You are on page 1of 553

Koyun_Delisi

• Basın
• Radyo - Televizyon
.. Sinema - Video
.. İnternet

Prof. Dr. Kayıhan İÇEL

Yenilenmiş
13. Bası

İstanbul - 2018

BETA
Yaym No: 3800
Hukuk Dizisi: 1858

Kitle İletişim Hukuku


Prof. Dr. Kayıhan İçel

Kasım 2018, İstanbul


ISBN: 978 - 605 - 242 - 271 - 7
Tasarım Uygulama: Gökhan Ayrancı
Kapak Tasarım: Gökhan Ayrancı

Baskı ve Cilt Asya Basım Yayın San.Tic. Ltd. Şti.


Tevfikbey Mah. Halkalı Cad. Elma Basım
Yayıncılık Sitesi No: 162/7
Küçükçekmece - İstanbul
(Sertifika No. 36150) (0212) 693 00 08

© 2018 Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.


Tüm hakları saklıdır. Tamamının ya da herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan
çoğaltılması yasaktır.

Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.


Sertifika No: 16136
Narlıbahçe Sok. No: 11 Cağaloğlu-İstanbul
Tel:(0212)5115432-5190177 Fax:(0212)5138705-5113650
www.betayayincilik.com
ÖNSÖZ

KİTLE İLETİŞİM HUKUKU'nun 2017 yılında yayınlanan 12. Basısının


mevcudu kalmadığından 13. Basısını yayınlıyoruz.
Her basıda yaptığıınız gibi, bu basıda da kitle iletişimi ile ilgili mevzuatımı­
zın tüm yeni hükümleri kitabıınıza işlenmiştir. Ayrıca Yargıtay'ımızın yeni karar-
ları da ilgili kısımlarda ele alınmıştır.

Diğer alanlardaki hukuk kitaplarından farklı olarak, kitle iletişim sürecinin


hukuksal durumunun eskiden bugüne kadar geçirdiği olumlu veya olumsuz aşa­
malarının göz önünde tutulması kitabımızın başlıca özellikleri arasındadır. Eski
ile karşılaştırma olanağını veren bu yöntem yeni basıda da sürdürülmektedir.
Kitle İletişim Hukuku'nun ''Yenilenmiş 2018 Basısı" olan 13. Basısının hu-
kukçulara ve iletişimcilere yararlı olmasını dilerim.

Kasım 2018, İstanbul-Caddebostan

Prof. Dr. Kayıhan İÇEL


ONİKİNCİ BASININ ÖNSÖZÜ

11. Basının 2015 yılında yayınlanması ile birlikte yenileme çalışmalarına


başladığımız KİTLE İLETİŞİM HUKUKU'nun 12. Basısını sunuyoruz.
Yeni Basıda kitle iletişimi ile ilgili mevzuatıınızın hükümleri gözden geçiri-
lerek yenileri kitabıınız uygun kısımlarına işlenmiştir. Bu konuda mevzuatta çoğu
zaman olduğu gibi oldukça kapsamlı değişiklikler yapıldığını belirtmeliyiz. Bu de-
ğişikliklerden bazıları Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükümler nedeniyle
ortaya çıkan yasal boşlukları doldurma çabasının sonucudur. Bazı değişiklikler ise
devreye giren OHAL uygulamalarından olan KHK'ler ile kitle iletişim mevzuatı­
mıza girmiştir.

Kitle iletişim hukukunu ilgilendiren Anayasa Mahkemesi kararlan yeni ba-


sıda analiz edilip, uygun bir şekilde yerleştirildiği gibi, Yargıtay'ımızın yeni karar-
lan da kitabımızın izlediği sistematik içinde ilişkili oldukları konular kapsamında
incelenmiştir. Özellikle, kişilik haklarına saldın ve internet yayınlarında ulaşımın
engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılması ile ilgili yeni kararlara bu basıda yer
verilmiştir.

Yenilenmiş Basıda Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu ile


Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun da incelenen yeni konular
arasındadır.

Burada belirtmek isteriz ki, diğer alanlardaki hukuk kitaplarından farklı


olarak, kitle iletişim sürecinin hukuksal durumunun eskiden bugüne kadar geçir-
diği negatif veya pozitif aşamaların dikkatlerden uzak tutulmaması kitabıınızın
başlıca özellikleri arasındadır. Böylece, Kitabımızın eskiden kopmadan inceleme
özelliğini bu basıda da sürdürmekteyiz.

Kitle İletişim Hukuku'nun ''Yenilenmiş 2017 Basısı" olan 12. Basının tüm
hukukçulara ve iletişimcilere yararlı olmasını dilerim.

Şubat 2017, İstanbul-Caddebostan

Prof. Dr. Kayıhan İÇEL


ONBİRİNCİ BASININ ÖNSÖZÜ

Kitabımızın 2013 yılında yayınladığımız 10. Basısından sonra kitle iletişim


hukukunu ilgilendiren mevzuatta yeniden bazı önemli değişiklikler yapılmıştır.
Bunlardan, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve
Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'da
06.02.2014-6518 sayılı Kanunla yapılan köklü değişiklikler ve getirilen yeni ku-
rumlar internet ortamını önemli biçimde etkileyecek niteliktedir. Özellikle, Özel
Hayatın Gizliliği Nedeniyle İçeriğe Erişimin Engellenmesi sürecini düzenleyen
yeni 9/A maddesi bu konuda uygulamada görülen duraksamayı önlemiştir.
5651 sayılı Kanunda 6518 sayılı Kanunun yaptığı değişikliklerden kısa bir
süre sonra, 10.09.2014-6552 sayılı kanunla getirilen kuralların ise temel hak
ve özgürlükleri Anayasa'ya aykırı olarak sınırlandırdığı gerekçesiyle, Anayasa
Mahkemesi'ne iptal davası açılınıştır.
6552 sayılı kanunun öngördüğü kurallardan, 5651 sayılı kanunun 8. madde-
sine 16. bent olarak eklenen idari tedbir niteliğindeki erişimin engellenmesi hük-
mü şöyledir:
"Milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenme-
si nedenlerinden bir veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde, erişimin engellenmesi Başkanının talimatı üzerine Başkanlık (TİB) ta-
rafından yapılır. Erişim sağlayıcıları Başkanlık'dan gelen erişimin engellenmesi
taleplerini en geç dört saat içinde yerine getirir. Başkan tarafından verilen erişi­
min engellenmesi kararı, Başkanlık tarafından, yirmidört saat içinde sulh ceza
hakiminin onayına sunulur. Hakim kararını kırk sekiz saat içinde açıklar".
Anayasa Mahkemesi, internet özgürlüğüne çok önemli bir kısıtlama niteli-
ğinde olan bu hükmü 6552 sayılı kanunla getirilen diğer bazı hükümlerle birlikte
iptal etmiştir (AYM.02.10.2014-2014/149 E.; RG.01.01.2015). Yüksek Mahkemenin
bu konuda özellikle internet özgürlüğü açısından gösterdiği çok önemli gerekçeler
kitabımızın internet bölümünde ele alınmıştır.

Bu Basıda, diğer tüm yasal gelişmelerin yanı sıra Yargıtay ve Damştay'ın


kitle iletişimine ilişkin yeni kararları da ilgili bölümlere eklenmiştir. Bu karar-
lara kendi özel arşivimizden başka, Uyap Mevzuat Programı (2014) ve İstanbul
Ticaret Üniversitesi anlaşmalı veri tabanlarından olan Kazancı İçtihat ve Mevzuat
Bankası kaynak oluşturmuştur.

Burada kıvanç duyarak belirtmek isterim ki, Kitle İletişim Hukuku'nun


2013 basısı diğer yayınlarımızla birlikte Max - Planck - Institut für auslandisclıes
und internationales Strafreclıt arşivinde ve kütüphanesinde hukukçuların hiz-
metine sunulmuştur. MPI gibi uluslararası üne sahip olan ceza hukuku bilimiyle
8

ilgili bir araştırma kurumunun kütüphanesinde yer almak bizim için büyük bir
onurdur. Bu bağlamda, MPI yetkililerine teşekkürlerimi sunarken, Kitle İletişim
Hukuku'nun Yenilenmiş 2015 Basısının da MPI kütüphanesinde onurlu bir yer
bulacağına inanıyorum.

Kitle İletişim Hukuku' nun "Yenilenmiş 2015 Basısı" nın tüm hukukçulara
ve iletişimcilere yararlı olınasını
dilerim.
Mart 2015, İstanbul-Caddebostan
ONUNCUBASININÖNSÖZÜ

KİTLE İLETİŞİM HUKUKU'nun 9. Basısından bu yana geçen bir yıl içinde


mevzuatımızda yeniden bazı köklü sayılabilecek değişiklikler olmuştur. Bu deği­
şikliklerden biri, "Yargı Hizmetlerinin EtkinleştirilmesiAmacıyla Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların
Ertelenmesi Hakkında Kanun" (02.07.2012-6352; RG. 05.07.2012-28344) ile, diğer
değişiklik ise, "İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" (11.04.2013-6459; RG. 30.04.2013-28633) ile
yapılmıştır. Tüm bu mevzuat değişiklikleri kitabımızın ilgili kısımlarında incelen-
miştir.

Son olarak, 02.08.2013 tarih ve 28726 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan


12.07.2013 tarih ve 6495 sayılı "Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 47. maddesi ile 5651 sayılı İnternet
Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 8. maddesine eklenen 14. fıkra
ile, internet'te işlendiği tespit edilen şans oyunları ile ilgili suçlarda, şans oyunla-
rında yetkili idari veya özel kuruluşlara tanınan bu tür yayınlara erişimi engellen-

me karan venne özel yetkisi kitabımızın İnternet bölümünde ele alınmıştır.

10. Basıda, Yargıtay'ın kitle İletişim Hukukuna ilişkin yeni kararları da in-
celenip, özellikle basında sorumluluk kısmına eklenmiştir.

"Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi" isimli yayınımızın onüçüncü


kitabı olan "İNTERNET HUKUKU" Ocak 2013'de yayınlanmıştır. Bu kitapta, ko-
nuyla ilgili önemli makalelerin yanı sıra Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Avrupa
Parlamentosu'nun internet/bilgisayar suçlan ile ilgili belgeleri ve kararlan bulun-
maktadır. Bu yayınımız da, Kitle İletişim Hukuku'nun 10. Basısını gecikıneden
yayınlamamıza etkili olınuştur.

Yeni basının tüm ilgililere yararlı olmasını dilerim.

Ekim 2013, İstanbul-Caddebostan


DOKUZUNCUBASININÖNSÖZÜ

KİTLE HABERLEŞME HUKUKU'nun ilk kez yayınlandığı 1977 yılından


bu yana 35 yıl geçti. Bu uzun dönem içinde Türkiye'de biri ihtilal olan siyasal,
sosyal ve hukuk sistemimizi derinden etkileyen olaylar zinciri kendini gösterdi.
Başta Anayasa olmak üzere hukukun normatif kaynakları tamamen değiştirildi ve
değiştirilmeye devam edildi. Tüm bu derinden değişiklikler diğer alanlarda olduğu

gibi, hatta daha da kapsamlı ve yoğun bir şekilde kitle iletişimi alanında da olağan
dışı ortamlar yarattı. Türkiye'nin bir dönem ihtilal normları ile yönetilmesi, sonra

yeni Anayasa ile birlikte kitle iletişim araçlarını ve kitle iletişim özgürlüğünü
yakından ilgilendiren anayasal hükümlerin sil baştan yeniden oluşturulması,
zamanla radyo-televizyonda tekelcilikten çoğulculuğa geçilirken hukuk dışı sancılı
bir sürecin yaşanması, daha sonra bu konuda Anayasa'da önemli değişikliklerin
yapılınası, böylece Devlet kuruluşu olan TRT'nin eski etkinliğini kaybetmesi
ve özel radyo-televizyonların etki güçlerinin artması kitle iletişim sistemimizi
derinden etkileıniştir. Tek partili iktidar dönemi ile birlikte hukukun her alanında
ve bu bağlamda kitle iletişim hukukunun normatif kaynaklarında da köklü
değişikliklere gidilmiştir. Örneğin, yeni Basın Kanunu, Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve
Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun, İnternet Ortamında Yapılan
Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele
edilmesi Hakkında Kanun, Elektronik Haberleşme Kanunu kitle iletişim
mevzuatımızdaki en önemli değişikliklerdendir. Son yıllarda, Ceza Hukuku başta
olmak üzere, diğer hukuk dallarının normatif kaynaklarında köklü değişikliklerin
yapılması da kitle iletişim hukukunu önemli derecede etkilemiştir.

Türkiye'de son 35 yıl içinde gerçekleşen çok önemli olaylar ve hukuk


sistemimizi derinden etkileyen zincirleme kodifikasyon hareketleri hukuk
alanında stabil bilimsel çalışmaları zorlaştırmıştır. Zira, stabil bilimsel hukuk
çalışmalarının devamlı normatif değişiklik beklentisi içinde yapılmasının zorluğu
açıktır. Kitle iletişim hukukunu konu alan bu kitabımızın bugüne kadarki yeni
bası sayısının daha çok olmamasının esas nedeni budur.

Yeni adı ile KİTLE İLETİŞİM HUKUKU olarak yayınladığımız kitabımızın


9. Basısındayeni mevzuat değişiklikleri, bu meyanda 15.02.2011 tarihinde kabul
12

edilen ve 03.03.2011 tarihinde yürürlüğe giren (RG. 27863) 6112 sayılı "Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun" incelenerek uygun

bölümlere eklenmiştir. Diğer bölümlerinde de gerekli değişiklikler, eklemeler ve


çıkannalar yapılarak KİTLE İLETİŞİM HUKUKU güncelleştirilmiştir.

Dokuzuncu basının tüm ilgililere yararlı olmasını dilerim.

Nisan 2012, İstanbul-Caddebostan


SEKİZİNCİBASININÖNSÖZÜ

KİTLE HABERLEŞME HUKUKU'nun yedinci basısının yayınlandığı 2007


yılından bu yana kitle haberleşmesini düzenleyen mevzuatımızda önemli bazı
değişiklikler oldu. Yürürlükteki yasalar ve yönetmeliklerdeki değişikliklerden
başka, özellikle İnternet Rejimi'ni doğrudan ilgilendiren iki yeni yasa yayınlan­
dı. Bu yasalardan biri 23.05.2007 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5651 sayı­

lı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla


İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun", diğeri ise 10.11.2008 ta-
rihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5809 sayılı "Elektronik Haberleşme Kanunu" dur.
Her iki yasa da kitle haberleşme hukukumuz, özellikle de internet hukukumuz
alanındaki önemli pozitif kaynaklar arasında yerlerini almışlardır. Bu iki önemli
yasa nedeniyle sekizinci basıda ilgili bahisler tamamen yeniden kaleme alınarak,
açıklamalar, yorumlar ve eleştirilerle kitabımıza yeni bir ivme kazandırılmaya ça-

lışılmıştır.

Bilindiği üzere, son yıllarda Türkiye'de bir kodifikasyon seli yaşanmakta­


dır. Öyle ki, yasalar sürekli değiştirilmekte ve bu değişiklikler bazen doğrudan
doğruya ilgili yasa üzerinde yapıldığı gibi, akla gelmesi zor farklı yasa maddeleri
arasına sıkıştırılarak da yapılmakta ve bir de "uyum yasaları" adı altında toplu
yasa değişiklikleri şeklinde gerçekleştirilmektedir. Mevzuatımızdaki bu değişiklik
seli içinde hataya düşmemek için teorisyenlerin ve uygulamacıların adeta daimi
"teyakkuz" halinde kalmaları zorunluluk düzeyine ulaşmıştır. Mevzuatıınızın son
yıllardaki bu "değişken" durumu nedeniyle, kitabımızın bu basısında mevzuat de-
ğişikliklerinin yoğun ve özenli bir şekilde taranması için olağanüstü çaba gösteril-
miştir. Bilgisayarın ve dolayısıyla internetin bu tür çalışmalarda sağladığı büyük
kolaylıkolmasa söz konusu kodifikasyon seli ile mücadele etmenin zorluğunu iti-
raf etmemiz gerekir. Umudumuz ve beklentimiz, Türkiye'mizin de her an değişik­
lik beklenmeyen istikrarlı bir mevzuata kavuşmasıdır. Zira, ancak bu yolla pozitif
hukuk kaynaklarından gerekli yarar sağlanabileceği gibi, biz bilim adamları da,
böyle güvenilir bir mevzuat ortamında, sürekli mevzuat tarayıcılığını bir yana bı­
rakıp bilimselliğe odaklanarak topluma daha yararlı olabileceğimiz inancındayız.

Mevzuattaki yeniliklerin kitaba işlenebilmesi için ilgili kanun değişiklikleri­


nin tespitinde gösterdiği değerli yardımları için Araştırma Görevlisi Sayın Fulya
Eroğlu'na ve bu basının dizgisini titizlikle gerçekleştiren sayın Hediye Gümen ile
14

sayın Seyhan Satar'ın nezdinde Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.'nin tüm persone-
line teşekkür ederiz.

Bu basıda da Yargıtay'ımızın yeni içtihatlarından örnekler ilgili bahislere


yerleştirilmiştir.

Kitabımızın 7. Basısının mevcudu kalmadığı. için, yenileyerek sunduğumuz


8. Basısının başta Hukuk ve İletişim Fakülteleri öğrencileri ve medya mensupları
olmak üzere, tüm ilgililere yararlı olmasını diliyoruz.

Ekim 2009, İstanbul-Caddebostan


BİRİNCİ BASININ ÖNSÖZÜ

Bu kitap kitle haberleşme araçlarından Basın, Radyo-Televizyon ve Sinema


Filmlerine ilişkin hukuk rejimini sistematik biçimde inceleyerek "Kitle Haberleşme
Hukuku" dalında karşılaşılan problemlere çözümler getirmek amacı ile kaleme
alınmıştır. Bugüne dek Türk Hukuk Literatürüne kitle haberleşme araçlarını
topluca içeren bir kitabın girmemesi, bizi böyle bir çalışmaya iten başlıca etken
olmuştur.

Burada belirtmek gerekir ki, kitle haberleşme araçları ile işlenen suçlardan
sorumluluk konusu daima bu hukuk dalının en önemli konularından biri
sayılmıştır. Bunun nedeni, Kitle Haberleşme Hukukunun temel öğesi olan
"Haberleşme Özgürlüğü"nü sınırlayan hükümlerden en önemlilerinin Ceza
Hukukunun kapsamına girmesidiı: Bu gerçeği gözleyen kanun koyucuları, bir
yandan ceza yaptırımı ile haberleşme özgürlüğünün gelişi güzel sınırlandırılmasını
önleyecek hükümlerinin sorumlu bulamama olasılığını ortadan kaldıracak
nitelikte olmasına özen göstermişlerdir. Gerek Basın Kanunlarındaki, gerekse
Radyo-Televizyon Kanunlarındaki ceza sorumluluğuna ve ceza yargılamasına
ilişkin özel hükümlerin asıl amaçları budur.

Bu alanda değinilmesi zorunluluğu bulunan diğer bir gerçek de, kitle


haberleşme araçları ile işlenen
suçlara ilişin sorumluluk rejimi incelenirken
öncelikle Kitle Haberleşme Hukukuna özgü tüm kavramların ve hurumların bütün
özellikleri ile ortaya konulmasının gerekliliğidir. Çünkü, bizce, örneğin Basın
Hukuku içinde yeralan hemen her kavram ve kurumun "Basın Ceza Hukuku
-Pressestrafrecht" ile yakından veya uzaktan ilgisi vardır. Sözgelimi, haberleşme
özgürlüğü incelenmeden sorumluluk rejimi konusunda ortaya çıkacak problemlere
sağlıklı çözümlemeler getirilemeyeceği gibi, "basılmış eser" ve "yayın" kavramları
tüm özellikleri ile ortaya konulmadan ya da "Yazı İşleri Müdürlüğü"nün huhuki
esası araştırılmadan Basın Ceza Hukukunun ayrıntılarına inilmesi olanahsızdır.
Bunun yanısıra, matbaacılıh faaliyetinde, dönemsel yayın faaliyeti ile ilgili
işlemlerde, cevap ve düzeltme hakhı konusunda ve bunlar gibi daha birçok konuda
ceza yaptırımının uygulanmasını gerektiren durumlarla harşılaşılır. Bütün
bu konularla ilgili özellikleri belirlemeden ceza sorumluluğuna ilişkin ilkeleri
saptamak kanımızca bizi tutarlı sonuçlardan uzaklaştırır.
Açıklamalarımızdan anlaşılmıştır ki, Kitle Haberleşme Hukuku, ceza
hukukçusunun uzmanlığına gereksinme gösteren bir hukuk dalıdır. İşte bu nedenle,
biz de bizden önceki kıdemli cezacıların izinden yürüyerek "Kitle Haberleşme
Hukuku" adlı bu kitabımızı meydana getirdik. Burada, Türk Kitle Haberleşme
Hukuku dalında değerli eserleri ve özellikle "Basın ve Hukuk" kitabı ile bize
öncülük eden ve bu hukuk dalının ceza hukukçusunun uzmanlığına girdiğini
yıllarca önce kanıtlayan muhterem hocam Ord. Prof Sulhi Dönmezer'e alenen
teşekkür etmeyi yerine getirilmesi gereken bir borç sayıyorum.
16

Kitabımız beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, kitle haberleşmesine


ve kitle haberleşmehukukuna ilişkin genel bilgiler bulunmaktadır. Bu bölüm
haberleşme süreci içinde kitle haberleşmesinin yerini ve önemini saptadıktan
sonra, kitle haberleşme hukukunun özelliğini ve niteliğini ortaya koymaktadır.
İkinci bölümde ise, "Haberleşme Özgürlüğü" kitle haberleşme hukukunun temel
kavramı olarak ele alınmış ve incelenmiştir.

Kitabın diğer üç bölümünden birincisi "Basın Rejimi"ni, ikincisi "Radyo-


Televizyon Rejimi"ni ve üçüncüsü de "Sinema Filmleri Rejimi"ni kapsamaktadır.
Örneğin, "Basında Sorumluluk Rejimi", "Basın Rejimi" bölümünde bağımsız bir
paragraf halinde incelenirken, "Radyo-Televizyon Yayınlarında Sorumluluk"
"Radyo-Televizyon Rejimi" bölümünde inceleme konusu yapılmıştır. Bunun gibi,
"Cevap ve Düzeltme Hakkı" konusu da her iki bölümde ayrı ayrı ele alınmıştır.
Kitaptaki bütün konular hem teorik hem de uygulama açısından
incelenmiştir. Teorik incelemelerde karşılaştırmalı hukukun verilerinden en
geniş biçimde yararlanılmaya çalışılmış ve özellikle Kitle Haberleşme Hukuku
alanında çok gelişmiş bir görünüm içinde bulunan Alman Hukukuna bu konuda
önemli yer verilmiştir. Bu arada karşılaştırmalı hukukun teorik esasları Yüksek
Mahkemelerin kararları ile bütünleştirilmiştir. Türk Kitle Haberleşme Hukuku'nun
esasları incelenirken de aynı yöntem uygulanmıştır. Yani, konular teorik temellere
oturtulurken, uygulamanın tutumunu yansıtan Yargıtayın ilginç kararlarından
örnekler verilmiştir.
Dileğimiz, kitabımızın başta meslekdaşlarımız ve öğrencilerimiz olmak üzere
tüm ilgililere yararlı olmasıdır.

Kasım 1977, İstanbul-Kızıltoprak


İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ........................................................................................................................ 3
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... 17
KISALTMALAR ....................................................................................................... 35

BİRİNCİ BÖLÜM
KİTLE İLETİŞİMİNE VE KİTLE İLETİŞİM
HUKUKUNA İLİŞKİN GENEL BİLGİLER

§ ı. KİTLE İLETİŞİMİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLER. ............................ 39

A. GENEL OLARAK İLETİŞİM (HABERLEŞME) .................................... 39


I. Kavram ve tanım ............................................................................... 39
II. İletişim türleri ve etkinlik dereceleri ............................................... 41
1- İletişim türleri ............................................................................ 41
a) Genel olarak......................................................................... 41
b) Yüksek teknoloji devriminin ortaya çıkardığı
iletişim türleri ..................................................................... 42

2- İletişim türlerinin etkinlik dereceleri ....................................... 44


B. KİTLE İLETİŞİMİ ................................................................................... 46
I. Kavram ve tanım ............................................................................... 46
II. Kitle iletişim araçları ........................................................................ 47
1- Genel olarak................................................................................ 4 7
2- Kitle iletişim araçlarının önemi ................................................. 50
a) "Kamuoyu"nun oluşması ve düzenlenmesi
yönünden önemi .................................................................. 50
b) Devletlerarası ilişkiler yönünden önemi ............................ 52
c) Halkın eğlence gereksinimini karşılama
yönünden önemi .................................................................. 53

§ 2. KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNA İLİŞKİN GENEL BİLGİLER ........... 55


A. KAVRAM VE TANIM ............................................................................... 55
B. KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNUN ÖZELLİĞİ VE NİTELİĞİ .............. 55
İKİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

§ 1. GENEL BİLGİLER...................................................................................... 61
A. KAVRAMVETANIM ............................................................................... 61
B. ÇEŞİTLİ SİYASAL REJİMLERDE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ ............. 62
I. Eski Mutlakiyetçi rejimler................................................................ 62
II. Liberal rejimler.................................................................................. 63
III. Eski Komünist rejimler..................................................................... 64
N Faşist ve nasyonal-sosyalist rejimler ............................................... 65
V Çağdaş demokratik rejimler.............................................................. 66
1- Ortak özellikleri .......................................................................... 66
2- İngiltere ....................................................................................... 68
3- Amerika Birleşik Devletleri ....................................................... 68
C. ULUSLARARASI BELGELERDE VE ANAYASALARDA
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ. ....................................................................... 69
I. Uluslararası belgelerde iletişim özgürlüğü ..................................... 69
II. Anayasalarda iletişim özgürlüğü ...................................................... 74

§ 2. TÜRKİYE'DE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ ................................................. 76


A. TARİHSEL GELİŞİM .............................................................................. 76
I. 1924 yılına kadarki dönem ............................................................... 76
II. 1924-1950 yılları arasındaki dönem ................................................. 77
1- Basın ............................................................................................ 77
2- Radyo ........................................................................................... 78
3- Sinema......................................................................................... 80
III. 1950 - 1960 yılları arasındaki dönem ............................................... 81
1-_ Basın ............................................................................................ 81
2- Radyo ........................................................................................... 82
3- Sinema ......................................................................................... 82
N 1960 - 1980 yılları arasındaki dönem ............................................... 83
B. ANAYASAMIZA GÖRE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ ................................ 87
I. Genel olarak....................................................................................... 87
II. İletişim özgürlüğünün sosyal hak niteliği ....................................... 95
III. İletişim özgürlüğünün temel öğeleri ................................................ 96
1- Genel olarak ................................................................................ 96
2- Haber, düşünce ve kanıları serbestçe öğrenebilmek ve
toplayabilmek hakkı ................................................................... 96
19

a) Özellikleri ............................................................................ 96
b) «Bilgi Alma Hakkı» ndan farkı ........................................... 97
3- Düşünce ve kanıları serbestçe açıklayabilmek hakkı .............. 98
4- Haber, düşünce ve kanıları serbestçe yayabilmek hakkı ......... 99
ıv. İletişim özgürlüğünden yararlanacak kişiler ................................ 100
V. İnsan haklarına ilişkin bazı yeni çalışmalarda ve
yasalaştırma hareketlerinde iletişim özgürlüğü ........................... 101
C. İLETİŞİM ÖZGüRLÜĞÜNÜN DÜZENLENMESİ VE
SINIRLANDIRILMASI. ......................................................................... 105
I. Genel olarak ..................................................................................... 105
II. Mevzuatımızın iletişim özgürlüğünü sınırlayan
(veya düzenleyen) hükümlerinden örnekler .................................. 107
1- Genel olarak.............................................................................. 107
2- Basın Kanunu ........................................................................... 107
a) Basın Kanununun öngördüğü basın özgürlüğünü
sınırlandırma koşullan ..................................................... 107
b) Yayın Yasaklan .................................................................. 108

c) Basılmış eserlerin dağıtımının önlenmesi ve


toplatılması. ....................................................................... 112
aa) 1961 Anayasası. ........................................................ 112
bb) 1982 Anayasası.. ....................................................... 114
aaa) 5680 sayılı eski Basın Kanunu dönemi .......... 114
bbb) Yeni Basın Kanunu .......................................... 118
d) Basın araçlarının
müsaderesi .......................................... 119
e) Dönemsel yayınların kapatılması .................................... 120
3- Türk Ceza Kanunu ................................................................... 121
4- Ceza Muhakemesi Kanunu ...................................................... 122
5- Terörle Mücadele Kanunu ....................................................... 123
6- Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanun ........................................................ 125
7- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu - Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri
Hakkında Kanun ...................................................................... 126

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BASIN REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER............................... ····················································· 129


A. BASININ TARİHÇESİ VE ULAŞTIĞI DURUM .................................. 129
B. BASININ KAPSAMI VE ÖNEMİ... ....................................................... 132
20

I. Basının kapsaını .............................................................................. 132


II. Basının önemi .................................................................................. 132
1- Basının kamusal görevleri ....................................................... 132
a) Genel olarak....................................................................... 132
b) Haber verme görevi ........................................................... 134
c) Denetim ve eleştiri görevi ................................................. 135
d) Kamuoyunu açıklama ve oluşturma görevi ..................... 136
aa) Genel olarak.............................................................. 136
bb) Basının kamuoyunu açıklama görevi ...................... 137
cc) Basının kamuoyunu oluşturma görevi .................... 137
e) Basının diğer kamusal görevleri ...................................... 138
2- Devlet ve toplum içinde basının yeri ....................................... 139
3- Basının «dördüncü erk» niteliği ............................................... 141
C. BASIN REJİMİNE İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR .......................... 142
I. «Basılmış eser» kavramı.. ................................................................ 142
1- Kavram ve tanım ...................................................................... 142
2- Basılmış eserin koşullan .......................................................... 144
a) Objektif koşullar................................................................ 144
aa) Basılmış eserin düşünsel içeriği .............................. 144
bb) Basılmış eserin maddi varlığı .................................. 145
cc) Basılmış eserin çoğaltılması. .................................... 145
b) Sübjektifkoşul... ................................................................ 147
3- Basılmış eserin türleri .............................................................. 148
II. «Yayın» kavramı. .............................................................................. 150
1- Kavram ve tanım ...................................................................... 150
2- Yayın şekilleri ........................................................................... 151
a) Yayının esas şekli: «Dağıtılma» ........................................ 151
b) Yayının diğer şekilleri ....................................................... 155
aa) Genel olarak .............................................................. 155
bb) «Gösterilme» .............................................................. 155
cc) «Asılma» ..................................................................... 156
D. MATBAACILIK FAALİYETİ... .............................................................. 157
I. Matbaacılık faaliyeti ve basın özgürlüğü ....................................... 157
II. Matbaacılık faaliyeti için koşullar .................................................. 158
III. Matbaacılık faaliyetinde yükümlülükler ....................................... 159
21

1- «Impressum-zorunlu bilgiler» yükümlülüğü ........................... 159


a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk .................................... 159
b) Türk hukukunda «impressum» yükümlülüğü ................. 160
2- Tevdi yükümlülüğü ................................................................... 163
a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk .................................... 163
b) Türk hukukunda tevdi yükümlülüğüne ilişkin
örnekler.............................................................................. 165
aa) «Matbaalar Kanunu» ve «Basın Kanunu»
gereğince tevdi yükümlülüğü ................................... 165

bb) «Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme


Kanunu» gereğince tevdi yükümlülüğü ................... 167
cc) «Basın-İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun»
gereğince tevdi yükümlülüğü ................................... 168

§ 2. DÖNEMSEL YAYINLAR........................................................................... 170


A. KAVRAM VE KARŞILAŞTIRMALI HUKUK. ...................................... 170
B. TÜRKİYE'DE DÖNEMSEL YAYINLAR .............................................. 172
I. Tanım ............................................................................................... 1 72
II. Dönemsel yayınların koşullan ........................................................ 173
1- Genel Olarak............................................................................. 173
2- «Süreklilik» koşulu ................................................................... 174
3- «Bağımsızlık» koşulu ................................................................ 175
III. Dönemsel yayın türleri .................................................................... 175
1- Gazeteler.................................................................................... 175
2- Dergiler..................................................................................... 176
3- Haber ajansları yayınlan ......................................................... 177
IV. Dönemsel yayınlara ilişkin özel hükümler .................................... 177
1- Genel olarak.............................................................................. 177
2- Dönemsel yayın faaliyeti .......................................................... 179
a) Genel olarak....................................................................... 179
b) Özel mülkiyete konu olan dönemsel yayınlar. ................. 180
aa) Dönemsel yayın sahibi .............................................. 180
aaa) Aranan koşullar ............................................... 180
bbb) Yükümlülükleri ................................................ 182
aaaa) Genel olarak ......................................... 182
bbbb) Beyanname vermek yükümlülüğü ...... 182
cccc) Eski yasada bulunan "defter
tutma yükümlülüğü" ............................ 185
22

ece) Haklan ............................................................. 187


aaaa) İzin almadan dönemsel yayında
bulunmak hakkı ................................... 187
bbbb) Dönemsel yayının adı üzerindeki
hakkı ..................................................... 187

cccc) Yayınlanan yazı ve resinıler


üzerindeki hakkı .................................. 188
bb) Sorumlu yazı işleri müdürü ..................................... 190
aaa) Kavram ............................................................. 190
bbb) Kurumun hukuki esası. ................................... 194
aaaa) Genel olarak ......................................... 194
bbbb) Şekli teori ............................................. 195
cccc) Gerçekçi teoriler ................................... 196
1°) Faaliyet teorisi .............................. 196
2°) Görev teorisi .................................. 197
dddd) Karınateoriler ...................................... 197
eeee) Görüşümüz ........................................... 198

ece) Aranan koşullar ............................................... 201


ddd) Fonksiyonu ....................................................... 203
cc) Muhabirler................................................................. 204
c) Devlet dairelerinin dönemsel yayınlan ........................... 205
d) Yabancı dönemsel yayınlar ............................................... 206
aa) Sınırlamalar.............................................................. 206
bb) Yabancı basın mensuplarına sağlanan
kolaylıklar.................................................................. 211
3- Cevap ve düzeltme hakkı ......................................................... 212
a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk .................................... 212
b) Cevap ve düzeltme hakkının doğması için koşullar ........ 216
c) Cevap ve düzeltme hakkının süjeleri ............................... 219
aa) Aktif süjeler............................................................... 219
bb) Pasif süjeler............................................................... 221
aaa) Cevaba konu olan yayının niteliği .................. 221
bbb) Sorumlu yazı işleri müdürünün cevap
hakkına ilişkin yükümlülükleri ...................... 223

d) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması için


koşullar............................................................................... 229
aa) Cevap ve düzeltme metnine ilişkin koşullar ........... 229
bb) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü ... 232
23

cc) Düzeltme ve cevabın yayınlanmaması .................... 237


V. Dönemsel yayın kuruluşlarında çalışan fikir işçilerine ilişkin
özel hükümler.................................................................................. 238
1- Genel olarak .............................................................................. 238
2- "Fikir işçisi" kavramı ................................................................ 240
3- Basın - iş sözleşmesi ................................................................. 242
a) Yapılınası. .......................................................................... 242
b) Sona ermesi ........................................................................ 243
aa) Sözleşmenin fikir işçisi tarafından feshi ................. 243
bb) Sözleşmenin işveren tarafından feshi ...................... 244
cc) Sözleşme ilişkisinin diğer nedenlerle sona
ermesi ........................................................................ 247
4- Fikir işçisine tanınan haklar ................................................... 248
a) Ücret ................................................................................... 248
b) Ücretli tatiller.................................................................... 249
c) Yıllık ücretli izin ................................................................ 249
d) Mazeret izni ....................................................................... 250
e) Askerlikte ve gebelikte ücret.. .......................................... 250
f) Mahkumiyet halinde ücret ............................................... 251
g) Başka işte çalışma ............................................................. 251
h) Diğer haklar....................................................................... 251
VI. Dönemsel yayınlarda ilan ve reklam rejimi ................................... 252
1- Genel olarak.............................................................................. 252
2- Resmi İlanlar............................................................................. 253
a) Tanım ................................................................................. 253
b) Resmi İlanların yayınlanması ve dağıtılması. ................. 254
3- Özel ilan ve reklamlar.............................................................. 255
a) Tanım ................................................................................. 255
b) Yayın serbestliği ................................................................ 255
c) Sınırlamalar....................................................................... 256
4- İlan ve reklam rejimine uymamanın sonucu .......................... 257
5- Basın-İlan Kurumu .................................................................. 258
a) Görevleri ............................................................................ 258
b) Örgütü ................................................................................ 259
aa) Genel Kurul. .............................................................. 259
bb) Yönetim Kurulu......................................................... 260
cc) Denetçiler................................................................... 260
dd) Genel müdürlük. ....................................................... 261
24

C. DÖNEMSEL YAYINLARDA ÖZDENETİM SİSTEMİ ........................ 262


I. Genel Olarak.................................................................................... 262
II. Yabancı Kuruluşlardan bir örnek: ''.Alman Basın Konseyi"........... 263
1- Kuruluşu ................................................................................... 263
2- Görev ve Yetkileri ..................................................................... 264
3- Çalışma yöntemi ....................................................................... 264
III. Türkiye'de Basının Öz Denetim Sistemi ........................................ 265
1- "Basın Şeref Divanı" deneyi ..................................................... 265
a) Kuruluşu ............................................................................ 265
b) Görev ve yetkileri .............................................................. 266
c) Çalışma yöntemi ................................................................ 268
d) Başarısızlığının nedenleri ................................................. 268
2- "Basın Konseyi" ........................................................................ 271
a) Kuruluş çalışmaları ........................................................... 271
b) Basın Konseyinin amacı ve niteliği .................................. 271
c) Örgütü ................................................................................ 272
d) Basın Meslek İlkeleri ........................................................ 274
e) Konseyin yayına ilişkin şikayetleri karara
bağlama görevi .................................................................. 275

§ 3. BASINDA SORUMLULUK REJİMİ ....................................................... 276


A. BASINDA CEZA SORUMLULUĞU ..................................................... 276
I. Genel Bilgiler................................................................................... 276
1- "Basın Ceza Hukuku" kavramı ................................................ 276
2- Basın suçları ............................................................................. 277
a) "Basın suçu" kavramı ve türleri ....................................... 277
b) Basın suçunun öğeleri ....................................................... 278

aa) Basılınış eserin düşünsel içeriği .............................. 278


bb) Basılmış eserin yayınlanması .................................. 279
cc) Düşünsel içerik ile kanuni tip arasındaki ilişki ...... 282
3- Basında ceza sorumluluğu sistemleri ...................................... 283
a) Genel kurallara göre sorumluluk sistemi ........................ 283
b) Özel sorumluluk sistemleri ............................................... 284
aa) Kanuni sorumluluk sistemi ...................................... 284
bb) Basamaklı sorumluluk sistemi ................................ 285
cc) Taksirden doğan sorumluluk sistemi ...................... 286
c) Karma sorumluluk sistemleri .......................................... 286
25

aa) Genel sorumluluk - kanuni sorumluluk


karması sistem .......................................................... 286

bb) Genel sorumluluk - taksir sorumluluğu


karması sistem .......................................................... 287

II. Türk Basın Hukukunda Ceza Sorumluluğu .................................. 287


1- Tarihsel gelişim ........................................................................ 287
2- Basın düzenine ilişkin suçlarda sorumluluk .......................... 290
3- Özel sorumluluk rejimi ............................................................. 291
a) Dönemsel yayınlarda ceza sorumluluğu .......................... 291
b) Dönemsel olmayan yayınlarda ceza sorumluluğu ........... 296
4- Yargılama rejimi ....................................................................... 301
a) Genel olarak....................................................................... 301
b) Yargılama rejiınine ilişkin özel hükümler ....................... 302
aa) Görevli mahkemeler ................................................. 302
bb) Yetkili mahkemeler ................................................... 304
cc) Basın davalarında gecikmeleri önleyecek
hükümler................................................................... 305
aaa) Dava açma süreleri .......................................... 305
bbb) Soruşturmada süre .......................................... 311
ece) Kovuşturmada ve Yargıtay
incelemesinde süre .......................................... 311
ddd) Tebligat ............................................................. 312
dd) Hürriyeti Bağlayıcı Cezaya Çevirme Yasağı ........... 313
c) Gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakkı ........................ 313
aa) Kavram ...................................................................... 313
bb) Karşılaştırmalı hukuk .............................................. 314
aaa) Genel olarak ..................................................... 314
bbb) Alman hukukunda gazetecilerin
tanıklıktan çekinme hakkı .............................. 316

aaaa) Yasal kaynaklar .................................... 316


bbbb) Tanıklıktan çekinme hakkının
hukuki niteliği ...................................... 316
cccc) Tanıklıktan çekinme hakkının
uygulanma alanı ve süresi ................... 317
dddd) Tanıklıktan çekinme hakkından
yararlanan kişiler ................................ 317
eeee) Tanıklıktan çekinme hakkının
içeriği .................................................... 318
ffff) Tanıklıktan çekinme hakkını
tamamlayan yasaklar .......................... 318
26

cc) Türk hukukundaki durum ve önerilerimiz ............. 318


B. BASINDA HUKUK SORUMLULUĞU ................................................. 320
I. Genel olarak..................................................................................... 320
II. Basın yoluyla kişilik hakkına karşı yapılan saldırılardan
hukuksal sorunıluluk ...................................................................... 322
1- Kişilik hakkı kavramı ve korunması.. ..................................... 322
2- Kişilik hakkının basın yoluyla saldırılara karşı
korunmasına ilişkin özellikler ................................................. 329

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
RADYO - TELEVİZVON REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER ................................... ················································· 363


A. RADYO VE TELEvizyoNUN TARİHÇESİ ........................................ 363
B. RADYO VE TELEvizyoN YAYINLARININ YÖNETİMİNDE
REJİMLER ............................................................................................. 365
I. Kökten tekelci rejimler ve çoğulculuğa yönelik değişimler .......... 365
1- Genel olarak.............................................................................. 365
2- Siyasal iktidara bağımlı radyo-televizyon............................... 365
3- Bir kamu kuruluşu veya karma kuruluşça yönetilen
radyo-televizyon örnekleri ve bunlarda çoğulculuğa
yönelik değişimler..................................................................... 366
a) Fransa................................................................................ 366
b) İtalya .................................................................................. 367

4- Özel teşebbüse tanınan tekel ................................................... 368


II. Kökten birden çok radyo - televizyon kuruluşunun
bulunduğu rejimler.......................................................................... 369

1- Genel olarak .............................................................................. 369


2- Birden çok kamu kuruluşunca yönetilen radyo-televizyon ve
özel radyo - televizyona geçiş örneği: Federal Almanya ......... 369
3- Birden çok özel kuruluş tarafından yönetilen
radyo - televizyonun en eski ve tipik örneği: A.B.D ................ 371
4- Kamu kuruluşları ve özel kuruluşlarca yönetilen
radyo - televizyonun en eski ve tipik örneği: Japonya ........... 371
III. Yayın rejimlerinin gelişim ve değişimler yönünden
değerlendirilmesi ............................................................................. 372
C. RADYO - TELEVİzyON YAYINLARINDA ULUSLARARASI
ÖRGÜTLENMELER VE AVRUPA TOPLULUĞUNUN
GIRIŞIMLERİ ..................................... ··················································· 373
27

§ 2. TÜRKİYE'DE RADYO - TELEVİZY"ON REJİMİ .................................. 375


A. RADYO -TELEVİzyoN TEKELİ DÖNEMİ (TARİHÇE) ................... 375
I. 1961 Anayasası döneminde radyo - televizyon tekeli .................... 375
II. 1982 Anayasası'nda radyo - televizyon tekeli ................................ 376
1- Yasal durum ve gelişmeler ....................................................... 376
a) Yasal durum ....................................................................... 376
b) Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ............................... 378
2- Yasal duruma ve gelişmelere ilişkin görüşümüz .................... 382
III. Radyo - televizyon tekeli döneminde Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu .............................................................. 386
1- 1964 - 1982 yılları arasında TRT ............................................. 386
a) Hukuki statüsü .................................................................. 386
aa) 1971 yılına kadar ...................................................... 386
bb) 1971 yılından sonra .................................................. 388
b) Görevleri ............................................................................ 388
c) Yönetinıi ............................................................................. 389
aa) Organları ................................................................... 389
aaa) Genel olarak ..................................................... 389
bbb) Yönetim kurulu ................................................ 390
aaaa) Kuruluşu ............................................... 390
bbbb) Görevleri ............................................... 391
ece) Genel Müdür ve yardımcıları .......................... 392
ddd) Koordinasyon kurulu ....................................... 393
eee) TRT seçim kurulu ............................................ 393
ffi) Genel danışma kurulu ..................................... 393
ggg) Siyasi yayınlar hakem kurulu ........................ 394
bb) Personeli .................................................................... 394
cc) Kurumla ilgili mali hükümler. ................................. 395
dd) Kurumun idari, mali ve teknik yönlerden
denetlenmesi ............................................................. 396
d) Yayınların düzeni .............................................................. 396
aa) Kurumun uyınası gereken yayın esaslan -
Programları düzenleme serbestliği .......................... 396

bb) Programları düzenleme serbestliğine


konulan sınırlamalar ................................................ 397
aaa) Hükümet bildiri ve konuşmaları .................... 397
28

bbb) Hükümetin bildiri ve konuşmalarına


verilecek cevaplar ............................................ 398
ece) Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili
yayınlar............................................................. 398
ddd) Dış politika ile ilgili yayınlar .......................... 399
eee) Yayın yasakları ................................................ 399
fff) Siyasal partilerin seçim konuşmaları ............. 399
ggg) Cevap ve düzeltme hakkı ................................ 400
2- 1982 - 1993 yıllan arasında radyo - televizyon ve TRT .......... 400
a) Genel olarak....................................................................... 400
b) Radyo -Televizyon yayınlarında temel ilkeler ve
yayın esasları ..................................................................... 402
c) Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu ................................ 404
aa) Kuruluşu .................................................................... 404
bb) Görevleri .................................................................... 405
d) Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu ............................... 406
aa) Hukuki statüsü ......................................................... 406
bb) Görevleri .................................................................... 406
cc) Yönetimi ..................................................................... 407
aaa) Organları .......................................................... 407
aaaa) Genel olarak ......................................... 407
bbbb) Yönetim Kurulu .................................... 408
1 °) Kuruluşu ....................................... 408
2°) Görevleri ........................................ 408
cccc) Genel Müdürlük ................................... 409
dddd) Koordinasyon Kurulu .......................... 410
eeee) Danışma Kurulları ............................... 410
bbb) Personeli ........................................................... 411
ece) Kurumun, idari, mali ve teknik
yönlerden denetlenmesi .................................. 411
dd) Yayınların düzeni ...................................................... 411
aaa) Programları düzenleme serbestliği ................. 411
bbb) Programları düzenleme serbestliğine
konulan sınırlamalar ....................................... 412
aaaa) Hükümet bildiri ve konuşmaları ......... 412
bbbb) Hükümet uygulamalarını tanıtıcı
konuşmalar ........................................... 412

cccc) Hükümet ve siyasi parti


açıklamalarının ve faaliyetlerinin
yayınlanması ........................................ 413
29

dddd) Türkiye Büyük Millet Meclisi ile


ilgili yayınlar ........................................ 413
eeee) Siyasal partilerin seçim
konuşmaları .......................................... 414

ffff) Devletin dış ilişkileri ile ilgili


yayınlar ................................................. 414

gggg) Öğretim ve eğitim yayınlan ................ 414


hhhh) Yayın yasakları ..................................... 415
iiii) Cevap ve düzeltme hakkı ..................... 415
1°) Genel olarak .................................. 415
2°) Cevap ve düzeltme hakkının
doğması için koşullar .................... 416

3°) Cevap ve düzeltme hakkını


kullanacak olanlar ........................ 417
4 °) Cevap ve düzeltme hakkının
kullanılması usulü ........................ 418

ece) Yayınlar üzerindeki haklar ............................. 419


ee) TRT'nin yayınlarında işlenen suçlar ve
haksızfiillerden sorumluluk .................................... 419
aaa) Canlı yayınlar .................................................. 419
aaaa) Ön hazırlık olınadan yapılan
canlı yayınlar ........................................ 419

bbbb) Ön hazırlıktan sonra yapılan


canlı yayınlar ........................................ 420

bbb) Diğer yayınlar .................................................. 421


ece) Kurum personelinin sorumlu olınadığı
yayınlar............................................................. 422

aaaa) Zorunlu yayınlar .................................. 422


bbbb) Başka radyo ve televizyon
kuruluşlarından naklen yapılan
yayınlar ................................................. 422

ddd) Yargılama Hukukuna ilişkin özel


hükümler.......................................................... 422
B. TEKELİN KALKMASINDAN SONRA RADYO - TELEVİZYON ....... 423
I. Devlet tekelinin kaldırılması - Radyo ve televizyonda
çoğulculuk ........................................................................................ 423

II. Yeni radyo-televizyon rejiminin temel özellikleri .......................... 425


1- Genel olarak.............................................................................. 425
2- İzin ve lisans rejimi .................................................................. 427
a) Genel olarak ....................................................................... 427
30

b) İnternet ortamında yayın hizmetleri ............................... 427


3- Yayınların denetlenmesi ........................................................... 427
III. Radyo - televizyon kuruluşları ........................................................ 428
1- Kamu Kuruluşları ve TRT ....................................................... 428
a) Genel olarak....................................................................... 428
b) Yeni radyo - televizyon rejiminde TRT ............................. 428
2- Özel kuruluşlar......................................................................... 430
a) Kuruluş aşamasında koşullar .......................................... 430
b) Hisse, şirket devri ve birleşme ......................................... 431
c) Logo ve çağrı işareti .......................................................... 432
d) İzleyici temsilciliği ............................................................. 432
e) Haber birimlerinde çalışanlar .......................................... 432
f) Sorumlu Müdür bulundunna zorunluluğu ...................... 432
IV. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu .................................................... 433
1- Kuruluşu ................................................................................... 433
2- Görev ve yetkileri ...................................................................... 434
3- Kararlan, yönetimi ve mali kaynaklan .................................. 436
V Yayınların Düzeni ............................................................................ 437
1- Programlan düzenleme serbestliği ve yayın hizmeti
ilkeleri ....................................................................................... 437
2- Programlan düzenleme serbestliğine konulan
sınırlamalar............................................................................... 440

a) Olağanüstü dönemlerde yayın yasaklan ......................... 440


b) Cumhurbaşkanının veya Hükümetin bildirileri ............. 440
c) Seçimlerde siyasi partilerin yayınlan .............................. 441
d) TBMM ile ilgili yayınlar .................................................. 441
e) Eğitim ve öğretim yayınlan .............................................. 441
f) Yeniden iletim yasağı ........................................................ 442
g) Reklamlarla ilgili sınırlamalar ......................................... 442
h) Cevap ve düzeltme hakkı ................................................. 442
aa) Genel olarak .............................................................. 442
bb) Cevap ve düzeltme hakkının doğması için
koşullar...................................................................... 443

cc) Cevap ve düzeltme hakkını kullanacak olanlar ..... 445


dd) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü ... 446
VI. Radyo ve Televizyon yayınlarında işlenen suçlar ve haksız
fiillerden sorumluluk ....................................................................... 446
31

BEŞİNCİ BÖLÜM
SİNEMA - VİDEO REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER.................................................................................... 451


A. SİNEMANIN TARİHÇESİ... ................................................................. 451
B. FİLMLERİN DENETLENMESİNDE SİSTEMLER ............................ 452
I. Genel olarak..................................................................................... 452
II. Sansür sistemi ................................................................................. 452
1- Sınırsız sansür sistemi............................................................. 452
2- Sınırlı sansür sistemi ............................................................... 454
III. Öz denetim sistemi .......................................................................... 454
1- Genel olarak.............................................................................. 454
2- Sistemin işleyişine bir örnek: Federal Almanya ..................... 455
a) Öz denetim komisyonları.. ................................................ 455
b) Komisyonların yetkisi ....................................................... 456

§ 2. TÜRKİYE'DE SİNEMA - VİDEO REJİMİ ............................................. 458


A. TARİHSEL GELİŞİM ............................................................................ 458
I. Genel Olarak.................................................................................... 458
II. 1939 - 1977 yılları arasında film sansürü ...................................... 459
1- Kontrol Komisyonları ............................................................... 459
a) Kuruluşu ............................................................................ 459
b) Görev ve yetkileri .............................................................. 459
aa) Yabancı ülkelerden getirilen filmler ........................ 459
bb) Türkiye'de filme çekilecek senaryolar ..................... 460
cc) Türkiye'de çekilen filmler. ........................................ 460
dd) Sansür ölçüleri .......................................................... 460
c) Kontrol komisyonlarının kararlarına itiraz .................... 461
2- İçişleri Bakanlığının yasaklama yetkisi .................................. 461
III. Sansür sisteminin değiştirilmesi girişimleri ve
1977 - 1983 yılları arasında film sansürü ...................................... 462
N. 1983 tüzüğüne göre sansür sistemi ................................................ 464
1- Denetleme kurulları ................................................................. 464
a) Kuruluşu ............................................................................ 464
b) Görevleri ve çalışma yöntemi ........................................... 465
2- Filmlerin ve film senaryolarının denetimine ilişkin
işlemler...................................................................................... 465
32

a) Yurtdışından getirilen filmler ........................................... 465


b) Yurtiçinde çekilen filmler ve film senaryoları ................. 466
3- Film denetleme kurulu kararlarına itiraz .............................. 468
4- Sansür ölçüleri .......................................................................... 468
5- Özel nitelikleri olan filmlere ilişkin hükümler ....................... 469
a) Küçükler için zararlı filmler ............................................. 469
b) Eğitici ya da özel nitelikli filmler ..................................... 469

c) Öğretici ve teknik filmler. ................................................. 469


d) Yıpranmış ve eskiıniş filmler ............................................ 469

e) Reklam filmleri, güncel ve belgesel filmler ...................... 470


6- İzinden sonra yasaklama ......................................................... 4 70
B. POLİS VAZİFE VE SELAHİYET KANUNUNA DAYANAN
ESKİ SANSüR SİSTEMİNİN ANAYASA KARŞISINDAKİ
DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ... ......................................... 4 71
I. 1961 Anayasası döneıni ................................................................... 471
1- Anayasa Mahkemesinin görüşü .............................................. 471
2- Doktrindeki görüşler................................................................. 4 73
3- Konuya ilişkin görüşümüz ....................................................... 4 74
II. 1982Anayasası ve film sansürü ..................................................... 475
C. YENİ SİNEMA- VİDEO REJİMİ... ...................................................... 476
I. Yeni Rejimin Özellikleri .................................................................. 4 76
II. Üretim ve ithalat - Kayıt ve tescil.. ................................................ 477
III. Eserlerin dağıtımı ve gösterimi ...................................................... 4 7 8
rv. Eser sahiplerinin telif hakkı ........................................................... 479
V İşletme belgesiz ve bandrolsüz veya suç içerikli eserlerde
idarenin yetkisi ................................................................................ 4 79
VI. Sinema ve müzik sanatının maddi açıdan desteklenmesi ............ 480
VII. Sinema filmlerinin denetlenme sistemi ......................................... 480
1- 3257 sayılı Kanuna göre denetleme (önceki durum) .............. 480
a) Denetiınin amacı. ..............................................................
480
b) Denetleme kurulu ve alt koınisyonlar .............................. 481
aa) Denetleme kurulu ..................................................... 481
aaa) Kuruluşu .......................................................... 481
bbb) Görevleri ve çalışma yöntemi .......................... 481
bb) Alt koınisyonlar......................................................... 482
aaa) Kuruluşu .......................................................... 482
bbb) Görevleri ve çalışma yönteıni .......................... 482
c) Denetime ilişkin işlemler .................................................. 483
33

d) Özel nitelikteki eserlere ilişkin hükümler ....................... 484


e) Denetimden geçen eserlerin ceza hukuku
karşısındaki durumu ......................................................... 484

2- 5224 sayılı Kanun'a göre sinema filmlerinin denetlenmesi ... 486


a) Denetlemede özellik ve amaç ............................................ 486
b) Denetlemeyi yapacak kurullar ......................................... 487
c) Düzeltme işlemi ................................................................. 487

ALTINCI BÖLÜM
İNTERNET REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER. ................................................................................... 491


A. "İNTERNET" KAVRAMI VE TARİHÇESİ ........................................... 491
B. İŞLEVİ .................................................................................................... 493
C. İNTERNET ALTYAPISI VE YÖNETİMİ .............................................. 494
D. İNTERNET KULLANIMININ ORTAYA ÇIKARDIĞI
HUKUKSAL SORUNLAR VE ÇÖZÜM YOLL.A..RI .............................. 495
I. Genel Olarak.................................................................................... 495
II. İnternet'te işlenen suçlarla mücadele ve ceza sorumluluğu ......... 496
1- A.B.D.'deki gelişmeler............................................................... 496
2- Federal Alınanya'daki gelişmeler ............................................ 497
3- Uluslararası alandaki gelişmeler ve "Avrupa Konseyi
Siber Suç Sözleşmesi" ............................................................... 499

§ 2. TÜRKİYE'DE İNTERNET ........................................................................... 501


A. İNTERNET'İN TÜRKİYE'DE GELİŞİMİ - İNTERNET
HİZMETİNİ YÖNLENDİREN KURULUŞLAR ................................... 501
B. ELEKTRONİK HABERLESME VE BU BAĞLAMDA
İNTERNET HİZMETİ ALANINDA YENİ SİSTEMİN
ANA HATLARI. ...................................................................................... 502
l Yeni sistemin amacı ve kapsamı. .................................................... 502
II. Elektronik haberleşmede Devletin yetkisi, sorumluluğu ve
bu konuda uyulması gereken ilkeler .............................................. 503
IH. Elektronik haberleşme sektöründe yetkili merciler ve
görevleri ........................................................................................... 504
1- Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ............................................... 504
a) Planlama, strateji koordinasyon yetkisi .......................... 504
b) İnternet Geliştirme Kurulu .............................................. 505
2- Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ........................ 505
a) Genel olarak....................................................................... 505
b) Kurumun internet alanındaki görev ve yetkileri ............ 506
3- Erişim Sağlayıcıları Birliği ...................................................... 507
34

C. TÜRKİYE'DE İNTERNET ORTAMINDA İŞLENEN HUKUKA


AYKIRI EYLEMLERDEN SORUMLULUĞUN GENEL
ESASLARI. ............................................................................................. 508
I. Suçlardan sorumluluk..................................................................... 508
1- Uygulamada ilk örneklerden biri ............................................ 508
2- Suçun işlendiği yer.................................................................... 509
3- Ceza Sorumluluğu .................................................................... 510
a) Genel olarak ....................................................................... 510
b) 5651 sayılı kanun çerçevesinde sorumluluk sistemi ....... 511
aa) Kanunun amacı, kapsamı, içeriği ve niteliği ........... 511
bb) İçerik, yer, erişim sağlayıcılar ile toplu
kullanım sağlayıcılarının sorumluluk.lan ............... 512

II. Kabahatlerden sorumluluk ............................................................. 517


1- Bilgilendirme yükümlülüğüne uymama ................................. 517
2- Erişim sağlayıcıları ile ilgili kabahatler ................................. 519
3- Toplu kullanım sağlayıcıları ile ilgili kabahatler ................... 519
III. İnternet yayınlarına erişimin engellenmesi ................................. 520
1- Lisansı olmadan İnternet ortamında yapılan radyo,
televizyon yayınlarına erişimin engellenmesi ........................ 520
2- Bazı suçlarla ilgili olarak erişimin engellenmesi ................... 520
3- İdari tedbir olarak erişimin engellenmesi olanağını
veren hükümler......................................................................... 522
a) Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen hüküm ................... 522
b) Gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde içeriğin
çıkarılması
ve erişimin
engellenmesi ............................... 525
c) Şans oyunları ile ilgili hüküm .......................................... 527

N. İnternet ortamında kişilik haklarına karşı yapılan


saldırılardan hukuksal sorumluluk - İçeriğin yayından
çıkarılması ve erişimin engellenmesi ............................................. 528

1- Genel olarak.............................................................................. 528


2- Kişilik haklarına yapılan saldırılarda içeriğin
yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi ...................... 529
3- Özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin
engellenmesi ............................................................................. 531
V Elektronik imza ve sorumluluk ...................................................... 532
VI. Elektronik ticaret ve sorumluluk ................................................... 533

KAYNAKÇA ........................................................................................................... 537

KAVRAM DİZİNİ ................................................................................................... 547


KISALTMALAR

Ad.Der. Adalet Dergisi


ABD Ankara Barosu Dergisi
AÜHFD. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
BGE. Entscheidungen des schweizerischen Bundesgerichts
(İsviçre Federal Mahkemesi Kararlan)
BGH. Entscheidungen des Bundesgerichtshofes in Strafsachen
(Alman Federal Mahkemesinin Ceza Hukuku ile ilgili kararları)
Bkz. Bakınız

BTK Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (eski adı ile


Telekomünikasyon Kurumu)
CD. Ceza Dairesi
CGK. Ceza Genel Kurulu
CİGM. Ceza İşleri Genel Müdürlüğü
CMUK 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
CMK 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
Diss. Dissertation (Doktora Tezi)
E. Esas Numarası

EHK Elektronik Haberleşme Kanunu


HD. Hukuk Dairesi
HGK. Hukuk Genel Kurulu
İBD. İstanbul Barosu Dergisi
İHFM. İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası
İKİD. İlmi Kazai İçtihatlar Dergisi
İSMK İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu
Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun
K. Karar Numarası
m. Madde
MHAD. Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi
NJW. Neue Juristische Wochenschrift
No. Numara
36

RG. Resmi Gazete


RGSt. Entscheidungen des Reichsgerichts in Strafsachen
(Alman İmparatorluk Yüksek Mahkemesinin Ceza Hukuku ilgili
kararlan)
RKD. Resmi Kararlar Dergisi
RTÜK Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
s. Sayfa
sy. Sayı

SBFD. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi


TCK. Türk Ceza Kanunu
TİK Türk İçtihatlar Külliyatı
TMK Terörle Mücadele Kanunu
ve son. ve sonrakiler
YKD. Yargıtay Kararlan Dergisi
İRİNCİ ÖLÜM
Kitle İletişimine ve
Kitle İletişim Hukukuna
İlişkin Genel Bilgiler
BİRİNCİ BÖLÜM

KİTLE İLETİŞİMİNE VE KİTLE İLETİŞİM


HUKUKUNA İLİŞKİN GENEL BİLGİLER

§ 1. KİTLE İLETİŞİMİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLER

A. GENEL OLARAK İLETIŞIM (HABERLEŞME)

I. Kavram ve tanım

İnsanların büyük bir toplum içinde ve toplumu oluşturan diğer alt


gruplarda yaşamaları, onları ve sosyal grupları birbirleri ile sürekli iliş­
kilere zorlar ve böylece her insan grubu sosyal ilişkilerin bir tür şebeke­
si olarak ortaya çıkar. Bu ilişkiler ancak iletişim (haberleşme), yolu ile
gerçekleştirilebilir. Diğer yandan, her insan toplumu, bilgi, inanç, sanat,
ahlak, hukuk, gelenek ve göreneklerden ve insanın toplumun bir üyesi
olarak elde ettiği bir çok yetenekten oluşan bir kültüre sahiptir. Toplu-
mun bireyleri bu kültürü sosyalleşme yolu ile kazanırlar. Sosyalleşmenin
sağlanması için de kişiler ve sosyal gruplar arasında iletişim zorunludur.
Böylece iletişim, toplumların sürekliliğini sağlayan zorunlu bir süreçtir.

Haberleşme veya İletişim (Communication)1 kelimesi Latince bir te-


rim olan communis yani ortak kelimesinden türetilmiştir. Bunun nedeni,
iletişim içinde bulunan kişilerin veya grupların bu yolla aynı bilgileri,
aynı düşünceyi, aynı tutumu yani aynı yaşamı paylaşmayı istemeleri-
dir2.

ı Ülkemizin yüksek öğretiminde "İletişim Fakülteleri" ve "Kitle İletişim Hukuku" te-


rimlerinin öne çıkması nedeniyle, kitabımızın 9. basısından itibaren biz de "iletişim"
kelimesine öncelik veriyoruz. Ancak dilimizin zenginliğini sağlamak bakımından
hem «iletişim» ve hem de «haberleşme» kelimelerinin kullanılmasından yana oldu-
ğumuzu belirtmek isteriz.
2
SCHRAMM,W.: Haberleşme Nasıl İşler (ÜNSAL OSKAY: Kitle İletişim Teorilerine
Giriş, Ankara 1969, s. 99); MALETZKE, G.: Psychologie der Massenkommunikation,
Hamburg 1963, s. 17; EVLİYAOĞLU, G.: İletişim psikolojisi - Psilwlojilı İletişim,
Ankara 1987, s. 132.
40 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

İletişim bir yanda haberi veren (kaynak) diğer yanda haberi alan ve
bir de haberi simgeleyen mesaj olmak üzere üç öğeden oluşur3 • Mesajı ve-
ren veya gönderen konuşarak, yazarak, çizerek ya da herhangi bir hare-
kette bulunarak bu işi yapan birey yahut yayımevi, radyo veya televizyon
istasyonu, film stüdyosu gibi bir iletişim örgütüdür. Haberi alan ya da din-
leyen, izleyen, okuyan bir tek kişi ya da bir grubun (dershanedeki öğrenci
grubu, tartışma grubu, kitle dinleyicisi -mass audience- gibi) üyesi olabilir.
Kağıt üstüne çeşitli biçimlerde basılmış mürekkep, havadaki ses dalgala-
n, elektrik devresindeki titreşimler veya herhangi bir sinyal ise üçüncü
öğeyi, yani mesajı meydana getirir.

İletişim kavramı "bilgi, düşünce ve tutumların ortak semboller sistemi


aracılığı ile kişiler
veya gruplar arasında değiş tokuş edildiği bir süreç»
şeklinde tanımlanabilir4 . Bu tanımdan anlaşılacağı üzere, iletişim süreci
kişiler veya gruplar arasında ortak bir semboller sisteminden yararlanıla­
rak gerçekleştirilir. Bu nedenle, ses, görüntü, dokunma, koku ve tad alma
yoluyla algılanan işaretler şeklindeki semboller sistemi olmadan iletişim
süreci işleyemez5 • Başka bir bireye ya da sosyal gruba ulaşmak, onu an-
lamak ve etkilemek için iletişime ve iletişim için ise taraflara ortak olan
bir semboller sistemine gereksinim vardır. Ana dilini henüz öğrenmekte
olan bir küçük çocuk ile sosyalleştirici ajan durumundaki anne ve babası
arasındaki ilişkilerde iletişim güçlüğü ortak semboller sisteminin önemini
belirgin biçimde ortaya çıkaran bir örnektir6 •
Verilen tanımın ortaya koyduğu bir gerçek de, kişilerin iletişim yolu
ile yalnız
bilgilerini değil, fakat düşünce ve tutumlarını da birbirlerine
ulaştırmalarıdır. Çünkü, herhangi bir katkıda bulunmadan sadece elde
edilen bilgilerin başkasına aktarılması insanları araç durumuna sokar ve
kişisel yeteneklerini göstermesine olanak tanımaz. Bu nedenle, iletişimin
yukarıda belirttiğimiz öğelerinden ilkini «kaynak» terimi ile ifade etmek,
iletişim sürecinin bu özelliğine uygunluk göstermektedir. Gerçekten, «ile-

3
İletişimin öğeleri için bkz.: SCHRAMM 99; ORRICK, B.: Halkla ilişkiler (Çev. Oğuz
Onaran), Ankara 1967, s. 12; ASNA, A.: Halkla İlişkiler, 2. Baskı, İstanbul 1974, s.
21, 22; EVLİYAOĞLU, s. 133.
4
İletişim kavramının benzer tanımları için bkz.: ORRICK, 12; TOKGÖZ, O.: Türkiye
ve Ortadoğu Ülkelerinde Radyo-Televizyon Sistemleri, Ankara 1972, s. 33.
5
ORRICK, s. 12. Winsconsin Üniversitesi profesörlerinden R.R Allen'in iletişim kav-
ramını çok güzel analiz eden makalesi için bkz.: Compton's Interactive Encyclope-
dia, Compact Disc.
6
Çocuklarla iletişim konusunda bkz.: BENDER, LIONEL, Understanding Com-
munication and Control (Silver, 1985); BERRY, JOY, Every Kid's Guide to Being
a Comminicator (Childrens, 1987), Communicating (Good Apple, 1988); FISHER,
TREVOR, Communicating, (David & Charles, 1985); SHADL E, CAROLYN AND
GRAHAM, JOAN Building Communication Skills (Dandy Lion, 1981).
GENEL BİLGİLER 41

tişimin kaynağı» kavramı elde edilen bilgilerden başka, kaynak olan birey
tarafından bu bilgilerin değerlendirilmesini ve bunlara yenilerinin eklen-
mesini de içeren bir kavramdır.
İletişim bir bakıma «durum-alış» lar kompleksidir. Kaynak, mesajını
hangi hedefe ileteceğini, bunu hangi semboller sistemine yükleyeceğini,
hangi iletişim kanalını kullanacağım bilmek durumundadır. İşte, bu bir
durum-alış demektir. Mesaj doğru iletilmişse ve alıcı da mesajı algılamaya
hazır ve kusursuz durumda bulunuyorsa, iletişim hedefine ulaşmıştır 7 .

İletişim sürecinde bir de «Feed Back» kavramı vardır. Bunun anlamı


alıcıdan kaynağa gönderilen reaksiyon, yani karşı mesajdır. Kural olarak
kaynak alıcıdan gelen tepkileri kontrol ederek mesajını ona göre iletmeli-
dir. Böyle yapmadığı takdirde iletişim sürecinden sonuç alınamaz 8 •

II. İletişim türleri ve etkinlik dereceleri

1- İletişim türleri

a) Genel olarak
İletişimin değişik tipleri vardır. Bunlardan ilk akla geleni «yüz-yüze
iletişim» dir. Örneğin konuşmalar, toplantılar, demeçler, konferanslar, se-
minerler ve tartışma grupları yüz-yüze iletişimin birer türüdür 9 • Bu tip
iletişimde iletişim süjeleri çoğunlukla herhangi bir araçtan yararlanmak-
sızın haberleşirler. Ancak yüz-yüze iletişimi bir araç kullanmadan yapı­
lan iletişim ile sınırlamamak gerekir. Bir iletişim aracı kullanılsa dahi,
mesajı alanın aynı anda cevap verme olanağının bulunması durumunda
da yüz-yüze iletişim söz konusu olur. Örneğin, telli veya telsiz telefon ara-
cılığı ile yapılan iletişim de «yüz-yüze» iletişimdir. Hatta, aynı anda olmasa
dahi, hemen yanıt verme olanağının bulunduğu modern iletişim araçla-
rında da yüz-yüze iletişimin özellikleri vardır. Söz gelimi, aşağıda aynca
değineceğimiz «internet» kapsamında yer alan, e-mail olarak isimlendiri-
len elektronik posta, sms (kısa mesaj) veya Facebook, Twitter, Google Plus,
Flickr, Instagram gibi sosyal medya yoluyla yapılan iletişimde tarafların
karşılıklı olarak mesajlarını birbirlerine iletmeleri olanaklıdır. Dolayısıy­
la, bu tür iletişim de yüz-yüze iletişimden sayılmalıdır.
İletişimin bir diğer şekli «yüz-yüze olmayan iletişim» dir. Bu tür ile-
tişimin özelliği mesajı alanın aynı anda ya da daha doğru olarak hemen
ardından cevap vermek olanağının bulunmamasıdır. Yüz-yüze olmayan

7
EVLİYAOĞLU, s. 134-135.
8
EVLİYAOĞLU, s. 135.
9
ORRICK, s. 17. İletişim çeşitleri için ayrıca bkz.: ASNA, s. 20-21.
42 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

iletişim «yazılı veya resimli iletişim», «sesli iletişim» ve «sesli ve görüntülü


iletişim» olarak üçe ayrılabilir. Posta ile iletişim ve basın birinciye, radyo
ikinciye, televizyon, sinema filmleri, video bantları ve tek yönlü İnternet
yayınlan ise üçüncüye örnek oluşturur.

İletişimi bir başka yönden «bireylerarası iletişim», «kitle iletişimi»


şeklinde iki gruba ayırabiliriz. Basın, Radyo ve Televizyon, Sinema Filmle-
ri, Video, Ses Bantları ve internet kitle iletişimini, bunların dışında kalan
diğer iletişim tipleri ise bireylerarası iletişimi oluşturur.

b) Yüksek teknoloji devriminin ortaya çıkardığı iletişim türleri

İletişim uzmanları, özellikle uzay araştırmaları için geliştirilen yeni


iletişim teknolojisinin günlük olağan iletişim üzerinde çok önemli biçimde
etkili olduğunu kabul etmektedir. Bu yüksek iletişim teknolojisi sayesinde
başta iş adanılan ve politikacılar olmak üzere bireyler birbirlerinden uzak
kentlerde oldukları halde telekonferans şeklinde görüşme yapabilmekte,
elektronik posta yolu ile kıtalararası süratli mesaj gönderebilmektedir.

Modern teknoloji evlere de girmiştir. Bugün birçok aile televizyon


programlarına kablo veya uydu sistemi yoluyla kolaylıkla ulaşabilmekte
ve sadece kendi ülkelerindeki yayınları değil, tüm Dünyadan yapılan ya-
yınları izleyebilmektedir. Çeşitli yeni cihazlar ve diğer teknik olanaklar da
kişilerin televizyon programlarım sonradan yeniden izlemelerine olanak
sağlamaktadır. Örneğin, Ülkemizde Telekom tarafından hizmete sunulan
ve cep telefonlarından dahi izlenebilen Tivibu Servisi bu yeni kitle iletişim
sürecinin en iyi örneklerinden biridir.

Bizce, bu alanda en önemlisi bilgisayarların iletişim sürecine gittikçe


daha yoğun ve önemli katkıda bulunmasıdır. Çeşitli merkezlerdeki büyük
bilgisayarlar çok yüksek sayıda bilgi depolamakta ve PC denilen kişisel
bilgisayarların bu bilgilerden yararlanmak olanağı ortaya çıkmaktadır.
Kişiler, televizyonlarım, telefonlarım bireysel bilgisayarlara bağlayarak
her türlü bilgiye ulaşabilmekte, sözgelimi bir kütüphanedeki ya da başka
bir program kaynağındaki bilgiyi kolaylıkla sağlayabilmektedir.

Burada İnternet 10 adım taşıyan bilgisayar ağına da değinmemiz ge-


rekir. Bu ağ, hemen tüm ülkelerde kayıtlı üyesi bulunan olağanüstü kap-
samlı bir uluslararası iletişim şebekesidir. Günlük hayatta birçok kişi her-
hangi bir konu hakkında çok kapsamlı bilginin elektronik posta yoluyla

ıo İnternet hakkında çeşitli konularda özlü bilgi almak için şu web sayfasını öneri-
yorıız: AKGÜL, M.- GÖKÇOL, O., İnternet ve ilgili Konularda çokça Sorulan Soru-
lar: INET-TR.CSS", Sürüm 2.5, http://web.bilkent.edu.tr/turkce/css/inet-tr html, 30
Ekim 1997.
GENEL BİLGİLER 43

alınması ve gönderilmesi veya aynı konu üzerinde meslekdaşların ileti-


şimleri gibi ana amaçlar doğrultusunda internet'i kullanmaktadır. İnter­
net'in kullanımı sadece aboneliği ve mesaj göndermek ya da almak için bir
intemet adresine sahip olmayı gerektirmektedir. Bu tür adresler, kullanı­
cının özelleştirilmiş olarak adını, kullandığı cihazı ve cihazın bulunduğu
yeri gösteren bir formata sahiptir. Böylece, kişilerin ve kurumların web
sayfaları gün geçtikçe 'internet' te çoğalmakta, bu sayfalar sayesinde her
türlü konuda her zaman ulaşılabilen yayın yapılmaktadır. İnternet yolu
ile yazılı ve resimli iletişimin yanı sıra sesli ve hem sesli hem de görüntülü
iletişim gerçekleşmektedir. Bu durumu ile, internet kitle iletişiminin en ön
sırasına geçmiş bulunmaktadır 11 .

İnternet bağlamında, özellikle son yıllarda ortaya çıkarak milyonlarca


kişi arasında anlık veya sürekli bağlantı kurmak suretile yeni bir kitle
iletişim sürecini çok yönlü olarak devreye sokan "Sosyal Medya"ya da
burada değinmemiz gerekir. Facebook, Twitter, Google+ başta olmak üzere
bir çok sosyal paylaşım sitesi (social network site) yayına başladıktan kısa
bir sure sonra milyonlarca kullanıcıyı kapsamlarına alarak, bireylerin ve
kurumların günlük aktivitelerinin ayrılmaz bir parçası durumuna gel-
miştir. Diğer yandan, YouTube, Dailymotion gibi sosyal paylaşım siteleri
ise birey ve kurumların video yoluyla yayın yapmalarına olanak vererek
kitle iletişiminin diğer bir güçlü yönünü kitlelere sunmuşlardır. Konuyla
ilgili yazarlar, sosyal paylaşım sitelerini, "bireylerin sınırlı bir sistemde
dışarı açık ya da yan açık bir profil oluşturmalarına, aynı sistem içeri-
sinde bağlantıda oldukları diğer kullanıcıların profillerini listelemelerine,
kendilerinin ya da sistem içerisindeki diğer kullanıcıların oluşturdukları
bağlantı listelerine bakmalarına ve izlemelerine olanak veren web tabanlı
servisler" olarak tanımlamaktadırlar 12 . Kanımızca, sosyal medya gerçekte
genel olarak internet adını taşıyan kitle iletişim araçlarından biridir. Bu
nedenle, bu yeni internet aracı hukuksal açıdan irdelenip değerlendirilir­
ken İnternet sisteminin bağlı olduğu ilkelerin ve hukuk normların üstün-
de veya dışında bir arayış içine girilmemelidir.

İnternet adı verilen dev sistem özünde tam bir serbestlik şeklinde
doğup, öylece devam ederken Amerika Birleşik Devletlerinde çıkarılan
«Telecommunication Act»'e ek niteliğindeki «Communication Decency Act,

11
illuslararası hizmet veren internet servisleri aracılığı ile aranan her konu ile ilgili
internet adreslerine ulaşılabilmektedir. En ünlü İnternet servisleri (arama moto-
ru olarak da isimlendirilmektedir) şunlardır: Google (http://www.google.com.), Al-
tavista (http://www.altavista.digital.com), Yahoo (http://www.yahoo.com), Infoseek
(http:www.infoseek.com), Aynca, Bing Microsoft, Yandex, Magellan, Planet, Lycos,
Hotbot, Metacrawler isimli servisler de kapsamlı hizmet vermektedir.
12
http:www.socialmediatr.com/blog/sosyal-paylasim-sitelerinin-tanimi/
44 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

1996» 18 yaşından küçüklerin erişebileceği pornografik nitelikteki veya


şiddet içeren yayınlarla ilgili olarak 250 bin dolara kadar para cezası veya
2 yıla kadar hapis cezası öngörmüştür(§223) 13 . Ancak, bu kanunu Ana-
yasaya aykırı görerek Amerikan Yüksek Mahkemesine iptal davası açan
American Civil Liberties Union başvurusunda başarılı olmuştur. Böylece,
tüm dünyada ilk sayılabilecek Internet Kanunu düşünce ve söz özgürlü-
ğüne aykırı görülerek14 Amerikan Yüksek Mahkemesince iptal edilmiştir.
Federal Almanya'da ise, Teledienstegesetz-TDG (1997), yani Teleservisler
Kanunun 5. paragrafı bu konudaki sorumluluğu saptarken, doğrudan
kendisi yayında bulunanların genel hükümlere göre sorumlu olacaklarını
öngörmüş, servis sağlayıcıları yönünden ise yayın içeriği hakkında bilgisi
olup olmama ve teknik olarak yayını önleme olanağına sahip bulunup bu-
lunmama kriterlerini esas almıştır 15 • Türkiye'de de internet ortamındaki
yayınlardan sorumluluk "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzen-
lenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hak-
kında Kanun" ile benzer kural ve ilkelere göre düzenlenmiştir (5651 sayılı,
04.05.2007 kabul tarihli Kanun; RG.23.05.2007 tarih ve 26530 sayılı). Bu
konu ileride İnternet Rejimi bölümünde ayrıntılı şekilde açıklanacaktır.

2- İletişim türlerinin etkinlik dereceleri


Yukarıda belirttiğimiz iletişimtiplerinin kişiler üstündeki inandırı­
cılık gücü araştırılmıştır. Bu konuda en yaygın görüş yüz-yüze iletişimin
diğer iletişim tiplerine oranla daha çok inandırıcılık olanağına sahip bu-
lunduğudur16. Gerçek şudur ki, iletişim ne derecede bireyleşirse kişilere
etkisi o kadar çoğalmaktadır. Mesajı alanın düştüğü kuşkuların anında
ortadan kaldırılması olanağı bu çeşit iletişimin inandırıcılık alanındaki
etkinliğini artırmaktadır.

Yüz-yüze iletişimin bu üstünlüğü olmakla beraber, diğer iletişim tiple-


rinin de kendilerine özgü üstünlüklerinin bulunduğunu gözden uzak tut-

13
«Telecommunication Act of 1996» ile ilgili olarak internette başvurulabilecek ad-
reslerden biri: http://thomas.loc.gov. Ayrıca bu konuda yayınlanmış şu kitaplara da
başvurulabilir: PETER K. HELDMAN, Competitive Telecommunications, Published
1997; BERNARD D. REAMS-WILLAM H. MANZ, Federal Telecommunications Law,
Published 1997; LEON T. KNAUER, Telecommunications Act Handbook, Published
1996.
14
Bu konuda bkz.: Medien und Recht «http://www.medien-recht.com/supreme.htm»
15
Teledienstegesetz-TDG'nin içeriği hakkında bilgi için İnternet adresi, http://www.
netlaw.de
16
KLAPPER, T.J.: Değişik İletişim Araçlarının Karşılaştırmalı Etkileri (ÜNSAL OS-
KAY: Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Ankara 1969,s. 206); TEKİN, C. - DEMİRAY,
U.- BARKAN, M.: Video ile Eğitim Merkezi Proje Önerisi, Eskişehir 1987, s. 18.
GENEL BİLGİLER 45

mamak gerekir. Özellikle kitle iletişim araçlarının kitlesellikleri açısından


yüksek prestije sahip olmaları, bu yönden etkinliklerini çoğaltmaktadır 17 .
Diğer yandan, yine bu tür iletişim araçlarının geniş kitlelere seslenebil-
meleri pozitif özelliklerinden biridir..

Kitle iletişim araçları içinde de etkinlik yönünden farklar vardır. Ör-


neğin basının, ses ve görüntü bantlarının ve bazı internet yayınlarının
okuyucuya, izleyiciye kendi yeteneğine uygun bulacağı hızla ilerleme ola-
nağını vermesi, okuyucunun ve izleyicinin bir konuyu gerektiği kapsamda
ele almak olanağına sahip bulunması 18 gibi üstünlükleri vardır. Buna kar-
şılık, radyo ve televizyonun da diğer kitle iletişim araçlarından daha hızlı
haber dağıtma ve daha az kültürlü geniş kitlelere seslenebilme üstünlük-
lerinin bulunduğu söylenebilir. Sinema filmlerinin ise somut sahneleme
olanağı sayesinde özellikle küçüklerde duygusal kabullenme yarattığı ve
bu özelliğinin etkinliğini sağladığı ileri sürülmektedir. Televizyonun, vi-
deonun ve DVD'nin sinemayı da içeren bir kitle iletişim aracı durumuna
girmeleri, sinema filmlerinin sözü edilen etkinliğinin televizyon ve video
bakımından da söz konusu olmasını sonuçlamaktadır 19 . İnternet'in ise
kitle iletişim araçlarının birçok üstünlüklerine birlikte sahip olmasının
yanısıra tek yanlı değil çok yanlı iletişim niteliğini taşıması ve tüm bilgi-
lere anında ulaşma olanağını vermesi yönünden tartışılmaz üstünlükleri
vardır. İnternet web sayfasına sahip her kişi bir yayın organı hüviyetinde
olduğu gibi, web sayfası dahi bulunmayıp sadece elektronik posta adresi
olan veya sosyal medyadan yararlanan kişi ve kuruluşlar da yayın yapa-
bilmektedir. Diğer kitle iletişim araçlarında ise iletişim süreci tek yönlü
işlemektedir.

İletişim tiplerinin etkinlik dereceleri konusunda değinilmesi gereken


bir nokta da, kitle iletişim araçlarının yüz-yüze iletişim ile desteklenme-
si halinde bunların öğreticilik ve inandırıcılık alanındaki etkinliklerinin
çoğalmasıdır. Özellikle eğitim kuruluşlarında yüz-yüze eğitimin yanı sıra
film göstererek eğitime başvurulmasının nedeni bu etkinlikten yararlan-
ma çabasıdır 20 .

Burada, videonun uzaktan öğretime yönelik kullanım olanaklarını


da dikkate almamız gerekir. Gerçekten, radyo ve televizyonla iletişimin

17
KLAPPER, s. 203.
18
ORRICK, s. 30.
19
Sinema ve televizyonun küçükler üzerindeki etkileri için: AZİZ, A.: Görsel İşitsel
İletişim Araçlarının Çocuk ve Gençliğe Etkisi (A. Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın
Yayın Yüksek Okulu, Yıllık, 1973, No.: 1, s. 299 ve son); TOKGÖZ, O.: Televizyon Rek-
lamlarının Anne-Çocuk İkilisine Etkileri, Ankara 1982.
20
Bütün bu konularda özlü bilgi için bkz.: KLAPPER, 201.
46 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

kalıcılık özelliğinden yoksun olan bir yayın yöntemi olduğu bilinmekte-


dir; öğrencinin bu araçlardan kendince uygun olan zaman kesitlerinde
yararlanabilmesi olanaklı değildir. Bu nedenle, video bantlarından veya
disklerinden yararlanarak, böyle bir olanağın sağlanması yoluna gidil-
mektedir21. Keza internet' te çok daha kapsamlı bir biçimde öğretim sağ­
lanabilmektedir. Amerika Birleşik Devletlerin'de bazı üniversiteler bu
yolla eğitime başladıkları gibi 22 . Apple tarafından düzenlenen iTunes U
sistemi bireylerin çeşitli alanlarda üst düzey eğitim görmelerine olanak
sağlamaktadır.

B. KİTLE İLETIŞIMİ

I. Kavram ve tanım

"Kitle İletişimi" veya "Kitle Haberleşmesi", kitle iletişim araçları adı


verilen basın, radyo-televizyon, sinema filmleri, video bantları ve İnternet
ile yapılan her türlü yayınlan kapsayan bir kavramdır23 . İngilizce «Mass
Communication» deyiminin çevirisi olarak dilimize "Kitle Haberleşmesi"
şeklinde giren bu deyim zamanla yerini aynı anlama gelen "Kitle İletişi­
mi" deyimine bırakmış ve konuyla ilgilenenler tarafından yaygın biçimde
benimsenmiştir24 .

Diğer iletişim tiplerinden «kitlesel» olması yönünden ayrılan kitle


iletişiminin bu özelliğini tam anlamı ile açıklayabilmek için «kitle» kav-
ramının neyi ifade ettiğini belirtmek gerekir 25 . Sosyolojik anlamda kitle
ile geniş anlamda kitle farklı kavramlardır. Şöyle ki; sosyal grupların öğe­
lerine sahip bulunmayan ve özellikle sürekli nitelikte olmayan, kendisini
meydana getiren kişiler arasında karşılıklı bağlılık, tavır ve hareketlerde
aynı standartların bölüşülmesi, aynı normların uygulanması özelliklerin-
den yoksun kümelere sosyolojide «kitle» adı verilir. Buna karşılık, belirli
bir mekanda bulundukları varsayılan büyük sayıdaki insanların meydana
getirdiği her çeşit topluluklar «geniş anlamda kitle» olarak isiınlendiril-

21 Açık öğretim ile ilgili olarak video ile eğitim merkezi proje önerisi için bkz.: TEKİN
- DEMİRAY - BARKAN, s. 21 ve son.
22 Örneğin Regent Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İnternet ile yüksek lisans eğitimi
verilmektedir: http://www. regent. edu/acad/shlaw/
23 Bkz.: MALETZKE, s. 14-15.
24 Almanca'da da aynı anlama gelen «Massenko=unikation» terimi kullanılmakta­
dır.
25 TİKVEŞ, Ö.: Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Sinema Filmlerinin Sansü-
rü, İstanbul 1968, s. 79.
GENEL BİLGİLER 47

mektedir 26 . İşte, kitle iletişimi geniş anlamdaki kitlelere yönelik bir ileti-
şimdir.

Çeşitli sorunların ve konuların


kitlelere etkin biçimde duyurulması
gereksinimi kitle iletişim araçlarından yararlanılmasını ve dolayısıyla
kitle iletişimini sonuçlamıştır. Gerçekte, kitle iletişimi insanların iletişim
gereksiniminin bir sonucu olmakta ve gelişen uygarlığın ortaya çıkardı­
ğı bazı araçların iletişimde kullanılmasını ifade etmektedir. İletişim bu
araçlar sayesinde daha etkin biçimde sağlanmakta, buna karşılık iletişim
süreci daha karmaşık bir duruma girmektedir27 . İnternet adı verilen bil-
gisayar ağı ile iletişim bu karmaşıklığı daha da artırmış ve böylece kitle
iletişiminin çok yanlı işleyen yeni bir türü ortaya çıkmıştır.

Özelliklerini gözönünde tutarak kitle iletişimini, «kitle iletişim araç-


larından yararlanılarak, bilgi, düşünce ve tutumların insan toplulukları­
na tek veya çok yanlı olarak ulaştırılması» şeklinde tanımlayabiliriz 28 . Bu
tanımdan anlaşılacağı üzere, diğer iletişim tiplerinden farklı olarak, bu
tip iletişim için geliştirilmiş araçlar aracılığı ile gerçekleştirilmesi, kitle
şeklindeki insan topluluklarına yönelik olması ve tek yanlı veya bazen
karşılıklı da uygulanması kitle iletişiminin başlıca özellikleridir.

IL Kitle

1- Genel olarak

Kitle iletişimi, yukarıda değindiğimiz gibi, kitle iletişim araçları


(Mass Media) 29 ile gerçekleştirilir. Basın, radyo ve televizyon, sinema film-
leri, video bantları, ses bantları ve internet bugün kullanılan kitle iletişim

26
MALETZKE, s. 26; TİKVEŞ, Ö.: Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 89.
27
TOKGÖZ, Radyo ve Televizyon Sistemi, s. 35.
28 Kitle iletişiminin benzer tanımları için bkz.: MALETZKE, s. 62; TOKGÖZ, Rad-
yo-Televizyon Sistemleri, s. 34-35, TİKVEŞ, Sinema Filimlerinin Sansürü, s. 81.
29
Almanca'da kitle iletişim araçları için «Massenmeclien» terimi kullanıldığı gibi aynı
anlama gelen «Massenkommunikationsmittel» terimi de kullanılmaktadır (bkz.:
LÖFFLER, M.: Pressereclıt, Kommentar, Band I, Allgemeines Presserecht, 2. Aufla-
ge, München 1969, s. 155; Basın Hukuku alanında yapılan en kapsamlı çalış­
malardan biri olan bu yapıtın temel içeriği ve düşünsel yapısı korunarak.
yeni basısı tek ciltte toplanmıştır: LÖFFLER.: Presserecht, Kommentar, 5.,
neubearbeitete und erweiterte Auflage, Verlag C.H. Beck, München 2006.
Özellikle kitle iletişim hukukçularına hitap eden Löffler'in Kommentar'ından baş­
ka basın özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesinde daha çok gazetecilere yararlı
olabilecek şu kitap da yeni yayınlardandır: BÖLKE, Presserecht für Journalisten,
Freiheit und Grenzen der Wort-und Bildberichterstattung, Verlag C.H.Beck, Münc-
hen 2004.
48 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

araçlarından başlıcalarıdır. Bütün bu araçların ortak özelliği, bunların


haberleri veya düşünceleri ya da duyguları yazı resim veya ses olarak ço-
ğaltmak suretiyle anonim nitelikteki kitlelere ulaştıran teknik araç duru-
munda bulunmalarıdır. Kitle iletişim araçlarının halkı aydınlatma, eğit­
me veya eğlendirme amacına yönelik olmaları diğer özellikleridir30 .

Kitle iletişim araçları çoğaltma tekniği yönünden üç kısma ayrılır­


lar. Film, radyo ve televizyon gibi sadece ses ve görüntü ile yayın yapan
iletişim araçları nitelikleri gereği kitleseldirler ve belirli cisimleri yoktur.
Buna karşılık, gazeteler, dergiler, plaklar, ses ve video bantları ve diskleri
belirli bir cisimleri olan ve sayısal çoğaltmayı gerçekleştiren kitle iletişim
araçlarıdır 3 ı. İnternet ile iletişimde ise diğer iki grubun tüm özellikleri bir
arada bulunmaktadır. Bu tür iletişimde ses, yazı ve görüntünün yanı sıra
her yayını yazıcı ile sayısal olarak çoğaltma olanağı da vardır.

Türkiye'de mobil telefonların yaygınlaşması, ilk aşamada 2813 sayılı


Eski Telsiz Kanunu'nda32 bir takım değişikliklerin yapılmasını zorunlu
kılmıştı. Bu kanuna göre kurulan Telekomünikasyon Kurumu, elektro-
nik iletişimin kamu kontrolünde yürütülmesiyle görevlendirilmişti. Telsiz
Kanunu elektronik iletişimi; "ses, görüntü, işaret, sembol ve elektrik işa­
retlerine dönüştürülebilen her türlü verinin kablo, telsiz, optik, elektrik,
manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal, elektromekanik ve diğer ile-
tim sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınması" olarak ta-
nımlanmıştı. Buna göre, toplu mesaj sistemleri ve karşılıklı toplu diyaloğa
olanak sağlayan teknolojisi ile artık mobil telefon kullanımı da bir kitle
iletişim biçimi olarak karşımıza çıkmıştır. Bu iletişim sunumunun gü-
venliğini sağlayabilmek maksadıyla yasa koyucu, 2813 sayılı ve 5.4.1983
tarihli Telsiz Kanunu'na "Elektronik Kimlik Bilgisini Haiz Cihazlar" baş­
lığı altında dört kanun maddesi eklenıişti 33 . Bunlara aykırılık halinde ise

30 LÖFFLER, I, s. 155-156; Band II, Die Landespressegesetze der Bundesrepublik


Deu-tschland, 2. Auflage, München 1968, s. 134.
31
LÖFFLER, I, s. 156; II, s. 134.
32
Bu kanunun adı "Telsiz Kanunu" iken 05.11.2008-5809 sayılı Elektronik Haber-
leşme Kanunu'nun 67 nci maddesiyle "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun
Kuruluşuna İlişkin Kanun" olarak değiştirilmiştir.
33 2813 sayılı Kanunun 5809 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılıp yeni kanun içinde
yeniden düzenlenmiş eski hükümlerini, elektronik alandaki yeni gelişmeler parale-
linde Türkiye'de yapılan ilk yasal düzenlemeler oldukları için, okuyucunun bilgisine
sunmayı uygun görüyoruz:

Madde 25a- Kurum tarafından izin verilmedikçe işletmecilerce tedarik edilen abo-
ne kimlik ve iletişim bilgilerini taşıyan özel bilgiler veya cihazın teşhisine yarayan
elektronik kimlik bilgileri yeniden oluşturulamaz, değiştirilemez, kopyalanarak ço-
ğaltılamaz veya herhangi bir amaçla dağıtılamaz.
GENEL BİLGİLER 49

Telsiz Kanunu'nun 32. maddesinde; çeşitli adli ve idari yaptırımlar öngö-


rülmüştü.

05.11.2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik İletişim Kanunu ise


daha ileri bir aşamaya geçerek, mobil telefon sistemleri ve internet de da-
hil olmak üzere tüm elektronik iletişimi bünyesinde toplamak suretiyle,

Elektronik kimlik bilgisi değiştirilmiş cihaz, kart, araç veya gereçlerle, değişiklik
yapılması amacına yönelik yazılım, her türlü araç veya gereçlerin ithalatı, üretimi,
dağıtımı veya tanıtımı yapılamaz, bulundurulamaz, aracılık edilemez.
Elektronik kimlik bilgisi değiştirilmiş cihaz, kart, araç veya gereçlerle, değişiklik
yapılması amacıyla kullanılabilen yazılım, her türlü araç veya gereçlere Kurumun
talebiyle 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 127 nci
madde hükümlerine göre el konulur.
Kurum düzenlemelerine aykırı olarak elektronik kimlik bilgisini haiz yeni veya
kullanılmış cihazların ticareti yapılamaz.
Abone ve cihaz kimlik bilgilerinin güvenliği
Madde 25b- Abone kimlik ve iletişim bilgilerini taşıyan özel bilgiler ile cihazların
elektronik kimlik bilgilerini taşıyan her türlü yazılım, kart, araç veya gereç yetkisiz
ve izinsiz olarak kopyalanamaz, muhafaza edilemez, dağıtılamaz, kendisine veya
başkasına yarar sağlamak maksadıyla kullanılamaz.
İşletmeci veya adına iş yapan temsilcisine abonelik kaydı sırasında abonelik bilgi-
leri konusunda gerçek dışı belge ve bilgi verilemez.
Abonelik tesisi için gerekli kinılik belgeleri kontrol edilmeden işletmeci veya adına
iş yapan temsilcisi tarafından abonelik kaydı yapılamaz.
Abonelik tesisine ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelik-
te belirlenir.
İşletmeciler
Madde 25c- İşletmeciler; kayıp, kaçak veya çalıntı cihazlarla, Kurumun CEIR'ında
yer alan elektronik kimlik bilgileri değiştirilmiş cihazlara elektronik iletişim hiz-
meti veremez.
İşletmeciler, yukarıdaki fıkrada açıklanan yasal olmayan cihazların iletişim şebe­
kelerine bağlanılmalarını önlemek üzere EIR sistemlerini Kurumdaki CEIR siste-
miyle birlikte uyumlu olarak çalışır hale getirmek, bununla ilgili teknik alt yapı
ve sisteminin güvenliği ve güvenilirliğini bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren beş ay içerisinde sağlamak ve aksamaksızın işletmekle yükümlüdürler.
İkinci fıkradaki sistemin işletilmesinden kaynaklanan sorunların işletmeci veya
Kurum tarafından tespit edilip derhal bildirilmesinden itibaren Kurum tarafından
sorunların giderilmesi için işletmeciye beş iş günü süre verilir. Sorunların giderile-
memesi halinde işletmeci derhal gerekçelerini yazılı olarak bildirerek ek süre veril-
mesi amacıyla Kuruma başvurur.
Bilgi ve ihbar merkezi
Madde 25d- Elektronik kinılik bilgisini haiz cihazlar için Kurum, bilgi ve ihbar
merkezi kurar veya kurdurur. Kurum sistemine kayıtlı olan elektronik kimlik bil-
gisini haiz cihazı çalınan, yağmalanan, kaybeden veya her ne suretle olursa olsun
rızası dışında elinden çıkan kişiler öncelikle cihazının elektronik iletişim bağlantı­
sının kesilmesi için Kurumun bilgi ve ihbar merkezine başvurur. Kurum, şüpheliye
isnat edilen suça ilişkin bilgi elde ettiğinde Cumhuriyet Başsavcılığına bildirir.
50 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ayrıntılı bir düzenleme yapmıştır. Bu yasa, öncelikle "elektronik iletişim''i


yeniden tanımlayarak kapsamında genişletmeye gitmiştir. Şöyle ki, yeni
yasaya göre, "elektronik iletişim, elektriksel işaretlere dönüştürü­
lebilen her türlü işaret, sembol, ses, görüntü ve verinin kablo, tel-
siz, optik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal,
elektromekanik ve diğer iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesini,
gönderilmesini ve alınmasını" ifade eder. 5809 sayılı yasa, tüm elekt-
ronik iletişimin denetlenmesini sağlayacak sistemi de yeniden kurmuş ve
bu konuda 2813 sayılı Telsiz Kanunu'nda öngörülen yetkili Telekomüni-
kasyon Kurumu'nun adını "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu."
olarak değiştirmiş ve bu Kuruma elektronik iletişim alanında çok geniş
yetkiler vermiştir. 5809 sayılı yasa 2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun adını
da "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Ku.runmnu.n Kurulu.şu.na İlişkin
Kanun." olarak değiştirmek suretiyle, bu kanunun kapsamını adı geçen
Kurumun kuruluşu ile sınırlı tutmuş ve Türkiye'de elektronik iletişimin
tümünü kendi kapsamı içinde birleştirmiştir. 5809 sayılı Kanunun kurdu-
ğu bu yeni sistem ileride ilgili bahislerde incelenecektir.

2- Kitle iletişim araçlarının önemi

a) "Kamuoyu"nun oluşması ve düzenlenmesi yönünden önemi

Yukarıda iletişim tiplerinin etkinlik derecelerini belirtirken, kitle


iletişim araçlarının yüksek prestije ve geniş halk kitlelerine seslenebil-
me olanağına sahip bulunmaları nedeniyle, bu yönlerden diğer iletişim
araçlarından üstün olduklarını açıklamıştık. Kitle iletişim araçlarının bu
özellikleri kamuoyu (Public Opinion, Öffentliche Meinung) 34 üzerindeki
etkilerini sonuçlar. Gerçekten, örneğin radyo ve televizyon, kanıların ve
bilgilerin biçimlenmesi sürecini büyük ölçüde hızlandırdığı ve seslenilen
kitlelerin sınırlarını çok artırdığı, aynı zamanda haber kaynağının alanını
da genişlettiği içindir ki 35 halkın görüşlerinin oluşmasında ve düzenlen-

34 «Kamuoyu» veya «Halkoyu», belirli bir zamanda, kamusal sorunlar hakkında birey-
sel kanıların toplam sonucu olan ve toplumda kişilerin karşılıklı etkileşmelerinden
doğan genel yargıyı veya ortak kanıyı belirten bir kavramdır. (Bkz.: DAVER, B.:
Siyasal Bilime Giriş,Ankara 1968, s. 233; ORRICK, s. 25; LÖFFLER, I, s. 159. Parla-
menter demokrasilerde ulusal irade ve görüşün ortaya çıkışı kamuoyunun belirgin
örneklerinden biridir. (Bkz.: .KRÜGER,H.: Die öffentlichen Massenmedien als no-
twendige Erganzung der privaten Massenmedien, Frankfurt anı Main-Berlin 1965,
s. 6). «Kamuoyu» hakkında ayrıca bkz.: DERELİ, T.: Kamuoyu, Başlıca Teorik Kav-
ramlar, İstanbul 1976, s. 77. ve son; SEZER, D.: Kamu Oyu ve Dış Politika, Doktora
Tezi, Ankara 1972, s. 22 ve son; ONARAN, A.Ş.: Kamuoyu, El Kitabı, İstanbul 1984,
s. 27 ve son.
35 ORRICK, s. 30.
GENEL BİLGİLER 51

mesinde çok etkin bir duruma girmiştir. Hızla gelişen ve kapsamı gün geç-
tikçe artan internet'in bu alandaki etkinliğinin gücü ise bizce olağanüstü
boyutlara ulaşacaktır.

Halkın bilgi ve kanılarım düzenlemeden bugiiı.7.ün büyük toplumla-


rının siyasal, sosyal ve ekonomik uğraşılarının başarılı biçimde örgütlen-
mesi olanaksız olduğundan, kamuoyunun bu alanlarda istenilen biçimde
oluşması ya da düzenlenmesi zorunludur 36 . İşte, kitle iletişim araçları çe-
şitli toplumsal sorunlarda bunu gerçekleştirebilirler.

Devletin «tanıtma» faaliyeti açısından da kitle iletişim araçlarından


yararlanılır. Gerçekten, tanıtma, çağımızda hemen bütün ülkelerin içte ve
dışta uyguladıkları bir hizmet alanı olarak kabul edilmekte ve özellikle
uluslararası ilişkilerin giderek yoğunlaşıp karmaşıklaştığı günümüzde
önemi günden güne artmaktadır. İşte böyle önemli bir hizmetin gerçekleş­
tirilmesinde birinci derecede kitle iletişim araçlarından yararlanılması zo-
runluluğu doğmaktadır. Ancak tanıtma hizmeti yürütülürken hangi aracın
ve belirli bir araç kümesi içinden hangi türün seçilmesi gerektiği önem gös-
termektedir37. Burada devletlerin tanıtım için internet'i en geniş bir şekil­
de kullanma çabası içinde olduklarını vurgulamamız gerekir. Türkiye'nin
de bu duruma ayak uydurmada geri kalmadığını söyleyebiliriz. Örneğin
TBMM., Bakanlıklar (özellikle Dışişleri Bakanlığı), Basın-Yayın Genel
Müdürlüğü, Devlet İstatistik Enstitüsü, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emni-
yet Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı ile
bazı üniversitelerimizin web sayfaları çok başarılıdır. Türkiye'de İnternet
hakkında ileride «İnternet Rejimi» bölümünde daha geniş bilgi verilecektir.

Özgürlükçü demokrasi, kamusal çıkarlara ilişkin bütün sorunların


açıkça tartışılmasını toplumsal yarar yönünden gerekli görür ve görüşle­
rin herkesin gözü önünde çatışması ile sonuçta en doğrunun, en rasyonel
olanın ortaya çıkacağı inancına dayanır 38 . Bu nedenle, özgürlükten yana,
insan haklarına saygılı demokratik rejimlerde kitle iletişim araçları düze-
nin temel öğesi olarak kabul edilir. Yurttaşların devlet yönetimine katılma
hakkım uygun ve etkin biçimde kullanabilmeleri için kitle iletişiminden
yararlanmaları zorunludur. Çünkü halkın her şeyi doğru ve eksiksiz ola-
rak bilmeden, bildiklerini, gördüklerini başkalarına duyurmadan devlet
yönetiminde etkin olması olanaksızdır39 .

36
Bkz.: ORRICK, 31; GÖLCÜKLÜ, F.: İletişim Hukuku, Ankara 1970, s. 13.
37 Bu konuda ayrıntılı bilgi için: Tanıtma ve Kamuoyunu Aydınlatma (Özel İhtisas
Komisyonu Raporu - T.C. Başbakanlık DPT Yayını, Ankara 1983, s. 19).
38 LÖFFLER, I. s. 10.
39
GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, 13; PYE, L. W.: İletişim ve Siyasal Eklemlenme
(İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Yıllığı I, İstanbul 1988, s. 57).
52 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Klasik demokrasilerde kitle iletişim araçlarının oynadığı bu rol otori-


ter rejimlerde başka bir yönden kendini gösterir40 • Gerçekten, bu çeşit re-
jimlerde yürürlükteki siyasal ve ekonomik düzenin devamı kamuoyunun
buna uygun biçimde oluşmasını gerektirdiğinden, bu amacın gerçekleşti­
rilmesi için kitle iletişim araçlarından yararlanılmaktadır.

Klasik demokrasinin egemen olduğu


az gelişmiş ülkelerde toplumsal
kalkınmanın gerçekleştirilmesinde de kitle iletişim araçlarına başvurul­
makta ve bu yolla halkın eğitimi sağlanarak kamuoyunun daha sağlıklı
oluşmasına katkıda bulunulınaktadır 4 ı. Gerçekten, kitle iletişim araçları
halka bilmediği, tanımadığı yerler ve şeyler hakkında bilgi vererek, halkın
yeni düşüncelere, yeni mallara ve yeni bir yaşam biçimine istek duymasını
sağlayabilecekleri gibi, diğer ülkelerdeki siyasal, ekonomik, sosyal ve kül-
türel durumlar yönünden halkı aydınlatmak suretiyle, ona ülkesindeki bu
konulara ilişkin sorunlarda karşılaştırma olanağı da verilebilir42 •

b) Devletlerarası ilişkiler yönünden önemi

Devletlerin dış politikalarının yürütülmesinde de kitle iletişim araç-


larının önemi vardır. Şöyle ki; bir yandan kitle iletişim araçları ile ka-
muoyu uygun biçimde oluşturularak dış politikada gerçekleştirilmek iste-
nen hususlarda kamuoyunun desteği elde edilebileceği gibi, diğer yandan
yine bu yolla hükümetlerin dış politikalarında kamuoyuna uymaları da
sağlanabilir. Bundan başka, yabancı uluslara ulaşabilmek, onlar üzerin-
de siyasal, sosyal ve kültürel konularda etkin olabilmek bakımından da
kitle iletişimi araçlarına duyulan gereksinim belirgin biçimde orta.dadır.
Özellikle radyo yayınlarında yabancı dilde programlara yer verilmesinin
nedeni budur 43 .

İletişim teknolojisindeki hızlı gelişme toplumlararası uzaklıkları or-


tadan kaldırmıştır. Bu durum değişik coğrafi konumlarda bulunan top-
lumların birbirleri hakkında yaygın bilgi sahibi olmalarını sağlamakta ve

40 Demokrasilerde kitle iletişim araçlarının oynadığı rol hakkında ayrıca bkz.: ARN-
DT, A.: Die Rolle der Massenmedien in der Demokratie (Die Rolle der Massenmedien
in der Demokratie, München und Berlin 1966, s. 1 ve son).
41
Az gelişmiş ülkelerde kitle iletişim araçlarının halk eğitimine katkısı konusunda
bkz.: HEBARRE, J.L.: Die Rolle von Hörfunk und Fernsehen beim demokratischen
Aufbau der Entwicklungslander (Die Rolle der Massenmedien in der Demokratie,
München und Berlin 1966, s. 75 ve son.)
42 OSKAY, Ü.: Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon, Ankara 1971, s. 73. Kitle
iletişimsi araçlarınınkamuoyunun oluşması ve düzenlenmesi konusundaki etkileri
hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz.: KRÜGER, s. 6 ve son.
43
Bkz.: KRÜGER, 6 ve son.
GENEL BİLGİLER 53

toplumları birbirlerine yaklaştırmaktadır. Diğer yandan ekonomik alanda


dış pazarları çeşitlendirme ve ticaret ilişkilerini çok yönlü bir yapıya ka-
vuşturma gereği de toplumlararası ilişkilerin olumlu yönde gelişmesini
zorunlu kılmaktadır. Günümüzde uydu yoluyla gerçekleştirilme aşama­
sına ulaşmış bulunan iletişim teknolojisi Devletlerin tanıtma faaliyetle-
rinin her zamankinden çok ulusal sınırların ötesinde yaygınlaşmasını ge-
rektirmektedir44. Bu meyanda İnternet yayınları Devletlerin uluslararası
tanıtım faaliyetlerinde ulaştıkları önemli bir noktadır.

c) Halkın eğlence gereksinimini karşılama yönünden önemi


Bugün bütün kitle iletişim araçlarının çeşitli fonksiyonları yanında
halkın eğlence gereksinimini önemli derecede karşılama fonksiyonuna da
sahip bulundukları bir gerçektir 45 . Kitle iletişim araçlarının bu fonksiyon-
ları sadece özel mülkiyete konu olanlar bakımından değil, fakat kamusal
nitelikteki kitle iletişim araçları yönünden de sözkonusu olmaktadır. Bu-
rada bütün sorun, kitle iletişim araçlarının halkı eğlendirme fonksiyonu-
nu yerine getirirken, yine de kamusal bir görevi gerçekleştirdikleri bilinci
ile hareket etmeleri, eğlendirmenin dahi halkın eğitimine yönelik olması
ilkesine uymalandır46 . Bu ilkeyi bir yana bırakarak, eğlendirme fonksi-
yonu alanında aşırılığa kaçan ve insanların çeşitli duygusal eğilimlerini
sömürerek ticari kazanç sağlamaya kalkışan bir kitle iletişim aracı hiç
kuşkusuz topluma büyük zararlar verir. Bu yönden, bir zamanlar yaban-
cı ülkeden uydu yoluyla Türkiye'ye yönelik yayın yapmaya başlayan özel
televizyon kuruluşlarının mevzuatımızdaki boşluk nedeniyle denetimsiz
kalmalarının büyük sakıncası olmuştur. Türkiye Radyo-Televizyon Kuru-
munun yaptığı yayınlarda Türkiye Radyo-Televizyon Yüksek Kurulunun
denetimine tabi olmasına karşılık yabancı ülkeden uydu yayını yapan özel
kuruluşların aynı denetime tabi olmamalarının mantıki açıklamasının
olamayacağını ve bu nedenle kitle iletişim mevzuatımızın bir an önce bu
yeni gelişmelere uygun duruma getirilmesi gerektiğini kitabımızın o ta-
rihteki basılarında vurgulamıştık. Önemli sayılabilecek gecikmeden sonra
1994 yılında çıkarılan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hak-
kındaki Kanun 47 bu alanı düzenleyerek sözü geçen boşluğu bir derecede
doldurmuştur. Bu yasada yapılan çeşitli değişikliklerin ardından, son ola-

44
Tanıtma ve Kamuoyunu Aydınlatma, s. 1, 1 7.
45
KRÜGER, s. 25.
46 Kitle iletişim araçlarının çocuklar üzerindeki etkileri konusunda bkz.: TOKGÖZ, O.:
Türkiye'de Kitle İletişim Araçları ve Çocuklar (AÜ. Basın ve Yayın Yüksek Okulu
Yıllık,
1979-1978, Ankara 1979, s. 185 ve son).
47
3984 sayılı Kanun (RG.20 Nisan 1994/21911) 4756 sayılı kanunla değişiklik (RG. 21
Mayıs 2002/24761).
54 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rak 6112 sayılı ve 15.02.2011 kabul tarihli Radyo ve Televizyonların Kuru-


luş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun yayımlanarak (RG.03.03.2011,
Sayı:27863) tü..rn radyo ve televizyon yayınları uygun bir sisteme bağlan­
mıştır. Ilerideki ilgili bahislerde radyo ve televizyon mevzuatımızın yeni
durumu incelenecektir.

Kitle iletişim araçlarının "eğlence gereksinimini karşılama yönünden


önemi" internet ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. İnsanların her ge-
çen gün gittikçe artan «üretilen bilgiyi saklama, paylaşma ve ona kolayca
ulaşma» istekleri sonrasında ortaya çıkmış bir teknoloji olan İnternet sa-
yesinde pek çok alandaki bilgilere kolay, hızlı ve güvenli bir şekilde erişi­
lebilmektedir. Özellikle Twitter, Facebook gibi sosyal paylaşım siteleri ara-
cılığı ile milyonlarca insanın kendi arasında etkileştiği, bilgi değiş-tokuşu
yapabildiği büyük bir topluluk olan internet, evden alış-veriş, bankacılık
hizmetleri, radyo-televizyon yayınları, günlük gazete servisleri gibi uygu-
lamaları ile yaşamı kolaylaştırdığı gibi Elektronik Casino dahil bir çok
eğlence sektörünü de bünyesine alarak eğlence fonksiyonunun boyutlarını
değiştirmiştir48 .

48 Bkz.: İnternet Nedir? -Temel Kavramlar (http://web.bilkent.edu.tr/turkce/css/latin


1Jbolum l. html#3 (sh. 1-2). Ancak burada belirtmemiz gerekir ki, 12.07.2013 tarih
ve 6495 sayılı kanun 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve
Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 5. maddesinde değişiklik yapa-
rak İnternet yoluyla şans oyunları oynanmasına olanak sağlayan kişilere hapis ce-
zası öngörnıüştür.-Ayrıca, 5602 sayılı Şan Oyunları Hasılatından Alınan Vergi, Fon
ve Payların Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 3. maddesinde tanımlanan kurum
ve kuruluşlara da kendi görev alanına giren suçların işlendiğini tespit etmeleri du-
rumunda erişimin engellenmesi konusunda idari karar alma yetkisi tanınmıştır
(5651 sayılı kanunun 8. maddesine 12.07.2013-6495 sayılı kanunun 47. maddesi ile
eklenen 14. fıkrası).
§ 2. KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNA İLİŞKİN GENEL

A. KAVRAM VE TANIM

Kitle iletişim sürecinin uygun ve yararlı biçimde işleyebilmesi için, bu


sürecin çeşitli yönlerden belirli bir düzene sokulması gerekir. Düzenleme
gereksinimi yalnız teknik, kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan değil,
fakat aynı zamanda hukuk açısından da kendini gösterir. Gerçekten, böyle
bir sürecin çalışabilmesi, bazı temel hak ve özgürlüklerin öncelikle sap-
tanmasını ve tanınmasını gerektirdiği gibi, bu özgürlüklerin belirli kural-
lara uygun olarak düzenlenmesine de bağlıdır.

Kitle iletişim araçları ile yapılan iletişimin ön koşulu niteliğindeki


özgürlük tüm kitle iletişim araçlarını kapsadığı takdirde «İletişim Öz-
gürlüğü» adım ahr 1 . İletişim özgürlüğünün düzenlenmesinin nedeni, bu
özgürlüğün bir yandan tam güvenceye kavuşturulmasını, diğer yandan
toplum çıkarlarına uygun biçimde kullanılmasını sağlamaktır 2 . İşte, ileti-
şim özgürlüğünü saptayan, düzenleyen ve sınırlayan hukuk kurallarının
bütünü kitle iletişiminin hukuk rejimini ya da «Kitle İletişim Hukuku»nu
oluşturur 3 •

B. KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNUN ÖZELLİĞİ VE NİTELİĞİ

Kitle iletişim araçlarından her birinin kendine özgü bazı özelliklerinin


bulunması ve kitle iletişimine ilişkin hukuksal sorunlardan bir kısmının
diğer hukuk dallarının kapsamına girmesi, kitle iletişiminin tüm olarak
aynı kanunda düzenlenmesine engeldir. Özellikle radyo ve televizyonun
hemen her ülkede devletin az veya çok sıkı biçimde kontrolüne bağlı tu-
tulması ve bünyelerinin diğer kitle iletişim araçlarından çok karmaşık bu-
lunması, bunlarla yapılan kitle iletişiminde bu özelliklerine uygun hukuk
normlarını gerektirmektedir. Öte yandan, basın kanunlarının, radyo ve
televizyon ile ilgili kanunların, sinemaya ilişkin pozitif hukuk kaynakla-

1
«İletişim özgürlüğü» aşağıda ikinci bölümde incelenecektir.
2
GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 15.
3
Bkz.: DÖNMEZER, 8.: Basın ve Hukuku, Dördüncü Bası, İstanbul 1976, s. 17-18.
56 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rının yanı sıra, Ceza Hukuku, Ceza Muhakemesi Hukuku, Anayasa Hu-
kuku, İdare Hukuku, Medeni Hukuk, Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku,
Fikri Hukuk, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku ve Vergi Hukuku gibi hukuk
dallarının pozitif hukuk kaynakları da kendi açılarından kitle iletişiminde
uygulama yeri bulurlar4 • Ancak şu noktayı önemle vurgulamak gerekir ki,
diğer hukuk dallarının hükümlerinin kitle iletişiminde uygulanmasında,
iletişim özgürlüğünün gereklerine uygun bir yorum biçimine göre hareket
etmek zorunludur 5 • Yoksa iletişim özgürlüğüne aykırı olarak sözü geçen
normların uygulanması yoluna gidilemez.

Bu açıklamalarımız, «Kitle İletişim Kanunu» adı altında, bütün kitle


iletişim araçlarını içine alan ve kitle iletişimi ile ilgili rejimi tüm ayrıntı­
ları ile düzenleyen bir kanunun meydana getirilmesinin zorluğunu orta-
ya koymaktadır. Durum böyle olduğu içindir ki, gerek yabancı ülkelerin
çoğunda 6 , gerekse ülkemizde sırf basınla ilgili hukuksal kurallar basın
kanunlarında toplanırken, radyo-televizyonun hukuk rejimi ayrı kanun-
larda düzenlenmektedir 7 •

Burada yeni bir kitle iletişim aracı olan internet'e ilişkin hukuk re-
jiminin ne olması gerektiği konusuna da değinmemiz gerekir. Belirtelim
ki, aslında tam bir serbestlik ortamı içinde oluşan İnternet için bazı hu-
kuksal düzenlemelerin yapılması gereksinimi duyularak, örneğin Ameri-
ka Birleşik Devletlerinde 1996 tarihli «Telecommunication Act» ile özel-
likle ceza sorumluluğu çerçevesinde bazı düzenlemeler yapılmış, Federal
Almanya'da ise 1997'de çıkarılan «Tele-dienstegesetz-TDG» ile yine aynı
konular düzen altına alınmıştır. Ancak şu gözlemimizi vurgulamalıyız ki,
diğer kitle iletişim araçlarından farklı olarak internet'in çok sıkı hukuk
kurallarına bağlanmaması ve genel hükümler çerçevesinde sorunların
çözümlenmesi eğilimi ağır basmaktadır. Türkiye'de bu konuyla ilgili ola-
rak ilk aşamada Ulaştırma Bakanlığı, ana işlevi bakanlığa danışmanlık
olan «İnternet Üst Kurulu» 'nu oluşturarak internet'le ilgili çeşitli sorunla-

4 Bkz.: DÖNMEZER, S.: Basın, s. 39; LÖFFLER, I, s. 25; REHBINDER, M.: Pressere-
cht, Berlin 1967, s. 14.
5
DÖNMEZER, Basın, s. 39.
6
Amerika Birleşik Devletleri, İsviçre ve Hollanda gibi bazı devletlerin dışında çoğu
devletler ayrı basın kanunlarına sahiptir. (LÖFFLER, s. 26.).
7 Ülkemizde 15.02.2011 tarih ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ile 15.7.1950 tarih ve 2954 sayılı Türkiye Radyo
ve Televizyon Kanunu radyo-televizyona ilişkin hukuk kurallarını göstermektedir.
23.1.1986 tarih ve 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanununu yürür-
lükten kaldıran 14.07.2004 tarih ve 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendiril­
mesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun (RG.21.07 .2004, Sayı:
25529) ise sinema ve video ile ilgili normları içermektedir.
GENEL BİLGİLER 57

rıve bu arada hukuksal sorunları incelemeye almıştır 8 • Yine, Dış Ticaret


Müsteşarhğı'nm koordinasyonunda faaliyet göstermiş olan «Elektronik
Ticaret Koordinasyon Kurulu»'nun hazırladığı raporda (Mayıs,1998) bu
alanda hukuki yapının oluşturulmasına ilişkin olarak önemli konulara
değinilmiştir. Konuyu ceza hukuku çerçevesinde ele aldığımızda ise, in-
ternet yayınlarıyla işlenen suçlardan kimlerin sorumlu olacağı, özellikle
servis sağlayıcıların sorumlu tutulup tutulamayacağı sorunları önem gös-
termiştir.. Bunun yanı sıra, Ticaret Hukuku, Borçlar Hukuku, Usul Huku-
ku, Fikri Hukuk gibi alanlarda internet ile ilgili sorunlarla karşılaşılabilir.
Daha önce de değindiğimiz üzere, internet alanında işlenen suçlarla mü-
cadelede hukuksal düzen gereksinimi 04.05.2007 tarihinde kabul edilerek
23.05.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5651 sayılı yasa ile önemli
şekilde karşılanmıştır. İnternet alanında çıkabilecek hukuk sorunları ve
bunlara ilişkin çözüm yollan Altıncı Bölüm olan "İnternet Rejimi"nde ele
alınacaktır.

Kitle iletişim hukukunun kamu hukukuna mı, yoksa özel hukuka mı


girdiği sorununun da açıklığa kavuşturulması gerekir. Bu konu üzerinde
daha çok basın hukuku yönünden durulmuş ve bazı yazarlar 9 bu hukuk
dalının kamusal nitelikte olduğunu ileri sürmüşlerdir. Basın özgürlüğü­
nün anayasal bir kavram olması ve basının demokratik hukuk devletinde
kamusal bir görevi yerine getirmesi gerçekleri gözönünde tutulunca, bu
görüşün yerinde olduğu düşünülebilir. Ancak, gerek basın hukukunun ge-
rekse onu da kapsayan kitle iletişim hukukunun, yukarıda değindiğimiz
gibi, çeşitli hukuk dalları ile yakından ilişkisi vardır. Bunun için, bu hu-
kuk dalının kamu hukukuna girmesinin yanı sıra özel hukukla ilgili öğe­
lere sahip bulunan karma nitelikte bir hukuk dalı olduğunu kabul etmek
gerekir 10 •

8
Halen İnternet Geliştirme Kurulu adıyla görev yapan bu kurul, KHK/655 Karar
Sayılı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 29. maddesine dayanılarak oluşturul­
muştur (Bkz.: http://www.hgm.gov.tr).
9
HANTZSCHEL, K: Reichspressgesetz und die übrigen Pressrecht- Vorschıiften des
Reiches und der Lander, Kommentar, Berlin 1927, s. 10; RUNGE: Urheber-und Ver-
lagsrecht, Stuttgart, 1953, s. 44.
10
Aynı görüş; LÖFFLER, I, s. 28.
ÖLÜM
İletişim Özgürlüğü
İKİNCİ BÖLÜM

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

§ 1. GENEL BİLGİLER

A. KAVRAM VE TANIM

«İletişim veya Haberleşme Özgürlüğü» terimi, kitle iletişim araçların­


dan radyo-televizyon ve sinemanın kitle iletişiminde önemli bir rol oyna-
maya başlamasından sonra, bu alanda bulunması gereken özgürlüğü ifade
etmek amacı ile kullanılan terimdir. Gerçekten, «basın özgürlüğü» sadece
basın yolu ile iletişime ilişkin olduğundan, diğer kitle iletişim araçlarını
da kapsayan böyle bir kavrama olan gereksinim duyulmuştur 1 .

Matbaanın icadından sonra ortaya çıkan basın özgürlüğü kavramına


öngelen özgürlük kavramı ise «düşünce ve söz özgürlüğü» olmuştur. Kişi­
lerin, düşündüklerini istedikleri biçim, zaman ve yerde açığa vurmak, tar-
tışmak ve dilerlerse düşüncelerini açıklamamak serbestisi, yani düşünce
ve söz özgürlüğü olmadan basın ve iletişim özgürlüğünden söz edileme-
yeceği içindir ki, bugün de iletişim özgürlüğünün önkoşulunu düşünce ve
söz özgürlüğü oluşturmaktadır2 • Diğer yandan ise, günümüzde düşünce
özgürlüğünün fiili bir değer kazanabilmesi iletişim özgürlüğü aracılığı ile
olabilmekte ve böylece bu iki özgürlük bir bütünün parçaları durumunda
bulunmaktadır.

XX. yüzyılın ürünü olan ve kitle iletişim araçlarının


tümünü kapsa-
yan iletişim özgürlüğü , ilişkin bulunduğu kitle iletişim araçlarına uygun
3

deyimlerle de anılmaktadır. Gerçekten, doktrinde «radyo-tv özgürlüğü»,

1
Bkz.: TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 19-20.
2
ABADAN, N.: Basın ve İletişim Hürriyeti (Türkiye'de İnsan Haklan Semineri, 9-11
Aralık 1968, Ankara 1970, s. 89); DÖNMEZER, Basın, s. 19; ÖKTEM, N.: Özgür-
lük ve Basın Özgürlüğü (İstanbul Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yıllığı,
I, İstanbul 1988, s. 52). Düşünce ve söz özgürlüğü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.:
AKSOY, M.: Türkiye'de Düşünce Özgürlüğü, (Türkiye'de İnsan Haklan Semineri,
9-11 Aralık 1968, Ankara 1970, s. 125 ve son).
3
TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 19.
62 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

«film özgürlüğü» adı verilen


özgürlükler4, basın özgürlüğü ile birlikte ileti-
şim özgürlüğünün çeşitli kesimlerini ifade etmektedir. Bu özgürlük terim-
lerine «internet özgürlüğü» terimini de ekleyebiliriz.

İletişim özgürlüğü kavramı yönünden değinilmesi gereken bir konu


da, mektup, telefon ve telgraf gibi araçlarla yapılan iletişim alanında söz
konusu olan «özel haberleşme gizliliği» nin kitle iletişimine ilişkin öz-
gürlükle ilgili bulunmadığıdır. Bu nedenle, aşağıda da göreceğimiz üzere
Anayasamızın 22. maddesinde «haberleşme hürriyeti» kenar başlığı ile dü-
zenlenen ve gerçekte "posta dokunulmazlığı" nı ifade eden bu kavramın
iletişim özgürlüğü içinde incelenmesi yerinde değildir 5 •

Yaptığımız açıklamaların ışığında, iletişim özgürlüğünü «haber, dü-


şünce ve kanıların basın, radyo-televizyon, sinema ve internet gibi kitle
iletişim araçları ile serbestçe alınması ve yayılması» şeklinde tanımlayabi­
liriz. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere, iletişim özgürlüğü, haber, düşünce
ve kanıları yayma hakkının yanı sıra, çağdaş insanın sosyal yaşantısının
vazgeçilmez bir koşulu olan haber, düşünce ve kanıların okunması, dinlen-
mesi ve izlenmesi hakkını da kapsamına almaktadır 6 •

Aşağıda, Kitle Iletişim Hukuku'nun temel kavramı durumunda bu-


lunan «İletişim Özgürlüğü» gerek genel çizgileri ile gerekse Türk Hukuku
açısından ele alınacaktır.

B. ÇEŞİTLİ SİYASAL REJİMLERDE İLETIŞIM


ÖZGÜRLÜĞÜ

I. Eski Mutlakiyetçi rejimler


Eski mutlakiyetçi siyasal rejimlerin ortak özelliği, bu rejiınlerde dini
ve cismani liderlerin davranışlarının sözle veya yayın araçları ile eleşti­
rilmesinin bir çeşit küfür, Tanrının iradesine karşı gelme şeklinde kabul
edilmesidir. Örnegin, XVI. yüzyılın başlarında Papa VI. Alexandre yayın­
ladığı emirname ile kilisenin, bütün kitaplar üzerinde sansür yetkisine
sahip bulunmasını istemiş ve 1515 yılında Papa X. Leos zamanında, pa-
panın izni olmaksızın yayınlanacak kitapların alenen yakılacağı ve yazar-
larının aforoz edileceği kararlaştırılmıştır. 1559 yılında ise, kilise meclisi

4
LÖFFLER, I, s. 78.
5 1961 Anayasasının 17. maddesi de «Haberleşme Hürriyeti» deyimini aynı anlamda
kullanmıştı. Bkz.: İL.AL, E.: Radyo Hürriyeti, Özerklik ve 1961 Anayasası, İstanbul
1972, s. 35-36; TANÖR, B.: Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, İstanbul
1969, s. 24; TAŞER, C.: Radyonun Organizasyonu ve Özerkliği, Ankara 1969, s. 127.
6
ABADAN, s. 91.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 63

yasaklanan eser ve yazarları gösteren Index Librorum Prohibitorum'un


çıkarılmasına karar verilmiştir 7.

Daha sonraki yıllarda da mutlakiyetçilikle yönetilen devletlerde bu


uygulama sürmüş, örneğin Fransa ve İngiltere'de krallık imtiyazı ile ilk
kez ortaya çıkan basın tüm olarak hikmeti devlete bağlanmış ve önleyici
sansür ile ayakta kalabilmiştir 8 . Bunun gibi, Almanya'da Habsburg ha-
nedanından II. Rudolf 1608 yılında Frankfurt'ta kurduğu Yüksek Sansür
Mercif (Oberzensurbehörde) ile tüm basını devlet-kilise denetimine sok-
muştur9.

II. Liberal rejimler

Bireyi insanlığın hedefi olarak gören liberalizm akımı, XVII ve XVIII.


yüzyıllarda inanç, düşünce ve söz özgürlüğünün devlete öngelen doğal bir
özgürlük olduğunu ileri sürerek basma sansür konulmasına karşı çık­
mıştır10. Liberalizm akımının basın ve iletişim özgürlüğü alanındaki ilk
önemli temsilcisi John Milton olmuş ve bu şahıs 1644 yılı Kasım ayında
yayınladığı ünlü Areopagitica'sında her çeşit sansürden uzak basın özgür-
lüğünü savunmuştur 11 . Milton'un bütün çabalarına karşın kendi döne-
minde sağlanamayan sansürsüz basın özgürlüğü 1776 yılında Amerika'da
Virginia Bill of Rights'da açıkça belirtilmiş ve her çeşit istibdad rejimine
karşı tek güvence olarak nitelendirilmiştir 12 • 1789 tarihli Fransız İnsan
ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin 11. maddesinde de, fikir ve düşüncelerin
serbestçe yayınlanmasının ve nakledilmesinin insanın en değerli hakla-
rından biri olduğu açıklanmıştır 13 . Bu şekilde doğan ve yerleşen liberalist
düzende, iletişim özgürlüğü, kamların ve fikirlerin bir rekabet kanununa
göre savunulması olarak kabul edilmiş ve bu nedenle, özellikle XIX. yüz-

7
LÖFFLER, I, s. 36; DÖNMEZER,Basın, s. 14. Bu konuda ayrıca bkz.:SCHOLLER,H.:
Person und Öffentlichkeit, München 1967, s. 216. 1948'de resmi baskısı yapılan bu
listenin bugün de yürürlükte olduğu söylenmekle beraber (bkz.: LÖFFLER, I, s. 36),
mevcut anayasal özgürlükler karşısında dini olmaktan öteye bir değeri bulunmadı­
ğı kesindir.
8
ABADAN, s. 91. Ayrıca bkz.: SCHOLLER, s. 218 ve son.
9
LÖFFLER, I, s. 37.
10
Bkz.: LÖFFLER, I, s. 40.
11
BRAUMUELLER, G.: Der Weg zur Pressefreiheit, Bonn 1953, s. 12; BURY, J.B.:
Fikir ve Söz Hürriyeti, Çev. Avni Başman, İstanbul 1945, s. 85.
12
ABADAN, s. 92; LÖFFLER, I, s. 41. Amerika Birleşik Devletlerinde basının ve basın
özgürlüğünün tarihsel gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: BRAUMUELLER,
s. 29 ve son.
13
DÖNMEZER, Basın, s. 44; LÖFFLER, I, s. 41.
64 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yılın sonuna doğru iletişim özgürlüğünün liberalist anlayışı çok kuvvetli


eleştirilere uğramıştırı . 4

III. Eski Komünist rejimler


Marksist-Leninist ideoloji, tüm kamu özgürlüklerini ve bu arada ba-
sın ve iletişim özgürlüğünü kapitalist düzende belirli sınıflara verilen
ayrıcalıklar olarak gördüğü ve gerçek özgürlüğün ancak emekçi sınıfın
egemenliğinin sağlanması durumunda gerçekleşeceğini kabul ettiği için-
dir ki, batı demokrasileri anlamında bir iletişim özgürlüğüne karşı olmuş­
tur15. Gerçekten gerek Marx'a, gerekse Lenin'e göre, toplumun bireyden
önce gelmesi ve bireyin bağlı olduğu toplum dışında ayrı bir önemi bulun-
maması nedeni ile 16 insanlara kapitalist düzendeki biçimde özgürlüklerin
tanınması anlamsızdır ve kitle iletişim araçları komünist parti ile kitleler
arasındaki ilişkiyi sağlayan, halkın siyasal eğitimini gerçekleştiren propa-
ganda araçları olarak kullanılmalıdır 17 .

Marx ve Lenin'in bu görüşleri uygulamada aynen izlenmiştir. Örne-


ğin, 5 Aralık 1936 tarihli Sovyet Rusya Anayasası'nm 125. maddesinin
1. fıkrasında söz ve basın özgürlüğünden söz edilmiş olmasına karşın, bu
özgürlüğün sosyalist düzeni desteklemek amacı içinde sözkonusu olabile-
ceği kabul edilmiş ve toplumun bireylere ancak komünist parti aracılığı
ile tanıtılabileceği görüşü benimsenmiştir. Bunun sonucu olarak, Pravda
ve İzvestia gibi ulusal basın organlarının yürütecekleri kişisel politika ko-
münist parti merkez komitesince saptanmış ve sansür de yine parti tara-
fından konulmuştur 18 .

Marksist sisteme bağlı ülkelerden biri olan eski Alman Demokratik


Cumhuriyeti (DDR)'nin Anayasasında, düşünce ve basın özgürlüğü İnsan
Hakları Evrensel Birdirisine uygun biçimde «bireysel» bir hak olarak dü-
zenlenmişti. Gerçekten, bu devletin Anayasasının 23. maddesinin 1. fıkra­
sında, her vatandaşın görüşlerini Anayasanın ruhuna ve amacına uygun
olarak serbestçe açıklama haklarının bulunduğu belirtildikten sonra, 2.
fıkrasında «basın, radyo ve televizyon özgürlüğünün garanti edildiği» açık-

14 ABADAN, s. 92.
15 ABADAN, s. 93; DÖNMEZER, Basın, s. 73; LÖFFLER, I, s. 134.
16 LÖFFLER, I, s. 134.
17 ABADAN, s. 93. Kitle iletişim araçlarının kitleler üzerindeki etkinliğini gören Le-
nin, özellikle sinema filmlerinin bu özelliğini dikkate alarak «film, eğer sosyalist
kültürün gerçek destekçilerinin eline geçerse kitlelerin eğitiminde en güçlü araçlar-
dandır» demiştir. (BARNOUW, E.: Mass Communication, New York-Toronto, 1956, s.
19).
18 LÖFFLER, I, s. 134.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 65

lanmıştı. Durum böyle olmakla beraber, özgürlükçü batı demokrasilerinin


öngördüğü «bireysel özgürlük kavramı» ile bu ülkedeki «sosyalist özgür-
lük» kavramı arasında çok önemli farklar vardı. Şöyle ki, batı dünyasında
kişinin vazgeçilmez hakları devlete karşı da güvence altına alındığı halde,
bütün eski komünist ülkelerde olduğu gibi sosyalist Alman Demokratik
Cumhuriyetinde de tüm özgürlükleri sosyalist toplum düzeninin parale-
linde, toplumsal amaçlara uygun biçimde kullanmak zorunluluğu vardı.
Bu nedenledir ki, Anayasasında basın özgürlüğüne yer verilen eski Alman
Demokratik Cumhuriyetinde tüm basın faaliyeti «ruhsat sistemi»ne bağ­
lanmıştı. Bu sistemin uygulandığı yerde basın özgürlüğünden söz edilme-
yeceği doğaldır 19 •

Başta Sovyetler Birliği olmak üzere tüm eski doğu bloku ülkelerinde
özellikle 1989-1990 yıllarında başlatılan yeni özgürlükçülük akımı bu dev-
letlerin siyasal yapılarında köklü değişiklikleri sonuçlamıştı 2°. Komünizm
ideolojisinin uygulamadaki başarısızlığının getirdiği bu zorunlu değişi­
min diğer özgürlüklerin yanı sıra iletişim özgürlüğü alanında da kendini
göstermesi doğaldır. Ancak bu konuda ulaşılacak aşamaları tam olarak
kestirmek olanaksızdır. Zira özgürlükler ancak zamanla, sindirilerek ve
gerçekten inanılarak elde edilebilir.

Rusya'da iletişim özgürlüğü alanında ilk önemli adım, basında san-


sür uygulamasına son veren 1 Ağustos 1990 günü yürürlüğe giren kanun
olmuştur. Hükümetin yayın organı Izvestia bu haberi verirken birinci say-
fasında «geceyarısı müdahalelerinde» kullanılan sansür onay mührünün
resmini yayınlamış ve «Elveda, Sansür» diye manşet atmıştır. Gazetenin
haberinde, «Herşey yasaktı, hatta sansür kurulunun varlığını açıklamak
bile ... Gerçek, en büyük sırdı» cümleleri yer almıştır.

ıv. Faşist ve nasyonal-sosyalist rejimler

Faşist
ve nasyonal-sosyalist rejimlerin özelliği, bu rejimlerde kitle ile-
tişim araçlarının iktidarınemellerine hizmet eden birer araç durumunda
bulun_masıdır. Gerçekten, İtalyan Faşizminin kurucusu Mussolini gazete-
cilik konusunda verdiği bir söylevde, basının totaliter rejimin bir öğesi
olduğunu, rejimin hizmetinde çalıştığım, bütün İtalyan basınının faşist
rejime zararlı olabilecek her şeyden kaçınması, yararlı olan şeyleri ise
yapması gerektiğini açıklamış ve bu esasa dayanılarak 1928 yılında çıka-

19
LÖFFLER, I, s. 134-135.
20
Yeni Rusya Cumhuriyetinde iletişim özgürlüğü başta olmak üzere kitle iletişimin­
deki gelişmeler hakkında özlü bir inceleme için bkz.: KNAHL,Tobias: Massenme-
dien und Politik in Russland, Diplomarbeit, Universitaet Konstan.z, 2000, özellikle
Putin dönemini açıklayan "Reflektion und Ausblick" kısmı (s.89 ve son.)
66 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rılan kararnamede gazeteciliğin ancak meslek siciline kaydedilmiş kimse-


ler tarafından yapılabileceği öngörülerek, iktidarın basın üzerinde mutlak
egemenliği sağlanmıştır21 .

Almanya'da Hitler de basın alanında aynı yolu izleyerek 28 Şubat


1933 tarihinde yayınladığı «Halkın ve Devletin Korunmasına Dair Karar-
name» ile Weimar Anayasası'nın 118. maddesinde yeralan söz ve basın
özgürlüğüne ilişkin hükmü yürürlükten kaldırmıştır. İlk olarak sosyal-de-
mokratlara ve komünistlere ait basını etkisiz duruma sokmak için çeşitli
zorlayıcı önlemlere başvuran Hitler, 4 Ekim 1933 tarihinde çıkardığı Yazı
İşleri Müdürleri Kanunu (Schriftleitergesetz)'nda basının nasyonal-sos-
yalist rejime uygun kamusal görevlerini belirttikten sonra, yazı işleri
müdürlerinin gazetelerde yayınlanacak yazı, haber ve resimlerde devle-
tin çıkarlarını korumaya ve nasyonel-sosyalist rejime destek olmaya özen
göstermelerini emretmiştir22 .
Sonuç olarak, gerek İtalyan Faşizminde gerekse Alman N asyonal Sos-
yalist rejiminde, basın ve diğer kitle iletişim araçlarının siyasal düzenin
korunması amacını gerçekleştirmeye yarayan öğeler niteliğini göstermiş
ve bu ortam içinde iletişim özgürlüğü tamamen yok edilmiştir.
Totaliter rejimlerin bir başka örneğini veren Franko İspanyası'nda kit-
le iletişim araçlarının
tümü hükümetin elinde toplanarak, iletişim özgür-
lüğü reddedilmişti. Bunu gerçekleştirmek için 22 Nisan 1938 tarihli Basın
Kanununa, İspanyol Basınının siyasal birliği ve halkın eğitimini sağlamak
için devletin elinde bir araç olduğu esası konulmuş ve Kanunun 1. madde-
sinde dönemsel yayınlara ilişkin ulusal kurumların kurulması ve bunların
kontrolü devlete verilmişti. Bu Kanunu 28 yıl sonra yürürlükten kaldıran
15 Mart 1966 tarihli Basın Kanunu ön sansürü kabul etmemek suretiyle,
iletişim özgürlüğü alanında önemli bir ilerleyiş göstermişse de, Nisan 1967
de kanunda yapılan değişiklik ile tüm basın suçlarının, özellikle rejime
karşı propaganda suçlarının cezaları çok şiddetlendirilmiş ve böylece ileti-
şim özgürlüğü alanındaki olumlu gelişmeler ancak bir yıl sürmüştü 23 .

V. Çağdaş demokratik rejimler

1- Ortak özellikleri
Çağdaş batı demokrasilerinde basın ve iletişim özgürlüğü liberal gö-
rüşten önemli biçimde ayrılmıştır 24 . Günümüzde, basın ve iletişim özgür-

21
DÖNMEZER, Basın, s. 70.
22
LÖFFLER, I, s. 51; SCHEER, B.: Deutsches Presserecht, Hamburg 1966, s. 26.
23 LÖFFLER, I, s. 133.
24
ABADAN, s. 94.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 67

lüğü, devletin bu özgürlüğün gelişmesine sadece izin vermesi, yani taraf-


sız bir tutum takınması şeklinde anlaşılmamakta, bu alanda devlet tara-
fından bazı aktif önlemlerin alınması zorunluluğunun bulunduğu kabul
edilmektedir. Böylece, kollektif bir özgürlük, sosyal bir hak olarak ortaya
çıkan yeni basın özgürlüğü görüşü içinde, basın bir hak olarak iktidar-
lardan, kendisine kağıt, makine, mürekkep, çeşitli teknik araçlar sağla­
yabilmesi için yardımda bulunulmasını, telefon, posta gibi kamu hizmet-
lerinden yararlanma olanağının verilmesini, vergi dokunulmazlıklarının
tanınmasını, yazar ve muhabirleri için bazı kolaylıklar gösterilmesini is-
teyebilmektedir25.

Modern iletişim özgürlüğü görüşü gereğince, devlete yüklenen bu gö-


revler, gazetecilik mesleğindeki kişilerin yararına olduğu gibi, düşünce,
kam ve haberleri değişik kalem ve ağızlardan serbestçe izleyebilme ola-
nağım aktif biçimde sağlaması bakımından kitlelerin de yararınadır. Ger-
çekten, hükumetlerin iletişim özgürlüğünün fiilen gerçekleşebilmesi için
gerekli tedbirleri almaması halinde, özel mülkiyete konu teşkil eden kitle
iletişim araçlarının belirli sermaye çevrelerinin tekeline girmesi tehlikesi
ile karşılaşılabilecek ve böylece halkın haber, düşünce ve kanıları istedi-
ği kaynaklardan öğrenebilme özgürlüğü kısıtlanmış olacaktır. Bu yönden,
günümüzde sadece basın özgürlüğünün değil, fakat çağdaş insanın sosyal
yaşantısının vazgeçilmez bir koşulu olan haber, düşünce ve kanıların ser-
bestçe izlenebilmesi hakkını da kapsayan iletişim özgürlüğünün dahi kol-
lektif bir özgürlük, sosyal bir hak aşamasına vardığını söylemeh gerehir26 .

İletişim özgürlüğü açısından İnternet özgürlüğü'nün özel durumunu


vurgulamalıyız. Şöyle ki, İnternet adı verilen kitle iletişim aracı tamamen
özgür bir ortamda, adeta salt özgürlük temeli üzerinde gelişmiş ve tüm
dünyayı kapsayan bir iletişim ağı durumuna ulaşmıştır. Ancak bu özgür-
lük ortamı bazı çevrelerce kötüye kullanılmaya başlanmış ve bir bakıma
anarşik ortama dönüşmeye yüz tutmuştur. Bu durum şikayetleri çoğaltın­
ca, özellikle küçüklere yönelik pornografik ve şiddet içeren kar-
şı önlem alınması şeklinde girişimler başlamıştır. Burada
gerekir ki, bu yayınlarda içeriğin sahibi olan kişilerin (Content-Provider)
cezalandırılmaları gerektiği hususunda görüş birliği vardır. Buna karşılık,
internete erişimi sağlayıcı kişiler (Access-Provider) ile içeriğin sahibi olan-
lara servis sağlayan kişilerin (Service-Provider) bu tür yayınları önleme
yükümlülükleri ve sorumlulukları tartışmalıdır. Ancak, ilke olarak sansür

25 DÖNMEZER, Basın, 79; GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 26.


26
Haberleşme (İletişim) özgürlüğünün bazı değişik anlayışları için bkz.: AKILLIOĞ­
LU, T: İnsan Hakları, A.Ü.S.B.F. İnsan Haklan Merkezi Yayınlan, No: 17, Ankara
1995, s. 180 ve son.
68 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

türünden bir uygulamaya gidilmemesi gerektiği görüşü ağır basmakta-


dır27. Bu konuyla ilgili olarak aşağı.da 3 no.da ve ileride İnternet Rejimi
bölümünde ayrıca bilgi verilecektir28 .

2- İngiltere

Düşünce ve basın özgürlüğünün anavatanı sayılan bu ülkede, basın


özgürlüğü yasalar ve anayasal metinler yerine, bunlar kadar güçlü Ingi-
liz halkının yaşayan hukuk töresine, yani yazılı olmayan Common Law'a
dayanmaktadır. Basın, her İngiliz vatandaşının sahip bulunduğu özgür-
lüklerden sansür ya da bir başka yasaklayıcı engele uğramadan yararla-
nır. Fakat basının özgürlüklerden yararlanışı hiç bir zaman ayrıcalıklı bir
yararlanış değildir. Basının bu durumu, «Rex versus Grey» kararında «ba-
sının özgürlüğü Kraliçenin uyruğu olan her vatandaşın sahip olduğu öz-
gürlükten ne daha büyük, ne de daha küçüktür» şeklinde tanımlanmıştır.

İngiliz Basın Özgürlüğü, esas itibariyle «Devleti tehlikeye sokma, genel


ahlaka aykırı davranma ve hukukı bir neden olmaksızın kişilerin zararına
hareket etme» durumları ile sınırlandırılmıştır. Basın bu sınırlamalara uy-
mak koşulu ile «gerekli hoşgörü» den yararlanır. Sözü geçen sınırlan aşan
basın ise mahkemeler önünde hesap vermekle yükümlüdür29 .

3-Amerika Birleşik Devletleri

Bu ülkede, 1791 Anayasasına konulan 1. Ek Madde (Amendınent)


(Congress shall make na law... abridging the freedom of speech ar of the
press» ya..ni «kongre söz veya basın özgürlüğünü sınırlayan kanun yapa-
maz» hükmü ile basın özgürlüğünü açık ve seçik biçimde garanti altına al-
mıştır. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri basın özgürlüğünün anayasal
güvenceye kavuşturan ilk ülke olmuştur30 .

Amerika Birleşik
Devletleri Anayasası basın özgürlüğüne ilişkin bir
sınırlama koymadığı. halde, Amerikan Yüksek Mahkemesi bu özgürlüğün
de her özgürlük gibi, mutlak olmadığını ve sınırlanabileceğini kabul et-
miştir. Yüksek Mahkeme çeşitli kararlarında (Schneck versus US, 249 US

27 Wüı-zburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden Ulrich Sieber'in bu konu-


ya ilişkin ayrıntılı hukuki mütalaası için: http://www.digital-law.net/artikel5/arti-
kel/stellungnalune.htm1.
28 Bu konuda ayrıca bkz.:SINAR, H., İnternet ve Ceza Hukuku, İ.Ü. Hukuk Fakülte-
si Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, İstanbul
2001.
29 DAWSON, Law of the press, London 1947, s. 1 (LÖFFLER, I, s. 130'dan naklen).
30 BRAUlVfUELLER, s. 57; LÖFFLER, I, s. 131.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 69

471, 1919; Noto versus US 367 US 290,1961) basın özgürlüğünün «pre-


sent and clear danger» yani «halen var olan ve açık tehlike» durumunda
kanunla sınırlanabileceğini ve böyle bir sınırlamanın Anayasaya aykırı
olmayacağını belirtmiştir 3 ı.

İnternet'le ilgili olarak Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin görüşü belir-


lenmiştir:Yüksek Mahkeme, pornografik ve şiddet içerikli internet yayın­
larında servis sağlayıcılar da dahil olmak üzere tüm ilgililerin cezalandı­
rılmalarını (250 bin dolara kadar para cezası veya 2 yıla kadar hapis ceza-
sı) öngören «Communications Decency Act of 1996» isimli yasayı düşünce
ve söz özgürlüğüne aykırı bularak iptal ederken şu gerekçeye dayanmıştır:
«Demokratik bir toplumda serbest fikir alışverişinin korunmasının sağla­
yacağı toplumsal yarar, internet'te sansürün sağlayabileceği toplumsal ya-
rarla karşılaştırılamayacak kadar daha önemlidir.» 32 . Böylece, Amerikan
Yüksek Mahkemesi, internet dolayısıyla iletişim özgürlüğüne «toplumsal
yarar» ölçütünü getirmiş olmaktadır.

C. ULUSLARARASI BELGELERDE VE ANAYASALARDA


İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

I. Uluslararası belgelerde iletişim özgürlüğü

Kitle iletişimi 20. yüzyılda ulusal sınırları aşarak uluslararası alan-


da da büyük bir önem göstermeye başladığı içindir ki, çeşitli uluslararası
kuruluşlar basın ve iletişim özgürlüğü konusuna eğilmek zorunluluğunu
duymuşlardır. Gerçekten, insanların tüm dünyanın sorunları ile gün geç-

31
Amerikan Yüksek Mahkemesi basın özgürlüğü ile haysiyet ve şerefin korunması
arasındaki ilişkiyi «The New York Times Company versus Sullivan, 376 US 254-
1964» davasında belirlemiştir: Yüksek Mahkemenin bu kararına konu olan olayda,
«MARTIN LUTHER KING'i SAVUNMA KOMİTESİ» adlı kuruluş New York Times
gazetesine verdiği bir ilanda Montgomery/Alabama kentinde zenci soydaşlarının
huzursuzluk içinde yaşadıklarını açıklamış ve bu kentin polis şeflerine ağır itham-
larda bulunmuştur. Bunun üzerine, polis şefi SULLIVAN New York Gazetesi aleyhi-
ne 500.000 dolarlık tazminat davası açmıştır. Dava ilk derece mahkemelerinde gö-
rüldükten sonra Yüksek Mahkemeye intikal edince, bu mahkeme «gazetelerin iliLn
kısımlarının da basın özgürlüğünden yararlandığını, basının idare tarafından alı­
nan önlemleri eleştirme hakkınm özgür demokratik düzenin bir gereği durumunda
bulunduğunu, bu hakkın gerçeğin kanıtlanması ile sınırlandırılamayacağını, çün-
kü çoğu olayda gerçeğin kanıtlanmasının olanaksız olduğunu, bu durumun basının
eleştiri hakkını engelleyeceğini, bu nedenle maddi olaylara ilişkin iyiniyetle yapılan
iddialarda basın özgürlüğünden yararlanılması gerektiğini açıklayarak, davayı red-
detmiştir (LÖFFLER, I, s. 132).
32
Bu konuda: www.medien-recht.com/supreme.htm. ve www.digital-law.net/artikel 5/
artikel/stellungnahme.html
70 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tikçe daha çok ilgilenmeye başlaması ve böylece kitle iletişiminin ulusla-


rarası nitelik kazanmaya yönelmesi, basın ve iletişim özgürlüğünün sa-
dece iç hukuk hükümleri ile güvenceye alınmasının yetersizliğini ortaya
koymuş, bu alanda uluslararası güvence gereksinimini doğurmuştur 33 .

Uluslararasıkitle iletişimine ilişkin ilk toplantı, 1926 ve 1927 yılla­


rında Milletler Cemiyeti tarafından Cenevre'de düzenlenen Basın Kongre-
si olmuş, fakat uluslararası telekomünikasyon, yalan ve yanlış haberlerin
önlenmesi gibi kitle iletişimine ilişkin bazı sorunların ele alındığı bu kong-
rede iletişim özgürlüğünün uluslararası değeri üzerinde durulmamıştır34 .

İletişim özgürlüğüne uluslararası nitelik kazandırmak ve kitle ileti-


şim hukukunun ortak ilkelerini saptamak için, Birleşıniş Milletler'in 1948
yılında Cenevre'de toplanan İletişim Özgürlüğü Konferansında kabul edi-
len metin, kişinin hükumetlerin müdahalesi olmadan düşüncelerini açık­
lamak özgürlüğüne sahip bulunduğunu, bu özgürlüğün, ülke sınırlarına
bağlı olmaksızın sözlü, yazılı, basılı biçimde veya resimle yahut kanunen
kabul edilmiş göze veya kulağa seslenen araçlarla haber ve fikirleri «araş­
tırmak», «almak» ve «ulaştırmak» serbestisini kapsadığını belirtmiş ve
metnin (A) ekinde de «haber ve düşüncelerini düzenli bir biçimde toplayan
kamusal veya özel mülkiyetteki tüm radyo, basın ve sinema teşebbüsleri­
nin» bu metnin kapsamına girdiği açıklanmıştır35 .

Yine aynı yıl içinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin36
19. maddesinde, «Her ferdin fikir ve ifade hürriyetine hakkı vardır. Bu hak,
fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzuu bahis
olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yay-
mak hakkını gerektirir» hükmü yer almıştır. Bu maddedeki «her vasıta»
deyiminin kitle iletişim araçlarını da kapsadığı ve böylece bildirinin dü-
şünce ve söz özgürlüğünün yanı sıra iletişim özgürlüğüne de ilişkin bulun-
duğu anlaşılmaktadır 37 .

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 3. Komisyonunun «Haberlere ulaşım


ve bunların bir ülkeden diğerine nakli hakkındaki sözleşme» ile «Milletle-

33 DÖNMEZER, Basın, s. 125-126; LÖFFLER, I, s. 11.


34 GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 43.
35 TERROU, E.: Einformation, Paris 1968, s. 8-9.
36 Bkz.: RG., 27 Mayıs 1949, No. 7217.
37
Burada değinmemiz gerekir ki, İnsan Haklan Evrensel Bildirisinin 19. maddesin-
de herkese tanınan bilgi (information) ve düşünceleri (ideas) serbestçe arayabilme
hakkının yanısıra kitle iletişim hukukunun yanısıra yeni bir hukuk dalı olan «bil-
gi hukukunun» da pozitif kaynağını oluşturduğu ileri sürülmektedir. (Bkz.: AKIL-
LI OĞLU, İnsan Haklan, s. 182,185).
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 71

rarası meselelerde bir düzeltme hakkının tesisi konusundaki sözleşme»yi


birleştirmeye karar vermesinden sonra 13 Mayıs 1949 tarihinde toplanan
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu yeni sözleşmeyi kabul etmiştir. Bu söz-
leşmenin birinci bölümünde uluslararası alanda haberlerin aranması ve
ulaştırılması için sözleşmeye taraf olan devletlerin ülkelerine giriş ve ül-
kelerinde seyahat, haberleri muhabir ve ajanslara ulaştırma konusunda
sağlayacakları kolaylıklardan sözedilmekte, ikinci bölümde ise uluslara-
rası düzeltme hakkı düzenlenmektedir 38 .

Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyinin iletişim özgürlü-


ğünü insanın temel haklan arasına sokmayı amaçlayan İletişim Özgürlü-
ğü Bildirisinde de, her hükumetin iletişimin serbestçe oluşumunu sağla­
yacak bir politika yürütmesi öngörülmektedir 39 .

İletişim özgürlüğü konusunda yapılan uluslararası çalışmalardan Av-


rupa çapında olanlar çok daha olumlu yönde gelişıniş 40 ve 1950 yılında
Avrupa Konseyi İnsan Haklarım ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleş­
mesinin meydana getirilmesini sonuçlamıştır. Türkiye tarafından 10 Mart
1954 tarih ve 3666 sayılı Kanunla41 onaylanmış olan bu sözleşmenin 11.
Protokol ile değiştirilen metninin 10. maddesi şu şekildedir:

1) «Her fert ifade ve izhar hakkına maliktir. Bu hak içtihat hürriye-


tini resmı makamların müdahalesi ve memleket sınırları mevzuu bahis
olmaksızın, haber veya fikir almak veya vermek serbestisini ihtiva eder. Bu
madde, devletlerin radyo, sinema veya televizyon işletmelerini bir müsaade
rejimine tabi kılmalarına mani değildir.

2) Kullanılması vazife ve mes'uliyeti tazammun eden bu hürriyetler, de-


mokratik toplulukta, zaruri tedbirler mahiyetinde olarak, millı güvenliğin,
toprak bütünlüğünün veya amme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun
önlenmesinin, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret veya haklarının
korunması, gizli haberlerin ifşasına mani olunması veya adalet kuvvetinin
üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanması için ancak ve kanunla, muay-
yen merasime, şartlara, tahditlere veya müeyyidelere tabi tutıılabilir42 .

38
DÖNMEZER, Basın, s. 129; GÖLCÜKLÜ, İletişim Hukuku, s. 45-46.
39
İLAL, S. 14-15.
40
İkinci Dünya Savaşından sonra, iletişim özgürlüğünü uluslararası alanda güvence-
ye kavuşturabilmek amacı ile yapılan çalışmaların büyük bir kısmını Birleşıniş Mil-
letler ve UNESCO yürütmüştür. 1948 yılından başlayan bu çabaların tüm ayrıntıla­
rı «Birleşmiş Milletler Yıllığı-Year-book of the United N ations»nda bulunma_"ktadır.
41
RG., 19 Mart 1954, No.: 8662.
42
Avrupa Konseyi İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi 14 dev-
lette iç hukuka dönüşerek milli mevzuat karakterini kazanmıştır. Bu devletler Al-
72 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Görüleceği
üzere, bu sözleşme bir yandan iletişim özgürlüğünün ulus-
lararası değerinikabul ederken, diğer yandan haberlerin verilmesi, dü-
şünce ve kanıların açıklanması serbestisi ile birlikte bunların alınması
ve öğrenilmesi serbestisinden de sözederek bu özgürlüğün kapsamını da
belirtmiş olmaktadır43 •

Burada «Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Son Senedi» (1 Ağus­


tos 1975-Helsinki)'ne de değinmemiz gerekir. Senedin «Enformasyon»
başlığını taşıyan bölümünde geniş anlamda enformasyon özgürlüklerinin
sağlanabilmesi için, her çeşit enformasyonun daha geniş ve özgür biçimde
yayımını kolaylaştırmanın, bu alanda ülkeler arasında geniş bir işbirliği­
nin gerekliliği vurgulanarak, «yazılı enformasyon», «sözlü enformasyon» ve
«sinema, radyo ve televizyon» alanlarındaki genel ilkelerle, Avrupa ülkele-
ri arasındaki işbirliği esasları düzenlenmiştir.

Belirtelim ki, iletişim konusu son otuz yıldır uluslararası kuruluşların


gündeminden hiç düşmeyen en önemli konulardan birisi haline gelmiştir.
Nitekim gerek Birleşmiş Milletlerin gerekse UNESCO'nun bu yıllardaki
çalışmalarında iletişime ilişkin konular hep ağırlıklı bir öneme sahip ol-
muştur. Bunun sonucunda 1983 yılı «Uluslararası Haberleşme Yılı» olarak
kabul edilıniş ve bu yıl içinde yapılan pek çok toplantıda iletişim ile ilgili
sorunlar tartışılmıştır. Bu meyanda, UNESCO Türkiye Millf Komisyonu
Enformasyon İhtisas Komitesi'nce düzenlenen «İletişim Teknolojisindeki

manya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, İsviçre, İspanya, Lichtenste-


in, Lüksemburg, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye'dir. Türkiye'de diğer uluslararası
sözleşmelerle birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iç hukuktaki yeri Ana-
yasanın 90. maddesinde belirlenmiştir. Bu hükmün son fıkrasına göre, «Usulüne
göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz».
Böylece, bu hüküm gereğince sözleşme Türk iç hukukunun bir parçası olmuştur.
Yani sözleşmenin hükümleri Türk mahkemeleri tarafından doğrudan uygulanabilir
nitelikteki hukuk kurallarıdır (Bkz.: ÜNAL, Ş.: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Çerçevesinde Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması «Milletlerarası Hukuk ve Mil-
letlerarası Özel Hukuk Bülteni, Sayı 2, 1988, s. 396 ve son.
43 Avrupa Konseyinin Avusturya'nın Salzburg kentinde 9-12 Eylül 1968 tarihlerinde
«İnsan Hakları ve Kitle İletişim Araçları Sempozyumu»nda, Avrupa İnsan Hakla-
n ve Ana Hürriyetlerini Koruına Sözleşmesinin 10. maddesinin Avrupa Konseyi
çerçevesi içi..'1.de ortak bir yoruma kavuşturulması dileğinde bulunulmuş ve kitle
iletişim araçlarının bağımsızlığına ilişkin hükümlerin yasal yolla düzenlenerek,
uygulanışlarının mahkemelerce güvence altına alınması istenmiştir. Aynı sempoz-
yuında 1950 sözleşmesinin «Kitle İletişim Araçlarının Sorumlulukları» hakkında
bir protokolla desteklenmesi de önerilmiştir (Bu sempozyumda varılan sonuçların
tümü için bkz.: KLECATSKY, H.R.: Der Rundfunk in der Sicht des Salzburger Sym-
posions des Europarates über Menschenrechte und Massenmedien «Rundfunkrecht
und Rundfunkpolitik», München 1969, s. 23 ve son.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 73

Gelişmelerin Ulusal Kültürlere ve Basına Etkileri» konulu uluslararası


seminerde (İstanbul, 26-28 Eylül 1983) kitle iletişim araçlarının baş dön-
dürücü gelişmesi sonucunda kültür sistemlerinin etkilenmesi konusu ele
alınmış ve iletişim alanında uluslararası işbirliği zorunluluğu vurgulan-
mıştır44.

Avrupa boyutunda gerçekleştirilen önemli bir uluslararası sözleşme


de «Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi»dir. Türkiye tarafından 7 Ey-
lül 1992 tarihinde imzalanan sözleşme 4 Kasım 1993 tarih ve 3915 sayılı
kanun (RG. 7.11.1993/21751) ile onaylanmıştır. Taraflar arasında televiz-
yon program hizmetlerinin sınır ötesi yayınını ve tekrar yayınını kolay-
laştırmak amacının öngörüldüğü bu sözleşmede Avrupa İnsan Haklan
ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi'nin 10. maddesine atıf
yapılarak, tarafların ifade ve haber alma özgürlüğünü sağlayacağı, yayın
izleme özgürlüğünü güvence altına alacağı ve bu sözleşme hükümlerine
uygun bulunan program hizmetlerinin kendi topraklan üzerinde yeniden
iletimini kısıtlamayacağı vurgulanmıştır (4.madde).

Burada, internette yayınlanan yasadışı ve zararlı içeriklerle ilgili ola-


rak Avrupa Konseyi'nin 17 Şubat 1997 tarihli kararma da değinmemiz
gerekir. Gerçekten bu kararda, Çalışma Grubu'nun internetteki yasadışı
ve zararlı içerik üzerine hazırlanmış olduğu rapor doğrultusunda, belirli
saptama ve öneriler yer almıştır. Buna göre, Konsey, üye devletleri şu ön-
lemleri alınaya çağırmıştır:
- İnternet servis sağlayıcılarının ve kullanıcılarının temsilcilerini
içeren bir öz düzenleyici (self-regulatory) sistemi teşvik etmek ve
kolaylaştırmak;

- Etkin yönetim kuralları ve hot-line rapor verme mekanizmalarını,


kamuoyu tarafından ulaşılabilir kılmak;
- Kullanıcılara :filtreleme (:filtering) mekanizmalarının hazırlanma­
sını ve ölçme (rating) mekanizmalarının kurulmasını teşvik etmek;
örneğin, uluslararası World-Wide-Web Konsorsiyumu tarafından
başlatılmış olan "İnternet İçerik Seçim Platformu" standardına top-
lumsal destek sağlamak;
- Ev sahipliğinin Almanya tarafından yapılması gündeme gelen
Uluslararası Bakanlık Toplantısı'na katılmak ve İnternet'in diğer
aktörlerini de bu tarz bir toplantıya katılınaya teşvik etmek.

44
Kitle iletişim araçlarının faaliyetlerinde standart oluşturan uluslararası belgeler
tarafımızdan danışmanlığı yapılan bir doktora tezinde ayrıntılı biçimde incelen-
miştir: OKTAY, M.: Kitle İletişim Araçlarının muslararası Sorumluluğu ve İletişim
Ahlak Kuralları, Doktora Tezi, İstanbul 1990, s. 274 ve son.
74 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Küresel Ağlardaki Yasadışı ve Zararlı İçerikle Mücadele Etmek ve İn­


ternet'in Güvenli Kullanımını Sağlamak üzere 4 Yıllık Bir Birlik Eylem
Planı Hazırlanmasına ilişkin 276/1999/EC. No.luAvrupa Parlamentosu ve
25 Ocak 1999 tarihli Konsey Kararı da son yılların önemli uluslararası
çalışmalarındandır. Bu kararda özetle, Internet'in daha güvenli kullanımı
amacıyla 4 yıllık bir eylem planı hazırlandığı; bu planın 1 Ocak 1999-31
Aralık 2002 tarihlerini kapsadığı ve bunun 25 Milyon EURO'luk bir fi-
nansmanla gerçekleştirileceği belirtilmiştir45 .

Avrupa Konseyi 24 - 25 Kasım 20ll'de Viyana'da "İnternetimiz-Hak­


larımız, Özgürlüklerimiz" konulu yüksek düzeyli bir Konferans gerçek-
leştirmiştir. Avrupa Konseyi üye devletlerinin parlamenterlerinin, özel
sektörün, sivil toplum ve internet kuruluşlarının katıldıkları bu önemli
konferansta, internette çevrimiçi gizliliği etkili şekilde korumak için ge-
rekli yasal standartlar, internetin ifade ve haberalma hakları üzerindeki
etkileri, siber suçlarla mücadelede ulaşılan aşamalar, çocukların interneti
güvenli şekilde kullanabilmelerinin yöntemleri, internet kullanıcılarının
haklarını kullanabilmeleri için teşvik edilmeleri konuları tartışılmıştır.
Bu konferans 2012-15 döneıni için Internet Yönetişimi konusunda Avrupa
Konseyi stratejisinin tanımlanmasına katkıda bulunacaktır (Avrupa Kon-
seyi Internet Yönetişimi Strateji Taslağı).

II. Anayasalarda iletişim özgürlüğü

Çeşitlidevletlerin Anayasaları incelendiğinde, bunların uluslararası


belgelerden farklı olarak iletişim özgürlüğü hakkında bir tanım vermedik-
leri görülür. Hatta Anayasaların çoğunda sadece basına ilişkin hükümler
bulunmakta, buna karşılık radyo-televizyon ve sinemadan hiç sözedilme-
mektedir. Anayasaların bazılarının yapıldığı tarihlerde kitle iletişim araç-
larından sadece basının bulunması veya diğer kitle iletişimsi araçlarının
henüz etkin biçimde toplum yaşantısına girmemesi yüzünden durumun
böyle olduğu düşünülebilirse de, daha sonraki yıllarda Anayasalarda bu
alandaki gelişmelere uygun değişikliklerin yapılmaması dikkat çeken
yöndür. Gerçek şudur ki, devletler genellikle basın dışı kitle iletişim araç-
ları alanında bulunması gereken özgürlük bakımından basın özgürlüğü
kadar cömert davranmamaktadır.

Basın özgürlüğü
ile birlikte radyo ve film yoluyla haber verme özgür-
lüğü
«temel hak» olarak Avrupa'da ilk kez 1949 tarihli Federal Almanya
Cumhuriyeti Anayasasında kabul edilmiştir. Bu Anayasanın 5. maddesi-

45 İnternetle ilgili bu belgeler için bkz.:Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Türk Ceza
Hukuku, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve Uygula-
ma Merkezi Yayını, İstanbul 2000, s. 117 ve son.
İLETİŞİM ÖZGüRLÜĞÜ 75

nin 1. fıkrası «Herkes, fikrini, söz yazı ve resimle açıklayıp yazmak, herkese
açık olan kaynaklardan hiç bir engele uğramadan bilgi edinmeh hakkı­
na sahiptir» şeklinde düşünce, söz ve iletişim özgürlüğünü açık biçimde
belirttikten sonra, «Basın özgürlüğü ile radyo ve film yoluyla haber ver-
mek özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Sansür konulamaz» hükmünü
koymuştur. Alman yazarlarından bazıları 46 bu hükmün kesin anlamda
«radyo özgürlüğü»nü kapsadığını belirtirken, diğer bazı yazarlar 47 , bura-
da sadece «haber verme-Berichterstattung» özgürlüğünden söz edildiğini
ileri sürerek, basın özgürlüğü ile eşdeğerde bulunan ve çeşitli özgürlükler-
den oluşan «radyo özgürlüğü-Rundfunkfreiheit» deyimini kullanmaktan
kaçınmaktadırlar. Durum ne şekilde olursa olsun, Federal Almanya Cum-
huriyeti A._nayasasının basın özgürlüğünü tanımakla yetinmeyip, radyo 48
ve filmden de söz ederek iletişim özgürlüğünü kapsamlı biçimde anayasal
bir kavram haline sokan ve sansürü tüm kitle iletişim araçları yönünden
yasaklayan başlıca anayasa olduğu bir gerçektir. Esasen, federe devletle-
rin özel radyo-televizyon konusunda anlaşmaya varıp, federe devlet düze-
yinde bu konudaki özel yayınların düzenlenmesinden sonradır ki, «radyo
özgürlüğü» terimi daha sık kullanılmaya başlamıştır 49 .

46 REISSNER, H.: Das Grundreclıt der Meinungsfreilıeit auf dem Gebiete des Rund-
funks und Fernselıens in der Bundesrepublik Deutsclıland, Diss. Würzburg 1962-63,
s. 19.
47
SPANNER, H.: Art 5 GG. und die Ordnung des Rundfunks in materiellreclıtliclıer
Hinsiclıt, Reclıtsgutaclıten
(Der Fernselıstreit, Karlsruhe 1964, Bd. I, s. 363).
48 Rıındfunk, radyonun televizyonu da kapsayan bir kavram olduğu kabul edildiği
içindir ki (bkz.: WUFKA, E.: Die verfassungsrec!ıtliclıdogmatisclıen Grundlagen der
Rundfunkfreilıeit, Frankfurt anı Main-Berlin 1971, s. 31), Federal Almanya Anaya-
sasının 5. maddesindeki radyo kelimesinin «radyo ve televizyon» olarak anlaşılması
gerekir.
49
Bu konuda 1998 yaz dönemine ait bir İnternet yayını olarak bkz.: GERJDORF,
H., Privater Rundfunk (www.Jural.uni-hamburg.de/docs/h-gersdorLht/6 abschnt.
htm). Asya devletlerinde medya konusunda bkz.: İNCEOĞUL, Y.G., Asya'da Medya,
Marmara İletişim Dergisi, Temmuz 1994, s. 83 ve son. Latin Amerika'da habercilik
konusunda bkz.: REYES-MATTA, F., 1990'larda Latin Amerika'da Habercilik, çev.
Jülide Sezgin, Marmara İletişim Dergisi, Temmuz 1994, s. 95 ve son.
§ 2. TÜRKİYE'DE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

A. TARİHSEL GELİŞİM 1

I. 1924 yılma kadarki dönem

Osmanlı İmparatorluğu döneminde basına ilişkin ilk metin Matbu-


at Nizamnamesi olmuştur. 1864-1909 yıllan arasında yürürlükte kalan
bu nizamname, dönemsel yayınların neşrini hükumetin iznine bağlamış,
verilen iznin her zaman geri alınabileceğini öngörmüş ve hükümdar ve
ailesini, nazırlarını tahkir, dost devletlere ve bunların temsilcilerine karşı
yayın gibi bazı suçlan işleyen gazetelerin «idarf; takdir» yolu ile kapatıl­
masını kabul etmişti. Yine bu devrede «heyet'i vükela» nın verdiği çeşitli
kararlar ile basın özgürlüğünü yok edici uygulamaya gidilmiş ve özellikle
gazetelere sansür konulması olağan bir yol olmuştur.

1876 yılında Birinci Meşrutiyet ilan edilince Kanunu Esasinin 12.


maddesi «Matbuat kanunu dairesinde serbesttir» hükmü konulmuş ve bu
hükme dayanılarak 1877 de Matbuat Kanunu hazırlanmışsa da, Abdül-
hamit bunu yürürlüğe koymamıştır. Abdülhamit döneminde basın üzerin-
deki otoriter rejim bütün şiddeti ile uygulanmış ve özellikle mizah yayını
kesinlikle yasaklanmıştır.

1
Türkiye'de kitle iletişim özgürlüğünün tarihsel gelişimi hakkında şu eserlerden
yararlanılmıştır: İSKİT, S.: Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939, ERTUĞ,
H.R.: Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, 2. Bası, İstanbul 1960; BENER, M.F.: Rad-
yomuz 15 yaşında (Radyo Dergisi 15 Aralık 1941, c. 1, sy. 1. s. 4); ERTUĞ H.R.:
Radyo İşletmeciliği, İstanbul 1965; TAŞER, C.: Radyonun Organizasyonu ve Özerk-
liği, Ankara 1969; AKSOY, M.: PartizanRadyo ve DP, Ankara 1960; ÖZÖN, N.: Türk
Sinema Tarihi, İstanbul 1963; KOCABAŞOĞLU, U.: Türkiye'de Radyo Yayınlarının
Başlama Tarihine İlişkin Bir Not (A.Ü. Basın ve Yayın Yüksekokulu, Yıllık, 1977 -
1978, Ankara 1979, s. 177 ve son). KOCABAŞOĞLU, U.: Şirket Telsizinden Davlet
Radyosuna, Ankara, 1980; KOLOĞLU, O.: Takvimi Vekayi, TürkBasınında 150 Yıl,
Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, Ankara 1981; BENBANASTE, N.: Örnekler-
le Türk Musevi Basınının Tarihçesi, İstanbul 1988; Türkiye'de Yabancı Dilde Ba-
sın, İ.Ü. Basın-Yayın Yüksekokulu Yayını, İstanbul 1985; ÖZTÜRK, A.: Cumhuriyet
Öncesi Dönemde Türk Basınının Gelişimi ve Özgürlük Çabaları, Marmara İletişim
Dergisi, Temmuz 1994, s. 63 ve son.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 77

1908 yılında Kanunu Esasi tekrar yürürlüğe konulurken, 12. maddeye


«Hiç bir veçhile kablettab'ı teftiş ve muayeneye tabi tutulmaz» hükmü ek-
lenmiş ve bir yıl sonra da 1909 tarihli Matbuat Kanunu çıkarılmıştır. Ba-
sın özgürlüğü alanında önemli bir aşama teşkil eden bu kanun, dönemsel
yayınlarda «önceden izin alma» sistemi yerini «beyanname verme» sistemi-
ni getirmiş ve böylece bir gazetenin çıkarılması için ihbar yeterli sayılmış­
tır. Ancak bu kanun da orjinal şekli ile kısa süre yürürlükte kalabilmiş ve
1913 yılında değiştirilerek gazete çıkarılması «para depo etme» koşuluna
bağlandığı gibi, devletin güvenliğine ilişkin nedenlerle hükumetin gaze-
teleri kapatabilme olanağı da sağlanmıştır. Bir yıl sonra kanun yeni bir
değişikliğe uğratılarak sansür yeniden işletilmeye başlamış ve ister barış
ister savaş zamanında olsun, askeri konularda ve devletin savunmasını
ilgilendiren hususlarda haber yayınlanması sansüre bağlanmıştır. 1919
yılında ilan edilen ve 1923 yılına kadar süren sıkıyönetim döneminde ise
sansür her türlü yayınlan kapsayacak şekilde uygulanmıştır.

II. 1924-1950 arasındaki dönem

1- Basın
20 Nisan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 7. maddesi Ka-
nunu Esasinin 12. maddesindeki hükmü «Matbuat kanun dairesinde ser-
besttir ve neşir edilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir» şeklinde
tekrarlamıştır. Teşkilatı Esasiye Kanununun sınırlı güvence sağlayan bu
hükmüne karşın, 4 Mart 1925 tarihinde çıkarılan Takriri Sükun Kanu-
nu'nun 1. maddesi, «irticaa, isyana ve memleketin nizamı içtimaısini ve
huzur ve sükunu ve emniyet ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşri­
yatı hükumet, Reisicumhurun tasdiki ile re'sen ve idareten men'e mezun-
dur» hükmü ile, basın özgürlüğünü çok esaslı ~~,,~ıı,•~~ kısıtladığı gibi, bu
çeşitli yayınlarda bunların İstiklal Mahkemesi adı verilen özel yargı or-
ganlarında yargılanacağını da öngörmüştür.

Bu dönemde basın ve basımevleri ile ilgili hükümleri kapsayan ka-


nun 25 Temmuz 1931 tarihli Matbuat Kanunu olmuştur. Bu kanunun orji-
nal şeklinde gazete çıkarmak için mahallin en büyük mülkiye memuruna
kanunun göstertiği bilgileri içeren bir beyanname verilmesi yeterli iken,
1938'de yapılan değişiklik ile siyasal nitelikte gazete ve dergi çıkaracak
olanlar yönünden «para depo etme» koşulu konulduğu gibi, tüm dönemsel
yayınlar için «beyanname sistemi» yerine «ruhsatname alma sistemi» geti-
rilmiştir. Bundan başka, aynı değişiklikten sonra kanun gazete çıkaracak­
ların en azından liseyi bitirmiş olmalarını gerekli görmüştür.

1931 Matbuat Kanununun 50. maddesi basın özgürlüğünü tamamen


yok eden şu hükme yer vermiş idi: «Memleketin umumı siyasetine dokuna-
78 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

cak neşriyattan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile gazete veya mecmua-
nın neşrine devam edenler hakkında 18. madde hükmü tatbik edilir. Bu su-
retle kapatılan bir gazetenin mes'ulleri tatil müddetince başka bir isim ile
gazete çıkaramazlar». Görüleceği üzere istenildiği biçimde yorumlanmaya
yatkın olan «memleketin umumi siyaseti» terimi ile hükumete gazeteleri
kapatma yetkisini veren böyle bir hüküm karşısında basın özgürlüğünden
söz etmek olanaksızdır. Böylece Türk basınım ancak totaliter rejimlerde
görülen biçimde bir düzene bağlayan bu kanun 1946 da yeniden değiştiri­
lerek ilk şekline dönülmüş ve 1950 yılında iktidarın el değiştirmesi üzeri-
ne yerini 15.7.1950 tarih ve 5680 sayılı Kanuna bırakmıştır.

2-Radyo

Türkiye'de radyo yayınlarının ilk kez bu dönemde gerçekleştirildiğini


ve bu çeşit kitle iletişiminin hukuk rejiminin de yine bu dönemde düzen-
lendiğini görmekteyiz. Gerçekten, telsiz-telefonla iletişimi düzenleyen ilk
metin, bu tip iletişim yetkisini PTT İdaresine veren 21 Şubat 1924 tarihli
ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu olmuştur. Bu kanunun belirli ko-
şullar altında özel teşebbüsü tekelden istisna eden 2. ve 3. maddelerin-
den yararlanan İş Bankası,AnadoluAjansı ve bazı özel teşebbüs sahipleri
«Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi» adı altında bir şirket kurarak Türki-
ye'de radyo işletmeciliğine talip olmuşlar ve bu isteği kabul eden Işçileri
Bakanlığı ile şirket arasında 10 yıl süreli bir sözleşme imzalanmıştır. Söz-
leşmeye göre, bütün yayınlarını PTT İdaresi adına yapacak olan şirket,
Türkiye sınırları içinde kamu yararına uygun, siyasal, ekonomik, sosyal,
bilimsel nutuk, konferans ve konserler ile hava durumu ve diğer olayla-
rı yayınlamak amacını güdecek idi. Fakat, sermaye yetersizliği, alıcıların
pahalılığı, ithal güçlükleri, ruhsatsız alıcıların denetlenmesinin zorluğu
gibi nedenlerle bu 10 yıllık deneme başarısızlıkla sonuçlanmış ve 1933 yı­
lından itibaren başlayan devletçilik akımının da etkisi ile şirketin sözleş­
mesi yenilenmeyerek, 1936 yılında radyo yayınlan yapma görevi tek ba-
şına PTT Genel Müdürlüğüne verilmiştir. 1938 de hükumetçe yaptırılan
120 kw'lık yeni tesislerde PTT Genel Müdürlüğüne bağlı Ankara Radyosu
Müdürlüğü tarafından radyo yayınlan başlatılmış ve böylece sözü geçen
şirketin İstanbul ve Ankara'daki telsiz istasyonu yayınları durdurulmuş­
tur.

1938 yılında fiilen gerçekleştirilen radyo ile kitle iletişiminde devlet


tekeli 9 Haziran 1937 tarih ve 3222 sayılı Telsiz Kanununun şu hükmüne
dayanıyordu: «Elektromanyetik dalgalar vasıtasiyle her nev'i resim, işaret
ve sesleri vermeye ve almaya yarayan bilumum telsiz tesisat ve işletme­
si hükumetin inhisarı altındadır.» (1. m.) Yine bu Kanunun 5. maddesi,
"Karada umumiyetle verici telsiz tesisatı vücuda getirilmek için hususi
İLETİŞİM ÖZGüRLÜĞÜ 79

şahıslara ve müesseselere ruhsat verilmez», hükmünü koyarak, radyonun


kesinlikle devletin ve siyasal iktidarın elinde kalmasını sağlamıştır.

Radyo ile kitle iletişiminde devlet tekeli 1940 yılma kadar PTT ta-
rafından yürütülmüştür. 22 Mayıs 1940 tarih ve 383 sayılı Kanunla Baş­
bakanlığa bağlı Matbuat Umum Müdürlüğünün kurulmasından sonra
ise, radyo hizmetini yürütme görevi bu kuruluşa geçmiştir. Bu Kanunun
4. maddesi Umum Müdürlüğün bu alandaki görevini şöyle belirtmiştir:
«Radyodiffüzyon (radyo-yayın) postaları vasıtasıyla halkımızın siyası, iç-
timaı, iktisadı, harsı ve bedii ihtiyaçlarını tatmin edecek programların ih-
zarını ve tatbikini temin eylemek»

31 Temmuz 1943 tarih ve 4475 sayılı Kanunla Basın ve Yayın Kuru-


mu Umum Müdürlüğü bünyesinde «Fen Hey'eti Reisliği" ve "Radyo Da-
iresi" isimli iki yeni daire kurularak, bunlardan ilkine radyo hizmetinin
teknik yönüyle ilgilenme, ikincisine ise radyo istasyonlarının yönetimi,
radyolar arasında yayın ahengini sağlamak görevi verilmiştir. Kanunun
20. maddesi de, radyolarla yapılacak her türlü söz yayınlarının incelenip,
programlara alınıp alınmamasının Umum Müdürlükçe kararlaştırılacağı­
m öngörerek, «radyo yayınlarında sansür» kurumunu getirmiştir.

28 Mayıs 1949 tarih ve 5392 sayılı Basın, Yayın ve Turizm Genel Mü-
dürlüğü Kanunu, radyo müdürlüklerini bazı yetkilerle kısmen
bağımsızlıklarını sağlayarak merkezin denetleme yetkisini azaltmış ve
yayın esasları ve programları hakkında görüşü alınmak üzere, Üniversite
Öğretim Üyeleri ve Basın Derneği gibi bazı kuruluşların temsilcilerinin
katılması ile oluşan 16 üyeli «Radyo yayınlan Danışma Kurulu» nu kur-
muştur. Diğer yandan aynı kanun ile Fen Hey'eti Reisliği kaldırılmış ve
tüm radyo hizmetleri Genel Müdürlüğün Radyo Dairesine bağlanmıştır.
1946 yılında başlayan çok partili demokratik düzenin özüne uygun biçim-
de radyonun tarafsızlığını sağlamaya yönelik bu hükümlerin radyoda söz
özgürlüğünü tam anlamı ile gerçekleştirmeye yetersiz olduğu açıktır. An-
cak, 5392 sayılı Kanun hükümlerinin radyonun tarafsızlığı için iyi niyetle
atılan olumlu bir adım olduğu yadsınamaz.

1950 genel seçimleri yapılmadan önce, iktidarda bulunan Cumhuriyet


Halk Partisi'nin radyoda söz özgürlüğü alanında attığı diğer bir olumlu
adım da, muhalefet partilerine radyodan yararlanma olanağını tanıyan
hükümleri 5545 sayılı Seçim Kanununa koymasıdır. Gerçekten bu Kanun,
en az beş seçim çevresinde aday gösteren siyasal partilere günde 10 da-
kika, yirmiden fazla seçim çevresinde aday gösterenlere ise günde lO'ar
dakikadan iki kez konuşma hakkını vermiştir. Yine bu Kanun 5392 sayılı
Kanunda öngörülen savcılığın radyo yayınları üzerindeki denetim yetki-
sini de kaldırmıştır.
80 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

3- Sinema

Ülkemizde sinema filmlerine ilişkin ilk pozitif hukuk kaynaklarına


da bu dönemde raslanmaktadır. Bu kaynaklar incelendiğinde, iletişim öz-
gürlüğünün bir parçası olan «film özgürlüğü» nün bulunmadığı görülür.
Gerçekten, 1932 yılına kadarki dönem içinde valiliklerin elinde bulunan
filmleri sansür yetkisi, 9 Haziran 1932 tarihli Sinema Filmlerinin Kont-
rolüne ait Talimatname ile merkezileştirilmiş ve bu yönetmeliğe 26 Aralık
1993 tarihinde eklenen yeni hükümler yerli film senaryolarının sansürü-
nü öngörmüştür.

Sinema Filmlerinin Kontrolüne ait Talimatnftme'ye dayanılarak, İs­


tanbul'da kurulan sansür komisyonuna İçişleri ve Milli Savunma Bakan-
lıklarının ve Genel Kurmay Başkanlığının birer temsilcisinden başka İl
Polis Müdürü ve Emniyet Müfettişi de katılmakta idi. Yurtiçinde yapılan
ve yurtdışından getirilen filmlerin halka gösterilmesinden önce kontrolü
ile görevli bu komisyon, ayrıca yerli film senaryolarını da kontrol edebili-
yordu.

Sözü geçen komisyonun sakıncalı gördüğü bir yerli film senaryosu-


nun filme alınması olanaksız olduğu gibi, film kontrollerinde de bu komis-
yonun öngördüğü değişiklikler, filmden bazı kısımların çıkarılması ya da
filmin adının değiştirilmesi suretiyle yapılmakta idi. Ancak yönetmelik
yine İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının birer temsilcisi ile Genel
Kurmay Başkanlığının bir temsilcisinden oluşarak Ankara'da kurulan
üst sansür komisyonuna film sahibinin itiraz edebileceğini kabul etmiş
ve böylece filmin bir kez daha incelenmesi olanağını sağlamış idi. Diğer
yandan, itirazda bulunulmamış olsa da, İstanbul Komisyonu Kararlarının
oybirliği ile alınmaması halinde veya ilgili bakanlıkların istekleri üzeri-
ne, gösterilmesine karar verilmiş filmlerin Ankara komisyonunca yeniden
kontrolü zorunluluğu vardı. Film sahibinin itirazı üzerine ya da diğer ne-
denlerle filmi yeniden kontrol eden üst sansür komisyonunun kararlan
kesindi.

Sansür Komisyonları tarafından incelenecek hususları da göste-


ren yönetmelik, din propagandası niteliğinde olan askerlik şerefini ihlal
eden, sosyal terbiyeye, adaba aykırı, genel güvenliğe zararlı bulunan veya
«memleketimizin aleyhine tertip edilmiş müfteriyatı havi olan» senaryola-
rın filme çekilmesini yasakladığı gibi, yine bu nitelikteki yerli ve yabancı
filmlerin halka gösterilmesine izin verilmeyeceği hükmünü koymuştur.

Açıkladığımız sansür işleminden sonra, İstanbul ve Ankara Polis Mü-


dürlüklerinden alınacak izin belgesi ile filmlerin halka gösterilmesi olana-
ğı elde edilebiliyordu.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 81

(Sinema Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname), 4 Temmuz 1934


tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 6. maddesindeki
hükme dayanılarak çıkarılan ve 31 Temmuz 1939 tarihinde yürürlüğe gi-
ren Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne dair Nizamnameye kadar
uygulanmıştır. Bu tüzüğün çıkarılmasında, İkinci Dünya Savaşının başla­
mış olması, yeni çevrilen yerli filmlerden bazılarında «açık» ve Türk Tarihi-
ni «tezyif edici» nitelikte sahnelerin bulunduğu şeklinde bir takım söylen-
tilerin ortaya çıkması gibi nedenler etkili olmuşsa da, yeni rejim kaldırılan
yönetmeliğin kurduğu sansür rejiminin esaslarında önemli sayılabilecek
bir değişiklik getirmemiştir. Bunun gibi, tüzükte incelemekte olduğumuz
dönemin sonlarına doğru 15 Ocak 1948 tarihinde yapılan değişiklikler de
sinema filmlerinin sansürü rejiminin genel ilkelerine dokunmamıştır.

III. 1950 - 1960 yılları arasındaki dönem

1- Basın

Yeni iktidarla birlikte gelen 5680 sayılı Basın Kanunu liberalist gö-
rüşün basın özgürlüğü alanındaki genel ilkelerine geniş ölçüde yer veren
özgürlükçü bir kanun durumunda idi. Dönemsel yayınlarda «izin siste-
mi» yerine «beyanname sistemi»ni getirmesi, idareye tanınan yetkilerde
önemli sınırlamalar yapması, cevap hakkının kullanılmasında basından
yana düzenlemeyi seçmesi, yayın yasaklarını asgari ölçüye indirmesi gibi
özelliklerle donatılmış olan bu kanun, basında ceza sorumluluğu yönün-
den de genelde sübjektif sorumluluk esaslarına bağlı kalmıştı 2.

Basın Kanununun bu özgürlükçü görünüşü uzun sünnemiş ve 1954


yılında yayınlanan 6334 sayılı «Neşir Yoluyla veya Radyo İle İşlenecek Bazı
Cürümler Hakkında Kanun», 1956'da bu kanunun adını «Neşir Yoluyla ve
Radyo ile yahut Toplantılarda işlenen Bazı cürümler Hakkında Kanun»
şeklinde değiştiren 6732 sayılı Kanun ve yine aynı yıl Basın Kanununu
değiştirmek amacı ile çıkarılan 6733 sayılı Kanunun ile Türkiye'de basın
ve iletişim özgürlüğüne çok şiddetli darbeler indirilmiştir. Örneğin, 6334
sayılı Kanuna konulan «resmi sıfatı haiz olanlar aleyhinde ... müphem ve
suizannı davet edebilecek neşriyatta bulunmak»; «suiniyetle veya maksadı
mahsusa müstenit olarak neşriyatta bulunmak»; «resmi makam, merci, he-
yet, teşekkül veya resmi sıfatı haiz olanlar aleyhine tahrik edici mahiyette
neşriyatta bulunmak» gibi yeni suçlar, kaypak ve istenildiği biçimde yo-
rumlanmaya yatkın deyimler, basın ve iletişim özgürlüğünün temel öğele­
ri arasında bulunan eleştiri hakkının kullanılmasını engellemek amacına
hizmet etmişlerdir. Bundan başka, 6733 sayılı Kanunun Basın Kanununa

2
Bkz.: Aşağıda Üçüncü Bölüm,§ 3, A, II 1.
82 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

kamın, tüzük veya resmi teşekküllerce alınan karar gereğince gizli yapılan
toplantılardaki görüşmelerin ve heyecan uyandıran haberlerin yayınlan­
masını yasaklayan hükümler koymuş, ayrıca basında ceza sorumluluğu­
nu objektif sorumluluk esaslarına uygun biçimde yeniden düzenlemiştir.
Diğer yandan, cevap ve düzeltme hakkı yönünden savcılıklara tam yetki
verilmesi gibi olağanüstü yollarla basının eli kolu bağlanınak istenmiştir.
Ancak totaliter rejimlerde görülen bu uygulama nedeniyle, Milletlerarası
Basın Enstitüsü tarafından yayınlanan bir raporda o dönemlerin Türki-
ye'si basında muhalefet yapılmasını engelleyen ülkeler arasında gösteril-
miştir3.

Basın özgürlüğünün bu karanlık günleri 27 Mayıs 1960 hareketine


kadar devam etmiş ve Milli Birlik Komitesi, 94 kanunla 6334 ve 6732 sayı­
lı Kanunları yürürlükten kaldırdıktan sonra, 143 sayılı Kanunla da Basın
Kanununda değişiklik yaparak bazı hükümleri dışında bu Kanunun ilk
şekline uygun bir basın rejimini yeniden kurmuştur. 1961 Anayasası ise
basın özgürlüğü alanında ilk kez anayasal bir düzenleme getirmiştir.

2-Radyo

Türkiye'de 1946 yılından itibaren başlayan çok partili demokratik ha-


yatın radyonun tarafsızlığının sağlanması konusundaki olumlu sonuçları
uzun sürmemiş ve 1950'de iktidarın el değiştirmesinden bir süre sonra,
iktidar partisi «devlet radyosu sistemi»ni en katı biçimde uygulamıştır. Bu
dönemde bir yandan 30 Haziran 1954 tarih ve 6428 sayılı Kanunla seçim
propagandalarında muhalefet partilerine radyodan yararlanmaları olana-
ğını veren hükümler yürürlükten kaldırılırken, diğer yandan hükümetin
radyo programlarına müdahalesi sağlanmış ve böylece radyo iktidarın bir
propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle 1957 seçimlerinden son-
ra, devlet radyoları, Demokrat Parti Kongrelerinde yapılan konuşmaları
vermekle ve Vatan Cephesi'ne, yani Demokrat Partiye girenlerin çektikleri
telgrafları okumakla görevlendirilerek, «Demokrat Parti Radyoları» duru-
muna sokulmuştur.

Radyo alanındaki bu uygulama diğer kitle iletişim araçlarında olduğu


gibi 27 Mayıs 1960 tarihine kadar sürmüş ve 1961 Anayasasına radyonun
tarafsızlığını güvence altına alan hükümler konulmuştur.

3- Sinema
Bu dönemde iletişim özgürlüğünün sinema filınlerine ilişkin cephe-
sinde önemli bir değişiklik olınaınış ve Filmlerin ve Film Senaryolarının

3 ABADAN, s. 97.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 83

Kontrolüne Dair Nizamname 1950-1960 yıllan arasında da uygulanmış­


tır. 20 Kasım 1957 de bu tüzükte bazı değişiklikler yapılmışsa da film san-
sürü rejiminin temel esaslan bu dönemde de değiştirilmemiştir.

IV, 1960 - 1980 yılları arasındaki dönem

1961 Anayasası «haberleşme özgürlüğü» deyimine yer vermiş ise de,


daha önce değinmek fırsatını bulduğumuz gibi, bu deyimi başka bir an-
lamda kullanmıştı. Gerçekten «haberleşme hürriyeti» kenar başlığım ta-
şıyan 17. madde «herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir» dedikten sonra,
2. fıkrasında «haberleşmenin gizliliği esastır. Kanunun gösterdiği hallerde,
hakim tarafından kanuna uygun olarak verilmiş bir karar olmadıkça, bu
gizliliğe dokunulmaz» hükmünü koyarak, «özel haberleşme gizliliği»' nden
söz ettiğini açıklamıştır. Esasen Temsilciler Meclisinde yapılan görüşme­
lerde, Anayasa Komisyonunun hazırladığı metnin 17. maddesinde bulunan
«herkes her türlü araçlarla haberleşme hürriyetine sahiptir» hükümünde-
ki «her türlü araçlarla» ibaresinin metinden çıkarılması istenmiştir. Sözü
geçen ibarenin herkese radyo vericisi kurmak hakkının tanındığı biçimde
yorumlanmaya elverişli görünmesi bu değişiklik isteğinin gerekçesi olmuş
ve Genel Kurul değişiklik önergesini kabul ederek maddenin 1. fıkrasını
Anayasadaki şekline sokmuştur4 . Böylece, «posta dokunulmazlığı» veya
«özel haberleşme gizliliği» deyimleri ile ifade edilmesi gereken 17. madde-
nin kitle iletişimine ilişkin «iletişim özgürlüğü» ile bir ilgisinin olmadığı
açıklıkla ortaya konulmuştur.

17. maddenin «haberleşme hürriyeti» kenar başlığını taşımasına kar-


şın,gerçekte kitle iletişim araçlarını kapsamadığını belirttikten sona,
1961 Anayasasının kitle iletişimini asıl ilgilendiren hükümlerini görelim:

Bu hükümlerden ilki, iletişim özgürlüğü ile yakın ilgisi bulunan «dü-


şünce özgürlüğü" nü düzenleyen 20. maddedir. "Herkes, düşünce ve kanaat
hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir» şeklinde bu
özgürlüğü ortaya koyan madde, 2. fıkrasında «kimse, düşünce ve kanaatle-
rini açıklamaya zorlanamaz» diyerek düşünce özgürlüğünün düşünceleri
açıklamama hakkım da kapsadığını belirtmiştir. Görüleceği üzere, 1961
Anayasasının 20. maddesi, düşünce ve kanıların «söz, yazı, resim ile veya
başka yollarla» açıklanmasından söz etmek suretiyle, iletişim özgürlüğü­
nü de kapsayabilecek bir ifade kullanmıştır. Ancak bu maddenin iletişim
özgürlüğü alanındaki değerini tam olarak saptayabilmek için, öncelikle
Anayasanın konuyla ilgili diğer hükümlerini gözden geçirmek gerekir.

4
Temsilciler Meclisi'ndeki görüşmeler için bkz.: T. C. Temsilciler Meclisi Tutanak Der-
gisi, Cilt: 3, s. 75-79.
84 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

1961 Anayasasının 22-27. maddeleri «basın ve yayımla ilgili hükümle-


ri» kapsamaktadır. Basın özgürlüğünü düzenleyen 22. madde ilk fıkrasın­
da basının özgür olduğunu ve sansür edilemeyeceğini açıkladıktan sonra,
2. fıkrasında, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri uygu-
lamak hususunda devleti yükümlü tutmuştur. Maddenin «basın ve haber
alma hürriyeti, ancak millf güvenliği veya genel ahlakı korumak, kişilerin
haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı önlemek ve
yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için
kanunla sınırlanabilir» hükmünü içeren 3.fıkrası, 20 Eylül 1971 günü ka-
bul edilip 22 Eylül 1971 tarihli Resmi Gazeteyle yayınlanarak yürürlüğe
giren 1488 sayılı Kanunla değiştirilerek «basın ve haber alma hürriyeti,
ancak devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü, kamu düzenini, millf gü-
venliği ve millf güvenliğin gerektirdiği gizliliği veya genel ahlakı korumak,
kişilerin haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzü, suç işlemeye kışkırtmayı ön-
lemek veya yargı görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağ­
lamak için kanunla sınırlanabilir» şeklini almıştır. Aynı maddenin diğer
fıkralarında ise, açıkça belirtilen istisnalar dışında olaylar hakkında yayın
yasağı konulamayacağı (4. fıkra), gazete ve dergilerin kanunun gösterdiği
suçların işlenmesi halinde hakim karan ile, devletin ülkesi ve milletiyle
bütünlüğünün, ınilli güvenliğin, kamu düzeninin ve genel ahlakın korun-
ması bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de, kanunun
açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabileceği (5. fıkra), Türkiye'de
yayımlanan gazete ve dergilerin milli güvenliğe, kamu düzenine, genel
ahlaka, insan hak ve hürriyetlerine dayanan milli, demokratik, laik ve
sosyal cumhuriyet ilkelerine dayanan veya devletin ülkesi ve ınilletiyle bö-
lünmezliği temel hükümlerine aykırı yayımlardan olma halinde mahkeme
kararı ile kapatılabileceği (6. fıkra) 5 öngörülmüştür.

Basın özgürlüğü yönünden önemli bir diğer hüküm de 23. maddede


bulunmaktadır. Gerçekten bu madde gazete ve dergi çıkarılmasının önce-
den izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağını açık­
ladıktan sonra, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayınlanmasını
engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali veya teknik kayıtla­
rın kanunla dahi konulamayacağını belirtmiştir. 24. madde ise, kitap ve
broşürlerin yayımı bakımından aynı esası koyarak, bu çeşit kitle iletişim
araçlarının izne bağlı tutulamayacağını ve sansür edilemeyeceklerini ifa-
de etmiştir. Bu maddelerden başka, basımevi ve eklentilerinin ve basın

5
22. maddenin 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 5._ve 6. fıkraları değişiklikten önce
şöyleydi: «Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergilerin toplatılması, bu tedbirlerin
uygulanacağını kanunun açıkça gösterdiği suçların işlenmesi halinde ve ancak ha-
kim kararı ile olabilir. Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler, ancak 57. maddede
belirtilen fiillerden mahkum olma halinde mahkeme karariyle kapatılabilir».
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 85

araçlarının, suç aracı olduğu gerekçesiyle de olsa, zapt ve müsadere edi-


lemeyeceğini veya işletilmekten alıkonulamayacağını öngören 25. madde
ile cevap ve düzeltme hakkına ilişkin ilkeleri koyan 27. madde de basın
özgürlüğünün anayasal güvencesini tamamlayıcı nitelik göstermektedir.

Görüleceği üzere, bu hükümler genelde basın özgürlüğüne ilişkin bu-


lunmaktadırlar. Yani iletişim özgürlüğünün ancak basınla ilgili yönü bu
hükümlerle anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bununla beraber, 22.
maddenin sadece «basın hürriyeti» deyimi ile yetinmeyerek ayrıca «haber
alma hürriyeti»' nden de söz etmiş bulunmasına bir anlam vermek ge-
rekir. Bizce, maddedeki «haber alma hürriyeti» deyimi, bir yandan kitle
iletişimini gerçekleştirenlerin haber kaynaklarından yoksun bırakılama­
yacağını ifade ederken, diğer yandan kitleler tarafından haber, düşünce ve
kanalların kitle iletişim araçlarından izlenmesi hakkını da kapsamakta-
dır6. Kanımızca, böylece 1961 Anayasası, çağdaş insanın sosyal yaşantısı­
nın vazgeçilmez bir koşulu olan, haber, düşünce ve kanıların kitle iletişim
araçlarından öğrenilmesini bir hak olarak kabul etmiştir.

Basın yönünden durum böyle olduğu gibi, basın dışındaki kitle ileti-
şim araçları bakımından da 26. madde iletişim özgürlüğünün bu yönüne
değinmiştir. Gerçekten, kamu tüzel kişileri elindeki basın dışı iletişim ve
yayın araçlarından kişilerin ve siyasal partilerin kanunla düzenlenecek
esaslar içinde yararlanma hakkının bulunduğunu belirten bu madde, be-
lirli haller dışında, kamunun halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce
ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe ~ u , . ~ u ~ engelle-

yici kayıtlar koyamayacağını öngörerek, sınırlı biçimde dahi olsa, iletişim


özgürlüğünün değindiğimiz bu cephesini kapsamına almıştır.

Şimdiye kadarki incelemelerimizden anlaşılacağı üzere, kitle iletişim


araçlarından basına ilişkin özgürlüğün tüm kapsamı ile 1961 Anayasasın­
da düzenlenmiş olmasına karşılık, basın dışındaki kitle iletişim araçları
yönünden aynı yol tutulmamış ve 26. maddede kişilerin ve siyasal partile-
rin, sadece, kamu tüzel kişileri elindeki basın dışı iletişim ve yayın araç-
larından yararlanma hakkı ve bu yararlanmanın koşullan belirtilmekle
yetinilmiştir.

Durum böyle olunca, düşünce özgürlüğü ile ilgili 20. maddedeki «her-
kes, ... düşünce ve kanaatlarını veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklayabilir ve yayabilir» hükınünün basın dışı iletişim araçlarını
kapsayıp kapsamadığı sorununun çözümlenmesi gerekmektedir. Ancak
bu sorunun çözümlenmesinden önce, basın dışı iletişim araçları üstündeki
mülkiyet hakkını, bu araçlarla haber, düşünce ve kanıların açıklanması

6
Benzer görüş: GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 48.
86 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

özgürlüğünden ayırmak zorunluluğu vardır. 1961 Anayasasının 121. mad-


desi «radyo ve televizyon istasyonları, ancak devlet eliyle kurulur ve ida-
releri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenir» hükmü
ile, kitle iletişim araçlarından radyo-televizyon üstünde özel mülkiyetin
sözkonusu olamayacağım açıkça ortaya koymuştur. Böylece radyo - tele-
vizyon yayınlarında devlet tekeli anayasal bir kurum haline getirilmiştir.
Buna karşılık, sinema filmleri bakımından 1961 Anayasasında böyle bir
hüküm mevcut bulunmadığı içindir ki, bu tür kitle iletişim araçları basın
gibi özel teşebbüs özgürlüğüne konu olabilmişlerdir 7 .

Basın dışıkitle iletişim araçlarında ifade özgürlüğüne gelince; kanı­


mızca, kamu tüzel kişilerinin elindeki kitle iletişim araçlarında 26. madde
hükmü, özel kişilere ait kitle iletişim araçları bakımından ise 20. madde-
nin genel hükmü geçerlidir. Burada şu hususu da belirtmek gerekir ki, 20.
maddedeki düşünce özgürlüğüne ilişkin hüküm mutlak olmayıp, Anaya-
sanın 1488 sayılı Kanunla değişik, 11. maddesi gereğince «Devletin ülkesi
ve milletiyle bütünlüğünün, cumhuriyetin, millı güvenliğin, kamu düze-
ninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı
ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen sebeplerle Anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun olarak» kanunla sınırlanabilir. Ancak, 11. mad-
denin 2. fıkrasına göre kanun bu özgürlüğün özüne dokunamayacağı için,
basın dışı kitle iletişim araçları yolu ile düşünce ve kanılarım açıklayan
bir kimsenin, bu hareketini önceden denetime bağlı tutan hükümler kabul
edilemez8 • Bu nedenledir ki, Türkiye'de o tarihlerde uygulanmış bulunan
film sansürünün düşünce ve kanaatlerin önceden denetime tabi tutulması
demek olduğundan, düşünce ve söz özgürlüğünün özüne dokunulduğu ve
bu yönden 1961 Anayasasına aykırı bulunduğu görüşünü savunmuştuk9 •

1961 Anayasasının yukarıda değindiğimiz hükümlerinden başka, bi-


lim ve sanat özgürlüğünü düzenleyen 21. maddesi de iletişim özgürlüğü
ile yakından ilgilidir. Gerçekten bu maddenin 1. fıkrası gereğince, «herkes,
bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alan-
larda her türlü araştırma hakkına sahip» bulunduğuna göre, sanatsal ve
bilimsel nitelikteki kitle iletişimi bu maddenin güvencesi altındadır.

7
İLAL, s. 39.
8
Bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 195; GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 37.
9 Aynı görüş: TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 58;AKSOY, Türkiye'de Düşün­
ce Özgürlüğü, s. 167.
İLETİŞİM ÖZGüRLÜĞÜ 87

B. ANAYASAMIZA GÖRE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

I. Genel olarak
Kurucu Meclis tarafından kabul olunan ve 24.9.1982 tarihli, 2707 sa-
yılı Kanuna göre halkoyuna sunularak 18.10.1982 tarihinde kabul edilen
ve 2709 sayılı Kanun olarak Resmi Gazetede (9.11.1982, 17863) yayın­
lanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 10 1961 Anayasasında olduğu gibi,
"haberleşme özgürlüğü" terimini "posta dokunulmazlığı" veya "özel haber-
leşme gizliliği"kavramlarını ifade etmek amacı ile kullanmıştır. 3.10.2001
tarih ve 4 709 sayılı Kanunla değiştirilen "Haberleşme Hürriyeti" kenar
başlıklı 22. maddenin değişiklikten önceki şekli şöyleydi: «Herkes, ha-
berleşme hürriyetine sahiptir.- Haberleşmenin gizliliği esastır.- Kanunun
açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça;
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin
emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
- İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşlar kanunda belirti-
lir». 4 709 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile madde şu şekli almıştır:
"Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
-Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve
genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korun-
ması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş
hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecilımesinde sa-
kınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bu-
lunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Ha-
kim kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden
kalkar.-İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları Kanunda
belirtilir.". Görüleceği üzere, maddenin hem eski ve hem de yeni metninin
kitle iletişimine ilişkin "iletişim özgürlüğü" ile bir ilgisi olmayıp "özel ha-
berleşme gizliliği"ni güvence altına almaktadır.

1982 Anayasasının kitle iletişimi ile ilgili hükümlerine gelince:

Anayasanın 25. ve 26. maddeleri iletişim özgürlüğü ile yakın ilişki


içinde bulunan «düşünce özgürlüğü» nü 1961 Anayasasından çok daha

10
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra hazırlanan 1982 Anayasası 18.10.1982 ta-
rihli ve 2709 sayılı Kanunla halkoylamasına sunulmuştur. Halkoylamasına katılan
%91.3 oranındaki seçmenin %82.7'si "evet", %8.6'sı "hayır" oyu kullanmıştır. Bugü-
ne kadar 3361,3913,4121,4388,4446,4 709,4 720,4 777,5170,5370,5428,5551,5659,56
78,5697,5735, 5982 sayılı kanunlarla değiştirilmiş ve son olarak 21.1.2017 tarihli ve
6771 sayılı Kanun ile yapılan Anayasa değişiklikleri 16.4.2017 tarihinde Halkoyla-
masına sunularak kabul edilmiştir.
88 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

kapsamlı bir biçimde düzenlenmişlerdir. Şöyle ki, eski Anayasanın 20.


maddesi düşünce özgürlüğünü soyut bir kavram olarak ele alınış iken, yeni
Anayasamız bu özgürlüğün tüm kitle iletişim araçları ile olan bağlantısını
ve hangi hallerde sınırlandırılabileceğini açık ve seçik bir biçimde ortaya
koymuştur. Gerçekten 25. madde «Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine
sahiptir. - Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaat-
lerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz
ve suçlanamaz» diyerek, düşünce özgürlüğünün düşünceleri açıklamama
hakkını da içeren bir özgürlük olduğunu vurguladıktan ve bu özgürlüğün
statik yönünü soyut bir biçimde güvence altına aldıktan sonra, 26. madde
«düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti» başlığı altında aynı özgürlüğün
dinamik yönünü ayrıntıları ile düzenlemiştir. Bu düzenleme yapılırken,
eski Anayasanın yürürlükte olduğu dönemdeki duraksamaların ortadan
kaldırılması ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün kötüye kullanılmasının
önlenmesi için özen gösterildiği dikkati çekmektedir:

26. madde 1. fıkrası «herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim


veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkı­
na sahiptir. Bu hürriyet resmı makamların müdahalesi olmaksızın haber
veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar» şeklinde, düşünce
açıklama özgürlüğünün kitle iletişim araçları ile ilgili iletişim özgürlüğü­
nü de kapsamına aldığını belirten bir ifade kullandıktan sonra, devamla,
bu fıkra hükmünün, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapı­
lan yayınların «izin sistemi»ne bağlanmasına engel olmayacağını öngör-
müştür.

Böylece, Anayasamız basın dışı kitle iletişim araçlarında düşünce ve


kanaatlerin önceden denetlenmesi anlamına gelen bir tür «sansür» uygu-
lamasına olanak tanınmıştır. Bu hüküm karşısında filmlerin ön denetimi
rejiminin Anayasaya aykırı olduğu söylenemeyecektir.

Anayasamızın 26. maddesinin 2. fıkrası, 1961 Anayasasından farklı


olarak, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün hangi durumlarda sı­
nırlandırılabileceğini özel olarak düzenlemiştir. Bunun nedeni, eski Ana-
yasanın uygulandığı dönemde görülen Anayasaya aykırılık iddialarına son
vermektir. Bu özgürlüğün sınırlandırılabileceği halleri gösteren 26. mad-
denin 2. fıkrasındaki özel hüküm 2001 değişikliği ile şu şekle girmiştir: "Bu
hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,
Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve Milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılma­
sı Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, baş­
kalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun
öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine
uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.» Böylece 2001
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 89

değişikliği ile, daha önce bu fıkrada bulunmayan sınırlama nedenleri ara-


sına "milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
ilkeleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunma-
sı" ibareleri eklenmiştir. Bunun nedeni, temel hak ve özgürlüklerin genel
sınırlandırma durumlarını belirten 13. maddenin yeni şeklidir. Gerçekten,
değişiklikten sonra 13. madde 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine doku-
nulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin ge-
reklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz" şeklini aldığı. içindir ki, 26.
maddenin 2. fıkrasında bulunmayan sınırlandırmalara gereksinim duyul-
muştur. Burada belirtmeliyiz ki, 2001 değişikliği ile 26. maddeye eklenen
son fıkradaki sınırlamaların kanunla düzenleneceği öngörülerek önemli
bir eksiklik giderilmiştir. Böylece, bu konuda kitabımızın önceki basılann­
daki eleştirilerimizin dikkate alınması yerinde olmuştur.

26. maddenin düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğüne


koyduğu diğer bir sınırlama 3. fıkrasında bulunan «düşüncelerin açık­
lanması ve yayımlanmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil
kullanılamaz.» hükmü idi. Anayasa bu yasağa aykırı davranışlara karşı
uygulanacak işlemin, hakim karan ile veya gecikmesinde sakınca bulu-
nan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle «toplatma» olduğunu
öngörmüştü. Ancak mevzuatımızda yayın dili konusunda açık yasaklayıcı
bir hüküm mevcut değildi. İşte, 4709 sayılı kanunla yapılan 2001 deği­
şikliği ile bu durum da dikkate alınmak suretiyle sözügeçen 3. fıkra 26.
maddeden çıkarılmıştır. Yine aynı kanunla, 28. maddenin 2. fıkrasında yer
alan "kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayın yapılamaz" hük-
mü de kaldırılmıştır.

Anayasamız iletişim özgürlüğünün temelini oluşturan düşünceyi


açıklama ve yayına özgürlüğünü 1961 Anayasasından daha kapsamlı bir
tarzda düzenledikten başka, basın özgürlüğüne ilişkin yine ayrıntılı hü-
kümlere yer vermiştir. Basın özgürlüğünü öngören 28. maddenin 1. fıkrası
basının özgür olduğunu, sansür edilemeyeceğini açıkladıktan sonra, basın
özgürlüğünün bir parçasını oluşturan basımevi kurma hakkından sözet-
miştir. Buna göre, basımevi kurmak için «izin alma ve mali teminat yatır­
ma şartı» konulamaz. Bu şekilde, yeni Anayasamız, 1961 Anayasasında
bulunmayan bu hükme yer vermek suretiyle, 15 Temmuz 1950 tarihli ve
5681 sayılı Matbaalar Kanununun 1. maddesinin öngördüğü izinsiz bası­
mevi kurma hakkım anayasal güvenceye kavuşturmuş ve böylece özgür-
lükçü demokratik rejimlerin Anayasalarının paraleline girmiştir. Gerçek-
ten, «matbaacılık» denilen bu teknik faaliyete girişilmeden basın faaliyeti-
nin ürünü olan basılmış eserin ortaya çıkması olanaksız bulunduğundan,
90 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

özgürlükçü bir Anayasanın matbaacılık faaliyetinin izne tabi tutulmasına


göz yumması düşünülemez. Anayasamızın önceki Anayasadaki bu boşlu­
ğu görerek doldurması basında özgürlük esasından hareket ettiğinin en
açık kanıtıdır.

Yukarıda açıkladığımız üzere, 28. maddenin "kanunla yasaklan-


mış olan herhangi bir dilde yayın yapılamaz" hükmünü içeren 2. fıkrası
kaldırılmış olduğundan eski fıkralar birer sayı küçülmüştür. Buna göre,
maddenin eski 3., yeni 2. fıkrasında basın ve haber alma özgürlüklerini
sağlayacak tedbirleri alma bakımından devleti yükümlü tuttuktan ve 3.
fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında düşünce, bilim ve san'at
özgürlüklerine ilişkin hükümlerin uygulanacağını öngördükten sonra, 4.
fıkrasında bazı yayınların dağıtımının tedbir yolu ile önlenmesine olanak
vermiştir. Bu hükme göre, devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve mille-
tiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklan-
ma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere
ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı yazanlar ve bastıranlar veya
aynı amaçla basanlar, başkasına verenler bu suçlara ait kanun hükümle-
ri uyarınca sorumlu olurlar; tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyla, ge-
cikmesinde sakınca bulunan hallerde bu kanunun açıkça yetkili kaldığı
merciin emriyle önlenebilir; dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını
en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir; hakim bu karan en
geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme karan hükümsüz
kalır. 28. maddenin basın özgürlüğünü önemli bir biçimde sınırlayan bu
hükmünü 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'sinin durumunu dikkate almak
suretiyle değerlendirmek gerekir. Ülkemizi ve milletimizi parçalamaya
yönelik yayınların önlenmesi Devletimizin en doğal hakkı olarak kabul
edilmelidir. Hiçbir devlet varlığına yönelik bu tür saldırılara göz yummaz.
Anayasamızın bu alanda dahi hakim kararını gerekli görmesi, basın öz-
gürlüğüne verdiği değeri gösterir. 4 709 sayılı Kanunun bu hükme dokun-
mamasını bu nedenle olumlu karşılamaktayız.

28. maddenin diğer fıkralarında, yargılama görevinin amacına uygun


olarak yerine getirebilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde hakim
tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere olaylar hakkında yayın
yasağı konulamayacağı (5. fıkra), dönemsel veya dönemsel olmayan ya-
yınların kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına
geçilmiş olması hallerinde hakim kararıyla, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın
korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulu-
nan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabi­
leceği, toplatma kararı veren yetkili merciin, bu kararını en geç yirmidört
saat içinde yetkili hakime bildirmesi gerektiği, hakimin bu kararı en geç
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 91

kırksekiz saat içinde onaylamaması halinde toplatma kararının hüküm-


süz sayılacağı
(6. fıkra), dönemsel veya dönemsel olmayan yayınların suç
soruşturma veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel
hükümlerin uygulanacağı (7. fıkra), Türkiye'de yayınlanan dönemsel ya-
yınların, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuri-
yetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayınlardan
mahkum olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabileceği,
kapatılan dönemsel yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü ya-
yının yasak olduğu ve bunların hakim kararıyla toplatılacağı (8. fıkra)
öngörülmüştür.

Anayasamız basın özgürlüğünü 28. maddesinde genel esasları ile dü-


zenledikten sonra, 29. maddesinde dönemsel ve dönemsel olmayan yayın­
cılığı güvence altına almıştır. Bu hüküm gereğince, dönemsel olsun veya
olmasın, yayınlar önceden izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağ­
lanamaz. 1982 Anayasasının, 1961 Anayasasından farklı olarak dönemsel
olmayan yayınlarda da mali teminat yatırma sistemini yasaklaması basın
özgürlüğüne verdiği önemin bir diğer yönüdür 11 .

Anayasanın 29. maddesinin 2. fıkrası «süreli yayın çıkarabilmek için


kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, kanunda belirtilen yetkili mercie
verilmesi yeterlidir» diyerek dönemsel yayınlarda ancak «beyan sistemi»-
nin uygulanabileceğini vurguladıktan sonra, bu bilgi ve belgelerin kanuna
aykırlığının saptanması halinde yetkili merciin yayının durdurulması için
mahkemeye başvuracağını öngörmüştür. Bu durum da göstermektedir ki,
yetkili mercie verilecek beyannamedeki bilgilerin ve buna ilişkin belgele-
rin kanuna aykırılığı saptansa dahi, mahkeme kararı olmadıkça yayının
durdurulması zorunluluğu yoktur. Bizce, bu hüküm anayasal düzenimizin
basın özgürlüğüne ilişkin yeni ve ileri bir aşamasıdır.

29. madde, değindiğimizhükümlerden başka, dönemsel yayınların çı­


karılmasının, yayının şartlarının, mali kaynaklarının ve gazetecilik mesle-
ği ile ilgili esasların kanunla düzenleneceğini ve kanunun haber, düşünce
ve kanaatlerin serbestçe yayınlanmasını engelleyici ve zorlaştırıcı siyasal,
ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamayacağım belirtmiştir. Maddenin
son fıkrası ise, dönemsel yayınların, Devletin ve diğer kamu tüzel kişileri­
nin veya bunlara bağlı kurumların araç ve olanaklarından eşitlik esasına
göre yararlanacakları hükmünü koymuştur. 29. maddenin 3. ve 4. fıkrala­
rındaki bu hükümler 1961 Anayasasında da bulunmaktaydı.

Anayasanın 30. maddesine gelince: Bu maddenin ilk şekli basın öz-


gürlüğünün bir gereği olan «basın araçlarının korunması»' m eski Anaya-

11
1961 Anayasasının 24. maddesi kitap ve broşür çıkarma hakkı yönünden mali temi-
nat sistemini yasaklayıcı bir hüküm koymamıştır.
92 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

saya nazaran belirli sınırlar içine almıştı. Şöyle ki; 1961 Anayasasının 25.
maddesi basımevi ve eklentilerinin ve basın araçlarının suç vasıtası oldu-
ğu gerekçesiyle de olsa, zapt ve müsadere edilemeyeceğini veya işletilmek­
ten alıkonulamayacağını mutlak ve sınırsız bir şekilde belirtmiş iken, yeni
Anayasa «Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriye-
tin temel ilkeleri ve millı güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkum
olma hali»ni sözü geçen güvencenin dışında tutmuştu. 1980'den önceki
tecrübelerin ortaya çıkardığı bir zorunluluk olarak değerlendirdiğimiz bu
hüküm, 22.03.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5170
Sayılı Kanunun 4. maddesi ile değiştirilmiştir. Maddenin yeni şekli şöy­
ledir: "Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve
eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere
edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz." Bu değişiklik, bizce, basın öz-
gürlüğü açısından son derece olumludur.

1982 Anayasasının iletişim özgürlüğüne ilişkin diğer iki hükmü 31 ve


32. maddelerinde yer almaktadır. 31. madde 1961 Anayasasının 26. mad-
desinde olduğu gibi, kişilerin ve siyasi partilerin kamu tüzel kişilerinin
elindeki basın dışı kitle iletişim ve yayın araçlarından yararlanma hak-
larını, 32. madde ise düzeltme ve cevap hakkını düzenlemektedir. 2001
değişikliği 31. maddenin 2. fıkrasındaki sınırlamaları 26. maddenin 2.
fıkrasında öngörülen ibareler paralelinde yeniden düzenlemiştir. Buna
göre, "Kanun, milli güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak ve sağlığın korun-
ması sebepleri dışında, halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve
.................... ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar ko-
yamaz". Bunun esas nedeni 13. maddenin artık genel sınırlamaları bıra­
karak, Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen nedenlere bağlı olarak
sınırlamaların kanunla yapılabileceği hükmünü getirmiş olmasıdır. Böy-
lece, eski 13. maddedeki genel sınırlama nedenlerine yollama yapan 31.
maddenin 2. fıkrasının değiştirilmesi gerekli olmuştur.

Bütün bu hükümlerden başka, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve


öğretme, açıklama, yayma hakkına ilişkin 27. madde de Anayasasının kit-
le iletişim araçlarım ilgilendiren bir hükümdür.

Anayasanın 133 maddesi ise, önce radyo ve televizyon istasyonlarının


kurulmasında devlet tekelini öngörmüş iken, 1993 yılında değiştirilerek 12
bunları «kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbest» bırakmıştır.
Özel radyo ve televizyonların anayasal dayanağını oluşturan bu hükmün
Türkiye'de iletişim özgürlüğünün önemli bir yapıtaşı niteliğini taşıdığı­
nı söyleyebiliriz. 133. maddeye 21.06.2005 tarih ve 5370 sayılı kanun ile
eklenen 2. fıkra ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluş şeklini

12 8.7.1993 tarih ve 3913 sayılı Kanun.


İLETİŞİM ÖZGüRLÜĞÜ 93

gösteren bir düzenleme öngörmüştür. Bu konular hakkında ileride rad-


yo-televizyon bölümünde ayrıntılı bilgi verilecektir.

Yukarıdaki incelemelerimiz göstermiştir ki, 1982 Anayasasının kitle


iletişimine ilişkin sistemi 1961 Anayasasının sistemine ana çizgileri ile
benzemekte ise de, bu alandaki geçmiş deneyler dikkate alınarak bir yan-
dan farklı, diğer yandan ise duraksamayı önleyecek ayrıntıya sa.h.ip hü-
kümlerle yeni bir sistem kurulmuştur. Kanımızca bu sistem yukarıda de-
ğindiğimiz bir çok yönden eski sistemden ileri bir aşamanın özelliklerine
sahiptir 13 • Keza, sonradan yapılan değişikler ve özellikle 2001 değişikliği
Anayasamızın özgürlükçü yapısını güçlendirmiştir.

Aşağıda bazı kısımlarını naklettiğimiz Yargıtay Kararlarını Yüksek


Mahkemenin basın özgürlüğünün amacına ve işlevine bakışını yansıtması
açısından önemli görmekteyiz:

"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile diğer özel yasalarla güvence altı­


na alınmış bulunan basın özgürlüğünün amacı, kamuyu ilgilendiren ko-
nularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermeyi sağlamaktır. Basının göre-
vi, genel yararları ilgilendiren konularda olayları doğru ve objektif olarak
yansıtmak, çeşitli sorunlarda kamuoyunu düşünmeye sevk edecek biçimde
tartışmalar açmak, halkı toplumsal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe
uygun bilgilerle donatmak, içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın so-
runları hakkında bilinçlendirmektir. Basın, halka ulaştırılmasında kamu
yararı bulunan haberleri zamanında ve haberin gerektirdiği ayrıntılarla
ve doğru olarak toplayıp topluma ulaştırdığında kamuoyunun serbestçe
oluşumunu sağlamak suretiyle kamu görevi niteliğindeki fonksiyonunu
yerine getirmiş olur. Anayasanın 28. maddesindeki basın özgürlüğü kav-
ramı, 5680 Sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemeyle daha
da güçlendirilmiştir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının
güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nede-
ni toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun
için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana
gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklı­
dır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme,
yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme
yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yapar-
ken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi,
genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu
farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya

13
Türkiye'de basın özgürlüğünün gelişimi ve 1982 Anayasasına göre basın özgürlüğü
konusunda bkz.: YAZICI, R.: Anayasalarımızda Basın Hukuku, Ankara 1986, s. 9 ve
son.
94 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin


hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla
yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının
bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki basının bu ayrıca­
lık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız
değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarda kişilik haklarına saygı gösteril-
mesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan
ve gerekse MK 'nun 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence
altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal
ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir 14 ."

"Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Ya-
sasının l. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının
özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına
sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik için-
de yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve
özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren
konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araş­
tırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme,
aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Bası­
nın bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür
davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aran-
ması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değer­
lendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı
bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul
edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka ay-
kırılık oluşturmayabilir.

Ne var ki, basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın


Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25.
maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bu-
lunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir
zorunluluktur.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durum-


larda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına
alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması
gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üs-
tün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız
kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu ya-
rarıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken,
özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal

14 HGK. 30.1.2002, E: 2001/4-1000, K: 2002/25.


İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 95

ilginin varlığım, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle bi-


çim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde
kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da son-
radan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu
tutulınamahdır." 15 .

II. İletişim özgürlüğünün sosyal hak niteliği

Basın ve iletişim özgürlüğünün çağdaş demokrasilerdeki görünüşü­


nü incelerken gördüğümüz gibi, bugün basın ve iletişim özgürlüğü liberal
görüşten önemli biçimde ayrılmıştır. Günümüzün basın ve iletişim özgür-
lüğü anlayışı, devletin bu özgürlüğün gelişmesinde tarafsız bir tutum ta-
kınmasını, bu gelişmeye izin vermesini yeterli görmemekte ve bu konuda
devlet tarafından bazı aktif önlemlerin alınması zorunluluğunun bulun-
duğunu kabul etmektedir.

Basın ve iletişim özgürlüğünü kollektifbir özgürlük, sosyal bir hak ni-


teliğinde gören bu akım 16 Anayasamız tarafından da kısmen izlenmiştir 17 .
Gerçekten Anayasamızın 28. maddesinin 2. fıkrası «Devlet, basın ve haber
alma hürriyetini sağlayacak tedbirler alır» hükmünü koyarak, 29. madde-
sinin 4. fıkrası da «süreli yayınlar, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin
veya bunlara bağlı kurumların, araç ve imkanlarından eşitlik esasına göre
yararlanır» demek suretiyle basın ve iletişim özgürlüğünün fiilen gerçek-
leştirilmesini sağlamak hususunda Devleti yükümlü tutmuştur. Devletin
bu yükümlülüğü sadece basın mensuplarına ilişkin basın özgürlüğünün
yararına olmayıp, düşünce, kanı ve haberleri değişik kalem ve ağızlar­
dan serbestçe izleyebilme olanağını aktif ,. w,,,,u,,u.""' sağlaması bakımından
kitlelerin de yararınadır. Esasen 28. maddenin 2. fıkrasının basın özgür-
lüğünün yanı sıra «haber alma hürriyeti»'nden de söz etmesi, haberlerin
serbestçe alınması hakkını da kapsayan iletişim özgürlüğünün bu cephe-
sinin Anayasamız tarafından kolektif bir özgürlük, sosyal bir hak şeklinde
kabul edildiğini açıkça ortaya koymaktadır 18 .

15 4 . HD., 29. lL 2007, E. 2006/13374, K. 2007/15131; HGK., 20. 2 . 2008, E. 2008/4-


158, K. 2008/154; 4. HD., 13.11-2008, E. 2008/791, K. 2008/14005 ; HGK.03 . 06.2009,
E.2009/4-151, K.2009/241.
16 DÖNMEZER, Basın, s. 227; DÖNMEZER-BAYRAKTAR, Basın Hukuku, İstanbul
2013, s.263-264.
17 Anayasanın Kurucu Meclis tarafından kabul edilen metninin gerekçesinde de basın
özgürlüğünün sağlanmasında Devletin «olumlu tutumu» vurgulanmıştır.
18
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: DANIŞMAN, A: Basın özgürlüğünün sağlanma­
sı önlemleri (Devletin Basın Karşısındaki Aktif Tutumu), Ankara 1982, s. 8 ve son.,
72-73, 121 ve son.
96 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

III. İletişim özgürlüğünün temel öğeleri

1- Genel olarak

Uluslararası belgelerde iletişim özgürlüğünü incelerken gördüğümüz


gibi, bu belgelerin çoğu «iletişim özgürlüğü» deyimini kullanmaktan kaçı­
narak, bu özgürlük için gerekli olan öğeleri saymak yolunu izlemişlerdir.
Sözgelimi 1948 insan Haklan Bildirisinin 19. maddesi, düşünce ve söz
özgürlüğünün, bilgi ve düşünceleri her araç ile «aramak» «elde etmek» ve
«yaymak» haklarını gerektirdiğini belirtmiştir. Yani bu metne göre, sözü
geçen özgürlükten söz edebilmek için kişilere öncelikle bazı hakların ta-
nınması zorunludur. Birleşmiş Milletlerin 1948 yılında Cenevre'de topla-
nan İletişim Özgürlüğü Konferansında kabul edilen metinde ve Avrupa
Konseyi İnsan Haklan ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinin 10.
maddesinde de iletişim özgürlüğünün zorunlu ön koşullarına önemle de-
ğinilmiş ve hep bu hakların güvenceye kavuşturulması için çaba gösteril-
miştir.

Uluslararası çalışmalarda izlenen bu yönteme doktrin de uymuş ve


gerek basın özgürlüğünün gerekse onu da içeren iletişim özgürlüğünün
analizinde temel öğe niteliğindeki haklar ayn ayn inceleme konusu yapıl­
mıştır19. Biz de bu genel eğilimi izleyerek, aşağıda iletişim özgürlüğünün
temel öğeleri üzerinde duracağız.

2- Haber, düşünce ve kanıları serbestçe öğrenebilmek ve


toplayabilmek hakkı

a) Özellikleri

Bir ülkede iletişim özgürlüğünden söz edebilmek için ilk koşul, o ül-
kede her türlü haber, düşünce ve kanıların serbestçe öğrenilebilmesi ve
toplanabilmesi olanağının bulunmasıdır20 . Bu olanak olmadan gerçek
anlamda bir iletişim özgürlüğünün varlığı ileri sürülemez. Yurttaşlar ba-
kımından haber alma hakkını, yayın mensupları yönünden ise haberlere
ulaşmak ve haberleri toplamak hakkını içeren bu ilke Anayasamızda da
yer alınıştır. Gerçekten, Anayasamızın 28. maddesindeki «haber alma hür-
riyeti» deyimi iletişim özgürlüğünün bu gereğini ifade etmektedir. Ayın
maddenin 3 ve 4. fıkralarında belirtilen sınırlamalar dışında, yurttaşlar
bütün haberleri, düşünceleri ve kanıları öğrenmek hakkına sahip bulun-

19 Bkz.: LÖFFLER, I, s. 82 ve son; REHBINDER, s. 18; DÖNMEZER, Basın, s. 206 ve


son.; Akıllıoğlu, 182.
20 Bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 94-95; LÖFFLER, I, s. 83; GÖLCÜKLÜ, Haberleşme
Hukuku, s. 27;ABADAN, s. 100.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 97

duğu gibi, yayın mensupları da kitlelere ulaştırabilmek için haberleri,


düşünceleri ve kanıları serbestçe toplayabilmek yönünden Anayasanın
güvencesi altındadırlar.

Haber, düşünce ve kanıları


serbestçe öğrenebilmek ve toplayabilmek
hakkı yalnız basın özgürlüğünün değil, fakat tüm kitle iletişim araçları­
nı kapsayan iletişim özgürlüğünün bir gereğidir 21 . Bu durumu açıklamak
isteyen Anayasamız, 28. maddesinde «haber alma hürriyeti»'nden söz et-
mekle yetinmemiş, ayrıca 31. maddesinde halkın kamu tüzel kişileri elin-
deki iletişim araçları ile haber almasını, düşünce ve kanılara ulaşmasını
ve kamuoyunun serbestçe oluşumunu engelleyici kayıtların konulamaya-
cağını belirtmek zorunluluğunu duymuştur.

b) «Bilgi Alma Hakkı» ndan farkı

Kitle iletişim sürecinde söz konusu olan «haber, düşünce ve kanıla­


rı serbestçe öğrenebilmek ve toplayabilmek hakkı»'mn bireyin «Bilgi Alma
Hakkı» ndan farklı olduğuna burada değinmemiz gerekir. Şöyle ki, de-
mokratik yönetimde «açıklık» yönetimin yaptığı işler hakkında halka bil-
gi vermesinin gerekliliğini sonuçlar. İşte, herkesi ilgilendiren bu açıklık
(saydamlık) ilkesinin bireyler için temel hak niteliğinde olan bir başka
görünümü daha vardır ki, bu da bireyin yönetimden bilgi alma hakkıdır.
Bununla birlikte, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin 10. maddesi ile İn­
san Hakları Evrensel Bildirisinin 19. maddesinin kitle iletişim araçları
dışında, ayrıca genel olarak bilgi alma hakkının da temeli sayılıp sayılına­
yacağı tartışmalıdır 22 .

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bir tavsiye karan ile taraf ülkele-
ri yönetimden bilgi alınması konusunda düzenleme yapmaya çağırmıştır.
Bunun üzerine, Türkiye harekete geçmiş ve Başbakanlıkça "İdari Usul ve
Bilgi Edinme Kanunu" adını taşıyan öntasarı hazırlanmış ise de, bu önta-
sarı kanunlaşmamıştır.

Ancak bir süre sonra bu öntasarı üzerinde tekrar çalışılmış ve


9.19.2003 tarih ve 4982 sayılı 23 "Bilgi Edinme Hakkı Kanunu" isimli ka-
nun TBMM'nce kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

Bu Kanunun amacı 1. maddesinde şöyle belirtilmiştir: "Bu Kanunun


amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve

21
LÖFFLER, I, s. 87.
22
AKILLIOĞLU, s. 185.
23
Bkz. RG: 24.10.2003 -25269.
98 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmala-


rına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir."

Belirtmek gerekir ki, bu Kanunun 2. maddesinde de öngörüldüğü üze-


re, 4982 Sayılı Kanunun hükümleri kamu kurum ve kuruluşları ile kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinde uygulanacak
olup, 1.11.1984 tarih ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair
Kanun hükümleri saklıdır.

3- Düşünce ve kanıları serbestçe açıklayabilmek hakkı

İletişim özgürlüğünün bu ikinci temel öğesi, kaynağını düşünce ve


söz özgürlüğünde bulmaktadır. Gerçekten, bir yandan genel nitelikte bir
temel özgürlük olan düşünce ve söz özgürlüğü diğer yandan basın ve ile-
tişim özgürlüğünün en önemli gereklerinden biri durumundadır24 . Yani
burada düşünce ve söz özgürlüğü kitle iletişim araçları ile düşünce ve ka-
nıların serbestçe açıklanması hakkına dönüşmektedir.

İletişim özgürlüğünün, haber, düşünce ve kanıları yorumlamak ve


eleştirebilmek haklarını da içeren bu gereği, Anayasamızın 28. maddesin-
de düzenlenen basın özgürlüğünün doğal bir ön koşulu olduğu gibi diğer
kitle iletişim araçları bakımından da 26. maddede "herkes, ... düşünce ka-
naatlerini... veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve
yayma hakkına sahiptir.", 31. maddede ise "kişiler ve siyasi partiler, kamu
tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle iletişim ve yayın araçlarından ya-
rarlanma hakkına sahiptir" şeklinde belirtilmiştir.

Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplum-


lardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri ko-
rumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve
kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgür-
lüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.

Geneli ilgilendiren yada ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkın­


da, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli so-
runlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar aç-
mak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun
bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle
denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları
konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini
yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar;
bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.

24 LÖFFLER, I, s. 83.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 99

TemeliniAnayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Ya-


sasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlar-
da, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve
yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı
biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun
ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel
bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kullanılmaması gere-
kir."25 _

4- Haber, düşünce ve kanıları serbestçe yayabilmek hakkı

İletişim özgürlüğünün bir gereği olan düşünce ve kanıları serbestçe


açıklayabilmek hakkının fiilen kullanılabilmesi için, "haber, düşünce ve
kanıları serbestçe yayma hakkı"nın bulunması gerekir26 . Bu hak basın yö-
nünden yazıların bir ön kontrole tabi tutulmadan basılabilmesini gerek-
tirdiği gibi, basılmış eserlerin serbestçe dağıtılabilmesi zorunluluğunu da
sonuçlar 27 .

Anayasamızın, 29. maddesinin dönemsel veya dönemsel olmayan ya-


yınların önceden izin alma ve mali teminat yatırma koşuluna bağlanama­
yacağına dair 1. fıkrası; kanunun, haber, düşünce ve kanaatların serbest-
çe yayınlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı, siyasal, ekonomik, mali ve
teknik şartlar koyamayacağını öngören 3. fıkrası; basımevi ve eklentileri-
nin suç aracı olduğu gerekçesiyle de olsa zapt ve müsadere edilemeyece-
ğini veya işletilmekten alıkonulamayacağını açıklayan 30. maddesi basın
özgürlüğünün bu gereğini gösteren hükümlerdir.

Bu hükümlerden başka Anayasamızın 28. maddesinin 5. fıkrası bazı


istisnalar dışında olaylar hakkında yayın yasağı konulamayacağını, 6. fık­
rası dönemsel veya dönemsel olmayan yayınların ancak belirli koşulların
gerçekleşmesi halinde toplatılabileceğini, son fıkrası ise dönemsel yayınla­
rın yine ancak belirli koşullar altında kapatılabileceğini öngörerek, basın
özgürlüğünün bu üçüncü öğesini anayasal güvence altına sokmuşlardır.

Basın dışı kitle iletişim araçlarına gelince: Kanm tüzel kişileri elinde-
ki basın dışı iletişim ve yayın araçları söz konusu olduğunda, Anayasamız,
haber, düşünce ve kanıları serbestçe yayabilmek hakkını, bu araçlardan
"yararlanma hakkı"na dönüştürmektedir (AY 31. m). Özel k_işilere ait ba-
sın dışı kitle iletişim araçları ile haber, düşünce ve kanıların yayılmasının
anayasal kaynağı ise 26. maddedir.

25 CGK, 20.3.2007, E. 2007/4-65, K 2007/70.


26 LÖFFLER, I, s. 84.
27 DÖNMEZER, Basın, s. 96.
100 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Burada açıklamamız gerekir ki, "haber, düşünce ve kanıları serbest-


çe yayma hakkı" basın dışı kitle iletişim araçlarından radyo, televizyon,
sinema ve benzerlerinde esaslı bir sınırlamaya tabidir. Zira, Anayasanın
26/1. maddesine göre, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü bu türden
medya ile yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
AY. 133. maddenin eski şeklindeki devlet tekeli 1993 yılında 2913 sayılı
kanunla kaldırılmış olmakla birlikte, radyo - televizyon yayınlan açısın­
dan izin sistemi devam etmektedir (AY.26/1). Sinema filmleri yönünden
de Anayasadaki (26/1.m.) izin sistemi "film özgürlüğü"ne olanak verme-
miştir.

Anayasa'nın 27/1. maddesi herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğren­


me, öğretme, yayma ve bu alanda her türlü araştırma yapma hakkına
sahip olduğunu belirtmekte ve bu fıkrada düzenlenenlerden "yayma"
hakkı ile ilgili olarak, AY.m. 27/2'de ise "yayma hakkı"nın, Anayasa'nın
1., 2. ve 3. maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla
kullanılamayacağını belirterek bu husustaki sınıra işaret etmektedir. Bi-
lindiği üzere, AY.nın 1. maddesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şeklini,
2. maddesi Cumhuriyetin niteliklerini ve 3. maddesi ise Devletin bütün-
lüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkentinin ne olduğunu düzen-
lemektedir.

İnternet'e gelince, bizce, internetAY. 26/1. maddede izin sistemine tabi


tutulan kitle iletişim araçlarından değildir. Zira bu kitle iletişim aracı
"radyo, televizyon, sinema benzeri" olarak kabul edilemez. Esasen, ileride
"internet rejimi"nde açıklayacağımız üzere, İnternet yayınlarında tam bir
denetim mekanizmasının kurulması teknik olarak da olanaksızdır. Bu iti-
barla internet yayınlarının oldukça geniş bir özgürlük ortamı içinde işlev
gördüğünü söyleyebiliriz.

ıv. İletişim özgürlüğünden yararlanacak kişiler

İletişim özgürlüğünün Anayasalar tarafından düzenlenmesinde gü-


dülen asıl amaç, diğer temel hak ve özgürlükler gibi, bu özgürlüğün de
devletin yasama, yürütme ve yargı erkine karşı güvence altına alınması­
dır. Böylece, bu özgürlüğün bir yanında özgürlükten yararlanacak kişiler,
diğer yanında ise devlet bulunmaktadır. Yani iletişim özgürlüğünün aktif
süjesi kişiler pasif süjesi ise devlettir 28 .

İletişim özgürlüğünün aktif süjesi olan kişilerin sınırlan içine ya-


bancı uyruklularının da girip girmediği sorununun çözümlenmesi gere-
kir. Anayasamızın "Temel Haklar ve Ödevler" kısmının "Genel Hükümler"

28 DÖNMEZER, Basın, s. 94; GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 27.


İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 101

bölümünde bulunan 16. maddesi, "temel hak ve hürriyetler, yabancılar


için, milletlerarası hukuka uygun olarak, kanunla sınırlanabilir" diyerek,
yabancıların temel hak ve özgürlüklerden yararlanmalarının kapsamı­
nın saptanmasını kanun koyucuya bırakmıştır. Kanun koyucu bu konu-
da milletlerarası hukuk kurallarının gösterdiği esaslar içinde yabancılar
hakkında gerekli gördüğü sınırlamaları koyabilecektir. Diğer yandan,
Anayasamızın basın özgürlüğüne ilişkin hükümlerinden 28. maddenin
son fıkrasında "Türkiye'de yayımlanan süreli yayınlar" dan sözedilerek,
sözü geçen anayasal güvencelerden sadece Türkiye'de yapılan yayınların
yararlanabileceği belirtilmiştir. Bu durum göstermektedir ki, Anayasa-
mızın iletişim özgürlüğü ile ilgili hükümlerinin koyduğu güvencelerden
yararlanacak kişiler T.C. uyruğunda olanlardır 29 . Yabancıların bu alan-
daki haklarının düzenlenmesi yetkisini ise Anayasamız kanun koyucuya
vermiştir 30 .

V. İnsan haltlarına ilişkin bazı yeni "'"''"'""'?,.,."'"'"·"'"'"


yasalaştırma hareketlerinde

Uygar dünyanın demokratik toplumları insan haklarının ve temel öz-


gürlüklerinin evrensel korunmasını ortak bir ideal haline getirmişlerdir.
Son yıllarda, hak ve özgürlüklerin ihlali olayları tüm dünya kamuoyunun
tepkisini çeken bir konu niteliğini kazanmış ve gelişen iletişim teknolo-
jisinin sağladığı olanaklar ile bu tepkiler giderek kapsamlı bir biçimde
gösterilmeye başlamıştır. Uluslararası kuruluşlar bu hak ve özgürlüklerin
güvence altına alınmasının daha ileri düzeye ulaştırılmasını ve bunlara
yönelik ihlallerin önlenmesini ana amaç durumuna getirmişlerdir. Birleş­
miş Milletler Teşkilatı ile Avrupa Konseyinin üyesi olan Türkiye de bu
konuda uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmek için insan hakları
ve temel özgürlükleri alanında bazı çalışmalara girişmiştir 31 .

Bu bağlamda, Başbakanlıkta, insan hakları ile ilgili Devlet Bakanı


başkanlığında, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlık­
ları Müsteşarlarından oluşan «İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu»
nun yoğun çalışmaları olmuştur. 2000 yılı sonuna kadar 150'yi aşkın

29 DÖNMEZER, Basın, s. 205.


30
5680 sayılı Basın Kanunumuzun 7. maddesinin 10.11.1983 tarih ve 2950 sayılı Ka-
nunla değişik 5. fıkrası gereğince, Türkiye'de yabancı kişilerin dönemsel yayında
bulunmaları mahallin en büyük mülki amirinin mütalaası üzerine İçişleri Bakanlı­
ğının iznine bağlı idi. İçişleri Bakanlığı bu konuda Dışişleri Bakanlığının görüşünü
de alırdı. Ancak bu hükme 9.6.2004 tarih ve 5187 sayılı yeni Basın Kanunu'nda yer
verilmemiştir.
31 Bkz.: Başbakanlık Genelgesi (03.12.1997 tarih ve 1997/73 sayılı).
102 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lantı yapan bu kurul, kamu kurum ve kuruluşları yanında insan haklan


alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri temsilcilerini ve ilgili üni-
versite öğretim üyelerini çağırarak görüşlerini almıştır.

İnsan haklarını güvenceye almak için pek çok karan bulunan Üst Ku-
rulun 1997 yılı çalışmalarının 34 no. lu maddesi aynen şöyledir. «Düşünce
ve anlatım özgürlüğü sınırlarının genişletilmesi ile ilgili olarak, Anayasa-
nın 26, 27 ve 28. maddeleri ile Türk Ceza Kanununun 159, 311 ve 312., Te-
rörle Mücadele Kanunu'nun 8. maddelerinde değişiklik yapılması yönün-
de çalışmaları başlatılmıştır.» Böylece, bu kurul kitle iletişim özgürlüğü
konularında Anayasamızın yeterli güvenceyi sağlamadığını saptamış ve
sonuçta, 4 709 sayılı kanunla Anayasada bu paralelde gerekli değişiklikler
yapılmıştır.

Bunun yanı sıra, aradan geçen kısa süre içinde yukarıda belirtilen
pozitif hukuk hükümleri ile ilgili önemli değişiklikler olmuştur. Bu bağ­
lamda, eski TCK'nın 159. maddesine 2003 tarih ve 4963 sayılı Kanun'un
1. maddesiyle bu maddeye bir son fıkra eklenmiştir. Bu fıkraya göre; tah-
kir, tezyif ve sövme kastı bulunmaksızın, sadece eleştirmek maksadıyla
yapılan düşünce açıklamaları cezayı gerektirmeyecektir. Diğer yandan
TCK'nın 312/2. maddesinde 2002 tarih ve 4744 sayılı Kanun'un 2. mad-
desiyle değişikliğe gidilmiş ve daha önce bu maddede düzenlenen suçun
nitelikli hali olan fıkra, suçun bu değişiklikle ortadan kaldırılan basit hali
yerine geçirilmiştir. Bu maddede düzenlenen suçun temel şeklini somut
tehlike suçu haline getiren bu yeni düzenlemeye göre, sosyal sınıf, ırk,
din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı düş­
manlığa veya kin beslemeye alenen talırik etmek suçunun işlenebilmesi
için, tahrikin "kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde" gerçek-
leştirilmesi gerekmektedir. Ve nihayet Terörle Mücadele Kanunu'nun 8.
maddesi 2003 tarih ve 4928 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle yürürlükten
kaldırılmıştır.

Yine belirtmeliyiz ki, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nun 765
sayılı TCK'nın 159. maddesine karşılık gelen 301. maddesi, yukarıda be-
lirtilen ve 2003 tarihli Kanun değişikliği ile madde metnine eklenen fık­
ra yerine, 3. fıkrasında "eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları
suç oluşturmaz" hükmüne yer vermiştir. Bu Kanun'un 765 sayılı TCK'nın
312/2 maddesine karşılık gelen 216/1. maddesi ise, söz konusu suçun iş­
lendiğinin kabul edilebilmesi için alenen gerçekleştirilen talırikin, "kamu
güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması" gereklili-
ğini düzenlemiştir.

Bu konuda, "İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Ka-


nunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" (11.04.2013 tarihli ve 6459
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 103

sayılı) ifade ve kitle iletişim özgürlüğü yararına olarak 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 6 ve 7. maddeleri ile 5237 sayılı TCK. 220. madde-
sinde bazı önemli değişiklikler yapmıştır. Bu değişikliklere göre, örgütle-
rin ancak cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin meşru gösterilmesi
veya övülmesi suç sayılarak, bu konulara ilişkin suçların sınırlan daral-
tılmıştır.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bu bağlamda "Türkiye Gazetecileri Hak


ve Sorumluluk Bildirgesi" oluşturmuş ve bunu yayınlayarak uyulmasını
tavsiye etmiştir 32 . Gerek yukarıda açıklanan basın özgürlüğünü gerek

32 TÜRKİYE GAZETECİLERİ HAK VE SORUMLULUK BİLDİRGESİ GİRİŞ:


Aşağıda tanımı yapıldığı üzere her gazeteci ve basın - yayın organı, gazetecinin hak-
larını savunmalı ve meslek ilkelerine uymalı, uyulmasını gözetmelidiı:
Basın - yayın organlarında, gazeteci olmadıkları halde çeşitli biçimlerde gazetecilik
faaliyetine katılanlar ile dışarıdan Türkiye'ye ve Türkiye'den dışarıya dönük yayın
yapanlar da bu sorumluluklar kapsamındadır.
Basın yayın organları yöneticileri; genel yayın yönetmeni yahut müdürü, yazı işleri
müdürleri yahut sorumlu müdürler, sıfatları ne olursa olsun, kuruluşlarında görevli
gazeteciler ile yayınların meslek ilkelerine uygun olmasını gözetir.
Gazetecinin hakları, halkın haber alma halıkının ve ifade özgürlüğünün; meslek il-
keleri ise dürüst ve doğru iletişimin temelidir.
Meslek ilkeleri gazetecinin ve basın - yayın organlarının özdenetimini öngörür ve
değerlendirme mercii öncelikle vicdanlardır.
A. İnsan ve yurttaş hakkı:
Herkes, bilgi edinme ve haber alma, özgür düşünce, ifade ve serbest eleştiri hakkına
sahiptir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılmasının başlıca yolu olan basın ve yayın
özgürlüğü temel insan haklarındandır.
Bu hakların demokratik hukulı devletinde anayasal güvence altında olması esastır.
B. Gazeteci tanımı:
Düzenli bir şekilde, günlük yahut süreli bir yazılı, görüntülü, sesli elelıtronik veya di-
jital basın ve yayın organında, kadrolu, sözleşmeli ya da telif karşılığı, haber alma,
işleme, iletme veya görüş, fikir belirtme görevi üstlenen ve asıl işi ile başlıca geçim
kaynağı bu olup, çalıştığı işletme ile ilgili yasalar karşısındaki konumu bu tanıma
uygun olanlar gazetecidir.
Basın ve yayın alanındahi her işletme, çalıştırdıkları gazetecileri, yasaların gazete-
cilere tanıdığı haklardan yararlandırmak zorundadır.
C. Gazetecinin sorumluluğu.:
Gazeteci, basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına
dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmeli,
halkı da bu yönde bilgilendirmelidiı:
Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı
olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir.
Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak
toplumsal bir nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstle-
nir ve paylaşır.
104 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile mes-


lek ilkeleri belirler.
D. Gazetecinin hakları:
1. Gazeteci tüm bilgi kaynaklarına serbestçe ulaşma ve kamu yaşamını belirleyen,
halkı ilgilendiren tüm olayları izleme, araştırma hakkına sahiptir.
Gazetecinin karşısına çıkarılacak gizlilik ve sır gibi engeller kamusal işlerde yasaya,
özel işlerde açık ve ikna edici gerekçelere dayandırılmalıdır.
2. Gazeteci, çalıştığı basın ve yayın organının kendisiyle yaptığı sözleşmede de kay-
dedilmiş olması gereken temel çizgisini dikkate alır.
O temel çizgi dışındaki ve onunla çelişen veya orada açıkça belirtilmemiş olan tüm
telkin, öneri, istek ve talimatları reddetme hakkına sahiptir.
3. Gazeteci, inanmadığı bir görüşü savunmaya veya meslek ilkelerine aykırı bir iş
yapmaya zorlanamaz.
4. Gazeteciler, özellikle de yazı işleri çalışanları, basın - yayın işletmesinin işleyişini
belirleyen, etkileyen önemli kararlardan haberdar edilmeli ve gereğinde kararların
alınmasına katılmalıdır.
5. İşlevi ve sorumlulukları ışığında, gazeteciler örgütlenme hakkının yanı sıra gö-
revinin maddi ve manevi güvencesini sağlayan kişisel sözleşme yapma hakkına sa-
hiptir. Gazeteci ekonomik bağımsızlığını garanti eden toplumsal rolüne ve emeği ile
yeteneğine uygun bir ücret almalıdır.
6. Gazeteci, kaynakların gizliliği ilkesi uyarınca, kaynağını açıklamaya ve tanıklık
yapmaya zorlanamaz. Kaynağı izin verdiği taktirde gizlilik ortadan kalkabilir. Kay-
nağı tarafından açıkça yanıltıldığı durumlarda gazeteci kaynağını açıklayabilir.
E. Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri:
l. Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa
olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.
2. Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne pahası­
na olursa olsun savunur.
3. Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel
değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet,
dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların
ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar
arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır.
Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya
inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz.
Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz.
4. Gazeteci; kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayınlamaz; kaynak açık olma-
dığında, yayınlamaya karar verdiği durumlarda da kamuoyuna gerehli uyarıları
yapmak zorundadır.
5. Gazeteci; temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinlerle belgeleri
değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış, yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kul-
lanmaktan uzak durur.
6. Gazeteci, bilgi, haber, fotoğraf, görüntü, ses, belge elde etmeh için yanıltıcı yöntem-
ler kullanamaz.
7. Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme
hakhıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin verilmedikçe özel ya-
şamın gizliliği ilkesini ihlal edemez.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 105

aşağıda değinilecek olan basında sorumluluk konusunun iyi anlaşılabil­


mesi için, gazetecinin bu davranış kuralannın dikkate alınmasında büyük
yarar vardır.

C. İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN DÜZENLENMESİ VE


SINIRLANDIRILMASI

I. Genel olarak
İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırsız olmaması bunların nitelikleri-
nin doğal sonucudur. Sınırsız biçimde kullanılabilen bir hak başkalarının
hak ve özgürlüklerine zarar verir33 . Aynı nedenle, iletişim özgürlüğünün

8. Gazeteci, yayınlanmış her yanlışı en kısa sürede düzeltmekle yükümlüdür. Ga-


zeteci, istismar edilmemesi, kötüye kullanılmaması ve kabul edilebilir boyutlar ile
biçimde yapılması kaydıyla, cevap hakkına saygılı olmalıdır.
9. Gazeteci, kendisine güvenilerek verilmiş bilgilerin, belgelerin kaynaklarını, kendi-
leri izin vermediği sürece, mesleki gizlilik ilkesi uyarınca, hiç bir şekilde açıklamaz.
10. Gazeteci, çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, de-
dikodu ve dayanaksız suçlamalardan kesinlikle uzak durur.
11. Gazeteci, bir bilginin, haberin yayını ya da yayınlanmaması karşılığı hiçbir
maddi veya manevi avantajın peşinde olamaz. Gazeteci, devlet başkanından millet-
vekiline, iş adamından bürokratına kadar haber kaynağı olarak da kabul edilen kişi
ve kurumlarla iletişimini ve ilişkisini meslek ilkelerini gözeterek yürütür.
12. Gazeteci, mesleğini, reklamcılıkla, halkla ilişkilerle veya propagandacılıkla ka-
rıştıramaz. İlan - reklam kaynaklarından herhangi bir telkin, tavsiye alamaz, mad-
di çıkar sağlayamaz.
13. Gazeteci, hangi konuda olursa olsun, elde ettiği bilgileri geniş biçimde yayın
konusu yapmadan kendi yararına kullanamaz. Mesleğini, ne şekilde olursa olsun,
(yasaların ve yönetmeliklerin kendisine tanıdığı hakların dışında) ayrıcalıklar ka-
zanmak amacıyla kullanamaz.
14. Gazeteci, her ne amaçla olursa olsun, tehdit ve şantaj gibi yollara başvurmaz.
Gazeteci bu şekilde baskılara da karşı koyar.
15. Gazeteci her türlü baskıyı reddeder ve çalıştığı basın - yayın organındaki yöneti-
cileri dışında kimseden işiyle ilgili talimat alamaz.
16. Gazeteci sıfatını taşımayı hak eden herkes meslek ilkelerine en yüksek seviyede uy-
mayı taahhüt eder. Ülkesindeki yasalara saygılı olmakla birlikte, hükümet ve benzeri
kurumların müdahalelerine kapalıdır. Mesleki olarak yalnızca meslektaşlarının ve ka-
muoyunun değerlendirmeleri ile bağımsız yargı organlarının kararlarını dikkate alır.
17. Gazeteci, devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politikalar konu-
larında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu mesleğin temel
ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
[Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi] İstanbul 1998-Bro-
şür, s. 11-21'den naklen).
33
LÖFFLER, II, s. 103. Bu konuda aynca bkz.: ÖZEK, Ç.: Basında Haber Verme Hak-
kının Sınırları, (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı I. Seminer Tutanakları. Eğitim Yayınlan
No. 3, s. 28 ve son).
106 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

temel öğeleri olarak yukarıda belirttiğimiz haklar da sınırsız değildir.


Her hak gibi, bu hakların da sahipleri tarafından kötüye kullanılmasının
önlenmesi zorunludur. İşte, iletişim özgürlüğüne ilişkin hakların kötüye
kullanılmasının önlenmesi amacı ile kanun koyucuların bu alanda koya-
cakları hükümler "iletişim özgürlüğünün düzenlenmesi" ni ifade ederler.
Buna karşılık, kanun koyucuların sözü geçen amaç dışında iletişim özgür-
lüğünü sınırlamak için yapacakları her türlü yasal işlem bu özgürlüğün
özüne dokunulmasını sonuçlayan birer "sınırlama"dır 34 .
Uluslararasıbelgelerde de iletişim özgürlüğünün düzenlenmesi anla-
mında bir sınırlanmanın
yasalar tarafından yapılabileceği kabul edilmiş­
tir. Örneğin Türkiye'nin 6366 sayılı Kanunla onayladığı Avrupa Konseyi
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi'nin 10. mad-
desi, iletişim özgürlüğünü de kapsayan söz özgürlüğünden söz ettikten
sonra, 2. fıkrasında, "bu özgürlüklerin demokratik bir toplumda zorunlu
önlemler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya
kamu güvenliğinin, düzenin korunması, suçun önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın, başkalarının şöhret veya haklarının korunması, gizli haberlerin
ifşasına engel olunması veya adalet gücünün üstünlüğünün ve tarafsızlı­
ğının sağlanması için, kanunla belirli merasime, koşullara, sınırlamalara
veya yaptırımlara bağlanabileceğini" öngörmüştür.
Uluslararası belgelerdeki bu yolu izleyen Anayasamız da 13. Madde-
sinde (2001/4709, 2, temel hak ve özgürlüklerin "özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
ve ancak kanunla sınırlanabilir." hük..münü koymuş ve devamla bu sınır­
lamaların," Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı" olamayacağı­
nı vurgulamıştır. Basın özgürlüğü ile özel olarak ilgili bulunan 28. madde
ise bu özgürlüğün sınırlandırılması yönünden 26. ve 27. maddelere yol-
lama yapmıştır. AY. ın. 26/2'ye göre (2001/ 4709 sayılı kanunla değişik),
bu özgürlük, "milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin
temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün
korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı
olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret
veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü mes-
lek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak

34 Bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 93: TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 27. Bu ko-
nuda ayrıca bkz.: MÜDERRİSOĞLU, F.: Anayasal hak ve özgürlüklerin ve özellikle
basın özgürlüğünün kamu düzeni ile sınırlanması ve Anayasa Mahkemesi karar-
larında kamu düzeni (Onar Armağanı İstanbul 1977, s. 485 ve son). Temel hak ve
özgürlüklerin düzenlenmesi ve sınırlandınlması kavramları için ayrıca bkz.: KA-
BOĞLU, İ.Ö.: Kollektif Özgürlükler, Diyarbakır 1989, s. 140 ve son.; SAĞLAM, F.:
Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, Ankara 1982, s. 18 ve son.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 107

yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir." Anayasamız, bu hükümle-


rinde "sınırlama" deyimini kullanmışsa da, gerçekte bunun "düzenleme"
anlamına geldiği, sınırlama nedenlerinin niteliğinden anlaşılmaktadır 35 .

II. Mevzuatımızm iletişim özgüırlü.ğünii


(veya düzenleyen) hükiimleırinden

1- Genel olarak

Mevzuatımızda bulunan çeşitli hükümler, Anayasamızın gösterdiği


esaslar içinde iletişim özgürlüğünü değişik yönlerden su.,unou,.•. Dü-

zenleme niteliğindeki bu sınırlamalardan bazıları haber, düşünce kamları


öğrenebilmek ve toplayabilmek hakkına ilişkin oldukları diğer ba-
zıları iletişim özgürlüğünden doğan diğer iki hakkın kullanılmasını düzen
altına almaktadırlar. Böylece, mevzuatımız, haber, düşünce kanıların öğ­
renilmesine, toplanabilmesine, açıklanabilmesine ve yayılabilmesine an-
cak belirli yasal sınırlar içinde olanak vermiştir.
Aşağıda mevzuatımızın sözü geçen hükümlerinden bazıları üzerinde
durulacaktır.

2- Basın Kanunu 37

a) Basın Kanununun öngördüğü basın özgürlüğünü


sınırlandırma koşulları

5187 sayılı Yeni Basın Kanununun 3/1. maddesinde basının özgür


olduğu ve bu özgürlüğün bilgi edinme, yayına, eleştirme, yorumlama ve
eser yaratma haklarını içerdiğini öngörüldükten sonra, aynı maddenin

35
1982 Anayasasında temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda farklı
bir yaklaşım için bkz.: UYGUN, O.: 1982 Anayasası'nda Temel Hah ve Özgürlühle-
rinAnayasal Sınırları (Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni,
Sayı: 2, 1988, s. 357 ve son.).
36
Basın Konseyi Türkiye'de basın özgürlüğüne ilişkin saydığı 1990 yılına kadarki
mevzuatı sistematik bir derleme şeklinde yayınlamıştır (Bkz.: GEMALMAZ, M. 8.
- DOĞRU, O.: Türkiye'de Basın Özgürlüğü Mevzuatı, İstanbul 1990). Kitle İletişim
Hukuku için yararlı gördüğümüz bu çalışmadan yararlanırken, derlemeyi yapanla-
rın kitle iletişim araçlarından biri olan "Basın"a ilişkin "Özgürlük" Kavramının çok
dışına taşma çıktıklarını gözden uzak tutmamak gerekir. Böylece, "adı" ile içeriğinin
çok önemli derecede uygunluk gösterınediğini dikkate alarak bu derlemeden yarar-
lanılabileceği kanısındayız.
37
5187 sayılı Yeni Basın Kanununun çeşitli yönlerden eleştirisi için bkz. Basın Ka-
nunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul 2004, Sayı: 5 ve 6 (Kayıhan İÇEL,
Uğur ALACAKAPTAN, Duygun YARSUVATve Köksal BAYRAKTAR'ın görüşleri).
108 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

2. fıkrasında bu özgürlüğün kullanılmasının ancak demokratik bir toplu-


mun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum
sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve
toprak bütünlüğünün korunınası, Devlet sırlarının açıklanmasının veya
suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağ­
lanması amacıyla sınırlanabileceğini hüküm altına almıştır.

Burada belirtmeıniz gerekir ki, yukarıda açıkladığımız Anayasamı­


zın ilgili hükınüne karşın, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 3. maddesinde
"basın özgürlüğü"nün ayrıca düzenlenmesinin yerindeliği doktrinimizde
tartışılarak farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu hük-
me Basın Kanunu'nda yer verilmesini ''hakime yol göstermek açısından"
yararlı bulan yazarlar38 olduğu gibi, bunun sakıncalı nitelik taşıdığım ifa-
de eden yazarlar da bulunmaktadır 39 . Biz, Anayasa'nın 28. maddesinde
basın özgürlüğünün düzenlenmesine karşın, ayrıca Basın Kanunu'nun
3. maddesindeki düzenlemeye yer verilmesini gereksiz ve hatalı bulmak-
tayız. Basın Kanunu basın özgürlüğünü düzenleyen bir kanun olmayıp,
basının işlevini düzenleyen bir kanundur. Basın Kanunu'na adeta Anaya-
sal nitlikte bir hüküm konulması, ileride basın özgürlüğü açısından Ana-
yasaya aykırı hükümler getirilmesine zemin hazırlar. Keza, 3. maddede
basın özgürlüğü tanımlanırken kullanılan "eser yaratma"nın yalnızca ba-
sın özgürlüğü ile ilgili olmayıp, aynı zamanda "bilim özgürlüğü"nün içine
de girdiği düşüncesindeyiz. Basın özgürlüğü ve bunun sınırlandırılması
açısından Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası
sözleşme hükümlerinin yeterli ve Basın Kanunu'na nazaran öncelikle dik-
kate alınması gereken hukuk kaynakları olduğu düşüncesindeyiz. Ayrıca
Anayasa'nın 28. maddesi ile Basın Kanunu'nun 3. maddesinin konuyu dü-
zenleme açısından içerik olarak tam bağdaşmadığı görülmektedir. Yapıl­
ması gereken şey, Kanunun Anayasaya aykırılığını gidermek ve mevcut
Anayasa'daki hükümden farklı bir düzenleme yapılmak isteniyor ise, önce
Anayasayı değiştirip yeni bir içeriğe kavuşturmak ve ondan sonra yasa-
yı buna uygun duruma getirmek olmalıdır. Anayasa'nın hükmüne karşın
veya Anayasa'daki hükınü değiştirmek için buna aykırı yasal düzenleme
yapılması son derece sakıncalıdır 40 •

b) Yayın Yasakları

Yeni Basın Kanunu, eski Basın Kanununda olduğu gibi, bazı yayın

38 YARSUVAT, Duygun. Basın Kanunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul


2004,sy:5,s.43-45.
39 ALACAKAPTAN, Uğur, Basın Kanunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul
2004, sy: 5, s. 44.
40 İÇEL, Basın Kanunu Tasarısı, s. 45.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 109

yasakları koyarak iletişim özgürlüğünü sınırlamıştır. Çeşitli


amaçlara yö-
nelik bu yayın yasaklarından
ilki, kanunun "yargıyı etkileme" kenar baş­
lığım taşıyan 19. maddesinde yer almakta iken, 02.07.2012 tarihli ve 6352
sayılı kanunun 105. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

BasınKanunu'nun yürürlükten kaldırılan 19/1. maddesi, "hazırlık so-


ruşturmasının 41 başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu
davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı,
hakim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgele-
rin içeriğini"nin yayımlanmasını yasaklayarak yargı görevinin amacına
uygun olarak, dış etkenlerden etkilenmeksizin yerine getirilmesini sağla­
mak istemiş ve böylece haberleri yayabilmek hakkı ile birlikte haberleri
öğrenebilme hakkını da sınırlandırmıştı. maddenin 2. fıkrası ise, "gö-
rülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile il-
gili hakim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa" yayımlamanın suç
olduğunu düzenleyerek, yine yargı görevinin amaca uygun olarak yerine
getirilmesini sağlamak amacıyla, iletişim özgürlüğünü bu kez düşünce ve
kanıları serbestçe açıklayabilmek hakkı yönünden sınırlandırma yoluna
gitmişti.

Bu maddenin 2. fıkrasında yalnızca "hakim veya mahheme işlemleri"


'nden söz edildiğinden, savcıların karar ve işlemleri hakkında mütalaa ya-
yım yasak değildi .. Hakim ve mahkeme işlemleri hakkındaki değerlendir­
me övücü nitelikte olsa dahi yayınlanması yasaktı 42 43 .

41
4.12.2004 tarih ve 5275 sayılı yeni CMK. m. 2-e uyarınca, bu terimin "soruşturma"
olarak anlaşılması gerekmektedir.
42
"Cumhuriyet Başsavcılıklarınca yürütülen hazırlık soruşturması ile ilgili bilirkişi
raporlarının yayınlanması sebebi ile sanığın 5680 sayılı Kanunun 30.uncu maddesi
uyarınca tecziyesi gerekir." (Yargıtay 7. CD.,28.1.1994, E.8692/K.11950); "DGM'le-
rin idam provalarına başladığı, DGM'lerin idam kararlarını daha rahat verdikleri
yazılarak kesinleşmemiş mahkeme kararının eleştirisinin yapıldığı ve kararın etki
altında verildiği yorum ve mütalaası ile suçun oluştuğu gözetilmeksizin beraat ka-
ran verilmesi yasaya aykırıdır" (Yargıtay 7. CD., 8.12.1994, E.10812/. K. 13000);
"İddianamenin tümünün yayınlanmadığı, bazı bölümlerinin yayınlanmış olduğu,
bu durumda suçun teşekkül etmeyeceği şeklindeki savunma geçerli değildir." (Yar-
gıtay 7.CD. 27.12.1994, E.12822/ K.14417) (Kararlar için bkz.: YENİSEY, F.-ÖZEL,
C.:İçtihatlı Basın Mevzuatı, İstanbul 1996, s. 21-22).;"Hükümden sonra 26.06.2004
tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı kanunla 5680
sayılı kanun yürürlükten kaldırılmış olup, anılan kanunun 19/2. maddesinde aynı
eylem suç olarak düzenlenip cezasının TCK'nun 119. maddesi kapsamında kaldığı
cihetle TCK.'nun 2. maddesi uyarınca sanık lehine olan bu değişikliğin uygulanma-
sı gerekir.(Yargıtay 7. CD.24.02.2005,E.14298/K.1077).
43
Kaldırılan bu hükmün amacı şöyle açıklanmıştı: "Bu hüküm ile korunan hukuki
yarar, yargının saygınlığının korunması, dolayısıyla yargılamanın dış etkilerden
110 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

6352 sayılı yasa sözü geçen yayın yasağını düzenleyen Basın Kanu-
nunun 19. naddesini yürürlükten kaldırarak, basın ve kitle iletişim öz-
gürlüğünü önemli derecede sınırlayan bir hükme son vermek suretiyle bu
yönden Avrupa standartlarına uyulmasını sağlamıştır.

Buna karşılık, diğer bazı yayın yasaklan gerekli oldukları için de-
vam etmektedir. Bunlardan biri, cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları
hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere
özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resimlerin yayınlanmasının yasak-
lanmasıdır (m. 20).

Diğer bir yayın yasağı


grubu ise, Türk Medeni Kanunu'na göre ev-
lenmeleri yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili ha-
berlerde bu kişilerin, yürürlükten kaldırılmış olan 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 414, 415, 416, 421, 423, 429, 430, 435 ve 436 ncı maddesinde
yazılı suçlara ilişkin haberlerde ise mağdurların ve 18 yaşından küçük
olan suç faillerinin veya mağdurlarının kimliklerinin açıklanamaması
veya bunların tanınmalarına yol açacak biçimde yayın yapılamamasıdır
(m. 21) 44 •

etkilenmesini engellemek, bağımsızlığını sağlamaktır. Bu nedenle kovuşturmanın


başlamasından hükmün kesinleşmesine kadar geçecek süreçte mütalaa yayınlan­
ması yasaklanmış olup, yayına konu hüküm ve kararların niteliği ile yapılan usuli
işlemin türü de önemsizdir. Keza, yayınlanan mütalaanın lehte ya da aleyhte olma-
sının da bir önemi bulunmamaktadır. Çünkü burada amaç, yargının nihai hükmü
verirken dış etkilerden korunması, adil yargılanma hakkına uyan, inanılır ve ku-
rala uygun bir karara varmasını sağlamaktır. Öğretide Prof Sahir Erman ve Prof
Çetin Özek, Açıklamalı Basın Kanunu adlı eserlerinde bu madde ile ilgili olarak
benzer, bir şekilde 'Yargıç, siyasal güce, yönetsel yetkiye, yargılama organına olduğu
kadar ortama karşı da bağımsız olmalıdır. Bu açıdan, yargıç bağımsızlığının kitle
iletişim araçlarına karşı da korunması gerekir. Bu nedenle, yargılama sürecinde,
yargıç kararları hakkında yargıyı etkileyecek yayın yapılınası suç sayılmaktadır.
Değinilen türden yayın yapılmaması için bir karara gerek yoktur. N orııı, yargıyı et-
kileyici yayın yapmamak yükümlülüğünü öngörmüş ve aykırı davranışı suç saymış­
tır." görüşüne yer verınişlerdir. (ERMAN-ÖZEK, Açıklamalı Basın Kanunu ve İlgili
Mevzuat, 2000 Bası, sh. 259) ".. .Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere henüz
kesinleşmemiş bu yargı kararı ile ilgili, yargıyı etkileyecek ve yargının saygınlığını
zarar verecek şekilde ve aksine karar verilınesi gerektiğini gösterir bir mütalaa
niteliğinde anlatım içeren bu yazının yayınlanması ile 5680 sayılı Basın Yasasının
30 uncu maddesinin 2 nci fıkrasında yer alan kurala aykırı davranılmıştır. O halde,
sanığın anılan madde uyarınca cezalandırılması yerine, dosya kapsamına uymayan
gerekçelerle beraatına karar verilınesi isabetsizdir." (CGK. 03.12.2002, E : 2002/7-
277, K: 2002/423 ).
44 "Mağdurenin resimde gözlerinin üzerine konan ince bandajın tanınmasına engel
teşkiletmeyecek durumda bulunduğıına nazaran suçun oluştuğu dikkate alın­
maksızın beraate karar verilmesi yasaya aykırıdır." (Yargıtay 7.CD., 18.9.1992, E.
İLETİŞİM öZGüRLÜĞÜ 111

Belirtmek gerekir ki, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nun yü-
rürlüğüne ilişkin 4.11.2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesine göre, yü-
rürlükten kaldırılan Türk Ceza kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığım oluşturan maddelere
yapılmış sayılır (f.1). Yine bu hükme göre, mevzuatta, yürürlükten kal-
dırılmış Türk Ceza Kanunu'nun kitap, bap ve fasıllarına yapılmış olan
atıflar, kitap, bap ve fasıl içinde yer almış olan hükümlerin karşılığım
oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza kanunu'nun maddelerine yapılmış atıf
sayılacaktır (f.2). Bu nedenle, Basın Kanunu'nun belirtilen hükümleri bu
açık düzenleme uyarınca 5237 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri dikkate
alınarak uygulanacaklardır.

Genel ahlakın, çocukların, sağlığın ve kişilerin korunması amaçlarına


yönelik bu yasaklamalar, hem haberleri öğrenebilmek hem de yayabilmek
hakkım sınırlamakla birlikte izledikleri amaç açısından gereklidir.

Haber, düşünce ve kamları öğrenebilmek ve toplayabilmek hakkı ile


birlikte bunları serbestçe yayabilmek hakkım sınırlayan diğer bir hüküm
5680 sayılı Basın Kanunu'nun 31. maddesinde yer almaktaydı. Bu mad-
denin 10.11.1983 sayılı tarih ve 2950 sayılı Kanunla yapılan değişikli­
ğinden önceki şeklinde (1. fıkra), "yabancı memleketlerde çıkan basılmış
eserlerin, Türkiye'ye sokulması veya dağıtılabilmeleri Bakanlar Kurulu
kararı ile menolunabilir" olarak ifade edilmiş bir hüküın bulunmaktay-
dı. Iletişim özgürlüğünü sınırlayan bu maddenin iptali için açılan dava
sonucunda Anayasa Iviahkeınesi45 , 1961 Anayasasının yabancı ülkelerde
basılmış eserlerin yurda sokulmaları konusuna ilişkin bir hükme sahip
bulunmadığım, bu çeşit eserlerin Türkiye'ye sokulmasının bir iletişim işi
olmadığım, 22. maddenin Türkiye sınırlan içinde basılmış eserlere iliş­
kin bulunduğunu, 31. maddenin idareyi keyfiliğe götürebilecek bir yetki
vermediğini ileri sürerek, maddenin Anayasaya aykırı olmadığına karar
vermişti. Biz ise kitabımızın birinci basısında "Bakanlar Kurulunun bu
maddedeki yetkisini kullanırken gerekli özeni göstermesi, Anayasanın
koyduğu sınırlama esasları dışına çıkmaması ve siyasal konjonktüre göre
hareket etmemesi halinde, kanımızca keyfilikten sözedilemeyecektir. Fakat

3760/K. 5033); "Mağdurelerin yabancı uyruklu olmaları suçun oluşmasına engel de-
ğildir." (Yargıtay
7.CD., 28.9.1993, E.4523/11.4 781);" - Sapık Baba Kurbanı Genç Kız
Haykırıyor. Hayatımız mahvoldu - başlığı ile verilen yazı da kanunen evlenmeleri
men edilmiş olan baba - kız arasındaki cinsi münasebet ilişkilerinin haber olarak
verilmesini Basın Kanununun 33/1. maddesi uyarınca tecziye eden mahkemenin
kararı doğrudur." (Yargıtay 7. CD. 19.9.1994, E.6259/K. 8732) (Kararlar için bkz.:
YENİSEY-ÖZEL, s. 23 - 24).
45
Anayasa Mahkemesinin 5.7.1963 tarih ve E.170/K. 178 sayılı kararı.
112 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

maddenin özellikle bilim ve sanat öğrenme ve öğretme özgürlüğünü zedele-


yebilecek bir uygulamayı önleyebilecek biçimde yeniden düzenlenmesinde
yarar vardır. Bunun için hangi nitelikteki eserlerin yasaklamanın kapsa-
mına alınacağının maddede gösterilmesi zorunludur" diyerek sözü geçen
hükmün sınırsızlığının tehlikelerine değinmiştik.

9.6.2004 tarih ve 5187 sayılı yeni Basın Kanunu 5680 sayılı Basın
Kanunu'nu yürürlükten kaldırmış olduğundan ve 5680 sayılı Kanun'un
belirtilen 31. maddesi gibi bir hükme yer vermediğinden, halen basın mev-
zuatımızda yabancı ülkelerde basılan eserlerin Türkiye'ye girişini yasak-
layan bir hüküm bulunmamaktadır46 .

c) Basılmış eserlerin dağıtımının önlenmesi ve toplatılması

aa) 1961 Anayasası

1961 Anayasasının 22. maddesinin 5. fıkrası ile 24. maddesinin 2.


fıkrası basılmış eserlerin toplatılmasının koşullarını düzenlemekteydi.
Bu hükümlere göre, Türkiye'de yayımlanan basılmış eserler kanununun
gösterdiği suçların işlenmesi halinde hakim kararıyla; Devletin ülkesi ve
milletiyle bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin veya genel
ahlakın korunması bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de,
kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilmekteydi; top-
latma kararını veren yetkili merciin, bu kararını en geç 24 saat içinde
mahkemeye bildirmesi gerekiyor ve mahkeme bu karan en geç üç gün
içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılıyordu.

1961 Anayasasının toplatmaya ilişkin bu hükümleri bazı noktalarda


duraksamalara ve görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Bunlardan ilki, 1961
Anayasasının "gazete, dergi, kitap ve broşür" dışındaki basılmış eserlerin
toplatılması hakkında bir hüküm içermemesiydi. Buna karşın, biz kita-
bımızın birinci basısmda duvar ve el ilanları şeklindeki bu tür basılmış
eserlerin toplatılmasının basın ve haber alma özgürlüğünün "yargılama
görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak için" sı­
nırlandırılması anlamına geldiğini savunarak Anayasaya uygun olduğu
sonucuna ulaşmıştık. Yeni Anayasamız ise 28. maddesinde "süreli ve süre-

46 Eski 31. maddeye göre Bakanlar Kurulunca yasaklanan basılmış eserler Adalet
Bakanlığı tarafından liste şeklinde yayınlanmaktaydı. Örnek: Mahkemelerce mü-
saderesine karar verilen veya Basın Kanununun 31. maddesi gereğince Bakanlar
Kurulu Kararı ile Türkiye'ye Sokulması veya Dağıtılması Yasaklanan Basılı Eserle-
re Dair Liste, Adalet Bakanlığı Yayını, Ankara 1984. Fakat, öyle sanıyoruz ki, temel
özgürlüklere saygılı demokratikleşme ortamı içinde artık böyle listelerin yayınlan­
ması söz konusu olamaz.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 113

siz" yayınların toplatılmasından sözettiği için sözü geçen duraksama son


bulmuştur.

1961 Anayasasının toplatma konusunda görüş farklarına yol açan bir


başka yönü, 22. maddesinin 5. fıkrasındaki "kanunun gösterdiği suçlar"
koşulunun Kanun Koyucu tarafından özel olarak dikkate alınıp düzenlen-
mesinden kaynaklanıyordu. Gerçekten, Türk Öğretisinde yazarların ço-
ğunluğu47, Anayasadaki bu koşulu dikkate alarak, toplatma yapılabileceği
kanunda açıkça gösterilmemiş suçlardan dolayı basılmış eserlerin toplatı­
lamayacağını savunmuşlardır. Bu görüşe göre, sadece müstehcen yayınlar
için böyle bir norm (765 sayılı TCK 427) bulunduğundan diğer suçlarda
toplatma yoluna gidilemez; bir de yabancı ülkelerde basılınış eserlerin
Türkiye'ye sokulması halinde İçişleri Bakanlığı'nın bunları toplatma yet-
kisi bulunduğuna göre (5680 sayılı Basın K. 31), hakimlerin de bu yetkiye
sahip bulunduklarını öncelikle kabul etmek gerekir; bunların dışındaki
durumlarda ise, hakimlerin toplatma yetkisi olmadığından, Anayasanın
koyduğu koşulu yerine getirmek için, hangi suçlarda gazete, dergi, kitap
ve broşürlerin toplatılabileceğinin kanunlarda gösterilmesi zorunludur.
Buna karşılık biz karşı görüşü şu şekilde özetleyebileceğimiz gerekçelerle
savunmaktaydık48 :

"Kanımızca, Anayasanın 22 / 5. maddesindeki koşul, işlenmeleri halin-


de basılmış eserlerin toplatılmasına karar verilebilecek suçların mutlaka
kanunlarda ismen belirtilmesi şeklinde değerlendirilemez. Anayasanın bu
maddesinin gerekçesinden 49 , Anayasa Koyucunun böyle bir amaç izleme-
diği, sadece Basın Kanunu tarafından konunun düzenlenmesini istediği
açıklıkla anlaşılmaktadır. Diğer yandan, CMUK'nun 86. maddesi hükmü
Anayasanın 22/5. maddesine ters düşecek bir içeriğe sahip bulunmadığı
gibi, karşılaştırmalı hukuktaki toplatma koşullarına da uygun nitelikte-
dir. Gerçekten, CMUK'nun 86. maddesindeki "müsadereye tabi olan eşya"

47 DÖNMEZER, Basın, s. 248; KUNTER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, İstanbul


1981, s. 573. TOSUN, Ö.: Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Cilt I, 3. Bası,
İstanbul 1981, s. 745; ÖZEK, Ç.: Basılmış Eserlerin Toplatılması (İHFM., 1969, cilt
XXXIX, sayı: l-4'den ayn bası, s. 14 ve son.
48 Bkz.: İÇEL, K.: Basılmış Eserlerin Toplatılması (Ceza Hukuku ve Krimonoloji Der-
gisi, 1979, Sayı: 2, s. 113 ve son).
49
1961 Anayasasının 22. maddesinin 20.9.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanunla değiş­
tirilınesinden önceki gerekçesinin 5. fıkra ile ilgili kısmı aynen şöyledir: "Gazete ve
dergilerin toplatılması basın hürriyetini en ciddi suretle tehdit eden bir tedbirdir.
Ancak, kesin zaruret olan hallerde başvurulabilmesini temin maksadıyle, modern
Anayasalardaki formüle uygun olarak, bu yola ancak kanunun açıkça gösterdiği
hallerde gidilınesi Anayasada bir direktif olarak konulmuş ve basın kanunlarının
toplatma ile ilgili hükümlerinin bu istikamette düzenlenmesi sağlanmıştır".
114 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

koşulu Alman Federe Devletleri Basın Kanunları tarafından da basılmış


eserlerin toplatılmasının bir koşulu olarak öngörülmüştür 50 • Bizce, bu hü-
küm, Anayasanın gerekçesinde Basın Kanununa yöneltilen direktif olma-
sa idi, 22. maddenin "kanunda gösterilme" koşulunu karşılayabilirdi. Yani
bu durumda konunun Basın Kanununda ayrıca düzenlenmesi zorunlulu-
ğu ortaya çıkmazdı. Anayasanın gerekçesindeki direktifin Kanun Koyucu
tarafından yerine getirilmesi temenniye şayan bir husus olmakla birlikte,
CMUK'nun 86. maddesine dayanılarak verilen toplatma kararları Anaya-
saya aykırı değildir. Kaldı ki mevcut boşluğun bu madde ile karşılanma­
sı suretiyle basılmış eserin diğer nüshaları ile suçun işlenmesine devam
olunması şeklindeki vahim sonuç önlenmiş olacaktır 51 . Kanımızca, Ana-
yasanın 22. maddesinin 5. fıkrasında 1488 sayılı Kanunla yapılan deği­
şiklikten sonra bu fıkra hakim dışındaki yetkili merciye toplatma yetkisi
verirken, bu merciin ne gibi suçlarda bu yetkiye sahip olduğunu ayrı ayrı
göstermiştir. Anayasa, genel ahlakın korunmasından başka, ulusal güven-
liğin, kamu düzeninin, Devletin ülkesi ve ın:illetiyle bütünlüğünün korun-
ması bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde hakim dışındaki
yetkili merciye de toplatma yetkisi vermiştir. Anayasanın bu hükmüne
karşın, yine de toplatmaya ilişkin açık hükmün sadece TCK. 427. madde-
sinde bulunduğunun söylennmesi, diğer hallerde hakimin toplatma kararı
veremeyeceğinin savunulması Anayasa ile bağdaşmaz. Hakim dışındaki
yetkili merciin dahi toplatma yetkisini kabul eden bir Anayasanın aynı
konularda hakime yetki vermediği sonucuna varmak olanaksızdır" 52 .

1961 Anayasının duraksamaya yolaçan diğer bir noktası 22. maddesin-


deki "kanunun açıkça yetkili kıldığı merci" den amacın ne olduğudur. Ger-
çekten, kanunlarımızda bu konuda savcıyı açıkça yetkili kılan bir hüküm
bulunmadığı için, kitabımızın birinci basısmda, CMUK'nun el koyma kararı
yetkisinden söz eden 90. maddesine Anayasaya uygun şekilde savcıya top-
latma yetkisini veren bir fıkranın eklenmesi zorunluluğuna değinmiştik.

bb) 1982 Anayasası


aaa) 5680 sayılı
eski Basın Kanunu dönemi: Anayasamızın basın
özgürlüğüne ilişkin hükümlerini incelerken gördüğümüz üzere, Anaya-
sanın 28. maddesinin 5. fıkrası, (4709 sayılı kanundan sonra 4. fıkrası)

50 Bkz.: LÖFFLER, II, s. 289 ve son.; SCHEER, s. 286 ve son.


51 Yargıtay 4. CD. (27.1.1968 tarih ve E. 5528, K. 851 saytlı karan) ve 9. CD. (3.11.1978
tarih ve E. 4085, K. 4202 sayılı karan) de aynı görüştedir (bu konuda bkz.: İÇEL,
Basılmış Eserlerin Toplatılması, s. 113 ve son).
52 ÖZEK, (Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978, s. 478 ve son), KUNTER, (Ceza Mahke-
mesi Hukuku, 573) ve TOSUN, (Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, s. 745) ise
Anayasa değişikliğinden sonra da eski görüşlerini yinelemişlerdir.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 115

fıkranın öngördüğü hallerde tedbir yolu ile dağıtımın hakim kararıyla;


gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldı­
ğı merciin emriyle önlenebileceğini belirtmiştir. Dağıtımı önleyen yetkili
merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirecek
ve hakim bu karan en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı
önleme karan hükümsüz sayılacaktır.

İşte, Anayasamızın öngördüğü "basılmış eserlerin dağıtımının önlen-


mesi" ne ilişkin bu esaslan dikkate ala_n Kanun Koyucu, 10.11.1983 tarihli
ve 2950 sayılı Kanunla Basın Kanununa eklediği maddelerde dağıtımın
önlenmesini özel olarak düzenlemişti:

Ek madde - l'in 1. fıkrası şöyle idi: "Türk Ceza Kanununun İkinci


Kitabının Birinci Babının 1, 2 ve 4 üncü fasıllarında veya 311 veya 312
nci maddelerinde yazılı suçları veya Devlete ait gizli bilgileri ihtiva eden
her türlü mevkute veya mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eser-
lerin dağıtımı, eserlerin basıldığı yerdeki sulh ceza hfikiminin kararı ile
ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise bu yerlerdeki Cumhuriyet
Savcılığının yazılı kararı ile önlenebilir. Cumhuriyet Savcılığı, bu kararını
en geç yirmidört saat içinde Sulh Ceza Hfikimine bildirir. Hfikim en geç
kırksekiz saat içinde kararın onaylanıp onaylanmaması hakkında karar
veril: Onaylanamama hfilinde Cumhuriyet Savcılığının kararı hükümsüz
kalır. Bu fıkraya göre verilen kararlar o yer Cumhuriyet Savcılığı tara-
fından eserin basıldığı ve dağıtıldığı yerlerdeki Cumhuriyet savcılıkları­
na en seri vasıtayla bildirilir." Görüleceği üzere, kanun, Devletin iç ve dış
güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya
suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik niteliğinde olan suçları
ayrı ayrı göstermiş ve gerek bu suçları gerekse Devlete ait gizli bilgileri
içeren her türlü basılmış eserin dağıtımının önlenmesine Anayasa para-
lelinde olanak vermişti. Kanuna göre, bu konuda karar yetkisi eserlerin
basıldığı yerdeki Sulh Ceza hakimine aitti. Gecikmesinde sakınca bulu-
nan hallerde ise o yerdeki Cumhuriyet Savcılığı yetkili kılınmıştı. Böylece
kanun, Anayasada belirtilen "yetkili merci" olarak Cumhuriyet Savcılığını
öngörmüştü. Cumhuriyet Savcılığının dağıtımın önlenmesine dair aldığı
karar Anayasanın ve Basın Kanununun belirttiği süreler içinde Sulh Ceza
Hakimince onaylanmazsa hükümsüz kalacaktı.

2950 sayılı Kanunun Basın Kanununa eklediği maddelerden ek mad-


de 4, dağıtımın hakim veya hakim tarafından onaylanmış savcılık kararı
ile önlenmesi halinde kanunun asıl suçlar için öngördüğü cezaların üçte
birine hükmedileceğini belirtmişti. Böylece, kanun neşrin gerçekleşmeme­
si hallerinde dahi faillerin cezalandırılmasına olanak vermek suretiyle,
ceza hukukundaki ''hazırlık hareketleri cezalandırılmaz" kuralına yeni bir
istisna getirmekteydi.
116 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Anayasanın 28. maddesinin 6. fıkrası, dönemsel veya dönemsel ol-


mayan yayınların, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuş­
turmasına geçilmiş olması hallerinde hakim kararıyla; Devletin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin,
genel ahlakın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriy-
le toplatılabileceğini belirterek, basılmış eserlerin toplatılması konusunda
1961 Anayasasının 22. maddesindeki hükme benzer bir düzenlemede bu-
lunmuştur. Yine aynı fıkraya göre, toplatma kararı veren yetkili merciin,
bu kararını en geç yirnıidört saat içinde yetkili hakime bildirmesi gerek-
mektedir; hakim bu karan en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, top-
latma kararı hükümsüz sayılır.

2950 sayılı Kanunla Basın Kanununa eklenen maddeler basılmış


eserlerin toplatılmasını özel olarak düzenlemek suretiyle 1961 Anayasası
döneminde toplatma konusunda ortaya çıkan tartışmalara son vermiş­
ti. Gerçekten, basılmış eserlerin toplatılmasının koşullarını ve usulünü
gösteren ek-l'in 2. fıkrası şu hükmü içermekteydi: ''Yukardaki fıkrada
sayılan suçlar ile Türk Ceza Kanununun 426 ve 428 inci maddelerindeki
suçlar veya 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun-
da ve 6187 sayılı Vicdan ve toplanma Hürriyetinin Korunması Hakkında
Kanunda yer alan suçları veya Devlete ait gizli bilgileri ihtiva eyledikleri
iddiasıyla aleyhlerine soruşturma veya kovuşturmaya geçilmiş her tür-
lü basılmış eserlerin toplatılmasına, soruşturma safhasında Sulh Ceza
Hakimince, kovuşturma safhasında görevli mahkemece karar verilebilir.
Ancak, soruşturma safhasında gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Cumhuriyet Savcılığı da toplatma kararını yazılı olarak verebilir. Bu
karar en geç yirmidört saat içinde yetkili Sulh Ceza Hakiminin onayına
sunulur. Hakim, toplatmanın onaylanıp onaylanmaması hususunda kırk­
sekiz saat içinde karar verir. Kararın onaylanmaması halinde toplatma
kararı hükümsüz sayılır. Bu fıkra hükmüne göre verilen kararlar, o yer
Cumhuriyet Savcılığınca tüm Cumhuriyet Savcılıklarına en seri vasıta
ile bildirilir".

Eski Basın Kanunundaki bu hükümden anlaşılacağı üzere, Kanun


Koyucu Anayasadaki "kanunun gösterdiği suçlar" koşulunu dikkate ala-
rak, basılmış eserlerin dağıtımının önlenebileceği suçların yanısıra eski
TCK'nun 426 ve 428. maddelerindeki, 5816 ve 6187 sayılı 53 Kanunlarda-
ki suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya geçilmesi halinde de
toplatma kararı verilebileceğini kabul etmişti. Bu nedenle, bundan böyle

53 6187 Sayılı Vicdan ve Toplanma Hürriyetlerinin Korunması Hakkında Kanun


12.4.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 23. maddesi ile yürür-
lükten kaldırılmıştır.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 117

CMUK. 86. maddesine dayanılarak toplatmaya gidilmesi olanaksızdı 54 .


Kitabın önceki baskısında da belirttiğimiz üzere, 1961 Anayasası'nın 22.
maddesinin gerekçesinde yer alan "konunun basın kanunlarınca düzen-
lenmesi" direktifinin aradan yıllar geçtikten sonra ancak yeni Anayasa
düzeninde yerine getirilebilmiş olmasının nedenini açıklamak olanağını
bulamıyorduk.

Kanunun sözü geçen hükmü Anayasadaki "kanunun açıkça yetkili


kıldığı merci" in hangisi olduğunu belirlemesi bakımından da önem ta-
şımaktaydı. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcı­
lığının toplatma kararı verebileceğine ilişkin bu görüş bu şekilde yasal
dayanağa kavuşmuş olmaktaydı.

5680 sayılı Basın Kanununun ek 2. maddesi diğer bir toplatma yetki-


sinden söz etmekteydi: Bu maddenin 2. fıkrasına göre, 1. fıkradaki neden-
lerle kapatılan dönemsel yayınının açıkça devamı niteliğini taşıyan her
türlü yayın Sulh Ceza Hakiminin kararı ile toplatıhr 55 .

54 "Yayınlanan yazılar sebebiyle vekilleri marifetiyle vaki hakeret ve sövme suçla-


rından ötürü 5680 sayılı Kanun'un ek 1 ve TCK nun 311, 312 ve 428. maddeleri
uyarınca anılan gazetenin yayınının durdurulması ve dağıtılmış nüshalarının top-
latılması işleminin, TCK.nun 311,312,426 ve 428. maddelerinde belirtilen hallerin
bulunmaması ve müştekilerin işlediği iddia olunan vergi kaçakçılığı suçunu haber
verme niteliğinde görülmesinden ötürü reddine ve dair.... Sulh Ceza Mahkemesi-
nin kararına vaki itirazın TCK.nun 428. maddesindeki suçun oluşması nedeni ile
kabulüne mütedair.... Ağır Ceza Mahkemesinin kararının yazılı emir ile bozulması
istemini havi ..... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talebi kabul edilmiştir." (Yar-
gıtay 7. CD., 7.4.1994, E. 1574/ K.3804) (Bkz.: YENİSEY-ÖZEL, s. 28-29).
55
4.10.1983 tarih ve 2908 sayılı Dernekler Kanunu'nun 44. maddesinin 3. fıkrasında
da Kanunun kapsamına giren yayınların dağıtımının ertelenmesi, önlenmesi veya
dağıtılmışsa toplatılması özel olarak düzenlenmişti. Ancak bu 44. madde hükmü
2.1.2003 tarih ve 4778 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle değiştirilmiş olup, maddenin
yeni metni şöyledir: "Dernekler tarafından yapılan bildiri, beyanname ve benzeri
yayınlar, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerine ve 174 üncü mad-
dede sıralanan inkılap kanunlarının korunması hükümlerine aykırı; Devletin iç ve
dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu mahiyette veya
suç işlemeye, ayaklanmaya, isyana teşvik edici bir nitelik taşıdığı veya Devletin gizli
belgelerini açıklamak, Atatürk'ün kişiliğini, ilkelerini ve çalışmalarını küçülı dü-
şürmek ve lıötülemelı veya başlıalarının şöhret ve halılarına, özel ve aile hayatlarına
tecavüz etmek amacına yönelilı bulunduğu talıdirde, mahallin en büyülı mülki ami-
rinin emriyle toplattırılabilir. Mahallin en büyülı mülki amiri bu lıararını yirmidört
saat içinde asliye ceza halıimliğine bildiriı: Halıim, mülki amirin bu lıararını en geç
lıırlıselıiz saat içinde inceleyip karara bağlaı: Bu süre içinde bir harar verilememesi
halinde, mahalli mülki amirin hararı hükümsüz sayılır. Yulıarıdalıi hülıüm siya-
si partiler halılıında uygulanmaz". Yayınların toplatılmasına ilişkin bir başka özel
hükmü içeren 19.10.1983 tarihli ve 2932 Sayılı Türkçeden Başka Dillerle Yapılacak
118 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bbb) Yeni Basın Kanunu: 5680 sayılı Basın Kanunu'nu yürürlükten


kaldıran 5187 sayılı Yeni Basın Kanunu'nun 25. maddesi bu konuyu yeni-
den düzenlemiştir: 56

Basın Kanunu'nun 25/1. maddesine göre, soruşturma için ispat aracı


olarak her türlü basılınış eserin en fazla üç adedine Cumhuriyet Savcısı,
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kolluk el koyabilir. Ancak be-
lirtmek gerekir ki, buradaki elkoyınaya ilişkin hüküm Anayasa ile uyumlu
değildir. Basın Kanunu'nun bu hükmü ispat aracı olarak elkoyınaya asıl
yetkili makanıın cumhuriyet savcısı ve gecikmesinde sakınca bulunan hal-
lerde kolluk olarak öngörmesine karşılık, Anayasa (m.20/2) kural olarak
hakim kararı ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise kanunla yet-
kili kılınmış makamın yazılı emrini zorunlu görmüştür. 5353 sayılı Kanun
ile değiştirilmeden önce CMK'nın ilgili hükmü (m.127), elkoyına işlemi için
kural olarak hakim kararını, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise
cumhuriyet savcısının yazılı emrini aramaktaydı. Değişiklik sonrası CMK
m.127'ye "cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı durumlarda kolluk amirine
de yazılı emir verebilmesi" hususunda bir yetki düzenlemesi eklenmiştir.
Buna göre, Basın Kanunu m.25/l'de bulunan düzenlemenin CMK m. 127
hükmü doğrultusunda değerlendirilmesi, yani kolluğun elkoyına işlemini
yapabilmesi için gecikmesinde sakınca bulunan bir halin ortaya çıkması
ve savcıya ulaşılamaması nedenile kolluk amirince yazılı bir emrin tanzim
edilmiş olması gerekmektedir. Daha sonra elkoyına 24 saat içinde hakim
onayına sunulacak ve hakimin el koymadan itibaren 48 saat içinde bu kara-
n onaylamaması durumunda elkoyına kendiliğinden kalkacaktır.. Kanımız­
ca, Basın Kanunu'ndaki bu düzenlemenin CMK'nın Anayasa'ya uygunluk
gösteren hükümleri çerçevesinde anlaşılıp, uygulanması gerekmektedir.
Kanun'un 25/2. maddesi gereğince, soruşturma veya kovuşturmanın
başlatılmış olması koşuluyla 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suç-
lar Hakkında Kanun'da, Anayasa'nın 174. maddesinde yer alan inkılap
kanunlarında, 765 sayılı TCK'nın 57 146. maddesinin 2. fıkrasında, 153.

Yayınlar Hakkında Kanım'un5. maddesi, 12.4.1991 tarihli ve 3713 Sayılı Terörle


Mücadele Kanununun 23. maddesi ile yürürlükten kaldınlınıştır.
56 Yeni düzenlemenin ifade biçimi açısından değerlendirilmesi için bkz. İÇEL,Kayı­
han: Basın Kanunu Tasarısı II, Güncel Hukuk Dergisi, Sayı: 6, İstanbul 2004, s. 43.
57 Burada belirtilen suçlar Basın kanunu'ndan kısa bir süre sonra kabul edilen ve
1.4.2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK'nda yeniden ve farklı maddelerde
düzenlenmişlerdir. Ancak, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlükten kaldırılmış
olınakla birlikte, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğüne ilişkin
4.11.2004 tarib ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun'un 3. maddesine göre, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza kanu-
nuna yapılan atıflar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 119

maddesinin 1. ve 4. fıkralarında, 155. maddesinde, 311. maddesinin 1. ve


2. fıkralarında, 312. maddesinin 2. ve 4. fıkralarında, 312/a maddesinde
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrasın­
da öngörülen "terör örgütü propagandası" suçuna meydan veren basılmış
eserlerin tamamına hakim kararı ile el konulabilir.
Kanun'un 25/3. maddesine göre, hangi dilde olursa olsun Türkiye dı­
şında basılan dönemsel veya dönemsel olmayan yayın ve gazetelerin aynı
maddenin 2. fıkrasında belirtilen suçları işlediklerine dair kuvvetli delil
bulunması halinde, bunların Türkiye'de dağıtılması veya satışa sunulma-
sı, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Sulh Ceza Hakimi kararı ile
yasaklanabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Baş­
savcılığının kararı yeterlidir. Ancak, bu kararın en geç 24 saat içinde haki-
min onayına sunulması gerekmektedir; eğer hakim 48 saat içinde bu ka-
rarı onaylamaz ise, Cumhuriyet Başsavcılığının bu kararı hükümsüz kalır.

Aynı
maddenin 4. fıkrasına göre ise, belirtilen 3. fıkra uyarınca yasak-
lanmış yayın 58 veya gazeteleri bilerek dağıtanlar veya satışa sunanlar bu
yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi gibi sorumludurlar.

02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun (78.md.) ile Basın Kanununa


eklenen geçici 3. madde gereğince, 31.12.2011 tarihine kadar mahkeme-
ler, yetkili mülki amirlikleri ve diğer makamlarca basılı yayınlarla ilgi-
li olarak verilmiş toplatma, yasaklama, dağıtım, ve satışın engellenmesi
kararları, 6352 sayılı kanunun yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde,
yetkili ve görevli mahkemeden bu yasaklılığın devamı niteliğinde bir ka-
rar alınmamış olması durumunda kendiliğinden hükümsüz hale gelir. Bu
tür kararlarla ilgili mevcut bilgi ve deliller kolluk tarafından iki ay içinde
yetkili C. Başsav:cılığına iletilir. Mahkemelerce, bu yönde alınmış olan ka-
rarın bir örneği !çişleri Bakanlığına gönderilir.

d) Basın araçlarının müsaderesi


Anayasamızın basın özgürlüğü ile ilgili hükümlerini incelerken açık­
ladığımız gibi, kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan ba-
sımevi ve eklentileri suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere etli-

oluşturan maddelere yapılmış sayılır (f: 1). Yine bu hükme göre, mevzuatta, yürür-
lükten kaldırılmışTürk Ceza Kanunu'nun kitap, bap ve fasıllarına yapılmış olan
atıflar, kitap, bap ve fasıl içinde yer almış olan hükümlerin karşılığını oluşturan
5237 sayılı Türk Ceza kanunu'nun maddelerine yapılmış atıf sayılacaktır (f: 2). Bu
nedenle, Basın Kanunu'nun belirtilen hükümlerinin bu açık düzenleme uyarınca,
5237 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri dikkate alınarak uygulanmaları zorunludur.
58
Yayın terimi, Basın Kanunu'nun 2. maddesinde süreli yayın, yaygın süreli yayın,
bölgesel süreli yayın, yasal süreli yayın ve süresiz yayın olarak türlere ayrılmış ve
her biri ayrı ayrı bu maddede tanımlanmıştır.
120 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lemez ve işletilmekten alıkonulamaz.(AY.30.m). (Bu maddede yer alan,"


Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin temel il-
keleri ve milli güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkum olma hariç"
kaydı 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı yasanın 4. maddesi ile metinden
çıkarılarak basın araçlarının müsadere yasağı istisnasız bir kural duru-
muna getirilmiştir.).

Belirtmemiz gerekir ki, 5680 sayılı eski Basın Kanunu'na 2950 sayılı
kanunla eklenen ek 1. maddenin 3. fıkrası, Anayasa'nın 30. maddesinin
5170 sayılı kanunla yapılan değişiklikten önceki metninde yeralan mü-
sadere edilememe kuralının istisnasını değerlendirerek belirli koşullar­
la basılmış eserlerin basımında kullanılan makinaların ve diğer basım
aletlerinin müsaderesine karar verilebileceği hükmüne yervermişti. Aynı
maddenin son fıkrası ise, müsadere edilebilecek bu basım araçlarının ka-
çırılmasını, değiştirilmesini, kaybolmasını ve tahribini önleyici hüküm
içermekteydi.

Ancak, 5170 sayılı kanun sözü geçen istisnayı AY. 30. madde metnin-
den çıkardığı gibi, bu yasal değişikliğin hemen arkasından yürürlüğe giren
5187 sayılı Basın Kanunu da Anayasaya uygun olarak böyle bir istisnaya
yer vermemiştir. Böylece, bugün ülkemizde basın araçlarının müsadere
edilemezliği kuralının istisnası bulunmamaktadır.

e) Dönemsel yayınların kapatılması

2950 sayılı Kanunla 5680 sayılı eski Basın Kanununa eklenen ek 2.


madde, Anayasanın 28. maddesinin son fıkrasının doğrultusunda, belirli
suçlardan mahkumiyet halinde dönemsel yayının üç günden bir aya kadar
kapatılabileceğini öngörmüştü. Mahkemece böyle bir kararın verilebilme-
si için, TCK'nun Ikinci Kitabının Birinci Babının 1, 2 ve 4. fasıllarında
veya 312. maddenin 2. fıkrasında yazılı suçlardan ya da milli güvenliğe
ve genel ahlaka aykırı davranışlardan mahkumiyetin sözkonusu olması
gerekiyordu59 .

Kanun böylece, kapatılan dönemsel yayının açıkça devamı niteliğini


taşıyan her türlü yayını yasakladığı ve bu yayınların sulh ceza hakiminin
kararıyla toplatılacağını öngördüğü gibi, ayrıca, kapatılma süresi içinde
yayına devam edenlerle, kapatılan dönemsel yayının açıkça devamı nite-
liğini taşıyan yeni bir dönemsel yayın faaliyetine girişenlerin bir aydan

59 "5680 Saytlı Basın Kanununun Ek 2/1. maddesine göre mevkutelerin kapatılması


keyfiyeti mahkemelerin takdirine bırakılmış olmakla C. Savcısının temyiz itirazı
yerinde görülmemiştir." (Yargıtay 9. CD., 22.12.1993, E.4639/ K.5663) (Bkz.: YENİ­
SEY-ÖZEL, s. 29).
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 121

altı aya kadar hapis ve ağır para cezası ile cezalandırılmaları hükmünü
koymuştu.

5187 sayılı yeni Basın Kanunu, 5680 sayılı Kanun'un ek-2. maddesi
gibi bir hükme yer vermemiştir. Dolayısıyla artık, Basın Kanunu'na da-
yanılarak, belirli bir suçun işlenmesi dolayısıyla dönemsel bir yayının bir
süre kapatılması söz konusu olamaz.

3- Türk Ceza Kanunu

Ceza Kanununda düşünceve kanıları açıklayabilmek hakkı yönün-


den iletişimi sınırlayıcı nitelikte çeşitli hükümler vardır. Burada TCK.mn
bu hükümlerinden örnek olarak sadece önemlilerini belirtecek olursak, şu
hükümlere değinilebilir: TCK.nın 84. maddesi kişileri intihara yönlendir-
meyi, 124. maddesi haberleşmenin engellenmesini, 125. maddesi hakaret
eylemlerini, 130. maddesi kişilerin hatırasına hakaret eylemlerini, 132.
maddesi haberleşmenin gizliliğinin ihlalini (02.07.2012-6352 Sy.K. 79. md.
ile değişik.), 133. maddesi kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve
kayda alınmasmı(02.07.2012-6352 Sy.K.80.md. ile değişik),134. maddesi
özel hayatın gizliliğini ihlal eylemlerini (02.07.2012-6352 Sy.K. 81.md. ile
değişik), 158/g maddesi basın yayın araçlarından yararlanarak dolandırı­
cılık yapmayı, 164. maddesi şirket ve kooperatifler hakkında yanlış bilgi
vermeyi, 213. maddesi halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla
tehdit eylemini, 214. maddesi suç işlemeye tahrik eylemini, 215. madde-
si suçu ve suçluyu övme eylemini (11.04.2013-6459 Sy.K.10. maddesi ile
değişik) 60 , 216. maddesi halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama ey-
lemlerini, 217. maddesi halkı kanunlara uymamaya tahrik eylemini, 220.
maddesi suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve propagandasını yapmayı
(02.07.2012-6352 Sy.K. 85.md. ve 11.04.2013-6459 S.K. 11. md. ile değişik)
61
, 226. maddesi müstehcenlik eylemlerini, 237. maddesi ekonomi, ticaret
ve sanayi alanına ilişkin olarak fiyatları etkileme eylemlerini, 267. mad-
desi iftira eylemlerini, 285. maddesi soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin
olarak gizliliğin ihlalini, 286. maddesi soruşturma ve kovuşturma işlem-

60
11.04.2013 tarihli ve 6459 sayılı kanunla, TCK.215. maddede yeralan "kimse" iba-
resinden sonra gelmek üzere" bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yalıın bir
tehlikenin ortaya çıkması halinde" ibaresi eklenmiştir. Bu şekilde, ceza sorumlulu-
ğunun uygun bir şekilde sınırlandırılması yoluna gidilmiştir.
61
11.04.2013 tarihli ve 6459 sayılı kanunla, TCK. 220. maddesinin 6. fıkrasına "Bu
fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır." cümlesi eklenmiş ve 8. fık­
rasında yer alan "veya amacının" ibaresi "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemle-
rini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı meşru gösterecek
veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvilı edecek şekilde" olarak değiştiril­
miştir.
122 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

leri açısından
ses ve görüntülerin kayda alınmasını, 288. maddesi adil
yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmeyi, 299. maddesi Cumhurbaşkanı­
na hakareti, 301. maddesi Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti-
ni, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve
Devletin Yargı Organlarını aşağılama, 304. maddesi devlete karşı savaşa
tahrik eylemlerini, 305. maddesi temel milli yararlara karşı hareketleri,
318. maddesi askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya asker-
lik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekil­
de teşvik veya telkinde bulunanları (11.04.2013-6459 Sy.K./13.md. ile de-
ğişik), 323. maddesi savaşta yalan haber yaymayı, 329. maddesi devletin
güvenlik ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklamayı, 330. maddesi
gizli kalması gereken bilgileri açıklamayı, 334. maddesi yasaklanan bilgi-
leri temin eylemlerini ve 336. maddesi yasaklanan bilgileri açıklamayı suç
olarak düzenleyerek cezalandırmaktadır.

4- Ceza Muhakemesi Kanunu


5271 sayılı CMK.nın 183. maddesi, sanık, tanık veya bilirkişilerin
dinlenmeleri amacıyla kullanılmaları halleri (CMK. m. 180/5 vem. 196/4)
hariç, adliye binası içerisinde ve duruşma başladıktan sonra duruşma sa-
lonunda her türlü sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan
aletlerin kullanılmasını yasaklamaktadır. Maddenin son cümlesine göre,
bu hüküm, adliye binası içerisinde ve dışındaki diğer adli işlemlerin icra-
sında da uygulanacaktır.

CMK'nın 187/2. maddesi kapalı duruşmanın içeriğinin


hiçbir iletişim
aracıyla yayınlanamayacağını düzenlerken, aynı
maddenin 3. fıkrası ise
açık duruşmaların içeriğinin yayınlanınası yasağı bakıınından milli güven-
liğe, genel ahlaka, kişilerin saygınlık, onur ve haklarına dokunacak veya
suç işlemeye kışkırtacak yayınlar açısından sınırlama getirmekte ve bu gibi
hallerde bu belirtilenleri önlemek amacı ile ve gerektiği ölçüde duruşma­
nın içeriğinin kısmen veya tamamen yayımlanmasının yasaklanabileceği­
ni düzenlemektedir. Bu madde metninde daha önceki düzenlemeden farklı
olarak kamu düzeni gerekçesiyle yayımın yasaklanmasına yer verilmeyişi
ve keza yasağın belirtilen amaçla dahi olsa, ancak gerektiği ölçüde ve ta-
mamen veya kısmen getirilebileceğinin düzenlenmesi dikkati çekmektedir
ve önemlidir. CMK'nın bu son belirtilen hükmünün, basın ve haber alma
özgürlüğünün sınırlarından ve hakim karan ile konulacak yasaklardan
söz edenAnayasa'nın 28. maddesine uygun olduğu kanısındayız 62 .

62 Bu düzenlemelere ilişkin olarak bkz. İÇEL, Basın Kanunu Tasarısı II, s. 42-43.;
YARSUVAT, Duygun, age, s. 43.; Özgür Basın İsteniyorsa Ceza Yasası'nda Deği­
şiklik Şart (Av. Turgut Kazan tarafından hazırlanan Rapor), Radikal Gazetesi
16.3.2005, s. 10-11.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 123

21.11.1979 tarih ve 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Gö-


rev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 3.7.2005 tarih ve 5395 sayılı
Çocuk Koruma Kanunu ile yürürlükten kaldınlımştır. Mülga Kanunun 40.
maddesi on beş yaşından küçük çocukların yargılamalarıyla ilgili her türlü
yayının yapılmasını yasaklamıştı. Kanun koyucu ise bu yasaklılık halini
5395 sayılı Kanunda tekrar düzenleıneıniş ve bunu genel kanun niteliğin­
deki CMK'ya bırakmıştır. CMK'nın 185. maddesi ise, "sanığın on sekiz ya-
şından küçük olması" durumunda zorunlu olarak kapalı duruşma yapılına­
sım emretmektedir. CMK ın. 187/2. hükmünde kapalı duruşmaların içeriği­
nin hiçbir surette iletişim araçlarıyla yayınlanamayacağı belirtilmektedir.

Suç işleyen küçüklerin teşhirini


önlemek ve bunların yeniden toplu-
ma kazandırılmasını kolaylaştırmak amacını izleyen bu düzenlemeyi ye-
rinde bulmaktayız. Ayrıca on beş yaş sınırının on sekize çıkarılmasını ve
çocuk yargılamalarına kapalı duruşma mecburiyeti getirilmesini olumlu
değişiklikler olarak kabul etmekteyiz.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun iletişim özgürlüğünü sınırlayan hü-


kümlerine örnek olarak Kanun'un 123. maddesini gösterebiliriz. CMK ın.
123, ispat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsadere-
sinin konusunu oluşturan malvarlığı değerleri muhafaza altına alınır ve
yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmemesi durumunda bu tür
eşyaya el konulabilecektir. Madde bu şekliyle, delil elde etmek veya müsa-
dere için basılmış eserlere el konulabilmesine olanak tanımıştır.

Basın Kanunu'nun 25. maddesinde elkoyma özel olarak düzenlen-


diğinden, basılmış esereler hakkında bu hüküm uygulanacaktır. Ancak
yetki bakımından Anayasaya uygunluk gösteren CMK. 127. maddesinin
(2005/5353 sayılı kanunun 16. maddesi ile değişik) basılmış eserler bakı­
mından da dikkate alınması gerektiği görüşündeyiz.

5- Terörle Mücadele Kanunu

12.4.1991 tarihli ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 6. ve 7.


maddeleri iletişim özgürlüğünü sınırlayıcı hükümleri içermektedir.

Kanunun 6/1. maddesi, isim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek


kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı
terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev
almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanları veya yayınlayanları
cezalandırmıştır.

6. maddenin 2. fıkrası, Terör örgütlerinin; cebir şiddet veya tehdit içe-


ren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvur­
mayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanla-
124 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rın bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağını öngörmüş­
tür (11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı kanunun 7. maddesi ile değişik şekli).
6. maddenin 3 fıkrası ise, TMK'nın 14. maddesine aykırı olarak muh-
birlerin hüviyetini açıklayanlar veya yayınlayanların cezalandırılacağını
düzenlemiştir.

29/6/2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanunun 5. maddesiyle TMK'nın 6.


maddesinin 1,2,3. fıkralarında yer alan suçları işleyen kimselere uygu-
lanacak yaptırımda değişiklik yapılarak, adli para cezası yerine "bir yıl­
dan üç yıla kadar" hapis öngörülmüştür. TMK'nın 6. maddesinin ilk üç
fıkrasında sayılan eylem tiplerinin basın ve yayın organları kullanılarak
işlenmesi halinde ise bu fiillere iştirak etmemiş olan "yayın sorumluları"
hakkında adli para cezası verilecektir (4.fıkra) 63 .

TMK'nın 6. maddesinin son fıkrasında basın özgürlüğüne getirilmiş


önemli bir sınırlama bulunmakta idi .. Buna göre; "Terör örgütünün faa-
liyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suç-
lularını övme veya terör örgütünün, propagandasını içeren süreli yayınlar
hakim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Cumhuriyet
savcısının emriyle tedbir olarak on beş günden bir aya kadar durdurulabi-
lir". 29.06.2006 tarih ve 5532 sayılı kanun ile 6. maddeye eklenmiş bulu-
nan, basın özgürlüğünü önemli derecede sınırlayan bu hüküm 02.07.2012
tarih ve 6352 sayılı kanunun 105. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi birinci fıkrası
ise (1. maddeye atıfta bulunarak) terör örgütünün tanımını yapmakta
ve bu tür örgütleri kuran, yöneten veya bunlara üye olanların TCK 314.
maddesi hükınünden yargılanacağını belirtmektedir. Aynı maddenin ikin-
ci fıkrasında "terör örgütünün propagandasını yapmak" suçu şu şekilde
düzenlenmiştir: "Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntem-
lerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik
edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis
ezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde,
verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organının su-
çun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin
günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur." (11.04.2013
tarihli ve 6459 sayılı kanunun 8. maddesi ile değişik şekli).
Bu Kanun'un 8. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülke-
si ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedefleyen propagandayı

63 TMK.'nun 6. maddesinin 4. fıkrasında yeralan "sahipleri" ibaresi Anayasa Mahke-


mesinin 18.06.2009 tarihli ve E.2006/121, K.2009/90 sayılı karan ile iptal edilmiştir.
Böylece, yayın kuruluşlarunun sahiplerinin bu suç açısından ceza sorumlulukları­
na son verilmiştir.
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ 125

cezalandıran ve bu suçların işlendiği dönemsel yayınların sahipleri ile so-


rumlu müdürlerine uygulanacak cezaları gösteren bir düzenleme mevcut-
tu. Oldukça eleştirilen bu hüküm daha sonra, 2003 yılında ve 4928 sayılı
Kanun'un 19. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştı64 . 2006 değişikliği ile
getirilen yeni 8. madde terör örgütüne finansman sağlanması suçunu ön-
görmekte, yine bu değişiklikle getirilen 8/B maddesi ise ile TMK kapsamı­
na giren tüm suçlar bakımından TCK m. 60'ta yer alan tüzel kişilere özgü
güvenlik tedbirlerinin uygulanabilmesine olanak tanımaktadır. Böylece,
TMK.'nun kapsamına giren durumlarda tüzel kişiliğe sahip basın kuru-
luşlarına da bu hükümlerin uygulanabileceği açıktır.

6- Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine


Dair Kanun
Spor Hukuku alanına ilişkin mevzuatta da yayın yasağını düzenleyen
hükümler bulunmaktadır. Örneğin, 7.5.2005 tarih ve 25455 sayılı Resmi
Gazete'de yayınlanan 28.4.2004 tarih ve 5149 sayılı "Spor Müsabakaların­
da Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun"un konuya ilişkin 1.,
16., 22. 27., 28. ve 29. maddeleri değişik ve kapsamlı yayın yasakları düzen-
lemişti (Bu yasaklar hakkında kitabımızın önceki basılarına bakılabilir.).

11 Nisan 2011 tarihi ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak


yürürlüğe giren 31.03.2011 tarihli ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzen-
sizliğin Önlenmesine Dair Kanun (22.md.) ise, şiddete neden olabilecek
açıklamaların basın ve yayın yoluyla yapılması durumunda, "eylemleri
suç oluşturmadığı takdirde" açıklamayı yapan kişi hakkında beşbin TL'.
den ellibin TL'. ye kadar idari para cezası uygulanacağını öngörmüştür. Bu
türden açıklamaları yapan kişilerin spor kulübü veya federasyon yöneti-
cileri tarafından işlenmesi halinde, verilecek idari para cezası beş katına
kadar artırılır.
Şiddete neden olabilecek açıklamaları yapan kişiler, ayrıca idari ted-
bir olarak spor müsabakalarını seyirden yasaklanır. Bu yasak, kararın ve-
rildiği tarihten itibaren üç ay süreyle uygulanır.

Şiddete neden olabilecek açıklamaların,


haber verme ve eleştiri hak-
kının sınırlan aşılarak yayınlanması halinde, ilgili basın ve yayın organı­
nın işleticisi olan gerçek veya tüzel kişiye, yüzbin TL.'dan beşyüzbin TL.'na
kadar idari para cezası verilir. Bu tür açıklamaların tekrar yayınlanması
durumunda ise haber verme hakkının sınırları aşılmış kabul edilir ve do-
layısıyla idari para cezası uygulanır.

64
Bu hükmün TMK'ya sokulmasının nedenlerine ilişkin olarak, kitabımızın 5. bası­
sının 74. sahifesi ile aynı sahifedeki (29g) numaralı dipnotdaki açıklamalara bakıl­
malıdır.
126 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

7- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu - Radyo ve Televizyonların


Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun
11.11.1983 tarih ve 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanu-
nunun 23. maddesi, Başbakan'a veya onun tarafından görevlendirilecek
Bakana, ulusal güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde TRT'nin bir ha-
berini veya yayınını yasaklama yetkisini vererek, iletişim özgürlüğünün
bu yönden sınırlandırılabilmesini kabul etıniştir.

Ayın şekilde, 15.02.2011 tarihli ve 6112 sayılı (RG.03.03.2011 -


27863) Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında
Kanunun 7. maddesi de olağanüstü dönemler için benzer bir hüküm ön-
görmüştür: "Savaşlar, terör amaçlı saldırılar, doğal afetler ve benzeri ola-
ğanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber
alma özgürlüğü esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı
kararları kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ancak, millf güvenliğin açıkça
gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddı şekilde bozulmasının
kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği
bakan geçici yayan yasağı getirebilir. - Medya hizmet sağlayıcı, Cumhur-
başkanı veya Hükümetin, millf güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlı­
ğın ve genel ahlakın gereklerile ilgili bildirilerini, bildirinin ulaştığı gün
saat 23.30'a kadar yayınlamakla yükümlüdür. - Birinci ve ikinci fıkralar
uyarınca alınacak kararlar aleyhine açılacak iptal davaları doğrudan Da-
nıştayda açılır. Danıştay bu davalara öncelikle bakar ve karara bağlar,
yürütmeyi durdurma talepleri hakkında kırksekiz saat içerisinde karar
verir." Kanımızca, kitleler üzerinde en etkili iletişim aracı olan radyo ve
televizyon yayınlarının yasaklanabilmesi çok önemli acil durumların zor-
ladığı olağanüstü bir önlem niteliğinde kabul edilerek, bu önlemin ancak
çok istisnai durumlarda uygulanmasına özen gösterilmelidir65 •

6112 sayılı kanunun 7.maddesine 02.01.2017-KHK-680/l 7.md. ile ek-


lenen 4.fıkra ise şöyledir: "Bu madde ile 9.6.2004 tarihli ve 5187 sayılı
Basın Kanunu uyarınca getirilen yayın yasak ve kısıtlamalarına aykırı
olarak yayın yapılması halinde, Üst Kurul tarafından medya hizmet sağ­
layıcı kuruluşun programlarının yayını bir gün durdurulur ve bu halde
32 nci maddenin dördüncü fıkrası uygulanır. Bir yıl içinde; aykırılığın
tekrarı halinde medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınlarının beş güne
kadar, ikinci kez tekrar edilmesi halinde onbeş güne kadar durdurulması­
na, üçüncü kez tekrar edilmesi halinde ise yayın lisansının iptaline karar
verilir.". Olağanüstü hal uygulamasının zorunlu bir gereği olarak getirilen
bu tedbirin uygulanmasında da olağanüstü özen gösterilmesi gerektiğini
vurgulamalıyız.

65 Bu konuda bkz.: Aşağıda dördüncü bölüm, § 2. B.


çÜNcüBöLüM
Basın Rejimi
ÜÇüNCÜ BÖLÜM

BASIN REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER

A. BASININ TARİHÇESİ VE ULAŞTIĞI DURUM

Batı Avrupa kültürünün kaynağını oluşturan


Yunan ve Roma uygar-
lığı incelendiğinde kitapçılık sanatının bu kültürlerin öğesi durumunda
bulunduğu görülür. Gerçekten eski zamanların Atina, İskenderiye ve
Roma kentleri kitapçılık sanatının merkezleri olmuşlardır. Bu çağların
en önemli :fikir yapıtları arasında bulunan «Homer'in Destanları», «Sofok-
les'in Dramları», «Safo'nun Şiirleri», «Plato'nun Yazıları» ve «Çiçero'nun
Söylevleri» çoğaltılara_k. dağıtılabilmiştir. Bu dönemde, çoğaltma için «el
yazısı»ndan yararlanıldığı ve çoğunlukla esirlerden oluşan yazıcıların
kendilerine aynı anda dikte ettirilen bir eserin bin kadar nüshasını mey-
dana getirebildikleri söylenmektedir 1 . Yine bu dönemde Sezar'ın emri ile
ilk Devlet Kütüphanesinin kurulduğu ve Acta Senatus, Acta Publica ve
Acta Urbis adlarında resmi gazeteye benzeyen bültenlerin yayınlandığı
bilinmektedir. Bundan başka, aynı dönemde önenıli olayları halka duyu-
rabilmek için Acta Diurna adı verilen duvar ilaıılarından yararlanıldığı,
bu ilanların yüzlerce yazıcı tarafından çoğaltılarak bütün imparatorluğa
dağıtıldığı tari.hçiler tarafından saptanmıştır 2 .

Ortaçağ Avrupası'nda ise yayın faaliyeti genellikle kilisenin dene-


tim ve tekeli altında yürütülmüştür. Kilise uzun süre görüşlerine uyan
kitapları keşişlere yazdırmak suretiyle çoğaltmıştır. Böylece, 1450'lerde

1
PAULY - WISSOWA: Realencyclopödie der Klassisclıen Altertumswissensclıaft,
Stuttgart 1897, Bd. 3, s. 970. İlk kitapların yapımında genellikle buzağı derisi kul-
lanılmaktaydı. Dört parça buzağı derisi ikiye katlanıp iç içe konuyor, böylece sekiz
sayfalık bir forma oluşuyordu. Yazılar her yaprağın iki yüzüne de yazılıyor ve for-
malar srrtlarından dikilerek ciltleniyordu (Ansiklopedik Bilgiler, Remzi Kitabevi,
1976, s. 100).
2
Bkz.: LÖFFLER- I, s. 30. En eski gazetenin Çin'de Tang döneminde (618-906) bası­
lan Ti-pao (Saray Haberleri) olduğu sanılmaktadır (Ansiklopedik Bilgiler, s. 101).
130 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Johannes Gutenberg bulu..nan ve geliştirilen3 matbaadan ya-


tarafından
rarlanılmaya başlanıncaya kadar yazılı eserlerin çoğaltılması el yazması
olarak gerçekleştirilebilmiştir. O zamanlar «şeytan işi» olarak nitelendiri-
len kitap baskı san'atının ortaya çıkışından sonra ise yazılı eserlerin ço-
ğaltılması işlemi kolaylaşmıştır. Ancak, modern anlamda kitapçılığın ve
gazeteciliğin doğuşu çok sonraları mümkün olabilmiştir. Bunun nedenini
devletler ve kilise tarafından başvurulan sansür uygulamasında aramak
gerekir. Gerçekten sansür Almanya'da olduğu, Fransa ve İngiltere'de bası­
nın gelişmesini önemli biçimde engellemiştir 4 •

Dönemsel ve düzenli basının doğuşu hakkında değişik bilgiler bulun-


makla beraber5 , Almanya'da Köln'lü yazar Michael von Aitzing'in XVI.
yüzyılın sonunda dönemsel yayın faaliyetinde bulunduğu bilinmekte ve
ilk dönemsel yayınların Almanya'da başladığı saptanabilmektedir. v. Ait-
zing'in bu girişiminden sonra 1600-1620 yılları arasında Augsburg, Köln,
Strassburg, Frankfurt, Nürnberg, Hamburg, Münih ve Viyana kentlerinde
ilk gazeteler yayınlanmaya başlamış ve bu gazetelerle kamuyu ilgilen-
diren olaylar düzenli bir biçimde kitlelere duyurulmuştur. 1609 yılında
Augsburg'da yayınalnan «Der Aviso» ve aynı yıl Strasburg'da yayınlanan
«Die Strassburger Relation» gazeteleri düzenli gazeteciliğin en önemli ön-
cülerindendir6. Bunun içindir ki, 1609 yılı Avrupa gazeteciliğinin doğum
yılı olarak kabul edilmektedir7 . XIX. yüzyılda ise büyük tirajlı gazeteler
basın yaşamına girmişlerdir. Bu tür gazeteciliğin doğuşunda başta düşün­
ce ve basın özgürlüğündeki gelişmeler olmak üzere, matbaa tekniğinin
ilerlemesi ve gazetelerin parasal kaynaklarının özellikle ilan gelirleri ile
beslenmesi olayları etken olmuştur.

1900'lerden sonra dünyadaki gazetelerin sayısında büyük artış ol-


muştur. İleri ülkelerde önemli bir sanayi kuruluşu haline gelen basın
kuruluşları reklam gelirleri ve tiraj mücadelesi bağlamında büyük bir
rekabet ortamına girmiştir. Yeni basım teknikleri ve ulaşım olanakları
gazetelerin günde bir kaç baskı yapmasını sağlamıştır. Yüzyılın başında

3
Gutenberg'in matbaayı icadından 400 yıl kadar önce 1041 yılında bir Çinli demirci
olan Pi Sheng'in Çin harflerini madenden döktüğü ve baskı sanatında ilk adımın
böylece bu kişi tarafından atıldığı belirtilmektedir (Bkz. : BING, W.: Alman Basını­
nın Tarihçesi, (Hün-:iyet Vakfı, 1983 Yılı II. Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınlan
No. 4, s. 23 ve son).
4
LÖFFLER, I, s. 39.
5 Bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 35.
6 SCHEER, s. 22; LÖFFLER, I, s. 39.
7
LÖFFLER, I, s. 39. Alman basınının tarihçesi için ayrıca Bkz.: BING, W. : Alman
Basınının Tarihçesi, (Hürriyet Vakfı, 1983 Yılı II. Seminer Tutanakları, Eğitim Ya-
yınlan No. 4, s. 23 ve son).
BASIN REJİMİ 131

görülen önemli buluşlardan biri de tabloid denen küçük çaplı ve resimli


gazetelerdi. İngiltere'de Daily Mirror ve Daily Sketch ile 1 milyon tirajını
aşan bu tür gazeteler, A.B.D. de de yaygınlaşarak yoğun bir rekabete yol
açmışlardır. t Dünya Savaşı döneminde gazete kağıdı kıtlığı ve yoğun san-
sür basını güç duruma düşürmüştür. Savaş sonrasında ise tiraj rekabeti
daha geniş habercilik sağlama alanına kayarak, örneğin New York'taki
gazetelerin sayfa sayısı 40'a ve ardından 60'a kadar çıkmıştır. Yayın yönet-
menlerinin kişisel etkisi silinirken, köşe yazıları öne çıkmaya başlamıştır.
1920'lerde okuyuculara armağanlar dağıtma yöntemleriyle sağlanan ti-
raj patlamaları, beraberinde çeşitli sorunlar getirmiştir. Büyük bir tiraj
kaybına uğrayan Daily Mirror, 1934'deki yönetim değişikliğinden sonra
işçileri temsil eden radikal bir çizgi benimseyerek 4 milyon gibi bir tiraj
rekoru kırmıştır 8 . II. Dünya Savaşı sonrasında yükselen üretim giderleri
basını hızla tekelleşme eğilimine sokmuştur. Associated Press ve United
Press International (UPI) ajansları dünyanın her yanına yayılmışlardır9 .
Son yıllarda özellikle televizyonla yoğun rekabete giren basın, çeşit­
li teknik olanaklarla atılımlar yapmıştır. Örneğin renkli ofset baskı, film
baskı, bilgisayarlı dizgi ve elektronik aygıtlar basına güç katmıştır. Fak-
simile ve teledizgi gibi teknikler gazetelerin birbirilerinden uzak yerlerde
aynı anda basılması olanağını sağlamışlardır. Ajansların kullandıkları ile-
tişim uyduları, giderek telefon ve teleksin yerini alarak haber akışma hız
kazandırmışlardır. Son olarak da internet ile iletişim basının yaygınlığını
olağanüstü genişletmiştir 10 .

8
Günlük gazetelerde dünya rekoru 8 milyon tiraj ortalaması ile Eski Sovyetler Birli-
ği gazetesi «Izwestija»ya aittir. Özgür Dünya'da en yüksek tiraja ise 1973 yılında 5.9
milyon sayı ortalaması ile «News of the World» ulaşmıştır. Bu tiraj, o tarih itibariyle
pazar günleri çıkan gazeteler arasında dünya rekoru sayılmıştır. 2007 Aralık ayı
verilerine göre Dünya'da en çok satan ilk 20 gazeteden 9'u Japonya'ya aittir. Bun-
ların başında 14.067 milyon tiraj ile Yomiuri Shimbun isimli gazete gelmektedir
(tr.m.wikipedia.org) (Ansiklopedik Bilgiler, s. 101).
9
Avrupa ve Amerikan basın ve gazeteciliğinin tarihsel gelişimi hakkında bkz. :
AnaBrittannica, cilt 30, s. 376 - 377. Basının Türkiye yönünden tarihçesi ele baskı
sanatının gelişmesi ile paralellik göstermektedir. Avrupa ülkelerinde Arap harfleri
ile önce Arapça, daha sonra Türkçe basım yapılması, basılan kitapların ülkeye so-
kulması, daha sonra azınlıklar tarafından basımevlerinin kurulması şeklinde baş­
layan basım faaliyeti giderek dönemsel yayınlan da kapsamına almıştır (bütün bu
konularda ayrıntılı bilgi için Bkz.: ERTUĞ, H.R.: Basını ve Yayın Hareketleri Tarihi,
2. Bası, İstanbul 1960, s. 223 ve son.; İNUĞUR, M. N.: Basın ve Yayın Tarihi Ders
Notları, İstanbul 1976, s. 96 ve son.; BALKANLI, R.: Matbaa Hürriyeti ve Yeni Basın
ve Matbaalar Kanunu, Ankara 1951, s. 14 ve son.; Türkiye'de Yabancı Dilde Basın,
İstanbul Üniversitesi Basım - Yayın Yüksekokulu Yayını, İstanbul 1985; BENBA-
NASTE, N.: Örneklerle Türk Musevi Basınının Tarihçesi, İstanbul 1988.
ıo Bkz.: GİRİTLİ, İ.: İletişim Dünyasında Olaylar ve Gelişmeler (Marmara İletişim
Dergisi, Sayı: 7, Temmuz 1994, s. 5 ve son.)
132 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

B. BASININ KAPSAıvH VE ÖNEMİ

I. Basının
Gazetecilik faaliyetinin klasik anlamı ve kapsamı ile günümüzdeki
anlam ve kapsamı arasında bazı önemli farklar dikkati çekmektedir. Ger-
çekten yüzyıllar boyu gazeteler ve dergiler tarafından yürütülen gazete-
ciliğe bugün radyo ve televizyon da katılmış bulunmaktadır. Gazetecilik
fonksiyonu olan «haber verme» artık basma özgü bir faaliyet olmaktan
çıkmış ve radyo ve televizyon tarafından da gerçekleştirilen bir fonksiyon
durumuna dönüşmüştür. Çağdaş gazeteciliğin diğer özelliğini oluşturan
«reklamcılık» da keza radyo ve televizyon alanına ayak basmıştır 11 .

Radyo ve televizyonun böylece gazeteciliğe başlaması ve gazeteciliğin


tüm temel ilkelerine uyması sonucunda, «yazılı basın» teriminin yanısıra
«sözlü veya elektronik basın» terimi ortaya çıkmıştır. «Yazılı basın» terimi
ile gazeteler ve dergiler, «sözlü veya elektronik basın» terimi ile ise radyo
ve televizyon kastedilmektedir 12 .

Son yıllarda yeni bir kitle iletişim aracı olan İnternet, basını da bün-
yesine almıştır. Böylece, hemen bütün gazete ve dergileri internet'teki
sayfala_rından dünyanın her yerinden izlemek olanağı doğmuştur. Bizce,
basının bu yeni görünümü «İnternet Basını» olarak isimlendirilebilir 13 .

Bizim bu bölümde «basın» deyimi ile ifade etmek istediğimiz «yazılı


basın»dır. Radyo ve televizyon rejimi ve İnternet rejimi ise ayrı bölümlerde
ele alınacaktır.

II. Basının önemi

1- Basının kamusal görevleri

a) Genel olarak

Demokratik hukuk devleti anlayışında seçim temel öğedir; fakat de-


mokrasi sadece seçiminden ibaret değildir. «Seçim sandığı bütün sorun-
ların çözümüdür» görüşü modern demokratik rejimler bakımından yeter-
li olmaması bir yana, hatta zararlı sonuçlar doğurabilecek bir görüştür.

11
'--'"'"'""-'"'• O.: Çağımız Gazeteciliğinin Özellikleri (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Basın ve Yayın Yüksek Okulu, Yillık, 1973, No. 1, s. 267 son).
12 TOKGÖZ, Çağımız Gazeteciliğinin Özellikleri, 269; GİRİTLİ, İ. : Çağdaş Gazetecili-
ğin Bazı Sorunları (Onar Armağanı, İstanbul 1977, s. 310).
l:3 Ör.1ek olarak: http://www·.hurriyetirn.com.tr; http://www.milliyet.com.tr; http://
,vw,v.sabah.com.tr.
BASIN REJİMİ 133

Çağdaş özgürlükçü demokrasilerde, demokratik devlet düşüncesinin tüm


önemli toplumsal ve siyasal güçlerin katkısıyla gerçekleşebileceği, seçim-
lerden sonra da bu kamusal görevin devam etmesi gerektiği kabul edilir.
Çünkü bugünün özgürlükçü demokrasilerinde devlet yönetimini elinde
bulunduranların toplumsal ve siyasal güçler tarafından sürekli olarak
denetlenmesiyle sağlıklı bir demokratik düzenin sağlanabileceğine inanıl­
maktadır.

Demokratik hukuk devletinde basının da bu tür bir fonksiyonu var-


dır14.Bu fonksiyonun yerine getirilmesi basın için hem bir hak ve hem de
bir görevdir 15 . Bu nedenledir ki, Alman Federal Anayasa Mahkemesinin
bir kararında belirttiği üzere «özgür, devlet gücü tarafından güdülmeyen
ve sansüre tabi olmayan bir basın özgürlükçü devletin temel bir öğesidir;
özellikle düzenli bir biçimde yayınlanan politik basın modern demokrasi
için zorunludur 16 .
Basın faaliyetinin kamusal nitelikte bir görev olduğu bazı modern ba-
sın kanunlarında açıkça belirtilmiştir. Örneğin 1964-1966 yıllarında çıka­
rılan Alman Federe Devletlerinin basın kanunlarının 3. paragraflarında,
basının haberleri toplayarak ve yayınlayarak, sorunlar karşısında vaziyet
alarak, eleştirerek veya başka bir yolla görüşlerin oluşmasına katkıda bu-
lunarak bir kamusal görevi yerine getirdiğini açıklamıştır. Böylece, mo-
dern basın hukuku, kamusal görevlerin ancak devlet tarafından yerine
getirilebileceğini, toplumun kamusal görevleri yürütme yetkisinin olma-
dığı esasını ortadan kaldırmış olmaktadır 17 .

14
Bu konu Hürriyet Vakfı'nın 1983 yılında düzenlediği «Basın ve Basının Karşılaştığı
Hukuki Sorunlar» seminerine sunduğumuz tebliğde incelenmiş ve seminere katı­
lanların katkılan ile değişik boyutlara ulaşmıştır (Bkz.: İÇEL, K.: Devletle Basın
Arasındaki Karşılıklı İlişkiler; Hürriyet Vakfı 1983 Yılı II. Seminer Tutanakları,
Eğitim Yayınlan No. 3, s. 50 ve son). Ayııı konu Gazeteciler Cemiyeti tarafından
düzenlenen «Genç Gazeteciler Eğitim Semineri,,nde de tarafımızdan ele alınmıştır.
Bkz.: İÇEL, K.: Günümüzde Basının Kamusal Görevleri (Genç Gazeteciler Eğitim
Semineri, Gazeteciler Cemiyeti Yayınlan, İstanbul 1986, s. 17).
15
İÇEL, K.: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yenilenmiş Bası, İstanbul 2016, s.363.
Basının kamusal görevlerine verilen çeşitli anlamlar için bkz.: SCHOLLER, s. 337
ve son.
16
Bkz.: LÖFFLER, I,7. Basının bu özelliği hakkında ayrıca bkz.: KLUTHE, H.A.: Die
öffentlicheAufgabe der Presse (Die Rolle der M.assenmedien in der Demohrctie, Mün-
chen und Berlin 1966, s. 22 ve son.)
17
LÖFFLER, II, s. 64. Avrupa Konseyi'nin Avusturya'nm Salzburg kentinde 9-12 Ey-
lül 1968 tarihlerinde düzenlediği «İnsan Hakları ve Kitle iletişim Araçlar, Sempoz-
yumu» nda, basın organlarının kamusal görev gördüklerine özellikle değinilmiş ve
bu görevi tehlikeye düşürebilecek durumlar üzerinde durulmuştın·. (Bkz.: ~,{.LECAT-
SKY, s. 24-25).
134 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Devlet basın faaliyetine ne derecede az katılırsa, basının kamusal


görevleri o derecede önem kazanır. Basın müteşebbisleri toplum içinden
serbestçe doğdukları takdirde, bu kamusal görev gerçek değerini bulur.
Kamusal görevlerin tam anlaını ile ve gerçeğe uygun olarak yerine ge-
tirilebilmesi için, basının devletin her türlü baskısından uzak kalması
gerekir. Basın faaliyeti kamusal bir görevdir diye, devletin kendi politik
çıkarlarına uygun biçimde basına görev yüklemesine izin verilemez.

Bu bağlamda, son yıllarda ortaya çıkan globalleşme (küreselleşme)


sürecinin bir yandan ülkelerin siyasal sistemlerini, diğer yandan ise basın
özgürlüğünü etkilediğini saptamaktayız. Gerçekten, globalleşme kapalı
siyasal-ekonomik sistemleri açılmaya zorlamış (Doğu Avrupa ülkelerinin
totaliter rejimlerinin demokrasiye yönelik değişimi), insan hakları ihlalle-
rine duyulan evrensel tepki gittikçe yoğunlaşmış ve ihlalci ülkeler şiddetli
bir baskı altına alınmış, demokrasi daha önce görülmedik ölçüde bir itibar
ve etkinlik kazanmıştır. Aynı bağlam içerisinde basın özgürlüğü de yeni
bir küresel anlam kazanmaya başlamıştır; bir ülkede basına yapılanlar
eski anlamıyla hükümranlık haklarını aşan sonuçlar doğurabilmektedir.
Artık, susturulan bir gazetenin ya da gazetecinin tüm insanlığın gerçek-
leri öğrenme hakkını bir nebze de olsa sınırlaması olduğu düşünülüyor 18 .
Böylece, basının tüm kamusal görevleri küreselleşmenin ortaya çıkardığı
«evrensel görevler» düzeyine doğru çıkmaktadır.

Basının yerine getirmesi gereken kamusal görevler bir yandan basın


faaliyetinin özelliklerinden, diğer yandan özgürlükçü demokrasinin nite-
liğinden ortaya çıkar.

b) Haber verme görevi

Basının kamusal görevlerinin başında yer alan «haber verme görevi»


dönemsel yayınların en eski ve esas fonksiyonudur. Modern demokraside
basının hiçbir engele uğramadan ve tüm kapsamı ile haberleri naklede-
bilmesi özgürlükçü düzen yönünden yaşamsal öneme sahiptir. Çünkü, öz-
gürlükçü hukuk devleti gücünü vatandaşlarının iradesinden alır; seçmen
vatandaş ülkesinde ve ülkesi dışında cereyan eden olaylar hakkında ye-
tersiz, tek yanlı veya yanlış bilgi edinirse, oyunu gerektiği gibi kullanamaz
ve bu durum doğrudan doğruya devleti tehlikeye sokar. Bu nedenledir ki,
Federal Almanya Anayasasının 5. maddesi, vatandaşların «herkese açık
olan kaynaklardan hiç bir engele uğramadan bilgi edinme hakkına sahip
olduğunu» belirterek, haber alma özgürlüğünü güvence altına almıştır.
Burada dikkati çeken husus. 5. maddenin düşünce ve söz özgürlüğünü dü-

18 ŞAHİN, H.: Yeni İletişim Ortamı, Demokrasi ve Basın Özgürlüğü (Basın Konseyi
Yayını) İstanbul 1991, s. 20.
BASIN REJİMİ 135

zenleyen bir hüküm olmasıdır. Böylece, Alman Anayasası haber alma öz-
gürlüğü olmadan düşünce ve söz özgürlüğünden sözedilemeyeceği gerçe-
ğinden hareket etmiş olmaktadır. Anayasamız ise vatandaşın haber aLma
özgürlüğünü 28. maddesinde basın özgürlüğü ile birlikte düzenlemiştir.
Gerçek şudur b, düşünce ve söz özgürlüğü, haber alma özgürlüğü ve ba-
sın özgürlüğü bir bütünü meydana getiren parçalardır 19 . Gerçekten, seçim
sandığının başına gidecek vatandaş kadar, denetim ve eleştiri kamusal
görevlerini yerine getirecek basının da engelsiz ve kapsamlı haber alma-
ya gereksinimi vardır; basının bütün bilgi kaynaklarından yararlanarak
vardığı doğru «teşhis», yorum ve eleştiri vasıtası ile girişeceği «tedavi» için
zorunlu bir önkoşuldur 20 .

c) Denetim ve eleştiri görevi

Otoriter (baskıcı) devlet sistemlerinde, rejim vatandaşlardab «sürü


içgüdüsü»ne dayandırılır. Bunun sonucu olarak, otoriter rejimlerin gizli
polisi vatandaşların davranışlarını her zaman kuşku ile izleyerek, rejim
paralelindeb sürü içgüdüsünden sapan davranışları ayıklar. Buna karşı­
lık, demokratik rejimlerin güvencesi vatandaşların eleştirisel katkılarıdır;
vatandaşın sözcüsü ise btle iletişim araçları ve bu meyanda basındır. Bu
nedenle, özgürlükçü demokrasilerde basının en önemli kamusal görevi,
tüm kamusal yaşantının kontrolü ve kritiğidir21 .

En iyi yönetimlerde dahi kötü davranışların kendini göstermesi insan


doğasının bir sonucudur. Etkili bir kontrol sistemi ile bu çeşit sapmala-
rın önlenmesi ve rejimin güvence altına alınması olanağı vardır. Etbli
bir kontrol ise, kamusal hayatın birbirlerinden bağımsız kurumları tara-
fından karşılıklı olarak yapıldığı takdirde gerçekleşebilir. Demokrasilerde
hükumetin parlamento ve idarenin de yargı erb tarafından denetlenme-
sinin nedeni budur. Fakat bütün bu kurumlar aynı devlet gücünün de-
ğişik görünüş biçimleridir. Iktidardaki siyasal partilerin bu kurumların

19
Bu özgürlükler arasındaki ilişkiler hakkında bkz.: SCHOLLER, s. 183 ve son., 312,
313.
20
LÖFFLER, I, s. 8.
21
LÖFFLER, I, s. 8, 9. Yargıtayımız da basının denetim ve eleştiri gözevine büyük
önem vermiştir: "Devlet yönetiminde meydana gelecek usulsüz ve devlet politika-
sına uygun düşmeyen işleri komuoyuna duyurmak ve bu yolda tartışmaları baş­
latmak basının görevleri arasındadır. Davacı tamamen kendi iradesi ile yarattığı
bu ortamın basın yolu ile eleştirilmesine katlanmak zorundadır. Dava konusu olan
yazı gerçek olaylara dayandığından böyle bir olayın basın yolu ile kamuoyu önünde
tartışılmasında kamu yararı vardır. Yayında, konunun duyarlığına denk düşen uy-
gun araçlar kullanıldığından davanın reddi gerekir» (Yargıtay 4 HD, 23.12.1993, E.
3762/K 15 152; YKD, 1994, Sayı: 7, sh. 1067).
136 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

üzerindeki değişik
derecedeki etkileri, sözü geçen denetim mekanizması­
nın doğal sınırlarıiçinde kalmasım sonuçlar. Bunun için, modern hukuk
devletinde en önemli ve etkin denetim organının özgür ve bağımsız basın
olduğu kabul edilir22 •

Basının denetim ve eleştiriye gücü yeten bir araç olması, sadece, ka-
musal yaşantıdaki kusurlu davranışları etkili biçimde sergileyebilme özel-
liğinin bir sonucu olmayıp, aynı zamanda sahip olduğu uzmanlar aracılığı
ile devlet mekanizması üstünde ve ekonoınik hayat alanında adeta bilirki-
şilik faaliyeti yapabilme niteliğinden de ileri gelmektedir.

Basın denetim görevini kişi ve makam farkı gözetmeksizin yapmalı­


dır.Bu bakımdan, modern hukuk devletinde basımn tüm devlet yönetimi-
ni, devlet parasının harcamnasını ve hatta yargı erkinin yürütülmesini
denetlemesi gerekir23 •

d) Kamuoyunu açıklama ve oluşturma görevi

aa) Genel olarak


Özgürlükçü demokrasi, kamusal çıkarlara ilişkin sorunların serbest-
çe tartışılması
ile en doğru, en rasyonel çözümün bulunacağı inancına
dayanır. Bu inanç, batı demokrasilerini, kamuoyunu toplum düzeninin
ve siyasal rejimin en iyi biçimde işlemesi için kaçımlmaz ve vazgeçilmez
bir koşul niteliğinde görme eğilimine götürmektedir24 . Bir tartışma reji-
mi olan özgürlükçü demokrasinin25 sağladığı olanaklar, halkın serbest-
çe, kendi inisiyatifi ile kamusal sorunlar hakkında bilgi edinmesini, bu
sorunları tartışmasını ve görüşleri ile siyasal kararları denetlemesini ve
etkilemesini sonuçlar26 .

Batıdemokrasilerinde kamuoyunun temsilcisi bağımsız ve özgür ba-


sındır. Basının kamuoyu konusundaki görevi iki yönlüdür: Basın hem ka-
musal iradeyi açıklayan bir araç ve hem de kamusal iradeye yön veren
bir itici güç durumundadır. Bir başka deyişle, basın kamu iradesinin ağzı
olduğu kadar, aynı zamanda da kulağıdır 27 •

22
LÖFFLER, I, s. 9.
23
İsviçre Federal Mahkemesi kararlarında bu çeşit denetim faaliyeti «basına özgü bir
görev» olarak nitelendirilmiştir (Bkz.: BGE. 38, I, s. 86; 50, I, s. 204; 64, I, s. 180).
24 DERELİ, s. 77.
25
LÖFFLER, I, s. 20.
26 DERELİ, s. 77.
27 LÖFFLER, I, s. 10. Kamuoyu ile basın arasındaki ilişkiler hakkında bkz.: TAMER,
E.: Basın, Reklam ve Kamuoyu, Ankara 1986.
BASIN REJIMI 137

bb) Basının kamuoyunu açıklama görevi


Batı demokrasilerinde, halk., kamusal sorunlar hakkındaki görüşünü
belirli dönemlerde tekrarlanan seçimlerde açıklayabilir. Genellikle ana-
yasalar halkın önemli kamusal sorunlara ilişkin görüşünü bir başka yol-
la açıklamasına olanak tanımamışlardır. Seçmen vatandaş ise görüşünü
belirli milletvekillerini veya bir partiyi seçmek suretiyle «global» olarak
belirtebilir. Bu nedenle basın tüm kamusal sorunlar hakkında vatandaşın
sesini duyuran araç olarak önem kazanır 28 . Böylece, basın aracılığı ile
gerçekleştirilen kamuoyu sürekli olarak toplantı halinde bulunan
ve bütün vatandaşların katılabildiği gözle görülmeyen bir parlamentoyu
andırır. Öyle bir parlamento ki, parti gruplarının kararlarına uyma zorun-
luluğu şeklinde otoriter bir uygulamaya da yer vermez 29 .

Basının kamuoyunun sesini duyurma fonksiyonu aynı zamanda rejim


yönünden bir enıniyet sübabı niteliğindedir. Çünkü bu yolla halk.tan gelen
bütün tepkiler zamanında saptanarak, devlet yönetiminden sorumlu olan
makamların ve kişilerin dikkati çekilmiş olur 30 . Devlet politikası yönün-
den böyle önemli bir fonksiyonun ancak tarafsız ve özgür basın tarafından
yerine getirilebileceği açıktır. Siyasal iktidara bağımlı basın bu fonksiyo-
nun icrasında başarı gösteremez 31 •

cc) Basının kamuoyunu oluşturma görevi

Özgürlükçü demokrasilerde basın kamuoyunun sadece sesi değil, aynı


zamanda onun itici gücüdür. Yani basın oluşmasına yardım
32
eder ve kamuoyunu yönlendirir . Burada dikkat edilmesi gereken husus,
kamuoyu sürecinin halktan devlet organlarına doğru bir gidiş izlemesi-

28
Kamuoyu ile düşünceleri açıklama özgürlüğü arasındaki ilişkiler hakkında bkz.:
SCHOLLER, s. 293.
29 LÖFFLER, M.: Die öffentliche Meinung, München 1962, s. 21.
30 LÖFFLER, II, s. 75.
31 LÖFFLER, I, s. 10.
32
Hürriyet Vakfı'nın 15-16 Mart 1985 tarihleri arasında düzenlediği «Spor Basını ve
Basında Spor» adını taşıyan seminerde gazetecilerden bazıları tarafından basının
kamuoyunu oluşturma görevinin olmadığı ileri sürülmüştür. Seminerde yaptığımız
konuşma ile böyle bir görüşün basın özgürlüğü yönünden ne denli sakıncalı olduğu­
nu ifade etmeye çalıştıysak da bazı basın mensupları.mızın konunun önemini tam
olarak anlayamadıklannı belirtmek isteriz: Bkz.: Spor Basını ve Basında Spor, Hür-
riyet Vakfı Eğitim Yayınlan No. 7, s. 125. Bu yönden basın mensuplarının yetiştiril­
mesinde eğitimin önemi açıkça görülmektedir. Basının kamuoyu oluşturma görevi
bir yüksek lisans tezine de konu olmuştur: Bkz.: GÖNLÜYÜCE, N.: Dönemsel Ya-
yınlarımızda Reklamcılık İşlevi ve Basının Kamuoyu Oluşturma Görevi ile İlişkisi,
Yöneten: Prof Dr. Kayıhan İçel, İstanbul 1987.
138 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

dir. Yani siyasal iktidar, kamuoyunu oluşturmaktan ve etkilemekten çok,


onun kendiliğinden oluşmasını ve kendisini etkilemesini bekleyecektir33 .
Buna karşılık, oto:rite:r :rejimler ve bu meyanda komünist ülkelerde, yü-
celiği seçeneksiz ola:rak kabul edilıniş bi:r siyasal güç tarafından düzenin
kurulabileceği ilkesi, kamuoyunun bu siyasal güç ta:rafmdan yönetilmesi-
ni sonuçla:r34 .

Basının kamuoyunun itici gücü olmasını, kamuoyunun yönlendiril-


mesine katkı şeklinde anlamak gerekir. Çünkü kamuoyunu oluşturan
sadece basın değildir. Daha önce belirttiğimiz gibi 35 , diğer kitle iletişim
a:raçla:rının da kamuoyunun oluşmasında rolleri va:rdı:r. Diğer yandan, bu
alanda en önemli rolün vatandaşa ait olduğunu unutmamak gerekir. Ba-
sının bu alandaki fonksiyonu, kamuoyunu oluşturup gazeteler aracılığı
ile vatandaşın evine postalamak şeklinde anJaşılamaz36 • Önceden sap-
tanmış görüşlerin basın aracılığı ile vatandaşa iletilmesi ve kamuoyunun
bu şekilde oluşmasının beklenmesi hatalıdır. Bu yolla vatandaş çoğu kez
gö:rüşsüzlük: içine sürüklenir. Basının görevi, belirli öngörüşlerin propa-
gandası değil, vatandaşın kendi başına bir görüşe ulaşmasına yardımcı
olmaktır 37 .

e) Basının diğer kamusal görevleri

Özgürlükçü demokrasilerde basının kamusal görevleri, habe:r verme,


denetleme ve kamuoyunun oluşmasına katkıdan ibaret değildir. Basın
aynı zamanda okuyucu kitlesinin eğitimi fonksiyonunu da yerine getirir.
Tekni_k. ve ekonomik gelişmeye uygun olarak vatandaşların eğitimi fonksi-
yonu, basma adeta yetişkinlerin okulu niteliğini kazandı:rı:r 38 .

Bundan başka, basın


halk ile parlamento ve hükumet arasında bağ­
lantı kurulması ve diyalog sağlanması görevini de yerine getirir. Basın za-
man zaman azınlığın görüşleri ve sorunlarım da yansıtarak, yöneticilerin
bu sorunlara eğilmelerine olanak sağlar.

33 DERELİ, s. 77; LÖFFLER, I, s. 10.


34 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: DERELİ, s. 78.
35 Birinci Bölüm, § I, B. II, 2, a.
36 SCHEER, s. 187.
37 SCHEER, s. 188.
38 Türkiye'de basın tarafından halkın eğitimi konusunda ayrıntılı bilgi için bkz.: ALİ­
CAN, C.: Bir Kitle İletişim Aracı Olarah Gazete ve Halh Eğitimi (A.Ü. Siyasal Bilgi-
ler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu, Yıllık 1973, No. l, s. 213 ve son); YüK-
SEL, H.-DEMİRAY, U.: Basının Toplumsal İletişimdehi İşlevleri, Eskişehir 1988, s.
41 ve son; ÇETİNOR, G.: Basının Cumhuriyet Dönemi Türh Toplumunun Kültürel
Yapısına Ethileri, Doktora Tezi, İstanbul 1988.
BASIN REJİMİ 139

2- Devlet ve toplum içinde basının yeri 39 .


Bir yandan özel ekonomik temele dayalı bulunan, diğer yandan ise
modern basın hukuku tarafından kamusal bir görev yaptığı kabul edilen
basının bu iki ayn özelliğinin bağdaştırılması bir sorun olarak karşımıza
çıkar. Yani basının devlet örgütü ve anayasal toplum yapısı içindeki yeri-
nin doğru olarak belirlenmesi zorunludur. Bu sorunun çözümlenebilmesi
için ise «kamusal görev», «toplum» ve «anayasal yapı» kavramlarının açık­
lığa kavuşturulması gerekir.

Öncelikle şu hususu belirtelim ki, modern demokratik toplumsal dü-


zende kamusal görevler devlet tarafından gerçekleştirilen resmi devlet
görevlerinden ayrılmakta ve böylece kamusal görevlere ilişkin tekelcilik
esası reddedilmektedir. Artık bugünün özgürlükçü demokrasilerinde tüm
önemli toplumsal güçlerin siyasal iradenin oluşmasında katkılan olduğu
ve bu katkının kamusal görev niteliğine sahip bulunduğu kabul edilmek-
tedir. Bu nedenledir ki, basın faaliyeti kamusal nitelikte bir görev olduğu
halde, resmi devlet görevi değildir.

«Devlet» ve «toplum» kavramlarına gelince: Bütün devlet örgütlenme-


lerinin temeli toplumdur. Fakat tünı insanlık topluca örgütlen_me olanağını
bulamadığı içindir ki, devlet henüz insanların aynı kökten gelen, aynı dili
konuşan ve aynı kültüre sahip bulunan «ulus» adı verilen parçasına ilişkin
bir siyasal örgüt olarak gözükınektedir. A.rıcak, devlet ile ulus kavramla-
rı da çoğu zanıan uygunluk. göstermezler. Gerçekten bazan bir ulus çeşitli
devletlere dağılıınş bir durumda bulunabileceği gibi (örneğin Alman Ulusu),
bir devlet de değişik uluslardan oluşabilir (örneğin Eski Sovyetler Birliği,
Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre). İşte bu nedenledir ki, beşeri toplu-
mun bir devlet halinde örgütlenmiş parçasına o devletin «halkı» adı verilir.
Demokratik bir düzende devlet gücünün kaynağı ve taşıyıcısı halktır.

«Devlet» kavramının da biri dar diğeri geniş olmak üzere iki anlamı
vardır.Dar anlamda devlet kavramı, devlet gücünü uygulayan ve vatan-
daşların dışında bulunan siyasal aygıtı ifade eder. Hükumet, ordu ve idare
gibi örgütler devlet aygıtının parçalarıdır 40 . Geniş anlamda devlet ise o
devletin tüm halkıdır. Yani bir devletin vatandaşlarının tümü geniş an-
lanıda devleti oluşturur 41 . Bunun sonucu olarak, geniş anlamda devlet
kavramı yönünden, devlet, halk ve toplum kavramları çakışırlar.

39
Bu konu, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) tarafından 6 Mart 1989 ta-
rihinde düzenlenen «Demokrasilerde Basın Özgürlüğü ve Basının Sorumlulukla-
rı» konulu toplantıya sunduğumuz bildiride ele alınmıştır.
40
KÜCHENHOFF, G. E.: Allgemeine Staatslehre, 6. Auflage, Stuttgart, 1967, s. 14.
41 KÜCHENHOFF, s. 22.
140 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

«Anayasal yapı» ise geniş anlamdaki devletin örgütlenmesi biçimini


gösteren bir kavramdır. Özgürlükçü demokrasilerde bütün önemli toplum-
sal güçlerin bu anayasal yapı içinde bir görevleri vardır; tüm toplumsal
güçlerin siyasal düzene katkısı anayasal yapımın gereğidir. Diğer bir de-
yişle, özgürlükçü demokrasilerin anayasal yapısı plüralist (çoğulcu) ka-
raktere sahiptir. Bu çoğulcu karakterin en belirgin simgesi ise çok partili
sistemdir42 .

Siyasal partilerin devlet düzeni içindeki yerleri ile basının devlet


ve toplum düzeni içindeki yeri arasındaki benzerlik kolaylıkla saptana-
bilir43. Gerçekten basın gibi siyasal partiler de aslında kamu kuruluşu
niteliğinde olmayan örgütlerdir. Buna karşın, özgürlükçü demokrasile-
rin anayasaları siyasal partilerin demokratik düzenin öğeleri olduğunu
öngörmüşlerdir 44 . Böylece siyasal partiler özgür ve bağımsız kuruluşlar
oldukları halde, anayasal yapının bir parçası olarak kamusal faaliyette
bulunmaktadırlar.

İşte, özel ekonomik temele dayalı olan özgür basın da haber verme,
denetleme ve kamuoyunu oluşturma fonksiyonlarını yürütürken siyasal
pa..rtiler gibi kamusal bir görev yapmaktadır45 . Siyasal partilerin özgür ve
bağımsız nitelikleri nasıl uğraşılarının kamusal niteliğini engellemiyorsa,
basının özgür ve bağımsız olması da gördüğü fonksiyonun kamusal nite-
likte kabul edilmesine engel değildir. Basın da, siyasal partilere benzer bi-
çimde, siyasal iradenin oluşmasında etkili olabilmektedir. İkisi arasındaki
fark, siyasal partilerin parlamento, hükumet gibi devlet organlarına katı­
labilınelerine karşılık, basının devlet aygıtı karşısında bağımsız ve özgür
bir erk oluşturmasıdır. Fakat bu durum basının devlet içinde devlet oldu-
ğu anlamına gelınez 46 . Basın da toplumun bir parçası olarak, her vatandaş
gibi hukuk düzenine bağımlıdır47 . Ancak kamusal görevlerini sağlıklı bir

42
Bkz.: LÖFFLER, I, s. 15.
43 Siyasal partilerin görevleri ile basının görevleri arasında da bazı benzerlikler dik-
kati çekmektedir. Özellikle kamuoyunun oluşmasına yardım ve muhalefet partileri-
nin hükumeti denetleme görevleri (bkz. : DAVER, 213) basının kamusal görevlerine
benzer.
44 Anayasamızın 68. maddesinin 2. fıkrası da «siyasi partiler demokratik siyasi ha-
yatınvazgeçilmez unsurlarıdır» diyerek, siyasal partilerin devlet düzeni içindeki
önemli yerine değinmiştir.
45 LÖFFLER, I, s. 15, 16.
46 Bu konuda önemli bir inceleme olarak bkz.: SCHWOBEL, J: Basın, İktidar, Para,
Türkçesi: Cavit Yamaç, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını, Ankara 1982.
47 Toplum içinde son derece önemli bir fonksiyonu olan basının sorunları zaman zaman
ele alınarak tartışılmış ve bu sorunlara çözüm yollan önerilmiştir. Bunlardan biri
olarak, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Anadolu Üniversitesinin
BASIN REJİMİ 141

biçimde yerine getirebilmesi için kendisine Anayasa tarafından güvence


sağlanmıştır48 .

3- Basının «dördüncü erk» niteliği

Bir devlette iktidar, yasama, yürütme ve yargılama olmak üzere üç


türlü faaliyette bulunur. Devletin bu fonksiyonlarına uyguıvı olarak güçle-
rin ve güçleri uygulayacak organların birbirlerinden ayrılması gerektiğini
ilk kezAristo ileri sürmüştür. XVII. yüzyılın sonlarında John Lock tarafın­
dan savunulan bu ilkeyi Montesquieu 17 48 yılında Cenevre'de yayınlanan
«De l'Esprit des Lois,> adlı eserinde devlet örgütünün temel esası haline
sokmuştur 49 . Ancak, «erkler ayrılığı» olarak isimlendirilen bu esas zaman-
la gerçek anlamını yitirerek modern demokratik rejimlerin işleyişiı.7.e ters
düşen bir ayının haline dönüşmüştür. Gerçekten, Montesquieu dönemin-
de birbirlerinden bağımsız «krallık-aristolırasi-ruhban» sınıflarının elinde
buluna..n «yürütme-yasama-yargılama>, fonksiyonları, modern parlamen-
ter demokrasilerde iktidardaki çoğunluk partisinin veya koalisyon par-
tilerinin etkisi altına girmiştir. Bugünün demokratik devlet düzenlerinde
sözü geçen klasik ayırım artık sadece arzulanan kuv-vetler dengesini ifade
etmeye yaramaktadır 50 • Günümüzde iktidarın çeşitli fonksiyonları arasın­
da tam bir ayrılık değil, aksine birbirini tamamlama ve bütünleme dikkati
çekmektedir51 .

Çağdaş özgürlükçü demokrasilerde iktidardaki çoğunluk partisi veya


koalisyon partileri, yürütme gücünü ellerinde tuttukları gibi, parlamen-
toda çoğunluğa sahip olmaları nedeniyle yasama gücüne de egemen du-
rumdadırlar. Hatta, bu derecede olmasa dahi, iktidar partisinin yargılama
faaliyetine de etki yapabildiği gözlenebilmektedir 52 . İşte bu durum çağdaş
demokratik düzenlerde diğer üç erkden tamamen bağımsız dördüncü bir
erke gereksinim duyulmasını sonuçlamıştır. «Kontrol erki» adı verilen bu

işbirliği ile 27-28 Mayıs 1998 tarihlerinde yapılan «Basın-Yayın Eğitimi ve Sektö-
rün Sorunları Sempozyumu»nda «Basın -Yayın ve Tanıtım Sektörünün Durumu ve
Sonınları» başkanlığını yaptığımız 3. oturumda ele alınmıştır. Bkz.: Basın-Yayın
Eğitimi ve Sektörün Sonınları, Eskişehir 27-28 Mayıs 1988, s. 72 ve son. (Bildiriler
ve konuşma tutanaklan Devlet Bakanlığınca yayınlanmıştır). Aynca bkz.: Birinci
Yerel Medya Eğitim Semineri, Diyarbakır (12-13 Mart 1998) (http://www.byegm.
gov.tr/SEMINERLER/SEMINER.htm.)
48
LÖFFLER, I, s. 16, 17.
49
LÖFFLER, I, s. 18.
50
LÖFFLER, I, s. 18.
51
DAVER, s. 179.
52 LÖFFLER, I, s. 18.
142 KİTLE İLETİŞİM HulillKU

gücün görevinin, devlet mekanizmasının işleyişini denetleme ve eleştiri


yolu ile sapmaları önleme olduğu kabul edilmektedir. Muhalefetteki siya-
sal partiler, sendikalar, diğer meslek ve çıkar birlikleri ile kilise öngörülen
denetleme kurumlanndand.ır 53 . Jıncak bu kurumlar içinde, sahip bulun-
duğu bağımsızlık ve prestij özellikleri ile devlet mekanizmasını en iyi ve
etkin biçimde denetleyebilecek güç basındır. Bu nedenle, basınLn yasama,
yürütme ve yargılama erkleri karşısında onlardan tamamen bağımsız bir
kontrol gücü olarak «dördüncü erki» oluşturduğu genellikle kabul edilir54 •

Yargıtay'ın
da kararlarında ifade ettiği üzere, "Demokratik yaşamın
gelişmesinde,ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir bi-
çimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir
fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır. Kısaca, basın özgür-
lüğü, demokrasinin "olmazsa, olmaz" koşuludur." 55

C. BASIN REJİMİNE İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR

I. «Basılmış eser» kavramı

1- Kavram ve tanım

Birinci bölümde açıkladığımız üzere 56 , kitle iletişim araçları çoğalt­


ma yöntemi yönünden iki gruba ayrılmaktadır: Radyo, televizyon ve film
gibi ses ve görüntü ile yayında bulunan kitle iletişim araçlarının kit-
lesellikleri doğrudan doğruya niteliklerinin bir sonucudur ve cisim yö-
nünden çokluk göstermezler. Buna karşılık, gazeteler, dergiler, plaklar
ile ses ve video bant ve CD'leri sayısal ve cisimsel çoğaltılmaya yatkın
kitle iletişim araçlarıdır. Son yıllarda kullanılmaya başlanan İnternet
web sayfalarını basarak çoğaltmak olanağı bulunduğundan, internet ya-
yınlarını da bu gruba sokmak gerekir57 . Basın kanunları, bu ikinci tip

53 Bu konuda bkz.: LÖFFLER, I, s. 19; KÜCHENHOFF, s. 97, 137, 148.


54 Bkz.: LÖFFLER, I, s. 20; GİRİTLİ, İ.: Çağdaş Gazeteciliğin Bazı Sorunları, s. 310.
1961 Anayasanın 22. maddesinin gerekçesinde de basının «dördüncü erk» niteliğine
değinilmiştir (Bkz.: ÖZTÜRK, K.: Son Değişiklikleriyle Gerekçeli Anayasa, Ankara
1971, s. 50). Kitle iletişim araçlarının ve bu arada basının «dördüncü erk» niteliğini
kabul etmeyen görüş için bkz.: AKAD, M.: Baskı Gruplarının Siyasal İktidarla İliş­
kileri, Doktora Tezi, İstanbul 1976, s. 80 ve son.
55 HGK. 6.3.2002, E: 2002/4-115, K: 2002/151 (bkz.: İntegra Yazılım).
56 Bkz.: § 1, B, II, 1.
57 7.6.2001 tarihinde kabul edilen, fakat cumhurbaşkanınca bir kez daha görüşülmek
üzere iade edilen 4676 sayılı Kanunun 5680 sayılı Basın Kanununa eklenmesini
öngördüğü Ek Madde 9. bu konuda şöyle bir hükmü içermekteydi: "Bu kanunun
BASIN REJİMİ 143

kitle iletişim araçlarını «basılmış eser» veya «matbua» terimi ile ifade
etmektedirler58 .

Bilimsel yönden «basılmış eser» basın faaliyetinin maddi konusuna ve-


rilen isimdir. «Basın» ise çok daha kapsamlı bir kavram olup, basılmış eser-
lerin yam sıra, basın mensuplarını, teknik ve ekonomik basın aygıtını ve
tüm basın faaliyetini içerir59 . Bu nedenledir ki, «basılmış eser» terimi yerine
«gazete ve dergiler», «kitap ve broşür» terimlerini kullanan 1961 Anayasa-
sının (22, 23 ve 24. m.) koruduğu basılmış eserlerin sadece bunlardan iba-
ret olduğunu ileri süren görüşü 60 kitabımızın birinci basısmda şöyle eleş­
tirmiştik: «Gerçekten Anayasamız basın özgürlüğünün süjesi olan basını,
mensupları, araçları ve yapıtları ile güvence altına almıştıı: Basın yapıtları,
gazete, dergi, kitap ve broşürden ibaret sayılamayacağına göre, Anayasanın
basına ilişkin güvencesinin basının tüm yapıtlarını kapsadığı sonucuna
varmak gerekir 61 . Kaldı ki basın özgürlüğünün temelini oluşturan düşünce
ve söz özgürlüğünü düzenleyen Anayasanın 20. maddesi, düşünce ve görüş­
lerin açıklanması için kullanılan araçlar yönünden bir sınırlama koyma-
mıştır. Anayasanın 22, 23 ve 24. maddelerini de aym paralelde yorumlamak
ve «mevkut-gayrı mevkut neşriyat» teriminin Türkçeleştirilmesi çabasının
bir sonucu olduğu anlaşılan sözü geçen terimleri basın özgürlüğünü sınır­
lamak amacı ile kullanmamak gerekir. Anayasaların, özgürlükleri k..ısıtla­
yıcı biçimde değil, aksine özgürlükleri sağlayıcı biçimde yorumlanmaları
zorunludur.» Yeni Anayasamız ise «süreli veya süresiz yayınlar» terimlerini
kullanarak eleştirilerimizde haklı olduğumuzu göstermiştir.

Yeni Basın Kanununun 3/1. maddesine göre, "Basın özgürdür. Bu öz-


gürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hak-
larını içerir". Aynı Kanunun amaç ve kapsamım düzenleyen 1. maddesi
"Bu Kanunun amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını
düzenlemektedir. Bu Kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar"
hükmüne yer verdikten sonra, 2/a maddesinde basılmış eseri şöyle tamın-

yalan haber; hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili
hükümleri, bilişim teknolojileri ve internet ortamında sayfa açılması veya elektronik
gazete, elektronik bülten vb. suretiyle yayınlanan her türlü yazı, resim, işaret, sesli
veya sessiz görüntü ve benzerleri hakkında da uygulaıııı:" Buna karşılık, 5237 sa-
yılı Türk Ceza Kanunu'nun 6/g maddesi aynı doğrultudaki şu tanımı içermektedir:
"Basın ve yayın yolu ile deyiminden; her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle
iletişim aracıyla yapılan yayınlar; anlaşılır".
58
Alman Federe Devletlerinin Basın Kanunlarında da «basılmış eser» anlamına gelen
«Druckwerk» terimi kullanılmıştır.
59
SCHEER, s. 172 ve son., 17 4; LÖFFLER, I, s. 156.
60
Bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 242.
61
Aynı görüş : GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 71, 72; GÜRAN, s. 455.
144 KİTLE İLETİŞİM HUKlJKU

lamaktadır: "Basılmış eser: Yayımlanmak üzere her türlü basım araçları


ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile
haber ajansı yayınlarını, ifade eder". Bu hükümler basılmış eserin tanımı
açısından, 5680 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddelerinden farklı olarak, ayrı­
ca yazı ve resim dışında "benzeri eserler" ile "haber ajansları yayınları"m
da tanıma eklemiştir 62 .
Kanunumuzun verdiği bu tanım basılmış eserlerin tüm özelliklerini
ortaya koyınamaktadır. Bu nedenledir ki, bir yapıtın Basın Kanununa gi-
ren bir «basılmış eser» olarak kabul edilebilmesi için gerekli olan koşulları,
sözü geçen tanımın yanı sıra basılınış eserlerin özelliklerini de dikkate
alarak saptamak gerekir.

2- Basılmış eserin koşulları

a) Objektif koşullar

aa) Basılmış eserin düşünsel içeriği

Bir baskı düşünsel içeriğe sahip olmadıkça Basın Kanunu anlamında


basılmış eser sayılamaz. Çünkü basılmış eserler düşünsel içerikleri nede-
niyle özel bir hukuk rejimine, yani basın hukuku rejimine tabi tutulmuş­
tur. Bu yüzden, harflerin veya sayıların anlamsız bir biçimde birleştirilme­
leri veya göz hekimlerinin hastaların görme gücünü ölçen harf levhaları
basılmış eser olarak kabul edilemez. Bunun gibi, çizgilerin ve renklerin bir
anlam ifade etmeyecek tarzda bir araya getirilmeleri halinde de düşünsel
içerikten ve dolayısıyla basılmış eserden söz edilemez. Aynı şekilde, çeşitli
desen baskıları, duvar kağıtları, süsler de, fikir yönleri olmadıkça, Basın
Kanununa giren basılmış eserlerden değildir 63 . Elma karşılık, renklerin
sembolik anlamları varsa basılınış eserin düşünsel içeriği gerçekleşmiş
olur: Bir devletin veya spor takımının renkleri gibi 64 .
Basılmışeserin düşü_n.sel içeriğine bir görüş veya düşüncenin ifadesi
şeklinde dar anlam verilmesi 65 hatalıdır. Örneğin, çizelgeler ve fiyat liste-

62 Alman Federe Devletleri Basın Kanunlarında basılmış eserin tanımı konusunda


birlik vardır. Örneğin Baden-Württemberg Federe Devleti Basın Kanunu, 7. parag-
rafında şu tanımı vermektedir: «Bu Kanun anlamında basılmış eserlerden maksat,
matbaa baskısı yolu ile veya toplu imalata elverişli diğer bir çoğaltma usulü ile imal
edilen ve yayınlanmak amacı güdülen yazılar, konuşmaları içeren ses bantları, yazı­
lı veya yazısız resimli tasvirler ve güfteli veya açıklamalı müzik eserleridir.»
63 Karşı görüş : ERMAN-ÖZEK, m. 2, no. 5, b; DÖNMEZER, Basın Hukuku, s. 245.
64 LÖFFLER, II, s. 136.
65 Almanya'da eski yazarlar düşünsel içeriğe bu şekilde dar anlam vermişlerdir. Örne-
ğin bkz.: v. LISZT, F. : Das Deutsche Reichspressrecht, Berlin 1880, 15 ve son.
BASIN REJİMİ 145

leri bir görüşün açıklanması niteliğinde olmadıkları halde Basın Kanunu-


nun kapsamına giren basılmış eserlerdendir66 . Esasen, Basın Kanunumuz
basılmış eserlerin tanımında böyle bir sınırlama yapmadığı gibi, basılmış
eserde gösterilmesi gerekli "zorunlu bilgiler"e ilişkin hükmün uygulanma-
sı açısından istisna tanımakla birlikte, 4. maddesinin 1. fıkrasında bir gö-
rüşün açıklaması niteliğine sahip bulunmayan tarifeleri ve sirkülerleri de
açıkça basılmış eserlerden saymıştır.

Düşünsel içeriğin herkes tarafından anlaşılabilir olması gerekli değil­


dir. Ona bakan, onu okuyan veya dinleyen bazı kimselerin düşünsel içeriği
anlayabilmeleri bir baskının basılmış eser sayılması için yeterlidir. Örne-
ğin bir tarikatın gizli işaretleri ancak o tarikat mensuplarınca anlaşıla­
bilse dahi, yine de basılmış eserin düşünsel içeriği koşulu gerçekleşmiş
olur67 •

bb) Basılmış eserin maddi varlığı

Basılmış eserin düşünsel içeriğini taşıyan maddi varlığının olması ve


çoğaltmanın bu maddi varlık, yani cisim yönünden gerçekleşmesi gerekir.
Maddi varlığı meydana getiren malzemenin cinsi önemli değildir. Baskı
işleminde esas malzemeyi oluşturan kağıttan başka, tekstil, tahta, emaye,
cam, metal ve diğer bütün maddeler basılmış eseri meydana getirebilir68 .
Buna karşılık, televizyon ve radyo yayınları, projeksiyon, sinema filmleri
ve yürüyen ışıklı reklamlar basılmış eser sayılamazlar. Keza sayısal ola-
rak çoğaltılmadıkça bir ses bandının veya plağın ya da video bandının ya
da DVD'nin tekrarlanarak çalınması veya oynatılması da basılmış eseri
meydana getirmez. Fakat elden ele gezebilen plaklar, ses bandlan veya
video band ve diskleri maddi varlık koşulu yönünden basılmış eserlerden-
dir69. Yine, internet'teki sayfalar basılmaları durumunda maddi varlık ko-
şulu yönünden basılmış eser sayılır.

cc) Basılmış eserin çoğaltılması

Basın Kanunu, basılmış


eserden söz edebilmek için "her türlü basım
araçları ile basılmayı
veya diğer araçlarla çoğaltılmayı" aramıştır (m. 2/a).
Basım araçlarından maksat, matbaacılıkta kitap vs. baskısında kullanı­
lan araçlardır. Esasen, 1881 sayılı eski Matbuat Kanununun 1. maddesi

66
HANTZSCHEL, s. 25; KITZINGER: Das Reichsgesetz über die Presse, Tübingen
1920, s. 11.
67
LÖFFLER, II, s. 137.
68
SCHEER, s. 240; LÖFFLER, II, s. 137.
69 LÖFFLER, II, s. 137.
146 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

matbaa ile çoğaltılarak yayınlanan eserlerden söz ettiği gibi Alman Federe
Devletlerinin Basın Kanunları da basılmış eseri tanımlayan paragrafla-
rında matbaa baskısı anlamına gelen «Buchdruckerpress» terimini kullan-
mıştır.

«Diğer araçlar» deyimi ise esas itibariyle çoğaltılmayı gerçekleşti­


rebilen her çeşit fenni araçları kapsar 70 . Çoğaltma veya teksir, mekanik
ya da kimyasal usullerle bir parçanın çok sayıda çoğaltılabilmesi demek
olan teknik yapım yöntemini ifade ettiği içindir ki, bu nitelikte olmayan el
yazısı ile yapılan veya kopya kağıdından yararlanılarak gerçekleştirilen
çoğaltmaların basılmış eser sayılmamaları gerekirdi 71 . Fakat kanunumu-
zun çok kapsamlı tanımı karşısında el yazması çoğaltmaların da «basıl­
mış eser» kavramına girdikleri sonucuna varılabilmektedir 72 • Bunun gibi,
teksir ve daktilo makineleri veya el baskısı araçları ile gerçekleştirilen
çoğaltmalar da basılmış eserlerdendir. Keza fotokopi makinesi ile çıkan­
lan kopyalar da basılmış eser olarak kabul edilecektir73 . Bilgisayarlarda
kullanılan yazıcıların da çoğaltmayı gerçekleştiren araçlardan oldukları
kuşkusuzdur.

Kanımızca, matbaacılıkta kullanılanaraçlarla baskı halinde elde edi-


len nüshaların sayısı önemli değildir. Bu şekilde bir nüsha basılmış olsa
dahi, basılmış eserin bu koşulunun gerçekleştiği sonucuna varmak gere-
kir74. Çünkü Kanun, "her türlü basım araçları ile basılmayı" yeterli gör-
müş (m.2/a), aynca fiilen çoğaltmayı aramamıştır 75 . Fakat basılan nüs-
haların sayısı sübjektif koşulun, yani yayınlamak amacının saptanması
bakımından bir dayanak noktası olarak el alınabilir. Buna karşılık, Kanun
diğer araçlarla «çoğaltma»yı gerekli gördüğünden "basım araçları"ndan
başka yöntemlerin uygulanması halinde fiili çoğaltma şarttır.

70 ERMAN-ÖZEK, m. 2, no.4.
71 Alman doktrinde baskın görüş, el işçiliği özelliği ağır basan ve bu nedenle mekanıik
sayılmayan çoğaltma yöntemleri ile gerçekleştirilen çoğaltmalarda basılmış eser-
den söz edilemeyeceğini savunmuştur (Bkz.: ENBER, Das Deutsclıe Zeitungsrecht,
Magdeburg 1909, s. 10; KITZINGER, 15; HA.NTZSCHEL, s. 26; SCHEER, s. 241;
LÖFFLER, II, s. 138).
72 ERMAN-ÖZEK, m. 2, no.4.
73 LÖFFLER, II, s. 138.
74 KITZINGER, s. 15.
75 Bavyera Federe Devleti Basın Kanununun 6. paragrafının 2. fıkrasına göre, gazete
ve dergilerin basılmış eser sayılabilmeleri için en azından 500 adet basılmış olma-
ları gerekmektedir.
BASIN REJİMİ 147

b) Sübjektif koşul
Basın
Kanunu, basılmış eser yönünden yukarıda açıkladığımız koşul­
lardan başka sübjektif bir koşul da aramıştır. Bu sübjektif koşul, basımın
veya çoğaltmanın «yayımlanmak üzere» ,-,uuı•~~,·~""· Yani kanuna göre,
basımda veya çoğaltmada izlenen amaca bakılması gerekecektir. Bir kim-
se yayımlamak amacı ile olmaksızın bir yazı veya resmi bastırsa, ortada
bir basılmış eser bulunmayacağından Basın Kanunun kapsamına giren
bir eylemden söz edilemeyecektir 76 .
Sübjektif koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırırken her
somut olayın özelliklerine bakmak gerekir. Örneğin, henüz yayınlamak
amacını belirtmeyen baskı tashihleri ve provalar basılmış eser olarak ka-
bul edilemezler77 . Bu konuda çoğaltılan nüshaların sayısından önemli bir
dayanak noktası olarak yararlanılabilir. Fakat sadece bu kriterle yayınla­
mak amacının kesinlikle saptanması olanaksızdır 78 . Örneğin, sipariş üze-
rine bir fotoğraftan çoğaltılarak sahibine verilen portrelerde yayınlamak
amacının bulunınamasma karşılık, müstehcen içerikli fotoğrafların ticari
amaçla kullanılmak istenmeleri sübjektif koşulun gerçekleştiğini göste-
rir79.

Çoğaltma işlemi sırasında veya çoğaltma işleminden sonra amaçta


değişiklik olabilir. Örneğin, bir eserin başka bir amaçla çoğaltıldıktan son-
ra yayınlanmak istenmesi veya yayınlanmak için basıldıktan sonra başka
bir amaçla kullanılmak arzusunun ortaya çıkması olanaklıdır. Bu durum-
larda izlenen en son amaca bakmak suretiyle bir sonuca varmak gerekir.
Yani failin son amacı yayınlamak ise basılmış eserin sübjektif koşulu ger-
çekleşmiş olur.

Bir eserin basılmış eser olarak kabulü için fiilen yayınlanmış olması
şart değildir80 . Çünkü Basın Kanununun 2. maddesi basılrı:nş eser yönün-
den «yayınlamak amacını» yeterli görmüş, fiilen yayınlamayı aramamış­
tır.

76 ERMAN-ÖZEK, m. 2, no. 2; LÖFFLER, II, s. 137.


77
Kanımızca, bu gibi şeyler «basın araçları»ndan sayılır (Bkz.: LÖFFLER, s. 137).
Bu nedenle, kitabımızın birinci basısında baskı tashihlerinin ve provaların 1961
Anayasasının 25. maddesinin koruyucu hükmünden yararlanacaklarını savunmuş­
tuk. 1982 Anayasanın 30. maddesi ise «basın araçları» terimini «basımevi ve eklen-
tileri» ile sınırladığından ve ayrıca metninde «basın araçları» terimini kullanmadı­
ğından bugün aynı görüşü savunmanın güçlüğünü duyuyoruz.
78
LÖFFLER, I, s. 137.
79 LÖFFLER, I, s. 137.
80
HANTSCHEL, s. 24; KITZINGER, s. 14; LÖFFLER, II, s. 137. Farklı görüş: v. LISZT,
s. 17.
148 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

3- Basılmış eserin türleri

Basın Kanunu'nun 2/a maddesi basılmış eserin türlerini saymak yeri-


ne, ''yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınları" deyimini kulla-
narak genişletici yoruma olanak vermiştir. Böylece kanuna göre yazı veya
resme benzeyen şeyler de çoğaltıldıkları takdirde basılmış eser kavramına
girebilecekdir81 . «Basılmış eser» kavramının çeşitleri yönünden kapsamım
tayin için öncelikle «yazı» ve «resim»den maksadın ne olduğunu saptamak
ve sonra diğer basılmış eserlerin neler olabileceğini araştırmak gerekir.

«Yazı»dan maksat, bir düşünsel içeriği oluşturan ve bunun başkaları


tarafından anlaşılmasını sağlayan şekiller ve şekil kombinezonlarıdır 82 .
Bu amaçla kullanılan sembollerin niteliği önemli değildir, kullanılmaları
olağan harfler ve rakamlar kadar, halen kullanılmayan harfler, örneğin
arap harfleri ile yazılan yazılar da basılmış eserlerin kapsamına girer-
ler83. Keza düşünsel içeriğin steno veya telgraf işaretleri ile ya da bir baş­
ka çeşit semboller sistemi ile de ifade edilmesi mümkündür 84 .

Yazıile belirtilen düşünsel içeriğin mutlaka görerek anlaşılması şart


değildir.CD'lerden veya ses bantlarından işitme ya da körlerin kullandık­
ları kabartma metinlerde olduğu gibi düşünsel içeriğin dokunularak anla-
şılması, yazının basılmış eser niteliğini ortadan kaldırmaz 85 . Bunun gibi,
çıplak gözle veya bir araç kullanarak (mikrofilmleri okumaya yarayan
araçlar gibi) okunabilmesi de yazının basılmış eser yönünü etkilemez 86 .

Yazının okunabilir olması gerekirse de 87 , yazı olarak kullanılan sem-


bollerin herkes tarafından anlaşılabilmesi zorunlu değildir. Örneğin, bazı
kimselerin bildikleri şifrelerin kullanılması halinde de basılmış eserden
sözedilebilir88 .

Sırf notalardan ibaret olmayan güfteli veya açıklamalı müzik eserle-

81 ERMAN-ÖZEK, m. 2, no: 5.
82 Bkz.: LÖFFLER- II, s. 138.
83 Yazının Türkçe veya yabancı dilde olmasının da önemi yoktur. Fakat Türkçe olarak
yayınlanacak yazıların, 1.11.1928 tarih ve 1353 sayılı «Türk harflerinin kabul ve
tatbiki hakkında kanun»a ilişik cetvelde gösterilen harflerle yazılmamış olmaları
halinde failler 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 222. maddesi gereğince cezalan-
dırılacaktır.
84 SCHEER, s. 240.
85 LÖFFLER- II, s. 139; SCHEER, s. 240.
86 LÖFFLER- II, s. 139.
87 Bkz.: ERMAN-ÖZEK, m. 2, no. 5, b.
88 SCHEER, s. 240.
BASIN REJİMİ 149

ri de «yazı» kavramına girerler. Buna karşılık, sadece besteyi oluşturan


notaları içeren müzik eserlerinin basılmış eser sayılmayacağı konusunda
görüş birliği vardır 89 .

«Resim» ise, maddi veya ruhsal dünyaya ilişkin bir oluşumun iki veya
üç boyutlu bir yüzeye aktarılması şeklinde anlaşılmalıdır 90 . Bütün basıl­
mış eserlerde olduğu gibi, resimlerde de bir düşünsel içeriğin bulunması
gerekir. Bu nedenledir ki, sırf dekoratif nitelikteki baskılar ile süs olarak
hazırlanan desenler (desenli duvar kağıtları, basma kumaşlar ve anlamsız
renk ve şekil kombinezonları gibi) basılmış eser sayılamaz. Fakat resim-
le canlandırılan tasvirin somut nitelik göstermesi zorunlu değildir. Soyut
sanat yapıtlarından olan resimler de hiç kuşkusuz basılmış eser kabul
edilir 9 ı.

Fotoğrafların,özellikle portrelerin ve manzara resimlerinin basılmış


eserlerden sayılıp sayılmayacağı Alman doktirininde tartışmalıdır. Bas-
kın görüş 92 , bu konuda da «düşünsel içerik» şartına önem vererek, böyle
bir içeriğe sahip fotoğrafların ve kartpostalların Basın Kanununun kap-
samına girecekleri sonucuna varmaktadır. Bizce de, çoğaltılarak satılan
veya dağıtılan fotoğraflar bir düşünsel yapıya sahipse basılmış eser ola-
rak kabul edilebilir. Örneğin, bir Devlet Başkanının veya bir başka liderin
portreleri basılmış eserlerden sayılabileceği gibi, müstehcen nitelikteki
fotoğraflar da basılmış eserlerdendir 93 . Buna karşılık, manzaraları veya
mimari yapıtları gösteren kartpostalların Basın Kanununun kapsamına
sokulmalarında yarar görmemekteyiz 94 .

Basın Kanununun kullandığı «yazılar ve resimler gibi eserler» deyimi-

89 Bkz.: LÖFFLER, II, s. 140; SCHEER, s. 240; ERMAN-ÖZEK, m. 2, no: 5; DÖNME-


ZER, Basın Hukuku, s. 245. Alınan Federe Devletleri Basın Kanunları açıkça (Musi-
kalien mit Text oder Erlauterungen - güfteli veya açıklamalı müzik eserleri) deyimini
kullanarak, güftesiz müzik eserini kapsamlarına almamışlardır.
90
Üç boyutlu tasvirler resim niteliğinde değildir. Bu nedenle plastik sanatların bu
cins ürünleri basılmış eserelerden sayılmazlar (Karşı görüş: HANTZSCHEL, s. 27;
KITZINGER, s. 17).
91
LÖFFLER, I, s. 139.
92
KITZINGER, s. 17; LÖFFLER, I, s. 140; SCHEER, s. 240.
93
«Suç konusu kartpostal ve posterlerin, 5680 sayılı Yasanın 2. maddesinde gösteri-
len basılmış eserlerden sayılmasına, basın yoluyla işlenen suçlarda, anılan Yasanın
36. maddesi hükmüne nazaran Toplu Basın Mahkemelerinin görevli olmalarına ve
5680 sayılı Yasanın 35. maddesinde gösterilen dava açma süreleri de gözönünde
bulundurularak Toplu Basın Asliye Ceza Mahkemesinde bakılması gerekirken Sulh
Ceza Mahkemesince davaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması yolsuzdur"
(Yargıtay 8. CD., 6.5.1983, E. 1061/K. 1398; YKD., Ekim 1983, sayı 10, s. 154 7).
94
Aynı görüş : SCHEER, s. 240.
150 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ne verilecek anlam yönünden «düşünsel içerik» koşuluna özellikle önem


vermek gerekir. Örneğin, kartvizitler, davetiyeler ve kutlama kartları,
düşünsel içerikleri nedeniyle basılmış eser olarak kabul edilebilir. Buna
karşılık, maddi değerleri veya ticari nitelikleri düşünsel içeriklerine ağır
basan üstü resimli veya yazılı tabaklar, bardaklar, sigara tablaları, si-
garalıklar gibi eşyanın basılmış eser olarak kabulü olanaksızdır. Bunun
gibi, üstü yazılı veya resimli ziynet eşyası veya mezar taşlan üstündeki
yazılar, diğer bütün koşullan gerçekleşse dahi basılmış eserlerden sayı­
lamazlar95.

Kağıtveya madeni paraların ve her türlü değerli kağıtların da basıl­


mış eserlerden olmadıkları kuşkusuzdur. Çün..kü bunlarda da önemli olan
düşünsel içerik değil, ekonomik değerdir 96 • Keza düşünsel içerikten yok-
sun olan oyun kağıtları da basılmış eser değildir97 . Bunun gibi, ticari eşya
üzerine yapıştırılan etiketler ve bu eşyanın ambalajları da yazı ve resim
içerseler dahi, basılmış eser olarak kabul edileınez 98 . Fakat bütün bu say-
dıklarımızda, düşünsel içerik, maddi. değerin veya ekonomik-ticari niteli-
ğin yanında başlı başına bir yer tutmakta ise, Basın Kanunu anlamında
basılmış eserden yine de söz edilebilir. Örneğin, üzerlerinde müstehcen
resimler veya politik yazılar bulunan ve bu yönleri ile dikkati çeken bir si-
gara tablası veya oyun kağıtları Basın Kanununun kapsamına girerler 99 .

II. «Yayın» kavramı

1- Kavram ve tanım

Basınrejimine ilişkin temel kavramlardan ikincisi «yayın» kavramı­


dır. Gerçekten, basılmış eser kavramını incelerken belirttiğimiz gibi, «ya-
yın amacı» saptanmadıkça bir eserin Basın Kanunu anlamında basılmış
eser olarak kabulü olanaksızdır.

5187 sayılı yeni Basın Kanununun 2/b maddesinde, 5680 sayılı Basın
Kanunu'nun 3/2. maddesinden farklı olarak hem "yayın" terimi yerine "ya-
yım" terimini kullanmış, hem de kavramı çok kısa bir biçimde tanımlamış­
tır. Madde metnine göre, yayım, basılmış eserin herhangi bir şekilde kamu-

95 LÖFFLER, s. 141; HANTZSCHEL, s. 28.


96 HANTZSCHEL, s. 28; SCHEER, s. 240.
97 v. LISZT, s. 17; HANTZSCHEL, s. 28. Karşı görüş: KITZINGER, s. 17.
98 LÖFFLER- II, s. 141.
99 Bavyera Federe Devletinde, bir bira bardağı kapağı üzerine basılmış bulunan tanrı­
yısövme niteliğini gösteren yazı ve resimler «basın yolu ile işlenen suç» olarak kabul
edilmiştir (Bkz.: KITZINGER, s. 13).
BASIN REJİMİ 151

ya sunulmasıdır. Böylece kanun, yayımın niteliğini ve özelli_klerini ortaya


koyan bir tanım vermemiş ve yalnızca basılmış bir eserin herhangi bir şe­
kilde kamuya sunulması gerektiğini belirtmekle yetinmiştir. Kanımızca,
eski (5680 sayılı) Basın Kanunu'nun yayını tanımlayan 3/2. maddesindeki
yayın şekilleri kamuya sunulmanın türlerini açıklamak bakımından bize
yol gösterebilir.

5680 sayılı Basın Kanunu'ndaki yayın şekillerini açıklamadan önce,


basın hukukuna özgü yayın kavraınının niteliğine ve özelliklerine kısaca
değinilmesinde yarar görmekteyiz:

Basın hukuku yönünden yayının


konusu basılmış eserdir. Bu neden-
le, yayın kavramının niteliğini
saptayabilmek için basılmış eser kavramı­
nın tüm özelliklerini gözönünde tutmak gerekir. Basılmış eserin özellilde
maddi varlığı, yani cismi basın hukuku anlamındaki yayın kavramı yö-
nünden önem gösterir. Basılmış eser düşü_nsel içerikten ibaret olmadığına
göre, yayının konusunu düşünsel içerik. ile sınırlandırmak ve maddi cep-
heyi dikkate almamak hatalı olur. Böylece, basın hukuku alanında yayın
denilince, muhatapların, basılmış esere, yani cisimleştirilmiş düşünceye
ulaşabilmelerinin sağlanması anlaşılmahdır 100 . Durum böyle olunca, bir
basılmış eserin muhataplara cismen ulaştırılmayıp, sadece onlara düşün­
sel içeriğinin okunması veya ezbere açıklanması, basın hukuku açısından
yayının gerçeldeşmesi için yeterli görülemez. Bunun gibi, CD'lerin veya
ses bantlarının alenen çalınması (umumi bir yerde veya radyoda) veya
düşünce ve duyguların görüntü ve sesle yayınlanması (film, video ve te-
levizyon) basın hukuku anlamında yayının özellilderine sahip değildir 101 .
Fakat Basın Kanunumuz «basılmış eser yayını»nm kavramsal niteliğinin
sonucu olan bu verilere değe:r vermeyerek, «dinletilmeyi» dahi yayın say-
mıştır.

2- Yayın şekilleri

a) Yayının esas şekli : «Dağıtılma»

Basın hukukuna özgü yayının başlıca özelliği basılmış eserin muha-


taplara cismen ulaştırılması olduğu içindir ki, yayının esas şekli «dağıtıl­
ma»dır. Gerçekten, basılmış eserin nüshalarının dağıtılması ile cisimleşti­
rilmiş düşünce başkalarına ulaştırılınış olur.

100
SCHEER, s. 241. «Resmi Gazete dahi yayın ve ilan konusunda Basın Yasası hüküm-
lerine bağlıdır» (Yargıtay 8. CD., 18.3.1980, E. 1839/K. 2136; YKD., Ağustos 1980,
sayı 8, s. 1178).
101
LÖFFLER- I, s. 164; SCHEER, s. 341.
152 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Dağıtılma şeklinde yayıneyleminde ulaşılan kişilerin sayısı yayının


gerçekleşmesi yönünden önemlidir 102 . Basılmış eser nüshaları çok sayıda
kişilere ulaştırılmadıkça yayın gerçekleşmiş olmaz. Bu nedenledir ki, ba-
sılmış eser nüshalarının özel ilişkiler içinde ulaştırılması, yani muhatap-
lara gizli olarak verilmiş olması halinde basın hukuku anlamında yayın­
dan söz edilemez. Dağıtılma eyleminde gizliliğin bulunup bulunmadığının
saptanması bakımından, ulaşılmak istenen kişilerin sayısına, bu kişilerin
belirli olup olmadıklarına ve dağıtım yapan şahsın gizlilik iradesi ile hare-
ket edip etmediğine bakmak gerekir. Şayet basılmış eser nüshaları büyük
bir kitleye ulaştınlmışsa, muhataplar kişisel olarak belirli değilse, yine
gizlilik sözkonusu olamaz 103 . Dağıtımı yapanın gizlilik iradesi ile hareket
edip etmediğinin de araştırılması gerekir. Söz gelimi, basılmış eser nüsha-
ları bazı kişilere, onlar tarafından dağıtılmaları için gizlice verilmişse, giz-
lilik iradesi yoktur 104 . Bu konuda hakim, dağıtılan nüshaların sayısını 105
ve dağıtımın yapıldığı çevrenin niteliğini de gözönünde tutulabilir. Örne-
ğin, az sayıda nüshanın aile, arkadaş veya meslektaş çevrelerinde belirli
kimselere verilmesi halinde, gizlilik iradesinin bulunduğu ve bu nedenle
yayının gerçekleşmediği sonucuna varılabilir 106 .

Basılmış
eser nüshalarının ulaştırılacağı «çok sayıda kişi»den maksa-
dın ne olduğu tartışmalıdır. Bazı
müelliflere 107 göre, yayının gerçekleşmiş
sayılması için basılmış eser nüshalarının sınırsız sayıda bir kitleye ulaştı­
rılma olanağının ·sağlanması gerekir. Buna karşılık, Alman Imparatorluk
Yüksek Mahkemesi bir kararındaıos, üç kişiyi «çok sayıda kişi» olarak ka-
bul etmiştir. Kanımızca, bu konuda her somut olayın özelliklerine bakmak
suretiyle bir sonuca varılmalıdır. Şayet yayında bulunan, basılmış eser
nüshalarının ulaştırılacağı çevrenin kapsamını kontrolü altına tutamıyor­
sa «çok sayıda kişi» vardır 109 .

Basılmış
eserin yayınlanmış sayılabilmesi için, muhataplara, düşün­
sel içeriklerin onlar tarafından öğrenilmesine olanak veren bir fiziki ya-
kınlıkta sunulması gerekir. Fakat içeriğin muhataplar tarafından fiilen
öğrenilmesi yayının gerçekleşmesi bakımından zorunlu değildir. Sözgeli-
mi, evlere dağıtılan sabah gazeteleri henüz aboneler tarafından okunma-

102 DÖNMEZER, Basın, s. 262; DÖNMEZER-BAYRAKTAR, s.287.


103 KITZINGER, s. 22; HANTZSCHEL, s. 30.
104 LÖFFLER, I, s. 167; KITZINGER, s. 22.
105 V. LISZT, s. 153.
106 LÖFFLER, I, s. 167.
107 v. LISZT, s. 150; KLÖPPEL : Das Reiclıspressgesetz, Leipzig 1894, s. 152.
108 RGSt. 15, s. 119.
109 LÖFFLER, I, s. 195.
BASIN REJİMİ 153

mış olsa dahi yayın gerçekleşmiş sayılır. Keza, basılmış eserin mülkiyetini
elde etmek ve içeriğini öğrenebilmek için bazı mekanik araçlara başvu­
rulmak durumunda kalınması da yayın kavramı yönünden önemsizdir.
Örneğin, otomata para atarak gazete veya derginin alınabilmesi yayının
gerçekleşmesine engel değildir 110 .

Dağıtım
eyleminde yayının ne zaman gerçekleşmiş sayılacağı konu-
sunda da görüş birliği yoktur. Bazı müelliflere 111 göre, basılmış eserin mu-
hatapların egemenlik alanına sokulması halinde dağıtım ve dolayısıyla
yayın gerçekleşmiş olur. Örneğin, basılmış eserin muhataba ait posta ku-
tusuna atılması ile dağıtılma sonuçlanmıştır.
Buna karşılık, diğer bazı müellifler 112 , basılmış eserin dağıtanın ege-
menlik alanından çıkması esasına dayanmaktadırlar. Bu ikinci görüşe
göre, yayınlayan, basılmış eserin başkası tarafından öğrenilmesine engel
olamayacağı bir durum yaratmışsa, yayın gerçekleşmiş sayılır. Bizce, bu
ikinci görüş yayın kavramının niteliğine ters düşen bazı sonuçlara gö-
türebilir. Sözgelimi, yayınevi tarafından bayilere yollanan basılmış eser
nüshalarının postada yok olması halinde dahi bu ikinci görüşe göre yayın
gerçekleşmiş sayılacaktır. Gerçekçi olmayan bu çeşit sonuçlardan kaçın­
mak için, muhatapların egemenlik alanına sokulma görüşüne üstünlük
tanımak gerekir.

Dağıtım konusunda karşılaşılabilecek bir sorun da, basılmış eser nüs-


halarının yayınlayanın arzulamadığı bir sırada alenıleşmesidir. Örneğin
basılmış eser nüshalarının çalınması
ve böylece alenileşmesi halinde ya-
yın gerçekleşmiş sayılacak mıdır? Kanımızca, bu gibi durumlarda yayın­
lama iradesi bulunmadığı için yayından söz edilemez 113 .
Basılmış eserin bedel karşılığı veya bedelsiz olarak dağıtılması önem-
li değildir. Her iki durumda da yayın gerçekleşmiş olur. Eski Basın Kanu-
nu, bedel karşılığı dağıtılma anlamına gelen «satılma» hareketini de bir
yayın şekli olarak ayrıca belirtmiştir. Bu nedenle, «dağıtılma» eylemine
ilişkin bütün esaslar «satılma» eylemi için de geçerlidir.

Basılmış
eserin dağıtılmasına ait hazırlık hareketlerinin kendi başla­
rına yayın sayılmamaları gerekir. Sözgelimi bir basılmış eserin çıktığına
dair duyurular, henüz dağıtım eylemine girişilmediği için o basılmış eserin
yayınlandığı anlamına gelmez 114 . Buna karşın, eski Basın Kanunu «satışa

ııo LÖFFLER, I, s. 165.


111
KITZINGER, s. 22.
112
HANTZSCHEL, s. 30; v. LISZT, s. 151.
113
Karşı görüş: LÖFFLER, I, s. 169.
114 KITZINGER, s. 23.
154 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

arzolunma»yı başlı başına bir yayın


eylemi olarak kabul etmek suretiyle
yayın kavramının sınırlarım genişletmiştir. Böylece, bedel karşılığı dağı­
tımın hazırlık hareketleri dahi yayın sayılacaktır. Satışa arzın ne zaman
gerçekleştiğini hakim takdir edecektir. Satma iradesini ortaya koyan her
türlü hareket (ilan verilmesi, prospektüslerin dağıtılması gibi) satışa arz
olarak kabul edilecektir115 .

Bu bağlamda burada değinmemiz gerekir ki, 5187 sayılı Basın Ka-


nunu dağıtımla ilgili olarak iki yeni hükme yer vermiştir. Kanunun 22.
maddesi basılmış eserlerin yayımı ve satışı yanında dağıtımını engelleme
amaçlı tahrip ve bozma eylemlerini, 23. maddesi ise dönemsel yayınların
dağıtımında öngörülen kurallara aykırı davranışları cezalandırmaktadır.

Kanun'un 22. maddesi, kanuna uygun olarak basılmış eserleri, bunla-


rın yayımını veya dağıtımını veya satışını önlemek amacıyla tahrip edil-
mesi suçunu düzenlemiştir (f 1). Kanunun aradığı koşullara uyulmasına
karşın dönemsel ve dönemsel olmayan yayınların basılmasını, yayımını,
dağıtımını veya satışını şiddet veya tehditle engelleyenler de aynı şekilde
cezalandırılmaktadır (f- 2). Bu eylemlerin, "umumi mahalde veya matbaa-
da veya umuma satış yapan veya dağıtım yapan yerlerde" birden fazla kişi
tarafından işlenmesi ağırlaştırıcı neden sayılmıştır (f- 3).

Kanun'un 23. maddesi gereğince, dönemsel yayınların dağıtımını ya-


pan kişiler, kendilerinden dağıtımı istenen yayınları, dağıtımını yaptık­
ları diğer yayınlar için aldıkları satış fiyatı, tiraj ve sayfa sayısına göre
belirlenen dağıtım ücretini aşmayacak bir bedel karşılığında dağıtmakla
yükümlüdürler. Bu yükümlülüğe aykırı davrananların eylemleri suç sayı­
lır ve cezalandırılır (f- 1). Maddenin gerekçesine göre, dönemsel yayınların
dağıtımını yapan kişilerin, dağıtım konusunda keyfi davranmaları ve bazı
dönemsel yayınları dağıtmaktan kaçınmaları önlenmek amaçlanmıştır.
Aynı amaçla, dağıtmama sonucunu doğurabilecek yüksek ücret taleplerini
önlemek amacıyla, maddeyle talep edilecek ücretin üst sınırını belirleme
konusunda bir ölçüt getirilmiştir.

115 "Dağıtım" yayının gerçekleşmesi bakımından son derecede önemlidir. Bunun her-
hangi bir nedenle aksaması yayının zamanında gerçekleşmesini engeller. Bu ko-
nudaki bazı şikayetler üzerine, 1996 yılında 5680 sayılı eski Basın Kanununa "ek
madde 7" ve "ek madde 8" olarak eklenen maddeler (6.11.1996 tarihli ve 4202 Sayılı
Kanun), dağıtımı yapanlar ile satıcılara "dağıtımdan veya satışa sunmaktan kaçın­
ma" halinde, para cezasının yanısıra "faaliyetlerin durdurulması" ve "kapatılma"
yaptırımları öngörmüştür. Ancak, bu maddelerle ilgili olarak açılan iptal davası sı­
rasında Anayasa Mahkemesi, ek 7. m. deki " .... ve faaliyetleri 3 aya kadar durduru-
lur."bölümü ile ek 8. maddenin 1. fıkrasının yürürlüklerinin durdurulmasına karar
vermiştir (5.6.1997 tarihli ve E. 1996/70-K.1997/6 Sayılı Karar; R.G. 10.6.1997, No.
23015).
BASIN REJİMİ 155

Ayrıca maddeye göre, dönemsel yayınları perakende olarak satışa su-


nan gerçek veya tüzel kişiler, aynı anda diledikleri kadar dağıtım şirketiyle
anlaşıp diledikleri yayınları satmakta serbesttirler. Hiç kimse, bu kişilere,
rakip yayınları satmama yükümlülüğü getiremez ve bu yayınları satma-
ma koşuluna bağlı olan veya bu sonucu doğuracak edimlerde bulunamaz
(f- 2). Maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, bu ikinci fıkrada basın
özgürlüğünün gerçekleşmesinde yayınların halka ulaşmasının önemi göze-
tilerek, dönemsel yayınları perakende olarak satışa sunan gerçek ve tüzel
kişilerin, aynı anda diledikleri kadar dağıtım şirketiyle anlaşıp diledikleri
yayınları satabilecekleri vurgulanmış ve satıcıya tanınan satış özgürlü-
ğünü sınırlamaya yönelik sözleşmelerin hukuken korunmayacağı hükme
bağlanmıştır.

b) Yayının diğer şekilleri

aa) Genel olarak

5187 sayılı Basın Kanununun 2. maddesi, yürürlükten kaldırdığı


5680 sayılı Basın Kanunu'nun 3. maddesinin ikinci cümlesindeki "basıl­
mış eserlerin herkesin görebileceği veya girebileceği yerlerde gösterilmesi
veya asılması veya dağıtılması veya dinletilmesi veya satılması veya sa-
tışa arzı 'neşir' sayılır" ifadesine yer vermemiştir. Ancak eski Basın ka-
nunu'nda yayının birer şekli olarak sayılan bu haller, 5187 sayılı Basın
Kanunu'nun 2/b maddesinde tanımı yapılan "yayım"ın birer türü olarak
kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü, basılmış eserin herhangi bir şekil­
de kamuya sunulması "yayım" anlamına gelmektedir. Kuşkusuz basılmış
eserin kamuya sunulması çok çeşitli şekillerde olabilir ve madde metnin-
de belirtildiği üzere kamuya sunulmanın "herhangi bir şekilde" yapılma­
sının önemi yoktur. Ancak, Kitabımızın bir önceki basılarından farklı ola-
rak, "dinletilme"den burada söz edilmeyecektir. Bunun iki önemli nedeni
vardır. Birincisi, 5187 sayılı Basın Kanunu (m.2/b) "yayın" kavramım ta-
nımlarken basılmış eserin içeriğinin değil, cisminin kamuoyuna sunulma-
sını aramaktadır. Diğer yandan, kitabımızın daha önceki basılarında da
açıkladığımız üzere, basılmış eserin cismen muhataplara ulaştınlmayıp,
onlara sadece düşünsel içeriğinin okunması, basın hukuku anlamında
yayımın gerçekleştirilmesi için yeterli görülemez. Bu nedenlerle aşağıda
yayımın bazı özel şekilleri olarak sadece"'gösterilme" ve "asılma"dan söz
edilecektir.

bb) «Gösterilme»

«Gösterilme» basılmış eserin bir yere konulması, yapıştırılması veya


asılması suretiyle herkes tarafından görülmesine olanak verilmesini ifade
156 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

eden 116 geniş anlamlı bir terimdir. Fakat, «gösterilme»yi «asılma» dışında
kalan gösterilme hareketleri şeklinde anlamak gerekir. Örneğin, kitapla-
rın kitapevinin vitrinine veya okuma salonunun raflarına konulması gös-
terilme şeklinde yayını sonuçlar. Bunun gibi, elde taşınan pankartlarda
basılmış eser niteliği varsa, yine gösterilme suretiyle yayın gerçekleşmiş
olur 117 .

«Gösterilme» yönünden dikkat edilmesi gereken nokta, basılmış ese-


rin ancak gösterilen kısmının yayınlanmış sayılabileceğidir. Örneğin, bir
mağazanın vitrinine konulmuş basılmış eser niteliğindeki yazının veya
resmin ancak bir kısmı teşhir edilmekte ise, gösterilmeyen kısmın yayın­
landığı söylenemez 118 . Fakat bu gibi durumlarda diğer yayın hareketleri-
nin, özellikle «satışa arz» eyleminin bulunup bulunmadığına bakılmalıdır.
Satışa arz iradesi saptanabiliyorsa, basılmış eserin tümünün bu yolla ya-
yınlandığı sonucuna varılabilir.

Bir basılmış
eserin internet'te yayınlanması da bizce «gösterilme» an-
lamında «yayın» niteliğindedir. Ancak, basılmış eserin hangi kısmı gös-
teriliyorsa sadece o kısmının yayınlandığı kabul edilmelidir. Buna karşı­
lık, elektronik posta (e-mail)'da veya kısa mesaj (sms) larda ilke olarak
aleniyet olmadığı için, özel ilişkiler içinde yollanması durumunda «yayın»
unsurunun gerçekleşmediği sonucuna varılmalıdır. Ancak, yukarıda açık­
ladığımız dağıtım koşullan içerisinde «çok sayıda kişi»'ye yollanan e-ma-
il'ler veya sms'lerle yayın gerçekleşmiş olur.

cc) «Asılma»

Yukarıda belirttiğimiz gibi, gösterilme kavramı asılma kavramını da


kapsar. Kanun Koyucunun, eski Basın Kanununda (m. 3) tek yapraktan
ibaret basılmış eserlerin gösterilmesi eylemini ifade etmek amacı ile «asıl­
ma» terimini kullandığı anlaşılmaktadır 119 •

Basılmış eserin, sabit bir yere herkes tarafından görülebilecek tarzda


herhangi bir araç ile tesbit edilmesi «asılma» şeklinde yayını gerçekleş­
tirir. Basılmış eserin üzerine konulduğu şey sabit değilse, sözgelimi elde
taşınan pankart niteliğinde ise, asılma şeklinde değil, fakat gösterilme
yolu ile yayından söz edilir. Basılmış eserin herhangi bir çoğaltma tekni-
ği ile doğrudan sabit cisim üzerine (örneğin duvara) basılmış olması da

116
Bkz.: LÖFFLER, I, s. 165-166; DÖNMEZER, Basın, s. 261; DÖNMEZER-BAYRAK-
TAR, s. 286.
117
LÖFFLER, I, s. 165.
118 LÖFFLER, I, s. 166.
119
DÖNMEZER, Basın, s. 261.
BASIN REJİMİ 157

düşünülebilir. Bu durumda da asılma şeklinde yayın gerçekleşmiş sayıl­


malıdırı2o.

«Asılma» suretiyle yayın bakımından


da «gösterilme» kavramında
açıkladığımız esasların uygulanması gerekir. Özellikle, asılan basılmış
eserin ancak gösterilmek istenen kısmının yayınlanmış sayılabileceğine
dikkat edilmelidir.

D. MATBAACILIK FAALİYETİ

I. Matbaacılık ve basın

Basınhukukunun konusunu oluşturan «basın faaliyeti», düşünsel


içeriğin meydana getirilmesi, bunun cisimleştirilerek çoğaltılması ve ço-
ğaltmanın yayınla sonuçlanması şeklinde bir süreç izler. Özgürlükçü de-
mokrasiler bu sürecin tümünü basın özgürlüğü ile güvence altına almış­
lardır. Basın faaliyetinin bu basamağından biri basın özgürlüğünden
yararlanmazsa «basının özgür olduğu» söylenemez. Basın özgürlüğünün
önkoşulu ise basın faaliyetinin önceden izin ve ruhsat almadan yapıla­
bilmesidir. Basında izin ve ruhsat sistemi özgürlük kavramı ile bağdaş­
maz121. İşte bu nedenle, özgürlükçü demokratik ~.,•·~···~· anayasaları ve
basın kanunları basın özgürlüğünü genel olarak belirtmekle yetinmemiş­
ler, tüm basın faaliyetinin izne ve ruhsata bağlı tutulmayacağını öngör-
mek gereksinimini duymuşlardır. Örneğin Alman Federe Devletleri Basın
Kanunlarının 2. paragrafları, «yayın evleri veya diğer basın kurumlarının
kuruluşları da dahil olmak üzere basın faaliyeti herhangi bir izne bağlı
tutulamaz» demiştir 122 .

Basın basamağını oluşturan «düşünsel içeriğin ci-


faaliyetinin ikinci
simleştirilerek çoğaltılması»eylemi de, aslında sadece teknik bir faaliyet
olduğu halde, basının izne tabi tutulmaması esasından yararlanmalıdır.
Zira, «matbaacılık» denilen bu teknik faaliyete girişilmeden basın faaliye-
tinin ürünü olan basılmış eserin ortaya çıknıası olanaksızdır. Durum böyle
olduğu halde, 1961 Anayasası matbaacılık faaliyetinin izne tabi tutula-
mayacağından ay-.nca söz etmemiştir. Buna karşın kitabımızın birinci
basısında 1961 Anayasası çerçevesinde de matbaacılık faaliyetinin izne

120
LÖFFLER, I, s.165.
121
SCHEER, s. 181.
122 Alınan doktrini, kanundaki «diğer basın kurumları»na matbaalardan başka, kita-
pevlerini, ciltevlerini, kiralık kitap veren kurumları, gazete ve dergi satış yerlerini
de dalıil saymaktadır. Yani Alman müelliflerine göre, basın ile ilgili her türlü kuru-
luş önceden izin almadan kurulabilecektir (Bkz.: SCHEER, s. 181; LÖFFLER, II, s.
57).
158 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tabi tutulamayacağını şu şekilde savunmuştuk: « ...Fakat basın özgürlü-


ğünü tüm ayrıntıları ile kabul eden ve dönemsel ve dönemsel olmayan ya-
yınların izne bağlı tutulamayacağını öngören bir Anayasanın matbaacılık
faaliyetinin izne tabi tutulmasına gözyumduğu elbette ki söylenemez. Kal-
dı ki, Anayasanın 25. maddesi «basımevi ve eklentileri ve basın araçları,
suç vasıtası olduğu gerekçesiyle de olsa, zapt ve müsadare edilemez veya
işletilmekten alıkonulamaz» dediğine göre, suç aracı olsa dahi engellene-
meyen matbaacılık faaliyetinin izne tabi tutulabilmesi hiçbir şekilde düşü­
nülemez123. Esasen 15 Temmuz 1950 tarihli ve 5681 sayılı Matbaalar Ka-
nununun 1. maddesinde matbaa kurulmasının izne bağlı olmadığı açıkça
belirtilmiştir».

1982 Anayasası ise, 1961 Anayasasındaki bu eksikliği saptayarak, ba-


sımevi kurmanın izin alma ve mali teminat yatırma koşuluna bağlanama­
yacağını 28. maddesinin 1. fıkrasında açıklıkla öngörmüştür.

II. Matbaacılık faaliyeti için koşullar

Matbaacılıkfaaliyetine girişebilmek için gerekli olan koşullar 5681


sayılıMatbaalar Kanununda düzenlenıniştir. Bu kanunun 1. maddesine
göre, matbaa açılmadan önce kurulacağı yerin en büyük mülkiye amiri-
ne bir beyannamenin verilmesi gerekir. Bu beyanname matbaayı açacak
olan kimse 124 ve varsa ortak veya mümessilleri tarafından imzalanır ve

123 1961 Anayasasının 25. maddesinin gerekçesi matbaa serbestliğinin basın özgürlüğü
yönünden önemini şöylece belirtmişti : «Basın hürriyetine vurulacak en büyük dar-
benin basın araçlarına ve hele basımevlerine el koymak olduğunu izah dahi lüzum-
suzdur. Totaliter istikamette yol almak isteyen iktidarlar, geçici de olsa basımevlerini
faaliyetten alıkoymak ve böylece gazeteleri fiilen iflasa mahkum etmek yoluna gitme-
yi ihmal etmemişlerdir. Bu sebeplerdir ki, yeni Anayasalarda, basın araçlarının ya
asla müsadere ve zabt edilemeyeceği ve işletilmekten alıkonulamayacağı, yahut da
bu tedbire son derece istisnaf hallerde başvurulabileceği belirtilmektedir. Matbaala-
rın kapatılmasının ne demek olduğunu pek acı tecrübelerle yaşamış olan memleketi-
mizin, bu yolu asla kabul etmeyen memleketler arasında yer alması tercih edilmiştir.
Pek istisnai hallerde kendisini gösterecek mahzurlar, bu yolun açık olması halinde
basın aleminin duyacağı huzursuzluğun yaratacağı mahzurlar yanında daha zayıf
kalacaktır.» (ÖZTüRK, s. 58).
124 Matbaalar Kanunu'nun 3. maddesi gereğince, «bu kanun hükmüne göre beyanname
vererek matbaa açanlara (tabi) denir». Ancak belirtelim ki, 5187 sayılı Basın Kanu-
nu'nun 2/k maddesi, " 'tabı" yerine kullandığı "basımcı" terimini Matbaalar Kanu-
nu'ndan biraz farklı biçimde tanımlamıştır. Maddeye göre, 'basımcı' terimi "bir eseri
basım araçları ile basan veya diğer araçlarla veya diğer araçlarla çoğaltan gerçek
veya tüzel kişiyi" ifade eder. Nitekim maddenin gerekçesinde de, Basın Kanunu'nun
bu maddesinin 'tabi'yi Matbaalar Kanunu'ndan farklı düzenlediği ve 'basımcı' ol-
mak için beyanname vermiş olma koşulunun aranmadığı belirtilmiştir. Gerekçe
B.A...SIN REJİMİ 159

bunların adları, soyadları, tabiiyetleri, ikametgahları, matbaanın yeri ve


hangi dillerde, hangi basım sistemiyle çalışacağı yazılır ve beyannameye
gerekli belgeler eklenir. Beyannamedeki bilgilerde herhangi bir değişiklik
olduğu takdirde, bu durum 5 gün içinde belgeleri ile birlikte en büyük
mülkiye amirine bildirilir (2. m.). Kanun ayrıca 5. maddesinde, dönemsel
yayında bulunabilmek için gerekli beyannamenin (Bkz. Basın Kanunu m.
7) verildiği anlaşılmadıkça dönemsel yayınların matbaalarda basılmasını
yasaklamıştır.

Matbaalar Kanunu'nun 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanunun


132. maddesi ile değişik 6. maddesi gereğince, beyanname vermeden mat-
baa açanlarla, beyannamedeki değişiklikleri zamanında bildirme yüküm-
lülüğünü yerine getirmeyenler ve beyanname verilmeden çıkarılmak iste-
nen dönemsel yayınlan basanlar, Cumhuriyet Savcısı tarafından yüz Türk
Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idari para cezası ile cezalandırılır.
Kanunun 5728 sayılı kanunla değişik 7. maddesi gereğince ise, gerçeğe
aykırı beyanname veren kimse üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.

III. Matbaacılık faaliyetinde yükümlülükler

1- «Impressum-zorunlu bilgiler» yükümlülüğü

a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk

Basılmışeserlerin belirli bilgileri içermeleri zorunluluğuna «impres-


sum» yükümlülüğü adı verilınektedir 125 . Tarihçesi incelendiğinde, bu
kümlülüğün hemen hemen kitap baskısına başlanması ile birlikte ortaya
çıktığı ve XVl. yüzyıldan itibaren ise başlıca yükümlülüklerden biri olarak
yasalara girdiği görülür 126 .

«Impressum» yükümlülüğünü her devlet değişik kapsamlı olarak ön-


görmüştür. Örneğin İngiltere'de Kanun Koyucu, basılmış eserlerin basım­
cı (tabi) ile ilgili bilgileri (ad, soyad, ikematgah veya iş adresi) içermesini
görmüş, fakat bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda
yayımcı (naşir) ile dağıtanın cezalandırılacağını belirtmiştir (The Newspa-

şöyledir: "Bu Kanunla düzenlenen sorumlulukları gözetilerek basımcı tanımında,


5681 sayılı
Matbaalar Kanunundaki "tabi" tanımından farklı bir düzenleme yapıl­
mış, beyanname vermiş olma şartı aranmamış, Kanunun uygulanması açısından,
bir eseri basım araçları ile basan veya diğer araçlarla çoğaltan gerçek veya tüzel
kişiler basımcı olarak kabul edilmiştir".
125 SCHEER, s. 247; LÖFFLER, II, s. 164.
126 LÖFFLER- II, s. 164.
160 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

pers, Printers andReading Rooms RepealAct 1869). Fransa'da da, basılmış


eserlerde basımcının ad ve soyadı ile ikematgahmın açıklanması yüküm-
lülüğü konulmuş ve bu yükümlülüğe aykırı hareket edildiği takdirde ba-
sımcı ile birlikte dağıtanın da cezalandırılacağı öngörülmüştür (Art. II.
Nouveau Code le Presse)1 27 • Buna karşılık Alman Federe Devletleri Basın
Kanunları ile Avusturya Basın Kanunundaki impressum yükümlülüğü
daha kapsamlıdır. Örneğin Saarland Federe Devleti Basın Kanununa(§ 8,
fıkra 1) göre, her basılmış eserde basımcının ve yayımcının adının, soya-
dının veya firma adının ve adresinin bulunması gerekir. Yayımcı ile yaza-
rın aynı kişi olması halinde ise bu kimseye ilişkin aynı bilgilerin basılmış
eserde gösterilmesi zorunludur. Saarland Federe Devleti Basın Kanunu
dönemsel yayınlarda yükümlülüğün kapsamını daha da genişleterek, so-
rumlu yazı işleri müdürünün, birden çok yazı işleri müdürü varsa bun-
lardan herbirinin adlarının, soyadlarının ve adreslerinin de yayında yer
almasını gerekli görmüştür (§ 8, fıkra 2). Avusturya Basın Kanunu (§ 15)
da, basılmış eserlerin basım ve yayın yerlerini, basımcı ve yayımcının ad,
soyadlarını veya firma adlarını içermesini öngörmüştür.

Kanunların böyle bir yükümlülüğü koymalarının nedeni, kitlelere


yönelik basında anonimlik tehlikesinin önlenmek istenmesidir. Gerçek-
ten, basında anonimlik suç teşkil eden içeriğe sahip basılmış eserlerin
sorumluluklarının saptanmasını olanaksız duruma getiıir. Sorumluları
gösterme yükümlülüğü sayesinde, ceza hukukuna ve özel hukuka ilişkin
soruşturma ve kovuşturma işlemleri kolaylaşmış olacağı gibi, cevap ve dü-
zeltme hakkının da rahatlıkla kullanılması sağlanır 128 .

b) Türk hukukunda «impressum» yükümlülüğü

Basın
Kanununu_n. 4. maddesi "zorunlu bilgiler" başlığı altında "imp-
ressum" yükümlülüğünü düzenlemiştir. Bu hükme göre, her basılmış eser-
de o eserin basıldığı yer ve tarih ve varsa yayımcının adlan, varsa ticari
ünvanlan ve işyeri adresleri gösterilir (m. 4/1). Aynca aynı maddeye göre,
haber ajansı yayınlan hariç, her türlü dönemsel yayında bu belirtilenlere
ek olarak yönetim yeri, sahibinin, varsa temsilcisinin, sorumlu müdürün
adlan ile yayının türünün de gösterilmesi zorunludur (m. 4/2).

Görüleceği üzere, kanun dönemsel olsun veya olmasın her basılmış


eserde «yayın yeri»nin gösterilmesini gerekli görmüştür. Yayın yerinden
maksat, basılmış eserin alenileştirileceği yerdir. Basılmış eser çoğunlukla
yayın merkezinin bulunduğu yerde ale11ileştirilir. Fakat bazen yayın mer-
kezi ile dağıtım yeri farklı olabilir. Örneğin İstanbul'da faaliyette bulu_n.an

127 LÖFFLER, II, s. 184.


128
LÖFFLER, s. 164; ERMAN-ÖZEK, m. 4, no. 12.
BASIN REJİMİ 161

bir yayımcı, basılmış eserlerin tüm nüshalarını dağıtılmak üzere Anka-


ra'daki ana bayiine yollayabilir. Bizce bu durumda yayımcının iş yeri olan
yayın merkezinden başka dağıtım yerinin de basılmış eserde gösterilmesi
zorunludurı 29 .

Kanun'a göre (m.4/1), her basılmış eserde eserin basıldığı tarihin gös-
terilmesi gereklidir. "Basım tarihi"nden maksat, eserin alenileştiği tarih-
tir. Kanun basıldığı tarih dediğine göre, basımın sona erdiği günün, ayın
ve yılın belirtilmesi esas itibariyle zorunludurı 3 o_ Ancak aylık dönemsel
yayınlarda ayın ve yılın, yıllık dönemsel yayınlarda ise sadece yılın göste-
rilmesi yeterli sayılınahdır 131 .

Basılmış eserlerde yukarıdaki bilgilerden başka, basımcının ve varsa


yayımcının adları, varsa ticari unvanları ve işyeri adreslerinin gösteril-
mesi zorunludur. (m. 4/1). Belirtelim ki, ilan, tarife, sirküler ve benzerleri
hakkında bu hüküm uygulanmaz. Matbaalar Kanunu gereğince beyanna-
me vererek matbaa açanlara "tabi" (basımcı) denir. Fakat basılmış eserde
adı bulunacak basımcının matbaa tesisinin mülkiyetine sahip bulunması
zorunlu değildir. Bu kimse, matbaa tesisinden kiracı sıfatı ile yararlanmış
olsa dahi, eseri basanın basımcı sıfatı ile gösterilmesi gereklidir. Basımcı­
nın ve yayımcının adlarından maksat nüfus siciline kayıtlı ad ve soyadı
ile ticaret sicillerindeki ünvanlarıdır. Basımcı veya yayımcı bir şirket veya
dernek ise, basılmış eserde bunlar gösterilecektir 132 .

Aynı hüküm gereğince, her basılmış eserde ayrıca basımcının ve varsa


yayımcının işyeri adreslerinin de gösterilmesi gerekmektedir.

Burada ayrıca
belirtilmelidir ki, Matbaalar Kanunu'nun 'tabi'yi ta-
nımlaması yanında, yeni Basın Kanunu da 'basımcı' olarak adlandırdığı
kimseyi 2/k maddesinde tanımlamaktadır. Bu maddeye göre, basımcı, bir
eseri basım araçları ile basan veya diğer araçlarla çoğaltan gerçek veya
tüzel kişidir.

Bir basılmış eserin değişik matbaalarda basılması halinde, bütün ba-


sımcıların adları basılmış eserde yer alacaktır. Örneğin kapak ve içerik

129
HANTZSCHEL, s. 44.
130
ERMAN-ÖZEK, md. 4, no. 10.
131
"Dava konusu olan aylık mevkutenin günü tasrih edilmeksizin basıldığı ayın göste-
rilmesi ile iktifa olunması Basın Kanununun 4. maddesinin 2. fıkrasına muhalefet
teşkil etmezse de bu mevkutenin üzerinde Ekim ve Kasım aylarının gösterilmesi hali
sözü geçen madde hükmüne muhalefet teşkil eylediği nazara alınmaksızın maz-
nunun beraatine karar verilmesi yolsuzdur.» (Yargıtay 3. CD., 3.4.1952, E. 2986/K,
3088; TAVUS, Y.: Basın Rehberi, Ankara 1969, s. 8).
132
LÖFFLER, II, s. 168, 173; ERMAN-ÖZEK, m. 4., no. 5.
162 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

farklı matbaalarda basılmışsa, her iki basımcının da belirtilmesi zorunlu-


durı33_ Fakat kapak içerikten bağımsız olarak alenileştirilmedikçe, basım­
cıların asıl içerikte birlikte gösterilmelerinde bir sakınca yokturı 34 _

Basın Kanunumuz, haber ajansı yayınlan hariç her türlü dönemsel


yayında yönetim yeri ile sahibinin ve varsa temsilcisinin ve sorumlu mü-
dürün adlarının da gösterilmesi yükümlülüğünü düzenleyerek, impres-
sum yükümlülüğünü bu tür yayınlarda karşılaştırmalı hukuk paralelinde
genişletıniştir. Fakat her ne kadar, 5187 sayılı Basın kanunu bu hükümde
her tür basılmış eserde basımcı ve varsa yayımcının işyeri adreslerinin de
gösterilmesi gereğine işaret ederek daha yerinde bir düzenleme getirmiş
ise de, dönemsel yayınlar açısından sahip ve sorumlu müdürün adresleri-
nin gösterilmesi yükümlülüğünü düzenlememiştir. Gerçekten uygulama-
da suç teşkil edici içeriğe sahip bazı dönemsel yayınların sorumlu müdür-
leri ceza kovuşturması için arandıkları zaman adres değişikliği nedeniyle
bulunamamakta ve bu yüzden kovuşturmalar sürüncemede kalmaktadır.
Alman Federe Devletleri Basın Kanunlarında olduğu gibi, bizde de dö-
nemsel yayınların sorumlu müdürlerinin ve sahiplerinin adreslerinin im-
pressum yükümlülüğünün kapsamına alınması gerekir. Dönemsel yayına
başlayabilmek için verilen beyannamede bu kişilerin adreslerinin bulun-
ması (Basın kanunum. 7/2) kanımızca yeterli değildir.

Impressum yükümlülüğü, basında anonimliğin tehlikesini ortadan


kaldıran bir önlem olduğu için, böyle bir tehlikenin doğmadığı yayınlarda
bu önleme gereksinim duyulmayacağı doğaldır. Işte bu esastan hareket
eden Basın Kanunumuz (4. m. 1. fıkra) «ilan, tarife, sirküler ve benzerleri
hakkında» sözü geçen yükümlülüğün bulunmadığını belirtmiştir. Daveti-
ye, kartvizit gibi, aile, arkadaşlık, dostluk ilişkileri içinde kullanılan ba-
sılmış eserlerin de bu yükümlülüğün kapsamı dışında kaldığı kuşkusuz­
durı35_

Basın Kanunumuzun 15. maddesi impressum yükümlülüğünü yerine


getirilmemesi halinde, bu ihmali eylemi ceza yaptırımı ile karşılamıştır.

133 v. LISZT, s. 27; KITZINGER, s. 34; KLÖPPEL, s. 168.


134 «Maznunlardan A.'nın müdafaası suretine ve mecmuanın yalnız kapağını hazırla­
dığı ve içindeki yazıların başka matbaada basıldığı ve kapak ve yazıların birleştiri­
lerek bilahalara satışa arzedildiği anlaşılmasına ve mahkemece de bu suretle kabul
olunmasına ve her iki ameliyenin yapılmasından sonra Basın Kanunu bakımından
eserin meydana geldiği tezahür eylemesine göre kanunen yalnız kapağın eser teşkil
edip etmediği düşünülmeksizin ve maznunlardan A.'nın fiil ve hareketinde suç un-
surunun ne suretele tekevvün eylediği izah olunmaksızın mahkumiyet kararı veril-
mesi yolsuzdur». (Yargıtay 3. CD., 15.12.1954, E. 18917/K. 28974, TAVUS, s. 8).
135 ERMAN-ÖZEK, m. 4, no. 8; LÖFFLER, II, s. 164.
BASIN REJİMİ 163

Kanun yayımın dönemsel ve dönemsel olmamasına göre sorumlu kişile­


ri farklı düzenlemiş ve dönemsel (süreli) yayınlar içerisinde ise yayımın
süreli veya yerel süreli yayın olması ile yaygın süreli yayım ve bölgesel
süreli yayım olmasına göre cezanın alt sınırında bir farklılık yaratmıştır.
Kanun'a göre, impressum yükümlülüğünü düzenleyen 4. maddeye göre
basılmış eserlerde gösterilmesi öngörülen hususların gösterilmemesi veya
gerçeğe aykırı olarak gösterilmesi halinde, süreli yayınlarda müdür ve
sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili, süresiz yayınlarda ise yayımcı ve
adım ve adresini göstermeyen veya yanlış gösteren basımcı öngörülen adli
para cezası ile cezalandırılır.

Basın Kanununa göre, haber ajansları yayınları hariç, her türlü süreli
yayında ayrıca yayının türünün de gösterilmesi gerekmektedir. "Yayının
türü"nden maksat, süreli yayınların yaygın, bölgesel ve yerel yayın tür-
lerinden hangisinin kapsamında olduğudur. Yaygın süreli yayın, tek bir
basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle basılan ve her coğrafi bölgede
en az bir ilde olmak üzere, ülkenin en az yüzde yetmişinde yayımlanan
süreli yayın ile haber ajanslarının yayınlarını ifade etmektedir. Bölgesel
süreli yayın, Basın Kanunumuzda, tek bir basın-yayın kuruluşu tara-
fından aynı isimle basılan ve en az üç komşu ilde veya en az bir coğrafi
bölgede yayımlanan süreli yayın olarak tanımlanmıştır. Yerel süreli yayın
ise, "tek bir yerleşim biriminde yayımlanan süreli yayınlar ile haftada bir
veya daha uzun aralıklarla yayımlanan yaygın ve bölgesel yayın"dır (Bkz.
Basın Kanunum. 1/d, e, f).

2- Tevdi yükümlülüğü

a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk

Yayınlanan basılmış eserlerin yasaların saptadığı makam veya ku-


rumlara ücretsiz olarak gönderilmesi yükümlülüğü hemen bütün devlet-
ler tarafından kabul edilmiştir. Örneğin, İngiltere'de 1911 tarihli
ght Act'e göre, her basılmış eserin birer nüshasının British Museum ile
Oxford, Cambridge, Edinburg ve Dublin naşir tarafın­
fYHU.H.'-.,H,,

dan yollanması mecburidir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen naşir beş


paund'a kadar para cezası ile cezalandırılır. da Basın Kanu-
nunun 21. paragrafı gereğince, yayınlanan eserlerden birer nüshanın Vi-
yana'daki Ulusal Kütüphaneye ve Graz, Innsbruck, Viyana Üniversiteleri
Kütüphanelerine gönderilmesi zorunludur. Bu yükümlülüğe uymayanlara
beş bin Schilling'e kadar para cezası verilir. Alman Federe Devletleri Ba-
sın Kanunları da tevdi yükümlülüğünü öngörmüşlerdir. Örneğin, Nordr-
hein-Westfalen Federe Devleti Basın Kanununun 12. paragrafı, Aachen,
Düsseldorf ve Köln kentlerinde yayınlanan eserlerden birer nüshanın
164 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Bonn Üniversitesi Kütüphanesine, Arnsberg, Detmold ve Münster Üni-


versitesi Kütüphanesine ücretsiz olarak yollanması yükümlülüğünü koy-
muştur. Tevdi yükümlülüğünü yerine getirmeyen naşirlerin bu hareketle-
ri idari kabahat olarak cezalandırılır 136 •

Devletlerin böyle bir yükümlülük koymalarının nedeni, genellikle,


mali bir külfete katlanmadan ulusal kolleksiyon meydana getirme gerek-
sinimidir. Ancak, tevdi yükümlülüğünün tarihen ulusal kolleksiyon ge-
reksiniminden doğmadığını, basılmış eserlerin devlet otoritesi tarafından
izlenerek, zararlı bulunan yayınların alenıleşmesinin önlenmesi amacının
bu yükümlülüğün ortaya çıkmasında etkin olduğunu sanıyoruz. Basın­
da sansür rejiminin uygulandığı dönemlerde devlet otoritesinin basılmış
eserlere zamanında el koyması için böyle bir yükümlülüğün meydana
getirildiği söylenebilir. Örneğin, 1874 Alman İmparatorluk Basın Kanu-
nunun 9. paragrafı., dönemsel yayınların her sayısının naşir tarafından
polis makamlarına tevdi edilmesini öngörmüştü. Böylece bu hüküm po-
lise dönemsel yayınların düzenli olarak izlenmesi ve zararlı görülenlere
yayından önce el konulması olanağını vermiştir. Böyle bir amaca hizmet
eden tevdi yükümlülüğünün basında sansür rejiminin kalıntısı olduğu
kuşkusuzdur 137 . Bu hüküm sonradan Federal Almanya Cumhuriyeti Ana-
yasası'nın 5. maddesindeki «sansür yasağı» açısından önemli tepkilere
yolaçmış ve federe devletlerin yeni basın kanunları bu nitelikte bir tevdi
yükümlülüğü koymamışlardır.

Bugün özgürlükçü demokratik rejimlerde tevdi yükümlülüğü kural


olarak yalnız devlet ve üniversite kütüphanelerini mali külfete katlan-
madan besleme amacına hizmet etmektedir 138 . Çünkü basılmış eserlerin
polis makamları ve savcılıklara tevdi yükümlülüğün basın özgürlüğüne
gölge düşüren bir yükümlülük olduğu artık anlaşılmıştır.

136 Bu devletlerden başka, Fransa (21.6.1943 tarihli Kanun), İtalya (2.2.1939 tarihli
kanun), Monaco (3.1.1925 tarihli kanun), değişik biçimlerde tevdi yükümlülüğünü
öngörmüşlerdir. Buna karşılık, Hollanda ve Lüksemburg'da böyle bir düzenlemeye
rastlanmamakta, Amerika Birleşik Devletlerinde ise sadece resmi nitelikteki basıl­
mış eserler yönünden bu yükümlülük bulunmaktadır (LÖFFLER, II, s. 270).
137 LÖFFLER, II, s. 261-262.
138 Basılmış eserlerin devlet ve üniversite kütüphanelerine tevdi yükümlülüğünün
anayasalardaki «sansür yasağı»na ters düşmediği ve bu nedenle basın özgürlüğünü
zedelemediğibütün Alman doktrin ve uygulaması tarafından kabul edilmektedir
(Bkz.: SCHEER, s. 275).
BASIN REJİMİ 165

b) Türk hukukunda tevdi yükümlülüğüne ilişkin örnekler

aa) «Matbaalar Kanunu» ve «Basın Kanunu» gereğince tevdi


yükümlülüğü

5681 sayılı Matbaalar Kanununun 4. maddesi şöyledir: «Tabiler, bas-


tıkları eserlerden ikişer nüshasını basmanın sona erdiği günün çalışma
saati içinde bulundukları yerin Cumhuriyet Savcısı ile en büyük mülkiye
amirine vermeye mecburdurlar. Bu hüküm, cemiyet ve aile münasabetle-
rine taalluk eden ve ticaret ve sanat işlerine münhasır bulunan davetiye-
ler, ilan, formül, sirküler, kartvizitler ve yalnız seçim yerini ve zamanını
gösteren kağıtlarla adayların adlarını bildiren rey pusuluları gibi basılar
hakkında uygulanmaz". Aynı Kanunun 6. maddesine göre ise, bu
lülüğü yerine getirmeyenler C. Savcısı tarafından yüz Türk Lirasından
beşbin Türk Lirasına kadar idari para cezası ile cezalandırılır.

Yeni Basın Kanunu'nun "Teslim Yükümlülüğü" kenar başlıklı 10.


maddesi eski Basın Kanunu'nun 12/1. maddesinden farklı basımcı­
yı bastığı eserin imzalı iki nüshasını mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına
teslim etmekle (f: 1) yükümlü kılmıştır 139 . LVuıuu,c göre, bu

139 «5680 sayılı Basın Yasasının 12. maddesi uyarınca mevkutenin Cumhuriyet Savcı­
lığına ve mülki amirliğe verilmesi görev ve sorumluluğunun tabi'ye ait olduğu ve
aynı Yasanın 8. maddesi uyarıncada verilecek beyannamede bulunması zorunlu un-
surlar arasında tabiin (yayının bastırılacağı matbaanın) adı ve adresinin yer alma-
dığı gözetilmeden çıkarılan mevkutenin sahibi durumunda olan sanığın beraati ye-
rine mahkfurıiyetine karar verilmesi yasaya aykırıdır.» (Yargıtay 7. CD., 26.12.1989,
E. 1499/K. 13168); (YENİSEY-ÖZEL, 3); «.... Matbaasının sahibi ve sorumlusu olan
sanığın matbaasında bastığı ..... adlı mevkutenin 22.7.1975 günlü nüshasından iki-
şer adedini C. Savcılığı ile o yerin en büyük mülkiye amirliğine zamanında verme-
mekten ibaret bulunan eyleminin 5680 sayılı Kanunun 12. ve 24. maddelerinde
yazılı suçu teşkil eylediği düşünülmeden yazılı madde (Matbaalar K m. 4, 6., TCK
m. 533). ile mahkum edilmesi bozmayı gerektirmiştir.» (Yargıtay 2. CD., 9.2.1976, E.
636/K. 1054; YKD. Ağustos 1977, s. 1155-1156). 2950 sayılı Kanunla yapılan değişik­
likten önce Basın Kanununun 24. maddesi sadece hafif para cezası öngörmekteydi.
Matbaalar Kanununun dönemsel olmayan yayınlara ilişkin tevdi yükümlülüğünün
yerine getirilmemesi durumunda TCK 533. m.sine yollama yaparak para cezasının
yanı sıra hafif hapis cezasını da öngörmesi karşısında, Kanun Koyucunun iki tür
yayın arasında böyle garip bir fark yaratmasını kitabımızın birinci basısında eleş­
tirmiştik. 2950 sayılı Kanun, Basın Kanununun 24. maddesine hapis cezası koyma-
sına karşın, cezaların miktarı bakımından farklılık devam etmektedir. «5680 sayılı
Yasanın 12 ve 24. maddeleri birlikte mütalaa edildiğinde tabi hakkında neşredilen
ve tevdi edilmeyen her nüshadan dolayı hafif para cezası hükınolunması öngörüldü-
ğü dikkate alınarak sanık hakkında yasadaki had arasında ceza tayini gerekirken
yayınlanan miktar kadar ve misli artırma ile mahkumiyet hük..rnü tesisi yasaya
aykırıdır» (Yargıtay 7. CD., 28.5.1980, E. 2397/K. 2609; YKD., Şubat 1981, sayı 2, s.
249).
166 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

basılmış eserin içerik ve biçim yönünden herhangi bir değişikliği içeren


daha sonraki basımları ile tıpkı basımları için de geçerli olup (f: 2), basım­
cıya bu yükümlülüğünü yerine getirdiğine dair bir alındı belgesi verilir
(f: 3). 5187 sayılı Basın Kanunumuzun 17. maddesi Kanunun belirtilen
10. maddesine göre teslim yükümlülüğünü yerine getirmeyen basımcının
bu eylemini adli para cezası yaptırımını gerektiren suç saymıştır. Görüle-
ceği üzere, Matbaalar Kanunu dönemsel olmayan yayınların basıldıktan
ve 5680 sayılı eski Basın Kanunu da dönemsel yayınların yayınladıktan
hemen sonra savcıların ve en büyük mülkiye amirlerinin eline geçmesi-
ni sağlamak istemiş ve böylece bu mercilerin suç teşkil eden eserler için
gerekli önlemleri almalarına olanak hazırlamıştı 140 . Kitabımızın birinci
basısında basın özgürlüğü ile bağdaştıramadığımız bu durumu şu şekilde
eleştirmiştik: «Özellikle dönemsel olmayan yayınlarda, eser nüshalarının
basımın sona erdiği günün çalışma saati içinde, yani yayından önce, dev-
let otoritesine tevdi edilmek zorunluluğunun bulunması, basının yayından
önce denetlenmesi demektir. Böyle bir kontrol ise, yukarıda da belirttiğimiz
gibi, sansür rejiminin kalıntısından başka bir şey değildir. Gerçekten uy-
gulamada basın savcılıkları bütün basılmış eserleri kontrol durumunda
kalmakta ve bu işlemi çoğu kez tayin ettikleri bilirkişilere yaptırmakta­
dırlar. Böylece, iyi niyetle davransalar dahi, basın savcılıklarının bu faa-
liyeti adeta sansür heyetlerinin çalışmalarını andırmaktadır. Bu nedenle,
Anayasamızın çok olumlu biçimde ve ayrıntılı olarak düzenlediği basın
özgürlüğüne gereksiz yere gölge düşüren Matbaalar Kanununun ve Basın
Kanununun bu hükümlerinin kaldırılmasından yanayız. Özgürlükçü de-
mokratik rejimlerin hiç birinde gereksinim duyulmayan böyle hükümlere
en aşağı bu rejimlerdeki kadar özgürlükçü anayasal düzene sahip devle-
timiz de gereksinim duymamalıdır» 141 • Ne yazıktır ki, yeni Basın Kanunu

° Ceza İşleri Genel Müdürlüğü C. Savcılıklarına gönderdiği genelgelerle, savcılık­


14

ların, 5680 sayılı eski Basın Kanununun 12. maddesi gereğince kendilerine tevdi
edilen dönemsel yayınların birer nüshasını aynı gün içinde Adalet Bakanlığına yol-
lamalarını istemekteydi: «Basın Kanununun 12. maddesi uyarınca, C. Savcılığına
tevdi edilen mevkutelerin birer nüshasının aynı gün içerisinde ve en seri vasıta
ile Bakanlığa gönderilmesinin usul ittihazına dair 18.11.1964 gün ve 19/77 tamim
hükümlerine bazı C. Savcılıklarınca riayet edilmediği görülmektedir. Mezkur ta-
mim hükümlerinin yerine getirilmesinde azami dikkat ve hassasiyetin gösterilme-
si.» (CİGM., 17.5.1967 tarih ve 6/45 sayılı genelgesi; Mütalaa ve Tamimler, Adalet
Bakanlığı Yayınlan, Ankara 1976, s. 44; aynı nitelikte: s. 15).
141
Bu konuda aynca bkz.: İÇEL, K. : Basılı Eserleri Savcılığa Verme Sorunu ve Basın
Özgürlüğü (Milliyet Gazetesi, 29 Kasım 1978). Mevzuatımızdaki bir başka tevdi yü-
kümlülüğü de 3266 ve 3445 sayılı kanunlarla değiştirilmiş, 21.6.1927 tarih ve 1117
sayılı «Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu» nun 6.3.1986 tarih ve 3266
Sayılı kanunla değişik 8. maddesinde bulunmaktadır. Bu maddeye göre «Basılmış
eserler ile mevkutenin her nüshasından ikişer adedi, neşri takip eden çalışma gü-
BASIN REJİMİ 167

bu vurgulamalarımızı hiç dikkate almayarak, basılmış eserlerin Cumhu-


riyet Savcılıklarına tevdi yükümlülüğüne yer vermiştir.

bb) «Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu»


gereğince tevdi yükümlülüğü
6279 sayılı ve 22.02.2012 tarihli142 Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserle-
rini Derleme Kanunu hemen her devlet tarafından öngörülen ulusal ko-
leksiyon amacına yönelik tevdi yükümlülüğünü düzenlemektedir. Aşağıda
bu kanunun hükümlerinden söz edilecektir 143 .
Kanunun 1. maddesine göre, «Bu kanunun amacı, ülkemizin kültürel
varlığı ile bilgi birikimini oluşturan fikir ve sanat eserlerinin basılmış veya
çoğaltılmış nüshaları ile ikili ya da çok taraflı anlaşmalar uyarınca yurt
dışında basılan veya çoğaltılan fikir ve sanat eserlerinin etkin, sağlıklı ve
eksiksiz bir biçimde toplanması, gelecek kuşaklara aktarılması, elverişli
ortamlarda saklanması, korunması, düzenlenmesi ve toplumun bilgi ve
yararına sunulmasına ilişkin esasları belirlemektir. - Bu kanun uyarınca
derlenen eserler kütüphane ve arşiv hizmetlerine yöneliktir.».
Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde basılan veya çoğaltılan kitap,
gazete, dergi, afiş, kartpostal gibi basılmış eserlerde gerçek veya tüzel kişi
yayıncı, yayıncının olmadığı durumda basıınevi ya da matbaa tevdi ile
yükümlüdür. Bilgisayar, müzik ve video cihazlarında kullanılmak üzere
üretilmiş ses, görüntü ve veri içeren optik ve manyetik ortamlara kay-
dedilerek çoğaltılmış eserler ile elektronik ortamda üretilerek kullanıma
sunulmuş elektronik yayınlarda ise yapımcı ve üretici gerçek ya da tüzel
kişi ürettiklerini tevdi etmek yükümlülüğündedir. Kanun ayrıca, prospek-

nünde bir alındı belgesi karşılığında Kurul Başkanlığına gönderilir. Ankara dışın­
da basılan eserlerin postaya verildiği tarih esas alınır. Bu madde hükmünü yerine
getirmeyenler hakkında 5680 sayılı Basın Kanununun 24'üncü maddesinde belirti-
len ceza hükümleri uygulanır.». Başbakanlık bünyesinde oluşturulan yetkili kurula
tevdi etmeyi öngören bu hüküm tevdi yükümlülüğüne tabi olan kişiyi göstermemiş­
tir. Kanunun diğer hükümlerine bakıldığında sahip ve sorumlu müdürlere bu yü-
kümlülüğün yüklendiği sonucuna ulaşılabilmektedir. Küçükleri zararlı yayınlardan
korumak amacını güden bu çeşit kanunlara yabancı ülkelerde de rastlanmaktadır.
Örneğin Federal Almanya'da 29.4.1961 tarihli «Gesetz über die Verbreitııng jugend-
gefahrdender Schriften» adlı kanun, küçükler için tehlike olabilecek yayınların bir
listeye alınacağını belirtmekte ve bu yayınların küçüklere zararlı etki yapmaları­
nı engelleyecek önlemleri düzenlemektedir. Küçükleri zararlı yayınlardan koruma
amacına yönelik olan lll 7 sayılı kanundaki tevdi yükümlülüğünü, sözü geçen amaç
çerçevesinde olumlu karşılamaktayız.
142
RG.29.2.2012, No.:28219.
14 3
' Tevdi yükümlülüğünü düzenleyen 2527 sayılı ve 21.6.1934 tarihli Basma Yazı ve
Resimleri Derleme Kanunu 6279 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.
168 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tüsleriyle birlikte blok veya tek olarak pul ve kağıt paraların ve harita,
plan ve krokilerin de tevdi edilmesini öngörmüştür. Bu sonuncularda tevdi
yükümlülüğü çoğaltma işlemlerini yapan gerçek ya da tüzel kişiye aittir.

6279 sayılı kanun Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışındaki bazı eseri


de derleme kapsamına almıştır. Kanunun 5. maddesine göre, yürürlükteki
kanunlar ile ikili ya da çok taraflı anlaşmalar uyarınca, yabancı uyruklu
gerçek ya da tüzel kişilerin Türkiye'deki kütüphane, müze, arşiv ve belge-
lerden yararlanarak hazırlamış oldukları eserler ile ülkemizde yaptıkla­
rı arkeolojik kazı ya da araştırmaların yöntem ya da sonuçlarına ilişkin
olarak yurt dışında yayımlamış veya çoğaltmış oldukları eserler derleme
kapsamındadır. Bunlarda derleme yükümlüsü eserleri hazırlayan gerçek
veya tüzel kişilerdir. Bunun gibi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde fa-
aliyet gösteren derleme yükümlülerinin yurt dışında basımını ve çoğal­
tılmasını gerçekleştirdikleri eserlerde de bu yükümlülükleri devam eder.

Derleme işleri Kültür ve Turizm Bakanlığınca yürütülür. Derleme iş­


lemlerinin ve derleme ile amaçlanan hizmetlerin etkin bir biçimde yürü-
tülebilmesine ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle 144
belirlenir.

Kanunun 8. maddesi uyarınca, eserler bu maddede gösterilen çerçeve


içinde türlerine göre ve belirtilen sayıda kütüphanelere 145 gönderilir.

Kanunda yer alan sorumluluklarını yerine getirmeyen derleme yü-


kümlüleri hakkında derlemenin yapıldığı yerdeki mülki amirlikçe 5326
sayılı Kabahatler Kanunu çerçevesinde idari para cezası verilir

cc) «Basın-İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun» gereğince tevdi


yükümlülüğü

195 sayılı ve 2.1.1961 tarihli Basın-İlan Kurumu Teşkiline Dair Ka-


nunun 47. maddesi gereğince, Kurumun şubesi bulunan yerlerde yayınla­
nan gazete ve dergilerin ilan veya reklam içeren nüshalarından ikişer ta-
nesinin ilan veya reklamın yayınlandığı gün, Kurum Genel Müdürlüğüne
gönderilmek üzere o yerdeki şubesine makbuz karşılığında tevdii mecbu-
riyeti vardır. Kurumun şubesi bulunmayan yerlerde yayınlanan dergile-
rin de ikişer nüshalarının Kurum Genel Müdürlüğüne gönderilmek üzere
mahalli valiliğe tevdi edilmeleri gerekir.

144 Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Yönetmeliği (RG.18.8.2012, No.:


28388).
145 Maddede öngörülen kütüphaneler: Milli Kütüphane, İstanbul Beyazıt Devlet Kü-
tüphanesi, TBMM Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, İzmir Milli
Kütüphane Vakfı Kütüphanesi, Ankara'da Bakanlıkça belirlenecek bir Kütüphane.
BASIN REJİMİ 169

Basın-İlan Kurumunun verdiği ilan ve reklamlarla Kurumca verilme-


yen ilan ve reklamların hesabına ve bunların kimin tarafından verildiği­
nin saptanmasına yarayan bu yükümlülük de kanımızca basın özgürlüğü­
ne aykırı değildir.
§ 2. DÖNEMSEL YAYINLAR

A. KAVRAM VE KARŞILAŞTIRMALI HUKUK

Basın
faaliyetinin maddi konusunu ve ürününü oluşturan basılmış
eserler yayınlanma biçim ve zamanlan yönünden ikiye ayrılırlar. Bir kı­
sım basılmış eserler belirli zamanlarda ve sürekli olarak yayınlandıkları
halde, diğer basılmış eserler bu nitelikte değillerdir. İşte belirli zamanlar-
da ve sürekli olarak yayırıJanan basılmış eserler Basın Kanunları tarafın­
dan bu niteliklerini gösterecek biçimde adlandırılmaktadır.

Alman Basın Hukuku'nda bu tip basılmış eserleri diğerlerinden ayır­


mak için kullanılan terim «Periodische Druckwerke» yani «periyodik ba-
sılmış eserler» terimidir. Basın Kanunumuz (m. 2/c) ise, bu çeşit basılmış
eserleri «süreli» terimi ile belirtmiştir. Daha önceki Basın Kanunumuzda
(m. 3) kullanılan «Mevkute» teriminin günümüzün Türkçesine çok yabancı
olduğunu sezinleyen 1961 Anayasası yapıcısı bu terimi kullanmaktan ka-
çınarak, «gazete ve dergiler» terimi ile «mevkute»leri ifade etmek istemişti.
Ancak «gazete ve dergiler» teriminin tüm «mevkut» yayınlan ifade edebi-
lecek nitelikte olmadığı açıktır. Durum böyle olunca, 1961 Anayasasının
«mevkut» yayınlardan sadece gazete ve dergileri güvence altına aldığı, di-
ğer mevkutelerin ise anayasal güvenceden yararlanamayacağı şeklinde
bir yorum tehlikesi ile karşılaşabileceğini dikkate alarak, basın yapıtla­
rının gazete, dergi, kitap ve broşürden ibaret sayılamayacağını ve «mev-
kut-gayri mevkut neşriyat» teriminin Türkçeleştirilmesi çabasının sonucu
olduğu anlaşılan sözü geçen terimlere basın özgürlüğünün sınırlanması
amacı ile dayamlmaması gerektiğini kitabımızın birinci basısmda belirt-
miştik1.

Biz de «mevkut-gayrı mevkut neşriyat» teriminin günümüzün Türkçe-


sine çok yabancı kaldığını kabul etmekte ve bu çeşit yayınlan belirtmek
amacı ile «periyodik yayınlar» teriminden esinlenerek «dönemsel yayınlar»
terimininin kullanılmasının daha yerinde olduğunu düşünmekteyiz. Öyle
sanıyoruz ki, sözü geçen yayınların belirgin özelliğini yansıtan bu terim
Türkçemizin bu alandaki gereksinimini karşılamaktadır. 1982 Anayasa'sı

1 Bu konuda ayrıca bkz.: Yukarıda § 1. C. I, 1.


BASIN REJİJ'ıı:Iİ 171

ise, bu konuda «süreli-süresiz yayınlar» terimini kullanmıştır. Sözü geçen


yayınların niteliğini tam olarak göstermemekle birlikte, basın özgürlüğü
açısından tehlikeli olabilecek yorumların bu terimlerle önlenmesi yerinde
olmuştur.

Yeni Basın Kanunu da bu yönden Anayasayı izlemiştir.

Yabancı basın kanunlarında süreli nitelikteki basılmış eserler tanım­


lanmıştır. Örneğin Alman Federe Devletleri Basın Kanunları dönemsel
basılmış eserleri «gazeteler, dergiler ve düzenli olmasa dahi, altı aydan
çok olmayan zaman aralıkları ile sürekli şekilde yayınlanan diğer basıl­
mış eserler» (Örneğin, Baden - Württemberg Basın Kanunu § 7, fıkra
şeklinde tanımlamışlardır. Avusturya Basın~=-""~-""~ 2. paragrafının
2. fıkrası da «dönemsel basılmış eserler, en üç aylık zaman aralıkları
ile sürekli olarak yayınlanan basılmış eserlerdir» tanımı ile dönemsel ya-
yınlan genel olarak belirttikten sonra, ay.ı:n paragrafın 3. fıkrası gazete
ve dergiler hakkında «belirli bir kişi çevresine bağımlı olmayan dönemsel
basılmış eserler» şeklinde bir tanım vermiştir. Fransa'da 28.8.1944 tarihli
Ordonnance'in 2. maddesi ise, düzenli aralıklarla ayda en az bir kez ya-
yınlanan gazeteleri, magazinleri, risaleleri ve haber bültenlerini dönemsel
basılmış eser saymış, fakat bilimsel ve sanatsal nitelikte olan veya teknik
ya da uzmanlık dallarına ait bulunan basılmış eserleri dönemsel yayın
kavramına sokmamıştır 2 .

Dönemsel yayınlan diğer yayınlardan ayıran basın kanunları yal-


nız bu çeşit yayınlarda uygulanabilen bazı özel hükümler koymuşlardır.
Bu hükümlerin başında, bir sorumlu yazı işleri müdürünün bulunması
ve bunun adının ve adresinin basılmış eserde gösterilmesi yükümlülüğü
gelmektedir. Yayınlanan ücretli ilanların «ilan» kelimesi ile belirtilmesi
zorunluluğu, cevap ve düzeltme hakkı, farklı bir tevdi yükümlülüğü, ceza
sorumluluğunda yazı işleri müdürünün ön sırada bulunması gibi düzenle-
meler de yalnız dönemsel yayınlara ilişkindir 3 •

Dönemsel nitelikteki basılmış eserlerin kanunlar tarafından diğer


yayınlardan ayrılarak özel hükümlere bağlanmasının nedenini, bu tür ya-
yınların kitleler üzerindeki etkinliğinde aramak gerekir. Dönemsel yayın­
lardan özellikle gazete ve dergilerin, konularının güncel nitelik taşıması,
geniş tiraj esasına dayanmaları, zengin içeriklerine karşın fiyatlarının
düşük olması gibi özellikleri, bunların geniş kitleler üzerindeki etkinli-
ğini sonuçlamakta ve bu durum bazen toplum için tehlikeli olabilecek bir
düzeye çıkabilmektedir. Anonim nitelikteki yazılar dönemsel yayınların

2
LÖFFLER, II, s. 151.
3
LÖFFLER, II, s. 148.
172 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

gücünü daha da arttırmakta ve bu büyük gücün kötüye kullanılması ola-


nağını çoğaltmaktadır. İşte bu nedenle, bütün basın mevzuatına dönemsel
yayınların olumsuz etkilerini önleyecek ayrıntılı hükümler konmakta ve
böylece dönemsel yayın faaliyetinin toplum için zararlı olmayacak bir bi-
çimde sürdürülmesinin sağlanması amacı güdülmektedir.

B. TÜRKİYE'DE DÖNEMSEL YAYINLAR

I.Tanım

5680 sayılı Basın Kanunumuzun 3. maddesinin 1. fıkrası, «gazetele-


re haber ajansı neşriyatına ve belli aralıklarla yayınlanan diğer basılmış
eserlere bu Kanunda -mevkute- denir» şeklinde dönemsel yayınlan ta_11ım­
lamıştı. Kanunumuzun bu tanımı ile karşılaştırmalı hukukta raslanan
dönemsel yayın tanımları arasında bazı farklar dikkati çekmekteydi. Bu
farklardan ilki, Kanunumuzun «gazete» ve «haber ajansı yayınları»nı başlı
başına göstermesine karşılık, «dergiler»den ayrıca söz etmeyerek, bunları
diğer dönemsel yayınlar arasına sokmasıydı. Yabancı basın kanunları ise,
genellikle gazetelerle birlikte dergileri de ismen dönemsel yayın olarak
göstermekte ve ondan sonra dönemsel yayınlar hakkında genel bir tanım
vermektedirler. İkinci fark ise, genel tanımda belli aralıklarla yayınlanan
bütün basılmış eserleri dönemsel yayın saymakta ve bu konuda bir sınır­
lama yapmamaktaydı. Böylece, günlük, haftalık, aylık, yıllık ve hatta daha
uzun dönemli yayınlar da dönemsel yayınlara özgü rejime tabi tutulabil-
mekteydiler. Buna karşılık, yabancı kanunlar yayın dönemleri bakımın­
dan azamı bir süre koymakta ve bu süreyi aşan dönemlerde yayınlanan
basılmış eserleri dönemsel olmayan yayınlar rejimine bağlanmaktadırlar.
Bu süre örneğin Fransa'da bir ay, Avusturya'da üç ay, Almanya'da ise altı
aydır.

Kitabımızın 5187 sayılı Basın Kanunundan önceki basılarında bu ko-


nuya ilişkin olarak görüş ve önerilerimizi şöyle açıklamıştık:

"Kanımızca, karşılaştırmalı hukukta görülen süre sınırlaması yerin-


dedir. Çünkü, dönemsel yayınların özel bir rejime tabi tutulmalarının ne-
deni, daha önce belirttiğimiz gibi, bunların kitleler üzerindeki büyük etkin-
likleri olup, çok uzun zaman aralıkları ile yayınlanan basılmış eserlerde
bu etkinlik ancak dönemsel olmayan yayınlar kadardır. Örneğin, yıllık
şeklinde yayınlanan bir dönemsel basılmış eserin bir günlük gazete ya da
haftalık dergi ile aynı rejime tabi tutulması, sözgelimi süreli yayınlara ait
ceza sorumluluğu esaslarına bağlanması, cevap ve düzeltme hakkı ile ilgili
hükümlerin kapsamına sokulması bizce gereksiz ve anlamsızdır. Bu ne-
denle bizde de dönemler bakımından hiç olmazsa altı aylık bir sınırlama
BASIN REJİMİ 173

konulması, dönemsel yayınlara ilişkin özel rejimle güdülen amaca uygun


düşecektir."

Daha sonra kabul edilerek yürürlüğe giren 9.6.2004 tarih ve 5187 sa-
yılıyeni Basın Kanunu, öncelikle "süreli yayın" diye ifade ettiği dönemsel
yayınları yeniden tanımlamış ve kendi içinde bazı türlere ayırmıştır. Ba-
sın Kanunu'nun 2/c maddesine göre, dönemsel yayın, belirli aralıklarla
yayımlanan gazete, dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınla­
rını ifade etmektedir. Dönemsel yayınlar, Kanunda kendi içlerinde yaygın
süreli yayın, bölgesel süreli yayın ve yerel süreli yayın olarak türe ay-
rılmıştır (bkz. m. 2/d,e,f).

Bu yeni düzenlemeler karşısında, yukarıda açıkladığımız ve karşılaş­


tırmalı hukukla basın hukukumuz arasındaki iki farkın esas itibariyle
ortadan kalkmış olduğu görülmektedir. Bu yeni düzenlemede, hem dönem-
sel yayınlar içerisinde dergilerin de ayrıca zikredildiğini hem de dönemsel
yayınların türlerine göre farklı tanımlar içerdiğini ve kısmen de olsa farklı
rejime ve hukuksal sonuçlara tabi tutulduğunu görmekteyiz. Fakat, bu
konuya ilişkin önerilerimizin tamamen gerçekleştirilmediğini, sorumlu-
luk açısından bu dönemsel yayınlar arasında sistem farkı yaratılmadığını,
yalnızca ceza miktarlarında, cevap ve düzeltme hakkı açısından sürelerde
küçük bir farklılık yaratıldığını görmekteyiz.

1- Genel Olarak

Dönemsel yayınlardan4 söz edebilmek gerekli olan koşulları bir


yandan Basın Kanunumuzun verdiği tanımdan, diğer yandan dönemsel
yayınların genel niteliğinden çıkarabiliriz. Bu koşullar her dönemsel yayın
bakımından aranması gereken «süreklilik» ve «bağımsızlık» koşullarıdır.

Yabancı basın rejimlerinde dönemsel yayınlar için diğer bazı koşul­


lar da aranmaktadır. Örneğin, dönemlerin belirli sürelerle sınırlı olması
(hemen bütün basın rejimleri) ve basılmış eserin sırf bilimsel, sanatsal
nitelikte olmaması veya teknik ya da uzmanlık dallarına ait bulunmama-

4
Burada belirtelim ki, yeni Basın Kanunu dönemsel olmayan yayını (süresiz yayını)
tanımlarken (m.2/h) "Armağan" niteliğindeki kitaptan aynca söz etmiş ise de, biz-
ce bu açıklama gereksiz ve dolayısıyla hatalı bir ifade biçimidir. Çünkü, armağan
denilen yayın türü zaten "kitap" olup (İÇEL, Basın Kanunu Tasarısı, s. 42), aynca
belirtilmesinin bir anlamı ve işlevi bulunmamaktadır. Armağanların da kitapların
tabi olduğu rejim kapsamında oldukları kuşkusuzdur. Buna karşılık, dönemsel ya-
yınların bir sayısı "Armağan" olarak yayınlanmışsa, yasadaki sözü geçen tanımla­
maya karşın, dönemsel yayın niteliğini yitirmeyecektir.
174 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sı (Fransız basın rejimi) bir eserin dönemsel yayın sayılması için gerekli
görülmektedir.

Basın
Kanunumuz ise, yabancı mevzuatta rastlanan bu koşullan ara-
mamıştır. Bunun gibi, bir dönemsel yayının genel dağıtıma konu olması da
basın rejiminin aradığı bir koşul değildir. Örneğin bir dernek veya şirketin
sürekli olarak yayınlayarak sadece üyelerine yolladığı basılmış eserlerin,
genel dağıtıma konu teşkil etmemesi, bu eserlerin dönemsel yayın sayıl­
masına engel olmamalıdır 5 • Ancak gazete ve dergiler gibi nitelikleri gereği
dönemsel olan yayınlarda genel dağıtım bunların belirgin özelliğidir.

2- «Süreklilik» koşulu

Dönemsel yayınların tümünün başlıca özelliği, bunların süreli olma-


larıyani sürekli biçimde yayınlanmalandır. Basın Kanunumuz bu koşulu
«belli aralıklarla yayınlanma» olarak belirtmiştir. Kanımızca bu koşulun
«gazeteler» ve «haber ajansı» yayınlarında da aranacağı. kuşkusuzdur 6 • Ka-
nunların, gazete ve haber ajansı yayınlarında ve keza dergilerde bu koşul­
lardan ayrıca sözetmemelerinin nedeni, sürekliliğin bu çeşit yayınlarda
niteliklerinin doğal sonucu olmasıdır.

Sürekliliği mutlak bir devamlılık niyeti şeklinde anlamamak gerekir 7.


Dönemsel yayında bulunanda böyle mutlak bir devamlılık amacı olmasa
dahi, yayının dönemselliği süreklilik koşulunun gerçekleşmesi için yeter-
lidir. Fakat yayının önceden belirli bir süre ile sınırlanması halinde sü-
reklilikten söz edilemez. Sözgeliıni bir derginin genel seçim mücadelesi
sırasında yayınlanmak üzere çıkarılması halinde süreklilik yoktur 8 . Buna
karşılık, uzun olsa dahi belirli zaman aralıkları ile çıkarılan yayınlar sü-
reklilik niteliğine sahiptir.

Süreklilik takvime uygun bir düzenlilikle sınırlanamaz 9 • Be-


koşulu
lirli aralıklarla çıkacak olan bir basılmış eserin sadece birinci sayısının
yayınlanması ve diğer sayılarının yayınlanmaması o ilk sayının dönem-
sel yayın sayılmasına engel değildir 10 . Esasen yabancı basın kanunlarının

5
Farklı görüş: DÖNMEZER, Basın, s. 275. Fakat dağıtım yapan derneğin gizlilik ira-
desi ile hareket etmesi halinde «yayın» unsurunun gerçekleşmeyeceğini daha önce
belirtmek fırsatını bulmuştuk (bkz.: yukarıda C. II, 2, a).
6
Farklı görüş: DÖNMEZLER, Basın, s. 275.
7
Farklı görüş: v. LISZT, s. 20.
8
LÖFFLER, II, s. 148-149.
9
LÖFFLER, II, s. 149; SCHEER, s. 46; DÖNMEZER, Basın, s. 275; DÖNMEZER -
BAYRAKTAR, s. 298-299.
10 ERMAN-ÖZEK, m. 3, no. 4. «Suç konusu yazıda sahip ve müdürü, yıl ve sayısının
BASIN REJİMİ 175

çoğu, dönemsel yayınların


düzensiz olmalarının süreklilik niteliğini orta-
dan kaldırmayacağım belirtmektedir. Bizim Kanunumuz bakımından da
aynı sonuca varmamak için bir neden yoktur.
Dönemsel yayınların düzensizliği bazen dönemselliği sona erdirebilir.
Örneğin dönemsel olarak yayınlanmaya başlayan bir basılmış eserin pa-
rasal sorunlardan dolayı dönemsel olmayan niteliğe bürünmesi mümkün-
dür11. Fakat bu durumlarda her bir nüshanın dönemsel yayın niteliğinde
olmadığı ayrı ayrı saptanmalıdır. Sözgelimi dönemsel olarak çıkmaya
başlayan bir derginin ilk sayısında bu nitelik bulunduğu halde, sonraki
nüshalarda dönemsellik ortadan kalkmışsa, derginin iL"k sayısı hakkında
dönemsel yayınlar rejimi yine de uygulanabilir.

3- «Bağımsızlık» koşulu

Basılmış eserlerin dönemsel nitelikte kabul edilebilmeleri için, sürek-


lilik yeterli olmayıp, basılmış eserin yayınlanan her sayısının diğer sayı­
lardan bağımsız olması da şarttır. Sözgelimi bir ansiklopedinin formaları
dönemsel olarak yayınlansa, bu durum ansiklopedinin dönemsel yayın ol-
duğunu göstermez 12 . Bağımsızlığın uu.,u.Lu,cıwuı,,u,uu saptanması
için her sayısının genel karakterine bakmak gerekir. Örneğin bir romanın,
derginin değişik sayı.larında sürekli olarak , ••.. -.,.••,.~~, her sayının ge-
nel bağımsızlık karakterini bozmaz 13 .

III. Dönemsel yayın türleri

1- Gazeteler

Basın Kanununun 2/c. maddesinde gösterilen dönemsel yayınlardan


ilki gazetelerdir. Fakat kanun hangi dönemsel yayınların gazete sayılaca­
ğını belirtmiş değildir.

Türk Dil Kurumunun yayınladığı Türkçe Sözlük14 gazeteyi, «her tür-

gösterilmesine ve haber kısmından da belirli aralıklarla çıkarılacağının anlaşılma­


sına rağmen mevkute yerine bildiri olarak kabulü ile yazılı maddelerle hüküm tesi-
si kanuna aykırıdır» (Yargıtay 7. CD., 30.3.1976, E. 2557/K. 2987; Y.KD., Mayıs 1977,
sayı 5, s. 632).
11
LÖFFLER, s. 149.
12
DÖNMEZER, Basın, s. 275; LÖFFLER, II, s. 149.
13 KITZINGER, s. 42.
14
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınlan, Sayı: 293, 5. Baskı, Ankara 1969, s. 280.
Ana Britannica (Cilt 9, s. 322) ise şöyle bir tanım vermiştir: «Kamuoyunun ilgisini
çeken güncel konulara ilişkin haber, görüş ve bilgi veren, genellikle günlük ya da
haftalık düzenli yayın».
176 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lü okuyucuya, politika, ekonomi, kültür ve daha başka konularda haber


ve bilgi vermek üzere belirli zaman aralıklarıyla çıkarılan, büyük boyut-
lu, basılı kağıt» şeklinde tanımlamış ve «gazetelerin çoğu gündelik olur»
demiştir. Elster'in basın hukukuna ilişkin sözlüğünde 15 ise şu tanım yer
almaktadır: «Bir ekonomik teşebbüs tarafından, mekanik yolla çoğaltıla­
rak, düzenli biçimde ve kısa zaman aralıkları ile sürekli olarak yayınla­
nan basılı kağıtlardan oluşan ve her şey ile ilgili, özellikle güncel konuları
kapsayan içerikli bir yayındır» 16 . Bu tanımlardan yararlanarak, gazeteye
özgü nitelikleri yayın şekli ile ilgili nitelikler ve içerik ile ilgili nitelikler
olarak ikiye ayırabiliriz.
Gazetenin, yayını ile ilgili nitelikleri, kesin ve genellikle çok kısa za-
man aralıkları ile çıkması, mekanik olarak veya diğer modern matbaa-
cılık yöntemleri ile çoğaltılması ve genel dağıtıma konu teşkil etmesidir.
İçeriğine ilişkin nitelikleri ise, verdiği haberlerin ya da işlediği konuların
herkesle ve her şeyle ilgili olması ve güncel nitelikte bulunmasıdır 17 •

2- Dergiler
Basın Kanununun süreli yayınlar içerisinde ismen belirttiği ikinci dö-
nemsel yayın türü dergilerdir.
Türkçe Sözlükı 8 dergiyi şöyle tanımlamıştır : «Siyaset, edebiyat, teknik
gibi sanat ve bilimle ilgili konuları gazeteden daha sıkı bir yolla inceleyen
ve gündelik olmayan süreli yayın.». Bu tanımın geçerliliğini değerlendire­
bilmek için öncelikle gazeteler ile dergiler arasındaki nitelik farkını sap-
tamak gerekir.
Dergiler ile gazeteler arasındaki nitelik farkı tartışmalıdır. Löffler 19 ,
dergilerin «güncel olaylar hakkındaki günlük haber verme» özelliğinden
yoksun olduğunu belirterek dergi ile gazete arasındaki farka değinmekte­
dir. Bu yazara göre, «belirli özel sorunları ve olayları yazı ve resim şeklinde
ele alması» dergiye özgü niteliktir. Buna karşılık Scheer 20 , yayının günlük
olup olmamasına önem vermemekte ve yayının faaliyet alanına bakarak

15 ELSTER, A. : Pressgewerbe und Presserecht in Handwörterbuch der Staatwissensc-


haften von Elster, Weber, Wisser, Jena 1925, s. 1160, 1161.
16 LÖFFLER (I, s. 157) ise gazeteyi «bütün güncel olaylar veya yaşamın belirli kesim-
leri hakkında günlük tarzında sürekli olarak aleni haber veren bir dönemsel yayın»
şeklinde tanımlamaktadır.
17
Bkz.: SCHEER, s. 245; DÖNMEZER, Basın, s. 276; DÖNMEZER-BAYRAKTAR,
s.299.
18
Türkçe Sözlük, s. 195.
19 LÖFFLER, I, s. 157.
20 SCHEER, s. 245.
BASIN REJİMİ 177

bir derginin mi yoksa gazetenin mi sözkonusu olduğunu saptamaktadır.


Bu yazarın düşüncesine göre, gazetelerin bütün toplumsal yaşantıya iliş­
kin sınırsız haber verme özelliklerine karşılık, dergilerin toplumsal yaşan­
tının belirli bir alanı ile ilgili bulunmaları, bu iki yayın türü arasındaki
başlıca farktır.

Kanımızca, gazeteler ile dergiler arasındaki fark yönünden her iki


müellifin görüşlerinde de gerçeklik payı vardır. Gerçekten, dergiler genel-
likle belirli bir yaşantı alanını ilgilendiren ve günlük haber verme fonksi-
yonu olmayan yayınlardır. Yani bir dergi bir gazeteden daha kısa zaman
aralıkları ile yayınlansa dahi, ancak uğraşı alanına giren konular üzerin-
de durur ve toplumsal yaşantının diğer alanlan ile ilgilenmez. Bundan
dolayıdır ki, sözgelimi radyo ve televizyon programları ile ilgili bir dönem-
sel yayın her gün yayınlansa da gazete olmayıp dergi niteliğindedir. Buna
karşılık Batı Avrupa ülkelerinde gazetelerin hafta sonları yayınlanan cu-
martesi ve pazar sayılan, haftada bir yayınladıkları halde gazete olma
niteliklerini yitirmezler. Aynı şekilde, bizde Anayasa Mahkemesi'nin iptal
kararından önce Şeker ve Kurban Bayramlarında yayınlanan «Bayram
Gazetesi» de uzun zaman aralıkları ile çıkmasına karşın, dergi olmayıp
gazete niteliğindeydi.

3- Haber ajansları yayınları

Basınkanununda ismen belirtilen üçüncü dönemsel yayın ise, haber


ajanslarının bültenleridir. Kamusal, yarı kamusal veya özel haber ajans-
larının yayınladıkları bu bültenler, çeşitli haberler, röportajlar, fotoğraflar
gibi basın gereçlerini içerirler 2 ı.

IV. Dönemsel yayınlara ilişkin özel hükümler

1- Genel olarak

Dönemsel yayınların
kitleler üzerindeki etkinliğini dikkate alan ba-
sın mevzuatımız, bütün diğer
ülkelerde olduğu gibi, bu tür yayınlar için
özel hükümler koymuştur. Örneğin, Basın Kanunumuz, bütün basılmış
eserlerde bulunması gereken bilgilerden başka, haber ajansı yayınları
hariç her türlü dönemsel yayında, ayrıca yönetim yeri, sahibinin, varsa
temsilcisinin, sorumlu müdürün adlan ve yayının türünün gösterilmesi-
ni emretmiş (4/2. m.), yine her dönemsel yayının belirli koşullara uygun
sorumlu müdürünün olacağını, (5. m.), sahibinin belirli koşullara sahip
olması gerektiğini (7. m.), bir dönemsel yayın çıkarılması için yönetim
yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına beyanname verilme-

21
DÖNMEZER, Basın, s. 276; ERMAN-ÖZEK, m. 3, no: 2.
178 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

si zorunluluğu olduğunu (7. ve 8. m.), dönemsel yayınların basımcısının,


bastığı her türlü yayının imzalı iki nüshasını, dağıtım veya yayımın ya-
pıldığı gün, mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmekle yükümlü
olduğunu (10. m.), 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname hükümleri saklı kalmak kaydıyla, dönemsel ya-
yın sahibinin beyanname verdiği tarihten itibaren bir sene içinde dönem-
sel yayın yayımlayamayacağını veya yayımladıktan sonra yayıma üç yıl
müddetle ara verilirse beyannamenin hükümsüz kalacağını ve sağladığı
hakkın ortadan kalkacağını (9. m.), dönemsel yayınlar yoluyla işlenen
suçlardan eser sahibi sorumlu olmakla birlikte, ancak eser sahibinin belli
olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da
yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması veya veri-
lecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mah-
kum olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde, sorumlu müdür ve yayın
yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu
müdürün bağlı olduğu yetkilinin sorumlu olduğunu ve eserin sorumlu
müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına
rağmen yayımlanması halinde, bundan doğan sorumluluğun yayımlata­
na ait olduğunu (11. m.), basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan
maddi ve manevi zararlardan dolayı dönemsel yayınlarda, eser sahibi ile
birlikte yayın sahibi ve varsa temsilcisinin de müştereken ve müteselsi-
len sorumlu olduğunu (13/1. m.), bu şekilde işlenen suçlarda yayımcı gibi
hareket eden tüzel kişinin şirket olması durumunda, anonim şirketler­
de yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde en üst yöneticinin şirket ile
birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu (13/2. m.), fiilin
işlenmesinden sonra yayının devredilmesi, başka yayınla birleştirilme­
si veya sahibi gerçek veya tüzel kişinin değişmesi halinde yayını devir
alan, birleşen ve yayın sahibi gibi hareket eden gerçek ve tüzel kişiler
ile anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde ise üst
yöneticinin, bu fiil nedeniyle hükmedilecek tazminattan 13. maddenin 1.
ve 2. fıkralarında sayılan kimselerle birlikte müştereken ve müteselsilen
sorumlu olduğunu (13/3. m.), dönemsel yayınlarda çıkan yazı ve resimlere
karşı ilgililerin cevap ve düzeltme haklarının bulunduğunu (14. m.), gün-
lük dönemsel yayınların iki aylık dava süresine tabi olduğunu (26/1. m.)
belirtmiştir.

Bu özel hükümlerden bir kısmı üzerinde daha önceki bahislerde du-


rulmuştur.Dönemsel yayın faaliyetine ilişkin özel hükümler ile cevap ve
düzeltme hakkı aşağıda incelenecek, sorumlulukla ilgili hükümler ise ba-
sında sorumluluk rejimi bahsinde ele alınacaktır.

Basın mevzuatımızın diğer kaynaklarında da dönemsel yayınlara


özgü çeşitli hükümler bulunmaktadır. Örneğin 5953 sayılı «Basın Mes-
leğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi
BASIN REJİMİ 179

Hakkında Kanun» ile 195 sayılı «Basın İlan Kurumunun Teşkiline Dair
Kanun»da da dönemsel yayınlara ilişkin hükümler vardır. Bu hükümlere
de aşağıda ayn başlıklar altında değinilecektir.

2- Dönemsel yayın faaliyeti

a) Genel olarak

Basın özgürlüğünden söz edilebilmesi için gazetecilik sanatının icra-


sının da idari veya adli bir izne ya da mali teminat gösterilmesi gibi zor-
laştırıcı koşullara tabi tutulmaması gerektiği esasından hareket eden22
anayasalar, dönemsel yayın faaliyetinde serbestlik sistemine taraftar ol-
muşlardır. Bu sistemi uygulayan bazı devletler, dönemsel yayın için yetkili
bir makama belirli bilgileri içeren beyanname verilmesi yükümlülüğünü
koymakla yetinmişler ve ayrıca malı teminat yatırılmasını ya da yetkili
makamdan faaliyet izni alınmasını gerekli görmeınişlerdir23 . Hatta bazı
demokratik rejimlerde serbestlik esası mutlak serbestlik şeklinde kabul
edilerek, basın faaliyeti için hiçbir koşul aranmamıştır. «Mutlak serbestlik
sistemi»ni uygulayan bu ülkelere örnek olarak Alınan Federe Devletlerini
gösterebiliriz. Şöyle ki, bu devletlerin Basın Kanunlarının 2. paragrafları,
basın faaliyetinin. tüm yönleri ile hiçbir izne tabi tutulamayacağını ön-
görmekte, beyan sistemine dahi taraftar olmamaktadır 24 • Böylece, Alman
Federe Devletlerinde basın faaliyetlerinde bulunacakların, herhangi bir iş
yerinin açılması için aranacak koşullar dışında hiçbir özel yükümlülükleri
yoktur 25 •

5680 sayılı Basın Kanunundan önce yürürlükte olan 25 Temmuz 1931


tarihli Matbuat Kanununun (9. m.) orijinal şeklinde gazete çıkarmak için
mahalli en büyük mülkiye memuruna kanunun gösterdiği bilgileri içeren
bir beyanname verilmesi yeterli görülmekte iken, 1938'de yapılan değişik­
likle siyasal nitelikte gazete ve dergi çıkaracak olanlar bakımından mali
teminat yatırma koşulu aranmaya başlanmıştır. Bu değişiklik, diğer tüm

22
Bkz.: 1961 Anayasası'nın 23. maddesinin gerekçesi.
23
«Beyan Sistemi», «İzin ve Ruhsat Sistemi» ve «Mali Sistem» adı verilen bu üç sistem
hakkında bkz.: DÖNMEZER, Basın, s. 276-277.
24
Mutlak serbestlik sisteminin kapsamı ve içeriği hakkında bkz.: LÖFFLER, II, s. 54.
25
Federal Almanya'da bir iş yerinin açılması için yetkili makamlara «bildirimde bu-
lunma» yükümlülüğü vardır. Gewerbeordnung'un 4. paragrafından doğan bildirim
yükümlülüğün, basın faaliyetine başlayışta mutlak serbestlik esasını sınırladığı
düşünülebilirse de (bkz.: LÖFFLER, II, s. 58), tamamen başka amaçlara hizmet
eden bu yükümlülüğü dönemsel yayınlarda «beyan sistemi» ile aynı paralelde tut-
mak doğru değildir.
180 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

dönemsel yayınlar için de beyanname sistemi yerine ruhsatname alma


sistemini getirmişti26 •
5680 sayılı Basın Kanunun'da olduğu gibi, 5187 sayılı yeni Basın Kanu-
nu da, dönemsel yayında bulunabilmek için «ruhsatname alma» ve «malı te-
minat yatırma» sistemlerini terketmekle beraber, dönemsel yayın özgürlü-
ğünü mutlak serbestlik şeklinde anlamayarak, 1931 Matbuat Kanununun
değişiklikten önceki sistemini üstün tutmuştur. Halen dönemsel yayında
bulunabilmek için, Basın Kanununun gösterdiği bilgileri içeren bir beyan-
namenin dönemsel yayının yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet
Başsavcılığına verilmesi gereklidir (7. m.). Basın Kanununun koyduğu bu
yükümlülük, A.nayasanın 29. maddesinin 2. fıkrasındaki «süreli yayınların
çıkarılması, yayın şartları, malı kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili
esaslar kanunla düzenlenir» hükmüne dayanmaktadır. Basın Kanunumuz
ayrıca, dönemsel yayın sahibinin, sorumlu yazı işleri müdürünün ve mu-
habirlerin belirli koşullara sahip olmalarını aramıştır. Bu koşullar da Ana-
yasanın aynı hükmünün Basın Kanununa verdiği düzenleme olanağının
bir sonucudur. Bütün bu koşullar ve yükümlülükler aşağıda incelenecektir.

b) Özel mülkiyete konu olan dönemsel yayınlar

aa) Dönemsel yayın sahibi

aaa) Aranan koşullar

BasınKanunun 6. maddesi kimlerin dönemsel yayın sahibi olabilece-


ğini göstermiştir.
Bu maddeye göre, "gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum
ve kuruluşları dönemsel yayın sahibi olabilirler (m. 6/1)".

Dönemsel yayın sahibinin onsekiz yaşından küçük veya kısıtlı olması


halinde kanuni temsilcisi, tüzel kişi olması halinde ise tüzel kişi temsilcisi
hakkında 5 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen şartlar aranır (m.
6/2). Belirtmek gerekir ki, tüzel kişi temsilcisi bu Kanunun 2/1. madde-
sinde tanımlanmış olup, yayın sahibi veya yardımcısının tüzel kişi olması
halinde bu tüzel kişiliğin yetkili organı tarafından, yöneticiler arasından
belirlenen gerçek kişiyi veya kamu kurum ve kuruluşlarınca belirlenen
gerçek kişiyi ifade etmektedir.

26 Dönemsel yayınlar için ruhsat alma sistemi daima otoriter devlet rejimlerinin ve
askeri yönetimlerin uyguladıkları bir sistem olmuştur. Örneğin Almanya'da 1945-
1949 yıllarında işgal kuvvetleri Alman gazete ve dergilerinin yayınını ruhsat siste-
mine (Lizenzierungssystem) bağlamıştır. (Bkz.: LÖFFLER, I, s. 53). İşin ilginç yönü,
Yunanistan'da halen dönemsel yayında bulunabilmek için "Basın ve Enformasyon
Genel Sekreterliği"ne başvurup izin almak gerekmektedir (Bu izin genellikle veril-
mektedir). İtalya'da ise izin mahalli Asliye Hukuk Mahkemesinden alınmaktadır.
BASIN REJİMİ 181

Bu maddede tüzel kişiler açısından atıf yapılan 5/2. maddede ise so-
rumlu müdür olabilmek için, a) onsekiz yaşını bitirmiş olmak, b) Türkiye'de
yerleşim yeri sahibi olmak ve devamlı oturmak, c) en az ortaöğretim veya
dengi bir eğitim kurumundan mezun olmak, d) kısıtlı veya kamu hizmetle-
rinden yasaklı olmamak, e) yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmamak ve
fJ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar için karşılıklılık koşulunun
aranacağı belirtilmiştir (5/2. m.) 27 •

BasınKanunun beyanname incelemesini düzenleyen 8/1. maddesin-


de,yayın sahibinin veya temsilcisinin veya sorumlu müdürün bu Kanunun
yukarıda değinilen 5. ve 6. maddelerinde yazılı bulunan şartlara sahip
olması gerektiği belirtilmiştir. Bu madde gereğince, gerek dönemsel yayın
sahibi veya temsilcisinin gerekse sorumu müdürün hem 5. maddede hem
de 6. maddede belirtilen koşullara sahip olması zorunlu ve yeterlidir.

Her dönemsel yayının bir sorumlu müdürü bulunur. Sorumlu müdür


birden fazla ise, her birinin sorumlu olduğu bölüm belirtilir. Sorumlu mü-
dür olabilmek için gerekli koşulları, Kanunun 5/2. maddesinde düzenlen-
miş olup, bunların ne olduğuna yukarıda değinilmişti.

Dönemsel yayın sorumlu müdürünün TBMM üyesi olması durumun-


da, sorumlu müdürlüğü üstlenmek üzere müdür yardımcısı tayin edilir.
Sorumlu müdür için bu kanunda yer alan hükümler, sorumluluğu üstle-
nen bu müdür yardımcısı için de geçerlidir (5/3. m.).

Beyannamenin ve eklerinin gerekli veya gerçek bilgileri içermemesi


durumunda olduğu gibi, yayın sahibinin veya temsilcisinin veya sorumlu
müdürün Basın Kanunu'nun 5. ve 6. maddelerinde yazılı koşullara sahip
olmamaları halinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, yayın sahibinden beyanna-
menin verilmesinden itibaren iki hafta içerisinde eksikliğin giderilmesini
veya gerçeğe aykırı bilgilerin düzeltilmesini ister. Bu istemin yayın sahibi-
ne tebliği tarihinden itibaren iki hafta içerisinde yerine getirilmesi gerekir.
İsteğin belirtilen sürede yerine getirilmemesi durumunda, Cumhuriyet
Başsavcılığı Asliye Ceza Mahkemesinden yayının durdurulmasını talep

27
Almanya'da ise sadece sorumlu müdürlerin belirli koşullara sahip bulunmaları
aranmış, buna karşılık dönemsel yayın sahipleri yönünden bu gibi koşullar konul-
mamıştır. Niedersachsen Federe Devleti Basın Kanunu'nun bakanlık gerekçesinde,
bugün büyük gazete sahiplerinin ticari şirketler ve diğer tüzel kişiler olması nede-
niyle, sorumlu müdürlerde aranan koşulların yayınlayanda da aranması halinde
çeşitli hukuki zorluklarla karşılaşılacağı, kaldı ki yazı işlerine genellikle bir katkısı
olmayan yayın sahibinin sorumlu müdürle aynı paralelde tutulamayacağı, açıklan­
mıştır (Bu gerekçe için bkz.: SCHEER, s. 254). Doktrin ise, bu gerekçeye ek olarak,
yayın sahibinin koşullara tabi tutulmasının basın faaliyetinin izne bağlanamayaca­
ğı esasına ters düşeceğini belirtmektedir (Bkz.: LÖFFLER, II, s. 187).
182 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

eder. Mahkeme," itiraz" yolu açık olmak üzere, en geç iki hafta içerisinde
yayının durdurulup durdurulmayacağı. konusunda kararını verir (m. 8).

Usulüne uygun beyanname vermeden veya değişiklikleri bildirmeden


yukarıda belirtilen şekilde mahkeme kararıyla durdurulan yayına devam
edilmesi durumunda, yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün
bağlı olduğu yetkili adli para cezasıyla cezalandırılır. (m. 16).

bbb) Yükümlülükleri

aaaa) Genel olarak

Basın mevzuatımız dönemsel yayın sahibi için çeşitli yükümlülükler


öngörmüştür. Bunlardan başlıcaları, kanundaki koşullara uygun bulunan
ve yazı işlerini fiilen yöneten sorumlu müdür bulundurmak veya bu göre-
vi bizzat yüklenmek (5. m.), beyanname vermek (7. m.), beyannamedeki
değişiklikleri bildirmek (8/2. m.), yükümlülükleridir. Bunlardan başka,
dönemsel yayın sahibinin ceza (11. m.) ve hukuk sorumluluğu (13. m.) da
sözkonusu olabilir.

Bu yükümlülüklerden «beyanname vermek yükümlülüğü» ve 5187


sayılıkanunla kaldırılan «defter tutmak yükümlülüğü»'ne aşağı.da deği­
nilecektir. Diğer yükümlülükler ile ceza ve hukuk sorumluluğu ise ilgili
bahislerde incelenecektir.

bbbb) Beyanname vermek yükümlülüğü


Türkiye'de dönemsel yayın faaliyetine girişebilmek için kanunun ara-
dığı. bilgileri içeren bir beyannamenin dönemsel yayının yönetim yerinin
bulunduğu Cumhuriyet Başsavcılığı.na verilmesi zorunludur. Burada kı­
saca belirtmeliyiz ki, beyannamenin yayının çıkarılacağı. yer mülki aıniri
yerine yayının yönetim yerinin Cumhuriyet Başsavcılığı.na verilmesi zo-
runluluğunun getirilmesi yerinde olmamıştır. Bu sistem adeta ön sansür
görünümündedir. 3. maddesinde özgürlüklerden söz eden bir Kanunda
böyle bir düzenleme sakıncalı olmuştur. Eski (5680 sayılı) Basın Kanunu-
nun beyannamenin yayının çıkarılacağı. yer mülki amirine verilmesi yü-
kümlülüğünü düzenleyen sistemi çok daha yerine idi. Kaldı ki, yeni Basın
Kanununun getirdiği sistemin ön sansür görünümü dışında, suçla müca-
deleyle yetkili makama bizzat eylemi yapanın teslimde bulunması ve sav-
cılıkların iş yükünün artması gibi sakıncaları da bulunmaktadır 28 . Basın
Kanununda ileride yapılacak bir değişiklikle, beyannamenin ilgili yerin
en büyük mülki amirine verilmesi sistemine dönülmesi gerektiği düşünce-

28 Bkz. İÇEL., Basın Kanunu Tasarısı II (Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul 2004, sy: 6,
s. 40).
BASIN REJİMİ 183

sindeyiz. Dönemsel yayın sahibinin imzalayacağı ve ayrı sorumlu müdür


ya da müdürleri varsa, onlara da imzalatacağı bu beyannamenin içermesi
gereken bilgiler Kanunun 7. maddesinde iki grup halinde gösterilmiştir:

- Dönemsel yayının adı ve niteliği, hangi aralıklarla yayınlanacağı ve


yönetim yeri.
Beyannamede bulunması gereken birinci grup bilgiler yayınla ilgili-
dir. Bunlardan ilki olan dönemsel yayının adı, onu diğer dönemsel yayın­
lardan ayırmaya yarayan kelime ya da kelimelerdir. Bu adın yayın sahibi
tarafından hukuk kurallarına aykırı olmayan kelimelerden seçilmesi ge-
rekir. Yayının mahiyeti ise, dönemsel yayının genellikle üzerinde duracağı
konuların niteliğini ifade eder. Örneğin politik veya ekonomik ya da ticari
yahut teknik konularda yayın yapılacaksa bu nitelik beyannamede göste-
rilecektir.

Bu bilgilerin yanı sıra beyannamede yayının hangi zaman aralıkları


(günlük, haftalık, aylık gibi) ile yapılacağının ve yönetim yerinin neresi
olacağının da belirtilmesi gerekir. Yönetim yerinden maksat, yayın merke-
zi, yani dönemsel yayının yönetim kadrosunun bulunduğu ve faaliyet gös-
terdiği yerdir. Bu yer bazen dönemsel basılmış eserin alen'ileştirildiği yer-
le, yani yayın yeri ile aynı olabilir. Fakat yönetim merkezi ile eserin aleni-
leştirildiği yer farklı olduğu takdirde beyannamede yayın yerinin değil,
fakat yayının yöneltildiği yerin gösterilmesi gerekir. Burada impressum
yükümlülüğü ile bir fark dikkati çekınektedir. Gerçekten, impressum yü-
kümlülüğü yönünden esas itibariyle «yayın yeri»nin gösterilmesi zorunlu
iken, beyannamede «yönetim yeri»nin yani «yayın merkezi»nin gösterilme-
si zorunluluğu vardır. «Yönetim yeri» ile «basım yeri» de farklı kavramlar
olduğu için, dönemsel yayının basıldığı yerin beyannamede belirtilmesine
gerek yoktur.

- Dönemsel yayın sahibinin, varsa temsilcisinin ve sorumlu müdürün


ad ve adresleri ile yayının türü.

Beyannamede bulunacak bu ikinci grup bilgiler dönemsel yayının


yönetimi ile ilgili kişilere ait bilgilerdir. İlk önce, dönemsel yayın sahibi-
nin adının, soyadının ve adresinin bildirilmesi gerekir. Dönemsel yayın
sahibinin küçük veya kısıtlı olması halinde, kanuni temsilcisinin Basın
Kanunu'nun 5. maddesinde belirtilen koşullara sahip olması ve bunun be-
yannamede gösterilmesi gerekmektedir (6/2. m. ve 7/2. m.).

Dönemsel yayın sahibinin sorumlu müdürlüğü de üzerine alıp ala-


mayacağı konusu, 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 7/2. maddesinden farklı
olarak, yeni (5187 sayılı) Basın Kanunu'nda düzenlenmemiştir. Ancak, bu
hususu önleyici bir hüküm de yeni Basın Kanununda yer almamaktadır.
184 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

O nedenle, bu tür bir olasılığın bulunması durumunda bu durumun da be-


yannamede belirtilmesi ve yine ayn sorumlu müdür veya müdürler varsa
bunlar hakkında aynı bilgilere beyannamede yer verilmesi gerekmektedir.

Yeni Basın Kanunu, dönemsel yayın sahibinin uyruğunun beyanna-


mede gösterilmesi gerektiği hususunda bir hüküm içermemektedir. Buna
karşılık, dönemsel yayın sahibi on sekiz yaşından küçük veya kısıtlı ol-
ması durumunda kanuni temsilcisi, tüzel kişi olması halinde ise tüzel kişi
temsilcisi hakkında da sorumlu müdür için gerekli koşullar aranacağın­
dan, yazıişleri müdürleri gibi bu kişilerin vatandaşlık durumlarının da
beyannamede belirtilmesi gerekir.

Yeni basın kanununun 7. maddesi 5680 sayılı Basın Kanunu'ndan


farklı olarak, yayın sahibinin ikametgahının değil adresinin beyanname-
de gösterilmesini öngörmüştür. Yeni sistemde yayın sahibinin Türkiye'de
oturması zorunluluğu bulunmadığı için ikametgah adresi aranmamıştır.
Buna karşılık, sorumlu müdürün 5. madde gereğince Türkiye'de yerleşim
yeri sahibi olması ve devamlı oturması gerektiğinden Türkiye'de devamlı
oturduğu bu yerin adresinin beyannamede gösterilmesi zorunludur. Süreli
yayın sahibinin onsekiz yaşından küçük veya kısıtlı olması durumunda
kanuni temsilcisi, tüzel kişi olması halinde tüzel kişi temsilcisi hakkında
sorumlu müdürlerle ilgili koşullar (5/2.m.) aranacağından (6/2.m.), bu ki-
şilerin Türkiye'de devamlı oturdukları yerleşim yerlerine ait adreslerin de
beyannamede gösterilmesi gerekir.

Sahip ve sorumlu müdürler tarafından imzalanacak olan beyanname,


Basın Kanunu'nun 7/4. maddesinde belirtilen ekleriyle birlikte doğrudan
yönetim yerinin bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına verilecektir.
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından beyanname ve eklerinin teslim edil-
diğini gösteren bir alındı belgesi verilir (Basın Kanunum. 7/1 ve 4). Be-
yannamenin ve eklerinin gerekli ve gerçek bilgileri içermemesi veya yayın
sahibinin veya temsilcisinin veya sorumlu müdürün Basın Kanunu'nun
5. ve 6. maddesinde belirtilen koşullara sahip olmaması durumunda,
Cumhuriyet Başsavcılığı, yayın sahibinden beyannamenin verilmesinden
itibaren iki hafta içerisinde eksikliğin giderilmesini veya gerçeğe aykırı
bilgilerin düzeltilmesini ister. Bu istem tebliği tarihinden itibaren iki haf-
ta içerisinde yerine getirilmez ise, Cumhuriyet Başsavcılığı, Asliye Ceza
Mahkemesinden yayının durdurulınasını talep eder. Mahkeme en geç iki
hafta içerisinde karar verir ve bu karara karşı "itiraz" kanunyolu açıktır
(m.8/1). Mahkemenin yayını durdurma kararı vermesine karşın, usulüne
uygun beyanname vermeden veya değişiklikleri bildirmeden durdurulan
bu yayına devam edilmesi durumunda yayın sahibi, sorumlu müdür ve
sorumlu müdürün bağlı bulunduğu yetkili Basın Kanunu'nun 16. madde-
sindeki suçu işlemiş olurlar.
BASIN REJİMİ 185

Dönemsel yayın sahibinin, hakkın devri, ölümü vs. gibi değişmesi ha-
linde beyannamenin hükümsüz kalacağına ilişkin bir hükme yeni Basın
kanunumuzda açıkça yer verilmemiştir. Buna karşılık, beyanname içeri-
ğinde meydana gelen her değişikliğin iki hafta içinde gerekli belgelerle
birlikte yeni bir beyanname ile aynı makama bildirilmesi gerekli olup,
Basın Kanunu'nun yayının durdurulması ve durdurma kararına rağınen
yayına devam edilmesine ilişkin 8/1. maddesi hükmü değişikliğe ilişkin
beyannameler hakkında da uygulanacaktır (m. 8/2 ve 3). Dolayısıyla be-
yannamede değişiklik meydana gelmesi durumunda da önce eksikliğin
giderilmesi için iki hafta süre verilmesi, bu istemin tebliğinden itibaren
iki hafta içerisinde eksikliğin giderilmemesi durumunda yayının durdu-
rulmasına gidilmesi ve yayının durdurma kararına rağınen eksiklik gide-
rilmeden yayına devam edilmesi durumunda Kanun'un 16. maddesindeki
suçun oluştuğunun kabulü gerekecektir. Ayrıca belirtelim ki, sorumlu mü-
dürün bu görevden ayrılması halinde, yenisi tayin edilinceye kadar so-
rumluluk yayın sahibine veya temsilcisine aittir (m. 8/4).
Dönemsel yayın sahibinin yayın hakkını kaybetmesi 9. maddede dü-
zenlenmiştir. Buna göre, dönemsel yayın sahibinin beyanname verdiği ta -
rihten itibaren bir yıl içinde dönemsel yayın yayınlamaz veya yayımladık­
tan sonra yayıma üç yıl süreyle ara verilirse beyanname hükümsüz kalır
ve beyannamenin sağladığı hak ortadan kalkar. Buna karşılık, dönemsel
yayın sahibinin 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hük-
münde Kararname hükümlerine dayanan hakları bu durumdan etki-
lenmez (9/2 m.). 9. maddenin 2. fıkrasında yer alan "Ancak, bu Kanunun
yürürlük tarihinde 5680 sayılı Basın Kanunu gereği mevkute neşreden­
ler, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Ka-
rarname hükümleri gereği mevkute neşretmekten alıkonulamazlar" şek­
lindeki cümle ise Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (AYM.
31.01.2008 tarihli, 2004/81 E., 2008/48 K. sayılı karar).

cccc) Eski yasada bulunan "defter tutma yükümlülüğü"


Kitabımızın önceki basılarında, 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 34.
maddesiyle dönemsel yayın sahibine yüklenen defter tutmak yükümlülü-
ğünün siyasal iktidarlarca her zaman kötüye kullanılabileceğini, güdümlü
bir basının ortaya çıkmasına neden olabileceğini belirterek, bunun demok-
ratik hukuk devleti ilkeleri, özellikle de basın özgürlüğü ile bağdaşmadığı­
nı ve Kanundan çıkarılması gerektiğini şöyle açıklamıştık:

"Basın Kanununun 34. maddesi, siyasal, ekonomik ve ticari nitelikte-


ki dönemsel yayınlarda defter tutma yükümlülüğünü koymuştur. Kanuna
göre, bu deftere, dönemsel yayının sermayesi, devamlı veya geçici bütün
gelir kaynakları, basılan nüshaların sayısı, her nüshaya 50'den çok abone
tutarı ve basıldıkları matbaa ile olan hukukı ilişkileri kaydedilir. Bu def-
186 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

terin noterlikçe onanması gerekir. Maddenin 3. fikrası, dönemsel yayının


(ilmf, edebf, fennf ve bedii) nitelikte olması halinde dahi, fiilen yapılan
yayın siyasal, ekonomik ve ticarf nitelik gösteriyorsa, yine de defter tutma
yükümlülüğüne uyulmasını öngörmektedir.

Maddeye ilişkin Hükumet Gerekçesinde, bu hükmün konulmasının


nedeni şöyle açıklanmıştır: «Bu madde hükmü, zararlı ideolojileri yaymak
maksadıyla dışarıdan yapılacak maddi yardımları öğrenip karşılayabil­
mek için ittihaz edilmiş bir tedbir mahiyetinde olup, memleket emniyetini
ve müstekar rejimi korumaya matuf bulunmaktadır»29 •
Bu defter tutulmadığı veya deftere eksik ya da yanlış bilgiler geçirildi-
ği yahut savcılıkçatalep edildiği halde, defter ve içindeki bilgiler gizlendiği
takdirde dönemsel yayın sahibi veya onun temsilcisi 34. maddenin 2. fikra-
sı gereğince cezalandırılır.

Kanımızca, dönemsel yayın sahibine yüklenen bu yükümlülük, siyasal


iktidarlarca her zaman kötüye kullanılabilecek ve güdümlü basının ortaya
çıkmasını sonuçlayabilecek bir külfettir. Demokratik hukuk devleti ilkeleri
ile ve özellikle basın özgürlüğü ile bağdaştırmak olanağını bulamadığımız
bu hükmün kanundan çıkarılmasından yanayız 30 . Ancak, Cumhurbaşka­
nınca bir kez daha görüşülmesi için TBMM'ye geri gönderilen 4676 sayılı
(7.6.2001)kanununda da, Basın Kanununda çeşitli değişiklikler öngörül-
müşse de bu konu ele alınmış değildir.

Basın Kanununun 34. maddesindeki bu hükümden başka, 2.1.1961


tarih ve 195 sayılı Basın-Han Kurumu Teşkiline Dair Kanunun 35. mad-
desi de defter tutma yükümlülüğünden sözetmektedir. Bu hüküm gere-
ğince, «Basın-İlan Kurumu Genel Kurulu, kanunen mevkutelere tutmaya
mecbur oldukları defterlerden başka noterden tasdikli defterler tutmak...
ödevlerini yükleyebilir.». Kanımızca, ilan dağıtımı yönünden uygulanacak
ölçüler için zorunlu nitelik gösteren bu yükümlülük basın özgürlüğüne
ters düşmez."

29 Bkz.: ERMAN-ÖZEK m. 34, no. 2.


30 Tavus (s. 250)'un yaptığı açıklamaya göre, uygulamada bu yükümlülüğe uyulup
uyulmadığı çok ilginç bir biçimde denetlenmektedir. Şöyle ki, defterdeki kayıtlan
düzenli olarak tutan ve her ayın başında, defterdeki kayıtlar ile defteri onayan no-
terin onama tarih ve sayısını bildiren bir tiraj beyannamesi veren yayın organına
SEKA tarafından indirimli fiyatla kağıt tahsis edilmektedir. Defterin satış müdür-
lüğünce incelenmesinden sonra ise tahsisin hamulesi kesilmektedir. Şayet gerçek
bu açıklamaya uygun ise, 34. maddenin savcılıklara verdiği denetim yetkisi fiilen
SEKA tarafından yürütülmektedir. Kanımızca, SEKA'nın yürüttüğü bu denetim,
Basın Kanununa aykırı bulunduğu gibi, en önemli gereksinimi olan kağıt yönünden
basını baskı altında tutarak, Anayasanın basın özgürlüğü hükümlerini de göster-
melik duruma sokmaktadır.
BASIN REJİMİ 187

Nitekim, kamın koyucu bu önerimizi dikkate almış ve 5187 sayılı


Basın Kanunu'nda dönemsel yayın sahibine defter tutma yükümlülüğü
yüklememiştir. Önerimizin dikkate alınmasını ve yapılan yeni düzenle-
meyi demokratik hukuk devleti ve basın özgürlüğü açısından yerinde bir
gelişme olarak görmekteyiz.

ece) Hakları

aaaa) İzin almadan dönemsel yayında bulunmak hakkı

Anayasanın 29. maddesinde dönemsel yayın faaliyetinin izne bağla­


namayacağı öngörülmüş ve Basın Kanununun 7. maddesinde ise dönem-
sel yayınların çıkarılması için beyanname verilmesi yeterli görülmüştür.
Bu nedenle, yönetim yerinin bulunduğu C. Başsavcılığının beyannameyi
inceleme yetkisi varsa da, yayın faaliyetini bu incelemenin sonuna kadar
engelleme yetkisi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, beyanname veril-
mesi dönemsel yayım faaliyetine başlanması için yeterlidir. Diğer yandan,
Anayasanın 29/1. maddesine ve Basın Kanunu'nun 8. maddesine göre, ka-
nuna aykırı beyanname verilmesi halinde dahi yayını durdurma yetkisi
Cuınlıuriyet Başsavcılığının talebi üzerine mahkemeye aittir.

Ancak belirtmek gerekir ki, 5680 sayılı Kanun'da bulunan "mevkute


çıkarılması izne bağlı değildir" şeklindeki hükme 5187 sayılı yeni Basın
Kanunumuzda yer verilmemesi doğru değildir. Burada beyan sisteminin
vurgulanması ve izin sisteminin geçerli olmadığının belirtilmesi basın
özgürlüğü açısından çok önemlidir31 . Basın özgürlüğü için güvenceli olan
sistem, beyan sistemidir. Basın Kanunu'nunda yapılacak bir değişiklikle
bu husus açıkça vurgulanmalıdır.

bbbb) Dönemsel yayının adı üzerindeki hakkı

Dönemsel yayın sahibinin yayının adı üzerinde fikri hakkı vardır. Bu


hak beyannamenin verilmesi ile oluşur ve fiilen yayına başlanmamış olsa
dahi bir yıl süre ile korunur. Yani, başka bir kimse aynı adı taşıyan dönem-
sel yayın yaparsa, hak sahibi, bu adın kullanılmasının engellenmesini,
haksız kullanılan hak tescil edilmişse kanuna uygun biçimde değiştiril­
mesini veya silinmesini ve zarar görmüşse kusur halinde bunun da tazmi-
nini isteyebilir. Mahkemenin bu konuda vereceği karar gazete ile yayınla­
nabilir (TTK. 54.m.; 13.01.2011 tarih ve 6102 sayılı yeni TTK.52./2.m.)32 .

31 İÇEL, Basın Kanunu Tasarısı II, s. 40.


32
Dönemsel yayınların adı üzerindeki hakkın korunması konusunda ayrıntılı bilgi
için bkz.: LÖFFLER, I, s. 630 ve son.
188 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Dönemsel yayın yapma hakkının sahibi beyanname verdiği tarihten


itibaren bir yıl içinde dönemsel yayın yayımlanmaz veya yayımladıktan
sonra üç yıl süreyle ara verilirse, beyanname hükümsüz kaldığı gibi,
beyannamenin sağladığı yayının adı üzerindeki hak da ortadan kalkar
(9/1.m.).

cccc) Yayınlanan yazı ve resimler üzerindeki hakkı

Basın Kanunu'nun konuyla ilgili 24. maddesine göre, bir dönemsel


yayında yayımlanmış haber, yazı ve resimleri kaynak göstermeksizin ye-
niden yayımlayanlar maddede gösterilen adlı para cezasıyla cezalandı­
rılır. (m. 24/1). Ayrıca, bu eserleri yeniden yayım hakkı saklı tutulmuş
olmasına rağmen, dönemsel yayın sahibinin izni olmadan yeniden yayım­
layanlar yine öngörülen adli para cezası ile cezalandırılır33 . Burada be-
lirtilmesi gerekli önemli bir husus, Basın Kanunu'nun bu düzenlemesine
karşılık, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun konuya ilişkin
hükümlerinin farklılık göstermesidir34 • Diğer bir ifadeyle Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'nun konuya ilişkin hükümleri Basın kanunu'nun bu
hükmünün istisnasını oluşturmakta ve Basın Kanunu'nun aksine, bazı

33 ERMAN - ÖZEK, (m. 15, no. 2) 5680 sayılı (eski) Basın Kanunu'nun iktibası izne
tabi tutan ve 5187 sayılı (yeni) Basın Kanunu'nun 24. maddesinin karşılığı olan 15.
maddesine ilişkin açıklamalarında, madde metninde yazı ve resim denildikten sona
ayrıca "haber" teriminin kullanılmasını anlamsız ve gereksiz bulmuşlardır. Kanı­
mızca bu görüş yerinde değildir ve kanun koyucu bu ifade biçimiyle haber niteliğin­
deki yazı ve resimlerin de maddede belirtilen koşula bağlı olduğunu belirlemek için
bu yolu seçmiştir.
34 "FSEK.nın 36. maddesi uyarınca, Basın Kanununun 15. maddesi hükmü saklı kal-
mak üzere, basın veya radyo tarafından umuma yayılmış bulunan günlük havadis-
ler ve haberler serbestçe iktibas olunabilir. Sadece içtimai, siyasi ve iktisadi
günlük meselelere müteallik makale ve fıkraların iktibas hakkı saklı tutulabilir.
Bu makale ve fıkraların iktibas hakkı saklı tutulsa bile bunların kısaltılarak ya-
yılması caizdir. Her halükarda iktibas edilen kaynağın açıklanması gerekmektedir.
Haberlere ilişkin Basın Kanunu' nün 15. maddesindeki sınırlama ise, özel fedakar-
lık sonucu elde edilen haber, yazı ve resimlerin başka mevkuteler tarafından 24
saat geçmeden izinsiz yayınlanamayacağına ilişkindir. Aynı yasanın 3. maddesinde
mevkute, gazeteleri haber ajansları neşriyatları ve belli aralıklarla yayınlanan di-
ğer yayınlanan diğer bütün basılmış eserler olarak tanımlanmıştır. Somut olayda
davalı tarafından yapılan yayında FSEK' in 6/1. maddesi uyarınca davacılara ait
gazete haberlerinin kaynak belirtilerek iktibas edildiği ve yapılan yayında herhan-
gi bir yasa ihlalinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan mahkeme kararının
gerekçe ve hükmünde belirtildiğinin aksine, dava konusu haber ve fotoğrafların ay-
rıntılı biçimde yayınlandığı ispat edilmediği gibi bütün gazete haberlerinin hususi
fedakarlık sonucu elde edildiğine dair - gerekçenin de kabulü mümkün bulunma-
maktadır." (Bkz. 11. HD. 03.07.2000, E: 2000/5382, K: 2000/6257).
BASIN REJİMİ 189

sınırlamalar saklı olmak şartıyla, kural olarak iktibas serbestisini esas


almaktadır 35 .

35 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun konuyla ilgili maddeleri şöyledir:
İktibas serbestisi: Madde 35 - Bir eserden aşağıdaki hallerde iktibas yapılması ca-
izdir:
1. Alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir ilim ve edebiyat
eserine alınması;
2. Yayımlanmış bir bestenin en çok tema, motif, pasaj ve fikir nevinden parçalarının
müstakil bir musiki eserine alınması;
3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın
haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle
bir ilinı eserine konulması;
4. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ilmi konferans veya derslerde, konuyu aydın­
latmak için projeksiyon ve buna benzer vasıtalarla gösterilmesi.
İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim eserlerinde, iktibas hususunda
kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yer belirtilir.
Gazete münderecatı: Madde 36 - Basın Kanununun 15 inci maddesi hükmü mahfuz
kalmak üzere basın veya radyo tarafından umuma yayılmış bulunan günlük hava-
disler ve haberler serbestçe iktibas olunabilir.
Gazete veya dergilerde çıkan içtimai, siyasi veya iktisadi günlük meselelere mü-
taallik makale ve fıkraların iktibas hakkı sarahaten mahfuz tutulmamışsa aynen
veya işlenmiş şekilde diğer gazete ve dergiler tarafından alınması ve radyo vasıta­
siyle veya diğer bir suretle yayılması serbesttir. İktibas hakkı mahfuz tutulsa bile
sözü geçen makale ve fıkraların kısaltılarak basın özetleri şeklinde alınması, radyo
vasıtasiyle veya diğer bir suretle yayılması caizdir.
Bütün bu hallerde, iktibas edilen gazete, dergi ve ajansın ve eğer bunlar da başka
bir kaynaktan alınmışlarsa o kaynağın adı, tarih ve sayısından başka makale sa-
hiplerinin adı, müstear adı veya alameti zikredilmek icabeder.
Haber cıı: Madde 37 - (Değişik: 21/2/2001 - 4630/19 md.)
Haber mahiyetinde olmak ve bilgilendirme kapsamını aşmamak kaydıyla, günlük
hadiselere bağlı olarak fikir ve sanat eserlerinden bazı parçaların işaret, ses ve/
veya görüntü nakline yarayan vasıtalara alınması mümkündür. Bu şekilde alın­
ınış parçaların çoğaltılması, yayılması, temsil edilmesi veya radyo ve televizyon gibi
araçlarla yayınlanması serbesttir. Bu serbestlik, hak sahibinin hukuki menfaatleri-
ne zarar verecek şekilde veya eserden normal yararlanmaya aykırı biçimde kullanı­
lamaz.
III - Hususi menfaat mülahazasiyle:
1. Şahsen kullanma: Madde 38 - (Değişik: 7/6/1995 - 4110/14 md.)
Bütün fikir ve sanat eserlerinin, (. ..) c 2 ı kar amacı güdülmeksizin şahsen kullan-
maya mahsus çoğaltılması mümkündür. Ancak, bu çoğaltma hak sahibinin meşru
menfaatlerine haklı bir sebep olmadan zarar veremez ya da eserden nonnal yarar-
lanmaya aykırı olamaz.

cıı Bu madde başlığı "Roportaj" iken 21/2/2001 tarihli ve 4630 sayılı Kanunla metne
işlendiği şekilde değiştirilmiştir.
czı Bu fıkrada yeralan; "yayımlanma veya" ibaresi 21/2/2001 tarihli ve 4630 sayılı Ka-
nunla metinden çıkarılınıştır.
(Mülga: 21/2/2001 - 4630/36 md.)
190 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bb) Sorumlu yazı işleri müdürü

aaa)Kavram

Dönemsel yayın faaliyetinin kitleler üzerindeki etkinliğini gören Ka-


mın Koyucularının bu tür yayınlar için öngördüğü özel hükümlerden baş­
ta geleni, «sorumlu yazı işleri müdürü» bulundurmak yükümlülüğüdür.
Anonim nitelikteki yazıların dönemsel yayınların gücünü arttırırken, bu

Sözleşmede belirleyici hükümlerinin yokluğu durumunda, hata düzeltme de dahil,


bilgisayar programının düşünüldüğü amaca uygun kullanımı için gerekli olduğu
durumda, bilgisayar programının onu hukuki yollardan edinen kişi tarafından ço-
ğaltılması ve işlenmesi serbesttir.
Bilgisayar programını yasal yollardan edinen kişinin programı yüklemesi, çalıştır­
ması ve hataları düzeltmesi sözleşme ile önlenemez. Bilgisayar programının kul-
lanımı için gerekli olduğu sürece, bilgisayar programını kullanma hakkına sahip
kişinin bir adet yedekleme kopyası yapması sözleşme ile önlenemez.
Bilgisayar programının kullanım hakkına sahip kişinin yapmaya hak kazandığı
bilgisayar programının yüklenmesi, görüntülenmesi, çalıştırılması, iletilmesi veya
depolanması fiillerini ifa ettiği sırada, bilgisayar programının herhangi bir ögesi
altında yatan düşünce ve ilkeleri belirlemek amacı ile, programın işleyişini gözlem-
lemesi, tetkik etmesi ve sınaması serbesttir.
Bağımsız yaratılınış bir bilgisayar programı ile diğer programların araişlerliğini
gerçekleştirmek üzere gerekli bilgileri elde etmek için,bilgisayar programının çoğal­
tılması ve işlenmesi anlamında kod'un çoğaltılmasının ve kod formunun çevirisinin
de zorunlu olduğu duruınlarda, bu fiillerin ifası aşağıdaki şartların karşılanması
halinde serbesttir:
1. Bu fiillerin, rulısat sahibi veya bir bilgisayar programının kopyasını kullanma
hakkı sahibi diğer bir kişi tarafından veya onların adına bunu yapmaya yetkili kişi
tarafından ifa edilmesi,
2. Araişlerliği gerçekleştirmek için gerekli bilginin, (1) numaralı bentte belirtilen
kişilerin kullanımlarına sunulmaması,
3. Bu fiillerin, araişlerliği gerçekleştirmek için gereken program parçaları ile sınırlı
olması.
Yukarıdaki fıkra hükümleri, onun uygulanması ile elde edilen bilgilerin;
1. Bağımsız yaratılmış bilgisayar programının araişlerliğini gerçekleştirmenin dı­
şında diğer amaçlar için kullanılmasına,
2. Bağımsız yaratılınış bilgisayar programının araişlerliği için gerekli olduğu du-
rumlar dışında başkalarına verilınesine,
3. İfade ediliş bakımından esastan benzer bir bilgisayar programının geliştirilmesi,
üretilmesi veya pazarlanması veya fikri hakları ihlal eden herhangi diğer bir fiil
için kullanılmasına,
İzin vermez.
Altıncı ve Yedinci fıkra hüküınleri, programdan normal yararlanma ile çelişir veya
hak sahibinin meşru yararlarına makul olmayan müdahale eder şekilde kullanıl­
masına izin verecek tarzda yorumlanamaz.
BASIN REJİMİ 191

gücün kötüye kullanılması olanağını da çoğaltması sorumlu müdürlük ku-


rumunun kabul edilmesindeki başlıca nedendir.

Sorumlu müdürlük kurumunun ilk izlerine Fransız Basın Hukukun-


da raslanır36 . Bu ülkede 1789 Anayasası ile düşünce özgürlüğünün verdiği
olanaklar sık sık kötüye kullanılmış ve özellikle basında yayınlanan ano-
nim nitelikteki hicivnamelerle başkalarının haklarına saygı ilkesi önemli
yaralar alınıştır. Bu duruma son vermek isteyen Kanun Koyucu, 18 Nisan
1795 tarihli Kanunla anonim eserlerde ceza sorumluluğunun naşire yük-
lenmesini öngörmüştür. 9 Haziran 1819 tarihli Kanun ise anonim nitelik-
te olmayan eserlerde de naşirin yazar ile birlikte sorumlu olacağını belirt-
miştir. Yasalar ile yaratılan bu özel sorumluluktan kurtulmak için yollar
arayan basın, sonuçta, gazeteye ekonomik veya düşünsel hiçbir katkısı
bulunmayan kişileri «sorumlu naşir» olarak kullanmaya başlamıştır. Bu
göstermelik sorumluların görevi, gerektiğinde naşir yerine ceza sorumlu-
luğuna katlanmaktı. 18 Temmuz 1828 tarihli Kanun bu durumu düzelt-
mek için Fransız Basın Hukukuna «gerant» adı ile yeni bir kavram sok-
muştur. Bir çeşit yönetici anlamına gelen ve dönemsel yayının mülkiyeti
ile doğrudan doğruya ilgili olması gereken «gerant»ın görevi, gazete veya
dergi ile işlenen suçlarda kusuru olmasa dahi ceza sorumluluğunu yük-
lenmekti. Dönemsel yayının mülkiyeti bir kişiye aitse, bu kimse, «gerant»
idi. Buna karşılık, gazete veya derginin birden çok sahibi varsa, bunların
kendi aralarından üç kişiye kadar «gerant» seçmek zorunlulukları vardı.
Bu şahıslardan her biri dönemsel yayının bir kesiminden sorumlu durum-
da idiler. Devletin basın yolu ile işlenen suçlarda sorumlu bulma istemini
karşılamak amacı ile yaratılan «gerant» müessesinin özellikleri, dönem-
sel yayının mülkiyeti ile ceza sorumluluğu arasında bağlantı kurması ve
basında objektif sorumluluk esasını getirmesidir 37 . «Gerant» müessesesi
daha sonraki kanunlar tarafından bir süre kaldırılmışsa da, 26 Ağustos
1944 tarihli Ordonnance bu sistemi yeniden kurmuş, fakat «gerant» terimi

36 Bkz.: GRÜTTER, A.: Die Strafrechtliche Verantwortlichheit für Pressvergehen naclı


geltendeıı bernisclıeıı
Recht, Diss, Bern., 1935, s. 66 ve son.
37
Fransa'daki «gerant» sistemi Alınanya'da 28 .Aralık 1831 tarihli Baden Basın Ka-
nununa da girmiştir. Gerçekten, bu Kanunun 6. paragrafı «Grandükalık dahilinde
yayınlanan her dergi veya gazete 30 yaşını doldurmuş bir Baden vatandaşını polis
makamlarına sorumlu yazı işleri müdürü olarak bildirmeye mecburdur» şeklinde
bir hükmü içermekteydi. AncakAlmanya'daki «Der verantwortliche Redahteur - So-
rumlu Yazı İşleri Müdürü» kavramı ile «gerant» arasında iki önemli fark bulunmak-
tadır. Bu farklardan biri «gerant»ın gazeteye kapital yönünden bağlılığına karşılık,
Almanya'da sorumlu yazı işleri müdürünün gazeteye katkısı sadece fikı--i nitelikte-
dir. İkinci fark ise sorumlulukta kendini gösterir; «gerant»'ın kusursuz şekli sorum-
luluğu, Almanya'da meslek görevinin ihlalinden doğan sorumluluğa dönüşmüştür
(Bütün bu konular için bkz.: LÖFFLER, II, s. 152-153).
192 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yerine yayın müdürü anlamına gelen «directeur de la publication» terimini


kullanmıştır. Yeni sistemde yayın müdürünün gazete veya derginin ekono-
mik temelleri ile olan bağlantısı daha çoktur38 •

Türk Basın Hukuku tarihine baktığımızda 1864 Matbuat Nizamna-


mesinin gazetenin sorumluluğunu taşımak üzere sorumlu müdürlük ku-
rumuna yer verdiğini görürüz. Keza 1909 Matbuat Kanunu da sorumlu
müdürlük kurumunu kabul etmiştir. Ancak bu mevzuat sorumlu müdü-
rün yayını fiilen yönetmesi koşulunu aramamış ve Fransız sisteminde ol-
duğu gibi, basın suçlarından doğan sorumluluğu yüklenecek bir şahsın
bulunmasını yeterli görmüştür. Böylece, 1909 Matbuat Kanunu sistemin-
de, yayını fiilen yöneten «tahrir müdürü» ile «mesul müdür» birbirlerin-
den ayrılmış ve yayına ilişkin hiçbir yetkisi ve olanağı bulunmayan gös-
termelik bir kimseye sorumluluk yüklenmiştir 39 . 1931 yılında yürürlüğe
giren Matbuat Kanunu ise «mesul müdür» terimini kullanmayarak, so-
rumluluğu yüklenecek kişinin «fiilen neşriyatı idare eden kimse» olmasını
aramış ve bu yola girerken şu gerekçeye dayanmıştır: «... müdiri mesul
ise hakikf mücrim değildir. Hakikf mücrimler namına niyabeten cezaya
çarptırılan bir adamdır. Hukuken müdafaası güç hatta mümkün olmayan
bu sistem fiiliyatta da iyi netice vermedi. Filhakika müdiri mesulluk siste-
mi matbuat erkanından hissf mesuliyeti azaltmış, bu da Devlet ve milleti
meşrutiyetin bidayetlerinden beri büyük zarar ve tehlikelere maruz kılmış
ve hukuku amme mesullerinin nüfuz ve kudretini kıracak ve hükümetin
cümlei vezaifinden olan kanuni velayet ve vesayetini ifa ve umumı aşayişi
muhafaza hususunda gösterdiği ve göstereceği faaliyeti semeresiz kılacak
hale gelmiştir. Layiha mesuliyeti ilga ile mesul müdürler yerine adalete
daha ziyade takarrüp için gazetenin neşriyatına fiilen ve hakikaten hakim
olan zatlara müştereken tahmil etmiştir»40 .

Basın Kanunumuza göre, her dönemsel yayının bir sorumlu müdü-


rü bulunur. Sorumlu müdür, birden fazla ise her birinin sorumlu oldu-
ğu bölüm belirtilir (m. 5/1). Dikkat edilirse, madde hükmü, her dönemsel
yayının mutlaka bir sorumlu müdürü olmasını emrederek, sorumlulukta
ve diğer konularda muhatap olacak kişiyi belirlemeyi amaçlamış, birden
çok sorumlu müdürün bulunması halinde sorumluluğun kişiselliği ilkesi
gereğince, her sorumlu müdürün sorumluluk alanını çizmek için kimin

38 TOULEMON, Code da la Press, Paris 1964, s. 64 (LÖFFLER, II, s. 16l'den naklen).


Belirtmek gerekir ki, Fransız sisteminin etkisi ile 184 7 İtalyan Basın Kanunu da
«gerente» deyimini kullanmıştır (Bu konuda bkz.: ÖZEK, Ç.: Basın Suçlarında Ceza
Sorumluluğu, İstanbul 1972, s. 151; TOSUN, Ö.: Suç Hukuku Dersleri, İstanbul
1967, s. 180).
39 DÖNMEZER, S. : Matbuat Suçları, İstanbul 1946, s. 112.
40 DÖNMEZER, Matbuat Suçları, s. 111-112.
BASIN REJİMİ 193

hangi bölümden sorumlu olduğunun belirtilmesi yükümlülüğünü koy-


muştur. Ayrıca, "sorumlu müdürün Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi
olması halinde sorumlu müdürlüğü üstlenmek üzere müdür yardımcısı
tayin edilir" hükmü (m. 5/3) de, aynı mantıkla hem sorumlu müdürün hem
de onun yerine tayin edilen kimsenin bilinmesi ve sorumluluk açısından
sorumluluğun kişiselliği ilkesi gereğince, asıl sorumlu ve muhatap kişin
bilinmesini amaçlamıştır.

Ancak belirtmek gerekir ki, bu hususta 5187 sayılı Kanun, 5680 sa-
yılı Basın Kanunumuzdan farklı olarak, sorumlu müdürün "yazı işlerini
fiilen idare eden" kimse olması koşulu_nu aramamıştır. 5187 sayılı Basın
Kanunu'nun bu tutumu muhatap kişiyi belirlemek açısından pratik ol-
makla birlikte, özellikle ceza hukuku sorumluluğu açısından sakıncalıdır.
Çünkü, yazı işlerini fiilen idare etme koşulu, doğrudan doğruya ceza so-
rumluluğunun kişiselliği ilkesine hizmet etmekte ve kağıt üzerinde bir
kimsenin ismi gösterilerek fiilen bu kimseden başka birinin yazı işlerini
idare etmesi, fiilen eylemi yapan kimsenin saptanamaması, yakalanama-
ması vs. nedenleriyle yargılanamamasım önleyecek önemli bir koşuldu.
Yeni Basın Kanununda bu koşula yer verilmemesi, ceza yargılamasında
üçüncü kişinin eyleminden sorumluluğa yol açabilecek sakıncalı bir dü-
zenleme olmuştur.

Kanun Koyucunun bu amacının Kanunumuzun sisteminde gerçekle-


şebilme derecesini saptayabilmek için, sorumlu müdürlük müessesesinin
hukuki esasının incelenmesi, yani bir kimsenin belirli bir dönemsel yayı­
mn sorumlu yazı işleri müdürü olarak kabulü için yararlanılacak kriterin
araştırılması gerekir.

«Yazı İşleri Müdürü» veya «Redaktör» (Redakteur) bir basılmış eserin


redaksiyon işlemlerini gerçekleştiren, yani düşünsel malzemeyi toplayan,
inceleyen, düzenleyen, bunlara biçim veren ve gerektiğinde değişiklik ya-
parak eseri yayına hazır duruma getiren kişidir 41 . «Sorumlu Müdür» ka-
nunların yarattığı bir kavram olduğu halde, yazı işleri müdürlüğü basının
bir gereksinimi olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekten, mürettip (dizici) ve
tabi (basımcı) basın için ne derecede gerekli kişiler ise, redaktör de basın
faaliyetinde aynı derecede gereksinim duyulan bir kimsedir. Redaktörün
doğrudan kendisinin de gazeteye yazı yazıp yazmaması önemli değildir.
Bunu yapmasa dahi faaliyeti yine düşünsel niteliktedir42 .

Redaksiyon faaliyeti karar verilmesini gerektiren işlemlerden oluştu­


ğundan basın hukuku yönünden yazı işleri müdürünün «karar yetkisi»'nin

41
Bkz.: GRÜTTER, 25-26; SCHEER, s. 250.
42
GRÜTTER, s. 26.
194 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bulunması zorunludur. Bu şahsın kişisel karar yetkisi olmadan redaksi-


yon görevini yerine getirmesi olanaksızdır43 . Bu nedenle, basın hukuku
anlamında yazı işleri müdürünü, yayınlanacak düşünsel malzemenin
seçilmesi konusundaki karar yetkisine dayanarak bir dönemsel yayının
sayfa düzenini sağlayan ve sağlanmasına yardımcı olan kişi olarak tanım­
layabiliriz.
Genellikle yüksek tirajlı gazetelerde görülen «Genel Yayın Müdürü»
(Chefredakteur) ise, yayına ilişkin redaksiyon faaliyetinin başında bulu-
nan kişidir. Basın Kanunumuzun söz etmediği genel yayın müdürlüğü,
somut olayın veya hizmet sözleşmesinin koşullan gereğince ya da gazete
sahibinin talimatı ile oluşur44 • Genel yayın müdürünün somut olayda ga-
zetenin tümünden veya bir kesiminden «sorumlu müdür» olması olanaklı
ise de, sorumlu müdürlük ile genel yayın müdürlüğünün aynı kimsede
birleşmesi zorunlu değildir. Genellikle kabul edildiği üzere, genel yayın
müdürünün yazı işleri müdürlerinden birini veya birkaçını sorumlu mü-
dür olarak görevlendirme yetkisi vardır45 •
Görüldüğü üzere, «yazı işleri müdürlüğü» ve «genel yayın müdürlü-
ğü», gazetecilik mesleğinin basın faaliyetinin özelliklerinden doğan görü-
nüş biçimleridir. Buna karşılık, «sorumlu müdürlük» kanunların yarattığı
bir kavramdır. Bu kavramların ortak yönleri, hepsinin dönemsel yayının
redaksiyon işlemine ilişkin bulunmalarıdır. Yani bütün bu kişiler redak-
tördür. Fakat Basın Kanunları bu redaktörlerden birinin veya bir kaçının
«sorumlu redaktör» (Verantwortlicher Redakteur) olarak görevlendirilme-
sini isteyerek, sorumluluk açısından bu kişiyi muhatap kabul etmişlerdir.
Bu nedenle, basın hukukuna ilişkin işlemlerin konusu genel yayın müdü-
rü veya herhangi bir yazı işleri müdürü değil, sorumlu yazı işleri müdürü-
dür. Örneğin, impressum yükümlülüğünün kapsamına giren kişi sorumlu
yazı işleri müdürü olup, genel yayın müdürüne veya yazı işleri müdürle-
rine ilişkin bilgilerin dönemsel yayında yer alması zorunluluğu yoktur46 .

bbb) Kurumun hukuki esası

aaaa) Genel olarak

Bir yazı işleri müdürünün ne zaman sorumlu müdür sayılayacağı


sorununun çözümlenmesi gerekir. Basın kanunları «sorumlu yazı işleri
müdürlüğü»'nden sözetmekle beraber, genellikle sözü geçen problemin çö-

43 SCHEER, s. 250; HANTZSCHEL, s. 54; KITZINGER, s. 45.


44 LÖFFLER, II, s. 154; GRÜTTER, s. 26.
45 LÖFFLER, II, s. 154.
46 Bu konuda bkz.: Yukarıda § 1, C, I, 1.
BASIN REJİMİ 195

zümlenmesine yarayacak bir yol göstermeyip, bu işi uygulama ve öğretiye


bırakmaktadırlar.

Basın Kanunumuz yönünden ilk bakışta bu konuda bir problemin


olmadığı, çünkü sorumlu müdürün yönetim yerinin bulunduğu yer C.
Başsavcılığına verilecek beyannamede ve dönemsel yayının her sayısında
gösterileceği, böylece bu kişilerin her türlü işlemde sorumlu müdür sa-
yılacakları söylenebilir. Fakat öyle sanıyoruz sorunun bu tarzda kısa
yolda.n. çözümlenmesi, görünüşte veya göstermelik yazı işleri müdürlüğü
(Scheinredakteur, Sitzredakteur) uygulamasının doğınasını sonuçlaya-
caktır. Böyle bir uygulama ise, dönemsel yayının redaksiyon işlemleri ile
fiilen hiçbir ilgisi olmayan bir kimsenin bütün yüklenmesi ve
gerçek sorumluların ise serbest kalması demektir. 5680 sayılı (eski) Basın
Kanunumuz (4 ve 5. m.), sorumlu müdürlerin «yazı işlerini fiilen idare
etmesi»'ni aramak suretiyle bu biçimdeki uygulamaları önlemek istemişse
de, 5187 sayılı yeni Basın Kanununda bu tür hükümler yoktur. Uygula-
mada bu hususta istenen amacının fiilen gerçekleşmesini sağlamak için,
sorumlu müdürlük müessesesinin hukuki esasının incelenmesi, yani bir
kimsenin sorumlu müdürlük sıfatını ne zaman kazandığının araştırılması
ve bundan sonra kanunun sistemi içinde dayanak noktalarının aranması
gerekir. Ancak bu şekilde, üçüncü şahsın fiilinden sorumluluk uygulama-
sının önüne geçilebilir.

Ortaya koyduğumuz sorun hakkında Alman öğreti ve uygulamasında


üç grup teori bulunmaktadır. Bu teoriler, «şeklı teori», «gerçekçi veya mad-
df teoriler» ve «karma teoriler» olarak adlandırılmaktadır. Aşağıda teoriler
açıklandıktan sonra, soruna ilişkin görüşümüz belirtilecektir.

bbbb) Şekli teori


Bu teorinin savunucularına47 göre, bir kimsenin sorumlu müdür ola-
rak dönemsel yayında gösterilmesi ile sorumlu müdürlük sıfatı doğar.
Çünkü, impressum yükümlülüğüne dayanan bu sadece açıklayıcı
bir işlem olmayıp, aynı zamanda kurucu bir işlem uvıı,;ıuucou.H Sorumlu
müdürlük sıfatının kaynağı o kişinin gazete veya dergide sorumlu müdür
olarak gösterilmesidir. Dönemsel yayında hakkında bilgi verilen kişi, ger-
çekte redaksiyon faaliyetinde bulunmasa bile, kanun karşısında sorumlu
müdürdür. Araştırılacak tek şey, yayındaki açıklamanın adı geçen kim-
senin isteği ile olup olmadığıdır. Bu şahısta, belirli bir dönemsel yayının
sorumlu müdürü olarak ilan edilmek iradesi varsa, yayında yapılan açık­
lama ile birlikte sorumlu müdürlük sıfatı kazanılmış olur.

47
LÖNING, Die strafrechtliche Haftung des verantwortlichen Redakteurs, 1889, s.
137; HEILBORN, Das Deutsche Reichspressrecht, Breslau 1891, s. 19; (LÖFFLER,
II, s. 154'den naklen). Bu teori hakkında aynca bkz.: GRÜTTER, s. 73.
196 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Sorumlu müdür hakkında impressum yükümlülüğü içinde dönemsel


yayında bilgi verilmesini kurucu bir işlem olarak gören bu teori eleştiril­
miş ve denmiştir ki, dönemsel yayının bir nüshasında sorumlu müdürün
açıklanmasından önce de sorumlu yazı işleri müdürü vardır ve bu şahıs
o nüshanın gözden geçirilip, hazırlanmasında görev yapmak durumunda-
dır. Sorumlu müdürlük sıfatının yayın ile kazanıldığının kabulü halinde,
yayından önce o kimsenin sorumlu yazı işleri müdürü olamayacağı gibi
tutarsız bir sonuca varılmış olur. Bu sonuç ise basın hukukunun koyduğu
sorumluluk sistemine ters düşer. Bundan başka bu teori göstermelik yazı
işleri müdürlerine de olanak verir. Çünkü, dönemsel yayının redaksiyon
faaliyetini yürüten kişi yerine, bu işle hiçbir ilgisi olmayan şahsın, belirli
çıkarlar karşılığında sorumluluğu yüklenmesine bu teori göz yummakta-
dır4S_

cccc) Gerçekçi teoriler

1 °) Faaliyet teorisi

Şekli teorinin sakıncalarını gören müellifler, şekli değil, fakat maddi


yani gerçek duruma bakmak suretiyle bir sonuca varılması gerektiğini sa-
vunmuşlardır. Fakat hangi maddi durumun sorumlu müdürlüğün hukuki
esasını oluşturduğu konusunda görüşler iki kısma ayrılmaktadır.

Gerçeklik esasına dayanan bazı müellifler49 , yürüttüğü faaliyete ba-


karak bir kimsenin sorumlu müdür olup olmadığının saptanmasından
yanadırlar. Şöyle ki, bu teori gereğince, dönemsel yayının bir sayısının
redaksiyon işlemini fiilen yapan kimse, o sayının sorumlu yazı işleri mü-
dürüdür. Sorumlu müdürlük sıfatı olan şahsın, kendisini temsilen görevi
başkasına yaptırması halinde bu teoriye göre kanun karşısında sorumlu
müdür, bu sıfatı taşıyan değil, fakat işlemi fiilen yapandır.

Bu teori de iki yönden eleştiriye uğramıştır 50 . Bu eleştirilerden ilki,


faaliyet teorisinin dönemsel yayının her sayısında sorumlu müdürün de-
ğişmesine olanak vermesidir. Eleştiriyi yapanlara göre, faaliyet teorisi iz-
lendiği takdirde, sorumlu müdürlük bir günlük ömrü olan bir müessesesi
haline gelmiş olur. Bu eleştiri, kanunun sorumlu müdürlük müessesesinin
devamlı olmasını aradığı, yoksa sorumlu müdürlerin her sayıda değişmesi
için bir engel olmadığı, sorumlu müdür değişse dahi müessesenin devam
ettiği, şeklinde cevaplandırılmıştır.

48 LÖFFLER, II, s.155.


49 KITZINGER, s. 50 ve son.
50 LÖFFLER, II, s. 155.
BASIN REJİMİ 197

Teoriye yöneltilen ikinci eleştiri ise, inceleme işleminin hiç kimse


tarafından yapılmaması durumunda, ortada bir sorumlu kişinin bulun-
mayacağı yolundadır. Örneğin, sorumlu müdürlük sıfatına sahip kişi, bu
görevini geçici olarak bir başkasına yaptırmak zorunda kalsa, fakat bu
kimse inceleme görevini savsaklasa, faaliyet teorisine göre ortada sorum-
lu kalmayacaktır.

2°) Görev teorisi


İlk kez v. Bülow 51 tarafından ileri sürülmüş olan ve bugün .Alman-
ya'da doktrin 52 ve uygulamanın 53 çoğunlukla izlediği bu görüşe göre, bir
şahsın sorumlu müdür olup olmadığını, ancak bu kişinin gerçek görevine
bakarak anlayabiliriz; sorumlu müdür, gazete sahibinin iradesi ile bu gö-
reve gerçekten atanan ve görevinin gereği olarak, bir yazı veya resmin ya-
yınlanmasına veya suç niteliğinden dolayı yanılanmamasına karar verme
yetkisine sahip bulunan bir kişidir. Sorumlu yazı işleri müdürünün sözü
geçen görevinin gereğini doğrudan doğruya kendisirıin yerine getirmesi
zorunlu değildir. Inceleme ve ayıklama işlemini kendisini temsilen bir
başkasına yaptırsa dahi, sorumlu müdürlük sıfatı ve kanun karşısındaki
sorumluluğu devam eder. Dönemsel yayının bir nüshasında sözü geçen
inceleme yapılmamış olsa da, sorumlu müdürlük mevkiinde bulunan kim-
senin sorumluluğu vardır.

dddd) Karma teoriler


Bu teoriler, yukarıda açıkladığımız teorilerin değişik biçimlerde bir-
birlerini tamamlar duruma getirilmesi ile oluşmuşlardır. Gerçekten, v.
Liszt54 , bir kimsenin basın hukuku anlamında sorumlu yazı işleri müdürü
sayılabilmesi için hem şeklen bir atama işleminin (dönemsel yayında so-
rumlu müdürün kimliğinin açıklanması) ve hem de fiilen görevde bulun-
ma durumunun varlığını arayarak şekli teori ile görev teorisini birleştir­
miştir. Şekli teorinin sakıncalarının bu görüş için de geçerli olacağı açıktır.
Şöyle ki, bu görüşün kabul edilmesi halinde de, gerçek sorumlu mü.dürün
kasten veya hata sonucu dönemsel yayında açıklanmaması sorumluluk-
tan kurtulmayı sonuçlayacaktır.
Hiintzschel 55 tarafından ileri sürülen görüşe göre ise, sorumlu mü-
dürlük kurumu görev ve faaliyet esasına dayanır; yani kanun. karşısmda

51
V. BÜLOW (Goltd. Arch. 40, s. 241, 43, s. 324), (LÖFFLER, II, s. 155'den naklen).
52
REHBINDER, s. 36; LÖFFLER, II, s. 156.
53 BGH (NJW 1963, s. 666); RGSt. 27, s. 246.
54
V. LISZT, s. 36.
55 HA.NTZSCHEL, s. 59.
198 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sorumlu müdür sayılacak şahsın, gerçekten bu görevde olması gerektiği


gibi, görevin gereklerini de bizzat kendisinin yürütmesi zorunludur. Bu
görüşün de dönemsel yayını bazen sorumlu müdürsüz bırakacağı söyle-
nebilir. Gerçekten, sorumlu müdürlük görevi üzerinde bulunan kişi, gö-
revinin gereklerini başkasına yaptırmak zorunda kalsa, görev ve faaliyet
esaslan birlikte bulunmadığı içindir ki, her iki şahıs da sorumlu müdür
sayılmayacaktır.

eeee) Görüşümüz

Kanımızca, şekli duruma üstünlük tanıyan görüş, göstermelik sorum-


lu müdürler uygulamasını sonuçlayacağı için kabul edilemez. Ancak Ba-
sın Kanunumuz sorumlu müdürlük kurumunu şekli bir esasa oturtmuş­
tur. Yukarıda da belirtildiği üzere, Yeni Basın Kanunumuz hatalı olarak,
5680 sayılı Basın Kanunu'nun 10. maddesinde düzenlenen ve sorumlu
müdürün fiilen yazı işlerini yönetmesi koşulunu arayan hükme yer ver-
memiştir. Kitabımızın önceki basısında, daha önceki Basın Kanunumuzun
10. maddesine rağınen kanunumuzda gerçek sorumlu müdürler hakkında
ceza kovuşturması yapılmasına imkan veren bir hüküm bulunmadığı gö-
rüşünü ileri süren yazarları 56 eleştirmiş ve eski Basın Kanunumuzun 10.
maddesine dayanılarak asıl sorumlu tutulması gereken sorumlu müdü-
rün yazı işlerini "fiilen idare eden" kimse olarak kabul edilmesi gerektiği
görüşünü savunmuştuk 57 .

Ancak belirtmek gerekir ki, yeni Basın Kanunumuzda bu "filen idare


etme" koşuluna yer verilmediği için, gerçek sorumlu müdür yerine kağıt
üzerinde ismi gösterilen kişilerin sorumlu tutulacağı, gerçek sorumlu mü-
dürlerin koğuşturulması için kanuni bir düzenlemenin Kanunda bulun-
madığı ve bunun ise ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine ve üçüncü ki-
şin eyleminden sorumluluk olmaz ilkesine aykırı olduğu düşüncesindeyiz.
Ancak 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nun genel hükümleriyle diğer
kanunlar arasında "genel hükümler" konusunda ilişkiyi düzenleyen 5. ve
ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini düzenleyen 20. maddesinin sorum-
lu müdürlerin koğuşturulmasında dikkate alınması gerekmektedir. Ancak
bu takdirdedir ki, hem amaca uygun bir uygulama yapılmış olacak hem
belirtilen hükümlerin gereği yerine getirilmiş olacaktır. Diğer yandan, bu
şekildeki bir uygulamayla, Türk Ceza Kanunu'nun ceza sorumluluğunun
şahsiliği ilkesi ile bu ilkenin zorunlu sonuçlarına uyulmuş olacağından
Türk Ceza Kanunu ile Basın Kanunu arasında ceza sorumluluğu açısın-

56 Bkz.: ERMAN - ÖZEK, m. 2, no. 5; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza sorumluluğu, s.


132.
57 Bkz.: İÇEL, Kitle Haberleşme Hukuku, 5. Bası, s. 160.
BASIN REJİMİ 199

dan bir çatışkmın oluşması önlenebilir. Çünkü, dönemsel yayını fiilen ida-
re eden sorumlu müdürü saptamak, kağıt üzerinde sorumlu müdür olarak
gösterilenin sorumluluğuna gitmek kolaylığı ve hatalı uygulamasını sür-
dürmek değil, bundan farklı olarak ceza hukuku sorumluluğuna yol açan
eylemi gerçekleştireni saptamak anlamına gelir. Temennimiz yeni Basın
Kanunu'nun bu hatalı ve eksik düzenlemesinin Türk Ceza Kanunu'nun
belirtilen hükümleri ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesiyle ilgili dokt-
rindeki görüşlerin yardımıyla giderilmesidir.

Beyanname içeriğinde meydana gelen her değişiklik, iki hafta içinde,


gerekli belgelerle birlikte yeni bir beyanname ile aynı makama bildirilir
(m. 8/2). Basın Kanunu'nun 8/1. maddesinde düzenlenen ve beyannamede-
ki eksiklik veya gerçeğe aykırılık halinde yayının =~u~,uu,.~ olanak

veren düzenleme, değişikliğe ilişkin beyannameler hakkında da uygulanır


(m. 8/2-3).

Diğer yandan, sorumlu müdürün bu görevden ayrılması halinde, ye-


nisi tayin edilinceye kadar sorumluluk yayın sahibine veya temsilcisine
aittir (m. 8/son).

"Yazı işlerini fiilen idare etme" ölçütüne ilişkin görüşlerimizi Kita-


bımızın 5680 sayılıeski Basın Kanunu dönemindeki o basılannda şöyle
açıklamıştık:

"Yaptığımız açıklamalardan, sorumlu müdürlük müessesesinin hu-


kuki esası hakkında "gerçek görev" temeline dayandığımız anlaşılmıştır.
Her ne kadar Kanunumuzun "yazı işlerini fiilen idare eden"den söz etmek
suretiyle "faaliyet" esasına üstünlük tanıdığı düşünülebilirse kanunun
koyduğu bu koşulun gerçek görev şeklinde anlaşılmasına bir engel yok-
tur. Çünkü, Kanunumuzun her dönemsel yayında bir sorumlu müdürün
bulunmasını arayarak ve bu kimseye çeşitli yükümlülükler yükleyerek,
sorumlu müdürlüğü bir müessese olarak sistemine yerleştirmiştir. Bu sis-
temde "yazı işlerini fiilen yöneten" değil, fakat "yazı işlerini fiilen
sorumlu müdür" vardır. Böylece, Kanunumuz bir yazı işleri müdürünün
sorumlu müdür olarak görevlendirilmesini aramış ve bu şekilde "gerçek
görev" esasına dayanmıştır.

Kanunumuzun sisteminde, sorumlu müdürün gerçekten bu görevde


bulunan bir kimse olınası gerektiğine göre, görevin devam etmesi yeterli
bu faaliyetin kısa bir süre için başkasına yaptırılması gerçek görev-
linin sorumlu müdürlük sıfatını ortadan kaldırmaz. Bu gibi durumlarda
görevin gereklerini geçici olarak yerine getiren kimse değil, gerçek görevli
sorumludur. Buna karşılık, kanundaki "yazı işlerini fiilen idare eden" de-
yiminin faaliyet teorisini yansıttığı söylenirse, aynı sonuca varılmayacağı
kuşkusuzdur. Çünkü böyle bir yorum halinde, görevin gereklerini geçici
200 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

olarak yerine getiren bu kişi "yazı işlerini fiilen idare eden" sayılacak ve
sorumluluk bu kimseye yüklenecektir. Bunun sakıncası ise, gerçek sorum-
lu müdürü temsilen hareket etmesi gereken şahsın, bu temsil görevini
yerine getirmemesi, yani yazı işlerini fiilen yönetmemesi durumunda,
sorumlu tutulacak kimsenin kalmamasıdır. Uygulamada sorumluluktan
kurtulmak amacıyla girişilebilecek bu çeşit tertiplere olanak tanımamak
için, dönemsel yayın sahibi tarafından kime gerçekten sorumlu müdür
görevinin verildiği araştırılmalı ve beyannamede veya dönemsel yayında
kim sorumlu müdür olarak gösterilirse gösterilsin, gerçek görevlinin ka-
nun karşısında sorumlu müdür olduğu kabul edilmelidir58 .

Bu şekilde, gerçek sorumluların, yani bir yazı işleri müdürünün veya


genel yayın müdürünün ya da doğrudan doğruya dönemsel yayın sahibi-
nin sorumlu müdür sayılması sağlanacaktır. Gerçek sorumlu yazı işleri
müdürünün saptanması için yapılacak araştırmada, özellikle "bağımsız
karar verme yetkisinin" bulunup bulunmadığına bakılması gerekir. "Ba-
ğımsız karar vermeye yetkili olmak" yazıişleri müdürlerinin bir niteliği
olduğuna göre 59 , bu nitelikten yoksun bir kişinin sorumlu yazı işleri mü-
dürü sayılmasını olanaksız görmekteyiz.

Esasen, 5680 sayılı (eski) Basın Kanununun 16. maddesinin 1. fıkrası­


nın 3 no.lu bendi "sorumlu müdür mevkutenin sahibi tarafından rızasına
aykırı olarak yayınlanan yazı veya resim veya karikatürden sorumlu değil­
dir. Bu taktirde sorumlu müdür hakkındaki ceza sorumluluğu, yazı veya
haber veya resim veya karikatürü yayınlatana aittir" diyerek, bağımsız ka-
rar vermek yetkisi elinden alınmış bir kimsenin sorumlu müdür sayılama­
yacağını belirtmek istemişti. Kanuna göre, böyle durumlarda bu yetkiye
sahip olan ve fiilen kullanan kişi sorumlu tutulacak, yani o nüshadan so-
rumlu müdür sayılacaktı. Kanun "mevkute sahibi" demekle beraber, karar
yetkisi genel yayın müdüründe ise ve onun tarafından yazı ve resimler
yaymlanmışsa, bu kişinin sorumlu tutulacağı doğaldı.

Yukarıda belirttiğimizüzere, yeni Basın Kanununun 8. maddesinde


"yazı işlerini
fiilen idare eden kimse" ölçütüne yer verilmeıniştir. Kanun
koyucu bu ölçüte yer vermeyişini maddenin gerekçesinde şöyle açıkla­
mıştır: "Sorumlu müdür, dönemsel yayını yöneten ve eser sahibinin belli

58 Belirtmek gerekir ki, Alman Federe Devletleri Basın Kanunlarında 5680 sayılı Ba-
sın Kanunumuzun 10. maddesinde olduğu gibi "yazı işlerini fiilen yönetme"yi ara-
yan bir hüküm bulunmadığı halde, göstermelik sorumlu müdürlerin değil, fakat
gerçek sorumlu yazı işleri müdürlerinin sorumlu tutulacakları, doktrin ve uygu-
lamanın vardığı bir sonuçtur (Bkz.: SCHERER, s. 251; LÖFFLER, II, s. 156). Aynı
görüşün ülkeınizdeki uygulamada da kabulü gerekmektedir.
59
Bkz.: Yukarıda (aaa).
BASIN REJİMİ 201

olmaması veya yargılanamaması gibi hallerde bu tür yayınlarla işlenen


suçlardan sorumlu olan kişidir. 5680 sayılı Kanunda yer alan "yazı işlerini
fiilen idare eden" kişi olma şartı, dönemsel bir yayının sorumlu müdürlü-
ğünü üstlenmiş kişinin, yazı işlerini fiilen idare etmediğini ileri sürerek
sorumluluktan kurtulmasını bertaraf etmek için madde metnine dahil
edilmemiştir". Kanımızca, sorumluluk açısından riskli gördüğümüz Basın
Kanunu'nun 8. maddesinin üçüncü şahsın fiilinden sorumluluğa yol aça-
cak şekilde uygulanmamasına dikkat edilmelidir.

Ayrıca, uygulamada yeni Basın Kanunu'nun 11/3. maddesi hükmü


gözden kaçırılmamalıdır.

ece) Aranan koşullar

Basın Kanunları sorumlu yazı işleri müdürü olabilmeyi belirli ko-


şullara bağlamışlardır. Bunun nedeni sorumlu müdürün dönemsel yayın
faaliyetindeki fonksiyonunda aranmalıdır. Yayınlar üzerinde sahip oldu-
ğu bağımsız karar verme yetkisini kullanabilmesi ve suç veya haksız fiil
teşkil eden düşünsel malzemeyi ayıklayabilmesi için, sorumlu müdürün
bunu gerçekleştirebilecek yeterlikte olması zorunludur. Diğer yandan, dö-
nemsel yayınlarla işlenen suç ve haksız fiillerden birinci derecede sorumlu
olan kişi sorumlu müdür olduğuna göre, bu kişinin kovuşturma olanağını
ortadan kaldıran veya kovuşturmayı zorlaştıran bir durumunun da bu-
lunmaması gerekir 60 • Sözgelimi, sorumlu müdürün arandığı zaman he-
men bulunmaması yapılan kovuşturmayı zorlaştırır ve basın kanunların­
daki sorumluluk rejimini işlemez duruma sokar.

Karşılaştırılmalı hukukta, bazı basın kanunları sorumlu müdürlüğü


çok katı koşullara bağladıkları halde, diğer basın kanunları bu koşulları
daha yumuşak tutmuşlardır. Fransız Basın Kanununu birinci gruba örnek
olarak gösterebiliriz. Gerçekten 1944 Basın Kanunu her dönemsel
yayında bir yayın müdürünün (directeur de la publication) bulunmasının
mecburi olduğunu belirtmiş ve bu şahsın reşit olmasını, medeni hakları
kullanma ehliyetine sahip bulunmasını ve vatandaşlık haklarından yok-
sun olmamasını aradığı gibi, yabancıların yayın müdürü olmasını da ya-
saklamıştır (m. 6). Bütün bunlardan başka, yayın müdürünün dönemsel
yayının ekonomik yönü ile en çok ilgili bir kimse durumu..n.da bulunması
da Fransız sistemine özgü bir koşuldur. Yani bu sistemde, dönemsel yayın
sahibi tek kişi ise, yayın müdürlüğü görevini de bu şahıs yapacak, buna
karşılık bir tüzel kişi sözkonusu ise yönetim kurulu başkanı veya en çok
pay sahibi olan kişi yayın müdürü sayılacaktır 61 .

60
LÖFFLER, II, s. 187; SCHEER, s. 254,255.
61 LÖFFLER, II, s. 194.
202 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Fransa'daki bu duruma karşılık, Almanya ve Avusturya'da sorumlu


müdürlük için aranan koşullar daha yumuşaktır. Federal Almanya'da ör-
neğin Baden-Württemberg Federe Devleti Basın Kanunun (m. 9) koyduğu
koşullar şöyledir: 1. Anayasanın uygulama alanı içinde devamlı ikamet-
galıı olması, 2. Medeni haklara sahip olması ve mahkeme karan ile kamu
hizmetlerinden yasaklanmamış bulunması, 3. 21 yaşını doldurmuş olması,
4. Tasarruf ehliyetine sahip bulunması, 5. Hakkında yapılacak ceza kovuş­
turması için bir engel olmaması. Görüldüğü üzere, bu Kanun sorumlu yazı
işleri müdürlüğünü Alman vatandaşlığı koşulu ile sınırlamamış ve yaban-
cıların da sorumlu müdür olmalarına olanak vermiştir 62 . Bundan başka,
aynı paragrafın 2. fıkrası, küçükler tarafından yine küçükler için çıkarı­
lacak dönemsel yayınlarda yaş ve tasarruf ehliyeti koşullarının aranma-
yacağını belirterek, sorumlu müdürlük koşullarım biraz daha yumuşat­
mıştır. Kanun, ikametgah koşulu yönünden de çok katı davranmamış ve
özel durumlarda ilgilinin istemi üzerine, Milli Eğitim Bakanlığının Adalet
Bakanlığının görüşünü alarak, sorumlu müdürde bu koşulu aramayabi-
leceğini öngörmüştür. Federal Almanya'da yasama dokunulmazlığından
yararlananların sorumlu müdür olamayacakları genellikle kabul edil-
mektedir. Bu konuda yukarıda belirttiğimiz "ceza kovuşturması için engel
olmaması" koşuluna dayanılmaktadır 63 . Fakat Bavyera Federe Devleti
Basın Kanunu bu koşulu da yumuşatarak, yasama dokunulmazlığından
yararlananların gazete ve dergilerin sadece politik kısımlarından sorumlu
müdür olamayacaklarını açıklamıştır (5, fıkra 3). Bunun sonucunda, bu
federe devlette yasama meclisi üyelerinin politik olmayan yayınlarından
sorumlu müdürlüğü yasaklamamıştır64 •

62 LÖFFLER, II, s. 143.


63 SCHEER, s. 255.
64
Alman Federe Devletleri Basın Kanunları, gazete ve dergilerin ilan ve reklam say-
falarından sorumlu kişiler hakkında "sorumlu yazı işleri müdürü" deyinıini kullan-
mamışlar, bu kişileri sadece "sorumlu" (Verantwortlicher) terimi ile belirtınişlerdir
(§ 8 fıkra 2. 4, cümle). Bunun nedeni, eski İmparatorluk Basın Kanunu sırasında
uygulamada karşılaşılan güçlüklerdir. Gerçekten, uygulamada ilan ve reklam say-
falarının redaktörler tarafından değil, fakat gazetenin ilan ve reklam bürosunun
başında bulunan ticaret şefince kontrol edilmesi ve düzenlenmesi yüzünden, suç
teşkil eden ilan ve reklamlardan dolayı sorumlu yazı işleri müdürü hakkında dava
açılması olanaksızdı. Bu durumu gören kanun koyucu sözü geçen terim farkını
yaratmak zorunda kalmıştır. Yeni durum karşısında, gazete sahibi ilan sahibi ve
reklamlar için bir redaktörü sorumlu müdür olarak görevlendirebildiği gibi, gaze-
tenin ticaret işlerini yürüten bir kişiye de bu görevi verebilmektedir. İlan ve rek-
lamlardan "sorumlu" için aranan koşullar sorumlu yazı işleri müdürü için aranan
koşulların ayııı olup, yükümlülükleri ve sorumlulukları bakımından da fark yoktur
(LÖFFLER, II, s. 180).
BASIN REJİMİ 203

Avusturya Basın Kanununun 18. paragrafı da sorumlu müdürler için


bazı klasik koşullar koymuştur. Bu koşullar, reşit olmak, Ulusal Konse-
ye seçilmek hakkını kaybetmemiş bulunmak, Avusturya Cumhuriyetinde
devamlı ikametgahı olmak ve yasama dokunulmazlığından yararlanma-
maktan ibarettir. Bu Kanun da, yabancıların sorumlu yazı işleri müdürü
olmalarını engelleyici bir koşul öngörmemiştir 65 .

Basın
Kanunumuz ise, sorumlu müdürlüğü katı koşullara bağlayan
kanunlar arasında yer almaktadır. Gerçekten, Kanunumuzun sisteminde
sorumlu müdür olabilmek için (m. 5); onsekiz yaşını bitirmiş olmak, Tür-
kiye'de yerleşim yeri sahibi olmak ve devamlı oturmak, en az ortaöğrenim
veya dengi bir eğitim kurumundan mezun olmak, kısıtlı veya kamu hiz-
metlerinden yasaklı olmamak, yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmamak
ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar için karşılıklılık koşulu­
nun aranması gerekmektedir.

Yeni Basın
Kanunu'nda, sorumlu müdürün Türk vatandaşı olması
koşulu aranmamaktadır ve yaş sınırı 18'e indirilmiştir. Maddenin gerek-
çesinde de açıklandığı üzere, reşit ve cezai ehliyeti tam olan bir kişinin
sorumlu müdür olamamasını haklı gösterecek bir neden yoktur.

Bu koşullardan başka, Basın Kanunu'nun 5/3. maddesine göre, so-


rumlu müdürün TBMM üyesi olması halinde bu görevi üstlenmek üzere
müdür yardımcısı tayin edilir. Sorumlu müdür için Basın Kanununda yer
alan hükümler, sorumluluğu üstlenen yardımcısı için de geçerlidir. Mad-
denin gerekçesinde, bu koşul açısından şu açıklamalara yer verilmiştir:
"Sorumlu müdürün Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olması halinde,
milletvekili dokunulmazlığı gözetilerek, sorumluluğu üstlenen bir sorumlu
müdür yardımcısı tayin edilmesi öngörülmektedir".

ddd) Fonksiyonu

Sorumlu yazı işleri müdürünün dönemsel yayın faaliyetine ilişkin


esas fonksiyonu, her nüshayı yayından önce kontrol ederek, suç olabilecek
yazı ve resimlerden arındırmaktır. Sorumlu müdürün bu fonksiyonu re-
daksiyon işleminden başlayarak, baskı ve yayın hareketlerine kadar tüm
dönemsel yayın faaliyetini kapsar. Dönemsel yayınlara ilişkin sorumluluk
rejiminde sorumlu müdürün birinci derecede sorumlu tutulması, yürüte-
ceği kontrol görevinin etkin nitelik göstermesini gerektirir. Bu nedenle, so-

65
İngiltere'de de sorumlu müdürlük (editörlük) katı koşullara bağlanmamış ve ya-
bancıların sorumlu müdür olmalarını engelleyici hükümler konulmamıştır. Bundan
başka, İngiltere'de editörün görevine ilişkin faaliyetine mahkeme karan ile veya
idari önlemlerle engel olunamayacağı kabul edilmektedir (LÖFFLER, II, s. 194).
204 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rumluluğu üzerine almış bulunan bu kişinin, tüm yayın süreci yönünden


"veto hakkı"ile donatılması ve bu hakkını diğer yazı işleri müdürlerine
karşı olduğu kadar, genel yayın müdürüne, müellife ve hatta dönemsel ya-
yın sahibine karşı da kullanabilmesi zorunludur 66 . Basın Kanunumuz, so-
rumlu müdürün kontrol fonksiyonunun gereği olan veto hakkının dönem-
sel yayın sahibine karşı işlemez duruma gelebileceğini gözönünde tutarak,
"ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu
yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması halinde, bundan doğan
sorumluluk yayımlatana aittir" demiştir. Kontrol yetkisinin ve bunun so-
nucu olan veto hakkının genel yayın müdürüne karşı da kullanılamaması
durumlarında, aynı sonuca varılması gerektiği kanısındayız. Çünkü veto
hakkının genel yayın müdürüne karşı geçerli olmaması, yazı işlerini fiilen
yönetenin genel yayın müdürü olduğunu gösterir.

Sorumlu yazı işleri müdürünün kontrol yetkisi, yayın yolu ile gerçek-
leşen ve Basın Kanununun 11. maddesindeki sorumluluk sisteminin işle­
mesini sonuçlayan bütün suçları içerir. Sözgelimi suç teşkil eden bir yazı
ve resmin dönemsel yayından çıkarılması bakımından olduğu gibi, Basın
Kanununun 19., 20. ve 21. maddelerindeki yayın yasaklan yönünden de
kontrol yetkisi vardır.

Kanun sorumlu müdüre suç teşkil edebilecek yazı ve resimleri yayın­


dan çıkarma yükümlülüğünden başka görevler de yüklemiştir. Bu görev-
lerden bazıları yine yayına ilişkindir. Örneğin, yasal koşullara uygun olan
cevap ve düzeltme yazılarını yayınlama yükümlülüğü (14. m.) sorumlu
müdürün görevlerinden birisidir. Bu yükümlülüğe uymayan sorumlu mü-
dürler Basın Kanununun 18. maddesine göre cezalandırılırlar. Kanunun
sorumlu müdürlere yüklediği başka yükümlülükler de vardır. Örneğin,
beyannamedeki değişiklikleri ilgili merciye bildirme yükümlülüğü (8/2.
m.) de sorumlu müdür tarafından yerine getirilir. Beyannamedeki değişik­
liklerin kim tarafından bildirilmesi gerektiğine ilişkin olarak, eski Basın
Kanunumuzun 10. maddesi gibi bir hüküm bulunmamakla birlikte, yeni
Basın Kanunumuzun 7. maddesine göre, sorumlu müdür ve sahibi beyan-
nameyi imzalayacaktır. Bu hükümden hareketle, beyannamedeki değişik­
likleri bildirmek görevinin bu iki kişiye ait olduğu söylenebilir.

cc) Muhabirler

Eski (5680 sayılı) Basın Kanunu'nun 13. maddesi muhabirlerde bu-


lunması zorunlu koşullar ile bu koşulları olmayan muhabirleri çalıştıran
dönemsel yayın sahiplerinin cezai sorumluluğunun ne olduğunu düzenle-

66 LÖFFLER, II, s. 158.


BASIN REJİMİ 205

mesine karşın, yeni (5187 sayılı) Basın Kanunu bu konuda özel bir düzen-
lemeye yer vermemiştir.

c) Devlet dairelerinin dönemsel yayınları

Yeni Basın Kanunu'nun 6/1. maddesinde kamu kurum ve kuruluş­


larının da dönemsel yayın sahibi olabilecekleri öngörülmüştür. Yeni yasa
dönemsel yayın sahibi olan kamu kuruluşlarını da özel kişilerin koşulla­
rına bağlı tutmuştur. Konuyla ilgili yeni Kanunun geçici 2. maddesi şu
hükmü içermektedir: "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kamu
kurum ve kuruluşlarınca yayımlanmakta olan süreli yayınların temsilcisi
ve sorumlu müdürleri, Kanunun yürürlüjj;e girdiği tarihten itibaren altı
ay içerisinde süreli yayının basım ve yayımını bu Kanunda öngörülen hü-
kümlere uygun hale getirirler.". Demek ki, kamu kurum ve kuruluşlarınca
yayımlanan dönemsel yayınların farklı bir rejime tabi olması istenmemiş
ve bu husustaki eski sistem terk edilmiştir.

Alman Federe Devletleri Basın Kanunlarında da bu konuyla ilgili hü-


kümler vardır (örneğin, Baden Württemberg Basın Kanunu 7, fıkra 3).
Bu hükümlere göre Federal Almanya'da resmi yayınlar basın kanunları­
nın hiç bir hükmüne tabi değillerdir. Ancak, Alman doktrini, bu durumu
eleştirmekte ve özellikle cevap ve düzeltme hak_kma ilişkin hükümlerin
resmi yay1_nlarda da geçerli olmasını savunmaktadırlar..Alman Basın Ka-
nunları, basılmış eserin bir Devlet dairesi tarafından çıkarılmasını yeterli
görmemiş, içeriğinin de resmi nitelikte olmasını aramışlardır. İçerik resmi
nitelikte değilse, sözgelimi yayın kişisel makale ve incelemeleri içeriyorsa,
basın kanunları uygulanabilecektir67 . Kanımızca, bu fark yönünden Al-
man sistemine üstünlük tanımak gerekir. Gerçekten, içeriğindeki yazılar­
da resmi nitelik bulunmayan bir dönemsel yayının sırf bir Devlet daire
veya kurumu tarafından çıkarılıyor diye ayrık hükümlere tabi tutulması
anlamsızdır.

Yeni Basın Kanunu'nun konuya ilişkin olarak Kitabımızın daha önce-


ki basılarında ileri sürdüğümüz sistemi kabul ederek ve önerdiğimiz gibi 68
Alman hukukundaki düzenlemeye paralel yeni bir sistemi kabul etmesini
olumlu karşılıyoruz. Bu konuda daha önceki basılarda ileri sürdüğümüz
eleştiriler ve önerilerimizin dikkate alınması, bir dönemsel yayının sırf
Devlet daire veya kurumu tarafından çıkarılıyor olması nedeniyle onu ay-
rık hükümlere tabi tutma yanlışlığına son vermiştir.

67
Bu konuda: LÖFFLER, II, s. 144-145.
68
Bu konuda eski Basın Kanunu'nun sistemine ilişkin değerlendirmelerimiz ve öneri-
lerimiz için, bu Kitabımızın 5. basısı, s. 166-167'ye bakılmalıdır.
206 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

d) Yabancı dönemsel yayınlar

aa) Sınırlamalar

İletişim özgürlüğünü incelerken açıkladığımız gibi 69 , Avrupa Konseyi


İnsan Haklan ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinin 10. madde-
si, düşünce, söz ve iletişim özgürlüğünün uluslararası nitelikte olduğunu
kabul etmiştir. Ancak aynı maddenin iki.n.ci fıkrası, bu özgürlüğün, ulusal
güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, düzenin korunması, suçların
önlenmesi, sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması, gizli haberlerin ifşasına engel olunması veya adalet kuvveti-
nin üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanması nedenleri ile yasal yolla
sınırlanabileceğini öngörmüştür. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkelerden bir
kısmında sözü geçen sınırlamalar esaslı biçimde uygulandığı ve özellik-
le yabancılar yönünden sert önlemler alındığı halde, diğer bazı devletler
iletişim özgürlüğünün olanak ölçüsünde sınırsız kalmasına özen göster-
mektedirler. Birinci grup devletlere örnek olarak Fransa'yı gösterebiliriz.
Gerçekten bu ülkede, Basın Kanununun 14. maddesini değiştiren 6 Ma-
yıs 1936 tarihli Kanun Kuvvetinde Kararnameye yabancı dilde kaleme
alınmış bütün basılmış eserlerin satış ve dağıtımının İçişleri Bakanlığınca
yasaklanabileceğini öngörmüş ve 16 Temmuz 1944 tarihli başka bir kanun
da "gençlere özgü ve Fransa'da dağıtılacak yayınların ithal, satış ve para-
sız dağıtımını İletişim Bakanlığının iznine" bağlamıştır 70 •

Iletişim özgürlüğünün olanak ölçüsünde sınırsızlığını kabul eden ül-


kelerin başında buhınan
Federal Almanya'da ise, özellikle basın özgürlü-
ğünün vatandaşlara özgü bir hak olmayıp, tüm insanları kapsayan bir
"insan hakkı" olduğu esasına dayanılarak, önceden izin almadan basın fa-
aliyetine girişme hakkının vatandaş-yabancı farkı gözetilmeden uygulan-
ması gerektiği sonucuna vanlmaktadır 71 . Federal Almanya, bunun yanı
sıra, yabancı yayınların ülkeye sokulmasını yasaklayıcı hükümleri de ba-
sın mevzuatından çıkartma çabası içindedir 72 .

69 Bkz.: Yukarıda İkinci Bölüm § 1, C, I.


70 DÖNMEZER, Basın, s. 292-293.
71 LÖFFLER, I, s. 118, 119; II, s. 52; SCHEER, s. 198.
72
7 Mayıs 1874 tarihli Alman İmparatorluk Basın Kanunu'nun 14. paragrafında ya-
bancı dönemsel yayınlarla ilgili şöyle bir hüküm vardı: "Yurtdışında yayınlanan
dönemsel nitelikteki basılmış eserin bir sayısı hakkında Ceza Kanununun 41 ve 42.
paragrafiarına (bu hükümler müsadere ile ilgilidir) dayanılarak bir yıl içinde iki
kez hüküm tesis edilirse, İçişleri Bakanı son hükmün kesinleşmesinden itibaren iki
ay içinde bu basılmış eserin bundan böyle iki yıla kadar süre ile dağıtılmasının
yasaklandığını ilan yolu ile duyurabilir". Bu hüküm Federe Devletlerin yeni basın
kanunları ile yürürlükten kaldırılmıştır. Federal Almanya'da halen yabancı basıl-
BASIN REJİMİ 207

Belirtmemiz gerekir ki, önceki Basın Kanunumuz yabancıların dö-


nemsel yayında bulunmalarını izin koşuluna bağlamış (5680 sayılı BK.m.
7/5) ve dönemsel yayının sorumlu müdürünün eski Basın Kanunu'nun 5.
maddesindeki koşullara sahip olması yanında ayrıca dönemsel yayının
çıktığı dili de bilmesini zorunlu kılmıştı (5680 sayılı BK. Ek madde-5) 73 .
Buna karşılık, yeni (5187 sayılı) Basın Kanunumuz yabancılara ilişkin
bir sınırlama getirmeyerek bu noktada Kara Avrupası ülkelerinin siste-
mine yaklaşmıştır. Yabancıların dönemsel yayın sahibi ve bu tür dönemsel
yayınlarda sorumlu müdür olabilmeleri açısından yeni Kanunun 5. ve 6.
maddeleri hükümlerinin dikkate alınmaları gerekmektedir. Bu madde-
lerde yabancılar açısından, özellikle sorumlu müdürü_n Türkiye'de yer-
leşik olması, devamlı oturması ve karşılıklılık koşulunun aranacağı (m.
5/2, bentler: b ve f) öngörülmüştür. Basın Kanunu'nun 5/2. maddesinin f
bendi bu açıdan çok önemli olup, uluslararası ilişkiler ve karşılıklı uygu-
lamalar açısından bu koşullan değerlendirecek olan ma..kama önemli bir
takdir yetkisi vermektedir74 . Ancak bu takdir yetkisi keyfilik anlamına
gelmeyip, uluslararası hukukta genel geçerli bir kural olan "karşılıklılık"
koşulunun belirlenmesinden ibarettir. Bu hül:c..mün uygulamada, eski Ba-
sın Kanunu'nun 5. maddesi hükmünde olduğu gibi, bir "izin" koşulu olarak
yorumlanıp uygulanmaması gerekmektedir.

Burada değinmemiz gereken diğer bir husus da, 5680 sayılı (eski) Ba-
sın Kanunu'nun 31. maddesindeki düzenleme ile ilgilidir. Bu uuı,u.uı. ya-
bancı ülkelerde yayınlanan basılmış eserlerin Türkiye'ye sokulması ve da-
ğıtılmasının Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanmasını öngörmekteydi.

mış eserlerin yurda sokulurken kontrolünü öngören hükümler "Gesetz zur Überwa-
clıung strafreclıtliclıer
und anderer Verbringungsverbote" adındaki 24.5.1961 tarihli
Kanımda bulunmaktadır. Suç niteliklerinden dolayı yasaklanmış yayınların yurda
sokulmalarını önlemeye yönelik bu Kanunun 1 ve 2. paragrafları, gümrük memur-
larına, yurda sokulmak istenen gazete, dergi, kitap, ses bandı, plak, film gibi şey­
lerin devleti koruyucu hükümlere aykırı olup olmadığına bakmak ve gerektiğinde
bunları savcılığın incelemesine sunmak yükümlülüğünü yüklemektedir. Ancak ka-
nun yolculuk sırasında okunmak üzere elde bulundurulan basılmış eserleri bu hük-
mün dışında tutmuştur. Buna karşın doktrin, bu hükümlerin Anayasanın iletişim
özgürlüğüne ilişkin kuralları ile bağdaştırılmasının zorluğuna işaret etmektedir
(Bütün bu konular için bkz.: LÖFFLER, I, s. 80; II, s. 500).
73
Sorumlu yazı işleri müdüründe aranan koşullar için bkz.: yukarıda § 2, B, 2, b,
bb, ece.
74
Türk Basınında Yabancı Sermaye zaman zaman önemli konulardan biri durumuna
gelmiş ve tartışmalara konu olmuştur (Bkz.: Türk Basınında Yabancı Sermaye, Ya-
bancı Sermaye Koordinasyon Derneği Yayını, No: 11, İstanbul 1983). Bu konudaki
gelişmeler her zaman dikkatle izlenmelidir. Diğer yandan Türkiye'de son zamanlar-
da, aynı tartışmanın Radyo ve Televizyonlar açısından kamuoyunda ciddi bir gün-
dem konusu oluşturduğu gözlemlenmektedir.
208 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

5187 sayılı (yeni) Basın Kanunu'nun konuya ilişkin yeni ve içeriği değişik
hükümlerini (m. 25/3 ve 4) açıklamadan önce, önemi nedeniyle bu hususta
kısa bir bilgi vermeyi yararlı görmekteyiz:

5680sayılı Basın Kanunu'nun 31. maddesi yabancı ülkelerde çıkan


basılmış eserlerin Türkiye'ye sokulmasının veya dağıtılmasının Bakan-
lar Kurulu Kararı ile yasaklanabileceğini ve acele hallerde İçişleri Ba-
kanlığının Bakanlar Kurulunun kararından önce bunların dağıtılması­
nın önleyebileceğini veya dağıtılmış olanları toplatabileceğini öngörmüş­
tü. Bu hükmün 2950 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki şeklinin
1961 Anayasasına aykırı olduğu ileri sürülerek iptal davası açılmışsa da,
Anayasa Mahkemesi hükmün Anayasaya aykırı olmadığına karar ver-
mişti. Anayasa Mahkemesinin 5.7.1963 tarih ve E. 170/K. 178 sayılı bu
kararına 75 konu olan Anayasaya aykırılık iddiasında şu gerekçeler yer
almıştı:

- Basın Kanununun 31. maddesi Anayasanın 17. maddesine aykı­


rıdır.Çünkü, bu maddeye göre herkes iletişim özgürlüğüne sahip
olduğundan ve yabancı ülkede basılmış bir eserin Türkiye'ye geti-
rilmesi de bu özgürlüğün gereği bulunduğundan, idarenin bu konu-
daki karar ve işlemi iletişim özgürlüğünü ihlal eder.

- Bu hüküm Anayasanın 20 ve 21. maddelerine de aykırıdır. Zira bu


maddeler düşünceleri yayma özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlü-
ğünü herkese mutlak olarak tanımıştır. Bu özgürlüklerin sonucu
olarak, bir çalışma ürününün yurda sokulmasında Bakanlar Kuru-
lunun ve Içişleri Bakanlığının yetkilerinin sınırsız olmaması gerek-
tiği halde, hiçbir ayırım yapılmadan böyle bir yetkinin tanınması
sözügeçen özgürlükleri de ihlal eder.

- Bakanlar Kuruluna sınırsız yetki tanıyan 31. madde, basın özgür-


lüğünü de zedeler ve bu nedenle Anayasanın 22. maddesine de ay-
kırıdır.

- Konusu suç olmayan eserlerin de toplatılmasına olanak veren bu


maddenin son fıkrasındaki yaptırımlar76 da Anayasanın belirtilen
maddelerine aykırıdır. Çünkü, Anayasa gereğince, konusu yürür-
lükteki ceza hükümlerine göre suç olmayan bir eserin toplatılma­
sına karar verilemeyeceğinden, böyle bir eseri yurda sokan ve da-

75 RG., 4.11.1963, No.: 11546.


76 31. maddenin 2950 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki son fıkrası, yasak-
lanmış basılınış eserleri, bu niteliklerini bilerek Türkiye'ye sokanların, dağıtanların
veya bu gibi eserleri kısmen veya tamamen iktibas ederek yayanların 3 aydan 1 yıla
kadar hapis ve ağır para cezası ile cezalandırılacaklarını öngörüyordu.
BASIN REJİMİ 209

ğıtan kişinin cezalandırılması da sözü geçen özgürlüklerin ihlalini


sonuçlar.

Anayasa Mahkemesi ise 31. maddenin 1961 Anayasasının aykırı ol-


madığı sonucuna varırken şu gerekçelere dayanmıştı:

- Anayasa maddelerinin hiç birinde yabancı ülkelerde basılmış eser-


lerin yurda sokulması konusu ile ilgili bir hüküm yoktur.

- Yabancı ülkelerde basılmış gazete ve başka bir eserin Türkiye'ye


getirilmesi bir iletişim işi değildir. Bu nedenle maddenin Anayasa-
nın 17. maddesindeki (iletişim özgürlüğü) ile ilgisi yoktur.

- Anayasanın 22. maddesi Türkiye içinde basılmış eserlerle ilgilidir.


Yabancı ülkelerde basılmış eserler bu maddenin kapsamına girmez.
Anayasanın Temsilciler Meclisindeki görüşmelerinde yurtışında
basılıp yayınlanan eserlerle ilgili hükümlerin kanuna bırakıldığı
açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle, Kanun Koyucu Anayasanın 11.
maddesindeki kayıtlara bağlı olmaksızın bu konuyu düzenleyebi-
lir.

- 31. madde idareye keyfi.ye kadar gidebilecek bir yetki de vermiş de-
ğildir. Çünkü bu maddenin gerekçesinde, dışarıda zararlı ve yıkıcı
faaliyetin yurda sızmasını önlemek amacı ile bu hükmün konuldu-
ğu belirtilmiştir. İdare bu amaç dışına çıkmayacağına göre, keyfi bir
uygulama sözkonusu olamaz.

1982 Anayasasının "temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletle-


rarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir" hükmünü içeren 16.
maddesi ile bilim ve sanat özgürlüğünden söz eden 27. maddesinin "bu
madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanun-
la düzenlenmesine engel değildir" diyen son fıkrası karşısında 5680 sayılı
Kanun'un 31. maddenin Anayasaya uygunluğu konusunda bir kuşku kal-
mamıştı 77 . Diğer yandan, 2950 sayılı Kanunla madde yeniden düzenlenir-
ken Bakanlar Kurulunun bu konudaki yetkisinin Anayasada gösterilen
esaslar içinde sınırlandırılması yoluna gidildiğinden eski metnin sınır­
sızlığının doğurabileceği tehlikeler önlenmiştir. Gerçekten, 31. maddenin
yeni metnine göre, Bakanlar Kurulunun yabancı ülkelerde çıkan basıl­
mış eserlerin Türkiye'ye sokulmasını veya dağıtılmasını yasaklayabilmesi
için, bu yayınların Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
milli egemenliğe, Cumhuriyetin varlığına, milli güvenliğe, kamu düze-

77
2001 Anayasa değişikliğinde yabancılar için sınırlayıcı hükümlere dokunulmamış­
tır.
210 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

nine, genel asayişe, kamu yaranna, genel ahlaka ve genel sağlığa aykırı
olmaları gerekir (1. fıkra). Bakanlar Kurulunun diğer yabancı basılmış
eserler bakımından böyle bir yetkisi yoktu.

Maddenin 2. fıkrası gereğince, İçişleri Bakanlığı, Bakanlar Kurulun-


dan acele karar alınmak üzere karardan önce bu tür yabancı basılmış
eserlerin dağıtılmalarını yasaklayabileceği gibi, dağıtılmış olanları da
toplatabilirdi.

Maddenin son fıkrası ise yasaklama kararına uymayanların eylemle-


rini suç haline getirmişti: "Yasaklanmış olmasına rağmen bunları Türki-
yeye bilerek sokanlar, dağıtanlar veya bu gibi eserleri kısmen veya tama-
men ihtibas veya tercüme edenler, yayanlar, fiil başka bir suçu oluştursa
bile ayrıca üç aydan bir yıla kadar hapis ve ağır para cezasına mahkum
edilirler."

Bu konu 5187 sayılı Basın Kanunu ile yeniden ele alınmış ve kanunun
25. maddesinin 3. ve 4. :fıkralarında değişik bir içerikle yeniden düzenle-
nerek eski sistem terkedilmiştir. 5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, hangi
dilde olursa olsun Türkiye dışında basılan dönemsel veya dönemsel olma-
yan yayın ve gazetelerin, Basın Kanunu'nun 25. maddesinin 2. fıkrasın­
da belirtilen suçlan işlediklerine dair "kuvvetli delil" bulunması halinde,
bunların Türkiye'de dağıtılması veya satışa sunulması, C. Başsavcılığı'nın
talebi üzerine Sulh Ceza Hakiminin karan ile yasaklanabilir. Gecikme-
sinde sakınca bulunan hallerde C. Başsavcılığının karan bu yasaklama
açısından yeterlidir. Ancak, C. Başsavcılığının karar verdiği hallerde, bu
karar en geç 24 saat içinde hakimin onayına sunulur. Bu kararın 48 saat
içinde ilgili hakim tarafından onaylanmaması halinde C. Başsavcılığının
bu yasaklama kararı hükümsüz kalır (m. 25/3). Belirtilen biçimde yasak-
lanmış yayın ve gazeteleri bilerek dağıtanlar veya satışa sunanlar, bu ya-
yınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi gibi sorumludurlar.

Bu hükmün kapsamına giren suçlar, 5816 sayıhAtatürkAleyhine İşle­


nen Suçlar Hakkında Kanun'da, Anayasa'nın 174. maddesinde öngörülen
inkılap kanunlannda, 765 sayılı TCK.nun 146. maddesinin 2. fıkrasında,
153. maddesinin 1. ve 4. fı.kralannda, 155. maddesinde, 311. maddesinin
1. ve 2. :fıkralarında, 312. maddesinin 2. ve 4. fıkralarında, 312/a madde-
sinde ve 3713 sayılı TMK'nun 7. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen
suçlardır. Ancak belirtmek gerekir ki, 04.11.2004 tarih ve 5252 sayılı Türh
Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3/l.
maddesine göre, "mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanunu-
na yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin
karşılığım oluşturan maddelere yapılmış sayılır.". Bu nedenle, 765 sayılı
TCK.sözügeçen hükümleri yerine, bu maddelerin karşılığı olan 5237 sayılı
BASIN REJİMİ 211

TCK.nın 213/1., 214/1., 216/1., 218., 318/2. ve 319/1. maddelerini dikkate


almak gerekmektedir.

Türkiye dışında basılan dönemsel veya dönemsel olmayan yayırıJa­


rın suç işlendiği kuşkusuyla Türkiye'de dağıtılması veya satışa sunulması
kararını vermek yetkisini Bakanlar Kurulundan alarak kural olarak ha-
kime ve istisnai hallerde (gecikmesinde sakınca bulunan hallerde) sonra-
dan kısa süre içinde hakim tarafından kararı denetlenmek üzere savcılığa
veren bu yeni düzenlemenin önceki düzenlemeden hak ve özgürlüklerin
korunması açısından daha güvenceli olduğunda kuşku yoktur. Hem yet-
kili makamların kovuşturma makamları olması, suç işlendiğine ilişkin
kuvvetli delilin bulunmasının aranması ve gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde Başsavcılığın karar vermesi hallerinde ise bu kararın en geç 24
saat içinde hakim onayına sunulması, yasaklamanın her suç açısından
değil sadece Basın Kanunu'nun 25. maddesinin 2. fıkrasında sayılan suç-
larla sınırlı olarak düzenlenmesi ve hakimin de en geç 48 saat için karar
vermesi ve aksi hallerde bu kararın hükümsüz kalacağının belirtilmesi
yerinde olmuştur.

Maddenin son fıkrasında, bilerek "dağıtanlar" veya "satışa sunan-


lar"ın bu yayınlar yoluyla işlenen suçlardan "eser sahibi" gibi sorumlu
olacakları belirtilmiştir. Madde metninde "veya" teriminin kullanılması
kanuni düzenlemenin belirli olması ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi, bir
öncelik-sonralık veya basamaklı sorumluluk düzenlemesi de olmadığı için
uygulamada karışıklığa neden olabilecek niteliktedir. Bu son fıkra hük-
münde üç hususa dikkat edilmelidir. Bu hüküm gereğince, öncelikle, bu
yasaklanmış yayınları hem dağıtanlar hem de satışa sunanlar cezalandı­
rılmaktadır. Diğer yandan bu kişilerin cezalandırılmaları için ''bu yayınla­
rın yasaklanmış bulunduklarını" mutlaka fi.illerinden önce veya fiilleri es-
nasında bilmeleri ve eylemlerini kasten gerçekleştirmeleri gerekmektedir.
Son olarak, eser sahibi gibi cezalandırılacaklarına ilişkin atfın yalnızca,
eser sahibine verilecek cezaya yapılan atıf olduğu kabul edilmelidir.

bb) Yabancı basın mensuplarına sağlanan kolaylıklar

Basın Kartı Yönetmeliği (RG. 25 Ağustos 2015-29456)'nin 32. madde-


sine göre, basın kartı talep eden yabancı uyruklu gazetecilere yasadaki
koşullan yerine getirmeleri durumunda basın kartı verilebilir. Yönetme-
liğin 33. maddesine göre ise, Türkiye'de yerleşik olarak faaliyet gösteren
her bir yabancı haber ve fotoğraf ajansı ile televizyon kuruluşunun ya-
bancı uyruklu çalışanlarından en çok yedi, bunların dışındaki yabancı ba-
sın-yayın kuruluşu çalışanlarından en çok üç kişiye basın kartı verilebilir.
Bu kontenjanlar, yerli basın-yayın kuruluşlarında çalışan yabancı uyruk-
212 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lu gazeteciler için de uygulanır. Buna karşılık, TRT ile Anadolu Ajansının


yabancı uyruklu çalışanları hakkında bu madde hükmü uygulanmaz. Ya-
bancı uyruklu, görevinin sona ermesi, kurum değişikliği hallerinde basın
kartını iade etmek zorundadır. Bu zorunluluğa uymayanların kartları ip-
tal edilir.

Yabancı basın mensuplarına Bakanlar Kurulu Kararı 78 ile çok önemli


gümrük kolaylıkları da sağlanmıştır. Örneğin, bu kişilerin birlikte veya
önceden getirdikleri veya sonradan getirecekleri mesleki araç ve gereçleri
bunların yedek parçaları, büro malzemeleri, istihkak ve kullanımları için
her türlü eşya ile otomobil, minibüs, karavan ve benzeri taşıtları her türlü
gümrük vergi, resim ve harçlardan muaftır 79 .

3- Cevap ve düzeltme hakkı

a) Kavram ve karşılaştırmalı hukuk

Basın özgürlüğünün her şeyden önce devlet ile basın arasındaki iliş­
kileri düzenlenmesine karşılık, cevap ve düzeltme hakkı kavramı basın
ile okuyucu kitlesi arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Gerçekten, özgür basın
haber verme fonksiyonunu yürütürken zaman zaman kişi ve kuruluşlar­
la çelişmeye düşer. Basının sahip bulunduğu gücün ve prestijin etkisiyle
bu çelişmeler ilgilililer için önemli tehlikeler doğurabilir. İşte bu tehlike-
ler, ancak ilgiliye, hakkındaki haber yayınlanır yayınlanmaz, aynı basın
organında, aleni forum biçiminde cevap ve düzeltme hakkı tanınması ile
önlenebilir. Cevabın gecikmeli olarak yayınlanması ya da başka bir basın
organında çıkması halinde sözü geçen tehlike tam olarak önlenmiş olmaz.
Çünkü bu gibi durumlarda ilgili hakkındaki haberin kanıtlanmış sayılma­
sı olasılığı vardır 80 .

78 16.10.1987 tarih ve 87/12201 Sayılı Karar.


79 Bu kolaylıklar hakkındaki esaslar için bkz.: www. byegın. gov.tr
80 Gerçeğe aykırı yayınlarla kişilerin taciz edilmesi karşısında bu tür yayınlara mu-
hatap olanlarınkendilerini koruyabilmeleri ve gerektiğinde bu yayınlardan dolayı
uğradıkları zararları kolaylıkla tazmin ettirebilmeleri için mevzuat değişikliğine
girişilmiştir. Bu meyanda, "yalan haber yayınlamak suçu" şeklinde bir suç yaratıl­
ması girişimlerinde de bulunulmuştur. Bu konudaki düşüncelerimizi soran Devlet
Bakanlığına (Mehmet Yazar) hazırladığımız kanun tasarısı taslağının gerekçesin-
de aynen şu görüşlerimiz yer almıştır: "Gerçek dışı yayınlarla mücadelede "yalan
haber yayınlamak suçu" şeklinde bir suç yaratılmasının basın hürriyeti açısından
son derece tehlikeli olabileceği ve uygulamada basının haber verme fonksiyonunu
önemli derecede aksatabileceği düşünülmüştür. Gerçekten A. T. ülkeleri de dahil ol-
mak üzere birçok Batılı ülkede hakaret veya başka suçları sonuçlamayan yalan
haberler cezalandırılmamaktadır. Sözgelimi, İngiltere, Federal Almanya, Belçika,
BASIN REJİMİ 213

Basının giderek gelişen etkinliği karşısında birey ve kuruluşlara ve-


rilen bir tür savunma aracı olan ve bu özelliği ile denge öğesi niteliği­
ni gösteren cevap ve düzeltme hakkı aynı zamanda kamu çıkarlarına da
uygun düşer. Çünkü bu yolla habere konu olanın da aleni forumda sesi-
ni duyurması olanağı sağlanarak, halkın doğruyu öğrenmek gereksinimi
karşılanmış olur. Cevap ve düzeltme hakkının ve kamu ile ilgili bu
iki yönü, bu hakkın bir yandan kişilik haklarının kapsamına giren, diğer
yandan ise kamuoyunun oluşmasına katılma anlamına gelen bir kavram
olduğunu göstermektedir81 .

Cevap ve düzeltme hakkının tarihsel kökeni 1789 Fransız ~uvu,~--,~""·


Şöyle ki, ihtilali izleyen yıllarda siyasal fikir mücadelesi ortamı içinde ba-

Danimarka ve Birleşik Amerika'da yalan veya tahrif edilmiş haberlerin yayınlan­


ması suç sayılmamaktadıı: Fransa ve İsveç gibi bazı ülkelerde ise kamu sükununu,
düzenini bozan veya bozabilecek nitelikte olan yalan, tahrif edilmiş haberlerin ceza-
landırılması ile yetinilmektedir. Bizde de, Türk Ceza Kanunun'nun 161, 358, 401 ve
535'inci maddeleri ile Sılııyönetim ve Olağanüstü Hal Kanunlarında bu tür yalan
haberler cezalandırıldığından, keza yalan haberlerin lıalıaret teşkil etmesi duru-
munda Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinin uygulanması imkanı bulun-
duğundan, ayrıca "yalan haber yayınlamak suçu" şeklinde yeni bir suç ihdasının
gerekli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki, günümüzün kitle iletişimindeki
hız karşısında yalan haberler en kısa bir zamanda diğer iletişim araçları tara-
fından yalanlanmakta ve gerçek ortaya çıkmaktadır. Durum böyle olduğu halde,
gerçek dışı haberlerin muhatabı olan kişilerin kendilerini koruyabilmeleri için en
etkili bir araç olan cevap ve düzeltme müessesesinin etkinliğinin arttırılmasında
yarar olacağı düşünülerelı Basın Kanunu'nun 19 ve 29'uncu maddelerinde uygun
değişiklikler yapılmıştır. Bunun gibi, Basın Kanunu'nun 17. maddesine eklenen fık­
ralar ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 344'üncü maddesinde öngörülen
değişikliklerle aynı zamanda hakaret teşlıil eden bu tür yayınlara karşı kişilerin
daha kolay korunabilmesi amacı güdülmüştüı:» (Bkz.: İstanbul Üniversitesi Basın
-Yayın Yüksekokulu Yıllığı,I. İstanbul 1988, s. 17-18). Buna karşın, Cumhurbaşka­
nınca bir kez daha görüşülmesi için TBMM'ye geri gönderilen 4676 sayılı Kanun
(7.6.2001) 5680 sayılı Basın Kanununun 17 ve 19. maddelerine "yalan haber" iba-
relerini eklemişti. Önceki açıklamalarımız çerçevesinde bu hareketi doğru bulma-
maktayız. Buna karşılık 5187 sayılı (yeni) Basın Kanunumuz, cevap ve düzeltme
hakkını düzenlediği 14. maddesinde "yalan haber" ibaresine yer vermemiş ve cevap
ve düzeltme hakkının kullanılması için, "yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini
ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yapılması hali" ni yeterli görmüştür.
Bu konuda ayrıca bkz.: ÜNVER, Y. Ceza Hukukunda Objelıtif Sorumluluk, Ceza
Hukuku Günleri, İstanbul 1998, s. 219.
81
LÖFFLER, II, s. 211, 213; GROSS, R. (Zum Recht der Gegendarstellung in den Lan-
despressegesetzen«Archiv für Presserecht, Nr. 23, 4. Juni 1965, s. 521, 522») ise, ce-
vap hakkının kişilik haklarının kapsamına girdiğini kabul etmemektedir.Bu müel-
life göre, cevap hakkı basın özgürlüğünü sınırlandıran ve kamuoyunun oluşmasına
katılmayı ifade eden bir haktır.
214 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sın özgürlüğü kötüye kullanılmaya başlanmış ve basında çıkan iftira nite-


liğindeki suçlamalara cevap verilememe tehlikesi belirıniştir. Bu tehlikeyi
sezinleyen Milletvekili Duluare 1799 yılında meclise düzeltme hakkının
yasal yolla kişilere tanınması önerisinde bulunmuştur. O tarihte Fransız
Meclisi tarafindan reddedilen bu öneri, ancak 1822 Fransız Basın Kanu-
nuna girmiş ve düzeltme hakkının ilk yasal kaynağını bu kanun oluştur­
muştur. Bu kurum daha sonra diğer devletlerin basın kanunlarınca da
kabul edilmiştir. Örneğin, Fransız Basın Kanununun etkisiyle cevap ve
düzeltme hakkını hükümleri arasına alan 1831 Baden Basın Kanunu bu
konuda diğer Alman Basın Kanunlarına da öncülük etmiştir 82 . Aynı şekil­
de, B2,sm Hukukumuzun ilk yasal kaynaklarını oluşturan 1864 Matbuat
Niza:nmamesi (8 ve 12. m.) ile 1877 Matbuat Kanunu (18. m.) da cevap
ve düzeltme hakkı yönünden 1822 Fransız Basın Kanununun esaslarını
yansıtmışlardır 83 .

Bugü_n. cevap ve düzeltme hakkı bakımından karşılaştırmalı hukukta


iki sistem saptanabilmektedir. Alman Federe Devletleri Basın Kanunları
ile Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanan sistemde cevap hakkı
maddi olaylarla sınırlıdır 84 . Yani bu sistemde bir maddi olaya karşı yine
bir maddi olayla cevap vermek olanağı vardır; buna karşılık yayınlanan
değerlendirmelere ve görüşlere karşı cevap hakkı tanınmamaktadır. Al-
man Sistemi olarak adlandırılan bu sistemin karşısında ise Fransız Sis-
temi bulunmaktadır. Fransa'dan başka, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve
Güney Amerika Devletlerinde uygulanan bu ikinci sistemde, cevap ve dü-
zeltme hakkı maddi olaylarla sınırlı olmayıp, görüşlere ve değerlendirme­
lere karşı da bu hak kullanılabilir. Bazı ülkelerde ise cevap ve düzeltme
hakkı düzenlenmemiştir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinde Neva-
da (19~1 Kanunu) dışında yayınlara karşı cevap hakkı kabul edilmiş de-
ğildir. Isviçre'de de sadece Waadt Kantonunda (14.2.1947 tarihli Kanun)
bu hak düzenlenmiş iken 1 Temmuz 1985 tarihli kanunla federal hukuka
girmiştir. Keza İngiltere'de cevap hakkı genel bir kural olarak hükıne bağ­
lanmamıştır. Bu nedenle, İngiliz Basın Konseyi 1962 yılında yayınladığı
bir bildirgede, basının eleştirdiği kişilere cevap haklarını kullanmaları
olanağını vermesini dileıniştir 85 .

82 LÖFFLER, II, s. 212.


83
Bu konuda bkz.: DÖNMEZER, Matbuat Suçları, s. 128 ve son.
84 İsviçre Medeni Kanunu'nun 28. maddesini değiştiren kanunun 1 Temmuz 1985 ta-
rihinde yürürlüğe girmesiyle İsviçre de bu sistem içinde yer almıştır (Bkz.: REH-
BINDER, M.: Cevap Hakkına İlişkin İsviçre'deki Yeni Düzenleme, Çev.: Tankut Cen-
tel, İHFM., 1986, No: 1-4, s. 529).
85 LÖFFLER, II, s. 251, 252. Karşılaştırmalı hukuk için ayrıca bkz.: TİKVEŞ, O.: Ce-
vap Hakkı Üzerine Bir İnceleme (MHAD), 1967, No.: 1, s. 70. ve son).
BASIN REJİMİ 215

Cevap ve düzeltme hakkı konusunda uluslararası alanda da bazı ça-


lışmalar yapılınıştır. Özellikle Fransa'nın Birleşmiş Milletler nezdinde
gösterdiği çabalar sonucunda, "Düzeltme Hakkına İlişkin Anlaşma" hazır­
lanmış ve Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sunulmuştur. Amerika Bir-
leşik Devletleri, İngiltere ve Sovyet Rusya'nm muhalefeti ile karşılaşan
bu anlaşmaya göre, bir devletin basınında yayınlanan yanlış bir haberden
dolayı düzeltme hakkını kullanacak olan o haberle ilgili devletin hükume-
tidir. Bu hükumetin vereceği niyabet üzerine haberin yayınlandığı devle-
tin hükumeti de basın organından düzeltme isteğinde bulunabilir. Fakat
uluslararası alanda düzeltme hakkının kullanıldığını gösteren örnekJer
pek yoktur 86 .

İletişim özgürlüğünün kitle iletişim araçları tarafından kötüye kul-


lanılmasını önlemek amacını güden bu hakkı, Anayasamızın 32. maddesi
1961 Anayasasının 27. maddesinde olduğu gibi anayasal bir hak haline
getirmiş ve düzenlenmesini kanunlara bırakmıştır. Bu maddenin 1. fı_kra­
sma göre, "düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şerefl,erine
dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması ha-
linde tanınır ve kanunla düzenlenir". Maddenin 2. fıkrası ise, "düzeltme
ve cevap yayınlanmazsa, yayınlanmasının gerekip gerekmediğine hakim
tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içeri-
sinde karar verilir" demek suretiyle, savcıların cevap hakk...1 konusunda
son söz sahibi olmalarını önlemiştir 87 . 32. maddenin önemli özelliği, sa-
dece basma karşı değil, fakat bütün kitle iletişim araçlarının yayınlarına
karşı cevap ve düzeltme hal&,.ına olanak vermesidir 88 . Bu hüküm gere-
ğince gerek Basın Kanunu (14. m.) gerekse 2954 sayılı Türkiye Radyo ve
Televizyon Kanunu (27. m.) ve 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Ku-
ruluş ve Yayınlan Hakkında Kanunu (28. m.) yürürlükten kaldıran 6112
sayılı (RG.03.03.2011,27863) Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın
Hizmetleri Hakkında Kanun (18.m.) cevap ve düzeltme hakkım düzen-
lemişlerdir. İnternet yoluyla yapılan yayınlarla ilgili olarak 04.05.2007
tarihli ve 5651 sayılı "İnternet ortamında Yapılan Yayınların Düzenlen-
mesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkın-

86 LÖFFLER, II, s. 253.


87
27. maddenin gerekçesinde bu konuda şöyle denilmektedir: "Bir taraftan hakikate
aykırı yayın yüzünden itibar ve haysiyeti zedelenen şahıslara bu hakkı tanımak
diğer tarafından da bu hakkın düzenlenmesini mutlak olarak kanuna bırakmak
neticesinde, mesela savcıların cevap hakkı hususunda son sözü söylemesi gibi pek
yanlış bir hükmün hortlamasına mani olma gayesiyle 27. maddedeki hükme Ana-
yasamızda yer verilmiştir".
88
Anayasamızın 32. maddesinin gerekçesinde kitle iletişim faaliyetini yürüten organ-
ların tümüne karşı bu hakkın tanındığı belirtilmiştir. Ayrıca bkz.: TİKVEŞ, Cevap
Hakkı, s. 79.
216 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

da Kanun" ise 9. maddesinde cevap ve düzeltme hakkını düzenlemişken,


06.02.2014-6518 sayılı kanunun 93. maddesi ile bu maddeyi değiştirerek,
"içeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi" başlığı altında
yeni bir sistem getirmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarına karşı cevap
ve düzeltme ile internet yayınları ilişkin yeni sistem ilgili bölümlerde ele
alınacaktır 89 .

b) Cevap ve düzeltme hakkının doğması için koşullar

Basın
Kanunu'nun 14. maddesi, bir kimsenin cevap ve düzeltme hak-
kını sahip olabilmesi için, yayıının "kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici"
veya "kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım" yapılması koşulunu aramıştır.
Bu şekilde, "menfaati bozan" yayınlara karşı da cevap ve düzeltme hak-
kını tanıyan ve böylece bu hakkın sınırlarını Anayasaya aykırı biçimde
genişleten 5680 sayılı yasanın daha sonra değiştirilen eski metninin bu
durumunu dikkate alarak üçüncü seçenek koşula yer vermeyen sistem
bu Kanun tarafından da korunmuştur. Kanımızca, bir yayın nedeniyle çı­
karlarının bozulduğunu iddia eden şahsın sübjektif değerlendirmelerine
bağlı bulunan ve cevap ve düzeltme hakkının kötüye kullanılması olanak
veren90 bu koşulun madde metninden çıkarılması çok yerindedir.

Haysiyet ve şerefe dokunacak yayınlar, genellikle Ceza Kanunundaki


hakaret ve sövme suçlarını sonuçlarlar. Ancak hakaret ve sövme suçla-
rını meydana getirebilecek nitelikte olmasalar dahi, kişinin haysiyet ve
şerefine dokunacak her türlü yayına karşı cevap hakkı kullanılabilir. Bu
nitelikteki yayının gerçeğe uygun olması da cevap hakkının doğmasını ön-
lemez. Hatta Ceza Kanununun 127. maddesindeki ispat hakkına ilişkin
koşulların bulunması, cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına engel
değildir. Bunun gibi, yayının objektif haber verme niteliğine sahip olması
ve başka bir kaynaktan iktibas edilmiş bulunması da, cevap hakkının doğ­
ması yönünden önemsizdir 91 .

89 Karşılaştırmalı hukukta radyo ve televizyon yayınlarına karşı cevap ve düzeltme


hakkı genellikle kabul edildiği halde, sinema filmlerine karşı cevap hakkını öngören
pek az ülke vardır. Örneğin, Federal Almanya'da cevap hakkına ilişkin hükümlerin
film yolu ile yayınlara da uygulanacağı kabul edilmektedir (Bkz.: LÖFFLER, II, s.
258). Yugoslavya Devletinin varlığını sürdürdüğü dönemde, bu ülkenin 9.11.1950
tarihli Kanunu filmleri de cevap hakkının kapsamına sokmuştu (Bkz.: TİKVEŞ,
Cevap Hakkı, s. 76 dipnot 43). Cevap ve düzeltme hakkı danışmanlığını yaptığımız
bir yüksek lisans tezinde 5680 sayılı (eski) Basın Kanunu açısından incelenıniştir.:
MAHMUTOĞLU, F. S.: Cevap ve Düzeltme Hakkı, İstanbul 1986.
90 GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 138.
91 Bu nedenledir ki, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 12.3.1976 tarih ve E. 2714/ K. 2314 sa-
yılı kararında varılan sonucu yerinde bulmamaktayız. Karar şöyledir: "Maliye Ba-
BASIN REJİMİ 217

Kanun, haysiyet ve şerefe dokunan yayınlardan başka, sadece gerçeğe


aykırı yayınlara karşı da cevap ve düzeltme hakkını tanımıştır 92 . Böylece,
kişiyle ilgili gerçeğe aykırılık cevap ve düzeltme hakkının doğması için
yeterli sayılmıştır. Bu koşul yönünden de, yayının objektif haber verme
niteliğinde olmasının ve başka bir kaynaktan iktibas edilmesinin önemi
yoktur. Ancak kanun yayının "gerçeğe aykırı" olmasını aradığı içindir ki,
aslında gerçeği yansıtan bir yayının ilgili tarafından gerçeğe aykırı görül-
mesi cevap hakkının oluşması için yeterli değildir. Gerçekten 5680 sayılı
Kanun'un (eski) 19. maddesine ilişkin Hükumet Tasarısında bu koşul "bir
şahsın ... kendisi tarafından hakikate aykırı telakki edilen hareketler ... "
şeklinde iken, maddeyi değiştiren Karma Komisyonu bunun yerine, "bir
şahsın ... kendisi ile ilgili hakikate aykırı hareketler .. " cümlesini koymuş­
tu93. Maddenin son şekli de böyle idi.
5187 sayılı Basın Kanunu da (m. 14) aynı düzenleme biçimini tercih
etmiş ve " ... kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde ..." ifade-
sini kullanmıştır. Belirtmek gerekir ki, cevap hakkını kullanmak isteyen
kimseyi yayının gerçeğe aykırılığını kanıtlamak durumunda bırakan bu-
günkü hüküm karşılaştırmalı hukuktan esaslı biçimde ayrılmıştır. Örne-
ğin başta Alman Federe Devletleri Basın Kanunları (§11) olmak üzere,
Danimarka (1851 Basın Kanunu §11), İtalya (8.2.1948 tarihli Ka_nun 8.
m.), Lüksemburg (1869 Basın Kanunu 23. m.), Meksika (1917 Basın Ka-
nunu 27. m.), Norveç (1902 Ceza Kanunu 430) ve İsviçre ,ı,Av~,~ı. . Kanu-
nun 28g) devletlerinde cevap hakkının doğması maddi gerçeğin araştırıl­
masına bağlı tutulmamakta ve biçimsel gerçekle yetinilmektedir. Yani bu
ülkelerde ilgilinin yayını gerçeğe aykırı görmesi cevap hakkının doğması
için yeterlidir. Kanımızca, bizde de sözü geçen koşulun karşılaştırılmalı

kanı YE.'nun tekzip isteğine konu teşlıil eden Günaydın Gazetesinin 18.12.1975 ta-
rihli nüshasının sol alt köşesinde neşredilen (Uluslararası Para Fonu da Devalüas-
yon Önerdi) başlılılı yazısı ile ayrıntılı Haber Gazetesinin aynı tarihli nüshasının 1.
sahifesinin sağ üst köşesinde yayınlanan (Uluslararası Para Fonu Üç Oranda
Devalüsayon Önerdi) başlıklı yazısında 5680 sayılı Basın Kanununun 143 sayılı
kanunla değişik 19. maddesindeki şartlar mevcut olmadığı gibi, mezkur yazıların
Türk Haberler Ajansı bülteninden aktarılmış ve bu hali ile objektif bir haber verme
niteliği taşımış bulunmasına mebni, yazılı emre dayanan tebliğname münderecatı
varit görülmediğinden ... kararların bozulmasına dair isteklerin reddine ... oybirliği
ile karar verildi". Kanımızca Yargıtay bu kararında, hakaret suçları yönünden gözö-
nünde bulundurulması gereken "objektif haber verme" kriterini cevap ve düzeltme
hakkı alanına sokarak, bu hakkın sınırlarını tehlikeli biçimde sınırlamıştır (Bu ko-
nuda bkz.: İÇEL, K.: Cevap ve Düzeltme Haklıı Yönünden "ilgi" ve "gerçeğe aylurılık"
Koşulları; İHFM, 1977, cilt: XIII, sayı: 1-4, s. 723).
92 Cevap ve düzeltmeye ilişkin hükümlerin değerlendirilmesi için ayrıca bkz. Basın
Kanunu Tasarısı II, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul 2004, sy: 6, s. 41.
93 ERMAN-ÖZEK, m. 19, no. 3.
218 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

hu_k.uktaki biçime sokulması, cevap hakkının kişiyi koruma amacına uy-


gun düşecektir94 .
Belirtelim ki, Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek
üzere TBMM'ne gönderilen 4676 sayılı kanun (7.6.2001) 21. maddesinde
5680 sayılı Basın Kanununun 19. maddesinin I numaralı fıkrasının değiş­
tirilmesini öngörmüştü. Buna göre, cevap ve düzeltme hakkının doğması
bakımından diğer nedenlerin dışında ''kendiyle ilgili yalan haber verilme-
si" yeterli görülmüştü. Bizce, böyle bir hüküm ilgili için sözünü ettiğimiz
"kanıtlama zorunluluğu" sakıncasını önlemekte ise de, Anayasada bulun-
mayan bir nedeni öngörmesi açısından daha önemli başka bir sakıncayı
getirmekteydi. Kanımızca, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesine
"ilgilinin yayım gerçeğe aykırı görmesi cevap hakkının doğması için yeter-
lidir" cümlesinin konulması ile yetinilmelidir. Yoksa, Anayasada bulunma-
yan yeni nedenler yaratılmamalıdır.
BasınKanunumuzun 14. maddesi "süreli yayınlarda ..... yayım yapıl­
ması halinde ..." cevap hakkının doğabileceğini öngörüldüğü içindir ki,
yayımın kişiyle ilişkilendirdiği yayım türü önemli değildir. Yapılan yayı­
mın yazı, fotoğraf, resim veya karikatür şeklinde olması cevap hakkının
doğmasında etkili değildir 95 • Aynı şekilde, yazı veya resimdeki kişi veya
kuruluşun üstü kapalı olarak belirtilmesi de cevap hakkının doğmasını
engellemez 96 •

94 Yargıtay, bu konudaki yasal sistemi çok açık bir biçimde açıklamaktadır: "Habe-
rin gerçekliğine yönelik hakim incelemesinin objektif ölçülere dayanması, ilgilisince
gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber verme hakkının ve toplumun bilgi
edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak biçimde görünürdeki gerçeğe uy-
gun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek araştırılma durumunda olmadığı
için ortada görünen durum ve tarafların iddialarını kanıtlamak için sundukları
bilgi ve belgeler değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap
ve düzeltme sistemimizce benimsenen yöntem olmasına göre, ululararası boyuttaki
bir uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili olarak Devletin resmi görevlilerinin açıklamala­
rı kaynak gösterilerek verilen haberde, adı açıklanan cevap ve düzeltme ve istiyenin
aralarında bulunduğu bir grup sanığın, kamu davası açılanlardan ayrı olarak hak-
larında DGM C. Başsavcılığınca yürütülen soruşturma gereği aranmakta oldukları;
bu durum karşısında haber içeriğinin gerçek dışı oluşundan söz edilmesinin geçerli
olmayacağı gözetilmeksizin itirazın kabulü yerine yazılı gerekçelerle ret kararı ve-
rilmesinde ... isabet görülmemiştir." (Yargıtay 7. CD., 14.10.1993, E. 4911/ K. 584 7)
(YENİSEY - ÖZEL, s. 14-15).
95 DÖNMEZER, Basın, s. 372. Almanya'da çoğunluğun görüşü böyledir (Bkz.: LÖFF-
LER, II, s. 222; KITZINGER, s. 73). Buna karşılık, REGENSBURGER (Die pressege-
setzliche Berichtignugspflicht, Rostock 1911, s. 57), yazılı resimlerle yazısız resimle-
ri birbirinden ayırmış ve yalnız yazılı resimlere karşı bu hakkın kullanılabileceğini
ileri sürmüştür. Bu eski müellif yazılı resimlere karşı cevabın resimli değil, fakat
sadece yazılı olması gerektiğini savunmuştur.
96 DÖNMEZER, Basın, s. 328; ERMAN-ÖZEK, m. 19. no. 5.
BASIN REJİMİ 219

c) Cevap ve düzeltme hakkının süjeleri

aa) Aktif süjeler


Basın Kanunu'nun 14. maddesi, "kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal
edici" veya "kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması" koşullarım ko-
yarken, eski yasadan farklı olarak97 tüzel kişilerden ayrıca söz etmediği
için ilk bakışta sadece gerçek kişilere bu hakkı tanıdığı değerlendirmesi
yapılabilirse de, bizce böyle bir sınırlama cevap ve düzeltme kurumunun
niteliğine ve amacına uygunluk göstermez. 14. maddenin gerekçesinde ve
TBMM tutanaklarında da bu konuda bir açıklama bulunmamaktadır. Ba-
sın Kanunundaki bu sınırlayıcı durum internet ortamında yapılan yayın­
ları düzenleyen 5651 sayılı yasanın cevap hakkı ile ilgili 9. maddesinde de
aynen tekrarlanmıştır. Buna karşılık, daha yeni tarihli olan (15.02.2011)
Radyo ve Televizyon yayınları ile ilgili 6112 sayılı Kanunun cevap ve dü-
zeltme hakkım düzenleyen 18. maddesinde gerçek kişilerin yanında tüzel
kişilerin de bu hakkın sahibi olduklarını açıkça belirtmiştir. Bu durum
karşısında, kanun koyucunun basın ve internet alanında da gerçek ki-
şilerin yanında tüzel kişileri de cevap ve düzeltme hakkının aktif süjesi
olarak kabul ettiği yorumunun yapılması gerekir. Çünkü, cevap ve düzelt-
me hakkının kullanılmasında kitle iletişim araçlarının türüne göre hak
sahiplerinin belirlenmesinin haklı ve mantıklı bir gerekçesi olamaz.
Cevap ve düzeltme hakkı bakımından kanun "vatandaşlık" koşulunu
koymamıştır. Bu nedenle, bizce, yabancıların da cevap ve düzeltme haklan
vardır98 •

Burada, cevap ve düzeltme hakkının vekil tarafından kullanılabi­


lip kullanılamayacağı sorununa da değinmemiz gerekir. Alman Federe
Devletlerinin çoğunda, bu hakkın yayına hedef olan kişi tarafından biz-
zat kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Baden-Württemberg, Hamburg,
Nordrhein- Westfalen, Rheinland - Pfalz, Saarland ve Schleswig- Holstein
Federe Devletleri ise, ilgiliyle birlikte kanuni temsilcisine de cevap yazısı­
nı imzalamak hakkını vermişlerdir. Buna karşılık, Bayern Federe Devleti
Basın Kanununda bu konuda bir hükınün olmaması, görüş ayrılıklarını
sonuçlamıştır. Bazı müellifler99 ve uygulama, cevabın bir hukuki işleme
ilişkin irade açıklaması niteliğinde olmayıp kişisel bir beyan durumunda
bulunmasını gerekçe göstererek, bu konuda iradi temsili kabul etmemek-
tedirler. Buna karşılık diğer bazı müelliflerıoo, iradi temsilin her türlü işle-

97
5680 sayılı Basın Kanunu'nun bu düzenlemesi ve değerlendirilmesi için Kitabımı-
zın 5. basısının 179. sahifesine bkz.
98 LÖFFLER, II, s. 217.
99
REGENSBURGER, s. 60.
ıoo KITZINGER, s. 60.
220 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

mi kapsadığı esnasından hareketle ve bu hakkın şahsen kullanılmasının


bazen büyük güçlükler doğuracağına da işaret ederek, temsilci tarafından
cevap hakkının kullanılmasına olanak verilmesini istemektedirler. Bu gö-
rüşte olanlara göre, sözgelimi seyahat sırasında mesleki haysiyetini kırıcı
yayına hedef olan bir kimsenin, bu yayını yapan gazeteyi elde edememesi
durumunda, onun adına temsilcisinin bu hakkı kullanmasına izin veril-
mesi zorunludur. Bizce de, cevap ve düzeltme hakkı esas itibariyle yayına
hedef olan kişi tarafından şahsen kullanılabilecek bir hak olmakla bera-
ber, vekaletnamede bu konuda kendisine özel yetki verilen vekilin de mü-
vekkili adına cevap verebilmesi gerekir. Keza küçükler ve kısıtlılar da bu
hakkı bizzat kullanabilecekleri gibi, kanuni temsilcileri ile birlikte de kul-
lanabilirlerıoı_ Basın Kanunu'nun 14. maddesinde, 5680 sayılı kanun'dan
farklı olarak, "ilgili veya yetkili temsilcisi" şeklinde bir ibare kullanılma­
mış olması bu durumu değiştirmemektedir. Başka bir düzenlemeye gerek
olmaksızın, bu olanak bizzat Medeni Kanunu'nun temsile ilişkin hüküm-
lerinden doğınaktadır.

Cevap ve düzeltme hakkı doğan kişi, yayımdan zarar gören kişidir.


Yayımdan zarar gören gerçek kişinin bu hakkını kullanmadan ölmesi du-
rumunda, o kişinin mirasçılarından birisi tarafından onun yerine cevap
verilebilir (m. 14/7). Böylece Kanun, cevap ve düzeltme hakkının bütün
varisler tarafından birlikte kullanılması zorunluluğunu aramamıştır.

Cevap ve düzeltme hakkının doğınası için, bu hakkı kullanacak kişi­


nin yayımdan zarar gören kişi olması gerekmektedir. Kanun tarafından
bu sınırlama yapılmasaydı, gerçeğe aykırı bütün yayınlara karşı tüm oku-
yucu kitlesinin cevap verebilmesi gibi bir durum ortaya çıkacaktı ki, bu-
nun basın için ne derecede külfetli olacağı açıktır 102 .

Bu konuda Kanun genel veya sübjektif derlendirmelerle zarar gör-


müş sayılma gibi bir unsura kanunda yer vermemiş, "yayımdan zarar gö-
ren kişi olmak" gereğini aramıştır. Genel olarak zarar görmenin yeterli
sayılması halinde, siyasal, ekonomik, kültürel ve dini görüşlerine aykırı
yayınlara karşı herkesin cevap hakkına sahip olacağı sonucuna varıla-

101
DÖNMEZER, Basın, 331. Yargıtay 7. CD. ise; 23.6.1965 tarih ve E. 4709/ K. 5307
sayılı kararında, cevap ve düzeltme hakkının umumi vekiller tarafından kullanıla­
mayacağını, cevap yazısında doğrudan doğruya ilgilinin imzasının bulunması ge-
rektiğini belirtmiştir (Bu karar için bkz.: Ad. Der., Temmuz-Ağustos, 1965, sayı: 7-8,
s. 1003). Buna karşılık Yargıtay, 5680 sayılı Kanun açısından doğru olarak, temsil-
cinin imzasını yeterli görmektedir." 3445 sayılı Yasa ile değişik 5680 sayılı Yasanın
19 / 1. maddesi, tekzip yazısının ilgilinin kendisi veya temsilcisi imzası ile sorumlu
müdüre gönderme imkanını tanımış bulunmaktadır." (7. CD., 9.4.1991, E. 882/ K.
4356) (YENİSEY-ÖZEL, s. 17).
102 LÖFFLER, II, s. 217.
BASIN REJİMİ 221

caktır. Böyle bir sonucun cevap hakkının amaçları ile bağdaşmayacağı


kuşkusuzdur 103 . Bu bireysel zararın "doğrudan doğruya" olması zorunlu
değildir. Yayının, kişinin veya kuruluşun "bireysel ilgi alanına" değinmesi
yeterlidir. Bu değinişin doğrudan veya dolaylı olması arasında fark yok-
turl04_

bb) Pasif süjeler

aaa) Cevaba konu olan yayının niteliği

Hemen bütün basın kanunları gibi, Basın Kanunumuzun 14. maddesi


de, cevap ve düzeltme hakkının ancak dönemsel yayınlara karşı kullanı­
labileceğini öngörmüştür. Yani dönemsel olmayan yayınlara karşı bu hak
tanınmamıştır. Bunun nedeni, bir yandan, dönemsel yayınların dönemsel
olmayan yayınlara nazaran daha büyük kitlelere seslenebilmeleri ve do-
layısıyla etkinliklerinin daha çok olması, diğer yandan cevabın en kısa za-
manda yayınlanmasına elverişli nitelikte bulunmalarıdır. Dönemsel olma-
yan yayınlar ise sürekli nitelik göstermedikleri için cevabın kısa zamanda
yayınlanmasına olanak vermezler 105 .

14. maddenin yayının türü bakımından koyduğu tek koşul dönemsel-


liktir. Kanunumuzun sistemine göre, yapılan yayının haber, değerlendir­
me ya da eleştiri niteliğinde olması cevap ve düzeltme hakkının doğması
bakımından önem taşımaz 106 . Keza yayının yazı, resim, karikatür şeklinde
olması veya bilimsel nitelik göstermesi de önemli değildir 107 . Yine, yazı
veya resmin bir dönemsel yayının belirli bir bölgeye hitap eden baskısında
veya ekinde çıkması cevap hakkının kullanılmasına engel olmaz 108 . Bu
gibi durumlarda cevabın dönemsel yayının genel baskısında değil, özel
baskı veya ekte yayınlanması zorunludur.

103
SCHEER, s. 264.
104
Bkz.: İÇEL, Cevap ve Düzeltme Hakkı Yönünden "ilgi" ve "gerçeğe aykırılık" Koşulla­
rı, s. 722.
105
Bkz.: REHBINDER, İHFM, 1986, No. 1-4, s. 530.
106
Bazı basın kanunları ise, cevap hakkının doğması için bir maddi olayın isnadı koşu­
lunu koyarak, değerlendirme ve eleştirilere karşı cevap verilmesine olanak tanıma­
maktadırlar. Örneğin Alman Federe Devletleri ile Eski Yugoslavya Basın Kanunu-
nun (28.10.1960 tarihli Kanun) sistemi böyledir. (Bu sistem hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz.: LÖFFLER, II, s. 226 ve son; SCHEER, s. 261 ve son).
107
Alman Federal Mahkemesi bir kararında (bkz.: NJW. 1963, s. 1155), EINSTEIN'in
izafiyet (bağıntılılık) teorisine ilişkin bilimsel tartışmalarda dahi cevap hakkının
kullanılabileceği sonucuna varmıştır.

ıos HANTZSCHEL, s. 79; MAGEN, R.P.: Das Berliner Pressegesetz (Juristische Rundsc-
hau, 1965, Heft 9, s. 325).
222 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Cevap ve düzeltme hakkının dönemsel yayında çıkan


ilan ve reklam-
lara karşı kullanılabilip kullanılamayacağı konusu Alınan doktrininde
tartışmalara neden olmuştur. Bazı müellifler 109 cevap hakkının reklam ve
ilanları da kapsadığını savunurlarken, diğer bazıları 110 bu hakkın kabu-
lündeki nedenlerin ilan ve reklam niteliğindeki yayınlarda bulunmadığı­
m ileri sürmüşlerdir. Bu iki görüş arasında bulunan ortalama bir görü-
şe göre 111 ilanın ticari olması yani reklam niteliğinde bulunması halinde
cevap hakkının tanınmaması, buna karşılık diğer ilanlara karşı cevap
verilmesinin sağlanması gerekir. Bu üçüncü görüş bazı federe devlet ka-
nunları112 tarafından da izlenerek ticari nitelikteki ilanlara karşı birey ve
kuruluşlara cevap hakkı verilmemiştir. Bu devletlerden bazılarında ise 113 ,
ticari olmayan ilanlara karşı cevap hakkının kullanılması halinde ilgili-
nin masrafları karşılaması öngörülmüştür. Kanımızca, Basın Kanunumuz
yayının türü bakımından bir sınırlama yapmadığına göre, sistemimizde
ilanlara karşı da cevap hakkının kullanılabileceği sonucuna varmak ge-
rekir. Hatta, yayınlama zorunluluğu bulunan ilanlara karşı da, diğer ko-
şullar varsa, cevap hakkının kullanılmaması için bir neden yoktur114 . Bu
çeşit zorunlu yayınlardan dönemsel yayının sorumlu olmaması, kişilerin
cevap hakkım etkilememektedir. Çünkü, cevap hakkı bir tür savunma
hakkı olduğuna göre, yayını yapanın sorumluluğu ya da sorumsuzluğu bu
alanda rol oynamaz. Ancak, dönemsel yayınların ilan ve reklam sütunla-
rını devamlı biçimde ücretsiz olarak kullanmak olasılığını önlemek için,
ilan ve reklamlara ilişkin cevapların özel bir rejime bağlanması yerinde
olacaktır.

Dönemsel yayının bir devlet daire veya kuruluşuna ait olması da ce-
vap hakkının kullanılmasına engel değildir. Federal Almanya'da ise resmi
muhtevalı hiçbir yayın hakkında Basın Kanunu hükümleri uygulanma-
makta ve bu meyanda böyle yayınlara karşı cevap hakkı da kullanılma­
maktadır115. Bizde de resmi içerikli yayınlara karşı cevap hakkının bu-
lunmaması gerekir116 . Örneğin Resmi Gazetede veya Tutanak Dergisinde
çıkan resmi yayınlara karşı cevap hakkının kullanılması bu hakkın amaç-

109
HANTZSCHEL, s. 79; MAGEN, R.P.: DasBerliner Pressegesetz (Juristische Rundsc-
hau, 1965, Heft 9, s. 325).
110
KLÖPPEL, s. 239.
111
REGENSBURGER, s. 55.
112
Baden- Württemberg, Berlin, Bremen, Niedersachsen, Nordrhein-Westfalen, Rhein-
land-Pfalz ve Saarland federe devletleri.
113
Berlin, Bremen, Niedersachsen ve Rheinland-Pfalz federe devletleri.
114 Farklı görüş: DÖNMEZER, Basın, s. 325.
115
Bkz.: LÖFFLER, II, s. 224.
116 DÖNMEZER, Basın, s. 325; DÖNMEZER-BAYRAKTAR, s.366.
BASIN REJİMİ 223

larıile bağdaşmaz. Keza Yargıtay tarafından yayınlanan Yargıtay Karar-


larını içeren dönemsel yayınlara karşı da cevap hakkının kullanılmasına
olanak vermemek gerekir. Aksi düşüncenin kabulü halinde, böyle bir der-
gide yayınlanan Yargıtay Kararlarında adı geçen herkesin cevap hakkı­
nı kullanması şeklindeki garip bir uygulamaya fırsat verilmiş olacaktır.
Fakat bu konudaki kuşkuları ortadan kaldırmak için yasal düzenlemeye
gereksinim olduğu açıktır.

bbb) Sorumlu yazı işleri müdürünün cevap hakkına ilişkin


yükümlülükleri

Basın Kanunumuzun 14. maddesi cevap ve düzeltme yazısının ya-


yınlamnasını sağlamak yükümlülüğünü dönemsel yayının sorumlu mü-
dürüne yüklemiştir 117 . Bu nedenle, Yargıtay, eski yasa döneminde tebli-
gatın sorumlu müdür yerine yazı işleri müdürüne yollanması ve cevabın
yayınlamnaması durumunda ceza sorumluluğunun doğmayacağını kabul
etmiştir 118 . Yeni yasadan sonra da Yargıtay'ın bu konudaki görüşü devam
etmektedir 119 . Dönemsel yayının birden fazla sorumlu müdürü varsa, bu
yükümlülük cevaba konu olan yazı veya resmin yayınladığı kısmın sorum-
lu müdürüne aittir. Cevabı gerektiren yazı veya resmin çıktığı nüshanın
sorumlu müdürü sonradan değişmişse, cevabın yayınlanacağı sıradaki so-
rumlu müdürün bu konuda yükümlü olduğunu kabul etmek gerekir 120 .

117 Federal Almanya'da ise sorumlu müdürle birlikte dönemsel yayının naşiri de bu
konuda yükümlü sayılmıştır (Bkz.: SCHEER, s. 261).
118 "Yayınlanan yazının tekzibi için müdahilin noterlik vasıtasıyla Basın Kanununun
19.uncu maddesine göre gönderdiği yazıda muhatabın gazetenin sorumlu müdürü
olması gerekirken yazı işleri müdürünün muhatap olarak gösterilmesi sebebiyle ga-
zete sorumlu müdürünün beraatine dair verilen karar doğrudur."(7.CD., 25.2.1994,
E. 592/ K. 1450; YENİSEY-ÖZEL, s. 15).
119
"Mülga 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 19. maddesi l.fıkrası hükmü uyarınca cevap
ve düzeltme yazısının mevkutenin sorumlu müdürüne verileceği veya gönderileceği
belirtilmekte olup, Yargıtay 7.Ceza Dairesinin yerleşik içtihatları da bu yönde iken,
26.06.2004 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Kanunu'nun
düzeltme ve cevap başlıklı 14. maddesinde tekzip metninin gönderileceği mercii
belirtilmemiş ise de, anılan maddenin 1.fıkrasında düzeltme ve cevap yazısını ya-
yımlayacak olan kişinin sorumlu müdür olduğunun belirtilmiş olması karşısında,
düzeltme ve cevap yazısının 5680 sayılı Kanun'da olduğu gibi yine sorumlu müdüre
gönderilmesi gerektiği cihetle, somut olayda tekzip metninin ilgili gazetenin sorum-
lu müdürüne gönderilmesi yerine, gazetenin merkezinin bulunduğu adrese, gazete
tüzel kişiliği adına gönderilmiş olduğu gözetilmeden, tekzip talebinin reddine karar
verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülme-
miştir." (7.CD.18.10.2006, 10562/16445).
120
REHBINDER, s. 80; LÖFFLER, II, s. 220; HANTZSCHEL, s. 81; KLÖPPEL, s. 242;
KITZINGER, s. 70. "Neşri tarihinde tekzibe konu olan yazıyı ihtiva eden gazete nüs-
224 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Sorumlu müdür, 14. maddede gösterilen usul ve koşullara uygun 121


olarak gönderilen cevap veya düzeltme yazısını metnine hiçbir düzeltme ve
ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itiba-
ren en geç 3 gün içerinde, diğer süreli yayınlarda ise yazıyı aldığı tarihten
itibaren 3 gün sonraki ilk nüshada, "ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sü-
tunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır" 122 • Ka-
nun bu şekilde, yayına hedef olan kişinin veya kuruluşun "eşit silahlarla"
kendisini savunmasını sağlamak istemiştir 123 , 124 . Gerçekten, 14. maddede
sözü geçen kayıtlar olmasaydı, cevap yazısının gücünü azaltıcı girişimler
engellenemeyecekti.

Cevap veya düzeltmenin aynen ve tamamen yayınlanması zorunlu-


ğunun bulunması, cevap yazısındaki imla ve gramer hatalarının sorumlu
müdür tarafından düzeltilmesine engel olmamalıdır 125 . Bizce cevabın et-
kinliğini çoğaltan iyi niyetli böyle bir davranış 14. maddeye aykırı sayıl­
maz. Buna karşılık, sorumlu müdürün cevap yazısını kısaltmak, içeriğini
değiştirmek veya bazı ekler yapmak yetkisi yoktur. Hatta bize göre cevap
metninde yoksa, yazıya "tekzip", "mahkeme kararı ile alınan tekzip" gibi
başlıklar konulması veya "Basın Kanununa göre yayınlanmasının mec-
burf olduğu" kaydının eklenmesi de 14. maddeye aykırıdır 126 . Çünkü bu
gibi ekler, kanunun cevap hakkı bakımından sağlamak istediği "silahların
eşitliği" esasına karşıdır. Cevap yazısının etkinliğini azaltabilecek hiçbir
ek yapılmamalıdır. Fakat bu yasak cevap yazısının yayınlandığı nüshaya
ilişkin olup, dönemsel yayının sonraki sayılarında uygun görülen açıkla­
maların yapılabileceği doğaldır.

hasının İzmir'de basılıp basılmadığının, basılmış ise İzmir nüshası için bir sorumlu
yazı işlerimüdürü bulunup bulunmadığının ve verilen beyannamede sorumlu yazı
işlerimüdürünün adresinin araştırılıp tespitinden sonra hasıl olacak sonuca göre
bir karar verilmesi gerekir." (Yargıtay 7. CD, 8.2.1983, E. 92/K. 508; YKD., Temmuz
1983, Sayı: 7, s. 1097).
121
Cevap ve düzeltme usulü için bkz.: Aşağıda (d).
122
Cevap ve düzeltme yazısının ücretsiz olarak: yayınlanacağı kuşkusuzdur. Kanunda
bir kayıt olmadığına göre ilan niteliğindeki yazılara karşı cevapların da ücretsiz
yayınlanması gerekir. Bazı Alman Federe Devletlerinde ise, ilanlara karşı verilen
cevapların yayınlanması ücrete bağlanmıştır. (Bkz.: SCHEER, s. 269).
123
LÖFFLER, II, s. 241.
124
"5680 sayılı Basın Kanunun 19. maddesinde, (5187 sayılı yeni Basın Kanunu'nun
14. maddesinde) cevap-düzeltme metninin mevkutenin sorumlu müdürü-
ne gönderilerek, yayınlanmaması durumunda Sulh Ceza Mahkemesine başvu­
rulabileceği düzenlenmiş olmasına göre ..." (7. CD. 11.12.2002, E: 2002/22183, K.
2002/18423).
125
KlTZINGER, s. 80; Karşı görüş: REGENSBURGER, s. 72.
126
Farklı görüş: DÖNMEZER, Basın, s. 335.
BASIN REJİMİ 225

Sorumlu yazı işleri müdürü cevap yazısının dönemsel yayının herhan-


gi bir yerinde ve arzu ettiği biçimde yayınlayamaz. Kanun bu konuda da
sorumlu müdüre bazı yükümlülükler yüklemiştir. Şöyle ki, 14. maddenin
1. fıkrasına göre, cevap veya düzeltmenin öncelikle, cevaba sebebiyet ve-
ren yazının yayınlandığı sayfa ve sütunda ayın puntolarla ve aynı şekilde
yayımlaması zorunludur. Eğer cevap veya düzeltmeyi gerektiren yazı için
başlık yapılmış veya resimler konulmuş ise, bunlardan cevap yazısında
belirtilenlerin de yayınlanması gerekir.

Kanunun bu kayıtlan koymasının nedeni de, cevabı gerektiren ya-


yın ile cevap arasında paralellik kurarak, kamuoyu önünde eşit silahlarla
mücadele edilmesini sağlamaktır. Cevap ve düzeltme hakk.ının amacına
uygun biçimde kullanılması ve kamuoyu önünde eşit silahlarla mücadele
edilmesi açısından cevap ve düzeltme yazısının yayınlandığı sayfa ve sü-
tunun çok önemi bulunmaktadır. Bu konudaki görüşlerimizi Kitabımızın
5. basısında şöyle açıklamıştık:

"Bu nedenle, 3445 sayılı kanunda yapılan değişiklik ile "cevaba sebe-
biyet veren yazının yayınlandığı sayfa ve sütunun eş değerinde" yayınla­
mak olanağının tanınmasını cevap hakkının niteliğine ve amacına aykırı
görmekteyiz. Gerçekten "eşdeğer sayfa ve sütunda" yayınlamak olanağı kö-
tüye kullanmaya yol açabilecek niteliktedir. Gazetelerin sayfa düzenlerine
ilişkin engeller dikkate alınarak yapılan bu değişiklik uygulamada cevap
hakkı sahipleri aleyhine önemli sakıncalar doğurabilecektiı: Bizce, kanuna
eskiden olduğu gibi cevap yazısının mutlaka aynı sayfa ve sütunda, aynı şe­
kilde, punto ve harfierle yayınlanmasını sağlayacak hüküm konulmalıdır.
Hatta, cevap yazısının, cevabı gerektiren yayının çıktığı sayfadan önceki
sayfalarda dahi yayınlanmasına izin verilmemelidir. Sözgelimi gazetenin
spor veya ekonomi sayfalarında çıkan bir yazının cevabının birinci sayfa-
da yayınlanması cevap hakkının amacına aylurıdır 127 . Çünkü amaç aynı
okuyucu kitlesi önünde cevap verilmesini sağlamaktır 128 . Gazetenin spor
veya ekonomi sayfalarında okuyucusu ile birinci sayfasının okuyucuları­
nın çoğu kez aynı olmaması olasılığı, sözü geçen değişikliğin yapılmasına
engel olmalıdır. Ancak cevap sahibinin rızası varsa, böyle bir değişikliğe
olanak tanınmalıdır 129 .

Maddenin eski şeklinde "aynı şekilde ve aynı punto harflerle" ceva-

127
Farklı görüş: DÖNMEZER, Basın, s. 336.
128 LÖFFLER, II, s. 242.
129
"Tekzibin gazetenin daha mühim olan l.sahifesinde neşredilmesi ve tekzip sahibi-
nin da razı olması halinde, 2. sahifede neşri icap eden tehzibin 1. sahifede neşri suç
teşhil etmez" (Istanbul Toplu Basın Mahkemesi, 7.10.1959, E. 5/ K. 44; ERMAN-Ö-
ZEK, m. 19, no. 26).
226 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bın yayınlanmasından sözedilmişken, 2950 sayılı Kanun "okumayı güçleş­


tirmeyecek şekilde, aynıbüyüklükte ve aynı karakterde harflerle" cevabın
yayınlanmasını istemiştir. 3445 sayılı Kanun ise bunlara ek olarak "imla
kurallarına uygunluk" koşulunu da koymuştur. Esasen biz, kitabımızın 2.
basısında cevap yazısının kasten imla ve gramer kurallarına aykırı biçim-
de dizilmesinin kanuna aykırı olduğunu belirtmiştik. Yapılan değişiklikle
bu hususun vurgulanması yerinde olmuştur. Kanımızca, cevabın aynı şe­
kilde, aynı punto ve harflerle dizilip yayınlanması sorumlu müdürün göre-
vi olduğuna göre, cevap sahibine puntoları işaretleme ve yazıyı düzenleme
yükümlülüğü yüklenemez. Aksi takdirde, matbaa ve tertip işlerinden an-
lamayan bir kimsenin cevap hakkını tam olarak kullanamaması gibi bir
durum ortaya çıkacaktır. Bu ise hükmün amacına aykırıdır".

Yeni Basın Kanunu'nun getirdiği düzenlemeye (m. 14/1) bakıldığında,


kanun koyucu cevap ve düzeltme metninin "ilgili yayının yer aldığı sayfa
ve sütunlarda" yayımlamak zorunluluğunu getirmiş ve fakat buna seçe-
nek olarak "eşdeğer sayfa ve sütun" kriterini benimsememiştir. Böylece,
Kanun'da daha önce ileri sürdüğümüz görüşümüzün kabul edilmiş oldu-
ğunu görmek sevindiricidir. Bu düzenleme biçimi, silahların eşitliğine hiz-
met etmekte olup, gazetelerin sayfa düzenlerine ilişkin engeller nedeniyle
yapılacak değişik uygulamalarla cevap ve düzeltme hakkı sahibinin aley-
hine doğacak sakıncayı (bu açıdan) önleyecektir. Savunduğumuz görüşü
benimseyen kanun koyucu, "aynı" sayfada yayımını zorunlu koşul olarak
kabul ederek bir önceki sayfada yayımını dahi kabul etmemiş ve cevap ve
düzeltmeye konu yazının okuyucu kitlesine bu cevap ve düzeltme yazısını
ulaştırılmasını hedeflemiştir.

Diğer yandan yeni Basın Kanunu cevap ve düzeltme yazısının yayının


yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımı yanında, yayımın "aynı puntolar-
la ve aynı şekilde" yayımını da şart koşmuştur. Ayrıca gramatik kınaları
veya noktalama işaretlerine değinınemekle birlikte, yukarıda belirttiği­
miz görüşümüze paralel bir düzenlemenin getirildiği, cevap ve düzeltme
yazısının puntolarında değişikliğe gidilemeyeceği gibi yayım biçiminin de
aynı olması gerektiğini düzenlediği gözlemlenmektedir. Punto ve yayım
biçiminin aynılığı cevap ve düzeltme hakkının eşit silahlarla kullanıl­
ması amacıyla kabul edilmiş bir sınırlama hükınüdür. Madde metnindeki
"aynı şekilde" ifadesinin 5 ramatik kuralları, noktalama işaretleri, yazının
karakteri, sunuluş şekli, ve düzenlemesinin de aynı olması
yükümlülüğünü içerdiği kanısındayız. Cevap ve düzeltme yazısı yayım­
lanırken, bu hususlarda cevap ve düzeltme haklunı kullanan kişinin bu
hakkım zayıflatıcı bir değişiklik yapılmamalıdır.

Nitekim kanun koyucu, Basın kanunu'nun 14/1. maddesinde cevap ve


düzeltme yazısını yayımlayacak olan sorumlu müdür açısından yüküm-
BASIN REJİMİ 227

lülükleri düzenlerken, cevap ve düzeltme yazısında "hiçbir düzeltme ve


ekleme yapmaksızın" bu yazıyı yayımlaması gereğine işaret etmiştir.

Kanun, sorumlu yazı işleri müdürünün uyması gereken süreleri de


göstermiştir: 14. maddenin 1. fıkrasına göre, ilgilinin yayının yapıldığı ta-
rihten itibaren iki ay içinde imzasını taşıyan cevap veya düzeltme yazısını
dönemsel yayı.cUın sorumlu müdürüne vermesi veya göndermesi üzerine,
sorumlu müdür, biçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli ya-
yınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli
yayınlarda ise yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüsha-
da yayımlamak zorundadır (m.14/1) 130 .

Dönemsel yayının birden fazla yerde basılması halinde, cevap ve dü-


zeltme yazısı, "cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına sebebiyet veren
eserin yayımlandığı bütün baskılarda" yayımlanır (m. 14/3). Görüleceği
üzere, kanun ilgilinin sorumlu müdüre vereceği veya yollayacağı cevabın
en kısa zamanda tüm nüshalarda yayınlanmasını sağlayarak, cevabı ge-
rektiren yayının kamuoyu üzerindeki etkisinin biran önce silinmesine ola-
nak vermek istemiştir.

Yukarıda belirttiğimiz yükümlülük 14. maddeye uygun cevap ve dü-


zeltme yazılan için söz konusudur. Kanun koyucu, bu hususu 14/1. mad-
desinde "suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan men-
faatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısı" olarak vurgulamıştır.

Kanunun bu maddesinin ilk görünümünden, suç teşkil etmeyen ve


üçüncü kişilerin yasal haklarına da aykırılık göstermeyen, ancak başka
yönlerden kanununa aykırı bulunan cevapların yayınlanması gerektiği
sonucu çıkabilmektedir. Bu durumu önlemek için kanımızca yasada uy-
gun değişikliğin yapılması gerekir.

Sorumlu müdür, ilgilinin gönderdiği cevap ve düzeltme yazısının suç


unsuru içerdiği veya üçüncü kişilerin hukuken korunan çıkarlarına aykırı
olduğunu görürse, bu yazıyı yayınlamayabilir. Bu durumda, ilgilinin baş­
vurusu üzerine sulh ceza hakiminin yayımlama karan vermesi ve buna
sorumlu müdürün üç gün içinde asliye ceza hakimine itiraz 131 etmemesi

° Federal Almanya'da ise cevabın dönemsel yayının ilk çıkacak nüshasında yayınlan­
13

ması mecburiyeti vardır. Cevap yazısı geldiği sırada gazete veya dergi yayına hazır
ise, cevabın ondan sonraki nüshada yayınlanmasına izin verilmektedir (LÖFFLER,
II, s. 240).
131
Her ne kadar Basın Kanunu'nun 14/5. maddesinde bu itirazın "acele itiraz" olduğu
belirtilmişise de, 5271 sayılı CMK.nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Ka-
nun'un 7/2. maddesiyle "acele itiraz" kanun yolu kaldırılmış olup, l Haziran 2005
tarihinden itibaren 1412 sayılı CMUK ve diğer kanunlarda yer alan acele itirazlar
228 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

veya yaptığı itirazın


reddedilmesi üzerine yine cevap yazısını kanunun
gösterdiği süreler içerisinde yayınlanması yükümlülüğü doğar. Şöyle ki,
Basın Kanunu'nun 14/6. maddesine göre, hakim tarafından cevap ve dü-
zeltme yazısının yayımlanmasına karar verilmesi halinde aynı maddenin
birinci fıkrasındaki süreler (günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarih-
ten itibaren en geç 3 gün içerinde, diğer süreli yayınlarda ise yazıyı aldığı
tarihten itibaren 3 gün sonraki ilk nüshada), sulh ceza hakiminin kararı­
na itiraz edilmemişse kararın kesiııJeştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili
makamın kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlar 132 .

Cevap ve düzeltme yazısının yayınlanması zorunluluğuna uyulmama-


sının yaptırımı Basın Kanunu'nun 18/1, 2. maddesinde düzenlenmiştir 133 •
Düzeltme ve cevabın yayınlanmasına ilişkin kesinleşmiş hakim kararla-
rına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili
madde gösterilen adli para cezası ile cezalandırılır.

Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında


verilen adlı para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve
sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumlu-
dur (m. 18/2). Dik_kat edilirse burada düzenlenen sorumluluk türü, başka­
sının eyleminden zincirleme ceza sorumluluğudur. Bizce, bu hüküm son
derece hatalı, hukuka aykırı ve ceza hukukunun gelişimi açısından olduk-
ça vahim ve tehlikeli bir hükümdür. Bu tür bir sorumluluk türü, ceza hu-
kukunun temel niteliğine ve fiil ceza hukukunun özüne aykırı olduğu gibi,
AY.m. 38 ve TCK.m. 20'de pozitif kaynağım bulan ceza sorumluluğunun

hakkında CMKnun "itiraz"a ilişkin hükümleri uygulanacaktır. (Bkz. 23.3.2005 ta-


rih ve 5320 sayılı Kanun).
132 Belirtelim ki, Cevap ve düzeltme hakkına sahip kişinin ölmesi halinde bu hak, mi-
rasçıları tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık cevap ve
düzeltme süresine bir ay eklenir (m. 14/7).
133 Yargıtay'a göre, yapılan hukuka aykın eylem suç teşkil ediyorsa birisi ceza sorum-
luluğu diğeri özel hukuk (tazminat) sorumluluğu olmak üzere iki tür sorumluluk
doğabilir. Cevap ve düzeltme metninin yayınlanmaması, aynca bir tazminat so-
rumluluğuna dayanak olamaz: "5680 sayılı Basın Yasasında; tekzip metninin yayın­
lanmaması eyleminin hapis ve para cezası yaptırımına tabi olduğu açıklanmıştır.
Davacı, tekzibe konu ve haksız eylem oluşturan yaz nedeniyle kişilik haklarının sal-
dırıya ujj;radığını belirterek ayrı bir dava açmış ve dava sonunda tazminata hüküm
kurularak zararı giderilmiştir. O halde, aynı yazının tekzibine dair istemin yerine
getirilmemiş olması ayrı bir tazminat davasının konusunu oluşturamaz. Bu eylemin
karşılığı Basın Yasası'nda açıklandığı üzere ceza mahkemesince karara bağlanması
gereken ceza yaptırımıdır. Ayrıca manevi tazminat verilmesini gerektirmez. Mah-
kemece davanın reddine karar vermek yerine, yazılı şekilde kısmen kabul edilmiş
olması usul ve yasaya aykırı görüldüğünden hükmün bozulması gerekmiştir." (4.
HD. 13.5.2002, E: 2002/2613, K: 2002/5692).
BASIN REJİMİ 229

kişiselliğiilkesine de aykırıdır. Ceza sorumluluğunda bireylerin kusuru


olmadan birlikte sorumluluk olmaz. Esasen suçun sözleşmeye aykırılık
ve haksız fiilden en önemli farklarından biri de budur. Öyle ki, bu hüküm,
taksir sorumluluğunda herkesin kendi eyleminden sorumluluğunu yeni
esaslara tabi tutan TCK. m. 22'deki düzenlemeyle dahi çelişmektedir. Ka-
nun koyucu burada suç karşılığı cezayı, borç veya haksız fiilden kaynak-
lanan bir tazminat gibi düzenlemiştir. Böyle bir ceza sorumluluğu hiç bir
şekilde kabul edilemez. Özel hukuktaki tazminat sorumluluğunu andıran
bu hükmün değiştirilmesi ceza hukuku ilkelerine uygun bir duruma ge-
tirilmesi veya burada gerçek anla_mda tazminat sorumluluğu sisteminin
kurulması gerekir.

Cevap ve düzeltme yazısının yayınlanmaması veya 14. maddenin bi-


rinci fıkrasında belirtilen koşullara (yani hiçbir düzeltme ve ekleme yap-
maksızın, belirli sürelerde, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda,
aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak koşullarına) uyulmaksızın
yayınlanması hallerinde hakim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından
karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede
ilan şeklinde yayımlanmasına karar verir (m. 18/3). Böylece, başka gaze-
telerde ilan kararının verilmesi zonuılu olup, hakimin takdirine bırakıl­
mamıştır.

d) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması için koşullar

aa) Cevap ve düzeltme metnine ilişlün koşullar

Cevap ve düzeltme hakkı sahibinin bu hakkını kullanırken bazı ko-


şullara uygun davranması zorunluluğu vardır. Bu koşullar, cevap ve dü-
zeltme yazısı metninin "suç unsuru içermemesi", "üçüncü kişilerin huku-
ken korunan menfaatlerine aykırı olmaması", "buna neden olan eserin
belirtilmesi, yani yayınla ilgili olması", "cevap ve düzeltme yazısının ilgili
yazıdan uzun olmaması, neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya
resim veya karikatür olması hallerinde cevap ve düzeltmenin otuz satın
geçmemesi" ve "ilgilinin imzasını taşıması"dır.
Cevap metninin suç niteliğinde olmaması, içeriğinde herhangi bir suç
unsurunun bulunmaması demektir. Yayın yolu ile işlenebilen her suç ce-
vap metninin yayınlanmasına engeldir. Örneğin dönemsel yayın sahibine
veya sorumlu yazı işleri müdürüne ya da üçüncü kişilere yönelik hakaret
suçu böyledir. Bunun gibi, cevap metninin müstehcen sözleri veya resim-
leri ya da devlet düzenine karşı suç olan beyanları içermesi halinde cevap
hakkı kullanılamaz. Cevap hakkı sahibinin bu suçlardan cezalandırılabi­
lip cezalandırılamaması önemli değildir. Cevap hakkını kullananın kusur
yeteneğinin olmaması veya yasama dokunulmazlığından yararlanması
230 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

hallerinde de cevap metninin suç niteliği devam eder 134 . Buna karşılık, bir
hukuka uygunluk nedeni varsa cevabın suç niteliği ortadan kalkar. Örne-
ğin, cevap metninde kendisine hakaretaıniz isnadlarda bulunulan şahsın
buna rıza göstermesi (mağdurun rızası) veya cevabın bir resmi görevin
ifası niteliğinde olması (güvenlik kuvvetlerinin işlenen bir suçun faili ile
ilgili olarak yaptıkları açıklama gibi) durumlarında cevabın veya düzelt-
menin suç niteliğinde olduğu söylenemez 135 • Cevap metni, suç teşkil etme-
mekle beraber, Borçlar Kanununa göre haksız fiilleri sonuçlayan sözleri
içeriyorsa yine yayınlanmasına engel olunamaz 136 .

Cevap ve düzeltme yazısının,


üçüncü kişilerin hukuken korunan çı­
karlarına aykırı olmaması gerekir. Böylece, olayla ilgisiz bir şekilde, cevap
ve düzeltmeye neden olan yazıyla ilişkisi bulunmayan cevaplarla üçüncü
kişilerin bu hakkın kullanımından zarar görmesinin önlenmesi hedeflen-
miştir. Şüphesiz üçüncü kişi açısından ortada hukuken korunan bir men-
faat yoksa, bu takdirde onun çıkarlarına aykırı yazılar da cevap ve düzelt-
me yazısı içeriğinde bulunabilecektir.

Cevap metninin yapılan yayınla ilgili olması zorunludur. Cevap hakkı


bir çeşit savunma aracı olduğuna göre bu niteliğine uygun biçimde kullan-
malıdır. Cevap hakkı sahibinin fırsattan yararlanarak yayınla ilgili olma-
yan konulara değinmesine izin verilemezı 37 _ Fakat yayının gerçeğe aykırı
olduğunu kanıtlamaya yarayan yeni maddi olayların belirtilmesinde bir
sakınca yoktur. Nitekim bunun denetiıninin yapılabilmesi için, kanun ko-
yucu, cevap ve düzeltme yazısında bu cevap ve düzeltmeye neden olan
eserin mutlak surette belirtilmesi koşulunu getirıniştir.

BasınKanunu, cevap ve düzeltme metninin genişliği yönünden de


bazı sınırlamalar koşmuştur. Şöyle ki, yasaya göre (14/2.m.) düzeltme ve
cevap ilgili yazıdan uzun olamaz; düzeltme ve cevaba neden olan eserin
yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde ise
cevap ve düzeltme metni otuz satırı geçemez 138 . Biz, kitabımızın birinci

134 HANTSCHEL, s. 88. "Tekzip metninin ayrıca aynen yayınlanmasına dair karar ke-
sinleşmiş olmakla birlikte tekzip metninde yeralan (gerçek dışı yayın), (düzmeceler)
gibi ifadelerin anılan Kanun'un 19 ncu maddesinen III üncü bendinin ikinci fıkrası
uyarınca değiştirilmesinin mümkün bulunduğu gözetilmeden itirazın bu yönden ka-
bulü yerine yazılı olduğu şekilde reddine karar verilmiş olunmasında, isabet görül-
memiştir." (Yargıtay, 7. CD., 7.3.1995, E.5598/K. 1925); (YENİSEY-ÖZEL, s. 15-16).
135 SCHEER, s. 267.
136 KITZINGER, s. 80.
137 DÖNMEZER, Basın, s. 329.; DÖNMEZER-BAYRAKTAR, s.370.
138 Cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen bütün ülkelerin yasalarında cevabın geniş­
liği sınırlandırılmıştır. Örneğin İspanya, İtalya ve Fransa'da cevabın cevabı gerek-
BASIN REJİMİ 231

basısında, cevap metninin değişiklikten önceki sınırlarına şu gerekçelerle


karşı çıkmıştık: "Kanunun bu sınırlaması bazı durumlarda cevap yazısı­
nın etkinliğini yok etme tehlikesi doğurabilir. Sözgelimi, bir iki kelimeden
oluşan, fakat muhatabın tüm meslekf yaşantısını lekeleyen bir taşlamaya
yirmi satır içinde verilecek cevap, kamuoyundaki kuşkuları ortadan kal-
dırmayı çoğu zaman başaramaz. Kişileri ve kuruluşları lekelemek kolay-
dır. Zor olan, lekelerden kurtulup temize çıkmaktır. Bu nedenle, cevabın
uzunluğunu kanunuzdaki gibi önceden sınırlamak yerine, her somut ola-
yın özelliklerine uygun biçimde cevap verilmesini sağlayacak bir sistemin
kurulması gerekir. Kanımızca, Alman Federe Devletleri Basın Kanunla-
rının çoğunda kullanılan "ölçülü genişlik-angemessener Umfang" terimi
amaca uygundur. Çünkü, ancak yayınlanan suçlamanın niteliği ve kap-
samı ile ölçülü genişlikteki bir cevapla kamuoyunun gerçek anlamda ay-
dınlatılması sağlanabilir"ı 39 • Bu temennilerimize tam olarak uymamakla
birlikte, yeni Basın Kanunu'nun cevap metninin sınırlarını genişletmesini
yerinde bulmaktayız.

Cevap metninin ilgilinin imzasını taşıması bir diğer koşuldur. Bun-


dan anlaşılmaktadır ki, cevap hakkı "yazılı şekil"de kullanılabilir ve cevap
yazısının ilgiliye ait olduğu imzası ile kanıtlanmalıdır. Cevap ve düzelt-
me bir resim ve fotoğraftan ibaret ise, bunların da ilgili tarafından im-
zalanması gerekir 140 . Cevap ve düzeltme kişiye bağlı haklardan olduğu
için cevap metnini imzalayacak olan, kural olarak hak sahibidir. Fakat
cevap hakkını kullanan bir küçük veya kısıtlı ise, kanuni temsilcileri de
cevap metnini imzalayabilirler141 . Bunun gibi, vekaletnamede özel yetkisi
bulunan vekilin de müvekkili adına cevap metnini imzalaması olanaklı­
dır. 14. maddenin 7. fıkrası gereğince ölen kimsenin cevap ve düzeltme
hakkını mirasçılarından biri kullanıyorsa, sadece o mirasçı cevap metnini
imzalayacaktır. 6112 sayılı radyo ve televizyon yasası (18.m.) ile paralellik

tiren yazıdan uzun olamayacağı öngörülmüştür. Fransa'da aynca, cevabın en az 50


ve en çok 200 satır olabileceği belirtilmiştir. Fransız Basın Hukukuna göre, cevap
sahibi, yayın masraflarını karşılamaya hazır olduğunu bildirse dahi, 200 satırlık
üst sınır aşılamaz. Bu ülkede devlet dairelerinin düzeltme yazılarının ise düzelt-
me konusu yazının iki katı uzunluğunda olmasına izin verilmektedir. Belçika ve
Lüksemburg devletlerinde de aynı esaslar geçerli olmakla beraber, aynca düzeltme
yazısının en az bir kelime olabileceği kabul edilmektedir (Bkz.: LÖFFLER, s. 252).
Federal Almanya'da ise federe devletlerin çoğunda cevap yazısının uzunluğuna iliş­
kin kesin bir sınırlama bulunmayıp, cevabın "ölçülü genişlikte" olması aranmakta-
dır. Sadece Bayern Basın Kanunu (§ 10, fıkra 2), cevap metninin cevaplandırılan
yazıyı aşamayacağını öngörmüştür.
139
Bu konuda bkz.: SCHEER, s. 265; LÖFFLER, II, s. 235.
140
LÖFFLER, II, s. 229.
141
Yargıtay 7. CD., 9.4.1991, E. 882/K. 435, (YENİSEY-ÖZEL, s. 17).
232 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sağlayan bir yonmı tarzı ile basında da tüzel kişilerin cevap ve düzeltme
hakkına sahip olduklarını kabul ettiğimizde, tüzel kişiyi temsile yetkili
olan kişinin cevap metnini imzalaması gerekir.

bb) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü

5680 sayılı eski Basın Kanunumuzun cevap ve hakkını düzenleyen


19. maddesinin ilk şeklinde, cevap hakkı sahibinin cevap veya düzeltmeyi
doğrudan doğnıya dönemsel yayına göndermesi sistemi benimsenmiş ve
sonmılu müdüre gönderilen cevabı yayınlamak yükümlülüğü yüklenmiş­
ti. Gönderilen cevap metninde suç teşkil eden veya yayınla ilgili olmayan
ifadeler varsa yahut yayından itibaren üç aylık süre geçmişse, sorumlu
müdürün cevabı yayınlamayıp, çekinmesinin nedenlerini o yer sulh ceza
hakimliğine bildirmesi ve hakimin en geç yirmidört saat içinde vereceği
karara uyması öngörülmüştü. Daha sonra, 17.3.1954 tarih ve 6733 sayılı
Kanun 19. maddeyi değiştirerek, cevap veya düzeltme metninin doğru­
dan doğruya C. Savcılığına verilmesi esasını kabul etti. Sorumlu müdürler
savcıların vereceği kararı yerine getirmek zorundaydılar. 1960 yılında 143
sayılı kanunla 19. madde yeniden değiştirilmiş ve bu yetki savcılıktan alı­
narak sulh ceza hakimlerine verilmişti. Daha sonra 2950 sayılı kanun ise,
ilgilinin gönderdiği cevap ve düzeltmenin sorumlu müdürce zamanında
yayınlanmaması halinde, yine ilgili tarafından bulunduğu yer sulh ceza
hakimine başvurulması şeklinde ortalama bir sistem kurmuştu. 5187 sa-
yılı yeni Basın Kanununun 14. maddesi de aynı sistemi devam ettirmekte-
dir. Buna göre, cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü şöyledir 142 :

142 Cevap ve Düzeltme hakkının kullanılması usulü cercevesinde cevap ve düzeltme met-
ninin sorumlu müdüre tebliğ edilmesi konusu Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından
ayrıntılı bir sekilde acıklanmıstır. Önemli bulduğumuz bu kararı kapsamlı bir sekilde
dikkatlere sunuvoruz: "Kanunun 5. maddesinde, her süreli yayının bir sorumlu mü-
dürünün bulunması ve birden fazla sorumlu müdür bulunması halinde her birinin
sorumlu olduğu bölümün belirtilmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır. Dönemsel ya-
yın faaliyeti açısından varlığı zorunlu kılınan sorumlu müdürün esas fonksiyonu, her
nüshayı yayından önce kontrol ederek suç oluşturabilecek yazı ve resimlerden arındır­
maktır. Sorumlu müdürün bu fonksiyonu redaksiyon işleminden başlayarak baskı ve
yayın hareketlerine kadar tüm dönemsel yayın faaliyetini kapsar. (Kayıhan İçel, Kitle
İletişim Hukulw, Yenilenmiş 12. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2017, s. 201-202)
Düzeltme ve cevap hakkıyla ilgili olarak sorumlu müdürün, 5187 sayılı Kanunun 14.
maddesine göre yayımlama yükümlülüğü, aynı Kanunun 18. maddesine göre de cezai
sorumluluğu bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde; yayımlama yükümlü-
lüğü ve cezai sorumluluğun doğması için düzeltme ve cevap yazısı sorumlu müdür
muhatap alınarak düzenlendikten sonra, öncelikle bu yazının, yayımlanmama duru-
munda da yazının yayımlanması hususundaki mahkeme kararının doğrudan sorumlu
müdüre tebliğ edilmek üzere gönderilmesi ve yazı ile kararın sorumlu müdüre 7201
sayılı Tebligat Kanunundaki düzenlemelere uygun olarak tebliğ edilmesi gerekmek-
BASIN REJİMİ 233

Cevap veya düzeltme hakkını kullanmak isteyen ilgili veya yetkili


temsilcisi, yayımın yapıldığı tarihten itibaren iki ay içinde imzasını taşı­
yan cevap veya düzeltme yazısını dönemsel yayımın sorumlu müdürüne

tedir. Öğretide görüş farklılığının bulunmadığı bu konuda Özel Daire kararlarında da


benzer uygulamalar mevcuttur.
Düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıklandıktan
sonra, sorumlu müdüre hangi adreste ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun hangi mad-
deleri dikkate alınarak tebligat yapılacağı, tebliğ saatinde bu kişiye ulaşılamaması ha-
linde bir başkasına tebligat yapılıp yapılamayacağı, yapılabileceğinin kabulü halinde
bu işlemin hangi usul gözetilerek gerçekleştirilmesi gerektiği hususuna gelince;
5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. maddesindeki "Süreli yayının yönetim yeri,
tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sü-
rece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır" şelr,lindeki düzenleme uyarınca düzeltme
ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ
edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.
Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve ce-
vap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187
sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine
ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bu-
lunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde ha-
zırlanması yeterli görülmektedir. (Kayıhan İçel, s. 221) Dolayısıyla tebligatın sorumlu
müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı
Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir.
Öte yandan, tebligatın tüzel kişi yerine gerçek kişi olan sorumlu müdür muhatap
alınarak düzenleneceği, sorumlu müdürün görevinin niteliği gereği "belli bir yerde
devamlı olarak meslek veya sanatım icra eden kişi" konumunda bulunduğu ve aynı
Kanunun 29. maddesinde belirtilen adresin aynı zamanda sorumlu müdürün iş yeri
adresi olduğu da dikkate alındığında, sorumlu müdüre 7201 sayılı Kanunun 17 ve 20.
maddelerine uygun olarak tebligat yapılması gerektiği sonucuna varılmalıdır.
Anılan maddeler incelendiğinde;
7201 sayılı Kanunun "Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası" başlıklı 17.
maddesi; "Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatım icra edenler, o yerde
bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden
birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri
bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapı­
lır",

"Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi" başlıklı 20. maddesi; "13, 14, 16, 17 ve
18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten
başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ
mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ
evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakım kabule mecburdurlar. Kendisine
tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanı­
nı imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve teb-
liğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik
son cümle: 19.3.2003 - 4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ,
tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarilıte
veya ilıbarname kapıya yapıştınlmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış
234 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

verir veya gönderir. Kanunumuzun koyduğu iki aylık sürenin başlangıcı


yayın tarihi olduğu için, ilgilinin yayından haberdar olarak veya olmaya-
rak bu süreyi geçirmesi halinde cevap hakkı kullanılamaz. Cevabın ya-

sayılrr" biçiminde düzenlenmiştir.


25.01.2012 tarihinde 28184 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetme-
likte de anılan Kanunun ilgili maddeleriyle uyumlu düzenlemeler bulunmakta olup,
Yönetmeliğin "Meslek ve sanat erbabına tebligat" başlıklı 26. maddesi;
"(1) Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de
tebligat yapılabilir.
(2) Mulıatabın iş yerinde bulunmaması halinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalı­
şan memur veya müstal1demlerinden birine yapılır.

"Muhatabın geçici olarak başka yere gitmesi" başlıklı 29. maddesi de;

"(1) 21, 22, 23, 25, 26 ve 27 nci maddelerde yazılı kişiler, tebliğ yapılacak olanın geçi-
ci olarak başka yere gittiğini belirtirlerse, tebliğ memuru, mulıatabın hangi sebeple
adresten geçici olarak ayrıldığını, beyanda bulunanın adı ve soyadı ile sıfatını tebliğ
tutanağına yazar. Tebliğ tutanağını beyanda bulunana imzalattırır ve tebliğ edilecek
evrakı beyanda bulunana verir. Bu kişiler, tebliğ evrakını kabule mecburdurlar.
(2) Bu kişilerin beyanlarını imzadan kaçınmaları ve tebliğ evrakını kabul etmemele-
ri durumunda, tebliğ memuru bu hususu tutanağa yazar, imzalar ve tebliğ olunacak
evrakı, o yerin mulıtar veya ilıtiyar heyeti üyesinden birine ya da kolluk amir veya
memurlarına imza karşılığında teslim eder ve teslim ettiği kişinin adresini içeren ih-
barnameyi gösterilen adresin kapısına yapıştınr" şeklindedir.
7201 sayılı Kanun ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin anılan
hükümleri dikkate alındığında, mulıatabın iş yerinde meslek ya da sanat icra eden bir
kişi olması durumunda da, diğer tebligat usullerinde olduğu gibi, tebligatın öncelikle
bizzat mulıataba yapılmaya çalışılması gerekmektedir. Mulıatap aranmadan tebliga-
tın doğrudan doğruya memur veya müstahdeme yapılması usule aykın olacaktır. Mu-
hatabın tebliğ saatlerinde iş yerinde geçici olarak bulunmaması nedeniyle kendisine
ulaşılamadığı durumlarda ise; mulıatabın aynı yerde sürekli olarak çalışan memur
veya müstahdemlerinden birine tebligat yapılmalıdır.
Muhatap yerine daimi memur ya da müstahdemlerinden birine tebligat yapılması
durumunda ise; 7201 sayılı Kanunun 20 ve Yönetmeliğin 29. maddelerindeki açık dü-
zenlemeler karşısında, tebligatın mulıatap yerine bu kişilere yapılmasının nedeni ve
tebligat yapılan kimsenin kimliği tebliğ mazbatasında belirtilmelidir. (Ejder Yılmaz -
Tacar Çağlar, Tebligat Hukuku, Değiştirilmiş Dördüncü Baskı, Yetkin Yayınları, Anka-
ra 2005, s. 4 71,488,490) Dolayısıyla mulıatabın tebliğ saatinde iş yerinde geçici olarak
bulunmadığına ve bu nedenle mulıatap yerine sürekli çalışan memur ya da müstah-
demine tebligat yapıldığına ilişkin tebligat mazbatasında açıklamada bulunulmaması
durumunda da tebligatın usulüne aykın olduğu kabul edilmelidir.
Nitekim Özel Dairelerin yerleşik uygulamaları ile Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013
gün ve 644-164 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
"Aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdem" ibaresinden ise öncelikle
iş yerinde mulıataptan sonra gelen yetkili bir kişiye tebligatın yapılması, böyle bir ki-
şinin bulunmaması durumunda orada çalışan bir kişiye tebligat yapılacağı hususunun
anlaşılması gerekmektedir. (Canan Ruhi, Ahmet Cemal Ruhi, Tebligat Hukuku, Seçkin
BASIN REJİMİ 235

rarlı olabilmesi için bir an önce yayımlanması kesin


bir sürenin konulmasının nedenidir 143 . Sorumlu müdür cevap ve düzeltme
yazısını alınca inceler ve hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük
süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç di-
ğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren günden sonraki ilk

Yayıncılık, Dokuzuncu Baskı, Haziran 2016, s. 388) Tebliğ mazbatasında muhatap ye-
rine tebligatı alan kişiye ilişkin açıklamada muhatap ile tebligatı alan kişi arasında bu
yönde bir ilişki bulunduğu, diğer bir ifadeyle muhatap yerine kendisine tebligat yapı­
lan kişinin, muhatap ile aynı iş yerinde çalışmakla birlikte muhatabın daimi çalışanı
olup onun adına tebligat ahnaya yetkili bulunduğu açıkça anlaşılmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiği..nde;
Düzeltme ve cevap yazısını içeren tebligatta muhatabın süreli yayın sorumlu müdürü
... olarak belirtilmesi, tebligata ilişkin mazbatada Tebligat Kanunı.uıun 17 ve 20. mad-
delerine uygun şekilde tebligatın öncelikle muhataba yapılmaya çalışıldığına, muha-
tabın tebliğ saatinde dışarıda olması sebebiyle iş yerinde bulunmadığına, tebligatın
da bu nedenle muhatap yerine Şafak Dikkal'a yapıldığına, anılan kişinin tebliğ tarihi
itibarıyla aynı iş yerinde muhatabın daimi çalışanı ve muhatap adına tebligat ahnaya
yetkili olduğuna dair yeterli açıklamanın bulunması ve muhatabın tebliğ tarihinde
iş yerinde bulunduğuna, tebliğ alan kişinin yetkili olmadığına veya tebliğ evrakının
muhataba ulaşmadığına dair bir itirazın da bulurnnaması karşısında; muhatabın dai-
mi çalışanına yapılan tebliğ işleminin usule uygun olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu nedenle, düzeltme ve cevap yazısının yayınılanması kararına vaki itirazın reddine
ilişkin hakimlik kararına yönelik kanun yararına bozma isteğini reddeden Özel Daire
kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Öte yandan Ceza Genel Kurulundaki müzakere esnasında, gazetede yayımlanan yazı
içeriğinin basın hürriyetinin kullanıhnası niteliği taşıyıp taşımadığının, dolayısıyla
olayda düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına ilişkin koşulların oluşup oluşma­
dığının da tartışılması gerektiği görüşü ileri sürühnüş ise de; kanun yararına bozma
talebine konu edilmeyen ve Özel Dairece değerlendirilmemiş olan bu hususun Ceza
Genel Kurulunca da incelenmesi olanaklı değildir. Kanun yararına bozma talebi, dos-
yanın esasına ilişkin olmayıp sadece tebligat işlemine yöneliktir. Yayımlanan yazı içe-
riğinin basın hürriyetinin kullanılması niteliğinde olup olmadığı, bu açıdan düzeltme
ve cevap hakkının kullanılmasına ilişkin koşulların oluşup oluşmadığıyla ilgili olarak
ise her zaman kanun yararına bozma kanun yoluna başvurına olanağı bulunmaktadır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının
reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
TEVDİİNE, 17.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar veril-
di." (CGK.17.04.2018, 1111/175). Aynı nitelikte : CGK.17.04.2018, 1115/175; CGK.
17.04.2018, 1384/176).
143
DÖNMEZER, Basın, s. 330-331; DÖNMEZER-BAYRAKTAR, s.372. Cevap hakkının
kullanılması bakımından kesin bir süre konuhnayan ülkelerde dahi uygulama, ko-
nunun aktüel ohnaktan çıkması halinde cevap hakkının kullanılmasına izin verme-
mektedir (Bkz.: LÖFFLER, II, s. 238).
236 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

nüshada yayımlamak zorundadır (m. 14/1). Belirtelim ki, Cevap ve düzelt-


me hakkına sahip kişinin ölmesi halinde, bu hak mirasçıları tarafından
kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık cevap ve düzeltme
süresine bir ay eklenir (m. 14/7).
Cevap ve düzeltme yazısının yayımlanıp yayımlanmamasına göre
kanun koyucu iki olasılığı birlikte şu şekilde düzenlenmiştir: Sorumlu
müdür cevabı 14/1. maddede belirtilen süreleri içerisinde yayımlamazsa,
yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine
aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş
gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişinin bulunduğu yer sulh haki-
minden yayımın yapılmasına veya bu kanun hükümlerine uygun olarak
yapılmasına karar verilmesini isteyebilir (m. 14/4) 144 •

Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın,


karara bağlar. Basın Kanunumuza göre, sulh ceza hakiminin kararına kar-
şı "itiraz" yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde bu itirazı inceleye-
rek karar verir. Yetkili makamın bu konudaki kararı kesindir (m. 14/4-5).
Hakim tarafından cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmasına karar
verilmesi halinde, bu yazının yayınlanması açısından sürelerin ne zaman
başlayacağı, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edilip edilmemesine göre
farklılık gösterir. Hakim tarafından cevap ve düzeltme yazısının yayın­
lamnasına karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza ha-
kiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz
edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden başlar (m. 14/6).
Yukarıda da değinildiği üzere, cevap ve düzeltme hakkına sahip kişinin öl-
mesi halinde bu hak, mirasçıları tarafından kullanılabilir. Bu durumda, bi-
rinci fıkradaki iki aylık cevap ve düzeltme süresine bir ay eklenir (m. 14/7).

144 "Dosya kapsamına göre cevap ve düzeltme metninin 5187 sayılı Kanun'un 14/ 1.
maddesinde öngörülen sürede yayımlanmaması halinde aynı Kanun'un 14 / 4. mad-
desi uyarınca 15 gün içersinde sulh ceza mahkemesine müracaat edilebileceğinin
belirtilmesi karşısında, cevap ve düzeltme metninin 0410112007 tarihinde muhatap
gazetenin sorumlu müdürüne tebliğini müteakip yayınlanmaması üzerine kanuni
itiraz süresinden sonra 14/ 0312007 tarihinde itiraz edildiği nazara alınmaksızın,
itirazın bu yönden kabulü yerine reddine karar verilmesinde, isabet görülmemiş ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın
bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş ..... .. 5187 sayılı
Basın Yasası'nın 14. maddesi uyarınca yayımlanması gereken süre içinde yayım­
lanmaması üzerine, cevap ve düzeltme isteyen vekili tarafından anılan maddenin 4.
fıkrasında belirtilen 15 günlük süre içerisinde 26.1.2007 tarihinde "Büyükçekmece
Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Şişli Sulh Ceza Mahkemesine" yasada
öngörülen sürede başvuruda bulunulduğundan yerinde görülmeyen kanun yaran-
na bozma isteminin REDDİNE, 13.02.2008 günü oybirliğiyle karar verildi." (7. CD.,
13.2.2008, E. 2007/13588, K. 2008/1297).
BASIN REJİMİ 237

Belirtmemiz gerekir ki, yeni Basın Kanunu ile getirilen cevap ve dü-
zeltme hakkının kullanılması usulü eski sisteme oranla cevap hakkı ile
izlenen amaca daha uygundur. Gerçekten, hak sahibinin hiçbir gecikmeye
uğramadan cevabını yayınlatması kamuoyu önünde bir an önce temize
çıkması yönünden zorunludur. Bu hak kullanılırken hakimin araya gir-
mesi gecikmelere neden olabilecektir. Diğer yandan, hakime başvurma
zorunluluğu yayına hedef olanlardan çoğunun cevap haklarını kullanma
cesaretini kırabilecek önemli bir külfettir. İşte, 14. maddenin yeni siste-
mi, cevap hakkının kullanılmasında doğrudan doğruya dönemsel yayına
başvurulmasına olanak vermek ve bu aşamada hakimin müdahalesine
gerek görmemek suretiyle ilgili tarafından bu hakkın kullanılmasını ko-
laylaştınnıştır. Fakat, sorumlu müdürün cevabı yayınlamaması halinde
ilgilinin yine hakime başvurması zorunluluğu eski sisteme ilişkin sakın­
caların yeni sistemde de devam edeceğini göstermektedir. Bizce, 5680 sa-
yılı Kanun'un 19. maddenin ilk şeklinde olduğu gibi, hakime başvurma
yükümlülüğünün hak sahibi yerine sorumlu müdüre yüklenmesi usulü-
nün kabulü cevap hakkının amacına daha uygun düşecektir. Bu nedenle,
önceki yıllarda Devlet Bakanlığının talebi üzerine hazırladığımız kanun
tasarısında konuyla ilgili maddede böyle bir değişiklik öngörmüştük 145 .

Kanunun bugünkü sisteminde ise, kanımızca, hakimin müdahalesi


aşamasında gecikmeleri önlemek için, sulh ceza hakimlerinin cevap veya
düzeltme hakkının doğınası için gerekli koşulları enine boyuna araştırma­
yarak ilgilinin, beyan ve gerekçelerine üstünlük tanımaları gerekir. Sulh
ceza hakimlerinin bu konuda cevap hakkının kullanılması için gerekli ko-
şulları incelemekle yetinmeleri 146 , bizce cevap ve düzeltme hakkının nite-
liği ile bağdaşan bir uygulama sağlayacaktır 147 .

cc) Düzeltme ve cevabın yayınlanmaması

Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hakim kara-


rma uyulmaması durumunda Basın Kanununun 18. maddesinde öngörü-

145
Basına külfet yüklememek çabası ile bu önerimiz kabul edilmemiştir. Hazırladı­
ğımız değişiklik metni için bkz.: İstanbul Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu
Yıllığı, I, İstanbul 1988, s. 20-21.
146
Yargıtay gereksiz nedenlere dayanan red kararlarını yasaya aykırı bulmaktadır:
"Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine 'üç günlük
gazete nüshasının eklenmediği' gerekçesiyle verilen red karan; tekzip isteyenin
böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması sebebiyle yasaya aykırı olduğu gibi itiraz
dilekçesine sözü edilen gazete nüshalarının eklenmiş olduğu da gözetilerek, itira-
zın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi yasaya aykırıdır." (7.CD.
08.03.2011, 17012/2329).
147
Bkz.: İÇEL, Cevap ve düzeltme hakkı yönünden «ilgi» ve «gerçeğe aykırılık» koşulla­
n, s. 724.
238 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

len adlı para cezasını gerektiren suç gerçekleşmiş olur. Bu suçtan sorumlu
olanlar, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilidir. Bu
kişiler hakkında hükmedilen adli para cezasının ödenmesinden yayın sa-
hibi de müteselsilen sorumludur.
Yargıtay, aynı
konuda mahkemelerin birden çok yayınlanma karar-
larına karşın, her defasında
tekzibi uygun şekilde yayınlamamakta israr
eden sanık hakkında TCK 43/1 gereğince zincirleme suç hükümlerinin
uygulanmasına karar vermiştir 148 . Kanımızca, burada, cevap hakkım kul-
lanan kişiye karşı değil, mahkemelerin kesinleşmiş kararlarına uymama
şeklinde düzene karşı işlenen birden çok eylem bulunduğu için, aynı suç
işleme kararının olmadığı sonucuna ulaşılarak, her uymama eyleminin
bağımsız olması neden ile, zincirleme suç hükümlerini.n uygulanmaması
gerekir.
Düzeltme ve cevap yazısının yayınlanmaması veya 14. madde öngö-
rülen koşullara uyulmaksızın yayınlanması durumlarında hakim ayrıca,
masraflar yayın salıibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı
yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilan şeklinde yayınlanmasına da ka-
rar verir.

V. Dönemsel yayın. kuruluşların.da çalışan. fikir işçilerine


ilişkin. özel hükümler

1- Genel olarak
Dönemselyayınların ilkel dönemlerinde redaksiyon, basım ve yayın
fonksiyonları bir kişi tarafından gerçekleştirilirken, modern basın aygı­
tında bu faaliyetin çok sayıda kişinin katkısı ile yürütülmesi zorunlu ol-
muştur. Bu durum, her iş kolunda olduğu gibi, basında çalışanlarla çalıştı­
ranlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi gereğini ortaya çıkarmıştır 149 .
Ancak, basının diğer iş kollarından farklı özelliklere sahip bulunduğu
saptanınca, bu iş kolunda çalışan fikir işçilerinin mesleki ve sosyal hak-

148 "Dava konusu eylem mahkemece yayınlanmasına karar verilen tekzibin 04.03.2006
tarihli gazetede usulüne uygun yayınlanmaması olup, Dairemizce incelenen dosya-
lardan. sanık hakkında 02.03.2006 ve 05.03.2006 tarihli gazetelerde usulüne uygun
yayınlanmayan tekzipler için de ayrıca Diyarbakır İkinci Asliye C eza Mahkeme-
si'ne 2006/89 ve 2006/90 Esas sayılı davaların açılıp mahkılıniyet kararı verildiği
anlaşılmaktadır. Buna göre, 02.03.2006, 04.03.2006 ve 05.03.2006 tarihli tekziplerin
mahkeme kararında belirtildiği şekilde usulüne uygun yayınlanmaması, TCK'nun
43/1. maddesinde belirtilen bir kişiye karşı aynı suçun zincirleme şekilde işlenmesi
olup, aralannsa şahsi ve fiili irtibat bulunan dosyaların birleştirilmesi gerektiğinin
gözetilmemesi yasaya aykırıdır." (7.CD.29.06.2010,E.2008/l 7425,K.2010/10354).
149 LÖFFLER, I, s. 444.
BASIN REJİMİ 239

larının diğer işçilerin hakları ile aynı paralelde tutulmasının sakıncalı


olacağı sonucuna varılmıştır. Basının kamusal görevlerle donatılması ve
kendisine özgü bir özgürlükten, yani basın özgürlüğünden yararlanınası,
fikir işçilerinin mesleki ve sosyal haldannm özel bir biçimde düzenlenme-
si gereksiniminin başlıca nedeni olmuştur.

Fikir işçilerinin mesleki ve sosyal hakları bazı ülkelerde yasal yolla,


bazılarında ise toplu sözleşmelerle düzenlenmektedir. Örneğin Fransa'da
29 Mart 1935 tarihli Kanun, İş Kanununun 29. maddesine ekJediği hü-
kümler (29b-29j) ile gazetecilerin mesleki ve sosyal haklarını ayrıcalıklı ve
titiz bir düzenleme tabi tutmuştu 150 . İş Kanunu hükümlerinde değişiklik
yapan 4.7.1974 tarihli Kanun ise 761-1 ila 761-16. maddelerinde gazete-
cilerin durumlarını ve çalışma koşullarını yeniden düzenlemiştir 151 . Buna
karşılık Federal Almanya'da aynı ayrıcalıklı düzenleme yasal olarak de-
ğil, Alman Gazete Sahipleri Birliği (Bad-Godesberg) ile Alman Gazeteciler
Birliği (Bonn), Baskı ve Kağıt Endüstrisi Sendikası (Stuttgart) ve Alman
Müstahdemler Sendikası (Hamburg) arasında imzalanan sözleşme
ile gerçekleştirilmiştir 152 •

Türkiye'de başkalarına bağlı olarak çalışanların mesleki ve sosyal


haklarının yasal düzeni ilk olarak 8 Haziran 1936 tarihli ve 3008 sayılı
Iş Kanunu ile sağlanmışsa bedensel çalışması fikri çalışmasına üs-
tün veya eşit olanları işçi sayan bu kanun fikir işçileri:ni kapsamına al-
mamaktaydı. 1949 yılında fikir işçilerinin durumunu düzenlemek için bir
kanun tasarısı hazırlanmış, fakat kanunlaşamamıştır. Ancak 1952
dönemsel yayın kuruluşlarında çalışan fikir işçilerine bir kanun
çıkarılabilmiştir 153 •

150
Bkz.: OĞUZMAN, K.: Gazetecilerin mesleki ve sosyal hakları ve bunların korunması
(İHFM, 1967, cilt: XXXII, sayı: 2-4, s. 858).
151
TUNCAY, A.C.: Hukuki Yönden Basında İşçi-İşveren İlişkileri, İstanbul 1989, s. 14.
152
Bu sözleşmenin 24 Kasım 1964 tarihli metni için bkz.: REHBINDER, s. 197 ve son.
153
OĞUZJVLAN, s. 859; ÖZEK, Ç.: Basın Hukukumuza Göre Fikir İşçileri ile İşverenler
Arasındaki Hukuki Münasebet (İHFM., 1962, cilt: XXVIII, Sayı: 1, s. 60-61).Halen
yürürlükte bulunan 4857 sayılı, 22.05.2003 tarihli İş Kanunu'nun 2/1. Maddesine
göre, "Bir iş sözleşmesine dayanılarak çalışan gerçek kişiye ..... işçi denir". Kanunun
madde gerekçesinde açıklandığı üzere, işçi sıfatı için "işçi sözleşmesine dayanarak
çalışan gerçek kişi" niteliğine üstünlük tanınmıştır. Belirtelim ki, çalışmayı konu
alan nakliye, neşir, istisna, vekalet, adi şirket eski dönemde olduğu gibi İş Kanu-
nunun kapsamı dışındadır. Sosyal Sigortalar Kanunu, Deniz İş Kanunu ve Basın İş
Kanunu Kapsamına hizmet akdi ile çelışanlar sokulmuştur (Bkz.: ÇELİK, NURİ, İş
Hukuku Dersleri 26. Bası, İstanbul 2013,s. 33 ve son.). Bugün dönemsel yayınlarda
çalışan fikir işçileri hakkında 5953 sayılı Kanun uygulanırken, dönemsel olmayan
yayınlarda çalışan fikir işçileri 4857 sayılı İş Kanununun kapsamına girmektedir..
240 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

13 Haziran 1952 tarihli ve 5953 sayılı "Basın mesleğinde Çalışanlarla


Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun" adı­
m taşıyan bu Kanun 1954 yılında 6253 sayılı Kanunla, 1961 yılında 212
sayılı Kanunla, 2002 yılında 4773 Kanunla, 2003 yılında 4857 sayılı Ka-
nunla ve 2008 yılında ise 5728 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. Belirtelim
ki, bu Kanun'un bazı hükümleri 17.7.1964 tarih ve 506 sayılı ve 15.7.1963
tarih ve 27 4 sayılı Kanunlarla yürürlükten kaldırılmıştır. Halen Basın - İş
Hukukuna ilişkin temel esaslar sözü geçen değişikliklerle 5928 sayılı Ka-
nunda yer almaktadır. Aşağıda bu Kanunun anahatları belirtilecektir154 •

2- "Fikir işçisi" kavramı

5953 sayılı Kanunun 1. maddesinin 1. fıkrası "bu Kanunun hükümleri


Türkiye'de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajansların­
da her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş Kanunundaki -işçi- tarifi
şümulü haricinde kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygula-
nır" diyerek, kanunun kapsamına yalnız dönemsel yayın kuruluşlarında
çalışan fikir işçilerini almıştır. Yani dönemsel olmayan yayınlarda çalışan
fikir işçileri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanamayacaktır. Madde-
nin 2. fıkrası ise, dönemsel yayın kuruluşlarında çalışan fikir işçilerini
"gazeteci" olarak isimlendirmiştir 155 .

154
Basın-İş hukukumuzun diğer kaynaklan için bkz.: TUNCAY, s. 24.
155
"Basın çalışanlarıyla ilgili 5953 sayılı yasanın 1., maddesinde, "Bu Kanun hüküm-
leri Türkiye'de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında her
türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş Kanunundaki "işçi" tarifi şümulü haricin-
de kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygulanır, Bu Kanunun şümulü­
ne giren fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanlara gazeteci denir" şeklin­
de kurala yer verilerek Kanunun kapsamı ve gazeteci tanımı ortaya konulmuştur.
Buna göre Kanunun kapsamında kalan işyerleri Türkiye'de yayınlanan gazete ve
mevkutelerle haber ve fotoğraf ajansları olarak sıralanabilir Kanunda bahsi geçen
"gazete" ve "mevkute" gibi kavramların nesne anlamında olmadığı günlük gazete
ya da daha uzun dönemsel yayınların basıldığı yer olan işletmenin anlaşılması ge-
rektiği açıktır Bununla birlikte gazete ve dönemsel yayının Türkiye 'de yayınlanması
bir başka zorunluluktur. Bahsi geçen dört tür işyerinde fikir ve sanat işlerinde ücret
karşılığı çalışanlar, Kanunda gazeteci olarak adlandırılmıştır. Günlük veya çok kısa
aralıklarla yayımlanan, günlük haber ileten nispeten büyük boyutta basılı eser ola-
rak tanımlanabilen gazetenin umuma hitap etmesi ve devamlılık göstermesi gerekir.
Gazetenin yayınlanması bir başka anlatımla basılıp çoğaltılması gerekirse de, günü-
müzde teknoloji ve iletişimin geldiği nokta itibarıyla, gazetenin nesne olarak basımı
ve dağıtımı bir zorunluluk değildir. Gazetenin elektronik ortamda, umuma açık ola-
rak yayınlanması ve okuyucunun yararlanmasına sunulması da mümkündür. Da-
iremizce elektronik gazetelerin yayın koordinatörlüğünü yapan bir çalışanın 5953
sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin
Tanzimi Hakkında Kanunun kapsamında gazeteci olduğu kabul edilmiştir." (Yarg.
BASIN REJİMİ 241

Fikir ve sanat işinde çalışına ölçütü, gazetecilik mesleğinin yerine


getirilmesine dair ve doğrudan doğruya ilgili alanlarda çalışmayı ifade
eder. Buna göre, yazar, muhabir, redaktör, düzeltmen, çevirmen, fotoğrafçı,
kameraman, ressam, karikatürist gibi çalışanlar gazetecilik mesleği ile
doğrudan doğruya ilgili olup, gazeteci olarak değerlendirilmelidir. Ancak
aynı tür işyerlerinde teknik sorumlu, şoför, sekreter, muhasebe elemanı,
satış ve pazarlama gibi işlerde çalışanlar gazeteci olarak değerlendirile­
ınezler156.

Kanunun 2. maddesi "Devlet, vilayet, belediyeler ve İktisadı Devlet Te-


şekkül ve müesseseleriyle sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere
ait şirketlerde istihdam edilen memur ve hizmetliler hakkında" bu Kanun
hükümlerinin uygulanamayacağını belirtmiştir. Böylece, dönemsel yayın
kuruluşu 2. maddedeki nitelikte bir kuruluş ise, bu işyerlerinde çalışanlar
gazeteci sayılmayacak ve dolayısıyla özel mesleki ve sosyal haklardan ya-
rarlanınayacaklardır.

Görüleceği üzere, dönemsel yayını çıkaran kişinin, kamu tüzel ki-


şisi olmamak koşulu ile, gerçek veya tüzel kişi olması önemli değildir.
Bu yönden, gazete işvereni gerçek kişi olabileceği gibi, bir şirket, hatta
sendika dahi olabilir. Nitekim Yargıtay, bir işçi sendikasının çıkarmakta
olduğu gazete yazı işleri müdürü olarak çalıştıktan sonra emekli olan
kişiyi gazeteci olarak kabul ederek kıdem tazminatı talebini haklı bul-
muştur157.

Kanun gazeteci stajyerlerini de özel mesleki ve sosyal haklardan ya-


rarlandırınamıştır. Gerçekten 10. maddeye göre, "mesleğe ilk intisap eden
gazeteciler için tecrübe müddeti en çok üç aydır. Bu müddet içinde tarafiar
iş akdini ihbar müddetine ve tazminat mükellefiyetine tabi olmaksızın fesh

9. HD. 17.4.2007, E. 2006/33909, K. 2007/11104). Gazete yöneticilerinin «gazeteci»


sayılıp sayılınayacaklan öğretide de de tartışılmıştır: OĞUZMAN (s. 861 dipnot 11)
yöneticileri gazeteci sayınazken, ÖZEK (Basın Hukukumuza göre fikir işçileri ile
işverenler arasındaki hukuki münasebet, 65; 212 sayılı Kanun ve gazete idarecileri
«İş ve Sigorta Şubat 1966») yöneticileri de gazeteci sayınakta ve 212 sayılı Kanunun
kapsamına sokmaktadır.
156 "Somut olayda davacının program yönetmeni olduğu açıklanmış olmakla, işyerinin
özelliği ve fiilen yaptığı işi yukarıdaki
esaslar dahilinde değerlendirmeye alınmalı
ve uygulanması gereken yasanın 4857 sayılı iş Kanunu ya da 5953 sayılı Basın
Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hak-
kında Kanundan hangisi olduğu belirlenmelidiı: Gerekirse bilirkişiden hesap ra-
poru alınarak bir çözüme gidilmelidir." (Yarg. 9. HD., 31.3.2009, E. 2008/30660, K.
2009/8953).
157 Yarg. 9. HD., 3.2.1987, E. 10722/K. 952 (YKD., Mayıs 1989, Sayı: 5, s. 667).
242 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

edilebilirler"158 . Ancak bu süre sonunda sözleşmenin yazılı olarak yapıl­


ması zorunludur.

3- Basın - iş sözleşmesi

a) Yapılması

Gazeteci ile iş veren arasındaki basın iş sözleşmesinin (yani hizmet


akdinin) yazılı şekilde yapılması mecburidir. Bu yükümlülüğe uymayan
işveren her sözleşme için para cezasına mahkum edilir (4. m. ve 26. m.).
Ancak bir geçerlilik koşulu olınayan yazılı şekil koşulu gazeteci aleyhinde
kullanılamaz. Sözgelinıi yazılı sözleşme olmaksızın çalıştırılan gazeteci
ücrete yine de hak kazanır 159 .
4. madde yapılacak basın - iş sözleşmesinin
içermesi zorunlu olan ko-
nuları da belirtmektedir. Buıılar, "işin
nev'i", "ücret miktarı" ve "gazetecinin
kıdemi"dir. İşin nev'inde ve ücrette bir değişiklik olduğu takdirde bunun
da sözleşmeye geçirilmesi gerekir. Gazetecinin terfii de keza sözleşmede
saptanan yüzde üzerinden yapılır. Gazetede iki yıl çalışmış olan gazeteci
terfie hak kazanacağından, sözleşme bunun aksine bir hüküm içeremez.
Gösterilmesi mecburi hususlar sözleşmede yer almıyorsa, işveren yine 26.
maddeye göre cezalandırılır.
Basın- iş sözleşmesinin yapılışı işveren tarafından; feshi, fesheden
tarafından Bölge Çalışma Müdürlüğüne, mülkiye amirliğine ve eğer gaze-
teci üye ise sendikasına, değilse en fazla üyesi olan mesleki teşekküle on

158 «Gazetecilik mesleğinde yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselmiş olan bir işçi için
tecrübe süresi sözkonusu olamaz. 212 Sayılı Kanunun 10. maddesi hükmü, Gazete-
cilik mesleğine ilk intisap eden fikir işçilerine uygulanmak gerekir.» (Yarg. 9. HD.,
22.4.1965, E. 1141/K. 3469; İş ve Sigorta, Temmuz 1965).
159 «Davacı, davalı işverenin gazetesinde fıkra yazarı olarak çalıştığını ve çalışması
karşılığı olan paranın verilmediğini ileri sürerek ödetilmesini istemiştir. Davalı ve-
kili, davacı ile yazılı bir sözleşmesi olmadığını ve Basın İş Kanununun emrettiği
şekilde yazılı sözleşme yapmayan fikir işçisine ücret vermekle yükümlü tutulama-
yacağını bildirerek davanın reddini istemiştir. Gerçekten Basın İş Kanunun değişik
4. maddesi hükmünce gazeteci ile kendini çalıştıran işveren arasında iş sözleşme­
sinin yazılı şekilde yapılması mecburidir. Bu hüküm bir geçerlilik şartı niteliğinde
bulunmadığından ödenmesi gerekir. Maddenin yazılışından ve yazılı iş sözleşmesi
yapmayan işverenin aynı kanunun ceza hükümleri uyarınca sorumlu tutulmuş ol-
masından, anılan mecburiyetin işverene yükletilmiş bir mükellefiyet olduğu anlamı
çıkmaktadır. Davacının işverenin gözü önünde gazetesine fıkra yazdığı ve bu fıkrala­
rın gazetede yayınlandığı da anlaşılırsa, davacı fikir işçisine bu emeğinin karşılığı­
nın verilmesi zorunludur.» (Yargıtay 4. HD., 13.2.1964, E. 562/K. 761; TAVUS, s. 32).
Hizmet sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılıııamasının sonuçları hakkında ayrıca
bkz.: ÇELİK, s. 101 ve son.
BASIN REJİMİ 243

beş gün içinde beyanname ile bildirilir. Mülkiye amirleri bu beyanname-


lerin birer örneğini, gazetecinin kıdeminin tesbitine esas olmak üzere he-
men Basın - Yayın ve Turizm Bakanlığına gönderirler (9. m.). Bunun gibi,
işverenlerin, dönemsel yayında, çalışanların miktarını o iş yerinin kurulu
bulunduğu mahal için İş Kanunun uygulanmasıyla görevli makama yazılı
olarak bizzat veya taahhütlü mektupla bildirmeleri ~·~,v~,~•ı~u (3. m.).

b) Sona ermesi

aa) Sözleşmenin fikir işçisi tarafindan feshi


Belirli süreli olmayan bir sözleşme gazeteci tarafından feshi ihbar
yolu ile feshedilebilir. Bunun için gazetecinin en az bir ay önce işverene
yazılı ihbarda bulunması şarttır. Kanun bu halde gazeteciye bir hak tanın­
mış değildir. Ancak gazeteci bir ay daha gazetede çalışmak istemiyorsa, bir
aylık ücreti tutanndaki tazminatı işveren ödeyerek sözleşmeden doğan
ilişkiye hemen son verebilir. Sözü geçen ihbar süresi sözleşme ile uzatıla­
bilirse de, kısaltılamaz.

Kanunun 11. maddesi, fikir işçisinin bir aylık süreye uymaksızın ve


tazminat da ödemeksizin sözleşmeyi feshedebileceği bir durumdan sözet-
miştir. Şöyle ki, bu maddenin 1. fıkrasına göre, "bir mevkutenin veçhe ve
karakterinde gazeteci için şeref veya şöhretini veya umumiyetle manevi
menfaatlerini ihlal edeci bir vaziyet ihdas edecek şekilde bariz bir deği­
şiklik vukuu halinde gazeteci ihbar mühletini beklemeden akdi feshede-
bilir". Kanun böylece, gazetecinin, düşüncelerine aykırı bir tutum içinde
bulunan dönemsel yayın kuruluşunda çalışmak zorunda kalmasına izin
vermemiştir. Bu hakkını kullanan gazeteci, işverenin kusuru sonucunda
iş sözleşmesini feshetmiş olsa dahi ne miktar tazminat alacak idiyse, o
miktar tazminat isteyebilir 160 .

160 "Mahkemenin 'davalı iş yerinde çalışan bir işçinin normal şartlarda ülkemizde iş
bulma sıkıntısının yaşandığı bir dönemde 154 TL için iş akdinin feshinin normal ol-
madığı, zaten bu miktarın da son aya ilişkin bir ücret olduğu, dolayısıyla davacının
gerçekte fazla mesai ücretinin ödenmemesi nedeni ile iş akdini feshettiği beyanının
doğru olmadığı, hayatın olağan akışına da uygun olmadığı, dolayısıyla davacının iş
akdini haksız olarak feshettiği' şeklindeki gerekçesi dosya kapsamına uygun düş­
memektedir.
Mahkemece hükme esas alındığı bildirilen 10.03.2014 tarihli bilirkişi raporuna göre
davacı işçinin Mart ve Mayıs 2008 ve Ekim 2009 aylan fazla çalışma ücretleri ile Ma-
yıs ve Ekim 2008 aylan ulusal bayram genel tatil ücretlerinin ödenmediği sabittir.
Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye
kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı
sorunlara yol açabileceğinden işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin,
haklı nedene dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da bulunmaktadır. Ücretin
244 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bb) Sözleşmenin işveren tarafından feshi


Kanunun 6. maddesi gereğince, işveren belirli feshi ihbar sürelerine
uymak suretiyle sözleşmeyi feshedebilir. Hizmet süreleri en az beş yıl olan
fikir işçilerinin sözleşmelerinin feshi için tanınan süre üç ay, beş yıldan az
hizmet süresine sahip gazetecilerin sözleşmelerinin feshedilebilmesi için
uyulması gereken ihbar süresi bir aydır. Bu hizmet süreleri fesih ihbarın­
da bulunacak işverene ait işyerinde aralıksız olarak geçen sürelerdir. Sözü
geçen ihbar sürelerinden daha uzun sürelerin sözleşmede öngörülmesi
halinde bu sürelere uyulması gerekir. Fakat sözleşme daha kısa süreler
tanıyamaz. Işveren ihbar süreleri ile bağlanmak istemediği takdirde, bu
sürelerin karşılığı olan ücret miktarında tazminatı fikir işçisine ödeyerek
sözleşmeye derhal son verebilir.

11. madde, işverene de ihbar süresine uymak zorunluluğu bulunma-


yan bir fesih olanağı tanımıştır. Gerçekten bu maddenin 3. fıkrasına göre,
"vazifesinin ifasiyle ilgili hususlarda gazetecinin bilerek veya ağır bir ih-
mali neticesi olarak mevkutenin itibar veya şöhretine halel verecek fiil ve
harekette bulunması hali, işverene ihbar mühletini beklemeden iş akdini
derhal feshetmek hakkını veren ağır sebeplerden sayılır". Kanun böyle bir
fesih halinde gazeteciye herhangi bir tazminat hakkı tanımamıştır 161 .
Sözleşmenin 6. maddeye dayanılarak işveren tarafından feshedilme-
si halinde, fikir işçisi için önemli bir hak doğar. Bu hak "kıdem tazmina-
tı"dır. 6. maddeye göre, meslekte en az beş yıl çalışmış olan gazetecilere
kıdem hakkı tanınır. Bu hak gazetecinin mesleğe ilk girişinden itibaren
hesaplanır ve sözleşmenin işveren tarafından feshi halinde, her hizmet
yılma karşılık bir aylık ücret tutarınca tazminat fikir işçisine ödenir 162

hiç ya da bir kısmının ödenınemiş olması bu konuda önemsizdir. Geniş anlamda


ücrete dahil olan fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların ödenınemesi
durumunda da işçinin haklı fesih imkanı bulunınaktadır." (Yarg.9.HD.03.09.2014,
21349/25245).
161
OĞUZMAN, s. 878. ÖZEK (Basın hukukumuza göre fikir işçileri ile işverenler ara-
sındaki hukuki münasebet, s. 93) ise, bu durumda da gazeteciye kıdem tazminatı
verileceğini ileri sürmektedir.
162
"5953 Sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebet-
lerin Tanzimi Hakkında Kanunun 6. maddesinde, gazetecinin kıdem hakkı özel bi-
çimde korunınuştur. Meslekte geçecek olan 5 yılın büyük önemi vardır. Bu 5 yılın
dolıııası ile kıdem tazminatı talep hakkı doğabilmekte ve işveren feshinde uygula-
nabilecek olan ihbar öneli 5 yıllık kıdemin ardından 3 aya çıkınaktadır. Yine, 4 haf-
talık yıllık ücretli izne hak kazanabilmek bakımından gazetecinin 1 yıllık hizmeti
aranmakta 10 yılı aşan kıdem halinde ise bu süre 6 haftaya çıkınaktadır.
Gazetecinin meslek kıdemi, gazetecinin meslekte geçirdiği toplam süreyi ifade eder.
Kıdem tazminatı ve yıllık izin bakımından meslek kıdemi, gazetecinin gazetecilik
BASIN REJİMİ 245

163 . Gazeteci daha önce kıdem tazminatı almışsa, kıdemi yeni işine girişin­

den itibaren hesaplanır. Fakat bunun aksi basın iş sözleşmesinde kabul

mesleğine ilk girişindenitibaren geçerli olmaktadır. Bir başka anlatımla işçinin


başka işverenlere ait işyerlerinde edindiği kıdemi sonraki işverenler açısından belli
yükümlülükler getirmektedir. Bunun nedeni, kıdemli gazeteciyi çalıştırmanın iş­
veren için önemli bir fayda sağlaması ve yararlanan işverenin de bunun sonucuna
katlanması şeklinde açıklanabilir. Yasada kıdem hakkının özel olarak korunması,
gazetecilik mesleğinin belli bir birikimin sonucu edinilebildiğine işarettir. 5953 Sa-
yılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tan-
zimi Hakkında Kanunun 9. maddesi hükınüne göre, gazetecinin meslek kıdemleri
bakımından sicillerin mülki amir ve Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğünce tutulması da meslek kıdeminin kayıt altına alınarak korunması çer-
çevesinde bir düzenlemedir.
Gazetecinin meslek kıdeminin belirlenmesinde, Başbakanlık Basın Yayın Enfor-
masyon Genel Müdürlüğünün kayıtları ile 9. madde uyarınca işverenini verdiği
beyannamedeki bilgilerin işlendiği sicil kayıtlan esas alınır. Ancak gazetecinin
meslek kıdeminin daha önce başladığını her türlü yazılı belge ile kanıtlayabilmesi
gerekir. Gazeteci ile işveren arasında yazılı bir sözleşme yapılmamış olması ya da
işe başladığının ilgili kurumlara bildirilmemesi hallerinde dahi, meslek kıdeminin
her türlü delille ispatı mümkündür." (Yarg.9.HD. 28.04.2011, 10206/12712).
163 "Somut uyuşmazlıkta, davacının davalı işyerinde Basın İş Kanununa bağlı olarak
editör sıfatıyla çalıştığı sabittir. Davacı iş sözleşmesini davalı işyerinde 2010 yılı
Ekim ayından itibaren gece nöbeti uygulamasının başladığı, bu şekilde iş şartla­
rının olumsuz olarak değiştirildiği, gazetede çıkacak bazı haberler için kendi fo-
toğraflarının kullanılmak istendiği, bu duruma izin vermemesi sebebiyle hakkında
soruşturma açılarak savunmasının alındığı ve bu şekilde baskı uygulandığı, ücret-
lerinin eksik yatırıldığını belirterek tüm bu sebeplerle iş sözleşmesini haklı sebeple
feshettiğini, bunun yanında evlilik sebebiyle 1 yıl içinde istifa halinde de kıdem
tazminatına hak kazanıldığını, davacının istifasının evlilikten sonra bir yıl içinde
olduğunu bildirmiştir. Davalı taraf davacıya iş yerinde uygulanan bir baskının söz-
konusu olmadığını, davacının ücret alacağının bulunmadığını, gece nöbeti uygula-
masında önceden bayan editörlerin gece nöbetlerinin erkek çalışanlar tarafından
tutulduğunu, zaman içerisinde bayan editör sayısının artması üzerine tüm çalışan­
lar için gece nöbeti uygulamasının getirildiğini, evlilik sebebiyle iş sözleşmesinin
feshedilmesi hususunun Basın İş Kanununda düzenlenmediğini, davacının savun-
masının görevini yerine getirmediği için alındığını belirtmiştir. Dosya kapsamı ve
tanık beyanlarına göre davacı fesih sebebi olarak gösterdiği sebeplerin bir kısmını
kanıtlayamamıştır. Davacının gece çalışmasına sebebiyle iş şartlarının olumsuz
değiştirilmesine ilişkin fesih sebebi incelendiğinde, davacının gece çalışması geti-
rildikten sonra yaklaşık bir yıl gece çalışması yaptığı anlaşıldığından bu durum
artık fesih sebebi yapılamaz. Basın İş Kanununda çalışma şartlarında değişikliğin
gazetecinin yazılı kabulüne bağlı olduğu hususu düzenlenmemiştir. Bu gerekçelerle
davacının iş sözleşmesini haklı sebep olmaksızın feshettiği anlaşıldığından kıdem
tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kıdem taz-
minatının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." (Yargıtay
22.HD. 25.03.2013, 18.018/6128).
246 KİTLE İLETİŞİM: HUKUKU

edilebilir. Yani taraflar kıdem yönünden daha önceki bir tarihin esas alı­
nabileceğini aralarında kararlaştırabilirler

:6. maddenin 7. fıkrası yine tazminatla ilgili olarak şöyle bir hüküm
içermektedir: "Hizmetine bu madde hükümlerine göre son verilen gazeteci-
ye feshi ihbar edilen mukavelenin taalluk ettiği her hizmet yılı veya küsuru
için, son aylığı esas ittihaz olunmak suretiyle her yıl için bir aylık ücreti
mihtarında tazminat verilir. Ancak, yıllık hizmetin altı aydan az kısmı na-
zara alınmaz. ilk mukavele yılında bu miktar hesaplanmaz". Görüleceği
üze:ce, kamın, sözleşmenin işveren tarafından feshi halinde, gazeteciye,
meslek kıdemine bakmaksızın sırf fesihten dolayı bir tazminat hakkı da
tanımıştır. "Fesih tazminatı" olarak isimlendirilebilecek bu tazminatın he-
saplanmasında gazetecinin o iş yerine girdiği tarih esas alınacak ve son
aldığı ücret üzerinden bulunacak tutar kadar tazminat ödenecektir. Böy-
lece, meslekte en az beş yıl çalışmış olan gazeteciler, mesleğe ilk giriş tari-
hinden itibaren hesaplanacak ve son çalıştığı iş yerindeki hizmet süresini
kapsamayan kıdem tazminatının yamsıra, son iş yerindeki çalışma süresi
üzerinden hesaplanacak bir de fesih tazminatı alacaklardır 164 • Bu ikinci
çeşit tazminatta fikir işçisinin meslekte en az beş yıl çalışması aranmadığı
içindir ki, beş yılını doldurmamış gazeteciler de bu haktan yararlanabile-
cekler, buna karşılık kıdem tazminatı isteyemeyeceklerdir.

Kanunun 12. maddesine göre, işveren, gazetecinin uğradığı hastalık


nedeniyle basın iş sözleşmesini feshedemez. Fakat gazetecinin hastalığı
altı aydan fazla uzamışsa tazminat verilmek suretiyle sözleşmenin feshi
yoluna gidilebilir. Bu durumda verilecek tazminatın tutarı da yukarıda
belirttiğimiz esaslar içinde hesaplanacaktır. Hastalık nedeniyle işinden
çıkarılan gazeteci bir yıl içinde iyileşirse, tekrar eski işine öncelikle alınır.

Kanun kıdem tazminatının ödenmesini sağlamak için idari para ce-


zası da öngörmüştür. Kanunun, 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanunun

164 ÖZEK, Basın hukukumuza göre fikir işçileri ile işverenler arasındaki hukuki müna-
sebet, s. 93, 94. OĞUZMAN (s. 876) ise, kıdem tazminatının bu şekilde hesaplanma-
sına karşı çıkmaktadır. Müellife göre, gazetecinin tüm meslek yıllarına göre hesap-
lanacak kıdem tazminatının son işverene yüklenmesi ne adalet ne de sosyal hukuk
anlayışı ile bağdaşmaz. Müellifin bu düşüncesine hak vermekle beraber, madde
metni karşısında ÖZEK'i...rı görüşüne üstünlük tanımamak elde değildir. Esasen
uygulama da aynı yolda gelişmiştir: «Kanun Koyucu_rıun amacı bir sözleşme dev-
resine ilişkin bulunsa idi maddede değişiklik yapılmasına yer kalmazdı. Halbuki,
Kanun Koyucunun değişik hükümlerin kanuna koyulması ile sözleşmesi bozulan
gazeteciye mesleğe ilk girişten başlayarak kıdem tazminatının verilmesi amacını
güttüğü açıkça anlaşılmaktadır. Bu düşünce, kanunların Kanun Koyucunun amacı­
na göre yorumlanması ilkesine de uygun düşmektedir.» (Yargıtay 9. HD., 11.3.1964,
E. 1681/K. 2962; TAVUS, s. 34).
BASIN REJİMİ 247

147. maddesi ile değişik 26/b maddesine göre, bu tazminatı gazeteciye öde-
meyen işverene ikibinbeşyüz Türk Lirası, idari para cezası verilir, ayrıca
tazminat da hak sahibine ödenir 165 •
Sözleşme süresi dolmadan önce kusuru olmaksızın işine son verilen
fikir işçisi, peşin almış olduğu ücretin işlememiş bulunan kısmını geri ver-
mek zorunda değildir (14. m. 3. fıkra). Buna karşılık, gazetecinin kusuru
ile yani 11. madde gereğince sözleşme feshedilmişse, bu ücret geri verile-
cektir.
Kanunun 6. maddesine 2003 yılında 4857 sayılı kanunla eklenen son
fıkraya göre, İş Kanunu'nun feshin geçerli sebebe dayandırılmasına ilişkin
18. maddesi, sözleşmenin feshinde usule ilişkin 19. maddesi, fesih bildiri-
mine itiraz ve usulüne ilişkin 20. maddesi, geçersiz sebeple yapılan feshin
sonuçlarına ilişkin 21. maddesi ve toplu işçi çıkarmaya ilişkin 29.maddesi
hükümleri kıyas yoluyla basın mesleğinde çalışanlara da uygulanır.

cc) Sözleşme ilişkisinin diğer nedenlerle sona ermesi


Belirli süreli basın- iş sözleşmelerinde, sürenin dolması halinde, söz-
leşme ilişkisi sona erer. Burada kanun, fikir işçisine herhangi bir talep
hakkı tanımış değildir.

Kanunun 17. maddesinin son fıkrası, yayının tatili halinde, o dönem-


sel yayın kuruluşunda çalışanların
iki ay süre ile ücretlerini almalarını
öngörmüştür. Bu süre dolduktan sonra ise sözleşme sona ermiş sayılacak­
tır. Aynı maddeye göre, bu durumda gazetecilere tazminatları öncelikle
ödenecektir. Bu tazminatın da 6.maddedeki esaslar gereğince hesaplana-
cağı açıktır.

Sözleşme ilişkisi gazetecinin ölümü halinde sona erer ve gazetecinin


eşi ile çocuklarına, bunlar bulunmadığı takdirde geçimlerini sağladığı di-
ğer aile fertlerine aylık ücretinin üç katından az olmamak üzere, kıdem
hakkı tutarında ölüm tazminatı ödenir (18. m.). Kanun bu tazminatın kı­
dem hakkı tutarında olmasını öngördüğü içindir ki, hesaplama mesleğe
giriş tarihine göre yapılacaktır 166 . Ölüm tazminatını hak sahiplerine öde-

165
Belirtmek gerekir ki, 5953 sayılı bu Kanun'daki tüm para cezalan 765 sayılı
TCK'nın ek-1. maddesiyle (3506 s.K. m. 4) artırılmış ise de, daha sonra bu Kanun'un
söz konusu 26. maddesi dahil, bazı maddelerindeki para cezası "ağır para cezası"n­
dan "idari para cezası"na dönüştürülmüş ve miktarlarında da günün ekonomik ko-
şulları gereğince artırıma gidilmiştir.
166
ÖZEK (Basın hukukumuza göre fikir işçileri ile işveren arasındaki hukukf münase-
bet, s. 97) ise, ölüm tazminatının «aylık ücretinin üç mislinden az olmaması» kaydı­
na dayanarak bu tazminatın o iş yerinde geçen kıdem olacağım ileri sürmektedir.
Yazara göre göre, aksi düşüncenin kabulü halinde 6. madde gereğince kıdem beş
248 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

meyen işveren adlı para cezasına mahkum edilir. Aynca mahkeme ölüm
tazminatını da hüküm altına alır (26. m.).

4- Fikir işçisine tanınan haklar

a) Ücret
İşveren fikir işçisine gördüğü hizmet karşılığı ücret ödemekle yüküm-
lüdür. Ücretin miktarı basın iş sözleşmesinde belirtilir. Kararlaştırılan üc-
retin her ay peşin ödenmesi zorunludur. Bu nedenle, sözleşme ile bir başka
biçim ödeme kararlaştırılmaz. Ücretler zamanında ödenmezse, geçen her
gün için yüzde beş oranında fazla ödeme yapılır. Ayrıca, Zorunluluk hali
dışındaki gecikmelerde, kanun işveren hakkında binbeşyüz Türk Lirası
idari para cezası öngörmüştür (27. m.).
Kanunun 25. maddesi, kanundaki yükümlülükleri yerine getirmek
zorunda olan işverenin, bunu karşılamak için, gazetecilerin ücretlerini
indirmesini yasaklamıştır. Buna karşın, işveren fikir işçilerinin ücretle-
rini azaltma yolunu tutarsa Kanun'un 17.04.2008-5728 sayılı kanunla
(150.m.) değişik 30/1. maddesi gereğince ikibinbeşyüz Türk Lirası idari
para cezası verilir.
4. maddenin son fıkrası gereğince, "İki yıl gazetede çalışmış olan ga-
zeteci terfie hak kazanır. Terfi mukavelede tesbit edilen yüzde nisbetinde
yapılır". Böylece kanun fikir işçilerinin ücretlerinin iki yılda bir artacağını
kabul etmiştir.
Kanun, bu olağan ücretten başka, gazetecilere yapılacak diğer bazı
ödemelerden de sözetmiştir. Bunlardan biri, fikir işçisine gazetenin yıllık
karı üzerinden ödenecek ikramiyedir. 14. maddenin son fıkrasına göre, bu
ikramiye "işverinin sağladığı karın emeklerine düşen nisbi karşılığı olarak
asgari birer aylık ücret" tutarındadır. Yani ikramiyenin bir aylık ücretten
aşağı düşmemesi gerekir.

Gazetecilere yapılacak diğer bir ödeme "fazla mesai ücreti"dir. Fazla


mesaiden maksat, günde sekiz saati aşan çalışmalarla, ulusal bayram, ge-
nel tatiller ve hafta tatillerinde yapılan çalışmalardır. Fakat fazla mesai

yıldan sonra başladığından, 18. maddedeki sözügeçen kaydın anlamı kalmayacak-


tır. Kanımızca, 18. madde ölüm tazminatının hesaplanmasında, gazetecinin kitlem
hakkinı kazanmış olması şartını aramadığı ve kitlem hakki tutarının esas alınaca­
ğım belirtmekle yetindiği içindir ki, mesleğe başlayış tarihine bakilması zorunludur.
Kanun bu durumda gazetecinin mesleğe girişinin çok yeni olabileceğini gözönünde
tutarak, ölüm tazminatının hiç olmazsa üç aylık ücretinin aşağısına düşmemesini
istemiştir. Fikir işçisini çok esaslı biçimde koruma çabası içinde bulunan bu kanu-
nun, ölüm halinde aynı çabayı ailesi için göstermediği söylenemez.
BASIN REJİMİ 249

günde üç saati geçemeyeceği gibi, Pazar gününden başka bir gün hafta
tatili yapan gazeteci Pazar günü fazla mesai yapmış sayılmaz. Fakat saat-
ler hesaplanırken, yarım saatten az olan süreler yarım saat, fazlası ise bir
saat sayılır. Fazla mesai ücreti normal çalışma saati ücretinin yüzde elli
fazlasıdır. Ancak, 24.00'den sonraki saatlerin ücretleri bir katı fazlasıyla
ödenir. Fazla mesai ücretinin ödeme zamanı, fazla mesaiyi izleyen ilk nor-
mal ücretin ödeneceği zamandır. Gününde ödeme yapılmadığı takdirde,
işveren, her geçen gün için yüzde beş fazlasıyle ödeme yapmak zorundadır
(ek madde 1).

b) Ücretli tatiller
Kanunun 19. maddesi, gazeteciye altı günlük fiili çalışmadan sonra
bir günlük ücretli dinlenme izni verilmesini kabul etmiştir 167 . Gazeteci-
nin görevi devamlı gece çalışmasını gerektiriyorsa ücretli hafta tatili iki
gündür.

Belirtmek gerekir ki, 5953 sayılı Kanun'un 1993 yılına kadar yürür-
lükte kalan 20. maddesine göre, Şeker ve Kurban Bayramlarında da ça-
lışmayan gazeteciye ücreti aynen ödenmek zorundaydı. Mülga olan bu dü-
zenlemeye göre, işveren bu ücreti bir zorunluluk olmadığı halde ödemezse,
Kanun'un 27. maddesi uyarınca ağır para cezası ile cezalandırılmaktaydı.
Ancak, söz konusu 20. madde Anayasa Mahkemesi tarafından 20.1.1993
tarih ve E.1992/36, K. 1993/4 sayılı Karar ile iptal edildiğinden, belirtilen
ücreti ödemek ve para cezasını öngören hükümlerin bir fonksiyonu ve iş­
lerliği kalmamıştır.

c) Yıllık ücretli izin

Gazetecilerin ücretli izin haklarını 21. madde göstermiştir. Bu


maddeye göre, günlük bir dönemsel yayında çalışan gazeteciye, en az bir
çalışmış olmak şartıyla, dört hafta tam ücretli izin verilir. Gaze-
tecinin mesleğindeki hizmeti on yukarı ise verilecek ücretli
izin altı haftadır.

Gazetecinin çalıştığı dönemsel yayın günlük değilse, her altı aylık ça-
lışma dönemi için iki hafta ücretli izin verilir 168 .

167
Federal Almanya'da bu süre 36 saattir (Bkz.: REHBINDER, s. 200).
168
Federal Almanya'da ise hizmet süresine göre değişen ücretli izin hak_k.ı ta-
nınmaktadır. Yıllık izin süresi, 1. meslek yılında 18 gün, 2. meslek yılında 20 gün,
3-5. meslek yıllarında 24 gün, 6-7. meslek yıllarında 28 gün, 8. meslek yılından 15.
meslek yılına kadar 30 gün, 15. meslek yılından itibaren ve 45 yaşını doldurduktan
sonra 3 gündür CREHBINDER, s. 200).
250 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Yıllık ücretli izin süresinin hesaplanmasında meslekteki fiili hizmet


süresi göz önünde tutulur. Basın iş sözleşmesinde gazetecinin izin hak-
kın.dan feragat ettiğine dair kayıtlar varsa, bunlar geçersizdir. Gazeteciye
yıllık iznini vermeyen veya izni vermiş olup da izin süresine ait ücretini
ödemeyen işverene, yıllık izin vermediği veya izin süresine ait ücretleri
ödemediği kişinin izin süresi karşılığı ücretler toplamının üç katı kadar
idari para cezası verilir; ayrıca gazeteciye ödenmesi gereken ücret toplamı,
iki kat olarak ödenir (5728 sayılı kanunun 149. maddesi ile değişik 29. m.).

d) Mazeret izni
Kanunun 19. maddesinin 2. fıkrası, ücretli tatillerin ve yıllık ücretli
izinlerin dışında gazeteciye ücretli mazeret izni hakkı da tanımıştır. Bu
hüküm gereğince, gazetecinin çocuğu dünyaya gelmişse üç gün, eşi ve ço-
cuğu, anası veya babası öldüğü zaman dört gün, çocuğu evlendiği, kardeşi,
büyükannesi veya büyükbabası veya torunu öldüğü zaman iki günken-
disine olağanüstü ücretli izin hakkı tanınır. Bu izinler diğer yasal izin ve
tatil sürelerinden indirilemez.

e) Askerlikte ve gebelikte ücret


16. madde, silah altına alınan gazeteciye bazı olağanüstü haklar ta-
nımıştır. Şöyle ki, ilk muvazzaf askerlik hizmeti için silah altına alınan
gazeteciye normal askerlik süresince son aldığı ücretin yarısı ödenecektir.
Gazeteci talim veya manevra dolayısiyle silah altına alınmışsa, bu süre
içinde ücret hakkını aynen koruyacaktır. Ancak, askerlik sırasında askeri
hizmet karşılığı devletten aylık almıyorsa (örneğin gazetecinin yedek su-
bay olması) ve bu aylık dönemsel yayından alınan aylıktan az ise, işveren
sadece iki aylık arasındaki farkı ödemekle yükümlüdür. Kısmi veya genel
seferberlik nedeniyle silah altına alınan gazeteci hakkında da üç ay için
aynı hükümler uygulanır. Askerdeki gazeteciye sözü geçen ödemeleri yap-
mayan işverene 4854 sayılı kanunla değişik 27. maddesi uyarınca, binbeş­
yüz Türk Lirası idari para cezası verilir.
Askere giden gazetecilere tanınan bir başka hak da, askerlik nede-
niyle basın iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedilememesidir. Böyle
durumlarda sözleşme ancak askeri hizmet süresi dolduktan sonra feshe-
dilebilecektir. Fakat, sözleşme belirli süreli ise ve bu süre gazeteci askerde
iken doluyorsa, işveren, bundan sonra ücret ödemekle yükümlü tutulamaz.
Kanunun 16. maddesinin son fıkrası ise kadın gazetecilerin gebelik
süresindeki haklarına ilişkin bir hükmü içermektedir. Bu hükıne göre,
kadın gazeteci, gebeliğin yedinci ayından doğumun ikinci ayının sonuna
kadar izinli sayılır. Bu süre içinde işveren gazeteciye son aldığı ücretin
yarısını öder. Doğum olmaz veya çocuk ölü doğarsa, bu olaylardan itibaren
BASIN REJİMİ 251

bir ay süre ile sözü geçen ücret kendisine yine ödenir. Gazetecinin sigor-
tadan veya bağlı kuruluşlardan alacağı yardım bu ödemelere
etkili değildir.

f) Mahkumiyet halinde ücret


Gazeteci, mensup bulunduğu dönemsel yayındaki bir yayın nedeniyle
hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olması durumunda da işverenden üc-
retini almaya devam eder (17. m.). Fakat, sözü geçen yayın mahkum olan
gazeteci tarafından sorumlu müdürün veya dönemsel yayın sahibinin ha-
beri olmadan yapılmış veya yaptırılmışsa, bu ha.k gerçekleşmez. Gazeteci
ceza evinde bulunduğu sürece zamlardan yararlanır.
Gazeteci dönemsel yayından ayrıldıktan sonra mahkumiyet karan
verilmişse,son aldığı ücret tutarındaki tazminat dönemsel yayın sahibi
tarafından mahkumiyet süresince her ay kendisine ödenir.

Mahkum olan gazeteciye ücretini veya tazminatını ödemeyen işveren


27. madde gereğince ağır para cezası ile cezalandırılır.

g) Başka işte çalışma

Gazeteci, basınla ilgili olsun veya olmasın dışarıda başka bir iş tut-
makta serbestse de, sözleşme ile bunun aksi kararlaştırılabilir. Fakat söz-
leşme fesihten sonraki zaman için gazeteciyi bu konuda bağlayıcı hüküm
içeremez.

h) Diğer haklar

Fikir işçileri, yukarıdaki haklardan başka, Toplu İş Hukukuna ve Sos-


yal Güvenlik Hukukuna ilişkin haklara da sahiptirler. Yani Sendikalar
Kanunu gereğince sendika kurabilecekleri ve böylece bir sendikanın üyesi
olabilecekleri gibi 169 ; Sosyal Sigortalar Kanununun sağladığı olanaklar-
dan da yararlanırlar 170 .

169
5.5.1983 tarihli ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 28.8.1983 tarihli ve 2882
sayılı Kanunla değişik 60. maddesi işçi ve işveren sendikalarının kurabilecekleri
işkolları arasında "basın ve yayın" işkolunu da saymıştır. Bu kanuna dayanılarak çı­
karılan İşkolları Tüzüğü (RG., 6.12.1983, sayı: 18243)'ne ekli listede "gazetecilik" işi
şöyle tanımlanmıştır: "212 Sayılı Kanunla değişik 5953 sayılı Kanuna göre gazeteci
sayılanların gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarına yaptıkları işler ile
asıl işi gazete ve mevkutelere bağlı olarak bunları basmak olan basımevlerinde yapı­
lan işler, radyo ve televizyon kuruluşlarının haberle ilgili birimlerinde çalışanların
yaptıkları işler ile bu birimlere bağlı olarak yapılan işler" (İşholu sıra numarası 27-
28.03.1996 tarih ve 9617949 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile değişik).
170
Bu konularda ayrıntılı bilgi için bkz.: TUNCAY, s. 95 ve son.
252 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

VI. Dönemsel yayınlarda ilan ve reklam rejimi

1- Genel olarak

Batı Avrupa'da basının ilan ve reklam için kullanılması konusunda


ilk girişim 17. yüzyılın ortalarına doğru olmuştur 171 . Bir Fransız hekimi
olan Theophraste Renaudot, çıkardığı "Gazette" adlı dönemsel yayına 1633
yılında paralı ilan sayfası eklemeye başlayarak, önemli bir gelir kaynağı
sağlamıştır. Renaudot'un bu girişiminin parasal yönden gösterdiği çekici-
liği gören Kardinal Richelieu, ilan gelirlerinin bir kısmına el koyabilmek
için, bir yandan bu tip yayınlan ruhsata bağlattırmış, diğer yandan devlet
daireleri ile hekim ve eczacı gibi meslek sahiplerinin ilan gazetelerine abo-
ne olmaları zorunluluğunu koydurmuşturı 72 .

Zamanla ilan gelirlerinden yararlanma dönemsel yayınların bir özel-


liğihaline gelmiştir. Modern dönemsel yayınların ise en önemli gelir kay-
nağı ilan ve reklamlardır. Gerçekten, dönemsel yayınların, genellikle ma-
liyetlerinin aşağısında bir fiyatla satılması nedeniyle, sadece satıştan elde
ettikleri gelirle faaliyetlerine devam etmeleri olanaksız duruma girmiştir.
Bu nedenle, dönemsel yayınların ilan gelirleri ile beslenmesi ve zararla-
rını bu yolla karşılamaları zorunlu olmuştur. Özellikle Türkiye'de basının
ilan gelirleri ile varlığını sürdürdüğü bu konuda yapılan araştırmalarla
ortaya çıkmıştır 173 .

İlan ve reklamların dönemsel yayınların en önemli gelir kaynağım


oluşturması, bunların dağıtılmasında objektif kurallara uyulmasını ge-
rektirir. Özellike resmi ilanların objektif ölçülere dayanılarak paylaştırıl­
ması ve siyasal iktidarların bu konuyu gazeteler üzerinde bir baskı aracı
olarak kullanmalarının önlenmesi gerekir. İşte, ülkemizde uzun süre ilan
dağıtımında görülen düzensizlik 2.1.1961 tarihli ve 195 sayılı "Basın-Ilan
Kurumu Teşkiline Dair Kanun"la kaldırılarak, bu konuyu objektif esasla-
ra bağlamıştır. Bugün Türkiye'de ilan ve reklam rejimi daha çok 14.6.1984
tarihli ve 3022 sayılı Kanunla 5, 9, 10 ve 42. maddeleri değiştirilen 195
sayılı Kanun ile kanunun 53. maddesi gereğince çıkarılan "Basın Ilan Ku-
rumu Yönetmeliği" 174 ve Basın-İlan Kurumu Genel Kurul kararlarına da-

171 Dünya'da ilk gazete ilanlarının ise 1457 yılında Çin'de yayınlandığı bilgisi veril-
mektedir (Bkz.: LÖFFLER, I, s. 40).
172 LÖFFLER, I, s. 40.
173 Bu konuda: DÖNWıEZER, Basın, s. 358. Ayrıca çağdaş basın için ticari reklamın
önemi hakkında: GİRİTLİ, Çağdaş Gazeteciliğin Bazı Sorunları, s. 319; TAMER,
Basın, Reklam ve Kamuoyu, Ankara 1986.
174 RG., 27.10.1962, No.: 11243. Yönetmelikte sonradan çeşitli değişiklikler yapılmıştır.
BASIN REJİMİ 253

yanmaktadır. Bakanlar Kurulunun da konuyla ilgili çeşitli kararları var-


dır. Aşağıda bu rejimin genel esasları açıklanacaktır.

2- Resmı İlanlar

a) Tanım

195 sayılı Kanun'un 29. maddesine göre, kanun, tüzük ve yönetme-


liklerle yayınlanmaları mecburi olan ilanlar ve genel ve İktisadi Devlet
Kuruluşları ve sermayesinin yarısından fazlası Kamu Hukuku tüzel ki-
şilerine ait bulunan kuruluşların verdikleri reklam niteliğini taşımayan
ilanlar "resmi ilan" sayılır. Buna karşılık, özel derneklerin yayın­
lanmaları mecburi olsa dahi resmi ilan değildir.

Bir ilanın resmi nitelikte olup olmadığı konusunda kararsızlık ortaya


çıkarsa veya bu alanda ilgililerle Genel Müdürlük ya da Valilik arasında
anlaşmazlık olursa, Basın-İlan Kurumu Yönetim Kurulunun vereceği ka-
rara uyulur. Eğer yönetim kurulu gereksinim duyarsa veya Vali, Genel
Müdürlük ya da ilgili isterse, Kurumun Genel Kurulu bu konuda prensip
kararı verir. Genel Kurulun istek üzerine veya kendiliğinden vereceği bu
kararlar kesin olup, Resmi Gazete'de yayınlanırlar 175 .

175 Basın-İlan Kurumu Genel Kurulu bu konuda çeşitli ilke kararlan vermiştir. Bun-
lardan bazıları şunlardır: "Bir ilanın resmi ilan sayılıp sayılmayacağının, bu ilanı
veren teşekkülün sermayesinin terekküp tarzı bakımından tayininde yegane kıs­
tas-teşekkülün sermayesinin yansından fazlasının kamu hukuku tüzel kişilerine
ait bulunmasıdır. Kamu tüzel kişiliğini haiz bulunmayan müesseselerin iştirakle­
rinin verecekleri reklam mahiyetini taşımayan ilanları, iştirak payının mahiyetine
bakılmaksızın, hususi ilan sayılır. Ancak, bu ilanlar, 195 sayılı Kanunun 42'nci mad-
desi gereğince Basın İlan Kurumu aracılığı ile yayınlatılabilir." (20.2.1964 tarihli
karar; RG. 26.3.1964). "195 sayılı Kanunun 29 ncu maddesinin (B) bendinde anılan
teşekküllerden ticari faaliyette bulunanların; (a) Adres veya telefon değişikliği gibi
müşterilerini ilgilendirecek ilanları ile ticari faaliyetlerine ilişkin sair hususlardaki
ilanları, (b) Kendi seçtikleri gazetelerde çerçeve, sütun ve punto tesbit etmek sure-
tiyle yayınlattıklan ilanlar, reklam sayılır." (18.5.1966 tarihli karar; RG. 15.6.1966);
(Bu prensip karan, Basın İlan Kurumu Genel Kurulu'nun 13 Ağustos 1999 tarih ve
149 sayılı karan ile -RG. 18 Ağustos 1999, sayı 23790 -yürürlükten kaldırılmıştır).
"Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları ilan ve reklamlarının Kurumumuzun aracılığı
ile yayınlatılabileceğine 195 sayılı Kanunun 42, 38 ve 30'uncu maddelerine göre
karar verildi." (23.8.1962 tarihli karar; RG. 2.9.1962); "Porselen ve Çini Fabrikaları
Limited Şirketi 195 sayılı Kanunun 29. maddesinin (b) bendinde anılan daire ve
teşekküllerden olınamakla beraber, bu daire ve teşekküllerin ve 440 sayılı Kanuna
tabi İktisadi Devlet Teşekkülleri ve müessseselerinin, sermayesinin yüzde 50'sin-
den fazlasına sahip oldukları iştiraklerinin, reklam mahiyetinde olmayan ilanları
resmi ilan sayılır" (14.2.1969 tarihli karar; RG. 11.6.1969); "Sermaye paylan, 195
sayılı Kanunun 29/b maddesinde öngörülen oranın altında kaldığı için ilan ve rek-
254 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

b) Resmi İlanların yayınlanması ve dağıtılması


Yukarıda belirtilen nitelikteki resmi ilanlar ancak, Basın İlan Kuru-
mu şubeleri aracılığı ile yaymlatılabilir. Kurumun şubesinin bulunmadığı
yerlerde ise resmi ilanların yayınlanmasına Valilikler aracı olurlar. Dö-
nemsel yayınlar haklı bir neden olmadıkça resmi ilanları almaktan çeki-
nemezler ve aldıkları bu ilanları zamanında yayınlanmak zorundadırlar.
Resmi ilanların dağıtılmasında,dönemsel yayının görüş ve eğilimine
bakılmaksızın, objektif ölçülere dayanılır. Kanunun 34. maddesine göre,
resmi ilan verilecek dönemsel yayınların nitelikleri, muhteva, sayfa, sayı
ve ölçüsü, kadro, fiili satış, en az yayın hayatı süresi yönlerinden ve uygun
görülecek diğer yönlerden Basın- İlan Kurumu Genel Kurulunca saptanır.
Genel Kurul, Kurunıun şubesi bulunmayan yerlerdeki dönemsel yayın­
ların niteliklerini ise sözü geçen kayıtlara bağlı olmaksızın saptar. Keza,
Türkiye'de yabancı dillerde ilan ve reklam verme esaslarını da Genel Ku-
rul ayrıca tayin eder 176 .
Resmi İlan, Tebligat Kanunu gereğince yayınlanıyorsa, tebligatı çıka­
ran ınerciin tayin edeceği gazetede yayınlatılınası mecburidir. Ancak, ila-

lamlanm kurum aracılığından geçirmek zorunda bulunmayan müessese, kuruluş


veya iştiraklerin, bir veya birkaçının katılmasıyla veya başka suretle kurulan yeni
iştiraklerdeki sermaye paylan toplamı öngörülen orana ulaştığı takdirde, bunlar
anılan madde kapsamına dahil kuruluşlar gibi işlem görür." (25.8.1978 tarihli ka-
rar; RG.22.9.1978). Basın İlan Kurumu'nun yeni tarihli bir prensip karan ise şu
şekildedir: "195 sayılı Kanun'un 29 uncu maddesinin (b) bendinde anılan daire ve
teşekküllerle birlikte, 42 nci maddede anılan müesseselerin veya bunların iştirak­
lerinin; isim, amblem veya logosunu taşıyan, bunlara ilişkin kamuoyu oluşturmak,
fikirlere rağbet sağlamak, faaliyeterini duyurmak, ürünlerini pazarlamak, açılış,
temel atma ve sair törenlerine davet yapmak gibi amaçlarla hazırlanan, Kurum
şubesi bulunan yerlerdeki mevkutelerde yayınlatılacak ilan ve reklamların bedelle-
rini başkaları ödeyebilir. Bu ilanların bedelleri, ikinci ve üçüncü şahıslar, müteallik
ve taşeronluk kuruluşları veya sair kurum, kuruluş ve vakıflar tarafından ödeniyor
olsa dahi, maddi yapısı ve niteliği itibariyle, 195 sayılı Kanun'un 42 nci maddesi
kapsamına girmektedir.Bu maddenin ikinci fıkrası uyarınca; Kurum tarafından
verilemeyen anılan ilan ve reklamlar yayınlanmaz. Prodüktörler ne suretle olursa
olsun bu ilan ve reklamlar hususunda gizli veya açık bir muamele veya iş yapamaz-
lar". "Basın İlan Kurumu şubeleri, sözü edilen ilan ve reklanıların sahiplerinin tali-
matıyla, seçtikleri mevkutelerde ilan ve reklamları yayınlatacak; bedelini ödemeyi
kabul eden kişi ve kuruluşlardan, mevkutelerin hususi ilan ve reklam tarifeleri
üzerinden tahsis edecek, onlar adına fatura düzenleyecektir." (17.11.2000 tarihli
karar, RG. 22.11.2000).
176 Basın-İlan Kurumu Genel Kurulu 15.2.1977 tarih ve 67 sayılı kararında (RG.
5.3.1977) bütün bu hususları ayrıntılı bir şekilde saptamıştır. Genel Kurulun bu
kararının bazı maddeleri daha sonra değiştirilmiştir. Örneğin bkz.:RG. 21 Ağustos
2001, No.: 24500.
BASIN REJİMİ 255

nen tebligatın yayınlanacağı gazete, nitelikleri saptanan gazetelerden biri


değilse, tebligatı çıkaran merciin bunu gerektiren özel nedeni ilanla birlik-
te Kuruma veya Valiliğe bildirmesi gerekir. Bu ödev yerine getirilmez veya
nitelikleri saptanan gazetelerden birinin adı gösterilmezse, tebligat ilanı,
genel usule göre yaymlatılır.
Basın-İlan Kurumu dönemsel yayınların tayin edilen niteliklere uy-
gun olup olmadıklarını her zaman kontrol edebilir ve bu amaçla dönemsel
yayınlara noterlikçe onanmış defter tutma yükümlülüğünü yükleyebilir.
Kurum Genel Müdürlüğü ve Valilikler, her ayın sonunda resmi ilan
verilebilecek olan dönemsel yayınları ve bunların niteliklerini içeren bi-
rer listeyi Hükümete ve Kurum Şubeleri ile diğer ilgililere gönderirler.
Listeye alınmaktan doğan anlaşmazlıkların çözüm yeri Kurum Yönetim
Kuruludur. Yönetim Kurulu bu kararını bir hafta içinde vermek mecbu-
riyetindedir. Bu konuda da Genel Kurulun prensip karan almak yetkisi
vardır. Resmi Gazete'de yayınlanan bu kararlar kesindir.

Resmi ila.nlarm fiyat tarifeleri, Basın-İlan Kurumu Genel Kurulm1.un


önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca saptanır ve Resmi Gazete'de yayın­
lanır.

3- Özel ilan ve reklamlar

a) Tanım

Hangi ilanların özel ilan sayılacaklarını 195 sayılı Kanun'un 40. mad-
desi göstermiştir. Buna göre, resmi ilan niteliğinde olmayan ve gerçek ve
tüzel kişiler tarafından gazete ve dergilerde yayınlanmak üzere verilen
ilanlar özel ilan'dır. Özel ilanlardan satışı artırmak gibi ticari amaçlarla
veya bir şeye ya da bir fikre rağbet sağlamak gibi maddi veya manevi
çıkar elde etmek amacı ile gazete ve dergilerde yazı, resim veya çizgilerle
yapılanlar ise reklam sayılır.

b) Yayın serbestliği

Kanun, resmi ilanlardan farklı olarak, özel ilan ve reklamların ya-


yınlanmasında serbestlik kuralını koymuştur. Yani bu tür ilanlar, bunları
veren gerçek veya tüzel kişilerin isteklerine uygun olara_k. gazete veya der-
gilerde yayınlanır. Bunlar doğrudan doğruya gazete veya dergiye verilebi-
leceği gibi, komisyonculuk suretiyle iş gören ilan ve reklam prodüktörleri
aracılığı ile de yayınlatılabilir. Böylece kanun, özel ilan ve reklam pro-
düktörlüğünü de serbest bırakmıştır. .A_ııcak 44. madde gereğince prodük-
törler gazetelerin faturalarına göre işlem yapmak ve yüzde 25'den fazla
komisyon almamak zorundadırlar. Bundan başka, prodüktörlerle gazete
256 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

veya dergiler arasında, bir veya daha fazla prodüktörün tamamiyle veya
kısmen ilan ve reklamlar üzerinde tekelini sonuçlayan anlaşmaların ya-
pılması yasaktır.

Dönemsel yayınlar, takvim yılı başından başlamak üzere üçer aylık


dönemlerde uygulayacakları özel ilan ve reklamlara ait fiyat tarifesini
ve bu ilan ve reklamların birden fazla yayınlanması halinde yapacakları
indirimleri, dönem başlangıcından en az 15 gün önce sayfalarında yayın­
lamaya, idarehanelerinin ilan ve reklam alınan yerlerinde herkesin gö-
rebileceği bir biçimde ilan etmeye ve Basın-İlan Kurumuna yazılı olarak
bildirmeye mecburdurlar. Kurum, bu listeleri alfabetik sıraya göre birleş­
tirip, birer nüshasını prodüktörlere ve gereği kadar nüshasını da asılmak
üzere şubelerine gönderir. Prodüktörler yazıhanelerinde bu listeleri her-
kesin görebileceği bir biçimde asarak ilan ederler.

c) Sınırlamalar

Basın-İlan Kurumunun özel ilan ve reklamların yayınlanmasında ku-


ral olarak "zorunlu aracılık" yetkisi yoktur. Ancak, bu kuruluşa da özel
ilan ve reklam verilebilir. Bu durumda Kurum herhangi bir ilan ve reklam
prodüktörü gibi hareket eder.

Kanun bu serbestliği bazı kuruluşların özel ilan ve reklamları yönün-


den sınırlamıştır. Şöyle ki, kanunun 14.6.1984 tarihli ve 3022 sayılı Ka-
nunla değişik 42. maddesine göre, genel ve katma bütçeli dairelerle, il özel
idareleri, belediyeler, köyler, İktisadi Devlet Kuruluşları ve sermayesinin
yansından fazlası kamu hukuku tüzel kişilerine ait bulunan kuruluşların
ve kanunla kurulan diğer kurumların veya bunların iştiraklerinin, Kuru-
mun şubesi bulunan yerlerde yayınlanan gazete ve dergilere verecekleri
özel ilan ve reklamlar ancak Basın İlan Kurumu aracılığı ile yayınlatılabi­
lir177. Kurum tarafından verilmeyen bu tür ilan ve reklamlar yayınlanmaz
ve prodüktörler bu ilanlar konusunda gizli veya açık herhangi bir işlem
yapamazlar. Kurum, sözü geçen kuruluş ve kişilerin ilan ve reklamlarını,
Genel Kurul tarafından saptanacak esaslar içinde, ilgililerin isteklerini de
dikkate alarak gazete ve dergilere verir.

Basın-İlan Kurumunun özel ilan ve reklamların yayınlanması konu-


sunda denetim yetkisi de vardır. Gerçekten, kanunun 4 7. maddesine göre,
Kurumun şubesi bulunan yerlerde yayınlanan gazete ve dergiler ilan veya
reklam içeren nüshalarından ikişer tanesini, ilan veya reklamın yayınlan­
dığı gün, kurum Genel Müdürlüğüne gönderilmek üzere o yerdeki şube-

177 Eskiden yabancı ülkelerdeki gerçek ve tüzel kişilerin ilan ve reklamları da bu sınır­
lama içinde bulunmaktaydı. 3022 sayılı Kamın bunları maddeden çıkarmıştır.
BASIN REJİMİ 257

sine makbuz karşılığında tevdi ederler. Genel Müdürlükçe bu nüshalar,


Kurumun verdiği ilan ve reklamlarla Kurumca verilmeyen ilan ve rek-
lamların hesabına ve bunların kimin tarafından verildiğinin saptanması­
na esas tutulur. Kurumun şubesi bulunmayan yerlerde yayınlanan gazete
ve dergiler ise ilan veya reklam içeren ikişer nüshalarını Kurum Genel
Müdürlüğüne gönderilınek üzere Valiliğe teslim ederler. Bu nüshalar da
Genel Müdürlükçe aynı amaçla kullanılır.

Kanun özel ilan ve reklam prodüktörlerinin faaliyetinin Kurum tara-


fından denetlenmesini de öngörmüştür. 48. madde gereğince prodüktörler,
yayınlanmasına aracı oldukları ilan ve reklamları, kullandıkları sıra nu-
marasına göre, ücreti, aldıkları komisyon ve yayınlanan dönemsel yayı­
nın adını ve yayının sıra numarasını gösteren bir bordro ile her yılın ilk
15 günü içinde kurum Genel Müdürlüğüne gönderilmek üzere o yerdeki
Kurum şubesine makbuz karşılığında tevdi ederler. Gazete ve dergiler de
kendi sıra numaralarına göre, her bir ilan ve reklamı kimden aldıklarını,
Kurum veya prodüktörün sıra numarasını, fiyatını, verdikleri komisyonu
göstererek düzenleyecekleri yıllık bordroyu, yine her yılın ilk 15 günü için-
de Kurumun o yerdeki şubesine teslim ederler. Kurumun şubesi bulunma-
yan yerlerde yayınlanan gazete ve dergiler ise aynı nitelikteki yıllık bord-
roları o yerin Valiliğine verirler. Valilikler, bu bordroları, prodüktörlerin
bordroları ile birlikte Basın-İlan Kurumu Genel Müdürlüğüne gönderirler.
Kurum bu bordrolar üzerinde gerekli incelemeleri yaparak, prodüktörle-
rin ilan ve reklam rejimine uygun hareket edip etmediklerini kontrol eder.

4- İlan ve reklam rejimine uymamanın sonucu

195 Sayılı Kanun'wı 49. maddesi, ilan ve reklam rejimine uymayan


gazete ve dergiler ile prodüktörlere kamu idare ve kuruluşlarının sorum-
luları hakkında uygulanacak yaptırımları göstE,rmiştir.

Ilan ve reklam rejimine uymayan dönemsel yayının Kurum tarafın­


dan verilecek ilan ve reklamları, kesinleşen Yönetim Kurulu kararma da-
yanılarak, kurum Genel Müdürlüğünce iki ayı geçmeyecek bir süre ile ke-
silir. Bu durumda gazete veya dergi kanunun sağladığı diğer çıkarlardan
da yararlandırılmaz.

Ilan ve reklam prodüktörlüğü tarafından ilan reji:rrıine uyulmaması


söz konusu ise, bu kuruluşun iki ayı geçmemek üzere kapatılmasına Yö-
netim Kurulu karar verebilir. Kesinleşen Kurul kararını o yerdeki Valilik
infaz eder.

Basın-Ilan Kurumu Yönetim kurulunun vereceği ilanların kesilmesi


veya prodüktörlük kuruluşunun kapatılmasına dair kararlara, tebliğin-
258 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

den itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Ha-
kimliğine itiraz edilebilir. Hakimin en geç 15 gün içinde evrak üzerinde
vereceği karar kesindir 178 .

İlan ve reklam rejimine aykırı davranan kamu idare ve kuruluşları ile


ortaklarının sorumlulukları hakkında kendi statülerine göre disiplin işle­
mi uygulanır. Böyle bir statü yoksa, o kuruluşun denetleme bakımından
bağlı bulunduğu veya faaliyet alanına girdiği Bakanlık, uygun gördüğü
bir disiplin işlemi uygular. İlgili Bakanlığın yapacağı tebligata uyuhnası
mecburidir. Kurum Genel Müdürlüğünün bildirmesi üzerine yapılan di-
siplin işlemlerinin sonucu hakkında Kuruma bilgi verilir. Kurumun, disip-
lin işlemlerine karşı yetkili mercilere veya Bakanlığa itiraz hakkı vardır.

5- Basın-İlan Kurumu

a) Görevleri

Kanunun 2. maddesine göre, Basın-İlan Kurumunun görevleri şun­


lardır:

- Resmi ilanların dönemsel yayınlarda yayınlanmasına aracı olmak,


- Kurumun yönetimine katılan dönemsel yayınlara, basın dernek ve
sendikalarına en çok beş yıl vade ile kredi açmak,

- Yönetmelikle saptanan esaslar içinde basın mensuplarına vadesi


iki yılı geçmemek üzere borç para vermek,
- Basının makine, kağıt, mürekkep gibi gereksinmelerini sağlamak,

- Çalışamaz durumdaki basın mensuplarından yardıma muhtaç bu-


lunanlara ve ölenlerin ailelerine yardım etmek,
- Bunlar için diğer her türlü sosyal girişimlerde bulunmak,
- Kanunla kendisine verilen diğer görevleri yerine getirmek.

178
"Yasada belirtilen ilkelere ayhırı davranan yayım organlarının ilanlarının belli
sürece kesilmesi konusunda Basın-İlan Kurumu Yönetim Kurulunca verilecelı ka-
rarlara lıarşı yayım organı sahibi 15 gün içinde o yerin en yülıseh dereceli Asliye
Hulıulı Halıimliğ·ine itiraz edebilir. Halıimin bu lıonudalıi lwrarı hesin olup, buna
harşı temyiz yoluna başvurulamaz." (Yargıtay 4. HD., 12.3.1970, E.12000/K1288,
YKD., 1971, s. 294); "Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair 195 sayılı Kanunun 49.
maddesinde, hakimin evralı üzerinde harar vereceğinin bildirilmiş olması, lıararın
sadece davacının sunacağı delillere göre verileceği anlamında değildir. Halıimin on-
beş gün içinde evralı üzerinde harar vermesi zorunluluğu lıarşı tarafın savunması
alınmadan ve delilleri toplanmadan harar vermeyi gerektirmez" (Yargıtay 4. HD.,
28.11.1984, E.9089/K.9855; YKD., Mayıs 1984, Sayı: 5, s. 729).
BASIN REJİMİ 259

Kurum, kendisine yü._ltlenen bu görevleri yerine getirebilmek için ge-


rekli ticari ve sosyal faaliyette bulunabileceği gibi, bu amaçla gerekli gör-
düğü kurumlan da kurabilir. Kurum, taşınmaz mal iktisabına ve her türlü
temliki tasarruflarda bulunmaya, ipotek almaya ve vermeye ehildir.

b) Örgütü

aa) Genel Kurul

Genel Kurulun oluşma biçimini kanunun 14.06.1984 tarihli ve 3022


sayılı Kanun, 25.04.2009 tarihli ve 5917 sayılı Kanun ve son olarak
29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı KHK'nin 37. maddesiyle değişik 5. mad-
desi göstermiştir. Buna göre, Cumhurbaşkanlığınca görevlendirilecek 1,
Hükümetçe görevlendirilecek Başbakanlık 3, Adalet Bakanlığı 1, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı 1, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı 1, İçişleri Bakanlığı 1,
Kültür ve Turizm Bakanlığı 1, Maliye Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı
1, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünden 1 temsilci olmak
üzere toplam olarak 12 temsilci, kurumun yönetimine katılmayı kabul
eden gazete ve dergi sahiplerinin kendi aralarında seçecekleri, satışı 100
binin üzerinde olanlardan 1, satışı 99999-50 bin arasında olanlardan 1, sa-
tışı 49999-10 bin arasında olanlardan 1, satışı 10 binin altında olanlardan
1, İstanbul, Ankara, İzmir dışında kalan Anadolu gazete sahiplerinden 3,
en çok üyeye sahip gazeteciler sendikasından 2, İstanbul, Ankara ve İz­
mir'deki en fazla san basın kartlı üyeye sahip gazeteci derneklerinden l'er
olmak üzere toplam 12 temsilci, İstanbul, Ankara ve Ege Üniversiteleri
Hukuk Fakülteleri ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden
l'er, İstanbul, Ankara ve Ege Üniversitesinden Basın -Yayınla ilgili eğitim
yapan yüksekokul ya da enstitülerden l'er öğı·etim üyesi, ticaret siciline
kayıtlı ilan prodüktörlerinden 1, Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları
ve Ticaret Borsaları Birliğinden 1, Türkiye Barolar Birliğinden 1, Türki-
ye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğünden (TRT) 1, Anadolu
Ajansı TAO'dan 1, olmak üzere toplam 12 temsilciden oluşur. Böylece, Ge-
nel Kurulun tüm üylerinin sayısı 36 kişidir. Bu temsilciler ilgili kuruluş­
ların, fakültelerin, yüksekokul ve enstitülerin yönetim kurullarınca, Ba-
kanlık temsilcileri ise, Hüküınetçe iki yıllık süre ile seçilirler. Süresi dolan
üye yeniden seçilebilir. Boşalma halinde, yerine, boşalan üyenin süresini
doldurmak kaydıyla yeni atama ve seçim yapılabilir.

Genel Kurul üç ayda bir toplanır. Toplantı günü, yer ve gündemi en az


onbeş gün önce üyelere bildirilir. Genel Kurulun üyelerinin beşte ikisinin
isteği veya göreceği lüzum üzerine doğrudan doğruya Yönetim Kurulu ta-
rafından olağanüstü toplantıya çağrılması da olanaklıdır.
260 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Genel Kurulun görevleri şunlardır:

- Yönetim Kurulunun faaliyet raporu ile denetçilerin raporlarını in-


celemek ve kabul etmek ve faaliyetini uygun bulmadığı. takdirde
Yönetim Kurulunu yeniden seçmek,

- Kurumun hesaplarını incelemek ve tahsis bilançolarını tartışarak


onamak,

- Yeni şubeler açılmasına karar vermek,

- Basında fikren veya bedenen çalışanların sendikalarına ve dernek-


lerine yardımda bulunmak,

- Kurumun görevine giren diğer işleri görüşüp karara bağlamak.

bb) Yönetim Kurulu

Kurumun Yönetim Kurulu Genel Kurulca kendi üyeleri arasında se-


çilecek 6 üye ile Genel Müdürden oluşur. Üyelerden ikisi Genel Kurulun
birinci grup üyeleri, ikisi ikinci grup üyeleri ve ikise de üçüncü grup üye-
leri arasından seçilir. Kurul, Hükümetçe görevlendirilen üyelerden birini
başkan seçer. Üyelik süresi iki yıl olup, süresi dolan yeniden seçilebilir.
Herhangi bir nedenle boşalma halinde Genel Kurulda yerine seçim yapılır
ve bu üye boşalan üyenin süresini tamamlar (3022 sayılı Kanunla değişik
10. madde).

Yönetim Kuruh.1-11.un görevleri, Kuruma yüklenen görevleri yürütmek,


tahsis biliLn.çolarını düzenlemek ve bunları Genel Kurulw.7. onayına su-
narak uygulanmalarını sağlamak, kendi faaliyeti ve hesaplar hakkında
Genel Kurula rapor vermek ve Genel Kurul kararlarının yürütülmesini
gözetmek, kanum.1-n. kendisine verdiği diğer görevleri yerine getirmektir.

cc) Denetçiler

Basın-HanKurumu, Genel Kurulun kendi üyeleri arasından seçeceği


üç denetçi tarafından denetlenir. Denetçilerden her birinin Genel Kurul-
daki ayrı üye gruplarından olmaları gerekir. İki yıl için seçilen denetçile-
rin bu dönem sonunda yeniden seçilmeleri ola_n.aklıdır. Boşalma halinde
yedek üyeler göreve çağrılır.

Denetçiler, Genel Kurul adına Kurumun bütün hesap ve işlemlerini


denetlerler. Bu denetim faaliyetini yürütürlerken, üç ayda bir defa Kuru-
mun defterlerini incelemekle yükümlü olan denetçiler, ayrıca sık sık Ku-
rumun veznesini teftiş etmekle ve ilan dağıtımı ile ilgili işleri, bütçe ve
bilançoları kontrolla görevlidirler. Bunlar, görevlerini yaparken saptadık-
BASIN REJİMİ 261

lan noksanlık ve yolsuzlukları veya kanun ve yönetmelik hükümleriyle


Genel Kurul kararlarına aykırı hareketleri Genel Müdüre, Yönetim Kuru-
lu Başkanına ve önemli hallerde Genel Kurula bildirirler 179 •

Genel müdürlük, genel müdür ile gereği kadar memur ve müstah-


demlerden oluşur. Genel müdür, Yönetim Kurulunun önereceği üç aday
arasından Hükumetçe, diğer memur ve müstahdemler ise, genel müdürün
önerisi ve Yönetim Kurulunun onayı ile atanır. Bunların görevlerine son
verilmesi de aynı usulle olur.

dd) Genel müdürlük

Genel müdürlük, Genel Müdür ile gereği kadar memur ve müstah-


demlerden oluşur. Genel Müdür Yönetim Kurulunun önereceği üç aday
arasından Hükümetçe, diğer memur ve müstahdemler ise Genel Müdürün
önerisi ve Yönetim Kurulunun onayı ile atanır. Bunların görevlerine son
verilmesi de aynı usulle olur.

Basın-Han Kurumu Yönetmeliğinin 44. maddesi, genel müdür olabil-


mek için, Devlet memurluğuna girişte aranan koşullardan başka şu nite-
likleri gerekli görmüştür:

- Fakülte veya yüksek okulları, yahut eşitli yabancı ülke fakülte veya
okullarım bitirmiş olmak,

- Devlet dairelerinin veya diğer kamu sektörünün veya tüzel kişiliği


haiz özel sektörün yüksek sevk ve idare mevkilerinde başarı ile en
az beş yıl hizmet etmiş olmak.

Kurumun işlerini yöneten ve Kurumu temsil eden genel müdür, Yö-


netim Kuruluna karşı sorumludur. Genel Kurulun ve Yönetim Kurulunun
kararlarını genel müdür yürütür.

Merkezi İstanbul olan Kurumun Ankara, İstanbul ve İzmir ile gerekli


görülen diğer yerlerde açılan şubeleri de genel müdürlüğün direktiflerine
uygun olarak görev yaparlar.

179
Kanunun 14. maddesi Basın-İlan Kurumunun Hükumet tarafından da denetlenme-
sini öngörmüştür. Hükumet bu yetkisini yılda en az bir kez Kurummı bütün hesap
ve işlemlerini denetleyerek kullanır. Kanun, Yönetmelik ve Genel Kurul kararla.rı.­
na uymayan işlemler, Hükumetin tebligatı üzerine düzeltilir ve yolsuzluklar yetkili
mercilere bildirilir. Bu yetkilerin Hükumetin hangi örgütü tarafından kullanılacağı
Bakanlar Kurulu karan ile tayin edilerek Resmi Gazete'de yayınlanır (m. 52).
262 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

C. DÖNEMSEL YAYINLARDA ÖZDENETİM SİSTEMİ

I. Genel Olarak

Basının çağdaş toplumdaki önemini incelerken belirttiğimiz gibi, öz-


gürlükçü demokrasilerde en önemli ve etkin denetim organının özgür ve
bağımsız basın olduğu kabul edilmektedir. Basının denetim ve eleştiri­
ye gücü yeten bir araç olması, bir yandan kamusal yaşantıdaki kusur-
lu davranışları etkili biçimde sergileyebilme özelliğinden, diğer yandan
sahip bulunduğu uzmarıJar aracılığı ile devlet mekanizması üstünde ve
demokratik yaşam alanında adeta bilirkişilik yapabilme niteliğinden ileri
gelmektedir. Bu özellikleri sayesinde basın, çağdaş özgürlükçü demokra-
silerde «kontrol erki» olarak faaliyet göstermekte ve tüm devlet mekaniz-
masını denetleyebilmektedir. Basının, denetleme faaliyetini etkin biçimde
yürütebilmesi için, bağımsız ve özgür olması, denetleyeceği diğer erklerin
engelleri ile karşılaşmaması zorunludur. Bu çeşit yabancı müdahalelere
olanak vermemek için ise, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasının
önlenmesi ve basma yüklenen kamusal görevlerin sorumluluk bilinci ile
yerine getirilmesinin sağlanması gerekir. Bütün sorun, bunun nasıl ger-
çekleştirileceği, yani bir "kontrol erki" durumunda bulunan basının kimin
tarafından kontrol edileceğidir. Basın özgürlüğünden yararlananların bu
özgürlüğü kötüye kullanmaları halinde, devlet otoritesinin harekete geçe-
rek, basın özgürlüğünü sınırlayıcı önlemler uygulayacağı ve böylece kamu
düzenindeki bozuklukları gidermek isteyeceği doğaldır. Siyasal otoritenin,
çoğu zaman yozlaştırılarak bilinen bu girişimlerine fırsat tanımamak için,
özgür basının bünyesine uygun başka bir denetim yöntemine başvurmak
zorunluluğu vardır 180 .

İşte, "basının kendini denetlemesi" sistemi, devlet otoritesinin basına


müdahalede bulunmasını önlemek ve kamuoyu karşısında saygınlığı olan
bir basın yaratmak düşüncesinin ürünü olarak ortaya çıkmış ve ilk kez
1916 yılında İsveç'te uygulanmaya başlamıştır. Fakat bu sistemin en ba-
şarılı ilk örneğini 1953 yılında kurulan İngiliz Basın Konseyi vermiştir 181 •
Bundan sonra, 1956'da Federal Almanya'da, 1961'de Avusturya'da, 1962'de
Güney Afrika Birliği'nde, 1963'de İsrail'de, 1964'de Güney Kore'de, 1965'de
Hindistan'da ve 1968'de Gana'da Basın Konseyi kurulmuştur 182 . Bütün bu
kuruluşların ortak özelliği, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını ön-
lemek suretiyle, siyasal iktidarların basına müdahalesine fırsat vermemek

180 GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 201-202.


181 1953 Temmuzunda kurulup 1963'te yeniden düzenlenen İngiliz Basın Konseyi hak-
kında bkz.: GİRİTLİ, İ.: Günümüzde İletişim ve Bazı sorunları, İstanbul, 1984, s. 40.
182 LÖFFLER, I, s. 149.
BASIN REJİMİ 263

amacına hizmet eden ve bizzat basın tarafından istenerek kurulan gönül-


lü kuruluşlar olmalarıdır. Buna karşılık, nasyonal-sosyalist PıJmanya'da
ve faşist İtalya'da bir zamanlar ortaya çıkan "basın odaları" şeklindeki
kuruluşlar, devlet otoritesinin isteği ile kanuna dayanarak kurulmuşlar
ve siyasal iktidarın basın üstündeki vesayetini sağlamak amacını izlemiş­
lerdir. Bu tür cebri kuruluşlarla, kendi kendini kontrol sisteminin basın
özgürlüğünün yararına işlemesine olanak bulunmadığı açıktır 183 .

Ülkemizde 1960 yılına gelinceye kadar, basının kendi kendini kont-


rolü konusunda bir girişimde bulunulmuş değildir. 27 Mayıs 1960 tari-
hinden sonraki gelişmeler, basının kendi kendini kontrolü gereksiı,.iminin
duyulmasını sonuçlamış ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ile İstanbul Ga-
zeteciler Sendikasının girişimi ile 24 Temmuz 1960 günü Basın Şeref Di-
vanı kurulmuştur. Yine aynı tarihte, 132 basın kuruluşu, hazırlanmış olan
Basın Ahlak Yasasına uyma taahhüdünde bulunmuşlardır. Fakat bu sis-
tem Türkiye'de başarılı olamamış ve etkinliğini her geçen gün biraz daha
kaybetmiştir. Nihayet 1986 yılında bu gereksinimi giderme çalışmalarına
girişilerek 1988 yılında "Basın Konseyi" kurulmuştur.

Aşağıda, basının kendi kendini denetleme sistemini başarı ile yürü-


ten "Alman Basın Konseyi" ile aynı başarıyı sağlayamayan "Basın Şeref
Divanı" hakkında bilgi verildikten sonra, bugünkü "Basın Konseyi" üze-
rinde durulacaktır.

II. Yabancı Kuruluşlardan bir örnek: "Alman Basın Konseyi"

1- Kuruluşu

Alman Basın Konseyi, 1956 yılında Alman Gazete Sahipleri Birliği,


Alman Dergi Sahipleri Birliği ve Alman Gazeteciler Birliği tarafından
dönemsel yayınların kendi kendini denetlemesi amacı ile kurulmuştur.
Konseyin 20 üyesinin yansı gazete ve dergi sahipleri arasından, yarısı da
gazeteciler arasından seçilmektedir. İki yıl için seçilen bu üyelerin yeni-
den seçilmeleri olanağı bulunmakta ve uygulamada genellikle aynı üyeler
görevlerine devam etmektedirler. Konseyin statüsü gereğince, üyeler ara-
sında tam bir eşitlik vardır ve hiçbirisi görevlerini yaparken herhangi bir
kuruluşa bağımlı değillerdir.

183
"Gönüllü Kuruluşlar" ile "Cebri Kuruluşlar" hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: DÖN-
MEZER, S.: Basında Oto-Kontrol (İHFM, 1969, cilt: xxxrv, sayı: 1-4, s. 7 ve son). Bu
konuda aynca bkz.: DANIŞMAN, A.: Basının Kendi Kendini Denetimi (İ.Ü. Hukuk
Fakültesi Milletlerarası Hukuk ve Milletlararası Münasebetler Enstütüsü, Hıfzı Ti-
mur'un Anısına Armağan, s. 232); ÖZGEN, M. İ.: Basın Ahlak Kuralları ve Yasalar,
İstanbul 1988, s. 91 ve son.
264 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Konseyin statüsünün 4. maddesi, gazetecilik mesleğinden olmayan-


ların da üye olarak kabulüne olanak tanıdığı. halde, 1968 yılına gelince-
ye kadar bu olanak kullanılmamış ve konsey buna gerekçe olarak, kendi
kendini kontrol kavramı ile böyle bir durumun bağdaşamayacağını gös-
termiştir. Fakat bu konuda yapılan eleştiriler dikkate alınarak, 1968'de
gazetecilik mesleğinden olmayan iki kişi üye olarak kabul edilmiştirı 84 .

2- Görev ve Yetkileri

Konseyin görev ve yetkileri üç grupta toplanmaktadır. İlk grupta yer


alan görevleri basın özgürlüğünün korunmasına ilişkindir. Konsey bu
amaçla, basında tekelleşmenin önlenmesi ile mücadele ettiği gibi, basını
ilgilendiren her yasa tasarısının basın özgürlüğüne karşı olmaması için de
çaba gösterir. Burada şunu önemle belirtelim ki, Alman Basın Konseyinin,
federe devletlerin yeni basın kanunlarının ve siyasal suçlara ilişkin ka-
nunların yapılmasında çok önemli ve olumlu katkılan olmuştur.

Konseyin diğer bir önemli görevi, basının sakıncalı yönleri ile müca-
dele etmek, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek ve basın
mesleğinin saygınlığını korumak ve daha da yükseltmektir. Konsey bu
ikinci görevini yürütürken, bugü..n.e kadar pek çok karar vermiştir. Söz-
gelimi, seks ve suç konularını içeren, yabancı devlet başkanlarını küçük
düşürücü olan, ahlaki ve dini duyguları önemsemeyen, kişilerin özel ha-
yatlarını sergileyen, Doğu Berlin'den Batı Berlin'e kaçma girişimlerinin
gizli tutulması yükümlülüğüne uymayan yayınlara karşı yetkilerini kul-
lanmıştır185.

Basın
Konseyi'nin üçüncü görevi ise, basım hükumete, yasama orga-
nına ve kamuya karşı temsil etmektir. Konsey özellikle yasa tasarılarının
hazırlanmasında bugüne kadar basının sesini başarı ile duyurmuştur.

3- Çalışma yöntemi

Alman Basın Konseyi kural olarak her üç ayda bir toplanır. Bir yıl
için seçilen Konsey sözcüsünün gerekli gördüğü durumlarda daha önce
toplanması olanağı. da vardır. Konseyin dış ilişkileri ise Konsey sekreteri
tarafından yürütülür.

184 LÖFFLER, I, s. 150. Alınan Basın Konseyi hakkında ayrıca bkz.: CRON, H.: Die Or-
ganisation der Selbstkontrolle (LÖFFLER - CRON-von HERTLIEB - STAMMLER
- MÜELLER, Selbstkontrolle von Presse, Funk und Film, München und Berlin 1960,
s. 3).
185 Alman Basın Konseyi'nin faaliyeti konusunda ayrıntılı bilgi için bkz.: Deutscher
Presserat, Bad Godesberg 1988 (Alınan Basın Konseyi Yayını).
BASIN REJİMİ 265

Üyelerin beşte üçünün hazır bulunması ile toplanan Konsey Genel


Kurulu kararlarını üçte iki çoğunlukla alır. Genel Kurul toplantılarına
genellikle dışarıdan kimse giremez. Fakat, hakkında şikayet yapıhnış kişi
de tartışma ve karar safhaları dışında genel kurula alınabilir.

Konsey bir konuyu ya şikayet üzerine ya da kendi inisiyatifi ile ele alır
ve tartışıp, görüştükten
sonra, tavsiye veya değerlendirme yahut kınama
kararları verir. Basında veya radyoda yayınlanan bu kararlara karış esas
itibariyle kanun yolu kabul edilmiş değildir. Fakat ilgili, yeni olayların
veya görüşlerin ortaya çıkması halinde konunun Konseyde bir kez daha
görüşülmesini isteyebilir.

Moral etkinliği olan bir kuruluş şeklinde nitelendirilen Alman Basın


Konseyinin, yukarıda belirttiğimiz yetkileri dışında, ceza veya bir başka
yaptırım uygulama yetkisi yoktur. Hatta, yayınlanan kınama karan ile
haklarının zarara uğradığını iddia eden ilgilinin konseye karşı yargı or-
ganlarına başvurabileceği de kabul edilmektedir 186 . Fakat, bütün bunlara
karşın, bu kuruluş Alman basın hayatına kendisini kabul ettirmiş ve böy-
lece kendi kendini kontrol sisteminin yürütülmesinde başarılı olmuştur 187 .

III. Türkiye'de Basının Öz Denetim Sistemi

1- "Basın Şeref Divanı" deneyi

a) Kuruluşu

27 Mayıs
1960 Devriminden sonra, Milli Birlik Komitesince basın öz-
gürlüğünü sınırlayıcı kanunların uygulanması durdurulmuş ve bu ortam
içinde bazı dönemsel yayınlarda özellikle düşürülen iktidarın mensupları
hakkında sorumluluk duygusu ile bağdaşmayan yayınlar çıkmaya başla­
mıştır. Bu durum karşısında, basın özgürlüğünü zarara uğratabilecek ka-
yıtlamalar konulması zorunluluğu ortaya çıkmış ve bunu önlemek amacı
ve Milli Birlik Komitesinin de teşviki ile Türkiye'de ilk kez dönemsel ya-
yınların kendi kendini kontrol sistemi kurulmuştur. İsveç'teki Basın Kon-
seyi örnek alınarak hazırlanan Basın Ahlak Yasası ve bunu yürütmekle
görevli Basın Şeref Divanı'nın Statüsü 24 Temmuz 1960 tarihinden iti-
baren uygulanmaya başlatılmıştır. Bu tarihte basın divan
kararlarına uymayı kabul ettiklerini belirten "Taahhütnameler"i imza-

186 LÖFFLER, I, s. 151- 152.


187
Hürriyet Vakfı tarafından 1983 yalında düzenlenen "Basın ve Basının Karşılaştığı
Hukuki Sorunlar"isimli seminerde de tarafımızdan Alman Basın Konseyi'nin başa­
rısı vurgulanmıştır (Bkz.: 1983 Yılı I. Seminer Tutanakları, Hürriyet Vakfı Eğitim
Yayınlan, No: 3, s. 80).
266 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lamalarından sonra, Basın Şeref Divanı ilk toplantısını 19 Ağustos 1960


tarihinde yapmışı 88 , çalışmalarında başarı gösteremeyerek, etkinliğini za-
manla yitirmiştir.

Basın Şeref Divanı


on üyeden oluşmakta idi. Bunlardan yedisi basın
kuruluşları tarafından mesleğe mensup kimselerden seçiliyordu. Basın
mensubu olmayan diğer üç üyeden biri, İstanbul Üniversitesi Profesörleri
arasından Üniversite Senatosunca, ikinci üye İstanbul Barosu Yönetim
Kurulu tarafından Baroya mensup avukatlar arasından seçilmekteydi.
Basın mensubu olmayan üçüncü üye ise İstanbul İli sınırlan içinde görevli
olan en kıdemli ceza hakimi idi. Yüksek Hakimler Kurulu'nun oluşmasın­
dan sonra bu kurulca seçilmesi öngörülen hakim üyenin yerini İstanbul
Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü Müdürü veya onun görevlendirdiği bir
kişi aldı. Türkiye Gündelik Siyası Gazete Sahipleri Sendikasının Şeref
Divanından ayrılmasından sonra ise, boşalan üyeliğe Siyasal Bilgiler Fa-
kültesi Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü veya onun görevlendirdiği kişi
getirildiı 39 .

Üyelik süresi iki yıl olup, bu süre sona ermeden en azından iki ay önce
yeni seçim yapılmakta, önce görev almış üyelerin yeniden seçilmesi ola-
nağı bulunmakta ve istifa veya başka bir nedenle boşalan üyeliğe o üyeyi
seçmiş olan kuruluşun yenisini en çok bir ay içinde ataması gerekmekte
idi.

Basın Şeref Divanının başkam ile ikinci başkanı, basın mensubu ol-
mayan üyeleri tarafından kendi aralarından gizli oyla seçilmekte ve basın
mensubu olan üyeler arasından da bir genel sekreter atanmaktaydı. Genel
Sekreterin görevi, başkana danışıp Divanı toplantıya çağırmak, gündemi
hazırlamak, başvuruları ve şikayetleri kabul etmek, görüşme tutanakla-
rını tutmak ve Divanla ilgili diğer işlemleri yapmaktı. Genel Sekretere bu
işlerde yardımcı olmak üzere Divan dışından bir de ücretli katip görevlen-
dirilmekteydi. Divanın basın mensubu olmayan üyeleri katılacakları top-
lantılar için huzur hakkı aldıkları gibi, Genel Sekreterlik görevi de ücretli
idi.

b) Görev ve yetkileri

Basın Şeref Divanının


görevi, Basın Ahlak Yasasını yürütmekti.
Basın kuruluşlarınca imzalanan "Taahhütname"de bu görevin amacı
"demokrasinin temel unsurlarından olan basın hürriyetinin topluma ve

188 TİKVEŞ, Ö.: Basında Kendi Kendini Kontrol Sisteminin Hukuki Yönü (İHFM.,
1969, cilt: XXXXIv, sayı: 1-4, s. 192).
189
GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 203, dipnot 302.
BASIN REJİMİ 267

demokratik düzene en yararlı bir yoldan işlenmesini sağlamak" olarak


belirtilmiştir.

Basın Ahlak Yasası uyulması gereken şöylece açıklamış-


tır:"Gazetecilik mesleği, bu mesleğin dışında kalan özel veya ahlaka
maksat ve menfaatlere alet edilemez ve amme menfaatlerine zarar verici
şekilde kullanılamaz". Yasa bu ana ilkeden başka yayınlarda cuc,vu.L~ şu

esaslan göstermiştir:

- "Ahlaka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamaz."

- "Şahıs, müessese ve zümreleri hedef tutan yazılarda galiz kelimeler


kullanılmaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz."

- "Amme menfaatini ilgilendirmeyen hallerde hususı hayat-


Zarı küçük düşürücü şekilde teşhir edilemez."

- "Şahıslar, müesseseler veya zümreler aleyhinde iftira ve isnatta bu-


lunulamaz."

- "Din istismar edilemez."

- "Haberlerde ve olayların yorumunda hakikatlerden tahrif veya


kısaltma yoluyla maksatlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu şüphe
uyandırabilen ve hakiki gazetecilik imkanları içinde bulunan ha-
berler tahkik edilmeden ve doğruluğuna emin olunmadan yazıla-
maz. "

- "Haber başlıklarında haberin ihtiva ettiği hususlar tahrif edile-


mez. "

- "Amme menfaati mutlak lüzum göstermedikçe, -mahremkaydı ile


verilen malumat yayınlanamaz."

- "Gazeteci, kaynakların mahremiyetini koruyacak ve kendisine veri-


len sırlara saygı gösterecektir."

- "Haber, yazı veya resim kaynaklarının, yayın tarihi için koydukları


zaman kaydı ihlal edilemez."

- "İlan, reklam mahiyetindeki haber, resim veya yazıların, ilan veya


reklam olduğu tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir."

- "Mevkutelerin verdikleri yanlış bilgilerden dolayı yollanacak haklı


cevap veya tekzipler, cevap veya tekzibe sebep olan yazının tesirini
tamamiyle giderecek şekilde en kısa zamanda yayınlanır" 190 .

190
Basın Ahlak Yasasının tam metni için : TAVUS, s. 107 ve son.
268 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Basın Şeref Divanı, Basın Ahlak Yasasındakibu ilkelere uyulup uyul-


madığını kontrol etmek suretiyle basının kendi kendini denetlemesi siste-
mini yürütmek görev ve yetkisine sahipti.

c) Çalışma yöntemi
Divan, Ahlak Yasasına aykırı davranışları ya kendiliğinden ya da çı­
karları bozulan ilgililerin yapacakları şikayetler üzerine incelemekte idi.
Divanın Statüsüne göre, başvuruların ve şikayetlerin Genel Sekreterli-
ğe yazılı ve gerekçeli olarak yapılması gerekiyor, yargı organlarında gö-
rülmekte olan davalar Divan tarafından ele alınamıyor, Genel Sekreter
sorunu Divana getirmeden önce ilgili açıklama isteniyor, aksine karar
alınmadıkça kararlar gizli veriliyor ve toplantılar üçte iki çoğunlukla gizli
oturumlarda yapılıyordu.
Basın Şeref Divanı,ihtar veya ayıplama kararları alabildiği gibi, uz-
laştırma yoluna da gidebilmekteydi. Divanın Statüsü, ayıplanan olayın
gösterdiği önem büyükse, Şeref Divanının, kötü durumu görülen gazeteci-
nin mensup bulunduğu basın kuruluşundan ilıracı için yetkili organların
dikkatini çekebileceğini, karara bağladığı sorunu bir bildiri ile kamuoyu-
na duyuracağını, uzlaştırma kararlarının yayının ise tarafların rızasına
bağlı olduğunu belirtmiştir.

Statüde, verdiği taahhüde karşın kendisiyle ilgili bildirileri yayınla­


maktan kaçınan dönemsel yayının bu davranışının Divan tarafından ay-
nca teşhir edileceği de kabul edilmiştir. Yine Divanın Statüsü gereğince,
Basın Şeref Divanının masrafları başvurulardan alınacak harçlar ve Di-
vana üye yollayan basın kuruluşlarının aralarında yapacakları özel anlaş­
malarla karşılanacaktır.

d) Başarısızlığının nedenleri

Türkiye'de dönemsel yayınların kendi kendini denetleme sisteminin


Basın Şeref Divanı ile başlayan bu ilk denemesi kısa zamanda başarısız­
lık ile sonuçlanmıştır. Bu başarısızlığın nedeni Statüde öngörülen "teşhir"
yaptırımının etkisizliğinde arandığından, daha etkin bir yaptırım bulmak
amacı ile Basın-Han Kurumu Teşkili Hakkında Kanunun 49. maddesin-
den yararlanmak yollan araştırıldı ve sonuçta Ahlak Yasasına uymayan
gazetelerin ilanlarının kesilmesine başlandı. Fakat, en önemli gelir kay-
naklarına yapılan bu müdahaleden hoşlanmayan dönemsel yayınlar, bir
yandan ilan kesme kararlarına karşı Danıştay'da açtıkları iptal davaları­
nı kazanırlarken, diğer yandan verdikleri taahhütleri de geri almaya baş­
ladılar. Bu durum karşısında, Basın-İlan Kurumunun, Basın Ahlak Yasa-
sını aynen kabul eden bir karar alarak, bu karara aykırı davranışlarda
BASIN REJİMİ 269

Basın Şeref Divanını bilirkişiolarak seçmesi yolu tutuldu 191 . Fakat bu yol
dahi, Basın Şeref Divanının etkisiz ve fonksiyonsuz bir duruma girmesini
ve fiilen yok olmasını önleyemedi.

21-24 Mayıs 1968 tarihleri arasında İstanbul'da toplanan "Basının


Kendi Kendini Kontrolü Semineri"nde Basın Şeref Divanının başarısızlı­
ğının nedenleri olarak şu noktalar üzerinde durulmuştur 192 .

- Basın Şeref Divanının, sadece ceza verici bir kuruluş niteliğinde


olması nedeniyle, sevgi ve prestij elde edememesi,

- Uyguladığı "teşhir" yaptırımının etkisizliği,

- 195 sayılı Kanunun 49. maddesine dayanılarak ilan kesme yoluna


gidilmesinin, dönemsel yayınlar üzerinde olumsuz etki yapması ve
bu nedenle gazetelerin taahhütlerini geri almaları,

- Divanın parasal kaynaklardan yoksun duruma düşmesi,

- Divanın, çoğalan aykırı davranışları izleyemez bir duruma girmesi


ve ara sıra yapılan işlemlerin adaletsizlikleri sonuçlaması,

- Şeref Divanının basın mensupları arasında ve kamuoyunda saygın­


lık kazanamaması,

- Türk kamuoyununun Basın Ahlak: Yasasına aykırı yayınlarda ga-


zeteciler üzerinde etkili bir denetim yapmaması,

- Türk basınında belirli ahlaki standartların kuşaktan kuşağa geçen


bir kültür mirası olarak henüz oluşmamış bulunması,

- Türkiye'de dönemsel yayınların esas itibariyle patronlarınetkileri


altında bulunmaları nedeniyle, basında çalışa_nlara yönelecek bir
yaptırımın etkisiz olması.

İstanbul Seminerinde belirtilen bu nedenlerin büyük bir kesiminin


gerçeği yansıttığı kuşkusuzdur.Ancak, "teşhir" yaptırımının yetersiz oldu-
ğu, daha etkili başka yaptırımların bulunması gerektiği görüşüne katıl­
mamaktayız. Basın Konseyleri şeklindeki kuruluşların başka yaptırımları
uygulayabilme yetkisi ile donatılmaları bu kuruluşların niteliği ile bağ-

191
Basın-İlan Kurumu Genel Kurulunun 20.5.1964 tarih ve 25 sayılı bu Karan 9 Ha-
ziran 1964 tarih ve 11723 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
192
Bkz.: DÖNMEZER, Basında Oto-Kontrol, s. 12-13. Basın Şeref Divanının başa­
rısızlık nedenlerine ilişkin değişik bir yaklaşını için bkz.: BARLAS, M.: Basında
Oto-Kontrol ve Basın Ahlak Yasasının Olması Gereken Temel İlkeleri (Hürriyet Vak-
fı 1983 yılı I. Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınlan No: 3, s. 75 ve son).
270 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

daşmaz. Hele, ilan kesmek gibi, dönemsel yayın kuruluşlarınca hoş karşı­
lanmayacak yaptırımların uygulanması, kendi kendini kontrol sisteminin
başarısızlığa uğramasını önceden kabul etmek demektir.

Kitabımızın 2. basısında Türkiye'de basının kendi kendini denetleme-


si yönünden ileriye yönelik önerilerimizi şöylece belirtmiştik: "Bizce, bütün
sorun, "teşhir" yaptırımının etkinliğini sağlayıcı bir sistemin kurulmasıdır.
Bunun için ise, öncelikle, sistemi yürütecek kuruluşa basın mensupları ve
kamuoyu karşısında gerekli saygınlık kazandırılmalıdır. Bu amaçla, kuru-
luşun, Ahlak Yasasına aykırı bütün davranışları zamanında saptayarak
hemen harekete geçebilecek bir yapıya sokulması ve sistemi adaletli biçim-
de uygulayacak örgütle donatılması gerekir.

Doğaldır ki, kuruluşun moral nitelikteki kararlarına uyulması, toplu-


mun otoriteye olan saygı duyguları ile çok yakından ilişkidedir. Öyle sanı­
yoruz ki, Basın Şeref Divanından önemli bir fark göstermeyen Alman Ba-
sın Konseyinin başarısında, Alman toplumunun otoriteye olan saygısının
büyük etkisi vardır. Türk toplumu da böyle bir düzeye gelmeden, ülkemizde
Basın Şeref Divanı gibi gönüllü kuruluşlardan büyük başarı beklenemez.
Fakat, bu alanda yılmamak ve aksaklıkları düzelterek basında kendi ken-
dini denetlemek sistemini uygulamaya devam etmek gerekir. Ancak bu yol-
ladır ki, sorumluluk bilincine sahip bir basın gerçekleştirilebilir.

Kanımızca, sistemde düzeltmeler yapılırken, Alman Basın Konseyi


için öngörülen, basını hükumet, yasama organı ve kamuoyu karşısında
temsil etme ve basın özgürlüğünü savunma görevi ve yetkileri Basın Şeref
Divanı yönünden de kabul edilmelidir. Çünkü, bu suretle Divan, basını sa-
dece denetleyen bir kuruluş görünümünden kurtularak, aynı zamanda onu
savunan ve temsil eden bir kuruluş niteliğine kavuşacaktır. Bu niteliğin,
Divana ne derecede saygınlık kazandıracağı meydandadır. Bizce, basın
ancak kendini etkili biçimde savunan ve her yerde başarı ile temsil eden
bir kuruluşun kararlarına uyar. Bu durum gerçekleştirilebilirse, basın ku-
ruluşlarına taahhüt imzalatılmasına da gereksinim duyulmayacaktır 193 ".

193 HATEMİ, H.: (Basın Ahlakı, İstanbul 1976, s. 178, 179), basının kendi kendini de-
netlemesi konusunda, gazeteciliği meslek olarak benimseyenler için mecburi mes-
lek kuruluşlarının kurulmasını ve Basın Şeref Divanının görevini bu kuruluşların
haysiyet divanlarına verilmesini, bu yapılmadığı takdirde, Cumhurbaşkanlığına
bağlı ve hatta üyeleri de Cumhurbaşkanı tarafından seçilen ve üyelerinde belirli
nitelikler aranıp kararlan da TRT tarafından kamuya açıklanan bir "Divan" kurul-
masını önennektedir. Kanımızca, basın özgürlüğü ile bağdaşması çok kuşkulu olan
bu çeşit kuruluşlar yerine, Basın Şeref Divanının prestijini sağlayıcı girişiınlerle
kendi kendini denetleme sistemini sürdürmek gerekir. Aksi takdirde kendi kendini
denetleme sistemini, amacından saptırarak, basın özgürlüğünü zedeleyici bir duru-
ma dönüştürmek olasılığı belirir.
BASIN REJİMİ 271

Aşağıda görüleceği
üzere yeni kurulan "Basın Konseyi" önemli ölçü-
de bu görüş ve önerilerimize uygunluk gösteren bir yapıya ve çalışma il-
kelerine sahip bulunmaktadır. Kanımızca, hedef doğru seçilmiştir. Fakat
bütün sorun bu hedefe bıkmadan, yılmadan ulaşmaya çaba göstermektir.
Basının da kusurlu olabileceğini unutmamak, bu nedenle "kayırma" yön-
temlerine başvurmamak, böylece Türkiye'de de saygınlığı olan bir basının
yaratılması için katkıda bulunmak gerekir.

2- "Basın Konseyi"

a) Kuruluş çalışmaları

1986 yılında İstanbul'da dokuz gazeteci 194 bir "çalışma grubu" oluştu­
rarak, basın kuruluşları ve mensupları ile yaptıkları temaslarda "Basın
Konseyi" kurma düşüncelerini açıklamışlar ve buna ilişkin önerileri top-
lamışlardır.

Çalışma Basın
Konseyi'nin amacını, "daha özgür, daha saygın
grubu,
bir basına kavuşmak isteyen gazetecilerin, kendi özgür iradeleriyle bir
araya gelmelerini sağlayan bir ortak zemine" dayanarak, Türk basınının
kendi kendini denetlemesi konusunda "batı demokrasisi içindeki ülkeler-
de başarılı örnekleri bulunan bir sistemi" uu,,u,__,~. ve yaşatabilmek
şeklinde belirtmişlerdir.

Bu konudaki öneriler de dikkate alınarak hazırlanan ön tasarı gaze-


tecilerin eleştirileri ile olgunlaştırıldıktan sonra "Basın Meslek İlkeleri" ve
"Basın Konseyi Sözleşmesi"nin esaslan oluşturulmuştur. tarafından
yapılan bu çalışmalara İstanbul ve İzınir Gazeteciler Cemiyetleri de tem-
silcilerini göndererek katkıda bulunmuşlardır.
Bütün bu hazırlık çalışmalarından sonra "Basın Konseyi Sözleşme­
si"ne ve "Basın Meslek İlkesi"'ne son şekli verilerek "Basın Konseyi'ne
Başvuru" ve "Basın Konseyi'ne Katılma" belgeleri hazırlanmıştır. Böylece,
1988 yılı "Türk Basın Konseyi"nin kuruluş yılı olmuştur. Basın Konseyi
sözleşmesi bugüne kadar bazı değişiklikler görmüştür. Son metin 27.11.
2011 tarihini taşımaktadırı 95 _

b) Basın Konseyinin amacı ve niteliği

Basın Konseyi Sözleşmesinin 1. maddesinde Konseyin amacı şu şe­


kilde belirtilmiştir: "Özgürlükçü bir demokratik sistemin temel taşı olan,

194
"Hasan Cemal, Güneri Civaoğlu, Yalçın Doğan, Oktay Ekşi, Teoman Erel, Orhan
Erinç, Yurdakul Fincancı, Güngör Mengi ve Rauf Tamer."
195
Bkz.: http://www.basinkonseyi.org.tr
272 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

halkın gerçekleri öğrenme hakkını


savunmak, özgür ve sorumlu bir bası­
nın ve basın mensuplarının,
meslek uygulamalarını, özgür ve saygın bir
basından beklenecek düzeyde sürdürmelerine yardımcı olmak üzere, bu
amaçları Basın Meslek İlkeleri şeklinde düzenleyip benimseyen gazetecile-
rin imzaladıkları bu sözleşmeyle bir Basın Konseyi kurulmuştur."

Sözleşmeninbu hükmünden anlaşılacağı üzere, Konsey; "dernek" veya


96
"vakıfl. gibi bir "tüzel kişiliği" olmayan ve sadece sözleşmesi ile doğan
bir kuruluş niteliğini taşımaktadır. Konseyin bu niteliği batı ülkelerindeki
benzer kuruluşlara uygunluk göstermekte ve bizim bu konuda eskiden
beri savunduğumuz görüş paralelinde bulunmaktadır. Yeni kuruluşun ba-
sını sadece denetleyen bir hedef izlememesi, aynı zamanda onu savunan,
temsil eden vasıflara sahip olması kitabımızın bundan önceki basılannda
savunduğumuz görüşlerin isim zikretmeden de olsa gözönünde tutulduğu­
nu göstermesi yönünden bizi mutlu etmiştir.

c) Örgütü 197

Sözleşmeye göre, Konsey iki kuruldan, bir genel sekreterden ve ona


bağlı yeterli elema...nlardan oluşmaktadır.

Kurullardan ilki "Basın Konseyi Üyeler Kurulu"dur. Bu kurul, Kon-


seyin kuruluşu ile aynı anda yürürlüğe giren Basın Meslek İlkeleri ve
Basın Konseyi Sözleşmesi'ni imzalamış olan gazetecilerle, sözlü, yazılı
ve görüntülü basın ve yayın organlarının sahipleri veya genel müdürleri
veya temsilcilerinden, Gazetecilik işkoluna mensup işçi ve işveren sendi-
kalarının başkanlarından veya temsilcilerinden, gazetecileri temsil eden
derneklerin ve bu nitelikte dernekler arasında kurulmuş birlik, federas-
yon veya konfederasyonların başkanlarından veya temsilcilerinden ve
Katılım Belgesini imzalama koşuluna bağlı olmaksızın, Türkiye Barolar
Birliği Başka...n.ı veya birlikçe gönderilen temsilciden, en çok üyeye sahip
işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarının başkan veya temsilcile-
rinden, İletişim Fakülteleri dekanları veya temsilcilerinden, okuyucu ke-
simini temsilen Basın Konseyi Yüksek Kurulu tarafından seçilen 40 kişi­
den oluşur.

Basın Konseyi Üyeler Kurulu, Konsey Başkam'nın başkanlığında yıl­


da bir kere toplanır. Bu toplantıda Genel Sekreter, Basın Konseyi'nin çalış­
maları hakkında Genel Ku_rul'a bilgi sunar. Kurul, Basın Konseyi Yüksek

196 Sonradan "Basın Konseyi ve Dayanışma ve Geliştirme Vakfı" kurulmuşsa da (Bkz.:


Basın Konseyi Yıllık Raporu, 1997, İstanbul 1998, s. 144) Basın Konseyi'nin kendi-
sinin herhangi bir tüzel kişiliği yoktur.
197
22 Nisan 2000 tarihi itibariyle.
BASIN REJİMİ 273

Kurulu'nun görüşülmesine ihtiyaç duyduğu veya en az 10 üyesinin önerisi


üzerine gündeme alınmasına karar verilen konuları inceler ve görüşlerini
kamuoyuna duyurur. Buna karşılık, bu kurul Basın Konseyi Yüksek Ku-
rulu'nun "Basın Meslek İlkeleri'ne ilişkin işlemleri ve kararları" üzerinde
görüşme yapamaz.

Konseyin ikinci organı "Basın Konseyi Yüksek Kurulu" dur 198 • Sözleş­
menin 7. maddesi gereğince kurulu oluşturacak üyeler şunlardır: Basın
Konseyi Üyeler Kurulu'nca S'i basın mensubu, S'i basın dışından olmak
üzere seçilen 16 üye, günlük net satış ortalaması 100 binin üstünde olan
basın organlarının sahipleri veya belirleyecekleri, en az 10 yıldan beri Ba-
sın Kartı taşıyan ve faal gazetecelik yapan bir temsilci, günlük net satış
ortalaması 100 binin üstünde olan yazılı basın organlarından en az beşine
veya ulusal çapta yayın yapma iznine sahip sözlü veya görüntülü en az
iki basın organına makul bir bedel karşılığında, kendi ürettiği yazılı, sesli
veya görüntülü haberlerle servis yapan ajansların sahipleri veya belir-
leyecekleri, en az 10 yıldan beri Basın Kartı taşıyan ve faal gazetecilik
yapan bir temsilci; ulusal çapta yayın yapma iznine sahip sözlü ve görün-
tülü basın organlarının sahibi veya genel müdürü veya temsilcisi; Basın
Konseyi Dayanışma ve Geliştirme Vakfı'nın Başkanı; Basın Meslek Ilke-
leri ve Basın Konseyi Sözleşmesine katılan basın kuruluşlarından, Ba-
sın Kartı taşıyan en çok üyeye sahip üç Gazeteciler Cemiyeti'nin Başkanı
veya Yönetim Kurulu'nca seçilen temsilcisi, en çok üyeye sahip Gazeteciler
Sendikası'nın Başkanı veya Yönetim Kurulu'nca seçilen temsilcisi; Basın
işverenlerini temsil eden dernek veya sendikalardan Basın Konseyi Yük-
sek Kurulu'nca belirlenen Başkan veya temsilcisi.

Basın Konseyi Yüksek Kumlu'nun kendi içinden gizli oyla seçtiği Baş­
kan aynı zamanda Basın Konseyi'ni de temsil eder. Yine bu şekilde seçilen
İkinci Başkan ise Başkanın bulunmadığı zamanlarda Konseyi temsil gö-
revini yürütür. Bu kişinin de bulunmadığı zamanlarda temsil görevi Genel
Sekretere aittir.

Belirtmek gerekir ki, Sözleşme Konseyin amacıyla ilgili tüm görev ve


yetkileri Basın Konseyi Yüksek Kurulu'na vermiştir. Gerçekten, 11. mad-
deye göre iletişim (basın) özgürlüğünün genişlemesine ve gerçekleşmesi­
ne çalışmak ve basının saygınlığını korumak, basın mesleğinin, ahlaka
aykırı özel çıkarlara alet edildiğine ilişkin olarak yazılı, sözlü, görüntülü
basına topluca yöneltilen iddialan başvuru beklemeden araştırmak, hal-
kın gerçekleri öğrenme hakkına ve iletişim (basın) özgürlüğüne yönelik
gelişmeleri izlemek, değerlendirmek ve gerektiğinde Üyeler Kurulu'nu
toplantıya çağırmak, yayın öncesine ve yayına ilişkin mesleki uygulama-

198
Basın Konseyi'nin ilk şeklinde bulunan Temsilciler Kurulu kaldırılmıştır.
274 KİTLE İLETİŞİM HURUKU

lar hakkındaki şikayetleri karara bağlamak; bir basın organında çalışan­


lardan basın mesleğini ahlaka aykırı özel çıkarlara alet edenlerin, basının
saygınlığını zedeleyici nitelikteki yayınlarda ısrarı alışkanlık haline ge-
tirenlerin Basın Konseyi ile ilişkilerini kesmek; üye basın kuruluşlarına
kurulu oldukları yörede Basın Konseyini temsil yetkisi vermek; basınla
ilgili araştırmalar yapmak ve yayınlamak yetkilerine bu kurul sahiptir.

d) Basın Meslek İlkeleri


Sözleşmeyi
imzalayan basın organlan ve mensupları tarafından uyul-
ması taahhüdünde bulunulan ve Basın Konseyi Yüksek Kurulu kararların­
da gözönünde bulundurulması gereken "Basın Meslek İlkeleri" şunlardır:

1. Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü


sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılana­
maz.
2. Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı, genel ahlak an-
layışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını
sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz.

3. Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve


çıkarlara filet edilemez.

4. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının


ötesinde küçük düşü­
ren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.
5. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlardı­
şında, yayın konusu olamaz.

6. Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler,


soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunınaksızın yayın­
lanamaz.
7. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir bi-
çimde gerektirmedikçe yayınlanamaz.
8. Bir basın organının dağıtım süreci tamaınlanmadan o basın orga-
nının özel çabalarla gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı
tarafından kendi ürünüymüş gibi kamuoyuna sunulamaz. Ajans-
lardan alınan özel ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen gös-
terilir.
9. Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse "suçlu"
ilan edilemez.
10. Yasaların suç saydığı eyleınler, gerçek olduğuna inandırıcı makul
nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez.
BASIN REJİMİ 275

11. Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur. Kaynağın kamuoyunu


kişisel, siyasal, ekonomik vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı
haller bunun dışındadır.
12. Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek
yöntem ve tutumla yapmaktan sakınır.

13. Şiddet ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici yayın yap-


maktan kaçınılır.

14. İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri tereddüde


yer bırakmayacak şekilde belirtilir.

15. Yayın tarihi için konan zaman kaydına saygı gösterilir.

16. Basın organlan, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip


hakkına saygı duyarlar.

e) Konseyin yayına ilişkin şikayetleri karara bağlama görevi


Yukarıda belirttiğimiz üzere bu görev Basın Konseyi Yüksek Kurulu-
na verilmiştir 199
.

BKYK, hakkında Basın Meslek İlkeleri'ne aykırı hareket ettiği id-


diasıyla ve Usulüne uygun şekilde şikayette bulunulmuş gazeteciler ve
(yazılı, sözlü, görüntülü) basın organlarının uygulamalarını değerlendire­
rek karara bağlar. BKYK'nın Basın Meslek İlkeleri'nin ihlaliyle ilgili bir
konuyu ele alabilmesi için herhangi bir kişinin şikayete değer bulduğu
konu hakkında Basın Konseyi'ne usulüne uygun şekilde başvurması şart
ve yeterlidir. Şikayetler, başvuru tarihinden itibaren en çok iki ayda ka-
rara bağlanır. Kararlar mevcudun çoğunluğu ile alınır. BKYK kararlan
kesindir. Ancak 15 gün içinde maddi hatalara olağan-üstü itiraz yoluna
gidilebilir. Sözleşmenin 18. maddesi gereğince, Yüksek Kurul, yapılan baş­
vurular nedeniyle basın mensupları ve basın organları hakkında "şikayeti
yersiz bulma", "uyarma" veya "kınama" kararlarından birini verebilir. BK-
YK.'nın başvuru beklemeksizin ele alabileceği konularda böyle bir sınırla­
ma yoktur. Yani bu durumlarda başka bir karar da alınabilir.

BKYK kararlan, Basın Konseyi üyesi tüm basın organlarıyla basın


kuruluşlarına gönderilir. Basın organlarının, kendileriyle ilgili kararlan
yayınlamaları, Basın Meslek İlkeleri'ne uyma yönündeki taahhütlerinin
gereği sayılır.

199
BKYK.'nca hazırlanan «Basın Konseyi Çalışma Kuralları ve Başvuruları Değerlen­
dirme Usulleri" Konsey tarafından yayınlanmıştır: Bkz.: Güvenilir Gazetecilik İçin
Basın Konseyi, İstanbul 1996, s. 1 7 ve son.
§ 3. BASINDA SORUMLULUK REJİMİ

A. BASINDA CEZA SORUMLULUĞU

I. Genel Bilgiler

1- "Basın Ceza Hukuku" kavramı


Basın aygıtı ceza hukuku ile çeşitli
biçimlerde karşıtlık içine düşe­
bilir. Sözgelimi, basın-işvereninin basın-iş
hukukuna ilişkin hükümlere
uymaması, basının küçükleri zararlı yayınlardan koruma mevzuatının
gereklerini yerine getirmemesi, kanunların öngördüğü belirli mercilere
basılmış eser nüshalarının tevdii yükümlülüğünün savsaklanması, yetkili
mercilere beyanname vermeden dönemsel yayın faaliyetine başlanması,
kanunun gösterdiği koşullara uymayan kimselerin dönemsel yayın faa-
liyetine girişmeleri, devletin şahsiyetine karşı suçlarla ilgili hükümlerin
ihlal edilmesi, kişilere veya kuruluşlara hakarette bulunulması gibi du-
rumlarda böyle bir karşıtlık meydana gelir.
Ceza sorumluluğunu sonuçlayan bu gibi durumların bir kısmında so-
rumluluk, basının ürünü olan "basılmış eser" ile ilgili değildir. Örneğin,
basın-iş hukukuna ilişkin hükümlere uyulmamasından doğan sorumlu-
luğun kaynağını basılmış eser oluşturmaz ve ceza sorumluluğu ilgili özel
hükümlere dayanılarak, gerektiğinde ise ceza hukukunun genel kuralla-
rının yardımı ile saptanır.

Buna karşılık, bazı durumlarda ceza sorumululuğu basılmış eserle


ilgili bulunmaktadır. Bu sorumluluk, ya doğrudan doğruya basılmış ese-
rin fikri içeriğinden ya da düşünsel içeriği dışındaki hususlardan doğar.
Sözgelimi, basılmış eserin hakaret suçunun veya Basın Kanunu'nun 19,
20, 21. maddelerindeki suçların unsurlarını içermesi içeriğe ilişkin so-
rumluluğu sonuçladığı halde, basılmış eser nüshalarının belirli mercilere
tevdi edilmemesi veya beyanname vermeden dönemsel basılmış eserin ya-
yınlanması yahut kanundaki niteliklere uymayanların dönemsel basılmış
eserleri yayınlamaları basılmış eserin düşünsel içeriği dışındaki husus-
lardan doğan sorumululuğu meydana getirir. İşte, ister düşünsel içeriği­
ne ilişkin olsun, ister düşünsel içeriği dışında kalan hususlardan doğsun,
basılmış eserle ilgili ceza sorumluluğunu düzenleyen ceza hukuku dalına
BASIN REJİMİ 277

"Basın Ceza Hukuku" adı verilir 1 . Basının, basılmış eserle ilgili olmayan
ceza sorumluluğu ise Basın Ceza Hukukunun kapsamına girmez.

2- Basın suçları

a) "Basın suçu" kavramı ve türleri


Yukarıda açıkladığımız Basın Ceza Hukuku'nun konusu olan "Basın
Suçları" genellikle iki gruba ayrılır:

Basın suçlarının birinci grubu "Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suç-


lar"(Presse Inhaltsdelikte) 2 olup, bunlar da kendi aralarında "Dar Anlam-
da Basın Suçları"ve "Basın Yoluyla İşlenen Suçlar" olarak iki kategoriden
oluşurlar. Dar anlamda basın suçları, sadece basılmış eserle işlenebilen,
başka bir araçla işlendiğinde cezalandırılmayan suçlardır 3 • Bu tür basın
suçlarının özelliği, yalnız basım araç olarak kabul etmeleri ve başka bir
şekilde gerçekleşecek aleniyetin bunlar bakımından yeterli olmamasıdır.
Basın Kanununun, ceza kovuşturmaları ile ilgili yayın yasaklarına ilişkin
eski 19. maddesi4, cinsel saldın, cinayet ve intihar olaylarının yayınlan­
masına sınırlamalar koyan 20. maddesi ve bazı suçlarla ilgili haberlerde
mağdurların isminin yayınlanmasını yasaklayan 21. maddesi ancak basın
yolu ile ihlal edilebilen hükümlerdir.
Basılmış eserin içeriğine ilişkin suçların ikinci kategorisini oluşturan
basın yoluyla işlenen suçlar ise, aslında her türlü araçla işlenmesi olanağı
bulunan suçların fiilen basılmış eserle işlenmesini ifade ederler5 • Yani,
somut olayda basının araç olarak kullanılması bu suçların belirgin özel-
liğidir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu tür suçlarda önemli olan basılmış
eserin düşünsel içeriğidir. Yoksa, bir basılmış eserin düşünsel içeriği ile
değil de, cismi araç olarak kullanılmak suretiyle, sözgelimi bir müessir fiil
suçu işlenmişse elbette basın yoluyla işlenen suçtan sözedilemez 6 •
Basın Kanunları genellikle basılmış eserlerin içeriğine ilişkin suçlar
hakkında özel bir ceza sorumluluğu rejimi kurmuşlardır. Bunun nedeni,

ı LÖFFLER, II, s. 353, 354; REHBINDER, s. 42.


2
Bkz.: LÖFFLER, II, s. 354; SCHEER, s. 325; REHBINDER, s. 42.
3
DÖNMEZER, Basın, s. 373; ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 525; ÖZEK, Basın Suçla-
rında Ceza Sorumluluğu (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı I. Seminer Tutanakları, Eğitimi
Yayınları, No. 3, s. 2 ve son).
4
Basın Kanunu'nun ceza kovuşturmalarında yayın yasaklarını düzenleyen 19. mad-
desi 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır.
5
DÖNMEZER, Basın, s. 374; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 12;
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 526; GRÜTTER, s. 5.
6
GRÜTTER, s. 5-6.
278 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bir yandan basının kitleler üzerindeki etkinliğini etkili biçimde yasal de-
netim altına almak ve bu gücün kötüye kullanılmasını önlemek, diğer yan-
dan çağdaş toplumda kamuoyunun taşıyıcısı durumunda bulunan özgür
basının sağlıklı demokratik toplumsal yaşantının zorunlu öğesi olduğunu
gözönünde tutarak, onun bu fonksiyonunu zorlaştıracak engellemelerden
kaçınmaktır 7 .

Basın suçlarının
ikinci grubu "Basın Düzenine Karşı Suçlar"dır 8 • Ka-
nunların basın faaliyetinin yürütülmesi yönünden koyduğu koşullara ve
yüklediği yükümlülüklere aykın davranışlardan doğan bu suçlar, basının
idari düzeninin sağlanması amacının ürünüdürler. Basın düzenine karşı
suçların diğer basın suçlarından farkı, çoğunlukla yayına bağlı olmaksızın
gerçekleşmeleri ve sorumluluk bakımından başka esaslara dayanmaları­
dır.Bu suçlardan bir kısmının basının yayın öncesi düzenine ilişkin olma-
larma karşılık, diğer kısmı yayın sırasında_lri ve yayından sonraki düzenin
korunması ile ilgilidirler. Sözgelimi, beyanname vermeden dönemsel yayın
faaliyetine girişme, gerçeğe aykırı beyanname verme, beyannamedeki de-
ğişiklikleri bildirmeme, kanunun aradığı koşullara uygun olmayanların
dönemsel yayın çıkarmaları basının yayın öncesi düzenine karşı suçlardır.
Buna karşılık, örneğin basılmış eserin belirli bilgileri içermesi yükümlü-
lüğüne (impressum yükümlülüğü) uyulmaması yayın sırasındaki düzeni,
belirli sayıdaki basılmış eser nüshalarının belirli mercilere tevdi edilme-
mesi de yayın sonrası düzeni bozan suçlardandır9 •
Aşağıdaki bahislerde "Basın Suçları" terimi "Basılmış Eserin İçeri-ği­
ne İlişkin Suçlar"ı ifade etmek için kullanılacaktır. "Basın Düzenine Karşı
Suçlar"'a ilişkin sorumluluk ise ayrıca incelenecektir 10 .

b) Basın suçunun öğeleri

aa) Basılmış eserin düşünsel içeriği

Basın suçlarından sözedebilmek için bu suçlara özgü öğelerin bu-


lunması zorunludur. Basın suçlarının özel bir ceza sorumluluğu rejimine
bağlanmalarının nedeni basının kitleler üzerindeki düşünsel etkinliğinin
etkili biçimde denetlenmesi olduğuna göre, basılmış eserin herhangi bir
kısmı değil, düşünsel nitelik gösteren içeriği bu tür suçların öğesidir. Yani

7 Bkz.: LÖFFLER, II, s. 362.


8 Bkz.: LÖFFLER, II, s. 354, 394; REHBINDER, s. 44; SCHEER, s. 338; ÖZEK, Türk
Basın Hukuku, s. 526-527; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 12.
9 ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 527; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s.
13.
ıo Bkz.: SÖZÜER, A.: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul 1996, s. 7 ve son.
BASIN REJİMİ 279

bir yazıveya resmin basılmış eserde bulunması basın suçunun oluşması


bakımından yeterli olmayıp, ayrıca bu yazı veya resmin etkiı:ıJiğe sahip
düşünsel ürünü olması da zorunludur 11 . Bu koşuldan bazı sonuçlar çıka­
rabiliriz:
Bu sonuçlardan ilki, basın düzenine karşı suçların basılmış eserin içe-
riğine ilişkin suçlardan sayılmamalarıdır. Gerçekten bu çeşit suçların ce-
zalandırılmasının nedeni basın faaliyetinin yürütülmesine ilişkin düzenin
sağlanamaması düşüncesidir. Yoksa basılmış eser içeriğinin düşünsel et-
kinliği bu alanda rol oynamaz. Örneğin, Basın Kanununun 4. maddesinde-
ki bilgilerin gerçeğe aykırı olarak gösterilmesi halinde, bu yanlış bilgilerin
okuyucu kitlesi üzerindeki tehlikeli düşünsel etkinliğinden sözedilemez 12 .
Buna karşın, Kanunun 15. maddesi, basın düzenini bozan bu çeşit davra-
nışları cezalandırmıştır. Öyle ise, bu suç basılmış içeriğe ilişkin suçlardan,
yani basın suçlarından sayılamaz.
Düşünsel içerik koşulundan çıkarılması gereken ikinci sonuç, belirli
bir içeriğin basılmış eserde bulunmamasından dolayı ilgililerin cezalandı­
rılması halinde de, dar anlamda basın suçundan veya basın yoluyla işle­
nen suçlardan sözedilememesidir. Örneğin, 4. maddedeki bilgilerin basıl­
mış eserde gösterilmemesini cezalandıran 15. maddesi dar anlamda basın
suçu olarak nitelendirilemez 13 . Burada da suç basın düzenine karşıdır.
Basılmışeserde yayınlanan yazı veya resmin düşünsel etkinlik özel-
liği bulunmakla beraber, cezalandırılmasının nedeni başka ise, yine basın
suçu gerçekleşmiş olmaz. Sözgelimi, Basın Kanunumuzun 24. maddesi,
özel çaba ile elde edilen yazı ve resimlerin yayın sahibinden izin alınadan
yayınlanması durumunda, fail cezalandırılır. Burada failin cezalandırıl­
masının nedeni, dönemsel yayın sahibinin fikri haklarının korunmasıdır.
Yoksa, bu suç cezalandırılırken yazı veya resmin kitleler üzerindeki fikri
haklarının ihlale uğramamasını basın düzenini bozucu bir eylem olarak
görmüş ve faili bu nedenle cezalandırmıştır. Bu nedenle, 24. maddedeki
suç basılmış eserin içeriğine ilişkin bir suç değildir 14 .

bb) Basılmış eserin yayınlanması

Basılmış eserin yayınlanması her basın suçu ıçın zorunlu bir icra
hareketi niteliğindedir 15 . Esasen, yayın, suçun basın yoluyla işlenmesi-

11
HANTZSCHEL, s. 120, 132.
12
LÖFFLER, II, s. 363.
13
MANNHEIM, H.:Presserecht, Berlin 1927, s. 33; HANTZSCHEL, s. 133.
14
Bkz.: LÖFFLER, II, s. 364; HANTZSCHEL, s. 133; KITZINGER, s. 114; MANN-
HEIM, s. 32; SCHEER, s. 326.
15
HANTZSCHEL, s. 134; LÖFFLER, II, s. 365.
280 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

nin tehlikesini simgeler ve bunun sonucu olarak basın suçlarının özel so-
rumluluk rejimine bağlanmasını gerektirir. Bu nedenle, suç niteliğindeki
düşünsel içeriği taşıyan basılmış eserin yayınlanması şeklindeki bir icra
hareketi olmadıkça basın suçunun oluşmasına olanak yoktur 16 . Basın su-
çunun bu öğesinden de bazı sonuçlar çıkarılabilir:
Önce şunu belirtmek gerekir ki, basılmış eserin yayın yoluyla değil
de, bir başka şekilde suç aracı olarak kullanılması durumunda, basın su-
çunun gerçekleşmesi olanaksızdır. Yukarıda değindiğimiz gibi 1 7 , sözgelimi
ağır bir kitap müessir fiil suçunda araç olarak kullanıldığı takdirde, basın
suçundan sözedilemeyeceği doğaldır.
Basın suçu basılmış eserin yayınlanması ile gerçekleşeceğinden yayı­
nı oluşturan bir hareketin yapılması şarttır. Yayın kavramını açıklarken
gördüğümüz üzere 18 , basılmış eserin düşünsel içeriğinin yanı sıra maddi
varlığının da bulunması nedeniyle, yayın konusunu düşünsel içerik ile sı­
nırlandırmamak, maddi cepheyi de dikkate almak gerekir. Bunun sonucu
olarak, basılmış eserin muhataplara cismen ulaştırılmayıp, onlara düşün­
sel içeriğinin okunması ile yetinilmesi veya ezbere anlatılması, aslında
yayın için yeterli görülemez ve bu durumlarda basın suçunun gerçekleş­
mediği sonucuna varılması gerekir19 . Fakat Basın Kanunumuz (m.2/1,b)
yayının kavramsal niteliğinin sonucu olan bu verileri dikkate almaya-
rak,"herhangi bir şekilde kamuya sunulma" yı yayın saymıştır. Bu neden-
le, içeriği suç olan bir basılmış eserin topluluğa okunması halinde de basın
suçu gerçekleşecektir. Ancak, "gösterilme", "asılma" şeklindeki yayın hare-
ketlerinde olduğu gibi, "dinletilme'"de de aleniyet koşulunu ayrıca aramak
gerekir. Yoksa, basılmış eserin özel ilişkiler içinde dinletilmesi durumunda
yayın ve dolayısıyla basın suçu gerçekleşmiş olmaz.

Basın Kanununun 11. maddesinin ilk fıkrası da "basılmış eserler yoluy-


la işlenen suç yayım anında oluşur" diyerek, yayımı basın suçunun zorunlu
bir öğesi olarak göstermiştir. Fakat bu hükmün aydınlığa kavuşturulması
gerekir: Önce, basın suçu yayınla meydana geldiğine göre, suçun işlendiği
zamanı saptayabilmek için yayının ne zaman gerçekleşmiş sayılacağının

16 "Basın yoluyla işlenen suçlarda suçun genel unsurlarından başka (basılmış eserin var-
lığı ve neşir
gibi) iki unsurunun da tahakkukunun şart olınasına göre, suça konu kı­
sımların neşredilınenıiş bulunması sebepleriyle kanuni unsurları itibariyle oluşmayan
müsnet suçtan sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyet hükınü kurulması
kanuna aykırıdır." (Yargıtay 9. CD., 23.3.1983; E. 185/K. 881; YKD. 1983, sayı: 6, s.926).
17 Bkz.: Yukarıda (a).
ıs Bkz.: Yukarıda § 1, c. II, s. 1 ve 2.
19 Alman doktrini haklı olarak böyle durumlarda basın suçunun bulunmadığı sonucu-
na varmaktadır (Bkz.: LÖFFLER, II, s. 365; HANTZSCHEL, s. 132, KITZINGER, s.
114).
BASIN REJİMİ 281

belirlenmesi zorunludur. Özellikle dağıtım eylemine dayanan yayının ger-


çekleştiği zamanın saptanması önemli bir sorundur. Bu konuda iki görüş
bulunduğunu, bir görüşe göre, basılmış eserin muhatapların egemenlik
alanına sokulması durumunda dağıtımın ve dolayısıyle yayının gerçekleş­
miş sayıldığını, buna karşılık ikinci görüşün, basılmış eserin dağıtanın ege-
menlik alanından çıkması esasına dayandığını daha önce belirtmek fırsa­
tım bulmuştuk20 . Bu konudaki ikinci görüşün yayın kavramının niteliğine
ters düşen bazı sonuçlara götürebileceğini, sözgelimi yayınevi tarafından
bayilere yollanan basılmış eser nüshalarının postada yokolması halinde
dahi bu görüşe göre yayının gerçekleşmiş sayılacağım, gerçekçi olmayan
böyle sonuçlardan kaçınmak için muhatapların egemenlik alanına sokul-
ma görüşüne üstünlük tanımak gerektiğini de yine yayın çeşitlerinden "da-
ğıtılma"'yı incelerken açıklamıştık. Durum böyle olunca, basın suçunun da
dağıtım yoluyla yayınlanan basılmış eserin muhatapların egemenlik ala-
nına sokulması ile tamamlandığı sonucuna varılmalıdır. Diğer yayın şekil­
lerinde ise, gösterilme, asılma ve dinletilıne ile basın suçu oluşur. Ancak bu
çeşit yayın eylemlerinde ayrıca aleniyetin bulunması zorunludur.

Basın
Kanununun 11. maddesinin ilk fıkrası, basın suçunun yayın
anında oluştuğunu öngörürken, 5680 sayılı kanunun 3/son maddesinden
farklı olarak "fiilin ayrıca suç teşkil etmesi hali müstesna olmak üzere" bi-
çiminde bir ayrık hüküm koymamıştır. Bu nedenle, basılmış eserin yayın­
lanması başka bir suçun hazırlık hareketleri durumunda ise, yine basın
suçundan sözedilemez 21 . Sözgelimi, soygun planlayan bir kimse özellikle
suçlu çevreler tarafından okunan dergiye "büyük bir teşebbüs için güçlü
erkekler aranıyor" şeklinde ilan verse ve kendisine başvuran kişilerle bir-
likte soygunu gerçekleştirse, eylemin basın suçu sayılamayacağı doğal­
dır22. Bunun gibi, belirli bir kimseyi bir suçun işlenmesinde yayın yoluyla
azmettiren şahsın bu hareketi de basın suçunu sonuçlamaz 23 . Çünkü ceza
hukukunda azmettirme belirli kişilerin bir suça azmettirilmesi anlamına
geldiği halde, basın suçunun unsuru olan yayın sınırı belirsiz kitlelere yö-
neliktir. Fakat suça aleni tahrik eyleminin bağımsız şekilde cezalandırıldı­
ğı durumlarda, örneğin TCK. 214. maddesindeki suçta, basılmış eser araç
olarak kullanılırsa basın suçu oluşur ve sorumluluk Basın Kanununun 11.
maddesine göre saptanır.

Bu açıklamalarımızdan anlaşılmıştır ki, basın suçunun oluşması


için, yayının yöneldiği okuyucu kitlesinin belirli olmaması gerekmekte-

20 Bkz.: Yukarıda §1, c. II, 2, a.


21
HANTSZCHEL, s. 135.
22 LÖFFLER, II, s. 366.
23
LÖFFLER, II, s. 366, Karşı görüş: KITZINGER, s. 118.
282 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

dir24 . Sözgelimi, belirli bir kişiye yönelik şantaj veya dolandırıcılık suç-
larının basın yoluyla işlenmesi olanaksızdır25 . Bu çeşit eylemlerde Basın
Kanununun 11. maddesi değil, genel sorumluluk esaslarının uygulanma-
sı gerekir. Aynı şekilde, basılmış eserin düşünsel içeriği ancak belirli kişi­
ler tarafından anlaşılabilecek nitelikte ise, sözgelimi yazı şifre biçiminde
kaleme alınmışsa, yine basın suçu oluşmaz 26 .

Müessir fiil ve adam öldürme suçlarının basın yoluyla işlenebilip işle­


nemeyeceği tartışmalıdır. Ancak bazı özel durumlarda bu suçların da ba-
sın suçu niteliğine bürünebileceği genellikle kabul edilmektedir. Örneğin,
bir gazetede yanlışlıkla yayınlanan tehlike alarmı (uzaylıların dünyayı
istilaya başladığına veya savaş çıktığına dair bir haber gibi) sonucunda
çıkan büyük panikte birkaç kişi ölse veya yaralansa, sorumluluk Basın
Kanununun 11. maddesine göre saptanacaktır27 • Bunun gibi, bir hastalık
salgını sırasında halka kasten veya taksirle zararlı bir ilacı salık veren
ve böylece ölüm olaylarına yol açan gazetenin sorumluluğu da 11. madde-
nin kapsamına girer 28 . Görüldüğü üzere, yayının belirsiz sayıdaki okuyu-
cu kitlesine yönelik olması koşulu ile, bazı çok özel durumlarda adam öl-
dürme veya müessir fiil suçlarının da basın yoluyla işlenmesi olanaklıdır.
Buna karşılık, basında çıkan haber ancak belirli kişileri etkileyebilecek
nitelikte ise, bu yayının etkisiyle işlenen müessir fiil veya adam öldürme
suçu basın yoluyla işlenen suç olarak kabul edilemez29 .

cc) Düşünsel içerik ile kanuni tip arasındaki ilişki

Basın suçunun meydana gelebilmesi için düşünsel içerik ile kanuni


tip arasında ilişkinin bulunması gerekir. Yani cezalandırmanın nedeni o
basılmış eserin düşünsel içeriği olmalıdır.

Sözü geçen ilişkinin niteliği doktrinde tartışmalara neden olmuştur.


Bir görüşegöre 30 , basın suçunun ortaya çıkması için basılmış eserde ci-

24
"Kooperatif üyeleri olan sanıklann, daktilo ile çoğaltıp sınırlı sayıdaki, kim oldukları
önceden bilinen kooperatif ortaklarına gönderdikleri yazılar ile davacıya hakarette
bulunduklan iddiasıyla açılan davaya basın mahkemesinde bakılmaması doğru­
dur". (Yargıtay CGK., 7.12.1981, E. 2-256/K. 419; YKD. Mart 1982, sayı: 3, s. 408-409).
25 SCHEER, s. 326; LÖFFLER, II, s. 366.
26 HANTZSCHEL, s. 136; SCHEER, s. 326; LÖFFLER, II,s. 366.
27
LÖFFLER, II, s. 366; HANTZSCHEL, s. 141.
28 KITZINGER, s.116.
29 LÖFFLER, II, s. 367.
30 LÖNING; Die Strafreclıitliclıe Haftung des Verantwortliclıen Redakteurs 1889, s.
226 (LÖFFLER, II, s. 367'den naklen); v. LISZT, s. 141; SCHERRER, R.: Die Begren-
zung der Pressefreilıeit durclı das Strafreclıt, Diss, Zürich 1929, s. 20.
BASIN REJİMİ 283

simleşen düşünce açıklamasının kanuni tipteki tüm unsurları içermesi,


yani başlı başına norma aykırılığı oluşturması gerekir; düşünsel içerik bu
nitelikte değilse basın suçundan söz edilemez. Sözgelimi, suçun işlenmesi
düşünsel içerik dışında ayrı bir sonucun gerçekleşmesine bağlı ise, bu gö-
rüş yönünden ortada basın suçu bulunmayacaktır. Kanımızca, basın suçla-
rının kapsamını çok daraltan bu görüş, özellikle yayın dışında ayrı bir so-
nucun gerçekleşmesi koşuluna bağlı suçlarda Basın Kanununun 11. mad-
desinin uygulanmasını olanaksızlaştırır. Bu gibi durumlarda, sözü geçen
görüş gereğince, gazetedeki yazıdan dolayı sorumluluk Basın Kanununun
11. maddesine göre değil, genel esaslara dayanılarak saptanacaktır. Bu-
nun gibi, yanlışlıkla yayınlandığı bir haberden dolayı halk arasında panik
yaratan ve ölümlere neden olan gazete ilgililerinin sorumluluklarını sap-
tamak için de 11. maddeye dayanılamayacaktır. Öyle sanıyoruz ki, sadece
bu örnekler dahi sözü geçen görüşün tutarsızlığını ortaya koyınaktadır31 .

Alman doktrin ve uygulamasında çoğunluk düşünsel içerik ile ka-


nuni tip arasındaki ilişkiye geniş anlam verilmesinden yanadır. Bu görüşe
göre 32 , düşünsel içeriğin kanuni tipin bulunduğu hükmü ihlal etmeye el-
verişli bulunması yeterli olup, ayrıca kanuni tipteki tüm unsurların dü-
şünsel içerik tarafından kapsanması zorunlu değildir. Diğer görüşü eleş­
tirirken belirttiğimiz nedenlerden dolayı biz de bu görüşe katılmaktayız.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, aleniyeti ve yayını unsur veya ağırlaştırı­


cı neden olarak kabul eden suçlardan başka, teşvik, tahrik, propaganda,
övme, telkin ve ifşa hareketleri ile işlenen tüm suçlar basın yoluyla da
işlenebilir. Bunlardan başka, düşünsel içeriğinin özellikleri olanak verdiği
takdirde (örneğin yayının belirsiz kitlelere yönelik olması), dolandırıcılık,
şantaj gibi suçlarla adam öldürme ve müessir fiil suçlarında da basın araç
olabilir33 .

3- Basında ceza sorumluluğu sistemleri 34

a) Genel kurallara göre sorumluluk sistemi

Bu sistem, basın suçları ile diğer suçlar arasında bir fark bulunmadığı
ve bu nedenle basın suçlarının özel bir sorumluluk rejimine bağlanma-

31
Diğer örnekler için bkz.: LÖFFLER, II, s. 367; KITZINGER, 112; MANNHEIM, s. 34.
32
Bkz.: KITZINGER, s. 111 ve son; SCHEER, s. 327; LÖFFLER, II, s. 367.
33 Bkz.: Yukarıda (bb).
34
26-27 Mayıs 1986 tarihlerinde Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu tara-
fından düzenlenen "Türk Basının Sorunları Sempzoyumu"nda sunduğumuz bildiri-
de bu konu ele alınmıştır: İÇEL, K.: Basında Ceza Sorumluluğu Sistemleri ve Basın
Kanunumuzun Durumu (Türk Basınının Sorunları Sempozyumu, Ankara 1986).
284 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sının gerekmediği esasına dayanmaktadır 35 . Genel sorumluluk sistemine


göre, basın suçlarından sorumlu olanları saptarken her suçta olduğu gibi
suçun genel unsurlarından ve iştirak kurallarından yararlanılır. Esas suç-
lu eserin düşünsel içeriğini meydana getiren kişi, yani eser sahibidir. Bu
kimse dışındakilerin basın suçundan sorumlu olabilmeleri için kusurları­
nın bulunması ve suç oluşturan yayın hareketine katılmaları zorunludur.
Genel sorumluluk esasları gerçekleşmemişse, yazı işleri müdürünün veya
bir başka kimsenin eser sahibi ile birlikte cezalandırılması olanaksızdır.
Hatta eser sahibinin bulunmadığı anonim nitelikteki yayınlarda da ku-
sursuzluğu kanıtlayan yazı işleri müdürünün sorumluluktan kurtulması­
na bu sistem olanak vermektedir36 •

1948 yılından itibaren Bayern ve Lübeck gibi bazı Alman devletleri-


nin kanunları tarafından bir süre uygulanan ve halen İngiltere'de basın­
da ceza sorumluluğunun esasını oluşturan bu sistem37 özellikle anonim
nitelikteki eserlerde basın suçlarının cezasız kalması olasılığından dolayı
eleştirilmiştir. Gerçekten, bu tür basılmış eserlerde yazı işleri müdürünün
kusursuzluğunu kanıtlaması halinde suç teşkil eden eylem cezalandırıla­
mayacaktır38.

b) Özel sorumluluk sistemleri

aa) Kanuni sorumluluk sistemi

Basın suçlarının diğersuçlardan ayrı bir sorumluluk rejimine bağlan­


ması gerektiği düşüncesinin ürünü olan bu sistemin amacı hangi koşullar
içinde olursa olsun basında işlenen suçların cezasız kalmasını önlemektir.
Kanuni sorumluluk sistemi bu amaçla bir kimsenin yayının sorumlusu
olarak gösterilmesini öngörmekte ve bu kişinin basın suçlarından otoma-
tik biçimde sorumlu tutulmasını kabul etmektedir. Bu sistemin özelliği,
ceza sorumluluğunu bir varsayıma dayandırması ve böylece sorumlu ola-
rak gösterilen kişinin yayınla hiçbir ilgisi bulunmasa, fiilen yayını önleye-
bilecek güce sahip olmasa dahi cezalandırılması sonucuna götürmesidir.
Kanunilik sistemine göre, basın suçundan dolayı eser sahibinin cezalandı­
rılabilmesi, sorumlu müdürün de onunla birlikte cezalandırılmasına engel
değildir39 •

35 LÖFFLER, II, s. 381.


36 TOSUN, s. 179; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 55.
37 Bkz.: ATALAY, S .. İngiliz Ceza Hukuku ile Fikir ve San'at Eserleri Hukuku, İstanbul
1978, s. 187.
38 LÖFFLER, II, s. 381; TOSUN, s. 179-180.
39 ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 55; DÖNMEZER, Basın, s. 379.
BASIN REJİMİ 285

Bu sistem Fransız Basın Kanunlarının yarattığı bir sistemdir. Ger-


çekten, bu devlette 18 Nisan 1795 tarihli kanunla anonim eserlerde ceza
sorumluluğunun naşire yükleneceği kabul edilmiş, 9 Haziran 1819 tarihli
kanun ise anonim nitelikte olmayan eserlerde de naşirin yazar ile birlikte
sorumlu tutulmasını öngörmüştür. Bu özel sorumluluk rejiminden kurtul-
mak için yollar arayan Fransız Basını, gazeteye ekonomik veya fikri hiçbir
katkısı bulunmayan kimseleri "sorumlu naşir" olarak kulla_mna çaresini
bulmuştur. 18 Temmuz 1828 tarihli kanun, bu göstermelik sorumlular uy-
gulamasına son vermek amacı ile, Fransız Basın Hukukuna "gerant" adı
ile yeni bir kavram sokmuştur. Bir çeşit yönetici anlamına gelen ve dö-
nemsel yayının mülkiyeti ile doğrudan doğruya ilgili olması gereken "ge-
rant"m görevi dönemsel yayınlarla işlenen suçlarda kusuru olmasa
dahi ceza sorumluluğunu yüklenmekti. Devletin sorumlu bulma istemini
karşılamak amacı ile yaratılan "gerant" müessesesinin özellikleri, dönem-
sel yayının mülkiyeti ile ceza sorumluluğu arasında bağlantı kurması ve
bu varsayıma dayanan objektif sorumululuk esasını getirmesidir. Fran-
sa'daki bu sistem bazı değişikliklerle bugün de uygulanmaktadır40 .

Basın suçlarının cezasız kalmasını önlemek yönünden en kestirme ve


güvenli olan bu sistem, hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmaması, özel-
likle "kusursuz ceza olmaz"ilkesine aykırı bulunması nedeniyle, "kaba"bir
usul olarak nitelendirilmiştir41 •

bb) Basamaklı sorumluluk sistemi

Belçika'da ortaya çıkan ve daha sonra diğer bazı ülkelerde de değişik


biçimlerde uygulanan bu sistem kanuni sorumluluk sisteminin yumuşa­
tılmış bir şeklidir. Şöyle ki, basamaklı sorumluluk sisteminde yazı işleri
müdürü esas fail ile birlikte cezalandırılmamakta, fail ~ıı za- .•~•~~~"'"

man sorumlu tutulmaktadır. Dönemsel olmayan yayınlarda ise, genellikle


"eser sahibi-naşir-tabi-dağıtan''basamaklarına göre sorumluluk saptan-
maktadır. Yani bu basamaklardan birinde sorumlu bulunduğu sürece di-
ğer basamaklardaki kişilerin cezalandırılması olanağı yoktur42 .

Asıl
suçluyu cezalandırması hedefini izlemesi bakımından yararlı gö-
rülen bu sistem de "kusursuz ceza olmaz" ilkesine aykırılığı sonuçladığm­
dan, eleştirilere uğramıştır43 .

4
° Fransız sistemi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk.: Yukarıda & 2. B. IV, b, bb, aaa.
41
LÖFFLER, II, s. 380; TOSUN, s. 181.
42
GRÜTTER, s. 33 ve son; LÖFFLER, II, s. 380.
43
Bkz.: TOSUN, s. 182; LÖFFLER, II, s. 380; ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumlu-
luğu, s. 57-58.
286 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

cc) Taksirden doğan sorumluluk sistemi

Basın suçlarından sorumlulukta faillerin taksirli hareketlerini ara-


yan bu sistem ilk kez 12.5.1851 tarihli Prusya Basın Kanunu tarafından
uygulanmıştır. Bu kanuna göre, basın suçu faillerinin veya şeriklerin ka-
sıtlı davranışlarından dolayı cezalandırılmamaları halinde, yayın faaliye-
tine katılan kişilerin taksirli hareketlerine bakılarak, bunlara esas suçun
cezasından daha hafif bir ceza verilmekte idi44 •

Bugün Alman Federe Devletleri Basın Kanunları ile Avusturya Basın


Kanununun basın suçlarında genel sorumluluk sistemi ile birlikte uygu-
ladıkları bu sistemin esası "mesleki taksir"e dayanmaktadır. Şöyle ki, ister
dönemsel olsun ister dönemsel olmasın her tür yayın faaliyetinde bazı ki-
şilere yasalar birtakım yükümlülükler yüklemişlerdir. Bu yükümlülükler-
den biri "basılmış eseri suç unsurlarından arındırma yükümlülüğü"dür.
Dönemsel yayınlarda yazı işleri müdürü, dönemsel olmayan yayınlarda
ise naşir basılmış eserin suç unsurlarını içermemesi için ellerinden gelen
tüm dikkat ve özeni göstermek zorundadırlar. Bu dikkat ve özen ödevi
onların mesleklerinin doğal bir sonucudur. Dikkat ve özen ödevini savsak-
lamalarından dolayı suç teşkil eden basılmış eserler yayınlanırsa, eserin
türüne göre, ya yazı işleri müdürü veya naşir bu hareketlerinden sorumlu
olurlar. Fakat bu kişilerin sorumlulukları taksirlerine dayandığından, sis-
temi uygulayan kanunlar bunlar için esas suçun cezasından daha hafif bir
ceza öngörmüşlerdir.

c) Karma sorumluluk sistemleri

aa) Genel sorumluluk - kanuni sorumluluk karması sistem


Alman İmparatorluk Basın Kanununun 20 ve 21. paragraflarının dü-
zenlediğibu sisteme göre, bir basın suçu işlendiği takdirde sorumluluk ge-
nel ceza kanununun sorumluluk esaslarına dayanılarak saptanır. Ancak
dönemsel yayınlar söz konusu ise, yazı işleri müdürlerinin suç faili olarak
cezalandırılmaları kuraldır. Yazı işleri müdürlerinin bu sorumluluktan
kurtulabilmeleri için somut olayın sorumluluğu kaldıracak özel koşullan
içermesi gerekir. Özel koşulların sonucu olarak esas suçtan sorumlu tutu-
lamayan yazı işleri müdürü bu kez dikkat ve özen gösterme ödevine aykırı
davranışından dolayı daha hafif bir ceza ile cezalandırılabilmektedir.

Alman İmparatorluk Basın Kanununun bu sistemini Federe Devlet-


lerin yeni Basın Kanunları kaldırarak, yerine genel sorumluluk-taksir so-
rumluluğu karması sorumluluk sistemini koymuşlardır.

44
LÖFFLER, II, s. 381.
BASIN REJİMİ 287

bb) Genel sorumluluk - taksir sorumluluğu karması sistem

Bugün Federal Almanya ile Avusturya'da uygulanan bu sistem gere-


ğince, dönemsel ve dönemsel olmayan yayınlarla işlenen suçlarda faillerin
sorumlulukları genel ceza kanunlarının öngördüğü kurallara göre sapta-
nır. Bu konuda faillerin sıfatları rol oynamaz. Basın suçunun işlenmesine
katılan herkes, ister eser sahibi veya yayımcı olsun, ister yazı işleri mü-
dürü veya dağıtan olsun eylemlerinin niteliğine göre ceza kanunlarının
öngördüğü cezalarla cezalandırılır.

Genel sorumluluk esaslarını böylece saptayan bu kanunlar bazı kişi­


ler bakımından taksirden doğan sorumluluğu da öngörmüşlerdir. Meslek-
lerinin gereği olan dikkat ve özen ödevini savsaklamadan sorumlu
tutulan bu kişiler, dönemsel yayınlarda yazı işleri müdürü, dönemsel ol-
mayan yayınlarda ise yayımcıdır. Yazı işleri müdürü ve yayımcının taksir-
li davranışlarından dolayı cezalandırılabilmeleri için önkoşul, esas suçun
faili olmamaları veya bu suça iştirak etmemiş bulunmalarıdır. Esas suç-
tan sorumlu tutulabilen bu kişilerin ayrıca taksirlerinden dolayı cezalan-
dırılmaları olanaksızdır 45 .

1- Tarihsel gelişim 46

Osmanlı imparatorluğu döneminde basma ilişkin ilk metnin Matbuat


Nizamnamesi olduğunu daha önce belirtmiştik47 . Bu nizamnamenin so-
rumluluk sistemini düzenleyen 7. maddesi, basın suçundan sorumluluğu
eser sahibi ile birlikte «ol nüshayı imza eden gazeteciye» yüklemiştir. An-
cak eser sahibinin sorumlu tutulabilmesi için yayınlanan yazı veya resim-
de imzasının bulunması gerekli görülmüştür. Yazı veya resim imzalı değil­
se sadece gazeteci sorumlu tutulmaktadır. Böylece, bu nizamname birlikte
sorumluluk esasını koymuş ve anonim nitelikteki yayınlarda gazeteciyi
sorumlu tutmakla yetinmiştir.

1864-1909 yılları arasında yürürlükte kalan Matbuat Nizamna-


me-sinden sonra yürürlüğe giren 1909 tarihli Matbuat Kanununun 11.
maddesi ise dönemsel yayınlarda sorumlulukla ilgili şu hükmü içermekte
idi: «Gazetelerde resaili yevmiye ve mevkutenin münderecatından te-
rüttübedecek mücazatı kanuniye evvela müdürü mesul veya mümessile, sa-

45
Bu sistem hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: LÖFFLER, II, s. 369 ve son SCHEER, s.
332 ve son.
46
Bu konuda bkz.: DÖNMEZER, Matbuat Suçları, s. 108 ve son.
47
Bkz.: İkinci Bölüm, §2, A, I.
288 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

niyen makale zirinde imzası bulunan sahibi makaleye, salisen matbaacıya,


rabian bayi ve müvezzilere aittir. Ancak bu muhtelif derecattaki eşhastan
her derecedekiler hakkında takibi dava imkansız kalmadıkça ondan son-
raki derecedekiler hakkında ikamei dava edilemez. Yalnız sahibi makale ve
bir de (müdürü mesulden gayri bir şahıs olduğu halde) mümessil hakla-
rında daima faili müşterek muamelesi ifa olunur. Zarar ve ziyan mahku-
miyetlerinden gazete ve risale sahibi mesuldür.» Bu maddeden anlaşılacağı
üzere, 1909 ~atbuat Kanunu dönemsel yayınlarla işlenen suçlarda basa-
maklı sorumluluk sistemini öngörmüştür. Yani kanuna göre, üst basamak-
taki kişilerin sorumlu tutulabilmeleri durumunda diğer basamaktakilerin
cezalandırılmaları olanaksızdır. Ancak kanun mümessil ile makale salıibi
yönünden bu sistemden ayrılmış ve bunların birlikte sorumlu olacaklarını
kabul etmiştir.

1909 Matbuat Kau.unundan sonra Cumhuriyet Döneminde çıkarılan


ilk basın kanunu olan 1931 Matbuat Kanunu'nun 27. maddesi de, önceki
kanun gibi, sadece dönemsel yayınlarla işlenen suçlara ilişkin sorumlu-
luğu düzenlemiş, dönemsel olmayan yayınlar ise genel ceza kanununun
hükümlerine bırakılmıştır. 1938 yılında 3518 sayılı Kanunla değiştirilen
bu madde, yazarların kendi imzalarını taşıyan yazılardan ve ressamların
da imzalarıyla çıka_n. resimlerden dolayı gazete sahibi ve «umumi neşriyatı
idare eden» ile birlikte Ceza Kanununun iştirak kurallarına göre sorumlu
tutulacaklarını öngörmüştür. Bundan başka, aynı maddeye göre, gazete
veya derginin salıipleri ile yazı işleri müdürleri, takma ad veya remizli
imza ile ya da imzasız olarak yayınlanan yazıların yazarlarının kimler
olduğunu mahallin en büyük mülkiye amirinin veya C. Savcısının isteği
üzerine bildirmekle yükümlü olup, bu yükümlülük yerine getirilmediği
takdirde gazete veya dergi mahkemeden alınacak kararla kapatılabilece­
ği gibi, aynı zamanda ilgililer üç aydan az olmamak üzere hapis cezası ile
cezalandırılırlar. Görülmektedir ki, 1931 Matbuat Ka_n.unu bir yandan ka-
nunilik sistemine dayanarak sorumlulukları birlikte sorumluluk şeklinde
düzenlerken, diğer yandan iştirak kurallarının uygulanacağım öngörmek
suretiyle, bu açıdan genel sorumluluk sistemine yaklaşmıştır. Kanunun
diğer bir özelliği ise anonimlik hakkını reddetmesidir.

15.7.1950 tarihinde kabul edilerek 24.7.1950 tarihinde yürürlüğe


giren 5680 sayılı Basın Kanununun 16. maddesi ilk şeklinde, maddenin
8.5.1979 tarihli ve 2231 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki esaslarını
içermekte idi. Fakat maddenin bu orijinal şekli 1956 yılında 6733 sayı­
lı Kanunla değiştirilerek, basın özgürlüğüne ters düşen antidemokratik
bir görünüm içine sokulmuştur. Bu değişikliklerden başlıcaları, diğer so-
rumlularla birlikte «haber, havadis veya vesikaları» verenlerin de sorum-
lu tutulmaları, a_nonimlik hakkının kaldırılması, yazı işleri müdürlerinin
BASIN REJİMİ 289

sorumluluktan kurtulma olanaklarının tamamen yok edilmesi ve böylece


objektif sorumluluk esaslarının uygulanması ve basın suçlarından dö-
nemsel yayın sahiplerinin de sorumlu tutulmalarıdır. Basın özgürlüğü­
nün kullanıLmasını fiilen olanaksızlaştıran bu hükümler 27 Mayıs 1960
hareketinden sonra 143 sayılı Kanunla kaldırılarak 16. madde eski şek­
line döndürülmüştür. 1979 yılında 2231 sayılı Kanunla yapılan değişikli­
ğe kadar uygulanan 16. maddenin orijinal şeklinin ve 143 sayılı Kanunla
yapılan değişikliğin öngördüğü ceza sorumluluğu şöyledir : «Basın yolu ile
işlenen suçlardan dolayı ceza sorumluluğu : 1 - Mevkutelerle işlenen suç-
larda, suçu vücuda getiren yazıyı yazan veya resmi yapan kimse ile beraber
bu mevkutenin ilgili sorumlu müdürüne terettüp eder. 2 - Mevkutelerde
müstear adla veya imzasız yahut remizli imza ile yayınlanan veya resim
sahiplerinin adlarını sorumlu müdür bildirmeye mecbur değildir. Ancak
suç teşkil eden yazı veya resim Türh Ceza Kanunun 2'nci hitabının l'inci
babının l'inci faslında yazılı cürümlerle taallüh ediyorsa, sorumlu müdür
bunların sahiplerinin açılı kimliklerini, istek tarihinden itibaren 24 saat
içinde Cumhuriyet Savcılığına bildirmeye mecburdur. 3 - Sorumlu müdür
suç teşlıil eden haber, vesika veya yazıyı bu mahiyetini bilmeden yayınla­
mış ise bunların sorumluluğu yalnız haber, beyan ve vesikayı verene veya
yazıyı yazana aittir. Sorumlu müdür mevkutenin sahibi tarafından rıza­
sına aykırı olarah yayınlanan yazı veya resimlerden sorumlu değildir. Bu
takdirde ceza sorumluluğu yazı ve resimleri yayınlatana aittir. 4 - Mevku-
te tarifine girmeyen basılmış eserlerle işlenen suçlarda ceza sorumluluğu
suç teşkil eden eserin müellif, muharrir, mütercim veya tersim edenine, fail
belli olmadığı veya bu kimse aleyhine Türh mahhemelerinde dava açılama­
dığı veya kendisinin bilgi veya muvafakati dışında yayınlandığı hallerde
naşire ve naşir de belli olmazsa, tabie, bu da bilinmediği takdirde bilereh
satana, dağıtana aittir.»

16. madde, 1979 yılında 2231 sayılı Kanunla değiştirilerek sorumlu


müdürler için verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların beher· günü 100 lira-
dan hesap edilmek üzere para cezasına çevrilmesi ve bu kişiler hakkında
emniyet gözetimi altında bulundurma cezasının uygulanmaması öngö-
rülmüştür. Böylece, bu sistem yazı işleri müdürleri hakkında sadece para
cezasının uygulanabilmesine olanak vermek suretiyle ceza sorumluluğu
açısından ilginç bir esas getirmiştir. Gerçekten, bir yandan yazı işleri mü-
dürlerinin diğer kişilerle birlikte sorumlu olacakları kabul edilirken, diğer
yandan ceza yönünden fark yaratılmıştır; dönemsel yayınla işlenen suçun
cezası ne olursa olsun yazı işleri müdürlerine ancak para cezası uygulana-
bilecektir. Aşağıda açıklayacağımız üzere, bu sistem de, değişiklikten ön-
ceki sistem gibi, yazı işleri müdürlerinin ceza sorumluluklarının hukuki
esasına uygun değildir. Kanımızca, Alman Federe Devletleri ve Avusturya
Basın Kanunlarının yaptığı gibi, yazı işleri müdürlerinin taksirden doğan
290 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sorumluluklarına dayanan özel bir suç öngörülerek sorunun çözümlenme-


si yoluna gidilseydi çok yerinde olurdu.

2231 sayılı Kanun 16. maddede sözünü ettiğimiz değişikliği yaparken,


dönemsel olmayan yayınlarda yazı işleri müdürlerinin paralelinde bulu-
nan naşirlerin durumunu dikkate almamıştır. Yani, dönemsel yayınlarda
yazı işleri müdürleri para cezası ile cezalandırılırken, dönemsel olmayan
yayınlarda naşirlerin hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmalarına de-
vam edilmiştir. Böyle bir farklılığın yaratılmasının nedenini açıklamak
olanağı yoktur. Bizce, dönemsel olmayan yayınlarda naşirlerin sorumlulu-
ğunun da taksirden doğan sorumluluk esasına dayandırıhnası ve bu şekil­
de naşirlerin suç teşkil eden yayınları ayıklama yükümlülüklerini yerine
getirmemelerinden dolayı sorumlu tutulmaları gerekirdi.

2231 sayılı Kanunun yaptığı diğer bir değişiklik anonimlik hakkı yö-
nünden olmuştur. Şöyle ki, Türk Ceza Kanunun 2. kitabının 1. babının
1. faslında yazılı suçlara ilişkin olarak önceki metnin anonimlik hakkına
koyduğu sınırlamayı kaldıran kanun, bu durumda sorumluluğun yayım
unsurunu gerçekleştiren sorumlu müdüre ait olduğunu belirtmiştir.

BasınKanununun 16. maddesi son olarak 10.11.1983 tarihli ve 2950


sayılıkanunla değiştirilmiş ve 11.5.1988 tarih ve 3445 sayılı kanunla da
son fıkra eklenmiş ve böylece kendine özgü bir özel sorumluluk rejimi ku-
ruhnuştur.

Yine özel bir sorumluluk rejimi diyebileceğimiz bir sistemi öngören


5137 sayılı yeni Basın Kanununun 11. maddesini aşağıda açıklayacağız.

2- Basın düzenine ilişkin suçlarda sorumluluk

Basın suçu kavramını incelerken belirttiğimiz gibi, basın suçlarının


bir grubunun «Basın Düzenine Karşı Suçlar» oluşturmaktadır. Bu suçla-
rın, «Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suçlar»dan farkı, basının idari dü-
zeninin sağlanması amacının ürünü olmaları ve sorumluluk yönünden
başka esaslara dayanmalarıdır. Yani bu tür suçlarda kanunlar özel so-
rumluluk sistemini uygulamamakta ve basın düzenini bozucu davranışta
bulunan kişinin cezalandırılması ile yetinerek genel sorumluluk kuralları
içinde kalmaktadırlar48 .

48
ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 135; ÖZEK, Türk Basın Hukuku,
s. 527-528. Yargıtay ise, basının idari düzeninin sağlanması amacı ile ilgili bulun-
mayan ve bu nedenle bizce «Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suçlar» dan olan eski
Basın Kanunun 30. maddesindeki suçu «Basın Düzenine Karşı Suç» saymıştır: «Ey-
lem - Basın Kanunu 30. madde- basın yoluyla işlenen suç niteliğinde değil, basın za-
bıtası suçu niteliğinde olmasına karşın sanık hakkında 5680 sayılı Kanunun 16/1.
BASIN REJİMİ 291

Basın Kanunumuzun sisteminin yeknesak olduğu söylenemez. Ka-


nunumuz, işlenen suça ve yayımın türüne göre farklı kişileri sorumlu
tutmaktadır. Basın Kanunumuza göre, cevap ve düzeltme yazısının ya-
yınlanmaması halinde Kanun'un 14. maddesi uyarınca sorumlu tutulup
cezalandırılan kişiler, "sorumlu müdür" ve "sorumlu müdürün bağlı oldu-
ğu yetkili"dir. Keza kanımızca basın düzenine karşı suçlardan olan bir dö-
nemsel yayında yayımlanan haber, yazı ve resimlerin yeniden yayım hakkı
saklı tutulmuş olmasına rağmen, dönemsel yayın sahibinin izni olmadan
yayımlamak suçunda (m. 24/2), izin alma yükümlülüğü sorumlu müdüre
ilişkin olduğu için, sorumlu tutulacak olan da odur. Diğer taraftan, zorun-
lu bilgileri basılmış eserde göstermeme suçu açısından dönemsel yayın­
larda sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu
tutulurken, dönemsel olmayan yayınlarda ise yayımcı ile basımcı (m. 15),
durdurulan yayına devam etmek suçunda yayın sahibi, sorumlu müdür
ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili (m. 16) ve nihayet Basın Kanu-
nu'nun 10. maddesine göre teslim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi
halinde ise bu konuda yükümlü olan basımcı sorumlu tutulacaktır (m. 17).

3- Özel sorumluluk rejimi

a) Dönemsel yayınlarda ceza sorumluluğu

Basın Kanununun 11. maddesinin 2. ve 3. fıkraları dönemsel yayın­


larda ceza sorumluluğunu düzenlemektedir49 . 2. fıkraya göre, dönemsel
yayınlar yoluyla işlenen suçlardan "eser sahibi" sorumludur. Görüldüğü
üzere, basın yoluyla işlenen suçta ana kural olarak eser sahibi ile birlikte
sorumlu müdürü de sorumlu tutan 5680 sayılı Kanun'un hükümlerinden
(ın. 16) farklı olarak, yeni Basın kanunumuzun kabul ettiği sistem uyarın­
ca basın suçunun asli faili eser sahibidir. Basın Kanunu'nun kabul ettiği
bu yeni sistem, ceza sorumluluğu açısından genel kuralda._n ayrılmamakta
ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ve üçüncü kişinin eyleminden sorumlu-
luk olmaz ilkelerine (temel kural ve ilk basamaktaki sorumluluk açısın­
dan) uygun bir sistemi benimsemektedir.
Eser sahibi yazıyı veya resmi fikren meydana getiren ya da eserin
hazırlanması için gerekli fikri malzemeyi sağlayan kişidir 50 . Böyle bir ki-
şinin basın suçlarından sorumlu tutulması genel sorumluluk kurallarına
uygundur. Çünkü, ceza hukukunda suç olan eylemi bilerek ve isteyerek

maddesinin uygulanması Yasaya aykırıdır.» (Yargıtay 7. CD. 9.2.1982, E 408/K, 374;


YKD., Ekim 1982, Sayı: 10; s. 1482).
49
Belirtelim ki, 11. maddenin son fıkrası gereğince, kanımda aranan koşullara uyul-
maksızın yayınlar hakkında da bu hükümler uygulanır.
50 ERMAN-ÖZEKm.16, no. 4.
292 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yapan kişi sorumlu tutulduğuna göre, basın suçunu oluşturan yazıyı veya
haberi yazan ya da resmi veya karikatürü yapan eser sahibine sorumlu-
luk yüklenmesi doğaldır51 . Bu sorumluluk sübjektif bir temele oturmak-
tadır52. Basın Kanununun 11/2. maddesi eser sahibinden sözetmemiş ol-
saydı dahi, ceza sorumluluğunun genel kuralları yine bizi bu kimsenin
sorumlu tutulması sonucuna götürecekti 53 • Fakat kanun bu konuda ortaya
çıkabilecek kuşkuları önlemek için, eser sahibinin sorumluluğuna işaret
etmek gereksinimini duymuştur.

Eser sahibinin sorumluluğu ceza sorumluluğu kurallarının doğal bir


sonucu olmakla beraber, basın özgürlüğünü ve basın hukukunun özellikle-
rini dikkate alan Ka_nun Koyucu, yazıyı yazanın veya resmi yapanın bazen
sorumluluktan kurtulmasına olanak vermiştir. Bu olanak, Basın Kanu-
nu'nun 11/3. maddesinde ve eser sahibinin çeşitli nedenlerden dolayı bel-
li olmadığı, yargılanamadığı, cezalandırılamadığı veya verilecek cezanın
önceki mahkumiyet dolayısıyla eser sahibinin cezasına etkili olmayacağı
durumlarda, yayım dolayısıyla eser sahibi dışındaki bazı kişilerin sorum-
lu tutulacağım düze:rıJeyen hükümde üstü örtülü biçimde ifade edilmiştir.
Öğretide "anonimlik hakkı" şeklinde isimlendirilen bu durum, maddede
"eser sahibinin belli olmaması" olarak açıklanmıştır.. Bu hüküm nedeniy-
le, sorumlu müdür, müstear adla veya imzasız veya remizli imza ile ya-
yımlanan yazı, haber veya resim sahibinin kimliğini açıklamak zorunda
değildir. Böylece, ''yayınlanan bir yazıyı yazanın veya resmi yapanın bulu-
nan imzalamaya mecbur tutulmaması ve dönemsel yayında imzasız veya
remizle yahut takma adla yayınlanan bir yazının veya resmin sahibinin
öğrenilememesi için hiç kimseye baskı yapılamaması" şeklinde tanımla­
nan54 anonimlik hakkım kullanan bir eser sahibi, yayınlanan yazısı veya
resmi suç olsa da.hi sorumlu tutulamayacaktır. Bununla birlikte, eser sa-
hibinin belli olmaması hallerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, ge-
nel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı
olduğu yetkili sorumlu olur. Dolayısıyla bu gibi hallerde, 11. maddenin
2. fıkrasındaki hükme bakılmaksızın, bu yayımdan kaynaklanan sorum-
luluk sorumlu müdür ve onun bağlı olduğu yetkiliye ait olacaktır ki, bu
düzenleme eser sahibinin isminin açıklanması açısından sorumlu müdür

51 «Yazı sahibinin bilgisi dışında sorumlu müdürün talimatı ile neşir durumunda yazı
sahibinin beraatine karar verilmesi gerekir.» (Yargıtay 9. CD., 13.4.1994, E.1262/K
1980; Yenisey-Özel, s. 11).
52
DÖNrvIEZER, 8.-ERMAN, S.: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt: II, Yedinci Bası,
İstanbul 1981, s. 364.
53 ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 137; HANTZSCHEL, s. 145; LÖFF-
LER, II, s. 373.
54 Bkz. DÖNMEZER, Basın, s. 383.
BASIN REJİMİ 293

ve onun bağlı olduğu yetkiliyi baskı altına alına olanağım vermektedir.


Hatta 5680 sayılı Basın Kanunu bu gibi hallerde sadece sorumlu müdürü
eser sahibi gibi sorumlu tutarken, yeni Basın Kanunu bu olasılıkta sadece
sorumlu müdürü değil, sorumlu müdür ve onun bağlı olduğu yetkilinin
sorumlu olduğunu düzenleyerek bu baskıyı daha da artırmış ve eser sa-
hibinin isminin açıklanması olasılığını kuvvetlendirerek anonimli.1,. hak-
kının sağladığı güvenceyi zayıflatmıştır. Her ne kadar, 11. maddenin 3.
fıkrasının son cümlesinde ''Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu
müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması
halinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir" biçiminde bir hü-
küm sevk edilerek, belirtilen sakınca belirli ölçüde hafifletilmiş ve sübjek-
tif sorumluluk temeline kaydırılmış ise de, bu son olasılık dışında kalan
hallerde, sorumlu müdür ve bağlı olduğu yetkili üzerindeki yaptırım bas-
kısı anonimlik hakkını sınırlayıcı bir hükümdür.

Dönemsel yayınlarla işlenen basın suçlarında


Kanunun sorumlu gör-
düğü diğer kişi yazı işlerimüdürü (sorumlu müdür)'dür. Yazı işleri müdü-
rüne bu sorumluluğun yüklenmesinin nedenini bu kişinin dönemsel yayın
faaliyetine ilişkin fonksiyonunda aramak gerekir. Daha önce belirttiğimiz
gibi 55 , sorumlu müdürün esas fonksiyonu dönemsel yayının her nüshasını,
yayından önce kontrol ederek, suç teşkil edebilecek yazı ve resimlerden
arındırmaktır. Bu fonksiyon, redaksiyon işleminden baskı ve yayın hare-
ketlerine kadar bütün dönemsel yayın faaliyetini kapsar. Nitekim, kanun
koyucu bu nedenle, Basın Kanunu'nun 5/1. maddesinde "Her dönemsel
yayında bir sorumlu müdür bulunur. Sorumlu müdür, birden fazla ise
her birinin sorumlu olduğu bölüm belirtilir." ve yine aynı maddenin son
fıkrasında "Sorumlu müdürün Türkiye Büyük 1'v1illet Meclisi üyesi olma-
sı halinde sorumlu müdürlüğü üstlenmek üzere müdür yardımcısı tayin
edilir. Sorumlu müdür için bu Kanunda yer alan hükümler, sorumluluğu
üstlenen yardımcı için de geçerlidir." diyerek bu fonksiyona özellikle işaret
etıııiştir.

Yazı işleri
müdürü, kontrol yetkisinin sonucu olarak, suç niteliğinde
gördüğü yazı ve resimlerin yayınlanmasını «veto» edebilir. Bu hak sorum-
lu yazı işleri müdürlüğü mesleğinin niteliğinden doğar ve eser sahibine,
genel yayın müdürüne ve hatta dönemsel yayın sahibine karşı da kullanı­
labilir. 11. maddedeki sorumluluk rejiminin işlemesini sonuçlayan bütün
suçlarda dönemsel yayının sorumlu müdürü veto hakkından yararlanarak
kontrol yet:kisini yürütür. Kanun sorumlu müdürlere bu yetki ve haklan
verirken aynı zamanda onlara bir ödev de yüklemiş olmaktadır. Bu ödev,
kontrol fonksiyonunu «dikkat ve özenle» gerçekleştirmektir. İşte, yazı işleri

55 Bkz.: § 2, B, IV, 2, b, bb, dd.


294 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

müdürü, mesleğinin gereği olan bu ödevi savsaklarsa ve bunun sonucunda


suç teşkil eden bir yazı veya resmin yayınlanmasını önlemezse, sorumlu
tutulacaktır.

Federal Almanya ve Avusturya gibi «tahsirden doğan sorumluluh sis-


temi»ni uygulayan ülkelerde, yazı işleri müdürünün sorumluluğunun ni-
teliği göz önünde tutularak, bu konuda ayrı bir suç öngörülmüş ve sorum-
lu müdüre bu suçun cezasanın verilmesi ile yetinilmiştir. Yani bu sistemde
sorumlu müdür yayının içerdiği suçtan değil, fakat taksirli davranışından
sorumlu tutulmaktadır.

5187 sayılı Basın


Kanunu ise önceki Basın Kanununda olduğu gibi
yazı işlerimüdürünün gördüğü fonksiyonunun hukuki sonucu olan «tah-
sirden doğan sorumluluk» sistemini izlememiş ve sorumlu müdürü de ya-
yınla işlenen suçun asli faili saymıştır. Ancak burada özellikle belirtilmesi
gereken bir husus, 5680 sayılı Kanun'dan farklı olarak, yeni Basın Ka-
nunu sorumlu müdürün sorumluluğunu eser sahibiyle birlikte doğan bir
sorumluluk olarak düzenlememiştir. Sorumlu müdür ve yayın yönetme-
ni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün
bağlı olduğu yetkilinin sorumlulukları, yedek ve ikincil bir sorumluluk
olarak düzenlenmiştir. Sorumlu müdür ve bağlı olduğu yetkilinin sorum-
luluğunun doğabilmesi için, eser sahibinin beli olmaması, (bir anlamda
anonimlik hakkının kullanılması) veya yayım sırasında ceza ehliyetine
sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye'de
yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan
dolayı kesin hükümle mahkum olduğu cezaya etki etmemesi gerekmekte-
dir (m. 11/3).

Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta, 5680 sayılı Ba-
sın Kanunu'nda sorumlu müdürler hakkında hürriyeti bağlayıcı ceza uy-
gulaması mümkün olmadığı halde, yeni Basın Kanunu'nda bu tür bir özel
hükme yer verilmediği için, sorumlu müdürler hakkında da hürriyeti bağ­
layıcı cezaya (hapis cezasına) hükmedilme olanağı yaratılmıştır. Her ne
kadar Basın Kanunu'ndaki suçlar açısından sadece para cezası öngörül-
müş ise de, basın yoluyla işlenen ve diğer mevzuatta düzenlenmiş suçla-
ra ilişkin hapis cezasının bulunduğu ve sorumlu müdürler açısından yeni
Basın Kanunu'nda daha önceki mevzuatımızda olduğu gibi ayrık-istisnai
bir düzenlemeye yer verilmediği gözden kaçırılmamalıdır.

Yazı işleri müdürlerinin ceza sorumlulukları bakımından diğer önem-


li bir sorun, 11. maddenin sistemi içinde bu kişiler sorumlu tutulurken
suçun kusurluluk unsurunun ne şekilde belirleneceğidir. Diğer bir deyişle,
yazı işleri müdürünün ceza sorumluğunun sübjektif esaslara bağlanabi­
lip bağlanamayacağı sorununun çözümlenmesi gerekir. Kanımızca, çeşit-
BASIN REJİMİ 295

li olasılık.lan
dikkate almak suretiyle bu konuda bir sonuca varılmalıdır:
Şayet somut olayda, sorumlu müdürün bilerek ve isteyerek suç unsurları­
nı içeren yayını gerçekleştirdiği saptanabiliyorsa, esasen kasten hareket
ettiği için bir problemle karşılaşılmaz. Bu durumda, sorumlu müdürü_n
eser sahibi ile birlikte işlenen suçtan sorumlu tutulacağı doğaldır. Buna
karşılık, yazı işleri müdürünün kasten hareket etmemesine karşın, dikkat
ve özen görevini savsaklayarak suç olan yayım engellememişse, davranışı
taksirlidir. Yeni Basın Kanunu eser sahibinin cazalandınlamaması duru-
munda taksirli davranış içinde bulunan yazı işleri müdürünü yayın yoluy-
la işlenen kasıtlı suçtan sorumlu tutmakta ve eser sahibine aynı cezanın
yazı işeleri müdürüne uygulanmasına olanak vermektedir 56 .

Yeni Basın Kanunu, buradaki sorumluluğun kusursuz sorumluluk ol-


masını bir bakıma önlemek için, 11. maddenin 3. fıkrasmın son cümlesin-
de "Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu
yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması bundan doğan
sorumluluk yayımlatana aittir" hükmüne yer vermiştir. Böylece, burada
ilk basamağı oluşturan eser sahibi ve ikinci basamağı oluşturan sorumlu
müdür ile onun bağlı olduğu yetkili kişinin cezalandırılmadığı bir durum-
da üçüncü bir sorumluluk basamağı yaratılarak "yayımlatanın" sorum-
luluğu öngörülmüştür. Kanun koyucunun bu un.u.uuc.., sorumlu müdür

ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili kişinin ceza sorumluluğunun


sübjektif niteliğini vurgulamak istediği ve bu kişilerin kontrol fonksiyon-
larının gereği olan veto hakkının yayımlatan kişiye karşı işlemez duruma
gelebileceğini dikkate alarak kusuru bulunmayan bu kişilerin sorumsuz-
luğuna işaret ettiği görülmektedir. Kanımızca, veto hakkının genel yayın
müdürüne karışı kullanılamaması halinde de aynı sonuca varmak ve bu
durumda yazı işlerini fiilen yöneten kimsenin genel yayın müdürü oldu-
ğunu kabul ederek, yayından bu şahsı sorumlu tutmak gerekmektedir. Bu
yorum ve uygulama tarzının, normatif düzenlemeye karşın, ceza sorum-
luluğunun şahsiliği ilkesine daha uygun düşeceği kanısındayız. Ancak, bu
durumda dahi yeni yasal düzenlemenin başkasının Lvscıau~vH ve başka­
sına uygulanacak cezadan sorumluluk niteliğinde bir değişiklik olmaya-
caktır.

Sorumlu müdürün dik..],Ç_at ve özen görevini yerine getirmemesi sonu-


cu yayınlanansuç niteliğindeki yazı ve resimlerin türü önemli değildir 57 .

56
Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgi ve buradaki sorumluluğun objektif sorumluluk
olup olmadığı hususundaki tartışmalar ve görüşümüz için Kitabımızın 5. basısına
bakılmalıdır.
57
«Suç mevzuu olan yazının ilandan ibaret bulunması mes'ul müdürün mesuliyeti-
ni bertaraf etmez» (Yargıtay 3. CD., 3.2.1953, E. 170/K. 1094; TIK., 1953, Cilt: I,
s. 593); « ... propagandası yapan sanığın konuşmasını sorumlu yazı işleri müdürü
296 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Haber niteliğindeki yazılarda


eser sahibi olan muhabirin cezalandırıla­
maması durumunda yazı ileri müdürü cezalandırılır. Basın yoluyla işle­
nen suçlarda olduğu gibi Basın Kanununun 19., 20. ve 21. maddelerindeki
yayın yasaklarında da durum böyledir. Keza yazı veya resme bir haber
ajansı bülteninin kaynak olması da yazı işleri müdürünün sorumsuzlu-
ğunu sonuçlamaz58 . Yazı işleri müdürü, yazının veya resmin kaynağı ne
olursa olsun, suç unsurlarını içermemesine dikkat etmek zorunluluğun­
dadır. Hatta, haber ajansının resmi veya yarı resmi nitelikte bulunması
ve bültendeki haberin gerçeğe uygunluğunu araştırmak olanağının olma-
ması yazı işleri müdürünü sorumluluktan kurtarmaz 59 . Ancak bütün bu
durumlarda yayının suç teşkil edip etmediğini saptarken basının fonksi-
yon ve görevlerini gözönünde tutmak ve basın özgürlüğünü zedeleyici bir
uygulamadan kaçınmak gerekir.

Yazı işleri müdürlerinin sorumluluğu konusunda bir kez daha be-


lirtelim ki, bu alanda ortaya çıkabilecek çeşitli sorunları ve bazı haksız
durumları engellemek için Alman Federe Devletleri ve Avusturya Basın
Kan.unlannda olduğu gibi yazı işleri müdürlerinin taksirden doğan so-
rum-luluklarına dayanan özel bir suç yaratılması zorunludur60 .

b) Dönemsel olmayan yayınlarda ceza sorumluluğu

Dönemsel olmayan yayınlardaki sorumluluk sistemi Basın Kanu-


nu-muzun 11. maddesinin 2., 4. ve son fıkralarında düzenlenmiştir 61 • Ba-
sın Kanunumuza göre, dönemsel olmayan yayınlar yoluyla işlenen suçlar-
dan kural olarak eser sahibi sorumludur (m. 11/2). Eser sahibinden kasıt,
eserin yazarı, çevireni, çizeni v.b.dir. Buradaki sorumluğun sübjektif esasa
dayalı olduğu kuşkusuzdur.

Ancak bazı durumlarda bu ilk basamaktaki kişi yerine kendi içinde


bir asli-yedek derecelendirmesi biçiminde ikinci basamaktaki kişi(ler)nin
sorumlu tutulduğu görülmektedir. Eser sahibinin belli olmaması veya ya-
yım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında ol-

bulundukları dergilerde yayınlayan sanıkların harehetleri de T. C.K 142. maddesine


uygun niteliktedir» (Yargı.tay 1. CD. 30.5.1973, E. 2622/K. 2210; İKİD, 1973, s. 2226).
58 Bkz.: LUDWIG, C.: Die Verantwortlichkeit des Redaktors für Agenturıneldungen
(Schweizerische Zeitschrift für Strafrecht, Heft/Fasc. 2, 1957, s. 196-197).
59 İsviçre Federal Mahkemesi de böyle bir olayda sanık yazı işleri müdürlerinin bu
yolda yaptıkları savunmayı kabul etmemiştir (Bkz.: LUDWIG, s. 195-196).
60 Bu konuda benzer bir yaklaşım için Bkz.: TOSUN, Ö.: Basın Suçlarında Ceza (Ceza
Hukulm ve Kriminoloji Dergisi, 1979, Sayı: 2, s. 10).
61 5680 sayılı Basın Kanunu'nun süreli olmayan yayımlara ilişkin sorumluluk sistemi
ve değerlendirmesi için Kitabımızın 5. basısına bakılmalıdır.
BASIN REJİMİ 297

ması nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser


sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkum olduğu cezaya
etki etmemesi hallerinde "yayımcı"; yayımcının belli olmaması veya basım
sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması
nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması hallerinde ise "basımcı" sorumlu
olacaktır. Görüldüğü üzere, bu belirlenen derecelendirme ve ikinci dere-
cedeki ikili basamak sistemi içinde, eser sahibi yerine yayımcı veya yu-
karıda belirtilen nedenler ve koşullarla basımcı eser sahibi gibi sorumlu
tutulmaktadır.

İkinci basamaktaki kişiler açısından dikkat edilmesi gereken iki


önemli husus vardır: Bunlardan biri, bir önceki basamakta yer alan kişi­
nin sorumluluğuna gidilebilmesi durumunda bir alt basamakta yer alan
kişinin sorumluluğunun söz konusu olmaması, yani alt basamaktaki kişi­
lerin sorumluluğunun kendisine nazaran üst basamaktaki kişiler açısın­
dan yedek-tamamlayıcı nitelikte olduğudur. İkinci husus ise, aynı derece
içinde yer alan ''yayımcı"mn sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için
öngörülen "veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı
kesin hükümle mahkum olduğu cezaya etki etmemesi" önkoşulunun "ba-
sımcı"mn sorumluluğunun doğabilmesi açısından bir önkoşul olarak dü-
zenlenmediğidir. Yani, basımcının sorumluluğuna gidilebilmesi için diğer
önkoşullann bulunmaması halinde, ayrıca yayımcı açısından "verilecek
cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkum ol-
duğu cezaya etki etmemesi" şeklindeki koşulun gerçekleşmesi aranmaya-
caktır.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Basın Kanunumuzun 11. maddesinin


son fıkrası hem dönemsel hem de dönemsel olmayan yayınlar açısından
ortak bir hüküm olup, bu hükme göre, Kanun'un 11. maddesinde suçun
işlendiği an ile dönemsel ve dönemsel olmayan yayınlardaki ceza sorumlu-
luğuna ilişkin hükümler, dönemsel ve dönemsel olmayan yayınlarda Basın
Kanunu'nda aranan koşullara uyulmaksızın yapılan yayınlar hakkında
da uygulanacaktır.

İlk basamakta bulunan sorumlu kişilerden biri "eserin yazarı, çevireni


veya çizeni"dir. Eserin düşünsel içeriğini gerçekleştiren "eser sahibi"nin
kendi eyleminden sorumlu tutulması sübjektif ceza sorumluluğu kural-
larının bir sonucudur 62 . 11. maddede eser sahibi ayrıca gösterilmeseydi
dahi, genel sorumluluk esaslarına dayanılarak bu kimsenin sorumlu tu-

62
Bkz.: ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 172. «Mütercimin, tercüme
ettiği eserdeki fikirleri kabul ettiğini ifade etmemesi, hatta önsözünde bu fikirle-
rin karşısında olduğunu beyan etmesi, kendisini suçluluktan kurtarmaz» (Yargıtay
CGK., 2.4.1973, E. 1-20/K. 311; İKİD., 1973, s. 2033).
298 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tulması sonucuna vanlabilecekti. Kanun, dönemsel yayınlarda olduğu


gibi, dönemsel olmayan yayınlarda da kararsızlığa düşülmemesi için eser
sahibinden de sözetmeyi yararlı görmüştür.
Yayımcı, yazı işlerimüdürlerinin fonksiyonunu dönemsel olmayan
yayınlarda gerçekleştiren bir kişi olması nedeniyle, eseri yayından önce
kontrol etmek ve suç teşkil edebilecek kısımlarım çıkarmak yükümlülü-
ğünü taşır. Yayımcı bu konuda gerekli dikkat ve özeni göstermediği takdir-
de, mesleğinin özelliğinden doğan bu yükümlülüğü savsaklamış olur. İşte
yazı işleri müdürü gibi, yayımcının sorumluluğunun esası budur. Yani,
yayımcı dikkat ve özen ödevini savsaklamasından doğan taksirli davranı­
şından sorumlu tutulan bir kimsedir 63 . Böylece, naşirin iştirak kuralları
dışında da sorumlu tutulması zorunluluğu bulunmaktadır. Fakat bu kişi
için uygulanacak cezanın taksirden doğan ceza sorumluğuna uygun bir
ceza olması gerekir. Yoksa bu şahsa, ta..ksirli davranışından dolayı, basıl­
mış eserle işlenen esas suçun cezası verilemez. Yeni Basın Kanunu ise,
bu gerçeği dikkate almayarak, yayınlatanın iştirak kuralları dışında da
esas suçtan sorumlu tutulmasını öngörmüş ve böylece kasıtlı bir suçtan
dolayı taksiri nedeniyle cezalandırma gibi genel kusurluluk ilkelerine ters
düşen bir durum yaratmıştır. Fakat ne olursa olsun, bize göre, yayımcının
sorumluluğunda taksirli bir davranışının bulunup bulunmadığını araştır­
mak ve taksirinin olmadığı sonucuna varılırsa bu kişiyi sorumlu tutma-
mak gerekir. Kanımızca, Kanunun «kusursuz ceza olmaz» ilkesine karşı
olduğunu kabul etmektense, yayınlatanı kasıtlı bir suçtan taksirinden do-
layı sorumlu tuttuğu sonucuna varmak ve böylece hiçbir kusuru olmayan
kimselerin cezalandırılmasını önlemek amaca daha uygundur. Ancak, 11.
maddenin 4. fıkrasının, sorumlu müdürlerden farklı olarak, yayınlatan­
ların sorumluluğunun sübjektif bir esasa dayandırıldığını kanıtlayacak
noktalardan yoksun olduğunu da belirtmek gerekir. Fakat bizce, buna
karşın, yayımcılık mesleğinin özelliklerinden çıkan verilere dayanarak,
yayımcının sorumluluğunun esasını hiç olmazsa taksire dayandırmak ve
en azından taksir şeklinde kusuru olmadığı takdirde, bu şahsı suç teşkil
eden basılmış eserden sorumlu tutmamak gerekir.
Dönemsel olmayan yayınlarda ikinci basamakta cezalandırılan kişi
"basımcı" yani eseri "basan" dır. Bu kimsenin dönemsel olmayan yayınla
işlenen suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için, kendisinden önceki basa-
maktaki eser sahibi ve yayımcının cezalandırılması olanağının bulunma-
ması gerekir. Fakat basın suçunun işlenmesi hususunda eser sahibinin ve
yayımcının eylemlerine katılmışsa, yani ortada iştirak kurallarının uygu-
lanmasına olanak veren bir durum varsa, 4. fıkradaki sırasını beklemeden
sorumlu tutulabilir.

63 Bkz.: LÖFFLER, II. 384; DÖNMEZER - ERMAN, Cilt: II, 7. Bası, s. 362.
BASIN REJİMİ 299

Kanımızca basımcının iştirak durumları dışında cezalandırılması


«kusursuz ceza olmaz» ilkesine aykırıdır. Çünkü bu kişinin görevi eseri
basmak ve çoğaltmaktan ibarettir. Bir araç durumunda bulunduğundan,
basımcıya basılmış eserin içeriğini inceleme ve basılmış eseri suç unsur-
larından arındırma görevi yüklenemez. Bu ödev dönemsel yayınlarda yazı
işleri müdürüne ve dönemsel olmayan yayınlarda da yayımcıya aittir. Böy-
le bir görevi olmayan basımcının yani matbaacının basılmış eserin dü-
şünsel içeriğinden sorumlu tutulması başkasının eyleminden sorumluluk
anlamına gelir ve sübjektif sorumluluk esasları ile bağdaşmaz. Kanunun,
dönemsel yayınların aksine dönemsel olmayan yayınlarda basımcıyı so-
rumlu görmesini haklı gösterecek hiçbir neden bizce yoktur. Bu kişiye bir
kurtuluş olanağının dahi verilmemiş olması, sorumluluğunun salt bir ob-
jektif sorumluluk olduğunu göstermektedir.
5680 sayılı
eski Basın Kanunu dönemsel olmayan yayınlarla işlenen
basın suçlarında üçüncü basamakta «satan ve dağıtan»'ı sorumlu tutmuş­
tu. Bu kişilerin sorumluluğu diğer basamaklarda sorumlu bulunamaması
halinde ortaya çıkmaktaydı. 2231 ve 2950 sayılı kanunlarla yapılan de-
ğişiklikten eski yasanın 16. maddesi satan ve dağıtanın bu eylemlerini
«bilerek» yapmalarını aramış ve bu nedenle burada ceza sorumluluğunun
sübjektif bir temele dayandığı savunulabilmişti. Bütün sorun bu sübjektif
temelin ne olduğunu saptama noktasında ortaya çıkıyordu. Bir görüş 6 4,
satan ve dağıtanın sorumluluğunun sübjektif temelinin kast olduğunu;
zira, «bilerek» kaydını koyan yasanın bu şekilde bunların cezalandırılması
için kasten hareket etmiş olduklarının kanıtlanmasını istediğini, sattık­
ları veya dağıttıkları basılmış eserin suç teşkil ettiğini bilmiyorlarsa bu
kişilerin cezalandırılamayacağını savunmaktaydı. Ancak, yine bu görüşe
göre, satan ve dağıtan kasıtlı hareketlerinden sorumlu tutulmakla bera-
ber, haklarında uygulanan ceza başkasının eyleminin sonuçladığı suçun
cezası olduğu için, buradaki sorumluluk sübjektif sorumlulukla objektif
sorumluluğun karışımıydı. Diğer bir görüş ise 65 , «bilerek» kaydının «sat-
mak» ve «dağıtmak» hareketlerine ilişkin olduğunu kabul ederek eserin
içeriğinin satan ve dağıtan tarafından bilinmesinin gerekli olmadığım ile-
ri sürüyordu. Böylece bu görüş yönünden, failin yayım gerçekleştirmek
iradesi ile hareket etmesi sorumluluğun kabulü için yeterli sayılıyordu.
Bu konuda biz ise, kitabımızın birinci basısında şu görüşü savunmuştuk
: «Kanımızca, satan ve dağıtanın sorumluluğuna ilişkin «bilerek» koşulu­
nun sırf dağıtmak ve satmak hareketlerine yönelik sayılması olanaksızdır.
Gerçekten bir basılmış eserin dağıtılmasının veya satılmasının iradi ol-
mayan bir hareketle gerçekleştirilmesi düşünülmeyeceğine göre, sözü geçen

64
DÖNMEZER-ERMAN, 5. Bası, Cilt: II, s. 325; ERMAN-ÖZEK, s. 81; GÖLCÜKLÜ,
Haberleşme
Hukuku, s. 194.
65
ÖZEK, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, s. 175.
300 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

koşulun eserin muhtevasına ilişkin olduğu bizce kuşkusuzdur66 • Fakat bir


şeyin bilinmesi onun istenmesi anlamına gelemeyeceği içindir ki, sadece
«bilerek» kaydını kullanmış olan kanunun burada kasttan doğan sübjek-
tif sorumluluğu ifade etmek istediği söylenemez. Aslında bilme, bir şeyin
tasavvur edilmesi yani öngörülmesi demektir 67 • Bu nedenle, satan ve da-
ğıtan, basılmış eserin muhtevasının suç teşkil ettiğini öngördükleri hal-
de, eseri satmış veya dağıtmışlarsa sorumlu tutulacaklar, aksi takdirde
sorumlulukları kabul edilemeyecektir. Yani bir basılmış eserin muhteva-
sının suç teşkil ettiğini satan ve dağıtan öngörmemişlerse ve bu öngörü-
lebilecek nitelikte de değilse, sorumluluktan söz edilemez. Örneğin, bir
basılmış eserin kapağındaki yazı veya resimler, muhtevasının müstehcen
olduğu izlenimini veriyorsa ve buna karşın satma veya dağıtma hareketle-
ri yapılmışsa, satan ve dağıtan sorumlu olacaklardır. Buna karşılık, basıl­
mış eserin kapağından veya genel görünüşünden böyle bir sonuca varıla­
mıyorsa, satan ve dağıtanın sorumluluğu kabul edilemeyecektir. Böylece,
biz, Kanunun satan ve dağıtan yönünden taksire ve özellikle «öngörürlü
taksir»e 68 dayanan bir sorumluluk sistemi kurduğunu savunmaktayız.
Öyle sanıyoruz ki, «bilerek» kaydının bu biçimde yorumlanması, satan ve
dağıtanın sorumluluğunu objektif nitelikten kurtardığı gibi, eserin tüm
muhtevasını incelememiş olan, fakat suç teşkil ettiği izlenimine varan ve
buna karşın onu satan veya dağıtanın sorumluluktan sıyrılmasını önle-
mek yönünden yararlı olacaktır.»

5680 sayılı Basın Kanununun 16. maddesini değiştiren 2231 sayılı


Kanun madde metninden «bilerek» kaydını çıkardığı gibi, 2950 sayılı Ka-
nun da bu koşula yer vermemişti. Bu durum karşısında, satan ve dağıtan
bakımından yukarıdaki görüşü savunmaya artık olanak yoktu. Bu neden-
le, eski yasanın değişiklikten sonraki sisteminde satan ve dağıtanın so-
rumluluğunun objektif esaslara dayandığı açıktı 69 .

5187 sayılı yeni Basın Kanunu dönemsel olmayan yayınlar açısından


sorumluluk sistemini yukarıda belirtildiği şekilde kurmuş ve 5680 sayılı

66 Yargıtay da bir kararında «bilerek» sözcüğünün içeriğe ilişkin olduğunu açıklıkla


belirtmişti: «Maddenin son kısmında yer alan «bilerek» kelimesinden amaç, eserin
suç teşkil edip etmediğini bilmek olmayıp, münderecatına vakıf olmaktır. Bu du-
rumda, önemli olan, sanığın dağıttığını kendisinin de kabul ettiği bildirinin münde-
recatına vakıf olup olmadığının tesbitidir. Şayet vakıf ise, ondan sonra bildirinin suç
teşkil edip etmediğinin takdiri gerekir» (Yargıtay 9. CD., 6.5.1977, E. 1702/K. 1633;
YKD., Temmuz 1977, s. 1042-1043).
67 Bkz.: İÇEL, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, s. 187.
68 Bu kavram için bkz.: İÇEL, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumlu-
luk, s. 186 ve son.
69 Aynı görüş: DÖNMEZER-ERMAN, Cilt: II, 7. Bası, s. 363.
BASIN REJİMİ 301

Kanun'da bu tür yayımlarda basamaklı sorumluluk sisteminin son halka-


sında düzenlenen "satan" ve "dağıtan"ın sorumluluğunu öngörmemiştir.
Bunun sonucunda ise, doktrinimizde yoğun tartışmalara ve görüş ayrılık­
larına yol açan "bu kişilerin sorumluluklarının sübjektif bir esasa dayalı
olup olmadıkları" biçimindeki tartışmalar son bulmuştur.

4- Yargılama rejimi

a) Genel olarak
Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında, basın suçlarının yargılanması
yönünden iki sistemin bulunduğu görülür. Şöyle ki, basın suçlarından so-
rumluluğu genel kurallara bağlayan ülkelerde özel bir yargılama rejimine
gereksinim duyulmama_kta ve bunun sonucu olarak basın suçlarının sa-
nıkları diğer suçların sanıkları gibi yargılanmaktadır. İngiltere ile Ame-
rika Birleşik Devletlerini bu sisteme örnek gösterebiliriz. Buna karşılık,
basın suçlarını özel bir sorumluluk sistemi içinde cezalandıran ülkeler ise,
basının ve basın suçlarının özelliklerini dikkate alarak, yargılama rejimi
alanında da bazı özel hükümler koymuşlardır. Örneğin Fransa, İtalya70
ve Federal Almanya'da sadece basın suçlarında uygulanan özel yargılama
hükümleri vardır.

Basın suçlarında yargılamaya ilişkinözel hükümler koyan ülkelerde


özel yargılama esaslarına gereksinim duyulmasının nedeni, genel yargıla­
ma kuralları içinde basın özgürlüğünün tehlikeye düşmesini önlemek ve
bunun için ise yargılamada sür'ati sağlamaktır 71 .

Türk Basın Hukukunun tarihsel kaynaklarını incelediğimizde, aynı


gereksinimin ürünü olan özel usul hükümlerine raslarız. Gerçekten 1864
tarihli Matbuat Nizamnamesi gazeteler ile işlenen «cinayet ve cünha»
suçlarının yargılanmasını özel usul hükümlerine bağladığı gibi, 1909
Matbuat Kanunu da istisnai usuli hükümlerin «ceraimi matbuat» hak-
kında uygulanmasını öngörmüştür. Keza 1931 yılında kabul edilen Mat-
buat Kanunun 54-64 maddelerindeki özel yargılama usulü bu Kanunda
düzenlenen suçlar ile basın yoluyla işlenen diğer suçlan kapsamına al-
makta idi 72 •

Basın Kanunumuzun 25-29. maddeleri usul hukuku hükümlerini dü-


zenlemektedir. 5680 sayılı Kanun'un 36. maddesi gibi özel bir hükme yer
vermemekle birlikte, (yeni) Basın Kanunumuzun belirtilen maddelerinde

70
Bkz.: GüRELLİ, N.: Basın Suçlarında Hususi Usul, İstanbul 1958, s. 8, 6. ve son.
71
DÖNMEZER, Basın, s. 390-391.
72
GüRELLİ, s. 12.
302 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

basın yoluyla işlenen suçlar ile Basın Kanunu'nun maddelerinde düzen-


lenen suçlara atıfla bu usul hukuku hükümleri düzenlendiği için, Basın
Kanunu'nun bu husustaki hükümleri basın yoluyla işlenen suçlarında,
dar anlamda basın suçlarında ve basın düzenine karşı suçlarda öncelikle
uygulanma alam bulacaktır.

Aşağıda Basın Kanunumuzda yer alan yargılama rejimine ilişkin özel


hükümler üzerinde durulacaktır.

b) Yargılama rejimine ilişkin özel hükümler

aa) Görevli mahkemeler

Basın Kanunu'nun 27. maddesine göre, "basılmış eserler yoluyla iş­


lenen veya bu kanunda öngörülen diğer suçlardan dolayı açılan davalar-
dan, ağır ceza işlerinden olanlar ağır ceza mahkemelerinde diğerleri asliye
ceza mahkemelerinde görülür.". Burada birkaç hususa dikkat edilmelidir.
Öncelikle, sulh ceza mahkemelerine basın davalarında görev ve yetki ta-
nımnamıştır: ağır cezalık işlerde ağır ceza mahkemeleri ve geriye kalan
diğer (sulh ve asliye cezalık) işlerde ise yalnızca asliye ceza mahkemeleri
görevli ve yetkili kılınmıştır. Diğer yandan, 5680 sayılı Kanun'un 36. mad-
desinde olduğu gibi özel kanunlardaki hükümlerin saklı olduğuna ilişkin
bir hükme 5187 sayılı Basın Kanunu'nda özel olarak yer verilmese dahi,
aynı sonuç genelde hukukun özelde ceza hukukunun temel bir kuralı olan
özel-genel norm ilkesinden çıkmakta 73 ve Basın Kanunu'ndaki bu düzen-
leme özel yasalarda ayrık bir hükmün bulunmadığı durumlarda uygulan-
ma alanı bulmaktadır 74

2950 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce, 5680 sayılı Basın Kanu-


nu'nun 36. maddesinin 2. fıkrası «üç veya daha fazla hakim bulunan yer-

73 " ... TCK.nıın 482/4 maddesi uyarınca Asliye Ceza Mahkemesinin 5680 sayılı Basın
Kanunuun 20 ve devamı maddeleri gereği neşir yolu ile yapılan hakaret suçların­
da görevli olduğu televizyon yolu ile yapılan hakaretler bakımından böyle özel bir
hüküm bulunmadığı anlaşıldığı cihetle, televizyon yolu ile yapılan hakaret suçu
bakımından Asliye Ceza Mahkemesine açılan davada görevsizlik kararı verilecek
dosyanın Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerektiği gözetilmeden duruşmaya
devamla yazılı şekilde esasa ilişkin hüküm tesisi, ...." (Yarg. 2. CD., 10.12.1997, E.
14651/K. 16810; YKD., Şubat 1998, Sayı: 2, s. 267-268).
74 "Sanığın ....... ve çevresindeki ilçelerde günlük yayın yapan" ............ " adlı yerel
gazetenin sahibi ve sorumlu müdürü olduğu ve bu gazetede yazdığı yazılarla basın
yoluyla katılana hakaret ettiğinin iddia edilmesi karşısında, 5187 Sayılı Basın Ka-
nunu'nun 27 nci maddesi uyarınca yargılama yapmanın Asliye Ceza mahkemesinin
görevine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekil­
de karar verilmesi, bozmayı gerektirmiştir." (Yarg. 2.CD. 03.10.2011, 58046/35313).
BASIN REJİMİ 303

Zerde asliye ceza mahkemelerinin görevine giren davalar en yüksek dereceli


üç ceza hakiminin iştirakiyle kurulacak Toplu Mahkemede görülür» diye-
rek, uygulamada «Toplu Basın Mahkemeleri» adı verilen basın mahke-
melerinin oluşturulmasını öngörmüştü. Bu mahkemeler oluşturulurken,
ceza hakimlerinin derecelerinde eşitlik olduğu takdirde, kıdeme bakılarak
görevlendirilecek hakimler saptanmakta7 5 , mahkemenin ceza hak.imlerin-
den oluşması olanağının bulunmadığı durumlarda ise, kanun o yerdeki en
kıdemli hukuk hakimlerinin bu mahkemeye katılacağını emretmekteydi.
Bu sistemde, basın davasının Toplu Basın Mahkemesi yerine tek hakimli
asliye ceza mahkemesinde görülmesi verilen hükınün Yargıtayca bozul-
masını sonuçluyordu 76 • Yine bu sisteme göre, basın yoluyla işlenen haka-
ret suçlarında şahsi davanın Sorgu Hakimliğine verilecek dilekçe ile açıl­
ması zorunluydu. Bu nedenle, dilekçenin doğrudan doğruya Toplu Basın
Mahkemesine verilmesi halinde davanın açılmadığı kabul ediliyordu 77 •

Toplu Basın Mahkemelerinden beklenen yarar sağlanamadığı için,


2950 sayılı Kanun bu mahkemeleri kaldırmıştır 78 . 5680 sayılı Kanun'un
36. maddesinin 2950 sayılı Kanunla değişik 2. fıkrasına göre, bir yerde
birden fazla ağır ceza veya asliye ceza mahkemesi bulunduğu takdirde
görevli olan ağır ceza veya asliye ceza mahkemesini Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu belirlerdi. Nitekim sonraki yıllarda, Halümler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun karan uyarınca, bu mahkemelerden 2 numaralı olan-

75
«Basın davalarında mahkemenin Basın Kanununun 36. maddesine uygun şekilde
teşekkül edip etmediğinin tesbiti için dosya içerisinde hakimleri.'1. kıdem sıralarıyla
görevlerini gösterir bir liste bulundurulması gerekir.» (Yarg. 4. CD. 29.3.1972, E.
2060/K 2540; RKD. 1972, s. 49); «Tayinleri itibariyle sulh hakimi, hakim muavini
Sorgu hakimi, ağır ceza mahkemesi üyesi ve tapulama hakimi olanlar, asliye ceza
veya asliye hukuk mahkemelerinde yetkili bulunsalar dahi Toplu Basın MalLl-s:eme-
sine iştiraki ile karar verilmesi yolsuzdur». (Yarg.4. CD., 10.7.1969, E. 557 4/K54 79;
TIK, 1970, I). Bkz.: Aynı nitelikte: Yarg. 4. CD., 3.3.1977, E. 1481/K 1309; YKD.,
Ağustos 1977, s. 1164.
76
«5680 sayılı Basın Kanununun 36. maddesine göre Toplu Basın Asliye Ceza Mahke-
mesinin teşkilinde usulün fiili durum ile ilgili olmayıp o yerdeki hakim kadrolarının
esas alınması gerekeceği, bu yönün sanık için teminat olduğu gözetilmeden bazı
sebeplerle kurulun teşekkül edemediğinden bahisle davanın tek hakimle Asliye
Ceza Mahkemesinde öngörülerek karara bağlanması doğru değildir.» (Yarg. 4. CD.,
5.7.1973, E. 8245/K.6572; RKD., 1974, s.64).
77
«Basın yolu ile işlenen hakaret suçlarında şahsi davanın CMUK 350 ve 352. mad-
deleri uyarınca Sorgu Hakimliğine verilecek dilekçe ile açılması icab edip Toplu
Basın Asliye Ceza Mahkemesine verilen bir dilekçe ile dava açılmış sayılamaz.»
(Yarg. 4. CD., 16.3.1973, E. 2709/K.2546; RKD., 1973, s. 12).
78
Batı ülkelerinde de (örneğin, İngiltere, Federal Almanya, Belçika, Fransa, İtalya,
Yunanistan) basın suçlan ve basın yoluyla işlenen suçlarda görevli ihtisas mahke-
meleri yoktur.
304 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lar basın davalarına bakmakla görevlendirilmişlerdir. Bu uygulama, 5187


sayılı Basın Kanunu'nun 27/2. maddesinin aşağıda değinilecek metninin
kabulüne kadar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun karan uyarınca
belirtilen şekilde yürütülmüştür.

Basın Kanunu'nun 27/2. maddesine göre, "bir yerde ağır veya asliye
ceza mahkemesinin birden fazla dairesi bulunması halinde bu davalar
iki numaralı mahkemede görülür.". Kanun koyucu bu hükümle görevli
mahkemenin görev itibariyle yetkisinin kullanımı açısından, aynı mah-
kemenin birden fazla dairesi arasında işbölümü itibariyle yetki paylaşı­
mını düzenlemiştir. Dolayısıyla, bazı suçlar açısından yapıldığı gibi, uy-
gulamadaki gelişim veya Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunun emsal
bir kararım beklemeden, kanuni bir hükümle bu işbölümünü düzenlemiş
ve görev itibariyle yetkili mahkemenin birden fazla dairesinin bulunduğu
tüm yerlerde 2 numaralı daireyi basın yoluyla işlenen suçlarda işbölümü
itibariyle yetkili mahkeme olarak düzenlemiştir.

Keza Kanun koyucu aynı maddenin 3. fıkrasıyla, "basılmış eserler yo-


luyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlara ilişkin davalar
acele işlerden sayılır" hükmünü sevk ederek, basın davalarını acele-önce-
likli iş saymış ve bu davaların görüleceği mahkemelerin baktıkları diğer
işlere nazaran basın davalarını öncelikle ele almaları ve acele yürütüp
tamamlamaları gereğini düzenlemiştir. Bunun nedenini, basının önemi ile
kamu oyundaki etkisi ve işlevinde görmek gerekir.

bb) Yetkili mahkemeler

Basın davalarında hangi yer ma..hkemesinin yetkili olduğuna dair Ba-


sın Kanununda hüküm yoktur. Bu konuyu düzenleyen hüküm 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 12. maddesinde bulunmaktadır. Bu mad-
deye göre, "suç ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin
yayım merkezi olan yer mahkemesine aittir." Ancak, aynı eserin birden çok
yerde basılması durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki baskısın­
da meydana gelmişse, bu suç için serinin basıldığı yer mahkemesi de yet-
kilidir (m. 12/3). Diğer yandan, soruşturulması ve kovuşturulması şikaye­
te bağlı olan hakaret suçunda eser, mağdurun yerleşim yerinde veya otur-
duğu yerde dağıtılmışsa, o yer mahkemesi de yetkilidir (m.12/4). Burada
daha önceki 1412 sayılı CMUK'nda bulunmayan, 5271 sayılı CMK'nun
yeni bir hükmüne de değinilmelidir. Buna göre, mağdur, suçun işlendiği
yer dışında tutuklu veya hükümlü bulunuyorsa, o yer mahkemesi de yet-
kilidir (m.12/4).

cc) Basın davalarında gecikmeleri önleyecek hükümler


BASIN REJİMİ 305

aaa) Dava açma süreleri


Hemen bütün basın kanunları basın suçlarına ilişkin davaların açıl­
ması için özel süreler koymuşlardır79 • Bunun nedeni, basın davalarında
gecikmeleri önleyerek basın özgürlüğünün zedelenmesine engel olmaktır.

Aynı yolu izleyen Basın


Kanunumuz da günlük dönemsel yayınlarda
iki ay, diğer basılmış eserler yönünden ise dört aylık dava açma süreleri
öngörmüştü (m. 26/1). Ancak Anayasa Mahkemesi dönemsel yayınlarla
ilgili "iki aylık süreyi" 28.04.2011 tarihli ve E.2009/66, K.2011/72 sayılı
karan (RG. 6 Temmuz 2011, 27986) ile iptal etmiş ve bu iptal durumu,
kararın Resmi Gazetede yayınlandığı tarihten itibaren bir yıl sonra yani
06.07.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İptal kararının gerekçelerini
içeren" Esasın İncelenmesi" bölümü şöyledir:

"Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ku-
ral, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında,
Türk Ceza Kanunu'nun 73. maddesinde altı aylık
şikayet
süresi öngörülmesine karşın itiraza konu kuralla basın suçlarında
dava açma süresinin iki aylık süreyle sınırlandırılmasının Devletin hak
arama olanaklarını tıkamamasını gerektiren hukuk devleti ilkesine aykırı-

79
Karşılaştırmalı hukukta kabul edilen dava açma süreleri değişiktir: Federal Al-
manya'da Bremen Federe Devleti Basın Kanunu (§24), cürüm niteliğindeki basın
suçlarının bir yıl, cünha niteliğinde olan basın suçlarının ise 6 ay geçmesi ile zama-
naşımına uğrayacağım öngönnüştür. Aynı kanunda basın düzenine aykırı fiiller-
de öngörülen süre 3 aydır. Bu süreler basılmış eserin yayınlanmasından itibaren
başlar. Parçalar halinde yayınlanan basılmış eserlerde ise her nüshanın yayınlan­
ması ile süre yeniden işlemeye başlar. Buna karşılık Bayern Federe Devleti Basın
Kanunu (§15), Bütün basılmış eserler hakkındaki basın davalarının 6 ay içinde
açılmaları hükmünü koymuştur. Avusturya'da, 1952 tarihli Basın Kanununun 32.
paragrafı, basılmış eserin içeriğine ilişkin suçların bir yıl geçmekle zamanaşımı­
na uğrayacağını belirtmiştir. Fakat, aynı kanuna göre, fiil 5 yıldan çok hürriyeti
bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç ise, Ceza Kanunundaki zamanaşımı hükümleri
uygulanır. Fransa'da Basın Konunun 65. maddesi, cürüm, cünha ve kabahat niteli-
ğindeki bütün fiillerin gerek ceza gerekse hukuk kovuşturmalarının 3 ayın geçmesi
ile zamanaşımına uğrayacağını açıklamıştır. Bu sürenin başlangıcı fiilin işlendiği
veya fiile karşı kovuşturma işlemine başlandığı gündür. Fransız Basın Kanununun
13. maddesinin 9. fıkrası, cevap ve düzeltme hakkına ilişkin yükümlülüğün ilıla­
linden doğan suçta genel kuraldan ayrılarak bir yıllık zamanaşımı süresi öngör-
müştür. Yine bu hukuk sisteminde bu kısa zamanaşımı sürelerinin ceza ve hukuk
kovuşturması işlemleri ile kesileceği kabul edilmektedir. Belçika ve Lüksemburg
Basın Kanunları da Fransız sistemini izlemişlerdir. Buna karşılık; İngiliz ve Nor-
veç Basın Hukuklarında basın suçlarına ilişkin özel bir zamanaşımı süresi yoktur
(LÖFFLER, s. 473-474).
306 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

lık oluşturduğu, ayrıca bu durumun suçtan mağdur olanların hak arama


özgürlüğüne müdahale anlamına geldiği belirtilerek, itiraz konusu ibare-
nin Anayasa'nın 2., 5. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu kuralı da içeren 5187 sayılı Yasa'nın 26. maddesinde,


dava açma sürelerine ilişhin hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, basıl­
mış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanun'da öngörülen diğer suçlarla ilgi-
li ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış
eserler yönünden dört ay içinde açılmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir.
Başvuran Mahkeme, günlük süreli yayınlar için söz konusu olan iki aylık
dava açma süresinin iptalini istemektedir. Maddenin ikinci fıkrasında ko-
vuşturulması şikayete bağlı olmayan suçlarda söz konusu sürelerin basıl­
mış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği tarihten itibaren
işlemeye başlayacağı, basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim
edilmemesi halinde ise yukarıdaki sürelerin başlama tarihinin, suçu oluş­
turan fiilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğrenildiği tarih olarak
kabul edileceği ifade edilmiştir. Aynı fıkrada, bu sürelerin, Türk Ceza Ka-
nununun dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşa­
mayacağı da belirtilmiştir. Buna karşılık, Yasa'nın 26. maddesinin dör-
düncü fıkrası uyarınca, kovuşturulması şikayete bağlı suçlarda dava açma
süresi, kanunun öngördüğü dava zamanaşımı süresini aşmamak şartıyla,
suçun işlendiğinin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacaktır.

Yasa'nın 26.maddesinin birinci fıkrasında öngörülen süreler, hak düşü­


rücü süreler niteliğinde olup, her hangi bir şekilde uzamaları ya da kısalma­
ları söz konusu değildir. Ancak, aynı Yasa'nın 26. maddesinin (5) numaralı
fıkrası uyarınca, kamu davasının açılmasının izin veya karar alınmasına
bağlı olduğu suçlarda, izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla
bu süreler duracaktır. Bu takdirde durma süresi, iki ayı geçemeyecektir.

İtiraz konusu ibarenin yer aldığı 26. maddenin birinci fıkrasında,


"davanın açılması"ndan söz edilmektedir. 5187 sayılı Yasa'nın yürürlüğe
girdiği tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Hakkında Kanun'da iddianamenin düzenlenip mahkemeye verilmesiyle
birlikte kamu davası açılmış sayılmakta idi. Oysa, 1 Haziran 2005 ta-
rihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise kamu davasının iddianamenin
kabulü kararıyla açılmış sayılacağı hükmü yer almaktadır. Bu durum-
da, Yargıtayın istikrar bulmuş kararlarında da ifade edildiği üzere, 5271
sayılı Yasa'nın 174. maddesinde iddianamenin kabul edilmesi için öngö-
rülen onbeş günlük süre, 5187 sayılı Yasa'nın 26. maddesinde belirtilen iki
aylık dava açma süresine dahil olmaktadır. Böylece, 5271 sayılı Yasa'daki
düzenlemeler, 5187 sayılı Yasa'da öngörülen iki aylık dava açma süresinin
kısalması sonucunu doğurmaktadır.
BASIN REJİMİ 307

Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri


hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan
devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, ge-
nel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasakoyucunun düzenlemeler-
de kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hak-
kaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, herkesin
gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı ya
da davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Mad-
deyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en et-
kili güvencelerden birisidir.
İtiraz konusu kuralda, basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Ka-
nun'da öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli ya-
yınlar yönünden iki ay içinde açılması gerektiği belirtilmektedir. İtiraz
konusu kuralda düzenlenen dava açma süresi, ceza muhakemesi şartların­
dan olup, yargılama usulüne ilişkindir. Bu nedenle, basın suçlarında dava
açma süresini belirleme yetkisi yasakoyucunun takdirindedir.
Günümüzde hemen hemen bütün ülkelerin basın kanunlarında, basın
davalarında gecikmelerin önlenerek basın özgürlüğünün zedelenmesine
engel olmak amacıyla, basın suçlarına ilişkin davaların açılması için özel
sürelere yer verildiği görülmektedir. Nitekim, itiraz konusu kurala ilişkin
gerekçede de basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanun'da öngörülen
diğer suçlardan dolayı bu alanda faaliyet gösterenleri uzun süre ceza teh-
didi ile karşı karşıya bırakmamak ve böylece basın özgürlüğünü güvence
altına almak amacıyla söz konusu suçlar nedeniyle açılacak davalar için
belirli süreler öngörüldüğü ifade edilmiştir..
Yasakoyucu basın suçlarında dava açılmasını belirli bir süreyle sınır­
lama konusundaki takdir yetkisini, Anayasa'da belirlenen kurallara bağlı
kalmak ve adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluy­
la kullanabilecektir. Bir başka ifadeyle, bir yandan basın mensuplarının
uzun süre ceza tehdidi altında bulunmalarına engel olunması, diğer yan-
dan da suçtan mağdur olanların hak arama özgürlüklerinin zarar görme-
mesi amacıyla basın suçlarında dava açma süresinin makul bir süre olarak
belirlenmesi suretiyle, basın hürriyeti ile hak arama hürriyeti arasında adil
bir dengenin kurulması gerekmektedir. Yine, basın suçlarında Cumhuriyet
308 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

savcılığınca re'sen dava açılmasıyla korunmak istenen hukuki yarar ile


basın hürriyetinin korunmasındaki hukuki yarar arasında da makul bir
dengenin bulunması gerekir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
174. maddesinde iddianamenin kabulü için öngörülen onbeş günlük sü-
renin dava açma süresine dahil olması, iddianamenin iadesinden sonra
yeniden iddianamenin düzenlenmesi, şüphelinin ifadesinin alınması, adli
para cezasını gerektiren suçlarda ön ödeme önerisinde bulunulması gibi
durumlarda itiraz konusu ibarede öngörülen iki aylık dava açma süresinin
fiili olarak kısalması ve buna bağlı olarak sürenin kaçırılması sonucunun
da doğabileceği, ayrıca dava açmanın Cumhuriyet savcısının insiyatifin-
de bulunduğu da gözetildiğinde, itiraz konusu ibarede yer alan iki aylık
dava açma süresinin yeterli ve makul bir süre olmadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu ibare Anayasa'nın 2. ve 36. mad-


delerine aykırıdır. Kuralın iptali gerekir.".

Görüleceğiüzere, Anayasa Mahkemesi bu kararında, yasakoyucunun


basın suçlarında dava açılmasını belirli bir süre ile sınırlama konusunda
takdir yetkisinin bulunduğunu, ancak bu yetkisini kullanırken Anaya-
sa'da belirlenen kurallara bağlı kalması ve adalet, hakkaniyet ölçütlerini
gözetmesi, bu bağlamda basın hürriyeti ile hak arama hürriyeti arasında
adil dengeyi kurması gerektiğini vurgulamıştır. Yine Anayasa Mahkeme-
sine göre, basın suçlarında C: Savcılığınca re'sen dava açılınasıyla korun-
mak istenen hukuki yarar ile basın hürriyetinin korunmasındaki hukuki
yarar arasında da makul bir dengenin bulunması gerekir. Oysa ki, 5271
sayılı CMK.'nun 17 4. maddesinde iddianamenin kabulü için öngörülen
onbeş günlük sürenin dava açma süresine dahil olması, iddianamenin ia-
desinden sonra yeniden iddianamenin düzenlenmesi, şüphelinin ifadesi-
nin alınması, adli para cezasını gerektiren suçlarda önödeme önerisinde
bulunulması gibi durumlarda iki aylık süre fiilen kısalacağından, buna
bağlı olarak öngörülen kısa süre kaçırılabilecektir. Anayasa Mahkemesi
bu gerekçelerle günlük dönemsel yayınlarda iki aylık dava açma süresinin
yeterli ve makul bir süre olmadığı sonucuna ulaşarak iptaline karar ver-
miştir. Kitabımızın bir önceki basısında (9.Bası), Anayasa Mahkemesinin
gerekçelerinin yerinde olduğunu, basın özgürlüğünün yararına olan bu
kısa sürelerin CMK.'nun yeni hükümleri karşısında hak arama özgürlü-
ğünü oldukça sınırlayıcı bir durum yarattığım, bu durumun düzeltilmesi
gerektiğini, açıklamıştık 80 .

so Basın yoluyla işlenen suçlarda yasanın öngördüğü kısa dava açma sürelerinin uygu-
lamada ortaya çıkardığı sorunlar Yargıtay kararlarına da konu olmuştur: "5187 sayılı
Basın Yasasının 26 / 1. maddesi uyarınca, günlük süreli yayınlardan olan günlük ga-
zeteler bakımından dava açma süresi 2 aydır. Bu süre zamanaşımı süresi olmayıp, hak
düşürücü süre olduğundan, kamu davasının mutlaka 2 aylık süre geçirilmeden açıl-
BASIN REJİMİ 309

Anayasa Mahhemesinin iptal hararını dihkate alan kanun koyucu,


gecikereh de olsa (02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı kanunun 77. md.si ile)
Basın Kanunundaki dava açma sürelerini hak arama özgürlüğü lehine bir
miktar uzatmıştır. Yeni süreler, günlüh dönemsel yayınlarda dört ay, diğer
basılmış eserlerde ise altı ay'dır.

Basın Kanunu'nun 26. maddesine göre, bu süreler ilke olarak basıl­


mış eserlerin C. Başsavcılığına teslim edildiği tarihten başlar. Basılmış
eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde yukarı­
daki sürelerin başlangıç tarihi, suçu oluşturan fiilin Cumhuriyet Başsav­
cılığı tarafından öğrenildiği tarihtir. Ancak bu süreler, Türk Ceza Kanu-
nunun dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamaz
(m. 26/2). Sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin
karşı çıkmasına rağmen yayımlatıldığı iddia edilen eserden dolayı yayım­
latan aleyhine açılacak dava yönünden süre, sorumlu müdür ve sorumlu
müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilecek beraat kararının hesin-
leşmesinden itibaren başlar (m. 26/3). Diğer taraftan, sorumlu müdürün
yayımlanan eser sahibini bildirmesi durumunda, eser sahibi aleyhine açı­
lacak davada süre, bildirim tarihinden başlar (m. 26/4).
Yargıtay da kararlarında bu hususa açıkça değinmektedir: "Basılmış
eserler yoluyla işlenen veya bu kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza
davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler
yönünden dört ay içinde açılması zorunludur. Bu süreler basılmış eserle-

masında zorunluluk bulunmaktadıı: Süre başlangıcı ise anılan maddenin 2. fıkrası


gereği, basılmış eserin C. Başsavcılığına teslim tarihi veya suçu oluşturan fiilin C. Baş­
savcılığınca öğrenildiği tarihti,: Dosyada yer alan yakınma dilekçesinin C. Başsavcı­
lığına verilme tarihi 13.02.2006 olup, suçun C. Başsavcılığınca en geç bu tarihle öğre­
nildiği ve bu durumda kamu davasının bu tarihten itibaren 2 ay içerisinde açılması
gerektiği anlaşılmasına karşın, lıovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara itirazın
incelenme tarihinde 2 aylık dava açma süresi geçirilmiş bulunulduğundan itirazın
reddine karar verilmesi gerekirken, kabule karar verilmesi yasaya aykırı bulunmakta-
dır." (4.CD.,03.10.2007, E.2007/5270, K2007/7695); "5187 sayılı Basın Yasasının 26/ 1
maddesinde basılı eserler yoluyla işlenen suçlarla ilgili ceza davalarının açılmasına
ilişkin günlük süreli yayınlar yönünden 2 ve diğer basılmış eserler yönünden 4 aylık
hak düşürücü nitelikteki sürelerin, yasa koyucu tarafından 1412 sayılı CYY.nın yü-
rürlükte bulunduğu dönemde kabul edilerek 26.6.2004 tarihinde yürürlüğe girmesi ve
1412 sayılı CYY uygulamasında kamu davasının iddianamenin düzenlendiği tarihte
açılmış sayılması karşısında, Cumhuriyet savcılığına tanınan 2 aylık dava açma sü-
resinin, sonraki herhangi bir yasayla değiştirilmediği ve 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5271 sayılı CYY'nın 175.maddesi hükmünün, 5187 sayılı Basın Yasasını dü-
zenleyen yasa koyucunun amacına aykırı biçimde yorumlanması suretiyle kısaltıla­
mayacağı gözetilmeden, sanık hakkında 15.11.2005 tarihli iddianameyle 2 aylık süre
geçirilmeden açılan kamu davasının yasal olmayan, gerekçeyle düşürülmesine karar
verilmesi, yasaya aykırıdır." (4.CD. 04.03.2009, E.2008/20551, K2009/3996).
310 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rin Cumhuriyet Başsavcılığı'na teslim edildiği tarihten başlar. Basılmış


eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde yukarıda­
ki sürelerin başlama tarihi, suçu oluşturan filin Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından öğrenildiği tarihtir. Ancak bu süreler, Türk Ceza Kanunu'nun
dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamaz." hük-
mü öngörülmüştür. Aynı yasanın 26 / 5. maddesinde ise "Kovuşturulması
şikayete bağlı suçlarda dava açma süreleri, suç için kanunun öngördüğü
dava zamanaşımı süresini aşmamak şartıyla, suçun işlendiğinin öğrenil­
diği tarihten başlar." hükmüne yer verilmiştir. Yakınan H. tarafından haf-
taldı 'A" haber-yorum dergisinde kendisine hakaret edildiği iddiasıyla An-
kara C.Başsavcılığı'na 09.08.2005 tarihinde başvurulmuş, dolayısıyla ko-
vuşturulması şikayete bağlı hakaret suçu başsavcılık tarafından bu tarihte
öğrenilmiş ve dava açma süresi bu tarihten itibaren başlamıştır. Suça iliş­
kin iddianamenin 28.09.2005 tarihinde düzenlendiği gözetildiğinde kamu
davasının süresinde açıldığı ve asliye ceza mahkemesinin 10.11.2005 gün
ve 2005 / 529-1080 sayılı kararının hukuken yerinde olmadığı anlaşılmak­
tadır. "81.

26. maddedeki süreler "hak düşümü süreleri" olduğundan, herhangi


bir nedenle kesilmeleri veya uzamaları söz konusu değildir. Buna karşılık,
kamu davasının açılması izin veya karar alınmasına bağlı olan suçlarda,
izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla dava açma süresi
durur. Bu takdirde, durma süresi iki ayı geçemez (m. 26/6).
Yargıtay da aynı görüştedir:
"5187 sayılı Yasa'nın 26. maddesinin
birinci fıkrasında bahsedilen dava açma süresi hak düşürücü süre olup,
yasal süresi içinde açılmayan davanın düşürülmesi yerine yazılı şekilde
zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmesi, yasaya ay-
kırıdır. "82 .

26. maddenin 5. fıkrası, kovuşturulmaları şikayete bağlı suçlarda83


kanundaki sürelerin başlangıcı olarak suçun işlendiğinin öğrenildiği. tari-
hi göstermiştir. Bununla beraber, suçun işlendiği. ceza kanunundaki dava
zamanaşımı süresi geçtikten sonra öğrenilmişse mahkeme davaya baka-
mayacaktır.

81 4. CD., 6.11.2007, E. 2007/7327, K. 2007/8926; 4. CD. 28.11.2007, E. 2007/7328, K.


2007/10102.
82 7. CD., 17.7.2008. E. 2005/16795, K. 2008/16815.
83 Önceki mevzuatımızdan farklı olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu "şahsi
dava" türündeki ceza davasına yer vermemiştir. Bu nedenle, 1412 sayılı Kanun'un
344. maddesinde takibi şikayete bağlı hakaret ve sövme suçlarının basın yoluyla
işlenmeleri halinde şahsi dava açılamayacağı ve bu davanın savcılıkça kamu davası
biçinıinde açılacağı yönündeki 3445 sayılı Kanunla sonradan getirilen değişikliğin
pratik bir önemi kalmamıştır.
BASIN REJİMİ 311

Son olarak belirtelim ki, Basın Kanununda öngörülen bu süreler sa-


dece basılı yayınlar için uygulanabilir. Örneğin, internet yoluyla yapılan
yayınlarda bu sürelerin uygulanma olanağı yoktur 84 .

bbb) Soruşturmada süre


Kanun koyucu, 5680 sayılı Kanun'un 37. maddesinden farklı olarak,
5187 sayılı Basın Kanunu'nda C. Savcılarının soruşturma devresini ta-
mamlamaları için azami bir süre öngörmemiştir. Dolayısıyla, uygulamada
"makul süre" iLk.esine uyularak soruşturmanın uygun bir sürede tamam-
lanması gerekmektedir. Basın Kanununda bu sürenin miktarı ve buna
uymamanın hukuksal sonucu düzenlenmediği için, soruşturmanın gere-
ğinden fazla bir zamana yayılması "makul sürenin ihlali" dolayısıyla adil
yargılanma hakkını ihlal edecektir.

ece) Kovuşturmada ve Yargıtay incelemesinde süre


Basın Kanunu, basın suçlarına ilişkin kovuşturmada ve Yargıtay in-
celemeleri bakımından, hazırlık soruşturmasındaki gibi bir süre göster-
memekle beraber, basın davasının kısa sürede sonuçlandırılmasını sağla­
mak amacı ile özel bir hüküm koymuştur. Gerçekten, Basın Kanunumu-
zun yalnızca 27/3. maddesinde kovuşturma devresi açısmdan bir hükırıe
yer verilmiştir. Buna göre, basılmış eserler yoluyla işlenen veya Basın Ka-

84 "5187 sayılı Basın Kanunu'nun 2.maddesinde bu kanunun uygulamasında; Basıl­


mış eser; Yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araç-
larla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınlarını, Yayım;
Basılmış eserin herhangi bir şekilde kamuya sunulmasını, Süreli yayın; Belli ara-
lıklarla yayımlanan gazete, dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınları­
nı, Yaygın süreli yayın; Tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle basılan
ve her coğrafi bölgede en az bir ilde olmak üzere, ülkenin en az yüzde yetmişinde
yayımlanan süreli yayın ile haber ajanslarının yayınlarım, Bölgesel süreli yayın;
Tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından basılan ve en az üç komşu ilde veya en az
bir coğrafi bölgede yayımlanan süreli yayını, Yerel süreli yayın ise; Tek bir yerleşim
biriminde yayımlanan süreli yayınlar ile haftada bir veya daha uzun aralıklarla
yayımlanan yaygın ve bölgesel yayınları, ifade etmektedir. Aynı Kanunun 26.mad-
desine göre ise, Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer
suçlarla ilgili ceza davalarının bir muhakeme şartı olarak, günlük süreli yayınlar
yönünden dört ay, diğer basılınış eserler yönünden altı ay içinde açılınasının zo-
runlu olduğu kabul edilmiştir. Somut olayda sanığın sorumlusu olduğu ... Gazetesi
İnternet sitesinde anılan gazetede yayınlayan bir haberle ilgili T. rumuz ismiyle ya-
pılan yorum üzerine sanık hakkında kamu davası açıldığı anlaşılınaktadır. Açıkla­
nan nedenlerle İnternet ile yapılan yayınlar yönünden Basın Kanunu hükümlerinin
uygulanmasına imkan bulunmadığından sanık hakkında açılan kamu davasının
düşürülınesine karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirıniştir."
(Yarg. 2.CD. 15.10.2012, 3490/43666).
312 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

nunu'nda öngörülen diğer suçlara ilişkin davalar "acele işlerden sayılır".


Kanun koyucu bu hükümle, açılan basın davalarının öncelikle görülüp
yürütülmesi ve diğer işlerine nazaran yetkili mahkemelerce öncelikle ve
acele olarak bitirilmesi gerektiği mesajım vermiştir. Ancak, kanun koyucu
hiçbir hükmünde soruşturma veya kovuşturma devresinin tamamlanması
için azami bir süre öngörmediği gibi, acele işlerden sayılan basın davaları­
nın ilgili hakim veya mahkemece acele iş sayılmayıp diğer davalarla aynı
muameleye tabi tutması halinde dava veya işlemi yapan hakkında uygu-
lanacak bir hukuksal yaptırım da öngörmemiştir. Mahkemeler tarafından,
davaya ilişkin duruşma oturumlarının (celselerin) aralarında gereğinden
fazla uzun bir zaman geçmesine olanak tanınmamalıdır. Ayrıca acele işle­
re adli tatilde de bakıldığından, kovuşturmanın tamamı veya bir kısmının
adli tatile rastlaması kovuşturmanın yürütülmesini etkilemeyecek, buza-
man sürecinde de kovuşturmaya devam edilecektir. CMK.m. 331/2'e göre,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ivedi sayılan işlerin ne surette
yerine getirileceğine ilişkin belirlemesi çerçevesinde, basın davaları adli
tatilde de görülmeğe devam olunur.
Buna karşılık, 5680 sayılı Kanun'un basın davalarına Yargıtay'da di-
ğer işlerden önce bakılması emrini havi 40. maddesi gibi bir maddeye 5187
sayılı Basın Kanunu'nda yer verilmediği için, tıpkı soruşturma evresinde
olduğu gibi, Yargıtay'ın ve Bölge Adliye Mahkemeleri'nin de makul süre
ilkesini göz önünde tutarak mümkün olduğunca uygun bir sürede incele-
mesini tamamlaması gerekmektedir.

ddd) Tebligat
Kanun, tebligat işlemleri nedeniyle basın suçlarına ilişkin soruştur­
maların sürüncemede kalmasını önlemek için bu konuda da özel bir hü-
küm koymuştur. Şöyle ki, Basın Kanunu'nun 29. maddesi gereğince, dö-
nemsel yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden yayın sahibinin
ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim
yeri sayılır. Dikkat edilirse, kanunkoyucu basın ihtilaflarının sürünceme-
de kalmaması için yayın sahibi ve temsilcisi ile sorumlu müdürün yerleşim
yeri açısından bir kanuni faraziye yaratmıştır. Ancak, bu kanuni düzen-
leme gereği, dönemsel yayının yönetim yerinin yayın sahibi ve temsilcisi
ile sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılabilmesi için iki farklı unsurun
düzenlenmiş olduğuna dikkat edilmelidir: Bunlar bu kanuni faraziyenin
"tebligat işlemleri yönünden" olduğu ve sorumlu müdür açısından ise "gö-
revinin devam ettiği sürece" geçerli olduğudur. Fakat bu hüküm sadece dö-
nemsel yayınlarla ilgili olduğundan, dönemsel olmayan yayınlarda genel
tebligat esaslan uygulanır.

dd) Hürriyeti Bağlayıcı Cezaya Çevirme Yasağı


BASIN REJİMİ 313

Basın Kanunumuzun 28. maddesi Kanun'un 18. ve 22. maddelerin-


deki suçlar dışında Basın Kanunu'nda öngörülen suçlar için hükmedilen
para cezalarının, hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilmesini yasaklamıştır. Bu
hükme göre, belirtilen bu iki hüküm dışında, Basın Kanunu'nda öngörü-
len bir suçtan para cezasına mahkum edilen kimsenin cezası hürriyeti
bağlayıcı cezaya çevrilemeyecektir. Kanun'un hürriyeti bağlayıcı cezaya
çevirme konusunda istisna tuttuğu, yani hürriyeti bağlayıcı cezaya çevir-
meyi hakimin takdirine bırakarak yasaklamadığı hükümlerden 18. mad-
de cevap ve düzeltme yazısının yayınlanmaması ve 22. maddesi ise "basıl­
mış eserleri engelleme, talırip ve bozma" suçunu düzenlemektedir. Yani bu
iki maddede düzenlenen suçlar açısından, yukarıda belirtilen anlamda bir
kanuni yasak getirilmemiştir. Bunlar dışında kalan suçlarda, yargılamayı
yaparak hüküm veren mahkemenin bu hürriyeti bağlayıcı cezaya çevirme
yasağına uyarak bir son karar (hüküm) vermesi gerekmektedir.

c) Gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakkı

aa) Kavram
Basının haber verme kamusal görevini etkin biçimde yerine getirebil-
mesi haber kaynaklarının gizliliğinin
güvenceye kavuşturulmasına bağlı­
dır. Basın mensupları yayınladıkları anonim nitelikteki yazı ve haberlerin
kaynaklarını açıklamak zorunluluğuna tabi tutulursa, haber kaynakları
kurur. Çünkü haberin kaynağı olan kişiler çoğu zaman ortaya çıkmak rizi-
kosuna girmek istemezler. Bu durum ise basın özgürlüğünün kullanılma­
sını önemli derecede engeller.

Basın özgürlüğünün bir tür sınırlan__ınasını ifade eden haber kaynakla-


rının açıklanması zorunluluğundan başka, haber kaynağını ortaya çıkara­
bilmek için yapılan diğer işlemler de aynı sonucu doğurur. Sözgelimi haber
verenin k.imliğini öğrenmek amacı ile gazetenin redaksiyon bölümünde
arama yapılması ve haber kaynağına ilişkin belgelere el konulması bası­
nın haber toplama ve topladığı haberleri yayınlama özgürlüğünü baltalar.

İşte, basın özgürlüğünün zararına olan böyle durumların önlenme-


si için kanunlar anonimlik hakkım sağlayan hükümler koymuşlardır. Bu
hükümlerin başında basın mensuplarına tanınan "tanıklıktan çekinme
hakkı" gelmektedir. Basın organlarının redaksiyon bölümlerinin aranması
ve belgelere el konulması yasakları da aynı amaçla bazı kanunlar tarafın­
dan öngörülmüştür.
Bu alanda uluslararası kuruluşların
önemli çabaları olmuştur. Ör-
neğin, Birleşmiş
Milletler Sosyal ve Ekonomik Konseyinin oluşturduğu
"Haber Alma Özgürlüğü" hakkında alt komisyon 1952 yılında hazırladığı
314 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Gazetecilerin ŞerefYasası taslağında (H. madde) gazetecilerin meslek giz-


liliğinin korunmasını istemiştir.1955 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel
Sebeteri basının haber kaynaklarının korunması sorununa ilişkin geniş
içerikli malzemeyi üye devletlere tevdi etmiştir. Bu alandaki çalışmalara
UNESCO çerçevesi içinde de rastlanır. Gerçekten bu kuruluş içinde faali-
yet gösteren Gazetecilik Eğitimi illuslararası Derneğinin (AIERI) 1958'de
Strassburg kentinde "Basının Tanıklıktan Çekinme Hakkı" konusunda
düzenlediği uluslararası kollokyumda basının haber kaynaklarının gizlili-
ğinin korunması kabul edilmiştir.

Aşağıda bu önemli konunun karşılaştırmalı hukuktaki, özellikle Al-


man hukukundaki esaslan ana çizgileri ile ortaya konulduktan sonra, so-
run Türk hukuku açısından ele alınıp, önerilerimiz belirtilecektir.

bb) Karşılaştırmalı hukuk

aaa) Genel olarak

Basının haber kaynaklarının gizliliğinin korunması


gereksinimi ilk
olarak İngiltere'de duyulmuştur. Yüksek dereceli bir devlet memuru olan
Sir Philipp Francis 1769 yılında "Junius" takma adı ile yazdığı ve yayın­
ladığı bir dizi mektupta devlet yönetiminin aksayan yönlerini ortaya koy-
muş ve bu olay zamanla İngiltere'de basının meslek gizliliğinin korunması
geleneğinin yerleşmesini sonuçlamıştır. Şöyle ki, Court of Appeal verdiği
ilke kararlan ile basında çıkan haber ve diğer yazıların kaynakları hak-
kında yargılama sırasında soru sorulamayacağı esasını koymuş ve tanık­
lıktan çekinme hakkından bütün naşirlerin yararlanmasını öngörmüştür.
Daha sonralan ise, naşirden başka tabilerin, yazı işleri müdürlerinin ve
muhabirlerin de bu hakka sahip bulundukları kabul edilmiştir.

Avustralya, Hindistan ve Kanada'da da kanunlarda bir hüküm olma-


makla beraber, uygulama basın mesleğinin gizliliğine saygı esasını be-
nimseyerek, basın davalarında haber kaynaklarının kimliklerine ilişkin
sorular sormaktan kaçınmaktadır. Özellikle Kanada basın tarihinde bir
gazetecinin tanıklıktan kaçınması nedeniyle cezalandırıldığı görülmemiş­
tir.

Fransa'da da konu yasal yolla düzenlenmiş değildir. Fakat bu ülkede


de mahkemeler İngiliz uygulamasına benzer bir eğilim içinde bulunmakta
ve olayın ayrıntılarını hatırlamadığını söyleyen gazetecinin bu beyanla-
rı ile yetinerek basın mesleğinin gizliliğine saygı göstermektedirler. Bu
saygının nedeni olarak, Fransız Gazeteciler Derneğinin 1918 yılında ya-
yınladığı ve bazı değişikliklerle bugün de yürürlükte olan "Gazetecilerin
Yükümlülüklerine Dair Bildirge"de yer alan basının sır saklama yüküm-
BASIN REJİMİ 315

lülüğü gösterilmektedir 85 .

Finlandiya'da 1966 yılında kanunla gazetecilerin tanıklıktan çekin-


me haklan kabul edilmiştir. Ancak kanun altı ve daha uzun dönemsel
hapis cezasını gerektiren suçlarda bu hakkın kullanılamayacağını belirt-
miştir.

Tanıklıktan çekinme hakkını yasal düzenleyen ülkelerden Dani-


marka'da, gerek ceza gerekse hukuk davalarında gazetecinin, her vatan-
daş gibi, kendisini zarara sokabilecek beyanlardan kaçınabileceği öngörül-
mektedir. Bunun yanı sıra,Adliye Kanununun 170. paragrafının 4. fıkrası,
Danimarka'da basılan bir dönemsel yayının yazı işleri müdürünün ceza ve
hukuk davalarında haber kaynağının kimliğini açıklamaktan kaçınabile­
ceğini belirtmektedir. Aynı şekilde, Norueç'te de ceza ve hukuk yargılama
usulleri kanunları naşirlere ve gazetecilik mesleğinden olanlara haber
kaynağının kimliğine ilişkin tanıklıktan kaçınma hakkını tanımışlardır.
Fakat bu ülkelerden ikisinde de gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakla-
rının bir dizi istisnası bulunmaktadır.

İskandinav ülkelerinden İsueç'te ise gazetecilerin tanıklıktan çekin-


me hakkı usul kanunlarında değil, Basın Kanununda (Tryckfrihetsförord-
ningen) düzenlenmiştir. İsveç'in dört anayasasından birini oluşturan bu
Kanunun 3. babı anonimliği sadece bir hak olarak değil aynı zamanda
basının bir yükümlülüğü olarak öngörmüştür. Bu babın 1. paragrafının 2.
fıkrası 4. paragrafla bağlantılı biçimde, naşirin, tabi'in ve basılmış eserin
yayınlanması ile ilgili diğer kişilerin anonim nitelikteki yazıların yazarla-
rının ve haberlerin kaynaklarının kimliklerini onların isteği dışında açık­
lamalarını yasaklamış, aynı babın 2. paragrafı ise yargılama sırasında bu
konuda soru sorulamayacağını belirtmiştir. Bu Kanunun bir diğer özelliği
tanıklıktan çekinme hakkını "Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suçlar" ile
sınırlandırmasıdır. Diğer basın suçlarında ise tanıklık yapmak zorunlulu-
ğu vardır.

Basın Kanununa sahip bulunmayan ülkelerden İsuiçre'de gazetecile-


rin tanıklıktan çekinme hakları Ceza Kanununda(§ 27, 3. fıkra) düzenlen-
miştir. Bu ülkede de tanıklıktan çekinme hakkı "Basılmış Eserin İçeriğine
İlişkin Suçlar" ile sınırlıdır. Bunun dışında vatana ihanet gibi ağır politik
suçlarda da gazeteci bu hakkı kullanamamaktadır (StGB. § 27, 6. fıkra).

İtalya'da gazetecilik mesleğinden olanların hak ve yükümlülükleri-


ni düzenleyen 3.2.1963 tarihli Kanun (L'ordine dei giornalisti italiani), 2.
maddesinde, gazeteci ve naşirleri, haberin niteliği gerektirdiği takdirde,

85 LÖFFLER, II, s. 457. Fransa hakkında değişik bilgi için bkz.: DONAY, S.: Meslek
Sırrının Açıklanması Suçu, İstanbul 1978, s. 198-199.
316 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

kaynakları gizli tutmak yükümlülüğü altına sokmuştur. Bunun doğal so-


nucu, böyle durumlarda gazetecilerin tanıklıktan çekinme zorunluluğun­
da olmalarıdır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde gazetecilerin tanıklıktan çekinme
hakkını kanunla düzenlemiş federe devletler şunlardır: Maryland (1896),
New Jersey ve Indiana (1933), Kalifomiya (1953), Kentuckyve Pennsylva-
nia (1936), Arkansas (1937), Arizona (1939), Alabama (1940), Ohio (1941),
Montana (1943), Michigan (1949). Bu konuda kanunlarında hüküm bu-
lunmayan Oklahoma ve Utah federe devletlerinde ise mahkemeler tara-
fından bu ha..k kabul edilmektedir.

Eski doğu bloku ülkelerinde ise uygulanan rejimin bir gereği olarak
gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakkı yoktu 86 .

bbb) Alman hukukunda gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakkı

aaaa) Yasal kaynaklar


Gazetecilerin tanıklıktan çekinme haklarım en geniş biçimde kabul
eden ülke Federal Almanya'dır. Bu ülkede bir yandan Ceza Muhakeme-
leri Usulü Kanununun 53. paragrafının 5. bendi gazetecilere tanıklıktan
çekinme hakkını en kapsamlı olarak tanırken, diğer yandan 97. paragrafı­
nın 5. fıkrası da aynca aynı amaca yönelik arama ve el koyma yasaklarını
koymuştur. Bu hükümlerde basının yamsıra radyo ve televizyon mensup-
larına da aynı haklar öngörülmüştür 87 .

bbbb) Tanıklıktan çekinme hakkının hukuki niteliği


Federal Almanya'da tanıklıktan çekinme hakkının kamusal nitelik
taşıdığı ve bu nedenle ilke olarak bu haktan feragat edilemeyeceği ka-
bul edilmektedir. Fakat, basın mesleğinin sır saklama yükümlülüğü altın­
daki mesleklerden olmadığı ve bunun için tanıklıktan çekinmenin basın
mensuplarına yüklenen bir görev teşkil etmediği sonucuna varılmaktadır.
Yani, bu ülkede gazeteciler tanıklıktan çekinme hakkını kullanıp kullan-
mamakta serbesttirler. Federal Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararda
(BVerf. GE. 20, s. 176) tanıklıktan çekinebilmenin basını korumaya yö-
nelik bir hak olduğunu açıklamış ve Federal Mahkeme (BGHSt. 9, s. 59)
de kimliğinin açıklanmasını istemeyen yazarın veya haber kaynağının
tanıklıktan çekinmeye ilişkin bir hukuki talep hakkının bulunmadığına
karar vermiştir. Yine Alman Federal Mahkemesine göre, duruşmadan

86 LÖFFLER, II, s. 458-459.


87 Bu hükümlerin Türkçesi için bk.: İÇEL-YENİSEY: Karşılaştırmalı ve Uygulamalı
Ceza Kanunları, 4. Bası, İstanbul 1994, s. 1264 ve 1271.
BASIN REJİMİ 317

önce tanıklıktan çekinme hakkının kapsamına giren bir beyanda bulunan


gazeteci bu beyanını her zaman geri alabilir ve önceki sözleri yargılamada
dikkate alınmaz. Buna karşılık, duruşma sırasında beyanda bulunduktan
sonra tanıklıktan "'~"="··~~ hakkını kullananın önceki sözleri yargılama
içinde değerlendirilebilir (BGHSt. 10, s. 186)88 .

cccc) Tanıklıktan çekinme hakkının uygulanma alanı ve süresi

Gazeteciler, tanıklıktan çekinme haklarını ceza ve hukuk mahkeme-


leri huzurunda kullanabilecekleri gibi, polis ve savcılık soruşturmalarında
da bu haktan yararlanabilirler89 . Bundan başka, disiplin soruşturmala­
rında ve parlamento soruşturma komisyonları huzurunda da aynı hakkın
geçerli olduğu kabul edilmektedir90 .

Tanıklıktançekinme hakkı sınırlı değildir 91 . Basın mensubu görevin-


den ayrılmış olsa dahi basın faaliyeti sırasındaki bilgilere ilişkin tanıklık­
tan çekinebilir.

dddd) Tanıklıktan çekinme hakkından yararlanan kişiler

Alman Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Bavyera dışındaki federe dev-


letlerin basın kanunları yalnız dönemsel yayınlarda çalışan gazetecilere
tanıklıktan çekinme hak_la.nı tanımışlardır. Dönemsel yayınlan-
da ise bu hak verilmemiştir. Yayının türü yönünden bu sınırla-
ma Federal Almanya'da önemli eleştirilere konu olmuştur. Federal Alman
Anayasasının 5. maddesinin dönemsel yayınlar kadar dönemsel olmayan
yayınlar için de basın özgürlüğünü kabul etmesi bu alandaki eleştirilerin
başlıca dayanak noktasıdır. Bu nedenle, Bavyera Basın Kanununun(§ 12)
dönemsel olsun olmasın tüm basın organlarında faaliyet gösterenlere bu
hakkı vermesi doktrin tarafından olumlu karşılanmaktadır92 . Keza Alman
Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu da tanıklıktan çekinme hakkını dö-
nemsel yayınlarla sınırlandırmamıştır.

Alman kanunları dönemsel basılmış eserlerin hazırlanmasında ve ya-


yınlanmasında katkısı olan herkesi tanıklıktan çekinme hakkı ile donat-
mıştır. Yani, dönemsel yayın faaliyetinin teknik, ticari ve fikri yönlerinde
görev alan her kişi tanıklıktan çekinme hakkını kullanabilmektedir. Söz-

88 LÖFFLER, II, s. 435-436.


89 SCHEER, s. 356.
90
Bkz.: LÖFFLER, II, s. 437.
91
KLEINKNECHT, Th. -MüLLER, H.-REITBERGER, L.: Kommentar zur Strafpro-
ze/3ordunng, 2. Auflage, Nürnberg 1950, s. 86.
92 Bkz.: LÖFFLER, II, s. 437.
318 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

gelimi, yazı işleri müdürleri, naşirler, tabiler ve muhabirler bu haktan ya-


rarlanabilirler. Hatta gazetenin arşiv memurlarının dahi bu hakka sahip
bulundukları kabul edilmektedir93 .

eeee) Tanıklıktan çekinme hakkının içeriği

Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 53. paragrafı gazeteci-


lerin tanıklıktan çekinme haklarını içerik yönünden de sınırlandırmıştır.
Şöyle ki: bu hüküm gereğince, basın mensupları ancak "cezalandırılabilir
içeriği olan bir yayının yazarının veya haberin kaynağının kişiliği hakkın­
da" tanıklıktan kaçınabilirler. Yani, yayının içeriği suç teşkil etmiyorsa
veya yayının maddi cephesi hakkında bilgi soruluyorsa gazetecinin ta-
nıklık yapmak zorunluluğu vardır. Usul kanununun tanıklıktan çekin-
me hakkını bu şekilde sınırlandırması doktrin tarafından eleştirilmiş ve
federe devletlerin yeni basın kanunları (Bavyera Basın Kanunu dışında)
bu eleştirileri dikkate alarak sözü geçen sınırlandırmayı kaldırmışlardır.
Böylece, Alman Basın Kanunları suç teşkil etsin veya etmesin dönemsel
basılmış eserlerde yer ala_n tüm yayınlar yönünden gazetecilere tanıklık­
tan çekinme hakkını vermişlerdir. Keza bu hak yalnız yazarın veya haber
kaynağının kimliği ile ilgili bilgilere ilişkin bulunmayıp, aynı zamanda
haberin maddi cephesi yani içeriği bakımından da sözkonusu olabilmek-
tedir94.

ffff) Tanıklıktan çekinme hakkını tamamlayan yasaklar


Basın mesleğinin gizliliğinin yalnız tanıklıktan çekinme hakkı ile
sağlanamayacağını gören Alman Ka_nun Koyucusu, yazar veya haber kay-
nağı hakkında bilgi elde etmek için gazetenin redaksiyon malzemesine
el konulmasını ve bu amaçla gazetede arama yapılmasını yasaklamıştır
(StPO. §. 97, 5. fıkra ve LPG. §. 23) 95 . Gerçekten, gazeteci tanıklıktan çe-
kinme hakkını kullansa dahi, arama ve bilgi içeren belgelere el konulması
yolu ile gizli tutulmak istenen bilgiler yine de elde edilebileceğinden, bu
yasaklamalara zorunluluk duyulacağı kuşkusuzdur.

cc) Türk hukukundaki durum ve önerilerimiz


Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 46. maddesinin meslek sırrı nedeni
ile tanıklıktan çekinme hakkını "avukatlar", "avukat stajyerleri", "hekim-
ler", "diş hekimleri", "eczacılar", "ebeler", "ve bunların yardımcıları", "diğer
bütün tıp meslek veya sanatları mensupları", "mali işlerde görevlendiril-

93 Bkz.: LÖFFLER, II, 438 ve son.: SCHEER, s. 358 ve son.


94 LÖFFLER, s. 441 ve son.; SCHEER, s. 360 ve son.
95 LÖFFLER, s. 445 ve son.; SCHEER, s. 362 ve son.
BASIN REJİMİ 319

miş müşavirler" ve "noterler"e tanımış olmasına karşılık, bu hak gazeteci-


ler dahil olmak üzere diğer meslek mensuplarına tanınmamıştır 96 . Basın
Kanunumuzda ise konuya ilişkin birisi dolaylı diğeri doğrudan ve fakat
sınırlı iki hüküm vardır. Sorumlu müdür ve onun bağlı olduğu yetkili ki-
şinin ceza hukuku sorumluluğunu düzenleyen 11. maddedeki düzenleme-
den, kendilerinin sorumlu tutulma riskine karşın, sorumlu müdür ve onun
bağlı olduğu uı~ıu,~u eser sahibinin adlarını bildirmek zorunda olmadığı
sonucu çıkmaktadır. Bu hüküm anonimlik hakkının bir sonucu olarak ta-
nıklıktan çekinme hakkını dolaylı ve çok sınırlı bir biçimde düzenlemiş­
tir. Kanımızca, bu hüküm yazı işleri müdürlerine gerek yazı veya resim
sahibinin kimliği, gerekse haber niteliğindeki yazılarda haber kaynağı
hakkında tanıklık yapmaktan çekinmesine olanak veren bir hükümdür 97 •

Basın Kanunundaki bu hükmün özelliklerinden sadece sorumlu


müdürün ve onun bağlı olduğu yetkilinin tanıklıktan çekinmesine olanak
vermesidir. Madde sorumlu müdürden ve onun bağlı olduğu yetkiliden söz
ettiği ki, bu sıfata sahip bulunmayan gazetecilerin tanıklıktan çe-
kinme hakları yoktur. Sözgelimi gazetenin muhabiri haberin kaynağı hak-
kında tanık sıfatiyle beyanda bulunmak durumundadır. Bu sonuç basın
özgürlüğünün en önemli öğesini oluşturan anonimlik hakkına ters düş­
mekte ise de, 11. maddenin açık hükmü karşısında başka bir yorum biçimi
geçerli olamaz 98 .

11. maddedeki hükmün ikinci özelliği, tanıklıktan çekinmenin sorum-


lu müdüre bir "hak" olarak tanınmasıdır. Gerçekten, Kanun" ... bildirmek
zorunda değildir" demek suretiyle tanıklıktan çekinmenin sorumlu mü-
dür ve onun bağlı yetkili için bir yükümlülük olmadığını belirtmek iste-
miştir99. Esasen, yukarıda Alman Anayasa Mahkemesinin görüşünü açık­
larken değindiğimiz gibi, haber kaynağına ilişkin tanıklıktan çekinme ba-

96
HUMK'nın 245. maddesinin 4. bendi ise, "memuriyet ve sanat ve meslekleri itibariyle
bir kimsenin sırrını bilenlerin" tanıklıktan çekinebileceklerini öngörerek, gazeteci-
ler de dahil tüm meslek mensuplanna bu hakkı tanımıştır. 6100 sayılı (12.02.2011)
yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 249. maddesi de tanıklıktan çekinme hak-
kını düzenlemiştir: "Kanun gereği sır olarak korunması gereken bilgiler hakkında ta-
nıklığına başvurulacak kimseler, bu hususlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler.".
97
DÖNMEZER (Basın, s. 357) ise, "bizde ne kanunlar ve ne de mahkeme içtihatları ga-
zeteci için böyle bir hakka henüz yer vermiş değildir" demesine karşın, kitabının bir
başka yerinde (eski Basın Kanunu ile eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nu
ilişkilendirerek) Basın Kanununun 16. maddesinin CMlJK. 48. maddesinde sayılan
hallere bir yenisini eklediğini ve bu hükmün yazı işleri müdürleri yönünden tanık­
lıktan çekinme hakkını içerdiğini kabul etmiştir (bkz.: s. 384).
98
Farklı görüş: ERMAN-ÖZEK, m. 16, no. 7; s. 203.
99
Farklı görüş: DONAY, s. 201-202.
320 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sın özgürlüğünü güvence altına alan bir önlem olduğu içindir ki, kanunun
bunu yükümlülük olarak nitelendirmesi basın özgürlüğüne ters düşerdi.
Basına diğer meslekler gibi sır saklama yükümlülüğünün yüklenmesi ha-
linde basın özgürlüğünün haberleri yayınlama cephesinin ne denli felce
uğrayacağı ortadadır.

Belirtelim ki, "sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili" açısından da


anonimlik hakkım düzenlemediği için 5187 sayılı Basın Kanunumuzdan
daha dar kapsamlı olan 5680 sayılı (eski) Basın Kanunu'ndaki düzenleme-
yi Kitabımızın 5. basısında şöyle değerlendirmiştik:

"Açıklamalarımızdan anlaşılacağı üzere, mevzuatımız gazetecilerin


tanıklıktan çekinme haklarını
çok dar ve yetersiz biçimde düzenlemiştir.
Oysa ki, basın özgürlüğünden sözedebilmek için gazetecilerin haber kay-
naklarına rahatça ulaşabilmelerini sağlamak ve topladıkları haberleri
en kapsamlı biçimde yayınlamalarına olanak vermek zorunludur. Haber
kaynakları tedirgin edilmediği takdirde toplumu ilgilendiren haberler ko-
laylıkla toplanabilir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için ise basının haber
kaynaklarının güvenceye kavuşturulması gerekir 100 ."

Bu eleştirimizden sonra, yeni Basın Kanunu hazırlanırken belirtti-


ğimiz eksiklik ve eleştirilerimizin dikkate alınarak haber kaynakları açı­
sından da tanıklıktan çekinmeye olanak tanıyan bir hükmün getirilmesi
sevindiricidir. Gerçekten, Basın Kanunu'nun 12. maddesine göre, "Dönem-
sel yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her
türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zor-
lanamaz.". Bu hükü..rnle hem eser sahibi yanında dönemsel yayın sahibi ve
sorumlu müdüre de haber kaynağı ile ilgili tanıklıktan çekinebilme hakkı
tanınmış, hem de bu hakkın bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklan
açısından olduğu vurgulanarak bu hak geniş biçimde düzenlenmiştir. An-
cak dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, bu hakkın dönemsel olma-
yan yayın sahipleri, yayımcı ve diğer kişiler açısından düzenlenmediğidir.

B. BASINDA HUKUK SORUMLULUĞU

I. Genel olarak

Her insanın yaşa._ntısı üç alana bölünebilir. "Gizli alan" diyebileceği­


miz çevre, herkesin sadece saklı kalmasını istediği olaylan içerir. "Özel
alan" olarak adlandınlan yaşa._ntı çevresi ise, şahsın, birlikte konuşma bi-

100 Tanıklıktan çekinme hakkına ilişkin ayrıntılı önerilerimiz için.: İÇEL, K.: Gazeteci-
lerin Tanıklıktan Çekinme Hakkı (Ceza Hukuku ve Krimonoloji Dergisi, 1978, sayı:
1, s. 44).
BASIN REJİMİ 321

çiminde yürütülen ve kendisine yakın olan kişilerle ortak nitelikte bulu-


nan, sadece bunlarla paylaşmak istediği yaşantısını kapsar. Bir de "ortak
alan" vardır ki, bu kişinin herkes gibi umuma açık yerlere, genel toplan-
tılara, törenlere katılması veya bir sanatkar, bir sporcu ya da bir politika
adamı olarak kendisini umuma sunması ile birlikte giriştiği faaliyetleri
kapsamına alır. İşte, basına açık olan bu üçüncü yaşantı alanıdır. Ancak,
basının bu alanı ele alırken, kişinin haysiyetine ve şerefine dokunacak
yayınlarda bulunmamaya da özen göstermesi gerekir. Buna karşılık, şah­
sın "özel alan"ı basına birtakım sınırlamalarla açıktır. Şöyle ki, özel ala-
na giren davranışlar, kural olarak, herkesin bunları gördüğü ve duyduğu
biçimde, herhangi bir kimsenin hareketi gibi, şahsın tanınmasına olanak
verecek hususları belirtmeksizin basında yer alabilir. "Gizli alan" ise bası­
na tam olarak kapahdır 101 •
Basının haysiyet ve şerefe dokunan veya kişiliğe tecavüz teşkil eden
yayınlan olduğu takdirde, ya Basın Kanununun 11. maddesindeki özel
ceza sorumluluğu esaslarına göre ceza kovuşturması yoluna gidilir veya
zararın giderilmesi için hukuk mahkemesinde dava açılır. Özellikle mane-
vi tazminat istemleri basın alanında etkin bir yaptırım olarak nitelendi-
rilebilir. Basın yoluyla saldırıya uğrayan kişinin özel hukuktan kaynakla-
nan diğer bazı korunma yollan da vardır.

Aşağıda, şeref, haysiyet ve özel yaşama 102 basın yoluyla saldırılara


karşı özel hukuka dayanan korunma yollarının esaslarına değinilecek­
tir103.

101
TANDOĞAN, H.: Şahsiyetin akit dışı ihlallere karşı korunmasının işleyiş tarzı ve
basın yoluyla olan ihlallere karşı özel hayatın korunması (AÜHFD., 1963 cilt: XX,
sayı: 1-4, s. 26 ve son.); K...ILIÇOĞLU, A.: Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluy-
la Saldırılardan Huhuhsal Sorumluluh, Aı'"lkara 1982, s. 82 ve son.
102
Burada belirtelim ki, 1982 Anayasası, 20. maddesinde kişinin özel hayatının gizli-
liğini anayasal güvence altına aldığı gibi, 5237 saylı yeni TCK.'nun 134. maddesi
de "özel hayatın gizliliğini ihlal" suçunu düzenlemiştir. Buna karşılık, eski TCK.'da
böyle özel bir hüküm yoktu (Bkz.: DANIŞMAN, A: Ceza Huhuhu Açısından Özel
Hayatın Korunması, Konya, 1991, sh. 34 ve son.; ŞEN, E.: Devlet ve Kitle İletişimi
Araçları Karşısında Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması, İstanbul 1996, s. 30 ve
son.)
ıo 3 Bu konu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mukayeseli Hukuk Araştırma ve
Uygulama Merkezi tarafından düzenlenerek 15-16 Nisan 1983'de Yargıtay'da ger-
çekleştirilen "Sorumluluk Hukuhundahi Yeni Gelişmeler VI. Sempozyumu"'na su.n.-
duğumuz "Basın Yoluyla Kişilik Halıhına - Özellikle Kişinin Şeref ve Haysiyetine ve
Özel Yaşamın Gizliliğine Karşı Yapılan Saldırılarda Jlılanevf Zararın Giderilmesi"
isimli bildirimizde ele alınmıştır. Özel Yaşam ve Medya konusunda uluslarara-
Sli. boyutta en yeni bir dedeme yayını olarak bkz.: İÇEL-ÜNVER, Özel Ya-

şam, Medya, ve Ceza Hukuku (Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi,


322 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

II. Basınyoluyla kişilik hakkına karşı yapılan saldırılardan


hukuksal sorumluluk

1- Kişilik hakkı kavramı ve korunması

Kişilik hakkı, yaşam, sağlık, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel ya-


şam, isim, resim, duygu yaşamı gibi kişisel varlıklar üzerindeki hakları
ifade eden bir kavram olup, bir tanım verilmesi gerekirse "kişinin toplum
içindeki saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan değerle­
rin tümüne ilişkin hakkı" şeklinde tanımlanabilir 104 .
Şahıs varlığı haklan arasında yer alan kişilik hakkına saldın duru-
munda, kişi, "saldırıya son verilmesini veya saldırı tehlikesinin önlenmesi-
ni" talep edebileceği gibi, sona erdiği halde etkisi devam eden "saldırının
hukuka aykırılığının saptanmasını, gerekiyorsa kararın yayınlanmasını,
ya da üçüncü kişilere bildirilmesini" isteyebilir 105 . Kişiliği saldırıya uğra­
yan kişi yönünden "saldırının kınanması" ve saldırının doğurduğu maddi
ve manevi zararla ilgili "tazminat" talep edebilme hakları da doğmakta­
dır106.

Nitekim Yargıtay da verdiği örnek nitelikteki kararlarında belirttiği­


miz hususlara dikkati çekmekte ve kişilik haklan ile basının haber verme
fonsiyonu arasındaki hassas dengenin koşul ve unsurlarını belirlemekte-
dir:
"Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğünün amacı
kamunun ilgisini çeken olaylarda toplumun bilgilendirilmesini sağlamak­
tır. Bu nedenle bazı durumlarda basın özgürlüğü ile kişilik hakları çatışa­
bilir. Bu çatışma halinde haberin verilmesinde hukuka uygunluk sınırları
içinde kalındığı takdirde basının sorumluluğundan söz edilemez. Bir ha-
berin verilmesinde -gerçeklik kamu yararı, güncellik, öz ile biçim arasında
denge kuralları ihlal edilmemiş ise haberin hukuka uygun olduğu gerek
yargısal kararlarda gerekse bilimsel görüşlerde kabul edilmektedir. Haber

7, Ankara 2007).
104 DURAL, M.: Türk Medeni Hukukunda Gerçek Kişiler, İstanbul 1977, s. 112 (Yeni
Bası:.DURAL, M. - ÖĞÜZ,T.: Türk Özel Hukuku Cilt: 2, Kişiler Hukuku, İstanbul
2004.)
105 Kişilik hakkına saldırılara karşı kişinin korunması yollarını öngören 4 721 sayılı
ve 22.11.2001 tarihli (yeni) Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesi eski Medeni Ka-
nunumuza nazaran bu konuda izlenen hedefe daha uygun hükümler içermektedir.
Aynı Kanunun 25. maddesi ise, kişilik hakkı saldırıya uğrayan kişinin sahip bulun-
duğu dava haklarını ayrıntılı biçimde düzenlemiştir.
106 DURAL, s. 151 ve son.; ÖZSUNAY, E.: Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, 3. Baskı,
İstanbul 1977, s. 158 ve son.; KILIÇOĞLU, s. 195 ve son.
BASIN REJİMİ 323

verme hakkının sınırlarının belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri


olan "gerçeklik" somut gerçeklik olmayıp haberin verildiği andaki olayın
beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılmaktadır. Basına somut gerçeği
araştırma gibi bir görev yüklenmemiştir. Basının görevi; geneli ilgilendiren
ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında objektif ve gerçekle-
ri yansıtacak biçimde, halkı aydınlatmak, çeşitli konularda kamuoyunu
düşünceye sevketmek için tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal
oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneti-
cileri eleştirmek ve uyarmak, bireyleri içinde yaşadığı toplumun ve tüm
insanlığın sorunları yönünden bilinçlendirmektir. Anayasa'nın 28. ve 5680
sayılı Basın Yasasının 1.maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun
sınırlarını göstermiştir. Basın özgürlüğü kişinin, dünyada ve özellikle ya-
şadığı toplumda oluşan ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında
bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar (Ordinaryüs Prof. Dr. Sulhi Dön-
mezer-Basın Hukuku, 1968 sh. 72 ve devamı, Prof. Dr. Kayıhan İçel-Kitle
İletişim Hukuku, 1977 sh.50, Prof. Dr. Ergun Özsunay, Gerçek Kişiler, 1980
sh.119 ve devamı, Yargıtay 4.H.D. 12.4.1979 tarih ve 9042-4935 sayılı ve
aynı yöndeki kararları). Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve
hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi, yine
hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek
Anayasa'nın temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.
nun 24 ve 25. maddelerinde ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış
olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabile­
cek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu nedenle, bazı du-
rumlarda basın özgürlüğü ile kişilik hakları çatışabilir. Bu çatışma halin-
de haberin verilmesinde hukuka uygunluk sınırı içinde kalındığı takdirde
basının sorumluluğundan söz edilemez. Basının, kamu görevi yaparken
göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık
bir oransızlık varsa, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici
ve yanlış yorumlarda bulunarak, gerçek dışı haber verilir, ye;·siz şekilde
onur kıran sözler kullanılır, dürüstlük kuralına aykırı davranılır ve kişisel
nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yapılırsa bu hukuka aykırı
olur. (Prof. Dr. Selim Kaneti. Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık Unsuru
1964 sh.202 ve devamı, Dr. M-Ahmet Kılıçoğlu, Şeref Haysiyet ve Özel Ya-
şama Basın Yoluyla Saldırılarda Hukuksal Sorumluluk 1993 slı.125 ve
devamı); Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9.10.1985 gün ve 1985/4-96-
790 sayılı kararı ve 6.3.2002 gün ve 2002 / 4-115-151 sayılı kararında da,
bu ilkeler vurgulanmıştır. Yayınladığı olayın doğruluğunu ve gerçekliğini
araştırmak gazetecinin görevidir. Bununla birlikte, gazetecinin, bir olayı
doğru, kabul edebilmesi için arayacağı desteklerin, objektif yönden güven
verici ve inandırıcı olmasının ölçüsü belirlenirken yayıncılığın özel du-
rumu gözetilmelidir. Ancak, yayınlanacak haber üçüncü kişilere ağır bir
324 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

zarar verebilecekse, doğruluğun denetlenmesi görevi, daha katı ölçütlere


bağlanmalıdır. Hemen belirtelim ki, haber verme hakkının sınırlarının be-
lirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan "gerçeklik", somut gerçeklik
olmayıp, yayının yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk olarak
anlaşılmalıdır. Çünkü, basına somut gerçeği araştırma görevi yüklenme-
miştir. Yayının, ancak, olayın maddi gerçekliği saptandıktan sonra veri-
lebileceği kabul edilecek olursa, haber verme hakkı sınırlandırılmış olur.
Zira maddi gerçeğin ortaya çıkarılması zaman alır. Gazeteci de maddi ger-
çeği araştırmak ve ortaya çıkarmak göreviyle yükümlü değildir" 107 .

Burada özellikle belirtilmelidir ki, Yargıtay, basın özgürlüğü ile kişi­


lik haklarının karşı karşıyagelmesi halinde, kamu yararının buhı_n­
ması durumunda, basın özgürlüğüne üstünlük tanınması ve kişilik
hakkının ihlalinin hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşılması gerektiği
düşüncesindedir:

"Yönetimde meydana gelebilecek yolsuzlukları ve usulsüzlükleri ka-


muoyuna duyurmak, bu yolda tartışmalar başlatmak ve yapmak basının
görevleri arasındadır. Basın kamuoyunu aydınlatma, haber verme, eleştiri
ve incelemede bulunma hakkına sahiptir. Verilen haberde veya eleştiride
hukuka aykırılıktan söz edilebilmesi için gerçeklik, güncellik, kamusal ilgi,
toplumsal yarar, haber verme ve eleştiri hakkının sınırlarının belirlenmesi
ile saptanır. Bu öğeler belirlenirken basın özgürlüğü ile kişilik haklarına
saldırı bulunup bulunmadığı değerlendirilirken büyük özen gösterilmesi;
kamu yararı bulunan hallerde basın özgürlüğüne üstünlük tanınması ge-
rekir. "108.

Aynı yöndeki başka bir karar ise şöyledir:

"Öncelikle; Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güven-

107
HGK. 29.05.2002, E: 2002/4-447, K: 2002/465.
108
4. HD. 20.05.2002, E: 2002/734, K: 2002/6038. 3.HD. de, yeni kararlannda kamu ya-
ran ölçütünü açıklıkla vurgulamıştır: "Basının özgürlüğü ile kişilerin kişilik değer­
lerinin karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma
altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekli olup,
bunun için temel ölçüt kamu yararıdır." (14.02.2012, E.2011/19952, K. 2012/3379).
Aynı nitelikte: 28.02.2012, E.2012/879, K.2012/5026; 14.02.2012, E.2011/19952, K.
2012/3379. Hukuk Genel Kurulu da yeni kararlannda kamu yaran ölçütünü uy-
gulamaya devam etmektedir: "Basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin
karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına
alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir. Bu-
nun için temel ölçüt kamu yararıdır. Yayın, salt toplum yaran gözetilerek yapılmış
olmalıdır. Toplumun çıkan dışında hiç bir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak
sunulmasına sebep olmamalıdır." (28.03.2012, E.2012/3-57, K.2012/246). Aynı nite-
likte: 06.05.2009, E.2009/4-100, K.2009/163.
BASIN REJİMİ 325

cesi ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki


düzenleme üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu düzenlemede basının
özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına
sağlanan bu güvencenin nedeni ise; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven için-
de yaşayabilmesidir. Bu da kişilerin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı
toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi
olması ile olanaklıdır. Kısacası basın, olayları izleme, araştırma, değerlen­
dirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yön-
lendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın
yaparken, yaptığı yayından dolayı eyleminin hukuka aykırılık teşkil edip
etmediğinin değerlendirme ölçütleri genel anlamda hukuha aykırılığa iliş­
kin ölçütlerden farklı ele alınmalıdır. Ne var hi basının bu ayrılık taşı­
yan lwnumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir.
Bundan dolayıdır ki, basının bu özgürlüğü yayınlarında gerek Anayasa-
nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerehse MK.nun 24
ve 25. maddelerinde ve özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan hi-
şilik haklarına saldırıda bulunmamak ve saygı göstermek, gibi ilkelerle
sınırlıdır. Diğer taraftan basın özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin
karşı karşıya geldiği, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların
birbirine karşı çatışma içinde bulunduğu durumda temel ölçüt kamu yara-
rı olmalıdır. Başka bir anlatımla yayın salt toplumun yararı gözetilerek ya-
pılmalıdır. Bu yayın yapılırken objektif sınırlar içinde kalınmalıdır. Ayrıca
basının haber verme hakkı, gerçehlik, geçerlilih, güncellik, toplumsal ilgi,
konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel ilkelerine dayanmalıdır.
Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan,
görünen, bilinen her şeyi araştırıp olayları olduğu biçimi ile yayınlamalı­
dır. Buradaki gerçeklik somut gerçeklih olarak değil, o anda belirlenen ve
var olan, orta düzeydeki kişilerce de yayının amacının anlaşılmasını orta-
ya koyacak bir gerçeklik, eş söyleyişle olayın haber yapıldığı andaki beliriş
biçimine uygunluk şeklinde anlaşılmalıdır. Yayının ancah maddi gerçekli-
ği saptandıktan sonra verilebileceği şeklindeki düşüncenin kabul edilmesi
halinde, haber verme ve konuyu aydınlatma hakkının özü sınırlandırılmış
olur. Zira maddi gerçeğin araştırılıp ortaya çıharılması çok zaman alacak
ve bu durumda haberin güncelliği de ortadan kalkacaktır. Önemli olan
olayların doğması ve bunların lwmuya aktarılmasıdıı: Bu ilkeleri gözeten
yayının Anayasa'ya, Basın Kanunu'na ve dolayısıyla hukuka uygun oldu-
ğu ve kişilik değerlerine saldırı teşkil etmeyeceği kabul edilmelidir" 109 .

Yargıtay birçok kararında tekrarladığı bu görüşünü, hukuksal değer­


lerin karşılaştırılması
teorisine dayandırmakta, hukukun iki çatışan de-
ğeri aynı zamanda korumayacağını, üstün yararın tercih edilmesiyle so-

ıo 9 HGK. 25.09.2002, E. 2002/4-615, K. 2002/619.


326 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

runun çözüleceğini
ve buradaki üstün değerin ise kamu yararı olduğunu
görüşünü benimsemektedir. Hatta Yargıtay, daha da ileri giderek, yayının
salt toplumun yararının gözetilmesi suretiyle yapılmasını salık vermek-
tedir:

"Basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya gel-


diği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararla-
rın birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün
var olduğu kanısı uyanmaktadır. Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki
değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hu-
kukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenle-
me, hukukun diğer temel lwvramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın
aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular
itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine
üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az
üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o
olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu ka-
bul edilecektir. Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla
yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. "110 -"Türkiye Cumhu-
riyeti Anayasası ile diğer özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan
basın özgürlüğünün amacı, kamuyu ilgilendiren konularda doğru ve ger-
çeğe uygun haber vermeyi sağlamaktır. Basının görevi, genel yararları ilgi-
lendiren konularda olayları doğru ve objektif olarak yansıtmak, çeşitli so-
runlarda kamuoyunu düşünmeye sevk edecek biçimde tartışmalar açmak,
halkı toplumsal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle do-
natmak, içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları hakkında
bilinçlendirmektir. Basın, halka ulaştırılmasında kamu yararı bulunan
haberleri zamanında ve haberin gerektirdiği ayrıntılarla ve doğru olarak
toplayıp topluma ulaştırdığında kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağla­
mak suretiyle kamu görevi niteliğindeki fonksiyonunu yerine getirmiş olur.
Ancak basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün getirdiği ayrıcalıklar sınırsız de-
ğildir. Anayasanın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğünün özel
hukuk alanındaki sınırı, MK. 24 ve BK. 49. maddeleridir. Basının haber
verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk alanın­
daki sınırı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, konu ile ifa-
de arasında düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber verme
hakkı bu sınırlar içinde kullanıldığı sürece hukuka uygundur. ... Yapılan
yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlere saldırı içerdiği ve böyle-
ce hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Böyle bir uyuşmazlığın çözü-
me kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden
eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak

ııo Bkz.: HGK. 02.07.2003, E. 2003/4-462, K. 2003/466.


BASIN REJİMİ 327

aranması gerekmektedir: Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki ba-


sının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 Sayılı Basın
Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedi?: Bu düzenlemede basının özgürce
yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan
güvencenin nedeni toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi
içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplum-
da meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması
ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, de-
ğerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma,
yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının ya-
yın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan
eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır.
İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykı­
rılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış
biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, ba-
sın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki basının
bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi
sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarda kişilik haklarına saygı
gösterilmesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde
yer alan ve gerekse MK'nun 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda
güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması
da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktirm.

Maddi tazminat yönünden 6098 sayılı (11.01.2011) Borçlar Kanunu-


nun 49.maddesinin (eski BK.41.m.) kişilik haklarına saldın durumunda
da uygulanması olanağı vardır. Gerçekten, bu madde "kusurlu ve hukuka
aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür"
hükmünü içerdiği için kişilik hakkına saldırılan da kapsamına almakta-
dır. Kişilik hakkına saldırıda bulunanın "kusurlu" olması ve "kişisel de-
ğerlerin zarara uğraması", hukuka aykırılık ve nedensellik bağlantısı da
varsa, maddi tazminata hükmedilmesini sonuçlar.

Manevi tazminata ilişkin hüküm ise Borçlar Kanununun 58. (eski


BK.49.m.) maddesidir. Bu maddeye göre, "Kişilik hakkının zedelenmesin-
den zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı
altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. - Hakim, bu tazminatın
ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazmi-
nata ekliyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu .kararın
yayınlanmasına hükmedebiliı: ".

Eski Borçlar Kanununun manevi tazminata ilişkin genel hükmü olan

ııı Bkz. HGK. 30.01.2002, E: 2001/4-1000, K: 2002/25.


328 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

49. maddesi 04.05.1988 tarih ve 3444 sayılı kanunla değiştirilmeden önce


şu şekilde idi: "Şahsi menfaatleri haleldar olan kimse hata (kusur) vuku-
unda zarar ve hatanın (kusurun) hususi ağırlığı icap ettiği suretle, manevi
zarar namıyle nakdi bir meblağ itasını dava edebilir. Hakim, bu tazmina-
tın itası yerine diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebilir." Böylece,
maddenin bu eski şekline göre manevi tazminata hükmedilebilmesi için
fiilin "ağır kusurlu bir hareketin ürünü olması" ve "ağır bir zarara sebebi-
yet vermesi"gerekmekteydi. Doktrin ve uygulama bu koşullara ek olarak,
"fiilin hukuka aykırı olmasını"da aramaktaydı. Maddede öngörülen "ağır
kusur" ve "ağır zarar" koşullarının özellikle basın ve diğer kitle iletişim
araçları ile yapılan saldırılara karşı kişinin manevi tazminat davası yolu
ile kişilik haklarının korunmasında önemli bir engel oluşturduğunu dik-
kate alarak, Devlet Bakanlığının isteği ile hazırladığımız tasarıda, bu ko-
şullar maddeden çıkarılmış ve ayrıca maddeye "kişiliğin hukuka aykırı bir
şekilde tecavüze uğraması" ibaresi konularak bu konuda uygulamada gö-
rülen duraksamaların önlenmesi amaçlanmıştır 112 . 49. maddeki bu deği­
şiklik önerdiğimiz şekilde yasalaşarak madde şu şekli almıştır: "Şahsiyet
hak..kı hukuka aykırı şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi za-
rara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava
edebilir. - Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken tarafların
sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını
da dikkate alır.- Hakim bu tazminatın ödenmesi yerine diğer bir tazmin
surety ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar ver-
mekle yetinebilir ve bukararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.".
Belirtelim ki, İsviçre'de de aynı sakıncalar saptanarak Borçlar Kanunun-
da yapılan değişiklik 1.7.1985 tarihinde yürürlüğe girmiştir 113 . Yeni Türk
Borçlar Kanunu'nun (6098, 11.01.2011; RG. 04.02.2011, Sayı: 27836) 58.
maddesinde de aynı doğrultuda hareket edilerek, eski yasadaki sakıncalı
hükümlere yer verilmemiştir.
Manevi zararı meydana getiren fiilin hakim tarafından kınanması,
doktrinde bir manevi tazminat şekli olarak ileri sürülmekte ise de buna
dair açık bir hükmün bulunmaması nedeniyle uygulamada bu yönde bir
karar verilemediği görülmüş ve hazırladığımız değişiklik tasarısında ha-
kimin fiili kınayan bir karar verebilmesi olanağı sağlanmak istenmiştir.
Bu önerimiz de yetkili organlardan geçtikten sonra Yüce Meclis'te benim-
senerek yasalaşmıştı. Aynı durum yeni yasada da dikkate alınmıştır.

112 Hazırladığımız kanun tasarısı ve gerekçesi için : İstanbul Üniversitesi Basın-Yayın


Yüksekokulu Yıllığı, I, İstanbul 1988, s. 16 ve 24-25.
113 RIKLIN, F.: Zur Revision der Bestimmungen über den privatrechtlichen Persönli-
chkeitsschutz in der Schweiz "Publications de I;Institut Suisse de droit compare,
Schultheiss Polygraphischer Verlag, Zürich 1987, s. 37 ve son).
BASIN REJİMİ 329

2- Kişilik hakkının basın yoluyla saldırılara karşı korunmasına


ilişkin özellikler

Kişilik hakkının korunmasına ilişkin yukarıdaki esaslar basın yoluy-


la yapılan saldırılarda da geçerlidir. Ancak basın yoluyla saldırılarda özel-
likle "hukuka aykırılık"ve "kusurluluk"kavramları özellik taşırlar 114 115 .

Basının "haber verme", "denetim ve eleştiride bulunma" ve "kamuo-


yunu açıklama ve oluşturma" görevlerinin basın için aynı zamanda birer
"hak" olduğu ve "hukuka uygunluk sebebi" oluşturduğu özel hukuk ala-
nında da kabul edilmektedir 116 • Bu yönden, "kişilik hakkının korunması"
amacının, yerine göre kamusal değer taşıyan görevler karşısında ikinci
dereceye düşeceği ve basının kamusal görevlerinin üstün tutulması zorun-
luluğunda kalınacağı Yargıtay kararlarında da benimsenmiştir 117 . Esasen,
Medeni Kanunun yeni 24. maddesinin 2. fıkrası "şahsiyet hakkı ihlfll edi-
lenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel ya da kamu yararına veya ka-
nunun verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır" şek­
lindeki hükmü ile basının sözügeçen kamusal görevlerinin kullanılması
durumunda hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceğini kabul etmiş olmak-
tadır. Zira basının bu görevleri Anayasadan doğan yetkinin bir sonucudur.

Hukuka aykırılık konusunda, Yargıtay'ın konuya ilişkin örnek karar-


ları şöyledir:

"Kişilik hakları, kişinin


toplum içindeki yerini belirleyen ve herkesin
doğuştan sahip olduğu temel değerlerdir. Kişilik haklarının sınır ve kapsa-
mını belirlemek mümkün olmamakla birlikte herkesin bu değerlere sahip
olduğu veya olması gerektiği peşinen kabul edilen bir gerçektir. Kişi ancak

114
İÇEL, Ceza Hukuku, Genel Hükümler, s.343-345.
115 Halen en etkili kitle iletişim araçlarından olan Televizyon yayınlan ile kişilik hak-
larının ihlali konusu RTüK bünyesinde uzmanlık tez konusu olmuştur. Tez değer­
lendirme komisyonunca kabul edilen şu çalışmada konu kapsamlı bir şekilde ince-
lenmiştir : EMRE ÇİÇEK, Televizyon Yoluyla Kişilik Haklarının İhlali, Uzmanlık
Tezi, Ankara 2011.
116
Bkz.: KILIÇOĞLU, s. 130 ve son.
117
Bkz.: Yargıtay 4. H.D. 21.3.1980, E. 1302 IK 3719 (YKD., Mayıs 1981, Sayı: 5, s.
562). "Devlet yönetiminde meydana gelecek usulsüz ve devlet politikasına uygun
düşmeyen işleri kamuoyuna duyurmak ve bu yolda tartışmaları başlatmak bası­
nın görevleri arasındadır. Davacı tamamen kendi iradesiyle yarattığı bu ortamın
basın yolu ile eleştirilmesine katlanınak zorundadır. Dava konusu yazı gerçek olay-
lara dayandığından böyle bir olayın kamuoyu önünde tartışılınasında kamu yaran
vardır. Yayında, konunun duyarlılığına denk düşen uygun araçlar kullanıldığından
davanın reddi gerekir." (Yargıtay 4. HD., 23.12.1993, E. 3762/K.15152; YKD. 1994,
Sayı: 7, s. 1067-1070).
330 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bu halılarının varlığının diğer lıişilerce de lıabulü ve onlar tarafından da


lwrunmaya değer görülmesi ile toplum içinde bir değer lıazanır ve gelişir.
Bunlara lwrşı saldırıda bulunulması halinde o lıişinin haldarına zarar
verilmiş olur. Bir toplumun lıişililı halılarına verdiği önem ve onların lıo­
runmasında gösterdiği özen onun uygarlılı düzeyinin de göstergesidir. Bu
nedenle kişilik hakları lıorunmalı ve onlara yönelen saldırılar önlenmeli-
dir. Öte yandan lıuşkusuz basın özgürlüğü de demokrasi için vazgeçilmez
bir öğe ve rejim için güvencediı: Bu özgürlük o meslek mensuplarına bir im-
tiyaz sağlamah için değil toplum yararına, hamu yararınadır. O halde bu
özgürlüh alanı kamu yararı ile insan halılarının oluşturduğu alanla doğ­
ru orantılı artmalı, gerelısiz sınırlamalardan ve baslulardan kaçınmalıdır.
Yoksa suskun basın ve onun yaratacağı olumsuz sonuçlar ortaya çılwr. İşte
burada sorun basın hak ve özgürlükleri ile kişililı haklarının kaçınılmaz
çatışmasında nasıl bir çözüm, bulunacağı, nasıl bir dengenin hurulacağı
nohtasındadıı: Davaya honu yazıda hişilik haklarına saldırıldığı iddia
edilmehtedir. J.Ve var hi hişililı hahlarını zedeleyen her haber/ yazı mutlaha
hukuka anlamına gelmez. Dairemizin yerleşen ve bilimsel yönden
de destelılenen görüşüne göre haber/ yazı gerçehlik, güncellih, kamu yararı
ilgi öğelerini taşıyorsa ve anlatımda özle biçim dengesi de bulu-
nuyorsa kişilik haklarına saldırı olsa bile hukuka uygundur."118 •
"Dava, yayın
yoluyla kişilik hahlarının saldırıya uğradığı savına da-
Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklama­
lamı kişilih değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukulw aykırı olduğu ile-
ri sürülmüştür. Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel
durumlardaki lıuku!w aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin
izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir. Bunun
nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve
bu ilkeyi güçlendiren 5580 sayılı Basın Yasasının I. maddesindelıi düzen-
lemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına
alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağ­
lıklı, mutlu ve güven içinde yasayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin,
dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu
ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatım­
la basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişile­
ri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna
sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı
hulıuka aylurılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı
olan eylemden farklılıklar taşır, işte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerelı
yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Ba-
sın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılılı oluşturduğu ka-

118 4. HD. 15.2.1999, E: 1998/9558, K: 1999/1016.


BASIN REJİMİ 331

bul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka
aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir lwnumu bulun-
maktadır. Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm
özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınla­
rında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve
Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25 maddesinde
ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına
saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da an-
laşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı
karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuh düzenince koruma altına alı­
nan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir
görünümün var olduğu hanısı uyanmaktadıı: Halbuhi hulwh düzeninin,
çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi
halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan
düzenleme, hukuhun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki
yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut -olaydaki
olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin
diğerine üstün tutulması gerehtiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da,
daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısın­
da, o olayda ve o an için huhuk düzenince horumasız kalmasının uygunluğu
kabul edilecehtir. Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anla-
tımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı
dışında hiçbir hişisel çıhar, gerçehlerin yanlış olarak sunulmasına neden
olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve hişisel katkı yer alma-
malıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken,
özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, top-
lumsal ilginin varlığını konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim
arasındahi dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapı­
lan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hahlan saldırıya
uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse
basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine
saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir. Yine basın, objektif sınırlar içinde
kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan,
görünen bilinen her şeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi
ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gereh yazılı ve gerehse görsel basın, somut
gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de
yayının yapıldığı biçimi ile habul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda
ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve
olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır" 119 .

119
HGK. 06.11.2002, E: 2002/4-848, K: 2002/887. Aynı yönde: HGK. 15.5.2002, E:
2002/4-402, K: 2002/412.
332 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Basın özgürlüğünün içeriğini oluşturan hakların kullanılmasının hu-


kuka uygunluk sebebi sayılması ve böylece fiilin hukuka aykırılığını önle-
mesi için belirli sınırlar içinde kullanılması zorunludur. "Gerçeklik", "kamu
yararı ve toplumsal ilgi", "güncellik", "konu ile ifade arasında düşünsel
bağlılık" ve "ölçülülük" şeklinde belirtebileceğimiz bu sınırlar ile özellikle
kişinin şeref ve haysiyetinin korunması arasında çok yakın ilişki vardır 120 .

Nitekim, Yargıtayımız da konuya aynı şekilde yaklaşmakta ve öğre­


tide ileri sürülen bu ölçütleri kabul ederek kararlarında uygulamaktadır:
"Dava konusu yayının görünür gerçeğe uygun olduğu ve güncellik ta-
şıdığı ve okuyucunun ilgisini çekecek şekilde başlık ve üslup kullanılmış
olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca davacının şahsına yönelen bir iddia veya
söze de yer verilmemiştir. Bu durumda, davacının kişilik haklarının saldı­
rıya uğradığından söz edilemeyeceği ve korunması gereken üstün yararın
basın özgürlüğü olduğu benimsenmelidir." 121 .

"Bilindiği
gibi, basının başlıca görevlerinden birisi ve en önemlisi, za-
manında ve gereken ayrıntıları ile ve doğru olarak, kamu yararı bulunan
haberleri toplayarak halka, topluma ulaştırmak, böylece toplumun düşün­
ce ve kanaatlere ulaşmasını ve neticede kamuoyunun serbestçe oluşumunu
sağlayarak toplumun denetimine aracı olmaktır. Dolayısıyla Anayasal bir
değer taşıyan basın yolu ile düşünce açıklama hakkı bu hakkın sınırlan
içinde kalındığı sürece hukuka uygun sayılacak ve böyle bir hakkın kulla-
nılmasından kişiler olumsuz yönde etkilense dahi haber ya da yazı hukuka
aykırı sayılmayacaktır. Bu durumda verilen bir haberin ya da yazılan bir
yazının hangi hallerde hukuka uygun sayılacağı sorunu ortaya çıkmakta­
dır. Çünkü basın yoluyla düşünce açıklamak hakkı ile kişilik haklarının
sınırlarının belirlenmesi, sorunun çözümüne bağlı olmaktadır. Basının
haber verme hakkı gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu
ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlıdır. Eğer bir
haber ya da yazı bu temel kurallardan birisine ters düşerse bu takdirde
hakkın hukuka uygunluğundan söz edilmesi olanağı olmayacaktır." 122 .

Gazetecilik hakkının sınırlarından ilkini oluşturan "gerçeklik" habe-


rin ve bir olaya dayanan eleştiride olayın gerçeğe uygun olmasını ifade
eder. Buradaki gerçekliğin somut ve maddi gerçeğe değil, olayın haberin
verildiği andaki beliriş biçimine uygunluk şeklinde anlaşılması gerekir 123 .

120 İÇEL, Ceza Hukuku, Genel Hükümler, s. 363. Bu sınırlar için aynca bkz.: ÖZEK,
Türk Basın Hukuku, s. 238 ve son., KILIÇOĞLU, s. 123 ve son.
121
HGK., 6.5.2009, E. 2009/4-100, K. 2009/163.
122
HGK. 22.05.2002, E : 2002/4-423, K: 2002/430.
123 Yargıtay 4. H.D., 12.4.1979, E. 9042/K. 4935 (YKD., Mart 1980, Sayı: 3, s. 358). 4.
H.D., 21.3.1980, E. 1302/K. 3719 (YKD., Mayıs 1981, Sayı: 5, s. 563).
BASIN REJİMİ 333

Bu kural, haber verme hakkı bakımından kadar, eleştirme ve yo-


rumlama haklan yönünden de uyulması gereken bir kuraldır. Gerçekten,
en sert eleştirilerin dahi haklı sayılabilmesi için, öncelikle eleştiriye konu
teşkil eden olayın gerçeği yansıtması gerekir. Aksi ileri sürüldüğünde ga-
zetecinin haberin gerçeğe uygun olduğunu kanıtlaması zorunludur 124 .

"Gerçeklik" özelliğine ilişkin şu kararları örnek verebiliriz:

"Basın özgürlüğünün sınırını kişinin onur ve saygınlığının korunma-


sına ilişkin Medeni Kanunun 24., Borçlar Kanunun 49. maddesi ile Anaya-
sanın 28. maddesi çizmiştir. Buna göre basının haber verme fonksiyonunu
yerine getirirken sınırı gerçeklik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, güncellik,
konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile belirlenmiştir. Ha-
ber verme hakkı bu sınırlar içinde kaldığı sürece hukuka uygundur. Somut
olayda Ankara .... Asliye Hukuk Mahkemesinin ..... esas sayılı dosyasın­
da Maliye Bakanlığı tarafından davacı ve seksen yedi arkadaşı aleyhine
maddi tazminat davası açıldığı, Hazine vekilince davalıların tüm malvar-
lıkları üzerine ve üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına tedbir
konulmasının istendiği, mahkemece davacı ve bazı davalıların bir kısım
taşınmazları üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verildiği anlaşıl­
maktadır. Şu durumda yayın görünürdeki gerçeğe uygundur. Davacının
önemli sayılacak miktarda malları üzerine tedbir konulmasına karşın,
tüm malları üzerine tedbir konulduğu biçimindeki yayın haberin verilişin­
deki bir ayrıntıdır, iddiada ve mahkeme kararının gerekçesinde karikatür
ve tedbir kararına ilişkin yayının gerçeğe olduğu belirtilmişse de
davacının siyasi lıimliği, verdiği mal ,,ıu1,n,u-:,,n serveti konusundaki
açıklamaları sayısı önemli olmasa da davacının bir kısım taşınmazlarına
tedbir konulması hususları gözetildiğinde karilwtürün de mizah olarak
gerçeği yansıttığı, tüm mallara tedbir konulmamasının haber içerisinde
bir ayrıntı olup, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığından
davanın reddi gerekirken açıklanan gerekçelerle kabulü yönünde hüküm
kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir." 125 .

"Dava konusu yayınla o sırada kamuoyu gündemini fazlaca meşgul


eden milletvekillerinin parti değiştirmesi olayı ve kamuoyunda dile geti-
rilen beyanlar ile yolsuzlukla mücadele vaadine ters uygulamaların eleş­
tirildiği, davacının iktidar partisi olması nedeniyle siyasi kimliği gereği

124
"Basına tanınan özgürlük kişilerin onur ve haysiyetini halele uğratma hakkını ver-
mez. Yayın organı, ileri sürdüğü suç niteliğindeki isnatları isbat ettiği takdirde onur
ve haysiyetin halele uğradığından bahsedilemez; bu husus isbat edilemediği takdir-
de manevi tazminatla sorumlu tutulması icabeder" (Yargıtay HGK., 14.11.1973, E.
4-750/K 8975; İKİD., 1974, s. 2888).
125
4. HD. 28.06.2001, E. 2001/3092, K.2001/6977.
334 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

eleştiriye açık olması gerektiği hususları


birlikte değerlendirildiğinde ya-
yının görünürdeki gerçeğe uygun olduğu sonucuna varılmalıdır. Şu du-
rumda hukuka aykırılık unsuru bulunmadığından davanın tümden reddi
gerekirken kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması
gerekmiştir ." 126 .

"Somut olayda; davaya konu kitapta yazılan ve davacı tarafından ki-


şilik haklarına saldırı oluşturduğu iddia edilen konuların İstanbul Cum-
huriyet Başsavcılığının
..... E. sayılı soruşturma dosyasının sonucunda
hazırlanan iddianameye konu edildiği, davacının sanık olarak yargılan­
maya başladığı, bu hali ile kitapta yazılan olayların görünen gerçeğe uy-
gun olduğu, yargılamaya konu olduğu, iddiaların yazılış şeldinin öz ile
uyumlu olduğu, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği, yayının bu hali ile hukuka uygunluk unsurlarını taşıdığı anla-
şılmakla istemin tümden reddine karar verilmesi gerehir iken, yanılgılı
gerekçe ile davanın lusmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve
bu nedenle hühmün bozulması gerekmiştir." 127 .

Aslında doğru olan bir haberin gerçeğe aykırı eklemelerle yayınlan­


ması durumunda haber yine gerçeğe aykırı sayılacaktır. Örneğin, yasa dışı
olduğu iddiasıyla kapatılan derneğin yöneticileri hakkında kovuşturma­
ya girişildiğine dair gerçek olaya, bu kişilerin daha önce komü..nistlikten
mahkum oldukları şeklinde gerçek olmayan bir ekleme yapılırsa, zina
yaptığı için bıçaklandığı olayı gerçek dışı olarak eklenirse 128 gerçeklik
yoktur 129 :

"Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedenine dayalı manevi
tazminat istemine ilişkindir. Dava konusu edilen haberde; Rus mankene
tecavüz girişimi ve yumrukla burnunun kırılması nedeniyle, savcılık aşa­
masında estetik ameliyat masrafiarı karşılığı uzlaştığı ve saldırıya uğra­
yan mankenin olaya neden olan kişi hakkındaki şikayetinden vazgeçtiği

126 4. HD. 7.06.2007, E.2006/9120, K.2007/7767.


127 4.HD. 27.06.2013, 14933/12471.
128 Yargıtay 4. H.D'nin 4.12.1974 ve 2.2.1977 tarihli bu kararlan için: KARABASAN,
M,R.: Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, Ankara 1981, s. 1437-1438 ve 1420-1422.
129 Yargıtay 4. HD. bir kararında gerçeklik araştırmasının yapılmasını şu şekilde vur-
gulamaktadır : "...Bu bakımdan mahkemenin yayına konu edilen olguları görevinin
bir gereği olarak araştırınası gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da, Hukuk Usu-
lü Muhakemeleri Yasasının 75. maddesi gereğince anılan rapor getirilerek yayının
gerçek olup olmadığı incelenmeli ve varılacak sonuca göre bir hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece anılan yönün gözetilmemiş olması usul ve yasaya uygun görülmedi-
ğinden kararın bozulması gerekmiştir." (Yargıtay 4. HD., 30.11.2000, E. 11832/K.
10914, YKD., Mart 2001, Sayı: 3, s. 341-342).
BASIN REJİMİ 335

belirtilmiştir. Dosyadaki kanıtlara göre haber görünür gerçeğe uygundur.


Haberde, burun estetiği yerine, göğüslerine silikon esteti/Ji yaptırması şek­
linde verilmiş olması bir ayrıntı olup, davacıya yönelik saldırı olarak de-
ğerlendirilemez. Mahkemece davanın reddine karar vermek gerekir." 130 .

Bir haberin doğruluğunu kanıtlayan belge ve diğer delillere hiç değil­


se yayın sırasında sahip olunması gerekir. Bir haberin yayınlanmasından
sonra, davalının haberin doğruluğunu kanıtlamak için maı.11.keme aracılığı
ile delil sağlamaya çalışması haberin gerçekliğinin kabulüne olanak ver-
mez. Yine, gerçeği yansıtmayan bir haberin yayınlanmasından sonra, bu
haberin gerçeğe aykırılığının "cevap ve düzeltme haldu" kullanılarak ya
da gazetenin kendi isteğiyle kamuya açıklaması, gerçeğe aykırı haberin
hukuka aykırı sayılmasını önlemez 131 .

Konuya kişilik hakkı-basın özgürlüğü çatışkısı bağlaınıHda değinen


Yargıtay, haberüı gerçek dışı verilmesinin toplumun çıkarının gerektirme-
si halinde mümkün olabileceğini, bunun dışındaki h2-1lerd.e m1i. a;;;TI.ndan
görünüşte gerçek olmayan bir habelfı'iıı:ı verilmesinin veya gerçek.
hall::ıedn objektif smıı.rfaır dış:ı.nda veırihırı.esin.iıa hukuka aykırı olaca-
ğını belirtmektedir:

"Basın,
objektif sınırlar içinde kalrııak suretiyle yayın yapmalıdn~ O
an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen biline:ı her şeyi araştırmalı,
incelemeli ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek
yazılı gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda öelirlenen ve var
olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen
olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, ger-
çek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu
tutulmamalıdır." 132 .

"Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar,


gerçeklerin yanlış ola-
rak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve
kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu iş­
levini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu
yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, lwnunun güncelliğini ve
haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve
kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka ay.kırılığı oluşturur ve böylece
kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa
ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun

130
4.HD., 13.10.2008, E. 2008/8907, K. 2008/11665.
131
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 240-241.
132
HGK., 19.3.2008, E. 2008/4-263, K. 2008/262; 4. HD., 13.12.2007, E. 2007/2236, K.
2007/15393.
336 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir. Yine


basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için
o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmak, incele-
mek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı
ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan
ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen ol-
guları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek
olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutul-
mamalıdır. "133 .

Yargı.tay aynı doğrultudaki kararlarında haberin görünüşte ger-


çek olması,
elde edilen bilgilerin objektif sınırlar içerisinde verilmesi ve
basın mensubunun üzerine düşen araştırma, duyumu alınan haberin-id-
dianın gerçekliğini teyid için araştırmalarda bulunmak gerekliliğinin ve
haberin zamanında ve eskimeden yayınlanmasını vurgulayarak bunların
tümünün gerekli ve dengeli biçimde dikkate alınmasının gerekliliğini be-
lirtmiştir:

"Yayınladığı olayın doğruluğunu ve gerçekliğini araştırmak gazeteci-


nin görevidir. Bununla birlikte, gazetecinin bir olayı doğru kabul edebil-
mesi için arayacağı desteklerin objektif yönden güven verici ve inandırıcı
olmasının ölçüsü belirlenirken yayıncılığın özel durumu gözetilmelidir.
Ancak, yayınlanacak haber üçüncü kişilere ağır bir zarar verebilecekse,
doğruluğun denetlenmesi görevi, daha katı ölçütlere bağlanmalıdır. He-
men belirtelim ki, haber verme hakkının sınırlarının belirlenmesinde en
önemli unsurlardan biri olan "gerçeklik", somut gerçeklik olmayıp, yayının
yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır.
Çünkü, basına somut gerçeği araştırma görevi yüklenmemiştir. .. O halde
verilen haberde özle biçim arasındaki denge bozulduğundan, davacılar
lehine manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğinin kabulü zorunlu-
dur. "134_

"Gerçeklik somut gerçekliği değil, olayın haber verildiği andaki beliriş


biçimine uygunluk şeklinde anlaşılması gerekir. Yayın ancak olayın maddi
gerçekliği saptandıktan sonra verilebileceği kabul edilecek olursa, haber
vermek hakkı sınırlandırılmış olur."135 .

Yargı.tay konuya ilişkin kararlarında şu hususlara da dikkati çekmiş­


tir:

133 HGK. 02.07.2003, E: 2003/4-462, K: 2003/466.


134 HGK. 15.05.2002, E: 2002/ 4-402, K: 2002/412.
135 HGK. 8.5.2002, E: 2002/4-259, K: 2002/356. Aynı yönde: 4. HD. 09.07.2001, E:2001/
6783, K:2001/7378.
BASIN REJİMİ 337

"Basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O


an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmak,
incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek
yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var
olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen
olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, ger-
çek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu
tutulmalıdır. Basının somut gerçeği araştırması beklenemez. Yayın tari-
hinde gerçek bilgi ve belgelere uygun olması yeterlidir."136 •
''Ayrıca basının haber verme hakkı, gerçeklik, geçerlilik, güncellik, top-
lumsal ilgi, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel ilkelerine da-
yanmalıdır. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu
ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırıp olayları olduğu biçimi ile
yayınlamalıdır. Buradaki gerçeklik somut gerçeklik olarak değil, o anda
belirlenen ve var olan, orta düzeydeki kişilerce de yayının amacının anla-
şılmasını ortaya koyacak bir gerçeklik, eş söyleyişle olayın haber yapıldığı
andaki beliriş biçimine uygunluk şeklinde anlaşılmalıdır. Yayının ancak
maddi gerçekliği saptandıktan sonra verilebileceği şeklindeki düşüncenin
kabul edilmesi halinde, haber verme ve konuyu aydınlatma hakkının özü
sınırlandırılmış olur. Zira maddi gerçeğin araştırılıp ortaya çıkarılması
çok zaman alacak ve bu durumda haberin güncelliği de ortadan kalka-
caktır. Önemli olan olayların doğması ve bunların kamuya aktarılmasıdır.
Bu ilkeleri gözeten yayının Anayasa'ya, Basın Kanunu'na ve dolayısıyla
hukuka uygun olduğu ve kişilik değerlerine saldırı teşkil etmeyeceği kabul
edilmelidir. "137 .

136 4 HD. 09.12.2002, E: 2002/9344, K: 2002/13808. Aynı yönde: HGK. 30.1.2002, E:


2001/4-1000, K: 2002/25.: 4. HD. 24.12.2001, E: 2001/8795, K: 2001/12714.; 4. HD.
31.10.2001, E: 2001/5972, K: 2001/10489. "O anda ve görünürde var olup da sonra-
dan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalı­
dır." (HGK.06.05.2009, E.2009/4-100, K.2009/163).
137 HGK. 25.09.2002, E: 2002/4-615, K: 2002/619. Yargıtay daha yeni kararlarında da
gerçeklik koşulunun bu niteliğini önemle vurgulamaktadır: "Davalı muhabir yazı­
sında Milli Eğitim Müdürlüğünün soruşturmasına dayandığından, davaya konu
haber görünür gerçekliğe uygundur. Mahkemece açıklanan olgular gözetilerek da-
vaya konu haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu ve hukuka aykırılık bulun-
madığı sonucuna varılarak istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde ol-
mayan gerekçeyle davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmuş olmaları usul
ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir" (4.HD.06.02.2013,
1677/l 7 40); "Basın özgürlüğüyle kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durum-
larda: hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması
düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun
sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar
karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
338 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

"Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu


güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. madde-
sindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının
güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nede-
ni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun
için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana
gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklı­
dır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme,
yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme
yetki ve sorumluluğuna sahiptir. "Bunun içindir ki basının yayın yapar-
lıen, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi,
genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu
farklılıh ve ayrıh durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya
uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydahi davranış biçiminin
hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla
yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının
bu nedenle, ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki basının bu ayrıca­
lık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız
değildi1: Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göster-
mesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan
ve gerekse MKnun 24 ve 25 maddesinde ve yine özel yasalarda güvence
altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da ya-
sal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktiı:.. .. Yine basın, objektif sınırlar
içinde kalmalı suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile
ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmak, incelemek ve olayları ol-
duğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerelıse görsel
basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki
kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalı­
dır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan
olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır." 138 .

Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işle­
vini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yaran bulunmasını,
toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle
biçim arasındaki dengeyi de koru.malıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kal-
mak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek
olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır (4.HD.
16.04.2012, 1798/6531).
138
4. HD. 20.05.2002, E: 2002/734, K: 2002/6038. 4. HD. daha yeni bir kararında da
aynı noktalan vurgulamıştır: "Mahkeme karan ile yapılan bu dinlemeler sırasında,
Türkiye'nin gündemini sarsan ve halen de gündemi meşgul etmeye devam eden
...... davasına bakmakla görevli davacı hakimin, bu davayı yönlendirmek isteyen
ve haklarında soruşturma başlatılan kişilerce etkilenmek istendiğine dair içerik
arzeden görüşme kayıtlan ele geçirilmiştir. Bu derece önemli bir olayın, yukarıda
BASIN REJİMİ 339

Yargıtay HGK., gerçek dışı yayından sonra uzun zaman geçmesi du-
rumunda manavı tazminata hükmedilmesinin yeterli olduğunu, aradan
uzun zaman geçtiği için ayrıca karann yayınlanmasına gerek olmadığını
vurgulamaktadır 139 . Gerçeğe aykırı konunun aradan uzun bir sure geçtik-
ten sonra tekrar gü_n.deme getirilmesi muhatabın zararına olacağı içindir
ki, Yargıtayın bu görüşüne biz de katılıyoruz.

Gazetecilik hakkının sınırlarından ikincisi, "lıamu yararı ve toplum-


sal ilgi"dir. Hiçbir kamusal yarara ve toplumsal ilgiye sa.hip bulunmayan
ve bu nedenle haber niteliğinde olmayan yazıların kişilik haklannı ze-
delemesi durumunda fiilin hukuka aykırı olduğu sun.ucuna varılmalıdır.
Kamu yararına yönelik bir haber objektif olarak gerçek olayları yansıttık­
ça hukuka uygun sayılır. Değerlendirmeler şeklindeki açıklamalarda bu
ölçüler dik_k.ate alınmalıdır. Örneğin, bir kamu hizmetinde görülen yolsuz-
lul<lar eleştirilirken kamu hizmetinin daha iyi yürütülmesi amacı izlen-
melidir. Bu yapılırken görevlilerin kişiliklerini gereksiz şekilde ihlal eden
ifadelerin kullanılması kamu yararı amacı ile bağdaşmaz 140 .

Yargıtay kararlarında da bu koşula gerekli önemin verildiği görül-


mektedir:

"Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlar-


dahi hulıuka aykırılılı teşkil eden eylemlerden farklı bir yönetim izlenme-
si ve ayrı ölçütlerin lıoşul olarak aranması gerelımektedir. Bunun nedeni,

açıklanan basın özgürlüğü çerçevesinde davalı gazetede yayınlanmasından daha


doğal bir şey olamaz. Diğer yandan; haberde, görüşme kayıtlarının davacının direkt
özel hayatı ile ilgili gizli ve kanunen korunması gereken kısımlan açıklanmamış,
daha çok davacının hakim olarak görev yaptığı davada, yönlendirme amaçlı yapı­
lan baskı ve etkileme teşebbüslerine dair içerikler yayınlanmıştır. Haber bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, yargılamanın dışarıdan etkilenmek sureti ile sanıklar
lehine bir kısım kararlar alınmasının sağlanması çabalarına ilişkin ele geçirilen
delillerin ortaya konulmasına yöneliktir. Kaldı ki, haberde bahsi geçen hususlar
sonradan 'Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs' suçundan açılan ceza davasına da
konu olmuştur. Şu halde, güncelliği de bulunan böyle bir olayın habere konu edilıne­
sinde hukuka aykırılık yoktur. Yapılan değerlendinneler sırasında kullanılan sözler
de olayın gösterdiği özelliklere ve anlatılınak istenen amaca uygundur. Yerel mah-
kemece, olay tarihinde beliren görünür gerçeğe uygun olup genel anlamda eleştiri
sınırlan içerisinde kalan dava konusu haberin hukuka uygun olduğu gözetilerek,
istemin tümden reddedilmesi gerekirken, davalıların manevi tazminat ile sorumlu
tutulmuş olınalan usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulınası gerek-
miştir." (4.HD.11.11.2013, 13931/17419).
139
HGK.04.04.2012, E.2012/4-96,K. 2012/276.
140
KILIÇOĞLU, s. 174. "Kamu yaran" açısından 4.HD.'nin şu kararında önemli açıkla­
malar vardır: 23.12.1993, E.3762/K.15152; YKD., 1994, Sayı: 7, s. 1067 ve son.
340 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu


ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenle-
medir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altı­
na alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun
sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de ki-
şinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve
toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer
bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve
böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve
sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı
yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylar-
daki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve
ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk
sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka
aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan
bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu ne-
denle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ne var ki basının bu ayrıcalık taşı­
yan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir.
Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve
gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve ge-
rekse MK nun 24 ve 25 maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına
alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hu-
kuki bir zorunluluk ve gerekliliktir. Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve
yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişi­
lerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk
düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde
bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına
alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile ça-
tışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları
ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile
çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış
bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği an-
laşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok
üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk
düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için
temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun ya-
rarı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar,
gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu
biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve ge-
rekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek
olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını,
BASIN REJİMİ 341

konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de


korumalıdır. Hukuk ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka
aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi
bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel
işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil
etmediği kabul edilmelidir" 141 .

"Basın özgürlüğü, Anayasa'nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın


Yasası'nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede basının
özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına
sağlanan güvencenin nedeni, toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde
yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde
yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi
sahibi olması gerekmektedir. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlen­
dirme, yayına ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yön-
lendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bu nedenle basının yayın ya-
parken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi,
genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. Yapılan
yayının hukuka aykırılık veya uygunluğu bu farklılıklar gözetilerek belir-
lenmelidir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlükler-
de olduğugibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik
haklarına saygı göstermesi gerek Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler
bölümünde yer alan gerekse MK'nun 24 ve 25. maddelerinde ve özel ya-
salarda güvence altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine
üstün tutulması gerekecektir. Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yar-
gısal uygulamalardan da anlaşılacağı gibi, basının özgürlüğü ile kişile­
rin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki
olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin
diğerine üstün tutulması gerekecektir.

Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Yayın, salt toplumun yararı
gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çı­
kar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber ol-
duğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve
gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek
olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını,
konumun güncelliğini gözetmeli ve haber verilirken özle biçim arasındaki
denge de korunmalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hu-
kuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur.
Anılan ilke ve kurallara uyulması durumunda ise, yayının Anayasa, Basın

141
4. HD. 09.12.2002, E: 2001/9344, K: 2002/13808.
342 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Yasası ve basının genel işlevi karşısındahukuka uygun olduğu, kişilik de-


ğerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.

Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalı­


dır. Olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmalı,
incelemeli ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek
yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen, var
olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen
olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, ger-
çek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu
tutulmamalıdır 142 .

142 Yarg.3.CD.28.02.2012, 879/5026.Aynı nitelikte: "Basın özgürlüğü ile kişilik değerle­


rinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı za-
:c:ı.ar,da koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün
t;:,tulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üs-
ttiı--ı tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının
ı;,ygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı
ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken,-özellikle yayının gerçek olma-
sını, kamu yaran bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini
gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın,
objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde
var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın so-
rumlu tutulmamalıdır. Dava dosyasının incelenmesinde; davacının İl Milli Eğitim
Müdürü olarak görev yaptığı kuruma, bankalardan personel maaşlarının yatması
karşılığında alınan ikramiye ile ... marka 2006 model ve 77.000 bedelle araç satın
alındığı, söz konusu bu aracın dönemin Milli Eğitim Bakanı'nın kardeşi olan şahsın
satış temsilcisi olduğu bayiiden alındığı ve bu Olayın habere konu edildiği anla-
şılmaktadır. Şu durumda, mahkemece, davaya konu yazılar bir bir bütün olarak
ele alındığında güncel ve kamuoyunun ilgisine haiz olup eleştiri sınırlan içerisinde
kaldığı, eğitim sisteminde mevcut olan aksaklıklar ile Milli Eğitim Müdürlüğüne
alınan araç hususu birlikte değerlendirilerek habere konu edildiği, haber içeriğinde
özellikle dönemin Milli Eğitim Bakanı'nın kardeşi olduğu bildirilen şahsın satış
temsilcisi olduğu bayiiden habere konu aracın satın alınması hususuna genişçe yer
verildiği ve davalı yazarın değer yargısı niteliğindeki ifadelerinin davacının kişilik
haklarına saldırı oluştunnadığının kabulüyle istemin tümden reddine karar veril-
mesi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış, kararın bozulınası gerekmiştir. "
(Yarg.4.HD.13.4.2016, 1708/4910) ; "Dosyadaki bilgi ve belgelerden: Ankara Cum-
huriyet Başsavcılığı Memur Suçlan Soruştunna Bürosu tarafından yürütülen so-
ruşturma sonucunda, davaya konu olayla ilgili bir takım şüpheliler hakkında ni-
telikli zimmet ve bu suça iştirakten cezalandırılmaları talep edilerek dava açıldığı,
......... 'nin de içinde bulunduğu bir kısım şüpheliler hakkında ise iddianameyle
dava açılmadan önce 21.12.2009 tarihinde, 'üzerlerine atılı zimmet ve zimmete iş­
tirak iddiasıyla ilgili hakkında kamu davası açmaya yeterli şüphe uyandırabile­
cek bir delil elde edilemediğinden' ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği
anlaşılmaktadır. Haberin yapıldığı tarih itibariyle davacının şüpheliler arasında
bulunduğu, hakkında soruştunna yapıldığı ve davaya konu haberin Savcılık So-
BASIN REJİMİ 343

"Basının haber kaynağım açıklamak ve maddi gerçekliği kanıtlamak


gibi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu yönüyle özgürdür..Ancak ha-
ber yapmak basının görevidir ve bu bağlamda da ev.rensel insan hakları
çerçevesinde basın yasasında belirlenen ilkelere uymak zorunluluğu bu-
lunmaktadır. Basın, kamuoyunun ilgisini çeken güncel konuları, bu kon.u-
lamı birbiıi ile bağlantılarını ilgi çekici ve düşünmeye sevk edici biçimde
haber yapabilir." 143 .

Belirtelim ki, siyaset adamları, artistler ve diğer sanatçılar için top-


lumsal bir ilgi söz konusu olduğundan, bu kişiler özel yaşantıları ile ilgili
haberleri hoşgörü ile karşılamak durumundadırlar 144 . Ancak, huku_k.a uy-

ruşturmasına dayandığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davaya konu ha-


ber görünür gerçekliğe uygundur. MalL"kemece açıklanan olgular gözetilerek davaya
konu haberin görü...nür gerçekliğe uygun olduğu ve hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna varılarak istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan ge-
rekçeyle davalı şirketin manevi tazminatla sorumlu tutulmuş olması usul ve yasa-
ya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir." (Yarg.4.HD.13.02.2013,
2689/2406). Buna karşılık: "Her ne kadar davacının tecavüze uğradığı yönünde şi­
kayeti olmuş ve şüpheliler hakkında cinsel saldırı suçundan kamu davası açılmış
ise de, 5187 sayılı Basın Kanununun 21/b maddesine göre cinsel saldırı suçuna iliş­
kin haberlerde mağdurun kimliğinin açıklanması ya da tanınmalarına yol açacak
biçimde yayın yapılması yasa..l<lanmış olup, aksine hareket edilmesi halinde adli
para cezası öngörülmüştür. Somut olaya gelince, dava konusu edilen haberin, dava-
cının emniyette gasp ile birlikte cinsel saldırıya da uğramış olabileceği yönündeki
şikayeti nedeni ile görünür gerçeğe uygun olduğu söylenebilir ise de suçun mağduru.
olan davacının isminin baş harfleri ile birlikte oldukça yakından çekilmiş ve tanın­
masına müsait fotoğrafının yayınlanmış bulunması karşısında, davacının bu yönde
de isteminin bulunduğu gözetilerek kişilik haklarına saldırının varlığının kabulü
gerekir (Yarg.4.HD. 21.05.2013, 13029/9319).
143
HGK. 13.04.2016, 4-1071/515.
144
"Davacı Türkiye'de süper star olarak bilinen bir sanatçıdır. Görsellik içeren bir mes-
lek icra ettiğinden dış görüntüsüne dikkat etmekte olduğu, bazı estetik operasyonlar
geçirdiği kendisi tarafından ikrar edilen toplum tarafından da bilinen bir gerçektir.
Bu sebeple davacıyla ilgili haberler toplum tarafından ilgiyle takip edilmektedir.
Dava konusu fotoğrafların foto montaj olduğu ileri sürülmemiştir, bu fotoğraflarda
gözlemlenen durumdan yola çıkılarak davalılar tarafından estetik operasyonların
tehlikeleriyle ilgili bir haber hazırlanmış, uzman görüşüne başvurulmuş, davacı­
nın estetik yaptırmadığı yönündeki açıklamasına da yer verilmiştir.Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yo-
luna başvurmanın mümkün olduğuna işaret etmektedir. (Prager ve Oberschlick v.
Avusturya, 26 Nisan 1995. § 38,A serisi, No. 313) Şu durumda, davacının ülkemizde
tanınmış bir sanatçı olması, kendisiyle ilgili haberlere toplumun ilgi göstermesi,
davacının görüntüsünden yola çıkılarak estetik ameliyatların tehlikeleri hakkında
hazırlanan haberde kamu yararı bulunması nedenleriyle haber içeriğinin davacının
kişilik haklarına saldırı amacı taşımadığı, kamusal sorumluluk anlayışıyla yayın-
344 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

gunluğun diğer sınırlarının, özellikle gerçeklik ve ifade ile olay arasında


fikri bağlantı bulunması zorunluluğunun bu gibi durumlarda da aranma-
sı gerektiği doğaldır 145 . Toplumsal ilgi mevcuttur diye, sözü geçen kişiler
hakkında tamamen uydurma ve tamamen küçük düşürücü yayın yapıla­
maz.

Yargıtay'ın konuya yaklaşımı da açıkladığımız biçimdedir:

"Demokrasinin gelişmesinde ve kökleşmesinde ulusal birliğin kararlı­


lık kazanmasında kamuoyunun oluş ve belirişinde, sosyal ve siyasal ilerle-
me ve kamuoyunun bilinçlenmesinde basına düşen görev hem önemli hem
de kapsamlıdır. Basının görevi; geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi ge-
reken tüm olaylar hakkında objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde, hal-
kı aydınlatmak, çeşitli konularda kamuoyunu düşünceye sevk etmek için
tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve
gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek ve uyarmak, bi-
reyleri içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları yönünden bi-
linçlendirmektir. Anayasanın 28 ve 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesi
basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir. Basın
özgürlüğü kişinin, dünyada ve özellikle yaşadığı toplumda oluşan ve top-
lumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını amaçlar.
(Ordinasyüs Prof Dr. Sulhi Dönmezer-Basın hukuku, 1968 S. 72 ve devamı.
ProfDr.Kayıhan İçel- Kitle İletişim Hukuku, 1977 S. 50, Prof Dr. Ergun
Özsunay, Gerçek Kişiler 1980, S: 119 ve devamı, Yargıtay 4. H.D. 12.4.1979
tarih ve 9042-4935 sayılı ve aynı yöndeki kararları). Basın özgürlüğü de-
mokrasinin "olmazsa olmaz" koşuludur. Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı
konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler
gibi, yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın yaptığı yayınlar­
da gerek Anayasanın temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alan ve ge-
rekse MKnun 24 ve 25. maddelerinde, ayrıca özel yasalarda güvence altına
alınmış olan, kişilik "haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği
taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu nedenle
bazı durumlarda basın özgürlüğü ile kişilik haklan çatışabilir. Bu çatış­
ma halinde haberin verilmesinde hukuka uygunluk sınırı içinde kalındığı
takdirde basının sorumluluğundan söz edilemez. Basının, kamu görevi ya-
parken göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasın­
da açık bir oransızlık varsa, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak,

landığı, toplumsal bir menfaat söz konusu olduğu, yukarıdaki açıklamalar dikkate
alındığında, yayına sınırlama getirmek için meşru bir amaç ve demokratik toplum
yönünden bir gereklilik bulunmadığı sonucuna varılmış olup kararın bozulması ge-
rekmiştir." (Yarg. 4.HD. 26.06.2014, 16524/10603).
145 ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 242-243.
BASIN REJİMİ 345

genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, gerçek dışı haber verilir, yersiz


şeklide onur kırıcı sözler kullanılır, dürüstlük kuralına aykırı davranılır
ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yapılırsa bu hu-
kuka aykırı olur. (Prof Dr. Selim Kaneti. Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık
Unsuru 1964 S. 202 ve devamı, Dr. M. A. Kılıçoğlu, Şeref Haysiyet ve Özel
Yaşama Basın Yoluyla Saldırılarda Hukuksal Sorumluluk 1993 S. 125 ve
devamı). Yargıtay Hukuk. Genel Kurulu'nun 9.10.1985 gün ve 1985/4-96-
790 sayılı karan ve 6.3.2002 gün ve 200214-115-151 sayılı kararında da
bu ilkeler vurgulanmıştır. Bu ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda,
davacı ... milletvekili seçilmiş ve ... tartışmalara konu olmuş, herkesçe bi-
linen ve tanınan bir politikacıdır. Tanınmış kişilerin davranışlarını, ya-
şayış tarzlarını halkın bilmesinde yarar bulunmaktadır. Toplum bu saye-
de siyasi kişiliği bulunanları tanıyacak ve ilerde ona göre davranacaktır.
Olayda, davacıların davranışları kamuoyuna yansıtılırken aynı zamanda
eleştirilmiş olup, konu ile ifade arasında da düşünsel bağ bulunmahtadır.
Haberde; suçlayıcı, küçültücü, kamuoyunu yanıltıcı sözlere yer verilmemiş
olup, basının "haber verme hakkı" sınırları içinde kalınmıştır. Bu durumda
hukuka aykırılıktan ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan söz
edilemez." 146 .

"Avrupa İnsan Hahları Mahkemesinin kararlarında belirtildiği üze-


re siyasetle uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır, hatta incitici
eleştirilere katlanması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile gü-
vence altına alınan ifade özgürlüğünün sadece "zararsız ve ilgilenmeye
değmez olarak görülen bilgi ve fikirler değil, aynı zamanda rahatsız eden
şaşırtan ve gücendiren" ifadeleri de kapsadığı kabul edilmiş ve bu ifade-
ler var olmadan "demokratik bir toplumdan" söz edilemeyeceği kabul edil-
mektedir. - Davaya konu somut olayda; davacının Belediye Başkanı, davalı
... 'un gazete sahibi olduğu, dava konusu edilen haberin görünür gerçeğe
uygun ve güncel olduğu, yayınlanmasında toplumsal ilgi ve kamu yararı
bulunduğu, haberin okuyucunun ilgisini çekmesi için çarpıcı bir başlığın
kullanıldığı, kullanılan çarpıcı başlık ile davacının, hakkında açılan ceza
davaları nedeniyle icraatlarının eleştirildiği, haberin bütününde davacı­
nın kişilik haklarına saldırı oluşturacak bir ifadenin bulunmadıp;ı anla-
şılmaktadır.- Yerel mahhemece açıklanan olgular gözetilerek, davalı ...... .
yönünden istemin tümden reddine harar verilmesi gerekirken yerinde ol-

146
HGK. 15.05.2002, E: 2002/4-413, K: 2002/409. Aynı nitelikte: "Davacılar sanat ve
spor çevrelerince tanınmış ünlü kişiler olup haklarında çıkan güncel bir konuda
haber yapılmıştır. Dava konusu haber bir bütün olarak ele alındığında güncel ve
kamuoyunu..n ilgisine haiz olduğu, özle biçim dengesinin bozulmadığı, hukuka uy-
gunluk kriterlerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davanın reddine karar ve-
rilmesi gerekirken kısmen kabul kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup
bozmayı gerektirmiştir." (Yarg.4.HD.14.6.2016,12354/7831)
346 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

mayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uy-
gun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir." 147 148.

147 4.HD., 10.09.2014, 10235/11563. 4.HD. İnternet yayınları (Twitter) bağlamında da


siyaset adamları açısından aynı esasları vurgulamıştır: "Gerek Dairemizin gerekse
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin istikrar kazanmış uygulamalarında siyasetle
uğraşan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere dahi kat-
lanması gerektiği vurgulanmış ve bu durum demokratik toplum hayatının vazgeçil-
mez unsurlarından biri olarak kabul edilmiştir. (Örn: A.İ.H.M: 2.Daire Tuşalp -Tür-
kiye davası) .A.İ.H.M.'nin anılan davada belirttiği gibi,A.İ.H.S.'nin 10. maddesinin
sadece zararsız ve ilgilenmeye değınez olarak görülen bilgi ve fikirlere değil; aynı
zamanda, rahatsız eden, şaşırtan ve gücendirenlere de uygulanabileceği belirtil-
miş ve bu ifadeler var olmadan demokratik bir toplumun sözkonusu olmayacağı ve
bunların çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin talepleri olduğu vurgulanmıştır.
Davaya konu somut olayda; davalı CHP milletvekilinin kongrede Başbakan'ın yap-
tığı konuşmaya yönelik Twitter hesabından yazdığı iletilerle kendi bakış açısıyla
Başbakanın icraatlarını sert biçimde eleştirdiği anlaşılmaktadır. Davacı ve davalı­
nın her ikisinin de siyasi kişiliklerinin olduğu, açıklamalarının toplumu ilgilendi-
ren konulara ilişkin bulunması nedeni ile kamusal ilginin de bulunduğu, davacının
hakkında yapılan bu sert eleştirilere katlanması gerektiği, konuşmanın tümünün
eleştiri sınırlan içinde kaldığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği
anlaşılmaktadır." (4.HD. 14.01.2015, 3660/160).
148 Yargıtay HGK. da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında aynı esas-
ları vurgulamaktadır : "AİHM, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel
yapılarından birini oluşturduğunu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçek-
leştirmesinin koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, A Serisi
no. 103). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yo-
rumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Obser-
ver ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no. 216). Kabul edilebilir eleştiri sınırları
hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka
mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu
bir çok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve
bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da si-
yasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi
eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü
göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel ya-
şamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu
zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce
tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschli-
ck-Avusturya (no:2), l Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-N, ss. 1274-1275,
§ 29 ve adı geçen Lingens, s. 26, § 42). Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme'nin 10/1.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana
temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçek-
leştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü,
Sözleşme'nin 10/2. madde sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılma­
yan veya ilgilenmeye değınez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı
zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için
BASIN REJİMİ 347

Güncelliğibulunmayan bir olayın yayınlanması yazının haber niteliği


ile bağdaşmaz. Bu nedenle, böyle bir yazının yayınlanması halinde, yayın­
la şeref ve haysiyeti zedelenen kişiye karşı sübjektif davranıldığı sonucu-
na varılabilir 149 • Böylece, "güncellik" gazetecilik hakkının bir diğer sınırı
olmaktadır.

Haber verme, eleştiride bulunma ve yorum yapma hakkının dördüncü


sınırı "konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık"tır. Konu ile ilgisiz ifade-
lerle kişinin şeref ve haysiyetine saldırıda bulunulursa, gazetecilik hak-
kının kullanıldığı söylenemez 150 . Sözgelimi, espri ve nükte sınırını aşan,
ağır ve kaba ifadeler konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılığı ortadan
kaldırır. Gerçekten, mizah bir gazetecilik hakkı olmakla birlikte, mizah
çerçevesinde kişinin iğrenç, tiksindirici, düşmanlık çekici bir biçimde ka-
muya tanıtılması bu hakkın sınırlarının aşılmasına yol açar 151 .

Yargıtay da "Konu ile ifade arasında düşünsel bağın olması" koşulunu


önemle vurgulamaktadır:

''Anayasanın 38 / 4 maddesinin hakkında kesinleşmiş yargı kararı ol-


madan kimsenin suçlu ilan edilemeyeceği ilkesi gözetilmeden, yazıda içerik
itibariyle, katılanın sahtekar olduğu, kimlik arayışı içinde ve çıkarı için
her şeyi yapabilecek kişilikte ve belediye kaynakların siyasi rantçılarla iş­
bitirici mütehahitlere ve yakınlarına peşkeş çeken konumunda olduğuna
ilişkin küçük düşürücü ve aşağılayıcı değerlendirmelerin, açıklanmasında
zorunluluk bulunmadığı, bu nedenle açıklanış şekliyle haber konusu ara-

de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup,


bunlar olmaksızın "demokratik toplum" ohnaz (Handyside, §49).
Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, "başka­
larının itibarlarını korumak" gibi çizilmiş sınırlan aşmaması gerekmekle birlikte,
kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde
de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür
haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır
(Sunday Tinıes v. Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979 ).
Dahası basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını ta-
nıma ve onlar hakkında fikir oluşturma inıkanı verir. Daha genel olarak siyasal
tartışma özgürlüğü, Sözleşme'nin her noktasına egemen olan demokratik toplum
kavramının tam da merkezinde yer alır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no:
9815/82, 08 Temmuz 1986)" (HGK. 18.03.2015, 1760/1054)
149
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 243.
150
Bu sınır Yargıtay Kararlarında açıklıkla yeralmaktadır: 4. HD., 12.4.1979, E.
9042/K. 4935 (YKD, Mart 1980, Sayı. 3; s.359); 4. HD., 14.3.1980, E. 12715/K.3333
(ABD. 1980/2, s.272); 4. HD., 21.3.1980, E. 1302/K.3719 (YKD., Mayıs 1981, Sayı. 5,
s. 562).
151
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 245.
348 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sındaki düşünsel bağın bulunmadığı, dolayısıyla eyleminin haber verme


özgürlüğü ve eleştiri sınırının aşılması suretiyle sövme suçunu oluşturdu­
ğu gözetilmelidir ..." 152 •

Her ne kadar basının eleştiri ve yorum hakkı varsa da bu eleştiri ve


yorumun amacına uygun ölçüde yapılması, ifadelerin eleştirilecek kişinin
kişilik değerlerini zedelemeyecek şekilde özenli seçilmesi gerekir 153 . Yar-
gıtay da bu hususu önemle vurgulamaktadır:

"Basın haber verme fonksiyonunu yerine getirirken kullanacağı hak-


kın özel hukuk alanında sınır, gerçeldik, kamu yararı ve toplumsal ilgi,
güncellik konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile belirlen-
miştir. Haber verme hakkı bu sınırlar içinde kaldığı sürece hukuka uygun-
dur. Yukarıda sözü edilen sınırlayıcı temel kurallardan sonuncusu, haber
gerçeği yansıtsa bile kullanılacak dil ve ifadenin, yapılacak yorumun, ha-
berin verilişinin gerektirdiği ve zorunlu kıldığı biçim ve ölçüde bulunma-
sını öngörür. Şayet haberin verilişinde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan be-
yan, tavsif ve değerlendirmelere gidilecek olursa kişilik hakları ile çatışan
basın özgürlüğüne üstünlük imkansız hale gelir." 154 •

Haberin "ölçülü" olması da gazetecilik hakkının sınırlarından biri-


dir155. Olayın abartılması, gereğinden çok genişletilmesi ve bu şekilde ka-
muyu etkileyecek bir duruma dönüştürülmesi hakkın kötüye kullanıldığı­
nı gösterir. Bu nedenle, gazetecinin, hukuka uygunluk sebebinden yarar-
lanabilmesi için, haberin veriliş biçimi ile haberin önemi ve kamusal yarar
arasındaki ölçüye uygun davranması zorunludur. Yargıtay da "ölçülülük"
koşulunu kararlarında değerlendirmektedir:

"Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri demokratik toplumlarda


vazgeçilmez bir değerdir. Topluma mal olan kişilerle siyasal ve idari yaşam
içinde yer alan kişilerin geçmişleri, davranışları, alışkanlıkları, kişilikleri
toplumu ilgilendirmektedir. Halkın, bu kişileri yakından tanımaya hak-
ları vardır. Bu tanıma kitle iletişim araçlarında yer alan haber, yorum ve
eleştirilerle olacaktır. Öte yandan, okuyucunun ilgisini çekebilmek amacıy­
la haberi uygun sözlerle süslemek, ilginç biçime getirmek, toplumun değer
yargılarına göre yorum yapmak ve kamuoyunu aydınlatmak basının hakkı
ve görevidir." 156 •

152 4. CD., 24.3.2009, E. 2007/9340, K. 2009/5507.


153 4. HD., 11.3.2008, E. 2008/739, K. 2008/3149.
154 4. HD., 2.4.2001, E: 2000/11991, K: 2001/3169.
155 4. HD., 21.3.1980, E. 1302, K. 3719. (YKD., Mayıs 1981, Sayı: 5, s. 562).
156 4. HD., 8.5.2008, E. 2007/11582, K. 2008/6398.
BASIN REJİMİ 349

"Basınkamu adına ve onun yararlarını gözetmek suretiyle özgür bi-


çimde yayın yapan bir güçtür. Basının bu özelliği nedeniyle özgür olduğu
gerek Anayasada ve gerekse Basın Yasasında ifade edilmiştir. Ancak basın
kamu adına bu hakkı kullanırken, yayın yaptığı konuların gerçek, güncel
olması, yayında kamu yararı bulunması ve özellikle konunun anlatımında
özle biçim arasındaki dengeyi koruması gerekmektedir. Basının bu ölçüler
içerisinde kalmak suretiyle yayın yapması Anayasa'da güvence altına alın­
mıştır. Öte yandan yine Anayasa'da kişinin temel hak ve özgürlükleri de ko-
ruma altına alınmıştır. Böylece basının özgürlüğü ile kişinin temel hak ve
özgürlükleri Anayasa'da güvence altına alınmış, basının yayın hakkı kul-
lanılırken kişinin kişilik değerlerine saldırılmaması da gerekmektedir." 157 .

Kuşkusuz,
ölçülülük koşulu değerlendirilirken, inceleme konusu yazı­
nın bütünlüğünün dikkate alınması ve yalnızca yazı içerisinden küçük bir
kısmın ele alınarak yazının bütünlüğünden bağımsız olarak değerlendiril­
memesi gerekmektedir. Yargıtayımız da kararlarında bu noktaya dikkati
çekmektedir:

"Basının yansız ve özgür biçimde haber verme, bir düşünce ve görü-


şü tartışma, eleştirme, kamuoyunu aydınlatma gibi görev ve fonksiyonları
vardır. Basının bu fonksiyonu yerine getirebilmesi için ona bazı ayrıcalık­
lar tanınması gerekir. Kuşkusuz bu ayrıcalık ve özgürlük o meslek mensup-
larına bir imtiyaz sağlamak değil, toplum ve kamu yararı içindir. O halde
bu özgürlüğün alanı kamu yararı ve insan haklarının oluşturduğu alanla
doğru orantılı olarak artmalı, gereksiz sınırlama ve baskılardan kaçınıl­
malıdır. Ancak tüm özgürlüklerde olduğu gibi basın özgürlüğü de kişi ve
toplum yararı açısından sınırlıdır. Basın, haber verme fonksiyonunu yeri-
ne getirirken, kullanacağı hakkın özel hukuk alanındaki sınırı, gerçeklik,
kamu yararı ve toplumsal ilgi, güncellik, konu ile ifade arasında düşünsel
bağlılık kuralları ile belirlenmiştir. Haber verme hakkı bu sınırlar içinde
kaldığı sürece, davacının kişilik hakları zarar görse bile, hukuka uygun-
dur. .. Haberin, gerçek olduğu mahkemece de kabul edilmiş, ifadelerde aşma
olduğu belirtilmiştir. Oysa yazının değerlendirilmesinde tek tek kelime ve
cümlelerin anlamı değil, bütününden kastedilenin esas alınması gerekir.
Dava konusu yazı gerçek olduğuna ve kuşanılan sözcükler de konu gereği
amaç ve araç bakımından da aşırı olmadığına göre bu yayın basının haber
verme ve eleştiri sınırları içinde kalır, davanın reddi gerekir" 158 . "Çünkü,
eleştiri hakkı sınırları içinde gerçekleşen eylem hukuka aykırı olmaz"159 .

157
HGK. 14.2.2001, E: 2001/4-103, K: 2001/12.
158
HGK. 29.5.2002, E: 2002/4-450, K: 2002/460. Aynı doğrultuda: 4. HD. 27.3.2001, E:
2000/11119, K: 2001/3040.
159
4. HD. 12.7.2001, E: 2001/3701, K: 2001/7537.
350 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Ancak diğer
yandan, ölçülülük koşulunun aşılmaması, eleştiri hakkı­
nın sınırlan dışına çıkılmaması gerekir. Aksi halde eylem hukuka aykırı
hale geleceğinden, somut olaya göre suç ve/veya haksız fiil teşkil edebile-
cektir. Yargıtayınız da bu hususu kararlarında vurgulamaktadır:

"Basının yansızve özgür biçimde haber verme, bir düşünce ve görüşü


tartışma, eleştirme, kamu oyunu aydınlatma gibi görev ve fonksiyonları
vardır. Basının bu fonksiyonunu yerine getirebilmesi için ona bazı ayrıca­
lıklar tanınması gerekir. Kuşkusuz bu ayrıcalık ve özgürlük o meslek men-
suplarına bir imtiyaz sağlamak için değil, toplum ve lwmu yararı içindir.
O halde bu özgürlüğün alanı kamu yararı ve insan haklarının oluşturdu­
ğu alanla doğru orantılı olarak artmalı, gereksiz sınırlama ve baskılardan
kaçınılmalıdır. Ancak tüm özgürlüklerde olduğu gibi basın özgürlüğü de
kişi ve toplum yararı açısından sınırlıdır. Basın, haber verme fonksiyo-
nunu yerine getirirken kullanacağı hakkın özel hukuk alanındaki sınırı,
gerçeklik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, güncellik, konu ile ifade arasında
düşünsel bağlılık kuralları ile belirlenmiştir. Haber verme hakkı bu sınır­
lar içinde kaldığı sürece, davacının kişilik hakları zarar görse bile, hukuka
uygundur. ... Yayında kullanılan ifade şekli de konunun özelliğine uygun
olup, davacının kişilik haklarına zarar veren aşağılayıcı, küçük düşürücü
değildir. Yazının tümü birlikte değerlendirildiğinde müdahil vekillerinin
dava sırasındaki bazı somut söz ve davranışlarının eleştiri ve yorumunun
yapılarak, bu davranış biçiminin yanlış olduğu görüşü açıklanmıştır. Gün-
cel olan bir konu hakkında yapılmış bir yorum ve eleştiri söz konusudur.
Bu yapılırken seçilen sözlerde de eleştiri sınırını aşan bir ifade de yoktur.
Diğer bir deyişle özle-biçim arasındaki denge bozulmamıştır. Bu durumda
dava konusu yayında davacının kişilik haklarına hukuka aykırı biçimde
zarar verildiği kabul edilemez."160 .

"Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı


üzere esasen, eleşti­
rinin sert bir üslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırla­
rını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine
bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli öl-
çülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin
yazılarında kullandıkları deyimler ''polemik" niteliğinde olsa da, nesnel
bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak
görülemez. Bu nedenle tekzipçi tarafından yazılmış olan kitap getirtilerek
incelenmeli, tekzibe konu yazının nesnel bir olguya dayanıp dayanmadığı
saptanarak, sonucuna göre hukuki durum belirlenmelidir." 161 .

Basın yolu ile kişilik hakkına yöneltilen saldırılarda manevi tazmina-

160 HGK. 31.1.2001, E: 2000/4-1802, K: 2001/2.


161
CGK., 13.2.2007, E. 2007/7-28, K. 2007/34.
BASIN REJİMİ 351

ta hükmedilebilmesi için "kusur"un bulunması gerekir. Kusur yoksama-


nevi tazminata hükmedilemez. Kusur hem "kast" derecesindeki kusuru ve
hem de "taksir" derecesindeki kusurluluk durumunu ifade eder.

Gazetecinin kasten, yani bilerek ve isteyerek gerçeğe aykırı bir haber


yayınlaması durumunda önemli bir sorunla karşılaşılmaz. Gerçekten, bu
durumda hukuka aykırı fiilin kusurlu olduğu kuşkusuzdur. Buna karşılık,
gazeteci kasten hareket etmemiş ise, gerçeğe aykırı haberin yayınlanma­
sında kusurlu olup olmadığı bir sorun olarak karşımıza çıkar. Hakimin
böyle bir durumda takdir yetkisine göre sonuca ulaşacağı doğaldır. Takdir
yetkisi kullanılırken, çağımızda gerekli olan çabuk haber verme zorun-
luluğunun, gazetecinin çalışına koşullarının ve olayın tüm özelliklerinin
dikkate alınması gerekecektir 162 . Hakimin bu konudaki takdir yetkisinin
kullanımı açısından Yargıtay kararlarındaki değerlendirmeler önemlidir:

"Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin "olmazsa, olmaz" koşuludur.


Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine
tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi, yine hukuk düzenince çizilen sı­
nırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda, gerek Anayasa'nın Temel Hak
ve Özgürlükler Bölümünde yer alan ve gerekse M.K.nun 24 ve 25. Madde-
lerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik hak-
larına saygı göstermek, bunlara saldırı; niteliği taşıyabilecek tutum ve
davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu cümleden olarak, basın, belirli
bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bir
bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşku­
ları hafiflikle yaymak gibi, hukukun izin vermeyeceği yollara başvurma­
malıdır. Özellikle de, hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve
deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır. Basının kamu görevi yapma-
sında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında
açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Objektir'likten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorum-
larda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler
kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle
salt sansasyon yaratmak için yayım yapmak, hukuka aykırıdır. (S.Kaneti,
Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık unsuru (1964) sh: 202 ve devamı; Prof
Dr. M. A. Kılıçoğlu, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırı­
lardan Hukuksal Sorumluluk, 1993, sh:125 ve devamı). Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu'nun 9.10.1985 gün ve 198514-96-790 sayılı kararında da,
bu ilkeler vurgulanmıştır. .. Doğru olayların yayımlanmasında dahi, ga-
zetecinin objektif sınırlar içinde ve dürüstlük kuralına bağlı kalması zo-
runludur. Kamu görevi yapan bir kişinin görevini yerine getirme tarzıyla

162
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 268-269, Aynca bkz.: KILIÇOĞLU, s. 249.
352 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ilgili olarak, onur kırıcı gerçek bir haber yayımlanırsa, bir yandan kişinin
onuru, diğer yandan basın özgürlüğü çatışır ve burada, basın özgürlüğü
kişinin onuruna oranla daha üstün bir değer taşır. Ne var ki, gerçeğe ay-
kırı bir haberin yayımlanması, daima hukuka aykırı sayılır (Prof Dr. H.
Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunmasının İşleyiş Tarzı
ve Basın Yoluyla İhlallere Karşı Özel Hayatın Korunması, A. Ü.H.FD. 1968,
Cilt: 20, Sayı: l-4, sh: 21. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; Basın
özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için: Haberin gerçeğe
uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uy-
gun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin
veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir.
Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıkla­
nan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir
yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırı­
lık unsuru gerçekleşmiş olacaktır. Basının manevi tazminat sorumluluğu­
nun doğması, Borçlar Kanunu'nun 49. maddesindeki koşulların gerçek-
leşmiş olmasına bağlıdır. Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında
kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle
biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi
tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan "hukuka aykırılık" gerçekleş­
meyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz ... Bu ilke ve
açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat
isteminin dayandırıldığı haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nite-
lemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik
edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, yargıya güveni zedeleyici
bir üslubun kullanıldığı açıkça görülmektedir. O halde, verilen haberde,
özle biçim arasındaki denge bozulduğundan, davacı lehine manevi tazmi-
nat koşullarının gerçekleştiğinin kabulü zorunludur." 163 .
"Yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı
üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya gel-
diği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararla-
rın birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün
var olduğu kanısı uyanmaktadır. Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki
değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hu-
kukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenle-
me, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın
aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular
itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine
üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az
üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o

163 HGK. 6.3.2002, E: 2002/4-115, K: 2002/151.


BASIN REJİMİ 353

olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu ka-


bul edilecektir. Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatım­
la yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı
dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden
olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer alma-
malıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirir-
ken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını,
toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle
biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden
yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları sal-
dırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası
ve gerekse basının genci işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik
değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir."164 .

"Hukuka aykırılığı hukuka uygun hale getiren öze ilişhin hoşullar


gerçeklik, güncellik ve kamu yararıdır. Biçime ilişhin koşul ise anlatım
ve sergilenişte dengeli davranıştır. Bu koşullardan birine aykırı eylem hu-
huka aykırı olup tazminatı gerektirebilir. Basın yoluyla kişilerin düşün­
celeri eleştirilirken konu bilimsel bir yaklaşımla ele alınmalı ve yasa ile
ahlak kurallarının çerçevesinde kalarak kamuoyunu bilgilendirmek ve
toplumu daha ileriye götürmeye katkıda bulunmaya çalışılmalıdır. Eleş­
tiri bazen sert kinci ya da küçültücü olabilir. Ancak bu yapılırken dahi
kamu yararı amacı aşılmamalıdır. Anılan sınırı aşan ifadeler basın öz-
gürlüğünden yararlanamaz. Çünkü bu tür yasalar kamu yararı amacına
değil kin, intikam nefret sansasyon gibi sübjektif amaçlara hizmet eder.
Davacı, eşcinsellik konusundaki incelemesini kendi ifadesi ile "toplumsal
ve ideolojik nedenler" doğrultusunda bir tez olarak ileri sürmüştür. Vardı­
ğı sonuçların tartışılması doğaldır. Bilimsel açıdan eleştirilebilir. Davalı
bir anlamda bunu yapmıştır. Ancak davalı sık sık sübjektif yorumlarla
konu dışına çıkarak, davacının kişiliğini hedef almıştır. Dava dilekçesinde
yer alan sözlerle davacı küçük düşürülmüştür. Özle biçim arasında denge
gözetilmemiştir. Bu durum eylemi hukuka aylan hale getirir ve tazminatı
gerektirir" 165 •

Belirtmek gerekir ki, eski (5680 sayılı) Basın Kanunu ile eski (765
sayılı) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte bulunduğu dönemde, manevi
tazminata ilişkin özel bir hüküm içeren TCK.mm 38. maddesi ile fücur,
ırza tecavüz, alacağım diye kızlık bozma, kaçırma, fuhuş ve zina fiillerine

164
4.HD. 20.5.2002., E. 2002/734, K. 2002/6038.
165
4. HD. 22.2.2000, E: 1999/104 78, K: 2000/1598. Ölçülülük ilkesine ilişkin olanL~ ay-
nca bkz. 4. HD. 30.11.2000, E: 2000/11832, K: 2000/10914.; 4. HD. 22.02.2001, E :
2000/10712, K: 2001/1795.; 4. HD. 21.12.2000, E: 2000/9081, K: 2000/11871.; 4. HD.
13.04.2000, E: 2000/1211, K: 2000/3410
354 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ilişkinhaberlerde mağdurun kişiliğinin açıklanmasını yasaklayan hüküm


arasında özel-genel norm ilişkisi mi olduğu yoksa her iki kanun hükmü-
nün birlikte mi uygulanacağı hususları tartışmalıydı. Kitabımızın 5. bası­
sında konuyla ilgili olarak görüşümüzü şöyle açıklamıştık:

"Basın Kanununun 33. maddesi, fücur, ırza tecavüz, ırza tasaddi,


alacağım diye kızlık bozma, kaçırma, fuhuş, zina fiillerine ait haberlerde
mağdurun kişiliğinin açıklanmasını suç saymıştır. İşte, bu maddeyi ihlal
eden bir haber söz konusu ise ve bu yayın aynı zamanda kişilik hakkına
saldın niteliğini göstermekte ise gazetecinin kusurlu olduğu bir karine
olarak kabul edilebilir" 166 . 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 38. maddesi-
ne gelince: Bu maddeye göre, "... bir şahsın veya bir ailenin şeref ve hay-
siyetini ihlal eden her nevi cürüm ve kabahaatlerde bir guna maddi za-
rar vukua gelmese bile mahkeme mağdurun talebine mebni manevi zarar
mukabili olarak muayyen tazminat itasına da hükmedebilir"di. Belirtelim
ki, Yargıtay Türk Ceza Kanununun 38. madde hükmünü eski Borçlar Ka-
nununun 49. maddesi karşısında özel bir hüküm olarak kabul etmekte ve
yayının suç teşkil etmesi halinde 49. maddenin değil, 38. maddenin uygu-
lanabileceğini belirtmekteydi. Yine Yargıtaya göre 38. maddenin uygula-
nabilmesi için ceza davasının açılmış veya açılmasına olanak kalmamış
olmasının önemi yoktu. Sözgelimi, genel affa uğramış bir suçtan dolayı
manevi tazminat, davasında 38. maddenin uygulanmasına bir engel bu-
lunmamaktaydı. Fakat ceza davası beraatle sonuçlanmış veya daha önce
son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmişse, artık 38.
maddeye dayanılarak manevi tazminat davası açılamazdı. Bu durumda
Borçlar Kanununun 49. maddesinden yararlanılınası olanağı vardı. Yar-
gıtayımız Türk Ceza Kanununun 38. maddesi hakkındaki bu görüşleri­
nin yanı sıra, bu madde yönünden Borçlar Kanununun 49. maddesinin
eski şeklinin aradığı koşulların, bu meyanda "ağır kusur" koşulunun ger-
çekleşmesinin gerekli olmadığı görüşüne de ulaşmıştı 167 • Kanımızca, eski
(765 sayılı) Türk Ceza Kanununun 38. maddesi Borçlar Kanununun 49.
maddesi karşısında özel hüküm niteliğini taşımamaktaydı. Gerçekten, 38.
maddede manevi tazminat için hiçbir koşul öngörülmediğinden bu madde-
ye ilişkin istemlerde de 49. maddenin koşullarının aranması zorunluydu.
Aksi takdirde, aynı zamanda suç teşkil eden şeref ve haysiyete yönelen
haksız fiillerle, suç teşkil etmeyenler arasında anlamsız ve haksız bir fark

166
ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 273-274.
167
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1964 tarih ve E. 1021/K. 677 sayılı Ka-
rarında yeralan bu esasları için bk.: ULUKUT, B.: Basının Hukuk Sorumluluğu
Konusunda Yargıtay'ın Görüşü (İBD., 1966, Ocak- Şubat-Mart, s. 22, 23). Bu konuda
ayrıca bk.: Yargıtay 3. H.D., 2.6.1970, E. 2907/K. 2276 (TİK, 1970, Cilt II, No.: 283,
s. 71); Yargıtay CGK., 10.5.1966, E. 190/K. 188 (RKD., 1966, III/1, s. 33).
BASIN REJİMİ 355

meydana gelmiş olacaktı. Böyle bir farklılığı yaratmamanın tek yolu 49.
maddenin koşullarının 38. madde açısından da gerçekleşmesini aramak-
tı168. Kaldı ki, bu sonuç, Borçlar Kanununun 49. maddesinin 169 genel bir
hüküm olması ve bu bakımdan Türk Ceza Kanununun öngörmediği ko-
şullarda tamamlayıcı norm görevini yerine getirmesi esasının da bir gere-
ği idi. Ancak, eski Borçlar Kanununun 49. maddesindeki "ağır kusur" ve
"ağır zarar" koşulları 3444 sayılı kanunla kaldırıldıktan sonra sözü geçen
sorun ortadan kalkmıştır.

Ancak vurgulamamız gerekir ki, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Ka-
nu-nu'nun 765 sayılı Kanunun sözü geçen hükmü gibi bir maddeye yer
vermemesi ve yeni CMK'nda şahsi hak davasının hiçbir şekilde düzenlen-
meyişi karşısında bugün bu tartışmanın bir önemi kalmamıştır. Bugün

168 Aynı görüş: ÖZEK, Türk Basın Hukuku, s. 275-276; ÖZSUNAY, s. 163-164; DURAL,
s. 155; KILIÇOĞLU, s. 252.
169 "5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 86. maddesi, eser niteliğinde olma-
salar dahi, resim ve portrelerin, tasvir edilen kişilerin muvafahati alınmaksızın teş­
hir veya başka şekillerde umuma arz edilemeyeceğini öngörmektedir. Bu hükümdeki
"resim ve portreler" ibaresi; fotoğraflan, çeşitli tekniklerle yapılmış portreleri, tek
başına veya topluluk içinde bulunurken çekilmiş resimleri ifade etmektedir. Bütün
bunların, izinsiz olarak teşhiri veya umuma arz edilmesi ya da örneğin bir ilanda,
vitrinde vs. kullanılması anılan hükümle yasaklanmıştır. Belirtilmelidir ki, Yasa'nın
bu hükmüyle korunan; resim, portre veya fotoğrafın "eser" niteliği değil, bunlarda
tasvir olunan kimsenin kişilik hakkıdır (Bkz: Tekinalp,Ü.: Fikri Mülkiyet Hukuku,
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. sayfa: 274). Dolayısıyla, bu yasağa aykırı nitelik-
teki eylemler, kişilik haklarına saldırı oluşturur ve Borçlar Kanunu çerçevesinde
manevi tazminat yükümlülüğü doğurur. Esasen, 86. maddenin 23.01.2008 tarihli
ve 5728 sayılı yasanın 145. maddesi ile değişik 3. fıkrası "Birinci fıkra hükmüne ay-
kırı hareket edenler hakkında Borçlar Kanununun 49. maddesi ile koşullan varsa,
Türk Ceza Kanununun 134, 139 ve 140. maddeleri lıiiküınleri uygulanır" hükmüne
yer vermiştir. Anılan hükümde izin alınmasını gerektirmeyen haller üç bent halin-
de sayılmıştır. Bunlardan ilki "Memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan
kimselerin resimleri" dir. Buradaki memleket teriminin, herhangi bir il, ilçe veya
yöreyi değil, tüm ülkeyi (Türkiye'yi) ifade ettiği çok açıktır. Öğretide de, bu terime
böyle bir anlam yüklenmektedir. (Bakınız,age, sayfa: 275) Dolayısıyla, izin alınm.ası
gereğinin söz konusu olmaması için, fotoğrafta tasvir olunan kişinin, herhangi bir
idari ya da coğrafi alanın değil, ülkenin tiLmünün siyasal veya sosyal hayatında rol
oynamakta bulunması temel koşuldur; Siyasi veya sosyali hayatında rol oyı1anan
yer, ülkenin tümü değil, onun sadece belirli bir kısmı ise, söz konusu istisna gerçek-
leşmeyecektir. Bu noktada hemen belirtilmelidir ki, fotoğrafın ilgili yöreyle sınırlı
olarak umuma arz edilmiş veya kullanılmış olması, bu sonuca etkili değildir. Çünkü
yasa, tanımladığı kimselerin resimlerinin hangi coğrafi veya idari alanda kullanıl­
dığını veya umuma arz edildiğini değil, resmi kullanılan kişinin oynadığı rolün ülke
çapında olup, olmadığını önemsemektedir." (Bkz. HGK. 17.10.2001, E: 2001/4-926,
K: 2001/742).
356 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tazminat konusunda dikkate alınabilecek olan hükümler özel hukuk ala-


nındaki hükümlerdir.

Basın yolu ile kişilik hakkına saldın konusunda Basın Kanununun


13. maddesinin hukuk sorumluluğuna ilişkin düzenlemesine de değinme­
miz gerekir. Bu maddeye göre, basılmış eserler dolayısıyla işlenen fiiller-
den doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı dönemsel yayınlarda, eser
sa..h.ibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, dönemsel olmayan yayınlarda
ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcı
müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulacaklardır (m. 13/1). Belirtme-
miz gerekir ki, Basın Kanunu'nun 13/1. maddesi hükmü, dönemsel veya
dönemsel olmayan yayınlarda yayın sahibi, marka veya lisans sahibi, ki-
ralayan, işleten veya herhangi bir sıfatla yayımlayan, yayımcı gibi hare-
ket eden gerçek veya tüzel kişiler hakkında da uygulanacaktır. Tüzel kişi
şirketse, anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde
ise en üst yönetici, şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu
tutulacaktır (m. 13/2) . .A.Jıcak, zararı doğuran fiilin işlenmesinden sonra
yayının her ne surette olursa olsun devredilmesi, başka bir yayınla bir-
leştirilmesi veya sahibi olan gerçek veya tüzel kişinin herha..ngi bir suret-
te değişmesi halinde, yayını devir alan, birleşen ve her ne surette olursa
olsun yayın sahibi gibi hareket eden gerçek ve tüzel kişiler ve anonim
şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde üst yönetici, bu fiil
nedeniyle hükmedilecek tazminattan birinci ve ikinci fıkrada sayılanlara
birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulacaklardır (m. 13/3)170 •
Böylece, 13. madde, dönemsel yayın salı.iplerinin ve naşirlerin maddi ve
manevi zararlarını diğer sorumlularla birlikte karşılamasını öngörerek
Borçlar Kanun,mun adam çalıştıranın sorumluluğuna ilişkin 66. madde-
sinin (eski 55. madde) bu alanda uygulanabilmesine olanak tanımıştır. Bu
nedenle, 13. maddedeki sorumluluğu Borçlar Kanununun bu maddesinde
gösterilen esaslara göre saptanması gerekir. Ancak, şu noktaya da deği­
nelim ki, 13. madde basın yoluyla işlenen eylemlerden doğacak zararlar-
dan sorumlu olacak kişileri sınırlayıcı bir hüküm değildir. 11. maddede
sayılanlar dışında..ki kişilerin de basın yoluyla işlenen eylemlere iştirak
iradesiyle hareket etmeleri durumunda, genel hükümlere göre zarardan
sorumlu olacaklarının kabulü gerekir 171 .

170
"Zararı doğuran fiilin işlenmesinden sonra yayının her ne suretle olursa olsun dev-
redilmesi, başka bir yayınla birleştirilmesi veya sahibi olan gerçek veya tüzel ki-
şinin herhangi bir surette değişmesi halinde, yayını devir alan, birleşen ve her ne
surette olursa olsun yayın sahibi gibi hareket eden gerçek ve tüzel kişiler ve anonim
şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde üst yönetici, bu fiil nedeniyle
hükmedilecek tazminattan biri_nci ve ikinci fıkrada sayılanlarla birlikte müştere­
ken ve müteselsilen sorumludur." (4.HD.15.05.2014, 12505/7864).
171 «Davalının-matbaacı-eylemi, basın yolu ile işlenen haksız fiilden doğan zarara bi-
BASIN REJİMİ 357

Bu noktada, Basın
Kanununun 13. maddesinde yazılı "yayımcı" kav-
ramım açıklayan ve imtiyaz sahiplerinin de yayımcı oldukları sonucuna
ulaşan Yargıtay karan şöyledir:

"5187 sayılı Basın Kanununun "Tanımlar" başlığı altında düzenlenen


2. maddesinin b) bendinde "Yayım," basılmış eserin herhangi bir şekilde
kamuya sunulması", aynı maddenin j) bendinde "Yayımcı" bir eseri basıl­
mış eser durumuna getirip yayımlayan gerçek veya tüzel kişi, olarak tarif
edilmiştir. Türk Dil Kurumu Sözlüğünde "Yayım", kitap, gazete gibi oku-
nacak şeylerin basılıp dağıtılması, herhangi bir eserin radyo ve televizyon
aracılığıyla dinleyiciye, izleyiciye ulaştırılması; "Yayımcı" kelimesi ise, bir
sanatçının, bir yazarın eserini yayımlayıp satışını sağlayan kimse veya ku-
ruluş olarak tanımlanmıştır. Şu açıklamalara göre "Yayımcı", süreli veya
süresiz yayınların içeriğini teşkil eden yazı, makale, karikatür, resim gibi
eserleri eser sahiplerinden bir şekilde temin ederek matbaada basımını ve
okuyucuya ulaştırılmak üzere dağıtımını üstlenen, bunun için sermaye ko-
yan, yayın politikası konusunda karar veren ve uygulayan gerçek ya da
tüzel kişidir.
Diğer taraftan; başkalarına tanınmayan özel ayrıcalık ya da özel hak
sahibi kişi, kurum ya da kuruluş olarak tanımlanan "imtiyaz sahibi" kav-
ramı, basın yoluyla işlenen fiil nedeniyle hukuki sorumluluğa dair pasif
husumetin konu edildiği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2004
gün ve 2004 / 4-709 Esas 2004 / 720 sayılı kararında, "gazete sahibi" ola-
rak nitelendirilmiştir. İmtiyaz hakkı münhasıran yayın hakkı sahibine ait
olup; süreli yayınlarda mutlaka bulunması gereken imtiyaz hakkı sahibi-
nin, bu hakkı kendisinde tutup, isim, marka, logo v.s haklarını başhasına
devredebileceği ya da kiralayabileceği, izahtan varestedir.

Bu haliyle; imtiyaz sahibi, az yukarıda tanımı yapılan "yayımcı" sıfa­


tına sahip olmasa dahi, yayın hakkı sahibi olması nedeniyle, "yayımcı gibi

lerek iştirak niteliğindedir. Bu nedenle, o, doğan zarardan Basın Kanununun 17.


maddesinde gösterilen kişilerle birlikte müteselsilen sorumlu durumdadır.» (4.HD.,
10.11.1988, E. 4958/K. 9513; YKD., Şubat 1989, Sayı: 2, s. 198). "Davalılar yazıişleri
müdürleri olup sorumlu müdür değildir. Bu nedenle, dava konusu yazıdan dolayı
sorumlulukları düşünülemeyeceğinden davanın husumetten dolayı reddi gerekir."
(4. HD., 24.11.1994, E. 6497/K. 10198; YKD., 1995, Sayı: 3, s. 391); "Gazete sahibi,
gazetenin sorumlu müdürü ve okuyucu mektubunu gazetedeki köşesine koyınayı
uygun gören köşe yazarı, okuyucu mektubu kişilik haklarına saldın niteliğinde ise
okuyucu mektubuyla yapılan kişiliğe vaki saldırıda..1ı sorumludur. Yazı, memur ola-
rak görev yapan mühendislere yöneliktir. Davanın, dava konusu yayının davacıya
matuf olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken davalılara sonL.'11-
luluk düşmeyeceği gerekçesiyle husumetten reddine karar verimesi usul ve yasaya
aykırı olup bozmayı gerektirir." (4.HD., 9.12.1993, E. 607 /K.14351; YYill., 1994, Sayı:
5, s. 726-727.)
358 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

hareket eden" durumundadır. O nedenle, basın yoluyla işlenen fiillerden


dolayı 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 13. maddesi uyarınca sorumludur.

Sonuç itibariyle, dava dilekçesinde davalı olarak gösterilen imti-


yaz sahibi .......... Yatırım Sanayi ve Tic. AŞ., 5187 sayılı Basın Ka-
nunu'nun 13. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı "yayımcı gibi hareket
eden" durumunda bulunduğundan, dava konusu yayın nedeniyle hukuki
sorumluluğunun bulunduğu ve anılan Şirkete davalı sıfatıyla husumet yö-
neltilebileceği açıktır. "172 .

Belirtelim ki, yayındaki sözlerin niteliği, hedef alınan kitle ile haberin
potansiyel etkisi gibi özellikler dikkate alınarak, hakim gerektiğinde taz-
minat yerine BK.58/2. maddesinde öngörülen saldınyı kınayan bir karar
da verebilir 173 .

Burada son olarak, basına ilişkin hukuk davalannda uygulanacak za-


manaşımı sürelerinden sözedelim: Basın Kanunumuzda hukuk davalan
ile ilgili zamanaşımı hakkında hüküm bulunmadığından Borçlar Kanu-
nun zamanaşımım düzenleyen hükümlerine başvurulması gerekecektir.
Böylece, maddi ve manevi tazminat davalarında Borçlar Kanununun 72.
maddesindeki zamanaşımı süreleri dikkate alınır. Burada sorun, hukuk
davasına konu olan fiilin aynı zamanda suç teşkil etmesi halinde ortaya
çıkar. Gerçekten, 72. maddenin 2. fıkrası, aynı zamanda suç teşkil eden
haksız fiillerde daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse, tazminat
davası bakımından da bu uzun sürenin dikkate alınacağını belirttiğinden,
basınla ilgili hukuk davalarında bu hükmün uygulanma yerinin olup ol-
madığı sorununun çözümlenmesi gerekir. Yargıtay 174 , bu konuda 5680 sa-

172
HGK., 11.3.2009, E. 2009/4-79, K. 2009/117. HGK., daha yeni bir kararında da ga-
zeteyi devralanın sorumluluğunu şu şekilde vurgulamıştır: "5187 Sayılı Basın Ya-
sası'nın 13/son maddesinde; Zararı doğuran fiilin işlenmesinden sonra yayının her
ne surette olursa olsun devredilmesi, başka bir yayınla birleştirilmesi veya sahibi
olan gerçek veya tüzel kişinin herhangi bir surette değişmesi halinde, yayını devir
alan, birleşen ve her ne surette olursa olsun yayın sahhibi gibi hareket eden gerçek
ve tüzel kişiler ve anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde
üst yönetici, bu fiil sebebiyle hükmedilecek tazminattan 1. ve 2. fıkrada sayılan­
larla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur." (21.03.2012, E.2011/4-793,
K.2012/237).
173
"Somut olayda; sarf edilen sözlerin niteliği, sözlerin söylendiği dönem, haberlere
konu olay ile ilgili ceza dosyası kapsamı ve hedef alınan kitle ile haberlerin potan-
siyel etkisi gibi hususlar dikkate alındığında; tazminat yaptırımı yerine BK.49/3.
maddesinde bahsedilen diğer yaptırımlardan olan "tecavüzün kınanmasına" dair
kararla yetinilmesi gerekirken, tazminat yaptırımına başvurulması usul ve yasaya
aykırı olduğundan kararın bozuhnası gerekmiştir." (4.HD. 11.9.2014, 15396/11687).
174 4. H.D., 20.9.1979, E. 4725/K. 9975 (YKD.,Ağustos 1980, Sayı: 8, s. 1082-1085).
BASIN REJİMİ 359

yılıeski Basın Kanununun 35. maddesindeki (yeni Basın Kanunu'nun 26.


maddesindeki) kısa süreleri dikkate almayarak basınla ilgili hukuk dava-
larında Türk Ceza Kanununun 66. maddesinde öngörülen uzun zamana-
şımı sürelerinin uygulanmasını savunmuştur. Biz Yargıtayın bu görüşüne
katılamıyoruz. Zira, basınla ilgili ceza davalarında Basın Kanununun 26.
maddesindeki süreler uygulanacağından ve bu süreler Borçlar Kanunu-
nun 72. maddesinde (eski 60. madde) öngörülen sürelerden uzun olmadı­
ğından, 72. maddenin 2. fıkrası basın davalarında uygulama yeri bulamaz.
Türk Ceza Kanununun 66. maddesindeki zamanaşımı sürelerinin basın
suçlarında geçerli olmadığını unutmamak gerekir 175 .

175
Eski yasalar çerçevesinde aynı değerlendirme: KILIÇOĞLU, s. 291-292, ÖZEK
(Türk Basın Hukuku, s. 713-714) de farklı gerekçelerle aynı sonuca ulaşmıştır.
Radyo - Televizyon Rejimi
DÖRDüNCÜ BÖLÜM
RADYO - TELEvizyoN REJİMİ

§ L GENEL BİLGİLER

A. RADYO VE TELEVİZYONUN TARİHÇESİ

XVI. Yüzyılda elektrikli mıknatısın icadı telgrafın yapın1.ını sağlamış


ve 1840'da Sammuel F.B. Morse tarafından ilk telgrafının gönderilmesin-
den sonra, telgraf telleri ile büyük kentler birbirine bağlanmaya, okyanus-
ların dibine kablolar döşenmeye başlanmıştır 1 .

1876'da Alexander Graham Bell, tellerle yalnız nokta ve çizgilerin


değil, konuşmaların da iletilmesini gerçekleştirmiş, 1896 yılında da Gu-
iglelmo Marconi nokta ve çizgilerden oluşan işaretlerin tel ve kablo ol-
madan da yollanabileceğini kanıtlamıştır. Konuşmaların da ayııı biçimde
iletilmesi çok zaman almamış ve böylece radyo ortaya çıkmıştır. 1. Dünya
Savaşı'nda özellikle gençler arasında çok önem kazanan, ilk olarak deniz
kurtarmalarında, casusluk amaçları ile, kaçakçıların yakalanması ve yol
gösterme için kullanılan radyonun haber verme ve eğlendirme amaçları­
na hizmet eden bir kitle iletişim aracı niteliğini kazanması çok sonralan
olmuştur 2 •

Frank Conrad adındaki bir şahsın Pittsburgh'daki garajından yaptığı


radyo yayınlarında gazetelerden haberler okunması ve plaklar çalması il-
giyle karşılanmış ve bundan sonraA.B.D.'deki büyük iş yerleri kendi bina-
larından yayın yapmaya başlamışlardır. Fakat bu yayınlarda «programla-
ma» diye bir şey düşünülmüyor, iş yeri sahibi sadece yayını işiten kimsele-
rin oteline, dükkanına veya gazetesine gelmesi amacını güdüyordu. Daha
sonraları, A.B.D.'de din ve eğitim örgütleri de radyo istasyonları kurmaya
başlamışlar ve bunlardan bazıları sınıflara koydukları mikrofonlarla ya-
yını denetlemişlerse de, akustik yönden olanaksızlıklar yüzünden çok geç-
meden bu işten vazgeçmişlerdir3 •

1
BARNOUVi!, s. 25.
2 BARNOUVi!, s. 26-28.
3
BARNOUVi!, s. 31-32. Radyonun tarihsel gelişimi için ayrıca bkz.:AZİZ,A.:Radyo ve
364 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Özel teşebbüs tarafından radyo yayınlarının böylece başlatılmasın­


dan sonra, ülkeler çıkardıkları kanunlarla radyo yayınlarım düzen altına
almak istemişlerdir. Örneğin, Fransa'da 1923 yılında çıkarılan bir kanun
radyo üzerinde devlet tekelini kurarken,Almanya'da radyonun yönetimiy-
le Telsiz Bakanlığı görevlendirilıniş ve bu bakanlık 1923 yılına kadar do-
kuz özel istasyona ruhsat vermiştir. Aynı şekilde, İngiltere'de de ilk radyo
yayın denemelerini yapan Marconi Şirketine Posta Bakanlığınca ruhsat
verilıniştir 4 . A.B.D.'de ise, 1927'de çıkarılan Radyo Kanunu ile devletin
radyo dalgalan üstündeki tasarruf hakkı saptanmış ve radyo sanayiini
denetlemek üzere Federal Radyo Komisyonu kurulmuştur 5 •

Programlı yayınların başlaması ile, radyo hemen bütün eğlence yerle-


rini etkilemiş, tiyatroların, gece kulüplerinin çoğu kapanmış, konser din-
leyicileri azalmış, buna karşılık radyo dinleyicileri artmıştır. Radyo prog-
ramlarının çeşitli çevrelerce eleştirilmesi üzerine, 1930'larda program-
larda bazı değişiklikler yapılmış, senfoni orkestralarına, klasik oyunlara,
dökümanter yayınlara, forum ve haberlere de önemli yer ayrılmıştır. Yine
aynı yıllarda haber ajansları gazetelere olduğu kadar radyolara da haber
sağlamaya başlamışlar ve bunun yanı sıra radyo kendi haber toplama ör-
gütlerini de kurmuştur6 •

A.B.D.'de 1920'lerde sadece deneme yayınlan yapan televizyon ise,


1936'da deneme yayınlarını sıklaştırmış, 1939'da da programlı yayına
başlamıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı bu gelişimi durdurmuştur. Savaş sı­
rasında savaşta kullanılacak elektronik araçlar yapan fabrikalar, savaşın
bitmesi ile televizyon yapımına hız verınişlerdir. Teknik olanakların daha
gelişmesi sayesinde, 1945 yılından itibaren A.B.D.'de ve Batı Avrupa ül-
kelerinde her evin damında bir televizyon anteni yükselmeye başlamış ve
oturma odalarının biçimi değiştirilerek günlük yaşantı televizyona göre
ayarlanmıştır 7 . Daha sonraki yıllarda ise televizyon yayıncılığı alanında
büyük gelişmeler olmuştur. Siyah-beyaz televizyondan renkli televizyona

Televizyona Giriş, Ankara 1976, s. 5 ve son.; OKSAY, Toplumsal Gelişmede Radyo ve


Televizyon, s. 13-14; KOCABAŞOĞLU, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, s. 7.
4 İLAL, s. 58, 62, 66. İlk sürekli radyo yayını 14 Kasım 1922'de BBC. radyosu tarafın-
dan başlatılmıştır (Ansiklopedik Bilgiler, s. 101).
5
BARNOUW, s. 33; İLAL, s. 72.
6
BARNOUW, s. 35.
7
BARNOUW, s. 37, 38. Devamlı televizyon yayım da ilk kez Kasım 1936'da İngilte­
re'de BBC tarafından başlatılınış ve Eylül 1939'a kadar sürmüştür. Savaşın baş­
lamasıyla Londra Televizyon İstasyonu Haziran 1946'ya kadar kapalı kalmıştır.
(Bkz.: SPOTISWOODE, R.-HAPPE, B., Televizyonun Tarihi, Çev.: KESİM, M., Kur-
gu, Eskişehir Televizyon ile Öğretim ve Eğitim Fakültesi Dergisi, Ekim 1979, Sayı:
2, s. 205 ve son., 220).
RADYO - TELEvizyoN REJİMİ 365

geçiş, televizyon kanallarındaki artış, kablolu TV ve uydu yayıncılığındaki


süper gelişmeler kitle haberciliğini olağanüstü boyutlarda etkilemiştir 8 •

B. RADYO VE TELEVİzyON YAYINLARININ YÖNETİMİNDE


REJIMLER

I. Kökten tekelci rejimler ve çoğulculuğa yönelik değişimler

1- Genel olarak

Radyo-televizyon yayınlan alanında tekelci rejimlerin ortak özelliği,


bu tür kitle iletişiminin bir elden yürütülmesi, ya_n.i radyo ve televizyon
istasyonları kunna ve yayın yapma özgürlüğünün bulunmamasıdır. Dev-
letlerden bazıları, radyo ve televizyonu doğrudan doğruya siyasal iktidara
bağlamak suretiyle devlet tekelini kurdukları halde, diğer bazı devletler
bu tekelin kamu kuruluşlarınca veya karma kuruluşlarca ya da özel te-
şebbüs tarafından yürütülmesini kabul etmişlerdir.

Aşağıdabu üç ayn tip tekel rejiminin işleyişine örnek olmak üzere


bazı ülkelerde geçmişte ve günümüzde görülen uygulamalara değinilmiş
ve bunlardan bazılarında çoğulculuğa doğru gelişen yeni sistemlerin özel-
likleri üzerinde durulmuştur.

2- Siyasal iktidara bağımlı radyo-televizyon

Otoriter siyasal sistemlerde radyo ve televizyon salt olarak siyasal


iktidarların elinde bulunmaktadır. Radyo-televizyonun devletin resmi
ideolojisinin hedefine ulaşabilmesi için bir araç olarak kullanılabildiği bu
sistemin tipik örneği eski Sovyetler Birliği'dir.

Bu devlette radyo ve televizyon Bakanlar Kuruluna bağlı «Devlet Ko-


mitesi» tarafından yönetilmekte ve Moskova Radyosu ile Moskova Televiz-
yon istasyonu yayınların merkezi durumunda bulunmaktaydı. O zamanki
Sovyet Cumhuriyetleri'nde kurulu radyo şebekeleri ile fabrikalara ve bazı
kamu kuruluşlarına yapılan her türlü radyo yayınlan «Moskova Radyo
Merkezi»ne bağlı biçimde çalışmaktaydı 9 .

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'da ve diğer eski


Sovyet Cumhuriyetleri'nden oluşan yeni devletlerde gelişen özgürlükçü
akımın zamanla radyo-televizyon yönetiminde de çoğulculuğa doğru bir
gelişim sağlaması beklenebilir.

8 Compton's Interactive Encylopedia, s. 1995.


9
TOKGÖZ, Radyo - Televizyon Sistemleri, s. 10; AZİZ, Radyo ve Televizyona, s. 12.
366 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

3- Bir kamu kuruluşu veya karma kuruluşça yönetilen radyo-


televizyon örnekleri ve bunlarda çoğulculuğa yönelik değişimler

Bu rejimlerin özelliği, radyo-televizyon yayınları üstündeki devlet te-


kelinin doğruda..n doğruya siyasal iktidarlarca yürütülmeyip, kökten, bir
kamu kuruluşuna ya da karma nitelikteki bir kuruluşa bu görevin veril-
miş olmasıdır.

a) Fransa: Bu sisteme örnek olarak, Fransa'da 1964 yılında çıkarılan


bir kanunla Fransız Radyo ve Televizyonunun (RTF) «Office de Radiodif
fusion-Teleuision Française» adında bir kamu kuruluşunun tekeline ve-
rilmesini gösterebiliriz. Halkın bilgi, kültür, eğitim ve eğlence ihtiyacım
radyo-televizyon yayınları ile karşılamak amacı ile kurulan ve Enformas-
yon Bakanlığının denetimi altında bulunan bu kurumun Yönetim Kuru-
lu, yansı devlet temsilcisi olan, diğer yarısı ise dinleyici, basın kuruluş­
ları ve kurumda çalışanların düzenledikleri listeler arasından seçilerek
Hü.kümet tarafından ata.nan 16 kişiden oluşmaktaydı. Yönetim Kurulu,
kurumun genel politikasını saptamakla, bütçesini düzenlemekle ve prog-
ramların hizmete uygunluğunu, tarafsızlığım sağlamakla görevliydi. Hü-
kümet tarafından atanan kurumun Genel Müdürü, programlar hakkında
önerilerde bulunmak yetkisine sahip Danışma Kurulunun bu önerileri ile
bağlı değildi. Bununla beraber, Genel Müdür kararını bir daha gözden ge-
çirinceye kadar, tartışmalı programların yayınının durdurulması olanağı
vardı. Kurum hükümetin bildirilerini ve gerekli gördüğü haberleri de ya-
yınlamak zorunluluğundaydı 10 •

Fransa'da bütün kanalların tek bir kuruma bağlı olması, bazı hoşnut­
suzlukları ve tartışmaları sonuçladığından 1974 yılında sözü geçen kamu
kuruluşu dağıtılmıştır. Kanalların program üretiminde ve mali konularda
bağımsızlaştırılmasmdan sonra bu alanda bir rekabet ortamı doğmuş ve
1982 yılından itibaren özel sektöre televizyon yayıncılığı olanağı tanın­
mıştır. 1989 yılında ise tüm kamusal ve özel televizyonların denetimi CSA
(Conseil Superieur de l'audio-visuel) adlı konseye verilmiştir. 3'ü Cum-
hurbaşkanı, 3'ü Meclis Başkanı ve 3'ü Senato Başkam tarafından seçi-
len 9 üyeden oluşan bu Konsey, radyo-televizyon yayınları konusunda çok
önemli yetkilere sahiptir 11 .

Böylece, Fransa'da bir kamu kuruluşunun tekelinde bulunan rad-

10 İLAL, s. 60 ve son.
11
Ayrıntılı bilgi için bkz. TEKİNALP, Ş.: Elektronik Kitle İletişim ve Değişim, İstanbul
1990, s. 35-360. TEKİNALP, Ş.: Avrupa Topluluğu'nda Ulusal Kültür ve Televizyon,
İstanbul 1993, s. 43-44; SARMAŞIK, J.: Radyo ve Televizyon Yayınlarını Denetim
Yöntemleri, İstanbul 1993, s. 70 ve son; TOPUZ H. ve diğerleri, Yarının Radyo ve
Televizyon Düzeni, İstanbul 1990, s. 24-25.
RADYO - TELEVİ2YON REJİMİ 367

yo-televizyon yayıncılığından vazgeçilmişse de, bu alandaki. çoğulculuğun


uygulamadan doğan sakıncaları gözönünde tutularak tüm yayınların de-
netimi yine kamusal nitelikte bir Konseye bırakılmıştır. Konseyin özel
radyo ve televizyonlar üzerindeki. yetkileri son derecede geniştir. Şöyle ki.;
önce başvurulan inceleyerek adayları seçer ve sonra adaylara uymaları
gereken yükümlülü_hleri içeren bir belgeyi imzalatır. Bu belgede, kotalar,
Avrupa Topluluğu yayınlarının oranı, eğitim, kültür ve reklam programla-
rının süreleriyle ilgili koşullar yer almaktadır. Yayınların başlamasından
sonra bu kurallara uymayan kuruluş önce uyarılır, yine uymazsa Konse-
yin yayınları durdurmak, yayın iznini kısaltmak veya geri almak, para
cezası vermek ve kovuşturma istemek yetkileri vardır 12 . Yüksek Konsey,
ayrıca, radyo ve televizyonların genel müdürlerini seçmekte, kablolu-tv
şebekelerinin kurulmasma izin vermekte ve çalışmalarını denetlemekte-
dir.

Bizce, Devlet organlarınca atanan üyelerden oluşan ve radyo-televiz-


yon ya_ymlan üzerinde çok geniş yetkilere sahip bulunan bu Konsey ile
Fransa'da «Radyo-Televizyonda Devlet Tekeli», «Radyo-Televizyon Yayın­
larının Denetlenmesi ve Yönlendirilmesinde Devlet Tekeli»ne dönüşmüş­
tür.

b) İtalya: Radyo-televizyonda kamu kuruluşu tekelini başlangıçtan


itibaren uygulayan ve uzun zaman bunda direnen ülkelerden biri de İtal­
ya olmuştur. Bu ülkede, 1944 yılında RAJ (Radio Audizioni Italiana) isimli
kamu kuruluşuna bırakılan radyo-televizyon yönetimi, belirli aralıklarla
yenilenen sözleşmelerle sürdürülmüştür.

1972 yılından itibaren, İtalya'da bazı özel girişimcilerin yabancı ül-


kelerden aldıkları televizyon yayınlarım ara istasyonlar aracılığı ile Orta
ve Kuzey Italya'ya yaymalanyla doğan, 1973 yılında ilk bağımsız kablolu
televizyon ağının kurulması ile devam eden yasa dışı hareketler sonu-
cunda her yörede özel televizyon istasyonları ortaya çıkmaya başlamış­
tır. Bunun üzerine, İtalyan Anayasa Mahk.emesi 16 Temmuz 197 4 tarihli
kararı ile devlet tekelinin, ülkenin küçük bir bölümüne yayın yapan özel
televizyonları engellemeyeceğine karar vermiştir. Fakat bölgesel özel te-
levizyon istasyonları paket programlarını tüm ülkeye dağıtarak bölge-
sel yayın kuralına uymama direncini göstermişlerdir. Yasa dışı bu tür

12
Fransa'da radyo yayıncılığında devlet tekeli de 1981 yılında kaldırılarak bazı özel
koşullarla derneklere radyo istasyonu kurma hakkı tanınmıştır. Aynı kuruluşun
birden fazla radyo istasyonuna sahip olamaması, yerel yayın yapması gibi koşullara
bağlı olan özel radyo işletmeciliğinde tekelleşme girişimleri görülmektedir (Fran-
sa'da özel radyo ve televizyon alanındaki gelişmeler için bkz.: TEKİNALP, Elektro-
nik Kitle İletişim, s. 20-21, 36).
368 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yayınlarda, mahkemelerce yayın yapan kuruluşun kapatılmasına karar


verilmiştir 13 .

İtalya'da özel televizyon yayıncılığındaki bu kargaşanın önlenmesi


için hazırlanan yasa tasarısı Millet Meclisi ve Senato'da yoğun tartışma­
lardan sonra kabul edilmiştir. 6.8.1990 tarihli ve 223 sayılı bu yasa özel
radyo-tv.lere de olanak verirken, kuruluş ve yayınlan esaslı biçimde dü-
zen altına almıştır 14 •

Yasanın 6. maddesi radyo-tv yayıncılığının disiplinini sağlamak için


«Garantörler Kurulu» adı verilen bir üst kurul öngörmüştür. Bu kurulun
üyeleri, Anayasa Mahkemesi hakimleri, Yargıtay veya eş düzeydeki yük-
sek mahkemelerin daire başkanları, Üniversitelerin hukuk, iktisat, işlet­
me bölümlerindeki profesörler, kitle iletişiminde söz sahibi uzmanlar ara-
sından senato ve millet meclisi başkanlıklarınca önerilip Cumhurbaşkan­
lığı Kararnamesi ile atanırlar. Bunlar üç yıl görevde kalırlar ve bir daha
seçilemezler. Garantörler Kurulunun çeşitli yetkileri arasında yasanın 31.
maddesinde öngörülen yayın yükümlülüklerine aykırı davranılması duru-
munda yayın kuruluşu hakkında uyarına, para cezası, yayını durdurma
ve iznin iptali yaptırımlarını uygulama yetkisi de vardır. Yasada aynca
reklam yayınlarının sınırlandırılmasına, yayın kartellerinin önlenmesine
ilişkin hükümler de bulunmaktadır.

4- Özel teşebbüse tanınan tekel

Bu tür rejimlerde, özel bir teşebbüs devletten aldığı ruhsat ile rad-
yo-televizyon yayınlarını gerçekleştirmekte, ancak devletin yayınlar üs-
tündeki denetim yetkisi yine de bulunmaktadır. Örneğin, Lüksemburg'da
özel bir şirketin işlettiği radyo ve televizyon değişik biçiınlerde devletin
kontrolü altındadır 15 .

Lüksemburg son 60 yıldır uluslararası pazarlara ticari yayın pazarla-


maktadır. Bu devlette hiçbir kamusal yayın hizmeti olmadığından, bütün
yayın işletmeleri özel girişimcilere aittir. Lüksemburg'da ticari yayıncılığı
başlatanlar Fransızlardır. Bunların kurdukları CLT (Compagnie Luxem-
bourgoise Telediffusion), uluslararası izleyiciye seslenen iki kanalla bir
özel girişim tekeli niteliğindedir 16 .

13 TEKİNALP, Elektronik Kitle İletişim, s. 37.


14 İtalyan yasasının tam metni için bkz.: www.jei.it/cronoca/giogiur/223-90. htm.
15 TOKGÖZ, Radyo - Televizyon Sistemleri, s. 53.
16 TEKİNALP, Avrupa Topluluğu'nda, s. 46.
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 369

II. Kökten birden çok radyo - televizyon kuruluşunun


bulunduğu rejimler

1- Genel olarak
Bazıdevletlerde, başlangıçtan itibaren, radyo-televizyon yayınlarının
çeşitli kuruluşlarca yapılabilmesi olanağı tanınmış ve böylece tekelci re-
jimlerin düşünce ve söz özgürlüğünü kısıtlayıcı karakterinin sakıncaları
önlenmek istenmiştir. Çoğulcu rejimler olarak da anılan bu sistemlerden
bir kısmında çeşitli kamu kuruluşları tarafından radyo ve televizyon ya-
yınlarının yapılmasına karşılık, diğer bir kısım rejimlerde özel teşebbüse
bu alanda hak tanınmıştır.
Aşağıda bu iki rejim Federal Almanya ve Amerika Birleşik Devletle-
ri'ndeki uygulanışları içinde açıklanmıştır.

2- Birden çok kamu kuruluşunca yönetilen radyo - televizyon ve


özel radyo - televizyona geçiş örneği: Federal Almanya

1948 yılından itibaren işgal kuvvetlerinin çekilmesi ile birlikte Al-


manya'da «Özerk Kamu Tüzel Kişiliği» niteliğinde çeşitli radyo ve tele-
vizyon kurumları kurulmaya başlanınıştır. Bunlar: Bayerischer Rundfunk
(BR), Hessischer Rundfunk (HR), Norddeutscher Rundfunk (NDR), Radio
Bremen (RE), Saarlandischer Rundfunk (SR), Sender Freies Berlin, Süd-
deutscher Rundfunk (SDR), Südwestfunk (SWF), Wesdeutscher Rundfunk
(WDR), Zweites Deutsches Fernsehen (ZDF)'dir17 . Bunlar dışında Federal
Devletin yabancı ülkelere dönük yayın yapmak amacı ile kurduğu Deuts-
che Welle (DW) ve Deutschlandfunk (DLF) adlı radyo kurumları vardır 18 .
Ayrıca, 1986 yılında Intelsat uydusu aracılığı ile Avrupa'da Almanca ko-
nuşan ülkelere yayın yapanARD Eins Plus kanalı kurulmuştur 19 .

DW ve DLF dışındaki kurumlar federe devletlerin kanunları ile ku-


rulmuş özerk kuruluşlar olup, bulundukları bölgedeki sosyal ve siyasal
gruplar arasında denge kurmak ve toplumun her kesiminin radyo ve te-
levizyondan eşit biçimde söz hakkına sahip olması amacını güderler20 •
Siyasal iktidarların bu kuruluşların özerkliğini zedeleyici biçimde davran-
maya yetkileri yoktur.

17
WUFKA, s. 138 ve son.
18
WUFKA, s. 105. Aynca bkz.: RATZKE, D. : Almanya'da İletişim Araçları, Durum ve
Perspektifier (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı II. Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınları,
No.4, s. 11).
19
TEKİNALP, Elektronik Kitle İletişim, s. 38.
20
LÖFFLER, II, S. 482, İLAL, s. 63.
370 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Federe devletlerin kurduk.lan radyo ve televizyon kurumlan ile Fe-


deral Devletin dış ülkelere yayın için kurduğu iki radyo kurumu ARD
adı verilen radyo birliği içinde dayanışmada bulunurlar. Bu birlik teknik,
hukuki ve ekonomik konularda radyo-televizyon yayınlarında işbirliğini
sağlamaktadır 21 .

Alman federe devletleri, 1987 yılında, Alman Anayasa Mahkemesi'nin


öngördüğü sınırlar 22 içinde radyo-televizyon hakkında çıkarabilecekleri
yasalann çerçevesini çizen bir andlaşma yapmışlardır. Bu anlaşma gere-
ğince, kamusal radyo-tv.nin varlığı, gelişmesi, finansmanı ve teknik ye-
terliliği sağlanmalı ve bunun yanısıra özel radyo-tv.lerin de kurulması,
gelişmesi, yayın yapması, bunlara uygun frekansların ta_hsisi konusunda
gerekli önlemler alınmalıdır. Federal devletlerin yaptıkları bu andlaşma­
nın öngördüğü diğer esaslar şunlardır: Kamusal ve özel radyo-tv.nin uydu
teknolojisinden yararlanabilmesi için gerekli finansmanın sağlanması,
ülke çapındaki yayınlarda fikir çeşitliliğinin korunması ve programların
anahatlarının belirlenmesi, radyo-tv. alanında gençliğin korunmasına
ilişkin hükümlerin güçlendirilmesi, özel radyo-tv.lerin denetlenmesi için
kurulacak özel denetleme ve kontrol organlarının finansmanılllJ.7. sağlan­
ması. Andlaşmada, bunun dışında, Alman PTT'si tarafından hizmete su-
nulmuş uydulardan üçer kanalın özel radyo-tv vericilerine tahsis edilmesi
de karara bağlanmıştır23 .

Sözügeçen andlaşma ve her bir federe devletin medya kanunları ge-


reğince, bugün Federal Almanya'da özel radyo-televizyon serbesttir. Özel
girişimcilere yayın için izin verme ve frekans tahsisi etme yetkisi federe
devletlerin medya kurullarına aittir. Özel radyo-tv.lerin denetlenmesi göre-
vini de üstlenmiş bu kurullar özerk kamu tüzel kişisi niteliğindedirler. Özel
radyo-tv.lerin yasada gösterilen yayın esaslarından başka, reklam yayınla­
rında da belirli kurallara uymalan aranmaktadır. Buna göre, rekla_m süre-
sinin genel yayın süresinin %20'sini aşmaması, reklamların diğer yayınlar­
dan ayrılması ve reklam niteliklerinin açıkça belirlenmesi gerekmektedir24 .

21 LÖFFLER, II, s. 483; TOKGÖZ, Radyo - Televizyon Sistemleri, s. 57.


22
Alman Anayasa Mahkemesi'nin 4.11.1986 tarih ve BVerfGE 73-118 sayılı kararına
göre, radyo-tv özgürlüğünün amacı bireysel ve kamusal alanda özgür fikir oluşu­
munun sağlanmasıdır. Bu amaç doğrultusunda, medyanın devlet etkisinden uzak
olması ve bütün fikirlerin medyada olanak ölçüsünde tam olarak ifade edilmesi
gerekir. Bu durum mevzuat tarafından sağlanmalı ve korunmalıdır.
23 HILLIG, H.-P.:Einführung, Rundfunkrecht, Beck-Texte im dtv, München 1990, s. IX.
24 HILLIG, XVIII ve son. Federal Alnıanya'da özel radyo-tv ile ilgili ayrıntılı bilgi için
internette şu siteyi özellikle öneriyoruz: www.jura 1.unihamburg.de/docs/hgersdorf.
ht/6 abschnt.htm. Bu site Hamburg Üniversitesinden Dr. Hubertus Gersdorf tara-
fından 1998 yaz sömestresi için hazırlanmıştır.
RJ....DYO -TELEvizyoN REJİMİ 371

3- Birden çok özel kuruluş tarafından yönetilen radyo - televizyonun


en eski ve tipik örneği: AB.D.

Radyo-televizyon yayınlarının
birden çok özel teşebbüs kuruluşu ta-
rafından gerçekleştirilmesinin en eski ve tipik örneği .A.meri_k.a Birleşik
Devletlerinde görülmektedir. 1934 yılında çıkarılan İletişim Kanunu, özel
teşebbüsün radyo dalgalarından yararlanarak, kamu yararına uygun bi-
çimde bir kamu hizmeti görmelerini kabul etmiş ve ayrıca «Federal Com-
munications Commission» (Federal İletişim Komisyonu) adında bir örgüt
kurarak, bunu radyo istasyonlarına ruhsat vermek yetkisi ile donatmış­
tır. Senatonun önerisi ve onayı ile Cumhurbaşkanı tarafından seçilen 7
üyeden oluşa_n bu örgüt, radyo ve televizyon istasyonlarına en çok üç yıl
için ruhsat verebilmekte ve istasyonların yayın yapacağı dalga boyunu da
saptamaktadır 2 .s.

Radyo ve televizyon istasyonlarının kamu yararına hizmet etmediği


saptandığı takdirde, adı geçen komisyon ruhsatları yenilememe yetkisine
sahiptir. Federal İletişim Komisyonu'nun radyo ve televizyon programlan
üstündeki yetkisi ise sadece öneriden ibaret olup, bu alanda sansür niteli-
ğinde önleyici herhangi bir faaliyette bulunamama_ktadır 26 .

4- Kamu kuruluşları ve özel kuruluşlarca yönetilen radyo -


televizyonun en eski ve tipik örneği: Japonya
Bu rejimin en eski örneklerinden biri Japonya'dır. Kamusal radyo
yayıncılıkkurumu olarak kurulan NHK'nin yönetiminde Governörler
ve Müdürler Konseyi olmak üzere iki kurul bulunmaktadır. Governörler
Konseyinin 8 üyesi, ülkenin çeşitli yörelerini temsil eden geniş bilgi ve
deneyimleriyle ün yapmış kişiler arasından parlamentonun onayı ile Baş­
bakan tarafından atanır. Müdürler Konseyi'nin başkanı ise Governörler
Konseyi tarafından atanır ve yardımcısı ile 3 üyeyi kendisi atar. Yönetim
ve denetimde esas yetki Governörler Konseyi'ne aittir.

İlk özel televizyonun 1953 yılında kurulduğu Japonya'da özel televiz-


yonlann oluşturduğu 5 büyük şebeke bulunmaktadır. Özel istasyonların
ortaklarını genellikle büyük basın kuruluşları, banka ve sigortalar oluş­
turmaktadır. Meclis ve Senato'nun onayı ile Başbakan tarafından atanan
7 kişiden oluşan Yayın Düzeni Komisyonu özel radyo-televizyon kuruluş­
larının yayınlarını denetlemekte ve yönlendirmektedir» 27 •

25
TOKGÖZ, Radyo-Televizyon Sistemleri, s. 55; İLAL, s. 73; BARNOUW, s. 163-164.
26
BARNOUW, s. 164; TOKGÖZ, Radyo - Televizyon Sistemleri, s. 55. Aynca bkz.: TE-
KİNALP, Elektronik Kitle İletişim, s. 32.
27
Bkz.: TEKİNALP, Elektronik Kitle İletişim, s. 40-41.
372 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

III. Yayın rejimlerinin gelişim ve değişimler yönünden


değerlendirilmesi

Yaptığımızözet açıklamalardan anlaşılacağı üzere, radyo-televizyon


yayınlarında tekelcilikten çoğulculuğa doğru bir gelişim olmuştur. ABD
ve savaştan sonra her alanda Amerikan modelini örnek alan Japonya bir
yana bırakılacak olursa, özellikle batı ülkelerinde çoğulculuğa yönelik ge-
lişimin Devlet tekelini istisnalar tanıyarak yumuşatma şeklinde olduğu
görülmektedir. Elektronik habercilikteki büyük teknolojik gelişmelerin ve
özellikle uydu yayıncılığının her geçen gün gelişmekte olmasının bu duru-
mun başlıca etkeni olduğu gözlenmektedir. Özel sektörün ve bu meyanda
mali olanakları azalan basın sektörünün televizyon yayıncılığının ekono-
mik nimetlerinden yararlanma hevesleri de bu yeni gelişmenin hızlanma­
sını sonuçlamıştır.

Ancak şu gerçeği de görmek gerekir ki, basın alanında olduğu gibi,


Devletin radyo-televizyon yayıncılığından tamamen çekilmesi ve bu ala-
nı özel girişimcilere bıraknıası hiçbir devlette söz konusu değildir. Yazılı
basından farklı olarak, yeni gelişim içinde de Devlet bir yandan radyo-te-
levizyon yayıncılığına devam etmekte, diğer yandan ise bu alanın dene-
timini ve yönlendirilmesini kendi tekelinde tutmaktadır. Özel radyo-te-
levizyon yayınlarına izin (ruhsat) verilmesi, yayın ilkelerinin saptanma-
sı, bu ilkelere uyulup uyulınadığının denetlenmesi yetkisi bizzat Devlet
tarafından atanan üyelerden oluşan Konseylere verilmektedir. Fransa'da
1989 yılında çıkarılan yasayla kurulan CSA isimli Konseyin tüm kamusal
ve özel televizyonlar üzerindeki çok geniş yetkileri bunun en belirgin bir
örneğidir. Federal Almanya ve İtalya'nın da benzer bir yönetim ve denetim
şekline geçmeleri, Japonya'da 1950 yılından beri Yayın Düzeni Komisyo-
nu'nun tüm özel radyo-televizyon yayınlarını yönlendiren kararlar alınaya
yetkili olması örnekleri dikkate alındığı takdirde, radyo-televizyon yayın­
cılığı alanında Devlet tekelciliğinin «denetim ve yönlendirme tekelciliği»ne
dönüşmekte olduğu görülür. Böylece, Devletlerin basın özgürlüğü gibi bir
«radyo-televizyon özgürlüğü» tanımaya yanaşmadıkları ortaya çıkınakta­
dır.

Bu görüntüden çıkarılacak sonuç, radyo-televizyon yayınlan alanın­


da çoğulculuğun
«Devletin izni, denetimi ve yönlendirmesi ile çoğulculuk»
şeklinde yerleşme yolunda olmasıdır. Özellikle televizyonun ekonomik ni-
metlerinden özel girişimcilerin de yararlanması düşüncesi ile doğan çoğul­
culuk bir başka tür «Devlet Tekeli»ni sonuçlamak.tadır.
RADYO - TELEvizyoN REJİMİ 373

C. RADYO - TELEVİ2YON YAYINLARINDA ULUSLARARASI


ÖRGÜTLENMELER VE AVRUPA TOPLULUĞUNUN
GİRİŞİMLERİ

Radyo - televizyon yayınlarında uluslararası alanda program alış-ve­


rişi, teknik ve hukuki konularda işbirliği sağlamak için örgütlenmelere
gidilmiştir 28 •

Bu örgütlerden biri EBU kısa adı ile anılan Avrupa Yayın Birliği
(European Broadcasting Union)'dir 29 . 12 Şubat1950'de İngiltere'nin sahil
kasabası Torquay'da gerçekleşen bir konferans sırasında kurulan bu bir-
liğin amacı Avrupa ülkelerindeki radyo ve televizyon örgütleri arasında
program, teknik ve hukuki alanlarda işbirliği yapmaktır. Örgütün yöne-
tim merkezi İsviçre'nin Cenevre kentidir. Pekin, Roma, Brüksel, Londra,
Moskova, New York, Singapur ve Washington D.C.'de ofislere sahiptir.
EBU'nun 56 ülkeden 85 Aktif üyesi, 36 Ortak Üyesi ve 300'ün üstünde
çalışanı bulunmaktadır.

Bu birlik çeşitli alanlarda faaliyet göstermek üzere kendine bağlı bazı


örgütler kurmuştur Bunlardan biri Eurouision'dur. Bu örgüt, üye ülkeler
arasında program alışverişini gerçekleştirmek amacı ile kurulmuştur. Ha-
len Avrupa ve diğer kıtalar arasında program alışverişleri bu kuruluş ta-
rafından gerçekleştirilmektedir.

EBU'ya bağlı diğer bir kuruluş EVN kısa adı ile anılan Eurouision
News adlı haber örgütüdür. Faaliyeti haber filmleri alanında kendisini
göstermektedir.

Asya ve Pasifik ülkeleri radyo ve televizyon kuruluşlarının bir araya


gelerek kurdukarı örgüt ise Asya Yayın Birliği (Asian Broadcasting Uni-
on) adını taşıyan kuruluştur. Kısa adı ABU olan bu örgüte Türkiye de asli
üyedir. Bu örgütün de amacı, üye ülkeler arasında radyo-televizyon ya-
yınlan ile ilgili olarak dayanışmayı ve işbirliğini sağlamaktır. Örgütün
Başkanlığı Tokyo'da, Genel Sekreterliği ise Sidney'de bulunmaktadır.

Burada, WARC (World Administratiue Radio Conference) isimli kon-


feranstan da söz etmemiz gerekir. Uluslararası Telekomünikasyon Birli-
ği (International Telecommunication Union: ITU) tarafından düzenlenen
WARC konferanslarında doğrudan uydu yayın ile ilgili düzenlenmeler
yapılmış ve Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkede 40-60 cm'lik

28
Bu konuda genel olarak bkz.: ESEN, S.: EBU ! EUR Avrupa Yayın Birliği, TRT
Haber Merkezi Yayınlan, 197 4; AZİZ, Radyo ve Televizyona Giriş, s. 34 ve son.
29 Tüm bilgiler TRT'nin(www.trt.net.tr/ebu/) ve kuruluşun (www.ebu.ch) internet site-
lerinden alınmıştır.
374 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

antenlerle uydu yayınlarının izlenebilmesine yönelik projeler geliştiril­


miştir30.

Avrupa Topluluğu'nun Avrupa'da sınırsız televizyon konusunda yo-


ğun çalışmaları olmuş ve sonuçta 3 Ekim 1989'da Lüksemburg'ta toplu-
12 üyesi ülkenin Dışişleri Bakanlan «sınırsız Avrupa Televizyonu
Bildirgesi»ni imzalamışlardır 31 . Bu bildirgenin dışında, Avrupa Konseyi
tarafından 5 Mayıs 1989 tarihinde imzaya açılan «Avrupa Sınırötesi Te-
levizyon Sözleşmesi» 1 Mayıs 1993'de yürürlüğe girmiştir. Türkiye tara-
fından 7 Eylül 1992 tarihinde imzalanan ve 4.11.1993 tarih ve 3915 sa-
kanunla onaylanan bu sözleşme ifade ve haberalına özgürlüğünün
gerçekleşmesinin bir olan televizyon yayıncılığında Avrupa ülkeleri
arasında ilke,esas ve uygulamalarda birlik ve beraberliği sağlamak üze-
re ı:iüzenlenrrı.iştir. Sözleşmenin amacı, smırötesi televizyon yayıncılığının
sözleşmede belirlenen ortak kurallar çerçevesinde yapılarak taraf ülkeler
arasında serbestçe dolaşabilmesine olanak tanımaktır. Diğer bir ifade ile,
taraflar arasında televizyon program hizmetlerinin sınırötesi yayınını ve
tekrar yayınını kolaylaştırmaktır (m.1). Sözleşmede, yayıncıların sorum-
lulukları (m.7), cevap hakkı (m.8), reklam ilkeleri (m.11) gibi konularda
ayrıntılı hükümler mevcuttur.

30 TEKİNALP, Elektronik Kitle İletişim,


s. 44, 123 ve son.
31 TEKİNALP,Avrupa Topluluğu'nda, s. 96 ve son.; Sözleşmenin tam metni için bkz.:
www.rtuk.org.tr
§ 2. TÜRKİYE'DE RADYO - TELEvizyoN REJİMİ

A. RADYO - TELEVİZYON TEKELİ DÖNEMİ (TARİHÇE)

I. 1961 Anayasası döneminde radyo - televizyon tekeli

1961 Anayasası'nın 121. maddesinin, 1488 sayılı Kanunla değişme­


den önce, 1. fıkrasındaki «radyo ve televizyon istasyonlarının idaresi, özerlı
kamu tüzel kişiliği halinde, kanunla düzenlenir» şeklindeki hüküm ile bu
alanda bir tekel yarattığı genellikle kabul edilmekte idi 1. Jı..ncak bu mad-
denin öngördüğü özerk kamu tüzel kişiliğinin kurulmasına kadar, Türkiye
Radyoları bir süre Basın-Yayın Turizm Genel Müdürlüğüne bağlı kalmış,
Turizm ve Tanıtma Bakanlığının 2 Temmuz 1963 tarih ve 265 sayılı Ka-
nunla kurulmasından sonra ise sözü geçen tekel bu Bakanlıkça yürütül-
müştür.

24 Aralık 1963 tarih ve 359 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu


Kanunu'nun 35. maddesi, Türkiye'de radyo ve televizyon istasyonları kur-
ma ve işletme hakkını Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'na vermiştir.
Gerçekten, bu maddenin 1. fıkrasına göre, «9 Haziran 1937 tarihli ve 3222
sayılı Telsiz Kanunu ile ek ve değişikliklerinde gösterilen elektromanyetik
dalgalar vasıtasiyle ses, işaret ve resim vermeye yarayan tesislerden radyo-
difüzyon ve televizyon tesisi niteliğinde olanların kurulması ve işletilmesi
hakkı, yalnız Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumuna aittir.» Böylece özel
teşebbüs tarafından radyo ve televizyon istasyonları kurulması ve işle­
tilmesi, gerek bu madde gereğince, gerek 3222 sayılı Telsiz Kanununun
hükümleri karşısında hukuken olanaksızdı. 3222 sayılı Kanunun 2. mad-
desinde belirtilen ders aracı niteliğindeki radyo ve televizyon yayınlarının
ise, TRT Kurumu ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından birlikte düzenlene-
ceği öngörülmüştü (359 sayılı TRT Kanunu 35. m., 2. f.)

1
Bkz.: GİRİTLİ, İ. - BİLGEN, P. : İdare Hukuku, İstanbul 1967, s. 178; GüRAN, S.:
İfade Hürriyeti Üzerine İdarenin Yetkileri, İstanbul 1969, s. 448-449; TOKGÖZ, Rad-
yo-Televizyon Sistemleri, 79. Buna karşılık, İLAL (s. 89); 1961 Anayasasının 1488
saytlı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 121. maddesinin konuluş amacının te-
kel koymak olmayıp, özerklik sağlamak olduğunu belirterek, bu madde ile radyo-te-
levizyon yayınlarında tekel kurulmadığını savunmuştur.
376 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

1961 Anayasası'nın 121. maddesi, 1488 sayılı Kanunla değiştirildik­


ten sonra, «radyo ve televizyon istasyonları, ancak devlet eliyle kurulur ve
idaresi tarafsız bir kamu tüzelkişiliği halinde kanunla düzenlenir» hükmü
ile radyo - televizyon tekelini daha açık ve seçik biçimde öngörerek bu ko-
nuda eskiden duyulan kuşkuları kaldırmak istemişti2 .

II. 1982 Anayasası'nda radyo - televizyon tekeli

1- Yasal durum ve gelişmeler

a) Yasal durum

1982 Anayasası'nın133. maddesinin 1. fıkrası, «radyo ve televizyon


istasyonları, ancak Devlet eli ile kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tü-
zel kişiliği halinde düzenlenir» diyerek, 1961 Anayasası'nda olduğu gibi,
radyo - televizyonu Devlet tekeline bağlamıştı. Bu hükme dayanılarak
çıkarılan 11 Kasım 1983 tarihli ve 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televiz-
yon Kanunu'nun 3 4. maddesinin (a) bendi ise, «radyo ve televizyon verici
istasyonlarının kurulması, işletilmesi, yayınlarının düzenlenmesi ile yurt
içine ve yurt dışına yayın yapılması, Devletin tekelindedir. Bu tekel, Tür-
kiye Radyo - Televizyon Kurumu tarafından kullanılır» hükmü ile, radyo
- televizyona ilişkin Devlet tekelini vurguladığı gibi, bu tekelin Türkiye
Radyo - Televizyon Kurumu tarafından kullanılmasını da öngörmüştü.

2954 sayılı Kanun, TRT'ye tanınan tekel yetkisine sadece polis ve me-
teoroloji teşkilatları yönünden istisna koymuştu. Gerçekten, Kanunun 4.
maddesinin (a) bendi gereğince, polis ve meteoroloji teşkilatları, kanunda
belirtilen esaslara uygun yayın yapmak ve Radyo ve Televizyon Yüksek
Kurulu'nun iznini almak şartıyla, devamlı ikaz ve duyuru amacıyla radyo
istasyonu kurarak sürekli ve kesintili radyo yayını yapabiliyorlardı.

Kanun, yukarıdaki istisnadan başka, kamu kurumu ve kuruluşlarıy­


la gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin kapalı devre televizyon sistemi
kurmalarına ve işletmelerine olanak vermişti. (4. m. d bendi). Radyo ve

2
1961 Anayasası'nın ve 359 sayılı TRT Kanununun tekele ilişkin hükümlerine kar-
şın 1977 yılında Türkiye'de TRT dışında yayın yapan dokuz radyo istasyonunun bu-
lunduğu saptanmıştır. Elektrik Mühendisleri Odası'nın yayın organı olan «Elektrik
Mühendisliği» dergisindeki verilere göre, o tarihte TRT dışında yayın yapan radyo
istasyonları şunlardı: Türkiye Polis Radyosu «Ankara 1954», Mamak Radyosu «An-
kara 1960», Meteorolojinin Sesi Radyosu «Ankara, 1961», İstanbul Polis Radyosu
«Çok Kısa Dalga», Ereğli Kömür İşletmeleri Radyosu, «Zonguldak 1967», Azmi'nin
Radyosu «Kozan, Adana 1974» (Bu bilgiler 29 Ağustos 1977 tarihli Hürriyet Gazete-
sinde yayınlanmıştır).
3 RG. 14 Kasım 1983, No.: 18221 (2. Mükerrer).
RADYO - TELEVİıYON REJİMİ 377

Televizyon Yüksek Kurulunun iznine tabi kapalı devre televizyon sistemi,


televizyon yayım dışında eğitim, öğretim, güvenlik ve turizm gibi belirli
amaçlar için bir bina dahilinde veya birbiri ile ilişkili binalar grubunda
kullanılan kablo televizyonu olduğundan esasen Devlet tekeline bir istis-
na değildi.
2954 sayılı Kanunun TRT'ye tarafsız bir kamu tüzel kişisi olarak ta-
nıdığı bu tekel, 12 Ocak 1989 tarihli ve 3517 sayılı Kanunla4 «Radyo ve
televizyon verici istasyonlarının ve program linklerinin kurulması ve işle­
tilmesi» görev ve yetkisi PTT'ye verilmesi suretiyle daraltılmıştır. «Rad-
yo-Televizyon Verici İstasyonlarının Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Ge-
nel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve İşletilmesi ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun» adını taşıyan bu kanunun 1. mad-
desine göre, radyo ve televizyon verici istasyonlarının, program linklerinin
planlanması, projelendirilmesi, kurulması, yenilenmesi ve işletilmesi görev
ve yetkisi Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel
Müdürlüğü'ne aittir. PTT, program nakli ile diğer yatırım ve hizmetler için
TRT'den herhangi bir ad altında ücret veya karşılık isteyemez. Kanunun 2.
maddesi gereğince, PTT, bu şebekeleri yayın amacıyla kendisi kullanama-
yacağı gibi, gerçek veya tüzel kişilere veya kamu kurum ve kuruluşlarına
kiralayamaz, kullandıramaz ve yayına verilecek radyo - televizyon prog-
ramlan ile yayın saatleri üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamaz.
3517 sayılı Kanunun 4. maddesi ise, kanuna olarak radyo ve
televizyon istasyonları ve tesisleri kuranların ve işletenlerin bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezasına mahkum edileceklerini öngörmüştür. Bu tür
eylemleri, dış ve iç güvenliğin söz konusu olduğu olağanüstü
sıkıyönetim süresince veya savaşta işleyenler hakkında beş yıldan on yıla
kadar ağır hapis cezasına hükmedilir. Bu durumda tesislerin müsaderesi-
ne de karar verilir.

3517 sayılı Kanun radyo - televizyon istasyonları kurma ve işletme


yetkisini ve tekelini TRT'den alıp PTT'ye verdikten sonra geçici madde
1 de TRT'nin elindeki tüm verici ve istasyonların, aktarıcıların, ve
yer istasyonlarının kanunun yürürlüğü tarihinden itibaren PTT'ye intikal
edeceğini öngörmüştür.

Bu düzenleme ve tekelin sonucu olarak, kanunun 7. maddesi ile, 2954


sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununun istasyonların kurulması
ve işletilmesine ilişkin tüm hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Böylece, 3517 sayılı Kanunla radyo - televizyon alanındaki Devlette-


kelinin kullanılması ikiye ayrılmıştır. - televizyon istasyon.lan, ve-

4
RG. 21 Ocak 1989, No.: 20056.
378 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ricileri, aktarıcıları, uydu ve yer istasyonlarının kurulması ve işletilmesi


tekeli PTT, yayınların düzenlenmesi ile yurt içine ve yurt dışına yayın
yapılması tekeli ise TRT'ye verilmiştir.

b) Anayasa Mahkemesinin iptal kararı


Durum böyle iken, Ana Muhalefet Partisi (Sosyaldemokrat Halkçı
Parti)'nin 3517 sayılı Kanunun Anayasaya aykırılığı iddiası ile açtığı ip-
tal davasını karara bağlayan Anayasa Mahkemesi 18.5.1990 tarihli ve E.
1989/9, K. 1990/8 sayılı kararında5 3517 sayılı Kanun hükümlerini iptal
etıniştir.

Anayasa Mahkemesi bu kararında 3517 sayılı Kanunun hüküınlerini


Anayasa'nın 133. maddesine aykırı görürken Devlet tekelini kullanacak
«kamu tüzel kişiliğinin tarafsızlığı» esasına dayanmış ve TRT'nin taraf-
sız yapısına, yönetiınine ve yayınına karşılık, PTT'nin bu niteliklere sahip
bir tüzel kişiliğinin olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi-
ne göre, « ... 133. maddenin, radyo ve televizyon yönetimini, istasyonları ve
bunların yönetimleri için kurulan örgütlerden oluşan bir bütün olarak ka-
bul ettiği anlaşılır. İstasyon kavramı, verici antenleriyle birlikte radyo ve
televizyon tesislerinin tümünü kapsadığına göre, yönetimleri yansız kamu
tüzel kişiliği niteliğinde olacaktır. Tüm toplum tarafından alınması ama-
cıyla yapılan radyo haberleşmesinin adı olan «radyodifüzyon» günümüz-
de televizyon yayınlarını da kapsayan özellikli haberleşmedir. Bu görevin
sorumluluğunu yüklenecek yansız kamu tüzel kişiliği zorunluluğu ilkesi
karşısında, radyo ve televizyon verici istasyonlarının, program linklerinin
planlanması, projelendirilmesi, kurulması, yenilenmesi ve işletilmesinin
görev konusu yönünden merkezi yönetime bağlı PTT Genel Müdürlüğü'ne
verilmesiAnayasa'nın 133. maddesinin birinci fıkrasıyla çatışmaktadır» 6 .

5
RG. 26 Temmuz 1990, No: 20586.
6 Türkiye'de radyo - televizyonda Devlet tekeli konusunu ayrıntılı şekilde irdeleyen
ve bu meyanda o tarihlerdeki özel televizyon düşünce ve girişimlerinin Anayasa
karşısındaki durumunu da değerlendiren, önemli mesajlar veren ve bu nitelikleriy-
le Türk Radyo -Televizyon Hukuku açısından tarihi bir görevi yerine getirmiş olan
Anayasa Mahkemesinin bu kararının «esas inceleme» bölümünün önemli gördüğü­
müz kısmını aynen veriyoruz:
«N - ESAS İNCELEME:
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali istenen yasa kuralla-
rıyla dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ile öteki yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- 3517 Sayılı Yasa'nın 1. Maddesi'nin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu:
Yasa'nın yayımlandığı günden başlayarak, radyo ve televizyon verici istasyonları­
nın, program linklerinin planlanınası, projelendirilmesi, kurulması, yenilenmesi
ve işletilmesi görev ve yetkisinin Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon
RADYO - TELEVİ2YON REJİMİ 379

Sözü geçen gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi, 3517 sayılı Kanunun


1, 2, 6, 7. maddeleriyle, Geçici 1 ve 2. maddelerinin Anayasaya aykırı
olduğundan iptallerine, iptal edilen kurallar Kanunun 3, 4 ve Geçici 3.

İşletmesi Genel Müdürlüğü (PTT)'ne ait olduğunu, PTT'nin bu yatırım ve hizmet-


lerle program nakli için Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü
(TRT)'den herhangi bir ad altında ücret ya da karşılık isteyemeyeceğini öngören
bu maddenin, Anayasa'nın Başlangıç bölümüyle 2., 5., 10., 13., 25., 26., 31. ve 133.
maddelerine aykırı olduğu savı, öncelikle, doğrudan ilgili bulunduğu 133. madde
yönünden ele alınmıştır.
1- Anayasa'nın 133. Maddesi Yönünden İnceleme:
a) Kuruluş ve Yönetim:
1982 Anayasası'nın 133. maddesinin birinci fıkrası, 1961 Anayasası'nın değişik 121.
maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesinin, yasayla kurulma zorunluluğu dışın­
da, yinelenmesi biçimindedir. 133. maddenin birinci fıkrasında «kanun» sözcüğü­
ne yer verilmemesi, devlet eliyle kurulacak yönetimin kamu tüzelkişiliği olarak
düzenlenmesi karşısında bir boşluk yaratmamaktadır. Anayasa'nın 123. maddesi
gereğince, kamu tüzelkişiliğinin ancak yasayla ya da yasanın açıkça verdiği yet-
kiye dayanılarak kurulması, yasayla düzenlemenin doğallığını gösterdiği gibi 133.
maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında Kurum'un yönetim ve denetiminde, yöne-
tim organlarının oluşturulmasıyla her türlü yayınlarda tarafsızlık ilkesinin yasayla
düzenleneceğinin öngörülmesi, yasa zorunluluğunu vurgulamaktadır. Bir değişiklik
önergesiyle metne alınan «ancak» sözcüğü, fıkraya açıklık ve kesinlik getirerek rad-
yo ve televizyon istasyonlarının yalnız devlet eliyle kurulacağını göstermekte, bu
konudaki devlet tekelini pekiştirmektedir.
Haberleşme, eğitim ve propaganda alanında yapısal ve teknik üstünlüğüyle yay-
gınlık ve etkinlik yönünden öbür kitle haberleşme araçlarına göre özel bir yeri olan
radyo ve televizyonun hukuksal konumlan, ülkelerinin siyasal rejimleriyle yakın­
dan ilişkilidir. Kamuoyunun yansız biçimde oluşturulması önemli işlevi bulunan
radyo ve televizyonun yayınlarının zorunlu kıldığı gelişmiş teknoloji büyü.."k parasal
olanaklarla gerçekleştirilmektedir. Anayasa'nın 133. maddesinde, radyo ve televiz-
yon istasyonlarının kurulmasıyla yönetimi birbirinden ayrılmamış, devlet eliyle ku-
rulacağı belirtilerek devlet tekeli açıklanmışken, yönetimin tarafsız bir kamu tüzel-
kişiliği biçiminde düzenleneceğine değinilerek bu tekelin kimde olacağı da ortaya
konulmuştur. Maddenin birinci fıkrası, radyo ve televizyon istasyonlarının kurulup
yönetilmesinin tarafsız bir kamu tüzelkişiliğince yerine getirileceğini öngörmekte-
dir.
Radyo ve televizyon istasyonlarını kurup yönetecek tarafsız kamu tüzelkişiliğinin
hukuksal niteliği, Anayasa'ya aykırılık sorununun çözümünde büyük ağırlık taşı­
maktadır. Anayasa'nın, ayrı kavramlar olan «kurulma» ve «idare» sözcüklerini aynı
anlamda kullanmadığı, kurma işlevinin yönetim işlevini kapsamadığı açıktır. Ne
var ki, anayasakoyucu, devlet eliyle kurulmayı ve yönetimin yansız bir kamu tü-
zelkişiliğince yerine getirilmesini öngörürken, yönetimini ve işletilmesini bıraktığı
kurumdan ayn bir kuruma kuruluş görevini yüklemek istememiştir. Bugüne kadar
süregelen uygulama, kurma ile yönetip işletme görevinin aynı yansız kamu tüzelki-
şiliğince yapıldığını göstermektedir. «İdare» sözcüğü de yönetimin tüm gereklerini
içermektedir. Yönetim alanı içinde, ayrıntıdan bütüne, tüm olguları kapsayan bu
380 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

maddelerinin uygulanmaması sonucunu doğurduğundan, bu maddelerin


de zorunlu olarak iptallerine karar vermiştir. Ancak, iptal edilen kural-
lar hukuksal boşluk doğuracağından ve bu boşluk kamu yararını olumsuz
yönde etkileyecek nitelikte olduğundan iptal hükmünün Resmi Gazete'de

bu sözcük, teknik ve güncel gereksinimleri yöntemden, elemana, araç-gerece ka-


dar karşılamaktadır. İşlevsel ve örgütsel yanlarıyla, yönetim hukuku ve yönetim
bilimi alanında birleşilen görüşlere dayanan «idare», eylem ve öğe bütünlüğünü
anlatmaktadır. Birbirine sıkısıkıya bağlı olan örgütsel ve işlevsel içerikler, bir ku-
ruluşta nesnel varlıktan soyut kurallara uzanan geniş bir yapıyı gerçekleştirirler.
Anlaşılmaktadır ki, 133. maddenin birinci fıkrasında..lri «... idareleri ... » sözcüğü, yan-
sız kamu tüzelkişiliği olarak örgütlenme zorunluluğuyla birlikte, oluşturulacak bu
nitelikteki kurumun radyo ve televizyon istasyonlarının yönetimini de üstleneceği­
ni anlatmaktadır. Anayasa'nın sözü edilen bu maddesine göre, radyo ve televizyon
yönetimleri, yansız bir kamu tüzelkişiliği olarak örgütlenirken radyo ve televizyon
istasyonlarının kurulmasına ve yönetimine ilişkin görevleri de bu örgüt yüklene-
cektir. Maddenin ikinci fıkrasında geçen «... tarafsızlık ilkesi ... »nin ancak, yansız bir
kamu tüzelkişiliğince sağlanacağı benimsenerek, her türlü radyo ve televizyon ya-
yınının, istenmeyen etkilenmeler dışında yapılması amaçlanmıştır. Maddenin birbi-
rini tamamlayan birinci ve ikinci fıkraları birlikte yorumlanıp değerlendirildiğinde,
radyo ve televizyon istasyonlarının yansız bir kamu tüzel kişiliği eliyle kurulup
yönetileceği biçiminde anlaşılması gerekmektedir.
b) Radyo ve Televizyon İstasyonu - Vericiler:
Radyo ve televizyon kurumu, radyo ve televizyon istasyonlarıyla bunların yönetim-
leri için kurulan örgütten oluşur. Verici antenleriyle birlikte radyo ya da televizyon
verici tesislerinin tümünü kapsayan istasyon tanınıı içine radyo ve televizyon yayı­
mı için gerekli tüm teknik tesisler girmektedir. Vericilere özellikle yer veren istas-
yon tanınıı, stüdyo ve verici birlikteliğine dayanmaktadır. Radyo ve televizyon is-
tasyonlarını bu iki teknik ünite oluşturmaktadır. Stüdyo, ses ve ışığı boşlukta ya da
kablo, cam gibi iletken ve benzeri bir fiziksel ortamda ışık hızıyla yayılan, elektrik
ve manyetik özellikleri olan (elektromanyetik) dalgaya dönüştürür. Verici istasyon,
yapay olarak üretilip program linkleri aracılığıyle kendisine ulaştırılan bu dalgaları
yükseltip boşluğa yayarak radyo ve televizyon alıcılarının prograınları görüntü ve
ses olarak almalarını sağlar. 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu'nda
(Madde 3-d) radyo ve televizyon verici istasyonu, «Radyo ve televizyon yayını yap-
mak üzere donatılmış her türlü hareketli veya sabit tesis» biçiminde tanıınlannıakta
ve genellikle «radyo ve televizyon istasyonu»yla eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.
2954 sayılı Yasa'nın 3517 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki 4. maddesinde bu
kavram için kimi yerde «radyo ve televizyon istasyonu», kiini yerde de «radyo ve
televizyon verici istasyonu» denilmekteydi. Yine 2954 sayılı Yasa'nın 9. maddesinin
değişik (d) bendinde «istasyon ve tesislerde kullanılacak alet ve cihazlar»dan söz
edilirken, istasyondan vericilerin, tesislerden de stüdyoların amaçlandığı anlaşıl­
maktaydı. Teknik kavramlar, yasadan yasaya değişmeyeceğine göre, Anayasa'nın
133. maddesindeki «radyo ve televizyon istasyonu» kavramı içerisine verici istas-
yonların öncelikle girdiği kabul edilmelidir. 2954 sayılı Yasa'nın 4. maddesinin deği­
şiklikten önceki (a) bendinde «radyo ve televizyon verici istasyonlarının kurulınası,
işletilmesi, yayınlarının düzenlenmesi ile yurt içine ve yurt dışına yayın yapılması
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 381

yayınlandığı günden başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi kararlaş­


tırılmıştır.

Devletin tekelindedir» denilerek, Anayasa'nın 133. maddesinde öngörülen tekelin,


vericilerin kurulması, işletilmesi ve yayınlarının düzenlenmesi tekeliyle özdeşleş­
mesine neden olması, sıb birlikteliğin sonucudur. Olağan bağlantı durumunda ana
stüdyo yayınının yapılması, herhangi bir nedenle (stüdyo aygıtlarının bozulması,
enerji ve link kesintileri, program kanallarının arızalanması gibi) ana stüdyonun
yayın dışında kalması durumunda ise verici istasyonlardan video ve ses bantlarıyla
yayının sürdürülmesi vericilerin güncel ve zorunlu işleviyle istasyon içindeki yerini
ve studyolarla bağlantısını göstermektedir.
c) Bu açıklamaların ışığında, 3517 sayılı Yasa'nın inceleme konusu 1. maddesinin,
radyo ve televizyon istasyonu kavramının ayrılmaz bir ögesi olan verici istasyon-
ların planlanması, projelendirilmesi, kurulması, yenilenmesi ve işletilmesi görev
ve yetkisini PTT'ye bırakmasının Anayasa'nın 133. maddesinin amaçladığı yansız
bir kamu tüzelkişiliği kavramıyla çelişip çelişmediğinin saptanması gerebnektedir.
Planlama, projelendinne, kurulma, yenilenme ve işletme konularının 133. maddede
yer alan «idare» kavranıından ayrık tutulmasına olanak yoktur. Yönetsel nitelikteki
bu görevleri PTT kurumuna devreden 3517 sayılı Yasa'nın 2. maddesi, PTT'nin bu
alandaki yetkisine, bu şebekeleri yayın amacıyla kendisinin kullanamayacağı, baş­
kalarına kiralayamayacağı, yayına verilecek radyo ve televizyon programlan ile ya-
yın saatleri üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamayacağı gibi kimi bsıtlama­
lar getirmiştir. Anayasa'nın 133. maddesinin ilk fıkrasının, programların önceden
saptanması ve yayınlar üzerinde herhangi bir kuruluşun müdahalesini önlemeyi
de amaçlayan genel anlatımı yalnız program ve yayın tekelini değil, stüdyoları ve
verici istasyonlarıyla bir bütün olan radyo ve televizyon istasyonlarını ve bunların
yansız bir kuruluşca yönetilmelerini kapsar. Verici istasyonu teknik zorunluluklar-
la da olsa başka bir kuruma devretmeyi uygun bulmak, istasyon kavramını, içe-
riğinden soyutlamak olur. Verici istasyonların kurulup işletilmesi yetkisinin TRT
Kurumu'ndan alınması, bu Kurumun istasyonlar üzerindeki tekelini bir bakıma
yalnızca stüdyoların kurulup işletilmesiyle sınırlandırmaktır. Özel stüdyoda prog-
ram hazırlanabilirse de buralarda üretilen progranıın vericilere ulaştırılarak ya-
yın yapılmasına Anayasa elverişli değildir. Program nasıl hazırlanırsa hazırlansın,
önemli olan, yansız kamu tüzelkişiliğine bunların yayınlanmasını sağlayacak verici
istasyonlar üzerinde tam yetki tanımaktır. Vericilerin teknik işletmelerinin, yöne-
tim kavramının içinde bulunduğu belirgindir. Daha önce TRT Kurumu'nda olan
vericilere ilişkin yetkilerin, 3517 sayılı Yasa'nın geçici 1. ve geçici 2. maddeleriy-
le geniş biçimde PTT'ye devri, verici istasyonlarla TRT arasındaki bağı kaldırarak
TRT'nin tekelini zayıflatmıştır. Verici istasyonların kurulması, işletilmesi ve yayın­
ların düzenlenmesi, istasyonların yönetimi kavramının birbirinden ayrılmaz öğele­
ridir. Stüdyo ile birlikte asıl amaç olan yayın yapmanın nesnel koşulunu oluşturan
kurulma ve işletilmenin yayını yapacak kuruluştan alınması, güvenceyi sarsar ve
ilerde yapılacak tamamlayıcı düzenlemelerle siyasal iktidarların dolaylı müdahale-
lerine ya da anayasal sistemden uzaklaşılmasına neden olabilir. Verici istasyonlara
gelen yayınların alıcıya ulaştırılmasını dağıtım yapmayı «yayın» kavramını bölerek
TRT'nin tekelinden çıkarmak, yansız kamu tüzelkişiliğinin yetkisi dışında tutmak-
tır. Dava dilekçesinde, 3517 sayılı Yasa'nın gerekçesini karşılayan anlatımlar ve
382 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

2- Yasal duruma ve gelişmelere ilişkin görüşümüz

1993 yılında radyo - televizyonda tekel rejimine son verilmesinden ön-


ceki karmaşık ve sancılı ortam kitabımızın 3. basısında analiz edilerek, bu
durumdan kurtuluşun yollan hakkında önerilerde bulunulmuştur. Radyo

dosya içeriğindeki bilgiler gözetildiğinde 1987 yılı sonuna göre, ana verici istas-
yonlarla yardımcı verici istasyonların büyük bölümü TRT Kurumu'nca yapılmış
olduğundan «Tarafsız bir kamu tüzelkişiliğine sahip Türkiye Radyo - Televizyon
Kurumu kurulmuştur» açıklığı, Anayasa'ııın 133. maddesindeki yansız kamu tüzel-
kişiliği eliyle yürütme gereğinin yanıtıdır. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti Posta Telgraf
ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü, Ulaştırma Bakanlığı ile ilgilendirilmiş bir
kamu iktisadi kuruluşudur. 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye göre kamu
iktisadi kuruluşu, sermayenin tamamı devletin olan ve tekel niteliğindeki mallar
ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan, kamu hizmeti ni-
teliği ağır basan kamu iktisadi teşebbüsüdür. PTT'nin kuruluş ve işleyişine iliş­
kin hükümler 233 sayılı KHK'de gösterilıniştir. Genel Müdür yönetim kurulunun
başkanıdır ve ilgili bakanın önerisi üzerine ortak karar ile atanır. En üst düzeyde
yetkili ve sorumlu karar organı olan Yönetim Kurulu, bir başkan ve beş üyeden
oluşur. Üyelerinin ikisi Ulaştırma Bakanının, biri Hazine ve Dış Ticaret Müsteşar­
lığının bağlı olduğu bakanın, ikisi teşebbüs genel müdür yardımcıları arasından
ilgili bakanın önerisi üzerine ortak karar ile atanır. 2954 sayılı Yasa'ııın 10. ve 13.
maddeleri ise, TRT Yönetim Kurulu üyelerinin ve Genel Müdürü'nün atanmasında
tarafsızlık ilkesini sağlayacak özel yöntenıler öngörmüştür. Bakanlar Kurulu'nca
atansalar da aday gösterilıneleri Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu'nca yapılmak­
tadır. Anlaşılmaktadır ki, TRT Kurumu 2954 sayılı Yasa gereği tarafsız bir kamu
tüzelkişiliğindedir ve Yasası da, Anayasa gereği bu niteliği gözetilerek hazırlanmış­
tır. Bu durumda PTT İşletmesi Genel Müdürlüğü'nün tarafsız bir kamu tüzelkişisi
sayılması söz konusu değildir. Anayasa'ııın aradığı koşul, yansız niteliktir. Konuyla
ilgili bir durum, Anayasa'nın «Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti» başlıklı 26.
maddesinde yer almaktadır. Sözü edilen maddenin birinci fıkrasının son tümcesi,
«Bu fıkra hükmü, radyo ve televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayın­
ların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.» biçiminde bir kural koymaktadır.
Gerekçenin ilgili bölümünde, bu tür araçların etkilerinden söz edildikten sonra, «Bu
gerekçe iledir ki, radyo televizyon ve sinema yoluyla yayınlarda «serbesti sistemi»
yerine, «izin sistemi» kabul edilebilecektir» denilmektedir. 1961 Anayasası'nda yer
almayan bu kural, izin almak koşuluyla, özel kişilerce radyo ve televizyon yayını
yapabileceği yolunda bir yoruma elverişli görülınektedir. Böyle bir anlayışsa, radyo
ve televizyon istasyonlarının ancak devlet eli ile kurulacağını ve yönetinılerinin
yansız bir kamu tüzelkişiliği durumunda düzenleneceğini, böylece devlet tekelini
öngören Anayasa'nın 133. maddesiyle çelişmektedir. Özel girişimin devlet tekeli dı­
şında radyo ve televizyon işletmesi kurması yürürlükteki kurallar karşısında ola-
naksız bulunduğundan Anayasa koyucunun, özel girişime radyo-televizyon yolunu
açacak düzenlemelerin «izin sistenıi»ne bağlı kalınarak yapılması ilkesini benimse-
diği anlaşılınaktadır. Konunun özel olarak düzenlendiği 133. madde hükmü değişti­
rilınedikçe, 26. maddenin özel girişime bile yayın yetkisi tanıdığını varsayarak, ve-
ricilerin bir devlet kuruluşu olan PTT'ce işletilmesinde anayasal bir engel olmadığı
yolunda bir yargıya varmak sağlıklı olmaz.
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 383

- televizyon tarihimizin son derecede önemli dönüm noktasındaki sorunla-


rı ve çözümlerini anımsatmak ve yeni dönemi daha iyi değerlendirebilmek
amacıyla, tarihi nitelik taşıyan bu analizimizi aşağıda sunuyoruz:

«Anayasa Mahkemesinin bu karanın yerinde görmekteyiz. Gerçekten, 1982 Anayasa-


sı'nın 133. maddesi radyo-televizyon üzerinde Devlet tekelini kurarken istasyonların

Anayasa'nın 133. maddesinin ilk fıkrasında sözü edilen «radyo ve televizyon istas-
yonları» kapsamı içerisine, verici istasyonların temel bir öge olarak girmesi, aynı
fıkraya göre istasyonların kurulup yönetilmeleri tekelinin yansız bir kamu tüzelki-
şiliği durumunda düzenlenmesi gereği karşısında verici istasyonların planlanması,
projelenmesi, kurulması ve işletilmesi görev ve yetkisinin, yansız bir kamu tüzel-
kişiliğinde sayılmayan Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü'ne ve-
ren inceleme konusu kuralın ilk fıkrası, Anayasa'nın 133. maddesinin ilk fıkrasıyla
bağdaşmamaktadır.
Anayasa'nın 133. maddesinin birinci fıkrasında ancak devlet eliyle kurulabilecekle-
ri ve yansızbir kamu tüzelkişiliğince yönetilecekleri öngörülen radyo ve televizyon
istasyonları hakkındaki düzenlemenin neleri içereceği aynı maddenin ikinci fıkra­
sında belirtilmiştir. Birinci fıkranın buyurduğu ve yasa türünden olacağı daha önce
açıklanan düzenleme, bu yolla gerçekleştirilecek kurumun yönetim ve denetinıinde,
yönetim organlarının oluşturulmasında ve her türlü radyo ve televizyon yayınla­
rında yansızlık ilkesini gözetmesine, yürütmenin siyasal iktidarın etkisi dışında
olabildiğince, yansız çalışmasının sağlanmasına yöneliktir. Kurumun program ha-
zırlamasından toplumun ses ve görüntüyü almasına kadar tüm evreleri içeren «ya-
yın», Anayasa ilkelerine uygun olmak zorundadır. Bu zorunluluk, örgüt yapısıyla
çalışma yöntemlerini de kapsar. Yürütmenin etki alanı içindeki işlevlerin yansızlık
konusunda yaratacağı kuşku, görevin gereğiyle yerine getirilmesini engeller. Ana-
yasa'nın, radyo-televizyon yayını gibi çağın en ileri teknolojik aşamasını yapınış
bir kamu hizmeti için öngördüğü yönetim biçimi, yine Anayasa'da belirtilen nite-
likleri taşımalıdır. Bu gereklerin gözardı edilmesi, yadsınması ya da zayıflatılması
Anayasa'ya aykırılık oluşturur. PTT'nin genel yürütmeye bağımlılığı, yönetim ve
denetimle yönetim organlarının oluşturulmasında yürütmenin yetkisi, Anayasa'nın
öngördüğü yansız kamu tüzelkişiliği olarak nitelenmesini olanaksız kılar. Kamusal
güvenceden yoksunluk, işlevlerin özlenen, hatta olağan düzeyde kotarılmasını ak-
satır. Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında başa­
rılı olamaz ve hızlı bir bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini siyasal is-
temlerin alınası durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde ise adaletin,
hak ve özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanmayacağı gibi yöneticilerin ki-
şisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine bırakılamaz. Anayasa'nın radyo-televizyon
yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği, sağladığı güvencenin anlamına ters düşen
düzenlemeler uygun karşılanamaz. Temel erek, radyo-televizyon yönetiminin siya-
sal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır. Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla
sınırlı olmayıp tüm yönetim makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişi­
lerin de yansızlığını gölgeleyecek tutum ve davranışlarına kapalılığı anlatır. Yan-
sızlığı olumsuz yönde etkileyecek sınırlama ve kayıtlamalar da yerinde görülemez.
Demokratik bir toplum düzeninde karşılıklı etkileşimin oluşturduğu olumlu orta-
mın her tür olumsuz etkiden korunması gerekir. İncelenen Yasa ile TRT Kurumu,
kendi sorumluluğu altında ve özgün anlayışı içinde yansız çalışına olanağından
384 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ve ek tesislerin kurulması ve işletilmesi ile yayınların yapılması yetkisini «tarafsız


kamu tüzel kişiliği»ne vermiştir. İstasyonların kurulmasını ve yönetilmesini bu nite-
liğe sahip bulunmayan PTTye bırakmak ve sadece yayınların yapılmasında tarafsız
kamu tüzel kişiliğini yetkilendirmek Anayasa'ya aykırılığı sonuçlar. İstasyonların ve
bu konudaki diğer tesislerin kurulmasının ve yönetilmesinin radyo-televizyon yayın­
cılığında ne derecede etkili olduğu dikkate alınırsa Anayasa Mahkemesi'niıı ulaştığı

yoksun bırakılmıştır. PTT'nin katkısı ise kamuoyunun serbestçe oluşumunu ak-


satma nedeni olacak boyuttadır. TRT'nin Anayasa'dan kaynaklanan yansız yapısı,
işlevlerine müdahale ile sarsıntıya uğradığı gibi, yayın alanındaki yetkilerle PTT
müdahaleci bir kurum olarak ortaya çıkarılmaktadır. Yasakoyucu, Anayasa'nın ön-
gördüğü ilkelere uymak zorundadır. TRT Kurumu'nun yansızlığını güçlendirecek
düzenlemeler yerine bu yansızlıktan hoşnut olmamaya bağlanabilecek zayıflatma
yöntemini izlemesi uygun değildir. Anayasa'nın öngördüğü yansızlığa koşut nite-
likleri koruyucu biçimde kurallar getirilmelidir. Bu bağlamda, verici kuruluşların
yayın hizmeti dışında düşünülmesi hizmeti olumsuz yönde etkiler. Ulusal radyo
televizyon yayınlarında hizmeti bölerek, bilimsel kurallara aykırı biçimde parçala-
ra ayırarak yetkili sayısını artırmanın atılım sağlayacağı da bir varsayımdır ve bu
nedenle de olsa Anayasa'ya aykırı düzenleme yapılamaz. Kitle iletişim aracı olması
nedeniyle toplumsal bir anlatım aracı niteliği taşıyan radyo ve televizyon yayınları
kamusal niteliktedir. Temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yeri bulunan
«anlatım özgürlüğü» için anayasal güvencenin özelliği anlanılıdır. Yayınları düzen-
leme, yurt içine ve dışına yayın yapma tekeli, Anayasa'dan kaynaklanan 2954 sayılı
Yasa'yla, TRT Kurumu'na verilmiş olup radyodifüzyon tekelinin niteliği ve hizmetin
özelliği gereği; yönetim düzenin Anayasa'nın 133. maddesine uygun biçimde olması
gözetlenecektir. PTT'yi Anayasa'nın öngördüğü yansızlık ilkesine göre oluşmuş bir
tüzelkişilik saymak olanaksızdır. Kuramsal ve yönetsel yansızlık, ödün verilmesi
düşünülemeyecek Anayasal ilkelerdendir. Bir anlamda kurumsallaşma sayılan de-
mokrasi, kişisel etkilere, özellikle yürütmenin etkisine açık, onun gözetim ve dene-
timine bağlı, hatta yönetiminde ağırlığı olan kurumların yansızlığını kabule elve-
rişli sayılamaz. Kurulma ve yönetim niteliğini birbirinden ayınnayan Anayasa'nın
133. maddesi yansızlığa büyük önem venniştir.
Asıl işlevi nokta haberleşmesi (telekomünikasyon) olan PTT ile asıl işlevi yayıncılık
(radyodifüzyon) olan TRT'nin kendi yapıları içinde organsal bütünlük göstermeleri-
ne karşılık görevlerine ilişkin konularda teknik ve yönetsel bakımdan ayrılıklar ta-
şıyan kurumlar - kuruluşlar olduğunda duraksanamaz. Yapısal bütünlükleri, An.a-
yasa'nın 133. maddesinin içeriği karşısında, radyo-televizyon yönetiıni için belirgin
bir özellik taşımaktadır. Söz konusu özellik, PTT ile TRT arasındaki sistem farkını
sergilemektedir. Bu fark, radyo ve televizyon yönetiminin « ... tarafsız bir kamu tü-
zelkişiliği halinde düzenlenmesi» zoru.nJuluğu..nu gündeme getirıniştir. Gerçekten,
Anayasa'nm sistematiği ve 176. maddesine göre Anayasa metni içinde olmamakla
birlikte ilgili oldukları Anayasa maddelerinin konularını, aralarındaki sıralamayı
ve bağlantıyı gösteren madde başlıkları gözönünde tutulduğunda «Radyo ve Tele-
vizyon İdaresi ve kamuyla ilgili haber ajansları» başlıklı 133. maddenin, radyo ve
televizyon yönetimini, istasyonları ve bunların yönetinıleri için kurulan örgütler-
den oluşan bir bütün olarak kabul ettiği anlaşılır. İstasyon kavramı, verici antenle-
riyle birlikte radyo ve televizyon tesislerinin tümünü kapsadığına göre, yönetimleri
yansız kamu tüzelkişiliği niteliğinde olacaktır. Tüm toplum tarafından alınması
amacıyla yapılan radyo haberleşmesinin adı olan «radyodifüzyon», günümüzde tele-
vizyon yayınlarını da kapsayan özellikli haberleşmedir. Bu görevin sorunıluluğunu
RADYO - TELEVİıYON REJİMİ 385

sonucun yerindeliği ortaya çıkar. Bu durumda izlenmesi gereken yasal yol, ya eskiden
olduğu gibi istasyonların kurulması ve yönetilmesi yetkisinin yine tarafsız bir kamu
tüzel kişiliği olarak TRT'ye bıra..lı:ılması ya da bu niteliğe sahip bir başka kamu tüzel
kişiliğinin kurulmasıdır. Zira Anayasamız «tarafsız kamu tüzel kişiliği»ni öngörerek
«siyasal iktidara bağımlı» radyo-televizyon sistemiı,.i önlemek istemiştir. PTT gibi si-
yasal iktidara bağımlı bir kuruluşun radyo-televizyon istasyonlarının kurulması ve
işletilmesinde tam yetkiye sahip olması tarafsızlık esası ile bağdaşmaz. Bu konudaki
teknik olanaklara sahip bulunan PTT'den yararlanma ile bu kuruluşun bağımsız yet-
ki ile donatılmasını birbirine karıştırmamak gerekir. Radyo-televizyon yayınlarında
yetkilendirilecek tarafsız kamu tüzel kişisi gerekli sözleşmeleri yaparak bu alanda
PTT'den elbette ki yararlanabilir. Ancak yetkinin mutlaka tarafsız kamu tüzel kişisin­
de olması gerekir. Radyo-televizyonunun siyasal iktidara bağımlı olmasını önlemenin
tek yolu budur. Anayasamız da 133. maddesinde bu yolu izlemiştir.
Burada, Türkiye'nin gündeminde olan «özel televizyon» konusuna da değinmemiz ge-
rekir. Anayasa Malıkemesinin de vurguladığı gibi, Anayasının 133. maddesi değişti­
rilmedikçe Türkiye'de özel radyo-televizyon yayı,.7.cılığı yapılamaz . .A.nayasanın 26.
maddesinde yer alan «Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon sinema veya benzeri yollarla
yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.» şeklindeki hüküm 133.
maddenin özel radyo-televizyona olanak verecek tarzda değiştirilmesi durumunda
yeni yaym sisteminin «izne bağlı» bir sistem olabileceğini göstermektedir. Esasen, özel
radyo-televizyon yayıncılığını kabul etmiş bulunan hemen tüm ülkelerde izin (ruhsat)
sisteminin öngörülmesi, bu alanda Devletlerin temkinli davranarak basın özgürlüğü
paralelinde bir radyo-televizyon özgürlüğünü tanımadıklarını ortaya koymaktadır.
Bizce de, Türkiye'de özel radyo-televizyona olartak verme zamanı yaklaşmaktadır. An-
cak bu konuda son derecede temkinli davranmak, izin verilecek kuruluşlarla ilgili ko-
şullan, yayın ilkeleri.ni özenle saptamak, izin verme ve denetleme yetkisini kullanacak
kuruluşun bilgili ve tarafsız kişilerden oluşmasını sağlayıcı bir sistem kurmak gerekir.
Aksi takdirde birçok ülkede bu konuda yaşa.nan kargaşa ortamı Türkiye yönünden
de sözkonusu olabilir. Uydu yayıncılığının verdiği teknik ola.nahlardan yararlanarak

yüklenecek yansız kamu tüzelkişiliği zorunluluğu ilkesi karşısında, radyo ve tele-


vizyon istasyonlarının, program linklerinin planlanması, projelendirilmesi, kurul-
ması, yenilenmesi ve işletilmesinin görev konusu yönünden merkezi yönetime bağlı
PTT Genel Müdürlüğü'ne verilmesi Anayasa"nm 133. maddesinin birinci fıkrasıyla
çatışmaktadır. Anayasa'nm 133. maddesinin öngördüğü iki değişik kuruluştan biri
olan radyo ve televizyon yönetimi içinde PTT yönetiminin organik bakımdan yeri
yoktur. Amaçsal ve işlevsel açıdan, teknik ve organik bakımdan iki ayn sistemi,
iki ayn örgütü, iki ayrı yönetimi anlatan bu kuruluşlardan konuyla ilişkili haber
ajansları dışında kalan radyo ve televizyon yönetimi, işlevi, yapısı ve doğası gere-
ği, yansızlığı vazgeçilmez bir nitelik olarak bünyesinde taşımaktadır. Konu, PTT
ya da TRT'nin kendi işlevlerinde daha başarılı olup olmaması, birinin öbüründen
iyi sonuç alıp almaması değil, salt tüzelkişiliğin yansızlığı konusudur. Denetimdeki
anayasal ölçüt budur. Yansızlığın alt yapısı oluşturulmadan, daha açık bir anlatım­
la, yansız bir örgüt kurulmada__rı ya_nsız bir yönetimi gerçekleştirmek düşünüleme­
yeceğinden, yansız bir radyo - televizyon yönetimi kurmadan yansız bir yönetimi ve
yayım sağlamak olanaksızdır. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'na değerini ve-
ren büyük sorumluluk, yansız yapısı, yansız yönetimi ve yansız yayınıyla Anayasa
güvencesi sağlanarak korunmuştur. PTT yukarıda ayrıntılı biçimde anlatıldığı gibi
Anayasa'nın öngörüldüğü nitelikte bir tüzel.kişilik olmadığı için 3517 sayılı Yasa'nın
1. maddesi iptal edilmelidir.»
386 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

başka ülkelerden Türkiye'ye yönelik yayın yapan ve kendilerini «Türkiye'nin ilk özel
televizyonu» olarak isimlendiren bazı kuruluşların yaratmak istedikleri fiili durum
dikkate alındığında kargaşa ortamına ilişkin tehlike çanlarının çaldığı görülür. Özel
televizyon yayıncılığına geçilecekse, ki bizce de geçilmesi zorunluluğu vardır; bunun
ancak,Anayasa'da gerekli değişikliği yapıp, gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirip,
sağlıklı bir izin sistemine dayalı olarak başlamasına olanak verilebilir. Bunun dışın­
daki girişimler fiili durum yaratmaktan ibaret sonucu belirsiz hareketlerden öteye gi-
demez. Türkiye'nin ilk özel televizyonları Türkiye'nin yasal düzenine dayanan, ondan
güç alan, yasalara bağlılık duygusunu taşıyan kuruluşlara ait olıııalıdır.
Son olarak, uydu yayınlarını
alan alıcı sistemlerinin kurulıııasındaki başıboşluğa de-
ğinelim: Bilindiği gibi, son yıllarda yabancı ülkelerden uydu aracılığı ile yapılan tv
yayınları kısmen Türkiye'den de izlenebilmektedir. Fakat bu tür yayınlar Türkiye'ye
yönelik olıııadıklarından ülkemizden izlenme olanağı her zaman değişebilmekte ve
çoğu zaman hiç izleyememeye dönüşebilmektedir. Türkiye'de bu konuda yasal boşluk
bulunmasından ve denetimsizlikten yararlanan bazı kişi ve kuruluşlar halkın uydu
yayınlarına olan ilgisini kullanarak büyük kazançlar sağlama yoluna girmişlerdir.
Milyonlarca lirayı bulan alıcı sistemlerini kurduranlar bir süre sonra bu sistemlerin
fonksiyonsuz kalması karşısında büyük zararlara uğramaktadırlar. Diğer yandan ise,
binaların üzerini dolduran dev çanak antenler kentlerimizin görünümünü bozmak-
tadır. Bu durumun bir an önce önlenmesi, uydu yayınlarının izlenebilmesi yönünden
yasal düzenlemelerin zaman geçirmeden yapılıııası zorunludur. Kablo tv. bu alanda
uygulanabilecek esaslı bir çözümdür. Özel televizyona olanak verecek yasal düzenle-
meler yapılırken bu konunun da ele alınması ve bir yandan tüketicinin, diğer yandan
ise kentlerimizin görünümünün korunması gerekir.»

Burada belirtelim ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararında sozu


edilen yasal boşluk uzun süre TBMM tarafından doldurulmamıştır (AY.
153/4. m.nin amir hükmüne karşın). Ancak 1993 yılında AY. 133. maddesi-
nin değiştirilmesi ve 1994 yılında da 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun'un çıkarılmasıyla bu yasal boşluk
kısmen doldurulmuş ve 2954 sayılı kanun adeta TRT yasası haline dönüş­
türülmüştür. Fakat, iptal karan ile ortaya çıkan yasal boşluğun bir kısmı
doldurulmadığı için, TRT'ye ait tesisler PTT'nin ikinci (T)'sinin yeni sahibi
Türk Telekom'un elinde kalmıştır».

III. Radyo - televizyon tekeli döneminde Türkiye


Radyo-Televizyon Kurumu

1- 1964 - 1982 yılları arasında TRT

a) Hukuki statüsü

aa) 1971 yılına kadar


1961 Anayasasının 121. maddesinin gerekçesinde7 belirtildiği üzere,
1960 yılından önceki dönemde radyonun partizan tutumu ve partizan bir

7
Bkz.: ÖZTÜRK, s. 239.
RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 387

yayın aracı halinegetirilmesi, ülkemizde, uzun yıllar ciddi bir huzursuzluk


konusu olmuş ve bu nedenle radyonun özerkliği ve tarafsızlığı .Anayasanın
güvencesi altına alınmak istenmişti. Bu amaca hizmet eden 121. madde,
radyo ve televizyonun örgütlenmesi yönünden şu ilkeleri koymuştu:

- Radyo ve televizyon hizmetlerinin kamu kuruluşu şeklinde örgüt-


lenmesi,

- Bu örgütün özerk olması ve tüzel kişiliğe sahip bulunması,

- Örgütün tarafsızlık esaslarına uygun yayı..n yapması,

- Kültür ve eğitime yardımcı olması 8 •

24 Aralık 1963 tarihli 359 sayılı Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu


Kanunun 1. maddesi, Anayasanın bu hükmüne uygun biçimde, remzi TRT
olan Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu adıyla tüzel kişiliğe sahip özerk
bir kamu iktisadi teşebbüsü kurmuştu. Böylece, Radyo - Televizyon ya-
yınları alanında programların yapımında, yönetimde, ekonomik alanda,
siyasal iktidara bağımlı olmamayı ifade eden özerklik tesis edilmişti 9. 359.
sayılı Kanunun Yönetim Kurulunun görevlerinden sözeden 5. maddesi de,
1961 Anayasasının 121. maddesindeki «yayınlarda tarafsızlık» ilkesini
tekrarlamıştı.

1961 Anayasasının ve 359 sayılı TRT Kanununun hükümlerinden an-


laşılacağı üzere, 1964 - 1971 yılları arasındaki dönemde TRT Kurumu tü-
zel kişiliğe sahip «özerk ve tarafsız bir kamu iktisadi teşebbüsü» durumun-
daydı. Ayrıca TRT Kanununun 1971 değişikliğinden önceki 33. maddesin-
de, kanundaki özel hükümler dışında Kurum hakkında İktisadi Devlet
Teşekküllerine uygulanan genel hükümlerin uygulanacağı öngörülmüş ve
bu hükümlerin uygulanması yönünden Turizm ve Tanıtma Bakanlığına
yetki verilmişti.

8
Bkz.: TOKGÖZ, Radyo - Televizyon Sistemleri, s. 75.
9
Bazı müellifler (örneğin bkz.: ONARAN, A.Ş.; TRT Kurumu «Türk İdare Dergisi,
1967, Sayı: 304, s. 82), «hükümetin siyasal zorunluluklarla TRT Kurumuna mü-
dahale olanağını yaratan 359 sayılı Kanı1nıın özerkliği tam olarak sağlamadığı"
görüşünü savunmuşlardır. Kanımızca, «başına buyrukluk" anlamına gelmeyen
özerkliğin bazı sınırlandırmalara tabi tutulması «Radyo - Televizyon Tekeli" sis-
teminin zorunlu sonucudur. Gerçekten, Radyo - Televizyon yayınlarının tekelden
yayınlanması sistemi kabul edilince, yürütme erkinin belirli koşullar altında bu
yayınlara müdahalede bulunması gerekecektir. Bütün sorun müdahale koşullarının
iyi saptanması ve kurumun «programları serbestçe düzenleme hakkı,,nın tüın ola-
rak ortadan kalkmasını sonuçlayacak bir uygulamaya gidilememesidir.
388 KİTLE İLETIŞIM HUKUKU

bb) 1971 yılından sonra

20 Eylül 1971 tarih ve 1488 sayılı Kamın 1961 Anayasasının 121.


maddesinde bazı değişiklikler yapmıştır. Bu alandaki en önemli değişik­
lik Türkiye Radyo - Televizyon Kunını.u'nun özerkliğinin kaldırılması ve
«tarafsız» olması ile yetinilınesidir. Gerçekten, değiştirilen 121. maddeye
göre, radyo ve televizyon istasyonları, ancak Devlet eliyle kurulabilecek ve
idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenecek, bu
ka_n.un, yönetim ve deneti..mde ve yönetim organlarının kuruluşunda taraf-
sızlık ilkesini bozacak hükümler koyamayacaktır. Dikkati çeken yön, mad-
denin değişiklik gerekçesinde bu alanda özerklik ilkesinden aynlınanın
nedenlerinin belirtilmemesidir10 . Kanımızca, bu nedenleri 12 Mart 1971
günü Genel Kurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının verdiği muhtıra­
da aramak gerekir. Bu muhtıra üzerine kurulan partilerüstü Hükümetin,
muhtırada açıklanan istekleri yerine getirmek amacı ile böyle bir değişik­
liğe gi..rişmiş oldukları açıktır.

Anayasanın 121. maddesindeki değişikliğe uygun biçimde 359 sayılı


Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu Kanunu da değiştirilmiştir. 29 Şubat
1972 tarih ve 1568 sayılı Kanunla11 yapılan bu değişiklik ile Kanunun
1. maddesindeki «özerklik» esası kaldırılmış ve «Türkiye Radyo-Televizyon
Kurumu adıyla tarafsız bir kamu tüzel kişisi»nin kurulduğu belirtilmiş­
tir. Böylece, TRT Kurumu özerkliği olınayan fakat tarafsızlık esasına da-
yanan bir kamu tüzel kişisi durumuna dönüşmüştür. Türkiye'nin siyasal
hayatının doğurduğu zorunlulukların bir sonucu olan bu değişiklik radyo
özgürlüğü alanında önemli bir sınırlamadır 12 . 1568 sayılı Kanun 33. mad-
dede yaptığı değişiklikle, kanundaki özel hükümler dışındaki konularda
Kurum hakkında uygulanacak İktisadi Devlet Teşekküllerine ilişkin ge-
nel hükümler bakımından Turizm ve Tanıtma Bakanlığı yerine Başba­
kanlığı yetkili saymıştır.

b) Görevleri

TRT Kurumunun görevleri, 359 sayılı Kanunun 1568 sayılı Kanunla


değişik 2. maddesinde gösterilmişti:

10 Gerekçe için bkz.: ÖZTÜRK, s. 238 - 239.


11 RG. 8 Mart 1972, No: 14122.
12 «İnsan Haltları ve Kitle Haberleşme Araçları Sempozyum»'unda (9 - 12 Eylül 1968,
Salzburg) radyo ve televizyonun özerkliğinin zorunlu olduğu, yönetimlerinin bağım­
sızlaştırılması gerektiği ileri sürülerek, aksi bir uygulamanın bu kitle haberleşme
araçları tarafi_ndan yürütülecek kamusal görevleri tel,J.ikeye düşüreceği savunul-
muştur (Bkz.: KLECATSKY, s. 25).
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 389

- Radyo ve Televizyon postaları ile yurt içine ve dışına radyo ve tele-


vizyon yayınları yapmak,

- Devlet adına yurdun çeşitli yerlerinde radyo ve televizyon istasyon-


ları ve tesisleri kurmak ve işletmek, bunları genişletmek ve geliş­
tirmek,

- Bu amaçla, gerektiğinde kendi tesislerinde kullanılacak alet veci-


hazlar ile ilgili araştırmalar yapmak veya yaptırmak; bunları kıs­
men veya tamamen imal etmek ve bunlar için gerekli tesisleri kur-
mak,

- TRT Kanununda gösterilen esaslar içerisinde, Milletlerarası Rad-


yo-Televizyon kuruluşları ve yabancı Radyo - Televizyon kurumları
ile ilişkileri düzenlemek,

- Yayınların kolayca anlaşılabilecek bir dille yapılmasını sağlayıcı


tedbirler almak.

Görüldüğü gibi, 359 sayılı Kanuna göre, TRT Kurumu yurdun çeşitli
yerlerinde radyo ve televizyon istasyonları ve tesisleri kurmak ve işlet­
mekle görevlendirilmiş olmakla beraber, bu görevini «Devlet adına» yapa-
cak, yani radyo-televizyon tekeli yine devlette olacaktı. 2. maddenin eski
şeklinde bulunmayan «Devlet adına» ibaresinin metne eklenmesi Kuru-
mun özerkliğinin kaldırılmasının doğal sonucudur.

c) Yönetimi

aa) Organları

aaa) Genel olarak

Değişiklikten önce, TRT Kanunu yönetim organları olarak Yönetim


Kurulu, Genel Müdür ve Yardımcıları ve Danışma Kurullarını öngörmüş­
tü. Kanunun 10. maddesi, danışma kurullarının, birisi Yönetim Kurulu
tarafından radyo ve televizyon hizmetleriyle ilgili konularda danışmak
üzere kurulacak danışma kurulu, diğerleri ise Genel Müdürün kurmaya
yetkili bulunduğu mahalli bölge danışma kurulları olmak üzere iki tür
olduğunu belirtmişti.

1568 sayılı Kanun, TRT Kurumunun eski yönetim organlarında esaslı


bazı değişiklikler yaptığı gibi, bu organlara yenilerini de eklemiştir. Kanu-
nun 3. maddesi kurumun organlarını, Yönetim Kurulu, Genel Müdür, Ko-
ordinasyon Kuruluşu, TRT Seçim Kurulu, Genel Danışma Kurulu, Siyasi
Yayınlar Hakem Kurulu olarak göstermişti.
390 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bbb) Yönetim kurulu

aaaa) Kuruluşu

359 sayılı Kanunun 4. maddesi gereğince, TRT Yönetim Kurulu şu


şekilde kuruluyordu:

- Genel Müdür,
- Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle atanacak üç üye,
- Üniversitelerin akademik konularda karar vermeye yetkili en yük-
sek organlarının seçtiği ikişer temsilci ile akademilerarası kurulun
seçtiği iki temsilciden oluşan ve Başbakanın çağrısı üzerine Anka-
ra'da toplanan Kurulca; hukuk, ekonoıni veya siyasal bilim, elekt-
rik veya elektronik, Türk dili, edebiyatı ve tarihi dallarında görev
yapan öğretim üyelerinden saptanacak ikişer aday arasından TRT
Seçim Kurulunca seçilecek birer üye,
- Devlet Konservatuvarı öğretim km·ulları, İstanbul Belediyesi Kon-
servatuvarı batı müziği bölümü öğretmenleri, Devlet Tiyatrosu
sanatkarları, Devlet Opera ve Balesi sanatkarları ve Cumhurbaş­
kanlığı Senfoni Orkestrası sanatkarlarının kendi aralarından seçe-
cekleri ikişer temsilci ile Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü ve Devlet
Opera ve Balesi Genel Müdürünün, Başbakanın çağrısı üzerineAn-
kara'da toplanarak saptayacakları iki aday arasında_n. TRT Seçim
Kurulunca seçilecek bir üye,
- Milli Eğitim Bakanlığı Türk Musikisinin Araştırma ve Değerlen­
dirme Komisyonu üyeleri, İstanbul Belediyesi Konservatuvarı
Türk Musikisi bölümü öğretmenleri, İstanbul Belediyesi Konser-
vatuvarı Türk Musikisi Sanat Kurulu üyeleri, İstanbul Belediyesi
Konservatuvarı Türk Musikisi Icra Heyeti sanatkarlarının kendi
aralarından seçecekleri ikişer temsilcinin Başbakanın çağrısı üze-
rine Ankara'da toplanarak saptayacakları iki aday arasından TRT
Seçim Kurulunca seçilecek bir üye,
- Ankara, İstanbul ve İzınir'de sarı basın kartı taşıyan üyelerinin
sayısı en çok olan Gazeteciler Cemiyetleri tarafından seçilecek
birer; en fazla sayıda işçiyi temsil eden İşçi Sendikaları Konfede-
rasyonunca seçilecek üç; en fazla sayıda işvereni temsil eden İş­
veren Sendikaları Konfedarasyonunca seçilecek üç; Türkiye Esnaf
ve Sanatkarları Konfederasyonunca seçilecek üç; Türkiye Ticaret
Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliğince seçilecek üç;
Türkiye Ziraat Odaları Birliğince seçilecek üç temsilciden meydana
gelen ve Başbakanın çağrısı üzerine Ankara'da toplanan Kurulca
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 391

ikisi basın mensubu olmak üzere saptanacak dört aday arasından


biri basın mensubu olmak üzere TRT Seçim Kurulunca seçilecek iki
üye.

Bakanlar Kurulu tarafından atanan üyeler dışındaki üyelerin görev


süreleri üç yıldı. Bu üyeler ancak özürsüz olarak üst üste üç yönetim ku -
rulu toplantısına katılmamaları veya kanuni bir engel ortaya çıkması ha-
linde TRT Seçim Kurulunun kararıyla görevlerinden uzaklaştınlabiliyor­
du. Hükümetçe seçilen üyeleri ise, atanmalarındaki usule uygun biçimde
değiştirilmekteydi. Eski üyelerin yeniden seçilmeleri olanağı vardı. Bir
siyasal parti ile ilişkileri olan üyelerin ise, seçildikleri tarihten itibaren bu
ilişkileri kesiliyordu.

1568 sayılı Kanun TRT Yönetim Kurulu üyelerinin seçilme biçimle-


ri bakımından da esaslı değişiklikler getirilmiştir. Bu değişikliklerden en
önemlisi, Bakanlar Kurulunun atadığı üyeler dışındaki üyelerin seçilme-
sinde TRT Seçim Kurulunun yetkili sayılmasıdır. Değişiklikten önce, çe-
şitli kuruluşların mensupları arasından üye seçimi yetkisi belirli bir şekil
içinde doğrudan doğruya bu kuruluşlara bırakıldığı halde, değişiklik ile
bu kuruluşların yine belirli bir şekil içinde ancak aday gösterme olanakla-
rı öngörülmüştü. Asıl seçimi yapacak olan ise 1568 sayılı Kanunla kurulan
TRT Seçim Kuruluydu.

Kurumun yüksek karar ve yönetim organı olan Yönetim Kurulu ayda


en az iki kez toplanmakta ve bu toplantılarda Kurula Genel Müdür veya
vekili başkanlık etmekteydi.

bbbb) Görevleri

359 sayılı Kanuna göre Yönetim Kurulunun görevleri şunlardı:

- Genel Müdürlükçe hazırlanacak yönetmelik tasarıları hakkında


karar vermek,

- Genel Müdürün teklifi üzerine, Genel Müdür yardımcılarının atan-


maları, görevden alınmaları veya görev yerlerinin değiştirilmesi
hakkında karar vermek,

- Genel Müdürlükçe hazırlanacak Kurum bütçesini ve kadrolarını


karara bağlamak,

- Genel Müdürlükçe hazırlanacak bilançoyu, kar ve zarar hesapları­


nı kabul veya reddetmek,

- Ahın-Satım Yönetmeliğinde gösterilecek miktardaki alım-satım,


yatırım, kiralamalar hakkında karar vermek,
392 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

- Kanunda belirtilen ilkelere göre planlanan genel program tasarısı­


nı karara bağlamak,

- Danışma Kurulunun görüş ve dileklerini değerlendirerek, alınması


gerekli önlemleri saptamak,
- Genel Müdürlükçe gerekli görülecek konularda ilke kararlan ver-
mek,
- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca yıllık ve ara raporlarını
inceleyerek gereğini yapmak,
- Kurumla ilgili ve başka mercie bırakılmamış konularda karar ver-
mek.

ece) Genel Müdür ve yardımcıları

1568 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce, 359 sayılı Kanun Yö-
netim Kuruluna Genel Müdürü inha yetkisini vermişti. Turizm ve Tanıt­
ma Bakanının ise bu inha üzerine Bakanlar Kuruluna teklifte bulunma
yetkisi vardı. Değişiklikten sonra ise, Yönetim Kurulundan ve Turizm ve
Tanıtma Bakanından bu yetkiler alınarak, Bakanlar Kurulu atama işle­
minde serbest bırakılmıştır.

Bakanlar Kurulu kararnamesi ile atanan Genel Müdürün görevden


alınması konusunda da 1568 sayılı Kanunla özlü değişiklikler getirilmiş­
tir. Gerçekten değişiklikten önce, bu alanda Yönetim Kuruluna önemli yet-
kiler tanındığı halde, değişiklik ile Genel Müdürü görevden alma yetkisi
sadece Bakanlar Kuruluna verilmiş ve Yönetim Kurulunun «yazılı görü-
şünün alınması»na ilişkin kayıt Kanundan çıkarılmıştır. 359 sayılı Ka-
nunun 9. maddesinin değişiklikten sonraki şekli, Genel Müdürün, milli
güvenliğin, kamu düzeninin veya devletin dış güvenliğinin gerekli kıldığı
veya Devlet memuru olma niteliğini yitirdiği hallerde, gerekçesi açıkça
gösterilerek, Bakanlar Kurulunun Kararnamesi ile görevden alınabile­
ceğini öngörmüştür. Bundan başka, TRT'nin, Anayasanın ve TRT Kanu-
mnmn öngördüğü esaslara aykırı yayın yaptığı ve tarafsızlık ilkesinden
uzaklaştığı veya Genel Müdürün görevi ile ilgili olarak ağır bir hizmet ku-
suru işlediği durumlarda da Başbakanın veya T.B.M.M.'de grubu bulunan
siyasal partilerden birinin yazılı olarak TRT Seçim Kuruluna başvurması
ve bu Kurulun oluıııJu görüşünü bildirmesi üzerine, yine Bakanlar Kurulu
Kararnamesi ile Genel Müdürün görevine son verme olanağı vardı.

Genel Müdürün atanması ve görevden alınması ile ilgili hükümler,


TRT Kurumunun özerkliğini kaybetmesinin doğal sonucu niteliğindeydi.
Böylece, Kurumu temsil edecek ve yönetecek Genel Müdürün siyasal ikti-
dara bağımlılığı sağlanmak istenmişti.
RADYO - TELEVİZVON REJİMİ 393

Genel Müdür Yardımcılarının atanmaları ve görevden alınmaları ba-


kımından ise, Kurumun Yönetim Kuruluna yetki verilmişti. Kanunun 5.
maddesinin 3. fıkrasına göre yardımcılar Genel Müdürün teklifi üzerine
Yönetim Kurulunca atanmaktaydı. Bunların görevden alınmaları veya
görev yerlerinin değiştirilmesi de aynı usule göre yapılmaktaydı. Kanun,
siyasal iktidara bağımlı bir Genel Müdürün teklif edeceği Genel Müdür
Yardımcılarının Yönetim Kurulunca atanmasında ve yine bu usulle görev-
den alınmasında bir sakınca görmemişti.
359 sayılı
Kanun, Genel Müdür ve Yardımcısı olabilmek için, yüksek
öğrenim yapmış olmak, görevini yerine getirebilecek ehliyet, bilgi ve ter-
cübeye sahip bulunmak, devlet memurluğuna atanmak için kanuni engeli
olmamak koşullarını aramış ve ayrıca Genel Müdür Yardımcılarından bi-
rinin yüksek elektrik veya yüksel elektronik mühendisi olmasını istemiş­
tir.

ddd) Koordinasyon kurulu


1568 sayılı Kanunla öngörülen bu Kurul, Genel Müdüre yardımcı bir
organ niteliğindeydi. Bu Kurulun kuruluş biçimi ve görevleri ilgili yönet-
melikte belirtilmişti.

eee) TRT seçim kurulu


1568 sayılı Kanunla getirilen bu organa, Bakanlar Kurulunca atana-
cak üç üyesi dışında Yönetim Kurulunun diğer üyelerinin seçimi için yetki
verilmiş ve ayrıca Genel Müdürün, TRT'nin Anayasa'nın ve TRT Kanunun
belirttiği esaslara aykırı yayın yapması veya Genel Müdürün görevi ile
ilgili olarak ağır bir hizmet kusuru işlemesi nedenleri ile, görevden alın­
ması için bu Kurulun olumlu görüşünün alınması öngörülmüştü.

TRT Seçim Kurulu, Üniversite Rektörleri arasından Cumhur-başka­


nınca seçilecek dört Rektör ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinden
oluşuyordu. Kanun, Başbakanın çağrısı üzerine Ankara'da toplanan Ku-
rulun, toplantılarından ilkini seçimini izleyen 15 gün içinde yapmasını ve
üyeleri arasından bir başkan ile bir başkan vekili seçmesini öngörmüştür.

fff) Genel danışma kurulu

359 sayılı Kanunun 10. maddesine göre bu kurul, Türkiye Büyük


Millet Meclisi'nde grubu bulunan siyasal partilerin, İçişleri, Milli Eğitim,
Sağlık ve Sosyal Yardım, Tanın, Ulaştırma, Köy İşleri, Gençlik ve Spor
Bakanlıklarının, Diyanet İşleri Başkanlığının, Devlet Tiyatrosu ve Devlet
Opera ve Balesi Genel Müdürlüklerinin, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Or-
kestrasının, Ankara, İstanbul, Devlet ve Belediye Konservatuvarla-
394 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rmın, Ankara, İstanbul ve İzmir'de en çok san basın kartı üyesi bulunan
gazeteci derneklerinin, Türkiye Ziraat Odaları Birliğinin, Türkiye Esnaf
ve Sanatkarlar Dernekleri Konfederasyonlarının, Türkiye Ticaret Odala-
rı, Sanayi Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliğinin, en çok
üyesi bulunan işçi ve işveren konfederasyonlarının, Türk Dil Kurumunun,
Türk Tarih Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Halkevlerinin bi-
rer temsilcisinden kuruluyordu.

Genel Müdürün çağrısı üzerine yılda bir kez toplanan bu kurulun gö-
revi, TRT'nin Radyo-Televizyon yayınlan hakkında kamuoyunun düşünce
ve dileklerini saptamak ve sonuçlarını Yönetim Kuruluna bildirmekti.

ggg) Siyasi yayınlar hakem kurulu

Bu A.n.kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültele-


rinin Anayasa Hukuku, İnsan Haklan, Siyaset İlmi ve Siyasi Sosyoloji
kürsü ve. enstitülerinde çalışan en
.
bdemli iki öğretim üyesi ile aynı fakül-
telerin Idare Hukuku ve Kamu Idaresi Kürsü ve Enstitülerinde çalışan en
bdemli bir öğretim üyesinden

Genel Müdürün çağrısı üzerine toplanan kurul, Kanunun 11. madde-


sinde öngörülen hükü.met bildiri ve konuşmalarına cevap vermek isteyen
Hükümete dahil siyasi bu istemleri halr'--kında karar
vermekle görevlendirilmişti.

Belirtmek gerekir ki, bu kurula sadece Ankara Üniversitesinin Si-


yasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinin öğretim üyelerinin girebilmesi
konusunda yapılan sımrlamanm. nedenini açıklamak olan.ağı yoktur. Bu
yüzdendir kitabımızın birinci basımında bu durumu eleştirmiştik: «Ku-
rulun kolaylıkla toplanmasını sağlamak amacı ile böyle bir yol tutuldu-
ğu düşünülebilirse de, toplantıların zamanında yapılmasını sağlayacak
önlemlerin Genel Müdürlükçe alınması olanağı bulunduğuna göre, böyle
bir gerekçenin inandırıcı olmadığı meydandadır. Siyasal bir çelişikliğin
çözümlenmesinde diğer Üniversitelerin öğretim üyelerinden yararlanılma­
masına gerekçe bulmak güçtür».

bb) Personeli

TRT Kurumunurı personeli, TRT Kanunundaki özel hükümler dışın­


da İktisadi Devlet Teşekküllerine uygulanan genel hükümlere tabi tutul-
muştu.

Genel Müdür Yardımcıları dışında kalan personelin atanma, yer de-


ğiştirme ve görevden alınma işlemleri, Personel Yönetmeliğinin koyduğu
esaslar içinde Genel Müdür tarafından yapılmaktaydı.
RADYO - TELEVİ2YON REJİMİ 395

359 sayılı Kanunun, TRT personeline, hizmet bütünlüğü ve ifa edilen


görevin önemi dikkate alınarak fiilen aldığı brüt aylığın yüzde altmışını
geçmemek üzere tazminat ödeneceğini, buna karşılık iş güçlüğü, iş riski ve
teminindeki güçlük zamlarının ödenmeyeceğini öngörmek suretiyle mali
olanaklarda ayrıcalık getirmişti. Bunun dışında, Devletin diğe:: persone-
line tanınan sürenin iki katını geçmemek üzere kurum personeline fazla
çalışma yaptırılabilmesi ve bunun karşılığında Devletin diğer personeline
tanınan miktarda saat ücreti ödenmesi kabul edilmişti.

359 sayılı Kanunun 46. maddesinde personelle ilgili ilginç bir hüküm
vardı. Buna göre, Kurumun sürekli kadrolarında çalışmıların f_niversite
ve yüksek okullarda öğretim üyesi veya yardımcısı olarak görev almaları­
na, her derecedeki resmi öğretim kururtılarmda öğretmenlik yapmalarına,
esas görevlerini aksatmamak şartiyle Genel Il/füdürün tekJifi üzerine Yö-
netim Kurulunca izin verilebiliyordu. Kanımızca, bu hüküm ile Basın - Ya-
yın Yüksek Okullarının radyo ve televizyon bölümlerinin öğretim görevlisi
gereksinimi karşılanmak istenmiş ve böylece Kuruma }"eni elemanların
yetiştirilmesine TRT'nin de yardımcı olması amacı güdülmüştü. Bu okul-
ların radyo ve televizyona ilişkin mesleki derslerinde gerekli niteliklere
sahip öğretim görevlilerine büyük gereksinim duyulması sözügeçen hük-
mün yararlılığını geçmiş yıllarda ortaya koymuştur.

359 sayılı Kanun TRT personelinin görevleri sffasında bazı çok önemli
sırları öğrenebileceğini gözönünde tutarak, bunların sır sakJama yüküm-
lülüği.Lnü ayrıca belirtmişti. Kanuna göre, bunlar, öğrendikleri sırların
açıklanması sonucunu doğurabilecek tanıklıktan çekinme zorunluğunda
oldukları gibi, sır saklama yükümlülüğüne uymadıkları takdirde eylemle-
ri TCK 198. maddesinin kapsamına giriyordu.

cc) Kurumla ilgili mali hükümler

359 sayılı Kanunun 1568 sayılı Kanunla değişik 24. maddesi, Kuru-
mun itibari sermayesini bir milyar lira olarak saptamış ve Bakanlar Ku-
rulunun bu sermayeyi bir katına kadar artırabileceğini öngörmüştü.

Sermaye kaynakları olarak, 1568 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği


tarihteki ödenmiş sermayeyi, Genel Bütçeden sermayeye mahsuben yapı­
lacak ödemeleri ve yıllık karlardan kanunlar uyarınca ayrımlar yapıldık­
tan sonra kalacak bakiyeleri gösteren Kanun, 3222 sayılı Telsiz Kanunun
7. maddesinde gösterilen her çeşit alıcı telsiz tesisatı ve cihazları için veri-
len ruhsatnamelere ait ücretler ve cezalar ile radyo ve televizyon ile yapı­
lan her çeşit ilan ve reklam karşılıklarının, halk önünde yapılacak konser,
temsil ve benzeri programlara giriş ücretlerinin, kitap, dergi ve plak gibi
yayınlarla ilgili gelirlerin, girişilecek her çeşit radyo ve televizyon ticari
396 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ve iktisadi işlemlerinden elde edilecek kar ve bağışların TRT Kurumunun


geliri olduğunu belirtmişti (24 ve 26. m.).

dd) Kurumun idari, mali ve teknik yönlerden denetlenmesi


359 sayılı Kanun TRT Kurumunu idari mali ve teknik konularda Yük-
sek Denetleme Kurulunun denetimine tabi tutmuştu. Bu kurulun gerek
yıllık gerekse ara raporlarında, TRT Kurumunun idari, mali ve teknik iş­
lemleri ile ilgili olarak bazı konuların denetlenmesi ve incelenmesi temen-
nisi bulunduğu takdirde, bu denetim ve inceleme Başbakanın tensibi ile
Maliye Teftiş Kurulunca yapılmaktaydı.

d) Yayınların düzeni

aa) Kurumun uyması gereken yayın esasları - Programları


düzenleme serbestliği
TRT Kurumu bütün yayınlarında Anayasanın özüne ve sözüne bağ­
lı kalmakla yükümlü tutulmuştu: Bu nedenle, 1961 Anayasasının 121.
maddesinin 3. fıkrasında gösterilen şu esaslara öncelikle uyması zorun-
luluğu öngörülmüştü: Haber ve programların seçilmesinde, işlenmesinde
ve sunulmasında ve kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine geti-
rilmesinde devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, insan haklarına
dayanan milli demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyetin, milli güvenliğin
ve genel ahlakın gereklerine uymak, haberlerin doğruluğunu sağlamak.

359 sayılı Kanunun 2. maddesi ise, Anayasadaki esasları da içeren


«yayın esasları»nı şöyle göstermişti:

- Her çeşit çalışma ve yayın faaliyetinde Anayasanın özüne ve sözü-


ne bütünü ile bağlı olmak,
- İnsan haklarına dayanan milli demokratik, laik ve sosyal Cumhu-
riyete; Türk Devletinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne bağlılığı
güçlendirmek,
- Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine
erişmesini öngören dünya görüşünü yerleştirmek ve geliştirmek,

- Milli güvenlik ile genel ahlakın gereklerini ve milli geleneklerini


gözetmek,
- Milli kültür ve eğitime yardımcılık görevinde, Türk Milli Eğitimi­
nin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak,
- Haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayınlanmasında tarafsızlık,
doğruluk ve çabukluk ilkeleriyle çağdaş habercilik teknik ve me-
todlanna bağlı olmak,
RADYO - TELEvizyoN REJİMİ 397

- Haberlerle yorumlan birbirinden açık olarak ayırmak,

- Devletin dış ilişkileriile ilgili yayınlar dışında kalan yorum niteli-


ğindeki yayınlan kanunda belirtilen esaslara uygu..n olarak ve Ana-
yasaya aykırı olmayan karşıt görüşleri içine alacak şekilde hazırla­
mak,

- Yorum niteliğindeki yayınların kaynaklarını belirtmek ve yorumla-


n hazırlayanların ad ve ünvanlannı açıklamak,

- Açık oturumlarda karşıt görüşlere olanak ölçüsünde yer vermek.

Gerek 1961 Anayasasının 121. maddesinin 3. fıkrası, gerekse 359 sa-


yılıKanunun 2. maddesi, «devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü» ilkesin-
den söz etmiştir. 1488 sayılı Kanunla eski Anayasamıza konulan bu ilke,
121. maddeden başka, Anayasının diğer bazı maddelerinde de yer almıştı.
(Bkz.: 11/3, 22/2, 22/5, 22/6, 26, 29/1, 29/son, 46/1, 57/1, 136/2 m.). Böylece
1961 Anayasası, Basın ve Haberleşme Özgürlüğünün, Dernek ve Sendika
Kurma Hakkının sözü geçen ilkeye aykırı biçimde kullanılamayacağını
öngördüğü gibi, siyasal partilerin ve TRT'nin de bu uygun biçimde
hareket etmesini istemişti. 136. maddenin 2. fıkrası ise, bu ilkenin ilılalini
ifade eden suçlara bakınak için Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurula-
cağını belirtınişti 13 .

TRT Kurumu, Anayasa'da ve Kanunda gösterilen yayın esaslarına


bağlıkalmak koşulu ile, «programları düzenleme serbestliği»ne sahipti.
Ancak Kanun bu serbestliğe de bazı sınırlamalar koymuştu.

bb) Programları düzenleme serbestliğine konulan sınırlamalar

aaa) Hükümet bildiri ve konuşmaları

359 sayılı TRT Kanununun 11. maddesine göre, Kurum, hükümet bil-
dirilerini ve Hükümet adına yapılacak konuşmaları yayınlamakla yüküm-
lüydü. Sadece Hükümeti bağlayan bu konuşma ve bildirilerin Hükümete
ait olduğu yayın sırasında açıklanıyordu.

Bu bildirilerin yayınlanması için, metinlerin yazılı yayın isteği ile ve-


rilmesi ve yetkililerin imzalarım taşıması gerekınekteydi. Konuşmalara
dair yayın isteklerinin Başbakanın veya görevlendireceği bir Bakanın im-
zası ile yapılması şarttı.

13
Bu ilkenin anlamı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: DÖNMEZER, S.: Devletin Ül-
kesi ve Milleti ile Bütünlüğü ve Bölünmezliği İlkesi (İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi 50. Yıl Armağanı, İstanbul 1973, s. 13 ve son.)
398 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bbb) 1-Iükümetin bildiri ve konuşmalarına verilecek cevaplar

Kanunun 11. maddesi, Hükümete da..hil olmayan siyasal partilere,


radyo ve televizyonda yayınlanan Hükumet bildiri ve konuşmalarına ce-
vap verebilmeleri hakkım tanımıştı. Kanuna göre, partilerden Türkiye
Büyük Millet Meclisi'ndeki üye sayısı ondan az olmayaı.,.lar, TRT tarafın­
dan yayınlanan Hükümet bildiri ve konuşmalarında, kendileriyle Hükü-
met veya Hükümete dahil siyasal partilerden biri arasında tartışmalı olan
bir konuda kendi görüşünün tartışıldığını veya eleştirildiğini ileri sürerek
bu bildiri veya konuşmaya cevap vermek suretiyle bu konudaki kendi gö-
rüşünü açıklamak isterse, bu istemin Siyasi Yayınlar Hakem Kuruluna
derhal havale edilmesi gerekiyordu.

Hüküı-rnet bildirisi veya konuşmasınm yayınlanmasından iki tam gfüı.


içinde siyasi partinin genel başkanının veya vekilinin imzası ile TRT Ku-
rumu Genel Müdürlüğüne iki örnek haliııde yapılıııası gereken bu istemin
Siyasi Yayınlar Hakem Kurulu tarafından kendisine havale edildiği tarih-
ten itibaren en geç iki gfüı içinde incelenerek karara bağlanması ve kara-
rın ilgili siyasi partinin genel başkanlığına derhal bildirilınesi gerekiyordu.

Siyasi Yayınlar Hakem Kurulunu_ıı. istemi kabul etmesi halinde, kara-


rın Siyasi partiye bildirildiği günden başlayarak iki tam gfüı içinde cevap
konuşmasının yayınlanması zorunluydu. Bu konuşmanın cevap teşkil et-
tiği Hükümet bildirisi veya konuşmasmm yayınlandığı saatte yapılınası
ve bildiri veya konuşmanın süresini aşmaması kanunun gereğiydi.

ece) Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili yayınlar

359 sayılı Kanun, TBMM'deki görüşmelerin TRT tarafından yayınlan­


ması yükümlülüğünü de koymuştu. 13. maddeye göre, Kurum, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Birleşik Toplantısı, Cumhuriyet Senatosu ve Millet
Meclisi Genel Kurullarının görüşmelerini yayınlamak için, bunların top-
lantı günlerinde, uygun dinleme saatlerinde yirmi dakikadan az olmamak
ve leh ve aleyhteki fikirleri ve gerekçelerini özetlemek üzere bir yayın sü-
resi ayırmak yükümlülüğündeydi.

Bütçe konuşmaları söz konusu olduğunda, Hükümet adına ve Cum-


huriyet Senatosu ile Millet Meclisindeki siyasi parti grupları sözcüleri ta-
rafından bütçenin tümü üzerinde yapılan bu konuşmaların yarımşar saati
geçmemek üzere yayınlanmaları mecburiydi.

Kanunun 15. maddesi, TBMM'deki görüşmelerden naklen yapılan


canlı yayınlarda, Hükümet adına yapılan konuşmaların yayınlanması ha-
linde, siyasal parti grupları sözcülerinin konuşmalarının da aynı biçimde
yayınlanmasını öngörmüştü.
RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 399

359 sayılı TRT Kanunu bu hükümleri ile, halkın, kendi temsilcileri-


nin yasama organındaki çalışmaları hakkında bilgi edinmesini sağlamak
ve ayrıca TRT Kurumunun tarafsızlık ilkesine uygun biçimde bu görevini
yerine getirmesini gerçekleştirmek istemişti.

ddd) Dış politika ile ilgili yayınlar

359 sayılı Kanunun 1568 sayılı Kanunla değişik 18. maddesi, TRT'nin
Devletin dış ilişkileri ile ilgili yayınlarda, Dışişleri Bakanlığının bildirece-
ği esaslan ve yorumlarda kaynak belirtilip belirtilmeyeceği konusundaki
görüşünü gözönünde bulundurmasını istemişti.

eee) Yayın yasakları

359 sayılı
Kanun, ulusal güvenliğin açıkça gerekli bldığı hallerde,
Başbakana veya onun görevlendireceği Bakana, TRT'nin bir yayınını veya
haberini yasaklama yetkisi vermişti. 17. maddeye göre, böyle bir yasakla-
ma kararının yazılı olması ve eğer acele hallerde sözlü bildirilmişse, der-
hal yazı ile tekrarlanması şarttı.

Kurumun sorumluluğu altında yapılmayan yayınların yasaklanması


halinde, yasaklama kararının, TRT Genel Müdürlüğünce alındığı tarihten
başlayarak yirmi dört saat içinde bildirilmesi gerekiyordu.

Kanun, yasaklama kararma karşı açılacak iptal davalarını özel bir


yargılama usulüne bağlamıştı. Şöyle ki; bu kararlar aleyhine açılacak iptal
davalarında tebligatın başvurma tarihinden başlayarak 48 saat içinde ya-
pılması, cevap ve cevaba cevap bakımından lO'ar günlük sürelere uyulma-
sı ve bu sürelerin tamamlanmasından sonra 15 gün içinde karar verilmesi
gerekiyordu. Böylece, iptal davasının süratle sonuçlanması istenmişti.

Başbakana veya onun görevlendireceği bakana geniş bir takdir hakJu


tanıyan böyle bir hükmün, seçim zamanlarında siyasal partiler adına ya-
pılacak konuşmalarda uygulanması Kanun tarafından yasaklanmıştı (17.
maddenin 2. fıkrası).

fff) Siyasal partilerin seçim konuşmaları

Siyasal partilerin kamu tüzel kişileri elindeki basın dışı haberleşme


ve yayın araçlarından yararlanma haklarının bulunduğu 1961 Anayasa-
sının 26. maddesinde öngörülmüştü. Özellikle seçim sırasında önemini
gösteren bu hakkın kullanılma biçim ve koşullarının seçim kanunlarında
belirtilen esaslara bağlı olduğu 359 sayılı Kanunun 16. maddesinde açık­
lanmıştı. Böylece, siyasal partilerin seçimlerdeki propaganda konuşmala­
rı da, TRT'nin programları düzenleme serbestisini sınırlıyordu.
400 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Başbakana veya onun görevlendirdiği ba-


kana tanınan yayınları yasaklama yetkisi, siyasal partilerin seçim konuş­
maları bakımından geçerli değildi.

ggg) Cevap ve düzeltme hakkı

359 sayılı Kanunun 19. maddesi, gerçek ve tüzel kişilere, haysiyet


veya şereflerine dokunan ya da kendileriyle ilgili olarak gerçeğe aykırı
nitelik gösteren TRT yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hakkı tanımış­
tı. Buna göre, cevap ve düzeltme hakkını kullanan kişinin yayın tarihin-
den başlayarak yedi gün içinde cevap ve düzeltme metnini TRT Genel
Müdürlüğüne göndermesi gerekiyor ve Genel Müdürlük, Kanuna uygun
biçimde gönderilen düzeltme ve cevap metnini, alınmasından başlayarak
üç gün içinde yayınlamak yükümlülüğü altında bulunuyordu. Metnin ka-
nuna uygun olmaması veya suç niteliğinde bulunması durumlarında ise,
Genel Müdürlüğün cevap metnini derhal Ankara Sulh Ceza Hakimliğine
göndermeye hakkı vardı. Sulh Ceza Hakiminin vereceği karara karşı ta-
rafların 24 saat içinde itiraz edebilecekleri merci ise Ankara Asliye Ceza
Mahkemesi idi 14 .

2- 1982 - 1993 yılları arasında radyo - televizyon ve TRT

a) Genel olarak

1982 Anayasası'nın 1993 değişikliğinden önceki 133. maddesi, radyo


ve televizyon istasyonlarının ancak Devlet eli ile kurulabileceğini ve yö-
netimlerinin tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceğini ön-
gördükten sonra, kanunda dikkate alınması gereken esasları belirtmişti:
Maddenin 2. fıkrasına göre, «Kanun; Türk Devletinin varlık ve bağımsızlı­
ğını, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, toplumun huzurunu, ge-
nel ahlakı ve Anayasanın 2'nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel
niteliklerini koruyacak tarzda yayın yapmasını düzenler ve Kurumun yö-
netim ve denetiminde, yönetim organlarının oluşturulmasında ve her türlü
radyo ve televizyon yayınlarında tarafsızlık ilkesini gözetir». Maddenin 3.
fıkrası ise şöyleydi; «Haber ve programların seçilmesi, işlenmesi, sunulma-
sı ve milli kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesi, haber-
lerin doğruluğunun sağlanması esasları, organların seçimi, görev, yetki ve
sorumlulukları kanunla düzenlenir.»

Anayasanın öngördüğü bu esaslan gözönünde bulunduran Kanun Ko-


yucu 11.11.1983 tarihli ve 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanu-

14 359 sayılı Karnımın tilin sistemi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz.: İÇEL, K.:
Türkiye'de Radyo - Televizyon Rejimi (İHFM., Cilt XLI, Sayı : 3-4, s. 122 ve son.).
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 401

nu'nu yürürlüğe koyarak15, 359 sayılı Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu


Kanunu'nu yürürlükten kaldırmıştır.

Hükümet tasarısındayeni Kanunun çıkış nedeni şu şekilde belirtil-


miştir: « ... Anayasanın.. 133, 31, 26. maddelerinde belirlenen ilkeler ışığın­
da ve ayrıca, her gün süratle gelişmekte ve değişmekte olan radyo ve tele-
vizyon işletmeciliği ve teknolojisi ile 359 sayılı Türkiye Radyo - Televizyon
Kurumu Kanununu uygulanmasında karşılaşılan güçlükler ve tesbit edi-
len eksiklikler de dikkate alınarak hazırlanmıştır. .»16 .
2954 sayılı Kanunun önceki Kanundan en önemli farkı TRT Kurumu
Kanunu olmayıp, Radyo - Televizyon Kanunu niteliğini taşımasıydı. Bu
nedenle, Kanunda, amaç, kapsam, tanımlar, temel ilkeler ve yayın esas-
lan belirtildikten (birinci kısım) sonra, yeni bir kuruluş olan «Radyo ve
Televizyon Yüksek Kurulu» düzenlenmiş (ikinci kısım), üçüncü kısım ise
«Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu»na ayrılmıştır. Böylece, Kanun, her
türlü teknik, usul ve araçlarla ve her ne isim altında olursa olsun elekt-
romanyetik dalga yoluyla yurt içine ve yurt dışına yapılan radyodifüzyon
ve televizyon yayınlan ile ilgili tüm esasları düzen altına almak istemişti
(2. m.)11_

Yukarıda belirttiğimiz üzere, 3517 sayılı Kanun 2954 sayılı Kanunun


«radyo-televizyon istasyonlarının ve bununla ilgili diğer tesislerin kurul-
ması ve yönetilmesi»ne ilişkin hükümlerini yürürlükten kaldırarak, bu
yetkiyi PTT'ye vermişti. Ancak Anayasa Mahkemesi 18.5.1990 tarihli ka-
rarı ile 3517 sayılı Kanunu iptal etmiştir. İptal karan, Resmi Gazete'de ya-
yınlandığı 24 Temmuz 1990 tarihinden altı ay sonra yürürlüğe girmiştir.
İptal karan ile oluşan yasal boşluk 1993 ve 1994 yıllarına gelinceye kadar
TBMM tarafından doldurulmuş değildi. (AY.153/4. m.nin amir hüknıüne
karşın). Ancak kanun koyucu, 6 Temmuz tarih ve 4397 sayılı Kanun ile

15
Bu Karnın ile ilgili çalışmalara 1981 yılında MGK. nezdinde kurulan İhtisas Ko-
misyonlarında başlanılmıştır. Yabancı yayın örgütlerinin kuruluş ve işleyişleri de
incelenerek meydana getirilen taslak 1983 yılında Hükümete «istifade edilmesi»
amacı ile gönderilmiştir. Hükümet, bu taslağı da inceleyerek, çeşitli aşamalardan
geçen çalışmalarla hazırladığı kanun tasarısını Türkiye Radyo-Televizyon Kanu-
nu adı ile Danışma Meclisi Başkanlığına sevketıniştir. Dalıa sonra, MGK. İhtisas
Komisyonunda tekrar ele alınan tasarı bazı önemli değişiklikler yapılarak Milli
Güvenlik Konseyi Başkanlığına sunulmuştur. (Bu konuda özlü bilgi için bkz.: AZİZ,
A. : 2954 sayılı Türkiye Radyo - Televizyon Yasası «Amme İdaresi Dergisi, Cilt. 17,
Sayı: l Mart 1984, s. 79, dipnot 3»).
16
MGK, Türkiye Radyo -Televizyon Kurumu Kanunu Tasarısı ve Milli Güvenlik Kon-
seyi İhtisas Komisyonu Raporu (1/639).
17
İleride göreceğimiz üzere, 3984 ve daha sonra 6112 sayılı kanunların yürürlüğe
girmesiyle, 2954 sayılı kanun «TRT Kanunu» niteliğine dönüşmüştür.
402 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

(RG. 10 Temmuz 1999, sayı 23571) bu boşluğu doldurmuş ve radyo - te-


levizyon verici tesislerinin işletilmesini TRT Kurumu'na devretmiştir 18 •
Aşağıda, tarihsel bilgi olarak 2954 sayılı kanuırıı.u_ırı eski şekline
göre açıhlam.a yapılmıştır.

b) Radyo - Televizyon yayınlarında temel ilheler ve yayın esasları

2954 sayılı
Kanunun 4. maddesi radyo ve televizyon istasyonlarının
kurulması, işletilmesi,yönetilmeleri ve yayınlarının düzenlenmesinde şu
temel ilkelerin dikkate alınmasını öngörmüştür:

- Radyo - televizyon üstündeki Devlet tekeli Türkiye Radyo-Televiz-


yon Kurumu tarafından kullanılır. Ancak, bu Kanunda belirtilen
esaslara uygun yayın yapmak koşuluyla polis ve meteoroloji teşki­
latlarının devamlı ikaz ve duyuru amacıyla radyo istasyonu kur-
maları, sürekli ve kesintili radyo yayını yapmalarına Radyo ve Te-
levizyon Yüksek Kurulu izin verebilir.

- Radyo ve televizyon yayınlarının dinleyici ve izleyiciye seçme hakkı


tan.ıyacak şekilde birden fazla kanaldan ve bütün yurt sathına ya-
pılması esastır 19 .

- Radyo ve televizyon istasyonlarının kurulması, geliştirilmesi, gün-


lük yayın saatleri ve süreleri, yurt dışına yapılacak yayınlarla ilgili

18 Bkz.:III, 1, 6.
19
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, yurdun her yerinde en az iki ayrı radyo prog-
ramının dinlenmesi hedef alınmıştı. Bu hedefe ulaşabilmek için 4574 Kw toplam
gücü olan 10 adet yüksek güçlü uzun ve orta dalga radyo verici istasyonu kurula-
rak hizmete konulmuştur. Bu istasyonlar TRT-I ve TRT-II adı altında şebeke yayını
yapmaktadır. 1983 yılı itibariyle, TRT-I yayınlan ülke nüfusunun %96.8'ini, TRT-II
yayınlan ülke nüfusunun % 67.6'sını kapsamaktaydı. Daha sonraki yıllarda ise,
kurulan daha yüksek güçlü radyo istasyonları ile ulaşılan kitlelerin kapsamı ge-
nişletilıııiştir. Diğer yandan Frekans Modülasyonlu (FM) radyo yayın şebekeleri ile
TRT-III ve TRT-IV yayınlan sürdürülmüştür. (1983 yılına kadarki bilgiler için bkz.:
TÜRKTYE 1983, Başbakanlık Basın - Yayın Genel Müdürlüğü, Ankara 1983, s. 415)
- Televizyona yönelik çalışmaların TRT Kurumunca yürütülıııeye başlamasından
sonra 31 Ocak 1968'de ilk televizyon yayım gerçekleştirildi. Başlangıçta sınırlı bir
alana iletilebilen ve haftada üç gün ola_rı yayınlar, 1971'de İzmir, 1972'de İstanbul
Çamlıca, Eskişehir, Edirne, Elmadağ, İzmit, Balıkesir, 1973'te de Zonguldak, Söke,
Bolu, Düzce ve Erzurum vericilerinin işletmeye açılmasıyla geniş bir izleyici kitle-
si tarafından izlenebilir duruma gelmiştir. Sonraki yıllarda kurulan yeni verici ve
aktancılarla yayının kapsamı daha da genişlemiştir. 1982'de haftada birkaç saatlik
olan renkli yayın 1984'de tüm programlan kapsamıştır. 1986'da TV-2, 1989'da TV-3
yayma başlamıştır. 1990 yılında GAP-TV, TV-5 (INT) ve daha sonra da TV-4'ün ya-
yına sokulması ile televizyon yayın programlarının sayısı altıya çıkmıştır.
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 403

usul ve esaslar J\llilli Güvenlik Kurulunun görüşü alınarak Bakan-


lar Kurulu tarafından kararlaştırılır.

- Kamu kurum ve kuruluşlarıyla gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri­


ni_n kapalı devre televizyon sistemi kurmaları ve işletmeleri Radyo
ve Televizyon Yü_ksek Kurulunun iznine tabidir.

- Yurt içine yapılan radyo ve televizyon yayınları ile kapalı devre te-
levizyon yayınlarının kanunda gösterilen esaslara uygunluğu Rad-
yo ve Televizyon Yüksek Kurulu tarafından gözetilir, denetlenir ve
değerlendirilir.

Tüm radyo ve televizyon yayınlan için frekans planlama, tahsis ve


tescil işlemleri 5 Nisan 1983 tarih ve 2813 sayılı Telsiz Kanunu hükümle-
rine tabidir.

Kanunun 5. maddesi de genel yayın esaslarını şu şekilde belirtmiştir:

- Anayasanın sözüne ve ruhuna bağlı oLmak; Devletin ülkesi ve


milletiyle bölünmez bütünlüğünü, milli egemenliği, Cumhuriyeti,
kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararım korumak ve kollamak,
- Atatürk İlke ve İnkılaplarını kökleştirmek, Türkiye Cumhuriyeti-
nin çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmasını öngören nı..illi he-
deflere ulaşmayı gerçekleştirmek,
- Devletin milli güvenlik siyasetinin, milli ve ekonomik menfaatleri-
nin gereklerine uymak,
- Devletin bir kişi veya zümre tarafı_ndan yönetilmesini veya sosyal
bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak ya-
hut Devleti ve Devlet otoritesini ortadan kaldırmak veya dil, ırk,
din ve mezhep ayırımı yaratmak yahut sair herhangi bir yoldan bu
kavramlara ve görüşlere dayanan bir Devlet düzeni kurmak amacı
güden rejim ve ideolojilerin propagandasına yer vermemek,
- Genel ahlakın gereklerini, milli gelenekleri ve manevi değerleri gö-
zetmek,
- Türk milli eğitiminin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak,
- Kolayca anlaşılabilir, doğru temiz ve güzel bir Türkçe kullanmak,
- Toplumun beden ve ruh sağlığına zarar verecek hususlara yer ver-
memek,
- Karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa, dehşet, saldırganlık gibi olum-
suz duygular uyandırmak ve telkin etmek amacına yönelik yayın
yapmamak,
404 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

- Kişilerinözel hayatlarına, şeref ve haysiyetlerine saygılı olmak ve


dürüstlük anlayışına bağlı kalmak,

- Haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayınlanmasında tarafsızlık,


doğruluk ve çabukluk ilkeleri ile çağdaş habercilik teknik ve me-
todlarına bağlı kalmak,

- Haberler ile yorumları aY".ülllak ve yorumların kaynaklanın açıkla­


mak,

- Kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşabilmesi için, kamuoyunu il-


gilendirecek konularda yeterli yayın yapmak; tek yönlü, taraf tutan
yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin,
inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak.

c) Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu

aa) Kuruluşu

2954 sayılı Kanun 359 sayılı Kanunda bulunmayan Radyo ve Tele-


vizyon Yüksek Kurulu adı ile üst düzeyde bir kurul kurmuştu. Yurt içine
yapılacak radyo ve televizyon yayınlan için milli siyasete uygun ilkeleri
saptamakla görevlendirilen ve kanundaki görev ve esaslara uyulmasının
gözetimi, denetimi ve değerlendirilmesini yüklenen bu Kurulun kuruluşu
Kanunun 6. maddesine göre şöyleydi:

- Cumhurbaşkanınca doğrudan atanacak üç üye,

- Bakanlar Kurulunca birisi basın mensubu olmak üzere eğitim ve


iktisat alanlarında veya hizmetlerinde temayüz etmiş kişiler ara-
sından atanacak üç üye,

- Milli Güvenlik Kurulunca seçilecek ve Bakanlar Kurulunca atana-


cak bir üye,

- YükseköğretimKurulunca elektronik ve hukuk bilimleri alanların­


da temayüz etıniş kişiler arasından
gösterilecek dört aday içinden
Cumhurbaşkanınca seçilecek iki üye,

- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulunca


kültür ve sanat dallarında temayüz etmiş kişiler arasından göste-
rilecek altı aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilecek üç üye.

Yüksek Kurulun bu üyelerinin tümünün yaş haddi hariç devlet me-


muru olma koşullarını korumuş olmaları ve yüksek öğretim mezunu
bulunmaları gerekmekteydi. Adaylardan YÖK ve Atatürk Kültür, Dil ve
RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 405

Tarih Yüksek Kurumunca gösterilenlerin seçimleri Radyo ve Televizyon


Yüksek Kurulunun yazılı tebliğinden itibaren bir ay, Cumhurbaşkanı ta-
rafından üyelikleri onaylanmayanlann yerine yeni adayların seçimi ise
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin yazılı tebliğinden itibaren iki
hafta içinde yapılmadığı takdirde Cumhurbaşkanınca doğrudan atamanın
yapılması gerekiyordu. Kurulun başkanı da yukarıda belirttiğimiz oniki
üye arasından yine Cumhurbaşkanınca seçilmekteydi.

bb) Görevleri

Kanunun 7. maddesine göre, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulunun


görevleri şunlardı:

- Yurt içine yapılacak radyo ve televizyon yayınlan için Kanunda be-


lirlenen yayın esaslarına uygun ilkeleri saptamak,
- TRT Kurumu ile yayın yapmasına izin verilen kişi, kurum ve ku-
ruluşların üç aylık yayınlarından gerekli görülenlerin Kanunda
belirtilen görev ve esaslara uygunluğunu, yayın sonrası denetim
suretiyle değerlendirerek sonuçlarını Cumhurbaşkanına, Başba­
kanlığa, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine, TRT Kurumu
ile yayın yapmasına izin verilen kişi, kurum ve kuruluşlara gönder-
mek,

- Yayın görevlerinin yerine getirilmediği, tarafsızlığın ihlal edildiği


veya yayın esaslarına aykırı yayınlar yapıldığı hallerde idari veya
kanuni işlem için ilgili mercilere duyuruda bulunmak,

- TRT Kurumu Yönetim Kurulu için oniki, Genel Müdürü için üç


aday saptayarak Bakanlar Kuruluna sunmak,

- TRT Kurumu Yönetim Kurulunca yapılan Kurumun her düzeyin-


deki teşkilat değişikliğine ait önerileri inceleyerek karara bağla­
mak,

- TRT Kurumunun yayın, denetim, reklam yayınları gibi yayına iliş­


kin konulardaki yönetmelik tasarılarını, yıllık genel yayın planı ve
özel yayın esaslarını inceleyerek önerilerde bulunmak,

- Radyo ve televizyon istasyonlarının kurulması, geliştirilmesi, gün-


lük yayın saatleri ve süreleri, yurt dışına yapılacak yayınlarla ilgili
usul ve esaslar hakkında Başbakanlığa önerilerde bulunmak.
406 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

d) Türlıiye Radyo - Televizyon Kurumu 20

aa) Hukulü statüsü

Kanunun 8. maddesi, kısa adı TRT olan Türkiye Radyo Televizyon Ku-
:rnmu'nun «tarafsız bir kamu tüzel kişisi» olduğunu belirterek, .A_nayasanm
133. maddesinin esb şeklinin isteğini yerine getirmiştir. Böylece, 2954 sa-
Kanun da lS71 kaldırılan «özerklilı» esasına 1982 Anayasımn
emrine uyarak yer vermemişti21 .

Kanuna göre, merkezi Ankara'da olan TRT hakkında, Kanunun ön-


görolüğ•;";özel hükümler dışında, kamu iktisadi kuruluşlarına uygulanan
genel hükümler uygulanır ve Kurum, Hükümet ile ilişkilerini Başbakan
aracılığı ile yürttür.

Görevleri

'.2954 sayılı Xanun (9. m), TRT Kurumunun görevlerini şöyle öngör-

- Radyo ve televizyon verici istasyonları ve tesisleri kurmak, radyo


ve televizyon yayınlan yapmak, bunları genişletmek ve geliştir­
ınek,

- Radyo ve televizyon yayınlan için haber toplamak ve program ya-


yın ve yapımı maksatlarıyla gerekli birimleri oluşturmak,

- Uluslararası radyo ve televizyon kuruluşları ve yabancı radyo ve


televizyon kurumlan ile ilişkileri düzenlemek, yürütmek ve Başba­
kanlığın onayım alarak gerektiğinde anlaşma, sözleşme ve proto-
kollar imza etmek,

- İstasyon ve tesislerde kullanılacak araç ve gereçler ile ilgili araş­


tırmalar yapmak veya yaptırmak, bunların onarım ve bakımlarını
yapmak veya yaptırmak ve gerekli durumlarda işletme için zorun-
lu olan araç ve gereçleri imal etmek veya ettirmek,

- Yurt içine yapılacak eğitici, aydınlatıcı ve eğlendirici nitelikteki her


türlü yayınlarla;

20 Bu kısımda TRT salt 2954 sayılı Kanun çerçevesinde ele alınmıştır. TRT'nin 1993
den sonraki yasal durumu için ileride «B. Tekelin Kalkmasından Sonra Radyo - Te-
levizyon» kıs=a bakılmalıdır.
21 Buna karşılık 1993 değişikliği ile AY. nın 133/2. maddesi TRT'nin özerkliğini tekrar
getirmiştir.
RADYO - TELEVİıYON REJİMİ 407

1. Atatürk ilke ve inkılaplarının kökleşmesine, ulusal hedeflerin


gerçekleşmesine,

2. Devletin varlık ve bağımsızlığının, ülkenin ve m:lletin böl-c.2mez


bütünlüğünü...n., toplumun huzurunun, milli dayanışma ve 2.clalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı ve Atatürk Milliyetçiliği­
ne dayanan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti nitelikleri-
nin korunmasına ve güçlendirilmesine,

3. Milli eğitim ve milli kültürün geliştirilmesine,

4. Devletin milli güvenlik siyasetinin, milli ve ekonomik çıkarları­


nın korunmasına,

5. Kamuoyunun Anayasa ilkeleri doğrultusunda serbestçe ve sağ-


lıklı bir şekilde oluşmasına yardımcı olmak.

- Yurt dışına yapılacak yayınlarla;

1. Devletin her alanda tanıtılmasına,

2. Yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının Türkiye Cumhuriye-


ti ile ilişkilerinin sürdürülmesine yardımcı olmak.

Kanunun öngördüğü
TRT'nin bu görevleri, gerek L'l2.yasanın 19g,3
değişikliğinden
önceki 133. maddesinde düzenlenen esasle:ff;_n ve gerekse
Kanunun 4 ve 5. maddelerinde belirtilen yayın ilkeleri ve esaslarının pa-
ralelindeydi.

cc) Yönetimi

aaa) Organları

aaaa) Genel olaralı

2954 sayılı Kanun, Kurumun organlarının sayısı, kuruluşu, yetki ~re


görevlerinde 359 sayılı Kanuna oranla değişiklikler yapmıştır. Şöyle Iü:
359 sayılı Kanun, 1568 sayılı Kanunla değiştirildikten sonra, Kurumun
organlarını, Yönetim Kurulu, Genel Müdür, Koordinasyon. Kurulu, TRT
Seçim Kurulu, Genel Danışma Kurulu, Siyasi Yayınlar Hakem Kurulu
olarak göstermiş iken, yeni Kanun üç mecburi organ öngörmüştür. Bunlar,
Yönetim Kurulu, Genel Müdürlük ve Koordinasyon Kuruludur. 15. madde
bu organların yanı sıra, Yönetim Kurulu veya Genel Müdür tarafından
geçici Danışma Kurullarının oluşturulmasına olanak tanımıştır.

Görüleceği üzere, 2954 sayılı Kanun eski Kanundaki TRT Seçim Ku-
ruluna, Genel Danışma Kuruluna ve Siyasi Yayınlar Hakem Kuruluna yer
408 KİTLE İLETIŞIM HUKUKU

vermemiştir. Bunlardan TRT Seçim Kurulunun görev ve yetkileri Radyo


ve Televizyon Yüksek Kurulu ile Bakanlar Kuruluna, Siyasi Yayınlar Ha-
kem Kurulunun yetkileri ise Genel Müdür ile Radyo ve Televizyon Yüksek
Kuruluna ve yargı organlarına geçmiştir22 . Kanun, eski Kanundaki Genel
Danışma Kurulunun yerine ise aynı görevi yapacak geçici Danışma Ku-
rullarının oluşturulması olanağını vermekle yetinmiştir.

bbbb) Yönetim Kurulu

1°) Kuruluşu

Kanunun 11. maddesine göre, Kurumun en yüksek karar ve yönetim


organı olan Yönetim Kurulu, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu tarafın­
dan seçilerek teklif edilen oniki aday arasından Bakanlar Kurulu kara-
n ile atanan altı üye ile Genel Müdürden oluşur. Gösterilecek adayların
elektronik, kitle iletişimi, hukuk, işletme veya ekonomi, sosyal bilim dal-
lan ile sanat ve kültür alanında temayüz etmiş olmaları gerekir. Böylece,
yeni Kanun, Genel Müdür dışındaki üyelerin sayısını dokuzdan altıya in-
dirdiği gibi, çeşitli kuruluşlarca aday gösterilmesi usulünü de kaldırmıştır.
Kanımızca, yeni seçim ve atama sistemi TRT Kurumunun tarafsızlığının
sağlanması bakımından sakıncalıdır.

Yönetim Kurulu üyeliğinin süresi dört yıldır. Süresi biten üyeler ile
herhangi bir nedenle Kuruldan ayrılanların yerine yeniden atama yapılır.
Süreleri sona eren üyelerin yeniden atanmaları mümkündür. Herhangi
bir nedenle üyeliğin normal süreden önce sona ermesi durumunda eski
üyenin kalan süresini tamamlamak üzere aynı usulle yenisi atanır.

Yönetim Kurulu Genel Müdürün veya ilk toplantısında seçilen baş­


kan yardımcısının başkanlığında en az beş üyenin katılmasıyla toplanır.
Kararlar en az dört üyenin oyu ile alınır ve kararlarda çekimser oy kulla-
nılamaz. Kurulun en az onbeş günde bir toplanması gerekir.

Yüksek Kurul üyeleri gibi, Yönetim Kurulu üyeleri de TRT'nin görev


ve yetkilerine giren konularda taraf olamaz ve çıkar sağlayamaz. Üyeler
siyasi partilere de giremezler.

2°) Görevleri

TRT Yönetim Kurulunun görevleri şunlardır:

- TRT'nin program, yayın, teknik, personel, idari, mali ve her türlü


hizmetlerine dair temel ilke ve hedefleri saptamak,

22 Bkz.: AZİZ, 2954 Sayılı Türkiye Radyo - Televizyon Yasası, s. 86.


RADYO -TELEVİzyON REJİMİ 409

- Kurumun bütçesini, bilançosunu, kadrosunu karara bağlamak,


- Kurumun teşkilat değişikliklerine ait Genel Müdürün tekliflerini
inceleyerek, uygun görülenleri Yüksek Kurulun onayına sunmak,
- Genel Müdürlükçe hazırlanan yönetmelik tasarıları hakkında ka-
rar vermek,
- Yıllık genel yayın planını karara bağlamak,

- Alınan kararların uygulanışını izleyip, denetlemek,


- Kurumun hizmetlerinin geliştirilmesini sağlayacak önlemleri al-
mak,
- Radyo ve televizyon istasyonlarının kurulması, geliştirilmesi, gün-
lük yayın saatleri ve süreleri, yurt dışına yapılacak yayınlarla ilgili
usul ve esaslara ilişkin olarak Başbakanlığa önerilerde bulunmak,
- Yüksek Kurulca hazırlanan yayın değerlendirme raporları ile Baş­
bakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca hazırlanan yıllık ve ara ra -
porlarını inceleyerek düzeltici ve geliştirici önlemler almak,

- Genel Müdürlükçe gerekli görülecek konularla, TRT ile ilgili olarak


başka mercie bırakılmamış konularda karar almak.

cccc) Genel Müdürlük

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunu temsil ve yönetme yetkisi bu-


lunan Genel Müdür olabilmek için Kanunun aradığı koşullar ve nitelikler
şunlardır:

- Yükseköğrenim mezunu olmak,


- En az kırk yaşında olmak,
- Devlet memuriyetinde veya temayüz ettiği uzmanlık dalında onbeş
yıllık mesleki deneyime sahip bulunmak,

- Atanmadan önceki son üç yıl içerisinde herhangi bir siyasi partiye


üye veya herhangi bir siyasi partiden aday olmamak,
- Devlet memuru olmak için aranan koşullara sahip bulunmak.

Genel Müdür, yukarıdaki koşul ve niteliklere sahip kişilerden Radyo


ve Televizyon Yüksek Kurulunun teklif edeceği üç aday arasından, Ba-
kanlar Kurulu Kararı ile atanır ve kendisine Başbakanlık Müsteşarının
almakta olduğu aylık veya sözleşme ücreti ödenir (5.12.1990 tarih ve 3687
sayılı Kanunla yapılan değişikliğe göre).

Görev süresi dört yıl olan ve süre sonunda yeniden atanabilen Genel
Müdür, milli güvenliğin ve kamu düzeninin gerekli kıldığı, Devlet memu-
410 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ru olma niteliğini yitirdiği, ağır hizmet kusuru işlediği veya tarafsızlığın


ihlal edildiği hallerde, bu hallerin gerekçeli olarak belirtilmesi suretiyle,
Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulunun teklifi ve Bakanlar Kurulu karan
ile görevden alınır.

Genel Müdürün, yayın ve program, idari, teknik ve mali konularda


görevlendirilecek dört yardımcısı bulunur. Birinin elektronik yüksek mü-
hendisi olması gereken Genel Müdür yardımcılarının da Kanunun Genel
Müdür için aradığı. koşul ve niteliklere uygun bulunmaları zorunludur.

Genel Müdürün, raporlu, izinli, yurtdışmda geçici görevli olması gibi


nedenlerle geçici süre ile görevde bulunmaması durumunda veya istifa,
ölüm, görevden alınma gibi nedenlerle sürekli olarak görevinden ayrılma­
sı hallerinde yeni atama yapılıncaya kadar, yardımcılarından bu hizmette
en kıdemlisi, kıdemde eşitlik halinde ise en yaşlısı vekalet eder.

Kanunun 16. maddesi TRT Genel Müdürlüğüne bağlı merkez ve taşra


teşkilatım gösterıniştir. Bu maddeye göre, dairelerin Genel Müdür yar-
dımcılarına olan bağlantıları, Genel Müdürün teklifi ile Yönetim Kurulu
tarafından kararlaştırılır.

dddd) Koordinasyon Kurulu

Bu Kurul, Genel Müdür, Genel Müdür yardımcıları, Başhukuk Müşa­


viri, Genel Sekreter, Personel Daire Başkanı ve Eğitim Dairesi Başkanın­
dan oluşmaktadır.

Kurulun görevleri şunlardır:

- TRT Kurumunun hizmetlerinin yürütülınesi ve geliştirilmesi, üni-


teler arasında işbirliğinin sağlanması ve hizmetle ilgili görüş ve uy-
gulama farklılıklarının giderilmesi ile ilgili önerilerde bulunmak.

- Yıllık bütçe tasarılarını, yıllık


genel yayın planım incelemek, Baş­
bakanlık YüksekDenetleme Kurulu raporlarını incelemek ve cevap
hazırlamak ve Genel Müdür tarafından tesbit ve talep olunacak
konular hakkında görüş bildirmek.

Koordinasyon Kurulunun çalışma usul ve esasları yönetmelikte dü-


zenlenıniştir.

eeee) Danışma Kurulları

Kanunun 15. maddesi, Yönetim Kurulu veya Genel Müdür tarafından


uzmanlıklarından yararlanmak amacı ile danışma kurullarının oluşturu­
labileceğini öngörmüştür. Bu kurullar radyo ve televizyon yayınları hak-
RADYO - TELEVİzyQN REJİMİ 411

kındakamuoyunun düşünce ve dileklerini saptamak, bilimsel veya teknik


konularda araştırmalar yapmak ve gerekli görülecek diğer c~v.uu.ıcu in-
celemelerde bulunmak için görevlendirileceklerdir.

bbb) Personeli

TRT Kurumunun personeli, memurlar, işçi sayılmayan sözleşmeli


personel ve geçici personel olarak grup bunların ataı:ı_maları, yer
değiştirmeleri, görevden ahnmalan ve terfi işlemleri Genel Müdür tara-
fından yapılır.

Kanunun 50. maddesi, öngördüğü özel hükümler dışında, Kurum per-


sonelinin özlük haklan bakımından kamu iktisadi kuruluşlarının perso-
nel rejimine tabi olacağını belirtmiştir. Fakat Kanunda yer alan özel hü-
kümler özellikle mali olanaklar açısından önemli ayrıcalıklar tanıyarak
TRT personeli için farklı bir statü yaratmıştır.

ece) Kurumun, idari, mali ve teknik yönlerden denetlenmesi


359 sayılı Kanunda olduğu gibi, 2954 sayılı Kanun da TRT Kurumunu
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabi tutmuştur.
Teftiş ise, yine eskiden olduğu gibi, Başbakanın tensibi ile Maliye Teftiş
Kurulunca yapılacaktır. Başbakanlık alınacak rapor sonuçlarını gerekti-
ğinde adalet mercilerine sevkeder (m.57)

dd) Yayınların düzeni

aaa) Programları düzenleme serbestliği

TRT Kurumu tüm yayınlarında yukarıda belirttiğimiz temel ilkele-


re ve yayın esaslarına uymak zorundadır 23 . Bundan başka, 17. maddeye
göre, yayınlar olanak ölçüsünde çeşitli konulara yer verecek şekilde ve
yayın görevlerinin yerine getirilmesi esas alınarak düzenlenir. Bu ilke ve
esaslara uymak koşulu ile, TRT Kurumunun «Programları düzenleme ser-
bestliği» vardır. Fakat, 2954 sayılı Kanun da bu serbestliği çeşitli yönler-
den sınırlamıştır. Aşağıda bu sınırlamalar üzerinde durulacaktır. Ancak
önemle belirtelim ki, 3984 sayılı kanun bu alanda da değişik hükümler
içerdiğinden, kanımızca 2954 sayılı kanunun bu yönlerden uygulanırlı­
ğı kalmamıştır. Bu nedenle, aşağıdaki açıklamalar 3984 sayılı kanundan
önceki dönemle ilgili olup, bugünkü yasal durum ileride ilgili bahisle an-
latılacaktır.

23
Bugün ise, 6112 sayılı kanıınıın 45. maddesi gereğince bu kanunda öngörülen yayın
ilke ve esaslarına uygun yayın yapmakla yükümlüdür.
412 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bbb) Programları düzenleme serbestliğine konulan sınırlamalar

aaaa) Hükümet bildiri ve konuşmaları

Kanunun 18. maddesi gereğince,


TRT Kurumu, Hükümet bildirilerini
yayınlamak yükümlülüğü altındadır. Sadece Hükümeti bağlayan ve Hü-
kümet bildirisi olduğu yayın sırasında açıklanması gereken bu metinlerin
Başbakanlıktan yazılı yayın isteği ile verilmesi ve yetkililerin imzasını
taşıması şarttır.

Hükümet bildirilerinin dışında, olağanüstü haller, sıkıyönetim, sefer-


berlik ve savaş hali ile sınırlı olmak koşuluyla Hükümet konuşmalarının
da TRT tarafından yayınlanması zorunludur. Bu tür konuşmalara ilişkin
yayın istekleri, Başbakanın ve görevlendireceği bakanın imzasıyla yapılır.

Görüleceği üzere, bu kanun, Hükümet bildirileri bakımından eski ka-


nundaki esasları saklı tuttuğu halde, Hükümet konuşmalarına sınırlama
getirmiştir. Gerçekten, bu konuşmalar, eski kanundan farklı olarak, sade-
ce «... olağanüstü haller ile sıkıyönetim, seferberlik ve savaş haline inhisar
etmek üzere .. » yayınlanabilecektir. TRT'nin tarafsız olması esasına uygun
gördüğümüz bu yeni sınırlamayı olumlu bulmaktayız.

Eski kanundan farklı bir durum da, Hükümet bildiri ve konuşmaları­


na karşı TBMM'de grubu bulunan siyasi partilerin cevap ve düzeltme hak-
larına 2954 sayılı kanunda yer verilmemiş olmasıdır. Cevap ve düzeltme
hakkını düzenleyen maddenin son fıkrasında« ... bu Kanunun 18. maddesi
uyarınca yayınlanan Hükümet bildirisi veya konuşmaları hakkında bu
madde hükümleri uygulanmaz» denilerek ve kanunun başka bir madde-
sinde de bu haktan söz edilmeyerek 18. maddeye göre yapılacak yayınlara
karşı cevap ve düzeltme hakkı kabul edilmemiştir. Öyle sanıyoruz ki, 18.
maddenin Hükümet adına yapılacak konuşmaları olağanüstü hallerle sı­
nırlaması cevap ve düzeltme hakkının tanınmamasının nedenidir.

bbbb) Hükümet uygulamalarını tanıtıcı konuşmalar

2954 sayılı Kanun siyasal yayınlarla ilgili olarak önemli bir düzenle-
me getirmiştir. 19. maddedeki bu düzenleme şöyledir: «Türkiye Radyo-Te-
levizyon Kurumunun yayın esaslarına uymak, cevap hakkı doğuracak ni-
telikte olmamak ve siyasi çıkar amacı taşımamak kaydıyla, mevzuat veya
idari kararlarla yürürlüğe konan ve halkın katılımı ile başarıya ulaşabile­
cek Hükümet uygulamalarının; gerekçelerinin, yararlarının_. vecibelerinin,
usul ve esaslarının kamuoyuna benimsetilmesini amaçlayan tanıtıcı radyo
ve televizyon programları .. yayınlanır.»

Böylece, kanun, 18. maddedeki Hükümet konuşmalarını olağanüstü


RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 413

hallerle sınırlarken, 19. maddede Hükümete radyo ve televizyondan ya-


rarlanma konusunda yeni bir olanak vermiştir.

Kanuna göre, bu tür programların Hükümet tarafından TRT dışında


hazırlatılması, Kurum tarafından haber bültenleri dışında yayınlanma­
sı ve yayının Hükümet uygulamasının tanıtılması olduğunun yayın sıra­
sında belirtilmesi gerekir. Bundan başka, bu yayınların yayın sürelerinin
ayda otuz dakikayı geçmemesi ve kullanılmayan sürelerin izleyen ay sü-
relerine eklenmesi de zorunludur.

cccc) Hükümet ve siyasi parti açıklamalarının ve faaliyetlerinin


yayınlanması

TRT'nin programlan düzenleme serbestliğine konulan diğer bir sı­


nırlama 20. maddede bulunmaktadır. Bu maddeye göre, Hü...kümetin ve
TBMM'de grubu bulunan siyasi partilerin açıklama ve faaliyetlerinin ya-
yınlanması, bunların haber değeri ve niteliği taşıması koşuluna bağlıdır.
Yani haber niteliğinde olmadığı takdirde Hükümetin ve siyasi partilerin
açıklama ve faaliyetleri hakkında yayın yapılamayacaktır. Bir yayının ha-
ber değeri ve niteliğinde olup olmadığının saptanması çoğu kez tartışmala-
ra açabileceğinden, bu sınırlamanın geçerliliğinden kuşku

Burada aynca belirtmemiz gerekir ki, kanun, Hükümetin ve TBMM'de


grubu bulunan siyasi partilerin açıklama ve faaliyetlerinin yayınlanması
bakımından bu sınırlamadan sözetmiş ise de, diğer siyasi partilerin açık­
lama ve faaliyetleri için de aynı sınırlamanın geçerliliğini kabul etmek ge-
rekir. Aksi takdirde, Mecliste grubu bulunmayan siyasi partilere anlamsız
bir ayrıcalık tanınmış olacaktır.

20. maddenin kapsamına girecek yayınların, sözü geçen sınırlama­


dan başka, aynı zamanda kanundaki yayın esaslarına uygun bulunması
ve diğer siyasi partilere cevap hakkı doğuracak bir unsur da taşımaması
gerekir.

Kanun, 20. maddeye göre bir yayın yapıldıktan sonra, bunu dengele-
mek amacıyla hemen ardından veya aynı bülten içerisinde karşı görüşleri
almak için çaba harcamak ve yayınlamak zorunluluğundan TRT'yi kur-
tarmıştır. Böylece, TRT mikrofon ve ekraıılannın siyasi partilerin mono-
polüne girmesi engellenmek istenmiştir. Bizce bu durum TRT dinleyici ve
izleyicisine duyulması gereken saygının olumlu bir ifadesidir.

dddd) Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili yayınlar

Kanunun 21. maddesi, TBMM ile ilgili yayınlar açısından TRT'nin


yükümlülüğünü eski Kanuna nazaran hafifletmiştir. Şöyle ki, 359 sayılı
414 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Karnın 13, 14 ve 15. maddelerinde TBMM Saati, Bütçe Konuşmaları ve


TBMM'den naklen yayınlar konusunda TRT'nin programları düzenleme
serbestliğini önemli biçimde sınırlamış iken, 2954 sayılı Kanun, «Türki-
ye Radyo-Televizyon Kurumu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul
çalışmalarını radyodan dengeli ve tarafsız bir biçimde özetleyen yayın ya-
par» demekle yetinmiştir. Bundan başka, bu kanuna göre, Kurum, TBMM
Genel Kurul toplantılarından «açılış, andiçme töreni gibi» canlı yayınlar
da yapabilecektir. Meclis içtüzüğü sınırlamalarına tabi olan bu canlı ya-
yınları..n mutlaka yapılması zorunluluğu yoktur.

eeee) Siyasal partilerin seçim konuşmaları

Anayasamızın 31. maddesi, siyasal partilerin kamu tüzel kişilerinin


elindeki basın dışıkitle haberleşme ve yayın araçlarından yararlanma
hak.lanın koşullarının ve usullerinin kanunla düzenleneceğini belirtmiş­
tir. Bu hak özellikle milletvekili genel ve ara seçimlerinde önem gösterir.
İşte, 2954 sayılı Kanunun 22. maddesi siyasal partilerin radyo ve tele-
vizyon yayınlarından seçimlerde yararlanınalarmı öngörerek Anayasanın
koyduğu esası yerine getirmiştir. Bu maddeye göre, radyo ve televizyon
yayınlarından bu tür yararlanmanın biçim ve koşulları seçim kanunların­
da belirtilen esaslara tabidir.

ffff) Devletin dış ilişkileri ile ilgili yayınlar


Kanunun 24. maddesi, Devletin dış ilişkileri ile ilgili yayınlar bakı­
mından da programları düzenleme serbestliğine sınırlama koymuştur.
Bu hüküm gereğince, TRT bu konuda Dışişleri Bakanlığının saptayacağı
esaslara bağlı kalacaktır. Keza, dış ilişkilerle ilgili yorumlarda kaynak be-
lirtilip belirtilmeyeceği hususunda da Dışişleri Bakanlığının görüşü gözö-
nünde tutulur.

gggg) Öğretim ve eğitim yayınları

2954 sayılı Kanunun programları düzenleme serbestliğine koyduğu


başka bir sınırlama 25. maddesinde yer almaktadır. Bu hükme göre, TRT
Kurumu, sürekli, yaygın ve merkezi açık öğretim yapmaya kanunla yetki-
li kılman yüksek öğretim kuruluşlarınca hazırlanan radyo ve televizyon
programlarım yayınlar.

TRT'nin bu yayın yükümlülüğünün doğması için, programın yayın


esaslarınave teknik standartlarına uygun olması gerektiği gibi, yayın
hizmet giderleri karşılığı Kurumca hesaplanacak meblağın yarısının ya-
yından önce, diğer yarısının ise yayından sonra Kuruma ödenmesi zorun-
ludur.
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 415

Örgün eğitimle ilgili yayınlarda ise programlar TRT ile Milli Eğitim
Bakanlığınca ortaklaşa düzenlenir. Bu tür programların yayın hizmet gi-
derleri de açık öğretim programlarında olduğu gibi ödenir.

hhhh) Yayın yasakları

Kanunun 23. maddesi, 359 sayılı Kanunda olduğu gibi, Başbakana


veya görevlendireceği bakana, ulusal güvenliğin açıkça gerekli kıldığı du-
rumlarda TRT'nin bir haber veya yayınını yasaklama yetkisi vermiştir.
Yasaklama kararının kural olarak yazılı olması gerekir. A.ncak, acele du-
rumlarda men kararı sözlü olarak iletilebilirse de, en kısa zamanda yazı
ile tekrarlanması yine zorunludur. TRT'nin sorumluluğu altında olmayan
yayınların men edilmesi durumunda ise, men karan ilgililere Genel Mü-
dürlükçe alındığı tarihten itibaren yirmidört saat içinde bildirilir.

Bu yasaklama hükmü, seçim zamanlarında siyasi adına yapı-


lacak konuşmalara uygulanmaz.
2954 sayılı kanun, eski kanunda olduğu gibi, yayınlan men kararları­
na karşı Danıştay'da açılacak iptal davalarında uyulması gereken süreleri
özel olarak göstermiştir. Buna göre, tebligat, müracaat tarihinden başla­
yarak kırksekiz saat içinde yapılır. Cevap ve cevaba cevap süreleri onar
gündür. Bu sürelerin tamamlanmasından sonra onbeş gün içinde karar
verilir.

iiii) Cevap ve düzeltme hakkı 24

1 °) Genel olarak
Basında cevap ve düzeltme hakkını incelerken belirttiğimiz gibi 25 ,
bu hak, kişilerin haysiyet ve şerefine dokunan veya kişilerle ilgili gerçeğe
aykırı yayınlara karşı, ilgililere, kendilerini savunabilmeleri için hukuk
düzenince tanınmıştır. Haberleşme özgürlüğünün kötüye kullanılmasını
önlemek amacını güden bu hakkı, Anayasamızın 32. maddesi anayasal bir
hak haline getirmiş ve düzenlenmesini kanunlara bırakmıştır.

Anayasamızın bu hükmüne uygun olarak gerek Basın Kanunu (19.


m.), gerekse Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu (27. m.) cevap ve düzelt-
me hakkını ayrı ayrı düzenlemişlerdir.

24
Bu başlık altında 2954 sayılı kanunun 27. maddesi çerçevesinde cevap ve düzeltme
hakkı açıklanmıştır. Bugün yürürlükte bulunan 6112 sayılı kanun cevap ve düzelt-
me hakkı yönünden TRT'yi kapsamına almadığı için TRT için bu özel hükümlerin
uygulanmasına devam edilecektir.
25
Bkz.: Üçüncü Bölüm, S 2, B, IV, 3.
416 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Aşağıda,2954 dayılı karnımın öngördüğü cevap ve düzeltme hakkının


esasları açıklanacak ve Basın Kanunundaki cevap ve düzeltme hakkın­
dan farkları belirtilecektir. 2954 sayılı kanunun cevap ve düzeltme hakkı
yönünden 3984 sayılı kanundan ayrıldığı noktalar ise ileride bugünkü du-
rum incelenirken ele alınacaktır.

2°) Cevap ve düzeltme hakkının doğması için koşullar


Kanunun 27. maddesi, cevap ve düzeltme hakkının doğması için ge-
rekli koşulları Anayasanın 32. maddesine uygun biçimde belirtmiştir.
Yani, bu madde açısından, TRT yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hak-
kı, ancak bir kişinin «haysiyet ve şerefine dokunulması» veya kendisi ile
ilgili olarak «gerçeğe aykırı hususlar bulunması» durumlarında tanınabi­
lir. Bu özellikleri göstermeyen bir TRT yayınına karşı cevap ve düzeltme
hakkından söz edilemez.

Basında cevap ve düzeltme hakkını incelerken belirttiğimiz üzere,


2950 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce Basın Kanunu «menfaati
bozan» yayınlara karşı da cevap ve düzeltme hakkını tanıyarak Anayasa-
daki koşullarından farklı bir durum yaratmıştı. 2950 sayılı Kanun, Ana-
yasada bulunmayan bu koşulu madde metininden çıkararak iki kanun
arasındaki bu anlamsız farklılığa son vermiştir.

«Haysiyet ve şerefe
dokunacak» ve «gerçeğe aykırı» nitelikte bulunma
koşullan hakkında, basında cevap ve düzeltme hakkını incelerken belirt-
tiğimiz esaslar burada da geçerlidir 26 .

TRT yayınlarının şekli, cevap ve düzeltme hakkının doğması bakı­


mından önemli değildir. Kanun herhangi bir ayırım yapmadığına göre, ön
hazırlıktan geçtikten sonra yapılan yayınlar kadar, ön hazırlık olmadan
yapılan canlı yayınlar da cevap ve düzeltme hakkım doğurabilir. Keza,
yayının haber veya yorum türünde olması da sonucu etkilemez. Hatta,
kanımızca, TRT tarafından yayınlanmalaı.n zorunluluğu bulu_nan yayınla­
ra karşı da cevap ve düzeltme hakkı kullanılabilmelidir. Bu yayınlardan
TRT personeli:nin sorumlu tutulamaması, kişilerin cevap ha...Thm ortadan
kaldırmamalıdır. Zira cevap ve düzeltme hakkı, bir tür savunma hakkı
olduğuna göre, yayım yapanın sorumluluğu ya da sorumsuzluğu ile ilgili
değildir2 7 . Esasen Kanun, 19. madde uyarınca yapılan Hükümet uygula-
malarının ta...nıtılmasına ilişkin yayınlar nedeniyle TBI\l[M'nde grubu bu-
lunan fakat Hükümete dahil olmaya...n siyasi partilere cevap ve düzeltme
hakkım açıkça tanımıştır. Buna karşılık, seçim propaga...n.da konuşmaları

26
Bkz.: Üçüncü Bölüm, S 2, B, Iv, 3, b.
27 Farklı görüş: GÖLCÜ'".h:LÜ, F.: Radyo - Televizyonda Düzeltme ve Cevap Hakkı
(SBFD., 1965, No.: 4, s. 134 ve son.).
RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 417

ile Hükümet bildirisi veya konuşmaları hakkında cevap ve düzeltme hak-


kının kullanılmasını 27. maddenin son fıkrası yasaklamıştır. Bu durum da
göstermektedir ki, yayınlanması zorunlu diğer programlara karşı koşulla­
rı varsa cevap ve düzeltme hakkı kullanılabilecektir.

3°) Cevap ve düzeltme hakkını kullanacak olanlar

TRT yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hakkını kullanacak olan,


kendisine karşı haysiyet veya şeref kıncı ya da gerçeğe aykırı yayın ya-
pılan gerçek veya tüzel kişilerdir. Kanunun 27. maddesinin 2. fıkrası özel
hukuk tüzel kişilerinin de cevap ve düzeltme hakkına sahip olduklarını
belirtmiştir. Buna karşılık, maddede devlet dairelerinden ve kamu kuru-
luşlarından sözedilmemiş olması nedeniyle, bu tür kuruluşların TRT ya-
yınlarına karşı cevap ve düzeltme hakları yoktur. Basın Kanununun 19.
maddesinin 6. fıkrası ise, «devlet daireleri ve kamu müesseselerine» de bu
hakkı tanımıştır.

Kanımızca, siyasal partilerin de 27. maddeden yararlanarak cevap


ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri kabul edilmelidir. Hatta bu hak
TBMM'de grubu bulunan siyasal partilere özgülenemez. Zira, kanun sözü
geçen sınırlamayı sadece 19. madde uyarınca yapılan yayınlara karşı
öngörmüştür. Bir de, radyo ve televizyondan yapılan seçim propaganda
konuşmaları ile 18. madde uyarınca yayınlanan Hükü..met bildirisi veya
konuşmaları hakkında herkes gibi siyasal partilerin de cevap ve düzeltme
hakları yoktur. Buna karşılık, diğer tüm yayınlara karşı TBMM'de grubu
olsun veya olmasın siyasal partilere de cevap hakkının tanınması bu hak-
kın hukuki esasının doğal sonucudur.

Tüzel kişiliğe sahip bulunmayan kuruluşlara gelince: Bunlar yönün-


den haysiyet veya şeref kırıcı ya da gerçeğe aykırı bir yayın söz konusu
olduğu takdirde, bu kuruluşlardaki gerçek kişilerden yayına dolaylı biçim-
de hedef olanlar cevap ve düzeltme hakkını kendileri için kullanabilirler.

Cevap ve düzeltme hakkı, yayına hedef olan kişi tarafından şahsen


kullanılabilecek bir haktır. Bu nedenle, küçükler ve ehil olmayanlar da
bu hakkı bizzat kullanabilirler. Bunların kanuni temsilcilerinin de cevap
hakları vardır. İradi temsil konusunda ise, basında cevap hakkına ilişkin
esaslar geçerlidir28 . 27. maddenin 1. fıkrasının (h) bendine göre, «düzelt-
me ve cevap hakkını kullanmadan ölen kimsenin bu hakkını mirasçıları
birlikte veya bunlardan yalnız ilk başvuranı kullanabilir.» Böylece, Rad-
yo-Televizyon Kanunu, Basın Kanunundan farklı olarak, cevap hakkının
bütü..n mirasçılar tarafından birlikte kullanılması olanağını vermiştir. Ba-

28
Bkz.: Üçüncü Bölüm, S 2, B. IV, s, 3, c, aa.
418 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

sın Kanunu ise, mirasçılardan yalnız birinin, ölenin yerine cevap hakkını
kullanabileceğini belirtmiştir.

4°) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü

Cevap ve düzeltme hakkı doğan kişi, yayın tarihinden başlayarak


yedi gün içinde cevap ve düzeltme metnini TRT Genel Müdürlüğüne gön-
dermek zorundadır. Bu süre geçtikten sonra cevap ve düzeltme hakkı
kullanılamaz. Böylece, Kanun TRT yayınlarına karşı cevap hakkının kul-
lanılmasını çok kısa bir süreye bağlamıştır. Daha önce gördüğümüz gibi
Basın Kanununda bu süre iki aydır.

Düzeltme ve cevap metninde, yayının niteliğinin


27. maddenin 1. fık­
rasının kapsamına girdiği, yayında ilgiliye gerçeğe aykırı olarak bir husus
atfedildiği veya şeref ve haysiyetine dokunulduğu ve gerçeğin ne olduğu
kısaca açıklanır. 359 sayılı Kanunda, Basın Kanunundan farklı olarak,
cevabın uzunluğu hakkında kesin bir kayıt yoktu. Bu nedenle, kitabımızın
1. basısında, kanundaki «kısaca» sözcüğünün kesinlik göstermediğini ve
bazı kötüye kullanılmalara elverişli olduğunu belirterek, maddeye cevap
bakımından dakika hesabı ile bir sınırlama konulmasını savunmuştuk29 •
2954 sayılı Kanun, bu sakıncalı durumu dikkate alarak, cevap ve düzelt-
me metninin, cevap ve düzeltmeye esas olan yayın süresinin ilgili bölümü-
nün süresini aşamayacağını öngörmüştür 30 .

TRT Genel Müdürlüğü, Kanuna uygun biçimde gönderilen düzeltme


ve cevap metnini, alınmasından başlayarak üç gün içinde yayınlamakla
yükümlüdür. Metnin Kanuna uygun olmaması veya suç niteliğindeki ifa-
deler taşıması ya da yeni bir düzeltme ve cevap hakkı doğurur nitelikte
olması halinde, Genel Müdürlük bu talebi, reddettiğini, yayınlamakla yü-
kümlü olduğu üç günlük sürenin bitiminden itibaren iki gün içinde ilgiliye
bildirir. İlgili, bu red kararına karşı itirazını, iki gün içinde Ankara Sulh
Ceza Hakimliğine veya bu hakimliğe gönderilmek üzere bulunduğu yer
malıkemesine verebilir. Bunun üzerine, Ankara Sulh Ceza Hakimi, en geç
iki gün içinde, düzeltme ve cevap metnini, suç niteliğinde olup olmadığı,
yayın ile ilgisi bulunup bulunmadığı, Kanundaki koşullara uygun olup ol-
madığı, yeni bir düzeltme ve cevap hakkı doğurur nitelik taşıyıp taşıma­
dığı ve süresi içinde TRT'ye gönderilip gönderilmediği yönlerinden incele-
yerek bir karar verir3 ı_

29 Aynı görüş: GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 141.


3
° Federal Almanya'da da aynı sınırlama genellikle kabul edilmektedir (Bkz.: LÖFF-
LER, II, s. 257).
31 359 sayılı Kanun cevap ve düzeltme hakkının kullanılınası usulü yönünden 2954
sayılı Kanundan bazı noktalarda farklı idi. Şöyle ki, 359 sayılı Kanuna göre, ce-
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 419

Hakim, düzeltme ve cevap metninin aynen yayınlanmasına karar ve-


rebileceği gibi, uygun göreceği değişiklikleri bizzat yaptıktan sonra yayın­
lanmasına da karar verebilir. Bu kararın birer örneği taraflara gönderilir.
Taraflar, bu karara, kendilerine tebliğinden başlayarak iki gün 32 içinde
Ankara Asliye Ceza Hakimliği nezdinde itiraz edebilirler.

Asliye Ceza Hakiminin verdiği karar kesin olup, Genel Müdürlüğe


tebliğindenitibaren en geç iki gün33 içinde cevap ve düzeltmenin yayın­
lanması zorunludur. Kanunda belirtilmemiş olmakla beraber, kanımızca
cevabın aynı yayın saatinde yayınlanması bu hakkın kullanılmasından
beklenen yararın gereğidir 34 .

ece) Yayınlar üzerindeki haklar

Kanunun 32. maddesi, TRT'ye radyo ve televizyon yayınlan üstünde


fikir haklarına benzer haklar tanımıştır. Gerçekten, bu yayınlar Kurumun
izni alınmadan, telli veya telsiz olarak tekrar yayınlanamayacağı gibi, üc-
retli veya ücretsiz olarak tedavüle çıkarmak üzere bütünü veya bir kısmı
tesbit olunamaz ve çoğaltılamaz. Bundan başka, televizyon yayınlarının
girişi ücrete tabi yerlerde halka gösterilmesi yasaktır. Kurum buna aykırı
davranışlara karşı maddi ve manevi tazminat davası açabileceği gibi, Fi-
kir ve Sanat Eserleri Kanununda öngörülen hukuki ve cezai korumadan
da yararlanır.

ee) TRT'nin yayınlarında işlenen suçlar ve haksız fiillerden


sorumluluk

aaa) Canlı yayınlar

aaaa) Ön hazırlık olmadan yapılan canlı yayınlar

359 sayılı
Kanunun 20. maddesi, olayın veya konuşmanın anında ve
doğrudan doğruya radyo ve televizyon ile yayınlanmasını «canlı yayın»
olarak adlandırarak, bu tür yayınlarla işlenen suçlarda ve haksız fiillerde

vap metninin Kamına uygun olmaması veya suç niteliğinde bulunması halinde bu
metni Ankara Sulh Ceza Hakimliğine gönderecek olan Genel N[üdürlüktü. Bundan
başka, Sulh Ceza Hakimine karar vermek için tanınan süre sadece yirmidört saat
idi. 2954 sayılı Kanun, mahkemeye başvurma yükümlülüğünü ilgiye yükleyerek
ve hakimin karar verme süresini bir gün uzatarak cevap hakkının kullanılmasını
zorlaştırmıştır.
32
359 sayılı Kanunda bu süre de yirmidört saattir.
33
359 sayılı Kanundaki süre üç tam gündür.
34
Bkz.: LÖFFLER, II, s. 257.
420 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yayın bir metne dayanmıyorsa veya tesbitlerden yararlanmaksızın yapıl­


mışsa «fiili işleyen kişi»nin sorumlu olduğunu belirtmişti. 2954 sayılı Ka-
nunun sorumluluğu düzenleyen 28. maddesinde bu konuda tam bir açık­
lık bulunmamakla birlikte, aynı sonuca ulaşılması doğaldır. Gerçekten,
herhangi bir denetimden geçmeksizin olayın veya konuşmanın anında ve
doğrudan doğruya yayınlanması durumunda işlenen suç veya haksız fiil-
lerden Kurum personelinin sorumlu tutulması düşünülemez. Esasen, bu
Ka.nun da «tesbitlerden faydalanmaksızın Türkiye Radyo-Televizyon Ku-
rumu istasyonları dışındaki bir radyo ve televizyon kuruluşundan naklen
yapılan yayınlardan» TRT personelinin sorumlu olmadığını öngörerek,
sübjektif sorumluluk esaslarına bağlı kalmıştır.

bbbb) Ön hazırlıktan sonra yapılan canlı yayınlar

2954 sayılı Kanunun 28. maddesi tesbit yoluyla yapılan yayınlarda,


metni yazan veya sesi tesbit edilen ile birlikte bu metni veya tesbiti fiilen
denetleyen ve yayını fiilen yöneten kişileri de sorumlu tutmuştur.

Bu tür yayınlarınbir grubunu «ön hazırlıktan sonra yapılan canlı


yayınlar» oluşturur. Örneğin radyo ve televizyonun «haberler» programı
ön hazırlıktan sonra yapılan canlı yayınlardan, yani tesbit yoluyla ger-
çekleştirilen yayın türünden olduğu içindir ki, haberleri içeren metinleri
hazırlayanlar ile birlikte bu metinleri önceden denetleyenler de sorumlu-
durlar. Buna karşılık Kanun (28. maddenin 2. fıkrası) Kurumun kendileri-
ne tevdi edilen metni aynen okumakla görevli personelini, yani spikerleri
o yayın yolu ile işlenen suçtan veya haksız fiilden sorumlu tutmamıştır.
Fakat spikerlerin sorumsuzluğu, ancak, o yayının yönetim ve kontrolünde
özel olarak görevlendirilmemiş bulunmaları halinde söz konusu olmakta-
dır. Bu nedenle, metni okuyan spiker, o metnin denetimini önceden bizzat
yapmakla görevli ise, ceza veya hukuk sorumluluğu altındadır.

Kanımızca, metni yazan veya sesi tesbit edilen kişinin sorumluluğu


sübjektif sorumluluk esaslarına uygundur. Kanunda böyle bir hüküm
olmasaydı dahi, genel sorumluluk esasları bizi aynı sonuca götürecekti.
Buna karşılık, yayınları denetlemekle görevli kişilerin sorumlulukları yö-
nünden şöyle düşünmek gerekir: Eğer bu kişiler, metni yazan veya sesi
tesbit edilenle iştirak halinde iseler, genel sorumluluk kurallarına daya-
nılarak bunların sorumlulukları saptanabilir. Fakat kanun iştirak dışında
da yayınlan denetleyenleri sorumlu tuttuğuna göre, buradaki sorumlulu-
ğun dikkat ve özen görevine aykırılıktan doğan sorumluluk olduğunu ka-
bul edebiliriz 35 . Yani, yazı işleri müdürlerinde olduğu gibi, bu kişilerin de

35 LÖFFLER, II, s. 489.


RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 421

işlenen fiillerden sorumlu tutulabilmeleri için, en azından taksirle hareket


ettiklerinin saptanması gerekir. Yayını denetleyenlerin taksir derecesinde
dahi kusurları yoksa, sorumlu tutulmaları olanaksızdır. Söz gelimi, dene-
tim görevi gerekli dikkat ve özenle yapıldığı halde, suç teşkil eden yayın
engellenmemişse, bu kişilerin sorumluluğu söz konusu olamaz. Böylece,
2954 sayılı Kanun da, 359 sayılı Kanunda ve Basın Kanununda olduğu
gibi, bir kimsenin kastlı bir suçtan taksirle sorumlu tutulması şeklinde
genel kurallara aykırı bir durum yaratmıştır. Bizce, bu durumu ortadan
kaldırmak için en doğru yol, yayını denetleyenlerin taksirli fiillerinden
dolayı cezalandırılmaları, yani dikkat ve özen ödevine aykırı davranışın
bağımsız bir suç haline getirilmesidir36 .

Kanun, metne dayanılarak veya tesbit yolu ile yapılan yayınlarda is-
pat bakımından herhangi bir tartışmalı durumu önlemek için, metinlerin
ve tesbitlerin yayın tarihinden başlayarak yetmiş beş gün süre ile saklan-
masını öngörmüştür. Buna karşılık, tesbitlerden yararlanmaksızın yapı­
lan naklen yayınlar ile müzik yayınlarında böyle bir zorunluluk yoktur.
Eğer bir yayın yasama, yürütme ve yargı organlarınca soruşturmaya veya
kovuşturmaya ya da araştırmaya konu olmuş ise, yayına ait metin veya
tesbitler bu işlemlerin sonuçlandığı yetkili makam tarafından Kuruma
yazı ile bildirilmesine kadar saklanır (29. madde).

bbb) Diğer yayınlar

Canlı olmayan tesbitli yayınlara gelince: Kanun bu tür yayınlarda


da, ön hazırlıktan sonra yapılan canlı yayınlarda olduğu gibi, konuşaı.ı ile
birlikte yayını fiilen yöneten kişilerin de sorumluluklarını kabul etmiştir.
Metinlerin ve tesbitlerin saklanması zorunluluğu bu tür yayınlar bakı­
mından da vardır. Keza, kendilerine tevdi edilen metinleri aynen okumak-
la görevli olan ve bir denetim görevi bulunmayan personelin sorumsuzlu-
ğu canlı olmayan tesbitli yayınlarda da geçerlidir.

36
Federal Almanya'da, federe devletlerin medya yasala._rı, basın kanunlarının dönem-
sel yayınlarla ilgili olarak kurdukları ceza sorumluluğu sistemi paralelinde bir sis-
tem öngörmüşlerdir. Buna göre, her radyo-televizyon kuruluşu, yayınlan suç unsur-
larından arındırma ile görevli olan ve yasada gösterilen koşullara sahip bulunan bir
sorumlu müdür (Verantwortlicher Redakteur) veya sorumlu müdürler atayacaktır.
(Örneğin, Landesmediengesetz Baden-Württemberg, § 52). Bu kişi veya kişiler, sözü
geçen görevlerini kasten veya taksirleri ile yerine getirmedikleri takdirde bir yıla
kadar hürı--iyeti bağlayıcı ceza veya para cezası ile cezalandırılırlar. Sorumlu müdü-
rün diğer suç faillerinin eylemlerine iştiraki olduğunun saptanması durumunda ise
ceza sorumluluğu genel hükümlere göre belirlenir (Aynı Kanunun 81. paragrafı).
422 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ece) Kurum personelinin sorumlu olmadığı yayınlar

aaaa) Zorunlu yayınlar

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu personeli yapılması zorunlu ya-


yınlarda işlenen suçlardan sorumlu değildir. Gerçekten, 22. maddenin 3.
fıkrası uyarınca, 18. madde gereğince yayınlanması zorunlu olan Hükü-
met bildiri ve konuşmalarında_rı, 22. maddede gereğince yayınlanan siya-
sal partilerin seçim konuşmalarından ve 27. maddeye göre yapılması ge-
reken cevap ve düzeltme yayınından ilgili personelin sorumluluğu yoktur.
Bu tür yayınlarda yayının özelliği anonsla belirtilir.

Burada açıklamalıyız ki, Kanun cevap ve düzeltmeye ilişkin yayınlar­


dan sorumsuzluk esasını koymuş olmakla birlikte, kanımızca bu sorum-
suzluk hakimin kararı üzerine yayınlanması zorunlu olan düzeltme ve
cevap metinleri ile sınırlıdır. Yoksa, TRT Genel Müdürlüğü kendisine yol-
lanan düzeltme ve cevap metninde suç niteliğinde ifadeler gördüğü halde,
talebi reddetmeyerek üç gün içinde yayınlarsa, metnin denetimi ile görevli
Kurum personeli sorumlu tutulabilir.

bbbb) Başka radyo ve televizyon kuruluşlarından naklen yapılan


yayınlar

Kurum personelinin sorumlu olmadığı bir yayın türü de, yukarıda be-
lirttiğimiz
gibi, TRT istasyonları dışındaki radyo ve televizyon kuruluşla­
rından naklen yapılan yayınlardır. Kanun bu tür yayınların denetlenmesi
olanağının bulunmaması nedeniyle bir sorumsuzluk kuralı koymuştur.
Ancak, kanımızca, naklen yayın sırasında suç teşkil ettiği açıkça görülen
bir durumun yayının kesilmesi suretiyle önlenmesi olanağı varsa, bunu
yapmayan görevlilerin sorumlu tutulmaları gerekir.

ddd) Yargılama Hukukuna ilişkin özel hükümler

Kanunun 28. maddesinin son fıkrası, radyo ve televizyon yayınları


yolu ile işlenen suçlar ve haksız fıiler bakımından özel bir dava açma sü-
resi koymuştur. Bu süre yayının yapıldığı tarihten başlayarak altmış gün-
dür37. Bu süre bir zamanaşımı süresi olmayıp, hak düşümü süresi niteli-
ğini taşıdığı için, durması, kesilmesi veya eski hale getirme talebine konu
teşkil etmesi sözkonusu değildir. Radyo ve televizyon yayınlarında böyle
kısa bir dava süresinin öngörülmesinin gerekçesi olarak, radyo-televizyon

37 Federal Almanya'da federe devletlerin medya yasaları dava zamanaşımı bakımın­


dan basın kanunlarındaki hükümlere yollama yapmaktadır (Örneğin, Landesme-
diengesetz Baden-Württemberg, § 83).
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 423

gibi önemli bir kitle haberleşme aracının uzun zaman ceza tehdidi altında
tutulmaması arzusu gösterilebilir 38 .

Kanun, kişi, kurum ve kuruluşların yayınlar nedeniyle uğradıkları


zararlardan ötürü açacakları tazminat davalarında TRT Kurumunu ha-
sım göstermeleri zorunluluğunu koymuştur. Yani bu tür yayınlarda kusur-
ları olsa dahi personele tazminat davası açılamaz. Ancak Kurumun genel
hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır. Bu şekilde, Kurum
personelinin, dava açılması tehdidi altında görevlerini gereği gibi yerine
getirememeleri önlenmek istenmiştir.

Aynı
amaca yönelik bir başka hüküm 28. maddenin 5. fıkrasında bu-
lunmaktadır. Buna göre, yayın yoluyla suç işlendiği iddia edilerek kişi,
kurum ve kuruluşlarca açılan ceza davalarında personel TRT Kurumu
avukatlarınca savunulabilir.

Belirtelim ki, 5271 sayılı


(yeni) Ceza Muhakemesi Kanunu görsel ve
işitsel yayınlarla işlenen suçlarda mahkemelerin yer itibariyle yetkileri
açısından özel yetki kuralları saptamıştır. Buna göre, görsel veya işitsel
yayınlarla işlenen suçlarda kural olarak suçun basılı eserle işlenmesine
ilişkin CMK.m.12/3. maddesindeki yetki kuralları uygulanacaktır (m.
12/5). Bu kurallar, CMK.nun 12/3. maddesinde şöyle saptanmıştır: "Suç,
ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin yayım merkezi
olan yer mahkemesine aittir. Ancak, aynı eserin birden çok yerde basılması
durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki baskısında meydana gel-
mişse, bu suç için eserin basıldığı yer mahkemesi de yetkilidir".

CMK, görsel ve işitsel yayının mağdurun yerleşim yerinde ve otur-


duğu yerde işitilmesi veya görülmesi olasılığı açısından 12/4. maddesinin
ikinci cümlesinde şu esası getirıniştir: "Görsel ve işitsel yayın, mağdurun
yerleşim yerinde ve oturduğu yerde işitilmiş veya görülmüşse o yer mahke-
mesi de yetkilidir".

B. TEKELİN KALKMASINDAN SONRA RADYO - TELEVİ2YON

I. Devlet tekelinin kaldırılm.ası - Radyo ve televizyonda


çoğulculuk

Türkiye'de özel televizyonların uygulamaya geçirilmesi 1990'lı yılla­


rın başında Magic Box isimli kuruluşun Starı olarak, Türkiye dışından
uyduyla yaptığı yayınlarla başlar. Bu fiili durunıu Teleon, Show TV, Kanal
6, HBB, ATV, TGRT, Flaş TV ve Kanal D aynı şekilde izlemişlerdir. Yasal

38
GÖLCÜKLÜ, Haberleşme Hukuku, s. 159.
424 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

boşluktan yararlanarak başlayan özel televizyon yayıncılığı, özel radyo-


lara da örnek olmuş ve kısa zamanda çok sayıda özel radyo fiilen özel
yaşamımıza girmiştir.

1993 yılı Şubat ayında sayılan


ülke çapında S00'e ulaşan özel rad-
yoların yayınlarını önlemek amacıyla Ulaştırma ve Içişleri Bakanlıkla­
nnın yaptmm niteliği bulunmayan üç genelgesinden sonra, 15 Mart'ta
dördüncü bir genelge yayınlanarak, bütün özel radyoların 1 Nisan'a kadar
yayınlarını durdurması istenmiş ve yayınlarını durdurmayan radyo istas-
yonlarını kapatma görevi ve yetkisi valiliklere verilmiştir. Bu şekilde zor-
layıcı önlemlere başvurulmasının temel nedeni olarak, gelişigüzel frekans
kullanan özel radyoların hava ve deniz ulaşımı ile başka hizmetlerdeki
telsiz haberleşmesini bozması ve iletişim güvenliğini kaldırması gösteril-
miştir. Bu genelge büyük bir tepkiyle karşılaştı; tanınan 15 günlük sürede
özel radyolar halkı eyleme çağıran yayınlar yaptılar. 1 Nisan'da yayınların
durdurulmasından sonra «Radyomu İstiyorum» sloganıyla büyük bir kam-
panya başlatıldı.

Özel radyo ve televizyon yayınlarının yasallaşmasının önkoşulu, bu


tür yayınlarda bulunma tekelini devlete bırakanAnayasa'nın 133. madde-
sinin değiştirilmesiydi; bu değişiklik için ise TBMM'de 300 milletvekilinin
oyuna gereksinim duyuluyordu. Muhalefet yayın tekelini kaldıracak Ana-
yasa değişikliğine olumlu oy kullanmak için, özel ve kamusal tüm radyo-te-
levizyon yayınlarını düzenleyecek yeni bir yasanın aynı anda TBMM'den
geçirilmesi koşulunu öne sürüyordu. Yoğun pazarlıklardan sonra, sözü ge-
çen yasanın içeriği konusunda iktidar ve ana muhalefet partisi grupları
arasında centilmenlik anlaşmasına varıldı ve 8 Temmuz 1993 tarihinde
TBMM, Anayasa'nın 133. maddesi_rıi değiştiren yasayı (3913 sayılı) kabul
etti43. Bununla, Türk elektronik yayıncılık tarihinde 1927-36 arasındaki
dönem dışında geçerli olan devlet tekeli kaldırılmış oldu. 2005 yılında ise
bu maddeye ikinci fıkra olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile ilgili
fıkra eklendi (21.06.2005-5370/l.m.;RG.23.06.2005/25854).

A.Y. 133. maddenin bugünkü şekli şöyledir: «Radyo ve televizyon is-


kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çer-
t:a,;ı,wu11,,r.ru"'I/_
çevesinde serbesttir.- Radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek ve
denetlemek amacıyla kurulan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu dokuz üye-
den oluşur. Üyeler, siyası parti gruplarının üye sayısı oranında belirlenecek
üye sayısının ikişer katı olarak gösterecekleri adaylar arasından, her siyası
parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle Türkiye Büyük Mil-
let Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun
Kuruluşu, görev ve yetkileri, üyelerinin nitelikleri, seçim usulleri ve görev
süreleri kanunla düzenlenir.- Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak ku-
rulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişiliklerinden
RADYO - TELEVİzyQN REJİMİ 425

yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve


sızlığı esastır.»

Anayasanın 133. maddesi, böylece bir yandan radyo - tv yaymcılığı.m


serbest bırakıp özel girişimcilere olanak tanırken, diğer yandan 3. fıkra­
sında Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu ile kamu tüzel kişileri__nden yar-
dım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esasını
getirmiştir. Anayasanın öngördüğü bu yasal düzenleme oldukça gecikerek,
13.04.1994 kabul tarihli, 3984 sayılı «Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanun» ile düzenlenmiş ise de, bu kanun uygulamada
çeşitli konularda kuşku ve tartışmalara neden olabilecek bir durum ya-
ratmıştır. Bu nedenle, 15.02.2011 tarihinde kabul edilen, 6112 sayılı
"Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında
Kanun" (RG.03.03.2011, 27863) 3984 sayılı kanunu yürürlükten kal-
dırarak radio- televizyon alanında yeni hukuk rejimini kurmuş­
tur. Aşağıda, 6112 kanunla getirilen mevcut radio-televizyon rejiminin
esasları açıklanacaktır.

II. Yeni radyo-televizyon rejiminin temel özellikleri

1- Genel olarak

trlkemizde radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen, 20.04.1994 yü-


rürlük tarihli 3984 sayılı kanun, yapılan çok sayıdaki değişiklikle günün
koşullarına uyarlanmak istenmişse de, yayın teknolojisindeki hızlı deği­
şim, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararlan gibi temel ne-
denlerle yasal çerçevenin yeniden düzenlenmesi zorunluluğu doğmuştur.
Gerekçesinde, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmaları kapsamında,
19 Aralık 2007 tarihinde yürürlüğe giren 89/552/EEC sayılı Avrupa Bir-
liği Görsel-Işitsel Medya Hizmetleri Yönergesi hükümleri esas alınarak
hazırlandığı ifade edilen 6112 sayılı yeni Kanun, karasal ortamda 1994
yılından beri süren lisanssız dönemin bitirilmesini öngörmekte, düzenle-
me konusundaki yetki karmaşasını ortadan kaldırmayı amaçlamakta ve
yayın denetimi konusunda Radyo ve Televizyon Üst Kurulunu daha etkili
kılmaktadır (TBMM. Dönem:23,Yasama Yılı:5, S. Sayısı 568).

6112 sayılıKanun, 1. maddesinde, amacını «radyo, televizyon ve iste-


ğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve ha-
ber alma özgürlüğünün sağlanması, medya hizmet sağlayıcılarının idari,
malf ve teknik yapıları ve yükümlülükleri ile Radyo ve Televizyon Üst Ku-
rulunun kuruluşu, teşkilatı, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas
ve usulleri belirlemektir» şeklinde açıkladığı ve 2. maddesinde de "bu ka-
nun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altında, her türlü tek-
nik, usul ve araçlarla ve her ne isim altında olursa olsun elektromanyetik
426 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

dalgalar veya diğer yollarla yapılan radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın
hizmetleriyle ilgili hususları kapsar" hükmünü içerdiği içindir ki, ister
özel ister kamusal tüm radyo-televizyon kuruluş ve yayınlan hakkında
uygulanacaktır. Diğer bir deyişle, Türkiye'de radyo-televizyon rejiminin
ana kaynağı 3984 sayılı kanun iken bundan böyle 6112 sayılı kanundur.

Belirtelim ki, 3984 sayılı kanunun 35. maddesi TRT'nin de bu kanun-


da öngörülen yayın ilke ve esaslarına uygun yayın yapmakla yükümlü
olduğu_n.u vurgulayarak, 2954 sayılı yasanın yayın ilke ve esaslarının ar-
tık uygulanamayacağını ve böylece bu ilke ve esasları içeren hükümlerin
yürürlükten kalktığını ifade etmişti. Ancak, Kanun'un 35. maddesi 4756
sayı ve 15.5.2002 tarihli Kanun'un 18. maddesiyle yürürlükten kaldırıl­
mıştır. Bu duruma karşın, 3984 sayılı Kanun'un "yayın ilkeleri"ni düzen-
leyen 4. maddesi 4756 sayı ve 15.5.2002 tarihli, 4771 sayı ve 3.8.2002 ta-
rihli, 4928 sayı ve 15.7.2003 tarihli ve 5101 sayı ve 3.3.2004 tarihli, 5378
sayı ve 01.07.2005 tarihli Kanunlarla yeni baştan revize edilerek, bu Ka-
nmı uyarınca yapılacak yayınlarda dikkate alınacak esaslar 2 fıkra ve
23 bent halinde ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Bu nedenle, kitabımızın
önceki basısında 35. maddenin kaldırılmasına karşın, TRT açısından da
yayın konusunda esas alınacak kanunun 3984 sayılı kanun olduğunu sa-
vunmuştuk.

6112 sayılı kanunun 45. maddesi "8 inci maddede belirtilen yayın
ilkeleri ile bu kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hü-
kümleri, Türkiye Radyo-Televizyon Kurunu yayınları hakkında da uygula-
nır." hükmüne yer vererek bu konudaki duraksamaları ortadan kaldırdığı
gibi, söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda "Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu ihlalin niteliği açıkça belirtilerek Üst Kurul-
ca uyarılır ve yükümlülüğün yerine getirilmesi ilgili Bakanlığa bildirilir"
hükmü ile yaptırım konusundaki boşluğu da doldurmuştur. Yeni yasanın
bu önemli düzenlemesinin nedenleri Gerekçe'de şu şekilde açıklanmıştır
: "Kamu yayın kuruluşları ile özel yayın kuruluşlarının ayrı kurallara ve
denetime tabi olması, Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde ya-
pılan tarama sürecinde eleştirilmiş ve bu durumun özel yayın kuruluşları
açısından haksız rekabete neden olduğu değerlendirmeleri yapılmıştır. Bu
bağlamda Tasarı ile 3984 sayılı Kanunun ilk halinde olduğu gibi, TRT'
nin de denetiminin Üst Kurul tarafından gerçekleştirilmesi sağlanmakta­
dır." (S.Sayısı:568).

Bu şekilde, 3984 sayılı Kanun gibi yeni 6112 sayılı kanun da AY. 133.
maddesi doğrultusunda, radyo-televizyon yayınları bakımından çoğulcu
bir sisteme olanak vermiştir. Bu yeni rejim «özel kuruluşların ve kamu
kuruluşlarının» bulunduğu çoğulcu bir sistem özelliğini taşımaktadır.
RADYO - TELEVİ2YON REJİMİ 427

2- İzin ve lisans rejimi

a) Genel olarak
Anayasanın 133. maddesi, radyo ve televizyon istasyonlarının kurul-
masının ve işletilmesinin
kanunla düzenlenecek koşullar çerçevesinde
serbest olduğunu belirterek devlet tekeline son verirken, yine Anayasanın
26. maddesi ise radyo-televizyon yayınlarının izin sistemine bağlanabi­
leceğini öngörmek suretiyle yasal düzenlemenin yönünü çizmiştir. 3984
sayılı kanun Anayasanın gösterdiği bu yönde, hemen bütün dünyada oldu-
ğu gibi radyo-televizyon yayınlarında «izin ve lisans» rejimini getirmiştir.
6112 sayılı kanun da aynı yolu izleyerek 26 ve 27. maddelerinde "frekans
planlaması, yayın tahsisi ve yayın lisansı" konularım düzenlemiştir. Bu
hükümlere göre, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, kablo, uydu, karasal
ve benzeri ortamlardan yayın yapabilmeleri için her bir yayın tekniği ve
ortamına ilişkin olarak Üst Kuruldan ayn ayn lisans almak zorundadır.
Yayın lisans süreleri on yıldır. Lisans süresi sonunda boşalan karasal ya-
yın kapasitesi Üst Kurulca yeniden ihale edilir. Aşağıda göreceğim.iz üzere
TRT'nin bütün bu konularda ayrıcalık.lan vardır.

b) İnternet ortamında yayın hizmetleri


Üst Kuruldan geçici geçici yayın hak_kı ve/veya yayın lisansı bulunan
medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, bu hak ve lisanslan ile yayınlarım
6112 sayılı Kanun ile 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla Işlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi
Hakkında Kanun hükümlerine uygun olarak internet ortamında da suna-
bilirler. Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerini sadece internet
ortamında sunmak isteyen medya hizmet sağlayıcılar Üst Kuruldan yayın
lisansı, bu yayınlan internet ortamından iletmek isteyen platform işletme­
cileri de Üst Kuruldan yayın iletim yetkisi almak zorundadır (6112 sayılı
kanuna 21.03.2018 tarih ve 7103 sayılı kanunla eklenen 29/A maddesi).

3- Yayınların denetlenmesi
Yeni rejimin bir başka temel özelliği tüm radyo-televizyon yayınlan
bakımından merkezi denetim sistemine yer vermesidir. Bu denetim Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu tarafından gerçekleştirilir. 6112 sayılı Kanunun
37/1-e maddesi gereğince, Üst Kurul "Türkiye Cumhuriyeti toprakların­
da yerleşik medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerini, bu Kanun
hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası and-
laşmalara uygunluğu açısından izlemek ve denetlemek" yetkisine sahip
olduğu gibi, "Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında yerleşik olmayan, ancak
Türkiye Cumhuriyeti yargı yetkisi altında bulunan medya hizmet sağlayı-
428 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

cılarının yayın hizmetlerinin bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhu-


riyetinin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara uygunluğunu gözetmek,
gerekli hallerde diğer devletlerin yetkili kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği
yapmak" yetkisine de sahiptir (37/1-f. m.).

III. Radyo - televizyon kuruluşları

1- Kamu Kuruluşları ve TRT

a) Genel olarak
Kamusal nitelikteki tüm radyo-televizyon kuruluşları özel kuruluş­
larla birlikte 6112 sayılı kanunun kapsamına girerler. Bu nedenle, «kanal
ve frekans bandı tahsisi ile yayın izni ve lisansı» konularında Üst Kurul'a
başvurmak zorunda oldukları gibi, yayın denetimleri de keza bu kurul ta-
rafından yapılır. Yasanın 26. maddesinin 3. fıkrası gereğince, "Kamu kurum
ve kuruluşlarının ikaz, duyuru ve eğitim maksadıyla karasal radyo veya
televizyon yayını yapma talebinde bulunmaları halinde; bu talepler yapıla­
cak protokol çerçevesinde Türkiye Radyo-Televizyon Kurumundan hizmet
alınarak karşılanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kanunlarında
radyo ve televizyon yayını yapabileceklerine ilişkin hüküm bulunan kurum
ve kuruluşlardan Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu tarafından herhangi
bir ücret alınmaz. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu haricindeki kamu
kurum ve kuruluşlarına kanal, frekans veya multipleks kapasitesi tahsisi
yapılmaz.".

Yeni rejim kamu kuruluşları içinde sadece TRT'ye bazı yönlerden ay-
rıcalık tanım.ıştır.
Bu ayrıcalıklı durum, bir yandan Anayasa'dan, bir yan-
dan 6112 sayılı kanundaki bazı özel hükümlerden ve diğer yandan ise
2954 sayılı kanunun halen yürürlükte olmasından kaynaklanmaktadır.

b) Yeni radyo - televizyon rejiminde TRT


6112 sayılı
kanunun TRT'ye tanıdığı ilk ayrıcalık kanal ve frekans
bantlarının tahsisindedir. Yasanın 26. Maddesinin 2. fıkrasına göre, "Tür-
kiye Radyo-Televizyon Kurumu, karasal ortamdan gerçekleştireceği yayın
hizmetlerinin sayısını ve kapsama alanlarını Üst Kurula bildirir. Bu ta-
leplerin hangi oranda karşılanacağına frekans planları çerçevesinde Üst
Kurulca karar verilir. Karasal televizyon ve karasal radyo yayınları için
uygun görülen kanal ve frekanslar ile karasal sayısal yayınlar için bir
multipleksten az olmamak üzere uygun görülen sayıda multipleks kapasi-
tesi, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna tahsis edilir. Türkiye Radyo-Te-
levizyon Kurumuna tahsis edilen frekans ve multipleks kapasitesi ile en
az dört karasal televizyon ve dört karasal radyo yayını yapılır. Tahsis tari-
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 429

hinden itibaren iki yıl içinde kullanılmayan veya kullanımına son verilen
kanal, frekans ve multipleks Üst Kurul tarafından yeniden değerlendirilir.
Tahsisten sonra, Türkiye Radyo-Televizyn Kurumunun ilave karasal yayın
ihtiyacının ortaya çıkması halinde, kapasite imkanları ölçüsünde bu hu-
sus da yukarıdaki çerçevede değerlendirilir.".

TRT ile ilgili ikinci bir ayrıcalıklı yukarıda da değindiğimiz


gibi, Anayasanın 133. maddesinde yer almaktadır. Gerçekten Anayasa,
«Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kuru-
mu ... nun özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır» demek suretiyle, bu
alanda başka bir kamu tüzel kişiliğinin olamayacağını vurguladığı gibi,
bunun özerk ve tarafsız nitelik taşıyacağını da belirtmiştir. Anayasanın
öngördüğü bu vasıflar TRT'ye tanınan ayrıcalıktır. 2954 sayılı kanunun
8. maddesi, bu niteliklerden sadece «kamu tüzel kişiliği» ve «tarafsızlık»
niteliklerinden sözetmiştir. Buna karşılık «özerklik» niteliği yasada bulun-
mamaktadır.

TRT'ye tanınan üçüncü ay.cıcahk özel bir kanunu olmasıdır. «Türkiye


Radyo ve Televizyon Kanunu» ismini taşıyan ve özellikle 11.06.2008 tarihli
ve 5767 sayılı kanunla yapıla.n değişikliklerle TRTYasası'na dönüştürülen
2954 sayılı bu kanunun eski 3984 sayıh Kanun karşısındaki durumunu
kitabımızın önceki basılarında şu şekilde açıklamıştık: "... .bugün sadece
TRT ile ilgili hükümleri uygulanabilen 2954 sayılı bu bizce, 3984
sayılı kanunun sözüne ve özüne aykırı olmayacak şekilde yürürlüktedir.
Zira, 3984 sayılı kanun radyo - televizyon alanında uygulanan ana kanun
niteliğindedir; aynı zamanda sonraki kanun olduğu için daima birinci
planda dikkate alınmalıdır. 3984 sayılı kanunun öngördüğü yeni siste-
me, bu sistemin dayanağını oluşturan ilkelere, kanunun amacına aykırı
olması hallerinde 2954 sayılı kanunun uygulanması bizce olanaksızdır.
Bu bağlamda,-2954 sayılı kanun özel kanundur ve bu nedenle 3984 sayılı
kanunda TRT ile ilgili açık hükümlerin bulunmadığı durumlarda daima
özel kanun niteliği ile uygulanır- şeklindeki düşünce hatalıdır, Çünkü rad-
yo-televizyon alanı bir bütünlük oluşturur; bu alanı düzenlemek için konu-
lan hukuk sistemi, çifte standart yaratacak bir system niteliğinde değildir.
TRT'ye tanınan değindiğimiz üç ayrıcalık eski olmasından doğan ve özel
kuruluşlardan çok kamusal kuruluşlara karşı tanınan ayrıcalıklardır. Fa-
kat, bu ayrıcalıklar dahi TRT'nin sistem içinde ön ve özel planda oldu-
ğunu göstermez. Bu nedenlerle, bizce, kuruluş, görevler, organların teşkili,
mali hükümler, personelle ilgili hükümler gibi sadece TRT'yi ilgilendiren
hükümlerin dışında 2954 sayılı kanun uygulanabilirliğini yitirmiştir. Bir
başka deyişle, getirilen yeni rejimin ilke ve esaslarına aykırı bulunmayan
ve sadece TRT'nin iç bünyesini ilgilendiren konularda 2954 sayılı kanun,
buna karşılık tüm diğer konularda 3984 sayılı kanunun uygulanması ge-
430 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

rekir. Örnek verecek olursak, kanımızca, bundan böyle TRT yayınlarına


karşı cevap ve düzeltme hakkı ile ilgili olarak dayanılacak hüküm 2954
sayılı kanunun 27. maddesi olmayıp, 3984 sayılı lwnunun 28. maddesidir.
Yine, bizce, 2954 sayılı kanunun sorumluluk rejimi ile ilgili 28. maddesi-
nin de uygulanabilirliği artık yoldur. Zira, aşağıda açıklayacağımız üzere,
3984 sayılı kanun ayrıca özel bir sorumluluk sistemi öngörmemek sure-
tiyle radyo-televizyon yayınlarında genel sorumluluk esaslarına dönmüş­
tür. Bundan başka, reklamlar, Hükümet bildiri ve konuşmaları, Başbakan
veya görevlendireceği bakan tarafından yayınların durdurulması, seçim-
lerde siyasi partilerin yayınları gibi 3984 sayılı kanunda tüm radyo-tele-
vizyon kuruluşları ile ilgili olarak öngörülmüş konularda 2954 sayılı ka-
nun uygulanamaz.".

3984 sayılı karnın yerine yürürlüğe


giren 6112 sayılı kanun ise TRT
açısından yukarıda açıkladığımız olması gereken durumu ancak "yayın il-
keleri" ve "ticari iletişim" bakımından sınırlı bir şekilde kabul ederek diğer
konularda 2954 sayılı kanunun TRT'ye tanıdığı ayrıcalıkların ve farklılık­
ların devamına olana_k tanımıştır. Bu bağlamda en önemlisi, TRT yayın­
larında 2954 sayılı kanunun cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 27.
maddesi ve sorumluluğu düzenleyen 28. maddesi uygulanacağından Ül-
kemizde çağdaş demokratik hukuk devletlerinin hukuk sistemlerine ters
düşen hukuk sorumluluğunda imtiyazlı durum devam etmektedir. 6112
sayılı kanunun Genel Gerekçe'sinde yeni kanunun çıkarılması nedenle-
rinden en önemlisi olarak "kamu yayın kuruluşları ile özel kuruluşların
ayrı kurallara ve denetime tabi olması, Avrupa Birliği Müktesebatına
uyum çerçevesinde yapılan tarama sürecinde eleştirilmiş ve bu durumun
özel yayın kuruluşları açısından haksız rekabete neden olduğu değerlen­
dirmeleri yapılmıştır." açıklaması yapıldığı halde, söz konusu imtiyazlı du-
rumun başka yönlerden devam ettirilmesi Avrupa Birliği Müktesebatına
aykırılık oluşturur.

2- Özel kuruluşlar

a) Kuruluş aşamasında koşullar

6112 sayılı Kanunun 19. maddesi özel medya hizmet sağlayıcı kuru-
luşların şirket yapılan ve hisse oranları ile ilgili olarak uymaları gereken
koşulları öngörmüştür:

- Bu koşullardan ilki, kuruluşun Anonim şirket statüsünde olması


ve sadece radyo ve televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti sunmak
amacıyla kurulmuş bulunmasıdır. Böylece, gerçek kişilerin ve diğer
türden şirketlerin radyo-tv ve isteğe bağlı yayın hizmeti vermele-
ri olanaklı değildir. Bundan başka, siyasi partiler, dernekler, sen-
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 431

dikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, mahalli idareler ile bu


idarelerce kurulan veya bu idarelerin ortak oldukları şirketler, iş
ortakları, birlikler ile üretim, yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama
ve finansal kurum ve kuruluşları medya hizmet sağlayıcı kuruluş­
lara doğrudan veya dolaylı ortak olamaz 39 .

- Bir anonim şirket ancak bir radyo, bir televizyon ve bir isteğe bağlı
yayın hizmeti sunabilir. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, yayın
lisansının verilmesinden sonra da ana sözleşmelerine bu esaslara
aykırı hükümler koyamazlar.

- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların hisseleri nama yazılı olmak


zorundadır. Herhangi bir kişi lehine intifa senedi i...h.das edemezler.

- Bir gerçek veya tüzel kişi doğrudan veya dolaylı olarak en fazla
dört karasal yayın lisansına sahip medya sağlayıcı kuruluşa ortak
olabilir40 .

- Gerçek kişiler için eşler ile üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü
dereceye kadar kan ve kayın hısımlara ait hisseler de aynı kişiye
aitmiş gibi değerlendirilir.

- Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşta doğrudan toplam yabancı


sermaye payı, ödenmiş sermayenin yüzde ellisini geçemez.

- Yerli veya yabancı hissedarlar hiç bir şekilde imtiyazlı hisse senedi-
ne sahip olamazlar

b) Hisse, şirket devri ve birleşme (20.m.)

- Yayın lisansı verilen bir anonim şirketin hisse devirleri, devir tari-
hinden itibaren otuz gün içinde ortakların ad ve soyadları ile hisse-
lerin devri sonucunda oluşan ortaklık yapısı ve oy payları hakkında
bilgilerle birlikte Üst Kurula bildirilir.

- Şirket devir veya birleşme işlemlerinden önce Üst Kuruldan gerek-


li bilgi ve belgelerle izin alınması ve devir veya birleşme işleminin
gerçekleşmesinden sonra otuz gün içinde Üst Kurula bildirimi zo-
runludur.

39
20.8.2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanunun 67. maddesi ile yasada yer alan "vakıflar",
ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
40
İlgili yönetmelikte bu konuda ayrıntılı hükümler vardır: Birden Çok Medya Hiz-
met Sağlayıcıya Ortaklıkla İlgili Uygulama Usul ve Esaslan Hakkında Yönetmelik
(RG.16 Aralık 2011, Sayı: 28144). Yönetmeliğin son değişikliği için bkz.: RG. 10 Ocak
2013, Sayı: 28524.
432 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

c) Logo ve çağrı işareti (21.m.)

- İlgili mevzuata uyulması ve kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı


olmamak koşuluyla, her türlü ad ve adı tasvir eden blokgra:fikler
logo olarak, sesli durular ise çağn işareti olarak kullanılabilir. Logo
ve çağn işaretlerinin Üst Kurul nezdinde tescili zorunludur.

- Televizyon yayın hizmeti sağlayıcı kuruluşların, reklam yayını sı­


rasında logolarını değiştirmek suretiyle kullanmaları ve blok grafi-
ğinin temel karakteristiğini bozmamaları esastır.

d) İzleyici temsilciliği (22.m.)

Medya hizmet sağlayıcılar,


ortak denetim ile öz denetim mekanizma-
larının oluşturulması, izleyici ve dinleyicilerden gelen şikayetlerin değer­
lendirilip kuruluşun yayın kuruluna sunulması ve sonuçlarının takip edil-
mesi amacıyla en az on yıllık mesleki tecrübeye sahip bir izleyici temsilcici
görevlendirirler. Izleyici temsilcisi uygun vasıtalarla kamuoyuna duyuru-
lur ve Üst Kurula bildirilir.

e) Haber birimlerinde çalışanlar (23.m.)

Medya hizmet sağlayıcılarının haber birimlerinde çalıştırılacak basın


kartlı personelin asgari sayısını Üst Kurul belirler. Bu personel 5953 sayılı
Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin
Tanzimi Hakkında Kanuna (Basın İş Kanunu) tabidir.

f) Sorumlu Müdür bulundurma zorunluluğu (46/ 3.m.)

Özel radyo ve televizyon kuruluşları, sunacakları yayın hizmetlerinin


özellik ve önemini değerlendirerek bir veya birden çok sorumlu müdür
görevlendirir. Sorumlu müdürlerin,

- Türk vatandaşı olmaları,

- illusal ve bölgesel düzeyde faaliyette bulunan yayın kuruluşlarının


sorumlu müdürlerinin yüksek öğrenim mezunu olmaları,

- Yerleşim yerlerinin Türkiye'de bulunması,

- Kamu hizmetlerinden yasaklı olmamaları veya kısıtlı bulunmama-


ları gerekir.
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 433

ıv. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu

1- Kuruluşu
3984 Sayılı Kamın, radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek
amacıyla, özerk ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliği niteliğinde Radyo ve Te-
levizyon Üst Kurulu kurmuştur. Bu kurulun göreve başlaması ile birlikle
2954 sayılı kanun tarafından kurulmuş bulunan Radyo ve Televizyon Yük-
sek Kurulu'nun görevi sona ermiştir. Görevi sona eren Yüksek Kurulun
TRT Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyelerinin atanmasına ilişkin yet-
kileri Üst Kurula, 3984 sayılı Kanunla Üst Kurul'a geçen diğer yetkileri
dışındaki yetkileri ise TRT Yönetim Kurulu'na geçmiştir (m. 36).

3984 sayılı kanun yerine yürürlüğe giren 6112 sayılı kanunun 34.
maddesi de Üst Kurul'un kuruluşu ile ilgili olarak şu hükmü içermektedir:
"Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve
denetlemek amacıyla, idarf ve mali özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tü-
zel kişiliği niteliğinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu kurulmuştur. - Üst
Kurul, bu Kanun ve mevzuatta kendisine verilen görev ve yetkileri kendi
sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır.- Üst Kurul,
bu Kanunda ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda
belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde kendisine tahsis edilen malı kaynak-
ları görev yetkilerinin gerektirdiği ölçüde, kendi bütçesinde belirlenen usul
ve esaslar dahilinde serbestçe kullanır. Üst Kurulun malları Devlet malı
niteliğindedir, haczedilemez.".

Üst Kurul, en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle


ilgili konularda kamu kurum ve kuruluşları veya özel kuruluşlarda en
az on yıl süreyle görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye, deneyime
ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş kişiler
arasından Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilen dokuz üyeden oluşur 4 ı.

Seçim için, siyasi parti gruplarının üye sayısı oranında belirlenecek


üye sayısının ikişer katı aday gösterilir ve Üst Kurul üyeleri bu adaylar
arasından her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak sure-
tiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Ancak siyasi
parti gruplarında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak seçimlerde
kime oy kullanılacağına dair görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.
Üst Kurul üyelerinin seçimi, adayların belirlenerek ilanından sonra
on gün içinde yapılır. Siyasi parti grupları tarafından gösterilen adaylar
için ayn ayn listeler halinde birleşik oy pusulası düzenlenir. Adayların

41
Üst Kurulun çalışma usul ve esaslan yönetmelikte ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir:
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Çalışma Usul ve Esaslan Hakkında Yönetme-
lik (RG.16 Aralık 2011, Sayı: 28144).
434 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

adlarının karşısındaki özel yer işaretlenmek suretiyle oy kullanılır. Siya-


si parti gruplarının ikinci fıkraya göre belirlenen kontenjanlarından Üst
Kurula seçilecek üyelerin sayısından fazla verilen oylar geçersiz sayılır.

Karar yeter sayısı olmak şartıyla seçimde en çok oyu alan boş üyelik
sayısı kadar aday seçilmiş olur. Seçim sonucu Resmi Gazetede yayımlanır.

Üst Kurul üyelerinin görev süresi altı yıldır. Üyelerin üçte biri iki yıl­
da bir yenilenir. Üyelerin görev süresinin bitiminden iki ay önce; üyelik-
lerde herhangi bir sebeple boşalma olması halinde, boşalma tarihinden
veya boşalma tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tatildeyse tatilin
bitiıninden itibaren bir ay içinde aynı usulle seçim yapılır. Bu seçimler-
de, boşalan üyeliklerin siyasi parti gruplarına dağılımı, ilk seçimde siyasi
parti g-rupları kontenjanına seçilen üye sayısı ve siyasi parti gruplarının
halihazırdaki oranı dikkate alınmak suretiyle yapılır. Üyeliklerdeki boşal­
ma sebebiyle yapılan seçimlerde seçilen üyeler, yerine seçildikleri üyelerin
görev süresini tamamlar.

Üst Kurul, üyeleri arasından iki yıl için bir Başkan ve bir Başkan Ve-
kili seçer. Üst Kurul, Başkan tarafından, Başkanın bulunmadığı hallerde
Başkan Vekili tarafından yönetilir ve temsil edilir.

2- Görev ve yetkileri

6112 sayılı Kanunun 37. maddesine göre, Radyo ve Televizyon Üst


Kurulu'nu_n başlıca görev ve yetkileri özetle şunlardır:
a) Yayın hizmetleri alanında
ifade ve haber alma özgürlüğünün, dü-
şünce çeşitliliğinin,
Rekabet Kurumunun görev ve yetkileri saklı
kalmak kaydıyla rekabet ortamının ve çoğulculuğun güvence altı­
na alınması, yoğunlaşmanın önlenmesi ve kamu menfaatinin ko-
runması amacıyla gerekli tedbirleri almak.

b) Milli frekans planında karasal radyo ve televizyon yayınları için


5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu hükümlerine göre Üst
Kurula tal-ısis edilen frekans bantları çerçevesinde televizyon ka-
nal ve radyo frekans planlamalarını yapmak veya yaptırmak ve
uygulamak.
c) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın lisansı talebinde bu-
lunabilmeleri için gerekli idari, mali ve teknik şartları belirlemek
ve bu kuruluşlardan şartları sağlayanlara yayın lisansı vermek,
denetlemek ve gerektiğinde iptal etmek.

d) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun görev ve yetkileri sak-


lı kalmak kaydıyla, platform, multipleks, altyapı işletmecileri ile
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 435

verici tesis ve işletim şirketinin radyo, televizyon ve isteğe bağlı


yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uynı.alan gereken
idari, malı ve teknik şartlan belirlemek, bunlara yayın iletim yet-
kisi vermek ve gerektiğinde iptal etmek.
e) Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti sağlayıcı kuru-
luşlardan alınacak yayın lisans ücretleri, karasal ortamdan su-
nulacak yayın hizmetleri için yıllık televizyon kanal, multipleks
kapasitesi ve radyo frekansı kullanım ücretleri ile platform, mul-
tipleks, altyapı işletmecileri ve verici tesis ve işletim şirketinden
alınacak yayın iletim yetkilendirme ücretini belirlemek.

f) Türkiye Cu_ırnhuriyeti topraklarında yerleşik


medya hizmet sağla­
yıcılarının yayın hizmetlerini, bu Kanun hükümlerine ve Türkiye
Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalara uyguı.,1u­
ğu açısından izlemek ve denetlemek.

g) Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yerleşik olmayan, ancak Tür-


kiye Cumhuriyeti yargı yetkisi altında buluna.ı.'1 medya hizmet
sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin bu Kanun hükümlerine ve
Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalara
uygunluğunu gözetmek, gerekli hallerde diğer devletlerin yetkili
kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.
h) Yayın hizmetlerinin izlenmesi ve denetlenmesi için gerekli izleme
ve kayıt sistemlerini, gerekli hallerde yayıncı kuruluş stüdyoları­
na da cihaz yerleştirerek kurmak.
i) Medya hizmet sağlayıcılarının sunduğu yayın lıizmetlerinde ve
platform, multipleks, altyapı işletmecileri ile verici tesis ve işletim
şirketinin sunduğu hizmetlerde bu Kanuna ve ilgili diğer mevzu-
ata aykırılık tespit edilmesi veya yayın lisansı şartlarına uyulma-
ması halinde gerekli müeyyideleri uygulamak ..

j) Yayın hizmetlerinin izlenme ve dinlenme oranı ölçümlerinin ya-


pılmasına ve denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile bu usul ve
esaslara uymayan şirket ve kuruluşlara uygulanacak müeyyidele-
ri belirlemek.
k) 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve ilgili mevzuat hü-
kümleri saklı kalmak kaydıyla ve bireysel amaçlı iletişim yöntem-
leri hariç, teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan yeni
yayın iletim yöntemleri de dahil olmak üzere yayın hizmetleri ile
ilgili düzenlemeler yapmak ve deneme yayını izni vermek.
1) Yayın hizmetleri ile ilgili gelişmeleri takip etmek, sektöre ilişkin
genel stratejileri, ortak denetim, özdenetim ve ortak düzenleme
436 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

mekanizmalarım belirlemek; yayın


hizmetlerinin ülkemizde ge-
lişmesini sağlayacak çalışma ve teşviklerde
bulunmak; medya
hizmet sağlayıcılarının çalışanlarına yönelik eğitim ve sertifika
programlan düzenlemek ve sertifika vermek.
m) Dışişleri Bakanlığının ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu-
nun görev ve yetkileri saklı kalmak kaydıyla, yayın hizmetleri ile
ilgili uluslararası hukuk tüzel kişiliğine sahip kuruluşlar nez-
dinde ülkemizi temsil etmek; medya hizmet sağlayıcılarının üye
ohnadığı uluslararası hukuk tüzel kişiliğine sahip olmayan ulus-
lararası kuruluşlarda temsil görevini yerine getirmek ve bu bent
gereğince düzenlenen ve uluslararası andlaşma niteliği bulunma-
yan belgeleri ilgili bakanlık ve kurumların görüşlerini de alarak
usulüne göre imzalamak.
n) Medya hizmet sağlayıcılardan görevleri kapsamında her türlü bil-
gi, belge ve kayıtlan almak, medya hizmet sağlayıcıları yerinde
denetlemek ve lisans şartlarına uymayan cihazları mühürleyerek
kapatmak.
o) Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü ve Yönetim
Kurulu üyeliği için adayları belirlemek.

RTÜK, yukarıda belirttiğimiz görev ve yetkileri ile Türkiye'de rad-


yo-televizyon yayıncılığı alanında son derecede önemli ve güçlü bir durum-
dadır. Özellikle, izin ve lisans verme ve yayınlan denetleyerek yasanın 32.
maddesinde bulunan idari yaptırımları uygulama yetkisi Üst Kurulun bu
alandaki gücünü göstermektedir. Bu durumu dikkate alan yasa koyucu,
Üst Kurul üyeleri ile ilgili bazı sınırlamalar getirmiştir. Yasanın 38. mad-
desi gereğince; Üst Kurul üyeleri ile üçüncü derece dahil üçüncü dereceye
kadar kan ve sıhri kısımları, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu
hükümleri saklı kalmak kaydıyla, radyo ve televizyon hizmetleri alanında
Üst Kurulun görev ve yetki alanına giren konularda herhangi bir taahhüt
işine giremez, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda veya bu kuruluşların
doğrudan veya dolaylı ortaklık bağı bulunan şirketlerde ortak ya da yöne-
tici olamazlar; Üst Kurul üyeliği süresince resmi veya özel başkaca hiçbir
görev alamazlar, özel veya kamusal yayın kuruluşlarının görev ve yetki
alanına giren konularda doğrudan doğruya veya dolayısıyla taraf olamaz
veya bu konularda hiç bir menfaat sağlayamazlar..

3- Kararları, yönetimi ve mali kaynakları

RTÜK, tam gün esasına göre çalışır,haftada en az bir defa olmak üze-
re, en az beş üyenin hazır bulunması ile toplanır ve en az beş üyenin aynı
yöndeki oyuyla karar alır. Çekimser oy kullanılamaz.
RADYO - TELEVİzyoN REJİMİ 437

Üst Kurul'un gelirleri, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan alına­


cak yayın lisansı ücretleri, karasal ortamdan yayın yapan kamu ve özel
medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan alınacak televizyon kanal, multip-
leks kapasite ve radyo frekans yıllık kullanım ücretleri, yayın hizmetleri-
nin iletimi faaliyetinde bulunan platform, multipleks ve altyapı işletme­
cileri ile verici tesis ve işletim şirketinden alınacak yayın iletim yetkilen-
dirme ücretleri, meyya hizmet sağlayıcılarının aylık bürüt ticari iletişim
gelirlerinden ayrılacak yüzde üç paylar, gerektiğinde TBMM Başkanlığı
bütçesinden alınacak hazine yardımı ve sair gelirlerdir (41.m.).

V. Yayınların Düzeni

1- Programları düzenleme serbestliği ve yayın hizmeti ilkeleri


6112 sayılı
kanunun 6. maddesinin 1. fıkrasında, "Yayın hizmetleri-
nin içeriğine
ve yayınlanmasına önceden müdahale edilemez ve yayınların
içeriği önceden denetlenemez." hükmü ile medya hizmet sağlayıcılarının
bağımsız olduklarını ve dolayısiyle programları düzenleme serbestliğine
sahip bulunduklarını belirtmiştir. Ancak 2. fıkrasında "Bu kanunda, diğer
kanunlarda ve uluslararası mevzuatta yer alan hükümler ile Üst Kurul
tarafindan bu hükümlerin uygulanmasına yönelik yürürlüğe konulan dü-
zenleyici işlemler müdahale sayılmaz." diyerek, birinci fıkradaki bağımsız­
lık hükmünün ne denli sınırlı olduğunu ortaya koymuştur.

6112 sayılı
kanunun 8. maddesinde gereğince, medya hizmet sağlayı­
cıları, yayınhizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla yasada öngörü-
len ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri;
a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devle-
tin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve in-
kılaplarına aykırı olamaz.

b) Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek


mu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duygu-
ları oluşturamaz.

c) Hukukun üstünlüğü, adalet ve tarafsızlık esasına aykırı olamaz.


ç) Insan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine ay-
kırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük
düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.

d) Terörü övemez ve teşvik edemez, terör örgütlerini güçlü veya haklı


gösteremez, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini
yansıtıcı nitelikte olamaz 42 .

42
Bu cümleden sonra yer alan "Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün
438 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

e) Irk, renk, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik43 , siyası ve felsefi dü-


şünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri
aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez.

f) Toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin ko-


runması ilkesine aykırı olamaz.

g) Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğ­


retici nitelikte olamaz.

ğ) Çocuklara, güçsüzlere ve özürlülere karşı istismar içeremez ve şid-


deti teşvik edemez.

tütün ürünleri ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı madde


kullanımı ile kumar oynamayı özendirici nitelikte olamaz44 .

ı) Tarafsızlık,gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplum-


da özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruştu­
rulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler,
soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın ya-

amaçlarına hizmet eder şekilde sunamaz" cümlesi 2.1.20 l 7-KHK-680/18 md. ile
yasa metninden çıkarılmıştır.
43
25.04.2013 tarihli ve 6462 sayılı kanun ile 6112 sayılı kanundaki tüm "özürlülük" ve
"özürlüler" terimleri "engellilik" ve "engelliler" olarak değiştirilmiştir.
44 "Dava; davacı şirkete ait ....... logolu televizyon kanalında 16-17. 7.2011 tarihlerin-
de yayınlanan reklamların 6112 Sayılı Kanunun 8. maddesinin 1. fıkrasının (h)
bendinde yer alan 'Alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı mad-
de kullanımı ile kumar oynamayı özendirici nitelikte olamaz' hükmünü ihlal etti-
ğinden bahisle uyarı cezası verilmesine dair Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun
3.8.2011 tarih ve 2011/46-25 numaralı kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mah-
kemesi'nce; 16-17.7.2011 tarihlerinde yayınlanan futbol maçlarındaki reklamlarda
7 saniyelik süreler ile tuttur.cam isimli at yarışı, spor toto ve basketbol bahislerinin
oynandığı sitenin reklamının alt yazı şeklinde ekrana getirildiği, alt yazıda; Bahse
gireriz, tuttur.cam, Maç biter, kazanmak bitmez, Tuttur.cam ifadelerine yer verildi-
ği, Tuttur.cam adlı sitenin Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün altında kurulmuş
olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'nca ruhsatlandırılmış olan spor müsabakaları­
nın tahminine dayanan sanal iddia bayilerinden birisi olup yasalara uygun olarak
kurulmuş bir bahis sitesi olduğıı, yasalara uygun olarak alınması gereken izinle
kurulan bir bahis sitesi olması ve bu sitede oynanan spor müsabakalarının tahmi-
nine dayalı oyunların kumar niteliğinde kabul edilmemesi gerektiği gerekçesiyle
yayın kuruluşunun uyarılmasına dair davaya konu işlemin iptaline karar verilmiş,
bu karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu işlemin yukarda özetlenen gerekçeyle iptali yolundaki temyize konu
İdare Mahkemesi kararında, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49.
maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından,
temyiz istemi yerinde görülmemiştir." (Danıştay 13.D., 12.11.2012, 1257/2915).
RADYO - TELEVİ2YON REJİMİ 439

yınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal se-


sin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya
canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kayna-
ğından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur.

i) Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç k.imse suçlu ilan
edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden
konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama
sürecini ve tarafsızlığım etkiler nitelikte olamaz.

j) Haksız çıkarlara hizmet eden ve haksız rekabete açan unsurlar


içeremez 45 .
k) Siyasi partiler ve demokratik gruplar ile ilgili tek yönlü veya taraf
tutar nitelikte olamaz.
l) Genel sağlığa, çevrenin ve hayvanların korunmasına zarar verecek
davranışları teşvik edemez.

m) Türkçenin, özellikleri ve kuralları bozulmadan güzel ve an-


laşılır şek.ilde kullanılmasını sağlamak zorundadır; dilin düzeysiz,
kaba ve argo kullanımına yer verilemez.

Müstehcen olamaz.

o) Kişi veya kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak


zorundadır.

ö) Bilgi iletişim araçları yoluyla yarışma veya lotarya içeremez, din-


leyici ve seyircilere ikramiye verilemez veya ikramiye verilmesine
aracılık edemez.

45
"Dava; davacı şirkete ait ...... logosuyla yayın yapan televizyon kanalında ....... ta-
rihlerinde yayınlanan" ........ Miss Turkey" adlı programda 6112 sayılı Kanun'un 12.
maddesinin 2. fıkrasında belirlenen yayın ilkesine aykırı davranıldığından bahis-
le "uyarı" müeyyidesi uygulanmasına ilişkin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun
16.06.2011 tarih ve 2011/37 sayılı toplantısında verilen 63 sayılı kararın iptali iste-
miyle açılmış; İdare Mahkemesi'nce; 16, 17 ve 21 Nisan 2011 tarihlerinde yayınla-
nan" ...... Miss Turkey" adlı programda, programın destekleyeni olan ..... markası-
nın görsel ve işitsel olarak sık sık ekrana getirildiği ve ..... markasının reklamının
yapıldığı açık olduğundan, davacı yayın kuruluşuna 6112 sayılı Kanun'un 32. mad-
desinin 2. fıkrası uyarınca uyarı cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hu-
kuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar
davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu İdare Mah-
kemesi kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi
yerinde görülmemiştir." (Danıştay 13.D., 21.02.2014, 3892/517).
440 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

p) Medya hizmet sağlayıcı tarafından yapılan veya yaptırılan anket


ve kamuoyu yoklamalarının, hazırlık aşamasından sonuçların ila-
nına kadar noter nezaretinde gerçekleştirilmesi zorunludur.

r) Kişileri fal veya batıl inançlar yoluyla istismar edemez.

s) Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıla­


rı teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez.

ş) Şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olamaz.

t) (Ek:2.l.2017-KHK-680/18 md.) Terör eylemini, faillerini ve mağ­


durlarını terör amaçlarına hizmet edecek sonuçlar doğuracak şe­
kilde sunamaz

2- Programları düzenleme serbestliğine konulan sınırlamalar

a) Olağanüstü dönemlerde yayın yasakları

6112 sayılı kanunun 7/1. maddesi, savaşlar, terör amaçlı saldırılar, do-
ğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zaman-
larında da ifade ve haber alma özgürlüğünün esas olduğunu, yayın hiz-
metlerinin önceden denetlenemeyeceğini ve yargı kararları saklı kalmak
kaydıyla durdurulamayacağını belirttikten sonra, millı güvenliğin açıkça
gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının
kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendirece-
ği bakanın geçici yayın yasağı getirebileceğini öngörmüştür. Bu kararlar
aleyhindeki iptal davaları doğrudan Danıştay'da açılır. Danıştay bu da-
valara öncelikle bakar ve karara bağlar, yürütmeyi durdurma talepleri
hakkında kırksekiz saat içerisinde karar verir.

Bu maddenin öngördüğü yayın


yasak ve kısıtlamalarına aykırı ola-
rak yayın yapılması halinde, Üst Kurul tarafından medya hizmet sağlayıcı
kuruluşun programlarının yayını bir gün durdurulur. Bir yıl içinde; aykı­
rılığın tekrarı halinde kuruluşun yayınlarının beş güne kadar, ikinci kez
tekrar edilmesi halinde onbeş güne kadar durdurulmasına, üçüncü kez
tekrar edilmesi halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir 46 •

b) Cumhurbaşkanının veya Hükümetin bildirileri

Kanunun 7. maddesinin 2. fıkrası, eski yasada olduğu gibi, radyo ve


televizyon kuruluşlarını, Cumhurbaşkanının veya Hükümetin, milli gü-
venliğin, kamu düzenin, genel sağlığın ve genel ahlakın gerekleriyle ilgili

46 2.l.2017-KHK-680/17 md. ile getirilen hüküm.


RADYO -TELEVİıYON REJİMİ 441

bildirilerini yayınlama yükümlülüğü altına sokmuştur. Bu tür bildirilerin


ulaştığı gün 21.30'a kadar yayınlanması zorunludur.

Bu tür kararlar alayhine açılacak iptal davaları da doğrudan doğru­


ya Damştay'da açılır. Danıştay bu davalara öncelikle bakar ve öncelikle
karara bağlar, Yürütmeyi durdurma talepleri hakkında 48 saat içerisinde
karar verilir.

Burada belirtmemiz gerekir ki, yayınlanmaları zorunlu Hükümet bil-


diri ve konuşmaları açısından 2954 sayılı Kanun TRT ile ilgili olarak çok
daha kapsamlı hükümler içermektedir. Bu Kanunun, daha önce değindi­
ğimiz, 18 ve 19. maddeleri Hükümet bildirilerinin ve Hükümet uygula-
malarının tanıtılması amacıyla düzenlenen programların yayınlanması
yükümlülüğünü koymuştur.

c) Seçimlerde siyasi partilerin yayınları

Seçim dönemlerindeki yayınlar, Yüksek Seçim Kurulu tarafından dü-


zenlenir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, medya hizmet sağlayıcılarının
seçim dönemlerindeki yayınları Yüksek Seçim Kurulu kararları doğrultu­
sunda izler, denetler ve değerlendirir (30.m.). (Ayrıca bkz.2954 sayılı ka-
nunun 22. maddesi).

Medya hizmet sağlayıcıları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edi-


len edilen seçim döneminde, yayın yasaklarının başlayacağı saate kadar
siyasi parti ve aday reklamları yayınlayabilir (31.m.).

d) TBMM ile ilgili yayınlar

2954 sayılı kanun TRT ile ilgili olarak bir yayın zorunluluğu koymuş­
tur. Şöyle ki, TRT, TBMM Genel kurul çalışmalarım radyodan dengeli ve
tarafsız bir uıı~uııut: özetleyen yayın yapar. Ayrıca, Kuruma tahsis edilen
TV kanallarından biri olan TRT 3'ten TBMM TV aracılığıyla TBMM faa-
liyetini yansıtır. TBMM faaliyetlerinin hangi yansıtılacağı husu-
su, TBMM Başkanlığı ile TRT Genel Müdürlüğünce birlikte hazırlanacak
protokolde belirlenir (2954 sayılı kanunun 5767 sayılı kanunla değişik
21/1.m.)

e) Eğitim ve öğretim yayınları

TRT'ye konulan başka bir yükümlülük açık öğretim yayınlarını ve eği­


tim ve öğretim amaçlı diğer yayınları Kuruma tahsis edilen TV kanalları­
nın uygun görülenlerinde yayınlamaktır (2954 sayılı kanunun 5767 sayılı
kanunla değişik 21 / 3.m.).
442 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

f) Yeniden iletim yasağı

Yayın hizmetlerinin alımı ve yeniden iletimi serbesttir. Yeniden ile-


tim, ancak Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşme­
lerin ilgili hükümleri çerçevesinde sınırlandırılabilir. Bir medya hizmet
sağlayıcı kuruluşun aynı yayın hizmetini uydu, kablo ve karasal gibi farklı
ortamlardan değişiklik yapmaksızın eş zamanlı olarak iletmesi yeniden
iletim olarak kabul edilmez (4.m.).

Yurtdışından naklen spor, konferans ve her türlü benzer yayınların da


geçici olmak kaydıyla aynı anda veya daha sonra yayınlanabileceği açıktır.

Böylece, Türkiye'de sadece, uydulardan elde edilen yayınların aynı


anda veya kayıt suretiyle sonradan nakledilmesinden ibaret olan yayın
faaliyetine izin verilmemiştir.

g) Reklamlarla ilgili sınırlamalar

Tele-alışveriş yayınları
hariç her türlü reklam yayınlarının oranı, bir
saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde yüzde yirmiyi
aşamaz. Bu orana, program desteklenmesi ve yayıncının kendi program-
larının tanıtımına ayrılan süre ile ürün yerleştirme dahil değildir. Sinema
ve televizyon için yapılmış filmler ile haber bültenleri ve çocuk programla-
rı, pilanlanan yayın süreleri otuz dakikadan fazla olması halinde, her otuz
dakikalık yayın süresi için bir kez olmak üzere reklam ve tele-alışveriş ile
kesilebilir. Dini tören yayım içine hiçbir şekilde reklam ve tele- alışveriş
yayını yerleştirilemez (10.m.).

Sözü geçen sınırlamalardan başka, 11. madde, alkol ve tütün ürünleri,


reçete ile satışına izin verilen ilaçlar ve tedavilerin reklamını yasaklamış­
tır.

h) Cevap ve düzeltme hakkı

aa) Genel olarak

6112 sayılı
Kanunun 18. maddesi 3984 sayılı Kanunun 28. maddesin-
de olduğu
gibi, radyo ve televizyon yayınlarına karşı cevap ve düzeltme
hakkını ayrıca düzenlemiştir. Ancak yeni yasa 45. maddesinde TRT'ye uy-
gulanacak hükümleri arasına 18. maddesini almadığı için, daha önce açık­
ladığımız 2954 sayılı yasanın 27 maddesinde düzenlenmiş bulunan cevap
ve düzeltme ile ilgili farklı hükümlerin TRT yayınlarına uygulanmasına
devam edilecektir. Kanımızca, böyle bir farklılık yaratılmasının haklı bir
açıklaması olamaz. Bu haksız farklılık Avrupa Birliği müktesebatına da
aykırı olup, bu alandaki taramalara takılacak niteliktedir.
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 443

bb) Cevap ve düzeltme hakkının doğması için koşullar

Anayasanın 32. maddesi, cevap ve düzeltme hakkım, ancak, bir ki-


şinin «haysiyet ve şerefine dokunulması» veya onunla ilgili olarak «gerçe-
ğe aykırı yayınlar yapılması» halleri ile sınırlamıştır. Cevap ve düzeltme
hakkının doğması için gerekli olan bu koşullar gerek Basın Kanununun
19. maddesinde gerekse 2954 sayılı Kanunun 27. maddesinde aynen be-
lirtilmiştir. Buna karşılık, 3984 sayılı kanun, «gerçeğe aykırılık» koşulu­
na aynen yer vermiş olmasına karşın, diğer koşuldan «kişilik haklarına
saldırı» şeklinde sözetmişti. 3984 sayılı yasanın Anayasadan fark olan bu
durumunu kitabımızın önceki basılarında şu şekilde eleştirmiştik:

"Kanımızca, 3984 sayılı


kanunun öngördüğü «kişilik hakları»na sal-
dırı koşulu Anayasanın 32. maddesine aykırılık göstermektedir. Zira, Ana-
yasa'da yeralan «haysiyet ve şeref» terimi ile «kişilik hakkı» terimi eş an-
lamda değildir. Daha önce de açıklama firsatını bulduğumuz gibi, kişilik
hakkı, şeref ve haysiyetin yanı sıra, sağlık, özgürlükler, özel yaşam, isim, re-
sim, duygu, yaşam gibi kişisel varlıklar üzerindeki tüm hakları ifade eden
bir kavramdır. Yani, kişilik haklarına saldırı haysiyet ve şerefe saldırıyı
da içerir, fakat ondan çok daha geniş boyuttadır. Bu nedenle, 3984 sayılı
Kanun Anayasanın dışına çıkarak, cevap ve düzeltme hakkının sınırlarını
genişletmiştir. Bizce, yasadaki bu yeni hükmün içerdiği «kişilik hakkına
saldırı» koşulunu, «haysiyet ve şerefe aykırılık» şeklinde sınırlayarak uygu-
lamak gerekir. Diğer kişilik haklarına saldırı hallerinde ise «gerçeğe aykı­
rılık» olup olmadığının araştırılması ve eğer gerçeğe aykırılık varsa cevap
ve düzeltme olanağının tanınması yoluna gidilmelidir."

6112 sayılı yeni yasanın 18 maddesi Anayasa hükmü ile çelişen budu-
rumu düzelterek "şeref ve haysiyeti ihlal edici" veya "gerçeğe aykırı" yayın­
lara karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılabileceğinden söz etmiştir.

«Haysiyet ve şerefe
dokunacak» ve «gerçeğe aykırı» nitelikte bulunma
koşulları hakkında, basında cevap ve düzeltme hakkım incelerken açıkla­
dığımız esaslar radyo ve televizyonda cevap ve düzeltme hakkı yönünden
de geçerlidir47 .

47
Yargıtay 19.CD. de, basında cevap ve düzeltme hakkına ilişkin esas ve kriterlerin
radyo ve televizyon yayınlarında cevap ve düzeltme hakkı yönünden de uygulana-
cağını vurgulamıştır: "Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.2.2007 tarih ve 2007/7-28
E, 2007/34 K. sayılı kararında da; 5187 Sayılı Basın Kanunu kapsamındaki cevap
ve düzeltme istemleri hususunda yapılan değerlendirmede; "Demokratik toplumlar,
temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin gö-
revi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler
arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmakta-
dır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
444 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Kanun, 2954 sayılı Kanunda olduğu gibi, yayınların türü ile ilgili
herhangi bir koşul koyınadığı içindir ki, ister haber ister yorum türünde
olsun ya da ön hazırlıktan geçtikten sonra veya canlı olarak yayınlanan
programlar olsun koşulları varsa cevap ve düzeltme hakkı doğabilir. Daha
önce, 2954 sayılı Kanunu incelerken belirttiğimiz üzere yayınlama zorun-
luluğu bulunan yayınlara karşı da bizce cevap ve düzeltme hakkı kullanı-

Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objek-


tif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamu-
oyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal
oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleş­
tirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve
tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan bası­
na, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmış­
tır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.
Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Yasasının 3.
maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygun-
luk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabu-
lü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel
olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile
konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kul-
lanılmaması gerekir." denilmektedir.
6112 Sayılı Kanun'un 18. maddesinin l. fıkrasında" Gerçek ve tüzel kişiler, kendi-
leri hakkında şeref ve haysiyetlerini ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın yapılması
halinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken ko-
runan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme
ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayı­
cılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç
yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda,
izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde
düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran progranıın yayın­
dan kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı,
yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme
ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir." şeklindeki düzenleme ile TV'den ya-
pılan yayınlar ile kişilik haklarının ihlal edilmesi halinde kişilerin medya hizmet
sağlayıcına düzeltme ve cevap yazısı gönderebilecekleri, anılan maddenin 2 vd fık­
ralarında düzeltme ve cevap yazısının yayınlanmaması veya birinci fıkra hükmüne
aykırı olarak yayınlanması halinde malıkemeden cevap ve düzeltmenin birinci fık­
ra hükümlerine uygun olarak yayınlanmasına karar verilmesinin istenebileceği, bu
başvurularda yetkili ve görevli malıkeme; başvuru sahibinin ikamet ettiği yerdeki
sulh ceza malıkemesi, başvuru sahibinin yurt dışında ikamet etmesi halinde Sulh
Ceza Malıkemesi olacağının düzenlendiği ve yine aynı maddenin son fıkrasında ise
doğrudan sulh ceza hakimine başvurarak cevap ve düzeltme hakkının istenebile-
ceği düzenlenmiş olup, maddede yer alan "şeref ve haysiyetlerini ilılal edici veya
gerçeğe aykırı yayın yapılınası" hususunda açık bir tanım bulunmadığından ihlalin
olup olmadığının yukarda belirtilen açıklamalar doğrultusunda belirlenmesi gerek-
mektedir.
RADYO - TELEVİZYON REJİMİ 445

labilmelidir. Radyo-televizyon kuruluşlarındaki görevlilerin yayından so-


rumluluklarının olmaması cevap hakkının kullanılmasına engel değildir.
Zira, 2954 sayılı Kanunu açıklarken değindiğimiz gibi, cevap hakkı bir
tür savunma hakkıdır; yayını yapanın sorumluluğu ve sorumsuzluğu bu
hakkın kullanılmasını etkilemez.

cc) Cevap ve düzeltme hakkını kullanacak olanlar

Radyo ve televizyon yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hakkını kul-


lanacak kendisine karşı gerçeğe aykırı ya da haysiyet ve şeref kıncı
yayın yapılan gerçek veya tüzel kişilerdir. 18. madde, 2954 sayılı Kanunda
olduğu gibi, özel hukuk tüzel kişilerine de bu hakkı tanımış olmaktadır.
Buna karşılık, maddede devlet dairelerinden ve kamu kuruluşlarından sö-
zedilmiş değildir. Bu nedenle, 2954 sayılı Kanunla ilgili açıklamalanmız­
daki görüşümüz burada da geçerlidir; yani bu tür kuruluşların cevap ve
düzeltme haklan yoktur. Oysa, Basın Kanunu'nun 14. maddesi bu hakkı
yalnızca gerçek kişilere tanımıştır.

Kanımızca, 2954 sayılı Kanunda olduğu gibi, 3984 sayılı Kanun yü-
nünden de siyasal cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri
kabul edilmelidir.

Tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlarda, bunları oluşturan gerçek


kişilerincevap ve düzeltme hakkına sahip olabileceklerini söyleyebiliriz.
Yoksa, bunlar kuruluş olarak cevap hakkım kullanamazlar.

Cevap ve düzeltme hakkı yayına hedef olan kişinin şahsen kullana-


bileceği bir hak olduğundan, küçükler ve ehil olmayanlar da bu hakkı
bizzat kullanabilirler. Bunların kanuni temsilcilerinin de cevap hakları
vardır. Vekalette özel hüküm olmak kaydıyla vekil de cevap hakkını kul-
lanabilir.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince;


Kamın yararına bozma istemine konu somut olayda mahkeme, yukarda anılan
kararlardaki kriterlere uygun değerlendirme yapmamış, 6112 Sayılı Radyo ve Te-
levizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında kanunun ile 5187 Basın Ka-
nunu'nun 14/1. maddesi uyarınca "şeref ve haysiyetlerini ihlal edici veya gerçeğe
aykırı yayın yapıldığı" kabul edilerek olaya ve dosya kapsamına uygun olınayan
gerekçelerle cevap ve düzeltme yazısının yayınlanmasının uygun olduğuna karar
vermiştir.
SONUÇ : Bu nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına boz-
ma istemi yerinde görüldüğünden Ankara 6. Sulh Ceza Hakimliğinin 3.10.2014 ta-
rihli ve 2014/3554 değişik iş sayılı kararının CMK'nın 309/4-d maddesi uyarınca
BOZULMASINA, cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmamasına, 14.04.2016 tari-
hinde oybirliğiyle karar verildi.(Yarg.19.CD.14.4.2016,16520/15287).
446 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin bu hakkı kullanmadan


ölmesi halinde, bu hak mirasçılarından biri tarafından kullanılabilir. Bu
durumda, ölümün altmış günlük düzeltme ve cevap hakkı süresi içinde
gerçekleşmiş olması kaydıyla kalan düzeltme ve cevap hakkı süresine
otuz gün eklenir.

dd) Cevap ve düzeltme hakkının kullanılması usulü


6112 sayılı kanunun 18. maddesi gereğince, gerçek ve tüzel kişiler
yayın tarihinden itibaren 60 gün içinde, düzeltme ve cevap yazısını ilgi-
li medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiç bir
düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç
yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve
programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça
anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap
hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayına ara verildi-
ği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan
programın yayın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna
neden olan yayın belirtilir.
Düzeltme ve cevabın yedi gün içinde yayınlanmaması halinde, süre-
nin bitiminden, yasal kurallara aykırı şekilde yayınlanması halinde dü-
zeltme ve cevabın yayınlandığı tarihten itibaren on gün içinde ilgili kişi,
mahkemeden cevap ve düzeltmenin yasaya uygun şekilde yayınlanmasını
isteyebilir. Yetkili ve görevli mahkeme; başvuru sahibinin ikamet ettiği
yerdeki sulh ceza mahkemesi, başvuru sahibinin yurt dışında ikamet et-
mesi halinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesidir.
Sulh ceza hakimi istemi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara
bağlar,Bu karara karşı tebliğden itibaren yedi gün içinde yetkili asliye
ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Asliye ceza mahkemesi itirazı üç iş
günü içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Hakim tarafından düzeltme ve cevabın yayınlanmasına karar veril-
mesi halinde, yedi günlük süre, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edil-
memişse kararın kesinleştiği tarihten; itiraz edilmişse asliye ceza mahke-
mesinin kararının tebliği tarihinden başlar.
İlgili kişi cevap ve düzeltme hakkını aynı süreler içinde doğrudan
sulh ceza mahkemesinde de isteyebilir.

VI. Radyo ve Televizyon yayınlarında işlenen suçlar ve


haksız fiillerden sorumluluk

6112 sayılıkanunun 46. maddesi gereğince, radyo-televizyon yayınla­


rından doğan sorumluluk yayını yöneten veya programı yapanla birlikte
RADYO - TELEVİzyON REJİMİ 447

sorumlu müdüre aittir. Böylece, yeni yasa suçlar ve haksız fiillerden bir-
likte sorumluluk esasını koymuş olup, madde gerekçesinde de yasa hük-
münün dışında başkaca bir açıklama bulunmamaktadır (TBMM. S.Sayı­
sı:568).

Şirketi idare ve temsile yetkili kişiler, sorumlu müdürün incelemesin-


den geçmeden veya rızası hilafına bir yayına karar vermişlerse, bu durum-
da sorumluluk yayına karar veren söz konusu kişilere geçer.

6112 sayılı yasanın sorumlulukla ilgili bu hükümlerine karşılık, yu-


karıda açıkladığımız üzere 2954 sayılı kanun 28. maddesinde suçlardan
veya haksız fiillerden sorumluluğu çok farklı ve ayrıntılı bir şekilde dü-
zenlemiştir. TRT ile diğer radyo ve televizyon kuruluşları arasında sorum-
luluk açısından böyle bir fark yaratılmasının geçerli bir açıklamasının
yapılamayacağı kanısındayız.
. .
EŞINCI ÖLÜM
Sinema - Video Rejimi
BEŞİNCİ BÖLÜM

SİNEMA- VİDEO REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER

A. SİNEMANIN TARİHÇESİ

İlk kez Leonardo da Vinci'nin yayınlanmamış notlarında anlatılan fo-


toğraf makinesini,1829 yılında bir sanatçı olan Louis Deguerre ile kimya-
cı Joseph Nicephore Niepce'in ortak çalışmaları ortaya çıkarmış ve bu araç
1860 yılında gazecilik alanına da girmiştir 1 .

1880 yılında Muybridge, "zoopraxicope" adlı bir projektör ile, hareket


eden resimleri bir ekrana yansıtma yöntemini geliştirmiş, fakat bu araç
yeterli olamamıştır. Edison ise, saniyede 12 resim çekebilen bir aygıt ya-
parak, buna "kinetoscope" adını vermiştir. Ilk zamanlar bir deliğe göz da-
yamak suretiyle izlenen bu görüntülerin, büyük bir perdeye yansıtılıp çok
sayıdaki kişiler tarafından izlenmesi olanağını Fransa'daAuguste ve Lou-
is Lumiere "Cinematograph" adlı aygıtları ile gerçekleştirmişlerdir (1895).
Amerika Birleşik Devletlerinde ise 1905 yılında Pittsburgh kentinde ilk
sinema açılmıştır. Bu sinemanın adı "Nickelodeon Tiyatrosu" idi 2.

Bu ilk deneylerden sonra, bu tür filmleri gösteren salonlar açılmaya


devam etmiştir. Genellikle komedi, suç ve macera filmleri türündeki bu
filmler, çocukları suç yoluna ittikleri gerekçesi ile gazetelerin büyük tepki-
sini görmüşlerdir. Sinemanın kitleler üzerindeki etkisini gözleyen Lenin,
kitlelerin eğitiminde yararlanılması amacı ile, sinemanın sosyalist kültü-
rün gerçek destekçilerinin eline geçmesini dilemiştir 3 •

Sinemanıntoplum yaşantısına girmesi ile birlikte, film endüstrisi


gün geçtikçe gelişmiş,
fakat I. Dünya Savaşının çıkması Avrupa'daki film
stüdyolarının kapatılmasını sonuçlamıştır. Bu yıllarda Avrupa'nın film ge-

1
BARNOUW, s. 13, 14.
2
BARNOUW, s. 16, l 7;Ansiklopedik Bilgiler, s. 131.
3
BARNOUW, s. 18 ve son.
452 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

reksinimini Amerikan film endüstrisi karşılamaya başlamış, böylece Hol-


lywood dünya filmciliğinin merkezi haline gelmiştir. Zamanla oynatıcılar
ve filmler küçülünce, sinema okula, kiliseye, klübe, büroya, hastahaneye,
kampa ve eve kadar girmiştir. Bundan böyle ise 16 mm'lik eğitim filmle-
rinin ve belgesel filmlerin yapılması hızlanmıştır. 1926'yı izleyen yıllarda
sesli filmlerin yapımına başlanmış ve 2. Dünya Savaşı ile birlikte filmler,
eğitici ve propaganda yapıcı bir görünüm kazanmıştır 4 •

B. FİLMLERİN DENETLENMESİNDE SİSTEMLER

I. Genel olarak

Sinemanın toplumsal yaşantıya girmesinden bir süre sonra, bunun


kitleler üzerinde çok etkili bir araç olduğu görülmüş ve olumsuz etkilerini
önlemek amacı ile kamu otoriteleri tarafından sansüre başvurulmuştur.
Halka ilk kez Fransa'da gösterilen H-'--'"""-'-, yine ilk kez bu ülkede sansüre
tabi tutulmuştur. Kamu otoritelerinin sansür uyguladıkları ilk film bir
ölüm cezasının infazını göstermekteydi 5 •

Film sansürünün merkezi bir sansür örgütünün yetkisine verilme-


si, ilk olarak İsveç'te 1911 yılında çıkarılan bir kanunla kabul edilmiş­
tir. İsveç'i 1913 tarihli sansür kanunu ile Norveç izlemiştir. Diğer Avrupa
ülkelerinde de I. Dünya Savaşından sonra sansür kanunları çıkarılmaya
başlanmıştır. Örneğin, Almanya'da 12 Mayıs 1920 tarihinde çıkarılan ka-
nunla, Cermen ırkının aleyhinde olan veya yerleşmiş ilkeleri kesin biçim-
de sarsıcı nitelikte bulunan filmlerin yasaklanması öngörülmüştür. İtal­
ya'da 1913, Fransa'da 1919, Hollanda'da 1926, Portekiz'de 1927 yıllarında
yayınlanan kanunlar da film sansürünü düzenlemişlerdir 6 .

Bugün hemen her ülkede değişik biçimlerde uygulanan sinema film-


lerinin denetlenmesine ilişkin sistemler, "Sansür sistemi" ve "Öz denetim
sistemi" olmak üzere iki grupta toplanabilir.

II. Sansür sistemi

1- Sınırsız sansür sistemi

Bu sistemde, genellikle film ve senaryoları denetlemekle görevli kuru-


luşlar Devlet memurlarından oluşmakta ve sansür uygulamasında Devlet

4 BARNOUW, s. 20 ve son.
5 TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 9.
6
BERTHOLD, F. J.-HARTLIEB, H.: Filmrecht, München 1957, s. 205.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 453

çıkarları ön planda tutulmaktadır. Ancak, bazen denetleme kuruluşlarına


halkı ve basınıtemsil eden kişiler de katılmaktadır 7 •

Arjantin, Dominik, Irak, İsrail, Meksika, Pakistan gibi bazı ülkelerde,


film sansürü konusunda çok sıkı bir polis rejimini ifade eden, !çişleri ve
Polis Bakanlıklarınca uygulanan "merkezi devlet sansürü"_kabul edilmiş­
tir. Buna karşılık, Avustralya, Kolombiya gibi bazı ülkeler, !çişleri ve Polis
Bakanlıklarının dışındaki bir hükümet organına bu yetkiyi vererek mer-
kezi film sansürünü yürütmektedirler8 •

Batı demokrasilerindeki Devlet Sansürü sisteminin bir örneğini oluş­


turan Fransız sisteminde, biri "merkezi sansür" diğeri "mahalli sansür"
olmak üzere iki çeşit film sansürü uygulanmaktadır. "Merkezi sansür" uy-
gulanmasını gerçekleştiren "Sansür Kurulu", Tanıtma Bakanının önerisi
ile yüksek memurlar arasında kararname ile atanan bir başkandan baş­
ka, Tanıtma, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Milli Savunma, Milli Eğitim, Sağ­
lık ve Nüfus Bakanlıklarının önerisi üzerine yine Tanıtma Bakanlığınca
atanan yedi üye, sinemacılık mesleği içinden aynı Bakanlık tarafından
seçilen yedi üye ile Tanıtma Bakanlığının sosyologlar, psikologlar, eğitim
uzmanları, hakimler, hekimler ve pedagoglar, arasından seçtiği beş üye-
den oluşmakta ve toplantılarını gizli olarak yapmaktadır. Fakat bu kuru-
lun kararı ne olursa olsun, filmlerin haL~a gösterilmesi bakımından kesin
yetki Tanıtma Bakanındadır. Tanıtma Bakanı filmin gösterilmesine iliş­
kin izin belgesini imzalama yetkisini "Milli Sinema Merkezi Genel JVIüclü-
rü"ne vermiştir. Belediye Kanununa dayanan mahalli sansürü uygulama
yetkisi ise, belediye başkanlarına aittir 9 •

Otoriter siyasal sistemlerde uygulanan devlet sansürü yönünden eski


Sovyet Rusya uygulaması en ilginç örneklerden biridir. Bu devlette, önce-
leri "Milli Eğitim Halk Komitesi" tarafından yürütülen sinema üzerindeki
denetim, daha sonra "Sinema Halk Komiserliği"nin yetkisine verilmiş ve
bu kuruluş, Milli Eğitim Halk Komiserliği, Devlet Siyasal İdaresi, Devlet
Merkez Foto-Sinema Kuruluşu, Devlet Merkez Pan-Rus Mesleki Sendi-
kaları temsilcilerinden oluşan bir "Genel Danışma Uzmanlık Konseyi" ile
pekiştirilmiştir. Sansür ölçüleri "politika", "ahlak" ve "ordu" olmak üzere
üç ana ilkeye dayanıyordu ve bunlar dışında kesin sansür ölçüleri yoktu.

ONARAN, A. Ş.: Sinematoğrafih Hürriyet, Ankara 1968, s. 61-62; ONARAN, A.Ş.:


Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Devlet Sistemi (Türk İdare Dergisi,
1969, Sayı: 316, s.66).
8
TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 115.
9
Bkz.: TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 116 ve son. Fra_rısız sistemi hakkın­
da ayı-ıca bkz.: DURAN, L.: Fransa'da Film Sansürü Üzerine Not (Sinema Filmleri-
nin Sansürü Kollogyumu, 25 Mayıs 1978, İstanbul 1980, s. 41 ve son.).
454 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Filmlerin oynatılması için verilen izin üç ay süre ile geçerli olup, bu sü-
renin sonunda yeniden izin alınması zorunluydu. Eski Sovyet Rusya'da
birçok film ideolojik açıdan zararlı görülerek yasaklanmıştırıo_

2- Sınırlı sansür sistemi


Bu sansür sisteminin özelliği, tüm fillerin sansürden geçirilmemesi ve
ancak küçüklerin izleyebilecekleri filmlerin denetlenmesidir.
Sınırlı sansür sisteminin tipik örneği Belçika'da uygulanan sistem-
dir. Gerçekten bu ülkede yetişkinlerin izleyebilecekleri filmler için sansür
yoktur. Herkes önceden bir izne bağlı olmadan sinema filmlerini başka
ülkelerden ithal etmek, senaryoları filme çekmek ve filmleri oynatmak
hakkına sahiptir. Fakat, 15.6.1920 tarihli Kanunun 1. maddesi gereğince,
filmlerin gösterildiği salonlara 16 yaşını doldurmamış çocukların girmesi
yasaktır. Küçüklerin görebileceği filmlerin Sansür Komisyonunca denet-
lenmesi ve bu konuda izin verilmesi gerekir. Komisyonun çocuklara göste-
rilmeyecek filmler bakımından gözününde tuttuğu esaslar şunlardır:

- Küçüklerde taklit arzusunu uyandıracak nitelikteki suç olaylarını


içeren sahneler,
- Çok kaba bir gerçekçilikle şiddet salınelerini içeren filmler,
- Ana ve babanın çocuk üzerindeki otoritesini bozan filmler,
- Devlet otoritesini sarsıcı, yerleşmiş düzeni bozucu salıneleri içeren
filmler,
Küçüklere gösterilecek her filmi sinema işletmecisinin isteği ile kont-
rol eden ve gösterilmesinde sakınca bulmadığı takdirde izin veren Sansür
Komisyonu Adalet Bakanı tarafından iki yıl süre ile atanan bir asil, bir
yedek başkan ile gerektiği kadar asli ve yedek üyeden oluşmaktadır 11 •

III. Öz denetim sistemi

1- Genel olarak

Bu sistemde, filmler sinema endüstrisinin oluşturduğu bir kuruluşun


denetiminden geçirilmektedir.

ıo ONARAN, Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Devlet Sistemi, s. 74 ve


son.
11 Bu sistem için bkz.: STAQUET, W: Le Controle des films en Belgique (Revue de
Droit Penale et de Criminologie, 1964-1965, No. 4, s. 339); BERTHOLD-HARTLIEB,
s. 213; ONARAN, A. Ş.: Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Şahıs Bakı­
mından Kayıtlamalar (Türk İdare Dergisi, 1969, Sayı: 317, s. 59 ve son.).
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 455

Kendi kendini denetleme sisteminin doğduğu ülke olan İngiltere'de


1912 yılından itibaren gelenek ve görenek ile gelişen bu çeşit denetim,
Hükümet ve idare karşısında tamamen bağımsız "İngiliz Film Sansür
Kurulu"nca yürütülmektedir. Bir başkan, bir sekreter ve sansürcülerin
bulunduğu bu kurulun başkam sinema endüstrisinin bütün kollarının
temsilcilerinden oluşan bir komite tarafından seçilmektedir. Geniş yetki-
lere sahip bulunan sansür kurulu filmleri üç gruba ayırmakta ve herkes
tarafından izlenebilecek filmlere "U" harfini taşıyan belge, 16 yaşından
küçüklerin ana ve babalarının veya bir yetişkinin yanında izleyebilecek-
leri filmlere "A:.' harfini taşıyan belge ve sadece yetişkinlerin görebilecek-
leri filmlere de "X" harfini taşıyan belge vermektedir. Kurul, ayrıca talep
üzerine İngiliz film yapımcılarının filme alacakları senaryoları da kontrol
ederek görüşünü bildirebilmektedir. Böylece, bu sistem sayesinde, mahal-
li makamlar, sahip bulundukları sansür yetkisini kullanmak gereksinimi
duymamaktadırlar 12 •

Kendi kendini denetleme sisteminin başarılı bir örneği de Federal Al-


manya'da görülmektedir. Aşağıda sistemin Federal Almanya'daki uygula-
nışı hakkında bilgi verilecektir.

2- Sistemin işleyişine bir örnek: FederalAlmanya 13

a) Öz denetim komisyonları
Federal Almanya'da 21.4.1949 tarihinde, film yapımcıları ile işletme­
cileri ve sinema salonu sahipleri "Film Endüstrisi Üst Örgütü" (Spitzenor-
ganisation der Filmwirtschaft) adında özel hukuk tüzel kişiliğine sahip
bir örgüt kurmuşlardır. Bu örgüt, sinema filmlerini denetlemek için "Film
Endüstrisinin Gönüllü Kendi Kendini Denetlemesi" (Freiwillige Selbst-
kontrolle der Filmwirtschaft) adım taşıyan bir kuruluş oluşturmuştur 14 .
FSK remzi ile anılan bu kuruluş Wiesbaden15 kentinde çalışmakta
ve görevlerini "Çalışma Komisyonu", "Büyük Komisyon" ve "Hukuk Ko-

12
TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 125-126; BERTHOLD-HARTLIEB, s. 222
ve son. Bu sistem için ayrıca bkz.: AKGÜNER, T. : A.B.D. ve İngiltere'deki Film San-
sürü Hakkında Not (Sinema Filmlerinin Sansürü Kollokyumu, 25 Mayıs 1978. İs­
tanbul 1980, s. 57 ve son.).
13
Bkz.: BERTHOLD-HARTLIEB, s. 229 ve son.; CRON, s. 5.; AZRAK, A.Ü.: Federal
Almanya'da Film Sansürü Üzerine Not (Sinema Filmlerinin Sansürü Kollokyumu,
25 Mayıs 1978, İstanbul 1980, s. 49 ve son.)
14
Bu kuruluşun 1998 yılı itibariyle çalışına şekli hakkında geniş bilgi internet'te bu-
lunmaktadır:www. spielfilm. com/organe/fsk.html
15
FSK.nın adresi ve telefon numaralan: Kreuzberger Ring 56, 65205 Wiesbaden. Tel.:
0611-778910.
456 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

misyonu" adlı üç ayrı komisyon aracılığı ile yürütmektedir. Halen, sinema


filmleri dışında videokesetleri, CD-I, VCD ve CD-Rom'lardaki filmleri de
denetlemektedir.

"Çalışma Komisyonu", dördü filmciler tarafından seçilen, dördü de


kamu makamlarınca atanan sekiz üyeden meydana gelmektedir. Komis-
yon başkanı film endüstrisini temsil eden üyeler arasından seçilir.

Bu komisyon bütün üyelerinin katılması ile karar vermişse, karara


olumsuz oy kullanan üç üyenin talebi ile 24 saat içinde aşağıda görece-
ğimiz "Büyük Komisyon"a gidilebilir. Buna karşılık, kararın verildiği ko-
misyon toplantısında altı veya dört üye hazır bulunmuşsa, karşı oy veren
iki üye isterlerse yine 24 saat içinde işi "Büyük Komisyon"a götürebilirler.
Ancak bütün bu hallerde azınlıktaki üyelerin gerekçe göstermeleri zorun-
ludur.
Çalışma Komisyonundan arzulamadığı bir karar çıkan film sahibi, bu
karara karşı "Büyük Komisyon"a itirazda bulunabilir. Bu ikinci komisyon
bir başkan ile ondört üyeden oluşmaktadır. Üyelerden yansı filmciler ta-
rafından seçilmekte, yarısı ise bazı kamu kuruluşlarınca atanmaktadır.
Kamu temsilcilerinden ikisi Federal Devleti, ikisi federe devletleri, ikisi
kiliseleri ve biri de Federal Gençlik Birliğini temsil etmektedir. Komisyon
kararlarıı.--ıı salt çoğunlukla verir ve karara karşı oy kullanan üyelere film
sahibinin itiraz hakları vardır. Bu itirazlar "Hukuk Komisyonu" tarafın­
dan incelenerek karara bağlanır.

"Hukuk Komisyonu", hakimlerden veya hukuk profesörlerinden oluş­


maktadır. İki oda halinde çalışan bu komisyonun odalarının birinde film
endüstrisi temsilcilerinin seçtiği üç hukukçu ile kamu temsilcilerinin seç-
tiği iki hukukçu bulunmakta, diğer odada ise, tam tersine, kamu temsil-
cilerinin seçtiği üç hukukçu ile film endüstrisi temsilcilerinin seçtiği iki
hukukçu görev yapmaktadır. "Hukuk Komisyonu"nun verdiği kararlara
itiraz olanağı yoktur.

b) Komisyonların yetkisi

FSK'nın statüsünde, bu örgütün görevi "halk kitlesi üzerinde ahlaki,


dini ve siyasal alanlarda olumsuz etkiler yapabilecek filmleri yasaklama"
olarak belirtildiği içindir ki, örgütün komisyonları bu nitelikteki filmlerin
halka gösterilmesine engel olmak yetkisine sahiptir. Komisyonlar, "filmin
halka gösterilebileceğine", "bazı sahnelerin filmden çıkarılmasına", "bazı
sahnelerin değiştirilmesine" dair kararlardan birini verebilirler.

FSK'nın kararlarına uymayanlara uygulanacak yaptırımı "Film En-


düstrisi Üst Örgütü" saptar. Sinema ve filmcilik alanında en yüksek oto-
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 457

rite sayılan
bu örgüt, FSK'nın kararlarına uymayan film yapımcılarına,
işleticilereve sinema salonu sahiplerine, dikkati çekme, para cezası, der-
nekten çıkarma gibi bazı yaptırımlar uygulayabilmektedir. Ancak belirt-
mek gerekir ki, küçüklerin görebileceği filmler hakkında verilen kararlara
uymak zorunluluğu bulunduğu halde, diğer filmler yönünden böyle yasal
bir zorunluluk yoktur. Buna karşın, Federal Almanya'da bu sistem çok et-
kin bir biçimde işlemekte ve hatta Devletin yaptığı filmlerin dahi sözüge-
çen kuruluşun denetiminden geçmesi istenmektedir.
§ 2o TÜRKİYE'DE SİNEMA -

A. TARİHSEL GELIŞIM

I. Genel Olarak
Türkiye'de haberleşme özgürlüğünün tarihsel gelişimini incelerken
gördüğümüz gibi, T.B.M.M. Hükümeti kurulduktan sonra, kanunlarda
özel bir hüküm bulunmamakla beraber film sansürü yetkisi fiilen vali-
likler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu sistem 9 Haziran 1932
tarihli "Sinema Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname"nin yürürlüğe
girmesine kadar devam etmiş ve bu talimatname film sansürünü merke-
zileştirmiştir. Sansür talimatnamesine 26 Aralık 1933'de eklenen hüküm-
lerle yerli film senaryolarının filme çekilmeden önce denetlenmesi esası
da getirilmiştir 1 .

Sözü geçen talimatname, 4 Temmuz 1934 tarih ve 2559 sayılı Polis


Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 6. maddesine dayanılarak çıkarılan ve
31 Temmuz 1939 tarihinde yürürlüğe giren "Filmlerin ve Film Senaryo-
larının Kontrolüne Dair Nizamname" ile yürürlükten kaldırılmıştır. San-
sür Nizamnamesi, 15 Ocak 1948 ve 20 Kasım 1957 tarihli tüzüklerle bazı
önemsiz değişikliklere uğramışsa da, sansür sisteminin temel esaslarında
değişme olmamış ve 1977 yılına kadar aynı biçimde devam etmiştir. Film
sansürü daha sonraki yıllarda 1977 ve 1983 tüzüklerine dayalı olarak uy-
gulanmıştır.

Aşağıda, tarihsel gelişim içinde, 1977 Sansür Tüzüğü ile yürürlükten


kaldırılıncaya kadar Türkiye'de otuzsekiz yıl film sansürünün dayanağı­
nı oluşturan 1939 Nizamnamesinin koyduğu esaslar belirtildikten sonra,
sansür sisteminin değiştirilmesi girişimleri ve 1977 -1983 yıllan arasında
film sansürünün ana çizgileri ile 1983 Sansür Tüzüğünün esasları üzerin-
de durulacaktır. Böylece, bugünkü sinema ve video rejimi ile karşılaştırma
olanağı sağlanmış olacaktır.

1
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: İkinci Bölüm, S 2, A, II, 3.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 459

II. 1939 - 1977 yılları arasın.da film san.sürü

1- Kontrol Komisyonları

a) Kuruluşu

1939 Sansür Nizamnamesi, biri Ankara'da diğeri İstanbul'da çalışan


iki "İl Kontrol Komisyonu"nun kurulmasını öngörmüştü. Fakat, uygula-
mada 1961 yılından itibaren İzmir'de de fuar süresince bir film kontrol
komisyonu kurulmaktaydı. Bu komisyon fuarda gösterilecek filmleri de-
netliyordu.
İl Kontrol Komisyonlarının üyelerinden bir kısmı sürekli, bir kısmı
ise geçiciydiler. Sürekli üyeler beş kişi olup, bunlardan ikisi Içişleri, biri
Milli Eğitim, biri Turizm ve Tanıtma Bakanlıklarınca seçilmekte, ilin em-
niyet müdürü veya yardımcısı veya şube müdürlerinden biri ise tabii üye
olarak komisyona katılmaktaydı. Askerliği ilgilendiren filmlerin kontro-
lünde Genel Kurmay Başkanlığınca atanan bir temsilci ve Ticaret, Tarım,
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarını ilgilendiren filmlerde de bu Ba-
kanlıkların temsilcileri geçici üye olarak komisyonların ilgili toplantıla­
rında bulunuyordu. Komisyon başkanlığını İçişleri Bakanlığınca seçilen
üyelerden başkaı.7. olarak atananı yapmaktaydı. İl komisyonları, kontrol
görevlerini haftada en az dört gün, valiliklerce sürekli olarak gösterilecek
özel bir salon veya belli bir sinemada yürütüyorlardı.

Nizamnamenin Ankara'da çalışmasını öngördüğü ve uygulamada


"!,,ıforkez Kontrol Komisyonu" olarak adlandırılan özel komisyon, İçiş­
leri Bakanının biri Emniyet Genel Müdürlüğü örgütünden olmak üze-
re bakanlığa bağlı memurları arasından seçeceği iki kişi ile, Turizm ve
Tanıtma, Milli Eğitim Bakanlıklarının ve Genel Kurmay Başkanlığının
görevlendirecekleri birer temsilciden meydana geliyordu. Komisyon baş­
kanlığını İçişleri Bakanlığının görevlisi yapıyordu. Komisyonda bu sürekli
üyelerin dışında, ilgili Bakanlıkların temsilcileri de geçici üye olarak bu-
lunabiliyordu.

b) Görev ve yetkileri

aa) Yabancı ülkelerden getirilen filmler

Sansür Nizamnamesinin 2. maddesine göre, yabancı ülkelerden geti-


rilen filmlerin kontrolü Ankara ve İstanbul'daki İl Kontrol Komisyonla-
rınca yapılmaktaydı. Bu filmlerin kontrolünü isteyenlerin bir dilekçe ile
Ankara veya İstanbul valiliklerine başvurmaları gerekiyordu. Dilekçeye,
film senaryosunun, söz ve şarkılarının orijinal metni ile, filmde geçen her
460 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

türlü yazılar, kitap, mektup ve gazete parçalarının metinlerinin ve Türk-


çe'ye çevrilmiş özetlerinin, bu film için gönderilmiş olan afişlerin komis-
yon üyelerinin sayısının iki katı kadar eklenmesi zorunluluğu vardı.

Yurt dışından getirtilen filmlerin gümrük işlemi film sansürden geç-


tikten sonra yapılabileceği için, nizamnamenin 6. maddesi filmin gümrük
memuru tarafından mühürlü olarak kontrol komisyonuna teslim edilme-
sini ve kontrol yapıldıktan sonra komisyonca mühürlenip yine gümrük
memuru tarafından gümrüğe geri verilmesini öngörmüştü.

Kontrol Komisyonu, filmin halka gösterilmesinde sakınca görmezse


ithaline izin veriyor, bazı kısımların çıkarılması veya düzeltilmesini ge-
rekli görürse sansür edilmek koşulu ile ithaline karar veriyor, halka gös-
terilmesinde sakınca bulduğu filmlerin ise ithalini yasaklıyordu.

bb) Türkiye'de filme çekilecek senaryolar

Haber filmleri dışında Türkiye'de filme alınacak bütün senaryoların


Merkez Film Kontrol Komisyonunun kontrolünden geçirilmesi zorunluy-
du. Bu zorunluluk yerli filmlerin senaryolarının yanı sıra Türkiye'de filme
alınacak yabancı senaryolar için de vardı. Merkez Film Kontrol Komis-
yonu, incelediği yerli veya yabancı film senaryosunun olduğu gibi veya
değiştirilerek filme çekilmesine ya da sakıncalı bulduğu takdirde, gerekçe
göstererek reddine karar vermekteydi.

cc) Türkiye'de çekilen filmler

Merkez Film Kontrol Komisyonu tarafından kontrol edilip filme çe-


kilmesine izin verilen senaryolar, çekim işlemi bittikten sonra yine aynı
komisyon tarafından kontrol edilmekte ve film ya kabul ya koşullu kabul
ya da reddedilmekteydi.

Senaryo kontrolüne tabi olmayan Türkiye'de çekilmiş haber filmlerini


ise il kontrol komisyonları kontrol etmekle görevliydi.

dd) Sansür ölçüleri

Nizamnamenin 7. maddesi bu ölçüleri şöyle belirtmişti:

"Herhangi bir Devletin siyasi propagandasını yapan,"

"Herhangi bir ırk veya milleti tezyif eden,"

"Dost devlet ve milletlerin hislerini rencide eden,"

"Din propagandası yapan,"


SİNEMA - VİDEO REJİMİ 461

"Milli rejime aykırı olan siyasi, iktisadi ve içtimai ideoloji propagan-


dası yapan,"

"Umumi terbiyeye ve ahlaka ve duygularımıza mugayir bulu-


nan,"

"Askerlik şeref ve haysiyetini kıran ve askerlik aleyhinde propaganda


yapan,"

"Memleketin inzibat ve emniyeti bakımından zararlı

"Cürüm işlemeye tahrik eden,"

"İçinde Türkiye aleyhinde propaganda vasıtası olacak sahneler bulu-


nan senaryoların çevrilmesine ve her nasılsa çevrilmiş filmlerin gösteril-
mesine müsaade edilmez."

c) Kontrol komisyonlarının kararlarına itiraz

Nizamnameye göre, film sahibinin ve il kontrol komisyonunda tem-


silcisi bulunan bakanlıkların, il kontrol komisyonları kararlarına itiraz
olanakları vardı. Kontrol komisyonunda temsilcisi bulunan bir bakanlı­
ğın karara itiraz edebilmesi için, temsilcisinin karşı oyunun gerekçele-
rini karar tutanağına yazmış olması gerekmekteydi. Bakanlık karşı oy
gerekçelerini yerinde görürse, bir hafta içinde filmin ikinci kez sansür-
den geçirilmesini İçişleri Bakanlığından isteyebilmekteydi. Film sahibi ile
Bakanlığın itirazları, İçişleri Bakanlığınca Merkez Kontrol Komisyonuna
gönderilmekteydi. Bu komisyonun karan kesindi.

İl kontrol komisyonlarının verdiği kararların "re'sen sevk" yolu ile


Merkez Kontrol Komisyonunca incelenmesi de olanaklıydı. Bu yoldan tek-
rar kontrol için, İl Kontrol Komisyonlarının oy çokluğu ile bunu istedikle-
rini kararlarında belirtmeleri gerekiyordu.

2- İçişleri Bakanlığının yasaklama yetkisi

Tüzüğün 28. maddesi, !çişleri Bakanlığına,


kontrol komisyonlarının
kararlarına karşın, senaryoların filme çekilmesini veya filmlerin halka
gösterilmesini yasaklama yetkisi vermişti. Gerçekten bu madde şöyleydi:
"Kontrol komisyonlarında gösterilmesine veya çekilmesine müsaade edilen
filmlerin gösterilmesinde veya çekilmesinde sonradan herhangi bir mah-
zur düşünüldüğü takdirde, keyfiyet valiler veya ilgili memurlar tarafından
İçişleri Bakanlığına bildirilir. İçişleri Bakanlığınca verilecek emir üzerine
filmin gösterilmesi veya çekilmesi yasaklanır."
462 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

III. Sansür sisteminin değiştirilmesi girişimleri ve


1977 - 1983 yılları arasında film sansiirii

1939 Nizamnamesinin koyduğu sansür sisteminin değiştirilmesi ko-


nusunda, gerek film kuruluşları tarafından, gerekse idarece pek çok giri-
şim olmuş, fakat 1948 ve 1957 yıllarında yapılan önemsiz iki değişiklik
dışında bu girişimler sonuç vermemiştir2 •

Film kuruluşlarının girişimleri, genellikle, kontrol komisyonlarının


demokratik esaslara uygun duruma getirilmesi, sansür ölçülerinin açık ve
seçik biçimde yeniden düzenlenmesi, Türk filmlerine de iki dereceli kont-
rol hakkı tanınması ve özellikle nizamnamenin İçişleri Bakanlığına verdi-
ği yetkinin kaldırılması yolunda olmuştur.

İdarenin bu konudaki girişimleri ise, kontrol komisyonlarının çoğal­


tılması, kontrol ölçülerinin ayrıntılı duruma sokulması, çocukların izle-
yemeyeceği filmlerin kontrol komisyonlarında belirtilmesinin sağlanması,
kontrol komisyonlarına film endüstrisinden de temsilcilerin alınması ve
komisyon kararlarına uyulmasını sağlayacak yeterli yaptırım sisteminin
kurulması amaçlan.na yönelmiştir. Bu meyanda, "Filmlerin Çekimi ve
Kontrolü Esaslarına Aykırı Hareketlerin Cezalandırılması Hak/unda Ka-
nun Tasarısı"m özellikle belirtmek gerekir3 . Tasarıda, filmlerin kontrolün-
de gözönünde tutulacak esaslar yer aldığı gibi, kontrolden geçirilmeden
veya yasaklandığı halde halka gösterilen filmlerde film işletmecilerine uy-
gulanacak cezalar da bulunmaktadır. Tasan, bu tür filmleri halka göste-
renler ve film işletmecileri hakkında ağır para cezası ile birlikte üç aydan
altı aya kadar hapis cezası öngörmüştü. Komisyonlar tarafından çıkarılan
kısımların filme eklenerek halka gösterilmesi halinde ise öngörülen ceza
bir aydan üç aya kadar hapis ve ağır para cezasıdır.

Sözü geçen kanun tasarısından başka, "Filmlerin ve Film Senaryola-


rının Kontrolüne Dair Nizamnamenin Bazı lVladdelerinin Değiş-tirilmesi­
ne Dair Tüzük Tasarısı" da hazırlanmışsa da, bunun da yürürlüğe sokul-
ması olanağı olmamıştır 4 .

2
Bu girişimler hakkında çok özlü bilgi için bkz.: ONARAN, A.Ş.: Filmlerin ve Film
Senaryolarının Kontrolünde Son Gelişmeler ve Yeni Bir Düzenleme Zorunluğu Üs-
tüne (A.Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu, Yıllık, 1973, No. 1. Aralık 1973, s. 53 ve son.)
ÖNGÖREN, M. T. : Türk Sinemasının Sorunları (Kurgu, Eskişehir Televizyonla Öğ­
retim ve Eğitim Fakültesi Dergisi, Mart 1979, Sayı: 1, s. 23 ve son.).
3 Bkz.: ONARAN, Filmlerin ve Film Senaryolarını Kontrolünde Son Gelişmeler ve
Yeni Bir Düzenleme Zorunluluğu Üstüne, s. 62 ve son.
4 Bkz.: ONARAN, Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Son Gelişmeler ve
Yeni Bir Düzenleme Zorunluluğu Üstüne, s. 65 ve son.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 463

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız girişimlerin bir sonuç vermemesine


karşılık,Bakanlar Kurulu 26.8.1977 tarihinde "Filmlerin ve Film Senar-
yolarının Denetlenmesi Hakkında Tüzük"'ün yürürlüğe konulmasını ka-
rarlaştırmış ve 7/13683 karar sayılı bu tüzük 23 Eylül 1977 tarih ve 16063
sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

1977 Sansür Tüzüğü, "Film Denetleme Kurulu" ve "Film Denetleme


Yüksek Kurulu" olarak iki denetleme kurulu öngürmüştü. Içişleri Ba-
kan-lığınca Bakanlık memurları arasından görevlendirilecek bir başkan
ve biri Baka..11.hk, diğeri Emniyet Genel Müdürlüğü örgütünden görevlen-
dirilecek iki üye ile Basın Yayın Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Ba-
kanlıkça bu Genel Müdürlükten ve Kültür Bakanlığınca Bakanlık me-
murları arasından görevlendirilecek birer üye olmak üzere beş kişeden
oluşan Film Denetleme Kurulunun görevi yurtdışında getirilen filmlerin
ve yurt içinde yapılacak filmlerle senaryolarının denetlenmesidir. Böylece
bu kurula "ön sansür" yetkisi verilmişti. İçişleri Bakanlığınca baka..11.hk
memurları arasından görevlendirilecek bir başkan, biri Bakanlık, diğeri
Emniyet Genel Müdürlüğü örgütünden görevlendirilecek iki üye ile Ada-
let Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığınca görevlendirilecek birer üye
olmak üzere beş kişiden oluşan Film Denetleme Yüksek Kurulunun görevi
ise, itirazları ve inceleme istemlerini karara bağlamaktı. Tüzüğe göre, ge-
çici kurullar dışında bütün denetleme kurullannın görev yerleri Ankara
idi. Birden çok Denetleme Kurulu kurulmuşsa, iş dağıtımı Emniyet Genel
Müdürlüğünce yapılıyordu.

Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi, 1978 Yazında, sinemanın çeşitli so-


runlarını çözümleyecek ve bu meyanda uygulanmakta olan sansür siste-
minin sakıncalarına son verecek bir Kanunun hazırlanması için çalışma­
lar düzenledi. Yürürlükteki sansür rejiminin sakıncalarım ortaya koyan
bu çalışmalarda ulaşılan sonuçlar değerlendirilerek Şubat 1979'da "Türk
Sinema Kurumu Yasa Tasansı"na son şekli verildi 5 . Bu tasarının dikkati
çeken en önemli yönü, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 6. madde-
sini kaldırıp, sansür rejimine son vermesi, ruhsat sistemi yerine beyanna-
me sistemini getirmesi ve sansürsüz o 5matılacak filmlerde suç unsurunun
bulunması durumunda basında olduğu gibi ceza kovuşturması yolunu aç-
masıdır. Bundan başka, 18 yaşından küçüklerin ruh ve beden sağlığının
korunması amacıyla, filmin bunlara gösterilip gösterilmeyeceğini sapta-
mak için "Sınıfiandırma Kurulu"nun oluşturulmasını öngörmesi tasarı­
nın diğer bir önemli yönüdür.

Kültür Bakanlığının sinema alanında attığı bu önemli ve olumlu

5
Bu tasarı için: Sinema Filmlerinin Sansürü Kollokyumu, 25 Mayıs 1978, İstanbul
1979, s. 145 ve son.
464 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

adımlar sonuç vermeyerek, 1979 yılında yapılan bazı değişikliklerle6 altı


yıl uygulanan 1977 Sansür Tüzüğü yerini Bakanlar Kurulunun 23.8.1983
tarih ve 83/7006 sayılı Kararı ile yürürlüğe konulan "Filmlerin ve Film Se-
naryolarının Denetlenmesine İlişkin Tüzük"e 7 bırakmıştır. Böylece 2559
sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunun 6. maddesine dayanan film
sansürü rejimi yeni boyutları içinde uygulanmaya devam etmiştir.

Iv. 1983 tüzüğüne göre sansür sistemi

1- Denetleme kurulları

a) Kuruluşu

1983 Sansür Tüzüğü de, 1977 Sansür Tüzüğünde olduğu gibi, iki de-
netleme kurulu öngörmüştü. Bunlardan biri "Film Denetleme Kurulu", di-
ğeri "Film Denetleme Üst Kurulu'"dur.

Film Denetleme Kurulu, İçişleri Bakanlığınca Bakanlık memurları


arasından görevlendirilecek bir başkanla Emniyet Genel Müdürlüğü Mer-
kez örgütünden görevlendirilecek bir üye, Genel kurmay Başkanlığınca
görevlendirilecek bir üye, Kültür ve Turizm Bakanlığınca görevlendirile-
cek bir üye ve Basın - Yayın Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan-
lıkça, bu Genel Müdürlükten görevlendirilecek bir üye olmak üzere beş
kişiden oluşur. Kurulda üyesi bulunmayan Bakanlıkları ve kuruluşları
ilgilendiren senaryo ve filmlerin denetiminde, görüşleri alınmak üzere,
kurulun önerisi ile İçişleri Bakanlığınca bu Bakanlık ve kuruluşlardan
temsilci istenebilirdi. Fakat bu temsilcilere oy hakkı tanınmamıştı.

Tüzük, İçişleri Bakanlığına, iş durumuna göre, birden çok Denetleme


Kurulu kurmak yetkisi vermişti. Bu takdirde, denetleme kurulları kuru-
luş tarihine göre numaralandırılacaktır. Bu sürekli kurullardan başka, ge-
çici denetleme kurullarının kurulmasına da olanak tanınmıştı. Gerçekten,
Tüzüğün 10. maddesinin 4. fıkrasına göre, İçişleri Bakanlığı, Türkiye'de
düzenlenen fuar, sergi, festival ve şenliklerde halka gösterilmek ya da film
yarışmalarına katılmak üzere yurtdışından getirilen filmlerin denetimini
yapmak amacıyla bu yerlerde geçici denetleme kurulları kurma yetkisine
sahipti.
Filın Denetleme Üst Kurulu, İçişleri Bakanlığınca, üst düzey yönetici-
leri arasından görevlendirilecek bir başkanla, Emniyet Genel Müdürlüğü
merkez örgütünden görevlendirilecek bir üye, Genelkurmay Başkanlığınca

6 RG. 23 Ağustos 1979, Sayı: 16736.


7
RG. 2 Aralık 1983, Sayı: 18239.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 465

görevlendirilecek bir üye, Adalet, Milli Eğitim, Kültür ve Turizm Bakanlı­


ğınca görevlendirilecek birer üye olmak üzere yedi kişiden oluşmaktaydı.

Kurulların başkan ve üyelerinin görevlendirilmesi sırasında birer de


yedek belirleniyordu. Boşalmalar, yenilerinin atanması yoluyla, en geç 15
gün içinde doldurulmaktaydı.

Kurulların başkan ve üyeleri, bu görevi yürütebilecek bilgi, yetenek


ve deneyime sahip olanlar arasından ve varsa, fikir, kültür ve sinema
alanlarında belli hizmet ya da yapıtları görülenlerden atanıyordu.

b) Görevleri ve çalışma yöntemi

Film Denetleme Kurulunun görevi yurtdışından getirilen filmlerin ve


yurtiçinde yapılacak filmlerle senaryolarının denetlenmesiydi. Yani Kuru-
lun "ön sansür" yetkisi vardı.

Film Denetleme Üst Kurulunun görevi ise, Film Denetleme Kuru-lu-


nun red kararlarına karşı yapılacak itirazları incelemekti.

Geçici kurullar dışında, bütün denetleme kurullarının görev yerleri


Ankara'ydı. Böylece, 1983 tüzüğü de 1977 tüzüğünde olduğu gibi sürekli
denetimin İstanbul'da yapılmasına olanak vermemişti. Film denetimi An-
kara'da İçişleri Bakanlığınca, geçici kurulların kurulduğu yerlerde yerel
mülkiye amirince saptanacak resmi, zorunluluk halinde özel yerlerde ya-
pılmaktaydı.

Film Denetleme Kurulunun karar verme süresi, başvurunun Kurula


geldiği günden başlayarak en çok 15, Film Denetleme Üst Kurulunun ka-
rar verme süresi ise itirazın yapıldığı günden başlayarak en çok 20 gün-
dür. İnceleme zorunlu nedenler olmadıkça dosyanın gönderiliş sırasına
göre yapılmaktaydı.

Kurullarca yapılan denetimin sonuçlan denetim yerinde düzenlenen


tutanakla saptama, özeti karar defterine yazıldıktan sonra, başkan ve
üyelerce imzalanarak Emniyet Genel Müdürlüğünün ilgili birimine veri-
liyordu.

2- Filmlerin ve film senaryolarının denetimine ilişkin işlemler

a) Yurtdışından getirilen filmler

Bu filmlerin denetlenmesi İçişleri Bakanlığından, geçici film denetle-


me kurulu bulunan yerlerde ise valiliklerden dilekçe ile istenir. İçişleri Ba-
kanlığınca hazırlanan bu dilekçede, filmin adı, uzunluğu, eni, hangi dilde
466 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

olduğu, yapımcısı, senaryo yazarının adı, senaryo bir opera, operet, piyes,
roman, öykü veya benzeri bir metne dayanılarak meydana getirilmişse,
kaynak eserin adı bulunur. Bu dilekçe ile birlikte, filmin Türkçe özeti,
filmdeki konuşmalar ve Türkçe çevirileri, gümrük belgeleri filmin tanıtıl­
masına ilişkin afiş ve fotoğraflardan iki takım, filmi alabilecek uzunlukta
yeni ve boş bir video bant verilir.

Bu filmlerin denetimi gümrük işleminden önce yapılır. Filmler dene-


tim yerine gümrük mü_h.ürü altında ve güvenlik görevlilerince getirilip de-
netimden sonra da kurul mührü aynı görevlilerce gümrük makamlarına
geri verilir.

1983 tüzüğü, denetim dışında bırakılacak filmleri de göstermişti.


Bunlar, güncel, eğitici ya da özel nitelikli oldukları güvenlik görevlilerince
anlaşılan filmler, kamu kuruluşlarının kendi hizmetleri için gereksinim
duydukları filmler ve uzun metrajlı konulu filmler dışında TRT Kurumu-
na ait her çeşit televizyon filmleridir.

b) Yurtiçinde çekilen filmler ve film senaryoları

Türkiye'de film çekmek isteyen Türk ve Yabancı uyruklu kişi ve ku-


rumların İçişleri Bakanlığına başvurmaları gerekmekteydi. Örneği Ba-
kanlıkça hazırlanan ve çekime başlanacak çekim yapılacak öteki il-
lerin, çekimin yapılacağı tarihlerin belirtileceği bu dilekçeye film yapım­
cısının ve senaryo yazarının kimliklerinin, yasal ikametgalıJannı belirle-
yen belgelerin, filmin konusun.u belirten bir metnin ve yedi adet çevrim
senaryosunun eklenmesi gerekiyordu. Dilekçe ve ekleri Film Denetleme
Kuruluna gönderiliyordu.

Denetleme Kurulu, Tüzüğün 19. maddesinde yazılı sansür ölçülerini


gözününde tutarak yapacağı inceleme sonunda, senaryonun aynen ya da
bazı bölümlerinin çıkarılması ya da adının değiştirilmesi suretiyle çeki-
minde sakınca bulmaz ve öngörülen çıkarma veya değişiklikler de film
sahiplerince kabul edilirse, filınin çekimine izin verilerek, durum denetim
yerinde düzenlenecek tutanağa geçirilir. Bu karara dayanılarak Emniyet
Genel Müdürlüğünce çekim izin belgesi verilir. Bu belgede, film yapımcı­
sının kimliği, çekimin başlayacağı tarih, filmin çekileceği iller, senaryo ya-
zannın ad ve soyadı, çekim izin kararının tarih ve sayısı bulunur. Belgeye
ayrıca senaryonun güvenlik makamlarınca onaylanmış bir örneği eklenir.
Çekim izin belgesi verildikten sonra, durumun, Emniyet Genel Müdürlü-
ğünce ilgili makamlara derhal bildirilmesi gerekmekteydi.

Film Denetleme Kurulu ya da itiraz üzerine Film Denetleme Üst Ku-


rulunca senaryonun çekilemeyeceğine ya da bazı bölümlerinin çıkarılma-
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 467

sı veya adının değiştirilmesi suretiyle çekiminde sakınca bulunmadığına


karar verilir, öngörülen çıkarma ve değişiklikler de film sahibince kabul
edilmezse, senaryonun çekimine izin verilmez. Bu durumda da denetleme-
nin sonucu denetlemenin yapıldığı yerde düzenlenecek tutanağa geçirilir.
Karar Ankara'da Emniyet Müdürlüğünce, geçici kurul kurulan yerlerde
Valiliklerce en geç bir hafta içinde ilgiliye yazıyla duyurulur.

İzin verilen filmlerin çekiminde, gerek görülürse, Valilikçe, memur


bulundurulabilir. Yabancıların ya da yabancılarla Türklerin birlikte ya-
pacakları filmlerin çekiminde, valilikçe, yabancı dil bilen en az bir me-
murun bulundurulması zorunluydu. Çekimi biten filmler Film Denetleme
Kurulunca incelenir. Bunun için, denefünin, İçişleri Bakanlığından, filmin
adını, uzunluğunu, enini, yapımcısını, senaryo yazarını belirten ve örneği
Bakanlıkça hazırlanan bir dilekçeyle istenmesi gerekmekteydi. Bu dilekçe
ile birlikte, filmin özeti, filmdeki konuşmalar, çekim izin belgesi, filmin
tanıtılmasına ilişkin afiş ve fotoğraflardan iki tak-1m ve filmi alabilecek
uzunlukta boş ve yeni bir video bant verilir. Bu dilekçe ve ekleri çekimine
izin verilen senaryo dosyasıyla birleştirilerek Film Denetleme Kuruluna
gönderilir.

Filmlerin bütün kopyalarının denetim yerine getirilmesi zorunluydu.


Filmler, Film Denetleme Kurulunca, denetim sırasında, dilekçeyle birlik-
te verilen boş video banda alınır. Kesilmesine karar verilen parçalar, her
kopyadan ve banttan Kurul önünde çıkarılır. Kesilen parçalar kutulara
konularak Kurul mühürüyle mühürlenir ve video bantla birlikte saklan-
mak üzere Emniyet Genel Müdürlüğünün ilgili biriınine verilir.

Film Denetleme Kurulu, filmin aynen veya bazı bölümlerinin çıka­


rılmasıya da adının değiştirilmesi suretiyle gösterilmesinde sakınca bu-
lunınadığma karar verir ve öngörülen çıkarma ve değişiklikler de film
sahibince kabul edilirse, durum tutanağa geçirilerek, .Ankara'da Emniyet
Genel Müdürlüğünce, geçici kurul bulunan yerlerde ise Valiliklerce film
sahibine gösterme izin belgesi verilmekteydi.

Film Denetleme kurulu veya itiraz üzerine Film Denetleme Üst Ku-
rulunca filmin halka gösterilemeyeceğine ya da bazı bölümlerinin çıkarıl­
ması veya adının değiştirilmesi suretiyle halka gösterilmesinde sakınca
bulunmadığına karar verilir, öngörülen çıkarma ve değişiklikler de film
sahibince kabul edilmezse, filınin halka gösterilmesine izin verilmeye-
rek, durum denetim yerinde düzenlenecek tutanağa geçirilir. Bu kararın
Ankara'da Emniyet Genel Müdürlüğünce, geçici kurul kurulan yerlerde
Valiliklerce, en geç bir hafta içinde ilgiliye yazıyla duyurulması gerek-
mekteydi.
468 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

3- Film denetleme kurulu kararlarına itiraz

Film Denetleme Kurulunun red kararlarına karşı, ilgililerin, kendile-


rine yapılacak duyurudan başlayarak 15 gün içinde İçişleri Bakanlığına
gerekçeli bir dilekçeyle itirazda bulunmak suretiyle senaryo ya da filmin
Film Denetleme Üst Kurulunda incelenmesini isteme hakları vardı. Bu
kurulun en çok 25 gün içinde itirazı karara bağlaması gerekiyordu.

4- Sansür ölçüleri

1983 tüzüğüne (19. m.) göre çekimine, yurda sokulmasına ve gösteril-


mesine izin verilemeyecek filmler şunlardı:

- Devletin ve Cumhuriyetin varlığını, Devletin Ülkesi ve Milletiyle


bölünmez bütünlüğünü tehlikeye sokucu etki yapan,

- Ulusal egemenlik ilkesini, temel hak ve özgürlükleri, demokratik,


laik ve sosyal hukuk devleti esaslarını tehlikeye sokucu etki yapan,

- Devletin bir kişi ya da zümre tarafından yönetilmesi yada sosyal


bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak yo-
lunda propaganda yapan, bu amaçla bir devleti, bir partiyi, bir tü-
zel kişiliği, bir topluluğu ya da kişileri öven,

- Devletin sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik temel düzenini, kıs­


men de olsa, din duygularına dayandırma amacıyla propaganda
yapan, dini, din duygularını ya da dince kutsal sayılan şeyleri istis-
mar eden,

- Dil, ırk, din, mezhep ayırımı yaratarak ulusal birliği ve bütünlüğü


bozma amacı güden,

- Atatürk ilke ve devrimleri aleyhine propaganda yapan,

- Cinsel konuları ahlak ve adaba aykırı biçimde işleyen,

- İçki, kumar ve uyuşturucu madde alışkanlıklarına özendirici ve im-


rendirici etki yapan,

- Şiddet ve vahşeti, toplumun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileye-


cek biçimde veren,

- Suç işlemeye kışkırtıcı ve özendirici etki yapan

- Askerlik onurunu kıran, aleyhine propaganda yapan, Türk Silahlı


Kuvvetlerinin saygınlığını zedeleyen ve Yurt savunmasına zararlı
etki yapan,
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 469

- Güvenlik kuvvetlerinin saygınlığını zedeleyen, aleyhinde propa-


ganda yapan, Ülkemizin huzur ve güvenliğini zararlı yönde etkile-
yen,
- Yabancı devletlerin, Yurdumuz ve ulusal çıkarlarımız aleyhine ola-
bilecek biçimde propagandasını yapan,
- Devletin uluslararası ilişkilerin zedeleyici etki yapan,
- İçinde Türkiye aleyhine propaganda aracı olabilecek sahneler bulu-
nan.

5- Özel nitelikleri olan filmlere ilişkin hükümler

a) Küçükler için zararlı filmler


Tüzüğün 24. maddesi gereğince, kurullarca, ruh ve beden sağlıkla­
rını, yetişmeleriniolumsuz yönde etkileyebileceği saptanan filmlerin, 16
yaşından küçük olanlara gösterilmesine izin verilmez. Bu hususun filmin
tanıtılmasına ilişkin afiş ve fotoğraflarda belirtilmesi zorunluydu.

b) Eğitici ya da özel nitelikli filmler


Kurulların, eğitici ya da özel niteliği bulunduğu kanısına vardıkla­
rı filmlerin, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 167. maddesine
göre gündüzleri 6 yaşından büyük çocuklara da gösterilebileceğini karar-
larında belirtmeye (25. m.) yetkileri vardı.

c) Öğretici ve teknik filmler


3122 sayılı Kanunun 8 2. maddesine göre oluşturulan "Öğretici ve Tek-
nik Filmler Murakabe Komisyonu", filmlerin öğretici veya teknik nitelikte
olup olmadıklarına karar vermekle yetkili bir organdır. Tüzüğün 26. mad-
desi bu komisyona gönderilecek filmlerin de önce Film Denetleme Kurulu-
nun denetiminden geçeceğini öngörmüştür.

d) Yıpranmış ve eskimiş filmler


Tüzüğün 27. maddesi gereğince, yıpranmış, görüntüsü gözleri yoracak
derecede eskimiş ve sesi bozulmuş filmlerin gösterilmesine izin verilmez.

8
10.2.1932 tarihli bu Kanun "Öğretici ve Teknik Filmler Hakkında Kanun" adını ta-
şımaktadır. Kanunun 1. maddesine göre, dış ülkelerden getirilen bu tür filmlerin
ithali vergi ve resimden muaftır. Kanun'un 2. maddesi, filmin öğretici ve teknik
olup olmadığını saptamak görevini İstanbul ve Ankara'da kurulan komisyonlara
bırakmıştır.
470 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Izin verilmiş olanların gösterilmesi yasaklanır. Belgesel filmler hakkında


ise bu hüküm uygulanmıyordu.

e) Reklam filmleri, güncel ve belgesel filmler


Tüzük, reklam filmleri ile güncel ve belgesel film yapımını, diğer film-
lerden ayırarak, izne bağlı tutmamıştı. Keza, Türk uyruklularca yapılan
bu tür filmlerin halka gösterilmesi de izne bağlı değildi. Ancak, bu filmleri
ticari amaçla ve sürekli olarak yapacak kişi ve kurumların çalışacakları
yer valiliğine bir dilekçeyle başvurmaları ve dilekçede yapacakları filmle-
rin çeşidini belirtip, filmlerin çekiminden sorumlu kişilerin kimliklerini ve
yasal ikametgahlarını belirleyen belgeleri eklemeleri zorunluydu.

Görüleceği üzere, tüzük, reklam filmi ve güncel, belgesel film yapımcı­


larıyönünden dönemsel yayınlara benzer sistem koymuştu. Gerçekten, bu
tür filmlerin yapımına girişmek için valiliğe dilekçe verilmesi yeterli olup,
ay-nca izin alınması gerekmiyordu. Yani tüzük bu tür filmler bakımından
beyan sistemini kabul etmişti.

Buna karşılık, yabancı uyrukluların yaptıkları reklam güncel


ve belgesel filmlerin halka gösterilmesi izne bağlıydı. Tüzükte özel olarak
belirtilmemekle beraber, iznin İçişleri Bakanlığından isteneceği, böylece
genel denetim sisteminin işletileceği sonucuna varılıyordu.

Vali ve kaymakamlar, halka gösterilmekte olan reklam filmleriyle


güncel ve belgesel filmlerin yukarıda belirttiğimiz sansür ölçülerine ay-
kın olduğu kanısına varırlarsa, bu filmlerin Film Denetleme Kurulunca
incelenmesini isteyebilmekte ve inceleme sonuçlanıncaya kadar filmlerin
halka gösterilmesini durdurabilmekteydi. Film Denetleme Kurulu, film-
lerin 19. maddedeki esaslara aykırı olduğuna karar verirse, filmin halka
gösterilmesi İçişleri Bakanlığınca yasaklanmaktaydı.

6- İzinden sonra yasaklama

Tüzüğün 34. maddesi, denetimden geçmiş filmlerin gösterilmesi sıra­


sında filmle denetimden geçmiş kopya arasında fark bulunduğu hakkında
ciddi kuşkular uyanması ya da çekilmesine ve gösterilmesine izin verilmiş
bulunan filmin çekiminde ve gösterilmesinde sonradan bir sakınca orta-
ya çıkması hallerinde, filmin çekiminin ya da gösterilmesinin Kaymakam,
Vali ya da İçişleri Bakanlığınca durdurulabileceğini öngörmüştü. Bu şekil­
de çekimi veya halka gösterilmesi durdurulan film, incelenmek üzere Film
Denetleme Kuruluna gönderiliyordu. Kurul, filmin çekimini veya gösteril-
mesini yasaklayabilmekteydi.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 471

B. POLİS VAZİFE VE SELAHİYET KANUNU'NA DAYANAN ESKİ


SANSÜR SİSTEMİNİN ANAYASA KARŞISINDAKİ
DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

I. 1961 Anayasası dönemi

1- Anayasa Mahkemesinin görüşü


Bilindiği gibi 23.1.1986 tarih ve 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik
Eserleri Kanunu yürürlüğe girinceye kadar Türkiye'de film sansürünün
yasal dayanağı, bu yetkiyi polise veren 2559 sayılı Polis Vazife ve Sela-
hiyet Kanununun 6. maddesi olmuştur 9 . 1939 Sansür Nizamnamesi gibi
1977 ve 1983 Sansür Tüzükleri de bu maddeye dayanılarak çıkarılmıştır.
1963 yılında sözü geçen 6. maddenin Anayasaya aykırı olduğu iddiası
ile iptali için Anayasa Mahkemesine dava açılmışsa da, mahkeme madde-
nin Anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varmıştır 10 .
Açılan iptal davasında, Anayasaya aykırılık iddiası şu gerekçelere da-
yandırılmıştır:

- Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 6. maddesi oı-,,,u,~~ çeki-


lecek filmlerin ve dışarıdan getirilecek filmlerin sansür yetkisini
polise vermiştir. Bu şekilde, Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun
1. maddesi ile sanat eseri sayılan sinema filmleri Anayasanın 21.
maddesinin himayesinden yoksun bırakılmıştır. 21. ıu,~~-~~, sanatı
serbestçe öğrenme, öğretme, ~y.U~.~··"~ ve yayma haklarını içeren
bir hüküm olduğuna göre, bu hakların kullanılmasını engelleyen 6.
madde Anayasanın bu hükümüne aykırı durumdadır.
- Sansür mevzuatındaki sınırlamalar Anayasa'nın 11. maddesine ay-
kırıdır. Çünkü, bu madde, temel hak ve özgürlüklerin Anayasa'nm
sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabileceğini
öngürmüş ve kanunun, kamu yararı, genel, ahlak, kamu düzeni,
sosyal adalet ve milli güvenlik gibi nedenlerle de olsa bir hakkın
ve özgürlüğün özüne dokunamayacağını belirtmiştir. 6. madde ise
hakkın özüne dokunan bir sınırlamadır.

- Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 6. maddesi yasama yetkisinin


devrini sonuçlamaktadır. Özgürlüklerin düzenlenmesi ve sınırlan-

9
4 Temmuz 1934 tarihinde kabul edilen bu Kanun'un 6. maddesi şöyledir: "Hariçten
gelen filmlerin gösterilmesi ve dahilde yapılacak filmlerin çekilmesi polisin iznine
bağlıdır. Polis, filmlerin ve senaryoların tetkik ve muayene işini alakalı makamlarla
birlikte ve nizanınamesine göre yapar".
ıo Anayasa Mahkemesi'nin 8 Temmuz 1963 tarihli ve 204/128 sayılı bu Karan, 13
Kasım 1963 tarihli ve 11554 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
472 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

masıyasama işi olduğundan, bu yetkiyi yürütme organına veren 6.


madde Anayasanın 5. maddesine de aykırıdır.

- Filmcilik bir sanat olduğuna göre, denetleme kurullarının sanat


adamlarından kurulması gerekir. 6. madde bunu dikkate almaya-
rak yetkiyi polise vermiştir.

- Çevrilmiş veya yurtiçine sokulmuş bir film kanunlara aykırı ise,


yargı organları harekete geçerek filmin gösterilmesini engelleyebi-
lirler. Bu nedenle, sinema filmlerinin serbest bırakılması sakıncalı
değildir.

Anayasa Mahkemesi ise, 6. maddenin Anayasa'ya aykırı olmadığı so-


nucuna varırken şu gerekçelerden hareket etmiştir:
- Davacının aykırılık iddiasına dayanak olan 21. maddenin Temsil-
ciler Meclisindeki müzakerelerinde sinema filmleri ile ilgili hiç bir
görüşme açılmamıştır. Görüşmeler, tamamen eğitim ve öğretim ko-
nularında olmuştur. Anayasa Tasarısının 24. maddesinin görüşül­
mesi sırasında, sinema filmlerinin yapılmasının ve gösterilmesinin
izne bağlı tutulamayacağı ve sansür edilemeyeceği hakkında hü-
küm konulmasına dair verilen önerge reddedilmiştir.
- Genel olarak sinema filmleri bir sanat eseri sayılmakla beraber, müs-
tehcen ve genel ahlaka aykırı fikir ürünleri sanat eseri sayılamaz.
Sinema filmlerinin kayıtlanması kamu yararının bir sonucudur.
- Sinema filmlerinin kontrolüne ilişkin hüküm, genel ahlakın ve mil-
li güvenliğin korunması ve kamu düzeninin sağlanması için alın­
mış zorunlu bir önlem niteliğindedir. Bu nedenle, bilim ve sanatı
öğrenme ve öğretme, açıklama ve yayma özgürlüğünün özüne aykı­
rı bulunmamaktadır.

- 6. maddedeki hüküm yasama yetkisinin devri niteliğinde değildir.


Çünkü, Kanunun 1 ve 2. maddelerinde polisin görev ve yetkileri-
nin sınırlan belirtilıniş ve 6. maddedeki yetkisinin bu genel sınırlar
içinde kalacağı gösterilmiştir. Bu maddenin uygulanma şeklini dü-
zenleyen nizamname de bu sınırların içinde kalan esaslar koymuş­
tur.
- Filmcilikte sansür en ileri batı ülkelerinde dahi kabul edilıniştir.
Bu nedenle, filmciliğin denetlenmesini sanat özgürlüğüne aykırı
saymamak gerekir.
- Bir filmin yasaklanıp yasaklanmaması konusunda verilen karar
idari bir karardır. Durum böyle olunca, bu karara karşı dava açmak
olanağı vardır ve bu hak Anayasaya aykırılığı önler.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 473

Anayasa Mahkemesinin bu kararına karşı oy kullanmış üyelerin gö-


rüşlerini ise şöyle özetleyebiliriz:
- Anayasanın 21. maddesinin Temsilciler Meclisinde görüşülmesi
sırasında,Anayasa Komisyonu Sözcüleri, :filmlerin sansürü konu-
sunu Anayasa'nın düzenlemediğini, bu işin Anayasa konusu ol-
maktan daha çok bir kanun meselesi olduğunu, kanunlarda ilgili
hükümlerin yer alacağını belirtmişlerdir. Bu açıklamalardan :film-
lerin sansürü işinin Anayasa dışı bırakıldığı, ancak, bu konunun
kanunla düzenlenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
- Kanun koyucu, filmlerin yapılmasını ve gösterilmesini polisin izni-
ne bağlamıştır. Bu iznin verilmemesi, yani sansür kişilerin hakla-
rının ve faaliyetlerinin kısılması anlamına geldiğinden, bu sınırla­
manın doğrudan doğruya kanun tarafından yapılması gerekir.

Bu nedenlerle, Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 6. maddesinin


içerdiği
hüküm yasama yetkisinin yürütme organına devri niteliğindedir.
Bu yönden madde Anayasasının 5. maddesine aykırıdır.

2- Doktrindeki görüşler
Sinema yoluyla yapılan yayınlara ilişkin bir hükınün Anayasa'da yer
almaması nedeniyle, film sansürününAnayasa'ya aykırı olup olmadığı ko-
nusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Bir görüşe göreıı, "Anayasa tedvin organlan, İstanbul Komisyonu'nun
hazırladığı Öntasannın 11. maddesiyle derpiş edilen sinematografik hür-
riyeti tanımamış ve müzakereler sırasında ekseriyetle reddetmiş, bulun-
duğuna; ve Anayasa Mahkenıesi'nin anılan kararıyla da bu tutum
teyit edilmiş olduğuna göre, Türkiye'de filmlerin kontrolü ile ilgili mevzu-
atın uygulanmasına devanı olunacağı; sosyal ve politik şartlar müsait ol-
duğu takdirde, ileride, bizzat Büyük Millet Meclisi tarafından filmlerin de,
diğer anlatım araçları gibi, umumi hükümlere tabi tutulması için mevzu-
atta tadilat yapılması kararlaştırılabileceği gibi; Anayasa Mahkenıesi'nin
yeni bir içtihadının bu imkanı sağlamasının da mümkün bulunduğu aşi­
kardır." Görüldüğü üzere, "Onaran" tarafından ileri sürülen bu görüş, uy-
gulanan sansür sisteminin Anayasaya aykırı bulunmadığım savunmakta,
fakat ileride sosyal ve politik koşullar değiştiği sinematografik
özgürlüğün tanınmasından yana olmaktadır.

Buna karşılık "Özek" 12 tarafından savunulan görüşe göre, 1961 Ana-

11
ONARAN, Sinematografik Hürriyet, s. 52.
12
ÖZEK, Ç. : Filmcilikte Sansür ve Anayasa Mahkemesinin Konuyla İlgili Bir Kararı
(İHFM., 1967, cilt: XXXII, Sayı: 2-4 den Ayı-ı. Bası, s. 24-25).
474 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

yasasının 20. maddesi, sadece düşünceyi değil ve fakat düşüncenin açık­


lanmasını da hükme bağlamakta ve düşüncenin açıklanmasının serbest
olduğunu belirtmektedir. Durum böyle olunca, açıklama hiç bir neden ve
biçimde engellenemeyecektir. Sansür, ilke olarak, bir fikrin açıklanabilme­
sini izne bağlı tutmak demek olduğu içindir ki, sansürün her türü Anaya-
saya aykırıdır. 11. maddede belirli nedenlerle düşüncenin sınırlanabilece­
ği kabul edilse dahi, sinema konusunda daha bu safhaya varılmadan, dü-
şüncenin açıklanabilmesi engellenebilmekte ve genel olarak da izne bağlı
tutulmaktadır. Müellif bu nedenlerle film sansürünün Anayasaya aykırı
olduğu sonucuna varmaktadır.

"Tikveş" 13
de, 1961 Anayasa'sının sinema filmleri yoluyla düşünceleri
ifade etmek özgürlüğünü, düşünce ve haberleşme özgürlüğünün bir par-
çası olarak güvence altına aldığım, bu özgürlüğün düşünce ve haberleş­
me özgürlükleri ile iç içe girmiş bir durumda bulunduğunu, bu nedenle
Kanun Koyucunun, bu özgürlüğün tamamen ortadan kaldırılması demek
olan Devlet Sansür sisteminden kaçınmak zorunluluğunda olduğunu sa-
vunmaktadır. Böylece, bu müellife göre de, Polis Vazife ve Selahiyet Kanu-
nu'nun 6. maddesinin öngördüğü polis sansürü sistemi 1961 Anayasasına
aykırı durumdadır.

3- Konuya ilişkin görüşümüz

Film sansürünün 1961 Anayasası karşısındaki durumuna ilişkin


görüşümüzü kitabımızın birinci basısında şöyle belirtmiştik: "Basın dışı
kitle haberleşme araçlarında ifade özgürlüğü bakımından Anayasanın 20.
maddesinin genel hükmü geçerlidir. Gerçekten bu maddeye göre, herkes,
düşünce ve kanılarını söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına
veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir. Bu nedenle, 20. madde düşün­
celerin sinema filmleri ile açıklanmasını da güvence altına alan bir hüküm
sayılmalıdır.

Anayasanın 20. maddesindeki hüküm mutlak olmayıp, 11 maddede


gösterilen nedenlerle sınırlandırılabilir. Film özgürlüğünün de bu madde-
ye göre sınırlandırılabileceği kuşkusuzdur. Fakat, 11. maddenin 2. fikrası
gereğince kanun bu özgürlüğün özüne dokunamayacağı içindir ki, sinema
filmleri ile düşüncelerini açıklamak isteyen bir kimsenin, bu hareketini ön-
ceden denetime bağlı tutan hükümler kabul edilemez. Bu bakımdan, her

13 TİKVEŞ, Sinema Filmlerinin Sansürü, s. 58, 66. GÜRAN (bkz.: GÜRAN, S. : Fikir
ve Düşünceleri Açıklama Aracı Olarak Sinema Filmleri ve Sansür "Sinema Film-
lerinin Sansürü Kollokyumu, 25 Mayıs 1978, İstanbul 1980, s. 12 ve son") da film
sansürü sisteminin 1961 Anayasasına uygun bulunmadığım değişik bir yaklaşımla
savunmuştur.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 475

türlü ön sansür, önceden düşüncelerin denetlenmesi anlamına geldiğinden,


özgürlüğün özüne dokunmayı sonuçlar. Polis Vazife ve Selahiyet Kanunun
polise ön sansür yetkisi tanıyan 6. maddesi, düşünce özgürlüğünün ve do-
layısıyle film özgürlüğünün özüne dokunduğundan, kanımızca Anayasa-
nın 20. ve 1112 maddelerine aykırıdır.

Bundan başka, Anayasanın 22. maddesi sadece basın özgürlüğünü


değil, haberleşme özgürlüğünün bir parçasını oluşturan "haber alma öz-
gürlüğü"nü de güvence altına aldığından, sansür hükümleri bu maddeye
de aykırıdır. Gerçekten, film sansürü, kitlelerin serbestçe haber almasını
yok edici ve ancak sansür süzgecinden geçen filmlerin halk tarafından iz-
lenmesine olanak verici bir müessese olarak, 22. maddenin özgürlükçü ya-
pısına ters düşmektedir. 22. maddenin 3. fıkrasında gösterilen nedenlerle
haber alma özgürlüğü kanunla sınırlanabilirse de, burada da özgürlüğü
tamamen yok edici, yani özgürlüğün özüne dokunucu bir sınırlama yapı­
lamaz.

Kanımızca, Anayasanın, sinema filmlerinin sansürünü yasaklayıcı


bir hüküm içermemesi, film sansürünün Anayasaya uygun olduğunu gös-
termez. Anayasanın belirttiğimiz hükümleri böyle bir düşünceye karşıdır".

II. 1982 Anayasası ve film sansürü

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 6. maddesine dayanan film san-


sürü rejiminin 1982 Anayasası hükümleri yönünden görüşümüzü ise kita-
bımızın ikinci baskısında şu şekilde açıklamıştık:

"1961 Anayasası çerçevesinde yukarıda belirttiğimiz görüşlerin bugün


için geçerliliği yoktur. Gerçekten, 1982 Anayasasının düşünce açıklama ve
yayma özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesi bu özgürlüğü kabul ettikten
sonra bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla ya-
pılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir' diyerek film
sansürüne olanak vermiştir. Zira, sinema filmleri yoluyla yapılan yayın­
ların izin sistemine bağlanabilmesi filmlerin ve film senaryolarının "ön
sansür" uygulamasına tabi tutulabilmesi anlamına gelir. Böylece, halen
uygulanmakta olan film ve film senaryosu sansürünün Anayasaya ters
düştüğü söylenemez.

1982 Anayasası film sansürü rejiminin uygulanabilirliğini kabul et-


mekle birlikte, kanımızca, salt 'polis sansürü' rejimini Anayasanın bir emri
olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü, Anayasamız sinema ve benzeri
yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanabileceğini öngürmüş, fa-
kat iznin verilmesinden önce yapılacak olan denetimin türü, biçimi ve bu
denetimi uygulayacak merci hakkında herhangi bir direktif vermemiştir.
476 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Durum böyle olunca, filmlerin denetlenmesinin İçişleri Bakanlığı ile olan


bağlantısını kaldırmak suretiyle, denetlemenin "salt polis" konusu olduğu
yaklaşımını terketmek olanağı 14 bugün de vardır.

Son yıllarda, Türk filmcilerinin önemli bir bölümünün seks konusuna


yöneldiği ve bu konuda bir takım pespaye örneklerin sergilendiği bir ger-
çektir. Falwt, sanat anlayışı ile bağdaşmayan bu uygulamayı önlemenin
yolu "polis sansürü" sistemi olmamalıdır 15 . Kanımızca, film denetimini
Kültür Bakanlığına bağlayan ve denetleme kurullarına film sanatından
anlayan kişilerin katılması olanağını veren bir sistemle, salt polis sansürü
rejiminin sakıncaları önlenebilir".

C. YENİ SİNEMA - VİDEO REJİMİ

I. Yeni Rejimin Özellikleri

Sinema filmleri rejiminin Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun dışına


çıkarılıp ayn bir kanunla düzenlenmesine yönelik girişimler 1986 yılında
sonuç vermiştir. Nitekim, 23.1.1986 tarihinde kabul edilen 3257 sayılı "Si-
nema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu" 16 , Türk sineması ve Türk müzik
sanatı ürünlerinin teşvik edilmesi, eserlerin yapılması, denetlenmesi, da-
ğıtılması, gösterilmesi, icrası ve bu işlemlerden doğan telif, gösterim ve
icrası haklarının korunması kurallarını koyarak bu alandaki çok önemli
bir boşluğu doldurmuştur.

Böylece, 3257 sayılı


Kanun sadece filmlerin denetlenmesine ilişkin
esasları değil, aynı zamanda sinema ve müzik sanatı ürünlerinin teşvik
edilmesi, bu eserlerle ilgili hakların korunmasını da düzenlemek suretiy-
le bu konuda büyük bir aşama göstermiştir. Kanunun, yetkili Bakanlık
olarak "Kültür Bakanlığı"nı kabul etmiş olması da bugüne kadar sinema
konusunda her fırsatta dile getirilen öneri ve isteklerin gözönünde tutul-
duğunun işaretidir.

Sözü geçen 3257 sayılı Kanun'un çeşitli maddelerinde 3329 sayılı ve


29.1.1987 tarihli, 4629 sayılı ve 21.1.2001 tarihli, 4928 sayılı ve 15.7.2003
tarihli, 5101 sayılı ve 3.3.2004 tarihli Kanunlarla değişikliğe gidilmiş ve
Kanunun hükümleri geliştirilerek ihtiyaçlara göre düzenlenmiştir. Ancak,
bu alana ilişkin olarak en son yapılan 5224 sayılı ve 14. 7. 2004 tarihli "Si-
nema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenme-

14 GÜRAN, Fikir ve Düşünceleri Açıklama Aracı Olarak Sinema Filmleri ve Sansür, s.


17.
15 İPEKÇİ, A.: Sansür (Durum, 5 Ekim 1977 tarihli Milliyet Gazetesi).
16
RG., 7 Şubat 1986, Sayı: 19012.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 477

si Hakkında Kanun"un 17 16. maddesiyle 3257 sayılı Kanun yürürlükten


kaldırılmıştır.

5224 sayılı
kanun'da izlenen amaç, Kanun'un 1. maddesinde şöyle
belirtilmiştir: "Bu Kanunun amacı, bireyin ve toplumun sinema sanatı
ürünlerinden verimli bir biçimde yararlanabilmesi ve sinema sanatının
sunduğu olanaklardan yararlanarak çağdaş ve etkin bir kültürel iletişim
ortamının yaratılması için sinema sektörünün eğitim, yatırım, girişim, ya-
pım, dağıtım ve gösterim alanlarında geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ile
kayıt ve tescile de esas olacak şekilde sinema filmlerinin değerlendirilmesi
ve sınıfl,andırılmasını ve bu alanda yerli ve yabancı yatırım ve girişimlerin
desteklenmesini sağlamaktır". Bu hükümden anlaşılacağı üzere, sinema
filmleri rejiminin sansür rejiminden ibaret bulunduğuna dair Türkiye'de
mevzuata yerleşmiş düşünce 5224 sayılı Kanunla terkedilmiştir. Ulaşılan
bu sonuç iletişim özgürlüğü yönünden de bir ilerlemedir.

II. Üretim ve ithalat - Kayıt ve tescil

Eserlerin üretim ve ithalatı ile toptan dağıtımını yapacak gerçek ve tü-


zel kişilerin önceden Kültür Bakanlığına bilgi vermeleri şarttır. Kanun'un
14. maddesi, sinema filmlerinin yapımı veya ithalatı ile toptan dağıtımını
yapacak gerçek ve tüzel kişilerin, Bakanlıktan faaliyet alanlarını gösterir
bir belge alacaklarını belirtmektedir. Aynı maddede ayrıca, sinema filmi
yapımcılığı ve amatör çalışmalar ile Türkiye'de Bakanlığın görev alanına
giren konularda bilimsel araştırma veya inceleme amacıyla film çekmek
isteyen yabancı gerçek ve tüzel kişiler veya bunlar adına faaliyet gösteren
gerçek ve tüzel kişilerin tabi olacakları esaslan düzenlemek üzere Kültür
Bakanlığının yönetmelik çıkarmasını öngörmüştür.

Nitekim bu alana ilişkin olarak, 5224 sayılı ve 14.7.2004 tarihli Ka-


nun'un ilgili hükümlerine istinaden, sinema filmleriyle ilgili olarak iki
yeni yönetmelik kabul edilmiştir. Bunlar: "Sinema Filmlerinin Desteklen-
mesi Hakkında Yönetmelik" 18 ile "Sinema filmlerinin Değerlendirilmesi
ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik" 19
tir.

17
Bkz. RG.: 21.07.2004., No: 25529. Yasanın 8 ve 11 maddeleri 13.01.2007-5571 sayılı
kanunla, 13. maddesi ise 08.02.2008-5728 sayılı kanunla değiştirilmiştir.
18
Bkz. RG.: 13.11.2004., No: 25642 (Değişiklik: RG.24.22.2013,No.: 28861)
19
Bkz. RG.: 18.02.2005., No: 25731 (Değişiklik: RG.08.11.2008-27048 ).. Belirtelim ki,
5115 sayı ve 7.4.2004 Kanunla Türkiye tarafından 10 Ocak 1997 tarihinde imzala-
nan "Sineınatografik Ortak Yapım Avrupa Sözleşınesi"nin onaylanması uygun bu-
lunmuş ve adı geçen sözleşme bu Kanun'un Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte
yürürlüğe girmiştir (Bkz. RG.: 14.04.2004., No: 25433).
478 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Kanun'un 15. maddesine göre, sinema ve müzik eseri yapımcılarına


verilecek yapımcı belgeleri ile kayıt ve tescil ve bandrol işlemlerine esas
teşkil eden diğer belgeler, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun
13. maddesine göre verilir 20 .
Üretilen ve ithal edilen eserlerin, toptan dağıtımı ve gösterime sunul-
madan önce Bakanlıkça kayıt ve tescili yapılarak ilgiliye işletme belgesi
verilir. Kayıt ve tescil yapılan eserin her kopyasına Bakanlık ile işletme
belgesi sahibinin bandrolünün yapıştırılması şarttır. Plak ve ses kasetle-
rinde ise Bakanlık bandrolü yanında işletme belgesi sahibinin özel işareti
kullanılır. Kayıt ve tescili yapılıp, işletme belgesi verilen eserlerin orji-
nalinden alınmış herhangi bir ebat veya formda bir kopyası arşivlenmek
üzere Bakanlığa verilir.
Kanun'a göre, sinema envanteri oluşturulmasını sağlamak için, sine-
ma filmlerinin yanı sıra gerekli görülen bilgi ve belgelerin Bakanlığa ve-
rilmesi zorunludur. Bakanlık, sinema alanında çeşitli araştırma, geliştir­
me ve yayın faaliyetlerinde bulunmak, sektörel bilgilere ilişkin belgeleme
hizmetleri sunmak ve bilgilendirme ve bilinçlendirmeye yönelik organi-
zasyonlar düzenlemek amacıyla bir arşiv ve belgeleme birimi oluşturabilir
(m.10).

III. Eserlerin dağıtımı ve gösterimi

Kanun'un 7. maddesine göre, ülke içinde üretilen veya ithal edilen


sinema filııılerinin, ticari dolaşıma ve gösterime sunulıııasından önce ka-

20
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 13. maddesi hükmü şöyledir:
"Madde 13 - Fikir ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaat-
leri bu kanun dairesinde himaye görür.
Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir.
(Değişik: 03 / 0312004 - 5101 / 10 md.) Filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film ya-
pımcıları ile seslerin ilk tespitini gerçekleştiren fonogram yapımcıları, hak ihdas
etmek amacı taşımaksızın, sahip oldukları hakların ihlal edilmemesi, hak sahiplik-
lerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve mali haklara ilişkin yararlan-
ma yetkilerinin takip edilmesi maksadıyla, sinema ve müzik eserlerini içeren yapım­
larının kayıt ve tescilini yaptırırlar. Aynı maksatla, eser sahiplerinin talebi üzerine,
bu Kanun kapsamında korunan tüm eserlerin kayıt ve tescili yapılabilir, mali hak-
lara ilişkin yararlanma yetkileri de kayıt altına alınabilir. Beyana müstenit yapılan
bu işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamaz. Ancak, kayıt ve tescil işlemlerine esas
teşkil edecek işlemlerde, mevcut olmadığını bildiği veya bilmesi icap ettiği veya ken-
disine ait olmayan mali ve manevi haklara ilişkin yanlış beyanda bulunanlar, bu
Kanunda öngörülen hukuki ve cezai müeyyidelere tabidirler. Bu Kanun kapsamında
yapılan tüm kayıt ve tescil işlemlerine ilişkin ücretler Bakanlık tarafından belir-
lenir. Kayıt ve tescilin usul ve esasları, ücretlerinin belirlenmesi ile diğer hususlar
Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.".
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 479

yıt ve tescile de esas teşkil


edecek şekilde değerlendirilmesi ve sınıflandı­
rılması yapılır. Değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda uygun bulun-
mayan filmler, ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz. Değerlendirme ve
sınıflandırma sonrası uygun bulunan veya istenilen gerekli düzeltmeleri
yapılan filınler kayıt ve tescil edilir ve bu filmleri içeren taşıyıcı materyal-
ler bandrollenir.
Filmlerin, değerlendirme ve sınıflandırma sonucunu gösterir işaret,
veya ibareleri taşıması zorunlu tutulduğu takdirde, bu işaret veya ibare-
lerin her türlü tanıtım ve gösterim alanında ve taşıyıcı materyal üzerinde
kullanılması zorunludur.

Değerlendirme ve sınıflandırma sonuçları ile gerekli görülen işaret


veya ibarelere ilişkin bilgiler, kayıt ve tescil belgesi ve mali hakları kullan-
ma yetkilerinin belirtildiği diğer belgelere de işlenir.

ıv. Eser sahiplerinin telif hakkı

3257 sayılı Kanun'un 3329 sayılı Kanunla değişik 8. maddesi eserler


üzerindeki telif hakkım düzenlemekteydi. Ancak bu Kanunu yürürlükten
kaldıran 5224 sayılı Kanun buna benzer bir hükme yer vermemiştir. Şüp­
hesiz bu konuda özel bir düzenleme bu Kanunda bulunmasa dahi, telif
haklarına ilişkin olarak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun
hükümlerinin dikkate alınması gerekecektir.

Burada belirtmemiz gerekir ki, sinema ve video eserlerine ilişkin te-


lif haklarının korunması konusunda 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu ayrıntılı hükümler içermektedir. 21.2.2001 tarihli ve 4630 sayılı
Kanunla değişik bu Kanunun 5. maddesi "sinema eserleri"ni şöyle tanım­
lamıştır: "Sinema eserleri, her nevi bedii, ilmı, öğretici veya teknik mahi-
yette olan veya gümrük olayları tespit eden filmler veya sinema filmleri
gibi, tespit edildiği materyale bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya
benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili karak-
terli görüntüler dizisidir." İşte, bu geniş kapsamlı tanıma giren bir sinema
eserinin sahibi 5846 sayılı Kanunun tüm koruyucu önlemlerinden yarar-
lanabilir.

V. İşletme belgesiz ve bandrolsüz veya suç içerikli


eserlerde idarenin yetkisi

Değerlendirme ve sınıflandırma sonucu zorunlu tutulan işaret ve iba-


relerin kullanılmaması durumunda, Bakanlığın talebi veya üçüncü kişile­
rin ihbarı üzerine mülki idare amirlerince filmlerin gösterim ve dağıtLmı
durdurulur. Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak; zorulu tutulduğu hal-
480 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

de gerekli işaret ve ibareleri taşımayan filmlerin dağıtım ve gösterimini


yapanlara onbin Türk Lirası, zorunlu tutulduğu halde gerekli işaret ve
ibareleri kullanmayan filmlerin yapımcılarına ellibin Türk Lirası ve üze-
rindeki işaret ve ibarelere rağınen bu işaret ve ibarelere uyulmaksızın
dağıtım ve gösterim. yapanlara ellibin Türk Lirası idari para cezası verilir.

Burada belirtilen idari para cezalan mahalli mülki amiri tarafından


verilir. İdari para cezasının ödenmiş olması, belirtilen yükümlülükleri or-
tadan kaldırmaz (m. 13).

VI. Sinema ve müzik sanatının maddi açıdan desteklenmesi


Kanunun 8. ve 9. maddeleriyle ile sinema ve müzik sanatım maddi
açıdan desteklemek için bir düzenleme yapılmış ve kurallara bağlanmış­
tır. Amacı, "sinema sanayii ve müzik sanatının gelişmesine katkıda bulun-
mak, bu alanda çalışanları desteklemek ve ülkenin tanıtılmasını sağla­
mak" şeklinde belirtilen bu fon Kültür Bakanlığının emrindedir. Kanun'un
11. maddesi ise gelirler ve kullanımını düzenlemektedir.
Bunun dışında, yakın tarihli bir düzenlemeyle, "Sinema Filmlerinin
Desteklenmesi Hakkında Yönetmelik" 21 yapılmış olup, bu yönetmelikle si-
nema filmlerinin desteklenmesi kapsamında destekleme unsurları ile des-
tekleme usul ve esaslan belirlenerek, danışma ve destekleme kurullarının
oluşturulması ile çalışma usul ve esaslan düzenlenmiştir.

VII. Sinema :filmlerinin denetlenme sistemi

1- 3257 sayılı Kanuna göre denetleme (önceki durum).

a) Denetimin amacı

3257 sayılı Kanunun 6. maddesi gereğince çıkarılan "Sinema, Video


ve Müzik Eserlerinin Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik"22in 1. maddesi,
denetimin amacını "Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü,
milli egemenlik, cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş,
kamu yararı, genel ahlak, genel sağlık ve siyasetini olumsuz yönde et-
kileyecek, milli duygulan incitecek veya milli kültür, örf ve adetlerimize
uygun olmayan nitelikteki sinema filmi, video bant, plak ve ses kasetle-
rindeki eserlerin icrasını ve gösterilmesini önlemek" şeklinde belirtmiştir.

21
Bkz.: RG.: 13.11.2004/25642.
22 RG. 4 Eylül 1986, No: 19211 (26 Haziran 1987 tarihli ve 19499 sayılı Resmi Gaze-
te'de yayınlanan Yönetmelikle bazı maddeleri değiştirilmiştir. En son değişiklik ise,
2.6.1988 tarih ve 88/13241 sayılı yönetmelikle yapılmıştır).
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 481

Yönetmeliğin 9. maddesi ise, sözü geçen amaç paralelinde, gösterilme-


sine ve icrasına izin verilmeyecek film, video ve müzik eserlerini saymıştır.
Maddeye göre, bunlar, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü,
milli egemenlik, cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş,
kamu yararı, genel ahlak, genel sağlık açısından suç ve suça teşvik un-
surunu ihtiva eden, dış siyasete aykırı, milli kültür, örf ve adetlerimize
uygun olmayan film, video ve müzik eserleri"dir.

b) Denetleme kurulu ve alt komisyonlar

aa) Denetleme kurulu

aaa) Kuruluşu

3257 sayılı Kanun (6. m.) eski sansür sisteminde görev yapanlardan
oldukça farklı yapıya sahip bulunan denetleme kurulu öngörmüş ve yönet-
melik de 6. maddesinde Kanunun belirttiği esaslara uygun şekilde kurulu
oluşturacak kişileri şöyle saptamıştır: Bakan tarafından görevlendirilecek
ve başkanlık yapacak bir Bakanlık temsilcisi, Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, İçişleri Bakanlığı,
Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Türkiye Musiki Eseri Sa-
hipleri Meslek Birliği temsilcileri ve Bakan tarafından seçilen bir sanatçı
üye.
Görüleceği üzere, yeni denetleme sistemi Kültür Bakanlığına bağlı şe­
kilde çalıştığı
için, kurulda başkanlık görevi bu Bakanlıktan bir elemana
verilmiştir. Bundan başka, kurulun üyeleri arasına sinema ve müzik eseri
meslek birliklerinin temsilcileri ile bir sanatçının sokulmuş olması denet-
lemenin batı standartları paraleline getirildiğini göstermektedir. Bizce,
bugün Türkiye'de film ve müzik eserlerinin denetimi kurula...n bu yeni sis-
temle kitabımızın ikinci basısındaki görüş ve önerilerimize uygun duruma
gelerek, salt polis sansürü .......... sakıncalarından kurtulmuştur 23 •
Kültür Bakanlığı, iş hacmine göre Ankara'da veya diğer birden
fazla kurul kurabilir. Bir kurulda görevlendirilen başkan ve üyeler öteki
kurullarda ve alt komisyonlarda görev alamazlar. Bu kurullar Ankara'da
ve diğer illerde Bakanlığın tesbit edeceği yerde

bbb) Görevleri ve çalışma yöntemi

Denetleme kurulları re'sen veya Bakanlığın isteği üzerine herhangi


bir eseri denetlemek yetkisine sahiptirler. Bunda...n başka, komisyonlarca
denetlenmesine karar verilen eserleri denetimin amacına uygun şekilde

23
Bu konudaki görüş ve önerilerimiz için bkz.: Yukarıda § 2, B. II.
482 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

denetleyerek, olumlu film, video ve müzik eserleri için "Denetim sonucu


olumludur" ifadesinin yer aldığı raporu hazırlarlar. Olumsuz film, video
ve müzik eserleri için "Dağıtım ve Gösterilmesi Uygun Bulunmamıştır"
ifadesini taşıyan raporu hazırlayarak gereği yapılmak üzere ilgili birime
gönderirler. Düzeltilerek tekrar denetlenmesine karar verilen eserler için
ise, ayrıntılı ve gerekçeli rapor hazırlarlar.

Denetleme kurullarına iş dağılımı başvuru sırasına göre yapılır. Ku-


rulların çalışmalarında başkan, üye ve görevlilerden başka kimse buluna-
maz. Ancak eserin yapımcısı gözlemci olarak katılabilir.

Bakanlıkça kurulların teklifi üzerine, denetim konusu ile ilgili görüş­


lerin alınması için, kurullarda üyesi bulunmayan bakanlık veya kuruluş­
lardan temsilci istenebilir. Bu temsilcilerin oy hakkı yoktur.

Kurullar üye tam sayısının üçte iki çoğunluğuyla toplanır ve mevcu-


dun üçte iki çoğunluğu ile karar alırlar.

Film, video ve müzik eserlerinin kamuya sunulmasının hiç bir şekilde


uygun bulunmadığı yolundaki kurul kararına itiraz edilemez. Ancak, idari
yargı yoluna başvurulabilir.

bb) Alt komisyonlar

aaa) Kuruluşu

Eserlerin ön incelemesini yapmak üzere Bakanlıkça üçer kişiden olu-


şan alt komisyonların kurulabileceği öngörülmüştür.

Komisyonda görev alacak başkan ve bir üye Bakan tarafından Bakan-


lık elemanları arasından seçilir. Komisyonun diğer üyesi ise her alt komis-
yon için ilgili meslek birliğinin görevlendireceği temsilcidir. İş hacmine
göre birden fazla komisyon kurulabilir. Bunlar Ankara'da ve gerektiğinde
diğer illerde toplanır.

Komisyonlarda görevlendirilen başkan ve üyeler, denetleme kurulla-


rında görev alamazlar.

Kanımızca, alt komisyonların oluşum şekli de batıdaki örneklerine


uygundur.

bbb) Görevleri ve çalışma yöntemi

Komisyonların görevi, denetimin amacı doğrultusunda film, video ve


müzik eserleri yapımcısının beyanı esas alınarak, yapılacak kayıt ve tescil
işlemleri için eserin uygun ebat veya formdaki kopyasını incelemektir.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 483

Komisyon, bu inceleme sonucunda denetlenmesine gerek görmedikle-


rini "Olumludur, Eserin Denetlenmesine Gerek Görülmemiştir" ifadesini
kullanarak gerekçeli rapora bağlar. Denetlenmesi gerekli görülenleri de
"Denetleme Kurulunca İncelenmesi Gereklidir" ifadesini kullanarak aynı
şekilde raporla belirler.

Bu görevlerinden başka, komisyon, isteyen yapımcıların senaryoları­


nı incelemekle de görevlendirilmiştir. Müzik eserleri yapımcısının yazılı
olarak, eserlerinde denetim esaslarına aykırılığın bulunmadığını beyan
etmesi halinde "Eserin Denetleme Esaslarına Uygun Olduğu Beyan Edil-
miştir. Beyan Sahibinin Sorumluluğunda Denetlenmesine Gerek Yoktur"
belgesi verilir. Komisyon, böyle bir belgesi olan müzik eserlerini şikayet
halinde denetler. Komisyonlar bu tür işlemlerini de gerekçeli rapora bağ­
lar.

Komisyonların çalışmalarında
da, denetleme kurulunda olduğu gibi,
başkan ve üyelerden başka kimse bulunamaz. Fakat eserin yapımcısı göz-
lemci olarak katılabilir.

Komisyonlar üye tam sayısıyla toplanır ve üçte iki çoğunlukla karar


verirler.

c) Denetime ilişkin işlemler

Eserlerin kayıt ve tescili için, herhangi bir ebat veya formda kopyası­
nın ekli olduğu bir beyanname ile Kültür Bakanlığına başvurulur. Eser-
lerin alt komisyonlarca incelenebilmesi için yapımcıların beyannameye,
eserin kısa özetini, yabancı müzik eserleri için varsa çevirisini veya güfte-
nin her türlü sorumluluğunu yüklendiğini belirten imzalı bir belgeyi ek-
lemeleri gerekir.

Senaryoların incelenmesini isteyen yapımcılar ise, dilekçeleri ekinde


dört adet senaryo ve senaryonun kısa özeti ile Bakanlığa başvururlar. Di-
lekçelerde, yapımcının adı, açık adresi ve senaristin adı yer alır.

Türkiye'de düzenlenecek fuar, sergi, festival ve şenliklerde, halka su-


nulacak veya yarışmalara katılmak üzere yurt dışından getirilen film ve
video eserlerinin denetimini yapmak amacıyla, Bakanlık, mevcut komis-
yon ve denetim kurullarından birini geçici olarak görevlendirebilir.

Eserlerin denetim sonuçlan ile senaryoların inceleme sonuçları en geç


15 gün içinde ilgiliye bildirilir. Denetimin sonucu eserlerin işletme belgesi-
ne işlenir. Denetimi gerekli görülmeyenlerin işletme belgesine de bu husus
yazılır.
484 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

d) Özel nitelikteki eserlere ilişkin hükümler

Yönetmeliğin 12. maddesi, komisyonlar ve kurullarca, çocukların ruh


ve beden sağlıklarını, yetişmelerini olumsuz yönde etkileyebileceği sapta-
nan film, video ve müzik eserlerinin 16 yaşından küçüklere gösterilmesine
ve icrasına izin verilmeyeceğini öngörmüştür. Bunun, film, video ve müzik
eserlerinin tanıtılmasına ait, afiş, fotoğraf ve ilanlarda belirtihnesi zorun-
ludur.

13. madde ise, komisyon ve kurullara gelen film, video ve müzik eser-
lerinden eğitim amaçlı görülenleri_n bu niteliklerinin kararlarda belirtile-
ceğini ve eserin işletme belgesine de yazılacağını amirdir.

e) Denetimden geçen eserlerin ceza hukuku karşısındaki durumu


Komisyonlarca denetimi gerekli görülmeyen veya denetimden geçe-
rek olumlu belge alan eserlerin, gösterilmeleri veya icra edilmeleri duru-
munda yine de suç teşkil ettikleri ileri sürülerek ceza yargılamasına tabi
tutulabilip tutulamayacakları bir sorun olarak karşımıza çıkar. Kanımız­
ca, oynatılmasına veya icrasına izin verilen bir eserin suç teşkil ettiği
söylenemez ve hakkında dava açılamaz. Zira, bu durumda eser sahibinin
sübjektif hakkını kullandığı ve eyleminin hukuka uygun olduğu sonucu-
na varılması gerekir. Gerçekten, "işletme belgesi" olan eserlerin sahip-
leri, bu belge ile "gösterme veya icra etme hakkı"nı kullanırlar. Bu hak,
ilgili Kanun ve yönetmelik hükümlerine dayanan bir haktır. "Hakkın ic-
rası" bir hukuka uygunluk nedeni olduğu içindir ki, bundan böyle yeni
kısımlar eklenmedikçe eserin suç teşkil ettiği söylenemeyecektir. Bundan
başka, eserin denetime gerek görülmediğini veya denetlenerek olumlu
bulunduğunu bilen ve kendisine işletme belgesi verilen yapımcının suç
işleme kastı ile hareket ettiği de ileri sürülemez. Yani, denetimden geçen
ve böylece halka sunulan eser, bir yandan hukuka aykırılık unsurunun,
diğer yandan manevi unsurun yokluğu nedeniyle suç niteliğinde sayıla­
maz24.

24 Aynı görüş: BAYRAKTAR, K. : Film ve Suç (Sinema Filmlerinin Sansürü Kollokyu-


mu, 25 Mayıs 1978, İstanbul 1980, s. 37-38). Yargıtayımız da film afişleri ile ilgili bir
kararında kast unsuruna dayanarak aynı sonuca ulaşmıştır: "Sanık, savunmasında
suç konusu afişlerin ....... adındaki filme ait olduğunu, filmin sansürden geçtiğini,
sinemalarda gösterildiğini ileri sürdüğüne göre, adı geçen filmin Merkez Film Ko-
misyonunca oynatılmasına izin verilip verilmediği, izin verilmişse, afişlerdeki sah-
nelerin filmde mevcut olup olmadığı, afişlerin film kontrol komisyonunca görülüp
görülmediği, hususları araştırılıp sonucuna göre eylemin, kast yönünden suç teşkil
edip etmeyeceğinin tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde
hüküm tesisi .... yasaya aykmdır." (Yargıtay 5. CD., 26.4.1977, E. 1530/K. 1451; YKD.
Nisan 1978, Sayı: 4, s. 646). Yargıtayın, bu kararına ilişkin kroniğimiz için bkz.:
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 485

Ancak, müzik eserleri yapımcısının yazılı olarak, eserlerinde denetim


esaslarına aykırılık bulunmadığını beyan etmesi nedeniyle "denetlenme-
sine gerek olmadığına dair" belge verilmişse, bu tür eserlerin suç teşkil
etmeleri durumunda ceza kovuşturması yapılabilir.

Kanunun öngördüğü kayıt, tescil ve denetim sisteminin yapımcı için


son derecede yararlı olduğu açıktır. Gerçekten, böyle bir sistem olmadan
film, video ve müzik eserleri hakkında basın uygulandığı
yapımcı eserlerin iki nüshasını hemen savcıya tevdi edecek, savcı da alı­
şılmış uygulamaya göre bilirkişi incelemesi yaptıracaktır. Bilirkişi film-
de suç niteliği görürse, dosya sulh ceza hakimine tevdi olunacak, hakim
eserlerin zaptına karar verebilecek ve kamu davasına devam olunacaktır.
Sonuçta yapımcı beraat etse dahi, Türkiye'deki uygulamalara göre dava
yıllarca süreceği için, eser ancak yıllar geçtikten sonra halka sunulabi-
lecektir. Bu durumda eser sahibinin büyük zarara uğrayacağı
Oysa, denetimden geçtiği şekliyle gösterilen veya icra edilen eserler suç
teşkil etmeyeceği için hakkında dava açılamaz.

Kanunun 9. maddesinin verdiği yetki ile idarenin yaptığı denetle-


melerde işletme belgeli, bandrollü ve herhangi bir değişiklik yapılmamış
eserlerin suç teşkil ettikleri sonucuna ulaşılamayacaktır. Bu maddenin
idareye tanıdığı yetkinin belgesiz, bandrolsüz ve üzerinde değişiklik ya-
pılmış eserlerle sınırlı olduğunu kabul etmek gerekir.

İÇEL, K. : Denetleme Kurulundan Geçen Filmler Suç Konusu olur mu? Cilt.
XLIII; Sayı: 1-4, s. 475). Buna karşılık, ayın daire daha önceki bir kararında farklı
sonuca varmıştır:" ... oyııatılmakta olan .... adlı filınin müstehcen olduğu için oyııa­
tılmaktan men'ine dair Ordu Sulh Ceza Hakimliğinden verilen 10.2.1976 tarihli
karara vaki itirazın, "müstehcenliğin ancak sansür heyetince bilinebileceği"nden
bahisle kabul edilerek, kararın ortadan kaldırılmasına ilişkin, bu yer Asliye Ceza
Hakimliğince ittihaz olunan 11.2.1976 günlü kararın; filmin müstehcen nitelikte
olduğu bilirkişi raporu ile tesbit olunduğuna göre; sansür heyetinin filmin gösteril-
mesine müsaade etmesinin, müstehcen olduğu yolundaki bilirkJşi mütalaasına bir
etkisinin sözkonusu olamayacağı gözetilmeden ve bu durum karşısında Sulh Ceza
Hakimliğinin toplatma kararına vukubulan itirazın reddi yerine kabulünde isabet
görülmediğinden bahisle CMUK'nım 343. maddesi gereğince bozulması lüzumu Y.
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü İfadeli 5.3.1976 tarih ve ....... sayılı
yazılı emrine atfen C. Başsavcılığından tebliğııame ile daireye ihbar ve dava evra-
kı birlikte tevdi kılınmakla, gereği düşünüldü: Yazılı emre dayanan ihbarnamede
gösterilen bozma sebebi yerinde olduğundan, Ordu Asliye Ceza Mahkemesinden
verilen 11.2.1976 günlü kararın CMUK'nun 343. maddesi gereğince bozulmasına
........... oybirliği ile karar veıildi" (5. CD., 11.3.1976, E. 936 K. 775;).
486 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

2- 5224 sayılı Kanun'a göre sinema filmlerinin denetlenmesi

a) Denetlemede özellik ve amaç

5224 sayılı Kanun'a dayanılarak çıkarılan yönetmeliklerden biri de


"Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin
Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik"tir (RG. 18.02.2005/25731)25 •

Yönetmeliğin 1. maddesine göre amaç, ülke içinde üretilen veya ithal


edilen her türlü sinema filminin, ticari dolaşıma ve gösterime sunulma-
dan önce kayıt ve tescile esas olacak şekilde değerlendirilmesi ve sınıf­
landırılmasının yapılması, değerlendirme ve sınıflandırma kurulu ile alt
kurullarının oluşturulmasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir.

Belirtmemiz gerekir ki, bu yönetmelik sansürü anımsatmaması için


"denetleme" kelimesine yer vermemişse de "değerlendirme ve sınıflandır­
ma"nın gerçekte "ön denetim" anlamına geldiği "değerlendirme ve sınıf­
landırma esasları"nı düzenleyen 11. maddesinden açıkça anlaşılmaktadır.

Şöyle ki, yönetmeliğin 11. maddesi (1. fıkra) gereğince, Kültür Bakan-
lığıbünyesinde oluşturulan kurullar sinema filmlerinin gösterim ve iletim
biçimlerini de dikkate almak suretiyle kamu düzeni, genel ahlak, küçükle-
rin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygun-
luk ve Anayasa'da öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir.

Kurullar bu değerlendirmeye bağlı olarak; cinsellik, korku veya şid­


det unsurlarının ağırlıklı olup olmadığı gibi hususları da dikkate almak
suretiyle, genel izleyici kitlesi tarafından izlenebilirlik ve yaş bakımından
sinema filmlerini sınıflandırır. Kurullar ayrıca cinsellik, korku veya şiddet
unsurlarının ağırlığını dikkate alarak bazı filmlerin aile eşliğinde izlen-
mesinin uygun olacağına karar verebilir (RG. 08.11.2008-27048 ile değişik
11. maddenin 2. fıkrası).

Birinci fıkrada öngörülen ilkelere aykırı bulunan filmler ticari dolaşı­


ma ve gösterime sunulamaz.

Böylece, gerek yeni yasa gerek yönetmelik ön sansür anlamına gele-


cek "denetleme" kelimesini kullanmamış olmakla birlikte, amacın ön de-
netim olduğu açıktır.

25 Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sinema konusunda yetkili birimi olan Sinema Ge-
nel Müdürlüğü 02.11.2011 tarih ve 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
kurulup teşkilatlanmıştır. 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sı­
nıfland.ınlınası ile Desteklenmesi Hakkında Kanunun Bakanlığa verdiği görevleri
Sinema Genel Müdürlüğü yürütmektedir.
SİNEMA - VİDEO REJİMİ 487

b) Denetlemeyi yapacak kurullar

Yönetmeliğin ikinci bölümü Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu


ile alt kurulları düzenlemektedir.
Kurul; Kültür Bakanlığı ile İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıklarından
birer üye, ilgili alan meslek birliklerince önerilen kişiler arasından Ba-
kanlıkça seçilecek üç üye ile Bakanlık tarafından belirlenecek, alanında
doktora derecesinde bulunan bir sosyolog, bir psikolog ve bir çocuk gelişim
uzmanı olmak üzere toplam dokuz üyeden oluşur. Üye sayısı kadar yedek
üye belirlenir. Kurula Kültür Bakanlığı temsilcisi başkanlık eder. Kurul,
en az altı üyenin katılımıyla toplanır ve en az beş üyenin aynı yöndeki
oyuyla karar alır.
Alt kurullar ise, sinema filmlerinin ön değerlendirme ve sınıflandır­
masının yapılınası amacıyla oluşturulabilir. Bakanlık, gerekli durumlarda
birden fazla alt kurul oluşturabileceği gibi, alt kurulların diğer illerde top-
lanmasına karar verebilir (m. 7).

c) Düzeltme işlemi

Yönetmeliğin 14. maddesine göre, 11. maddenin 1. fıkrasında sözü edi-


len ilkelere aykırı bulunan filmler üzerinde uygulanacak kısıtlayıcı tedbir
veya öngörülen düzeltme işlemleri, yapımcının veya ithalatçının uygun
görmesi halinde Kurullar tarafından da yapılabilir.
İnternet Rejimi
ALTINCI BÖLüM

İNTERNET REJİMİ

§ 1. GENEL BİLGİLER

A. "İNTERNET" KAVRAMI VE TP._._RİHÇESİ 1

İnternet, iki veya daha çok sayıda bilgisayarın birbirleriyle bağlantısı


anlamına gelen bilgisayar ağları (network)'nın aralarında tekrar bağlantı
kurmalarıyla oluşan ve bu şekilde gittikçe büyüyüp gelişen, dünya çapın­
da yaygın bilgisayar ağlarına dayalı bir iletişim sistemidir.

İnternet'in tarihsel kaynağı A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasındaki


soğuk savaş dönemine kadar uzanır. Şöyleki, Sovyetler Birliği'nin 1957
yılında Sputnik uydusunu uzaya göndermesinin ardından, Amerikan hü-
kümeti, özellikle bir nükleer savaş tehlikesi karşısında, askeri iletişimin
korunabilmesi amacıyla çeşitli arayışlara girmiş ve bu kapsamda, 1960'lı
yıllardan itibaren ünlü eğitim kurumu M.I.T.'nin (Massachusetts Institu-
te of Technology)liderliğinde, olası bir savaş veya karışıklık durumunda,
tek bir ana bilgisayar ünitesinden bağımsız olarak çalışabilen bir bilgi-
sayar ağı kurulabilmesi amacıyla çeşitle çalışmalar yapılması gündeme
getirilmiştir2 . Bu amaçla, A.B.D. Savunma Bakanlığının bir kuruluşu
olan ARPA (Advanced Research Projects Agency)'nın desteği ile çalışma­
lara başlanmış ve Los Angeles, Santa Barbara, Stanford ve Salt Lake City
kentlerinde bulunan dört büyük bilgisayar arasında bilgi transferi ger-

1
"Mehr Infos zur Geschichte des Internet" (www.br.ard. de / fridrich/mehr. htm; 2
Temmuz 1997); "Eine kurze Geschichte des Internet" (www. dfn-expo. de/ Geschi-
chte-Internet: html; 12 Şubat 1998); "Internet History Readings" (www.ntep.edu/
comm /cmc/nethist. html; 20 Eylül 1997); GÖKÇOL, O.; "Bilgi Teknolojileri ve İn­
ternet-Çokça Sorulan Sorular" http://eng.bahcesehir.edu.tr/css.html, 22 Şubat 2001;
"Türkiye'de Internet Altyapısı üzerine Görüşler- Internet Üst Kurulu Altyapı Tek-
nik Komitesi Raporu, Sürüm 15.7.1998"(www.ubak.gov. tr/kurul/), DİNLER, Z.:
Bilimsel Araştırma ve Internet'e Bağlı Bilgi Merkezleri El Kitabı, Bursa 1998, s.
158).
2
GROMOV, G.K.: "The Roads and Crossroads of Internet History", http://www.inter-
netvalley.com/intval 1. html; (26 Eylül 2001).
492 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

çekleştirilmiştir. 70'li yıllarda sınırlı alan deneyleri yapılan sistem için


gerekli protokol spesifikasyonları bir kaç kez yeniden yazılmıştır. Böylece,
A.B.D. Savunma Bakanlığının araştırma bölümlerindeki yoğun çalışmalar
sonucunda ARPANET adı verilen askeri bilgisayar ağı kurulmuştur. AR-
PANETsistemi, elektronik posta ve ağ haberleri gibi servislerin belirli bir
istikrara kavuşmasını sonuçlamış ve 1980 yılında Amerikan ordusu, faali-
yetlerini yeni kurduğu "MILNET" ağına taşıyarak, ARPANET'i tamamen
sivil kullanıma bırakmıştır. Yine 1980'li yıllarda,A.B.D.'nin yanısıra İngil­
tere ve Japonya gibi ülkelerde de yeni ağ sistemleri kurulması amacıyla
çeşitli çalışmalar yapılmış ve 1984 yılında İngiltere'de kurulan JANET,
A.B.D. dışında kurulan ilk ağ sistemi olarak ortaya çıkmıştır. 1989 yılın­
da ise National Science Foundation tarafından kurulan NFS Net sistemi
devreye sokulmuştur3 •
1990'lann başında Wais, Gopher ve Web gibi İnternet servisleri açık­
lanmıştır. Wais ve daha sonra Gopher kullanım kolaylığı nedeniyle, İnter­
net'in yaygınlaşarak, iş dünyasına ve kamu yönetimine :yayılmasına yar-
dım etmiştir. 1993'de ise World Wide Web (www) temelli Internet araçları
ile bilgiye ulaşım daha da kolaylaşmış ve ulaşılabilen bilgiler ile sunulan
hizmetler ıniktar ve çeşit olarak artmıştır.
Bilginin sunulmasında ve paylaşılmasında getirdiği kolaylıklar nede-
niyle internet hızla ticari bir ağ şeklini almıştır. Teknolojiyi taşıyan bir
ortama dönüşen İnternet, ticaretten eğitime, sağlıktan hukuk sistemine
kadar tüm alanlarda köklü değişikliklere yol açmakta, yönetim biçimle-
rini ve devlet vatandaş ilişkilerini etkilemektedir. Yasama organlarının,
bakanlıkların, devlet kuruluşlarının, elçiliklerin, konsoloslukların web
sayfalarına ulaşabilen vatandaşlar her türlü bilgiyi alabilmekte, pek çok
sorununu, yerinden kalkmadan, kendi evinden çözümleyebilmektedir.
1994 yılı sonunda internet'e bağlı bilgisayar sayısı 2 milyon civarında
iken günümüzde bu sayının ınilyar ile ifade edildiği ve halen internet'i
kullanan insan sayısının ise 2,5 milyar civarında olduğu hesaplanmakta-
dır. İnternet'e bağlanan bilgisayar ve insan sayısının her geçen gün hızla
arttığı gözönüne alındığında, çok yakın bir gelecekte dünya üzerinde in-
ternet'le tanışmamış insanların azınlıkta kalacaklarını söylemek yanlış
olmayacaktır. Pek çok ülke internet'te geri kalmamanın hayati öneminin
farkında olarak büyük ve önemli projelerin peşindedir.

İnternet aracılığı ile bilgi iletiıni ve paylaşım bazı kurallara uyul-


mak suretiyle gerçekleştirilmektedir. Bu kurallara kısaca "internet pro-
tokolleri", ya da "TCP/ IP Protokoller ailesi" denir. TCP /IP (Transmissi-
on Control Protocol/Internet Protocol), bilgisayarlar ile veri iletme-alma

3 SINAR, İnternet ve Ceza Hukuku, s. 23.


İNTERNET REJİMİ 493

birimleri arasında organizasyonu sağlayan, böylece bir yerden diğerine


veri iletimine olanak veren pekçok veri iletişim protokolüne verilen genel
isimdir. Başka bir ifade ile, TCP/ IP protokolleri bilgisayarlar arası veri
iletişiminin kurallarını koyar. Bu protokollara örnek olarak, dosya alma/
gönderme protokolü (FTP, File Transfer ..,~,~-ı-Ann, elektronik posta iletim
protokolü (SMTP Simple Mail Transfer u~,,-<-~,,~ gösterilmiştir. Adını sık­
ça duyduğumuz www ortamında birbirlerine link objelerinin iletilmesini
sağlayan protokol ise, Hyper Text Transfer Protocol (HTTP) olarak adlan-
dırılmaktadır.

B. İŞLEVİ
İletişim ağlarının birbirleriyle bağlantısından oluşan internet'in te-
mel işlevi, ağ içinde bulunan çift yönlü bilgi aktarımıdır. Bu şekilde, bir
bilgisayardaki dosya veya program ya da mesaj diğer bilgisayara gönde-
rilebilir.

Internet, teknik olarak, TCP/IP ile desteklenen çok ser-


vis sunmaktadır. Örneğin, internet erişimi olan bir kullanıcı, eğer ken-
disine yetki verilmişse, intemete bağlı diğer herhangi bir bilgisayardaki
bilgilere erişebilir, onları kendi bilgisayarına alabilir, keza kendi bilgisa-
yarından da intemet erişimi olan başka bir bilgisayara bilgi gönderebilir.
Bu işlev dosya transfer protokolü ile gerçekleştirilir. Yine İnternet üzerin-
deki kullanıcılar, posta iletim protokolü ile birbirlerine elektronik posta (e
- mail) gönderebilirler.

Internetin sundukları çok çeşitli ve zengin içeriğe sahip olabilir. Söz-


gelimi, vizyondaki filmlerin kısa tanıtımlarını kolayca evindeki ekrana
taşıma olanağı vardır. Bunun gibi, bu yolla A.B.D. Kongre Kütüphanesin-
de tarama yapılabilir, üniversitelerin kampüslerine girilip o andaki gö-
rüntüler izlenebilir, hava durumları hakkında bilgi elde edilebilir, ünlü
ressamların tabloları ekrana getirilebilir, bir bilim adamının intemet'te
yayınlanan makalesi anında temin edilebilir, ya da tersine bir bilimsel
toplantıya İnternet vasıtasıyla bildiri gönderilebilir. İntemet'te sunulan-
lar, kullanıcıların istekleri, yaratıcılıkları ve gelişen internet teknolojisi
ile sürekli çoğalmaktadır 4 •

Internet'e bağlı kuruluşlar değişik


gruplara ayrılmaktadır. Bir kuru-
luşun İnternet adresi bazı istisnalar dışında o kuruluşun bulunduğu gru-
bun kısaltmasını içerir5 • Bunun dışında, ülkelerin iki harfli tanıtım kodla-

4
GÖKÇOL, O.: Bilgi Teknolojileri ve İnternet (a.g. web).
5
gov: Hükümet kuruluşları, edu: Eğitim kuruluşları (üniversiteler gibi), org: Ticari
olmayan, kar amacı gütmeyen kuruluşlar, com: Ticari kuruluşlar, mil: Askeri kuru-
494 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

n da (A.B.D ve Kanada çıkışlı adreslerin çoğunda bulunmaz) adresin so-


nuna eklenir6 • Arşiv sitelerinde ise (ftp) kısaltması yer alır. Bu kısaltmalar
sayesinde internetin işlevinde netlik ve kolaylık sağlanmış olmaktadır 7.

C. İNTERNET ALTYAPISI VE YÖNETİMİ

İnternet teknolojisinin anavatanı olan A.B.D.'de kurulu internet


omurgası başlangıçta National Science Foundation (NSF) ta-
(Backbone)
rafından işletilmekte iken Mayıs 1993'den itibaren teknolojinin yeterince
olgunlaştığı düşüncesiyle tamamen özel sektöre devredilmiştir. Bu konuda
konulan kurallara uyan ve yatının yapmak isteyen herhangi bir firma İn­
ternet omurgası işletebilmektedir. Kurulan omurgalar dört daha sonra da
onbir Network Access Point (NAP) aracılığı ile birbirlerine bağlanmıştır.
NJ\..P'lar herhangi bir omurgadaki İnternet trafiğini diğer bir omurgaya en
kısa yoldan aktarabilmektedir. Başlangıçta NSF tarafından San Fransisco
N.AP (Pasific Bell), Chicago N.AP (Bellcore ve Ameritech), New York N.AP
(Sprintlink) ve MAE-EAST 1\l.AP (Metropolitan Fibre Systems, MFS)'e ek
olarak daha sonra MAE -WEST, MAE - LA, MAE- DALLAS ve MAE - Chi-
cago NA_F'LARI devreye sokulmuştur. Federal Devletin (A.B.D. Kamunet)
İnternet omurgası trafiği ise üç adet NAP (FIX- East, FIX-West ve CIX)
vasıtasıyla diğer İnternet omurgalarına aktarılmaktadır. Böylece, A.B.D.
İnternet omurgaları yönünden en önemli nokta, yeni kurulacak olan bir
omurganın trafiğinin yeni bir NAP ile veya mevcut NAP'larla diğerlerine
aktarılma zorunluluğunun bulunmasıdır.

Bu konuda başka bir örnek olarak Singapur'u verebiliriz. Bu devlette


tüm ülkeyi kapsayan Singapore- üne omurgası Net-1 adlı bir konsorsiyum
tarafından kurulmuştur ve işletilmektedir. Konsorsiyumda bir kamu şir­
keti olan Singapore Telecom'dan başka biri kablo-tv şirketi olmak üzere
üç özel şirket vardır. Servis sağlayıcılara 155 Mbit/S hızlara kadar erişimi
Singapore Telecom ve Singapore Cable Vision firmaları satmaktadır 8 •

Burada vurgulamamız gereken bir nokta da, devletlerin genellikle, İn­


ternet alt yapısını ülkenin enformasyon altyapısı içinde ele alarak eylem

luşlar, int : illuslararası organizasyonlar, şeklindeki kısaltmalar en çok kullanılan­


lardır.
6 Örnek: tr, Türkiye; eh, İsviçre; de, Almanya; fr, Fransa; gr, Yunanistan; it: İtalya; Jp:
Japonya.
7 Internet'in işlevi hakkında ayrıntılı bilgi için yukarıda (1) no.lu dipnottaki internet
adreslerine bakınız.
8 Diğer ülkelerdeki uygulamalarla ilgili olarak bkz.: T.C. ffiaştırma Bakanlığı TUE-
NA, Türkiye illusal EnformasyonAltyapısıAnaplanı Sonuç Raporu, Ekim 1999, s. 8
ve son.(www.bilgitoplumu.gov.tr/yayin/TUENA-RAPOR.pdf).
İNTERNET REJİMİ 495

planlarını buna göre yapmalarıdır. Ulaştırma Bakanlığı Türkiye Ulusal


Enformasyon Altyapısı Projesi (TUENA) çerçevesinde uluslararası alanda
yapılan araştırma ve incelemelerden elde edilen verilere göre 9 , planların
ve ilgili diğer politika belgelerinin hedefleri açısından, ülkeler en en-
formasyona ve iletişim teknolojileri donanım üretimine önem vermekte-
dirler. Donanıma en ziyade önem verenler arasında Asya-Pasifik ülkeleri
birinci sırada bulunmaktadır. Bu ülkeleri izleyen grup Almanya, Fransa,
İngiltere gibi genel olarak sanayileşmiş ülkeler olarak sınıflandırılan
gruptur. Gelişmekte olan ülkelerin de donanıma önem verdikleri ancak bu
önemin ortalamanın altında kaldığı saptanmıştır.
Ülkelerin hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla enformasyon altyapı
kurumlaşmalarını nasıl yaptıkları da büyük önem taşımaktadır. Enfor-
masyon alt-yapıları çalışma, kültür, hukuk, eğitim gibi farklı bakanlıkla­
rın sorumluluğu altına giren konulardan oluştuğu için, bunlar arasında
eşgüdümü ve işbirliğini sağlama hükümetler bakımından çözümlenmesi
gereken en önemli yönetsel sorun olarak nitelendirilmektedir 10 . Aşağıda
açıklayacağımız üzere Türkiye de 05.11.2008 tarihli 5809 sayılı Elektro-
nik Haberleşme Kanunu ile bu alanı ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir.
Enformasyonla ilgili yeni yapılanma girişimlerinde,
hükümet kuru-
luşları arasında eşgüdümün sağlanmasından başka, parasal kaynakların
belirlenmesi, enformasyon alt yapısının kurulması, uygulamaların seçil-
mesi, pilot uygulamaların başlatılması gibi işlevler de gündeme alınmış­
tır. Bütün bunlardan başka, özel sektörün bu alana yatırım yapması için
özendirici önlemlerin alınması üzerinde de özenle durulmaktadır 11 . Aşağı­
da açıklayacağımız üzere Türkiye'de 05.11.2008 tarihli 5809 sayılı Elekt-
ronik Haberleşme Kanunu ile bu alan ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

D. İNTERNET KULLANIMININ ORTAYA ÇIKARDIĞI


HUKUKSAL SORUNLAR VE ÇÖZÜM YOLLARI

I. Genel Olarak
Bir kitle iletişim aracı
olarak internet bir dizi sorunu da birlikte ge-
tirmiştir. Yukarıda değindiğimiz teknik, ekonomik, yönetsel sorunların
yanısıra doğrudan doğruya kullanıcılarla ilgili etik ve hukuki sorunlar da
ortaya çıkmıştır.

Internet üzerindeki kullanıcıların, servisleri, sistemleri kullanma


konusundaki sorumluluklarının bilincinde olması gerekmektedir. Buna

9
www.bilgitoplumu.gov.tr /yayin/TUENA-RAPOR.pdf
10
OECD, Information infrastructure Policies in OECD Countries, Faris 1996.
11
www.bilgitoplumu.gov.tr/yayin/TUENA-RAPOR.pdf
496 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

uyulmadığı takdirde bu olağanüstü kitle iletişim sisteminin sağlıklı bir


şekilde işlev görmesi olanaksızlaşır. Örneğin, bir sistemdeki bilgilerin, lıi­
leli yollarla alınması,
kötü, anlaşılmaz, ahlaka aykırı mesajlarla başka­
larının rahatsız edilmesi, dengesiz kullanılarak sistemin yavaşlatılması,
artlarda mesajlar postalamak suretiyle başkalarının e-posta kutularının
doldurulması, başkalarının fikirlerini bilgisayardan çalıp kendine mal
edilmesi, bilgisayarların yalancı kullanılması gibi davranışlar sözü geçen
sorumluluk bilinciyle bağdaşmayan ve Bilgisayar Ahlakı'na aykırılık ola-
rak nitelendirilen hareketlerden sayılmaktadır 12 .

İnternet kullanımında sorumluluk bilinci ile davranılmaması bilgisa-


yar etiğine aykırılığı sonuçladığı gibi, bazen hukuk kurallarını ihlale de
yol açabilir. Örneğin, aldatıcılık, pornografi, şiddete yönelik içerik, haka-
ret, telif haklarına aykırılık, haksız rekabet gibi konularda sorumluluğun
nasıl saptanacağı sorunu ortaya çıkınakta, özellikle de internet servis sağ­
layıcıları ile internet erişim sağlayıcıları'nın sorumluluklarının ne olacağı
tartışmalara konu olmaktadır. Böylece, "internet'te işlenen suçlar" internet
hukukunda önemli konulardan birini oluşturmaktadır.

II. İnternet'te işlenen suçlarla mücadele ve ceza


so:nmıluluğu

1- A.B.D. 'deki gelişmeler

İnternet'i yaratan A.B.D., bu olağanüstü kitle ileşitim sisteminin za-


rarlarından en önce şikayet
eden ve buna karşı önlem alınması yoluna
giden devlet olmuştur. Bu kapsamda, özellikle internet üzerindeki suç
içerikli yayınların önlenmesi amacıyla, 1934 tarihli Telekomünikasyon
Yasası'na yeni hükümler getiren (Communications Decency Act -İletişim
Ahlakı Yasası) 13 isimli bir yasa tasarısı hazırlanmış ve bu tasarı 8 Şubat
1996 tarilıinde yasalaşmışır. Bu yasa ile İnternet üzerinde pornografik
veya şiddet içerikli yayında bulunulması suç olarak düzenlenmiş ve bu
yayını gerçekleşiren süjelerin (yayın sunucuların) 2 yıla kadar hapis ce-
zası ile 250.000 dolara kadar Para cezası ile cezalandırılacak.lan öngörül-
müştür. Ancak, bir yıl sonra yani 1997 yılında bu hükınün Anayasa'ya ay-
kırılığı iddia edilmiş ve bunun sonucunda Amerikan Yüksek Mahkemesi,
hükınü Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Yüksek mahkemenin bu
sonuca ulaşırken gösterdiği gerekçeyi şöyle özetleyebiliriz: "Demokratik
bir toplumda serbest toplumsal fikir alışverişinin sağlayacağı toplumsal

12 Bilgisayar kullanımında uyulması gereken ahlak kuralları için bkz.: ftp: // ftp.unm.
edu/ethics/netiquette.
13 Bu yasanın tam metni için : http://www.fcc.gov/Reports/tcoml996.pdf.
İNTERNET REJİMİ 497

yarar, İnternet'te sansürün sağlayabileceği toplumsal yararla karşılaştırı­


lamayacak kadar çok daha önemlidir."14 Böylece, Amerikan Yüksek Mah-
kemesi, internette servis sağlayıcıların ceza sorumluluğundan kurtulmak
için pornografik ve şiddet içerikli yayınları sansüre tabi tutma yüküm-
lülüklerini Anayasayaya aykırı bulmuştur 15 . Belirtelim ki Yüksek Mah-
keme'nin bu kararı, A.B.D.'nde internet'e ilişkin öngörülen sonraki yasal
düzenlemeler üzerinde de etkili olmuş ve söz gelimi internet üzerindeki
çocuk pornografisinin önlenmesini amaçlayan 1998 tarihli (Child On-line
ProtectionAct-COPA) ve yine internet üzerinden kumar oynatılmasını ön-
lemeye yönelen 1997 tarihli (Internet Gambling Prohibition Act) gibi ya-
salar çıkartılırken, Yüksek Mahkeme'nin, CDA kararında ulaşmış olduğu
ölçütler temel alınmıştır 16 •

2- Federal Almanya'daki gelişmeler


Federal Almanya'da da internette işlenen suçlardan doğan ceza so-
rumluluğu konusu gündeme gelmiş ve özellikle bu tür yayınlardan kim-
lerin sorumlu olacakları tartışılmıştır. Sonuçta, yasa koyucu, 13 Haziran
1997 tarihli Teleservisler Yasası (Teledienstegesetz - TDG)'nm 5. paragra-
fı.nda bu konudaki ceza sorumluluğunun esaslarını düzenleyerek sorunu
önemli ölçüde çözümlemiştir 17 . Bu hüküm gereğince, internet içeriğini
hazırlayıp sunan kişi (İçerik sunucu; Content Provider; Inhaltsanbieter)
doğrudan doğruya genel hükümlere göre ceza sorumluluğu altındadır;
başkalarının hazırladığı içeriği hizmete sunanlar ise (Servis Sağlayıcı;
Service Provider) bu içeriğin niteliğini bildikleri ve teknik olarak buna
ulaşılması olanağına sahip bulundukları takdirde sorumludur; başkala­
rına ait içeriklere ulaşılmasına sadece aracılık edenler, geçiş sağlayanlar
(Erişim Sağlayıcı; Access- Provider; Zugangsvermittler) sorumlu değildir.
Yasa, otomatik şekilde ve kısa süreli olarak yabancı içerikleri bilgisayarda
tutmayı da bir tür geçiş niteliğinde kabul etmiş ve bunların da sorumlu
tutulamayacaklarını belirtmiştir 18 •

14
SIEBER, U.: "Einleitende Stellungnahme der Verteidigung zum Sachverhalt in dem
Berufungsverfahren gegen Herrn FelixSomm",www.digital-law.net/somm/stellung-
nahme/html.
15 Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin bu karan hakkında bkz. "Supreme Court Rules:
Cyberspace Will be Free: ACLUHails Victory in Internet Cencorship Challenge",
http://www.aclu.org/news/n062697 a.html.
16 SINAR, s. 95-96.
17
Teleservisler Yasası'nın tam metni için bkz. http://www.netlaw.de/gesetze/tdg.htm.
18
Ayrıntılı bilgi için bkz. SIEBER, U.: Verantwortlichkeit im Internet München, 1999,
s. 140 ve son.; PANKOKE, S.,L.: Von der Presse- zur Providerhaftung, München,
s.109 ve son.
498 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Federal Almanya'da internet'e erişim sağlayıcı firma temsilcileri hak-


kında suç içerikli yabancı yayınlardan dolayı açılmış ceza davaları vardır.
Bunlardan Münih Sulh Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir davay-
la ilgili olarak görüşüne başvurulan Prof Dr. Ulrich Sieber, yeni yasayı
da dikkate almak suretiyle konuyu ayrıntılı şekilde incelemiştir 19 . A.B.D.
kaynaklı pornografik bir web sayfasının Federal Almanya'da izlenmesi ile
ilgili bu davada, internet'in işleyişi hakkında bazı bilgiler vermek gereksi-
nimini duyan Sieber'e göre, internet'te yer alan sunumlarla ilgili üç fonk-
siyonu yürüten kişileri birbirilerinden ayırmak gerekir; bunlardan ilki
bilgiyi üreten kişi olan içerik sunucu'dur; asıl fail bu kişidir; ikincisi, kul-
lanıcının ağ'a ulaşmasını sağlayan erişim sağlayıcı'dır; bilgiler bu kişinin
bilgisayarından saniyenin kesirlerinde iletilir ve saklanmaz; üçüncüsü ise,
bilgiyi Server'lerinde bir süre saklayan ve bunlara Ağ vasıtasıyla ulaşıl­
masını sağlayan Servis Sağlayıcı'dır; görülmekte olan davada Federal Al-
manya'daki fırına yetkilisi erişim sağlayıcı durumda olup Teleservisler ya-
sasına göre bu kişinin sorumlu tutulması olanaksızdır; A.B.D. deki servis
sağlayıcı ise, yine aynı yasaya göre sunum'un içeriğini bilmesi ve teknik
yönden bunu önleyebilecek durumda olması koşulu ile sorumludur; Fede-
ral Almanya'da bulunan erişim sağlayıcısının A.B.D.deki servis sağlayıcı­
nın eylemine iştirak etmesi kabul edilemez, zira bu kişinin iştirak iradesi
yoktur, teknik olarak sunumu önleme olanağı bulunmadığından ihmali
nedeniyle iştirak ettiğini söyleyemeyiz. Prof Sieber, bu açıklamalanndan
sonra Münih Sulh Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davanın beraatle
sonuçlandınlması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

Konuyla ilgili mütalasındaki görüşlerini aktardığımız Sieber, Alman


Teleservis Yasası'nın erişim sağlayıcıları sorumlu tutmamasının nedenle-
rini üç ana noktada toplamaktadır:
- Toplumsal Yarar: Erişim sağlayıcıların davranışları toplumsal ya-
rar nedeniyle hukuka uygundur. Toplumsal yarar sağlayan davra-
nışlar üçüncü kişi~erce suç oluşturacak şekilde kullanılsalar dahi
cezalandırılamaz. Internet'teki bilgilerin % 99'u hukuka uygundur
ve çoğu toplumsal gereksinimlere yanıt veren yararlı nitelikte su-
numlardır.

- Teknik Olanaksızlık: Erişim sağlayıcıların bilgisayarlarından aynı


anda birçok kaynaktan gelen bilgilerin akışı sağlanmaktadır. Bun-
ların bu aşamada denetlenmesi olanaksızdır; hukuk kimseye ola-
naksız bir yükümlülük yükleyemez.

- Serbest Bilgi Akışı: İnternet'teki bilgilerin dışandan anlaşılması


olanaksız olduğundan, varsayımsal bir kontrol mekanizması ile

19
SIEBER, a.g.web.
İNTERNET REJİMİ 499

bunların tek tek tamamının kontrol edilmesi gerekir ki, böyle geniş
çaplıbir sansür ancak çok antidemokratik ve totaliter sistemler ta-
rafından savunulabilir.

Açıklayalım ki, Federal Almanya'da konuyu inceleyenlerden çoğu


aynı sonuca ulaşmışlardır 20 . Bizce de, sadece erişim sağlayanların bu ni-
telikleri suç olan yabancı kaynaklı içeriklerden sorumlu tutulmamalarını
gerektirir. Alman Teleservis Yasası, bu kişilerin konumlarını ve işlevlerini
dikkate alarak sorumlu olınadıklarını belirtmiştir. Ancak, doğaldır ki, sö-
zügeçen koşulların dışına çıkan özel durumların ayrıca değerlendirilmesi
zorunlu olabilir.

Almanya dışındaki diğer ülke mevzuatında da gerek internet


aracılığıylaveya internet süjeleri, ilgili kişi veya veya bilişim
sistemlerine karşı suçlar gerek internetin :kitle haberleşme vasıtası oluşu
bakımından yakın tarihli düzenlemeler yapılmıştır 21 .

Aşağıda açıklayacağımız üzere, Türkiye Ortamında Yapılan


Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mü-
cadele Edilmesi Hakkında Kanun" (04.05.2007 tarih ve 5651 sayılı) ile
kısmen benzer nitelikte düzenlemeler yapmıştır. lıncak, özellikle erişim
sağlayıcılarla ilgili olarak öngörülen kapsamlı yükümlülükleri ve bununla
bağlantılı olan para cezalan internet özgürlüğüne olumsuz etki yapacak
niteliktedir.

3- Uluslararası alandaki gelişmeler ve "Avrupa Konseyi Siber Suç


Sözleşmesi"

''Internet'te işlenen suçlar" la etkili bır biçimde mücadele edilmesi ve


bu tür suçluluğa karşı ulusalüstü boyutlarda ortak işbirliğine gidilmesi
amacıyla özellikle Avrupa Birliği bünyesinde çeşitli önemli çalışmalar ya-
pılmıştır22.

20 Bkz.: DERKSEN, R.: Strafrechtliche Verantwortung für in internationalen Compu-


ternetzen uerbreiteten Daten mit strafbarem Inhalt (NJW.1997, Heft 29, s. 1878 ve
son); CONRADI, U. - SCHLÖMER, U.: Die Strafbarkeit der Internet-Prouider (NSTZ.
1996, Heft: 8, s. 366 ).
21
Karşılaştırmalı hukuktaki düzenlemeler için bkz. ÜNVER, Y.: Türk Ceza Kanu-
nu'nun ve Ceza Kanunu Tasarısı'nın İnternet Açısından Değerlendirilmesi, İÜHFM
2001, c: LIX, sy: 1-2, s. 51-153; DÜLGER, M.V.:Bilişim Suçları, Ankara 2004, s. 90-
110 ; GÜNAYDIN,B.: İnternet Yayıncılığı ve İfade Özgürlüğü, Ankara 2010, s. 49 ve
son.
22
Bkz.: İÇEL ve diğerleri, ''.Avrupa Birliği'ne Uyum Sürecinde Türk Ceza Hukuku",
s.117 ve son.; SIEBER,U.: Bilgisayar Suçluluğu (İÇEL-ÜNVER, İnternet Hukuku,
Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi, Ankara 2013, s. 13 ve son)
500 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Bu çalışmalar kapsamındaki en önemli aşamayı, 29 Haziran 2001 ta-


rihinde (27 No.'lu Nihai Versiyonu) yayınlanan ''Avrupa Konseyi Siber
Suç Sözleşmesi" oluşturmaktadır. 23 Kasım 2001'de Macaristan'da (Bu-
dapeşte) imzaya açılan ve 01.07.2004 'te yürürlüğe giren bu sözleşmeyi
Türkiye Dışişleri Bakanı oldukça gecikerek (Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi Dönem Başkanlığı'nı devralınca) 10 Kasım 2010' da Fransa'nm
Strasbourg kentinde imzalamıştır.
İnternet ve bilgisayar ağları aracılıyla işlenen suçlara ilişkin ilk ulus-
lararası sözleşme olan bu belge, özellikle telif haklarının ihlali, bilgisayar-
larla bağlantılı sahtecilik eylemleri, çocuk pornografisi ve ağ güvenliğine
ilişkin suçları tanımlamakta ve bu suçlarla mücadelede işbirliğini öngör-
mektedir.

"Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi" adıyla TBMM'ne


sevkedilen (03.09.2012) kanun tasarısının Hükümet Gerekçesindeki açık­
lamalar şöyledir:
''Anılan Sözleşmenin ülkemizce imzalanması konusunda zamanında
ilgili makamlarımızdan alınan görüşler ışığında, Sözleşmeye iç hukuk
düzenlemelerinin tamamlanmasının ardından taraf olunmasının uygun
olacağı sonucu çıkmış ve ilgili bakanlıkların Sözleşmeyle ilgili iç hukuk
gereklerinin yerine getirildiğini bildirmeleri üzerine Sözleşme, Hüküme-
timiz adına 10 Kasım 2010 tarihinde Strazburg'da imzalanmıştır.- Sanal
ortamda işlenen suçların ortak tanımlarının yapılmasını, bu alanda ül-
kelerin maddi ceza hukuku unsurlarını uyumlu hale getirmeyi, suçların
soruşturulması ve kovuşturulması için gerekli olan yerel ceza usul hukuku
yetkilerini sağlamayı ve etkin bir uluslararası işbirliği rejimi oluşturmayı
amaçlayan sözkonusu Sözleşme, küresel düzeyde etkilere sahip olabilecek
bir hukuki belgedir.- Budapeşte Sözleşmesi adıyla da anılan ve siber or-
tamda özgürlüklerin, insan haklarının ve güvenliğin korunması ile riskle-
rin azaltılmasına ilişkin kabul edilmiş tek uluslararası rehber olan belge,
hükümetlerin vatandaşlarını korumasına yönelik önemli bir araç niteli-
ğindedir.".

Sözleşmenin onanması ile ilgili yasa tasarısı uzunca bir süre koınis­
yonlarda bekledikten sonra TBMM tarafından 22.04.2014 tarihinde kabul
edilmiş (no.: 6533 ) ve 01.05.2014 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından
onaylanıp, 02.05.2014-28988 sayılı Resıni Gazetede yayınlanarak yürür-
lüğe girmiştir 23 .

23 Sözleşmenin tam metni için bkz. http: // conventions.coe.int/treaty/EN/cadreprojets.


htm.; Türkçe metin için bkz.: TBMM. Yasama Dönemi 24, Yasama Yılı 3, Sıra Sayısı
380, Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi. RG.9.08.2014- 29083'de ise, sözleş­
me Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanmıştır.
§ 2. TÜRKİYE'DE İNTERNET

A. İNTERNET'İN TÜRKİYE'DE GELİŞİMİ - İNTERNET


HİZMETİNİ YÖNLENDİREN KURULUŞLAR 1
12 Nisan 1993 tarihinde TÜBİTAK- ODTÜ (TR-NET) işbirliği ile bir
DPT projesi çerçevesinde Türkiye Global internet'e bağlanmıştır. 64 kbit/
san hızındaki bu hat ODTÜ'den uzun bir süre ülkenin tek çıkışı olmuştur.
Daha sonra Ege Üniv. (1994), Bilkent (1995), Boğaziçi (1995), İTÜ (1996)
bağlantıları gerçekleştirilmiştir.

Türk Telekom'un 1995 yılında açtığı ihale ile bir konsorsiyum tara-
fından oluşturulan TURNET 1996 Ağustos ayında çalışmaya başlamıştır.
Bunun yanısıra Haziran 1996 tarihinde TÜBİTAK bünyesinde Ulusal
Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) adıyla yeni bir merkez kurul-
muştur. ULAKBİM'in temel görevi ise en yeni teknolojileri kullanarak
Türkiye çapında tüm eğitim ve araştırma kuruluşlarım birbirine bağlaya­
cak Ulusal Akademik Ağ (ULAKNET) adıyla hızlı bir iletişim ağı kurmak
ve bu ağ aracılığı ile bilgi hizmetleri vermek olarak belirlenmiştir 2 •

ı Bkz.: http:// web. bilkent. edu. tr/turkce/ CSS/inet-tr HTMU bölüm 2 html # 2. Ayrı­
ca bkz.: GÜNAYDIN, s. 42.
2 Ulusal Akademik Ağ (ULAKNET) Planlama çalışmaları ULAKBİM'in kurulduğu 1
Haziran 1996 tarihinden hemen sonra başlamış ve gerekli donanım alımlan 1997
Şubat ayında tamamlanarak 14 Şubat 1997 tarihinde Ege Üniversitesi, Muğla
Üniversitesi ve İzmir - Münich EBONE hattının İzmir Konak'taki Northern Tele-
com Passport anahtarına ve buna bağlı (isco 7500 yönlendirilmesine bağlanması
ile ULAKNET İzmir köşesinde deneme çalışmaları başlatılmıştır. 29 Nisan 1997
tarihinde TÜBİTAK, Bilkent, Üni. ve O.D.T.Ü. Ankara Ulus'taki omurga köşesine
ve ayrıca Ankara-İzmir köşeleri de birbirlerine bağlandılar. Bu şekilde ULAKNET
kullanıma girmiş oldu. Bugün için, ULAKBİMbünyesindeki ULAKNET ana omur-
gası,İstanbul-Ankara ve İzmir arasındaki yüksek hızlı bir üçgen bağlantı (her bir
34 Mbit/son ATM omurga) ile sağlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan Gökçol,
BilgiTeknolojileri ve İnternet, a.g.web. ULAKNET; Türkiye'deki tüm üniversiteler
ile TüBİTAK biriınleri, Askeri Okullar, Harp Akademileri ve Polis Akademileri,
Türk Tarih Kurumu, Milli Kütüphane, YÖK, ÖSYl.\/[, Türkiye Atom Enerjisi Kuru-
mu ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Ar-Ge birimlerinden oluşan toplam 130 birime
Türk Telekom'dan kiralanan frame relay, ATM, Metro Enternet, G.SHDL ve kiralık
hatlar kullanılarak ücretsiz hizmet sağlamaktadır. Bu uçlarda yaklaşık 100.000 öğ­
retim üyesi ve görevlisi, araştırmacı ve 2.500.000'un üzerinde üniversite öğrencisi
yararlanmaktadır (Bkz.: www.ulakbim.gov.tr/ulaknet).
502 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Belirtelim ki, 1999 yılı içerisinde ülkemizdeki ticari ağ yapısında


önemli değişiklikler olmuş ve TURNET'in yerini TTNet isimli yeni bir olu-
şum almıştır. Böylece, akademik kuruluşlar ve ilgili birimler ULAKNET
omurgası üzerinden, ticari kullanıcılar ise TTNet omurgası üzerinden İn­
ternet erişimi sağlamaya başlamışlardır. 2005 yılında, ODTÜ yerleşke dışı
bağlantılarını, toplam 134 Mbps ULAKNET ve 155 Mbps TR-NET peering
hatlarına ek olarak, kampus dışı iletişimde yedekliğin sağlanması için 34
Mbps kapasiteli ilave TT-Net hattı tesis etmiştir3 •
Türkiye'de transmisyon hatlarını kurma yetkisi ve bunlar üze-
rindeki mülkiyet hakkı 10.06.1994 tarih ve 4000 sayılı kanunla de-
ğişik 406 sayılı. Telgraf ve Telefon Kanunu'nun 1. maddesi gereğin­
ce Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi'ne ait iken 05.11.2008
kabul tarihli 5809 sayılı. ELEKTRONİK HABERLEŞME KANUNU
bu. yetkiyi Türk Telekom'dan alarak bu kuruluşun internet omur-
gası konusunda sahip bulunduğu tekel yetkisine son vermiştir.
Türkiye'de internet hizmeti alanındaki bu önemli yasal gelişmenin ayrın­
tıları aşağıda açıklanacaktır.

B. ELEKTRONİK HABERLEŞME VE BU BAĞLAMDA İNTERNET


HİZMETİ ALANINDA YENİ SİSTEMİN ANA HATLARI

I. Yeni sistemin amacı ve kapsamı

5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu (EHK) (RG.10.11.2008,


sayı: 27050 Mük.) 1. maddesinde yeni sistemle izlenen amacı şu şekilde
açıklamıştır: "Elektronik haberleşme sektöründe düzenleme ve denetleme
yoluyla etkin rekabetin tesisi, tüketici haklarının gözetilmesi, ülke genelin-
de hizmetlerin yaygınlaştırılması, kaynakların etkin ve verimli kullanıl­
ması, haberleşme alt yapı, şebeke ve hizmet alanında teknolojik gelişimin
ve yeni yatırımların teşvik edilmesi". Yasa bu amaç doğrultusunda, 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun Türk Telekomünikasyon Anonim
Şirketi'ne telekomünikasyon hizmetleri alanında tekel yetkisi tanıyan
maddelerinin tümünü yürürlükten kaldırmıştır (66. maddesi).

5809 sayılı yasanın 2. maddesi gereğince, bundan böyle Türkiye'de


elektronik haberleşme hizmetlerinin yürütülmesi ve elektronik haberleş­
me alt yapı ve şebekesinin tesisi ve işletilmesi ile her türlü elektronik
haberleşme cihaz ve sistemlerinin imali, ithali, satışı kurulması, işletil­
mesi, frekans dahil kıt kaynakların planlanması ve tahsisi ile bu konulara
ilişkin düzenleme, yetkilendirme, denetleme ve uzlaşma faaliyetlerinin
yürütülmesi bu kanuna tabi olacaktır. Ancak 2. maddenin 2. fıkrası, mil-

3 www.internetarsivi.metu.edu.tr/tarihce.php
İNTERNET REJİMİ 503

li güvenlik ve kamu düzeni ile olağanüstü hal, sıkı yönetim, seferberlik,


savaş hallerinde ve doğal afet durumlarında elektronik haberleşmenin
sağlanmasına ilişkin özel kanunların hükümleri ile 5651 sayılı İnternet
Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşle­
nen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (İSMK) hükümlerinin
uygulanışını saklı tutmuştur.

II. Elektronik haberleşmede Devletin yetkisi, sorumluluğu ve


bu konuda uyulması gereken ilkeler

EHK, 4. maddesinde her türlü elektronik haberleşme cihaz, sistem ve


şebekelerinin kurulması ve işletilmesine izin verilmesi, gerekli frekans,
numara, uydu pozisyonu ve benzeri kaynak tahsislerinin yapılması ile
bunların düzenlenmesinin Devletin yetki ve sorumluluğunda olduğunu
vurguladıktan sonra, haberleşme hizmetinin sunulmasında ve bu konuda
yapılacak düzenlemelerde uyulması gereken aşağıdaki ilkeleri öngörmüş­
tür:

- Serbest ve etkin rekabet ortamının sağlanması ve korunması,

- Tüketici hak ve menfaatlerinin gözetilmesi,

- Kalkınma planlan ve Hükumet programlarındaki hedefler ile Ba-


kanlık tarafından belirtilen strateji ve politikaların gözetilmesi,

- Herkesin, makul bir ücret karşılığında elektronik haberleşme şe­


beke ve hizmetlerinden yararlanmasını sağlayacak uygulamaların
teşvik edilmesi,

- Aksini gerektiren objektif nedenler bulunmadıkça veya toplumdaki


ihtiyaç sahibi kesimlere özel, kapsamı açık ve sınırlan belirlenmiş
kolaylıklar sağlanması halleri dışında, eşit şartlardaki aboneler,
kullanıcılar ve işletmeciler arasında ayırım gözetilmemesi ve hiz-
metlerin benzer konumdaki kişiler tarafından eşit şartlarla ulaşı­
labilir olması,

- Bu kanunda aksi belirtilmedikçe ya da objektif nedenler aksini ge-


rektirmedikçe, niteliksel veya niceliksel devamlılık, düzenlilik, gü-
venilirlik, verimlilik, açıklık, şeffaflık ve kaynakların verimli kulla-
nılmasının gözetilmesi,

- Elektronik haberleşme sistemlerinin uluslar arası normlara uygun


olması,

- Teknolojik yeniliklerin uygulanması ile araştırma-geliştirme faali-


yet ve yatırımlarının teşvik edilmesi,
504 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

- Hizmet kalitesi artırımının teşvik edilmesi,

- Milli güvenlik ile kamu düzeni gereklerine ve acil durum ihtiyaçla-


rına öncelik verilmesi,

- Bu Kanunda, ilgili mevzuatta ve yetkilendirmelerde açıkça belirle-


nen durumlar haricinde, işletmecilerin, arabağlantı da dahil olmak
üzere erişim ücretleri ile hat ve devre kiralarını da kapsayacak bi-
çimde elektronik haberleşme hizmeti sunulması karşılığı alacakla-
rı ücretleri serbestçe belirlemesi,

- Elektronik haberleşme cihaz ve sistemlerinin kurulması, kullanıl­


ması ve işletilmesinde insan sağlığı, can ve mal güvenliği, çevre
ve tüketicinin korunması açısından asgari uluslararası normların
dikkate alınması,

- Elektronik haberleşme hizmetlerinin sunulmasında ve bu husus-


larda yapılacak düzenlemelerde tarafsızlığın sağlanması,

- Teknolojik yeniliklerin kullanılması da dahil olmak üzere, özürlü,


yaşlı ve sosyal açıdan korunmaya muhtaç diğer kesimlerin özel ih-
tiyaçlarının dikkate alınması,

- Bilgi güvenliği ve haberleşme gizliliğinin gözetilmesi.

Böylece, EHK, İnternet de dahil olmak üzere elektronik haberleşme­


de Türk Telekom A.Ş'.nin 406 sayılı kanunla oluşturulan tekel yetkisini
kaldırıp, bu alanda yetkilendirme ve denetleme yetkisinin kullanılmasını
Devlet'e bağlarken, yetkili mercilere yol gösterecek ana ilkeleri de göster-
mek gereksinimini duymuştur.

III. Elektronik haberleşme sektöründe yetkili merciler ve


görevleri

1- Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı

a) Planlama, strateji koordinasyon yetkisi

5809 sayılı yasa, elektronik haberleşme sektöründe ve bu bağlamda


İnternet sektöründe ilk yetkili merci olarak Ulaştırma Bakanlığı'nı öngör-
müştür. Bu konuda, bakanlığın yetkisi elektronik haberleşmede strateji ve
politikaları belirlemek, buna ilişkin planlamaları yapmak, koordinasyonu
sağlamak ve gerekli teşvik edici tedbirleri almaktır (m.5). Buna karşılık
aşağıda açıklayacağımız başta yetkilendirme olmak üzere uygulamaya
ilişkin tüm yetki Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na aittir.
İNTERNET REJİMİ 505

b) İnternet Geliştirme Kurulu 4


İnternet Geliştirme Kurulu, 01.11.2011 tarihli, 28102 sayılı Resmi Ga-
zetede yayımlanan KHK/655 Karar sayılı illaştırına, Denizcilik ve Haber-
leşme Bakanlığı'nın Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 29. maddesine dayanılarak kurulmuştur.
Öğretim üyeleri ve ilgili bazı kuruluşların temsilcilerinden oluşan bu
kurulun görevleri şöyledir:
- İnternet ortamının ekonomik, ticari ve sosyal hayat ile bilim, eği­
tim ve kültür alanında etkin, yaygın, kolay erişilebilir olarak kul-
lanımını teşvik edecek politika ve strateji önerileri hazırlamak ve
Bakana sunmak,
- Türk Kültürü, Türk Tarihi ve Türk Dünyası ile ilgili bilgilerin in-
ternet ortamında daha fazla yer alınası ve bunların tanıtılması hu-
susunda çalışmalar yapmak, yaptırmak ve öneriler hazırlamak ve
Bakana sunmak,
- İnernet ortamının güvenli, serbest, özgür ve faydalı kullanımı ile
katına değer üretmesine yönelik öneriler hazırlamak ve Bakana
sunmak,
- Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.

Kanımızca, İnternet Geliştirme Kurulu illaştırına Bakanlığı'nın in-


ternet alanında planlama ve strateji geliştirme faaliyetine önemli katkı­
larda bulunabilir.

2- Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)

a) Genel olarak

EHK, "Telekomünikasyon Kurumu"nun adını


ri ve İletişim Kurumu" olarak değiştirmiş ve bu Kuruma elektronik ha-
berleşme alanında çok önemli yetkiler tanımıştır (m.3/1-ee.ve m.6) (Ulaş­
tırma Bakanlığına bağlı olmayıp, Bakanlıkla ilişkili kuruluşlar arasında
yer alan bu Kurumun kuruluşu ve yapılanması ile görevleri, adı Telsiz
Kanunu iken EHK.'nun 67/2. maddesi ile "Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumunun Kuruluşuna İlişkin Kanun" olarak değiştiren 2813 sayılı ka-
nunla düzenlenmiştir.

BTK.'nun diğer yetki ve görevlerinden başka yeni sistem çerçevesinde


en önemli yetkisinin ve görevinin, "Elektronik haberleşme ile ilgili olarah

4
http://WWVv.hgm.gov.tr
506 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Bakanlığın strateji ve politikalarını dikkate alarak, yetkilendirme, tarife,


erişim, geçiş hakkı, numaralandırma, spektrum yönetimi, telsiz cihaz ve
sistemlerine kurma ve kullanma izni verilmesi, spektrumun izlenmesi ve
denetimi, piyasa gözetimi ve denetimi de dahil olmak üzere düzenleme ve
denetlemeler yapmak" (m.6/1-g) olduğunu söyleyebiliriz .. Böylece, İnternet
başta olmak üzere elektronik haberleşmede yetkilendirme ve denetleme
yetkisi BTK'na ait bulunmaktadır.
Yasanın 8. maddesi gereğince, Bakanlığın strateji ve politikaları da
dikkate alınarak Kurumca yapılacak yetkilendirmeyi müteakip elektro-
nik haberleşme hizmeti verilebilir ve/veya elektronik haberleşme şebekesi
veya alt yapısı kurulup işletilebilir. Yetkilendirme, bildirim veya kullanma
hakkının verilmesi yoluyla yapılır. Kurum, kaynakların etkin kullanımı­
m sağlamak amacıyla Bakanlığın görüşüne başvurarak gerekli tedbirleri
alır ve yapılacak ihaleye ilişkin usul ve esasları belirler. Kullanım hakla-
rının süresi, yirmi beş yıldan fazla olmamak üzere belirlenir (m.9/7 ve 8).

Bütün bunların dışında, 16.06.2005 tarih ve 5369 sayılı Evrensel


Hizmetin Sağlanması Hakkında Kanun, "temel internet hizmetleri' ni
de kapsamına alan evrensel hizmetlerden elde edilecek "evrensel hizmet
gelirleri"nin toplanmasında BTK.'na çok önemli görevler vermiştir.

b) Kurumun internet alanındaki görev ve yetkileri

5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve


Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Ka-
nun BTK'na son derecede önemli görevler vermiş ve yetkiler tanımıştır 5 .
5651 sayılı kanunun 10. maddesine göre, BTK'nun bu kanun kapsa-
mındaki görev ve yetkileri şunlardır:
- Bakanlık 6 ,kolluk kuvvetleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile
içerik, yer ve erişim sağlayıcılar ve ilgili sivil toplum kuruluşları
arasında koordidinasyon oluşturarak İnternet ortamında yapılan
ve bu Kanun kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faa-
liyet ve yayınları önlemeye, internetin güvenli kullanımını sağla­
maya, bilişim şuurunu geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmak, bu
amaçla, gerektiğinde, her türlü giderleri yönetmelikle belirlenecek
esas ve usuller dahilinde Kurumca karşılanacak çalışma kurulları
oluşturmak.

5 Bu yetkiler önceleri BTK'nun bünyesinde bulunan Telekomünikasyon İletişim Baş­


kanlığı tarafından kullanılıyordu. TİB 15.8.2016-KHK-671/21.md. ile kaldırılarak,
yetkilerin doğrudan BTK tarafından kullanılması öngörülmüştür.
6
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı.
İNTERNET REJİMİ 507

- İnternet ortamında yapılan yayınların içeriklerini izleyerek, 5651


sayılı Kanun kapsamına giren suçların işlendiğinin tespiti halinde
bu yayınlara erişimin engellenmesine yönelik tedbirleri almak.
- İnternet yayınlarının içeriklerinin izlenmesinin hangi seviye, za-
man ve şekilde yapılacağını belirlemek.
- Kurum tarafından işletmecilerin yetkilendirilmeleri ile mülki idare
amirlerince ticari amaçlı toplu kullanım sağlayıcılara verilecek izin
belgelerinde :filtreleme ve bloke etmede kullanılacak sistemlere ve
yapılacak düzenlemelere yönelik esas ve usulleri belirlemek.

- İnternet ortamındaki yayınların izlenmesi suretiyle bu Kanunun


8. maddesi ile 8/A maddesinde sayılan suçların işlenmesini önle-
mek için izleme ve bilgi ihbar merkezi dahil, gerekli her türlü tek-
nik altyapıyı kurmak veya kurdurmak, bu alt yapıyı işletmek veya
işletilmesini sağlamak.

- İnternet ortamında herkese açık servislerde yapılacak :filtreleme,


perdeleme ve izleme esaslarına göre donanım üretilmesi veya yazı -
lım yapılmasına ilişkin asgari kriterleri belirlemek.

- Bilişim ve İnternet alanındaki uluslararası kurum ve kuruluşlarla


işbirliği ve koordinasyon sağlamak.
- Bu Kanunun 8. maddesinin birinci fıkrasında sayılan suçların, İn­
ternet ortamında işlenmesini konu alan her türlü temsili görüntü,
yazı veya sesleri içeren ürünlerin tanıtımı, ülkeye sokulması, bu-
lundurulması, kiraya verilmesi veya satışının önlenmesini teminen
yetkili ve görevli kolluk kuvvetleri ile soruşturma mercilerine, tek-
nik imkanları dahilinde geereken her türlü yardımda bulunmak ve
koordinayyonu sağlamak.

BTK.'nun internet ortamında işlenen suçlarla mücadelede sahip oldu-


ğu yetkiler aşağıda "sorumluluk" kısmında incelenecektir.

3- Erişim Sağlayıcıları Birliği

Bu Birlik, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzen-


lenmesi ve Bu yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hak-
kında Kanun'a 06.02.2014 tarih ve 6518 sayılı kanunun 90. maddesi ile
eklenen 6/A maddesi ile kurulmuş ve düzenlenmiştir.

5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında yetkilendiri-


len tüm internet servis sağlayıcıları ile internet erişim hizmeti veren diğer
işletmecilerin katılmasıyla oluşan Birlik, 5651 sayılı kanunun 8. maddesi
dışında kalan erişimin engellenmesi kararlannın uygulanmasını sağla-
508 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

mak için kurulmuştur. Böylece, 5651 sayılı kanuna 6518 sayılı kanunla
getirilen "intemet ortamından kişilik haklarına saldırı iddialarında erişi­
min engellenmesi" (9.madde) ve "internet ortamında özel hayatın gizliliğin
ihlali iddialarında erişimin engellenmesi" (9/A.madde) hukuksal süreçle-
rinde kararların uygulanması bu Birlik tarafından sağlanacaktır.

Özel hukuk tüzel kişiliğine sahip bulunan Birliğin merkezi Anka-


ra'dır. Birliğin çalışma
usul ve esasları Telekomünikasyon Kurumu tara-
fından onaylanacak Tüzükle belirlenir. Tüzük değişiklikleri de Kurumun
onayına tabidir.

5651 sayılı
kanunun 8. maddesi dışındaki erişimin engellenmesi ka-
rarları gereğiiçin Birliğe gönderilir. Bu kapsamda Birliğe yapılan tebligat
erişim sağlayıcılara yapılmış sayılır. Birlik, kendisine gönderilen mevzua-
ta uygun olmadığını düşündüğü kararlara itiraz edebilir.

Erişim Sağlayıcıları Birliği'nin İnternet erişimi tedbirinin uygulan-


masındaki işlevi aşağıda ilgili kısımda ayrıca açıklanacaktır.

C. TÜRKİYE'DE İNTERNET ORTAMINDA İŞLENEN HUKUKA


AYKIRI EYLEMLERDEN SORUMLULUĞUN GENEL
ESASLARI

I. Suçlardan sorumluluk

1- Uygulamada ilk örneklerden biri

Ülkemizde de İnternet ortamında işlenen suçlar konusu gündeme gel-


miş olup, bugün de gündemdedir. Bunlardan, İstanbul Basın Savcılığına
intikal eden (1998 yılı) bir olay konuyu aydınlatmak bakımından önem
göstermektedir. Bu olayda, pornografik nitelikte olduğu iddia edilen dış
kaynaklı web sitesinde bir vatandaşımızın isminin haksız şekilde kulla-
nıldığı saptanmış ve C.Savcılığı bununla ilgili olarak O.D.T.Ü. Bilgi İşlem
Daire Başkanlığından bilgi istemiştir. Gelen cevap yazısında, tamamen
haklı olarak, kuruluşlarının sadece "tr" (yani Türkiye) son ekine sahip
İnternet alan adları konusunda yetki ve sorumluluğa sahip bulunduğu,
soruşturma konusu örnekte olduğu gibi ".... com" şeklindeki İnternet alan
adları tahsisinin, internet alan adları konusunda en yetkili kuruluş olan
"InterNIC" (A.B.D) tarafından doğrudan doğruya yapıldığı ifade edilmiş,
bu nedenle mağdur vatandaşımızın durumunun "InterNIC"e intikal et-
tirildiği ve bu kuruluşun yaptığı araştrıma sonunda " .... com" adresine ait
temas kişileri arasından mağdur vatandaşımızın adını çıkarttığını bildir-
miştir. Verilen bilgiye göre, soruşturma konusu web adresinin Kanada çı­
kışlı olduğu görülerek soruşturma bu yöne çevrilmiştir.
İNTERNET REJİMİ 509

Yukarıdaki örneği vermemizdeki neden, internet'teki sitelerde suç


unsurlarının bulunduğu görüldüğünde, öncelikle bunların çıkış ülkeleri-
nin belirlenmesi gereğini vurgulamaktır. Halen, internet adreslerinden
sadece son iki harfi "tr" olanların tahsisleri ülkemizden yapılmaktadır.
Ancak şunu da belirtelim ki, adresin yurt dışından tahsis edilmiş olması,
içerik sağlayıcı kişi veya kuruluşların da mutlaka yurtdışında bulunduk-
larını ifade etmez. Türkiye'de bulunan bir kişi de yurt dışından sağladığı
bir web adresini kullanarak yine Türkiye'deki bilgisayarından yayın ya-
pabilir7. Bu nedenle, öncelikle çıkış ülkesinin saptanması için konunun
uzmanı kişi veya kuruluşların bilgisini almak gerekir.

2- Suçun işlendiği yer


İnternet'te işlenen suçlarda suçun işlendiği yerin saptanmasında bazı
özellikler bulunmaktadır. Gerçekten, bu tür suçlarda hareketin bir ülkede
neticenin başlıca ülkelerde, daha doğrusu internet'e bağlı her ülkede ger-
çekleşmesi internetin kapsama özelliğinin bir sonucudur. Diğer yandan,
internet'te işlenen suçlar süreklilik gösteren suçlardır; az veya çok devam-
lılık mutlaka vardır 8 • Yine bu suçlarda internet'in özelliğinden dolaylı glo-
ballik esastır; hareket ve netice dünyanın her yerinde gerçekleşebilmek
özelliğine sahiptir. Bu nedenle, bizce internet suçlarının internete bağlı her

7 İnternet bağlantılı soruşturmalarda uygulamada görülen bazı kararsızlıkları gide-


ren Yargıtay kararlarına bir örnek: "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS)
13. maddesi uyarınca da, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen kimselere etkili
bir başvuru yapma hakkı tanınması zorunlu olup, anılan hükmün uygulanmasına
ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, (Örn: Vilko E. - Fin-
landiya kararı 2007; Sürmeli - Almanya karan 2006) etkili başvuru yolunun hem
teoride, hem pratikte erişilebilir, yeterli ve etkili olması gerektiği belirtilmektedir.
İncelenen dosyada, müşteki vekilinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği
..... 2012 tarihli dilekçesinde, şüphelinin Twitter isimli sosyal medya platformunda
oluşturduğu hesap üzerinden müvekkiline hakaret ettiğini, şüphelinin foto muha-
biri ..... Ajansında çalıştığını, itiraz dilekçesinde ise, şüphelinin ...... doğumlu olup,
Manisa'da yaşadığı ve ..... Üniversitesinde öğrenci olduğuna dair bilgiler verilme-
sine karşın, şüphelinin belirtilen adreslerden araştırılmadan, kimlik bilgilerinin
Twitter.com isimli sosyal medya kuruluşundan temin edilemeyeceği gerekçesiyle
takipsizlik kararı verildiği görülmektedir.
Bu nedenle itiraz merciince soruştunnanın eksik yapılmış olduğu gözetilerek, iti-
razın kabulüyle Ceza Genel Kurulunun 04.12.2007 tarih ve 2007/247-257 sayılı ka-
ran uyarınca, soruştunnanın tamamlanması için dosyanın İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmesi gerekirken, itirazın reddine karar verilmesi hukuka
aykırıdır." (4.CD. 27.11.2014, 38721/34488).
8
Sürekli suçlarda, suç sonucun devam ettiği her ülkede işlenmiş sayılacağından in-
ternet ortamında işlenen suçların bu yönden de sonucun devam ettiği her ülkede
işlenmiş olduklarının kabulü gerekir (bkz.: İÇEL, Ceza Hukuku, Genel Hükümler;
s. 165).
510 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ülkede ve bu meyanda Türkiye'de de işlendiğini kabul etmek gerekir. Ancak,


bu konuda Ceza Kanununa açık hüküm konulmasında yarar görmekteyiz.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 8. maddesinde "fiilin kısmen veya ta-
mamen Türkiye'de gerçekleşmesi halinde suç Türkiye'de işlenmiş sayılır"
hükmü, internet suçlarının Türkiye'de işlendiğini gösterebilecek nitelikte
ise de, bize göre yine de internet ile ilgili olarak kanuna bu konuda açık
hüküm konulmasında gereklilik vardır.

3- Ceza Sorumluluğu

a) Genel olarak
Bu konuda, kitabımızın (2007, yedinci basısında) yer alan değerlen­
dirme ve beklentilerimiz şöyleydi:
"Yukarıda, Federal Almanya'daki yasal durumu açıklarken, içerik su-
nucu-servis sağlayıcı - erişim sağlayıcı şeklindeki üçlü ayırımın, internet'te
işlenen suçlarda sorunları saptamak açısından ne nedenli önemli oldu-
ğuna değinmiştik. Federal Almanya'da çıkarılan 13 Haziran 1997 tarihli
Teleservisler Yasası (TDG) bu ayırıma uygun olarak ceza sorumluluğunu
saptamıştır. Bizde de buna benzer bir düzenleme yapmak suretiyle konuya
açıklık getirilmesi gerekir.

Bugün yasalarımızda henüz böyle bir hüküm bulunmamakla birlikte


bizce internet'in teknik özelliklerinden yine aynı sonuca varılabilir. Gerçek-
ten, içerik sunucu (Content-Provider) suç teşkil eden hareketi yapan kişi
olarak genel hükümlere göre ceza sorumluluğu altında olmalıdır. Başkala­
rının hazırladığı içerikleri hizmete sunan servis sağlayıcılar (Service - Pro-
vider) içeriğin niteliğini bildikleri ve teknik olarak bunu önlemek olanağı­
na sahip bulundukları takdirde aynı şekilde sorumludurlar. Bu karşılık,
başkalarına ait içeriklere ulaşılmasına sadece aracılık eden erişim sağla­
yıcılar (Access-Provider) ise suç teşkil eden içerikten sorumlu değillerdir.
Çünkü, bu sonuncuların bilgisayarlarından saniyenin kesirlerinde geçen
bilgiler, kısa süre de olsa bunlar tarafından saklanmaz ve bunların suç
oluşturan içerikleri teknik olarak önlemek olanakları yoktur.

Belirtelim ki, Türkiye'de Servis sağlayıcı - erişim sağlayıcı ayırım ya-


pılmamakta ve tümü internet servis sağlayıcı (İSS) olarak isimlendiril-
mektedir. Bizce bu son derecede hatalıdır. Alman Yasasında olduğu gibi
erişim sağlayıcılarservis sağlayıcılar'dan ayrılmalıdır.
Yukarıda uygulamadan verdiğimiz örnekte, ".... com" adresli yayına
servis veren kuruluş (servis sağlayıcı) yurtdışındadır. Buna karşılık, erişim
sağlayıcılar bu içeriğe erişme olanağını veren herhangi bir İSS'dir. Türki-
ye'deki İSS'nin bu içerikten sorumlu olmaması, internet'in teknik çalışma
özelliğinin zorunlu sonucudur.
İNTERNET REJİMİ 511

Ancak, bütün bunlara karşın, suç ortaklığının kanıtlandığı durumlar-


da erişim sağlayıcıların da sorumlu tutulacakları kuşkusuzdur.

Türkiye'deki kuruluşlardan gerçek anlamda servis sağlayıcı olarak


işlev görenlerin sorumlulukları ise yukarıda gösterdiğimiz esaslar içinde
belirlenecektir.".
Belirtelim ki, bu açıklama ve beklentilerimiz paralelinde 04.05.2007
kabul tarihli ve 5651 sayılı kanun yürürlüğe girerek, bu konudaki sorunlar
Türkiye açısından da önemli ölçüde çözümlenmiştir. Ancak aşağıda açıkla­
yacağımız üzere, yeni yasanın ve ona dayanan yönetmeliğin erişim sağla­
yıcılarla ilgili olarak öngördüğü yükümlülükleri ve koyduğu oldukça ağır
idari para cezalarını internet özgürlüğü açısından sakıncalı bulmaktayız.
Diğer yandan, bu yasanın hükümlerinin sık sık değiştirilerek, internet öz-
gürlüğüne karşıt bir tutuma girilmesi, Türkiye'nin uluslararası saygınlı­
ğını olumsuz yönde etkilemektedir. Aşağıda, bu konulara değinilecektir.

b) 5651 sayılı kanun çerçevesinde sorumluluk sistemi

aa) Kanunun amacı, kapsamı, içeriği ve niteliği

04.05.2007 tarihinde kabul edilerek 23.05.2007 tarih ve 26530 sayılı


Resmi Gazete'de yayınlanıp yürürlüğe giren9 5651 sayılı "İnternet Orta-
mında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun"un 1. maddesi yasanın
amacını ve kapsamını şu şekilde belirtmiştir: "Bu Kanunun amaç ve kap-
samı; içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağ­
layıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen
belirli suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcıları üzerinden mücadeleye iliş­
kin esas ve usulleri düzenlemektir.".

5651 sayılı kanun bu amacı doğrultusunda, 2. maddesinde bazı terim


ve kavramlarla ilgili tanımlar vermiştir. Bu tanımlardan özellikle "içerik
sağlayıcı", "yer sağlayıcı", "erişim sağlayıcı" ve "toplu kullanım sağlayıcı"
kavramlarına ilişkin olanlar, ceza sorumluluklarının saptanması açısın­
dan önem göstermektedir. Diğer bir ifade ile, internet ortamında işlenen
hukuka aykırı eylemlerde bireylerin ceza sorumlulukları belirlenirken bu
tanımlara başvurulacaktır.

9
5651 sayılı yasa, 06.02.2014 tarih - 6518 sayılı ve 10.09.2014 tarih-6552 torba ya-
salarla önemli değişiklikler geçirmiştir. Özellikle, 6552 sayılı torba yasanın yaptı­
ğı yeni düzenlemeler Anayasa Mahkemesine götürülerek iptal konusu yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu iptal istemlerinin bazılarını kabul ederek, iptal kararı ver-
miştir (AYM.02.Ekim.2014 gün ve 2014/149 Esas sayılı karan). Bu değişiklikler ve
Anayasa Mahkemesi Kararı kitabıınızın ilgili kısımlarına işlenmiştir.
512 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Yasa, içerik, yer, erişim ve toplu kullanım sağlayıcıları için bir takım
yükümlülükler koymuş ve bu yükümlülüklere uymayanlara verilecek
"idari para cezalan" m öngörerek, kapsamına giren hukuka aykırılıklar
açısından "kabahatler" ihdas etmiştir. Ceza sorumluluğu dışında kalan
kabahat türünden bu eylemler aşağıda aynca açıklanacaktır.
Yasa, bazı suçlan içerdiği şüphesi olan İnternet yayınlarına erişimin
engellenmesi, içeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı konularım da
ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Bu konular aşağıda aynca incelenip, açık­
lanacaktır.

Özellikleri yönünden 5651 sayılı yasanın, ceza sorumluluklarım dü-


zenleyen 5187 sayılı Basın Kanundan (m.11) farklı şekilde, bir özel ceza
kanunu olmadığını, ancak verdiği tanımlar ve yaptığı açıklamalar ile ceza
sorumluluklarının saptanmasında başvurulması gereken yardımcı bir ya-
sal kaynak olduğunu vurgulamamız gerekir. Kanun, bu özelliğinin yam
sıra "internet kabahatleri yasası" niteliğini taşıdığı gibi, aynca İnternet
yayınlarına erişimin engellenmesi, içeriği.-rı yayından çıkarılması kurum-
larını düzenlemesi açısından basın ve radyo-televizyon yasaları paralelin-
de özel bir ''kitle iletişim kanunu" hüviyetindedir 10 •

bb) İçerik, yer, erişim sağlayıcılar ile toplu kullanım sağlayıcılarının


sorumlulukları

"İçerik sağlayıcı" (Content-Provider), internet ortamında kullanıcılara


sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek
veya tüzel kişilerdir (m.2/1-f). Böylece, Basın Kanunu kapsamında "eser
sahibi" (Basın Kanunum. 2/i) ile İnternet hukuku kapsamında "içerik sağ­
layıcı" aynı nitelik ve özelliklere sahiptir. Dolayısıyla, suç oluşturan içerik
nedeniyle, yani kendi eylemlerinden dolayı ceza sorumluluklarının olması
ceza hukuku ilkelerine uygunluk gösterir. Buna karşılık, 5671 sayılı yasa-
nın verdiği tanımda "tüzel kişiler'' in de bulunması ceza sorumluluklarının
saptanmasında dikkate alınmaz (TCK. 20/2.m.). Ancak, yasada öngörülen
kabahat türünden eylemler nedeniyle tüzel kişi olan içerik sağlayıcıların
sorumluluğu kabahatlerden sorumluluk sistemine uygundur (Kabahatler
Kanunu m.8/1).
Yasanın içerik sağlayıcının sorumluluğundan söz eden 4. maddesinin
2. fıkrasında şöyle bir hüküm yer almaktadır : "(1) İçerik sağlayıcı, inter-
net ortamında kullanıma sunduğu her türlü içerikten sorumludur. (2)İçe­
rik sağlayıcı, bağlantı sağladığı başkasına ait içerikten sorumlu değildir.
Ancak, sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kul-
lanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel
hükümlere göre sorumludur". Bizce, bu hüküm yardımcı norm niteliğine

ıo Bkz.: ÖZEN, M. - BAŞTÜRK, İ.: Bilişim - İnternet ve Ceza Hukuku, Ankara 2011, s.
169.
İNTERNET REJİMİ 513

sahip olup, "yasal karine" olarak anlaşılmamalıdır. Bu nedenle, ceza haki-


mi, iştirak kurallarını da dikkate almak suretiyle içerik sağlayıcılarının
ceza sorumluluklarını ceza hukuku ilke ve kurallarına göre serbestçe ta-
yin edebilecektir 11 .
Belirtelim ki, Yargıtay tazminat sorumluluğu bakımından da özel ka-
nun olduğu için 5651 sayılı kanuna dayanılarak karar verilmesi gerekti-
ğini vurgulamaktadır 12 .

11 5651 sayılı yasanın içerik sağlayıcının sorumluluğunu düzenleyen 4. maddesine


6518 sayılı (6.2.2014) kanunla eklenen 3. fıkrasında yer alan "İçerik sağlayıcı, Baş­
kanlığın bu Kanun ve diğer kanunlarla verilen görevlerinin ifası kapsamında; talep
ettiği bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa teslim eder ve Başkanlıkça bildirilen
tedbirleri alır." şeklindeki hükmü Anayasa Mahkemesi iptal etmiştir (8.12.2015 -
E.2014/87, K.2015/112 ). İptal kararının Resmi Gazete'de yayımlandığı 28.1.2016
tarihinden başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi öngörülınüştür. 15.08.2016
tarihli ve 671 sayılı KHK.'nin 21. maddesiyle, bu fıkrada yeralan "Başkanlığın" iba-
resi "Kurumun" şeklinde, "Başkanlığa" ibaresi "Kuruma" şeklinde ve "Başkanlıkça"
ibaresi "Kurum tarafından" şeklinde değiştirilmiş olup, bu hüküm 09.11.2016 tarih-
li ve 6757 sayılı Kanunun 18. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
12 "5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 4. maddesi uya-
rınca içerik sağlayıcı, internet ortamında kullanıma sunduğu her türlü içerikten
sorumlu olup, "www ............ com" isimli İnternet sitesinin imtiyaz sahibi ....'ın ya-
yından sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu sebeple ..... hakkındaki davanın reddine
karar verilmesi gerekirken, onun yönünden de davanın kabulüne karar verilınesi
doğru görülmemiş ve hükmün bu sebeple bozulınası gerekmiştir (4. HD.11.02.2013.
944/2132); "23.5.2007 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5651
Sayılı "İnternet ortamından yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla
işlenen suçlarla mücadele edilınesi ha.kk:ında kanun"un 1. maddesinde; "içerik sağ­
layıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülük ve
sorumlulukları ile internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik, yer ve erişim
sağlayıcıları üzerinden mücadeleye dair esas ve usullerin" düzenlendiği,Ayııı Kanu-
nun 9. maddesinin 1. fıkrasında; "İçerik sebebiyle haklan ihlal edildiğini iddia eden
kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak
kendisine dair içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla ol-
mamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanma­
sını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün
içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde red-
dedilıniş sayılır." dendiği, İkinci fıkrasında ise; Talebin reddedilmiş sayılınası halin-
de, kişi on beş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin
yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladı­
ğı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini
isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karar
bağlar.Sulh ceza hakiminin kararına karşı Ceza Mulıakemesi Kanunu hükümlerine
göre itiraz yoluna gidilebilir." şeklinde düzenlemeye yer verildiği anlaşılmaktadır.­
Öte yandan 4 721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24. Maddesinde; "Hukuka aykırı
olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı ko-
runmasını isteyebileceği", aynı Kanunun 25. maddesinde de; "Davacı, hakimden sal-
514 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

"Yer sağlayıcı" (Service-Provider), İnternet ortamında hizmet ve içerik-


leri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişilerdir
(m. 2 /1-m). Yasa, bu kişilerin yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya huku-
ka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü
bulunmadıklarını öngörmüştür (m.5/1). Kanımızca, bu hüküm internette
yer sağlayıcılarının ceza sorumluluğu kapsamına sokulmalarını önleyebi-
lecek önemli bir hüküm olup, bu yönden internetin gelişmesine katkı sağla­
yacak niteliktedir. Esasen, maddenin 2. fıkrası gereğince, yer sağlayıcıları­
nın, ceza sorumluluğunun bulunmaması durumunda dahi, yasanın 8 ve 9.
maddelerine göre haberdar edilmeleri halinde, teknik olanak varsa hukuka
aykırı içeriği yayından kaldırma yükümlülükleri vardır 13 • Bu yükümlülü-

dın tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş
olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebileceği,
davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya
da yayımlanması isteminde de bulunabileceği" düzenlenmiştir. 5651 Sayılı Yasa,
internet ortamındaki yayınlar sebebiyle kişilik haklarının saldırıya uğraması du-
rumunda hangi usul ve esaslara göre mücadele edileceğini düzenlemekte olup bu
yönüyle 4721 Sayılı Medeni Yasaya göre özel yasa durumundadır. Özel yasada bir
düzenlemenin varlığı halinde öncelikle uygulanacağı da hukukun genel kuralıdır.
Kaldı ki özel yasa somut olaya dair görev yönünden özel bir düzenleme de içermek-
tedir. Şu halde, 5651 Sayılı Kanunun özel düzenleme gözetildiğinde davacının ted-
bir nitelikli istemleri yönünden görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olduğu
anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece açıklanan sebeplerle tedbir istemleri yönünden
görevsizlik karan verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru
değildir. Bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir." (4.HD. 29.01.2013, 2045/1218);
Aynı şekilde: "5651 sayılı Yasanın 9/1-2 maddesinde davaya konu eyleıni de kap-
sayacak şekilde; içerik nedeniyle haklan ihlal edildiğini iddia eden kişinin, içerik
sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine
ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak
üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını iste-
yebileceği, içerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün için-
de, talebi yerine getireceği, bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde red-
dedilmiş sayılacağı, talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişinin onbeş gün içinde
yerleşim yeri Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılması­
na ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta
süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebileceği, Sulh
Ceza Hakiminin bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacağı,
Sulh Ceza Hakimi'nin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre
itiraz yoluna gidilebileceğinin belirtilmesi karşısında, İnternet üzerinden yapılan
yayınların durdurulmasına yönelik istemlerde açıkça Sulh Ceza Mahkemeleri gö-
revli kılınmıştır. Şu halde, yayının nihai olarak durdurulması istemi yönünden gö-
revsizlik karan verilmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde görülmemiş ve
bozmayı gerektirmiştir." (4.HD. 21.05.2013, 13534/9321).
13 Fikri ve sınai haklar yönünden yer sağlayıcının sorumluluğunu belirleyen Yargıtay
Kararlarından örnekler: "Dava, davacının yüksek lisans tez çalışması olan ......... .
adlı kitabın, davalının yer sağlayıcı olduğu ......... isimli internet sitesinde izinsiz
ve telif bedeli ödemeksizin yayınlandığı iddiasına dayalı maddi ve manevi tazmi-
nat istemine ilişkindir. - 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Dü-
İNTERNET REJİMİ 515

ğün yerine getirilmemesi halinde, yer sağlayıcı hakkında idari para cezası
uygulanır 14 •

zenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında


Kanunun "Yer Sağlayıcının Yükümlülükleri" başlıklı 5. Maddesinde "Yer sağlayıcı,
yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu
olup olmadığını araştırmakla yükümlü değildir. Yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka
aykın içerikten, ceza sorumluluğu ile ilgili hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu
Kanun'un 8. ve 9. Maddelerine göre haberdar edilmesi halinde ve teknik olarak
imkan bulunduğu ölçüde hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmakla yükümlüdür."
hükmüne yer verilmiş; 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun ek 4. Mad-
desiyle ise "... Dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nak-
line yarayan araçlarla servis ve bilgi içerik sağlayıcılar tarafından eser sahipleri
ile bağlantılı hak sahiplerinin bu Kanunda tanınmış haklarının ihlali halinde, hak
sahiplerinin başvurulan üzerine ihlale konu eserler içerikten çıkarılır. Bunun için
hakları haleldar olan gerçek veya tüzel kişi öncelikle bilgi içerik sağlayıcısına baş­
vurarak üç gün içinde ihlalin durdurulmasını ister. İhlalin devamı halinde bu defa,
Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine üç gün içinde servis sağlayıcıdan
ihlale devam eden bilgi içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulması istenir.
İhlalin durdurulması halinde bilgi içerik sağlayıcısına yeniden servis sağlanır. Ser-
vis sağlayıcılar, bilgi içerik sağlayıcılarının isimlerini gösterir listeyi her ayın ilk iş
günü Bakanlığa bildirir. Servis sağlayıcılar ile bilgi içerik sağlayıcıları, Bakanlıkça
istendiği takdirde her türlü bilgi ve belgeyi vermekle yükümlüdür ... " düzenlemesi
getirilmiştir. - Bu suretle, yer sağlayıcı olan davalının hukuki sorumluluğunun 5651
sayılı Kanun hükümleri ile 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun ek 4.
Maddesi kapsamında tespit edilıııesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirmey­
le yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir."
(11.HD., 17.06.2014, 902/11631); "Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve
tüm dosya kapsamına göre, davalı F ........ Ticaret Ltd. Şti.'nin alan adının kullanıl-
dığı sitenin servis sağlayıcısı olduğu, 5651 sayılı Yasa 8. ve 9. maddeleri gereğince
salt teknik hizmet servisi vermekten dolayı sorumluluğunun bulunmadığı, diğer
davalının ise alan adını tescilli olduğunu bilmeden, adına tescil ettirip ...... bayi-
lerine satmak için e-mailler gönderdiğini savunarak ihlali kabul ettiği, 556 sayılı
KHK'nın 9 ve 61. maddeleri gereğince tanınmış markanın ticari amaçla sitede kul-
lanımının marka haklarına tecavüz oluşturduğu, 556 sayılı KHK'nın 62. maddesi
kapsamında manevi tazminat talep edilebileceği gerekçesiyle davanın kısmen ka-
bulüne, davalı F.......... Ticaret Ltd. Şti aleyhine açılan dava_rıın husumetten reddi-
ne, diğer davalı ..... aleyhine açılan dava yönünden, davacının marka haklarına te-
cavüzün tespitine ve tecavüzün önlenmesine, "www.b ... com" alan adına Türkiye'de
erişimin engellenmesine, 1.500 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, hüküm
özetinin ilanına karar verilmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mah-
keme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde
usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır." (11.HD. 05.02.2014, 11855/1986).
14
Yasanın 5. maddesine 6518 sayılı kanunla (6.2.2014) eklenen 5. fıkrasında yer alan
"Yer sağlayıcı, Başkanlığın talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa tes-
lim etmekle ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almalıla yükümlüdüı:" hükmünü
Anayasa Mahkemesi iptal etıniştir (8.12.2015 - E.2014/87, K.2015/112). İptal kara-
rının Res_rni Gazete'de yayımlandığı 28.1.2016 tarihinden başlayarak bir yıl sonra
yürürlüğe girmesi öngörülıııüştür.
516 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

"Erişim sağlayıcı" (Access-Provider) ise, kullanıcılarına internet orta-


mına erişim olanağı sağlayan gerçek veya tüzel kişileri ifade eder (ın.2/1-e).
Başkalarına ait içeriklere ulaşılmasına sadece aracılık eden erişim sağla­
yıcılarının suç oluşturan içerikten ilke olarak sorumlu olmamaları gerekir.
Zira, kitabımızın önceki basılanndada da belirttiğimiz üzere, erişim sağ­
layıcıların bilgisayarlarından saniyenin kesirlerinde geçen bilgiler, kısa
süre de olsa bunlar tarafından saklanamaz ve esas itibariyle, bunların suç
oluşturan içerikleri teknik olarak önlemek olanaklarının bulunmadığını
söyleyebiliriz. Esasen bu nedenledir ki, 5651 sayılı yasa, "erişim sağlayıcı­
nın kendisi aracılığı ile erişilen bilgilerin içeriklerinin hukuka aykırı olup
olmadıklarını ve sorumluluğu gerektirip gerektirmediğini kontrol etmekle
yükümlü olmadığını" açık bir şekilde ifade etmiştir (ın.6/2). Ancak, gerek
yasa gerekse yasaya dayanılarak çıkarılan yönetmelik, erişim sağ­
layıcılarının ilke olarak ceza sorumluluğunun kapsamına girme-
yeceklerini dikkate alarak, internet ortamında işlenen hukuka ay-
kırı eylemlerle mücadele amacıyla, bu kişiler hakkında bazı önem-
li yükümlülükler ön görmüş ve bu yükümlülüklere uymalarını
sağlamak için oldukça yüksek idari para cezalan koyarak erişim
sağlayıcılarla ilgili kabahatler ihdas etmiştir. 06.02.2014 tarih ve
6518 sayılı kanunla bu yükümlülüklere yenileri eklenıniştir 15 . Bunlardan,
"Erişimi engelleme karan verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim
yollarını engelleyici tedbirler alına" (ın.6/1-ç) ve "Başkanlığın talep ettiği
bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa teslim etme ve Başkanlıkça bil-
dirilen tedbirleri alına" (ın.6/1-d) yükümlülükleri sınırlan ve kapsanılan
belirsiz olmaları yönünden İnternet özgürlüğüne önemli derecede olumsuz
etki yapabilecek nitelikte olduklarını daha önce kitabımızda vurgulamış­
tık. Bu nedenle, Anayasa Malıkeınesi maddenin 6/1-d bendini iptal etmiş­
tir (8.12.2015 - E.2014/87, K.2015/112) 16 .

Şu hususu burada önemle vurgulamak durumunday:ı.z ki, in-


ternetin gelişmesi ve ondan her alanda en kapsamlı şekilde ya-
rarlanılması ancak "internet özgürlüğü" ortamında olanaklıdır.
İnternet özgürlüğü için ise, erişim sağlay:ı.cılarma mutlak gerek-
sinim vardır. Ceza sorumluluklarının olmayacağından hareketle
erişim sağlay:ı.cılarmı bazı ağır yükümlülüklerle ve kabahatler

15 Aynca belirtelim ki, erişimin engellenmesi ile ilgili olarak yasanın 6/1- a madde-
sinde bulunan "ve teknik olarak engelleme imkfını bulunduğu ölçüde" ibaresi 6518
sayılı kanunla yasa metninden çıkarılmış olmasına karşın, teknik olanaksızlıklar
varsa, erişim sağlayıcıdan bu benteki yükümlülüğün yine de yerine getirilmesinin
istenemeyeceği kuşkusuzdur.
16 İptal kararının Resmi Gazetede yayınlandığı 28.1.2016 tarihinden başlayarak bir
yıl sonra yürürlüğe girmesi hüküm altına alınmıştır.
İNTERNET REJİMİ 517

ihdas ederek sıkboğaz etmenin internetin Türkiye'de gelişmesini


önleyeceğini unutmamak gerekir. 5651 sayılı yasanın ve özellikle
6518 sayılı yasa ile oluşturulan yeni düzenin erişim sağlayıcılarla
ilgili yükümlülükler ve kabahatler açısından bizde böyle olumsuz
bir izlenim yarattığını belirtmek isteriz.

5651 sayılı yasa internet süreci bağlamında içerik, yer, erişim sağla­
yıcılardan başka "toplu kullanım sağlayıcıları" nı da kapsaımna alıp, bun-
larla ilgili bazı yükümlülükler öngörmüştür. Yasaya göre, "toplu kullanım
sağlayıcı", kişilere belli bir yerde ve belli bir süre internet ortaım kullanım
olanağı sağlayanlardır. Günlük dilde "internet cafe" olarak anılan yerler-
de bireylerin belirli bir ücret karşılığında internetten yararla..ndırılması
söz konusu olabileceği gibi, okullar, otel lobileri veya benzeri yerlerde de
ilgililere böyle bir hizmet verilebilir. Yasada (m. 7/2) "Ticari amaçla olup
olmadığına bakılmaksızın bütün toplu kullanım sağlayıcılarının konusu
suç olan içeriklere erişimi önleyici tedbirleri almakla yükümlüdür." hük-
mü bulunmakla birlikte, suç oluşturan içerik nedeniyle toplu kullanım
sağlayıcının ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için sadece bu hükme da-
yanılamaz. Toplu kullanım sağlayıcının ceza sorumluluğu için suç içerikli
yayın bağlamında bu kişi açısından iştirak koşullarının oluştuğunun ka-
nıtlanması gerekir.

5651 sayılı kanunda değişiklik


yapan 6518 sayılı yasa, ticari amaçla
olup olmadığına bakılmaksızın bütün internet toplu kullanım sağlayıcı­
larına "kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulmasında yönetmelikle
belirlenen tedbirleri alma" ve ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına
"ailenin ve çocukların korunması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti
kapsamında usul ve esasları yönetmelikte belirlenen tedbirleri alma" yü-
kümlülüklerini öngörmüştür (m.7/2 ve 3). Bu maddede belirtilen yü.küm-
lülükleri ihlal eden ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına, ihlalin
ağırlığına göre yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde uyar-
ma, bin Türk Lirasından on beş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası
verme veya üç güne kadar ticari faaliyetlerini durdurma yaptırımlarından
birine karar vermeye mahalli mülki amir yetkilidir (m.7/4).Arıcak, tüm bu
yükümlülüklerin, ilgililerin ayrıca ceza sorumluluklarına neden olacağı
sonucuna ulaşılamaz.

II. Kabahatlerden sorumluluk

1- Bilgilendirme yükümlülüğüne uymama

5651 sayılı yasanın 3. maddesinin 1. fıkrası gereğince, içerik, yer ve


erişim sağlayıcıları, yönetmelikte belirtilen esas ve usuller çerçevesinde
518 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

tanıtıcı bilgilerini kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ulaşa­


bileceği şekilde ve güncel olarak bulundurmakla yükümlüdür.
Telekomünikasyon Kurumu Tarafından Erişim Sağlayıcılara ve Yer
Sağlayıcılara Faaliyet Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkın­
da Yönetmelik 'in 14. maddesi gereğince, bu kişiler, gerçek kişi ise adı ve
soyadı, tüzel kişi ise unvanı ve sorumlu kişiler, vergi kimlik numarası ve
ticaret sicil numarası, yerleşim yeri, tüzel kişi ise merkezinin bulunduğu
yer, elektronik iletişim adresi ve telefon numarası, yetkili denetim merci-
ine ilişkin bilgileri ana sayfadan doğrudan ulaşılabileceği şekilde iletişim
başlığı altında bulundurmak zorundadır 17 .

Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen içerik, yer veya erişim sağlayıcıya


yasanın 3/2. maddesi gereğince Kurum Başkanı tarafından ikibin TL.' dan
ellibin TL.'na kadar idari para cezası verilir 18 • Kabahat niteliğindeki bu
tür eylemler hakkında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin uy-
gulanması gerekir. Şöyle ki, Kabahatler Kanununun 27. maddesinde,
verilen idari para cezası kararına karşı, kararın tebliği veya tefhi-
mi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde Sulh Ceza Mahke-
mesine başvurma ve onun kararına karşı da Ağır Ceza Mahkeme-
sine itirazda bulunma kanun yolu öngörülmüştür 19 •

17 26.02.2014-6527 sayılı Kanun 5651 sayılı Kanunun 3. maddesine 4. fıkra olarak şu


hükmü eklemiştir: "Trafik bilgisi ancak bir suç soruşturması ve/veya kovuşturması
kapsanıında mahkemelerce talep edilmesi halinde Başkanlık tarafından içerik sağla­
yıcı, yer sağlayıcı ve/veya erişim sağlayıcıdan alınarak verilir.". Bu hüküm 10.09.2014-
6552 sayılı Kanun'un 126. maddesi ile değiştirilerek şu duruma getirilmiştir : "Trafik
bilgisi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından ilgili işletmecilerden temin
edilir ve hakim tarafından karar verilmesi halinde ilgili mercilere verilir." Anayasa
Mahkemesi, "Anayasa'nın 13. ve 20. maddelerinde yer alan güvencelere rağmen dava
konusu kural ile kişiler, bilgi toplama, saklama, işleme ve değiştirme yetkisi olan
idareye ve diğer kişilere karşı korumasız bırakılınış, veri toplamanın amaç, gerekçe,
kapsam ve sınırlarına yasal düzenlemede yer verilıııemiştir." gerekçesine dayanarak
Anayasanın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı bulduğu bu hükmü iptal etmiştir (AYM.
02.10.2014 gün ve 2014/149 E. sayılı karan; RG. 01.01.2015-29223).
18 İdari para cezasının üst sının onbin TL. iken 10.09.2014 tarih ve 6552 sayılı ka-
nunla (126. maddesi) ellibin TL.'na yükseltilıııiştir (RG. 11 Eylül 2014, Sayı: 29116
Mükerrer).
19 5651 sayılı yasanın 8/12. maddesi (bu kanunda tanımlanan kabahatler dolayısıyla)
Başkanlık veya Kurum tarafından verilen idari para cezalarına ilişkin kararlara
karşı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna
başvurulabileceği hükmüne yer vermişti. Kitabımızın önceki basısında, "ayın Dev-
lete ait hukuk sisteminde duruma göre farklı hükümlerin konulmasında büyük sa-
kıncalar vardır. Bu yolun açılması Devletin hukuk sisteminin istikrarını engeller."
eleştirisinde bulunmuştuk. 15.8.2016 tarihli ve 671 sayılı KHK'nin 25 maddesi idari
yargılama kanun yolunu Kurum kararlan ile sınırlandırınıştır.
İNTERNET REJİMİ 519

2- Erişim sağlayıcıları ile ilgili kabahatler

5651 sayılı yasanın 6. ve ilgili yönetmeliğin 15. maddesi erişim sağ­


layıcılara bazı yükümlülükler ön görmüştür. Bu hükümlere göre, erişim
sağlayıcılar;

a- Herhangi bir kullanıcının yayınladığı hukuka aykırı içerikten, bu


kanun hükümlerine uygun olarak haberdar edilmesi halinde erişi­
mi engellemekle,
b- Sağladığı hizmetlere ilişkin olarak, yönetmelikte belirtilen trafik
bilgilerini altı aydan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönet-
melikte belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğru­
luğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla,

c- Faaliyetine son vereceği tarihten en az üç ay önce, durumu Ku-


ruma (BTK), içerik sağlayıcılarına ve müşterilerine bildirmek ve
trafik bilgilerine ilişkin kayıtlan yönetmelikte belirtilen esas ve
usullere uygun olarak Kuruma teslim etmekle,

ç- Erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif


erişim yolarını engelleyici tedbirleri almakla,

d- Kurumun talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa tes-


lim etmekle ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almakla.

Yasanın 6/3. maddesi gereğince, (b), (c),(ç) bentlerinde yer alan yü-
kümlülüklerden birini yerine getirmeyen erişim sağlayıcıya Başkan tara-
fından onbin TL' dan ellibin TL'a kadar idari para cezası verilir. Bu kaba-
hat eylemleri ile ilgili olarak 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine
göre işlem yapılır.

Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, ilke olarak internet yayınlarından


dolayı ceza sorumlulukları olmayan erişim sağlayıcıların, yaptırımsız kal-
mamaları için bu denli ağır yükümlülükler altına sokularak yüksek idari
para cezaları ile baskı altına alınmaları İnternet yoluyla öğrenme ve haber
alma özgürlüğüne olumsuz etkide bulunur ve dolayısıyla internetin Türki-
ye'deki gelişiminde olumsuzluklara neden olabilir.

3- Toplu kullanım sağlayıcıları ile ilgili kabahatler

Ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılar, mahalli mülki amirden izin


belgesi almakla yükümlüdür. İzne ilişkin bilgiler otuz gün içinde mülki
amir tarafından Kuruma bildirilir.Bunların denetimi mahalli mülki amir-
ler tarafından yapılır. İzin belgesinin verilmesine ve denetime ilişkin esas
ve usuller yönetmelikle düzenlenir.
520 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Ticari amaçla olup olmadığına bakılmaksızın bütün İnternet toplu


kullanım sağlayıcılar, konusu suç oluşturan içeriklere erişimin engellen-
mesi kullanımına ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında yö-
netmelikte belirtilen tedbirleri almakla yükümlüdür.

Ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılar, ailenin ve çocukların ku-


runması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti kapsamında usul ve esas-
lan yönetmelikte belirlenen tedbirleri almakla yükümlüdür.

Yasada belirtilen yükümlülükleri ihlal eden ticari amaçla toplu kul-


lanım sağlayıcılarına, ihlalin ağırlığına göre yönetmelikte belirlenecek
usul ve esaslar çerçevesinde uyarma, bin Türk Lirasından onbeş bin Türk
Lirasına kadaridari para cezası verme veya üç güne kadar ticari faali-
yetlerini durdurma yaptırımlarından birine karar vermeye mahalli mülki
amir yetkilidir. Bu idari para cezası da 5326 sayılı Kabahatler Kanununda
belirtilen usul ve esaslara göre uygulanır.

III. İnternet yayınlarına erişimin engellenmesi

1- Lisansı olmadan internet ortamında yapılan radyo. televizyon


yayınlarına erişimin engellenmesi

Radyo-Televizyon Üst Kurulundan geçici yayın hakkı ve/veya yayın


lisansı bulunmayan ya da bu hak ve/veya lisansı iptal edilen gerçek ve
tüzel kişilerin yayın hizmetlerinin İnternet ortamından iletildiğinin Üst
Kurulca tespiti halinde Üst Kurulun talebi üzerine sulh ceza hakimi tara-
fından internet ortamındaki söz konusu yayınla ilgili olarak içeriğin çıka­
rılması ve /veya erişimin engellenmesine karar verilebilir. Bu karar, gereği
yapılmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna gönderilir. Sulh
ceza hakimi, Üst Kurulun talebini en geç yirmi dört saat içinde duruşma
yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı 5271 sayılı Ceza Muhakeme-
si Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir (6112 sayılı Radyo
ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'a 21.03.2018
tarih ve 7103 sayılı kanunla eklenen 29/A maddesi).

2- Bazı suçlarla ilgili olarak erişimin engellenmesi

5651 sayılı yasanın


8. maddesi, İnternet yayınlarında yasada öngörü-
len bazı suçların bulunduğu hususunda yeterli şüphe nedeni bulunması
durumunda bu yayınlara erişimin engellenmesi kararının verilebileceğini
öngörmüştür.

İnternet yayınma erişimin engellenmesi kararının verilebileceği suç-


lar şunlardır:
İNTERNET REJİMİ 521

a) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

1) İntihara yönlendirme (m.84),

2) Çocukların cinsel istismarı (m.103,1. fıkra),

3) Uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma


(m.190),

4) Sağlık için tehlikeli madde temini (m.194),

5) Müstehcenlik (m.226),

6) Fuhuş (m.227),

7) Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçları (m.228),

b) 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında yer alan


suçlar.
Erişimin engellenmesi kararı, soruşturma aşamasında Hakim, kovuş­
turma aşamasında ise Mahkeme tarafından verilir. Soruşturma evresinde,
gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda C. Savcısı tarafından da eri-
şimin engellenmesine karar verilebilir. Bu durumda C. Savcısı kararını
yirmi dört saat içinde Hakimin onayına sunar ve Hakim kararını en geç
yirmi dört saat içinde verir. Bu süre içinde kararın onaylanmaması ha-
linde tedbir C.Savcısı tarafından derhal kaldırılır. Erişimin engellenmesi
kararı, amacı gerçekleştirecek nitelikte görülürse belirli bir süreyle sınırlı
olarak da verilebilir (6518 sayılı yasa ile eklenen cümle).

İçeriği maddede belirtilen suçları oluşturan yayınların içerik veya yer


sağlayıcısının yurt dışında bulunması halinde, erişimin
engellenmesi ka-
rarı re'sen Başkan tarafından verilir. Aynı şekilde, içerik veya yer sağla­
yıcı yurt içinde bulunsa bile, çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik
suçlarını oluşturan İnternet yayınlarına erişimin engellenmesi kararının
verilmesinde de Başkan yetkilidir20 . Bu kararlar erişim sağlayıcısına bil-

20
Yasanın 8. maddesinde öngörülen, müstehcenlik suçu oluşturan yayınlara TİB
tarafından resen erişimin engellenmesi karan verilebileceğine dair hüküm Ana-
yasa Mahkemesinin 15.11.2017 tarih ve 2015/76 E., 2017/153 K. sayılı karan
(RG.07.02.2018, No.: 30325) ile iptal edilmiştir. Resmi Gazetede yayınlanmasından
başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi öngörülen bu kararın gerekçesi özetle
şöyledir : "İtiraz konusu kuralda TİB tarafından müstehcenlik sucu oluşturan ya-
yınlara resen erisimin engellenmesi kararı verilebileceği belirtilmekle yetinilmiş, Ka-
nunun yukarıda anılan hükümlerinde öngörüldüğü gibi erisimin kademeli olarak
engellenip engellenmeyeceğine ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Böylece itiraz konusu kuralla idareye kapsam ve sınırları belirsiz şekilde erişimin
engellenmesi yetkisi tanınmıştır. Erişimin engellenmesi kararı verilmesinin dayana-
522 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

dirilerek gereğinin yerine getirilmesi istenir. Yayını yapanların kimlikle-


rinin belirlenmesi halinde, Başkanlık tarafından C. Başsavcılığına suç du-
yurusunda bulunulur. Soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı
kararı verilirse, Başkanlıkça verilen erişimin engellenmesi karan kendi-
liğinden hükümsüz kalır. Bu durumda C. Savcısı kovuşturmaya yer olma-
dığına dair kararın bir örneğini Başkanlığa gönderir. Kovuşturma aşama­
sında mahkemece verilen beraat kararı da erişimin engellenmesi kararını
kendiliğinden hükümsüz duruma getirir. Mahkemece beraat kararının bir
örneği Başkanlığa gönderilir.

Erişiminengellenmesi kararının gereği, derhal ve en geç kararın bil-


dirilmesi anından itibaren dört saat içinde yerine getirilir21 .
Konusu yasada gösterilen suçları oluşturan içeriğin yayından çıkarıl­
ması halinde, erişimin engellenmesi kararı soruşturma evresinde C. Sav-
cısı, kovuşturma evresinde Mahkeme tarafından kaldırılır.

Hakim veya Mahkemece koruma tedbiri olarak verilen erişimin en-


gellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen yer veya erişim sağlayıcı­
larının sorumluları, eylem daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluş­
turmadığı takdirde, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile
cezalandırılır22 . Böylece, yasa adeta basın suçları gibi İnternet bağlamında
özel bir suç öngörmüştür.

3- İdari tedbir olarak erişimin engellenmesi olanağını veren


hükümler

a) Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen hüküm


- 10.09.2014-6552 sayılı kanunun 127. maddesi ile 5651 sayılı kanu-
nun 8. maddesine 16. bent olarak eklenen idari tedbir niteliğindeki erişi­
min engellenmesi hükmü şöyledir:
"Millı güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin ön-
lenmesi nedenlerinden bir veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakın-

ğıolan itiraz konusu kural anlasılır. açık ve net olma zorunluluğunu karşılamadı­
ğından Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kanunla
sınırlanması güvencesiyle bağdaşmamaktadır.".
21
Bu süre yirmidört saat iken, 10.09.2014 tarih ve 6552 sayılı kanunla (127. maddesi)
(RG. 11 Eylül 2014, Sayı: 29116 Mükerrer) dört saate indirilmiştir. Bu değişikliğin
Anayasaya aykırılığı iddia edilmişse de, yüksek mahkeme "dört saat" ibaresinin
Anayasaya aykırı olınadığına karar vermiştir (AYM.02.10.2014 gün ve 2014/149 E.,
2014/14 K. sayılı kararının (D) bandi; RG.09.10.2014- 29140).
22 Bu suçun cezası "altı aydan iki yıla kadar hapis cezası" iken, 6518 sayılı yasa hapis
cezası yerine adli para cezası öngörmüştür.
İNTERNET REJİMİ 523

ca bulunan hallerde, erişimin engellenmesi Başkanının talimatı üzerine


Başkanlık (TİB) tarafından yapılır. Erişim sağlayıcıları Başkanlık 'dan
gelen erişimin engellenmesi taleplerini en geç dört saat içinde yerine ge-
tirir. Başkan tarafından verilen erişimin engellenmesi kararı, Başkanlık
tarafından, yirmi dört saat içinde sulh ceza hakiminin onayına sunulur.
Hakim kararını kırk sekiz saat içinde açıklar".

İnternet özgürlüğüne getirilen çok önemli bir kısıtlama nite-


liğini taşıyan
bu hükmü Anayasa Mahkemesi etmiştir23 •
kararının gerekçesi özet olarak şöyledir:

"İnternet, modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üze-


re temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir değere
sahip bulunmaktadır. İnternetin sağladığı zemin, bilgiye ulaşma, kişilerin
bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vaz-
geçilmez niteliktedir. Bu nedenle sadece düşünceyi açıklamanın değil, aynı
zamanda bilginin elde edilmesi açısından günümüzde en etkili ve yaygın
yöntemlerden biri haline gelen internet konusunda yapılacak düzenleme
ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları
gerektiği açıktır.

Türkiye'de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin içeriğini kont-


rol etmekle yükümlü TİB' in oluşturulmasındaki temel amaç, iletişimin iz-
lenmesi ve tespit edilmesi uygulamalarında yetkileri merkezileştirmektir.
5651 sayılı Kanun'a göre TİB, internet içeriğinin izlenmesi/ denetlenmesi
ile hakim, mahkeme ve Cumhuriyet savcıları tarafından verilmiş erişim
engelleme kararlarının uygulanmasından sorumludur. Ayrıca TİB, Tür-
kiye'de barındırılan belli bazı internet içeriklerine ve 8. maddede sayılan
suçlar bağlamında Türkiye dışında barındırılan içeriğe erişimi, bazı suç-
lar yönünden idari kararla engelleme yetkisine de sahiptir. TİB' in ayrı­
ca internetteki izleme sistemlerinin yapısı, zamanlaması ve yöntemlerini,
filtreleme, engelleme ve izleme için kullanılacak yazılım ya da donanımın
üretimine ilişkin asgari ölçütleri belirleme yetkisi de vardır. Ancak TİB ge-
rek kuruluş mevzuatı gerekse de bu Kanun kapsamında yürüttüğü görevler
bakımından ne bir regülasyon otoritesi ne de bir adli ve idari kolluktur.

Demokratik ülkelerde çocuk pornografisi, çocukların cinsel istismarı


ve ırkçılık gibi ağır suçlar için konulan 'erişimin engellenmesi' tedbiri, yar-
gı kararı ile yargılama sürecinin bir parçası olarak uygulanan zorunlu ve
istisnai bir tedbir olarak düzenlenmektedir. 5651 sayılı Kanun'daki erişim
engelleme kararları cezai ve idari yaptırım niteliğinde olmayıp tedbir ni-
teliğindedir.

23
AYM. 02.10.2014 gün ve 2014/149 E. sayılı karan (RG.Ol.01.2015-29223).
524 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Dava konusu kural, milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç


işlenmesinin önlenmesi nedenlerinden bir veya birkaçına bağlı olarak ge-
cikmesinde sakınca bulunan hallerde Başkan'a erişimin engellenmesi yet-
kisi vermektedir. Kuralda geçen 'millf güvenlik ve kamu düzeninin korun-
ması, suç işlenmesinin önlenmesi 'gibi ayrıntılı olarak somutlaştırılması
ve önceden öngörülmesi mümkün olmayan durumları ifade eden ibarelerin
içerik ve kapsamlarının kanun koyucu tarafından önceden tek tek belir-
lenmesi mümkün değildir. Söz konusu ibarelere, uygulama ve yargı ka-
rarlarıyla zaman içinde anlam kazandırılarak ibarelerin genel çerçevesi
belirlenmekte ve içerikleri somutlaştırılmaktadır.

Anayasa'nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen durumlarda


kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emriyle haberleşmenin engellene-
bileceği belirtilmektedir. Burada belirtilen yetkili merciin tespitinde yasa
koyucunun sınırsız bir yetkiye sahip olmadığı açıktır. Belirlenecek yetkili
merciin fıkrada belirtilen sebepler konusunda değerlendirme yapabilecek
ve karar verebilecek yetkinliğe sahip olması gerekir.

Dava konusu kuralda geçen 'milli güvenlik ve kamu düzeninin korun-


ması, suç işlenmesinin önlenmesi' ibarelerine dayanarak temel hak ve hür-
riyetleri sınırlandırması sonucunu doğuran erişimin engellenmesi yetkisi
Başkan'a verilmektedir. Ancak, genel olarak Cumhuriyet savcısı, hakim ve
mahkemelerce verilen erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasına
yönelik aracı kurum olarak görev yapan TİB' in kuralda yer alan ibareler-
de belirtilen durumların varlığı veya yokluğunu belirleme noktasında tek
başına değerlendirme yapacak konumda olmadığı açıktır. Milli güvenlik,
kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi konularında ilgili
ve yetkili kurumların değerlendirme ve karar verme yetkileri gözetilmek-
sizin tek başına TİB' erişimin engellenmesi yetkisi verilmesi Anayasa'ya
aykırılık oluşturur.

Haberleşme özgürlüğü ile düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün


kullanılması demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde ve
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen nedenlere bağlı olarak, kanunla,
belli koşullara, sınırlamalara bağlanabilir. Ancak, getirilen bu sınırlama­
lar hakların özüne dokunamaz, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokra-
tik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, amaç ve araç
arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder.
Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya el-
verişli olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı
önlemin demokratik toplum düzeni bakımından zorunluluk taşımasını da
içeren bir ilkedir.
İNTERNET REJİMİ 525

Hakkın kullanılmasında aşırıya kaçma riski olan, bir başkasının hak


ve menfaatlerini zedeleme tehlikesi taşıyan hukuki himaye araçlarının
amaç-araç dengesi bakımından hukuka uygun olmadığı kabul edilmekte-
dir. Kuralda yer alan 'milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç iş­
lenmesinin önlenmesi' ibarelerine dayanarak verilmesi öngörülen erişimin
engellenmesi tedbiri; 'amaç-araç' dengesi bakımından Anayasa ve Türki-
ye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde tanımlı olan ifade özgürlü-
ğü, haberleşme hürriyeti, düşünce ve ifadeyi yayma özgürlüğü noktasında
bireylere tanınan temel hak ve özgürlüklerini ölçüsüzce sınırlandırma teh-
likesini taşıyan bir hukuki himaye vasıtasıdır:

Erişimin engellenmesinde seçilen araç, hedeflenen gayeyi gerçekleştir­


meye elverişli, yani o aracın yardımıyla gerçekleşmesinden korkulan tehli-
kenin yöneldiği hukuksal değer etkin bir şekilde korunabiliyorsa, isabetli
bir araç seçilmiş demektir. Ancak ölçülülük değerlendirmesi için bu yeterli
değildir. Elverişli aracın zorunlu olması da şarttır. Eğer bireyin ya da bi-
reylerin hak ve özgürlüklerine daha az zarar verebilecek bir tedbir varsa
onunla yetinilmelidir. Bir sitede yer alan sakıncalı içerik nedeniyle şartları
oluşmadan öncelikle en ağır yaptırım olan sitenin bütününüm erişime en-
gellenmesi ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturacaktır.

Bu durumda dava konusu kural ile TİB, belirtilen sebeplere bağlı ola-
rak sadece milli güvenliği, suç işlenmesinin önlenmesi veya kamu düzenini
tehdit ettiği değerlendirilen ilgili yayına erişimin engellenmesi kapsamın­
da tüm internet sitesine erişimi engelleyebilecektir. Kanun'un 9. maddesin-
de yargıya verilen erişimin engellenmesi yetkisinin bile sınırları çizilmiş ve
yetkinin ölçülülük ilkesi gereğimce kademeli olarak kullanılacağı belirtil-
mişken, dava konusu düzenlemede bu tür bir sınırlama ve kademelendir-
menin yapılmadığı görülmektedir. Bunun da sınırlı bir alanda idareye çok
geniş bir müdahale imkanı verdiği açıktır.".

Anayasa Mahkemesi, açıklanan nedenlerle, söz konusu yasa


hükmünü, Anayasa'nın 2. (Cumhuriyetin .,_ıı.,caıu"'--'-'lt'-'- 13. (Temel
Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması), 22. (Haberleşme Hürri-
yeti), 26. (Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti) maddelerine
aykırı görerek iptal etmiştir.

b) Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde içeriğin çıkarılması ve


erişimin engellenmesi

5651 sayılıkanunun 8. maddesine 16. bent olarak eklenen idari ted-


bir niteliğindeki erişimin engellenmesi hükmü Anayasa Mahkemesi tara-
fından iptal edilince, Kanun Koyucu yasal boşluk olarak değerlendirdiği
526 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

bu durumu yeni bir hüküm ile doldurmak istemiştir. Böylece, 27.3.2015-


6639 / 29. md. ile 5651 sayılı kanuna 8 / A maddesi eklenmiştir. Bu yeni
hükme göre;

Kişilerin
can ve mal güvenliğinin korunması, milli güvenlik ve kamu
düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın ko-
runması nedenlerinden bir veya birkaçına bağlı olarak hakim veya gecik-
mesinde sakınca bulunan hallerde, Başbakanlık veya millf güvenlik ve
kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlı­
ğın korunması ile ilgili bakanlıkların talebi üzerine Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu Başkanı tarafından internet ortamında yer alan yayınla
ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/ veya erişimin engellenmesi kararı ve-
rilebilir. Karar, Kurum Başkanı tarafından derhal erişim sağlayıcılara ve
ilgili içerik ve yer sağlayıcılara bildirilir. İçerik çıkartılması ve/ veya eri-
şimin engellenmesi kararının gereği, derhal ve en geç kararın bildirilmesi
anından itibaren dört saat içinde yerine getirilir.

Başbakanlık veya ilgili Bakanlıkların


talebi üzerine Başkan tara-
fından verilen içeriğin çıkarılması
ve/ veya erişimin engellenmesi kararı,
Kurum Başkanı tarafından, yirmi dört saat içinde sulh ceza hakiminin
onayına sunulur. Hakim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde
karar kendiliğinden kalkar.

Bu şekilde
verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleş­
tiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL,vb.şeklinde) içeriğe erişimin
engellenmesi yöntemiyle verilir. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe
erişimin yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ih-
lalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak
erişimin engellenmesi kararı verilebilir.

Bu madde kapsamındaki suça konu internet içeriklerini oluşturan ve


yayanlar hakkında Kurum Başkanı tarafından, C. Başsavcılığına suç du-
yurusunda bulunulur. Bu suçların faillerine ulaşmak için gerekli olan bil-
giler içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından hakim kararı üzerine adli
mercilere verilir. Bu bilgileri vermeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcıların
sorumluları, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı
takdirde, üç bin günden on bin güne kadar adli para cezası ile cezalandı­
rılır.

Bu madde uyarınca verilen içeriğin çıkarılması ve/ veya erişimin en-


gellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen erişim sağlayıcıları ile il-
gili içerik ve yer sağlayıcılara Başkan tarafından elli bin Türk lirasından
beş yüz bin Türk lirasına kadar idari para cezası verilir. Bu tür idari para
cezaları ile ilgili eylemler Kabahat sayılacağından ve cezayı uygulayan
İNTERNET REJİMİ 527

Kurum olmadığından Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilmesi


gerekir.

Olağanüstü olaylarla ilgili olan bu yeni hükmün uygulanışında ni-


teliğine
uygun bir özen gösterilmemesi durumunda internet özgürlüğüne
büyük zarar verilebileceği kanısındayız.

c) Şans oyunları ile ilgili hüküm

14.03.2007 tarihli ve 5602 sayılı Şans Oyunları Hasılatından Alman


Vergi, Fon ve Payların Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 3. maddesinin
birinci fıkrasının (ç) bendinde tanımlanan kurum ve kuruluşlara da kendi
görev alanlarına giren suçların internet ortamında işlendiğini tespit etme-
leri halinde, bu yayınlarla ilgili olarak erişimin engellenmesi idari karan
alma yetkisi tanınmıştır (5651 sayılı kanunun 8. maddesine 12.07.2013-
6495 sayılı kanunun 47. maddesi ile eklenen 14.fıkrası) (RG.02.08.2013-
28726). 5602 sayılı kanunun 3/1-ç bendine göre, bu kuruluşlar ilgili mev-
zuat çerçevesinde şans oyunu tertip etme hak ve yetkisine sahip kurumlar
(örneğin Milli Piyango İdaresi) ile bu hak ve yetkinin devredildiği kurum,
kuruluş ve özel hukuk tüzel kişileridir. Bu kuruluşların alacakları erişi­
min engellenmesi kararları uygulanmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İleti­
şim Kurumuna gönderilir.

İdari tedbir olarak verilen erişimin engellenmesi kararının gereğini


yerine getirmeyen yer veya erişim sağlayıcısına BTK Başkanı tarafından
erişim sağlayıcısına onbin TL'dan yüzbin TL'na kadar idari para cezası
verilir. Idari para cezasının verildiği andan itibaren yirmidört saat içinde
kararın yerine getirilmemesi halinde ise BTK tarafından yetkilendirme-
nin iptaline karar verilebilir.

Daha önce belirttiğimiz üzere, 5651 sayılı yasanın 8. maddesinin


12. fıkrası uygulayan merci yönünden bir ayırum yapmadan idari para
cezalarına ilişkin kararlara karşı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Ka-
nunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabileceğini öngörmüştü.
15.8.2016 tarihli ve 671 sayılı KHK'nin 21. maddesi ile yapılan değişiklik­
le bu hüküm Kurum tarafından uygulanan idari para cezaları ile sınırlan­
dırılmıştır. Bu nedenle, şans oyunları bağlamında idari tedbir olarak veri-
len erişimin engellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen yer veya
erişim sağlayıcısına Kurum Başkanının uyguladığı idari para cezaları için
Kabahatler Kanunu çerçevesinde adli itiraz yolu açıktır.
528 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ıv. İnternet ortamında kişilik haklarına karşı yapılan


saldırılardan hukuksal sorumluluk - İçeriğin yayından
çıkarılması ve erişimin engellenmesi

1- Genel olarak
Dar anlamda basınıninternetteki web sayfalarında kişilik haklarına
saldırı oluşturan yayın yapılması durumunda, "kişilik hakkının basın yo-
luyla saldırılara karşı korunmasına ilişkin özelliklerin" dikkate alınması
gerekir. Yani, özellikle "haber verme", "denetim ve eleştiride bulunma" ve
"kamuoyunu açıklama ve oluşturma" şeklindeki hukuka uygunluk neden-
lerinin ve "gerçeklik""kamuyararı ve toplumsal bilgi", "güncellik", "konu ile
ifade arasında düşünsel bağlılık" ve "ölçülülük" sınırlamalarının basının
web sayfaları için de geçerli olduğu görüşündeyiz. Buna karşılık, "basın
dışı" web sayfaları yönünden hukuk sorumluluğuna ilişkin genel hükünı­
lerin uygulanması ile yetinilınelidir. Böylece, internetin sağladığı kolaylık­
tan yararlanarak oluşturdukları web sayfalarından yayın yapan herkesin
basın ve internet özgürlüğünün arkasına gizlenmesi önlenmiş olacaktır.

Yargıtay da, basının internet yoluyla yayınlarda kişilik haklarına sal-


dırıyı "basın yoluyla kişilik haklarına saldırı" olarak nitelemekte ve aynı
esaslan vurgulamaktadır. Buna karşılık, daha önce "haberin internetteki
yayınının durdurulmasına" dair taleplerde "internetteki yayınlar nedeniy-
le yapılacak işlem konusunda henüz yasal bir düzenleme bulunmaması"
gerekçesiyle "ret" karan verilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştı. Yüksek
Mahkeme, 4. HD.'nin 8.2.2001 tarih ve 755/1157 sayılı karan ile bu görü-
şünü şöylece ortaya koymuştu: "... Dava basın yoluyla kişilik haklarının
saldırıya uğramasından doğan manevi tazminat ve haberin internetteki
yayınının da durdurulması istemlerine ilişkindir. Mahkemece manevi taz-
minat istemi kısmen kabul edilmiş ve ayrıca haberin internetteki yayını­
nın durdurulmasına da hükmedilmiştir. İnternetteki yayınlar nedeniyle
yapılacak işlem konusunda henüz yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
Halbu ki, mahkeme kararlarının bağlayıcı sonucunun gerçekleşebilmesi
için, kararın infaz edilebilir olması ve böylece yaptırımının da uygulanma-
sı gerekmektedir. Şu aşamada, internette yapılan bir yayının gönderilenler
de dahil olmak üzere internetten çıkarılması veya yayının durdurulması
konusunda bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bu bakımdan verile-
cek kararın infaz edilebilme ve sonuçsuz kalma olgusu tartışılabilecek bir
durum arz etmektedir. Bu da yargı kararının etkisiz kalmasını ve böylece
tartışılabilir hale gelmesi sonucunu doğurabilir. Bu nedenle buna ilişkin
istemin reddine karar verilmesi gerekirken, bunun yerine kabul kararı ve-
rilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.". 24 .

24 YKD. Te=uz 2001, Sayı: 7, s. 994-996.


İNTERNET REJİMİ 529

Yargıtay'ın internet yoluyla yapılan yayınlara ilişkin duraksamasın­


dan oluşan bu sonuç yasama organını etkileyerek 7.6.2001 tarihinde ka-
bul edilen 4676 sayılı Kanunun 26. maddesiyle 5680 sayılı Basın Kanu-
nuna ek madde konulmasına yol açmıştı. Cumhurbaşkanı tarafından bir
kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye geri gönderilen bu kanunun öngör-
düğü ek madde 9 şöyleydi: "Bu kanunun yalan haber, hakaret ve benzeri
fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili hükümleri, bilişim
teknolojileri ve internet ortamında sayfa açılması veya elektronik gazete,
elektronik bülten vb. suretiyle yayınlanan her türlü yazı, resim, işaret sesli
veya sessiz görüntü ve benzerleri hakkında da uygulanır".

Kanımızca, internet yayınlarından hukuksal sorumluluk ile ilgili böy-


le bir hüküm bulunmasa da, internet yayının işleyişi hakkında bilgi sahibi
olan her hukukçu bu hükmün öngördüğü sonuca ulaşabilir. Gerçekten, dar
anlamda basın ile İnternet yoluyla basın arasında hukuk sorumluluğunun
esaslan yönünden bir fark yoktur ve yapay bir fark da yaratılmamalıdır.
Bu nedenle, "internetteki yayının durdurulmasına" dair bir mahkeme ka-
rarının infaz edilebilmesine ilişkin olarak Yargıtay 4. HD.'nin duraksa-
masını ve bundan dolayı ulaştığı sonucu hatalı bulduğumuzu kitabımızın
önceki basılarında belirtmiştik25 .

26.02.2014 tarih ve 6527 sayılı yasa bu konudaki duraksamaları ön-


lemek için 5651 sayılı yasanın 9. maddesine kişilik haklarının ihlali id-
dialarında uygulanmak üzere "içeriğin yayından çıkarılması ve erişimin
engellenmesi"26 ve 9/A maddesine "özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe
erişiınin engellenmesi" düzenlemelerini getirmiştir. Aşağıda bu iki yeni
hüküm açıklanacaktır.

2- Kişilik haklarına yapılan saldırılarda içeriğin yayından


çıkarılması ve erişimin engellenmesi

5651 sayılı yasanın 6518 sayılı yasa ile değişik 9. maddesi gereğin­
ce, "internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının

25
Alınanya'da erişimin engellenmesi konusunda eleştirisel bir değerlendirme için
bkz.: MARBERTH-KUBICKI, A.: İnternet Sansürünün Başlangıcı: Erişim Sağlayı­
cılar Üzerinden Erişimin Engellenmesi (İÇEL-üNVER, İnternet Hukuku, Karşılaş­
tırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi,13, Ankara 2013,s.347 ve son.).
26
Yasanın 9. maddesinin başlığı "İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı "iken,
cevap hakkı yerine erişimin engellenmesi terimi konulmuştur. Böylece, uygulanıada
cevap hakkının kullanılmasının zorluğu dikkatte alınarak, daha etkin bir tedbir
olan erişimin engellenmesi yoluyla internet ortamında kişilik hakları saldırıya uğ­
rayanların korunmasına ağırlık verilmiştir. Oysa ki, kişilik hakları saldırıya uğra­
yan kişinin aynca cevap ve düzeltme hakkını kullanmasına da olanak verilmeliydi.
530 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar,
içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvu­
rarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi,
doğrudan sulh ceza hakimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini
de isteyebilir.".

Kişilerin
bu talepleri, içerik ve /veya yer sağlayıcısı tarafından en geç
yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.

Kişi doğrudan sulh ceza hakimine başvurmuşsa, hakim erişimin en-


gellenmesine karar verebilir. Verilecek bu karar kişilik hakkının ihlalinin
gerçekleştiği kısım ile ilgili (URL, vb. şeklinde) olabilir 27 • Zorunlu olma-
dıkça İnternet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engel-
lenmesine karar verilemez. Ancak, hakim URL adresi içeriğe erişimin
engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi
durumunda, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm
yayına yönelik olarak erişimin engellenesine de karar verebilir.

Hakim yapılan başvuruyu en geç yirıni dört saat içinde duruşma yap-
maksızın karara bağlar. Bu karara karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hü-
kümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir28 . Erişimin engellenmesine konu

27 Hakim" kişilik haklarının ihlali" konusunda Yargıtay Kararları ile belirlenmiş


esasları dikkate alarak karar verecektir. :"5651 Sayılı Kanım'un 9. maddesinin 1.
fıkrasında '(l) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği sebebiyle kişilik haklarının
ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağ­
layıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yönteıni
ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hakimine
başvurarak içeriğe erişiınin engellenmesini de isteyebilir.' şeklindeki düzenleme ile
internet ortanıında yapılan yayınlar ile kişilik haklarının ihlal edilmesi halinde
kişilerin içerik sağlayıcısına veya buna ulaşamamaları halinde ise yer sağlayıcısı­
na başvurarak içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebilecekleri gibi doğrudan sulh
ceza hakimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini talep edebilecekleri dü-
zenlenmiş olup, maddede yer alan "kişilik haklarının ihlali" hususunda açık bir
tanım bulunmadığından ihlalin olup olmadığının yukarda belirtilen açıklamalar
doğrultusunda belirlenmesi gerekmektedir." (Yarg.19.CD.12.5.2016, 71/17875).
28
"Dosya kapsamına göre, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzen-
lenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Ka-
nun'un 9/1. maddesinde 'İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar,
içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı
yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza
hakimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.' ve anılan mad-
denin 3. fıkrasında 'İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakla-
rı ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hakim bu maddede belirtilen kapsamda
erişimin engellenmesine karar verebilir.' şeklindeki düzenlemeler karşısında, söz
İNTERNET REJİMİ 531

içeriğin yayından çıkarılmış olması durumunda hakim karan kendiliğin­


den hükümsüz kalır 29 •

Kişilik haklarının ihlali iddiası ile hakim tarafından verilen erişimin


engellenmesi kararları uygulanmaları için Erişim Sağlayıcıları Birliği'ne
gönderilir. Birlik tarafından erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğe erişimin
engellenmesi kararının gereği derhal, en geç dört saat içinde erişim sağla­
yıcı tarafından yerine getirilir.

Hakimin verdiği erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkı­


nın ihlaline ilişkin yayının başka bir internet adresinde de yayınlanması
durumunda ilgili kişi tarafından Birliğe başvurulduğu takdirde karar bu
adresler için de uygulanır (m.9/9) 30 .

3- Özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin engellenmesi


6518 sayılı yasayla 5651 sayılı yasaya eklenen 9/A maddesi gereğince,
internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatının gizli-

konusu internet sitesi ve facebook hesabının avukat olan ...... 'ın mesleki onur ve
şerefini tahkir etmek amacıyla kurulup bu doğrultuda yayın yaptığının anlaşılması
karşısında itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet
görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi
uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği
görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına boz-
ma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Bakırköy ..... Sulh
Ceza Hakimliğinin ..... 2014 tarihli ve 2014/ ..... değişik iş sayılı kararının 5271 sa-
yılı CMK'nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, şikayetçinin kişilik hakla-
rının ihlal edildiğini iddia ettiği www ...... isimli web sitesindeki ve www.facebook.
com sitesindeki ilgili URL adresinde yer alan hukuka aykırı içeriğe 5651 sayılı Ka-
nun'un 9/1 ve 4. maddeleri gereğince erişimin engellenmesine 05/11/2015 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi." (Yarg.19.CD.5.11.2015, 233/6748).
29
Yasa değişikliğinden önceki uygulamayı gösteren Yargıtay karan: "5651 sayılı İn­
ternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla işlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 9/3. maddesinde yer alan, 'Sulh
ceza hakiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine
getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik
yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.' şeklindeki dü-
zenleme nazara alındığında, Sulh Ceza Mahkemesi kararını 28.05.2008 tarihinde
tebellüğ eden içerik sağlayıcısı sanığın yayını içerikten çıkartmasına rağmen süresi
içinde düzeltme ve cevap metnini yayınlamadığı anlaşıldığından sanığın mahku-
miyeti yerine süreyi bilmediğinden bahisle yasal olmayan ve yetersiz gerekçeyle
beraatına karar verilmesi yasaya aykırıdır (7.CD., 21.02.2013, 12034/4212).
30
Anayasa Mahkemesi'nin 8.12.2015 tarihli ve E.2014/87, K.2015/112 sayılı karan
(RG. 28.1.2016- 29607) ile maddenin bu fıkrasında yer alan "... veya aynı mahiyet-
teki yayınların ...." ibaresi iptal edilmiştir.
532 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

liğinin ihlal edildiğiniiddia eden kişiler, Kuruma doğrudan başvurarak


içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını isteyebilir.

Yapılan bu istekte; hakkın ihlaline neden olan yayının tam adresi


(URL), hangi açılardan hakkın ihlal edildiğine dair açıklama ve kimlik
bilgilerini ispatlayacak bilgilere yer verilir. Bu bilgilerde eksiklik olması
durumunda talep işleme konulmaz.

Başkan, kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere derhal Erişim


Sağlayıcıları Birliği' ne bildirir. Erişim Sağlayıcılar bu tedbir talebini der-
hal, en geç dört saat içinde yerine getirir. Erişimin engellenmesi, özel ha-
yatın gizliliğini ihlal eden yayın, kısım, bölüm, resim, video ile ilgili olarak
(URL şeklinde) erişimin engellenmesi yoluyla uygulanır.

Erişimin engellenmesini talep eden kişiler, İnternet ortamında yapı­


lan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğinden ba-
hisle erişimin engellenmesi talebini talepte bulunduğu saatten itibaren
yirmi dört saat içinde sulh ceza hakiminin kararına sunar. Hakim, inter-
net ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ih-
lal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç kırk sekiz
saat içinde açıklar ve doğrudan Kurunıa gönderir; aksi halde, erişimin en-
gellenmesi tedbiri kendiliğinden kalkar.

Hakim tarafından verilen bu karara karşı Kurum Başkanı tarafından


Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.

Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması


durumunda hakim karan kendiliğinden hükümsüz kalır.

Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca


bulunan durumlarda doğrudan Başkanın emri üzerine erişimin engellen-
mesi Kurum tarafından yapılır.

Başkan tarafından verilen erişimin engellenmesi karan yirmi dört


saat içinde sulh ceza hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırk sekiz
saat içinde açıklar.

V. Elektronik imza ve sorumluluk

İnternet alanına ilişkin olarak mevzuatımızda yakın tarihte iki önem-


li düzenleme yapılmıştır. Bunlar, 5070 sayılı ve 15.1.2004 tarihli "Elekt-
ronik İmza Kanunu" 31 ile bu Kanun'a dayanılarak çıkarılan "Elektronik
İmza Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yö-

31 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı kanunla değişik.


İNTERNET REJİMİ 533

netmelik" tir32 . Bu düzenlemelerde hem ceza hukuku hem de hukukun


diğer alanlarına ilişkin kurallar, yükümlülükler ve sorumluluk esasları
öngörülmüştür.

Kanunun amacı,
elektronik imzanın hukuki ve teknik yönleri ile kul-
lanımına ilişkin esasları düzenlemek olup, Kanun, elektronik imzanın hu-
kuki yapısını, elektronik sertifika hizmet sağlayıcılarının faaliyetlerini ve
her alanda elektronik imzanın kullanımına ilişkin işlemleri kapsamakta-
dır.

Bu Kanun'un ilgili hükümlerine kısaca değinecek olursak, 16. madde-


si, imza oluşturma verilerinin izinsiz kullanımını düzenlemektedir. Buna
göre elektronik imza oluşturma amacı ile ilgili kişinin rızası dışında; imza
oluşturma verisi veya imza oluşturma aracını elde eden, veren, kopyala-
yan ve bu araçları yeniden oluşturanlar ile izinsiz elde edilen imza oluş­
turma araçlarım kullanarak izinsiz elektronik imza oluşturanlara bir yıl­
dan üç yıla kadar hapis ve elli günden az olmamak üzere adli para cezası
verileceği öngörülmektedir.

Kanun'un 17. maddesi elektronik sertifikalarda sahtecilik eylemleri-


ni yapanları ve sahte sertifikaları bilerek kullananları iki yıldan beş yıla
kadar hapis ve yüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalan-
dırmaktadır.

Belirtelim ki, gerek 16. gerek 17. maddede eylemleri belirli statüdeki
kişilerin gerçekleştirmesi cezayı ağırlaştırıcı neden sayılmıştır.

Kanun'un 18. maddesi 10., 11., 12., 13. ve 15. maddesi hükümlerine
aykırı hareket edenler hakkında idari para cezası öngörmektedir.

Kanun'un 19. maddesi ise, yasadaki suçlarla ilgili olarak tüzel kişilere
özgü güvenlik tedbirlerini düzenlemiştir.

VI. Elektronik ticaret ve sorumluluk


Elektronik ticarete ilişkin esas ve usulleri düzenleyen 6563 sayı­
lı(23.10.2014) kanun 33 , ticari iletişimi, hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet
sağlayıcılarının sorumluluklarını, elektronik iletişim araçlarıyla yapılan
sözleşmeler ile elektronik ticarete ilişkin bilgi verme yükümlülüklerini ve
uygulanacak yaptırımları kapsamaktadır.

32
RG.: 06.01.2005, No: 25692. Değişikler için bkz.: RG.: 04.02.2006, No: 26070; RG.:
17.10.2006, No: 26322; RG.: 30.03.2007, No: 26478.
33
Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (RG.05.11.2014, No:29166)
01.05.2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
534 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Kanunun 3. maddesi uyarınca, hizmet sağlayıcı, elektronik iletişim


araçlarıylabir sözleşmenin yapılmasından önce;

-Alıcıların kolayca ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak tanıtıcı bil-


gilerini,

-Sözleşmenin kurulabilmesi için izlenecek teknik adımlara ilişkin bil-


gileri,

-Sözleşme metninin sözleşmenin kurulmasından sonra, hizmet sağla­


yıcı tarafından saklanıp saklanmayacağı ile bu sözleşmeye alıcının daha
sonra erişiminin
mümkün olup olmayacağı ve erişimin ne kadar süreyle
sağlanacağına ilişkin bilgileri,

-Veri girişindeki hataların açık ve anlaşılır bir şekilde belirlenmesine


ve düzeltilmesine ilişkin teknik araçlara ilişkin bilgileri ,

-Uygulanan gizlilik kuralları ve varsa alternatif uyuşmazlık çözüm


mekanizmalarına ilişkin bilgileri, sunmak yükümlülüğü altındadır.

Hizmet sağlayıcı, siparişin onaylanması aşamasında ve ödeme bilgi-


lerinin girilmesinden önce, ödeyeceği toplam bedel de dahil olmak üze-
re, sözleşmenin koşullarının alıcı tarafından açıkça görülmesini sağlar
(md.4/1-a).

Ticari elektronik iletiler, alıcılara ancak önceden onayları alınmak


kaydıyla gönderilebilir. Bu onay, yazılı olarak veya her türlü elektronik
iletişim araçlarıyla alınabilir (md.6/1). Ticari elektronik iletinin içeriği,
alıcıdan alınan onaya uygun olmalıdır (md. 7/1).

Yasanın öngördüğü yukarıdaki yükümlülüklere ve esaslara uymayan


hizmet sağlayıcıları ve aracı hizmet sağlayıcıları bin Türk lirasından beş
bin Türk lirasına kadar idari para cezası ile cezalandırılır (md.12/1-a).

Hizmet sağlayıcı, sipariş verilmeden önce alıcıya, veri giriş hatalarını


belirleyebilmesi ve düzeltebilmesi için uygun, etkili ve erişilebilir teknik
araçları sunar ve alıcının siparişini aldığım gecikmeksizin elektronik ile-
tişim araçlarıyla teyit eder (md.4/1-b ve 2). Bu yükümlülüklere uymama-
nın yaptırımı bin Türk lirasından on bin Türk lirasına kadar idari para
cezasıdır.

Alıcılar diledikleri zaman, hiçbir gerekçe belirtmeksizin ticari elektro-


nik iletileri almayı reddedebilir. Talebin ulaşmasını izleyen üç iş günü için-
de hizmet sağlayıcı alıcıya elektronik ileti göndermeyi durdurur (md.8/1
ve 3). Bu yasağa uymayan hizmet sağlayıcı iki bin Türk lirasından on beş
bin Türk lirasına kadar idari para cezası ile cezalandırılır (md.12/1-c).
İNTERNET REJİMİ 535

6563 sayılı yasanın öngördüğü kabahat niteliğindeki hukuka aykırı­


lıkların yaptırımıolan idari para cezalarım verme yetkisi Gümrük ve Tica-
ret Bakanlığı'na aittir. Bu yetki, merkezde Bakanlığın ilgili genel müdür-
lüğüne, taşrada ise Bakanlığın il müdürlüklerine devredilebilir (md.12/3).

Hizmet sağlayıcı, bu kanun çerçevesinde yapmış olduğu işlemler ne-


deniyle elde ettiği kişisel verilerin saklanmasından ve güvenliğinden so-
rumludur; kişisel verileri ilgili kişinin onayı olmaksızın üçüncü kişilere
iletemez ve başka amaçlarla kullanamaz (md.10). Bu yükümlülüğe kasten
uyulmaması durumunda 5237 sayılı TCK.' nun 136. maddesinde düzen-
lenmiş bulunan "verileri hukuka aykırı olarak verme suçu" işlenmiş olur.
KAYNAKÇA

ABADAN, N.: Basın ve Haberleşme Hürriyeti (Türkiye'de İnsan Hakları Semineri,


9-11 Aralık 1968, Ankara 1970).
AKAD, M.: Baskı Gruplarının Siyasal İktidarla İlişkileri, Doktora Tezi, İstanbul
1976.
AKGüNER, T.: A.B.D. ve İngiltere'deki Film Sansürü Haklıında Not (Sinema Film-
lerinin Sansürü Kollogyumu, İstanbul 1980).
AKILLI OĞLU, T.: İnsan Hakları, I, Ankara 1995

AKSOY, M.: Türkiye'de Düşünce Özgürlüğü (Türkiye'de İnsan Hakları Semineri,


9-11 Aralık 1968, Ankara 1970).

ALACAKAPTAN, U.: Basın Kanunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul


2004, Sayı: 5 ve 6.
ALİCAN, C.: Bir Kitle İletişim Aracı Olarak Gazete ve Halk Eğitimi (A.Ü. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu, Yıllık, 1973, No. 1).

BASIN KONSEYİ yayını: Güvenilir Gazetecilik için Basın Konseyi, İstanbul 1996
Ansiklopedik Bilgiler, Remzi Kitapevi 1976.
ARNDT, A.: Die Rolle der Massenmedien in der Demokratie (Die Rolle der Massen-
medien in der Demokratie, München und Berlin 1966).

ASNA, A.: Halkla İlişkiler, 2. Baskı, İstanbul 197 4.

ATALAY, S.: İngiliz Ceza Hukuku ile Fihir ve Sanat Eserleri Hukuku, İstanbul
1978.

AZİZ, A.: 2954 Sayılı Radyo-Televizyon Yasası (Amme İdaresi Dergisi, Cilt 1 7, Sayı:
1- Mart 1984).

AZİZ, A.: Görsel İşitsel Haberleşme Araçlarının Çocuk ve Gençliğe Etkisi (A.Ü. Si-
yasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu, Yıllık, 1973, No: 1.

AZİZ, A.: 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluşları Hakkında Kanunun


Uygulanmasına İlişkin Sorunlar ve Öneriler (Yeni Türkiye Medya Özel Sa-
yısı, 11, Ankara 1996)

.A...ZRAK, Ü.: Federal Almanya'da Film Sansürü Üzerine Not (Sinema Filmlerinin
Sansürü Kollogyumu, İstanbul 1980).
538 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

BALKANLI, R.: Matbaa Hürriyeti ve Yeni Basın ve Matbaalar Kanunu, Ankara,


1951.
BARLAS, M.: Basında Oto-Kontrol ve Basın Ahlak Yasasının Olması Gereken Te-
mel İlkeleri (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı I. Seminer Tutanakları, Eğitim Yayın­
lan No. 3).

BARNOUW, E.: Mass Communication, New York- Toronto 1956.


BASIN KONSEYİ yayım: Basın Konseyi Yıllık Raporu, 1997, İstanbul 1998.
BAYRAKTAR, K.: Film ve Suç (Sinema Filmlerinin Sansürü Kollogyumu, İstanbul
1980).
BENBANASTE, N.: Örneklerle Türk Musevi Basınının Tarihçesi, İstanbul 1988.
BENER, M.F :Radyomuz 15 yaşında (Radyo Dergisi, 15 Aralık 1941, c.1, s.1).
BERTHOLD, F.J. - HARTLIEB, H.: Filmrecht, München 1957.
BİNG, W.: Alman Basınının Tarihçesi, (Hürriyet Vakfı, 1983 Yılı II. Seminer Tuta-
nakları, Eğitim Yayınlan, No. 4).
BRAUMUELLER, G.: Der Weg zur Pressefreiheit, Bonn 1953.
BURY, J.B.: Fikir ve Söz Hürriyeti, Çev.: Avni Başman, İstanbul 1945.
CONRADI, U. und SCHLÖMER, U.: Die Strafbarkeit der Internet-Provider (NSTZ.
1996, Heft: 8, s. 366 ve son).
CRON, H.: Die Organisation der Selbstkontrolle (LÖFFLER -CRON von HART-
LIEB - STAMMLER-MUELLER, Selbstkontrolle von Presse, Funk und
Film, München und Berlin 1960).
ÇELİK, N.: İş Hukuku Dersleri, 26. bası, İstanbul 2013.

DANIŞMAN, A.: Basın Özgürlüğünün Sağlanması Önlemleri (Devletin Basın Kar-


şısındaki Aktif Tutumu), Ankara 1982
DANIŞMAN, A.: Ceza Hukuku Açısından Özel Hayatın Korunması, Konya 1991.

DAVER, B.: Siyasal Bilime Giriş, Ankara 1968.


DEMİR, V: Türkiye'de Özel Radyo ve Televizyonların çıkışı ve bu konuda Devlet
Tekelinin kalkması (Marmara İletişim Dergisi, 1994 s. 7).

DERELİ, T.: Kamu Oyu, Başlıca Teorik Kavramlar, İstanbul 1976.

DERKSEN, R.: Strafreclıtliche Verantwortung für in internationalen Computernet-


zen verbreiteten Daten mit strafbarem Inhalt (NJw.1997, Heft 29, s. 1878
ve son).
DEUTSCHER PRESSERAT, Bad Godesberg, 1988.
DONAY, S.: Meslek Sırrının Açıklanması Suçu, İstanbul 1978.
KAYNAKÇA 539

DÖNMEZER, S.: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı, I.
Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınları No. 3).

DÖNMEZER, S.: Basın ve Hukuku, Dördüncü Bası, Istanbul 1976.

DÖNMEZER, S. - BAYRAKTAR, K.: Basın Hukuku, Beşinci Bası, İstanbul 2013.

DÖNMEZER, S.: Basında Oto-Kontrol (IHFM., 1969, Cilt: XLI, Sayı: 1-4).
DÖNMEZER, S.: Bayramda Gazete Çıkarma Yasağı (İHFM., 1975 Cilt: XLI, Sayı
3-4)

DÖNMEZER, S.: Devletin Ülkesi ve Milleti ile Bütünlüğü ve Bölünmezliği İlkesi


(İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 50. Yıl Armağanı, İstanbul 1973).

DÖNMEZER, S.: Matbuat Suçları, İstanbul 1946.

DÖNMEZER, S.-ERMAN, S.: Nazarı ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt: II, 7. Bası, Is-
tanbul 1981.

DURAL, M.: Türk Medeni Hukukunda Gerçek Kişiler, İstanbul 1977.


DURAN, L.: Fransa'da Film Sansürü Üzerine Not (Sinema Filmlerinin Sansürü
Kollogyumu, İstanbul 1980).

DÜLGER, M.V.: Bilişim Suçları, Ankara 2004.

EBNER: Das Deutsche Zeitungsrecht, Band I, Magdeburg 1909.


ELSTER, A.: Pressgewerb und Presserecht in Handwörterbuch der Staatswissen-
schaften von Elster, Weber, Wieser, Jena 1925.
ERMAN, S.: Askeri Ceza Hukuku, Yedinci Bası, İstanbul 1983.

ERMAN, S.-ÖZEK, Ç.: İzahlı Basın Kanunu ve İlgili Mevzuatı, Üçüncü Bası, İs-
tanbul 1991.

ERTUĞ, H.R.: Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İkinci Bası, İstanbul 1960.

ERTUĞ, H.R.: Radyo İşletmeciliği, İstanbul 1965.

ESEN, S. EBU/ UAR Avrupa Yayın Birliği, TRT Haber Merkezi Yayınları 197 4.
EVLİYAOĞLU, G.: İletişim Psikolojisi-Psikolojik İletişim, Ankara 1987.

GEMALMAZ, M.S.-DOĞRU, O.: Türkiye'de Basın Özgürlüğü Mevzuatı, Basın Kon-


seyi Yayını, İstanbul 1990.

GİRİTLİ, İ.: Çağdaş Gazeteciliğin Bazı Sorunları (Onar Armağanı, İstanbul 1977).
GİRİTLİ, İ.: Günümüzde Haberleşme ve Bazı Sorunlar, İstanbul 1984.
GIRITLI, !.-BİLGEN, P.: İdare Hukuku, İstanbul 1967.

GIRITLİ, İ.: İletişim Dünyasında Olaylar ve Gelişmeler (Marmara İletişim Dergisi,


1994, Sayı: 7).
540 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

GÖLCÜKLÜ, F.: Haberleşme Hukuku, Ankara 1970.

GÖLCÜKLÜ, F.: Radyo-Televizyonda Düzeltme ve Cevap Hakkı (SBFD., 1965,


No.4).

GROMOV,G.K.: "The Roads and Crossroads of Internet History", http://www.inter-


netvalley.com/intval 1. html; (26 Eylül 2001).

GROSS, R.: Zum Recht der Gegendarstellung in den Landespressegesetzen (Archiv


für Presserecht, Nr. 23, 4 Juni 1965).

GRÜTTER, A.: Die Strafrechtliche Verantwortlichkeit für Pressvergehen nach gel-


tendem bernischen Recht, Diss. Bem 1935.

GÜNAYDIN, B. : İnternet Yayıncılığı ve İfade Özgürlüğü, Ankara 2010.


GÜRAN, S.: İfade Hürriyeti Üzerine İdarenin Yetkileri, İstanbul 1969.
GÜRELLİ, N.: Basın Suçlarında Hususf Usul, İstanbul 1958.

HATEMİ, H.: Basın Ahlakı, İstanbul 1976.

HANTZSCHELL, K.: Reichspressgesetz und die übrigen Pressrecht-Vor-schriften


des Reiches und der Liinder, Kommentar, Berlin 1927.

HEBARRE, J.L.: Die Rolle von Hörfunk und Fernsehen beim demokratischen Auf-
bau der Entwichlungsliinder (Die Rolle der Massenmedien in der Demokra-
tie, München und Berlin 1966).

HILLIG, H.-P.: Einführung, Rundfunkrecht, Beck-Texte imdtv, München 1990.

İÇEL,K.: Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Yenilenmiş Bası, İstanbul 2017.

İÇEL, K.: Basılı Eserleri Savcılığa Verme Sorunu ve Basın Özgürlüğü (Milliyet
Gazetesi, 29 Kasım 1978).
İÇEL, K.: Basılmış Eserlerin Toplatılması (Ceza Hukuku ve Krimonoloji Dergisi,
Istanbul 1979, s.113-120).

İÇEL, K.: Bayramda Gazete Çıkarma Yasağının Anayasa Karşısındaki Durumu


(İHFM., 1977, Cilt: XLIII, Sayı: 1-4).

İÇEL, K.: Cevap ve Düzeltme Hakkı Yönünden "İlgi" ve "Gerçeğe Aykırılık" Koşulla­
rı (İHFM., 1977, Cilt: XLII, Sayı: 1-4).

İÇEL, K.: Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, İstanbul 1967.

İÇEL, K.: Devletle Basın Arasındaki İlişkiler (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı II. Seminer
Tutanakları, Eğitinı Yayınları, No. 3).
İÇEL, K.: Gazetecilerin Tanıklıktan Çekinme Hakkı (Ceza Hukuku ve Krimonoloji
Dergisi, 1978, Sayı: 1).
İÇEL, K.: Türkiye'de Radyo-Televizyon Rejimi (İHFM, Cilt:XLI, Sayı: 3-4).
KAYNAKÇA 541

İÇEL, K.: Günümüzde Basının Kamusal Görevleri, Genç Gazeteciler Eğitim Semi-
neri, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1986).

İÇEL, K.: Basın Kanunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul 2004, sy: 5 ve 6.

İÇEL, K.- üNVER,Y.: Özel Yaşam, Medya ve Ceza Hukuku, Karşılaştırmalı Güncel
Ceza Hukuku Serisi, 7, Ankara 2007.
İÇEL, K - üNVER,Y.: İnternet Hukuku, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Se-
risi, 13, Ankara 2013.
İL.AL, E.: Radyo Hürriyeti, Özerklik ve 1961 Anayasası, İstanbul 1972.

İNCEOĞLU, Y.: Asya'da Medya (Marmara İletişim Dergisi, 1994, Sayı 7)

İNUĞUR, M.N.: Basın ve Yayın Tarihi Ders Notları, İstanbul 1976.

İPEKÇİ, A.: Sansür (Durum, 5 Ekim 1977 tarihli Milliyet Gazetesi).

İSKİT, S.: Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939.

İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Yıllığı, I, İstanbul 1998

KARAHASAN, M.R.: Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, Ankara 1981.


KERN, F.-ROXIN, C.: Strafi;erfahrensrecht, II. Auflage, München 1972.

KILIÇOĞLU, A.: Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hu-
kuksal Sorumluluk, Ankara 1982.

KITZINGER: Das Reichsgesetz über die Presse, Tübingen 1920.

KIZIL. E.N: İletişim Özgürlüğü ve Medyada Oto-Kontrol, İstanbul 1998.


KLEINKNECHT, Th., MÜLLER, H., REITBERGER, L.: Kommentar zur Strafpro-
zess- ordnung, 2. Auflage, Nürnberg 1950.

KLAPPER, T.J.: Değişik Haberleşme Araçlarının Karşılaştırmalı Etkileri (ÜNSAL


OSKAY: Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, Ankara 1969).

KLECATSKY, H.R.: Der Rundfunk in der Sicht des Salzburger Symposions des
Europarates über Menschenrechte und Massenmedien "Rundfunkrecht und
Rundfunkpolitik", München 1969.

KLÖPPEL: Das Reichspressgesetz, Leipzig 1894.

KLUTHE, H.A.: Die öffentliche Aufgabe der Presse (Die Rolle der Massenmedien in
der Demokratie, München und Berlin 1966).

KOCABAŞOĞLU, U.: Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, Ankara 1980.

KOCABAŞOĞLU, U.: Türkiye'de Radyo Yayınlarının Başlama Tarihine İlişkin Bir


Not (A.Ü. Basın ve Yayın Yüksek Okulu, Yıllık, 1977-1978, Ankara 1979).

KOLOĞLU, O.: Takvimi Vekayi, Türk Basınında 150 Yıl, Ankara 1981.
542 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

KRÜGER, H.: Die öffentlichen Massenmedien als notwendige Ergtinzung der priva-
ten Massenmedien, Frankfurt am Main-Berlin 1965.

KUNTER, N.: Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, İstanbul 1981.

KüCHENHOFF, G.E.:Allgemeine Staatslehre, 6.Auflage, Stuttgart 1967.

v. LISZT, F.: Das Deutsche Reichpresserecht, Berlin 1880.

LÖFFLER, M.: Die öffentliche Meinung, München 1962.

LÖFFLER, M.: Presserecht, Kommentar, Band 1, Allgemeines Presserecht, 2. Auf-


lage, München 1969; Band II, Die Landespressgesetze der Bundesrepublik
Deutsch-land, 2. Auflage, München 1968.

LUDWIG, C.: Die Verantwortlichkeit des Redaktors für Agenturmeldungen (Schwe-


izerische Zeitschrift für Strafrecht, Heft/Fasc. 2, 1957).

MAGEN, R.P.: Das Berliner Pressegesetz (Juristische Rundschau, 1965, Heft 9).

MAHMUTOĞLU, F.: 3984 Sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hak-


kında Kanun Üzerine Düşünceler (Marmara İletişim Dergisi, 1994, Sayı: 7).

MALETZKE,G.: Psychologie der Massenkommunikation, Hamburg 1963.

MARBERTH-KUBUCKI: İnternet Sansürünün Başlangıcı: Erişim Sağlayıcılar


Üzerinden Erişimin Engellenmesi (İÇEL-ÜNVER, İnternet Hukuku, Karşı­
laştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi, 13, Ankara 2013).

MANNHEIM, H.: Presserecht, Berlin 1927.

MüDERRİSOĞLU, F.:Anayasal Hak ve Özgürlüklerin ve Özellikle Basın Özgürlü-


ğününKamu Düzeni ile Sınırlanması ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında
Kamu Düzeni (Onar Armağanı, İstanbul 1977).

OĞUZMAN, K.: Gazetecilerin Meslekı ve Sosyal Hakları ve Bunların Korunması


(İHFM., 1967, Cilt: XXXII, Sayı: 2-4).

ONARAN, A.Ş.: Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Son Gelişmeler ve


Yeni bir Düzenleme Zorunluğu Üstüne (A. Ü. Basın ve Yayın Yüksek Okulu,
Yıllık, 1973, N o. 1, Aralık 1973).

ONARAN, A.Ş.: Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolünde Şahıs Bakımından


Kayıtlamalar (Türk İdare Dergisi, 1969, Sayı: 317).

ONARAN, A.Ş.: Kamuoyu, El Kitabı, İstanbul 1984.

ONARAN, A.Ş.: Sinematoğrafik Hürriyet, Ankara 1968.

ONARAN,A.Ş.: TRT Kurumu (Türk İdare Dergisi, 1967, Sayı: 304).

ORRICK, B.: Halkla İlişkiler (Çev.: Oğuz Onaran), Ankara 1967.

OSKAY, Ü.: Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon, Ankara 1971.


KAYNAKÇA 543

ÖNGÖREN, M.T.: Türk Sinemasının Sorunları (Kurgu, Eskişehir Televizyonla Öğ­


retim ve Eğitim Fakültesi Dergisi, Mart 1979).

ÖZEK, Ç.: Basılmış Eserlerin Toplatılması (İHFM., 1969, Cilt: XXXIV, Sayı: 1-4).

ÖZEK, Ç.: Basın Hukukumuza Göre Fikir İşçileri ile İşverenler Arasındaki Hukuki
Münasebet (İHFM., 1962, Cilt: XXVIII, Sayı: XI).

ÖZEK, Ç.: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul 1972.

ÖZEK, Ç.: Basında Haber Verme Hakkının Sınırları, (Hürriyet Vakfı 1983 Yılı 1.
Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınlan No. 3).

ÖZEK, Ç.: Filmcilikte Sansür ve Anayasa Mahkemesinin Konuyla İlgili Bir Kararı
(İHFM. 1967 cilt XXXII, sayı 2-4).

ÖZEK, Ç.: 212 Sayılı Kanun ve Gazete İdarecileri (İş ve Sigorta, Şubat 1966).

ÖZEK, Ç.: Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978.

ÖZEN, M.- BAŞTÜRK, İ.: Bilişim - İnternet ve Ceza Hukuku, Ankara 2011.

ÖZGEN, M.İ.: Basın Ahlak Kuralları ve Yasalar, İstanbul 1988.

ÖZÖN, N.: Türk Sinema Tarihi, İstanbul 1963.

ÖZSUNAY, E.: Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, Üçüncü Bası, İstanbul 1977.

ÖZTÜRK, K.: Son Değişiklikleriyle Gerekçeli Anayasa, Ankara 1971.

PANKOKE,S.L.: Von der Presse- zur Providerhaftung, München 2000.

PAULY-WISSOWA: Realencyclopiidie der klassichen Altertumswissenschaft, Stut-


tgart 1899.

RATZKE, D.: Almanya'da İletişim Araçları, Durum ve Perspektifler (Hürriyet Vak-


fı, 1983 Yılı II. Seminer Tutanakları, Eğitim Yayınlan No. 4).

REGENSBURGER: Die pressegesetzliche Berichtigungspflicht, Rostock 1911.


REHBINDER, M.: Pressrecht, Berlin 1967.

REHBINDER, M.: Cevap Hakkına İlişkin İsviçre'deki Yeni Düzenleme, (çev. Tankut
Centel, İHFM., 1986, No. 1-4).

REISSNER, H.: Das Grundrecht der Meinungsfreiheit auf dem Gebiete des Rund-
funks und Fernsehens in der Bundesrepublik Deutschland., Diss. Würzburg
1962-63.

RUNGE: Urheber - und Verlegsrecht, Stuttgart 1953

SAĞLAM, F.: Temel Hakların Sınırlanması ve Özü, A..11kara 1982.

SARMAŞIK, J.: Radyo ve Televizyon, Yayınlarını Denetim Yöntemleri, İstanbul


1993
544 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

SCHEER, B.: Deutsche Presserecht, Hamburg 1966.


SCHERRER, H.: Die Begrenzung der Pressefreiheit durch das Strafrecht, Diss. Zü-
rich 1929.
SCHOLLER, H.: Person und Öffentlichkeit, München 1967.
SCHRAMM, W: Haberleşme Nasıl İşler (ÜNSAL OSKAY: Kitle Haberleşme Teori-
lerine Giriş, Ankara 1969).
SCHWOBEL, J.: Basın, İktidar, Para, Türkçesi: Cavit Yamaç, Ankara 1982.
SEZER, D.: Kamu Oyu ve Dış Politika, Doktora Tezi, Ankara 1972.
SIEBER, U.: "Einleitende Stellungnahme der Verteidigung zum Sachverhalt in
dem Berufungsuerfahren gegen Herrn Felix Somm", http://www.digital-law.
net/somm/Stellungnahme.html.
SIEBER, U.: Verantwortlichkeit im Internet, München 1999.
SIEBER,U.:Bilgisayar Suçluluğu (İÇEL-ÜNVER, İnternet hukuku, Karşılaştır­
malı Güncel Ceza Hukuku Serisi,13,Ankara 2013).

SINAR, H.:İnternet ve Ceza Hukuku, İ.Ü. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma


ve Uygulama Merkezi Yayını, İstanbul, 2001.
SÖZüER, A.: Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İstanbul 1996.
SPANNER, H.: Art 5 GG. und die Ordnung des Rundfunks in Materielrecht-licher
Hinsicht, Rechtsgutachten (Der Fernsehstreit, Karlsruhe 1964, Bd. 1).
STAQUET, W.: Le Contrôle des Films en Belgique (Revue de Droit Penale et de Cri-
minologie, 1964-1965, No. 4).
ŞAHİN, H.: Yeni İletişim Ortamı, Demokrasi ve Basın Özgürlüğü, İstanbul 1991.

ŞEN, E.: Devlet ve Kitle İletişim Araçları Karşısında Özel Hayatın Gizliliği ve Ko-
runması, İstanbul 1996.

ŞEN, E.: 1962-1997 Anayasa Mahkemesi Kararlarında, İstanbul 1998.

TAMER, E.: Basın, Reklam ve Kamoyu, Ankara 1986.


TANDOĞAN, H.: Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunmasının İşleyiş Tarzı
ve Basın Yoluyla Olan İhlallere Karşı Özel Hayatın Korunması (AÜHFD.,
1963, Cilt: XX, Sayı: 1-4).

TANÖR, B.: Siyası Düşünce Hürriyeti 1961 Anayasası, İstanbul 1969.


TAŞER, C.: Radyonun Organizasyonu ve Özerkliği, Ankara 1969.

TAVACI, Y.: Fikir ve Sanat Eserlerinin Derlenmesi ile İlgili Güncel Sorunlar Beya-
zıt Devlet Kütüphanesi 100. Yaşında, İstanbul 1984.

TAVUS, Y.: Basın Rehberi, Ankara 1969.


KAYNAKÇA 545

Tanıtma ve Kamuoyunu Aydınlatma (Özel İhtisas Komisyonu Raporu-T.C. Başba­


kanlık DPT Yayını, Ankara 1983).

TEKİN, C.-DEMİRAY, U.-BARKAN, M.: Video ile Eğitim Merkezi Proje Önerisi,
Eskişehir 1987.
TEKİNALP, Ş.: Elektronik Kitle İletişim ve Değişim, İstanbul 1990.

TEKİNALP, Ş.: Avrupa Topluluğunda Ulusal Kültür ve Televizyon, İstanbul 1993.

TERROU, E.: Einformation, Paris 1968.


TİKVEŞ, Ö.: Basında Kendi Kendini Kontrol Sisteminin Hukuki Yönü (İHFM.,
1969, Cilt: XXXN, Sayı: 1-4).
TİKVEŞ, Ö.: Cevap Hakkı Üzerine Bir İnceleme, (MHAD., 1967, No. 1).

TİKVEŞ, Ö.: Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Sinema Filmlerinin Sansü-


rü, İstanbul 1968.
TOKGÖZ, O.: Çağımız Gazeteciliğinin Özellikleri (AÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Basın ve Yayın Yüksek Okulu, Yıllık 1973, No. 1).

TOKGÖZ, O.: Türkiye ve Ortadoğu Ülkelerinde Radyo-Televizyon Sistemleri, An-


kara 1972.
TOKGÖZ, O.: Türkiye'de Kitle Haberleşme Araçları ve Çocuklar (A. Ü. Basın ve Ya-
yın Yüksek Okulu, Yıllık, 1977-1978, Ankara 1979).

TOSUN, Ö.: Basın Suçlarında Ceza (Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi 1979,
Sayı: 2).

TOSUN, Ö.: Suç Hukuku Dersleri, İstanbul 1967.


TOSUN, Ö.: Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, 3. Bası, İstanbul 1981
TUNCAY, A.C.: Hukukf Yönden, Basında İşçi-İşveren İlişkileri, İstanbul 1989. Tür-
kiye'de Yabancı Dilde Basın, İstanbul 1985.
ULUKUT, B.: Basın'ın Hukuki Sorumluluğu Konusunda Yargıtayın Görüşü (İBD.
1966, Ocak, Şubat ve Mart).

UYGUN, O.: 1982 Anayasası'nda Temel Hak ve Özgürlüklerin Anayasal Sınırları


(Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, Sayı: 2, 1988).

ÜNAL, Ş.: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Çerçevesinde Temel Hak ve Hürriyet-
lerin Korunması, Milletlerası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni,
Sayı: 2, 1988.

ÜNVER, Y.: Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, Ceza Hukuku Günleri,İstan­


bul 1998, s. 109-196.

üNVER, Y.: Türk Ceza Kanunu'nun ve Ceza Kanunu Tasarısı'nın İnternet Açısın­
dan Değerlendirilmesi, (İÜHFM 2001, C: LIX, Sayı: 1-2, s. 51-153).
546 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

WUFKA, E.: Die verfassungsrechtlich-dogmatischen Grundlagen der Rundfunkfre-


iheit, Frankfurt am Main-Berlin 1971.
YARSUVAT, D.: Basın Kanunu Tasarısı, Güncel Hukuk Dergisi, İstanbul 2004,
Sayı: 5 ve 6.

YARSUVAT, D.: "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun"-


na İlişkin Görüşler (İ.Ü. SBFD. 1994, Sayı: 7, s. 27 ve son).
YARSUVAT, D.: Türk Hukukunda Eser Sahibi ve Hakları, İstanbul 1984.
YENİSEY, F.-ÖZEL C.: İçtihatlı Basın Mevzuatı, İstanbul 1996.
KAVRAM DİZİNİ

-A- Basın iş sözleşmesi 242


Basın Konseyi 263,271
Alman Basın Konseyi 263, 264, 265,
Basın Meslek İlkeleri 271, 272, 273,
270
274
Anayasal yapı 139, 140
Basın odaları 263
Anayasalarda iletişim özgürlüğü 74
Basın özgürlüğü61, 62, 63, 67, 77, 81,
- Federal Almanya Cumhuriyeti
85,90,91,92,93,94,96,97, 106,135
Anayasası 74, 75,164
Basın rejimi 82, 129, 150,174,485
Anonimlik hakkı 288, 290, 292, 293,
Basın suçu 277
294,313,319,320
- nun öğeleri 278
Basın suçlarında yargılama rejimi 301
-B-
Basın Şeref Divanı 263, 269
Basamaklı sorumluluk sistemi 285,
Basında hukuk sorumluluğu 320
288,301
Basının kamusal görevleri 132, 134
Basılmışeser 142, 143, 144, 145, 146,
Beyan sistemi 91,179,187,470
147,148,149,150,152,153,156,160,
171,276,278,279,281,357 Bilgilendirme yükümlülüğüne
uymama 517
- in türleri 148
- in koşulları 144
Basılmış eserin içeriğine ilişkin
-C-
suçlar 277,290, 315 Cevap ve düzeltme hakkı 82, 85, 160,
- basın yoluyla işlenen suçlar 277, 171,172,173,205,212,213,214,215,
302 216,442
- dar anlamda basın suçlan 277 - ndaAlman sistemi 214
Basın Ahlak Yasası 265, 267 - nda Fransız sistemi 214
Basın araçlarının müsaderesi 119 - aktif süje 219
Basın Ceza Hukuku 276, 277 - pasif süje 221
Basın düzenine karşı işlenen - nm kullanılması için koşullar 229
suçlar 278, 290 - nm kullanılması usulü 232
- da sorumluluk 276 - Radyo-televizyonda 219
Basın iş hukuku 240 - İnternet'te 219
548 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

-Ç- Düşünce ve söz özgürlüğü 61, 63, 69,


70,86,96,98,134,135,143,369
Çeşitli siyasal rejimlerde iletişim
Düşünce açıklama ve yayına
özgürlüğü 62
özgürlüğü 62
- eski mutlakiyetçi rejimler 62
- çağdaş demokratik rejimlerde 66
- faşist ve nasyonal-sosyalist -E-
rejimlerde 65 Erkler ayrılığı 141
- komünist rejimlerde 64 Eser sahibi 119, 178, 210, 211, 284,
- Liberal rejimlerde 63 285,287,291,292,293,295,296,297,
298,309,320,356,512
-D- Elektronik imza 532, 533
Erişim Sağlayıcıları Birliği 507
Dağıtımının önlenmesi 112
Erişimin engellenmesi (İnternet) 520
Devlet dairelerinin dönemsel
yayınları 205

Devlet radyosu sistemi 82 -F-


Dönemsel olmayan yayınlarda ceza Facebook 41,43,54
sorumluluğu 296
Fikir işçisi 240
Dönemsel yayın 170
- ın türleri 175
-G-
- dergiler 176
- gazeteler 175 Gazetecilerin tanıklıktan çekinme
hakkı 313
- haber ajansları yayınları 177
Genel sorumluluk - kamını sorumluluk
- ın bağımsızlık koşulu 175
karması sistem 286
- ın süreklilik koşulu 174
Genel sorumluluk - taksir sorumluluğu
Dönemsel yayın sahibinin hakları 187 karması sistem 287
- izin almadan dönemsel yayında Google Plus 41
bulunmak hakkı 187
- dönemsel yayının adı üzerindeki
-H-
hakkı 187
- yayınlanan yazı ve resimler Haberleşme (iletişim) 39
üzerindeki hakkı 188 - haberi veren 40
Dönemsel yayın sahibinin - haberi alan 40
yükümlülükleri 182 -kaynak 40
- beyanname vermek
- nin türleri 41
yükümlülüğü 182
- e-mail 41
- eski yasada bulunan defter
- sesli haberleşme 42
tutma yükümlülüğü 185
- sesli ve görüntülü haberleşme 42
Dönemsel yayınlarda ceza
sorumluluğu 291 - yazılı veya resimli haberleşme 42
Dönemsel yayınlarda özdenetim - yüz-yüze olmayan haberleşme 41
sistemi 262 - türlerinin etkinlik dereceleri 44
KAVRAM DİZİNİ 549

Haber alma özgürlüğü 73, 84, 112, -M-


122,126,134,135,313,434,440,475,
Mahallisansür 453
519
Matbaacılık faaliyeti 157
Haberleşme (iletişim) özgürlüğü 61
Merkezi sansür 453
- nün düzenlenmesi ve
Mevkute 170
sınırlandırılması 105
Muhabir 204

-1-
-N-
Instagram 41
Naşir (yayımcı) 285
İletişim (bkz. haberleşme)
İnternet 491
-Ö-
- Erişim sağlayıcı (Access-Provider)
497 Önceden izin alma sistemi 77
- Yer sağlayıcı (Service-Provider) Özel haberleşme gizliliği 62, 83, 87
514 Özel ilan 255
- İçerik Sunucu (Sağlayıcı)
(Content Provider) 497 -P-
- ULAKBİM 501 Para depo etmek koşulu 77
- ULAKNET 501, 502 Periyodik yayın 170
- Teleservisler Yasası Posta dokunulmazlığı 62
(Teledienstegesetz) 497
- İnternet Geliştirme Kurulu 505
-R-
- Türk Telekom 386, 501, 502
Radyo özgürlüğü 75, 388
İzin ve lisans rejimi 427
Radyo-Televizyon rejimi 363, 425
İmpressum yükümlülüğü 160, 183,
Radyo-Televizyon yayınlarının
196,278
yönetiminde rejimler 365
Radyo-Televizyon Üst Kurulu 433
-K- Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu 404
Kabahatlerden sorumluluk (İnternet) Reklamlarla ilgili sınırlamalar 442
517 Resmi İlan 253
Kamuoyu 136 Ruhsatname sistemi 77
Kamusal görev 134, 139
Kanuni sorumluluk sistemi 284 -S-
Kitle iletişim araçları 47
Sanal Ortamda İşlenen Suçlar
Kitle iletişim hukuku 55, 62 Sözleşmesi 500
Kitle iletişim kanunu 56 Sansür sistemi 452
Kitle iletişimi 46 - sınırlı sansür sistemi 454
- kitle 46 - sınırsız sansür sistemi 452
Kontrol erki 141 - internette sansür 69
550 KİTLE İLETİŞİM HUKUKU

Siber Suçlar Sözleşmesi 499 T.R. T. yayınlarından doğan cevap ve


Sinema filmlerinde öz denetim düzeltme hakkı 415
sistemi 452 Twitter 41, 43, 54
Sorumlu yazı işleri müdürü 190
Sorumlu yazı işleri müdürlüğü -U-
hakkında teoriler 197
Ulaştırmave Altyapı Bakanlığı 56,
- gerçekçi teoriler 196
382,494,495,504,505,506
- faaliyet teorisi 196
Uluslararası belgelerde iletişim
- görev teorisi 197 özgürlüğü 69
- karma teoriler 197 -Avrupa Konseyi İnsan Haklarını
- şekli teori 195 ve Ana Hürriyetlerini Koruma
Sosyal Medya 43 Sözleşmesi 71

Süreli-süresiz yayın 171 - B.M. Ekonomik ve Sosyal Konseyi


Haberleşme Özgürlüğü Bildirisi 71

-Ş- - B.M. 1948 Haberleşme Özgürlüğü


Konferansı 96
Şans oyunları (İnternet) 527
- Haberlere Ulaşım ve Bunların Bir
Ülkeden Diğerine Nakli Hakkında
-T- Sözleşme 70

Taksirden doğan sorumluluk sistemi


286 -Y-
Tekzip 224, 275
Yabancı dönemsel yayınlar 206
Tevdi yükümlülüğü 163
Yayın şekilleri 151
Toplatma 112
- asılına 156
Toplu Basın Mahkemeleri 303
- dağıtılına 151
Toplu kullanım sağlayıcıları (İnternet)
512,517 - gösterilıne 155
T.R.T. Danışma Kurulu 389 - satılına 153
T.R.T. Genel Müdürlüğü 392 - satışa arzolunma 153
T.R.T. Koordinasyon Kurulu 393 Yayın Yasakları 108
T.R.T. yayınlarında ceza ve hukuk YouTube 43
sorumluluğu 419

You might also like