You are on page 1of 20

TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ SUÇLAMASINA YÖNELİK SAVUNMA

ARGÜMANLARI (GENEL SAVUNMA )

1. Anayasa'nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk


Devleti ilkesi, bünyesinde birden fazla ilke içeren bir genel ilke, bir üst normdur. Temel
hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, yargı bağımsızlığı, kanuni hakim
güvencesi, yasaların ve idari işlemlerin geriye yürümezliği ve kişilerin hukuki
güvenliklerinin sağlanması, yasaların Anayasa'ya ve idari işlem ve eylemlerin hukuka
uygunluğunun yargısal denetimi “Hukuk Devleti” idealini gerçekleştirmeye yarayan
araçlardır. Kişilerin, devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca
geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği
ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir.

2. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal


düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.
Örneğin hukuk güvenliğinin olduğu bir ülkede, bir sabah kalktığınızda çocuğunuzu
gönderdiğiniz okuldan dolayı terörist listesine alınmazsınız.. Her ay evinize yakın
bankaya yaptığınız fatura ödemeleriniz bir gün karşınıza meslekten ihraç gerekçesi olarak
çıkmaz. Devletin kontrolünde ve izni ile açılan bir sendika üyeliğiniz nedeniyle açığa
alınmazsınız.. Hukuk devletinde, bir eylemin suç olup olmadığını siyasi makamlar
ve/veya siyasetin etkisindeki kurumlar ve onların konjonktüre göre değişiklik arz
edebilen fikir ve görüşleri değil, yasalar belirler. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesine
göre, suç ve ceza ancak yasayla konulabilir.

3. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi Anayasa'nın 38. maddesi ile Türk Ceza
Kanununun 2. maddesinde düzenlenmiştir. Anayasa'nın 38. maddesine göre "Kimse,
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz." Yine TCK'nun 2. maddesinde; "1-Kanunun açıkça suç saymadığı bir
fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı
cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunamaz. 2- İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. 3-
Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve
ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz." denilmektedir.
"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" veya kısaca "yasallık ilkesi" ya da "kanunilik ilkesi"
denilen bu ilke, çağdaş ceza hukukunun önemli ilkelerinden biridir. Bu ilkenin
benimsenmesi, kişilerin keyfi olarak cezalandırılması olasılığını ortadan kaldırır. İlke,
hakimi, eylemleri suç sayma ve cezalandırma konusunda sınırlandırır. Hakim, yasadaki
suç tanımında gösterilen unsurları taşımayan bir eylemi suç sayamaz ve yasada
gösterilmeyen bir cezaya hükmedemez. Bireyler ise bu ilke dolayısıyla, suç teşkil eden

1
eylemlerin ve bunlara öngörülen cezaların neler olduğunu önceden öğrenme ve buna göre
davranma olanağını elde ederler.

"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesine göre suçların kanunlarda gösterilmesi lazımdır.
Kanunda gösterilmemiş olan eylem suç sayılmaz. Hatta bazan, Yaşayan Hukuka göre
cezalandırılması gereken eylemlerin cezalandırılmaması pahasınada uygulanan bu
prensip, fertlerin hürriyetlerini korumak için kabul edilmiştir. "Kanunsuz suç ve ceza
olmaz" kuralı hakimin kanunda gösterilmeyen tipleri suç saymasına mani olmak için
kabul edilmiştir.

O halde, "kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesinin anlamı ve işlevi üç yönlü olmaktadır:

1) Bireylerin, hangi davranışların suç oluşturduğunu ve bunların karşılığında hangi


cezaların öngörüldüğünü bilmelerine olanak sağlama,
2) Hakimlerin, bireyleri keyfi olarak cezalandırmalarını önleme,
3) Yasakoyucuyu, insan haklarına ve demokratik anayasal haklara ters düşen yasalar
yapma konusunda sınırlandırma.

4. "Yasallık ilkesi", "kanunilik ilkesi" veya "kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi" denilen
ilke, uluslararası belgelerde de ifade edilen bir ilkedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi,
bunun örneğidir. Bu Sözleşme'ye göre, hiç kimse işlendiği zaman milli veya
milletlerarası hukuka göre bir suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum
edilemez. Keza hiç kimse, suç işlediği zaman verilmesi gereken cezadan daha ağır bir
cezaya çarptırılamaz (m.7/l).

5. Bir hukuk sisteminde kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin kabulü, suç ve cezanın
yasayla konulmasını, kıyasın ve aleyhteki ceza yasalarının geriye etkili olmasının
yasaklanmasını, suç ve cezanın belirli olmasını gerektirir. Buna göre yasallık ilkesinin
unsurları şunlardır:

a. Suç ve cezanın yasayla konulması:

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin kabulü, öncelikle, suçların ve bunlara uygulanacak
cezaların yasalarda belirlenmesini gerektirir. Nitekim, Ceza Yasası'nda kanunun açıkça
suç saymadığı bir eylemden dolayı kimseye ceza verilerneyeceği ve güvenlik tedbiri
uygulanamayacağı ve kanunda yazılı cezadan ve güvenlik tedbirinden başka bir ceza ve
güvenlik tedbiri ile de kimsenin cezalandırılamayacağı öngörülmektedir (TCK m.2).
Anayasa'da da, işlendiği zaman yürürlükte bulunan yasanın suç saymadığı bir eylemden
dolayı kimsenin cezalandırılamayacağı ve ceza ile ceza yerine geçen güvenlik
tedbirlerinin ancak kanunla konulacağı belirtilmektedir (Ay m.38/l,3).

2
b. Kıyas yasağı:

Kıyas (benzetme), yasada açıkça yazılı olmayan bir eylemi, yasada suç olarak gösterilen
bir eyleme benzeterek cezalandırma demektir. Buna olanak tanımak, "kanunsuz suç ve
ceza olmaz ilkesi" ile bağdaşmaz. TCK m.2/3 kıyas yasağını düzenlemektedir. Söz
konusu hükme göre, "Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas
yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş
yorumlanamaz".

c. Aleyhte yasanın geriye etkili olmaması:


Aleyhte hüküm getiren ceza yasalarının geriye etkili olmaması, suçun, işlendiği zaman
yürürlükte bulunan yasaya göre cezalandırılması, cezayı artıran yasanın geçmişe
yürümemesi demektir. Kanunilik ilkesi, işlendiği anda suç sayılmayan eylemin, sonradan
suç sayılması durumunda bireylerin cezalandırılmasını engellediği gibi; yasada sonradan
yapılan aleyhte değişikliklerin de daha önce suç işleyenlere uygulanmasını yasaklar.
Buna, ceza yasalarının geriye yürümemesi kuralı denir. Yasalara güvenerek suç
oluşturmayan bir hareketi yapan birey, sonradan yürürlüğe giren bir yasa dolayısıyla
suçlu duruma düşmemelidir. Böyle bir uygulama, hukuka güveni ve saygıyı ortadan
kaldırır. Bu nedenle, kanunilik ilkesi, aleyhte yasanın geriye etkili olmaması kuralını
içerir.

d. Suçta ve cezada belirlilik:

Kanunilik ilkesi aynı zamanda suçta ve cezada belirliliği gerektirir. Yani suçun unsurları,
suç karşılığında verilecek ceza, ağırlatıcı nedenler yasada açıkça belirlenmiş olmalıdır.
Aksi takdirde, yapılan hareketin suç oluşturup oluşturmadığı konusu tereddüte yer verir
ve bundan suçta ve cezada keyfilik doğar.

6. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesinin kabulü, bu ilkenin, yasadan başka metinlerle
suç ve ceza kabulüne olanak tanıyıp tanımadığı konusunu ortaya çıkarmıştır. Bu metinler,
kanuna bağlı tüzük, yönetmelik, karar, tebliğ, sirküler şeklindeki düzenleyici işlemler
olabileceği gibi; kanuna bağlı bulunmayan kanun hükünde kararnameler de olabilir.

1982 Anayasası, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi vermesine olanak tanımaktadır(Ay m.91). Ancak Anayasa'da,
sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak koşuluyla, temel haklar, kişi hakları ve
ödevleri ile siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi
yasaklanmıştır.
O halde, yürütme organının kanun hükmünde kararnamelerle suç oluşturmasına
Anayasa'da izin verilmediğine göre, düzenleme olanakları ve biçimleri kanun hükmünde

3
kararnamelere oranla çok daha kolay olan ve hukuk kuralları hiyerarşisinde daha sonra
gelen idari düzenlemelerle de kimi eylemlerin suç sayılması mümkün değildir.
Bu konuda, yeni Türk Ceza Yasası'na hüküm konulmuştur. Yeni Yasa'ya göre, "İdarenin
düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz" (TCK m.2/2). Bu yeni hüküm, kanun
hükmünde kararnameyle düzenlenemeyen bir konunun, idarenin diğer düzenleyici
işlemleriyle de gerçekleştirilemeyeceğinin açık ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi'nin 7.7.1993-5/25 sayılı kararında "Anayasanın 91.
maddesinde TBMM'ce Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisinin verilebileceği öngörülmekte ve Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile
düzenlenemeyecek konular sayılmaktadır. Anayasanın suç ve cezalara ilişkin esaslar
başlığını taşıyan 38. maddesi, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyecek yasak
alan kapsamına girmektedir. Bakanlar Kurulunca bir malın ithal veya ihracının
yasaklanması ile eylem suç oluşturmaktadır. Böylece itiraz konusu kuralda suç
saptanamamakta, suç olma niteliği Bakanlar Kurulu kararına bırakılmaktadır ... . Bu ise
Anayasanın 38. maddesinde öngörülen "suçun yasallığı" ilkesine aykırıdır." Yüksek
Mahkemenin 27.9.1994-421/72 sayılı kararı da benzer niteliktedir.

7. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi gereğince kanunda suç olarak tanımlanmamış
hiçbir eylem ve hareket suç olarak değerlendirilip cezalandırılamaz. TCK'nın 220.
maddesinde genel olarak örgüt tanımı ve müeyyideleri, 314. maddesinde silahlı terör
örgütü ve buna uygulanacak müeyyideler düzenlemiştir. Terör suçunun tanımı ise; 3713
sayılı TMK’nın 2. ve devamı maddelerinde yapılmıştır. Bir grup ya da yapının terör
örgütü sayılması için cebir ve şiddet kullanarak silah zoruyla anayasal düzeni
değiştirmeye teşebbüs etmesi ya da memleketin bir bölümünü ayırmaya teşebbüs etmesi
gerekir. Ne ülkemizde ne de dünyanın herhangi bir medeni ülkesinde dini cemaat ya da
grubun üyesi olmak suç değildir.

8. TCK 220/1. madde uyarınca bir suç örgütünün kurulduğundan söz edilebilmesi için, en
az üç kişinin amaç suçların işlenmesi yolunda fiilen bir araya gelmeleri gerekir. Yine
aynı hüküm uyarınca, kurulan örgütün suç teşkil edebilmesi için ayrıca, “örgütün yapısı,
sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli
olması” zorunludur. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre TCK.nun 220. maddesi
anlamında bir örgütün varlığından bahsedebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek
amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı bir şekilde amaç suçları işlemeye
elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.

9. Silahlı Örgütün Unsurları:

a) Suç İşlenmesi Amacıyla Sürekli Birliktelik ve Örgütlenme

4
Örgüt kavramı, suç işlenmesi amacı etrafında süreklilik arz eden bir birleşme ve
örgütlenmeyi gerektirir. Bu suçun oluşması için, silahlı örgütün amacı içerisindeki suç
tiplerinden biri veya birkaçının işlenmesi amacı etrafında birleşilmesi gerekir.

b) Organize Yapı

Belirli bir amaç etrafında birleşen kişilerin örgüt oluşturabilmesi için, bu birlikteliğin
organize olması zorunludur. Organize yapı; örgütün amacını gerçekleştirmeye yönelik
olarak silah, mühimmat, barınma, beslenme, gizlenme, istihbarat vb. ihtiyaçları
karşılamak maksadıyla planlama, iş bölümü, kaynak temini gibi konularda organizasyon
yapılmasını gerekli kılar. Örgüt yöneticisi ve üyeleri arasında hiyerarşi ile birlikte planlı
bir iş bölümü bulunur.

c) Üyeleri Arasında Hiyerarşik İlişki

Örgüt'ün oluşumu için, mensupları arasında hiyerarşik bir ilişkinin varlığı gereklidir.
Hiyerarşik ilişki kavramı iş bölümünden daha fazlasını gerekli kılar. Bu kavram, astlık
üstlük ilişkisini ve örgüt üyelerinin, örgüt kararlarına tabi olması gereğini ifade eder.
Ayrıca hiyerarşik ilişki, örgütün belirli bir disiplininin bulunmasını, yetkili organ veya
makamın aldığı kararın örgüt üyelerince uygulanması zorunluluğunu gerektirir. Örgüt
kararlarına uyulmaması veya otorite ilişkisinin reddedilmesi, örgütsel yaptırımlarla
karşılanır.
d) Örgütün Silahlı Olması

314. maddedeki örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma suçunun oluşması için, örgütün
‘silahlı örgüt’ niteliğinde bulunması gerekmektedir. Örgütün silahlı örgüt olarak kabul
edilebilmesi için, üyelerinin silahlı olması zorunlu değildir. Silahın sayı ve vahamet
yönüyle amaç için yeterli olması koşuluyla örgütün kullanımına hazır silahların
bulunması silahlı örgüt kavramının varlığı bakımından yeterlidir. Buna karşın, örgüt
üyelerinin kişisel olarak silahlarının bulunması, örgütün silahlı örgüt olarak kabul
edilmesi için yeterli görülemez. Bazı örgüt üyeleri kişisel davranışlarla veya görevi
nedeniyle (kolluk veya güvenlik görevlileri gibi) silah taşısa veya bulundursa dahi bu
davranış örgütün amacı ve örgüt kararları doğrultusunda bulunmadığı takdirde, örgütün
silahlı olduğu kabul edilemez.

10. Suç Örgütünün Kanıtlanması:

Silahlı örgüt kurma, yönetme veya üyesi olma suçunun işlendiğinin kabul edilebilmesi
için öncelikle, silahlı örgütün varlığının kanıtlanabilmesi gerekir. İşlediği suçlar ve çeşitli
eylemleri dolayısıyla bilinen bir suç örgütünün varlığının ve amaçlarının kanıtlanması
kolaydır. Örgüt yapısının varlığını saptayan önceki yargı kararları buna kanıt olacaktır.

5
Fakat, ilk eylemlerini icra eden bir örgütün varlığının kabul edilebilmesi için, yukarıda
açıklanan biçimdeki örgüt yapısının, üyelerinin somut veya soyut eylemleri işlemek için
geçici veya sürekli şekilde birleşmiş olmaları ve üyeler arasındaki hiyerarşik ilişkinin ve
örgüt dokümanlarının incelenmesi gerekir. Bu nedenle, belirtilen öğelerin saptanamaması
durumunda, bir ya da daha çok suçun işlenmesi amacıyla bir araya gelerek suç işleyen 3
veya daha çok kişinin varlığı suç örgütü olarak kabul edilemez.

Örgütün kesinleşmiş yargı (Yargıtay) kararı ile terör örgütü olarak kabul edilmesi
gerekir. “FETÖ/PDY” adı verilen iddia konusu örgüt ile ilgili herhangi bir yargı kararı
yoktur ve Yargıtay kararlarında ve uygulamada silahlı terör örgütü olduğu kabul edilen
örgütlere ait listede adı yer almamaktadır.

11. Terör Örgütü Kavramı:

Terör örgütünden söz edilebilmesi için, kuruluşu, örgütün amacı, stratejisi, yapılanması
ve faaliyetleri itibariyle, 3713 sayılı Yasanın 4928 sayılı Yasa ile değişik 1.maddesinde
tarif edildiği şekilde; cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya
tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi
hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye
düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak
ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel
sağlığı bozmak amacıyla kurulmuş terör örgütünün bulunması zorunludur. Böyle bir
örgütün varlığını ve amaçlarını bilerek ve isteyerek mensup olan kişinin, terör örgütü
üyesi olduğu kabul edilmelidir. Buna karşın, örgütle organik bağ kurup örgütsel faaliyet
yürüttüğü tespit edilemeyen failin örgüt üyesi olarak kabulü mümkün değildir. Terör
örgütündeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek
yardım eden kişi de, terör örgütü üyesi olarak cezalandırılacaktır. Ancak dikkat
edilmelidir ki, söz konusu suçun oluşabilmesi için, yardımın bilerek yapılması gerekir;
yani yardım edilen oluşumun bir terör örgütü olduğunun bilinmesi gerekir. Başka bir
deyişle bu suç ancak doğrudan kasıtla işlenebilir. Keza, ceza sorumluluğunu gerektirmesi
için, yardımın isteyerek yapılması gerekir.

12. Silahlı Örgüt Kurma ve Yönetme Suçu:

Birden fazla failin aynı amaç etrafında açıkladıkları iradelerinin birleşmesi ve sayı ve
yapılanmayla ilgili diğer öğelerin gerçekleşmesi anında örgüt kurulmuş olur. Örgütü
kurma eylemi, belirli suç tiplerini işlemek amacı etrafında amaca elverişli sayıda üyeleri
ile silah ve diğer olanakları birleştirme ve organize etmeyi gerektirir. Bu organizasyonu
gerçekleştiren kişi, örgüt kurma suçunu işlemiş olmaktadır. Örgüt yöneticisi; örgütün
üyeleri arasındaki disiplini tesis etme, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma,

6
stratejisini belirleme, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme, koordinasyon
yapma gibi fonksiyonları üstlenmektedir. Dolayısıyla, örgüt içerisindeki yeri ve mevkii
itibariyle hiyerarşik üst olarak kabul edilmektedir. Örgüt hiyerarşisi içerisinde yönetimle
ilgili önemli görevler alanlar, yönetici sayılırlar.

13. Silahlı Örgüte Üye Olma Suçu:

Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini
benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle
işlenmektedir. Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle
hareket edilmiş olması gerekir.

Örgüte üye olmak, örgütün amacını bilerek ve isteyerek ve sürekli birliktelik iradesiyle
hiyerarşik yapısı içerisine girmek suretiyle olmaktadır. TCK 220/7. maddede, örgüt üyesi
olmanın, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayı gerektirdiği ifade edilmiştir.
Dolayısıyla, örgütün hiyerarşik yapısı içerisine bilerek ve isteyerek katılan kişinin örgüt
üyesi olduğu kabul edilmelidir. Örgüt hiyerarşisine katılmak, örgüt yapısıyla organik bağ
kurulması anlamına gelmektedir. Bu organik bağın, kesintiye uğramaksızın devam ediyor
olması gerekir. Diğer taraftan, failin bir suç örgütüne dahil olduğu bilinciyle hareket
ettiğinin kabul edilebilmesi için, kendisinden başka en az iki kişinin daha örgütün üyesi
olduğunu bilmesi gerekir. Bir kişinin tek taraflı iradesiyle örgütün hiyerarşik yapısına
dahil olması olanaklı değildir. Suçun oluşabilmesi için, örgütün emir ve hiyerarşisine tabi
olduğunun fail ve örgüt tarafından bilinmesi gerekir.

14. Üye Olmayanın Örgüt Adına Suç İşlemesi:

TCK Madde 220/6: (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./85.md.) Örgüte üye olmamakla
birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır.
Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. (Ek cümle:
11/04/2013-6459 S.K./11. md) Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında
uygulanır.
Örgüt adına suç işleme eyleminde failin saikinin önemi yoktur. Failde, suçu örgüt adına
işlediği bilinç ve iradesi varsa bu suç oluşur. Buna karşın, failin eylemiyle örgütün
faaliyetleri arasında doğrudan bir bağ bulunmadığı halde, çeşitli saiklerle örgüt adına
olduğu beyanıyla suç işleyen kişiye bu hüküm uygulanamaz.

15. Örgüte Yardım Suçu:

TCK Madde 220/7: (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./85.md.) Örgüt içindeki


hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi,

7
örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan
yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.
Örgüt üyesi, örgütün amaçları içerisindeki suçları işlemek için sürekli birliktelik
iradesiyle örgüt disiplini ve hiyerarşisine katılmaktadır. Buna karşın, sürekli birliktelik ve
hiyerarşik yapıya dahil olma iradesi bulunmadığı halde, örgütün kimi faaliyet veya
eylemlerine bilerek ve isteyerek iştirak eden kimse, suça iştirak etmekte olup, özel bir
iştirak kuralı olarak düzenlenmiş bulunan ‘örgüte yardım etme’ suçunu işlemesi
nedeniyle ceza sorumluluğuna tabi kılınmıştır. Yargıtay, yardım eylemlerinin belirli bir
yoğunluğa ulaşması halinde failin örgüt üyesi olduğunu kabul etmektedir.
Yardım suçu bakımından, fiilin bilinerek ve istenerek işlenmesi manevi unsurun
gerçekleşmesi için yeterli olup, failin iç dünyasını ilgilendiren saik aranmaz. Fail,
eylemini örgütün çağrısına uyma istek ve iradesiyle gerçekleştirdiği takdirde suçun
manevi unsuru oluşur.

16. Cemaat/ Hareket/ Grup/ Gülen Hareketi’nin terör örgütü olduğu yönündeki ilk
iddialar 2013 yılından sonra ileri sürülmeye başlanmıştır. 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde
bazı bakanların ve bakan çocuklarının da karıştığı iddia edilen büyük rüşvet ve yolsuzluk
operasyonlarından sonra siyasi iktidar, kendisine karşı bir “darbe” olarak nitelediği bu
operasyonlarda rolü olduğunu ileri sürdüğü ve o tarihe kadar "Cemaat, Camia" olarak
nitelediği Gülen Hareketini bu kez “paralel yapı” söylemleriyle düşman ilan etti. İktidar
partisinin tabanından tavanına kadar kendilerinin de bizzat ilişki içerisinde bulundukları
ve tümüyle devletin gözetim ve denetiminde olan bu harekete bağlı veya ilişkili eğitim,
sağlık, finans, vakıf/dernek ve sair binlerce kurum da bundan nasibini aldı. “Paralel yapı”
söylemi zamanla giderek sertleşti ve yerini “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü” kavramına
bıraktı. Hukukta hiçbir karşılığı olmasa da iktidar partisi 17/25 Aralık'ın milat olduğunu
kabul ederek, bu tarihten sonra Gülen Hareketine bağlı kurumlarla ilişkisi olanları terör
suçlusu olarak ilan edeceğini bildirdi.

17. Herkes tarafından bilindiği gibi, “FETÖ/PDY” isminde mahkeme kararı ile
kesinleşmiş bir terör örgütü bulunmamaktadır. Aslında 28 Şubat Sürecinde de bu türden
iddialara dayalı olarak bir kamu davası açılmış, verilen beraat kararı Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 2008 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. En çok tartışılan konulardan biri
olduğu için, bu hususun devlet yöneticileri ve yargı mensupları tarafından bilinmemesi
mümkün değildir. Bilindiği gibi, hukukun en temel ilkelerinden olan masumiyet karinesi
gereği, herkes, kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile mahkûm oluncaya kadar suçsuz sayılır
(AY m. 38/4). Belirtilen isimle kast edilenin, kamuoyunda “Gülen Hareketi” veya
“Cemaat” olarak isimlendirilen oluşum olduğu herkesçe malumdur. İddia edilen isimde
bir terör örgütünün varlığı, “kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme” tarafından ve adil yargılanma hakkının tüm güvencelerine saygı gösterilecek
bir yargılama sonucu kesin olarak kararlaştırılmış değildir.

8
18. Ayrıca bu konuda bir hususun daha altını çizmekte yarar vardır. Anayasaya göre,
“Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz.” (AY m. 6/3). Masumiyet karinesinin gerekleri dikkate alındığında
(Suçluluğu hükmen (yargılama sonucu) sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. AY
m. 38/4), kişileri suçlu gösterme veya mahkûm etme, bir yargısal işlevdir. Anayasanın 9.
maddesine göre, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Dolayısıyla yargılama ve mahkûm etme konusunda yürütme veya yasama organı ya da
başka bir organın karar verme yetkisi yoktur. Her ne kadar adı geçen örgüt MGK ve
Bakanlar Kurulu kararı ile terör örgütü ilan edilmiş olsa da (1), Bakanlar Kurulu kararı
veya MGK kararlarıyla kişiler ya da kişi grupları suçlu ilan edilemeyeceği gibi mahkûm
da edilemez. Bu durum açık bir fonksiyon gasbına yol açar; aynı anda Anayasanın 6/3, 9
ve 38/4 maddelerini ve adil yargılanma hakkına ilişkin tüm hükümlerini ihlal eder.

19. Bilindiği gibi, bir kişinin terör örgütü üyeliği ile suçlanıp hakkında disiplin veya ceza
soruşturması başlatılabilmesi için öncelikle bir terör örgütünün varlığının gösterilmesi
gerekir. Bir terör örgütü olmadan hiç kimse, olmayan terör örgütü üyeliği ile suçlanıp
hakkında işlem yapılamaz. Terör örgütü üyeliğine dayalı disiplin veya ceza soruşturması
başlatılabilmesi açısından, ya bahse konu terör örgütünün varlığı kesinleşmiş bir
mahkeme kararı ile ispatlanmış olmalı ya da objektif gözlemcileri ikna edecek ölçüde,
asgari yeterli şüphenin varlığını gösteren ve “toplumu dehşete düşürecek türden şiddet
eylemlerine” (TMK m. 1) ilişkin kanıtlar ortaya konmalıdır. Daha sonra da bu örgüt ile
suçlanan kişi arasındaki bağı gösteren somut kanıtlar gösterilmelidir. Somut olayda
Gülen Hareketinin bir terör örgütü olduğu herhangi bir mahkeme kararı ile kesin olarak
ispatlanmadığı için bu gerekçeye dayalı hiç kimse hakkında disiplin veya ceza
soruşturması açılamaz. Ancak eğer bu hareketin yönetim kademesinin talimatlarıyla
girişilmiş, toplumu dehşete düşüren tedhiş (şiddet) eylemleri, somut kanıtlara dayalı
olarak gösterilirse, bu durumda suça bulaşmış ilgililer hakkında disiplin ve ceza
soruşturması başlatılabilir.

20. Bu açıdan, ilk olarak şu hususu belirtmekte yarar vardır. 15 Temmuz 2016 tarihine
kadar Gülen Hareketinin şiddet eylemlerine başvurduğuna dair, objektif gözlemcileri ikna
eder ölçüde yeterli şüpheyi gösteren somut kanıtlar ortaya konmadığı gibi, bu iddianın
birincil sahipleri de bahse konu Hareketin terör örgütü olduğuna inanmadıklarını, 15
Temmuz 2016 sonrası yaptıkları açıklamalarda açıkça ortaya koymuşlardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Temmuz 2016 tarihinin ilk saatlerinde, saat 03.20 civarında
İstanbul Havalimanında yaptığı açıklamada, darbeci askerler henüz yakalanıp
sorgulanmadan, darbe girişiminin arkasında Gülen Hareketinin olduğunu açıkladıktan
sonra, “Bu grubun silahlı terör örgütü olduğu açığa çıkmıştır” demiştir. Bu ifadeler,
Gülen Hareketini daha önce MGK kararı ile terör örgütü ilan ettirmesine rağmen,
Cumhurbaşkanın da 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen Hareketinin terör örgütü

9
olduğuna inanmadığını göstermektedir. 19 Ağustos 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı
sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin “15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yeni bir terör
örgütü ile karşı karşıya olduğunu” ifade etmiştir(2). Böylece, Cumhurbaşkanının en yakın
mesai arkadaşlarından biri olan ve kendisine uluslararası ilişkiler konusunda danışmanlık
yaptığı bilinen Doç. Dr. İbrahim Kalın da, Gülen Hareketinin 15 Temmuz 2016 tarihine
kadar terör örgütü olduğuna inanmadığını açıkça ifade etmiştir. AKP kurucularından
olan, TBMM eski Başkanı ve Başbakan eski yardımcısı Bülent Arınç da, 21 Temmuz
2016 tarihinde, “Silahlı terör örgütünün Fetullahçı olduğunu o gece öğrendim”
açıklamasını yapmıştır. Bülent Arınç, birçok MGK ve Bakanlar Kurulu toplantısında
bulunmuş, tüm tartışmalara birincil elden vakıf bir devlet adamı olarak, tüm iddialara ve
en gizli devlet belgelerine vakıf olmasına rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen
Hareketinin terör örgütü olduğuna (şiddete başvurduğuna) inanmadığını açıkça beyan
etmiştir. Böylece AKP iktidarının son iki yıldır sürekli terör örgütü olmakla suçladığı
Gülen Hareketinin terör örgütü olduğuna, bu iddianın birincil sahiplerinin de 15 Temmuz
2016 tarihine kadar inanmadığı ifade edilmiştir.

Unutulmamalıdır ki, terör örgütü suçunun olmazsa olmaz unsurlarından biri de, toplumu
dehşete düşürecek türden şiddet eylemlerine başvurmaktır. Şiddet eylemleri olmadan
hiçbir yapı ya da oluşum terör örgütü olarak gösterilemez (TMK m. 1); aksi durum
kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini (Anayasa m.38, AİHS m. 7, TCK m.2) veya suç ve
cezaların kanuniliği ilkesini ihlal eder.

21. Gülen Hareketinin bir terör örgütü olduğu iddiasına hiç kimsenin inanmadığı,
esasında iktidar yanlısı bir gazete olan Karar Gazetesinin darbe girişiminden 18 gün önce
yayınlanan 27 Haziran 2016 tarihli manşetiyle de ilan edilmiştir. Söz konusu gazete,
“Paralel’de ilk cinayet suçlaması” başlığını atarak, ilk şiddet olayını duyurmaya çalışmış
ancak bu iddia da temelsiz çıkmıştır. Bilindiği gibi toplumu dehşete düşürecek türden
şiddet olaylarına başvurma, terör örgütü suçunun olmazsa olmazlarındandır. Darbe
girişiminden çok önce, MGK ve Bakanları Kurulu kararı ile Gülen Hareketi terör örgütü
ilan edilmiş olmasına rağmen, MGK Başkanı olan Cumhurbaşkanı ile üye olarak birçok
MGK toplantısına katılmış Başbakan eski yardımcısı Arınç’ın 15 Temmuz 2016 tarihli
darbe girişimine kadar, Gülen Hareketinin terör örgütü olduğu (tedhiş eylemlerine
başvurduğu) iddiasına inanmadıkları anlaşılmaktadır.

22. Bu konudaki somut bilgiler yürütme organı mensuplarıyla sınırlı değildir. 22 Eylül
2016 tarihli Cumhuriyet Gazetesine beyanda bulunan HSYK Başkanvekili Mehmet
Yılmaz, “Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk, Odatv, Hüseyin Kurtoğlu, şike davası gibi
dosyalarla ilgili disiplin soruşturması vardı. Bu soruşturmalarda o örgütün üyesi olanlar
soruşturuluyordu. Biz ayrıca o örgütün yargı içindeki yapılanmasına ilişkin de soruşturma
başlatmıştık. Bununla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda da adli soruşturma
yapılıyordu.” Soru şu: Darbe girişimi olana kadar neden bunlar görevde tutuldu?

10
“Biliyorsunuz bu örgütün silahlı terör örgütü olup olmadığı konusunda tartışma vardı.
Bunun kriminal hale gelmesi için silahlı terör örgütü tespitinin yapılması gerekiyordu. …
O gün, darbe gecesi bu örgütün terör örgütü olduğu yönünde ayan beyan, kimsenin karşı
çıkamayacağı deliller çıkınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanununun
örgüt üyeliği suçunu düzenleyen 314. Maddesi gereği soruşturma açtı. Böylece Ankara
Başsavcılığı elindeki ceza soruşturmasında delil ele geçtiği için silahlı terör örgütü üyesi
olmaktan hâkim ve savcılarla ilgili gözaltı kararı verdi.” Bu ifadelerden açıkça anlaşıldığı
gibi, 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişimine kadar, Gülen Hareketinin şiddet
eylemlerine başvurduğu iddiası konusunda herhangi bir delil elde edilemediği HSYK
Başkanvekili tarafından da beyan edilmiştir.

23. Öte yandan ünlü Alman dergisi FOCUS'ta 24 Temmuz'da yayınlanan; “Darbe
çatışmasının başlamasından yarım saat sonra İngiliz istihbarat kurumu GCHQ, Türk
Hükümetinin telefon, e-mail ve yazılı yazışmalarını yakaladı. Bu yazışmaların içeriğinde
şu bilgiler geçiyor: 'Yarın temizlik (tasfiye) operasyonları başlatılsın ve darbenin baş
yöneticisi Gülen ilan edilsin!'” şeklindeki (ilgililerce bugüne kadar yalanlanmayan) haber
darbe teşebbüsünün arkasında Gülen Hareketinin olduğuna ilişkin iddiaların doğruluğu
konusunda büyük şüphe uyandırmıştır.

Yine 18 Ocak 2017'de medyaya yansıyan “15 Temmuz'a ilişkin AB istihbarat raporu” 15
Temmuz'un faili konusunda iktidar tarafından ileri sürülen iddiaları çürütecek
niteliktedir. Bu haberde; “AB istihbarat raporunda, Fethullah Gülen’in darbe
teşebbüsünün talimatını veren isim olmadığı savunuldu. Avrupa Birliği İstihbarat
Merkezi Intcen’in raporunda, darbe teşebbüsünün Erdoğan ve AKP’ye düşman bir takım
gruplarca düzenlendiği belirtildi. AB raporunda, “Büyük ihtimalle Gülenci destekçileri,
laik Kemalistler, AKP’nin rakipleri ve fırsatçılardan oluşan bir grup ordu personeli,
darbenin arkasındakilerdi. Gülen’in bizzat darbede rol oynamış olması, olası değil” savı
yer aldı. “Gülen’in böylesi adımlar atacak kapasitesinin bulunması olası değil. Kendisini
laik Türkiye’nin güvencesi olarak gören Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Gülencilerle
ortaklık kurarak Erdoğan’ı devirmek istediğine dair bir delil yok. Gülen hareketi, laik
muhalefet ve Türk ordusundan uzak ve bağlantısız” diye devam eden raporda darbe
teşebbüsünün, kapsamlı bir tasfiye yapılacağı bildirimlerinin ortalıkta dolaşması üzerine
başladığı ifade edildi(3).” denilmektedir.

24. Tüm bu değerlendirmeler ve bahse konu Hareketin son iki yıldır devlet kurumları
tarafından sürekli denetlendiği ve incelendiği dikkate alındığında, şiddete başvurma
unsuru açısından herhangi bir somut delil tespit edilemediği, devletin en gizli belgelerine
vakıf yöneticilerin beyanları dahil yukarıdaki beyanlardan açıkça anlaşılmaktadır. Bu
durumda Gülen Hareketinin terör örgütü olup olmadığının değerlendirilmesi açısından
eldeki tek iddia, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimidir. Bu tarihte gerçekleştirilen
darbe girişiminin kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiği konusunda henüz bir

11
yargılama yapılmamıştır ve failleri kesin olarak belirlenmiş değildir. Ayrıca darbe
teşebbüsünün amacı, olayın gelişimi ve failleri ile iktidarın bu olayın faili hakkında
yaptığı açıklamalar konusunda ciddi kuşkular bulunmaktadır. Eğer bu darbe girişiminin
organizatörlerinin Gülen Hareketi dışında birileri olduğu ortaya çıkarsa, suç ve cezaların
şahsiliği prensibi gereği bütün suçlamalar tamamen temelsiz kalacaktır.

Yukarıda da (18.paragraf) belirtildiği üzere yargılama ve mahkûm etme konusunda


yürütme veya yasama organı ya da başka bir organın karar verme yetkisi yoktur. Yasama,
yürütme ve bağlı unsurların ve medyanın “15 Temmuz'un faili Gülen Hareketidir”
şeklindeki iddia ve ithamları ile darbe girişiminin failleri tespit ve mahkum
edilemeyeceği gibi, böyle bir iddia ile Gülen Hareketinin bir terör örgütü olduğuna karar
verilmesi de mümkün değildir. Ortaya çıkan ciddi şüpheler ve soru işaretleri karşısında,
bu hususta “kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” tarafından ve
adil yargılanma hakkının tüm güvencelerine saygı gösterilerek yapılacak bir yargılama
sonucu kesin olarak karar verilmesi gerekmektedir.

25. “Kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” den söz açılmışken,
Sulh Ceza Hakimlikleri ile terör suçlarına bakan mahkemelerin doğal hakimlik ilkesi
karşısındaki durumunu da incelemek gerekmektedir.

Sulh Ceza Hakimlikleri, ihtisas mahkemesi olarak terör suçlarına bakmakla


görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri ve temyiz mercii olarak görevli Yargıtay 16. Ceza
Dairesinden oluşan ve (C.Başkanı Erdoğan'ın bu mahkemeleri kastederek “bir proje
üzerinde çalışıyoruz” söyleminden de hareketle) kamuoyunda kısaca “proje mahkemeler”
olarak isimlendirilen bu mahkemeler(5), yürütme ve yürütme ile bağımlı ve uyumlu
çalışan HSYK tarafından doğal hakimlik ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup, bu husus
AİHS’nin 6. maddesi kapsamında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğindedir.

AİHS’nin 6. maddesinde “Herkes … yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir


mahkeme tarafından davasının … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” denilmektedir.
"Yasayla kurulmuş" ibaresi doğal hakimlik ilkesini garanti altına almaktadır. "Yasayla
kurulmuş mahkeme", kanunla kurulan, yürütme organları karşısında bağımsız ve tarafsız
yargılama usulü güvencesine sahip bir makamı ifade etmektedir. AİHM, bir
mahkemenin bağımsız olup olmadığına karar verirken; üyelerinin atanma biçimi, görev
süreleri, dışarıdan baskılara karşı garantilerin varlığı ve kurumun bağımsız bir görünüme
sahip olup olmadığı gibi hususları göz önünde bulundurmaktadır.

Yasayla kurulan mahkeme koşulu, doğal hakim güvencesini de beraberinde


getirmektedir. Doğal hakim ilkesi, gerek mahkemelerin kuruluş ve yetkilerinin, gerekse
izleyecekleri muhakeme usulünün yasayla ve dava konusu uyuşmazlık ortaya çıkmadan

12
önce belirlenmesini ifade eder. Anayasanın 37. maddesinde: "Hiç kimse kanunen tabi
olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamaz." denilmek suretiyle doğal hakim ilkesinin geçerli olduğu
ifade edilmiştir.

Yine BM Yargı Bağımsızlığı Temel Prensipleri 5. maddesinde; ”Herkes, önceden


konmuş hukuki usullere göre yargılama yapan olağan mahkemelerde veya yargı
yerlerinde yargılanma hakkına sahiptir. Olağan mahkemelere veya yargı yerlerine ait olan
yetkilerin ellerinden alınması için konmuş usulleri gereği gibi uygulamayan yargı yerleri
kurulamaz.” denilmektedir.

26. 16/07/2014 tarihinde faaliyete geçirilen Sulh Ceza Hakimlikleri yasa ile kurulmuştur,
ancak bu husus tek başına doğal hakimlik ilkesine uygun olduğu sonucunu
doğurmamaktadır. Öncelikle söz konusu hakimlikler “mahkeme” niteliğini taşımamakta,
sadece soruşturma aşamasında görev almakta ve güvenlik tedbirleri niteliğinde kararlar
alabilme yetkileri bulunmaktadır. İkinci olarak bu hakimlikler, uyuşmazlık konusu
olaylardan, yani 17/25 Aralık 2013'teki rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra
iktidar tarafından ortaya atılan paralel yapı iddialarından sonra ve temel düşüncede bu
iddialarla ilgili soruşturmalarda görev almak üzere kurulmuşlardır. Başka bir anlatımla,
iddia konusu suçların işlendiği tarihte görevli mahkemeler yerine, kişi hakkında (anayasal
tabirle) “kanunen tabi olduğu mahkemeden başka merciler” oluşturulmuştur. Öte yandan
bu hakimliklerin, gerek kuruluş, gerekse hakimlerin seçilme ve atanma biçimlerindeki
sorunlar dikkate alındığında, yürütme organları karşısında bağımsız ve tarafsız bir yapıya
sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Nitekim HSYK'nın mevcut yapısı ve
uygulamaları, istenilmeyen veya beğenilmeyen kararları veren hakimlerin görev
yerlerinin değiştirilmesi, görevlerinden ihracı ve tutuklanmalarına kadar varan
uygulamalarından anlaşılacağı üzere, bu hakimliklerin yürütmeye karşı bağımsızlıkları ve
hakimlik teminatlarının bulunduğundan söz edilemez.

27. İhtisas mahkemeleri olarak belirlenen terör suçlarına bakmakla görevli Ağır Ceza
Mahkemeleri ise yasayla kurulmuş ve görevlendirilmiş mahkemeler olmayıp, HSYK 1.
Dairesi'nin 17/02/2015 tarihinde yayınlanan 12/02/2015 tarihli ve 224 sayılı kararı ile,
mevcut ağır ceza mahkemeleri arasından bir kısmına görev verilerek, yani idari bir
tasarruf ile oluşturulmuş ve iddia konusu suçlardan sonra faaliyete geçirilmiş
mahkemelerdir. Bunun yanı sıra, ihtisas mahkemesi olarak görevlendirilen (esasen kurulu
haldeki) bu mahkemelerin mevcut başkan ve üyeleri, bu tarihten sonra pek çok yerde
değiştirilmiş ve mahkemelere yeni atamalar yapılmıştır. "İhtisas mahkemesi" olarak
görev verilmesine karşın, terör ve örgütlü suçlarda tecrübeli hakimler yerine, bu tür
suçlara bakan mahkemelerde çalışmamış ve tecrübesi bulunmayan hakimler, hukuk
mahkemelerinden hakimler ve hatta pek çok yerde kur'adan atanmış, kürsü ve yargılama

13
tecrübesi dahi bulunmayan hakimler atandığı, yine kıdem ve liyakat durumuna
bakılmaksızın sulh ceza hakimlerinin ağır ceza mahkemesi başkanlığına getirildiği
saptanmıştır. HSYK'nın atama ve müstemir yetki kararnamelerine bakıldığında bu husus
açıkça tespit edilebilir.

28. Temyiz mercii olarak terör suçlarına bakmakla görevlendirilen Yargıtay 16. Ceza
Dairesi için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Terör suçları ile ilgili davaların temyiz
mercii olarak inceleme görevi iddiaya konu suç tarihi itibariyle ve eskiden beri Yargıtay
9. Ceza Dairesi'ne ait iken, bu görev, yukarıda anlatıldığı üzere yürütmenin “paralel yapı”
söylemlerinden sonra ilk defa kurulmuş ve üyeleri de yine yürütmenin güdümündeki
YBP ağırlıklı HSYK tarafından belirlenmiş olan Yargıtay 16. Ceza Dairesi'ne tevdi
edilmiştir. Burada da yine iddia konusu suç tarihi itibariyle kişilerin tabi oldukları yargı
mercileri dışında bir merci oluşturulması söz konusudur. Bu Daire'ye yapılan üye
atamaları da dikkat çekicidir. Zira “paralel yapı” soruşturmalarında temyiz mercii olarak
görev yapacak olan bu Daire'nin üyeleri, “paralel yapı” iddiası ile ilgili olarak iktidar ile
aynı görüşe sahip ve iktidar tarafından da desteklenen YBP (YBD)'ye üye olan Yargıtay
üyeleri arasından seçilmiştir. Paralel yapı iddialarına yönelik yargılamalarda temyiz
mercii olarak görevlendirilen bu Daire'nin oluşumu, üyelerinin atanma ve seçilme
biçimleri, “paralel yapı” söylemlerine karşı yürütme ile aynı görüşte olduklarını bildiren
bir oluşumun üyesi olmaları dikkate alındığında, hem yürütme organları karşısında, hem
de uyuşmazlığın karşı tarafına yönelik olarak bağımsız ve tarafsız yargılama usulü
güvencesine sahip bir makamı ifade ettikleri söylenemez.

29. BM Bangalor Yargı Etiği İlkeleri arasında da yer aldığı üzere; Hâkim, genelde
toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsız
olmalıdır. Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan
ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de. Hâkim,
önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimâli olan bir konu hakkında, bilerek ve
isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul
ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Oysa
proje mahkemelerin teşkilinde ve yürüyen süreç içerisinde bu ve benzeri ilkelerin
tamamen ters yüz edildiği görülmektedir. İddia konusu paralel yapıya karşı mücadele
zemininde YBP adı altında bir araya gelmiş ve tüzel kişilik kazanımından sonra YBD
adını almış bir oluşum içerisinde yer almış yargı mensuplarının, iddia konusu paralel yapı
hakkında açılacak davalarda görev alması etik olmadığı gibi, bu yargı mensuplarının
tarafsızlıklarından söz etmek de mümkün değildir. Farklı kesimlerin bir araya gelerek
YBP'yi oluşturmalarındaki ortak amaç ve etkenin "paralel yapıyla mücadele" olduğu
bizzat YBP'lilerce ifade edilmektedir. Hal böyle iken, bu oluşum mensuplarının “paralel
yapı” iddiasıyla açılacak davalarda veya tedbir istemlerinde görev almaları doğru
değildir. En basitinden “tarafsız olmadıkları” görüntüsü vermektedirler.

14
30. Buna göre, söz konusu mahkemeler, yasayla değil idari bir kararla kurulmuş olmaları,
uyuşmazlık/iddia konusu olaylardan sonra görevlendirilmiş olmaları, önceki mahkeme
heyetlerinin tamamen değiştirilmesi, yeni üyelerinin yeterlilik, seçilme ve atanma
biçimlerindeki sorunlar, yürütme organları karşısındaki bağımsızlık ve tarafsızlıkları
konusunda mevcut şüpheler göz önüne alındığında, CMK.nun temel hükümlerine, ruhuna
ve AİHS’nin 6. maddesine aykırı olarak oluşturuldukları anlaşılmaktadır ve bu husus
ayrıca AİHS’nin 5. maddesinde güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının da
ihlali niteliğindedir. Bu nedenle bu mahkemelerce verilecek tüm kararların AİHM'den
dönmesi ve tazminata konu olması da kaçınılmazdır.

31. Bir an için 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Gülen Hareketi terör örgütü
olarak kabul edilse ve benim belirtilen tarihten önce bu yapıyla iltisakı ya da irtibatlı
olduğum varsayılsa dahi, 15 Temmuz 2016 tarihinden önce bahse konu oluşumun şiddet
eylemlerine başvurduğuna dair en küçük delil başlangıcı olmadığı ve bu durumu devletin
en üst yöneticilerinin de kabul ettiği (Bu konuda yukarıya bakınız) dikkate alındığında,
15 Temmuz 2016 tarihi ve öncesi eylemlerden sorumlu tutulmam imkânsızdır. İktidarın
17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sonrasında önce paralel yapı ve son
zamanlarda da “FETÖ/PDY terör örgütü” söylemleriyle düşman kabul ettiği Gülen
Hareketinin bir terör örgütü olduğuna 15 Temmuz gecesine kadar iddia sahipleri bile
inanmamışken, benim bu konuda suç kastı taşıdığımı ileri sürmek mümkün değildir.
Terör örgütü üyeliği için özel kast gerekip, benim şiddete bulaşmış herhangi bir yapıya
üye olmam veya iltisaklı ya da irtibatlı olmam imkânsız olup, bu nedenle somut olayda
suçun kast unsuru oluşmaz. Bu durumda atılı suç açısından önemli olan, 15 Temmuz
2016 tarihi sonrası eylem ve faaliyetler olup, bu konuda tarafıma atfedilebilecek en küçük
somut bulgu yoktur. Tarafıma isnat edilen ve esasında hiçbir suç oluşturmayan
eylemlerin tamamı geçmişe aittir.

Örgüt üyeliğinden suçlanabilmem için en azından TCK'nun 39. maddesi kapsamında bir
iştirak iradesinin bulunması, buna yönelik bir eylemimin olması, bu eylemin iradi olması
ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket edilmiş olması gerekir. Hakkımda böyle bir
tespit bulunmamasının yanı sıra atılı eylemlerin hiçbirisi de suç oluşturmamaktadır ve
bugüne kadar başta iktidar partisi olmak üzere toplumun hemen her kesimi tarafından(4)
benimsenen ve işlenen, anayasal güvence altında bulunan temel hak ve hürriyetler
kapsamında sayılması gereken fiillerdir. Bu eylemlerden hiçbiri TCK veya ceza hükmü
içeren diğer kanunlarda suç olarak düzenlenmiş de değildir. TCK 2. maddesi gereğince
“Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri
uygulanamaz.”

32. Gülen Hareketinin terör örgütü olduğu konusunda bu güne kadar kesinleşmiş bir
yargı kararı bulunmamakla birlikte bir an için terör örgütü olduğu kabul edilse bile, bu
Harekete bağlı veya ilişkili kurumlardan yararlananlar hakkında bu eylemlerinden dolayı

15
doğrudan terör örgütü üyeliği suçlaması yapılamaz. Devletin yetkili kurumlarından alınan
izinlerle açılan ve tümüyle devletin kontrol ve denetimi altında bulunan bu kurumların
kanunsuz iş yaptıklarına ve suç işlediklerine ilişkin kesinleşmiş bir yargı kararı
bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu kurumlardan istifade edenlerin örgüt üyeliğinden
cezalandırılabilmeleri için bu kurumların suç işlediklerine ilişkin bir karar olması da tek
başına yeterli değildir; suçlanan kişinin bu kurumların terör faaliyeti yürüttüğünü bilerek
ve isteyerek hareket etmesi, en basitinden TCK'nun 39. maddesi kapsamında suça iştirak
iradesinin bulunması gereklidir. Böyle bir tespit veya mahkeme kararı olmadığına göre
silahlı terör örgütü üyeliğine ilişkin atfedilen fiillerin suç olarak kabul edilmesi mümkün
değildir.

Bank Asya’ ya para yatırmak, okula/dershaneye öğrenci göndermek, sendikaya üye


olmak ve benzeri fiillerin örgüte üye olmak suçunu oluşturduğu kabul edilirse şayet,
binlerce kurumdan istifade eden milyonlarca insan hakkında bu suçtan işlem yapılması
gerekmektedir. Yine Bank Asya, Aktifsen sendikası, okullar/dershaneler tamamen yasal
olarak devletten alınan izin ile faaliyetlerine devam ettiklerine göre; gerekli olan izni
veren ve varsa suç kabul edilen faaliyetini engellemeyen herkesin sanık olması gerekir.
Resmi izinle açık olan bir okulda çalışmak, resmi olarak izin verilen sendikaya üye
olmak, resmi izinle çalışan bankaya para yatırmak suç kabul edilecekse gerekli olan izni
veren kişilerde sanık olmalıdır.

Eylem aynı olduğu halde, siyasi veya dini görüşleri nedeniyle kimi insanlar hakkında
tutuklama kararlarıyla birlikte davalar açılırken, kimileri hakkında dava açılmaması buna
tevessül eden kamu görevlileri bakımından ayırımcılık (TCK 122), insanlığa karşı suç
(TCK 77 ve soykırım (TCK 76) suçlarına vücut verecektir. Örneğin Bank Asya'da işlem
yapan kişi hakkında sırf Gülen Hareketine gönül verdiği veya sempati duyduğu için dava
açılırken, aynı bankadan yüklü miktarda kredi çektiği bilinen iktidar yanlısı Rasim Ozan
Kütahyalı, Nagehan Alçı isimli gazeteciler hakkında dava açılmamış olması açık bir
şekilde adı geçen suçların işlendiğine delalet etmektedir. Yine çocuklarını Hareketin
dershanelerine/okullarına gönderen C.Başkanı Erdoğan, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah
Güle, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Ankara C.Başsavcısı Harun Kodalak, HSYK
üyesi Turgay Ateş ve Halil Koç vs. (sayısız örnekler verilebilir) ve kendisi bizzat
Harekete bağlı bir okulda tahsil gören Enerji Bakanı Berat Albayrak hakkında işlem
yapılmazken, çocuklarını okula/dershaneye gönderen sanıklar hakkında dava açılması,
tutuklama, ihraç, mal varlığına el koyma, bir daha kamu görevine kabul edilmeme
şeklindeki uygulamaların çok açık bir şekilde ayırımcılık, insanlığa karşı suç ve soykırım
suçlarını oluşturduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

33. Bunun yanı sıra yasal izinlerle kurulmuş ve yasalara bağlı olarak faaliyet yürüten
dernek veya sendika üyeliği nedeniyle kişinin kamu görevinden çıkarılması,
tutuklanması, temel hak ve özgürlüklerinden mahrum edilmesi barışçıl örgütlenme

16
özgürlüğüne de müdahale oluşturur. Bu husus bir OHAL KHK’sı ile düzenlenemez, bu
nedenle OHAL KHK’sı Anayasanın 15 ve 121. maddeleri ile Anayasa Mahkemesinin
1991 yılında verdiği karara açıkça aykırı olduğu için, örgütlenme özgürlüğüne yönelik bu
müdahalelere kanuni dayanak oluşturamaz. Dolayısıyla kanuni dayanaktan yoksun olan
söz konusu müdahale AİHS’nin 11. maddesinde korunan örgütlenme özgürlüğünü ihlal
etmiştir. AİHS'nin 11. maddesinde şu düzenleme bulunmaktadır:

“Madde 11 - Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü


1. Her şahıs asayişi ihlâl etmiyen toplantılara katılmak, ve başkalariyle birlikte sendikalar
tesis etmek ve kendi menfaatlerini korumak üzere sendikalara girmek hakkı dâhil olmak
üzere dernek kurmak hakkını haizdir.
2. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplulukta, zaruri tedbirler mahiyetinde
olarak millî güvenliğin, âmme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun önlenmesinin,
sağlığın veya ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için ve ancak
kanunla tahdide tabi tutulabilir.
Bu madde, bu hakların kullanılmasında idare, silâhlı kuvvetler veya zabıta mensuplarının
muhik tahditler koymasına mâni değildir.”

Belirtmek gerekir ki, kanun önünde herkes eşittir ve Devlet fırsat eşitliğini sağlamak
amacıyla pozitif tedbirler almak zorundadır. AİHS'ne göre örgütlenme özgürlüğü esastır
ve dernek ve sendika özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğünün bir şekli ve özel bir yönüdür.
Sözleşmeci Devletler, sendikal hareketlere izin vermeli ve bu hareketlerin seyrini ve
gelişimini mümkün kılacak düzenlemeler yapmalıdırlar. Devlet, örgütlenme özgürlüğünü
sağlamanın yanı sıra, bu özgürlüğe yönelik tehditleri ve engellemeleri ortadan
kaldırmakla da yükümlüdür. Sözleşme ile tüm örgütlenmeler ve sendikal faaliyetler
güvence altına alınmaktadır ki, aynı güvenceye Anayasamızın 33 ve 51. maddelerinde de
yer verilmiştir.

Anayasa'nın 33 ve 51. maddelerine göre önceden izin almaksızın dernek/sendika kurma


ve bunlara üye olma hürriyeti bulunduğu, Gülen Hareketi ile ilişkilendirilen
dernek/sendikaların yasal izinlerle faaliyet yürüttüğü ve tüm faaliyetlerinin devletin
kontrol ve denetiminde olduğu, bu kuruluşlar hakkında yasa dışı faaliyet yürüttüklerine
veya herhangi bir terör eylemine iştirak ettiklerine ilişkin bir yargı kararı bulunmadığı
gözönüne alındığında, dernek/sendika kurmak veya bu kuruluşlara üye olmanın terör
örgütü üyeliğine delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu husus AİHS'nin 11.
maddesindeki sendikal faaliyetlerde bulunma hakkının ihlali olduğu gibi, toplumun bir
kesiminin “siyasi veya diğer kanaatleri” nedeniyle bu hak ve hürriyetlerden yoksun
bırakılması ve bu hakları kullanmasının engellenmeye çalışılması Sözleşme'nin 14.
maddesindeki ayırımcılık yasağını da ihlal eder niteliktedir.

17
34. Sanığın evinde bulunan veya okuduğu kitap ve yazılı bazı eserler ile bazı gazete
ya da dergilere abone olmasının terör örgütü üyeliği suçlamasına dayanak oluşturması
mümkün değildir. Söz konusu kitap ve eserler ile gazete ve derginin hiçbirinin içeriğinde
şiddeti teşvik eden, şiddet içeren, ayrımcılığa dayalı yabancı düşmanlığı ve ırkçılık ile kin
ve nefret söylemi yer almamakta olup tamamı ifade özgürlüğünün kapsamında ve
koruması altındadır. Yine sanığın suçlandığı tarih itibariyle bu yayınların bir terör
örgütüne ait olduğuna ve terör faaliyeti kapsamında yayın yapıldığına ilişkin bir yargı
kararı da mevcut değildir. Kaldı ki bu yayınların pek çoğu, bilimsel konuların yanı sıra
Gülen Hareketinin terör örgütü olduğu iddiasını ortaya atan iktidardaki partinin de
inandığı İslam dini ve İslam Peygamberi Hz.Muhammed (S.A.V.) hakkında bilgiler
içeren ve terör yayını olarak kabul edilmesi mümkün olmayan eserlerdir. 15 Temmuz'a
kadar iktidardaki parti mensupları ve muhafazakar kesim dahil olmak üzere toplumun
pek çok kesiminin evinde/yanında bulunması mümkün olan bu eserlerin bir gecede suç
unsuru haline gelmesi veya o şekilde lanse edilmesi, ancak iktidarın Gülen Hareketine
yönelik 17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra açığa çıkan kin ve
nefretinin bir ürünü olarak açıklanabilir. Yoksa yasal olarak bu durumun izahı mümkün
değildir.

Bu kapsamdaki yayınların kamu görevinden çıkarılmaya, tutuklanmaya ve örgüt


üyeliğine dayanak gösterilmesi, bilgiye ve habere erişme hakkını, ifade ve basın
özgürlüğünü ihlal etmiştir (AİHS m. 10). Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Konseyine yaptığı
bildirimde OHAL durumunda dahi ifade özgürlüğünü askıya almayacağı teminatı vermiş
olup bu durum OHAL KHK’sı ile düzenlenemeyeceği için, ifade özgürlüğüne yönelik bu
müdahalede kanuni dayanaktan yoksundur. Kanuni dayanaktan yoksun her müdahale
ifade özgürlüğünü ihlal eder.

35. Sanık hakkındaki suçlamanın dayanağı Bank Asya isimli bankada hesabının olması
ve/veya bu bankanın verdiği kredi kartını kullanılması ya da bu bankaya para yatırması
olup, bu durum mülkiyet hakkını ve özel hayata saygı hakkını da ihlal eder. Bireyler
sahip oldukları mevduatı hangi bankada değerlendireceklerine sadece kendileri karar
verir. Yasalara uygun olarak kurulmuş ve faaliyetlerine devletçe izin verilmiş bir bankada
hesap açmanın veya bu bankanın kredi kartını kullanmanın ya da bu bankaya vadeli para
yatırmanın, bir gün suç delili olarak kamu görevinden sürekli çıkarmaya, tutuklamaya,
örgüt üyeliğinden dava açmaya dayanak gösterilebileceği hiçbir hukuk devletinde
öngörülemez. Bireyler mal varlıklarını istedikleri gibi değerlendirebilir, mevduatları
açısından en kârlı görünen istedikleri bankaya para yatırabilirler (mülkiyet hakkı) ve
devlet tarafından faaliyetlerine izin verilmiş istedikleri bankanın kredi kartını
kullanabilirler (özel hayata saygı hakkı). Temel hak ve özgürlüklerin kullanımı
kapsamında sayılan bu eylemlerin suçlama konusu yapılması, AİHS’nin 8. maddesi ile 1.
Protokolün 1. maddesinde korunan haklara müdahale oluşturur. Yukarıda belirtilen aynı
gerekçelerle bu tedbire de OHAL KHK’sı ile başvurulamaz. Üstelik dayanılan yasal

18
düzenlemeler erişilebilir olsa da, bir bankaya para yatırmanın bir gün cezalandırmaya
dayanak olacağına ilişkin yasalar kesinlikle öngörülebilir, açık, net ve belirgin olmadığı
için, ortada AİHS anlamında yasa yoktur. Yasal dayanaktan yoksun müdahale ve
suçlamalar ile AİHS’nin 8. maddesi ve 1. Protokolün 1. maddesi ihlal edilmiştir.

36. Sanığın bir özel okula çocuklarını göndermesi, Türkçe Olimpiyatlarına katılması
ve/veya yurt dışında açılan bazı okulları ziyaret etmesi eylemleri nedeniyle hakkında
terör örgütü üyeliği suçlaması yapılmakta ise de, bunlardan ilki eğitim hakkının
(AİHS’ye Ek 1. Protokol, m. 2), diğerleri ise tamamen özel hayata saygı hakkının (AİHS
m. 8) kapsamı ve koruması altındadır; disiplin suçları dâhil hiçbir suçun kapsamına
giremez. Ayrıca ihtiyaç sahibi, fakir öğrencilere burs vermek de hiçbir suçun kapsamına
girmeyeceği gibi, sivil toplum faaliyetlerinin kapsamında ve bir dernek ya da vakıf
aracılığıyla bu faaliyet yürütüldüğü için örgütlenme özgürlüğünün koruması (AİHS mad.
11) altındadır. Tamamı temel insan haklarının kapsamındaki bu faaliyetleri suç delili
olarak göstermek ceza kanunlarının keyfi ve geniş yorumlanması olup (bir kişiyi ömrü
boyunca bir daha kamu görevinde çalışamayacak şekilde kamu görevinden çıkarma,
AİHS açısından, ceza kanunları anlamında bir cezadır) bu nedenle de AİHS’nin 7 ile
Anayasanın 38. Maddesinde korunan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini de ihlal eder
(S.W./Birleşik Krallık).

Öte yandan bu tür organizasyonlara C.Başkanı Erdoğan, TBMM eski başkanı Bülent
Arınç, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başta olmak üzere hemen tüm iktidar partisi bakan
veya milletvekilleri de katıldıkları halde, bu kimseler hakkında hiçbir işlem yapılmayıp,
bu kişilerin teşviki ile veya bu tür toplantılara katılmaları ve orada yaptıkları övgü dolu
konuşmalardan etkilenerek, söz konusu etkinliklere bir veya birkaç kez katılmış olan
sanık hakkında örgüt üyeliğinden suçlamada bulunulması tam anlamıyla bir ayrımcılıktır
ve bundan dolayı ihraç, tutuklama kararları verilmesi ve dava açılması buna tevessül eden
kamu görevlileri bakımından ayırımcılık (TCK 122), insanlığa karşı suç (TCK 77) ve
soykırım (TCK 76) suçlarına vücut verecektir.

37. Ayrıca yukarıda sayılan ve neredeyse tamamı temel bir hakkın kullanımı kapsamında
olan faaliyetleri suç olarak değerlendirmek kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin
ihlalidir. Zira hiçbir ceza kanunu maddesi belirtilen faaliyetleri suç olarak düzenlemiş
değildir; ceza kanunları geniş yorumlanarak belirtilen faaliyetler bir ceza maddesinin
kapsamında değerlendirilemez (S.W./Birleşik Krallık). Bir eylem ya da faaliyet ceza
kanunu anlamında suç ise herkes için suç; değilse hiç kimse için suç değildir. Aksi
uygulama suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin uygulanmasında ayrımcılık anlamına gelir.
Yukarıdaki faaliyetlerin birçoğuna Cumhurbaşkanı, Başbakan ve birçok bakanla birlikte
pek çok AK Parti milletvekili veya mensubu da katılmış veya iştirak etmiştir. Birçok
hâkim ve savcı çocuklarını bahse konu okullarda okutmuş ve belirtilen türden iletişim
uygulamalarını akıllı telefonlarına yüklemiştir. Eğer bu eylemler suç oluşturmakta ise, adı

19
geçenler hakkında da işlem yapılması gerekmektedir. Ceza kanunları selektif ve ayrımcı
şekilde uygulanamaz. Somut olayda belirtilen faaliyetlerin sanık açısından suç sayılıp,
diğer bazı insanlar ve bazı yargı mensupları için suç sayılmaması tek başına AİHS’nin 7.
maddesini ihlal ettiği gibi AİHS’nin 7 ile 14. maddelerini birlikte de ihlal etmiştir.

DİPNOTLAR:
1- Adı geçen örgütün MGK ve Bakanlar Kurulu kararı ile terör örgütü ilan edilme
sürecine ilişkin olarak bakınız. 4 Ağustos 2016 tarihli Anayasa Mahkemesinin 2016/6E –
2016/12K sayılı kararı, para. 17 ve 18.
2- http://www.trt.net.tr/francais/turquie/2016/08/19/article-d-ibrahim-kalin-bruxelles-a-
un-probleme-555000

3- http://odatv.com/15-temmuza-iliskin-ab-istihbarat-raporu-ortaya-cikti-
1801171200.html

4- Burada başta siyasetçiler ve yargı mensupları olmak üzere toplumun her kesimi ile
ilgili, Gülen Hareketine bağlı veya ilintili kurumlardan yararlandıklarına ilişkin örnekler
verilerek, eğer sanığa atfedilen eylemler suç ise, bu kimselerin de suç işledikleri,
mahkemece bu hususta suç duyurusu yapılması gerektiği gibi argümanlar ileri sürülebilir.

5- Proje mahkemeler konusunda daha ayrıntılı bilgi için bakınız:


- http://www.tr724.com/proje-mahkemeler-17-araliktan-sonra-yandas-yargi-nasil-
uretildi-tarik-cetin-hukukcu/?
utm_content=buffer2d368&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_
campaign=buffer

- http://www.tr724.com/bagimsiz-yargi-boyle-yok-edildi-haber-yorum-
gokselilhan/?
utm_content=bufferacfde&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_
campaign=buffer

20

You might also like