Professional Documents
Culture Documents
17. HAFTA
EK DERS
TÜRKİYE’DE TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN
GENEL REJİMİ
1982 Anayasası'nın II. Kısmı "Temel Hak ve Ödevler" başlığını taşımaktadır. II.
Kısımda dört bölüm bulunmaktadır.
Birinci Bölüm, "Genel Hükümler" başlığı altında tüm temel haklara ilişkin "genel
rejimi" belirlemektedir.
Diğer üç bölümde "maddi haklar" düzenlenmektedir.
Genel hükümler içinde yer alan, 12 ila 16 maddeler, bir temel hakka dayalı olarak
uygulanan "usuli hükümler"dir.
Bu kapsamda, Anayasa'nın 12. maddesinde "hakların niteliği", 13. maddesinde
"hakların sınırlandırılması", 14. maddede "hakların kötüye kullanılması", 15. maddede
"olağanüstü hallerde hakların sınırlandırılması" ve 16. maddede "yabancıların
haklarının sınırlandırılması" düzenlenmektedir. Bu hükümler, Türkiye'de 1982
Anayasası ile belirlenmiş "temel hak ve hürriyetle re ilişkin güvence rejimini"
oluşturmaktadır.
1982 Anayasası'nın kabul ettiği temel haklar rejimi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ile büyük benzerlik içermektedir. Her iki belgede hakların niteliği
tabi hak ve pozitif hak anlayışını kapsayan bir yaklaşımla düzenlenmiştir.
Temel hakları sınırlama rejimi bakımından, Anayasa'nın 13. maddesinde
belirlenen ölçütler, Sözleşme'nin 8-11. maddeleriyle uyumludur. Anayasa'nın 14.
maddesi ile Sözleşme'nin 17. maddesinde temel hakların kötüye kullanılması
yasağı benzer şekilde düzenlenmiştir.
Yine Anayasa'nın 15. maddesi ile Sözleşme'nin 15. maddesi "Olağanüstü hallerde
temel hakların sınırlanması" rejimini belirlerken; her iki belgede yabancıların
temel hakları 16. maddelerde paralel düzenlenmiş tir. Dolayısıyla Türkiye'de
benimsenen insan haklarının genel rejimi AİHS ile uyumludur.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği
1982 Anayasası'nda “Genel Hükümler" içinde ilk olarak 12. maddede "Temel hak
ve hürriyetlerin niteliği” düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasına göre, “Herkes,
kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere
sahiptir".
Anayasa'da doğal hak anlayışının benimsenmiş olması, insan haklarının
devletin tanımasına bağlı olmadığı ve devletin bu hakları ortadan
kaldırmayacağının kabulü anlamına gelmektedir.
Hakların niteliğinin düzenlendiği 12. maddede "hak ve ödev ilişkisi"
düzenlenmiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin 2. fıkrasında, "Temel hak ve
hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve
sorumluluklarını da ihtiva eder." denilmektedir.
Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması
Günümüz insan hakları belgelerinde ve anayasalarda, temel hak ve hürriyetlerin
sınırsız kullanılamayacağı kabul edilmektedir. İnsan haklarının
sınırlandırılabileceği anlayışı 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'ne
kadar dayanır.
Bildirge'ye göre, "Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmeyi
kapsar. Böylece her kişinin doğal haklarının kullanımı, toplumun diğer üyelerinin
aynı haklardan yararlanmalarını sağlayan sınırlar dışın da hiçbir sınırlamaya
sahip değildir. Bu sınırlar ise ancak yasayla belirlenir (m.4). Yasa haklı olarak
ancak toplum için zararlı eylemleri yasaklayabilir. Yasanın yasaklamadığı bir şey
engellenemez ve hiç kimse yasanın gerektirmediği bir şeyi yapmaya zorlanamaz
(m.5).
Bildirge'de de ifade edildiği gibi insan hakları hukukunda "hürriyet esas,
sınırlama istisnadır". Bu nedenle “özgürlükle- sınırlama”, “kural-istisna"
ilişkisi tersine çevrilmemelidir.
İnsan haklarına ilişkin sınırlamaların iki kaynağı olduğu kabul edilir. Birin
cisi hakların “doğal/nesnel sınırları”; ikincisi ise “hukuki sınırlar"dır.
Doğal sınırlar, "başkalarının hak ve hürriyetlerine saygı" ilkesinden
kaynaklanmaktadır. Hukuki sınırlar, bu doğal sınırın belirgin hale
getirilmesi amacıyla yapılmaktadır.
Hukuki sınırlar, “yasal sınırlar” ve “anayasal sınırlar" şeklinde iki
farklı düzeyde gerçekleşmektedir¹.
Yasal sınırlamaların anayasal sınırlara uygunluğu, hakların normlar
hiyerarşisi içinde güvence altına alınmasını sağlayan yasama tekniğidir. Bu
durumda yasal sınırlamalar, anayasal sınırlara, anayasal sınırlar da
hakkın doğasına yani insan doğasına uygun olmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile 1982 Anayasası'nın sınırlama ve güvence
ölçütleri arasında büyük paralellik bulunmaktadır.
Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nin 8-11. ve 4. Protokol'ün 2. maddelerinde,
birbirine benzer olarak temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınırlamaların; "yasayla",
ilgili maddede belirtilen "meşru amaçlara" dayanarak ve "demokratik toplumun
gereklerine" uygun yapılabileceği belirtilmektedir.
1982 Anayasası'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13.
maddesinde "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz"
denilmektedir.
Böylece her iki belgede de, teme! hakların "kanunla sınırlanması", sınırlamanın
“meşru bir amaca” dayanması ve "demokratik toplum düzeninin gereklerine”
uygun olması aranmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde açıkça yer almayan; öz, ölçülülük,
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygunluk ilkelerinin Anayasa'nın 13.
maddesinde yer alması sınırlama rejiminde bir farklılık doğurmamaktadır.
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygunluk ilkesi, aslında “lafzi ve sistematik
yorum" ilkesinin bir tekrarıdır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de
kararlarında Sözleşme'nin sözüne ve ruhuna uygun yorum yapmaktadır.
Öz ilkesi, aslında ölçülülük ilkesi kapsamın da orantılılığın aşılması halinin bir
ifadesidir.
Sözleşme kapsamında da gereklilik ilkesi başlığı altında orantılılık testi
yapılmaktadır. Ölçülülük ilkesi hukukun genel ilkesidir. Bu nedenle insan
hakları alanında değil, tüm hukuk alanlarında kullanılan genel bir ilkedir.
Ölçülülük ilkesinin, insan haklarındaki görünümü, “demokratik toplum
düzeninin gerekleri" olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, kararlarında 13. maddede belirlenen ölçütlerden, yasallık ve
meşru amaç ilkelerini bağımsız bir ölçü norm olarak kullanırken; demokratik
toplu düzeninin gerekleri, ölçülülük ve öz ilkeleri yönüyle ayrı aynı inceleme
yapmamaktadır. Bu ilkelerden birine aykırılığın diğerlerine de aykırılık
oluşturabileceğini kabul etmektedir.
BM Medeni ve Siyasal Hakları Sözleşmesi kapsamında İnsan Hakları Komitesi,
Sözleşme'de yer alan haklara ilişkin sınırlama rejimini yorumlarken,
sınırlamaların üç koşul yönünden ele alınması gerektiğini ifade etmektedir.
Bunların başında "kanunilik ilkesi" (provided by law) gelmektedir. İkinci olarak
sınırlamaların “meşru amaçları" bulunmalı ve son olarak sınırlamalar “ölçülü"
olmalıdır
İnsan hakları hukukunda sınırlama rejimine ilişkin kabul edilmiş üç temel
ilkenin:
Kanunilik,
Sebebe bağlılık,
Ölçülülük
Olduğu ifade edilebilir.
Kanunilik İlkesi (Prescribed by law/ in
accordance with law)
Anayasası'nın 13. maddesinde ancak kanun , "Temel hak ve hürriyetler, ancak
kanunla sınırlanabilir" denilmektedir.
"Kanunla sınırlama ölçütü", hukuk devleti ilkesinin bir unsuru olan "hukuki
belirlilik" alt ilkesinin insan hakları alanında ki özel görünümüdür.
Hukuk devletinde hukuki belirlilik ilkesi, temel hak ve hürriyetlere ilişkin hem
"sınırlamaların" hem de "düzenlemelerin" kanunla yapılmasını gerektirir. Kanunla
sınırlama ölçütü, bir kanun hükmü olmaksızın yürütme ve idarenin bir hak ve
hürriyeti sınırlayamayacağı anlamına gelmektedir.
Kanunla düzenleme ise temel hak ve hürriyetlere ilişkin düzenlemelerin "ilk
elden kanunla yapılması"dır.
1982 Anayasası'nda kanunla sınırlama ile düzenleme arasında farklı bir hukuki
rejim belirlenmiştir.
Yasama organı kanunla ilk elden düzenleme yaparken sınırlama yapma
konusunda "takdir yetkisine" sahiptir.
Takdir yetkisi kullanılırken Anayasa'da ön görülen güvencelere uygun
davranılması, çerçevenin yeterli açıklık belirlenmesi ve keyfi
müdahalelere karşı yeterli korumanın sağlanması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin rolü, söz konusu takdir yetkisinin Anayasa ile
uyumlu kullanılıp kullanılmadığını denetlemektir.
İnsan hakları hukukunda hak ihlalleri incelenirken, öncelikle müdahalenin
kanuniliği değerlendirilmektedir.
Müdahalenin kanuni dayanağı varsa, daha sonra meşru bir amacı bulunup
bulunmadığı, son olarak ölçülü olup olmadığı araştırılmaktadır.
Temel hak ve hürriyetlere ilişkin düzenlemeler, kanunilik ilkesi
bakımın değerlendirilirken, öncelikle "kanunun niteliği ve kalitesi"
üzerinde durulmaktadır.
Kanunun niteliği değerlendirilirken "şekli kanun- maddi kanun"
ayrımı önem taşımaktadır.
Kanunilik incelemesi yaparken ikinci önemli konu, «sınırlama"
(restriction) ile "düzenleme" (regulation) arasındaki farktır.
Şekli Kanun- Maddi Kanun Anlayışı
Kanun anlayışı bakımından Türk iç hukuku ile uluslararası insan hakları hukuku
bakımından temel farklılıklar bulunmaktadır. Uluslararası insan hakları hukukunda,
özgürlükleri sınırlayan şekli anlamda bir "kanunun" (statute, code) ötesinde, maddi
anlamda “hukuk kuralının" (law) olması yeterli görülmektedir.
1982 Anayasası'nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin “ancak kanunla
sınırlanacağı" ifade edilirken, şekli anlamda kanun kastedilmektedir. Şekli kanun
anlayışında, işlemi yapan organ ve yapılış şekli esas alınmaktadır.
Anayasa Mahkemesine göre “Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento kararı dışında kalan ve
Anayasa'nın yetki verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa'da
öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemler» dir.
Şekli kanun anlayışına uygun olarak Mahkeme, TBMM'nin kanun yapma
usulüne uygun olarak yaptığı işlemi kanun saymaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde, temel hak ve hürriyetlere ilişkin
sınırlamaların (restrictions) ya da müdahalelerin (interference), "hukuken
öngörülmüş" (prescribed by law) veya "hukuka uygun olarak" (in accordance
with the law) yapılması gerektiği belirtilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sunday Times - Birleşik Krallk kararında,
“hukuk” (law) ifadesinden ne anlama geldiğini şöyle açıklamıştır:
«Mahkeme, hukukun öngördüğü' ifadesindeki hukuk (law) sözcüğü nün
sadece yasa'yı (statute) değil, ama yazılı olmayan hukuku da kapsadığını
dikkate almıştır. Bu nedenle mahkemeye saygısızlıkla ilgili hukukun bir
mevzuat (legislation) olmayıp, 'common law'un bir ürünü olmasının,
Mahkeme bakımından bir önemi yoktur. 'Common Law' tarafından konan
bir yasağın mevzuat biçiminde ifade edilmediği gerekçesiyle 'hukukun
öngörmediği' bir yasak olarak kabul etmek, Sözleşme'yi hazırlayanların
amaçlarına açıkça aykırı olur: Çünkü aksi takdirde 'common law'a sahip
Sözleşme'ye taraf bir Devlet, 10. maddenin 2. fıkrasının korunmasından
yoksun kalacak ve Devletin hukuk sistemi temellerinden sarsılacaktır».
AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin hukuk sistemlerinin birbirinden farklı
olduğunu göz önünde bulundurarak, maddi kanun anlayışını
benimsemiştir.
AİHM, özgürlükleri sınırlayan şekli anlamda bir kanunu zorunlu
görmemekle birlikte, sınırlama getiren "yasanın kalitesine" (the quality
of law) önem vermektedir.
Özgürlüğe müdahaleyi öngören kuralın “yeterince ulaşılabilir,
öngörülebilir ve açık olması" gerekmekt.edir
AİHM’in görüşüne göre, 'hukuken öngörülmüş' ifadesinden şu iki koşul ortaya
çıkmaktadır.
Birincisi; uygulanacak olan hukuk, yeterince ulaşılabilir (adequately accessible) olmalıdır; eş
deyişle, vatandaşlar belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı
hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmelidirler.
İkincisi; vatandaşların davranışlarını düzenlemelerine olanak vermek için yeterli açıklıkta
(precise) düzenlenmemiş bir norm, "hukuk" kuralı olarak kabul edilemez. Vatandaşlar belirli
bir eylemin gerektirdiği sonuçları, durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa
uygun bir danışmayla önceden görebilmelidir. Bu sonuçların mutlak bir belirginlikle
önceden görülebilir (foreseeable) olması gerekmez; çünkü tecrübeler bunun mümkün
olmadığını göstermektedir. Belirgin olması daha çok arzu edilir, ancak bu aşırı derecede bir
katılığı beraberinde getirebilir; oysa yasa, değişen koşullara ayak uydurabilmelidir. Bu
nedenle birçok yasa az ya da çok, kaçınılmaz olarak muğlak terimlerle ifade edilebilir;
bunların yorumu ve uygulanması, hukuk tatbikatının sorunudur» (AİHM, Sunday Times/
Birleşik Krallık).
Anayasa Mahkemesi, özgürlükleri sınırlandıran "şekli kanunun" varlığını «ön şart»
olarak gerekli görürken, şekli kanunda AİHM gibi "kanunun kalite " yönelik "maddi
özellikler” aramaktadır.
"Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını
sağladığının kabulü için de müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması
zorunludur. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin
kanunların şeklen var olması yeterli değildir.
Yasallık ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada
kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Yasayla sınırlama ölçütü, sınırlamanın
erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte, böylece
uygulayıcının keyfi davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de
yardımcı olmakta ve bu yönüyle hukuk güvenliği güvencesi sağlamaktadır». (AYM,
Kemal Karanfil Başvurusu, B. No. 2017/24776).
Anayasa Mahkemesi, Anayasa'yı şekli anlamda bir kanun kabul ettiği gibi
Anayasa'da "açık ve uygulama kabiliyeti bulunan” hükümleri de temel hak ve
hürriyetlere ilişkin sınırlamalar bakımından maddi anlamda yeterli
görmektedir.
"Anayasa hükümleri, açık ve uygulanma kabiliyeti varsa doğrudan uygulanabilir.
Nitekim bu nitelikleri taşıyan Anayasa'nın bazı hükümleri, doğrudan
uygulanmıştır. Örneğin, Anayasa'nın; 'Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan
yükümlülüğünü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonamaz.'
(Anayasa, m. 38/8), 'Ölüm cezası verilemez.' (Anayasa, m. 38/10), 'İspat hakkı'
(Anayasa, m. 39), 'Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin Anayasa'nın 102'inci maddesi
ve Cumhur başkanının görev ve yetkilerine ilişkin 104'üncü maddeleri doğrudan
uygulanmışlardır. Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay; Anayasa
hükmünün yeterince somut ve açık olması halinde doğrudan
uygulanabileceğine dair muhtelif kararlar vermişlerdir». (AYM, E. 2008/1).
Kanunla sınırlama ölçütü, sınırlamaların ilk elden "şekli anlamda
kanunla» yapılmasını zorunlu kılarken kanunun; erişilebilir,
öngörülebilir ve açıklık gibi "maddi özellikleri" taşımasını
gerektirmektedir.
Yasamanın genelliği ve asliliği ilkeleri gereğince düzenleme ve
sınırlamaların ilk elden kanunla yapılması zorunluyken, "ikincil nitelikteki
düzenlemelerin” idarenin düzenleyici işlemleri ile yapılmasına engel
bulunmamaktadır.
Ancak, 1982 Anayasası temel haklara ilişkin sınırlama ve düzenleme
yetkisi arasında ayrım yaptığı gibi Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile
sınırlama ve düzenleme yapabilme olanağı da getirmektedir. Bu yetki,
genel bir yetki olmayıp belli istisnalar kapsamında tanınmaktadır.
Sınırlama- Düzenleme Ayrımı
1982 Anayasası'nda temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ile
düzenlemesi birbirinden ayrılmıştır.
AY m. 13 hükmünde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
«sınırlanabileceği» ifade edilirken; 104/17 hükmünde CBK ile «sosyal ve
ekonomik hakların düzenlenmesi» olanağı getirilmiştir.
AYM de sınırlama ile düzenleme yetkisinin farklı olduğunu kabul
etmektedir.
Mahkeme kararlarında, «kanunla sınırlama» ile «kanunla düzenleme»
yapmanın «nitelik olarak» farklı olduğuna işaret edilmektedir.
AYM’ye göre
«Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin hangi
nedenlerle ve nasıl sınırlandırılabileceği düzenlenmiştir. Ancak bu
kuralın uygulanabilmesi için öncelikle bir temel hak ve özgürlüğün
sınırlandırılmış olması gerekir» (AYM, E. 1997/62).
Mahkemenin kararda belirttiği gibi temel haklardan "yararlanma
olanaklarına yer verilmesi” düzenleme, temel hakların
"yararlanma olanaklarının daraltılması" sınırlamadır.
AY m. 13 hükmüne göre «sınırlama» kanun ile yapılmak zorundadır.
Düzenleme ve sınırlamanın kanun ile yapılması kuralının iki temel
istisnası bulunmaktadır. Bunlar:
Olağanüstü hal kararnamesi (çekirdek haklara dokunulmamak kaydıyla
bütün temel hak ve hürriyetler yönünden) (AY m. 119).
Olağan dönem kararnamesi (siyasi ve ekonomik hak ve ödevler
bakımından). (AY m. 104/17).
Kanunla temel hak ve hürriyetlere ilişkin ilk elden düzenleme yapıldıktan
sonra, "ikincil nitelikteki düzenlemeler" düzenleyici işlemlerle
(kararname, yönetmelik) yapılabilir. Anayasa Mahkemesi yerleşik
içtihadına göre:
«Anayasa'ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu,
kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine
bırakılabilir. Buna karşın temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasının ancak kanunla yapılacağına ilişkin Anayasa'nın
13. maddesi, bir kanun hükmü olmaksızın yürütme ve idarenin bir
hak ve hürriyeti ilk elden düzenleyici işlemle sınırlamasına izin
vermez».
Kanunla ilk elden düzenleme şartının yerine gelmesi için hangi hususlara yer
verileceği, hangi hususların düzenleyici işlemlere bırakılacağı konusunda
açık bir formül bulunmamaktadır.
AYM’ye göre:
"Yasama organı herhangi bir sahayı Anayasaya uygun olması şartıyla
düzenleyebilir. Bu düzenlemede bütün ihtimalleri göz önünde bulun durarak
teferruata ait hükümleri de tespit etmek yetkisini haiz ise de, zamanın
gereklerine göre sık sık tedbirler alınmasına veya alınan tedbirlerin
kaldırılmasına ve yerine göre tekrar konulmasına lüzum görülen hallerde,
yasama organının yapısı bakımından ağır işlemesi ve günlük olayları
izleyerek zamanında tedbirler alınmasının güçlüğü karşısında esaslı
hükümleri tespit ettikten sonra ihtisasa ve idare tekniğine taalluk eden
hususların düzenlenmesi için Hükümeti görevlendirmesi de yasama
yetkisini kullanmaktan başka bir şey değildir’ (AYM, E. 1963/4).
Anayasa Mahkemesi kararlarında da görüldüğü gibi temel hakları
düzenleyen kanunun en azından konunun temel esasları belirlemesi ve
çerçeveyi çizmesi beklenmektedir. Ancak kanunla çerçeve çizildikten
sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususların düzenleyici
işlemlere bırakılması kanunilik ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Temel haklara ilişkin teknik ve ayrıntılı konular "düzenlenirken” dahi
yasanın öngörmediği sınırlamalar yapılamaz.
Anayasa'nın 119/6. maddesinde öngörülen Cumhurbaşkanlığı olağanüstü hal
kararnameleri, temel hak ve hürriyetlere dair hem sınırlamalar hem de
düzenlemeler bakımından kanunilik ilkesine istisna oluşturmaktadır.
Bu düzenlemeye göre “Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü
halin gerekli kıldığı konularda, 104'üncü maddenin on yedinci fıkrasının
ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tâbi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkara bilir”.
Bu hükmün atıf yaptığı 104. maddenin 17. fıkrasında, sosyal ve ekonomik
haklar dışındaki hakların CBK ile "düzenlenemeyeceği" ifade edilmektedir.
OHAL CBK'ları için bu sınırlamanın da kalktığı ifade edilerek,
Anayasa'nın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamı
için OHAL CBK'ları "çıkarılabileceği" kabul edilmektedir.
Sınırlamalar yönünden OHAL CBK'sı çıkarma yetkisinin kaynağı
Anayasa'nın 15. maddesidir. Bu maddenin 1. fıkrasında, "Savaş,
seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan
yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde
temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen
durdurulabilir veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir” denilmektedir.
Bu hüküm gereğince, Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen “kanun ile
sınırlama ölçütü” olağanüstü hallerde askıya alınmaktadır. Bu
nedenle, OHAL CBK'ları ile olağanüstü hallerde, Anayasa'nın 15.
maddesin öngörülen ölçülere uyularak tüm temel hak ve hürriyetlerin
tamamının sınırlanabileceği kabul edilmektedir.
OHAL Kanunu ile düzenlenen konularda da OHAL CBK'sı çıkarılabilir.
Ayrıca, OHAL CBK'ları “kanun hükmünde" olduğundan kanunla
düzenleneceği ifade edilen konularda da CBK ile düzenleme yapılabilir.
Bu nedenle OHAL CBK'ları bakımından "münhasır/ özgülenmiş bir kanun
alanı" bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda, OHAL CBK’leri ile
temel hak ve hürriyetler bakımından hem düzenleme hem de
sınırlama yapılabilir.
Sebebe Bağlılık İlkesi
Sebebe bağlılık ilkesi, temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınırlamaların, hak kın
niteliğine uygun düşen meşru bir amaçla yapılması anlamına gelmektedir.
Anayasa'nın 13. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler, nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak …sınırlanabilir» denilmektedir.
İnsan hakları belgelerinde, sınırlama sebepleri belirlenirken:
Hakkın doğasından kaynaklı sebepler,
Kamu yararı düşüncesinden kaynaklı sınırlar,
Pozitif hukukun öngördüğü genel ve özel sınırlara sebepleri,
Ayrımı yapılmaktadır.
Sınırlama sebebi, sınırlamanın meşru amacını göstermektedir. Gösterilen meşru
sınırla sebebi dışında, gizli bir amaç güdülerek yapılan sınırlamalarda "amaç
saptırma yasağı” gündeme gelmektedir.
Hakkın Doğasından Kaynaklanan Sebepler
Her hak, doğası gereği sınırlıdır. Bu genel sınırlar hakkın doğasında var olan
ödev anlayışından kaynaklanır. Hakkın doğasında var olan sınırlara, insan
hakları literatüründe "nesnel/içkin/örtülü sınırlar" denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında temel
haklara ilişkin ilgili maddede belirtilen “açık sınırlama sebepleri” dışında, hakkın
doğasından ya da niteliğinden kaynaklanan “örtülü sınırlar” bulunduğunu kabul
etmektedir. Hakkın doğasından kaynaklı sınırlara dair genel amaç "başkalarının
hak ve özgürlüklerine saygı"dır.
Nitekim Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin niteliği” kenar başlıklı 12.
maddesinde, “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere
karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder" denilmektedir.
Kamu Yararı İlkesinden Kaynaklı Sebepler
İnsan haklarının sınırlanmasında, “kamu yararı” hukuk devleti ilkesinden
kaynaklanan "genel sebep'tir.
Hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama ve yürütme işlemlerinin "kamu
yararına” dayanması genel kuraldır.
Anayasa'da belli bir temel hak ve hürriyet için sınırlama sebepleri
belirlenmemiş olsa da kanunların kamu yararına dayalı olarak yapılma
genel ilkesi gereğince, kamu yararı düşüncesinden hareketle, hakkın
niteliğine uygun bir sebeple sınırlama yapılması gerekir.
«Anayasa'nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devletinde
kanunların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Kanunların
kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil
kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet,
hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir». (AYM, E. 2018/73).
Kararda ifade edilen, kanunların yapılmasında gözetilmesi gereken "kamu
yararı ölçütleri" Anayasa'nın ilgili maddelerinde temel hakların niteliğine
uygun sebepler olarak somutlaştırılmak istenmiştir.
Ancak, ilgili maddede sınırlama sebebine yer verilmemiş de olsa, yasama
işlemlerinde gözetilmesi gereken kamu yararı ölçütü, sınırlamalarda
"meşru sebebe dayanmayı" (legitimate ground) zorunlu kılmaktadır.
Hangi sebebin ilgili hak bakımından kamu yararı bakımından gerekli
olduğunu takdir etme yetkisi yasama organına aittir.
Anayasa Mahkemesi, sınırlama sebeplerinin "kamu yararı" düşüncesine
dayanmasını "kişisel yarar" gözetilmemesi olarak açıklamaktadır.
«Hukuk devleti ilkesi" gereğince, yasama işlemlerinin, kişisel yararları
değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması gerekir. Bir
kuralın Anayasa'ya aykırılık sorunu çözümlenirken "kamu yararı" konusun
da Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, kanunun kamu yararı
amacıyla yapılıp yapılmadığını araştırmaktır. Anayasa'nın çeşitli
hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa'da bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında da
belirtildiği gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara
üstün olan toplumsal yarardır. Bu saptamanın doğal sonucu olarak da
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnız özel çıkarlar için veya yalnız
belli kişilerin yararına olarak yasa kuralı konulamaz» (AYM, E.
2013/66).
Anayasa Mahkemesi, sebebe bağlılık ilkesi yönünde bir inceleme yaparken,
açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu
organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahale
etmemektedir.
Anayasa Mahkemesi Mehmet Akdoğan ve diğerleri kararında, "Kamu yararı
konusunda bir uyuşmazlığın çıkması halinde ise örneğin kamulaştırma gibi
hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan
mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları
açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat
yükümlülüğü bunu iddia edene aittir Mahkemeye göre, müdahalenin kamu
yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir»
biçiminde değerlendirme yapmıştır (AYM, B. No. 2013/817).
Anayasa’da Belirlenen Sebepler
1982 Anayasası'nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınır lamalar,
"Demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz" denilmektedir. Bu
ilke, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi esas alınarak ilk defa 1982 Anayasası'nda
(1982 Anayasası’nın ilk halinde) yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, demokratik toplum düzenin gereklerine
uygunluk testi yapmadan önce hangi hakka müdahale olduğunu,
müdahalenin yasal dayanağının bulunup bulunmadığını, meşru bir amacının
olup olmadığını belirlemektedir.
Yasallık ve meşru amaçlar testinden sonra demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygunluk incelemesi yapılmaktadır.
Müdahalenin "demokratik toplumda gerekli” olup olmadığına "zorlayıcı
toplumsal ihtiyaca" (a pressing social need) dayanıp dayanmadığına ve
"orantılı" olup olma dığına bakılmaktadır.
AİHM gibi Anayasa Mahkemesi de öncelikle "müdahalenin varlığı"nı tespit
ettikten sonra, "kanunilik" ve "meşru amaç" testini uygulamaktadır.
Bu iki testin geçilmesi halinde Mahkeme, hakkın niteliğine ve müdahalenin
türüne göre "öz, ölçülülük ve demokratik toplum düzeninin gerekleri"
ilkelerinden biri ya da hepsi bakımından inceleme yapabilmektedir.
AYM bazı kararlarında, demokratik toplum düzeninin gerekleri ilkesini,
ölçülülük ilkesinin bir alt unsuru olarak değerlendirmiştir (AYM, E.
2014/133). Anayasa Mahkemesi, öz, ölçülülük ve demokratik toplum
düzeninin gerekleri ilkeleri arasında somut farklar ortaya
koyamamaktadır.
Esasında «öz» ve «demokratik toplum düzeninin gerekleri» ölçütleri,
hukukun genel ilkesi olan «ölçülülük» ilkesinin temel hak ve hürriyetler
alanına yansımasından ibarettir.
Anayasa Mahkemesinin görüşüne göre:
“1982 Anayasası'nda belirtilen 'demokratik toplum' kavramı, çağdaş ve
hürriyetçi bir anlayışla yorumlanmalıdır. 'Demokratik toplum' ölçütü,
Anayasa'nın 13. maddesi ile AİHS'in bu ölçütün kullanıldığı 8., 9., 10. ve
11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla
demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik
temelinde yorumlanmalıdır« (AYM, B. No. 23536/94)
Müdahalenin Gerekliliği