kanıt bile bulunmadığını bil iyordu ama bu sadece geçici bir
teselli veriyordu ona. Hemen ardından Sophia'yı uzaktan ba
şı öne eğik ve gizli gizli y ürürken görüyor, kadın bir anda bir
eve giriyor ve kapı aceleyle kapanıyordu . Hatta bir keresin
de bu görüntü o kadar netti ki dostumuz duvarda Harmonia
Sokağı' ndaki kafesli evi bile gördü. Kendisi d e bir şeyler ya
pıyordu . Kapıyı çal ı p içeri giriyor, zavallı terziyi boğazından
yakalıyor ve gerçeği söylemesini yoksa öleceğini söylüyordu.
Ölümle tehdit edilen terzi de olayı itiraf edip Rubiao'ya kadı
n ı gösteriyordu. Kadın, Sophia değil d i . Rubiao kendine gel
diğinde, düşündüklerinden dolayı utanç duydu.
" Hayır, hayır, o olamaz . "
Yeleği ni giyiyordu . Düğmelerin i i l i k lerken arkaya bakan
pencerelerden birinin önüne gitti. Tam o sırada bir karınca sü
rüsü sırayla eşikten içeri giriyordu. Daha önce bir sürü böy
le karı nca alayı görmüştü ama bu sefer neden olduğunu bil
meden, bir havlu alıp karıncaların üzerine iki kere vurarak bir
çok karı ncayı öldürdu. Belki de karıncalardan biri, " endam
lı bir kad ı n " gibi görünmüştü gözüne. Hemen sonra da yap
tığından pişman oldu. İçindeki şüpheyle karıncaların ne ilgi
si vard ı ? O sırada bir kuş ötmeye başladı. O kadar anlamlı ve
1 37
güzel ötüyordu ki dostumuz dördüncü düğmeyi iliklerken dur
du. Sooo-fia, fia, fia, fia, fia, So-fia, fia, fia, fia, fia . . .
Ey Doğa'nın y üce merhameti ! Yirmi ö l ü karıncaya karşı
lık nasıl da capcanlı bir kuş getirip koyarsın ortaya. Tabii bu,
sevgil i okurun düşüncesi. Rubiao ise böyle düşünemiyor. Çün
kü dostumuz şeyler arasında bağlantı ku rup bir sonuca va
rabilecek halde değil. Hatta son düğmeyi iliklerken ve kulak�
ları k uş sesleriyle doluyken bile . . . Zava l l ı karınca lar. Gidin
de Homeros versin size şanı, şöhreti. Kuş, onun d izeleri ni de
ğiştirip şu şek ilde o k uyarak gül üyordu sanki:
XCI
XCII
138
Ru biao, d i kkatle onu i nceledi . İlahe gibiydi. Ağırbaşlı ve
sevecen sözlerinin arasına açık ve dostça gülücükler serpişti
riyordu. Teyzesinden, kuzininden, havadan, uşaklardan, tiyat
rolardan, su kesinti lerinden ve buna benzer şeylerden bahset
ti. Ne kadar genel olursa olsun onun dudaklarından söze dö
külen bütün konular bir farklı oluyordu. Rubiao, zevkten ken
dinden geçerek onu d i n l iyordu . Sophia bu arada boş durma
mak için el bisenin süslemeli kenarlarından birini d i k iyordu .
Sohbette b i r ara olduğu nda Rubiao, iğneyle oynar gibi dikiş
diken Sophia'nın çevik ellerini gözleriyle içiyordu.
" Bi l i yor musunuz, bir kadınlar kom i tesi kurdum. "
" Bi lmiyordum. Nede n ? "
"Aiagoas'taki salgın hasta lığı gazetelerde okumadınız mı ? "
Sonra d a b u haberlerden çok etkilenip hemen oradaki za-
vall ılara nasıl yardım edilebileceğini araştırmak için kadınlar
dan o l uşan bir komite k urduğunu an lattı. Teyzesinin ölümü
bu ça l ışmaları durdu rmuş ama yedinci gün töre n i nden son
ra tekrar başlayacakmış. Rubiao'nun bu konuda ne düşün
düğünü sordu.
" Bence çok güzel bir şey. Komitede erkekler de var mı ? "
" Sadece kadınlar var. Erkeklerin görevi, para vermek" de
di Sophia gülerek.
Rubiao, başkalarının da kendisinden görüp aynı şeyi yap
maları için, içinden büyük bir bağışta bulundu. Komitenin ku
rulduğu doğruydu. Ama komitenin Soph ia'yı öne çıkaraca
ğı da doğruydu. Komite için seçilen kadınların hiçbiri sevgi
l i hanımefendimizin çevresinden değildi. Yal nızca biri tanıdık
sayılırdı. Zaten 1 840 i le 1 850 y ı lları arasında parlayan ve o
günlere hala özlem duyan bir d u l hanım işe m üdahale etme
seydi kadınları böy l e bir hayır işinde bir araya getiremezdi .
Birkaç g ü n boyunca bu meseleden başka b i r ş e y d üşüneme
di Sophia. Bazen akşam çayından önce, sallanan sandalyesin
de uyuyakalmış gibi yapardı. Aslında uyumazdı, sadece ken
dini hepsi kaliteli insanlar olan komite arkadaşlarının arasın
da hissetmek için gözlerini yumardı. Tabii Rubiao ile arala
rında geçen konuşman ı n baş konusunun bu konu olacağı bel-
1 39
liydi. Gerçi Sophia a ra da dostumuzla da ilgilenmiyor değil
di. Neden kendilerinden bu kadar uzun süre, sekiz, on, on beş
gün uzak duruyordu acaba ? Rubiao, belli bir neden olmadı
ğı nı söyledi ama bunu öylesi ne altüst olmuş bir i fadeyle söy
lemişti ki terzilerden bi ri, ötekinin ayağına bastı. O andan iti
baren de, sadece makasın, kumaşın yırtılmasının ve merinos
kumaşa girip çıkan iğnelerin sesiyle bölünen uzun sessizlik
ler sırasında bile terzi ler sürekli Rubiao'nun yüzüne baktılar.
Dostumuz ise evin hanımı ndan başka bir şeye bakmıyordu.
Bir banka müdüni başsağlığı di lemek için geldi. Adamı ka
bul etmesi için Pal ha'yı çağırdı lar. Sophia da Rubiao'dan bir
kaç daki kalığına izin istedi. Maria Benedicta'yla konuşacaktı .
XCIII
" Olumlu . . . " Ba nka müdürü ise alçak ve k uru bir sesle konu-
şuyordu .
Terzi lerden biri elindeki işi bir kenara kaldırıp kumaş kı
rıntılarını, ınakasları, i pek ve keten iplik makaralarını topla
ınaya başladı. Geç olmuştu, gitmesi gere k iyordu .
" Dondon, bekle b i raz, ben de ge liyorum . "
" Bekleyeınem. Efendim, saati söyleyebi lir misiniz ? "
" Sekiz buçuk . "
" Hay A l l a h ! Çok geç kalmışı m . "
Rubiao, s ı r f bir ş e y söylemiş olmak i ç i n , neden arkadaşı
nı beklemediği n i sordu.
" Dona Sophia'dan başka k imseyi bekleme m " diye cevap
verdi Dondon, saygıyla. "Bu arkadaşın nerede oturduğunu bi
liyor musunuz? Passeio Sokağı 'nda otu ruyor. Benim evimse
Ha rmonia Sokağı ' n da . Ben im ev buraya çok uza k . "
1 40
XCIV
Sophia kısa süre sonra aşağı indi. Rubiao'nun bir şeyden ra
hatsız olduğunu ve gözleri ni kendisinden kaçırdığın ı görün
ce ne olduğunu sordu. O da bir şey o l madığını, sadece başı
nın ağrıdığını söyledi. Dondon girmişti. Banka müdürü de ev
den çıkmak üzereydi. Palha ziyareti için ona teşekkür etti. Şap
kasını arayıp buldu, paltasunu giydird i . Bir şeylere daha ba
k ı ndığını görünce, hastonunu mu aradığını sord u.
" Hayır, şemsiyem. Benim şemsiye şuradaki, galiba. Hoş
ça kalın . "
" Bi r kez daha teşekkür ederim. Çok teşekkürler" dedi Pal
ha, " şapkanızı hemen giyin. Hava rutubetli . Teşekkürler, çok
teşekkürler" diyerek adamın elini ellerinin arasına alıp önün
de i k i kere eği l d i .
Çalışına odasına döndüğünde, ortağının gitme n iyeti nde
old uğunu gördü. Bu kez de onun kalması için ısrarlarını tek
rarladı. Bir bardak çay içerse baş ağrısının geçeceği ni söyle
di. Rubiao reddetti.
Sophia da, " Eileriniz buz gi bi. Neden kalm ıyorsunuz?
Mel isa otu çayı yaparım size. Ben de bir tane içeceği m" dedi.
Rubia o onu durdurdu. Gerek yoktu, bu baş ağrılarını iyi
bitirdi, iğne gibi saptanır, ancak iyi bir uykuyla geçerdi . Palha
ona bir araba çağırmak istedi ama Rubiao aceleyl e gece ha
vası nın kendisine daha iyi geleceğ i n i söyledi . Canete'den bir
araba bulabilirdi.
XCV
14 ı
tıyorsunuz değil m i , aklı i yice karışmıştı. Ha ni, terzi kadın,
Hormonia Sokağı, bir hanım ın ziyareti ve ka fes! i ev vardı ya . . .
Neyse sizi fazla oyalamayalım, bu şekilde hızla y ürürken, ba
şı önde, ağır adımlarla yolundan giden bir adama hafifçe çarp
tı. Pardon bile demeden h ızını a rtırarak yürüyüşüne devam
etti . Çünkü kadın da hızlı yürüyord u .
XCVI
142
na sokan görevi değildi onu sıkan; yapmak zorunda kaldığı bü
tün o iltifatlar, ricalar, bakanın üstünlük tasiayan duruşu, ve
tek kuruş kar etmeden bütün bunları yapmak zorunda kalmak
canını sıkmıştı . Pal ha'nın evine vardığında bu haldeydi .
Palha'nın evinde ise on daki kada ruhu bütün o tozlardan,
pisl i klerden arınıp kendine geld i . Ev sahibinin kendisini kar
şı laması, sürekli onaylaması, yüzünde güller açması ve tab i i
ki pur� ve ç a y i kramları . . . B i r anda üstün o l a n , mesafeli du
ran kişi kendisi olmuştu. Hatta Palha'nın i fada ettiği bir fik
ri küçümseyerek sol burun del iğini öbür tarafa çevirdiği bi
l e olmuştu. Tabii ki Pal ha hemen fi kri n i n ne kadar saçma ol
duğunu görerek vazgeçmişt i . Müdür bey bakan ı n ağır h a re
ketlerini aynen kopyalamıştı. Evden ayrı l ı rken en derin say
gılarını sunan kişi, b u kez kendisi deği l, ev sah ibiydi.
Müdür bey sokağa çıktığı sırada, artık tamamen bambaş
ka bir insandı. Sakin, kendinden memnun bir i nsan olmuş, ru
hu iyi leşmiş ve Rubiao kendisine çarptığı sırada tamamen es
k i haline dönmüştü. Artık bakanın karşısında nasıl i k i bük
lüm olduğunu un utınaya başlamıştı. Şimdi ağzı nda leziz bir
tat bırakan başka bir sakız vardı: Christiano Palha'nın ken
di önünde nasıl iki büklüm olduğu.
XCVII
1 43
leyi düşünerek geçirdi ama bir sonuca varamadı . Dondon bu
aşk ilişkisindeki üçüncü kişi olmalıydı. O olmalıydı çünkü göz
leri fı ldır fıldırdı kadının.
"Oraya yarın giderim. Yarın erken çıkar, köşede kadını bek
lerim. Ona 1 00 re is, 200 reis, 500 reis, ne kadar isterse o ka
dar para veri rim. O da bana her şeyi anlatır. "
Yaruldu v e gökyüzüne baktı. Güneyhaçı oradaydı. A h !
Sophia bir kerecik Güneyhaçı'na baksaydı ! Hayatları ne kadar
değişirdi. Yıldızlar da sanki bu düşünceyi onaylıyormuş gibi her
zamankinden daha çok parlıyordu. Rubiao orada öylece du
rarak ve binlerce aşk sahnesi hayal ederek yıldızlara baktı. Bun
dan sıkılınca da Güneyhaçı 'nın sadece bir yıldız takımadası ol
madığı nı, aynı zamanda bir şeref rütbesi olduğunu da hatırla
dı. Güneyhaçı ile ulusal bir ayrıcalık kazanmanın ne kadar ze
kice bir fikir olduğunu düşün dü . Gi.i neyhaçı işaretinin uşakla
rın üniformalarını n üzerinde durduğunu hayal etti. Çok yakış
mıştı . Her şeyden önemlisi de, çok ender bulunan bir işaretti.
Pencerenin önünden ayrıldığında saat iki sularıydı . Pence
reyi kapayıp yattı. Bir not getirmiş olan İspanyol uşağın sesiy
le uyand ı .
X CV I I I
1 44
Yirmi dakika içinde cevap, notu getiren zenci çocuğun elin
deydi. Cevabını Rubiao ona kendi el leriyle verdi . Çocuğa ha
n ı ınlar hakkında sorular sordu ktan ve iyi olduklarını öğren
dikten sonra da çıkarıp 10 tostöes verdi ve paraya ihtiyacı ol
duğu zaman gel i p kendisini bulmasını söyledi. Çocuk, şaşkın
l ıktan açılmış gözl eriyle geleceğine söz verd i .
" Hadi şimdi g ü l e g ü l e " diye hayırsever bir edayla gönder
di çocuğu.
Çocuk merdivenlerden inerken o da orada duruyordu. Ço
cuk bahçenin yarısına gel mişti k i , bir ses duydu:
" Bekle ! "
Döndü. Rubiao, merdivenleri i n m işti . Birbirlerine yak la
şıp durdular. İkisi de bir şey söy lemiyordu. Rubiao ağzını aça
na kadar iki dakika geçti. Sonunda az önce d e yaptığı gibi ha
nımların iyi olup olmadığını sordu. Çocuk da aynı cevabı ver
di. Rubiao, gözlerini bahçede gezdirdi. Güller ve papatya l a r
gayet güzel v e taze görünüyorlardı. Karanfi llerin bazıları açı
yordu. Diğer çiçekler, yapraklar, begonyalar, asma yaprakla
r ı , o küçük dünyadaki herkes sanki görül mez gözleri n i R u
biao'ya çevirmiş feryat ediyord u :
" Seni korkak. H e m e n buraya g e l v e çoktan y a p m a n ge
rekeni yap. Bizi toplayıp gönder ona . . . "
Rubiao sonunda, " Pe k i " dedi, " hanımefendilere saygı la
rımı ilet. Sana söylediğimi de sakın unutma; bir ihtiyacın olur
sa bana gel. Mektup sende, değil m i ? "
" Evet efendim, burada . "
" Cebine koysan daha i y i ol ur. Dikkat e t , bu ruşması n . "
" Buruşturmam efendim" diye cevap verdi çocuk. Mektu-
bu dikkatle cebine koydu.
XCIX
145
dermenin neresi yanlıştı k i ? Doğal bir hediyeydi . Hatta i nce
bir davranışa yine ince bir davranışla karşı lık vermek, bir tür
zorunluluk sayılırdı. Hata etmişti, hemen bahçe kapısına koş
tu ama çocuk girmişti. Sonra da bu tür neşeli hediyelerin yas
zamanı gönderilmesin i n uygun kaçmayacağı aklına gel di.
Bahçedeki yürüyüşünü sona erdirirken, bir çiçek tarhının
a rkasında bir mektup gördü. Eği l i p aldı ve zarfı okudu . Ya
zı Sophia 'nındı. Kendi aldığı mektupla karşılatırdı. Tamam,
onundu. Ama gönderilen isim, o İ b l is 'ti, Carlos Maria.
Demek k i bana mektup getiren çocuk bunu da götürüyor
du ama düşürdü diye düşündü.
Mektubu elinde çevirerek iki tarafı n ı da d ikkatle i ncele
di. Ne yazıyordu acaba? O ölüm saçan zarfın içinde ne yazı
yor olabilird i ? İhanetin, sapıklığın, şeyta n ı n ve çılgınlığın di
liyle yazılmış o birkaç satırda ne yazıyordu ? Mektubu kaldı
rıp zarfın dışından okunup okunmadığına baktı. Kalın bir kii
ğıttı, okunmuyord u . Çocuğun mektubu düşürdüğünü anlar
anlamaz geri döneceği n i aklına getirince hemen onu cebi ne
atıp içeri koşturd u .
Eve girince cebinden çıkarıp tekrar baktı . Elleri, ruhsal du
rumunun göstergesi gibi, titriyordu. Mektubu açarsa her şe
yi öğrenecekti. Okuduktan sonra yakarsa, o korkunç mera
kını yenemeyi p mektubu açmak için cehennem azabına ben
zer bir utanç yaşamayı göze alan kendisi hariç ki mse ne yaz
dığım bilemeyecekti . ( Bunları söyleyen ben değilim, kendisi .
Odanın tam ortasında durmuş, ağzında nargilesi Boğaz'ı sey
reden tembel bir Türk figürü dokunmuş halıya bakarak ken
disi söylüyor bu sözleri. Sadece bunları değil üstelik, buna ben
zer daha n ice kötü ve çirk i n sözü . . . )
" Cehennem mektubu ! " diye m ı rı ldandı. Birkaç hafta ön
ce bu lafı tiyatroda duymuştu. Çoktan un utup gittiği bu l a f,
oyun ile izleyici arasındaki ruhsal du rum benzediğini göste
rircesine, hafızan ı n derin l iklerinden çıkıp gelmişti şimdi.
Mektubu açmak için müthiş bir istek duyuyordu. Hatta aç
maya yeltendi bile. Tek bir hareket yaptı. Kimse görmedi onu,
duvarlardaki tablolar en ufak ilgi göstermemişti. Halıdaki nar-
146
gilesini tüttüren Türkün gözleri ise Boğaz'ın sularındaydı. Ama
yine de vicdanı elvermiyordu. Mektubu kendi bahçesinde bul
muştu ama ona değil, başkasına aitti . Para bulmak gibi bir şey
di bu; insan bu lduğu parayı götürüp sa h i bine vermez miyd i ?
Canı sıkı ldı, mektubu tekrar cebine koydu. Mektubu adresi
ne göndermek i l e Sophia'ya geri götürmek seçenekleri arasın
dan, ik inci seçeneği tercih etti sonunda. Bu seçeneğin, mek
tupta ne yazıldığını yazarın yüzünde görmek gibi bir avanta
jı vardı çünkü.
" Gidip ona b i r mektup bulduğumu söyleyeceğim . Mek
tubu ona vermeden önce de rahatsız olup o lmadığına baka
cağım . Rengi atarsa, o zaman da Harmonia Sokağı'ndan bah
setmekle tehdit ederi m onu. Yem i n ederim, 300, 800, 1 .000,
2 .000, 30.000 conto harcarım, gereki rse paraya boğanın o al
çağı . "
• Şaul, Yahudilerin kralı, Davut d a onun komura nıdır. Davut, Şaul'un kı
zı Mihal ile evlenir. Şaul öldükten sonra da kral olur. - ç.n.
147
nün alacağı şekli görmek istiyor, hem de bundan korkuyor
du. Kısacası her şeyi öğrenmek istemesinin nedeni, aslında or
tada bir şey olmadığını öğrenmek istemesiydi.
Sonunda Davut, önceki akşam Vassouras'tan dönmüş olan
Doktor Camacho kişiliğinde, peynir ve kahve servisi sırasın
da çıkıp geldi. Davut kutsal kitaplarda nasıl bir eşek yükü so
munla çıkıp geldiyse, Doktor da bir şişe şarap ve bir oğlak yav
rusuyla gel mişti. Kahvesinden ilk yudumunu a l ı rken M i nas
m i l letvek i l i n i n ağır hasta ol ması neden iyle bölgen i n etk i l i
kişi lerine mektup yazıp Ruhiiio'nun adaylığı için y o l u hazır
ladığını anlattı.
" Ben mi? Aday m ı oluyorum ? "
" Başka k i m olabi l i r ? "
Camacho, R u biao'dan iyisin i n bulunamayacağını söyle
di. Minas'ta m utlaka toplum yararına çeşitli hizmetlerde bu
lun muştu, değil m i ?
" Bazı h i zmetlerde bulundum, evet. "
" Önemli h izmetlerde bulundunuz. İlkeleriınizi açıklaya
bileceği miz bir organ ortaya çıkarmakta yardım etmek sure
tiyle bana yöneltilen okiarın bir kısmını üzerinize çektiniz. He
pimizin yaptığı maddi feda ka rlığı sayınıyorum bile. Bunu in
b r edemezsi niz. Elimden gelen her şeyi ya pacağım. Üstelik
böl ünıneye karşı en iyi çözüm de siz olacaksı n ız. "
" Bölünme m i ? "
" Evet, bölün me. Cattas-Altas'tan Doktor Hermenegildo
ile Al bay Romualdo, bir boşluk doğduğu takdi rde aday o la
caklarını söylüyorlar. Bu durumda oylarımız bölünecek . "
" Bölünür elbette. Peki onlar buna rağmen adayiıkiarını ko
yarlar mı ? "
" Bence buradan liderin onayını gönderdiğim zaman koy
mayacaklardır. Bana yönelttikleri suçlamaların biri, benim gü
cümün olmadığı. Şu anda gücüm olmadığını ben de kabul edi
yorum ama onlara dedi m ki, l i derlerimiz bana güveniyor ve
beni destekliyor. Bunun dışındakiler de beni destekleyecekle
rine güvence verdiler. O zaman ne d üşün i.irsün üz? Zamanı
mı, paramı ve yeteneğimi ilkelerimize bağlılığını bütün kanıt-
148
larıyla ortaya koymuş bir dostumuz için boşa harcadığımı m ı
düşünürsünüz? Hayır efendim! Beni dinieyecek ve önerdiğim
çözümü kabul edeceklerdir. "
Rubiao çok heyecanlanmıştı. M ücadele ve zafer üzerine
sorular sordu. Ek harca malar m ı yapınası gerektiği ni yoksa
bir tavsiye mektubuna m ı i htiyacı olduğunu, hasta aday hak
kında nasıl sürekl i haber alabi leceğini vs. öğrenmeye çalıştı.
Camacho bütün sorularını cevapladı ve tedbirli o l masını tav
siye etti. " Si yasette en önemsiz şeyler bile kampanyanızın gi
dişatını etkileyip zaferi rakibi n ize kaza nd ı ra b i l i r " dedi. Da
ha kaza n mamış olsa bile isminin onaylanmasının avantajına
sahi pti ve bu d a öne m l i bir şeydi .
" Sabırlı v e kararlı o l u n " dedi.
" Zaten ben de sa brın ve kararlı lığın en güzel örneği sayıl
maz mıyım ? Eyaletim bir grup hayduta veri l d i . Şu Pin heiros
çetesi için başka bi r isim bulamıyorum. Üstel i k bir de bazı ar
kadaşlarım (bunu size gizli kalmak şartıyla ve tamamen içten
likle açıklıyoru m ) , partinin beni reddetip yerime kendileri n i
göstermesi için aleyhime komplo kuruyorlar. Alçak herifl er !
Ah sevgi li R u b i a o , s iyaset d e n i l e n şu meret ancak İ s a Efen
dimizi n tutkusuyla karşı laştırıla b i l i r. ihanet eden azizlerle
inkar eden azizler hep birliktedir. Bütün o dikenli raçların, ha
ka retlerin sonunda adamı kendi fi k i rlerinden yaptıkları ha
ça asıp elleriyle ayaklarını haset, i ftira ve iha net çivi leriyle çi
vilerler. "
Konuşmanın heyecanı içinde dudaklarından dökülen bu
son cümle, bir makalenin ana fikri olmaya layık göründü Dok
tor Camacho'ya. Yatmadan önce mutlaka bir yerlere yazma
lıydı. Bir yandan da kon uşma sürüyordu ve Doktor bu cüm
leyi tekrarlayarak a k lı na iyice yerleşti rmeye çalışırken Rubi
a o da Camacho'nun ayağa kalkıp büyük kampanyalar baş
latmasını, tehditlerden yılıp kenara çek il memesi n i isted i .
" Ben m i tehdi tlerden yı lacağı m . Kesi nli kle hayır! Gu lya
haniler bile korkuramaz ben i . Hadi çıksınlar karşıma. İktida
ra geldiğimiz gün göreceğiz onları. Yaptıkları her şeyin bede
lini ödeyecekler. Sakın unutmayın, hiçbir şey ununılmaz ve af-
149
fedilmez. İnsan her zaman bedelini öder. inanın bana intikam
dan büyük bir zevk, büyük bir tatmin yoktur. İyi i l e körünün
mücadelesinde iyi sonunda galebe çalar. Arada hainler de ola
caktır elbet ama onlar ya silinip gidecek ya da yakalanıp im
ha edileceklerdir. "
Rubiao, tamamen Camacho'ya ram olmuş bir halde din
liyordu. Ca macho'nun gözleri ateşler saçıyor, dudaklarından
laneder dökülüyordu. Zafer raçları, onun ellerinde şekilsiz nes
nelere dönüyordu. Her hareketi, bir ilkenin açılımı gibiydi. Kol
larını açtığında bütün programı da açıyordu sanki. Rubiao
umutla doldu, ruhu yükseldi. Camacho, Rubiao'nun önüne ge
lip konuşmasına ara verdi:
" Buyrun sayın milletvekili, otururnun kapanmasını isteyen
bir konuşma yapı n . Deyin ki, 'Sayın Başkan . . .' Hadi, benim
le birlikte söyley i n : 'Sayın Başkan, Ekselansları nın . . . '
"
Cl
1 50
Cenaze n i n toprağa ver i lmesi zamanı geldiğinde annenin
durumu içler acısıyd ı : Oğl unun naaşını öpüyor, ağlıyor, çığ
lıklar atıyor, ortalığı birbirine katıyordu. Kadın l ar onu tabu
tun başından ayıramayı nca i k i erkeğin kadıncağızı çekme
leri gerekti . Çığl ıklar atarak tabuta yaklaşmaya çalışıyordu:
" Oğlum, oğl um ! "
B u arada işten atılan adam, " B u bir skandaldır" diye ısrar
la devam ediyordu. " Söylediklerine göre bu işten bakan da hoş
lanmamış ama müdürün morali bozulmasın diye . . . "
Tabutun k apağı çivileniyordu: Dan-dan-dan.
Rubiao, tabutun kulplannda n birini tutması istendiği nde
işten atılmış adamın yanından ayrıldı. Gelenlerin bir kısmı dı
şarıda bek l iyorlardı. Komşular camlardan sarkmış, kapı ön
lerine çıkmışlardı . Yakın larındaki birinin ölmesi nin verdiği o
acayip bakış vardı gözlerinde. Rubiao'nun geld iği araba, di
ğer eski arabaların yanında fark ediliyordu. Rahmetlinin bu
arkadaşı, önceden de i nsanların hakkınd a çokça konuştuk
ları bir konu o lmuştu. Buradaki varlığı, an latı lanları doğru
l uyord u . Rahme t l i a rtık gerçekten takdir edil iyordu.
Rubiao mezarlıkta herkesin ricası üzerine h iç de mem nun
kalmadığı bir şey yaparak kürekle mezara i l k toprağı attıktan
sonra, mezarcıların koca kürekleriyle mezarı tamamen kapat
masını yaşlı gözlerle izledi. Herkes mezarın başına toplaştı
ğında o aralarından ayrıldı. Mezarlığın kapısında, şapkasını
sağa ve sola azamet l i bir edayla saliayarak başı öne eğik in
sanları selamladı. Arabasına bindiğinde kendisi hakkında al
çak bir sesle konuşan i nsanları duyab i l i yord u :
"Aynı b i r senatör, ya d a ne bileyim, temyiz mahkemesi yar
gıcı gibi . . . "
Cil
151
kağı'nda aynı kendisininki gibi bir arabanın geçtiğini görd ü .
İ k i atlı yaver, arabayı izliyordu. Araba, h ükümet toplantısı
na giden bir bakanın arabasıydı. R u hiao başı n ı pencereden
çıkarıp baktı ve içeri sokt u . Yaverlerin atlarının seslerini içe
riden dinlemeye devam ett i . Başka atların da nal sesleri geli
yordu, onlarınki diğer seslerden ayırt edilebi l iyordu. Dostu
muz öyle bir ruh hali içindeydi ki, arabası iyice uzaklaşıp ar
tık tamamen duyul maz olana kadar yaverlerin atları n ı n nal
seslerini d in ledi : Klopata-klop, klopata-klop, k lopata-klop . . .
cııı
1 52
Soph i a , " Ne kağıdı ? " diye sordu.
Rubiao, içindeki duyguları bastırarak, " Sanırım önemli bir
kağıt" dedi. " Bir mektup kaybettiğİnizi hatırlamıyor musunuz,
ya da bilmiyor m usunuz ? "
" Hayır. "
" Sürekli mektup yazar mısınız?"
" Bazen yazarım ama o kadar önemli bir şey yazdığıını ha·
tırlamıyorum . Verin bir bakayı m . "
Ruhiiio'nun y üzünde sersemiemiş b i r i fade vard ı . Hiçbi r
şey söylemedi , hiçbir şey yapmadı. Gitmek için ayağa kalk
tı ama gitmedi. Altüst ol muş halde biraz sessi zce durduktan
sonra öfkelenmeden konuşmaya başladı:
" Sizden ne kadar hoşlandığım sizin için bir sır değil . Bu
nu bildiğiniz halde beni ne kabul ediyor, ne reddediyor; hep
çekici yöntemlerle cesaret veriyorsunuz. Santa Theresa'yı da,
trende kocanız aramızda otururken yaptığımız yolcul uğu da
unutmadım. Hatırlıyor musunuz? O yolculuk, benim için ta
l i llsiz bir yolculuk oldu. O günden sonra sizin esiriniz oldum.
Siz şeyta nsınız, yılan gibisiniz. Size ne yaptım ben ? Ba na il
gi göstermemeniz elbette anlaşılabilir ama o zaman da beni m
gözü m ii aça b i l i r . . . "
" Şşşt, biri gel iyor" d i ye Sophia sözünü keserek ayağa
kalktı. Kapıya doğru bakıyord u .
Gelen giden yoktu ama biri gelseydi R u biao'yu duyabilir
di çünkü konuşurken sesi giderek yükseliyor ve hırsla doluyor
du. O anda bile yüksel i yordu sesi. Artı k umudu kalmadığı na
göre içini döküp bütün yüklerini boşa ltabilirdi.
" Du yariarsa duysunlar, umurunıda deği l " diye bağırdı.
" Duysunlar bakalım. Ben söyleyeceğiınİ söyleyeceğim. Sonra
da beni dışarı atın ve bu iş bitsin. K i mse bir adama bu kadar
acı çekt i re -"
" Şşşt, A l l a h aşkına . "
" Hangi Allahtan bansediyorsunuz? Beni i y i d i n l eyin, ar
tık h içbir şeyi saklamayacağı ın . "
Uşaklar söylenenleri duyacak diye aklı başından giden Sop
hia, e l i y l e Ruhiiio'nun ağzı nı kapattı. Sevdiği n i n dokunuşu,
1 53
Ruhiiio'nun tüm gücünü bir anda alıp götürd ü . Sophia ken
d i n i toplayıp geri çekildi . Tam odadan ç ı kıyordu ki kapıda
d uralad ı . Rubiiio ise kendini toplamak için pencereye yönel
mişti .
CIV
1 54
verdi. Carlos Maria ismini okuduğu zaman Sophia'nın, ben
zinin attığı gözünden kaçmadı. Sanki bütün kanı çekilmiş gi
biyd i . Ama kend i n i kontrol etti ve bunun n e olduğunu, bu
mektubun n e a n lama geldiğini sord u .
" Bu s i z i n yazın ız. "
" Benim yazı m . Ama ne yazmışım? Bunu size kim verdi ? "
Rubiao mektubu nasıl bulduğunu anlatmak istedi ama ye-
teri kadar i leri gittiği n i düşünüp ayrılmak için izin istedi .
" Affedersiniz, mektubu kendiniz açı n . "
" Artık burada yapacağım bir ş e y kalmadı . "
Genç kadın, "Durun. Açın şu mektubu. Alın işte. Okuyun"
diyerek Rubiao'nun ceketinin koluna yapıştı. Ama Rubiao ko
lun u şiddetle çekerek şapkası nı aldı ve çıktı. Uşaklardan çeki
nen Sophia, odadan çıkamadı.
cv
1 5.5
Kalbi, hatı ralada dolmuştu. Carlos Maria'nın hayali gel
d i gözlerinin önüne. Hem sevdiği hem de nefret ettiği, koca
gözlll hayalet. Aklından onu kovmaya çalıştı ama becereme
d i . Narİn hatlarıyla veya i nsanları hakir gören gülllşllyle
kendisini izliyordu. Hayalet, kimi zaman önünde nezaketle eği
lip selam veri yor ve gerçek olmadıkları nı anlayana kadar
nice uykusuz gecesine mal olan sözler söylüyordu. Bir gece bir
davette edilmişti o sözler. Sophia neden bu maceranın gerçek
leşmediğini bir türlü anlayamamıştı. Kendisinden gerçekten
hoşlanmış görünüyordu, genç adam. O zamana kadar kim
se aşkını o kadar cesurca ifade etmemiş veya söylediğine gö
re gecenin geç saatlerinde penceresi nin altından geçmemişti .
Diğer davetleri de hatırladı. Gizlice söylenmiş sözler, ateşli ba
kışlar. . . Bütün bu tutkunun hiçbir sonuç doğu rmadan nasıl
yok olduğunu anlayamamıştı. Belki de ortada tutku falan yok
tu, bel ki de tüm bunlar, kadınları cezbetme konusunda silah
larını mükemmelleştirmek için yararlandığı bir yöntemden, boş
söz ve davranışlardan i baretti . Zaten tepeden bakan, alaycı ,
kibirli bir tipti.
Bu gizem ha kkı nda ne düşünsündü ki? Bu ki birli adam
dan zaten gitti kçe daha çok iğrenmeye başlamıştı. Hatta bir
keresinde ona gül müştü, şu anda da rahat rahat yüzüne ba
kabilir durumdaydı. Gerçekten de artık onu unutmuş gi biy
di. Bu yüzden de bu talihsiz mektup meselesiyle, adama kar
şı hissettiği kayıtsızlığı gidererek tekrar onu gündemine sokan
Rubiao'ya lanetler yağdırıyordu. Onunla ilgili ilk hatıraları gel
di aklına, sözleri . Herkes kendisini güzel buluyordu. Carlos
Maria da güzel olduğunu söyledi. O zaman bu neydi böyle?
Muhtemelen adamın, ayaklarına kapanmasını sağlamadığı için
böyle olm uştu. Keşke ona karşı fazla müteşekkir, fazla mü
tevazı davranmasaydı.
Aniden yan odadaki hizmetçi hızla salona girdi. Bir şeyin
yere düşüp kırıldığını duyu nca salona koşm uştu. Salıibesi sa
lonun ortasında ayakta duruyordu .
" Bir şey yok" dedi .
" Ben de sandım ki . . .
"
1 56
" B i blo yere düştü. Ortal ı ğı toplay ı n . "
" Hay A l l a h ! H e m de Çin porseleni b i bl o ! "
Zavallı porselen biblo; her zamanki gibi sakin sakin kütüp
hanenin rafında dururken Sophia, nasıl olduğunu bilmeden onu
el ine al mış, bir süre parmakları arasında tutmuş, aklına ne ka
dar aşağılanmış olduğu gelince, bel l i ki kendine kızarak bib
loyu yere fırlatmıştı. Zavallı biblocuk, ne porselen olması, hat
ta ne de Palha'nın hediyesi olması ona bir fayda sağlamıştı.
"Ama hanı mefendi, b u bi blo nasıl olda da . . . "
" Hemen dışarı çıkın . "
Sophia, Carlos Maria'ya nasıl davrandığını hatırladı. He
men adama teslim olmalar, kendini onun yerine koyup her ha
reketi ni affetme ler, gizli saklı el tutuşmalar. . . Onun ayakla
rına kapannı ıştı, olan buydu işte. Sonra, nasıl olduysa oldu,
bir a nda her şeyi fa rklı h issetmeye başladı . Her şeye karşın o
da mutlaka kendisiyle ilgileniyordu. Aralarındaki ruhsal uyum,
bu terk edişi m utlaka geri döndürecekti. Belki de hata başka
bir yerlerdeyd i . M uhtemel nedenleri tek tek bulup çıkarma
ya başladı, mesela soğuk bir davranış, mesafe l i bir hareket,
ilgisini ona yöneltmemesi. Hatırladı ki bir keresinde evde yal
nızdı ve onu yalnızken eve kabul etmekten korktuğu için uşak
ların evde o l madığını söy l emelerini istemişti. Tamam işte,
mutlaka bu olmalıydı. Carlos Maria gururltı bir adamdı, en
küçük bir şeyden incinirdi. Belki de o gi.in kendisinin evde ol
duğunu öğrenmişti ve . . . Tamam işte, hatası buydu.
CVI
1 57
biao da bu i ftiraya katıldı üste l i k . Arahacı ise katılınadı çün
kü ne bir isim verdi hatta ne d e tam bir h i kaye a nlattı adam
cağız. Dikkatli okusaydınız bunu görürdünüz. Evet mutsuz oku
rum, lütfen dikkat edin, bu tür maceralara mey i l l i bir adam,
hiç arabası nı gidip tam da buluşma n ı n olacağı evin önünde
durdurur mu? Yaptığı kaçarnağa şahit yaratmış olur böyle ya
parsa. Dünyada o kadar çok sokak var k i , araba gidip arka
sokaklardan birinde de pekiila bekleyebil i r.
Arabacı, bir h i kiiyeyi tam o larak nasıl uyduracağı n ı pek
bilmiyor demek. Peki böylesi bir hi kaye uydurmakta ne çıka
rı vard ı ?
Rubiao'yu b i r eve götürmüştü. Dostumuz eve girip i k i sa
at kaldı ve onu da orada bekletti. Sonra arabaya bi nip hare
ket etmesini söyledi. Bir süre sonra da arabadan inip yürüme
ye başladı ve kendisini takip etmesini istedi. Müşterisinin tam
da istediği gibi bir m üşteri olduğunu düşi.iıım üştü ama daha
ona bir h i kaye uydurmak a k l ı na gelmemişti. Ya nında çocu
ğuyla önünden genç bir kadın geçince (Saude Sokağı'ndaki ka
d ı n ) ve Rubiao kadının arkasından hüzün ve sevecenlikle ba
kınca arahacı müşterisinin savurgan olduğu kadar duyarlı bir
müşteri olduğu sonucuna varıp ona bir hediye vermek iste
di. Harmonia Sokağı 'ndan bahsettiyse bunun nedeni, geldik
leri bölgeyi and ırdığı içindir. l nvalidos Sokağı'ndan genç bir
adamı aldığını söylediyse bunun da nedeni, emin olun, bir ön
ceki akşam oradan bir müşteri ( belki de Carlos Maria'nın ta
kendisi n i ) almasıdır. Bel ki kendisi de o sokakta oturuyordur.
Veya nasıl geceleri gördüğüm üz rüyalar gündüz yaşa d ı kları
ınızdan kaynaklanıyorsa o anda böyle bir doğaçlaına yapına
sına yol açan başka bir sebep vard ır. Tab i i bütün arahacıla
rın hikaye uyduran adamlar olduğunu söylemi yoruz, k i as
lında bölük pörçük parçaları bir araya getirerek bir hikaye uy
durmak, önemli bir marifettir.
Geriye bir tek yas elbisesi di ken terzilerden birinin Harmo
nia Sokağı'nda oturması gibi bir rastlantı kalıyor. Her ne ka
dar buna da mukadderat denilebilirse de aslında tamamen ter
zinin suçudur. Şeh i r merkezine daha yakın bir yerde oturabi-
158
!irdi, öyle değil m i ? Hem böylece iğnesini ve kocasını daha ko
lay terk edebilirdi. Oysa bu ikisini dünyadaki her şeyden da
ha çok sevdiği için bana da kitabın akışını durdurmam için
bir neden kalmamıştı.
CVII
CVIII
1 59
biao'yu payladı. İki ay daha geçince, kendilerine tavırlı olup
olmadığını sordu.
Rubi ao, " Çok işiın var " d iye cevapladı lıemencec i k . " Şu
siyasi meseleler çok vakit alıyor. Ama pazar günü gel irim. "
Sophia, onu nasıl karşılayacağını planladı. Mektup konu
sunu açmak için fırsat kollayacak, sonra da kutsal olan ne var
sa adına yeminler ederek yazdıklarının gözden düşmesini ge
rektiren şeyler olmadığını anlatmaya çalışacaktı. Beyhude ça
balar! Rubiao pazar günü gelmedi. Bir pazar geçti, bir sürü pa
zar geçti . . . Soplıia bir gün ona Alagoas Fonu'na üyeli k belge
si gönderd i . Rubiao bağış miktarı olarak 5 conto beli rled i .
B u kağıdı ortağına götürdüğünde Pal ha, " Ama bu m iktar
fazl a " dedi.
" Daha azı nı vermem . "
" Öyle d e bu kadar fazla bir miktar vermeden d e cömert bir
bağış yapabi l i rsiniz. Bu kağıtların sadece bir düzine k işiye
mi gönderi ldiğini sa nıyo rsunuz yoksa ? Birçok kadının ve
adamın elinde bu helgelerden var. Ayrıca Commercio Meyda
nı'ndaki dükkaniarda da istediğiniz anda bulabilirsiniz bu ka
ğı dı. Daha az bağış yapı n . "
" Kağıda yazdığım mi ktarı nasıl değiştireyim ? "
" 3 conto d a yeter. 3 conto gayet iyi b i r m iktar. Tab i i da
ha çok bağış yapanlar da var ama onların ya resm i pozisyon
ları ya da sahip oldukları milyonlar gereği böyle yapmaları ge
reki yor. Mesela Bomfi n, 1 O co n to bağışladı."
Rubiao, dudaklarındaki alaycı gül ümsemeyi bastıraınıyor
du. K a fasını saliayarak 5 conto'da ısrar etti. Kağıda yazdığı
mi ktarı ancak önüne bir rakamı yazmak suretiyle değişti re
bilirdi ki bu durumda 1 5 conto bağışlamış ve Bomfin'i geçmiş
olacaktı.
"Elbette isterseniz 5, 1 O, hatta 1 5 verebilirsiniz ama serına
yenize biraz daha özen gösterınelisiniz. Sermayenizi kemiriyor
sunuz. Unutmay ı n artık eskisi kadar gelir getirmiyor."
Rubiao, bütün varlıklarını (h isse senetleri, pol içeler, tapu
senetleri ) Palha'ya emanet etmiş, o da on ları depodaki kasa
ya koymuştu. Faizleri, tcmettüleri ve bir süre önce gayet ucu-
1 60
za aldırdığı, şimdiyse iyi bir gelir getiren üç evin kiralarını Ru
biiio adına topluyordu . Ayrıca Ruhiiio'nun altınlarını yatırım
için değil , sırf saymak için biri kti rınek gibi bir tutkuya sahip
olması nedeniyle önemli sayıdaki altın paraları da kasaya koy
muştu . Pal ha bütün bu serveti n değeri ni, serveti n sahi binden
daha iyi biliyord u . Şa hit old uğu bir şey daha vardı k i , deniz
sütliman ol ması na, ortalıkta en ufak bir fı rtı na bulutu olma
masına karşı n, gem i de delikler açılmıştı. Kom ite başkanının
kocası olduğuna işaret ederek 3 conto 'nu n yeterli olacağı ko
nusunda ısrar ett i .
A m a Rubiao 5 conto'dan vazgeçmed i . Üstelik bir 1 0 can
to daha isted i . 1 O conto lazımdı ona. Pal ha kafası n ı kaşıdı.
"Pardon", dedi bir an sonra, " niçin lazımdı ? Bu parayı kay
betmeyeceğinize ya da en azı ndan riske atmayacağınıza emin
m isiniz? "
Rubiao, b u i ti raza gi.ı ldü.
" Kaybedeceğime emin olsaydım geli p sizden istemezdi m .
Tabii biraz riske atabilirim ama risk almazsanız kazanç d a sağ
layaınazsınız. O paraya bir iş için, aslında üç iş için i htiyacım
var. Bunlardan i kisi borç . Gayet güvenli borçl ar ve tutarı da
sadece 1 .5 contos. Kalan 8 . 5 conto'yu da bir işe yatıracağı m .
Neden başı n ızı sall ıyorsunuz? D a h a ne olduğu n u b i l e bilmi
yorsun uz. "
" Zaten bunun i ç i n olmaz diyorum. Bu işi bana dan ışı p
içinde kimlerin olduğunu söyleseydiniz ben de paranızı riske
atıp atınadığınızı söylerdim. Bu durumda bir şey elde etme
den paran ızı kaybetmenizden korkuyoru m . H onest Capi
tan's Union Company'deki hisseterinizi hatırlamıyor m usu
nuz? Size insanları kandırıp paralarını elleri n de n almak için
fi rmaya böylesine fiyakalı bir isim takmış olduklarını söyle
ınemiş miydi m ? Bana i nanınayıp para nızı yatırmıştınız. Şim
di fi rma n ı n hisseleri çok d üştü. Üstel ik altı aydır temettü de
vermedil er. "
" O zaman o hisseleri satı n . O para bana yeter. Ya d a ka
sadan hisseleri bana veri n . İsterseniz ben gel i p alayım, ister
sen iz siz Botafogo'ya gönderi n . "
161
Palha, hararetle R ubiao'yu tuttu: " Hayır, hiçbir şey yap
ınayacağım . Size 1 O conto veremem. Zaten şimdiye kadar her
isteğİ nizi kabul ettim . Benim görevi m, size d i renmektir. Gü
venl i borç m u ? Ne borcuymuş bu? Görmüyor m usunuz, siz
den paranızı alıp sonra da borçlarını ödemiyorlar. H atta adam
lar işi, her gün kendilerine borç veren kişinin evine yemeğe gel
meye kadar götürmüş. O Carneiro'yu sizin evde tam üç ke
re gördüm. D i ğerleri n i n da size borcu var mı, b i lmiyorum.
Kuvvetle m uhtemeld i r. Bu kadarı da fazla artı k . Bunları size
söylüyorum çünkü dost acı söyler. İ leride sizi uyarmad ığım ı
söyleyemezsiniz. E l in izdeki avcu nuzdakini etrafa saçarsanız,
siz nasıl yaşarsanız? Hatta bizim ş irket bile batabi l i r. "
" Bizim şirket batmaz" dedi Rubiao.
"Niye batması n ? Bütün şirketler batabilir. 1 8 64'te Banker
Souto'nun bile battığı nı görd ü m . "
Rubiao, ortağı nın tavsiyesini düşündü. Yal nızca i y i b i r tav
siye olduğu ya da mu htemelen haklı olduğu için deği l , ka ba
ca ifade edilmiş olmasına rağmen arkasındaki iyi n iyeti gör
müştü. İçinden ona müreşekkir oldu ama yine de tavsiyeyi din
lemedi. 10 conto'yu istedi . Bundan sonra daha dikkatli olacak
tı . Nakit olarak ve gerekirse satılıp nakde çevrilecek şeyler ola
rak daha çok parası vardı .
" Ya l nızca satı l ı p nakde çevrilecek şeyler" diye Palha onu
d üzel tti .
Bir an sonra da ekledi:
"Tamam ama şimdi geç kaldık. Yarın size 1 0 cantas ge
tiririm. Ya da neden siz Flamengo'ya gel i p almı yorsunuz? Si
zi i neitecek bir şey mi yaptık ? Yoksa kadınlar mı bir şey yap
tı size? S izi son gördüğümde kadınlarla tartışıyor gibiydiniz.
Hadi bana aniatın da ben de onların cezasını vereyi m . "
Rubiao gözlerini arkadaşından kaçırdı. Hani her şeyi bili
yormuş da içten içe kendisiyle dalga geçiyormuşçasına keskin
bir ironiye sahip bu sözlerden etkilenmişti. Tekrar Palha'ya bak
tığında gözlerinde sorgulayıcı bir bakış gördü ve cevapladı:
" Bi r şey yapmadılar. Yarın akşam gel i ri m . "
" Yemeğe gel i n . "
1 62
" Yemeğe gelemem. M isafi rlerİnı olacak. Akşamüstü geli
r im . " Zorla gülerek ekled i :
"Sakın kadınları cezalandırmayın. Bana bir şey yapma
dılar. "
Rubiao kapıdan çıkarken, Pal ha, " Aramızdaki bağı k ı ska
nan biri bunu etkisi a ltına almış" diye düşün üyordu . " Ya da
Sophia onu kendinden uzaklaştıracak bir şey yaptı. "
Ama Palha daha yerine dönmeden Rubiao tekrar kapıda
göründü. Parayı daha erken a lması gerektiğini söy lemek için
gelmişti. Parayı depoya gelip alacak, akşam da onları ziyare
te gidecekti. Para ona öğleden sonra i ki de l azımdı.
CIX
1 6.3
şamlı Rubiao'nun yanındaydı. Ö nce i k i at vardı ama sonra
sayıları sekize çıktı . Dört ç i ft güzel hayvan . Sokaklar, pence
reler insanlarla doluydu. Herkes tezahüratta bul unuyor, üzer
lerine çiçekler yağıyordu. Rubiao, İ m parator Louis N apole
on olduğunu düşündü. Köpek de arabada, Sophia'nın ayak
larının di bi ndeyd i .
Rüya, ansızın bitiverdi. Ne bir sonuca bağlanmış, ne kav
ga gürültü çıkmıştı. Rubiao, gözlerini açtı. Bel k i de bir pire
ısırm ıştı onu veya başka bir şey olmuştu. " Rüya, rüyadır Pen
seroso ! " Ama ben hala Polonius'un sözlerini yeğleri m : " Sizin
delil iğinizde bile bir düzen var. "
cx
1 64
destesine bakıyordu. " 1 conto 200 milreis, değil m i ? " dedi ve
parayı cebine koydu. Artık kurtulduklarını ve bundan sonra
gazeteni n gelişeceğini söyleyerek devam etti. Aklında bazı ye
n i l ikler vardı . Hatta daha da i l eri gitti:
" Programımızı geliştirme l i , arkadaşianınıza yeni bir ener
j i vermeli , gerek i rse onlara karşı sal d ı rıya geçmel iyiz. "
" Nasıl ? "
" Nasıl mı ? Üzerlerine giderek. Tab i i sadece sözlerim izle.
Yani, hatalarını düzeltmekten bahsediyorum . Parti organının
giderek laçkalaştığı ortada. Parti organı diyorum çünkü gaze
temiz, partimizin fik i rleri n i n yayımlandığı bir orga n . Arada
ki farkı aniayabiliyor musu nuz ? "
"An lıyoru m . "
Camacho, eline b i r puro aldı v e yakmadan, " Laçkalaşıyor"
ded i . " i l keleri daha çok vurgulamamız lazım. Bunu da açık
ça, dürüstçe ve gerçek leri dile getirerek yapmalıyız. inanın ba
na l iderlerin bunu kendi arkadaşlarından, kendi yandaşların
dan duymaya i h tiyaçları var. Partilerin birbiriyle uzlaşması
nı hiçbir zaman reddetmedi m ; hatta bunun için savaştım ama
uzlaşma, bir entrika oyunu deği ldir. Mesela ben i m eyaleri m
de Pinheiros'un yandaşları sadece benden kurtulmak gibi
bir amaç için hükümetin desteğini alabildiler. Peki, benim yan
daşlarım, hükümetin Pinheiros gru bunu destek lediğini görün
ce ne yaptı dersi niz? O nları desteklediler. "
" Pi n hei ros grubunun bel li bir gücü var m ı ? "
Camacho, ki brit k utusunu açmak üzereyken hiddetle ka
patıp, " Hiçbir gücü yok " diye cevap verdi. Aralarında eski bir
mahkum ile eskiden berberde çıraklık yapan biri var. 1 8 55 'te
Recife Fakültesi 'ne gird i . Bence vaftiz babası nın ona bırak
tığı m i ras sayesi nde o okula girebildi. Skanda llada dolu bir
hayatı var ama yine de okuldan mezun olur olmaz eyalet mec
l isine giriverdi. Oysa aptalın tekidir. Ben ne kadar papaysam,
o da o kadar üniversite mezun ud ur. "
Camacho ile Rubiao, gazeteni n siyasi çizgisinin bi raz de
ğiştiri lmesi üzerinde görüş birliğine vardılar. Camacho, l ider
lerinden gelen tepki üzerine Rubiao'nun adaylığı n ı n zorlaş-
1 65
tığını hatırlattı. " Aslında hepsi değil de bazıları tepki göster
d i " diye lafını düzel tti . Rubiao bir şey demed i . Camacho bu
nu vaktiyle söylemişti, şimdi tekrar hatıriayınca canı sı kıldı.
Mecl ise girebilirdi, oraya girmeliydi. Onlar, o ! i derler, onu is
temeyen ler, bu hata larından dolayı pişman o lacaklar diye
düşündü. M i l letveki l i , senatör, bakan olunca hepsin i n gözü
fa l taşı gibi açılacaktı. Dostumuzun yüreği, arkadaşı tarafın
dan tutuşturulmuştu. Ama artık nefret ve kıskançlık gibi duy
gulada değil, saf bir tutkuyla, o günlerin kes i n l i k l e geleceği
ne bes lediği içten i nançla ve göz kamaştı rıcı bir i h tişam bek
lentisiyle o ateşi kendi kendine harlıyordu . Camacho, Rubi
ao'nun tam kıvamına gel diğine karar verdi.
" Bizimkiler de aynı düşüncede. Bence bizimkileri biraz teh
dit etmek, hiç de zamansız kaçmaz. "
O akşam Camacho, bazı eyalerlerde partisine iktidarın ve
fasızlığına tesli m olup yozlaşmış ve değersiz i nsan ları destek
Iemernesi tavsiyesinde bulunduğu makalesin i Rubiao'ya oku
du. Makale, şöyle sona eriyordu:
" Partiler disiplinli ve birlik beraberl i k içinde olmalıdır. Hiç
de öyle düşünmedikleri ha lde, disiplinin ve birli k beraberliğin,
rakipierin e l i nden gelen menfaatleri reddetme noktasına ka
dar götürülemeyeceğini i leri sürenler var. Risum teneatis! * Tan
rı korkusuyla titremeden kim böyle bir günah işleyebil i r ? An
cak bir an için bunun doğru olduğunu, muhalefetin, bir an için
hükümetin aşı rılıklarına, yasaları çiğnemesine, i ktidarı suiisti
mal etmesine, doğru yoldan sapmasına göz yumduğunu var
sayalım. Ne olmuş yani? Bu çok nadiren olabilir ve ancak için
de kötü değil iyi u nsurlar barındırıyorsa kabul edilebilir. Her
partide muhal ifler ve dalkavuklar vardır. Partinin rüşvet çar
kına batmasını teşvi k ederek laçkalaşmamızı sağlamak, rakip
lerimizin yararı nadır. Gerçek budur. Bu gerçeği inkar etmek,
ulusumuzun ruhunu incitir. Kendini satanlar tapmaktan ko
vulacak, orada a ncak i l kelerimizin kal ıcı zafer i n i , k ısa vade
l i küçük çıkarları n ı n üstünde tutan i nanç sahibi, temiz kalp-
166
l i insanlar kalacaktır. Buna karşı gelen k i m varsa, karşıların
da bizi bu lacaktır. Artık ok yaydan çıkmış tır! "
CXI
1 67
larını buluyor. Buna bir şey diyemem, bi lmiyorum. Tek söy
leyebileceğim, genel tema larıın ı n aynı olduğu. Onları aynen
korurnam gerekir. Korumamız gerek i r. "
cxıı
Birçok eski kitapta " şu konuda neler oldu " şeklinde bölüm
leri özetlerler ya, işte benim de aynı şeyi yapmam gereken yer,
tam burası . Bernardim Ribeira'nun yaptığı "· ve diğer harika
k itaplarda yapılan şey, bu . Başka di llerde yazılmış kitaplarda
da, Cervantes ya da Rabelais'ye kadar gitmeye gerek kalma
dan, kitaplarındaki çoğu bölümler sırf o özetler nedeniyle oku
nan Fielding ve Smollet'i örnek vermek yeter. Mesela Tom jo
nes, IV. kitap, I. bölümü alalım. Şöyle bir başlık görürüz: " Beş
Sayfadan Oluşur. " Açık, net, kimseyi kandırmayan bir başl ık.
Ne bir eksik, ne bir fazla, tam beş sayfa vardır. İsteyen okur, is
teyen okumaz. Yazar, okuyaniara bir de yalakalık yapar: " Şim
di de ön sözü uzatmadan, sonraki bölüme geçel im. "
CX I I I
• Öncü Portekiz şair ve yazarı. Delirerek öld ü. Meııi11a e Moca adlı eseri,
günüm üzde de Portek iz'in önemli eserlerindeııd ir. - ç.ıı.
1 6S
yeti nin ta m bir a na l izini isteyeceklerdir. Rubiao'nun arkada
şıyla ortak bir tanım bulmasıyla okuduğu bütün kitapları onun
yazmış olması arasında tam bir uçurum var. Ama emin o l u n
i ş i n en zor tarafı, t e k bir tanınıdan ilk kitabın yazımına atla
mak oldu. Ondan sonrası kolayca geldi. Ama tanı bir analiz
oldukça uzun ve sı kıcı olacaktır. Demek k i bu analiz mesele
sini şurada bırakmak daha iyi olur: Rubiao birkaç dakikalı
ğına, kendini başkalarının kitapların ı n yazarı olarak gördü.
CXIV
cxv
1 69
la. Sanki hiç önem vermediğini, canı hangi mektubu çekerse
yazabileceğin i yüzüme vuruyor gibi. Elbette canı ne isterse ya
zabilir ama kendine bir posta k utusu k i ra lasa daha iyi eder.
Daha ucuza getirir. "
B u düşüncesini çok zekice bulup güldü. B u kahkahayla tam
o sırada oradan geçen birine sel am vermek zorunda kalma
sı melankolik düşüncelerini dağıttı. Bu arada kendisini Bank
of Brazi l ' e getiren diğer meseleyi hatı rladı.
Bankadan içeri girerken, dışarı çıkmakta olan ortağına
rastladı.
" B i raz önce Dona Sophia'ya rastladım. "
" Nerede ? "
" Ourives Sokağı'nda. Yanında bir hanımla birlikte bir ara
banın içindeydi. Nasılsı n ı z ? "
Pa lha bu soruya cevap vermeden, " Sophia'ya rastladınız
ve hala hatırlamıyorsunuz" ded i . " Çarşamba gününün, yani
yarın deği l öbür günün, Sophia'nın yaş günü olduğunu hatır
lamıyorsunuz. Sizi yemeğe davet etmeyeceğim . Çünkü bu si
zin uzun ve sık ıcı bir akşam geçirmenizi İstemek a n lamına ge
lir. Buna cesaret edemem. Ama bir bardak çayı kısa sürede içe
biliriz. Bana bu i y i l iği de mi yapmayacaksınız ? "
Rubiao hemen cevap vermedi.
Sonunda, " Yemeğe geleceğ i m " dedi. " Ça rşamba mıyd ı ?
Beni sayabilirsiniz. Evet itiraf ediyorum, u nuttum a m a aklım
da o kadar çok şey var k i . . . Yarım saat içi nde depoda olaca
ğım. Beni bekler misiniz? "
Yar ı m saat dolmadan, depoya geldi ve 2 conto isted i . Pal
ha, bu sefer Ruhiiio'nun sermayesinin azar azar erimesine kar
şı çıkmadı ve usu l en bir i k i tepkiden sonra, ta m bir kayıtsız
lıkla istediği parayı verd i . Rubiao, aceleyle gidip göz kamaş
tırıcı bir pırlanta alarak bir karta üç beş satırlık kutlama ya
zıp çarşamba günü e l inde olacak şekilde Sophia'ya gönder
meden, eve gitmed i .
Hizmetçi paketi getirdiğinde, Sophia odasında ayakkabı
l arını giyiyordu. O gün a l dığı üçüncü hediyeydi bu. Hizmet
çi de paketin içinde ne olduğunu görmek için onun açması-
1 70
nı bekliyordu . Sophia paketi açıp pahalı bir p ı rlantayla süs
lenmiş kolyeyi gördüğünde gözleri kamaştı. O ndan bir hedi
ye bekl iyordu ama aral arında geçenlerden sonra hala bu ka
dar cömert olabileceğini ummamıştı. Kalbi pır pır etti.
" Hediyeyi getiren burada mı ? "
" Gitti efend i m . N e kadar güzel bir kolye, madam ! "
Sophia k utuyu kapatıp ayakkabılarını giydi. B i raz yalnız
oturup olanları düşündü. K a l karken şöyle düşün üyordu:
"Bu adam bana tapıyor. "
Giyinmeye başla d ı . Aynanın önüne geldiğinde bir süre
durup kendini izledi. Endamına, omuzlarından bileklerine ka
dar açıkta bıraktığı kol larına, h ülyalı gözlerine memnuniyet
le baktı. 29 yaşındaydı ama 25 yaşında gösterdiğini düşündü.
Haksız da değildi. Korsesini giyip bağladı, yakasım güzel boy
n u n u n büyük kısmını açı kta bırakacak şek i l de a ya rladı. Bu
nu yapı nca da kolyen i n boyn u nda nasıl duracağım görmek
istedi ve kolyeyi k utusundan çıkarıp boynuna taktı. Sola dön
dü, sağa döndü, ayna ya yaklaştı, çeşitli duruşlar denedi, oda
nın ışığını artırdı . M ükemmel d uruyordu . Sonra da kolyeyi
kutusuna koyup yerine kaldırdı.
" Bu adam bana tapıyor" dedi tekrar.
Bu arada Rubiao akşam yemeği için Flamengo'ya giderken,
" O adam mutlaka orada olacaktır" diye düşünüyordu. " Ama
ben i mkinden daha güzel bir hediye kesin verememi ştir. "
Gerçekten de Carlos Maria oradaydı . Alagoas komitesin
den bir kadınla ve Maria Benedieta .i le sohbet ediyordu. Davet
liler, özellikle seçilmiş, sınırlı sayıda insandan o l uşuyordu. Bin
başı Siqueira ile l<.ızı da, Rubiao'nun Santa Theresa'daki yemek
te tanıştığı başkaları da yoktu. Alagoas komitesinden birkaç ka
dının varlığı, davetiiierin özellikle seçilmiş insanlar olduğu sa
vını güçlendiriyordu. Banka müdürünün, hani şu bakanla ko
nuşan müdürün oluşu, bir başka kanıttı. Müdür bey, karısı ve
kızlarıyla gelmişt i . Bir başka banka çalışanı, bir İngiliz işada
mı, bir milletveki l i , bir yargıç, bir avukat, hepsi bu kadardı.
İhtişa m ı n ı n zirvesi ndeki Sophia, Rubiao ' n u n salona gir
diği n i gördüğünde bir a n için diğerleri n i unutup yanına gel-
171
d i . Bel k i Rubiao değiştiği, bel k i de kendisi onu uzun süredir
görmediği için Sophia onu farklı buldu. Yere sağlam basıyor
du, başı yukarıdaydı, kısacası eski ürkek ve çeki ngen halleri
n i n tam tersiydi. Elini sık ıca tutarak fısıltıyla teşekkürleri n i
sundu. Masada yanına oturdu. Rubiao her şeye b i r üstü n l ük
havasıyla bakıyordu. Ne konukların sosyal statülerinden, ne
formal atmosferden, ne de lüks yemek masasından etkilenmiş
ti. Bunların hiçbiri gözlerini kamaştırmamıştı . Soph i a ' n ı n
özel i lgisini k a b u l edil ebi l i r b u l d u ama d a h a önce olduğu g i
b i bu i lgi o n u altüst etmem işti. Sophia'ya geli nce, h e r zaman
kinden daha çok ilgi liydi, gözleri olağanüstü nazik ve sevecen
di. Rubiao, Carlos Maria'ya bakındı. Yine salonda gördüğü
iki kadının, Maria Benedieta i l e Al agoas komitesi ndeki ka
dının ar�sındaydı, on larla soh bet ediyordu. Bütün d i kkati
ni onlara yöneltmiş olduğu n u , Sophia'ya bakmadığını, Sop
h i a ' n m da ona dikkat etmediği ni gördü Rubiao.
Rubiao, masadan kalka darken o i kisinin birbirlerine bir
bakış attıklarını düşündü ama toplantının genel havası ken
disini yanıltmış olabil i rdi, onun için bu olaya fazla önem ver
medi. Sophia, hemen koluna girdi. Odadan çıkarken ona şöy
l e dedi :
"O günden beri sizi bek liyorum ama bir türlü gel mediniz.
Halbuki gelmenizi İstemek hakkımdır. Size açıklamaın ı biz
zat kendim yapmak istiyordum. Şimdi konuşa b i l i riz. "
Bi r süre sonra R ubiiio sigara odası n a geçerek oradaki ko
nuşmaları dinledi. Gözleri, odadaki kişi ve eşyaların üzerin
de dolanıyordu. Odadakiler dışarı çıktıklarında o çıkmadı, de
ri bir kanepeni n üzerinde uzun oturur vaziyette kaldı. Hiçbir
şey düşünmüyordu gerç i , ama hayal gücü faaliyettey d i . Ta
bii çok yemek yediği için olmalı, o l dukça yavaş bir faaliyetti
bu. Dışarıda yeni konuklar gel iyor, ev giderek doluyor, uzak
tan gelen konuşma sesleri giderek yükseliyordu. Yine de dos
tumuz, hayal gücünün faaliyetlerine son vermed i . Hatta içe
riden gelen bütün sesleri susturan piyano sesi bile onu yere in
diremed i . Ama odaya doğru gelen ipek hışırtı larını duyması,
b i r anda hayallerinden sıyrı l ı p dik oturmasına yetti.
1 72
"Demek buradasınız. Can sıkıntısından kaçıp buraya sığın
mışsınız" diye girdi Sophia. " Şu güzel müziği bile dinlemek is
temediniz demek. Ben de gittiniz zannetti m . Sizi arıyordum . "
Ve vakit kaybetmeksizin , çünkü kaybedecek tek b i r daki
kası bile yoktu, Botafogo'daki bahçede bulunan mektupla il
gili tüm bildikleri mizi a nlattı. Mektubu kendi açmadan ön
ce Rubiao'nun açıp okumasını istediğini de hatırlattı. Masu
miyerini bundan iyi kanıtiayacak ne vard ı ? Dudaklarından hız
la ve heyeca nla dök ülüyo rdu sözcükle r, yine de hepsi uygun
ağı r l ı ktaydılar. Gözleri ıslaktı, Sophia onları sildi, bu kez de
k ı rmızı k ı rmızı oldular. Rubiao elini tuttu ve bir damla göz
yaşı, ağzı nın kenarına doğru inen küçük bir gözyaşı gördü .
Sonra d a bundan i y i b i r kanıt bulamayacağına v e söylediği her
şeye inandığına dair yem i n etti. N iye ağlıyord u ? Sophia tek
rar gözleri n i sildi ve şü kranla Rubiao'nun elini tuttu .
'' İyi akşamlar" ded i .
Rubiao, piyanonun hala çalmakta olduğunu hatırlattı . İki
si piyano d i nlerken k i mse onları a ra maya gelmed i .
Sophia, " Ama bu k a d a r uzun süre ortalıkta görülmemem
ol maz. Üstelik daha verınem gereken bazı tal i m a tlar var. İyi
a kşa mlar" dedi .
Rubiao, " Bi r d a k i k a " d iye ısrar etti.
Sophia dura ladı.
" Şunu söylememe izin verin . Zaten bu son olaca k . "
" Son mu ? "
" K i m b i l i r ? Son o l a b i l i r. O adamın yaşayıp yaşamaması
u m urumda değ i l . Ona b u rada rastladığımda kendi m i onun
la çekişmek zorunda da h issetmiyonı m . "
" A ma o n a burada h e r gün rastlayacaksınız. Christiano si
ze aniatmadı mı? Carlos Maria, Maria Benedieta ile evleniyor. "
Ru biao bir adım geriledi.
" Tabii, evlenecek ler " diye devam etti Sophi a . " Ço k şaşır
tıcı değil m i ? Hiç beklemediğimiz bir anda old u . Ya çok iyi
saklamışlar ya da her şey bir anda olmuş. Neyse, evlenecek
ler. Maria Benedieta bana bir şeyler anlattı. Ay nı şeyleri baş
ka biri nden de duydum. Zaten bu işlerin h ikayesi hep aynı de-
1 73
ğ i ! midir? Birbirlerine aşık olmuşlar. Hepsi bu. K ısa zaman
da evlenecekler. Maria Benedicta, Christiano'dan evlenmek
için izin istediği zaman, Ch ristiano kararı benim verınem ge
rektiğini söyledi. Sanki ben onun annesiyim. Ben de hemen ka
bul ettim. M utlu olmalarını di l iyorum. Sizin de b i l d iğiniz gi
bi gayet i y i bir ç i ft oldular. Carlos Maria'nın babasından ve
annesinden kalan mülkleri var. Maria Senedieta'nın parası yok
ama benim verdiğim eğitimi var. Hatırlıyorsunuz değil mi, bu
raya ilk geldiğinde basit bir köylü kızıydı, h içbir şey b i l mez
d i . Onu ben eğittim. Teyzem, iyi şeylere l ayıktı. Maria Bene
dieta da öyle. Neyse, kısa zamanda evlenecekler. Hep beraber
olduklarına bugün siz de dikkat etmediniz m i ? Daha resmi ola
rak evleneceklerini duyurmadık ama aifemizin yakın arkadaş
larının bu kararı bilmemeleri için bir neden d e yok . "
Sophia gibi acelesi olan biri için oldukça uzun bir konuş
maydı bu. O da oldukça geci ktiğini fark edip, aceleyle iyi ak
şamlar dedi ve Rubiao'nun salona geçmesini istedi. Piyano sus
m uştu. Artık içeri den alkış sesleri ve mırıltılar geliyordu.
CXV I
1 74
Hatta güzel bir kız denilemez. Ama iş evliliğe gelince hep böy
le olur. Demek yakında evleniyorlar. Acaba gösteriş l i bir dü
ğün mü yapacaklar? Sanırım. Palha'nın keyfi yerindedir şim
d i . . . " Mobilyal ara, bardaklara, por� den yemek takı mları na ,
duvardaki tablolara baktı. " Bi.iyül' o i r düğün olacak şüphesiz.
.
Üstelik nişanlı da epeyce zengin . , Rubiao, kendi bineceği ara
ba ve atları düşündü. Birkaç g;;n önce Engenho Velho'da müt
hiş bir çift at görmüştü. Bedeli ne olursa olsun, aynı onlar gi
bi atlar alacaktı. Hatta bir tane de geline hediye edecekti. Tam
Maria Benedicta'yı düşün ürken, kız içeri girdi.
" Kuzin Sophia nerede ? " diye Rubiao'ya sordu.
" B i lmiyorum. Bi raz önce buradayd ı . "
K ız odadan çıkacakken o n a b i r şey söylemek istediği n i ve
bunun için kendisine kızınamasını söyledi. Sonra da tereddüt
süz bir biçimde evleneceğin i b ildiğin i ve tebrik ettiğini söyle
di. Maria Benedieta tepeden tırnağa k ıpkırm ızı oldu ve bunu
k imseye söylememesini istedi . Etrafta u şaklar yoktu. Rubiao
kızın elini el leri arasına alıp tuttu.
" Ben de a ileden sayılırım. Siz mutlu ol mayı hak ediyorsu
nuz. Umarım çok mutlu olursunuz. "
Maria Benedieta biraz irkilerek e l i n i çekti ama Rubiao'yu
ineitmernek için d� ona gül ümsed i . Keşke bunu yapmasaydı.
Çünkü R ubiao, hayran kalmıştı. Gerçi pek güzel bir kız de
ğildi ama, bildiğim iz gibi mutluluk onu gayet çekici bir kadı n
hal i ne getirmişti. Ş i mdi doğanın yarattığı o enfes varlıklardan
biri gibi görünüyordu.
R ubiao da ona gülümseyip sözlerine devam etti:
" Bunu bana k uzininiz anlattı ve sır olarak saklamarnı tem
bih ett i . Siz açıklayana kadar k imseye söylemeyeceğim. Ama
size söylemem i n ne sakıncası var? Çok iyi bir insansınız ve her
şeyi n en iyisine layıksınız. Gözlerinizi saklamamza hiç gerek
yok; evlilik utanılacak bir şey değildir. Hadi, şimdi başınızı kal
dırın ve bol bol g ü l ü n . "
M a r i a Benedicta, ışıldayan gözlerle bakıyordu ona.
" Hah, işte böyle" diye bu bakışı onayladı Rubiao. " Bir dos
ta sırl a r ı n ı açmanın ne zararı olabil i r ? Şunu söylememe izin
1 75
veri n, sizin mutlu o l acağımza inanıyorum ama k ocanız çok
daha m utlu olacak . Siz de öyle düşünmüyor m usunuz? Öyle
düşünmüyorsanız bile öyle olduğunu göreceksiniz. Ne kadar
mutlu olduğunu size kendisi söyleyecek . Siz de benim keha
netiın i n ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz. Elbette duy
guları ölçecek bir a let yoktur. Söylemek istediğim şey, siz ga
yet iyi ve gayet güzel bir insansınız . . . Neyse şimdi gitseniz iyi
olacak galiba. Çünkü ben dilimi tutamıyorum. Sizin yüzünüz
ise daha i k i l a fta k ı pk ı rmızı o l d u . "
M a r i a Bened icta, R ubiao'nun sözlerini d uyu nca memnu
niyetren kıza rmıştı . Evdekilerden sadece sessiz bir onay gör
müştü. Hatta kendisi n i biraz ihtiyatla seven Carlos Maria bi
le Ru biao kadar sevecen davranmamıştı . Carlos evlilik saade
tinden bahsederken, sanki kaderine yaptığı yatı rımdan, alma
sı gereken bir fa i zden, mutlaka ve tamamen ödenmesi gere
ken bir faizden bahsediyor gibiydi . Maria Bened ieta da ona
karşı oldukça i h ti yatlı davranması na karşı n, onu dünyadaki
her şeyden çok seviyordu. Rubiao son sözl erini tek rarladı ve
kız odadan çıkarken, arkasından onu, sanki kendi kızıymış
gibi izled i . Maria Bened ieta odayı boyd a n boya geçerken, es
kiden o kapılardan birinin ardı nda ortadan kaybolu rken ol
duğundan ne kadar farklı, ne kadar ca n l ı , neşe l i y d i . Şu söz
leri tekra rlamaktan kendini alıkoyamadı:
" Gayet iyi ve gayet güzel bir insa n . "
cxv ı ı
Maria Senedieta'nın evl i l iğinin k ısa bir öyküsü var. Gerçi Sop
hia bu öyküyü sıradan buluyor ama anlatmaya değer. Bir ke
re en başta n iti ra f edelim k i şu Al agoas kom itesi olmasaydı,
muhtemelen böyle bir evlilik de ol mazdı. Demek ki bu tür fe
laketler faydalı, hatta zorun ludur. Buna bir sürü örnek vere
biliriz ama küçükken duyduğum iki satırl ık b i r hikayeyi an
latmam yeterli olacaktır. Bir zamanlar yolun kenarında bir ku-
J 76
l übe varmış. K u l ü be yanıyormuş. Kulübenin sahi bi o l a n ka
dın, üstü başı paralanmış, perişan vaziyette yolun kenarında
oturup kaderine yanıyormuş. Oradan geçmekte olan bir sar
hoş yangını görüp kadına yaklaşmış ve kulübenin ona ait olup
olmadığını sormuş.
" Evet, benim kulübemdi. Dünyada sahip olduğum tek şey
d i " demiş kadın.
" Şu sigararn ı o ateşten yakabi lir m iyi m ? "
Bunu bana a nlatan rahip, mutlaka h i kayeyi biraz düzelt
miştir. Çünkü sigaran ızı başkalarının acıl arıyla yakmak içi n
sarhoş olmanız mecburi değil . Hey güzey Peder Chagas ! ( Ra
hibin i s m i Peder Chagas'tı.) Ne iyi adamdın. B u hikayeyi, baş
ka ları n ı n bahtsızlığından yara rlanmamak gerektiği şeklinde
okuma düşünces i n i k a fama sen sokmuştun. Oysa sarhoşun
m ü l ki yete saygısı hakkında hiçbir şey söylemedin . Öyle ki
adam, yanan yerin sahibinden izin almadan sigarasını yakmı
yor. Bunlar sadece avuntu, Peder Chagas!
CXVIII
1 77
Sonra Alagoas salgını başl adı. Sophia komiteyi kurunca
Palha ailesinin yeni tanıdıkları oldu. Bunların arasında korni
teye bağlı bir alt komite k uran kadınlar da vard ı . Maria Be
nedicta, bu kadınlarla beraber çalıştı ve içlerinden birinin, bir
milletvekilinin karısı olan Dona Fernanda'nın takdirini kazan
dı. Dona Fernanda, 30'un biraz üstü yaşlarda, kırmızı yanak
lı, d inç, neşeli ve içten bir kadındı. Porto Alegre'de doğmuş,
Alagoas'lı biriyle evlenmişti. Kocası şimdi başka bir ilden mil
letvekiliydi ve söylenti lere göre yakında bakan o l acaktı . Ko
m iteye katı l masın ı n gerekçesi de kocasının Alagoas' l ı olma
sıydı. İyi k i bu gerekçe ortada vardı çünkü Dona Fernanda'nın
istekleri emir telakki edilmeliydi. Zaten o da geri adım atmaz,
herhangi bir ret cevabını kabul etmezdi. Dona Fernanda'nın
kuzini olan Carlos Maria, Rio de Janeiro'ya gelir gelmez onu
ziyarete gitti. Kendisini en son bir önceki yıl, yani 1 865'te gör
müştü. Onu geçen yıla göre güzelleşmiş buldu. Güneyin hava
sının insanları canlandırdığını, cazibelerini iki katma çıkardı
ğını düşündü ve bir an önce oraya gitmeye kuzi nine söz verdi.
Kuzini, "Hadi hemen gidelim. Sana orada bir kız bulalım.
Pelotas'lı bir kız tanıyorum. Tam bir mücevher. Üstelik sade
ce başkentte oturan biriyle evlenıneye karar vermiş."
"Tabii k i bu başkentli biri ben oluyorum . "
" Kocaman gözleri olan, başkentli biri. Sadece şaka yapı
yorum. Kız, Rio Grande do Sul'un birinci sınıf kızlarından bi
ri. Yanımda resm i de var. "
Dona Fernanda albümünü açıp kızın resmini gösterdi .
Carlos Maria, " Hiç d e fena değilmiş" diye kabul etti .
"Sadece bu kadar mı ? "
"Tamam, güzel k ızmış. "
" Eski terli kler nerede sevgi l i kuzi n ? "
Carlos Maria gülümsedi ama cevap vermedi. B u laftan hoş
lanmamıştı. Konuyu değiştirmek istedi ama Dona Fernanda
tekra r evlilik meselesine ve Pelotas'lı arkadaşına döndü. Kı
zın resmine bakıyordu . Siyah beyaz resme sözleriyle renk ver
meye başladı. Gözlerinin, saçının rengini anlatıyor, cildinin ren
ginden, görünüşünden bahsediyordu. Sonra da Sonara'nın { kı-
1 78
zın adı buydu) biyografisine girdi. Onu vaftiz eden rahip, zen
gin bir kömür ve kereste tüccarı olan ba bası n ı n n ü fuzuna ve
saygınlığına rağmen kıza bu ismi koyarken tereddüt etmişti.
Ama sonunda kızın babasının erdemlerinin bu ismi azizler lis
tesine koyabileceğini düşünerek, kendinden isteneni yerine ge
tirdi.
Carlos Maria, " K ızın azizler listesine girebi leceğine i na
nıyor musun ? " diye sordu.
"Seninle evlenirse, evet . "
" Bu bir cevap deği l . Şeytan 'l a evlenirse de girer. Hatta b u
durumda iyice girer çünkü o zaman ş e h i t o lacaktır. Azize So
nora. Hiç de fena bir isim değ i l . Üsteli k a n lam ına da uyuyor.
Azize Sonora . Neyse, sevgi l i kuzi n . . . "
Dona Fernanda, "Sende Yahudi kanı mı var? Sus bakayı m "
diye sözü nü kesti . O halde R i o Grande do Sul'lu arkadaşıını
reddediyorsu n " diyerek a l bümü kaldırdı.
" Reddetmiyorum. Sadece cennete girmenin garantisi olan
be karlığa veda etmek istemiyorum . "
Dona Fernanda, kahkahaya boğuldu.
"Allahım sen akıl fik i r ver! Gerçekten de cennete gidece
ği ne i nanıyor m usu n ? "
" Ben zaten son yirmi dakikadır cennetteyim. Bu sakin, di
ğer insanlardan uzak oda başka ne olabilir ki ? İkimiz baş ba
şa sohbet ediyoruz. Hastalıklı zih inlerin ürünü aptalca lafla
ra, küfürlere, günahlara, çarpık fik irlere, kısacası cehenneme
katlanmak duru m u nda deği l iz. Cennet tam da burasıdır. Ya
da burası cennetin hir parçası. İçinde ikimize yer olan her yer,
cennetti r. Azize Sonora'dan, Aziz Carlos Ma ria'dan kon uşa
bilir, genç kızlara koca bulan Aziz Gonçalo'nun tam zıddı Azi
ze Fernanda'dan bahsedebiliriz. Böyl e bir cennet başka nere
de var k i ? "
" Pelotas'ta. "
" Pelotas çok uzak ! " Carlos Maria iç çekti v e bacaklarını
gererek avizeye baktı.
" Öyle olsun. Ama bu benim ilk hücumum. Sen yola gele
ne kadar daha çok h ücumlar yapacağım . "
1 79
Carlos Maria gül ümsedi ve Dona Fernanda'nın bel ine gev
şek bağlanmış ipek kuşağın püsküllerine baktı. Belki görmek
istediği şey sadece püsk üllerdi, belki de o güzel vücudu i nce
lemek istiyordu. Ne olursa o lsun, bir kez daha gördü ki, ku
zini gayet güzel bir kadındı. Vücudu, gözlerini üzerine çekiyor
du. Gözlerini ondan ayırmasını sağlayan şey, ona duyduğu say
gıydı . Onu bu eve getiren ve kuzininin yanından kolay ayrı
lamamasını sağlayan şey, sadece arkadaşlık değildi. Carlos Ma
ria erkeklerin sohbetinden ne kadar tiksiniyorsa, kadınların soh
betinden o kadar hoşlanıyordu. Erkekleri kendini beğenmiş,
kaba, yorucu, sıkıcı, önemsiz, edepsiz buluyordu. Kadıniarsa
ne kaba, ne kendini beğenmiş, ne de sıkıcılardı. Biraz gösteriş,
onlara yakışıyordu. Bazı kusurları vardı ama onlar da o ka
dar itici deği l d i . En anlamsız kadı ndan bile bir şeyler almak
mümkündü. Aptal, cansız ve ruhsuz kadınlara rastlamışsa da,
bu kadınların erkeklere özenmiş olduğunu düşünmüştü.
Bu arada Dona Fernanda ile Maria Benedieta arası ndaki
ilişk i de giderek samimileşiyordu. Zaten yapı gereği çeki ngen
olan Maria Benedicta, bir de o zamanlar mutsuzdu. O n l arı
bir araya getiren şey, ikisinin mizaçiarı arasındaki bu eşitsiz
likti. Dona Fernanda 'da cömert bir sempati duygusu vardı .
Zayıf ve i.izgün insanları sever, kendini onların cesaret kaza n
masını ve mutlu olmasını sağlamaya mecbur h issederdi. Söy
lenenlere göre merhameti ve sadakati nedeniyle birçok i nsa
na yararı dokunmuştu .
B i r gün küçük arkadaşına, " Neyi n va r ? " diye sord u .
" Hiç gül m üyorsun , h e r zaman dalgınsın ve gözlerinde hep
korku dolu bir bakış var. "
Maria Benedieta herhangi bir sorun olmadığını, sadece ya
pısının öyle olduğunu söyledi ve bunu söyled i kten sonra da
tevazuyla gülümsedi. Hüznünün nedenlerinden biri olarak an
nesinin ölümünü ima etmemişti. Dona Fernanda onu her
yere yanında götürmeye başladı. Yemeğe götürdü, tiyatroya
gitmek istediği zaman kendi locasındaki bir koltuğu ona tah
sis etti . Bu çabaları ve neşeli karakteri sayesinde kızın kalbin
de kanat çırpan o lanet melankoli kargalarını kovalamayı ba-
1 80
şardı. Kısa zamanda iki kadın alışkanlıkları ve birbirlerine olan
sevg ileri sonucu samimi a rkadaş o l d u lar. Ama bu d urumda
bile Maria Benedieta sırrını Dona Ferna nda'ya açmadı .
Bir gün Dona Fernanda, " Bu sır her neyse " diye düşündü,
" en iyisi onu Carlos Maria ile evlendirmek. Sonora biraz bek
l eyeb i l i r. "
İ k i gün sonranın sabahında, " Evlen ınelisin Maria Bene
dicta " dedi. Dona Fernanda'nın Matta-cavallos'taki kır evin
deydiler. Maria Benedieta önceki akşam tiyatroya onunla
bera ber gitmiş, gece de burada k a lm ıştı . " Hemen öyle titre
meye başlama. Evlenmelisin ve evleneceksin. Evvelki günden
itiba ren bunu sana söylemek istiyordum ama bu gi bi mese
leler evin salonunda ya da sokakta konuşulmaz. Burada,
k ı rda ise her şey farklıdır. En iyisi, benimle biraz yürüyüşe çı
kacak cesareti göstermen olurdu. Şurada tırman ılacak küçük
bir tepe var. Gidelim m i ? "
" A m a çok sıcak . . . "
" Böylece yürüyüşümüz daha şii rsel olur, çocuğum. Ah,
kansız çiçeğim ben i m ! Damarlarında k a n değil su dolaşıyo r.
Peki o zaman, şu banka otura l ı m . Otur. Ben de hemen yanın
da ol acağı m . Her a n eli me bir sopa alabil irim. Yani ya evle
neceksi n ya da öleceks i n . Bana karşı çıkamazsı n . Hiç mutlu
değilsin . " Sonra da sesinin tonunu değiştirerek devam etti. "Ne
kadar saklamaya çal ışırsan çalış, hayatında neşeye yer olma
dığını görüyoru m . Hadi bana söyle, birine mi aşıksı n ? A şık
san açıl bana, seni ona gönder i ri m . "
" Deği l i m . "
" Değil misin ? Böylesi daha i y i . K a l binin üzerine k iralık ya
da sarı l ı k tabdası asnıamız gerekmeyecek çünkü gayet iyi bir
kiracı tanıyoru m . " Maria Benedieta ona döndü. Dudakları ya
rı aralanmış, gözleri koskocaman açılmıştı. Öyle görünüyor
du k i ya bu öneriden dehşete kapılmıştı ya da dünden razıydı.
Dona Fernanda da bu olasılıklardan hangisinin geçerli olduğu
nu tam bilemediği için kızın elini tutup her şeyi anlatması için
ona yal vardı . Mutlaka açı lmalıydı . Dona Fernanda ısrar etti,
yalvardı, gerekirse gözünü kanunla bile korkutabi lirdi. Maria
181
Senedieta'nın eli buz gibi oldu, gözleri d i k i l d iği yerde bir de
l ik açtı. Birkaç dakika boyunca i kisi de bir şey söyleyemediler.
Dona Ferna nda, "Hadi, söyle" ded i .
" Söyleyecek b i r şeyi m yok . "
Dona Fernanda buna inanmadığını belli etti. Kızın elini da
ha sıkı tutuyordu. Bir kolunu beline doladı, daha yaklaştı, san
k i an nesi gibi kulağına fısıl dayarak konuştu. Y üzünü, kula
ğını, boynunu öptü. Maria Benedicta 'mn başını kendi omzu
na koydu, öbür eliyle başını okşadı. Her şeyi, her şeyi b il mek
istiyordu. Sevdiği a dam aya gitmişse, onu da aya gönderecek
ti. Neredeyse oraya gönderecekti. Sadece mezara gönderemez
d i . Ama o adam mezardaysa, Maria Senedieta'ya ondan çok
daha iyisini, birkaç gün içinde ilkini ununuracak biri n i bula
caktı . Benedieta heyecan içinde dinliyor, kalbi hızla atıyor. Bu
d urumdan nasıl kurtulacağı nı bi lemiyord u . Bir an konuş
mak istiyor ama hemen sonra kendini geri çekiyordu. Ne in
kar ediyor, ne itiraf ediyordu. Hiç gülümsememesinden ve he
yecandan titremesinden, en azından gerçeğin yarısını anlamak
hiç de zor değil d i .
" Ben senin arkadaşın değil miyi m ? Bana güvenmiyar m u
sun? A n n e n o lduğumu düşün . "
Maria Benedieta daha fazla dayanamadı. Bütün gücünü
harcamıştı ve sırrını birine açma ihtiyacı duyuyordu. Dona Fer
nanda d i n l edi . Güneş önce bankın önündeki çimenieri yalı
yordu. Sonra onların aya kkabılarına, sonra elbiselerin i n etek
lerine, sonra da d izlerine kadar tırmandı. Ama ikisi de bunun
fa rkında değildi. Bu aşk hikayesine kaptırmışlardı kendi leri
n i . Birinin an lattıkları, öteki n i büyü lemişti. Maria Senedic
ta'nınki bilinemez, tahmin edilemez, payiaşılamaz bir tutkuy
du. Kendi doğası n ı kaybetm iş ve art ı k bir tapınmaya dö
nüşmüş bir tutku. Sevdiği adamı ilk gördüğünde tamamen ay
rı iki tepki göstermişti. Birincisini tam olarak tanımlayamıyor
du ama müthiş bir neşe, bir şaşırma, sersemleme, kalbin de
li gibi atması, bir tür trans hali. İ ki ncisi ise derin düşünce, te
fekkür. Şimdi ta mamen bu ikinci duygu hakim olmuştu. Yal
nız kaldığında sürekli ağlıyor, uykusuz geceler geçi riyar ve
1 82
umutlarının bedeli n i ödüyordu . Kendisini fark etmi yordu bi
le ama, diğer bütün adamlardan üstün, ilahi bir varlı k olan o
adam, her zaman Maria Senedieta'nın tapacağı bir adamdı.
Arkadaşı sonunda konuşmasını bitirip sustuğu zaman Do
na Fernanda, " Peki " dedi, "şimdi esas meseleye geleli m . Bo
şa acı çekil mez. Hayır yavrum, seni fark etmeyen bu adama
tapınak, şiirden başka bir şey değil. Şiir, yeter artık. Bu mese
lede kaybeden sen olursun. Çünkü o başka biriyle evlenecek
tir. Sen de onun tutkusuyla y ı llarını geçi r i p sonunda bir gün
gözün açıldığı nda bir de bakacaksın ki etrafında ne bir aşık
var, ne d e koca. Peki k i m m iş bu a da m ? "
Maria Benedieta banktan k a l karak, " Bu n u söylemem "
dedi.
Dona Fernanda, Maria Senedieta'yı beli nden yakalayarak
kucağına oturttu. "İyi, söyleme. Burada asıl mesele, seni n ev
lenmen. Eğer onunla evl enmezsen başkasıyla evlenirs i n . "
" Hayır. Evlenmeyeceğim . "
" Ya n i başkasıyla evlenmeyeceğim demek istiyorsun . "
Maria Benedieta birkaç dakika sonra, " Onunla evlenebi-
l ir miyim, bilmiyorum. Onu sanki Tanrı gibi görüyorum . "
"Hey Allahım. Ne günah! İ k i günah işliyorsun çocuğum :
İlki, k imse bir insanı, Tamıyı sevdiği gibi sevmemeli. İ k i ncisi,
kötü bir koca bile e n iyi hayalden iyidir. "
cxıx
1 83
Uzaktan onları gören Dona Fernanda' n ı n kocası Theop
hilo geliyordu. Eli nde buruştu rulmuş bir gazete vardı. M isa
fir i n i selamlamadan doğrudan karısı n ı n yanma gitti .
" Bana ne yaptı l ar biliyor musun, Nanna n ? " dedi d işleri
ni sıkarak, " Bugün konuşmaını yayımlamışlar. Baksana şu
cümleye. Ben d emiştim ki, ' Borçluyken mert olmak, bi lgele
rin tavsiyesidir. ' Şöyle yazmışlar: ' Borçluyken sert olmak, bil
gelerin tavsiyesidir. ' Böyle şey olmaz! Konu, Denizcilik Bakan
lığı'nın borçlarıyla ilgi l i . Ben konuşmamda çok fazla harca
ma yapıldığını i ddia etmiştim. Şimdi sanki borcun ödenmeme
sini tavsiye ediyormuşuru gibi bir anlam çıkıyor ki ne kadar
çirkin. Her hal ükarda çok aptalca bir hata . "
" Prova baskıları ok uruadın mı ? "
" Okudum ama bilirsin, yazar en kötü düzeltmendir. 'Borç
luyken sert olmak . . . "' Gözleri gazetede, homurdandı.
Dehşete düşm üştü . Ciddi, yetenekli, çalışkan bir adamdı
ama o anda tüm çabalar, en korkunç sorunlar, en kritik sa
vaşlar, en önem l i devriml er, güneş ve ay, gökyüzündeki tüm
yıldızlar, tüm hilkat garibeleri, nesiller boyunca tüm insanoğlu,
m yerine s k ullanılmasından çok daha önemsizdi onun için.
1 84
nuşmalara kulak m isafiri olmaktan hoşlanan bank kaldı. Do
na Fernanda kocasını çalışma odasına götürüp öpücüklerinin
yardımıyla öfkesini dindird i . Öğle yemeğinde, biraz solgun da
olsa adam gül ümsüyordu. Dona Fernanda onun kafasını da
ğıtmak için ortaya M aria Senedieta'yı evlendirme planını at
tı. Ona göre, görüşü ne olursa olsun bekir bir m i lletvekil i var
sa, Maria Benedieta mutlaka onunla evlenmeliydi. Hükümet
yanlısı, muhalif, ikisini d e tutan, i kisini de tutmayan biri ola
bi lirdi, h angi görüşte olursa olsun iyi bir koca o lması yeter
liydi. Konu üzerine neşeli neşeli konuştu, espril e r yaptı. B i r
süre sonra yazım hatasının anılarını kocasın ı n kafasından ta
mamen yok etmişti. Theophilo karısını d i nlerken giderek ne
şelendi ve Maria Senedieta'nın evlendiğini görmenin gayet gü
zel bir şey olacağın ı kabul ett i .
Bu sefer karısı, " İşin en üzücü tarafı " dedi, arkadaşına ba
karak, " kızım ız adını asla söylemediği birine a şı k . "
cxx
1 85
buraya ayine geldim, itirafta bulunmaya değil . Şimdi seni eve
bırakırını ve ben i davet edersen öğle yeıneğine kalırım. İster
sen benim evde yiyel i m . Biliyorsun evim bu sokakta . "
" Sana uzun uzun anlatacak bir şeyim olması dışında hiç
bir gerekçeyle gelmezd i m . "
Carlos Maria k i l isenin kapısında kolunu k uzinine uzata
rak, "O halde yavaş yürüyelim" dedi. Bi rkaç adım attılar. Son
ra, " Ö nemli m i ? " diye sordu.
" Önemli ve güzel bir şey. "
" Ul u Tanrı, sevgi l i Theoplıilo'yu yanına a l ı p d u l ların en
güze l i n i tek başına ve savunnıasız m ı bıraktı yoksa ? Yüzün
böyle söylemiyor kuzin. Tamam, tamam, hemen kolunu çek
me. Haberlere geleli m . Yoksa Petotas'lı kız mı buralarda ? "
" Ciddi olmazsan sana h içbir şey söylemeyeceği m . "
" Tamam, ciddi o l uyoru m . "
Dona Fernanda o n u n Petotas'lı kızla evlenmesi konusun
da biraz tereddüt geç irdiğini i ti raf etti. Ama bundan dolayı
hayal kırıklığı yaşamasına gerek yoktu çünkü burada ona bü
y ü k bir aşk besleyen başka bir kız keşfetmişti. Carlos Maria
gülümseyerek hemen şakalar yapmaya başladı ama şu laf me
rakını çekmişti: " Büyük bir aşk m ı ? " Kuzini, " Büyük bir aşk
ve yakıcı bir tutku " diye onayladı. Gerçi bu tan ı m ı n kızın şu
andaki duygularına tam olarak uymayabileceğini de ekledi .
Şu anda kızın duygusu, sessiz bir tapınmaya dönüşmüştü. İçin
de bir umut taşıdığı sürece günler, geceler boyu onun için ağ
lamıştı . Dona Fernanda Maria Senedieta ' n ı n sırlarını a nlat
maya devanı etti . Geriye sadece ismi ka lmıştı. Carlos Maria
bu kızın kim olduğunu bilmek istedi ama Dona Fernanda söy
lemedi . Bunu açıklayamayacağını söyledi. Duygularına cevap
vermeyecekse ona tapan ı n k i m o lduğunu b i l me n i n tatmi n i
n i yaşatmanın n e anlamı vard ı ? K i m l iğinin bilinmemesi da
ha iyi olurdu. Art ı k ağlam ıyordu zaten . Sev diğin i elde etme
ve onun tarafından sevilme umudunun son kırıntılarını da yi
tirmişti. Artık sadece kendisinin bir hayranıydı. Eşitsiz bir du
rumdu b u . Çünkü günün biri nde taptığı tan r ı ta rafından se
sinin duyulmasını ya da onun gözlerinden gelecek sevecen bir
1 86
bakışla hayranlığına teşekkürle karşılık verilmesini bile uma
mıyordu.
" K uzin, yoksa sen . . . "
" Ben, ne? "
Carlos Maria, bir avukat olarak davasını en iyi şekilde sa
vunduğunu söyledi. Gerçekten de eğer o kız kendisine bu ka
dar hayransa kuzininin ona bu kadar ilgi göstermesi gayet do
ğald ı . " Fakat adını neden söylemiyorsun ? "
" Sa na bunu şimdi söyleyemem. Belki i leride b i r gün ola
bi l i r. Seni bu kadar çok seven başka biri varken, seni benim
taşra l ı kızla evlendirmemin ne kadar zor olduğunu a n l ı yor
sun, değil mi? Ayrıca buradaki kız senin evli olduğunu bilsey
di, büyük olasılıkla bu kadar acı çekmeyecekti. Gerçekten de
çok saçma görünüyor ama biri n i n onu tanı ması gerek iyordu.
Sana yemin ederim sen mutlu olduğun sürece bu kız rakibi
ne şü k ranlarını sunmaya hazı r o l acaktı. "
Bir süre yürüdükten sonra, Carlos Maria gözlerini yerden
k a l d ı rmadan, " A ma bu mesel e artık romantizmden ç ı k ı p
m istisizme girdi" diye karşı çıktı. "Bu r u h halinin kanıtları var
mı ? "
" Va r. Senin evin şurası, değil m i ? " diye k u z i n i n i n lafı n ı
kesti .
" Evet . "
" Hoş ve sağla m bir bina . "
" Çok sağlamdı r. "
" Bi r, i k i , üç, dört . . . yedi pencere var. Baştan sona kadar
salon m u ? Öyleyse o rada güzel balo veri l i r. "
Sonra da yürümeye ve konuşmaya devam etti .
" Eğer buradaki evim biraz daha büyük olsaydı, Rio Gran
de'ye dönmeden büyük bir balo verecektim. Partileri severim.
Oğullarım da bana sorun ç ı kartmaz. Bu arada Lopo'yu özel
bir o k u l a vermek istiyorum. İyi bir o k u l nerede var ? "
Carlos Maria, bilinmeyen hayranını düşünüyordu. Eğitim
den de, o k u l lardan da o kadar uzaktaydı ki zihni . . . B i r i n i n
kendisine taptığı nı, üstelik k i liselerde herkesin ortasında de
ğil, kendisi n i odasına kapatarak tasavvufi bir şeki lde taptığı-
nı bilmek, çok güzel bir duyguydu. " Bütün sırları bilen baban,
sen i n ödül ünü de verecekti r! " Hayranın ı n k i m olduğunu öğ
renince onun ödül ünü de verecekti . Acaba evl i miyd i ? Ola
mazdı çünkü o zaman sırrını k imseye açamazdı. Belk i bir dul
ya da evde kalmış biriydi . Kesin evde kalmış bir k ız kurusuy
du. Bu olay, evde kalmış birinin duygularıııa benziyordu. Aca
ba dua etmek, kendi resmine bakmak ve ağlamak için k en
dini hangi odaya kapatmıştı? İsmini öğrenmek için ısrar etme
yecekti ama en azından hangi odada kendisine tapındığını bil
mek istiyord u .
Dona Fernanda sorusunu tekrarladı: " İy i b i r o k u l nerede
var ? "
" Okul m u ? Bilmiyorum. Ş u meçhul kız hakkında d üşünü
yordum. Sessizce ve umutsuzca bana tapan birisi, üzerinde dü
şünül mesi gereken bir şeydir. Boyu uzun mu, k ısa m ı ? "
" M aria Benedict a . "
Ca rlos öylece kal akaldı.
"O mu? Olamaz. O n u n la defa l a rca konuştum ve hiçbir
şey fark etmed i m . Onun h a k k ı n da hiçbir şey h issetmed i m .
Hata yapıyors u n . Ben i m i sın i m i söyled iğini kendin duydun
mu?"
" Hayır, tüm ısrarlarıma rağmen duymadı m. Mucizeyi an
lattı ama mucizeyi yaratan azizin ismini vermedi. Ama ne mu
cize! Eşi olmayan bu tapınmadan dolayı övünebi l i rsin . . . Ş u
radaki k i m i n evi ? "
" Eşi olmayan tapınma mı? Öyle olmayabilir. Zaten sen her
şeyi abartırsııı, sevgili kuzin. Peki o kişin i n ben olduğumu na
sıl öğrend i n ? "
" İl k keşfeden Theophilo oldu. Ona söylerken pitanga * gi
bi kızardı. Gerçi sonradan benimle konuşurken inkar etti ama
o gün den beri de eve bir daha ayak basmadı . "
İşte b u i l işki böy l e başl adı . Carlos Maria b u sessiz tapın
madan hoşnut oldu ve Maria Senedieta'ya duyduğu önyargı,
sempatiye dönüştü. Kıza dikkat etmeye başladı. Onun şaşkın-
1 88
lığı ve ürkekliğinin, alçakgönüll ülüğü ve neşeli halinin, nere
deyse bir yakarış olarak görülebi lecek tavırların ın, sevdiği ada
mı i l ah iaştırma anlamına gelen tüm hareket ve d uygularının
keyfin i çıkardı. Bu ilişki bu şekilde başladı ve böyle bir sona
ulaştı. İşte onları Dona Sophia'nın yaş gününde bu şekilde gör
dük. Bir zamanlar Dona Sophia'ya tatlı sözler söylemişti. Ama
erkekler böyledir. Yağmurun yağıp diornesinden ya da fırtı
nanın gürleyi p sönmesirtden farksızdır erkekler.
CXXI
Rubiao, " Güzel. Demek evleniyor. Çok iyi, çok i y i " d iye dü
şünüyordu. O akşamla düğün günü a rasında, Sophia'nın sa
ğa sola fırlattığı bakışları yakaladı. O bakışlar ki, Rubiao'ya
göre Carlos M a ria'yı baştan çıkartmak içindi. Carlos Maria
bu bakışiara cevap veriyorsa da sadece nezakettend i . Rubiao,
b u bakışların tesad ü fi olduğu sonucuna vard ı . Ayrıca Sop
h i a ' n ı n yaş günü akşamında, mektup konusunda ona açık
lama yaparken gözünden akı ttığı bir damla yaşı hatırlıyor
du haLi O küçük, beklenmedik gözyaşını. Bir adamı ikna et
meye yeterli olan bir şey, diğerlerine tamamen a nlaşılmaz ge
lebilir. Dü nya böyledir. O gözlerin gözyaşı dökmeye pek a lış
kın olmaması ya da akşamın melankoliden çok farkl ı duygu
lar uyandırmasının ne önemi var k i ? Rubiao, o gözyaşının ya
naktan aşağı indiğini görmüştü . Bugün bile görebiliyor. Ger
çi Rubiao'nun kendine güven i sadece o gözyaşından değil,
Sophia'nın devam eden tavırlarından da gel iyor. Şimdiye ka
dar ona karşı hiç bu kadar yakın, hiç bu kadar düşkün olma
mıştı. İster sonradan farkına vardığı duygulardan olsun, is
ter diğer macerasının h üsranla sonuçla n masından, geçmişte
onu i ncitmekten çok pişman olmuş ve yaraları n ı sarmaya ha
zır görünüyor. Bazen en büyük suçlar a n ı n ı bekler; en güzel
operalar, ilk notanın yaratıcı esin i gelene kadar bestecinin ka
fasında uyur.
1 89
cxxıı
1 90
di. Yüzyılın başlarında o gözler hayatla ve umutla panidariar
dı ama şimdi, bütün k i racıları teker teker gittikten sonra yor
gun düşmüşlerd i .
S a k ı n b u n u n a t ı n bi n icisini h üzünlendi rdiği n i sanmayın.
Tersine onun harabeleri canlandırmak gihi bir özel l iği vardı.
Hatta biraz önce gördüğü parlak kelebeklerle eski evi n oluş
turduğu zıtlığı görmek hoşuna bile gitti. Atını yavaşlattı, geç
miş günlerin kadınlarını, o n ları n buraya gelişlerini, yüzleri
ni, hareketleri ni, şen tavırlarını kafasında canlandırdı. Belki
de o mutlu i nsanların h ayaletleri gelip onu selamlar, görün
meyen dudaklarıyla saygılarını sunarlardı . O n ları duyabile
ceği n i bile d üşünüp gülümsedi . Fakat tiz bir çığlık, o seslerin
uyumunu bozdu: " Soylu bir papağan. Portekizli bir papağan.
Kim o? Currupa-Grr-Grr. " Papağan, evin duvarına asılmış bir
kafesteydi. Hayaletler kaçıştı ve at yoluna devam etti. Carlos
Maria maymunlardan nasıl nefret ediyorsa, papağanlardan
da öyle nefret ederdi . Her i k i hayva n ı n da i nsanın hileli birer
taklidi olduğunu söylerd i .
" Acaba Maria Senedieta'ya verdiğim mutluluk da böyl e
engellenecek m i ? " diye geçirdi içinden, a t ı n ı sürerken.
Yol u n etrafında kuşlar uçuşuyord u. Konduklarında, pa
pağanın çığlığını telafi eden kendilerine özgü bir dille şakıma
ya başladılar. İçinde sözcükler olmayan o anlaşılmaz l isanla
rıyla, çok güzel bir şeyler söyledikleri belliydi. Hatta Carlos
Maria kuşların şarkısında kendisini gördü. Bu dünyanın pa
pağanları tarafından rahatsız edilen karısı canından bezdiğin
de, içinde altın bir sesl e söylenmiş altın düşüncelerin olduğu
bu ilahi kuşların şarkısıyla onun ruhunu canlandıracaktı. Ah,
onu ne m utlu edecekti ! Şu anda bile karşısında diz çökmüş,
elleri dizlerinin üzerinde, başı elleri arasında, şükran dolu, hay
ran, seven gözlerini kendisine dikmiş olarak görebi l iyordu onu.
Ta m bir yalvarış ve tes l i m i yet halinde.
191
CX X II I
cxxıv
cxxv
1 92
meden her şeyle uğraşması, gelinin çeyizini hazırlaması ve on
dan gözyaşları içi nde ayrılması nedeniyle k imse bunu onun
üzüntüsüne vermedi. Oysa o , uğurlamaya gemiye kadar git
menin, kendini küçük düşürmek anlam ına geleceğini düşünü
yordu. Bu yüzden kendini kötü hissetti ve bu mazaretinin ya
lan olduğunun aniaşılmaması için odasına kapandı. Rubiao'nun
verdiği bir romanı okudu. Odasında Rubiao'yu hatırlatan baş
ka şeyler de vardı. Bir sürü güzel saat, göz önünden kaldırılan
m ücevherler. Dostum uzu kendisine hatırlatan şeyler envan
terine bir de kuzininin düğün gecesi ettiği tuhaf bir laf da gir
mişti:
"Siz bugün kraliçesiniz. Bekleyin, yakında sizi imparato
riçe ya pacağı m . "
Sophia bu muamma kelimelerden bir şey anlamamıştı. Ön
ce kendisini onunla birlikte ol maya ikna etmek için i htişamın
cazibesini kullanmaya çalıştığını düşündü. Ama Rubiao bu ka
dar burnu büyük bir adam olmadığı için bu ihtimali devre dı
şı bıraktı . Gerçi Rubiao artık eski çekingen, utangaç adam de
ğildi ama böylesi bir ihtimali düşündürrecek kadar da mağ
rur biri deği l d i . Şimdiye kadar böyle sözlerden çok duymuş
tu. M uhtemeldir ki sadece kendini beğenmişliğin i ortaya koy
maktan başka bir şey yapmayan Carlos Maria'dan değil, baş
kalarından da . . . Ama onlar gelip geçici o lm uştu. Geri ya ka
l a n sadece Rubiao idi. Kimi zaman b i r şeylerden şüphelenip
vazgeçerdi ama şüpheleri, geldiği a n yok olup giden şüphe
lerdi.
Okumasına devam etmek için açık olan sayfaya döndüğün
de, sevilmeyi hak ediyordu cümlesi n i okudu. K i tabı kapattı,
gözlerin i yumdu ve d üş ü neeye daldı. Bir süre sonra elinde bi
raz et suyuyla gelen h i zmetç i , s a lıibes i n i n uyuduğunu sanıp,
ayak ucuna basa basa dışarı çıktı.
193
cxxvı
CXXVII
1 94
cxxvııı
Birkaç dakika sonra, " Bana m ı bir şey söyleyecekti niz? " diye
sordu.
" Evet size. Aslında daha önce konuşmam gerekirdi ama şu
düğün ve Alagoas komitesi işlerinden dolayı fırsat bulamadım.
Gerçi şimdi de yemek öncesi ama . . . Birlikte yiyelim m i ? "
" Yiyelim a m a n e söyleyeceksiniz ? "
" Ö nemli bir şey. "
Bunu söyledikten sonra bir sigara kağıdı çıkarıp içine tü
tün koydu ve sardı, bir ki brit yaktı anıa rüzga r k i briti sön
dürdü. R u biao'dan k i briti yakabil mesi içi n şapkasını siper
etmesini rica etti . Rubiao sa bırsızca bu isteği yerine get i rd i .
O rtağı, onu b i raz d a h a bekletecek söz konusu meselenin e n
a z bir deprem kadar önemli ol duğunu uygun b i r şekilde an
latmaya çalışıyordu muhakkak. Öyle k i a rtı k gerçekler çok
daha önemsiz görünecekti. İ k i nefes çektikten sonra şöyle
ded i :
" Şirketi tasfiye etmeyi düşünüyorum. Bana burada bir ban-
kaııın müdür lüğünü tekl i f etti ler. Saıı ı r ı m kabul edeceği m . "
Rubiao, iç çekerek rahatladı .
" N asıl yani ? Hemen m i tasfiye edeceksi n iz ? "
" Hayır, önümüzdeki y ı l ı n sonunda . "
" Tasfiye şart m ı ? "
" Benim için şart. Elbette banka sağlam bir banka olmasay
dı, işimizi riske atmazdım ama kesinlikle sağlam bir banka . "
" O zaman önüm üzdeki y ı l sonunda aramızdaki bağı ko-
parmış o l acağız."
Palha öksürd ü .
" Hayır, d a h a önce, bu yılın sonunda . "
Rubi a o a n la mamıştı. O rtağı, ş irketi tek başına tasfiye et
mek için ortakl ı k larıııı bu yıl bitirmeler i n i gerektiği ni açıkla
dı. Banka planlanandan daha önce kurulabilird i . Rubiao ne
den böyle bir sürecin gerektirdiği zorluklara katlansındı ki? Ay
rıca Doktor Camacho, Rubiao'nun yakında mecl ise gireceği
ni ve bakan lığa getirileceğinin kesi n olduğunu söylemişti .
1 9S
"Durum ne olursa olsun, bir ortaklığı zamanında bitirmek,
en iyisidir. Siz i ş hayatı nın içinde deği lsiniz. Gereken serma
yeyle bir işe girdiniz. Ama o sermayeyi başka bir işe yarıra
b i l i r ya da kendinize de saklaya b i l irdiniz. "
Rubiao, " Öyle m i , tabii , tabii " d iye onayladı.
Birkaç dakika sonra da:
" Peki ama bana bir şey söyley i n . Bu öner i n i n arkası nda
başka bir şey m i var? Yoksa k işisel i lişkimizi de mi keseceğiz?
Samirn iyetle söyleyebil irsiniz bana."
Palha hemen itiraz etti: "Ne kadar yanlış anlamışsınız. İliş
kimizi bitirmek ha! Çıldırmış almalısınız. Mutlaka deniz tut
tu sizi . Sizi n için b u kadar çok çalışan, arkadaşlarına tanış
tıran, size b i r akrabası, kardeşi gibi davranan ben m i sizinle
hiçbir neden yokken i l işkimi keseceğim ? Eğer kendiniz red
detmeseydiniz Maria Benedieta ile Carlos Maria deği l , siz ev
lenecektin iz, b i l iyorsunuz. İ nsanlar bütün ilişki lerini kesme
den de aralarındaki ilişkilerin sadece birini kopara b i l i r. Tersi
saçma olurdu za ten. Çünkü o zaman bütün arkadaşlar iş or
tağı ol ur, işadamları ise ortaksız kalı rdı . "
Rubiao b u m a ntığı gayet tatminkar b u lara k Palha'yı k u
cakladı. Palha da onun elini sı kıca kavradı. istediğini elde et
m işti . M üsrifl iği tehlikeli olabilecek bir ortaktan k urtu l m uş
oluyord u. Artık işi tehlikeden kurtulmuştu. O ndan borç aldı
ğı ve uzun süredir ödemediği m iktar hariç R ubiao'nun payı
nı sıkıntıya girmeden geri verebilirdi. Bu borcun önemli bir
kısmı, L bölümde karısına i ti raf ettiği gibi halen ödenmemiş
ri. Bir gün borcunu ödemek için Rubiao'ya gittiğinde eski bir
atasözünü söylem işti: " Borcu n u öde, elinde n e kalmış gör. "
Rubiao ise şakayla karışık şöyle bir cevap vermişti: " O zaman
ödeme ve keyfine bak."
Palha da, " İy i bir ceva p oldu" deyip gülerek, elindeki pa
ra destesi n i tekrar cebine koymuştu.
1 96
CXXIX
cxxx
1 97
" Ba ba ! "
Dona Tonica'nın babasının sözünü kestiğini gören Rubi
ao, Palha'ları bi raz daha savunmak için cesaretini topladı.
Olay Binbaşı'nın evinde geçiyordu. Bi nbaşı artık Dous de De
zembro Sokağı'nda değil, Barbonos Sokağı'ndaki iki katlı, mü
tevazı bir evde oturuyordu . Rubiao oradan geçerken pence
reden etrafı izlemekte olan Binbaşı onu içeri çağı rmıştı. Onun
aniden gelişiyle odasına kaçacak zaman bulamayan Dona To
n ica ise sadece aynaya bir göz atarak saçını biraz düzeltmek,
boynundaki fiyongu yeniden bağlamak ve elbisesini eski ayak
kabılarını örtecek şek ilde çekiştirmekle yerinmek zorunda kal
mı ştı .
Rubiao, "Bu işte bir hata olduğunu söylüyorum " diye ısrar
etti, "şu Alagoas komitesi yüzünden her şey birbirine girdi . "
Binbaşı Siqueira, " Bakın hele" diye sözünü kesti. " Peki ne
den benim kızımı da korniteye almadılar? Zaten uzun zaman
dır bunu d üşün üyorum. Bizsiz h içbir şey yapmazlardı, evle
rindeki davetierin baş misafirleriydik. Değişiklik çok önce baş
la mıştı zaten, bize daha mesafeli davranmaya başladılar. Ko
cası, kaçabildiği zaman bana sel am bile vermiyord u. Ne de
mek her şey birbirine gird i ? Bizi davet etmeyeceklerinden şüp
he duyduğum için _yaş gününden önceki gün depoya Pal
ha'yı ziyarete gittim . B i r şey söyl emedi. Son unda, 'Dün evde
Dona Tonica ile Dona Sophia'nın yaş gününün hangi gün ol
duğunu tartıştık. O bana geçtiğini söyledi ama ba na göre bu
gün ya da yarın olmalı' dedim. İşe dalmış gibi yapıp cevap bi
le vermedi. M uhasebeci y i çağırıp bir şeyler sordu . O hayva
n ı i yi anladım. Ama yine sorumu tekrarladım. O da aynı şe
yi yaptı . Ben de çıkıp gittim. İşte Palha böyle biri, zavallı, adi
bir ad am. Şimdi benden utanıyor. Onun şerefine n ice kadeh
kaldırdım ben, bu işi iyi yaparım . Beraber uoltarete oynardı k .
Ş i m d i burnu büy ü d ü . Artık mühim zevatla sıkı fı kı oluyor.
Gösterişin gözü kör olsun! Başka bir gün karısını başka bir
kadınla birl ikte lüks bir arabın ı n içi nde görmez miyim? Sop
hia, lüks bir a ra ba n ı n içi nde ! Beni görmezden geldi a ma bir
yandan da onu görüp görmediğimi ve hayran hayran ba kıp
1 98
bakmadığımı anlamak için gözucuyla beni izliyord u . Göste
rişin gözü kör olsu n ! Zeytinyağı nı ilk kez yiyen, üzerine bu
laştırı r derler. "
" K usura bakmayın ama komite çalışmalarını layıkıyla ya
pa bilmek için bir miktar gösteriş gerekir. "
" Öyle. Zaten benim kızımın korni teye girmemesinin ne
deni de bu. Arabanın içindeki leri rezil etmemek . "
" Ayrıca o gördüğünüz lüks araba, diğer kadının olabilir. "
Bin başı, elleri arkasında birkaç adım attı, gel ip Rubiao'nun
önünde durdu.
"Onu ııdu veya Peder Mendes ' i ıı d i . Peder nasıl bu arada ?
İyid i r umarı m . "
Dona Tonica, "Ama baba, bunların h içbi risi bir anlam i fa
de etmeyebi lir" diye babas ı n ı n sö z ii n ii k esti . " Dona Soplı i a
bana hep i y i davranınıştır. Geçen a y hastalanJığımda nasıl o l
duğumu sormak için i k i kere zenci çocuk göndermişti . "
" Zenci çocuk" diye bağırdı babası, " zenci çocu k ! Ne bü
yük lütuf. ' Oğlum git bak bakalım şu bizim eski asker ne ya
pıyormuş. Bir sor bakalım kızı iyi m iymiş. Ben gidemiyortım
çünkü tırnaklarıını parlatıyoruın ! ' Ne büyük lütuf. Sense tır
naklarını parlatınıyorsun. Çalışıyorsun! Benim kıymetl i kızım.
Fa k i r ama onurlu kızım . "
B i n başı ağlamaya başladı ama gözyaşlar ı n ı hemen kont
rol etmeyi başardı. Kızı utanınış, aynı zamanda da duygulan
mıştı. Ev de sahipleri nin yoksulluğunu ortaya koyuyordu . Eş
ya olarak sadece birkaç sandalye, eski bir yuvarlak masa, aşın
mış bir kanepe, çam ağacına oyulmuş iki taşbaskı (biri Bin
başı ' n ı n 1 8 57'deki halini göstereri portresi öteki Senhor dos
Passos Sokağı 'ndan a l ı n m ış bir Veronese in Venice kopyası ) .
Ama evin kızı n ı n çalışınasının örnekleri her yerde görülebi
l iyordu. Mobilyalar temizlikten parlıyordu , masanın üzerin
de kendi elleriyle işlediği süslü bir örtü vardı ve kanepede yi
ne onun tarafından yapılmış bir yastık duruyordu . Ayrıca tır
nakları nı pariatmadığı doğru deği l d i . Bu iş için gereken toz
lar ve güclerisi olmayabilirdi ama her sabah bir parça kumaş
la tırnakları üzerinde iyice çalışıyordu .
199
cxxxı
CXXXII
200
" Bulurum baba. B i raz beklernem gerekebil i r ama sonun
da b u l urum . "
cxxxııı
Böl ü m ler ardı ard ı na kalemden ii) l e hızla çıkıyor k i , daha si
ze Rubiao'nun tanıdıklarının sayisının önem l i ölçüde arttığı
nı söyleyemedim. Camacho'nun tanıştırdığı birçok siyasetçi
nin yanında, A lagoas komitesinin kadın üyeleri, bankaların,
şi rketlerin, Borsa' n ı n yetkil ileri, t iyatro m üdavi mleri, Ouvi
dor Sokağı sakinleri de bu kişiler arasındaydı . İsmi sık sık zik
red i li r d i . Tan ı nan biri olmuştu. Uzun bıyığı ve sakalıyla, ge
niş göğsü, üzeri ne sıkıca oturan pa l tosu y l a, tepesi gergedan
başı biçimi ndeki bastonuyla, sağlanı ve otoriter a d ı m larıyla
onu gören herkes, M i nas'lı zengin Rubiao olduğunu söyleye
b i l irdi.
Hatta etrafı nda bir efsane bile şeki l l e n m işti. Söylenenle
re göre Rubiao, kendisine büyük bir miras ( 1 , 3, 5 m ilyon can
to) bırakan bir filozofun öğrencisiydi. Bazıları felsefeden h iç
bahsetmemesine b i raz şaşırıyordu ama efsane buna da bir
açıklama bulmuştu: Hocasının sistemine göre bu sessizlik, an
cak iyi niyetli insanlara felsefesini açmak anlamına gel iyordu.
Peki neredeydi o iyi n iyet l i öğrenciler? Her gün Rubiao'n u n
evi ne geliyorlardı . Hatta bazıları bir sabah, b i r öğleden son
ra o l m a k üzere günde iki kez geliyord u. R u biao'nun yemek
masasını paylaşanlar, işte bunlard ı . Hepsi öğrencisi olmaya
b i l i rd i ama kesi n hepsi iyi n iyetli i nsanlardı . Yemeği bekler
ken açlığın acısın ı çekerek sükunetle bek l i yor ve gülümseye
rek hoca larını d i n liyorlard ı . Yeni öğrencilerle eskiler arasın
da bir miktar rekabet bile vardı. Eskiler hocalarıyla daha mah
rem bir i l işki içinde olabil i yor ve bunu uşaklara talimat ver
mek, evden puro almak, ıslık çalmak, evde istediği gibi dav
ranmak gibi hareketlerle ortaya koyuyorlard ı . Yeniler ve es
k i ler, sahip oldukları adetler gereğince birbirlerine hoşgörüy-
20 1
le yaklaşıyor ve hepsi de ev sahiplerinin üstün öze l l i k l eri ol
duğu konusunda uzlaşıyorlard ı . Bel l i bir zaman sonra yeni
l er, ev sahiplerine nakit olarak ya da senet mukabil i borç ve
riyor, o da kendine borç veren bu insanları utandırmamak için
borcunu gizlice ödüyordu.
Qu incas Borba, o insanların kucaklarına a tl ı yord u . On
lar da onu kucaklarına alma k için ellerini şaklatıyorlardı. Hat
ta biri köpeğin a l n ı n ı öpmüştü. İçlerinden biri, en zeki olanı,
köpeği kucağı na almak içi n ekmek vermeyi akıl etm işti.
Rubiao, i l k kez buna karşı çıktı: " Hayır, o n u yapmayı n ! "
Misafiri, " Neden, bunu nesi yanlış ? " diye iti raz etti, " Ara-
m ızda yabancı yok k i . "
Rubiao b i r a n d uraladı.
" Tabii k i öyle ama onun içinde büyük bir adam va r. "
Misafiri, Rubiao i l e aralarındaki i lişkinin yak ı n l ığıyla di-
ğer müritlere gösteriş yapmak için onlara bakarak, " Ö bür Qu
i ncas Borba, fil ozof" diye ekledi . Ama bu büyük avantajının
keyfi ni yaşayamadı çünkü kendi kadar eski olan d iğer arka
daşları da koro hali nde aynı l a fı tekrarl adılar:
" Filozof. "
Ve Rubiao müritlere köpek l e fi lozof arasındaki benzer
l i kleri, ona neden b u i s m i n konduğunu açı k l a d ı . M üritler,
bunları zaten biliyoruz diye düşündüler. Quincas Borba ( rah
metli olan), zamanının en büyük adamlarından biri olarak ta
nımlanıyordu. Bütün vatandaşlardan üstündü. İyi bir fi l ozof,
iyi bir insan ve iyi b i r arkadaştı. Son olarak Rubiao, bir süre
sustuktan sonra, parmaklarını masanın kenarına vurarak ba
ğı rdı:
" O n u bakan yapardım ! "
Pek ikna olmamış ama belli ki görev bili nci taşıyan misa
firlerden b i ri heyecanla bağırdı:
" El bette ! "
Oradakilerden hiçbiri Rubiao'nun kendileri içi n yaptığı fe
dakarlığın tam farkında değil d i . Bir an önce eve dönüp on
larla yemek yemek için, davetleri, gezinti önerilerini geri çe
viriyor, anlamlı sohbetleri yarıda kesiyordu. Bir gün aklına iyi
202
bir çözüm geldi . Saat tam altıda evde yoksa, uşa klar arkadaş
larına yemek servisine başlayacaklardı. Ama mürider buna kar
ş ı çı ktı: Hayır efendim, yed iye, sekize kadar bekleyeceklerd i .
Onsuz bir yemeğin h i ç tadı yoktu.
Ru biao, " Ama benim d e evde bulunmadığı m günler ola
bilir" d iye açıklama yaptı .
Ancak bunun üzerine kabul ettiler. Saatlerin i Botafogo'da
ki evin saatine göre ayarladılar. Saat altıyı vurduğu zaman hep
si masanın başındaydı lar. İlk iki gün biraz çeki ngen davranan
lar oldu ama uşaklar kesin talimat almıştı. Rubiao da zaman
zaman hemen sonra geliyor, o zamanlar kahkahalar, espriler,
şen sohbetler alıp yürüyordu. Bir keresinde biri beklemek is
tedi ama d i ğerleri onu d i n lenı ed i ler. Bi raz sonra yemeğe sa l
d ı r d ı . Çünkü o kadar çok acıkmıştı ki neredeyse tabakları bi
le yi yecekti . Rubiao d a h i l , hepsi ona kahkahalarla güldüler.
cxxxıv
203
" Bunlar ne zaman gel d i ? "
Uşak, " Bugün öğlen " diye cevap verdi.
İkisi de muhteşemdi. Amcanın ezici bakışları yanında ye
ğen i n düşüneeli bakışları sanki uzayda dolaşıyormuş gibi
görünüyordu . Büstler eve gelip uşak onları buraya yerleşti rir
yerleştirmez, efendisi uzun bir süre hayranlıkla onlara bakmış
tı. Kendisi de uzun süre bakınıştı ama bir hayra n l ı k d uyma
dan bakmıştı. " No me dicen nada estos dos pfcaros" derken,
tepeden bir bakışla hepsini süzüyordu.
cxxxv
C X X X VI
204
CXXXVII
cxxxvııı
205
Soph ia'nın gıdası n ı ve uykusunu al dığını tek rarlıyoru m .
Alagoas komitesi nin yardım işi bitmişti. Sophia basından çok
övgüler aldı. A talaia ona, " merhamet meleği " a d ı n ı takmış
tl. Pohpohlanıyordu ama bu lakabın hoşuna gittiğini sanma
yın. Çünkü bütün yardım işini Sophia yapmış gibi gösterdi
ği için yeni edindiği arkadaşlarını incitebilir ve aylardır uğra
şarak gel d iği noktanın bir günde heba olmasına neden olabi
l i rdi. Aynı gazetenin ertesi günkü sayısında kom itedeki d iğer
kadınl arı ismen belirten ve " gökyüzünün parlayan yıldızla
rı" olarak anan başka bir makaleni n yayı mianmasının nede
ni de buydu.
Tabii bütün bu arkadaşlıklar devam etmedi. Ama çoğu sür
dü. Sophia'mızın bir arkadaşlığı sürdürme yeteneği yok değil
d i . Kocası ummadığı ve h a k ettiğini p e k düşünmediği övgü
ler alınca, fazlasıyla şamaralı bir coşkuyla, fazlasıyla dalkavuk
ça davraıııyordu. Sophia onu biraz dizginlemek için tavsiye
leri ve eleştirileriyle urandırmaya çalışıyordu . Mesela gülerek
şöyle diyordu:
" Bugün hiç çek i lmiyorsun. Gören de seni uşak zannede
cek . "
"Christia no, biraz kendine hakim o l . Mi safirlerim i z var
ken ba kışl arı nı öyle şeker verilmiş çocu klar gibi sevinç için
de oradan oraya dolaştırma . "
Kocası önce yaptığını inkar ediyor veya açıklama getirme
ye ya da kendini haklı ç ı karmaya çalışıyor ama son unda ka
rısına hak verip insanın kendini küçük düşünnemesi gerekti
ğini, nezakete, rahatlığa tamam ama daha i leri gitmemesi ge
rektiğini kabul ediyordu.
" Aynen öyl e. Ama bunu yapayım derken öbür uca d a git
me" diyordu Sophia, "tamamen de durgun denizler gibi olma . "
Netice itibariyle her iki tavır da Palha idi. Önce fırtına bek
leyen den izler gibi durgun, kayıtsız, neredeyse karşısındakini
hakir gören, a ma herhangi bir d üşünceyle ya da bil inçsiz gü
dülerle alışıldık hareketli havasına dönü nce de, duruma gö
re abartılı ölçüde şamatacı ve gürültücü bir tavır. Aslında ken
dini değiştiren, Sophia idi. Gözlemler ve taklit ederdi . Zorun-
206
l u ve mey i l l i olduğu için, ne doğarken, ne de büyürken edin
ınediği birçok özelliğe yavaş yavaş sahip olmuştu. Üstelik, ka
d ınların 20'1ik kızlara da 40'lık kadın lara da aynı güveni tel
k i n ettiği bir yaşta, gençlik ile olgu n l u k çağı arasındaydı. Ba
zı kadınlar hayatlarını onun ayakları altına sererken bazı l a
rı da gök lere ulaşan övgüler d üzüyorlardı onun için.
Netice itibariyle arkadaşımız, atmosferi böyle yavaş yavaş
temizledi. K imisini ancak zorlukla kesebi l eceğiniz kadar özel
olan eski, ailevi ilişkileri koparttı. Mesafeli biçimde ağırlamak,
i lgisizce d i nl emek ve pişmanlık duymadan elveda demek gi
bi sanatlar, onun sahip olduğu becerilerin hepsi n i oluşturmu
yordu . Bir bir bazı arkadaşları ortad a n çekildi: Fak i r, göste
rişsiz, i d diasız, modaya uygun gardırobu o l mayan kadınlar,
basit i lgileri olan ve kendilerini sata mayan önemsiz arkadaş
lar. Arabasıyla ( artık onun da a rabası vardı) erkeklerin ara
sından geçerken, aynı Binbaşı 'nın söylediği gibi davran ıyor
du. Ya ni karşısındaki kişinin ona baktığını görene kadar onu
izliyor, sonra gözleri n i çeviriyordu. Artık gereksiz yere bu gi
bi insanlara i lgi göstermiyordu, balayı sona ermişti, artık göz
lerini soğuk bir tavırla çeviriyor, amirane bir biçimde, karşı
tarafta hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bu hareketle onu
kafasından tamamen sildiğini bel l i ediyordu. Karşılaştı k ları
zaman eski a rkadaşlarının kendisine şapka ç ı karara k selam
vermelerin i , böyl e engelledi.
CXXXIX
207
" Biz gidelim o zaman, iki miz. Erkenden gider, öğle yeme
ği n i orada yer, üç dört gibi de burada ol uruz. "
Sophia, bu daveti kabul etme arzusunu o kadar belli eden
bir edayla baktı ki, Rubiao sözlü bir cevabı bek l em ed i .
"Tamamdır, gidiyoruz" dedi .
" Hayır. "
" Nasıl yani ? "
Sonra da h u soruyu tekrarladı çünkü netice i ti bariyle ga
yet helli olan gelm eme neden i n i açı klamad ı . Cevap vermeye
zorlanınca da kocasının kendisini kıs kanacağ ı n ı ve gelmeye
mecbur h issedip işini erteleyeceğ i n i söyled i . O ysa onun işini
enge llemek istemiyordu. Bir hafta bekleyebil i rlerdi. Ama bu
açı k l a mayla birlikte o boncuk gözlerinde öyle bir bakış var
dı ki . . . istedi . Ertesi sabah Rubiao i le birlikte yola çıkmayı,
atın üzerine sıkıca oturmuş, şairane veya rüyadaymış gibi de
ğil, cesurca ve a levlenmiş yanaklarıyla tamamen bu dünyaya
ait bir şey yapmayı, atı dörtnala koşturmayı, tırıs gitmeyi ve
arada sırada durup mola vermeyi o da isted i . Tepede, şehir
uzakta, gökyüzü başının hemen üzerindeyken biraz durup at
tan i necekti. Atın ı n yanında d u racak, yelesin i elleriyle ta ra
yacak ve R u hiiio'nun cesareti ni ve zarafetin i öven kelimeleri
n i duyaca k t ı . f !atta ensesinde hir öpücük bile h issetti .
CXL
208
CXLI
209
ti ve biraz önce dostumuza bir ziyafet esini veren i k i gülün bu
lunduğu bahçeye bir bakış attı . Sophia orada iki sessiz ç içek
dışında bir şey görmüyordu. Yine de bir süre baktı, sonra işi
n i alıp biraz çal ıştı, sonra yine d u rdu. Ellerin i boş boş kuca
ğına koydu. Yeniden işini aldı ama tekrar bıraktı. Sonra bir
den ayağa kalkıp mekik ile keten ipliği, örme sepetin içine tı
kıştırdı. Yine Rubiao'nun hatırası olan bu küçük sepete, me
kik ve iple birlikte tüm çalışma hevesin i de tıkmıştı.
"Ne can sıkıcı ada m ! "
Artık geçmekte olan i k i gülün olduğu küçük ba hçeye ba
kan pencereye gi derek cama dayandı. Güller goncay ken, in
sanın hiddeti onlara bulaşmaz. Oysa öm ürleri n i n sonu yak
laşıyorsa en küçük b i r provokasyonda i nsanı sinirlendirirler.
Bunun, ömürleri n i n kısa olmasından kaynaklandığına i na n
maktan hoşlanırım. Biri şöyle yazmış: " Güle göre bahçıvan
ölümsüzdür." Bir ölümsüzün canını sıkmak için öfkesiyle dal
ga geçmekten daha iyi bir yol olabil ir m i ? " Ben geçiciyim, sen
kalıcısın. Ama ben çiçek açtım, kokumu yaydım, ben genç kız
lara ve yaşlı kadınlara hizmet verdim, aşkın davetiyim ben, er
keklerin yakalarını süsledim, ben kendi dalımda ölürüm ve tüm
eller ve tüm gözler beni a ra r, bana hayra n l ıkla, sevgiyle ba
kar. Ya sen ey ölümsüz, sen böyle m i s i n ? Sen kızarsın, ağlar
sm, acı çekersin, endişe duyarsın. Senin bütün bir ölümsüz ha
yatın, benim ömrü m ün tek bir anına bile değmez . "
Sophia pencereye g i d i p bahçeye baktığında, i k i g ü l de iyi
ce açılmış taçyapraklarıyla gülüyorlardı. Biri, "Tamamen hak
lısın, tamamen haklısı n " diyordu.
" Kızmakta tamamen haklısın güzeli m " diye ekledi, "ama
bunun sorum lusu o değil, sensin. O ne yapsı n ? Herhangi bir
çekici yanı olmayan, zavallı bir adam. İyi bir arkadaş olabi
l i r, gayet cömert olabilir ama itici biri, öyle değil mi? Mağrur
olma a ma güzel im, çünkü mutsuzluğunun nedeni, bizzat sen
sin. Ötekini unutınaya söz vermiştİn ama unutamıyorsun. Onu
unutmak zorunda m ıs ı n ? Buna bakmak, bunu dinlemek, bu
nu aşağılamak yeterli gelmiyor mu sana? Oysa sana hiçbir şey
söylemiyor. Ey tuhaf kadı n , ve sen buna rağmen . . . "
210
"Tam olarak öyle değil " diye sak i n ve alaycı bir sesle sö
ze girdi öbür gül. " Bi r şey söylüyor ve bunu uzun zamandır
söylüyor. Bu söylediğini de asla unutmuyor ve değiştirmiyor.
istikrarlı biri, üzüntüs ünü unutup, u m utlu olmaya inanıyor.
Bütün hayatı, biraz öm:e konuşruğumız Tij uca'ya gidişiniz gi
bi: 'Gelecek pazar gideriz . ' Biraz merhamet cr en azından. Bi
raz sevecen davran, ki bar Sophi a . Eğer evlil iğin dışında biri
ni seveceksen seni seven ve ağzı n ı tutan bu adamı sev. Hadi,
bi raz önce ona karşı hissettiği n tepkiden nedamet getir. Sana
ne zararı oldu? Sen güzelsen adam ne yapsı n ? Eğer birinde bir
hata varsa ne onun hediyesi o l a n ş u sepette, ne de hizmetçi
ni gönderi p kendin a l dırdığın o i p l i kte. Kötü olan sensi n
Sophia, adaletin yok senin . . . "
CXLII
211
CXLIII
CX L I V
212
Palha'nın gözleri karısın ı n bacağının aşağısında, batunun
konçlarının a ltına girerek sona eren kısmında dolaşmaya baş
lamıştı. Gerçekten de doğa n ı n en güzel parçalarından biriy
di, ipek çoraplar, şek l i ni iyice mükemmel hale getirecek şekil
de biraz gizlemişti. Palha nazikçe karısı nın şurasını, şurasını,
şurasını incitip ineitmediğini soruyor, bir yandan da aşağı doğ
ru i nerek e l leriyle sorduğu yere dokunuyordu. Karısı eteğ i n i
i n d i r i p ayağını tabureden çekince, " Bu başyapıtın en ufak b i r
parçası bile görünseydi, gökyüzü v e ağaçlar şaşk ı n l ı ktan ser
seme dönerd i " dedi.
" Belki d e öyle olurdu ama orada sadece gökyüzü ile ağaç
lar yoktu. Rubiao'nun gözleri de vard ı " dedi, Sophia.
" Aa , Rubiao! Haklısın. Santa Theresa 'daki o aptalca şey
bir daha tekrarlandı m ı h i ç ? "
"Asla. A m a y i n e de o n u pek sevmiyorum. Gerçekten ye
min ediyor musun, Christian o ? "
" Üzeri ne yem i n ettiğimden d a h a k utsal b i r şey a d ı n a m ı
yem i n etmemi istiyors u n ? Allahın adına yemin etmiştim ama
bu sana yetmedi. Şimdi senin üzerine yemin ediyorum. Tat
m i n oldun m u ? "
Bütün bunlar aslında duygusal l ı k oyunu dışında bir şey de
ğildi. Sonunda Palha karıs ı n ı n odasından ç ı k ı p kendi odası
na gitti. Sophia'nın ürkek, şüpheci ve i ffetl i davranışı çok ho
şuna gitmişti. Karısı n ı n tamamen kendisine ait olduğunu gös
teriyordu. Ama ta m da karısı tamamen kendisine ait olduğu
i ç i n kraliçesin i n gene l l i k l e saklı d u ra n bir bölgesinin tesadü
fen bir anlığına başka gözlere açılması nı mesele yapmanın, bir
efendiye, bir sahibe yakışmayacağı kanaatindeydi. O tesadü
fün bir botun konçlarının ucunda bitmek zorunda kalmasın
dan dolayı üzgündü. Oysa o konçlar sadece sınırd ı , düşüş so
nucunda hafifçe ineinen şehrin yüce ve mükemmel uygarlığı
na dair bir fi k i r veren d ı ş mahal lelerdi sadece. Kocaman gü
müş k üvette sabunlanırken, yüzünü ve omzunu yıkarken ve
sonra kendini kurular, saçlarını tarar ve parfümünü sürerken
o küçük kazanın tek görgü şahidinin hayretten ve hasetten ne
hale gelmiş olabi leceğini hayal ediyordu.
213
C X LV
214
C X LV I
215
B irkaç dakika sonra berber, sadece keçi saka l ı i le III. Na
poleon bıyıkları bırakacak şek ilde Rubiao'yu tıraş etmeye baş
ladı. Bir yandan da kendi işini övüyor ve başka bir sakalı n ay
nısını yapmanın ne kadar zor bir şey olduğundan dem vuru
yordu . Saka l ı keserken, bir yandan da övüyordu. K ı l ları ne
kadar güzeldi . Gerçekten de bu sakalı kestirerek büyük bir fe
da karl ı k . . .
" Ne haddini bilmez adamsın berber" diye sözünü kesti Ru
biao, " istediğim şeyi sana söyledim. Yüzümü eski h a l i n e ge
tir. İ şte örnek al acağı n büst . "
" Evet efendim, tabii ki isteğİnizi yerine getireceğim, n e ka
dar benzediğini görünce siz de şaşıracaksınız."
Berber şık şık diye Ru biao'nun sakalına son rötuşları yap
tıktan sonra yanaklarındaki ve çenesindeki kı lları usturayla
a l ınaya başladı. Sakin bir biçimde usturasını çal ıştı r ı p büst
le karşı laştırıyor, gözleriyle bir büste bir de müşterisine bakı
yordu. Operasyon oldukça uzun sürdü. Berber kimi zaman
büstle daha i y i karşılaştı rabi l mek için bir adım geriye atıp iki
sine birden bakıyor, öne eği lip müşterisinin şu ya da bu yöne
dönmesi n i istiyor, sonra tekrar gidip büstün o tarafına bakıp
gel iyord u .
Rubiao, " İy i gidiyor m u ? " d iye sordu.
Lucien ona sessiz durması nı işaret ettikten sonra işine de
vam etti . Keçi sakala şek l i n i verdi, bıyığı istenen h a l e getir
d i , sonra da yavaş yavaş, sevgiyle, parma klarıyla çenede y a
da yanaklarda k a l m ış sakal ları yoklayarak h e r ş e y i n üzer i n
d e n i k i nci k e z geçti . Berber çenesi üzerin de çalışırken sürek
l i tavana bakınaktan yorulan Rubiao, bir i k i kez ıno l a iste
d i . Mola sırası nda y üzüne dokunarak değişikl iği h issetmeye
ça l ı ştı .
" Bıyık fazla uzun olmamış" dedi .
" Uçlarını daha yapmadım . Bıyı k uçlarını dudak üzerinde
kıvı rınak için aletim var. Hay Allah, tek bir kopya yeri n e o n
orijinal tıraş y a p m a k isterdim. "
Bıyık ve keçi sakalı son h a l i n i alana kadar on dakika da
ha geçti. Son unda bitti. Rubiao h emen yatak odası ndaki ay-
216
naya koştu. Orada gördüğü, başka biriydi. Aslı nda i kisini d e
görüyord u. Kısacası, kendisiyd i .
"Tam istediğim gibi " diye bağırarak eşyalarını toplayıp Qu
incas Borba'yı okşayan berberin yanına döndü. Çalışma ma
sasının başı na geçip çekmeceyi açtı, 20.000 reis çıkarıp ber
bere verdi .
" Yanımda bozuk yok . "
Rubiao hemen, " Üstünü istemiyoru m " dedi, m ağrur b i r
e d a y l a , " dükkana vereceğ i n i ver, gerisi s e n i n olsu n . "
C X LV I I
Rubiao yalnız kal ı nca kendini bir kol tuğa atıp zihninde ha
yali bir geçit töreni izlemeye başladı. Tam olarak bilemiyoruz
ama Biarritz veya Compiegne'deydi, bakanları, büyükelçile
ri duyuyordu. Dans ediyor, yemek y iyor, evvelsi gün gazete
lerde okuduğu ve zihnine kazınan bir sürü şey yapıyordu. Qu
incas Borba 'nın i niemeleri bile onu u ya n d ı ramadı. Her şey
den uzakta ve y u karılarda bir yerdeyd i . Compiegne, aya gi
den yolun üzeri ndeydi ve o, a ya gidiyord u .
C X LV I I I
217
nün, eskisi nden daha çok y akıştığ ı n ı d üşünüyordu. Sadece
Doktor Camacho, o Ja keçi sakalın ve bıyığın arkadaşının yü
zünde gayet güzel durduğunu düşünmekle beraber, ruhun ay
nası olan yüzün gücünün ve istikrarının değiştirilmesinin doğ
ru o l m ad ığını söyledi.
" K endi adıma konuşmarnam lazım " diye ekledi. "Ama be
n i m yüzümü bu halinden farklı bir şekilde asla göremezsiniz.
Bana göre bu ahlaki bir zorunluluktur. Benim hayatım i l ke
lere adanmıştı r, hiçbir zaman ilkelerimden taviz verınem. Ha
yarı m yüzümün, yüzü m d e hayatı ın ı n sadık bir i ıngesidir. "
Rubiao ciddiyede dinleyip, başıyla onaylayarak gerçekten
de öyle olması gerektiğini kabul etti . Ama o anda kendi n i so
kakta tebdi l - i k ıyafet gezen Fransız i mparatoru olarak görü
yordu. Sonra yine kendisi oldu. Bir sürü önemli şey gören Dan
te, cehennemde Floransal ı bir hırsızın ceza la ndırı l masına ta
nık olmuş. Altı aya k l ı bir yılan, halkasına öyle bir sarıl m ış ki
tek bir yaratık ını iki yaratık mı olduğu belli olınuyormuş. Ru
biao da iki kişiden o luşuyordu . Kendi k i ş i l iği i le Fransız im
paratoru kişiliği birbiri içinde erimiyordu. Sırayla geliyorlar ve
geldiklerinde diğerini unutuyorlardı . Rubiao kendisi olduğun
da, her zamanki kendisi ol uyordu. Fransız imparatoru olun
ca da sadece İmparator oluyordu. Her iki hali de birbirini den
gel iyordu ve her i kisi de ayrı b i rer bireyd i .
CXLIX
218
O anda İmparator olmayan Rubiao, bıyığın ve keçi saka-
lın kend isine daha çok ya k ı ştığını söyledi.
" Yoksa daha mı çirkin ol muşum ? " diye sordu.
" İy i ol muş, daha güzel olımış . "
Sophia, bu değişimin nedeninin kendisi olduğunu d üşün-
dü. Kanepeye oturup eldivenlerini ç ı ka rtmaya baş l a d ı .
" Dışarı m ı çıkıyorsunuz ? "
" Evet a m a daha araba hazır deği l mi ş . "
Eldivenlerinden birini yere düşürdü. Rubiao almak i ç i n eğil
diği nde, o da eği l mişti. İ k isi d e eldi veni tuttu. İ kisi d e e l dive
n i kendi a l ma k istediğinden yüzleri birbiri n e değdi , Rubiao'
nun burnu, Soph ia'nın bumuna çarptı. Ağızları ise birbirine
dokunmadı. Böylece gülebil irlerdi ve güldüler.
"Canınızı yaktım m ı ? "
" Hayır. Asıl ben sizin canıniZI yakmış olmalıyı m . "
Sonra tekrar güldüler. Soph ia eldiveni giyd i . B i r uşak ge-
lip araban ı n hazır olduğunu söyleyene kadar Rubiao, Sop
hia'nın huzursuzca k ı pırdanan ayağına baktı. Sonra kalktılar
ve tekrar güldüler.
CL
219
CLl
CLll
220
bu kadar kötü duygular içi n de olmamıştı . Hissettiği şey, ge
nel olarak bir tür uyumsuzluk, sizi rahatsız etmeden bunu na
sıl söylesem, bir doku uyuşmazlığıydı. Peki iki gün önceki ha
yaller neredeydi ş i m d i ? Sadece Tij uca'ya baş başa bir atlı ge
zi tek l i fi yle bile o n u n la tepelerde dörtnala at koşturmuş, at
tan inip iltifatlarını dinlemiş, hatta enses i nde onun öpücüğü
nü hissetm işti. Bu hayaller nereye girmişti ? Neredeydi o ken
disine bakan, kocaman gözler, tutkulu el tutuşmalar, övücü söz
ler, sevecen kulaklar? Bunların hepsi gitmiş, hepsi u n utul muş
tu. Şimdi etrafiarı bir araba ve bir skandalla tecrit edi l m iş hal
de, gerçekten yapayalnızd ı l a r.
Atlar, arabayı Bella da Priceza Sokağı'nın taşları üzerinde
yavaşça çekiyorlardı. Canete'ye vardığında Sophia ne yapacak
tt ? Rubiii.o'yla birlikte şehre mi inecekti ? Bir arkadaş ı n ı n evi
nin önüne çekip, Rubiii.o'yu arabada bırakıp sürücüye araha
yı sürmesini emretmeyi düşündü. Kocasına her şeyi anlatacak
tt . Bu ıstırabı çekerken bir anda acayip veya i lgisiz düşünceler
gel i p geçti kafasından, mesela o sabah gazetede okuduğu, gü
nün en önemli haberi, mücevherci soygunu haberi. Sonunda tek
bir düşüncede odaklanmayı başardı. Rubiii.o'ya ne diyecekti ?
Onun hastonunun başını çenesine dayamış, hiçbir şey söyleme
den dümdüz i leriye baktığını gördü. Bu d uruşu, ciddiyet, sü
kunet ve ona yakışmayan her şeye karşı kayıtsızlı k içeren bir
pozdu. Acaba neden arabaya kendi de binmişti ? Sophia sessiz
liği bozmak istedi, iki kere ellerini sinirli sinirli hareket ettirdi.
Davranışı ancak uzun süredir içinde barındırdığı şiddetli tut
kusuyla açıklanabi lecek adamın sessizliği, Sophia'nın sinirine
dokunuyordu . Sonra Ruhiiio'nun bu durum nedeniyle çok
pişman olacağını, üzüleceği n i düşündü ve ona bunu söyledi.
Rubiii.o, Sophia'ya dönüp, " Üzüleceğim bir şey göremiyo
rum " ded i . " İ nsanların bizi beraber görmes i n i n doğru olma
yacağını söylediği niz i ç i n perdeyi indirdim. Bu fikre katı lmı
yorum ama isteği nize uydum . "
" Cattete'ye gelmek üzereyiz" d iye sözünü kesti , " Sizi eve
bırakma mı ister misiniz? Şehre beraber giremeyiz. "
" Ö ylesine dolaşa bi l i riz. "
221
" Ne demek istiyorsunuz ? "
" Öylesine işte, atlar gitmeye devam eder, biz d e k imse bi
zi duymadan, hatta araban ı n içinde bizim olduğumuzu tah
min bile ederneden konuşabi l i ri z . "
"Allah aşkına ne diyorsunuz siz! Benimle böyle konuşma
yın. Beni bırakın. Arabadan ya siz inersiniz ya ben inerim. Ba
kın şuraya çiziyorum, tam burada ineri m . Ne söylemek isti
yorsunuz? Birkaç dakikadan fazla zamana ihtiyaç yok sözle
rinizi söylemek için. Bakın, şehre doğru döndük, söyleyin de
Botafogo'ya gitsi n, sizi kapı mza kadar bırakay ı m . "
" Ama evden daha yeni ç ı ktım. Şehre i n iyorum. Beni de gö
türmen izin size ne zararı var? Görülmeyeceğim bir yerde ine
bilirim. Mesela Santa Luzia Sahili'nde, okyanus tarafından i ne-
rı m .
.
"
222
" Ne yapayı m ? ''
" Hemen burada arabadan i n i n . "
" Ve şehre yürümek zorunda kalayım. Bunu yapamam. Bo
şuna vesvese yapıyorsunuz, k imse bizi görmeyecek. Zaten at
larınız da mükemmel adar. Nalların sesi nasıl yavaş yavaş klop
klop- klop-klop geliyor, onu dinliyordu m . "
Yalvarmaktan bitkin düşen Sophia, artık bir şey söyleme
di, kol larını kavuşturup, mümkün olduğunca arabanın köşe
sine büzüldü.
"Şimdi anlıyorum" diye düşündü, "arabayı Christiano'nun
deposunun önüne çekeceğim ve ona b u adamın nasıl bindi
ğin i , i nmesi için nasıl yalvardığımı, onun bana ne cevap ver
diğini anlatacağım. Onu gizemli bir şekilde bir sokakta bırak
maktan çok daha iyi b u . "
Bu arada Rubiao sessizce oturuyordu . Arada parmağın
daki muhteşem tek taş pırlanta yüzükle oynuyordu. Sophia'ya
bakmıyor, ona bir şey söylemiyor, ondan bir şey istemiyor
du. Sanki birbirinde n s ı k ı l m ı ş bir karı kocaydı lar. Sophia
onun arabaya neden bindiği konusunda iyice şaşırmıştı. Sa
dece şehre i nmek için olamazd ı . Gösteriş için de olamazdı
çünkü i nsanların kendilerini görecekleri yolundaki ilk şİka
yetiyle birli kte Rubiao perdeleri i n dirmişt i . Çekingen, ürkek
de olsa tek bir iltifat, hayra n l ığı n ı belirten, yalvaran tek b i r
söz etmemişti. Tamamen aç ı klanamaz bir adamdı, bir gara
betti Rubiao.
CU I I
223
li kede. Elbette öcünüzü alabilirim güzelim, hatta intikam ölü
leri memnun edebilseydi, en büyük memnuniyet sizin olurdu.
Allahtan kaderim ikimizi de korudu. Şimdi birbirimizi serbest
çe ve kana bulanmadan seve biliriz. "
Genç kadı n, dehşet içi nde Ru biiio'ya bakıyordu.
"Sakın korkmayın" diye devam etti, " ayrılmayacağız. Ay
rılma ktan bahsetmiyorum. Bu d urumda öleceğinizi söyleme
yin bana. Biliyorum, çok gözyaşı dökersiniz. Ben ağlamanı çün
kü bu dünyaya ağlamak için gel medi m , ama ben de çok üzü
lürüm tabii. Hatta içe atılan üzüntü, d iğeri n den çok daha acı
verir insana. Gözyaşı aslında iyidir çünkü insa n ı n acısını ha
fifletir. Sevdiğim, bunu size şunun için söyl üyorum ki, di kkat
li olmalıyız yoksa o doymak bilmeyen tutkumuz yüzünden bu
nu unutabili riz. Bi raz redbirsiz davran d ı k Soph ia. İ k i m iz de
birbirimiz için doğduğumuzdan evli olduğumuzu sandık ve
redbirsiz davrandık. Dinle sevdiğ i m ! D i n l e bir tanem! Hayat
çok güze l ! Hayat mükemmel bir şey! Hayat çok yüce! Bir de
hayat sizi n l e paylaşı l ı nca, onu tan ı m l a maya hiçbir s ı fat yet
mez. İ l k tanışmamızı hatırlıyor muzunuz ? "
Rubiiio b u son sözleri söylerken Sophia'nın elini tutmaya
çalıştı ama Sophia ç ekti. Kafası karışmış, hayrete düşmüş ve
korkmuştu. Ruhiiio'nun sesi giderek yükseliyordu. Sürücü her
an duyabi lirdi. O anda Sophia'nın içine bir şüphe düştü: Bel
k i de Ruhiiio'nun niyeti, Sophia'yı, adının lekeleneceği tehdi
diyle korkutup ona boyu n eğdirmek için insanların kendisini
duymasını sağlamaktı. Onun üzerine atılıp yardım çağırmak
için bağırmak ve bu skandaldan kurtulmak geçti içi nden.
Biraz durduktan sonra Rubiiio, m ın i da narak tekrar baş
ladı:
"Sanki d ünnı üş gibi hatırl ıyorum. Bir arabay la gelm i şti
niz. Bu değildi, gümüş kaplama bi r arabaydı . Arabadan iner
ken çok ürkektiniz, yüzünüzde bir peçe vardı, yaprak gibi tit
riyordu nuz. -Benim kollarını size destek oldu.- Güneş o gün
durmuş ol m a l ı . Ve çiçeğim, o saatleri uzun uzun yaşadı k . Bi
lemiyorum neden böyleyd i , çünkü normalde vaktin hemen
geçmesi gerekirdi. Belki de aşkımız hiç bitmeyeceği içindir. Aş-
224
kımız hiç bitmedi, bitmeyecek. O gün güneşi bir daha göre
ınemiştİk çünkü hala ürkekliğini atamamış Sophia'm sokağa
ç ı k ı p bir başka arabaya binince, güneş d e dağla r ı n a rkasın
da kaybolmuştu. Bu araba başka bir araba mıydı ? Sanırım ay
nı arabaydı . İçinde bulunduğum durumu tahayyül edemezsi
niz, deli gibiydim. Dokunduğunuz her şeyi öptüm, kapının eşi
ğini bile öptüm. Ama sanırım bunu size zaten anlatmıştım. Ka
pının eşiği. Neredeyse merdivenin basamaklarını öpmek için
yerlerde sürünecekti m . Ama bunu yapma d ı m . Sonra gidip
kendimi kapattım ki o güzel kokunuzu kaybetmeyey i m . Me
nekşeydi, yanlış hatırlamıyorsa m . "
Hayır, Ruhiiio'nun n i yeti s ür ücüyü haya l i b i r ınaceraya
inandırmak olamazd ı çünkü o kadar a lçak sesle konuşuyor
du k i Sophia bile zor duyuyord u. Sözleri zor duyuyordu ama
ne a n lama gel d i klerini hiç a nlayamıyordu. Bu hayal i h i kaye
nin a macı neydi ? Sözleri öylesine içten, ses tonu o kadar yu
muşaktı, ayrıntıları öyle inandırıcıydı ki, bir duyan olsa kesin
i n a n ı rd ı . Bu şekilde güzel a n ı l arını anlatıp durdu.
Sophia sonunda, " Ne biçim bir şaka b u ? " diye onu sus
turdu.
Dostumuz cevap verme d i . Gözl e r i n i n önünde bir haya l
bel irmişti . Soruyu d uymayarak sözlerine devam etti . Gottsc
hal k'taki bir konseri anlatıyordu. Piyanist çalıyor, onlar din
l iyorlard ı . M üziğin etkisiyle b i rbirlerine bakmışlar ve başka
herkesi un utmuşlard ı . Müzik bitince bir alkış tufanı koptu ve
bu trans hali de bitti. Ama maalesef uyandı k ları nda vahşi bir
kaplan gibi onları izleyen Palha vardı karşılarında. O akşam
karısını ö l dürmeyi düşündü Pa lha.
" Bay R u biiio . . . "
" Napoleon. Hayır bana Louis deyin. Sizin Louis'niz, sev
gili Louis'niz. Sizin, sizin, bana sizin deyin. Sizin Louis'niz, sev
gi li Louis'niz. Şu i k i sözcüğü söyleyi nce beni nasıl mutlu etti
ğinizi bir bilsen iz . . . ' Benim Louis'm!' Siz de benim Sophia'msı
n ız. Kalbimin güzel, tat l ı Sophia 'sı. Bu anları boşa harcama
yalım. Birbirimize sevgi sözleri söyleyelim ama yavaş, çok da
ha yumuşak ve yavaş söyleyel i m ki sürücü d uymasın. Neden
225
şu dünyada sürücüler var k i ? Araba kendi kendine gidebilsey
d i i nsan istediği gibi konuşur, dünyanın son u na kadar da gi
debi l i rd i . "
Passeio Pı.iblico'dan geçiyorlardı. A m a Sophia b u n a d i k
kat etmedi, Rubiao'ya bakıyordu. Düşündüğü gibi sapıkça bir
şey yapacak bir halde değildi. Alay da etmiyordu . Doğru ta
nım hezeyandı çünkü anlattığı şeyleri gerçekten gören veya
geçmişte görmüş birinin içtenliğiyle konuşuyordu.
Genç kadın, " O nu burada indi rmem lazı m " diye d üşün
dü ve cesareti ni toplayarak, " Neredeyiz acaba ? " d iye sordu.
" Ayrılmamız için iyi bir fırsat. Sizin tarafı n ıza bak ı n . Nere
deyiz? Manastıra benziyor, demek ki Ajuda Meydanı'ndayız.
Sürücüye durmasını söyleyin. Ya da isterseniz Carioca Soka
ğı'na, gidelim. Kocam . . . "
" Kocanızı büyükelçi atayacağım. Veya siz isterseniz, sena
tör. Hatta senatör olması daha iyi çünkü bu şekilde ik iniz de
burada kalabilirsiniz. Kocanızı büyükelçi bile yapsam, sizin
onunla gitmenize izin vermeyeceği m . Karşı karşıya olduğum
bütün o muhalefeti, bütün o i ftiraları bi liyorsunuz. İnsanlar
çok adi olabil iyor. Ajuda Manastırı dediniz. Neden bu kadar
i lgileniyorsunuz? Yoksa rahibe m i olmak istiyors u n uz ? "
" Ha y ı r, A j u d a Manastırı'nı geçtik d e d i m . Sizi Carioca
Meydan ı 'nda indireyim. Ya da beraber kocamın deposuna gi
del im . "
Sophia ikinci alternatife ağırlık veriyordu çünkü böylece sü
rücü ondan şüphelen mezdi ve kendisi de Rubiao'nun beklen
medik şekilde arabaya binmesiııden saçmaladığı sözlere kadar
her şeyi Palha'ya anlatı p masum olduğunu daha kolay kanıt
layabilirdi. Peki y a o saçmalıkların anlamı neydi ? Bunun ne
deninin kendisi olduğunu düşündü ve bu varsayım, merhamet
le gülümsemesine neden oldu.
Rubiao, " Neden ? " diye sordu. Ben burada i neyim . Böy
lesi daha güvenl i . Neden size güvenini yitirip kötü davranma
sına neden olayım k i ? Onu cezalandırabilirim elbette ama si
ze Yerebileceği en ufak bir zarardan bile vicdanım sızlar. Ha
yır sevgi l i ç içeğim , i n a n ı n ki size dokunınaya layık olmayan
226
bütün rüzga rları bile gökyüzünden siler atarım. Benim gücü
m ü bilm iyorsunuz, Soph ia. Hadi, bilmediğiııizi itiraf edi n . "
Sophia itiraf etmeyince R u bi;1 o o n a ne kadar güzel oldu
ğunu söyleyip parmağındaki tek taş yüziiğü sundu. Ancak yü
züğü çok sevmesi ne ve tek taş pırlantalara eskiden beri düş
kün ol masına rağmen , Sophia kabul etmed i .
Rubiao, "Tereddütün üzü anl ıyoru m " dedi, " gerçi bura
da bir kaybınız olmadı çünkü kocanız size daha iyisini de ala
bil ir. Sizi düşes yapacağı m . Duydunuz m u ? Unvan kocamza
verilecek ama asıl nedeni siz olacaksınız. D ük . . . Ne d ükü? Ba
kalım, şöyle güzel bir unvan bulacağım ya da siz seçin bir un
van çünkü u nvan asıl sizindir, onun deği l , sizi n d i r sevgi l i m .
Ş i m d i b u l m a k zorunda da değils i niz, evinize g i d i p düşü nün.
Sakın tereddüt etmeyi n , size yakışa n bir unvan bul duğunuz
da bana bir mesaj yollayın, hemen kararnarneyi hazırlattıra
yım. Ya da unvanı nızı belirleyin ve her zamanki yeri mizdeki
i lk buluşmamızda bana bildirin. Sizi düşes diye çağıran ilk ki
şi ben olmak istiyorum. ' Değerli Düşes . . . Kararna mede bun
dan sonra, 'Sevgili D üşes' yazaca ktır. "
Sophia, endişeyle, " Evet evet" ded i , " a rtık sürücüye söy
ley i n de bizi Christia no'nun deposu na görürsü n . "
" Hayır, burada ineceğ i m . D u r ! Du r ! "
Rubiao perdeleri kaldırdı, uşak gel i p kapıyı açtı. Uşağın
bir şeyden şüphelenmes i n i önlemek için Sophia, R ubiao'ya
kendisiyle beraber kocasının yanma gelmesi için yalvardı, Pal
ha'nın acil bir meseleyle i lgili ol arak kendisiyle görüşmek is
tediğini söyled i . Ru biao şaşkın şaşkın bir ona baktı, bir uşa
ğa baktı, bir sokağa baktı ve Christiano'ya şimdi değil sonra
uğrayacağını söyledi.
CLIV
227
çek geri dönüyord u . İ leri doğru yürüdü, bir dükkanın önün
de durarak bir tanıdığını yakalayıp şehirdeki son haberleri ve
bu haberlere ilişkin yorumunu sord u . Bu, ödünç kişi liğinden
kurtulmak için içi ne gird iği bilinçsiz bir çabaydı.
Sophia ise tehlike ve şaşkınlık hal i geçer geçmez derin dü
şüncelere daldı . Ruhiiio'nun anlattıkları, içindeki hasreti dep
reştirmişti. Neye yönelik hasreti? Peder Bernardes, bir keresin
de, iyi bir Hı ristiyan ı n "cennet hasreti" çektiğini söylem işti.
Mavi gökyüzünde ardı ardına bir sürü şimşek çakar gibi gö
rünüp kaybolan parıltılarda, çeşitli isimler sanki gerçeklermiş
gibi kend i n i gösteriyordu. Tam bir i lginç ayrıntılar boll uğu !
Sophia arabaya aceleyle bindiğini, sonra da titreye titreye inip
koridorlarda kayarak gittiğini, adamla buluşmak için merdi
venl eri çıktığını ve orada en güzel i ltifatlarla karşt iaştığını ve
adamın bu iltifatları ona şimdi de arabada tekrarladığı haya
lini kuruyordu. Bu adam, Rubiao deği ldi. Olamazdı da . . . Pe
ki kim olabilird i ? Yine mavi gökyüzünde ardı ardına bir sü
rü şimşek çakar gibi görünüp kaybolan parıltılarda, çeşitli isim
ler sanki gerçeklermiş gibi kendilerini gösteriyord u.
C LV
C LV I
228
ya başladı. Avrupa postası erken gelince Botafogo'dan öğle ye
meği öncesinde ayrıl ıyor ve aceleyle gazeteciye giderek Cor
respondencia de Portugal'ı a l ı p okumak için Carceler' e •· ge
çiyord u . Her türiii haberi zafer ha beri olarak yonım luyordu.
Ölü ve yaralı sayısı n ı hesaplayarak karşılaştı rıyor ve her za
man kendi lehine büyük bir fark buluyordu. Ona göre Na
poleon'un düşüşü, K ral Wil helm'in ele geçmesi anlamına ge
l iyor, 4 Eylül Devri m i ise Bonaparte'çı ların yaptığı bir şenli
ğe dönüşüyordu.
Evi n de ki a kşam yemeği misafi rleri de onu bu huyundan
vazgeçirmeye çalışın ı yorlardı. Diğerleri de orada bul unduk
ları için utamp R u biao'yu onayla m ıyorlar, sadece söyledik
lerine gülüp konuyu değiştiriyorlardı. Bu arada hepsi askeri
unvanlar alıp Mareşal Torres, Mareşal Pio, M areşal R i beiro
olmuşlardı ve böyle çağrı lınca cevap veriyorlardı. Rubiao'nun
gözünde hepsi üniforma giyiyord u. Rir hücum ya da bir ke
şif em rettiği zama n misafirleri n i n buna itaat ettiklerini gös
termek için ortalıktan çekilmelerine gerek yoktu. Rubiao'nun
beyni her şeyi lıallediyordu . Ancak Rubiao'nun savaş alanın
dan masaya her dönüşün de, masa değişiyordu. Artı k üzerin
de gümüş bir eşya kalmam ıştı, hatta porsel enler ve kristaller
de neredeyse bitmişti ama Rubiao'nun gözünde yine kral iye
tİn bütün görkem ine sah ipti .
Perişan durumdaki sıska tavuklar s ü l ü n unvamna layık
görülüyor, gayet kötü pişiri l m i ş yahnile r, en leziz yemek i e
ri n tadında oluyord u . Misafirler kendi aralarında, bazen de
ahçıya yemekler konusunda bazı yorumlarda bulunmakla be
.
raber, Lucullus, hep Lucu ll us'la yemek yiyordu. •· ,, Evin diğer
bütün eşya l a r ı , za manın ya da kötü ba k ı m ve temizliğin et-
229
kisiyle eskimiş ve yıpranmıştı ama yine de aşınmış halılar, kir
li perdeler, k ırık ve dağılmış mobi lyalar, oldukları haliyle de
ğil de başka bir halde, görkeml i ve parıldayan bir halde gö
rünüyordu ona. D i l i de artık çok farklıydı. Daha saldırgan ve
artık rahmetli arkadaşı Qui ncas Borba gibi, açık bir şekilde
ve anlayarak, kimi zaman da eski filozofla aynı teri mleri kul
lanarak dile getirdiği bazı olağanüstü fikirlerle doluydu.
Oysa bu teorileri Barbacena'da ilk duyduğunda h içbir şey an
lamamıştı. Eski günlerde edilmiş ve o günlerin rüzgarıyla sav
rulup gitmiş, an laşı lması zor, ne anlama geldiği belli o lmayan
fi k i r ve keli melerin bu ş e k i l de tekrarl a n m as ı nasıl açıklana
bilir? Ye neden anılar, mantığın hakim olmasıyla orta l ı ktan
kay bol u r ?
C LV I I
230
C LVI I I
Bir akşam Dona Fernanda, " Neden tedavi görmüyor? " diye
sordu . Onunla bir yıl önce orada tanışııııştı. " Tedavisi müm
kün gibi görünüyor. "
Palha, " Ciddi bir şeyi yok sanırım " dedi, " üç megalomani
krizi geçirdi ama zayıf krizierdi ve geçti. Bunun dışında konuş
ması mükemmel. Tedavisi mümkün olabilir. Siz ne diyorsunuz?"
Dona Fernanda'nın kocası Theoph i lo, tamamen mümkün
olduğunu söyle d i .
" Eskiden n e iş yaparmış, şimdi ne yapıyor? " d i y e d e sordu.
" Eskiden d e h içbir i ş yapmadı, şimdi d e yapmıyor. Zengin
ama müsrif bir adamdı . M i nas'tan buraya geld iğinde onunla
tanıştık . Bir nevi ona R i o d e Janeiro'da rehberlik yaptık. Bu
raya yeni gel mişti. İyi bir adamdır. Her zaman lüks içinde ya
şadı . Ama başkentte tükenmeyecek bir servet yoktur. Ona da
bu oldu. Sanırım artık fazla parası kalmadı . "
"Tedavi görürken onun vesayetini üzerinize alırsanız, o ka
lan azıcık parayı da onun adına siz koruyabi lirsiniz. Ben dok
tor deği l i m ama arkadaşınızın tamamen tedavi edilebileceği
n i düşünüyoru m . "
" Bunu reddetmiyorum. Gerçekten de ç o k yazık . Herkes
ona yardıma hazır ve o herkesin yanından geçip gidiyor. Hat
ta biliyorsunuz, neredeyse akrabamız oluyordu. Maria Bene
dieta ile evlenmek istemişt i . "
Dona Fernanda hemen, " Maria Senedieta'dan bahsetmiş
ken " diye onun sözünü kesti, "az daha karınıza ondan bir mek
tup getirdiğimi söylemeyi unutuyordum. Mektubu dün aldım.
Ya kı nda burada olacaklarını bi l iyor muydunuz? A l ı n . "
Mektubu Sophia'ya uzattı. Sophia d a eoşkusuz b i r şekilde
mektubu açıp sıkıntıyla okudu. Klasik bir transatiantik mektu
bu değildi. Mutlu ve müreşekkir bir insanın en mahrem itiraf
larından oluşuyordu. Yolculukta yaşad ıkları olayları herhangi
bir sıralamaya tabi tutmadan anlatınıştı çünkü orada en önem
li şey yolcuların kendileriydi. Doğanın ve insanın en güzel eser
lerinden daha önemli olan şey, o eseriere bakan gözlerd i .
231
Kimi zaman bir otele veya bir sokağa dair bir o l a y öteki
olaylardan çok daha büyük bir önem kazanıyor, o olayı an
latmak için çok daha fazla sayfa harcanıyordu. Bunun nede
ni ise o olayi n , kocan ı n meziyetlerini daha güzel ortaya ko
yan bir olay ol masıyd ı . Maria Bened icta, en az eskisi kadar,
hatta daha da çok aşıktı kocasına. Son olarak çekiııgen bir ha
miş ekleyip Dona Fernanda'ya anne olacağını itiraf ediyor ama
bunu k i mseye söylememesini istiyord u.
Sophia bu kez sıkı ntıyla değil, k ızgınlıkla mektub u kada
dı. Bunlar, birbiriyle çelişen i k i duygudur ama ne ya palım, çe
lişki hayatın özüdür. Bu mektup kendisinin Maria Senedic
ta'dan al dığı mektuplarla karşılaştı rıl ı rsa, Soph ia'nın duygu
sal ya da a i lesel herhangi bir bağı, bir yakın lığı bulunmayan,
sadece uzak bir tan ı d ı k olduğu söylenebilirdi anca k . Çünkü
mektupların yazarı okyanus ötesinde fısıltıyla dile getirdiği, ay
rıntı larla, s ı fatlarla, ünlem işaretleriyle, Carlos Maria'nın göz
leriyle, Carlos Maria'nın esprileriyle ve sonunda da Carlos Ma
ria'nın çocuğuyla dolu o mutluluğu onunla paylaşmak isteme
mişti . Mektubu okumak durumunda kalması, önceden tasar
lanmış bir komplo, baş suçlu da Dona Fernanda gibi görünü
yordu. Ancak yeterince zeki olduğu için Sophia kendini hemen
topadamasını ve öfkesini gizleyerek kuzi ninin mektubunu ka
dıııa geri vermesini bildi. Mektubun içeriğine bakıldığında Ma
ria Senedieta' n ı n mutl uluğunun, buradan giderken kendisiy
le bera ber götürdüğü kadar sağlam ve eksi ksiz olması gerek
tiğini söylemek istedi ama laf boğazına ta kılıp kaldı. Sorum
lul uğu ele a l ı p şu sonuca varan, Dona Fernanda oldu:
" M utlu ol duğu bel li ! "
" Öyle görünüyor. "
CLIX
232
dolayı deği ldi, aynı zamanda hava iyi olunca insan d ışarı çı
kab i l i r, dışarı çık ınca da ruhsal durumu değişebilird i . Sophia
uyandığında sürekli yağmur yağıyordu, bulutlar yere öyle ya
kındı ve öyle kal ı n bir sis tabakası vardı ki deniz ve güneş san
ki birleşmiş gibiydi.
İçeride de d ışarıda d a kasvet hakimdi. Gözü oyalayacak,
ruhu dinlendirecek hiçbir şey yoktu. Sophia ruhunu, yağmur
ve sisten oluşan kurşuni muhafaza içindeki a hşap tabura ka
patmıştı. Ö lmüş gibi görüyordu kendini. Ö l ü lerin d üşünebil
diğinden ve ölünce eski düşüncelerin yerini yeni d üşüncele
rin aldığından ha beri yo ktu. Oysa oyun bittikten sonra seyir
ciler nasıl tiyatrod a n ç ı k a rken oyunu v e oyuncuları eleştirir
se, insanda da ölünce, dünyayı eleştİren d üşünceler ortaya çı
kıyordu. Rahmetli Sophia, o anki duygu ve düşüncelerinin ba
zılarının hayatta hissettiklerinin devaını olduğunu hissetti. Kar
ınakarışık olm uşlardı ama bütün duygu ve düşüncelerinin çı
kış noktası aynıydı : Bir gün önceki mektup ve mektubun ha
tı rlattığı Carlos Maria 'ya ait anılar.
O aşağı l ı k adamı k endinden uzaklaştırdığını sanıyordu
ama işte yine ortaya ç ı k mıştı. Egoist, baştan çıkartıcı, avare
adam işte orada k endisine gülümsüyor, ınaksatlı m a ksatlı ba
kıyor, onu zinanın valsine davet edip, sonra da odanın orta
sında tek başına bırakıp giderken söylediği sözleri kulağına fı
sı ldıyordu. Hatırladığı diğerleri de Carlos Maria'nın etrafına
künıelennı işti. Üzerine b i raz başkent cilası atmak için taşra
dan a l ı p geldiği ama yaptığı tüm iyilikleri unutup kendisini
tamamen aşkına veren Maria Benedicta, mesela. Ve geçen gün
Maria Senedieta ' n ın kişiye özel hamişinin bul unduğu mek
tubu, kasıtlı olarak getirip kendisine veren kadın, b u i l işkinin
hamisi Dona Fernanda. Sophia, onun mektuptaki notun ki
şiye özel olduğunu u n u tınasının, arkadaşının mektubu oku
yunca ne kadar m u tl u olacağını düşün mesiyle açık lanabilece
ğini fark etmemişti. Hatta Dona Fernanda'nın etik yaklaşımı
nın böyle bir varsayımı doğrulayıp doğrulamadığını bile ken
dine sormadı . Başka düşünce ve başka görüntüler de görüyor
du ve bütün bunlar sürekl i olarak birleşerek tek vücut oluyor,
233
sonra da ayrı l ı p parça lara bölün üyordu. Bu düşünce ve gö
rüntüler arasında önceki güne dair bir hatıra, beli rgin hale gel
di. Dona Fernanda 'nın kocası, derin ve hayranlık dolu bir ba
kışla Sophia'yı çepeçevre kuşatmıştı. Ama Sophia da o gün ger
çekten en iyi günlerinden birindeydi . Sinesinin girinti ve çıkın
tılarını, belinin i nceliğini ve kalçaların ı n yuvarlak hatlarını or
taya koyan , saman rengi bir elbise vardı üzerinde.
Dona Ferna nda el biseyi ne kadar beğendiğini söyleyince
Sophia gülerek, "Şu gördüğünüz centilmene atfen, saman ren
g i " * diye gerekl i vurgu yu yapmıştı .
Palha'nın bu övgülerden aldığı zevki gizlemesi, hiç de ko
lay değildi. Gururla gülümseyerek karısının kendisine olan aş
kının bu kanıtının diğer gözlerde yarattığı etkiyi görmek için
d iğerlerine baktı. Theophilo da e l biseyi çok beğenmişti ve el
biseyi taşıyana bakmadan elbiseye beğeniyle bakılamayaca
ğından, hayranlık dol u bakışları kadının vücudu üzerinde do
laşmıştı. Ama Sophia, bu hayranlığın şehvet duygusundan aza
de olduğunu hissediyord u .
CLIV. bölümde belirtildiği g i b i Cario s Maria, Theophilo . . .
mavi gökyüzünde ard ı ardına bir sürü şimşek çakar gibi gö
rünüp kaybolan parı ltılarda, çeşitli isimler sanki gerçeklermiş
gibi kendilerini gösteriyorlardı. Bu isiınierin hepsi geldi bu kez;
yağmaya devam eden yağmur ve yoğun sis içi n birleşen de
niz ile gök nedeniyle geld i ler. O isiınierin hepsi gel d i . Üste l i k
kendileriyle i lgili diğer isimleri de beraberinde getirerek. Hat
ta sadece bir kere gel i p karşısında şükran ilahilerini okumuş
ve bunun karş ı lığında küçük bir bağış hak etmiş olan, isim
siz ve ilgisiz tek tek kişi ler de gel d i ler. Neden gel i p geçen bu
bir sürü adamın birini yanında alı koymaınıştı acaba ? Böyle
ce ilah ilerini sürekli d inler ve onu zengin ederdi . . . Gerçi o kü
çük sadakalar kimseyi zengin etmezdi ama Sophia'da verecek
çok daha değerli şeyl er vard ı . Neden o hoş, hatta ünlü, şanlı
şerefli isimlerden birini yanında a l ı koymamıştı ? Asla kelime
lere dökmediği bu soru damarlarının, sinirlerinin ve beyninin
234
içinde dolaşıyordu ama buralarda bulabildiği tek karşılık, al
tüst o l muş bir kafa n ı n k a rışıklığı ve merak duygwsuydu.
CLX
Yağınur biraz dindi, bir ışık h uzınesi, kalın sis tabakasını aş
mayı başardı . Ağlayan bir gözden geliyormuş gibi duran, o
bulanık ışık huzmelerinden biriydi. Sophia dışarı çıkabilece
ğini düşündü. Bir an önce çıkıp etrafa bakmak, dolaşmak, üze
rindeki bu uyuşukluğu atmak için sabırsızlanıyor, güneşin yağ
m uru a l ı p götürmesini, tekrar dünyaya ve gökyüzüne hak i m
olmasını bekliyordu . O i l a h i gökcismi i s e Sophia'nın kendi
sini Diyojen'in feneri gibi kullanmak istediği ni fark etmişti ve
o bulanık ışık huzmesine dedi k i : " Dön geri; sinerne geri dön
i ffetli ve erdemli ışık . Arzul a rı n ı n menzil i ne sakın götürme o
kad ı n ı . Kendi istiyorsa, bırak aşık olsun, bırak, hala a l ı yor
sa ve yakınayıp saklıyorsa, aşk mektuplarına istediği gibi ce
vap versin. Ama benim göğsümün parçası, kalbimin çocuğu,
d iğer tüm ı şınlarımın kardeşi, sak ı n bir fener g i bi h izmet et
m e o kadına. "
Ve ışık bu rica yı kırmadı, şimdiye kadar sıradan ve sıra dı
şı bunca şey görmüş olan güneşin gösterdiği endişeye biraz şa
şırarak, çıktığı yere geri döndü. Böylece bulutlardan oluşan ör
tü bir kez daha kalınlaştı, karardı ve yağmur, bir kez daha döv
dü dünya y ı .
CLXI
235
rak başka şeyler düşünmeye çalıştığı söylenebilir ama o zaman
da uykusu gelen birinin, o uyuşuk l u k haliyle mücadele etti
ği zamanlarda gözlerinin bir açılıp bir kapanmasına benzer
bir duygu yaşıyordu . Sonu nda gözl eri ni sisten alabildi. Ken
dini yorgun hissediyordu. Biraz dinlenmek için R evue des De
ux Mandes dergisinin son sayısını açtı . Alagoas kom itesi n i n
çal ışmaları n ı n t a m g a z gittiği günlerden birinde en revaçta
ki kadınlardan b i ri olan bir senatörün karısı, ona sormuştu:
" Revue des Deux Mandes'da tefrika edilen Feuillet'nin ro
man ını okuyar musunuz ? "
Sophia cevabını vermişti : " Evet madam, çok i l ginç bir ro
man. "
Aslı nda okumuyordu, hatta Revue'nün ne olduğunu bi
l e bilmiyordu. Ama hemen o gün kocasına bu dergiye abo
ne olmasını söyledi. O roma n ı ve ondan sonra tefrika edilen
tüm romanları okuyup haklarında yorumlar yaptı. Derginin
son sayısını açtı ve romanı okud uktan sonra odasına çekilip
kendini yarağına attı. Kötü bir gece geçirdiğinden hemen uzun
ve derin bir uykuya daldı. Bir kabus dışında rüya görmedi. Ka
busunda uyumadan önce baktığı sisten duvarın önündeydi
ama denizdeydi. Bir geminin pruvasına yüzükoyun yarınıştı
ve suya bir isim yazıyordu : Carlos Maria. Yazd ığı harfler su
ya kazınıyar ve köpü kten izleriyle okunaklı şekilde d u ruyor
lardı. Buraya kadar rüyanın gizemi dışında b i r tuhafl ı k yok
ve zaten rüyalarda gizem, doğaldır. Sonra sis aralandı ve o is
min sa hibi ortaya çıktı. Sophia'ya doğru geldi, onu kolları
na aldı ve birkaç ay önce Rubiao'dan duyduklarına benzer aşk
sözleri söyledi. Tabii bu kez, Rubiao'da olduğu gi bi rahatsız
lık duymamıştı, tersine büyük bir zev k l e d i n l e d i ama bir
yandan da ken d i n i kötü hissediyormuş da bayı l acakınış gibi
hafifçe arkaya doğru yaslanıyordu. Bir anda, artık gemide de
ğil, yine Carlos Maria ile bir arabadayd ı . Carlos Maria onun
ellerini tutuyor, o n u n l a seviş i yordu. Korku lacak bir durum
yoktu. Korkulacak durum sonra ortaya çıktı: Maskeli adaın
lar arahacıyı ö l dürüp arabanın etra fı n ı kuşattı lar, arabayı
durdurup kapı ları açtı lar ve Carlos Maria'yı bıçaklayarak ce-
236
sedini yere attılar. Sonra onların l ideri o l d uğu a n laşılan biri,
ölen Carlos Maria'nın yerine oturup maskesini çıkardı ve Sop
hia'ya korkmaması nı, kendisini ondan yüz binlerce kez çok sev
diğini söyledi. Sonra da belinden yakalayıp öptü. Ancak bu
öpücük kana bu la nmış, kan kokan ıslak bir öpücüktü. Sophia
korku dolu bir çığlık atıp uyand ı . Kocası, yatağının başucun
daydı .
" N e oldu ? " d iye sord u .
Soph ia, " A h " d i y e iç çekti, "çığl ı k mı attı m ? "
Palha cevap vermed i . Kafası işle meşgul d ü . Böyle durum-
larda çok dalgın olurdu. Sonra Sophia'yı bir korku aldı. Aca
ba uyurken bazı i s i m ler, mesela suya yazdığı gibi bazı isim
ler söylemiş ya da ın ı r ı l danmış olabi l i r miyd i ? Sonra kolları
nı havada açıp kocasının omuzlarına koydu ve parmaklarını
onun ensesinde birbirine geçirerek, yarı neşeli, yarı üzgün şöy
le dedi:
" R üyamda seni öldürüyorlard ı . "
Palha, b i r hoş olmuştu. Kendisi uğruna karısının, rüyala
rında bile acı çekmesi, içini acıma ve merhametle dolduruyor
du ama bu duygudan hoşnuttu, çok özel , çok derin ve mah
rem bir duyguydu bu. Bu yüzden karısının daha çok kabus gör
mesini ve kabuslarında kendisi n i gözlerinin önünde tekrar öl
dürül ürken görmesi n i istiyord u k i ıstırapla sarsı lsın ve deh
şet içinde çığl ı k l a r atsın.
CLXII
237
CLXIII
CL X I V
238
Sophia, Dona Fernanda'ya, ona rastladığını anlattıktan son
ra, " Buraya sık gel i r m i ? " diye sordu.
" Bu dördüncü veya beşinci gelişi ama sadece i k i kere o şe
kilde konuştu. D iğer zamanlarda biraz önce gördüğünüz gi
biydi, sa kin ve sohbet etmeye hazır bir haldey d i . Gerçi onda
hep yolunda olmayan bir şeyler var. Gözleri ndeki o bulanık
bakışa dikkat ettiniz mi? İşte mesele o bakış. Onun dışında ga
yet güzel sohbet ediyor. Sophia, bu adam tedavi edilebilir. Ne
den kocanızı bu konuda harekete geçi rmiyorsunuz ? "
"Christiano o n u m uayene v e ted avi ettirmeyi düşünüyor
zate n . Ama merak etmeyin, ben d e onu biraz sı k ıştırırım . "
" İy i o l u r. i ki n izin de i y i a rkadaşı g i b i görünüyor. "
Sophia i ç i n den, " Rubiao bezeyanlara kapıldığında ben im
hakkımda söylememesi gereken bir şeyler söylemiş olabilir mi?
Acaba Dona Fernanda'ya gerçeği aniatmarn m ı gereki r ? " di
ye geç i rdi .
Ama anlatmaması gerektiğine karar verdi. Ruhiiio'nun has
talığı, zaten gerektiği gibi konuşmamasını açıklayabil irdi. Ko
casını bi raz daha s ı kıştıracağına söz verdi ve gerçekten de o
öğleden sonra meseleyi Palha'ya açtı. Palha ise, " Bu adam tam
bir baş belas ı " diye tersiendi ve Dona Fernanda'nın onunla
ne d iye i lgilendiğini sordu. O zam a n onu kendisi tedavi ettir
seydi ! Başka birine bakmak, onunla ilgilenmek, büyük i hti
malle olacağı gibi, Doktor Theophilo'nun önerdiği şekilde, ka
lan üç kuruş parasını saklayıp yönetmek ve onun hamisi ol
mak zorunda kalmak çok sıkıntı verici b i r d urumdu.
" Zaten omuzlarımda çok ağı r bir yük var Sophia. Ne ya
pacağız? O n u bizim eve mi getireceğiz ? O biraz zor. Nereye
yerleşti receğiz ? Hastaneye m i ? Olur ama ya almazlarsa? Onu
Vermelha Salıili'ne de gönderemem. Bir de sorumluluğu var. Be
n i m l e konuşmaya söz mü verdin ona ? "
" Söz verd im v e senin gerekeni yapacağını söyledim " de
di gülümseyerek, " göründüğü kadar zor o l mayabili r. "
Sophia ısrar etmeyi sürdürdü. Dona Fernanda'nın merha
met duygusundan çok etkilenmişti. Onun bu yaklaşımında asil
ve seçkin bir taraf vardı. Ayrıca Ruhiiio'nun eski dostu olmak
239
bir yana, arkadaşı bile ol mayan biri böy lesine ilgileniyorsa,
kendisinin ondan az ilgil enmesi, hiç de yakışık a l mazdı.
CLXV
240
lar yaşıyor. Tedavi görecek ve d i n lenıneye ihtiyacı var. Ona
küçük bir ev k i ra l a d ı m . Hatta belki de tedav iden sonra bile
hastaneye ya tınası gerekebilecek . "
Şaşkınlıkla dinledi ler. İçlerinden b i ri, Pio, öteki lerden da
ha çabuk kendine gel i p bunun çok daha önce yapılması ge
rektiğini ama Rubiao'yu tedaviye ancak sözü nü dinlediği bi
rinin ikna edebi leceğini söy led i .
"Ona hep b i r doktora danışması gerektiğini, çünkü mide
sinde bir rahatsızlık olduğuna inandığımı söyledim. Tabii, an
lamışsınızdır, bu bir benzetmeydi, gerçeği söyleyemezd i m . O
da hep midesinden bir rahatsızlığı olmadığını, sindiriminin de
gayet iyi olduğunu söylerdi. 'Ama çok az yiyorsun uz, ha tta
bazı günler ağzımza tek bir lokma bile koyınuyorsunuz, çok
zay ı fladı nız, benzi niz soldu' diyordum. Hatta bir doktor ar
kadaşıma bile dan ıştı m . Ama Rubiao ona gitmedi . "
Diğer dördLi d e başla rını sal iayarak b u senaryoyu onay
ladılar. Bu kadar şaşırtıcı bir olaydan sonra onlardan bekle
nebilecek tek şey, yapabilecekleri tek şey buydu. Sonunda dost
larını görmeye gitmek için evin adresini sordular. Zavallı dost
ları ! Sonunda birbiri ardına evden ayrılmayı başardıkların
da, aralarında kimsenin hesaba katınadığı acayi p bir duygu
yaşadılar: Birbirlerine dayanamadıklarını görd ül er. Arala
rında, onları birbirine bağlayan bir arkadaşlık ya da saygı duy
gusu yoktu çünkü hepsi sadece kendi çıkarını kolluyor, her bi
ri diğerinden içgüdüsel olarak hoşlanmıyordu. Her öğle ve ak
şam yemeğinde bir masanın etrafında birbirleri ni görmenin
yarattığı alışkanlıktı, onları bağlayan şey. Birbirlerini hoş gör
meleri ni sağlayan şey mecburiyet, bi rbirlerine mecbur olma
larını sağlayan şey ise zamandı. Kısacası her birinin gözleri, ar
kadaşla rının o ta nıdık hareketlerini, tanıdık yüzlerini, tanıdık
bıyıkları nı, kel başl arını, acayi p tavırları nı, yemek yemeleri
ni, kon uşma larını ve bir şeyler yapmalarını özleyecekti, bun
dan böy l e . Çünkü sadece ayrılm ıyorlard ı , dağılıyorlardı.
24 1
CLXVI
CLXVII
242
söyledi. Bana göre bu adam o kadına tutkulu bir aşk hesliyar
ve sanırım, a ralarında ma hrem bir i l işki olnıuş. Beni a ffed i n
ama ikisinin sevgili olduklarına inanıyoru m . "
" Aman Ta nrım, hayı r ! "
" Dona Ferna nda, onların sevgili olduklarına i nanıyorum.
Bunda acayip bir şey yok ki . O kadını tan ı m ı yorum. Sanı
. .
243
nusunda geriye tek alternatif olarak, konuyu değiştirip tartış
maya girmernek için saf numarasına yarması kalıyord u .
Bu noktada vekil bey istemeden old uğu yerde kalaka l d ı .
İçinde yeni b i r şüphe doğmuştu. Kısa b i r süre sonra i s e aklın
daki acayip düşüncelerden kurtulmak istermiş gibi başı nı sal
layıp yoluna devam etti . Ama içine doğan şüphe, i natçı bir
şüpheydi. Bir erkeğin içine doğan şey, aklın sözünü hiç önem
semezd i . " K i m bilir, belki Dona Fernanda bi l e şu Rubiao'ya
iç geçirmiştir. Onunla bu kadar ilgilenmes i n i n nedeni, bu
uzatm a l ı aşk olamaz m ı ? " gibi sorular a k l ı n a geliyordu. Ta
bii ki Dona Fernanda'nın böyle bir şey yaptığına inanmak is
temiyordu çünkü aile dostlarıydı, ona saygı duyar, onurlu bir
kadın olarak görürdü ama yine de bütün bu özelliklere sahip
bir kadının bile gizli bir aşkı olamaz m ıyd ı ? Hatta bu aşk, di
ğer kadının aşkından esinlenmiş bile olabilird i . . . K i m bilir?
Böyle şeyler çok baştan çıkarıcı olabilirdi. Cüzzam en saf ka
nı hile kirletebil i r, tek bir virüs en sağlam organizmaları bi
le mahvedebilirdi.
Buna karşı aklına gelen kanıtlar, olanak, olasılık ve kesi n
lik hesaplarına boyun eğmek zorunda kal ıyordu. Tabii ki Do
na Fernanda'nın hayır işleri konusunda bildiği bazı şeyler var
dı ama bu başka bir şeydi. Eskiden berid i r eve girip çıkma
yan, eski bir akraba, arkadaş, dost veya kocasının meslekta
şı olmayan, dolayısıyla arkadaşlık, a k rabalık ya da a l ışkan
lık bağlarından herhangi biriyle ai l elerine bağlı olmayan bi
rine kendini bu kadar adaması, gizli bir neden dışında, açık
lanamazdı . Bu da ancak aşk olabil i rdi. Çünkü dürüst bir ka
dının doğruluk yolundan yanlış ve sonunda kendisine büyük
pişmanlıklar, vicdan azapları getiren yollara sapması garip ola
bi lirdi ama gerçekti. Dona Fernanda muhakkak tam zama
nında geri çekilmiş olmal ıydı ama o günlerinden marazi bir
sempati kalmıştı bel l i ki . . . " Ayrıca, kim bilebilir k i ? "
244
CLXVIII
CLXIX
245
" Mutlu musunuz ? "
Maria Benedicta, " Evet" diye cevap verd i.
" Bu ceva bının beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin. Mut
lu o l masaydın büyük bir vicdan azabı çekecektim. Ayrıca in
sanları mutlu görmek iyi bir şeyd i r. Seni i l k günkü kadar se
viyor m u ? "
" Bence daha d a çok, çünkü ona tapıyoru m . "
Dona Fernanda bunu anlamadı: Bence daha da çok çiin
kii ona tapıyorum. Gerçekten de cümlenin gidişatından o so
nuç çıkmıyordu. Burada Ham/et, bir kez daha değişi k liğe uğ
ruyor: " Senin o boş d iya lektiğinden çok daha önemli şeyler
var dünyada ve cennette, Horatio." Maria Benedieta ona yol
culuk larını anlatmaya, bütün ayrıntısıyla izienimlerini ve anı
larını aktarmaya başladı. Biraz sonra kocası gel ince hatırla
yamadığı şeyleri de ona sormaya başladı.
" Şu nasıl d ı , Carlos Maria ? "
Carlos Maria hatırlıyor, anlatıyor ya d a gere k l i düzeltme
yi yapıyordu ama ilgisiz, hatta sabırsızdı. Maria Benedicta'nın,
birlikte yaşadı kları şeyleri karşısındaki kadına a nlatmış oldu
ğunu anlamış ve bunu mantıksız bulduğunu gizl eyeınenıişri.
Zaten mutlu o l m ası kaçınılmaz bir son uçsa , �idip ne kadar
mutlu olduğunu Dona Fernanda'ya anlatmak zorunda mıyd ı ?
Kend isinin söylediği bütün sözleri , yaptığı bütün hareketle
ri ve tanrısal sevgisini i l l a açığa vurması mı gerekiyord u ?
Rio d e Janeira'ya dönmeleri, onun bir lütfuydu. Maria Be
nedicta çocuğunu burada doğurmak istemiş, o da bunu ka
bul etm işti . İstem iyor değildi elbette, ama yaptığı şey, Maria
Senedieta 'nın isteğini kabul etmekti. Burada isteksizl iğin ne
işi var? Anlaması da anlatması da biraz zor. Anneli k konusun
da Carlos Maria'nın k imseye açmadığı kendine özgü garip fi
kirleri vardı . İ nsanın gebeliğini herkesin izleyebi l eceği bir de
formasyon olarak, açık saçık şeyleri ima ederek saygısızlığa uy
gun ortanı hazırlayacak şeki l de tasarladığı için Doğa'yı utan
mazlıkla suçl uyordu. O n u n en büyük isteği, gizl i l i k , yalnız
lık ve m ünzevil i kti . Kalan günlerini büyük bir m utlulukla dün
yanın unuttuğu bir tepedeki bir evde geçirebilirdi. Tabii ka-
246
rısı da günün birinde k ucağında çocuğuyla ve gözlerinde ila
hi bir ışıkla beraber süzülerek o eve gelecekti.
Gerçi bunu karısına önermed i . Tartışmak zorunda k a lır
d ı ve tartışmaktan hoşlanmıyord u . Boyun eğd i , kahul etti .
Maria Benedicta, doğa l o larak tamamen farklı şeyler dü
şünüyordu. Kendisini, içinde bir tanrının oturduğu gizli ve kut
sal bir tapınak olarak görüyordu . Tabii ki o tanrının oğlu d a
tanrı olacaktı. Yorucu ve sancılı bir gebelik geçiriyor, birçok
rahatsızlı k yaşıyor ve bunları mümkün olduğun da kocas ı n
dan saklıyordu . Bu n lar, beklenen çocuğu daha da değerli kı
l ı yordu onun gözünde. Başka bir şansı o l ma d ığı için acıları
na tevekk ü l l e katlanıyor, Meryem Anamızın dediğini sözle
riyle değil de tavrıyla tekrar ediyormuş gibi hemcinslerine yük
lenen görevleri memnuniyetle kabul ediyordu : " Mademki
ben Tanrının eliyle yapılmışım, bütün istekleri n kabulümdür. "
CLXX
247
di, özel likle de mutluyken kalbini dostlara ve hatta yabancı
lara açmak, onun özel liğiydi. Carlos Maria onun bu payla
şınıcılığı na k ızıyordu çünkü bu şekilde ai levi konu ları bir tür
piyangoya dönüşüyordu ki o bu tür şeyleri bayağı ve kaba ola
rak görürdü. Maria Benedicta, Paris'teki Brezilyalılar arasın
dayken gem vuramadığı dilinin olası etkilerini görüp dilini tut
muştu. Ama Dona Fernanda i l e de aynı şeyi yapmaya mec
bur muyd u ? Mutluluk larının nedeni, o değil miydi ? Maria bu
varsayımı reddedip başka bir neden a radı ama bulamayı nca
tekrar buna döndü. Sonunda da her zaman ol duğu gibi ko
casını haklı buldu. Bundan böyle Dona Fernanda ne kadar ya
kın arkadaşı ve ne kadar iyi bir kadın olursa olsun, hayatı
na dair küçük ayrı ntıları a nlatmayacaktı. Çünkü anlatması,
boşboğazlığa giriyordu . . .
Bu düşüncelerini mide bulantısı kesti. Doğa, o a n k i hali
nin nedeninin, ki dünyadaki bütün türlerin varoluşlarının ne
deni aynıdır, kocasının hoşnutsuzluklarından çok daha acil ve
çok daha önem l i olduğunu hatırlatıyord u. Zoru nl uluğun ge
reklerini yerine getirdi. Ama birkaç dakika içinde Carlos Ma
ria'nın yanında durmuş ve sağ kolunu onun boynuna atmış hal
deydi. Carlos Maria ise oturduğu yerde İngilizce bir dergi oku
yordu. Sağ göğsüne kadar i nen elini tutup dergiyi kapattı .
Karısı, dergiyi kapattığını görünce, " Beni affedebilecek mi
sin ? " dedi .
Carlos Maria karısı nın i k i elini d e tutup gülümsedi v e ba
şıyla evet cevabı verdi. Sanki üzerine bir ışık dalgası yollamış
gibi karısının kalbi n eşeyle dolmuştu. Karnındaki çocuk da
sanki aynı duyguları h issediyor ve babasına şükranlarını su
nuyordu.
CLXXI
"Tamam işte! Sizi hep böyle görmek isteri m ! " Ses, veranda
nın yanından geliyordu.
248
Maria Benedieta hemen kocasının yanından uzaklaştı. Ve
randanın salona bakan kapılarından biri açıktı. Ses oradan ge
l iyord u . Kapı aral ığından R u biao'nun gülen yüzü göründü.
Onu ilk görüşleriyd i . Carlos Maria ayağa kalmadan, ciddiyet
le ve bir beklentiyle ona baktı. Uzun ve ince uçlu bıyıklara sa
h i p yüz, ikisine birden bakarak gü l meye devam ediyord u :
" Sizi h e p böyl e görmek ister i m . "
Rubiiio içeri girip elini sıktı. Carlos Maria da onun elini sık
tı a ma hiçbir sevgi ve m u habbet belirtisi yoktu onun elinde.
Rubiao sonra M aria Senedieta'ya bir sürü övgüler sıraladı, ne
kadar k ibar, ince ve hoş olduğunu, Carlos Maria'nınsa ne ka
dar zarif göründüğünü söyledi. Sonra da hükümetin düştüğü
nü bildirdi.
Carlos Maria, gönülsüzce, " Öy l e mi, h ü kü me t d üştü
m ü ? " diye sordu.
" Şehirde herkes bunu konuşuyor. Bana bir sandalye verme
diniz ama otu rabilir miyim ? " diyerek oturdu ve hastonunu
koltuğunun altından indirip ellerini onun üzerine koydu. " Evet,
öyle o l d u . Askeriye, hükümete muhtıra verdi . Yeni hüküme
ti ben kuracağı m . Palha, bizim Palha, eşin izin kuzininin ko
cası olan Palha ve tabii eğer isterseniz siz, bakan olabil i rsiniz.
İyi bir h ü kümet kurmam lazım. G üçl ü, benimle aynı şeyleri
düşünen ve ben i m için gerektiğinde hayatlarını ortaya koya
bilecek insanlardan oluşan bir hükümet kuracağım . Morny'yi,
Pio'yu, Camacho'yu, Rouher'i ve Binbaşı Siqueira'yı hüküme
te a lacağım. Binbaşı'yı hatırlıyor musunuz? Onu savunma ba
kanı yaparım herhalde çünkü bu konulardan daha iyi anla
yan birini tanımıyorum . "
Maria Benedieta sıkıntıdan patiayarak odada dolaşıyor, bir
yandan da kocasının kendisini herhangi bir iş için içeri gön
dermesini bekliyordu. Carlos Maria ona bir bakış atıp oda
dan çıkabileceği n i gösteren bir göz işareti yaptığı a n izin is
teyip çıktı. O çıktıktan sonra R u biiio tekrar ona övgüler yağ
dırdı . " Tam bir çiçek " dedi. Sonra gülüp l a fını düzeltti : " İk i
çiçek. Tanrı b u çiçekleri korusun." Carlos Maria hoşça k a l der
miş gibi e l i n i ileri uzattı .
249
" Efen d i m . . . "
"Sizi hükümet listesine dahil edebilir miyi m ? " diye sordu
Rubiao.
Bu sorusuna cevap alamayınca bunu olumlu cevap olarak
yarurulayıp ona iyi bir bakanlık sözü verdi. Binbaşı'yı savun
ma, Camacho'yu adalet bakanı yapacaktı. Bu i kisini tanıyor
olabi l ir m iydi ? İkisi de büyük adamlardı. Ta bii Camacho, Bin
başı'dan daha da büyüktü. Oradan çıkmak üzere kapıya yö
nelen Carlos Maria'yı izlerken, farkında olmadan kendi de dı
şarı çıkmış oldu. Ama evden hemen gitmedi. Verandada, mer
d ivenleri inmeden, savaşa ilişkin bir şeyler daha an lattı. Me- ·
CLXXII
250
" Kuzininin kocası, Theophilo . Nanan bunu beklediğini,
zaten bu yıl başkentte kalmasının neden inin de bu olduğunu
söylemişti. Hük ümetin düşmesi bekleniyormuş, bu konu za
ten konuşul uyorm uş. Tam olarak ne söylediğini hatırlamıyo
rum ama görünüşe bak ı l ı rsa Theop h i lo hükümete girece k . "
" O la bi l i r. "
" Ba ksana R u biao gidiyor. Şimdi durdu. Etrafına bakını
yor. Acaba arabasın ı mı bekliyor? Bir arabası vardı. İşte şim
d i gidiyor . . . "
CLXXIIl
25 1
!en bir harekette bulunmuş oldu. Karısı bu hareketin anlamı
nı a n lamış gibi göründü:
" Evet, evet ! "
Carlos Maria gülümseyip dergisine dönd ü . Karısı koltu
ğun a rkasına y aslanıp hafifçe, onu rahatsız etmeyecek şekil
de kocasının saçlarını okşaınaya başl adı. O ise okuyor, oku
yor, okuyordu. Maria Senedieta'nın okşamaları giderek ya
vaşladı ve sonunda okşamayı kesip odadan çıktı. Carlos Ma
r i a ' n ı n oku duğu şey, Napoli Müzes i ' ndeki ü n l ü N a rcissus
heykeli üzerine, Charles Little'ın kaleme a l d ığ ı bir i nceleme
idi.
CLXXIV
252
çökmüş görünüyordu. Bir kanepede oturuyordu. Üzerinde ye
leği bile yoktu ve gözleri sabit bir noktaya bakıyord u . Yanı
na oturmuş ve o n u n ellerini tutmuş olan Dona Fernanda ise
yalvararak sakin o l ması n ı , kafasını takma ınası ıı ı , buna asla
değmeyeceğini söylüyordu. Yüzüne bakmak için eği ldi, kafa
sını kendisine çekti, baş ı n ı omzuna yatırdı.
Kocası ise, " Beni yalnız bırak, beni yalıı ız bıra k " diye ın ı
rıldanıyordu.
" Theophilo değmez buna. Ne biçim makam bu? Hiç bu
kadar kısa süren, bu kadar hoşnutsuz duygulara, bu kadar çok
işe ve çok hakarete neden olan hir makam, buna değer mi? Dün
yada adalet yok. Sen ne kadar iyi hizmet vermişti n oysa. Ama
bu kadar üzülür mü i nsan ? Boş ver sevgilim, sakin ol, hadi ar
tık yemeği mizi yiyel i m . "
Theophilo d udaklarını ısırıyor, bıyıklarını çekiştiriyord u.
Karısınııı söylediği hiçbir şeyi duymamıştı. O n u n kafasında,
bir önceki akşam ve o sabah yapılan konuşmalar, çeşitli l is
teler, önerilen, kabul edilen ve reddedilen isimler vard ı . Ülke
nin içinde bulunduğu durumu olduğu gibi ortaya koyması
na rağmen kendi ismi hiçbir l istede geçmiyordu. Onu bazıla
rı dik katle, bazı ları da bir a n önce bitsin diye d i n lemişti. Bir
aralar sanki önemli kişiler dikkatle kendisini izliyor gibi gel
mişti ama bu görünüş a ldatıcıydı. Theophilo şimdi bütün o
saatlerin, bütün o mekanların heyecanını tekrar yaşıyor, ken
disine yan yan bakanları, doğrudan ve gülümseyerek bakan
ları, yüzünde kendi yüzündekine benzer ifadeler olanları tek
tek hatırlıyordu. Sonunda daha fazla konuşmama kararı ola
rak konuşmasını kesmişti ama şafak vakti yanan lambanm ışı
ğının yeni gelen aydınlı kta giderek solması gibi, son um utla
rı da sol m uştu. Bakanlar kurulu l istesi okunmuş, o da onay
lamak zorunda kalmıştı . Fakat onaylamak için ağızdan çıka
cak o tek kel imenin dile gelmesi ne büyük bir çaba gerektir
mişti ! K ırgı n l ı ğı n ı n ve k ızgııı l ı ğ ı n ı n fark e d i lebileceğ i n d e n
korkmuş, bu h islerini gizlemek i ç i n ne kadar çabaladıysa da,
duygu l a rıııı daha da v urgulama ktan başka bir şey yapama
ınıştı. Benzi sararmıştı, e lleri tir tir titriyordu.
253
CL X X V
• ( Portekizeel Siio Christoviio, başkent Rio de Jaııiero 'da İmparator Don Ped·
254
metin koltuk düşkünü saray soyranlarından oluştuğunun far
kında değiller. Majesteleri emri altındaki tüm kurullarda en iyi
adam ların çalışmasını arzu buyururlar. Oysa k urulları ele ge
çiren kimseler, sıradan ve hayağı kimselerdir. Liyakat, tama
men kenara atılmıştı r ! ' İşte ona bir gün bunları sôyleınek is
tiyoru m . Belki hemen yarın gidip söyleri m . "
Söylenmeyi kesti. Uzun b i r sessizli k o l d u . Sonra ayağa
kal ktı ve yatak odasının bitişiğİndeki çalışma odası na geçti.
Karısı da onu izledi. Hava kararmış o lduğu için laınbayı ya
k ı p odada göz gezd irdi. Gözl erinde kasvetli bir bakış vardı .
Kita plarla, hazine raporla rıyla, bütçe kağıtlarıyla v e bilanço
larla dolu dört büyük dosya vardı. Çalışına masası düzenli ve
tertipliydi. Üstü açık üç yü ksek ra fta ınüsveddeleri, notları,
ıneınora n d u ın ları, yaptığı hesaplamalar, sistematik olarak
birbirine i l iştirilmiş ve üzerine etiketle ne olduğu yazı lmıştı:
Dış krediler, ek krediler, savaş kredileri, bahriye kredileri, 1 86 8
kredisi, demiryolları, i ç borç, m a l i yıl 6 1 -62, 62-63, 63-64 gi
bi. İşte saba h ı n köründen gece yanlarına kadar çalışıp top
laına l a r, çıkarmalar, hesaplamalar yaparak konuşmaları nda
kullanacağı verileri topladığı yer burasıydı. Tek başına altı ki
şilik iş yapardı. Diğerleri d e onu d inlemekle yetinir ve imza
larlardı. Eğer konuşması uzuyorsa, " Üstadıın, siz en iyisini bi
lirsiniz, uzatıverin de iınzamızı ata l ı m " derlerd i.
Her şey bu masada titiz, dikkatli ve yararlı bir çalışına ya
pıl dığını gösteriyord u . Duvardaki çengelde hafta nın gazete
leri ası l ıydı. Bu gazeteler zamanı gelince oradan a l ı n ıyor, in
celeniyo r ve altı aylık paketler halinde bağlanıp yerlerine kal
dırılıyordu. Broşür h a l i nde basıl m ış konuşmaları, başka bir
rafta d uruyordu. Masada herhangi bir büst, göz oyalayabi le
cek, insanın beğenisini çekebilecek bir süs yoktu. Her şey dü
zenli, terti p l i ve işe yönelikti.
Theophilo bir süre hüzünlü h üzü n l ü dalıp gitti kten son
ra karısına, " Bütün bunların ne faydası oldu ? " diye sord u .
" Saatler boyunca, k i m i zaman sabahlara kadar çalışıp yorul
mamın ne faydası o l d u ? Bu masa n ı n boş gezen, aylaklık ya-
255
pan bir adamın masası olduğunu kimse söyleyemez. Ne kadar
çal ıştığıma sen de şahitsin. Peki, ne işe yara d ı ? "
Dona Fernanda, "Tesel liyi işinde aramal ısı n " diye m ı r ı l
dandı.
" Züğürt tesellisil Hayır, artık bitti. Mecliste herkes bana
bir şeyler danışır, bakanlar bile. Çünkü bilirler k i idari mese
lelerde iyiyimdir. Peki ödül ü m ne? Mayıs ayında yeni bakanı
a l kışiama fırsat ı ! "
"Sen de alkışiama o zaman " dedi karısı, yumuşakça. " Be
nim için b i r şey yapar mısı n ? Hadi mart ya da n isanda Avru
pa'ya gidel i m ve bir yıl geçmeden de dönmeyel i m . Meclisten
izin a l ı rsın, istediği m iz yere gideriz. Mesela Varşova'ya. O ra
yı görmeyi hep çok istemişimdir" diye gülümsedi ve çekici bir
ifadeyle kocasının yüzünü elleri arasına aldı. " Evet de. Hemen
cevap ver ki ben de Rio Grande'ye yazayım. Gemi yarın kal
kıyor. Anlaştık, Varşova'ya gidiyoruz, değil m i ? "
" Şaka yapma N anan, b u mesel e şakay a gelmez. "
" Ben ciddiyim. Uzun süredir ben de zaten seni şu lanet ka
ğıt yığınlarından k urtarıp biraz d i nlenıneni sağl amak için
böyle bir seyahat önermek istiyordu m . Yeter artık Theophi
lo! Davetiere katılmıyorsun. Beraberce birazcık at binersek ne
mutlu bana. Doğru d ürüst konuşup sohbet edemiyoruz. Ço
cuklarımız babalarının yüzünü görmüyor çünkü sen çalışırken
buraya girmeleri yasa k . Biraz dinlenmen lazım. Ya lvarırım sa
na, bir sene ara ver şu işe. Görüyorsun, ciddiyim. Mart ayın
da Avrupa 'ya gidelim diyor u m . "
Theophilo kekeleyerek, " M ümkün deği l " ded i .
" Neden ? "
Mümkün değildi. Bu, onun derisini soymak demekti. Önem
verdiği tek şey siyasetti. Elbette başta ül kelerde de siyaset var
dı ama o siyasetle ne ilgisi olabilirdi ki? Londra'dan alınan borç
dışında dışişleri konusunda tamamen cahil sayılırdı. Yine de
bu güzel önerisi için karısına teşekkür etti.
" Ço k iyisi n . "
Biraz u m utlanmış v e sesi, morali çöktüğü s ı rada kay bet
tiği yumuşakl ığa tekrar kavuşmuştu. Bu kağıtlar onun umu-
25fi
duydu. Bir çiftçi sürülmüş ve ekilmiş toprağa hangi gözle ba
karsa o da bu çalışmalarına o gözle bakıyordu. Yakında to
humlar çimlenecek, sürgünler çıkacak, filizler yeşerecek, ağaç
meyvesin i verecek, kendisi de ödülünü alacaktı. Karısının da
ha uygu n ve daha düz kelimelerle söylediği de buydu zaten.
Ama artık hasat zamanının bir olasılık d a h i linde olduğunu,
ancak şimdi anlamıştı. Biraz önceki öfke patlaması, yeisi, et
tiği ş i kayetler aklına gel i nce kendinden u ta n d ı . Gülmeye ça
lıştı ama bunu da pek beceremedi. Akşam yemeğinde ve kah
valtıda çocuklarla oynadı. Onlar da b;ı balarıyla her zaman
kinden daha fazla kaldılar. Ortaokula giden oğlu Nuno, ba
kanlar kurulunun değiştiğini duymuştu. Babasına i l eride ba
kan o l acağını söyledi . Theophilo, birden ciddileşti.
" Oğlum, bakanlıktan daha güzel bir meslek seç kendine. "
" Ama baba, bakanlığın da iyi bir meslek o lduğunu söy
lüyorlar. Söylenenlere göre insan bakan o lunca arabasının ar
kasından bir asker gelirmi ş . "
" Benim a ra bama binersin. "
" Se n bakan o l d u n mu baba ? "
Theophilo gülümserneye çalıştı ve karısına baktı. Karısı ço
cukları yatağa göndermek için gayet güzel bir fırsat çıktığı
n ı a nl amıştı.
" Evet yavrum, bakan oldum" diye cevap verdi Theophi
lo, N uno'nun a l nını öperek, " ama bir daha bakan olmak is
temiyorum. Hiç öyle sanıldığı kadar güzel bir şey değil . Üste
l i k çok da çalışmak gerekiyor. Sen piskopos olursu n . "
" Piskopos ne demek ? "
Cevabı Dona Fernanda verdi : "Doğru yatağın a gidiyor
sun demek. Hemen, şimdi N u n o . "
CLXXVI
Ertesi gün öğle yemeği sırasında bir yaver Theophi lo'ya bir
mektup getirdi.
257
" Yaver m i ? "
" Evet, kendisini Konsey Başkanı'nın gönderdiğini söylüyor. "
Theophilo mektubu titreyen elleriyle açtı. Ne diyordu aca-
ba? Gazetelerde yeni bakanlada ilgili haberleri o ku muştu. Ba
kanlar kurulu tama m d ı . Kimse de istifa etmemişti. Mektup
ta ne yazıyordu acaba ? Dona Fernanda ise mektupta yaza n
ları kocasının yüzünden okumaya çalışıyordu. Kocası n ı n y ü
z ü n ü n aydınlandığını ve bel l i bir t a t m i n duygusunu ya da e n
azından bir umut i fadesini bastırmaya çal ıştığı nı gördü .
Theophlio uşağa, " Ona beklemesini söyle" talimatı verdi .
Çalışma odasına geçip birkaç dakika sonra elinde cevap
la geldi. Masaya oturdu ve bir şey söylemeden uşağın mektu
bu yavere götürmesini bekledi. Sonra atın sesine kulak kabar
tıp dörtnala evden uzaklaşmasını dinledi. İçi kor gibiydi.
" O k u " ded i .
Dona Fernanda, Konsey Başkanı'ndan gelen mektubu oku-
du. Saat ikide kendisiyle görüşmeye gelmesini rica ediyordu.
"Ama bakanlık meselesi . . . "
" O iş bitti, bakanlar atandı " diye cevap verdi, hemen.
Ama söylediği şeye kendisi de i na nm ıyordu. Son dakika-
da bir boşluk doğduğunu ve acilen bu boşl uğun doldurulma
sı gerektiğini hayal ediyordu.
" B i r konferans olmalı. Ya da benimle bütçe hakkı nda
konuşacaktır. Veya bana bir iş verecektir. "
Karısını kandırmak için bunları söylerken bir anda bu ola
sılıkların ne kadar güçlü olduğunu görüp yine canı sıkıldı. Ger
çi birkaç dakika sonra umut kelebekleri yine içinde kanat çırp
ma ya başlamışt ı . Üste l i k bu kez bir iki tane değil , bütün bir
gökyüzünü kaplayacak kadar büyük bir sürü h a l i n deydil er.
CLXXVII
258
!ara, keyiflere neden o lacaktı . Neyse, kocası m utlu olsundu
da yeterdi. Theoph i l o saat beş buçukta dönd ü . Gör ü n üşün
den, görüşmeden memnun ayrıldığı belli oluyordu. Dona Fer
nanda koşup ellerini tuttu.
"Ne o l d u ? "
" Zava l l ı Nanan. Altına girecek yeni bir y ü kümüz var ar
tık. Marki çoğunluk grubu başkanlığını kabul etmemi istedi .
Aslında bana bakanlar kurulunda bir yer düşünüyormuş ama
beni oraya alamayınca çoğun l u k l iderl iğini kabul ederek hü
kümetin siyasi ve i dari sorumluluğuna ortak olmarnı rica et
ti. Hiçbir şekilde benim itibanından vazgeçemeyeceğini (bun
lar onun sözleri) ve m eclisin çoğunluk grubu başkan l ığını ka
bul edeceğiınİ u mduğunu belirtti. N e dersi n ? "
" Kendimizi o yüke göre ayarlamamız gerekir deri m . "
" Reddet m iş olabileceğim i düşünm üyor musun ? "
" Hayır. "
" Reddetmedi m . B i lirsin k i mse bir h ü kü mete hizmet etme
görevinden kaçamaz. Kaçarsan siyasetin dışında kalırsın. Mar
ki ban a çok içten davrandı. Onun ne üstün bir adam olduğu
nu iyi biliyorum ama ne kadar dostça davrandı, nasıl gülüm
sedi, tahmin bile edemezsin. Benim bakanlada hemen toplan
ınarnı istiyor. Ayrıca sadece birkaç kişiden o l uşan kendi arka
daş grubuna katılmaın ı önerdi. H ü kümet programını da şim
diden verdi . . . "
" Avrupa'ya ne zaman gidiyoruz ? "
" Bi l miyorum. Yarın akşam Marki'yle beraberim . Toplan
tı saat sekizde o lacak . . . Bu görevi kabul etmekle iyi bir şey
yaptığım ı d ü ş ü n m üyorsun gal i ba . . . "
" Elbette d ü ş ü n üyorum . "
" Eğer reddetseydim, herkes beni eleştirecekti v e haklı ola
caklardı. İnsanın siyasette kaybettiği ilk şey, özgürlüğüdür. İs
tersen sen burada kalabilirsin. Meclis dört beş a y açık zate n .
H e m e n gidip topad a nınarn lazı m . "
259
CLXXVIII
CLXXIX
260
" iyidir. Bugün köpeğine şarkı söylemesini emretti. Köpek
başladı havlamaya. Ama bizimki büyük ciddiyede dinliyor. Za
ten bir geldi mi, öyl e davranıyor ki görsen dünyayı yönetiyor
sanırsın . Dün yemeğini yerken bana dedi ki, 'Marki Raymun
do, size bir görev vereceğim . . . ' Sonra da kekeleyerek bir şey
ler söylemeye başladı. Anlayamadım ama sonunda 10 tostö
es bahşişimi aldım. "
" Tabii hemen sakladın . . "
" Yok canım . . . "
R ubiao, çok konuştuğu bu nöbetlerden çıktığında bir a n
için sakin v e üzgün olurdu. Zihni, h a l a etkisini gösteren ön
ceki halinden geride kalanları atmaya çalışırdı. Dipsiz bir uçu
rumdan zorla, duvarları tırmanarak, üstünü başını çizerek, tır
naklarını kanatarak, büyük acılarla tepeye kadar çıkan ama
tepeye u laştığı anda tekrar düşüp uçurumda kaybolan biri
ne benziyordu . Sonra da yeni ve Binbaşı i l e a il es i ve Camac
ho gibi eski arkadaşlarını görmeye giderdi.
Bir süredir Camacho, onunla pek konuşmuyordu. Eski gün
lerdeki gibi siyasetten de bahsetmiyordu . Ruhiiio'nun büro
suna geldiğini görünce sabırsızlığını ortaya koyan bir hare
ket yapıyor, ama hemen bunu bastırıyordu. Rubiao bu deği
şikliği fark etti ve elinde olmadan onu incitip incitmediğini, ve
ya artık Camacho'nun kendisinden hoşlanmamaya mı başla
dığını merak etti. Bu hoşlanmamazl ı k , i ne i nme ya da her
neyse onu yok etmek için onunla hoşnutlukla konuşup güldü,
lafl arın ı n arasına Camacho bir şeyler söylesin diye uzun ve
saygıl ı boşl u klar koydu. Portresi hala duvarda asıl ı olan Pa
rana Markisi'ne bile başvurdu ama boşuna. Onun hakkında
duyduğu övücü şeyleri söyledi, büyük marki, dört dörtlük dev
let adamı dedi ama nafile. Camacho sadece başını sallayıp yaz
maya devam etti. O n da n özür d iledi. Önündeki belgelere ve
mahkeme usulleriyle i lgili k i ta plara bakıyor, onlardan a l ı ntı
lar yapıyor, altlarını çiziyordu. O gün savunma yapması ge
reken bir yayın yoluyla hakaret ve i ftira davası vard ı . Sonra
yaptığı işe ara verip kitaplığa gitti.
" İzin verir m isin iz ? "
26 1
R ubiao, o geçebilsin diye ayaklarını çekti. Camacho, Or
dendcoes do Remo'nun ciltlerinden birini a l ıp sayfalarını çe
virmeye başladı. Bir sayfaya bakıyor, sonra da sayfaları i l e
ri geri çeviriyordu. Aslında bir şeye baktığı yoktu. Sadece ba
şındaki belayı savuşturmak istiyordu. Oysa bela zaten tam da
o nedenle oradaydı. Böylece i kisi de gizlice karşısındakini göz
lemeye devam ediyorlard ı . Camacho yerine geçti ve ışığı sol
dan a l ı p elindeki kitabı okumak isterm işçesine Ru biao'ya
arkasını döndü.
Rubiao, " Burası biraz kara n l ı k " demeye cesaret edebildi.
Ama bir cevap alamadı. Avukat o belgeleri okumaya bu ka
dar dalmıştı demek. " Belki de gerçekten onu rahatsız ediyo
rum . " Karşısındaki o katı, ciddi surata ve bitmek tükenmek bil
mez dava dosyasına devam edebilmek için kalemini eline alır
ken yaptığı hareketlere daha yakından baktı. Bir yirmi dakika
daha böyle tam bir sessizlik içinde geçtikten sonra Camacho'nun
kalemini bırakıp ayağa kalktı ğı n ı , geri ndiğini ve gözlerini
ovuşturduğun u gördü. ilgiyle, " Yoruldunuz, değil mi ? " ded i .
Camacho başını sallayıp çalışmasına devam etmeye hazır
landı. Dostu muz artık kalkmak için bu boş l u ktan yararlan
mak istedi .
" Si z bu kadar meşgul deği l ken geli ri m . "
Elini uzattı. Camacho elini gevşekçe sıkıp hemen işine dön
dü. Rubiao merdivenleri inerken şanlı şerefli arkadaşının ken
disine bu kadar soğuk davranm asından dolayı çok kırılmış,
al tüst olmuştu . Ona bir şey m i yapmıştı aca b a ?
CLXXX
262
O a nda Rubiao'nun kendisini gerçeğe bağlayacak bir i pe
ihtiyacı vardı çünkü hezeya nlarının yine zi hninin kontrol ü
nü ele geçirmeye başladığını hissediyordu. Ama demek ki man
t ı k l ı k o n uşuyordu ki Bi nbaşı normal olduğunu d üşündü.
" Bi l i yor m usunuz, size gayet güzel haberlerim var. "
" D i n l iyoru m . "
" Eve gidince söyler i m . "
Eve gittiler. İki katlı bir evdi. Dona Tonica gelip kafesli ka
pıyı açtı. Yen i bir el bise giymiş, küpe tak m ıştı.
Binbaşı, " Şuna bir baksanıza" diyerek kızın ı n yanağından
bir makas a l d ı .
D o n a Tonica utanarak b i r adım geri ledi.
Rubiao, " Bakıyoru m " dedi.
" Ka rş ı n ı zd a y a k ı nd a evlenecek birini görmüyor m u s u-
nuz?"
" Öyle m i ? Tebrikler. "
" Evet, yakında evleniyor. Çok zor zamanlar atiattı ama so
nunda başardı. Bütün nişa n lı lar gibi k endisine tapan bir n i
şanlısı var şimdi. B e n d e nişanlıyken sonradan karım o l a n ka
dına tapardım. Hayatta gördüğüm en güzel şeydi o. Evet, kı
zım da evleniyor. Nişanlısı orta yaşlı, güvenilir bir adam. Her
akşam buraya mutlaka uğruyor. Sabah da buradan geçip işi
ne giderken pencereyi tıklatıyor. Belki de bizim k i onu pence
rede bekl iyord u r. Ben de fark etmemiş gibi yapıyorum. "
Dona Ton ica başıyla hayır diyordu ama gülümseyişine ba
kılırsa nişanlısının sabahları pencereyi tıklattığı doğruydu. He
yeca ndan içi içini yiyordu. Öyle ki bir zamanlar Rubiao'yu
son umutlarından biri olarak gördüğünü u n utmuştu. Beraber
ce salona geçtiler. Dona Tonica pencereye doğru gidip geri gel-
d i . Başı d imdikti, hayat doluydu.
Binbaşı, " İyi bir k ızdır benim kızım. Ton ica, hadi şu fo
toğrafı bir getir ba kal ı m . Nişanl ı n ı n fotoğrafın ı . "
Dona Tonica gidip fotoğrafı getirdi. Orta yaşlı, seyrek v e kı
sa kesilmiş saçlı, şaşkın bakış l ı , ince yüzlü, zayıf bir adamdı.
"Ne düşünüyorsunuz? "
" Ya k ışık l ı bir adammış."
263
Dona Tonica fotoğrafı alıp biraz kendi baktı. Sonra da göz
lerini ondan ayırıp oturdu. Artık Rodrigues'ini bekliyordu. Adı
buydu. Adam, kendisinden kısa boyluydu ( bu fotoğraftan bel
li olmuyordu doğal ol arak ) . Savunma bakanlığına bağ l ı bir
dairede çalışıyordu . Duldu; iki oğlu vardı. Oğullarının biri as
kere girmişti, on i k i yaşındaki öbür oğlu ise u mutsuz bir ve
rem hastalığına tutulmuştu. Ne fark ederdi k i ? O Tonica'nın
nişanlısıydı . Tonica her akşam odasına çeki l d ikten sonra, ko
ruyucusu Meryem Ana i konasının önüne d i z çöküp şükran
larını sunuyor ve kendisini mutlu etmesi için dua ediyordu. Bir
oğl a n doğurmanı n haya l i n i kuruyordu . Çocuğa Alvaro adı
nı verecekti.
CLXXXI
264
meye başlad ığını ve bunun da farkında olduğunu a nlayama
mıştı. Oturmasını istedi ve ona evlendiği günleri ve askerli k
günlerini anlatmaya başladı. Bütün ileri, geri harekatlarıyla
Monte-Caseros Savaşı'na sıra geldiğinde III. Napoleon'un he
men arkasında olduğunu söyledi . Önce sessizce onu d i nleyen
Rubiao, birkaç takdir cümles i d i le getirdi. Solferino ve Ma
genta'dan ba hsederek Siq ueira'ya madalya sözü ver d i . Baba
ile kız birbirl e rine baktılar. Binbaşı, birazdan şiddetli yağmur
yağacağını söyledi (gerçekten de hava kararmıştı). Rubiao he
men çıksa iyi olacaktı çünkü yanında şemsiyesi yoktu. K e n
disinin de bir tane şemsiyesi vardı, o da eski bir şeydi .
R u bi a o sükunetle, " Arabam beni almaya gel i yo r " dedi .
" Ama buraya gelmiyor. Sizi Campo'dan alacaklard ı . To
nica, pencereden arabayı görüyor m us u n ? "
Dona Tonica isteksizce bir hareket yaptı. Yalan söylemek
istemiyordu ama bir yandan d a korkuyor ve Rubiao'nun git
mesin i istiyordu . Evden Campo da Acclamaçao'yu görmek
mümkün değildi. Babası Rubiao'nun koluna girmiş, onu ka
pıya doğru götürüyord u .
" Yarın yine geli n . Ya da daha sonra gel i n . İstediğin i z za
man geli n . "
R ubiao, " Araba gelene kadar burada beklesem o lmaz
m ı ? " d i ye sordu . " İ m paratoriçe yağınura yakalanmama l ı . "
" İmparatoriçe gitti . "
" İmparatoriçe hata yaptı. Eugenia büyük bir hata yaptı Ge
neral. Neden siz hep Binbaşı olarak kalmak zorundasınız? Ge
neral, damadınızın resmini gördüm. Ben de size kendi resmi
m i vermek istiyorum. Tui l eries'ye birini gönderin de aldırın.
Araba nerede ? "
" Campo'da bekliyo r. "
" Buraya gönder i n . "
Pencerede bekleyen Dona Tonica, " Rodrigues geliyor" di
ye seslenip tekrar sokağa doğru döndü ve eği l i p gülümseyerek
nişanlısını selamlad ı . Bu arada babası da salonda Rubiao'yu
k ibarca ama k uvvetiice kapıya doğru götürüyordu. Rubiao,
onu a zarlamak için durdu:
265
" General , ben sizin i mparatorunuzum . "
" El bette Majesteleri, a m a l ütfen benimle gel i n . "
Kapıya vardılar. Tam Rodrigues ayağını eşiğe atacakken
Binbaşı da kapıyı açtı. Dona Tonica nişanlısını karşılamaya gel
di ama Rubiao i l e B i n başı kapının önünü kapatmaktaydılar.
Rodrigues şapkasını çıkarınca beyaziaşmaya başlayan dik saç
ları göründü. İ nce yüzü ç i l lerle doluydu ama k i bar ve alçak
gönüllü bir gülüş ü vard ı . Hatta kibar olmaktan çok daha al
çakgön ü l l ü , tavır ve k i ş i l i k olarak yapmacı k l ı k tan uzak ve
makul bir insan olduğunu gösteren bir gülüştü. Gözlerinde,
fotoğraftaki şaşk ı n i fade yoktu. O i fadeni n nedeni , fotoğra
fın güzel görünmesi için gereğinden fazla çaba göstermesi ol
muştu.
" İşte müstakbel damadım bu centilmen. Rodrigues, Cam
po'da bir araba ya da bir süvari birliğine rastladınız m ı ? " d i
ye sorarken, Binbaşı bir de göz k ırptı .
" Hayır efendim, rastlamadım."
B i nbaşı, " İşte " d i yerek R u b i ao'ya döndü. " Ş i m d i bura
dan devam edip Sao Lorenço Sokağı 'na sapaca ksınız. Doğ
ru giderseniz Campo'ya çıkarsınız. Hoşça kalın, yarın görü
şürüz."
Rubiao üç basamak inip ( beş basamak vardı) Rodrigues'in
önünde durdu. Bir süre ona baktı ve tanıştığına çok memnun
olduğunu, iyi bir koca ve iyi bir damat olacağını söyledi. Adı
neydi acaba?
Joao Jose Rodrigues.
" Rodrigues. Damatlığınıza takabileceğiniz bir onur ma
dalyası göndereceğim size. Beni m düğün hediyem de bu ola
cak. Saygı lar, Bay Siqueira."
Siqueira, son i k i basamağı da inmesini sağlamak için tek-
rar koluna girdi .
" Campo'da d iyors u n uz . "
" Campo' da . "
" Hoşça kalın. "
Rubiao sokağa çıktığında Dona Tonica'ya hoşça kal demek
için parmakları şapkası n ı n kenarında, pencerelere baktı ama
266
Dona Ton ica, yazın i l k g ü lleri gibi bütün tazel iği ve çekicili
ğiyle Rodrigues'i n b u l unduğu salona çoktan geçm işti b i l e . . .
CLXXXII
267
" Deol indo! Eve gel Deol indo ! "
Arkadaşının pantolonunu yakalayıp onu bırakmayan De
o l i ndo bu çağrıya uymadı . Bel k i de duymamıştı bile. Etrafta
ki yaygaran ı n gürültüsü, en az bu k üçük yararnazın zay ı f se
siyle bağınrken hissettiği neşe kadar yüksekti:
" D e l i ! Del i ! "
" Deol i n do ! "
Deolindo, annesin i n kendisini görmemesi için kalabal ığın
arasına saklanmaya çalıştı . Ama annesi kalabalığın içine gi
rip onu çekti ve aldı. Daha bu tür sokak eylemlerine katıla
mayaca k kadar küçüktü.
" Anne ya, izin ver de izleyey i m . "
" Ne görmek istiyors u n ? G e l bakayım . "
Kadın çocuğu eve soktu ve sokakta k i grubu izlemek için
kendisi kapıya ç ıktı. Bu s ırada Rubiao d u rmuştu. Kadın
onun göğsü i leride kendi kendine konuştuğunu, bazı a nlam
sız hareketler yaptığını ve ellerini şapkasının kenarına götü
rüp bütün yönlere doğru selam verdi ğ i n i net o larak görebi
l iyord u .
Komşu b i r kadına, " Bazen deliler çok komik oluyor" dedi.
Rubiao, peşinde bağrışan ve gülüşen oğlanlardan oluşan
koroyla yol una devam etti . Deoli ndo d ükkiinın kapısına gel
mişti. Çetenin harekete geçtiğini görünce, kendisine izin ver
mesi ya da yalnız gitmesi n i istemiyorsa kendisiyle birlikte gel
mesi için gözyaşları içinde annesine yalvardı . Bütün umutla
rını kaybedince d e tüm gücünü toplayıp kulak tırmalayan bir
çığl ıkla bağırdı :
" D e l i ! Del i ! "
CLXXXIII
268
du. Küçüklüğünden beri böyleydi. Hatta bir keresinde tam şu
rada bir araba tarafı ndan ezilecekken kıl payı k urtulmuştu.
Yol dan geçen iyi giyi m l i bir beyefendi tam zamanında atılı p
kendi hayatını tehlikeye atarak oğlunu kurtarmasaydı, ölmüş
tü. Tam bu lafları söylediği sırada kadının kocası yolun kar
şısından yanlarına gelip konuşmayı kesti. Kaşlarını çatmış hal
d e komşusun u şöyl e bir selamiayıp eve gitti. Karısı da peşin
den eve gel i p neden böyle yaptığını sordu. Adam, yoldaki yay
garayı anlattı.
Karısı, " Adam buradan geçti " dedi.
" Adamı tanımadın mı ? "
" Hayır. "
Adam, kollarını kavuşturup karısına öylece baktı. Kadın,
kim olduğu n u sordu .
" Deol i ndo'muzu ö l ümden kurtaran adam. "
Kadın tir t i r titredi.
"İyi gördün mü ? "
" Çok iyi gördüm. Zaten onu daha önce de birkaç kez gör
m üştüm ama hiç bu h a l i ne benzemiyordu. Zaval l ı ! Şu zenci
çocuklar çetesi adamın arkasından bağırıp duruyorlar. Tabii,
bu ü lkede polis denen ·şey yok k i . . .
"
269
yor gibiydi. Halinden memnun görünüyordu . Hatta bence gü
l üyordu. İnsanın kafayı yemesi ne feci . . .
"
CLXX X I V
270
insanların çoğu, kendi sıkıntılarını, dertlerini, günlük meşga
lelerini, endişelerini, gücen i k liklerini, kimi bir borcunu, kimi
bir hastalığım, kimi karşılıksız aşkını, kimi bir arkadaşının iha
netini bir dakikalığına u nutuyordu. Bütün mutsuzluklar unu
tuluyordu. Unutka n l ı k, tesell iden iyidir. Ama u nutkanlık göz
açıp kapayıncaya kadar geçer. Yan i deli gittikten sonra her
kes gerçekliğe döner. Sokaklar, yine her zamanki sokak lardır.
O görkemli saraylar, Rubiao ile birlikte yok olmuştur. Bazı in
sanlar da kendilerini onunla karşılaştırıp Tanrıya şükreder. Der
me çatma ama gerçek kulübelerini, hayali şatolara tercih eder
insanlar.
CLXXXV
271
" Size arabalanından birini yollayacağım. Tamamen yep
yeni bir araba olacak. Sevgili eşinizin güzel bedeni, şimdiye ka
dar kimseni n oturmadığı bir koltuğa oturarak gelmeli. Araba
da damasko kumaşından ve kadifeden yastıklar, gümüş gem
ler, altın tekerlekler olacak. Arabayı, amcaının Marengo'da bin
diği atın soyundan gelen at! ar çekecek. Elveda D ü k Pal ha. "
CLXXXVI
CLXXXVII
CLXXXVIII
Sophia, " Ben gönderir i m . Buradan fazla uzak deği l " dedi .
" Hadi şimdi beraber gidel i m . Aklıma b i r şey gel d i . Teda-
272
vi uzun sürebili r. Acaba evi o l d uğu gibi bekletmek yerine sa
tıp parayı R ubiao çıkana kadar bir kenara koymak daha i y i
o l maz m ı ? "
Flamengo'dan Prfncipe Sokağı'na yürüdüler. Birkaç daki
ka s ürdü. Raymundo d ışarı çıkm ıştı a ma eve gelenler oldu
ğunu görünce gelip kapıyı açt ı . Odalar, evde bir a nda kesin
tiye uğrayan bir hayatın varlığın ı gösterecek bir düzen ve ter
tip içinde değil d i . Bir terk edilmişlik, i hmalden, bakımsıziık
tan doğan bir bırakılmışlık havası vardı. Tam bir mobilya kar
maşası içinde olan misafir salonu ise, eski sahibinin bütün de
l iliğini, aklının tüm karışmışlığını, zihninin bütün çarpı klığı
n ı gözler önüne seriyordu .
D o n a Fernanda Soph ia 'ya, " Zengin miydi ? " d i y e sordu .
" M i nas'tan i l k gel d iğinde e l inde b i r şeyler vardı. Ama gö
rünüşe göre hepsini tüketmiş. Elbisenizi n eteklerini kaldırın.
Ev sanki bir asırdır süpürülmemiş gibi duruyor. "
Bakımsız olan tek yer zemi n değil d i . Bütün mobilyaların
üzerinde bir toz tabakası vardı. Buna rağmen uşak, neden böy
le olduğuna ilişkin bir açıklamada bulunmadı. On ları izliyor,
d i n l iyor ve bir yandan da ıslı k l a popüler bir polka havası ça
l ıyordu. Sophia da ondan temizliğe dair bir açıklama isteme
di zaten. Bir an önce " bu pisliğin " içinden çıkmaya can atıyor,
burada bulunmasının tek nedeni olan köpeği uşağa sormak
istemekle birli kte aslında köpeğe de, onunla ilgili hiçbir şeye
de en ufak bir ilgi duymuyordu. B un lar ona o kadar önemsiz
geliyordu ki ne aklına, ne kalbine h itap ediyor, deli rmiş ada
mın anıları bile o evde geçirdiği zamanı daha katlanılabilir kıl
mıyord u . İçinden, yanındaki arkadaş ı n ı n ya nadir bulunabi
lecek bir romantik o ld uğunu, ya da bütün bu hareketlerinin
yapmacık olduğunu geçiriyord u . Y üzündeki, Dona Fernan
da'nın bütün gözlemlerini onayiayan gül ümseyişi bozmadan,
" Ne aptallı k ! " d iye düşündü.
Dona Fernanda ise uşağa, " Şu pencereyi açın . Bütün eşya
lar k ü f kokuyor" dedi .
Sophia, tİksinerek havayı koklayıp, " Dayanılır gibi değil "
dedi.
273
O n u n bu manalı sözlerine rağmen Dona Fernanda evden
bir türlü çıkamıyordu. Harabeye dönüşmüş bu evle ilgili h er
hangi bir kişisel anısı olmamasına karşın tuhaf ve derin bir duy
gunun etkisi altındaydı. Bu duyguya neden olan şey, çöküşün
gözünün önündeki görüntüsü değildi. Bu ev ona zamanın uçup
geçtiğinin ve dünya n ı n fani olduğunun bir göstergesi o larak
görünmemişti. Ev, daha ziyade bir adamın ıstırabını anlatıyor
du ona, ancak birkaç kez görüşüp konuşabildiği bir adamın
acısını. Böylece evde sük unet içi nde ve hüzünlü bir şeki lde do
laşmayı sürdürdükçe düşüncelere daldı. Sophia, bu kadar seç
k i n bir hanımefendiyi rahatsız etme korkusuyla, tek bir laf bi
le etmiyordu. İkisi de elbiselerinin etekleri n i kaldırmışlardı.
Sophia bu önleme ek olarak, sanki bağu luyormuş gibi aceley
le yelpazesiyle yelleniyord u . Birkaç kere de öksürdü.
Dona Fernanda uşağa, " Köpe k ? " diye sord u .
" Yatak odas ı na kapattım. "
" Gidip getir. "
Quincas Borba, bir deri bir kemik ve kuyruğu yerlerde sü
rünür bir halde göründü. Salonun kapısında durup şüpheyle
içerideki kadınlara baktı ama havlamadı. Fersiz gözlerin i yer
den doğru dürüst kaldırınadı bile. Geri dönüp diğer odaya git
mek üzereyken, Dona Fernanda'nın parmağını şaklatmasıy
la olduğu yerde durup k uyruğunu sallamaya başladı.
Dona Fernanda, " İsmi neydi ? " diye sordu.
Uşak gülerek, "Quincas Borba" diye cevap verdi. " İnsan is
mi. Quincas Borba, hadi oraya git, hanımefendi seni çağırıyor. "
" Qu i ncas Borba! Gel oğlum, Q u incas Borba ! "
Quincas Borba bu çağrıya cevap vermek için oraya gitti
ama neşeyle zıpladı falan sanılmasın. Dona Fernanda eğilip ona
arkadaşını sordu. Neredeydi acaba, onu görmek ister miydi . . .
Bu arada uşağa da köpek hakkında sorular soruyordu.
" Evet efendim, şimdi yiyor ama efendim gittiği nde ne yi-
yor ne de su içiyordu . Açlıkta n öleceğini san d ı m . "
" Şimdi iyi y iyor m u ? "
" Fazla yemiyor. "
"Sahibini mi arıyo r ? "
274
Raymundo kahkahasım eliyle bastırarak, " Bence öyle.
Kaçmasın d iye onu odaya kapattım. Artık fazla havlayıp i n
lemiyor da. i lk zamanlar çok havl a d ı . Beni uykumdan uyan
dırdığı b i le oldu. Hatta bir keresinde sopayl a odan ı n kapısı
na vurdum susturmak için . . . "
CLXXXIX
275
belelikten biraz uzaklaştıktan sonra ise hoş konuşmalar yap
ma, uyumlu ve zarif hareketleriyle diğer insanları etkileme sa
natına başvurmaya başladı. Hatta muhabbetle Dona Fernan
da'nın koluna girdi. Rubiiio'dan bahsetti, deliliğin ne kadar
acı k l ı bir şey olduğunu dile getirdi . Bir de Botafogo'daki ev
lerinden bahsetti. Tadilat bitmeden beraber gidip bakmayı öner
di. Hemen bir öğle yemeği yiyip yola çıkabili rlerdi .
exe
exeı
276
sakıncası olabi l i r k i ? Ama benim ka lbirn onu görmeye daya
namaz. O kadar yakın arkadaştık ki zava llıyı görmeye, onun
la konuşmaya dayanıp dayanamayacağımı bilemiyorum. No
tunuzu Christiano'ya gösterdim. O da Bay Rubiao'nun mül
künü 3 conto'ya sattığını söyled i " d i yordu.
CX C I I
Dona Fernanda, " altı ay, sekiz ay çabucak gelir geçer" diye dü
şündü.
Gerçekten de yaşattıkları olaylarla birlikte gel i p geçti l er:
Hükümet tekrar düştü, mart ayında yeni h ük ümet kuruldu,
kocası döndü, " bedava rah i m " �· yasası tartışı ldı, Dona Toni
ca'nın nişanlısı, düğünden üç gün önce öldü. Evet, zaval l ı Do
na Tonica son gözyaşlarını da burada döktü. Aşk ve umutsuz
l u k için dökülen bu gözyaşları, gözlerini o hale getirdi ki, gö
ren bir hastalığı var zannett i .
Yen i bakanlar kurulundan da eski kurulda olduğu gibi öv
güler alan Theophilo, meclis görüşmelerinde çok etkindi. Ca
macho gazetesinde, " bedava rahi m " yasasının a hlaksızlığı teş
v i k edeceğ i n i ve bazı suçların cezadan muaf k a l masını geti
receğ i n i i ddia etti . Sophia, Botafogo'daki e v i n açılışını ekim
ayında yaptı. Göz kamaştırıcı davet, günün en önemli olayı ol
du. Sophia davet için kollarını ve omuzlarını açıkta bırakan
bir elbise giymiş, pahalı mücevherler takmıştı. H1la Rubiao'nun
kendisine i l k hediye ettiği gerdanl ığı takıyordu. Bu tür takı
larda moda pek değişmiyor. Herkes, artık 30'lu yaşiarına gel
miş bu genç kadının bu kadar taze, bu kadar genç kalması
na ve cazibesine hayran oldu. Bazı kocalar, Sophia'nın ne m ü
kemmel bir eş olduğundan, kocasını ne kadar sevdiğinden ( ka
derleri ne yazıklanarak) bahsettiler.
277
cxcıı ı
cxcıv
278
Palha cüzdanı açıp istediği parayı tereddütsüz vermişti.
" Sizi taburcu etmeye çalışacağım ama sanırım birkaç gün
sürer ( tam da davetten bir önceki gündü). Endişe etmeyin, en
geç bir hafta içinde ta burcu o l ursunuz. "
Oradan ayrıl madan önce başhekime gitmiş, o da hastanı n
gayet i y i olduğunu söylemişti. Ancak, " Bir hafta ç o k kısa olur.
Tamamen iyileşmesi için iki aya ihtiyacımız var" dedi. Palha,
Rubiao'nun gayet aklı başında göründüğünü ama durumu en
iyi bilenin başhekim ol duğunu, eğer altı yedi hafta daha ge
rekir diyorsa, acele etmemesini söyledi.
cxcv
279
n unda kafasına sürüler h a l inde üşüşünceye kadar yavaş ya
vaş geldiler gözleri n i n önüne. K imseyi görmüyord u . Aslında
sol tarafta bir pencereden bakan biri vardı. Ama bir bütün ola
rak tam bir ıssızlık hakimdi.
Rubiao, " Belki de geldiğimden haberleri olmamıştır" di
ye düşündü.
cxcvı
Bir anda bir şimşek çaktı. Bulutlar hemen tepede toplandı. Son
ra daha parıltılı bir ş i mşek daha çaktı ve fırtın a başladı. Fır
tına bütün öfkesiyle çullanana kadar yağmur giderek ş i d de
tini artırdı . İ l k damlalar düşmeye başladığında k i l isenin ora
dan geçen R ubiao ile peşindeki sadık ve aç köpeği, şimdi so
kağın aşağısı na doğru y ü rüyordu. Ani sağanak yağmur on
ları şaşırtm ış, sığına ksız ve aç yakalamıştı. Yağmur üzerleri
ne acımasızca çullandı. Koşamıyorlardı çünkü Rubiao kayıp
düşmekten, köpek de onu kaybetmekten kork uyordu . Yarı
yolda Rubiao'nun aklına eczaneye sığınmak geldi. Birden yağ
m u r ve rüzgardan i y i bir şamar y i yerek geri döndü ama yir
mi adım kadar sonra bu düşünce aklından silinip girmişti. El
veda eczane, elveda sığınacak yer! Yolunu niye değiştirdiği
n i hatıriamadığı için, köpek peşinde tekrar aşağı doğru yürü
meye başladı. Olup biteni anlam ayan ama fazla yürü meden
bir yere varmak isteyen köpek de onu izl iyordu. İkisi de ka
falarını karıştıran, gürültül ü fırtına altında, kemiklerine kadar
ıslandılar.
cxcv ı ı
280
ama Allahtan kendisini Tui leries'deki ziyafet sofrasına götü
ren deliliği, yardıma koştu. Böyle bir şansı olmayan Quincas
Borba etrafı kolaçan ediyor, k i m i zaman, Ru biao kaldırıma
oturunca da açlığını unutup sahibinin kucağına çıkıyordu. Sa
hibinin ıslak pantolonu nedeniyle kucaktan iniyor, biraz son
ra tekrar kucağına çıkıyord u . Çünkü artık gece ol muştu, üs
teli k gecenin en karanl ı k saatleriydi ve hava soğuktu. Rubiao
rahatlatıcı sözleriyle beraber hayva n ı n sırtını okşuyordu.
Bütün bunlara karşın Quincas Borba uykuya dalmayı ba
şardığı anda tekrar uyanmak zorunda k a l ıyordu çünkü Ru
biao ayağa k a l k ı p sokağın yokuşunu bir daha ç ı k ı p i nmeye
başlıyordu. Bıçak kadar keskin, acı bir rüzgar esiyor ve ava
releri titretiyordu . Yorg u n l uğ u yüzünden yağmurun i l k baş
ladığ ı s ıradaki uzun ve hızlı y ü rüyüşünü yitiren Rubiao, ar
tık yavaş yürüyor, uzun adımlar yerine kısa ve daha çok adım
atıyordu. Açlıktan ve yorgunl uktan ö lmek üzere olan köpek,
bu yolcul uğu anlayamıyor, neden b urada b u l u n duklarını
bilmiyor, nerede oldu klarını çıkaramıyor, sahibinin sakinleş
tirİcİ sözlerinden başka bir şey duymuyordu. Artık bulutlar
dan kurtulup tüm parlaklıklarını göz önüne seren yıldızları
bile göremiyordu. Yıldızları Rubiao gördü. Şehre ilk girdiğin
de olduğu gibi kilisenin kapısına gelmişti yine. Oturdu ve yıl
dızlara baktı. Çok güzeldiler. Sonra onların büyük salonun avi
zeleri o l d uğunu anladı ve sönd üemeleri n i emretti. Bu emri
nin yerine getir i l d iğini göremedi ç ü n k ü o anda uykuya dal
dı. Köpek de yanındaydı. Sabah uyandıklarında birbirlerine
o kadar sokulmuşlardı k i zam k l a yapıştı tılmış gibi görünü
yorlardı.
CXCVIII
281
CX C I X
282
sinlikle onunla ilgili bir mesele olmadığına garanti verdi. Prus
ya Kral ı'nı ele geçirmişti ve henüz onu öldürtüp öldürtmeye
ceğine karar vermemişti. Belk i d e en iyisi şöy l e büyük bir ke
fal e t (5 milyon frank kadar) alıp onu bırakmaktı.
Sonunda da g ülerek, " Patatesler gal i plere ! " dedi.
cc
cc ı
283
zi çok uzakl ara götürecek başka sorulara gebedi r . . . Gözya
şınız varsa, aradan fazla zaman geçmeyen bu iki ölüm için ağ
layı n . Eli n i zde sadece kahkahalarınız varsa, gül ü n . Bunların
ikisi de aynıdır. Rubiao'nun yalvarmalarına rağmen güzel Sop
hia'nın bakmadığı Güneyhaçı, insanoğlunun gözyaşı i l e kah
kahasını birbirinden ayıramayacak kadar yükseklerdedir gök - ·
yüzünde . . .