You are on page 1of 15

HUKUKUN TEMEL İLKELERİ

• Hukukun Temel İlkeleri


• Hukuk Devleti İlkesi
• Yargı Bağımsızlığı ve Doğal
HUKUKUN TEMEL
İÇİNDEKİLER

Hâkim İlkesi
• Eşitlik İlkesi KAVRAMLARI
• Hak Arama Hürriyeti ve
Kazanılmış Hak
• Sözleşme Özgürlüğü Prof. Dr. Ersan
• Dürüstlük ve İyi niyet
• Eşitlik İlkesi
ŞEN
• Mülkiyet Hakkı
• Adil Yargılanma
• Masumiyet Karinesi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Hukukun temel ilkeleri hakkında
HEDEFLER

bilgi sahibi olacak


• Adil yargılanma hakkının
unsurlarını kavrayacak
• Dürüstlük ve iyi niyet ilkeleri
hakkında bilgi sahibi olacak ÜNİTE

14
• Ceza sorumluluğunun esaslarını
öğreneceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Hukukun Temel İlkeleri

Hukuk Devleti İlkesi

Yargı Bağımsızlığı ve
Hâkim Tarafsızlığı

Doğal (Tabii) Hâkim


Güvencesi

Eşitlik İlkesi
HUKUKUN TEMEL İLKELERİ

Sözleşme Özgürlüğü ve
Güvenliği

Hak Arama Hürriyeti

Dürüstlük ve İyi niyet


İlkesi

Kazanılmış (Müktesep)
Hak

Kusur Sorumluluğu ve
Ceza Sorumluluğunun
Şahsiliği İlkesi

Mülkiyet Hakkı

Suçta ve Cezada
Kanunilik İlkesi

Masumiyet Karinesi

Dürüst (Adil) Yargılanma


Hakkı

Sözleşmelerin Nispiliği
İlkesi

271
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
Hukukun Temel İlkeleri

GİRİŞ
Pozitif hukuk tarafından göz önünde bulundurulması gereken ilke ve esaslar,
esas itibarıyla ulaşılmak istenen daha iyi hukuk kurallarını elde etmeye hizmet
ettiklerinden, bir toplumda ulaşılmak istenen daha iyi hukuk sisteminin oluşmasına
yardımcı olurlar, hatta benimsenmiş olmaları hâlinde de iyi bir hukuk sisteminin
varlığını sağlarlar.
Hukukun temel ilke ve esaslarının bilinmesi, benimsenmesi ve anlaşılması, bir
toplumda yürürlükte bulunan hukuk kurallarını şekillendirir, keyfilikten uzaklaştırır
ve o toplumdaki hukuk kurallarının temel ilke ve esaslar üzerine inşa edilmesini
sağlar. Bir toplumu ve toplumun yönetim biçimini kuran, şekillendiren anayasaların
özellikle içermesi gereken düzenlemeler, hukukun temel ilke ve esasları olmalıdır.
Kişi hak ve hürriyetleri, ancak bu ilke ve esasların kabullenilmesi ve güçlendirilmesi
yoluyla korunabilir. Otoritenin keyfi tutum ve davranışlardan uzak tutulabilmesi, o
otoritenin isteğine bırakılamaz. Otoritenin sahip olduğu kamu kudretini
kullanmasındaki sınırı ve ölçüyü, toplumda öne çıkan hukukun ilke ve esasları
belirler. Bir toplumda hukukun ilke ve esasları ne derece önemsenir hâle gelmiş ve
ne derece anayasa metinlerine yansımışsa o toplumdaki hukuka bağlılık, saygı ve
toplumun düzeni o derece güçlenmiş olur.
Pozitif hukuk kurallarının oluşturulmasında ve yürürlüğünde, bu ünitede
bahsedeceğimiz ilke ve esaslar vazgeçilmez özellik taşırlar. Elbette pozitif hukuk
kurallarının temel alması ve bağlı olması gereken tüm ilke ve esaslara yer verebilme
iddiasında değiliz. Bu bakımdan sadece anayasal temele sahip olan veya önemleri
evrensel nitelikte kabul edilen bazı ilke ve esasları açıklamayı uygun gördük. Her
hukuk dalının içinde kendine özgü prensip ve esaslar vardır. Örneğin, ticaret
hukukunda basiretli tacir olarak hareket etme mecburiyeti (tacirin kendisinden
beklenen özen ve dikkati gösterme yükümlülüğü), vergi hukukunda verginin
kanuniliği (vergi yükümlülüklerinin kanunda gösterilmesi mecburiyeti), uluslararası
hukukta mütekabiliyet (karşılıklılık) esası, medeni hukukta hakkaniyet (hak ve
nasafet) ilkesi (somut davada hâkimin durumun ve tarafların özelliklerini, taşıdıkları
şartları takdir etmek suretiyle hâlin icabına göre karar vermesi, adalete uygun
düşecek şekilde dengeleme yapması) gibi ilke ve esaslara aşağıda yer vermemekle
birlikte, bu ilke ve esaslar da pozitif hukuk dallarında benimsenmiş temel kaideler
arasında sayılırlar.
Her ilke ve esasın, pozitif hukukun tüm dallarını ilgilendirmesi beklenemez.
Bazı ilke ve esaslar tüm hukuk dallarını kapsarken, bazıları da özel olarak belirli bir
hukuk dalına hitap edebilir. Bir ilke ve esas, ister tüm hukuk dallarını ilgilendirsin
isterse ilgilendirmesin, o ilke ve esası ilgili olduğu hukuk dalı çerçevesinde
değerlendirmek ve sonuçlar çıkartmak gerektiği unutulmamalıdır.
Bu ünite kapsamında bahsedeceğimiz ilke ve esaslara aykırı yapılabilecek
pozitif hukuk kurallarının hukuka uygunluğu ileri sürülemez. Belki bu ilke ve esaslara
anayasalarda düzenleme getirmeyerek çıkartılacak alt normların şekli anlamda
hukuka uygunluğu sağlanabilir, ancak gerçek anlamda ve evrensel nitelikte hukuka

272
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Hukukun Temel İlkeleri

uygunluğun bir normda elde edilebilmesi, öncelikle o normun hukukun ilke ve


esaslarına bağlı olmasıyla mümkündür.

HUKUK DEVLETİ İLKESİ


Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2.
maddesinde sayılan niteliklerinden biri de hukuk devletidir. AY m.4 ile güvence
altına alınan ve değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen “hukuk devleti”; “hukukun
evrensel ilkelerine ve yürürlükteki hukuk kurallarına bağlı olan, başta kamu otoritesi
olmak üzere tüm eylem, işlem ve tasarrufları bağımsız ve tarafsız yargının
denetimine açık bırakan, ülkede yaşayan bireyler ve kişi toplulukları için asgari
hukuk güvenliğini sağlayan ve insan haklarına bağlı devlet” olarak tanımlanabilir.
Anayasa Mahkemesi’ne göre “hukuk devleti”; “eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, 14.12.2016, 2016/139 Esas
2016/188 Karar; AYM, 23.11.2016, 2016/51 Esas 2016/179 Karar).

Polis devletinin karşıtı Polis devletinin karşıtı olan hukuk devleti; bireylerin ve toplulukların, siyasi
olan hukuk devleti; otorite karşısında güven içinde bulundukları devlet sistemini ifade eder. Hukuk
bireylerin ve devleti sayesinde; kişilere sadece kâğıt üzerinde temel hak ve hürriyetler
toplulukların, siyasi verilmemekte, aynı zamanda bunların kullanılabilirliği sağlanmakta ve ayrıca bu hak
otorite karşısında güven ve hürriyetlere ilişkin tüm sınırlandırmalar hukukilik denetimine tabi tutulmaktadır.
içinde bulundukları
devlet sistemini ifade Anayasa Mahkemesi’ne göre hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti
eder. ilkesinin esaslı unsurlarından biridir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu
“hukuki güvenlik” ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm
eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (AYM, 22.06.2016, 2016/13 Esas 2016/127 Karar; AYM, 07.04.2016, 2015/94
Esas 2016/27 Karar).
Hukuk güvenliğinin sağlanması bakımından belirlilik ilkesi de özel bir öneme
sahiptir. Anayasa Mahkemesi’ne göre belirlilik ilkesi uyarınca yasal düzenlemeler
hem kişiler ve hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmalı hem de kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermelidir. Hukuk
güvenliği ile bağlantılı olan belirlilik ilkesinin gereği olarak birey; hangi eylem ve
Hukuk güvenliği; olguya hangi sonucun veya hukuksal yaptırımın bağlandığını, bunların hangi
normların öngörülebilir müdahale yetkisini doğurduğunu bilme imkânına sahip olmalıdır. Birey ancak bu
olmasını, bireylerin tüm
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirleyebilir.
eylem ve işlemlerinde
devlete güven Hukuk güvenliği; normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
duyabilmesini ifade işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
eder. güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.
Hukuk devleti, hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfi yetki kullanımına
izin vermeyen, işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi tutulmasını

273
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Hukukun Temel İlkeleri

engellemeyen devlettir. Hukuk devletinde “normlar hiyerarşisi” geçerlidir. Alt sırada


bulunan norm, üst norma aykırı olmamalı ve üst normu göz ardı ederek
uygulanmamalıdır.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE HÂKİM TARAFSIZLIĞI


Yargı bağımsızlığı, hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında hâkimlere veya mahkemelere emir ve talimat veremeyeceği,
genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı, bu tür bir yetkinin
kullanılmasına izin veren yasal düzenlemelerin yürürlüğe konulamayacağını ifade
etmektedir. Anayasa’nın 9. maddesi uyarınca yargı yetkisi, Türk Milleti adına
bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Yargı yetkisini kullanırken yargılamanın
bağımsız olması gereği Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça düzenlenmiştir:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye
ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda
bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez
ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Yargının bağımsızlığı beraberinde tarafsızlığını da getirir. Yargı makamının
tarafsız olması demek, bir yargılamada iddiayı ve savunmayı dinleyen, sunulan
delilleri değerlendiren ve hakların hak sahiplerinin kullanımına verilmesi ve toplum
düzeninin sağlanması amacıyla karara varan hâkim veya hâkimlerin objektif
olmaları, herhangi bir tarafın yanında yer almaksızın eşit davranarak ve ön yargı
taşımaksızın hareket etmeleri ve yargılama yapmaları anlamına gelir. Anayasa’nın
9., 19., 36., 37., 138., 139., 140. ve 141. maddeleri ile gerekçeleri, doğrudan doğruya
veya dolaylı olarak “hâkimin tarafsızlığı” esasını ortaya koymuşlardır.

Hâkimin bağımsız “Hâkimin tarafsızlığı” kavramı, sübjektif nitelik taşır ve “hâkimin bağımsızlığı”
olması, her zaman esasından farklıdır. Hâkimin bağımsız olması, her zaman hâkimin tarafsız olduğu
hâkimin tarafsız olduğu sonucunu vermez. Tarafsızlık, karar verme makamında olan hâkimin davaya bakışı,
sonucunu vermez. soyut ve somut anlamda onu etkileyebilecek durumların bulunup bulunmadığıyla
ilgilidir.

TABİİ (DOĞAL) HÂKİM GÜVENCESİ


Tabii (doğal) hâkim ilkesi, sanığın, işlediği iddia olunan suç anında görevli ve
yetkili olan hâkimi ve mahkemesi kim ve neresi ise, o hâkim ve mahkemenin
huzuruna çıkartılması anlamına gelir. Böylece sanık, suçun işlendiği anda görevli ve

274
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Hukukun Temel İlkeleri

yetkili olmayan ve bu sebeple olağanüstülük niteliği taşıyan ve tarafsızlığından


şüphe duyulabilecek hâkim ve/veya mahkemenin huzuruna çıkartılamayacaktır.
Ceza yargılaması hukuku bakımından açıklamaya başladığımız bu prensip aynı
önemini ve anlamını diğer yargılama alanlarında da (idari yargı, askeri yargı, özel
Tabii hâkim güvencesi,
hukuk yargısı) korumaktadır. Bir başka ifadeyle 1982 Anayasası’nın 37. maddesinde
çözülecek uyuşmazlığın,
bu uyuşmazlık meydana yer alan, “Hiç kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
gelmeden önce kanunla çıkartılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
yetkili ve görevli kılınan çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
mahkemeler tarafından hükmü tüm yargılama alanlarını kapsamaktadır. Buna göre, tabii hâkim güvencesi,
görülmesi esasına çözülecek uyuşmazlığın, bu uyuşmazlık meydana gelmeden önce kanunla yetkili ve
dayanır. görevli kılınan mahkemeler tarafından çözülmesi esasına dayanır.
Tabii hâkim güvencesinde önemli olan, hâkimin ve mahkemenin kanunla
belirlenmesi değil, suçun işlendiği iddia olunan anda görevli ve yetkili hâkim ve
mahkemenin yargılamayı yapmasıdır. Bu şekilde, suçun işlendiği andan sonra
kurulacak mahkemenin veya tayin edilecek hâkim ve/veya mahkemenin o suçla ilgili
yargılamayı yapmasının önüne geçilebilecektir [1].

EŞİTLİK İLKESİ
Tüm hukuk bilimini ve hukuk dallarını kapsamına alan en önemli ilke ve deyim
yerinde ise, hukukun olmazsa olmaz esasıdır. Kamu kudretinin herkese aynı
mesafede olmasına, yaklaşmasına ve davranmasına “eşitlik” ve bu hususun bir
hukuki zorunluluk olarak kabul edilmesine de “eşitlik ilkesi” denir. Diğer bir ifadeyle,
tüm insanlar her bakımından eşittir ve hukuki statüden kaynaklanan farklı
uygulamalar, ancak zorunlu hâllerde ve somut durumda duyulan ihtiyaçla sınırlı
olarak yasa ile öngörülebilir.
Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesine göre, “Herkes, dil,
ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin hayata geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar”. Eşitlik ilkesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 14. maddesinde de
Hukuki durumları farklı “Ayırımcılık yasağı” başlığıyla düzenlenmiş ve uluslararası alan-da demokrasinin
olanlar arasında keyfi vazgeçilmez bir ilkesi olarak kabul edilmiştir. 14. maddeye göre, “Bu Sözleşmede
değil, fakat ihtiyaç beyan edilen hak ve özgürlüklerin kullanılması cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya
hâlinde farklı sonuçlar başka bir inanç, ulusal ya da toplumsal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma,
doğurabilecek mülkiyet, doğum gibi gerekçelerle veyahut başka bir nedenle ayırım yapılmaksızın
uygulamalar
güvence altına alınır”.
yapılabilmesi
mümkündür. Belirtmeliyiz ki Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik
ilkesi, hukuki bakımdan eşit olanlar arasında eşitlik olarak kabul edilmektedir.
Hukuki durumları farklı olanlar arasında keyfi değil, fakat ihtiyaç hâlinde farklı
sonuçlar doğurabilecek uygulamalar yapılabilmesi mümkündür. Hukuki durum
farklılığı, kişinin bulunduğu konum, taşıdığı sıfat, işlediği suçun türü gibi sebeplerden
kaynaklanabilir, ancak bu kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet gibi Anayasa’nın 10.

275
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Hukukun Temel İlkeleri

maddesinde gösterilen ayırım yasaklarına aykırı düzenleme ve uygulamalara


başvurmamak gerekir. Bu açıklamamızın sonucu olarak, hukuki durumu eşit yani
aynı olanlar arasında hiçbir şekilde ayırım yapılamayacağını, yapılması hâlinde de
Anayasaya aykırı olacağını belirtmek isteriz.

SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ


Bu prensip dayanağını Anayasa m.48’den almaktadır: “Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.
Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır”.
Sözleşme özgürlüğü denildiğinde, toplumu oluşturan bireylerin, gerek birbirleriyle
ve gerekse devletle dilediği konuda ve şekilde sözleşme yapabilmesi, bu yolla hak
elde edebilmesi ve borç yüklenebilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.
Elbette bireylerin haklar elde ettiği, borçlar yüklendiği sözleşmelerdeki konu
ve şekil serbestisi sınırsız değildir. Günlük hayatın devamı sırasında, bireylerin
ekonomi alanındaki faaliyetlerinde sürekli olarak gündeme gelebilecek
sözleşmelerin yapılmasına ve yerine getirilmesine, esas itibarıyla devlet müdahale
etmez. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, daha birinci maddesinden itibaren taraflar
Bireylerin haklar elde arasında sözleşmenin serbestçe yapılabileceğini ortaya koymuştur. Kanunun 1.
ettiği, borçlar maddesine göre, “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak
yüklendiği açıklamalarıyla kurulur. İrade açıklaması, açık veya örtülü olabilir”. Hakeza Kanunun
sözleşmelerdeki konu
26. maddesinde, “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar
ve şekil serbestisi
sınırsız değildir. içinde özgürce belirleyebilirler.” ifadelerine yer verilerek esas olanın sözleşme
özgürlüğü olduğu ifade edilmiştir. Görüleceği üzere kanun koyucu, tarafların
sözleşme yapabilmesi hususuna mümkün olduğu kadar serbestlik tanımak istemiş
ve sözleşme özgürlüğüne müdahale etmemeye çalışmıştır.
Bununla birlikte, bir taraftan sözleşme özgürlüğünün sınırsızca kullanılmasına
müdahale etmek istemeyen kanun koyucu, diğer taraftan iyi niyetli bireylerin
mümkün olduğu ölçüde korunabilmesi amacıyla kötü niyetli durumlara taviz
verilmesini engelleyen hukuk kuralları koymaya çalışmıştır. Örneğin, Kanunun 27.
maddesinde, Kanun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına
aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olacağı
hüküm altına alınmıştır.

HAK ARAMA HÜRRİYETİ


Hak arama hürriyeti Anayasa’nın 36. maddesinde yer almaktadır: “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz”. Ayrıca hak arama hürriyetinin, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinde “Hukuki yola başvurma hakkı” başlığı altında
düzenlendiğini de görmekteyiz. Bu hükme göre, “Bu sözleşmede beyan edilen hak
ve özgürlükleri ihlal eden herkes, ihlal fiilinin resmî sıfatlarıyla hareket eden kişiler
tarafından işlenmiş olmasına bakılmaksızın, ulusal bir makam önünde hakkını elde
etmek için hukuki bir yola başvurabilir”.

276
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Hukukun Temel İlkeleri

Belirtmek isteriz ki hangi maksatla olursa olsun Anayasa’nın hak arama


hürriyetini düzenleyen 36. maddesi ve idari işlem ve eylemlere karşı yargı yolunun
kapatılamayacağı esasını düzenleyen 125. maddesi hiçe sayılmak suretiyle bir idari
işlem ve eyleme karşı yargı yolunu kapalı tutmak, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.

DÜRÜSTLÜK VE İYİNİYET İLKESİ


Anayasada yer almayan dürüst davranma ve iyi niyet ilkeleri, dayanaklarını
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. ve 3. maddelerinden almaktadır. Özel hukuk
açısından son derece önemli olan bu ilkeler, hakların kullanılmasında ve borçların
yerine getirilmesinde mutlak şekilde dikkate alınırlar.
Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesine göre,
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına
uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
Bu hüküm, hak ve borç sahiplerinin “hukuk” kapsamına giren davranışlarına ve bu
davranışları değerlendirecek olan hâkimin kararlarına ilişkin genel kuralı gösterir.
Dürüst davranış kurallarının neler olduğu belirlenmiş veya yazılmış değildir.
Dürüst davranış Bu kurallar, orta zekalı, makul, aklı başında hareket eden kimselerin, toplum
kurallarının neler içerisinde karşılıklı güvene, ahlaka ve dürüstlüğe dayalı davranışları sonucu
olduğu belirlenmiş veya meydana gelmiş, toplum ihtiyaçları ile iş hayatının ihtiyaçlarına cevap veren ve bu
yazılmış değildir. nedenle de herkes tarafından benimsenen kuralların bütünüdür.
Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen hakkın
kötüye kullanılması yasağının koşullu şartları vardır. Öncelikle ortada bir hakkın
varlığı bulunmalı, bu hak dürüst davranma kuralına aykırı şekilde kullanılmalı ve
neticede hakkın kötüye kullanılmasının bir başkasını zarar uğratmış olması
gerekmektedir.

•Örneğin, komşu binanın manzarasını kapatmak ve/veya ya-şam


kalitesini bozmak amacıyla arsası üzerine hiçbir yararı olmadığı hâlde
Örnek

yüksek bir duvar inşa eden kişi, mülkiyet hakkını kullanmakla birlikte,
bu hakkını dürüstlük ilkesine aykırı kullanmakta ve sonuç olarak bir
başkasına, yani komşusuna zarar vermektedir.

Türk Medeni Kanunu’nun “İyi niyet” başlıklı 3. maddesi, iyi niyet (hüsnü niyet)
ilkesini düzenlemiştir. Bu maddeye göre, “Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç
bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine
göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında
bulunamaz”. Burada aranan iyi niyet, bir kimsenin, bir hakkın kazanılmasındaki fiili
veya hukuki bir engelin varlığını, geçerli bir mazerete dayalı olarak bilmemesi ve
bilmesinin gerekmemesi anlamına gelir. Elbette burada geçerli mazeretle anlatılmak
istenen, hakkı kazanan kişinin somut durumun özelliklerine göre kendisinden
beklenen çabayı göstermiş olması, yani herhangi bir kusurunun bulunmamasıdır.

277
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Hukukun Temel İlkeleri

İyi niyetin hangi hâllerde uygulanacağı kanunda belirtilmiş olup hâkimin


başkaca bir iyi niyet kuralı ortaya koyması mümkün değildir. İyi niyet temel
unsurları, yanlış bilgi veya bilgisizlik ve yanlış bilgi veya bilgisizliğin mazur görülebilir
olmasından teşekkül eder [2]. İyi niyetin hukuken geçerli olabilmesinde gerekli
koşullar ise, hakkı kazanmayı engelleyen bir eksikliğin varlığı, hakkın kaza-nılması
için kanun koyucunun iyi niyet araması ve kişinin iyi niyetli olması şeklinde üç
başlıkta toplanabilir [3].

•Örneğin, Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi gereğince, tapu


kaydındaki bilgilere güvenerek, bir taşınmaz mal veya diğer bir ayni
Örnek

hak (ipotek, geçit hakkı veya intifa, yani yararlanma hakkı gibi) elde
eden kimsenin bu hakkının korunacağı açık bir şekilde ifade
edilmiştir.

KAZANILMIŞ (MÜKTESEP) HAK


“Kazanılmış hak” kavramı, 1982 Anayasası’nda açık bir şekilde güvence altına
alınan prensiplerden değildir. Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti
ilkesinden ve kişi hak ve hürriyetleriyle ilgili genel anlayıştan yola çıkmak suretiyle
kazanılmış hakların korunması gerektiği düşünülmektedir. Pozitif hukukun temel
ilkeleri arasında yer alan kazanılmış hak, ortaya çıkması anında hukuka uygun olarak
tamamlanmış, böylece kişiye özgü, lehte sonuçlar doğurmuş, sonradan hukuk
kurallarındaki değişiklik veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk
düzeni tarafından korunma altında kalan hak anlamına gelmektedir. Anayasa
Mahkemesi kazanılmış hakkı kişinin bulunduğu statüden ortaya çıkan, tahakkuk
etmiş, kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş hak olarak tanımlamıştır
(AYM, 03.04.2001 gün, 1999/50 Esas, 2001/67 Karar).
Hukuk kurallarının bireylere sağladığı güvenceler çok önemlidir. Bir hukuk
Bir hakkın doğumu ve kuralı gereğince hak elde eden bireyin, söz konusu kuralda öngörülen şartlar
kazanılmasıyla ilgili çerçevesinde elde ettiği hakkın sonradan elinden alınmaması ve o hakkı
hukuk kurallarında kullanımının engellenmemesi gerekir. Bir hakkın doğumu ve kazanılmasıyla ilgili
meydana gelebilecek hukuk kurallarında meydana gelebilecek değişikliklerin geçmişe değil, geleceğe etkili
değişikliklerin geçmişe
olması uygundur. Yeni ortaya konulacak bir hukuk kuralı vasıtasıyla bireylerin
değil, geleceğieetkili
olması uygundur. geçmişte hukuka uygun yollardan elde etmiş oldukları hakların ortadan
kaldırılmaması veya zayıflatılmaması esası, kazanılmış hak ilkesinin hukukun temel
prensiplerinden sayılmasının dayanağını oluşturmaktadır.
Demokrasinin ve sosyal bir hukuk devleti olma esasının benimsendiği
toplumda, bu temel esasların sadece kâğıt üzerinde kalmaması ve istikrarlı toplum
düzeninin sağlanabilmesi adına, hukuk sisteminde kazanılmış hak kavramının kabul
edilmesine ihtiyaç duyulmuştur.

278
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Hukukun Temel İlkeleri

•Örneğin, bireyin önceki mevzuata göre hak kazandığı ve elde

Örnek
ettiği sürücü belgesi veya okul diploması ya da bir ruhsattan
kaynaklanan hakları, mevzuatın değişmesi ve yeni şartların
eklenmesi hâlinde ortadan kalkmamalıdır.

İşte kazanılmış, yani elde edilmiş hak ve bu hakkın korunması, bir hak hukuka
uygun şekilde elde edilmiş olduğu takdirde, o hakkın daha sonradan geri alınmaması
ve kullanımı süresince önceki şartlar değişse bile yeni şartlara uymaya bireyin
mecbur bırakılmaması demektir. Bununla birlikte, elde edilen hakkın belirli bir süresi
olup da o süre dolmuşsa, bu hâlde elbette yeni şartlara tabi olunacaktır. Yine,
toplumun düzeni, güvenliği ve esenliği bakımından alınması gereken tedbirler var
veya konulmuşsa, bu tedbirlerin gereklerini yapmak, kazanılmış hakka müdahale
edildiği anlamına gelmeyecektir.

•Örneğin, sürücü belgelerinin şeklinin değiştirilmesi veya araç


Örnek

plakalarının yeniden düzenlenmesi kazanılmış hakkın


engellendiği sonucunu vermeyecektir.

KUSUR SORUMLULUĞU VE CEZA SORUMLULUĞUNUN


ŞAHSİLİĞİ İLKESİ
Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinde ceza
hukuku açısından vazgeçilmez olan kusur sorumluluğu ilkesine yer verilmemiş olsa
dahi bu maddenin gerekçesinde ceza sorumluluğunun şahsiliğinden bahsedilirken
“... Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve “kusura dayanan ceza sorumluluğu”
ilkesi de dâhil terki mümkün olmayan bir kuraldır.” ifadesi kullanılmış ve böylece
kusur sorumluluğu ilkesinin ceza hukukunun önemli ilkelerinden olduğuna
Anayasa’da işaret edilmiştir.
Ceza hukuku açısından kusur sorumluluğu esas alınmalı, bunun dışında
kusursuz sorumluluk öngören ceza normlarına izin verilmemelidir. Aksi takdirde,
Kusur sorumluluğuna Anayasaya ve ceza hukukunun önemli bir prensibine aykırı davranılmış olacaktır.
ters düşen Ceza hukukunda asıl olan, sadece iradenin ve fiilin değil, kusurlu iradenin ve fiili icra
düzenlemeleri, özel eden failin cezalandırılmasıdır. Kusursuz suç ve ceza olmaz. Fiilde kusurun yokluğu,
hukuk ve idare hukuku
suç ve cezayı kaldırır.
alanlarında görebilmek
mümkündür. Kusur sorumluluğuna ters düşen düzenlemeleri, özel hukuk ve idare hukuku
alanlarında görebilmek mümkündür. Özel hukuk ve idare hukuku alanlarında önemli
olan meydana gelen tehlike ve zararın fiili işleyenin kusuruna bakılmaksızın tazmin
ettirilmesi olup bir ceza vermek değildir. Belki özel hukuk ve idare hukukundaki
sorumlulukta da tazminat sorumluluğu olanların ihmal veya tedbirsizlik ya da

279
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Hukukun Temel İlkeleri

dikkatsizlikleri olabilir, ancak temeldeki amaç zararın giderilmesi olduğundan ceza


hukukundaki gibi kusurlu iradenin varlığı aranmaz.

•Örneğin, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85/1. maddesi


uyarınca, bir motorlu aracın zarara sebebiyet vermesi hâlinde,
Örnek motorlu aracın sahibinin de doğan zarardan müştereken ve
müteselsilen sorumlu olduğu ifade edilmiştir. Böylece, motorlu
araçla kazaya aracın maliki sebebiyet vermemiş olsa dahi cezai
açıdan değil ama hukuki açıdan aracın sahibi sorumlu tutulacaktır.

Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, ceza hukukunda kabul edilen ve herkesin


kendi işlediği kusurlu fiilden sorumlu tutulması esasını getiren bir anlam
taşımaktadır. Böylece, hiç kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu sayılmaması,
cezalandırılmaması prensibi ceza hukuku tarafından kabul edilmiş olmaktadır. Bu
prensip, Anayasa’nın 38. maddesinde açıkça benimsenmiş ve hükmün gerekçesinde,
“... ceza sorumluluğunun “şahsi” olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç
sebebinden cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza
hukukuna yerleşmiş ve “kusura dayanan ceza sorumluluğu” ilkesine dâhil ve terki
mümkün olmayan temel kuraldır.” ifadelerine yer verilmiştir. Benzer şekilde Türk
Ceza Kanunu’nun 20. maddesinin ilk fıkrasında ceza sorumluluğunun şahsi olduğu
ve kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir. Bu
prensip, kolektif sorumluluğun ceza hukukundan dışlanmasının ve fiili icra edenin
kusurlu iradesinden dolayı cezai sorumluluğunun söz konusu edilebilmesinin
imkânını modern ceza hukukuna taşımıştır.
Ceza hukukunun esası olan şahsi kusur sorumluluğu, aynı geçerliliğini özel
hukuk ve idare hukuku alanlarında koruyamamaktadır, çünkü özel hukuk ve idare
hukuku alanlarında, haksız fiillerden doğacak tazminat sorumluluğu konusunda,
kimin sorumlu olduğu ve kusurun bulunup bulunmadığı, varsa derecesinin ne
Özel hukukta ve idare olduğu mutlak önem taşımaz. Bir başka ifadeyle, özel hukukta ve idare hukukunda
hukukunda şahsi kusur şahsi kusur sorumluluğuna ters düşen kural ve uygulamalara yer verilmiştir.
sorumluluğuna ters Böylece, işçisinin bir haksız fiilinden dolayı araç sahibinin veya bir kamu görevlisinin
düşen kural ve görevini ifası sırasında yaptığı hukuka aykırı bir eylem sebebiyle devletin, cezai
uygulamalara yer olmamakla birlikte tazminat sorumlulukları gündeme gelebilecektir. Sonuç olarak
verilmiştir
özel hukuk ve idare hukuku alanlarında başkalarının davranışları sebebiyle üçüncü
kişilerin sorumlu sayılmaları kabul edilmiş olmaktadır. Herkesin kendi fiilinden ve
kusurlu iradesinden sorumlu tutulması anlamına gelen şahsi kusur sorumluluğu,
tazminat sorumluluğu bakımından, meselenin maddi sonuçları itibarıyla terk
edilmiştir.

MÜLKİYET HAKKI
Mülkiyet hakkı, Anayasa m.35 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Ek
Protokolü’nün 1. maddesi ile güvence alınmıştır. Anayasa m.35’e göre, “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz”. Avrupa

280
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Hukukun Temel İlkeleri

İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Ek Protokolü’nün 1. maddesi uyarınca ise, “Her


gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme
hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara
ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir”.
En basit tanımıyla mülkiyet hakkı, gayrimenkul (taşınmaz) veya menkul
(taşınır) ya da gözle görülür, elle dokunulur olmamasına rağmen mülkiyete konu
olabilecek her şeyin maliki (sahibi) olabilmektir. Toplum içinde yaşayan bireyin mal
sahibi olması ve malını hukuki kaideler çerçevesinde kullanabilmesi ve malı üze-
Mülkiyet hakkı, rinde tasarruf edebilmesi demokratik bir hukuk devletinin kabul edebileceği ve
taşınmaz veya taşınır ya koruyabileceği en önemli haklardandır. Esas olarak mülkiyet hakkı, serbest piyasa
da gözle görülür, elle
ekonomisinin temelini oluşturduğundan, ancak daha da önemlisi birey olmanın bir
dokunulur olmamasına
rağmen mülkiyete konu gereği olarak demokratik toplumlarda korunması ve anayasal güvence altına
olabilecek her şeyin alınması gereken temel bir haktır. Birey, mal edinme hakkının olduğuna ve edindiği
maliki olabilmektir. mallarla ilgili mülkiyet hakkının güvence altında bulunduğuna inandığı takdirde,
toplum düzeninin korunması ve ekonominin esenliği açısından son derece olumlu
sonuçlara ulaşılır. İşte bu amaçla, mülkiyet hakkı anayasal güvenceye
kavuşturulmuş, alt normların ve uygulamaların anayasal güvence altındaki mülkiyet
hakkını zedelememesi, aksine koruması sağlanmak istenmiştir.
Anayasa’nın 35. maddesinin gerekçesinde, “Madde bundan sonra mülkiyet ve
miras haklarının kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini işaret etmiş, daha
sonra mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını
hükme bağlamıştır.” ifadelerine yer vermiştir. Böylece, mülkiyet hakkının
kullanımının sınırsız olmadığını, bir temel hak olarak özüne dokunulmaksızın,
Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun bir şekilde, demokratik toplum düzeninin ve
laik cumhuriyetin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı düşmeden, somut durumun
gerekli kılması hâlinde mülkiyet hakkının sınırlanabileceğini belirtmek isteriz. Elbette
bu sınırlama keyfi ve gerekçesiz olamaz. Hatta gerekçenin de somut durumda haklı,
kabul edilebilir ve kamu yararı için gerekli olan zorunlu bir sebebe dayanması,
sınırlamanın da kanunla yapılması gerekmektedir.

SUÇTA VE CEZADA KANUNİLİK İLKESİ


Ceza hukukunun vazgeçilmez ilkelerinden olan suçta ve cezada kanunilik
prensibi, Anayasa’nın 38. maddesinin ilk üç fıkrasında ve Türk Ceza Kanunu’nun 2.
maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, bir fiilin suç sayılabilmesi ve bu nedenle suç
işleyene ceza verilebilmesi için mutlaka kanun koyucu tarafından o fiilin kanunla suç
olarak düzenlenmiş ve karşılığında cezasının ne olduğunun da yine kanunla
belirlenmiş olması mecburiyetine suçta ve cezada kanunilik ilkesi denir. Bu ilke, ceza
hukukunun temelini oluşturur. Bazı fillerin suç sayılması ve karşılığında failleri
hakkında ceza öngörülmesi, bir an için hak ve hürriyetleri sınırlamak gibi
düşünülebilir, ancak suçta ve cezada kanunilik ilkesi sınırlamalar getirmekle birlikte,
bu sınırlamaları önceden bildirerek, bir taraftan otoritenin keyfi davranışlarının
önüne geçmekte, yani suç sayılmayan ve cezası gösterilmeyen bir fiilden ceza
verilmesini engellemekte ve diğer taraftan da hangi fiillerin emir ve yasaklar

281
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Hukukun Temel İlkeleri

kapsamında olduğunu bireylere önceden duyurmakta ve gösterilen bu sınırlamalar


çerçevesinde diledikleri gibi davranabilme imkânını bireylere sağlamaktadır. Bu
ilkenin kabul edilmemesi, kişiye ve duruma göre gücü elinde bulunduran otoritenin
keyfi davranışlarda bulunmasına izin vermek anlamına gelecektir. Hangi fiillerin suç
ve ceza kapsamına girdiği gösterilmediğinde, birey tedirgin olacak ve otorite de bu
tedirginlikten yararlanmanın yanında, dilediği zaman kişiyi önce sanık ve daha sonra
suçlu konumuna sokabilecektir. Kanaatimizce bu ilke, kişi hak ve hürriyetlerinin en
önemli ve vazgeçilemez güvencesidir. Bu ilke, otoritenin keyfi davranışlarını
önleyebilecek en güçlü vasıtadır.
Kanunilik ilkesi sebebiyle ceza hukukunda kıyas yapmak da mümkün değildir
Kanunilik ilkesi (TCK m.2/3). Bu nedenle, kanunda açıkça suç sayılmadığı hâlde, suç olarak
sebebiyle ceza düzenlenmiş benzer bir fiilden hareketle, suç olarak tanımlanmayan bir fiili suç
hukukunda kıyas
saymanın imkânı yoktur.
yapmak da mümkün
değildir.

•Dolandırıcılık suçunu düzenleyen TCK m.157'den hareketle, bir


sözleşmeye dayalı olarak alım-satım yapan, fakat neticede teslim
Örnek

etmeyi taahhüt ettiği malı teslim edemeyen, etmeyen, ödemeyi


yerine getiremeyen veya getirmeyen, ancak bu konuda herhangi bir
aldatıcı hile ve desise yapmayan kişiyi dolandırıcılık suçunu işlediği
iddiasıyla ceza hukuku açısından sorumlu tutmak mümkün değildir.

MASUMİYET KARİNESİ
Bu karine, günümüz ceza yargılaması hukukunun temel taşlarındandır.
Suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit oluncaya kadar sanığın, hazırlık
tahkikatı aşaması dâhil masum kabul edilmesi ve sanığa bu karine çerçevesinde
muamele yapılması vazgeçilemez bir ceza yargılaması hukuku prensibidir.
Masumiyet karinesinden yararlanmasına rağmen sanığı suçlu gibi gösteren, özellikle
hazırlık tahkikatı aşamasında kamuoyuna sanığı suçlu gibi sunan adli kolluk
faaliyetleri ile yine sanığı toplum önünde suçlu gösteren yayım ve yayın
faaliyetlerinin önüne geçilmesi ve ayrıca hazırlık tahkikatının gizliliğinin bozulma-
sının da önlenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, “Suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” hükmünü kabul ederek, suçsuzluk
karinesini anayasal güvence altına almıştır. Ayrıca Türkiye’nin bağlayıcı olarak taraf
olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddesinde, “Suç teşkil eden bir
fiil ile suçlanan herkes, hukuka göre suçlu olduğu ispatlanıncaya kadar suçsuz
sayılır.” esasına açıkça yer vermiş ve böylelikle masumiyet karinesinin sanığın
vazgeçilmez haklarından olduğuna işaret edilmiştir. Bu hüküm sebebiyle,
sözleşmeye taraf olan devletler bu hükmün gerektirdiği şekilde yasal düzenlemeler
yapma, ceza yargılamalarını gerçekleştirme ve bu hükmün aksine olan düzenleme
ve uygulamaları ortadan kaldırma yükümlülüğünü üzerlerine almışlardır.

282
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Hukukun Temel İlkeleri

DÜRÜST (ADİL) YARGILANMA HAKKI


Dürüst (adil) yargılanma hakkına, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında yer verilmiştir: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir”. Dürüst yargılanma hakkı uyarınca, yargılamalar hukuk
kurallarına uygun şekilde yapılmalı ve aynı zamanda yargılama kuralları evrensel
Yargılama aşamasında hukuk prensiplerine uygun şekilde oluşturulmalıdır. Böylece dürüst yargılanma hakki
da hâkimler, sanık yargılama kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın yapılış şeklini içeren geniş bir
hakkında ön yargılı alanı kapsar. Dürüst yargılanma hakkı, kanun koyucunun düzenlediği yasalardan
olmamak zorundadırlar.
başlamak suretiyle hazırlık tahkikatı dâhil yargılamanın tüm aşamalarında ve sonuna
kadar devam eder. Yargılama aşamasında da hâkimler, sanık hakkında ön yargılı
olmamak zorundadırlar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre, “1- Herkes, kişisel
hak ve yükümlülükleri ile hakkındaki bir suçlamanın karar bağlanmasında, hukuken
kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı makamı önünde, makul bir sürede, adil ve
aleni (herkese açık) olarak yargılanma hakkına sahiptir. Karar aleni olarak açıklanır.
Bununla birlikte, duruşmayı izleyenler ve basın (kitle iletişim vasıtası) mensupları,
demokratik bir toplumdaki genel ahlak, kamu düzeni veya milli güvenlik nedeniyle
gençlerin çıkarlarını veya tarafların özel hayatlarını korumanın gerekliliği veya
mahkemeye göre aleniliğin adalete zarar verebileceği özel şartların kesinlikle
gerektirmesi hâlinde, duruşmanın tamamından ve-ya bir bölümünden çıkarılabilir.
2- Suç teşkil eden bir fiil ile suçlanan herkes, hukuka göre suçlu olduğu
ispatlanıncaya kadar masum sayılır. 3- Suç teşkil eden bir fiil ile suçlanan herkes
asgari sayılan şu haklara sahiptir: a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve
konusu hakkında anlayabileceği bir dilde derhâl bilgilendirilmek, b) savunmasını
hazırlamak için yeterli zamana ve kolaylıklara sahip olmak, c) kendisini bizzat veya
seçeceği bir avukat vasıtasıyla savunma, eğer avukata ödeme yapabilmek için yeterli
imkânı yoksa ve adaletin selameti için gerekli ise, bir avukatın yardımından ücretsiz
yararlanmak, d) iddia tanıklarını sorguya çekme ve sorguya çektirme, savunma
tanıklarının ve iddia tanıklarının aynı şartlarda duruşmada hazır bulunmalarını ve
sorguya çekilmelerinin sağlanmasını istemek, e) mahkemede kullanılan dili
anlamamakta veya konuşamamakta ise, bir tercümanın yardımından ücretsiz
yararlanmak.” haklarına Sözleşmenin 6/1. maddesi hükmü anlamında her birey ve
Sözleşmenin 6/2-3. madde hükümleri anlamında da her sanık sahiptir.
Yukarıdaki açıklamalarımız ışığında dürüst yargılanma hakkını, sanık hakkında
suç isnadı yapıldığı ilk andan dava açılıp yargılamanın sürdürüldüğü son ana kadar,
sanığa her konuda yeterli savunma imkânları sağlanarak, sanığın savunma hakkını
kısıtlamaya yönelik hiçbir engel konulmayarak ve sanığa evrensel hukuk ilkelerinin
kabul ettiği ilke ve esaslara aykırı muameleler yapılmayarak gerçekleştirilen
yargılama dâhil tüm tahkikatlarda uyulması gereken prensip olarak tanımlayabiliriz.
Belirtmek isteriz ki Anayasa’nın 36/1. maddesinde yerini bulan ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1. maddesinde ortaya konulan dürüst yargılanma
hakkı, sadece ceza yargılamalarını değil, tüm yargılamaları kapsayan ve uyulması

283
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Hukukun Temel İlkeleri

gereken bir prensiptir. Ancak ceza yargılaması hukukunda kişi hak ve hürriyetlerine
yönelik sınırlamalar ön plana çıktığından, dürüst yargılanma hakkı ilkesinin en fazla
tartışıldığı yer ceza yargılaması hukuku alanı olmaktadır.

BORÇLARIN NİSBİLİĞİ İLKESİ


Sözleşmenin nispiliği ilkesi, hukuki sözleşmelerin, sadece taraflar arasında hak
ve borç doğurması anlamına gelmektedir. Bu ilke kapsamına, hukuk alanında
imzalanan tüm sözleşmeler girer.
Örnek

•Örneğin, kira sözleşmelerinden kaynaklanan hak ve borçların ifasını


(yerine getirilmesini), taraflar sadece birbirinden isteyebilir.

Bunun dışında alacaklı, sözleşmede imzası olduğu hâlde borcunu yerine


getirmeyen, örneğin, teslim etmeyi taahhüt ettiği malı teslim etmeyen veya
kiraladığı evi kullanıma hazır etmeyen borçlunun, bir sözleşmede imzası
bulunmayan bir yakınından veya arkadaşından, borcun ifa edilmesini talep edemez.
Çünkü sözleşmeler, herkesi bağlayıcı mutlak sonuç doğurmayıp, sadece sözleşmenin
Sözleşmeler, herkesi taraflarını bağlayan, nispi sonuç ortaya koyarlar.
bağlayıcı mutlak sonuç
doğurmayıp, sadece Üçüncü kişiler (sözleşmenin tarafı olmayanlar), bir sözleşmeden kaynaklanan
sözleşmenin taraflarını borç ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde kefil olmadıkları, yani sözleşmedeki
bağlayan, nispi sonuç borcun taahhüt eden tarafından yerine getirilmesi/getirilebilmesi hâlinde, o borç ve
ortaya koyarlar yükümlülüklerin kendileri tarafından yerine getirileceğini kabul etmedikleri
müddetçe sorumlu olmayacaktır.
Kefalet akdi (sözleşmesi) denilen bu sözleşmeler, “teminat” anlamını taşırlar.
Üçüncü bir kişinin, bir borcun yerine getirilmesinde borçlunun kefili olabilmesinde,
elbette yine bir sözleşmeye ihtiyaç vardır. Kefalet sözleşmeleri de diğer
sözleşmelerde olduğu gibi nispi sonuç doğururlar. Kefil, kefaleti devam ettiği sürece,
kefil olduğu miktarla bağlıdır.
Bireysel Etkinlik

• Arkadaşlarınızla bu ünitede yer verilen hukukun temel


ilkelerinin demokratik toplum bakımından önemini tartışınız.

284
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

You might also like